3.
Nikah Akdini Yapmaya Yetkili Olan Kişi
4.
Nikahta Veli Olmaya Mani Olan Haller
5.
Küfuv (Evlenmede Tarafların Denk Olması)
6.
Kısıtlılık Altında Olanın Nikahı
7.
Evlenilmesi Haram Olan Kadınlar.
8.
Köleliğin Nikaha Engel Olması
9.
Din Ayrılığı Olan Kadınlarla Evlenmek
11.
Kafir Müslüman Olduktan Sonra Nikahında Bulunan Kadınlar
12.
İslam'a Giren Kadının Nafakası
13.
Evlenmede Muhayyerliği Sabit Kılan Ayıplar
14.
İ'faf (Çocuğun Babasını Evlendirmesi)
15.
Köle ve Cariyenin Evlenmesi
1.
Fasit Sıdakla Yapılan Nikah
4.
Mehrin Tamamının veya Yarısının Sakıt Olması
6.
Mehir Konusunda Tarafların İhtilâfa Düşmesi
C.
KASM VE NÜŞUZ (GECELEME HAKKI VE KADININ KOCASINA ASİ OLMASI)
D.
HUL' (MAL KARŞILIĞINDA BOŞANMA)
2.
Hur Bedeli İçin Gerekli Olan Lafızlar
3.
Hul' Akdinde Tarafların Anlaşmazlığı
1.
Tefviz (Boşama Yetkisinin Kadına Verilmesi)
2.
Boşama Kastı ile Söylenen Sözler
4.
Talak Sayısı Niyete Bağlıdır
8.
Talakı Zaman Şartına Bağlamak
9.
Talakı Hamle veya Hayza Bağlamak
10.
Parmak işareti İle Boşamak
11.
Talakı Başka Şeylere Bağlamak
1.
Kişinin Kendi Karısına Zina İsnat Etmesi
3.
Liandan Gaye Çocuğun Nesebini Reddetmektir
2.
Boşanmış Kadınla İddet Esnasında Muaşeret
3.
Kocası Ölen veya Kaybolan Kadının iddeti
1.
Süt Emmenin Nikahtan Sonra Ortaya Çıkması
2.
Nafakanın Vacib Olmasının Şartları
3-
Kocanın Karısına Nafaka Vermekten Aciz Kalması
5.
Hidane (Çocuğun Besletilip Büyütülmesi)
Evlenmeye istekli olup
mehir ve nafakayı bulan kişinin evlenmesi, nafaka ve mehri bulamayanın ise
evlenmemesi müstehabtır. Evlenemeyen kimse, oruç tutarak nefsi arzularına mani
olmalıdır.
Evlenmeye ihtiyaç duymayan
ve mehir bulamayan kimsenin evlenmesi mekruhtur. Mehri bulanın evlenmesi mekruh
olmayıp vaktini ibadete ayırması daha iyidir. Ben diyorum ki en sahih kavle
göre, kişi kendini ibadete adamamışsa evlenmesi daha iyidir. Şayet kişi gerekli
mehri bulur da kendisinde yaşlılık, devamlı hasta olmak veya cinsel
iktidarsızlık gibi bir engel varsa evlenmesi mekruhtur. Allah daha iyi bilir.
Eş olarak seçilen
kadının dindar, bekar, soyunun temiz olması ve yakın akrabadan olmaması
müstehabtır.
Kişinin evlenmek istediği
kadına evlenme teklifi yapmadan önce izin vermezse bile ona bakması sünnettir.
İhtiyaç duyması halinde tekrar tekrar bakabilir. Kadının sadece yüzüne ve
ellerinin iç ve dış kısmına bakabilir.
Baliğ olan kişinin
hür, büyük ve yabancı kadının avret yerlerine bakması haramdır. Keza fitne
korkusu olduğu zaman hür kadının yüzüne ve ellerine bakması da haramdır. Keza
en sahih kavle göre, fitne olmasa da yabancı kadının yüzüne ve ellerine
bakması haramdır.
Erkeğin mahremi olan
kadının diz ile göbek arasındaki bedenine bakması haramdır. Diz ile göbek
arası hariç diğer yerlerine bakması ise helaldir. Zayıf kavle göre ise mahremi
olan kadının sadece iş esnasında bedenin görünen (yüz, kafa, boyun, dirseklere
kadar kollar ve topuklara kadar ayaklar) kısmına bakması caizdir. En sahih
kavle göre, şehvet duymaksızın cariyenin göbek ve diz kapağı arası hariç
bedenin diğer kısımlarına, iştiha çekmeyen küçük kız çocuğun cinsel organı
hariç vücudunun diğer yerlerine bakmak caizdir.
Kölenin
hanımefendisine ve memsuh (penisi olmayan) erkeğin yabancı kadına bakmasının
hükmü, erkeğin mahremine bakmasının hükmü gibidir. Buluğ çağına yaklaşmış
kişinin hükmü ise, baliğ olanın hükmü gibidir. Göbek ile diz kapağı arası
hariç, erkeğin erkeğe bakması helaldir. Henüz bıyığı çıkmamış çocuğa şehvetle
bakmak haramdır. Ben diyorum ki es'ah görüşe ve imam'm kesin beyanına göre,
henüz bıyığı çıkmamış çocuğa şehvet duymaksızın bakmak da haramdır. Muhakkik
alimlerce kabul edilen en sahih kavle göre, cariyeye bakmanın hükmü, hür kadına
bakmanın hükmü gibidir. Allah daha iyi bilir. Kadının kadına bakmasının hükmü
ise, erkeğin erkeğe bakmasının hükmü gibidir.
Zımmi kadının
nıüslüman kadına bakması haramdır. Fitne korkusu yoksa göbek ve diz kapağı
arası hariç, kadının yabancı bir erkeğe bakması caizdir. Ben diyorum ki en
sahih kavle göre, erkeğin kadına bakması haram olduğu gibi kadının da erkeğe
bakması haramdır. Allah daha iyi bilir.
Kadının; mahremi olan
erkeğe bakmasının hükmü, erkeğin mahremi olan kadına bakmasının hükmü gibidir.
Bakmak haram olunca, dokunmak da haram olur. Çünkü bakmaya nispetle, şehveti
uyandırmada dokunmak daha etkilidir. Ancak neşter veya kupa vurmak veya tedavi
için yabancı kadına bakmak veya dokunmak mubahtır. Ben diyorum ki; satış,
şahitlik, farz olan ilmi öğretmek ve benzeri muameleler için ihtiyaç miktarınca
erkeğin yabancı kadına bakması mubahtır. Allah daha iyi bilir.
Kişinin kendi
karısının bedeninin her tarafına bakması kerahetle birlikte mubahtır.
Nikahlı olmayan ve
iddet süresi içinde olmayan kadına evlenme teklifi yapmak caizdir. İddet
süresi içerisinde olan kadına açıkça evlenme teklifi yapılamaz. Ric'i talâk ile
iddet bekleyen kadına ise ima veya açıktan evlenme teklifi yapılamaz. Kocasının
vefatından dolayı iddet bekleyen, keza en zahir kavle göre bain talâk ile
boşanıp iddet bekleyen kadına evlenme teklifi yapmak caizdir.
Bir kimsenin evlenme
teklifi yapıp de söz kestiği kadına, kendisinin izni olmadıkça başkasının
evlenme teklifi yapması haramdır. Ancak evlenme teklifinde bulunan kişiye kabul
veya red cevabı ve-rilmemişse en zahir kavle göre, bir başkasının aynı kadına
evlenme teklifi yapması haram değildir.
Bir kimse evlenmek
istediği kişi hakkında başkası ile istişarede bulunursa, istişare edilen
kişinin kendisinden sorulan kişi hakkında bildiği ayıpları doğru söylemesi
vacibtir. Evlenme teklifinde bulunan kişinin, tekliften önce ve nikah akdinden
sonra hutbe ile söze başlaması, yani söze Hamdele ve Salvele ile başlaması,
tavsiye ve dua ile sözünü bitirmesi müstehabtır. Şayet kızın velisi söze başlar,
damat da:
"Allah'a hamd,
Resulüne salât ve selâm olsun. Onun nikahını kabul ettim." derse, en sahih
kavle göre, nikah akdi geçerli olur. Söze hutbe ile başlamak müstehabtır. Ben
diyorum ki en sahih kavle göre, söze hutbe ile başlamak müstehab değildir.
Allah daha iyi bilir. Şayet icap ile kabul arasına uzun bir fasıla girerse
nikah akdi geçersiz olur.
Nikahın beş rüknü
vardır: Lafız, zevce, iki şahit, zevç ve veli.
Nikah akdi, ancak icap
ve kabul lafzı ile sahih olur. İcap lafzı velinin koca olacak kişiye:
"zevveçtüke ibneti/kızımı sana zevce olarak verdim" veya
"enkehtuke binti/kızımı sana nikahladım" deme-sidir. Kabul lafzı ise;
zevcin: "tezevveçtuha/onunla evlendim" veya "nekehtuha/onu
nikahladım" veya "kabiltu nikaheha/onun nikahım kabul ettim"
veya "kabiltu tezviceha/onunla evlenmeyi kabul ettim" demesidir.
Damat lafzı veliden önce de söylerse caizdir.
Nikah akdi ancak
"tezvic" veya "inkah" lafzı ile caiz olur. En sahih kavle
göre Arapça olmayan lafızla kıyılan nikah sahihtir. Kinayeli lafızlarla
yapılan nikah akdi kesinlikle sahih değildir. Velinin: "Kızımı sana helal
ettim." demesi gibi. Şayet veli: "Kızımı sana zevce olarak
verdim." der, koca da: "Kabul ettim." deyip susarsa, mezhep
alimlerince kabul edilen rivayete göre akid tamamlanmış olmaz. Şayet koca:
"Kızını benimle evlendir." der veli de: "Seninle evlendirdim."
derse, veya veli: "Kızımla evlen." der koca da: "Evlendim."
derse, nikah sahih olur.
Nikahı bir şarta
bağlamak sahih değildir. Veliye bir çocuğunun dünyaya geldiği müjde verilir, o
da: "Eğer kız ise seninle evlendiririm." veya "Kızım boşanır ve
iddeti biterse seninle evlendiririm." derse, mezhep alimlerince kabul
edilen rivayete göre akid geçersizdir. Nikah akdini süreli yapmak veya meçhul
bir vakte bağlamak sahih değildir.
Şiğar nikahı da caiz
değildir. Şiğar nikahı, velinin bir başkasına: "Her birinin cinsel organı
diğerinin mehri olmak şeklinde kızını benimle evlendirmen üzerine kızımı
seninle evlendirdim." demesi ve diğerinin de: "Kabul ettim."
diye cevap vermesidir. Her birinin cinsel organının diğerinin mehri olmasından
söz etmeden: "Kızını benimle evlendirmen üzerine kızımı seninle
evlendirdim." derse, en sahih kavle göre akid sahih olur. Şayet: "Her
birinin cinsel organı ile birlikte bir mal belli ederek diğerinin mehri olması
şeklinde, kızını benimle evlendirmen üzerine kızımı seninle evlendirdim."
derse, en sahih kavle göre akid geçersizdir.
Nikah akdinin sahih
olmasının bir şartı da iki şahidin bulunmasıdır. Şahitlerin hür, erkek ve adil
olmaları, sağır ve kör olmamaları şarttır.
Kör olanın şahitliği
ile akdin sahih olup olmadığı hususunda bir vecih vardır. En sahih kavle göre
karı-kocanın iki oğlunun veya ikisinin düşmanının şahitliği ile yapılabilir. En
sahih kavle göre, adaleti gizli olan iki kişi ile yapılan nikah akdi nikah
sahihtir. İslam'ı ve hürriyeti zahir olmayan şahitlerin şahitlikleri ile nikah
akdi sahih olmaz. Akid esnasında şahidin fasık olduğu anlaşılırsa, mezhep
alimlerince kabul edilen rivayete göre akid geçersizdir.
Şahidin fasık olduğu,
bir delil veya karı ve kocanın sözbirliği ile bilinir. İki şahidin: "Biz
fasık idik." demelerinin akde bir etkisi olmaz. Koca, şahidin fasık
olduğunu itiraf eder de kadın inkar ederse nikah feshedilir. Şayet tedahül
olmamışsa koca mehrin yarısını verir. Tedahül olmuşsa kocanın mehrin tümünü
vermesi lazımdır. Nikahta kadının rızası dikkate alınırsa, rızasının
alındığına dair şahit bulundurmak müstehab olup şart değildir.
Kadın, velisinden izin
almış olsa bile kendi kendini evlendire-mez. Vekil sıfatı ile başkasını da
evlendiremez ve vekalet veya velayet yolu ile bir kimse için nikahı kabul
edemez. Bir kimse veli olmadan bir kadın ile evlenir ve tedahül olursa, onun mehri
misil vermesi gerekir. Fakat bu sebeple had cezası gerekmez. Çünkü kadının
kendi kendini evlendirmeye yetkili olup olmadığı ihtilaflıdır.
Mücbir veli, kendi
velayeti altındaki kadını evlendirdiğini ikrar ederse sözü kabul edilir, veli
mücbir değilse sözü kabul edilmez. Baliğe ve akıllı kadın, velisi tarafından
evlendirildiğini ikrar ederse, İmamın son kavline göre iddiası kabul edilir.
Küçük veya büyük
bakire kızın babası izin ve rızasını almadan onu evlendirebilir. Kız büyük ise,
babasının ondan nikah izni istemesi müstehabtır. Baba dul olan kızının iznini
almadan onu evlendiremez. Buluğ çağma ermedikçe, velinin küçük yaştaki dul
kızı evlendirmesi sahih değildir. Babası yok ise velayet konusunda dedenin
hükmü, babanın hükmü gibidir.
Kızın bakireliği ister
sahih bir nikah neticesinde zail olsun, ister zina gibi haram bir nedenle
giderilmiş olsun dul sayılır. Cinsi münasebet olmaksızın düşmek gibi bir fiil
nedeni ile bekaretini yitiren kız, en sahih kavle göre dul sayılmaz.
Kardeş ve amca gibi
nesepten gelen yakın veli, küçük kızı (bakire veya dul olanı) evlendiremez.
Dul olan kadın, açıkça izin vermedikçe velisi onu evlendiremez. En sahih kavle
göre, bakire olan kızın nikah için izin verdiğini bildirmek üzere susması
yeterlidir. Cariyeyi azad eden kişnini ve devlet başkanının evlendirme
hususundaki hükmü, kardeşin hükmü gibidir.
Velayette öncelik
sırası babanındır. Sonra dede gelir. Daha sonra dedenin babası, öz kardeş veya
baba bir kardeş, ne kadar aşağıya doğru inse de kardeşin çocukları, amca ve
mirasta olduğu gibi diğer asabeler gelir. En zahir kavle göre öz kardeş, baba
bir kardeşten önce gelir. Kadının evlatlığı olan çocuk, onu evlendiremez.
Evlatlık olan çocuk, kadının amcasının oğlu veya amcasının oğlunun oğlu veya
onu azad eden veya hakim ise onu evlendirebilir.
Kadının nesepten gelen
velisi yoksa onu azad eden erkek, daha sonra mirasta olduğu gibi erkeğe asabe
olanlar evlendirir. Kadım evlendirme hakkına sahip olan veli, o kadının azad
ettiği cariyeyi de evlendirme hakkına sahiptir. Ancak azad eden kadının hayatta
olması şarttır. En sahih kavle göre azad eden kadının izni nikah için geçerli
değildir.
Cariyeyi azad eden
kadın Ölünce, velisi cariyeyi evlendirebilir. Cariyeyi, azad eden veya onun
asabeleri yoksa sultan evlendirir. Keza akrabaları veya onu azad eden akdi
engellerse, nikah akdini sultan yapar. Velinin nikahı engellemesi şudur:
Baliğe ve akıllı olan kadın, kendi dengi olan birini tayin ederek onunla
evlenmeyi talep eder de babası onu bir başkası ile evlendirmek isterse, en
sahih kavle göre baba bu hakka sahiptir. Zira baba evladının hakkını daha iyi
gözetir.
Köle, çocuk, deli,
yaşlılık veya bunaklık sebebiyle görüş ve düşüncesi ihlal olmuş kişi nikah akdi
için veli olamaz. Keza mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre,
sefîhlikle kısıtlılık altında bulunan kişi de veli olamaz. Yakın akraba bu
sıfatlardan bir kısmını taşırsa velayet hakkı uzak akrabalara geçer.Veli
baygınlık geçirir ve baygınlığı genellikle uzun devam etmez veya birkaç gün
devam ederse ayılncaya kadar nikah bekletilir. Zayıf kavle göre ise velayet
hakkı uzak akrabalara geçer. En sahih kavle göre velinin kör olması velayet
hakkım düşürmez. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, fasık olan kişi
veli olamaz. Kafir olan erkek, kafir kadına veli olabilir.
Taraflardan biri veya
zevce ihramlı olursa nikah akdi sahih olmaz. En sahih kavle göre velayet hakkı
uzak akrabaya geçmez. Velinin ihramda olması halinde nikah akdini uzak veli
değil sultan yapar. Ben diyorum ki; veli veya koca ihramda olur da ihramda
olmayan vekil akdi yaparsa sahih olmaz. Allah daha iyi bilir.
Kadının velisi iki
merhale (namazı kısaltma mesafesi) kadar uzakta olursa, nikah akdini sultan
yapar. Velinin bulunduğu yer iki merhaleden daha az ise, en sahih kavle göre
onun izni olmadan nikah kıyılamaz.
Mücbir veli, velayet
altındaki kadının izni olmaksızın başkasına vekalet verebilir. En zahir kavle
göre, velinin vekil tayin edebilmesi için kadına eş olacak erkeği belirtmesi
şart değildir. Kadına eş olacak erkeği belirtmeksizin vekil tayin ederse, vekil
ihtiyatlı davranır ve kadını dengi olmayan bir erkekle evlendiremez.
Mücbir olmayan veliye
gelince; şayet kadın ona: "Vekil tayin et." derse vekil tayin
edebilir, vekil tayin etmekten men ederse vekil edemez. Kadın : "Beni
evlendir." derse, en sahih kavle göre velinin vekil tayin etme hakkı
doğar. Veli, nikah izni almadan vekil tayin ederse, en sahih kavle göre böyle
bir vekalet sahih olmaz.
Velinin vekili nikah
akdi yaparken kocaya: "Falanın kızı filânı seninle evlendirdim." der
veya kadının velisi nikah akdi yapar, mecliste de kocanın vekili bulunursa
ona: "Kızımı falanla elendirdim." derse, kocanın vekili de: "Bu
kadınm nikahını müvekkilim için kabul ettim." demelidir.
Mücbir velinin baliğe
olan deli kızı ve evlenme ihtiyacı zahir olan deliyi evlendirmesi lazımdır.
Fakat küçük olan kızı ve erkek çocuğu evlendirmesi lazım değildir.
Mücbir veya mücbir
olmayan veli bir tane olur da kadın evlenmeyi talep ederse, velinin buna rıza
göstermesi gerekir. Veli bir kişi olmayıp kardeş gibi birkaç kişi olur da bir
kısmına evlenmek istediğini bildirirse, en sahih kavle göre kadının talebine
rıza göstermeleri gerekir. Aynı mertebede birkaç veli bir arada olurlarsa,
diğer velilerin rızasını almak sureti ile en fakih ve en yaşlı olan velinin
kadını evlendirmesi müstehabtır. Kimin kadını evlendireceği konusunda
anlaşmazlarsa, aralarında kura çekilir ve kurası çıkan kadını evlendirir.
Kadın, evlenme konusunda bütün velilerine izin vermişse ve kurası çıkmayan veli
evlendirmeyi yapmışsa, en sahih kavle göre akid sahihtir. Velilerden biri onu
Zeyd'e, diğeri ise Amr'a nikah-lamışsa ve önce yapılan biliniyorsa, o nikah
sahihtir. Şayet her iki akid bir anda yapılmışsa veya hangi akdin daha önce
yapıldığı veya beraber olduğu bilinmiyorsa her iki akid de geçersizdir. Keza
iki akidden birinin önce yapıldığı bilinir, fakat hangisinin önce yapıldığı
bilinmiyorsa, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre her iki akid de
geçersizdir. Eğer ilk yapılan akid bilinir de sonra diğeri ile karıştırılırsa,
ilk akid belli oluncaya kadar beklemek vacibtir.
İki erkek aynı kadınla
nikah akdini yaptıklarını ve her biri kendi akdinin önce yapıldığını iddia
ederse, İmamın son kavline göre, her ikisinin davası dinlenir ve kadının ikrar
ettiği nikah akdi sahih kabul edilir. Kadın nikah akdini inkar ederse kendisine
yemin ettirilir. İkisinden birinin akdini ikrar ederse, ikrar ettiği kişinin nikahı
geçerli olur. Diğerinin davası dinlenir ve kadına yemin verdirilir. Bu hüküm,
iki kavle göre yorumlanır. Şöyle ki bir kimse: "Bu akid Zeyd'e aittir,
bilakis Amr'a aittir." derse, Amr'a mehir vermekle borçlu sayılır mı
sayılmaz mı? Borçlu sayılır dememiz halinde durum bellidir. Diğeri ise yemin
eder ve kadından mehri misil alır.
Bir akitte dede her
iki tarafa veli olursa, meselâ bir oğlunun kızını diğer oğlunun oğluna
nikahlarsa, en sahih kavle göre akid sahihtir.
Velilik sıfatı ile
amca çocuğu, amcasının kızı ile nikahını kıyamaz. Belki aynı derecede olan
amcasının çocuğu nikahlarını kıyar. Aynı derecede olan amcanın çocuğu yoksa,
nikahı hakim kıyar. Kadı velisi olmayan bir kadınla evlenmek isterse, mertebece
kendisinden yüksek olan velilerden biri veya kendisinin naibi nikahı kıyar.
Veli olan dedenin dışında taraflardan her birine bir kimsenin velilik etmesi
caiz olmadığı gibi, taraflardan birine veya her birine vekil tutması da en
sahih kavle göre caiz değildir.
Veli kadının rızasını
almak suretiyle onu dengi olmayan bir erkekle evlendirirse veya aynı derecede
olan velilerin bir kısmı kadının rızasını almak ve diğer velilerin de rızasını
almak suretiyle kadını evlendirirlerse akid sahihtir.
Kadının yakın
akrabaları (velileri) rızasını alarak onu evlendirirlerse, uzak velilerinin
buna itiraz etme hakları yoktur. Aynı derecede olan akrabalardan biri, kadının
rızasını alarak diğer velilerin rızasını almadan onu evlendirirse, nikah akdi
sahih olmaz. Bir kavle göre ise nikah akdi sahihtir. Ancak rızaları alınmamış
velilerin nikahı feshetme hakları vardır.
Baba; küçük, bakire
veya baliğe kızının rızasını almaksızın dengi olmayan erkekle evlendirirse, en
zahir kavle göre nikah akdi geçersizdir. Diğer bir kavle göre ise akid
sahihtir. Baliğe kız için acele üzere muhayyerlik hakkı vardır. Küçük kızın
ise, baliğe olduktan sonra muhayyerlik hakkı vardır. Velisi olmayan kadın,
sultandan kendisini dengi olmayan bir erkekle evlendirmesini talep eder ve
sultan da onu dengi olmayan bir erkekle evlendirirse, en sahih kavle göre akid
sahih değildir.
Evlenmede denkliği
gösteren hususlar şunlardır:
1- Muhayyerlik hakkım geçerli kılan ayıplardan
salim bulunmak. (Bu ayıpların açıklanması ilerde gelecektir.)
2- Hürriyet:
Köle olan bir erkek hür olan bir kadına denk olamaz. Azad edilmiş köle de
aslında hür olan kadına denk olamaz.
3- Nesep:
Babası acem olan (arap olmayan) erkek, babası arap olan kadına denk değildir.
Kureyşî olmayan erkek, kureyşî olan kadına denk değildir. Haşimî ve Muttalip
oğullarından olmayan kimse bunlara denk olamaz. En sahih kavle göre; arap
olanlar için nesebe itibar edildiği gibi, acem olanlar için de nesebe itibar
edilir.
4- İffetli
(dindar ve şerefli) olmak: Fasık olan kimse, afife olan kadına denk değildir.
5- Sanat: Örfe göre sanatı düşük kabul edilen
kimse, sanatı yüksek olanın kızma; süpürgecilik, kupa vurmak, bekçi, çoban ve
hamam kayyımı gibi sanatı düşük olan kimse, terzi olanın kızma denk değildir.
Terzi olan, tüccar ve manifaturacının kızma denk değildir. Tüccar ve
manifaturacı olan, alim ve hakimin kızma denk değildir. En sahih kavle göre
denklikte zenginlik dikkate alınmaz.
Yukarıda belirtilen
özelliklerin bazıları, bazılarına karşılık olamaz (düşük sayılan özellik,
üstün olan Özelliğin yerini alamaz).
Baba, küçük yaştaki
oğlunu bir cariye ile evlendiremez. Keza mezhep alimlerince kabul edilen
rivayete göre, ayıplı olan bir kadınla da evlendiremez. En sahih kavle göre,
babanın küçük yaştaki çocuğunu nesep ve sanat gibi diğer özelliklerde
kendisine denk olmayan bir kadınla evlendirmesi sahihtir. Çocuk buluğ çağına
erince muhayyerlik hakkı vardır.
Deli küçük çocuk keza
deli büyük çocuk evlendirilemez. Ancak deli büyük çocuğun evlenme ihtiyacı
varsa sadece bir kadınla evlendiril ebilir.
Veli, küçük ve akıllı
olan çocuğu birden fazla kadınla evlendi-rebildiği gibi açık bir maslahat
olması halinde baba veya dede deli kız çocuğunu evlendirebüir. Burada kızın
evlenmeye ihtiyaç duyması şart değildir. Ayrıca kızın küçük veya büyük, dul
veya bakire olması durumunda hüküm aynıdır. Babası veya dedesi olmayan kız,
küçük yaşta evlendirilemez. Buluğ çağma erince; en sahih kavle göre evlenmeye
ihtiyaç duyarsa sultan onu evlendirir. En sahih kavle göre, küçük çocuk
maslahat nedeni ile evlendirilemez.
Sefîhlikle kısıtlılık
altında bulunan kimse, kendi nikah akdini yapamaz. Belki velisinin izni ile
nikah akdini yapar veya velisi onun adına nikah akdini kabul eder. Şayet
evlenmesi için velisi ona izin verir ve belli bir kadın tayin ederse, başka bir
kadınla evlenemez. Velisinin tayin ettiği kadınla mehri misil veya mehri
misilden daha az bir mehirle evlenebilir. Eğer fazla raehir öderse, meşhur
kavle göre, tesmiye edilen mehri misil ile akdi sahihtir. Şayet velisi kendisine
bin lira mehir ödeyerek evlen der ve bir kadın belli etmezse, bin liradan az
bir mehirle ve mehri misil ile nikah akdi yapabilir.
Veli herhangi bir şeyi
belirtmeksizin izin verirse en sahih kavle göre, yapacağı nikah akdi sahih
olur ve mehri misil ile uygun bir kadınla evlenir. Veli nikah akdini onun adına
kabul ederse, onun
kendisinden izin
alması en sahih kavle göre şarttır. Bu durumda akdi mehri misille veya ondan
daha az bir mehirle kabul eder. Fazla bir mehirle akdi kabul ederse, akid mehri
misile göre sahih olur. Bir kavle göre ise akid geçersizdir.
Sefih olan izin
almaksızın evlenirse, nikah akdi geçersizdir. Gerdeğe girmişse, kendisine
herhangi bir şey lazım gelmez. Zayıf kavle göre ise mehri misil vermesi
gerekir. Bir başka zayıf kavle göre ise az bir mal vermesi lazımdır.
Fels (para) sebebi ile
kısıtlılık altında bulunan kimsenin evlenmesi sahihtir. Nikahın masrafları eli
altında bulunan paradan değil de kazancından ödenir.
Efendisinin izni
olmadan evlenen kölenin nikahı geçersiz olup izinle yapılan akid ise sahihtir.
Efendi mutlak şekilde izin verebildiği gibi evleneceği kadını, kabilesini veya
beldesini de tayin ederek izin verebilir. Köle kendisine izin verildiği
hususlardan vazgeçip başka şey yapamaz. En zahir kavle göre efendi, kölesini
evlenmeye veya bekar kalmaya icbar edemez.
Sahibi hangi sıfatla
(küçük,bakire veya dul) olursa olsun cariyesini nikaha icbar edebilir. Cariye
evlenmeyi talep ederse, efendisi onu evlendirmeye mecbur değildir. Bir kavle
göre efendisinin onunla evlenmesi haram ise, onu evlendirmesi lazımdır.
Efendisi onu ev-lendirirse, en sahih kavle göre velisi olması hasebiyle değil,
mülkü olması hasebiyle evlendirir.
Müslüman olan kimse,
kafir olan cariyesini, fasık veya mukâteb olan kölesini evlendirebüir. Veli,
çocuğun veya delinin kölesini evlendiremez. En sahih kavle göre çocuğun
cariyesini evlendirebüir.
Akrabalık, hısımlık
veya süt emme gibi bir sebeple kendileriyle evlenmenin haram olduğu kadınlar
şunlardır:
Anneler: Kişiyi
doğuran veya kişiyi doğuranı doğuran kadına anne denir. Kişinin anneleri
kendisine haramdır.
Kızlar: Kişinin
sulbünden doğan veya sulbünden doğanın doğurduğu kızlar kişinin kızı sayılır.
Ben diyorum ki; zina eden erkeğin, zinasından doğan kızla evlenmesi helaldir.
Fakat kadının zinadan doğan erkek çocuğu ile evlenmesi haramdır. Allah daha
iyi bilir.
Kız kardeşler, erkek
ve kız kardeşlerin kızları, her ne kadar aşağıya doğru inse de hala ve
teyzeler: Babanın kız kardeşi olan kadın haladır. Annenin kız kardeşi olan
kadın ise teyzedir.
Yukarıda belirtilen
nesep dolayısıyla haram olan yedi kısım kadın, süt emişme nedeni ile de haram
olurlar. Kişiyi emziren veya onu doğuranı emziren kadın veya babasını emziren
veya süt emzireni doğuran kadın veya süt sahibinin (süt emziren kadının
kocasının) süt annesi, kişinin süt annesi sayılmaktadır. Geriye kalanlar süt
emişme yolu ile haram olan kadınlara kıyas edilir.
Kişinin kardeşine veya
torununa süt emziren kadın o kişiye haram sayılmaz. Süt emziren kadının annesi
ve kızı, süt emzirdiği çocuğun babasına mahrem değildir. Kişinin nesep veya süt
emme ciheti ile olan kardeşinin başka erkekten olan kız kardeşi ile evlenmesi
caizdir. Kişinin üvey annesinin başka kocasından olan kızı ile evlenmesi gibi.
Bunun akside böyledir.
Hısımlık sebebi ile
haram olan kadınlar ise şunlardır: Nesep veya emme yolu ile olan oğlun karısı
veya babanın karısı (üvey anne) kişiye haramdır. Zevcenin nesep veya süt emme
yolu ile olan annesi kocasına haramdır. Keza kişiye, sahih veya fâsid bir
nikahla cinsel ilişkide bulunduğu kadının kızı haramdır.
Temlik ettiği kadın
ile cinsel ilişkide bulunan kişiye, o kadının annesi ve kızı haramdır. Kadının
kendisi de o erkeğin babasına ve erkek çocuklarına haramdır. Keza kişinin şüphe
sonucu cinsel ilişkide bulunduğu kadın, o kişinin babasına ve erkek
çocuklarına haram olur. Zayıf kavle göre bir kadın, kocası olduğunu zannederek
şüphe sonucu bir erkek ile cinsel ilişkide bulunursa hükmü aynıdır.
Bir kimse bir kadınla
zina yaparsa, bu kadın onun babasına ve çocuklarına haram olmaz. En zahir kavle
göre şehvet ile dokunmanın hükmü, cinsel ilişkinin hükmü gibi değildir.
Mahremiyet bununla sabit olmaz.
Bir kimsenin mahremi
büyük bir köyün kadınları araşma karışırsa, o köyün kadınları ile evlenebilir.
Fakat bir yerde mahsur kalmış kadınların arasına karışırsa, kişi bu kadınların
hiç biri ile ev-lenemez.
Nikahı ebedi haram
kılan bir durum meydana gelirse, nikahı tamamen ortadan kaldırır. Kişinin şüphe
sonucu babasının eşi ile cinsel ilişkide bulunması gibi. Böyle bir durum ile
kadının nikahı feshe uğrar.
Nesep veya emme yolu
ile akraba olan bir kadını kız kardeşi, halası veya teyzesi ile bir nikah
altında bulundurmak haramdır. Bir kimse, bu kadınları bir nikah altında
bulundurursa, akid geçersizdir. Şayet bunları sırayla bir akid altına alırsa
sadece ikinci akid batıl olur.
Bir nikah altında bulundurulmaları
haram olan kadınları mülk edinerek cinsel ilişkide bulunmak haramdır. Ancak
onları temlik etmek haram değildir. Kişi, temlik ettiği bu kadınlardan biri
ile cinsel ilişkide bulunursa, bu kadın hayız ve ihramla değil satış, nikah
veya kitabet akdi yolu ile kendisine haram olmadıkça diğer kadınlar kendisine
helal olmaz. Keza en sahih kavle göre rehine bırakmak suretiyle mahremiyet
oluşmaz.
Bir kimse, bir nikah
altında bulundurulmaları haram olan kadınlardan birini temlik eder, sonra
temlik ettiği kadının kız kardeşini nikahı altına alır veya bunun tersini
yaparsa nikahladığı kadın kendisi için helal olur, diğeri ise haram sayılır.
Köle olan kimse ancak
iki kadını bir arada bulundurabilir. Hür olan erkeğin dört kadını bir arada
bulundurması caizdir. Şu halde bir kimse beş kadını bir arada bulundurursa
hepsinin nikahı batıl olur. Şayet bu kadınları sırayla nikah ederse beşinci
kadının nikahı geçersiz olur. Boşadığı karısının kız kardeşi ile evlenebildiği
gibi beşinci kadın henüz bain talâkın iddetinde iken onunla da evlenebilir.
Fakat beşinci kadın ric'i talâkın iddetinde ise onunla evlenemez.
Hür kimsenin üç
talâkla ve kölenin iki talâkla boşadığı karısı ile tekrar evlenmesi ancak .şu
şartlarla caiz olur:
1- ikinci bir koca kadını nikahlayıp, penisinin
başı veya başı kadar miktarını kadının vaginasma geçirmelidir. Bu durumda penisin
sertleşmiş vaziyette olması şarttır.
2- Nikah
akdi sahih olmalıdır.
3- ikinci
koca cinsel temasta bulunmaya muktedir olmalıdır. Mezhepçe kabul edilen
rivayete göre ikinci koca çocuk olmamalıdır.
İkinci kocanın cinsel
temasta bulunduktan sonra onu boşaması veya evlendikten sonra kadını bain
talâkla boşaması veya aralarında nikah akdi olmaması şartı ile evlenirse akid
geçersizdir. Boşamak şartı ile akid yapılırsa, bu konuda bir görüş vardır.
Yani nikah akdi batıl değil, ileri sürülen şart fasittir.
Bir kimse cariyesinin
tamamını veya bir kısmını mülkiyetine geçirirse artık onu nikahlayamaz. Şayet
karısını tamamen veya bir kısmını mülkiyetine geçirirse, nikahı batıl olur. Bir
kadın da tamamını veya bir kısmını mülkiyetine geçirdiği köleyi nikahlayamaz.
Hür olan bir kimse,
başkasına ait bir cariye ile şu şartlarla evlenebilir:
1- Nikahı
altında istimta'a (cinsel ilişki ile faydalanmaya) müsait, hür bir kadın
olmamalıdır. Zayıf kavle göre hür kadın cinsel ilişki ile faydalanmaya müsait
değilse de cariye ile evlenemez.
2- İstimta'a
uygun hür bir kadınla evlenmeye maddi imkanı olmamalıdır. Zayıf kavle göre
istimta'a uygun olmayan kadınla evlenmeye maddi imkanı olmamalıdır. Başka
beldedeki hür kadınla evlenme imkanı varsa cariye ile evlenmesi şu iki şartla
helal olur: O kadına ulaşmada kendisine açık bir musibet isabet etmeli veya o
müddet esnasında zinaya girme korkusu olmalıdır.
Bir kimse, vadeli
mehir ile evlenmeye razı hür bir kadını bulur veya mehri misilden daha az bir
mehirle hür kadınla evlenmeye imkan bulursa, en sahih kavle göre birinci
durumda (vadeli mehir durumunda) cariye ile evlenmesi caizdir. İkinci durumda
ise, cariye ile evlenmesi caiz değildir. Zinaya girme korkusu olsa bile hüküm
böyledir. Kendisi ile oynaşacağı bir cariyeye sahip olma imkanı varsa, en
sahih kavle göre zinaya girme korkusu olmaz.
3-Kendisi
ile evleneceği cariye müslüman olmalıdır. Hür olsun veya köle olsun kitap ehli
olan bir kimsenin kitap ehli olan cariye ile evlenmesi en sahih kavle göre
caizdir. Meşhur kavle göre ise müslüman köle, kitap ehli olan cariye ile
evlenemez. Kitap ehli cariyenin bir kısmı hür ise bunun hükmü cariyenin hükmü
gibidir. (Yan yukarıda geçen üç şartla nikahı caiz olur.)
Hür olan bir kimse
cariyenin nikah şartlarına göre bir cariye ile evlenir de sonra imkan sahibi
olur veya hür olan bir kadınla evlenirse cariyenin nikahı fesholmaz. Kendisi
için cariye ile evlenmesi haram olan kimse bir akidde hür bir kadın ve bir
cariye ile evlenirse, cariyenin nikahı geçersizdir. En zahir kavle göre hür
olan kadının nikahı geçersiz olmaz.
Kitap ehli olmayan
vesene (puta tapan) ve mecusi (ateşe tapan) gibi kadınlarla evlenmek haramdır.
Kitap ehli olan kadınla evlenmek ise helaldir. Lakin harbiye ile evlenmek
nikahı mekruhtur. Keza en sahih kavle göre zımmiye kadınla evlenmek de
mekruhtur.
Yahudi veya Hıristiyan
olan ehli kitap sayılır. Zebur ve onun dışındaki kitaplara bağlı olanların
nikahı sahih değildir. Şayet kitap ehli olan kadın İsrail'i (Hz. Yakub'un
neslinden) değilse, en zahir kavle göre kavminin üzerinde bulunduğu dîne, nesh
ve tahrif edilmeden önce girdikleri biliniyorsa nikahı helaldir. Zayıf kavie
göre ise kavminin üzerinde bulunduğu dîne nesh edilmeden önce girdiğinin
bilinmesi yeterlidir.
Nikah akdi yapılmış
kitap ehli kadının nafaka, kaseme ve talâk konusundaki hükmü, müslüman kadının
hükmü gibidir. Hayız ve ni-fastan yıkanması, keza en zahir kavle göre
cünüplükten yıkanması ve domuz etini yemeyi terk etmesi için icbar edilir. Ehli
kitap veya müslüman kadının necasete bulaşmış azasını yıkaması da icbar
edilir. Kitap ehli kadın ile puta tapan erkeğin birleşmesinden doğan kızla evlenmek
haramdır. En zahir kavle göre bunun aksi de böyledir.
Yahudiliğin samiri
kolundan olan bir kadın yahudiliğin temel esaslarım kendisini küfre götürecek
şekilde inkarda bulunur ve yıldız-perest kadın hıristiyanhğm temel esaslarını
inkarda bulunursa kendileriyle evlenmek haramdır. Ama dinlerine göre inkarcı
sayılmazlarsa kendileriyle evlenmek sahihtir.
Hıristiyan bir erkek
dinini değiştirip Yahudiliğe geçtiğini veya Yahudi bir erkek, dinini değiştirip
Hıristiyanlığa geçtiğini iddia ederse, en zahir kavle göre iddiaları mehir için
geçerli sayılmaz. Hıristiyan kadın dinini değiştirerek Yahudi olursa veya
Yahudi kadın dinini değiştirerek Hıristiyan olursa nikahı müslüman için caiz
olmaz.
Müslüman kişinin ehli
kitap nikahlı karısı dinini değiştirirse bunun hükmü, Müslüman bir kadının
mürted olmasının hükmü gibidir.
Bir kimse dinini
değiştirirse, sadece İslam'a girmesi için teklif edilir. Bir kavle göre ise ilk
dinine dönmesi için teklif edilir. Ehli kitap bir kimse veseneliğe geçerse bu
kararı kabul edilmez. Böyle bir kimsenin kabul edeceği din konusunda daha önce
geçen farklı iki görüş geçerlidir. Veseni kişi, Yahudi veya Hıristiyanlığa
geçerse bu kararı geçerli sayılmaz. İslam'a girmesi teklif edilir. İslam'ı
kabul etmezse mürtedin tabi olduğu hükme tabi tutulur. Mürted kadının nikahı
hiç kimseye helal olmaz.
Cinsel ilişkide
bulunmadan önce her iki taraf (karı-koca) veya ikisinden biri mürted olursa
araları ayırt edilir. Cinsel ilişkiden sonra mürted olurlarsa ayrılmaları
durdurulur. Şayet iddet esnasında İslam'a dönerlerse nikahları eski hal üzere
devam eder. İslam'a dönmezlerse, irtidat anından itibaren birbirinden
ayrılırlar. Nikahlarının durdurulması durumunda cinsel temasta bulunmaları haramdır.
Şayet cinsel temasta bulunurlarsa kendilerine had tatbik edilmez.
Ehli kitap olan veya
olmayan bir kimse, müslüman olur ve nikahı altında ehli kitap bir kadın varsa,
eski nikahı devam eder. Nikahı altında putperest veya mecusi bir kadın olur ve
cinsel ilişki vuku bulmadan önce müslüman olmuşsa birbirinden ayrılırlar.
Erkek cinsel temasta bulunduktan sonra ve kadın da iddet esnasında müslüman
olursa nikahları devam eder. Kadın iddet esnasında İslam'a dönmezse, erkeğin
İslam'a girdiği andan itibaren ayrılırlar. Kadm islam'a girer de kocası küfürde
kalmakta ısrar ederse, hükmü yukarıda geçen hükmün aksi olur. Kadm cinsi
temastan önce müslüman olursa ayrılırlar. Cinsi ilişkiden sonra ve kadının
iddeti esnasında erkek İslam'a girerse, nikahları eski hal üzere devam eder.
İddet esnasında İslam'a dönmezse, kadının İslam'ı kabul ettiği andan itibaren
ayrılırlar.
Karı ve koca beraber
müslüman olurlarsa, eski nikahları devam eder. Beraberlik, her iki tarafın
İslam'ı kabul ettiklerini gösteren lafızların son kelimelerini birlikte
söylemeleriyle meydana gelir. Nikahlarının eski hal üzere devam ettiğini kabul
etmemiz halinde, nikah akdi esnasında onu ifsat edici unsur tarafların İslam'a
girmeleriyle ortadan kalkmışsa, nikaha bir zararı olmaz ve nikah devam eder. O
anda kadın ona helalmış gibi kabul edilir.
Nikahı ifsat kılan
unsur, -mecusi olan erkeğin mahremi olan bacısı, teyzesi gibi kadınlardan
biriyle evlenmiş olması gibi- tarafların İslam'a girmeleriyle ortadan
kalkmıyorsa eski nikahları geçerli olmaz, birbirinden ayrılırlar. Tarafların
İslam'a girmeleri sebebi ile ifsat edici unsurun ortadan kalkması durumunda
velisiz ve şartsız olarak nikaha karar verilir.
İddet süresi içinde
yapılan nikah akdi, taraflar İslam'a girdiklerinde iddet süresi bitmişse
geçerlidir. Taraflar belli bir vakit için nikah akdi yapmış ve kendi
inançlarına göre bu akid devamlılık ifade ediyorsa, nikah geçerli sayılır.
Keza akidden sonra şüphe sonucu olan iddet, eşlerin müslüman oldukları zamana
yakın olmuşsa, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre nikah akdine
zarar vermez. Bunun misali şudur: İslam'ı kabul eden kişi, gayri müslim karısı
ile şüpheyle cinsel ilişkide bulunduktan sonra kadm o iddet içerisinde müslüman
olursa bu iddetin nikaha zararı olmaz, nikahları devam eder. Mahremi ile evli
olan bir kimse İslam'a girdikten sonra nikahı devam etmez, aralan ayırt edilir.
Bir kimse müslüman
olur da ihrama girecek olur ve henüz ihramda iken karısı iddet içerisinde
İslam'ı kabul ederse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, nikahları
eski hal üzere devanı eder. Kişi nikahı altında hür bir kadın ve bir cariye
bulundurur sonra da her üçü müslüman olursa, mezhep alimlerince kabul edilen
rivayete göre, hür olan kadının nikahı devam eder, cariyenin nikahı ise
geçersiz olur. En sahih kavle göre, İslamî şartları taşıması halinde küffarm
nikahı sahihtir. Zayıf kavle göre ise nikahı geçersizdir.
Zayıf kavle göre bir
kimse İslam'a girer ve nikah akdinin sahih olduğu açıklanırsa, nikahı geçerli
sayılır. Akdin sahih olduğu açıklanmazsa fâsid kabul edilir. Kafir olan kişi,
karısını üç talâkla boşar sonra ikisi de müslüman olursa kadın başkasıyla
evlenip ondan boşanmadıkça ilk kocasına helal olamaz.
Mehri nikah esnasında
kararlaştırılmış kadın, belirlenen sahih mehri alabilir. Fakat içki gibi fâsid
bir mehir kararlaştırılmış ise, İslam'a girmeden önce mehri alıp almadığına
bakılır; şayet İslam'a girmeden önce mehiri almışsa, İslam'a girdikten sonra
bir şey talep edemez. Eğer almamışsa mehri misil alabilir. İslam'a girmeden
önce mehrin bir kısmını almışsa geri kalanını mehri misle göre alır. Kocanın
terk edilmesi, kadının İslam'a girmesi nedeni ile olmuşsa, kadın bir şey
alamaz. Kocanın İslam'a girmesi ile kadın onu terk etmiş ve nikahı sahih ise,
tesmiye olunan mehrin yarısını hak eder. Nikah sahih değilse, mehri misilin
yarısını hak eder.
Zımmi ve müslüman
mahkememize dava açarlar da iddiaları bizce sahih görülen bir iddia ise onlar
için karar verilir. İddiaları bizce sahih olmayan bir iddia ise dava iptal
edilir. Örneğin; nikahlarını iddia ederler de bize göre nikahları sahihi ise
geçerli olduğuna, sahih değilse batıl olduğuna karar verilir.
Kafir olan kimse,
İslam'a girdiğinde nikahı altında dörtten fazla kadın olur ve kendisi ile
birlikte müslüman olurlarsa veya iddet esnasında İslam'a girerlerse veya
kadınlar ehli kitap iseler, bunların arasında dört kadım seçmesi lazımdır. Geri
kalan kadınlara ise yol verir. Cinsel ilişkiden önce veya iddet esnasında
sadece dört kadının kendisi ile birlikte müslüman olması halinde evlilikleri
devam eder.
İslam'a girerken
nikahı altında ehli kitaptan bir kadın ile kızı varsa veya her ikisi onunla
birlikte İslam'a girmişlerse ve ikisi ile de gerdeğe girmişse, kendisine ebedi
olarak haram olurlar. Hiçbirisi ile gerdeğe girmemişse, kadının kızı ile
evlenebilir. Bir kavle göre erkek muhayyerdir. Kadının kızı ile cinsel ilişkide
bulunmuşsa sadece annesi kendisine haram olur. Eğer sadece kızın annesi ile
gerdeğe girmişse, her ikisi de kendisine ebedi olarak haram olur. Bir kavle
göre ise nikah kızın anası üzerine kalır.
Bir erkek İslam'a
girer de nikahı altında bulunan cariye onunla birlikte müslüman olur veya
iddet süresi içerisinde müslüman olursa, evlilikleri bu nikah üzere devam eder.
Fakat o anda cariye ile evlenmesinin kendisi için helal olması şarttır. Cinsi
temas olmadan nikah
önce cariye kendisine
muhalefet ederse yani, müslüman olmazsa derhal ayrılırlar. Şayet nikahı altında
birkaç cariye olur da kendisi ile birlikte veya iddet içerisinde İslam'a
girerlerse bir tanesini seçebilir. Ancak taraflar İslam'a girdiklerinde
erkeğin cariye ile evlenmesinin helal olması şarttır. Cariye ile evlenmesi
kendisi için helal değilse, hepsine yol verir.
Kafir olan kişi
İslam'a girdiğinde nikahı altında hür bir kadın ve birkaç cariye varsa ve
kendisi ile birlikte veya iddet içerisinde müslüman olurlarsa, hür olan kadının
nikahı devam eder cariyelerin nikahı ise fesholur. Hür olan kadın küfürde
kalmayı ısrar eder ve iddeti biterse, cariyelerden bir tanesini seçebilir. Hür
olan kadın müslüman olduğunda cariyeler azad edilmiş ve iddet içerisinde
İslam'a girmişlerse, bunların hükmü de hür olan kadının hükmü gibi olup dört
tanesini seçebilir.
Muhayyerlik (kişinin
nikahı altındaki kadınları seçme hakkı) şu lafızlardan biri ile olur:
"Seni seçtim, senin nikahını ikrar ettim, seni tuttum veya seni sabit
kıldım." gibi. Talak lafzı muhayyerliğe delalet eden lafızdır. En sahih
kavle göre talâk lafzı, zihar ve ilâ akdi için muhayyerliğe delalet etmez.
Muhayyerliği veya nikahın feshini bir şarta bağlamak sahili değildir.
Şayet nikahı altında
beş kadın varsa, fazla olana yol verir. Yol vereceği kadını belli etmelidir.
Seçme hakkını kullanıncaya kadar da kadınların nafakaları kendisine aittir.
Erkek seçme hakkım kullanmazsa hapsedilir. Seçme hakkını kullanmadan ölürse
hamile olanın iddeti doğumla sona erer. Kadın aylar hesabı ile iddet
bekleyenlerden ise ve kocası kendisi ile cinsel temasta bulunmamışsa, iddeti
dört ay on gündür. Kadın kur' (temizlik süresi) hesabı ile iddet bekleyenlerden
ise, kur' ve dört ay on gün sayısından en çok olanına göre iddet bekler.
Erkeğin ölümü halinde
mirastaki hakları için bir antlaşma yapılıncaya kadar kadınların hisseleri
bekletilir.
Karı ve koca beraber
İslam'a girerlerse, koca karısının nafakasını vermeye devam eder. Koca
müslüman olur da karsı iddeti bitinceye kadar küfürde kalmakta ısrar ederse,
nafakayı isteme hakkı
olmaz. Kadın iddet
süresi içerisinde İslam'a girerse, İmamın son kavline göre, küfürde geçirdiği
süre için nafakayı hak etmiş olmaz. Kadın önce İslam'a girer de kocası iddet
süresi içerisinde müs-lüman olur veya küfürde kalmaya ısrar ederse, en sahih
kavle göre, iddet süresince kadının nafakasını vermesi gerekir. Kadın mürted
olursa, her ne kadar iddet süresi içerisinde İslam'a dönse de irtidat süresince
geçirdiği zaman için nafakayı hak edemez. Erkek mürted olursa, iddet süresince
kadına nafaka vermesi gerekir.
Eşlerin birinde cünun
(delilik), cüzzam (deri hastalığı), beres (alaca hastalığı), retk (vaginada et
parçası bulunması), karn (vagi-nada meydana gelen ve koç boynuzu gibi olan
nesne), anin (erkeğin cinsel iktidarsızlığı) ve mecbub (penisin tümü veya
vaginanın içine ulaşacak sünnet miktarmca bir kısmı kalmayacak şekilde kesik olması)
gibi ayıplardan biri bulunursa diğeri için muhayyerlik (nikahı feshetme) hakkı
olur.
Zayıf kavle göre aynı
cins hastalık her iki eşte bulunursa nikahı fes etme hakları olmaz. Eşlerin
birinde belirgin bir şekilde er-sellik olursa, en zahir kavle göre diğeri
nikahı feshetme muhayyerliğine sahip olmaz.
Kocada yeni bir ayıp
peyda olursa, kadın nikahı feshetme hakkına sahip olur. Ancak cinsel ilişkiden
sonra anin ayıbı peyda olursa, kadın muhayyerlik hakkına sahip olmaz. Kadında
yeni bir ayıp meydana gelirse, imam'm son görüşün göre koca muhayyerlik hakkına
sahip olur.
Yeni peyda olan ayıp
sebebi ile veli için muhayyerlik hakkı olmaz. Keza akid esnasında olan mecbub
ve anin ayıbı sebebi ile de veli için muhayyerlik hakkı olmaz. Fakat akid
esnasında kocada delilik kusuru varsa, veli için muhayyerlik hakkı vardır.
Keza en sahih kavle göre, akid esnasında kocada cüzzam ve alaca hastalığı olursa,
veli için muhayyerlik hakkı vardır. Muhayyerlik hakkı acele üzere kullanılır.
Nikah akdi
cinsel ilişkiden önce
feshedilirse mehir hakkı düşer.
Akid cinsel ilişkiden sonra feshedilirse bu durumda; nikah akde bitişik bir
ayıp veya cinsel ilişki ile akid arasında meydana gelen bir ayıp sebebi ile
feshedilirse ve cinsel ilişkide bulunan kişinin bu ayıplardan haberi yoksa en
sahih kavle göre mehri misil vacib olur.
Nikahın feshine sebep
olan ayıp cinsel ilişkiden sonra meydana gelirse, tesmiye olunan mehir
verilir.
Cinsel ilişkiden sonra
irtidat sebebi ile nikah feshedilirse, kadın için tesmiye olunan mehir vardır,
imam'm son kavline göre koca, kadın veya velisi tarafından kandırılmış ise,
akid feshedildikten sonra kendisini kandıran kimseden mehir isteyemez.
Aninlik sebebi ile
nikahın feshedilmesi için durumun hakime arz edilmesi şarttır. Keza en sahih
kavle göre, nikah sair ayıplar sebebi ile de feshedilirse durumu hakime arz
etmek şarttır. Anin ayıbı kocanın itiraf etmesi ile veya itirafını bildiren
şahitler ile sabit olur. Keza en sahih kavle göre, erkeğin bu ayıbı reddetme
hususunda yemin etmekten çekindikten sonra kadının yemin etmesi ile de sabit
olur.
Erkekte anin ayıbı
bulunduğu kesinleşince, kadının müracaatı üzerine hakim, iktidarsızlığın sabit
olduğu tarihten başlamak üzere kocaya bir yıllık mühlet verir. Bu mühletin
dolmasından sonra kadın durumu hakime arz eder. Koca bu süre zarfında karısı
ile cinsel ilişkide bulunduğunu iddi ederse, kendisine yemin ettirilir. Yeminden
kaçınırsa, kocasının kendisi ile cinsel ilişkide bulunmadığına dair kadına
yemin ettirilir. Kadın yemin eder veya kocasının kendisi ile cinsel ilişkide
bulunmadığını ikrar ederse, kadın nikahını feshetme hakkına sahip olur. Zayıf
kavle göre ise, akdin feshedilmesi hakimin iznine veya feshetmesine bağlıdır.
Erkeğe tanınan bir
yıllık süre içerisinde kadın kendisini kocasından men ederse veya hastalanır
veya hapsedilirse, bu günler bir yıllık süreden sayılmaz. Bir yıllık sürenin
sonunda kadın kocasının anin olduğuna razı olursa, akdi feshetme talebinde
bulunma hakkı düşer. Keza en sahih kavle göre, kadın biraz daha mühlet talep
ederse muhayyerlik hakkı düşer.
Nikah akdi esnasında
kadının müslüman olması şart koşulur veya taraflardan birinin nesep sahibi veya
hür olduğu ileri sürülürse veya bunların dışında başka şartlar koşulur da
taraflar söylenen ni-
telikleri
taşımazlarsa, en zahir kavle göre nikah akdi sahihtir. Tarafların nitelikleri
belirtilen niteliklerden üstün olursa, muhayyerlik hakkı doğmaz. Erkeğin
taşıdığı nitelikler belirtilen niteliklerden düşük ise, kadın için muhayyerlik
hakkı vardır. Keza en sahih kavle göre erkek de aynı hakka sahiptir.
Erkek evleneceği
kadının nıüslüman veya hür olduğunu zanneder de kadının kitap ehli veya
kendisi ile evlenmesi helal olan bir cariye olduğu ortaya çıkarsa, en zahir
kavle göre erkek için muhayyerlik hakkı olmaz.
Kadın, dengi sandığı
erkekle evlendirmesi için velisine izin verir de sonra o erkeğin fasık veya
nesebinin veya sanatının düşük olduğu ortaya çıkarsa, kadın için nikahı
feshetme hakkı olmaz. Ben diyorum ki; erkekte nikahın feshine sebep olan bir
ayıp bulunur veya erkeğin köle olduğu anlaşılırsa, kadm için muhayyerlik hakkı
vardır. Allah daha iyi bilir.
Tarafların belirtilen
şartları taşımamaları veya aldanma sebebi ile nikah akdi feshedilirse, geri
alınacak mehrin hükmü ve aldatan kimseye müracaat etmenin hükmü, daha önce
geçen ayıp sebebi ile olan feshin hükmü gibidir. Akdin feshine tesir edecek
aldanmanın akde bitişik olması lazımdır.
Koca, cariyenin hür
olduğu konusunda aldanır da akdin sahih olduğu kabul edilirse, henüz durum
açıklanmadan önce cariyenin çocukları hür sayılırlar. Aldanan koca çocukların
bedelini cariyenin efendisine vermelidir. Koca verdiği bedeli kendisini
kandıran kişiden alır. Cariyenin hür olduğunu söylüyorsa, yapılan aldatmanın
efendisi tarafından yapıldığı düşünülemez. Aldatma cariye veya vekili
tarafından yapılmış olur. Cariye erkeği aldatmış ise, canlı olarak doğan
çocukların bedeli cariyenin zimmetine geçer. Çocuk herhangi bir cinayet
olmaksızın ölü olarak dünyaya gelirse, bunun için bir diyet gerekmez.
Kölenin veya bir kısmı
köle olanın nikahı altında bulunan cariye azad edilirse, cariye nikahını
feshedip etmemekte muhayyerdir. En zahir kavle göre muhayyerlik hakkı acele üzeredir.
Cariye azad edildiğinden habersiz olduğunu söylerse, yemini ile sözü kabul edilir.
Ancak bu iddiasına, sözgelimi efendisinin uzak bir beldede bulunması gibi
kabul edilmesi mümkün olan bir gerekçe göstermesi
lazımdır. Keza en
zahir kavle göre, azadlık sebebi ile kendisi için muhayyerlik hakkı olduğunu
bilmediğini söylerse, yemini ile sözü kabul edilir. Bu durumda cariye nikahını
feshederse ve fesih cinsel ilişkiden önce olursa, mehir isteme hakkı olmaz. Hem
akdin feshi hem de hürriyete kavuşması cinsel temastan sonra olmuşsa, kendisi
için mehri müsemma vardır. Hürriyete kavuşması cinsel ilişkiden önce olmuşsa,
mehri misili hak eder. Zayıf kavle göre ise mehri müsemmayı hak eder.
Cariyenin bir kısmı
azad edilir veya kendisi ile kitabet akdi yapılır veya nikahı altında cariye
bulunan köle azad edilirse, kölenin muhayyerlik hakkı olmaz.
iffetlerini korumak
için babasına ve dedesine kişinin mehir vermesi, meşhur kavle göre vacibtir.
İ'faf; kişinin
babasına hür olan bir kadının mehrini vermesi veya ona şöyle demesidir:
"Evlen, sana mehir veririm." veya babasının iznini almak sureti ile
onu evlendirip mehri vermesi veya bir cariyeyi onun mülkiyetine geçirmesi veya
cariyenin bedelini babasına vermesidir. Kişi babasının ve onunla evlenen
kadının nafakasını da vermelidir.
Baba cariye dışında
bir kadınla evlenmeyi veya güzel ve neseb sahibi bir kadınla evlenmeyi tercih
edemez. Mehir konusunda baba ve oğul anlaşırlarsa, kadını tayin etme hakkı
babanındır.
Nikahlanan kadın ölür
veya irtidat sebebi ile nikahı fesholur veya bir ayıp nedeni ile nikah
feshedilirse, çocuğun yeni bir mehir vermesi vacibtir. Keza en sahih kavle göre
boşama bir özür sebebi ile vaki olursa, çocuğun yeni bir mehir vermesi gerekir.
Çocuğun mehir vermesinin
vacib olması için, baba mehri bulamayacak durumda ve evlenmeye muhtaç
olmalıdır. Babanın evlenmeye muhtaç olduğu açıkça bilmiyorsa, yemin etmeksizin
sözü kabul edilir.
Kişinin, çocuğuna ait
cariye ile cinsel temasta bulunması haramdır. Mezhep alimlerince kabul edilen
rivayete göre, baba çocuğunun cariyesi ile cinsel ilişkide bulunursa,
kendisine had cezası değil
mehir vacib olur.
Şayet cariyeyi hamile bırakırsa, doğacak olan çocuk ona bağlı olarak hür olur.
Cariye ilk sahibi için ümmü veled olursa, cinsel temasta bulunan kişi (baba)
için ümmü veled olmaz. Cariye ilk sahibi için ümmü veled olmazsa, en zahir
kavle göre cinsel ilişkide bulunan kişi (baba) için ümmü veled sayılır. Bu
takdirde kişinin çocuğuna cariyenin bedeli ile birlikte mehir vermesi lazımdır.
En sahih kavle göre doğacak olan çocuğun bedelini vermesi gerekmez. Kişinin
kendi çocuğunun cariyesiyle evlenmesi haramdır.
Bir kimse nikahında
bir cariye bulundurur ve çocuğu satış yolu ile o cariyeyi mülkiyetine geçirir
de babasının cariye ile evlenmesi haram ise, en sahih kavle göre babasının
cariye ile olan nikahı fes-holmaz. Kişinin kitabet akdi yaptığı azadlı
kölesinin cariyesi ile evlenmesi haramdır. Mukâteb köle efendisinin nikahı
altındaki cariyeyi mülkiyetine geçirirse, en sahih kavle göre nikah akdi
fesholur.
Bir kimse kölesine
evlenmesi için izin verir ve o da evlenirse, İmamın son kavline göre efendisi
mehir ve nafakayı tazmin etmez. Kadının mehir ve nafakası nikah akdinden sonra
kölenin normal veya nadir kazancından verilir. Köle efendisinden izin alarak
onun adına ticaret yaparsa, mehir ve nafakası ticaretin kârından verilir. Keza
en sahih kavle göre ana sermayeden verilir. Şayet kölenin kazancı yoksa veya
ticaret yapmaya izinli değilse zimmetine geçer. Bir kavle göre ise efendisinin
vermesi gerekir.
Efendinin köleyi
beraberinde yolculuğa götürmesi halinde, köle kendi hanımı ile cinsel yönden
faydalanamaz. Köleyi beraberinde götürmezse, istimta' için onu akşam serbest
bırakması lazımdır.
Efendi nafaka ve mehri
ödemeyi tekeffül etmişse, gündüz vaktinde köleyi çalıştırır. Tekeffül
etmemişse, mehir ve nafakayı kazanması için bir müddet serbest bırakır. Efendi
nafaka ve mehri tekeffül etmeden köleyi çalıştırirsa, ücreti misil ile tam olan
mehir ve az miktarda nafaka verir. Zayıf kavle göre ise mehir ve nafakayı vermesi
lazımdır.
Köle fâsid bir nikah
akdi yapar da cinsel temasta bulunursa, mehri misili zimmetine geçirir. Bir
kavle göre ise bedenine bağlı kalır (köle satılır ve mehri misil bu bedelden
ödenir).
Bir kimse cariyesini
bir başkası ile evlendirirse, gündüz vaktinden onu kendi işinde çalıştırır.
Akşam vaktinde ise kocasına teslim eder. En sahih kavle göre bu süre için olan
nafakası kocasına lazım gelmez.
Efendi kendi evinde
cariyesi için bir oda ayırır ve kocasına: "Sen de onunla birlikte
kal." derse, en sahih kavle göre kocanın bu teklife icabet etmesi
gerekmez. Efendi cariyesini beraberinde yolculuğa götürdüğünde kocası isterse
ona refakat edebilir.
Mezhep alimlerince
kabul edilen rivayete göre, efendi cinsel ilişkiden önce cariyesini öldürür
veya cariye intihar ederse, mehir alamaz. Cinsel temastan sonra hür kadın
intihar eder veya bir başkası cariyeyi öldürür veya cariye ölürse mehri sakıt
olmadığı gibi; cinsel ilişkiden Önce hür kadın veya cariye helak olursa yine
mehir hakkı sakıt olmaz. Efendi evli olan cariyesini satarsa, mehri müsem-ma
satıcının olur. Cariye cinsel temastan önce boşanırsa, mehri müsemnıamn yarısı
satıcının olur. Efendi cariyesini kölesi ile evlendirirse, ne mehir ne de
yarısı vacib olur.
(Sıdak; nikah, cinsel
ilişki veya erkeğin kadının cinsel organından yararlanma fırsatını kaçırması
nedeni ile verilmesi vacib olan maldır.)
Akid esnasında sidakm
belirlenmesi sünnettir. Sidak zikredilmeden yapılan nikah -kerahetle birlikte-
caizdir. Satışı caiz olan şeyin sıdak olması da caizdir.
Koca sıdakı eli
altında bulundurur ve henüz teslim etmeden sıdak telef olursa, akid zamini
(bedeli zimmete geçirmek) olur. Bir kavle göre ise yed-ı zamin (mislini veya
kıymetini zimmete geçirmek) olur. Koca sidakm mislini tazmin etmişse, kadın
sıdakı almadan onu satamaz.
Sıdak kocanın yanında
iken telef olursa, onun mehri misil vermesi vacibtir. Kadın sıdakı telef
ederse, almış sayılır. Kocadan başka biri sıdakı telef ederse mezhep
alimlerince kabul edilen rivayete göre, kadın sıdakı fesh veya kabul etmekte
serbesttir. Sıdakı feshederse, kocadan mehri misil alır. Fesh etmezse telef
edeni borçlu kılar. Koca telef ederse hükmü, semavi bir afetle telef olan malın
hükmü gibidir. Zayıf kavle göre ise hükmü, kocadan başka birinin telef
etmesinin hükmü gibidir.
Bir kimse iki köleyi
sıdak olarak verir de henüz teslim almadan bir tanesi semavi bir afetle telef
olursa, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, mevcut olanda değil de
telef olanda sıdak akdi fesholur. Bu durumda kadın için muhayyerlik hakkı
vardır. Sıdakı feshederse, mehri misil alır. Feshetmezse geri kalanla birlikte
telef olanın oranını mehri misile göre alır. Henüz almadan sıdak ayıplı çıkarsa,
mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, kadın sıdak akdini feshedip
etmemekte serbesttir. Feshederse mehri misil alır, feshetmezse bir şey alamaz.
Kocanın elinde iken yok olan menfaati koca tazmin etmez. Kadın mehri almayı
ister de koca vermez ve sıdak telef olursa, koca akid zamini (sıdakın bedelini
tazmin etmiş) olur. Keza sıdak binmek gibi yerine getirilen bir menfaat ise,
mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre koca tazmin etmiş olmaz.
Kadın, muayyen veya
peşin olan mehrini almak için kendisini kocasından alıkoyma hakkına sahiptir.
Ama vadeli olan sıdak için kendini alıkoyamaz. Şayet ona teslim olmadan süresi
girerse, en sahih kavle göre kendini alıkoyamaz.
Kadın kocasına:
"Sıdakı teslim etmezsen sana teslim olmam." der, koca da: "Teslim
olmazsan sıdakı vermem." derse, bir kavle göre mehrin tümünü vermesi için
koca icbar edilir. Diğer bir kavle göre ise icbar edilmez. Taraflardan hangisi
teslim olursa, diğeri icbar edilir. En zahir kavle göre her iki taraf icbar
edilir ve mehrin adil bir kişiye emanet bırakılması ve kadının kocasına teslim
olması emredilir. Kadın kocasına teslim olunca adil kişi mehri kadına verir.
Kadın acele edip
kocasına teslim olursa, mehri talep eder. Kocası kendisi ile cinsel ilişkide
bulunmazsa mehri almadıkça teslim olmaktan imtina edebilir. Kendisi ile cinsel
ilişkide bulunursa imtina etmez. Kocası acele edip mehri verirse, kadın ona
teslim olmalıdır. Kadın özrü olmaksızın imtina ederse, mehri vermesi için
koca icbar edilir
dediğimiz takdirde, koca mehri geri isteyebilir.
Kadın temizlik ve
benzeri işler için mühlet isterse, hakim kendi görüşüne göre ona mühlet tanır.
Fakat bu mühlet üç günden fazla olamaz. Ancak hayız veya nifastan temizlenmesi
için kendisine mühlet verilmez.
Kadının küçük veya
hasta olması gibi cinsel temasa mani bir hali varsa, bu hali geçinceye kadar
kocasına teslim edilmez.
Mehir, -kadının
hayızda olması gibi haram da olsa- cinsel temasla ve taraflardan birinin
ölmesi ile kesinîeşir. imam'm son kavline göre, mehir halvet ile kesinleşmez.
Bir kimse içkiyi şurup
sayarak veya hür olanı cariye sayarak veya gasp malı kendi malı sayarak mehir
verip nikah akdi yaparsa, kadına mehri misil vermesi vacibtir. Bir kavle göre
ise, zikredilen malın kıymetini vermesi vacibtir.
Bir kimse kendi malını
ve gasp edilmiş malı mehir vererek nikah akdi yaparsa, mehir gasp edilmiş
malda geçersiz sayılır. En zahir kavle göre mülkü olan malda sahihtir. Ancak
kadın isterse akdi fesheder, isterse kabul eder. Akdi feshederse, kendisi için
mehri misil vardır. Bir kavle göre ikisinin (gasp ve mülk olan malın) kıymetini
alır. Akdi kabul ederse, erkeğin mülkiyetindeki mal ile birlikte gasp malın
payını değerine göre mehri misilden alır. Bir kavle göre ise, sadece erkeğin
mülkiyetindeki mala kani olur.
Bir kimse birisine:
"Şu köle karşılığında kızımı seninle evlendirdim ve onun elbisesini sana
sattım." derse, nikah akdi sahihtir. Keza en sahih kavle göre mehir ve
satış akdi de sahihtir. Şayet koca cinsel temastan önce karısını boşarsa,
kölenin değerini elbise olarak ve mehri misilin kıymetine bölerek mehir verir.
Bir kimse kadının
babasında olan bin lirası üzerine veya kendisine verilecek bin lira üzerine
nikah akdi yaparsa, sıdak fasittir. Kadına mehri misil vermesi vacibtir.
Nikah akdinde
muhayyerlik şart koşulursa, nikah akdi batıl olur. Mehirde muhayyerlik şartı
aranırsa, en zahir kavle göre nikah akdi sahih olup mehir akdi geçersizdir.
Nikah akdinde ileri
sürülen diğer sair şartlar (nafaka şartı gibi) ya akdin gerektirdiği ya da
akde taallûk etmeyen şartlardır. Her iki durumda da ileri sürülen şartlar
geçersiz olup nikah akdi ile me-hir akdi sahihtir. İleri sürülen şart, ikinci
evliliği yapmamak, kadınının nafakasını vermemek gibi nikah akdine muhalif ise
ve akdin asıl maksadını bozucu değilse, akid sahih olup ileri sürülen şart ve
mehir fasittir. İleri sürülen şartlar kadınla cinsel temasta bulunmamak veya
onu boşamak gibi asıl maksadı bozucu ise akid geçersizdir.
Bir kimse bir mehirle
birkaç kadım nikahlarsa, en zahir kavle göre mehir fasittir. Her kadın için
mehri misil vardır.
Veli, küçük erkek
çocuğu mehri misilden fazla bir mehirle evlendirir veya reşide olmayan küçük
kızı veya izni olmaksızın bakire reşide kızı mehri misilsiz evlendirirse, mehri
müsemmanm tümü fasit olur. En zahir kavle göre mehri misle göre nikah akdi
sahihtir.
Taraflar kendi
aralarında anlaşarak mehir miktarını gizlice tespit ederek tespit ettikleri
miktardan fazlasını açıklayacak olurlarsa, mezhep alimlerince kabul edilen
rivayete göre akid esnasında zikredilen mehrin verilmesi vacibtir.
Bir kadın velisine:
"Beni bin lira mehirle evlendir." der, veli de onu bin liradan daha
az bir mehirle evlendirirse, nikah akdi geçersizdir. Şayet bir şey
belirtmeksizin: "Beni evlendir." der, veli de onu mehri misilden az
bir mehirle evlendirirse, akid yine geçersizdir. Ben diyorum ki en zahir kavle
göre, her iki durumda da akid mehri misile göre sahihtir. Allah daha iyi bilir.
(Mehri Başkasına
Havale Etmek)
Reşide kadın velisine:
"Beni mehirsiz evlendir." der, velisi de mehirsiz veya bir şey
söylemeden onu evlendirirse, böyle bir tefviz sahihtir. Keza cariye sahibi
birisine: "Cariyemi mehirsiz seninle evlendirdim." derse, bu da
sahih bir tefvizdir. Reşide olmayan bir kadının mehrini tevfiz etmesi caiz
değildir.
Sahih tefviz akdi ile
en zahir kavle göre, kadına bir mal vermek vacib olmaz. Ama, cinsel ilişki ile
mehri misili hak eder. En sahih kavle
göre mehri misil, akdin yapıldığı tarihten itibaren geçerli sayılır.
Kadın cinsel temastan
önce kocasından mehri tayin etmesini talep edebilir. Kadın, mehir takdir
edilinceye kadar keza en sahih kavle göre, tayin edilen mehri almak için
kocasına teslim olmayabilir.
Kadının erkeğin takdir
ettiği mehri kabul etmesi şarttır. En zahir kavle göre, tarafların mehri
misilin miktarını bilmeleri şart değildir. En sahih kavle göre erkek müeccel
olan bir şeyi mehir olarak takdir edebildiği gibi mehri misilden fazlasını da
takdir edebilir. Zayıf kavle göre, erkeğin vereceği fazlalığın mehri misil
cinsinden olması caiz değildir.
Erkek mehri takdir
etmekten imtina eder veya taraflar takdir edilen mehrin miktarında anlaşmazlığa
düşerlerse, hakim beldenin geçerli olan parasından peşin ödenmek üzere mehri
takdir eder. Ben diyorum ki; mehri misili hakim takdir eder ve kocanın mehri
misilden haberdar olması şarttır. Allah daha iyi bilir.
Yabancı bir kimsenin
mehri kendi malından takdir etmesi, en sahih kavle göre sahih değildir. Takdir
edilen sahih mehrin hükmü, müsemma mehrin hükmü gibidir. Yani cinsel ilişkiden
önce erkek kadını boşarsa, kadm mehrin yarısını hak eder. Mehir takdir edilmeden
ve cinsel ilişki olmadan önce boşarsa, kadın mehrin yarısını hak etmez. Mehir
takdir edilmeden ve cinsel temas olmadan taraflardan biri ölürse, en zahir
kavle göre mehri misil vacib olmaz. Ben diyorum ki en zahir kavle göre, mehri
misil vacib olur. Allah daha iyi bilir
Mehri misil, kadının
kendi emsallerine göre hak ettiği mehirdir. Emsali tespit etmenin en güzel
yolu, akrabası olan kadınların mehri-ne göre yapılan tespittir. En yakın kadın
akrabalar şunlardır: Öz kız kardeş, sonra baba bir kız kardeş gelir. Daha sonra
öz erkek kardeşin kız çocukları gelir. Budan sonra aynı şekilde öz halalar
gelir.
Asabe yolu ile yakın
akrabalar yoksa veya evli değillerse veya mehirleri bilinmiyorsa, mehri misil
nine ve teyze gibi zev'il-erhâm olan kadınların mehrine göre tespit edilir.
Mehri misil tespit edilirken yaş, akıl, zenginlik, bekaret, dul olmak, ilim ve
şeref sahibi olmak gibi maksadı değiştiren nitelikler dikkate alınır. Kadın
kendine has üstün veya düşük bir nitelik taşıyorsa, mehri misil ona uygun
şekilde çok veya az olabilir.
Bir kadın müsamaha
gösterip mehri misili az almışsa, bunu ölçü almak vacib değildir. Ancak mehirde
müsamaha gösterip az almak akrabalar arasında adet olmuşsa dikkate alınır.
Bir kimse fâsid nikah
akdi sonucu karısı ile cinsel ilişkide bulunursa, cinsel ilişkinin vaki olduğu
gün kendisine mehri misil vermesi vacib olur. Fasit nikahtan maksat, şarap
veya domuz gibi dinen mal sayılmayan fâsid bir mehirle yapılan nikahtır. Fasit
nikah ile cinsel ilişki tekerrür ederse, mehri misil en fazla olduğu vakte göre
alınır. Ben diyorum ki, cinsel ilişki aynı şüphe ile tekerrür ederse, bir mehir
gerekir. Kişinin cinsel ilişkide bulunduğu kadının cariyesi olduğunu zannetmesi
gibi.
Şüphenin cinsi
değiştikçe mehrin sayısı da katlanır. Bir kimse gasp edilmiş kadın ile veya bir
kadınla zorla zina yapması tekerrür ederse, mehir de tekerrür eder. Kişinin
kendi oğlunun cariyesi ile veya ortak olduğu cariye ile veya efendinin mukâteb
cariyesi ile ilişkide bulunması tekerrür ederse, bir mehir gerekir. Zayıf
kavle göre, her ilişki için bir mehir gerekir. Başka bir zayıf kavle göre ise,
birleşme aynı mecliste olursa bir mehir, ayrı ayrı meclislerde olursa her
sefer için bir mehir gerekir. Allah daha iyi bilir.
Cinsel ilişkiden önce
kadın ayrılmayı ister veya ayrılmaya sebebiyet verirse, hükmü bir ayıp sebebi
ile feshedilen nikahın hükmü gibi olup mehir hakkı düşer. Kadın ayrılmayı
istemez veya ayrılmaya sebebiyet vermez de boşama erkeğin İslam'a girmesi,
erkeğin mürted olması, lian, kadının kayın annesinin sütünü emmiş olması veya
erkeğin kayın validesinin sütünü emmiş olması gibi sebeplerden biri ile
ayrılma olursa, erkek mehrin yarısını alır. Mehrin ikiye bölünmesinin manası,
kocanın kendisine ait mehrin yarısından vazgeçmek için muhayyerlik hakkının
olmasıdır, denilmiştir. En sahih kavle göre, boşama lafzı ile mehrin yarısı
kocaya döner. Boşamadan sonra mehirde bir fazlalık olursa bu kocanı hakkıdır.
Kişi, karısını boşar
ve mehir telef olursa, kadın misli olan şeylerde bedelin yansım, değer takdiri
olan şeylerde ise değerin yarısını alır. Mehir kadının eli altında iken ayıplı
hale gelir ve koca mehri kabul ederse, yapılacak bir şey yoktur. Kabul etmezse
ayıpsız değerin yarısını alır. Henüz kadın teslim almadan ayıplı duruma
düşerse, koca ayıplı durumdaki mehrin yarısını hak eder ve onun için muhayyerlik
hakkı olmaz. Mehir bir cinayet sebebi ile ayıplı duruma düşer ve kadın değer
farkını alırsa en sahih kavle göre, koca değer farkının yarısını hak eder.
Mehirde kendisine
bitişik olmayan bir fazlalık olmuşsa, bu zi-yadelik kadının hakkıdır. Mehire
bitişik olan ziyadelik konusunda kadının muhayyerlik hakki vardır. Kadın
cimrilik edip ziyade olanın bir kısmını kocasına vermezse, koca ziyade olan
kısmı dışında sadece mehrin kıymetinin yarısını hak eder. Kadın müsamaha
gösterip mehrin ziyade olan kısmının bir miktarını kocasına verilmesini isterse,
kocanın bunu kabul etmesi lazımdır. Mehir ziyadeleşir veya noksanlaşırsa,
meselâ kölenin yaşlanması, hurma ağacının uzaması veya kölenin beres
hastalığını taşımakla birlikte bir sanat öğrenmesi gibi durumlarda taraflar
malın yarısını almakta anlaşırlarsa, yapılacak bir şey yoktur. Yarıda
anlaş-mazlarsa, malın ziyadesiz ve noksansız olan kıymetinin yarısını hak
ederler.
Tarlanın ekimi
noksanlık, ekim için sürülmesi ise ziyadeliktir. Cariyenin hamileliği ve
hayvanın gebeliği hem ziyadelik hem de noksanlıktır. Zayıf kavle göre ise,
hayvanın gebeliği ziyadelik olup noksanlık değildir. Hurma ağacının tomurcuğu
açılmamışsa bu bitişik olan ziyadeliktir.
Erkek, karısını
boşadığmda mehir olarak verdiği ağacın meyvesi belirmemişse, kadının onları
koparması vacib değildir. Kadın meyveleri koparırsa yarısını hak etmiş olur.
Şayet koca, hurma
ağacının yarısını kabul eder ve meyvelerin koparma zamanına kadar ağaçta
kalmasını isterse, en sahih kavle göre kadın bunu kabul etmesi için icbar
edilir. Bu takdirde ağaç her ikisinin eli altında olur. Kadın bu duruma razı
olursa, koca bunu red edebildiği gibi ağacın değerini de isteyebilir. Taraflara
muhayyerlik hakkı doğarsa, muhayyer olan tercihini yapmadan payı olan yarıyı
mülkiyetine geçirmiş olmaz. Koca mehir olan şeyin değerini kabul
ederse, bu değer sıdak
günü ile teslim alındığı günün itibari değerinden en az olanı dikkate alınır.
Koca Kur'an Öğretmeyi
sıdak olarak tayin eder ve daha sıdakı vermeden karısını boşarsa, en sahih
kavle göre Kuran'ı öğretmede mazur sayılır. Şayet cinsel ilişkiden sonra
boşamışsa mehri misil, cinsel ilişkiden önce boşamışsa mehri misilin yarısını
vermesi gerekir.
Koca karısını
boşadığmda mehir kadının mülkiyetinden çıkmış ise, kadın mehrin bedelinin
yarısını hak eder. Eğer mehir kadının mülkiyetinden çıkmış ve bir daha
mülkiyetine girmişse, en sahih kavle göre kocanın hakkı o mala taallûk eder.
Kadın mehrini kocasına
hîbe ettikten sonra boşanırsa, en zahir kavle göre koca için mehrin bedelinin
yarısı vardır. En zahir kavle göre kadın mehrin yarısını kocasına hîbe etmişse,
koca geri kalanın yarısı ile tümünün dörtte birini hak eder. Bir kavle göre
ise geri kalanın yarısını alır. Bir başka kavle göre ise, tümünün yarısının
bedelini veya geri kalanın yarısı ile tümünün bedelinin dörtte birini almakta
muhayyerdir.
Kadın mehrini kocasına
borç olarak vermiş ve onu bu berçtan muaf tutmuşsa, mezhep alinılerince kabul
edilen rivayete göre koca hiçbir şeyi geri isteyemez, imam'ın son kavline göre,
velinin sıdak-tan vazgeçme hakkı olmaz.
Mut'a, boşanan kadına
verilen maldır. Cinsel ilişkiden önce boşanan kadın mehrin yarısını hak
etmemişse, kocasının kendisine bir miktar mal vermesi vacibtir. Keza en zahir
kavle göre, cinsel ilişkide bulunup boşadığı karısına da bir miktar mal vermesi
vacibtir. Erkeğin sebeb olduğu boşanma ile boşanan kadının hükmü de böyledir.
Mut'anın miktarının
otuz dirhemden az olmaması müstehabtır. Taraflar mut'anın miktarı konusunda
anlaşmazlığa düşerlerse, hakim kendi görüşüne göre eşlerin durumunu dikkate
alarak mut'anın miktarını takdir eder. Zayıf kavle göre mut'anın miktarı
kocanın durumu nispetinde takdir edilir. Bir başka zayıf kavle göre ise,
kadının durumu dikkate alınarak takdir edilir. Başka bir zayıf kavle göre ise,
mal kabul edilen en az bir miktar mut'a olarak verilir.
Taraflar mehrin
miktarında veya sıfatında ihtilâf ederlerse, her ikisi de yemin eder. Eşler yok
ise mirasçıları yemin eder veya önce bir tarafın mirasçısı sonra da diğer
tarafın mirasçısı yemin eder. Yeminden sonra belirlenmiş olan mehir feshedilir.
Bu takdirde mehri misilin verilmesi vacib olur.
Kadın mehrin kendisi
için belirtilmiş olduğunu iddia eder de koca bu iddiayı redederse, en sahih
kavle göre yemin ederler. Kadın nikah akdinin yapıldığını ve mehri misilin belirtildiğini
iddia eder de koca akdi kabul edip mehri inkar eder veya susarsa, en sahih
kavle göre durumu açıklaması için erkek icbar edilir.
Koca mehir için bir
miktar belirtir, kadın ise daha fazlasını iddia ederse ikisi de yemin eder.
Koca miktarı inkar etmekte ısrar ederse, kadın yemin eder ve onun iddiasına
göre hüküm verilir. Mehrin miktarında koca ile yaşı küçük kadının veya delinin
velisi ihtilâf ederlerse, en sahih kavle göre her ikisi de yemin eder.
Kadın: "Şu günde
bin lira mehirle benimle evlendi." ve " Şu günde de benimle bin
liraya evlendi." derse ve her iki akid kocanın veya şahitlerin ikrarı ile
sabit olursa, kocanın iki bin lira mehir vermesi lazımdır. Koca, her iki
akidde veya birinde cinsel ilişkide bulunmadığını söylerse, yemini ile birlikte
sözü tasdik edilir ve mehrin yarısı düşer. Şayet koca ikinci akid birinci akdin
lafzının yenilenmesi olduğunu ve ayrı bir akid olmadığını söylerse, bu iddiası
kabul edilmez.
Düğün yemeği vermek
sünnettir. Bir kavle veya bir veçhe göre vacibtir. Düğün yemeğine icabet etmek
ise farz-ı ayndır. Zayıf kavle göre farz-ı kifâyedir. Bir başka zayıf kavle
göre ise sünnettir. Düğün yemeğine icabet etmenin vacib veya sünnet olmasının
şartları şunlardır:
1- Davet
sahibi sadece zenginleri yemeğe davet etmemelidir.
2- Davet
velimenin birinci gününde yapılmalıdır. Yemek üç gün verilirse, ikinci güne
icabet etmek vacib değildir. Üçüncü günün yemeğine icabet etmek ise mekruhtur.
3- Davet
sahibi davet ettiği kimseyi ondan korktuğu için veya makamından yararlanmak
amacı ile davet etmemelidir.
4- Davet
yerinde davet edilene eziyet verecek kimse veya kendileri ile bir arada
bulunmak kendisi için layık olmayan kimse olmamalıdır.
Davet yerinde dinen
haram olan şeyler bulunmamalıdır. Kendisinin bulunması halinde haram şeyler
işlenmeyecek ise, davet yerine gidip hazır bulunmalıdır.
Davet yerinde
bulunması haram sayılan şeylerden bazıları şunlardır: İpekten yapılmış minderin
veya odanın tavanında, duvarında, süs için olan yastıkta, perde veya giyilen
elbisede hayvan resminin bulunması. Yerde, sergide ve yaslanılan yastıkta
boğazdan kesik resim ve ağaç resimlerinin bulunması ise caizdir.
Hayvan resimlerini
-görünürde onsuz yaşayamayacağı organları tam olmasa bile- yapmak caiz
değildir.
Oruçlu olmak davete
icabet etme yükümlülüğünü kaldırmaz. Kişinin tuttuğu oruç nafile olup yemeği
yememesi halinde davet edenin ağrına giderse, orucunu açıp yemeği yemesi daha
faziletlidir.
Sofra kurulduktan
sonra davetliler yemek sahibinden izin almadan yemeğe başlayabilirler.
Yemekten tasarrufta bulunmak yalnız yemek sureti ile olabilir. Ancak kişi
yemekten alacağı, miktara, davet sahibinin rıza göstereceğini bilirse alabilir.
Düğün veya diğer
yemeklerde şeker ve başka şeyleri saçıp dağıtmak helal olup en sahih kavle göre
mekruh değildir. Saçılan şekerleri almak caiz olup evla olan şekerleri havada
almamaktır.
Kasm, birden fazla
zevceler için uygulanır. Koca bir kısım zevcelerinin yanmdu gecelerse, geriye
kalan diğer zevcelerinin yanında da gecelemesi lazımdır. Koca zevcelerinden hiç
birinin yanında gecelemez veya tek olan karısının yanında gecelemekten
vazgeçerse günahkar olmaz. Ancak gecelemesi müstehabtır.
Hasta ve ratka olan
(vaginasmda et parçası olan) veya hayız veya nifas halinde olan kadın kasemeyi
hak eder. Fakat nâşize (kocasına asi) olan kadın kasemeyi hak etmez.
Kocanın kendisine ait
odası yoksa, zevcelerinin evlerini sırayla dolaşır. Kendine ait odası varsa,
zevcelerinin odalarına sırayla gitmesi daha faziletlidir. Koca sırayla her
kadını odasına çağırabilir. En sahih kavle göre kocanın hanımlarından
bazılarının odasına gitmesi, bazılarını da odasına çağırması haramdır. Ancak
yanında geceleyeceği hanımının evi kendisine yakın ise veya hanımına bir zarar
gelmesinden korkması gibi açık bir neden varsa, onun yanında gecelemesi haram
olmaz.
Kocanın bir hanımının
evinde ikamet edip diğerlerini oraya çağırması, rızaları olmaksızın iki kumayı
bir evde bulundurması haramdır.
Kasmın süresini tayin
etmeye gelince, kocanın kasmı geceye göre sıraya koyma ve sıra gecesinden bir
önceki günü veya bir son-.. raki günü bu geceye tabi kılma yetkisi vardır.
Koca gündüzleyin
çalışan biriyse, geceleyin kasm yapması asıl gündüz ise teb'dir. Koca bekçiler
gibi gece çalışan gündüz istirahat eden biri ise, durum bunun aksinedir (gündüz
kasm yapması asıl, ■ gece ise teb'dir).
Gündüzleri çalışmakta
olup geceleyin kasm yapan kocanın sıra sahibi olmayan bir karısının yanma
gitmesi haramdır. Ancak korkunç hastalık gibi bir zaruret varsa haram olmaz.
Zaruret sebebi ile gittiği kadının yanında Örfe göre fazla bir süre kalırsa, bu
kadar bir süre sıra sahibi olan kadının yanında da kalması gerekir. Uzun bir süre
kalmazsa, diğer kadının yanında kalması gerekmez.
Kasmı gece asıl olan
koca, bir eşyayı ve benzerlerini koymak üzere sıra sahibi olmayan hanımının
evine gündüzleyin girebilir. En sahih kavle göre ise bir ihtiyaç sebebi ile
sıra sahibi olmayanın evine girerse, bu kadar bir süreyi sıra sahibi olanın
yanında geçirmesi gerekmez ve cinsel temas dışında şehevi bakımdan ondan
faydalanabilir. Herhangi bir neden olmaksızın sıra sahibi olmayanın evine girerse,
bir o kadar süreyi de sıra sahibi olanın yanında geçirmelidir. Ama gündüzleri
hanımlarının yanında eşit sürede kalması vacib değildir.
Kasın nöbetinin en azı
bir gecedir. Kasnım bir gece olması daha faziletlidir. Kasmın üç gece olması
caizdir. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre kasnım üç geceden fazla
olması caiz değildir. En sahih kavle göre ilk sıra kura ile tespit edilir.
Zayıf kavle göre ise, sırayı belirlemede kocanın muhayyerlik hakkı vardır.
Kocanın hanımlarından birinin sırasını diğerlerinden fazla tutması haramdır.
Ancak hür olan kadının hakkı cariye olanın iki katıdır.
Kişi bakire bir
kadınla evlenirse, hesabına sayılmaksızm zifaf vaktinden itibaren ona yedi gün
tahsis edebilir. Dul bir kadınla evlenirse, onun yanında geceleme hakkı üç
gündür. Zifafta kocasımn yanında gecelemek üzere hesabına sayılmaksızm üç günü
veya hesabına sayılmak üzere yedi günü seçmesi için dul kadının muhayyer
bırakılması sünnettir.
Kadınlardan biri
kocasından izin almaksızın yalnız başına yolculuğa çıkarsa, nâşize sayılır
(kasm hakkını kaybeder). Kocasının bir işi için izin alarak sefere çıkarsa,
geçen günler sayısınca kocasının yanında geceler. Kendi işi için yolculuğa
çıkarsa (hac ibadetini eda etmek gibi), imam'm son kavline göre geçen günleri
hak edemez.
Bir beldeden başka
beldeye naklen taşman çıkan kimsenin bir kısım hanımlarını beraberinde
götürmesi, diğerlerini çıktığı beldede bırakması haramdır. Sair uzun
yolculuklarda keza kısa yolculuklarda da en sahih kavle göre, kura ile
hanımlarından bazılarını yanma alması caizdir. Seferde geçirdiği süreyi kurası
çıkmamış hanımlarının yanında geçiremez. Ancak seferde maksadına ulaşıp mukim
duruma geçerse, ikamet halinde geçirdiği süreyi diğer hanımlarının yanında
geçirir. En sahih kavle göre dönüş günleri süreye dahil değildir.
Kadınlardan biri gece
nöbetini kumasına hîbe ederse, kocanın buna rıza göstermesi gerekmez. Koca rıza
gösterir de kadın geceleme hakkım belli bir kumasına hîbe ederse, kocanın onun
yanında iki gece geçirmesi lazımdır. Zayıf görüşe göre bu iki gecenin art arda
olması gerekir. Kadın hakkını kumalarının tümüne hibe ederse, koca onların
yanında eşit sürede durur. Kadın hakkını kocasına hibe ederse, koca bu süreyi
istediği hanımının yanında geçirebilir. Başka bir zayıf kavle göre ise, bu
süreyi zevcelerinin yanında eşit şekilde geçirir.
Kadında itaatsizlik
alametleri belirirse, koca yatağını terk etmeden önce ona nasihatte bulunur.
Şayet itaatsizlik tahakkuk eder fakat tekerrür etmezse, koca nasihat eder ve
yatağını terk eder. En zahir kavle göre onu dövmez. Ben diyorum ki en zahir
kavle göre onu dövmesi caizdir. Allah daha iyi bilir. Şayet itaatsizliği devam
ederse onu hafifçe döver.
Koca onu kasm ve
nafaka gibi bir haktan men ederse, kadının hakkını hakim ifa eder. Koca ahlakını
bozup bir sebep olmaksızın hanımına eziyet ederse hakim onu bundan men eder. Bu
davranışları tekerrür ederse, hakim onu ta'zir eder. Taraflardan biri diğerinin
haddi aştığını söylerse, hakim onlardan haberdar olan güvenilir biri vasıtası
ile durumlarını araştırır ve haksızlık edeni haksızlık etmekten alıkoyar.
Karı-koca arasında
anlaşmazlık kesilmez de ziyadeleşirse, hakim kadın ve erkeğin akrabalarından
birer hakem tayin eder. En zahir kavle göre her iki hakem onların vekili
sayılırlar. Bir kavle göre onlar, hakim tarafından tayin edilen iki velidir.
Birinci kavle göre, vekil olmaları halinde tarafların rızası şarttır. Bu
takdirde erkek bir talâk vermek ve hul' bedelini almak üzere hakemini vekil
tayin eder. Kadın da hul' bedelini vermek ve talâkı kabul etmek üzere hakemini
vekil tayin eder.
Hul', karı ve kocanın
bir bedel karşılığında talâk lafzı veya hul' lafzı ile birbirlerinden
ayrılmalarıdır. Hul' akdinin şartları şunlardır:
1- Koca
boşama ehliyetine sahip olmalıdır. Köle veya sefîhlikle kısıtlılık altında
bulunan kişi hul' akdi yaparsa sahihtir. Akdin bedeli kölenin efendisine ve
sefihin de velisine verilmesi vacibtir.
2- Akdi kabul eden kişi malda mutlak tasarrufta
bulunmaya ehil olmalıdır. Cariye efendisinin izni olmaksızın borç karşılığında
veya efendisine ait bir mal karşılığında hul' akdi yaparsa, boşanmış sayılır.
Cariye efendisinin malı karşılığında hul' akdi yapmış ise, koca için cariyenin
zimmetinde olmak üzere kendisinden mehri misil alabilir. Bir kavle göre
cariyenin verdiği malın değerini alabilir. Borç meselesinde ise, hul'un bedeli
müsemraa olan şeydir. Başka bir kavle göre ise bu bedel mehri misildir.
Efendi cariyesine hul'
akdi için izin verir ve ona belli bir malı tayin eder veya cariyenin zimmetinde
olmak üzere bir borç takdir eder de akid yapılırsa, kocanın hakkı mal akdinde
mala, borç akdinde ise cariyenin kazancına taallûk eder. Efendisi bir şart
koş-maksızm ona izin verirse, bedel mehri misil olarak kazancına taallûk eder.
Bir kimse sefih bir
kadınla hul' akdi yapar veya "Bin lira karşılığında seni boşadım."
der ve o da kabul ederse, ric'i talâkla boşanmış olur. Kadın boşamayı kabul
etmezse, boşanmış sayılmaz. Ölüm derecesinde hasta olan kadın hul' akdi yaparsa
akit sahihtir. Ölmesi halinde tayin edilen bedel terekesinin üçte birinden ödenmez.
Ancak terekesi mehri misil miktarını aşarsa, koca tayin edilen bedeli terekeden
alır.
En zahir kavle göre
ric'i talâk iddetinde bulunan kadın hul' akdi yapabilir. Fakat bain talâkla boşanmış
kadın hul' akdi yapamaz.
Hul' bedelinin az veya
çok olması, borç veya mal olması veya bir menfaat için olması caizdir. Şayet
hul' akdi bilinmeyen bir şey veya içki karşılığında yapılırsa, kadın mehri
misil miktarı bedelle boşanmış olur. Bir kavle göre içki karşılığında boşanmış
olur.
Taraflardan her biri
hul' akdi için vekil tayin edebilir.
Erkek vekiline:
"Yüz lira bedelle hul' akdi yap." derse, vekil akdi bundan daha az
bir bedelle yapamaz. Herhangi bir şart koş-maksızm: "Akid yap."
derse, bedel mehri misilden daha az bir bedel olmamalıdır. Her iki durumda akdi
mehri misilden az bir bedelle yaparsa, kadın boşanmış olmaz. Bir kavle göre
ise, mehri misil kadar bedelle boşanmış olur.
Kadın vekiline:
"Bin lira bedel karşılığında hul' akdi yap." der, vekil de kabul
ederse akid geçerli sayılır. Vekil belirtilen bedelden daha fazla bedelle hul'
akdi yapar ve "Vekalete binaen kadının malından iki bin lira karşılığında
akdi yaptım." derse, kadın bain talâk ile boşanmış olur ve onun mehri
misil olarak bedel vermesi lazımdır. Bir kavle göre vekilin ve kadının vekiline
bildirdiği iki maldan miktarı fazla olanı mehri misil olarak verilir.
Şayet vekil akdi
kendine izafe ederek başlı başına yaparsa, yabancı birinin yaptığı akid gibi
akdin bedelini kendi malından öder. Vekil bir şart koşmaksızm akdi yaparsa, en
zahir kavle göre tesmiye olunan bedel kadının fazla olanı ise vekilin malından
ödenir.
Erkek hul' akdi için
zımmiyi, köleyi veya sefîhlikle kısıtlı olanı kendi adına vekil tayin edebilir.
Ancak akdin bedelini almak üzere kısıtlı olanı vekil tayin etmesi caiz
değildir. En sahih kavle göre erkeğin karısı ile hul' akdini yapmak veya
karısını boşamak üzere erkeğin bir kadını vekil tayin etmesi sahihtir. Her iki
taraf bir erkeği vekil tayin ederse, ancak bir tarafa vekalet edebilir. Zayıf
kavle göre ise her iki tarafa da vekalet edebilir.
Hul' lafzı ile yapılan
boşama talakı ifade eder. Bir kavle göre hul' lafzı nikahı feshetmek anlamında
olup talâk sayısını azaltmaz. Birincisine göre, yani hul' lafzı talâk ise,
fesih lafzı kinayedir. Müfa-dat (fidyelendirme) kelimesi en sahih kavle göre
hul' lafzı gibidir.
Hul' lafzı sarih
lafızdır. Başka bir kavle göre ise kinayeli lafızdır. Hul' lafzı sarih lafız
ise ve bir mal zikredilmeden hul' lafzı ile akid yapılırsa, en sahih kavle göre
kadının mehri misil miktarı kadar bir bedeli erkeğe vermesi lazımdır.
Hul' akdine niyet
ederek talâkın kinayeli lafızları ile veya acemi lafızlarla hul' akdi yapmak
sahihtir. Meselâ bir kimse karışma: "Şu kadar mal karşılığında seni sana
sattım." der, karısı da: "Satın aldıra." derse, bu kinayeli
lafızla hul' akdi olur.
Erkek,
"muavede/bedel" lafzını kullanarak karısına: "Seni şu kadar mal
karşılığında boşadım." veya "Şu kadar mal karşılığında seninle hul'
yaptım." derse, buna göre: Hul' lafzı talâk manasınadır dediğimiz takdirde
bu, talik nevi ile karışık bir bedelleşme akdi olur. Kadın akdi kabul etmeden
kocası bu işten cayabilir. Kadın akdi kabul etmek isterse, araya bir fasıla
girmeden kabul lafzı gibi bir lafızla akdi kabul etmesi şarttır.
Hul' akdinde icap ve
kabul lafzı arasında uyum olmalıdır. Örneğin koca karısına: "Bin lira
karşılığında seninle hul' yaptım." der karısı da: "İki bin lira
karşılığında kabul ettim." der veya bunun aksi olursa veya koca:
"Seni üç talâkla bin lira karşılığında boşadım." der kadın: "Bin
liranın üçte biri ile bir talâk kabul ettim." derse, lafızlar arasında
muhalefet olduğu için akid gerçekleşmiş olmaz.
Koca karısına:
"Bin lira karşılığında üç talâkla seni boşadım." der, karısı da:
"Bir talâkı bin lira karşılığında kabul ettim." derse, en sahih kavle
göre üç talâk vaki olur ve kadının kocasına bin lira bedel vermesi vacib olur.
Koca: "metâ/ne zamanki" veya "ne zamanki bana ödersen" gibi
şarta bağlı bir lafızla talâka başlarsa, bu şarta bağlı boşamadır. Bu akidden
kocanın cayma hakkı yoktur. Kabul lafzının olması ve malın aynı mecliste
ödenmesi şart değildir.
Şayet koca
"in/eğer" ve "iza/...zaman, vakit" edatlarını kullanarak
"Bana ödediğin zaman." derse, bu da talik sayılır. Fakat bedelin
acilen verilmesi şarttır. Çünkü bu edatlar olumlu cümlede kullanıldıklarında
acillik ifade ederler. Şayet kadın bu edatları kullanıp boşamayı isteyerek söze
başlar ve koca ona icabet ederse, bu ciâle nevi ile karışık bir bedelleşme akdi
olur. Koca akdi kabul etmeden kadın cayabilir. Kocanın buna acilen icabet
etmesi şarttır.
Kadın kocasına
"Beni üç bin lira karşılığında üç talâk ile boşa." der, koca da bin
liranın üçte biri ile bir talâkla boşarsa, üçte bir karşılığında bir talâk vaki
olur. Bir kimse karısı ile hul' akdi yapar veya bir mal karşılığında boşarsa,
geri dönme hakkı olmaz. Şayet koca karısına dönmeyi şart koşarsa, bu ric'i
talâk olur ve bir bedel söz konusu değildir. Bir kavle göre ise kadın mehri
misil karşılığında bain talâkla boşanır.
Kadın kocasına:
"Beni şu kadar mal karşılığında boşa." der ve ondan sonra mürted olur
da kocası kabul ederse, bu durumda bakılır: Kadının dinden çıkması cinsel
ilişkiden önce veya sonra ise ve iddeti bitinceye kadar mürtedlikte devam
ederse, mürtedlik nedeni ile bain talâkla boşanır ve koca karısından bedel
alma hakkına sahip olmaz. Henüz iddeti bitmeden İslam'a girerse, belirtilen
bedel karşılığında boşanmış olur.
İcap ve kabul lafzı
arasında kısa bir konuşma geçerse, akdin sıhhatine zarar vermez.
Bir kimse karısına:
"Sen boşsun, şu kadar vermen gerekir" veya "Sende şu kadar
malım var." der, kadın da daha önce kocasından bir mal talep etmemişse,
ric'i talâkla boşanır. Kadın malı ister kabul etsin ister etmesin hüküm
aynıolup kocasından bir mal alamaz. Koca: "Seni şu kadar mal karşılığında
boşadım." sözü ile "Seni bo-şadığımı kast etmiştim." der, kadın
da onu doğrularsa, en sahih kavle göre bu sözün hükmü: "Seni şu kadar mal
karşılığında boşadım." sözünün hükmü gibidir. Ancak kadın daha önce
zikrettiği mal karşılığında boşamayı talep ederse, zikredilen mal karşılığında
boşanır.
Bir kimse karısına
"Bana şu kadar mal vermen karşılığında boşsun." derse, mezhep
alimlerince kabul edilen rivayete göre bu: "Seni şu kadar mal karşılığında
boşadım." cümlesi gibidir. Şayet kadın kabul ederse, boşanır ve kocasına
bedel vermekle yükümlü olur.
Kişi karısına
"Benim için zimmetine bin lira geçirirsen boşsun." derse, kadın
acele üzere zamin olup boşanır ve kocasına bin lira vermekle yükümlü olur.
Koca "Meta" edatını kullanarak "Zamin olduğun vakit
boşsun." derse, kadın malı zimmetine geçirdiği zaman boşanır. Bu durumda
derhal kabul etmek şart değildir. Kadın bin liradan az bir miktara zamin olursa
boşanmış olmaz. Bin lira yerine iki bin lira tazmin ederse boşanır.
Erkek karısına:
"Benim için zimmetine bin lira geçirirsen kendini boşa." der kadın
da : "Kendimi boşadım ve zimmetime geçirdim." derse, boşanmış olur
veya bu sözün aksini söylerse yani önce, "Zimmetime geçirdim." sonra
da "Kendimi boşadım." derse, bin lira karşılığında boşanmış olur. Bu
iki cümleden birisini söylerse boşanmış olmaz.
Erkek talâkı bir malın
verilmesine bağlar da kadın bu malı ona bırakırsa, boşanmış sayılır ve en sahih
kavle göre mal erkeğin mülkiyetine geçmiş olur.
Erkek karışma:
"Eğer malı bana teslim edersen boşsun." derse, zayıf kavle göre
bunun hükmü ita (vermek) kelimesinin hükmü gibidir. En sahih kavle göre ise, bu
kelimenin hükmü talikin sair keİlmelerinin hükmü gibidir. Bu kelime ile mal
erkeğin mülkiyetine girmiş olmaz.
Akid meclisinde malın
erkeğe teslim edilmesi şart değildir. Ben diyorum ki, teslim alma kelimesi ile
talâk ric'i olarak vaki olur. Malı teslim almak için kadının elinden zorla da
oisa erkeğin malı alması şarttır. Allah daha iyi bilir.
Bir kimse talâkı bir
köle almak şartına bağlar ve köleyi selem akdinde geçen niteliklerle nitelerse
de, kadın aynı şartları taşımayan bir köle verirse, boşanmış olmaz veya aynı
şartları taşıdığı halde ayıplı bulunursa koca köleyi geri verir ve bunun
yerine mehri misil alır. Bir kavle göre ise sağlam kölenin kıymetini alır.
Koca bir köleyi vermek karşılığında boşamayı şart koşarsa, karısı herhangi bir
köle karşılığında boşanır. En sahih kavle göre gasp edilmiş köle karşılığında
talâk vaki olmaz ve koca mehri misil alabilir.
Erkek bir talâka sahip
olur da kadın: "Bin lira karşılığında beni üç talâkla boşa." der,
erkek de onu bir talâkla boşarsa, bin lirayı hak etmiş olur. Zayıf kavle göre
ise bin liranın üçte birini hak etmiş olur. Başka bir kavle göre ise kadın
durumdan haberdar ise bin lira verir, haberdar değilse üçte birini öder.
Kadın bin lira
karşılığında boşanmayı talep eder de kocası onu yüz lira karşılığında boşarsa,
talâk yüz lira karşılığında vaki olur. Zayıf kavle göre ise talâk vaki olmaz.
Kadın: "Yarın beni bir lira karşılığında boşa." der, erkek de onu
yarın veya bir gün öncesinden boşarsa, mehri misil karşılığında bain talâkla
boşamış olur. Zayıf kavle göre ise talâk belirtilen mal karşılığında vaki olur.
Bir kimse karısına:
"Eve girersen bin lira karşılığında boşsun." der ve kadın kabul edip
eve girerse, en sahih kavle göre belirlenen mal karşılığında boşanmış olur.
Bir vecih veya kavle göre ise mehri misil karşılığında boşanır.
Kadın ikrah etse de
başka birisinin onun adına hul' akdi yapması sahihtir. Bu akid lafız ve hüküm
açısından kadın tarafından yapılan hul' akdinin hükmü gibidir. Kadının
vekilinin kadın adına hul' akdi yapma yetkisi vardır. Bir başkası bedeli kendi
malından Ödemek şartı ile kocası ile hul' akdi yapmak üzere kadını vekil tayin
edebilir. Bu durumda kadın isterse, kendi adına veya vekilinin adına
akdi
yapar. Bir kimse yalan söyleyerek hul' akdi yapmak üzere kadının kendisini vekil
tayin ettiğini beyan ederek hul' akdi yaparsa, kadın boşanmış olmaz.
Kadının babası onun
adına hul' akdi yapma açısından yabancı kişi gibidir. Bedeli kendi malından
ödeyerek akdi yapabilir. Baba yalan beyanda bulunarak kızının vekili veya
velisi olduğu sıfatı ile kızının malı karşılığında hul' akdi yaparsa kızı
boşanmış olmaz. Baba kendi kendine kızının malı ile hul' akdi yaparsa, bunun
hükmü gasp edilmiş mal ile hul yapmanın hükmü gibidir.
Kadın kocasının kendisi
ile hul' akdi yaptığını iddia eder de kocası inkar ederse, koca yemini ile
birlikte tasdik edilir. Erkek karısına : "Seni şu kadar mal karşılığında
boşadım." der, kadın da :"Beni karşılıksız olarak boşadm."
derse, kadın boşanır ve bir bedel vermekle yükümlü olmaz.
Taraflar bedelin cinsi
veya miktarı konusunda ihtilâfa düşer ve şahitleri yoksa, ikisi de yemin eder
ve onlara mehri misil vacib olur.
Karı ve koca paranın
bir nevini kast ederek hul' akdi yaparlarsa, kast edilen paranın verilmesi
lazım gelir. Bir kavle göre ise mehri misil lazım gelir. Şayet koca:
"Bedel için dinarı kast etmiştik." der, kadın ise: "Dirhem veya
fülûs kast etmiştik." derse, yukarıda geçen ilk kavle göre (bedelin cins
veya miktarında ihtilâfa düşmek görünüşe göre) ikisi de yemin eder. ikinci
kavle göre ise, (bedel kast edilmemiş meselede olduğu gibi) yemin etmeksizin
kadının kocasına mehri misil vermesi vacib olur.
Boşamanın geçerli
olması için kocanın mükellef olması şarttır. Ancak sarhoş olan kişi karısını
boşarsa talâkı vaki olur. Niyet olmaksızın sarih lafız ve talâka niyet etmekle
birlikte kinayeli lafızla yapılan boşama vaki olur.
Talakın sarih
lafızları "Talak", keza "Firak" ve meşhur kavle göre
"Serah/serbest bırakma" kökenli lafızladır. "Talaktuki,
Entita-likun, Mutallakatun ya Taliku" gibi. En sahih kavle göre
"entitala-kun" ve "ettelaku" lafızları sarih lafızlar
değildir.
Mezhep alimlerince
kabul edilen rivayete göre, talâk lafzının Arapça dışında başka bir lehçe ile
söylenmesi sarih lafız olur. "Etlak-tuki/seni serbest bıraktım" ve
"Entimutlakatun" lafızları kinayeli lafızlardır. En sahih kavle göre,
talâk için kullanılan yaygın lafızlar da sarih lafızlardır. Örneğin
"helal" veya "Allah'ın helal kıldığı üzerime haram olsun"
lafızları gibi. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, bu gibi lafızlar kinayeli
lafızlardır. Allah daha iyi bilir.
Talakın kinayeli
lafızları şunlardır: "Sen haliyesin/bo-sanmışsın, sen beriyesin, sen
bettesin, sen betlesin/benimle olan bağın kesilmiş, bainsin, iddetini bekle,
rahmini temizle, ailene katıl, ipin boynunun üzerindedir, senin üzerinde yetkim
yok, i'zebi/uzak-laş, uğrubi/uzaklaş, deini/beni kendi halime bırak,
vaddini/bana veda et" gibi lafızlardır.
İ'tak (azad etmek)
lafzının kinayesi de sarihi de talâk için kinayeli lafızdır. Talakın sarih ve
kinayeli lafızları ise i'tak akdi için kinayeli lafızlardır. Talak lafzı zihar
için kinayeli lafız olmaz. Zi-harın sarih lafzı da talâk için kinayeli lafız
olmaz.
Bir kimse karısına:
"Sen üzerime haramsın." veya "Seni kendime haram kıldım."
der ve bu lafızlarla talâk veya ziharı kastederse, kastettiği şey gerçekleşir.
Her ikisine de niyet ederek söylerse muhayyerlik hakkı vardır. Hangisini
seçerse o gerçekleşir. Zayıf kavle göre talâk gerçekleşir. Bir başka kavle
göre ise zihar gerçekleşir.
Bir kimse karısının
gözlerini kendine haram ederse, karısı kendisine haram sayılmış olmaz. Ancak
yemin kefareti vermesi gerekir. Keza en zahir kavle göre bir şeye niyet
etmemişse, kendisine haram olmaz. Fakat kefaret vermesi lazımdır. İkinci bir
kavle göre ise, söylenen söz bir mana ifade etmemektedir.
Bir kimse cariyesine:
"Sen üzerime haramsın." derse ve bununla azad olmayı kabul ederse,
cariye azad olur veya cariyesi için "Gözlerin bana haram olsun." der
veya bununla azad etmeyi kast etmezse, bunun hükmü karısı için sarf ettiği
sözün hükmü gibidir (yemin kefareti vermesi gerekir). Bir kimse "Bu elbise
veya bu yemek veya bu köle üzerime haram olsun." derse, bu bir mana ifade
etmemektedir.
Kinayeli lafızlarda
niyetin lafzın tümüne bitişik söylenmesi şarttır. Zayıf kavle göre ise, niyetin
lafzın başında söylenmesi yeterlidir.
Konuşabilen kişinin
talâkı işaretle söylemesi talâkı ifade etmez. Zayıf kavle göre ise işareti
kinaye sayılır. Akid ve talâkta dilsiz olanın işareti geçerlidir. Dilsiz olanın
işaretinin talâk olduğu herkes tarafından biliniyorsa, sarih talâk sayılır.
Sadece fetânet sahibi olanlar işaretinin talâk olduğunu anhyorlarsa, kinayeli
talâk sayılır.
Konuşabilen kişi
talâkı yazı ile bildirir ve bununla boşamayı kast etmezse, boş söz sayılır.
Talakı kastederse en zahir kavle göre boşama vaki olur.
Bir kimse karısına
mektup göndererek: "Mektubum sana ulaştığı vakit sen boşsun." diye
yazarsa mektup ona ulaştığı zaman boşanmış olur.
Bir kimse karısına
mektup gönderir de: "Mektubumu okuduğun zaman boşsun." diye yazarsa
kadın okuyabiliyorsa, okuduğu zaman boş olur. Başkası ona okursa, en sahih
kavle göre boş olmaz. Kadın okur yazar değil de başkası ona okursa boş olur.
Koca, karısına talâkı
tefviz edebilir, imam'ın son kavline göre tefviz kadının talâka malik
olmasıdır. Buna göre talakın gerçekleşmesi için kadın kendini derhal
boşamalıdır.
Koca karısına:
"Bin lira karşılığında kendini boşa." der, o da kendini boşarsa bain
talâkla boşanmış olur ve kocasına bin lira vermesi gerekir. Zayıf kavle göre
ise kadın için tefviz, vekil tayin etmek sayılır. Tevkilde boşamayı derhal
yapmak en sahih kavle göre şart değildir. Tefvizde kadının akdi kabul etmesinin
şart koşulması hususunda vekilin vekalet akdini kabul edip etmemesinde olan
ihtilâf vardır. İmamın her iki kavline göre kadın kendini boşamadan kocası
tefvizden dönebilir.
Koca, karısına:
"Ramazan ayı geldiğinde kendini boşa." derse, "Tefviz
temliktir." görüşüne göre bu söz bir mana ifade etmez.
Bir kimse karısına:
"Kendim boşa." der, kadın da: "Kendimi boşadım." derse ve
her ikisi boşamaya niyet etmişlerse, boşama vaki olur. Boşamaya niyet
etmemişlerse talâk vaki olmaz.
Koca karısına sarih
bir lafızla "Kendini boşa." der, kadın da :"Bain talâkla kendimi
boşadım." der ve boşamaya niyet ederse veya koca kinayeli bir lafızla
"Bain talâkla kendini boşa." der ve boşamaya niyet ederse, kadın
sarih lafızla "Kendimi boşadım." derse, talâk vaki olur. Koca üç
talâkı kastederek karısına "Kendini boşa." der, kadın da üç talâkı
kastederek: "Kendimi boşadım." derse, üç talâkla boşanmış olur. Kadın
üç talâka niyet etmemişse, en sahih kavle göre bir talâk vaki olur. Koca
karısına: "Üç talâkla boşan." der, kadın bir talâkla kendini boşarsa
veya kocası bir talâkla boşamayı talep ettiği halde kadın kendini üç talâkla
boşarsa, her iki durumda da bir talâk vaki olur.
Bir kimse uykudayken:
"Karımı boşadım." derse, bu söz geçerli değildir. Zira talâkın vaki
olması için kişinin mükellef olması şarttır. Buna göre, kişi boşamayı kast
etmeksizin dili sürçerek talâkı telaffuz ederse, karısını boşamış olmaz. Dili
sürçerek talâkı telaffuz eden kişi bu meselede doğrulanmaz. Ancak bir karine
olursa doğrulanır.
Karısının ismi "Taliken"
olan kimse, ona seslenmeyi kast ederek: "Ey Talika" derse, karısını
boşamış olmaz. Keza herhangi bir şeyi kastetmeksizin karısına:
"Talik" diye seslenirse, en sahih kavle göre talâk vaki olmaz.
Bir kimse,
"Tarika" veya "Taliba" adlı karışma seslenirken:
"Tarika" diyeceğine, "Ya Talika/ey boşanmış kadın" der de,
"Bununla karıma seslenmeyi kastettim ama, harfi yanlış telaffuz
ettim." derse, kendisi doğrulanır.
Koca karısına şaka ile
veya eğlenmek kastı ile seslenerek: "Seni boşadım." der veya karısı
karanlıkta olduğu için onu yabancı bir kadın sanarak: "Seni boşadım."
der veya kadının velisi veya vekili nikahı kıyar ve koca nikahının kıyıldığını
bilmeden karısın : "Seni boşadım." diye seslenirse talâk vaki olur.
Arapça bilmeyen bir
kimse anlamını bilmeden talâk lafzını Arapça telaffuz eder de manasını
bilmezse, talâk vaki olmaz. Zayıf kavle göre ise manasını kastederek telaffuz
ederse, talâk vaki olur.
Zorlanan kimsenin
talâkı ise vaki olmaz. Ancak zorlanmakla birlikte kendi isteğiyle karısını
boşadığı bir karine İle bilinirse talâkı vaki olur. Kişinin karısını boşadığı
karine ile bilinmesine misal şudur: Bir kimse, karısını üç talâkla boşaması
için tehdit edilir de kendisi bir talâkla boşarsa veya talâkı sarih lafızla
söylemesi veya bir şeye bağlaması tehdit edilir de kendisi kinayeli bir
lafızla boşar veya bunları uygular veya kendisine: "Karımı boşadım."
de diye tehdit edilir de karısını boşar veya bu sözlerin aksini söylerse,
karısını karine ile boşadığı anlaşılır.
İkrahla talâkın vaki
olması için şu şartların bulunması gerekir:
1- Zorlayan
kişi, velayet veya tağallüb ile tehdit ettiği şeyi yapmaya muktedir olmalıdır.
2- Zorlanan
kişi kaçmaktan veya başka bir şekilde tehdidi def etmekten aciz olmalıdır.
3- Zorlanan
kişi emredileni yapmadığı takdirde zorlayan kişinin tehdidini
gerçekleştireceğini zannetmelidir.
İkrah (zorlama)
şiddetle dövmek, hapsetmek ve malı telef etmek gibi korkutmalarla da meydana
gelir. Bir kavle göre ise, ikrahın geçerli olması için kişinin ölümle tehdit
edilmesi şarttır. Bir başka kavle göre ise, tehdidin geçerli olması için
kişinin ölümle veya herhangi bir yerini kesmekle veya helak olmaya sebep
olacak bir darbeyle tehdit edilmesi şarttır.
Zorlanan kişinin
tevriye yapması, yani kendi karısını kast etmeyerek bir başkasını kastetmesi
şart değildir. Zayıf kavle göre ise bir mazeret olmaksızın tevriyeyi terk
ederse talâkı vaki olur.
Mezhep alimlerince
kabul edilen rivayete göre, insanı günahkar eden şarap veya ilâç gibi bir
nesneyi kullanıp aklını kaybeden kimse, karısını boşarsa talâkı vaki olur.
Lehinde veya aleyhinde olan sözlü ve fiili tasarrufları da geçerli sayılır. Bir
kavle göre ise tasarrufları geçerli sayılmaz. Bir başka kavle göre ise
aleyhinde olan tasarrufları geçerli olur.
Bir kimse talâkı
karısının bir parçasına izafe ederek: "Dörtte birin, bir kısmın, bir
cüzün, ciğerin, kılların veya tırnakların boştur." derse, karısından
boşanmış olur. Keza mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre: "Kanın
boştur." derse talâk vaki olur. Ancak ona bitişik olmayan tükürüğü ve
teri gibi fazlalıklara izafe ederse talâkı vaki olmaz. Keza en sahih kavle
göre menisi ve sütü de kapsam dışı bırakılmıştır.
Koca, sağ eli kesik
olan karısına "Sağ elin boştur." derse, mezhep alimlerince kabul
edilen rivayete göre talâkı vaki olmaz.
Bir kimse talâkı
kendine izafe eder ve karısını boşamaya niyet ederek: "Ben senden
boşum." derse, karısı boşanır. Talaka niyet etmezse karısı boşanmaz. Keza
en sahih kavle göre talâkı karısına izafe etmezse vaki olmaz. Koca, karısına
"Ben senden boşum." der ve talâka niyet ederse karısı boşanır.
Kocanın boşamayı karısına izafe etmeye niyet etmesinde iki vecih vardır: Bir
veçhe göre, talâka niyet etmesi şarttır. Diğer veçhe göre ise şart değildir.
Koca karısına:
"Rahmimi senden istibra ettim." derse, bu manasız bir sözdür. Zayıf
kavle göre ise bu lafızla talâka niyet ederse karısı boşanır.
Bir kimse yabancı bir
kadına: "Seni boşadım." der veya "Onu nikahlarsam boştur."
gibi talâkı nikaha bağlar veya talâkı nikahtan başka bir şeye bağlarsa bu
sözler geçerli olmaz.
En sahih kavle göre
köle üç talâkı bir şeye bağlarsa, sahihtir. Meselâ karısına: "Eğer azad
olursam." veya "Eve girersen üç talâkla boşsun." derse, azad
olduğu zaman veya azad olduktan sonra karısı eve girerse, üç talâkla boş olur.
Koca, ric'i talâkla
boşadığı karısını henüz iddeti bitmeden bo-şayabilir. Fakat kendisi ile hul'
akdi yaptığı karısını boşamayamaz.
Bir kimse talâkı bir
işin olması şartına bağlarsa, örneğin karısına: "Eve gi-rersen
boşsun." der de onu boşadıktan sonra kadın eve girerse ve bir daha onunla
evlenirse -eve girdiği için- boşanmış sayılmaz. Keza en zahir kavle göre kadın
eve ister girmiş olsun ister olmasın,
ikinci nikahtan sonra
eve girerse talâkı
vaki olmaz.
Üçüncü kavle göre ise,
üç talâkla boşanmamış ise ve tekrar onunla evlenir ve kadın eve girerse üç
talâkla boşanmış olur.
Bir kimse karısını bir
veya iki talâkla boşar ve henüz iddeti bitmeden onu geri alır veya tecdidi
nikah yaparsa -bu işlem kadın başkasıyla evlenip boşandıktan sonra da olsa-
geride kalan talâka sahip olur. Şayet kadın üç talâkla boşanır da bir
başaksıyla evlenip boşandıktan sonra bir daha ilk kocası ile evlenirse, tekrar
üç talâk sahibi olur.
Köle iki, hür erkek
ise üç talâka sahiptir. Ölüm hastalığında verilen talâk geçerlidir.
Karı-koca ric'i talâk
müddetinde birbirlerine mirasçı olurlar. Bain talâk süresinde ise birbirlerine
mirasçı olamazlar, imam'in ilk kavline göre kadın bain talâk müddetinde
kocasına mirasçı olur.
Bir kimse karısına:
"Seni boşadım." veya "Sen boşsun." derse, niyet ettiği sayı
kadar talâkı vaki olur. Keza kinayeli lafızla da kastedilen sayı kadar talâk
vaki olur.
Koca karısına bir
defa:"Sen boşsun." der ve bununla bir talâka niyet ederse bir talâkı
vaki olur. Ben diyorum ki koca karısına: "Sen bir tanesin." der ve
bununla bir talâka niyet ederse, niyet ettiği sayıda talâk vaki olur. Zayıf
kavle göre ise bir talâk vaki olur. Allah daha iyi bilir.
Bir kimse
karışma:"Sen üç talâkla boşsun." demeyi kasteder de henüz boşama
lafzını tamamlamadan ölürse, talâk vaki olmaz. Fakat "üç" lafzını
söylemeden talâk lafzını söyledikten sonra ölürse, üç talâk vaki olur. Zayıf
kavle göre ise bir talâk vaki olur. Başka bir zayıf kavle göre ise her hangi bir
şey gerekmez.
Bir kimse karısına üç
defa: "Sen boşsun.", "Sen boşsun.", "Sen boşsun."
der ve bu lafızların arasına bir fasıla girerse üç talâk lazım gelir.
Lafızların arasına bir fasıla girmez ve tekit maksadı ile söylerse, bir talâk
vaki olur. Kastı her defasında lafzı yeni baştan söylemek ise, üç talâk vaki
olur. Keza herhangi bir şeyi kastetmeden lafzı üç defa tekrarlarsa, en zahir
kavle göre üç talâk vaki olur. Şayet ikinci defa ile tekidi, üçüncü defa ile
yeni baştan söylemeyi kasteder veya bunun aksi olursa, iki talâk vaki olur.
Üçüncü defa ile birinci defayı tekit etmeyi kastederse, en sahih kavle göre üç
talâk vaki olur.
Bir kimse karısına:
"Sen boşsun." ve "Sen boşsun." ve "Sen boşsun."
der de ikincisi ile üçüncüyü tekit etmeyi kastederse, bu caiz olup iki talâkı
vaki olur. Birinci defa ile ikinciyi tekit etmeyi kastederse, bu caiz
değildir. Yukarıda belirtilen tüm hususlar, kocanın kendisi ile gerdeğe girdiği
karısı için geçerlidir. Kendisi ile gerdeğe girmediği karısı için söylerse, her
halükarda (talâkı ister iki defa, ister üç defa söylesin) bir talâk vaki olur.
Koca cinsel ilişkide
bulunmadığı karısına :"Eve girersen boşsun ve sen boşsun." atıf
harfi olan "vav" ile iki defa söyler de kadın eve girerse, en sahih
kavle göre iki talâk vaki olur.
Kişi cinsel ilişkide
bulunduğu karsına: "Sen bir talâkla birlikte bir talâkla veya onunla
birlikte bir talâkla boşsun." derse, iki talâk vaki olur. En sahih kavle
göre cinsi ilişkide bulunmadığı karısının hükmü de böyledir.
Bir kimse kendisi ile
gerdeğe girdiği karısına: "Bir talâktan evvel bir talâkla veya bir
talâktan sonra bir talâkla boşsun." derse, iki talâkı vaki olur. Gerdeğe
girmemişse bir talâkı vaki olur. Şayet "Bir talâktan sonra bir talâkla
veya bir talâktan evvel bir talâkla boşsun." derse, keza en sahih kavle
göre iki talâk vaki olur.
Koca karısına
"talkaten fi talkatin/Bir talâkla birlikte bir talâkla boş ol." der
ve "fi" harfi ile "beraberlik" manasına niyet ederse, iki
talâk vaki olur. Zarf veya hesab (rakam terimini) kastederse veya bir manayı
kastetmeksizin söylerse, bir talâk vaki olur. Şayet: "nisfe talkatin fi
nisfı talkatin" (bir talâkın yarısı ile birlikte bir talâkın yarısı ile
boş ol) derse, burada "fi" harfini hangi manaya alırsa alsın bir
talâkı vaki olur. Şayet "talkaten fi talkateyni/bir talâkla birlikte iki
talâkla" der "fi" harfini beraberlik manasına alırsa üç talâk,
zarf manasına alırsa bir talâk vaki olur. Matematiksel terim manasına alırsa ve
hesap ilmini biliyorsa, iki talâk lazım gelir. Hesap ilmini bilmez de terim
manasına alırsa, bir talâk vaki olur. Zayıf kavle göre ise iki talâk vaki olur.
Herhangi bir şeyi kastetmeksizin söylerse bir talâk vaki olur. Bir kavle göre
ise hesap ilmini bilir de -bir manayı kastetmeksizin- söylerse iki talâk vaki
olur.
Bir kimse talâk sayısını
kesirlere ayırırsa, meselâ karısına: "Sen bir talâkın bir parçası ile
boşsun." derse, icmaa göre bir talâkı vaki olur. Fakat: "Sen bir
talâkın iki yarısı ile boşsun." derse, bir talâk vaki olur. Ancak bununla
her bir talâkın yarısını kastederse, iki talâk vaki olur. En sahih kavle göre
ise "iki talâkın yarısı" sözü ile bir talâk lazım gelir. Şayet:
"Sen talâkın üçte biri ile boşsun." derse bir talâk, "Bir
talâkın yarısı ile veya bir talâkın üçte biri ile boşsun" derse, iki talâk
vaki olur. Eğer: "Bir talâkın yarısı ve talâkın üçte biri ile
boşsun." derse, bir talâk lazım gelir.
Dört karısı olan kimse
karılarına: "Üzerinize veya aranıza bir, iki, üç veya dört talâkı ika
ettim." derse, her birine bir talâk lazım gelir. Eğer her bir talâkı
üzerlerine tevzi etmeyi kasteder ve iki talâkla boşarsa, her birinin iki
talâkı, üç veya dört talâkla boşarsa, her birinin üç talâkı vaki olur. Şayet,
"Aralarından bazılarım boşamayı kast ettim" derse, en sahih kavle
göre bu sözü zahir olarak geçerli değildir. Bir karısını boşar da bir diğerine
de: "Seni ona ortak ettim." veya "Sen de onun gibisin." der
ve bununla boşamayı kastederse, ikincisi de boşanır. Boşamayı kastetmezse
talâk vaki olmaz. Keza bir başkası karısına böyle söylerse hüküm aynıdır.
Talakta istisna yapmak
sahihtir. Ancak istisna ile müstesnanın lafızlarının örfe göre bitişik
olmaları şarttır. Bir soluk alıncaya kadar veya bir hatırlama kadar durmak
zarar vermez. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, kişinin henüz yeminini bitirmeden
önce istisnaya niyet etmesi şarttır. Allah daha iyi bilir.
Diğer bir şartı ise;
istisna lafzının müstesna lafzının tümünü kapsamaması şarttır. Meselâ bir kimse
karısına "Sen üç talâkla boşsun ancak iki ve bir talâk müstesna."
derse bir talâk vaki olur. Zayıf kavle göre ise bu lafızla üç talâk vaki olur
veya "İki talâkla ve bir talâkla boşsun ancak bir talâk müstesna."
derse üç talâk vaki olur. Başka bir zayıf kavle göre ise iki talâk vaki olur.
İstisna menfi bir
sözden yapılırsa müspet kabul edilir. Müspet bir sözden yapılırsa menfi kabul
edilir. Meselâ bir kimse karısına "Sen üç talâkla boşsun ancak iki talâk
müstesna, ancak bir talâk müstesna" derse, birincisinde bir, ikincisinde
ise iki talâk vaki olur veya "Seni üç talâkla boşadım ancak üç talâk müstesna,
ancak iki talâk müstesna." derse, iki talâk vaki olur. Zayıf kavle göre üç
talâk vaki olur. Bir başka zayıf kavle göre ise bir talâk vaki olur veya
"Seni beş talâkla boşadım ancak üç talâk müstesna." derse, iki talâk
vaki olur. Zayıf kavle göre bir talâk vaki olur. "Seni üç talâkla boşadım
ancak bir talâkın yarısı müstesna." derse, en sahih kavle göre üç talâk
vaki olur.
Talakı Allah'ın
meşietine bağlamak ise bir kimsenin karısına: "İnşallah (Allah dilerse)
sen boşsun." veya "Allah dilemezse sen boşsun." demesidir. Bu
sözler ile talâk kastedilirse talâk vaki olmaz. Keza akidleri meşiet şartına
bağlamak caiz değildir. Köle azad etmek, yemin etmek, nezir ve diğer tüm
tasarrufâtı meşiet şartına bağlamak da caiz değildir.
Bir kimse karısına
seslenerek: "Ey talika (ey boşanmış kadın) inşallah." derse, en sahih
kavle göre talâkı vaki olur veya "Sen boşsun ancak Yüce Allah
dilerse." derse, en sahih kavle göre talâkı vaki olmaz.
Şüphe ile talâk vaki
olmaz. Talakın sayısında şüphe edilirse, en az sayı dikkate alınır. Burada
ihtiyat değil en kötü ihtimal dikkate alınır.
Bir kimse karısına
"Şu kuş karga ise sen boşsun." der, bir başkası da "Şu kuş
karga değilse karım boş olsun." der ve o kuşun ne olduğu bilinmezse
hiçbirinin talâkı vaki olmaz.
Bir kimse iki karısına
yukarıda geçen: "Şu kuş karga olsun veya olmasın boşsun" diye hitap
ederse onlardan biri boşanır. Bu arada kocanın o kuşun ne olduğunu araştırması
gerekir. İki karısından birini belli ederek boşar da sonra hangisini tayin
ettiğini unutursa, boşadığını hatırlayıncaya kadar mesele durdurulur. Her iki
karısı onu bu konuda tasdik ederlerse, boşadığını açıklaması kendisinden
istenmez.
Bir kimse karısına ve
yabancı bir kadına hitap ederek "İkinizden biri boş olsun." der ve
"Ben bu sözümle yabancı olan kadını kastetmiştim." derse, en sahih
kavle göre sözü kabul edilir. Ama "Karım Zeynep boş olsun." der de
ben yabancı kadını kastetmiştim derse, en sahih kavle göre sözü kabul edilmez.
Bir kimse her iki
karısına: "İkinizden biri boş olsun." derse, tayin ederek kastettiği
kadın boş olur. Tayin ettiği kadım kastetmezse, onlardan biri boş olur.
Kocanın birinci durumda boşadığı kadını açıklaması, ikinci durumda ise boşadığı
kadını tayin etmesi lazımdır. Açıklama veya tayin yapılıncaya kadar her iki
kadın kocalarından uzak dururlar. Koca açıklamayı veya kadını tayin etmesi
acele üzere yapması lazımdır. Kadınların durumu belli oluncaya kadar da hemen
nafakalarını vermesi gerekir.
Kocanın boşamada tayin
ettiği veya tayin etmediği kadının talâkı lafızla vaki olur. Zayıf kavle göre
ise tayin etmediği kadının talâkı, tayin ettiği zaman vaki olur. Cinsi
münasebetle açıklama ve tayin meydana gelmez. Zayıf kavle göre ise cinsi ilişki
ile tayin meydana gelir.
Bir kimse karılarından
birini işaret ederek: "Şu boştur." derse, bu beyandır yani, işaret
ettiği kadın boş olur. "Şunu ve şunu." veya "Şunu, belki şunu
irade ettim." derse, boşandıklarına hüküm verilir. Koca, boşadığı kadını
beyan veya tayin etmeden her iki karısı veya bir karısı ölürse, mirasın beyanı
için hangi karısını boşadığını söylemesi kendisinden istenir. Koca ölürse, en
zahir kavle göre hangi kadını boşadığı konusunda kocanın mirasçılarının beyanı
kabul edilir. Ama boşanacak kadını tayin edemezler.
Bir kimse "Şu kuş
karga ise karım boş olsun, karga değilse kölem hür olsun." der ve kuşun ne
olduğu belli değilse, kuşun durumu belli oluncaya kadar karışma yanaşamaz ve
kölesini çalıştıramaz. Kişi henüz beyanda bulunmadan ölürse, mezhep
alimlerince kabul edilen rivayete göre mirasçıların beyanı kabul edilemez.
Belki kadın ile köle arasında kura çekilir. Kura köleye çıkarsa hürriyetine
kavuşur, kadına çıkarsa boşanmış sayılmaz. En sahih kavle göre kura kadına
çıkarsa, kölenin köleliği devam etmez şüphe üzere kalır.
Talak sünnî ve bid'i
olmak üzere iki kısma ayrılır. Bid'i talâk ile kadını boşamak haramdır. Bid'i
talâk da iki kısma ayrılır:
1- Kişinin
kendisi ile gerdeğe girdiği karısını hayız halinde iken boşamasıdır. Zayıf
kavle göre kadın kocasına teklif ederek onu boşamasını isterse, böyle bir talâk
haranı omaz.
Koca, karısının hayız
müddeti bitmeden kendisiyle huT akdi yapabilir. En sahih kavle göre yabancı
birisinin kadınla huT akdi yapması caiz değildir,
Koca karışma:
"Hayız halinin sonu ile birlikte boşsun." derse, en sahih kavle göre
bu sünnî talâk olur. Kendisi ile gerdeğe girmediği karısına: "Temizlik
halinin sonu ile birlikte boşsun." derse, mezhep alimleıince kabul edilen
rivayete göre bu bid'i talâk sayılır.
2- Kişinin
kendisi ile gerdeğe girdiği ve hamile bıraktığı fakat, hamli belli olmayan
karısını temizlik döneminde boşamasıdır.
Bir kimse karısı hayız
döneminde iken onunla cinsel ilişkide bulunur ve kadın temizlik dönemine
girdiğinde onu boşarsa, en sahih kavle göre böyle bir boşama bid'i boşamadır.
Kocanın temizlik
döneminde ilişkide bulunduğu karısı ile huT akdi yapması caizdir. Hamli belli
olmuş karısını boşaması ise bid'i talâktır. Karısını bid'i talâkla boşamış
kocanın, karısına ric'at etmesi sünnettir. Temizlik döneminden sonra isterse
karısını boşayabilir.
Koca hayız dönemindeki
karısına: "Sen bid'i talâkla boşsun." derse, talâk hemen vaki olur.
Şayet "Sünni talâkla boşsun." derse, temizlik dönemine girince
boşanmış olur. Temizlik halindeki karısına: "Sen sünnî talâkla boşsun."
derse ve bu temizlik anında onunla cinsi münasebette bulunmamışsa, talâkı
derhal vaki olur. Cinsel ilişkide bulunmuş ise, hayızdan kurtulup temizlik
dönemine girince talâkı vaki olur. Şayet temizlik döneminde cinsel ilişkide
bulunduğu karısına: "Bid'i talâkla boşsun." derse, talâkı derhal vaki
olur. Cinsel ilişkide bulunmamışsa, hayız döneminde bid'i talâkla boşanır.
Bir kimse karısına:
"Sen iyi bir talâkla boşsun.", "En iyi talâkla boşsun."
veya "En güzel talâkla boşsun." derse, onu sünnî talâkla boşamış
olur. "Kötü bir talâkla boşsun." veya "En kötü bir talâkla
boşsun." veya "Fahiş bir talâkla boşsun." derse, bid'i talâkla
boşamış olur. Karısına "Sünni, bid'i talâkla boşsun." veya
"Güzel, ka-bih talâkla boşsun." derse, talâkı derhal vaki olur. Kocanın
üç talâkı bir defada söylemesi haram değildir.
Bir kimse karısına
:"Sen üç talâkla veya üç sünnî talâkla boşsun." der ve talâkları
kurlara ayırarak her bir kur' da bir talâkın vaki olmasına niyet ettiğini
söylerse, bu sözü geçerli olmaz. Ancak üç talâkın bir defada söylenmesinin
haram olduğuna inanan kişinin sözü geçerlidir. En sahih kavle göre sözü,
diyanet açısından geçerli olur. Yani zahire göre karısı boşanmaz. Yine bir
kimse karısına: "Sen boşsun." der, fakat bununla "Eve girersen
boşsun." der veya "Zeyd boşamanı dilerse boşsun" demeyi
kastettim derse, sözü dini açıdan geçerli olur.
Bir kimse:
"Karılarım veya her bir karım boş olsun." der ve "Ben
bazılarının boş olmasını istemiştim." derse, en sahih kavle göre sözü,
zahiren geçerli olmaz. Ancak bir karine olursa, sözü geçerli sayılır. Bundaki
karine şöyle olur: Koca karısı ile münakaşa ederken karısı ona: "Sen
evlenmişsin." der, koca da "Tüm karılarım boş olsun." der ve
"Benimle münakaşa etmeyen karılarım boş olsun demeyi kastetmiştim."
derse, bu onun sözünün geçerli olmasına bir işarettir.
Bir kimse karısına: "Sen şu ayda, ayın
evvelinde, veya ayın ilk bölümünde boşsun." derse, talâkı o ayın ilk
bölümünde vaki olur veya "Şu ayın gündüzünde veya ilk gününde boşsun."
derse, o ayın ilk gününün fecrinde talâkı vaki olur. Şayet: "Şu ayın
sonunda boşsun." derse, o ayın son bölümünde talâk vaki olur. Bir kavle
göre, son yarının ilk bölümünde boşanmış olur. Geceleyin karısına: "Bir
gün geçtiğinde sen boşsun." derse, ertesi gün güneş batınca karısı boş
olur. Ama gündüzleyin karısına: "Bir gün geçtiğinde boşsun." derse,
ertesi gün aynı vakitte talâkı vaki olur. Fakat gündüzleyin: "Bugün
boşsun." derse, o günün güneşin batmasıyla talâkı vaki olur. Gece
söylemişse, bunun bir anlamı yoktur. Ay ve sene yukarıda zikredilen hükümlere
kıyas edilir.
Bir kimse, talâkı
geçmiş zamana izafe ederek karısına "Sen dün boştun." der ve bu sözle
şu anda boşamasına niyet ederse, talâkı derhal vaki olur. Zayıf kavle göre ise,
bu anlamsız bir sözdür. Veya dün boşadığmı kasteder de kadın o anda iddet
döneminde ise, erkek yemini ile birlikte doğrulanır. Koca, "Bu nikahın
dışında başka nikahımda bulunanı boşadım." derse, bu durumda bakılır:
Şayet daha önce nikah sahibi olduğu ve talâkı bulunduğu biliniyorsa, yeminiyle
tasdik edilir. Nikah sahibi olduğu bilinmiyorsa doğrulanmaz.
Şarta bağlı boşamaya
delalet eden edatlar ise şunlardır: "Men/kim", kocanın:
"Hanımlarımdan kim eve girerse boştur." demesi gibi.
"İn/eğer", "İza/zaman", "Meta/ne zaman",
"Meta ma/ne zaman", "Külle ma/her ne zaman" ve
"Eyyu/hangi". Kocanın karısına: "Hangi vakitte eve girersen
boşsun." demesi gibi.
Talak, "Eve
girersen boşsun." gibi müspet bir şeye bağlanırsa, şart edatı talâkın
hemen vaki olacağını gerektirmez. Ancak huT akdinde aciliyeti gerektirir.
Şartı kadının meşietine (dilemesine) bağlamak da böyledir. Eğer dilersen
boşsun gibi. Şart edatları, şart cümlesinin başında kullanılırlar. Tekrar
edilmeleri gerekmez. Ancak "Külle ma/her ne zaman" edatı umum için
olduğundan talâk onunla bir şarta bağlanırsa, zaruri olarak tekrar edilmesi
gerekir. Meselâ; bir kimse karısına "Seni boşadığım vakit boşsun."
der, sonra onu bo-şar veya talâkı herhangi bir sıfata bağlar da sıfat mevcut
ise iki talâk vaki olur. Bir talâk talik sebebiyle diğeri ise boşama sebebi ile
vaki
olur.
Bir kimse karısına:
"Her ne zaman seni boşarsam boşsun." derse, cinsel ilişkide bulunduğu
karısını boşadığı vakit üç talâkı vaki olur. Bir talâk tenciz, iki talâk da
küllemaya talik sebebi ile vaki olur. Karısı ile cinsel ilişkide bulunmamış ise
bir talâkı vaki olur.
Bir kaç kölesi olup
nikahı altında dört hanımı olan kimse: "Bu hanımlarımdan bir tanesini
boşarsam bir kölem, ikisini boşasam iki kölem, üçünü boşarsam üç kölem, dördünü
boşarsam dört kölem hür olsun." derse, dört kölesi hür olur. Her dört
hanımını beraber veya sırayla boşarsa, on kölesi hür olur. (Bir köle ilk
talâkla, ikinci talâkla iki köle üçüncü talâkla üç köle ve dördüncü talâkla
dört köle olmak üzere toplam on köle azad olur.)
On beş kölenin
hürriyetini "küllema" lafzına talik ederek, "Her ne zaman dört
karımı boşarsam on beş kölem hür olsun." der ve boşamayı vaki ederse, on
beş kölesi hür olur. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, bir kimse
talâkı "İn" şart edatı ile olumsuz bir fiile bağlarsa, meselâ
karsına: "Eğer eve girmezsen boşsun." der ve eve girmekten ümit
kesilirse, talâk vaki olur. "İn" edatı dışında bir edatla fiile talik
eder ve bu fiili işlemeyi mümkün kılan bir zaman geçmesine rağmen işlemezse
talâk vaki olur.
Koca "İn"
şart edatım "Elifin fethası ile "en" şeklinde telaffuz ederek
'Eğer eve girersen veya girmezsen boşsun." derse, talâkı hemen vaki olur.
Ben diyorum ki en sahih kavle göre, bu durum Nahiv ilmini bilmeyenler için
talâk sayılır. Allah daha iyi bilir.
Bir kimse talâkı
karısının hamline talik eder ve karısının hamile olduğu belli ise talâkı vaki
olur. Hamile olduğu belli değilse talik yaptığı andan itibaren altı aydan az
bir zaman içerisinde doğum yaparsa, talâkının vaki olduğu anlaşılır. Talikten
itibaren dört yıldan fazla bir zaman geçer veyahut altı ay ile geçen dört yıl
arasında talikten sonra karısı ile cinsel ilişkide bulunmuş ve bu ilişki ile
kadının hamile olması mümkün ise talâk vaki olmaz. Cinsel ilişkide bulunmamış
veya ilişkide bulunmuş da kadının hamile olduğu mümkün değilse en sahih kavle
göre talâkı vaki olur.
Bir kimse karısına:
"Erkek çocuğa hamile isen bir, kız çocuğa hamile isen iki talâkla
boşun." der ve kadın her ikisini birden doğurursa üç talâkı vaki olur.
Karısına: "Hamlin erkek çocuk ise bir, kız çocuk ise iki talâkla
boşsun." der, kadın ikisini de doğurursa talâk vaki olmaz.
Koca karısına
:"Doğum yaparsan boşsun." der ve kadın art arda iki çocuk doğurursa,
birinci çocukla boşanmış olur, ikinci çocuk ile de iddeti ttonamlanır. "Ne
zaman doğum yaparsan boşsun." der ve kadın üç çocuk doğurursa, ilk iki
çocukla iki talâkı vaki olur. Üçüncü çocukla iddeti tamamlanır. En sahih kavle
göre ise, bununla üçüncü talâk vaki olmaz ve iddetini kur'a göre tamamlar.
Dört hanımı olan
kimse: "Sizden biriniz ne zaman doğum yaparsa kuması boş olsun." der
de her dördü beraber doğum yaparsa, dördü de üç talâkla boşanmış olur. Sırayla
doğum yaparlarsa, dördüncü kadın üç talâkla boşanmış olur. İddeti bitmemişse
birinci kadın üç talâkla boşanmış olmaz. İkinci kadın bir talâkla, üçüncü kadın
iki talâkla boşanır. İkinci ve üçüncü kadının iddetleri doğum yapmalarıyla
bitmiş olur. Zayıf kavle göre ise birinci kadın boşanmış
olur. Geriye kalan
kadınlar ise birer talâkla boşanmış olurlar. Şayet iki kuma beraber doğum yapar
da diğer ikisi sonra beraber doğum yaparlarsa, ilk iki kuma üçer talâkla
boşanırlar. Zayıf kavle göre ise birer talâkla boşanmış olurlar. Son iki kuma
ise ikişer talâkla boşanmış olurlar.
Koca talâkı karısının
hayız haline talik ederse, kadın yemini ile birlikte tasdik edilir. Talakı
doğuma talik ederse, en sahih kavle göre bu durumda kadın doğrulanmaz. Zira
buna delil gösterme imkanı vardır. Başka kadının hayız hali konusunda kadın
tasdik edilmez. Bir kumanın talâkını, diğer kumanın hayız haline talik eder de
hayız haline talik yapılan kuma: "Hayız oldum." derse, sözü tasdik
edilmez.
Koca her iki karışma:
"Hayız haliniz başlarsa ikiniz de boşsunuz." der, onlar da hayız
hallerinin başladığını iddia ederler de koca onları tekzip ederse, koca yemini
ile birlikte tasdik edilir ve talâkları vaki olmaz. Koca birisine: "Sen
hayız olmadın." diye tekzip eder ve o da yemin ederek hayız haline
girdiğini söylerse, sadece onun talâkı vaki olur.
Koca :"In, İza
veya Meta" edatlarından birini kullanarak karısına "Seni üç talâkla
boşamadan önce ne zaman seni boşarsam boşsun. " der de sonra onu boşarsa
,sadece müneccez olan talâk vaki olur. Zayıf kavle göre ise, üç talâk vaki
olur. Başka bir zayıf kavle göre ise hiçbir şey gerekmez.
Koca karısına:
"Seninle zihar akdi veya ilâ akdi yaparsam veya mulaane (lian) yaparsam
veya sendeki bir ayıp sebebi ile nikah fesholursa, sen ondan önce üç talâkla
boşsun." der ve sonra talik ettiği şey meydana gelirse, böyle bir talikin
sahih olup olmadığı konusunda ihtilâf vardır. "Eğer seninle mubah cinsi
ilişkide bulunursam, bundan önce üç talâkla boşsun." der, sonra ilişkide
bulunursa, kesin olarak talâkı vaki olmaz. Talakı kadının dilemesine
bağlayarak, "Ne zaman istersen boşsun." gibi, ona hitap lafzı ile
hitap ederse, kadının boşamayı acele üzere vaki etmesi şarttır. Şayet gaip
sığası ile: "Karım dilerse boştur." gibi talâkı karısının veya başka
birisinin dilemesine bağlarsa, en sahih kavle göre boşamayı acele üzere vaki etmesi
şart değildir. Talakı dilemesine bağlayan kişi istemeyerek içinden
"Boşamayı diledim." derse, talâk vaki olur. Zayıf kavle göre
ise batini (diyanet)
olarak vaki olmaz. Erkek veya kız çocuğun dilemesine bağlanan talâk vaki
olmaz. Zayıf görüş göre mümeyyiz iseler talâk vaki olur. Koca talâkı dilemesine
bağladığı kişinin dilemesinden önce sözünden geri dönemez.
Koca karışma:
"Zeyd bir talâkı dilerse sen üç talkla boşsun." der de Zeyd bir
talâkı dilerse talâk vaki olmaz. Bir kavle göre ise bir talâk vaki olur.
Koca : "Eve
girersem karım boş olsun." gibi talâkı kendi fiiline bağlar da unutarak
veya zorla bu fiili işlerse, en zahir kavle göre talâkı vaki olmaz.
Koca talâkı rıza
göstermeyen birinin fiiline talik eder ve kişi bu talikden haberdar ise keza
talâk vaki olmaz. Razı olan birinin fiiline talâkı talik ederse talâk kesin
olarak vaki olur.
Bir kimse iki veya üç
parmağıyla işaret ederek karısına :"Sen boşsun." derse, işaret ettiği
sayı kadar değil niyet ettiği sayı kadar talakı vaki olur. Eğer parmağı ile
işaret ederek: "Sen şöyle boşsun." der de iki parmak göstermişse iki,
üç parmak göstermişse üç talâk vaki olur. Şayet işaret ile yumduğum parmakları
kastetmiştim." derse, yemini ile tasdik edilir.
Köle olan kimse
karısına :"Efendim öldüğü zaman boşsun." derse, efendisi ölünce iki
talâkı vaki olur.
Efendi kölesine
:"Ben öldüğüm zaman hürsün." derse, öldüğü vakit kölesi hür olur. En
sahih kavle göre kişi iki talakla boşadığı karısı bain talâkla boşanmış olmaz,
henüz iddeti bitmeden kocası ona dönebilir. İddeti bittikten sonra fakat başka
bir erkekle evlenmeden koca tecdidi nikah yapabilir.
Bir kimse,iki
karısından birine hitap eder de hitap etmediği karısı ona cevap verirse, o da
cevap verenin hitap ettiği karısı olduğu zanederek "Sen boşsun."
derse, en sahih kavle göre hitap ettiği karısı değil de cevap veren karısı boş
olur.
Koca talâkı bir narı
ve yarısını yemeye talik eder de karısı bir nar yerse, iki talâkı vaki olur.
Talak ile yemin etmek,
teşvik etmeyi veya men etmeyi veya bir
haberi tespit etmeyi
bir şeye bağlamakla olur. Bir kimse karısına :"Ben talâka yemin edersem
sen boşsun." der de sonra; "Evden çıkmazsan, evden çıkarsan veya bu
iş dediğin gibi çıkmazsa sen boşsun." derse, şart yerine gelince yemine
bağladığı talâk vaki olur. Diğer talâklar da nitelendirdiği iş meydana gelince
vaki olurlar.
Bir kimse karısına:
"Güneş doğunca veya hacılar gelince boşsun." derse, böyle bir
yeminle talâk vaki olmaz. Çünkü bunda ne men etmek ne de bir işi işlemeye
teşvik vardır.
Bir kimse birisine:
"Hanımını boşadm mı?" diye ondan haber almak ister de o da:
"Evet." derse, bu onun karısını boşadığmı ikrar etmesidir. Şayet
"Bu sözümle geçmiş olan talâkı kastettim sözümden geri döndüm."
derse, yemini ile tasdik edilir. Şayet ona: "Hanımını boşadın mı?"
der, o da "Evet boşadım." derse, bu boşamayı ikrar etmektir. Şayet
"Bu sözümle geçmiş olan talâkı kast ettim ve karıma döndüm." derse,
yemini ile tasdik edilir, kendisine "Karım boşadın mı?" diye sorulur
da o da şu anda boşadığmı bildirmek üzere "Evet" derse, bu sarih
talâk olur. Zayıf kavle göre ise bu kinayeli lafızdır.
Bir kimse talâkı
yemeğe talik ederek karısına: "Bir ekmek veya bir nar yersen
boşsun." der, yediği ekmekten geriye bir parça veya nardan da bir tane
kalırsa talâk vaki olmaz.
Karı veya koca beraber
hurma yerken yedikleri hurmaların çekirdeklerini karıştırırlar da koca,
karısına: "Yediğin hurmaların çekirdekleri ayırmazsan boşsun." der,
kadın da her bir çekirdeği ayırırsa, talâk vaki olmaz. Ancak koca karısının
kendi çekirdeklerini belli etmesini kastederse talâk vaki olur. Kadın hurmayı
ağzına alır da kocası ona: "Yutarsan boşsun." sonra "Atarsan
boşsun." daha sonra "Eline alırsan boşsun." derse, kadm kocası
henüz sözünü bitirmeden hurmanın bir kısmını yer ve bir kısmım da atarsa talâk
vaki olmaz. Koca karısını hırsızlıkla itham ederek: "Eğer doğru
söylemezsen boşsun." der, kadm da: "Hırsızlık yaptım, hırsızlık yapmadım."
derse, talâk vaki olmaz.
Koca karısına:
"Kesmeden bu narda kaç habbe olduğunu bana bildirmezsen boşsun."
derse, bu yeminden kurtuluş yolu şudur:
Kadm bir sayı tutar.
Nar tanesinin bu sayıdan eksik olmayacağı bilinmelidir. Sonra bu rakama bir
bir ekleme yaparak tanelerin ondan fazla olması mümkün olamayacağı bilinen bir
rakama ulaşıncaya kadar sayar. Böylece bu yeminden kurtulmuş olur. Son iki
meselede kişinin kastı nar tanesini bilmek olmalıdır. Kastı kaç habbe olduğunu
bilmek olursa karısı boşanır.
Bir kimse her üç
karısına: "Hanginiz bana bir gün ve gecede kaç rekât farz namaz olduğunu
bildirmezse boştur." der de birisi on yedi rekât olduğunu, diğeri cuma
günü için on beş rekât olduğunu, öbürü de seferi namaz için on bir rekât
olduğunu söylerse, talâk vaki olmaz.
Koca karısına bir
vakte kadar veya bir zamana kadar veyahut bir vakitten sonra boşsun derse, bir
lahzanın geçmesiyle boşanmış olur.
Bir kimse talâkı
Zeyd'i görmeye, Zeyd'e dokunmaya ve ona zina suçu isnat etmeye talik ederse,
Zeyd sağ veya ölü olsun talik meydana gelir. Fakat Zeyd'e vurmaya talik eder
de Zeyd Ölü ise, yukarıdaki hükmün aksine olur yani, boşama meydana gelmez.
Bir kimsenin karısı
ona "Ey sefih, ey cimri." gibi hoşlanmadığı bir şekilde hitap eder o
da: "Şayet öyle isem sen boşsun." diyerek hoşlanmadığı bu sıfatlar
sebebi ile karısını cezalandırmayı kastederse, talâk vaki olur. Her ne kadar
koca sefih değilse de hüküm böyledir. Şayet koca "Sefih isem."
sözüyle taliki kasteder ve sıfat mevcut ise talâk vaki olur. Keza en sahih
kavle göre koca bir şeyi kastetmezse de talâk vaki olur.
Sefîhlik mutlak
tasarrufun zıddıdır. Hasis ise dinini dünyası karşılığında satan kimsedir
denilmiştir. Cimrilik (bahil) sebebi ile kendisine layık olmayan işleri yapan
kimseye de hasis denilebilir.
Fıkıh ıstılahında
ric'at, bain talâkla boşanmamış kadını, özel bir şekilde eski nikahına iade
etmektir.
Ric'i talâkla boşadığı
karısına geri dönmek isteyen kişi, evlenme ehliyetine bizzat sahip olmalıdır.
Karısını ric'i talâkla boşadıktan sonra deliren kişi adına en sahih kavle göre
velisi ric'at eder. Zira ilkbaşta da- onun adına nikah akdini yapma hakkı
vardır.
Ric'at, "Sana
döndüm, sana müracaat ettim veya seni geri aldım." gibi lafızlarla meydana
gelir. En sahih kavle göre, "Geri döndürmek ve tutmak." lafızları da
ric'at için sarih lafızlardır. "Tecviz/seninle evlendim" ve
"nikah/seni nikahladım" kinayeli lafızlardır. Koca, "Geri
döndürmek ve nikah" lafızlarını kullanırken: "Onu kendime geri
döndürdüm veya nikahıma aldım." şeklinde söylemelidir.
imam'in son kavline
göre ric'at için kocanın şahit tutması, şart değildir. Ric'atı kinayeli
lafızlarla yapmak sahihtir.
Ric'atı "Şu ayda
sana döneceğim." gibi bir şeye talik ederek yapmak sahih olmaz. Ric'at,
cinsi ilişki gibi bir fiille meydana gelmez.
Ric'at edilen kadının
kocası, kendisi ile cinsel ilişkide bulunmuş ve mali bir bedel olmaksızın
boşanmış olmalıdır. Koca geri kalan talâkları iddet süresi içerisinde
tamamlamamış olmalıdır. Kadın helallığa elverişli olmalı mürtede olmamalıdır.
Kadın aylara göre
iddetini tamamladığını iddia eder de kocası bu iddiayı inkar ederse, yeminiyle
birlikte kocanın sözü kabul edilir. Kadın, mümkün olan bir zamanda doğum
yaparak iddetini tamamladığını iddia ederse, hayız görüyor olması ve hayız
halinden kesilmemiş olması şartı ile en sahih kavle göre yemini ile birlikte
sözü doğrulanır.
Kendisi ile iddetin
tamamlandığı hamilelik hali üç kısımdır:
1- Kadının
tam bünyeli bir çocuk doğurduğunu iddia etmesi. Doğuma imkan veren süre,
evlilik akdinden itibaren kadının kocasıyla cinsel temasta bulunduktan sonra
altı ay ve iki lahza (cinsel temas anı ile doğum anı) gibi bir zamandır.
2- Kadının,
organları şekillenmiş bir çocuk düşürmesi, iddetin bununla tamamlanması için
düşüğün üzerinden cinsel ilişkiden itibaren yüz yirmi gün ve iki lahzanın
geçmiş olması şarttır.
3- Kadının
bir mudğa (et parçası) düşürmesi. İddetin bununla tamamlanması için cinsel
temas imkanı vaktinden itibaren seksen gün ve iki lahzanın geçmesi şarttır.
Hayız halinden
temizlenme ile iddetin
bitmesine gelince;
kadın hür ise ve
temizlik döneminde boşanmışsa, üç temizlik halinin görülmesinin mümkün olduğu
en az süre otuz iki gün ve iki andır. Hayız döneminde boşanmışsa, iddeti kırk
yedi gün ve bir lahzadır. Kadın, cariye ise ve temizlik döneminin sonunda
boşanmışsa, iddeti on altı gün ve iki lahzadır. Hayız döneminde boşanmışsa, iddet
süresi otuz bir gün ve bir lahzadır. Adetine muhalefet etmemesi şartı ile kadın
iddetinin tamamlandığını iddia ederse, tasdik edilir. Keza adetine muhalefet
etse de en sahih kavle göre doğrulanır.
Koca ric'i talâkla
boşadığı karısı ile cinsel ilişkide bulunursa, hayız hali cinsel ilişkiden
itibaren yeniden başlar. Bu durumda talâka bağlı iddetinden kalan süre
içerisinde karısına ric'at edebilir. Bu sürede kocanın karısından cinsel yönden
faydalanması haramdır. Cinsel ilişkide bulunursa, kendisine had tatbik edilmez
ve ta'zir cezası verilmez. Ancak bu işlerin haram olduğuna inanıyorsa ve
karışma ric'at etmezse, mehr-i misil vermesi vacibtir. Keza mezhep alimlerince
kabul edilen rivayete göre, ric'at etse de mehr-i misil vermesi vacibtir.
Kocanın ric'i talâkla
boşadığı karısı ile ilâ ve zihar akdi yapması, onu boşaması ve onunla lian
akdi yapması sahihtir. Ric'at müddeti esnasında karı ve koca birbirlerine
mirasçı olurlar.
Kadının iddeti bittiği
halde koca, iddet esnasında kendisine ric'at ettiğini iddia eder de karısı bu
iddiayı inkar ederse, (iddet'esnasında kendisine ric'at etmediğini söylerse)
bu durumda bakılır: Cuma günü gibi iddetin bitiş vaktinde söz birliği edip
ric'at vaktinde anlaşmazlarsa, meselâ; koca perşembe günü ric'at ettim der,
karısı da cumartesi günü ric'at ettin derse, yeminiyle birlikte kadının sözü
tasdik edilir.
Cuma günü gibi ric'at
vaktinde söz birliği edip iddetin bitiş vaktinde anlaşmazlarsa, meselâ kadın
iddetin tamamlandığını söyler de kocası cumartesi günü tamamlandığını söylerse,
koca yemini ile tasdik edilir.
Hangisinin (ric'at
veya iddetin ) daha önce olduğu hususunda anlaşmazlığa düşer ve söz birliği
etmezlerse, en sahih kavle göre hangisi Önce dava açmışsa onun davası tercih
edilir. Önce kadın hakime çıkarak iddetin tamamlanmasından sonra kocasının
kendisine ric'at ettiğim iddia ederse, yemin etmek şartı ile sözü kabul edilir.
Koca henüz iddet
bitmeden ric'at ettiğini iddia eder de, kadın iddet bittikten sonra kocasının
ric'atta bulunduğunu söylerse, erkeğin iddiası kabul edilir. Ben diyorum ki;
ikisi beraber iddia ederse kadının sözü kabul edilir. Allah daha iyi bilir.
Karı ve koca, iddetin
bitmediği hususunda ittifak edip ric'atı iddia ederlerse ve kadın ric'atı inkar
ederse, yeminiyle birlikte kocanın sözü kabul edilir. Kadın kocasının ric'atta
bulunduğunu inkar edip yemin ederse sözü kabul edilir. Sonra kocasının ric'atta
bulunduğunu itiraf ederse itirafı kabul edilir.
Bir kimse karısını
üçten az talâkla boşadığını ve onunla cinsel ilişkide bulunduğunu iddia edip
ric'at etme hakkına sahip olduğunu söyler de karısı kocasının kendisi ile
cinsel ilişkide bulunduğunu inkar ederse, yemin etmek sureti ile kadmm sözü
kabul edilir. Bu durumda koca karısına mehir vermeyi ikrar eder ve kadın mehri
almışsa, kocası ondan bir şey isteyemez. Fakat, kadın mehri almamışsa, sadece
mehrin yarısını hak eder.
İlâ, boşama ehliyetine
sahip kocanın mutlak şekilde veya dört aydan fazla bir süreyle karısı ile
cinsel ilişkide bulunmamaya yemin etmesidir. İmamın son kavline göre ilâ, Allah
adına veya O'nun sıfatlarına yemin etmenin dışında başka şeylere talik etmekle
de meydana gelir. Meselâ; bir kimse ilâyı talâk veya köle azad etme şartına
bağlar veya karısına: "Seninle cinsel ilişkide bulunursam Allah için
namaz kılmak, oruç tutmak, haca gitmek veya köle azad etmek üzerime farz
olsun" derse ilâ yapmış olur. Bir kimse yabancı bir kadınla cinsel
ilişkide bulunmamaya yemin ederse ilâ yapmış olmaz. Sadece yemin etmiş olur.
Şayet sonradan bu kadınla evlenirse, ilâ yapmış olmaz. Ancak o kadınla cinsel
ilişkide bulunursa yemin kefareti vermesi gerekir.
Bir kimse vaginasmda
cinsel temasa mani et veya kemik bulunan karısı ile cinsel ilişkide
bulunmayacağına yemin ederse veya ilâyı yapanın penisi kesik ise, mezhep
alimlerince kabul edilen rivayete göre böyle bir ilâ sahih olmaz.
Bir kimse karısına:
"Vallahi dört ay boyunca seninle cinsel ilişkide bulunmayacağım."
der, dört ay geçtikten sonra tekrar: "Vallahi dört ay boyunca seninle
cinsel ilişkide bulunmayacağım." der ve böylece birkaç defa tekrar ederse,
en sahih kavle göre ilâ yapmış olmaz. Şayet karısına: "Vallahi beş ay
boyunca seninle ilişkide bulunmayacağım." der, beş ay geçtikten sonra da:
"Vallahi bir sene boyunca seninle ilişkide bulunmayacağım." derse,
bu durumda iki ilâ yapmış olur ve her birinin hükmü ayrı ayrıdır.
Kişi karısı ile cinsel
ilişkide bulunmayacağını dört aydan fazla bir zamanla kayıtlarsa, meselâ:
"Hz. İsa (a.s.) gökten ininceye kadar seninle cinsel ilişkide
bulunmayacağım." derse ilâ yapmış olur. Cinsel ilişkiyi kayıtladığı
olayın dört ay geçmeden meydana geleceğini tahmin ederse ilâ yapmış olmaz. Keza
kayıtladığı olayın dört aydan önce veya dört aydan sonra meydana geleceğinden
şüphe ederse, en sahih kavle göre yine ilâ yapmış olmaz.
İlâ lafzı sarih ve
kinayeli olmak üzere iki kısma ayrılır. Sarih olan lafızlar şunlardır:
"Vallahi penisimi senin vaginana tamamen geçirmeyeceğini, vallahi seninle
cinsel ilişkide bulunmayacağım, vallahi seninle ilişkide bulunmiyacağım veya
vallahi bekaretini gider-meyeceğim." demek gibi. İmamın son kavline göre:
Dokunmak, mu-badaa, mübaşere, gelmek, örtmek veya yanaşmak gibi lafızlar kinayeli
lafızlardır.
Bir kimse karışma:
"Seninle cinsel temasta bulunursam kölem hür olsun." der de herhangi
bir sebeple köle üzerindeki mülkiyeti kalkarsa ilâ düşer.
Bir kimse karısına:
"Seninle cinsel temasta bulunursam zi-harıma karşılık kölem hür
olsun." der ve daha önce zihar yapmışsa, ilâ yapmış olur. (Yani kölesi hür
olur ve zihar kefareti ödemesi gerekir.) Şayet zihar akdi yapmamış ise, batim
olarak zihar ve ilâ yapmamış olur. İlâ ve zihar akdi yaptığına zahiri olarak
hükmedilir.
Bir kimse karısına:
"Seninle cinsel ilişkide bulunursam yapacağım zihar akdine karşılık kölem
hür olsun." derse, zihar akdi yapmadıkça ilâ yapmış olmaz veya karısına:
"Seninle cinsel ilişkide bulunursam kuman boş olsun." derse, ilâ
yapmış olur. İlâ müddetinde cinsel ilişkide bulunursa, kuması boşanır ve ilâ
düşer.
En zahir kavle göre
dört karısı olan bir kimse kendilerine: "Vallahi sizlerle cinsel ilişkide
bulunmayacağım." derse, derhal ilâ yapmış olmaz. Yalnız üç tanesi ile
ilişkide bulunursa, dördüncüsü ile ilâ yapmış olur. Şayet cinsel ilişkiden önce
onlardan biri ölürse ilâ ortadan kalkar.
Koca: "Vallahi
sizden hiçbirinizle cinsel ilişkide bulunmayacağım." derse, her birisi
ile derhal ilâ yapmış olur.
Koca karısına:
"Vallahi bir sene boyunca bir defadan başka seninle cinsel ilişkide
bulunmayacağım." derse, en zahir kavle göre derhal ilâ yapmış olmaz. Şayet
karısı ile cinsel ilişkide bulunur ve senenin bitmesine dört aydan fazla zaman
kalmışsa ilâ yapmış olur.
İlâ Yapan Kocaya
Mühlet Tanımak
İlâ yapan kocaya
hakime başvurmaksızın yemin ettiği andan itibaren dört ay süre tanınır. Ric'i
talâkla boşadığı karısından ilâ yaparsa ilâ müddeti ric'at ettiği andan
itibaren başlar.
Koca karısından ila
yapar da gerdeğe girdikten sonra iddet müddetinde ikisinden biri irtidat
ederse, ilâ süresi durur. İrtidat eden iddet zarfında İslam'a dönerse, ilâ
müddeti işlemeye başlar.
Kocada cinsel ilişkiye
mani olan ve nikahı bozmayan bir hal olursa, bu ilâ müddetinin işlemesine mani
olmaz. Örneğin; kocanın oruçlu olması, ihramda bulunması, hasta olması ve
delirmesi gibi maniler ilâ müddetini kesmez. Kadında cinsel ilişkiye mani bir
hal bulunursa müddeti keser. Kadının küçük veya hasta olması gibi. Cinsel
ilişkiye mani olan şey, ilâ müddeti esnasında olursa ilâ müddetini keser. Bu
mani ortadan kalkınca süre yeniden başlar. Zayıf kavle göre ise süreler bir
birine eklenir.
Kadında bulunan cinsel
engel hayız ve nafile oruç gibi dini engel ise, sürenin durmasına engel
değildir. Zira ilâ müddetinde mutlaka hayızlı durumla karşılaşılır. En sahih
kavle göre farz olan oruç süreyi keser.
Koca ilâ müddeti
içerisinde karısıyla cinsel ilişkide bulunursa, ilâ süresi kesilir ve yemin
kefareti vermesi lazımdır. İlâ süresi içerinde cinsel ilişkide bulunmazsa, bu
takdirde kadın kendisi ile ilişkide bulunması veya kendisini boşaması için
talepte bulunur. Kadın bu talep hakkını terk ederse sonradan kullanabilir.
nikah
Kocanın ilâdan dönmesi
penisini vaginaya geçirmesiyle olur. Bu durumda kocanın yemin kefareti vermesi
vacib olur.
Kadında cinsel
ilişkiye mani hayız veya hastalık gibi bir engel bulunursa, kadının cinsel
temas ya da boşamayı isteme hakkı düşer. Eğer kocada engel varsa bu ya tabii ya
da dini olur. Engel hastalık gibi tabi bir engel ise, ilâdan dönüşü cinsel
temasta bulunma sözünü vermesi ile olur. Kişinin karısına: "Yapabilirsem
seninle cinsel temasta bulunurum." şeklinde söz vermesi gibi. Kocadaki
engel dini ise, meselâ hac ihramında ise mezhep alimlerince kabul edilen rivayete
göre kadın boşamayı isteme hakkına sahip olur. Kadın cinsel ilişki konusunda
kocasına asi olursa boşamayı talep etme hakkı düşer.
Şayet koca, cima
yapmaktan sakınır veya karısını boşamaktan çekinirse, en zahir kavle göre
hakim, bir talâkını vaki eder ve ona üç gün mühlet tanımaz. Kadın, kendisi ile
cinsel ilişkide bulunması için talepte bulunur da kocası onunla cinsel ilişkide
bulunursa, kocanın yemin kefareti vermesi lazımdır.
Mükellef (akil, baliğ)
olan her kocanın buruk veya zımmi de olsa zihar akdinde bulunması sahihtir.
Sarhoş olan kocanın zihar yapmasının hükmü, karısını boşamasının hükmü
gibidir.
Zihar lafzı, sarih ve
kinayeli olmak üzere iki çeşittir.
Sarih olan lafız
kocanın karısına: "Sen üzerime, bana, beraberimde veya yanımda annemin
sırtı gibisin." demesidir. Keza "Sen bana annemin sırtı
gibisin." lafzı da en sahih kavle göre sarih lafızdır.
Kocanın karısına:
"Senin cismin, bedenin veya nefsin annemin bedeni gibidir." demesi,
veya "Annemin cismi veya annemin tümü gibisin." demesi sarih
lafızdır.
En zahir kavle göre
kocanın karısına: "Sen bana annemin eli, karnı veya göğsü gibisin."
demesi zihardır. Keza: "Bana annemin gözü gibisin." sözüyle zihara
niyet ederse zihar olur, saygı kastı ile
söylerse zihar olmaz.
Keza mutlak şekilde bir şeyi kastetmeksizin söylerse, en sahih kavle göre zihar
yapmış olmaz.
Koca karısına:
"Başın, sırtın veya elin bana, annemin sırtı gibidir." derse, en
zahir kavle göre zihar yapmış olur. Kocanın karısını kendi ninesine benzetmesi
de zihardır. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, erkeğin karısını
herhangi bir mahremine benzetmesi de zihardır. Ancak bu mahremiyetin sonradan
olmaması şarttır. Baldızın mahremiyeti gibi. Süt annesine ve oğlunun karısına
benzetmesi ise zihar olmaz.
Koca karısını, yabancı
bir kadına veya boşadığı karısına veya baldızına veya babasına veya liân akdi
yaptığı kadına benzetirse bu anlamsız bir benzetme olur.
Ziharm bir şarta
bağlanması sahihtir. Bir kimse karısına: "Diğer eşimden zihar yaparsam
sen bana annemin sırtı gibisin." der, sonra da diğer eşinden zihar yaparsa
her iki eşiyle zihar yapmış olur.
Bir kimse karısına:
"Falan kadından zihar edersem sen bana annemin sırtı gibisin." der ve
falan kadın kendisine yabancı olup ona zihar ile hitap ederse zihar yapmış
olmaz. Ancak karısından zihar. yapmaya niyet ederse zihar yapmış olur. Şayet
bu yabancı kadınla sonra evlenir ve ondan zihar yaparsa birinci karısından zihar
yapmış olur.
Bir kimse karısına: "Falan
yabancı kadından zihar yaparsam sen bana annemin sırtı gibisin." derse,
bunun hükmü yukarıda geçen meselenin hükmü gibidir. Yabancı kadından nikah
yaparsa, nikahtan önce zihar yapmış olmaz. Ancak karısından zihar yapmaya
niyet ederse veya onu nikahı altına alırsa, zihar yapmış olur. Zayıf kavle göre
ise zihar yapmış olmaz. Her ne kadar onunla evlenir ve ondan zihar yapsa da
hüküm böyledir. Karışma: "Yabancı olduğu halde ondan zihar yaparsam sen
bana annemin sırtı gibisin." derse zihar yapmış olmaz.
Bir kimse karısına:
"Sen anemin sırtı gibi boşsun." der ve bununla boşamaya niyet
etmezse veya boşamaya niyet ederse veya zi-hara niyet ederse veya hem boşamaya
hem de zihara niyet ederse, veya "Sen boşsun." sözü ile zihara niyet
ederse, veya "Annemin sırtı gibisin." sözü ile talâka niyet ederse,
her beş durumda da talâk olur zihar olmaz. "Sen boşsun." sözü ile
talâka niyet ederse talâk olur.
"Sen annemin
sırtı gibisin." sözü ile zihar yapmış olur. Ancak kalan talâklar ric'i
ise, hem zihar hem de talâk meydana gelmiş olur.
Zihar yapan kimse
zihardan dönmek isterse zihar kefareti vermesi lazımdır.
Zihardan dönüş,
kişinin karısını zihardan sonra ayrılmaya imkan verecek kadar bir süre
nikahında tutmakla olur. Bu şekilde davranan koca zihardan dönmüş olur ve
kefaret vermesi lazımdır.
Zihara bitişik
örneğin; ikisinden birisinin ölmesi, nikah akdinin feshi, bain talâk,
kendisinden dönüş yapılmamış ric'i talâk veya zihardan sonra kocanın delirmesi
gibi bir sebeple ayrılma olursa, koca artık zihardan dönemez. Keza en sahih
kavle göre karısını mülkiyetine geçirir veya onunla lian akdi yapsa da ona
dönemez. Ancak bu durumda en sahih kavle göre zihardan önce kazif suçunun olması
şarttır.
Koca ric'i olan
karısına müracaat eder veya zihar esnasında mürted olur da sonra İslam'a
girerse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, ric'atla zihardan
dönmüş sayılır. İslam'a girmekle zihardan dönmüş sayılmaz. Belki İslam'a
girdikten sonra karısını boşayacak zaman geçer ve karısını boşamazsa, zihardan
dönmüş sayılır. Koca karısına döndükten sonra bir sebeple ayrılma olursa,
kefaret kalkmış olmaz.
Koca zihar kefareti
vermeden karısı ile cinsel ilişkide bulunması haramdır. Keza en zahir kavle
göre, şehvetle ona dokunması ve onu öpmesi gibi davranışlarda bulunması da
haramdır. Ben diyorum ki, en zahir kavle göre ona dokunması veya öpmesi
caizdir. Allah daha iyi bilir.
Kişinin belli bir
vakit ile zihar yaptığı karısından yine belli bir vakit ile zihar yapması
sahihtir. Örneğin, Ramazan ayı boyunca sen bana annemin sırtı gibisin demesi
gibi. Bir kavle göre ise, vakitli olan zihar müebbet zihar olur. Diğer bir
kavle göre ise vakitli yapılan zihar boş sözden ibarettir. Birinci meselede
(vakitli ziharm caiz olması) zihardan dönüş, en sahih kavle göre kocanın
karısını nikahı altında tutması ile olmaz. Bilakis belirtilen zaman içerisinde
karısı ile cinsel ilişkide bulunmakla ona dönüş yapmış olur. Koca penisinin
başını karısının vaginasma geçirmesi ile kendisine kefaret vacib olur.
Bir kimse dört karısına:
"Sizler bana annemin sırtı gibisiniz." derse, her dördü ile zihar
yapmış olur. Şayet onları boşamaz da nikahında tutarsa, dört kefaret vermesi
lazımdır, imam'm ilk kavline göre, bir kefaret vermesi lazımdır. Şayet art arda
dört kelime ile onlardan zihar yaparsa, ilk üç karısından yaptığı zihardan
dönmüş sayılır. Eğer bir karısı için art arda ziharı tekrar eder ve bununla
te-kid etmeye niyet ederse bir zihar olur. Her bir tekrar ile yeni bir zi hara niyet ederse, en zahir kavle göre
birkaç zihar yapmış sayılır. İkinci tekrarla birinci ziharmdan dönmüş sayılır.
Kefaret verilecek şeye
niyet etmek şarttır. (Örneğin, köle azad etmek, oruç tutmak veya yemek yedirmek
gibi.) Fakat kendisi için kefaret verilecek şeyi belli etmek şart değildir.
(Zihar kefareti gibi.)
Zihar kefareti üçtür:
1- Köle Azad
Etmek: Kefaret için olan köle, mümin olmalıdır. Çalışmaya veya kazanmaya mani
bir ayıbı bulunmamalıdır. Küçük, kel ve yürüme imkanı olan topal kölenin
kefaret için verilmesi caiz-dir. Şaşı, sağır, koku alamayan, kesik burunlu ve
ayak parmakları olmayan köle kefaret olabilir.
Çalışamayan, ayakları,
el parmaklarından serçe parmağı ve yüzük parmağı veya diğer parmaklarının iki
boğumu olmayan köle, kefaret için uygun değildir. Ben diyorum ki, baş parmağının
bir boğumu olmayan köle kefaret için yeterli değildir. Allah daha iyi bilir.
Çalışamayacak derecede
yaşlı olan, genellikle deliren veya iyileşmesi umulmayacak derecede hasta olan
köle kefaret için yeterli olmaz. Şayet iyileşirse en sahih kavle göre kefaret
olması caizdir.
Kefaret niyeti ile
yakın derecede akraba olan köleyi satın alıp azad etmek, ümmü veled ve kendisi
ile sahih kitabet akdi yapılmış köleyi azad etmek yeterli olmaz. Kendisi ile
tedbir akdi yapılmış veya azadlığı bir sıfata bağlanmış köle kefaret olabilir.
Zihar yapan kişi
azadlığı bir şarta bağlanan köleyi kefaret vermeyi isterse caiz olmaz. Örneğin
kölesine ilk başta: "Eve girersen hürsün." ikinci defa: "Eve
girersen kefaretime karşılık hürsün." demesi gibi. Bu durumda köle eve girerse,
hür olur fakat kefaret olamaz.
Zihar yapan kimsenin
kefarete karşılık azadlığı bir sıfata bağlaması caizdir. Örneğin kişinin
kölesine: "Eve girersen kefaretime karşılık hürsün;" demesi gibi.
Bir kimsenin iki
kölesinden her birisinin yarısını iki kefaretine karşılık azad etmesi caizdir.
Fakir bir kimse
yarıları hür olan iki kölesinden her birisinin yarısını bir kefarete karşılık
azad ederse, en sahih kavle göre caizdir. Bir kimse kölesini bir mal
karşılığında kefaretine karşılık azad ederse, bu kefaret için yeterli olmaz.
Köleyi bir mal karşılığında azad etmenin hükmü, kadını bir mal karşılığında
boşamanın hükmü gibidir.
Bir kimse ümmü veledin
sahibine: "Ümmü veledini bin liraya karşılık azad et." der, efendi
de: "Azad ettim." derse, cariye azad olur ve sahibine de bin lira
vermesi lazımdır. Keza bir kimse birisine: "Köleni şu kadar mal
karşılığında azad et." der, o da azad ederse en sahih kavle göre akid
geçerlidir.
Bir kimse birisine:
"Benim adıma köleni şu kadar mal karşılığında azad et." der ve o da
azad ederse, talep eden adına hür olur ve belirtilen malı vermesi lazım gelir.
En sahih kavle göre talepte bulunan kişi, "i'tak/azad" lafzının
peşinden köleye malik olur ve sonra onu azad eder.
Bir kimse bir köleye
veya onun değeri kadar bir paraya malik olur da bu kendisinin ve aile efradının
nafakasına kafi gelecek miktarda olup elbisesinden, evinden ve ihtiyaç duyduğu
diğer şeylerden fazla ise, kefaret olarak köleyi azad eder. Kârı kendisine
yetecek miktardan fazla değilse akarını, ticaretinin ana sermayesini, evini ve
ülfet ettiği kıymetli iki kölesini satması kefaret vermek üzere köle satın
alması en sahih kavle göre vacib değildir. Kefaret için bir köleyi fahiş bir
fiyatla satın alması da gerekmez. Belki normal bir fiyatla bir köleyi
buluncaya kadar bekler. Zahir olan görüşlere göre kişinin fakirliği, kefareti
eda etme vaktinde dikkate alınır.
2- Oruç Tutmak: Bir köleyi azad etmeye gücü
yetmeyen kişi kefaret niyeti ile ve hilâl hesabı ile ard arda iki ay oruç
tutar. En sahih kavle göre ard arda oruç tutmaya niyet etmek şart değildir.
Bir kimse mesela ayın
ortasında kefaret orucuna başlarsa, hilâl hesabına göre ondan sonra gelen ayı
tam olarak hesaplamalıdır. Eksik kalan ilk ayı üçüncü aydan otuz güne
tamamlar. Kişi, ard arda tuttuğu orucu özrü olmaksızın bir gün açarsa, keza
imam'm son kavline göre hastalık sebebi ile açarsa, orucun ard arda olma vasfı
bozulur.
Kadın, hayız hali
sebebi ile orucuna ara verirse, orucun art arda olma vasfı bozulmaz, tuttuğu
günler hesaplanır. Aynı şekilde mezhepçe kabul edilen rivayete göre, gün boyu
delirmekle de orucun art arda olma vasfı'bozulmaz.
3- Altmış
Miskine Yemek Yedirmek: Bir kimse yaşlılık veya hastalık sebebi ile oruç
tutamıyor ve çoğunlukta olan ulemaya göre hastalığın iyileşmesi umulmuyorsa
veya oruç sebebi ile kendisine şiddetli bir meşakkat dokunacaksa veya
hastalığın ziyadeleşmesinden korkarsa, altmış miskin veya fakire yemek
yedirmek sureti ile kefaret verir. Kefaret kafire, haşimi ve muttalip
oğullarına verilmez. Yemek fitre için verilmesi uygun olan gıda maddelerinden
altmış müd (avuç) olarak verilir.
Kazif (zina isnadı)
bahsi, lian (lanetleşme) bahsinden önce zikredilmiştir. Kazf için sarih lafız,
zina lafzıdır. Meselâ, bir kimse bir erkeğe veya bir kadına: "Sen zina
ettin." derse veya kadın erkeğe: "Ey zina eden." veya erkek
kadına: "Ey zaniye." derse, bunlar kaz-fa delalet eden sarih
lafızlardır.
Bir kimse bir erkeğe:
"Sen penisini haram yoldan vaginaya veya anüse geçirdin." derse, her
iki lafız da kazif için sarih lafız olur.
Erkeğe: "Sen dağa
tırmandın." demek ve aynı şekilde kadına sadece: "Sen
tırmandın." demek, en sahih kavle göre kinayeli lafızdır. Kadına:
"Sen dağa tırmandın." demek ise, en sahih kavle göre sarih lafızdır.
"Ya facir",
"Ya fasık", "Ey habis kadın", kadına: "Sen halveti
seversin." demek, kureyşi olan kadına "Nebti" demek ve erkeğin
kendi karısına: "Seni kız olarak görmedim." demesi gibi sözler kinayeli
sözlerdir.
Bir kimse, kinayeli
lafızlarda niyetim kazf değildi derse, yemini ile birlikte sözü kabul edilir.
Bir kimse başkasına:
"Ya helalin oğlu." der, o da "Ben zinakar değilim." derse,
böyle sözler ta'rizi olan sözler olup her ner kadar kazfa niyet etse de kazf
sayılmaz.
Bir erkeğin bir kadına
:"Seninle zina ettim." demesi, zinayı ikrar ve kaziftir.
Koca, karışma:
"Ey zaniye." der, o da "Seninle zina ettim." veya
"Sen benden daha zinakarsm." derse, koca kazf etmiş olur, kadının
sözleri ise kinayeli sözlerdir.
Kadın, kocasına:
"Ben zina ettim, sen benden daha zinakarsm." derse, bu hem zinayı
ikrar hem de kaziftir.
Kişinin: "Vaginan
veya penisin zina etti." demesi kaziftir. Mezhep alimlerince kabul edilen
rivayete göre; "Elin ve gözün zina etti." veya çocuğuna:
"Benden değilsin veya oğlum değilsin.", demesi, kinayeli sözdür. Bir
kimse başkasının çocuğuna: "Sen falanın oğlu değilsin." derse, bu
sarih lafızdır. Ancak çocuğun onun oğlu olmadığı lianla tespit edilmişse sarih
lafız olmaz.
Muhsan olan erkeğe
kazif isnadında bulunan kimseye had tatbik edilir. Muhsan değilse, kazif isnad
eden ta'zir edilir. Muhsan; mükellef, hür, müslüman ve haddi gerektirici cinsel
ilişkiden beri
olan kimsedir.
Kişinin mülkiyetine
aldığı mahremi ile cinsel ilişkide bulunması halinde, mezhep alimlerince kabul
edilen rivayete göre afıflik sıfatı düşer. Şüphe iddetinde olan zevcesi ile
veya oğlunun cariyesi ile veya velisinin izni olmadan nikahı altında
bulundurduğu karısı ile cinsel ilişkide bulunan kişinin en sahih kavle göre
afıflik sıfatı düşmez. Kendisine zina suçu isnat edilen kişi zina yaparsa, suç
isnadında bulunanın haddi düşer. Ama dinden çıkarsa, kazif haddi düşmez.
Bir kimse zina eder de
sonra tevbe edip durumunu düzeltirse, muhsan olmaz. Kendisine suç isnad
edilenin mirasçıları kazif haddini uygulayabildikleri gibi affetmek sureti ile
de haddi düşürebilirler. En sahih kavle göre, kazif haddinde tüm mirasçılar hak
sahibidirler. Mirasçılardan bir kısmı haddi affederlerse, af taraftan
olmayanlar haddin tümünü uygulayabilirler.
Karısının zina
ettiğini bilen veya onları halvet halinde görmek gibi bir belirtiden ötürü
mesela, Zeyd ile zina ettiğinin yaygın olduğu kuvvetle zanneden kocanın,
karısına zina isnat etme hakkı vardır.
Kadın bir çocuk
doğurur da kocası bu çocuğun kendisine ait olmadığını bilirse, çocuğu
reddetmesi lazımdır. Çocuğun kendisine ait olmadığı, karısı ile cinsel ilişkide
bulunmamış olması veya cinsel ilişkiden itibaren karısının altı aydan önce
doğum yapması veya dört yıldan sonra doğum yapması ile bilinir.
Şayet kadın, altı ay
ile dört yıl arasında doğum yapar ve rahmi hayız halinden temizlenmemişse,
kocanın çocuğu reddetmesi haramdır. Kadın, rahmini hayız halinden ibra
etmesinden itibaren altı ay geçtikten sonra doğum yaparsa, en sahih kavle göre
kocanın çocuğu reddetmesi helaldir.
Koca karısı ile cinsel
ilişkide bulunur da azil yaparsa, onun çocuğu reddetmesi en sahih kavle göre
haramdır. Koca karısının zina ettiğini bilir de çocuğun kendisinden veya
zinadan olma ihtimali varsa, çocuğu reddetmesi haramdır. Keza en sahih kavle
göre kadına zina isnat etmesi veya onunla lian yapması da haramdır.
Lian, kadın hazır ise
kocanın dört defa: "Allah'ı şahit tutarım ki, buna zina isnat etme
hususunda doğru söylüyorum." demesidir. Kadın hazır değilse, onu
diğerlerinden ayırt edecek kadar nesebini yukarıya doğru sayarak ismini
zikreder. (Ahmet kızı Zeynep gibi). Beşinci defada ise: "Karıma isnat
ettiğim zina hususunda yalancı isem, Allah'ın laneti üzerime olsun." der.
Eğer aralarında çocuk varsa, bu sözlerinde çocuğu reddettiğini zikreder. Çocuk
hazır değilse: "Doğurduğu çocuk.", hazır ise: "Bu çocuk zina
çocuğudur, benden değildir." der.
Bundan sonra kadın da:
"Allah'a şehadet ederim ki, o (kocasının adım belirterek) bana isnat
ettiği zina suçunda yalancıdır." der ve beşinci defada: "Zina isnadında
doğru isen Allah'ın gazabı üzerime olsun." der. Şayet şehadet lafzını bir
yemin veya benzeri bir kelime ile gazap kelimesini lanet kelimesi ile veya
lanet kelimesini gazap kelimesi ile değiştirirse veya henüz şehadet kelimesini
tamamlamadan gazap veya lanet lafzını söylerse, en sahih kavle göre böyle bir
lian sahih olmaz.
Lianm hakim emri ile
olması şarttır. Lianı ne şekilde yapacaklarını hakim önceden kendilerine
bildirir ve kadın lianı erkekten sonra yapar.
Dilsizin lian yapması,
anlaşılır bir işaret veya meramını izah eder bir yazı ile olur. Lianm Arapça
lisanı dışında bir lisanla yapılması sahihtir. Bir veçhe göre Arapça bilen
kişinin Arapça'dan başka bir dille lianda bulunması sahih değildir.
Lian, şerefli bir
zamanda ve mekanda yapılmalıdır. Şerefli zaman, cuma günü ikindi namazından
sonraki zamandır. Şerefli mekan ise beldenin en şerefli mekanı olan yerdir ki
bu yer Mekke'de Rükün ve Makam arasıdır. Medine'de Resûlüllah (s.a.v.)'m
minberinin yanıdır. Mescid-i Aksa'da ise sahranın yanıdır. Diğer beldelerde
ise, hutbe okunan caminin minberinin yanıdır. Hayızlı kadın, lianı caminin
kapısında yapar. Zımmi olan lianı havra ve kilisede yapar. Keza en sahih kavle
göre, mecusi olan lianı ateşhanede yapar. Put-hanede lian yapılmaz. Zira
puthane hürmete layık değildir. Oraya girmek ise isyankarlıktır.
Lian en az dört
kişinin bulunabileceği bir cemaat huzurunda yapılmalıdır. Mezhepçe kabul edilen
rivayete göre, lianm belirtilen şerefli yer ve zamanda yapılması sünnet olup
farz değildir.
Hakimin Handan önce
karı ve kocaya nasihatte bulunması sünnettir. Karı ve koca lianı beşinci defa
yapmaya başlarken hakim daha mübalağalı bir şekilde nasihatte bulunur. Lianm
ayakta yapılması sünnettir.
Lianm sahih olması
için erkeğin talâkının sahih olması şarttır.
Koca cinsel ilişkiden
sonra İslam'dan çıkar, kazif isnadında bulunur ve lian yaptığı iddet süresinde
İslam'a girerse veya irtidat döneminde lian yapar, sonra iddet süresinde
İslam'a girerse yaptığı lian sahihtir. Şayet iddet süresi bitinceye kadar
mürtedlikte ısrar ederse, yaptığı lian bain talâk olur. Bu durumda liana bağlı
olarak kadın kocasından ayrılmış olur ve ona ebedi olarak haram olur. bundan
sonra koca her ne kadar kendini yalanlar ve zina haddi sakıt da olsa, karısına
dönemez. Yine liana bağlı olarak kadına zina haddi va-cib olur ve koca lianla
çocuğun kendisine ait olduğunu söylemişse de çocuğun nesebi annesinin nesebine
dahil olur.
Çocuk lian yapan
kişinin nesebinden olması mümkün ise, onu reddetmesi lazımdır. Çocuğun
nesebinden olmadığını gösteren bir delil varsa; meselâ kadın nikah akdinden
itibaren altı ay içerisinde doğum yapmışsa veya kadını nikahladığı mecliste
boşamışsa veya kendisi doğuda, kadın batıda olduğu halde onu nikahlamışsa, çocuğu
kocaya nispet etmek mümkün değildir.
Kocanın ölmüş olan
çocuğun kendisinden olmadığını reddetmesi hakkıdır, imam'ın yeni görüşüne göre
çocuğu reddetmek acele üzere olur. Özrü varsa kabul edilir.
Koca ana rahmindeki
çocuğu doğumdan önce veya doğum yapma zamanım bekleyerek reddetme hakkına
sahiptir.
Koca çocuğu reddetmeyi
geciktirir de hazırda olmaması şartı ile "Doğumunu bilmiyordum."
derse, yemini ile birlikte sözü kabul edilir. Keza hazır olduğu sürede doğumu
öğrenmemesi mümkün olan bir süre geçerse de sözü kabul edilir ama, çocuğu
reddetme hakkını kaybetmiş olmaz.
Lian yapan kocaya:
"Evladın hayırlı olsun." veya "Allah evladını salihlerden
eylesin." denilse, o da: "Amin" veya "Evet" derse,
çocuğu reddetme hakkına sahip olmaz. Şayet cevap olarak, "Allah cezanı
hayır versin veya Allah sana mübarek küsm." derse, çocuğu reddetme hakkını
kaybetmiş olmaz.
Koca, karısının zina
ettiğine dair şahit gösterirse lian yapabilir. Kadın da zina haddini kaldırmak
için lian yapma hakkına sahiptir.
Her ne kadar kadın, kocasını
kazif haddinden muaf tutar ve aralarındaki nikah akdi kalkmış olsa da çocuğun
nesebini red etmek ve üzerindeki kazif haddini kaldırmak için koca lian
yapabilir. Aralarındaki nikah akdi kalkmış olsa ve aralarında çocuk olmasa da
hüküm böyledir. Koca taziri kaldırmak için de lian yapma hakkına sahiptir.
Ancak koca, cinsel ilişki çağına gelmemiş küçük kıza yalandan kazifte bulunanı
tedip için yapılan ta'ziri kaldırmak üzere lian yapma hakkına sahip değildir.
Kadın, kocasını had
edilmekten muaf tutar veya kocası onun zina ettiğine dair şahit gösterir veya
karısı onu zina konusunda tasdik eder de aralarında rededilecek çocuk yoksa
veya kadın talep etme hususunda susar veya kocasına kazifte bulunduktan sonra
deli-rirse, en sahih kavle göre bu durumlarda lian yapılmaz.
Koca, karısını bain
talâkla boşar veya karısı öldükten sonra ona mutlak bir zina suçu isnat ederse
veya karısının zina ettiğini nikah akdinden sonraki bir zamana izafe eder ve
aralarında reddedeceği bir çocuk varsa, lian yapabilir. Fakat zinayı nikahtan
önceki bir zamana izafe eder ve reddedeceği bir çocuk yoksa lian yapamaz. Keza
esah görüşe göre, çocuk olsa da lianda bulunamaz. Lakin kazif ve Hanı yeniden
dava edebilir. Koca ikiz olan çocuklardan birini rede-derse caiz değildir.
İddet, rahminin döl
suyundan temizlenmesi için kadının beklediği zamana denir.
Nikah iddeti ikiye
ayrılır:
1- Ayrılma
iddeti: Koca hayatta iken nikahın feshi veya boşama sebebi ile karısından
ayrılmasına bağlı olan iddettir. Bu iddet, cinsel ilişkiden sonra veya erkeğin
menisini karısının rahmine akıttıktan sonra meydana gelen ayrılma ile vacib
olan iddettir. Kadın rahminin dölden beri olduğuna kani olsa bile, imam'ın son
kavline göre ikisinin beraber halvette kalması iddeti vacib kılmaz.
Kur' sahibi hür
kadının iddeti üç kur'dur. Kur', temizlik manasınadır.
Koca, karısını
temizlik halinde iken boşarsa, üçüncü temizlik dönemine girince iddeti biter.
Hayız halinde iken boşarsa, dördüncü temizlik dönemine girince iddeti biter.
Bir kavle göre ise her iki halde de hayız haline girdikten sonra bir gün ve
gecenin geçmesi şarttır.
Hayız görmeyen kadının
temizlik süresi iddet süresinden sayılır mı sayılmaz mı, bu konuda farklı iki
görüş vardır: Kur', ya temizlikten hayız haline geçiştir veya iki kan (iki hayız
veya hayız ile nifas kanı) arasını ayıran temizliktir. İkinci kavil en zahir
kavildir. Bu kavil boşamadan sonraki temizlik süresi iddetten sayılmaz şeklindedir,
İstihaze kadının
iddeti, kur'lara dönen adetine göredir. Yani iddeti adet veya temyiz ile sabit
olan kur' iledir. Belli bir adeti olmayan (mutahayyire) kadının iddeti ise,
boşandığı andan itibaren üç aydır. Zayıf kavle göre ise hayız görmekten ümitsiz
kaldıktan sonra üç aydır.
Ümraü veledin (çocuk
annesi), mukâtebenin ve cariyenin iddeti iki kur' ile tamamlanır. Bunlardan
biri ric'i talâkla boşanır ve iddet esnasında azad edilirse, en zahir kavle
göre iddetini hür olan kadının iddeti gibi tamamlar. Üç talâkla boşanır ve
iddet esnasında azad edilirse, en zahir kavle göre cariyenin iddeti gibi iddet
bekler.
Hayız görmemiş hür
olan küçük yaştaki kadın ile hayız halinden tamamen kesilmiş kadının iddeti,
hilâl ayı ile üç aydır.
Bir kadm ayın
ortasında boşanırsa, hilâl ayı ile iki ay daha bekler ve ayın geri kalan
kısmını üçüncü aydan tamamlar. İddet esnasında hayız görürse, iddetini kur'a
göre tamamlar ve geçen temizlik süresi iddetten sayılmaz.
Cariyenin iddet süresi
bir buçuk aydır. Bir kavle göre iki, başka bir kavle göre ise üç aydır.
Hür veya cariye olan
bir kadının emzirme veya bir hastalık sebebi ile hayız kanı kesilirse, hayız
görünceye kadar sabreder veya temelli hayız halinden kesilme çağma gelmişse
aylara göre iddet bekler. Kanı bir sebep olmaksızın kesilmişse keza imam'ın
son kavline göre aylara göre iddet bekler, imam'ın ilk kavline göre ise dokuz
ay bekler. Bir kavle göre ise dört yıl bekledikten sonra iddetini aylara göre
tamamlar.
Hayızdan kesilmiş
kadının hayız hali tekrar başlar ve önceki iddeti aylara göre ise, imam'ın son
kavline göre kur' ile iddetini tamamlaması vacibtir. İddet süresinden sonra
hayız görürse, bu hususta birkaç kavil vardır. En zahir kavle göre, eğer
evlenmiş ise kendisine bir şey lazım gelmez, evlenmemişse iddetini üç temizlik
dönemine göre tamamlar.
Kadının tamamen hayız
halinden kesilmesinin son sınırı, anne ve baba tarafı olan akrabalarının
hayızdan kesilme zamanına göre dikkate alınır. Bir kavle göre ise her kadının
hayız halinden kesilme sınırı kendi hayız haline göre dikkate alınır. Ben
diyorum ki, bu son görüş ezher olan görüştür. Allah daha iyi bilir.
2-Doğum
iddeti: Hamile olan kadının iddeti doğumla son bulur. Bunun da iki şartı
vardır:
a- Lian yolu
ile muhtemelen de olsa cenin, iddette hakkı olan erkeğin nesebinden olmalıdır.
Lian ile nesebi inkar edilen çocuk gibi.
b-Rahimdeki
çocuğun tamamiyle dışarı çıkarak, hatta kadın iki çocuğa hamile ise, ikinci
çocuk rahimden tamamen ayrılıp doğ-m alıdır.
İkizlerin arasına altı
aydan az bir süre girer ve bu çocuklar ikiz sayılırsa, iddet ikinci çocuğun
doğumu ile sona erer. Çocuk ölü olarak dışarıya çıksa bile iddet onunla sona
erer. Ancak çocuk kan parçası şeklinde doğarsa, onunla iddet sona ermez.
İnsan gibi şekil
alması gizli olup ancak ebelerce cenin olduğu bildirilen et parçası şeklindeki
doğumla iddet sona erer. İnsan gibi şekillenmemiş ve ebelerin: "Şekli
insan şekli gibidir" dedikleri et parçası halinde olan doğumla da iddet
sona erer. Mezhep alimlerin-ce kabul edilen rivayet budur.
Kadın kur' hesabı ile
veya aylar hesabı ile iddet bekleyenler-dense ve kocasından hamile kaldığı
belli ise, doğum yapmakla iddeti sona erer. Kadm hamlinde şüpheye düşerse,
şüphesi zail oluncaya kadar evlenemez. Şayet iddet ve nikahtan sonra hamile
olduğuna şüphe ederse, nikahı devam eder. Ancak nikah akdinden itibaren enaz
altı ay geçmeden doğum yaparsa, nikahının batıl olduğuna hüküm verilir ve çocuk
ilk kocaya ait olur. İddetten sonra fakat nikah akdinden önce hamile olduğuna
şüphe ederse, şüphesi kalkıncaya kadar sabretmelidir. Şayet sabretmez de
evlenirse, mezhep alim-lerince kabul edilen rivayete göre nikahı hemen geçersiz
olmaz. Nikahın geçersiz olmasını gerektiren bir delil varsa geçersiz olduğuna
hükmedilir.
Bir kimse, karısını
bain talâkla boşar da dört yıl geçtikten sonra başkası ile evlenmeden doğum
yaparsa, çocuk kendisine nispet edilir. Dört yıldan fazla bir zaman geçtikten
sonra doğum yaparsa çocuk ilk kocaya nispet edilmez.
Koca karısını ric'i
talâkla boşarsa, dört yıllık süre boşama gününden itibaren hesaplanır. Bir
kavle göre ise iddetin sona erdiği tarihten itibaren hesaplanır.
Bir kimse iddeti sona
eren bir kadınla evlenir de henüz altı ay geçmeden kadın doğum yaparsa, sanki o
kadınla evlenmemiş gibidir. Çocuk ilk kocaya ait olur. Altı ay geçtikten sonra
doğum yaparsa çocuk ikinci kocaya ait olur.
Bir kimse iddeti devam
etmekte olan bir kadınla evlenirse nikah fasittir. Kadın doğum yapar da ilk
kocaya nispet etme imkanı olursa, ona nispet edilir ve iddeti doğum yapmakla
sona erer. Şüpheli cinsel ilişkiden dolayı ikinci koca için de ikinci kez
iddet beklemeye başlar veya çocuğun ikinci kocaya nispet edilmesi mümkün ise,
ikinci kocaya nispet edilir. İkisinden birisine nispet etme imkanı varsa, çocuk
benzerliklerden anlayana (kaife) gösterilir. Kaif çocuğu onlardan birisine
nispet ederse, sadece ona nispet etme imkanı varmış gibi çocuk ona nispet
edilir.
Kadm bir erkeğin aynı
cinsten iki iddeti ile yükümlü olabilir. Meselâ, adamın biri karısını boşar da
kadın kur' veya ay hesabına göre iddet beklemekte iken kendisine helal olur
zannı ile onunla cinsel temasta bulunursa veya ric'i talâkla boşadığı karsının
kendisine haram olmadığını zannederek onunla cinsel ilişkide bulunursa, kadına
iki iddet vacib olur. Birisi talâk iddeti diğeri de cinsel temas iddetidir.
Talak iddetinin geri kalanı cinsel temas iddetine girer.
Şayet iddetlerden biri
doğum diğeri kur' iddeti ise, en sahih kavle göre bu iddetler de içi içe
girerler. Kadm doğum yapmakla her iki iddet tamamlanmış olur ve iddet henüz
bitmeden koca karısına dönebilir. Bir kavle göre ise hamilelik ikinci cinsel
ilişki sebebi ile olmuşsa doğumdan önce ona dönemez.
Kadın iki erkeğin
iddeti ile yükümlü olabilir. Şöyle ki; bir kadm kocasının iddetini ve şüphe
iddetini beklemekteyken bir şahıs şüphe sonucu yada fâsid bir nikah akdine
dayanarak kendisi ile cinsel ilişkide bulunursa veya kadm şüpheli cinsel
ilişki iddeti esnasında boşanırsa bu iddetler içi içe giremez.
Kadın hamile ise önce
doğum müddetini bekler. Hamile değilse ve boşama şüpheli ilişkiden Önce ise,
önce talâk iddetini tamamlar sonra diğerini (şüpheli ilişki iddetini yeniden)
beklemeye başlar. Talak ric'i talâk ise kocası ona dönebilir. Ancak ona
dönmesiyle iddeti bitmiş olur ve şüpheli ilişki iddeti başlar. Kadm bu ikinci
iddeti bitirinceye kadar kocası (cinsel ilişki açısından) ondan faydalanamaz.
Şüpheli cinsel ilişki boşamadan önce olmuşsa önce talâk iddetini bekler. Zayıf
kavle göre ise önce cinsel ilişki iddeti bekler.
Boşanmış kadm hayız
hesabı veya kur' hesabı ile iddet bekliyorsa, cinsel ilişki olmaksızın
kocasının kendisi ile muaşerette bulunması halinde iddetin son bulmasını
engelleyip engellemediği hususunda birkaç vecih vardır. En sahih veçhe göre,
kadm bain talâkla boşanmış ise muaşeret ile iddet son bulur. Bain talâk ile
boşanmamış ise iddeti son bulmaz.
Kadın kur' veya aylara
göre iddetini bekledikten sonra kocası artık ona dönemez. Çünkü iddet için
gerekli olan zaman dolmuştur. Ben diyorum ki, iddeti bitinceye kadar kadına
bağlı kalır ve iddeti döneminde boşanabilir. Yabancı bir şahıs cinsel ilişki
dışında kendisi ile muaşerette bulunursa, iddeti biter ve iddet işlemeye devam
emez. Allah daha iyi bilir.
Bir kimse caiz
olduğunu zannederek iddet dönemindeki kadınla evlenir ve onunla cinsel
ilişkide bulunursa, cinsel ilişkide bulunduğu andan itibaren iddeti kesilmiş
olur. Bir görüşe veya bir veçhe göre iddeti nikah akdinden itibaren kesilmiş
olur.
Koca ric'i talâkla
boşadığı karışma ric'at eder de karısı hamile değilse, sonra onu tekrar
boşarsa, iddeti yeniden başlar, imam'm ilk kavline göre ric'attan sonra cinsel
ilişkide bulunmanıışsa, iddeti yeniden başlamaz ama geçen süreye bina edilir.
Kadın hamileyse doğum ile iddeti tamamlanmış olur. Şayet kadın doğum yaptıktan
sonra onu boşarsa iddeti yeni baştan başlar. Zayıf kavle göre ise doğumdan
sonra karısı ile cinsel ilişkide bulunmanıışsa kadının iddeti olmaz.
Bir kimse cinsel
ilişkide bulunduğu karısı ile huT akdi yapar da sonra nikahlar ve cinsel
ilişkide bulunduktan sonra boşarsa, iddeti yeni baştan başlar ve geçen
iddetten geri kalan günler bu idde-te girer.
Kocası ölen hamile
olmayan hür kadının iddeti dört ay on gündür. Kocası kendisiyle cinsel ilişkide
bulunmuş olsun veya olmasın iddeti böyledir. Cariyenin iddeti ise bu iddetin
yarısıdır. Kocası ölür de kadın ric'i iddet döneminde ise, bu iddet vefat
iddetine dönüşür. Fakat bain talâk ile boşanmış ise vefat iddetini beklemez.
Kocası ölürken hamile ise doğum yapmakla iddeti sona erer. Ancak daha önce
(iddetin doğumla tamamlanması bahsinde) geçen şartları taşımalıdır.
Koca çocuk da olsa
ölünce geride bıraktığı kadın -hamile olsa bile- ay hesabına göre iddet bekler.
Keza penisi ve testisleri kopuk olan koca da ölürse, karısı aylara göre iddet
bekler. Zira mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, çocuk ona nispet
edilmemektedir. Testisleri olup penisi tamamen kopuk olan kocaya çocuk nispet
edilir. Keza testisleri kopuk olup penisi bulunan kocanın karısı da mezhep
alimlerince kabul edilen rivayete göre, doğum ile iddetini tamamlar.
Koca iki karısından
birini boşar da hangisini boşadığını henüz açıklama yapmadan veya tayin etmeden
ölür ve ölümden önce onlarla cinsel ilişkide bulunmanıışsa, her ikisi de vefat
iddeti beklerler.
Keza onlarla cinsel
ilişkide bulunmuş ve ay veya kur hesabına göre iddet bekliyorlarsa ve talâk
ric'i ise, vefat iddeti beklerler. Talak bain ise her biri vefat iddeti ve üç
kur' süresinden en fazla olanını beklerler.
Vefat iddeti, kocanın
öldüğü andan itibaren başlar. Kurlarla olan iddet ise, boşama anından itibaren
başlar.
Koca kayıp ise veya
kendisinden haber almanııyorsa, karısı ölüm haberini kesin olarak öğrenmedikçe
veya boşandığını kesin olarak bilmedikçe evlenemez. imam'm ilk kavline göre,
kadın dört yıl bekler ve vefat iddetini bekledikten sonra evlenebilir.
Hakim imam'm ilk
kavline göre hüküm verirse, esah görüşe ve imam'm son kavline göre hükmü bozmak
mümkündür. Kadın, dört yıl bekleyip iddeti tamamladıktan sonra evlenir de
kocasının Öldüğü açıklanırsa, imam'm son görüşüne ve en sahih kavle göre nikah
akdi sahihtir.
Vefat iddeti bekleyen
kadının hidad (yas) tutması vacibtir. Ric'i talâkla boşanmış kadının yas
tutması gerekmez. Bain talâkla boşanmış kadının yas tutması müstehabtır. Bir
kavle göre ise vacibtir.
Hidad (yas), kaim olsa
bile süs için olan renkli elbise giymeyi terk etmektir. Zayıf kavle göre ise
yas halindeki kadının, boyanmış ve bükülmüş ipten elbise giymesi caizdir.
Boyasız, pamuktan, yünden veya ketenden, keza en sahih kavle göre ibrişimden
elbise giymesi ve süslenme kastı olmaksızın boyalı elbise giymesi mubahtır.
Matem halindeki
kadının altın veya gümüş takıları takması, keza en sahih kavle göre lü'lü
takması haramdır. Vücuduna ve elbisesine güzel koku sürmesi, yemeğine ve
sürmesine güzel koku katması, gözüne siyah sürme çekmesi haramdır. Ancak
tedavi gibi bir mazeret nedeni ile sürme çekmesi caizdir. Yüzü beyazlatacak
veya esmerleştirecek ilâcı, kına vb. boyaları kullanması da haramdır.
Yatağını süslemesi,
evini sermesi, banyo yapması, tırnaklarını kesmesi ve vücudundaki kirleri
temizlemesi caizdir. Ben diyorum ki, saçlarını taraması ve haram bir sebep
olmaksızın hamama gitmesi caizdir. Şayet matemi terk ederse, asi olur ve iddeti
sona erer. Beklemesi gereken evden ayrılması gibi. Şayet iddeti tamamlanır ve
kendisine kocasının ölüm haberi ulaşırsa, iddeti bitmiş sayılır.
Kocası dışında bir
akrabası ölürse, kadın üç gün yas tutabilir. Üç günden fazla yas tutması ise
haramdır. Allah daha iyi bilir.
Bain talâkla boşanmış
olsa bile erkeğin boşama iddetinde olan karısına bir mesken temin etmesi
vacibtir. Ancak karısı nâşize (asi) ise, ona ev temin etmesi vacib değildir. En
zahir kavle göre vefat id-deti bekleyen karısına da ev temin etmesi vacibtir.
Nikahın feshi halinde de kocanın karısına ev temin etmesi, mezhep alimlerince
kabul edilen rivayete göre vacibtir.
Kadın ayrılığın vuku
bulduğu esnada oturmakta olduğu evde iddetini bekler. Kocası veya başkası onu o
evden çıkaramaz. Kadının da o evden çıkma hakkı yoktur. Ben diyorum ki, kadın
vefat iddeti bekliyorsa, keza bain talâkla boşanmış ise yiyecek alışverişi ve
büktüğü ipi vb. şeyleri satmak için gündüzün dışarıya çıkabilir. Keza ip
bükmek, sohbet etmek vb. şeyler için akşam komşusuna gidebilir. Ancak evine
dönmesi ve evde gecelemesi şarttır. Evinin yıkılmasından, malının göçük
altında kalmasından veya kendisine bir zarar gelmesinden korkarsa veya
komşularından eziyet görüyorsa veya komşuları kendisinden şiddetle rahatsız
oluyorlarsa oradan başka bir eve taşınabilir. Allah daha iyi bilir.
Kadın kocasından izin
alarak bir eve taşınır ve daha oraya ulaşmadan yolda iken iddet beklemesi
kendisine vacib olursa, imam'm kesin beyanına göre, iddeti yeni taşındığı evde
bekler. Kocasından izin almadan bir eve gider de iddet beklemesi kendisine vacib
olursa, ilk eve dönüp orada iddet beklemesi gerekir. Keza kocasının izni ile
bir eve gider de evden ayrılmadan önce iddet beklemesi kendisine vacib olursa
ilk evde iddet bekler. Kadın, kocasının izni ile başka beldeye sefere çıkar da
iddet beklemesi kendisine vacib olursa, bunun hükmü ev ile ilgili hüküm
gibidir.
Şayet kadın izin alıp
hac ibadetini eda etmek veya ticaret için sefere çıkar da daha yolda iken
kendisine iddet vacib olursa, yoluna devam edebilir veya geri dönebilir. Geri
dönmez yoluna devam ederse, işlerini görecek kadar bekledikten sonra geri
kalan iddetini evde beklemek üzere dönmesi vacibtir.
Kadın ülfet
edemeyeceği bir eve çıkar da kocası onu boşar ve "Çıkmak için sana izin
vermedim." derse, yemini ile birlikte sözü kabul edilir. Şayet kadın:
"Beni oraya sen naklettin." der de kocası: "İhtiyacını gidermen
için sana izin verdim." derse, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete
göre erkeğin sözü kabul edilir.
Bedevi kadının kıl
çadırından olan evinin hükmü, normal evlerin hükmü gibidir.
Kadının içinde iddet
beklediği ev kocasının olur da kendisine uygun ise, orada ikamet etmesi tayin
edilir. O evi satmak da caiz değildir. Ancak kadın ay hesabına göre iddet
bekliyorsa, evi satmanın hükmü icare verilen evi satmanın hükmü gibidir. Zayıf
kavle göre ise, satışı geçersizdir.
Kadın emanet bir evde
iken iddet beklemesi kendisine vacib olur da ev sahibi evi geri almayı ister
veya ücret karşılığında kalmasına rıza göstermezse, kadın bir başka eve
nakledilir. Keza süresi tamamlanmış icare evin hükmü de böyledir. Kadının
içinde iddet beklediği ev kendisine ait ise, orada bekler. Fakat kocasından
ücret isteyebilir.
Kadının nikah akdi
yapıldığı ev güzel bir ev ise, onu kendisine layık bir eve nakletmesi kocaya
düşen bir haktır. Ona layık olmayan bir eve naklederse, kadını o eve girmekten
imtina edebilir.
Koca karısının iddet
beklediği evde duramaz ve eve müdahale edemez. Evde kadının mümeyyiz erkek bir
mahremi veya kocanın kadın bir mahremi veya başka bir karısı veya cariyesi veya
yabancı bir kadın kalırsa, kocanın o evde kalması mekruh olmakla birlikte
caizdir. Kadın kocası ile evin ayrı odalarını kullanır da mutfak ve tuvalet
gibi müştemilâtı ortak ise, kadının bir mahreminin evde bulunması şarttır.
Evin müştemilâtı ortak değilse, mahreminin bulunması şart değildir. Bu durumda
aralarındaki kapının kapalı olması ve odaların yolunun ayrı olması şarttır. Alt
ve üst katların hükmü, bu evin hükmü gibidir.
İbra, satın alman
cariyenin rahminin döl suyundan temizlendiği anlaşılmcaya kadar bir müddet
beklemesidir.
Cariyeyi ibra etmek
iki sebep ile vacib olur:
1- Satış,
veraset, hîbe, ganimet, ayıp, yeminleşmek veya ikale sebebiyle cariyeyi
mülkiyete geçirmek.
Cariye bakire olsun
veya olmasın ibra edilmelidir.
Cariyeyi satan kişi,
satış akdinden önce onu ibra etmelidir. Çocuk, kadın veya bunların dışından
birisinden satın alman cariye de ibra edilir.
Mukâteb olup akdin
gereğini yerine getirmekten aciz bırakılan cariyenin keza en sahih kavle göre
mürtede olup İslam'a dönen cariyenin ibrası vacibtir. Cariye orucunu veya
itikafmı bitirir veya ihramdan çıkarsa, ibrası vacib değildir. Bir veçhe göre
ihramda olan cariyenin ibrası vacibtir.
Bir kimse cariye olan
karısını satın alırsa, ibra etmesi müste-habtır. Zayıf kavle göre ise vacibtir.
Bir şahıs dul olan
veya iddet süresinde bulunan cariyeyi mülkiyetine geçirirse, derhal ibra
etmesi vacib değildir. Her iki sebep ( dul olmaması ve iddet süresinde
bulunmaması) ortadan kalkarsa en zahir kavle göre ibrası vacibtir.
2- Kendisi
ile cinsel ilişkide bulunulmuş veya ümmü veled olan cariyenin azadlık veya
efendisinin vefatı sebebi ile yatakla ilişkisi kesilmiş olması.
Ümmü veled olan
cariyenin ibra müddeti geçer de sonra efendisi onu azad eder veya efendisi
ölürse, en sahih kavle göre ibrası vacib olur. Ben diyorum ki; bir kimse
cinsel ilişkide bulunduğu cariyesini ibra edip azad ederse veya onunla derhal
evlenmişse, ibra etmesi vacib değildir. Zira bu nikahlı olana benzememektedir.
AZlah daha iyi bilir.
Bir kimsenin cinsel
ilişkide bulunduğu ve çocuk sahibi olan cariyesini ibra etmeden evlendirmesi
haramdır. Ta ki iki dol suyu birbirine karışmasın.
Efendi müstevlede olan
cariyesini azad ederse, en sahih kavle göre ibra yapmadan onunla evlenebilir.
Şayet onu azad eder veya efendi ölse de bu durumda cariye evli veya iddet
süresinde ise ibrası gerekmez.
İbra süresi, hayız
halinde olan cariye için imam'm son kavline göre tam bir temizlik müddetidir.
Temizlik dönemi ay hesabına göre olan cariye için bir aydır. Bir kavle göre ise
üç aydır.
Ganimet olarak alman
hamile cariyenin veya efendisinin yatağı ile ilişkisi kesilen cariyenin ibrası
doğum yapması ile olur. Satış yolu ile temlik edilen hamile cariyenin ibrası,
daha önce geçtiği gibi derhal değil de doğumdan sonra olur. Ben diyorum ki en
sahih kavle göre, zinadan hamile olanın ibrası doğum yapması ile gerçekleşir.
Allah daha iyi bilir.
ibra zamanı temlikten
sonra fakat teslimden önce tamamlanmış ise hesaba alınır. Ancak bu temlik
miras yolu ile veya en sahih kavle göre satış yolu ile olmalıdır. Mülkiyete
geçirme hîbe yolu ile olmuşsa, geçen zaman itibara alınmaz.
Bir kimse, mecusi bir
kadını satın alır da kadın hayız gördükten sonra İslam'a dönerse bu ibra
yeterli olmaz yeniden ibra yapılması lazımdır. İbra döneminde olan cariyeden
cinsel ilişki yolu ile faydalanmak haramdır. Ancak ganimet yolu ile gelen
cariyeden cinsel ilişki dışında faydalanmak caizdir. Zayıf kavle göre
faydalanmak caiz değildir.
Cariye ibra döneminde
iken: "Hayız halindeyim." derse, sözü kabul edilir. Şayet efendisi
kendisi ile cinsel ilişkide bulunmak ister de cariye bundan sakınır ve
efendisi: "Bana ibranın tamamlandığını söyledin." derse, sözü tasdik
edilir.
Cariye ancak cinsel
ilişki ile efendisinin yatağına ait olur.
Cariyenin efendisinin
cinsel ilişkisi ile doğum yaptığı mümkün ise çocuk efendisine nispet edilir.
Efendisi kendisi ile ilişkide bulunduğunu ikrar eder de çocuğun kendisine ait
olmadığını söylerse ve cinsel ilişkiden sonra ibra yaptığını iddia ederse,
mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre çocuk ona ait olmaz. Cariye
ibrayı inkar ederse, çocuğun efendisine ait olmadığına dair efendiye yemin
verdirilir. Zayıf kavle göre ise, efendisinin ibra yaptığını söylemesi
vacibtir.
Cariye, efendisinden
doğum yaptığını iddia eder de efendisi cinsel ilişkide bulunduğunu inkar ederse
ve çocuk orada ise, en sahih kavle göre efendiye yemin verdirilmez. Efendi:
"Onunla cinsel ilişkide bulundum ve azil yaptım." derse, en sahih
kavle göre çocuk ona nispet edilir.
Süt emme, dokuz yaşma
varmış hayatta olan kadının sütünü erimekle sabit olur.
Bir kadının sütü
sağılır ve öldükten sonra bir çocuğun boğazına dökülürse, en sahih kavle göre
mahremiyet sabit olur.
Bir kadının sütünden
peynir yapılır veya sütün özü alınır da bir çocuğa yedirilir veya kadının sütü
sıvı bir madde ile karışık olup süt çoğunlukta ise mahremiyet sabit olur. Sıvı
maddesi çoğunlukta olup çocuk tümünü, zayıf kavle göre ise bir kısmını içerse
en zahir kavle göre mahremiyet sabit olur.
Mezhep alimlerince
kabul edilen rivayete göre, çocuğun boğazına sütü dökmekle, keza burnundan
akıtmakla mahremiyet sabit olur. Ezher kavle göre şırınga ile çocuğa süt zerk
edilirse mahremiyet meydana gelmiş olmaz.
Süt ile mahremiyetin
sabit olmasının bir şartı da emen çocuktur. Çocuk sağ, iki yaşını geçmemiş ve
sütü beş defa emmiş olmalıdır. Bir defalık emmenin ölçüsü örfe göre takdir
edilir. Meselâ, çocuk süt emmekten çekilir de tekrar memeyi ağzına alırsa bu
iki emiş sayılır. Çocuk oynamak için memeyi ağzından çıkarır ve hemen ağzına
alırsa veya bir memeden öbürüne geçmek için ağzından çıkarırsa bu bir emiş
sayılır.
Süt bir defada sağılır
ve beş defa çocuğun boğazına akıtılırsa veya beş defa sağılır da bir defa da
çocuğun boğazına akıtılırsa bir emiş sayılır. Zayıf kavle göre her iki durumda
da beş emiş sayılır.
Bir kadın bir çocuğu
beş veya daha az sayıda veya iki yaşında mı yoksa iki yaşından sonra mı
emzirdiği hususunda şüpheye düşerse, mahremiyet sabit olmaz. İkinci mesele
(çocuğu iki yaşında mı yoksa iki yaşından sonra mı emzirdiği) hakkında bir
görüş veya bir vecih vardır. Yani mahremiyet sabit olur.
Emziren kadın çocuğun
süt annesi, sütün sahibi olan erkek de süt babası olur. Meydana gelen
mahremiyet, süt emen çocuğun çocukları için de sabit olur.
Bir kimsenin beş tane
müstevlede cariyesi veya dört karısı ile bir ümmü veledi olur da bir çocuk her
birinden bir defa süt emerse,en sahih kavle göre o kişi çocuğun süt babası
olur. Kendileri ile cinsel ilişkide bulunduğu için bu kadınlar çocuğun mahremi
olurlar. Şayet bu beş müstevlede cariyenin yerine, çocuk o şahsın beş kızı veya
beş kız kardeşinin sütünü emmiş olursa, çocukla o kişi arasında en sahih kavle
göre mahremiyet oluşmaz.
Emziren kadının
nesepten olan babası veya süt babası, emzirdiği çocuğun süt dedesi olur.
Nesepten annesi ve süt annesi de çocuğun ninesi olur. Nesepten olan çocukları
ve süt çocukları emzirdiği çocuğun erkek veya kız kardeşi olurlar. Emziren
kadının kız kardeşleri onun teyzesi ve erkek kardeşleri de onun dayısı olur.
Süt babasının babası, çocuğun süt dedesi olur. Süt babasının kardeşleri onun amcası
olur. Geriye kalan diğer akrabalar ise buna kıyas edilir.
Kendisine çocuk nispet
edilen erkeğin kendisi sebebi ile nikah veya şüpheli cinsel ilişki sonucu
memeye süt inmiş olmalıdır (kendisi sebebi ile kadının memesine süt inen kimse
süt sahibidir). Ancak zina nedeni ile kadının memesine inen sütle süt babalığı
sabit olmaz.
Bir kimse lian yolu
ile çocuğun kendisine ait olmadığını söylerse, sütün de kendisine ait olduğunu
reddetmiş olur.
Bir kimse nikahlı bir
kadınla şüphe sonucu cinsel ilişkide bulunur veya iki kişi şüphe sonucu onunla
cinsel ilişkide bulunur da kadın bir çocuk doğurursa, benzerliklerden anlayan
(kaif) veya bir başkası çocuğu hangisine nispet ederse süt de ona ait olur.
Kendisine süt nispet
edilen koca ölür veya karısını boşarsa, nispet edilen süt kesilmiş olmaz. Araya
her ne kadar uzun bir müddet girse ve süt kesilip bir daha iade olunsa da
hüküm aynıdır.
Bir kimse ölür veya
karısını boşar da kadın bir başkası ile evlenir ve bir çocuk doğurursa,
doğumdan sonraki süt ikinci kocaya aittir. Doğumdan önceki süt ise birinci
kocaya aittir. Ancak bu son şık için ikinci kocaya ait hamlin sütünün belli
olduğunu gösteren vaktin girmemiş olması şarttır. Keza vakit girmiş olsa da
yine süt birinci kocaya aittir. Bir kavle göre ise ikinci kocaya aittir. Bir
başka kavle göre ise süt her iki kocaya ait olur.
Bir kimsenin nikahında
iki yaşından küçük bir kız olur da erkeğin annesi veya kız kardeşi veya diğer
bir karısı onu emzirirse, nikahı fesholur ve kız mehrin yarısını hak eder.
Kocanın da emzirenden mehri misilin yarısını alma hakkı olur. Bir kavle göre
ise emzirme için izin vermemişse, mehrin tümünü alma hakkı olur. Küçük olan
nikahlı kız, uykuda olan bir kadının sütünü emerse, kadının zararı ödeme hakkı
yoktur. Emen de mehir iddiasında bulunamaz.
Bir kimsenin nikahında
biri büyük diğeri küçük olmak üzer iki karısı varsa ve büyük karının annesi
küçük kadını emzirirse, küçük kadının nikahı fesholur. Keza en zahir kavle
göre, büyük kadının da nikahı fesholur. Koca ikisinden dilediğini yeniden
nikahlar. Küçük kadına ait mehrin hükmü ile emziren kadının zararı ödeme hükmü
yukarıda açıklandığı gibidir. Keza cinsel ilişkide bulunmamış ise, büyük
kadının mehri ile ilgili hüküm de böyledir. Şayet kocası kendisi ile cinsel
ilişkide bulunmuşsa, en zahir kavle göre mehri misili emzirenden alabilir.
Kocanın büyük karısından olan kızı küçük karısını emzirirse, büyük karısı ebedi
olarak kendisine haram olur. Keza büyük karısı ile gerdeğe girmiş ise küçük
karısı da kendisine ebedi olarak haram olur.
Bir kimsenin nikahında
küçük bir kadın olur da onu ric'i talâkla boşar ve büyük karısı onu emzirirs
onun süt annesi olur. Her ikisi de ebedi olarak kocalarına haram olur.
Bir kimse karısını
boşar da küçük yaştaki birisi onu nikahlarsa ve boşanmış olan kadın birinci
kocanın sütü ile bu küçük kocasını emzirirse, ilk kocasına haram olur ve küçük
kocasına da ebedi olarak haram olur.
Ümmü veledin sahibi,
küçük kölesi ile evlenir ve onu efendisinin sütü ile emzirirse, cariye her
ikisine de haram olur.
Efendisinin kendisi
ile gerdeğe girdiği cariyesi nikahı altında bulunan küçük karısını efendisine
veya başkasına ait süt ile emzirirse, hem cariye hem de küçük kadın efendiye
haram olur.
Bir kimsenin biri
küçük diğeri büyük iki karısı olur ve büyük karısı küçük karısını emzirirse
nikahları fesholur. Büyük karısı kendisine ebedi olarak haram olur. Keza küçük
kadının emdiği süt kocasına ait ise o da kendisine ebedi olarak haram olur.
Süt kocasına ait değilse karısının kızı olur.
Bir kimsenin nikahında
biri büyük üçü küçük dört karısı bulunsa ve büyük olanı küçük kadınları
emzirirse, kocasına ebedi olarak haram olur. Keza küçük karıları da kendisine
haram olurlar. Ancak büyük karısı onları kocasının veya başkasının sütü ile
emzirmiş ve kocasiyle gerdeğe girmiş olmalıdır. Aksi halde kocalarına haram
olmazlar. Şayet sütü boğazlarına beş defa dökmek sureti ile her üçünü beraber
emzirirse (kız kardeş olmaları nedeni ilej nikahları fesholur. Ancak kocalarına
ebedi olarak haram olmazlar. Şayet sıra ile emzirmiş ise mutlak şekilde
kocalarına ebedi haram olmazlar. Birincisinin ve üçüncüsünün nikahı fesholur.
Üçüncüsünü emzirmekle ikincisinin nikahı fesholur. Bir kavle göre ise
ikincisinin nikahı fesholmaz.
Bir kimsenin nikahında
iki küçük karısı olur da yabancı bir kadın onları sırayla emzirirse, her
ikisinin mi yoksa ikincisinin mi, nikahı fesholur bu konuda farklı iki görüş
vardır: Bir kavle göre ikincisinin, en zahir kavle göre her ikisinin nikahı
fesholur.
Bir kimse: "Hint
süt kızımdır veya süt kız kardeşimdir." derse veya bir kadın: "Falan
erkek süt kardeşimdir." derse, birbirleri ile evlenmeleri haram olur.
Karı ve kocanın
aralarında emişmenin oluştuğunu haber verirlerse, birbirinden ayrılırlar.
Gerdeğe girmişlerse, müsemma mehir düşer ve kadının mehri misil alması
vacibtir.
Koca: "Benimle
karım arasında süt emme mevcuttur." diye iddia eder de kadın bunu inkar
ederse, nikahları feshedilir. Kadın kocası ile gerdeğe girmişse, kendisi için
mehri müsemma vardır. Gerdeğe girmemişlerse kendisi için mehrin yarısı vardır.
Kadın kocası ile
arasında emişine olduğunu iddia eder de, kocası bu iddiayı inkar eder ve kadın
rızası ile evlenmişse, kocanın sözü yemini ile birlikte doğrulanır. Kadın
rızası ile evlenmemişse, en sahih kavle göre kadının sözü doğrulanır ve gerdeğe
girmişlerse kadın için mehri misil vardır. Şayet gerdeğe girmemişlerse kadın
bir şey hak edemez.
Süt emmeyi inkar eden
kişiye bu konuyu bilmediğine dair kendisine yemin verdirilir. İddia edene de
konudan haberdar olduğuna dair yemin verdirilir.
Rada', iki erkeğin
veya bir erkekle iki kadının veya dört kadının şahitlik etmesiyle sabit olur.
Fakat rada'ı ikrar etmek, iki erkeğin şahitlik etmesiylei sabit olur.
Emziren kadının
emzirme ücreti talep etmemesi ve emzirdiğini belirtmemesi şartı ile şehadeti
kabul edilir. Keza "Ben onu emzir-dim." diyerek çocuğu emzirdiğini
belirtse de en sahih kavle göre hüküm aynıdır. En sahih kavle göre süt emmeye
şahitlik etmek mahremiyet için kafi değildir. Belki şahit emme vaktini, emme
sayısını ve sütün emen çocuğun midesine ulaştığını söylemelidir. Sütün mideye
ulaşması ise sütün sağıldığını, çocuğun boğazına döküldüğünü ve çocuğun sütü
yuttuğunu görmek veya sütün mideye ulaştığını gösteren bir delilin bulunması
ile olur. Örneğin; kadının süt sahibi olduğunu bildikten sonra çocuğun memeyi
ağzına alarak emmesi ve yemek borusunun sütü yutmak ve sıkmak sebebi ile
hareket etmesi gibi.
Koca birinci derecede
zengin ise karısına her gün iki müd, yoksul ise bir müd ve mali durumu ikinci
derecede ise bir buçuk müd yiyecek vermesi farzdır.
Tartı olarak bir müd,
yüz yetmiş üç tam ve bir dirhemin üçte biri (173+1/3) ağırlığmdadır. Ben
diyorum ki en sahih kavle göre, bir müd yüz yetmiş bir tam ve yedide üç
(171+7/3 ) dirhem kadardır. Allah daha iyi bilir.
Zekât miskini fakir
sayılır. Miskinden üstün olana iki müd nafaka vermesi teklif edilirse orta
halli miskin derecesine iner. İki müd nafaka vermekle miskin derecesine inmezse
musir (varlıklı) sayılır.
Nafakanın belde
halkının genelde kullandığı gıda maddesinden verilmesi vacibtir. Ben diyorum
ki, belde halkının kullandığı nafaka çeşitli ise, kocanın kendi durumuna uygun
olan nafakayı vermesi vacibtir. Birinci derecede zenginlik, fakirlik ve ikinci
derecede zenginlik her gün fecrin doğuşuna göre nazarı itibara alınır. Allah
daha iyi bilir.
Koca, tahılı tane
olarak vermelidir. Keza en sahih kavle göre buğdayı değirmene götürmesi ve unu
ekmek yapması kocanın görevidir. Taraflardan biri tahılın yerine bedelini
talep eder de diğeri istemezse icbar yapılmaz. Şayet kadın kendisine verilmesi
vacib olan nafakanın bedelini isterse, en sahih kavle göre caizdir. Ancak mezhep
alimlerince kabul edilen rivayete göre, tahıl yerine ekmek veya un isterse caiz
olmaz.
Kadın, örfe göre
kocası ile birlikte yemeğini yerse, en sahih kavle göre nafaka hakkını
kaybeder. Ben diyorum ki, kadın reşide değilse ve kocası ile birlikte yemek
yemesi için velisi ona izin vermezse, nafaka hakkını kaybetmez. Allah daha iyi
bilir.
Kocanın karısına
nafaka ile birlikte yağ, tereyağı, peynir ve hurma gibi beldenin alışıla gelen
katığından vermesi vacibtir. Bu katık mevsimlere göre değişebilir. Hakim,
katığı kendi görüşüne göre takdir eder. Hakimin takdiri, kocanın zenginlik ve
fakirlik durumuna göre değişir. Kocanın zenginlik ve yoksulluğu oranında beldenin
örfüne göre karısına et vermesi vacibtir.
Kadın, ekmeği katıksız
yerse de kocası kendisine katık vermesi gerekir.
Kocanın her mevsimde
karısına yetecek kadar gömlek, şalvar, başörtüsü ve ayakkabı gibi giysileri
vermesi vacibtir. Kış mevsiminde onu soğuktan koruyacak manto gibi bir elbise
ilâve eder. Giysi maddesi pamuk olmalıdır. Beldenin örfüne göre kocanın emsali
kimseler kadınlarına ketenden veya ipekten elbise giydiriyorlarsa, en sahih
kavle göre bu maddelerden alması vacibtir.
Halı, keçe ve hasır
gibi gerekli sergileri, keza en sahih kavle göre uyku için gerekli olan yatak,
kış mevsiminde yastık ve yorgan alması da vacibtir.
Tarak ve başa sürülen
yağ gibi temizlik malzemelerini, banyo için lazım olan kapları, koltuk altı vb.
yerlerin nahoş kokularını giderici ilâçları alması gerekir. Kocanın sürme,
kına, süs aletleri ile tedavi için ilâç alması, doktor ve kupa vurdurma
ücretini ödemesi vacib değildir. Kadın hasta olarak geçirdiği günler için
nafaka ve katık isteyebilir.
En sahih kavle göre,
yöre halkının adetine göre hamam ücretini, gusül ve nifastan yıkanması için
gereken suyun ücretini ödemesi vacibtir. En sahih kavle göre ise, hayız ve
ihtilâmdan yıkanması için gerekli olan suyun ücretini koca ödemek
mecburiyetinde değildir.
Kocanın yeme, içme ve
yemek pişirme aletlerini alması gerekir. Örneğin; yemek pişirmek için çömlek;
yemek servisi için çanak; su için testi ve küp alması vacibtir. Kadına uygun
bir ev temin etmelidir. Evin kocanın mülkü olması şart değildir.
Kadının kendi kendine
hizmet etmesi uygun değilse, kocasının kendisine bir hizmetçi tutması vacibtir.
Bu hizmetçinin kocaya ait hür bir kadın, bir cariye, ücretli bir kadın olması
veya kadınla birlikte olup ücreti ödenen hür bir kadının veya bir cariyenin
olması şarttır. Koca ister zengin, ister fakir, ister köle olsun hizmetçi tutmasının
hükmü böyledir.
Koca, karısına ücretle
bir kadını veya cariyeyi hizmetçi tutarsa, ücretten başka bir şey vermesi
gerekmez. Koca kendi mülkiyetinde olan cariye ile hizmetini gördürürse, mülkü
olması sebebi ile ona sadece infakta bulunur.
Kadının arkadaşı onun
hizmetini görürse, koca karısına verdiği nafakanın aynısını ona da vermelidir.
Nafaka, fakir koca için bir müddür. Keza orta halli olan için de en sahih kavle
göre bir müddür. Zengin koca için ise, bir tam ve üçte bir müd (1.1/3)
kadardır.
Giysiye gelince,
kocanın hizmetçiye uygun olan elbiseleri vermesi gerekir. Keza en sahih kavle
göre hizmetçiye, karısına verdiği katığın aynısını verir. Temizlik
malzemelerini vermek mecburiyetinde değildir. Şayet hizmetçi fazla kirlenir ve
bitler kendisini rahatsız ederse, bitleri izale edecek şeyleri vermesi
vacibtir. Şayet kadın örf ve adete göre kendi işlerini kendisi gören kadınlardan
ise ve hastalık veya bir sakatlık sebebi ile hizmetçiye ihtiyaç duyarsa,
kocasının ona hizmetçi tutması vacibtir. Cariye olan karısına hizmetçi
tutmakla yükümlü değildir. Kadın hüsün sahibi ise bir veçhe göre hizmetçi
tutması vacibtir.
Kocanın meskeni
karısına temlik etmesi vacib değildir. Fakat yiyecek gibi harcanıp giden
şeyleri karısının mülkiyetine geçirmelidir. Kadın, mülkiyetine geçirdiği
şeylerde dilediği gibi tasarrufta bulunur. Ancak kendisine zarar gelecek
şekilde cimrilik yaparsa kocası onu bu tasarruftan men eder. Giysi, yemek
kapları ve tarak gibi faydası devam eden şeyleri de kadının mülkiyetine
geçirir. Zayıf kavle göre bu eşyalar da mesken gibi kendilerinden faydalanılan
eşyalardır.
Koca, yazlık ve kışlık
giysileri mevsimin ilk günlerinde verir. Giysiler kocanın bir hatası olmaksızın
aynı mevsimde telef olur ve bu eşyalar kadının mülküdür dememiz halinde, koca
telef olan giysilerin yerine başkasını almakla yükümlü olmaz. Kadın aynı mevsimde
vefat ederse, koca verdiği elbiseleri geri isteyemez.
Koca giysileri ait
olduğu mevsimde vermezse zimmetinde borç olarak kalır.
imam'm son kavline
göre, kadın kocasına teslim olursa nafakası vacib olur. Sadece nikah akdi ile
nafakası vacib olmaz.
Kadın, kocasına
hazırlandığını söyler de kocası bunu inkar ederek anlaşmazlığa düşerlerse, koca
yemini ile birlikte doğrulanır. Kadın bir müddet kendini kocasına teslim
etmezse, geçen zamanın nafakasını vermekle yükümlü olmaz. Kadın teslim olursa,
koca bu haberi aldığı andan itibaren kendisine kadının nafakası vacib olur.
Koca kayıp ise, haberi kendisine ulaştırması için hakim kocanın bulunduğu
beldenin hakimine yazı yazar. Koca kendisi gelir nafakayı teslim eder veya
nafakanın teslimi için bir vekil tayin eder. Koca bu şekilde hareket etmez ve
haberi kendisine ulaşma zamanı geçerse, artık hakim nafakayı takdir eder.
Deli ve murahikin (on
iki yaşma gelmiş çocuğun) durumuna gelince, velileri onları kocalarına teslim
etmesine itibar edilir.
Kadının asiliği, bir mazeret
olmaksızın kocasının kendisine dokunmaya mani olmak şeklinde olsa bile nafaka
hakkını kaybeder. Ancak kadın cinsel ilişkiye dayanamaz veya hasta olup ilişki
kendisine zarar verirse, bu mazeretler nedeni ile nafaka hakkını kaybedemez.
Kadın kocasından izin almadan evden çıkarsa nâşize sayılır. Fakat göçük altında
kalmaktan korkarak evden ayrılırsa nâşize olmaz. Kadın kocasının izni ile
kendisi ile birlikte sefere çıkar veya kocasının işi için tek başına sefere
çıkarsa nafaka hakkını kaybetmez. Ama kendi işi için sefere çıkarsa, en zahir
kavle göre nafaka hakkını kaybeder.
Kadın nâşize (kocaya
itaatsizlik) olup evden çıkıp gider ve kocası da gaip ise ve kocasına itaat
edip geri dönerse, en sahih kavle göre nafakası vacib olmaz. Bu durumda
nafakanın vacib olmasının yolu şudur: Daha önce açıklandığı gibi hakim, kocanın
bulunduğu beldenin hakimine durumu yazarak bildirir.
Kadın kocası gaip iken
ziyaret vb. bir sebeple evden ayrılırsa, nafaka hakkını kaybedemez.
En zahir kavle göre
küçük yaştaki kadının nafakası kocasına vacib olmaz. Büyük yaştaki kadının
nafakası küçük yaştaki kocasına vacib olur.
Kadın kocasından izin
almaksızın hac veya umre için ihrama girer de ihramdan çıkmazsa nâşize sayılır,
ihramdan çıkabilirse evinden ayrılmadıkça nâşize sayılmaz. Kendi işi için veya
izin alarak sefere çıkarsa, evinden ayrılmadıkça nafakayı hak eder.
Koca, karısını nafile
oruç tutmaktan men ettiği halde oruç tutarsa, en zahir kavle göre kadın nâşîze
sayılır. En sahih kavle göre, geniş süreli kaza orucunun hükmü, nafile orucun
hükmü gibi olup onu kaza orucunu tutmaktan men edebilir. Farz olan namazları
ilk vakitte kılmak için acele ederse, kocası ona mani olamaz. Revâtib
sünnetlerin hükmü de böyledir.
Ric'i talâkla boşanmış
kadının nafakası vacibtir. Ancak temizlik masrafı kocasına vacib değildir.
Koca ric'i talâkla
boşadığı karısının hamile olduğunu zannederek ona nafaka verir de sonra hamile
olmadığı anlaşılırsa, iddeti bittikten sonra sarf ettiği nafakayı geri
alabilir.
Hamile değilken, hul'
yolu ile bain talâkla veya üç talâkla boşanan kadının nafakası ve giysisi
kocasının üzerine vacib değildir. Ancak boşanan kadın hamile ise, hamlinden
dolayı hem nafakası hem de giysisi kocası üzerine vacib olur. Bir kavle göre
ise nafaka cenin sebebi ile vacib olur. Birinci görüşe göre (hamilelik sebebi
ile nafakanın vacib olması) şüphe sonucu veya fâsid nikaha dayanılarak kendisi
ile yapılan cinsel temastan dolayı hamile olan kadının nafakası vacib olmaz.
Ben diyorum ki; vefat iddetini bekleyen kadın için nafaka yoktur. Her ne kadar
hamile de olsa hüküm böyledir. Allah daha iyi bilir.
İddet nafakası, nikah
altında bulunan kadın için olan nafaka kadar takdir edilmiştir. Bir kavle göre
vacib olan iddet nafakası, kifayet edecek miktardır. Kadının hamileliği belli
olmadan kocanın ona nafaka vermesi vacib değildir. Hamileliği belli olunca
nafakanın her gün verilmesi vacibtir. Bir kavle göre kadının doğum yaptığı esnada
bir defada verilmesi vacibtir.
Mezhep alimlerince
kabul edilen rivayete göre, kocanın vermediği günlerin nafakası zamanın
geçmesi ile sakıt olmaz.
Koca karısına nafaka
vermekten aciz kalır ve kadın buna katlanıp sabrederse, kadın için kesinleşen
nafaka kocanın zimmetinde borç kalır. Ama sabretmezse, en zahir kavle göre
evliliği feshedebilir. En sahih kavle göre zengin olan koca nafakayı vermezse,
hazır veya kayıp olsun nikah feshedilmez. Şayet koca hazırda olup malı
kendisinden uzakta ise ve malın bulunduğu uzaklık namazı kısaltmayı gerektiren
sefer mesafesi kadar ise, kadın nikahı feshedebilir. Ama sefer mesafesinden az
ise, nikahı feshetme hakkına sahip olamaz. Nafakayı getirmesi için kocasına
emredilir.
Bir kimse, kadının
kocası yerine onun nafakasını karşılarsa, bunu kabul etmek mecburiyetinde
değildir. Koca çalışıp mal kazanmaya muktedir ise bunun hükmü, malı olan
kocanın hükmü gibi olup kadın nikahı feshedemez.
Koca, yoksul olup
nafakayı vermekten aciz kalırsa, kadın nikahı feshetme hakkına sahip olur.
Giysiyi vermekten aciz olan kocanın hükmü, nafakayı vermekten aciz kalan
kocanın hükmü gibidir. Keza en sahih kavle göre katık ve meskeni vermekten
aciz kalan kocanın hükmü de böyledir. Ben diyorum ki en sahih kavle göre,
katığı vermemek nikahı feshetmeye manidir. Allah daha iyi bilir.
422Koca mehri vermekten
aciz kalırsa, bu konuda farklı birkaç görüş vardır: En zahir kavle göre kadın
gerdeğe girmeden önce nikahı feshetme hakkına sahiptir. Gerdeğe girdikten sonra
feshede-mez.
Kocanın yoksulluğu
hakim tarafından tespit edilmedikçe kadın nikahı feshedemez. Hakim nikahı
fesheder veya nikahı feshetmesi için kadına izin verir. Kocanın yoksulluğu
sebebi ile nikahın feshi tespit edildikten sonra bir kavle göre nikah
feshedilir. En zahir kavle göre, kocaya üç gün mühlet verilir ve dördüncü günün
sabahında kadın nikahı feshedebilir. Şayet koca, sadece dördüncü günün
nafakasını teslim ederse, aradan geçen zaman sebebi ile kadın nikahı
feshedemez.
Kadın iki günü
nafakasız geçirir ve koca üçüncü ve dördüncü günün nafakasını da vermekten aciz
kalırsa, kadın dördüncü günü ilk iki güne ilâve eder ve beşinci günün sabahında
nikahı feshetme hakkına sahip olur. Zayıf kavle göre yeniden üç günü beklemeye
başlar. Kocaya tanınan mühlet süresince nafakasını temin etmek için kadının
evinden dışarıya çıkabilir. Fakat geceleyin evine dönmesi şarttır.
Kadın kocasının
yoksulluğuna razı olur veya kocasının yoksul olduğunu bildiği halde nikahı
akdederse sonradan nikahı feshedebilir. Fakat kocasının mehri vermekten aciz
olduğunu bilir ve buna razı olursa sonradan nikahı feshedemez. Küçük ve deli
kadının kocası mehir ve nafakayı vermekten aciz kalırsa velinin nikahı feshetme
hakkı olmaz.
Kocası nafaka
vermekten aciz kalan cariye nikahı feshedebilir. Cariye, kocasının yoksulluğuna
razı olursa, en sahih kavle göre efendinin nikahı feshetme hakkı olmaz. Ancak
cariyeye nafaka vermemek ve ona "Nikahını feshet veya aç kal."
diyerek nikahı feshetmeye icbar edebilir.
Her ne kadar yukarıya
doğru çıksa da ana ve babanın nafakası çocuklarına ve -her ne kadar aşağıya doğru
inse de- çocukların nafakası anne ve babasına vacibtir. Ana-baba ve
çocuklarının dinleri ayrıda olsa hüküm böyledir. Akraba nafakasının vacib
olmasının şartları şunlardır:
Nafakayı veren kendi
şahsının ve aile efradının bir günlük nafakasından fazla bir malı olacak
şekilde zengin olmalıdır. Borç için satılan akar vs. şeyler akrabaların
nafakasını temin etmek için de satılır. En sahih kavle göre çalışıp kazanan
kimsenin nafakayı kazancından vermesi lazımdır. Kifayet miktarı nafakaya malik
olanın veya nafakasını çalışıp kazanan kimsenin nafakası akrabasının üzerine
vacib değildir.
Fakir ve kazanmayan
akraba sakat, küçük veya deli ise nafakası vacib olur. Ancak çalışmaya
muktedir olup çalışmayan akrabanın nafakası hususunda farklı birkaç görüş
vardır: En iyi olan nafakanın vacib olmasıdır. Üçüncü kavle göre ise asıl olan
akraba (ana-baba) nafakasının vacib olmasıdır. Çocukların nafakası ise vacib olmaz.
Ben diyorum ki, üçüncü görüş ezher görüştür. Allah daha iyi bilir.
Akraba nafakası,
kifayet miktarı kadar vacib olur. Nafakanın zamanı geçip donarsa bu nafaka
kişinin zimmetinde borç olmaz. Ancak hakim nafakayı tayin eder veya kişi
kayıpta olur da borç kalmasına izin verir veya koca nafakayı vermekten imtina
ederse kişinin zimmetinde borç olur.
Anne doğumun ilk
anında gelen süt ile çocuğunu emzirmekle mükelleftir. Bu ilk sütten sonra
çocuğu annesinden veya yabancı bir kadından başka emziren kimse yoksa, çocuğu
annesi veya yabancı kadının emzirmesi vacibtir. Çocuğu emziren bir kadın varsa,
çocuğunu emzirmesi için annesi mecbur edilemez.
Kadın kocasının nikahı
altında olup çocuğunu emzirmek isterse, en sahih kavle göre kocası onu çocuğu
emzirmekten men edebilir. Ben diyorum ki en sahih kavle göre, kocasının onu
emzirmekten men etme hakkı yoktur. Alimlerin çoğu bu görüşün sahih olduğunu
söylemişlerdir. Allah daha iyi bilir.
Anne çocuğunu emzirmek
üzere kocası ile anlaşır ve ücreti misil isterse, kocasının bu ücreti kabul
etmesi lazımdır. Kadın ücreti misilden fazla ücret isterse koca kabul
etmeyebilir. Keza yabancı bir kadın sütünü çocuğa teberru eder veya ücreti
misilden az bir ücrete razı olursa, en zahir kavle göre koca karısının
teklifini kabul etmeyebilir.
Bir kimsenin aynı
derecede iki çocuğu olursa, nafaka ikisine de vacib olur. Her iki çocuk aynı
derecede değillerse, en sahih kavle göre yakın derecede olan nafakayı verir.
Akrabalıkta eşit iseler, en sahih kavle göre mirasçı olma durumlarına göre
nafakayı vermekle yükümlü olurlar. İkinci kavle göre ise önce mirasçı olana
sonra akraba olana vacibtir.
Nafaka vermekle
yükümlü iki mirasçı nafakayı eşit oranda mı? Yoksa miras paylarına göre
bölüşerek mi verecekler? Bu meselede iki farklı vecih vardır: Mutemet veçhe
göre nafakayı miras payları itibarı ile bölüşerek verirler.
Anne ve babası olan
küçük çocuğun nafakası babasına aittir. Zayıf kavle göre çocuk baliğ ise her
ikisi ona nafaka vermekle yükümlü olur.
Çocuğun dedeleri veya
nineleri varsa ve bir başkası vasıtası ile çocuğa akraba oluyorlarsa, en yakın
akrabası nafaka vermekle yükümlüdür. Biri başkası vasıtası ile çocuğa akraba
olmuyorsa, yakın akrabası nafaka vermekle yükümlü olur. Bir kavle göre çocuğa
mirasçı olan nafaka vermekle yükümlüdür. Bir başka zayıf kavle göre ise çocuğun
malı üzerinde velayet hakkı olan kişi nafaka vermekle yükümlüdür.
Bir kimsenin aslı ve
fer'i mevcut ise en sahih kavle göre nafakası fer'ine ait olur. Her ne kadar
uzak akraba ise de hüküm böyledir. Bir kimsenin kendisine muhtaç iki akrabası
varsa, önce karısı sonra yakın akrabaları öne alınır. Zayıf kavle göre kendisine
mirasçı olan öne alınır. Bir başka zayıf kavle göre ise kendisinin usulü olan
velisi öne alınır.
Hidane, kendini idare
edemeyen küçük çocuğu kendisine zarar veren şeylerden korumak ve terbiye
etmektir.
Kadınlar hidane
hakkına daha layıktır. Çünkü onlar erkeklere nazaran terbiye hususunda daha
güçlü ve dirayetlidir. Hidane hakkı, kadınlardan öncelikle anneye verilir.
Sonra kadınlardan her ne kadar yukarıya doğru çıksa da anneanneler gelir.
Bunlardan da öncelik hakkı yakın akrabalarındır, imam'm son kavline göre bunlardan
sonra öncelik hakkı baba annenindir. Sonra kadınlardan her ne kadar yukarıya
doğru çıksa da baba annenin annesi gelir. Sonra aynı şekilde babanın babaannesi
gelir. Sonra aynı şekilde dedenin baba annesi gelir, imam'm ilk kavline göre
çocuğun kız kardeşleri ve teyzeleri, onlardan (babaanne, dede ve anneden) önce
gelir. Kız kardeşler teyzelerden önceliklidir. Teyzeler de erkek ve kız
kardeşin kızlarından önceliklidir.
Erkek ve kız kardeşin
kızları haladan önceliklidir. Öz kız kardeş, baba veya anne bir kız kardeşten
önce gelir. En sahih kavle göre baba bir kız kardeş, anne bir kız kardeşten
önce gelir. Baba bir teyze ve hala, anne bir teyze ve haladan önce gelir.
Miras hakkı olmayan
ninelerin hidane hakkı olmaz. Ancak teyze kızı gibi mahrem olmayan kadınların
hidane hakları vardır.
Mirasçı olan tüm
mahrem (baba, dede gibi) erkeklerin mirastaki sıraya göre hidane hakları
vardır. Keza en sahih kavle göre amca çocuğu gibi mahrem olmayan mirasçı erkeklerin
de hidane hakları vardır.
Mahrem olmayan amca
oğluna, şehvet çağma gelmiş kız çocuğu teslim edilemez. Ancak amca oğlunun
yardım edeceği kızı gibi güvenilir bir kadına teslim edilebilir.
Hidane hakkına sahip
akrabalarda miras ve mahremiyet sıfatı, ikisi birlikte yoksa veya mahremiyet
sıfatı olur da mirasçı olma sıfatı yoksa, en sahih kavle göre bunlar hidane
hakkına sahip olmazlar.
Küçük çocuğun bakımına
sahip erkek ve kadın akrabalar bir arada bulunurlarsa, öncelik hakkına annesi
sahiptir. Sonra sırası ile anneanne... gelir. Sonra baba gelir. Zayıf kavle
göre ise anne bir hala ve kız kardeş babadan önce gelir. Usul olan akrabalar
hevaşi olan akrabalardan önce gelirler. Usul akrabalar yoksa, en sahih kavle
göre önce yakın akrabalar gelir. Yakın akrabalar da yoksa, kadın akrabalar
erkek akrabalara tercih edilir. Akrabalardan erkek veya kadın aynı derecede
iseler aralarında kura çekilir.
Köle, deli, fasık ve
kafir akrabanın müslüman çocuğa karşı hidane hakkı yoktur. Çocuğun babasının
nikahı altında bulunmayan
kadının da hidane
hakkı olmaz. Meğer ki çocuğun yanma almasına kocası razı olursa. Ancak annesi,
amcasının oğlu ve babadan olan kardeşinin oğlu gibi bir akrabası ile evli ise,
en sahih kavle göre kadının hidane hakkı devam eder. Şayet çocuğu yanına alan
kadın süt sahibi ise en sahih kavle göre çocuğu emzirmesi de şarttır. Nakıs
olan kadın kemale ererse (kafir olan kadının İslam'a dönmesi gibi) veya nikahlı
olan boşanirsa hidane hakkı devam eder.
Bir çocuğun
annesi mevcut değilse
veya ona bakmaktan sakınırsa, en sahih kavle göre
hidane hakkı anneanneye geçer. Bu hükümlerin tümü mümeyyiz olamayan çocuk ile
ilgili hükümlerdir. Mümeyyiz olan çocuğa gelince bu, anne ile babası arasındaki
nikah akdi kalkan ve dilediğinin yanında kalmayı tercih eden çocuktur. Anne
veya babasından biri deli, kafir, köle veya fasik ise veya annesi yabancı
biriyle evli ise hidane hakkı diğerine geçer. Şayet annesi ve dedesi mevcut
ise, dilediğinin yanında kalabilir. Keza en sahih kavle göre annesi, kardeşi
veya amcası ile bir arada bulunursa veya babası, kız kardeşi veya teyzesi ile
bir arada bulunursa, çocuk dilediğinin yanında kalabilir. Bunlardan birini
tercih eder de sonra başka birinin yanında kalmayı isterse istediği kişiye
teslim edilir.
Erkek çocuk babasının
yanında kalmayı tercih eder de annesini ziyaret etmek isterse, babası buna
mani olamaz. Kız çocuk annesini ziyaret etmek isterse, babası buna mani
olabilir. Kadın ziyaret amacı ile erkek veya kız çocuğunu görmek isterse kocası
buna mani olamaz. Ziyaret bir kaç günde bir defa olur. Çocuklar (erkek veya
kız) hastalanırsa, annelerinin onlara bakıcılık yapması daha iyidir. Ancak
babalarının, kendi evinde onlara bakmaya razı olması şarttır. Baba buna rıza
göstermezse, anneleri kendi evinde onlara bakar.
Erkek çocuk annesinin
yanında kalmayı tercih ederse, gece annesinin yanında kalır. Gündüz ise
babasının yanma gider ki, terbiyesini versin veya okula göndersin veya
öğrenmesi için bir sanat erbabına göndersin. Kız çocuk annesinin yanında
kalmayı tercih ederse, gece gündüz annesinin yanında kalır. Bu durumda babası
onu örf ve adete göre ziyaret eder. Çocuk her ikisinin yanında kalmayı tercih
ederse, aralarında kura çekilir. Hiç birini tercih etmezse, annesinin yanında
kalması daha iyidir. Zayıf kavle göre ise aralarında kura çekilir.
Anne veya babadan biri
bir ihtiyaçtan dolayı sefere çıkarsa, mümeyyiz olan veya olmayan çocuk, sefere
çıkan dönünceye kadar diğerinin yanında kalır veya onlardan biri nakil (başka
beldeye taşınmak) sebebiyle sefere çıkarsa, çocuk için yolun veya nakil yapılan
beldenin emniyetli olması şartı ile babasının yanında kalması evladır. Zayıf
kavle göre sefer mesafesi namazı kısaltma mesafesi kadar olmalıdır. Sefere
çıkma meselesinde asabe olan mahremlerin hükmü, baba ile ilgili hükümler
gibidir. Keza erkek olan çocuk için amca oğlu hakkındaki hüküm de aynıdır. Kız
çocuğu ise amcasının oğlu ile sefere çıkamaz. Ancak amcasının oğlu ile
birlikte kızı olursa kızına teslim edilir.
İster kör ve kötürüm
olsun, ister müdebber ve müstevlede olsun, efendinin malik olduğu köleye belde
kölelerinin çoğunlukla azıklandıkları gıdadan kifayet miktarı nafaka ve giysi
vermesi vacib-tir. Katık ve giysinin de belde kölelerinin çoğunlukta kullandığı
katık ve giysilerden olması vacibtir. Giysinin avret yerlerini örtecek kadar
olması yeterli değildir.
Efendinin kölesinin
hoşlandığı yemeği, katığı ve giysiyi vermesi sünnettir. Donup geçen zamanın
nafakası vacib olmaz.
Efendi nafakayı
vermekten sakınır veya geciktirirse, hakim ona ait malı satarak nafakayı temin
eder. Malı yoksa, kendisine köleyi satmasını veya azad etmesini emreder.
Cariyenin kendi
çocuğunu emzirmesi için efendisi onu mecbur eder. Keza sütü fazla ise,
başkasının çocuğunu emzirmesine, çocuk iki yaşma girince zarar görmezse, onu
sütten kesmesine veya iki yıldan sonra da çocuğu emzirmesine mecbur eder.
Hür olan kadın, iki
yıl boyunca çocuğunu emzirme hakkına sahiptir. Çocuk iki yılım doldurmadan
annesinin veya babasının onu sütten kesme hakkları yoktur. Fakat çocuğa her
hangi bir zarar dokunmazsa onu sütten kesebilirler. Çocuk iki yaşını
doldurduktan sonra onu sütten kesebilir ve iki yıldan fazla onu emzirebilirler.
Efendi kölesine ancak
yapabileceği işi teklif edebilir. İkicinin de rızası olması şartı ile efendinin
kölesinden muharece istemesi caizdir. Muharece, kölenin efendisine günlük veya
haftalık kazancının beli miktarından verdiği haraçtır.
Kişinin sahip olduğu
hayvanına yem vermesi ve su içirmesi va-cibtir. Şayet hayvanına yem vermekten
çekinirse, eti yenen hayvanı satması veya yemini vermesi veya onu kesmesi için
icbar edilir. Eti yenmeyen hayvanı isesatması veya yemini vermesi için icbar
edilir. Yavrusunun zarar görmesi halinde sütünü sağamaz.
Kanal ve ev gibi canlı
olmayan şeylerin onarımı sahipleri tarafından yapılması vacib değildir.