Muhayyerliği (Caymayı) Şart Kılma
Bahsi:
Fâsîd (Bozuk) Alış Veriş Bahsi:
İkâle (Satışı Kaldırmak) Babı:
Mürabehe (Kâr İle Devir Etmek) Ve
Tevliye (Kârsız, Ve Aldığı Gibi Devretme) Bahsi:
Biz Hanefilerin
nezdinde, Kıran, Temettü ve îf râttan daha efdaldir. Haccı kıranın şekli': Hac
ve Ömre için mikâttan (ihram bağlar ve) yük^ sek sesle tekbir getirir.
Namazından sonra «Ey ulu A İlahım ben hac ve ömreyi birden İrade ediyorum,
onları bana kolayladır, onları benden kabul eyle» diyecektir. Mekke'ye
girdiğinde ömre ibadetine başlar, Kâbeyi yedi tur ziyaret eder, ilk üç turda
remel yapar, ziyaretten sonra Safa ile Merve arasında (yedi defa) sa'yi yapar.
Bunlar ömre İçin yapılan ibadetlerdir. Ömre sa'yini yaptıktan sonra kucjûm
ziyareti için ayriyeten tayâf ve Safa - Merve arasında sa?yi yapar, Haccı ifrâd
(yalnız hacca ihram bağlamaJO da beyan ettiğimiz gibi, bunlar yapılır. Haccı
kıran için ihramını bağlayan klsİ, kurban bayramı (büyük şeytana)
cemretülaka-beye taş attıktan sonra bir koyun veya sığır veya deve, devenin
veya sığırın yedide birini kurban olarak îşeser bu kan, kıran kanıdır.
Eğer kurban kesmeye
gücü yetmiyorsa, hacda sonuncu günü Arafat günü olmak şartiyle üç gün oruç
tutar. Kurban günü gelinceye dek, oruç tutmamış İse artık kan akıtmaktan başka
çaresi yoktur. Hacda üç gün oruç tuttuktan sonra memleketine geldiği zaman yedi
gün orucunu da orada tutar (bununla.on gün tamam olunur.) [1].
Hacdan sonra Mekke'de
yedi gün orucunu tutarsa caizdir. Kârın
(hac ve ömreye birden ihram bağlayan) Mekke'ye girmeden Arafat'a giderse
Arafat'ta vakfe etmesiyle ömreyi terketmiş sayılır ve kendisinden
kıran için akıtılması
gereken kan düşer, ancak ömreyi terkettiği için kan akıtması gerekir. Ömrenin
kaza edilmesi de lâzımdır.
Haccı temettü, bize
göre haccı ifrattan daha efdaldir. Temettua ihram bağlamak iki kısımdır: 1 —
Mutemetti (haccı temettua ihram bağlayan) . Kurbanını beraberinde getirir, 2 —
Mutemetti kurbanını beraberinde getirmez. .Haccı temettuun keyfiyeti: Mikâttan
ömreye ihramını bağlar, Mekke'ye girer ömre için ziyaret, Safa - Merve
arasında sa'yi yapar, tıraş olur veya makasla bazı tüylerini kırpar, böylece
ömresinden çıkar.
Tavafa başlarken
telbiyeyi keser, Mekke'de ihrâmsız olarak durur, terviye (düşünce güftti ki,
Arafat'tan bir gün Öncedir) günü gelince Mescitte hac ihramını bağlar, hacet
ifrada ihramını bağlayan hacının yaptığını yapar, Temettü için kendisine bir
kan düşer, yoksa üç gün hacda (yâni bayramdan evvel) yedi gün. de memleketine
döndüğü zaman oruç tutar.
Mutemetti, beraberinde
bir kurban getirmek istiyorsa, ihram bağlar ve -bizzat kurbanını sürerek
götürür. Kurbanı deve ise, boynuna, dağarcık veya bir pabuç takar, Ebû - Yusuf
ve Muhammed'e göre devenin iş'arı (ilânı) edilmesi lâzımdır. îş'ar: hörgücün
sağ tarafının yarılma-siyle olur. Ebû - Hanife'ye göre iş'ar yoktur. Kurbanını
beraber getiren Mekke'ye girdiği zaman tavaf eder, sa'yi yapar terviye gününde
hacca ihram bağlaymcaya kadar ömre ihramından çıkartma. Hac için ihramını
terviye gününden evvel bağlarsa caizdir, fakat bu takdirde kendisine bir kan
lâzım gelir. Kurban gününde tıraş, olduğu zaman her iki ihramdan da (hac ve
ömre) tehallül eder [2].
Mekkeliler için temettü ve kıran haccı yoktur, ancak onlar için haccı ifrâd
vardır. Hedyi (kurban) getirmeyen bir kişi, (daha Arafat'a çıkmazdan evvel)
Ömreden fariğ olunca ehline (memleketine) dönerse, temettü haccı bozulur.
Hac aylarından evvel
ömre için ihram bağlayan ve o zaman dört veya daha fazla tavaf yaparsa, sonra
ayni senede hacca giderse mutemetti sayılmaz.
Haç ayları:
Şevval,.Zilka'de ve Zilhiccenin on günüdür.
Eğer bu aylardan evvel
hacca ihram bağlarsa, caizdir ve hac olarak ihram bağlanmış olur.
Kadın ihram zamanında
hayız (âdet) kanını görürse gusül edip, ihramım bağlar, erkek hacının
yaptıklarını yapar, -ancak temiz oluncaya kadar Kâbeyi ziyaret edemez [3] Eğer
Arafat'ta durduktan ve farz ziyareti yaptıktan sonra hayız kanını görürse,
Mekke'den veda tavafını yapmadan ayrılır ve seder (veda) tavafını terkettiği
için herhangi bir şey de lâzım gelmez.
,
İhrâmlıya, koku
sürdüğünde keffâret lazım gelir. Tam bir azasına veya daha fazlasına koku
sürerse bir kan akıtması gerekli olur. Bir âzâan az bir yerine koku sürerse
sadaka vermelidir. Bütün bir gün dikili elbise giyer veya başını örterse
kendisine bir kanın akıtılrnası düşer. Eğer bundan az ise sadaka vermekle
yetinir.
Başının dörtte birini
veya daha fazlasını tıraş ederse, kendisine bir kan düşer. Eğer dörtte birden
daha az ise sadaka vermesi lâzım gelir. Et Hanife'ye göre^ kan aldırma
yerlerinin tıraş edilmesiyle kan Hazımdır. Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre ise,
sâdece sadaka düşer. (Bir meclisde) el ve ayaklarının tırnaklarını keserse,
kendisine kan lâzım gelir. Yalnız bir el veya bir ayağının tırnağım keserse
yine bir kan vacip olur. Beş tırnağından daha .az keserse, kendisine sadaka
düşer. Ebü -Hanife ye Ebu - Yusuf'un (I?.A.) nezdinde, ayrı ayrı el ve
ayaklardan kesilen beş tırnak için ancak sadaka vardır. İmam-ı Muhammed (R.A.)
dedi ki. kan vardır.
Bir özürden dolayı
koku sürer, tıraş olur veya elbise giyerse muhay* yerdir. Dilerse koyun keser,
dilerse üç sâ yiyeceği altı miskine sadaka verir, dilerse üç gün oruç tutar.
Hanımını şehvetle öper
veya ellerse, bir kan akıtmak mecburiyetindedir. Daha Arafat'ta vakfe etmezden
evvel ön veya arkadan cimâî yapanın haccı bozulur, fasit olur...
Bu halde bir koyun
keser, haccı fasit olmıyanlar gibi haccına devam eder, ve bilâhare bu haccını
kaza etmek de kendisine düşer. Biz Hanefi-lere göre, hanırmyla birlikte haccını
kaza etmeye geldiği zaman hanımından ayrılması lâzım değildir. (Zira cima'ın
başlarına getirdiğini görmüşlerdir. Bir daha buna teşebbüs etmemeleri
aşikardır.)
Arafat'tan sonra cima
edenin haccı bozulmaz, ancak kendisine bir de«2iün kesilmesi lâzım olur. Eğer
Mina'da tıraş olduktan sonra (ve ziyaretten evvel) cima yaparsa bir koyun
kesmelidir.
Ömrede dört tur
ziyaret yapmazdan evvel cima. eden bir kimse öm-resini bozar, sonuna kadar bu
bozuk Ömreye devam eder ve bilâhare kaza yapıp, bir kurban kesmesi lâzımdır.
Dört tur yaptıktan sonra ailesiyle cima ederse, bir kurban kesmesi lâzımdır ve
ömresi bozulmaz.
Unutarak cima eden
kasden cima yapan gibidir. Abdestsiz olaTak kudüm (varış) tavafını yapana
sadaka düşer, cünüp olarak yaparsa, kendisine bir koyunu kurban etmek düşer.
Farz ziyaretini abdestsiz olarak yapana bir koyun, cünüp olarak yapana bir deve
lâzım gelir. Bu durumda Mekke'de iken tavafını tekrar yapması daha efdaldir ve
o zaman kan lâzım gelmez. Seder (veda) ziyaretini abdestsiz olarak yapana
sadaka, cünüp olarak yapana bir koyun lâzımdır.
Farz tavafın üç veya
daha az turunu terkedene bir koyunu kesmek* lâzım gelir.
Eğer dört turunu
terkederse, o ihramla dört tur yapıncaya
kadar . ihramda kalır. Seder tavafından üç turu terkedene, sadaka
düşer/. Bğer' seder tavafının tamamını veya dört turunu terkederse, kendisine
bir koyun kesmek düşer. Safa ile Merve arasındaki sa'yi terkedenin haccı tamamdır,
fakat bir koyunu kesmelidir.
Devlet reisinden
evvel, Arafat'tan Müzdelife'ye inen bir kimseye kan düşer [4]
Müzdelife'deki vakfeyi terkedene kan düşer. Bütün gün-'lerde cemrelere taş
atmayı terkedene kan lâzım olduğu gibi sadece bir günün taşını terkedene de kan
lâzım gelir.
Eğer (bir günde)
yalnız bir cemrenin taşlanmasını terkederse, kendisine, sadaka lâzım olur.
(Her taş için yanm
Eğer kurban bayramı
gününde cemretülakabe (büyük şeytân) nin taşlanmasını terkederse, bir kurban
lâzım olun
îmam Ebû - Hanife
(R.A.) nezdinde, kurban günleri çıkıncaya kadar tıraşını tehir edene kurban
düştüğü gibi, ziyaret (farz) tavafını tehir edene de kurban düşer.
İhramda olan, av
öldürür veya öldürene gösterirse, caza lâzımdır. Ceza bakımından kasden av
hayvanını, gösterenle unutarak gösteren, ilk vuranla ikinci vuran hepsi birdir.
(Yâni hepsine ceza düşer) îmam-ı Ebû - Hanife ve imam-ı Ebû - Yusuf (R.A.)
nezdinde ceza: av hayvanını öldürdüğü yerde veya en yakını olan yerde —eğer
çölde ise— takdir edilir, takdir edenlerin, iki âdil insan olması lâzımdır.
Takdirden sonra cinayet işleyen kıymet hakkında muhayyerdir, — bir hedyin
alınacağı kadarsa, isterse bir hedyi alır ve keser, isterse onunla yiyecek
alır, her yoksula yarım sâ buğday, bir sâ hurma veya arpa verir. Yada yarım sâ
buğdayın ve bir sâ. arpa yerine birer gün oruç tutar. Eğer taamdan yarım
sâ'dan daha az bir miktar kalırsa yine kişi muhayyerdir; İsterse sadakaya
verir, isterse yer ve yerine tam bir gün oruç tutar.
İmam-ı Mühammed (R.A.)
«avlanan hayvanların benzeri varsa benzerini kurban etmesi lâzımdır» dedi. O
halde, Geyik ve Sırtlanda Koyun, Tavşanda Oğlak, Deve kuşunda Deve ve Yerbû
(yaban faresi) da dört aylık bir oğlak lâzımdır.
Av hayvanını yaralayan
veya tüylerini yolan veya bir azasını kesen kimse, o hayvanın tamamını değil
ancak hayvanda noksan olan kıymeti tazmin eder. Eğer bir kuşun tüylerini yolmak
veya ayaklarını kesmekle, cnu başkalarından koruma imkânından mahrum ederse, o
zaman kişiye, o hayvanın tam kıymetini tazmin etmek düşer. Av hayvanının
yumurtasını kıran kimseye, ancak yumurtanın kıymeti düşer. Eğer kırdığı yumurtadan
ölü bir yavru çıkarsa, onun diri iken kıymeti ne ise, tazmin etmek lâzım
gelir. ,
İhramda olan bir kimse
için leş kargası, dulengeç kuşu, kurt, yılan, akrep ve farenin öldürülmesinde
ceza yoktur. (Zira Buharî ve Müslim-de ihramımın dişleyici köpeği, fareyi,
akrebi, yılanı ve leş kargasını öldürdüğü Resulullahın hanımlarından biri
rivayet etmiştir.) Sivrisinek, pire ve kenelerin öldürülmesiyle, hiç bir şey
lâzım gelmez. Bir biti öldüren ise dilediği sadakayı verebilir.
Bir çekirgeyi öldüren
dilediğini sadaka verir. Bir hurma bir çekirgeden daha hayırlıdır.
Eti yenilmeyen avlan
-yırtıcı hayvan gibi- öldürene ceza düşer. Fakat o, cezanın kıymeti bir koyunu
geçmemelidir. Eğer yırtıcı hayvan ihramda olan zata hücum ettiği için onu vurup
öldürürse, kendisine hiç bir ceza lâzım gelmez. îhrâmlı, av etini yemeye mecbur
olduğu için avlansa, bile yine kendisine ceza lâzım gelir. (Ancak işlediği
zaruretten oturü haramlıktan çıkar.) , .
İhramımın, koyun,
sığır, deve, tavuk ve keskere (Bagdada yakın bir yerdir) kazını kesmesinde hiç
bir beis yoktur. Ayaklarında tüy olan bir güvercini veya evcil bir geyiği
öldürürse, kendisine ceza düşer. Ih-ramda bulunan zat, bir av hayvanını
keserse, (haramı işlediğinden) kestiği murdardır, yenilmesi helâl değildir.
îhrâmlı zat, ihramda olmıyan avcıya avı göstermemiş ve avlamasını emretmemişse,
onun avlayıp kestiği etten yiyebilir-
Helâl (ihrâmsız) bir
insan, haremin hudutları içinde avlanır, In-râmda olan zat da ondan yerse,
kendisine ceza düşer. Haremin bitkilerini veya bir kimsenin malı ve insanların
bitirdiklerinden olmıyan bir ağacını keserse, sadece kıymetini vermek kendisine
düşer. Haccı ifrade ihram bağlayan için bir kanı icap eden suçları işlemekte,
kırana ihram bağlayan için iki kan vacip ol«r, biri haca, diğeri ömresi
içindir. Ancak nılkâtı ihrâmsız olarak geçerse sonra hac ve ömreye birden ihram
bağlar (bu ihrâmsız geçişi için) kendisine tek bir kan düşer. İki ihramlı beraberce
bir av hayvanını öldürürlerse her ikisine de tam ceza düşer.
İki ihramsız birlikte
harem hayvanlarından birisini avlarsalar, ikisine bir ceza düşer. İhrâmlı
kişi, bir avı satar veya satın alırsa, o alış veriş bâtıldır.
. , .
îhrâma girmiş kişi,
düşman veya kendisini ibâdete devam etmekten alıkoyan bir hastalıkla hac
vazifelerinden geri kalırsa, ihramdan çıkmak-kendisine caiz olur. O zata;
«haremde kesilsin diye bir koyun gönder o koyunu götürene, muayyen bir gün
söyle ki, o gönde kessin sonra sende o gün ihramdan çık» denir. Eğer haccı
kırana ihram bağlamış ise, iki kam (kurbanlık) gönderir. İhsar için kesilen
kan, anca]? haremde kesilmesi caizdir.
İmam-ı Ebû - Hanife'ye
(R.A.) göre, ihsar için gönderdiği kurbanın kurban gününden evvel kesilmesi
caizdir.
Ebû - Yusuf ve
Muhammed (R.A.) dediler ki, hacdan men edilene, kurban kesmek, ancak kurban
gününde caizdir. emreden men
edilen,istediği zaman kesebilir.
Hacdan men edilen,
tehallül ederse, (ihramım çıkarırsa) kendisine bir hacla bir ömre lazım gelir,
ömreden men edilene ise, ancak o ömresini kaza etmek düşer. Haccı kırana ihram
bağlayan, hacdan men edilir. se kendisine bir hacla iki ömre düşer.
Hacdan men edilen
kişi, hedyi (kurban) göndererek ve götürenlerle muayyen bir günde kesilmesini
konuştuktan sonra manı ortadan' kalkar, yol açılırsa, duruma bakılır. Eğer
hedyi ve hacca yetişmeye imkan varsa tehallülü (ihramdan çıkmak) caiz değildir.
Devam etme»ılw m-dır e&er hedyi'ye yetişir, fakat hacca yetişemezse bu
durumda tehallül eder, eğer hacca yetişmeye imkânı olup hedyi'ye yetişmeye
imkân yoksa, kendisine istihsanen tehallül caiz olur.
Mekke-i Mükerreme'de
muhasaraya alınan kışı, Arafat'ta vakfe w Kabe'yi ziyaretten men edilirse muhser
sayılır (hedyim keser tehad) eder) eğer vakfe veya ziyaretten birisine gücü
yetiyorsa, muhser sayılmaz (hedyin kesilmesiyle tehallül 4« edemez.)
Hacca, ihram bağlayan
kişi, kurban günü fecire kadar Arafat'a gelip vakfe etmezse haccı fevt olur.
Ancak ziyaret etmek, sa yi yapmak, ihramdan çıkmak ve gelecek sene de haccmı
kaza etmek kendisine düşer,
fevt olmaz. Zira -*eş
gün hariç bütün senede ömre caizdir. Ancak o beş
günde yapılması mekruhtur. O günler, are-
Kâbeyi ziyaret etmek ve Safa-Merve arasında sa'yi yapmaktan
ibarettir.
Kâbe-i Muazsamaya
gönderilen hedynin en azı tor »d". Hedy üç neviden olur: Deve, sığır ve
koyun. Bunların Semyelen [6]ve
daha İMarı kâfi gelir. Kulağının tamamı veya çoğu kesüen, kuyruğu kesı-feneü
ayağı kesilen, bir gözü kör olan, zayıf olan ve mezbahaya glde-cek kudrette
olffiayan topal hayvanın hedy olunması câız degildir.
Koyun her cinayette
caiz olur...
beş, ve' camusun
seniyesi iki, koyun ve Keçinin seniyesi bir yaşım idrâk edendir.
__Ancak iki yerde
olamaz,
1 -Ziyaret (Farz) tavaf mı. cünüp yapana
2 -Araf atta vakfe yaptıktan sonra (Minada tıraştan
evvel) Cima, yapana koyunun kesilmesi
caiz olmaz. Çünkü buralarda ancak devenin kesilme* si caizdir.
Bir deve ve sığır yedi
kişiye kâfi gelir. Eğer yedisi de kurban için kesiyorsa.. Eğer o yedi kişiden
birisi kurban değil de evine et almak için kesiyorsa, bu kurban diğer şeriklere
de kâfi gelmez.
Sünnet temettü, muta
ve kıran haccın hedyilerden (kurbanlıklarından) yemek caizdir. Diğer
hedylerden caiz değildir.
Sünnet, temettü ve
kıran- hedylerinin kesilmesi ancak kurban
gününde caizdir. Diğer hedylerin kesilmesi ise her zaman caiz olur.
Hedy-, lerin kesilmesi ancak haremi Mekke'de caiz olur.
Hedy etinin, harem
fakirlerine ve diğer fakirlere verilmesi caizdir. ' Hedyleri Arafata çıkarmak
caiz değildir. Kurban develerinde nahir [7]
sığırlar ve koyunlarda zebh daha fedaidir. Eğer kesmeyi iyice biliyorsa,
kurbanını kesmesi evlâdır. Kurban olan hayvanın çullan ve yuları sadakaya
verilecektir. Kasabın ücretini kurbandan vermemelidir. Deveyi kurban kesmek
için getiren, eğer binmeye mecbur kalırsa, binecektir. Eğer binmeye ihtiyacı
yoksa binmemelidir. Eğer kurban hayvanının sütü varsa sağılmaz, aksine
çekilmesi için memelerine soğuk su serpilir.
Mütetavviin getirdiği
hedy yolda Ölürse ikinci bir hedy almaya lüzum yoktur. Vacip için getirilen
hedy ise onun yerine başkasını alması lâzımdır.
Eğer hedye, kurban
olmasını men edecek büyük bir kusur isabet ederse, yine yerine başkasını
koymalı ve kusurlu olanında da istediği gibi tasarruf etmelidir..
Eğer sünneti hedyi
devesi helak olmaya yüz tutarsa keser, boynuna taktığı pabucu kanıyla boyar ve
o kanlı pabucu onun hörgücünün bir
tarafına vurur, ne kurban sahibi ve ne de zenginlerden başka birisi .' onun
etini yemezler. Eğer bu deve vacip hedyilerden ise yerine başkasını koyar ve onda da istediği şekilde
tasarruf eder.
Tetavvu, temettü ve
kıran hedylerinin boyunlarına bir şeyler takılır, taklid (boyunlarına
gerdanlık takma) edilir. Fakat ihsar ve cinayet kanlarında taklid" yapmak
yoktur. (Zira onların gizlenmesi daha uyr gundur. Çünkü cinayetten
dolayıdırlar)
' ,
Bey, {alış veriş) mâzî
(geçmiş) lâfzı olan icap (sattım) ve kabul (satın aldım) ile münâkit
(kesinleşir) olur. Alış veriş yapanlardan birisi bey'i vacip kılarsa (yâni
tarafından caymayı kaldırırsa) diğeri muhayyer (serbest) dir; isterse o
mecliste kabul, isterse aynı mecliste reddeder.
Kabul (satın aldım)
den evvel hangisi meclisten kalkarsa icap (sattım) bozulur. İcap ve1 kabul
tamamlandıktan sonra alış veriş kesinleşir, satıcı ve alıcıdan hiç birisi
kusur veya görmemezlik olmazsa cayamaz.
'Alışverişi caiz olmak
bakımından işaretle gösterilen nesnelerin miktarının bilinmesine ihtiyaç
yoktur. Mutlak semen (paha) ancak miktar ve sıfatları (yâni
nasıllıklan) belli ise bey'i caiz olur.
Peşin ve veresiye alış
veriş caizdir. Veresiye ile caiz
olunması, ' müddetin malûm olunmasına bağlıdır, eğer müddet muayyen
olursa caizdir. Bey'ide semen mutlak olarak zikredihrse,beldenin (memleketin) galip olan semeni kabul olunur.
Eğer paralar muhtelif iseler ve birisini tâyin etmezse Bey' fasit olur.
Yemek ve tanelerin
(hububatın) ölçekle ve tahminen genişliği bi-inmeyen bir kap ve ağırlığı belli
olmayan bir taşla satılmaları caizdir
Bir yığın taamın, her
bir ölçeğini bir dirheme satan kişinin bey'i imam-ı Ebû Hanefi (R.A.) ye göre,
ancak tek bir ölçekte caiz olur, diğerlerinde fasittir, meğer ki ölçeklerinin
adedini söylerse... Bir sûru koyunu, her birisini bir dirhemden satarsa,
hepsinde bey'i fasittir. Böylece, bir elbiseyi beher metresi bir dirheme
satarsa (fakat) ne ka dar metre olduğunu söylemezse bey'i caiz değildir. Bir
yığını, yüz ölçektir diye beher ölçeği bir dirheme mukabil yü2 dirhemle satın
alırsa yığını az gördüğünde alıcı muhayyerdir, isterse mevcut olan kısmın her
ölçeğini bir dirheme kabullenir, isterse bey'i, kökünden iptal eder. Eğer
yığını daha fazla bulursa, fazlası satanın malı olarak kalır
Bir elbiseyi on
metredir diye, on dirhemle veya bir araziyi yüz metredir diye yüz dirheme satın
alan kişi bunların daha az olduğunu görünce,.,..muhayyerdir, isterse bütününü
kabullenir, dilerse terkeder. Eğer söylenen metrelerden daha fazla çıkarsa
müşterinin malıdır, satana caymak hakkı yoktur.
Eğer «yüz metre
olarak, beher metresi bir dirhemden yüz dirhemle sana sattım» dese ve müşteri
de bilâhare onu eksik bulursa o zaman muheyyerdir, isterse semenden mevcut
olanın payına düşen miktarla kabul eder, dilerse terkeder. Fazla görürse
müşteri serbesttir; dilerse hepsini beher metresi bir dirhemden alır, dilerse
alış verişi fesheder. Bir evi satın alırken o evin temeli de satışa dahil olur,
her ne kadar satışta temelden bahsedilmezse bile...
Bir araziyi satarken o
arazide bulunan hurma ve diğer ağaçlar dahil olur, her ne kadar onlardan
bahsedilmemiş ise dahi... Satılan araziye, o arazide bulunan ziraat mahsulü
ancak isimlendirilirse dahil olabilir.
Hurma veya başka bir
meyveli ağacı salarsa, meyve satışa dahil değil satanın malıdır. Ancak alıcı
meyvelerin de kendisinin olacağını şart ederse olur. Meyveler satıcının ise,
satıcıyı "meyvelerini kes ağaçları aiana teslim et» denir.
Daha olmamış veya
olmuş bir meyveyi satarsa, alıcıya derhal kesmesi (toplaması) düşer.
Eğer alıcı, oluncaya kadar ağaçta durmasını şart kılmışsa satış bozulur (ağaçta olan) meyveleri satıp, ancak birkaç batmanını
ayırırsa caiz değildir. Buğday
sünbülünde
(başa-~^m~da)~"bakla kabuğunda olduğu halde satılmaları caizdir.
. Evin satıldığında,
kilitlerin anahtarları satın alana ait olur. Satılan malın ölçmek ve sarraflık
ücreti satana aittir. (Hazır bir) şeyi satarsa, evvelâ alana «sen paia\ı ver»
denilecektir. Müşteri parayı verdiği zaman, satana «Teslim et» denilecek-.
Eşyayı, eşya veya parayı para ile satanlara «Birbirinize beraberce teslim
ediniz» denilecektir.
"Satışda muhayyerliğin şart kılınması
satıcı ve, alıcı için. caizdir. Her ikisi için üç-gün ve daha az zaman
muhayyerlik şart edilmesi câ-' izdir. (Yâni ben üç güne kadar cayarsam malımı
geri alırım veya geri veririm gibi) Ebû Hanife (R.A.) ye göre üç günden fazla
muhayyerlik caiz değildir.
Ebû Yusuf ve Muhammed
(R.A.) elediler ki; belli bir müddet söylendiği zaman caizdir. (Meselâ on gün
gibi).
; Satıcının
muhayyerliği, satılan malın onun mülkünden çıkmasına mâni olur, o halde eğer o
malı müşteri götürürse ve müşterinin elinde helak olursa müşteri ancak onun
kıymetiyle mes'ul olur. *(Onun kararlaşmış fiyatiyle değildir). Müşterinin
muhayyerlik şartım
ileri sürmesi, satılan
malın satanın mülkünden çıkmasına mâni olamaz. İmam-ı Ebû Hanife'ye göre, o
mal, müşterinin mülkü de değildir. İki imama göre, müşteri, o malı mülk
edinir, eğer müşterinin elinde helak olursa, aralarında kararlaştırılmış semeni
(fiyatı) verecektir.
Eğer o mal kusurlu
olursa hüküm yine böyledir.
Taraflardan kim,
caymayı şart kılarsa müddetinde cayabildiği gibi satışı da kesinleştirebilir.
Arkadaşı olmadığı bir yerde satışı kesinlikle kabullendiğini, söylerse,
caizdir. Bozmaksa ancak diğerinin bulunduğu bir yerde bozabilir.
Kendisine caymak hakkı
olan zatın, ölümiyle hakkı iptal olunur, varislerine intikal etmez.
Fırıncıdır veya
yazardır diye, satın aldığı köle, aksine çıkarsa, müşteri muhayyerdir, dilerse,
onu bütün fiyatla kabul eder, dilerse terkeder (yûm fiyat eksiltip almak
yoktur.)
Görmediği bir şeyi
satın almak câizdii*, fakat gördüğü zaman cayabilir; isterse kabullenir,
dilerse reddeder. Kişi, görmediği malını satarsa, bilâhare gördüğü zaman
cayamâz. yığının yüzüne, durulmuş elbisenin görünür tarafına, cariyenin yüzüne
veya hayvanın yüz ve sağrılarına (kalçalarına) bakarak satın alırsa, bîr daha
kendisine pişmanlık (caymak) yoktur.
'
Satın aldığı evin
odalarını görmeyip ancak sofa (salon) sini görüp alırsa caymak yoktur. Körün,
alış verişi caizdir. Satın aldığı za-, man (aldannuş ise) cayabilir. Eğer ellenmekle bilinir cinstense
satılan mal, kör de onu elleyerek alırsa veya koklanmakla bilinen bir ma lı,
koklamakla alırsa vey.a tatmakla bilinen malı tadarak alırsa caya maz. Arazide,
kendisine vasıfları söylenmedikçe caymak hakkı düşmez.
Başkasının mülkünü
satarsa, mülk sahibi muhayyerdir, dilerse satışı caiz kılar, dilerse fesheder.
Bu şekil satışın caiz kılınması ancak..satılan malın varlığına ve satış yapan
iki tarafın caymamalarına bağlıdır.
Satın aldığı iki
elbiseden birisini görüp diğerini görmediği halde almışsa, sonra diğerini
gördüğünde her ikisini de çevirebilir. Görüşten dolayı caymak hakkı olan kimse,
görmezden evvel ölürse cayma hakkı düşer.
Bir şeyi görüp, aradan
bir müddet geçtikten sonra onu satın alırsa, eğer gördüğü keyfiyet üzere ise
caymak hakkı yoktur, şayet bozulmuş olduğunu görürse cayabilir.
-Alıcı, satın aldığı
malda, bir kusur görürse muhayyerdir, dilerse konuşulmuş olan bütün fiyatla
kabul eder, dilerse geri verir. O malı kabul etmek ve kusur için de, paranın
bir kısmını geri almak yoktur!.
Tüccarların nazarında
fiyatın düşüklüğünü icap ettiren her şey, kusur sayılır.
Baliğ olmazdan evvel,
hırsızlık yapmak, yatağa işemek ve efendinden kaçmak, küçük köle için kusur
sayılır. (Müşterinin yanında) baliğ olunca bu kusurları birkaç defa, yapmadıkça
kusur sayılmaz.
Câriye hakkında, ağız
ve koltuk kokusu kusur sayılır, köle hakkında ise, kusur sayılmaz. Ancak
hastalıktan mütevellit ise, sayılır.
Zinacı olmak, zinacının
velâdı olmak, câriye hakkında kusur sayılır, köle hakkında ise kusur değildir.
Müşterinin yanında,
satın aldığı malda bir kusurun peydah olması sayesinde Bayiin (satıcının),
yanındaki eski bir kusura muttali oldu ise, yeni kusurun eksikliğini ödemekle
o, malı, eski sahibine, —yeni kusuru ile beraber kabul eder ve razı olursa
—verir. (Eğer satıcı geri almazsa, eski kusurun eksikliğini alıcıya geri
verecektir.)
Müşteri, aldığı kumaşı
elbise olarak kesmiş ve dikmiş veya boyaya atmış veya satın aldığı kavutu
(kavuzu) yağla karıştırmış, bunları yaptıktan sonra eski bir kusurun varlığına
vâkıf olmuş ise, ancak o kusur sebebiyle vücuda gelen eksikliğin karşılığını
geri alır, o, malın geri alınması ise, satıcıya düşmez.
Bir köleyi satın
aldıktan sonra, âzât ettiği veya öldüğü zaman kusurlu olduğuna vâkıf oldu ise,
ancak kusurdan dolayı noksanlığı geri alır. Müşteri, satın aldığı köleyi
Öldürürse veya satın aldığı malı yerse, sonra kusurlu olduğuna vâkıf olursa,
Ebû Hanife (R.A.) ye göre, hiç bir şey geri alamaz. Ebû Yusuf ve Muhammed
(R.A.) e göre alır.
Köleyi satarsa, alıcı
da başka birisine satarsa ve ikinci satıcıya kusurundan dolayı geri verilirse,
eğer ikinci satıcı, o, köKyi hâkimin hükmüyle kabullenmiş ise, birinci satıcıya
geri yerebilir.
Eğer ikincfsatıcı
hâkimin hükmü olmaksızın geri almışsa birinci satıcıya geri veremez.
' Bir köleyi bütün
kusurlarım (yâni o kölede ne kusur olursa olsun geri çevirmemek) kabul etmek
şart.iyle satın alırsa, hiç bir kusurdan dolayı geri veremez. Velev ki
kusurları teker teker isimlendirip söylemezse...
Satılan veya fiyat
olarak verilen eşyanın birisi veya her ikisi haram olursa alışveriş bozuktur.
Murdar olmuş et, kan, şarap veya do- -muzla yapılan alış veriş gibi...
Yine alışveriş bozuktur,
eğer satılan köle değil de hür bir insansa Ümmül veled, (efendisinden bir
çocuk doğurmuş cariye) müdeb-ber (efendisi kendisine «ölümümden sonra hürsün»
diyen köle) ve mükâtep (efcndisiyle bir miktar mal üzerinde hür ve âzât olması
bakımında anlaşan köle) nin satışları bâtıldır. .
Sudaki balığın,
havadaki kuşun satılması caiz değildir.
Cariyenin ve hayvanın
karnındaki yavruyu, memeden sağılmamış sütü, koyunun kırkılmamış yününü,
elbiseden bir metreyi, tavandan bir ağacı torun denize bir defa yayılmasîyle
çıkan balıklan ve «Bey'il Muzabene» denilen hurma ağacının daha kesilmemiş
meyvelerini tahmin ederek kuru hurma ile satması caiz değildir. Taş atmak [8] veya
ellemek suretiyle satış caiz değildir. İki elbiseden birisini lâaleUayin
satmak caiz değildir.
Kölesini,
"müşteri âzât etsin veya müâebber veya mükâtep kılsın
veya cariyesini
müşteri Ümmü! veled yapsın» diye satarsa satış fasittir. Eğer kölesini bir ay
çalıştırmak, evinde bir miktar oturtmak müşteri kendisine başka borç para.veya
bir hediye vermek şarkiyle satar-. sa bütün hu suretlerde satış yine fasittir.
Kim ki. bir şeyini, ay
başına kadar teslim etmemek şartiyle satarsa bu satış fasittir. Hâmile
cariyeyi, hamli dâhil olmamak suretiyle satarsa satış fasittir.
Elbiseyi kesmek, iç
gömlek veya aba olaıaK dikmek şartiyle satın alırsa veya kendisine ayakkabı
yapmak veya bağ takmak şartiyle deriyi alırsa satış (bu iki surette de)
fasittir.
Nevruz, (baharın ilk
günü) Mehrican, (güzün ilk günü) hırıs-tiyan orucu, ve Yahudi bayramı müddet göstererek
borçla yapılan alış veriş satıcı ile alıcı bu zamanlan bilmezlerse fasittir.
Hacıların geleceğine, bağ bozumuna, harman ve ekin biçimine kadar borçla satış
caiz değildir. (Çünkü meçhuldür).
Eğer iki taraf, daha
halk biçmeye ve harmana başlamazdan ve hacılar gelmezden evvel müddetinin
kaldırılmasına razı olurlarsa, alış veriş caiz olur. Fasit alış verişte,
müşteri satıcının emri ile malı teslim alırsa ve muameledeki verilen ve alınan
ivez mal ise, teslim aldığı mal, kıymetiyle onun malı olur. Fakat her iki taraf
ta bu şekil alış verişi bozabilirler. O, halde eğer müşteri bu malı satarsa
satışı caiz olur.
Hür insanı, köle ile
birlikte veya kesümî.ş koyun (etiy) le murdar olunmuş koyunu bir arada satarsa
her ikisinin hakkında da satış bâtıl olur. Eğer (tanı) köle ile müdenber
köleyi veya kölesiyle diğer bir kimsenin kölesini birlikte satarsa, ancak
semenden kölesinin hisse-siyleâkid caiz olur.
Resûl-i Ekrem (A.S.)
«Neeeş (başkasını teşvik etmek için fiyatı arttırmak) den, anlaşmışların
anlaşmasını bozmaktan, cele.blerin önüne giderek daha şehre varmazdan evvel
satın almaktan, (eğer şehirliler bununla mütezamr olurlarsa, aksi takdirde
zarar yoktur) şehirli olan bir kimsenin göçebenin malını satmasından, (veya
ibarenin mânası: Şehirlilerin ihtiyacı olduğu halde onlara satmaz da, daha
pahalı satmak için göçebelere satmaktan) ve Cuma ezanı okunduğu zaman alış
veriş yapmaktan sakındırmıştir> Ancak bütün bunlar mekruhtur, bunlarla
alışveriş bozulmaz.
Yekdiğerinin yakını
olan iki küçük köleyi elde eden, onları ayırt edemez. Birisi büyükse de yine
ayırdetmek yoktur. Eğer ayırtederse tahrimen mekruh olur. Fakat alışveriş
caizdir. Eğer ikisi de büyük ise ayırdetmelerinde her hangi bir beis yoktur.
'
îlk' fiyatın misliyle, alışverişte ikâle caiz
olur. Eğer ilk fiyattan daha az veya daha fazlasının şartiyle ikâle yaparsa
şart bâtıldır, ancak ilk fiyatın misli verilir. Eoü Hanife (R.A.j ye göre,
alıcı ile satıcı hakkında ikâle fesh (bozuk) sayılır. Diğerleri hakkında
yepyeni bir satış sayılır. Semenin yok olması ikâlenin sahih olmasına mâni
teşkil etmez. Satılan malın helaki ise ikâleyi 'men eder. Satılan malın bir
kısmı helak olursa geri kalan diğer kısmında yine ikâle caizdir.
Mürabehe:
İlk âkidle elde ettiği malı, ana paraya kâr ekleyerek başkasına devretmektir.
Tevliye:
Elde ettiğini, kârsız olarak birinci âkid ve sermaye ile başkasına
devretmektir..
Mürabehe ve tevliye
ancak misli (benzeri) olan sermaye ile alınmışsa doğru olabilir.
Öz sermayeye, bez
ağırdıcmın, [9]boyacının, nakış yapıcının,
elbisenin etrafını ipek veya pamukla örenin ücretini, masraflarını ve hamal
ücretini eküyerek, onlân da sermayeden saymak caiz olur. Ancak devrettiği zaman
bana şu kadara mal olmuştur diyecek, ben şu kadarla satın aldım demiyecektir.
Eser ikinci müşteri, mürabehe meselesinde hiyanet yapıldığına muttali olursa,
Ebû Hanife (R.A.) ye göre, muhayyerdir, dilerse, denilen sermaye ile kabul
eder, dilerse sreri çevirir.
Eğer tevliye
meselesinde hıyaneti görürse
sermayeden fazlasını düşürür. Ebû
Yusuf (R.A.) dedi ki; her iki şekilde de düşürür. İmamı-Muhammed (R.A.)
«ikisinde de düşüremeze dedi.
Menkul bir şeyi, satın
alan, nakletmedikçe başkasına satamaz, Ebû Hanife ve Ebû Yusuf (R.A.) a göre.
daha teslim almazdan evvel gayri menkul akarı (araziyi) satabilir. İmamı
Muhammed «Arazinin de teslim alınmazdan evvel satılması caiz değildir» dedi.
Bir kimse ölçekle
satılanı, ölçekle, tartıyla satılanı, tartıyle satın alıp teslimlenirse, sonra
ölçekle veya tartıyîe başkasına satarsa, ikinci müşteriye bu malı tekrar
ölçmeden ve tartmadan, ne yemesi ne de başkasına satması caiz olamaz.
Sermayede, daha
vermezden evvel (sermayedarın) tasarruf etmesi caizdir.
Alıcının, sövlenen
fiyattan daha fazlasını satıcıya vermesi caizdir. Satıcının, alıcıya satılan
maldan daha fazlasını vermesi caiz olduğu [10]
gibi. Sermayeden eksiltmek caiz olur. İstihkak (başkasının malı olmak) hepsine
(yâni asi iie eksilenin tamamına) teallûk eder [11]
Bir kimse hazır para
ile satış yaparsa bilâhare malını bir müddete kadar borca verirse, alış veriş
borca tahvil edilir. Zamanı gelmiş. alacağın sahibi, bir. müddet mühlet verdiği
zaman o müddete tehir edilir. Ancak elden verdiği net paranın tehiri caiz değildir.
Zamanı geldiğinde derhal verilmesi lâzımdır.
Her ölçülen ve
tartüanda (velev kî yenHmese dahi) cinsiyle fazla olarak satılırsa, riba
(fazlalık) haramdır.
Ribanın illeti: [12]
cinsiyle beraber (satıldığı zaman) ölçek ve tartıdır.
(Cevhere)
Eğer ölçek veya
tartıyle satılan mallar, cinsleriyle eşit olarak satılırsa caiz olur. Eğer
fazlasiyle satılırsa caiz değildir. Ribâlı nesnelerden iyiyi kötü ile satmak
ancak eşit olduğu halde caizdir (yâni birisi iyidir diye kötünün fazlasiyle
satılması caiz olamaz). Eğer iki vq.sıf yok olursa yâni; ayni cinsten olmak,
ölçek veya tartıyle satmak vasıfları yok olunca birbiriyle fazla ve te'hirü
satılması helâl olur. îki vasıf bulunduğu zaman fazlasiyle ve te'hirü (yâni
biri hazır diğeri değil) satış haram olur. Eğer vasıflardan birisi bulunur
diğeri bulunmazsa fazlasiyle satış helâl, te'hirli satış ise haram olur.
O, şey ki, Resûl-i
Zişan (S.A.V.) onun, ölçek yönünden cinsiyle fazla satılmasını haram kılmıştır,
halk, şu zaman ölçekle satılmasını terkederlerse dahi, o ebediyete kadar
ölçülen şey kabul edilir. Tuz, hurma, arpa ve buğday gibi... O, şey ki
Resulullah (S.A.V.) tartı yönünden cinsiyle fazla olarak satılmasını
kesinlikle haram kılmıştır o şey daima tartılrmşlardan itibar olunur. Altın ve
gümüş gibi... Re-sulullah (S.A.V.) in kesinlikle belirtmediği şey ise, halkın
âdetine hamlolunur. (Eğer halk onu ölçekle satarsa ölçülenlerden, eğer tartıyle
satarsa tartılandan sayılır.)
Semenlerin cinsi
üzerine vâki olan sarf akdinde, (yâni sarraflıkta) iki ivezin (paranın) da
ayni mecliste alınmasına itibar olunur, (yâni lâzımdır).
Semenler üzerine vâki
olmıyan faizli şeylerdeki sarraflık akdinde ancak tayin edilen itibar olunur,
ayni mecliste teslim almak itibar olunmaz. Yâni şart değildir.
Buğdayın, unla veya
kavutla (kavuzla) satılması caiz değildir.
Ebû Hanife ve Ebû
Yusuf (R.A.) nezdinde kesilmiş etle canlı hayvanı satın almak caizdir.
İmamı Muhammed «ancak
kesilmiş et, canlı hayvanın etinden daha fazla ise caizdir» dedi.
Olmuş yaş hurmayı, kuru
hurma, yaş üzümü, kuru üzümle eşit olarak satmak (değiştirmek) caiz olur.
Zeytinleri, zeytinyağıyle, susamları susam yağıyle değiştirmek, ancak net
yağın, zeytin ve susamda bulunan yağdan daha fazla olunması bilinirse'caiz
olur. Ta ki, yağ misliyle değiştirilmiş ve fazlası da net yağın çıkartılmasının
karşılığı olsun.
Ayrı hayvanların
etlerini fazla olarak yekdiğeriyle değiştirilmesi caiz olur. Böylece sığır ve
koyunun sütlerini, hurmadan yapılmış sirkeyi, üzümden yapılmış sirke ile
değiştirmek caiz olur. Pişirilmiş ekmeğin buğday ve unla fazla olarak
değiştirilmesi caiz olur...
Köle ile efendisi
arasında, müslüman ile darı- harbde olan harp edici kâfir [13]
arasında ribâ yoktur, (yânı bîr ölçek buğday verip on ol?ck buğday alabilir.)
Ölçülen tartılan,
büyüklük bakımından aralarında pek fark olmayan ve tane ile satılan —ceviz ve
yumurta gibi- ve metre ile satılan nesnelerde de selem (selef), caizdir. Sayı
ile hayvanlarda, azalarında ve derilerde, yük ile odunlarda ve bag ile yoncada
selem caiz değildir.
Kendisi için selem
parası verilen nesne, selem edilen çağdan tes-Um zamanına kadar dayananlardan
olmadıkça selem caiz olamaz. Selem ancak gelecek zamanı bağlanırsa sahih
olabilir. Ancak muayyen bir- zamana kadar olursa caiz olur.
Belli bir kişinin
ölçeği ve metresiyle, belli bir köyün taamından ve belli bir ağacın hurmasından
selem cMz olamaz. İmamı Ebu Hanıfe (R \) nezdinde selem âkid yapılırken ancak
söylenen yedi şartla sahih olabilir:
1 -Malûm cinS;
2 -Belli nev'i,
3 - Belli sıfat (iyisi, ortası siM)
4 - Malûm miktar,
5 -Malûm bir müddet
6 -Sermaye miktarının bilinmesinle âkîd ilgili ise, (ölçülen, tartüan ve sayılanlar gibi) bilinmesi
7-Eğer malın teslimi için ücret lazımsa malın teslim
edileceği yerin isîmiendirilmesidir. Ebû Yusuf ve Muhammed (R. A ) dediler ki;
sermaye muayyense teslim edilecek yerin isimiendırıl-mesine ihtiyaç yoktur.
Ancak akdin olduğu yerde teslim eder. Selem parasını alan şahıs, parayı
almazdan evvel aynhrsa selem sahih olmaz. Ne sermayede ve ne de selem edilmiş
malda alınmazdan evvel tasarruf etmek caiz olamaz. Selef edilmiş malda,
başkasını ortak yapmak veva devretmek caiz değildir. Elbiselerde uzunluğu,
genişliği ince veya kalınlığı söylendiği zaman selem (selef) caiz olur. Mücevher ve boncuklarda selem caiz değildir. Muayyen
bîr kalıp şart ettıgı zaman kerpiç ve kiremitlerde yapılan selemde beis yoktur.
Sıfatı mazbut ve
miktarı bilinen her şeyde selem caiz olur.
Sıfatı mazbut olmayan
ve miktarı bilinmeyen nesnelerde selef caiz değildir. Köpek, pars ve diğer
yırtıcı hayvanların satışı caizdir. İçki ve domuzun satışı caiz değildir. İpek
böceğinin ancak ipeğiyle beraber, arının ancak kovaniyle beraber satışları caiz
olur.
Zımmiler, alış
verişlerinde müsîümanlar gibidirler. Ancak içki ve domuzda ayrılırlar. Zira
onların içki satışı Müslümanların şıra satışı,, domuzu satmaları ise,
nıüslüma.nm koyun satması gibidir.
Sarf: İki tarafın para
olduğu bir alış veriştir. O halde eğer gümüşü gümüşle veya altını aîtmîa satarsa
ancak tartı bakımından eşit olurlarsa caiz olur. Velev ki ayarı ve el emeği
bakımından farklı iseler de.
Daha ayrılmazdan evvel
iki paranın ayni mecliste verip alınması lâzımdır. Eğer altını gümüşle satarsa,
fazla vermek caiz olur, fakat derhal ve aynı mecliste iki paranın verip
alınması lâzım gelir. Eğer sarf muamelesinde daha iki para veya birisi
alınmazdan evvel aynlır-salar âkid bozulur.
Sarraflık parasını
almazdan evvel sarfetmesi caiz olamaz. Tahmini olarak altını gümüşle satmak
caiz olur. Donatılmış Ve süsü elli dirheme müsavLolan bir kılıcı yüz dirhemle
alan kişi, fiyatın elli dirhemini peşin verirse alışveriş caiz olur. Her ne
kadar beyan etmezse bile o verilen para, kılıçta bulunan gümüşün karşılığıdır.
Eğer «al bu elli dirhemi ikisinin parası yerinde» desa yine o para gümüşün
karşılığı olur.
O, meclisten
ayrılınca, bir şeyler verip almazsalar, hem hülye (süs) ve hem de kılıç
hakkında muamele, hülyenin kılıçtan ayrılması kılıca zarar getirirse bozulur.
Şayet zarar getirmeksizin ayrılırsa kılıç hakkında âkit caiz, ancak hülye
hakkında ise batı] olur.
Gümüşten yapılmış bir
kabı, (gümüş veya allınla) satın alıp paranın bir kısmını aldığı bir kısmını p
ladığı halde ayrılırsa alınmamış miktar hakkında âkid bozulur, an-e&'k
alınmışın hakkı sahih olur ve kab aralarında müşterek (ortak) olur. Eğer
satıştan sonra kabın bir kısmının başkasının malı olduğu tebeyyün ederse, alıcı
serbesttir; dilerse geri kalan kısmı pahasiyle kabullenil, dilerse geri
çevirir.
Eğer külçeden bir
parça satın aldıktan sonra, bir kısmının başkasının malı olduğu anlaşılırsa
geri kalanı, hissesiyle alır ve cayamaz.
İki dirhem ile bir
altını, iki altın ile bir dirheme değiştirirse, alış verişi caiz olur.
Cinslerin her birisi diğer cinsin karşılığı olur. Kim ki on bir dirhemi, on
dirhem ile bir altına satarsa alışveriş caiz olur; on dirhem benzerlerinin
karşılığıdır, bir altın ise bir dirhemin karşılığı olur.
İki saf, bir karışık
dirhemin, iki karışık bir saf dirhemle değiştirilmesi ,.câiz olur. Dirhemlerde
çoğu gümüş ise gümüş sayılırlar, dinarlarda çoğu altın ise altın sayılırlar,
saf gümüş ve altınlarda itibar olunan fazlasiyle satılmanın haramlığı, bu çoğu
gümüş ve altın olanlarda da itibar olunur.
Eğer fazlaları katışık
madde ise, dirhem ve dinarlar (altınlar) hükmünde değildir, O halde
katıştıkları, çinsl.atiyle fazla olarak satı--lırlarsa caiz olur. Katışık para
ile, bir malı satın alırsa sonra o para geçmez olursa ve halk onunla muameleyi
terkederse imam-ı Azama göre bu alışveriş bozulur. Ebû Yusuf (R.A.) «alışveriş için
günü kıymeti ne ise onu vermelidir» dedi. îmam-ı Muhammed (R.A.): «En son
olarak halk onu kaça bozarsa onu vermelidir» buyurdu. Belirtmese dahi, geçer
pullarla (paralarla) alışveriş caiz olur. Eğer geçer değilse belirUneksizin
onunla muamele caiz olamaz. îmam-ı Ebû Hanife (R. A.) nezdinde, birisi geçer
para ile satarsa bilâhare o para tedavülden düşerse alışveriş bâtıl olur. Kim
ki, bir şeyi fulüsün yarım dîrhemiyle satın alırsa alışveriş caiz olur, bir
fulustan yarım dirhemle satılan bir şeyin öbür tarafa vermesi lâzım gelir.
Kim ki sarrafa tam bir
dirhem verip ccbu dirhemin yarısiyle bana fulus (ufak para) ver, diğer
yarısiyle bir tanecik eksik olmak suretiyle yarım dirhem ver» dese imam-ı Ebû
Hanîfe'ye göre hepsinde de alışveriş fasit olur.
Ebû Yusuf ve Muhammed
dediler ki, fuiuslar hakkında alışveriş caiz, diğer kısım da bâtıldır. Eğer
«yarını dirhemlik fulus, (bozuk para) ve ikinci yarımı da bir tane (para) eksik
olarak bana ver» dese alışveriş caiz olur. O fuiuslar ve bir tanesi eksik olan
yarımı, bir dirhemle satın almış oluyor.
Rehin, vermek ve
kabullenmekle münakid, ve teslim almakla tamam olur. Mürtehin, (alacaklı)
rehni, derli toplu, (borçlunun mülkünden çıkmış) ve ayırdedilmiş bir şekilde
elde ederse, rehin akdi tamam olur. Alacaklı, rehini almadıkça, borçlu
muhayyerdir; dilerse teslim eder, dilerse rehin vermekten cayar. Borçlu, rehini
alacaklıya teslim edip oda kabullenirse, o mal alacaklının zimmetindedir.
Rehin ancak mazmun
olan borç (yâni verilmesi kesin olan borç) için, verilir. Rehinin ve borcun
kıymetinden hangisi daha azsa, rehin onunla alıcının elinde durur. (Eğer rehin
telef olursa, o kıymetle alıcıdan gider). Alıcının elinde iken rehin helak
olursa, kıymeti de borçla eşit ise alıcı hakkını hükmen almış sayılır. Eğer
rehnin kıymeti alacaktan daha fazla ise, fazla olan kısım alıcının elinde
emanettir [15]. Eğer alacaktan daha azsa
onun miktarı alacaktan düşer, geri kalanını alıcı, borçludan alır. Taksim
olunmamış malı, ağacın başındaki meyveyi,, ağaçsız, tarladaki ziraati tarlasız
rehin vermek caiz olamaz. Nasıl ki, yeri ve ağacı,. ziraatsiz ve meyvesiz rehin
vermek caiz değilse...
Emanetler, mudarebe
(kânna ortak olmak şartiyle verilen sermaye) paralan ve şirket malı (gibileri)
rehin vermek doğru olamaz.
Selem sermayesi, sarf
fiyatı ve selem edilmiş mal rehin olarak verilebilir. Eğer âkid meclisinde
rehin verilen selem ve sarf sermayeleri helak olursa, sarf ve selef muamelesi
tamam olur ve alıcı 4a hükmen hakkım almış sayılır. Eğer iki taraf rehni, âdil
bir kişinin yanma bırakmaya razı olursalar caiz olur. Ne alıcı, ne de borçlu
rehni tek başına âdil kişinin elinden alamaz. Eğer âdil kişinin elinde rehin helak
olursa alıcının zimmetinden gider. Dirhem ve dinarların rehin olunması caizdir.
Dirhem, Dînar, ölçülen
ve tartılan nesnelerin rehni caizdir. Cinsleri karşılığı rehnedilip helak
olursalar borçtan benzerleri düşer, velev ki iyilik ve elemeği bakımından bir
değilseler .
Başkasında alacağı
olan, borçludan alacağının benzerini alıp sarf edip bilâhare katışık olduğunu
anlarsa, İmama Ebû Hamfeye göre,. başka bir hak iddi& edemez. Ebû Yusuf ve
Muhammed «katışığın ben-S geri verir, iyilerini alır» dediler, iki kölesini bin
dirhem ıçm, rehin eden kişi, bir köleye düsen payı verirse borcun diğerini
vermedikçe o köleyi geri alamaz.
Borçlu alacaklıyı veya
âdil bir kimseyi veya bunlardan başkasını borç zamanı geldiği için rehninin
satılmasına vekil kılarsa bu çeşit vekâlet caizdir. Eğer rehnin ta akdinde
vekâlet işi şart koşulmuşa, borçlu vekili düşüremez, azlederse dahi düşmüş
sayılmaz.
Eğer borçlu (ve
alacaklı) ölürse dahi vekil azlolunmaz. Alacaklı, borçludan hakkını ister ve
alacağından ötürü borçluyu hapsettırebılır. E&er rehin alacaklının elinde
ise, alacağını onun fiatından almadıkça borçluyu onda tasaruf etmekten men
edebilir. Ne zaman ki, borçlu, alacaklının alacağını verirse, o vakit
alacaklıya «Rehni sahibine teslim et» denilecektir. Alacaklının izni olmaksızın
borçlu rehni satarsa satış muamelesi durdurulmuştur; alacaklı caiz kılarsa
veya borçlu alacaklının hakkını verirse satış caiz olur.
E£er verecekli, rehin
olan köleyi azat ederse, azat olunur. Rehin olan köle azat olduktan sonra,
borcun1 zamanı gelmişse, borçludan -zenginse^ borcunun edası istenecektir, daha
vakti gelmeyen, borçlardan ise azat olunan kölenin parası verecekllden alınır
borcun zamanı gelinceye kadar kölenin yerinde rehin olunur.
Verecekli fakirse,
köle, kıymetini kazannıcaya kadar çalıştırılır ve onunla borç ödenir. Verecekli
rehni helak ederse yine hukum böyledir.
Bir ecnebi rehni helak
ederse,.onun davacısı ve ödeticisi alacaklıdır. Alacaklı o ecnebiden rehinin
kıymetini alır, rehin olarak elinde tutar.
Verecekli, rehne karşı
yaptığı cinayetini, ödemelidir. Alacaklının rehne karşı olan tecavüzün miktarı
alacağından düşurulur.
Rehnin, verecekliye,
alacaklıya ve mallarına yaptığı zarar
kendilerinden gider.
Rehnin muhafaza
olunduğu evin kirası, alacaklıya aittir. Çobanın ücreti ve rehnin nafakası
verecekliye (borçluya) aittir. Rehnin ziyadeleşmesi vereceklinin olmakla
beraber asliyle birlikte rehin olarak kalır. Eğer ziyade olan miktar helak
olursa karşılıksız olarak helak olur.
Eğer rehnin aslı helak
olup ziyadesi kalırsa verecekli, o ziyadeyi hissesiyle rehinlikten çıkarır,
borcu, rehin alman nesnenin alındığı gündeki kıymetiyle ziyadenin rehinlikten
çıkarıldığı gündeki kıymetine taksim ederek rehnin aslına isabet eden miktar
borçtan düşer, ziyadeye isabet eden miktarı derhal verip ziyadeyi kurtarır.
Relini arttırmak
caizdir. İmam Ebû Hanife ve Muhammed (R.A.) nezdinde (rehne tam karşılık olsun
diye) borcu arttırmak caiz değildir. Eğer borçta ziyadelik yaparsalar rehin o
ziyadeliğin rehni olamaz.
Eğer tek bir şeyi iki
kişiye ayrı ayrı olan borçlarından dolayı rehin olarak verirse caizdir. O
şeyin tümü her birisinin yanında rehindir. (Eğer helak olursa) her 'birisine,
alacağı miktarı tazmin ettirilir. Verecekli iki kişiden birisinin alacağını
verirse:, o şeyin hepsi diğerin elinde rehin olarak kalır, tâ hakkını alıncaya
kadar.
Kölesini, müşteri
kendisine belli bir şeyi rehin verecek şartiyle satarsa bilâhare müşteri de
ayni şeyi rehin vermesinden imtina ederse, verilsin diye zorlanamaz, öyle ise
satıcı muhayyerdir, isterse o, rehinin terkine razı olur, dilerse alışverişi
bozar, ancak müşteri parayı hazır verip veya rehnin kıymetini rehin verirse
alışveriş bozulmaz.
Alacaklı, rehni bizzat
kendisi, ailesi, çocuğu ve evinde bulunan hizmetçisi koruyabilir. Eğer evinde
olmayan birisiyle korursa veya emânet olarak birisinin yanma bırakırsa helak
olunduğu zaman mesul olur. Alacaklı, rehine saldırdığında gasip gibi, bütün
kıymetini ta-zammün ecjer.
Alacaklı, rehini
-vereçekliye âriye (teberru) yoluyle verdiği zaman alınmasiyle alacaklının
zimmetinden çıkar. Burada vereceklinin elinde helak olursa karşılıksız olarak
helak olur.
Alacaklı, relini
tekrar alabilir. O halde aldığı zaman mesuliyeti geri alır. Verecekli, öldüğü
zaman vâsisi rehnı satar vereceğini ondan, öder. Öyle ise eğer vâsisi olmasa,
kadı kendisine bir vâsi tâyin eder ve tâyin olunan vâsiye «malını sat, borcunu
Öde» der.
Hacri icabettiren
sebepler, üçtür:
1-Küçüklük,
2 -Kölelik,
3 -Deliliktir.
Küçüğün tasarrufu
ancak velisinin izniyle caiz olur. Köle ancak efendisinin izniyle taşaruf eder.
Daima deli olanın tasarrufu hiç bir halde caiz değildir. Bu kişilerden berisi,
alışverişi bildiği ve kasdettiği halde satar veya satın alırsa relisinin
isteğine bağlıdır. Alışverişte maslahat varsa, caiz kılabildiği gibi fesih de
edebilir.
Bu üç sebep, sözlerde
hacri icap ettirir, fullerde ise icap ettirmez. Çocuk ve delinin ne alışverişleri,
ne ikrâr.ları doğru ve ne de boşanma ve azat etmeleri sahih olur. Ama bir şeyi
telef ederlerse mesuliyeti onlara aittir.
Kölenin, kendisi
hakkında söylediği nafizdir. Efendisinin hakkında ise, nafiz değildir. Eğer
bir malı ikrar ederse, (yâni başkasının malı bende var dese) hür olduktan
sonra kendisine o malın ödenmesi lâzım gelir, kölelik halinde ise ödenmesi
lâzım gelmez. Eğer had (ceza) ve kısası icap ettiren bir suçu ikrar ederse,
derhal tatbik edilir. Kölenin boşanması muteberdir.
İmam-ı Ebû Hanife
(R.A.) dedi ki, sefih (aklı hafif olan) bir kimse, baliğ, âkil ve-hür olduğu
zaman üzerine hacr konulmaz, malında tasarrufu caizdir; ne kadar mübezzir,
lehinde olmayan ve maslâhatsız yerlerde malını harcarsa bile.,.
Ancak Ebû Hanife
(R.A.)- «Erkek çocuk gayrî reşit (sefili) olarak baliğ, olduğunda yirmi beş
seneye varıncaya kadar Öz inalı kendisine teslim olunmaz» dedi.
Fakat yirmi beşten evvel tasarruf ederse,
tasarrufu nafizdir. (Çünkü hacr yoktur). Yirmi beş seneye varınca kendisinde reşitlik
görülmese, bile malı kendisine teslim olunur.
Ebû Yusuf ve Muhammed
(R.A.) dediler ki: Sefih bir kimseye hacr konur, malında tasarruf etmekten men
olunur.
halde eğer mahcur
(hâcîrli) olan sefih, malını satarsa satışı nafiz olamaz. Eğer satışında bir
maslahat varsa ancak hâkim onu caiz kılabilir.
Bir köleyi azat ederse
nafizdir, fakat köleye, kıymetini ödemek için çalışmak düşer- Bir kadınla
evlenirse nikâhı olur. Evlendiği hanıma vereceği mihrin miktarını belirtirse
bile, belirttiği miktardan ancak mihri misli, (yâni o hanımın yakınlarının
mihri) kadar mihir vermesi caiz olur, fazla kalan kısımsa bâtıl sayılır,
Ebû Yusuf ve Muhammed
(R.A.) dediler ki: Gayri reşit olarak baliğ olan bir kimsede reşitlik
görülmezse malı ebediyyen kendisine teslim edilmez ve o malda tasarruf etmesi
caiz olmaz.
Sefih kişinin malından
zekâtı çıkarılır, ayni maldan çocuklarına, ailesine ve nafakası kendisine
düşen yakınlarına nafaka verilir. Eğer haccetül İslâm (Farz hac) 'ı yapmak
isterse men edilemez. Hac yoluna çıkınca, kadı, yol nafakasını kendisine değil,
belki hacılardan emin ve güvenilir birisine verir o adam da yolda ona harcar.
Eğer hastalanır da
hayır kapılarına vasiyetler yaparsa (Ölümünden) sonra malının üçte birisinden
vasiyetleri çıkarılır.
Erkek çocuğun baliğ
olması, ihtilâm olmak, cinsi münasebette bulunduğu zaman gebe yapmak ve
menisinin gelmesiyledir. Eğer bunlar bulunmazsa Ebû Hanife (R.A.) ye göre, on
sekiz senesini doldurunca baliğ olur.
Kız çocuğunun baliğ
olması, hayız (âdet) kanını görmek, ihtilâm olmak ve gebe kalmakladır. Eğer
bunlar yok ise on jıedi yaşını tamam edince baliğ olur.
Ebû Yusuf ve İmam-ı
Muhammed (R.A.): «Erkek ve biz çocukları on beş senelerini doldurdukta baliğ
olurlar» dediler. Erkek ve kız çocukları bulûğa yaklaşıp baliğ olup
olmamalarında şüphe peydah olunca, kendileri «Biz baliğ olduk» dedikleri vakit
söz onlarındır. Onlar baliğin hükmündedir [16].
İmam-ı.Ebû Hanife
(R.A.) diyor kî: Borçtan dolayı, (kişiyi) hâcr (hapis) altına almam. O halde
bir kişiye bir sürü borç yüklenirse,, alacaklılar da hapsetmesini ve hâcr
altına alınmasını isterlerse ben onu hacr altına almam, eğer malı varsa hâkim
malında tasarruf edemez, ancak malım satıp borcunu ödeyinceye kadar
hapsedilir. Borcu dirhem olduğu halde dirhemleri de varsa —rızası olmasa bile—
kadı, borcunu malından verebilir.
" Börcü dirhem
olduğu halde dinarı .varsa, kadı, dinarlarını —borcunu ödemek için—
satar;
Ebû Yusuf ve Muhammed
(R,A.) «alacaklı!ar( iflâs etmiş borçlunun hacrini isterlerse kadı, üzerine
hacr koyar ve onu alışverişten, tasarruftan ve başkasına mal ikrar etmekten
men eder, tâ ki, alacaklılara zarar vermesin. İflâs etmiş zat malını salıp
borçlarını ödemekten imtina ederse, kadı, malını satar, alacaklılara
hisselerine göre taksim eder,» der.
Eğer iflâs eden zat,
hacr halinde iken başkasına hak ikrar ederse, hazır malından eski borçları
ödedikten sonra kendisine o hakkın' verilmesi lâzım gelir. Hacr zamanında
iflâslı zata, eşine ve küçük ço-; cuklarına malından nafaka verilecektir.
İflâslınm malı olduğu
bilinmez, alacaklılar da hapis edilmesini ister ve o da «benim malım yoktur»
dese, hâkim satılan malın fiyatı, elden aldığı paranın bedeli ve âkitle
kendisine lâzım gelen mihir, kefalet gibi borçlar için derhal hapseder. Bu
gibi borçlar hariç gasbettiği malın kıymeti, yaptığı cinayetlerin karşılığı ve
kalan borçlar için hapis olunmaz. Ancak malının olduğu delille ispat edilir ve
bu , gibi borçları vermezse hapsedilir.
- Kadı, böyle bir
kimseyi iki veya üç ay hapsettiği zaman halini tetkik edecektir; eğer seryeti
bulunmadı işe serbest bırakacaktır. Eğer delille malının olmadığı ispat
edilirse yine bırakması lâzımdır. îflâslı kişi, hapisten çıktıktan sonra kadı,
alacaklıları ondan uzaklaştıramaz belki onun arkasını takip ederler, fakat
tasarruf etmekten, sefere çıkmaktan men edemezler. Çalışmasından elde ettiği
kazancının fazlasını alırlar, aralarında alacaklarına göre taksim ederler. Ebû
Yusuf ve Muhammed «Hâkim onu müflis ilân ettiği zaman, alacaklıları ondan
uzaklaştırır, ancak malının olduğunu ispat ederlerse, uzaklaştırma yoktur»
dediler. ...
Serveti için, ıslâh
edici ise, fâsık bir kimseye hacr konulmaz. Eski fâsıklıkla yeni fâsıkhk
arasında fark yoktur.
Kişi, belli bir
kişiden (borçla) satın aldığı mal elinde olduğu halde iflâs ederse, o malın sahibi
de diğer alacaklılara tâbidir. (Yâni bu benim mailindir, bari hepsini alayım
diyemez.)
Baliğ ve âkil olan hür
insan (bir hakkın kendisinde olduğunu) ikrar ettiği zaman, ikrar edilenin
verilmesi kendisine lâzım gelir, ikrar ettiği hakkın miktarı meçhul (belirsiz)
veya malûm olması eşittir. Meçhulü ikrar ettiği zaman kendisine «meçhulü beyan
et» denir. Meselâ: «Falan adamın bir şeyi bende vardır» dese o meçhul şeyi,
kıymeti olan bir nesne ile açıklamalıdır. (On kurnş gibi). Ancak bu açıklamasında
yeminle beraber sözü kabul olunur. Velev ki kendisi için hak ikrar edilmiş zat,
ikrar edenin açıkladığı miktardan daha fazla bir hak iddia ederse dahi...
«Falanın bir malı bende var» dediği zaman, o malın açıklanması için ikrar
edene müracaat edilir, az ve çok ta onun sözü kabul olunur. Eğer «onun büyük
bir malı bende vardır» deyip iki yüz dirhemden daha az tefsir ederse, sözü
kabul edilmez. Eğer «çok dirhemleri vardır bende» deyip te on dirhemden az
tefsir ederse yine kabul edilmez. Eğer «dirhemler» dese üç dirheme hamlolunur.
Ancak üçten daha fazla bir rakamla tefsir ederse olur.
Eğer «onun bende bu
kadar, bu kadar [17] dirhemi vardır» dese ön
bir dirhemden az bir miktarla tefsir ederse (doğru) kabul edilmez. Eğer «bu
kadar ve bu kadar dirhemi vardır bende» dese yirmi bir dirhemden az bir
miktarla açıklarsa doğru kabul edilmez. Eğer «onun için üzerimde ve tarafımda
(vardır)» dese^bir borcun olduğunu ikrar eder. Eğer «yanımda veya beraberimde
vardır» dese, elinde bir emanetin bulunmasmMkrâr .eder. Eğer birisi muhatabına
«benim sende: hin (dirhemim) vardır» dese, muhatabının; «Ölç veya bozuklarını
ayırt veya bunun için bana müddet ver veya ben sana daha evvelden ver-, dini»
demesi, o parayı ikrardır.
Gelecek bir borcu
ikrar edeni, alacaklı borcun hususunda tasdik eder, fakat tehir hususunda
yalanlarsa borcun derhal verilmesi lâzım gelir.
Kendisi için ikrar
yapılan zat (alacaklı), borcun derhal verilip Verilmemesi hakkında yemine davet
edilecektir. İkrar yapıp hemen ardında bir kısmını istisna (ayırtmak) yaparsa
istisnası caiz ve geri kalan miktarın verilmesi kendisine lâzım gelir, tkrâr
edilen miktarın, çoğunu veya azını istisna etmek eşittir.
İkrar ettiği miktarın
tümünü istisna ederse, o miktarın hepsini vermesi lâzım gelir ve istisna
bozulur. Eğer «onun üzerimde yüz dirhemi vardır, ancak bir dinar veya bir
ölçek buğday ondan eksiktir»
dediği zaman bir
dinarın veya bir ölçek buğdayın kıymeti hariç olrnate üzere, yüz dirhemin
verilmesi kendisine lâzım gelir. Eğer «onun bende yüz ve bir [18]
dirhemi vardır» dese o yüzün tümü dirhem kabul olunur. Eğer «Onun bende yüzü
ile bir elbisesi vardır» dese tek bir elbise kendisine lâzım gelir. «Yüzün»
tefsirinde kendisine müracaat edilir.
Kim ki «eğer Allah
dilerse falanın şu kadar hakkı bende vardır»
dese, ikrar ettiği
miktar kendisine lâzım gelmez. Kim ki bir hakkı cayabilmek şartiyle ikrar
ederse ikrar ettiği miktar kendisine lâzım gelmekle beraber caymak şartı da
bâtıl olur.
Bir evin (arsasının)
başkasına ait olduğunu ikrar ederek üzerindeki, bunları nefsi için istisna
ederse, hem ev arsası hem de bina, kendisi için ikrar yapılana ait olur.
Eğer «Bu evin binası
benimdir, arsası falan adamındır» dese bu şekilde onun dediği gibi kabul edilir
[19]. Bir
kimse, sepette olan hurmayı başkasınındır diye ikrar ederse, hem hurma ve hem
de sepeti vermesi lâzımdır.
Ahırda olan hayvanın
başkasının malı olduğunu ikrar ederse, yalnız hayvanın verilmesi lâzımdır.
Eğer dese ki: «Ben, mendilin içinde olan bir elbiseyi gasbettim» bu takdirde
hem mendilin ve hem de elbisenin verilmesi kendisine düşer.
Eğer: «Elbisenin
içinde elbisesi bende vardır» dese iki elbisenin verilmesi kendisine lâzım
olur.
Eğer «Onun on
elbisesinin içinde bir elbisesi bende vardır» dese Ebü Hanife ve Ebü Yusuf
(R.A.) nezdinde, ancak bir elbisenin verilmesi kendisine lâzım gelir. İmam-ı
Muhammed dedi: On bir elbise lâzım gelir. Bir kimse bir elbiseyi gasbettiğini
itiraf eder ve kusurlu bir elbise getirip budur dese, yemin etmesiyle beraber
sözü muteberdir. Yine hüküm böyledir, başkası için kaç divhemi ikrar ettiği
zaman « dirhemlerden gayem katışık dirhemlerdi» dese... Eğer «onun bende beşte
beşi.vardır» der, çarpma ve hesabı irâde ederse, kendisine beş dirhem lâzım
gelir. Eğer dese ki; «ben iki beşi irâde ettim» bu takdirde kendisine onun
verilmesi lâzım gelir. Eğer «onun bende birden ona kadar dirhemi vardır»» dese,
kendisine, Ebû Hanefiye göre, dokuz dirhem lâzım gelir. O halde birden dokuza
kadar makbul sonuncusu olan onuncu ise sakıt olur.
Ebû Yusuf ve Muhammed:
«Onun bütünü kendisine lâzım gelir» dediler.
«Ondan satın aldığım
ve teslim almadığım kölenin parasından bende bin dirhemi vardır» c}eyip bir
köleyi gösterirse kendisi için para ikrar edilen zata; «Eğer dilersen o köleyi
ver, bin dirhemi al, aksi takdirde sana bir şey yoktur» denilecektir. Eğer bu
para bir kölenin parasındandır deyip te köleyi tâyin etmezse Ebu Hanefi'ye göre
ona bin dirhemin verilmesi lâzmı olur.
Eğer «Onun bende şarap
veya domuz pahasından bin dîrnerm vardır» dese bin dirhemin verilmesi lâzım
olur ve açıklaması kabul edilmez.
Eğer «Bir metâın
(eşya) parası olarak onun bende bin katışık parası vardır» dediğinde kendisi
için itirafta bulunulan zat da, «Hayıı katışık değildir, belki saf paradır»
derse imam-ı Ebû Hanife (R.A.) ye göre katışık olmayan bin (Ura) lâzım gelir [20].
Başkasına, bir yüzüğü
ikrar edene, halka ile taşını birden vermesi lâzım gelir. Eğer kılıcı ikrar
ederse, demiri, kılıfı ve takma kayışını vermelidir. Bir gerdek odasını
(mahfeyi) ikrar ederse, odanın ağaç ve perdeleri dahil olur.
. Eğer falan kadının
hamli için bende bin (dirhem) vardır, bu hami için filân adam bu miktarı
vasiyet etti veya babası ölmüş kendisine babadan kalma mirastır, derse, ikrarı
doğru olur, eğer ikrarı müphem bırakırsa Ebû Yusuf (R.A.) a göre, ikrar sahih
olmaz. Cariyesinin veya bir koyunun hamlini başkasına ikrar ederse, ikrarı
doğru olur ve ikrar olunmuş malın verilmesi lâzım gelir.
Daha evvelce borçlu
olan bir kimse, ölüm döşeğinde iken bir takım borçlarını ikrar ederse, hasta
iken de belli sebeplerden bir takım borçlar altına girerse, bütün bu durumlarda
sağlık zamanında ve belli sebeplerle hastalık zamanında kendisine lâzım gelen
borçlar diğer borçlardan daha evvel verilir, bunlar verildikten sonra fazla
mal kalırsa ölüm hastalığı halinde ikrar ettiği borcuna verilir. Sağ iken, hiç
bir borcu yok ise, hastalık halinde yaptığı ikrarı caiz olur ve kendisi için
ikrar yapılan şâhıs, vârislerden daha evlâdır. (Yâni evvelâ ona, sonra
vârislere verilir), pastanın vârisi için yaptığı ikrarı bâtıldır, ancak diğer
vârisler hastayı doğrularsâlar" (ikrarı sahih ulur.)
Bir kimse, bir
ecnebiye hastalığında mal ikrar eder, bilâhare o benim oğlumdur dese, ve oğlu
olduğu da sabit,olursa (oğlu) için yaptığı ikrar bozulur.
Ecnebi bir hanıma mal
ikrar ettikten sonra onunla evlenirse, ona yaptığı ikrar bozulmaz. Hastalığında
ailesini üç talâkla boşadıktan sonra, kendisinde alacağının olduğunu ikrar eder
ve ölürse, hanım, ikrar edilen mal ve kocasından alacağı mirastan hangisi daha
azsa onu alır.
Nesebi belli olmayan
ve kendisinin evlâdı olabilecek bir erkek çocuğu evlâdımdır diye ikrar ederse
ve o çocuk da (evet benim babamdır, diye) onu doğrularsa hastalığı şiddetli
dahi olsa çocuk onun olur vs mirasta vârislerle ortak olur. Kişinin, anne,
baba, eş, ve âza*; eden efendiyi ikrar etmesi caiz olur.
n anne, baba,
koca....ve kendisini azat eden efendiyi ikrar etmesi kabul olunur.
Ancak ikrar ettiği
evlâdın kabul edilmesi, kocasının tasdikine veya doğurduğuna dair ebe
şahitliğine bağlıdır.
Ana, baba ve evlâttan
başka, kardeş ve amca gibi bir nesebeyi ikrar edenin ikrarı kabul değildir.
Yakın veya uzak olan belli bir vârisi varsa, onlar mirası elde etmek bakımından
«kardeşim ve amcamdı.?» diye ikrar ettiği şahıstan daha evlâdır.
Vârisi yoksa kendisi
için «kardeşim veya amcamdır» diye ikrar yapılan şahsa miras düşer.
Babasının ölümünden
sonra «kardeşimdir» diye birisini ikrar eden zatın, ikrarı ile kardeşliğini
ispat etmeye çalıştığı zatın kardeşliği sabit olamaz, ancak mirasta ona ortak
olur.
İcar, ivez (para) ile
menfaatlerin üzerine yapılan bir âkittir. Menfaatler belli ve ücret malûm
olmazsa, icar akdi caiz olamaz. Alışverişte semen olan nesnelerin icarda ücret
olunması caizdir. Menfaatler, bazen müddetle belli olur, oturmak için evlerin,
ziraat için arazilerin kiralanması gibi; bu. kiralanmada belli bir müddet ne
kadar uzun olursa olsun— için anlaşmak doğrudur. Bazen de menfaatler çalışmak
ve belirtmekle malûm olur. Elbiseyi boyamak veya dikmek için, bir hayvanı belli
bir yük yüklemek veya belirttiği bir mesafede binmek için kiralamak gibi.
Bazen de menfaatler
işaret etmekle malûm olur; bir kişiyi kendisi için bir yiyeceği belli bir yere
götürmek için kiralamak gibi. İçinde neler yapacağını belirtmese dahi evler ve
dükkânların icar edilmesi caizdir ve orada her şeyi yapabilir, ancak demircilik,
bez ağırtıcılık ve değirmencilik yapamaz. (Ancak bunları yapmak için, kiralarsa
yapabilir.)
Arazileri ziraat için
icar etmek caizdir, o arazilere neyi ekeceğini belirtmedikçe, veya sana
istediğin şeyi ekebilirsin diye veriyorum demedikçe âlsid doğru olamaz.
Arsayı bina yapmak
veya hurma ağaçlarını veya diğer ağaçtan dikmek için kiralarsa caiz olur. İcar
müddeti......
tamam olunca binasını
ve ağaçlarını kaldırmalı, arsayı boş olarak sahibine teslim etmelidir.
Ancak arsa sahibi evin
ve ağaçların enkaz ve kesilmiş oldukları haldeki kıymetleriyle satiri almak
ister, ev ve ağaç sahipleri de razı olursa, parasını verir kendisine
baktırabüir. Veya bir müddet arsasında kalmaya razı olursa, o zaman ev icar
edenin, arsa da sahibinindir. Hayvanların, binmek ve yüklemek için icar
edilmeleri caizdir. O halde eğer-binecek kimseyi belirtmeden binmek için
kiralanmışsa, istediğini bindi-rebilir. yine istediğini giycürebilir, eğer
elbiseyi giyecek olanı belirtmeden giymek için kiralarsa..
Eğer filân adam binsin
veya elbiseyi giysin diye kiralarsa, bilâhare başkasını bindirir veya.başkasına
gîydirirse ve bu suretle bir noksanlık olursa zâmin olur.
Böylece kullananın
değişmesiyle hüküm de değişir.
Eğer bir kişinin
oturması için evi kiralarsa, başkasını da oturtabilir. Eğer hayvana yükleyecek
yükün nev'i ve' miktarı belli ederse, meselâ; beş ölçek buğday yüklerim dese,
zarar vermek bakımında buğday benzeri veya daha hafifini —arpa ve susam
daneleri. gibi— yükleyebilir. Buğdaydan daha zararlısını (ağırını) —tuz ve
demir gibi— yükleyemez. Eğer belli bir miktar pamuk yükletmek için kiralarsa,
o pamuğun ağırlığı kadar demir yükleyemez. Eğer bir miktar buğday yüklemek için
kiralarsa bilâhare ondan fazlasını yüklettiğinden dolayı hayvan helak olursa,
ağırlığı ziyadeleştiren miktar kadar zâmin (mesulü) olur.
Eğer binmek içiri icar
eder, sonra terkisine bir kişi daha alır ve bundan dolayı da hayvan helak
olursa, yarı kıymetini vermek mecburiyetinde bırakılır, bu mesuliyet ağırlıkla
itibar olunmaz..
Eğer bindiği hayvanın-dizginini
kendisine doğru çeker veya vurursa, hayvan da bu sebeple helak olursa İmam-ı
Ebû Hanife (R.A.) ye göre, mesul olur.
. '
Irgatlar (işçiler) iki
kısımdır: Müşterek ve hususUşçi. Müşterek işçi o işçidir ki, çalışmayınca,
ücreti hak etmez; boyacı "ve bez ağartıcısı gibi... Meta, işçinin elinde
emanettir, eğer kaza ile helak olursa Ebû Hanife (R.A.) ye göre, hiç bir şeyin
mesulü olmaz. Ebû -Yusuf ve Mu-hammed (R.A.) dediler ki, mesul olur. İşçinin
çalışmasından ötürü telef olan şeyler, abartıcının vurmasından dolayı delinen
elbise, hamraa-Im ayağının teaymasiyîe....kiracının yüke bağladığı ipin
kopmasiyle ve (hızlı yürüttüğünden dolayı) geminin batmasiyle, telef olan malın
kıymeti tazmin ettirilir. Ancak gemide boğulanla hayvandan düşüp ölenden mesul
değildir.
Kan alıcı, kan aldığı,
iğneci iğne vurduğu zaman, mûtadı (normali) geçmezse o kan almak ve iğne
vurmakla telef olanın mesulü olamaz
Hususi işçi:
çalışmazsa bile belirtilen müddette kendisine çalışmadığı ve ücret sahibine
teslim olduğu için ücrete müstehak olan işçidir. Bir ay müddetle hizmetçiliğe
veya koyun çobanlığına kiralanmış bir kimse gibi... Hususî işçi elinde veya
çalışmasında telef olan maldan mesul tutulamaz.
Şartlar, alışverişi
"bozduğu gibi icarı da bozar. Hizmet için bir köleyi icar eden, o köleyi
beraberinde sefere götüremez, ancak götürmeyi şart koşarsa. (O zaman
götürebilir). Mekke'ye kadar bir hevdec [21]
(mahmii) ile iki biniciyi bindirmek için bir deveyi kiralamak caiz olur ve halk
arasında mutad olan bir mahmili yükletmelidir. Deveci daha evvelce mahmili
görürse daha iyi olur. Bir deveyi zahiresini yükletmek için icar ederse, yolda
o zahireden yerse, yediğinin miktarını yolda tekrar yükletebilir.
Ücret yalnız âkitle
vacip olamaz. Ancak üç sebepten birisiyle lâzım olur:
1) Ya acele vermek şart koşulmakla,
2) Veya şartsız olarak acelece vermekle,
3) Veya icar
müddetinin tamamlanmasiyle lâzım olur.
Bir evi kira edenden
ev sahibi her günün ücretini isteyebilir. Ancak âkid yapılırken para vermek
vakti beyan edilirse (o vakit gelmezden evvel istenilmez).
Bir deveyi Mekke'ye
kadar kiralayandan, deveci her konak başında o konağın ücretini isteyebilir.
Bez ağartıcı ve terzi ücretini peşin almayı şart koşmadığı takdirde işi tamam
etmezden evvel ücreti istemeye yetkili değildir.
Bir fırıncıyı, evinde,
bir ölçek unu bir dirhemle pişirsin diye kiralarsa, ekmeği tandır (yer fırını)
dan çıkarmadıkça ücret alamaz
Düğün yemeğini
pişirsin diye, bir aşçıyı kiralarsa,.yemeği kaplara boşaltılması da aşçıya
düşer.
Kendisine kerpiç
kessin diye bir kişiyi kiralarsa ancak kurumuş kerpiçleri yerinden kaldırdığı
zaman —İmam-ı Azama (R.A.) göre— ücreti hak eder. Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.)
e göre, istif yapmadıkça ücreti hak edemez. Eğer terziye: «Bu elbiseyi farisi
biçiminde dikersen sana bir dirhem, Rumî biçimi dikersen sana iki dirhem vardır»
dese caizdir. Hangi biçimle dikerse o ücrete müstehak olur.
Eğer «Bugün dikersen
bir dirhem, yaım dikersen yarım dirhem var» dese, terzi birinci gün dikerse
bir dirhemi alır, ikinci gün dikerse İmam-ı Ebû Hanife (R.A.) ye göre,
ücretümisil (yâni benzerinden ne alırsa ondan da onu alır)» fakat bu
ücretilmisil de yarım dirhemi geçmemelidir. Eğer dese ki: «Bu dükkânda âttar
(koku satan) olarak durursan kirası bir dirhem, haddad (demirci) olarak
oturursan aylık iki dirhem olsun.» Bu iki şart da caizdir. Hangi işi yaparsa
Ebû. Hanife (R.A.) ye göre, onun kirasını vermesi lâzımdır.
Ebû Yusuf ve Muhammed
(R.A.) dediler ki: Bu biçim icar bâtıldır.
Bir evi her ay bir
dirhemle icar ederse tek bir ay için âkid doğrudur. Diğer aylar için sahih
değildir. Ancak bütün ayların adedini söylerse o zaman sahih olur, (meselâ on
ay beheri için bir dirhem.)
Kiracı ikinci aydan
tek bir saat kadar evde durursa ikinci ay hakkındaki akitte caiz olur, ev
sahibi, o ay tamam almadıkça onu çıkaramaz. Her ayki, başlangıcında bir saat
filân durursa hükmü budur.
Bir senelik bir evi on
dirhemle icar ettiği zaman «her ayın (umumî) ücretten karşılığı şu kadardır»
diye belirtmezse bile caizdir. Hamamcı ve kan alıcının ücret almaları caiz
olur. (Yâni hamam işletmek ve kan tahlili ve aldırması sanatinde çalışmakta
hiç bir beis yoktur.)
Tekenin keçileri
aşması için, ücret almak caiz değildir. [22] Ezan
okumak, ikamet etmek, [23] hac
yapmak, türkü söylemek ve-ağlamak için başkasını kiralamak caiz olamaz.
Ebû Hanife (R.A.) ye
göre, taksim olunmamış müşterek mal ancak ortağa icarla verilir.
Ebû Yusuf ve Muhammed
(R.A.) dediler ki: Taksim olunmayan. mal, ortaklardan olmayanlara ola icar ile
verilmesi caizdir. .
Malûm bir ücretle çocuğa
dadı (sütannesi) icar etmek caiz olur. Dadıyı, yiyeceği, içeceği ve giyeceği
ile kiralamak caizdir. Dadıyı kiralayan, kocasını cinsî münasebetten men
edemez. Eğer gebe kalıp sütünün çocuk için muzır olacağından korkarlarsa icarı
bozabilirler.
Dadıya, çocuğun
yiyeceğini yararlı bir hale getirmek lâzımdır. Eğer dadı süt müddetinde çocuğa
koyun sütü emzirirse kendisine ücret yoktur.
Çalıştığı işte etkisi
olan her usta, —bez agartıcı ve boyatıcı gibi— işi yaptıktan sonra ücretini
alıncaya kadar malı yanında bıraktırabilir. Çalışmasının her hangi bir tesiri
olmayan —hamal ve kaptan gibi— ücretini alsın diye malı hapsedemez.
Ustanın çalışılması
şart kılındığı zaman, usta, başkasını o işte çalıştıramaz. Eğer "Bana su
işi yap» dese, usta birisini icar edip çalıştırabilir.
Elbise sahibi; «kattan
olarak dikmeni emrettim?» iddiasında, terzi de: «İç gömlek olarak dikmemi
söyledin» derse veya elbise sahibi boyacıya: «Kırmızıya boyamanızı emrettiğim
haide sarıya boyamışsın» dese yeminiyle beraber elbise sahibinin sözü kabul
olunur. Elbise sahibi yemin ettiği takdirde terzi mesul olur (boyacının hükmü
de budur.)
Elbise sahibi :«Bana
ücretsiz olarak dikti > diye iddia eder, usta da ücretle diktiğini söylerse,
Ebû Hanife (R.A.) ye göre, elbise sahibinin yemin etmesiyle sözü kabul olunur.
Ebû Yusuf (E.A.) dedi
ki, eğer bu usta daha evvelce de bu adama çalışıyorsa bu sefer de ücretini
alacaktır, eğer daha evvel ona çalışma-mışsa bu defası ücretsiz olur. îmam-ı
Muhamnıed (R.A.) dedi ki: Eğer ustanın böyle işleri ücretle yaptığı meşhursa
«Ben ücretle yaptım» demesi kabul olunur.
Bozuk olan bir icarda
ücreti misil (benzerinin ücreti kadar ücret) lâzımdır. Fakat söylenen -ücretten
fazla almamak şartiyle oturmazsa hile kiraladığı, evi teslim aldığı zaman
ücretin verilmesi kendisine lâzım olur.
Eğer birisi onun
elinden kiraladığı evi gasbederse evin ücreti dil
Eğer kiracı evde
durmaya zarar veren biv sey görürse, icar muamelesini bozabilir. Kiralanan ev
harap olursa veya arazinin veya değirmenin suyu kesilirse icar muamelesi kendiliğinden
bozulur.
Kendi nefsine icar
akdettiği halde, iki t aı aftan birisi ölürse icar muamelesi bozulur. Eğer
başkası için akdetmişse bozulmaz. Hayan şart (yâni cayma şartı) icar
muamelesinde sahihtir, (doğrudur). İcar muamelesi özürlerle (eksiklikler)
bozulur. Çarşıda ticaret yapmak için bir dükkânı icar edip iflâs etmek, evini
dükkânını kiraya verdikten sonra iflâs etmiş, ancak ev ve dükkânın satılmasiyle
ödeyebilecek borçlar kendisine terettüp eden kimse gibi. Bu surette-kadı, icar
akdini bozar, onun evini ve dükkânını, borcunu ödemek için satar.
Sefer etmek için bir
hayvanı icar edip sonra sefere gitmemesini icap eden bir hal beliren kimse
gibi.. Bu zatın bu durumu özürdür. Eğer mikâreciyi (hayvanını kiraya vereni)
seferden men edici bir sebep peyda olursa özür sayılmaz. (Zira bir insanı
kiralayıp hayvanın başında gönderebilir.)
Evvelâ satılan malda
ortak olana, ondan sonra satılan malın hakkında —su ve yolu gibi— ortak plana
daha sonra komşuya, şüf'a hakkının tanınması vaciptir. Satılan malda ortak
olan olduğu halde yolda ve suda ortak ve komşuya şüf'a hakkı yoktur (ve iddia
edemezler.)
Eğer satılan malda
ortak olan zat Şüfadan vazgeçerse, yolda ortak olana şüf'a hakkı intikal eder.
Eğer o da vazgeçerse şüf'ayı komşu alır.
Şüf'a, satışın akdiyle
vacip olur, (şufa hrtkkımı kullanırım diye) şâhid edinmekle istikrar bulur.
Müşteri şuf'ayı teslim veya hâkim şufa ile hükmettiği zaman şuf'adar teslim
alırsa mülk edinir. -
Şuf'adar, ortak malın
satıldığını bildiği zaman hemen o mecliste suf'a hakkını talep edeceğine dair
şâhid edinmeli ve ondan sonra oradan kalkmalıdır. Mal daha satıcının elinde
ise, satıcının yanında şufa hakkını talep edeceğine dair şâhid edinir veya
satın alana giderek veya gayrimenkulun yanında şâhid edinir. Bunu yaptığı
zaman şufa hakkı sabit olur. îmam-ı Ebû Hanife (R.A.) ye göre, şufadarm şufa
hakkını biraz geçirmesi bilâhare isteme hakkını düşürmez.
İmam-ı Muhammed (R.A.)
dedi ki; Eğer şâhid edindikten sonra (özürsüz olarak) bir ay şufa hakkını terkederse şuf'ası
bozulur.
Taksimi mümkün
olmadığı halde yine de gayri menkulde şuf'a vaciptir. Ticaret mallarında ve
gemilerde şuf'a yoktur. Müsülman ile zımmîler şuı'ada eşittirler.
Mal olan bir paha ile
mülk edindiğinde gayri menkulde şuf'a vacip olur. Mihir olarak verilen,
kadından hûi'u [25]bedeli olarak alınan,
başka evin kirası olarak verilen, kasden öldürülmenin sulh yoluyla bedeli
olarak verilen ve karşılığında küle azat edilmiş evde şuf'a yoktur. Davalının
hakkı inkâr etmesinden veya hakkı ikrar etmekten sükût etmesinden dolayı
(davacıya malının geri verilmesi için) sulh yoluyla verilen evde de şuf'a hakkı
yoktur. Eğer dâvâlı, sulh yo-lııyle hakkı ikrar edip ev alırsa şuf'a sabit
olur.
Şufadar, kadıya gelip
ortak malın satıldığını iddia edip şuf'a hakkım talep ettiği zaman, kadı
dâvâlıdan sorar; Eğer dâvah davacıyı şufadar yapan mülkünün olduğunu ikrar
ederse (ne güzel) eğer itiraf etmezse kadı, davacıdan delilini getirmesini
isteyecektir. (Yâni ispata çağıracaktır). O halde eğer, davacı ispattan âciz
kalırsa, kadı, müşteriyi davacıyı şufadar kılan mülke sahip olduğunu
bilmediğine dair Allaha yemin eder misin?» diye yemine davet eder.
Eğer dâvâlı, yemin
etmekten imtina . eöer veya davacının şufadar olduğunu ispat eden bir delil
bulunursa, kadı davalıdan; »sen bu malı satın mı aldın yoksa?» diye
soracaktır. Eğer dâvâlı satın aldığını inkâr ederse, şuf'adara; «dâvâlının bn
malı satın aldığını ispat et» denilecektir, eğer şufadar ispattan âciz
kalırsa, kadı, müşteriyi (dâvâlıyı) «Allah'a yemin ederim, bu malı satın
almadım veya onun (davacının) zikrettiği yönden bu evde bana herhangi bir şuf'a
terettüp edemez» diye yemin ettirir.
Şufadar, semeni
(parayı) kadı'mn meclisine getirmemişse bile şuf'a hakkında münazaa (münakaşa)
caizdir. Kadı, şuf'adara hükmettiği zaman kendisine derhal semenin getirilmesi
düşer.
Şuf'a yoluyla elde
ettiği evi, kusurunu görmek veya kendisini görüp beğenmemek suretiyle
çevirebilir.
Eğer şuf'a sahibi,
satanı elinde satılmış mal olduğu halde kadı huzuruna getirirse şufa hakkında
onunla münakaşa edebilir. Kadı şufaöann delilini, müşteriyi getirmeyince
dinlemez. Ancak müşterinin huzurunda alışverişi bozar, şuf'ayı satana
yükletir, onu mesul
kılar.
Şufa sahibi, ortak
malın satıldığım haber aldığında ve şufa hakkına kudreti olduğunda
kullanacağına dair şâhîd edinmezse......
hakkı iptal
olunur. mecliste şâhid edinir.
Yine 5ufa hakkı iptal
olunur yanında şâhid uf'â hakkı iptal olunur.
sTifadarın (caymak
müddetinde)vacip olur sı yoktur. Eğer caymak şartını ka
birisi şarap veya domuzla bir evi »tın alırsa,
ve ole edi,
mukabilinde hibe
ederse o zam* sözü verilen kıymet hakkında^ihtilafa kabul olunur. Eğer MÜŞteri
daha Uta. med (R.A.) e göre, 5"' '" ™ müşteriden para daha alınmasın
daha aZ parayayni zamanda sata-şuf'adardan da düşer.
Eğer satıcı, alıcıdan
bütün parayı almazsa, şufadardan o para sakıt glamaz. Müşteri satıcıya fazla
para verirse o fazla parayı alamaz.
Birkaç şufadar, bir
araya gelirse, paylarına düşen mülklerinin , azlık ve çokluğuna bakılmaksızın
şuf 'a, aralarında eşit bir şekilde taksim olunur. Bir evi, ticaret mallariyle
satın alırsa şufadar o evi malın kıymetiyle alır. Eğer bir evi ölçülen veya
tartılan nesnelerle alırsa şufadar onların misliyle geri alır. Eğer bir gayri,
menkulü, diğer bir gayri menkulle satarsa şufadar her birisini diğerin
kıymetiyle alır. Şufadara malın bin lira ile satıldığı ulaştığı için şurasından
vazgeçerse, sonra, daha az bir fiyat buğday veya arpa ve —ki, onların fiyat:
bin lira veya daha fazladır— satıldığını haber alırsa, evvelki vazgeçmesi
iptal olunur, şuf a hakkı bakîdir. Eğer bu malın altınlarla satılmış olduki, o
altınların kıymeti bindir— belli olursa, iptal ettiği şuf a hakkı yeniden geri
gelemez.
Şufadara, alıcı falan
adamdır dendiği için şuf'a hakkından vazgeçtiyse sonra alıcının başkası
olduğunu öğrenirse şuf'a hakkı bakîdir.
. .
Başkası için bir evi
satın alan bir kimse, şufa dâvasında dâvâlıdır. Ancak evi müvekkiline'teslim
ederse o zaman dâvahlıktan çıkar.
Şuf adarın tarafından
bir zira'lık (Eski /amanın ölçü âletidir) mesafeyi bütün hudut boyunca bırakmak
suretiyle evini satarsa, şufadara artık şufa hakkı yoktur. Eğer evinden bir
parçayı bir fiyatla satar, sonra diğer kısmı da başka bir fiyatla satarsa
komşusunun ancak şuf a hakkı birinci kısımda vardır, ikinci kısımda ise şuf
a-yoktur.
Evi para ile satın
alıp ta sonra para yerine elbise verirse bile şufadar ancak söylenen para ile
alır.
Ebû Yusuf (E.A.) a
göre, hile yapıp sofayı düşürmek mekruh değildir. Muhammed (R.A.) e göre,
mekruhtur.
Müşteri aldığı yerde
ev yapar veya ağaç diktikten sonra şufadara şufa hakkı verilirse, şufadar
muhayyerdir; dilerse verilen paraya ev ve ağaçların sökük fiyatlarını 4a
katarak alır, isterse müşteriyi, evini ve ağaçlarım sökmeye zorlar. Şufadar
araziyi alıp ev yapar veya ağaç dikerse, sonra başkasının malı olduğu meydana
çıkarsa ancak arsa için verdiği parasını geri alabilir.
Eve ve ağaçların
dikilmesine verdiği parayı "geri alamaz. Eğer satılan ev kendiliğinden
yıkılırsa veya binası yânarsa veya bostanın ağaçları (kökleri) kurursa şuf'a
sahibi muhayyerdir, dilerse verilen paranın bütününü verir alır,, dilerse
terkeder, hakkından vazgeçer.
Eğer müşteri, binayı
yıkarsa, .şuf'adar dilerse, arsasını fiyatiyle alır, isterse terkeder. Şuf'adar
hiç bir zaman enkaz kısmını almaz. Ağaçlarında meyve olan bir yeri satın alırsa
şuf'adar onu meyveleriyle beraber alır. Eğer müşteri o meyveleri toplarsa
onların parası şuf'a-dardan sâkit olur. Şufadara, ev, kadı'nm hükmüyle
verildiğinde daha evvelce görmemiş ise, gördüğü zaman beğenmese cayabilir,
kusurlu görürse, kusurundan dolayı geri verebilir, her ne kadar müşteri kusurunu
kabullenmeyi şart koşmuşsa dahi..
Müşteri, borçla satın
aldığında şuf'adar muhayyerdir; isterse hazır para verir alır, isterse borç
zamanına kadar bekler, o zaman parayı verir ve alır.
Ortaklar gayri menkulü
aralarında taksim ettikleri zaman taksimden ötürü komşularına şuf'a hakkı
yoktur.
Satın aldığı evin
üzerindeki şuf'a hakkından şuf'acı vazgeçerse, bilâhare müşteri de görmek,Şartlı
caymak veya kadı'nın hükmüyle bir kusur gördüğünden geri verirse artık o malda
şuf'adarm şuf'a hakkı kalmaz. Eğer kadının hükmü olmaksızın veya aralarındaki
alışveriş hükmünü kaldırmak suretiyle geri verirse şuf'adarın şuf'a hakkı
vardır.
Şirket, (ortaklık) iki
kısımdır:
1 -
Mülklerde ortaklık,
2 -Âkidler
(alışverişler) de ortaklıktır.
Mülklerin ortaklığı:
Bir ayni, iki kişi irs (varislik) yoluyla elde eder veya beraberse satın
alırlarsa, birisi diğerinin izni olmaksızın arkadaşının payında tasarruf
etmez. Yekdiğerinin payına da tasarruf etmek bakımında ecnebi gibidirler.
Âkidler ortaklığı olan
ikinci kısmı dört nev'e ayrılır:
1 -Mufaveze,
2 - İnan,
3; - Sanat ortaklığı,
4 -Kredi ortaklığıdır.
olar. iki kişinin ortak
ile köle, çocuk kâlet
ve kefalet üzere bu ortaklık
Bu iki arkadaştan
birisinin satın aldı* mal ikisinin arasında ortak olur Incak al efradının
yemeği ve giyeceği hariçtir.
Ortak olmaya elveriri
olan nesnenin karşılığında hangisine borç yüklenmişse, diğeri de o borçtan
mesuldür.
gümüş külçeleri şirket
kuracaklardır.
yetine gelfe, ve.bir kısmiyle iştlı (kapitali)
veya öbürünün kefili olacaK ta ta, müsavat tahakkuk etsin.
ilâ ortağın maldan
(sermayeden) birisi, daha bir şey almazdan evvel helak olursa şirket bozulur.
Eğer birisi maliyle (sermayesiyle, kapıtaliyle) (bir şeyler) satın alırsa ve
diğerinin daha bir şey satın almazdan evvel malı (sermayesi) helak olursa
şartlarına binaen satın alınmış nesne aralarında ortaktır.
O nesneyi maliyle alan
zat, ortağının hissesine düşen parayı ortağından bilâhare tahsil eder.
Mallarını birbirine karıştırmasalar bile, ortaklık caiz olur. İki ortaktan
.birisine kârdan belli bir miktar dır-hem şart edilirse ortaklık sahih olur.
Mufaveze ve fnan ortaklıklarının iki ortakçısı için, «malı ticaret eşyasına
çevirmek, sermaye, yerinde kalmak şartiyle kârda ortak olmak şekliyle
başkasına vermek ve şirket mabnaa tasarruf etmeye şirket haricinden birisini
vekil tâyin etmek»» salâhiyetini vermek vardır. O, vekilin elinde şirket malı
emanettir.
Sanatta ortaklığa
gelince: İki terzi, iki boyacı beraberce bir işi kabul edip hasılatını
aralarında yarı yapmak üzere anlaşabilirler. Bu ortaklık caizdir. Her birinin
kabullendiği işin yapılması, hem kendisine, hem de ortağına lâzım gelir. O
halde eğer birisi çalışır, diğeri çalışmazsa dahi hasılat aralarında
yanyarıyadır.
Kredi şirketine
gelince, iki kişi, mallan olmadığı halde halkın yanındaki, itibar ve
kredileriyle müşterek alışveriş yapacak şartiyle ortak olmalarıdır. Bu şekilde
ve bu minval üzere yapılan ortaklık sahihtir. Her birisi aldığı malda
ortağının vekilidir.
..... ;
Bu gibi ortaklıkta
satın alınan malın parası aralarında yarıya olsun şartını koşarsalar, kâr da
aralarında yanyarıyadır. Kârdan biri diğerinden fazla alırsa caiz değildir.
Eğer satın alınan mal için «birisine üçte bir miktarı parası vermek şartım
koşarlarsa kâr da böyledir.»» Odun toplamak, ot edinmek ve avlanmakta ortaklık
yoktur. Onlardan her birisinin avladığı ve topladığı kendisinindir. Birisinin
katırı diğerinin tuluhu (tulumu) olduğu halde, katır ile suyu çekip satalım
hasılat aramızda deseler, bu ortaklık sahih değildir. Su çekip satan, bütün
hasılatı elde eder; eğer katırın sahibi ise, tuluhun (tulumun) ücretilmislini
verecektir, eğer tuluhun sahibi ise katır sahibine katırın ücretilmislini
verecektir......
Her fâsid (bozuk) şirkette, elde edilen kâr
sermayeye taksim edi birisi için şart
koşulan fazla kâr almak şartı bozulur.
Ortaklardan birisi
Ölür veya irtidat edip darülharbe (kâfir memleketine) iltihak ederse, ortaklık
bozulur.
1 Ortaklardan hiç
birisi arkadaşının izni olmaksızın onun malının zekâtını veremez. Eğer
yekdiğerine malının zekâtını vermek iznini verirse ve her birisi de zekâtı eda
ederse, ikinci defa zekât veren* ilkönce verenin zekât vermesinden haberi
olursa veya olmazsa verdiği zekât kadar mesul olur.;
Müdarebe bir şirkettir
ki, ortaklardan birisinin malı diğerinin çalışmasiyle kurulur. Müdarebe —daha
önce beyan ettiğimiz ve ortaklığın sahih olmasında rolü olan— malla ancak
sahih olabilir. Kârın aralarında müşterek olması ve hiç birisine muayyen bir
miktar belirtilmemesi nıüdarebenin şartmdandır.
Malın (kapitalin)
çalışana teslim edilmesi lâzımdır. Mal sahibinin malda müdahalesi, kalmamalıdır.
(Yâni çalışanı serbest bırakma:' malıdır). Kayıtsız ve şartsız bir şekilde
müdarebe şirketi kurulduğu zaman, çalışana, satın almak,, satmak, sefere;
gitmek, parayı, ticarî eşyaya çevirmek ve kendisine vekil edinmek caiz olur.
Malı ikinci birisine müdarebe şirketi kurmak için vermesi caiz olamaz. Meğer
ki mal sahibi kendisine izin verirse ve başkasına müdarebe yoluyla mal
verebilirsin dese.
Eğer mal sahibi, belli
bir memlekette veya belli bir mal üzerinde çalışmayı tahsis kılrmşsa, onları
geçmesi caiz olamaz. Yine geçmek; •caiz olamaz eğer müdarebe için muayyen bir
müddet tâyin ederse. Bu. tâyin caiz olduğuna göre, o zamanı geçerse âldd
bozulur.
Sermaye sahibinin,
(köle) olan babasını, oğlunu ve onun malı olmakla azat olunan başka bir
kimseyi satın aimak müdarib (çalışan) için caiz değildir. O halde, eğer bunları
.satın alırsa kendi nefsine almış olur. Müdarebe şirketine olamaz. Şirket malında
kâr varsa müdarjp, kendisinin malı olduğu zaman azat olunan kimseyi satın almaya yetkili değildir.
Eğer alırsa şirketin
malından mesul olur, (çünkü öz nefsine satın alınış olur).
Eğer şirket,malında
kâr yok ise, mezkûr şahısları satın alabilir.. Bilâhare kıymetleri artarsa,
müdaribin payı azat olunur. ve mal sahibine karşı mesul olamaz. Âncaat olan
Kimse, tamamen azat olması için payını ödemeye çalışmak ve demek düşer.
Malsahibi, iş ortağına
izin vermediği halde diğer birisiyle müda-~ re.be şirketi kurarsa verdiği
maldan ve ikinci iş ortağının o maldaki tasarrufundan kâr edinceye kadar mesul
olamaz, ancak kâr ettiği zaman birinci iş ortağı mal sahibine karşı maldan
mesul olur [26] Mal sahibi, malını kârı
yarıyarıya olmak üzere mudarebeye verip, iş sahibine, bu malın ikinci bir
müdarebe yoluyla verilmesi için de izin verdiyse, ilk iş ortağı da başkasına
kârın üçte birini vermek suretiyle parayı verirse; ve mal sahibi «Allah'ın
rızık olarak verdiği kâr aramızda yanyanya olsun» dediyse, mal sahibine kâim
yarı, ikinci müdaribe (işçiye) üçte birisi ve birincisine altıda birisi düşer.
Eğer mal sahibi «Allah'ın sana verdiği kâr aramızda yarıyarıya olsun» dedi ise,
ikinci müdaribe üçte bir düşer, geri kalan ise mal sahibiyle birinci müdari-bin
arasında yanyanya taksim olunur.
Eğer mal sahibi
«AUaU'm verdiğinin yarısı benim olsun diye, veriyorum»» dese, o da malı ikinci
birisine yanyanya verse ikinci müdaribe kârın yarısı düşer, mal sahibine de
yansı, birinci müdaribe ise hiç bir şey düşmez. Eğer, ikinciye kârın üçte
ikisini şart ederse mal sahibine kârın yarısı ikirici müdaribe yarısı düştükten
sonra, ayriye-ten ikinci müdarip, birinciden kârın altıda birisi (kadar para)
alır.
Mal sahibi veya bedenen çalışan zat, öldüğü
zaman müdarebe şirketi bozulur. Eğer mal sahibi irtidat (dinden caymak) edip
darülhar— be kaçarsa müdarebe şirketi bozulur.
Mal sahifbinin
kendisini azlettiğinden haberi olmayan müdaribin, alışverişteki tasarrufu
caizdir. Eğer azlolundıığunu haber alır, elindeki mal (para olmayıp) ticarî
eşyası olursa, onları satabilir. Azloluşu onu bu satıştan men edemez. Sattıktan
sonra onun parasiyle başka bir şey alması caiz değildir.
çalışanı azlettiğinde
kapital tamamen dirhem 'nara (yâni paraya) çevrilmiş ise, müdarip için, bundan
böyle herhangi bir tasarruf caiz olamaz. ,
Ayrıldıkları zaman,
halkta alacakları olup kâr da etmiş İse, hâkim o alacakların toplanmasiyle
müdaribi yükümlü kılar. Eğer malda kâr yoksa yükümlü kılmaz, ancak kendisine
«mal sahibini, alacakları tahsil etmekte vekil kıl» diyecektir.
Müdarebe malından
heîâk olan kısım, kârdan- gitmiş sayılır, kapitalden değil. Eğer helak olan miktar,
kârdan fazla ise müdarip mesul kılınmaz, (Çünkü o mal onun elinde emanettir.)
Kârı aralarında taksim
edip mudarebe şirketi de haliyle kalırsa, bilâhare malın tümü veya bir kısmı
helak olursa, her ikisi de aldıkları kârı geri getirirler; mal sahibi
kapitalini kârdan alır, eğer bir şey fazla kalırsa yine aralarında taksim
ederler. Eğer kâr, helak olan sermayeyi karşılamazsa, müdaribe, geri kalan
kısmı tazmin ettirilemez. Eğer iki taraf kârı taksim etmek suretiyle mudarebe
şirketini feshettikten sonra yeniden kurdukları ikinci şirketin malı helak
olursa birinciden elde ettikleri kân geri veremezler.
Müdarip için, peşin ve
borçla muamele etmek caizdir. Müdarip, şirketin malından olan köleyi ve
cariyeyi evlendiremez.
însanın bizzat yapabileceği
her işte, başkasını tevkil etmesi câ-izdir. Bütün haklar ve ispatlarında vekil
edinmek caiz olur. Hakkı -Jalmak için, vekil edinmek caizdir. Ancak hadlar
(cezalar) ve kısaslar^ da kendisi olmadığı halde vekil edinemez.
Ebû Hanife (R.A.) dedi
ki: Husumetlerde, hasmın rızası olmazsa, vekil tutmak caiz olamaz, ancak
müvekkil hasta veya üç gün ve daha fazla bir mesafede,ise, hasmın rızası olmasa
dahi vekil tutabilir.
Ebû Yusuf ve ,îmam-ı
Muhammed (E.A.) dediler ki: Hasmın rızası olmazsa bile, vekil tutmak
caizdir. .
Vekil edinmenin
şartlarındandır ki; müvekkil (yckil edinen) ta-"sar/uf edenlerden ve
kendisine ahkâm lâzım gelenlerden olmalıdır. Vekil ise akdin ne olduğunu bilip
kastedenlerden olmalıdır. (Yâni i&i-si de âkil, baliğ ve müslüman gibi
vasıflara hâiz olmalıdır.) (ergenleşen) nur veya rae'zun olan ûir kimse,
oenzennı vekil edinirse caiz olur.
Eğer ticaret yapmaktan
memnu, yalnız alışverişin ne olduğunu bilen bir gocuğu veya hacr (tasarruftan men)
altında bulunan bir köleyi vekil edinirlerse, caiz olur. Vekil edilen çocuk ve
köleye değil, ancak müvekillerîne hak taallûk eder.
Vekillerin yaptığı
muameleler, iki kısma ayrılır. .
1-Vekilin
nefsine izafe ettiği (yâni kendim için yapıyorum dediği) satış, alış ve icar
gibi muameledir, bu akitlerin haklan vekile aittir, müvekkille hiç bir ilgisi
yoktur. Vekil satılan malı müşteriye teslim eder, parasını alır, satın aldığı
zaman para kendisinden istenir, satın aldığı malı kabullenir kusuru varsa geri
vermek için mücadele eder, (v.s.)
2- Müvekkiline
izafe ettiği (onun için yapıyorum
dediği) müvekkili için nikâh
kabullenmek, hul' (para ile boşanmak) yapmak ve kasden akıtılan kandan ötür
sulh yapmak gibi muamelelerde haklar müvekkile taallûk eder, vekil ile hiç bir
ilgisi yoktur. O halde hanım kocasının vekilinden mihrini istemez. Hanımın
vekili, onu kocasına teslim etmekle mükellef değildir.
Müvekkil parayı
istediği zaman, müşteri ona vermezlik yapabilir, verdiği takdirde de caiz olur.
Vekil ikinci bir defa o parayı isteyemez. Bir kişiyi bir şeyi almaya vekil
yaparsa, o şeyin, cinsinji, sıfatını ne kadar para edeceğini belirtmelidir.
Ancak umumî bir vekâlet verdiği takdirde, gördüğünü bana al», diyecektir.
Vekil, satın aldığı
malı teslim aldıktan sonra kusurlu olduğunun farkına varırsa, ve mal da daha
elinde ise kusurundan Ötürü geri çevirebilir.
Eğer satın alman
hayvanı müvekkile teslim etmişse ancak onun izniyle geri verebilir.
Sarrafta para
bozdurmak ve parayı seleme vermek akitlerde de vekil edinmek caiz olur. (Bu iki
surette) vekil, karşı taraftan daha malı almazdan evvel aynlırsa âkid bâtıl
olur. Müvekkilin ayrılmasına ise itibar olunmaz.
Satın almak hususunda
vekil edilmiş zat, parayı cebinden verip satın alınan malı alırsa o malı
müvekkile vererek parasıru ondan alabilir. Eğer satın alman mal yanında
hapsetmeden helak olursa müvekkilden gider. Vekilin parası düşmez. Vekil,
parasını müvekkilden alıncaya kadar, satın aldırı malı hapsetmeye yetkisi
vardır.
r Eğer malı parasını
almak için, hapsedip, mal helak olursa Ebû Yusuf (R.A.) a göre, rehindeki
mesuliyet, [27] İmam-ı Muhammed (R. A.) e
göre, satılmış hayvanın mesuliyeti gibi mesul olur.
tki vekil tuttuğu
zaman, ikisinden birisi diğerinin bulunmadığı bir sırada beraberce vekil
olundukları dâvada tasarrufu caiz olamaz. Ancak husumet, parasız olarak
ailesini boşamak, kölesini parasız azat etmek, yanındaki emaneti sahibine iade
etmek veya borcunu vermek için vekil edinmişseler birisi bulunmadığı yerde
diğeri tek başına bu gibi tasarrufları yapabilir. Vekil, vekil olunduğu işte
başkasını vekil edinemez, ancak müvekkil vekil edinmesine ifci.ı vermişse veya
kendisine; «bildiğin gibi yap» demiş ise (ikinci vekili tutabilir). Eğer birinci,
vekil müvekkilinin izni olmaksızın ikinci bir vekil tutar. İkinci vekil, müvekkili
(birinci vekilin) huzurunda muamele yaparsa caiz olur. Eğer esas vekil olmadığı
bir zamanda âkid.yapar, birinci vekil de onun yaptığı akdi caiz kılarsa, akdi
caiz olur.
Müvekkil, vekili
vekâletten azledebilir. Eğer vekile, azil haberi ulaşmamışsa, haberi alıncaya
kadar vekilliğine devam eder ve tasarrufu caizdir.
Müvekkilin ölümü,
devamlı deliliği ve darülharbe mürted olarak iltihakiyle vekâlet akdi bozulur.
KendisiyJe kitabet muamelesi [28]
yapılan köle birisini vekil tutar da sonra söz olunan parayı vermekten âciz
olursa veya ticaret etmeye mezun kılman köle vekil tutar da sonra hacr [29]
altına .alınırsa veya iki ortak vekil edinip bilâhare-ay-rıhrlarsa, bütün bu
şekillerde vekâlet akdini bozarlar, ister vekilin haberi olsun, ister olmasın.
Vekil öldüğü veya daimî bir deliliğe tutulduğu zaman vekâleti bozulur. Eğer
darülharbe: mürted olarak iltihak ederse, müslüman olup geri gelinceye kadar
tasarrufları caiz olamaz.
Herhangi bir şeyde
çalıştırmak için vekil tuttuktan sonra, bizzat kendisi o şeyde tasarruf ederse
vekâlet akdi bozulur.
Ebû Hanife (R.A.) ye
göre, alışverişte vekil olan zat, babası, dedesi; evlâdı, torunu, ailesi,
kölesi ve kitâbetlislyle müvekkili namına alış veriş yapamaz.
Ebû Yusuf ve Muhammed
(R.A.) "kölesi ve kitabetlisi hariç diğerlerinden günlük fiyatiyle satın
alabilir» dediler. Ebû Hanife (R.A.) ye göre, alışverişe vekil edilen bir
kişinin az ve çokla satışı caiz olur, Ebü Yusuf ve Muhammed (R.A.) dediler
ki;......
Halkın benzerine
kanmadığı bir azlıkla satarsa satışı caiz olamaz. J
Satın alınmaya vekil
edilen bir kimse, normal kıymetin benzeri ve halkın kanabileceği bir fazlalıkla
satın alması caiz olur. Halkın kanmıyacağı bir fazlalıkla satın alırsa caiz
olamaz. Halkın kanmıya-cağı miktar: Eksperlerin (fiyat verenlerin) tahminlerine
sığmayan miktardır. , " .
Malın satışına vekil
edilmiş şahıs, satın alana kefil olduğu zaman kefaleti bozuktur.
Efendi, kölesinin
satışına birisini vekil yapar o da, kölenin yarısını satarsa, Ebû Hanifeye göre,
bu satış caiz olmuştur. Bir kölenin satın alınmasına vekil eder o da, kölenin
yarısını alırsa, o satın alınma muamelesi müvekkilin caiz kılmasına bağlıdır;
diğer yarısını da alırsa müvekkile hepsinin kabul edilmesi lâzım olur. On
batman eti Ur dirhemle almaya vekil edildiği zaman, o da, yirmi batman eti bir
dirhemle satın alırsa —ki o gibi etin on batmanı bir dirhemle satılır— Ebü
Hanifeye göre; müvekkil bu etten on batmanı yarım dirhemle kabul eder.
Ebû Yusuf ve Muhammed
(R.A.) «Yirmi batmanın hepsini alacaktır» dediler. Belli bir şeyi almak için,
vekil tutarsa artık vekil o malı öz nefsine alamaz. Belli etmediği bir köleyi
satın almak için ve-kiİ edildiği zaman, bir köleyi satın alırsa, o köle
vekilindir. Meğer ki, müvekkili için almasını niyyet eder veya müvekkilinin
parasiyle satın alırsa (o zaman köle müvekkilin olur.)
Husumette vekil olan
bir zat, Ebû Hanife, Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A.) e göre, sadece teslim almak
vekilidir. Ebû Hanife (R. A.) ye göre; borcu almak için vekil tutulan bir zat,
husumet için de vekildir. Vekil, Kadı'nm huzurunda dâvayı müvekkilinin
aleyhinde ikrar ettiği zaman, ikrarı caiz olur. Ebû Hanife ve Muhammed'e göre,
Kadı'nın yanında olmadığı takdirde vekilin müvekkili aleyhindeki ikrarı caiz
olamaz ve vekil bu ikrariyle dâva vekilliğinden çıkmış olur. Ebû Yusuf (R.A.)
dedi ki; Kadı'dan başka olan zatların yanındaki ikrarı 3a caizdir.
Kayıp şahsın alacağını
tahsilde vekili olduğunu iddia eden
bir kimseyi, borçlu da doğrularsa, parayı ona teslim etmekle
emrohmur...doğrularsa hakkım almış sayılır.-Doğrulamazsa, yeniden borçlu
alacağını vermeye zorlanır.' Evvelce vekile verdiği mal daha mevcut ise, malını
vekilden geri alır. Kişi, «sendeki emanetim almak için falanın vekiliyim»
dese, emanetçi de onu tasdik ederse, emaneti ona teslim et diye emanetçi
zorlanamaz.
Kefalet iki türlüdür.
1 - Nefsiyle
kefil olmak.
2 - Malıyla
kefil olmak'.
1 -Nefsiyle
kefalet caizdir. Bu kefaletle mesuliyet derecesi, kefili olduğu zatı,
bulundurmaktır. Bu biçim kefalet, «Falanın nefsine, veya boynuna veya ruhuna
veya cesedine veya başına veya yarısına veya üçte birine kefil oldum»'dediği
zaman akdolunur. Ben ona zâmin (mesul) oldum, o benim üzerime olsun, ben onun
önderiyim veya kefiliyim, dediği zaman, kefalet akdolunur.
Kefil, kefili bulduğu
zatı, muayyen bir vakitte teslim edeceğini şart koşarsa ve alacaklı da, o
zamanda kefilden teslim edilmesini isterse, hazır edilmesi kefile vacip olur;
Eğer kefil onu hazır ederse ne âlâ, eğer hazır etmezse hazır edilinceye kadar,
Kadı kefili hapseder. Ne zamanki kefil, kefili olduğu zatı hazır edip
alacaklıya —mahkeme etmesine gücü yettiği bir yerde teslim ederse o zaman
kefillikten kurtulur.
Kadı'nın meclisinde
teslim etmek şartiyle kefil olursa ve getirip çarşıda teslim ederse, kefaletten
kurtulur, çölde teslim ederse kurtulamaz. Kefili olan zat, öldüğü zaman,
nefsiyla kefil olan şahıs kefaletten kurtulur.
Nefsiyle kefil olup
borçlu falan vakitte borcunu edâ etmezse, bin lira borcunun zâmini olurum dese,
o zaman da borçlu borcunu getirmese, kefile malî mesuliyet lâzım olur,
nefsiyle kefil olması onu kurtaramaz. Ebû Hanife (R.A.) nin nezdinde hadlar
(cezalar) ve kısaslarda nefisle kefil olmak caiz değildir.
2 -Alınacak
mal, sahih bir borç olduğu zaman —ister miktarı belli ister meçhul olsun malla
kefil olmak caizdir. Meselâ: «Filânın üzerinde olan bin (liraya) veya....onda
olan alacağına veya bu satışta sana düşeri payına kefil oldum demesi gibi.
Alacaklı muhayyerdir;
Dilerse alacağını borçludan, dilerse kefilden ister.
Kefaleti şarta
bağlamak caiz olur, meselâ: «Eğer falan adama satarsan benim üzerime olsun,
veya onun üzerinde sabit olan hakkın benim üzerime olsun veya senden gasbettîği
benim üzeripıe olsun» demesi gibi...
Kefilin «senin onda
olan halikına kefil oldum» demesinden sonra delille sabit oldu ki, muhatabın
onda bin (lirası) vardır, o zaman kefil o paradan mesul tutulur. Eğer delille
alacağın miktarı belli olmasa yeminiyle beraber kefilin belirttiği miktar kabul
olunur. Borçlu kefilin dediğinden daha fazlasını itiraf ederse bile,
fazlasından kefil mesul değildir (ancak borçlu itirafından mesuldür.)
Borçlunun isteğiyle
kendisine kefil olunduğu gibi, isteği olmaksızın da kendisine kefil olunmak
caiz olur. Eğer kişinin isteğiyle kefil olmuşsa onun yerine verdiği parayı bilâhare
ondan alır. Eğer teklifi olmaksızın kefili olmuşsa verdiği parayı bilâhare
ondan alamaz (çünkü teberrudur.)
Kefil, daha borcunu
vermezden evvel borçludan para istemeye yetkili değildir, eğer borcun alınması
için, kefil alacaklının takibine maruz kalırsa, kefili olduğu zatı, kendisini
takip edilmekten kurtarıncaya kadar sıkıştırabilir. Alacaklı, borçluyu borçtan
affettiği veya oradan borcunu tamamen aldığı zaman kefil de kurtulur. Alacaklı
kefilin, zimmetini beri ederse (yâni kefili mesuliyetinden azat ederse) borçlunun
zimmeti beri olamaz.
Kefil olmaktan
çıkmayı, herhangi bir şarta bağlamak caiz olamaz.
Alınması kefilden
mümkün olmayan (had -ceza- lar ve kısaslar gibi) bir hakta kefil olması caiz
değildir.
Müşterinin vereceği
paradan dolayı, müşteriye kefil olursa caiz. olur. Satılmış maldan ötürü
satıcıya kefil olursa, doğru değildir. Belli bir hayvanı yükletmek için icar
ederse, kefil olmak doğru değil, belli, değilse doğrudur.
Kefalet ancak âkid
yapılan mecliste alacaklının, kabullenmesiyle-doğru olabilir. Fakat bu hükümden
bir mesele hariçtir. (Yâni o meselede alacaklı kabul etmese bile kefillik caiz
olur). O mesele şöyledir:: Hasta, vârisine der ki; «Halkın bendeki,
alacaklarına kefil ol.»
Eacaklılar hazır
olmadıkları halde de vârisin kefil olması câizdirr
Borç, iki kişide olup
birisi diğerinin kefili ise, verdiği miktar, borcun yansından (yâni kendisine
düşen kısımdan) fazla olmadıkça arkadaşından bir şey alamaz. Eğer yarısından
tazla (yâni payından £az-(a) vermiş ise, o verilmiş miktarı arkadaşından tahsil
eder.
İki kişi (arka arkaya)
bin (lira) borcu olan bir zata, yekdiğerinin kefili olmak şartıyle kefil
olursa, birisinin verdiği paranın yarısını —ister az olsun isterse çok olsun—
ortağından alır.
Hürründe, kölenin de,
bir kölenin kitabet borcuna kefil olunması caiz değildir.
Ebu Hanife (R.A.) ye
göre, fakir olarak ölen bir kinişe için alacaklılara nezdinde kefil olmak caiz
olmaz. Ebû Yusuf ve Muhammed •«doğru olur» dediler.
.
Borçlan havale etmek
caizdir. Havale ancak verecekli, alacaklı ve kendisine borcun verilmesi, havale
edilen zatların rızasiyle doğru olur.
Havale muamelesi tamam
olduğu zaman, havaleyi yapan borçlu borçtan kurtulur, alacaklı havale yapan
borçludan bir şey istemez. Meğer ki hakkı zayi olursa (o zaman esas
borçlusundan hakkını talep -edebilir.)
-
Hakkın helak olmak
mânasında olan (tevaa) Ebû Hanife (R.A.) ye göre, iki emirden birisiyle olur,,
ya üzerine havale yapılan şahıs —havaleyi ispat eden delilin olmadığı için
yemin ederek havaleyi inkâr etmesi veya iflâslı olarak ölmesiyledir. (O zaman
alacaklı, eski borçludan hakkını alır.)
. ,. Ebû Yusuf ve
Muhammed'e göre, bu iki şekille -beraber üçüncü bir-.şekli daha vardır. Şöyle
ki: «Havaleyi kabul eden şahıs daha hayatta İken hâldin taralından müflis ilân
edilmesidir.» (Yani bu şekilde dû .alacaklı eski borçludan hakkını tahsil
eder.)
Borcun kendisine
havale edilmesini kabullenen zat, borcu havale ettirenden o kadar mal
istediğinde, havale yaptıran -sende alacağım vardır, ona karşılık sana bu borcu
havale ettim» dese, sözü kabul olunmaz. Belki o borç kadar para vermesi lâzım
gelir.
Muhil, (havale eden).
Muhtal'a (havale edilene) «Benim için alırsın diye sana havale ettim» dese
havale edilen de «Hayır sende alacağım vardı, onun karşılığı olarak bana
havale ettin» dese havale yapanın sözü kabul olunur. Safatıç mekruhtur.
Safatıç-. Alacaklıya yol emniyetini temin eden borca vermedir [30]
Sulh üç kısımdır:
1- İkrarla sulh,
2 -Sükûtla sulh —Davalı, dâvayı ne ikrar ve ne de
reddeder—
3 -İnkârla sulh. Bütün bunlar caizdir. İkrarla sulh,
malla maldan vâki olursa, satılanlarda ne hüküm varsa onda da o hüküm itibar
olunur. Eğer menfaatle maldan vâki olursa, icarda muteber olan hüküm burada
muteber olur. Sükût ve inkârla yapılan sulh, dâvâlının hakkında yeminden halâs
ve mücadele kapısının kapanması içindir. Dâva olunanın hakkında ise, muvazaa
(karşılık) içindir. O halde müsalâha ev için yapıldığı zaman şuf'a yoktur. Ev
ile yapıldığı zaman şuf'a vacip olur.
İkrarla sulh olunduğunda,
dâva olunanın bir kısmı başkasının hakkı olarak ortaya çıktı ise dâvâlı o
nisbette verdiği paradan geri alır. Eğer sükût veya inkârla sulh yapılırsa,
bilâhare dâva olunan malın (bütünü) başkasının hakkı olarak ortaya çıkarsa
davacı münakaşayı bu sefer malın yeni sahibiyle yapar, eski dâvâlıdan aldığını
ona geri verir. Eğer dâva olunan malın bir kısmı başkasının hakkı olarak
tebeyyün ederse, onun karşılığında aldığını geri verir. Onun için de yeni hak
sahibiyle mücadele eder. Eğer bir evde beyan etmediği bir hakkı iddia ederek
onun karşılığı olarak bir miktar parayla sulh yapılırsa, bilâhare o evin bir
kısmı başkasının malı olarak ortaya çıktığında, ev sahibi davacıya verdiğinden
bir şey geri alamaz. Çünkü davacının hakkının geri kalan kısımda olması
mümkündür. Mal, men-"îaat, kasden veya yanlışlıkla cinayet dâvalarında
sulh caizdir. (AUa-hın hakkı olan) Hadd vurma dâvasında sulh eâi? değildir. Bir
erkek, bir kadına karşı «nikâhlımda'» diye, iddia eder kadm da inkâr eder. ve
dâvayı terketmesi için, erkeğe, bir miktar mal verip sulh ederse caizdir. Bu
sulh aslında hul' (Talâkını satın almak) tır. Eğer bir kadm bir erkeğin
nikâhlısı olduğunu iddia ederse, o erkek te kendisine, dâvasından vaz geçmek
için biraz mal verip sulh ederse caiz değildir.
Eğer bir kişiyi,
«kölcmdir» diye idda ederse, o kölenin kendisine verdiği bir miktar mal ile
sulh yaparsa caiz olur. Bu gibi sulh, dâvâlının hakkında malla azat etmek
mânasını taşır.
Borçlanma yoluyla
başkasının hakkı olan şey üzerinde vâki olan sulh, bedel verme ve almaya
hamlolunmaz. Belki hakkının bir kısmını aldı, diğerini affetti mânasına gelir.
Bir kişide, halis bin dirhemi olup karışık beş yüz dirhemle sulh edenin sulha
caiz olur. Sanki hak-'' kının bir kısmından verecekliyi beri etmiş, diğer
kısmını da almıştır. Eğer bilâhare alınacak bin dirhem üzerinde sulh ederse,
caiz olur ve sanki alacağının ta kendisini tehir etmiştir. Eğer (Hazırda
verilmesi gereken para yerinde) bir aya kadar tehirli verilecek altınlar
üzerinde müsalâha yaparsa caiz olmaz. Eğer müeccel bin (lirasının) yerine beş
yüz hazırla sulh yaparsa caiz olmaz. Eğer vereceklideki ibin siyah (lira) ya
karşı beş yüz beyazla sulh ederse, caiz olamaz. Bir kimse, bir kişiyi .yerinde
sulh etmeye vekil eder o vekil de hasımla splh etse, kendisine sulh olunan
miktarın verilmesi lâzım değildir. Ancak zâmin olursa, üzerinde sulh yapılan
mal müvekkile lâzım olur. Eğer «Zeyd» (Ainrin) emri olmadığı halde onun yerinde
bir şey üzerinde sulh yaparsa, bu sulh dört kısma ayrılır:
1-Eğer mal
üzerine müsaleha yaparsa veya mala zâmin olursa sulh doğru olur.
2 -«Seninle
bin üzerinde snltı ettim» deyip, o bini teslim ederse sulh tamamdır.
3 -Eğer
«Seninle bin üzerinde sulh ettim» deyip, teslim etmezse, o zaman sulh akdi
muallaktır, eğer dâvâlı, caiz kılarsa caiz olur ve bini vermesi icap eder, eğer
caiz kılmasa bâtıl olur. Borç iki ortak arasında müşterek olduğu zaman, birisi
payı için bir elbise ile sulh ederse, diğer ortak muhayyerdir, dilerse
borçludan yarı borcunu talep eder alır, dilerse alman elbisenin yarısını
ortağından alır. Meğer ki ortağı kendisine borcun dörtte biriyle zâmin
olursa (yukarıdaki iki işlemden de
feragat edebilir). Eğer ortak payının yarısını alırsa, diğer ortak o, aldığı
malda ona ortak olup bilâhare her ikisi birden borçludan diğer alacaklarını
alırlar.
Eğer ortaklardan
birisi alacaktaki payı ile bir eşya alırsa......
ortağı onu borcun
dörtte birisiyle zâmin kılar. (Başkasiyle bir ta'mda) selem yapan iki kişiden
birisi, ana parasını geri almak suretiyle sulh yaparsa, Ebû Hanife ve Muhammed'e
göre, caiz olamaz. Ebû Yusuf «Sulh caiz olur» dedi. Metruke mal, birkaç varâsin
ise o maldan birisine bir şey vererek sulh ederlerse, eğer o mal gayri menkul
veya ticaret -eşyası ise, bu sulh caizdir. İster verdikleri mal az, ister çok
olsun... Tereke gümüşse, altın, altmsa gümüş verirlerse yine sulh caiz olur.
Eğer tereke altın, gümüş ve bunların gayrisinden ibaretse ye vârislerin içinden
biriyle, gümüş veya altınla sulh olsalar, verilen şey, o cinsten olan
hissesinden çok olması gerektir. Tâ ki o, cinsteki payı misliyle Ödenmiş ve
fazlası da mirastan diğer haklarının karşılığı olsun. Terekenin bir kısmı
başkalarda borç olduğu halde, vârisler aralarından birisiyle (bir varisle)
borçtan istifade etmemek ve o borcun tümü onlara kalmak için, müsaleha
ederlerse, bu sulh bâtıldır. Eğer o vârisle, borçluları, hakkından beri etmek
ve bir daha da borçlulardan bir şey istememek suretiyle sulh yapılırsa,
caizdir.
Hibe, icap (hibe
ettim) ve kabulle (kabul ettim) caiz ve hibe edilen nesneyi almakla tamam
olur. Kendisine hibe yapılan zat, aynı mecliste hibe yapanın emri olmaksızın
hibe olunan malı alırsa .caiz olur. Eğer ayrıldıktan sonra ise, ancak hibe
edenin emriyle olması caiz olur. Hibe, «Sana hibe ettim, hakkımdau verdim,
verdim ye bu yemeği sana yedirdim, bu elbiseyi sapa verdim, bu şeyi sağlığın
müd-detince sana verdim. Seni bu hayvana bindirdim —Eğer bu sözden hibe etmeyi
niyet ederse,—» gibi sözleriyle münakit (olmuş) olur. Taksim olunan şeyde
ancak sahibinin elinden çıkmış ve taksim olunmuş ise, hibesi caiz olur. Taksim
olunmayan şeyde belli olmayan payın hibesi caizdir.
Bir yerin belli
olmayan bir parçasını hibe etmek fasittir. Meğer ki taksim edip teslim ederse,
(hibesi caiz olur). Eğer buğdayda olan unu ve susamda olan yağı hibe ederse,
fasittir, öğütüp teslim ederse bile, caiz olamaz. Hibe edilen âyin, kendisine
hibe edilenin elinde ise verip, yeniden, almazsa dahi, hibe ile mülk edinir.
Baba, küçük oğluna hibe ettiği zaman ,oğlan,
hibe akdiyle o malı mülk edinmiş olur. Küçük çocuğa, ecnebi bir kimse bir şey
hibe ederse babasının o malı kabullenmesiyle hibe muamelesi tamam olur. Yetime
hibe yapıldığında, velisi kabul ederse caiz olur. Eğer o yetim annesinin
koynunda ise, annesi kabullenirse caizdir.
3ir ecnebinin yanında
büyümekte ise, o ecnebi onun için kabul ederse caizdir. Çocuk bizzat hibeyi
kabul ederse (yine) caiz olur. İki kişi birden birisine bir evi hibe ederlerse,
caiz olur. Bir kişinin iki kimseye bir ev hibe etmesi, Ebû Hanife (R.A.) ye
göre, caiz olmaz. Ebû Yusuf ve Muhammed (R.A-) «sahihtir» dediler. Bir kimse,
bir yabancıya bir şey hibe ederse, cayabilir. Meğer ki yabancı, hibeciye karşılık
bir şey vermiş, hibeye ayrılmaz bir şey ek'emişse ya da âkideyin (veren, alan)
den birisi Ölür veya hibe edilen mal hibe olanın mülkünden çıkarsa. Eğer bir
yakınına hibe yaparsa, caymak yoktur. Eşlerden biri diğerine hibe ettiği zaman
da caymak yoktur. Hibe alan, hibe verene «hibenin ivezi veya bedeli olarak ve
karşılığında bu şeyi al» dese hibecî de alırsa caymak ortadan kalkar. Ecnebi
bir kimse! hibe alanın yerinde —teberru yoluyla— bir şeyi ivez olarak hibeciye
verirse, o da o, ivezi kabullenirse caymak hakkı ortadan kalkar. Hibe edilen
malın yarısı başkasının hakkı olarak çıkarsa, hibe alan verdiği ivezin yarısını
geri alır. Eğer ivezin Uyarısı başkasının hakkı olarak ortaya çıkarsa, hibe
eden, bütün ivezi geri vermedikçe hibe edilen malı geri alamaz.
-r Hibeden caymak,
ancak iki tarafın rızası veya hâkimin hükmüyle olur. Hibe edilen şey yok
olduktan sonra, başkasının hakkı olduğu bilinir, hak sahibi, hibeyi alanı
zâmin kılarsa, hibeciden hiç bir şey geri almaz. İvez verecek şartiyle hibe
yapılmışsa ,iki ivezde de almak lâzımdır, iki taraf yekdiğerine verdiklerini
aldıkları zaman, âkid sahih olur ve alışveriş hükmüne girer. Ayıp ve
beğenmemezlikten ötürü hibe edilen mal geri çevrilir ve kendisinde şuf'a vacip
olur. Ümra, (Ömür müddctînce birisine bir şey hibe etmek) caizdir. Hayatta
oldukça, kendisine hibe yapılanındır, öldükten sonra vârislerine intikal eder.
Rükbâ (Eğer senden evvel ölürsem bu ev senin olsun. Eğer sen benden evvel
Ölürsen tekrar benim olsun). Ebû Haıiifc'ye ve Muhammed'e göre, bâtıldır. Ebû
Yusuf «Caizdir» dedi.
Cariyeyi hamisizin
hibe ederse hibesi sahih, istisnası bâtıldır. Sadaka, hibe gibidir. Ancak
kabizle (almakla) sahih olur. Taksimi kabullenen ortak maldan sadaka caiz
olmaz. İki fakire bir şeyi sadaka verirse caiz olur. Alındıktan sonra
sadakadan caymak yoktur. Kim ki malını sadaka vermek için adarsa elinde bulunup
kendisinde zekât vacip olan malın cinsinden verir. Mülkünü sadaka vermeye
adayan bir kimseye, bütün mülkünü vermek düşer.
Kendisine «Kendini
geçindirecek bir malı edinceye kadar sana ve aile efradına yetecek miktarı
elinde bulundur, malı edindiği a zaman elinde bulundurduğun mal kadarını» ver
denilecektir.
Ebû Hanife'ye göre,
vakfedenin mülkü, vakıf malından ancak hâkimin hükmü veya vâkifin ölümüne
ta'lik edilmesiyle zail olur. Ölüme talik misali: «Öldüğüm zaman evimi falan
adama vakfettim» deme-sidir.
Ebû Yusuf, «vakıf
ettim demesiyle mülkiyeti zail olur» dedi. Muhammed «Mülkiyet, vakfedilen mal
için bir mütevelli bulup teslim etmedikçe, zail olmaz» dedi. Bu imamların
dediklerine göre vakıf sahih olduğu takdirde vâkifin (vakfedenin) mülkünden
çıkar, mevkufun aleyh (kendisine vakıf yapılan) nin mülküne dahil olamaz. [31].
Taksim olunmamış bir
malın vakfedilmesi Ebû Yusuf'a göre, caizdir, İmam-ı Muhammed «Caiz değildir»
dedi. İmam-ı Azam ve Muhammed'e göre, sonunu, hiç bir zaman ortadan
kaldırılmayan bir cihete bağlamadıkça vakıf tamam olamaz. Ebû Yusuf: «Ardı
gelen bir cihete bağlarsa dahi caiz olur» dedi. O cihet yok olduktan sonra
vakıf malı fakirlere —her ne kadar dememiş ise de intikal eder. Gayri menkulün
vakfı, sahihtir. Naklolunan ve değiştirilen malın vakfı caiz değildir.'
Ebû Yusuf diyor ki,
bir çiftliği, sığırları ve kölesi bulunan; hiz-metçileriyle beraber vakfederse
caizdir. İmam-ı Muhammed «At ve silâhın vakfı caizdir» dedi.
Vakıf sahih olunduğu
zaman, satışı ve başkasına mülk edilmesi caiz olamaz, ancak Ebû Yusuf'a göre,
taksim edilmemiş mal ise, ortak da taksimi isterse taksim edilmesi sahih olur.
İster vâkifi (vakfeden) şart etsin, ister etmesin, vakfedilen maldan gelen
kârla o malın tamiri vaciptir. Eğer bir evi, çocuğunun içinde oturması
şartiyle vakfetse ta'miri oturana aittir. Eğer oturan yapmasa veya fakirse,
hâkim evi icara verir. Ücretiyle ta'mir ettirir. Ta'mirdan sonra oturma hakkına
sahip olan kimseye, geri verir. Eğer ihtiyaç varsa, hâkim tarafından vakfın
yıkılmış bina ve âletleri diğer kısmın ta'mirine sarfedilir. Eğer ihtiyaç
yoksa, oluncaya kadar saklanır, bilâhare sarfedilir. Hâkimin, yıkılmış kısmı
müstahaklar arasında taksim etmesi caiz olamaz. Ebû Yusuf'a göre, vakfeden zat,
vakfın menfaatini veya mütevelliğini, kendisine kılarsa caizdir. Cami
yaptığında, yol açmasıyla ve halka orada namaz kılma* için izin vermesiyle
mülkünden ayırtmadıkça mülkiyetinden çıkmaz. Ebû Hanife'ye göre, tek bir kişi
orada namaz kıldığı zaman mülkiyetinden çıkar.'
=-dedi-kîy=-«Ben bunu
cami yaptım» demesiyle, mülkünden -çıkaıv—Ebu-Hanife nezdinde, bir kimse
arazisinde müslümanlara çeşme veya yolculara han, kervansaray veya mazarlık
yaparsa, hâkim hüküm vermedikçe mülkiyetinden çıkmaz.» îmam-ı Ebü Yusuf'a
göre, sözüyle, İmamı Muhammed'e göre, çeşmeden su içtikleri, han ve
kervansarayda oturdukları mezarlıkta defin yaptıkları takdirde mülkünden çıkar.
Bir kimse, benzeri
bulunan bir şeyi gasbedip, elinde helak olursa benzeri ile tazmin ettirilir.
Eğer benzeri olmayan bir şey ise, kıymetini vermekle mükellef kılınır.
Gasbedene, gasp ettiği şeyin aynisinin geri verilmesi lâzım gelir. Eğer helak
olduğunu iddia ederse, hâkim onu, hakikati bilinceye kadar hapseder. Bilâhare
bedelini vermekle hükmeder. Gasp ancak menkul şeylerde olabilir. O halde Ebû
Hanife ve Ebû Yusuf'a göre,, gayri menkulü gasbettiği zaman elinde helak olursa
zâmin olmaz. İmam-ı Muhammed «Zâmin olur» buyurdu. Gâ-sibin (gaspedenin)
fiiliyle ve oturmasiyle eksilen miktarı, bütün imamlara göre, tazmin edilmesi
lâzımdır.
Gâsibin elinde —gerek
kendisinin fiiliyle, gerekse başkasının fiiliyle helak olan malın cezasını
vermek kendisine düşer. Gasbolunan nesne, elinde noksanlaşırsa, yine o
noksanlık kadar ceza vermelidir.
Başkasının koyununu
kesenin hakkında, koyun sahibi muhayyerdir; dilerse onu kıymetiyle
cezalandırır ve koyunun gövdesini kendisine teslim eder, isterse hâsıl olan
eksikliğin bedelini alır.
Başkasının elbisesini
az yırtarsa, noksanlığına zâmin olur. Eğer bütün değerini iptal edecek büyük
bir şekilde yırtarsa, elbise sahibi, ona elbisenin bütün kıymetini ödetebilir.
Gasibin fiiliyle, ismi
ve büyük değerleri silinecek derecede gasbo-, lunan malını aynisi bozulduğunda,
eski sahibinin mülkiyetinden çıkar, gasibin mülkü olur ve gasip ona zâmin
olur.
Ve bedelini
vermedikçe, ondan menfaatlenmesi de helâl olamaz. Sunun misali: Bir koyunu
gasbedip keserek kebap yapması ve pişirmesi, buğdayı gasb edip öğütmesi, yahut
da demiri gasbedip kılıç yapması veya bakırı gasbedip kap yapması gibi.
Eğer gümüş veya altını
gasbeder eritir ve para yaparsa Ebû Ha-nife'ye göre, sahibinin mülkünden
çıkma:?. Saç ağacını gasbedip, üze-' rinde bir ev inşa ederse sahibinin
mülkünden çıkar, gasibe, kıymetini sahibine vermek lâzım gelir. Bir araziyi
gasbedip bağ diktiği veya üzerinde ev yaptığı zaman «ağacı ve binayı kaldır,
araziyi boş olarak sahibine teslim et» denilecektir. Eğer ağaç ve binanın
sökülnlesiyle kıymeti azalırsa, arazi sahibi, onların sökük olduğu haldeki,
kıymetlerini gasibe verir onlar arazi sahibine kalır.
Bir elbiseyi gasbedip
boyatırsa veya kavutu (kavuzu) gasbedip yağ ile kanştırırsa malın sahibi
muhayyerdir: dilerse boyasız elbisenin kıymetini ve yağsız kavutun benzerini
gasipten alıp, onları da gasibe teslim eder, dilerse, onları öylece kabul
ederek boyanın ve yağın parasını gasibe verir. Bir ayni^gasbedip gizlerse,
malın sahibi, onu kıymet, vermekle cezalandırırsa, o âyin gasibin mülkü olur.
Malın kıymeti hakkında yemin ile beraber gasibin s,özü makbul olur. Meğer ki,
malın sahibi, şahit ile onun dediğinden daha fazlasını ispat etse.
Eğer gasbolunmuş âyin
bilâhare görünürse, kıymeti de mal sahibinin sözü veya getirdiği delille veya
gasibin yeminden çekinmesiyle sabit olan miktardan daha fazla ise, mal sahibi
için pişmanlık yoktur. Eğer daha evvelce gasibin yeminli sözü ile kıymetlendirilmiş
ise, sahibi muhayyerdir; dilerse, tazminata razı olur, dilerse tazminatı geri
verir, malın kendisini alır. Gasbolunan malın yavrusu ve ziyadesi bostanın
meyveleri gasibin (gasbedenin) elinde emanettir.
Eğer kusuru olmaksızın
veya sahibinin isteğine rağmen vermemeye kalkışmaksızm gasibin elinde heîâk
otursa, zâmin olmaz. (Aksiyle helak olursa zâmin olur.)
Doğum ile, cariyede
meydana gelen eksiklik gasibe yüklenir. Eğer doğan çocuğun kıymeti o eksikliği
karşılarsa, o eksiklik çocukla' tamamlanır. Gasip eksikliğin cezasından
kurtulur.
Gasip, gasbolunan malı
kullanarak eksiltmezse, kıymetinden sorumlu değildir. .
Müslüman, zımminin
şarabını veya domuzunu helak ederse, kıymetlerini vermelidir. Eğer müslüman,
müslümamn şarap ve domuzunu yok ederse zâmin olamaz.
[1] Allah (C.C.) «Kurbana g:ücü yetmiyene üw Bün
haedavyedl günde döndüğünde oruçlardır. O tam on gündür» buyuruyor. Bu âyeti
celile temettü hakkm-da vwtt,oHnuş İse ö# JStıc'anda temettü gibidir. Çünkü.
İki ibadeti M* yürütüt»
(Ceyheml
[2] Hacda olan tıraş, namazdaki selâm gibidir, öyle ise,
Hacdan tıraşla çıkılır.
[3] Üç mezhebe göre, hayiz gören hanım, kam kesllinceye
kadar bekler ondan sonra Farz ziyaretini yapar ve ayrılır. Te'hirden dolayı
Kurban lâzım gelmem, şayet kafilesi durmasa beraber gider, gelecek senede gelip
haccını yapar. Fakat bu durumun zorluğu göz önündedir, bunun için çare aranmış
ve tmam-ı Azam hazretlerinin bu konudaki fetvası görülmüştür. Şöyle kt,
kafilesi hayızlı hanımı beklemezse, temizlik için yıkanır, kanlar yerlere
akmasın diye göbekten aşa&ı muhkemce bir çaput bağlanır ye Kâbenin ziyareti
yapılır. Ziyaretten sonra zenr ginse bir deve yoksa bir sığırı ceza kanı olarak
keser ve bövlece haccı tamam olur. Bu kurban da diğer kurbanlar gibi ancak
orada kesilir. Sakın kurbanlarımı memleketimde kesevim devip yanlış iş yapma.
Çünkü Kurban kesme yeri ancak haremdir, yâni Mekke ve havalisidir ki bunun
hudutları bellidir. Medine'de dahi t kurban kesmek caiz değildir. (Mütercim)
[4] Bugün yani (1400) Hicrî ve (1979) Miladi tarihli
zamanımızda bu durum bilinmemektedir. Ancak hükümetin emri olduktan sonra
Arafattan hareket edilir. Binaenaleyh bir mesuliyet varsa Suudi Arabistan
hükümetine aittir.
(Mütercim)
[5] ,ihsar lûgatta Bir kimseyi matlubuna kavuşmaktan men
ve hapsetmek mânasındadır: Şer'an «Hac için ihrama girmiş bir »tın Arafatta
tavaftan umre için ihrama girmiş bir zatın da tavaftan men edilmesi» demektir.
(Büyük İslâm İlmihali S. 526).
[6] Boynun en aşağısında ve göğsün yanındaki damarları
kesmek demektir; Çünkü orada et yoktur, yani o damarlar etle örtülü
değillerdir, boğazın diğer kısmı etle
örtülüdür. Nahir daha efdaldlr.
. (Damad)
[7] Mekke'nin haremi, Medine taralından üç, Irak, Taii ve
Yemen tarafından yedi, Cüu'rrane tarafından dokuz ve Cidde'de tarafından on
mil mesafedir. Harem denildiği zaman Camii şerifin içi veya Mekke'nin içi
sanılmasın. Mana ve Müzdelifenin de bir
kısmı haremdir. Dikkat buyurulsun.
(Mütercim)
[8] Bu biçim alış veriş cahiliyet devrinde var idi. Şöyle
ki: İki kişi müzayedeye girişirdi. Satılan malın üzerine taş kondurulduğu
zaman satış tamam olurdu Velev ki diğeri razı olmazsa dahi. Kllemek şu şekilde
ojuKhn Fiyat bakımında'münakaşa yapılırken müşteri .satılan malı ellerdi artık
onun olurdu. Maıln sahibi ister razı olsun isterse olmasın. K.evher.-t
[9] Eski zamanlarda bezler dokunduktan sonra kalınlaşması
için, bazı sıvı maddelere atılırdı, bilâhare dövüle dövüle beyazlaştırılırdı.
işte bu işi yapana bez ağırtıcı denir.
[10] Imam-ı Züfer (R.A.) diyor ki: Fazla olarak verilen
miktar, akde dahil olamaz, ancak hibedir. Eğer alırsa olur, eğer almazsa yalnız
o iptal edilir.
[11] Ziyade ve eksiltme akdin esasına taallûk ederler. Zira
akdi (alışverişi) bir vasıftan diğer bir vasfa çevirirler. (H.Y.)
[12] îmam-ı Safi (R.A.) ye göre ribanın illeti,
yiyeceklerde cinsleriyle, satıldıkları zaman yemekliktir, paralarda İse
semenliktir. îmam-ı Malik'e göre
azık edinen ve
saklanabilen, cinsiyle satıldığı zaman fazla olursa riba olur. O halde bir
ölçek; kireç verip iki ölçek alırsa bize göre, caiz değildir. Zira cinsle
beraber Ölçek vardır. Şafi'ye ve Malik'e göre, caizdir. Çünkü, yiyecek
değildir. Bir karpuzu, iki karpuzla satmak bize göre, caizdir, çünkü ölçek ve
tartıyle değil, tane ile satılmıştır, Şafi'ye göre. caiz değildir, çünkü yiyecektir.
Bir yumurtayı ikiyle
değiştirmek bize göre caizdir. Çünkü,, ölçek ve tartı yoktur. Safiye göre
değildir: Çünkü yiyecektir.
(Cevhere)
[13] Çünkü köle bütün maliyle beraber efendisinin malıdır.
Harpçı kafirle mallan hangi yoldan olursa olsun alınması muslumana
mubahtır Ancak yoIuyla alınmamalıEmin
kuman kâfir, böyle, değildir onun malı haramdır.
[14] Hazır parayı gelecek bir nesne için yatırmak
demektir. , M.
[15] Kasden öldürmedikçe zâmm olamaz.
[16] Baliğlara namaz, oruç zekât, hac cihad v.s. tarz
olduğu gibi"bunlara da farzdır.
(Meydanı)
[17] Dikkat edilsin "bu kadar kelimesi iki defa
denilmiştir ama iki kelime arasında atıf harfi yoktur, îkinci misalde ise atif
vardır. (M.)
[18] Dikkat
buyurulsun «Bir» kelimesi
«yüz» kelimesi üzerine
atif edilir.
(Mütercim)
[19] Birinci meselede İlk evvelâ «Bu ev falamnjjır»
şeklinde her şeyin o falana ait olduğunu ifade eden bir ibare kullanıyor,
ikinci misalde ise h?ususiyet ifadesi kullanılır, aradaki fark bundan gelir.
(Mütercim)
[20] Katışık veya saf para, merhum müellifin zamanında
varmış, kimi para tamamen gümüşten, kimisi tunç ve saire ile katışık imiş, bu
durumu daima göz önünde 'bulundurmanız lâzımdır. Dirhem. Dinar, Danik. Pulus
vesaire tâbirler o zaman islâm diyarında kullanılan paraların adlandır. Malûm
ola. Hattâ bu tâbirlerin bir kısmı bugüne kadar Arabistanda kullanılır.
(Mütercim)
[21] Ağaçtan yapılmış iki taraflıdır. Devenin sırtına
vurulur, beher taralında birer insan oturur ve yolculuk yapar. Ecdadımız bu
şekilde Ar abis tanların kumsal çöllerini katederek hacca gitmişlerdir. Elbette
zahmetlerine göre sevapları da fazladır. Uçakla, gemiyle ve kara vasıtaiariyle
.gidenlerin kulağı çınlasın.
(Mütercim)
[22] Çünkü imam-ı Buharı (R.D.) Ibni Ömer'den rivayet
ediyor: Peygamber efendimiz (S.A.) Dölün ücretini yasakladı. Ancak döl neslin
bekası için ücretsiz olmalıdır. , — D —
[23] Zamanımızda müezzinlere verilen ücret veya maaş bu
kabilden değildir. Belki caminin bakımı ve benzeri işler için bu
kardeşlerimize "bu cüz* maaş; verilir. Sadece ezan için değildir. (Mütercim)
[24] Lûgatta bitiştirmek manasınadır. Şer'an komşuluk ve
ortaklıktan ötürü satın alınmak suretiyle ortağının veya komşusunun payını
payına katmak demektir.
<Damad)
[25] Hul'ü: Lügatça sökmek demektir. Şeriatça: Kocanın geçüıemedigi haramından boşanma
karşılığında aldığı maldır.
(Meydanı)
[26] Bu rivayet îmam-ı Hasan'ın Ebû Hanefîden yaptığı
rivâyett&r. tma-meyne göre, ikincisinin işlediğinde birincisi mesai olur,
ister kâr ister zarar olsun mezhebin meşhur kavline söre, : Sermaye sahibi
muhayyerdir. Hangisini mesul tutarsa tutabilir. (Tashih)
[27] Omalın kıymet
ve pahasından hangisi azsa o itibar olunur. Mesela: pahası on beş kıymeti on
ise. vekil müvekkilden beg alır, yâni onda k«ıdilığm-den alır, üstüne koyar
böylece mal sahibine on beş verir. (Biraz
değişiklikle
(Cevhere)
[28] Kitabet: Elden para alıp köleyi azat etmek veya borçla
azat etmek demektir.
(Meydanı)
[29] Her türlü muamele yapmaktan menetmek demektir.
[30] Şekil şöyledir: Eir tacire bin lira borç verir o
borcumu falan yerdeki dostuma teslim et, der ve böylece malını yol
tehlikesinden korurTSefatic, Suf-tec'in cemidir. Acemceûsn Arap lisanına geçmiş
ve havale senedi demektir.
(Meydani)
[31] Çünkü eğer mülkü olsaydı satabilirdi. Halbuki
kendisine vâkıf yapılan zat. o malı satamaz. ' (Cevhere)