4.
Bir Satışta İki Satış Akdi Yapmak
6.
Bir Satışta Ayıplı İki Malı Satın Almak
8.
Malın Teslimden Önceki ve Sonraki Hükmü
9.
Müşterinin Malı Teslim Alması
10.
Satıcının Malı Teslim Etmesi
11.
Tevliye Ortaklık Murabaha ve Muhatat
14.
Meyve ve Zirai Ürünlerin Satışı
15.
Satıcı ve Müşterinin Anlaşmazlığı
B.
SELEM (PEŞİN PARA İLE VERESİYE MAL ALMAK)
1.
Selem Akdinin Diğer Şartları
2.
Hayvanlar Üzerine Selem Akdi Yapmak
3.
Selem Malı Yerine Başka Bir Malı Vermek Malın Teslim Zamanı ve Yeri
2.
Rehin Akdinin Geçerli Olması
4.
Rehin Akdinde Tarafların İhtilâfı
1.
Kısıtlılık Altına Alınan Mal
2.
Müflis İle Yapılan Akidden Dönmek
H.
MÜŞTEREK KULLANILAN YERLERDE İZDİHAM YARATMAK
1.
Mutlak ve Mukayyed Satışta Vekilin Uyacağı Hususlar
2.
Vadeli Mukayyed Satışta Vekilin Uyacağı Hususlar
3.
Vekalet Akdi Caiz Olan Bir Akiddir
İğreti
Akdi Caiz Olan Bir Akiddir
1.
Gâsıbın Zimmetine Geçirdiği Mal
2.
Zorla Alanın ve Mal Sahibinin İhtilâfı
3.
Gâsıp Malda Meydana Gelen Artış.
R.
KIRAD - MUDAREBE (SERMAYE EMEK ORTAKLIĞI)
2.
Mudarebe Akdi Caiz Olan Bir Akiddir
S.
MÜSÂKÂT (AĞAÇLARIN BAKIMI VE SULAMA İŞİ)
Müsâkât
Akdinde Bulunması Gereken Şartlar
1.
Kiralanan Menfaatin Şartları
2.
ibadet İçin Bir Şahsı Kiralamak.
3.
Ev veya Hayvanı Kiraya Veren Kimseye Vacib Olan Şeyler
4.
İcare Akdinde Müddet Tayini
5.
Kira Akdinin Feshe Uğraması
Satışın bir şartı icab
(teklif)'tır. Satıcının: "Bu malı şu fiyata sana sattım veya şu malı sana
mülk ettim." demesi gibi. Diğer şartı ise kabuldür. Müşterinin:
"Satın aldım veya mülk edindim veya kabul ettim." demesi gibi.
Akid esnasında
alıcının kabul sözünün satıcının icab sözünden önce olması caizdir. Meselâ
alıcı satıcıya: "Şu malı bana sat." der ve satıcı da:
"Sattım." derse, en zahir kavle göre akid tamamdır. En sahih kavle
göre satış akdi kinayeli kelimelerle de olur. Satıcının müşteriye: "Şu
malı senin için kıldım." demesi gibi.
İcab ve kabul
kelimeleri arasına uzun bir fasılanın girmemesi ve icab ile kabul lafzının
birbirine uygun olması şarttır. Buna göre, satıcı müşteriye: "Şu malı kırık
bin lira ile sana sattım." der, müşteri de: "Sağlam bin lira ile
kabul ettim." derse, akid sahih olmaz.
Dilsiz olanın
alışveriş ile ilgili işareti sözü gibi olup, satıcı ve müşterinin reşid
olmaları şarttır.
Ben diyorum ki;
alışverişte haksız yere bir zorlama olmamalıdır. Kafir kimseye Kur'an-ı
Kerim'i ve en zahir kavle göre müslüman köleyi satmak caiz değildir. Ancak azad
etmesi maksadı ile köleyi kafire satmak en sahih kavle göre caizdir.
Müslümanlarla savaş halinde olan kafire silâh satmak da caiz değildir. Allah
daha iyi bilir.
Üzerine akid yapılan
malın şartları şunlardır:
1- Üzerine akid yapılan mal bizzat temiz
olmalıdır. Şu halde; köpek, içki ve temizlenmesi mümkün olmayan necis sirke ve
süt gibi şeyleri satmak caiz değildir. Keza en sahih kavle göre, temizlenmesi
mümkün olmayan necis yağın hükmü de böyledir.
2- Satılan
mal, kendisinden yararlanılabilen bir mal olmalıdır. Faydası olmayan
haşerelerin, tüm yırtıcı hayvanların, bir iki buğday tanesi gibi şeyler ile
haram olan çalgı aletlerinin satışı caiz değildir. Zayıf kavle göre çalgı
aletinin parçası bir mal sayılırsa satışı sahihtir. En sahih kavle göre
nehirdeki suyu ve sahradaki toprağı satmak caizdir.
3- Satılan
malın müşteriye teslim edilmesi mümkün olmalıdır. Kayıp olan bir malı, kaçmış
köleyi veya gasp edilmiş bir malı satmak caiz değildir. Müşteri malı ele
geçirmeye muktedir ise, en sahih kavle göre satış akdi caiz olur.
Kap ve kılıç gibi
şeylerin belli bir kısmını satmak caiz değildir. En sahih kavle göre, bir
parçasını kesmekle kendisinde noksanlık meydana gelmeyen elbiseyi satmak
caizdir. Rehin verenin izni olmadan rehineyi satmak ve en zahir kavle göre,
boynuna mal taallûk eden cani köleyi satmak caiz değildir. Zimmetinde mal
bulunan köleyi satmanın zararı yoktur. Keza en zahir kavle göre, zimmetinde
kısas cezası bulunan köleyi satmanın da zararı yoktur.
4- Satılık
mal, satıcının mülkü olmalıdır. Fuzuli akid (mal sahibinin izni olmadan veya
velayet hakkı olmadan yapılan akid) geçersizdir. İmam'm ilk kavline göre
fuzuli satış dondurulur; sahibi rıza gösterirse geçerli olur, rıza göstermezse
akid geçerli olmaz. Bir kimse hayatta olduğunu zannederek mirasçısı olduğu
kişinin malını satar da sonra öldüğü ortaya çıkarsa, en zahir kavle göre satış
sahihtir.
5- Satılık
malın miktarı ve nitelikleri satıcı ve alıcı tarafından bilinmelidir. Buna göre
kıymetleri eşit olsa da iki elbiseden biri satılırsa akid batıldır.
Bir yığın buğdaydan
belli sayıda birkaç sa' (avuç) satmak sahihtir. Keza en sahih kavle göre, sa'm
sayısı bilinmezse de akid sahihtir. Mal sahibi müşteriye: "Şu malı bu ev
dolusu kadar buğdaya veya şu çakıl taşlarının sayısı kadar altına, filanın
atını sattığı ücrete, bin dirhem ve dinara sana satım." derse, böyle bir
satış akdi sahih değildir. Bir kimse, malını herhangi bir para karşılığında
satar da akid mahallinde genelde kullanılan bir para varsa, o para belirlenir.
Akid mahallinde iki çeşit para olur da biri genelde kullamlmi-yorsa, hangi para
karşılğında sattığını belli etmesi şarttır.
Her bir sa' (avuç) bir
dirheme olmak üzere, sa' sayısını belli etmeden bir yığın buğdayı satmak
sahihtir. Bir sa' bir dirheme olmak üzere bir yığın buğday yüz dirheme satılır
ve buğday yığını yüz sa' çıkarsa böyle bir satış sahihtir. Yığın yüz sa'
çıkmazsa, en sahih kavle göre akid caiz değildir.
Malın bedelinin
hazırda olması, miktarının bilinmesi için yeterlidir. En zahir kavle göre,
hazırda olmayan eşyanın satışı sahih değildir. Ezhere karşı olan ikinci kavle
göre satışı sahihtir. Fakat müşterinin malı görmesi halinde kendisi için
muhayyerlik hakkı vardır.
Akdin gerçekleşeceği
zamana kadar bozulmayan malın akid-den önce görülmesi, akdin sahih olması için
yeterlidir. Akdin gerçekleşeceği ana kadar bozulan malı önceden görmek yeterli
değildir. Malın gerisine delalet etmesi şartıyla satılık malın bir bölümünü
görmek yeterlidir. Bir yığın buğdayın dış kısmını veya numunesini görmek gibi.
Malın gerisine delalet
etmeyen nar ve yumurta gibi yaratılış itibariyle malın iç kısmını koruyan dış
kabuğunu görmek, ceviz ve bademin yaratılış itibariyle olan iç kabuğunu görmek
yeterlidir.
Her mal, kendisine
mahsus özeliklere göre dikkate alınır. (Meselâ satılık mal ev ise; tavanı,
çatısı, duvarı, hamamı, kanalizasyonu ve yolu; bahçe ise ağaçları ve su arkı
gibi özellikleri dikkate alınır.) En sahih kavle göre satılık malı selem akdi
için geçerli olan sıfatlarla belirtmek, görme şartı için yeterli olmaz.
Kör olanın selem akdi
yapması caizdir. Zayıf kavle göre ise temyiz çağına varmadan kör olmuşsa selem
akdi yapması caiz değildir.
Aynı cins yiyecek
maddelerinin birbiri karşılığında satılması üç şartla caiz olur.
1- Hulul,
yani her iki mal peşin olmalıdır.
2- Temasül,
yani bedeller misli misline eşit miktarda olmalıdır.
3- Tekabud,
yani taraflar akid meclisinden ayrılmadan teslim ve tesellüm el be el
olmalıdır.
Buğdayın arpa
karşılığında satılması gibi malın cinsi ayrı ise, birinin diğerinden fazla
olması caizdir. Bununla birlikte hulul ve te-kabudun bulunması şarttır.
Taam; gıda, meyve veya
tedavi maksadıyla insan için yiyecek olan maddelerdir. Riba ancak bu maddelerde
söz konusudur. Cinsi değişik maddelerin unu, sirkesi ve yağı ayrı cinsler
sayılır. En zahir kavle göre, et ve sütün hükmü de böyledir.
Eşitlikte kile ile
olan şeylerde kile, tartı ile olan şeylerde tartı dikkate alınır. Bir şeyin
ölçüsünün kile veya tartı olduğunu tespit etmek için genellikle Resûlüllah
(a.s.)'m devrindeki Hicaz halkının adeti dikkate alınır. Ölçüsü bilinmeyen
eşyada kile, tartı, muhayyerlik veya malın elde edildiği bir usul varsa o usûl
ölçü olarak alınır diyen zayıf kaviller de vardır.
Altını altın veya
gümüşü gümüş karşılığında satmanın hükmü yiyecek maddelerinin hükmü gibidir.
Ribevi olan mallar kendi cinsleri ile tahmini olarak satılırsa, akid sahih
olmaz. Bedelleri eşit olduğu anlaşılsa da hüküm böyledir.
Meyve ve hububatta
denklik, kuruma vaktinde tahakkuk eder. Bazen denklik, olgunlaşma vaktinin ilk
döneminde dikkate alınır. Buna göre yaş hurma, yaş ve kuru hurma karşılığında;
taze üzüm, yaş ve kuru üzüm karşılığında satılamaz.
Kurutulmayan üzüm,
salatalık gibi meyve ve sebzeleri kendi cinsleri karşılığında satmak caiz
değildir. Bir kavle göre meyvenin yaş olması eşitliğin tahakkuku için
yeterlidir.
Un, kavut ve ekmek
gibi maddelerde mümaselat yeterli olmaz. Belki hububattaki denklik habbelerde
olur. Yağı çıkan susam gibi habbelerde denklik , habbelerde veya yağda tahakkuk
eder. Üzümün kuru olanında ve sirkesinde eşitlik tahakkuk eder. Keza en
sahihkavle göre, üzümün şırasında da denklik tahakkuk eder.
Sütte denklik;
katıksız süt, katıksız yağ ve katkısız kaymakta tahakkuk eder. Sütten elde
edilen peynir ve çökelek gibi diğer nevi-lerde ise denklik tahakkuk etmez.
Ateşte pişirilen veya
kızartılan veya haşlanan maddelerde denklik tahakkuk etmez. Örneğin ısıtılarak
ateşte tasfiye edilen balı mumdan ve yağı sütten ayırmak gibi maddelerde ateşin
eşitliğe zararı olmaz.
Taraflar arasında
ribevi akid cereyan eder ve mal ile paranın cinsleri ayrı ayrı ise, bir avuç
hurma ve bir dirhemi, bir avuç hurma ve bir dirhem karşılığında veya bir avuç
hurma ve bir dirhemi, iki avuç hurma veya iki dirhem karşılığında satmak gibi
veya sağlam ve kırık para ile veya bunlardan biriyle akid yapmak gibi nevileri
ayrı ayrı ise akid batıldır.
Bir hayvanın etini,
aynı cins canlı hayvan karşılğmda satmak; keza en zahir kavle göre, eti helal
olsun veya olmasın ayrı cins canlı hayvan karşılığında satmak haramdır.
Caiz olmayan satışlar
şunlardır.
a.Asb'ül-Fahl
Satışı: Resûlüllah (s.a) böyle bir satışı yasaklamıştır. Bu, erkek hayvanı
dişi hayvan üzerine çektirmektir. Buna, döl suyu veya erkek hayvanı dişi hayvan
üzerine çektirme ücreti de denilmiştir. Erkek hayvanın döl suyunun ücreti
haramdır. Keza en sahih kavle göre, erkek hayvanı dişi hayvana çektirme
karşılığında ücret almak da haramdır.
b. Hablü'l-Hable
Satışı: Bu, doğacak olan yavrunun doğuracağı yavrudur. Doğacak olan yavrunun
doğuracağı yavruyu satmak veya parasını doğacak olan yavrunun, yavru doğuracağı
zamanda ödemek üzere bir şeyi satmak geçersizdir. Kişinin şu evimi, doğacak
olan yavrunun yavru doğuracağı zamana kadar borca sana sattım demesi gibi.
c. Melakih
Satışı: Gebe hayvanın karnındaki cenini satmaktır, d.- Mezamin Satışı: Döl
hayvanının sulbundakini satmak.
e. Mülamese
Satışı: Katlanmış bir kumaşa dokunmak veya karanlıkta el değdirmekle yetinip,
görmesi halinde de seçme hakkının olmaması şartı ile yapılan veya satıcının
müşteriye: "Dokunduğun anda sana sattım." demek sureti ile yapılan
satıştır.
f. Münabeze
Satışı: Alıcı ve satıcının "atmayı" satış olarak kabul etmeleridir.
Bu taraflardan birinin diğerine: "On liraya olmak üzere elbisemi sana
atıyorum" demesi, diğerinin de elbiseyi alması sureti ile yapılan
satıştır.
g. Hasat
Satışı: Atılacak çakıl taşının üzerine düştüğü kumaşı satmaktır. Bu,
taraflardan birinin diğerine: "Bu taşın isabet ettiği kumaşı sana
sattım." diyerek veya atışı bir satış olarak kabul etmeleri veya:
"Taşı atıncaya kadar muhayyerlik hakkın olmak üzere bu malı sana
sattım." diyerek malı satmasıdır.
h. Bir
Satışta İki Satış: Satıcının: "Peşin bin lira, bir sene veresiye olarak
iki bin lira olmak üzere sana sattım veya evini bana şu fiyata satman şartıyla
şu köleyi sana bin liraya sattım." demesi suretiyle aynı anda bir satışta
iki satış yapmasıdır.
ı. Şartlı Satış: Bir
borç veya bir satış karşılığında yapılan akid-dir. Bir kimse, satıcı tarafından
hasadı yapılmak şartı ile bir ziraatı veya satıcı tarafından dikilmek şartı ile
bir elbiseyi satın alırsa, en sahih kavle göre bu caiz değildir.
Satışta bazı şartların
zikredilmesi istisna edilmiştir: Muhayyerlik şartıyla satış yapmayı, malın
kusurdan beri olmasını, meyvelerin satıcı tarafından toplanmasını, zimmete
olan ücreti almak üzere vade tayin etmeyi, rehine bırakmayı, kefil ve şahit
tutmayı şart koşmak gibi. En sahih kavle göre şahit tayin etmek şart değildir.
Şayet müşteri rehine bırakmaz veya kefil tayin etmezse, satıcı için muhayyerlik
hakkı vardır.
Bir kimse azad
edilmesi şartı ile bir köleyi satarsa, meşhur kavle göre hem şart hem de satış
geçerlidir. En sahih kavle göre satıcı, köleyi azad etmesini müşteriden
isteyebilir. Şayet azad etmek şartı ile birlikte velayet hakkının kendisinde
kalmasını veya azadlığı kendi ölümüne bağlamasını veya onunla kitabet akdi
yapmayı veya bir ay sonra azad edilmeyi şart koşarsa, akid sahih olmaz. Satıcı
malı kabz etmek, ayıplı olması halinde malı geri vermek gibi akdi iktiza eden
bir şeyi şart koşarsa veya bir garaz olmadan sadece belli
bir yemeği yemesini
şart koşarsa bu caizdir.Satıcının akdin gerektirdiği bir niteliği, örneğin;
kölenin katip olmasını veya hayvanın gebe veya sütlü olmasını şart koşması caizdir.
İleri sürülen şartlar mevcut değilse, müşteri için muhayyerlik hakkı vardır.
Bir kavle göre hayvan ile ilgili akid, şartlı akid olduğundan geçersizdir.
Şayet satıcı müşteriye: "Hayvanı ve hamlini veya memesindeki sütünü sana
sattım." derse, en sahih kavle göre akid geçersizdir. Sadece hayvanın
karnındaki cenini satmak veya hayvanı karnındaki cenini dışında satmak veya
karnındaki çocuğu hür olan cariyeyi satmak caiz değildir. Hamile olan mutlak
şekilde satılırsa, cenin de onunla birlikte satışa girer.
Yasaklanan akidlerden
sayılan, ancak akde bitişik bir sebepten dolayı batıl olmayan akidler
şunlardır:
a. Şehirlinin Çölden Gelenin Malını Satması: Bu,
halkın ihtiyaç duyduğu malı köy veya çölden getirerek şehirde piyasa fiyatına
satmak isteyen yabancı kişiye şehirlinin: "Malını yanıma bırak, onu yavaş
yavaş yüksek fiyatla satayım." demesidir.
b. Kervanı Şehir Dışında Karşılamak: Şehre mal
getiren kervanı karşılayarak daha kervan şehre girmeden ve piyasa fiyatını
öğrenmeden kişinin malları ucuza almasıdır. Kandırıldığı ortaya çıkarsa, satıcı
akdi feshedebilir.
c.
Başkasının Pazarlığı Üzerine Pazarlık Yapmak: Her iki taraf fiyatta
anlaştıkları zaman bu pazarlık üzerine ikinci bir pazarlık yapmak haramdır. Bu
başkasının aynı malı satmak için, müşteriye ilk akdi feshetmesini emretmesidir.
d.
Başkasının Satışı Üzerine Satış Yapmak: Kişinin malı satın almak için
muhayyerlik müddeti içerisinde satıcıya akdi bozmasını emretmesidir.
e. Necş Satışı: Satışa arz edilen malı satın
almak için değil de başkasını kandırmak maksadı ile fiyatı arttırmaktır. En
sahih kavle göre bu durumda müşteri için muhayyerlik hakkı yoktur.
f. İçki
Yapan Kimseye Taze Hurma veya Üzüm Satmak.
g. Cariyeyi Çocuğundan Ayırarak Satmak: Henüz
yedi yaşmagirmemiş çocuğundan ayırarak cariyeyi satmak haramdır. Bir kavle göre
çocuk buluğ çağına girmeden cariyeyi satmak haramdır. Satış veya hîbe şekli ile
cariyeyi çocuğundan ayırarak yapılan akid en zahir kavle göre geçersizdir.
h. Arabun
Satışı: Bu satış sahih değildir. Bu, müşterinin malı alıp parasının bir kısmını
kapora olarak satıcıya vererek malı beğenirse, fiyata dahil etmesi, beğenmezse
kaporamn satıcıya hîbe olarak kalmasıdır.
Bir kimse, bir satışta
sirke ve içkiyi veya kölesi ile birlikte hür olanı veya kölesi ile birlikte
başkasının kölesini veya ortağının izni olmadan ortaklık malını satarsa, en
zahir kavle göre satış akdi malik olduğu şeyde geçerli sayılır. Müşteri satın
aldığı malın durumundan habersizse, muhayyerlik hakkı vardır. Akdi kabul
ederse, satıcı kendisine ait olan malın ücretini alır. Bir kavle göre, müşteri
malın tümünü alır ve satıcı için muhayyerlik hakkı olmaz.
Bir kimse kendisine
ait iki köleyi satar da müşteri henüz teslim almadan biri telef olursa, mezhep
alimlerince kabul edilen rivayete göre, geri kalan köle için akid geçerlidir.
Fakat müşterinin muhayyerlik hakkı vardır. Şayet müşteri akdi kabul ederse,
kesin olarak mevcut kölenin bedelini öder.
Bir akidde icare ve
satış veya icare ve selem akdi gibi hükümleri değişik iki akid bir arada
olursa, en zahir kavle göre akid sahihtir ve her malın bedeli değerine göre
tevzi edilir. Satış ve nikah akdi bir arada olursa, nikah akdi sahih olur.
(Satıcının müşteriye: Kâzımı sana tezvic ettim ve kölemi sana sattım demesi
gibi.)
Bir akidde satış ve
sıdak akdi olursa farklı iki kavilden birine göre akid sahihtir.
Akidde fiyat taaddüt
ederse, akid de taaddüt eder. Satıcının: "Şu malı şu fiyata, şu malı da şu
fiyata satıyorum." demesi gibi. Satıcı taaddüt ederse, akid de taaddüt
eder. Keza en zahir kavle göre müşteri taaddüt ederse akid de taaddüt eder.
Satıcı ve müşteri bir kişiyi veya ikisinden biri, iki kişiyi vekil tayin
ederlerse, en sahih kavle göre vekile itibar edilir.
Muhayyerlik hakkı üç
çeşittir:
a- Meclis
Muhayyerliği: Bu çeşit muhayyerlik, parayı para karşılığında veya yiyecek
maddelerini yiyecek maddeleri karşılığında satmak, selem akdi, tevliye,
ortaklık ve bir bedel üzerine yapılan sulh gibi satış akdinin nevilerinde
geçerlidir.
Bir kimse azad etmesi
gereken asıl veya füruundan bir köleyi satın alırsa, muhayyerlik müddeti
içerisinde mülkiyet hakkı satıcıya aittir veya mülkiyet durdurulur dememiz
halinde, muhayyerlik hakkı hem satıcı için hem de alıcı için vardır. Mülkiyet
hakkı müşteriye aittir dediğimiz takdirde, muhayyerlik hakkı müşteri için
değil de satıcı için olur. İbra, nikah ve bedelsiz hîbe akidlerinde muhayyerlik
hakkı olmaz. Keza bir bedel ile verilen hîbe, şüf a, icare, müsâkât ve sıdak
gibi akidlerde de en sahih kavle göre muhayyerlik , hakkı olmaz.
Meclis muhayyerliği
iki şeyle düşer:
1- Tarafların satış akdini geçerli kılmaları:
Taraflardan biri muhayyerlik şartından vazgeçerse, onun muhayyerlik hakkı düşer
diğeri için devam eder.
2-
Tarafların akid meclisinde bir birlerinden ayrılmaları: Şayet mecliste
kalmaları uzun sürer veya beraber ikamet ederler veya odaya beraber yürürlerse,
muhayyerlik hakları devam eder. Tarafların birbirlerinden ayrılmaları,
insanların örfe göre ayrılma saydıkları şeyle olur. Şayet taraflardan biri
akid meclisinde ölür veya delirirse, en sahih kavle göre bu hak mirasçılarına
veya velilerine geçer. Taraflar birbirlerinden ayrıldıkları veya ayrılmadan
önce akdi feshettikleri konusunda anlaşmazlığa düşerlerse, inkar eden yemin
eder ve sözü doğrulanır.
b- Şart
Muhayyerliği: Satış akdi nevilerinde taraflardan ikisi veya birisi için şart
muhayyerliği vardır. Ancak riba ve selem akidlerinde malın mecliste teslim
alınması şart koşulursa, şart muhayyerliği caiz olmaz.
Şart muhayyerliği şu
şartlarla caiz olur:
1- Zaman
belli olmalıdır.
2- Belli
edilen zaman üç günden fazla olmamalıdır.
3- Zaman art
arda ve akidden itibaren hesaplanmalıdır. Zayıf kavle göre ise zaman, akid
meclisinden ayrıldıktan itibaren hesaplanır.
En zahir kavle göre
şart muhayyerliği süresince satıcı muhayyerlik hakkına sahip ise, malın
mülkiyeti onundur. Muhayyerlik hakkı müşterinin ise mülkiyeti de onundur.
Taraflardan ikisi de muhayyerlik hakkına sahip ise mal, akdin neticesi belli
oluncaya kadar durdurulur. Akid kesinleşirse mülkiyet hakkı akidden itibaren
müşteriye ait olur. Akid feshedilirse, mülkiyet hakkı satıcının olur. Akdin
feshi veya kabulü, buna delalet eden lafızlarla olur. Kişinin fesih için:
"Satışı feshettim, satışı kaldırdım veya malı geri çevirdim." demesi
gibi. Akdin kabulü için ise müşteri: "Akdi kabul ettim veya akdi geçerli
kıldım." gibi bir lafzı söylemelidir.
Muhayyerlik müddeti
içerisinde satıcının sattığı cariyesi ile cinsel ilişkide bulunması veya
sattığı köleyi hürriyetine kavuşturması akdin feshine delalet eder. Keza bu
müddet içerisinde malı satmak, icareye vermek veya cariyeyi evlendirmek de en
sahih kavle göre akdin feshine delalet eder. Yukarıda belirtilen tasarrufun
müşteri tarafından yapılması, en sahih kavle göre satışın kabulüne işaret
eder. Malı satışa arz etmek veya onda vekil tayin etmek satıcı için akdin
feshine delalet etmez. Müşteri için de akdi kabul etme sebebi olmaz, c- Ayıp
muhayyerliği: Satın alınan kölenin testislerinin buruk olması, zinakar, hırsız
veya efendisinden kaçan cinsten olması, yatağını ıslatması, nefesinin veya
dişlerinin kokması, hayvanın ise serkeş veya ısırgan olması gibi eski bir
ayıbın ortaya çıkması halinde müşteri için ayıp muhayyerliği vardır.
Maldaki ayıp, malın
kendisini veya değerini eksilten ve asıl maksadı giderecek şekilde olan
noksanlıktır. Ayrıca bu ayıp, satılan malın mislinde genellikle bulunmamalıdır.
Ayıbın akde bitişik olması veya teslimden önce olması hüküm açısından aynıdır.
Teslimden sonra meydana gelirse müşteri için muhayyerlik hakkı olmaz. Ancak
ayıp kölenin elinin kesilmesi gibi eski bir cinayete dayalı ise, en sahih kavle
göre müşteri malı geri verebilir. Kölenin eski hastalık sebebiyle ölmesi en
sahih kavle göre, bu hükmün hilâfinadır. Eski dininden dönmesi sebebiyle
öldürülürse, en sahih kavle göre satıcı ücreti tazmin eder.
Kişi bir hayvanı satar
ve ayıplardan beri olduğunu şart koşarsa, en zahir kavle göre, bildiği değil,
satıcının bilmediği tüm gizli ayıplardan beri olduğu kabul edilir. Bu şartlarla
birlikte teslimden önce yeni bir ayıp zuhur ederse, müşteri malı geri
verebilir. Satıcıy meydana gelecek ayıplardan beri olması şartı ile malı
satarsa, en sahih kavle göre akid sahih olmaz. Mal müşterinin yanında telef olduktan
veya köleyi azad ettikten sonra ayıbı anlaşılırsa, müşteri değer farkını ister.
Erş, fiyatın bir
parçasıdır. Fiyata göre oranı, mal sağlam iken , ayıb sebebiyle kıymetinden
noksanlaşan orandır. En sahih kavle ;, göre malın değeri, malın satış günü ile
teslim alındığı gün arasındaki değerinin en azma itibar edilir. Mal değil de
malın bedeli telef olduktan sonra müşteri malın ayıplı olduğunu öğrenirse, onu
geri verir ve paranın aynısını veya değerini satıcıdan alır. Müşterinin
mülkünden çıkıp bir başkasının mülküne girdikten sonra malın ayıplı olduğunu
Öğrenirse, en sahih kavle göre ilk müşteri değer eksikliği farkını alamaz.
Eğer ikinci müşteri malı iade ederse, ilk müşte-, ri malı ilk sahibine geri
verebilir. Zayıf kavle göre ise, ikinci müşteri ayıp sebebi olmaksızın malı
geri verirse, ilk müşterinin malı ilk sahibine geri verme hakkı olmaz .Ayıplı
malı iade etmek acele üzere olur. Müşteri malı örfe göre acele üzere geri
vermelidir. Şayet vakti giren namazı kılmakta iken veya yemek yemekte iken
malın ayıbını Öğrenirse, bunlardan ayrılıncaya kadar bekleyebilir. Ayıbı akşam
öğrenmişse iadeyi sabaha kadar erteleyebilir.
Satıcı aynı beldede
ise, müşteri malı bizzat veya vekilinin vasıtasıyla satıcıya veya vekiline
teslim eder. Malı satıcıya teslim etmez de durumu hakime bildirirse bu daha iyi
olur. Satıcı kayıp ise durumu hakime bildirir. En sahih kavle göre müşteri
malı satıcıya veya hakime teslim edinceye kadar akdi feshettiğine dair mümkünse
şahit tutar. Şahit tutmaktan aciz kalırsa, en sahih kavle göre: "Akdi
feshettim." şeklinde telaffuzda bulunması lazım değildir.
Müşteri malı iade
etmek isterse, onu kullanmaması şarttır. Şayet köleyi çalıştırır veya hayvanın
üzerindeki eğer ve semeri indirirse, malı geri verme hakkı düşer. Ancak zorla
sevk edilen veya çekip götürülmesi zor olan serkeş hayvana binmekte müşteri
mazur sayılır. Müşteri kendi kusurundan dolayı iade etme hakkını kaybederse,
değer farkını alamaz.
Mal müşterinin elinde
iken bir kusur meydana gelir ve sonra maldaki eski ayıbı öğrenirse, onu zorla
iade etme hakkı düşer. Bu durumda satıcı malı geri almak isterse, müşteri yeni
ayıbın farkını ödemeksizin onu iade eder veya müşteri eski ayıbın farkını almaksızın
malı kabul eder. Şayet satıcı malı kabul etmezse, müşteri yeni ayıbın değer
farkı ile birlikte malı iade eder veya müşteri eski ayıbın değer farkını
satıcıdan alır ve malı geri iade etmez. Satıcı ve müşteri bu iki durumun
birinde anlaşırlarsa mesele yoktur. Anlaşmazlarsa, en sahih kavle göre malı
almak isteyene icabet edilir.
Satıcının malı geri
alması veya müşteriye bırakması veya değer farkını ödemesi şıklarından birini
seçmesi için müşterinin yeni ayıbı satıcıya hemen bildirmesi vacibtir. Şayet
müşteri Özrü olmaksızın durumu bildirmeyi geciktirir de malı iade etmezse,
değer farkını isteyemez.
Yumurtayı kırmak,
hindistan cevizini delmek, kurtlu olan kavunu kesmek gibi malın bozuk olup
olmadığı yeni bir ayıbın oluşmasıyla anlaşılıyorsa, en zahir kavle göre ayıplı
çıkması halinde mal, sahibine iade edilir ve değer farkı ödenmez. Eski ayıp, yeni
ayıbın en az miktarı ile bilinirse hükmü sair yeni ayıpların hükmü gibidir.
Bir kimse bir satışta
ayıplı iki köleyi satın alırsa, ikisini de iade edebilir. En zahir kavle göre
biri ayıplı çıkarsa, sadece ayıplı olanı değil her ikisini de iade eder. Bir
kimse iki kişiye ait ayıplı bir köleyi satın alırsa, birinin hissesini iade
eder. Bir köleyi iki kişi satın alır ve kölenin ayıplı olduğu ortaya çıkarsa,
en zahir kavle göre bir müşterinin hissesi iade edilir.
Satıcı ve müşteri
maldaki ayıbın eski olduğu konusunda anlaşmazlarsa, vereceği cevaba göre
satıcı yemini ile birlikte doğrulanır. Ayıplı olan mal iade edilirken
hayvanlarda besili olma gibi meydana gelen ziyadelikler malın aslına tabi olur.
Yavru ve ücret gibi maldan ayrı meydana gelen ziyadelikler, malı geri vermeye
mani değildir. Müşteri malı teslim aldıktan sonra iade ederse, bu fazlalıklar
kendisinin olur. Keza en sahih kavle göre mal teslim alınmadan geri verilirse,
ayrı olan ziyadelikler müşterinin olur.
Bir kimse gebe olan
hayvanım satar da hayvan müşterinin yanında iken doğurur ve ayıbı nedeniyle
iade edilirse, en zahir kavle göre, yavrusu ile birlikte iade edilir. Müşteri
satın aldığı hayvanı istihdam ederse veya dul olan cariye ile cinsel ilişkide
bulunursa bunlar malı iade etmeye mani teşkil etmez. Müşteri, teslim aldıktan
sonra cariyenin bekaretini giderirse, bu malda yeni bir noksanlık olarak kabul
edilir. Bu fiil teslimden önce olursa, mala karşı işlenen bir cinayet olarak
kabul edilir,
Musarrat (satıcının,
hayvanın sütü fazla sanılsın diye satıştan bir müddet önce sağmaması) satışı
haramdır. Musarrat hayvanı alan kişi için muhayyerlik hakkı acele üzere vardır.
Zayıf kavle göre muhayyerlik hakkı üç güne kadar devam eder.
Müşteri hayvanı iade
ederken sütü telef etmişse, sahibine telef ettiği süt yerine bir sa' hurma
vermesi gerekir. Zayıf kavle göre, bir sa' gıda maddesi kafidir. En sahih kavle
göre süt çok da olsa sa'm sayısı değişmez. Tesriye muhayyerliği, sadece naam
diye tabir edilen hayvanlara mahsus değildir. Belki eti yenen tüm hayvanlarda,
cariye ve dişi merkep hakkında da geçerlidir. Ancak bunlar hakkında tesriye
muhayyerliği sabit olursa, telef edilen sütün yerine bir şey vermek gerekmez.
Cariye hakkında ise bir vecih vardır. Yani tüketilen süt yerine bir sa' hurma
verilir.
Satış esnasında
kanalın suyunu tutmak, değirmenin suyunu salıvermek, cariyenin yüzünü
kırmızıya, saçını da siyaha boyamak veya perma etmek gibi durumlar muhayyerlik
hakkını sabit kılar. Kölenin katib olduğunu göstermek için elbisesini boyamak,
en sahih kavle göre muhayyerlik hakkını sabit kılmaz.
Mal, müşteri
tarafından teslim alınmadıkça satıcının zimmetindedir. Telef olması halinde
akid fesholur ve satıcı malın bedelini alamaz. Şayet müşteri, satıcıyı
zimmetten beri kılarsa en zahir kavle göre, satıcı zimmetten kurtulmuş olmaz
ve hükümde bir değişiklik olmaz.
Müşteri malı telef
eder ve satılık mal olduğunu bilirse, bu onun için malı teslim alma sayılır.
Satılık mal olduğunu bilmezse, bunda iki görüş vardır: Bunun hükmü, kişinin
misafir olarak gasp edilmiş malını yemesinin hükmü gibidir. Mezhep alimlerince
kabul edilen rivayete göre, satıcının malı telef etmesi, malın semavi bir
afetle telef olması gibidir. En zahir kavle göre bir başkası malı telef ederse
akid fesholmaz. Müşteri dilerse akdi kabul eder ve telef edeni borçlandırır,
dilerse akdi fesheder. Bu durumda satıcı, yabancıyı (malı telef edeni)
borçlandırır.
Mal teslimden önce semavi
bir afetle ayıplı hale gelir ve müşteri akdi kabul ederse fiyatın tümünü öder.
Mal müşteri tarafından ayıplı hale gelirse, artık onun için muhayyerlik hakkı
olmaz. Bir başkası malı ayıplı kılarsa, müşteri için muhayyerlik hakkı vardır.
Ancak akdi kabul ederse malı ayıplı kılan kişiden noksanlık farkını tazmin
eder. Satıcı malı ayıplı hale getirirse mezhep alimlerince kabul edilen
rivayete göre müşteri için muhayyerlik hakkı sabit olur. Fakat onu borçlandırma
hakkı olmaz.
Müşterinin malı henüz
teslim almadan satması caiz değildir. En sahih kavle göre, henüz teslim
alınmamış malı ilk sahibine geri satmanın hükmü, başkasına satmanın hükmü
gibidir. İcare, rehin ve hîbe akidlerinde de hüküm, satış akdinin hükmü
gibidir. Müşterinin köleyi teslim almadan azad etmesi ise bu hükmün aksinedir.
Tayin edilmiş olan
bedel, satılan mal gibi olup, satıcı onu teslim almadan satamaz. Satıcı
başkasının elinde emanet, ortaklık, mudarebe ve rehine olmaktan kurtulan malı
satabilir. Ancak miras malı ve velinin elinde bulunan mal, sahibi reşid
olduktan sonra satılabilir. Keza kişi iğreti malını ve müşterinin elindeki
malını da satabilir.
Üzerine selem akdi
yapılan malı teslim almadan satmak veya bedelini almak sahih değildir, imam'm
son kavline göre, selem akdi için şart koşulan paranın yerine bir başka parayı
almak caizdir. Şayet bedel, dirhem yerine dinar almak gibi ribevi bir mal ise,
bedeli aynı mecliste almak şarttır. En sahih kavle göre, bedeli akid meclisinde
tayin etmek şart değildir. Keza dirhem yerine elbise vermek gibi her iki
bedelin illeti aynı değilse aynı mecliste almak da şart değildir. Borcu başka
bir mala değiştirip aynı mecliste almak ve telef olmuş malın değerini aynı
mecliste almak caizdir. Bedeli aynı mecliste teslim almanın şartı; daha önce
geçen ribevi ve ribevi olmayan malın teslim ve tesellümün şartları gibidir.
Bir kimsenin borcunu
üzerinde borcu bulunan kimseden başka bir kişiye satması, ezher kavle göre
geçersizdir. Meselâ, bir kimsenin Amr'da bulunan yüz liralık alacağına
karşılık Zeyd'in kölesini satın alması gibi. Şayet Zeyd ile Amr'm bir kişiden
alacakları olsa ve Zeyd borcunu Amr'a borcu karşılığında satarsa, bu akid
ittifakla geçersizdir.
Gayri menkul gibi bir
malın teslimi satıcının eşyalarım çıkarması, müşteri için akarı tahliye etmesi
ve müşteriye onda tasarruf yapma imkanını vermesi ile olur. Alıcı ve satıcı
satılık malın bulunduğu yerde değillerse, en sahih kavle göre, teslimat için
satılık malın bulunduğu yere gitmelerine imkan veren bir zamanın geçmesi dikkate
alınır.
Menkul olan bir malın
teslimatı ise, malı bulunduğu yerden bir başka yere nakletmekle olur. Şayet
akid satıcıya ait olmayan bir yerde cereyan etmişse, teslimatın gerçekleşmesi
için malı bulunduğu yerden bir başka yere nakletmek yeterlidir. Akid satıcının
evinde cereyan etmişse, malı bulunduğu yerden başka bir yere nakletmek teslimat
içim yeterli olmaz. Ancak satıcının iznini almak şartı ile mal bulunduğu yerde
ariye olarak kalabilir.
Malın bedeli tecilli
ise veya teslim edilmişse, müşteri malı teslim alabilir. Aksi halde müşteri
satıcıdan izin almadan malı alamaz.
Bir mal, meselâ;
elbise metre ile, arsa uzunluk birimi ile, buğday kile veya tartı ile
ölçülerek satılırsa, malı teslim almak için nakletmekle birlikte metre veya
uzunluk birimi veya kile ile ölçerek teslim almak şarttır. Bunun misali şudur:
Satıcı müşteriye: "Şu buğday yığınını her bir sa'ı bir dirheme olmak üzere
sana sattım." veya: "Şu on sa' buğday yığınını beş dirheme sana
sattım." demesi gibi. Bekir'in on ölçek buğdayı Zeyd'de ve Amr'm da on
ölçek buğdayı Bekir'de olsa, Bekir önce on ölçek hakkını Zeyd'den teslim alır.
Sonra Amr'a on ölçek teslim eder. Şayet Bekir Amr'a: "Zeyd'de bulunan alacağımı
kendi alacağının verine al." der, Amr gider de Zeyd'den on ölçek buğdayı
teslim alırsa, bu şekilde olan teslim alma fasittir.
Satıcı: "Malın
karşılığını almadan malı teslim etmem." der, müşteri de: "Malı teslim
almadan karşılığını ödemem." derse, malı teslim etmesi için satıcı icbar
edilir. Bir kavle göre müşteri icbar edilir. Başka bir kavle göre ise, icbar
yoktur. Biri malı teslim ederse diğeri icbar edilir. Bir kavle göre, hem alıcı
hem de satıcı icbar edilir. Ben diyorum ki fiyat belli ise, ilk iki görüş düşer
ve en zahir kavle göre hem alıcı hem de satıcı icbar edilir. Allah daha iyi
bilir.
Satıcı malı teslim
eder ve karşılığı hazır ise, ödemesi için müşteri icbar edilir. Malın karşılığı
hazır olmaz ve müşteri malî sıkıntıda ise, iflas sebebiyle satıcı akdi
feshedebilir. Müşteri malî sıkıntıda olmaz da malı bir başka beldede veya yakın
bir mesafede olursa, parayı teslim edinceye kadar malı hacr edilir. Mal, kasır
mesafesi kadar bir uzaklıkta ise, getirilinceye kadar bekleyip sabretmesi
için satıcıya teklif yapılmaz. En sahih kavle göre, satıcı akdi feshedebilir.
Şayet bekleyip sabrederse, belirtildiği şekilde müşterinin malı hacr edilir.
Satıcı parasını
alıncaya kadar malını alıkoyabilir. Şayet paranın yok olacağından korkarsa
malını alıkoyması ihtilafsız caizdir. Parayı kaçırma korkusu olmayıp hangisinin
(mal veya paranın) önce verilmesi konusunda anlaşmazlık varsa, bunun hükmü
yukarıda geçen görüşlere göre dikkate alınır.
Tevliye (malı alış
fiyatına satmak): Bir kimse bir eşyayı satın aldıktan sonra ilk fiyatını bilen
birisine: "Seni bu akde veli kıldım." der ve o da kabul ederse, aynı
fiyatı ödemesi lazım gelir. Tevliye, şartları ve kendisine terettüp eden
hükümler açısından bir satış ak-didir. Ancak tevliye akdinde fiyatı zikretmeye
gerek yoktur. Şayet muvelli (tevliye akdi yapan) için fiyattan indirim
yapılırsa, bu indirim muvella (tevliye akdini kabul eden) için de yapılır.
İşrak (ortak etme):
Ortak olunan miktar belli ise, malın bir kısmına ortak olmak tevliyede olduğu
gibi tümüne ortak olmak gibidir. Şayet ortaklık mutlak şekilde yapılırsa caiz
olup müşteri malın yarısına ortak olmuş olur. Zayıf kavle göre ise mutlak
ortaklık caiz değildir.
Murabaha (Bir malı
alış fiyatına kâr ekleyerek satmak): Murabaha akdi sahihtir. Bu, satıcının yüz
dirheme aldığı malı, alış fiyatını bilen bir başkasına: "Bu malı her onda
bir dirhem kârla satın aldığım fiyata veya onda biri kârla sana sattım."
demesidir.
Muhatat (Bir malı alış
fiyatından düşük bir fiyatla satmak): Bu, satıcının müşteriye: "Bu malı
satın aldığım fiyattan onda bir veya on birde bir indirimle sana sattım."
demesidir. Bu takdirde her on bir dirhemden bir dirhem indirim yapılır. Zayıf
kavle göre her on dirhemden bir dirhem indirim yapılır.
Satıcı müşteriye:
"Bu malı aldığım fiyatla sana sattım." derse, Ödemede sadece alış
fiyatı söz konusu olur. Şayet satıcı: "Şunu mal oluş fiyatına
sattım." derse, bu fiyata ölçenin ücreti ve tellal, bekçi, kasarcı,
yamacı, boyacı ve boya ücreti ile kâr artışı amaçlayan sair giderlerin ücreti
eklenir. Şayet satıcı, kasarcılığı bizzat kendisi yapar veya kendisi ölçer
veya kendisi malı taşırsa veyahut bir başkası bunları Allah rızası için
yaparsa, bunların ücreti fiyata eklenmez.
Bu akidlerin (tevliye,
ortaklık, murabaha ve muhatatm) sahih olması için alıcı ve satıcının, fiyatı
veya mal oluş fiyatını bilmesi lazımdır. Şayet biri fiyattan habersiz ise,
sahih görüşe göre satış geçersizdir. Satıcı malın fiyatını veresiye mi yoksa
eşya karşılığında mı alıp almadığını ve mal kendisinde iken peyda olan ayıbın
beyanını müşteriye doğru söylemelidir.
Satıcı malı yüz
dirheme aldığını söyler de sonra doksana aldığı anlaşılırsa, en zahir kavle
göre fazla olanını indirir ve kârdan indirim yapar. Fakat müşteri için
muhayyerlik hakkı olmaz. Şayet satıcı malı yüz liraya aldığını söyler ve kârla
sattıktan sonra satıcı malın fiyatının yüz on olduğunu zanneder, müşteri de bu
konuda onu tasdik ederse; en sahih kavle göre bu akid sahih olmaz. Ben diyorum
ki; en sahih kavle göre akid sahihtir. Allah daha iyi bilir. Şayet müşteri
fiyat konusunda satıcıyı yalanlar ve bu yanlışlığın olabileceğinin muhtemel bir
yönünü açıklamazsa, sözü ve şahitleri kabul edilmez. En sahih kavle göre
müşteri asıl fiyatı bilmediğine dair satıcıya ye-
min eder. Şayet satıcı
hata işlediğini açıklar ve bu hata ihtimal dahilinde ise, yemin eder ve en
sahih kavle göre şahitleri dinlenir.
Bir kimse başkasına:
"Şu araziyi veya şu sahayı veya içinde bina ve ağaç bulunan şu tarlayı
sana sattım." derse, mezhep alimle-rince kabul edilen rivayete göre
içindekiler de satışa girer. Ancak rehine olarak verilen tarlanın içindekiler
akdin kapsamına girmez. Tarlada kökü iki sene kalabilen yonca ve hindiba (acı
marul) gibi baklagillerin hükmü ağaçların hükmü gibidir.
Yılda bir defa
mahsulat veren buğday, arpa ve sair ziraat tarlayla birlikte satışa girmez.
Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre ekilmiş tarlanın satışı caizdir.
Müşterinin ziraattan haberi yoksa, muhayyerlik hakkı doğar. Tarlanın müşterinin
eline geçmesi ziraata mani değildir. En sahih kavle göre satıcı tarlayı tahliye
ederse, müşterinin zamin olması da ziraata mani değildir.
Tarlaya atılan tohumun
hükmü, ekinin hükmü gibidir. En sahih kavle göre, ekinin tarlada kaldığı
sürede müşteriye bir ücret tahakkuk etmez. İçerisinde tohum veya ekin bulunan
bir tarla satılır da tohum veya ekinin tek başına satılması caiz değilse, satış
hepsinde geçersiz olur. Zayıf kavle göre ise tarla konusunda iki kavil vardır.
Satılan tarladaki
tabii taşlar satışa girer, gömülü taşlar ise satışa girmezler. Eğer müşteri
tarlada gömülü taşların bulunduğunu bilirse muhayyerlik hakkı olmaz. Satıcının
bu taşları nakletmesi lazımdır. Keza müşteri tarlada gömülü taşların olduğunu
bilmez ve taşlar nakledilirken tarlaya bir zarar gelmezse, yine müşteri için
muhayyerlik hakkı olmaz. Ancak taşlar nakledilirken tarlaya bir zarar gelirse,
müşteri için muhayyerlik hakkı vardır. Şayet müşteri akdi kabul ederse, satıcı
taşları nakleder ve yerlerini tasfiye eder. Nakil süresince müşteriye ücret-i
misil ödenmesinin vacib olduğu konusunda birkaç vecih vardır. En sahih veçhe
göre nakil, tarlanın tesliminden sonra ise ücret-i misil vacip olup teslimden
önce ise vacib olmaz.
Bostan satışına
tarlanın içerisindeki ağaçlar ve ihata duvarı girer. Keza mezhep alimlerince
kabul edilen rivayete göre, varsa içindeki bina da satışa girer. Köy satışına
binalar ve köyü ihata eden sur ve saha girer. En sahih kavle göre köye ait
ekinler satışa girmez.
Ev satışına ise
yerleşim sahası, evin tüm odaları hatta hamamı girer. Su kovası, makara ve
divan gibi menkul olan şeyler satışa girmezler. Eve nispet edilen kapı, kapı
halkası, lavabo, raf ve bağlı merdiven satışa girer. Keza en sahih kavle göre
değirmenin her iki taşı ve en sahih kavle göre kapıya bağlı kilidin anahtarı da
satışa girer.
Hayvan satışına nalı,
keza en sahih kavle göre kölenin satışına da elbisesi dahildir. Ben diyorum ki;
en sahih kavle göre köleye ait elbiseler satışa girmez. Allah daha iyi bilir.
Satılan ağacın kökü,
damarları ve yaprakları satışa girer. Bir veçhe göre dut ağacının yaprakları
satışa girmez. Ağacın kuru dalları değil de yaş dalları satışa girer. Kesmek,
sökmek veya bulunduğu yerde bırakmak şartı ile ağacı satmak caizdir.
Yaş ağaç mutlak
şekilde satılırsa bulunduğu yerde kalır. Ağacın bulunduğu yer, en sahih kavle
göre satışa girmez. Fakat ağaç sökülmedikçe müşteri o yerden faydalanabilir.
Ağaç kuru ise, müşterinin onu söküp götürmesi lazımdır.
Satılan hurma ağacının
üzerindeki meyve satıcı veya müşteri için şart koşulursa, koşulan şarta göre
hareket edilir. Aksi halde ağacın çiçekleri döllenmemişse meyveler müşteriye,
döllenmişse satıcıya ait olur. İncir ve asma ağacı gibi beyaz tomurcukları olmayan
ağaçların meyvesi gözle görünürse satıcıya, görünmezse müşteriye ait olur.
Kayısı ve elma ağacı
gibi beyaz tomurcuklu ağaçların tomurcukları dökülür de meyveler gözle
görünmezse müşteriye ait olur. Keza meyveler belirir de beyaz tomurcukları
dökülmezse en sahih kavle göre meyveler müşterinin olur. Ancak beyaz
tomurcuklar döküldükten sonra meyveler görünürse satıcının olur.
Bir kimse meyvelerinin
bir kısmı belirmiş, bir kısmı da olgunlaşmış bostanın birkaç hurma ağacını
satarsa, meyveler satıcıya ait olur. Olgunlaşmamış meyveler ayrı ise, en sahih
kavle göre, onlar müşterinin olur. Şayet meyvelerin her biri (olgunlaşmış
olanlar ile olgunlaşmamış olanlar) ayrı ayrı bostanlarda ise, en sahih kavle
göre her biri ayrı bir bostan gibi sayılır. Meyveler satıcı için olur da
toplanmaları şart koşulmuş ise, satıcının meyveleri toplaması lazımdır. Eğer
koparılmaları şart koşulmamış ise, satıcı meyveleri toplama zamanına kadar
ağaçta bırakabilir.
Ağaç ve meyvelerin
sulanmaya ihtiyaçları varsa, hem satıcı hem de müşteri sulamayı yapabilir. Biri
diğerini sulama işinden men edemez. Şayet sulama sebebi ile hem ağaç hem de
meyve zarar görürse, müşteri ve satıcının rızası alınmadan sulama yapılamaz.
Ağaç veya meyveler
sulamadan dolayı zarar görür ve bu sebeple müşteri ile satıcı anlaşmazlığa
düşerlerse, akid feshedilir. Ancak zarar gören taraf müsamaha gösterirse akid
feshedilmez. Zayıf kavle göre sulamayı yapmak isteyen taraf, diğerinin
zararına aldırmadan yapabilir. Meyve, ağacın rutubetini emerse, satıcının
meyveleri toplaması veya zararı def etmek için ağaçları sulaması lazımdır.
Meyveler
olgunlaştıktan sonra mutlak şekilde veya toplamak veya ağaç üzerinde bırakmak
şartı ile satmak caizdir. Meyveler olgunlaşmadan ağaçla birlikte değil de tek
satılırsa, toplamak ve istifade edilir durumda olmaları şartı ile satmak
caizdir. Bu şart armut için geçerli değildir. Zayıf kavle göre ağaçlar
müşteriye ait ise, bu iki şart (koparmak ve istifade etmek şartı) koşulmadan
müşteriye satmak caizdir.
Ben diyorum ki;
ağaçlar müşterinin malı olur da meyvelerin koparılması şart koşulursa bu şarta
uymak vacib değildir. Allah daha iyi bilir. Meyveler ağaçla birlikte satılırsa
akid mutlak şekilde caizdir. Ama satıcı meyvelerin koparılmasını şart koşarsa
akid caiz olmaz.
Tarladaki yeşil
ziraatı satmak haramdır. Ancak hemen biçmek şartı ile satılırsa caizdir.
Ziraatı tarla ile birlikte satmak veya taneleri sertleştikten sonra şartsız
satmak caizdir. Ziraat ile meyveler olgunlaştıktan sonra satılırsa, istifade
edilir halde olmalanı şarttır. İncir, üzüm ve arpa gibi.
Buğday ve mercimek
gibi tanesi başakta görünmeyen zirai ürünleri başaksız satmak caiz olmaz,
imam'm son kavline göre, ziraat başakta olsa bile tanesi görünmeden satmak
sahih değildir. Yemek sırasında kabuğunun soyulması gereken kabuklu meyveleri
satmanın bir sakıncası yoktur.
Ceviz, badem ve bakla
gibi iki kabuğu olanlar, iç kabukları ile satılırlar. Üst kabukları ile satmak
caiz değildir. Bir kavle göre, iki kabuğu olanları taze halde iken üst
kabukları ile satmak caizdir.
Renksiz olan
meyvelerde olgunlaşma yumuşaklık ve tatlılığının zahir olması ile anlaşılır.
Renkli olan meyvelerde ise; kızarma, sararma ve morarmaya yüz tutması ile
anlaşılır. Az da olsa meyvelerin bir kısmının olgunlaşmaya başlamış olması,
satış akdinin sahih olması için yeterlidir. Bir kısmı olgunlaşmaya başlamış
bir veya birkaç bostanın meyvesi satılınca bunun hükmü, te'bir (döllenme)
bahsinde geçen hükümler gibidir.
Bir kimse olgunlaşmaya
başlamış meyve ve zirai ürünleri satarsa ürünün tahliyesinden önce ve sonra
tarlayı sulaması lazımdır. Mahsulat tarladan tahliye edildikten sonra müşteri
tarladan tasarruf yapma hakkına sahip olur. Mahsulat tarladan tahliye
edildikten sonra soğuk veya sıcak gibi semavi bir afete maruz kalırsa, imam'm
son kavline göre müşterinin zimmetinde olduğu kabul edilir. Satıcı, sulama
işini terk eder ve bir noksanlık meydana gelirse, müşterinin muhayyerlik hakkı
olur.
Bir kimse
olgunlaşmadan önce meyveleri satar ve meyvelerin derhal koparılmaları şart
koşulduğu halde daha koparılmadan bir afetle helak olursa, müşterinin
zimmetinde olduğunun kabul edilmesi evladır.
İncir' ve salatalık
gibi genellikle mevcut mahsulat henüz toplanmadan, yeni mahsulat çıkıp mevcut
mahsulata yetişen meyvelerde satış akdi sahih olmaz. Ancak meyvenin müşteri
tarafından toplanması şart koşulursa akid sahih olur.
Yeni çıkan mahsulatın
mevcut mahsulata karışması nadir olan meyvelerde, en zahir kavle göre satış
akdi fesholmaz. Fakat müşterinin muhayyerlik hakkı vardır. Satıcı, müşteri
akdi feshetmeden önce yeni yetişen mahsulat konusunda kendisine müsamaha gösterirse,
en sahih kavle göre muhayyerlik hakkı düşer.
Başaktaki buğdayı
kabuğundan tasfiye edilmiş buğday karşılığında satmak caiz değildir. Buna
muhakele denir. Ağaç üzerindeki taze hurmayı, kuru hurma karşılığında satmak
da caiz değildir. Buna müzabene denir. Fakat ariye satışına ruhsat
verilmiştir. Ariye, ağaçtaki taze hurmayı, tarladaki kuru hurma karşılığında veya
asmadaki üzümü, kuru üzüm karşılığında satmaktır. Üzüm veya hurma beş yükten az
olmalıdır. Ancak iki satışta beş yükten fazla satış yapmak caizdir.
Ariye satışının caiz
olması için müşterinin kuru hurmaları satıcıya kile ile teslim etmesi,
satıcının da malı teslim etmek için müşteri ile hurma ağacını baş başa
bırakması şarttır. En zahir kavle göre ariye satışı, şeftali ve badem gibi
sair meyvelerde caiz olmaz. Ariye satışı, sadece fakirlere mahsus bir akid
değildir.
Müşteri ve satıcı
akdin sahih olduğu konusunda anlaşırlar da sonra paranın miktarı, sıfatı
(sağlam/kırık gibi), ödeme zamanı, süresi (bir-iki ay gibi), malın miktarı gibi
akdin keyfiyeti konusunda anlaşmazlar ve şahitleri de yoksa, her iki taraf
yemin eder. Her biri yemin ederken arkadaşının iddiasını reddetmek ve kendi
iddiasını ispat etmek üzere yemin eder. Önce satıcı yemin etmeye başlar. Bir
kavle göre ise önce müşteri yemin eder. Bir başka kavle göre ise her ikisi aynı
seviyede olup hakim istediği kişiye önce yemin ettirebilir. Zayıf kavle göre
ise, yemin etmede öncelik sırası kura ile tespit edilir. En sahih kavle göre,
her birinin ret ve ispatı kapsayacak şekilde bir defa yemin etmesi yeterlidir.
Yemin edilirken önce
red sonra ispat lafzı söylenir. Satıcı yemin ederken: 'Allah'a yemin ederim ki
bu fiyata değil, şu fiyata sattım." der. Taraflar yemin ederlerse, en
sahih kavle göre akid feshol-maz. Akde rıza gösterirlerse, akid ona göre karara
bağlanır. Rıza göstermezlerse, ikisi veya biri veyahut hakim akdi fesheder.
Zayıf kavle göre, akdi ancak hakim feshedebilir. Akid feshedildikten sonra
müşteri malı satıcıya iade eder. Şayet mal vakfedilmiş, köle azad edilmiş,
satılmış, kendisiyle kitabet akdi yapılmış veya ölmüşse, en zahir kavle göre
müşteri, malın telef olduğu günün değerini iade eder. Mal kusurlu hale gelmiş
ise, değer farkı ile birlikte iade eder.
Müşteri ve satıcının
mirasçıları anlaşmazlığa düşerlerse, bunun hükmü yukarıda açıklanan hüküm
gibidir.
Şayet satıcı
müşteriye: "Bu eşyayı sana şu fiyata sattım." der, müşteri de:
"Hayır onu bana hîbe ettin." derse, bu sebeple yemin etmezler.
Bilakis her biri diğerinin iddiasını reddetmek üzere yemin eder. Yeminden sonra
malın hîbe edildiği tespit edilirse, davacı hibeyi artışı ile birlikte iade
eder.
Taraflardan biri akdin
sahih, diğeri akdin fâsid olduğunu iddia ederse, en sahih kavle göre akdin
sahih olduğunu iddia edene yemin ettirilir ve sözü doğrulanır. Bir kimse satın
aldığı köleyi geri iade eder ve onun yerine ayıplı bir köleyi getirir de
satıcı: "Sattığım köle bu köle değildir." derse, satıcının sözü
doğrulanır. En sahih kavle göre, selem akdinde de durum bunun benzeri olup malı
teslim edenin sözü doğrulanır.
Ticaret yapmak üzere
yetkili kılınmamış kölenin efendisinden yetki almadan alış veriş yapması en
sahih kavle göre caiz değildir. İzin almamışsa mal ister kölenin elinde,
isterse efendisinin elinde bulunsun, satıcı malını geri isteyebilir. Mal
kölenin elinde telef olursa, zimmetine geçmiş olur. Efendinin elinde telef
olursa, satıcı efendiyi borçlandırır. Köle azad olursa, mal sahibi malını
köleden isteyebilir. Kölenin borç muamelesinde bulunmasının hükmü, satış akdi
yapmasının hükmü gibidir.
Ticaret yapmak üzere
yetkili kılman köle, verilen yetkiye göre hareket eder. Şayet belli bir nevide
ticaret yapmak üzere yetkili kılmmışsa sadece o nevide ticaret yapabilir.
Ticaret için aldığı yetki ile nikah akdi yapamaz ve izin almadan ücretle
çalışamaz. Köle ticaret için satın aldığı köleye ticaret yapmak üzere izin
veremez, tasad-dukta bulunamaz ve onun efendisi ile ticaret akdi yapamaz.
Yetkili kılman köle efendisinden kaçıp giderse, yetki hakkı ortadan kalkmış
olmaz. Kölenin yaptığı tasarrufa karşı efendisinin sükut etmesi köle için izin
sayılmaz. Borç akidlerinde kölenin sözü geçerlidir.
Bir kimse, kölenin
köle olduğunu bilir de ticarette yetkili kılındığını efendisinden veya bir
delille veya kölenin yetkili olduğu insanlar arasında yaygın olan yollardan
biri ile bilmedikçe onunla muamele yapamaz. Kölenin yetkili olduğunun yaygın
şekilde bilinmesi konsunda bir vecih vardır. Yani kölenin yetkili olduğunun
yaygın şekilde bilinmesi yeterli değildir. Kölenin: "Ben ticaret
konusunda yetkiliyim." demesi de onun yetkili olduğuna yeterli delil
olmaz.
Ticaret için kenisine
yetki verimiş köle, bir mal satıp bedelini alır da bu bedel telef olur ve
sattığı malın bir başkasının malı olduğu anlaşılırsa, müşteri ödediği bedeli
köleden ister. Efendisinden de isteyebilir. Zayıf kavle göre ise bedeli
efendiden isteyemez. Bir başka zayıf kavle göre kölenin elinde para varsa,
bedel efendisinden istenmez.
Yetkili köle bir şey
satın alırsa, satıcı için bedeli efendisinden istemesinde az önce geçen
ihtilâflar geçerlidir. Ticaret borcu kölenin boynuna taallûk etmediği gibi
efendisinin zimmetine de geçmez. Ancak ticaret malından ödenir. Keza en sahih
kavle göre borç, kölenin av ve benzeri çalışmalarla elde ettiği kazancından
ödenir. En zahir kavle göre efendi bir malı kölenin mülkiyetine geçirirse,
kölesi mülkiyetine geçirmiş sayılmaz.
Selem akdi, zimmette
vasıflanan bir şeyi selem lafzı ile satmaktır. Satış akdinde geçen şartlar,
selem akdi için de geçerlidir. Bu şartlara ek olarak selem akdinin diğer
şartları şunlardır:
1-Ana para
(re's'ül-mal) akid meclisinde teslim edilmelidir. Akid esnasında para mutlak
şekilde zikredilir de sonra belirlenecek akid meclisinde teslim edilirse, akid
caizdir. Müşteri (müslim), satıcıya (müslemun ileyhe) parayı havale eder ve
akid meclisinde teslim alsa bile akid caiz olmaz. Ancak satıcı, parayı mecliste
alır ve henüz meclisten ayrılmadan müşteriye iade ederse caizdir. Ana paranın
kirada kalması gibi belli bir menfaat şeklinde olması caizdir. Ana parayı
teslim almak, onu mecliste ele geçirmek sureti ile olur.
Selem akdi feshedilir
ve ana para mevcut ise aynısı iade edilir.
Zayıf kavle göre ise
ana para, akid esnasında değil de akid meclisinde belirlenmişse, satıcı malın
bedelini iade eder. En zahir kavle göre ana paranın görülmesi, miktarının
bilinmesi için yeterlidir.
2- Üzerine
selem akdi yapılan mal (müslemu flh) borç olmalıdır: Bir kimse başkasına:
"Şu elbiseyi şu köle karşılığında sana selem olarak verdim." derse,
selem akdi gerçekleşmiş olmaz. En zahir kavle göre, burada lafızlar muhalif
olduğundan satış akdi de olmaz. Bir kimse başkasına: "Şu nitelikteki
elbiseyi şu kadar dirhem karşılığında senden satın aldım." der, o da:
"Sana sattım." derse; satış akdi olur. Zayıf kavle göre ise selem
akdi olur.
3- Malın
teslim edileceği yer: Malın teslim edileceği yer teslime elverişli değilse veya
teslime elverişli olur da bir masraf gerektiriyorsa, mezheb alimlerince kabul
edilen rivayete göre teslim mahallinin belirtilmesi şarttır. Malın nakli bir
masraf gerektirmiyorsa, teslim mahallinin belirtilmesi gerekmez.
Üzerine selem akdi
yapılan malın peşin veya vadeli olması sahihtir. Şayet akid mutlak şekilde
yapılırsa peşin gerçekleşmiş olur. Zayıf kavle göre. mutlak şekilde yapılan
akid geçerli değildir.
Selem akdi vadeli ise,
teslim süresi bilinmelidir. Vadenin hicri, fars veya rum aylarına göre tespit
edilmesi caizdir. Süre mutlak şekilde zikredilirse, hilâl aylarına göre
yorumlanır. Süre ayın yarısından itibaren başlamışsa, geriye kalan günler
hilâl ayına göre hesaplanarak ilk günlerle birlikte otuz güne tamamlanır. En
sahih kavle göre, vadenin bayram gününe, Cemaziyelevvel veya Cemaziyelahir
ayına göre yapılması caizdir. Bu takdirde sürenin sonu için ilk gelen bayram
veya ay dikkate alınır.
1- Üzerine
selem akdi yapılan mal teslim vaktinde teslim edilebilir olmalıdır. Mal bir
başka beldede olur da satış için nakli adet haline gelmişse, üzerine selem akdi
yapmak sahihtir. Aksi halde sahih olmaz. Yaygın olan bir mal üzerine selem
akdi yapılır da teslim vaktinde piyasadan çekilirse, en zahir kavle göre akid
fesholmaz. Müşteri akdi feshetmekte veya mal ortaya çıkıncaya kadar sabredip
beklemekte muhayyerdir. Müşteri daha teslim vakti gelmeden malın teslim
zamanında piyasadan çekileceğim öğrenirse, en sahih kavle göre mal piyasadan
çekilmeden önce muhayyerlik hakkı olmaz.
2- Üzerine
selem akdi yapılan malın tartı, sayı veya metre ile miktarı belli olmalıdır.
Ölçeklenen malı tartı ile, tartılan malı da ölçek ile ölçerek üzerinde selem
akdi yapmak sahihtir. Ancak ölçüsü şu kadar olmak üzere yüz sa' buğday üzerine
selem akdi yapmak sahih değildir.
Kavun, patlıcan,
salatalık, ayva ve nar gibi meyve ve sebzeler üzerine tartı ile selem akdi
yapmak şarttır. Ceviz ve badem gibi nevileri az farklı olan yemişlerde tartı
ile selem akdi yapmak sahihtir. Keza bu yemişlerde kile ile selem akdi yapmak
da en sahih kavle göre caizdir. Kerpiçlerde ise hem sayı hem de tartı dikkate
alınır.
Bir kile tayin
edilerek ona göre selem akdi yapılır da bu kile örfe göre bilinen bir kile
değilse akid fesholur. Şayet örfe göre bilinen bir kile ise ve miktarı belli
ise, en sahih kavle göre akid fesholmaz.
Küçük bir beldenin
belli miktardaki meyveleri üzerine selem akdi yapmak sahih değildir. Büyük bir
beldenin belli miktardaki meyveleri üzerine selem akdi yapmak ise en sahih
kavle göre caizdir. Çünkü büyük beldenin meyveleri genellikle piyasadan
çekilmezler.
3- Üzerine
selem akdi yapılan malın zahiren değişiklik göstermesi sebebi ile maksadı
etkileyen nitelikleri bilinmelidir. Malın nitelikleri, az bulunduğunu
göstermeyecek şekilde akid esnasında zikredilmelidir. Şu halde; kavrulmuş
undan yapılmış helva, macun, misk, amber ve öd ağacından yapılmış koku,
astarlanmış mest ve maddesi karışık panzehir gibi başka maddelerle karışık ve
sıfatları için belli bir kaide olmayan nesnelerin üzerine selem akdi yapmak
sahih değildir.
En sahih kavle göre
pamuk ve ipekten veya yün ve ibrişimden yapılmış kumaş, peynir, süzme yoğurt,
mumlu bal, hurma veya kuru üzüm sirkesi gibi maddeleri karışık, fakat
sıfatları için belli bir kaide bulunan şeyler üzerine selem akdi yapmak
sahihtir. En sahih görüşe ve alimlerin çoğunluğuna göre ekmek üzerine selem
akdi yapmak caiz değildir.
Nadir beldelerde ender
bulunan av eti ve selem akdi için sıfatları nadir bulunan bir mal üzerine
selem akdi yapmak caiz değildir.
Örneğin; bulunması
mümkün olmayan ve üstün vasıfla nitelenen büyük mücevherler, yakutlar, kız
kardeşi veya çocuğu olan cariye üzerine akid yapmak caiz değildir.
Hayvanlar üzerine
selem akdi yapmak caizdir.
Kölelerde yapılan
selem akdinde kölenin milliyetini ve rengini belirtmek şarttır. Rum ve beyaz renkli
köle gibi. Beyaz rengi de esmer veya sarışın şeklinde nitelendirmek lazımdır.
Ayrıca cinsiyeti, yaşı ve boyunun uzunluğu belirtilmelidir. Bu sıfatların tümü
takribi olarak açıklanmalıdır. Kölenin kara gözlü ve tavlı olması gibi niteliklerini
belirtmek en sahih kavle göre şart değildir.
Deve, at, katır ve
merkep gibi hayvanların cinsiyet, yaş, renk ve nevini belirtmek şarttır.
Kuşların tür, cüssenin küçüklüğü ve büyüklüğü gibi niteliklerini; etin ise
sığır, koyun, keçi veya koç eti olduğunu veya hayvanın buruk olup olmadığını,
süt veya yem ile beslendiğini veya bu sıfatların aksine olarak etin but, kol
veya kaburga kısmı gibi hayvanın neresinden alındığım belirtmek şarttır. Etin
kemiği adet olduğu şekil üzere kabul edilir. Kumaşın; cins, uzunluk, genişlik,
kalınlık ve incelik; dokumanın ise sıklık, gevşeklik, yumuşaklık ve sertlik
gibi niteliklerini belirtmek şarttır. Kumaş mutlak şekilde belirtilirse, ham
kumaş dikkate alınır. Maksur kumaşta ve hırka gibi dokumadan önce ipi boyanmış
kumaşta selem akdi yapmak caizdir. Kıyasa göre kumaş dokunduktan sonra
boyanmışsa, yine selem akdi sahihtir. Ben diyorum ki; en sahih kavle göre kumaş
dokunduktan sonra boyanmışsa selem akdi sahih değildir. Alimlerin çoğunluğunun
kesin görüşü böyledir. Allah daha iyi bilir.
Hurmanın rengini,
türünü, beldesini, küçük veya büyük taneli olduğunu, eski veya yeni olduğunu
açıklamak lazımdır. Buğday gibi hububatın hükmü de hurmanın hükmü gibidir.
Üzerine selem akdi
yapılan balın dağ, şehir, yaz veya sonbahar balı; renginin ise beyaz veya sarı
olduğunun belirtilmesi şarttır. Balın eski veya yeni olduğunu belirtmek şart
değildir.
Ateşte pişirilmiş veya
kızartılmış nesne üzerine selem akdi yapmak sahih değildir. Güneşten etkilenmiş
olmanın zararı yoktur.
En zahir kavle göre,
hayvanların kellesi üzerine selem akdi yapılmaz.
Elle yapılan kazan,
testi, leğen, ibrik, mumluk, tencere, deri gibi parçaları değişik olan
nesneler üzerine selem akdi yapmak sahih değildir. Dörtgen olan tencere ve
kalıpta yapılan şeyler üzerine akid yapmak caizdir. Üzerine selem akdi yapılan
malın iyi veya kötü olduğunu açıklamak en sahih kavle göre şart değildir. Mal
mutlak şekilde zikredilirse iyi olanı dikkate alınır.
Selem akdinin bir
şartı da üzerine selem akdi yapılan malın sıfatının, taraflarca bilinmesidir.
Keza en sahih kavle göre satıcı ve müşterinin dışında, malın sıfatının
başkalarınca da bilinmesi lazımdır.
Üzerine selem akdi
yapılan malın yerine, cins ve çeşidi ayrı bir malı vermek sahih değildir. Zayıf
kavle göre çeşidi aynı olan malı, üzerine akid yapılan malın yerine vermek
caizdir, ancak müşterinin bunu kabul etmesi zorunlu değildir. Şart koşulan
maldan daha kötüsünü vermek caiz olup müşterinin bunu kabul etme zorunluluğu
yoktur. Daha iyisini vermek ise caiz olup müşterinin kabul etmesi en sahih
kavle göre vacibtir.
Satıcı malı şart
koşulan vakitten önce hazır bulundurur da müşteri kabul edilir bir mazeret ile
onu teslim almaktan çekilirse, kabul etmeye zorlanamaz. Örneğin, teslim edilen
mal bakıma muhtaç bir hayvan ise veya dönem baskın dönemi ise, müşteri malı almak
mecburiyetinde değildir. Müşterinin malı kabul etmemesi için makul bir mazereti
yoksa ve bu durumda satıcı için de rehineyi kurtarmak gibi kabul edilir bir
mazereti varsa, müşteri malı teslim almak mecburiyetindedir. Keza en zahir
kavle göre, satıcı acele ediyorsa bu durumda da beratı zimmet için müşteri
malı teslim almaya icbar edilir.
Malın ödeme zamanı
girdikten sonra müşteri teslim yerinden uzak bir yerde satıcıyı görürse ve malı
oraya götürmek masraflı ise, satıcının malı orada teslim etmesi gerekli
değildir. Sahih olan kavle göre müşteri burada mal teslim edilmediği için onun
bedel ve kıymetini isteyemez.
Müşteri teslim mahalli
için teklif edilen yerin dışında malın nakli bir masraf gerektiriyorsa veya
zayi olma korkusu varsa, malı teslim almaya icbar edilemez. Bu iki sebep yoksa
en sahih kavle göre, müşteri malı almak için icbar edilir.
Borç vermek menduptur.
Borç akdinin lafzı: "Şu malı sana borç olarak veya selef yolu ile verdim
veya mislini veya karşılığını ödemen şartiyle sana mülk ettim."
şeklindedir. En sahih kavle göre müşterinin borcu kabul etmesi, borç veren
kişinin de teberru ehliyetine sahip olması şarttır.
Üzerine selem akdi
yapılması sahih olan şeyleri borç olarak vermek caizdir. Ancak en zahir kavle
göre, kendisine nikahı helal olan kişiye cariyeyi borç olarak vermek caiz
değildir. Üzerine selem akdi yapılması caiz olmayan malı borç olarak vermek en
sahih kavle göre caiz değildir.
Borç verilen mal
benzeri bulunan bir mal ise, iade edilirken benzeri iade edilir. Değer biçilen
bir mal ise, yerine aynı özellikte olan bir mal iade edilir. Zayıf kavle göre
ise kendisine değer biçilen mallarda değer ödenir. Alacaklı, borçluyu borç
akdinin yapıldığı mahalden başka bir mahalde bulur da borcun karşılığı olan
malın nakli için bir masraf gerektiriyorsa, akdin yapıldığı beldeye göre malın
kıymetini isteyebilir.
Borç akdi yapılırken
kaliteli mal karşılığında kalitesiz olanı verme veya ziyadesiyle bir ödeme şart
koşulursa akid caiz olmaz. Fakat borçlu borcunu öderken bir şart olmaksızın
fazlası ile ödeme yapması güzel bir davranıştır.
Borç alan (mükteriz),
şayet sağlam para karşılığında kırık para vermeyi veya başka bir şeyi vermeyi
şart koşarsa, bu şart geçersizdir. Fakat en sahih kavle göre akid fâsid olmaz.
Borç veren kimse ödeme için bir zaman şart koşar da bunda kendisinin bir amacı
yoksa; bunun hükmü, yukarıda geçen kaliteli mal karşılığında kalitesiz mal
vermenin hükmü gibidir.
Zamanı şart koşmakta
borç verenin bir amacı varsa; meselâ tayin edilen zamanda mallar talan
ediliyorsa, en sahih kavle göre bunun hükmü, kalitesiz mal karşılığında
kaliteli mal vermenin hükmü gibidir.
Borç veren kişi, borç
karşılığında rehin veya kefil bulundurmayı şart koşabilir. Borç alan kişi,
malı almakla mülkiyetine geçirmiş olur. Bir kavle göre ise borç alan kişi,
malı sarf etmekle mülkiyetine geçirmiş olur. En sahih kavle göre borç verilen
mal, olduğu gibi borç alanın mülkiyetinde kaldığı müddetçe, borç veren kişi
aynı malı geri alabilir. Allah daha iyi bilir.
Rehin akdi, satış
akdinde olduğu gibi icap ve kabul lafzı ile sahih olur. Akid esnasında malı
önce vermek gibi akdin gerektirdiği veya şahit bulundurma gibi akdin maslahatı
için olan veya herhangi bir amacı olmayan bir şartı koşmak akdi bozmaz.
Akitte koşulan şart,
rehin alan için zararlı ise akid batıl olur. Rehin alan kimsenin rehineden
istifade etmesi gibi kendisine yararlı, fakat rehin bırakana zarar veren bir
şeyi şart koşarsa bu şart geçersizdir. Keza en zahir kavle göre akid de
geçersizdir.
Rehineden elde edilen
fazlalığın rehin bırakılması şart koşu-lursa, en zahir kavle göre şart
geçersizdir. Şart geçersiz olunca akid de geçersiz olur. Rahin ve rehine alan
mutlak tasarrufta bulunmaya ehil olmalıdır. Buna göre veli, çocuk ve delinin
malını rehine veremez ve onlar adına rehine alamaz. Ancak bir zaruret veya
belli bir fayda varsa, onlar adına rehin akdinde bulunabilir.
Rehinede bulunması
gereken şartlar şunlardır:
En sahih kavle göre,
rehinenin ayın (mal) olması şarttır. Borç gibi ayın olmayan menfaatleri rehin
bırakmak sahih olmaz. Ortak malı (muşaa), çocuğu dışında yalnız cariyeyi veya
annesi dışında yalnız çocuğu rehine bırakmak sahihtir. Cariye çocuğu ile birlikte satılırsa, ücret
her birinin değerine göre taksim edilir. En sahih kavle göre cariyeye tek
başına değer biçilir. Sonra çocuğu ile birlikte değer takdiri yapılır. Her iki
değer arasındaki fark, çocuğun değeridir.
Cani ve mürtedin rehin
bırakılmasının hükmü, bunları satmanın hükmü gibidir. Kendisi ile tedbir akdi
yapılmış köleyi veya azat edilmesinin bağlandığı sıfatın borcun ödeme vaktinin
girmesinden önce gerçekleşmesi mümkün olan köleyi rehine bırakmak, mezhep
alimlerince kabul edilen rivayete göre geçersizdir.
Rehine bırakılan mal
kısa zamanda bozulan bir mal ise, bu takdirde: Yaş hurma gibi kurutma imkanı
varsa kurutulur. Kurutma imkanı olmayan malı ise, peşin veya henüz bozulmadan
vadesi giren borç için rehine bırakmak veya satıp parasını rehin bırakmayı şart
koşmak caizdir. Bu durumda : Rehinenin bozulma korkusu varsa, satılır ve parası
rehine olarak bırakılır. Şayet rehin eden böyle bir rehinenin satılmamasmı
şart koşarsa, rehin akdi sahih olmaz. Rahin rehineyi mutlak şekilde vermişse,
en zahir kavle göre akid fâsid olur. Rehine alan kimse henüz borç vakti
girmeden rehinenin bozulup bozulmayacağını bilmezse, en zahir kavle göre akid
sahihtir.
Rehine bırakılan
buğdayın çürümesi gibi, çabuk bozulmayan bir mal rehine bırakılır da onu bozan
bir arıza meydana gelirse, bununla akid derhal fâsid olmaz.
Rehine bırakmak üzere
bir malı âriye (ödünç) almak caizdir. Bu şekildeki rehine bir kavle göre ariye
olur. En zahir kavle göre bu durumda borcun tazmini âriye alman mala taallûk
eder. Bu sebeple, bir malı ariye alırken borcun cinsini (altın, gümüş gibi),
miktarını ve sıfatını (peşin veya tecilli olduğunu) iğreti veren şahsa
açıklaması şarttır. Keza en sahih kavle göre, rehineyi alan kişinin
zikredilmesi de şarttır. Bu şekilde rehin edilen mal rehineyi alanın eli
altında iken telef olursa, en zahir kavle göre rehine veren de alan da tazminat
ödemekle yükümlü olmaz.
Ödünç mal rehine
olarak teslim edildikten sonra ödünç veren kişi artık iğreti akdinden cayamaz.
Borcun Ödeme zamanı girer veya peşin olursa ödünç verene rehinenin satışı için
müracaat edilir. Borcu ödemese rehine satılır. Sonra ödünç veren, rehinenin
satıldığı parayı almak için rehineyi verene müracaat eder.
Rehin akdine sebep
olan şeyin sabit ve bağlayıcı borç olması şarttır. Zorla alınmış veya ödünç mal
için rehine bırakılması en sahih kavle göre caiz değildir. Borç karşılığında
rehine bırakmak da caiz değildir.
Bir kişi bir kimseye:
"Şu dirhemleri sana borç olarak verdim ve karşılığında köleni rehine aldım."
der de diğeri cevaben: "Borç aldım ve rehin ettim." veya "Şunu
şu fiyata sana sattım ve karşılığında elbiseyi rehin aldım." der, diğeri
de: "Satın aldım ve rehin ettim." derse, en sahih kavle göre akid
sahihtir.
Kitabet akdi
taksitlerini veya henüz bitmemiş işin ücreti karşılığında rehine bırakmak sahih
değildir. Zayıf kavle göre, işe başladıktan sonra alınacak ücret karşılığında
rehine bırakmak caizdir.
Satılan malın parası
karşılığında muhayyerlik süresinde rehine bırakmak; bir borç karşılığında
ikinci bir rehine bırakmak caizdir, imam'm son kavline göre rahinin rehineyi,
borç sahibinden aldığı ikinci bir borç için de rehine yapması caiz değildir.
Rehin akdinin
gerçekleşmesi için rehineyi, akid yapmaya salahiyetli olan kimseden teslim
almak şarttır. Rehin akdinde vekalet caizdir. Lakin rehine alan, rahini veya
onun kölesini vekil tayin edemez. Fakat ticaret yapması için köle yetkili
kılınmışa, onun vekil tayin etmesinin caiz olduğu hakkında bir vecih vardır.
Rahinin kitabet akdi yaptığı köleyi vekil tayin etmesi ise caizdir.
Bir kimse, emanetçinin
elindeki emaneti veya gasibin elindeki malı rehin bırakırsa, onu teslim almaya
imkan veren bir zaman geçmedikçe rehine teslim alınmış sayılmaz. En zahir
kavle göre, kabz etmek için rahinin izin vermesi şarttır. Gâsıbm gasp ettiği
malı rehine alması onu gâsıp olmaktan kurtarmaz. En sahih kavle göre gasp
edilen mal, emanet olarak gasp edene bırakılır da telef olursa, gâsıp olmaktan
kurtulur.
Mürtehin rehineyi
teslim almadan rahin rehine üzerindeki mülkiyetini kaldıran bir tasarrufta
bulunursa, rehin akdinden dönmüş olur. Rehineyi bir başkasına hîbe etmesi veya
rehine olarak bırakması ve bunlar tarafından kabz edilmesi veya rehine olan
köle ile kitabet akdi yapması gibi. Keza en zahir kavle göre köle ile tedbir
akdi yapmışsa akidden dönmüş olur. Rahinin rehine olan cariyesini hamile
bırakması akitten caydığını gösterir. Ancak cariye ile cinsel ilişkide bulunur
ve cariyeyi evlendirirse akitten caymış sayılmaz. Rehine kabz edilmeden
taraflardan biri ölür veya delirirse veya şıra içkiye dönüşürse veya köle
kaçıp giderse, en sahih kavle göre rehin akdi bozulmaz.
Rehin veren rehineyi
teslim ettikten sonra, rehineyi alan kişiden izin almadan onu mülkünden izale
edecek bir tasarrufta bulunamaz. Fakat rehine olan köleyi hürriyetine
kavuşturmak hakkında birkaç görüş vardır. Bu görüşlerin ezher olanına göre
rahin zengin ise köleyi hürriyetine kavuşturması geçerlidir. Bu takdirde azad
ettiği günkü değerini rehin olarak bırakır. Rehin olan köleyi azat etmek geçerli
değildir dediğimiz takdirde, en sahih kavle göre rehin olayının kalkmasından
sonra köle azat olmaz. Rahin, rehine kölenin hürriyetini bir sıfata bağlarsa
(Zeyd gelirse hürsün demesi gibi) ve bu sıfat gerçekleştiğinde köle halen
rehine ise hürriyetine kavuşmasının hükmü, yukarıda hürriyetle ilgili
açıklanan hüküm gibidir. Belirtilen sıfat gerçekleştiğinde rehine olmaktan
kurtulmuşsa, en sahih kavle göre hürriyetine kavuşmuş sayılır.
Rahinin mürtehinden
izin almadan rehineyi bir başkasına rehin vermesi sahih olmaz. Borç peşin olur
veya ödeme vakti önce girerse rahin, rehine olan cariyeyi evlendiremez ve
icareye veremez.
Rahin rehine olan
cariye ile cinsel ilişkide bulunamaz. Şayet cinsel ilişkide bulunursa doğan
çocuk hür ve nesebi sahih olur. Bu durumda cariyenin ümmü veled olup olmaması
konusundaki görüşler, azad olma ile ilgili görüşler gibidir. Ancak ümmü veledin
geçerli olduğunu söylediğimiz taktirde; rehine azat olursa, en sahih kavle göre
ümmü veled olarak azat olur. Cariye doğum esnasında hayatını kaybederse, en
sahih kavle göre, rahin cariyenin değerini rehine olarak bırakır.
Rahin mürtehinden izin
almadan, rehineyi noksanlaştırmayacak şekilde ondan istifade edebilir. Rehine
verdiği evde oturmak veya hayvana binmek gibi. Fakat rehine olan arazide bina
yapmak veya ağaç dikmek gibi tasarruflarda bulunamaz. Bu tasarrufları yaptığı
taktirde, borcun ödeme vakti gelmeden bina yıkılmaz veya ağaç sökülmez. Fakat
borcun ödeme vakti girdikten sonra arazinin satış bedeli borcu kap atamıyorsa
ve bunları kaldırmakla satış bedeli yükseliyorsa, yaptığı binayı veya diktiği
ağaçlan ortadan kaldırmakla yükümlüdür.
Rahin, rehineyi kendi
yanma getirmeden ondan faydalanma imkanına sahipse, onu yanma alamaz. (Örneğin,
sanatkar olan köle mürtehinin elinde iken de sanatını icra edebilir.) Rahin
rehineyi geri almadan ondan istifade etme imkanı yoksa, onu yanma alabilir.
Ancak yanma almadan mürtehin rehinenin tekrar kendisine geri verileceğine
güvenmezse, rehineyi teslim ederken şahit tutabilir. Rehineyi alan, rehineden
istifade etme izni verirse yasak olan tüm hususlarda rehin veren rehineden
istifade edebilir. Ancak, rahin tasarrufta bulunmadan mürtehin verdiği izni
geri alabilir. Geri aldığı halde rahin bundan haberdar olmaz ve rehine üzerinde
bir tasarrufta bulunursa; bunun hükmü, vekilin vekaletten azledildiğinden haberdar
olmadan tasarrufta bulunmasının hükmü gibidir. En sahih kavle göre, bu
durumlarda yapılan tasarruflar geçersizdir.
Rehineyi alan borcu
ödeme vadesinden önce ödemek şartı ile rehineyi satması için rahine izin
verirse, satış sahih olmaz. Keza en zahir kavle göre, rehinenin tutarını rehine
bırakmak şartı ile rahin rehineyi satmaya izin verirse böyle bir satış da sahih
olmaz.
Rehin akdi
gerçekleştiğinde, rehineyi alan borcunu elde edinceye kadar rehine onda kalır.
Ancak daha önce izah edildiği üzere rehine veren, rehineden faydalanmak için
onu alabilir. Akid esnasında taraflar rehineyi adil bir kimsenin yanma
bırakmayı şart koşarlarsa, bu caizdir. İki veya bir kişinin rehineyi muhafaza
etmesi konusunda söz birliği ederlerse, anlaştıkları şarta bağlı kalırlar.
Şayet mutlak şekilde belirtirlerse en sahih kavle göre, taraflardan biri rehineyi
yanma alamaz.
Tarafların rehineyi
teslim ettikleri adil kişi ölür veya fasık olursa, üzerinde anlaştıkları
herhangi bir kişiye teslim ederler. Şayet anlaşmazlar da münakaşa ederlerse,
hakim rehineyi adil birisine bırakır ve ihtiyaç duyulması halinde rehineyi
satabilir.
Rehine satılırsa
bedeli mürtehine verilir. Rahin veya onun vekili, mürtehinin izni ile rehineyi
satabilir. Mürtehin satış için izin vermezse, hakim kendisine: "Ya izin
ver ya borcundan vazgeç." der. Şayet mürtehin rehineyi satmak ister de
rahin izin vermeye razı olmazsa, hakim ona ya borcu ödetir ya da rehineyi
sattırır. Rahin veya mürtehin izin vermemekte ısrar ederse, hakim rehineyi
satar. Şayet mürtehin rahmin izni ile rehineyi satarsa ve en sahih kavle göre,
satış akdi rahinin huzurunda gerçekleşirse, akid sahih olur. Aksi halde sahih
olmaz.
Rehineyi adil bir
kişinin satmasını şart koşarlarsa, satış akdi caizdir. En sahih kavle göre adil
kişinin rehineyi satmak için rahin-den izin alması şart değildir. Adil kişi
rehineyi satarsa, mürtehin borcunu alıncaya kadar para rahinin zimmetinde
olarak onun elinde kalır. Para adil kişinin yanında iken telef olur ve rehine
başkasının malı olduğu anlaşılırsa, müşteri parasını almak için dilerse adil
kişiye, dilerse rahine müracaat eder. Bu konuda kararı verecek olan rahindir.
Adil kişi rehineyi
satarken bulunduğu beldenin misli parası ile ve peşin olarak satmalıdır. Şayet
muhayyerlik süresi içerisinde bir başkası fazla fiyat vermek isterse, ilk akdi
bozar ve ikinci müşteriye satar.
Rehineye yapılan
masraflar rahin tarafından ödenir. Masrafı vermekten kaçımrsa mürtehine ait
hakkın muhafazası için en sahih kavle göre masrafları ödemeye icbar edilir.
Rahin kan aldırmak ve kupa vurdurmak gibi rehinenin maslahatı için yapılacak
işlerden alıkonulamaz. Rehine, mürtehinin elinde bir emanettir. Telef olması
halinde borcundan bir eksilme olmaz.
Fasit akidlerin hükmü,
tazminat açısından sahih akidlerin hükmü gibidir. Şayet rehineyi alan, rahine:
"Borcun ödeme zamanı gelir de ödemezsen, rehineyi bana satarsın."
diye bir şart koşarsa, rehin akdi fâsid olur. Rehine, borcun ödeme zamanından
önce mürtehinin yanında bir emanettir. Rehinenin telef olması durumunda
mürtehine yemin ettirilir ve sözü kabul edilir. Alimlerin çoğunluğuna göre
rehineyi, rehin edene iade etme konusunda mürtehinin sözü kabul edilmez.
Mürtehin hata
olmaksızın rehine olan cariye ile cinsel ilişkide bulunursa, zina etmiş
sayılır. Cariye ile cinsel ilişkide bulunmasının haram olduğunu bilmediğini
söylemesi kabul edilmez. Ancak İslam'a yeni girmiş veya ulemadan uzak bir
bölgede yetişmiş ise, had cezasını kaldırmak için sözü geçerli sayılır. Rahinin
izni ile cinsel ilişkide bulunursa, bunun haram olduğunu bilmediğini söylemesi,
en sahih kavle göre davanın kabulü için geçerli olur ve kendisine had cezası
tatbik edilmez. Şayet zor altında cinsel ilişkide bulunmuş ise, mehir vermesi
vacibtir. Bu münasebetle doğacak olan çocuk hür olur ve değerini rahine verir.
Rehine telef olur ve
bedeli alınırsa, bu bedel onun yanında rehine olarak kalır. Rahin bedeli dava
edebilir. Dava etmezse, en sahih kavle göre mürtehin de dava edemez. Rehine
köle kısası gerektiren bir suç işler de rahin köleyi öldüreni öldürürse, rehine
ortadan kalkmış olur. Rehine olan köle öldürülür de rahinin katili affetmesi
veya hata ile olan bir cinayet sebebiyle bir mal gerektirirse, rahinin
mürtehinden izin almadan katili affetmesi sahih değildir. Mürtehi-nin (rehineyi
alanın) katili suçtan beri kılması da sahih değildir.
Rehin akdi rehine
malın kendisine bitişik olmayan meyve ve cariyenin çocuğu gibi artışlara
sirayet etmez.
Hamile bir cariye
rehine edilir de borç ödeme zamanı geldiğinde henüz hamile ise, hamli ile
birlikte satılır. Doğum yapmış ise, en zahir kavle göre çocuğu ile birlikte
satılır. Akid esnasında değil de satış esnasında hamile ise, en zahir kavle
göre çocuğu rehine olmaz.
Rehine cinayet
işlerse; hakkını elde etme konusunda öncelik sırası kendisine karşı cinayet
işlenen kişinindir. Rehineye kısas cezası gerektirirse veya kendisine karşı
cinayet işlenen kişinin alacağı için satılırsa, rehin akdi geçersiz olur.
Köle olan rehine
efendisine kai'şı işlediği suç kısası gerektiriyorsa, rehin akdi geçersiz
olur. Şayet efendisi bir mal karşılığında onu affederse, sahih kavle göre bu
akid geçerli olmaz ve köle rehine olarak kalır.
Bir kimsenin iki
kölesinden her biri bir başkasında rehine olur da biri diğerini öldürürse, her
iki rehin akdi hükümsüz kalır. Şayet köle hataen öldürme gibi mala taallûk eden
bir cinayet işlerse, rehinesi Öldürülmüş mürtehinin hakkı mala taalluk eder.
Gerektiğinde köle satılır ve bedeli rehine olarak bırakılır. Zayıf kavle göre
ise, kölenin bizzat kendisi rehine olur.
İki köle bir borç
karşılığında rehine olur da biri diğerini öldürürse, rehine eksilmiş olur.
İkisi, iki borç (biri vadeli diğeri peşin iki borç) karşılığında rehine olur
da biri diğerini öldürür ve mürtehin için belli bir menfaat söz konusu ise,
katil köle rehine bırakılır. Rehine semavi bir afetle telef olursa rehin akdi
geçersiz olur.
Mürtehin akdi fesheder
veya borcundan vazgeçerse, rehine re-hinelikten kurtulmuş sayılır. Borcun tümü
ödenmezse rehine rehi-nelikten kurtulmaz.
Kölenin bir kısmı bir
borç için, geri kalan kısmı da başka bir borç için rehine edilir de biri
borcundan vazgeçerse, sadece onun hissesi rehine olmaktan kurtulmuş olur. İki
kişi bir köleyi rehine alır da biri borcundan vazgeçerse, onun hissesi rehine
olmaktan kurtulmuş olur.
Taraflar (rahin-mürtehin) rehine veya
rehinenin miktarında ihtilâfa düşerler de rehine teberru (bağış) ise, yemini
ile birlikte rahin tasdik edilir. Rehineyi satmayı şart koştukları hususta
ihtilâfa <, düşerlerse her ikisi de yemin eder ve akid fesholur. i Mürtehin, iki kişinin kölelerini yüz liraya
karşılık rehine
i bıraktıklarını iddia
eder de bunlardan biri mürtehini doğrularsa, kölesinin elli liraya karşılık
rehine olduğu kabul edilir; diğeri ise, yemin eder ve sözü kabul edilir.
Mürtehini doğrulayan kişi diğeri aleyhine şahitlik ederse şahitliği
geçerlidir.
Rehineyi teslim
almakta ihtilâf ederler de rehine, rahinin veya mürtehinin elinde bulunuyorsa
ve rahin: "Rehineyi gasp ettim." derse yemini ile birlikte sözü
doğrulanır. Keza rahin, rehineyi icare gibi başka bir gaye ile teslim ettiğini
iddia ederse, en sahih kavle göre yemini ile birlikte sözü doğrulanır.
Mürtehin rehineyi
teslim aldığını ikrar eder de: "Gerçek kararımı vermemiştim." derse,
rahin ona yemin verdirir. Zayıf kavle göre mürtehin kararını hatırlamak üzere
örneğin: "Biz akdi gerçekleştirmeden önce yazılan senedi gördüm."
gibi bir yorumda bulunursa, rahin ona yemin verdirir.
Taraflardan biri
rehinenin cinayet işlediğini iddia eder de diğeri bunu inkar ederse, inkar
eden yemini ile birlikte doğrulanır. Rahin, rehinenin tesliminden önce cinayet
işlediğini söyler de mürtehin bunu inkar ederse, en zahir kavle göre mürtehin
yemin eder ve sözü kabul edilir. Mürtehin yemin ederce, en sahih kavle göre
rahin, üzerine cinayet işlenen kişiye karşı borçlu olur. Fakat rahin, rehinenin
kıymeti ile cinayet ersinden en az olanına göre borçlu olur. Mürtehin yemin
etmekten çekinirse, yemin etme hakkı direk olarak kendisine karşı cinayet
işlenen kişiye geçer, rahine geçmez.
Kendisine karşı
cinayet işlenen kişi yemin ederse, rehine cinayet sebebi ile satılır ve bedeli
kendisine verilir. Mürtehin rehinenin satılması için izin verir de rehine satıldıktan
sonra verdiği izinden cayar ve: "Henüz rehine satılmadan izinden
caymıştım." der, rahin ise: "Rehine satıldıktan sonra caydı."
derse, en sahih kavle göre mürtehinin sözü doğrulanır.
Bir kimsenin iki bin
lira borcu olur da bin liraya karşılık rehine bırakır ve bin lirayı ödedikten
sonra: "Rehineyi ödediğim bin lira için bırakmıştım" derse, yemini
ile birlikte doğrulanır. Şayet hiçbir şeye niyet etmeden bin lirayı öderse,
dilediği rehine yerine sayar. Zayıf kavle göre ise, rehineyi eşit şekilde her
ikisine bölüştürür.
Bir kimse vefat eder
de geriye borç bırakırsa, borç terekesine ve rehineye taallûk eder. Bir kavle
göre bunun hükmü, ersin (değer farkının) caniye taallûk etmesinin hükmü
gibidir. En zahir kavle göre, borç miktarı ister tereke miktarı kadar olsun,
ister ondan fazla olsun terekeye taallûk eder.
Bir borç ortada yokken
mirasçı terekeden tasarrufta bulunduktan sonra, satılmış olan malın bir özür
sebebi ile iade edilmesi gibi bir borç ortaya çıkarsa, en sahih kavle göre bu
durum mirasçının tasarrufunu feshetmez. Fakat mirasçı borcu ödemezse,
tasarrufu fesh olur. Mirasçının terekeyi elinde bulundurup borcu kendi malından
ödemesi ihtilafsız
caizdir. En sahih kavle göre borcun terekeye taallûk etmesi, onun mirasçı
olmasına mani değildir. Borç, terekenin artışlarına taallûk etmez. Kazanç
yoluyla elde edilen veya netaç (hayvanın doğurması) ile olan artışlar gibi.
Allah daha iyi bilir.
Bir kimsenin peşin
ödemesi gereken borcu mevcut malından fazla ise alacaklıların isteği üzerine
kendisi mali tasarruftan men edilir. Fakat vadeli borç için kişi mali
tasarruftan men edilemez. Peşin borç için müflis üzerine kısıtlılık konulunca,
en zahir kavle göre vadeli borçların vadesi girmiş olmaz.
Kişinin borcu malına
eşit ise ve kendisi kazanç elde ediyorsa, nafakası kazancından ödenir ve
kendisi kısıtlılık altına alınmaz. Kazanç elde etmiyorsa ve nafakası malından
Ödeniyorsa da keza en sahih kavle göre yine kısıtlılık altına alınmaz.
Alacaklıların talebi
olmadan borçlu kısıtlılık altına alınmaz. Alacaklıların bir kısmı hacr
(kısıtlılık) konulmasını ister ve borcu da malından fazla ise, kısıtlılık
altına alınır. Ödenecek borcu malından fazla değilse, kısıtlılık altına
alınmaz. En sahih kavle göre, müflisin talebi üzerine kendisine hacr konulur.
Kişi kısıtlılık altına alındığında alacaklıların hakkı malına taallûk eder.
Hakim hacr kararı verdiğinde halkın müflis ile muamele yapmaktan sakınması
için şahit bulundurur.
Kısıtlılık altına
alman kişi satış, hîbe ve köle azad etme gibi akidlerde bulunursa, bir kavle
göre tasarrufu durdurulur. Yaptığı bu tasarruflar borcundan fazla ise geçerli
sayılır. Borcundan fazla değilse tasarrufu geçersiz kalır. En zahir kavle
göre, kısıtlılık altına alınan kişinin yaptığı akidler hükümsüzdür. Şayet
malını borcu karşılığında alacaklılarına satarsa, en sahih kavle göre akid
hükümsüzdür. Kısıtlı kimse zimmetine bağlı olarak, örneğin selem akdi sureti
ile satışta bulunur veya zimmetinde olmak üzere bir malı satın alırsa, en sahih
kavle göre akid sahih olup aldığı mal veya para zimmetinde borç olarak kalır.
Kısıtlılık altına
alman kişinin evlenmesi, boşanması, karısı ile huT yapması, kısası tatbik
etmesi veya kısası affedip diyet alması sahihtir.
Kısıtlılık altına
alınmadan önce üzerinde bulunan bir malı veya bir borcu ikrar ederse, en zahir
kavle göre alacaklılar hakkındaki ikrarı kabul edilir. Fakat kısıtlılık altına
alındıktan sonra üzerinde bir akdin veya süresiz bir akdin bulunduğunu
söylerse, hakkındaki bu ikrarı kabul edilmez.
Kısıtlılık altına
alındıktan sonra bedeli mal olan bir cinayet işlediğini ikrar ederse, en sahih
kavle göre bu ikrarı kabul edilir. Kısıtlılık altına alınmadan satm aldığı
ayıplı malı geri vermesinde fayda varsa, geri verebilir. En sahih kavle göre
kişi kısıtlılık altına alındıktan sonra; avlanmak, vasiyet veya satış akdi veya
sahih olduğunu kabul etmemiz halinde satış yolu ile meydana gelen malına
kısıtlılık sirayet eder.
Satıcının kısıtlı
kimse ile yaptığı akdi feshetme hakkı yoktur. Müşterinin kısıtlı olduğunu
bilirse hakkı bizzat mala taalluk eder. Kısıtlı olduğunu bilmese de hüküm
böyledir. Satıcının hakkı mala taalluk etmesi mümkün değilse parayı diğer
alacaklılardan önce alma hakkı olmaz.
Kişi kısıtlılık altına
alındıktan sonra, hakimin acele üzere kısıtlının malını satarak alacaklılara
taksim etmesi sünnettir. Önce bozulacak malları, sonra sırası ile menkul ve
akarları satar. Malları müflisin ve alacaklıların huzurunda, her malı kendi
piyasasında rayiç bedelle ve bulunduğu beldenin parası ile peşin satmalıdır.
Borç nakid cinsinden
değilse ve alacaklı hak ettiği malın aynısını istiyorsa, hakim aynı malı
kendisine satın alır. Şayet alacaklı para almaya rıza gösterirse, mal yerine
para vermek caizdir. Fakat selem akdinde mal yerine para vermek caiz olmaz.
Hakim, karşılığını almadan malı müşteriye teslim etmez. Aldığı bedeli alacaklılar
arasında taksim eder. Fakat az olur da taksim edemezse, tümü toplamncaya kadar
bedeli bekletir. Hakim, alacaklılara kendilerinden başka alacaklının
olmadığına dair şahit getirmeleri için teklifte bulunamaz. Para taksim
edilirken bir başka alacaklı çıkarsa, alacağı oranda eldeki paraya ortak olur.
Zayıf kavle göre ilk taksimat iptal edilir ve yeni bir taksimat yapılır.
Müflis, kısıtlılık
altına alınmadan sattığı malın sahibi ortaya çıkar da malın bedeli telef
olmuşsa bu, sonradan belli olan borç hükmündedir. Hakimin sattığı mal, bir
başkasına ait olduğu ortaya çıkarsa, öncelikle bu mal sahibinin parası ödenir.
Bir kavle göre ise; bu para alacaklıların hissesi oranında kendilerinden geri
alınır.
Hakim, alacaklılara
paylarını taksim edinceye kadar müflise nafakası vacib olanların nafakasını
aynı paradan karşılar. Müflis çalışmakla kazanç elde edi-yorsa, nafakaları
alacaklıların hissesinden karşılanmaz. En sahih kavle göre, borçları için
müflisin meskeni ve hizmetlisi satılır. Hatta müflis müzmin hastalık veya
bulunduğu makam itibarı ile hizmetçiye ihtiyaç duysa da bunlar satılır. Kendisine
uygun bir takım elbise bırakılır. Bir takım elbise; gömlek, şalvar, sarık ve
ayakkabıdan oluşur. Kış mevsiminde bu elbiselere bir palto ilâve edilir.
Kendisine nafakası vacib olanlara taksim gününün nafakası bırakılır.
Kısıtlılık altındaki
kişinin malları alacaklılar arasında taksim edildikten sonra geriye kalan borcu
kapatmak için çalışması veya kendini kiralatması gerekmez. En sahih kavle
göre, kendisine ait ümmü veledi ve kendisine vakfedilmiş araziyi icareye
vermesi vacibtir.
Borçlu fakir olduğunu
veya malını borçlular arasında taksim ettiğini eder ve başka malı olmadığını
iddia eder de alacaklılar bu iddiasını reddederlerse, bu durumda mevcut borç,
satış akdi veya ödünç verme gibi mali bir muamele için olan bir borç ise,
müflisin fakir olduğuna veya başka malı olmadığına dair delil göstermesi gerekir.
Borç mali bir muamele borcu değilse veya kendisine ait bir malın olduğu kimse
tarafından bilinmiyorsa, en sahih kavle göre müflis yemin eder ve sözü
doğrulanır. Fakir olduğunu iddia eden müflisin delili, durumu kesinleşinceye
kadar beklemeden hemen kabul edilir.
Şahitler müflisin
gizli durumlarım bilmelidir. Şahitlik ederken: "O fakirdir." diye
söylemelidirler. Fakat: "Hiçbir şeye malik değildir." gibi kesin
reddetmeleri gerekmez. Fakir olduğu böylece tespit edildikten sonra müflisin,
artık hapsedilmesi veya gözaltına alınması caiz olmaz. Belki zengin oluncaya
kadar kendisine süre verilir. Garip olup fakir olduğuna dair delil getirmekten
aciz kalanın durumunu araştırmak üzere kadı bir vekil tayin eder. Vekil onun fakir
olduğuna gâlib zanla kanaat getirirse, hapisten kurtulması için şahitlik eder.
Bir kimse bir mal
satar ve henüz bedelini almadan müşteri iflas sebebi ile kısıtlılık altına
alınırsa, satıcı akdi feshedip malını geri alabilir. En sahih kavle göre
satıcının muhayyerlik hakkı acele üzeredir.
Fesh işlemi cariye ile
cinsel ilişkide bulunmak, köleyi azad etmek veya malı satmakla meydana gelmez.
Satıcı, satış akdinde olduğu gibi karşılıklı bedel ödenen sair akidlerde de
malını geri alabilir. Satıcının satış akdinden vazgeçmesinin şartları
şunlardır:
1- Bedel
peşin olmalıdır.
2- İflas
sebebi ile bedeli elde etmek mazurlu olmalıdır. Müşteri zengin olduğu halde
bedeli ödemekten imtina eder veya kaçarsa, en sahih kavle göre satıcı akdi
feshedemez. Şayet diğer alacaklılar satıcıya: "Akdi feshetme, sana bedeli
öderiz." derlerse, satıcının feshetme hakkı olur.
3- Mal,
müşterinin mülkiyetinde baki olmalıdır. Mal, hîbe etme gibi herhangi bir
sebeple müşterinin mülkünden çıkar veya köle ile kitabet akdi yaparsa,
satıcının geri dönme hakkı olmaz.
Müşterinin cariyeyi
evlendirmesi, satıcının akidden dönmesine mani değildir. Mal semavi bir afet
ile ayıplı hale gelirse, satıcı malını eksik olarak alır veya diğer
alacaklıların hakkına ortak olur. Mal bir başkası veya satıcı tarafından ayıplı
hale getirilirse, satıcı malını geri alır ve noksanlık farkı nispetinde
alacaklıların parasına ortak olur. Müşterinin mala karşı cinayet işlemesinin
hükmü, en sahih kavle göre semavi afetin hükmü gibidir.
Satılan iki köleden
biri telef olduktan sonra müşteri iflas ederse, satıcı mevcut malı alır ve
telef olanın hissesi kadar müşterinin malına ortak olur. Şayet bedelin bir
kısmım almış ise imam'ın son kavline göre malını geri alır. Her iki kölenin
bedeli' eşit olur ve bedelin yarısını almış ise mevcut olanı da kalan borç
karşılığında alır. Bir kavle göre, mevcut olan malın yarısını kalan bedelin
yarısı karşılığında alır ve geriye kalan borcu için de müşterinin malına ortak
olur.
Malda semiz olma veya
sanat öğrenme gibi bitişik bir artış olmuşsa, satıcı bu artışla birlikte
malını geri alır. Cariyenin çocuk doğurması ve meyve gibi ayrı olan artışlar
müşteriye ait olur, satıcı ise asıl malı alır.
Cariyenin çocuğu küçük
olur da satıcı çocuğun bedelini müşteriye öderse, çocuğu annesiyle birlikte
alır. Aksi halde cariye çocukla birlikte satılır ve satıcı yalnız cariyenin
bedelini alır. Zayıf kavle göre satıcı çocuğun bedelini bağışlamazsa malını
geri alamaz. Bilakis borcu nispetinde diğer alacaklılara ortak olur.
Satılan mal bir hayvan
olur ve satış esnasında değil de geri alma esnasında gebe ise veya satış
esnasında gebe olur da geri alma esnasında gebe değilse, en sahih kavle göre
malı geri alma hükmü yavruyu kapsar. Meyvenin kendi tomurcuğunda gizli kalması
ve olgunlaşma ile zuhur etmesi, ceninin gizli olması ve doğumla annesinden
ayrılmasından daha açıktır. Bu itibarla, malı geri almanın hükmü, meyveyi
kapsaması, cenini kapsamasından daha evladır.
Müşteri satın aldığı
tarlaya ağaç dikmiş veya bina yapmışsa ve alacaklılar ile müflis tarlayı
tahliye etme hususunda ittifak ederlerse, anlaştıkları şarta bağlı kalırlar ve
satıcı tarlasını geri alır. Tarlayı tahliye etmekten kaçınırlarsa, tahliye işi
için icbar edilmezler. Belki satıcı tarlasını geri alır, ağaç ve binayı da
bedel karşılığında mülkiyetine geçirir. Satıcı tarlayı tahliye ederse sadece
meydana gelebilecek noksanlık farkım tazmin eder. En zahir kavle göre, satıcı
tarlayı geri alıp tarladaki ağaç ve binayı müflise bırakma hakkına sahip değildir.
Müşteri satın aldığı buğdayı
benzeri veya daha düşük kaliteli buğday ile karıştırmışsa, satıcı verdiği malın
miktarı kadar karışık olan buğdaydan geri alır. Daha kaliteli buğdayla
karıştırmışsa, en zahir kavle göre karışık olanı almayabilir.
Müflis, buğdayı un
yapar veya elbiseyi boyar da değeri yüksel-mezse, satıcı malını geri alır.
Müflisin ise alacağı bir şey olmaz. Şayet buğday un olmakla ve elbise
boyanmakla değerleri yükselmişse, en zahir kavle göre satılır ve müflis
bedelden artış farkını alır. Müşteri elbiseyi boyadıktan sonra değerinde
boyanın değeri kadar bir artış olmuşsa, satıcı elbiseyi geri alır, müflis ise
boyaya ortak olur. Artış boyanın değeri kadar değilse, aradaki noksanlık farkı
müflise etki eder. Artış boyanın değerinden fazla ise, en sahih kavle göre müflis
artışın tümünü alır.
Müşteri hem boyayı hem
de elbiseyi bir kişiden satın alır ve elbiseyi boyadıktan sonra kısıtlılık
altına alınırsa, satıcı boya ve elbiseyi geri alır. Şayet ikisinin (boya ve
kumaşın) değeri asıl kumaşın değeri kadar olmazsa, noksan kısım boyaya ait
olur. Müşteri elbiseyi ve boyayı farklı kişilerden satın alır da boyalı
kumaşın değeri asıl kumaşın değeri kadar olmazsa, boya sahibi bir hak iddia
edemez. Artış boyanın değeri kadar olmuşsa, elbise ve boya sahibi malı geri
istemekte ortaktır. Artış her ikisinin değerinden fazla olmuşsa, en sahih kavle
göre müflis her iki artışa ortak olur.
Alacaklının hakkını
korumak için müflis, rehineyi kabul eden için rahin, mirasçı için hasta,
efendisi için köle ve müslüman için mürted kısıtlılık altına alınır.
Kısıtlılığın birkaç bölümü vardır. Bu bölümdeki amacımız delinin, küçüğün ve
savurganın kısıtlılığını açıklamaktır.
Bir şahıs delirirse,
nikah gibi dinî velayet hakkı elinden alınır ve sözlerine itibar edilmez.
Deliren ayılmca hakimin kararı olmadan kısıtlılığı kalkar. Çocuk da reşid olup
buluğ çağma erince kısıtlılık hali kalkar.
Buluğ çağına ermek;
erkek çocuğun on beş yaşını tamamlaması veya ihtilâm olması ile olur. İhtilâm
olmayı mümkün kılan zaman ise çocuğun dokuz yaşını tamamlamasıdır. Kasıktaki
sert kılların çıkması, kafirin çocuğu için buluğ alametidir. En sahih kavle göre
kasıktaki sert kıllar, müslüman kişinin çocuğu için buluğ alameti sayılmaz.
Kız çocuğunun buluğ
çağına ermesi yukarıda geçen iki alamete ek olarak adet görmesi ve hamile
kalmasıdır.
Reşidlik ise, din ve
mâlî idare bakımından salahiyetin ortaya çıkmasıdır. Dînî bakımdan salahiyet;
adaleti ortadan kaldıran haramların işlenmemesidir. Mâlî bakımdan salahiyet
ise, malı savur-mamaktır. Bu da muamelede malı fahiş bir aldanma ihtimali ile
zayi etmek, denize atmak veya harama harcamakla olur. En sahih kavle göre
kişinin malını sadaka ve hayır işlerine sarf etmesi veya kendi seviyesine
uygun olmayan yiyecek ve elbiselere harcaması savurganlık değildir.
Çocuğun reşidliği
deneme ve farklı mesleklerle bilinir. Tüccarın çocuğu alım-satım ve pazarlıktan
anlamasıyla, ziraatçının çocuğu ziraata uygun işler ve tarlayı işleten
çiftçilere masraf .yapması ile, sanatkarın çocuğu ise sanatına uygun bir işle
denenir. Kadının reşidliği ise ip bükmek, pamuğu ıslah etmek, yemeği kedi gibi
hayvanlardan korumak gibi sınamalarla bilinir. Denemenin iki veya daha fazla
sayıda yapılması şarttır.
Deneme, çocuk buluğa
girmeden yapılır. Zayıf kavle göre deneme, çocuk buluğa erdikten sonra
yapılır. Birinci kavle göre yani, buluğdan önce denenen kişinin yaptığı akidler
en sahih kavle göre sahih olmayıp, pazarlık konusunda denenir. Çocuk adına
velisi akid-de bulunur.
Bir çocuk reşid
olmadan buluğa ererse, kısıtlılığı devam eder. Fakat reşid olup buluğa ererse,
buluğla kısıtlılığı kalkar ve malı kendisine teslim edilir. Zayıf kavle göre
kısıtlılığın hakim tarafından kaldırılması şarttır. Malını tekrar savurursa
hakim tarafından kısıtlılık altına alınır. Zayıf kavle göre kısıtlılık iade
edilmeksizin döner. Reşid olarak buluğa eren fasık sayılırsa, en sahih kavle
göre kısıtlılık altına alınmaz.
Sefıhlikle kısıtlılık
altına girenin velisi, hakimdir. Zayıf kavle göre çocuk küçük iken velisi olan
kimse, çocuk büyüdüğünde de velisi o kimse olur. Deliliğe maruz kalan kişinin
velisi ise, küçüklüğünde kendisine velilik eden kimsedir. Zayıf kavle göre ise
velisi hakimdir. Sefihlik sebebi ile kısıtlılık altına alman kişinin velisinin
izni olmadan ahş-veriş akdinde bulunması, köle azad etmesi, malını hîbe etmesi
ve nikah akdinde bulunması sahih değildir.
Sefih kişi bir malı
satın alır veya borç olarak teslim alır da telef olur veya telef ederse,
bunları ne derhal ne de kısıtlılıktan sonra zimmetine geçirmiş olmaz. Mal sahibinin
onun sefih olduğunu bilip bilmemesi sonucu değiştirmez.
Sefih kişi, velisinin
izni ile nikah akdinde bulunursa akid sahihtir. En sahih kavle göre mali
tasarrufta bulunması sahih değildir.
Sefih kişi kısıtlılık
altına alınmadan veya kısıtlılık altına alındıktan sonra borç aldığını ikrar
ederse, kabul edilmez. Keza bir malı telef ettiğini itiraf ederse, en zahir
kavle göre kabul edilmez. Ancak had, kısas, talâk, bul, zihar ve lian
hakkındaki itirafı ve nesebi reddetmesi sahihtir.
Sefihin ibadet konusundaki
hükmü, reşid kişinin hükmü gibidir. Ancak sefih, zekâtını bizzat ayırıp verme
yetkisine sahip değildir. Sefih, farz hacı eda etmek üzere ihrama girerse;
yolda kendisine harcamak üzere velisi güvenilir birisine yetecek miktarda mal
verir. Eğer nafile hac için ihrama girerse ve yol masrafı ikamet halindeki
nafakasından fazla ise velisi onu alıkoyabilir. Mezhep alimlerince kabul edilen
rivayete göre muhsir kişi hükmünde olup, tıraş olur ve ihramdan çıkar. Ben
diyorum ki; ihsar kanı için bedelin geçerli olduğunu kabul etmemiz halinde
oruç tutarak ihramdan çıkar. Çünkü o malî tasarruftan alıkonulmuştur. Ancak
yolda fazla masrafı kadar kazanç elde ediyorsa, velisinin onu yoldan alıkoyması
caiz olmaz. Allah daha iyi bilir.
Çocuğun velisi babasıdır.
Sonra her ne kadar yukarıya doğru çıksa da baba cihetinden dedesidir. Daha
sonra bunlardan en son ölenin tavsiye ettiği kişi ve hakim gelir. En sahih
kavle göre anne veli olamaz.
Veli, velayetindeki
çocuğun malını maslahata binaen harcar. Çocuğa ev yaparsa, çamur ve tuğla
kullanır, fakat kerpiç ve kireç kullanmaz. Akarını nafaka ve giyim gibi bir
ihtiyaç için veya açık bir fayda olmaksızın satamaz. Ancak malı bir amaca
binaen ticaret eşyası karşılığında veya bir maslahat için vadeli olarak
satabilir. Malı vade ile satarsa şahit bulundurur ve müşteriden rehine alır.
Veli, maslahata binaen şüf a hakkı ile onun için mal alıveya almaktan vazgeçer.
Malının zekâtım öder ve nafakası için örfe göre harcama
yapar.
Çocuk buluğa erdikten
sonra babası ve dedesinin maslahat olmaksızın satış akdinde bulunduklarım
iddia ederse, her ikisi yemin eder ve sözleri kabul edilir. Çocuk, vasi veya
eminin (hakimin tayin ettiği kimse) maslahat olmaksızın satış akdinde
bulunduklarını iddia ederse, yemin eder ve sözü kabul edilir.
Sulh, iki kişi
arasındaki anlaşmazlığı kaldıran akiddir. İki kısma ayrılır.
A- Davacı
ile davalı arasında yapılan sulh. Bu da iki kısımdır:
1- İkrar üzere yapılan sulh: Üzerinde sulh yapılan hak,
dava edilmeyen bir ayın ise, bu sulh lafzı ile satış akdi yapmaktır. Böyle bir
sulhta satış akdinin hükümleri gerçekleşir. Örneğin, Şüf a hakkı, ayıplı olanı
iade etmek, teslimden önce malda tasarruf yapmamak, her iki mal ribevi ise aynı
mecliste teslim almak gibi.
Üzerine sulh yapılan
hak, evde kiraya oturmak gibi bir menfaat ise bu, sulh lafzı ile icare akdi
yapmaktır. Böyle bir sulhta icare-nin hükümleri geçerli olur.
Sulh dava edilen malın
bir kısmı üzerine yapılırsa, geri kalan kısım malı elinde bulundurana hîbe
edilmiş sayılır. Burada hibenin hükümleri geçerli olur. Böyle bir sulhu satış
kelimesi ile yapmak sahih olmaz. En sahih kavle göre sulh kelimesi ile hîbe
akdi yapmak
caizdir.
Bir kişi aralarında
anlaşmazlık olmaksızın bir kimseye: "Evin için şu kadar mal karşılığında
benimle sulh yap." derse, en sahih kavle göre böyle bir sulh akdi
geçersizdir. Ama borca karşı verilecek bir mal üzerine sulh akdi yapılırsa, bu
sahihtir. Borç ve mal altın karşılığında gümüş almak gibi ribevi ise, bedeli
aynı mecliste almak şarttır. Borç veya karşılığı ribevi olmayıp borcun bedeli
bir mal ise, en sahih kavle göre bedeli aynı mecliste almak şart değildir.
Malın bedeli borç ise, borcun miktarını aynı mecliste belli etmek şarttır.
Bedeli aynı mecliste almak hususunda iki vecih vardır. Davacı borcun bir kısmı
üzerine sulh yaparsa geri kalan kısımdan borçluyu ibra etmiş olur.
Sulh akdi ibra, hatit
(indirim), ıskat (düşürme) ve benzeri lafızlarla yapılırsa sahihtir. En sahih
kavle göre sulh lafzı ile sulh akdi yapmak caizdir.
Ödeme zamanı gelmiş
borcun aynısını vade ile ödemek üzere sulh yapmak veya bunun aksini, yani
vadesi gelmemiş borcu peşin vermek üzere sulh yapmak geçersizdir. Kişi, kendi
isteği ile vadeli olan borcunu peşin vermek isterse bu caizdir.
Davacı peşin olan on
lira borcundan beş lirasını peşin almak ve geri kalan beş liradan vazgeçmek
üzere sulh yaparsa, beş lirayı peşin alır. Bunun aksi ise hükümsüzdür. Yani
davacı, vadeli olan on lira borcunun beş lirasından vazgeçip beş lirasını
peşin almak üzere sulh yaparsa caiz olmaz.
2-Inkar
üzere yapılan sulh: İddia edilen malın inkarı üzerine yapılan sulh geçersizdir.
Keza malın bir kısmının inkarı üzerine yapılan sulh da en sahih kavle göre
geçersizdir. Meselâ; davalı davayı inkar ettikten sonra davacıya: "İddia
ettiğin ev üzerine benimle sulh yap." diye ikrarda bulunursa; malı
inkardan sonra yapılan bu ikrar, en sahih kavle göre ikrar sayılmaz.
B- Davacı
ile yabancı arasında yapılan sulh: Yabancı (davacı ve davalı dışındaki üçüncü
bir şahıs) davacıya gelerek: "Sulh yapmak üzere davalı beni vekil tayin
etti. Senin onda bulunan borçlarını itiraf etti." der ve davacı ile sulh
yaparsa bu akid sahihtir.
Yabancı kendi adına
sulh yaparak davacıya: "Davalı beni vekil tayin etti. Senin hakkını itiraf
ediyor." derse böyle bir sulh yabancı adına sahih olur. Sanki malı satın
almış gibidir.
Davalı davayı inkar
eder ve yabancı inkarının geçersiz olduğunu söylerse bu, gasp edilmiş malı
satın almak hükmündedir. Bu takdirde sulh, mal sahibi malı alacak güçte olup
olmayacağına göre tespit edilir. Mal sahibi malı alabilecek güçte ise sulh
sahih olur, aksi halde sahih değildir. Yabancı, davalının inkarının geçersiz
olduğunu söylemezse, (ister kendi adına isterse davalı adına yapılmış olsun)
batıl olup geçersizdir.
Herkese açık olan yol,
gelip geçenlere zarar verecek şekilde kullanılamaz, ona saçak uzatılamaz ve
kemer yapılamaz.
Saçakların ve kemer
yapılan yolun, uzun boylu insanın başına koyduğu yükle birlikte geçebileceği
yükseklikte olması şarttır. Yol süvarilerin ve kafilelerin geçtiği bir yol ise,
devenin üzerindeki hev-deç ve ona bağlı gölgeliğin direkleri ile birlikte
altından geçebileceği yükseklikte olmalıdır. Saçakları yola uzatmak üzerine
antlaşma yapmak, yola seki yapmak veya ağaç dikmek haramdır. Zayıf kavle göre
gelip geçenlere zarar vermiyecek şekilde yola ağaç dikmek caizdir.
Ortak olanların
dışında başkasının çıkmaz sokağa saçak direklerini uzatması haramdır. Keza
ortak olanların bir kısmının, diğer ortaklardan izin almadan sokağa saçak
direklerini uzatmaları en sahih kavle göre haramdır.
Çıkmaz sokağa ortak
olan, evinin kapısı yola açılan kimsedir. Evinin duvarı yola bitişik olup
kapısı yola açılmayan kimse çıkmaz yola ortak olamaz.
Sokağa ortak olanların
hepsi sokağın tümünde mi, yoksa her biri evinin kapısından sokağın başına kadar
olan kısımda mı hak sahibi olur? Bu konudaki farklı iki görüşten ikincisi en
sahih olanıdır. Ortak olmayan kimse, yol için kapısını çıkmaz sokağa açamaz. En
sahih kavle göre ortakların rızasını alarak kapısını yola açabilir.
Bir kimse kapısı yola
açıldığı halde sokağın baş tarafına uzak ikinci bir kapı açarsa, ortakları onu
bundan men edebilirler. Şayet yeni açacağı kapı yolun başına yakın olur da eski
kapısını kapatmazsa hüküm aynıdır. Fakat eski kapısını kapatırsa, onu yeni bir
kapı açmaktan men edemezler.
Bir kimsenin iki evi
olur da kapıları iki çıkmaz sokağa veya biri çıkmaz sokağa diğeri de ana
caddeye açılıyorsa ve her iki ev arasında bir kapı açmak isterse, en sahih
kavle göre bundan men edilemez. Yola ortak olanların, çıkmaz sokağa kapı
açmaktan men edilen kimse ile bir mal üzerine sulh yapmaları sahihtir. Bir
kimsenin açık veya çıkmaz sokağa duvarından pencere açması caizdir.
İki kişinin evleri
arasında bulunan duvar birisine mahsus olur. Bazen her ikisi onda ortak olur.
İmam'ın son kavline göre bir kişiye ait duvara sahibinin izni olmadan başkası
merteklerini koyamaz ve bu konuda duvar sahibi icbar edilemez. Şayet direklerin
konulması için ücret almadan rıza gösterirse, bu âriye sayılır. Onun sahibi direkler
henüz konulmadan bu sözünden cayabilir. Keza en sahih kavle göre, direkler
konulduktan sonra da sözünden cayabilir. Duvar sahibinin bu sözünden
cayabilmesi, direk sahibine şu iki husustan birini tercih etme yetkisini
verir:
1- Bir ücret
karşılığında direkleri yerinde bırakmak.
2- Direkleri
kaldırmak ve meydana gelecek noksanlık farkını ödemekle borçlu olması.
Zayıf kavle göre,
duvar sahibinin sözünden cayması, sadece ücreti talep etme imkanı verir. Duvar
sahibi direklerin konulmasına razı olur ve bir ücret karşılığında üzerinde bina
yapılmasına müsaade eder veya üzerine bina yapılmak üzere duvarın üst kısmım
ica-reye verirse, bu icare akdi olur. Şayet " Üzerine bina yapılmak üzere
evi veya duvarın intifa hakkını sattım." derse, en sahih kavle göre, akdin
hem satış hem de icare akdi olmasına ihtimal vardır. Böyle bir akidden sonra
duvarların üzerine bina yapılırsa, duvar sahibi binayı derhal bozamaz. Duvar
kendiliğinden bozulursa; duvar sahibi duvarını, müşteri de binasını yapar.
Duvarların üzerine bina yapmak için verilen izin bir ücret karşılığı olsun veya
olmasın hüküm aşısından aynıdır.
Üzerine bina yapılacak
yerin uzunluğunun ve genişliğinin; duvarın kalınlığının keyfiyetinin (içinin
dolu veya boş olması) ve üzerine yapılacak tavanın keyfiyetinin (kubbeli veya
direkli olması) açıklanması şarttır.
Bir kimse arazisinde
bina yapılmasına izin verirse, binanın yapılacağı yerin miktarım açıklaması
yeterlidir.
İmam'ın son kavline
göre, ortakların izni olmadan biri müşterek duvara merteğini koyamaz, duvara kazık
çakamaz ve pencere açamaz. Fakat duvara yaslanabilir ve zarar vermeksizin bir
eşyayı dayayabilir. Yabancı birine ait duvara yaslanmasının veya bir eşyayı
dayamasının hükmü de aynıdır, imam'ın son kavline göre, duvarı imar etmek için
bir ortak diğerlerini icbar edemez.
Ortaklardan biri kendi
aletleri ile yıkılmış duvarı tamir etmek isterse, diğerleri ona mani olamaz.
Tamir ettiği duvar mülkiyetine geçmiş olur, istediği eşyayı üstüne koyabilir ve
dilediğinde duvarı bozabilir. Şayet ortakları kendisine "Duvarı bozma,
payımıza düşen masrafı öderiz." derlerse, tekliflerine icabet etmesi
gerekmez.
Ortaklardan biri
müşterek yıkıntının molozları ile yıkılan duvarı yapmak isterse, diğerleri onu
men edebilirler. Yardımlaşmak suretiyle duvarı yıkıntı molozlarından
yaparlarsa, önceden olduğu gibi ortak olurlar. Ortaklar, arkadaşlarından
birine duvarı yaptırmak üzere fazla hisse vermeyi şart koşarlarsa bu caizdir.
Bu fazla hisse, diğerlerinin hissesinden iş yapanın çalışmasına karşılık
verilen ücrettir.
Suyu tarlasından
geçirerek götürmek ve arsasından kar atmak için bir kimsenin mülk sahibi ile
bir mal üzerine sulh akdi yapması caizdir.
İki kişi mülkleri
arasında bulunan duvar konusunda anlaşmazlığa düşerlerse bakılır: Şayet duvar
birisinin binasına bitişik olur ve duvarın bina ile beraber yapıldığı
biliniyorsa, duvar onun olur. Şayet duvar müstakil ise, her ikisi onda ortak
olur. Bunlardan birisi duvarın kendisine ait olduğuna dair delil getirirse,
kendisine ait olduğuna karar verilir. Şahit göstermezlerse her ikisi de yemin
eder. Şayet yemin eder veya yemin etmekten çekinirlerse ikisi de duvara ortak
olur. Birisi yemin ederse, malın ona ait olduğuna karar verilir. Şayet
birisinin mertekleri duvarın üzerinde olursa, bu duvarın kendisine ait
olmasına tercih sebebi olamaz.
İki mülk arasındaki
duvar gibi olan alt ve üst kat arasında bulunan tavanın üst kattan sonra ihdas
edildiği mümkün ise, her ikisi bunda ortak olur. Üst kattan sonra yapıldığı
mümkün değilse tavan alt kata sahip olanındır.
Havale akdi için muhil
(havale eden) ve muhtalm (havale edilenin) rıza göstermesi şarttır. En sahih
kavle göre kendisine havale edilenin rıza göstermesi şart değildir. Borcu
olmayanın havale akdinde bulunması ise sahih değildir. Zayıf kavle göre akde
rıza gösterirse akid sahihtir.
Havale akdinin sahih
olması için borcun Ödenmesi zorunlu (zimmete) olmalı veya para ve hububat gibi
zorunluluk niteliğini taşıyan bir borç veya misli olan, keza en sahih kavle
göre değeri takdir edilen bir mal olmalıdır. Muhayyerlik süresi içerisinde
bulunan parayı satıcıya havale etmesi ve en sahih kavle göre, satıcının bir
başkasını müşteriye havale etmesi caizdir.
En sahih kavle göre,
mükateb kölenin kitabet akdinin taksitleri için efendisini üçüncü bir şahsa
havale etmesi sahihtir. Fakat taksitleri almak için efendi başkasını köleye
havale edemez.
Havale edilen borcun
sıfat ve miktarının havale eden ve havale edilen tarafından bilinmesi şarttır.
Bir kavle göre, sıfatı bilinmese de diyet için olan develeri havale etmek veya
üzerlerine havale akdi yapmak sahihtir.
Havale edenin
zimmetindeki borç ile kendisine havale edilen kişinin vereceği borcun cins ve
miktar bakımından eşit olması şarttır. Keza en sahih kavle göre, her iki borç
vadeli ve vadesiz olma, sağlamlık ve kırıklık açısından da eşit olmalıdır.
Havale akdi kesinleşirse havale eden, havale edilenin borcundan, kendisine
havale edilen de havale edenin borcundan kurtulur. Yalnız havale edilenin
borcu, kendisine havale edilenin zimmetine geçer.
Havale akdi
yapıldıktan sonra, kendisine havale edilen kişi (muhalün aleyh) iflas, inkar,
yemin etmek gibi bir mazeret sebebi ile borcu Ödeyemezse; havale edilen kişi,
havale eden kişiye geri dönemez. Havale akdi esnasında, kendisine havale
edilen müflis olur ve havale eden bundan haberdar değilse bile geri dönemez.
Zayıf kavle göre, akid esnasında kendisine havale edilenin zengin olması şart
koşulmuşsa geri dönebilir.
Şayet müşteri parayı
satıcıya havale eder de malı bir ayıp sebebi ile geri iade ederse, en zahir
kavle göre akid geçersiz olur. Satıcı parayı müşteriye havale eder de mal ayıp
sebebi ile geri iade edilirse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre
akid geçersiz olmaz.
Bir kimse kölesini
satar ve ücretini havale eder de sonra satıcı, müşteri ve havale edilen kişi
kölenin hürriyetine kavuşması hususunda söz birliği ederlerse veya hürriyetine
kavuştuğu bir delil ile sabit olursa, havale akdi hükümsüz kalır. Havale edilen
kişi, kölenin hürriyetine kavuştuğu hususunda satıcı ile müşteriyi tekzip eder
ve bu konuda bir delil de yoksa; satıcı ve müşteri kölenin hürriyetine
kavuştuğu hususunda bilgisi olmadığına dair havale edilene yemin ettirirler ve
havale edilen kişi malı müşteriden alır.
Şayet havale eden,
havale edilene: "Borcumu alman için seni vekil tayin ettim." der de,
havale edilen kişi de: "Beni başkasına havale ettin." derse veya
havale eden kişi: "Sözümle seni vekil kılmayı kastettim." der de
havale edilen: "Hayır sen havale etmeyi kastettin." derse, havale
eden yemin eder ve sözü tasdik edilir. İkincisinde (seni vekil kılmayı
kastettim şıkkında) bir vecih vardır. Havale eden kişi: "Sana havale
etmiştim." der de havale edilen kişi: "Beni vekil tayin
etmiştin." derse, havale edilen kişi yemin eder ve sözü dikkate alınır.
Tekeffül, başkasının
zimmetinde sabit olan bir hakka veya borçlu olan şahsı getirip hak sahibine
teslim etmeye veya hak sahibine verilecek aynı teslim etmeye kefil olmaktır.
Kefil olmanın şartları şunlardır:
1- Reşid
olmak: Sefihlik nedeni ile kısıtlılık altında bulunana kişinin kefil olmasının
hükmü, kısıtlının yaptığı satış akdinin hükmü gibidir. En sahih kavle göre,
kölenin efendisinin izni olmaksızın kefil olması geçersizdir. Efendisinin izni
ile kefil olması ise sahihtir.
Şayet köle bir borca
kefil olur da borcun kendi kazancından veya başkası tarafından ödenmesini
tayin etmişse, borç tayin edilen maldan Ödenir. Aksi halde (borcun ödenmesi
için mal tayin edilme-mişse) en sahih kavle göre, köleye ticaret yapmak için
izin verilmişse, eli altında bulundurduğu maldan ve kendisine izin verildikten
sonra elde edeceği kazancından ödenir. Kendisine izin verümemişse kazancından
ödenir.
En sahih kavle göre,
kefilin hak sahibini Şahsen tanıması şarttır. Hak sahibinin kefili
kabullenmesi ve rıza göstermesi ise şart değildir. Borçlunun kefalete razı
olması kesin olarak şart değildir. En sahih kavle göre, kefilin borçluyu
tanıması da şart değildir.
2- Borç:
Akid esnasında sabit olmalıdır. Gelecekte ortaya çıkacak borca kefil olmak
imam'ın ilk kavline göre sahihtir. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete
göre, malın karşılığı alındıktan sonra yapılan dereke kefaleti sahihtir. Dereke
kefaleti, satılan malın bir başkasının olduğunun anlaşılması veya malının
ayıplı çıkması veya tartı aletinin hatalı olmasının sebebi ile malın noksan
olduğunun anlaşılmasıyla, parayı ödemeye kefil olmaktır. Borç, ödenmesi
gerekli bir borç olmalıdır. Kitabet akdinin taksitlerine kefil olmak caiz
değildir. En sahih kavle göre satılan malın muhayyerlik süresi içerisinde
bulunan malm bedeline kefil olmak sahihtir.
Ci'aleye kefil olmanın
hükmü, ci'aleye rehine bırakmanın hükmü gibidir, imam'ın son kavline göre
borcun miktarı, cinsi ve sıfatı belli olmalıdır. Yine imam'ın son kavline göre
meçhul borcu (miktarı, cinsi, sıfatı belli olmayanı) ibra etmek geçersizdir.
Ancak diyet develerini ibra etmek caizdir. Niteliklerini açıklamadan diyet
develerine kefil olmak en sahih kavle göre sahihtir.
Bir kimse başkasına:
"Senin, Zeyd üzerindeki bir dirhemden on dirheme kadar olan borcuna zamin
oldum." derse, en sahih kavle göre bu kefalet sahihtir ve on dirheme
kefil olmuş sayılır. Ben diyorum ki; en sahih kavle göre dokuz dirheme zamin
olur. Allah daha iyi bilir.
Mezhep alimlerince
kabul edilen rivayete göre, beden kefaleti (borcun ödeme zamanı geldiğinde
borçlu olanı hazır bulundurmaya kefil olmak) sahihtir. Üzerinde borç bulunan
şahsa kefil olan kişinin
borç miktarını bilmesi
şart değildir. Ancak kefalete konu olan malm, kefaleti sahih olan mallardan
olması şarttır. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, kısas ve zina
iftirası gibi insan hakkına taallûk eden cezalarda şahsa kefil olmak sahihtir.
Allah hakkına taallûk eden cezalarda ise (zina ve içki gibi) şahsa kefil olmak
sahih değildir.
Çocuğu, deliyi,
tutukluyu, hazırda olmayanı ve suretine bakarak şahitlik etmek için
defnedilmemiş cenazeyi hak sahibinin yanına getirmeye kefil olmak sahihtir.
Kefil teslim yeri
tayin etmişse, teslimin tayin edilen yerde yapılması lazımdır. Teslim yeri
tayin edilmemişse, borcun bulunduğu mahal teslim yeridir. Kefil, teslim
mahallinde teslimatı yapınca kefaletten kurtulmuş olur. Bu takdirde; teslim
mahallinde hak sahibinin hakkını almasına mani olacak zorba gibi bir engel
bulunmamalı, kendisine kefil olunan kişi teslim mahallinde hazır olmalı ve hak
sahibine: "Kefilim adına teslim oluyorum." demelidir. Bu sözü •
söylemeden sadece teslim mahallinde hazır bulunmakla teslim olmuş sayılmaz.
Şayet borçlu ortada
yoksa ve kefil onun yerini bilmiyorsa huzura getirmesi lazım değildir. Fakat
nerede olduğunu biliyorsa getirmesi lazımdır. Ancak kefile onu getirecek kadar
mühlet verilmelidir. Verilen mühlet içerisinde borçluyu getiremezse veya borcu
ödeye-mezse hapsedilir. Zayıf kavle göre borçlu namazı kısaltmayı caiz kılan
mesafe kadar gidip kaybolmuşsa onu getirmek lazım değildir. En sahih kavle
göre, borçlu ölmüş ve defnedilmişse kefilden mal istenmez. Kefalet akdinde
borçluyu teslim etme imkanı yoksa kefil borçlu olur şeklinde bir şart konulursa
akid geçersizdir. En sahih kavle göre mekfulun (borçlunun) rızası olmadan
kefalet akdi sahih olmaz.
Kefalet ve daman
akdinde üstlenmeyi hissettirecek bir kelimenin olması şarttır. Örneğin:
"Falanın üzerinde bulunan borcuna zamin oldum, üstlendim, boynuma
geçirdim, falanın bedenini tekeffül ettim, falanın yanındaki malını ödeyeceğimi
tekeffül ettim, zamin olanı hazır bulundurmaya kefil oldum, tekeffül ettim veya
üstlendim." gibi bir lafızla yapılmalıdır.
Şayet kefil:
"Malı öderim veya falan şahsı getiririm." derse, bu vaat etmeyi ifade
eder. En sahih kavle göre kefil olmayı veya zamin olmayı bir şarta veya zamana
bağlamak caiz değildir.
Şayet kefalet
gerçekleşir de borçluyu bir ay sonra getirmeyi şart koşarlarsa, bu caizdir.
Peşin olan borcun belli bir müddet sonra, vadeli olan borcun da peşin ödenmesine
kefil olmak sahihtir. En sahih kavle göre kefilin borcu acele üzere ödemesi
gerekmez. Hak sahibi zaminden veya asıl borçludan hakkını isteyebilir. En sahih
kavle göre, asıl borçlunun zimmetini borçtan ibra etmek şartı ile kefil olmak
sahih olmaz.
Şayet hak sahibi asıl
borçluyu borçtan ibra ederse, kefil de kefaletten kurtulmuş olur. Fakat bunun
aksi olmaz. Kefil veya asıl borçludan biri vefat eder ve borç da vadeli ise,
hayatta olanın değil de ölenin borcu derhal ödenmelidir.
Hak sahibi hakkını
kefilden isterse, kefil asıl borçlunun borcunu ödeyerek ondan kurtulmasını
talep eder. Bu durumda kefilin asıl borçlunun izni ile kefil olması şarttır. En
sahih kavle göre, hak sahibi borcunu istemedikçe kefil de asıl borçludan
borcunu ödemesini isteyemez.
Kefil, asıl borçlunun
izni ile kefil olmuş ve borcu ödemişse, kendisine müracaat edebilir.
Kendisinden zamin olma ve borcunu ödeme konusunda izin almamış ise, asıl
borçluya müracaat etme hakkı olmaz. Şayet sadece kefalet için izin almışsa, en
sahih kavle göre asıl borçluya müracaat eder. Aksi halde asıl borçludan izin almadan
kefil olmuşsa ve onun izni ile borcunu ödemişse, en sahih kavle göre bir hak
talebinde bulunamaz.
Kefil sağlam para
yerine kırık para öder veya yüz liralık borç yerine beş yüz lira değerinde bir
elbise üzerine sulh yaparsa, en sahih kavle göre ancak borçlandığı şeyi asıl
borçludan isteyebilir.
Bir kimse zamin
olmadan ve izin almadan başkasının borcunu öderse, kendisinden bir hak
talebinde bulunamaz. Fakat kendisine müracaat etme şartı ile izin almışsa,
ödediği malı taleb edebilir. Keza mutlak şekilde (bir şart koşmaksızm) izin
almışsa, en sahih kavle göre ödediği malı talep edebilir. En sahih kavle göre
kefil borcun cinsi dışında başka bir şey üzerine sulh akdi yaparsa, bu onun hakkını
istemesine mani değildir.
Zamin ve borcu ödeyen
kişiler asıl borçlunun izni ile borcu Ödediklerine dair iki erkek veya bir
erkekle iki kadını şahit gösterir-lerse, haklarını almak için müracaatta
bulunabilirler. Keza zamin ile birlikte bir erkek şahit yemin ederse, en sahih
kavle göre hakkını talep edebilir. Zamin borcu ödediğine dair şahit
gösteremezse, bir hak taleb edemez. Şayet asıl borçlunun gıyabında borcu
ödediğini iddia eder ve asıl borçlu onu yalanlarsa, keza onu doğrularsa en sahih
kavle göre zamin hak talebinde bulunamaz. Keza hak sahibi za-minin borcu
ödediğini tasdik eder veya zamin asıl borçlunun huzurunda borcu eda eder ve
hak sahibi onu yalanlarsa, mezhep alimle-rince kabul edilen rivayete göre zamin
hak talebinde bulunabilir.
Şirketin (ortaklığın) birkaç çeşidi
vardır: '
1- Ebdan ortaklığı: Taşıyıcılar gibi sair meslek
sahiplerinin bedenen çalışarak, sanatları aynı veya farklı olmakla birlikte
kazançlarım eşit veya farklı olarak aralarında paylaşmak üzere ortaklık
kurmalarıdır
2- Muvafaza
ortaklığı: Kazançlarını birbirine katmaksızın aralarında paylaşmak ve meydana
gelecek zarara katılmak üzere kurulan ortaklık akdidir.
3- Vucuh
ortaklığı: İtibar sahibi kişilerden her birinin vadeli olarak mal satın alıp bu
malı sattıklarında paradan elde edecekleri fazlalığı aralarında paylaşmak üzere
kurdukları ortaklıktır.
İleride açıklanacak
şartları taşımadıklarından ortaklığın bu üç çeşidi geçersizdir.
4- İnan
ortaklığı: Birkaç kişinin ticaret yapmak üzere kendilerine ait bir mala ortak
olmalarıdır. Bu ortaklık sahih olup şartlan şunlardır:
a- Lafız:
İnan ortaklığında alım satım gibi tasarrufta bulunacak kişiye izin verildiğine
delalet eden bir kelimenin bulunması şarttır. Ortakların her birinin diğerine
tasarruf izni verdiğini belirten ifadenin sadece: "Ortak olduk."
şeklinde olması en sahih kavle göre yeterli değildir.
b- Ortaklar:
Ortaklardan her biri vekil olmaya veya vekalet vermeye ehil olmalıdır.
c- Sermaye:
Sermaye, değer takdiri yapılan (elbise gibi) bir mal değil, misli bulunan (para
gibi) bir mal olmalıdır. Zayıf bir kavle göre, sadece damgalanmış paralar
sermaye olabilir. Ayrıca her iki sermaye, ayırt edilemeyecek şekilde birbirine
katılması şarttır. Türleri veya -sağlam ve kırık paralar gibi- sıfatları ayrı
olan sermayeyi birbirine katmak yeterli olmaz. Sermayeyi biribirine katmak;
akit esnasında ortakların mallarını çıkarıp birbirine katmaları ile
gerçekleşir.
Ortaklar veraset, alım
satım veya bunlardan başka bir yolla bir mala sahip olurlar da her biri bunda
ticaret yapmak için diğerine tasarruf izni verirse bununla şirket akdi
gerçekleşmiş olur.
Şirkette ticaret
malını caiz sermaye haline getirmenin yolu ise şudur: Ortaklardan her biri,
malik olduğu eşyanın bir kısmını diğerinin sahip olduğu eşyanın bir kısmı
karşılığında satar ve her biri, tasarrufta bulunması için diğerine izin verir.
Ortakların
sermayelerinin eşit olması ve en sahih kavle göre akid esnasında her iki malın
miktarının bilinmesi şart değildir.
Ortaklardan her biri
diğerine zarar vermeksizin tasarrufta bulunma izni vermelidir. Ortaklar malı
vadeli veya beldede tedavülde bulunmayan bir parayla veya aşırı zararla
satamaz, şirketin malı ile sefere çıkamaz ve ticarette kullanmak üzere
başkasına izinsiz teberru edemezler.
Ortaklardan her biri
dilediği zaman akdi feshedebilir. Her iki ortak, akdi birlikte feshederlerse
tasarruftan azledilmiş olurlar. Ortaklardan biri diğerine: "Seni azlettim
veya hissemde tasarruf hakkın yoktur." derse, azleden azledilmiş olmaz.
Ortaklardan birinin ölmesi, delirmesi veya sürekli bayılması durumunda şirket
feshe uğrar. Ortaklar eşit miktarda veya farklı miktarda çalışsalar bile,
sermayeleri nisbetinde kar ve zarara ortak olurlar.
Ortaklar
sermayelerinin nisbeti dışında kâr ve zararda eşit olmayı şart koşarlarsa akid
fesholur. Akid fesholunca ortaklardan her biri kendi malından çalıştığı kadar
ücret almak için arkadaşına müracaatta bulunur. Ortaklardan her birinin şirket
adına yapacağı tasarruf geçerli olup kâr her iki malın nisbeti oranında ortaklar
arasında paylaştırılır.
Ortak, şirket malı
üzerinde güvenilir bir emanetçi gibidir. Bu itibarla ortağın hissesini ödeme,
zarar miktarı ve malın telef oluşu gibi konularda ileri sürdüğü iddia
doğrulanır. Malın yangın gibi görünen bir sebeple telef olduğunu iddia eder ve
yangının vuku bulduğuna ve bu yangın sebebi ile malın telef olduğuna delil
getirirse, iddiası doğrulanır.
Malı elinde bulunduran
kişi malın kendisine ait olduğunu diğeri de malın müşterek olduğunu iddia
ederse veya iddia bunun tersine olursa, yani malı elinde bulunduran mal
müşterektir der, diğeri ise malın kendisine ait olduğunu iddia ederse; mal
kimin elinde ise onun iddiası doğrulanır.
Malı elinde bulunduran
sermayeyi paylaştıklarını, elindeki malın kendisine ait olduğunu, diğeri de malın
müşterek olduğunu söylerse inkar edenin iddiası yemini ile birlikte doğrulanır.
Ortaklardan biri satm
aldığı malı şirket adına veya kendisi için satın aldığını iddia eder de diğeri
bu iddiayı inkar ederse, müşterinin iddiası yemini ile birlikte doğrulanır.
Kişinin vekil tayin
ettiği işleri, mülkiyet veya velayeti sebebiyle bizzat kendisinin yapması
sahih olması şarttır. Buna göre çocuğun, delinin, kadının ve ihramlınm nikah
akdi için vekil tayin etmesi sahih değildir. Çocuğun mal, nikah ve vasiyet
gibi hakları hususunda velisini vekil tayin etmesi sahihtir. Gözleri görmeyen
kişi, alım satım akdi konusunda bu hükümden müstesna olup vekil tayin etmesi
sahihtir.
Kişinin vekalet
yoluyla yapacağı işin bizzat kendisi için sahih olması şarttır. Bu bakımdan
çocuğun ve delinin vekil olması sahih değildir. Keza kadın ve ihramlmm nikah
akdi için vekil olması sahih değildir. En sahih kavle göre, eve girmeye izin
vermek ve hediyeyi sahibine ulaştırmada güvenilir çocuğun sözüne itimat edilir.
En sahih kavle göre köle, nikahı kabul etme hususunda vekillik yapabilir. Ama
nikahı teklif etmede vekil olamaz.
Vekalet konusu olan
şeyin müvekkilin mülkünde olması şarttır. Şu halde kişinin ileride mülkiyetine
alacağı köleyi satmak üzere vekil tayin etmesi ve evlenecek bir kadını boşamak
için başkasına vekalet vermesi en sahih kavle göre geçersizdir.
Vekalet konusu olan iş
vekalete elverişli olmalıdır. Bu itibarla, ibadetleri ifa etmek için başkasını
vekil tayin etmek sahih değildir. Ancak hac ibadetini eda etmek, zekâtı hak
sahiplerine dağıtmak ve kurbanı kesmek için vekil tayin etmek caizdir.
Şahitlik, ilâ, lian gibi yeminlerde vekil tayin etmek caiz olmaz. En sahih
kavle göre zihar akdi için vekil tayin etmek sahih değildir.
Alışveriş yapmak,
hîbe, selem, rahin, nikah, talâk gibi sair akidler ile akdi bozmak, borçları
teslim almak ve teslim etmek, mahkemede dava açmak ve davaya cevap vermek gibi
hususlarda vekil tayin etmek sahihtir. Keza Ölü araziyi ihya etmek, av avlamak
ve odun toplamak gibi herkese mubah olan şeyleri mülk edinmek için vekil tayin
etmek, en zahir kavle göre sahihtir. En sahih kavle göre, ikrar akdinde vekil
tayin etmek sahih değildir. Kısas, had ve kazif gibi insan haklarına taallûk
eden cezaların îfası için vekil tayin etmek sahihtir. Zayıf kavle göre,
müvekkil hazır da olsa vekilin ifadesine göre cezaları ifa etmek caizdir.
Vekalet konusu olan
işin bazı yönleri bilinmelidir. Fakat her yönünün bilinmesi şart değildir. Bir
kimse başkasına: "Az veya çok işlerde veya bütün işlerimde seni vekil
tayin ettim veya her şeyi sana havale ettim." derse, vekalet belirsiz
olduğundan sahih değildir. Şayet: "Mallarımı satmak veya kölelerimi azad
etmek için seni vekil tayin ettim." derse, böyle bir vekalet sahihtir.
Kişi kendisine bir köle satın almak için birisini vekil tayin ederse, kölenin
türünü, bir ev satın almak isterse, mahalle ve sokağını belirtmesi vacibtir. En
sahih kavle göre paranın miktarını belirtmesi vacib değildir.
Müvekkilin vekalet
vermeye razı olduğunu hissettiren bir lafzı söylemesi şarttır. Müvekküm
vekiline: "Şu hususta seni vekil tayin ettim, onu sana havale ettim veya o
hususta sen veküimsin." demesi gibi. Şayet müvekkil sadece: "Sat,
azad et" derse bununla da izin gerçekleşmiş olur. Vekilin lafzen:
"Kabul ettim." demesi ise şart değildir. Zayıf kavle göre kabulün
lafızla olması şarttır. Bir başka zayıf kavle göre ise: "Seni vekil tayin
ettim." gibi akid lafızlarına karşılık kabulün lafızla olması şarttır.
Ancak: "Sat, azad et." gibi emir lafızlarına karşılık kabulün
lafızla olması şart değildir. En sahih kavle göre, vekaleti bir şarta bağlamak
sahih olmaz.
Vekaleti şarta
bağlamanın caiz olmasını kabul etmemiz halinde müvekkilin tasarruf için bir
şart ileri sürmesi caizdir. Müvekkil vekiline: "Seni vekil tayin ettim ve
seni azlettiğim zaman vekilim-sin." derse, en sahih kavle göre: "Seni
vekil tayin ettim." lafzı ile vekalet derhal geçerli olur. Şarta bağlanan
vekaletten azledildikten sonra vekilin vekaletinin kendiliğinden iade olunup
olunmadığı, konusunda iki vecih vardır. Bu iki vecih görevden almayı şarta
bağlama hakkında da geçerlidir.
Müvekkil mutlak satış
akdi için vekil tayin ederse, vekil malı akdin yapıldığı beldenin parasından
başka bir para ile veya vadeli veya aşırı bir aldanma ile satamaz. Aşırı
aldanmadan maksat, genellikle olması ihtimal dahilinde olmayan fazla bir
aldanmadır. Vekil bu üç şekilden birine göre malı satar ve müşteriye teslim ederse
malı tazmin eder.
Müvekkil malı vade ile
satmak üzere vekil tayin eder ve vadeyi belirtirse, vekilin bu şarta uyması
lazımdır. Vadeyi belirtmeksizin tayin ederse, en sahih kavle göre böyle bir
vekalet sahihtir. Misli olan mallarda vade, halk arasındaki örfe göre takdir
edilir.
Vekil, malı kendi
adına satın alamaz ve küçük çocuğuna satamaz. En sahih kavle göre babasına
veya baliğ olan çocuğuna satabilir. Satış akdi yapan vekil bedeli teslim alır
ve malı teslim eder. Bedeli almadan malı teslim edemez. Bu şekilde davranmazsa
malı tazmin eder.
Bir malı satın almak
için tayin edilen vekil, ayıplı malı satın alamaz. Malı zimmetine bağlı olarak
satın alır da malın ayıbını bilmezse ve bedele denk ise, mal müvekkile ait
olur. Ancak malın ayıplı olduğunu bilirse, en sahih kavle göre mal müvekkilin
olmaz. Aypılı mal bedele denk olmayıp, vekil ayıbı biliyorsa mal kendisinin
olur. Şayet ayıplı olduğunu bilmiyorsa ve paraya denk değilse, en sahih kavle
göre müvekkilin olur. Ayıplı olduğunu bilmeden malı satın almış ve müvekkil
adına olmuşsa, bu takdirde hem vekil hem de müvekkil malı geri verebilir.
Vekil tayin edildiği
işi yapabilecek durumda ise, müvekkilden izin almadan tayin edildiği iş için
vekil tayin edemez. İşi güzel bir şekilde yapabilecek durumda değilse veya ona
layık değilse müvekkilden izin almadan vekil tayin etmesi sahihtir. Şayet iş
çok olur ve vekil tümünü yapmaktan aciz kalırsa, mezhep alimlerince kabul edilen
rivayete göre yapması mümkün olanın dışında kalan kısım için vekil tayin eder.
Müvekkil vekiline izin
verip: "Kendine bir vekil tayin et." derse ve o da bir vekil tayin
ederse, bu ikinci vekil birinci vekilin vekili olur. En sahih kavle göre ikinci
vekil, birinci vekilin azledilmesi veya ölmesi gibi bir sebeple azlolması ile
azlolur.
Müvekkil vekiline:
"Benim için bir vekil tayin et." derse, bu ikinci vekil müvekkilin
vekili olur. Keza hiçbir şart belirtmeksizin: "Bir vekil tayin et."
derse, en sahih kavle göre müvekkil adına tayin edilmiş olur. Ben diyorum ki;
bu iki durumda bir vekil, diğer vekili azledemez veya birinin azlolması ile
diğeri azlolamaz.
Vekilin bir başkasını
vekil tayin etmesini kabul etmemiz halinde, güvenilir birisini tayin etmesi
şarttır. Müvekkil güvenilir birinin tayin etmezse, vekil başkasını tayin eder.
Vekil, güvenilir birisini tayin eder de sonradan fasık olduğu anlaşılırsa, en
sahih kavle göre onu azledemez. Allah daha iyi bilir.
Müvekkil vekiline:
"Malımı falan şahsa veya şu günde veya şu pazarda sat." diye bir
kayıt koyarsa vekilin müvekkilin emrine uyması lazımdır. Pazarı tayin etme konusunda
bir vecih vardır: Belirtilen pazarla ilgili özel bir maksat yoksa, vekil malı
başka bir pazarda satabilir.
Müvekkil: "Malımı
yüz liraya sat." derse, vekil bu bedelden daha aşağı bir bedelle satamaz.
Müvekkil vekiline: "Şu dinarla şu evsafta bir koyun satın al." der,
vekil aynı evsafta iki koyun alır da bir koyun bir dinar değerinde değilse,
müvekkil adına sahih bir akid olmaz. Her bir koyun mevcut dinara eşit ise, en
zahir kavle göre akid sahihtir. Mülkiyet hakkı müvekkilindir.
Müvekkil, malının
belli bir kısmı ile bir şeyi satın almayı emreder de vekil zimmetine bağlı
olarak satın alırsa, alman mal müvekkilin olmaz. Keza müvekkil malı vadeli
almasını emreder de vekil peşin satın alırsa, en sahih kavle göre müvekkil için
geçerli sayılmaz. Vekil müvekkilin emrine muhalefet ederek malını satar veya
aynı malla satın alırsa, böyle bir tasarruf geçersizdir.
Vekil müvekkilin
ismini zikretmeden zimmetine bağlı bir malı satın alırsa, bu malı kendi şahsına
satın almış sayılır. Müvekkilinin ismini zikreder de satıcı: "Bu malı sana
sattım." derse, vekil ise: "Falan için satın aldım." diye cevap
verirse, keza en sahih kavle göre mal vekil için olur. Eğer satıcı:
"Müvekkilin Zeyd'e sattım." der, vekil de: "Onun için
aldım." derse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre akid
geçersizdir.
Vekil, müvekkilin malı
üzerinde güvenilir bir emanetçi hükmündedir. Her ne kadar ücret karşılığı tayin
edilmiş ise de hüküm böyledir. Şayet vekil mala karşı kusur gösterirse, malı
tazmin eder. Ancak en sahih kavle göre, bununla azledilmiş sayılmaz. Akdin
hükümleri müvekkile değil vekile taallûk eder.
Malın görülmesi ve
akdin geçerli sayılması akid meclisinden ayrılmaya göre dikkate alınır.
Müvekkil değil de vekil bedelin mecliste teslim edilmesini şart koşmuşsa
vekilin sözü geçerlidir.
Vekil bir malı satın
alır da malın bedelini müvekkilden almış ise, satıcı bedeli vekilden ister.
Müvekkil bedeli vekile ödememişse ve bedel belli bir mal ise, satıcı vekilden
talep edemez. Bedel vadeli olup zimmette zikredilmiş ise, satıcı vekilden talep
eder.
Müvekkil vekilin
vekaletini inkar eder veya onu tanımadığını söylerse, satıcı hakkını vekilden
talep eder.Vekilin vekaletini itiraf
ederse, müvekkilden
isteyebildiği gibi en sahih kavle göre vekilden de talep edebilir.
Vekil zamin, müvekkil
ise asıl hükmündedir. Vekil malı satıp bedeli alır ve bedel henüz eli altında
iken telef olur da satılan malın bir başkasına ait olduğu anlaşılırsa, vekil de
vekaletim itiraf ederse en sahih kavle göre, müşteri vekile müracaat eder.
Sonra vekil müvekkile başvurur. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, müşteri ilk
başta müvekkile başvurur. Doğusunu Allah bilir.
Vekalet akdi, hem vekil
için hem de müvekkil için caiz olan bir akiddir. Müvekkil, vekil hazır iken onu
azlederse veya "Vekaletini kaldırdım veya iptal ettim veya seni vekaletten
çıkardım." derse vekil azledilmiş sayılır. Vekil hazır değilken azledilse
hemen azledilmiş olur. Bir kavle göre, vekil azledildiğini Öğrenmedikçe
azledilmiş olmaz. Şayet vekil: "Kendimi azlettim veya vekaleti geri
verdim." derse azledilmiş sayılır.
Vekil veya müvekkil
ölüm veya delilik gibi keza en sahih kavle göre, devamlı baygınlık gibi bir sebeple
tasarruf ehliyetini kaybederse, azledilmiş sayılır. Müvekkilin tasarruf
hakkının mülkiyetinden çıkması ile de vekil azledilmiş olur. Vekil, vekaletini
unutarak veya zalimin zulmünden korkması gibi gizli bir maksatla vekaletini
inkar ederse, azledilmiş olmaz. Fakat bir maksat olmaksızın vekaletini inkar
ederse azledilmiş olur.
Vekil ve müvekkil
vekaletin aslında veya sıfatında anlaşmazlığa düşerlerse; örneğin vekil:
"Malı borca satmak için veya yirmi liraya satmak için beni vekil tayin
etti." der, müvekkil de; "Peşin satmak üzere veya on liraya satm
almak üzere vekil tayin ettim." derse, müvekkil yemini ile birlikte tasdik
edilir.
Vekil, müvekkilin
kendisine emrettiğini zannederek bir cariyeyi yirmi liraya satm alırsa,
müvekkil de, "On liraya satm alması için izin vermiştim." diyerek ve
yemin ederse, bu durumda bakılır: Vekil müvekkilin malının aynısı ile satm
almış ve akid esnasında müvekkilin ismini zikretmişse veya malı falan kişi
adına onun malı ile satm aldığını akidden sonra söylerse ve satıcı onu bu
sözünde tasdik ederse her iki durumda da akid batıl sayılır. Şayet satıcı onu
tekzip eder ve vekil tayin edildiğinden habersiz olduğuna yemin ederse, satın
alma akdi vekil adına gerçekleşmiş olur. Keza malı borca satın almış ve
müvekkilin ismini zikretmemiş veya zikretmişse ve satıcı onu müvekkilin ismini
zikrettiğini tekzip ederse, en sahih kavle göre akid vekil adına gerçekleşmiş
olur.
Satıcı, müvekkilin
adını zikrettiği konusunda vekili tasdik ederse, akid batıl sayılır. Akdin
vekil adına gerçekleştiğine karar verirsek müvekkilin: "Şayet yirmi
liraya satın almak üzere sana em-retmişsem onu sana yirmi liraya
satıyorum." şeklinde vekile teklifte bulunması için hakimin müvekkile
ricada bulunması müste-habtır. Akdin kendisine helal olması için vekilin de:
"Satın alıyorum." demesi lazımdır. Şayet vekil, "izinli
kılındığım konuda tasarrufta bulundum." der ve müvekkil de bu iddiayı
inkar ederse, müvekkil yemini ile birlikte tasdik edilir. Bir kavle göre, vekil
tasdik edilir.
Malın telef olması
konusunda yemini ile birlikte vekilin sözü kabul edilir. Keza malın müvekkile
iade edildiği hususunda da vekilin sözü kabul edilir. Zayıf kavle göre ise,
ücret karşılığı tayin edilen vekilin malı iade ettiği hususundaki sözü kabul
edilmez. Şayet vekil, müvekkilin elçisine malı teslim ettiğini iddia eder de
elçi bunu inkar ederse, elçinin sözü tasdik edilir. En sahih kavle göre
müvekkilin, vekilin sözünü tasdik etmesi gerekmez. Eğer vekil: "Parayı
aldım ve telef oldu." der, müvekkil de bu iddiayı inkar eder ve ihtilâf
malı teslim etmeden önce olmuşsa müvekkilin sözü kabul edilir. Aksi halde
(ihtilâf, mal teslim edildikten sonra olmuş ise) mezhep alimlerince kabul
edilen rivayete göre, vekilin sözü geçerli sayılır.
Borcun edası için
tayin edilen vekil borcu ödediğini söyler de hak sahibi bu iddiayı inkar
ederse, yemini ile birlikte hak sahibinin sözü kabul edilir. En zahir kavle
göre, delili olmadıkça vekilin sözü, müvekkilin aleyhine tasdik edilemez.
Yetimin işlerine bakan
kişi, yetim buluğa erdikten sonra malı kendisine teslim ettiğini iddia ederse,
en sahih kavle göre delil göstermesi gerekir. Vekil (kendisine emanet bırakılan
kişi) mal sahibi malını talep ettiğinde en sahih kavle göre: "Şahit
getirmedikçe malım veremem." diyemez. Malı gasp eden kişi ile malı geri
vermede sözü geçerli olmayan kişi, mal sahibi şahit göstermedikçe malı
kendisine vermeyebilir.
Bir kimse borçluya
gelerek: "Alacaklı sende bulunan borç malını veya malını almam için beni
vekil tayin etti." der ve alacaklı onu bu sözünde tasdik ederse, malı ona
teslim edebilir. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, vekil tayin
edildiğine dair şahit göstermedikçe borçlunun malı ona teslim etmesi gerekmez.
Bir kimse borçluya,
"Hak sahibi beni sana havale etti." der, borçlu onu bu sözünde
tasdik ederse en sahih kavle göre, malı ona teslim etmesi gerekir. Ben diyorum
ki şayet: "Ben hak sahibinin varisiyim." der ve borçlu onu tasdik
ederse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, malı ona teslim etmesi
vacibtir. Allah daha iyi bilir.
(Şer'i ıstılahta
ikrar, kişinin başkasına ait olup kendisi üzerinde bulunan bir hakkı haber
vermesidir. İkrarın rüknü dörttür: İkrar eden, lehine ikrar edilen, lafız ve
ikrar edilen şey.)
Mutlak tasarruf
ehliyetine sahip olan kimsenin ikrarda bulunması sahihtir. Çocuk ve delinin
ikrarı ise geçersizdir. Çocuk, dokuz yaşında iken ihtilâmla buluğa erdiğini
iddia ederse, kendisine yemin verdirmeden iddiası tasdik edilir. Ancak yıl
itibarıyla buluğa erdiğini iddia ederse, delil göstermesi istenir.
Sefih ve müflisin
ikrarı ile ilgili hükümler yukarıda hacr ve iflas bölümünde açıklandı.
Kölenin ikrarı, cezayı
gerektiren durumlarda kabul edilir. Köle, cezayı gerektirmeyen bir cinayet
sebebi ile borçlu olduğunu itiraf eder de efendisi bu konuda onu yalanlarsa,
borç kölenin zimmetine geçer, bedenine taallûk etmez.
Köle, bir akid sebebi
ile borçlu olduğunu ikrar eder ve ticaret için kendisine izin verilmemişse, bu
ikrarı efendisi hakkında geçerli olmaz. Ticarette izinli kılmmışsa, ikrarı
efendisi için geçerli olur. İkrar edilen borçlar, kölenin kazancından ve elinde
bulunan maldan ödenir.
Kişinin ölümcül
hastalığında yabancı bir kimse hakkında yaptığı ikrar, keza mezhep alimlerince
kabul edilen rivayete göre mirasçıları hakkındaki ikrarı sahihtir. Sıhhatli
iken bir kimseye borcu olduğunu ikrar eden kişi, hastalığında başka bir kişiye
daha borçlu olduğuna ikrar ederse bu, birinci kişinin borcunun ödenmesi için
öncelik sebebi olamaz.
Bir kimse sıhhatli
iken veya hasta iken bir kişiye borçlu olduğunu ikrar eder de öldükten sonra
mirasçıları bir başkasına borçlu olduğunu söylerse, en sahih kavle göre bu
birinci kişinin borcunun ödenmesinde öncelik sebebi olamaz. Zorlanan kişinin
ikrarı sahih değildir.
Kendisi adına ikrar
yapılan kişinin, ikrar edilen mala sahip olma ehliyeti bulunmalıdır. Örneğin
bir kimse: "Şu hayvanın bende şu kadar borcu var." derse bu sahih
olmaz. Ancak hayvanı kiralamak gibi bir sebeple sahibine karşı borçlu olduğunu
söylerse sahihtir.
Bir kimse, Hind'in
karnındaki ceninin veraset veya vasiyet yolu ile, "Bende şu kadar borcu
var." diye ikrar ederse bunu ödemesi gerekir. Eğer borç kişinin mümkün
olmayan bir yönüne isnat edilerek söylenirse bu ikrar boş sözden ibaret olur.
(Kişinin, "Hind'in karnındaki cenin, bana borç verdi veya bana şu malı
sattı." demesi gibi. Burada ikrarın yalan olduğu kesindir). En zahir kavle
göre mutlak şekilde yapılan ikrar sahihtir.
Kendisi adına ikrar
yapılan kişi, ikrar edeni yalanlarsa en sahih kavle göre, mal ikrar edenin
elinde kalır. İkrar eden kişi tekzip edildiğinde ikrarından döner ve: "Ben
ikrarımda hata ettim." derse, en sahih kavle göre sözü kabul edilir.
Lafız ikrarın bir
rüknüdür. Bir kimse: "Zeyd'in bende şu kadar malı vardır." derse, bu
ikrar olur. Kişi borcu için: "Üzerimde veya zimmetimde." veya her
hangi bir mal için: "Beraberimde veya yanımda." derse, bu da ikrar
olur. Ancak bir kişi bir başkasına: "Benim sende bin liram vardır."
der o da cevap olarak: "Ölç, al, onu al, üstünü mühürle veya kesene
koy." derse, ikrar olmaz. Şayet ona: "Bela, evet, doğru söyledin,
beni ondan kurtardın, onu ödedin veya ben onu ikrar ediyorum." derse ikrar
olur. Sadece: "Ben ikrar ediyorum veya ben onu ikrar ediyorum."
derse ikrar olmaz. Şayet: "Şu kadar borcum sende değil midir?" der o
da: "Bola veya evet" derse, bu ikrar olur. "Evet" lafzı
hakkında bir vecih vardır: Bu lafızla ikrar olmaz.
Şayet alacaklı
borçlusuna: "Sendeki bin liramı öde." der, borçlu da: "Olur,
yarın öderim; bana bir gün veya oturuncaya kadar, keseyi açıncaya kadar veya
anahtarı buluncaya kadar mühlet ver." derse, en sahih kavle göre bu bir
ikrardır.
1- İkrar
edilen mal, ikrar edenin mülkü olmamalıdır. Eğer kişi: "Zeyd'de olan evim
veya elbisem veya borcum Amr'mdır." derse, bu geçersiz bir sözdür. Şayet
kişi şu mal, falan kişinindir ve onu ikrar edinceye kadar mülkümdür derse; ilk
sözü ikrar, ikinci sözü ise boş sözden ibarettir.
2- İkrar
edilen malı, ikrar edilene teslim etmek için ikrar edenin elinde bulunmalıdır.
Şayet kişi, elinde olmayan bir malı ikrar eder de sonra eline geçerse, ikrarın
gereği yerine getirilir. Bir kimse bir başkasında bulunan kölenin hür olduğunu
ikrar eder de sonra onu satın alırsa 6 kölenin hür olduğuna hüküm verilir.
Sonraki ikrarında: "Onun aslı hürdür." derse, satın alması köle için
fîdye yerine geçer.
Köleyi elinde
bulunduran kişi, onu azad ettiğini söylerse, mezhepçe kabul edilen rivayete
göre, müşteri açısından satış akdi fidye, satıcı açısından ise satış muamelesi
olur. Bu takdirde sadece satıcı için meclis muhayyerliği ve şart muhayyerliği
sabit olur.
Kişi üzerinde bulunan
meçhul bir hakkı ikrar ederse, bu sahihtir. Meselâ, "Onun bende bir şeyi
vardır." dediği zaman, o az da olsa mal olabilecek her hangi bir şey ise,
yapacağı açıklama kabul edilir, ikrar edilen hak mal olacak durumda olmayıp mal
olabilecek cinsten, mesela; bir buğday habbesi veya talim edilmiş köpek veya
tezek gibi faydalanılması helal olan necis bir şey ise, en sahih kavle göre
açıklaması kabul edilir. Fakat ikrar edilen hak domuz veya istifade edilmeyen
veya köpek gibi mal edinilmesi caiz olmayan bir şey ise,açıklaması kabul
edilmez. Kişi açıklamasında hastayı ziyaret etmek veya selâmı almak gibi bir
hakkı kastederse, ikrarı kabul edilmez.
Bir kimse üzerinde
herhangi bir malın veya değerli bir malın veya büyük bir malın veyahut çok
malın olduğunu söylerse, ikrar edeceği şeyin en az miktarı kabul edilir. Keza
ikrar edeceği şey ümmü veled olursa, en sahih kavle göre bu konudaki açıklaması
kabul edilir. İtiraf edeceği şey köpek ve meytenin derisi gibi necis bir şey
ise, ikrarı kabul edilmez.
Bir kimse:
"Üzerimde böyle bir hakkı vardır." derse, bunun hükmü yukarıda
geçtiği gibi: "Üzerimde bir şey vardır." demesinin hükmü gibidir.
"Üzerimde bir şey, bir şey veya böyle böyle bir malı vardır." derse,
tekrar yapmamış gibidir. Şayet: "Üzerimde bir şeyi ve bir şeyi veya şöyle
ve şöyle bir hakkı vardır." derse, iki şey vermesi vacib olur. Eğer dirhem
kelimesini nasp ile yani "dirhemen" veya ref ile "dirhemün"
veya cer ile "dirhemin" şeklinde telaffuz ederek: "Üzerimde bir
dirhemi vardır." diye itiraf ederse, bir dirhem ödemesi lazımdır. Şayet
dirhem kelimesini "dirhemen" şeklinde nasp ile söyleyerek:
"Üzerimde şöyle şöyle dihemi vardır." derse, mezhepçe kabul edilen
rivayete göre, iki dirhem vermesi vacibtir. Ref veya cer haliyle söylerse bir
dirhem vermesi gerekir. Eğer ref, nasp ve cer denilen her üç halde
"vav" harfini zikretmeden itirafta bulunursa bir dirhem ödemesi lazım
gelir. Eğer: "Üzerimde bin ve bir dirhemi vardır." derse, dirhem
dışında elf (bin) hakkındaki açıklaması kabul edilir. Şayet üzerimde yirmi beş
dirhemi vardır derse, en sahih kavle göre tümü dirhem olarak kabul edilir.
Bir kimse: "İkrar
ettiğim dirhemlerin ölçüsü eksiktir." derse, bu durumda beldenin
dirhemleri tam olur ve "eksik" lafzını ikrarı ile birlikte söylemişse
açıklaması kabul edilir. İkrarından ayırarak söylerse açıklaması kabul edilmez.
Beldenin dirhemlerinin ölçüsü eksik olur da "eksik" lafzını ikrarı
ile birlikte söylerse, açıklaması yine kabul edilir. Keza İmam'm kesin beyanına
göre ikrarından ayrı söylemişse de açıklaması kabul edilir.
Dirhemlerin bozuk
olduğunu beyan ederse, bunun hükmü az önce geçen noksan dirhemlerin hükmü
gibidir. Şayet: "Onun üzerimde birden ona kadar dirhemi vardır."
derse, en sahih kavle göre dokuz dirhem vermesi lazım gelir. Şayet, "f
" harfini beraberlik anlamında kullanarak, "Üzerimde on ile beraber
bir dirhemi vardır." derse on bir dirhem, hesap yapmayı kastederse on
dirhem vermesi lazımdır. Ancak "beraberlik veya hesabı" kastetmezse
bir dirhem ödemesi gerekir.
Bir kimse:
"Kındaki kılıcı veya sandıktaki elbisesi yanım-dadır." derse, km ve
sandığı vermesi gerekmez, "içinde kılıç olan kını veya elbise olan sandığı
yanımdadir." şeklinde ikrar ederse, yalnız km ve sandığı vermesi gerekir.
"Başında sarık olan kölesi yammdadır." derse, en sahih kavle göre
sarığı vermesi gerekmez. Şayet: "Yanımda eğeri ile birlikte hayvanı veya
nakışlı elbisesi vardır." derse, bunların tümünü, (hayvanı eğeri ile ve
elbiseyi nakısı ile birlikte) vermesi lazımdır.
Bir kimse:
"Babamın mirasında bin lira borç vardır." derse, bu babasının borcu
bulunduğunun ikrarıdır. Eğer: "Babamdan aldığım mirasta bin lira borç
vardır." derse bu, bin lirayı hîbe etmek üzere verilen sözün ikrarıdır.
Şayet: "Onun bende bir dirhemi, bir dirhemi vardır." derse, bunu
tekit için söylediğini kabul etmemiz halinde bir dirhem vermesi lazımdır. Ama,
"Onun bende bir dirhemi ve bir dirhemi vardır." derse, iki dirhem
vermesi gerekir. Eğer, "Bende bir dirhemi ve bir dirhemi ve bir dirhemi
vardır." derse, ilk iki ikrar için iki dirhem vermesi lazımdır. Üçüncü
ikrara gelince, bununla ikincisini tekit etmeyi kastederse bir şey vermesi
gerekmez. Eğer bununla söze başlamaya niyet ederse, üçüncü bir dirhem vermesi
gerekir. Keza üçüncü lafızla birinci lafzı tekit etmeye niyet ederse veya hiçbir
şeyi kastetmeden söylerse, en sahih kavle göre, üçüncü bir dirhem vermesi
lazım gelir.
Bir kimse müphem bir
hakkı ikrar ederse, meselâ: "Onun bir şeyi veya bir elbisesi
bendedir." derse, kendisinden bu hakkın ne olduğunu açıklaması istenir.
Açıklama yapmamakta ısrar ederse en sahih kavle göre açıklama yapıncaya kadar
hapsedilir. Şayet müphem olanı açıklar da kendisi lehine ikrar yapılan kişi onu
tekzip ederse, hakkını açıklamalı ve iddia etmelidir. Reddetmekte ikrar
yapanın sözü geçerlidir. Bir kimse: "Onun bende bin lirası var." der,
ikinci günde yine: "Onun bende bin lirası var." derse sadece bin lira
vermesi lazım gelir.
İkrar edilen hakkın
miktarı ayrı ayrı olursa, az miktar çok miktara dahil edilir. Şayet üzerindeki
hakkı kırık ve sağlam lira gibi ayrı ayrı iki sıfatla nitelendirir veya satış
ve borç gibi ayrı ayrı iki cihete dayandırır veya: "On lirayı cumartesi
günü aldım ve pazar günü de on lira aldım." derse, her üç halde de
zikrettiği iki hakkı ödemesi lazımdır. Yani biri diğerine dahil olmaz. Şayet:
"Onun bende içki veya köpek ücretinden bin lirası vardır veya bin
lirasını ödedim." derse en zahir kavle göre bin lira vermesi gerekir.
İkrarı yapan kişi:
"Henüz teslim almadığım kölenin parasından onun bende bin lirası vardır.
Köleyi bana teslim ettiği zaman bin lirasını teslim ederim." derse,
mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, itirafı kabul edilir ve bu para
o malın bedeli
olur.
Bir kimse: "Allah
dilerse onun bende bin lirası vardır," derse, mezhepçe kabul edilen
rivayete göre, bir şey vermesi gerekmez. Şayet: "Onun bende kendisine
lazım olmayan bin lirası vardır." derse, bin lira vermesi lazımdır. Şayet
kişi: "Onun bende bin lirası vardır." diyerek bin lirayı getirir ve:
"Bu bin liradan kastım onun bendeki emanetidir." der, lehine ikrar
yapılan kişi de: "Benim onda başka bin liram vardır." derse, en zahir
kavle göre ikrarı yapan kişinin sözü yemini ile birlikte kabul edilir. Eğer:
"Onun bin lirası zimmetimde-dir veya bende bin lira borcu vardır."
derse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, lehine karar verilen
kişinin sözü kabul edilir. Ben diyorum ki; belirtilen hakkı vedia (emanet)
kabul etmemiz halinde, en sahih kavle göre bu bir emanettir.
İkrarı yapan kişi, ikrardan
sonra: "Bu emanet telef oldu veya emaneti geri verdim." diye iddia
ederse, iddiası ve reddetme konusundaki iddiası kabul edilir. Şayet: "Bin
lirası yammdadır veya bendedir." derse, bin liranın emanet olduğu, geri
verdiği ve ikrardan sonra telef olduğu konusundaki iddiası kesin olarak
doğrulanır. Allah daha iyi bilir.
İkrarı yapan kişi,
satış akdi veya hîbe akdi yaptığını ve malı teslim aldığını ikrar eder de sonra
bu akidlerin fâsid olduğunu ve akidlerin sahih olduğunu zannettiğini söylerse,
akidlerin fâsid olduğu hakkındaki iddiası kabul edilmez. Ancak lehine ikrar
yapılan kisiye yemin ettirebilir. Yemin etmekten çekinirse, ikrarı yapan kişi
yemin eder ve akidlerden ibra etmiş olur.
İkrarı yapan kişi,
"Bu ev Zeyd'indir, hatta Amr'mdır veya bu evi Zeyd'den gasp ettim hatta
Amr'dan gasp ettim." derse ev Zeyd'e teslim edilir. En zahir kavle göre
evin Amr'a ait olduğunu ikrar ederse, evin değerini Amr'a vermek üzere borçlu
olur.
İkrar edilenin tümünü
kapsaması ve istisna ile müstesnanın ard arda söylenmesi şartıyla ikrarda
istisna yapmak caizdir. Bir kimse: "Zeyd'in bende on lirası vardır, ancak
dokuz lirası, ancak sekiz lirası müstesna." derse dokuz lira vermesi
lazımdır.
Müstesnayı, cinsinden
olmayan bir şeyden istisna etmek de sahihtir. "Onun bende bin lirası
vardır, ancak elbise müstesna." demek gibi. Elbisenin de kıymetini bin
liradan az bir değerle beyan etmesi lazımdır.
Belli olan bir şeyden
istisna yapmak caizdir. "Bu ev onundur ancak şu oda müstesna veya şu dirhemler
onundur ancak şunlar müstesna." demek gibi.
Belli olan eşyada
kaide dışı bir vecih vardır: Belli eşyada istisna yapmak caiz değildir. Ben
diyorum ki kişi: "Şu köleler Zeyd'indir ancak bir tanesi
müstesnadır." derse, bu ikrarı kabul edilir ve istisna ettiği köleyi
açıklaması istenir. Henüz açıklama yapmadan köleler ölür de bir tanesi sağ
kalır ve o da sağ kalanı istisna ettiğini zannederse, en sahih kavle göre
yemini ile sözü tasdik edilir. Allah daha iyi bilir.
Bir kimse; "Şu
benim oğlumdur." diye birini kendine nispet ederek nesebi ikrar ederse,
böyle bir ikrar şu şartlarla caiz olur:
1- İkrar
edilen, ikrar edeni hissen ve şer'an tekzip etmemelidir. Onu tekzip etmesi
demek, başkasının soyundan olduğunun bilinmesi demektir.
2- İkrar
edilen kişi tasdik etmeye ehil ise, itiraf edeni tasdik etmelidir. Şayet ikrar
edilen kişi buluğ çağında olur da onu tekzip ederse, ikrarı yapanın delili
olmadıkça neseb tespit edilmiş olmaz. İkrar edilen küçük ise, ikrarı yapanın
soyundan olduğu sabit olur. Şayet buluğ çağma gelir de ikrarı yapanı tekzip
ederse, en sahih kavle göre nesebi geçersiz sayılmaz.
Bir kimsenin, küçük
yaşta ölmüş çocuğun kendi soyundan olduğunu ikrar etmesi sahihtir. En sahih
kavle göre, büyük yaşta ölmüş olanın da hükmü böyledir. İkrarı yapan kendine
nispet ettiği ölü kişiye mirasçı olur.
İki kişi baliğ bir
kişinin kendi soyundan olduğunu ikrar ederse, çocuğun kendisini tasdik ettiği
kişinin soyundan olduğu sabit olur. İki kişinin neseplerine ilhak ettikleri
küçük çocuk ile ilgili hükümler, Allah'ın izni ile ileride "lakid"
bölümünde açıklanacaktır.
Bir kimse, cariyesinin
çocuğu için, "Bu benim oğlumdur." derse, onun soyundan olduğu sabit
olur, ama en zahir kavle göre; "ümmü velet" sabit olmaz. Keza,
"Bu kadın çocuğumu mülkümde doğurdu." derse bununla ümmü veled sabit
olmaz. Eğer, "Bu kadın mülkümde hamile oldu." derse, bununla istilât
sabit olur. Şayet kişi cariyesi ile yattığını ikrar ederse, çocuğun kendisine
ait olduğunu ikrar etmesine gerek kalmadan yatak sebebi ile çocuk ona nispet
edilir. Cariyesi evli ise, çocuk kocasına aittir. Bu durumda efendisinin,
"Bu çocuk benim çocuğumdur." demesi geçersizdir.
Nesebi başkasına ilhak
etmenin hükmüne gelince kişinin: "Bu kardeşimdir veya amcamdır."
derse, az önce geçen şartlara göre ilhak edilenin nesebi sabit olur.
Kendisinin nesebine ilhak edilen kişi şu şartları taşımalıdır:
1- Nesebe
dahil edilen ölmüş olmalıdır.
2- Nesebe dahil edilen kişinin ilhak edileni
reddetmemesi en sahih kavle göre şart değildir.
3- İkrarı yapan
kendisinin nesebine ilhak
edilen kişinin malının tümüne
mirasçı olmalıdır. En sahih kavle göre nesebe ilhak edilen ikrarı yapanın
hissesine mirasçı veya ortak olamaz.
Akil ve baliğ olan
mirasçı, beraberinde başka mirasçılar olursa, yalnız başına ikrarda bulunamaz.
Mirasçılardan biri nesebi ikrar eder de diğeri ikrarda bulunmaz ve ölürse ve bu
durumda ikrar edenden başka mirasçı da yoksa, ikrar ettiği kişinin nesebi sabit
olur.Malın tümüne mirasçı olan çocuk bilinmeyen kardeşlerinin olduğunu ikrar
eder, kardeşleri ise onun nesebini inkar ederlerse; bu inkarın bir faydası
olmaz ve kardeşlerinin de nesebi sabit olur. Zahir olan mirasçı nesebe dahil
edileni mirastan men ederse, mesela; ölünün kardeşi: "Şu çocuk ölen
kardeşimin oğludur." derse, çocuğun nesebi tespit edilmiş olur fakat çocuk
mirasçı olamaz.
Muirin (ödünç verenin)
teberru yapma ehliyetine ve ödünç malın menfaatine sahib olması şarttır.
Kiracı, kiraladığı malı ariye (ödünç) olarak başkasına verebilir. En sahih
kavle göre ödünç alan kişi malı Ödünç veremez. Müstair (ödünç alan), bir vekil
vasıtasıyla maldan istifade edebilir. Meselâ ödünç aldığı hayvana kendi ağırlığında
olan eşini veya hizmetçisini bindirebilir.
Mustaar (ödünç mal),
aslı baki kalarak kendisinden yararlanılan bir mal olmalıdır. Cariyeyi, bir
kadına veya mahremi olan bir erkeğe hizmet için ödünç vermek caizdir. Müslüman
köleyi kafire ödünç vermek ise mekruhtur.
En sahih kavle göre
ariye akdinin muir tarafından: "Şunu sana iare olarak verdim." veya
müstair tarafından: "Şunu bana iare olarak ver." gibi bir lafızla
söylenmesi şarttır. İkisinden birinin telaffuz ettiği lafza diğerinin uygun
bir davranışla karşılık vermesi lafız için yeterli sayılır.
Bir kimse başkasına:
"Ona yem vermen veya atını bana ödünç vermen şartı ile atımı sana ödünç
veriyorum." derse, bu fâsid bir icare akdi olup ücret-i misli gerektirir.
Ariye iade edilirken
bir masraf gerektiriyorsa, bu masrafın müstair tarafından ödenmesi lazımdır.
Ödünç mal kullanmak sebebiyle değil de başka bir sebeple -kusur göstermeksizin
olsa bile- telef olursa, müstair onu tazmin eder. En sahih kavle göre ödünç
mal izin verilen işlerde kullanılması nedeniyle telef olur veya bir kısmı
eksilirse, müstair zamin olmaz. Üçüncü bir kavle göre ise, ödünç malın tümü
telef olursa müstair zamin olur.
Bir kimse kiracıdan
kiraladığı malı iğreti olarak ister de eli altında iken telef olursa, en sahih
kavle göre zamin olmaz.
Bir kimsenin hayvanı
işine gönderdiği vekilinin elinde veya terbiye etmek üzere verdiği kişinin elinde
telef olursa, o kişi zamin olmaz. Müstair, verilen izne göre ödünç maldan
istifade edebilir. Meselâ; bir kimse buğday veya benzeri bir tahıl ekmek için
tarlayı ariye alır ve muir başka bir şey ekmesini yasaklamamışsa, ekebilir. Ancak
arpa ekmek için ariye almışsa, bundan üstün olan buğdayı ekemez. Fakat mutlak
bir tahılı ekmek için ariye almışsa en sahih kavle göre akid sahih olup
dilediği tahılı ekebilir.
Bir kimse, bina yapmak
veya fidan dikmek üzere bir tarlayı ödünç alırsa sadece ziraat yapabilir. Bunun
aksini yapamaz. En sahih kavle göre müstair, bina için Ödünç aldığı tarlaya
fidan dikemez. Keza fidan dikmek için aldığı tarlaya da bina yapamaz. En sahih
kavle göre, bir tarlayı mutlak şekilde ödünç akdi ile almak caiz değildir.
Bilakis tarladan faydalanma şeklini belli etmek şarttır.
Ödünç akdi vekalet
akdi gibi caiz olan bir akiddir. Taraflar diledikleri zaman emanet malı geri
verebilirler. Ancak bir kimsenin mezarlık için ödünç verdiği tarlasını, oraya
gömülen cenaze çürüme-dikçe geri istemesi caiz değildir.
Üzerine bina yapmak
veya ağaç dikmek için tarlasını ödünç veren kişi belli bir zaman tayin
etmemişse ve müstair binayı yaptıktan veya fidan diktikten sonra tarlasını geri
isterse, muir de ağaç veya binanın meccanen söküp çıkarılmasını şart koşmuşsa,
müstairin bu şarta uyması lazımdır. Tarladaki bina ve ağaçların sökülmesini
şart koşmamışsa, müstair isterse, ağaç veya binayı söküp çıkarır. Söküm veya
yıkım nedeni ile tarlada meydana gelen çukurları tesviye etmesi en sahih kavle
göre gerekmez. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, müstairin tarlada meydana
gelen çukurları tesviye etmesi gerekir. Allah daha iyi bilir.
Müstair arzusu ile
söküm veya yıkım işini yapmazsa, meccanen yapmaya zorlanamaz. Bu durumda tarla
sahibi şu hususlardan birini yapmakta muhayyerdir: Bir ücret karşılığında
fidanları tarlada bırakır veya fidanları söküp noksanlık farkını öder. Zayıf
kavle göre ise, fidanların değerini ödeyerek mülkiyetine geçirir.
Muir yukarıda
zikredilen hususlardan birini tercih etmezse, meccanen fidanları sökemez.
Müstair tarla için bir ücret ödesin keza ödemesin en sahih kavle göre hüküm
böyledir. Zayıf kavle göre ise, hakim tarlayı ve tarlada bulunanı satar ve
bedeli hisseler nisbe-tinde taksim eder. En sahih kavle göre, taraflar muhayyer
oldukları şıklardan birini tercih edinceye kadar hakim onları serbest bırakır.
Muir, ihtilâf
giderilinceye kadar tarlaya girebilir ve ondan faydalanabilir. Müstair ise
muirden izin almadan bakıp gezmek için tarlaya giremez. En sahih kavle göre
sulama ve bakım işleri için tarlaya girebilir.
Taraflardan her biri
kendilerine ait malı diğerine veya üçüncü bir şahsa satabilir. Zayıf kavle göre
ise, müstair kendisine ait olan malı üçüncü bir şahsa satamaz.
Süreli olan iğretinin
hükmü, mutlak iğretinin hükmü gibidir. Bir kavle göre süresi dolup muir
tarlasını isteyince, noksanlık farkını ödemeden söküm işlerini yapabilir.
Bir kimse tarlasını
ziraat için ödünç verir de henüz ziraat olgunlaşmadan geri isterse, en sahih
kavle göre, ürün hasat zamanına kadar tarlada kalır. Bu durumda tarla sahibi
istediği andan itibaren hasat vaktine kadar geçen süre için tarlanın ücretini
alabilir.
Tarla belli bir süre
için ödünç verilmişse, tarlayı alan kişi sözgelimi tohumu geç atmak gibi bir
kusur işler de bu sebeple ürün belirtilen sürede biçilecek hale gelmezse, muir
değer farkım Ödemeden ürünü söküp çıkarabilir.
Sel suyu tohumu
başkasının tarlasına taşır da tohum orada ye-şerirse, mahsul tohumun sahibine
ait olur. En sahih kavle göre, mahsûlü toplaması için tohum sahibi icbar
edilir.
Bir kimse bir hayvana
biner ve sahibine: "Onu bana ödünç olarak verdin." der, mal sahibi
ise: "Hayır sana ücretle verdim." derse veya tarla sahibi ile ekin
sahibi aynı şekilde anlaşmazlığa düşerlerse; mezhep alimlerince kabul edilen
rivayete göre mal sahibinin sözüne itibar edilir. Keza kişi, mal sahibine;
"Sen onu bana iğreti verdin." der, mal sahibi de: "Hayır onu
gasbettin." derse ve bu durumda mal telef olursa, ikisi tazminat konusunda
anlaşırlar. En sahih kavle göre ise, ödünç mal telef olduğu günün değerine göre
tazmin edilir. En fazla değerine veya teslim alındığı günün değerine göre
tazmin edilmez se
Mal sahibi gasp edilen malının daha fazla
olduğunu iddia eder-, iddia ettiği ziyadelik için kendisine yemin ettirilir.
Gasp, haksız yere
başkasının malını ele geçirmektir. Meselâ, bir kimse bir başkasının atma biner
veya sergisine oturursa, her ne kadar bunları yerlerinden ayırmasa da gasp
etmiş sayılır. Bir kimse bir başkasının evine girer ve onu evinden çıkarır veya
eve girmese bile zor kullanarak onu evden çıkarır ve ona karşı zor kullanırsa
evi gasp etmiş sayılır. Sonuncu meselede zayıf bir vecih vardır, yani gasp
etmiş sayılmaz.
Bir kimse bir evin bir
odasında oturur sahibini sadece oturduğu odadan men ederse, yalnız o odayı
gasp etmiş olur.
Bir kimse istilâ etmek
maksadı ile bir eve girer de sahibi evde yoksa, evi gasp etmiş sayılır. Şayet
ev sahibi evde olur ve onu evden çıkarmazsa evin yarısını gasp etmiş olur.
Ancak gâsıp ev sahibinden güçlü değilse, bir şey gasbetmiş sayılmaz.
Zorla alman mal mevcut
ise, gâsibin derhal sahibine iade etmesi lazımdır. İade etmeyip eli altında
iken telef olursa malı tazmin eder. Sahibinin elindeki malı itlaf eden kişi de
onu tazmin eder.
Bir kimse yerdeki torbanın
ağzını açarak içindekilerin dökülmesine sebebiyet verir veya torbayı açıp da
düşürür ve içindeki dökülürse, malı ödemek zorundadır. Fakat torbanın ağzını
açtıktan sonra rüzgar sebebiyle yere düşerse zamin olmaz.
Bir kimse kafesi açıp
içerisindeki kuş uçarsa zamin olur. Sadece kafesin kapısını açar da kuş derhal
uçarsa en zahir kavle göre yine zamin olur. Şayet bir süre geçtikten sonra
uçarsa zamin olmaz.
Gasp edilmiş malı, bir
başkası gâsıpten alırsa eli zamin eli olur. Malın gasp edilmiş olduğunu bilmez
de sonra öğrenirse bunun hükmü gâsıbm, gâsıp kişiden aldığı malın hükmü
gibidir. Yani eli altında iken telef olursa zimmetinde kalır. Keza malın gasp
malı olduğunu bilmezse, ariye bahsinde olduğu gibi eli aslında zamin el olur.
Eli vedia alanın eli gibi eman eli ise, karar gâsıbm aleyhine olur.
Bir kimse bir malı
gasp eden kişiden yalnız başına alır da telef ederse, karar mutlak şekilde
aleyhine olur. Yani malı tazmin eder.
Malı tazmin eden kişi
başkasına takdim etmek sureti ile onu telefe teşvik ederse, telef eden kişi
zamin olur. Bunun misali şudur: Kişi zorla aldığı malı ziyafet yolu ile
başkasına yedirirse zamin olduğu gibi, keza en zahir kavle göre yiyen kişi de
zamin olur. Buna göre, gâsıp kişi, gasp ettiği malı asıl sahibine takdim ederek
yedirirse gasp eden borçtan kurtulmuş sayılır.
Bir kimse gasp ettiği
köleyi telef eder veya semavi bir afetle adi (zamin) el altında iken telef
olursa, o kölenin değerini tazmin eder. Kölenin hür kişide değer farkı takdir
edilmeyen bir organını telef ederse, kıymetinden noksan olan farkı öder. Keza
değer takdiri yapılan bir organı telef olur veya kendisi telef ederse, keza
İmam'm ilk kavline göre noksanlık farkını öder. imam'm son kavline göre ise,
kölenin telef edilen organının kıymeti takdir edilir. Bu kıymet hür kişinin
organı için takdir edilen diyet gibidir. Kölenin elinin kesilmesi halinde
kıymetinin yarısı ödenir.
Telef edilen veya bir
cinayet sonucu telef olan sair hayvanların kıymetleri takdir edilir.
Hayvanlar dışında
kalan mallar ise, ya benzeri bulunan veya kıymetlerine göre değerlendirilen
mallardır. En sahih kavle göre benzeri bulunan mallar ölçülen tartılan ve
üzerinde selem akdi yapılması caiz olanlara münhasır olan mallardır. Meselâ su,
toprak, bakır, ham metal, misk, kafur, pamuk üzüm ve un gibi mallar benzeri
bulunan mallardır. Esans ve hamur benzeri olmayan mallardır..
Misli bulunan mal
telef edilir veya bir afet sonucu telef olursa, benzeri ödenir. Benzerini
vermek mahzurlu ise kıymeti ödenir. .En sahih kavle göre gasp edildiği günden
itibaren mislini vermenin mahzurlu olduğu güne kadar en yüksek değeri dikkate
alınır. Eğer benzeri bulunan mal bir başka beldeye nakledilmişse; mal sahibi isterse
geri getirilmesini teklif eder, isterse değerinin peşin ödenmesini talep eder.
Mal geri getirildiğinde sahibine iade edilir. Şayet mal nakledildiği beldede
telef olursa, mal sahibi benzerini iki beldeden birine göre (malm telef olduğu
veya nakledildiği beldeye göre) talep edebilir. Benzeri mevcut değilse, en yüksek
değeri takdir eden beldeye göre gâsibi borçlandırır.
Mal sahibi gasp edeni
malm telef edildiği belde dışındaki bir beldede görürse, en sahih kavle göre
mal da para gibi nakli bir masraf gerektirmiyorsa, malın benzerini talep
edebilir. Nakil için bir masraf gerektiriyorsa benzerini talep etmeyebilir.
Fakat malm telef edildiği beldenin raicine göre malm kıymeti ile gasibi
borçlandırır.
Kıymetlerine göre
değerlendirilen mallara gelince, gasp edildiği günden telef edildiği güne
kadar olan kıymetin en yükseği tazmin edilir. Mal, zorla alınmadan telef
olursa, telef olduğu günün kıymeti tazmin edilir. Zorla alınmamış köleye karşı
cinayet işlenir ve bunun sirayetiyle telef olursa yine kıymetin en yükseği
tazmin edilir.
Müslüman kişiye ait
içki telef edilirse tazmin edilmez. Zımmi-ye ait içki ise dökülerek telef
edilemez. Ancak alenen içer veya satışım yaparsa döktürülür. Şayet alenen
kullanmazsa geri kalanı iade edilir. Keza müslümandan gasp edilen muhterem malm
geri kalanı da sahibine iade edilir.
Put ve çalgı aletleri
telef edilirse bunlar için bir şey ödemek gerekmez. En sahih kavle göre bu
aletler aşırı tarzda kırılmamalıdır. Ancak, eski hallerine dönecek biçimde
parçalarını ayırmak gerekir. Sahibinin zorluk çıkarması nedeniyle adaba uygun
olarak kötülüğe mani olamayan kişi, kötülüğü en kolay şekliyle ortadan kaldırmalıdır.
Gasp eden kişi ev ve
köle gibi bir malm menfaatini zamin el ile giderir veya gidermesine sebep
olursa menfaati tazmin eder. Evde oturması, köleyi hizmetinde çalıştırması
gibi. Bid'i menfaati giderir-se tazmin etmez. Cariye ile cinsel ilişkide
bulunması gibi. Menfaatin gidermesine sebep olan zamin olur. Keza hür kişinin
bedeninin menfaatini gideren en sahih kavle göre zamin olur.
Gasp edilen mal
kullanılmaksızın eksilirse, noksanlık farkı ile birlikte bedelinin ödenmesi
vacibtir. Keza kullanmak sureti ile menfaati noksanlaşırsa, noksanlık farkı
ile birlikte bedelinin ödenmesi en sahih kavle göre vacibtir. Elbiseyi giyerek
eskitmek gibi.
Gâsıp, gasp ettiği
malm telef olduğunu iddia eder, mal sahibi ise telef olmadığım söylerse, en
sahih kavle göre gâsıp yemini ile birlikte doğrulanır. Gâsıp yemin ederse, en
sahih kavle göre mal sahibi onu borçlandırır.
Malın değeri konusunda
veya gasp edilmiş kölenin üzerindeki elbise veya tabii bir ayıp konusunda
ihtilâfa düşerlerse, gâsıp yemini ile doğrulanır. Yeni peyda olmuş ayıp
konusunda ise en sahih kavle göre mal sahibi yemini ile birlikte doğrulanır.
Gâsıp malın aynısını
iade ederken değeri düşmüşse, bir şey vermesi gerekemez. Bir kimse değeri on
dirhem olan bir elbiseyi gasp eder fiyatın düşmesi nedeni ile değeri bir
dirheme, sonra elbiseyi giyerek eskittiği için yarım dirheme inerse, elbiseyi
iade ederken beş dirhem vermesi lazımdır. Bu, telef olan kısmın (gasp edildiği
günden itibaren telef edildiği güne kadar) en yüksek değeridir. Ben diyorum ki;
bir kimse değeri on dirhem olan iki mesti gasp eder de bir tanesi telef olur ve
geri kalanın değeri iki dirhem olup iade ederse veya bir tanesi gasp yolu ile
veya sahibinin elinde telef olursa, en sahih kavle göre sekiz dirhem ödemesi
lazımdır. Allah daha iyi bilir.
Malda peyda olan bir
noksanlık malın telef olmasına sirayet ederse, buğdayı öğütüp un haline
getirmek gibi, bunun hükmü telef edilen malın hükmü gibidir. Bir kavle göre
malı noksanlık farkı ile iade eder.
Zorla alman köle
cinayet işler de zimmetine bir mal taallûk ederse, gâsıp kölenin değeri ile
telef edilen malın değerinden az olanı ile köleyi kurtarır. Cani köle gâsıbm
eli altında iken telef olursa, kölenin sahibi gasıbı en yüksek değerle
borçlandırır. Gasp edilen köle, birine karşı cinayet işlerse mağdur kişi,
isterse gasibi borçlandırır, isterse hakkını sahibinin alacağı mala bağlar.
Sonra köle sahibi hakkını gâsıp kişiden alır. Gâsıp cani köleyi sahibine iade
eder de sahibi onu satar ve mağdur da hakkını bu ücretten alırsa, köle sahibi
bu parayı gâsıp kişiden alır.
Bir kimse bir araziyi
gasp edip toprağını başka bir tarafa naklederse, toprağı veya benzerini iade
etmesi veya tarlayı eski haline dönüştürmesi için tarla sahibi gâsıp kişiyi
icbar eder. Toprağı iade etmede bir gaye varsa, tarla sahibinin talebi olmasa
da toprağı alan kişinin toprağı yerine iade etmesi gerekir. İade etmede bir
gaye yoksa en sahih kavle göre izin almadan iade edemez.
Kuyu kazmanın ve
tekrar doldurmanın hükmü, tarlanın hükmüne kıyas edilir. Kişi gasp ettiği
toprağı iade ederken tarlada bir noksanlık olmazsa, değer farkını ödemez. Lakin
gasp ettiği günden itibaren iade ettiği güne kadar geçen zaman için ücret-i
misil öder. Eğer bir noksanlık olmuşsa ücretle birlikte noksanlaşan kısmın bedelini
verir.
Bir kimse yağ gibi bir
şeyi gasp eder, kaynatır ve bu sebeple kıymetinde değil de kendisinde bir
eksilme olursa, malı ve en sahih kavle göre eksilen kısmın mislini; değerinde
bir noksanlık olmuşsa sadece değer farkını ödemesi lazımdır. Şayet hem
kıymetinde hem de kendisinde bir noksanlık olmuşsa, eksilen kısmı tazmin eder.
Gasp edilen malın değerinde fazla noksanlık olmuşsa gâsıp malın geri kalanı ile
beraber değer farkını da iade eder. En sahih kavle göre maldaki artış,
kendinden önceki noksanlığı karşılayamaz. Bunun misali şudur: Gasp edilen
cariye zayıflar, değeri eksilir ve sonra kilo alırsa; bu kilo önceki noksanlık
farkını karşılayamaz. Cariyeyi geri iade ederken noksanlık farkını da ödemesi
lazımdır.
Gasp edilen kişi
gâsıbm elinde iken bildiği sanatını unutur da sonradan tekrar hatırlarsa, bu
hatırlama evvelki unutmanın yerine geçer. Öğrendiği yeni sanat ise, alimlerin
ittifakı ile unuttuğu sanatın yerine sayılamaz.
Bir kimse şırayı gasp
eder de şıra rakıya dönüşür ve sonra da sirke olursa, en sahih kavle göre
sirkeyi sahibine teslim eder. Sirkenin değeri düşük olursa, değer farkı
ödemesi gerekir. Şayet rakıyı gasp eder ve sirkeye dönüşürse veya meytenin derisini
tabaklarsa, en sahih kavle göre sirkeyi de deriyi de sahibine teslim eder.
Gasp edilen maldaki
artış kasaranın yaptığı gibi sadece bir iz şeklinde ise, bu sebeple gâsıbm bir
şey ödemesi gerekmez. Mal sahibi -mümkün ise- malının eski haliyle iadesini
veya değeri eksilmişse değer farkını isteyebilir. Maldaki artış tarlada bina
yapmak veya fidan dikmek gibi bir ayın ise, binayı yıkması ve fidanları
sökmesi için teklif edebilir.
Gâsıp, gasp ettiği
elbiseyi aynı boya ile boyar ve boyayı giderme imkanı varsa, en sahih kavle
göre gidermesi için icbar edilir. Boyayı gidermek mümkün değilse ve elbisenin
değeri boya sebebi ileartmamışsa, bunda gâsıp için bir şey yoktur. Değeri
düşmüşse, değer farkını ödemesi lazımdır. Şayet değeri yükselmişse her ikisi
de kâra ortak olur.
Gâsıp, malı bir başka
mala karıştırmışsa ve onu ayırmak mümkün ise -zor olsa bile- ayırması lazımdır.
Ayırması mahzurlu ise, mezhepçe kabul edilen rivayete göre bunun hükmü malı
telef edenin hükmü gibidir. Mal sahibi bu konuda gasibi borçlandırabüir, Gâsib,
aynı malı iade etmelidir.
Bir kimse bir direk
gasp eder de üzerine bina yaparsa, direğin çıkarılması lazımdır. Şayet geminin
yapımında kullanılmışsa sökülür. Ancak bir canın veya masum olan iki kişinin malının
telef olması korkusu varsa sökülemez.
Bir kimse gasp ettiği
cariye ile cinsel ilişkide bulunur ve bunun haram olduğunu bilirse kendisine
had cezası verilir. Haram olduğunu bilmezse ceza verilmez. Fakat her iki
durumda da gâsıbıh mehir ödemesi lazımdır. Ancak cariye rıza göstermişse, en
sahih kavle göre mehir vermesi vacib değildir. Cariye bu fiilin haram olduğunu
bilirse kendisine had cezası verilir.
Müşterinin gâsıp
kişiden satm aldığı cariye ile cinsel ilişkide bulunmasının hükmü, cariye ile
cinsel ilişkide bulunması sebebi ile gasibe tatbik edilen had ve vermesi
gereken mehrin hükmü gibidir. Mal sahibi müşteriyi mehir vermekle
borçlandırırsa, en zahir kavle göre müşteri verdiği mehri gasp eden kişiden
alamaz.
Müşteri veya gâsıp
cariye ile cinsel ilişkide bulunmanın haram olduğunu bilerek cariyeyi hamile
bırakırsa, doğan çocuk nesebi belli olmayan köle olur. Haram olduğunu
bilmiyorsa, çocuk nesebi belli ve hür olur. Ancak müşteri, çocuğun doğduğu gün
bir kölenin değeri ne ise o değeri cariyenin efendisine vermelidir. Müşteri
verdiği değeri gâsıptan alır.
Mal müşterinin eli
altında iken telef olur ve mal sahibi onu borçlandırırsa, müşteri bunu gasp
eden kişiden alamaz. Keza en zahir kavle göre mal müşterinin yanında iken
ayıplı hale gelirse, değer farkını gâsıpten alamaz. En zahir kavle göre müşteri
maldan bir menfaat elde eder ve menfaatin bedelini öderse bunu gâsıptan
alamaz.
Müşteri bir kazanç
elde etmeksizin elinde bulundurduğu malın kazancı telef olursa, en sahih kavle
göre ödediği bedeli gâsıtan alır. Yine en sahih kavle göre mal sahibi
tarlasında inşa edilmiş binayı bozar veya dikilen fidanları söker ve müşteri
değer farkım öderse bu farkı gâsıptan alır.
Mal sahibinin
müşteriyi borçlandırdığı şeyi gâsıbm da ödemesi gerekiyorsa, müşteri bunu
gâsıptan alır. Şayet mal müşterinin elinde iken telef olur da mal sahibi onu
gâsıptan alırsa, gâsıp müşteriden alamaz. Mal sahibi gâsıbm ödemesi
gerekmediği şeyi gâsıptan alırsa, gâsıb verdiği malı müşteriden alır. Ben
diyorum ki; gâsıbm elindeki mal başkasının eline geçerse bunun hükmü,
müşterinin hükmü gibidir. Allah daha iyi bilir.
Şüf a muamelesi,
menkul mallarda olmaz. Ancak arsa ve içerisinde bulunan bina, ağaç ve bunlara
bağlı olan şeylerde olur. Keza en sahih kavle göre, henüz belirlenmemiş
meyvelerde de şüf a hakkı vardır. Müşterek olmayan tavan üzerinde yapılan
odalarda, keza en sahih kavle göre müşterek olan tavanda yapılan odalarda ve
bölüştürüldüğünde asıl amacı ortadan kalkan küçük hamam ve tek gözlü değirmen gibi
şeylerde en sahih kavle göre şüf a hakkı olmaz.
Şüf a hakkı sadece
malda ortak olan kişi için vardır. Bir ev satılır da yoldan geçiş hakkına ortak
olanın şüf a hakkı olmaz. En sahih kavle göre müşteri için eve giden bir başka
yol veya sokağa kapı açma imkanı varsa, geçişte şüf a hakkı vardır. Böyle bir
imkan yoksa şüf a hakkı olmaz.
Eski şüf adarın
mülkiyetinden sonra yeni ortağın mehir, hul', can diyeti, mukâteb kölenin
taksitleri, kira ve selem akdinin ana parası gibi bir bedelle lazımî akid
(taraflardan birinin izni olmadan diğerinin akdi feshetme hakkı olmayan akid)
ile mülk edindiği malda eski şüf adarın şüf a hakkı vardır.
Şayet satış akdinde
her iki taraf veya satıcı için muhayyerlik şartı koşulmuşsa, muhayyerlik
müddeti bitmeyinceye kadar şüf a hakkı olmaz. Muhayyerlik hakkı yalnız müşteri
için şart koşulmuşsa ve mülkiyetin müşteriye ait olduğunu kabul etmemiz
halinde, en zahir kavle göre ilk ortak için şüf a hakkı vardır. Mülkiyetin
satıcıya ait olduğunu kabul ettiğimiz takdirde, ilk ortak için şüf a hakkı
olmaz.
Müşteri satın aldığı
ortak malda bir ayıp görüp malı geri iade eder de şüf a hakkına sahip olan kişi
maldaki ayıba rıza göstererek malı almak isterse, müşterinin ona icabet etmesi
lazımdır. İki kişi bir evi veya evin bir kısmını satın alırsa, birinin diğerine
karşı şüf a hakkı olmaz. Müşteri, satılan arazide hissesi varsa, en sahih kavle
göre şüf a hakkı ile satılan hissenin tümünü değil ancak payına düşen miktarı
satın alabilir. Örneğin üç kişi bir tarlada ortak olur da birisi hissesini satarsa
onu almak isteyen ortak hepsini alamaz. Ancak payına düşeni alabilir.
Şüf a hakkı ile bir
malı mülk edinmek için hakimin kararı, para ve müşterinin hazır bulunması şart
değildir. Fakat şüf adarın: "Bu malı şüf a hakkı ile aldım veya mülk
edindim." şeklinde bir lafız kullanması şarttır. Bu lafızla birlikte şüf
adar, şüf a hakkı ile almak istediği şeyi üç şartla mülk edinir.
1-Şüf adarın
malın bedelini müşteriye teslim etmesi. Müşteri bedeli teslim alınca veya hakim
bedeli müşteriye gerekli kılınca şüf adar malı mülk edinmiş olur.
2-Müşterinin
malın bedelini şüf adarın zimmetinde kalmasına rıza göstermesi.
3-Şüf adar
hakimin meclisinde hazır bulunarak hakkını ispat ederse, en sahih kavle göre
hakimin kararı ile malı mülk edinmiş olur. Mezhep alimlerince kabul edilen
rivayete göre şüf adar görmediği ortak malı mülk edinemez.
Bir kimse ortak olan
malı misli olan bir mal ile satın alırsa, şüf a hakkı olan kişi de mislini
vererek o malı satın alabilir. Şayet müşteri değer biçilen bir mal ile satın
almışsa, şüf adar alış-veriş günündeki değeri ödeyerek satın alır. Zayıf kavle
göre, muhayyerlik süresinin bitmesi ile akdin kesinleştiği günkü değeri dikkate
alınır. Şayet müşteri malı borçla almışsa, en zahir kavle göre şüf adar isterse
parayı peşin verip malı derhal alır, isterse vade süresi gelinceye kadar
bekler ve malı o zaman alır. Kişinin şuf adar olduğu mal ile başka bir mal
birlikte satılırsa şuf adar, şuf a hakkı ile payına düşen malı, (satış
vaktindeki) değeriyle satın alır.
Bir kimse ortak olduğu
malını mehir olarak verir ve şüf adar o malı almak isterse, malı asıl değeriyle
değil mehr-i misilin değerine göre karşılığını vererek satın alır. Keza hul'
bedelinin hükmü de aynıdır. Şayet müşteri, miktarı belli olmayan bir bedelle satın
alır da henüz miktarı belli olmadan mal telef olursa, şüf adar malı alamaz. Şüf
adar miktarı belli eder de müşteri paranın miktarının belli olmadığını iddia
ederse, müşteri miktarı bilmediğine dair yemin eder. Şüf adar, müşterinin
fiyatı bildiğini iddia eder de miktarı belirtmezse, en sahih kavle göre davası
geçersiz sayılır. Müşterinin verdiği bedelin, bir başkasının olduğu
anlaşıldığında bedel akid esnasında tayin edilmişse, satış akdi ve şüf a hakkı
geçersiz sayılır. Malın bedeli zimmette olup bir başkasının olduğu anlaşılırsa,
bu bedelin karşılığını verir ve satış akdi ile şüf a hakkı devam eder. Şüf
adar bilmeden başkasına ait olan bedeli müşteriye verirse, keza en sahih kavle
göre bilgisi olsa da şüf a hakkı batıl olmaz.
Müşterinin; satış,
vakıf ve icare gibi bir muamele ile satın aldığı ortak malda tasarrufta
bulunması sahihtir. Şüf adar, vakıf akdi gibi şüf a hakkı olmayan bir
muameleyi bozup onu şüf a hakkı ile alabilir. Şüf adar, satış akdi gibi şüf a
hakkı olan bir akdi isterse ikinci bir satışla alır, isterse akdi bozar veya
ilk şüf a hakkı ile alır. Müşteri ile şüf adar paranın miktarında ihtilâf
ederlerse, yemini ile beraber müşterinin sözü tasdik edilir. Keza müşteri malı
satın aldığını inkar eder veya şüf a hakkını talep edenin mala ortak olmadığını
inkar ederse, yemini ile beraber müşterinin sözü tasdik edilir. İlk ortak
(satıcı) malı sattığını itiraf ederse, en sahih kavle göre ortaklık malı
isteyen için şüf a hakkı sabit olur ve satıcı bedeli aldığını itiraf etmezse,
bedel kendisine teslim edilir. Bedeli aldığım itiraf ederse, bedel şüf adarda
mı kalacak yoksa hakim bedeli alıp muhafaza mı edecek? Bu konuda ihtilâf
vardır. Bunun benzeri "İkrar" bahsinde geçmiştir. (Yani kendisine
ikrar edilen, ikrar edeni tekzib ederse en sahih kavle göre mal onda kalır.)
Şüf ayı hak eden
birden fazla ise, her biri malı kendi hissesi nispetinde satın alır. Bir kavle
göre şüf a hakkına sahip olan her biri malı satın alabilir. İki ortaktan biri
hissesinin yarısını birine, diğer yarısını da başkasına satarsa, ilk yarısında
şüf a hakkı ilk ortağındır. Şayet ilk ortak malın ilk yarısındaki payını
almaktan vaz-geçerse, en sahih kavle göre ilk müşteri malın ikinci yarısında
onunla birlikte şüf a hakkına sahip olur. Payım almaktan vazgeçmezse, ilk
müşteri ikinci hissede ortak olamaz
İki şüf adardan biri
şüf a hakkından vazgeçerse, en sahih kavle göre şüf a hakkı düşer. Diğer şüf
adar isterse malın tümünü satın alır, isterse satın almaktan vazgeçer. Fakat
sadece kendi hissesini alamaz. Şüf a hakkı olanlardan biri hakkının bir
kısmından vazgeçerse, tüm hakkından vazgeçmiş sayılır.
Akid esnasında iki şüf
adardan biri hazır ise, bu şuf adar malın tümünü derhal satın alabilir. Hazır
olmayan şuf adar geldiği zaman isterse ona ortak olabilir. En sahih kavle göre hazır
olan ortak, diğeri hazır oluncaya kadar almayı geciktirebilir. Ortak malı iki
kişi alırsa şüf a hakkı olan kişi isterse ikisinin payını, isterse birinin
payını alabilir. Bir kimse iki kişinin ortak olduğu malı satın alırsa, en sahih
kavle göre şüf adar iki satıcıdan birinin hissesini alabilir.
En zahir kavle göre
şüf a hakkı acele üzere kullanılır. Şu halde şüf adar satış hakkını öğrenince,
hakkını kullanmada örfe göre acele etmelidir. Şayet hasta veya müşterinin
bulunduğu beldeden uzak olur veya bir düşmandan korkarsa, muktedir ise vekil
tayin eder. Muktedir değilse, şüf a hakkını kullanmak istediğine dair şahit
bulundurur. Muktedir olduğu halde vekil tayin etmez veya şahit bulunduramazsa
en zahir kavle göre şüf a hakkım kaybetmiş olur. Şayet namaz kılmaktaysa veya
banyoda veya sofrada ise, bu işlerini bitirinceye kadar bekleye bilir. Eğer
geciktirir ve haber verene inanmadım der de, haber verenler adil iki kişi ise
bu mazeret kabul edilmez. Keza en sahih kavle göre haber veren güvenilir ise
de mazereti kabul edilmez. Haberci haberi kabul edilmeyen bir kişi ise mazur
sayılır.
Satışın bin liraya
yapıldığı şüf adara söylenir de sonra akdin beş yüz liraya yapıldığı
anlaşılırsa, şüf adarın hakkı bakidir. Bin liradan fazla bir ücretle
satılmışsa, hakkı batıl olur. Hak sahibi müşteri ile karşılaşır da ona selâm
verir veya "Allah akdini mübarek eylesin" derse, hakkı batıl olmaz.
Dua konusunda iki vecih vardır yani, bir veçhe göre hakkını kaçırmış olur. Hak
sahibi şüf a hakkının olduğunu bilmeden hissesini satarsa, en sahih kavle göre
hakkı batıl olur.
Mudarebe veya kırad
akdi, bir kişinin karda ortak olmak ve ticaret yapmak amacı ile bir başkasına
mal vermesini öngören bir akiddir. Mudarebenin sahih olmasının şartları
şunlardır:
1- Sermaye
(ana para): Sermaye için gerekli olan şartlar şunlardır:
a-Ana para
halis altın veya gümüş olmalıdır. Külçe halinde olan altın ve gümüş ile sikkeli
olmayan ziynet eşyaları, mağşuş (altın ve gümüşü az olan) para ve ticaret malı
ile mudarebe akdi yapmak caiz değildir.
b- Miktarı
belli ve peşin olmalıdır. Zayıf kavle göre, eşit miktarda olan iki keseden
biri ile mudarebe akdi yapmak caizdir.
c- Sermaye
amile (işçiye) teslim edilmelidir. Ana paranın mal sahibinin elinde olması veya
mal sahibinin amil ile birlikte çalışması şart koşulursa akid caiz olmaz. Amil
ile birlikte mal sahibinin hizmetçisinin çalışması şart koşulursa, en sahih
kavle göre akid caizdir.
2- Amil
(işçi): Amil ile ilgili şartlar şunlardır:
a- Amilin
görevi ticaret yapmak ve ticaret ile ilgili çalışma olmalıdır. Kumaşı açıp
bakmak ve sarmak gibi. Buğdayı satın alıp öğütmek, unu ekmek yapıp satmak veya
ipi satın alıp dokumak ve dokunmuş ipi satmak gibi şartlarla amil ile yapılan
akid fasittir.
b- Mal
sahibi amile belli bir mal satın almasını veya nadir bulunan şeyleri almasını
veya belli bir şahısla muamele yapmasını şart koşarsa, akid caiz olmaz,
c- Mudarebe
akdinin vakti belli bir süre ile sınırlandırılması şart değildir. Eğer mal
sahibi, müddeti belli eder ve ondan sonra amili tasarruftan men ederse akid
fasittir. Belli ettiği süreden sonra satın almayı yasaklarsa, en sahih kavle
göre akid fâsid olmaz.
d- Kârın
taraflara tahsis edilmesi ve tarafların kâra ortak olmaları şarttır. Şayet
sermaye sahibi amile: "Kârın tümü senin olmak üzere seninle mudarebe akdi
yapıyorum." derse böyle bir akid fasittir. Zayıf kavle göre ise akid
sahihtir. Ancak mal sahibi: "Kârın tamamı benimdir." derse akid
fasittir. Başka bir zayıf kavle göre ise
akid teberru
sayılır. Yani amil,
mal sahibi için teberru olarak çalışmış olur.
e- Kârdan
tarafların alacakları hisse belli olmalıdır. Sermaye sahibi amile: "Kârda
bir ortağın olmak üzere veya kârın bir hissesi senin olmak üzere seninle
mudarebe akdi yapıyorum" derse, akid fasittir. Şayet: "Kâr aramızda
olmak üzere seninle mudarebe akdi yaptım." derse en sahih kavle göre akid
sahih olup kârı yarı yarıya bölüşürler. Şayet mal sahibi: "Kârın yarısı
benimdir." derse en sahih kavle göre akid fasittir. Şayet: "Kârın
yarısı senin olsun." derse, en sahih kavle göre akid sahihtir. Taraflardan
biri için kârdan on dirhem veya sermayenin bir türünün kârı şart koşulursa
akid fasit olur.
Mudarebe akdinde icap
ve kabul lafzının olması şarttır. Zayıf kavle göre kabul lafzı fiil ile
gerçekleşir. İcap ve kabulün şartları, vekil ve müvekkilin şartları gibidir.
Amil mal sahibinden
izin alarak -çalışma ve kârda kendisine ortak olmak üzere- bir başkası ile akid
yaparsa, en sahih kavle göre caiz değildir. İzin almaksızın başkası ile
akidleşirse akid fasittir.
İkinci ortak, birinci
ortağın verdiği mudarebe malı ile tasarrufta bulunursa, hükmü gâsıp kişinin
hükmü gibidir. Şayet kendi zimmeti üzerine bir malı satın alır ve parayı
mudarebenin malından öderse, imam'm son kavline ve en sahih kavle göre kâr ilk
ortağındır. İlk ortak ikinci ortağa ücret-i misil verir. Zayıf kavle göre kâr
ikinci ortağındır. İkinci ortak mudarebe malının aynısı ile bir mal satın
alırsa akid geçersizdir.
Bir kimse iki kişi ile
mudarebe akdi yaparsa, birinin kâr oranının diğerinden fazla olması veya
oranlarının aynı olması caizdir. İki kişi bir olup kârdan amilin ücreti
verildikten sonra her birinin kârı malı nispetinde olmak üzere mudarebe akdi
yapılırsa akid caizdir.
Mudarebe akdi fesada
uğrarsa, amilin yaptığı tasarruflar geçerli olup kâr sermaye sahibine aittir.
Amile çalışmasına karşılık ücret-i misil verilir. Ancak mal sahibi amile:
"Kârın tamamı benim olmak üzere seninle akid yapmıştım." derse, en
sahih kavle göre amilin bir şey alma hakkı olmaz.
Amil, fahiş olmamak
şartı ile düşük fiyatla malda tasarrufta bulunabilir. Fakat mal sahibinin izni
olmadan malı veresiye veremez. Amil, malı ticaret malı karşılığında satabilir.
Amil aldığı malın ayıplı olduğunu görürse, geri vermesinde bir yarar varsa geri
verebilir. Ancak geri verilmesinde bir yarar yoksa, en sahih kavle göre geri
vermeyebilir. Mal sahibi de malı geri verebilir. Eğer mal sahibi ile amil, malı
geri verip vermemekte ihtilâf ederlerse, maslahata uygun olanı yapılır.
Amil mudarebe malını
sermaye sahibine satarak onunla muamele yapamaz. Mudarebe için sermayeden
fazla miktarda mal satın alamaz. En sahih kavle göre, izin almadan mal
sahibinin azad etmesi gereken kişiden ve onun eşinden de satın alamaz. Amil men
edildiği bir şeyi yaparsa, sermaye sahibi adına gerçekleşmiş olmaz. Amil
zimmeti üzerine bir şey satın alırsa akid kendisi adına gerçekleşmiş olur.
Amil izin almaksızın mudarebe malı ile yolculuğa çıkamaz. İkamet halinde
bulunduğu sürece sermayeden kendisi için masraf yapamaz. Keza en zahir kavle
göre, yolculuk esnasında da sermayeden masraf yapamaz.
Amil, örfe göre
ticaretle ilgili işleri yapmalıdır. Kumaşı açıp katlamak, altın ve misk gibi
hafif ağırlıklı eşyaları tartmak gibi. Ağır ve benzeri malları tartmak
mecburiyetinde değildir. Kendisinin yapması gerekmeyen işler için adam kiralar
ve ücretini sermayeden öder. En zahir kavle göre amil, kâr bölündükten sonra
kendi hissesini mülk edinebilir. Kâr belli olmakla hissesini mülkiyetine
geçiremez.
Mudarebe malından
hasıl olan meyveler, hayvan yavrusu, kölenin kazancı ve kadının mehri gibi
artışlar, mal sahibine aittir. Zayıf kavle göre mudarebe malından hasıl olan
artışlar mudarebe malı sayılır.
Fiyatların düşmesi
sebebi ile meydana gelen noksanlık mümkünse kâra mahsub edilir ve kârdan
karşılanır. Keza tasarruftan (alışverişten) sonra malın bir kısmı semavi bir
afetle telef olur veya gasp edilir veya çalmırsa, en sahih kavle göre telef
olan mal kârdan karşılanır. Maldan meydana gelen noksanlık tasarruftan önce
ise, en sahih kavle göre ana sermayeden düşürülür.
Taraflardan her biri
akdi feshetme hakkına sahiptir. Taraflardan biri Ölür, delirir veya sürekli
baygınlık geçirirse, akid sona erer. Taraflardan biri akdi feshederse, amil
akid ile ilgili alacakların tümünü toplar. Mal herhangi bir eşya ise sermayeyi
paraya çevirir. Zayıf kavle göre ise kâr sağlanmamış sa, sermayeyi paraya
çevirmek lazım gelmez. Henüz kâr ve zarar belli olmadan mal sahibi sermayenin
bir kısmını alırsa, kalan kısım ana sermayedir.
Kâr belli olduktan
sonra mal sahibi sermayenin bir miktarını alırsa, bir kısmı sermayeden ve bir
kısmı kârdan sayılır. Bunun misali şudur: Ana para yüz lira ve kâr yirmi lira
ise ve mal sahibi sermayeden yirmi lira almışsa, malın altıda biri kârdır ki
bu yirmi lira eder. (120:6=20). Şu halde mal sahibinin kârdan aldığı altıda
birdir. Amil için şart koşulan da kârdan verilir. Geriye kalan ise ana sermayedir.
Zarar belli olduktan
sonra mal sahibi, sermayeden bir miktar alırsa, zarar alman miktar ile kalan
sermayeye bölüştürülür. Bundan sonra kâr elde edilirse, mal sahibinin aldığı
miktarın zarar payı bu kârdan karşılanması gerekmez. Bunun misali şudur:
Sermaye yüz lira ise, zarar yirmi lira ve mal sahibinin aldığı yirmi lira ise,
zararın yirmide bir çeyreği ( beş lira) mal sahibinin aldığı yirmi liraya ait
olur. Sermaye ise yetmiş beş liraya iner.
Amil: "Hiç kâr
elde etmedim, ancak şu kadarı kâr ettim, şu malı akid için aldım, kendim için
aldım, mal sahibi şu şekilde alışveriş yapmaktan beni sakındırmadı, sermayenin
miktarı şu kadardır veya mal telef oldu." gibi iddialarda bulunursa
yemini ile birlikte doğrulanır. Keza en sahih kavle göre amil malı geri
verdiğini iddia ederse, yemini ile birlikte iddiası kabul edilir. Taraflar
işçi için şart koşulan kârın oranında anlaşmazlığa düşerler ve yemin ederlerse,
amil ücret-i misil alabilir.
Tasarruf ehliyetine
sahip kimsenin müsâkât (meyvelerin bir bölümü karşılığında ağaçların sulama ve
bakım işleri) akdi yapması caizdir. Çocuk ve deli adına müsâkât akdini velileri
yapar. Müsâkatm iş yeri ise hurmalık ve bağdır. İmam'm ilk kavline göre, incir
ve elma ağacı gibi sair meyve ağaçlarında müsâkât akdi caiz olupmuhabere akdi
caiz değildir. Muhabere, tohum işçiye ait olmak üzere araziden elde edilen
ürünün bir kısmı karşılığında araziyi işletmeye vermektir. Meyve ağaçlarında
muzaraa (ziraat ortaklığı) akdi sahih değildir. Muzaraa akdi, muharebe akdi
gibi olup, fakat tohum arazi sahibine ait olmak üzere araziden elde edilen
ürünün bir kısmı karşılığında araziyi işletmeye vermektir.
Hurma bahçesinde ekine
elverişli boş arazi varsa, hurmalığı sulama akdi ile birlikte bu arazi üzerine
muzaraa akdi yapmak şu şartlarla sahih olur:
1- Müsâkâtı
ve muzaraatı yapan işçi aynı kişi olmalıdır.
2- Hurmalığı
ayrı sulamak veya araziyi ayrı imar etmek zor olmalıdır.
3- En sahih kavle göre her iki akdin arasına bir
fasıla girmemelidir. Müsâkât, muzaraattan önce yapılmamalıdır. Ekine elverişli
arazinin çok olmasının hükmü, az olmasının hükmü gibidir.
4- Tarafların meyve ve ziraattan alacakları
hisse miktarının eşit olması şart değildir.
Mudarebe akdinin
müsâkât akdine bağlı olarak yapılması caiz değildir. Bir arazide sadece
muzaraat akdi yapılırsa, kazanç arazi sahibine ait olur. işçinin, hayvan ve
kullanılan aletlerin ücreti arazi sahibince ödenir.
Tarladan elde edilen
ürün karşılığında tarlayı kiralamanın caiz olmasının yolu şudur: Mal sahibi
bir ücret ödemeden ve ayırmadan tarlanın yarısını işçiye iğreti olarak verir.
Ayrıca tarlanın geri kalan yarısına ektiği tohumun yarısını da verir. (Böylece
işçi elde edilecek ürünün yarısı üzerinde hak sahibi olur.) Veya tarlanın
yarışma ektiği tohumun yarısını verir ve tohumun diğer yarısını da işçi vererek
elde edilen ürünün yarısı karşılığında işçiyi kiralar.
Meyvelerin sadece mal
sahibi ile işçiye mahsus olması ve ikisinin meyve-lerde ortak olması şarttır.
Mudarebe akdinde olduğu gibi taraflardan her biri üründen alacağı hisse
miktarını bilmelidir. En
zahir kavle göre akid,
meyveler görünmeye başladıktan sonra, lakin olgunlaşamaya başlamadan
yapılmalıdır. Şayet fidanları dikmek ve büyüyecek ağaçlar taraflardan her
birine ait olmak şartı ile müsâkât akdi yapılırsa bu caiz değildir.
Dikili hurma
ağaçlarının meyvelerinin bir kısmını yapılan işin karşılığı olarak işçiye
verilmesi şart koşulur ve ağaçların çoğunlukla meyve verecek kadar bir süre
ortaya koyularak akid yapılması sahihtir. Ağaçların meyve vereceği bir müddet
takdir edilmezse akid sahih değildir. Zayıf kavle göre, belirtilen zaman
zarfında ağaçların meyve verip vermeyeceği ihtimali ortaya çıkarsa akid
sahihtir.
İşçi, ortağının
ağaçlarını sulaması üzerine akidleşirse bu sahihtir. Ancak ortağının kendisine
alacağı hisseye ek olarak fazla bir hisse vermesi şarttır. Akdin sahih olmasını
bir şartı da mal sahibinin işçiye, işi ile ilgili olmayan şeyleri şart
koşmamasıdır. İşçi, işi yalnız başına üstlenmeli ve bahçede tek başına yetki
sahibi olmalıdır. İşçi iş için takdir edilen bir senelik veya daha fazla olan
süreyi bilmelidir. En sahih kavle göre meyvelerin olgunlaşma zamanı gibi belli
bir süre takdir edilirse, akid caiz olmaz. Müsâkâtm lafzı ise iş sahibinin
işçiye: "Şu kadar ücretle, bu hurmalığı sana müsâkât olarak verdim veya
bakımını yapmak üzere sana teslim ettim." demesidir.
Yapılacak iş
açıklanmaksızm kabulün dille söylenmesi şarttır. Lafız mutlak olarak
söylenirse, her bölgenin çoğunlukla uygulanan örfüne göre kabul edilir.
işçi meyvelerin ıslahı
ve geliştirilmesi için gerekli olan sulama, su kanallarını temizleme, suyun
birikmesi için ağaçların diplerinde-ki çukurların düzeltilmesi, ağaçların
aşılarının yapılması, zararlı ot-larm ayıklanması, üzüm ağacının budanması,
adete göre üzüm ağacına çardak yapılması, keza en sahih kavle göre meyvelerin
korunması, devşirtilmesi ve kurutulması gibi her sene tekrar edilmesi gerekli
olan işleri yapmakla yükümlüdür. Ağaçların kurumamasına yönelik işler ile duvar
yapmak ve yeni kuyu açmak gibi her sene tekrarlanmayan sabit işler, mal sahibinin
yapması gereken işlerdir.
Müsâkât akdi bağlayıcı
bir akiddir. İşçi, henüz iş bitmeden çalışmayı bırakıp gider de mal sahibi
teberru olarak işi tamamlarsa, işçinin ücreti bakidir. Mal sahibi teberru
olarak işi tamamlamazsa, hakim ücreti işçinin malından ödeterek işi tamamlatır.
Şayet mal sahibi hakime ulaşamazsa, yapacağı harcamalar üzerine şahit tutar ve
dilerse ücreti işçiden ister. İşçi vefat eder de geride terike bırakırsa,
mirasçıları işi terike malı ile tamamlatırlar. Aynı zamanda mirasçılar, bizzat
çalışmak sureti ile veya kendi malları ile işi tamamlayabilirler. Şayet
işçinin hıyaneti tespit edilirse, yanma bir gözcü verilir. Mal sahibi gözü ile
malı muhafaza edemezse, işçiyi işten el çektirir ve ücretini işçinin malından
ödemek sureti ile başka bir işçi tutar. Eğer meyvelerin bir başkasına ait
olduğu ortaya çıkarsa, işçi ücretini mal sahibinden ücret-i misil olarak alır.
Kiraya veren ve
kiracının şartları, satıcı ve müşteri için belirtilen şartlar gibidir. İcare lafzı
ise mal sahibinin kiracıya: "Bu evi şu kadar bedel ile sana icare verdim,
sana kiraladım veya şu evin menfaati şu kadara bir sene müddetle sana mülk
edindim." demesi, kiracının da: "Kabul ettim; icare ettim veya
kiraladım." demesidir. En sahih kavle göre mal sahibinin: "Evden
faydalanmayı sana kiraya verdim." sözü ile akid gerçekleşir. Şayet:
"Evin menfaatini sana sattım." derse, bununla akid gerçekleşmiş
olmaz.
İcare akdi iki
kısımdır:
1- Malın
menfaatini kiraya vermek: Bir araziyi, belli bir hayvanı veya hizmet için
belli bir şahsı kiraya vermek gibi.
2- Zimmete
taallûk eden menfaati kiralamak: Bu, nitelikli bir hayvanı kiralamayı istemek
veya bir elbiseyi diktirmek veya bir binayı yaptırmak gibi bir menfaati
başkasının zimmetine bağlamaktır.
Bir kimse bir
başkasına: "Şu şekilde çalışmak üzere seni kiraladım." derse, bu
aynın icarıdır. Zayıf kavle göre bu zimmete bağlı olan bir icaredir. Zimmetin
icarında ücretin akidleşme meclisinde karşı tarafa teslim edilmesi şartdır.
Fakat aynın icarında mecliste ücreti teslim etmek şart değildir. Malın icarında
ücret zimmetteki bir borç ise, ücreti peşin vermek veya ertelemek caizdir,
icare akdi hiçbir şart ileri sürmeksizin zikredilirse, ücretin peşin olarak
ödenmesi gerekir. Ücret muayyen ise hemen mülkiyete geçirilmiş sayılır.
Zimmetin icarında
ücretin cinsi, miktarı ve türü belli olması şarttır. Şu halde tamir etmek
karşılığında bir evi, yem vermek karşılığında binek hayvanını, yüzeceği
hayvanın derisi karşılığında işçiyi, bir miktar un karşılığında buğdayı öğütmek
veya ayıklayacağı kepek karşılığında değirmenciyi kiralamak sahih değildir.
Köle olan bir çocuğu
emzirmek için çocuğun bir kısmını hemen mülkiyete geçirmek karşılığında bir
kadını kiralamak en sahih kavle göre caizdir.
Kiralanan menfaat şu
şartları taşımalıdır:
1- Menfaat
bir değer taşımalıdır.
Meselâ, malın değerini yükselişe bile kolayca
söyleyebileceği sözleri söylemesi için tellalı kiralamak sahih olmaz. Keza süs
için dinar ve dirhemleri kiralamak ve en sahih kavle göre av için köpeği
kiralamak caiz değildir.
2- Malı kiraya veren kişi, onu teslim etme
gücüne sahip olmalıdır. Meselâ, kaybolmuş köleyi veya gasp edilmiş malı kiraya
vermesi veya eşyayı muhafaza etmesi için gözü görmeyen kişiyi kiralamak sahih
değildir. Sürekli suyu bulunmayan veya mutad yağmur suyu ile iktifa etmeyen
tarlayı ziraat için kiraya vermek sahih değildir. Sürekli suyu bulunan tarlayı
ziraat için kiraya vermek caizdir. Keza mutad yağmur suyu veya toplanan kar
suyu ile iktifa eden tarlayı icare vermek de caizdir. En sahih kavle göre
genellikle suyu bulunan tarlayı kiraya vermek caizdir.
3- Menfaatin teslimi için hissi engel gibi dini
bir mani de bulunmamalıdır. Sağlam bir dişi çekmek için bir şahsı veya mescidi
süpürmek için hayız halinde olan bir kadını icare etmek sahih olmaz. Keza en
sahih kavle göre çocuğu emzirmesi veya başka bir işi yapması için nikahlı bir
kadım kocasının izni olmadan icare etmek de sahih değildir.
Zimmet icarında
menfaatin vadeli olması caizdir. Meselâ bir kimse, "Şu ayın başında beni
Mekke'ye götürmek üzere şu kadar para karşılığında zimmetini yükümlü
kıldım." derse, menfaati ertelemiş olur.
Gelecekte istifade
etmek için bir aynı icare etmek caiz olmaz. Gelecek yıl için bir evi kiralamak
gibi. Ancak bir kimse ilk kiracısına henüz birinci sene bitmeden ikinci sene
için evini kiraya verirse en sahih kavle göre caizdir.
En sahih kavle göre
kira'ü-1-ukab caizdir. Bu, kişinin yolun bir bölümünde binmek üzere hayvanını
bir şahsa veya biri şu günlerde diğeri de şu günlerde binmek üzere iki-kişiye
hayvanını kiraya vermesidir. Her iki durumda da yani, tek kişinin yolun hangi
bölümünde hayvana bineceğini ve her iki kişinin hayvana kaçar gün bineceklerini
mal sahibi beyan eder. Sonra her iki şahıs kirayı aralarında taksim ederler.
İcar akdinde menfaatin
belli olması şarttır. Menfaat bazen zamanla takdir edilir. Bir evi bir seneye
kiraya vermek gibi. Bazen de işle takdir edilir. Mekke'ye kadar bir hayvanı
kiralamak veya terziye bir elbiseyi diktirmek gibi. Akidde hem zamanı hem de
işi bir arada belirterek, meselâ terziye: "Bu elbiseyi gün ışığında
dik." demek, en sahih kavle göre sahih değildir.
Kur'an-ı Kerimi veya
bir kaç sûreyi öğrenmek için yapılan kiralamada bir zaman, takdir edilir. Ev
yapımında ise binanın yeri, uzunluğu, genişliği, yüksekliği ve yapım malzemesi
(kerpiç, tuğla, taş) açıklanmalıdır. Kiralanan arazi, bina yapmaya, ziraat
ekmeye ve ağaç dikmeye uygun ise, menfaati tayin etmek şarttır. En sahih kavle
göre icare akdinde ekilen şeyin yerine ziraat lafzını söylemek yeterlidir.
Şayet mal sahibi kiracıya, "Dilediğin şekilde faydalanmak üzere araziyi
sana kiraya veriyorum." derse, bu caizdir. Keza: "İstersen ekin ek,
istersen fidan dik." derse, en sahih kavle göre caizdir.
Binek hayvanının
kiralanmasında hayvana binecek kişinin ya görülerek tanınması ya da bütün
niteliklerinin bilinmesi şarttır. Zayıf kavle göre ise, niteliklerinin
bilinmesi yeterli değildir. Keza kiralayana ait ise, hevdeç ve diğer yüklerin
hükmü de böyledir. Şayet kiracı niteliklerini belirtmeksizin eşyalarını
yükleyeceğini şart koşarsa, en sahih kavle göre akid fasittir. Eşyalarını
yükleyeceğini şart koşmazsa, yükleme hakkı olmaz.
Aynî kiralamada
hayvanı belli etmek şarttır. Hazırda olmayan eşyanın satışı konusundaki görüş
ayrılığı, hayvanı görme şartı için de geçerlidir. Zimmette olan icarede ise
kiralanan hayvanın cinsini, türünü, erkek veya dişi olduğunu belirtmek şarttır.
Aynî ve zimmette olan icarede her gün ne kadar mesafe alınacağını belirtmek
şarttır. Ancak yolda örfe göre belli konaklama yerleri varsa orada mola
verilir.
Yük taşımak için icare
edilen hayvana yüklenecek yükün hayvan sahibi tarafından bilinmesi, hazırda
ise görmesi, kapalı bir kapta ise eliyle yoklaması vacibtir. Yük hazırda
değilse, miktarı kile veya ölçek ile takdir edilir ve yükün cinsi açıklanır.
Zimmette olan ica-rede hayvanın cinsinin ve niteliklerinin bilinmesi vacib
değildir. Fakat yük cam gibi kırılacak eşya cinsinden ise, hayvanın tür ve
niteliklerinin bilinmesi vacibtir.
Cihat ve kendisine
niyet edilmesi farz olan namaz ve oruç gibi ibadetler için bir müsiünıam icare
etmek sahih değildir. Ancak hacı eda etmek ve zekâtı ayırıp dağıtmak için bir
müslümanı icare etmek caizdir.
Cenazenin teçhiz ve tekfini
için ücret vermek, Kur'an öğretimi için ücret vermek, çocuğun bakım ve emzirme
işi için veya bunlardan biri için bir kadını icare etmek sahihtir. En sahih
kavle göre çocuğun bakım ve emzirme işi birbirine bağlı işler değildir.
Hidane, çocuğu tehlikelerden
korumak, banyosunu yapmak, elbiselerini giydirmek, koku sürmek, sürmesini
çekmek, beşikte bağlamak ve uyuması için beşiği sallamak gibi işleri yapmaktır.
Bir kadın hem hidane
hem de emzirme işi için icare edilir de sütü kesilirse, mezhepçe kabul edilen
rivayete göre, süt emzirme akdi fesholur. Hidane akdi ise devam eder. En sahih
kavle göre, mürekkebin icar edilen katip tarafından, ipin icar edilen terzi
tarafından ve sürmenin sürme çeken tarafından karşılanması vacib değildir. Ben
diyorum ki, İmam-Rafl'i mürekkep ve belirtilen diğer malzemenin kime ait
olacağı konusunda halk arasında uygulanan bir örf varsa ona uyulacağını
"Şerh" adlı eserinde belirtmiştir. Uygulanan adetler değişik ise,
durum açıkça belirtilir. Durum açıkça belirtil-mezse, icar akdi ortadan kalkar.
Allah daha iyi bilir.
Bir evi kiraya veren
kimsenin evin anahtarını kiracıya vermesi gerekir. Evin onarımı kiraya veren
kişiye ait olup evi acele üzere onarmalıdır. Aksi halde kiralayan kişi akdi
kabul etmekte veya feshetmekte muhayyerdir. Damdaki karı atmak ve evin sahasını
kardan temizlemek kiraya veren kimseye aittir. Evde biriken çöpleri atmak ise
kiralayan kişiye aittir.
Binmek için bir
hayvanı icar eden kişi, hayvanın semeri, çulu, yuları, semeri bağlama kemeri,
hayvanın burnuna bağlı halka ve halkaya bağlı bulunan ip icare verene aittir.
Tahtırevan, gölgelik, tahtırevan minderi, örtü ve ilgili diğer şeyle kiralayana
aittir. En sahih kavle göre ata vurulan eğer konusunda halk arasında uygulanan
örfe göre hareket edilir.
Zimmette olan icarede
yük kabı icare veren kişiye aittir. Ayni olan icarede ise kiralayana aittir.
Zimmete olan icarede hayvanın hazırlık ve bakımını yapmak üzere hayvanı
dışarıya çıkarmak, hayvana binme ve hayvandan inme esnasında ihtiyaca göre
biniciye yardımcı olmak tahtırevanı vurmak, indirmek, bağlamak ve açmak gibi
işlerde yardımcı olmak, kiraya veren kişiye düşen görevlerdir. Ayni icarede bu
hazırlıkları yapmak kiraya veren kişiye ait olmayıp görevi sadece hayvanı
kiracıya teslim etmektir.
Ayni icarede hayvan
telef olursa akid fesholur. Bu tür icarede hayvanın ayıplı olduğu anlaşılırsa,
kiracı akdi fesh veya kabul etmekte muhayyerdir. Zimmette olan icarede kiracı
için muhayyerlik hakkı olmaz. Belki hayvanı değiştirmesi lazımdır. En zahir
kavle göre hayvana vurulan yük gıda maddesi ise, yolda tüketilen miktar kadar
yüke ilâve yapılabilir.
Kiraya verilen şey
belirtilen sürede genellikle mevcut ise akid sahihtir. Bir kavle göre icare
akdi için takdir edilen süre bir yıldan fazla olamaz. Bir başka kavle göre ise,
bu süre otuz yıldan fazla olamaz.
Kiracı, kiraladığı
şeyden bizzat kendisi istifade edebileceği gibi başkası vasıtası ile de
istifade edebilir. Kiraladığı hayvana kendi emsalini bindirmesi veya başkasını
kiraladığı evde barındırması gibi. Demirciyi ve kasarcıyı kiraladığı evde
barmdıramaz.
Kiracının kendisinden
istifade ettiği muayyen ev veya hayvan değiştirilemez. En sahih kavle göre,
dikmek üzere belirtilen elbise ve emzirmek için tayin edilen çocuğu aynı
nitelikte olanlarla değiştirmek caizdir.
İcare akdi süresince
kiracı kiraladığı hayvan ve elbiseye karşı emanetçi hükmündedir. Keza en sahih
kavle göre, icar müddetinden sonra da kiracı emanetçi hükmündedir. Buna göre,
bir kimse yük vurmak veya binmek için hayvanı bağlar ve ondan faydalanmadan
telef olursa zararı ödemez. Hizmette kullanması gerektiği vakitte kullanmayıp
göçük altında kalan hayvanın zararını ise ödemelidir. Çünkü hizmet vaktinde
kullansaydı göçük ona isabet etmeyebilirdi.
Mal kiracının elinde
kusuru olmaksızın telef olursa, kiracı za-min olmaz. Dikmek veya boyamak için
kiralanan elbise gibi. Bu durumda kiracı mal ile yalnız baş başa kalmamalıdır.
Meselâ, mal sahibi kiracının yanında oturmalı veya terziyi evine götürmelidir.
Keza ezher görüşlere göre, kiracı mal ile yalnız baş başa kalmışsa da zamin
olmaz. Üçüncü bir kavle göre işçi malda müşterek ise zamin olur. Müşterek işçi,
işi zimmetine alan işçidir. Müşterek olmayan işçi ise zamin olmaz. Müşterek
olmayan işçi, belli bir müddet için kiralanan işçidir.
Bir kimse elbiseyi
beyazlatması için kasarcıya veya dikmesi için terziye verir ve bu iş yapılır da
ücret zikredilmez se, işçi ücret talebinde bulunamaz. Zayıf kavle göre ise
ücret alabilir. Başka bir zayıf kavle göre ise işçi halk arasında sanatı ile
temayüz etmiş ise ücret alabilir, aksi halde alamaz. Ama kendisine ücret-i
misil ödenmesi güzel görülmüştür.
Kiracı mala karşı
tecavüzkar davranarak telef olmasına sebep olursa, aynısını tazmin eder.
Meselâ, hayvanı döverek, adet dışı yularını çekerek, kendisinden daha ağır
birini bindirerek veya demirci veya kasarayı kiraladığı evde barındırarak telef
ederse aynısını tazmin eder. Keza kiracı, yüz rıtıl buğdayı yüklemek için bir
hayvanı kiralar da bunun yerine yüz rıtıl arpayı yükler veya bunun aksini yapar
veya on kilogram arpa yüklemek için hayvanı kiralar da buğday yüklerse ve bu
sebeple hayvan telef olursa kiralayan zamin olur. Fakat bunun aksini yaparsa
(buğday yerine arpa yükler ve hayvan telef olursa) zamin olmaz.
Bir kimse yüz kilogram
yüklemek için hayvanı kiralar da yüz on kilogram yüklerse, fazla olan yük için
ücret-i misil ödemesi lazımdır. Sahibi birlikte olmadığı halde fazla yük
sebebiyle hayvan telef olursa, zamin olur. Şayet sahibi hayvan ile birlikte
olursa, fazla olan miktar nispetinde zamin olur. Bir kavle göre değerin
yarısını tazmin eder.
Kiracı yüz on
kilogramlık yükü hayvan sahibine teslim eder ve yüz kilogramdan fazla olduğunu
bilmeden hayvana yükler de hayvan telef olursa, mezhep alimlerince kabul
edilen rivayete göre kiracı zamin olur. Eğer hayvan sahibi yükü tartarak
yüklerse fazla olan miktarın ücretini alamaz. Hayvanın telef olması halinde
kiracı da zamin olmaz.
Bir kimse terziye
diktirmek üzere bir kumaş verir de terzi aba diker ve mal sahibine:
"Kumaşı parçalayıp aba yapmamı emretmiştin." der, mal sahibi:
"Gömlek yapmanı söylemiştim." derse, en zahir kavle göre mal sahibi
yemini ile tasdik edilir ve terziye ücret vermesi gerekmez. Bu takdirde
terzinin noksanlık farkı ödemesi gerekir.
Hamamın odununun
yanmaması, kiracının sefere çıkması ve yolculuk için kiralanan kişinin
hastalanması gibi bir özür sebebi ile kira akdi feshe uğramaz. Bir kimse ekin
için bir tarlayı kiralayıp eker ve ziraat doğal bir afetle telef olursa, akdi
feshetme veya icar bedelinden bir miktarını düşürme hakkı olmaz. En zahir kavle
göre geçmiş zaman için değil de gelecek zaman için kiralanan belli bir işçi
veya bir hayvan henüz kendisinden istifade edilmeden ölürse akid feshe uğrar.
Mal sahibi belirtilen ücretten geçen zamana tekabül eden hisseyi alır.
Taraflardan birisinin veya her ikisinin veya vakıf mütevellisinin ölümü ile
akid fesholmaz.
Bir kimse vakıf malım
bir müddet için ücretle bir nesile kiraya verir ve henüz müddet bitmeden bu
nesil yok olup giderse veya veli yaş faktörü ile buluğ çağına ermemiş çocuğu
bir müddet için kiraya verir ve icar süresi içinde ihtilâm olup buluğa ererse,
en sahih kavle göre çocukla ilgili akidde değil de vakıf malında akid fesholur.
En sahih kavle göre gelecek süre için kiralanan ev yıkılırsa, akid feshe
uğrar. Ancak ziraat için icar edilen tarlanın suyu kesilirse, akid fesholmaz.
Fakat kiralayan için muhayyerlik hakkı vardır. İcar edilen hayvan gasp
edilirse veya icare edilen köle kendiliğinden kaçarsa, kiralayan için
muhayyerlik hakkı sabit olur.
Bir kimse bir kaç
deveyi kiraya verir ve develeri kiracıda bırakır da kendisi ortalıktan
kaybolursa, kiracı develerin yemini sahibinin malından almak üzere hakime
müracaat eder. Hakim deve sahibine ait bir malı bulamazsa, onun adına borç
alır. Kiracı güvenilir biri ise, malı ona teslim eder. Güvenilir değilse,
güvenilir birisine teslim eder. Hakim develerin yemini temin edecek kadar bir
kaç deveyi satma yetkisine sahiptir. Hakim sonradan deve sahibinden almak
üzere kiracıya develerin yemi için kendi malından harcama yetkisi verirse, en
zahir kavle göre bu caizdir.
Kiracı, kiraladığı
hayvanı teslim alır ve kira müddeti bitinceye kadar istifade etmeksizin elinde
bulundurursa kira ücreti ödemesi kesinleşmiş olur. Keza bir kimse, binmek için
bir hayvanı kiralar ve gideceği yere mümkün kılacak bir zaman elinde
bulundurursa, kira ister ayni olsun ister zimmette olsun, belli edilen hayvanı
teslim ettiği vakit kira ücretini de ödemesi lazımdır. Sahih olan icarede
belli edilen ücret kesinleştiği gibi, fâsid olan icarede istifade edilecek kadar
bir zaman geçerse ücret-i misil kesinleşir.
Bir kimse, bir malı
belli bir müddet için kiraya verir de tayin edilen zaman geçinceye kadar teslim
etmezse, akid feshe uğrar. Vakit belirtmeksizin belli bir yere kadar binmek
için hayvanını kiraya verir de belirtilen yere gidilecek kadar süre geçer
hayvanı teslim etmişse en sahih kavle göre akid feshe uğramaz.
Bir kimse kölesini
kiraya verir sonra da azad ederse, en sahih kavle göre kira akdi fesholmaz ve
köle için muhayyerlik hakkı olmaz. En zahir kavle göre kiracı, köle azad
edildikten sonra geçen zamanın ücretini kölenin efendisinden ister.
Kiraya verilen şeyin
kiracıya satılması sahihtir. En sahih kavle göre bu durumda kira akdi feshe
uğramaz. Mal sahibi malını başka birine satarsa, en zahir kavle göre akid
caizdir ve kira akdi feshe uğramaz.