Namazın doğru
olabilmesi için, mutlaka (şu) yirmi yedi şey mlunmahdır:
(1) Abdestli olmak ve yıkanmayı gerektiriri şeylerden uzak aulunmak;[2]
(2)
ayakların, ellerin ve alnın temas edeceği yerlere varıncaya kadar (namaz
kılanın) vücûdunun, elbisesinin ve (namaz kılacağı) yerin göz yumulmayacak
pislikten arınmış olmasıdır ki en doğrusu da budur.
(3) Avret yerlerinin
kapatılması [Elbisenin yakasından ve eteğinin altından[3] avret
mahalline bakmanın;i zararı yoktur},
(4) kıbleye
dönmek [Kâ'be'yi gören Mekkelinin,1! gözünün gördüğü Kâ'be istikâmetine yönelmesi, Mekke'de- dahi;1 bulunsa Kâ'be'yi göremeyenlerin Kâ'be
istikametine yönelmeleri; farz olup doğrusu da budur],
(5) vakit ve vaktin girdiğine inanmak,[4]
(6) niyet etmek ve
(7) ara vermeden tahrîme[5] (iftitah) tekbiri almak,
(8) iftitah tekbirini rükûya eğilmeden ayakta iken almak,
(9)
niyeti, iftitah tekbirinden sonraya bırakmamak,
(10) tek-; biri kendi duyabileceği bir sesle söylemek [en
doğrusu da budur],,
(11) imamla
kılanların, imama uymaya niyet etmeleri,
(12) (kiİman) farzın[6] ve
vacibin[7]
belirtilmesi [nafilelerin belirtilmesi şart değildir],
(13)
nafilelerin dışındaki namazlarda ayakta durmak,[8]
(14) farz
namazların iki rek'atmda, nafile namazların ve vitir
namazının her rek'atında, bir âyet dahi olsa okumak,[9][namazın
doğru olabilmesi için Kur'an'dan herhangi bir şey
tayin (ve tesbit) edilmez.
(15) İmama
uyanlar okumazlar, aksine okunanı dikkatle
dinlerler.[10]
Okunduğu takdirde tahrîmen mekruh olur];
(16) rükû etmek,
(17) sert ve üzerinde alnın sabit kalacağı[11] bir
yere, el içi yahut, secde mahallinin temiz olması şartıyla, elbisenin herhangi
bir tarafına da olsa, sedce etmek [burnun sert yerini
alınla birlikte secdeye koymak vaciptir, alnın secdeye konulmasına mâni bir
özür bulunmadığı halde sadece burunla secde etmek doğru değildir; en doğrusu da
budur],
(18) secde
mahallinin ayakların konulduğu yerden yarım zirâ'dan
daha fazla bir yükseklikte bulunmaması [secde mahallinin yarım zirâ'dan daha fazla yükseklikte bulunması halinde
(yapılan) secdeler caiz olmaz. Ancak sıkışıklıktan dolayı kendi kıldığı namazın
aynısını kılan [12]bir başka kimsenin sırtına
secde edilebiliri;
(19) (secdede)
hem ellerin hem de dizlerin (yere) konulması, doğrusu da budur; secde durumunda
ayak parmaklarından bir kısmının yere konulması [ayağın üst kısmının konulması
yeterli değildir];
(20) rükûyu secdeden önce
yapmak,
(21) secdeden hemen hemen oturma
durumuna gelinceye kadar doğrulmak (ki en doğrusu da budur)
(22) ve tekrar (ikinci) secdeye varmak,
(23) (namazların) sonunda teşehhüd
miktarı (ettahıyyâtü'yii okuyacak kadar) oturmak,[13]
(24) son oturuşu, (namazın diğer) rükünlerinden sonraya
bırakmak,
(25) (gerek
rükünleri ve gerekse son oturuşu) uyanık iken yerine getirmek,
(26)
farzlarını ve sünnetlerini birbirinden ayırdedecek
şekilde namazın keyfiyetini bilmek,
(27) kılınan
farz namazın nafile sayılmaması için bunun farz olduğuna (inanıp) itikad etmek.
Bu sayılanlar içinde
rükün olanlar, kıyam (ayakta durmak), okumak, rükû ve secdeler olmak üzere
dörttür. Bir kısmı* (namazların) sonunda teşehhüd miktarı[14] (et-tahıyyatuyü okuyacak kadar) oturmanın da (namazın)
rükünlerinden olduğunu söylemişlerdir.
Yukarıda sayılanların
haricindekiler ise (namazlann) şartları olup
bunlardan bir kısmı namaza başlamanın sahih ve doğru olması içinki bunlar
namazın dışında[15] olanlardır- şart,
diğerleri ise namazın sıhhat ve doğruluğunun[16]
devamı için şarttır.
[1] Şart, lügatta alâmet; rükün
ise kuvvetli, sağlam bir yer manasınadır. Nitekim Allah Teâlâ:
"Keşke size
yetecek bir kuvvetim olsa veya sağlam bir yere (rükne) sığınabilseydim!
dedi." (Hûd, 80) buyurmaktadır.
Istılahta ise rükün,
bir şeyin diğer bir şeyle ilgili bulunmasıdır ki, ya
bunlardan birisi diğerinin bir cüz'ü olur, ve o şey cümlesinden bulunur; rükün
diye adlandırılan namaz içindeki rükû ve secdeler gibi. Yahut da o şeyin bir
cüz'ü olmaz, bu takdirde ya görünüş itibariyle o şeye
tesir eder, alıcıya aldığı şeyi, satıcıya da aldığı parayı kullanmayı meşru
kılan satış akdi gibi ki buna illet denilir; yahut da görünüş itibariyle o
şeye tesir etmez. Bu takdirde, direkt müessir olmasa dahi, ya
o şeyin bütününün meydana gelmesine sebep olur, namazın farz olmasına sebep
olan ve sebep diye adlandırılan vakit gibi. Yahut da bir şeyin olması başka bir
şeyin var olmasına bağlı olur; Öyle ki beriki, ancak öteki elde edildikten
sonra elde edilebilir. Namazla temizlik arasındaki münasebet gibi. Buna da şart
ve alâmet denilir.
Bu izahlardan sonra
artık rüknün, illetin, sebep, şart ve alâmetin şer'an
ne manaya geldikleri anlaşılabilir.
[2] Arapçada abdestsizliğe,
cünüp; hayızlı ve lohusa
olmaya ise hades denir. Hades:
Meydana gelen (yeni) bir şey, (bir durum) manasına gelmekle beraber şer'î
manası; uzuvlarda bulunan, namaz ve benzeri şeylerin eda edilmesine engel
teşkil eden şey demektir. Küçük ve büyük olmak üzere iki türlü hades vardır. Küçük hades, abdesti gerektirecek; büyük hades
de guslü gerektirecek şeylerin gerçekleşmesiyle meydana gelir. .
[3] Bazıları avret
mahallinin bizzat kendisi tarafından dahi görülmeyecek şekilde kapatılması
gerektiğini ve avret yerinin, elbisenin yakasından görülecek şekilde olması
namazın sıhhatine mânidir dedilerse de doğrusu müellifin dediğidir.
[4] Bununla kasdedilen şudur: Namaz vaktinin girdiğine inanmaksızın
kılınan namaz, gerçekte namaz vakti girmiş dahi olsa makbul değildir.
[5] Arapça bir
kelime olan "tahrîme", masdar
olup birşeyi haram kılmak manasınadır. Şer'î
ıstılahta ise bu kelime, namaz kılanın "Allahü ekber" de-mesidir. Bu
kelimeyi söyleyerek namaza giren kimseye, namaz haricinde helâl olan yeme,
içme, konuşma vb. şeyler haram olduğu için bu tekbire "tahrîme"
denilmiştir.
[6] Farzın
belirtilmesi şu demektir: öğle yahut ikindinin farzı gibi bir farz namaz
kılınmak istendiği zaman, kılınmak istenen bu namaza, meselâ "öğle namazını
kılmaya" diye niyet edilmelidir. İster edâ olarak kılınsın, isterse kaza
olarak kılınsın (hangi namaz olduğu belirtilmelidir). Hangi namaz olduğu
belirtilmeden "farz namazını kılmaya" tarzında niyet etmek yeterli
değildir. Hatta namazın evvelinde, hangi farz olduğu belirtilerek niyet edilse,
sonra bu unutularak nafile kıldığı zannıyla namaz tamamlansa, kılınan bu namaz
farz yerine geçer ve farz borcu düşer.
[7] Vitir namazı, iki rek'at
tavaf namazı, bayram namazları, nezredilmiş namazlar,
başlanılmış ve bozulmuş nafile namazlar gibi.
[8] Ayakta durmanın ölçüsü şudur: Aşağı salman eller,
dizlere varmayacak bir] şekilde bulunmalıdır.
[9] Burada bir takım şeylerin bilinmesi gerekir: Önce
genel manada okumak,| ikincisi hususiyle Fatiha okumayı belirlemek... Namaz
kılan bir kimse yaj farz kılar, ya
nafile, yahut da vitir kılar. Farz namazların ilk iki rekatında,! nafile
namazlarla vitir namazının bütün rekatlarında mutlak manada oku-j mak farzdır. Peki, "Müdhâmmetân"
gibi tek bir kelimeden ibaret olan yahut "Nün" ya
da "Kâf' gibi tek bir harften ibaret bulunan
kısa Kuran âyetlerini (namazlarda) okumak yeterli olur mu?
i
Mezhep âlimleri bu hususta
ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı, bu nevi âyetleri okumanın yeterli olmayacağını,
en doğrusunun da bu olduğunu! söylemişlerdir. Öte yandan Kudûrî
ise, bu âyetlerin okunmasını yeterli görmüştür ki bu, İmam A'zam'm
görüşüne uygundur. Ebû Yûsuf ile Mu-hammed ise, (namazlarda) bir uzun âyet yahut da üç kısa
âyet okumanın şart olduğunu söylemişlerdir. Mezhebimiz âlimlerinin büyük bir
kısmı ihtiyaten bu görüşü benimsemişlerdir ki, ibadet konusunda ihtiyat yolunu
seçmek daha evlâdır.
Öte yandan yukarıda
zikredilen bütün namazlarda okumak üzere1 (Kur'an
âyetleri içinden) bizzat Fâtiha'yı tesbit ve tayin
etmek ise vacip yaj hut
amel yönünden farzdır,
Nafile namazların her rek'atında okumak, nafile namazlardaki ikişer rek'atlar birbirinden ayrı namaz kabul edildikleri için
farzdır. Vitir naf mazının her rek'atında
okumanın farz oluşunun sebebine gelince, vitriii
sünnet olduğu görüşü esas alınınca sebep meydanda; vacip olduğunu tercih
edenlere göre ise, her bir rek'atında ihtiyaten
okumalıdır.
[10] Çünkü Allah Teâlâ: "Kur'an okunduğu
zaman susun ve onu dinleyin ki, size merhamet edilsin." (A'râf, 204) buyurmaktadır. Peygamberimiz (Sattallahu aleyhi vesellemj
de: "Kim imama uyarsa; imamın
okuması, kendisine uyanların okuması yerine geçer" buyurmaktadır.
[11] Alın secdeye
konulduğunda sertlik hissedilmelidir. Binâenaleyh, pamuk gibi üzerine baskı
uygulandığında çöken ve esneyen şeylerin üzerine secde edilmez.
[12] Müellif, yarım zirâ'dan daha yüksek bir yere secde edildiğinde namazın
caiz olabilmesi için üç şart ileri sürmüştür ki; bunların birincisi, böyle bir
yere sıkışıklık sebebiyle secde edilmesi, ikincisi secde edilen yerin namaz
kılanın sırtı olması, üçüncüsü de sırtına secde edilen kimsenin secde edenin
kıldığı, farzın aynısını kılmış olmasıdır. Bazı âlimler, bunlara iki şart daha
ilâve etmişlerdir: Birincisi, başkasının sırtına secde eden kimsenin, dizlerinin
yerde bulunması, ikincisi de kendi sırtına secde edilen kimsenin yere secde
ediyor olmasıdır.
[13] Bu oturuşta,
ister et-tahıyyâtü okunsun ister okunmasın farketmez.
[14] İftitah tekbirinin de rükün olduğu söylenmekte ise de bunun
şart olduği doğru bulunmakta ve (namazların) sonunda teşehhüd miktarı son oturuşu a da aynı şekilde şart olduğu
tercih edilmektedir.
[15] Namazın
dışındaki şartlar, hadesten (abdestsizlikten,
boy abdesti almayı gerektirici şeylerden) ve
necasetten (pisliklerden) temizlenmek, avret yerlişrini
kapatmak, kıbleye dönmek, vakit, niyet ve iftitah
tekbiri olmak üzere altıdır.
[16] Meselâ okuma
işini ayakta iken yapmak; rükûyu, içerisinde okumanın
gerçekleştirildiği kıyamdan (ayakta duruştan) sonra yapmak, secde;ri rükûdan sonra yapmak ve (namaz kılarken) uyanık bulunmak
gibi.