ÜÇÜN­CÜ BÖ­LÜM

SA­TIM AK­Dİ

 

Sa­tım Ak­di­nin Ma­hi­ye­ti

Sa­tım Ak­di­nin Rûkünleri

Sa­tım Ak­di­nin Şart­la­rı

Sa­tış Şart­la­rın­da Mez­hep­le­rin Bir­leş­ti­ği ve Ay­rıl­dı­ğı Nok­ta­lar

Sa­tım Ak­din­de Be­del­ler

Sa­tım Ak­di­nin Uy­gu­lan­ma­sı

İslâmî Hü­küm­ler­le Çe­li­şen Alış-Ve­riş­ler

I- SA­TIM AK­Dİ­NİN MA­Hİ­YE­Tİ

A) Alış-Ve­ri­şin Ta­rih­çe­si:

İn­sa­noğ­lu ye­me, iç­me, ba­rın­ma ve ben­ze­ri ih­ti­yaç­la­rı­nı her za­man ken­di üret­ti­ği şey­ler­den kar­şı­la­ya­maz. Çün­kü ih­ti­yaç­lar çok çe­şit­li ve in­sa­nın üre­tim ka­pa­si­te­si ise sı­nır­lı­dır. Bu yüz­den ta­ri­hin çok es­ki çağ­la­rın­dan iti­ba­ren in­san­lar mal mübâdelesi yap­ma­ya baş­la­mış­lar­dır. Meselâ; elin­de buğ­da­yı olan bu­nu ar­pa, ku­maş ve­ya ih­ti­ya­cı olan bir hay­van­la de­ği­şim yo­lu­na git­miş­tir. Yi­ne ko­yu­nu olan, sı­ğır cin­si hay­van ih­ti­ya­cı­nı ko­yun­la de­ğiş­ti­re­rek kar­şı­la­mış­tır. An­cak gi­de­rek ma­lı mal­la de­ği­şim de­mek olan tram­pa’nın ye­ter­siz­li­ği gö­rül­müş, ma­lı sü­rek­li mal­la de­ğiş­mek ye­ri­ne, ba­zı kıy­met­li ma­den­le­rin, sa­tış be­de­li ola­rak kul­la­nıl­ma­sı dev­ri­ne ge­çil­miş­tir. Böy­le­ce pa­ra­lı eko­no­mi dö­ne­mi baş­la­mış­tır.

Bu sa­tış be­del­le­ri de­mir, ba­kır, bronz, gü­müş ve al­tın­dan ya­pıl­mış madenî pa­ra­lar olup, ön­ce­le­ri kül­çe, hal­ka ve­ya çu­buk şek­lin­de te­da­vül et­miş­tir. Bun­lar­dan al­tın ve gü­mü­şün de­ğe­ri, ağır­lık­la­rı­na gö­re be­lir­len­miş, kül­çe­ler şe­kil ba­kı­mın­dan stan­dart ha­le ge­ti­ri­le­rek, üzer­le­ri­ne ağır­lık ve ayar du­rum­la­rı­nı be­lir­ten işa­ret­ler ko­nul­ma­ya baş­lan­mış­tır.

Kül­çe, çu­buk ve­ya hal­ka şek­lin­de­ki ma­den par­ça­la­rı­nın yas­sı ve yu­var­lak bir bi­çim alın­ca, da­ha kul­la­nış­lı bir ha­le gel­di­ği, hi­le­nin güç­leş­ti­ği, ta­şı­ma ve sak­la­ma­nın da­ha ko­lay ol­du­ğu gö­rül­müş­tür. Böy­le­ce yu­var­lak şe­kil­li, dam­ga­lı al­tın ve gü­müş pa­ra dö­ne­mi­ne ge­çil­miş­tir.1

İş­te ge­rek ma­lı mal­la mü­ba­de­le ve ge­rek­se ma­lı pa­ra kar­şı­lı­ğın­da sat­ma usu­lü in­san­lı­ğın çok es­ki çağ­lar­dan be­ri ih­ti­ya­cı­nı kar­şı­la­mak ve­ya ka­zanç sağ­la­mak ama­cıy­la baş­vur­du­ğu bir yol­dur.

Hz. Pey­gam­ber (s.a)’e han­gi ka­zan­cın da­ha üs­tün ol­du­ğu so­rul­du­ğun­da şöy­le ce­vap ver­miş­tir: “Ki­şi­nin eli­nin eme­ği ve dü­rüst ya­pı­lan (mebrûr) alış-ve­riş­tir.”2 Ya­lan ye­re ye­min ve al­dat­ma ka­rış­ma­yan sa­tım ak­di­ne “mebrûr” alış-ve­riş” de­nir. Baş­ka bir ha­dis­te şöy­le bu­yu­ru­lur: “Hiç­bir kim­se ken­di eli­nin eme­ği­ni ye­mek­ten da­ha ha­yır­lı bir ye­mek ye­me­miş­tir. Şüp­he­siz Al­lah’ın nebîsi Da­vud (a.s) da zırh ya­pa­rak ken­di eli­nin eme­ği­ni yer­di.3

Yu­ka­rı­da­ki ha­dis­ler­den açık­ça an­la­şıl­mak­ta­dır ki, en ha­yır­lı ka­zanç, ki­şi­nin eli­nin eme­ği ile olan ka­zan­cı­dır. İmam el-Mâverdi (ö.450/1058), el-Ahkâmü’s-Sultâniyye isim­li ese­rin­de ka­zanç yol­la­rı­nı zi­ra­at, ti­ca­ret ve sa­nat ol­mak üze­re üçe ayır­dık­tan son­ra, İmam Şâfiî‘n’in (ö.204/819) ti­ca­re­ti di­ğer­le­ri­ne ter­cih et­ti­ği­ni, fa­kat ken­di­si­nin zi­ra­a­tı te­vek­kü­le en ya­kın bul­du­ğu için en üs­tün ka­zanç yo­lu say­dı­ğı­nı be­lir­tir. en-Nevevî (ö.676/1277)’ye gö­re ise zi­ra­at­la san’at ti­ca­re­te ter­cih edi­lir, çün­kü bun­lar­dan ilk iki­si ki­şi­nin eme­ği­ne da­ya­nır. Bu iki­sin­den zi­ra­at de san’at­tan da­ha üs­tün­dür, çün­kü top­lu­ma sağ­la­dı­ğı ya­rar da­ha ge­nel­dir, in­san­la­rı ve hay­van­la­rı kap­sar. Bü­tün can­lı­lar zi­ra­a­te muh­taç­tır.4

 

   B) İslâm’dan Ön­ce­ki Din­ler­de Ti­ca­ret ve Eko­no­mik Ha­yat:

Es­ki çağ­lar­dan be­ri in­san­la­rın ih­ti­yaç­la­rı çe­şit­li san’at ve mes­lek­le­rin or­ta­ya çık­ma­sı­na ne­den ol­muş­tur. İlk in­san ve ilk pey­gam­ber Âdem (a.s)’in do­ku­ma­cı­lık, İd­ris pey­gam­be­rin ter­zi­lik, İb­ra­him (a.s)’in ku­maş ti­ca­re­ti, Nuh ve Ze­ke­ri­ya pey­gam­ber­le­rin ma­ran­goz­luk, Hz. İsa’nın ise kun­du­ra­cı­lık mes­le­ği­nin ön­cü­le­ri ol­du­ğu nak­le­dil­miş­tir. Yi­ne Mu­sa (a.s)’ın, Şu­ayb pey­gam­be­re 8-10 yıl ço­ban­lık yap­tı­ğı, bir­çok pey­gam­ber ve Al­lah dos­tu velîlerin de bu mes­le­ği yap­tık­la­rı bi­lin­mek­te­dir.5

De­mir en­düst­ri­si­nin ilk ku­ru­cu­su Da­vud (a.s)’dır. De­mi­ri ka­lı­ba dö­küp, ona şe­kil ver­me san’atı ona yü­ce Al­lah ta­ra­fın­dan vah­ye­dil­miş­tir. Kur’an-ı Ke­rim’de şöy­le bu­yu­ru­lur: “Şüp­he­siz ki Biz, Dâvud’a nez­di­miz­den bir üs­tün­lük ver­dik: “Ey dağ­lar ve kuş­lar! Da­vud’la bir­lik­te tes­bih edin” de­dik. Ona de­mi­ri yu­mu­şak kıl­dık. Biz Dâvud’a; Ge­niş zırh­lar îmal et, do­ku­ma­sı­nı öl­çü­lü ve sağ­lam yap, di­ye vah­yet­tik. Da­vud’a ve ai­le­si­ne şöy­le de­dik: Sa­lih amel­ler­de bu­lu­nun. Çün­kü ben si­zin yap­tık­la­rı­nı­zı gö­rü­yo­rum.”6 “Biz Da­vud’a, si­zi sa­vaş­ta ko­ru­mak için zırh yap­ma sa­na­tı öğ­ret­tik. Ar­tık şük­re­de­cek mi­si­niz?”7

Ha­san el-Basrî (ö.110/728) ve Katâde (ö.117/735) Da­vud (as.)’ın de­mi­ri ate­şe sok­ma­ğa ve çe­kiç­le döv­me­ğe ih­ti­yaç duy­ma­dı­ğı­nı, onun de­mi­ri eliy­le ip gi­bi di­le­di­ği şe­kil­de bük­tü­ğü­nü söy­le­miş­ler­dir. Zır­hın in­ce ve sert tel­den örül­dü­ğü dü­şü­nü­lür­se, de­mi­re öl­çü­lü su ver­me, onu ka­lı­ba dö­ke­rek şe­kil ver­me sa­na­tı­nın o dö­nem­de ne ka­dar ile­ri­de ol­du­ğu an­la­şı­lır. Da­vud (a.s) hem pey­gam­ber hem de bir hü­küm­dar­dır.8

Sü­ley­man (a.s)’a Yü­ce Al­lah ta­ra­fın­dan bü­yük me­de­ni­yet ve sal­ta­nat ve­ril­miş­tir. Mu­ci­ze ola­rak rüz­gar onun em­ri­ne ve­ril­miş, cin­le­ri iş­çi ola­rak ça­lış­tır­ma imkânı ta­nın­mış ve göz ka­maş­tı­ran sa­ray­lar in­şa­sı onun sal­ta­na­tı­nın sim­ge­si ol­muş­tur. Ni­te­kim Sa­ba’ Me­li­ke­si Bel­kıs’ın Ye­men’den Ku­düs yö­re­si­ne göz açıp ka­pa­yın­ca­ya ka­dar ge­ti­ri­le­bil­me­si bu me­de­ni­ye­tin ruh ola­rak iti­ci gü­cü­nü gös­te­rir.

Kur’an-ı Ke­rim’de o bü­yük sal­ta­na­ta şöy­le yer ve­ri­lir: “Rüzgârı da Sü­ley­man’ın em­ri­ne ver­dik. O, rüz­gar es­ti­ğin­de, sa­bah­le­yin bir ay­lık yo­la gi­der, ak­şam olun­ca da bir ay­lık yol­dan dö­ner­di. Sü­ley­man için eri­miş ba­kı­rı kay­na­ğın­dan su akar gi­bi akıt­tık. Rab­bi­nin iz­niy­le cin­ler­den bir bö­lü­mü, onun em­rin­de ça­lı­şır­dı. On­lar­dan kim em­ri­miz­den çık­tıy­sa ona alev alev ya­nan ate­şin aza­bı­nı tat­tı­ra­ca­ğız. Cin­ler Sü­ley­man’ın is­te­di­ği gi­bi sa­ray­lar, hey­kel­ler, ha­vuz­lar ka­dar bü­yük ça­nak­lar ve sa­bit ka­zan­lar ya­par­lar­dı.”9

Al­lah Teâlâ ti­ca­ret ahlâkı bo­zu­lan, öl­çü ve tar­tı­da hi­le ya­pan Med­yen hal­kı­nın du­ru­mu­nu ör­nek ola­rak ve­rir. Med­yen’e pey­gam­ber ola­rak gön­de­ri­len Şu­ayb (a.s) şöy­le der: “Ey kav­mim! Al­lah’a kul­luk edin, si­zin için O’ndan baş­ka ilah yok­tur. Öl­çü ve tar­tı­yı ek­sik tut­ma­yın. Ben si­zi bol­luk ve be­re­ket için­de gö­rü­yo­rum.”10 “Ey kav­mim! Öl­çü ve tar­tı­yı ada­let­le ve tam ola­rak ya­pın. İn­san­la­ra eş­ya­la­rı­nı ek­sik ver­me­yin. Yer­yü­zün­de boz­gun­cu­luk, ka­rı­şık­lık çı­kar­ma­yın.”11

Med­yen hal­kı pu­ta ta­pan bir top­lum­du. Şu­ayb (a,s) bun­la­rı tevhîd inan­cı­na ça­ğır­dı. On­lar öl­çü ve tar­tı­la­rıy­la, si­lik, ke­sik, vez­ni ek­sik pa­ra­la­rıy­la hal­kı al­da­tır­lar­dı. As­hab-ı ki­ram­dan Zeyd b. Es­lem (r.a)’den ri­va­ye­te gö­re, Med­yen­li tüc­car­lar al­tın (di­nar) ve gü­müş (dir­hem) pa­ra­yı hal­ka, et­ra­fı­nı ke­se­rek sa­yı ile sü­rer­ler, halk­tan alır­ken de bu pa­ra­la­rı tar­tı ile alır­lar­dı.12 Meselâ; dört gram olan al­tın pa­ra­nın ke­nar­la­rın­dan ya­rım gram ka­dar alın­dı­ğı hal­de, sa­yı ile ve­ri­lin­ce yi­ne tam al­tın li­ra ola­rak iş­lem gör­dü­rü­lür. Fa­kat ge­ri alır­ken tar­tı yo­lu­na gi­di­lin­ce sa­tın al­ma gü­cü ya­rım gram ek­sil­miş olur. Böy­le bir pa­ra pi­ya­sa­sı­nın es­naf ve tüc­car le­hi­ne hak­sız ka­zanç mey­da­na ge­tir­di­ği açık­tır. Bu da enf­las­yo­nun ben­ze­ri bir olay­dır.

Şu­ayb (a.s)’ın uya­rı­la­rı­na ku­lak as­ma­yan Med­yen top­lu­mu­nun ba­şı­na ge­len felâketi Kur’an-ı Ke­rim şöy­le ha­ber ve­rir: “Şu­ayb şöy­le de­di: Ey kav­mim! Ol­du­ğu­nuz gi­bi de­vam edin. Ben de yo­lu­ma de­vam ede­ce­ğim. İle­ri­de al­çal­tı­cı aza­bın ki­me ge­le­ce­ği­ni ve ki­min ya­lan­cı ol­du­ğu­nu bi­le­cek­si­niz. Bek­le­yin ba­ka­lım, ben de si­zin­le bir­lik­te bek­li­yo­rum. Azap em­ri­miz ge­lin­ce, Şu­ayb’ı ve onun­la bir­lik­te iman eden­le­ri rah­me­ti­miz­le kur­tar­dık. Za­lim­le­ri ise, kor­kunç bir çığ­lık ya­ka­la­dı. Böy­le­ce yurt­la­rın­da di­züs­tü yı­ğı­lıp kal­dı­lar.”13 “San­ki yer­yü­zün­de ya­şa­ma­mış­lar gi­bi iz­le­ri si­li­nip git­ti. İyi bi­lin ki, da­ha ön­ce Se­mud kav­mi, Al­lah’ın rah­me­tin­den uzak­laş­tı­ğı gi­bi Med­yen kav­mi de, öy­le­ce uzak­laş­tı.”14

So­nuç ola­rak Med­yen top­lu­mu­nun ba­şı­na ge­len ola­yın iki et­ke­ni var­dı:

1) Al­lah’a or­tak koş­ma­la­rı,

2) Alış-ve­riş­le­rin­de hi­le ya­pıp hal­kı al­dat­ma­la­rı.

Kur’an-ı Ke­rim’de zu­lüm ve hak­sız­lı­ğın sem­bo­lü ola­rak gös­te­ri­len Ka­run da, top­lu­mun prob­lem­le­riy­le il­gi­len­me­yen, yok­sul­la­rı gö­zet­me­yen zen­gin­le­re ör­nek teş­kil eder. Ka­run, Mu­sa (a.s)’ın kav­min­den bü­yük ha­zi­ne­le­rin sa­hi­bi olan bir tüc­car­dır. Ha­zi­ne­le­ri­nin anah­tar­la­rı­nı bü­yük bir top­lu­luk an­cak ta­şı­ya­bi­li­yor­du. Ka­run; “Bu ser­vet ba­na, an­cak ben­de bu­lu­nan bir ilim sa­ye­sin­de ve­ril­miş­tir.” der, bü­tün ni­met ve ser­vet­le­rin Al­lah’ın rız­kı ge­niş­let­me­sin­den iba­ret ol­du­ğu­nu dü­şün­mez­di.15 Ka­run bü­yük bir ih­ti­şam­la kav­mi­nin hu­zu­ru­na çı­kın­ca, dün­ya ha­ya­tı­nı ar­zu­la­yan­lar; “Ne olur­du Ka­run’a ve­ri­len­ler gi­bi bi­zim de ol­say­dı. Ger­çek­ten o, bü­yük şans sa­hi­bi bir in­san­dır” der­ler­di.16 İlim sa­hip­le­ri ise top­lu­ma ya­ra­rı ol­ma­yan, sa­de­ce baş­ka­la­rı­na kar­şı bö­bür­len­mek, zu­lüm ve hak­sız­lık yap­mak üze­re top­la­nan böy­le bir ser­ve­te özen­mek ge­rek­me­di­ği­ni söy­ler­ler­di.17

Ka­run’un so­nu şöy­le açık­la­nır: “So­nun­da, Ka­run’u da, evi­ni de ye­re ge­çir­dik. Al­lah’a kar­şı ken­di­si­ne yar­dım ede­cek hiç bir top­lu­lu­ğu ol­ma­dı. O, ken­di­si­ni de sa­vu­na­ma­dı. Da­ha dün onun ye­rin­de ol­ma­yı ar­zu­la­yan­lar: “De­mek ki, Al­lah kul­la­rın­dan di­le­di­ği­nin rız­kı­nı ge­niş­le­ti­yor ve da­ral­tı­yor. Eğer Al­lah bi­ze lu­tuf­ta bu­lun­ma­say­dı, bi­zi de ye­re ge­çi­rir­di. De­mek ki, iman­sız kim­se­ler, as­la kur­tu­luş yo­lu bul­mu­yor­lar.” de­me­ye baş­la­dı­lar.”18

Yu­suf (a.s) da Mı­sır hü­küm­da­rı­nın mâlî ve eko­no­mik iş­le­ri­ni yü­rüt­mek­le gö­rev­len­di­ril­miş­ti. Kur’an-ı Ke­rim’in bil­dir­di­ği­ne gö­re hü­küm­dar şöy­le bir rü­ya gör­müş­tü: “Ben rü­yam­da ye­di se­miz ine­ği ye­di za­yıf ine­ğin ye­di­ği­ni ye­di ye­şil ba­şak ve bir o ka­dar da ku­ru ba­şak gör­düm. Ey ile­ri ge­len­ler! Eğer rü­ya ta­bi­ri­ni bi­li­yor­sa­nız, bu rü­ya­mı ta­bir edi­niz.” de­di.”19 Baş­ka­la­rı­nın ta­bir ede­me­di­ği bu rü­ya­yı Yu­suf (a.s) şöy­le açık­la­dı: Mı­sır ve çev­re­sin­de ye­di yıl bol­luk ola­cak, on­dan son­ra da bu­nu ye­di yıl kıt­lık iz­le­ye­cek. Yu­suf (a.s) bu eko­no­mik bu­na­lım­lı yıl­lar için ça­re ola­rak da, bol­luk yıl­la­rın­da faz­la ürü­nün de­po­lan­ma­sı­nı, kıt­lık yıl­la­rın­da dü­zen­li bir şe­kil­de bun­lar­la ih­ti­yaç­la­rın kar­şı­lan­ma­sı­nı öner­miş­ti.20 Ay­rı­ca hü­küm­da­ra şöy­le bir tek­lif­te bu­lun­muş­tu: “Be­ni ül­ke­nin ha­zi­ne­le­ri­nin ba­şı­na ge­tir. Çün­kü ben, iyi mu­ha­fa­za eden ve iyi bi­len bi­ri­yim.” de­di.21 Ger­çek­ten Yu­suf pey­gam­ber çey­rek yüz­yı­lı içi­ne alan bu çal­kan­tı­lı dö­nem­de ada­let­li bir eko­no­mik dü­zen kur­muş ve top­lu­mu sı­kın­tı­lı yıl­lar için ta­sar­ruf yap­ma­ya alış­tır­mış­tır. Bu yüz­den o, zen­gin­lik­le yok­sul­luk, bol­luk­la dar­lık ara­sın­da den­ge­li bir eko­no­mik mo­de­lin uy­gu­la­yı­cı­sı­dır.

Hat­ta ba­zı ik­ti­sat ta­rih­çi­le­ri, ar­ka­sın­da stan­dart de­ğer­ler bu­lu­nan ilk ka­ğıt pa­ra uy­gu­la­ma­sı­nı M.Ö. 1600 yıl­la­rın­da Mı­sır yö­re­sin­de­ki ba­zı tec­rü­be­le­re da­yan­dı­rır­lar. Bu ise Yu­suf pey­gam­be­rin dö­ne­mi­ne rast­lar. İk­ti­sat ta­rih­çi­si J. Dobretsberger22 Mı­sır’da M.Ö. 1600 yıl­la­rın­da bank­not te­da­vül et­ti­ği­ni söy­ler. Bu ül­ke­de dev­let ha­zi­ne ve de­po­la­rı­nın ema­net ka­bul et­me­si usul­den­di. Halk, elin­de­ki al­tın, mücevherât ve hububâtı sak­lan­mak üze­re bu­ra­la­ra tev­di eder ve ken­di­le­ri­ne ema­net bı­rak­tık­la­rı şe­yin de­ğe­ri­ni be­lir­ten bir mak­buz ve­ri­lir­di. Elin­de böy­le bir mak­buz olan kim­se, bel­ge üze­rin­de ya­zı­lı cins ve mik­tar­da­ki ma­lı di­le­di­ği za­man çe­ke­bi­lir­di. Ti­ca­ret­le uğ­ra­şan­lar bu mak­buz­la­rı mal ve pa­ra ye­ri­ne ka­bul edi­yor­lar­dı. Hat­ta bu bel­ge­ler Fe­ni­ke ve Me­zo­po­tam­ya’da da tedâvül edi­yor­du.23

Di­ğer yan­dan eko­no­mik ha­yat­ta risk den­ge­le­ri­ni ve ma­li­yet un­sur­la­rı­nı bo­za­rak hak­sız ka­zanç­la­ra yol açan fa­i­zin de İslâm’dan ön­ce­ki top­lum­lar­da or­ta­ya çık­tı­ğı ve Ya­hu­di top­lu­mu­na ya­sak­lan­dı­ğı gö­rü­lür.24

So­nuç ola­rak Kur’an-ı Ke­rim’den ba­zı ör­nek­ler sun­ma­ya ça­lış­tı­ğı­mız es­ki top­lum­la­rın ti­ca­ret ve eko­no­mik ha­yat­la­rı gü­nü­mü­ze ışık tut­mak­ta­dır. Çün­kü eko­no­mi­de top­lum den­ge­le­ri, ri­zi­ko, hak­sız ka­zanç, öl­çü ve tar­tı­da hi­le, al­dat­ma, eko­no­mik gü­cü­nü kö­tü­ye kul­lan­ma gi­bi ya­pa­nı Yü­ce Al­lah’ın rı­za­sın­dan uzak­laş­tı­ran hal­ler her dö­ne­min eko­no­mik prob­lem­le­ri­dir. Vah­ye da­ya­lı din­le­rin ya­sak­la­dı­ğı bu nok­ta­la­ra dik­kat et­mek ve em­re­di­len hu­sus­la­rı ye­ri­ne ge­tir­mek va­hiy ve sün­ne­tin bu ko­nu­lar­da ge­tir­di­ği esas­la­rı bil­me­yi ge­rek­ti­rir. Di­ğer ko­nu­lar­da ol­du­ğu gi­bi ti­ca­ri ve eko­no­mik ha­yat­la il­gi­li esas­la­rı bil­mek de he­lal ka­zanç için önem­li­dir. Bu yüz­den biz aşa­ğı­da ticarî mu­a­me­le­le­rin en ge­niş ala­nı­nı teş­kil eden “sa­tım ak­di”ni in­ce­le­me­ye ça­lı­şa­ca­ğız.

 

   C) Alım-Sa­tım Te­ri­mi ve Kap­sa­mı:

 

   1. Sa­tım ak­di­nin ta­ri­fi:

Arap­ça «bey’» söz­cü­ğü sat­mak ve sa­tın al­mak an­la­mın­da zıt an­lam­lı söz­cük­ler­den­dir. “Şirâ” söz­cü­ğü de böy­le­dir. Bey’, söz­lük­te; bir şe­yi bir şe­ye kar­şı­lık ola­rak ver­mek de­mek­tir. Ço­ğu­lu «büyû’»dur. Sa­tış çe­şit­le­ri­nin çok olu­şu ve her bi­ri­nin ken­di­ne ait özel hü­küm­le­ri­nin bu­lun­ma­sı ne­de­niy­le, kla­sik fı­kıh kay­nak­la­rın­da “Kitâbu’l-büyû’ (Alış-ve­riş­ler ki­ta­bı)” baş­lı­ğı ço­ğul ola­rak kul­la­nıl­mış­tır.

Bey’ söz­cü­ğü Kur’an-ı Ke­rim’in al­tı aye­tin­de alış-ve­riş an­la­mın­da te­kil ola­rak kul­la­nı­lır.25 “Alış-ve­riş yap­tı­ğı­nız za­man şa­hit tu­tun” 26 aye­tin­de ise bu ke­li­me “tefâul” vez­nin­de yi­ne ay­nı an­lam­da kul­la­nıl­mış­tır. Şirâ söz­cü­ğü de şu iki ayet­te “sat­tı­lar” an­la­mın­da kul­la­nı­lır: “Yu­suf’u dü­şük fi­yat­la, bir kaç dir­he­me sat­tı­lar”27 “Ken­di­le­ri­ni, kar­şı­lı­ğın­da sat­tık­la­rı şey ne kö­tü­dür. Keş­ke bil­se­ler­di.” 28 An­cak bu iki fi­i­lin sa­tın al­mak an­la­mı için da­ha çok “iftiâl” vez­ni ter­cih edil­miş ve arap di­lin­de kul­la­nıl­mış­tır. “işterâ (sa­tın al­dı)” ve “ibtâa” gi­bi.29

Sa­tım ak­di bir te­rim ola­rak şöy­le ta­rif edil­miş­tir: Ma­lın mal­la özel bir şe­kil­de mü­ba­de­le edil­me­si­dir. El­de edil­me­si is­te­ni­len bir ma­lı, bir be­del kar­şı­lı­ğın­da mu­ay­yen bir şe­kil­de de­ğiş­me­kir.30 el-Mevsılî’nin (ö.683/1284) ta­ri­fi şöy­le­dir: “Mü­te­kav­vim bir ma­lı, mü­te­kav­vim bir mal kar­şı­lı­ğın­da, mül­ki­yet­le­ri nak­let­mek su­re­tiy­le de­ğiş­tir­mek­tir.”31 Mü­te­kav­vim mal; de­ğe­ri olan ve şer’an ya­rar­la­nıl­ma­sı ca­iz bu­lu­nan mal de­mek­tir. İbn Kudâme (ö.620/1223) sa­tış­ta mül­ki­ye­tin nak­li­ni dik­ka­te ala­rak şöy­le ta­rif et­miş­tir: Bir ma­lı mal­la, mül­ki­ye­ti nak­let­mek ve di­ğe­ri­nin mül­ki­ye­ti­ni dev­ral­mak üze­re de­ğiş­mek­tir.

Ha­ne­fi­le­re gö­re mal; in­san ta­bi­a­tı­nın il­gi duy­du­ğu ve ih­ti­yaç için el­de bi­rik­tir­di­ği şey­ler­dir. Bir şe­yin mal olu­şu her­ke­sin ve­ya bir kı­sım in­san­la­rın ona il­gi duy­ma­sıy­la sa­bit olur.32

Beşerî hu­ku­kun sa­tım ak­di ta­ri­fi de şöy­le­dir: “Sa­tım bir akit­tir ki, onun­la sa­tı­cı sa­tı­lan ma­lı alı­cı­nın üst­len­di­ği bir be­del kar­şı­lı­ğın­da alı­cı­ya tes­lim ve mül­ki­ye­ti ona nak­ley­le­mek bor­cu­nu yük­le­nir.”33

Me­cel­le’de, sa­tım ak­di “Ma­lın mal­la de­ğiş­ti­ril­me­si” ola­rak ta­rif edil­dik­ten son­ra (Mad. 105), ak­din mey­da­na gel­me­si için kab­zın şart ol­ma­dı­ğı şöy­le be­lir­len­miş­tir: “Sa­tış­ta kabz şart de­ğil­dir. Fa­kat akit­ten son­ra, ön­ce alı­cı sa­tış be­de­li­ni sa­tı­cı­ya ve ikin­ci ola­rak da sa­tı­cı, sa­tı­la­nı alı­cı­ya ver­me­ye borç­lu olur.” (34)

Di­ğer yan­dan Me­cel­le, ya­pı­lan bir sa­tım ak­di­ni so­nuç do­ğu­rup do­ğur­ma­ma­sı ba­kı­mın­dan “mün’akid” ve “gay­ri mün’akid” ol­mak üze­re iki­ye ayır­mış­tır. Mün’akid so­nuç do­ğu­ran sa­tım ak­di olup; sa­hih, fâsit, nâfiz (der­hal uy­gu­la­na­bi­len) ve mevkûf (yü­rür­lü­ğü baş­ka­sı­nın iz­ni­ne bağ­lı olan) akit çe­şit­le­ri­ne ay­rı­lır. Gay­ri mün’akid, bâtıl akit olup ge­çer­li­li­ği bu­lun­ma­yan bir akit tü­rü­dür.35

 

   2. Satım ak­di­nin da­yan­dı­ğı de­lil­ler:

Şart­la­rı­na uy­gun ola­rak ya­pı­la­cak alış-ve­ri­şin meşrû olu­şu Ki­tap, Sün­net ve İcmâ de­lil­le­ri­ne da­ya­nır.

 

   a) Kur’an’dan de­lil­ler:

Kur’an-ı Ke­rim’de alış-ve­riş­le il­gi­li çe­şit­li ayet­ler var­dır. Ba­zı­la­rı şun­lar­dır: “Ey iman eden­ler! Mal­la­rı­nı­zı ara­nız­da hak­sız­lık­la ye­me­yin. An­cak ken­di rı­za­nız­la yap­tı­ğı­nız ti­ca­ret­le ye­me­niz helâldir.”36 “Al­lah alış-ve­ri­şi he­lal, fa­i­zi ise ha­ram kıl­mış­tır.”37 “Alış-ve­riş yap­tı­ğı­nız za­man şa­hit tu­tun.”38 “Hac mev­si­min­de, Rab­bi­ni­zin faz­lın­dan ti­ca­ret is­te­me­niz (alış-ve­riş ede­rek ka­zanç sağ­la­ma­nız) si­ze gü­nah de­ğil­dir.”39 Öl­çü ve tar­tı­da hi­le ya­pan­lar­la il­gi­li ola­rak da şöy­le bu­yu­ru­lur: “İn­san­lar­dan bir şey öl­çüp alır­ken, tam alan, on­la­ra bir şe­yi öl­çüp ve­ya tar­tar­ken de ek­sik tu­tan hilekârların vay ha­li­ne.”40 Baş­ka bir ayet­te de va­de­li borç­la­rın ya­zıy­la tes­bit edil­me­si is­te­nir. (el-Ba­ka­ra, 2/282)

 

   b) Sün­net­ten de­lil­ler:

Hz. Pey­gam­ber (s.a)’in ti­ca­ret ve eko­no­mik ha­yat­la il­gi­li bir çok söz, fi­il ve­ya tak­rir­le­ri var­dır.

Rasûlullah (s.a)’a han­gi ka­zan­cın da­ha te­miz ol­du­ğu so­ru­lun­ca şöy­le bu­yur­muş­tur: “Ki­şi­nin eli­nin eme­ğiy­le ve mebrûr alış-ve­riş­le ka­zan­dı­ğı­dır.”41 Dü­rüst ya­pı­lan, ya­lan ye­re ye­min ve al­dat­ma ka­rış­ma­yan sa­tı­şa “mebrûr alış-ve­riş” de­nir.

Doğ­ru­luk­tan ay­rıl­ma­yan es­naf ve tüc­ca­rın ahi­ret­te­ki de­re­ce­si şöy­le açık­lan­mış­tır: “Sö­zü ve mu­a­me­le­si doğ­ru tüc­car, kı­ya­met gü­nün­de ar­şın göl­ge­si al­tın­da­dır.”42 Baş­ka bir ha­dis­te İslâm top­lu­mu ra­yiç fi­yat­la alış-ve­ri­şe teş­vik edi­le­rek şöy­le bu­yu­ru­lur: “Bir kim­se gı­da mad­de­le­ri­ni top­la­yıp gü­nün ra­yiç fi­ya­tı ile sat­sa, san­ki onu yok­sul­la­ra ve ih­ti­yaç sa­hip­le­ri­ne üc­ret­siz da­ğıt­mış gi­bi ecir alır.”43

Al­lah el­çi­si bir de­fa­sın­da es­naf ve tüc­ca­rı şöy­le uyar­mış­tır: “Ey tüc­car top­lu­lu­ğu, alış-ve­ri­şe boş söz ve ya­lan ye­re ye­min çok­ça ka­rış­tı­ğı için bu­nu sa­da­ka­la­rı­nız­la te­la­fi edi­niz.” 44

Di­ğer yan­dan sö­zün­de ve işin­de doğ­ru tüc­ca­rın âhiretteki bir­lik­te ola­ca­ğı kim­se­ler şöy­le be­lir­len­miş­tir: “Dü­rüst, sö­zü­ne ve işi­ne gü­ve­ni­len tüc­car, nebîler, sıddîklar ve şe­hit­ler­le be­ra­ber­dir.”45

Hz. Pey­gam­ber ken­di­si de biz­zat alış-ve­riş yap­mış, borç­lan­mış, re­hin ver­miş, or­tak­lık yap­mış­tır. O, in­san­lar çe­şit­li ti­ca­ret mu­a­me­le­le­ri ya­par­lar­ken pey­gam­ber ol­muş ve on­la­rı ti­ca­ret­le­rin­de ser­best bı­rak­mış­tır. An­cak ti­ca­ret ha­ya­tın­da fa­iz, ka­ra­bor­sa­cı­lık, ya­lan, hi­le, ga­bin ve ga­rar gi­bi hak­sız ka­zan­ca yol aça­bi­len şey­ler ya­sak­lan­mış, hak sa­hi­bi­nin hak­kı­nı ala­bil­di­ği ve hak­sız­lık yap­mak is­te­ye­nin dış­lan­dı­ğı bir eko­no­mik sis­tem ku­rul­muş­tur.46

 

 

 

 

c) İcmâ ve akıl de­li­li:

Müs­lü­man­lar alış-ve­ri­şin meşrûluğu ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği için­de­dir. Akıl da bu­nu ge­rek­ti­rir. Çün­kü in­sa­nın, baş­ka­sı­nın elin­de bu­lu­nan şe­ye ih­ti­ya­cı olur. O kim­se­nin de bu ma­lı her za­man be­del­siz ver­me­si bek­le­ne­mez. Bu du­rum in­san­la­rı mal mü­ba­de­le­si­ne zor­lar. İn­san, ya­ra­tı­lış ba­kı­mın­dan medenî iliş­ki­ler için­de bu­lun­ma­ya el­ve­riş­li­dir. Bir çok mu­a­me­le­ler gi­bi alış-ve­riş de top­lum ha­lin­de ya­şa­yı­şın bir ge­re­ği­dir.

Alış-ve­riş­ler­de asıl olan mü­bah­lık­tır. Ki­tap ve sün­net­te açık­ça ya­sak bu­lun­ma­yan ko­nu­lar­da alış-ve­riş ser­best­tir. Ye­ter ki kar­şı­lık­lı rı­za ol­sun ve akit şart­la­rı­na uy­gun ola­rak ya­pıl­sın. Şu ayet­le­rin ge­nel an­la­mı da bu­nu ifa­de eder: “Al­lah alış-ve­ri­şi he­lal kıl­mış­tır” 47 “Siz­den kar­şı­lık­lı rı­za ile ya­pı­lan ti­ca­ret ol­ma­sı du­ru­mu müs­tes­na­dır” 48  Di­ğer yan­dan yer­de ve gök­te olan her­şe­yin in­san için yaratıldığını49 ve Al­lah’ın helâl kıl­dı­ğı şey­le­rin ha­ram sa­yı­la­ma­ya­ca­ğı­nı bil­di­ren ayetlerin50 ge­nel an­la­mı da ya­sak bu­lun­ma­yan ko­nu­lar­da te­mel pren­si­bin “mü­bah­lık” ol­du­ğu­nu gös­te­rir.

 

II- SA­TIM AK­Dİ­NİN RÜ­KÜN­LE­Rİ

 

Bir şe­yin var­lı­ğı ken­di var­lı­ğı­na bağ­lı olan ve onun ya­pı­sın­dan bir par­ça teş­kil eden un­su­ra “rü­kün” de­nir. Şart ise, bir şe­yin var­lı­ğı ken­di var­lı­ğı­na bağ­lı ol­mak­la bir­lik­te, onun ya­pı­sın­dan bir par­ça teş­kil et­me­yen iş ve­ya va­sıf­tır. Meselâ; na­maz­da rü­kü ve sec­de gi­bi, na­ma­zın as­lı­nı oluş­tu­ran ana par­ça ve farz­lar rü­kün olup, bun­lar­dan bi­ri­si ek­sik kal­sa na­maz ge­çer­li ol­maz. Bir sa­tım ak­din­de de icap ve ka­bul rü­kün­dür. Ta­raf­lar­dan bi­ri­nin tek­li­fi, di­ğe­ri­nin de bu­na uy­gun ka­bu­lü bu­lun­ma­dık­ça sa­tış ger­çek­leş­mez. İcap ve ka­bu­lün açık­la­nı­şı söz ve­ya fi­il ile olur.

Ha­ne­fi­ler dı­şın­da­ki ço­ğun­lu­ğa gö­re ise sa­tım ak­di­nin rü­kün­le­ri dört ta­ne olup; sa­tı­cı, alı­cı, ak­din ko­nu­su ve kul­la­nı­lan sıy­ga­dan iba­ret­tir.51

 

   A) İcap ve Ka­bul:

Ha­ne­fi­le­re gö­re bir alış-ve­riş­te ilk ola­rak söy­le­nen “sat­tım ve­ya al­dım” söz­le­ri icap, di­ğer ta­ra­fın bu­nu iz­le­yen “al­dım ve­ya sat­tım” söz­le­ri ise ka­bul ye­rin­de­dir. Bu­ra­da ira­de be­ya­nı­nı ön­ce yap­ma pren­si­bi esas alın­mış­tır. Bu­nu sa­tı­cı ve­ya alı­cı­nın yap­mış ol­ma­sı so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. İlk tek­lif icap, bu­na ce­vap ni­te­li­ğin­de­ki ikin­ci söz ise ka­bul sa­yı­lır.

Ço­ğun­luk müc­te­hid­le­re gö­re ise icap, sa­tı­la­nın mül­ki­ye­ti­ni nak­le­de­cek olan sa­tı­cı­nın sö­zü olup, ön­ce ve­ya son­ra ol­ma­sı so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. Ka­bul de, sa­tı­lan ma­lın mül­ki­ye­ti­ni üze­ri­ne ala­cak olan kim­se­nin olum­lu ira­de be­ya­nı­dır.

 

B) İcap ve Ka­bu­lün Ni­te­lik­le­ri:

İcap ve ka­bu­lün ma­zi siy­ga­sı, ya­ni “di”li geç­miş za­man ki­pi ile ifa­de edil­me­si ge­re­kir. “Sat­tım”, “sa­tın al­dım”, “ka­bul et­tim” de­mek gi­bi. Akit­ler ge­nel ola­rak bu siy­ga kul­la­nı­la­rak ya­pı­lır. Çün­kü ma­zi siy­ga­sı ke­sin­lik ifa­de eder. Bu yüz­den kla­sik fı­kıh kay­nak­la­rı akit­le­rin ya­pıl­ma­sın­da ön­ce ma­zi sıy­ga­sı­nı zik­re­der­ler. An­cak sa­tım ak­di­ni o an­da yap­ma ni­ye­ti bu­lu­nun­ca, akit­te şim­di­ki za­man siy­ga­sı (mu­za­ri) da kul­la­nı­la­bi­lir. “Sa­tı­yo­rum”, “alı­yo­rum”, “bu fi­ya­ta ka­bul edi­yo­rum” de­mek gi­bi. Bu­ra­da ni­ye­tin şart ko­şul­ma­sı, mü­za­ri sıy­ga­sı­nın ge­le­cek ve ge­niş za­ma­nı da kap­sa­ma ih­ti­ma­li­nin bu­lun­ma­sı yü­zün­den­dir.52

Emir sıy­ga­sı ile sa­tım ak­di mey­da­na gel­mez. Me­se­la; alı­cı sa­tı­cı­ya “şu ma­lı ba­na sat” de­se, sa­tı­cı “sat­tım” di­ye ce­vap ver­se, alı­cı­nın üçün­cü ola­rak “sa­tın al­dım” de­me­si ge­re­kir. Ay­nı tek­lif sa­tı­cı­dan da ge­le­bi­lir. Onun; “şu ma­lı­mı sa­tın al” tek­li­fi­ne kar­şı ta­raf “sa­tın al­dım” de­se, ye­ni­den sa­tı­cı­nın “sat­tım” de­me­si ge­re­kir. Bu­ra­da emir sıy­ga­sıy­la ifa­de edi­len ilk tek­lif­ler, ge­le­cek za­man an­la­mı­nı da kap­sa­dı­ğı için icap­tan çok “ica­ba ça­ğır­ma” ni­te­li­ğin­de­dir. Çün­kü in­san­lar ge­nel­lik­le “şu ma­lı ba­na sat” ve­ya “şu ma­lı sa­tın al” gi­bi is­tek­le­ri şüp­he ile kar­şı­lar­lar. Ma­lın ek­si­ği ol­ma­sa böy­le bir tek­lif­te bu­lu­nul­maz­dı, di­ye dü­şü­nür­ler. Pren­sip ola­rak ma­la alı­cı ta­lip ol­ma­lı­dır. An­cak emir siy­ga­sı ak­di o an­da yap­mak ni­ye­tiy­le kul­la­nıl­mış­sa icap ye­ri­ne ge­çer.

 

   Sa­tım ak­di ile ev­li­lik ak­di ara­sın­da­ki fark:

Sa­tım ak­din­de emir siy­ga­sı icap ye­ri­ne geç­mez­ken, ni­kah ak­din­de, emir siy­ga­sı kar­şı ta­ra­fa vekâlet ver­me an­la­mın­da­dır. Ev­le­ne­cek eş­ler­den bi­ri di­ğe­ri­ne ken­di­si­ni nikâhlaması için yet­ki ver­miş­se, tek ki­şi asil ve ve­kil ola­rak nikâh ak­di­nin iki ta­ra­fı­nı üst­len­miş olur. Bir ta­raf di­ğer ta­ra­fın ve­li­si­ne “be­ni fi­lan­ca ile ev­len­dir” di­ye yet­ki ver­se, ve­la­yet ve ve­ka­let yet­ki­si tek ki­şi­de top­lan­mış olur. Hal­bu­ki sa­tım ak­din­de ay­nı ki­şi­nin her iki ta­ra­fı bir­lik­te tem­sil et­me­si ca­iz ol­maz. Çün­kü bir­bi­ri­ne zıt olan men­fa­at­le­ri tek ki­şi­nin ko­ru­ma­sı müm­kün de­ğil­dir. Me­se­la; iki fir­ma­nın bir­lik­te yet­ki­li tem­sil­ci­si olan kim­se, bir fir­ma­nın ma­lı­nı sa­tar­ken, ay­nı ma­lı di­ğer fir­ma adı­na sa­tın al­sa zan al­tın­da ka­lır. Ma­lı pa­ha­lı sat­sa, alı­cı fir­ma, ucuz sat­sa sa­tı­cı fir­ma za­rar et­miş olur. Bu yüz­den çe­li­şen men­fa­at­le­ri den­ge­le­me­si müm­kün ol­maz. An­cak ko­nu­nun ba­zı is­tis­na­la­rı var­dır. Ba­ba kü­çük ço­cu­ğu­na ken­di  ma­lı­nı ra­yiç be­del­le sa­ta­bi­le­ce­ği gi­bi, kü­çü­ğe ait  ma­lı ay­ni şe­kil­de ken­di­si sa­tın ala­bi­lir, Ebû Ha­ni­fe ve Ebû Yûsuf' a gö­re bu ko­nu­da vasî de ba­ba gi­bi­dir.Çün­kü ço­cu­ğa şef­kat­li olan ba­ba,vasî'yi öl­me­den ön­ce ti­tiz­lik­le seçmiş­tir.

 

Alış-ve­riş­te so­ru siy­ga­sı da ica­ba çağ­rı ni­te­li­ğin­de olup icap ye­rin­de sa­yıl­maz. “Şu ma­lı ba­na şu fi­ya­ta sa­tar mı­sın?” so­ru­su­na sa­tı­cı “sat­tım” di­ye ce­vap ver­se, asıl icap sa­tı­cı­nın bu ce­va­bı­dır. Alı­cı­nın ye­ni­den “al­dım” de­me­si ge­re­kir ki, bu so­nun­cu­su ka­bul ni­te­li­ğin­de­dir.

Sa­ta­ca­ğım, ala­ca­ğım gi­bi söz­cük­ler ke­sin­lik ifa­de et­me­di­ği için, bun­lar­la sa­tış mey­da­na gel­mez. Bu­nun­la ak­din o an­da ya­pıl­dı­ğı­na ni­yet et­mek imkânı da bu­lun­maz. Bu siy­ga ile an­cak “sa­tış va’di” ya­pı­la­bi­lir.53

İcap ve ka­bul söz­lü ola­rak ya­pıl­dı­ğı gi­bi ya­zış­ma yo­luy­la da ya­pı­la­bi­lir. Mek­tup, faks ve telg­raf gi­bi ya­zı araç­la­rı ile açık ve ke­sin sa­tın al­ma tek­li­fi ya­pıl­mış­sa bu icap sa­yı­lır. Sa­tı­cı da bu­na söz­lü ola­rak, el­çi ile ve­ya ya­zış­ma yo­luy­la ce­vap ve­rin­ce sa­tış ak­di ta­mam­lan­mış olur. An­cak mek­tup­la icap, so­ru ve­ya emir siy­ga­la­rı kul­la­nı­la­rak ya­pıl­mış ve­ya kar­şı ta­raf­tan tek­lif al­mak amaç­lan­mış­sa, bu­nu “ica­ba ça­ğır­ma” ola­rak ka­bul et­mek ge­re­kir.54

Di­ğer yan­dan ga­ze­te ve der­gi­ler­de yer alan sa­tış ilânlarını, çe­şit­li ki­şi ve ku­ru­luş­la­rın fi­yat lis­te ve bro­şür­le­ri­ni “ica­ba da­vet” ola­rak de­ğer­len­dir­mek ge­re­kir. Çün­kü ilândan kı­sa bir sü­re son­ra sa­tı­cı­nın stok mal­la­rı bit­miş, ya da fi­yat­lar­da ye­ni de­ği­şik­lik­ler ya­pıl­mış ola­bi­lir. Bu yüz­den böy­le bir ila­na da­ya­na­rak sa­tın al­ma is­te­ğin­de bu­lu­nan kim­se­nin ta­le­bi­ni “icap”, sa­tı­cı­nın bu­na olum­lu ce­va­bı­nı ise “ka­bul” ola­rak de­ğer­len­dir­mek ge­re­kir.

 

   C) Te­le­fon­la Alış-Ve­riş:

Te­le­fon­la alış-ve­riş yap­mak bu ara­cın ha­ber­leş­me­de kullanıl­ma­ya baş­la­ma­sın­dan son­ra or­ta­ya çı­kan ye­ni bir me­se­le­dir. Ez­her Üni­ver­si­te­si İlmî Araş­tır­ma­lar ve Fet­va ko­mis­yo­nu bir so­ru üze­ri­ne te­le­fon­la ev­li­lik ak­di ya­pı­la­ma­ya­ca­ğı­na fet­va ver­miş­tir. Bu­ra­da da­ya­nak, ev­le­ne­cek kim­se­le­rin ses­le­ri­nin baş­ka­sı ta­ra­fın­dan tak­lit edil­me ih­ti­ma­li­nin bu­lun­ma­sı­dır.55  Ev­li­lik ak­di­nin öne­mi ve akit sı­ra­sın­da şa­hit­le­rin ha­zır bu­lun­ma­sı­nın ge­rek­li­li­ği gi­bi se­bep­ler­le bu fet­va ye­rin­de­dir. Di­ğer yan­dan İslâm hu­ku­kun­da şa­hit­le­rin ya­nın­da ya­zı­la­cak mek­tup yo­luy­la, uzak­ta bu­lu­nan­la­rın ev­len­me­si­ne de ce­vaz ve­ril­miş­tir. Bel­ki gü­nü­müz­de hü­vi­yet­le­rin tes­pi­ti ve im­za­la­rın alın­ma­sı ba­kı­mın­dan no­ter ben­ze­ri bir ku­ru­lu­şun ara­ya gir­me­si is­pat ko­lay­lı­ğı sağ­lar.

Yüz­yı­lı­mı­zın hız­lı eko­no­mik fa­a­li­yet­le­ri ara­sın­da telg­raf, te­leks ve faks gi­bi, is­te­ği kar­şı ta­ra­fa ya­zı­lı ola­rak ile­ten araç­lar­la ha­ber­leş­me “mek­tup­la icap ve ka­bul­de bu­lun­ma” ni­te­li­ğin­de­dir. Te­le­fon da gü­nü­müz­de ti­ca­ret ha­ya­tı­nın ay­rıl­maz bir par­ça­sı ol­muş­tur. Te­le­fon ve­ya tel­siz, ta­raf­la­rın ira­de­le­ri­ni bir­bi­ri­ne ulaş­tırma­da za­man sü­re­ci­ni kal­dır­mak­ta, ha­zır­la­rın gö­rüş­me­si­ne ben­ze­yen bir or­ta­mı mey­da­na ge­tir­mek­te­dir. Bu yüz­den be­şe­ri hu­kuk­ta te­le­fon­la ya­pı­lan icap­lar, ha­zır­lar ara­sın­da ya­pı­lan icap­la­ra ben­ze­til­miş­tir.56

İslâm’da da te­le­fon­la sa­tım ak­di yap­mak müm­kün ve ca­iz­dir. Bu gö­rüş, ara­da bir du­var ve­ya sur gi­bi bir en­gel ol­du­ğu hal­de bir­bi­ri­nin se­si­ni du­ya­bi­le­cek ka­dar uzak­lık­ta­ki ki­şi­le­rin akit ya­pa­bi­le­cek­le­ri esa­sı­na da­ya­nır.57 An­cak te­le­fon­la gö­rüş­me­de ta­raf­la­rın be­del­le­ri o an­da tes­lim imkânı bu­lun­ma­dı­ğı için böy­le bir akit stan­dart (mislî) ve­ya ön­ce­den ni­te­lik­le­ri be­lir­li olan mal­la­rın sa­tı­şı için el­ve­riş­li­dir. Eğer sa­tış pe­şin ola­rak ya­pıl­mış­sa, be­lir­le­nen şe­kil­de ma­lın am­ba­ra ve­ril­me­si ve pa­ra­nın da  gön­de­ril­me­si ge­re­kir. Be­del­le­rin ile­ri­ki bir ta­rih­te tes­li­mi ka­rar­laş­tı­rıl­mış olur­sa sa­tım ak­di de­ğil “sa­tış va’di” söz­leş­me­si mey­da­na ge­lir. Pa­ra pe­şin mal da­ha son­ra­ki bir ta­rih­te tes­lim an­laş­ma­sı ya­pıl­mış­sa, bu­na da “se­lem” hü­küm­le­ri uy­gu­la­nır.

 

   D) Dış Ül­ke­ler­le Alış-Ve­riş­te İcap ve Ka­bul:

İh­ra­cat ve it­ha­lat iş­lem­le­rin­de mev­cut bir mal üze­rin­de pe­şin an­laş­ma ya­pıl­mış­sa, ak­re­di­tif iş­le­mi pe­şin ye­ri­ne ge­çer. Çün­kü mal ha­zır­la­nıp dış ül­ke­ye gön­de­ri­lin­ce be­del­le­rin mü­ba­de­le­si pa­ra­nın çe­kil­di­ği an­da ger­çek­leş­miş sa­yı­lır. Ni­te­lik­le­ri be­lir­li stan­dart bir ma­lı üre­te­rek ve­ya iç pi­ya­sa­dan sa­tın ala­rak ih­raç et­me­yi üst­le­nen kim­se ise, alı­cı ki­şi ve­ya fir­ma ile pa­ra pe­şin an­laş­mış­sa bu bir “se­lem (pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye)” ak­di olur. Pa­ra, ma­lın sı­nır­dan çı­kı­şı üze­ri­ne ak­re­di­tif­li mu­a­me­le ile tes­lim alı­na­cak­sa, baş­lan­gıç­ta­ki söz­leş­me­yi “sa­tış va­di” ola­rak de­ğer­len­dir­mek ge­re­kir. Çün­kü hem pa­ra hem de mal ve­re­si­ye ile sa­tım ak­di mey­da­na gel­mez. Si­pa­ri­şi ve­ri­len şey pro­je­si bel­li mo­tor, ma­ki­na, fab­ri­ka gi­bi se­ri stan­dar­dı bu­lun­ma­yan ni­te­lik­te ise, ya­pı­lan söz­leş­me “is­tis­na ak­di” sa­yı­lır. İle­ri­de bu alış ve­riş şe­kil­le­ri­ni açık­la­ya­ca­ğız.

 

   E) Teâtî Yo­lu ile Alış-Ve­riş:

Fi­ya­tı be­lir­li bir ma­lı, icap ve ka­bul for­ma­li­te­le­ri­ne uy­mak­sı­zın, pa­ra­yı ve­rip ma­lı al­mak fi­i­li­ne “te­a­ti” ve­ya “muâtât” sa­tı­şı de­nir. Me­se­la; alı­cı ma­lı alır ve sa­tı­cı­ya da be­de­li­ni öder. An­cak ara­la­rın­da sa­tış­la il­gi­li bir ko­nuş­ma geç­mez, işa­ret de ya­pıl­maz. Bu şe­kil­de sa­tı­lan şe­yin ucuz ve­ya pa­ha­lı mal­lar­dan ol­ma­sı so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. Alı­cı­nın ra­hat­lık­la ala­bi­le­ce­ği ye­re ko­nu­lan ga­ze­te, der­gi, ki­tap, ek­mek ve ben­ze­ri şey­ler bu tarz­da alış-ve­ri­şe el­ve­riş­li­dir. Bu gi­bi şey­le­rin fi­yat­la­rı ön­ce­den bi­lin­di­ği için ta­raf­lar için al­dan­ma söz ko­nu­su ol­maz.

Ba­zan ta­raf­lar­dan bi­ri­si­nin ira­de be­ya­nı söz­lü, di­ğe­ri­nin­ki ise fi­il ile ola­bi­lir. Alı­cı­nın söz­lü alım tek­li­fi­ne, sa­tı­cı­nın ko­nuş­ma­dan ma­lı pa­ket­le­yip ver­me­si gi­bi.

Hanefî, Malikî ve ter­cih edi­len gö­rüş­le­rin­de Hanbelîlere gö­re, teâtî yo­luy­la sa­tış; mu­tat, rı­za­ya delâlet eder ve ta­raf­lar­dan her bi­ri­si­nin ira­de­si­ni tam ola­rak ifa­de eder ni­te­lik­te ol­du­ğu za­man ge­çer­li olur. Çün­kü sa­tım ak­di, rı­za­ya delâlet eden her şey­le ya­pı­la­bi­lir. Di­ğer yan­dan her asır­da in­san­lar çar­şı ve pa­zar­lar­da teâtî yo­luy­la alış-ve­riş yap­mış­lar ve müc­te­hid­ler­den on­la­ra kar­şı çı­kan ol­ma­mış­tır. Bu yüz­den ko­nu üze­rin­de ic­ma mey­da­na gel­miş­tir. Bu­ra­da rı­za­ya delâlet eden bir karînenin bu­lun­ma­sı ye­ter­li­dir. An­cak ni­kah ak­di fi­il ile mey­da­na gel­mez. Söz­lü icap ve ka­bul ge­re­kir. Çün­kü bu akit önem­li olup ih­ti­ya­tı ge­rek­ti­rir.58

Şâfiîlere gö­re, sa­tım ak­di an­cak açık ve­ya ka­pa­lı ola­rak icap ve ka­bu­le delâlet eden söz­ler­le mey­da­na ge­lir. Ma­lı eli­ne alıp, sa­tış be­de­li­ni bı­rak­mak­la sa­tış ger­çek­leş­miş ol­maz. Sa­tı­lan şe­yin ba­sit ve­ya de­ğer­li ol­ma­sı da du­ru­mu de­ğiş­tir­mez. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber “Sa­tım ak­di an­cak kar­şı­lık­lı rı­za ile olur.”59  bu­yur­muş­tur. Rı­za ise kalp­te kal­dı­ğı sü­re­ce ka­pa­lı bir du­rum­dur. Bu yüz­den söz­lü ola­rak dı­şa açık­lan­ma­sı ge­re­kir. Di­ğer yan­dan, sa­tı­şın ya­pı­lıp ya­pıl­ma­dı­ğı­nı is­pat için de bu­na ih­ti­yaç var­dır. Ni­te­kim şa­hit­le­rin ha­kim önün­de­ki ifa­de­le­ri an­cak söz­lü ya­pıl­dı­ğı za­man ka­bul edi­lir.

Teâtî şek­lin­de ya­pı­lan alış-ve­ri­şi Şâfiîlerden ön­ce Gazzâlî (ö.505/1111) ba­sit eş­ya­nın, Nevevî (ö.676/1277) ve Ba­ğa­vi (ö.436/1044)’nin için­de bu­lun­du­ğu bir grup bil­gin ise ti­ca­ret ör­fü­nün ce­re­yan et­ti­ği her çe­şit ma­lın alım sa­tı­mın­da ca­iz gör­dü­ler.60

 

   F) Akit Mec­li­si:

Sa­tım ak­din­de mec­lis, ak­din ya­pıl­dı­ğı yer ve za­ma­nı ifa­de eder. Mec­lis; alış-ve­riş ya­pan­la­rın bir­bi­rin­den be­de­nen ay­rıl­ma­sı, ko­nuş­ma­lar­da alış-ve­ri­şin söz ko­nu­su ol­mak­tan çık­ma­sı ve­ya sa­tış ak­di­nin mey­da­na gel­me­si gi­bi ne­den­ler­le so­na erer.

Sa­tım ak­di ha­zır­lar ara­sın­da ya­pı­lı­yor­sa, ta­raf­lar bir ara­ya ge­lip de alım-satım­la meş­gul ol­ma­ya baş­la­yın­ca akit mec­li­si te­şek­kül et­miş olur. Me­cel­le’nin ta­ri­fi şöy­le­dir: “Alış-ve­riş mec­li­si, ta­raf­la­rın pa­zar­lık için bir ara­ya gel­me­si­dir.” 61

Mek­tup ve­ya el­çi ara­cı­lı­ğı ile ya­pı­la­cak alış-ve­riş­ler­de, mu­ha­ta­bın mek­tu­bu oku­du­ğu ve­ya el­çi­nin icap ha­be­ri­ni kar­şı ta­ra­fa ulaş­tır­dı­ğı za­man mec­lis te­şek­kül et­miş olur. Te­le­fon­la ko­nuş­ma­lar­da ise, ta­raf­lar alış-ve­riş­ten söz et­me­ye baş­la­yın­ca, mec­lis oluş­muş sa­yı­lır.

Söz, fi­il ve­ya dav­ra­nış­lar­la ka­bul ve­ya red ira­de­si bel­li olun­ca­ya ka­dar akit mec­li­si de­vam eder.

 

   G) Mec­lis Mu­hay­yer­li­ği:

Alış-ve­riş­te icap ve ka­bul bir­lik­te bu­lun­ma­dık­ça tek tek bağ­la­yı­cı ol­maz. Bu yüz­den icap­tan son­ra, kar­şı ta­ra­fın ak­di ka­bul ve­ya red ser­best­li­ği var­dır. Sa­tış tek­li­fi­ni ka­bul eder­se, akit ta­mam­lan­mış, red eder­se, icap hü­küm­süz ol­muş bu­lu­nur. İş­te icap­tan son­ra kar­şı ta­ra­fın sa­hip ol­du­ğu bu ka­bul ve­ya red yet­ki­si­ne “ka­bul mu­hay­yer­li­ği” de­nir.

Ta­raf­lar icap ve ka­bul­de bu­lu­na­rak ak­di ta­mam­la­dık­tan son­ra, aca­ba akit mec­li­sin­de bu­lun­duk­la­rı sü­re için­de ak­di boz­ma imkânı var mı­dır? He­men şu­nu be­lir­te­lim ki, bir akit­ten son­ra sa­tı­cı ve alı­cı bir­lik­te ak­di fes­het­mek is­ter­ler­se, bu her za­man müm­kün ve ca­iz­dir. Bu du­rum­da ta­raf­lar al­dık­la­rı­nı ge­ri ve­re­rek ak­di so­na er­dir­miş olur­lar. Bu çe­şit fes­he “ikâle” de­nir. Bi­zim bu­ra­da üze­rin­de dur­mak is­te­di­ği­miz ko­nu ise, aca­ba ta­raf­lar­dan bi­ri­si, mec­lis sü­re­sin­ce, kar­şı ta­raf ra­zı ol­ma­sa bi­le tek yan­lı ira­dey­le ak­di fes­he­de­bi­lir mi? Baş­ka bir de­yim­le icap ve ka­bul­den son­ra ta­raf­lar için mec­lis mu­hay­yer­li­ği hak­kı var mı­dır?

Hanefî, Mâlikî ve Me­di­ne­li ye­di fa­ki­he gö­re, sa­tım ak­di icap ve ka­bul ile bağ­la­yı­cı olur. Çün­kü bu be­del­li bir akit olup, al­ma ve sat­ma söz­cük­le­ri­nin mü­cer­red ola­rak bir­bi­ri­ne bağ­lan­ma­sı ile mey­da­na ge­lir. Baş­ka bir de­yim­le mec­lis mu­hay­yer­li­ği­ne ih­ti­yaç kal­maz. Hz. Ömer’in (ö.23/643) şöy­le de­di­ği nak­le­dil­miş­tir: “Sa­tış ya bir akit­tir, ya da mu­hay­yer­lik var­dır.” 62

Bir ak­din mey­da­na gel­dik­ten son­ra as­kı­da kal­ma­ma­sı ve­ya par­ça­lan­ma­ma­sı ge­re­kir.

Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re, icap ve ka­bu­lün bir­leş­me­si so­nu­cu sa­tım ak­di ta­raf­lar akit mec­li­sin­de bu­lun­duk­la­rı sü­re­ce, ca­iz ya­ni bağ­la­yı­cı ol­ma­ya­cak şe­kilde mey­da­na ge­lir. Bu tak­dir­de ta­raf­lar­dan her bi­ri­si bi­ra­ra­da bu­lun­duk­la­rı ve­ya ara­la­rın­da baş­ka tür­lü bir mu­hay­yer­lik be­lir­le­me­dik­le­ri sü­re­ce, sa­tı­şı fes­het­mek ve­ya de­vam et­tir­mek, ko­nu­sun­da se­çim­lik hak­ka sa­hib­tir. Kı­sa­ca sa­tı­cı ve­ya alı­cı icap ve ka­bul­den son­ra da alış-ve­riş ya­pı­lan yer­den ay­rı­lın­ca­ya ka­dar tek yan­lı ira­de ile sa­tı­şı bo­za­bi­lir. Bu­na “mec­lis mu­hay­yer­li­ği” de­nir. Ta­raf­la­rın ne za­man bir­bi­rin­den ay­rıl­mış sa­yı­la­cak­la­rı­nı örf be­lir­ler. Bu ise, sa­tı­cı ve­ya alı­cı­nın alış-ve­riş yap­tık­la­rı yer­den ay­rıl­ma­sıy­la ger­çek­le­şir.63

Bu iki gö­rü­şün or­tak ola­rak da­yan­dı­ğı de­lil şu ha­dis­tir:

“Sa­tı­cı ve alı­cı, bir­bi­rin­den ay­rıl­ma­dık­la­rı sü­re­ce sa­tı­şı boz­ma hak­kı­na sa­hip­tir­ler.”64 Hanefîler “bir­bi­rin­den ay­rıl­ma­dık­la­rı sü­re­ce” ifa­de­si­ni, “icap ve ka­bul ira­de­le­ri­ni açık­la­ma­dık­la­rı sü­re­ce” tar­zın­da an­la­mış­lar­dır. Bu­na gö­re, icap­ta bu­lu­nan kim­se, kar­şı ta­raf ka­bul edin­ce­ye ka­dar bu tek­li­fin­den ca­ya­bi­le­ce­ği gi­bi, kar­şı ta­raf da bu tek­li­fi ka­bul ve­ya red­det­me hak­kı­na sa­hip­tir. Kı­sa­ca sa­tım ak­di icap ve ka­bul ile bağ­la­yı­cı olur ve ta­raf­lar be­del­le­ri ver­me­yi üst­len­miş olur­lar. 65

Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re ise ha­dis­te­ki “bir­bir­le­rin­den ay­rıl­ma”dan mak­sat be­den ola­rak ay­rıl­ma­dır. Bu da akit mec­li­sin­den ay­rıl­ma ile ger­çek­le­şir. Bu yüz­den ta­raf­lar­dan bi­ri­si is­ter­se mec­lis so­nu­na ka­dar sa­tı­şı bo­za­bi­lir.66

Me­cel­le 182. mad­de­de Hanefîlerin gö­rü­şü esas alı­na­rak şöy­le de­nil­miş­tir: “Alış-ve­riş mec­li­sin­de, icap­tan son­ra mec­lis so­nu­na ka­dar ta­raf­lar se­çim­lik hak­ka sa­hip­tir.” Bu­na gö­re, icap­ta bu­lu­nan, bu tek­li­fin­den mec­lis so­nu­na ka­dar ca­ya­bi­le­ce­ği gi­bi, kar­şı ta­raf da ka­bul ve­ya red şek­lin­de­ki ira­de be­ya­nı­nı mec­lis so­nu­na ka­dar ge­cik­ti­re­bi­le­cek­tir.

De­va­mın­da­ki mad­de­ler­de rücû hak­kı­nın kul­la­nıl­ma­sı şöy­le di­le ge­ti­ril­miş­tir: “İcap­tan son­ra, ka­bul­den ön­ce ta­raf­lar­dan bi­ri, akit yap­mak is­te­me­di­ği­ni gös­te­ren bir söz ve­ya fi­il­de bu­lu­nur­sa icap bâtıl olup, ka­bu­le ma­hal kal­maz.” 67 “Ta­raf­lar­dan bi­ri icap­ta bu­lu­nup da kar­şı ta­ra­fın ka­bu­lün­den ön­ce rücû et­se, icap bâtıl olur ve on­dan son­ra­ki ka­bul ile sa­tım ak­di mey­da­na ge­le­mez.” 68

Di­ğer yan­dan Malikîler bu ko­nu­da ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re kar­şı çı­ka­rak, icap­ta bu­lu­na­nın ar­tık kar­şı ta­ra­fın ka­bu­lü­ne ve­ya ka­bu­lün ge­cik­me­si ha­lin­de ni­ha­yet alış-ve­riş mec­li­si­nin so­nu­na ka­dar bu tek­li­fin­den dö­ne­me­ye­ce­ği esa­sı­nı be­nim­se­miş­tir.69

An­cak ta­raf­lar­dan bi­ri­si ve­ya her iki­si sa­tış ger­çek­leş­me­den ön­ce dük­kan, mar­ket ve ma­ğa­za gi­bi alış-ve­riş ya­pı­lan yer­den ay­rı­lın­ca, ön­ce­ki ya­pı­lan icap ya­ni be­lir­li fi­yat­la ya­pı­lan sa­tış ve­ya alış tek­li­fi ge­çer­li­li­ği­ni yi­ti­rir. Alı­cı son­ra­dan ye­ni­den ge­le­rek ay­nı ma­lı sa­tın al­mak is­te­se, sa­tı­cı ye­ni bir tek­lif­te bu­lu­na­bi­lir. Bun­da gö­rüş bir­li­ği var­dır.

 

III - SA­TIM AK­Dİ­NİN ŞART­LA­RI

 

Bir sa­tım ak­din­de dört çe­şit şar­tın bu­lun­ma­sı söz ko­nu­su olur. Bun­lar fı­kıh kay­nak­la­rın­da şu baş­lık­lar al­tın­da in­ce­le­nir: Mey­da­na gel­me (in’ikâd) şart­la­rı, ge­çer­li ol­ma (sıh­hat) şart­la­rı, yü­rür­lük ka­zan­ma (nefâz) şart­la­rı ve bağ­la­yı­cı ol­ma (lüzûm) şart­la­rı. Bu şart­la­rın ama­cı, in­san­lar ara­sın­da­ki an­laş­maz­lık­la­rı ön­le­mek, ta­raf­la­rın kar­şı­lık­lı men­fa­a­ti­ni ko­ru­mak, al­dan­ma ris­ki­ni kal­dır­mak ve bi­lin­mez­li­ğin yol aça­bi­le­ce­ği hak­sız­lı­ğı gi­der­mek­tir. Mey­da­na gel­me şar­tı ek­sik olan akit bâtıl olur. Sıh­hat şar­tı ye­ri­ne gel­mez­se Hanefîlere gö­re akit fa­sit olur. Yü­rür­lük şar­tı bu­lun­maz­sa akit ica­ze­te ka­dar as­kı­da (mevkûf) ka­lır. Bağ­la­yı­cı­lık şar­tı bu­lun­ma­yan akit­te ise, ta­raf­la­rın mu­hay­yer­lik hak­kı söz ko­nu­su olur. Aşa­ğı­da bun­la­rı açık­la­ya­ca­ğız:

 

   A) Mey­da­na Gel­me (İn’ikâd) Şart­la­rı:

Bir ak­din şer’an ta­mam sa­yı­la­bil­me­si için ge­rek­li olan şart­la­ra mey­da­na gel­me şart­la­rı de­nir. Bu şart­lar­da­ki bir ek­sik­lik ak­di bâtıl kı­lar.

Hanefîlere gö­re, mey­da­na gel­me şart­la­rı dört kıs­ma ay­rı­lır. Bun­lar ak­di ya­pan­lar­la, ak­din ken­di­si ile, ak­din ya­pıl­dı­ğı yer­le ve­ya ak­din ko­nu­su ile il­gi­li şart­lar­dır.

 

   1. Ak­din ta­raf­la­rı ile il­gi­li şart­lar:

 

   a) Eh­li­yet:

Ha­ne­fi­le­re gö­re alış-ve­riş ya­pa­cak olan kim­se­nin akıl­lı ol­ma­sı, ya­ni iyi ile kö­tü­yü, kârla za­ra­rı ayı­ra­bi­le­cek bir akıl ol­gun­lu­ğu­na ulaş­ma­sı ge­re­kir. Bu da ge­nel ola­rak ye­di ya­şı­nı dol­dur­mak­la ka­za­nı­lır. De­lil Hz. Pey­gam­be­rin şu ha­di­si­dir: “Ye­di ya­şı­na gir­dik­le­ri za­man ço­cuk­la­rı­nı­za na­ma­zı em­re­di­niz.” 70 Bu ha­di­se gö­re ye­di ya­şın­da na­ma­zın an­la­mı­nı kav­ra­ya­bi­len bir ço­cuk gün­lük ba­zı muame­le­le­rin an­la­mı­nı da kav­ra­ya­bi­lir. Bu­na gö­re, akıl has­ta­sı ile tem­yiz gü­cü­ne sa­hip ol­ma­yan ye­di ya­şın­dan kü­çük­le­rin alış-ve­riş yap­ma­sı ge­çer­li de­ğil­dir. Kü­çü­ğün ve­ya zor­la­nan (mük­reh) ki­şi­nin yap­tı­ğı alış-ve­ri­şin hük­mü­nü şöy­le­ce açık­la­ya­bi­li­riz:

 

   Mü­mey­yiz kü­çü­ğün alış-ve­ri­şi:

Hanefî, Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re, ye­di yaş­la er­gin­lik ça­ğı ara­sın­da bu­lu­nan mü­mey­yiz kü­çü­ğün ya­pa­ca­ğı alış-ve­riş ve­li­si­nin iz­ni bu­lun­mak şar­tı ile ge­çer­li olur. Ak­si hal­de ve­li­si izin ve­rin­ce­ye ka­dar sa­tış ak­di as­kı­da (mevkûf) ka­lır. Da­yan­dık­la­rı de­lil şu­dur: Ço­cu­ğun yap­tı­ğı ta­sar­ruf, onun ira­de­si­ne de­ğil ger­çek­te ve­li­si­nin iz­ni­ne da­ya­nır. Çün­kü böy­le bir alış-ve­riş­te ço­cuk bir tellâl gi­bi olup, asıl ak­di ya­pan baş­ka­sı ya­ni ve­li ol­mak­ta­dır. Di­ğer yan­dan ço­cu­ğun alış-ve­riş yap­tı­rı­la­rak de­nen­me­si ve tec­rü­be ka­zan­dı­rıl­ma­sı da ge­re­kir. Çün­kü er­gin­lik ve rüşd ça­ğı­na ula­şın­ca, ma­lı ken­di­si­ne tes­lim edi­le­cek­tir. Alış-ve­ri­şin ve­li­nin kont­ro­lü al­tın­da ya­pıl­ma­sı ço­cu­ğun al­dan­ma­sı­nı ön­ler ve ma­lı­nı ko­ru­muş olur.71

Şâfiîlere gö­re ise, ço­cu­ğun eh­li­ye­ti bu­lun­ma­dı­ğı için ya­pa­ca­ğı alış-ve­riş mey­da­na gel­mez. Çün­kü ak­di ya­pan sa­tı­cı ve­ya alı­cı ol­sun, re­şid ol­ma­sı ge­re­kir.  Rüşd ha­li ise bir kim­se­nin er­gin­li­ği, di­ni­nin doğ­ru­lu­ğu ve ma­lı­nı doğ­ru kul­lan­ma­sı ile an­la­şı­lır. De­lil şu ayet­tir:

“Al­lah’ın si­zi ba­şı­na dik­ti­ği mal­la­rı be­yin­siz­le­re ver­me­yin.”72 Ço­cu­ğa, alış-ve­riş yap­ma­sı için mal­da ta­sar­ruf iz­ni ver­mek, ma­lı sa­çıp sa­vu­ra­cak olan se­fih­le­re ver­mek gi­bi­dir. Her iki­sin­de or­tak nok­ta akıl ek­sik­li­ği yü­zün­den ma­lın za­yi ol­ma en­di­şe­si­dir. Şâfiîler şu dört ki­şi­nin sa­tım ak­di­ni bâtıl say­mış­tır: Mü­mey­yiz ol­sun ve­ya ol­ma­sın kü­çük, akıl has­ta­sı, mü­kel­lef ol­sa bi­le kö­le ve âmâ. 73

An­cak er­gin­lik ça­ğı­na ka­dar ço­cu­ğun hiç­bir alış-ve­riş ya­pa­ma­ya­ca­ğı­nı söy­le­mek ço­cu­ğun ye­tiş­me­si­ne en­gel teş­kil ede­bi­lir. Bu ya­sa­ğı ma­lı ve ser­ve­ti ken­di­si­ne tes­lim edi­le­rek alış-ve­riş­te ta­ma­men ser­best bı­ra­kıl­ma­sı uy­gun de­ğil­dir, şek­lin­de an­la­mak ge­re­kir. Bu yaş­ta ve­li kont­ro­lü ge­rek­ti­ği için ço­cu­ğun ma­lı sa­çıp sa­vur­ma teh­li­ke­si bu­lun­maz. Za­ten ma­lın tes­li­mi rüşd’ten son­ra olur.

Ye­di yaş­la er­gin­lik ça­ğı ara­sın­da­ki mü­mey­yiz kü­çük­le­rin ya­pa­ca­ğı hukukî ta­sar­ruf­lar üçe ay­rı­lır:

 

 

aa) Ya­ra­rı­na olan ta­sar­ruf­lar: Odun ve ot top­la­mak, av­lan­mak, hi­be­yi, sa­da­ka­yı, va­si­ye­ti ve­ya bor­cu için kefâleti ka­bul et­mek gi­bi mü­mey­yiz kü­çü­ğün ta­ma­men ya­ra­rı­na olan ta­sar­ruf­lar ge­çer­li­dir. Bun­lar için ve­li­si­nin ön­ce­den iz­ni ve­ya ta­sar­ruf­tan son­ra ica­ze­ti şart de­ğil­dir.

bb) Za­ra­rı­na olan ta­sar­ruf­lar: Ye­di yaş­la er­gin­lik ça­ğı ara­sın­da­ki ço­cu­ğun ma­lı­nı baş­ka­sı­na hi­be, sa­da­ka ve­ya ödünç ola­rak ver­me­si ya­hut baş­ka­sı­nın bor­cu­na ke­fil ol­ma­sı gi­bi hu­ku­ki ta­sar­ruf­la­rı ge­çer­li de­ğil­dir. Çün­kü bun­lar onun ta­ma­men za­ra­rı­na olup ve­li i­ca­zet ver­se bi­le yü­rür­lük ka­zan­maz­lar. Çün­kü za­rar­lı ta­sar­ru­fa ve­li­nin ica­zet ver­me yet­ki­si yok­tur.

cc) Ya­rar­lı da za­rar­lı da ola­bi­len ta­sar­ruf­lar: Mal sat­mak, sa­tın al­mak, ki­ra­ya ver­mek ve­ya ki­ra ile yer tut­mak, or­tak­lık ve ben­ze­ri akit­ler kü­çük ço­cuk için ya­rar­lı da za­rar­lı da ola­bi­lir. Bu yüz­den mü­mey­yiz kü­çü­ğün ya­pa­ca­ğı bu gi­bi akit­ler ve­li­si­nin iz­ni­ne bağ­lı ola­rak (mevkûf) ge­çer­li­dir. Ve­li, ço­cuk er­gin­lik ça­ğı­na ula­şın­ca­ya ka­dar ak­de ica­zet ve­re­bi­le­ce­ği gi­bi, er­gin­lik ça­ğın­dan son­ra ço­cuk da biz­zat ak­di de­vam et­tir­me­ye ka­rar ve­re­bi­lir.74

 

   Mükrehin sa­tı­şı:

Hanefîlerin ço­ğun­lu­ğu­na gö­re, zor al­tın­da bu­lu­nan kim­se­nin ya­pa­ca­ğı, alım-sa­tım, ki­ra ve ben­ze­ri akit­ler fâsittir. Zor­la­ma ölüm­le kor­kut­ma gi­bi tam ol­sun (mülcî) ve­ya yal­nız döv­mek, bir kı­sım ma­lı te­lef et­mek­le teh­dit gi­bi ek­sik (gay­ri mülcî ik­rah) bu­lun­sun so­nuç de­ğiş­mez. Çün­kü ira­de­nin zor­lan­ma­sı akit­le­rin sıh­hat şart­la­rın­dan olan rı­za­yı yok eder. Ni­te­kim yü­ce Al­lah şöy­le bu­yur­muş­tur: “Ey iman eden­ler! Mal­la­rı­nı­zı ken­di ara­nız­da bâtıl yol­lar­la ye­me­yi­niz. Me­ğer ki ara­nız­da kar­şı­lık­lı an­laş­ma­dan do­ğan bir ti­ca­ret ile ola.”75 İş­te bir kim­se rı­za­sı dı­şın­da bir akit yap­ma­ya zor­lan­mış­sa, zor­la­ma kal­kın­ca bu­nu fes­het­me ve­ya de­vam et­tir­me hak­kı­na sa­hip­tir. Ma­lın kab­ze­dil­me­si ha­lin­de, di­ğer fâsit akit­ler­de ol­du­ğu gi­bi alı­cı le­hi­ne mül­ki­yet sa­bit olur. Mük­re­hin sa­tış be­de­li­ni kab­zet­me­si ve­ya sa­tı­lan şe­yi is­te­ye­rek tes­lim et­me­si de ak­di bağ­la­yı­cı ha­le ge­ti­rir. Zor­la­na­nın sa­tı­şı ile di­ğer fa­sit sa­tış­lar ara­sın­da şöy­le bir fark var­dır. Zor­la­nan kim­se söz­le ve­ya fi­il­le sa­tı­şa izin ve­rir­se akit ca­iz olur ve fe­sat du­ru­mu or­ta­dan kal­kar. Di­ğer fa­sit sa­tış­lar­da ise fe­sat şer’i bir se­bep­ten kay­nak­lan­dı­ğı için ica­zet ve­ril­se bi­le fe­sat kalk­maz.

Mük­re­hin sa­tı­şı­nı fa­sit say­mak onun hak­kı­nı ko­ru­mak için­dir. Bu yüz­den mük­re­hin sa­tı­şı “mevkûf (yü­rür­lü­ğü dur­du­rul­muş) sa­tım ak­di”ne ben­ze­til­miş­tir. Bu­nun adı­na da “mevkûf fa­sit sa­tış” de­nil­miş­tir.

İmam Zü­fer’e gö­re, zor­la­ma sa­tış ak­di­nin yü­rür­lü­ğü­nü dur­du­rur. Bu, yet­ki­siz tem­sil­ci­nin (fuzûlî) sa­tı­şı gi­bi, mevkûf sa­hih bir akit­tir. Yü­rür­lük ka­zan­ma­sı, zor­la­ma kalk­tık­tan son­ra, zor­la­na­nın ica­zet ver­me­si­ne bağ­lı­dır. Böy­le­ce zor­la­na­nın hak­la­rı ko­run­muş olur, an­cak sa­tı­şı de­vam et­tir­mek is­ter­se bu­na da şer’i bir en­gel bu­lun­maz.76

Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re, bir kim­se­nin ken­di ma­lı­nı hür ira­de­siy­le sat­ma­sı ge­re­kir. Bu yüz­den mük­re­hin ken­di ma­lı­nı zor al­tın­da ka­la­rak sa­tı­şı ak­din mey­da­na gel­me­si­ne en­gel olur. Çün­kü Kur’an-ı Ke­rim’de; “Me­ğer ki, ara­nız­da kar­şı­lık­lı an­laş­ma­dan do­ğan bir ti­ca­ret ile ola.” 77 bu­yu­rul­muş­tur. Hz. Pey­gam­ber (s.a.) de şöy­le bu­yur­muş­tur: “Üm­me­tim­den ha­ta, unut­ma ve zor­la­ma al­tın­da yap­tık­la­rı şey­le­rin hük­mü kal­dı­rıl­mış­tır.”78

Hak­lı zor­la­ma ha­li ise sa­tı­şa en­gel de­ğil­dir. Me­se­la; bir kim­se­nin mes­ci­din, yo­lun ve­ya kab­ris­ta­nın ge­niş­le­til­me­si için evi­ni sat­ma­ya mec­bur tu­tul­ma­sı ve­ya bor­cun ya da na­fa­ka­nın öden­me­si için borç­lu­nun ma­lı­nı sat­ma­ya zor­lan­ma­sı bu ni­te­lik­te­dir.

 

   Tel­cie (ema­net) sa­tı­şı:

Ma­lı­nın elin­den alın­ma­sın­dan kor­kan kim­se, bu­nu baş­ka­sı­na ema­net ola­rak ve­rir, fa­kat top­lu­ma kar­şı rü­kün ve şart­la­rı­na uya­rak bu ma­lı­nı sat­tı­ğı­nı söy­ler. Böy­le bir sa­tı­şa “telcîe sa­tı­şı” de­nir.

Hanefîlere gö­re, dar­da ka­lan (muz­dar) kim­se­nin sa­tı­şı ve alı­şı fa­sit­tir. Çün­kü Rasûlullah (s.a) dar­da ka­lan kim­se­nin sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış­tır.79

Han­be­li­ler böy­le bir sa­tı­şı bâtıl sa­yar­ken, Şâfiîler rü­kün ve şart­la­rı­na uy­gun ola­rak ya­pıl­dı­ğı için ge­çer­li ka­bul eder­ler. Şâfiîlere gö­re bu, ön­ce fâsit bir şart üze­rin­de an­la­şıp, da­ha son­ra şart­sız ola­rak sa­tış yap­ma­ya ben­zer. 80

 

   b) Ak­di ya­pan­la­rın bir­den çok ol­ma­sı:

Sa­tım ak­di ya­pa­cak kim­se­le­rin en az iki ki­şi ol­ma­sı ge­re­kir. Hem sa­tı­cı­yı, hem de alı­cı­yı tem­sil eden tek ve­kil ara­cı­lı­ğı ile sa­tış ger­çek­leş­mez. An­cak ba­ba, ba­ba­nın vasîsi, hâkim ve­ya her iki ta­ra­fın gön­der­di­ği el­çi bu ku­ra­lın is­tis­na­sı­dır. Me­se­la; bir ba­ba ve­li­si bu­lun­du­ğu iki oğ­lun­dan bi­ri­si­nin sa­tıl­ma­sı ge­re­ken ma­lı­nı, di­ğer oğ­lu adı­na sa­tın ala­bi­lir. Ba­ba­nın vasîsi de böy­le bir mu­a­me­le ya­pa­bi­lir. Ha­kim tem­sil et­ti­ği ye­tim­le­rin bi­ri­si­ne ait sa­tı­lık bir ma­lı, di­ğer bir ye­ti­me ait pa­ra var­sa bu­nu de­ğer­len­dir­mek üze­re onun adı­na sa­tın ala­bi­lir. İki ta­ra­fın gön­der­di­ği el­çi de, bi­rin­den al­dı­ğı ma­lı di­ğe­ri­ne sa­ta­bi­lir. Çün­kü el­çi, tem­sil et­ti­ği ki­şi­le­rin söz ve tek­lif­le­ri­ni kar­şı ta­ra­fa sa­de­ce nak­le­den ara­cı­dan iba­ret­tir. Ve­kil gi­bi ak­de ait so­rum­lu­luk­la­rı üst­len­mez. Ni­kah ak­din­de ise tek ki­şi­nin ev­le­ne­cek iki kim­se­yi bir­lik­te tem­sil et­me­si müm­kün ve ca­iz­dir. İki ta­ra­fın da ve­ki­li ve­ya ve­li­si olan kim­se­nin şa­hit­le­rin önün­de tek ba­şı­na tem­sil et­ti­ği kim­se­le­ri ev­len­dir­me­si gi­bi.

Sa­tış ak­di ile ni­kah ak­di ara­sın­da ba­zı önem­li ay­rı­lık­lar var­dır. Sa­tım ak­din­de bir­bi­ri­ne zıt men­fa­at­ler bu­lu­nur. Ez­cüm­le; tes­lim et­mek, tes­lim al­mak, sa­tı­la­nın tes­li­mi­ni is­te­mek, sa­tış be­de­li­ni kab­zet­mek, ayıp (ku­sur) mu­hay­yer­li­ği se­be­biy­le ma­lı ge­ri ver­mek ve di­ğer mu­hay­yer­lik­le­rin bu­lun­ma­sı gi­bi sa­tı­şa aid bir ta­kım hak­lar var­dır. Bu yüz­den ay­nı ki­şi­nin hem tes­lim eden hem tes­lim alan, hem is­te­yen, hem ken­di­sin­den is­te­nen ki­şi ol­ma­sı imkânsızdır. Akit­le il­gi­li hak­lar yal­nız ak­di ya­pan­lar için söz ko­nu­su ol­du­ğun­dan, bir ki­şi­nin sö­zü iki ki­şi­nin sö­zü ola­rak ka­bul edi­le­mez. Ni­kah ak­din­de ise, hak­lar ve­kil üze­rin­de mey­da­na gel­mez, bun­lar doğ­ru­dan doğ­ru­ya mü­vek­ki­le ait olur. Bü yüz­den ni­kah­ta ve­kil olan kim­se, alış-ve­riş­te el­çi olan kim­se gi­bi­dir.

Di­ğer yan­dan ba­ba kü­çük oğ­lu­na ken­di ma­lı­nı kıy­me­ti­nin mis­li ile ve­ya in­san­la­rın nor­mal kar­şı­la­dık­la­rı bir faz­la­lık­la sa­ta­bi­lir ve­ya onun ma­lı­nı ay­nı şe­kil­de ken­di­si­ne sa­tın ala­bi­lir. Böy­le­ce o, ye­ti­min ma­lı­na en gü­zel şe­kil­de yak­laş­mış sa­yı­lır. Kur’an-ı Ke­rim’de şöy­le bu­yu­ru­lur: “Ye­tim rüş­dü­ne erin­ce­ye ka­dar, onun ma­lı­na en gü­zel yo­lun dı­şın­da yak­laş­ma­yın.” 81 Bu­ra­da, ba­ba­nın ço­cuk­la­rı­na olan şef­ka­ti yü­zün­den on­la­rın hak­la­rı­nı tam ola­rak ko­ru­ya­ca­ğı esa­sı be­nim­sen­miş­tir. Ebu Ha­ni­fe ve Ebu Yu­suf’a gö­re, ye­tim için ya­ra­rı açık ve­ya ma­lın de­ğe­ri­nin mis­li ile ta­sar­ruf et­me­si şar­tıy­la vasî de ba­ba gi­bi­dir. Çün­kü onu ba­ba ti­tiz­lik­le, ço­cuk­la­rın hak­la­rı­nı ko­ru­ya­ca­ğı­na inan­dı­ğı için seç­miş­tir.

İmam Mu­ham­med’e gö­re ise kı­yas, ne ba­ba­nın ve ne de vasînin kü­çü­ğün ma­lın­da böy­le bir ta­sar­ruf­ta bu­lun­ma­sı­nın ca­iz ol­ma­ma­sı­nı ge­rek­ti­rir. An­cak ba­ba­nın ta­sar­ru­fu­nun is­tis­na edil­me­si vasînin ak­si­ne şef­ka­ti­nin tam ol­ma­sı yü­zün­den­dir.

Ha­ki­me ge­lin­ce, sa­tım ak­di­nin do­ğur­du­ğu hak­lar ona dön­mez. O, sa­de­ce el­çi me­sa­be­sin­de olup, ak­din hak­la­rı onu bağ­la­maz. Bu yüz­den de ha­kim ve el­çi­den her bi­ri­si için ak­din iki ta­ra­fı­nı bir­lik­te tem­sil et­me­si ca­iz olur.

Şâfiîlerin ak­si­ne Hanefîlerin ço­ğun­lu­ğu ve İmam Zü­fer’e gö­re, ni­kah ak­dinde beş yer­de tek ki­şi iki ta­ra­fı bir­den tem­sil ede­bi­lir.

aa) Her iki ta­ra­fın ve­li­si ve­ya ve­ki­li olan kim­se şa­hit­le­rin ya­nın­da tem­sil et­ti­ği kim­se­le­ri ev­len­di­re­bi­lir. “Oğ­lu­mu kar­de­şi­min kı­zı ile ev­len­dir­dim” ve­ya “ve­ki­li ol­du­ğum fi­lan­ca er­kek­le, yi­ne ve­ki­li bu­lun­du­ğum fa­lan­ca ka­dı­nı ev­len­dir­dim” de­me­si gi­bi.

bb) Bir ta­raf­tan asil, di­ğer ta­raf­tan ve­kil olan kim­se, ken­di­si­ne ni­kah için ve­ka­let ve­ren ka­dı­nı ken­di­si ile ev­len­di­re­bi­lir.

cc) Bir ta­raf­tan asil, di­ğer ta­raf­tan ve­li olan kim­se. Bir kim­se­nin ve­li­si bu­lun­du­ğu am­ca­sı­nın kü­çük kı­zı ile ev­len­me­si gi­bi.

dd) Bir ta­raf­tan ve­li, di­ğer ta­raf­tan da ve­kil olan kim­se. “Kı­zı­mı mü­vek­ki­lim fi­lan­ca er­kek­le ev­len­dir­dim” de­mek gi­bi. İki ta­raf­tan bir­lik­te asil ol­mak ise ak­len ger­çek­leş­mez. 82

 

   2. Ak­din ken­di­sin­de bu­lun­ma­sı ge­re­ken şart­lar:

Bu tek şart olup ka­bu­lün ica­ba uy­gun ol­ma­sın­dan iba­ret­tir. 83 Çün­kü ka­bul ica­ba uy­gun ol­ma­dı­ğı tak­dir­de ye­ni bir icap ya­ni tek­lif söz ko­nu­su olur. Bu tak­dir­de ön­ce­ki icap de­ği­şe­ce­ği için kar­şı ta­ra­fın ka­bul edi­ci du­ru­ma geç­me­si ge­re­kir. Meselâ; fi­ya­tı bir mil­yon li­ra olan bir ma­lı, alı­cı do­kuz­yüz­bin li­ra­ya al­mak is­te­di­ği­ni söy­le­se bu, sa­tı­cı­ya ya­pı­lan ye­ni bir fi­yat tek­li­fi­dir. Sa­tı­cı bu fi­ya­ta ra­zı olun­ca akit mey­da­na gel­miş olur. Ak­si hal­de sa­tı­cı es­ki fi­yat tek­li­fin­de is­rar eder­se icap­la ka­bul ara­sın­da uy­gun­luk bu­lun­ma­dı­ğı için akit te­şek­kül ede­mez.

Sa­tı­cı; “iki kat el­bi­se­yi bir­lik­te sa­na şu fi­ya­ta sa­tı­yo­rum” de­se, alı­cı yal­nız bir kat el­bi­se­yi ka­bul et­ti­ği­ni bil­dir­se sa­tış mey­da­na gel­mez. Yi­ne sa­tı­cı; “şu da­i­re­yi için­de­ki eş­ya­sı ile bir­lik­te şu fi­ya­ta sa­tı­yo­rum” de­se, alı­cı; “için­de­ki eş­ya dı­şın­da yal­nız da­i­re­yi şu fi­ya­ta ka­bul et­tim” di­ye ce­vap ver­se sa­tış mey­da­na gel­mez. Çün­kü bu­ra­da sa­tı­şın bü­tün­lü­ğü (saf­ka) sa­tı­cı aley­hi­ne par­ça­lan­mış olur. Alı­cı­nın ise bu bü­tün­lü­ğü par­ça­la­ma yet­ki­si yok­tur. Di­ğer yan­dan ka­li­te­li mal­la ka­li­te­si­zi­ni ka­rış­tı­ra­rak sat­mak ti­ca­ri ha­yat­ta adet­ler­den­dir. An­cak alı­cı­ya ka­li­te­li kıs­mı gös­te­rip, giz­li­ce ka­li­te­siz­le­ri ka­rış­tır­mak hi­le­li bir sa­tış olur.

Alı­cı, is­te­nen­den da­ha faz­la­sı­nı ka­bul et­miş olur­sa sa­tış mey­da­na ge­lir. Çün­kü ço­ğun kap­sa­mı­na az da gi­rer. Bu­nun­la bir­lik­te, alı­cı sa­tı­cı­nın is­te­di­ği mik­ta­rı üst­len­miş olur. Meselâ; sa­tı­cı, bir ma­lı on mil­yo­na sat­tı­ğı­nı söy­le­se, alı­cı on iki mil­yo­na ka­bul et­ti­ği­ni bil­dir­se akit mey­da­na ge­lir. Çün­kü on iki mil­yo­nun için­de on mil­yon da var­dır. Bu­ra­da alı­cı se­kiz mil­yo­na ka­bul et­ti­ği­ni söy­le­se akit mey­da­na gel­mez. Bel­ki bu, alı­cı­nın ye­ni bir tek­li­fi sa­yı­lır.

İcap­la ka­bul ara­sın­da­ki uyum­suz­luk mik­tar­da de­ğil de sa­tış be­de­li­nin ni­te­li­ği üze­rin­de ol­sa yi­ne sa­tış mey­da­na gel­mez. Meselâ; sa­tı­cı pe­şin be­del­le tek­lif­te bu­lun­sa, alı­cı ve­re­si­ye ka­bul et­ti­ği­ni bil­dir­se ve­ya sa­tı­cı bir ay va­de ta­nı­mış iken, alı­cı bun­dan da­ha uzun bir va­de ka­bul et­se, icap­la ka­bul ara­sın­da uyum­suz­luk bu­lun­du­ğu için sa­tış mey­da­na gel­mez.84

 

   3. Ak­din ya­pıl­dı­ğı yer­le il­gi­li şart­lar:

İcap ile ka­bu­lün ay­nı mec­lis­te, ta­raf­la­rın bir­lik­te ha­zır bu­lun­ma­sı su­re­tiy­le ya­pıl­ma­sı ge­re­kir. Bu­na “mec­li­sin tek olu­şu (ittihâdü’l-mec­lis)” de­nir. Ha­zır ol­ma­yan ta­ra­fın, ica­bı öğ­ren­di­ği mec­lis­te ka­bu­lü ge­re­kir.

Ta­raf­lar­dan bi­ri­si sa­tış için icap­ta bu­lun­sa, di­ğe­ri ka­bul et­me­den ön­ce sa­tış mec­li­sin­den çı­kıp git­se ve­ya akit mec­li­si­nin de­ğiş­me­si­ne yol aça­cak ni­te­lik­te baş­ka bir iş­le uğ­raş­sa ve bun­dan son­ra ka­bul et­se, sa­tış mey­da­na gel­mez. Bu­nun­la bir­lik­te ka­bul ira­de­si­nin açık­lan­ma­sın­da ace­le et­mek (fevr) şart de­ğil­dir. Çün­kü sa­tı­şı ka­bul eden kim­se ço­ğu za­man dü­şün­me­ye, fi­yat araş­tır­ma­sı yap­ma­ya muh­taç­tır. Eğer fevr şart ko­şu­lur­sa sa­tış üze­rin­de dü­şün­me fır­sa­tı ve­ril­me­miş olur.85

Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re, icap­la ka­bul ara­sın­da bü­yük bir fa­sı­la bu­lan­ma­mak şar­tıy­la ka­bu­lün icap­tan son­ra ol­ma­sı ge­re­kir. Uzun fa­sı­la ise, alı­cı­nın ka­bul­den vaz­geç­me­si an­la­mı­na ge­lir. İcap­tan son­ra kı­sa bir sü­re­nin geç­me­si ise za­rar ver­mez.86

Mâlikîlere gö­re, sa­tış ak­din­de ör­fen sa­tış­tan baş­ka bir şe­ye ge­çil­me­si ha­li dı­şın­da, icap ile ka­bul ara­sı­na bir fa­sı­la­nın gir­me­si sa­tı­şa za­rar ver­mez.87

 

   a) Sa­tış mec­li­sin­den ay­rıl­ma sa­yı­lıp sa­yıl­ma­yan hal­ler:

Yol­da yü­rür­ken ve­ya bi­nek üze­rin­de gi­der­ken, sa­tım ak­di yap­mak: Bu du­rum­da ara­ya bir fa­sı­la gir­mek­si­zin icap ve ka­bul peş­pe­şe ya­pı­lır­sa sa­tış ger­çek­le­şir. Bir iki adım yü­rün­müş ol­ma­sı za­rar ver­mez. An­cak icap­la ka­bul ara­sı­na kı­sa da ol­sa bir fa­sı­la ve sus­ma gi­rer­se sa­tış mey­da­na gel­mez. Çün­kü yü­rü­mek ve yol al­mak­la sa­tış mec­li­si de­ğiş­miş olur. De­lil kı­yas­tır. İslâm müc­te­hid­le­ri bu ko­nu­yu sec­de aye­ti­nin okun­ma­sı­na ve bo­şan­ma için ser­best bı­ra­kı­lan (mu­hay­ye­re) ka­dı­nın du­ru­mu­na kı­yas yap­mış­lar­dır. Ni­te­kim yol­da yü­rür­ken ve­ya üze­rin­de farz na­maz kı­lın­ma­yan bir bi­nek­te yol­cu­luk ya­par­ken sec­de aye­ti bir kaç de­fa okun­sa, her bir oku­yuş için ay­rı sec­de ge­re­kir. Çün­kü yol­cu­luk se­be­biy­le sec­de aye­ti ay­rı ay­rı yer­ler­de okun­muş sa­yı­lır. Bo­şa­ma için ser­best bı­ra­kı­lan ka­dın da yal­nız bu mu­hay­yer­li­ğin ve­ril­di­ği mec­lis­te bu yet­ki­yi kul­la­na­bi­lir. Yü­rü­me ve­ya binek üs­tün­de yol al­ma ha­lin­de mec­lis de­ği­şe­ce­ği için mu­hay­yer­lik hak­kı da or­ta­dan kal­kar. Bo­şa­ma yet­ki­si vekâlet yo­luy­la ve­ril­miş olur­sa sü­rek­li­lik arz eder. Ka­rı­sı­nı mu­hay­yer bı­rak­ma ise “di­ler­sen ken­di­ni bo­şa­ya­bi­lir­sin” de­mek­le ger­çek­le­şir. 88

Ta­raf­lar dur­duk­la­rı sı­ra­da alış-ve­riş yap­sa­lar sa­tım ak­di ger­çek­le­şir. An­cak dur­duk­la­rı sı­ra­da bi­ri­si sa­tış için icap­ta bu­lun­sa, di­ğe­ri ka­bul­den ön­ce bi­raz yü­rü­se ve­ya her iki­si bir­lik­te yü­rü­se­ler ya­hut da sa­tı­cı ka­bul­den ön­ce yü­rü­ye­cek ol­sa, bun­dan son­ra alı­cı ka­bul et­ti­ği­ni bil­dir­se de sa­tım ak­di mey­da­na ge­le­mez. Çün­kü icap­tan son­ra ta­raf­lar­dan bi­ri­si­nin ve­ya her iki­si­nin yü­rü­me­si ile mec­lis de­ğiş­miş sa­yı­lır. Bu­ra­da ka­bul­den ön­ce sa­tı­cı ve­ya alı­cı­dan bi­ri­si­nin akit mec­li­sin­den kal­kıp git­me­si sa­tış tek­li­fi­ni red an­la­mı­na ge­lir.

Ge­mi, uçak ve­ya tren­de ya­pı­la­cak alış-ve­riş ge­çer­li olur. Bun­la­rın dur­ma­la­rı ile ha­re­ket ha­lin­de bu­lun­ma­la­rı ara­sın­da fark yok­tur.

 

   b) Ve­kil, el­çi ve­ya mek­tup­la alış-ve­riş yap­mak:

Akit mec­li­sin­de bu­lun­ma­yan bi­ri­si­ne bir ma­lı sat­mak ve­ya on­dan bir ma­lı sa­tın al­mak için ya­pı­la­cak icap­la sa­tış ger­çek­leş­mez. Tek­lif kar­şı ta­ra­fa ula­şıp ka­bul et­se bi­le so­nuç de­ğiş­mez. An­cak böy­le bir sa­tı­şın ve­kil, el­çi ve­ya mek­tup ara­cı­lı­ğı ile ya­pıl­ma­sı du­ru­mu müs­tes­na­dır.

Ve­kil yet­ki sı­nır­la­rı için­de mü­vek­ki­li adı­na mal sa­tın ala­bi­lir ve onun ma­lı­nı baş­ka­sı­na sa­ta­bi­lir. Mü­vek­ki­lin akit mec­li­sin­de ha­zır bu­lun­ma­sı şart de­ğil­dir. El­çi ise sa­de­ce tem­sil et­ti­ği ki­şi­nin ha­be­ri­ni kar­şı ta­ra­fa ulaş­tı­ran kim­se­dir. El­çi ara­cı­lı­ğı ile sa­tış şöy­le olur: Sa­tı­cı el­çi­ye şöy­le ta­li­mat ve­rir: “Ben şu ku­ma­şı, bu­ra­da bu­lun­ma­yan fi­lan ki­şi­ye şu fi­ya­ta sa­tı­yo­rum. Onun ya­nı­na git ve şöy­le de: Fi­lan ki­şi ku­ma­şı­nı sa­na şu fi­ya­ta sat­tı.” El­çi­nin ge­tir­di­ği me­sa­jı (tek­li­fi) öğ­re­nen alı­cı, me­sa­jın ile­til­di­ği mec­lis­te “sa­tın al­dım” ve­ya “ka­bul et­tim” der­se sa­tış ger­çek­le­şir. Bu­ra­da sa­tı­cı ve alı­cı­nın ay­rı olan yer­le­ri el­çi ara­cı­lı­ğı ile tek mec­lis ha­li­ni al­mış sa­yı­lır.

Mek­tup­la sa­tış ise, sa­tı­cı­nın “ben şu ma­lı­mı sa­na şu fi­ya­ta sa­tı­yo­rum” di­ye mek­tup yaz­ma­sı, alı­cı­nın mek­tu­bu al­dı­ğı ve oku­du­ğu mec­lis­te; “ben de o fi­ya­ta sa­tın al­dım” ve­ya “ka­bul et­tim” di­ye ce­vap ver­me­siy­le ger­çek­le­şir. Bu­ra­da da iki mec­lis ya­zıy­la hi­tap yü­zün­den tek mec­lis sa­yı­lır. An­cak ka­bul, mek­tu­bun kap­sa­mı­nı öğ­ren­dik­ten son­ra ikin­ci bir mec­li­se er­te­le­nir­se bu­nun­la sa­tım ak­di mey­da­na gel­mez. Çün­kü tek­li­fin bağ­la­yı­cı­lı­ğı mek­tu­bun kar­şı ta­ra­fa ula­şıp öğ­re­nil­di­ği ana ka­dar­dır.

Di­ğer yan­dan mek­tup­la icap­ta bu­lu­nan kim­se, kar­şı ta­ra­fın ka­bu­lün­den ve mek­tu­bun ona ulaş­ma­sın­dan ön­ce şa­hit­le­rin önün­de sa­tış tek­li­fin­den dö­ne­bi­lir. Mâlikîlerin ço­ğun­lu­ğu­na gö­re ise mek­tup­la icap­ta bu­lu­nan kim­se, kar­şı ta­ra­fa ör­fün be­lir­le­di­ği ma­kul bir sü­re ta­nı­ma­dık­ça tek­li­fin­den dö­ne­mez.89

Sa­tım ak­din­de mec­lis bir­li­ği ile il­gi­li hü­küm­ler ki­ra ve hi­be akit­le­ri­ni de kap­sa­mı­na alır.

Ebu Ha­ni­fe ve İmam Mu­ham­med’e gö­re, mec­lis bir­li­ği ko­nu­sun­da ni­kah ak­di de sa­tım ak­di gi­bi­dir. Ebu Yu­suf’a gö­re ise, ni­kah ak­din­de bir ta­raf, kar­şı ta­raf bu­lun­ma­dı­ğı hal­de, “Şa­hit olu­nuz, bu­ra­da ol­ma­yan fi­lan­ca ile şu ka­dar me­hir­le ev­len­me­yi ka­bul et­tim” de­se, bu ha­ber kar­şı ta­ra­fa ula­şın­ca, o da “ka­bul et­tim” der­se ni­kah ak­di ger­çek­le­şir.90

 

   3. Saf­ka’nın bö­lün­mez­li­ği il­ke­si:

Alış-ve­riş sı­ra­sın­da ve­ya İslâm Dev­let baş­ka­nı­na bey’at eder­ken ta­raf­la­rın el ele tu­tuş­ma­sı­na “saf­ka” de­nir. Bu te­rim da­ha son­ra biz­zat sa­tım ak­di­nin bü­tün­lü­ğü için kul­la­nı­lır ol­muş­tur. Bir sa­tış ak­din­de sa­tı­cı, alı­cı, sa­tı­lan şey, sa­tış be­de­li, sat­ma ve al­ma ira­de­le­ri­nin açık­lan­ma­sı gi­bi un­sur­la­rın bir bü­tün ola­rak bu­lun­ma­sı ge­re­kir. Bun­lar­dan bi­ri­si ek­sik olur ve­ya bir­bi­ri­ne uy­gun ola­rak bu­lun­maz­sa ak­din bü­tün­lü­ğü bo­zu­lur. Hz. Ömer’in şöy­le de­di­ği nak­le­dil­miş­tir: “Sa­tım ak­di ya tek söz­leş­me ile ta­mam olur, ya da mu­hay­yer­lik var­dır.” 91

Saf­ka’nın bü­tün­lü­ğü için­de icap ve ka­bu­lün bir­bi­ri­ne uy­gun­lu­ğu önem­li bir yer tu­tar. Saf­ka’nın par­ça­lan­ma­sı ya ak­di ya­pan­lar­la ya da sa­tı­lan mal­la il­gi­li ola­rak or­ta­ya çı­kar.

a) Saf­ka’nın ak­di ya­pan­lar ba­kı­mın­dan bö­lün­me­si:

Sa­tı­cı ve­ya alı­cı tek ki­şi olup sa­tış tek­li­fin­de bu­lu­nur fa­kat ka­bu­lü ya­pa­cak olan ta­raf bir­den faz­la olur­sa, bun­lar­dan bi­ri­si­nin sa­tı­şı ka­bul edip, di­ğer­le­ri­nin red et­me­si ha­lin­de ak­din bü­tün­lü­ğü bo­zu­la­ca­ğı için sa­tış mey­da­na gel­mez. Bu­nun ak­si­ne icap­ta bu­lu­nan­la­rın sa­yı­sı çok ol­sa, ka­bul ede­cek kim­se tek ki­şi bu­lun­sa, icap­ta bu­lu­nan­lar­dan bi­ri­si­nin pa­yı­nı ka­bul edip di­ğer­le­ri­ni red­det­mek de bü­tün­lü­ğü bo­zar.

b) Saf­ka’nın sa­tı­lan şey ba­kı­mın­dan bö­lün­me­si:

Ak­din ta­raf­la­rı bir olur, bun­lar­dan bi­ri­si sa­tı­lan şe­yin bir bö­lü­mü­nü ka­bul, di­ğer kıs­mı­nı red eder­se, saf­ka’nın bö­lün­me­si se­be­biy­le sa­tım ak­di sa­hih ol­maz. Meselâ; sa­tı­cı, “on ton buğ­da­yı şu fi­ya­ta sa­tı­yo­rum” di­ye tek­lif­te bu­lun­sa alı­cı “Beş to­nu­nu şu fi­ya­ta alı­yo­rum” di­ye ka­bul et­se, saf­ka bö­lün­dü­ğü için sa­tış mey­da­na gel­mez. Bu­ra­da, alı­cı­nın beş ton sa­tın al­ma tek­li­fi­ni ye­ni icap ka­bul edip sa­tı­cı da bu­nu ka­bul et­ti­ği tak­dir­de ye­ni bir sa­tım ak­di mey­da­na ge­lir. An­cak sa­tı­lan şey mislî olur, iki öl­çek buğ­day ve­ya pi­rinç gi­bi mik­ta­rı da bel­li olur­sa, alı­cı bun­lar­dan bi­ri­si­ni ka­bul edin­ce, sa­tış be­de­li sa­tı­la­nın cüz­le­ri­ne pay­laş­tı­rı­lır. Böy­le­ce saf­ka bö­lün­me­den akit ger­çek­leş­miş olur.

Eğer sa­tı­lan şey bir­den faz­la olur ve kıyemî ni­te­lik­li bu­lu­nur­sa, alı­cı­nın bu şe­yin bir bö­lü­mü­nü ka­bul edip bir bö­lü­mü­nü red­det­me­si ha­lin­de saf­ka bö­lün­müş olur. İki ku­ma­şı ve­ya iki bi­nek hay­va­nı­nı bir­lik­te tek­lif eden sa­tı­cı­ya kar­şı bun­lardan bi­ri­si­ni ka­bul et­mek gi­bi.

An­cak sa­tı­cı bu du­rum­da iki çe­şit ku­ma­şın ve­ya iki hay­va­nın fi­yat­la­rı­nı ay­rı ay­rı be­lir­le­miş ve top­lam fi­yat söy­le­miş­se bu tak­dir­de alı­cı bun­lar­dan bi­ri­si­ni ken­di­ne ait fi­yat­la ka­bul et­se saf­ka bö­lün­müş sa­yıl­maz ve sa­tış sa­hih ola­rak mey­da­na ge­lir. Meselâ; iki hay­van­dan bi­ri­si­ne dört mil­yon, di­ğe­ri­ne al­tı mil­yon, top­lam on mil­yon li­ra fi­yat­la icap­ta bu­lun­muş­sa, alı­cı bun­lar­dan bi­ri­si­ni ka­bul edin­ce ona ait olan fi­yat­la sa­tış mey­da­na gel­miş olur.

Bu­ra­da sa­tı­lan ma­lın mik­ta­rı ço­ğal­dık­ça fi­ya­tın dü­şe­ce­ği tüc­ca­rın uy­gu­la­dı­ğı esas­lar­dan­dır. Alı­cı­nın çok mik­tar­da mal al­ma­sı ha­lin­de sa­tı­cı tüc­car sü­rüm­den ka­za­na­ca­ğı için fi­ya­tı dü­şü­rür. Bu yüz­den bir el­bi­se­den yüz ta­kım ala­ca­ğı­nı söy­le­yen müş­te­ri­ye sa­tı­cı ona gö­re fi­yat ve­rir. Da­ha son­ra ala­ca­ğı el­bi­se mik­ta­rı­nı beş ta­kı­ma dü­şü­rür­se, yüz ade­te gö­re ya­pı­lan pa­zar­lı­ğın de­ğiş­me­si tabiîdir. Çün­kü ak­din bü­tün­lü­ğü par­ça­lan­mış olur. An­cak sa­tı­cı işin ba­şın­da stan­dart olan her el­bi­se için ay­rı fi­yat söy­le­miş­se, alı­cı­nın beş kat el­bi­se­yi ka­bul et­miş ol­ma­sı saf­ka’yı par­ça­la­maz ve sa­tış bu sa­yı­da el­bi­se için ya­pıl­mış olur. Baş­ka bir de­yim­le sa­tı­cı her stan­dart el­bi­se gru­bu için ay­rı fi­yat be­lir­le­mek­le ay­rı icap­lar­da bu­lun­muş sa­yı­lır.

İcap ve ka­bul bir­bi­ri­ne uy­gun ola­rak mey­da­na ge­lin­ce sa­tım ak­di bağ­la­yı­cı olur ve ta­raf­lar­dan her­han­gi bi­ri­si için ayıp ve­ya gör­me mu­hay­yer­li­ği dı­şın­da se­çim­lik hak da bu­lun­maz.

Me­cel­le’de bu pren­sip şöy­le be­lir­len­miş­tir: “Bir pa­zar­lık so­nun­da sa­tı­lan şe­yin bir bö­lü­mü ayıp­lı (ku­sur­lu) çık­sa, he­nüz mal kab­ze­dil­me­miş­se alı­cı mu­hay­yer olur. İs­ter­se ma­lın ta­ma­mı­nı ge­ri ve­rir, di­ler­se ma­lı, sa­tış be­de­li­nin ta­ma­mı ile ka­bul eder. Onun yal­nız ayıp­lı kıs­mı ge­ri ve­rip ka­la­nı­nı alı­koy­ma hak­kı yok­tur. Eğer sa­tı­lan şey kab­ze­dil­miş olur ve ayıp­lı kıs­mı ayır­mak­ta bir za­rar bu­lun­maz­sa, alı­cı­nın ayıp­lı kıs­mı, sa­tış be­de­lin­den pa­yı kar­şı­lı­ğın­da ge­ri ver­me hak­kı do­ğar. Bu du­rum­da o, sa­tı­cı ra­zı ol­ma­dık­ça ma­lın tü­mü­nü ge­ri ve­re­mez. Eğer ku­sur­lu kıs­mın ay­rıl­ma­sın­da bir za­rar ola­cak­sa ta­ma­mı­nı ge­ri ve­rir ya da ma­lın tü­mü­nü sa­tış be­de­li­nin ta­ma­mı kar­şı­lı­ğın­da ka­bul eder. Meselâ; dört al­tın li­ra­ya iki kat el­bi­se sa­tın al­sa, kabz­dan ön­ce bun­lar­dan bir ka­tı­nın ku­sur­lu ol­du­ğu or­ta­ya çık­sa, iki ka­tı­nı bir­lik­te ge­ri ve­rir. Eğer bu du­rum kabz­dan son­ra an­la­şı­lır­sa yal­nız ku­sur­lu ola­nı sa­tış be­de­lin­den pa­yı kar­şı­lı­ğın­da ge­ri ve­rir. Di­ğe­ri­ni ise sa­tış be­de­li­nin ge­ri ka­la­nı kar­şı­lı­ğın­da elin­de tu­tar. Çün­kü el­bi­se­ler ay­rı ay­rı kul­la­nı­ma el­ve­riş­li­dir. Fa­kat bir kim­se bir çift ayak­ka­bı sa­tın al­sa, kabz­dan son­ra bun­lar­dan bi­ri­si­nin ku­sur­lu ol­du­ğu an­la­şıl­sa, iki­si­ni bir­lik­te sa­tı­cı­ya ge­ri ve­rir ve on­dan sa­tış be­de­li­ni alır.” 92Çünkü bu son du­rum­da ayak­ka­bı­yı tek tek alıp sat­mak müm­kün ol­maz. Tek ayak­ka­bı­nın ge­ri ve­ri­lip di­ğe­ri­nin bı­ra­kıl­ma­sın­da za­rar var­dır.

Ebû Ha­ni­fe ve Mâlikîlere gö­re, tek pa­zar­lık­la helâl ve ha­ram şey­ler bir­lik­te sa­tıl­sa, sa­tı­şın ta­ma­mı bâtıl olur. Ebu Yu­suf ve İmam Mu­ham­med’e gö­re ise, sa­tış helâl mal­da sa­hih, ha­ram mal­da fâsit olur. Meselâ; bir ton buğ­day ile bir ton şa­rap bir­lik­te tek pa­zar­lık­la sa­tıl­sa Ebu Ha­ni­fe ve Mâlikîlere gö­re sa­tış bü­tü­nü için bâtıl sa­yı­lır­ken, Ebu Yu­suf ve İmam Mu­ham­med’e gö­re buğ­day hak­kın­da ge­çer­li, şa­rap­la il­gi­li kıs­mı ise fa­sit olur. Bu iki gö­rü­şün da­yan­dı­ğı de­lil şu­dur: Ebu Ha­ni­fe’ye gö­re tek pa­zar­lık­la ya­pı­lan sa­tış (saf­ka) sa­hih olan­la fâsidi bir­lik­te kap­sar­sa akit­te­ki bo­zuk­luk ta­ma­mı­na ge­çer. Ebu Yu­suf ve İmam Mu­ham­med’e gö­re ise bu bo­zuk­luk sa­hih olan kıs­ma si­ra­yet et­mez ve fe­sa­dın et­ki­si yal­nız fâsit olan­la sı­nır­lı ka­lır.

Yi­ne bir kim­se ken­di­si­ne ve baş­ka­sı­na ait ma­lı bir­lik­te tek pa­zar­lık­la sat­sa Ha­ne­fi ve Mâlikîlere gö­re, ken­di­ne ait mal­da sa­tış bağ­la­yı­cı olur­ken, baş­ka­sı­na ait kıs­mın sa­tı­şı, mal sa­hi­bi­nin icâzetine bağ­lı olur. Çün­kü bu kı­sım mevkûf ve­ya fuzûlî’nin sa­tı­şı ni­te­li­ğin­de­dir.93

 

   B) Sa­tım Ak­di­nin Sıh­hat Şart­la­rı:

Akit­le­re ait sıh­hat şart­la­rı ge­nel ve özel ol­mak üze­re iki­ye ay­rı­lır:

 

   1. Ge­nel Şart­lar:

Bü­tün sa­tış çe­şit­le­ri­nin şer’an ge­çer­li ola­bil­me­si için or­tak ola­rak bu­lun­ma­sı ge­re­ken şart­lar­dır. Sa­tış tür­le­ri­nin her bi­rin­de al­tı çe­şit ku­su­run bu­lun­ma­ma­sı ge­re­kir. Bu ku­sur­lar şun­lar­dır: Bi­lin­mez­lik, zor­la­ma, sa­tı­şa sü­re koy­ma, ga­rar, za­rar ve fa­sit şart­lar. Bun­la­rı aşa­ğı­da açık­la­ya­ca­ğız.

 

   a) Bi­lin­mez­lik:

Bu­nun­la, ta­raf­la­rı çö­zül­me­si güç olan bir an­laş­maz­lı­ğa dü­şü­ren çok bi­lin­mez­lik kas­te­di­lir. Çok bi­lin­mez­lik ta­raf­lar ara­sın­da men­fa­at çe­kiş­me­si­ne yol açar ve bu­nu da­ha üs­tün bir de­lil­le çöz­mek müm­kün ol­maz. Meselâ; bir kim­se sü­rü­den be­lir­siz bir ko­yun sat­sa, alı­cı en iri olan ko­çu al­mak, sa­tı­cı ise da­ha ucuz bir ko­yun ver­mek is­ter. Hay­va­nın ni­te­li­ğin­de­ki bu bi­lin­mez­lik on­la­rı an­laş­maz­lı­ğa dü­şü­rür. Bi­lin­mez­lik şu ko­nu­lar­da or­ta­ya çı­kar:

Sa­tı­lan ma­lın, alı­cı­ya gö­re cins, ne­vi ve­ya mik­tar ola­rak bi­lin­me­me­si.

Sa­tış be­de­li­nin be­lir­siz ol­ma­sı. Meselâ; bir şe­yi mis­li­nin sa­tış be­de­li ile sat­mak an­laş­maz­lı­ğa yol açar.

Va­de­nin be­lir­len­me­me­si. Va­de­li sa­tış­ta ve­ya şart mu­hay­yer­li­ğin­de va­de­nin be­lir­len­me­miş ol­ma­sı sa­tım ak­di­ni fa­sit kı­lar. Ve­re­si­ye sa­tış­ta, va­de ta­ri­hi be­lir­len­mez­se sa­tı­cı ala­ca­ğı­nı bir an ön­ce el­de et­mek, alı­cı ise ge­cik­tir­mek is­ter. Böy­le­ce ta­raf­lar ara­sın­da bir men­fa­at çe­kiş­me­si do­ğar. An­cak be­lir­li bir pa­ra ve­ya be­lir­li bir mal için ya­pı­lan sa­tış­ta tes­li­min ge­ri bı­ra­kıl­ma­sı ca­iz de­ğil­dir. Çün­kü sa­tış sı­ra­sın­da mev­cut olan sa­tış be­de­li­nin ve­ya ma­lın tes­li­mi­ni ge­cik­tir­mek an­lam­sız­dır ve kar­şı ta­ra­fa za­rar ve­rir.94

Borç te­mi­nat­la­rın­da­ki bi­lin­mez­lik de sa­tı­şı fa­sit kı­lar. Sa­tı­cı va­de­li sa­tış be­de­li için bir ke­fil ve­ya re­hin şart koş­sa bun­la­rın ön­ce­den be­lir­li ol­ma­sı ge­re­kir.

 

   b) Zor­la­ma (ik­rah):

Zor­la­ma­dan mak­sat, bir kim­se­yi ra­zı ol­ma­dı­ğı bir işi yap­ma­ya zor­la­mak­tır. İki­ye ay­rı­lır:

Tam zor­la­ma: Öl­dür­me ve­ya bir or­ga­nı­nı te­lef ede­cek şe­kil­de döv­me teh­di­di bu tü­re gi­rer. Meselâ; “Şu ar­sa­nı şu fi­ya­ta sat­ma­dı­ğın tak­dir­de öl­dü­rü­le­cek­sin” teh­di­di al­tın­da ka­lan kim­se sa­tı­şa ra­zı ol­sa, sa­tı­şı zor al­tın­da yap­mış olur. Zor­la­ma kal­kın­ca ak­di fes­het­me hak­kı do­ğar.

Ek­sik zor­la­ma: Ha­pis, döv­me, sür­gün et­me gi­bi teh­dit­ler bu çe­şi­de gi­rer. Bu çe­şit zor­la­ma da sa­tım ak­di­ni fa­sit kı­lar. İmam Zü­fer’e gö­re ise bu du­rum­da akit “mevkûf sa­tış” olur. Sa­tış fa­sit ka­bul edi­lir­se alı­cı kabz su­re­tiy­le ma­la ma­lik olur. Mevkûf ka­bul edi­lir­se kabz ile hiç­bir şe­kil­de ona mâlik ola­maz. Ter­cih edi­len gö­rü­şe gö­re, mük­re­hin ak­di mev­kuf­tur. Çün­kü Ha­ne­fi­le­rin it­ti­fak­lı gö­rü­şü­ne gö­re zor­la­na­nın, ik­rah­tan son­ra ak­di ge­çer­li say­ma­sı ca­iz­dir ve onun hak­kın­da bağ­layı­cı olur.95

 

   c) Sa­tı­şa sü­re koy­ma:

Sa­tı­şa be­lir­li bir sü­re koy­mak sa­tım ak­di­ni fa­sit kı­lar. Çün­kü bir ma­lın mül­ki­ye­ti sü­re sı­nır­la­ma­sı­nı ka­bul et­mez. Ya­ni bir mal sa­tıl­dı­ğı za­man, bu ma­lın mül­ki­ye­ti­nin sü­re­siz ola­rak kar­şı ta­ra­fa geç­me­si asıl­dır. An­cak ba­zı mu­hay­yer­lik­ler ve­ya ak­din yü­rür­lük ka­zan­ma­sı baş­ka­sı­nın ica­ze­ti­ne bağ­lı olan du­rum­lar sa­tı­şı ge­çi­ci ola­rak as­kı­da bı­ra­ka­bi­lir. Meselâ; “Şu da­i­re­mi bir yıl sü­rey­le sa­na şu fi­ya­ta sat­tım” tek­li­fi­ni alı­cı ka­bul et­se, böy­le bir sa­tış fa­sit olur. Ta­raf­la­rın sa­tı­şı boz­ma­sı ge­re­kir. Çün­kü bir yıl son­ra da­i­re ge­ri ia­de edi­le­cek­se, bu, sa­tış­tan çok ki­ra söz­leş­me­si ni­te­li­ğin­de olur. Di­ğer yan­dan bir yıl için­de mül­ki­yet hak­kı­nı tam ola­rak kul­lan­ma imkânı da bu­lun­maz. Meselâ; üçün­cü bir ki­şi­ye sa­tış imkânı ol­maz.

 

   d) Ga­rar (Alış-ve­riş­te şart ko­şu­lan ni­te­li­ğin ih­ti­mal­li olu­şu):

Bu­ra­da ga­rar’dan mak­sat, şart ko­şu­lan ni­te­li­ğin bu­lun­ma­ma ih­ti­ma­li­dir. Meselâ; bir kim­se bir ine­ği her­gün yir­mi lit­re süt ver­di­ği­ni söy­le­ye­rek sat­sa, ine­ğin bu ka­dar süt ver­me­me ih­ti­ma­li de var­dır. Bu yüz­den sa­tış ga­rar­lı bir sa­tım­dır. Hay­va­nın yav­ru­su­nun yav­ru­su­nu sat­ma­da da du­rum böy­le­dir. Çün­kü yav­ru sağ doğ­ma­ya­bi­lir. Yav­ru doğ­ma­dan ön­ce an­ne­si te­lef ola­bi­lir ya da bir ih­ti­yaç­tan do­la­yı sa­tı­la­bi­lir. Bu tak­dir­de hay­va­nın sa­tıl­dı­ğı yer­ler­de onu iz­le­ye­rek do­ğa­cak yav­ru­yu tes­lim al­mak bü­yük sı­kın­tı­lar do­ğu­rur. İş­te mey­da­na ge­lip gel­me­me­si ih­ti­mal­li olan bu gi­bi sa­tış­lar sa­tım ak­di­ni bâtıl kı­lar. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber (s.a) ga­rar sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış­tır. 96 Baş­ka bir ha­dis­te ga­rar sa­tı­şı­na şu ör­nek ve­ril­miş­tir: “Su­da­ki ba­lı­ğı sa­tın al­ma­yı­nız. Çün­kü bu ga­rar­dır.” 97  De­niz ve­ya göl­de­ki ba­lık he­nüz tu­tul­ma­dan sa­tı­lır­sa iki tür­lü sa­kın­ca or­ta­ya çı­kar. Bi­rin­ci­si; sa­tı­cı­nın her­ke­se mü­bah olan bir şe­yi he­nüz el­de et­me­den (ih­raz) baş­ka­sı­na sat­ma­sı, ikin­ci­si; alı­cı ile an­laş­tı­ğı mik­tar ve ka­li­te­de ba­lık av­la­ya­bil­me­si­nin be­lir­siz ve ih­ti­mal­li olu­şu­dur. An­cak özel ha­vuz­lar­da ye­tiş­ti­ri­len sa­hip­li ala­ba­lık ve ben­zer­le­ri­ni bun­dan is­tis­na et­mek ge­re­kir. Çün­kü her an is­te­nil­di­ği ka­dar ba­lık tut­ma imkânının bu­lun­ma­sı ve ha­vu­zun her­ke­se ait mü­bah bir yer ol­ma­ma­sı sa­tım ak­di­ni ifa­yı müm­kün ha­le ge­tir­mek­te­dir.

 

   e) Za­rar:

Bu­ra­da, sa­tı­lan ma­lın sa­tı­cı­ya za­rar ver­me­den alı­cı­ya tes­li­mi­nin müm­kün ol­ma­ma­sı kas­te­di­lir. Meselâ; ça­tı­dan bel­li bir ki­ri­şi sat­mak ve­ya ta­kım el­bi­se­lik ola­rak ay­rı­lan ku­maş­tan bir met­re sat­mak sa­tı­şı fâsit kı­lar. Çün­kü bi­na­nın bir ki­ri­şi­ni sök­mek, bu ki­ri­şin bağ­lı ol­du­ğu yer­le­re za­rar ve­re­ce­ği gi­bi, bi­rer ta­kım el­bi­se ve­ya man­to­luk ay­rıl­mış ku­maş­tan da bir met­re­si­nin sa­tıl­ma­sı ge­ri ka­lan kıs­mın ta­pon mal ola­rak el­de kal­ma­sı­na yol aça­bi­lir. Her iki ör­nek­te de bun­dan sa­tı­cı za­rar gö­rür. Her na­sıl­sa ya­pıl­mış olan böy­le bir sa­tı­şı, sa­tı­cı bo­za­bi­lir. An­cak bu çe­şit sa­tış bi­le­rek ya­pıl­mış olur ve mal alı­cı­ya tes­lim edil­miş bu­lu­nur­sa akit ge­çer­li olur. Bu­ra­da sa­tış­ta­ki bo­zuk­luk şerîatın hak­kın­dan çok ki­şi­nin hak­kı­nı ko­ru­mak için be­lir­len­miş­tir.98

 

   f) Fâsit şart:

Sa­tı­cı ve­ya alı­cı­dan yal­nız bi­ri­si için üs­tün bir ya­rar sağ­la­yan şar­ta “fâsit şart” de­nir. Böy­le bir şar­tın İslâm ta­ra­fın­dan ko­nul­ma­mış ol­ma­sı, örf­leş­miş bu­lun­ma­ma­sı, ak­din ge­rek­tir­di­ği ve­ya ak­de uy­gun dü­şen ni­te­lik­te bir şart ol­ma­ma­sı ge­rek­li­dir. Meselâ; bir kim­se­nin evi­ni, için­de bir yıl otur­mak şar­tıy­la sat­ma­sı ve­ya ara­zi­si­ni müş­te­ri­nin sa­tış be­de­lin­den ay­rı ola­rak bir mik­tar ödünç pa­ra ver­me­si şar­tıy­la sat­ma­sı bun­la­ra ör­nek ve­ri­le­bi­lir.

Fâsit şart; sa­tış, ki­ra ve tak­sim gi­bi mâlî be­del­li bir akit­te bu­lun­du­ğu za­man bu ak­di fâsit kı­lar. Fa­kat teberruât (hi­be, sa­da­ka), tevsîkat (re­hin, kefâlet) ve ev­li­lik ak­di gi­bi be­del­siz akit­ler­de ko­nu­la­cak fa­sit şart yok (lağv) sa­yı­lır ve bun­lar ge­çer­li ola­rak mey­da­na ge­lir. Meselâ; bir yıl pa­ra­sız otur­mak şar­tıy­la bir da­i­re sa­tıl­sa bu sa­tım ak­di fa­sit olur­ken, bir ni­kah ak­din­de ka­dı­nın ge­çi­mi­ni ken­di ge­li­rin­den kar­şı­la­ya­ca­ğı şart ko­şul­sa, bu şart yok sa­yı­lır ve ni­kah ak­di­ni et­ki­le­mez.

Di­ğer yan­dan bir İslâm top­lu­mun­da ta­raf­lar­dan bi­ri­si­ne üs­tün ya­rar sağ­la­yan ba­zı fâsit şart­la­ra baş­vu­rul­ma­sı örf ha­li­ni al­mış ola­bi­lir. Bu tak­dir­de “örf” de­li­li­ne da­ya­na­rak bu şar­tın ge­çer­li ol­du­ğu­na hük­me­di­lir. Bir fir­ma­nın bir yıl sü­rey­le ta­mir ve ba­kı­mı­nı üc­ret­siz ola­rak yap­mak şar­tıy­la be­yaz eş­ya ve­ya bil­gi­sa­yar gi­bi mal­la­rı­nı sat­ma­sı­nı bu­na ör­nek ve­re­bi­li­riz. Bu uy­gu­la­ma bir bel­de­de teâmül ha­lin­de yay­gın­la­şın­ca meşrû olur.99

 

   2. Özel şart­lar:

Sa­tış çe­şit­le­ri­nin ba­zı­la­rın­da bu­lu­nup, ba­zı­la­rın­da bu­lun­ma­yan şart­lar­dır. Sa­tı­lan ma­lın ni­te­li­ği­ne ve ak­din çe­şi­di­ne gö­re özel­li­ği olan şart­la­rı şu şe­kil­de be­lir­le­ye­bi­li­riz:

 

a) Kabz­dan ön­ce sa­tış ya­sa­ğı:

Bu ya­sak yal­nız men­kul (ta­şı­na­bi­lir) mal­la­rın sa­tı­şın­da söz ko­nu­su olur. Çün­kü Al­lah el­çi­si; “Bir gı­da mad­de­si­ni sa­tın alan kim­se, onu kab­zet­me­dik­çe baş­ka­sı­na sat­ma­sın”100 bu­yur­muş­tur. Men­kul ma­lın kabz­dan ön­ce te­lef ol­ma­sı ha­lin­de, bu­nu tes­lim al­ma­dan sa­tan kim­se sa­tım ak­di­ni ifa­ya güç ye­ti­re­mez.

Gay­ri men­kul­ler­de ise te­lef ol­ma na­dir ola­rak vu­ku­bul­du­ğu için bun­la­rın kabz­dan (tes­lim al­ma­dan) ön­ce sa­tı­şı Ebu Ha­ni­fe ve Ebu Yu­suf’a gö­re ca­iz gö­rül­müş­tür. Böy­le­ce ta­şın­maz­la­rın ni­te­li­ği­ne uy­gun olan özel sa­tış şart­la­rı or­ta­ya çık­mış­tır.101

 

   b) Gü­ve­ne da­ya­nan sa­tış çe­şit­le­rin­de ön­ce­ki alış fi­ya­tı­nın

        bi­lin­me­si:

Sa­tım ak­di murâbaha (kâr ora­nı be­lir­li), tev­li­ye (ba­şa­baş sa­tış) ve­ya vazîa (za­ra­rı­na sa­tış) gi­bi gü­ve­ne da­ya­lı sa­tış çe­şit­le­rin­den i­se ön­ce­ki sa­tış be­de­li­nin bi­lin­me­si ge­re­kir. Meselâ; “bu ma­lı yüz­de yir­mi kârla sa­tı­yo­rum” de­nil­di­ği za­man, ma­lın ön­ce­ki alış fi­ya­tı bi­lin­me­li ki bu­nun üze­ri­ne yüz­de yir­mi kâr ek­le­ne­bil­sin. “Ba­şa­baş ve­ya şu ka­dar za­rar­la sa­tı­yo­rum” de­nil­di­ği za­man, sa­tış fi­ya­tı­nın be­lir­len­me­si, ön­ce­ki alış fi­ya­tı­nın ve­ya ma­li­ye­tin bi­lin­me­si­ni  ge­rek­ti­rir. Bu­ra­da müş­te­ri, ken­di­si­ne ve­ri­len bil­gi­le­re gü­ve­ne­rek ma­lı al­ma­ya ka­rar ver­di­ği için bu şe­kil sa­tış çe­şit­le­ri­ne “emânet” ve­ya “gü­ve­ne da­ya­lı sa­tım ak­di” adı ve­ril­miş­tir.

 

   c) Sarf ak­din­de be­del­le­rin pe­şin ve­ril­me­si:

Sa­tım ak­di al­tın, gü­müş, pa­ra ve­ya dö­vi­zin bir­bir­le­riy­le mü­ba­de­le­si gi­bi sarf ak­di (sar­ra­fın ve­ya dö­viz alım-sa­tı­mı ya­pan­la­rın mu­a­me­le­le­ri) ni­te­li­ğin­de olur­sa, ta­raf­lar bir­bi­rin­den ay­rıl­ma­dan ön­ce iki be­de­lin de kab­ze­dil­me­si şart­tır. Ak­si hal­de fa­i­ze dü­şül­müş olur. Meselâ; al­tın al­tın­la, al­tın gü­müş­le ve­ya bun­lar na­kit pa­ra ile mü­ba­de­le edil­mek is­te­nin­ce mü­ba­de­le­nin pe­şin ol­ma­sı ge­re­kir. Bun­lar­da ve­re­si­ye sa­tış “nesîe ri­ba­sı”na yol açar. De­lil sün­net ve sa­ha­be uy­gu­la­ma­sı­dır. İle­ri­de sarf ve fa­iz ko­nu­su­nu ge­niş ola­rak açık­la­ya­ca­ğız. Bu­ra­da uy­gu­la­ma­dan bir ör­nek ver­mek­le ye­ti­ne­ce­ğiz.

As­hab-ı ki­ram­dan Mâlik b. Evs (r.a) şöy­le de­miş­tir: “Yüz di­nar al­tın pa­ra­yı (yak­la­şık 400 gr. al­tın pa­ra), gü­müş pa­ra olan dir­hem­le de­ğiş­tir­mek is­te­dim. Tal­ha b. Ubey­dil­lah (r.a) be­ni ça­ğır­dı, pa­zar­lık edip an­laş­tık. Ben­den di­nar­la­rı al­dı ve çe­vir­me­ye baş­la­dı. Son­ra ha­zi­ne­da­rım or­man­dan ge­lin­ce be­de­li­ni ve­ri­riz, de­di. Hz. Ömer de yap­tı­ğı­mız bu mu­a­me­le­yi iz­li­yor­du. Ba­na hi­ta­ben; “Val­la­hi dir-hem­le­ri alın­ca­ya ka­dar Tal­ha’nın ya­nın­dan ay­rıl­ma. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber bun­la­rın mü­ba­de­le­si­nin pe­şin ya­pıl­ma­sı­nı emir bu­yur­du” de­di.102

 

   d) Se­lem’de pa­ra pe­şin stan­dart ma­lın ve­re­si­ye ol­ma­sı:

Eğer sa­tış, pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye olan “se­lem ak­di” ni­te­li­ğin­de olur­sa se­lem’in şart­la­rı­nı ta­şı­ma­sı ge­re­kir. İle­ri­de se­lem ak­di­ni açık­la­ya­ca­ğız.

 

   e) Fa­iz ce­re­yan eden şey­le­rin pe­şin mü­ba­de­le edil­me­si:

Eğer mal, ken­di­sin­de fa­iz ce­re­yan eden ribevî mal­lar­dan ise, ay­nı cin­sin bir­bi­riy­le mü­ba­de­le­si­nin eşit ve pe­şin ya­pıl­ma­sı ge­re­kir. Cins­ler de­ği­şik olun­ca ise pe­şin ol­mak şar­tıy­la mik­tar­la­rı fark­lı ola­bi­lir. Meselâ; yir­mi iki ayar al­tın ay­nı ayar­da­ki al­tın­la pe­şin ve eşit ola­rak de­ğiş­ti­ri­le­bi­lir. Bu ya­pı­la­maz­sa, sa­tı­şın pa­ra, dö­viz ve­ya gü­müş gi­bi baş­ka bir de­ğer­le ger­çek­leş­ti­ril­me­si ge­re­kir. Şâfiîlerde sar­raf, al­tı­nı al­tın­la mü­ba­de­le­de kâr ola­rak “iş­çi­lik” ala­bi­lir. Buğ­day ve ar­pa gi­bi stan­dart mal­la­rın tram­pa­sı da pe­şin ola­rak ya­pı­la­bi­lir. Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Al­tın al­tın­la, gü­müş gü­müş­le, buğ­day buğ­day­la, ar­pa ar­pa ile, hur­ma hur­ma ile, tuz tuz­la mis­li mis­li­ne, bir­bi­ri­ne eşit ola­rak ve pe­şin sa­tı­lır­lar. An­cak bu cins­ler fark­lı olun­ca is­te­di­ği­niz gi­bi sa­tış ya­pı­nız.” 103

 

   f) Pa­ra­dan baş­ka ala­cak­la­rın kabz­dan ön­ce sa­tı­la­ma­ma­sı:

Zim­met­te borç ola­rak sa­bit olan şey­le­rin baş­ka­sı­na sa­tı­la­bil­me­si için kabz ge­re­kir. Meselâ; pa­ra pe­şin, mal ve­re­si­ye bir sa­tış şek­li olan se­lem’de; üç ayın so­nun­da tes­li­mi şart ko­şu­lan stan­dart bir ma­lı, ala­cak­lı tes­lim al­ma­dık­ça baş­ka­sı­na sa­ta­maz. Yi­ne ala­cak­lı­nın da ala­ca­ğı kar­şı­lı­ğın­da kab­zet­me­den ön­ce, borç­lu­dan baş­ka­sın­dan bir şey sa­tın al­ma­sı ge­çer­li de­ğil­dir. An­cak kar­şı­lık­lı rı­za ile bir pa­ra ala­ca­ğı­nın baş­ka­sı­na ha­va­le­si (ci­ro) de müm­kün ve ca­iz­dir. Bu tak­dir­de ala­ca­ğı bel­ge­le­yen se­net ve­ya çek gi­bi bel­ge­le­rin sa­tı­cı­ya ci­ro edil­me­si, ona, ala­ca­ğı gü­nün­de tah­sil yet­ki­si ver­mek­te­dir. Bu ne­den­le baş­ka­sın­dan ci­ro yo­luy­la alı­nan bir se­net ve­ya çek kar­şı­lı­ğın­da üçün­cü ki­şi­ler­den mal sa­tın alın­ma­sı ya da bun­la­rın, mik­ta­rı denk borç­la­rın öden­me­sin­de kul­la­nıl­ma­sı müm­kün­dür.

 

   C) Ak­din Yü­rür­lük Ka­zan­ma­sı (Nefâz) İçin Ge­rek­li Şart­lar:

Nefâz söz­lük­te; geç­mek, git­mek ve ca­iz ol­mak de­mek­tir. Bir fı­kıh te­ri­mi ola­rak bir ak­din baş­ka­sı­nın ica­ze­ti­ne ve­ya iz­ni­ne bağ­lı ol­mak­sı­zın yü­rür­lük ka­zanma­sı­nı ifa­de eder. Ak­din yü­rür­lük ka­zan­ma­sı için iki şar­tın bu­lun­ma­sı ge­re­kir. Bun­lar da mülk ve­ya velâyet ile akit ko­nu­su olan şey­de baş­ka­sı­na ait bir hak­kın bu­lun­ma­ma­sı­dır. Aşa­ğı­da bun­la­rı açık­la­ya­ca­ğız:

 

   1. Mülk ve­ya Velâyet:

Ki­şi­nin, şer’î bir en­gel bu­lun­ma­dı­ğı za­man tek ba­şı­na ta­sar­ruf­ta bu­lun­mak üze­re ma­lik sı­fa­tıy­la sa­hip ol­du­ğu şe­ye “mülk” de­nir. Akıl has­ta­sı, bu­nak ve­ya ek­sik eh­li­yet­li kim­se­ler ken­di­le­ri­ne ait mülk­ler üze­rin­de ta­sar­ruf ve ya­rar­lan­ma hak­kı­na sa­hip­tir­ler. Fa­kat şer’î bir en­gel yü­zün­den bu ta­sar­ruf yet­ki­si­ni on­lar adı­na kay­yım ve­ya va­si­le­ri kul­la­nır. Bu­ra­da­ki şer’î en­gel on­la­rın velâyet al­tın­da bu­lun­ma­la­rı­dır.104

Velâyet; ken­di­si ara­cı­lı­ğı ile ak­din ger­çek­le­şip yü­rür­lük ka­zan­dı­ğı şer’î yet­ki­yi ifa­de eder. Velâyet ya ki­şi­nin ken­di iş­le­ri­ni biz­zat ken­di­si­nin üst­len­me­si şek­lin­de olur, ya da bu yet­ki­yi baş­ka­sı­nın üst­len­me­si tar­zın­da olur. Meselâ; akıl­lı ve er­gin kim­se ken­di iş­le­ri üze­rin­de ba­ğım­sız velâyet yet­ki­si­ne sa­hip­tir. Bu­na, rüşd ya­şı­na ula­şın­ca malî ko­nu­lar­da tam ta­sar­ruf yet­ki­si de ek­le­nir. Rüşd; ma­lı sa­çıp sa­vur­mak­sı­zın ye­rin­de ve öl­çü­lü kul­lan­ma ol­gun­lu­ğu­nu ifa­de eder. Bu yüz­den rüşd ya­şı ül­ke­den ül­ke­ye bel­de­den bel­de­ye de­ği­şe­bi­lir. Bir kim­se­nin işi­ni baş­ka­sı­nın üst­len­me­si ya vekâlet yo­luy­la ya da velâyet yo­luy­la olur.  Ve­kil ki­şi­nin ken­di­si ta­ra­fın­dan be­lir­le­nir­ken, ve­li­ler İslâm ta­ra­fın­dan be­lir­len­miş­tir. Ek­sik eh­li­yet­li­ler için mâlî ko­nu­lar­da ve­li­ler; ba­ba, de­de, ha­kim ile ba­ba­nın ve­ya de­de­nin ya­hut ha­ki­min ta­yin ede­ce­ği vasîdir. Bun­la­rın ve­li ol­ma­sın­da şu sı­ra gö­ze­ti­lir: Ba­ba, son­ra onun vasîsi, de­de, son­ra onun vasîsi, ha­kim ve son­ra onun vasîsi. Eğer va­si ta­yin edil­me­miş­se ve­li­ler sı­ra­sıy­la ba­ba, de­de ve ha­kim­dir.105

Bu du­ru­ma gö­re, sa­tı­lan ma­lın sa­tı­cı­nın mül­kü ol­ma­sı ge­re­kir. Bu yüz­den baş­ka­sı­na ait mül­kü yet­ki­siz ola­rak sa­tan kim­se­nin (fuzûlî) bu sa­tı­şı yü­rür­lük ka­za­na­maz. Çün­kü sa­tım ak­di mülk ve­ya velâyet yet­ki­si­ne da­yan­ma­mış­tır. An­cak Hanefîlere gö­re fuzûlî’nin sa­tı­şı, mülk sa­hi­bi­nin ica­ze­ti­ne bağ­lı ola­rak mey­da­na ge­lir. Ma­lın sa­hi­bi ica­zet ve­rir­se sa­tış yü­rür­lük ka­za­nır, ak­si hal­de akit or­ta­dan kal­kar. Şâfiîlere gö­re mülk ve­ya velâyet sa­tım ak­di­nin mey­da­na gel­me (in’ikad) şart­la­rın­dan sa­yıl­mış­tır. Bu yüz­den on­lar fuzûlî’nin sa­tı­şı­nı ba­tıl say­mış­lar­dır.106

Aşa­ğı­da fuzûlî’nin hukûkî ta­sar­ruf­la­rı­nı açık­la­ya­ca­ğız:

 

 

a) Yet­ki­siz tem­sil­ci­nin (Fuzûlî) yaptığı mu­a­me­le­ler:

Baş­ka­sı­na ait bir ma­lı velâyet ve­ya vekâlet gi­bi hak­lı bir ne­de­ne da­yan­mak­sı­zın yet­ki­siz ola­rak sa­tan kim­se­ye “fuzûlî” de­nir. Fuzûlî, alım, sa­tım, ki­ra, re­hin gi­bi bir mu­a­me­le­yi mal sa­hi­bi adı­na yap­tı­ğı­nı söy­le­di­ği için, biz bu­na “yet­ki­siz tem­sil­ci” te­ri­mi­ni kul­la­na­ca­ğız.

Yet­ki­siz tem­sil­ci­nin baş­ka­sı adı­na mal al­ma­sı ve­ya sat­ma­sı fark­lı şe­kil­de de­ğer­len­di­ri­lir.

Hanefîlere gö­re yet­ki­siz tem­sil­ci­nin baş­ka­sı­na ait ma­lı sa­tı­şı, mal sa­hi­bi­nin bu sa­tı­şı ka­bul et­me­si şar­tı­na bağ­lı ola­rak mey­da­na ge­lir. Mal sa­hi­bi sa­tı­şa izin ve­rir­se, sa­tış baş­tan iti­ba­ren ge­çer­li­lik ka­za­nır. İzin ver­mez­se sa­tış or­ta­dan kal­kar. Böy­le bir sa­tı­şa “mevkûf sa­tım ak­di” de­nir. Di­ğer yan­dan yet­ki­siz tem­sil­ci­nin sa­tı­şı ken­di­si ve­ya mal sa­hi­bi adı­na yap­tı­ğı­nı söy­le­me­si de so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. Çün­kü mal baş­ka­sı­na ait ol­du­ğu için yet­ki­siz tem­sil­ci üze­rin­de so­nuç do­ğur­maz.

Yet­ki­siz tem­sil­ci­nin baş­ka­sı adı­na mal sa­tın al­ma­sı­na ge­lin­ce; eğer ma­lı alır­ken ken­di adı­na al­dı­ğı­nı be­lirt­miş olur­sa sa­tın al­ma ken­di adı­na so­nuç do­ğu­rur. Çün­kü pren­sip ola­rak akit ya­pan­lar ak­si be­lir­til­me­dik­çe bu­nu ken­di adı­na yap­mış sa­yı­lır­lar.

Fuzûlî, sa­tın al­ma­yı baş­ka­sı adı­na yap­tı­ğı­nı söy­ler ve­ya ken­di­si­nin ek­sik eh­li­yet­li ol­ma­sı yü­zün­den, akit onun üze­rin­de yü­rür­lük ka­za­na­maz­sa, akit ken­di­si adı­na sa­tın alı­nan kim­se­nin ica­ze­ti­ne bağ­lı ola­rak mey­da­na ge­lir. O ki­şi, bu sa­tın al­ma­yı ka­bul eder­se akit yü­rür­lük ka­za­nır. Bu du­rum­da fuzûlî, ak­de ait hak­la­rın ken­di­si­ne dön­dü­ğü bir ve­kil ola­rak ka­bul edi­lir.107

Mâlikîlere gö­re, sa­tım ve alım ara­sın­da bir ayı­rım söz ko­nu­su ol­mak­sı­zın, fuzûlî’nin alım-sa­tı­mı il­gi­li­nin ve­re­ce­ği ica­ze­te bağ­lı ola­rak mey­da­na ge­lir. Eğer il­gi­li kim­se ica­zet ve­rir­se akit ge­çer­li, ver­mez­se bâtıl olur. Çün­kü son­ra­dan ve­ri­len ica­zet, ön­ce­den ve­ri­len izin ve­ya vekâlet gi­bi­dir.108

Fuzûlî’nin ya­pa­ca­ğı ak­din ge­çer­li olu­şu şu de­lil­le­re da­ya­nır. Kur’an-ı Ke­rim’de alış-ve­ri­şin mü­bah ol­du­ğu­nu bil­di­ren ayet­ler­de fuzûlî olan­la ol­ma­yan ara­sın­da bir ayı­rım ya­pıl­ma­mış­tır. Ayet­ler­de şöy­le bu­yu­ru­lur: “Al­lah alış-ve­ri­şi he­lal kıl­mış­tır.” 109, “Mal­la­rı­nı­zı ara­nız­da bâtıl yol­lar­la ye­me­yi­niz. Me­ğer ki ta­ra­fı­nız­dan kar­şı­lık­lı rı­za ile ya­pıl­mış ti­ca­ret ile ola.”110, “Cu­ma na­ma­zı kı­lı­nın­ca yer­yü­zü­ne da­ğı­lın ve Al­lah’ın lüt­fun­dan ara­yın.”111

 

 

Fuzûlî tam eh­li­yet­li kim­se­dir. Bu yüz­den onun ak­di­ne ge­çer­li­lik ka­zan­dır­mak ih­mal et­mek­ten da­ha üs­tün­dür. Hz. Pey­gam­ber (s.a)’in uy­gu­la­ma­sı da bu yön­de ol­muş­tur. Ni­te­kim Rasûlullah (s.a), Hakîm  b. Hizâm’a kur­ban­lık bir ko­yun sa­tın al­ma­sı için bir di­nar al­tın pa­ra ver­miş, o da bir di­na­ra iki ko­yun sa­tın al­mış, bun­lar­dan bi­ri­si­ni bir di­na­ra sat­mış ve Al­lah’ın el­çi­si­ne bir  di­nar ve bir ko­yun ge­ri ge­ti­rin­ce Resûlullah (s.a) onu öv­müş ve: “Al­lah bu yap­tı­ğın alış-ve­riş­te sa­na be­re­ket ih­san et­sin.” bu­yu­ra­rak, onun için be­re­ket­le dua et­miş­tir.112 Baş­ka bir ri­va­yet­te ben­ze­ri olay Ur­ve­tü’l-Bârikî (r.a) ile il­gi­li ola­rak nak­le­dil­miş­tir.113 Al­lah el­çi­si yu­ka­rı­da­ki iki du­rum­da da ikin­ci ko­yu­nun sa­tın alın­ma­sı­nı da sa­tıl­ma­sı­nı da em­ret­me­miş­tir. Bu­ra­dan onun, yet­ki­siz tem­sil­ci­nin sa­tım ak­di­ne izin ver­di­ği an­la­şıl­mak­ta­dır.

Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re ise fuzûlî’nin sa­tı­şı ge­çer­li de­ğil­dir. Hanbelîler şu ayı­rı­mı yap­mış­tır. Fuzûlî ken­di zim­me­tin­de ol­mak üze­re sa­tın alır ve is­mi­ni be­lirt­me­di­ği bir ki­şi adı­na ni­yet eder­se sa­tış ge­çer­li olur. Yet­ki­siz tem­sil­ci­nin sa­tı­şı­nı ca­iz gör­me­yen­le­rin da­yan­dı­ğı de­lil şu ha­dis­ler­dir: “Bir kim­se mâlik ol­ma­dı­ğı şe­yi sa­ta­maz”114 “Ya­nın­da ol­ma­yan şe­yi sat­mak helâl de­ğil­dir.”115 Bun­dan mak­sat ise sa­tı­cı­nın mül­ki­ye­ti al­tın­da ol­ma­yan şe­yin sa­tı­şı­dır. Fuzûlî’nin sa­tı­şın­da, sa­tı­la­nın tes­li­mi­ne güç ye­ti­re­me­me ih­ti­ma­li ya­nın­da, an­laş­maz­lı­ğa yol aç­ma­sı da muh­te­mel­dir. Yu­ka­rı­da zik­re­di­len Ha­kim b. Hi­zam ve Ur­ve ha­dis­le­ri bun­la­rın mut­lak ve­kil ol­duk­la­rı­nı gös­te­rir. Onun ko­yu­nu sa­tıp ge­ri ka­la­nı tes­lim et­me­si bu­na delâlet eder. Bu­ra­da vekâletin kap­sa­mı ha­yır­lı bir so­nuç için ge­niş­le­til­miş­tir.116

 

   b) Yet­ki­siz tem­sil­ci­nin ta­sar­ru­fu­na ica­zet ver­me­nin şart­la­rı:

aa) Akit sı­ra­sın­da ak­de ica­zet ve­re­cek bi­ri­si­nin bu­lun­ma­sı ge­re­kir. Meselâ; baş­ka­sı­nın bir kı­sım ma­lı­nı izin­siz ola­rak ta­sad­duk eden kim­se­nin bu ta­sar­ru­fu ma­lın sa­hi­bi eh­li­yet­li ise mevkûf ola­rak mey­da­na ge­lir. An­cak ta­sad­duk edi­len bu ma­lın sa­hi­bi kü­çük ço­cuk olur­sa, bu ak­di yap­ma­ğa ehil bu­lun­ma­dı­ğı için onun adı­na ya­pı­la­cak ta­sar­ruf ge­çer­li ol­maz.

bb) Sa­tı­şa ica­ze­tin; sa­tı­cı, alı­cı, mâlik ve sa­tı­la­nın bu­lun­ma­sı sı­ra­sın­da ya­pıl­ma­sı ge­re­kir. Bun­lar­dan her­han­gi bi­ri­si­nin helâkinden son­ra ica­zet ve­ril­se sa­tım ak­di bâtıl olur.

 

 

cc) İl­gi­li­nin red­det­me­si ha­lin­de ak­din fuzûlî üze­ri­ne ge­çer­li ol­ma­sı­na imkân bu­lun­ma­ma­lı­dır.117

 

   2. Sa­tı­lan mal­da baş­ka­sı­na ait bir hak­kın bu­lun­ma­ma­sı:

Sa­tı­lan şey­de baş­ka­sı­na ait bir hak bu­lu­nur­sa böy­le bir sa­tım ak­di, hak sa­hi­bi­nin ica­ze­ti­ne bağ­lı (mevkûf) ola­rak mey­da­na ge­lir. Hak sa­hi­bi izin ve­rir­se sa­tış yü­rür­lük ka­za­nır, izin ver­mez­se, sa­tış or­ta­dan kal­kar. Böy­le bir ak­de “mevkûf sa­tım ak­di” de­nir. İpo­tek­li olan ve­ya için­de ki­ra­cı bu­lu­nan mül­kün sa­tıl­ma­sı bu ni­te­lik­te­dir. Çün­kü böy­le bir sa­tış, ala­cak­lı­nın ve­ya ki­ra­cı­nın hak­la­rı­nı ihlâl eder, bu ise ca­iz ol­maz. Ba­zı fa­kih­ler bu çe­şit sa­tı­şı fa­sit sa­yar­ken, ba­zı­sı ica­ze­te bağ­lı akit (mevkûf) ka­bul et­miş olup, doğ­ru olan bu so­nun­cu gö­rüş­tür. Çün­kü sa­tım ak­di eh­li­yet­li ki­şi­ler­ce, mü­te­kav­vim ve tes­li­mi­ne güç ye­ti­ri­le­bi­len bir mal üze­rin­de ya­pıl­mış­tır. Bu­ra­da borç öde­ne­rek ipo­tek çö­zü­le­bi­lir ve mal borç­lu­ya tes­lim edi­lir. İpo­tek hak­kı sa­hi­bi­nin ve ki­ra­cı­nın sa­tı­şa ica­zet ver­me­si ih­ti­ma­li de var­dır. An­cak bu mu­a­me­le­ler ger­çek­le­şin­ce­ye ka­dar sa­tım ak­di as­kı­da (mevkûf) ka­lır. İca­zet ger­çek­le­şin­ce sa­tış yü­rür­lük ka­za­nır. Kudûrî ise, ki­ra­cı­nın ki­ra­da­ki yer sa­tı­lın­ca, sa­tı­şı fe­sih hak­kı­nın bu­lun­ma­dı­ğı­nı söy­ler. Çün­kü onun hak­kı ya­rar­lan­ma olup, ki­ra­la­nan şe­yin ken­di­si üze­rin­de de­ğil­dir.118

Gü­nü­müz bil­gin­le­rin­den ez-Zer­ka’ya gö­re ise bu­ra­da sa­tı­şa ica­zet ver­mek ye­ri­ne, ko­nu­yu re­hin ala­nın ve­ya ki­ra­cı­nın rı­za­sı ol­ma­dık­ça sa­tı­lan ma­lın alı­cı­ya tes­lim edi­le­me­ye­ce­ği şek­lin­de an­la­mak ge­re­kir. Böy­le­ce hak sa­hip­le­ri ko­run­muş olur. Bel­ki bu­ra­da alı­cı, sa­tım ak­di­ni fes­het­mek ve­ya sa­tı­la­nı tes­lim ala­bil­mek için re­hin (ipo­te­ğin) çö­zül­me­si­ni ya da ki­ra sü­re­si­nin so­na er­me­si­ni bek­le­mek ara­sın­da bir ter­cih yap­ma hak­kı­na sa­hip ol­ma­lı­dır.119

 

   D) Sa­tım Ak­di­nin Bağ­la­yı­cı­lık (Lüzûm) Şart­la­rı:

Sa­tı­şın bağ­la­yı­cı ol­ma­sı­nın şart­la­rı; mey­da­na gel­me, sıh­hat ve yü­rür­lük (nefâz) şart­la­rın­dan son­ra ge­lir. Bir sa­tım ak­di­nin bağ­la­yı­cı ol­ma­sı için ak­di ya­pan­la­ra fes­het­me imkânı ve­ren mu­hay­yer­lik­ler­den hiç bi­ri­si­nin bu­lun­ma­ma­sı ge­re­kir. Sa­tı­cı ve­ya alı­cı­ya sa­tı­şı fes­het­me imkânı ve­ren mu­hay­yer­lik­le­re; şart, gör­me, ayıp (ku­sur), ya­lan ve­ya hi­le ile bir­le­şen al­dan­ma mu­hay­yer­li­ği­ni ör­nek ola­rak ve­re­bi­li­riz. Bu mu­hay­yer­lik hak­la­rın­dan bi­ri­si­ne sa­hip olan sa­tı­cı ve­ya alıcı için sa­tım ak­di bağ­la­yı­cı ol­maz. Bu kim­se sa­tı­şı fes­het­me ve­ya ka­bul et­me ara­sın­da se­çim­lik hak­ka sa­hip­tir. Meselâ; bir ma­lı gör­me­den sa­tın alan kim­se için “gör­me mu­hay­yer­li­ği hak­kı” söz ko­nu­su olur. Ma­lı gö­rün­ce be­ğen­mez ve­ya da­ha ön­ce ko­nu­şu­lan ni­te­lik­le­re uy­ma­dı­ğı­nı an­lar­sa, sa­tı­şı bo­za­bi­lir ve­ya ma­lı be­ğe­ne­rek sa­tım ak­di­ni ke­sin­leş­ti­re­bi­lir.120

Bu du­ru­ma gö­re sa­tım ak­din­de mey­da­na gel­me (in’ıkad) şart­la­rın­dan bi­ri­si bu­lun­maz­sa sa­tış bâtıl; sıh­hat şart­la­rın­dan bi­ri­si ol­maz­sa fâsit; yü­rür­lük (nefâz) şart­la­rın­dan bi­ri­si bu­lun­maz­sa akit mevkûf (yü­rür­lü­ğü dur­du­rul­muş) olur. Bağ­la­yı­cı­lık (lü­zum) şar­tı bu­lun­ma­yan bir sa­tı­şı ise, mu­hay­yer­lik hak­kı­na sa­hip olan kim­se fes­he­de­bi­lir (Bâtıl, fâsit, mevkûf akit­ler ve mu­hay­yer­lik için; “Akit Çe­şit­le­ri”, “Akit­le­rin So­na Er­me­si” ve “Akit­ler­de Mu­hay­yer­lik­ler” ko­nu­la­rı­na bkz.).

 

IV- SA­TIŞ ŞART­LA­RIN­DA MEZ­HEP­LE­RİN

BİR­LEŞ­Tİ­Ğİ VE AY­RIL­DI­ĞI NOK­TA­LAR

 

1. Sa­tım ak­di­ni ya­pan ta­raf­la­rın tem­yiz gü­cü­ne sa­hip ol­ma­sı ge­rek­ti­ği ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği var­dır. Er­gin ol­ma şar­tı ise ihtilâflıdır. Hanefî ve Mâlikîlere gö­re er­gin­lik sa­tım ak­di­nin yü­rür­lü­ğü için, Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re ise mey­da­na gel­me­si (in’ıkad) için bir şart­tır. Alış-ve­ri­şin ta­raf­la­rın ser­best ira­de­siy­le ya­pıl­ma­sı ge­rek­ti­ği pren­si­bi Hanefîlere gö­re yü­rür­lük şar­tı, ço­ğun­luk fa­kih­le­re gö­re ise mey­da­na gel­me şar­tı­dır. Bu pren­sip uya­rın­ca, Hanefîler zor­la­na­nın (mük­reh) sa­tı­şı­nı, ica­zet ve­ri­lin­ce­ye ka­dar yü­rür­lük ka­za­na­ma­yan (mevkûf) bir akit sa­yar­ken, ço­ğun­luk müc­te­hit­ler böy­le bir  sa­tı­şı bâtıl ka­bul eder. Mâlikîlerde gü­ve­ni­len gö­rü­şe gö­re mük­re­hin sa­tı­şı bağ­la­yı­cı ol­ma­yan bir akit­tir.121

2. İcap ve ka­bul ara­sı­na bir fa­sı­la gir­mek­si­zin akit mec­li­si­nin bir ol­ma­sı, icap ve ka­bu­lün bir­bi­ri­ne uy­gun şe­kil­de ifa­de edil­me­si, siy­ga­nın işi­til­me­si, sa­tı­şın baş­ka bir şe­ye bağ­lı kı­lın­ma­ma­sı ve bir sü­re ile sı­nır­lan­dı­rıl­ma­ma­sı müc­te­hid­le­rin üze­rin­de gö­rüş bir­li­ği et­ti­ği hu­sus­lar­dan­dır.122

3. Sa­tı­şa ko­nu olan şe­yin şer’an ken­di­sin­den ya­rar­la­nıl­ma­sı mü­bah olan mü­te­kav­vim bir mal ol­ma­sı ve­ya te­miz bu­lun­ma­sı, var ol­ma­sı, tes­lim edi­le­bi­lir ni­te­lik­te bu­lun­ma­sı, ni­te­lik­le­ri be­lir­li olup bi­lin­mez yö­nü­nün bu­lun­ma­ma­sı ge­re­kir. Bü­tün bu şart­lar üze­rin­de gö­rüş bir­li­ği var­dır. An­cak sa­tım ak­din­de bi­lin­mez­lik Hanefîlere gö­re sa­tı­şı fâsit kı­lar­ken, ço­ğun­lu­ğa gö­re bâtıl kı­lar. Meselâ; ve­re­si­ye bir sa­tış­ta va­de ta­ri­hi­nin be­lir­len­me­me­si ha­lin­de, da­ha ön­ce­den bu ko­nu­da ta­raf­la­rın uy­gu­la­dı­ğı alı­şıl­mış bir örf de yok­sa sa­tım ak­di Hanefîlere gö­re fâsit, ço­ğun­lu­ğa gö­re ise bâtıl olur. Sa­tı­lan şe­yin sa­tı­cı­nın mül­ki­ye­ti al­tın­da bu­lun­ma­sı Hanefîlerle Mâlikîlere gö­re yü­rür­lük (nefâz) şar­tı, Şâfiîlerle Hanbelîlere gö­re ise mey­da­na gel­me şar­tı­dır. Bu­na gö­re fuzûlî’nin (yet­ki­siz tem­sil­ci) alım ve­ya sa­tı­mı ön­ce­ki­le­re gö­re “mevkûf” son­ra­ki iki mez­he­be gö­re ise bâtıldır.

Yi­ne re­hin­de bu­lu­nan ma­lın ve­ya ki­ra­da­ki ye­rin sa­tıl­ma­sın­da ol­du­ğu gi­bi, sa­tı­lan­da sa­tı­cı­dan baş­ka­sı­na ait bir hak­kın bu­lun­ma­ma­sı Hanefîlere gö­re yü­rür­lük (nefâz) şar­tı, ço­ğun­lu­ğa gö­re ise mey­da­na gel­me (in’ıkad) şar­tı­dır. Bu du­ru­ma gö­re, re­hin­de­ki ma­lın ve­ya ki­ra­da­ki ye­rin sa­tı­şı ilk gö­rü­şe gö­re hak sa­hip­le­ri­nin iz­ni­ne bağ­lı (mevkûf) ikin­ci gö­rü­şe gö­re ise bâtıldır.123

 

>V- SA­TIM AK­Dİ­NİN HÜ­KÜM­LE­Rİ

 

A) Ak­din Hük­mü:

Bir ak­din hük­mü, bu akit­ten kas­te­di­len ga­ye ve so­nuç­tur. Sa­tım ak­din­de hü­küm sa­tı­la­nın mül­ki­ye­ti­nin alı­cı­ya, sa­tış be­de­li­nin mül­ki­ye­ti­nin de sa­tı­cı­ya geç­me­si­dir. Ki­ra ak­din­de hü­küm ise ki­ra­ya ve­ri­len şey­den ya­rar­lan­ma hak­kı­nın ki­ra­cı­ya, ki­ra be­de­li­nin de ki­ra­ya ve­re­ne ait ol­ma­sı­dır. Çün­kü bu akit­le­rin ama­cı be­lir­ti­len so­nuç­la­rı el­de et­mek­tir.

 

   B) Hük­mün Çe­şit­le­ri:

1.Yü­küm­lü­lük bil­di­ren hü­küm­ler: Bu­na “teklîfî hü­küm” de­nir. İslâm’da emir ve ya­sak bil­di­ren hü­küm­ler bu ni­te­lik­te­dir. Beş va­kit na­ma­zın hük­mü­nün farz, vi­tir na­ma­zı­nın va­cip, ce­ma­at­le na­maz kıl­ma­nın sün­net, hır­sız­lı­ğın ha­ram, na­ma­zın sün­net­le­rin­den bi­ri­si­ni ter­ket­me­nin mek­ruh olu­şu bu­na ör­nek ve­ri­le­bi­lir. Akıl­lı ve er­gin bir mü’mi­nin gün­lük ha­yat­ta iş­le­ye­ce­ği bü­tün fi­il­le­rin hü­küm­le­ri se­kiz ta­ne­den bi­ri­si­ne gi­rer. “Ef’alü’l-Mükellefîn” de­ni­len bu hü­küm­ler şun­lar­dır: Farz, va­cip, sün­net, müs­te­hap, mü­bah, ha­ram, mek­ruh ve müf­sit. Bu, Hanefî müc­te­hit­le­ri­nin tak­si­mi­dir. Ço­ğun­luk usûl bil­gin­le­ri­ne gö­re ise bu sa­yı; va­cip, men­dup, ha­ram, mek­ruh ve mü­bah ol­mak üze­re beş­tir.124

2.  Ya­pı­lan muâmelenin sa­hih ol­ma ve­ya bağ­la­yı­cı olup ol­ma­ma gi­bi şer’î ni­te­li­ği­nin kas­te­dil­di­ği hü­küm­ler: Bu­na gö­re, rü­kün ve şart­la­rı­nı tam ola­rak ta­şı­yan ak­din hük­mü için “ge­çer­li ve bağ­la­yı­cı­dır” de­ni­lir.

3) Gün­lük muâmeleye bağ­la­nan so­nu­cun kas­te­dil­di­ği hü­küm­ler: Rü­kün ve şart­la­rı tam olan hukûkî ta­sar­ruf­lar so­nuç do­ğu­rur. Yu­ka­rı­da sa­tım ak­di­nin so­nu­cu ola­rak sa­tı­lan­da alı­cı­nın, sa­tış be­de­lin­de de sa­tı­cı­nın mül­ki­yet hak­kı­na sa­hip ol­du­ğu­nu be­lirt­miş­tik. An­cak bu so­nu­cun or­ta­ya çık­ma­sı için sa­tı­şın mu­hay­yer­lik bu­lun­ma­yan bağ­la­yı­cı bir sa­tış ol­ma­sı ge­re­kir.125

Sa­tım ak­di­nin hük­mü ko­nu­sun­da üçün­cü mad­de­de­ki an­lam kas­te­di­lir.

 

   C) Sa­tış Kap­sa­mı­na Gi­ren Un­sur­lar:

Men­kul ve­ya gay­ri men­kul bir mal sa­tıl­dı­ğı za­man bu ma­lın ken­di­si sa­tı­şa gir­di­ği  gi­bi, bu­na bağ­lı olan bir ta­kım ta­mam­la­yı­cı par­ça ve un­sur­lar da kap­sa­ma gi­rer. Sa­tı­lan­la bir­lik­te bir bü­tün teş­kil eden ve sa­tı­lan­dan ya­rar­lan­ma­yı sağ­la­yan ve­ya ko­lay­laş­tı­ran yol, su, elek­tirk vb. hak­lar da sa­tı­şa gi­rer. Bu gi­bi hak­la­ra “ir­ti­fak hak­la­rı” de­nir. Bu ko­nu­da ge­nel ku­ral şu­dur: Meselâ; bir evin sa­tı­şın­da ev­den sa­yı­lan ve ona bi­ti­şik olan her şey sa­tış sı­ra­sın­da hiç zik­re­dil­me­se de ken­di­li­ğin­den sa­tış kap­sa­mı­na gi­rer. Bu ni­te­lik­te ol­ma­yan şey­ler örf­leş­miş bu­lun­ma­dık­ça zik­re­dil­me­den ken­di­li­ğin­den sa­tı­şa gir­mez. Di­ğer yan­dan sa­tı­cı, örf­leş­se bi­le bun­la­rı sa­tış dı­şı bı­ra­ka­bi­lir. Meselâ; evin anah­tar­la­rı is­tih­san pren­si­bi­ne gö­re ken­di­li­ğin­den sa­tı­şa gi­rer. Fa­kat ba­ğım­sız as­ma ki­lit ve anah­ta­rı böy­le de­ğil­dir. Yi­ne kat­lı bi­na­lar­da bi­ti­şik mer­di­ven­le­rin ka­pı ve pen­ce­re­le­rin sa­tı­şa gir­di­ğin­de şüp­he yok­tur. Fa­kat ya­pı­ya bi­ti­şik ol­ma­yan ba­ğım­sız mer­di­ven vb. şey­ler var­sa bu­nun özel ola­rak ko­nu­şul­ma­sı ge­re­kir. Ak­si hal­de sa­tı­şa, gir­mez.126

Yu­ka­rı­da­ki esas­lar­dan ha­re­ket ede­rek şu tes­pit­ler ya­pı­la­bi­lir:

1. Bir kim­se iki kat­lı bir evin alt ka­tı­nı sa­tın al­sa, akit sı­ra­sın­da üst kat­tan hiç söz edil­me­miş­se, ken­di­li­ğin­den üst kat sa­tı­şa gir­mez. Çün­kü bir şe­ye ken­di gi­bi­si ta­bi kı­lı­na­maz.

2. Sa­tı­lan şe­yin kap­sa­mı­na ona ait hak­lar ve ta­mam­la­yı­cı bü­tün par­ça­lar gi­rer. Meselâ; bah­çe­li bir ev sa­tıl­dı­ğı za­man, için­de­ki yol­lar, dı­şa ve­ya ge­nel yo­la çı­kan ara yol­lar, tu­va­let, su ku­yu­su, bah­çe­de­ki ağaç­lar, bu bah­çe­den da­ha kü­çük olan bi­ti­şik bah­çe sa­tış sı­ra­sın­da ko­nu­şul­ma­sa bi­le ken­di­li­ğin­den sa­tı­şa gi­rer. Evin sı­nır­la­rı dı­şın­da ka­lan bah­çe ve­ya bos­tan evin bah­çe­si ka­dar ve­ya da­ha bü­yük ise­ler sa­tı­şın kap­sa­mı­na gir­mez­ler. Evin asıl ka­pı­sı ve yo­la açı­lan dış ka­pı ise ken­di­li­ğin­den sa­tı­şa da­hil olur. Çün­kü bun­lar evin ta­mam­la­yı­cı par­ça­la­rı­dır.

Yi­ne evin sı­nır­la­rı dı­şın­da ka­lan sa­tı­cı­ya ait bu­lu­nan eve ait ol­ma­yan su ka­na­lı an­cak açık­ça ko­nu­şu­lur­sa sa­tı­şa gi­rer. Evi, sa­hip ol­du­ğu bü­tün hak­la­rı ve­ya ir­ti­fak hak­la­rı, az çok her şe­yi ile sa­tın al­ma ha­lin­de ise, bu ev­le il­gi­li tüm hak­lar sa­tı­şa gi­rer. An­cak ki­ra, re­hin ve­ya va­kıf muâmelesinde bü­tün bu hak­lar, zik­re­dil­me­si­ne ge­rek ol­mak­sı­zın, ken­di­li­ğin­den sa­tı­şa gi­rer. Çün­kü bu muâmeleler “ya­rar­lan­ma” ama­cıy­la ya­pı­lır. Ya­rar­lan­ma­nın tam ol­ma­sı ise bu hak­la­rın var­lı­ğı­nı ge­rek­li kı­lar.

An­cak sa­tı­şa gi­rip gir­me­yen hak­la­rın be­lir­len­me­sin­de o bel­de­de­ki “örf”le­re baş­vu­ru­lur.

Di­ğer yan­dan bir evin ik­rar, sulh, va­si­yet ve­ya ba­ğış ko­nu­su ol­ma­sı ve­ya bo­şan­ma­da muhâlea be­de­li (ka­dı­nın bo­şa­ma kar­şı­lı­ğın­da ko­ca­sı­na ver­me­yi üst­len­di­ği be­del) ola­rak be­lir­len­me­si du­rum­la­rın­da yu­ka­rı­da­ki hü­küm­ler kı­yas yo­luy­la uy­gu­la­nır.127

 

>VI- SA­TIM AK­DİN­DE BE­DEL­LER

 

A) Sa­tı­lan Mal (Mebî’) ve Sa­tış Be­de­li (Se­men):

Hanefîlerin ço­ğun­lu­ğu­na gö­re sa­tı­lan şey ve sa­tış be­de­li fark­lı an­lam­da kul­la­nı­lan söz­cük­ler­den­dir. Mebî’ söz­cü­ğü “mef’ûl” vez­nin­de ism-i mef’ûl olup söz­lük­te; sa­tıl­mış, sa­tı­lan de­mek­tir. Alış-ve­riş­te sa­tı­lan ma­lı ifa­de eder. Mebî’ ge­nel ola­rak be­lir­le­me ile be­lir­li ha­le ge­len şey ola­rak ta­rif edi­lir. Se­men ise; be­del, fi­yat, kar­şı­lık de­mek­tir. Alış-ve­riş­te ge­nel­lik­le be­lir­le­me ile be­lir­li ha­le gel­me­yen şey­dir. Meselâ; alı­cı “şu göm­le­ği yüz bin li­ra­ya ka­bul et­tim” de­yin­ce, göm­lek be­lir­li ha­le gel­miş olur. Ar­tık sa­tı­cı bu­nun ye­ri­ne baş­ka bir göm­lek ve­re­mez. Yüz bin li­ra ise be­lir­li ha­le gel­mez. Alı­cı her­han­gi bir yüz bin li­ra­yı ver­mek­le yü­küm­lü olur. An­cak pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye bir sa­tış şek­li olan se­lem’de yal­nız stan­dart olan ma­lın ni­te­lik­le­ri ve tes­lim ta­ri­hi be­lir­len­mek­le ye­ti­ni­lir. Çün­kü se­lem­de “şu mal” di­ye gös­te­ri­le­bi­le­cek bir mal he­nüz el­de mev­cut de­ğil­dir. Bel­ki ma­lın el­de nümûmesi var­sa “şu numûne”den de­nil­mek­le ni­te­lik­le­ri be­lir­li ha­le gel­miş olur. Ba­zı du­rum­lar­da be­lir­li bir mal da sa­tış be­de­li va­zi­fe­si gö­re­bi­lir. Pe­şin ve­ri­len bir mal kar­şı­lı­ğın­da stan­dart bir şey için se­lem ak­di yap­mak gi­bi.

An­cak sa­tış be­de­li­nin en önem­li özel­li­ği zim­met­te borç (deyn) ola­rak ka­la­bil­me­si­dir. Bu­na gö­re na­kit pa­ra ve­ya di­ğer stan­dart (mislî) şey­ler sa­tış be­de­li ol­ma­ya el­ve­riş­li­dir. Çün­kü bun­lar zim­met bor­cu ola­rak be­lir­le­ne­bi­lir. Mislî mal­lar; öl­çü, tar­tı ve­ya stan­dart olup sa­yı ile alı­nıp sa­tı­lan şey­ler­dir. Buğ­day, ar­pa, zey­tin ya­ğı, ben­zin ve­ya s­tan­dart olup se­ri ola­rak üre­ti­len kon­fek­si­yon çe­şit­le­ri, ye­dek par­ça, be­lir­li fir­ma­ya ait oto­mo­bil las­ti­ği bu ni­te­lik­te­dir.

Şâfiî ve İmam Zü­fer’e gö­re ise, mebî ve se­men eş an­lam­lı söz­cük­ler­dir. Bun­la­rı alış-ve­riş­te bir­bi­rin­den ayı­ran sa­de­ce “ile ve­ya kar­şı­lı­ğın­da” an­la­mı­na ge­len arap­ça es­re oku­tan “ba” eda­tın­dan iba­ret­tir. (128) Meselâ; “Bu el­bi­se­yi bir mil­yon li­ra kar­şı­lı­ğın­da sa­tın al­dım” de­ni­lin­ce “kar­şı­lı­ğın­da (ba)” ifa­de­sin­den pa­ra­nın sa­tış be­de­li, el­bi­se­nin de sa­tı­lan şey ol­du­ğu an­la­şı­lır. Buğ­day kar­şı­lı­ğın­da ar­pa ve­ya hay­van sa­tıl­ma­sın­da da ay­nı öl­çü­den ha­re­ket­le buğ­da­yın sa­tış be­de­li ol­du­ğu so­nu­cu­na va­rı­lır.

 

   B) Se­men, Kıy­met ve Deyn Te­rim­le­ri:

Se­men ya­ni sa­tış be­de­li an­cak bir sa­tım ak­din­de söz ko­nu­su olur. Bu, sa­tı­cı ve alı­cı­nın üze­rin­de an­laş­tık­la­rı be­del­dir. Bu yüz­den se­men (sa­tış be­de­li) sa­tı­lan şe­yin ger­çek kıy­me­tin­den az ve­ya çok ola­bi­le­ce­ği gi­bi, ma­lın kıy­me­ti­ne denk de ola­bi­lir. Meselâ; bir ma­lın sa­tış be­de­li beş yüz, kıy­me­ti al­tı yüz ola­bi­le­ce­ği gi­bi, bu­nun ak­si de ola­bi­lir. Ya­hut da her iki de­ğer de beş yüz ola­bi­lir.

Kıy­met; bir ma­lın pi­ya­sa­da, alış-ve­riş­ler­de­ki kıy­me­ti­ni bi­len bi­lir­ki­şi­nin o ma­la biç­ti­ği de­ğer­dir.

Deyn ise; borç­lan­ma se­bep­le­rin­den her­han­gi bi­ri­siy­le zim­met­te borç ola­rak sa­bit ka­la­bi­len şey­dir. Baş­lı­ca borç­lan­ma se­bep­le­ri şun­lar­dır: baş­ka­sı­nın ma­lı­nı te­lef et­mek ve­ya gas­bet­mek, ke­fil ol­mak­tan, baş­ka­sı­na ödünç pa­ra ver­mek­ten ya da ve­re­si­ye mal sat­mak­tan do­ğan ala­cak ve­ya borç­lar “deyn” ni­te­li­ğin­de­dir.129

 

   C) Sa­tı­lan Şey­le Sa­tış Be­de­li­ni Bir­bi­rin­den Ayı­ran

        Ni­te­lik­ler:

Bu ko­nu­da ge­nel ku­ral şu­dur: Na­kit pa­ra ve mislî mal çe­şi­di­ne gi­ren her­şey sa­tış be­de­li ola­bi­lir. An­cak ba­zı du­rum­lar­da kıyemî (stan­dart ol­ma­yıp de­ğe­ri­ni pi­ya­sa­nın be­lir­le­di­ği) mal­lar da sa­tış be­de­li ola­rak ka­bul edi­le­bi­lir. Bu­nun­la bir­lik­te kıyemî mal­la­rın sa­tı­lan şey (mebî) du­ru­mun­da bu­lun­ma­sı asıl­dır. Sa­tış be­de­li kabz ile, sa­tı­lan şey ise ta­yin ile be­lir­li ha­le ge­lir.130

Alış-ve­riş­te bir­bi­ri­ne be­del olan şey­ler üç grup­ta top­la­nır: Na­kit­ler, mislî ve­ya kıyemî mal­lar.131

 

 

1. Na­kit­ler:

Ge­nel ola­rak al­tın, gü­müş ve­ya te­da­vül­de bu­lu­nan madenî pa­ra­lar (fels-fülûs) sa­tı­lan ma­la be­del ya­pıl­dı­ğı za­man sa­tış be­de­li sa­yı­lır­lar. Ba­kır, ni­kel, ka­lay gi­bi ma­den­le­rin ka­rı­şı­mın­dan el­de edi­len ve fels adı ve­ri­len madenî pa­ra­lar ço­ğu za­man ma­den de­ğe­ri­nin üs­tün­de no­mi­nal bir de­ğer­le do­la­şır­lar. Bu pa­ra­lar al­tın ve­ya gü­mü­şe en­deks­li ola­rak ba­sıl­dı­ğı için, Ebu Yu­suf fels­ten do­ğan borç­la­rın öden­me­sin­de bor­cun doğ­du­ğu ta­rih ile öde­me ta­ri­hi ara­sın­da mey­da­na ge­len enf­las­yon far­kı­nın ek­len­me­si ge­rek­ti­ği gö­rü­şün­de­dir. Gü­nü­müz­de ka­ğıt pa­ra da al­tı­na ve­ya bu­nun ya­nın­da ek­mek, şe­ker, yağ gi­bi top­lu­mun or­tak te­mel ih­ti­yaç­la­rın­dan stan­dart bir bi­ri­me en­deks­len­di­ği tak­dir­de, fels çe­şi­di pa­ra ile ay­nı ni­te­lik­te sa­yıl­ma­lı­dır.132

İş­te yu­ka­rı­da ni­te­lik­le­ri be­lir­le­nen na­kit pa­ra kar­şı­lı­ğı sa­tı­lan mal, mut­lak ola­rak “mebî’ (sa­tı­lan şey)” sa­yı­lır. Bu na­kit­ler için “ile, kar­şı­lı­ğın­da” an­la­mı­na ge­len arap­ça “ba” har­fi­nin kul­la­nıl­ma­sı da önem­li de­ğil­dir. Meselâ; “Sa­na şu ma­lı bir di­nar (al­tın li­ra) kar­şı­lı­ğın­da sa­tı­yo­rum” de­mek­le, “Sa­na şu mal kar­şı­lı­ğın­da bir di­nar sa­tı­yo­rum” de­mek ara­sın­da hiç bir fark bu­lun­maz.

Sik­ke­li na­kit pa­ra­lar ivaz­lı akit­ler­de ta­yin ile be­lir­li ha­le gel­mez­ler. Meselâ; sa­tı­cı “Şu el­bi­se­yi sa­na şu pa­ra kar­şı­lı­ğın­da sat­tım” de­se, alı­cı işa­ret edi­len na­kit pa­ra­la­rın ye­ri­ne mis­li­ni ver­mek hak­kı­na sa­hip­tir. Sa­tı­cı da biz­zat işa­ret et­ti­ği pa­ra­yı is­te­mek hak­kı­na sa­hip de­ğil­dir. Çün­kü alış-ve­riş­te sa­tış be­de­li be­lir­len­mek­le zim­met bor­cu ola­rak mey­da­na ge­lir.

Di­ğer yan­dan sa­tış be­de­li­nin sa­tı­lan mal ile be­lir­li­lik açı­sın­dan eşit­len­me­si için ön­ce ve­ril­me­si asıl­dır. Ve­re­si­ye sa­tış­lar ve­ya ör­fen yer­leş­miş olan öde­me şe­kil­le­ri bu­nun dı­şın­da­dır. Öde­me­le­ri çek­le yap­mak gi­bi.

İmam Şâfiî ve Zü­fer’e gö­re, na­kit pa­ra­lar öde­me için ay­rıl­mak­la (ta­yin) be­lir­li ha­le ge­lir. Bu­na gö­re sa­tı­cı, alı­cı­dan işa­ret ede­rek ayırt­tı­ğı be­lir­li pa­ra­la­rı is­te­me hak­kı­na sa­hip­tir. Çün­kü bu be­lir­le­me­de onun özel bir kas­tı bu­lu­na­bi­lir. Özel­lik­le tak­lit pa­ra ve­ya sah­te dö­vi­zin pi­ya­sa­da do­laş­tı­ğı dö­nem­ler­de böy­le bir be­lir­le­me­nin öne­mi açık­tır. An­cak bu du­rum­da sa­tış be­de­li kabz­dan ön­ce te­lef ol­sa sa­tış ba­tıl olur. Ni­te­kim sa­tı­lan bir mal da kabz­dan ön­ce te­lef ol­sa sa­tış ba­tıl olur.

Sa­tış be­de­li sik­ke­li na­kit pa­ra ni­te­li­ğin­de ol­maz­sa, di­ğer ti­ca­ret mal­la­rı gi­bi ta­yin ile be­lir­li ha­le ge­lir. 133

 

 

2. Mislî Mal­lar:

Buğ­day, ar­pa, zey­tin, yağ, pet­rol gi­bi öl­çü, tar­tı ve­ya stan­dart olup sa­yı ile alı­nıp sa­tı­lan şey­ler, na­kit pa­ra kar­şı­lı­ğın­da sa­tı­lın­ca, “mebî’ (sa­tı­lan şey)” du­ru­mun­da olur­lar. Eğer stan­dart bir mal yi­ne stan­dart bir mal­la mü­ba­de­le edi­le­cek­se, bun­lar­dan mu­ay­yen olan­lar “mebî (sa­tı­lan)”, zim­met­te borç ola­rak ka­lan ise “sa­tış be­de­li” sa­yı­lır. İki öl­çek buğ­da­yı bir te­ne­ke zey­tin ya­ğı ile mü­ba­de­le et­mek gi­bi. An­cak buğ­day o an­da be­lir­li bir buğ­day ise sa­tış be­de­li olup, ni­te­lik­le­ri be­lir­le­nen zey­tin ya­ğı ise zim­met bor­cu ola­rak sa­tış be­de­li va­zi­fe­si gö­rür.

Stan­dart olan iki mal ni­te­lik­le­ri be­lir­le­ne­rek zim­met bor­cu ola­rak mü­ba­de­le edi­le­cek­se “ile, kar­şı­lı­ğın­da” ta­kı­sı ge­ti­ri­len mal sa­tış be­de­li, di­ğe­ri ise “sa­tı­lan mal” sa­yı­lır. Meselâ; iki ton şu ka­li­te­de buğ­day kar­şı­lı­ğın­da bir ton nor­mal ben­zi­nin de­ği­şi­mi mu­a­me­le­sin­de, buğ­day sa­tış be­de­li, ben­zin ise sa­tı­lan mal du­ru­mun­da bu­lu­nur.

Mislî olan şey­ler dört kıs­ma ay­rı­lır:

a) Öl­çü ile alı­nıp sa­tı­lan­lar (mekîlât): Buğ­day, ar­pa ve mı­sır gi­bi. Gü­nü­müz­de pet­rol, ben­zin ve zey­tin ya­ğı gi­bi bir ta­kım sı­vı­lar da lit­re öl­çü bi­ri­mi ile sa­tıl­mak­ta­dır. Bun­lar na­kit pa­ra kar­şı­lı­ğın­da sa­tı­lın­ca “sa­tı­lan” olur­lar.

b) Tar­tı ile alı­nıp sa­tı­lan­lar (mevzûnât): Bun­lar ağır­lık öl­çü­le­ri ile alı­nıp sa­tı­lan şey­ler­dir. De­mir, kö­mür, çi­men­to, şe­ker gi­bi. İslâm’da ağır­lık öl­çü bi­rim­le­ri dir­hem ve­ya mis­kal ile mis­ka­lin sik­ke­li şek­li olan di­nar­dan iba­ret­tir.134 Gü­nü­müz­de bun­la­rın ye­ri­ne gram, ki­loğ­ram ve ton gi­bi ağır­lık öl­çü­le­ri kul­la­nıl­mak­ta­dır. Stan­dart olup ağır­lık öl­çü­sü ile sa­tı­lan şey­le­rin “sa­tı­lan mal” du­ru­mun­da bu­lun­ma­sı asıl ol­mak­la bir­lik­te, bun­la­rın tar­tı­la­rak ra­yiç be­del­le­ri­ni be­lir­le­mek müm­kün ol­du­ğu için, sa­tış be­de­li ola­rak ka­rar­laş­tı­rıl­ma­la­rı da müm­kün­dür. Bir ha­lı­yı el­li tor­ba çi­men­to kar­şı­lı­ğın­da sat­mak gi­bi. Bu­ra­da ha­lı, sa­tı­lan mal, çi­men­to ise sa­tış be­de­li du­ru­mun­da­dır.

Şu­nu da be­lir­te­lim ki, da­ha ön­ce­ki yüz­yıl­lar­da ha­cim öl­çü­sü ile alı­nıp sa­tı­lan bir şey bu­gün ağır­lık öl­çü­sü ile sa­tı­lır ol­sa so­nuç de­ğiş­mez.

c) Uzun­luk öl­çü­sü ile alı­nıp sa­tı­lan şey­ler (zer’iyât): Bun­lar uzun­luk öl­çü­sü ile sa­tı­lır, Ara­zi, yün­lü, pa­muk­lu ve­ya ipek­li stan­dart bü­yük top­lar ha­lin­de sa­tı­lan ku­maş­lar böy­le­dir.

d) Stan­dart olup sa­yı ile alı­nıp sa­tı­lan şey­ler (el-adediyyâtü’l-mütekâribe): Bi­rim­le­ri ara­sın­da önem­li fark bu­lun­ma­yan yu­mur­ta, stan­dart kon­fek­si­yon ürün­le­ri, cam, bar­dak, mar­ka­sı ve ni­te­lik­le­ri be­lir­li be­yaz eş­ya ve sı­fır km.de mo­tor­lu araç­lar bu gu­ru­ba gi­rer. 135

 

   3. Kıyemî mal­lar:

Ağır­lık ve­ya ha­cim öl­çü­sü ile,  ya­hut  stan­dart olup sa­yı ya da uzun­luk öl­çü­sü ile alı­nıp sa­tıl­ma­yan, baş­ka bir de­yim­le çar­şı ve pa­zar­da mis­li bu­lun­ma­yan mal­la­ra “kıyemî” de­nir. Ha­lı, hay­van, ka­vun, kar­puz, kul­la­nıl­mış oto­mo­bil­ler bu ni­te­lik­te­dir. Bun­lar mislî bir mal kar­şı­lı­ğın­da sa­tı­lır­sa “sa­tı­lan (mebî’)” du­ru­mun­da olur, mislî mal da “sa­tış be­de­li”  ye­ri­ne kul­la­nı­la­bi­lir. Bu du­rum­da sa­tım ak­di ya­pı­lır­ken “ile, kar­şı­lı­ğın­da” gi­bi ifa­de­le­rin kul­la­nıl­ma­sı so­nu­cu et­ki­le­mez. Çün­kü mislî olan mal­lar zim­met­te borç ola­rak ka­la­bil­di­ği için, bun­la­rın sa­tış be­de­li ya­pıl­ma­sı da­ha uy­gun­dur. Meselâ; bir ton buğ­day kar­şı­lı­ğın­da on ta­ne ko­yun sa­tın alın­sa, buğ­day sa­tış be­de­li, ko­yun­lar ise sa­tı­lan mal olur.

Kıyemî bir mal baş­ka kıyemî bir mal­la mü­ba­de­le edi­lir­se, be­del­ler­den her bi­ri­si bir ba­kı­ma sa­tı­lan, bir baş­ka açı­dan ise sa­tış be­de­li sa­yı­lır.136

Meselâ; iki yüz ko­yun kar­şı­lı­ğın­da bir da­i­re ve­ya yüz ta­ne kar­puz kar­şı­lı­ğın­da beş ka­sa do­ma­tes sa­tın al­mak gi­bi.

 

   D) Sa­tış Be­de­li ve Sa­tı­lan Mal Ay­rı­mı­nın So­nuç­la­rı:

İslâm’da sa­tış be­de­li ve sa­tı­lan ma­la fark­lı hü­küm ve so­nuç­lar uy­gu­lan­dı­ğı için bir alış-ve­riş mu­a­me­le­sin­de bu iki un­su­ru bir­bi­rin­den ayır­mak ge­re­kir. Mebî ve se­me­ne uy­gu­la­nan hü­küm­le­ri şu şe­kil­de özet­le­ye­bi­li­riz:

1. Sa­tım ak­di­nin mey­da­na gel­me­si için sa­tı­la­nın mü­te­kav­vim bir mal ol­ma­sı ge­re­kir. Hal­bu­ki sa­tış be­de­li için böy­le bir şart yok­tur. İslâm’a gö­re ya­rar­la­nıl­ma­sı ve alım-sa­tı­mı meşrû olan ma­la “mü­te­kav­vim mal” de­nir. Buğ­day, ar­pa, ar­sa, da­i­re gi­bi. Sa­tış be­de­li ise zim­met­te borç ola­rak ka­la­bil­di­ği için, onun ye­ri­ne mü­te­kav­vim olan den­gi­ni ver­mek de müm­kün­dür. Meselâ; bir gay­ri müs­lim­den şa­rap kar­şı­lı­ğın­da bir top ku­maş sa­tın alan kim­se şa­rap ye­ri­ne tu­ta­rı ka­dar na­kit pa­ra ve­re­bi­lir. Bu yüz­den be­del gay­ri mü­te­kav­vim bir şey ol­du­ğu tak­dir­de sa­tım ak­di­ni uy­gu­la­ma imkânı bu­lu­nur.

2. Sa­tım ak­di­nin yü­rür­lük ka­zan­ma­sı için, sa­tı­la­cak ma­lın sa­tı­cı­nın mül­kün­de bu­lun­ma­sı ge­re­kir. Sa­tış be­de­li için ise böy­le bir şart söz ko­nu­su de­ğil­dir. Meselâ; akıl­lı ve er­gin olan kim­se ken­di mül­ki­ye­ti al­tın­da bu­lun­ma­yan bir ma­lı sat­sa bu­na, yet­ki­siz tem­sil­ci­ye (fuzûlî) ait hü­küm­ler uy­gu­la­nır. Bu­ra­da mal sa­hi­bi izin ve­rin­ce­ye ka­dar sa­tış “as­kı­da (mevkûf)” ka­lır sa­tış be­de­li ise zim­met bor­cu ola­rak ka­la­bil­di­ği için, onun sa­tış sı­ra­sın­da alı­cı­nın mül­ki­ye­ti al­tın­da bu­lun­ma­sı şart de­ğil­dir. Özel­lik­le ve­re­si­ye sa­tış­lar­da bu özel­lik açık­ça gö­rü­lür.

3. Se­lem sa­tı­şın­da sa­tış be­de­li­nin pe­şin öden­me­si ge­re­kir­ken, se­lem ko­nu­su olan stan­dart ma­lın tes­li­mi­nin va­de­ye bağ­lan­ma­sı asıl­dır. Meselâ; bir ton buğ­da­yı bel­li mik­tar bir pa­ra kar­şı­lı­ğın­da üç ay son­ra tes­lim et­mek üze­re an­laş­ma ya­pıl­mış­sa, pa­ra­nın pe­şin öden­me­si ge­re­kir.

4. Sa­tış be­de­li­nin tes­lim kül­fet ve mas­ra­fı alı­cı­ya, sa­tı­lan ma­lın tes­li­mi ile il­gi­li mas­raf­lar ise sa­tı­cı­ya ait­tir. Meselâ; va­de­li bir sa­tış­ta se­net ve­ya çe­kin tah­si­li ile il­gi­li mas­raf­lar borç­lu­ya ait ol­du­ğu gi­bi, ala­cak­lı­nın ke­fil ve­ya ipo­tek is­te­me­si ha­lin­de bu­nun­la il­gi­li mas­raf­lar da borç­lu­ya ait­tir. Çün­kü bu mas­raf­lar alı­cı­nın bor­cu­nu geç öde­me­sin­den ya da pe­şin ola­rak öde­ye­me­me­sin­den doğ­muş ol­mak­ta­dır. Baş­ka bir de­yim­le pa­ra­nın pe­şin öden­me­yi­şin­den do­la­yı or­ta­ya çı­kan mas­raf­la­ra borç­lu se­bep ol­muş­tur. Bu yüz­den de bun­la­rı onun kar­şı­la­ma­sı ge­re­kir. Sa­tı­lan ma­lın tes­li­mi ile il­gi­li mas­raf­la­rın ise sa­tı­cı­ya ait ol­ma­sı, ma­lı tes­li­min onun gö­re­vi ol­ma­sın­dan do­la­yı­dır. Çün­kü sa­tış ak­di­nin tam ola­rak ifa­sı tes­lim­le ger­çek­le­şir. Bu yüz­den tes­li­me ka­dar çı­ka­cak mas­raf­la­ra sa­tı­cı­nın kat­lan­ma­sı ge­re­kir. Ma­lın pa­ket­len­me­si, am­ba­la­ja ko­nul­ma­sı, tar­tı­lıp sa­yıl­ma­sı, tes­lim edi­le­cek ye­re ka­dar nak­le­dil­me­si hep sa­tı­cı­nın gö­rev­le­ri ara­sın­da­dır. Ma­lın tes­lim ye­ri be­lir­len­miş­se, tes­li­min bu yer­de ya­pıl­ma­sı ge­re­kir. Ak­si hal­de sa­tış sı­ra­sın­da ma­lın bu­lun­du­ğu yer tes­lim ye­ri sa­yı­lır.

5. Sa­tış be­de­li be­lir­len­mek­si­zin ya­pı­la­cak sa­tım ak­di fa­sit, sa­tı­la­cak mal be­lir­len­mek­si­zin ya­pı­la­cak sa­tım ak­di ise bâtıldır. Meselâ; “Bu ma­lı sa­na sat­tım” de­nil­me­si ha­lin­de sa­tış be­de­li be­lir­siz olup sa­tım ak­di fa­sit­tir. Ta­raf­la­rın sa­tı­şı boz­ma­sı ve­ya ye­ni­den bir ara­ya ge­le­rek sa­tış be­de­li­ni be­lir­le­me­si ge­re­kir. Bu so­nun­cu du­rum­da fe­sat kal­kar ve akit sa­hih ha­le ge­lir. “Sa­na şu ka­dar pa­ra kar­şı­lı­ğın­da sat­tım” ifa­de­sin­de ise, sa­tı­lan mal be­lir­siz ol­du­ğu için sa­tış ba­tıl­dır.

6. Sa­tı­lan bir mal, alı­cı­ya tes­lim edil­dik­ten son­ra te­lef  ar­tık ika­le (kar­şı­lık­lı rı­za ile sa­tı­şı boz­ma) yo­lu­na gi­di­le­mez. Fa­kat böy­le bir du­rum­da sa­tı­cı­nın tes­lim al­dı­ğı sa­tış be­de­li kay­bet­me, ça­lın­ma gi­bi bir yol­la te­lef ol­sa bu du­rum ika­le­ye en­gel ol­maz.

7. Sa­tı­lan bir ma­lın alı­cı­ya tes­lim­den ön­ce te­lef ol­ma­sı ha­lin­de sa­tım ak­di or­ta­dan kal­kar­ken, sa­tış be­de­li­nin tes­lim­den ön­ce te­lef ol­ma­sı sa­tı­şı et­ki­le­mez.

8. Sa­tın alı­nan ta­şı­nır (men­kul) bir mal­da alı­cı­nın kabz­dan ön­ce ta­sar­ruf­ta bu­lun­ma­sı ca­iz de­ğil­ken, sa­tı­cı­nın he­nüz tes­lim al­ma­dı­ğı sa­tış be­de­li üze­rin­de ta­sar­ruf­ta bu­lun­ma­sı müm­kün ve ca­iz­dir. Meselâ; ve­re­si­ye mal sa­tı­şın­dan do­ğan ala­cak­la­rı tem­sil eden se­net ve­ya çek­le­rin borç­la­rın öden­me­sin­de ve­ya mal alı­mın­da kul­la­nıl­ma­sı (ci­ro) bu esa­sa da­ya­nır.

9. Öde­me­nin pe­şin ya­pı­la­ca­ğı ko­nu­şu­lan alış-ve­riş­te, alı­cı­nın ma­lın tes­li­mi­ni is­te­ye­bil­me­si için ön­ce sa­tış be­de­li­ni ver­me­si ge­re­kir. Baş­ka bir de­yim­le böy­le bir du­rum­da sa­tı­cı­nın ön­ce pa­ra­yı is­te­me hak­kı do­ğar. Ve­re­si­ye sa­tış­lar­la örf­leş­miş bu­lu­nan ve fa­i­zin ka­rış­ma­dı­ğı kre­di kar­tı gi­bi öde­me şe­kil­le­ri bu­nun dı­şın­da­dır. An­cak bun­lar­da da öde­me şek­li kar­şı­lık­lı rı­za ile be­lir­len­miş olur.137

Sa­tış be­de­li­ni sa­tı­lan mal­dan ayı­ran ni­te­lik­le­ri bu şe­kil­de be­lirt­tik­ten son­ra, aşa­ğı­da alış-ve­ri­şin uy­gu­la­ma esas­la­rı­nı be­lir­le­me­ye ça­lı­şa­ca­ğız.

   VII- SA­TIM AK­Dİ­NİN UY­GU­LAN­MA­SI

 

A) Sa­tı­lan Mal ve Pa­ra­nın Tes­li­mi:

Sa­tı­cı­nın sa­tı­lan ma­lı alı­cı­ya, alı­cı­nın da sa­tış be­de­li­ni sa­tı­cı­ya tes­lim et­me­si yü­küm­lü­lü­ğü var­dır. Çün­kü sa­tım ak­di ile ta­raf­la­rın be­del­ler üze­rin­de mül­ki­yet hak­kı do­ğar ve bu da tes­lim­le ger­çek­le­şir. Tes­lim; sa­tı­cı­nın sa­tı­lan mal­la alı­cı ara­sın­da­ki en­gel­le­ri kal­dı­rıp, onu ta­sar­ruf ede­ce­ği şe­kil­de mal­la baş­ba­şa bı­rak­ma­sı­dır.

Sa­tı­lan mal ve­ya sa­tış be­de­lin­den han­gi­si­nin ön­ce tes­lim edil­me­si ge­re­kir? Bu ko­nu­yu be­del­le­rin ni­te­li­ği­ni dik­ka­te ala­rak be­lir­le­mek ge­re­kir.

1. Pa­ra kar­şı­lı­ğı ya­pı­lan alış-ve­riş­te, sa­tı­cı is­te­di­ği tak­dir­de ön­ce pa­ra­nın tes­lim edil­me­si ge­re­kir. Çün­kü mal, be­lir­le­me ile be­lir­li ha­le ge­lir­ken, pa­ra zim­met bor­cu sa­yıl­dı­ğı için an­cak tes­lim­le be­lir­li ha­le ge­lir ve böy­le­ce be­del­ler ara­sın­da denk­lik sağ­lan­mış olur. Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Zim­met bor­cu an­cak tes­lim­le öden­miş olur.” 138 Sa­tış be­de­li­nin tes­li­mi ma­lın tes­li­min­den son­ra­ya ka­lır­sa bu zim­met bor­cu öden­miş ol­maz. Bun­dan son­ra, eğer alı­cı is­ter­se, sa­tı­cı­nın ma­lı tes­lim et­me­si ge­re­kir. An­cak va­de­li sa­tış ve se­lem ak­di bu ko­nu­da is­tis­na teş­kil eder. Çün­kü mal pe­şin, sa­tış be­de­li va­de­li olun­ca sa­tı­cı, pa­ra­yı pe­şin is­te­me hak­kı­nı dü­şür­müş olur. Pa­ra pe­şin, mal ve­re­si­ye bir akit olan se­lem ak­din­de ise ma­lın tes­li­mi zim­met bor­cu ola­rak son­ra­ya bı­ra­kıl­mış olur. Bir ay son­ra tes­lim alı­na­cak bir ton Ka­na­da ti­pi buğ­da­yın pa­ra­sı pe­şin ve­ril­se, ma­lın tes­li­mi ge­ri bı­ra­kıl­mış olur.139

2. Ma­lın mal­la mü­ba­de­le­sin­de be­del­le­rin bir­lik­te tes­lim edil­me­si ge­re­kir. Böy­le­ce ivaz­lı akit­te denk­lik sağ­lan­mış olur. Çün­kü bu­ra­da be­del­ler­den bi­ri­si­ni ön­ce al­mak için bir se­bep yok­tur. Meselâ; 1 ton buğ­day 2 ton ar­pa ve­ya 10 ta­ne ko­yun, 1 ta­ne sı­ğır ya­hut 1 ton in­şa­at de­mi­ri, 100 tor­ba çi­men­to ile tram­pa edi­lir­se, be­del­le­rin bir­lik­te tes­li­mi ge­re­kir.

3. Zim­met bor­cu ola­bi­len na­kit pa­ra, dö­viz, al­tın, gü­müş gi­bi be­del­le­rin ken­di cins­le­ri ve­ya baş­ka cins­le mü­ba­de­le­si de pe­şin ola­rak ya­pı­lır. Ak­si hal­de fa­iz mey­da­na ge­lir. Sar­raf­la­rın pa­ra, al­tın ve­ya gü­müş kar­şı­lı­ğın­da zi­net sat­ma­sı an­cak pe­şin ola­rak ya­pı­la­bi­lir. Va­de­li al­tın ve­ya gü­müş ya da dö­viz sa­tı­şı “nesîe ri­ba­sı”na yol açar. Bu yüz­den sar­raf alım ve sa­tım­la­rı­nın pe­şin ya­pıl­ma­sı ge­re­kir. An­cak sa­tı­lan al­tı­nın ta­ma­mı­nın ve­ya bir bö­lü­mü­nün be­de­li sa­tış sı­ra­sın­da ve­ri­le­mi­yor­sa, alı­cı­ya tes­lim edi­len al­tın ödünç (karz) ak­diy­le ve­ril­me­li­dir. Meselâ; 200 gr. al­tın zi­net alan kim­se ya­rı­sı­nın pa­ra­sı­nı ver­se, di­ğe­ri­ni da­ha son­ra ver­mek is­te­se, sar­ra­fa 100 gr. al­tın borç­lan­mış olur. Bor­cu öder­ken 100 gram al­tın ola­rak öde­ye­bi­le­ce­ği gi­bi, bu ka­dar al­tı­nın bor­cu öde­me ta­ri­hin­de­ki be­de­li­ni de ve­re­bi­lir. An­cak öde­me­de bor­cun cin­si de­ği­şir­se alı­cı­nın rı­za­sı da şart­tır.

Mâlikîlere gö­re, sa­tı­cı pa­ra­yı kab­ze­din­ce­ye ka­dar sat­tı­ğı ma­lı ya­nın­da alı­ko­ya­bi­lir. Hanefîler de bu ko­nu­da ay­nı gö­rüş­te­dir. De­lil; re­hin bu­lun­du­ra­nın ala­ca­ğı­nı tah­sil edin­ce­ye ka­dar reh­ni alı­koy­ma hak­kı­na kı­yas­tır.140

 

   B) Sa­tı­cı­nın Sat­tı­ğı Ma­lı Ha­pis Hak­kı:

Bir sa­tım ak­din­de ön­ce alı­cı­nın sa­tış be­de­li­ni tes­lim et­me­si ge­rek­ti­ği­ni be­lirt­miş­tik. Bu­na gö­re sa­tı­cı pe­şin öden­me­si şart ko­şu­lan be­de­li tam ola­rak tes­lim al­ma­dık­ça ma­lı alı­cı­ya ver­me­me hak­kı­na sa­hip olur. Pe­şin öde­me­nin sa­tış be­de­li­nin tü­mü­nü ve­ya bir bö­lü­mü­nü kap­sa­ma­sı hük­mü de­ğiş­tir­mez. Meselâ; bir oto­mo­bil sa­tın alan kim­se, be­de­lin dört­te bi­ri­ni pe­şin ver­me­yi ka­bul et­miş­se sa­tı­cı bu dört­te bir be­de­li al­ma­dık­ça oto­mo­bi­li tes­lim et­me­ye zor­la­na­maz.141

 

   1. Sa­tı­lan ma­lı alı­koy­ma­nın şart­la­rı:

a) Alış-ve­riş­te iki be­del­den bi­ri­si­nin mal, di­ğe­ri­nin pa­ra ol­ma­sı ge­re­kir. Bir ma­lı al­tın, gü­müş ve­ya na­kit pa­ra kar­şı­lı­ğın­da sat­mak gi­bi. Eğer sa­tış ma­lın mal­la tram­pa­sı ve­ya al­tı­nın al­tın­la ya da bir pa­ra­nın baş­ka cins pa­ra ile mü­ba­de­le­si şek­lin­de ya­pıl­mış­sa sa­tı­cı­nın ma­lı hap­set­me hak­kı bu­lun­maz. Bu du­rum­da ta­raf­lar be­del­le­ri bir­lik­te tes­lim eder­ler.

b) Sa­tış ak­di­nin pe­şin pa­ra ile ya­pıl­mış ol­ma­sı ge­re­kir. Eğer sa­tış va­de­li ise, sa­tı­cı­nın pa­ra­yı ala­ma­dı­ğı­nı öne sü­re­rek ma­lı hap­set­me hak­kı bu­lun­maz. Çün­kü va­de­li sa­tış­ta sa­tı­cı pa­ra­yı is­te­me hak­kı­nı va­de so­nu­na ka­dar ge­ri bı­rak­mış olur.

Di­ğer yan­dan sa­tış be­de­li­nin bir bö­lü­mü pe­şin, ge­ri ka­la­nı va­de­li ola­rak ko­nu­şul­muş­sa, sa­tı­cı pe­şin ko­nu­şu­lan kıs­mı alın­ca­ya ka­dar ma­lın ta­ma­mı­nı  alı­ko­ya­bi­lir. Çün­kü ha­pis hak­kı par­ça­lan­ma ka­bul et­mez. Yi­ne sa­tış be­de­li­nin bü­yük bir bö­lü­mü­nü al­sa, az bir kı­sım alı­na­ma­sa, sa­tı­cı ma­lın ve­ya ala­ca­ğın ta­ma­mı­nı tah­sil edin­ce­ye ka­dar kar­şı ta­ra­fa tes­lim et­me­ye­bi­lir. Ha­ne­fi­ler­le Mâlikîler sa­tı­la­nın hap­si ko­nu­sun­da ay­nı gö­rü­şe sa­hip­tir­ler.142

Hanbelîlere gö­re sa­tı­cı­nın pa­ra­yı alın­ca­ya ka­dar ma­lı hap­set­me hak­kı yok­tur. Çün­kü tes­lim sa­tım ak­di­nin ge­rek­le­rin­den­dir. Eğer ak­di ya­pan­lar tes­lim­de an­la­şa­maz­sa, kar­şı­lık­lı tes­lim is­te­ğin­de bu­lu­nur­lar. Sa­tış be­de­li zim­met bor­cu sa­yı­lır. Bu yüz­den ön­ce sa­tı­cı ma­lı tes­li­me, da­ha son­ra da alı­cı pa­ra­yı tes­li­me zor­la­nır.143

Şâfiîlere gö­re ise sa­tı­cı ve alı­cı bir­bir­le­ri­ne gü­ven­mi­yor ve be­de­li ala­ma­ya­ca­ğın­dan kor­ku­yor­lar­sa, kar­şı­lık­lı ola­rak be­del­le­ri alı­koy­ma hak­la­rı var­dır. Bu du­rum­da sa­tı­cı ma­lı,  alı­cı pa­ra­yı alı­ko­ya­bi­lir. Kar­şı ta­raf be­de­li tes­lim edin­ce, di­ğe­ri de tes­lim et­mek zo­run­da bu­lu­nur.144

 

   2. Sa­tı­cı­nın ma­lı hap­set­me hak­kı­nı dü­şü­ren hal­ler:

Alı­cı­nın sa­tış be­de­li­ne kar­şı­lık bir re­hin ve­ya ke­fil gös­ter­me­si sa­tı­cı­nın ma­lı ha­pis hak­kı­nı dü­şür­mez. Çün­kü re­hin ve kefâlet, sa­tış be­de­li­ni alı­cı­nın zim­metin­den dü­şür­me­di­ği gi­bi, onu is­te­me hak­kı­nı da dü­şür­mez. Bu­na gö­re, sa­tış be­de­li­ni alın­ca­ya ka­dar onun sa­tı­la­nı ha­pis hak­kı de­vam eder. Çün­kü re­hin ve kefâlet sa­tış be­de­li için bir te­mi­nat­tan iba­ret­tir.

Alı­cı sa­tış be­de­li için çek kul­lan­mış­sa çe­kin du­ru­mu­na ba­kı­lır. Eğer ken­di­si­nin özel çe­ki ise sa­tı­cı­nın pa­ra­yı tah­sil edin­ce­ye ka­dar ma­lı ha­pis hak­kı de­vam eder. Eğer çek baş­ka­sı­na ait olup ci­ro edil­miş­se, Ebu Yu­suf’a gö­re sa­tı­cı­nın ma­lı hap­set­me hak­kı dü­şer. Çün­kü borç asıl borç­lu­nun zim­me­tin­den çek sa­hi­bi­nin zim­me­ti­ne geç­miş olur. Bu çe­ki sa­tı­cı­nın da baş­ka­sı­na ci­ro et­me­si, so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. İmam Mu­ham­med’e gö­re, çek ci­ro­su alı­cı ta­ra­fın­dan ya­pıl­mış­sa, sa­tı­cı­nın ma­lı ha­pis hak­kı düş­mez. Çün­kü sa­tı­cı­nın çek borç­lu­sun­dan ala­ca­ğı­nı tah­sil edin­ce­ye ka­dar ma­lı hap­set­me hak­kı var­dır. Çek sa­tı­cı ta­ra­fın­dan ci­ro edilmiş­se, mut­lak ci­ro ha­lin­de yi­ne sa­tı­cı­nın ma­lı alı­koy­ma hak­kı de­vam eder. An­cak sa­tı­cı­nın ci­ro­su bel­li bir ala­cak­lı­yı ken­di borç­lu­su­na ha­va­le et­mek gi­bi ka­yıt­lı olur­sa, böy­le bir ci­ro ma­lı ha­pis hak­kı­nı dü­şü­rür. Çün­kü bu du­rum­da ar­tık sa­tı­cı­nın müş­te­ri­den ala­ca­ğı­nı is­te­me hak­kı üçün­cü ki­şi­ye geç­miş olur. Bu yüz­den de onun, ma­lı alı­koy­ma hak­kı dü­şer.145

Bü­yük Hanefî hu­kuk­çu­su el-Kâsânî (ö.587/1191) şöy­le der:

“Doğ­ru olan İmam Mu­ham­med’in gö­rü­şü­dür. Çün­kü şerîatte ma­lı alı­koy­ma hak­kı, sa­tış be­de­li­ni is­te­me hak­kı ile bir­lik­te söz ko­nu­su olur, sa­tış be­de­li­nin biz­zat var­lı­ğı ile bir­lik­te de­ğil.”146

Sa­tı­cı, sat­tı­ğı ma­lı alı­cı­ya ödünç (âriyet) ola­rak ver­se ve­ya onun ya­nın­da emânet (vedîa) ola­rak bı­rak­sa, alı­koy­ma hak­kı dü­şer. Çün­kü alı­cı­nın sa­tın al­dı­ğı ma­lı emânet ola­rak elin­de bu­lun­dur­ma­sı mül­ki­yet ni­te­li­ğin­de­dir.147

Alı­cı, ma­lı sa­tı­cı­nın ya­nın­da ema­net, âriyet ve­ya ki­ra ak­di ile bı­rak­sa, sa­tı­cı­nın ma­lı alı­koy­ma hak­kı düş­mez. Çün­kü alı­koy­ma hak­kı sa­tı­cı­ya ait sa­bit bir hak­tır. Pa­ra­yı tam ola­rak tah­sil edin­ce­ye ka­dar bu hak­kı­nı kul­lan­ma­sı müm­kün­dür.

Di­ğer yan­dan alı­cı ma­lı, sa­tı­cı­nın iz­ni ile kab­zet­se alı­koy­ma hak­kı dü­şer. Bu du­rum­da, he­nüz sa­tış be­de­li­nin öden­me­di­ği­ni ile­ri sü­re­rek onun ma­lı ge­ri is­te­me hak­kı da bu­lun­maz. Çün­kü kab­za izin ver­mek­le bu hak­kı­nı dü­şür­müş olur. Alı­cı ma­lı, sa­tış be­de­li­ni öde­dik­ten son­ra sa­tı­cı­nın iz­ni ol­mak­sı­zın kab­zet­se alı­koy­ma hak­kı dü­şer. Çün­kü sa­tış be­de­li öden­di­ği için bu hak­lı bir kabz ol­muş bu­lu­nur. An­cak alı­cı, pa­ra­sı­nı öde­me­den ön­ce ma­lı, sa­tı­cı­nın iz­ni ol­ma­dan kab­zet­se, alı­koy­ma hak­kı düş­mez ve sa­tı­cı­nın bu ma­lı ge­ri is­te­me hak­kı bu­lu­nur. Çün­kü onun sa­tış be­de­li­ni tam ola­rak alın­ca­ya ka­dar sat­tı­ğı ma­lı elin­de tut­ma hak­kı var­dır. Böy­le bir hak­kın onun rı­za­sı dı­şın­da or­ta­dan kalk­ma­sı da ca­iz de­ğil­dir.

Alı­cı pa­ra­sı­nı öde­mez­den ön­ce ma­lı, sa­tı­cı­nın rı­za­sı dı­şın­da kab­zet­tik­ten son­ra bu mal­da sa­tış, hi­be, re­hin, ki­ra gi­bi fes­he­dil­me­ye el­ve­riş­li bir akit­le ta­sar­ruf­ta bu­lun­sa, sa­tı­cı bu ikin­ci ak­di fes­he­dip ma­lı ge­ri ala­bi­lir. An­cak mal­da üre­me, tü­ke­til­me gi­bi ge­ri ver­me­ye en­gel du­rum­lar ol­muş­sa, ar­tık ge­ri is­te­ye­mez, çün­kü bun­da bir fay­da yok­tur.148

 

   C) Tes­lim ve­ya Kab­zın Ger­çek­leş­me­si:

Sa­tı­cı­nın sat­tı­ğı mal­la alı­cı ara­sın­da­ki en­gel­le­ri kal­dı­ra­rak, alı­cı­nın ta­sar­ruf­ta bu­lun­ma­sı için onu bu mal­la baş­ba­şa bı­rak­ma­sı­na “kabz” ve­ya “tes­lim” de­nir. Bu­ra­da sa­tı­cı tes­lim eden, alı­cı ise kabz eden du­ru­mun­da­dır. Sa­tış be­de­li­nin müş­te­ri ta­ra­fın­dan sa­tı­cı­ya tes­lim edil­me­si de böy­le­dir.

 

   Kabz Sa­yı­lan Hal­ler

 

   1. Satılanın alı­cı­nın ik­ti­dar ala­nı­na gir­me­si:

Alı­cı­nın sa­tın al­dı­ğı şe­yi, ara­da bir en­gel ol­mak­sı­zın, sa­tı­cı­nın iz­ni ile tes­lim al­ma­ya güç ye­tir­me­si­dir. Bu­ra­da sa­tın alı­nan şe­yin ay­rıl­mış ol­ma­sı, ara­da tes­lim al­ma­ya en­gel bir ha­lin bu­lun­ma­ma­sı ve kab­zın sa­tı­cı­nın iz­niy­le ol­ma­sı ge­re­kir. Meselâ; bir kim­se de­po­da bu­lu­nan buğ­da­yı sa­tın al­sa, sa­tı­cı ona anah­ta­rı ve­re­rek; “sa­na buğ­da­yı tes­lim al­man için izin ve­ri­yo­rum” de­se, bu bir kabz iş­le­mi olur. Bu­ra­da alı­cı buğ­da­yı fi­i­len kab­zet­me­den ön­ce buğ­day te­lef ol­sa, bu za­ra­ra alı­cı kat­la­nır. An­cak alı­cı­ya anah­tar­la­rı ve­rip hiç bir şey söy­le­me­se kabz ger­çek­leş­mez. Evin ve­ya ara­zi­nin tes­li­mi, alı­cı­nın bun­la­rın içi­ne gir­me­si ve­ya ara­zi­yi gö­re­cek şe­kil­de ya­kı­nın­da dur­ma­sı ya­hut da evin ka­pı anah­tar­la­rı­na sa­hip ol­ma­sı ile ta­mam olur. Bu du­rum­lar dı­şın­da, mü­cer­red ola­rak kul­la­nı­la­cak kabz, tes­lim ve­ya tes­lim al­ma söz­le­ri ile kabz ger­çek­leş­miş ol­maz. Bu­na gö­re, Hanefîlerde kabz, alı­cı ile sa­tın al­dı­ğı ma­lın ara­sın­da­ki en­ge­li kal­dır­mak­la ger­çek­le­şir. Sa­tın alı­nan şe­yin ta­şı­nır ve­ya ta­şın­maz mal ol­ma­sı so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. An­cak öl­çü ve­ya tar­tı ile alı­nıp sa­tı­lan stan­dart mal­la­rın kab­zı öl­çü­le­rek ve­ya tar­tı­la­rak ta­ma­mı­nı tes­lim et­mek­le ger­çek­le­şir. Çün­kü öl­çü ile sa­tı­lan bir mal için Hz. Pey­gam­ber; “onu, ölç­me­den sat­ma” bu­yur­muş­tur.149

Şâfiî ve Mâlikîlere gö­re akar gi­bi ta­şın­maz­la­rın kab­zı alı­cı ile sa­tın al­dı­ğı mal ara­sın­da­ki en­gel­le­rin kal­dı­rıl­ma­sı ve böy­le­ce alı­cı­ya mal­da ta­sar­ruf imkânının sağ­lan­ma­sı ile ger­çek­le­şir.

Hay­van, eş­ya ve oto­mo­bil gi­bi ta­şı­nır­la­rın kab­zı ise in­san­lar ara­sın­da­ki ör­fe gö­re olur.149/a

 

 

Hanbelîlere gö­re her ma­lın kab­zı in­san­lar ara­sın­da­ki ör­fe gö­re olur. Yal­nız öl­çü ve­ya tar­tı ile sa­tı­lan stan­dart mal­la­rın tes­li­mi öl­çü­le­rek ve­ya tar­tı­la­rak olur.149/b

 

   2. İstihlâk yo­lu ile kabz:

Alı­cı, sa­tın al­dı­ğı ma­lı he­nüz sa­tı­cı­nın elin­de iken istihlâk et­se bu bir kabz sa­yı­lır. Bu du­rum­da alı­cı­nın sa­tış be­de­li­ni öde­me­si ge­re­kir. Çün­kü tes­li­min ama­cı, alı­cı­ya sa­tın al­dı­ğı mal üze­rin­de ta­sar­ruf imkânı sağ­la­mak­tır. Sa­tı­la­nın istihlâk edil­me­si ise ger­çek bir ta­sar­ruf de­mek­tir.

Sa­tın alı­nan ma­lı ayıp­lı ha­le ge­tir­mek de onu te­lef et­mek gi­bi­dir. Meselâ; bir kim­se sa­tın al­dı­ğı bir oto­mo­bil­le, araç he­nüz sa­tı­cı­nın elin­de iken ka­za yap­sa, ayıp­lı ha­le ge­len bu ara­cı tes­lim al­mış sa­yı­lır.

Yi­ne alı­cı sa­tı­cı­ya, sa­tın al­dı­ğı buğ­da­yı un yap­ma­sı­nı em­ret­se, o da buğ­da­yı un ha­li­ne ge­tir­se, sa­tı­cı­nın alı­cı­nın em­riy­le ya­pa­ca­ğı fi­il, alı­cı­nın biz­zat ya­pa­ca­ğı fi­il ye­rin­de­dir.150

 

   3. Emânet ve­ya âriyet muâmelesinin sa­tış­ta kabz ye­ri­ne                      geç­me­si:

Sa­tı­cı, sat­tı­ğı ma­lı alı­cı­nın ya­nı­na emânet ve­ya âriyet ola­rak bı­rak­sa, alı­cı bu­nun­la ma­lı kab­zet­miş sa­yı­lır. Çün­kü sa­tı­cı­nın ma­lı ema­net ve­ya âriyet ola­rak ver­me­si ge­çer­li de­ğil­dir. Bu yüz­den böy­le bir tes­lim kabz an­la­mı ta­şır.

Müş­te­ri sa­tın al­dı­ğı ma­lın üçün­cü bir ki­şi­ye ema­net ve­ya âriyet ola­rak ve­ril­me­si­ni is­te­se bu­nun­la da ma­lı kab­zet­miş sa­yı­lır. Çün­kü bu­ra­da emânet ve­ya âriyet ala­nın eli, alı­cı­nın eli gi­bi­dir. An­cak müş­te­ri ma­lı emânet, âriyet ve­ya ki­ra söz­leş­me­si ile doğ­ru­dan sa­tı­cı ya­nın­da bı­rak­sa, bu­nun­la kabz ger­çek­leş­miş ol­maz. Çün­kü alı­cı­nın ya­pa­ca­ğı bu ta­sar­ruf­lar ge­çer­li de­ğil­dir. Zi­ra sa­tı­cı­nın ma­lı ha­pis eli ile ve­ki­lin (nâib) eli­nin tek ki­şi­de top­lan­ma­sı dü­şü­nü­le­mez.151

 

   4. Sa­tı­lan ma­lın kabz­dan ön­ca üçün­cü bir ki­şi­nin fi­i­li ile te­lef                         ol­ma­sı ha­lin­de kabz:

Bu du­rum­da sa­tım ak­di ken­di­li­ğin­den or­ta­dan kalk­maz. Alı­cı için se­çim­lik hak do­ğar. Alı­cı is­ter­se sa­tım ak­di­ni fes­he­der, di­ler­se ka­bul edip sa­tış be­de­li­ni öder. Bu son du­rum­da alı­cı, ma­lı üçün­cü ki­şi­ye taz­min et­ti­rir. İş­te bu­ra­da, alı­cının ma­lı taz­min et­tir­me yo­lu­nu ter­cih et­me­si kabz hük­mün­de bu­lu­nur.152

 

   5. Bir kim­se­nin baş­ka bir se­bep­le elin­de bu­lu­nan ma­lı sa­tın                             al­ma­sı ha­lin­de kabz:

Bir kim­se­nin gasp ve­ya emânet gi­bi bir se­bep­le elin­de bu­lu­nan bir ma­lı sa­tın al­ma­sı ha­lin­de; gasp­ta mü­cer­ret sa­tım ak­di ile kabz iş­le­mi ger­çek­leş­miş sa­yı­lır. Çün­kü gas­be­di­len şey, gas­be­de­nin taz­min yü­küm­lü­lü­ğü al­tın­da­dır.

Emânet ola­rak el­de bu­lu­nan bir ma­lın bu kim­se ta­ra­fın­dan sa­tın alın­ma­sı­na ge­lin­ce bu­ra­da kabz iş­le­mi, mal akit mec­li­sin­de ha­zır olur ve­ya ya­nı­na gi­dip tes­lim al­ma­ya gü­cü ye­ter­se kabz iş­le­mi ger­çek­leş­miş bu­lu­nur. Çün­kü ema­net eli, taz­mi­nat eliy­le ay­nı ni­te­lik­te ol­ma­dı­ğı için bi­ri di­ğe­ri­nin ye­ri­ne geç­mez. Bir kim­se­nin ya­nın­da bu­lu­nan vedîa, âriyet, ki­ra ile tut­tu­ğu yer ve­ya or­tak ol­du­ğu şir­ket ma­lı gi­bi emânet hü­küm­le­ri­ne ta­bi olan bir ma­lı sa­tın al­ma­sı ha­lin­de yu­ka­rı­da be­lir­ti­len şe­kil­de ye­ni bir kabz iş­le­mi­ne ih­ti­yaç du­yu­lur.152/a

 

   D) Sa­tım Ak­di­nin Be­del­le­rin­de Kabz­dan Ön­ce Ta­sar­ruf:

 

   1. Men­kul­ler­de kabz­dan ön­ce ta­sar­ruf:

Sa­tın alı­nan men­kul mal­la­rın tes­lim alın­maz­dan ön­ce baş­ka­sı­na sa­tıl­ma­sı ve­ya ba­ğış, ki­ra gi­bi bir hukukî ta­sar­ru­fa ta­bi tu­tul­ma­sı ca­iz de­ğil­dir. Bu ko­nu­da müc­te­hid­ler ara­sın­da gö­rüş bir­li­ği var­dır. Çün­kü Ne­bi (s.a); kab­ze­dil­me­yen şe­yin sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış­tır.153 Böy­le bir ya­sak, ya­sak­la­na­nın fa­sit ol­ma­sı­nı ge­rek­ti­rir. Tes­lim alın­ma­yan bir ma­lın üçün­cü bir şah­sa sa­tıl­ma­sı, bu ma­lın helâk ol­ma­sı ha­lin­de tes­lim zor­luk­la­rı­na ne­den olur. Çün­kü sa­tı­lan mal helâk olun­ca ilk akit bâtil olur, bu­na bağ­lı ola­rak son­ra­dan ma­lın sa­tıl­dı­ğı ikin­ci ve üçün­cü... akit­ler de bâtıl olur. Hz. Pey­gam­ber ken­di­sin­de ifa edi­le­me­me ris­ki (ga­rar) bu­lu­nan sa­tı­şı ya­sak­la­mış­tır. 154 Baş­ka bir ha­dis­te şöy­le bu­yu­ru­lur: “Bir gı­da mad­de­si­ni sa­tın alan kim­se onu kab­zet­me­dik­çe baş­ka­sı­na sat­ma­sın.”155 Bu­ra­da gı­da mad­de­si sı­nır­la­yı­cı de­ğil, ör­nek ka­bi­lin­den zik­re­dil­miş­tir.

Kabz­dan ön­ce sa­tış ya­sa­ğı bu­lun­maz­sa, bir ma­lın fi­ya­tı hiç yer de­ğiş­tir­me­den, hat­ta he­nüz mal üre­til­me­den yük­sel­ti­le­bi­lir. Böy­le­ce bir ta­kım ara­cı­lar hiç ma­lı gör­me­den ve­ya tes­lim al­ma­dan ka­ğıt üze­rin­de ka­zanç el­de et­miş olur­lar. Meselâ; üre­ti­ci şir­ket ile tü­ke­ti­ci ki­şi ara­sın­da bir­kaç ta­ne top­tan­cı, ko­mis­yon­cu, acen­ta ve­ya pe­ra­ken­de­ci ara­cı bu­lu­na­bil­mek­te­dir. Bun­lar özel­lik­le dar­lı­ğı çe­ki­len mal­lar­da, ger­çek­te mal he­nüz el­de mev­cut de­ğil­ken, ka­ğıt üze­rin­de kârlarını ek­le­ye­rek tü­ke­ti­ci­ye ma­lı ulaş­tı­rır­lar. Pi­ya­sa­da akı­cı­lık gi­bi gö­rü­nen bu iş­ler ger­çek­te fi­yat­la­rın sun’î ola­rak ar­tı­şı­na, mal ar­zı­nın kont­rol al­tın­da tu­tul­ma­sı­na, pi­ya­sa­ya kont­rol­lü mal sü­rül­me­si­ne çok el­ve­riş­li bir or­tam mey­da­na ge­tir­mek­te­dir. Kabz­dan ön­ce sa­tış ya­sa­ğı uy­gu­la­nın­ca ti­ca­ret mu­a­me­le­le­ri ge­çi­ci ola­rak bi­raz ağır­lık ka­za­na­cak, fa­kat bu­nun ar­dın­dan bir ta­kım ara­cı­lar or­ta­dan çık­mak zo­run­da ka­la­cak­tır. Çün­kü nak­li­ye, de­po ki­ra­sı, per­so­nel is­tih­da­mı gi­bi har­ca­ma­lar ara­cı­la­rı ve pa­ra­zit şir­ket­le­ri ara­dan çe­kil­me­ye zor­la­ya­cak­tır.156

Kâmil Mi­ras (ö.1376/1958) kabz­dan ön­ce sa­tı­şın pi­ya­sa­ya et­ki­si­ni şöy­le açık­lar: Sa­tın alı­nan bir ma­lın, kabz ve tes­lim alın­ma­dan ön­ce sa­tı­şı yo­lu açık bı­ra­kı­lır­sa, bir am­bar­da de­po edil­miş mal, ye­rin­den oy­na­ma­dan el­den ele, dil­den di­le do­la­şa do­la­şa se­bep­siz ye­re fi­ya­tı yük­sel­til­miş olur.157

 

   2. Sa­tış be­de­lin­de kabz­dan ön­ce ta­sar­ruf:

Se­men­ler­de kabz­dan ön­ce ta­sar­ruf­ta bu­lun­mak ca­iz­dir. Bir ma­la be­del ol­mak üze­re zim­met­te borç ola­rak (deyn) ka­la­bi­len şe­ye “se­men” de­nir. Al­tın, gü­müş, madenî ve­ya kâğıt pa­ra, dö­viz bu ni­te­lik­te ol­du­ğu gi­bi, öl­çü ve­ya tar­tı ile ya­hut stan­dart olup sa­yı ile alı­nıp sa­tı­lan şey­ler de mik­tar ve ni­te­lik­le­ri be­lir­le­ne­rek zim­met bor­cu ya­pı­la­bi­lir.158 Buğday, ar­pa, in­şa­at de­mi­ri, çi­men­to gi­bi.

Bu du­ru­ma gö­re, bir kim­se va­de­li sat­tı­ğı bir mal­dan do­ğan ala­cak­la­rı­nı, da­ha tes­lim al­ma­dan bu ala­ca­ğa ait çek ve­ya se­net­le­ri baş­ka­sı­na ci­ro ede­rek ta­sar­ruf­ta bu­lu­na­bi­lir. Bu ala­cak me­hir, ki­ra, baş­ka­sı­nın ma­lı­na ve­ya be­de­ni­ne ver­di­ği za­rar­dan do­ğan taz­mi­nat ala­ca­ğı ka­bi­lin­den de ola­bi­lir.

De­lil Al­lah el­çi­si­nin şu ha­di­si­dir. Hz. Ömer (ö.23/643) şöy­le der: “Ey Al­lah’ın Rasûlü! Biz­ler el-Bakî’de de­ve sa­tı­yo­ruz ve dir­hem (gü­müş pa­ra) ye­ri­ne di­nar (al­tın pa­ra) alı­yo­ruz; di­nar ye­ri­ne de dir­hem al­dı­ğı­mız olu­yor.” Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­du: “Eğer bu iki cins pa­ra­yı o gü­nün fi­ya­tı ile de­ğiş­ti­rir ve ara­nız­da bir ala­cak ve­re­cek kal­mak­sı­zın bir­bi­ri­niz­den ay­rıl­mış ise­niz, bun­da bir sa­kın­ca yok­tur.”159 Bu ha­dis, alış-ve­riş sı­ra­sın­da be­lir­le­nen sa­tış be­de­li­nin, ta­raf­lar bir­bi­rin­den ay­rı­lın­ca­ya ka­dar baş­ka cins bir pa­ra­ya çev­ri­le­bi­le­ce­ği­ne delâlet eder. Bu­ra­da ilk ko­nu­şu­lan pa­ra­nın sa­tı­cı­ya tes­lim edil­miş ol­ma­sı da şart de­ğil­dir. Sa­tı­cı ve alı­cı o gü­nün ra­yi­ci üze­rin­den al­tın ye­ri­ne gü­müş ve­ya Türk pa­ra­sı ye­ri­ne baş­ka bir ül­ke pa­ra­sı­nı ka­bul ede­bi­lir­ler. Kar­şı­lık­lı rı­za olun­ca bun­da bir sa­kın­ca bu­lun­maz. Ay­nı pren­si­bi sar­raf­la­rın kul­la­nıl­mış al­tı­nı sa­tın al­dık­tan son­ra he­nüz pa­ra­sı­nı ver­me­den, ay­nı müş­te­ri­ye baş­ka zi­net sa­tı­şı­na da uy­gu­la­ya­bi­li­riz. Ör­ne­ğin; 100 gr. al­tı­nı sar­ra­fa sa­tan kim­se, bu­nun be­de­li olan pa­ra­yı al­ma­dan, ay­nı sar­raf­tan baş­ka zi­net­ler sa­tın al­sa ön­ce­ki ala­ca­ğı ye­ni al­dı­ğı zi­net­le­ri için mah­sup edi­le­bi­lir. Bu­ra­da ara­ya za­man gir­me­di­ği ve akit mec­li­si de­ğiş­me­di­ği için nesîe ve­ya faz­la­lık ri­ba­sı­nın mey­da­na gel­di­ği söy­le­ne­mez. Çün­kü as­hab-ı ki­ra­mın de­ve sa­tış­la­rın­da pa­zar­lık­ta ko­nuş­tuk­la­rı pa­ra­yı tes­lim et­me­den he­sap üze­rin­de an­la­şa­rak o gü­nün ra­yi­ci üze­rin­den baş­ka cins pa­ra ver­dik­le­ri an­la­şı­lı­yor. Baş­ka bir de­yim­le, mu­a­me­le bu şe­kil­de ya­pı­lır­sa bir sa­kın­ca­nın doğ­ma­ya­ca­ğı­nı Al­lah el­çi­si bil­di­ri­yor. Çün­kü ilk ko­nu­şu­lan pa­ra sa­tı­cı­ya tes­lim edi­lir, ye­ni­den ge­ri alı­na­rak onun ye­ri­ne baş­ka cins pa­ra ve­ri­lir­se bu ye­ni bir “sarf ak­di” olur. Ya­ni iki cins pa­ra bir­bi­riy­le pe­şin mü­ba­de­le edil­miş bu­lu­nur. Bu­nun ca­iz ol­du­ğun­da za­ten şüp­he yok­tur.

Ha­dis­te ya­sak­la­nan kabz­dan ön­ce sa­tış ya­sa­ğı zim­met bor­cu­na (deyn) ait ol­ma­yıp, mal­la il­gi­li olan bir ya­sak­la­ma­dır. Çün­kü sa­tı­lan bir ma­lın ken­di­si­nin kab­za ih­ti­ya­cı var­dır. Zim­met bor­cu ise zim­met­te hükmî bir mal olup, onun kab­zı be­de­li­ni kab­zet­mek su­re­tiy­le olur. Bu yüz­den zim­met bor­cun­da kabz, be­lir­li bir be­del üze­rin­de de­ğil, stan­dart olan (mislî) be­de­lin cin­si üze­rin­de ger­çek­le­şir.

Sarf ve se­lem ak­di se­men­de kabz­dan ön­ce ta­sar­ru­fun ca­iz olu­şu­nun is­tis­na­sı­dır. Al­tı­nın al­tın ve­ya gü­müş­le, pa­ra­nın baş­ka cins bir pa­ra ile de­ği­şi­mi bir sarf mu­a­me­le­si olup, bu­ra­da iki be­del­den her bi­ri bir ba­kı­ma sa­tı­lan şey, bir ba­kı­ma da sa­tış be­de­li ye­rin­de­dir. Bun­lar ih­ti­ya­ten sa­tı­lan mal (mebî’) sa­yı­la­rak kabz­dan ön­ce ta­sar­ruf­ta bu­lun­ma­ma­lı­dır.

Pa­ra pe­şin stan­dart mal ve­re­si­ye sa­tı­lan bir akit olan se­lem­de ise mal (müs­le­mün fih) sa­tı­lan şey hük­mün­de­dir. Bu yüz­den zim­met bor­cu ol­mak­la bir­lik­te bun­da kabz­dan ön­ce ta­sar­ruf ca­iz de­ğil­dir.160

 

   3. Gay­ri men­kul­ler­de kabz­dan ön­ce ta­sar­ruf:

Ebû Ha­ni­fe (ö.150/767) ve Ebu Yu­suf’a (ö.182/798) gö­re, bir kim­se­nin sa­tın al­dı­ğı bir gay­ri men­kul üze­rin­de, kabz­dan ön­ce ta­sar­ruf­ta bu­lun­ma­sı ca­iz­dir. Ya­ni bir kim­se pa­ra­sı­nı ve­rip sa­tın al­dı­ğı, fa­kat he­nüz tes­lim al­ma­dı­ğı ar­sa, dükkân, da­i­re gi­bi bir ta­şın­ma­zı baş­ka­sı­na sa­ta­bi­lir. Da­yan­dık­la­rı de­lil “is­tih­san” pren­si­bi olup, alış-ve­ri­şin meşrû ol­du­ğu­nu bil­di­ren ayet­le­rin ge­nel an­la­mı ile istidlâl et­miş­ler­dir. Ni­te­kim Kur’an-ı Ke­rim’de şöy­le bu­yu­ru­lur: “Al­lah alış-ve­ri­şi helâl kıl­dı” 161;“Alış-ve­riş yap­tı­ğı­nız za­man şa­hit tu­tun” 162; “Mal­la­rı­nı­zı ara­nız­da hak­sız­lık­la ye­me­yin. An­cak ken­di rı­za­nız­la yap­tı­ğı­nız ti­ca­ret­le ye­me­niz helâldır.”163 Ge­nel an­lam­lı bu ayet­ler­de ta­şı­nır ve­ya ta­şın­maz mal ayı­rı­mı ya­pıl­ma­dı­ğı gi­bi, kabz­dan ön­ce ve­ya son­ra di­ye de bir ayı­rım ya­pıl­ma­mış­tır. Ki­ta­bın umum bil­di­ren aye­ti­nin, va­hid (ra­vi­si tek ka­lan) ha­ber­le tahsîsi de ca­iz de­ğil­dir. Di­ğer yan­dan ta­şın­ma­zın kabz­dan ön­ce sa­tıl­ma­sı ha­lin­de, ma­lın helâkı so­nu­cu sa­tı­cı­nın ta­ah­hü­dü­nü ye­ri­ne ge­ti­re­me­me ris­ki (ga­rar) de söz ko­nu­su de­ğil­dir. Çün­kü gay­ri men­kul­le­rin kı­sa dö­nem için­de de­ği­şik­li­ğe uğ­ra­ma­sı ve­ya helâk ol­ma­sı ih­ti­ma­li az­dır. Te­o­rik ola­rak top­rak kay­ma­sı, su bas­ma­sı gi­bi ne­den­ler­le helâk dü­şü­nül­se bi­le, nâdir olan şe­ye iti­bar edil­mez.164 Bu pren­sip Me­cel­le’de şöy­le ifa­de­si­ni bul­muş­tur: “Alı­cı, kabz­dan ön­ce mebî’ akar ise baş­ka­sı­na sa­ta­bi­lir ve eğer men­kul ise sa­ta­maz.” 165

İmam Mu­ham­med (ö.189/805), Zü­fer (ö.158/775) ve Şâfiî’ye (ö.204/819) gö­re, gay­ri men­kul­le­rin kabz­dan ön­ce sa­tı­şı ca­iz de­ğil­dir. Da­yan­dık­la­rı de­lil; kabz­dan ön­ce sa­tış ya­sa­ğı bil­di­ren hadisin166 ge­nel an­la­mı, alı­cı­nın kab­zet­me­di­ği bir ma­lı ye­ni müş­te­ri­ye tes­li­me gü­cü­nün yet­me­me­si ve böy­le bir sa­tış­ta al­dan­ma (ga­rar) ris­ki­nin bu­lun­ma­sı­dır.167

İmam Mâlik’e (ö.179/795) gö­re ise yal­nız gı­da mad­de­le­ri­nin kabz­dan ön­ce sa­tı­şı ca­iz de­ğil­dir. Da­yan­dı­ğı de­lil; kabz­dan ön­ce sa­tış ya­sa­ğı bil­di­ren ha­dis­te yal­nız gı­da mad­de­si­nin zik­re­dil­me­si­dir.168 Di­ğer müc­te­hid­ler ise ha­dis­te­ki gı­da mad­de­si­ni sı­nır­la­yı­cı de­ğil ör­nek ka­bi­lin­den sa­yar. Çün­kü ay­nı üslûbu, ka­ra­bor­sa­cı­lık­ta ma­lı sak­la­ma sü­re­si­ni ve­ya mal çe­şi­di­ni ya­hut  sa­tın alı­nan şey­le­ri gün­lük ra­yiç fi­yat­la sa­ta­nın sa­da­ka ec­ri ka­za­na­ca­ğı­nı bil­di­ren ha­dis­ler­de ve ben­zer­le­rin­de gör­mek de müm­kün­dür. Ni­te­kim Ebu Yu­suf ka­ra­bor­sa­cı­lık­tan söz eden ha­dis­ler­de ge­çen “gı­da mad­de­le­ri (ta­am)” ifa­de­si­nin ör­nek ni­te­li­ğin­de ol­du­ğu­nu açık­ça be­lirt­miş­tir.

 

VI­II- İSLÂMÎ HÜ­KÜM­LER­LE ÇE­Lİ­ŞEN

ALIŞ-VE­RİŞ­LER

 

A) Fe­sat ve But­la­nın Alış-Ve­ri­şe Et­ki­si:

İslâm’a gö­re in­san­lar ara­sın­da­ki mu­a­me­le­ler rü­kün ve şart­la­rı­nın tam ola­rak bu­lu­nup bu­lun­ma­ma­sı dik­ka­te alı­na­rak iki­ye ay­rı­lır. Sa­hih ve gay­ri sa­hih akit. Sa­hih akit ken­di­sin­de rü­kün ve şart­lar tam ola­rak bu­lu­nan akit­tir. Gay­ri sa­hih ise rü­kün ve­ya şart­la­rın­da ek­sik­lik bu­lu­nan ak­de de­nir. Yu­ka­rı­da akit çe­şit­le­ri­ni açık­lar­ken bun­lar üze­rin­de dur­muş­tuk.

Hanefîlere gö­re sa­hih ol­ma­yan akit­ler ken­di için­de fâsit ve bâtıl ol­mak üze­re iki­ye ay­rı­lır. An­cak bu ayı­rım, mül­ki­ye­tin nak­li so­nu­cu­nu do­ğu­ran ve­ya ak­di ya­pan­la­rı kar­şı­lık­lı borç yü­kü al­tı­na so­kan akit­le­re mah­sus­tur. Sa­tım, ki­ra, hi­be, karz, havâle, şir­ket, müzâraa, müsâkât ve tak­sim ak­di gi­bi. An­cak vekâlet, vesâyet gi­bi mâlî ni­te­lik­li ol­ma­yan, âriyet ve vedîa ver­me gi­bi ta­raf­la­rı kar­şı­lık­lı borç yü­kü al­tı­na sok­ma­yan mâlî akit­ler­de; iba­det­ler­de ve bo­şa­ma, va­kıf, kefâlet gi­bi tek yan­lı ira­dey­le mey­da­na ge­len ta­sar­ruf­lar­da ise fâsitle bâtıl ara­sın­da bir fark yok­tur.

Hanefîler dı­şın­da­ki ço­ğun­lu­ğa gö­re ise hem iba­det­ler ve hem de akit­ler ko­nu­sun­da fâsit ve bâtıl te­rim­le­ri eş an­lam­da kul­la­nı­lır.

Hanefîlerle ço­ğun­luk müc­te­hid­ler ara­sın­da­ki gö­rüş ay­rı­lı­ğı İslâm’da­ki bir ya­sa­ğın akit üze­rin­de han­gi öl­çü­de bir so­nuç do­ğu­ra­ca­ğı­nı fark­lı an­la­ma­ya da­ya­nır. Ev­li­lik, mi­ras ve­ya ti­ca­ret ha­ya­tı ile il­gi­li İslâm’ın koy­du­ğu bir ya­sa­ğa uyul­ma­dı­ğı tak­dir­de yal­nız uhrevî so­rum­lu­luk mu söz ko­nu­su olur? Ya­hut hem uhrevî so­rum­lu­luk do­ğar, hem de akit ge­çer­siz mi olur? Yi­ne ek­sik­lik rü­kün ve­ya şart­lar­la il­gi­li ise fark­lı so­nuç mey­da­na ge­lir mi?

Hanefîlere gö­re, ba­zan İslâm’ın akit­ler­le il­gi­li bir ya­sa­ğı, iş­le­ye­ne gü­nah ka­zan­dı­rır, fa­kat bu­nun­la bir­lik­te akit ge­çer­li­li­ği­ni ko­rur. An­cak bu ya­sak ve­ya ek­sik­lik ak­din rü­kün­le­rin­de, ya­ni icap, ka­bul ve­ya üze­rin­de akit ya­pı­lan şey­de olur­sa ya­hut bun­la­rı ta­mam­la­yan şart­lar­da bir ek­sik­lik bu­lu­nur­sa akit bâtıl olur. Meselâ; ak­din ko­nu­su or­ta­da yok­sa ve­ya ak­di kü­çük ço­cuk ve­ya akıl has­ta­sı yap­mış­sa, ya da ko­nu­nun tes­li­mi imkânsızsa sa­tış bâtıl olur. Bu du­rum­da mal tes­lim alın­mış­sa ge­ri ve­ril­me­si ge­re­kir. Tü­ke­til­miş­se taz­min edi­lir. Eğer hük­mü ta­mam­la­yan ve­ya hü­küm­le il­gi­li olan bir şart ek­sik­se, akit fâsit olur, bâtıl ol­maz. Bir alım-sa­tım ak­din­de öde­ne­cek olan pa­ra mik­ta­rı­nın ve­ya pa­ra­yı öde­me ta­ri­hi­nin be­lir­len­me­me­si gi­bi. Fâsit akit­te, ek­sik­li­ğin ta­mam­lan­ma­sı ve­ya sa­tım ak­di­nin fes­hi yo­lu­na gi­dil­me­si ge­re­kir. Fe­sih ha­lin­de alı­cı, mal el­de mev­cut­sa ay­nı­nı ge­ri ve­rir. Tü­ke­til­miş olur­sa mis­li­ni, eğer kıyemî mal­lar­dan ise de­ğe­ri­ni taz­min et­me­si ge­re­kir. Böy­le bir sa­tış­ta sa­tı­lan mal, alı­cı ta­ra­fın­dan kab­ze­dil­mez­den ön­ce mülk ifa­de et­mez.

Ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re ise akit­le il­gi­li bir ya­sak, o ak­din her­han­gi bir so­nuç mey­da­na ge­tir­me­si­ne en­gel olur. Çün­kü ya­sa­ğa rağ­men böy­le bir ak­di yap­mak Al­lah’a is­yan­dır. Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Kim bi­zim em­ri­mi­ze uy­ma­yan bir iş ya­par­sa bu iş ge­ri çev­ri­lir. Kim di­ni­mi­ze, on­da ol­ma­yan bir iş so­kar­sa bu da ge­ri çev­ri­lir.” 169 Di­ğer yan­dan As­hab-ı ki­ram, hak­kın­da ya­sak bu­lu­nan akit­le­rin bâtıl ol­du­ğun­da bir­leş­miş­ler­dir. On­lar fa­i­zi ve müş­rik­ler­le ya­pı­lan ev­len­me ak­di­ni bu ne­den­le ge­çer­siz say­mış­lar­dır.170

 

   B) Bâtıl Sa­yı­lan Alış-Ve­riş Çe­şit­le­ri:

 

   1. Ol­ma­yan Şe­yin (Ma’dûm) Sa­tı­şı:

He­nüz mey­da­na gel­me­miş olan bir şe­yin sa­tı­şı­nın ge­çer­li ol­ma­ya­ca­ğı ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği var­dır. Hay­va­nın he­nüz doğ­ma­mış bu­lu­nan yav­ru­su­nu sat­mak, or­ta­ya çık­ma­dan ön­ce mey­ve ve eki­ni sat­mak gi­bi. Bun­lar sa­tış sı­ra­sın­da mev­cut ol­ma­dı­ğı ve­ya mey­da­na gel­me­me ris­ki bu­lun­du­ğu için ya­pı­la­cak sa­tım ak­di ge­çer­li de­ğil­dir. De­lil Al­lah el­çi­si­nin şu ha­di­si­dir: “Ne­bi (s.a) er­kek de­ve­nin sul­bün­de­ki­ni, di­şi de­ve­nin kar­nın­da­ki ce­ni­ni ve yi­ne hay­va­nın kar­nın­da­ki do­ğa­cak yav­ru­nun yav­ru­su­nu sat­ma­yı ya­sak­la­dı.”171 Ha­dis­te ge­çen “medâmîn”; er­kek de­ve­le­rin sulp­le­rin­de­ki menîyi, “melâkîh”; di­şi de­ve­nin kar­nın­da­ki ce­ni­ni, “hab­lü’l-hub­le” ise; di­şi de­ve­nin yav­ru­su­nun yav­ru­su­nu ifa­de eder.172 İslâm’ın çı­kı­şı sı­ra­sın­da arap­lar ara­sın­da bu gi­bi sa­tış­lar ya­pı­lı­yor­du. Sa­tı­cı er­kek de­ve­ye di­şi de­ve­si­ni aşı­la­tır (aşır­tır) ve bu­nun do­ğu­ra­ca­ğı yav­ru alı­cı­nın olur ve­ya bir, ya da iki yıl sü­rey­le er­kek hay­va­nın aşı­la­ya­ca­ğı yav­ru­la­rın sa­tı­şı, aşı­la­ma sı­ra­sın­da ya­pıl­mış olur­du. An­ne kar­nın­da­ki ce­ni­nin sa­tı­şı da ya­pı­lır­dı. Bü­tün bu du­rum­lar­da hay­va­nın hiç do­ğur­ma­ma­sı, ölü ve­ya sa­kat do­ğum yap­ma­sı ha­lin­de alı­cı­nın öde­di­ği sa­tış be­de­li kar­şı­lık­sız ka­la­cak­tır. Di­ğer yan­dan yav­ru­su üze­rin­de sa­tış söz­leş­me­si ya­pı­lan hay­va­nın sa­tı­la­rak el de­ğiş­tir­me­si ha­lin­de yav­ru ile il­gi­li sa­tı­şın îfası güç­le­şe­cek­tir.

Di­ğer yan­dan mev­cut ol­ma­yan şe­yin sa­tış ya­sa­ğı ile pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye bir sa­tış şek­li olan “se­lem ak­di”ni bir­bi­ri­ne ka­rış­tır­ma­mak ge­re­kir. Se­lem sa­tı­şı; öl­çü, tar­tı ve­ya stan­dart olup sa­yı ile alı­nıp sa­tı­lan (mislî) şey­le­rin sa­tış be­de­li pe­şin öde­ne­rek zim­met bor­cu ola­rak sa­tıl­ma­sı­dır. On ton sert buğ­da­yı şu ka­dar pe­şin fi­ya­ta üç ay so­nun­da tes­lim al­mak üze­re sa­tış söz­leş­me­si yap­mak bu ni­te­lik­te­dir. Ol­ma­yan şe­yin sa­tı­şın­da ise he­nüz mey­da­na gel­me­miş olan fa­kat be­lir­li bu­lu­nan bir mal üze­rin­de an­laş­ma ya­pıl­mak­ta­dır. Şu hay­va­nın do­ğa­cak olan yav­ru­su ve­ya şu ağaç­la­rın mey­da­na ge­le­cek ürü­nü di­ye sı­nır­la­ma ge­ti­re­rek sa­tış ya­pıl­ma­sı söz­leş­me­nin sı­nır­la­rı­nı da­ralt­mak­ta­dır.

İslâm, ta­raf­la­rın al­dan­ma­sı­na ve­ya an­laş­maz­lı­ğa düş­me­si­ne yol aça­bi­le­cek bi­lin­mez­lik ve risk­le­ri alış-ve­riş­ler­den kal­dır­ma­yı amaç­la­mış­tır. Hz. Pey­gam­ber (s.a) şöy­le bu­yur­muş­tur: İbn Ab­bas (r.a) nak­le­der: “Rasûlullah (s.a) ol­gun­la­şın­ca­ya ka­dar mey­ve­nin ağa­cın­da, yü­nün kır­pıl­ma­dan ön­ce hay­va­nın sır­tın­da ve sü­tün sa­ğıl­ma­dan ön­ce hay­va­nın me­me­sin­de iken sa­tıl­ma­sı­nı ya­sak­la­mış­tır.”173

Mey­ve ve ekin­le­rin he­nüz mey­da­na gel­me­den kö­kün­de sa­tıl­ma­sı ha­lin­de so­ğuk, sı­cak, sel, bas­kı­nı, has­ta­lık gi­bi ne­den­ler­le hiç ürün alı­na­ma­ma­sı du­ru­mun­da sa­tış be­de­li kar­şı­lık­sız ka­lır. Hay­va­nın me­me­sin­de­ki süt­le, sır­tın­da­ki yü­nün sa­tın alın­ma­sın­da da mik­tar, ni­te­lik vb. ko­nu­lar­da be­lir­siz­lik­ler var­dır. Böy­le bir sa­tış al­dan­ma­ya yol açar. Di­ğer yan­dan bun­lar­da son­ra­dan ço­ğal­ma ve bü­yü­me hak­la­rın ka­rış­ma­sı­na ne­den olur.

İmam Mâlik’e gö­re ay­nı ot­lak­ta ot­la­tı­lan bir­den çok ko­yu­nun me­me­sin­de­ki sü­tü, ne ka­dar süt ver­di­ği bi­lin­di­ği tak­dir­de be­lir­li gün­ler sü­re­sin­ce ölç­me­den sat­mak ca­iz­dir. Çün­kü in­san­lar bu ko­nu­da bir­bir­le­ri­ne mü­sa­ma­ha gös­te­rir. Ko­yu­nun sır­tın­da­ki yü­nün kır­pıl­ma­dan sa­tıl­ma­sı da böy­le­dir. Çün­kü bun­la­rın alı­cı­ya tes­li­min­de güç­lük yok­tur. Hanbelîler de he­men kır­pıl­ma­sı şar­tıy­la ko­yu­nun sır­tın­da­ki yü­nün sa­tı­şı­nı ca­iz gö­rür­ler.174

İb­nü’l-Kay­yim (ö.751/1350) ve ho­ca­sı İbn Tey­miy­ye (ö.728/1327) gi­bi ba­zı Hanbelîlere gö­re, sa­tış sı­ra­sın­da mev­cut ol­ma­mak­la bir­lik­te, ade­te gö­re ge­le­cek­te mey­da­na gel­me­si ke­sin olan şe­yin sa­tı­şı ca­iz­dir. Çün­kü yok olan (ma’dûm) bir şe­yin sa­tı­şı­nın ya­sak­lan­ma­sı ne Ki­tap­ta, ne Sün­net­te ve ne de sa­ha­be söz­le­rin­de sa­bit de­ğil­dir. Sün­net­te sa­de­ce ga­rar sa­tı­şı ya­sak­lan­mış olup, ga­rar da; “tes­lim edi­le­me­yen şey” de­mek­tir. Bu­nun mev­cut olup ol­ma­ma­sı so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. Ka­çıp gi­den ve ge­lip gel­me­ye­ce­ği bel­li ol­ma­yan at' ın ve­ya ça­lı­nan bir oto­mo­bi­lin sa­hi­bi ta­ra­fın­dan sa­tıl­ma­sı gi­bi. Bu­ra­da ya­sak­la­ma­nın il­le­ti ne yok­luk ve ne de var­lık­tır. Sa­tı­la­nı tes­lim ede­me­mek­ten do­ğan ga­rar (risk) ha­li­dir.

Di­ğer yan­dan İslâm’da ba­zı du­rum­lar­da ma’dûmun sa­tı­şı ge­çer­li sa­yıl­mış­tır. Ni­te­kim ol­gun­la­şa­ca­ğı bel­li olan mey­ve­nin da­lın­da sa­tı­şı ca­iz ol­du­ğu gi­bi içi dol­muş bu­lu­nan ta­ne­li bit­ki­le­rin sa­tı­şı da ca­iz­dir. Bu­na gö­re, bir şe­yin ge­le­cek­te mey­da­na ge­lip gel­me­ye­ce­ği be­lir­siz ise, bu­nun sa­tı­şı he­nüz mev­cut ol­ma­yı­şın­dan ötü­rü de­ğil, ga­rar yü­zün­den ba­tıl olur. Kı­sa­ca, bu­ra­da­ki sa­tış ya­sa­ğı­nın il­le­ti tes­li­me güç ye­ti­re­me­me ya­ni ga­rar ha­li­dir. Ni­te­kim mev­cut olup da tes­li­mi­ne güç ye­ti­ri­le­me­yen şey­le­rin sa­tı­şı­nın ya­sak olu­şu da bu ne­de­ne da­ya­nır.175

 

   2. Tes­li­mi­ne Güç Ye­ti­ri­le­me­ye­cek Olan Şe­yin Sa­tı­şı:

 

   a) Tes­li­mi­ne güç yet­me­yen muâmeleler:

Alış-ve­ri­şin ama­cı sa­tı­cı­nın pa­ra­ya, alı­cı­nın ise ma­la mâlik ol­ma­sı ve bun­la­rın kar­şı­lık­lı ola­rak tes­lim edil­me­si­dir. Sa­tı­cı sat­tı­ğı ma­lı tes­lim ede­mez­se sa­tış­tan bek­le­nen ya­rar ger­çek­leş­mez. Bu yüz­den Hanefîlerin ço­ğun­lu­ğu­na gö­re, bir kim­se tes­li­mi­ne güç ye­ti­re­me­ye­ce­ği bir ma­lı sat­sa, bu mal onun mül­ki­ye­ti al­tın­da bu­lun­sa bi­le sa­tış bâtıl olur.

Su­da­ki ba­lı­ğın, ha­va­da­ki ku­şun, kaç­mış olan ve ge­ri dö­nüp dön­me­ye­ce­ği bi­lin­me­yen hay­va­nın, ça­lın­tı oto­mo­bi­lin, ça­lı­nan ve ye­ri bi­lin­me­yen eş­ya­nın sa­tıl­ma­sı ha­lin­de, sa­tı­cı bun­la­rı alı­cı­ya tes­li­me güç ye­ti­re­mez. Böy­le bir sa­tış bâtıldır. Eğer sa­tış­tan son­ra bu be­lir­ti­len şey­ler or­ta­ya çı­kar ve tes­li­mi müm­kün ha­le ge­lir­se sa­tı­cı ve alı­cı­nın ye­ni bir sa­tış söz­leş­me­si yap­ma­la­rı müm­kün­dür. Bu­ra­da ön­ce­ki bâtıl olan sa­tış ken­di­li­ğin­den yü­rür­lük ka­zan­maz.

Tes­li­mi­ne güç ye­ti­ri­le­me­yen şey, bir sa­tım ak­din­de sa­tış be­de­li ola­rak be­lir­len­miş ol­sa, sa­tış yi­ne bâtıl olur. Çün­kü sa­tış be­de­li stan­dart mal (mislî) olun­ca, sa­hi­bi ba­kı­mın­dan “sa­tı­lan mal (mebî’)” ni­te­li­ğin­de­dir.176

Bu­ra­da sa­tı­la­cak mal mev­cut ol­mak­la bir­lik­te, sa­tış sı­ra­sın­da alı­cı­ya tes­li­me güç ye­ti­ril­me­mek­te­dir. De­lil Sün­net­tir. Ebû Sa­id el-Hudrî (ö.64/683) ra­dı­yal­la­hu anh­ten şöy­le de­di­ği nak­le­dil­miş­tir: “Hz. Pey­gam­ber (s.a), do­ğu­run­ca­ya ka­dar hay­van­la­rın kar­nın­da­ki yav­ru­la­rın sa­tıl­ma­sı­nı, öl­çül­me­dik­çe hay­van­la­rın me­me­le­rin­de­ki sü­tün sa­tıl­ma­sı­nı, pay­laş­tı­rıl­ma­dık­ça ga­ni­met­le­rin, kab­ze­dil­me­dik­çe sa­da­ka­la­rın ve de­ni­ze atıp çı­kar­ma­dan ön­ce ağa ya­ka­la­na­cak ba­lık­la­rın sa­tıl­ma­sı­nı ya­sak­la­mış­tır.”177 Di­ğer yan­dan Rasûlullah (s.a) ha­sat ve ga­rar sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış­tır.178  Ha­dis­te­ki “hasât” ça­kıl ta­şı sa­tı­şı de­mek olup; ca­hi­li­ye dev­rin­de; “Ben sa­na bu ça­kıl ta­şı­nın üze­ri­ne dü­şe­ce­ği ku­maş­la­rı sa­tı­yo­rum” de­yip, taş atı­lır, han­gi ku­ma­şa isa­bet eder­se o ku­maş sa­tıl­mış olur­du. Taş, ku­maş­la­ra isa­bet et­mez­se alı­cı bir şey ala­maz­dı. “Ga­rar” yu­ka­rı­da da açık­la­dı­ğı­mız gi­bi “al­dan­ma ih­ti­ma­li bu­lu­nan sa­tış” de­mek­tir.

Gü­nü­müz­de hal­ka ata­rak ve­ya bel­li dö­nüş ha­re­ke­ti ya­pan ku­mar alet­le­ri­ne pa­ra ya­tı­ra­rak eş­ya ve­ya pa­ra ka­zan­ma­ya ça­lış­ma­nın al­dan­ma ris­ki bu­lu­nan bir mu­a­me­le ol­du­ğu açık­tır.

Hz. Pey­gam­ber baş­ka bir ha­di­sin­de; “Su­da­ki ba­lı­ğı sa­tın al­ma­yı­nız. Çün­kü bun­da al­dan­ma ris­ki (ga­rar) var­dır.”179  bu­yur­muş­tur. Bu­ra­da ga­rar “tes­lim edi­le­me­yen şey” ve­ya “tes­li­min­de al­dan­ma ih­ti­ma­li bu­lu­nan şey” an­la­mı­na ge­lir. Bu­ra­da­ki su; de­niz ve­ya ne­hir su­yu gi­bi sı­nır ge­ti­ri­le­me­yen su­lar­dır. Bu yüz­den ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re, özel ha­vuz­lar­da ye­tiş­ti­ri­len ve­ya özel böl­me­ler­de top­la­nan ba­lık­la­rı he­nüz tut­ma­dan sa­tın al­mak ca­iz­dir. Çün­kü böy­le bir ha­vuz­da ba­lı­ğın cins ve ka­li­te­si­ni gör­mek müm­kün ol­du­ğu gi­bi, av­lan­ma­sın­da al­dan­ma ri­zi­ko­su yok­tur. Meselâ; böy­le bir ba­lık çift­li­ği sa­hi­bi ile ba­lık alı­cı­sı pe­şin pa­ray­la 100 kg. ba­lı­ğı bir gün son­ra tes­lim et­mek üze­re an­laş­sa­lar böy­le bir sa­tış ge­çer­li olur.  Çün­kü tec­rü­be­le­re gö­re al­dan­ma ris­ki bu­lun­maz. Yal­nız Hanefîlere gö­re alı­cı için gör­me mu­hay­yer­li­ği hak­kı söz ko­nu­su olur.180

 

   b) Zim­met bor­cu olan şey­le­rin sa­tı­şı:

Zim­met bor­cu­na “deyn” de­nir. Ço­ğu­lu “düyûn”dur. Sa­tı­lan bir ma­lın be­de­li (se­me­ni), karz be­de­li, ka­dı­nın me­hir ala­ca­ğı, ça­lış­ma kar­şı­lı­ğı olan üc­ret, ya­ra­la­ma­nın taz­mi­na­tı (erş), ma­la ve­ri­len za­rar­la­rın taz­mi­na­tı, bo­şa­ma kar­şı­lı­ğın­da ko­ca­nın ala­ca­ğı be­del (muhâlea be­de­li) ve se­lem ak­din­de stan­dart mal ala­ca­ğı gi­bi borç­lar “deyn” ni­te­li­ğin­de­dir. Zim­met bor­cu­nun baş­ka­sı­na dev­re­dil­me­si ha­lin­de aşa­ğı­da­ki hü­küm­ler söz ko­nu­su olur:

 

   aa) Bor­cun ve­re­si­ye sa­tıl­ma­sı:

Zim­met bor­cu­nun ala­cak­lı ta­ra­fın­dan va­de­li ola­rak borç­lu­ya ve­ya üçün­cü bir ki­şi­ye sa­tı­şı ya­sak­lan­mış­tır. Çün­kü; “Hz. Pey­gam­ber bor­ca kar­şı­lık bor­cun (kâli’in kâli’e kar­şı­lık) sa­tı­şı­nı neh­yet­miş­tir.” 181 Bor­cun bor­ca kar­şı­lık sa­tı­şı­nın ya­sak­lan­ma­sı tes­li­me güç yet­me­me­si, fa­i­zin ger­çek­leş­me­si ve­ya al­dan­ma ris­ki­nin bu­lun­ma­sı gi­bi ne­den­le­re da­ya­nır.

Bor­cun borç­lu­ya sa­tıl­ma­sı­na şu­nu ör­nek ve­re­bi­li­riz. Bir kim­se bir ay son­ra tes­lim al­mak üze­re bir ton buğ­da­yı pa­ra­sı­nı da bir ay son­ra ver­mek üze­re sa­tın al­sa, iki zim­met bor­cu va­de­li ola­rak mü­ba­de­le edil­miş olur. Bu­ra­da be­del­le­rin iki­si de va­de­li ol­du­ğu için sa­tım ak­din­den çok bir sa­tış va­din­den söz edi­le­bi­lir. Ta­raf­lar ver­dik­le­ri söz­de du­ra­rak sa­tı­şı ger­çek­leş­ti­re­bi­le­cek­le­ri gi­bi, sa­tış bağ­la­yı­cı ol­ma­dı­ğı için uy­gu­lan­ma­ma­sı da müm­kün­dür.

Bor­cun, borç­lu­dan baş­ka­sı­na sa­tıl­ma­sı ise şöy­le olur: Bir kim­se baş­ka­sın­da olan bir ton buğ­day ala­ca­ğı­nı, be­de­li bir ay son­ra alın­mak üze­re bel­li bir pa­ra kar­şı­lı­ğın­da baş­ka­sı­na sat­sa, bu­ra­da da iki zim­met bor­cu va­de­li ola­rak mü­ba­de­le edil­miş bu­lu­nur.182

 

   bb) Bor­cun pe­şin sa­tıl­ma­sı:

Dört mez­hep müc­te­hit­le­ri­ne gö­re ala­cak­lı ala­ca­ğı­nı borç­lu­ya pe­şin ola­rak sa­ta­bi­lir ve­ya ba­ğış­la­ya­bi­lir. Çün­kü bor­cun borç kar­şı­lı­ğın­da sa­tı­şı­nın ya­sak­lan­ma­sı tes­li­mi­ne güç ye­ti­ri­le­me­me­si esa­sı­na da­ya­nır. Bor­cun borç­lu­ya dev­re­dilme­si ha­lin­de ise tes­li­me ih­ti­yaç ol­maz, çün­kü onun ken­di zim­met bor­cu ken­di­si­ne tes­lim edil­miş sa­yı­lır. Meselâ; bir kim­se, karz ola­rak ver­di­ği bir ton buğ­da­yı ge­ri al­mak ye­ri­ne, ödünç ala­na bel­li bir pa­ra kar­şı­lı­ğın­da sa­ta­bi­lir ve­ya ba­ğış­la­ya­bi­lir. Bu­ra­da buğ­da­yı tes­lim hük­men ya­pıl­mış olur.183 Zâhîrîlere gö­re, böy­le bir sa­tış al­dan­ma­ya (ga­rar) yol aça­bi­le­ce­ği için ca­iz de­ğil­dir.184

Di­ğer yan­dan borç­lu­nun buğ­day ye­ri­ne, kar­şı­lık­lı rı­za ile kıy­me­ti­ni ver­me­si de müm­kün­dür.

Bir zim­met ala­ca­ğı­nın borç­lu­dan baş­ka­sı­na sa­tıl­ma­sı ge­çer­li de­ğil­dir. Çün­kü ala­cak­lı bu tak­dir­de bor­cu tes­li­me güç ye­ti­re­mez. Borç­lu­ya üçün­cü bir kim­se­ye tes­li­mi şart koş­sa bu da fa­sit bir şart olur ve sa­tış ge­çer­li ol­maz. Meselâ; bir kim­se ödünç ver­di­ği bir ton buğ­da­yı, baş­ka bi­ri­si­ne pe­şin pa­ra ile sat­sa, sa­tı­cı­nın buğ­da­yı tes­lim et­me­ye gü­cü yet­me­ye­bi­lir. Pa­ra ala­ca­ğı­nı baş­ka cins bir pa­ra ile pe­şin ola­rak sat­mak da böy­le­dir. Nesîe fa­i­zi­nin mey­da­na gel­me­me­si için borç­lu­nun da pe­şin öde­me yap­ma­sı ge­re­kir. An­cak ala­ca­ğı­nı sa­tan kim­se­nin borç­lu­dan bu­nu sarf mec­li­sin­de sat­tı­ğı kim­se­ye tes­lim et­me­si ge­re­kir ki bu­na gü­cü yetmez. Çün­kü gü­cü ye­te­cek ol­sa, ön­ce ala­ca­ğı­nı tes­lim alır, on­dan son­ra baş­ka cins pa­ra­ya çe­vi­re­bi­lir.185

 

   cc) Se­net kır­dır­mak:

Bir kim­se va­de­li bir ala­ca­ğı­nı da­ha az bir be­del kar­şı­lı­ğın­da baş­ka­sı­na sa­tar­sa, bu­na “se­net kır­dır­ma” de­nir. Eğer se­net ve­ya çek be­de­li asıl borç­lu­ya va­de­sin­den ön­ce da­ha az bir be­del­le dev­re­dil­miş olur­sa bun­da bir sa­kın­ca bu­lun­maz. Meselâ; 10 mil­yon li­ra­lık 6 ay va­de­li bir se­ne­di, se­net borç­lu­su va­de­nin dol­ma­sı­na üç ay ka­la kar­şı­lık­lı rı­za ile 8 mil­yon li­ra öde­ye­rek se­ne­di ge­ri al­sa bu müm­kün ve ca­iz­dir. An­cak bu se­net ve­ya çek üçün­cü bir şah­sa ve­ya ban­ka­ya kır­dı­rı­lır­sa, 8 mil­yon, üç ay son­ra­ki 10 mil­yon li­ra ile mü­ba­de­le edil­miş olur ki, ara­da­ki fark fa­iz olur.186

Mâlikîlere gö­re, bir zim­met bor­cu­nun al­dan­ma (ga­rar), ri­ba ve­ya kabz­dan ön­ce sa­tış gi­bi şer’an sa­kın­ca­lı bir du­rum söz ko­nu­su ol­ma­dık­ça borç­lu­dan baş­ka­sı­na sa­tıl­ma­sı ca­iz­dir.187

 

   3. Ga­rar Sa­tı­şı (Al­dan­ma Ris­ki Bu­lu­nan Sa­tış):

 

   a) Ga­rar te­ri­mi ve kap­sa­mı:

Ga­rar söz­cü­ğü söz­lük­te; teh­li­ke, teh­li­ke­ye açık bı­rak­ma ve meç­hul alış-ve­riş de­mek­tir.

Ay­nı kök­ten “tağrîr” söz­cü­ğü ise “teh­li­ke­ye at­mak” an­la­mı­na ge­lir. Ga­rar ge­nel an­lam­da dış gö­rü­nüş ba­kı­mın­dan se­vim­li olan fa­kat iç yü­zü ba­kı­mın­dan ho­şa git­me­yen şe­yi ifa­de eder.

 

 

Bir fı­kıh te­ri­mi ola­rak ga­rar akit­ler­de; al­dat­ma, hi­le, bi­lin­mez­lik ve­ya tes­li­me güç ye­ti­ri­le­me­me­si hal­le­ri­ni kap­sar. Bü­yük Hanefî fakîhi es-Serahsî (ö.490/1097) ga­rar’ı; “So­nu­cu be­lir­siz ve ka­pa­lı olan şey”, Mâlikî fa­kih­le­rin­den el-Karâfî (ö.664/1285) ise; “Mey­da­na ge­lip gel­me­ye­ce­ği bi­li­ne­me­yen şey” ola­rak ta­rif eder. Ha­va­da­ki kuş, su­da­ki ba­lık gi­bi.188 Hanbelîlerden İbn Tey­miy­ye (ö.728/1328) ga­rar’ı; “So­nu­cu be­lir­siz olan şey” ola­rak be­lir­ler­ken, öğ­ren­ci­si İb­nü’l-Kay­yim (ö.751/1350) da­ha açık bir ifa­de ile şöy­le ta­rif et­miş­tir: “Ga­rar; sa­tış sı­ra­sın­da mev­cut ol­sun ve­ya ol­ma­sın alı­cı­ya tes­li­mi­ne güç ye­ti­ri­le­me­yen şey­dir. Ça­lın­mış olan bir ma­lı ve­ya ka­çıp git­miş olan bir hay­va­nı sat­mak gi­bi."

İslâm’da kap­sa­mın­da ga­rar (al­dan­ma) bu­lu­nan sa­tış ya­sak­lan­mış­tır. Ha­dis­te şöy­le buy­ru­lu­ur: “Nebî (s.a) ga­rar sa­tı­şı­nı ya­sak­la­dı.” 189 Hz. Pey­gam­ber’in şu ha­di­si ga­ra­rı tef­sir et­mek­te­dir: “Su­da­ki ba­lı­ğı sa­tın al­ma­yı­nız, çün­kü bun­da ga­rar var­dır.”190  Ba­lık­çı­nın bir sa­at sü­rey­le ça­lış­ma­sı ve­ya ba­lık ağı­nı bir de­fa su­ya at­ma­sı so­nu­cun­da çı­ka­ra­ca­ğı ba­lık­la­rı bel­li bir pa­ra kar­şı­lı­ğı sa­tın alan kim­se için bu­nun ri­zi­ko­su açık­tır. Çün­kü hiç ba­lık tu­tu­la­ma­dı­ğı tak­dir­de ba­lık­çı­ya ver­di­ği pa­ra kar­şı­lık­sız ka­la­cak­tır. Tah­min edi­le­nin üs­tün­de ba­lık çık­ma­sı ha­lin­de ise, ba­lık­çı al­dan­dı­ğı­nı dü­şü­ne­cek­tir.

Bu­na gö­re, ga­rar te­ri­mi­nin; “Hiç mey­da­na gel­me­me ve­ya  is­te­ni­len mik­tar ve ni­te­lik­te mey­da­na gel­me­me ve­ya sa­tı­la­nın tes­li­mi­ne güç ye­ti­re­me­me ris­ki” bu­lu­nan bü­tün alış-ve­riş­le­ri kap­sa­dı­ğı­nı söy­le­ye­bi­li­riz.

Çe­şit­li ha­dis-i şe­rif­ler­de sa­tı­cı ve­ya alı­cı­nın al­dan­ma­sı­na yol aça­bi­len ve­ya sa­tı­la­nı tes­lim güç­lü­ğü do­ğu­ran alış-ve­riş­le­re ör­nek­ler ve­ril­miş­tir. Medâmîn, melâkîh, hab­lü’l-hub­le, mülâmese, münâbeze, muhâkale ve hasât sa­tı­şı bun­lar ara­sın­da­dır. “Hz. Pey­gam­ber (s.a) hay­va­nın sul­bün­de­ki menîyi (medâmîn), hay­va­nın kar­nın­da­ki ce­ni­ni (melâkîh) ve hay­va­nın yav­ru­su­nun yav­ru­su­nu doğ­ma­dan ön­ce (hab­lü’l-hub­le) sa­tı­şı­nı, ya­sak­la­mış­tır.”191 Bun­la­rın mey­da­na gel­me­me ve alı­cı­ya tes­lim güç­lü­ğü var­dır. Bu be­lir­siz­li­ği sa­tış sı­ra­sın­da ve­ya sa­tı­şın uy­gu­la­na­ca­ğı za­man sü­re­ci için­de gi­der­me imkânı da yok­tur. Bu yüz­den böy­le bir sa­tım ak­di bâtıl olur. Yi­ne ha­dis­ler­de ya­sak­la­nan “mülâmesen”; alı­cı­nın ma­lı eli­ne al­ma­sı ve­ya do­kun­ma­sı so­nu­cun­da sa­tı­şın bağ­la­yı­cı ha­le gel­me­si, “münâbeze”; sa­tı­cı­nın ma­lı alı­cı­ya at­ma­sı so­nu­cun­da sa­tım ak­di­nin ta­mam­la­na­ca­ğı, “hasât” ise, atı­lan bir ta­şın isa­bet et­ti­ği şe­yin sa­tın alın­mış sa­yıl­ma­sı an­la­mı­na ge­lir.192 Bu üç çe­şit sa­tış tü­rün­de ek­sik­li­ği gi­der­mek ve sa­tı­la­nı alı­cı­ya tes­lim et­mek müm­kün ol­du­ğu için sa­tım ak­di fa­sit olur.

Yi­ne ha­dis­ler­de ya­sak ol­du­ğu be­lir­ti­len baş­ka sa­tış tür­le­ri de var­dır. Muhâkale ve müzâbene bun­lar ara­sın­da­dır. Bun­lar­dan il­ki, buğ­da­yı ba­şa­ğın­da iken, ha­sat edil­miş bu­lu­nan baş­ka buğ­day­la tah­min üze­re sat­mak; “müzâbene” ise; da­lın­da­ki ta­ze hur­ma ve­ya üzü­mü, ku­ru hur­ma ve­ya ku­ru üzüm kar­şı­lı­ğın­da sat­mak­tır. Bu­ra­da cins­ler bir olup, sa­tı­la­nın mik­ta­rı be­lir­siz ol­du­ğu için ara­da­ki far­kın fa­iz ol­ma­sı söz ko­nu­su­dur. Çün­kü fa­iz ce­re­yan eden stan­dart (mislî) şey­le­rin mübâdelesinin pe­şin ve eşit mik­tar­da ya­pıl­ma­sı ge­re­kir.193

Di­ğer yan­dan müzâbene’nin istisnâsı ola­rak Hz. Pey­gam­ber “arâyâ”ya izin ver­miş­tir. “Arâyâ” bir iki ağaç hur­ma­nın mey­ve­si­ni ku­ru hur­ma ile sat­mak­tır. Bu, in­san­la­rın ta­ze hur­ma ye­me­le­ri­ne olan ih­ti­yaç se­be­biy­le meşrû kı­lın­mış­tır. Çün­kü bu­na ih­ti­yaç ola­bi­lir. An­cak bu­nun ti­ca­ret ama­cıy­la ya­pıl­ma­ma­sı için, İmam Şâfiî böy­le bir de­ği­şi­min top­lam beş vesk’ı (yak­la­şık 653 kg) aş­ma­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni söy­le­miş­tir.194

Sehl b. Ebî Has­me (r.a)’ten şöy­le de­di­ği nak­le­dil­miş­tir: “Hz. Pey­gam­ber ta­ze hur­ma­yı ku­ru hur­ma kar­şı­lı­ğın­da sat­mak­tan me­net­miş ve bu ri­ba­dır, bu müzâbenedir, de­miş­tir. Yal­nız ariy­ye’ye, ya­ni bir iki ağaç hur­ma­nın ye­mi­şi­ni ku­ru hur­ma kar­şı­lı­ğın­da sat­ma­ya ruh­sat ver­miş­tir. Onu bir ev hal­kı ku­ru hur­ma ile tak­dir ede­rek ta­ze ta­ze yer­ler­di.” 195

Yi­ne su­ya bir de­fa atı­la­cak ağın ya­ka­la­ya­ca­ğı ba­lık­la­rı ve­ya dal­gı­cın bir da­lış­ta çı­ka­ra­ca­ğı in­ci­le­ri bel­li bir fi­ya­ta ön­ce­den sat­mak fâsit bir sa­tış­tır. Bun­lar­dan il­ki­ne “dar­be­tü’l-kânis”, ikin­ci­si­ne ise “dar­be­tü’l-gâis” de­nir. Ebû Sa­id el-Hudrî (r.a)’nin nak­let­ti­ği bir ha­dis­te dal­gı­cın bu şe­kil­de çı­kar­ta­cak­la­rı­nı tah­min üze­re sat­ma­sı ya­sak­lan­mış­tır.196

So­nuç ola­rak yu­ka­rı­da zik­re­di­len ha­dis­ler ve ör­nek­ler üze­rin­de dü­şü­nül­dü­ğün­de İslâm’ın alış-ve­riş­ler­de be­del­le­rin açık ve be­lir­li ol­ma­sı­nı is­te­di­ği an­la­şı­lır. Eğer sa­tış be­de­li ve­ya sa­tı­lan mal­da be­lir­siz­lik kar­şı­lık­lı an­laş­ma yo­luy­la gi­de­ri­le­bi­le­cek ni­te­lik­te ise sa­tış fâsit de­re­ce­sin­de sa­yı­lır. An­cak ba­zı sa­tış­lar­da tes­li­min imkânsız ol­ma­sı ve ile­ri de­re­ce­de­ki bil­gi­siz­li­ği kal­dır­ma­nın müm­kün ol­ma­ma­sı ne­de­niy­le sa­tış bâtıl hük­mün­de bu­lu­nur. Çi­çe­ğin­de iken mey­ve­yi, an­ne kar­nın­da iken yav­ru­yu sat­mak gi­bi.

Eğer bir alış-ve­riş­te al­dan­ma teh­li­ke­si az olur­sa böy­le bir sa­tış ge­çer­li olur. Ce­viz, ba­dem, fıs­tık, kar­puz, ka­vun gi­bi ka­buk­lu bit­ki­le­ri ka­buk­la­rı ile bir­lik­te; buğ­day, pi­rinç ve su­sam gi­bi bit­ki­le­ri ise ba­şa­ğı için­de sat­mak bu ne­den­le ca­iz gö­rül­müş­tür. An­cak ka­buk­lu bit­ki­le­rin ba­zı tür­le­rin­de alı­cı için gör­me mu­hay­yer­li­ği hak­kı söz ko­nu­su olur.

Şâfiîlerden ba­zı­la­rı­na gö­re ka­buk­lu bit­ki­le­rin üst ka­buk­la­rı için­de sa­tı­şı ca­iz de­ğil­dir. An­cak el-Cüveynî ile İmam el-Gazzâlî ak­si gö­rüş­te­dir.

Ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re az al­dan­ma (ga­rar) bu­lu­nan şey­le­rin alım-sa­tı­mı, baş­ka bir de­yim­le han­gi hal­le­rin az al­dan­ma sa­yı­la­ca­ğı ko­nu­su­nu bel­de ör­fü­ne gö­re çö­züm­le­mek ge­re­kir.197

Aşa­ğı­da so­nu­cu be­lir­siz mu­a­me­le­ye ör­nek ola­rak “si­gor­ta” üze­rin­de du­ra­ca­ğız:

 

   b) İslâmî açı­dan si­gor­ta:

Si­gor­ta; iki ve­ya da­ha çok ki­şi ara­sın­da ya­pı­lan bir akit­tir. Si­gor­ta eden, prim de­ni­len bir be­del kar­şı­lı­ğın­da, si­gor­ta­lı­nın ne za­man ve na­sıl or­ta­ya çı­ka­ca­ğı ön­ce­den bi­lin­me­yen za­ra­rı­nı öde­me­yi üst­le­nir. Bu­ra­da si­gor­ta­lı­nın bor­cu, prim­le­ri be­lir­le­nen ta­rih ve mik­tar­lar­da öde­mek, si­gor­ta­cı­nın bor­cu da mey­da­na ge­len za­ra­rı söz­leş­me esas­la­rı­na gö­re taz­min et­mek­ten iba­ret­tir. Si­gor­ta gü­nü­müz be­şe­ri hu­kuk­la­rın­da ya söz­leş­me­den ve­ya ka­nun­dan do­ğa­bi­ir.

Si­gor­ta bu­gün­kü şe­kil­le­riy­le ye­ni or­ta­ya çı­kan akit­ler­den­dir. Ger­çek an­la­mıy­la XIV. yüz­yı­lın baş­la­rın­da İtal­ya’da de­niz si­gor­ta­sı şek­lin­de gö­rül­müş­tür. Yak­la­şık iki asır ka­dar ön­ce de İslâm âleminde du­yul­muş ve hük­mü tar­tı­şıl­mış­tır. Gü­nü­müz­de ha­len si­gor­ta­nın le­hin­de ve aley­hin­de gö­rüş­ler var­dır.

Mu­ham­med Ab­duh, Mus­ta­fa ez-Zerkâ, Şel­tut ve Mu­ham­med el-Be­hiyy gi­bi bil­gin­ler si­gor­ta şir­ke­ti­nin bir yar­dım­laş­ma şir­ke­ti ol­du­ğu­nu ve bu yüz­den meşrû ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni söy­le­miş­ler­dir. Bu ko­nu­da Mu­ham­med el-Be­hiyy şöy­le de­miş­tir: “Si­gor­ta ak­di bir sa­tım ak­di de­ğil, za­ra­ra uğ­ra­yan­la­rın sı­kın­tı­la­rı­nı ha­fif­le­tip on­la­ra yar­dım eli­ni uzat­mak için ya­pı­lan bir yar­dım­laş­ma ve da­ya­nış­ma söz­leş­me­si­dir. İs­ter mal, is­ter ha­yat si­gor­ta­sı ol­sun amaç yar­dım­laş­mak­tır. Meselâ; köy­lü da­var­la­rı­nı, tüc­car ti­ca­ret ma­lı­nı, ev sa­hi­bi evi­ni, ara­ba sa­hi­bi ara­ba­sı­nı si­gor­ta et­ti­ri­yor. Çün­kü za­ra­ra gi­rer­se, yü­kü­nü an­cak baş­ka­sı­nın yar­dı­mıy­la ha­fif­le­te­bi­le­ce­ği­ni dü­şü­nü­yor. Ha­ya­tı­nı si­gor­ta et­ti­ren de, ece­lin Al­lah’ın elin­de ol­du­ğu­nu, za­ma­nı ge­lin­ce onu kim­se­nin er­te­le­ye­me­ye­ce­ği­ni bi­li­yor. Si­gor­ta­ya baş­vur­mak­ta­ki ama­cı öl­dü­ğü tak­dir­de ai­le fert­le­ri­ne bir yar­dım kay­na­ğı sağ­la­mak­tır.” 198

 

 

 

c)İbn Âbidin’in si­gor­ta ile il­gi­li gö­rü­şü:

Son de­vir Hanefî fa­kih­le­rin­den İbn Âbidin (ö.1252/1836) ilk ola­rak si­gor­ta ko­nu­su­nu şu şe­kil­de gün­de­me ge­tir­miş­tir: O, İslâm di­ya­rın­da si­gor­ta­nın ca­iz ol­ma­dı­ğı­nı, kü­für di­ya­rın­da gay­ri müs­lim­le­rin si­gor­ta şir­ke­ti­ne si­gor­ta et­ti­ril­miş bu­lu­nan ma­lın te­lef ol­ma­sı ha­lin­de be­de­li­ni al­mak­ta bir sa­kın­ca bu­lun­ma­dı­ğı­nı be­lir­te­rek özet­le şöy­le de­miş­tir: Tüc­car ara­sın­da uy­gu­la­nan âdete gö­re, her­han­gi bir ec­ne­bi­den ki­ra­la­nan ge­mi­ye, ki­ra ak­di sı­ra­sın­da, ki­ra­cı mal­la­rın te­mi­na­tı ol­mak üze­re ya­ban­cı ül­ke­de­ki gay­ri müs­li­me bir mik­tar pa­ra ve­ri­yor ki, bu­na “si­gor­ta” adı ve­ril­mek­te­dir. Eğer ge­mi ya­nar, ba­tar ve­ya yağ­ma edi­lir­se, da­ru’l-harp­te bu­lu­nan si­gor­ta şir­ke­ti mal­la­rın de­ğe­ri­ni öde­ye­cek­tir. Be­nim an­la­dı­ğı­ma gö­re te­lef olan şe­yin be­de­li­ni al­mak ca­iz de­ğil­dir. An­cak müs­lü­man bir tüc­ca­rın da­rü’l-harp­te harbî bir or­ta­ğı bu­lu­nur, or­tak mal­la­rı­nı ora­da si­gor­ta eder, bun­dan son­ra mal te­lef olur­sa müs­lü­man tüc­car, şir­ket ta­ra­fın­dan ve­ri­len taz­mi­na­tı ala­bi­lir. Çün­kü si­gor­ta ak­di iki harbî ara­sın­da ya­pıl­mış ve taz­mi­nat harbî olan or­ta­ğın rı­za­sıy­la ken­di­si­ne gön­de­ril­miş­tir.

İbn Âbidin müs­lü­man­lar ara­sın­da ya­pı­la­cak si­gor­ta söz­leş­me­si­ne da­ya­na­rak, te­lef olan ma­lın be­de­li­ni al­ma­nın ca­iz ol­ma­dı­ğı­nı şu de­lil­le­re da­yan­dır­mış­tır:

aa) Si­gor­ta söz­leş­me­si dört taz­min se­be­bin­den hiç bi­ri­si­nin bu­lun­ma­ma­sı yü­zün­den bağ­la­yı­cı ol­ma­yan bir borç­lan­ma­dır. İslâm’a gö­re bir kim­se­nin te­lef olan bir ma­lı taz­min­le yü­küm­lü tu­tu­la­bil­me­si için aşa­ğı­da­ki dört se­bep­ten bi­ri­si­nin bu­lun­ma­sı ge­re­kir:

1. Hak­sız sal­dı­rı; öl­dür­me, ya­ra­la­ma, yak­ma, yık­ma gi­bi.

2. Te­le­fe ne­den ol­mak. Ge­nel bir yol üze­ri­ne izin­siz çu­kur açıp, ön­lem al­ma­ma yü­zün­den bi­ri­si­nin düş­me­si so­nu­cu ölüm ve­ya ya­ra­lan­ma­nın mey­da­na gel­me­si gi­bi.

3. Baş­ka­sı­na ait bir ma­la, emânet ni­te­li­ğin­de ol­mak­sı­zın el koy­mak. Gasp, hır­sız­lık, sa­tı­lan ma­lın sa­tı­cı­nın elin­de alı­cı­nın rı­za­sı ol­mak­sı­zın tu­tul­ma­sı gi­bi.

4. Kefâlet. Bir bor­ca ke­fil olan kim­se, borç­lu öde­me­di­ği tak­dir­de bor­cu taz­min­le yü­küm­lü olur. Da­ha son­ra öde­di­ği ile asıl borç­lu­ya dö­ner.

Si­gor­ta­lı bir mal­da te­lef söz ko­nu­su olun­ca bir za­ra­rın mey­da­na gel­me­sin­de si­gor­ta­cı şir­ke­tin bir hak­sız sal­dı­rı­sı, za­ra­ra se­be­bi­yet ver­me­si, si­gor­ta et­ti­ri­len ma­la hak­sız ola­rak el koy­ma­sı ve­ya si­gor­ta­lı­ya ke­fil ol­ma­sı söz ko­nu­su de­ğil­dir.

bb) Si­gor­ta, üc­ret kar­şı­lı­ğın­da emânetçilik ya­pan kim­se­nin, ema­net mal te­lef olun­ca, onu taz­min et­me­si ni­te­li­ğin­de de de­ğil­dir. Çün­kü mal si­gor­ta­cı­nın elin­de de­ğil, araç sa­hi­bi­nin elin­de­dir. Eğer araç sa­hi­bi si­gor­ta­cı ol­say­dı, bu tak­tir­de de o, ema­net­çi de­ğil or­tak iş­çi (ecîr) olur­du. Ema­net­çi ve or­tak iş­çi ise ka­çı­nıl­ma­sı müm­kün ol­ma­yan za­ra­rı taz­min­le yü­küm­lü bu­lun­maz. Ölüm, su­da ba­tıp bo­ğul­ma ve ge­nel yan­gın ka­çı­nıl­ma­sı müm­kün ol­ma­yan du­rum­lar­dan­dır.

cc) Si­gor­ta al­dat­ma­nın taz­mi­ni ni­te­li­ğin­de de de­ğil­dir. Çün­kü al­da­ta­nın teh­li­ke­yi bil­me­si, al­da­tı­la­nın ise bu­nu bil­me­me­si ge­re­kir. Si­gor­ta şir­ke­ti ise, tüc­ca­rı al­dat­ma­yı kas­det­mez ve teh­li­ke­nin meselâ, ge­mi­nin ba­tıp bat­ma­ya­ca­ğı­nı ön­ce­den bil­mez.

Eğer si­gor­ta­cı ve si­gor­ta­lı teh­li­ke­yi akit sı­ra­sın­da bi­li­yor­lar­sa bu tak­dir­de si­gor­ta ge­çer­li olur. Hır­sız, kor­san ve yol ke­si­ci­le­rin yo­lu ke­se­bi­le­cek­le­ri­ni bil­mek gi­bi. An­cak si­gor­ta mu­a­me­le­si bu­na da uy­ma­mak­ta­dır. Bir kim­se, di­ğe­ri­ne; “Şu yol­dan git, eğer bu yol­da kor­ku­la­cak bir şey olur ve ma­lın elin­den alı­nır­sa ben taz­min ede­rim” de­se, bu du­rum­da za­rar mey­da­na ge­lir­se taz­min et­me­si ge­rekir.199

 

   d) Mek­ke fı­kıh he­ye­ti­nin si­gor­ta ile il­gi­li gö­rü­şü:

Mek­ke’de 4. 4. 1397/1977 ta­ri­hin­de Ab­dul­lah b. Hu­meyd’in baş­kan­lı­ğın­da top­la­nan on ki­şi­lik fı­kıh he­ye­ti si­gor­ta me­se­le­si­ni in­ce­le­miş, Mus­ta­fa ez-Zerkâ dı­şın­da it­ti­fak­la si­gor­ta­nın ca­iz ol­ma­dı­ğı ka­na­a­ti­ne var­mış­tır.

Bu ko­mis­yo­nun ka­rar öze­ti şöy­le­dir:

1. Si­gor­ta söz­leş­me­si al­dan­ma­yı (ga­rar) kap­sar. Çün­kü si­gor­ta­lı ne ka­dar ve­rip, ne ka­dar ala­ca­ğı­nı bi­le­mez. Bel­ki, bir iki tak­sit prim ya­tır­dık­tan son­ra ma­lı helâk olur ve si­gor­ta­lı bü­tün ma­lın be­de­li­ni alır. Bel­ki de bü­tün tak­sit­le­ri ya­tır­dı­ğı hal­de ma­lı za­rar gör­me­di­ği için si­gor­ta şir­ke­tin­den bir şey al­maz.

2. Si­gor­ta bir ku­mar çe­şi­di­dir. Çün­kü za­rar­da si­gor­ta şir­ke­ti­nin bir et­ki­si ol­ma­dı­ğı hal­de, ma­lı taz­min et­me­ği üst­len­mek­te­dir. Ya­hut si­gor­ta­la­nan mal za­rar gör­me­di­ği hal­de, si­gor­ta bü­tün tak­sit­le­ri kar­şı­lık­sız ola­rak al­ma­ya de­vam et­mek­te­dir.

3. Si­gor­ta faz­la­lık ve nesîe ri­ba­sı­nı kap­sa­mı­na alır. Çün­kü si­gor­ta, si­gor­talı­ya, öde­di­ği tak­sit­ler­den faz­la­sı­nı ve­rir­se faz­la­lık ri­ba­sı ve ara­ya sü­re gir­di­ği için de nesîe ri­ba­sı söz ko­nu­su ol­mak­ta­dır.

4. Si­gor­ta iş­le­min­de, baş­ka­sı­nın ma­lı­nı be­del­siz ola­rak al­ma söz ko­nu­su­dur. Bu ise şu ayet­te­ki ya­sak kap­sa­mı­na gi­rer: “Ey iman eden­ler! Mal­la­rı­nı­zı ara­nız­da hak­sız yol­lar­la ye­me­yi­niz.”200

 

 

Gü­nü­müz­de si­gor­ta şir­ket­le­ri, si­gor­ta et­tik­le­ri ki­şi­ler­den top­la­dık­la­rı bü­yük pa­ra­la­rı ya ban­ka­lar­da fa­iz­le iş­let­mek­te ya da ti­ca­ret ya­tı­rım­la­rın­da de­ğer­len­dir­mek­te­dir. Yıl son­la­rın­da el­de edi­len kârı yal­nız şir­ket sa­hip­le­ri pay­laş­mak­ta, si­gor­ta­lı­la­rın bu kârlarda bir pa­yı bu­lun­ma­mak­ta­dır. Si­gor­ta­lı­nın mal, can ve­ya or­ga­nı­nın za­rar gör­me­si ha­lin­de si­gor­ta şir­ke­ti yal­nız bu za­ra­rı kar­şı­la­mak­la ye­tin­mek­te­dir. Yu­ka­rı­da ge­rek İbn Âbidin’in ve ge­rek­se baş­ka hu­kuk­çu­la­rın eleş­ti­ri­le­ri ve ca­iz ol­ma­dı­ğı­nı be­lirt­tik­le­ri si­gor­ta mu­a­me­le­si bu çe­şit si­gor­ta ku­ru­luş­la­rı ile il­gi­li­dir. Bu­nun ya­nın­da sos­yal yar­dım­laş­ma esa­sı­na da­ya­nan ve top­la­nan pa­ra­nın ta­ma­mı ile meşrû yol­dan el­de edi­le­cek kârını böy­le bir ku­ru­lu­şa üye ve or­tak olan­la­ra yan­sıt­ma­yı amaç edi­nen si­gor­ta an­la­yı­şı aşa­ğı­da­ki şe­kil­de de­ğer­len­di­ri­le­bi­lir:

 

   e) İslâm’a gö­re si­gor­ta na­sıl ol­ma­lı­dır?

1. Bir­den çok kim­se­ler her ay ve­ya bel­li va­de­ler­de pa­ra koy­mak su­re­tiy­le bir yar­dım­laş­ma si­gor­ta­sı oluş­tu­ra­bi­lir. Bu pa­ra hiç ça­lış­tı­rıl­ma­dan sağ­lam bir pa­ra­ya ve­ya al­tın gi­bi bir de­ğe­re çev­ri­le­rek bek­le­ti­le­bi­lir. Yan­gın, sel, ka­za, hır­sız­lık gi­bi ka­çı­nıl­ma­sı imkânsız bir za­ra­ra uğ­ra­yan üye­ye, za­ra­rın du­ru­mu­na gö­re, o gü­ne ka­dar öde­di­ği prim­le­rin bir kaç ka­tı öde­me ya­pı­lır. Üye­nin ge­ri öde­me gü­cü ta­ma­men or­ta­dan kalk­mış olur­sa bu meb­lağ ba­ğış ka­bul edi­lir. Eğer öde­me gü­cü var­sa bel­li tak­sit­ler­le bu yar­dı­mı ge­ri ia­de eder. Bu tak­dir­de dar­da ka­lan üye­le­re karz-ı ha­sen yar­dı­mı ya­pıl­mış olur.

Top­la­nan pa­ra ti­ca­ret ya­tı­rım­la­rın­da iş­le­ti­le­rek ge­li­ri ana pa­ra­ya ek­len­me­ye de­vam eder, si­gor­ta şir­ke­ti güç­le­nin­ce ay­lık ve­ya bel­li va­de­ler­de öde­nen prim­ler azal­tı­lır ve so­nun­da sı­fı­ra ka­dar in­di­ri­le­bi­lir. Or­tak­lar­dan ki­mi­le­ri ek prim öde­mek su­re­tiy­le, oto­mo­bil, fab­ri­ka, dükkân, iş ha­nı ve ben­ze­ri ta­şı­nır ve­ya ta­şın­maz mal­la­rı­nı si­gor­ta kap­sa­mı­na al­dı­ra­bi­lir.

Di­ğer yan­dan yal­nız bel­li bir ma­lı na­kil ve­ya bel­li bir ye­re ka­dar yol­cu­luk sü­re­si ile sı­nır­lı ol­mak üze­re, ya­tı­rı­la­cak stan­dart prim kar­şı­lı­ğın­da ge­çi­ci si­gor­ta da müm­kün ola­bi­lir.

Bir felâketle kar­şı­la­şan üye­nin za­ra­rı­nın bü­yük ol­ma­sı ha­lin­de ver­di­ği, prim­den faz­la­sı­nı alır­sa, bu faz­la­lı­ğı di­ğer si­gor­ta­lı­lar ona ba­ğış­la­mış, böy­le bir za­ra­rın mey­da­na gel­me­me­si ha­lin­de ise, si­gor­ta­lı yar­dım­laş­ma ku­ru­mu­na öde­di­ği prim­le­ri bu ku­ru­ma ba­ğış­la­mış sa­yı­lır. Böy­le­ce si­gor­ta ku­ru­lu­şu, baş­ka­la­rı­nı is­tis­mar ara­cı ola­rak de­ğil bir yar­dım­laş­ma ku­ru­mu ola­rak mey­da­na gel­miş bu­lu­nur.

2. Dev­le­tin or­ga­ni­ze ede­ce­ği sos­yal gü­ven­lik ku­ru­lu­şu: Yu­ka­rı­da özel­lik­le­ri­ni be­lirt­ti­ği­miz si­gor­ta ku­ru­lu­şu­nu üst nok­ta­da İslâm Dev­le­ti’nin or­ga­ni­ze ve kont­rol et­me­si da­ha sağ­lam bir yol­dur. An­cak bu­ra­da da şir­ket ku­ru­cu­su olan dev­le­tin bu işi kâr ama­cıy­la yap­ma­ma­sı ge­re­kir. El­de edi­le­cek ge­lir­ler ana pa­ra­ya ek­len­me­li, si­gor­ta şir­ke­ti güç­len­dik­çe es­ki or­tak­la­rın prim ora­nı azal­tıl­ma­lı, be­lir­li dö­nem son­ra prim öde­me­den mal, can, or­gan vb. bek­len­me­dik za­rar­la­rın bu ku­ru­luş­ça kar­şı­lan­ma­sı amaç­lan­ma­lı­dır.

Si­gor­ta­nın ama­cı tek ki­şi­nin al­tın­dan kal­ka­ma­ya­ca­ğı ağır yü­kü müm­kün ol­du­ğu ka­dar faz­la sa­yı­da ki­şi­le­re yay­mak ve böy­le­ce bü­yük za­rar­la­rı, kim­se­ye ağır gel­me­ye­cek bir yol­la kar­şı­la­mak­tır. Bir mü’mi­nin kar­şı­laş­tı­ğı sı­kın­tı ve za­ra­rı di­ğer mü’min­le­rin pay­laş­ma­sı ka­dar ta­bii bir şey ola­maz. İflâsın eşi­ğin­de olan bir mü’mi­ni ge­ri dön­me­ye­cek bir maddî yar­dım­la des­tek­le­mek gü­zel bir has­let­tir. An­cak in­san­la­rın bu sı­kın­tı ve da­ya­nıl­maz acı­lar­la do­lu ka­za, musîbet ve felâket du­rum­la­rı­nı is­tis­mar ede­rek bü­yük pa­ra­lar top­la­mak bu­nun çok az bir bö­lü­mü­nü za­rar­la­rın taz­mi­ni için har­ca­dık­tan son­ra ge­ri ka­lan bü­yük ge­lir­le­rin si­gor­ta şir­ke­ti sa­hi­bi bir kaç ki­şi ara­sın­da pay­la­şıl­ma­sı İslâm’ın ön­gör­dü­ğü bir yar­dım­laş­ma ku­ru­mu sa­yı­la­maz. Çün­kü si­gor­ta bir or­tak­lık­sa bun­dan ora­ya prim ve­ya ai­dat öde­yen her üye­nin mey­da­na ge­le­cek kârdan pa­yı­nı al­ma­sı ge­re­kir. Ya da kâr ana pa­ra­ya ek­le­ne­rek yar­dım­laş­ma­nın yay­gın­laş­ma­sı amaç­lan­ma­lı­dır.

 

   f) İslâm’ın ilk dö­nem­le­rin­de si­gor­ta ben­ze­ri uy­gu­la­ma­lar:

Si­gor­ta­nın bir sos­yal yar­dım­laş­ma ku­ru­mu ola­rak ye­ri­ni al­ma­sı ve sta­tü­sü­nü ta­mam­la­ma­sı ge­re­kir. Çün­kü bü­yük mas­raf­la­rı ge­rek­ti­ren, ki­şi­yi al­tın­dan kal­ka­ma­ya­ca­ğı yük­ler al­tın­da bı­ra­kan ri­zi­ko­la­ra kar­şı İslâm’ın ilk dö­nem­le­rin­den iti­ba­ren ted­bir­ler alın­mış­tır. An­cak Hz. Pey­gam­ber ve dört ha­li­fe dö­ne­min­de sağ­lık prob­le­mi önem­li bir mas­raf ge­rek­tir­me­di­ği gi­bi, at ve­ya de­ve­ler­le ya­pı­lan yol­cu­luk­lar­da gö­rü­len ka­za­lar da önem­siz­di. Ai­le­le­rin ev in­şa­sı da ucuz ve ba­sit mal­ze­me­ler­le ko­lay bir şe­kil­de ve mal­ze­me­nin önem­li bir bö­lü­mü­ne pa­ra ver­me­den ya­pı­la­bi­li­yor­du. Bu yüz­den has­ta­lık, yan­gın, yol ka­za­sı gi­bi ko­nu­lar­da ki­şi­nin gü­cü­nü aşan bü­yük risk­ler söz ko­nu­su ol­mu­yor­du.

Bu­na kar­şı­lık asıl ağır yük esir­lik ve­ya ma­la ya da ca­na kar­şı ve­ri­len za­rar­ların taz­mi­nin­de söz ko­nu­su olu­yor­du. Bu yüz­den da­ha Hz. Pey­gam­ber (s.a) dö­ne­min­de bü­yük taz­mi­nat öde­me du­ru­muy­la kar­şı­la­şan kim­se­le­rin yü­kü­nü ha­fif­let­mek ama­cıy­la “âkile” ve­ya “maâkıl” sis­te­mi or­ta­ya çık­mış­tır. Sos­yal yar­dım­laş­ma ni­te­lik­li si­gor­ta ile ben­zer­li­ği yü­zün­den, “âkile” sis­te­min­den söz et­mek is­ti­yo­ruz:

 

   g) Âkıle ve­ya maâkıl sis­te­mi:

Âkıle söz­cü­ğü di­yet öde­mek an­la­mı­na ge­len “akl” mas­ta­rın­dan ism-i fa­il olup; di­yet öde­me­yi yük­le­nen kim­se ve­ya kim­se­ler de­mek­tir. Âkıle sis­te­mi Me­di­ne’de­ki arap ka­bi­le­le­ri­nin Hz. Pey­gam­ber ta­ra­fın­dan ye­ni­den teş­ki­lat­lan­dı­rıl­ma­sı ile bir­lik­te dü­zen­li bir şe­kil al­mış­tır. Çün­kü bir kim­se sa­vaş­ta esir düş­se, onun kur­ta­rıl­ma­sı için fid­ye, kas­ta ben­zer ve­ya yan­lış­lık­la öl­dür­me­ler­de di­yet,  ya­ra­la­ma­lar­da ise erş adı ve­ri­len taz­mi­nat­la­rın öden­me­si ge­re­ki­yor­du. Bu taz­mi­nat­la­rın mik­tar­la­rı ço­ğu za­man esir ve suç­lu­la­rın öde­me gü­cü­nü aşı­yor­du. Hz. Pey­gam­ber bu du­ru­mu çö­zü­me ka­vuş­tur­mak için, kar­şı­lık­lı yar­dım­laş­ma esa­sı­na da­ya­nan âkıle ve­ya maâkıl sis­te­mi­ni kur­du. Bu­na gö­re, bir ka­bi­le­nin men­sup­la­rı ka­bi­le büt­çe­si için pa­ra yar­dı­mı ya­pa­cak; bu­na kar­şı­lık öde­me gü­cü­nü aşan bir taz­mi­nat­la kar­şı­la­şır­sa bu büt­çe­den yar­dım bek­le­ye­cek­ti. Hat­ta ka­bi­le büt­çe­si de ye­ter­li ol­maz­sa di­ğer ak­ra­ba ve kom­şu ka­bi­le­ler on­la­rın yar­dı­mı­na ge­le­cek­ti.

Âkıle sis­te­mi Hz. Ömer (ö.23/643) ta­ra­fın­dan ge­liş­ti­ri­le­rek, in­san­la­rın men­su­bu bu­lun­du­ğu mes­lek­ler, askerî, mülkî ida­re esas­la­rı­na ve­ya çe­şit­li böl­ge­le­re gö­re bir dü­zen­le­me ya­pıl­mış­tır. Hür, akıl­lı ve er­gin er­kek­ler­den olu­şan âkile lis­te­si def­te­re ya­zı­lın­ca, bun­la­ra “dîvan” adı ve­ril­miş­tir. Ba­zı mü­el­lif­ler dîvan uy­gu­la­ma­sı­nın Hz. Pey­gam­ber (s.a)' in, Mus­ta­li­ko­ğul­la­rı ga­za­sın­dan son­ra, ganîmetlerdeki dev­let pa­yı olan beş­te bi­ri (hu­mus) ida­re et­mek üze­re Mah­mi­ye b. Cez’i ta­yin et­me­siy­le baş­la­dı­ğı­nı söy­ler­ler.201

 

   Hz. Pey­gam­ber’in Ağır Taz­mi­nat­lar­la İl­gi­li Uy­gu­la­ma­sı:

Hic­re­tin 1. yı­lın­da Me­di­ne’de ku­ru­lan İslâm dev­le­ti­nin ilk ku­ru­cu ana­ya­sa­sı çe­şit­li mad­de­ler­de di­yet, fid­ye ve ağır mâlî yük al­tın­da bu­lu­nan­lar­la il­gi­li çö­züm­ler ge­tir­miş­tir. Adı ge­çen ana­ya­sa­nın 11. (ba­zı kay­nak­lar­da 12) mad­de­sin­de şöy­le de­ni­lir: “Mü’min­ler ken­di ara­la­rın­da, ağır taz­mi­nat yü­kü al­tın­da bu­lu­nan hiç kim­se­yi bu du­rum­da bı­rak­ma­ya­cak­lar, fid­ye ve­ya kan di­ye­ti gi­bi borç­la­rı­nı iyi ve ma­kul bi­li­nen esas­la­ra gö­re ve­re­cek­ler­dir.” Yi­ne 3’ten 12’ye ka­dar olan mad­de­ler­de çe­şit­li ka­bi­le­le­rin ad­la­rı ay­rı ay­rı sa­yı­la­rak, bun­la­rın ken­di ara­la­rın­da, ağır mâlî yü­küm­lü­lük­le­ri, or­tak­la­şa mey­da­na ge­ti­re­cek­le­ri bir fon­dan kar­şı­la­ya­cak­la­rı be­lir­ti­lir. Bu­na gö­re her ka­bi­le ve­ya züm­re or­tak bir sos­yal gü­ven­lik ku­ru­lu­şu­na ka­vuş­tu­rul­muş olu­yor­du.202

Me­di­ne ana­ya­sa­sı­nın 11. mad­de­sin­de­ki “muf­rah” te­ri­mi­ni İbn Hi­şam (ö.218/833);“Borç ve­ya ai­le fert­le­ri­nin çok­lu­ğu yü­zün­den ağır yük al­tın­da bu­lu­nan kim­se” ola­rak ta­rif ederken203; Ebu Ubeyd (ö.224/838) bu­nu; “Borç yü­zün­den ağır yük al­tın­da bu­lu­nan kim­se” di­ye açık­lar. Eğer bir kim­se esir düş­mek ve­ya yan­lış­lık­la bi­ri­si­ni öl­dür­mek so­nu­cun­da fid­ye ve­ya di­yet öde­mek zo­run­da ka­lır­sa, bu­na yar­dım ya­pı­la­cak­tır.204

Hz. Pey­gam­ber 9. hic­ret yı­lın­da Te­bük Se­fe­ri sı­ra­sın­da Cuzâm ka­bi­le­si baş­ka­nı Mâlik b. Ah­mer ile yap­tı­ğı an­laş­ma­ya;“Bor­ca bat­mış olan­la­ra ait his­se­yi öde­ye­cek­le­ri­ne” da­ir bir şart koy­muş­tu ki, bu­nun­la ilk ku­ru­cu ana­ya­sa­da yer alan yar­dım­laş­ma esas­la­rı­nın ile­ri­ki yıl­lar­da da ge­niş­le­ye­rek sür­dü­ğü an­la­şı­lır.205

Di­ğer yan­dan suç­lu­nun taz­mi­na­tı tek ba­şı­na öde­ye­me­me­si, za­rar gö­re­nin mağ­du­ri­ye­ti­ni da­ha da ço­ğal­tır. Bu yüz­den za­ra­rın âkile sis­te­mi de­ni­len bir çok kim­se­ye yük­le­til­me­si, çe­şit­li ba­kım­lar­dan ko­lay­lık sağ­lar. Ni­te­kim Al­lah’ın Rasûlü bu amaç­la ana­ya­sa ge­re­ği ya­hu­di ka­bi­le­le­rin­den yar­dım is­te­miş­tir. Bi’r-i Mâune fa­ci­a­sın­da Âmir Oğul­la­rın­dan yan­lış­lık­la öl­dü­rü­len iki ki­şi­nin di­ye­ti­ne ka­tıl­ma­la­rı için H. 3. yıl­da Hz. Pey­gam­ber ya­hu­di ka­bi­le­si Na­dir Oğul­la­rı­na git­miş ve ora­da ken­di­si­ne bir su­i­kast dü­zen­len­miş­tir.206

Yi­ne hic­re­tin 7. yı­lın­dan son­ra Hay­ber böl­ge­sin­de müs­lü­man bir tüc­car fa­il-i mec­hul bir ci­na­ye­te kur­ban git­miş­ti. Hz. Pey­gam­ber böl­ge hal­kı­na bir ya­zı gön­de­re­rek di­ye­tin or­tak­la­şa öden­me­si­ni is­te­miş ise de, on­lar ken­di­le­ri­nin ci­na­yet­le bir ilg­li­le­ri­nin bu­lun­ma­dı­ğı­na da­ir ye­min edin­ce Hz. Pey­gam­ber, öle­nin di­ye­ti­ni dev­let büt­çe­sin­den öde­miş­tir.207

Mek­ke’nin fet­hin­den son­ra 8. hic­ret yı­lın­da Hz. Pey­gam­ber ta­ra­fın­dan, Ha­lid b. Ve­lid (ö.21/641) ko­mu­ta­sın­da­ki bir bir­lik, Mek­ke ya­kın­la­rın­da­ki Cezîme ka­bi­le­le­ri­ne ir­şad ama­cıy­la gön­de­ril­miş­ti. An­cak dik­kat­siz­lik ne­de­niy­le bu ka­bi­le­den ba­zı kim­se­ler da­ha ön­ce İslâm’a gir­dik­le­ri hal­de öl­dü­rül­müş ve mal­la­rı­na da za­rar ve­ril­miş­ti. Ha­lid (r.a)’e çok kı­zan Al­lah el­çi­si ölen­le­rin di­yet­le­ri­nin ve mal­la­rı­na ve­ri­len za­rar­la­rın beytülmâl’den kar­şı­lan­ma­sı­nı emir bu­yur­muş­tur.208

Di­ğer yan­dan di­yet öde­me imkânı bu­la­ma­yan­la­rın di­ye­ti İslâm Dev­le­ti’nin zekât fo­nun­dan kar­şı­la­nır. Ni­te­kim Hz. Pey­gam­ber ana kar­nın­da­ki cenînin düş­me­si­ne se­bep olan bi­ri­si­ni di­yet ce­za­sı­na çarp­tır­mış­tı. Suç­lu­nun hı­sım­la­rı bu­nu öde­me güç­le­ri­nin bu­lun­ma­dı­ğı­nı bil­di­rin­ce, di­yet onun ka­bi­le­si­nin zekât ge­lir­le­rin­den öden­miş­tir.209

Hanefîlere gö­re di­yet yü­küm­lü­sü, suç­lu dîvan eh­lin­den ise dîvandır. Bu du­rum­da di­yet, dîvan üye­le­ri­nin atâ ve­ya rı­zık­la­rın­dan (ma­aş) ke­si­lir. Hz. Ömer’in uy­gu­la­ma­sı da bu şe­kil­de ol­muş­tur. İkin­ci Ha­li­fe Ömer (r.a), müs­lü­man nü­fu­su kü­tük­le­re yaz­dır­mış ve büt­çe faz­la­sı ge­lir­le­ri ka­dın, er­kek bü­yük kü­çük ayı­rı­mı yap­mak­sı­zın bü­tün top­lum fert­le­ri­ne ma­aş ola­rak da­ğıt­mış­tır. Bu, ça­lış­ma kar­şı­lı­ğı ol­mak­sı­zın atıy­ye ni­te­li­ğin­de ve­ri­len bir dev­let yar­dı­mı­dır. Çün­kü Bah­reyn va­li­si Ebu Hu­rey­re (ö.58/677) 500. 000 dir­hem, ar­ka­sın­dan da Ebû Mûsa el-Eşr’ârî (ö.44/664) bir mil­yon dir­hem (beş dir­hem yak­la­şık bir ko­yun be­de­li­dir) ge­ti­rin­ce büt­çe faz­la­sı bu ge­lir­le­ri bü­tün hal­ka bel­li öl­çü­ler için­de da­ğıt­mak ih­ti­ya­cı du­yul­muş­tur.210 Hz. Ömer’in dîvanlarla il­gi­li uy­gu­la­ma için şu sö­zü ün­lü­dür: “San’a (ve­ya Hım­yer) da­ğın­da­ki bir ço­ba­nın hak­kı bi­le, ken­di­si ye­rin­de iken ve is­te­yip yü­zü kı­zar­ma­dan ona ula­şa­cak­tır.”211

Hz. Ebû Be­kir’in ilk ha­li­fe­lik yı­lın­da her­ke­se eşit ola­rak 7,3 dir­hem, ikin­ci yıl­da ise 20’şer dir­hem ma­aş (atâ ve­ya atıy­ye) da­ğıt­tı­ğı dü­şü­nü­lür­se İslâm’ın top­lum­da ne ka­dar sağ­lam bir eko­no­mik den­ge mey­da­na ge­tir­di­ği da­ha iyi an­la­şı­lır.212

İş­te Hz. Ömer dö­ne­min­de Dev­le­tin önem­li mâlî fonk­si­yon­la­rı­nın top­lan­dı­ğı ve büt­çe faz­la­sı öde­nek­le­rin de­ğer­len­di­ril­di­ği “dîvan”lar ay­nı za­man­da bir sos­yal yar­dım­laş­ma si­gor­ta­sı gö­re­vi de îfâ et­miş­tir.

 

   h) So­nuç:

So­nuç ola­rak si­gor­ta ko­nu­sun­da şun­la­rı söy­le­ye­bi­li­riz:

1.  İslâmî hü­küm­le­rin tam ola­rak uy­gu­lan­dı­ğı bir ül­ke­de ay­rı bir si­gor­ta sis­te­mi­ne ih­ti­yaç du­yul­maz. Yan­gın, sel, ka­za, iflâs gi­bi ki­şi­nin tek ba­şı­na üs­te­sin­den ge­le­me­ye­ce­ği bü­yük har­ca­ma ih­ti­ya­cı or­ta­ya çı­kar­sa bu kim­se­nin ih­ti­ya­cı Dev­let büt­çe­si­nin “zekât” fo­nun­dan kar­şı­la­nır.

2.  Ki­şi­yi ta­ma­men yok­sul du­ru­ma dü­şür­me­mek­le bir­lik­te bel­li bir mal var­lı­ğı­nı ve­ya sağ­lı­ğı­nı bir an­da yok ede­bi­len ri­zi­ko­la­ra kar­şı da zir­ve­sin­de dev­let or­ga­ni­ze­si bu­lu­nan yar­dım­laş­ma si­gor­ta­sı ku­ru­la­bi­lir. Böy­le bir si­gor­ta­da kâr ama­cı gü­dül­mez. Ana­pa­ra iş­le­ti­lir­se kâr ana­pa­ra­ya ek­le­nir ve sis­tem güç­len­dik­çe bu sis­te­me bağ­lı olan­la­rın öde­ye­ce­ği prim­ler azal­tı­lır ve gi­de­rek prim alın­maz olur. bu çe­şit si­gor­ta “kar­şı­lık­lı ola­rak hi­be­le­şi­niz, bir­bi­ri­ni­zi se­ver­si­niz” hadisine213 uy­gun dü­şer.

 

 

3)  Ta­ma­men, ti­ca­ret ama­cıy­la ku­ru­lan ve fi­nans­man­la­rı­nı fa­iz­li ban­ka­lar­da nemâlandıran si­gor­ta teş­ki­lat­la­rı ise, in­san­la­rın sı­kın­tı­lı ve acı­lı an­la­rı­nı is­tis­mar eden ara­cı­lar du­ru­mun­da­dır. Çün­kü böy­le bir si­gor­ta iş­le­mi, ih­ti­yaç ol­ma­dı­ğı hal­de, ile­ri de­re­ce­de be­lir­siz­li­ği (ga­rar) bün­ye­sin­de bu­lun­du­ran bir be­del­leş­me (ıvaz) ak­di­dir. Hz. Pey­gam­ber ga­ra­rı (al­dan­ma ris­ki bu­lu­nan iş­le­mi) ya­sak­la­mış­tır.

An­cak sos­yal si­gor­ta­lar ku­ru­mu, emek­li san­dı­ğı ve bağ-kur teş­ki­la­tı gi­bi sos­yal gü­ven­lik ku­ru­luş­la­rı, zir­ve­sin­de dev­let or­ga­ni­ze­si bu­lu­nan ve sos­yal yar­dım­laş­ma ni­te­li­ği olan, kâr ama­cı güt­me­yen ku­ru­luş­lar­dır. Bun­lar az prim öde­yip çok al­ma ve­ya çok pi­rim öde­yip az al­ma du­rum­la­rın­da “İslâm’da­ki kar­şı­lık­lı hi­be­leş­me” pren­si­bi­ne gö­re yar­dım­laş­ma gö­re­vi ya­par­lar. Ana­pa­ra­la­rı meşrû şe­kil­de ge­lir ge­ti­ren ya­tı­rım­lar­da kul­la­nı­la­bi­lir. El­de edi­len ge­lir­ler ana­pa­ra­ya ek­le­ne­rek bü­yü­me sağ­la­nır ve­ya sis­te­min kü­çül­me­si ya da za­yıf­la­ma­sı ön­len­miş olur. Ana­pa­ra­la­rı meşrû şe­kil­de nemâlandırılan böy­le bir ku­ru­lu­şa üye ol­mak, prim öde­mek ve ge­rek­ti­ğin­de has­ta­lık, sa­kat­lık, ma­lül­lük, dul, ye­tim, yaş­lı­lık ve­ya emek­li­lik gi­bi ne­den­ler­le bu­ra­lar­dan ik­ra­mi­ye, ma­aş ve ben­ze­ri yar­dım­lar al­mak müm­kün ve ca­iz olur.

 

   4. Pis (Ne­cis) Olan Ve­ya Pis­lik Ka­rı­şan Şe­yin Sa­tı­şı:

Ye­nil­me­si ve­ya içil­me­si âyetle ve­ya sahîh ha­dis­le ken­di özün­de­ki bir za­rar­dan do­la­yı ya­sak­lan­mış bu­lu­nan şey­le­re “ne­cis (pis)” de­nir. Şa­rap, do­muz ve­ya mur­dar öl­müş hay­van eti ve kan bun­lar ara­sın­da sa­yı­la­bi­lir. Kur’an’da şöy­le bu­yu­ru­lur: “Al­lah, si­ze le­şi, ka­nı, do­muz eti­ni ve Al­lah’tan baş­ka­sı adı­na ke­si­len hay­van­la­rın eti­ni ha­ram kıl­dı.” 214 Baş­ka bir âyette şa­rap da ya­sak kap­sa­mı­na alı­nır.215 Âyetlerdeki ya­sak­la­ma bu şey­le­rin yal­nız ye­nil­me­si ve­ya içil­me­si ile il­gi­li­dir. Ca­bir b. Ab­dil­lah (ö.78/697) (r.a)’ten ri­va­yet edi­len şu ha­dis bun­la­rın sa­tı­şı­nın da ay­nı hü­küm­de ol­du­ğu­nu be­lir­tir: “Rasûlullah (s.a) şöy­le bu­yur­muş­tur: Şüp­he­siz Al­lah ve Rasûlü şa­ra­bın, le­şin, do­mu­zun ve put­la­rın sa­tı­şı­nı ha­ram kıl­mış­tır. Ken­di­si­ne; “Ey Al­lah’ın Rasûlü! mur­dar öl­müş hay­va­nın iç yağ­la­rı için ne der­sin? On­lar­la ge­mi­ler ve de­ri­ler yağ­la­nır, in­san­lar onu ay­dın­lat­ma­da kul­la­nır­lar.” di­ye so­ru­lun­ca, Al­lah el­çi­si; “Ha­yır o ha­ram­dır” bu­yur­du ve son­ra şöy­le de­vam et­ti: “Al­lah ya­hu­di­le­ri kah­ret­sin. Al­lah on­la­ra hay­van­la­rın iç yağ­la­rı­nı ha­ram kı­lın­ca on­lar bu­nu erit­ti­ler ve son­ra da sa­tıp pa­ra­sı­nı ye­di­ler.” 216

Kur’an-ı Ke­rim’de ya­hu­di­le­re iç yağ­la­rın ya­sak­la­nı­şı şöy­le ifa­de bu­yu­ru­lur: “Biz ya­hu­di­le­re tır­nak­lı her hay­va­nı ha­ram kıl­dık. On­la­ra sı­ğır ve da­va­rın sırt, ba­ğır­sak ve ke­mik yağ­la­rı­nın dı­şın­da iç yağ­la­rı­nı da ha­ram kıl­dık. Aşı­rı git­me­le­rin­den ötü­rü, on­la­rı bu şe­kil­de ce­za­lan­dır­dık. Şüp­he­siz biz doğ­ru­yu söy­le­yi­ci­yiz.”217 Bun­la­rın sa­tı­lıp pa­ra­sı­nın yen­me­si de ha­dis­le ya­sak­lan­mış­tır. İbn Ab­bas (ö.68/687)’dan Rasûlullah (s.a)’ın şöy­le bu­yur­du­ğu ri­va­yet edil­miş­tir: “Al­lah ya­hu­di­le­re la­net et­sin (üç ke­re), şüp­he­siz Al­lah on­la­ra hay­van­la­rın iç yağ­la­rı­nı ha­ram kıl­mış­tı, on­lar bun­la­rı sat­tı­lar ve pa­ra­sı­nı ye­di­ler. Şüp­he­siz Al­lah her­han­gi bir top­lu­lu­ğa bir şe­yin yen­me­si­ni ha­ram kıl­maz ki, o şe­yin sa­tış be­de­li­ni de ha­ram kıl­mış ol­ma­sın.” 218 Ah­med b. Han­bel’in ri­va­yet et­ti­ği ay­nı ha­di­sin so­nu şöy­le­dir: “Şüp­he­siz Al­lah, bir top­lu­lu­ğa, bir şe­yin ye­nil­me­si­ni ha­ram kıl­dı­ğı za­man, on­la­ra bu­nun sa­tış be­de­li­ni de ha­ram kı­lar.”219

Hanefîlere gö­re, ye­nil­me­si, içil­me­si ve­ya ye­me-iç­me dı­şın­da baş­ka bir amaç­la ya­rar­la­nıl­ma­sı ca­iz olan şey­le­rin alım-sa­tı­mı da ca­iz­dir. Çün­kü can­lı ve can­sız var­lık­lar te­mel­de in­san­la­rın ya­rar­lan­ma­sı için ya­ra­tıl­mış­tır. Açık ya­sak­la­ma bu­lun­ma­dık­ça eş­ya­da asıl olan mü­bah­lık­tır. Al­lah Teâlâ şöy­le bu­yu­rur: “Yer­yü­zün­de ne var­sa hep­si­ni si­zin için ya­ra­tan O’dur”. 220 “Yer­yü­zü­nü si­ze bo­yun eğ­di­ren O’dur. Yer­yü­zü­nün her ya­nın­da ge­zip do­la­şın ve Al­lah’ın ver­miş ol­du­ğu rı­zık­lar­dan yi­yin.”221 Bu­na gö­re yer­yü­zün­de in­sa­noğ­lu­na bo­yun eğ­me­ye­cek hiç bir fizîkî güç yok­tur. İn­san dün­ya­nın de­rin­lik­le­ri­ne, gök­yü­zü­nün yük­sek­lik­le­ri­ne gi­de­bi­lir. Mad­de, ge­nel an­lam­da in­sa­na bo­yun eğe­bi­le­cek bir ni­te­lik­te ya­ra­tıl­mış­tır.

Baş­ka bir ayet­te ya­rar­lan­ma kap­sa­mı gök­te­ki var­lık­la­rı da kap­sa­mı­na alır. Ni­te­kim çe­şit­li âyetlerde yer­de ve gök­te bu­lu­nan her şe­yin in­sa­nın ya­rar­lan­ma­sı için ya­ra­tıl­dı­ğı be­lir­ti­lir. “O, gök­ler­de ve yer­de bu­lu­nan her şe­yi ken­din­den bir lü­tuf ola­rak si­zin hiz­me­ti­ni­ze ver­miş­tir. Dü­şü­nen bir top­lum için bun­lar­da, ni­ce ib­ret ve de­lil­ler var­dır.”222

Bu yüz­den eti yen­me­yen ve ken­di­si de te­miz ol­ma­yan bir ta­kım hay­van­lar ve­ya mad­de­ler baş­ka ba­kım­lar­dan ya­rar­lan­ma­ya ko­nu ola­bi­lir. Ni­te­kim kö­pek, pars, ars­lan, kap­lan, kurt, ke­di gi­bi azı di­şi ile yır­tı­cı olan hay­van­lar­dan, av­lan­mak, bek­çi­lik yap­tır­mak gi­bi meşrû amaç­lar için ya­rar­lan­mak müm­kün ol­du­ğu için bun­la­rın sa­tı­şı da ca­iz gö­rül­müş­tür. Yı­lan, ak­rep gi­bi haşerât ve sü­rün­gen­ler de ken­di­le­rin­den ya­rar­la­nıl­dı­ğı tak­dir­de sa­tı­la­bi­lir. İlâç ya­pı­mı, kan em­me­si için sü­lük sa­tı­mı gi­bi.

Gü­nü­müz­de ka­na­ma­lı has­ta­la­ra ve­ya ame­li­yat olan kim­se­le­re da­mar­dan kan ve­ril­me­si zo­run­lu bir te­da­vi yön­te­mi ol­muş­tur. Kan ve­ril­mez­se has­ta­nın kan kay­bın­dan öl­me­si söz ko­nu­su­dur. Bu yüz­den sağ­lık­lı ki­şi­nin al­ma­sı ca­iz ol­ma­yan kan, has­ta için ca­iz olur. Çün­kü “zarûretler sa­kın­ca­lı olan şey­le­ri mü­bah kı­lar” pren­si­bi, dar­lık bu­lu­nan ko­nu­lar­da mü’mi­ne ko­lay­lık sağ­lar. Ca­hi­li­ye dev­rin­de bir za­ru­ret ol­ma­dı­ğı hal­de in­san ve­ya hay­va­na ait ka­nı, iç­me ve­ya pi­şi­re­rek ye­me yo­luy­la alan­lar var­dı. Sı­cak ik­lim­de çok kı­sa sü­re­de mik­rop­la­rın üre­ye­bil­di­ği ne­cis bir mad­de­nin in­san sağ­lı­ğı­na ne ka­dar za­rar­lı ola­bil­di­ği bi­li­nen bir ger­çek­tir. Gü­nü­müz­de ise ağız­dan gı­da için kan alın­ma­sı söz ko­nu­su ol­ma­dı­ğı gi­bi, kan grup­la­rı uyu­şan kim­se­le­rin ka­nı, di­ğe­rin­de­ki kan ek­sik­li­ği­ni doğ­ru­dan ta­mam­la­mış olur. Bu şe­kil­de kan nak­li ca­iz gö­rü­lün­ce, bu ka­nın te­min edil­me­si de ge­re­ke­cek­tir. Has­ta­ya ba­ğış yo­luy­la kan ve­ren olur­sa, en gü­zel ve şüp­he­den uzak bu­lu­nan yol bu­dur. Fa­kat ço­ğu ke­re ba­ğış ola­rak kan bu­lun­ma­ya­bi­lir. Ka­nı bel­li bir pa­ra kar­şı­lı­ğın­da sa­tın al­mak za­ru­re­ti or­ta­ya çı­ka­bi­lir. Bu tak­dir­de bu­nu sa­tın ala­nın za­ru­ret için­de ol­ma­sın­dan ötü­rü bir so­rum­lu­lu­ğu­nun bu­lun­ma­ya­ca­ğı açık­tır. Sa­tı­cı ise has­ta­nın bu dar­lık ha­lin­den ya­rar­la­nıp yük­sek pa­ra­lar al­ma­ya kal­kı­şır­sa bu da te­miz bir ka­zanç ol­maz.

Has­ta­ya da­ha dü­zen­li kan sağ­la­mak için, ül­ke­miz­de Kı­zı­lay ve ba­zı kan mer­kez­le­ri­nin yap­tı­ğı şe­kil­de, ba­ğış ve­ya bel­li bir üc­ret ya­da mas­raf kar­şı­lı­ğı alı­nan kan­la­rın kâr ama­cı güt­me­den ih­ti­ya­cı olan has­ta­la­ra ulaş­tır­ma­sı amaç ol­ma­lı­dır. An­cak bu­nun­la bir­lik­te ki­şi­ler de has­ta­ya doğ­ru­dan ba­ğış yap­mak is­te­me­dik­le­ri tak­dir­de il­gi­li ku­ru­luş­lar­da olu­şan be­del kar­şı­lı­ğın­da kan sa­tı­şı ya­pı­la­bi­lir. Çün­kü bu du­rum­da kan, ar­tık ken­di­sin­den ya­rar­la­nıl­ma­sı ca­iz olan “mü­te­kav­vim mal” ni­te­li­ğin­de sa­yı­lır.

Eti yen­me­yen hay­van­la­rın si­dik­le­ri, ters­le­ri ve akan kan­la­rı ne­cis olup, bun­la­rın sa­tıl­ma­sı da ca­iz de­ğil­dir. An­cak uçan kuş­la­rın ters­le­ri sa­kı­nıl­ma­sı güç ol­du­ğu için te­miz sa­yıl­mış­tır. Ta­vuk, kaz ve ör­dek ters­le­ri de ne­cis­tir.

Ge­nel ola­rak eti ye­nen hay­van­la­rın ters­le­ri güb­re­le­me, ya­kıt, in­şa­at mal­ze­me­si, du­var sı­va­sı ve ben­ze­ri amaç­lar için kul­la­nı­la­bi­lir ve bun­la­rın sa­tı­şı da ya­pı­la­bi­lir.

Necâset ka­rış­mış olan şe­yin sa­tı­şı ve on­dan ye­me dı­şın­da ta­bak­la­ma, yağ­la­ma ve mes­cid dı­şın­da ay­dın­lat­ma ama­cıy­la ya­rar­lan­mak ca­iz­dir. An­cak ölü hay­va­nın ya­ğı bu­nun dı­şın­da­dır.223

Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re şa­ra­bın, le­şin, ka­nın ve bun­la­ra ben­zer ne­cis şey­le­rin sa­tı­şı ca­iz de­ğil­dir. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber bun­la­rın sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış ve put­la­rın sa­tı­şı­nı da bu­na ek­le­miş­tir.224Necis olan şey­ler­den uzak dur­mak ve ona yak­laş­ma­mak ge­re­kir. Ne­cis şe­yi sat­mak ise ona yak­laş­ma­ya ne­den olur. Şâfiîler, ken­di­sin­den ya­rar­lan­mak müm­kün olan ne­ca­set­le­rin sa­tı­şı için “el çek­me” de­ni­len bir yön­tem bul­muş­lar­dır. Bu­na gö­re, meselâ; güb­re, ilâç ya­pı­mı ve ben­ze­ri bir amaç için ne­cis olan bir şe­yi sa­ta­cak olan kim­se “Ben bu mad­de­den şu ka­dar be­del kar­şı­lı­ğın­da eli­mi çe­ki­yo­rum” di­ye icap­ta bu­lu­nur, alı­cı da ka­bul edin­ce akit mey­da­na gel­miş olur.

Kö­pe­ğin sa­tı­şı ise ço­ğun­lu­ğa gö­re ca­iz gö­rül­me­miş­tir. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber bir ha­di­sin­de kö­pe­ğin be­de­li­ni, fâhişenin üc­re­ti­ni ve kâhinin al­dı­ğı pa­ra­yı ye­me­yi ya­sak­la­mış­tır.225 Kö­pe­ğin eği­til­miş olup ol­ma­ma­sı da so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. An­cak Mâlikîlerden Sahnûn b. Saîd (ö.240/854) ak­si gö­rüş­te ol­du­ğu­nu be­lir­te­rek; “Ben kö­pe­ği sa­tar ve onun pa­ra­sı ile hac­ca gi­de­rim” de­miş­tir.226

So­nuç ola­rak Hanefî ve Zâhirî fa­kih­le­ri­ne gö­re, ken­di­sin­den ya­rar­la­nı­la­bi­len ne­ca­set­le­rin sa­tı­şı ca­iz­dir. An­cak sa­tı­şı ha­dis­le ya­sak­la­nan­lar bun­dan müs­tes­na­dır. Bu­nun­la bir­lik­te kö­pek gi­bi sa­tı­şı ya­sak­la­nan ba­zı hay­van­lar da av­cı­lık, bek­çi­lik gi­bi bir amaç bu­lu­nun­ca mal sa­yı­lır ve sa­tı­şı ca­iz olur. Ço­ğun­lu­ğa gö­re ise pren­sip ola­rak ne­ca­se­tin sa­tı­şı ca­iz de­ğil­dir. Çün­kü İslâm’da an­cak te­miz olan şey­den ya­rar­lan­mak mü­bah olur ve sa­tı­şı da meşrû bu­lu­nur. Bu­nun­la bir­lik­te ço­ğun­luk da eti ye­nen hay­van­la­rın ters­le­ri­nin güb­re­le­me ve ben­ze­ri amaç­lar için sa­tı­la­bi­le­ce­ği­ni ka­bul et­miş­tir. Şâfiîler bu gi­bi sa­tış­la­rın “eli­ni, sa­tı­la­cak şey­den kal­dır­ma” yo­luy­la ya­pı­la­bi­le­ce­ği­ni söy­le­miş­ler­dir.227

Gü­nü­müz­de ba­zı ül­ke­ler­de ka­na­li­zas­yon su­la­rı arı­tı­la­rak ye­ni­den kul­la­nı­ma so­ku­la­bil­mek­te­dir. Ka­na­a­ti­miz­ce bu gi­bi arı­tıl­mış su­la­rın ta­rım ala­nın­da sula­ma için kul­la­nıl­ma­sı müm­kün­dür. Eğer mik­rop, bak­te­ri or­ta­mın­dan ay­rıl­mış ve de­zen­fek­te edil­miş bu­lu­nur­sa sa­na­yi ke­si­min­de; so­ğut­ma, te­miz­le­me vb. iş­ler­de de kul­la­nı­la­bi­lir. An­cak bu gi­bi su­la­rın ye­ni­den şe­hir su şe­be­ke­si­ne dön­dü­rül­me­si ca­iz ola­maz. Çün­kü böy­le arı­tıl­mış bir su­yun kimyevî mi­ne­ral zen­gin­lik­le­ri ba­kı­mın­dan “tabiî su” kı­va­mın­da ol­ma­yı­şı, “müs­ta’mel (kul­la­nıl­mış) su” hük­mün­de bu­lun­ma­sı ve en önem­li­si in­san ta­bi­a­tı­nın böy­le bir su­yu “iğ­renç bul­ma­sı” dik­ka­te alı­na­rak arı­tıl­mış ka­na­li­zas­yon su­yu­nun içil­me­si, ye­mek­ler­de ve­ya te­miz­le­yi­ci ola­rak ya da ab­dest ve­ya gu­sül ab­des­ti alı­mın­da kul­la­nıl­ma­sı ca­iz ol­ma­sa ge­rek­tir.

 

 

 

 

5. Ka­po­ra­lı Sa­tış:

Bir alış-ve­riş­te sa­tış be­de­li­nin ta­ma­mı­nın ve­ri­le­me­di­ği du­rum­lar­da, alı­cı ve­ya sa­tı­cı­nın cay­ma­sı­nı ön­le­mek ama­cıy­la ön­den ve­ri­len bir mik­tar pa­ra­ya “ka­po­ra” ve­ya “pey ak­çe­si” de­nir. Arap­ça­ya baş­ka dil­den ge­çen “arbûn” ve­ya “urbân” söz­cü­ğü ka­po­ra an­la­mın­da kul­la­nı­lır. Ka­po­ra­lı sa­tış; bir ma­lı sa­tın alan kim­se­nin, sa­tı­cı­ya be­del­den bir bö­lü­mü­nü, sa­tış ger­çek­le­şir­se, ön­den ve­ri­len meb­la­ğın sa­tış be­de­lin­den dü­şül­me­si, ger­çek­leş­mez­se ba­ğış (hi­be) sa­yıl­ma­sı şar­tıy­la ver­me­si­dir.228 Böy­le bir sa­tım ak­din­de alı­cı için se­çim­lik hak bu­lu­nur. Eğer a­kit ger­çek­le­şir­se ön­ce­den ve­ri­len ka­po­ra, sa­tış be­de­li­nin bir bö­lü­mü­nü oluş­tu­rur. Alı­cı ak­di yap­mak­tan vaz­ge­çer­se ka­po­ra­yı kay­bet­miş olur. Bu­ra­da, alı­cı­nın ter­ci­hi­ni be­lir­le­me­si için bir sü­re ko­nul­ma­mış­sa, sü­re­siz hak söz ko­nu­su olur. Ka­po­ra­lı sa­tış, sa­tı­cı ba­kı­mın­dan bağ­la­yı­cı bir akit­tir. Hanbelîlere gö­re, alı­cı­nın se­çim­lik hak­kı­nı kul­lan­ma­sı için bel­li bir sü­re be­lir­len­me­si ge­re­kir.

Ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re, sa­tış ger­çek­leş­me­di­ği tak­dir­de ön­den ve­ri­len ka­po­ra yan­mak üze­re ya­pı­la­cak sa­tım ak­di ge­çer­li de­ğil­dir. Hanefîlere gö­re böy­le bir sa­tış fâsit, di­ğer müc­te­hit­le­re gö­re ise bâtıl hük­mün­de­dir. De­lil şu ha­dis­tir: “Hz. Pey­gam­ber (s.a) ka­po­ra­lı sa­tı­şı ya­sak­la­mış­tır.”229 Bu ya­sa­ğın ne­de­ni; ga­rar, risk, baş­ka­sı­na ait ma­lı be­del­siz ola­rak ye­me, ya­ni se­bep­siz zen­gin­leş­me ve­ya sa­tış­ta iki fâsit şar­tın bu­lun­ma­sı­dır. Bu iki fâsit şart­tan bi­rin­ci­si sa­tı­cı le­hi­ne ba­ğış, di­ğe­ri alı­cı­ya cay­ma hak­kı ve­ren şart­tır. Di­ğer yan­dan alı­cı­nın ter­cih hak­kı­nı bil­dir­me­si için bir sü­re­nin ko­nul­ma­mış ol­ma­sı da baş­ka bir bo­zu­cu ne­den­dir. Ni­te­kim “şu ma­lı, ne za­man is­ter­sem şu ka­dar pa­ra ile bir­lik­te sa­hi­bi­ne ge­ri ver­mek üze­re se­çim­lik hak­ka sa­hi­bim” de­mek­le de ge­çer­siz bir sa­tış ya­pıl­mış olur.230

Ah­med b. Han­bel’e (ö.241/855) gö­re, ka­po­ra­lı sa­tış ca­iz­dir. De­lil ha­dis­tir. Zeyd b. Es­le­me (r.a)’ten şöy­le de­di­ği nak­le­dil­miş­tir: “Rasûlüllah (s.a.s)'e ka­po­ra­lı sa­tı­şın hük­mü so­rul­muş, o, bu­nu helâl kıl­mış­tır”.231 Di­ğer yan­dan Nâfi b. Abdilhâris (ö.117/735)'ten şöy­le de­di­ği ri­va­yet edil­miş­tir: Nâfi, Mek­ke’de Halîfe Ömer için, ha­pis­ha­ne ya­pıl­mak üze­re Safvân b. Ümey­ye (r.a)’den dört bin dir­hem kar­şı­lı­ğın­da bir ev sa­tın al­mış­tır. Eğer Ömer ra­zı olur­sa sa­tım ak­di yü­rür­lük ka­za­na­cak, ak­si hal­de Safvân’a dört yüz dir­hem taz­mi­nat ve­ri­le­cek­ti. Hz. Ömer’e da­nı­şı­lın­ca, O, bu şar­tı ka­bul et­miş­tir.”232

 

 

 

 

Gü­nü­müz ti­ca­ret iş­lem­le­rin­de za­man ka­zan­mak, dü­şün­mek, pi­ya­sa araş­tır­ma­sı yap­mak, ma­lın baş­ka­sı­na sa­tıl­ma­sı­nı en­gel­le­mek gi­bi amaç­lar­la, bir mik­tar ka­po­ra ve­ri­le­rek sa­tı­cı ile ön bağ­lan­tı ya­pıl­mak­ta­dır. Böy­le bir akit ger­çek­le­şin­ce, ka­po­ra­nın sa­tış be­de­li­ne mah­sup edil­me­si ge­re­kir. Alı­cı söz­leş­me­den vaz­ge­çer­se ka­po­ra­nın ge­ri ve­ril­me­si en gü­ze­li­dir. Sa­tı­cı, bek­le­me ve ma­lı­nı baş­ka­sı­na sat­ma­ma kar­şı­lı­ğın­da böy­le bir pey ak­çe­si­ni is­te­mek­te­dir. Kâdî Şu­rayh, (ö.87/705) ka­po­ra­lı sa­tı­şı ca­iz gö­rür ve şu de­li­le da­ya­nır: “Bir kim­se zor­la­ma ol­mak­sı­zın ken­di is­te­ğiy­le, ken­di aley­hi­ne bir şart koy­sa, bu onun aley­hi­ne sa­bit olur.”233

So­nuç ola­rak Hanefîlere gö­re ka­po­ra­lı sa­tı­şın hük­mü­nün fâsit olu­şu dik­ka­te alı­na­rak her iki ta­raf da ca­ya­bi­lir. Bu tak­dir­de ön­den ve­ri­len ka­po­ra­nın ge­ri ve­ril­me­si ge­re­kir. An­cak ta­raf­lar söz­leş­me­yi sür­dü­rür­ler­se alı­cı ma­lın de­ğe­ri üze­rin­den sa­tış be­de­li­ni ta­mam­lar ve sa­tı­cı da ma­lı tes­lim eder.

 

   6. Su­yun Alım-Sa­tı­mı:

Su Yü­ce Al­lah’ın tabiî ni­met­le­rin­den­dir. Ço­ğu za­man in­san eme­ği söz ko­nu­su ol­mak­sı­zın ya­ğan yağ­mur­lar ve­ya ye­ral­tı su zen­gin­lik­le­ri bir bel­de­nin su kay­nak­la­rı­nı mey­da­na ge­ti­rir. İn­san var­lı­ğı, yi­ye­cek ka­dar su­ya muh­taç ol­du­ğu için, su ken­di­sin­den ya­rar­la­nı­lan önem­li bir mad­de­dir. Bü­tün can­lı­la­rın ve bit­ki ör­tü­sü­nün olu­şu­mu ve ge­liş­me­si de su­ya da­ya­nır.

Kur’an-ı Ke­rim’de can­lı­la­rın te­mel un­su­ru­nu teş­kil eden su­yun öne­mi­ne dik­kat çe­ken pek çok âyet-i ke­ri­me var­dır. Ba­zı­la­rı şun­lar­dır: “Gök­ler ve yer bir­bi­ri­ne bi­ti­şik­ken on­la­rı ayır­dı­ğı­mı­zı ve her can­lı­yı su­dan ya­rat­tı­ğı­mı­zı inkârcılar bil­mez­ler mi? Hâlâ iman et­mi­yor­lar mı?”234 “Al­lah bü­tün can­lı­la­rı su­dan ya­rat­mış­tır.” 235 Bü­tün bit­ki­le­rin su sa­ye­sin­de neş­vü nemâ bul­du­ğu şöy­le be­lir­le­nir: “Gök­ten su­yu in­di­ren O’dur. Biz, o su ile her şey için ge­rek­li olan bit­ki­yi çı­kar­dık. On­dan da ye­şil­lik mey­da­na ge­tir­dik. Ye­şil­lik­ten ise, bir­bi­ri üze­ri­ne yı­ğıl­mış ta­ne­ler çı­ka­rı­rız. Hur­ma­nın to­mur­cu­ğun­dan, sar­kıp ye­re yak­la­şan sal­kım­lar çı­ka­rı­rız. Ay­rı­ca o su ile bir­bi­ri­ne ben­ze­yen ve ben­ze­me­yen üzüm, zey­tin ve nar bah­çe­le­ri mey­da­na ge­ti­ri­riz...”236

Can­lı­la­rın ya­şa­ma­sı için bu ka­dar önem­li olan su­yun mülk edi­nil­me­si ve sa­tı­ma ko­nu ya­pıl­ma­sı müm­kün mü­dür?

Su, özel mül­ke ko­nu ol­ma­dı­ğı sü­re­ce kul­la­nı­mı mu­bah­tır. Mü­bah olan bir şey­de ise her­ke­sin hak­kı var­dır. Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Müs­lü­man­lar üç şey­de or­tak­tır­lar: Su, ot ve ateş.”237

Su­lar ge­nel ola­rak dör­de ay­rı­lır:

a) De­niz su­yu: Bun­dan her­ke­sin ya­rar­lan­ma hak­kı var­dır. Gü­neş, ay ve ha­va­dan ya­rar­lan­ma ne ise de­niz­ler­den ya­rar­lan­ma da bun­lar gi­bi­dir. Ki­şi­nin de­niz­den hem şe­feh, hem de şirb hak­kı var­dır. “Şe­feh” in­sa­nın ağ­zı ile iç­mek su­re­tiy­le su­dan di­le­di­ği gi­bi ya­rar­lan­ma­sı de­mek­tir. Hay­van­la­rı su­la­ma ve te­miz­lik­te kul­lan­ma da bu kap­sa­ma gi­rer. “Şirb” ise, söz­lük­te “su pa­yı” an­la­mı­na ge­lir. Bir te­rim ola­rak; ta­rım ürün­le­ri­ni ve­ya hay­van­la­rı su­la­mak ama­cıy­la su­dan ya­rar­lan­ma nö­be­ti­ni ve­ya za­ma­nı­nı ifa­de eder.

b) Bü­yük ır­mak­la­rın su­la­rı: Dic­le, Fı­rat, Nil, Sey­hun, Cey­hun, Kı­zı­lır­mak, Ye­şi­lır­mak gi­bi ne­hir­ler bu ni­te­lik­te­dir. Top­lu­mun bu ne­hir su­la­rın­da mut­lak an­lam­da şe­feh ya­ni iç­me ve­ya hay­van­la­rı­nı su­la­ma hak­kı var­dır. Top­lu­mun ge­nel ya­ra­rı­na en­gel ol­ma­mak şar­tıy­la ta­rım ürün­le­ri­ni su­la­ma, ba­raj, elekt­rik sant­ra­li ve ben­ze­ri te­sis­le­ri kur­ma hak­kı da söz ko­nu­su olur. An­cak bu gi­bi te­sis­le­rin neh­rin aşa­ğı ta­raf­la­rın­da yer­leş­miş olan­la­rın mal, can ve­ya top­rak ürün­le­ri­ne za­rar ver­me­me­si ge­re­kir. Ak­si hal­de bun­la­rın ken­di­le­ri­ne ye­te­cek ka­dar su­yun ser­best bı­ra­kıl­ma­sı­nı is­te­me hak­la­rı do­ğar. Bir­den faz­la ül­ke top­rak­la­rın­dan ge­çen ne­hir­ler­den  bu  ül­ke­ler or­tak­la­şa  ya­rar­la­nır­lar.  Bi­ri di­ğe­ri­ni   ya­rar­lan­mak­tan   men  ede­mez.

c) Sı­nır­lı bir top­lu­lu­ğa ait mülk edi­nil­miş su­lar: Bir köy hal­kı­na ait kü­çük bir akar­su, kay­nak ve­ya ku­yu bu ni­te­lik­te­dir. Bü­yük ne­hir ve­ya göl­ler­den alı­nıp özel ka­nal ve­ya bo­ru­lar­dan akı­tı­lan su­lar da böy­le­dir. Bu gi­bi su­lar­dan in­san­la­rın yal­nız iç­me ve kul­lan­ma su­yu al­ma hak­kı var­dır. Hay­van­la­rı su­la­ma da bu kap­sa­ma gi­rer. Çün­kü iç­me, kul­lan­ma ve hay­van­la­rı su­la­ma­da za­ru­ret var­dır.

d) Kap­la­ra alın­mış su­lar: Su de­po­su, va­ril, ko­va, des­ti, ib­rik ve ben­ze­ri kap­la­ra dol­du­rul­muş olan su­lar, bun­la­rı dol­du­ra­nın mül­kü sa­yı­lır. Sa­hi­bi­nin iz­ni ol­ma­dık­ça bun­lar­dan, baş­ka­sı­nın ya­rar­lan­ma­sı ca­iz de­ğil­dir.238

Yu­ka­rı­da­ki su çe­şit­le­rin­den ilk iki­si ya­ni de­niz ve bü­yük ır­mak­la­rın su­la­rı mü­bah su­lar­dan olup bun­la­rın özel kap­la­ra alın­ma­dık­ça sa­tış­la­rı ca­iz de­ğil­dir.

Ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re bel­li bir top­lu­lu­ğa ait pı­nar, kay­nak ve­ya ku­yu ile özel kap­la­ra ko­nul­muş bu­lu­nan su­lar özel mülk sa­yı­lır. Sa­hip­le­ri biz­zat bu su­lar­dan ser­best­çe ya­rar­la­na­bi­lir ve baş­ka­sı­nın ya­rar­lan­ma­sı­nı da en­gel­le­ye­bi­lir. An­cak ya­kın­da su bu­lun­mu­yor­sa, iç­mek ve­ya hay­van­la­rı­nı su­la­mak zo­run­da ka­lan kim­se için su­yu özel mül­ki­ye­tin­de bu­lun­du­ran kim­se­ye yet­ki­li ki­şi­ler­ce; “Ya su­yu ken­din dol­dur ve ih­ti­ya­cı olan bu ki­şi­ye ver, ya da su­yu al­ma­sı için ona izin ver” de­ni­lir..239

Di­ğer yan­dan mül­ki­yet al­tın­da bu­lun­sa bi­le su­yun ih­ti­ya­cı olan­la­ra be­del­siz ola­rak ve­ril­me­si müs­te­hap­tır. An­cak su­yun sa­hi­bi be­del­siz ver­me­ye zor­la­na­maz. Za­ru­ret ha­li bu­nun dı­şın­da­dır. Meselâ; bir grup in­san aşı­rı de­re­ce­de su­suz ka­lır ve öl­mek­ten kor­kar­lar­sa bun­la­ra su ver­mek ge­re­kir. Ak­si hal­de bun­la­rın su­yun sa­hip­le­ri ile silâhlı ça­tış­ma­ya gir­me hak­la­rı do­ğar. Çün­kü bu su­yun sa­hi­bi, onun su­da hak­kı olan “şe­feh (iç­mek ve hay­van­la­rı­nı su­la­ma) hak­kı­nı” en­gel­le­mek­le, kas­ten onun helâk ol­ma­sı­nı is­te­miş sa­yı­lır. Eğer su özel ola­rak de­po­lan­mış ise, zarûret için­de bu­lu­nan ki­şi si­lah­sız ola­rak çar­pı­şır ve on­dan al­dı­ğı su mik­ta­rı­nı taz­min eder. Su, yal­nız sa­hi­bi­ne ye­te­cek ka­dar olur ve alın­dı­ğı tak­dir­de onun helâk ola­ca­ğın­dan kor­ku­lur­sa, su­yun ona bı­ra­kıl­ma­sı ge­re­kir.240

Su­yun pa­ra kar­şı­lı­ğı sa­tı­şı­nın ca­iz olu­şu şu de­lil­le­re da­ya­nır: Hz. Os­man (ö.35/655) Me­di­ne’de Rûme ku­yu­su­nu bir ya­hu­di­den sa­tın al­mış ve bu­nu müs­lü­man­lar için vak­fet­miş­tir. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber bu ku­yu ile il­gi­li ola­rak şöy­le bu­yur­muş­tur: “Kim Rûme ku­yu­su­nu sa­tın alıp da, müs­lü­man­la­ra böy­le­lik­le ge­niş­lik sağ­lar­sa, onun için cen­net var­dır.”241 Ya­hu­di, ku­yu­nun su­yu­nu in­san­la­ra sa­tı­yor­du. Bu ha­dis ku­yu­nun sa­tı­şı­nın ca­iz ol­du­ğu­na delâlet et­ti­ği gi­bi, su­yun sa­tı­şı­nın da ca­iz ol­du­ğu­nu gös­te­rir. Ak­si gö­rüş­te olan­lar ise bu ola­yın İslâm’ın ilk dö­nem­le­rin­de ol­du­ğu­nu ve o dö­nem­de ya­hu­di­ler güç­lü bu­lun­du­ğu için ken­di­le­riy­le uz­laş­ma yo­lu­na gi­dil­di­ği­ni, da­ha son­ra ise su­yun sa­tı­şı­nı ya­sak­la­yan hü­küm­le­rin gel­di­ği­ni söy­ler­ler.

Su­yun sa­tı­şı, mü­bah odun­la­rın ke­si­lip top­lan­dık­tan son­ra sa­tı­şı­nın ca­iz olu­şu­na kı­yas edil­miş­tir. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber odun­la il­gi­li ola­rak şöy­le bu­yur­muş­tur: “Siz­den bi­ri­nin ipi­ni alıp da­ğa git­me­si, ora­dan top­la­dı­ğı odun­la­rı sa­tıp, el­de ede­ce­ği pa­ra­nın bir bö­lü­mü­nü ye­me­si ve bir bö­lü­mü­nü de yok­sul­la­ra ver­me­si di­len­ci­lik yap­ma­sın­dan da­ha ha­yır­lı­dır.” 242

Zâhirîlere gö­re su­yun sa­tı­şı mut­lak ola­rak ca­iz de­ğil­dir. Su­yun ır­mak, ku­yu, pı­nar su­yu ol­ma­sı ile özel de­po ve­ya kap­la­ra ko­nul­muş bu­lun­ma­sı so­nu­cu de­ğiş­tir­mez.  Ah­med b. Han­bel’den bir ri­va­yet­te şöy­le de­di­ği nak­le­dil­miş­tir: “Su­yun sa­tı­şı ba­na çok tu­haf ge­li­yor.”243

So­nuç ola­rak ta­bii hal­de kay­na­ğın­da bu­lu­nan de­niz, ne­hir, ku­yu ve kay­nak su­la­rı sa­tı­şa ko­nu ya­pıl­ma­ma­lı­dır.244 An­cak böy­le bir su kap­la­ra ve da­ma­can­la­ra dol­du­ru­lur­sa özel mülk ha­li­ne ge­lir ve mü­te­kav­vim bir mal olur.245 Bu­nun sa­tı­şı da ca­iz bu­lu­nur. Gö­let, ba­raj ve­ya ne­hir­ler­den özel ka­nal­lar, su mo­to­ru ve­ya mo­to­pomp­lar­la ara­zi­le­rin su­la­na­ca­ğı yer­le­re sev­ke­di­len su­lar da kap­la­ra alın­mış su ni­te­li­ğin­de­dir. Bu yüz­den bu gi­bi su şe­be­ke­si­nin mas­raf­la­rı­nı kar­şı­la­mak ve bel­ki ye­ni­le­ri­nin ya­pı­mı­nı hız­lan­dır­mak için su­yu kul­la­nan­lar­dan bel­li bir üc­ret alın­ma­sı müm­kün­dür.

Şe­hir, ka­sa­ba ve köy­ler­de ev­le­re, fab­ri­ka ve ku­ru­luş­la­ra ulaş­tı­rı­lan su şe­be­ke­si de kap­lar­dan su­yun da­ğı­tıl­ma­sı ni­te­li­ğin­de­dir. An­cak Dev­let ve be­le­di­ye­ler­ce ya­pı­lan bu gi­bi top­lum hiz­me­ti­nin ve te­mel­de mü­bah olan su­yun ti­ca­ret ama­cıy­la bü­yük ge­lir­ler sağ­la­mak üze­re sa­tı­şı yo­lu­na gi­dil­me­me­li­dir. Ku­yu, çeş­me, pı­nar ve kay­nak aç­ma ve yap­tır­ma en önem­li ha­yır çe­şi­di­dir. Ön­ce­ki yüz­yıl­lar­da ec­dat bu gi­bi ha­yır­la­rı va­kıf ve se­bil ola­rak yap­mış, top­lu­mun su ih­ti­ya­cı, ma­bed­le­rin ve top­lu­ma ait pek çok yer­le­rin ay­dın­lan­ma­sı işi bir üc­ret is­ten­me­den çö­züm­len­miş­tir. Gü­nü­müz­de çeş­me, ku­yu ve sar­nıç­la­rın ye­ri­ni ba­raj­lar al­mış, ay­dın­lan­ma işi­ni de hid­ro­e­lekt­rik ve­ya ter­mo elekt­rik sant­ral­le­ri üst­len­miş­tir. Su ve elekt­rik üre­ten bu kay­nak­lar ti­ca­ret ama­cıy­la kul­la­nım­dan çı­ka­rı­la­rak güç­lü va­kıf­la­rın yö­ne­ti­mi­ne ve­ri­le­bi­lir. Bel­ki iş­let­me mas­raf­la­rı, ta­mir, ıs­lah, ye­ni­le­me ve bü­yüt­me ama­cı­na yö­ne­lik har­ca­ma­lar dik­ka­te alı­na­rak yal­nız bu çer­çe­ve­de­ki ih­ti­yaç­la­rı kar­şı­la­ya­cak ka­dar bir “bi­rim be­del” alı­na­bi­lir. Ba­ra­jı ve sant­ral­le­ri iş­le­te­cek böy­le bir ha­yır ku­ru­mu­nun bu mas­raf­la­rı kar­şı­la­ya­cak öl­çü­de, su ge­li­rin­den baş­ka bir ge­li­ri bu­lu­nur­sa, su ve elekt­rik için alı­na­cak be­del gi­de­rek azal­tı­lır, ya da bel­li kri­ter­ler ko­nu­la­rak yok­sul ke­si­min­den su ve elekt­rik için üc­ret alın­ma­ya­bi­lir. İş­te bu tak­dir­de “su, ateş ve otun müs­lü­man­lar ara­sın­da or­tak ol­du­ğu­nu bil­di­ren ha­dis-i şe­ri­fin” an­la­mı İslâm top­lu­mun­da et­ki­si­ni gös­ter­miş olur.

 

   C) Fa­sit Sa­yı­lan Sa­tış Çe­şit­le­ri:

Yu­ka­rı­da fe­sat ve but­la­nın alış-ve­ri­şe et­ki­si­ni açık­lar­ken fa­sit sa­tı­şın özel­lik­le­ri üze­rin­de dur­muş­tuk. Bir sa­tış­ta icap, ka­bul ve ak­din ko­nu­su gi­bi ana unsur­lar tam ol­mak­la bir­lik­te sa­tış be­de­li­nin mik­ta­rı ve­ya ve­re­si­ye sa­tış­ta va­de ta­ri­hi gi­bi, son­ra­dan ta­mam­lan­ma­sı müm­kün olan bir ek­sik­lik bu­lu­nur­sa, böy­le bir sa­tı­şa “fâsit sa­tış” de­nir. Ta­raf­la­rın böy­le bir sa­tı­şı boz­ma hak­la­rı var­dır. An­cak ek­sik­lik ta­mam­la­nır ve­ya mal alı­cı­ya tes­lim edi­lip, mal­da tü­ket­me, sat­ma, ba­ğış­la­ma gi­bi ge­ri ver­me­ye en­gel bir du­rum mey­da­na ge­lir­se, ar­tık akit­ten fe­sat kal­kar ve sa­tı­cı ma­lın pi­ya­sa de­ğe­ri üze­rin­den be­de­li­ni al­ma hak­kı­nı el­de eder.

 

   Baş­lı­ca Fâsit Sa­tış Çe­şit­le­ri

 

   1. Bi­lin­me­yen Yö­nü Bu­lu­nan Sa­tış:

Sa­tı­lan mal ve­ya sa­tış be­de­lin­de ta­raf­la­rı an­laş­maz­lı­ğa gö­tü­re­cek öl­çü­de bir bi­lin­mez­lik bu­lu­nur­sa böy­le bir sa­tım ak­di fa­sit olur. An­cak sa­tı­cı ve alı­cı­nın son­ra­dan ya­pa­cak­la­rı kar­şı­lık­lı an­laş­ma ile bi­lin­mez­li­ği gi­der­me­le­ri müm­kün­dür. Meselâ; bir­bi­rin­den fark­lı üç şey­den bi­ri­si­ni sat­mak, üç çe­şit pa­ra­dan bi­ri­si ile ve­ya va­de ta­ri­hi­ni be­lir­le­me­den ve­re­si­ye sa­tış yap­mak gi­bi. Bu du­rum­lar­da alı­cı ken­di ya­ra­rı­na en uy­gun ola­nı seç­mek, sa­tı­cı da ken­di­si ba­kı­mın­dan en uy­gun olan şık­kı uy­gu­la­mak is­ter ve ara­la­rın­da an­laş­maz­lık çı­kar. Bu da sa­tış­tan bek­le­nen ya­ra­rın ger­çek­leş­me­si­ne en­gel olur. Böy­le bir sa­tı­şı sa­tı­cı ve­ya alı­cı­nın boz­ma­sı ge­re­kir.

An­cak ta­raf­la­rın, sa­tış­ta­ki bi­lin­mez­li­ği gi­de­re­rek sa­tım ak­di­ni sa­hih ha­le ge­tir­me­le­ri de müm­kün­dür. Meselâ; va­de be­lir­len­me­miş olan sa­tış­ta, kar­şı­lık­lı rı­za ile bir va­de be­lir­le­mek­le sa­tış ge­çer­li ha­le ge­lir.

Bi­lin­mez­li­ğin ger­çek­leş­ti­ği un­sur­lar:

Bir sa­tım ak­din­de bi­lin­mez­lik bu sa­tı­şın un­sur­la­rı üze­rin­de söz ko­nu­su olur. Bun­lar; sa­tı­lan mal, sa­tış be­de­li, va­de ve­ya te­mi­nat­lar­dan iba­ret­tir. Aşa­ğı­da bun­la­rı açık­la­ya­ca­ğız.246

 

   a) Sa­tı­lan şey­de bi­lin­mez­lik:

Sa­tı­la­nın cins, tür ve­ya mik­tar ola­rak bi­lin­me­me­si sa­tım ak­di­ni fa­sit kı­lar. Meselâ; sa­tı­cı cins be­lir­le­me­den bir ton buğ­da­yı ve­ya bir ton unu borç­lan­sa, pi­ya­sa­da fi­yat­la­rı fark­lı çe­şit­li buğ­day ve­ya un­lar bu­lun­du­ğu için sa­tı­cı bu be­lir­siz­lik­ten ya­rar­la­na­rak en ucu­zu­nu ver­mek, alı­cı da en iyi­si­ni al­mak is­ter ve ara­la­rın­da an­laş­maz­lık çı­kar.

 

   b) Sa­tış be­de­lin­de bi­lin­mez­lik:

Sa­tış be­de­li­nin cins ve mik­ta­rı be­lir­len­me­den ya­pı­la­cak sa­tım ak­di de fa­sit­tir. Yi­ne meselâ; bir atı sü­rü­den el­li ko­yun kar­şı­lı­ğın­da sat­mak da böy­le­dir. Bu­ra­da atı sa­tan kim­se sü­rü­den en iyi el­li ko­yu­nu al­mak, di­ğe­ri ise de­ğe­ri dü­şük ko­yun­lar­la ka­rı­şık ve­ya ta­ma­mı­nı de­ğe­ri dü­şük olan ko­yun­lar­dan ver­mek is­ter. Bu yüz­den bu­ra­da sa­tış be­de­lin­de bi­lin­mez­lik söz ko­nu­su olur. Bir hay­va­nı ve­ya kul­la­nıl­mış bir oto­mo­bi­li “de­ğe­ri üze­rin­den sat­mak” da fa­sit­tir. Çün­kü kıy­met bi­çen bi­lir­ki­şi­ler fark­lı de­ğer ko­ya­bi­le­cek­le­ri için sa­tış be­de­li mec­hul ka­lır.

Bir kim­se sa­tı­cı­nın ve­ya alı­cı­nın ya­hut üçün­cü bir ki­şi­nin be­lir­le­ye­ce­ği bir fi­yat­la sa­tış yap­sa, bu sa­tış da fâsit olur. Çün­kü sa­tı­cı, alı­cı ve­ya üçün­cü ki­şi­nin be­lir­le­ye­ce­ği be­del sa­tım ak­di sı­ra­sın­da bi­lin­me­mek­te­dir.

Yi­ne bir kim­se; “Bu ma­lı sa­na pe­şin ola­rak yüz’e, va­de­li ola­rak yüz el­li­ye sa­tı­yo­rum” de­se, alı­cı da bu şe­kil­de ka­bul et­se, sa­tım ak­di fâsit olur. Çün­kü sa­tış be­de­li­nin pe­şin mi yok­sa va­de­li mi ola­ca­ğı be­lir­siz­dir. An­cak alı­cı bu şık­lar­dan bi­ri­si­ni ter­cih eder­se sa­tış sa­hih ha­le ge­lir. Bu­ra­da vâdeli ola­rak yüz el­li­yi seç­miş­se, bu be­del sa­tış be­de­li olur. Hanefî fa­kih­le­rin­den es-Serahsî (ö.490/1097) vâdeli sa­tış­ta ta­raf­la­rın çe­şit­li fi­yat­lar üze­rin­de pa­zar­lık ya­pa­bi­le­ce­ği­ni be­lirt­tik­ten son­ra ko­nu­yu şu şe­kil­de so­nu­ca bağ­lar: “Ta­raf­lar ken­di ara­la­rın­da an­la­şır, be­lir­li bir sa­tış be­de­li tes­bit et­me­den ay­rıl­maz ve bu tek fi­yat üze­rin­de ak­di bi­ti­rir­ler­se bu ca­iz­dir. Çün­kü bu tak­dir­de, ak­din sa­hih ol­ma­sı­nın şar­tı­nı ye­ri­ne ge­tir­miş olur­lar.”247

Sa­tı­cı ve alı­cı bir ma­lın ma­li­yet ve­ya eti­ket fi­ya­tı üze­rin­de an­laş­sa­lar, an­cak alı­cı bu fi­ya­tın mik­ta­rı­nı bil­mi­yor­sa sa­tım ak­di fa­sit olur. Çün­kü alı­cı böy­le bir sa­tış­ta tah­mi­ni­nin üs­tün­de yük­sek bir fi­yat­la kar­şı­la­şa­bi­lir. Eğer sa­tış ge­çer­li sa­yı­lır­sa bu yük­sek fi­ya­ta kat­lan­mak zo­run­da ka­la­cak­tır. An­cak alı­cı, sa­tış mec­li­sin­de ma­li­ye­tin ve­ya eti­ke­tin mik­ta­rı­nı öğ­re­nir ve iti­raz et­mez­se sa­tım ak­di, is­tih­san pren­si­bi­ne gö­re ca­iz ha­le dö­nü­şür. Çün­kü bu­nun­la bi­lin­mez­lik or­ta­dan kalk­mış olur. Böy­le­ce bi­lin­me­yen bir yö­nü akit mec­li­sin­de öğ­ren­me, akit sı­ra­sın­da öğ­ren­me hük­mün­de­dir. Eğer ta­raf­lar akit mec­li­sin­den ay­rı­lın­ca­ya ka­dar bu bi­lin­mez­lik sü­rer­se sa­tı­şın fe­sa­dı ke­sin­le­şir.248

İmam Zü­fer’e (ö.158/775) gö­re, bir akit baş­lan­gıç­ta fa­sit ola­rak mey­da­na gel­miş­se, ar­tık bu da­ha son­ra ca­iz ha­le dö­nüş­mez.249

Fa­kih­le­re gö­re, bir kim­se; “Şu ma­lı çar­şı ve pa­zar­da­ki ra­yiç fi­yat­la ve­ya her­ke­sin sat­tı­ğı fi­yat­la ya­hut­ta fi­lan­ca kim­se­nin be­lir­le­ye­ce­ği be­del­le sat­tım” de­se, alı­cı da bu şe­kil­de ka­bul et­se, sa­tış be­de­li be­lir­siz ol­du­ğu için sa­tım ak­di ca­iz ol­maz. Ah­med b. Han­bel’den; akit sı­ra­sın­da sa­tış be­de­li­ni be­lir­le­me­den ve­ya sı­nı­rı­nı çiz­me­den, bel­li bir ta­rih di­li­min­de ma­lın ge­le­cek­te­ki ra­yiç be­de­li üze­rin­den sa­tıl­ma­sı­nın ca­iz ol­du­ğu nak­le­dil­miş­tir. Da­yan­dı­ğı de­lil; in­san­la­rın her yer­de ve de­vir­de bu gi­bi mu­a­me­le­le­ri yap­ma­la­rı so­nu­cu “örf” ve “teâmül”ün oluş­ma­sı­dır. İbn Tey­miy­ye (ö.728/1327) ve İb­nü’l-Kay­yim (ö.751/1350) de böy­le bir sa­tı­şın ca­iz ol­du­ğu gö­rü­şü­nü ter­cih et­miş­tir.250

Ka­na­a­ti­miz­ce fi­yat­la­rı her­kes­çe bi­li­nen ve her yer­de ay­nı olan ve­ya fi­ya­tı dev­let ta­ra­fın­dan be­lir­le­nen stan­dart mal­la­rın sa­tı­şı, sa­tış be­de­li­nin mik­ta­rı sa­tı­cı ve­ya alı­cı ta­ra­fın­dan sa­tış sı­ra­sın­da tam ola­rak bi­lin­me­se de sa­tış ge­çer­li olur. Ben­zin, gaz ya­ğı, tüp gaz, şe­ker, ek­mek fi­yat­la­rı bu ni­te­lik­te­dir. Bu gi­bi mad­de­le­rin nor­mal pi­ya­sa şart­la­rın­da ka­li­te­le­ri ve fi­yat­la­rı stan­dart ol­du­ğu için sa­tı­cı ve­ya alı­cı için al­dan­ma söz ko­nu­su ol­maz. Alı­cı her­ke­sin sa­tın al­mak­ta ol­du­ğu fi­ya­ta ra­zı ol­muş bu­lu­nur. An­cak bu mal­lar ka­ra­bor­sa­ya dü­şer ve dü­zen­siz pi­ya­sa fi­yat­la­rı or­ta­ya çı­kar­sa bu tak­dir­de sa­tış sı­ra­sın­da fi­ya­tın be­lir­len­me­si ge­re­kir, ak­si hal­de sa­tış fa­sit olur.

Gü­nü­müz­de çay, fın­dık ve buğ­day gi­bi ba­zı ta­rım ürün­le­ri ay­lar ön­ce alı­nan top­lu bir pa­ra kar­şı­lı­ğın­da, ki­log­ram fi­ya­tı ha­sat ya da tes­lim ta­ri­hin­de be­lir­le­nip he­sap gör­mek üze­re sa­tıl­mak­ta­dır. Böy­le bir sa­tım için iki du­rum dü­şü­nü­le­bi­lir. Ürü­nün ni­te­lik­le­ri ve ki­log­ram fi­ya­tı tam ola­rak be­lir­len­dik­ten son­ra, sa­tış be­de­li­nin ta­ma­mı sa­tı­cı­ya ve­ri­lir­se “pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye” bir akit olan “se­lem” ak­di mey­da­na gel­miş olur. Ar­tık her­han­gi bir fi­yat de­ği­şik­li­ği ol­mak­sı­zın sa­tı­cı akit­te ka­rar­laş­tı­rı­lan mik­tar ve ni­te­lik­te­ki stan­dart ma­lı tes­lim ta­ri­hin­de alı­cı­ya tes­lim et­me­yi borç­lan­mış olur. An­cak sa­tı­cı bu­ra­da ken­di ürü­nü­nü da­ha ha­sat et­me­den da­lın­da, ol­gun­laş­ma­dan ön­ce sa­tar­sa bu sa­tış ca­iz ol­maz. Çün­kü se­lem ak­din­de öl­çü ve­ya tar­tı ile ya­hut stan­dart olup sa­yı ile sa­tı­lan şey­le­rin pa­ra­sı pe­şin ve­ri­lir, sa­tın alı­nan mal da mik­tar ve ka­li­te ola­rak be­lir­le­nir, ay­rı­ca ma­lı tes­lim ta­ri­hi de tes­pit edi­lir.

Di­ğer yan­dan çift­çi yi­ne ay­lar ön­ce ka­po­ra ola­rak al­dı­ğı bir pa­ra ile ürü­nü­nü ha­sat­tan  son­ra tes­lim et­mek ve ki­log­ram ba­şı­na fi­ya­tı da tes­lim ta­ri­hin­de be­lir­le­mek ve bu fi­yat­tan he­sap gör­mek üze­re sa­tış yap­sa, Ah­med b. Han­bel ve di­ğer ba­zı müc­te­hid­le­re gö­re bu da ca­iz olur. Bu­ra­da ha­sat ve­ya tes­lim ta­ri­hin­de her­ke­se ve her yer­de stan­dart bir fi­ya­tın uy­gu­lan­ma­sı, fi­yat ko­nu­sun­da çı­ka­bi­le­cek an­laş­maz­lık­la­rı ön­ler. Çün­kü tec­rü­be­ler­le sa­tı­cı fi­yat­la­rın aşı­rı de­re­ce­de yük­sel­me­ye­ce­ği­ni, alı­cı da aşı­rı bir fi­yat dü­şü­şü­nün ol­ma­ya­ca­ğı­nı yak­la­şık ola­rak bi­lir. Ürü­nün helâk ol­ma­sı, kıt­lık, eko­no­mik kriz ve­ya sa­vaş şart­la­rı gi­bi fi­yat­la­rı nor­ma­lin üs­tün­de et­ki­le­yen du­rum­lar­da ise İslâm Dev­le­ti ne sa­tı­cı­yı ve ne de alı­cı­yı al­tın­dan kal­ka­ma­ya­ca­ğı bir borç yü­kü al­tın­da bı­rak­mak­sı­zın ge­rek­li ted­bir­le­ri alır.

Se­lem ak­di­nin ak­si­ne ki­mi za­man da buğ­day baş­ta ol­mak üze­re ba­zı ürün­ler ko­o­pe­ra­tif, un fab­ri­ka­sı, top­tan­cı ve ben­zer­le­ri­ne tes­lim edil­mek­te, ay­lar son­ra ye­ni fi­yat üze­rin­den sa­tış be­de­li alın­mak­ta­dır. Böy­le bir mu­a­me­le­de sa­tış be­de­li akit sı­ra­sın­da ko­nu­şul­ma­dı­ğı için sa­tı­şın fa­sit ol­ma­sı ge­re­kir. Mal tes­lim edil­di­ği­ne gö­re, alı­cı­nın bu mal üze­rin­de mülk hak­kı do­ğar. Sa­tış be­de­li­ni al­ma sı­rasın­da, be­de­lin mik­ta­rı üze­rin­de an­laş­maz­lık çık­ma­ya­cak de­re­ce­de her yer­de stan­dart bir fi­yat uy­gu­la­nı­yor­sa, bi­lin­mez­lik bu ma­lın dü­zen­li olan pi­ya­sa­sı ta­ra­fın­dan gi­de­ril­miş olur. Bel­li ara­lık­lar­la hu­bu­bat bor­sa­la­rın­da stan­dart fi­yat­la­rın ilân edil­me­si gi­bi. An­cak söz­leş­me­de tüc­ca­ra tes­lim edi­len ma­lın ni­te­lik­le­ri tam ola­rak be­lir­len­me­miş ve “nümûne” de alın­ma­mış olur­sa, bir kaç ka­li­te­ye gö­re fark­lı fi­yat­la­rın or­ta­ya çık­ma­sı ha­lin­de tüc­car köy­lü­ye en dü­şük ka­li­te­ye gö­re öde­me yap­mak, sa­tı­cı ise en üst ka­li­te­yi esas al­mak is­ter ve bu yüz­den ara­la­rın­da an­laş­maz­lık çı­kar. Böy­le bir du­rum­da fa­sit sa­tım ak­di hü­küm­le­ri uy­gu­la­na­rak bi­lir­ki­şi­nin be­lir­le­ye­ce­ği de­ğer üze­rin­den öde­me ya­pıl­ma­sı ge­re­kir.

Di­ğer yan­dan un fab­ri­ka­sı­na ve­ri­le­cek buğ­day ye­ri­ne un al­mak is­te­nir­se ya buğ­da­yı un ha­li­ne ge­tir­me kar­şı­lı­ğın­da fab­ri­ka­ya ya da de­ğir­me­ne üc­ret ve­ril­me­li ya­hut da buğ­da­yı sa­tıp bu­nun be­de­li ile un sa­tın al­ma­lı­dır. Özel­lik­le ço­ğu ke­re buğ­da­yın sa­hi­bi ken­di­ne ait buğ­da­yın unu­nu ala­ma­dı­ğı için, bu­ra­da buğ­day­la unun mü­ba­de­le­si söz ko­nu­su ol­mak­ta­dır. Buğ­day­la unun ay­nı cins­ten sa­yıl­ma­sı müm­kün ol­du­ğu için bun­la­rı de­ğiş­tir­mek­te ise fa­iz şüp­he­si var­dır. Bu yüz­den de­ği­şi­min pa­ra he­sa­bı ile ya­pıl­ma­sı da­ha sağ­lam bir yol­dur.251

Ürü­nü­nü ser­ma­ye ola­rak kul­lan­dır­mak is­te­yen kim­se ise bu­nu gü­ve­ni­lir bul­du­ğu ve kal­kın­ma­sın­da İslâmî ya­rar gör­dü­ğü tüc­ca­ra ve­ya fab­ri­ka­ya “karz” ola­rak da ve­re­bi­lir. Çün­kü mislî (stan­dart) olan şey­le­rin ödünç ola­rak ve­ril­me­si müm­kün­dür. Böy­le bir mu­a­me­le­de, bu­nu alan tüc­car ve­ya fab­ri­ka o mik­tar­da­ki mis­li­ni, ve­re­ne borç­lan­mış olur. Karz ve­re­ne ürü­nün ge­ri dön­me­si ise, ve­ri­len ürün cin­sin­den ola­bi­le­ce­ği gi­bi ge­ri ver­me ta­ri­hin­de­ki pa­ra ola­rak de­ğe­ri­ni ver­me şek­lin­de de ola­bi­lir. Böy­le­ce ürü­nü­nü karz ola­rak ve­ren kim­se hem “karz-ı ha­sen” se­va­bı al­mış ve hem de ge­ri al­ma ta­ri­hin­de­ki ye­ni fi­yat­lar üze­rin­den be­de­li­ni al­ma imkânını bul­muş olur. Böy­le bir ürü­nü de­po­la­ma, ko­ru­ma ve ben­ze­ri güç­lük­le­re de kat­lan­ma­mış bu­lu­nur. Bu­ra­da ürün sa­hi­bi, karz ver­di­ği tüc­car­dan tes­lim et­ti­ği ürün­le il­gi­li sağ­lam bir söz­leş­me yap­ma­lı, ge­re­kir­se ipo­tek, re­hin, ke­fil gi­bi te­mi­nat­la­rı da is­te­me­li­dir. Bu gi­bi mu­a­me­le­ler iyi ni­yet­le ve iba­det şev­kiy­le kul­la­nıl­dı­ğı za­man köy­lü de kârlı çı­kar, müs­lü­man tüc­car da fa­i­ze düş­me­den ye­ni fi­nans­man kay­nak­la­rı bu­lur ve bü­yü­me­si­ni hız­lan­dır­mış olur.

 

   C) Va­de ta­ri­hi­nin bi­lin­me­me­si:

Ve­re­si­ye sa­tış­lar­da, sa­tış be­de­li­nin ne za­man öde­ne­ce­ği, pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye bir sa­tış tü­rü olan se­lem’de ma­lın ne za­man tes­lim edi­le­ce­ği, şart mu­hay­yer­li­ği bu­lu­nan sa­tış­ta mu­hay­yer­li­ğin ne ka­dar sü­re için­de kul­la­nı­la­ca­ğı be­lir­len­me­miş­se bü­tün bu sa­tım akit­le­ri fa­sit olur. Çün­kü bu gi­bi bi­lin­mez­lik­ler sa­tı­cı ve alı­cı ara­sın­da men­fa­at ça­tış­ma­sı­na yol açar. Sa­tı­cı­nın bir an ön­ce sa­tış bede­li­ni al­ma­sın­da, alı­cı­nın ise bu­nu ge­cik­tir­mek­te ya­ra­rı var­dır. Şart mu­hay­yer­li­ğin­de sa­tı­şın bir an ön­ce ke­sin­leş­me­si­ni is­te­yen ta­raf bu mu­hay­yer­li­ğin ne ka­dar sü­re için­de kul­la­nı­la­ca­ğı­nı bil­mek is­ter.

Di­ğer yan­dan ta­rih ola­rak ke­sin bi­lin­me­yen be­lir­siz bir za­ma­na ka­dar sa­tış da fa­sit olur. Meselâ; ha­cı­la­rın ge­le­ce­ği za­ma­nı, ha­sat mev­si­mi­ni, ka­rın ve­ya yağ­mu­run ya­ğı­şı­nı, bağ bo­zu­mu­nu, ko­yun­la­rın yün­le­ri­nin ke­si­le­ce­ği za­ma­nı va­de ta­ri­hi ola­rak be­lir­le­mek bu ni­te­lik­te­dir.

An­cak sa­tı­cı ve alı­cı yu­ka­rı­da be­lir­ti­len ve ta­rih ola­rak be­lir­siz bu­lu­nan sü­re­ler gel­mez­den ön­ce, ya­ni ha­cı­lar gel­me­den, ha­sat mev­si­mi gir­me­den, kar ve­ya yağ­mur yağ­ma­dan, bağ­lar bo­zul­ma­dan ve ko­yun­la­rın yü­nü ke­sil­me­den ön­ce bir ara­ya ge­le­rek, sü­re­yi dü­şür­se­ler ve­ya va­de­yi be­lir­li ha­le ge­tir­se­ler sa­tım ak­di ge­çer­li ha­le ge­lir. Çün­kü bu­ra­da sa­tı­şın fa­sit olu­şu ta­raf­lar ara­sın­da an­laş­maz­lık çık­ma­sı ih­ti­ma­li­ne da­ya­nır. Sa­tı­cı ve alı­cı bu ko­nu­da an­la­şın­ca sa­tı­şın özü ile il­gi­li bu­lun­ma­yan bu ek­sik­lik ta­mam­lan­mış olur.

Ve­re­si­ye sa­tış ya­pıp da va­de ta­ri­hi­nin hiç ko­nu­şul­ma­ma­sı ha­lin­de pren­sip ola­rak bir ay esas alı­nır. Me­cel­le’de şöy­le de­ni­lir: “Ve­re­si­ye pa­zar­lık olu­nup da müd­det ta­yin olun­ma­sa bir aya mas­ruf olur.”252 Sa­tım ak­di ya­pı­lır­ken ve­re­si­ye­den hiç söz edil­me­me­si ha­lin­de sa­tı­şın pe­şin ya­pıl­dı­ğı ka­bul edi­lir. An­cak böy­le bir sa­tış­ta be­lir­li va­de ve tak­sit örf­leş­miş bu­lu­nur­sa bu­na uyu­lur.253

Va­de ile il­gi­li bi­lin­mez­lik sa­tım ak­di­nin as­lın­da de­ğil, dı­şın­da olan bir un­sur­dur. Bu yüz­den baş­lan­gıç­ta fa­sit olan böy­le sa­tım ak­di, ek­sik­lik ta­mam­la­nın­ca sa­hih ha­le dö­nü­şür.254

 

   d) Te­mi­nat­la­ra iliş­kin bi­lin­mez­lik:

Sa­tım ak­din­de­ki te­mi­nat­la­rın be­lir­li ol­ma­sı ge­re­kir. Ve­re­si­ye sa­tış­ta sa­tı­cı, sa­tış be­de­li­ni ga­ran­ti­ye al­mak için ke­fil ve­ya re­hin is­te­miş­se, bun­la­rın ki­şi ve mal ola­rak be­lir­len­me­si ge­re­kir. Çün­kü alı­cı sağ­lam bir ke­fil ve kuv­vet­li re­hin al­mak is­ter. Borç­lu bu­nu sağ­la­ya­maz­sa ara­la­rın­da an­laş­maz­lık çı­kar. Bu ne­den­le ko­nu­nun sa­tış sı­ra­sın­da çö­züm­len­me­si ge­rek­li­dir. Eğer sa­tış sı­ra­sın­da bu ke­fil ve re­hin ki­şi ve mal ola­rak be­lir­len­me­miş­se sa­tım ak­di fa­sit olur.

 

e) Bi­lin­mez­li­ğin az ol­ma­sı:

Sa­tı­lan mal ve­ya sa­tış be­de­li­ne iliş­kin bil­gi­siz­lik az ve önem­siz olur­sa, bu sa­tım ak­di­ne za­rar ver­mez. Mik­ta­rı be­lir­siz bir yı­ğın so­ğan ve­ya pa­ta­te­si, po­şet­le­re kon­muş olan fa­kat mik­ta­rı bi­lin­me­yen mey­ve, ba­lık vb. şey­le­ri sa­tın al­mak gi­bi. Bu­ra­da alı­cı ma­lı tah­min ya­pa­rak al­mak­ta­dır. Top­lum­da örf ha­li­ne ge­len bu gi­bi sa­tış­lar­da ta­raf­lar ara­sın­da an­laş­maz­lık çık­maz. Bu yüz­den sa­tış ge­çer­li olur.255

So­nuç ola­rak sa­tış­ta­ki bi­lin­mez­lik, ta­raf­la­rı an­laş­maz­lı­ğa gö­tü­re­cek öl­çü­de çok olur­sa sa­tış fa­sit olur. An­cak ta­raf­lar ken­di ara­la­rın­da an­la­şa­rak bu bi­lin­mez­lik­le­ri gi­de­re­rek sa­tı­şı ge­çer­li ha­le ge­ti­re­bi­lir­ler. Son­ra­dan va­de ta­ri­hi­ni be­lir­le­me gi­bi. Eğer bi­lin­mez­lik gi­de­ri­le­me­ye­cek öl­çü­de çok ile­ri olur­sa “ga­rar”dan söz edi­lir ve sa­tım ak­di ba­tıl olur. Hay­va­nın yav­ru­su­nun yav­ru­su­nu, ça­lı­nıp bu­lu­na­ma­yan bir oto­mo­bi­li ve­ya uçup gi­den ve ge­ri dön­me­yen ev­cil bir ku­şu sat­mak gi­bi. Bu­ra­da­ki bi­lin­mez­li­ği ta­raf­lar is­te­se­ler de or­ta­dan kal­dır­ma­ya güç­le­ri yet­mez. An­cak ken­di­li­ğin­den bi­lin­mez­lik kal­kar ve sa­tı­şı ifa et­mek imkânı do­ğar­sa ta­raf­lar ye­ni bir sa­tım ak­di ya­pa­bi­lir­ler. Az olan bi­lin­mez­lik­ler ise sa­tı­şa za­rar ver­mez.

 

   2. Bir Şar­ta Ve­ya Bir Za­ma­na Bağ­la­nan Sa­tış:

Bir sa­tım ak­di, mey­da­na gel­me­si müm­kün olan baş­ka bir şe­yin var­lı­ğı­na bağ­la­nır­sa ve­ya ge­le­cek bir za­ma­na iza­fe edi­lir­se, böy­le bir sa­tış Hanefîlere gö­re fa­sit, ço­ğun­lu­ğa gö­re ise bâtıl olur. Meselâ; sa­tı­cı; “Fi­lan ki­şi ba­na evi­ni sa­tar­sa ve­ya ba­ban yol­cu­luk­tan dö­ner­se ben sa­na evi­mi sa­tı­yo­rum” de­se, bu­nun­la sa­tım ak­di, sa­tış dı­şın­da bir şar­ta bağ­lan­mış olur. Şar­tın ger­çek­le­şip ger­çek­leş­me­ye­ce­ği be­lir­siz ol­du­ğu için akit as­kı­da ka­lır. Bu­ra­da­ki şart ge­le­cek za­man­da ola­bi­le­cek bir şart­tır. An­cak şart ger­çek­leş­me­di­ği ya da ge­cik­ti­ği tak­dir­de alı­cı için za­rar ve be­lir­siz­lik doğ­mak­ta­dır.

Ge­le­cek za­ma­na iza­fe edi­len sa­tım ak­di de, sa­tı­cı­nın; “Şu ma­lı sa­na şu ka­dar be­del ile, ge­le­cek ayın ba­şın­dan iti­ba­ren sa­tı­yo­rum” tek­li­fi­ni alı­cı­nın ka­bul etme­siy­le mey­da­na ge­lir. Böy­le bir sa­tış da fa­sit­tir. Çün­kü ak­din ta­raf­la­rı ge­le­cek­te, sa­tı­lan şe­yin na­sıl ola­ca­ğı­nı, ak­de rı­za­la­rı­nın bu­lu­nup bu­lun­ma­ya­ca­ğı­nı, akit ger­çek­leş­ti­ği tak­tir­de bun­dan ya­rar­la­rı­nın ne ola­ca­ğı­nı bi­le­mez­ler.256

An­cak sa­tı­cı ve alı­cı­nın sa­tış­ta­ki bu şar­tı ve­ya ge­le­cek za­ma­na bağ­la­ma­yı kal­dı­rıp, sa­tı­şı sa­hih ha­le ge­tir­me­le­ri müm­kün­dür. Di­ğer yan­dan ma­lın tes­lim edil­me­di­ği bu gi­bi sa­tış­lar pe­şin pa­ra ile ola­bi­lir. Hem pa­ra hem de ma­lın ve­re­si­ye ol­ma­sı ha­lin­de sa­tım ak­di mey­da­na ge­le­mez. Bel­ki bir sa­tış va­din­den söz edi­le­bi­lir. Bu­ra­da stan­dart bir ma­lı borç­lan­ma söz ko­nu­su ol­ma­dı­ğı için “se­lem”den de söz edi­le­mez.

 

   3. Fa­sit Şart­la Sa­tış:

Sa­tı­cı ve­ya alı­cı­dan yal­nız bi­ri­si­ne tek yan­lı üs­tün bir ya­rar sağ­la­ma­ya yö­ne­lik olan şar­ta “fa­sit şart” de­nir. Böy­le bir şar­tın İslâm ta­ra­fın­dan ko­nul­ma­mış ol­ma­sı, örf­leş­miş bu­lun­ma­ma­sı, ak­din ge­rek­tir­di­ği ve­ya ak­de uy­gun dü­şen ni­te­lik­te ol­ma­ma­sı da ge­rek­li­dir. Da­ha ön­ce sa­tım ak­di­nin sıh­hat şart­la­rı­nı açık­lar­ken, fa­sit şart üze­rin­de de dur­muş­tuk. Aşa­ğı­da ge­nel ola­rak sa­tım akit­le­rin­de öne sü­rü­le­bi­len şart­la­rı ve bun­la­rın sa­tım ak­di­ne et­ki­si­ni in­ce­le­ye­ce­ğiz.

 

   Alış-Ve­riş­ler­de Öne Sü­rü­le­bi­len Şart­la­rın Çe­şit­le­ri:

Bir sa­tım ak­din­de üç çe­şit şart bu­lu­na­bi­lir. Sa­hih şart, fâsit şart ve lağv ya da bâtıl şart.257

 

   a) Sa­hih Şart:

Sa­tı­cı ve alı­cı için bağ­la­yı­cı olan ve şer’an ge­çer­li bu­lu­nan şart­lar bu ni­te­lik­te­dir. Âyet ve ha­dis­ler­le çe­liş­me­yen ve ak­din ta­raf­la­rın­dan bi­ri­si­ne tek yan­lı ya­rar sağ­la­ma­ya yö­ne­lik bu­lun­ma­yan, an­lam­lı olan ve sı­kı­cı da bu­lun­ma­yan şart­lar sa­tım ak­din­de ta­raf­la­rı bağ­lar.

Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Müs­lü­man­lar ken­di ara­la­rın­da be­lir­le­dik­le­ri şart­la­ra uyar­lar.”258 Tirmizî’nin ri­va­ye­tin­de şu ila­ve var­dır: “An­cak helâli ha­ram, ha­ra­mı helâl kı­lan şart müs­tes­na­dır.”259 Bu du­ru­ma gö­re, sa­tım akit­le­rin­de ve­ya ge­nel ola­rak bü­tün akit­ler­de öne sü­rü­le­bi­le­cek şart­la­rın helâlı ha­ram, ha­ra­mı helâl ya­pa­cak ni­te­lik­te bu­lun­ma­ma­sı ge­re­kir.

 

   Sa­hih şar­tın kı­sım­la­rı:

Yu­ka­rı­da be­lir­ti­len özel­lik­ler dik­ka­te alı­na­rak sa­hih şart dört kıs­ma ay­rıl­mış­tır.

 

   aa) Ak­din ge­re­ği olan şart:

Bir kim­se­nin bir ma­lı sa­tı­cı­nın ev­de tes­lim et­me­si ve­ya alı­cı­nın pa­ra­yı dö­viz ola­rak ver­me­si ya­hut ma­la ma­lik ol­ma­yı şart koş­ma­sı, yi­ne sa­tı­cı­nın sa­tış be­de­li­nin ta­ma­mı­nı alın­ca­ya ka­dar sa­tı­lan ma­lı hap­set­me­yi şart koş­ma­sı ak­din ge­rek­tir­di­ği şart­lar­dan­dır. Çün­kü tes­lim et­me, tes­lim al­ma, mül­ki­yet hak­kı­nın sa­bit ol­ma­sı, sa­tı­la­nın be­del öde­nin­ce­ye ka­dar hap­se­di­le­bil­me­si ivaz­lı (be­del­li) akit­le­rin ge­re­ği­dir.260

 

   bb) Âyet ve ha­dis­ler­de ca­iz ol­du­ğu bil­di­ri­len şart­lar:

Ve­re­si­ye sa­tış­ta va­de­yi, mu­hay­yer­lik bu­lu­nan sa­tış­ta ta­raf­lar­dan bi­ri­si için mu­hay­yer­li­ği şart koş­ma gi­bi. Çün­kü Kur’an-ı Ke­rim’de; “Ey iman eden­ler! Be­lir­li bir va­de­ye ka­dar bir­bi­ri­ni­ze borç­lan­dı­ğı­nız za­man onu ya­zın.” 261 bu­yu­ru­la­rak ve­re­si­ye sa­tı­şa izin ve­ril­miş, Hz. Pey­gam­ber (s.a) de biz­zat ve­re­si­ye alış-ve­riş yap­mış­tır. Hat­ta O’nun bir ya­hu­di­den ve­re­si­ye yi­ye­cek mad­de­si sa­tın al­dı­ğı ve de­mir­den ya­pıl­mış bir zır­hı­nı ona re­hin ola­rak bı­rak­tı­ğı nak­le­dil­miş­tir. 262

Bel­li sü­re için­de sa­tı­şı ka­bul ve­ya red imkânı ve­ren şart mu­hay­yer­li­ği de sün­net­le sa­bit­tir. Hz. Pey­gam­ber (s.a) alış-ve­riş­le­rin­de al­da­tı­lan Hab­ban b. Mun­kız (r.a)’e şöy­le bu­yur­muş­tur: “Alış-ve­riş yap­tı­ğın za­man şöy­le de: Al­dat­ma yok. Be­nim için üç gün sü­rey­le mu­hay­yer­lik hak­kı var.”263 Di­ğer gör­me ve ayıp mu­hay­yer­li­ği gi­bi mu­hay­yer­lik­le­rin de esa­sı nass’a da­ya­nır. Bun­la­rı mu­hay­yer­lik ko­nu­su­nu in­ce­ler­ken açık­la­mış­tık. An­cak mu­hay­yer­lik şar­tı­nın ge­çer­li sa­yıl­ma­sı sün­ne­tin ya­nın­da te­mel­de “is­tih­san” pren­si­bi­ne da­ya­nır. Ger­çek­te kı­ya­sa gö­re mu­hay­yer­lik şar­tı­nın fa­sit bir şart ol­ma­sı ge­re­kir. Çün­kü bu, ak­din muk­te­za­sı ile çe­li­şir. İvaz­lı akit­ler­de mal ve sa­tış be­de­lin­de akit sı­ra­sın­da ta­raf­la­rın mülk hak­kı­nın sa­bit ol­ma­sı ge­re­kir. Mu­hay­yer­lik, bu so­nu­cu en­gel­le­mek­te, baş­ka bir de­yim­le ge­cik­tir­mek­te­dir. An­cak top­lu­mun ih­ti­ya­cı ne­de­niy­le kı­ya­sa ay­kı­rı ol­ma­sı­na rağ­men sün­net­le, alış-ve­riş ya­pan­la­ra bu ko­lay­lık ge­ti­ril­miş­tir.

 

   cc) Sa­tım ak­di­nin ge­re­ği­ne uy­gun olan şart­lar:

Ve­re­si­ye bir sa­tış­ta, sa­tış be­de­li­ne te­mi­nat ol­mak üze­re alı­cı­dan be­lir­li bir ke­fil ve­ya re­hin ya­hut ipo­tek is­ten­se, sa­tı­cı­nın bu is­te­ği sa­tım ak­di­nin ni­te­li­ği ile bağ­da­şır. Çün­kü ke­fil ve­ya re­hin, sa­tış be­de­li­ni ga­ran­ti al­tı­na al­mak için is­te­nir. Bu yüz­den sa­tım ak­di ile bağ­da­şır ve pa­ra­nın tah­si­li­ne yar­dım­cı olur.

Ve­re­si­ye sa­tış­tan do­ğan borç için gös­te­ril­me­si şart ko­şu­lan ke­fil ve­ya re­hin be­lir­siz olur­sa sa­tım ak­di fa­sit olur. Sa­tı­cı­nın; “Bu ma­lı sa­na, sa­tış be­de­li için bir ke­fil ve­ya re­hin gös­ter­men şar­tıy­la sa­tı­yo­rum” de­se, an­cak ke­fil için bir isim ve­ril­me­se ve­ya re­hin ola­cak mal be­lir­til­me­miş bu­lun­sa, ta­raf­lar ara­sın­da gü­ve­ni­lir ke­fil ve­ya sa­tış be­de­li­ni kar­şı­la­ya­cak re­hin üze­rin­de an­laş­maz­lık çı­ka­bi­lir. Çün­kü bu ko­nu­da­ki be­lir­siz­lik sa­tış be­de­li­nin tah­si­li­ni güç­leş­ti­rir.

Eğer sa­tı­cı ve alı­cı sa­tış mec­li­sin­den ay­rıl­ma­dan ön­ce bel­li bir re­hin ve­ya ke­fil üze­rin­de an­la­şır ve­ya alı­cı ve­re­si­ye al­mak­tan vaz­ge­çip sa­tış be­de­li­ni pe­şin öde­me yo­lu­na gi­der­se, sa­tım ak­di sa­hih ha­le ge­lir. Çün­kü bu du­rum­da an­laş­maz­lı­ğa ne­den ola­bi­le­cek du­rum or­ta­dan kalk­mış olur.264

 

   dd) Örf­leş­miş bu­lu­nan şart­lar:

Sa­tım akit­le­rin­de ba­zan da­ha ön­ce gö­rül­me­yen ba­zı şart­lar öne sü­rül­mek­te­dir. Ça­ma­şır ma­ki­na­sı, buz do­la­bı, rad­yo ve ben­ze­ri mal­lar sa­tı­lır­ken bir yıl sü­rey­le ga­ran­ti ve­ril­mek­te, hat­ta bu sü­re için­de ta­mir ga­ran­ti­si de üst­le­nil­mek­te­dir. Böy­le bir şart­la mal sat­mak kı­ya­sa gö­re ca­iz ol­ma­ma­sı ge­re­kir. An­cak “is­tih­san” pren­si­bi­ne gö­re bu du­rum ma­lın sü­rü­mü­nü art­tır­mak­ta, ay­rı­ca alı­cı ta­ra­fın­dan şart ko­şul­ma­dı­ğı hal­de sa­tı­cı fir­ma bu kül­fe­ti is­te­ye­rek üst­len­mek­te­dir. Di­ğer yan­dan mal­da bu­lu­na­bi­le­cek üre­tim ha­ta­sı da bu sü­re için kont­rol al­tın­da tu­tul­mak­ta­dır. Top­lum için ya­rar­lı olan bu uy­gu­la­ma is­tis­na (san’atkâra si­pa­riş­le iş yap­tır­ma) ak­din­de ol­du­ğu gi­bi “teâmül” ha­li­ne gel­miş bu­lun­mak­ta­dır.265

 

   b) Fa­sit Şart:

Bu­na da­ha açık bir ifa­de ile bo­zu­cu (if­sat edi­ci) şart da de­ni­le­bi­lir. Bun­lar sa­hih şar­tın yu­ka­rı­da be­lirt­ti­ği­miz dört ni­te­li­ği­ni ta­şı­ma­yan, ya­ni ak­din ge­re­ği ol­ma­yan, ak­de uy­gun düş­me­yen, âyet ve ha­dis­ler­de ön­gö­rül­me­yen ve­ya in­san­la­rın da örf ha­li­ne ge­tir­me­di­ği, fa­kat sa­tı­cı ve­ya alı­cı için tek yan­lı ya­rar sağ­la­yan şart­lar­dır.

Meselâ; sa­tı­cı­nın öğüt­me­si şar­tıy­la buğ­day sa­tın al­mak, sa­tı­cı­nın göm­lek ve­ya el­bi­se dik­me­si şar­tıy­la ku­maş sa­tın al­mak, sa­tı­cı­nın de­po­sun­da bir ay da­ha kal­ma­sı şar­tıy­la buğ­day sa­tın al­mak, sa­tı­cı­nın bir yıl da­ha için­de otur­ma­sı şar­tıy­la evi­ni sat­ma­sı, bir yıl ken­di­si ek­mek şar­tıy­la ara­zi sat­mak, bir ay sü­rey­le bin­mek ve on­dan son­ra alı­cı­ya tes­lim et­mek şar­tıy­la oto­mo­bi­li sat­mak ve­ya alı­cı­nın, ken­di­si­ne borç ver­me­si ya­hut ken­di­si­ne bir ba­ğış­ta bu­lun­ma­sı şar­tıy­la sa­tış yap­mak gi­bi du­rum­lar­da sa­tım ak­di fa­sit olur. Çün­kü bir akit­te ta­raf­lar­dan bi­ri­si le­hi­ne öne sü­rü­len üs­tün ya­rar­lan­ma ri­ba (fa­iz) ni­te­li­ğin­de­dir. Zi­ra bu sa­tım ak­din­de be­del ola­rak kar­şı­lı­ğı bu­lun­ma­yan bir faz­la­lık­tır.

Fa­i­zin bu­lun­du­ğu sa­tış ise fa­sit olur. Fa­iz şüp­he­si de ger­çek­ten fa­iz var­mış gi­bi sa­tı­şı fa­sit kı­lar.266

Yu­ka­rı­da ve­ri­len ör­nek­ler­de­ki mu­a­me­le­ler­de fa­iz­den sa­kın­mak için, bun­la­rı şu şe­kil­de çö­züm­le­mek ge­re­kir.

Buğ­day sa­tın alan kim­se bu­nu un ha­li­ne ge­tir­mek is­ti­yor­sa; ye­ni bir söz­leş­me ile buğ­day sa­tı­cı­sı­na ve­ya baş­ka bi­ri­si­ne öğüt­me üc­re­ti öde­ye­rek bun­la­rı un ha­li­ne ge­ti­re­bi­lir.

Ku­maş sa­tın alan kim­se bun­dan göm­lek ve­ya el­bi­se dik­ti­re­cek­se; ku­ma­şı sa­tan tüc­car ter­zi ve­ya baş­ka bir ter­zi ile an­la­şa­rak dik­ti­re­bi­lir.

Buğ­day sa­tın alan kim­se, bir ay sü­rey­le ko­ya­cak ye­ri yok­sa sa­tı­cı ile ki­ra söz­leş­me­si ya­pa­rak bir ay buğ­da­yı onun de­po­sun­da ema­net ola­rak tu­ta­bi­lir. Ya da baş­ka bir yer ki­ra­la­ya­rak ora­da de­po­la­ya­bi­lir.

Evi­ni sa­tan kim­se, bir yıl da­ha bu ev­de otur­mak is­ti­yor­sa, alı­cı ile bir ki­ra söz­leş­me­si yap­ma­sı ge­re­kir. Böy­le­ce alı­cı sı­kın­tı­ya so­kul­ma­mış olur. Ken­di­ne ge­rek­li ise ki­ra­ya ver­me­me hak­kı do­ğar, ay­rı­ca bir yıl­lık ki­ra be­de­li tak­dir edi­lir. An­cak alı­cı, sa­tı­cı­nın bir yıl sü­rey­le üc­ret­siz ola­rak otur­ma­sı­na izin de ve­re­bi­lir. Bu tak­dir­de ki­ra be­de­li hak­kı­nı ona ba­ğış­la­mış olur.

Ara­zi­si­ni sa­tan da bir yıl ek­mek is­ter­se ye­ni bir ki­ra söz­leş­me­si yap­ma­lı­dır. Oto­mo­bi­le bir ay da­ha bin­mek is­te­yen sa­tı­cı, alı­cı ile ki­ra an­laş­ma­sı ya­pa­rak bu­nu sağ­la­ya­bi­lir, ya da baş­ka ki­ra­lık bir araç bu­la­bi­lir.

Yi­ne alı­cı­nın ken­di­si­ne borç ver­me­si ve­ya bir ba­ğış­ta bu­lun­ma­sı şar­tıy­la sa­tış­ta da sı­kı­cı ve tek yan­lı ya­rar sağ­la­yan bir özel­lik var­dır. Sa­tı­cı, ma­lı­nın sa­tı­şı­nı öne sü­re­rek böy­le zi­ya­de bir ya­rar sağ­la­ma yo­lu­na git­me­me­li­dir. Çün­kü bu tek yan­lı faz­la­lık­lar fa­iz şüp­he­si do­ğur­mak­ta­dır.

Hz. Pey­gam­ber’in şu ha­dis­le­ri bu ko­nu­yu dü­zen­le­mek­de­dir. “Hem ödünç hem sa­tış ve bir sa­tış için­de iki şart he­lal de­ğil­dir.” 267 “Ne­bi (s.a) bir akit için­de iki akit yap­ma­yı ya­sak­la­dı.”268

Bu­ra­dan İslâm’ın top­lu­ma gün­lük mu­a­me­le­le­rin­de sı­kın­tı ve­ren du­rum­la­rı kal­dır­dı­ğı, kar­şı ta­ra­fın üs­tün men­fa­at is­tek­le­ri­ni ka­bul et­mek zo­run­da ka­lan mü’min­le­re de çı­kış yo­lu gös­ter­di­ği an­la­şıl­mak­ta­dır. Çün­kü fa­sit akit, ta­raf­lar­ca tek yan­lı is­tek­le bo­zu­la­bi­le­ce­ği gi­bi, uy­gu­lan­mak is­te­nin­ce de sa­tış be­de­li ma­lın de­ğe­ri ola­rak be­lir­le­nir. Bun­dan faz­la­sı­nı alı­cı öde­me­ye zor­la­na­maz. Meselâ; ara­zi­si­ni bir yıl ekip biç­mek şar­tıy­la iki ki­log­ram 22 ayar kül­çe al­tın kar­şı­lı­ğın­da sa­tan kim­se fa­sit bir sa­tış yap­mış olur. Bu­ra­da alı­cı, “Bir yıl sü­rey­le ekip biç­me şar­tı”na akit­ten son­ra iti­raz et­se, bu şar­ta uyul­ma­sı ge­rek­mez. Ay­rı­ca, ka­rar­laş­tı­rı­lan iki kg. al­tı­nı de­ğil, fa­kat ara­zi­ye bi­lir­ki­şi­nin be­lir­le­ye­ce­ği ra­yiç be­de­li­ni öde­mek­le yü­küm­lü bu­lu­nur. Ara­zi­nin de­ğe­ri, meselâ; 1,5 kg. al­tın ol­sa bu­nu öde­me­si ye­ter­li­dir. An­cak alı­cı, sa­tı­cı­nın öne sür­dü­ğü şar­tı uy­gu­la­mak is­ter­se, bu­nu ay­rı­ca bir yıl­lık ki­ra söz­leş­me­si ile çö­züm­le­me­le­ri müm­kün­dür.

 

   c) Boş ve­ya ba­tıl şart:

Sa­tı­cı ve­ya alı­cı­dan bi­ri­si için za­rar­lı olan, ta­raf­lar­dan hiç­bi­ri­si için ya­ra­rı bu­lun­ma­yan şart bu ni­te­lik­te­dir. Meselâ; bir kim­se­nin bir ma­lı­nı alı­cı­nın baş­ka­sı­na sat­ma­ma­sı ve­ya ba­ğış­la­ma­ma­sı şar­tıy­la sat­ma­sı bu ni­te­lik­te­dir. Hanefîlerde sağ­lam gö­rü­len gö­rü­şe gö­re, böy­le bir du­rum­da sa­tış ca­iz olup yal­nız şart ba­tıl­dır. Bu­ra­da, ta­raf­lar­dan bi­ri­si le­hi­ne tek yan­lı bir ya­rar söz ko­nu­su ol­ma­dı­ğı için sa­tış fa­sit ol­maz. Çün­kü yu­ka­rı­da da be­lirt­ti­ği­miz gi­bi tek yan­lı ya­rar sağ­la­yan akit­le­rin fa­sit olu­şu, akit­te şart ko­şu­lan faz­la­lı­ğın fa­iz sa­yıl­ma­sı yü­zün­den­dir.268/a

Hanefîlere gö­re, sa­hih bir ak­de, son­ra­dan sa­hih bir şart ek­len­se, bu da ak­de ka­tı­lır. Bir sa­tım ak­di ya­pıl­dık­tan son­ra ta­raf­lar ken­di ara­la­rın­da an­la­şa­rak, meselâ; “üç gün mu­hay­yer ol­mak üze­re” di­ye­rek ye­ni bir şart öne sür­se­ler, bu şart sa­tım ak­di­nin ba­şın­dan iti­ba­ren hü­küm ifa­de eder. Ebu Hanîfe’ye gö­re fa­sit şart da son­ra­dan ta­raf­la­rın it­ti­fa­kı ile sa­tım ak­di­ne ka­tı­la­bi­lir ve sa­tı­şı fa­sit kı­lar.

Ebu Yu­suf ve İmam Mu­ham­med’e gö­re, sa­tım ak­di­ne son­ra­dan ek­le­ne­cek fa­sit şart ak­di fa­sit kıl­maz ve şart yok sa­yı­lır. Çün­kü fa­sit bir şar­tı son­ra­dan ek­le­mek, sa­tım ak­di­ni sa­hih ol­mak­tan çı­ka­rır. Bu ise ge­çer­li ola­maz. Akit ön­ce­ki ha­lin­de sa­hih ola­rak kal­ma­ya de­vam eder. Sa­hih şar­tın ise sa­tım ak­di sı­ra­sın­da öne sü­rül­me­si ca­iz ol­du­ğu gi­bi, son­ra­dan ak­de ek­len­me­si de müm­kün­dür. Çün­kü sa­hih şart ak­din as­lı ile il­gi­li olup, şer’an ona ih­ti­yaç du­yul­ma­sı ne­de­niy­le sa­bit olur.269 İbn Âbidin (ö.1252/1836) bu ko­nu­da Ebu Yu­suf ve İmam Mu­ham­med’in gö­rü­şü­nün da­ha sağ­lam ol­du­ğu­nu be­lirt­miş­tir.270

Şâfiîlere gö­re, yu­ka­rı­da­ki şart­lar­dan; sa­tım ak­di­nin ge­rek­tir­di­ği ve­ya va­de, mu­hay­yer­lik, re­hin ve ke­fil gi­bi ak­din ge­rek­tir­me­di­ği fa­kat bir ta­raf için mas­la­hat ta­şı­yan bir şart öne sü­rü­le­rek ya­pı­la­cak sa­tım ak­di ve şart ge­çer­li­dir. Çün­kü bun­la­rın ca­iz olu­şu nass’la sa­bit­tir, ay­rı­ca bu gi­bi şart­la­ra alış-ve­riş­ler­de in­san­la­rın ih­ti­ya­cı var­dır. An­cak müş­te­ri­nin al­dı­ğı ma­lı baş­ka­sı­na sat­ma­ma­sı, ba­ğış­la­ma­ma­sı ve­ya sa­tı­cı­ya onun da bir mal sat­ma­sı ve­ya ba­ğış yap­ma­sı ve­ya sat­tı­ğı ev­de bir sü­re otur­ma­sı ya­hut bir ku­ma­şı el­bi­se dik­mek şar­tıy­la sa­tın al­ma­sı gi­bi sa­tım ak­di­nin ge­rek­le­ri ile bağ­daş­ma­yan bir şart­la ya­pı­la­cak sa­tış ba­tıl­dır.271 Çün­kü Hz. Pey­gam­ber hem sa­tış hem de şar­tı bir ara­da ya­sak­la­mış­tır.272 Bu­ra­da iz­le­ri sa­tış­tan son­ra­ya uza­nan ve akit­le doğ­ru­dan il­gi­li ol­ma­yan şart kas­te­dil­miş ol­ma­lı­dır. An­cak Şâfiîlerin da­yan­dı­ğı “bir şart ha­di­si” ye­ri­ne ha­dis kay­nak­la­rın­da “bir sa­tış­ta iki şart öne sür­me ve­ya bir akit için­de iki akit yap­ma ya­sa­ğı bil­di­ren ha­dis­ler” da­ha yay­gın ve sağ­lam­dır.273

 

   4. Bir Sa­tış İçin­de İki Sa­tış Ve­ya İki Şart:

İslâm’a gö­re gün­lük mu­a­me­le­ler­de in­san­la­rın bir­bi­ri­ni al­dat­ma­ma­sı, bi­ri di­ğe­ri­nin sı­kı­şık du­ru­mun­dan ya­rar­la­na­rak üs­tün hak­lar sağ­la­ma yo­lu­na git­me­me­si ve ta­raf­la­rı an­laş­maz­lı­ğa gö­tü­re­cek ne­den­le­rin or­ta­dan kal­dı­rıl­ma­sı esa­sı gö­ze­til­miş­tir. Hz. Pey­gam­ber (s.a)’in “Bir sa­tış için­de iki sa­tış” ve­ya “Bir sa­tış için­de iki şart” ya­sa­ğı da bu ama­ca yö­ne­lik­tir. Bir ha­dis­te şöy­le bu­yu­ru­lur: “Ne­bi (s.a) bir sa­tış için­de iki sa­tış yap­ma­yı ya­sak­la­dı.274 Ha­di­sin Ebû Da­vud ri­va­ye­ti şöy­le­dir: “Kim bir sa­tış için­de iki sa­tış ya­par­sa, sa­tı­cı için ya bu iki sa­tış­tan az ola­nı var­dır ya da ri­ba (fa­iz) var­dır.”275 Amr b. Şu­ayb ba­ba­sın­dan, o da de­de­si Ab­dul­lah b. Amr b. el-Âs (ö.61/680)’tan, Rasûlullah (s.a)’in şöy­le bu­yur­du­ğu­nu nak­let­miş­tir: “Hem ödünç hem sa­tış, bir sa­tış için­de iki şart, taz­min yü­küm­lü­lü­ğü üst­le­nil­me­yen şe­yin kârı ve ya­nın­da ol­ma­yan şe­yin sa­tı­şı helâl de­ğil­dir.”276 Baş­ka bir ha­dis­te de; “Ne­bi (s.a) bir akit (saf­ka) için­de iki ak­di ya­sak­la­dı”277  bu­yu­ru­la­rak, yal­nız alış-ve­riş­ler­de de­ğil di­ğer akit­ler­de de bu hük­mün ge­çer­li ol­du­ğu be­lir­til­miş­tir.

Yu­ka­rı­da­ki ha­dis­ler­de ge­çen “Bir sa­tış için­de iki sa­tış ve­ya iki şart” ifa­de­le­ri müc­te­hit­ler­ce fark­lı şe­kil­de tef­sir edil­miş­tir.

İmam Şâfiî’ye gö­re; “ Bir sa­tış için­de iki sa­tış”ın iki an­la­mı var­dır. Bi­rin­ci­si; sa­tı­cı­nın “sa­na bu ma­lı ve­re­si­ye iki bin, pe­şin bin li­ra­ya sat­tım. Han­gi­si­ni is­ter­sen onu alır­sın” de­me­si­dir. Böy­le bir sa­tış bağ­la­yı­cı şe­kil­de ya­pıl­mış olur­sa fa­sit ya­ni bâtıl olur. Çün­kü bu­ra­da be­lir­siz­lik ve as­kı­da bı­rak­ma söz ko­nu­su­dur. İkin­ci­si ise; sa­tı­cı­nın “sa­na evi­mi, sen de ba­na atı­nı sat­man şar­tıy­la sat­tım” de­me­siy­le ger­çek­le­şir.

Bi­rin­ci sa­tış şek­li­nin ya­sak­lan­ma ne­de­ni sa­tış be­de­li­nin mik­ta­rı­nın be­lir­siz ol­ma­sı yü­zün­den or­ta­ya çı­kan ga­rar ha­li­dir. Çün­kü alı­cı akit ta­mam­lan­dı­ğın­da bu iki be­del­den han­gi­si­ni öde­ye­ce­ği­ni bil­me­mek­te­dir.

İkin­ci sa­tı­şın ya­sak­lan­ma­sı­nın hik­me­ti ise, zarurî mad­de­le­ri al­mak zo­run­da olan kim­se­nin bu du­ru­mu­nu kö­tü ni­yet­li sa­tı­cı­la­rın is­tis­ma­rı­nı ön­le­mek­tir.

Gü­nü­müz­de dar­lı­ğı çe­ki­len bir ma­lın ya­nın­da, alı­cı­nın o gün için ge­rek­li ol­ma­yan baş­ka bir şe­yi sa­tın al­mak zo­run­da bı­ra­kıl­ma­sı da bu ni­te­lik­te­dir.

“Bir sa­tış için­de iki şart” ifa­de­si de şöy­le açık­lan­mış­tır: Bu, sa­tı­cı­nın; “Ben sa­na şu ma­lı pe­şin şu fi­ya­ta, ve­re­si­ye şu fi­ya­ta sa­tı­yo­rum” de­me­si­dir. Ve­ya sa­tı­cı­nın müş­te­ri­ye; “sa­tın al­dı­ğı ma­lı baş­ka­sı­na sat­ma­ma­sı ve­ya ba­ğış­la­ma­ma­sı şar­tıy­la sat­ma­sı­dır.” Yi­ne “Ben sa­na şu ma­lı şu fi­ya­ta, se­nin de şu ma­lı­nı ba­na şu fi­ya­ta sat­man şar­tıy­la sa­tı­yo­rum” de­nil­me­si bir sa­tış için­de iki şart öne sür­me­dir.

Bu açık­la­ma tar­zı­na gö­re “Bir sa­tış için­de iki sa­tış ve­ya iki şart” ay­nı an­la­ma gel­mek­te­dir.278

Hanefîlere gö­re iki sa­tı­şı ve­ya iki şar­tı kap­sa­yan sa­tım ak­di fa­sit­tir.279 Çün­kü böy­le bir mu­a­me­le­de sa­tış be­de­li be­lir­siz ol­du­ğu gi­bi, ay­rı­ca ta­raf­lar­dan bi­ri­si­ne kar­şı­lık­sız üs­tün ya­rar sağ­la­ma söz ko­nu­su­dur. Pe­şin ve­ya va­de­li fi­yat­tan bi­ri­si ter­cih edil­me­den sa­tış mec­li­si da­ğıl­mış olur­sa, ger­çek sa­tış be­de­li be­lir­siz sa­yı­lır. Bu­ra­da müş­te­ri ma­lı tes­lim alır­sa, ko­nu­şu­lan fi­ya­tı de­ğil, ma­lın de­ğe­ri­ni öde­mek­le yü­küm­lü bu­lu­nur. Çün­kü fa­sit sa­tış ma­lın ra­yiç be­de­li üze­rin­den ger­çek­leş­miş sa­yı­lır. Bu da pe­şin fi­ya­tı­na ya­kın bir be­del olur. Çün­kü bi­lir­ki­şi o gü­nün pe­şin fi­ya­tı­na gö­re ra­yiç be­del be­lir­le­ye­cek­tir.

An­cak alı­cı bu iki fi­yat­tan bi­ri­si­ni ter­cih eder­se sa­tım ak­di sa­hih ola­rak mey­da­na ge­lir. Bu ko­nu­da yu­ka­rı­da da be­lirt­ti­ği­miz gi­bi bü­yük hu­kuk­cu es-Serahsî (ö.490/1097) şöy­le der: “Sa­tım ak­di; ‘şu va­de­ye ka­dar şu fi­ya­ta, pe­şin fi­yat­la olur­sa şu fi­ya­ta’ ve­ya ‘bir ay va­de ile şu fi­ya­ta, iki ay va­de ile şu fi­ya­ta’ de­ni­le­rek ya­pı­lır­sa fa­sit olur. Çün­kü sa­tım ak­di be­lir­li bir fi­yat kar­şı­lı­ğın­da ya­pıl­ma­mış­tır. Rasûlullah (s.a) bir sa­tış için­de iki şar­tı ya­sak­la­mış­tır. Bu ör­nek, bir sa­tış için­de iki şar­tın tef­si­ri­dir. Şer’î akit­ler­de mut­lak ya­sak­la­ma fe­sa­dı ge­rek­ti­rir. Fa­kat ta­raf­lar ken­di ara­la­rın­da an­la­şır, be­lir­li bir sa­tış be­de­li tes­bit et­me­den ay­rıl­maz ve bu tek fi­yat üze­rin­de ak­di bi­ti­rir­ler­se bu ca­iz­dir. Çün­kü bu tak­dir­de, ak­din sa­hih olma­sı­nın şar­tı­nı ye­ri­ne ge­tir­miş olur­lar.” 280

Ebû Dâvûd ha­di­si­nin so­nun­da­ki iki fi­yat­tan az ola­nın esas alın­ma­sı ak­si hal­de ri­ba­nın ce­re­yan ede­ce­ği­nin bil­di­ril­me­si, alı­cı­nın ter­cih yap­ma­dan as­kı­da bı­rak­tı­ğı du­rum­la il­gi­li ol­ma­lı­dır.

Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re, böy­le bir sa­tım ak­di ba­tıl­dır. Çün­kü bu­ra­da bi­lin­mez­lik ne­de­niy­le ga­rar (al­dat­ma) özel­li­ği var­dır. Sa­tı­cı tek şık­lı ke­sin sa­tış yap­mış de­ğil­dir. Bu şu­na ben­zer; “Ben sa­na şu ma­lı ve­ya bu ma­lı sa­tı­yo­rum”. Di­ğer yan­dan sa­tış be­de­li be­lir­siz­dir. Bu da mik­ta­rı be­lir­til­me­yen “eti­ket fi­ya­tı (rakm)” üze­rin­den sa­tış gi­bi ge­çer­li ol­maz. Ay­rı­ca bu­ra­da iki be­del­den bi­ri­si be­lir­siz­dir. Bu da; “Ben sa­na üç evim­den bi­ri­si­ni sa­tı­yo­rum” de­mek gi­bi olur ki böy­le bir sa­tış sa­hih de­ğil­dir.281

İmam Mâlik’e gö­re,“Pe­şin şu fi­ya­ta, ve­re­si­ye şu fi­ya­ta” şek­lin­de ko­nu­şu­lup, ter­cih ya­pıl­ma­dan ta­raf­lar ay­rı­lır­sa, alı­cı­ya bu iki şık­tan bi­ri­si­ni seç­me ko­nu­sun­da mu­hay­yer­lik hak­kı ve­ril­miş sa­yı­lır.282

So­nuç ola­rak, va­de­li sa­tış­lar­da alı­cı va­de­li fi­ya­tı ter­cih edip ta­raf­lar bu fi­yat üze­rin­de an­la­şın­ca, va­de­li fi­yat, sa­tı­la­cak ma­lın sa­tış be­de­li ol­mak­ta­dır. Ar­tık bu fi­yat için­de­ki va­de far­kı­nı fa­iz ola­rak ni­te­le­mek müm­kün ol­maz.

 

   5. Ma­lı Gör­me­den Sat­mak ve­ya Sa­tın Al­mak:

Sa­tış sı­ra­sın­da ha­zır ol­ma­yan ve­ya ka­pa­lı ku­tu­lar­da bu­lu­nan şe­yin ni­te­lik­le­ri be­lir­ti­le­rek sa­tı­şı ca­iz­dir. Böy­le bir du­rum­da alı­cı ma­lı gö­rün­ce se­çim­lik hak­ka sa­hip­tir. Di­ler­se sa­tı­şı ge­çer­li kı­lar, di­ler­se red­de­der. Mal nu­mu­ne­ye ve­ya be­lir­ti­len ni­te­lik­le­re uy­gun çık­sa bi­le alı­cı için ma­lı gö­rün­ce gör­me mu­hay­yer­li­ği hak­kı sa­bit olur.

Bir ma­lı gör­me­den sa­tın alan kim­se için gö­rün­ce ka­bul et­me­me hak­kı bu­lun­du­ğu için, bu ko­nu­da­ki bi­lin­mez­lik onun al­dan­ma­sı­na ve­ya ta­raf­lar ara­sın­da bir an­laş­maz­lı­ğa yol aç­maz.283 Bu ne­den­le böy­le bir sa­tış­ta ga­ra­rın (al­dan­ma) var­lı­ğın­dan söz edi­le­mez.

Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Gör­me­di­ği şe­yi sa­tın alan kim­se, onu gör­dü­ğü za­man se­çim­lik hak­ka sa­hip­tir.” 284 Başka bir de­lil de sa­ha­be uy­gu­la­ma­sı­dır. “Ri­va­yet edil­di­ği­ne gö­re Os­man İbn Affân (ö.35/655), Bas­ra’da Tal­ha İbn Ubey­dil­lah’a (ö.36/656) bir ara­zi sat­mış­tı. Tal­ha (r.a)’ya; “Bu alış-ve­riş­te al­dan­dın” de­nil­di. O şöy­le de­di: “Ben gör­me­di­ğim ma­lı sa­tın al­dı­ğım için, be­nim mu­hay­yer­lik hak­kım var­dır.” Hz. Os­man’a da; “Sen bu sa­tış­ta al­dan­dın” de­ni­lin­ce, O da; “Ben de gör­me­di­ğim ma­lı sat­tı­ğım için, mu­hay­yer­lik hak­kım var­dır” de­di. Bu­nun üze­ri­ne her iki­si de ara­la­rın­da Cü­beyr İbn Mut’ım’ı ha­kem ta­yin et­ti­ler. Hz. Cü­beyr, Tal­ha (r.a) için mu­hay­yer­lik ol­du­ğu, Hz. Os­man için ise mu­hay­yer­lik bu­lun­ma­dı­ğı hük­mü­nü ver­di.” 285

Bu uy­gu­la­ma bir grup sa­ha­be­nin hu­zu­run­da ya­pıl­mış ve kar­şı çı­kan ol­ma­mış­tır. Bu­ra­da mu­hay­yer­lik hak­kı­nın yal­nız ma­lı gör­me­den sa­tın alan için ta­nın­dı­ğı gö­rü­lür. Bir kim­se bir ma­lı sa­tın al­dık­tan ve­ya mi­ras, ba­ğış, ga­ni­met gi­bi yol­lar­la mülk edin­dik­ten son­ra hiç gör­me­den baş­ka­sı­na sat­sa onun için mu­hay­yer­lik hak­kı yok­tur. Çün­kü sa­tı­cı­nın ken­di­ne ait ma­lı pren­sip ola­rak da­ha ön­ce­den bil­di­ği, ni­te­lik­le­ri­ni ta­nı­dı­ğı ve gör­me imkânının var­lı­ğı ka­bul edi­lir.

Meselâ bir kim­se ken­di bu­lun­du­ğu bel­de­den uzak­ta baş­ka bir bel­de­de bir ma­la mi­ras­çı ol­sa ve bu ma­lı gör­me­den sat­sa bu sa­tış ge­çer­li olur. Tür­ki­ye’de otu­ran kim­se ki­mi za­man Mı­sır, Su­ri­ye ve­ya Su­u­di Ara­bis­tan’da­ki bir men­kul ve­ya gay­ri men­kul ma­la mi­ras ve ben­ze­ri yol­lar­la ma­lik ola­bi­lir. Böy­le bir ma­lı sat­ma­sı ha­lin­de ken­di­si­ne gör­me mu­hay­yer­li­ği hak­kı ta­nı­nır­sa yıl­lar son­ra gör­me imkânı do­ğun­ca sa­tım ak­di­ni boz­ma yet­ki­si­ni de el­de et­miş ola­cak­tır. Böy­le bir hak­kın alı­cı ba­kı­mın­dan çe­şit­li sı­kın­tı­la­ra yol aça­ca­ğı açık­tır. Ay­rı­ca sa­tı­cı­nın bu­nu kö­tü­ye kul­lan­ma­sı da söz ko­nu­su ola­bi­lir. Ebu Ha­ni­fe, ön­ce­le­ri şart ve ku­sur (ayıp) mu­hay­yer­li­ğin­de ol­du­ğu gi­bi sa­tı­cı ve alı­cı­dan her bi­ri­nin “gör­me mu­hay­yer­li­ği” hak­kı bu­lun­du­ğu gö­rü­şün­de iken, da­ha son­ra gö­rüş de­ğiş­ti­re­rek bu hak­kı yal­nız alı­cı için ta­nı­mış­tır.286

Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re ni­te­lik­le­ri be­lir­til­mek şar­tıy­la bir ma­lın gör­me­den sa­tın alın­ma­sı ge­çer­li­dir. Bu­ra­da se­lem ak­di­ne kı­yas ya­pıl­mış­tır. Eğer mal ni­te­lik­le­ri­ne uy­gun çı­kar­sa gö­rül­dü­ğü za­man sa­tım ak­di ke­sin­le­şir. Ak­si hal­de akit fes­he­di­le­bi­lir.

İmam Şâfiî’inin son­ra­ki gö­rü­şü­ne gö­re, ni­te­lik­le­ri be­lir­til­sin ve­ya be­lir­til­me­sin, ha­zır ol­ma­yan bir ma­lın gör­me­den sa­tı­şı ge­çer­li de­ğil­dir. Çün­kü böy­le bir sa­tış­ta ga­rar (bi­lin­mez­lik-al­dan­ma ris­ki) var­dır. Hz. Pey­gam­ber ga­rar sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış­tır.287 Di­ğer yan­dan bir şe­yi gör­me­den sat­ma, bir kim­se­nin ya­nın­da ol­ma­yan şe­yi sat­ma­sı an­la­mı­na ge­lir ki bu, ha­dis­le ya­sak­lan­mış­tır. Ha­dis­te; “Ya­nın­da ol­ma­yan şe­yi sat­ma” 288  bu­yu­rul­muş­tur. Şâfiîler “Kim gör­me­di­ği şe­yi sa­tın alır­sa onu gör­dü­ğü za­man se­çim­lik hak­ka sa­hip olur” ha­di­si ile amel et­mez­ler. Çün­kü Beyhakî bu ha­dis için “za­yıf”, Darekutnî ise “ba­tıl” de­miş­tir.289 Di­ğer yan­dan Şâfiîler, ge­nel­lik­le sa­tı­şa ka­dar bir de­ği­şik­lik ol­ma­ya­cak ni­te­lik­te­ki ara­zi, de­mir gi­bi sa­tı­lan şey­ler­de akit­ten ön­ce gör­me­yi de ye­ter­li bu­lur­lar. Yi­ne bü­tü­nü ta­nı­mak için bir bö­lü­mü­nü gör­mek ye­ter­li­dir. Bir yı­ğın buğ­day ve ben­zer­le­ri­nin dış kıs­mı­nı ve­ya nu­mu­ne­si­ni gör­mek gi­bi. Kap ve­ya çu­val­la­rın için­de bu­lu­nan stan­dart mal­la­rın da üst kıs­mı­nın gö­rül­me­si ta­ma­mı­nın gö­rül­me­si hük­mün­de­dir.290

So­nuç ola­rak Hanefîlerle, ter­cih edi­len gö­rüş­le­rin­de Mâlikîlere gö­re bir ma­lı gör­me­den, ni­te­lik­le­ri­ni be­lir­te­rek ve­ya be­lirt­mek­si­zin sat­mak ve­ya sa­tın al­mak ca­iz­dir. Bu du­rum­da yal­nız alı­cı için gör­me mu­hay­yer­li­ği hak­kı do­ğar. Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re ise gö­rül­me­yen, ka­pa­lı kap­la­rın için­de ve­ya top­rak al­tın­da bu­lu­nan ha­vuç, so­ğan, pa­ta­tes gi­bi ye­ral­tı bit­ki­le­ri­nin or­ta­ya çı­ka­rıl­ma­dan sa­tı­şa ko­nu ya­pıl­ma­sı ge­çer­li de­ğil­dir.291

 

   6. A’mânın (Göz­le­ri Gör­me­yen) Alış-Ve­ri­şi:

Ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re, a’mânın alış-ve­ri­şi, ki­ra, re­hin ve hi­be ak­di ge­çer­li olur. Çün­kü İslâm’ın ilk de­vir­le­rin­den gü­nü­mü­ze ka­dar İslâm top­lum­la­rı için­de bu­lu­nan a’mâ ki­şi­ler alış-ve­riş yap­ma­ya de­vam et­miş­tir. As­hab-ı ki­ram­dan da göz­le­ri gör­me­yen kim­se­ler var­dı ve bun­la­rın alış-ve­ri­şi­ne kar­şı çı­kan da ol­ma­mış­tır. Hz. Pey­gam­ber (s.a)’in ken­di­si­ne alış-ve­riş­le­rin­de üç gün mu­hay­yer­lik şart koş­ma­sı­nı öner­di­ği Hab­ban b. Mun­kız (r.a)’ın da göz­le­ri­nin gör­me­di­ği nak­le­dil­miş­tir. Di­ğer yan­dan a’mâ, baş­ka­sı­nı ve­kil ta­yin ede­bil­di­ği­ne gö­re ve­ki­lin ya­pa­ca­ğı mu­a­me­le­yi ken­di­si de biz­zat ya­pa­bil­me­li­dir.292

Alış-ve­riş ya­pan a’mâ için gör­me ye­ri­ne ma­lı ta­nı­ma­sı­na yar­dım­cı olan do­kun­ma, tat­ma ve kok­la­ma mu­hay­yer­li­ği sa­bit olur. Onun bu mu­hay­yer­lik hak­kı sa­tın al­dı­ğı şe­ye do­kun­mak, onu kok­la­mak ve­ya ta­dı­na bak­mak­la dü­şer. Gay­ri men­kul­ler­de ise ni­te­lik­le­rin be­lir­til­me­si mu­hay­yer­lik hak­kı­nı dü­şü­rür. Dil­si­zin özel işa­ret­le­ri alış-ve­riş­te ko­nuş­ma­sı gi­bi­dir.293

Şâfiîlere gö­re, göz­le­ri gör­me­yen kim­se­nin alış-ve­ri­şi ge­çer­li de­ğil­dir. Çün­kü a’mâ, ma­lın iyi­si ile kö­tü­sü­nü ayır­ma ye­te­ne­ğin­den yok­sun­dur. Ona bu ko­nuda ve­li­si yar­dım­cı ol­ma­lı­dır.294

 

   7. Ha­ram Olan Sa­tış Be­de­li Kar­şı­lı­ğın­da Sa­tış:

Şa­rap, mur­dar öl­müş hay­van eti ve­ya do­muz eti gi­bi İslâm’a gö­re de­ğe­ri ol­ma­yan ve mü­te­kav­vim mal sa­yıl­ma­yan şey­le­rin sa­tı­şı ge­çer­li de­ğil­dir. An­cak bu gi­bi şey­ler bir sa­tım ak­din­de sa­tış be­de­li ola­rak be­lir­len­se Hanefîlere gö­re böy­le bir sa­tış fâsit olur. Çün­kü bu­ra­da ma­lın mal­la de­ği­şi­mi ger­çek­leş­miş bu­lu­nur. Zi­ra şa­rap ve do­muz eti ba­zı semâvî din­ler­de de­ğer­li mal­dır. Di­ğer yan­dan her ne ka­dar bun­la­ra, mal de­nil­miş­se de bun­lar şer’an mü­te­kav­vim mal ni­te­li­ğin­de de­ğil­dir. Bu ko­nu­da­ki pren­sip şu­dur: İki be­del­den bi­ri­si, hiç­bir semâvî din­de mal sa­yıl­ma­mış­sa sa­tış ba­tıl­dır. Bu şe­yin, sa­tı­lan mal ve­ya sa­tış be­de­li ye­rin­de ol­ma­sı so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. Bu yüz­den mur­dar öl­müş hay­van, kan ve hür in­sa­nın sa­tı­şı ve­ya bun­la­rın bir sa­tım ak­din­de sa­tış be­de­li (se­men) ya­pıl­ma­sı ha­lin­de sa­tış ba­tıl­dır. Hanefîlerde sağ­lam gö­rüş de bu­dur. Çün­kü sa­tış be­de­li ola­rak da be­lir­len­se bun­lar te­mel­de mal sa­yıl­maz. Ge­nel ola­rak se­me­nin bir mal ol­ma­sı ise sa­tım ak­di­nin mey­da­na gel­me şart­la­rın­dan­dır.

Eğer sa­tım ak­din­de­ki be­del­ler­den bi­ri­si semâvî din­ler­den bi­ri­sin­de mal sa­yı­lır, di­ğe­rin­de sa­yıl­maz ve bu ma­lın sa­tış be­de­li (se­men) ola­rak be­lir­len­me­si müm­kün olur­sa, böy­le bir sa­tış fa­sit olur. Na­kit pa­ra, öl­çü, ve­ya tar­tı ile ya­hut stan­dart olup sa­yı ile alı­nıp sa­tı­lan (mislî) şey­le­rin alış-ve­riş­ler­de sa­tış be­de­li ola­rak be­lir­le­ne­bi­le­ce­ği­ni da­ha ön­ce açık­la­mış­tık. Baş­ka bir de­yim­le bun­lar va­de­li sa­tış, ödünç ve se­lem­de zim­met bor­cu ola­rak be­lir­le­ne­bi­len şey­ler­dir.

İş­te İslâm’a gö­re müs­lü­man­lar ara­sın­da alım-sa­tı­mı ca­iz ol­ma­yan şa­rap, do­muz, kan gi­bi mad­de­ler stan­dart ol­du­ğu za­man sa­tış be­de­li ol­ma­ya el­ve­riş­li­dir. Bun­lar Hris­ti­yan­lık ve­ya ya­hu­di­lik gi­bi din­ler­de de­ğer­li mal sa­yıl­dı­ğı için Ha­ne­fi­le­re gö­re sa­tım ak­din­de bir be­del ola­bi­lir­ler. An­cak böy­le bir sa­tım ak­di fa­sit olur. Şa­rap kar­şı­lı­ğın­da ku­maş ve­ya ku­maş kar­şı­lı­ğın­da şa­rap sat­mak fa­sit­tir. An­cak bun­la­rın sa­tı­lan mal (mebî’) ola­rak be­lir­len­me­si ha­lin­de ise sa­tış ba­tıl olur. Meselâ; müs­lü­ma­nın pa­ra kar­şı­lı­ğın­da şa­rap sat­ma­sı bu ni­te­lik­te­dir.

Bu du­ru­ma gö­re, müs­lü­ma­nın alış-ve­ri­şin­de ha­ram olan mislî bir mal sa­tış be­de­li ola­rak be­lir­len­miş­se, sa­tım ak­di bu sa­tış be­de­li­nin kıy­me­ti üze­rin­den ya­pıl­mış sa­yı­lır. Ya­ni şa­rap ve­ya do­muz eti ye­ri­ne bun­la­ra bi­lir­ki­şi­nin be­lir­le­ye­ce­ği de­ğer borç­la­nıl­mış olur.295

Hanefîler dı­şın­da­ki ço­ğun­lu­ğa gö­re ise bu gi­bi alış-ve­riş­ler ba­tıl­dır.

                          8. Şa­rap Üre­ti­ci­si­ne Üzüm ve­ya Düş­ma­na Si­lah Sat­mak:

İslâm’da pren­sip ola­rak ye­nil­me­si, içil­me­si ve­ya kul­la­nıl­ma­sı, baş­ka bir de­yim­le ya­rar­la­nıl­ma­sı ca­iz olan bir şe­yi sat­mak da meşrûdur. An­cak böy­le bir sa­tış mü­bah ol­ma­yan bir mak­sa­dı ger­çek­leş­tir­mek için bir araç ola­rak kul­la­nı­la­cak­sa aca­ba bu ca­iz olur mu? Özel­lik­le şa­rap üre­ti­ci­si­ne üzüm sat­ma ile düş­ma­na si­lah sat­ma ola­yın­da bu özel­li­ği gör­mek müm­kün­dür.

Ebu Ha­ni­fe ve İmam Şâfiî’ye gö­re, şa­rap üre­ti­ci­si­ne üzüm sat­mak dış gö­rü­nüş ba­kı­mın­dan ke­ra­het­le bir­lik­te ge­çer­li olur. Müs­lü­man­lar­la sa­va­şa­cak kim­se­ye silâh sa­tı­şı da böy­le­dir. Çün­kü biz onun ger­çek­ten o üzü­mü şa­rap yap­ma­ya ve­ya si­la­hı müs­lü­man­la­ra kar­şı kul­lan­ma­ya gü­cü­nün ye­tip yet­me­ye­ce­ği­ni bil­mi­yo­ruz. An­cak sa­tı­cı sat­tı­ğı şe­yin meşrû ol­ma­yan amaç için kul­la­nı­la­ca­ğı­nı ke­sin ola­rak bi­li­yor ve sa­tış söz­leş­me­sin­de de bu, şart ola­rak gö­rü­lü­yor­sa böy­le bir sa­tış ca­iz ol­maz. Di­ğer yan­dan amel­ler ni­yet­le­re gö­re­dir. Böy­le bir sa­tış­ta ya­sak­la­nan hu­sus kö­tü amaç­tır, sa­tı­şın ken­di­si de­ğil­dir. Bu yüz­den bu du­rum sa­tım ak­di­nin sıh­ha­ti­ne en­gel ol­maz. Ni­te­kim ma­lın ayı­bı­nı giz­le­mek de sa­tı­şa za­rar ver­mez.296 An­cak bu­nu ya­pa­na İslâm Dev­le­ti ba­zı yap­tı­rım­lar uy­gu­lar ve ni­ye­ti­ne gö­re de uhrevî ce­za söz ko­nu­su olur.

Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re, şa­rap üre­ti­ci­si­ne üzüm su­yu, sa­vaş ve­ya fit­ne eh­li­ne ya­hut yol ke­si­ci­le­re si­lah sat­mak bâtıldır. De­lil: Sed­dü’z-zerâyi’ (kö­tü­lü­ğe gi­den yo­lu ka­pa­ma) pren­si­bi­dir. Çün­kü ha­ra­ma gö­tü­ren şey de ha­ram­dır. Kur’an-ı Ke­rim’de şöy­le bu­yu­ru­lur: “İyi­lik ve tak­va­da yar­dım­la­şın. Gü­nah iş­le­mek ve düş­man­lık yap­mak­ta yar­dım­laş­ma­yın.” 297 Bu âyete gö­re ha­ra­mı güç­len­dir­mek ve­ya iş­len­me­si­ne des­tek ol­mak ve bu­na ara­cı ol­mak da ya­sak­lan­mış­tır. Ha­ram­lı­ğı sa­bit olan bir şe­yi sat­mak ise bâtıldır.298

So­nuç ola­rak her ne ka­dar nor­mal za­man­lar­da si­lah üre­ti­mi ve dış ül­ke­le­re sa­tı­şı ca­iz ise de, müs­lü­man­la­ra sal­dı­rı ha­zır­lı­ğı için­de bu­lu­nan ve­ya fit­ne za­ma­nın­da mal, can ve ır­za ta­sal­lut ve­ya yol kes­me­de kul­la­nı­la­ca­ğı açık olan du­rum­lar­da si­lah sa­tı­şı ca­iz ol­maz. Çün­kü böy­le bir sa­tış­ta müs­lü­man açık­ça ken­di aley­hi­ne ve­ya di­ğer mü’min kar­deş­le­ri aley­hi­ne düş­ma­na des­tek sağ­la­mış olur.

Üzüm üre­ti­mi ve sa­tı­şı islâmî ba­kım­dan meşrûdur. Hat­ta müs­lü­ma­nın nor­mal ola­rak top­tan­cı­la­ra, hal­le­re tes­lim et­ti­ği üzüm­ler do­lay­lı yol­dan iç­ki üre­ti­min­de kul­la­nıl­sa bun­dan do­la­yı üre­ti­ci­nin bir so­rum­lu­lu­ğu bu­lun­maz. An­cak müs­lü­man doğ­ru­dan şa­rap üre­ti­min­de kul­la­nı­lan şı­ra­lık üzüm üre­tir ve bu­nu doğ­ru­dan şa­rap fab­ri­ka­sı­na sa­tar­sa, şa­ra­bın üre­ti­mi­ni ve ya­yıl­ma­sı­nı des­tek­le­miş olur. Mü’mi­nin bu gi­bi ka­zanç yol­la­rın­dan sa­kın­ma­sı şi­a­rı ol­ma­lı­dır. Çün­kü İslâm iç­ki­nin içil­me­si­ni ya­sak­la­dı­ğı gi­bi ti­ca­re­ti­ni de ya­sak­la­mış­tır.

Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur: “Nebî (s.a) iç­ki ko­nu­sun­da on ki­şi­yi la­net­le­miş­tir: Sı­kan (üre­ti­mi­ni ya­pan), ken­di­si için sı­kı­lan, içen, ta­şı­yan, ken­di­si için ta­şı­nan, içi­ren, sa­tan, pa­ra­sı­nı yi­yen, sa­tın alan ve ken­di­si için sa­tın alı­nan...” 299

İç­ki ya­sa­ğı­nı bil­di­ren; “Ey iman eden­ler! İç­ki, ku­mar, di­ki­li taş­lar ve fal ok­la­rı an­cak şey­ta­nın ame­lin­den bir mur­dar­dır. Bun­lar­dan ka­çı­nın ki, fe­la­ha ere­si­niz.”300  âyeti gel­dik­ten son­ra Al­lah’ın Rasûlü uy­gu­la­ma ile il­gi­li ol­mak üze­re şöy­le bu­yur­muş­tur: “Şüp­he­siz Al­lah iç­ki­yi ha­ram kıl­mış­tır. Bu âyeti ha­ber alıp da ya­nın­da iç­ki bu­lu­nan kim­se on­dan iç­me­sin ve sat­ma­sın...” 301

Yu­ka­rı­da ba­tıl sa­tış çe­şit­le­ri­ni açık­lar­ken iç­ki, do­muz eti ve ben­ze­ri ne­cis sa­yı­lan şey­le­rin İslâm na­za­rın­da sa­tı­la­cak mal ola­rak bir de­ğe­ri­nin bu­lun­ma­ma­sı ne­de­niy­le sa­tış­la­rı­nın bâtıl ol­du­ğu­nu be­lirt­miş­tik.

 

   9. Sa­tı­lan Be­lir­li Mal­da ve Ay­rıl­mış Sa­tış Be­de­lin­de Va­de                 Şart Koş­mak:

Sa­tı­cı ve alı­cı be­lir­li bir mal ve pe­şin bir fi­yat üze­rin­de an­laş­mış­lar­sa, ön­ce sa­tış be­de­li­nin tes­lim edil­me­si, bun­dan son­ra da sa­tı­lan ma­lın alı­cı­ya tes­li­mi ge­re­kir. Çün­kü sa­tı­lan mal be­lir­le­me ile be­lir­li ha­le ge­lir­ken, sa­tış be­de­li an­cak tes­lim­le be­lir­li ha­le ge­lir ve böy­le­ce iki be­del ara­sın­da denk­lik sağ­lan­mış olur. Ma­lın mal­la tram­pa­sın­da ve­ya iki fark­lı cins­ten pa­ra­nın bir­bi­riy­le mü­ba­de­le­sin­de ise be­del­le­rin bir­lik­te tes­li­mi ge­rek­li­dir.

İş­te alış-ve­riş ya­pı­lıp mal ay­rıl­dık­tan ve be­de­li olan pa­ra da be­lir­len­dik­ten son­ra, ay­rı­lan ma­lın ve sa­tış be­de­li­nin tes­li­mi­nin ge­ri bı­ra­kıl­ma­sı şart ko­şul­sa, böy­le bir sa­tım ak­di Hanefîlere gö­re fa­sit olur. Çün­kü pren­sip ola­rak tes­li­min sa­tış sı­ra­sın­da ya­pıl­ma­sı ge­re­kir. Sa­tış, be­del­li bir akit­tir. Ya­ni temlîke kar­şı­lık temlîk ve tes­li­me kar­şı­lık tes­lim mu­a­me­le­si­dir. Va­de ise der­hal tes­li­me en­gel olur ve ak­din ge­re­ği­ni de­ğiş­tir­miş bu­lu­nur. Bu yüz­den de ak­din fa­sit ol­ma­sı­na ne­den olur.

An­cak gü­nü­müz­de ki­mi za­man mal ha­zır ol­du­ğu hal­de bu­nun pa­ket­len­me­si, de­po­dan çı­ka­rıl­ma­sı, iş­lem­le­ri­nin ta­mam­lan­ma­sı, am­bar ve­ya ser­vis araç­la­rıy­la gön­de­ril­me­si bel­li bir sü­re­yi kap­sa­mak­ta, bü­yük sa­tış­lar­da ise bu mu­a­me­le­ler ba­zan gün­ler­ce uza­ya­bil­mek­te­dir. Bu du­rum alı­cı ba­kı­mın­dan da ko­lay­lık sağ­la­dı­ğı için, ma­lın stan­dart, ma­kul öl­çü­ler ve ma­kul sü­re için­de ken­di­si­ne ula­şa­ca­ğı­nı bil­mek­te­dir. Pa­ra­nın tes­li­mi için de ay­nı nor­mal ge­cik­me­ler ol­mak­ta­dır. Meselâ; bü­yük iş ya­pan es­naf ve tüc­car ya­nın­da yük­sek meb­lağ­lar ta­şı­mak ye­ri­ne pe­şin öde­me­le­ri­ni gün­lük çek ve­ya po­li­çe­ler­le yap­mak­ta­dır.

Bu­ra­da ka­na­a­tı­mız­ca önem­li olan nok­ta sa­tı­cı­nın müş­te­ri için ayır­dı­ğı ma­lı, bir baş­ka­sı­na sa­ta­rak, da­ha son­ra üre­te­ce­ği mal­dan ön­ce­ki müş­te­ri­ye ye­ni­den mal ayır­ma yo­lu­na git­me­me­si­dir. Çün­kü sa­tıl­mış ve ay­rıl­mış olan bu mal ar­tık onun ya­nın­da “ema­net” hü­küm­le­ri­ne ta­bi­dir. Bu­nu baş­ka­sı­na sat­ma yet­ki­si ol­ma­dı­ğı gi­bi, sat­tı­ğı tak­dir­de de ye­ni­si­ni te­min ede­me­me ve yü­küm­lü­lü­ğü­nü ye­ri­ne ge­ti­re­me­me ris­ki var­dır. Alı­cı­nın pe­şin öde­mek üze­re ayır­dı­ğı sa­tış be­de­li için de ay­nı şey söz ko­nu­su­dur. Elin­de bu­lu­nan sa­tış be­de­li­ni me­se­la on gün son­ra tes­lim et­me şar­tı­nı öne sür­me­sin­de, baş­ka borç­la­rı için bu pa­ra­yı kul­lan­ma dü­şün­ce­si var­sa bu da sa­tı­cı­nın aley­hi­ne olur. Çün­kü va­de­si gel­di­ğin­de ona olan bor­cu­nu öde­ye­me­me ris­ki var­dır.

Di­ğer yan­dan pa­ra pe­şin stan­dart mal ve­re­si­ye bir sa­tış tü­rü olan “se­lem” ak­din­de, ma­lın va­de­ye bağ­lan­ma­sı ca­iz­dir. Hat­ta Hanefîlere gö­re se­lem ak­di va­de­siz ola­rak ca­iz ol­maz. Yi­ne ve­re­si­ye sa­tış­ta zim­met bor­cu ola­rak be­lir­le­nen sa­tış be­de­li için be­lir­li va­de koy­mak ca­iz­dir. Çün­kü va­de ta­yi­ni zim­met borç­la­rı­na uy­gun dü­şer. Fa­kat be­lir­li ayn’la­ra va­de koy­mak uy­gun düş­mez. Çün­kü pa­ket­len­miş ve ar­tık ema­net hük­mün­de olan sa­tıl­mış bir ma­lın sa­tı­cı­nın elin­de bel­li bir sü­re bek­le­til­me­si­ne ih­ti­yaç yok­tur. Ak­si­ne bir an ön­ce bu­nun alı­cı­ya ulaş­tı­rıl­ma­sın­da ya­rar var­dır.

 

   10. Va­de­li Sat­tı­ğı Ma­lı Pe­şin Pa­ra ile Ge­ri Al­mak (Iy­ne Sa­tı­şı):

İslâm’da pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye ve­ya mal pe­şin pa­ra ve­re­si­ye sa­tış yap­mak ca­iz gö­rül­müş­tür. Bi­rin­ci­si se­lem ak­di adı­nı alır, bu­nun stan­dart (mislî) mal­lar­da, tes­lim ta­ri­hi be­lir­le­ne­rek ya­pı­la­bi­le­ce­ği sün­net­le sa­bit­tir. Mal pe­şin pa­ra ve­re­si­ye sa­tış­lar, va­de­li sa­tış adı­nı alır. Bu da Ki­tap ve Sün­net­le ca­iz gö­rül­müş­tür. Al­la­hü Teâlâ şöy­le bu­yu­rur: “Ey iman eden­ler! Ta­yin edil­miş bir vak­te ka­dar bir­bi­ri­niz­le borç­lan­dı­ğı­nız za­man onu ya­zın.” 302 Bu ayet ge­nel an­lam­da pe­şin ve va­de­li sa­tış­la­rı da kap­sa­mak­ta­dır. Ni­te­kim Rasûlullah (s.a) bir Ya­hu­di­den ve­re­si­ye yi­ye­cek sa­tın al­mış ve de­mir­den zır­hı­nı re­hin ola­rak bı­rak­mış­tır.

Di­ğer yan­dan ve­re­si­ye sa­tış­la­ra ki­mi za­man fi­nans­man te­min et­mek için baş­vu­rul­mak­ta­dır. Meselâ; bir ki­şi bir baş­ka­sı­na va­de­li bir sa­tış be­de­li kar­şı­lı­ğın­da bir mal sat­sa, son­ra ay­nı ma­lı on­dan pe­şin pa­ra­ya sa­tın al­sa, bu du­rum­da iki sa­tış ak­di ger­çek­leş­miş olur. Bir oto­mo­bi­li bir yıl va­de­li yet­miş mil­yo­na sa­tıp el­li mil­yo­na ge­ri al­mak gi­bi. Bu­nu alı­cı ba­kı­mın­dan dü­şü­nür­sek, yet­miş mil­yo­na bir yıl va­dey­le sa­tın al­dı­ğı oto­mo­bi­li pe­şin ola­rak ay­nı ki­şi­ye el­li mil­yo­na sat­mış olur ve böy­le­ce bir yıl sü­rey­le kul­la­na­bi­le­ce­ği el­li mil­yon li­ra fi­nans­man sağ­lan­mış bu­lu­nur. Va­de­li ola­rak al­dı­ğı bu ara­cı, üçün­cü bir kim­se­ye pe­şin pa­ray­la sat­ma­sı müm­kün­dür. Bü­tün bu du­rum­lar­da her iki sa­tım ak­di de rü­kün ve şart­la­rı tam ol­du­ğu için dış gö­rü­nüş ba­kı­mın­dan ge­çer­li­dir. Bu tür sa­tış­la­ra Mâlikîler “büyûu’l-âcâl (va­de­li sa­tış­lar)”, ba­zı bil­gin­ler ise “be­yu’l-ıy­ne (ıy­ne sa­tı­şı)” adı­nı ve­rir­ler.

Ger­çek­te böy­le bir sa­tış, fa­iz­li kre­di­nin ya­sak ve çir­kin gö­rül­dü­ğü bir top­lum­da, fa­i­zi alış-ve­riş mu­a­me­le­si için­de giz­le­mek ama­cıy­la ya­pıl­mak­ta­dır. Baş­ka bir de­yim­le meşrû bir mu­a­me­le, meşrû ol­ma­yan bir ama­ca ulaş­mak için bir araç ola­rak kul­la­nıl­mış olur. Meselâ; bir ku­maş tüc­ca­rı ken­di­sin­den üç ay sü­rey­le on mil­yon li­ra ödünç pa­ra is­te­yen kim­se­ye, bir top ku­ma­şı üç ay va­de­li on iki mil­yo­na sa­tıp tes­lim et­tik­ten son­ra ay­nı ku­ma­şı on mil­yon pe­şin pa­ra ile ge­ri sa­tın al­sa “ıy­ne sa­tı­şı” ger­çek­leş­miş olur. Bu­ra­da pa­ra­ya ih­ti­ya­cı olan kim­se on mil­yo­nu al­mış, fa­kat üç ay son­ra­sı için, ve­re­si­ye ku­maş sa­tın al­ma iş­le­min­den do­ğan on iki mil­yo­nu borç­lan­mış bu­lu­nur. Bu­ra­da iki mil­yon faz­la­lı­ğın fa­i­ze ben­ze­di­ğin­de şüp­he yok­tur.303

Ebu Ha­ni­fe’ye gö­re, üçün­cü ki­şi­nin ara­ya gir­me­si ha­lin­de ıy­ne sa­tı­şı ca­iz olur. Şöy­le ki, meselâ; bir kim­se ku­maş tüc­ca­rın­dan on mil­yon ödünç pa­ra is­ter. Tüc­car pa­ra ye­ri­ne ona on mil­yon li­ra tu­ta­rın­da­ki bir top ku­ma­şı üç ay va­de ile 12 mil­yo­na sa­ta­rak tes­lim eder. Bu kim­se ku­ma­şı üçün­cü bir ki­şi­ye meselâ, on mil­yo­na sa­tıp tes­lim eder, üçün­cü ki­şi de ku­ma­şı ilk sa­tan tüc­ca­ra alış fi­ya­tı üze­rin­den ya­ni on mil­yon li­ra pe­şin pa­ra ile sa­tar. So­nun­da pa­ra­ya ih­ti­ya­cı olan kim­se bu üç­lü alış-ve­riş so­nu­cun­da on mil­yon na­kit pa­ra­yı al­mış ve üç ay son­ra­sı için on iki mil­yon li­ra­yı borç­lan­mış olur.

Iy­ne sa­tı­şı ile il­gi­li ola­rak Hz. Pey­gam­ber şöy­le bu­yur­muş­tur:“İn­san­lar di­nar ve dir­hem ko­nu­sun­da cim­ri­lik gös­te­rir, iy­ne sa­tı­şı yap­ma­ya da­lar, inek­le­rin ar­ka­sın­dan gi­der ve Al­lah yo­lun­da ci­ha­dı ter­ke­der­ler­se, Al­lah on­la­ra bir be­la in­di­rir ve ye­ni­den din­le­ri­ne dö­nün­ce­ye ka­dar bu be­la­yı üzer­le­rin­den kal­dır­maz.”304 Di­ğer yan­dan Zeyd İbn Er­kam (ö.66/689)’ın Hz. Âişe (ö.57/676)ile kıs­sa­sı da bu­nu des­tek­le­mek­te­dir. Ey­fa kı­zı el-Âliye de­di ki: “Zeyd b. Er­kam’dan ço­cu­ğu olan ca­ri­ye (üm­mü ve­led) ola­rak ben ve Zeyd’in eşi, Hz. Ai­şe’nin ya­nı­na gir­dik. el-Âliye de­di ki: “Ben Zeyd b. Er­kam adı­na bir kö­le­yi Atâ’ya se­kiz yüz dir­he­me sat­tım. Son­ra on­dan (pe­şin) al­tı yüz dir­he­me sa­tın al­dım.” Hz. Âişe de­di ki: Sat­tı­ğın da, al­dı­ğın da ne kö­tü ol­muş. Zeyd’e söy­le­yin. O, eğer tev­be et­mez­se Rasûlullah (s.a) ile bir­lik­te ka­tıl­dı­ğı sa­vaş­ta ka­zan­dı­ğı se­va­bı ka­çır­mış olur, me­ğer ki ak­di bo­za ve tev­be ede.” 305

Ebu Yu­suf’a gö­re ıy­ne sa­tı­şı ge­çer­li­dir. İmam Mu­ham­med, Şâfiî ve Dâvud ez-Zâhirî (ö.270/883)’ye gö­re ıy­ne sa­tı­şı mek­ruh ol­mak­la bir­lik­te ge­çer­li­dir. Çün­kü Şâfiîler yu­ka­rı­da­ki Zeyd b. Er­kam’la il­gi­li olan ha­dis için “sa­bit de­ğil­dir ay­rı­ca Zeyd’in bu ko­nu­da Hz. Ai­şe’ye kar­şı çık­tı­ğı da be­lir­len­miş­tir. Sa­ha­be ara­sın­da gö­rüş ay­rı­lı­ğı bu­lu­nun­ca bi­zim iz­le­ye­ce­ği­miz yol kı­yas­tır” de­miş­ler­dir. Di­ğer yan­dan böy­le bir sa­tış, dış gö­rü­nüş ba­kı­mın­dan rü­kün ve şart­la­rı tam olan bir akit­tir. Bu­ra­da giz­li olan ni­ye­te de iti­bar edil­mez. Ak­din bu yö­nü Al­lah’a ha­va­le edi­lir. An­cak İmam Mu­ham­med’in şöy­le de­di­ği nak­le­dil­miş­tir: “Bu sa­tım ak­di kal­bi­me dağ­lar gi­bi otur­muş­tur, fa­iz yi­yi­ci­le­rin uy­dur­du­ğu kö­tü bir adet­tir. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber bu çe­şit sa­tış ya­pan­la­rı yer­miş­tir.” 306

Ebu Ha­ni­fe’ye gö­re iy­ne sa­tı­şın­da sa­tı­cı ile alı­cı ara­sı­na üçün­cü bir ki­şi gir­mez­se sa­tım ak­di fâsit olur. An­cak ara­ya üçün­cü ki­şi gi­rer­se sa­tış ge­çer­li olur.307

Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re ise böy­le bir sa­tış bâtıldır. De­lil sed­du’z-zerâyi’ (kö­tü­lü­ğe gi­den yo­lu ka­pa­ma) pren­si­bi­dir. Hz. Âişe ile Zeyd b. Er­kam (r.a) kıs­sa­sı da bu­nu des­tek­le­mek­te­dir.

So­nuç ola­rak va­de­li sa­tı­lan bir ma­lın ye­ni­den sa­tı­cı­sı­na pe­şin ve ucuz şe­kil­de dön­me­si yap­ma­cık alış-ve­riş­le­rin için­de fa­i­zi giz­le­me­ye el­ve­riş­li bu­lun­mak­ta­dır. Çün­kü ay­ni ma­lı iki ki­şi­nin kar­şı­lık­lı ola­rak bir­bi­ri­ne ıy­ne yo­luy­la sat­ma­sın­da fa­iz şüp­he­si var­dır. Ni­te­kim Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu uy­gu­la­ma­sın­da XV. yüz­yıl­dan iti­ba­ren eko­no­mik ha­yat­ta önem­li bir yer tu­tan pa­ra va­kıf­la­rı­nın es­naf ve tüc­ca­ra fi­nans­man ola­rak kul­lan­dı­rıl­ma­sın­da da ıy­ne yön­te­min­den ya­rar­la­nıl­dı­ğı gö­rü­lür. Hat­ta ıy­ne­nin meşrû şek­li­ni bil­me­yen mü­te­vel­li­le­rin va­kıf mer­ke­zin­de bu­lun­dur­duk­la­rı ba­zı eş­ya­yı, iş­let­mek üze­re pa­ra is­te­yen­le­re va­de­li pa­ha­lı sa­tıp, o an­da da­ha ucuz fi­yat­la pe­şin ola­rak ge­ri al­dık­la­rı bi­lin­mek­te­dir.308 Hal­bu­ki na­kit pa­ra­nın vak­fe­di­le­ce­ği­ne ilk fet­va­yı ve­ren Ha­ne­fi müc­te­hi­di Zü­fer b. el-Hu­zeyl (ö.158/774) bu pa­ra­la­rın iş­le­til­me yön­te­mi­ni de şöy­le be­lir­le­miş­tir: “Bir kim­se dir­hem­le­ri, öl­çü ve­ya tar­tı ile sa­tı­lan mislî men­kul­le­ri vak­fet­se bu ca­iz olur. O’na de­nil­di ki; Bu na­sıl olur? De­di: Dir­hem­ler (na­kit pa­ra) mudârabe (emek-ser­ma­ye or­tak­lı­ğı) yo­luy­la ve­ri­lir, son­ra kârı (ribh) vak­fın ha­yır ci­he­ti­ne har­ca­nır. Mislî men­kul­ler ise ön­ce sa­tı­lır, sa­tış be­de­li dir­hem­ler­de­ki gi­bi mudârabe ve­ya bidâa (va­kıf pa­ra­yı meccânen ça­lış­tı­rıp ana­pa­ra­yı ve tüm kârı vak­fa ver­me yön­te­mi) ile ve­ri­lir. Mey­da­na ge­le­cek olan kâr, va­kıf ci­he­ti­ne sar­fe­di­lir.” 309

Iy­ne sa­tı­şın­da ger­çek­le­şen iki ve­ya üç mu­a­me­le her ne ka­dar şe­kil ba­kı­mın­dan ta­mam ol­sa bi­le, so­nuç­ta sa­tı­cı­nın ama­cı­nın, ve­re­si­ye pa­ha­lı ola­rak sat­tı­ğı ma­lı da­ha dü­şük pe­şin pa­ra ile ge­ri al­ma ol­du­ğun­da şüp­he yok­tur. Baş­ka bir de­yim­le alış-ve­riş için­de fa­iz giz­len­me­ye ça­lı­şıl­mak­ta­dır. Me­cel­le’de; “Akit­ler­de iti­bar laf­za de­ğil mânâyadır” 310  ku­ra­lı yer alır. Bir akit rü­kün ve şart­la­rı tam ol­sa bi­le, âhiretteki so­rum­lu­lu­ğun ni­yet, an­lam ve ak­din iç yü­zü­ne gö­re ola­ca­ğı­nı unut­ma­mak ge­re­kir. Bü­tün iba­det ve muâmelelerde ni­ye­tin öne­mi bü­yük­tür. Ni­ye­tin bun­la­rın ba­zı­sın­da farz, ba­zı­la­rın­da sün­net ve­ya müs­te­hap ol­ma­sı ame­lin fa­zi­le­ti­nin ni­yet­te­ki sa­mi­mi­ye­te gö­re be­lir­le­ne­ce­ği ger­çe­ği­ni de­ğiş­tir­mez. Ni­te­kim Hz. Pey­gam­ber (s.a) şöy­le bu­yur­muş­tur: “Amel­ler ni­yet­le­re gö­re­dir. Her bir ki­şi için ni­yet et­ti­ği şey var­dır...” 311

Gü­nü­müz­de va­de­li ola­rak sa­tın alı­nan ba­zı mal­lar, na­kit sı­kın­tı­sı yü­zün­den, sa­tın alın­dı­ğı fi­ya­tın al­tın­da bir be­del­le pe­şin ola­rak sa­tıl­mak­ta­dır. Böy­le bir alım-sa­tım ya­pan kim­se de fa­i­ze düş­müş olur mu? Bu­ra­da ucu­za sa­tı­lan mal, sa­tın alı­nan ki­şi­ye de­ğil, üçün­cü bir ki­şi­ye sa­tıl­dı­ğı için mu­a­me­le­de “ıy­ne sa­tı­şı” ni­te­li­ği yok­tur. Meselâ; bir kim­se be­de­li­ni al­tı ay son­ra ver­mek üze­re bir oto­mo­bi­li sek­sen mil­yon li­ra­ya sa­tın al­sa, an­cak pa­ra­ya olan ih­ti­ya­cı ne­de­niy­le bu­nu alt­mış mil­yon pe­şin pa­ra ile üçün­cü bir ki­şi­ye sat­sa bu müm­kün ve ca­iz­dir. An­cak bu­nu bir kre­di kay­na­ğı ola­rak kul­la­nıp, borç­la­rı­nı ya da öde­ye­me­di­ği çek­le­ri­ni bu yol­la ka­pat­ma­ya ça­lış­mak bu kim­se­yi kı­sa sü­re­de çık­ma­za sü­rük­ler. Çün­kü borç­la­rın va­de­le­ri gel­di­ğin­de, pe­şin sa­tış­lar­dan el­de et­ti­ği pa­ra­nın faz­la­sı­nı öde­mek zo­run­da ka­la­ca­ğı için bü­yü­yen far­kı ka­pat­ma­sı müm­kün ol­maz. Bu yüz­den yük­sek fi­yat­la va­de­li mal alıp, za­ra­rı­na pe­şin fi­yat­la sa­tış yo­lu­na gi­den­le­rin ço­ğu­nun bir sü­re son­ra if­las­la kar­şı­laş­tık­la­rı gö­rül­mek­te­dir. Böy­le bir sa­tış şek­li, un­sur­la­rı ba­kı­mın­dan tam gö­rün­se bi­le sü­rek­li ola­rak baş­vu­ru­la­cak bir yol de­ğil­dir. Bu­ra­da da za­ma­na bağ­lı ola­rak or­ta­ya çı­kan faz­la­lı­ğı kar­şı­la­ya­ma­mak ki­şi­yi sı­kın­tı­ya sok­mak­ta­dır. Ay­rı­ca ve­re­si­ye pa­ha­lı alı­nan ma­lı pe­şin ola­rak alış fi­ya­tı­nın al­tın­da bir fi­yat­la sa­tar­ken “hiç kârsız ve­ya za­ra­rı­na sa­tış” ya­pıl­dı­ğı­nı ilân et­mek de ya­nıl­tı­cı bir yol­dur. Çün­kü böy­le bir mal pe­şin fi­yat­la sa­tın alın­say­dı, yi­ne pe­şin fi­yat­la sa­tı­şın­da kâr ola­cak­tı. Kârın ol­ma­yı­şı, ve­re­si­ye yü­zün­den vu­ku bul­du­ğu için, bu kim­se­nin kârsız sa­tış id­di­a­sı da­ya­nak­sız kal­mak­ta­dır. Eğer za­ra­rına sa­tış ya­pıl­dı­ğı­nı ile­ri sü­rer­se, bu­nun ya­nın­da ma­lı va­de­li al­dı­ğı­nı da açık­la­ma­lı­dır. Böy­le­ce alı­cı­yı ya­nılt­ma­mış ve ona doğ­ru bil­gi ver­miş olur. An­cak ile­ri­de açık­la­ya­ca­ğı­mız gi­bi ser­best pa­zar­lık­la ya­pı­lan alış-ve­riş­te (musâvemeli sa­tış) sa­tı­cı alış fi­ya­tı­nı ve­ya ma­li­ye­ti ya da kâr ora­nı­nı alı­cı­ya açık­la­mak zo­run­da de­ğil­dir. An­cak açık­la­dı­ğı tak­dir­de de ver­di­ği bil­gi­le­rin doğ­ru ol­ma­sı, bu ko­nu­da alı­cı­yı ya­nılt­ma­ma­sı ve et­ki al­tın­da bı­rak­ma­ma­sı ge­re­kir.

 

   11. Bir Bü­tü­nün Par­ça­la­rı­nın Bu Bü­tün­den Ay­rıl­ma­dan                       Sa­tıl­ma­sı:

Baş­ka­sı­na bağ­lı olan ve bir bü­tü­nü oluş­tu­ran par­ça­lar, on­dan ay­rı­lıp ba­ğım­sız ha­le gel­me­dik­çe sa­tı­la­maz. Bir hay­van ke­sil­me­den ön­ce onun eti­ni, de­ri­si­ni, iç ya­ğı­nı, kuy­ruk ya­ğı­nı, ayak­la­rı­nı ve­ya ba­şı­nı ya da ci­ğer­le­ri­ni sat­mak gi­bi. Ha­ne­fi­le­re gö­re böy­le bir sa­tış ba­tıl­dır. Çün­kü bu, ol­ma­yan bir şe­yi sat­ma ni­te­li­ğin­de­dir. Etin et, de­ri­nin de­ri ola­bil­me­si için hay­va­nın ke­si­lip de­ri­si­nin yü­zül­me­si ge­re­kir.

Par­ça­la­ra ay­rıl­ma­sı bü­tü­ne za­rar ve­re­cek olan şey­den bir par­ça­yı sat­mak ise fa­sit­tir. Kul­la­nıl­mak­ta olan oto­mo­bi­lin bir par­ça­sı­nı sö­küp sat­mak, bi­rer kat el­bi­se ve­ya man­to­luk için ay­rıl­mış ku­maş­tan bir met­re­si­ni sat­mak ve­ya ça­tı­da­ki bir ki­ri­şi ya da du­var­da­ki bir ta­şı sat­mak bu ni­te­lik­te­dir. Çün­kü bu du­rum­da sa­tı­lan şey baş­ka­sı­na ta­bi­dir ve bu­nun tes­lim edi­le­bil­me­si bağ­lı ol­du­ğu bü­tü­ne za­rar ve­re­cek­tir. Meselâ; yu­ka­rı­da­ki ör­nek­ler­de, par­ça­sı sö­kü­len araç ça­lış­maz, ta­kım ku­maş bo­zul­muş, ça­tı­dan ki­riş sö­kü­lür­se ve­ya du­var­dan taş alı­nır­sa bi­na za­rar gör­müş olur. An­cak bu­na rağ­men böy­le bir sa­tı­şa ih­ti­yaç du­yan kim­se, bu şey­le­ri bü­tün­den ayı­rıp, alı­cı­ya tes­lim eder­se sa­tım ak­di ge­çer­li olur. Çün­kü bu­nun­la sa­tı­şı boz­ma ne­de­ni or­ta­dan kalk­mış bu­lu­nur.

An­cak par­ça­la­ra ayı­rıp sat­ma, bü­tü­ne za­rar ver­mi­yor­sa bun­la­rın alım-sa­tı­mın­da bir sa­kın­ca bu­lun­maz. Hur­da­ya çık­mış araç­la­rın sö­kü­lüp par­ça­la­rı­nın sa­tıl­ma­sı, es­ki bi­na­la­rın ve­ya istimlâk ne­de­niy­le yı­kı­lan ya­pı­la­rın en­kaz­cı­lar­ca sökü­le­rek ka­pı, pen­ce­re, tah­ta, ki­riş, la­va­bo vb. par­ça­la­rı­nın sa­tıl­ma­sı ca­iz­dir. Yi­ne kül­çe ha­lin­de­ki al­tın ve­ya gü­müş­ten yüz ve­ya iki yüz gram gi­bi bü­tün­den ay­rıl­ma­sı müm­kün olan par­ça­la­rın sa­tı­şın­da da bir sa­kın­ca yok­tur.

Gü­nü­müz ti­ca­ret mu­a­me­le­le­rin­de, özel­lik­le ku­maş ti­ca­re­tin­de top­la­rın so­nu­na ge­lin­di­ğin­de bu hü­küm­le­re ih­ti­yaç du­yul­mak­ta­dır. Meselâ; ge­nel ola­rak ta­kım el­bi­se­lik ve­ya man­to­luk ku­maş sa­tan kim­se, bir met­re ku­maş is­te­yen alı­cı ile fi­yat üze­rin­de an­laş­tık­tan son­ra, bu bir met­re­yi ver­di­ği tak­dir­de top­tan ar­tan ku­ma­şın bir kat el­bi­se­ye ve­ya man­to­ya ye­ter­li ol­ma­ya­ca­ğı­nı an­lar­sa sa­tı­şı fes­he­de­bi­lir. An­cak ken­di­si­ne za­rar ve­re­bi­le­ce­ği­ni bil­di­ği hal­de, sö­zün­de du­ra­rak ku­ma­şı tes­lim eder­se sa­tış sa­hih ha­le ge­lir. Ay­nı pren­sip, ta­kım ola­rak sa­tı­şı ya­pı­lan zi­net eş­ya­sı, mo­bil­ya, ta­kım ki­tap­lar, el­bi­se, ayak­ka­bı, mut­fak eş­ya­sı ve benzer­le­ri için de uy­gu­la­nır. Bü­tü­nün bo­zul­ma­sı ve­ya ta­kı­mın ek­si­le­rek ge­ri ka­la­nın yıl­lar­ca alı­cı bu­la­ma­ma­sı sa­tı­cı için za­rar­lı­dır. Böy­le bir par­ça­yı bi­le­rek ve­ya bil­me­ye­rek sa­tın alan kim­se için de ta­kı­mı ta­mam­la­ya­ma­ma yü­zün­den za­rar söz ko­nu­su­dur. İş­te sa­tı­cı ve­ya alı­cı­ya za­rar ve­re­bi­len bu gi­bi sa­tış­lar fa­sit sa­yı­la­rak ge­rek­ti­ğin­de ta­raf­la­ra sa­tı­şı boz­ma yet­ki­si ta­nın­mış­tır.312

 

   12. Mey­ve Ve­ya Ekin­le­rin Ha­sat­tan Ön­ce Sa­tıl­ma­sı:

Gü­nü­müz­de bir ta­kım mey­ve­le­rin çi­çe­ğin­de ve­ya da­ha ol­gun­laş­ma­dan da­lın­da iken, ağaç ba­şı­na ve­ya bah­çe­nin bü­tü­nü için bir sa­tış be­de­li be­lir­le­ne­rek sa­tıl­dı­ğı gö­rül­mek­te­dir. Ekin­le­rin de ba­şa­ğın­da iken sa­tı­şı söz ko­nu­su ola­bil­mek­te­dir. Bu­ra­da sa­tış­tan amaç mey­ve­nin ve­ya eki­nin ken­di­si ol­du­ğu için bun­lar­da mey­da­na gel­me­me ri­zi­ko­su “ga­rar’ı (al­dan­ma sa­tı­şı)” ak­la ge­tir­mek­te­dir.

Çift­çi­lik­le uğ­ra­şan­la­rın, ya da seb­ze ve mey­ve ti­ca­re­ti ya­pan­la­rın çok­ça kar­şı­laş­tı­ğı bu gi­bi, muâmeleleri aşa­ğı­da açık­la­ma­ğa ça­lı­şa­ca­ğız.

İslâm bil­gin­le­ri he­nüz mey­da­na gel­me­miş olan mey­ve­nin da­lın­da sa­tı­şı­nın ge­çer­li ol­ma­ya­ca­ğı üze­rin­de gö­rüş bir­li­ği için­de­dir. Çün­kü bu, mev­cut ol­ma­yan bir şe­yin (ma’dum) sa­tı­şı ve­ya bel­li bir ağa­cın bir kaç yıl­lık mey­ve­si­nin pe­şin pa­ra ile sa­tı­şı an­la­mı­na ge­lir. Bun­la­rın her iki­si de ha­dis­le ya­sak­lan­mış­tır. Hz. Pey­gam­ber (s.a) Hakîm b. Hizâm’a; “Sa­hip ol­ma­dı­ğın bir­şe­yi sat­ma”313 bu­yur­muş­tur. Yi­ne Al­lah el­çi­si Medîne’ye gel­dik­le­rin­de, ora­da mey­ve­ler için bir ve­ya iki yıl­lı­ğı­na se­lem (pa­ra pe­şin, ha­sat za­ma­nı el­de edi­le­cek tüm mey­ve­yi sa­tın al­ma) söz­leş­me­si yap­tık­la­rı­nı gör­dü. On­la­rın bu şe­kil­de mey­da­na ge­lip gel­me­ye­ce­ği bel­li ol­ma­yan bir şey üze­rin­de bir kaç yı­lı kap­sa­ya­bi­len sa­tı­şı­nı Hz. Pey­gam­ber (s.a) ya­sak­la­dı. Ha­dis­te; “Hz. Pey­gam­ber ağaç­la­rı yıl­lar bo­yu sat­ma­yı neh­yet­ti.” 314 buyurulur. Bu sa­tı­şın ya­sak­lan­ma ne­de­ni, sa­tı­şa ko­nu olan şe­yin akit sı­ra­sın­da mev­cut ol­ma­ma­sı ve da­ha son­ra da mey­da­na gel­me­me ri­zi­ko­su­nun bu­lun­ma­sı­dır. Bu du­rum ga­rar ha­li olup, Hz. Pey­gam­ber ga­rar’ı ya­sak­la­mış­tır. 315 Ga­rar; yu­ka­rı­da açık­la­dı­ğı­mız, gi­bi ne ol­du­ğu bel­li ol­ma­yan ve so­nu­cu be­lir­siz olan de­mek­tir. Çi­çe­ğin­de iken sa­tı­lan mey­ve­le­rin ve ba­şa­ğın­da ye­şil iken sa­tı­lan e­kin­le­rin ve­rim du­ru­mu­nun ne ola­ca­ğı­nı ön­ce­den be­lir­le­me­nin güç­lü­ğü açık­tır.

İslâm be­lir­siz, ni­te­lik­te­ki ve mik­tar­da­ki mey­ve­ler üze­rin­de se­lem yap­mak ye­ri­ne, ni­te­lik­le­ri be­lir­li olan stan­dart (mislî) şey­le­rin pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye (se­lem) söz­leş­me­si­ne ko­nu ola­bi­le­ce­ği pren­si­bi­ni be­nim­se­miş­tir. Rasûlullah (s.a) şöy­le bu­yur­muş­tur: “Kim pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye se­lem söz­leş­me­si ya­par­sa, bu­nu be­lir­li öl­çü­ye ve­ya be­lir­li bir tar­tı­ya gö­re ve be­lir­li sü­re ta­yin ede­rek yap­sın”316 Bu­nun­la sa­tı­cı ve alı­cı­nın al­dan­ma ris­ki kal­dı­rıl­mış bu­lu­nur.

Di­ğer yan­dan seb­ze, mey­ve ve ekin­le­rin ha­sat edil­dik­ten son­ra öl­çü, tar­tı ve­ya sa­yı ile ya­hut da tah­min üze­re top­tan sa­tı­şı­nın da ca­iz ol­du­ğu ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği var­dır.

Seb­ze, mey­ve ve­ya ekin­le­rin mey­da­na gel­dik­ten son­ra he­nüz da­lın­da ve­ya ba­şa­ğın­da iken sa­tış­la­rı­nın ca­iz olup ol­ma­dı­ğı ko­nu­sun­da gö­rüş ay­rı­lı­ğı var­dır. Hanefîlere gö­re da­lın­da ve­ya ba­şa­ğın­da sa­tı­lan bu mad­de­le­rin sa­tı­şı ko­nu­sun­da aşa­ğı­da­ki du­rum­lar söz ko­nu­su ola­bi­lir:

 

   a) Ekin ve mey­ve­le­rin ol­gun­laş­ma­dan ön­ce sa­tıl­ma­sı:

Böy­le bir sa­tış iki tür­lü ola­bi­lir. Ol­gun­laş­ma­mış mey­ve ve ekin­ler ke­sim şar­tıy­la sa­tıl­mış­sa bu sa­tış ca­iz olur. An­cak sa­tı­cı özel bir sü­re ta­nı­ma­dık­ça, bun­la­rın der­hal ha­sat edil­me­si ge­re­kir. Eğer sa­tış, ke­sim şar­tı ko­nu­şul­mak­sı­zın mut­lak ola­rak ya­pıl­mış­sa Ebu Hanîfe’ye gö­re bu da ca­iz­dir. Çün­kü ba­zı mey­ve ve ekin­ler­den ol­gun­laş­ma­dan ön­ce ya­rar­lan­mak müm­kün­dür. Ye­şil erik, çağ­la, ta­ze so­ğa­nın in­san yi­ye­ce­ği, yon­ca­nın ve ye­şil ar­pa bit­ki­si­nin da­var yi­ye­ce­ği ola­rak sa­tı­şa ko­nul­ma­sı gi­bi.

Ço­ğun­lu­ğa gö­re ise ol­gun­laş­ma­mış ekin ve mey­ve­le­rin ol­gun­la­şın­ca­ya ka­dar bek­le­til­me­si şart ko­şul­ma­dık­ça sa­tış ca­iz ol­maz.

Ol­gun­laş­ma­mış ekin ve mey­ve­le­rin ol­gun­la­şın­ca­ya ka­dar bek­le­til­me­si şar­tıy­la ya­pı­la­cak sa­tış ise Hanefîlere gö­re fa­sit olur. Çün­kü böy­le bir şart, ak­din ge­rek­tir­me­di­ği bir şart ni­te­li­ğin­de ol­du­ğu gi­bi, di­ğer yan­dan alı­cı­ya tek yan­lı ya­rar sağ­la­yan bir özel­li­ğe de sa­hip­tir. Bu şart ak­de uy­gun ol­ma­dı­ğı gi­bi bu ko­nu­da in­san­lar ara­sın­da bir “teâmül” de yok­tur. Bu ne­den­le böy­le bir şart, sa­tı­şı fa­sit kı­lar. Meselâ; bir kim­se sa­tı­cı­nın tar­la­sın­da bir ay kal­mak şar­tıy­la buğ­day sa­tın al­sa ve­ya ağaç­la­rın üze­rin­de bir ay da­ha bek­le­til­mek üze­re bir şef­ta­li bah­çe­si­nin mey­ve­le­ri­ni pe­şin pa­ra ile top­tan sa­tın al­sa böy­le bir sa­tış fa­sit olur. Çün­kü bu mey­ve ve ekin­le­ri kö­kün­de bir sü­re bı­rak­mak, an­cak ağa­cı ve­ya ara­zi­yi âriyet ola­rak ver­mek­le müm­kün olur. Böy­le­ce ekin ve­ya mey­ve­le­ri bek­let­me şar­tı ile âriyet ver­me şar­tı­nı da koş­muş olur. Bu ise, bir akit için­de iki akit yap­mak an­la­mın­da olup, ha­dis­le ya­sak­lan­mış­tır. Di­ğer yan­dan ekin ve mey­ve­le­rin ol­gun­laş­ma­dan sa­tıl­ma­sı ne­de­niy­le sa­tış­ta ga­rar (al­dan­ma ris­ki) ha­li­nin bu­lun­du­ğu açık­tır. Bu du­ru­ma gö­re böy­le bir şa­tı­şın fa­sit ol­ma­sı­nın il­le­ti üç nok­ta­ya da­ya­nır. Bun­lar; ga­rar (al­dan­ma ris­ki), fa­sit şart ve bir akit için­de iki akit ya­pıl­mış ol­ma­sı­dır.

 

   b) Ekin ve mey­ve­le­rin ol­gun­laş­tık­tan son­ra sa­tıl­ma­sı:

Ol­gun­laş­mış ekin ve­ya mey­ve­le­rin ha­sat edil­me­den ba­şa­ğın­da ve­ya da­lın­da iken tah­min üze­re sa­tıl­ma­sı ca­iz­dir. Bu­ra­da ekin ve mey­ve­le­rin der­hal ke­sil­me şar­tı­nın ko­nu­şu­lup ko­nu­şul­ma­ma­sı hük­mü de­ğiş­tir­mez.

An­cak bu ürün­ler he­nüz bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­ma­dan, da­lı üs­tün­de bir sü­re bek­le­til­mek şar­tıy­la sa­tıl­mış olur­sa, sa­tış söz­leş­me­si fa­sit olur. Ebu Ha­ni­fe ve Ebu Yu­suf’a gö­re bu du­rum­da bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­mış ol­sa bi­le hü­küm de­ğişmez, ya­ni sa­tış fa­sit bu­lu­nur. Çün­kü ürü­nü bir sü­re da­ha kö­ke­nin­de bı­rak­mak şar­tıy­la sa­tış, alı­cı için tek yan­lı ya­rar sağ­lar, böy­le bir şar­tı akit ge­rek­tir­me­di­ği gi­bi bu ak­de uy­gun da düş­mez. Bu, bir ton buğ­da­yı, sa­tı­cı­nın de­po­sun­da bir ay sü­rey­le kal­ma­sı şar­tıy­la sa­tın al­mak gi­bi­dir. İmam Mu­ham­med’e gö­re “is­tih­san” pren­si­bi­ne uyu­la­rak bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­yan ürün­de böy­le bir sa­tış ca­iz­dir. Çün­kü bu ko­nu­da “in­san­la­rın teâmülü” var­dır. Bu­ra­da­ki örf, akid­de şart koş­mak­sı­zın, sa­tı­cı­nın alı­cı­ya “müsâmaha” gös­ter­me­si şek­lin­de oluş­muş­tur. Fetvâya esas olan gö­rüş de bu­dur.317

 

   c) Ol­gun­laş­tık­tan son­ra mey­ve­le­rin ağaç­ta bek­le­til­me­si:

Bir kim­se özel şart koş­mak­sı­zın ağa­cın­da iken sa­tın al­dı­ğı mey­ve­le­ri, ol­gun­laş­ma­sı için bir sü­re top­la­ma­sa şu du­rum­lar söz ko­nu­su olur:

Eğer mey­ve­le­rin bü­yü­me­si ta­mam­lan­mış, fa­kat ol­gun­laş­ma­sı için ağaç­ta bı­ra­kıl­mış olur­sa, bu bek­let­me sa­tı­cı­nın iz­niy­le ol­sun ve­ya onun iz­ni bu­lun­ma­sın alı­cı mey­ve­le­ri top­la­yın­ca ta­ma­mı­na mâlik olur. Çün­kü bu­ra­da mey­ve­ler­de bir ar­tış­tan çok, sa­rar­ma, kı­zar­ma, yu­mu­şa­ma gi­bi bir ni­te­lik de­ği­şik­li­ği söz ko­nu­su olur.

Ekin­le­rin ba­şa­ğın­da bek­let­me­den do­la­yı mey­da­na ge­le­cek nemâ ise, bu bek­let­me sa­tı­cı­nın iz­ni dı­şın­da ol­sa bi­le alı­cı­ya ca­iz (tîb) ka­zanç olur. Çün­kü bu ar­tış alı­cı­nın mül­kün­de mey­da­na gel­miş­tir, zi­ra eki­nin sap­la­rı da alı­cı­ya ait­tir.

Mey­ve­ler bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­ma­mış du­rum­da olur­sa, ağaç­ta bek­let­menin sa­tı­cı­nın iz­niy­le olup ol­ma­ma­sı önem ka­za­nır. Eğer sa­tı­cı­nın iz­ni var­sa, son­ra­dan mey­da­na ge­len faz­la­lık ona ca­iz ve helâl olur. Sa­tı­cı­nın iz­ni yok­sa, sa­tış ta­ri­hin­den son­ra­ki ar­tış yak­la­şık ola­rak be­lir­le­nip yok­sul­la­ra da­ğı­tı­lır. Çün­kü bu ar­tış sa­kın­ca­lı bir se­bep­le mey­da­na gel­miş­tir. Bu­nu mülk­ten te­miz­le­me­nin yo­lu da ba­ğış­la­ma­dır.318

 

   d) Sa­tı­lan­lar da­lın­da iken ye­ni mey­ve­le­rin çık­ma­sı:

Mey­ve­ler ağaç üze­rin­de iken sa­tıl­dık­tan son­ra, he­nüz ha­sat edil­me­den ye­ni mey­ve­ler mey­da­na gel­se, bun­lar sa­tı­cı­ya ait olur. Ba­zı in­cir çe­şi­din­de bu du­rum açık­ca gö­rü­lür. Sa­tı­lan mey­ve­le­rin ağaç­ta bek­le­til­me­sin­de sa­tı­cı­nın iz­ni­nin bu­lu­nup bu­lun­ma­ma­sı so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. Çün­kü son­ra­dan çı­kan mey­ve­ler sa­tı­cı­nın mül­kü­nün ar­tı­şı olup bun­lar ona ait ol­ma­lı­dır. An­cak ta­raf­lar ken­di ara­la­rın­da an­la­şa­rak, son­ra­dan çı­ka­cak mey­ve­le­rin alı­cı­ya ait ol­ma­sı­nı da ka­rar­laş­tı­ra­bi­lir­ler. Bu tak­dir­de faz­la­lık alı­cı­ya helâl olur. Böy­le bir an­laş­ma bu­lun­ma­yıp, son­ra­dan çı­ka­cak mey­ve­ler bah­çe­nin ha­sat için alı­cı­ya tes­li­min­den ön­ce­ye ait olur­sa, sa­tış ak­di bâtıl olur. Çün­kü bu­ra­da es­ki ve ye­ni mey­ve­le­ri bir­bi­rin­den ayır­mak müm­kün ola­ma­ya­ca­ğı için, sa­tı­cı­nın sa­tı­la­nı tes­li­me gü­cü yet­me­miş olur.

Son­ra­dan çı­kan mey­ve­ler bah­çe­nin alı­cı­ya tes­li­min­den son­ra mey­da­na gel­miş­se sa­tış bâtıl ol­maz. Çün­kü alı­cı­nın kab­zı ile sa­tış ta­mam­lan­mış bu­lu­nur. Bu du­rum­da son­ra­dan çı­kan mey­ve­ler mik­tar ola­rak tah­min üze­re be­lir­le­nip sa­tı­cı ile alı­cı ara­sın­da pay­la­şı­lır. Bu­ra­da sa­tı­cı ve alı­cı­ya ait iki mülk ay­rıl­maz bir bi­çim­de bir­bi­ri­ne ka­rış­tı­ğı için ilâve olan kı­sım ara­la­rın­da or­tak olur. Bu ko­nu­da an­laş­maz­lık ha­lin­de alı­cı­nın sö­zü esas alı­nır. Çün­kü mey­ve­ler onun elin­de bu­lun­mak­ta­dır.319

Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re eğer mey­ve­nin sağ­lık­lı bir bi­çim­de ol­gun­la­şa­ca­ğı or­ta­ya çı­kar­sa sa­tış mut­lak ola­rak ca­iz­dir. Bu du­rum­da ürü­nü der­hal ha­sat et­mek ve­ya ağaç üze­rin­de bı­rak­mak şar­tıy­la sat­mak ara­sın­da fark yok­tur. Eğer sa­tış, ol­gun­la­şıp ol­gun­laş­ma­ya­ca­ğı bel­li ol­maz­dan ön­ce ise ağaç­ta bı­rak­ma şart ko­şul­sun ve­ya ko­şul­ma­sın sa­tış icmâ ile sa­hih de­ğil­dir. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber; “Ol­gun­la­şıp ol­gun­laş­ma­ya­ca­ğı bel­li ol­ma­dık­ça mey­ve­le­rin sa­tı­şı­nı sa­ta­na da sa­tın ala­na da ya­sak­la­mış­tır.”320 Ya­sak­la­mak ise ya­sak­la­nan şe­yin fâsit ol­ma­sı­nı ge­rek­ti­rir.

Eğer sa­tış der­hal ha­sat şar­tıy­la ya­pı­lır­sa, yi­ne ic­ma ile ge­çer­li olur. Çün­kü da­lın­da iken mey­ve­le­rin sa­tı­şı­nın ya­sak­lan­ma­sı, aşı­rı sı­cak, so­ğuk, has­ta­lık gi­bi ne­den­ler­le ürü­nün te­lef ol­ma ris­ki­nin bu­lun­ma­sı yü­zün­den­dir. De­lil, Enes (r.a)’ten nak­le­di­len şu ha­dis­tir: “Hz. Pey­gam­ber (s.a) mey­ve or­ta­ya çık­ma­dık­ça bu­nun sa­tı­şı­nı ya­sak­la­dı. Enes’e; “Or­ta­ya çık­ma­sı ne de­mek­tir?” di­ye so­ru­lunca; “kı­zar­ma­sı ve sa­rar­ma­sı­dır” de­miş ve şu­nu ila­ve et­miş­tir: “Eğer Al­lah mey­ve­yi ver­me­ye­cek olur­sa siz­den her­han­gi bir kim­se kar­de­şi­nin ma­lı­nı ne­yin kar­şı­lı­ğın­da al­mış ola­cak­tır?” 321

So­nuç ola­rak mey­ve­le­rin da­ha çi­çe­ğin­de iken ve­ya bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­ma­dan, ol­gun­la­şıp ol­gun­laş­ma­ya­ca­ğı bel­li ol­mak­sı­zın bir sü­re da­lın­da bı­rak­mak şar­tıy­la sa­tı­şı ca­iz de­ğil­dir. An­cak erik, çağ­la gi­bi ol­gun­laş­ma­dan ön­ce de ya­rar­la­nı­la­bi­len şey­le­rin ise bu du­rum­da top­lan­ma­sı şar­tıy­la sa­tı­şı ca­iz ol­du­ğu gi­bi, tüm mey­ve­le­rin ol­gun­laş­tık­tan son­ra da­lın­da sa­tı­şı da ca­iz­dir. Ol­gun­laş­ma­dan ön­ce sa­tış ko­nu­sun­da ise gö­rüş ay­rı­lı­ğı var­dır. İbn Âbidin (ö.1252/1836) sa­tış­tan son­ra da­lın­da bı­rak­mak örf ha­li­ne gel­di­ği tak­dir­de, mey­ve­le­rin ol­gun­laş­ma­dan ön­ce de son­ra da da­lın­da top­tan sa­tı­şı­nın ca­iz ol­du­ğu gö­rü­şü­nü ter­cih et­miş­tir. Çün­kü fa­sit bir şart, top­lum­da örf ola­rak yay­gın­laş­tı­ğı za­man sa­hih ha­le ge­lir. Bu­na bağ­lı ola­rak sa­tım ak­di de is­tih­san pren­si­bi­ne gö­re ge­çer­li olur. 322

 

   e) Mey­ve­le­rin ol­gun­laş­ma­sı­nın be­lir­ti­le­ri:

Hanefîlere gö­re ol­gun­laş­ma­nın be­lir­ti­si; mey­ve­nin has­ta­lık­tan ve­ya bo­zul­mak­tan gü­ven­de ola­cak şe­kil­de bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­ma­sı­dır.323 Ol­gun­lu­ğun or­ta­ya çık­ma­sı her mey­ve tü­rü için ay­rı ay­rı de­ğer­len­di­ri­lir.

Ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re, hur­ma­da kı­zar­ma ve­ya sa­rar­ma; üzüm­de tat­lan­ma; yu­mu­şa­ma ve­ya sa­rar­ma ol­gun­laş­ma be­lir­ti­si­dir. Di­ğer mey­ve­ler­de su­yu­nun tat­lan­ma­sı, yu­mu­şa­ma­sı ve­ya ren­gi­nin sa­rar­ma­sı ol­gun­laş­ma­nın be­lir­ti­si sa­yı­lır. Ta­ne­li bit­ki­ler­de ol­gun­laş­ma ise ta­ne­le­rin dol­ma­sı ve güç­len­me­si­dir. 324

Mey­ve­ler­de ol­gun­laş­ma sa­yı­lan ba­zı ni­te­lik­le­ri Rasûlullah (s.a) şöy­le be­lir­le­miş­tir: “Hz. Pey­gam­ber, mey­ve­le­ri tat­la­nın­ca­ya ka­dar da­lın­da sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış­tır.” 325  Yi­ne ol­gun­laş­ma­dan ön­ce mey­ve­nin sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış ken­di­si­ne “ol­gun­laş­ma (zehv) ne­dir?” di­ye so­ru­lun­ca; “Mey­ve­nin kı­zar­ma­sı ve sa­rar­ma­sı­dır” di­ye ce­vap ver­miş­tir.326 Sa­rar­ma­dan ön­ce üzü­mün da­lın­da sa­tı­şı­nı da ya­sak­la­mış­tır.327

 

 

 

f) Peş­pe­şe ye­ti­şen seb­ze ve mey­ve­le­rin kö­kün­de sa­tıl­ma­sı:

İn­cir, muz, gül, ka­vun, kar­puz, sa­la­ta­lık, pat­lı­can, bi­ber, do­ma­tes, ka­bak gibi ba­zı seb­ze ve mey­ve­ler ilk ürün alın­dık­tan son­ra, ay­nı kök ve dal­lar­da ge­ri­den ge­len ürün ye­ni­den ye­ti­şir. Bu çe­şit ürün­le­rin da­lın­da sa­tı­şı top­lu­ca na­sıl ola­bi­lir? Hanefîler zâhir ri­va­yet­te, Şâfiî ve Hanbelîler bun­lar­dan ilk çı­ka­cak ürü­nü kö­kün­de top­tan sat­ma­nın ca­iz ol­du­ğu­nu söy­le­miş­ler­dir. An­cak ilk ürü­nü ve da­ha son­ra ye­ti­şe­cek olan­la­rı bir­lik­te sat­mak ca­iz de­ğil­dir. Çün­kü bu bi­li­ne­ni ve bi­lin­me­ye­ni bir­lik­te sat­mak de­mek­tir ki, bi­lin­me­ye­ni tes­li­me güç ye­ti­ri­le­mez.

An­cak Hanefîlerden ba­zı­la­rı in­san­la­rın bu gi­bi ürün­le­ri da­lın­da sa­tış yap­tık­la­rı­nı dik­ka­te ala­rak “örf” de­li­li­ne da­yan­mak su­re­tiy­le bu­nu ca­iz gör­müş­ler­dir. İbn Âbidin de bu gö­rü­şü ter­cih et­miş­tir.328 Me­cel­le’de bu gö­rüş ka­nun mad­de­si ha­li­ne ge­ti­ril­miş­tir. Mad­de şöy­le­dir: “Tek tek bir­bi­ri ar­dın­dan ye­ti­şen, ya­ni bir­den or­ta­ya çık­ma­yıp da azar azar mey­da­na ge­len, mey­ve çi­çek, yap­rak ve seb­ze­nin bir bö­lü­mü be­lir­miş ol­du­ğu hal­de on­la­ra bağ­lı ola­rak, on­lar­la bir­lik­te he­nüz be­lir­me­miş olan­la­rı­nı da­hi top­tan sat­mak sa­hih olur.”329

Mâlikîler, İbn Tey­mi­ye ve İb­nü’l-Kay­yim gi­bi bil­gin­ler de bu son gö­rü­şü ter­cih et­miş­ler­dir. Da­yan­dık­la­rı de­lil; be­de­lin­den bir bö­lü­mü­nün son­ra­dan çı­ka­cak ürü­ne kar­şı­lık ola­rak sa­tı­cı­ya ba­ğış­la­na­bi­le­ce­ği esa­sı­dır. İn­san­la­rın ör­fü de bu ko­nu­da baş­ka bir de­lil­dir. Ay­rı­ca olan­la ola­cak ola­nı ayır­mak güç­tür. Bu yüz­den son­ra­dan çı­ka­cak­lar ön­ce­ki­le­re tâbi sa­yı­lır.330

 

   g) Buğ­da­yın ba­şa­ğı için­de sa­tıl­ma­sı:

Hanefîlere gö­re buğ­da­yın ba­şa­ğın­da, bak­la­nın ka­bu­ğu için­de sa­tı­şı ca­iz­dir. Çün­kü ka­bu­ğu için­de bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­yan ürün­ler ar­tık ik­lim de­ği­şik­lik­le­rin­den ça­buk et­ki­len­mez ve se­ma­vi âfetlere kar­şı da­ha da­ya­nık­lı olur­lar. Bu yüz­den ya­rar­la­nı­la­cak du­rum­da ol­ma­yan ve he­nüz ol­gun­laş­ma­mış bu­lu­nan ekin ve ta­rım bit­ki­le­ri da­lın­da sa­tı­şa ko­nu ya­pı­la­maz­ken, ka­bu­ğu ve­ya ba­şa­ğı için­de ol­gun­la­şan­lar bun­dan is­tis­na edil­miş­tir. Ha­dis­te şöy­le bu­yu­rul­muş­tur: “Nebî (s.a) ol­gun­la­şın­ca­ya ka­dar hur­ma­nın, be­yaz­la­şın­ca­ya ve afet­ten gü­ven­de olun­ca­ya ka­dar ba­şa­ğın sa­tı­şı­nı ya­sak­la­dı. Ya­sak sa­tı­cı­yı da alı­cı­yı da kap­sar.”331

Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re ol­gun­la­şan buğ­da­yın ba­şa­ğı ile bir­lik­te sa­tı­şı ca­iz­dir. Yal­nız ba­şa­ğın için­de­ki buğ­day sa­tı­lır­sa, ni­te­li­ği ve çok­lu­ğu be­lir­siz ola­ca­ğı için böy­le bir sa­tış ca­iz ol­maz.

Şâfiîlerin da­ha sağ­lam gö­rü­şü­ne gö­re, buğ­day, mer­ci­mek, su­sam ve no­hut gi­bi ürün­le­rin ba­şa­ğın­da sa­tı­şı ge­çer­li de­ğil­dir. Çün­kü sa­tı­lan ürün ka­buk yü­zün­den açık­ta ol­ma­yıp giz­li­dir. Bu, dö­vü­lüp sa­ma­nı için­de bu­lu­nan buğ­da­yın sa­tı­şı­na kı­yas ya­pı­la­rak ga­rar­lı bir sa­tış sa­yı­lır.332

 

IX- BÂTIL VE FÂSİT SA­TI­ŞIN HÜ­KÜM­LE­Rİ

 

A) Bâtıl ve Fâsit Te­rim­le­ri:

İba­det­ler ko­nu­sun­da “fâsit” ve “bâtıl” te­rim­le­ri­nin eş an­lam­da kul­la­nıl­dı­ğı­nı yu­ka­rı­da be­lirt­miş­tik. Na­maz­da rükû gi­bi bir far­zın ter­ke­dil­me­si ha­lin­de na­ma­zın fa­sit ol­du­ğu­nu söy­le­mek­le bâtıl ol­du­ğu­nu söy­le­mek eş an­lam­lı­dır. Her iki­si de na­ma­zın bo­zul­du­ğu­nu ve ye­ni baş­tan kıl­mak ge­rek­ti­ği­ni ifa­de eder. Bu ko­nu­da mez­hep­ler ara­sın­da bir gö­rüş ay­rı­lı­ğı yok­tur.

An­cak alış-ve­riş, ki­ra, ev­len­me, bo­şan­ma gi­bi gün­lük muâmelelerde Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlerin or­tak gö­rü­şü­ne gö­re fâsitle bâtıl eş an­lam­lı­dır. Meselâ; sa­tış bâtıl ve­ya fâsit ol­du de­mek ay­nı an­la­ma ge­lir.

Ha­ne­fi­le­re gö­re ise muâmelelerde fâsit ve bâtıl fark­lı an­lam­lar­da kul­la­nı­lır. Fa­sit, bir ak­din bi­lin­mez­lik yö­nü­nün bu­lun­ma­sı gi­bi bir ne­den­le, ek­sik­lik­ten do­la­yı al­dı­ğı bir isim­dir. Bu ek­sik­li­ğin gi­de­ril­me­siy­le sa­tış sa­hih ha­le ge­le­bi­le­ce­ği gi­bi, sa­tı­lan şe­yin alı­cı­ya tes­li­mi ile mül­ki­yet ona ge­çer ve sa­tı­la­nın tü­ke­til­me­si, de­ği­şik­li­ğe uğ­ra­ma­sı, baş­ka­sı­na sa­tıl­ma­sı, ba­ğış­lan­ma­sı gi­bi ne­den­ler­le fe­sih ih­ti­ma­li­nin kal­ma­ma­sı ha­lin­de sa­tış ke­sin­le­şir. Bu du­rum­da alı­cı, ma­lın mislî mal­lar­dan ise mis­li­ni, kıyemî mal­lar­dan ise ra­yiç de­ğe­ri­ni borç­lan­mış olur.

Bir akit­te­ki ek­sik­lik ana un­sur­lar­da olur ve gi­de­ri­le­me­ye­cek öl­çü­de güç­lü bu­lu­nur­sa akit bâtıl olur. Kü­çük ço­cu­ğun ve­ya akıl has­ta­sı­nın yap­tı­ğı sa­tış ile; kan, do­muz eti ve şa­rap sa­tı­şı gi­bi İslâm’ın açık ola­rak ya­sak­la­dı­ğı sa­tış tür­le­ri bâtıl kap­sa­mı­na gi­rer.

Bâtıl sa­tış ak­di hiç bir hukûkî so­nuç mey­da­na ge­tir­mez. Meselâ; sa­tı­lan mal ve­ya pa­ra­nın mül­ki­ye­ti kar­şı ta­ra­fa geç­mez. Sa­tı­lan mal alı­cı­ya tes­lim edil­miş­se onun elin­de emânet hü­küm­le­ri­ne ta­bi olur. Ma­la ka­sıt­lı ola­rak za­rar ve­rir­se, mislî mal­lar­da mis­li ile, kıyemîlerde ise de­ğe­ri ile taz­min et­me­si ge­re­kir. Ka­sıt, ku­sur ve­ya ih­ma­li ol­mak­sı­zın mey­da­na ge­le­cek za­rar­lar­dan ise alı­cı so­rum­lu de­ğil­dir. Me­cel­le’nin 370. mad­de­sin­de şöy­le de­ni­lir: “Ba­tıl sa­tış as­la hü­küm ifa­de et­mez. Bu­na gö­re; bâtıl sa­tış­ta alı­cı sa­tı­cı­nın iz­niy­le, sa­tı­la­nı kab­ze­din­ce sa­tı­lan mal alı­cı ya­nın­da emânet sa­yı­lır. Bu yüz­den mal, ka­sıt­sız ola­rak te­lef ol­sa alı­cı­nın taz­min et­me­si ge­rek­mez.”

Fa­sit sa­tım ak­di ise, gi­de­ril­me­si ve­ya ta­mam­lan­ma­sı müm­kün olan bir ek­sik­lik­le ya­pı­lan bir sa­tış tü­rü ol­du­ğu için İslâm’da bu­na ba­zı so­nuç­lar bağ­lan­mış­tır. Bu yüz­den fa­sit sa­tış, sa­tı­la­nın mis­li ve­ya de­ğe­ri kar­şı­lı­ğın­da ya­pıl­mış sa­yı­lır. Bu­ra­da ta­raf­la­rın kar­şı­lık­lı rı­za ile be­lir­le­dik­le­ri sa­tış be­de­li­ne (musemmâ se­men) iti­bar edil­mez.

Meselâ; sa­tı­cı ve alı­cı on mil­yon li­ra üze­rin­de an­laş­mış ol­sa­lar, an­cak bi­lir­ki­şi ma­la se­kiz mil­yon li­ra de­ğer be­lir­le­se, alı­cı bu se­kiz mil­yo­nu öde­mek­le yü­küm­lü olur. Ki­mi za­man bu­nun ter­si de ola­bi­lir, ya­ni bi­lir­ki­şi­nin be­lir­le­ye­ce­ği de­ğer, kar­şı­lık­lı rı­za ile be­lir­le­nen­den yük­sek de bu­lu­na­bi­lir.

Sa­tı­lan mal­da kabz­la (tes­lim) alı­cı­nın mülk hak­kı do­ğar. Çün­kü sa­tış be­de­li­nin şa­rap gi­bi baş­ka din­ler­de de­ğer­li olan bir mal cin­sin­den be­lir­len­me­si, sa­tı­şa fa­sit bir şar­tın gir­me­si ve­ya sa­tış be­de­lin­de ya da va­de sü­re­sin­de be­lir­siz­lik bu­lun­ma­sı her ne ka­dar sa­tış­ta bir ek­sik­lik ise de, bu­ra­da ta­raf­la­rın ama­cı­nın sa­tış ol­du­ğun­da şüp­he yok­tur. Bu yüz­den sa­tış, ma­lın de­ğe­ri üze­rin­den mey­da­na gel­miş sa­yı­lır. Çün­kü de­ğer, alış-ve­riş­ler­de ger­çek kar­şı­lık­tır. Fâsit sa­tış­ta sa­tı­lan mal alı­cı­nın elin­de mislî (stan­dart) mal­lar­dan ise de­ğe­ri ile taz­mi­ne bağ­lı bu­lu­nur.

Sa­tış­ta­ki fe­sa­dın ke­sin­leş­me­me­si için kabz­dan ön­ce alı­cı­nın mal­da mül­ki­yet hak­kı sa­bit ol­maz. Çün­kü kabz­dan ön­ce mülk hak­kı ka­bul edi­lir­se, ma­lın da sa­tış be­de­li­nin de tes­li­mi ge­re­kir. Bu tak­dir­de fe­sat ger­çek­le­şir. Hal­bu­ki şer’an sa­tış ak­di bo­zu­la­rak bu fe­sa­dın kal­dı­rıl­ma­sı esas­tır. an­cak bu­na rağ­men ta­raf­lar sa­tı­şı ger­çek­leş­tir­miş olur­lar­sa bu­na aşa­ğı­da açık­la­ya­ca­ğı­mız hü­küm­ler ge­re­kir.333

Ço­ğun­luk fa­kih­le­re gö­re fâsit ile bâtıl eş an­lam­da kul­la­nıl­dı­ğı için bu gi­bi sa­tış­lar ge­çer­li ol­ma­yıp, mülk de ifa­de et­mez. Bun­lar­da alı­cı­nın ma­lı tes­lim al­ma­sı da so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. Meşrû ol­ma­yan bir yol­la mül­ki­yet hak­kı doğ­maz. Çün­kü fa­sit sa­tı­şın ya­sak­lan­ma­sı meşrû ol­ma­ma­yı ge­rek­ti­rir. Meşrû ol­ma­yan bir akit de şer’î bir hü­küm ifa­de et­mez.334

 

   B) Fâsit Sa­tış­ta Mül­ki­ye­tin Alı­cı­ya Geç­me­si­nin Şart­la­rı:

 

   1. Ma­lın alı­cı ta­ra­fın­dan kab­ze­dil­miş ol­ma­sı:

Kabz­dan ön­ce mül­ki­yet hak­kı sa­bit ol­maz. Çün­kü akit­te bu­lu­nan fe­sa­dı kal­dır­mak için sa­tı­şı fes­het­mek ge­re­kir. Sa­tı­lan ma­lın tes­lim edil­me­si ise bu fe­sa­dı ke­sin­leş­ti­rir.

 

   2. Kab­zın, sa­tı­cı­nın iz­ni ile ol­ma­sı:

Eğer alı­cı ma­lı, sa­tı­cı­dan izin­siz ola­rak kab­zet­miş olur­sa mülk sa­bit ol­maz. Meselâ; va­de be­lir­len­me­den ya­pı­lan ve­re­si­ye bir sa­tış­ta, sa­tı­cı ma­lın tes­li­mi­ne izin ver­me­miş olur ve alı­cı bu­na rağ­men ma­lı tes­lim alır­sa bu ma­la mâlik ola­maz.

 

   3. Kab­za do­lay­lı izin sa­yı­lan du­rum­lar:

Fâsit bir sa­tış­ta sa­tı­cı ma­lın tes­li­mi­ni ya­sak­la­ma­mış olur, fa­kat açık bir şe­kil­de izin de ver­me­miş bu­lu­nur­sa alı­cı akit mec­li­sin­de sa­tı­cı­nın önün­de ma­lı tes­lim alır­sa, Hanefîlerden meş­hur ri­va­yet­te mülk sa­bit ol­maz. İmam Mu­ham­med ak­si gö­rüş­te­dir. Ona gö­re böy­le bir du­rum­da sa­tı­cı­nın sus­ma­sı do­lay­lı izin sa­yı­lır. Ni­te­kim ken­di­si­ne bir mal ba­ğış­la­nan kim­se ba­ğış­la­ya­nın gö­zü önün­de ma­lı tes­lim al­sa, eğer ba­ğış­la­yan en­gel­le­me­miş­se bu kabz ge­çer­li olur. Çün­kü sa­tı­şın kap­sa­mın­da do­lay­lı yol­dan ma­lı tes­li­me yet­ki ver­me de var­dır. el-Mergînânî (ö.593/1197) fa­sit sa­tım ak­din­de ma­lın akit mec­li­sin­de kab­zı gi­bi sa­tı­cı­nın do­lay­lı iz­ni­nin de is­tih­san pren­si­bi­ne gö­re ye­ter­li ola­ca­ğı­nı ve sağ­lam gö­rü­şün bu ol­du­ğu­nu be­lirt­miş­tir.335  An­cak fa­sit sa­tış­ta kabz için sa­tı­cı­nın do­lay­lı iz­ni­nin ye­ter­li ol­ma­dı­ğı­nı, bu­nun ba­ğış ko­nu­su­na kı­yas ya­pıl­ma­sı­nın doğ­ru bu­lun­ma­dı­ğı­nı, çün­kü ba­ğış­ta kab­za en­gel şer’î bir du­ru­mun söz ko­nu­su ol­ma­dı­ğı­nı söy­le­yen­ler de ol­muş­tur.336

 

   C) Fâsit Bir Yol­la Sa­tın Alı­nan Şey­de Ta­sar­ruf:

Fâsit sa­tım ak­di­nin ta­raf­lar­ca fes­he­dil­me­si ve­ya ek­sik­li­ğin gi­de­ri­le­rek ge­çer­li ha­le ge­ti­ril­me­si ge­re­kir. An­cak bu ya­pıl­ma­yıp da alı­cı sa­tı­cı­nın iz­ni ile ma­lı tes­lim al­mış olur­sa, ar­tık bu mal üze­rin­de­ki sa­tış, ba­ğış, sa­da­ka, ki­ra ve re­hin gibi ta­sar­ruf­la­rı ge­çer­li olur. Çün­kü bu ta­sar­ruf­lar ha­ram­dan ya­rar­lan­ma hak­kı­nı so­na er­di­rir. Bu­nun­la bir­lik­te Hanefîlere gö­re böy­le ta­sar­ruf­lar mek­ruh­tur. Çün­kü İslâm’ın hak­kı olan fes­he en­gel ol­muş bu­lu­nur.

An­cak fa­sit yol­la sa­tın alı­nan mal­da an­laş­maz­lık gi­de­ri­lin­ce­ye ka­dar alı­cı için ye­me, iç­me, giy­me, bin­me, nak­li­ye ve otur­ma gi­bi biz­zat ya­rar­lan­ma mü­bah ol­maz. Çün­kü fa­sit sa­tış­la sa­bit olan mülk habîs (te­miz ol­ma­yan) bir mülk­tür. Habîs mülk ise mut­lak ola­rak ya­rar­lan­ma hak­kı­nı ifa­de et­mez. Hanefîlerde sağ­lam olan gö­rüş bu­dur.337

 

   D) Fâsit Sa­tış­ta Fe­sih Hak­kı­nı Dü­şü­ren Du­rum­lar:

Fâsit sa­tış­ta alı­cı için sa­bit olan mül­ki­yet hak­kı bağ­la­yı­cı ol­ma­yan bir mülk­tür. Bu yüz­den ta­raf­lar­dan her­bi­ri için kabz­dan ön­ce, di­ğe­ri­nin rı­za­sı ol­mak­sı­zın sa­tı­şı fe­sih hak­kı var­dır. Bu­ra­da fe­sa­dın çe­şi­di so­nu­cu de­ğiş­tir­mez. An­cak kabz­dan son­ra yal­nız sa­tış be­de­li ile il­gi­li olan fe­sat ta­raf­la­ra fe­sih hak­kı ve­rir. Sa­tış be­de­li­nin şa­rap ve­ya do­muz eti ola­rak be­lir­len­me­si gi­bi.

Sa­tı­şın fa­sit ol­ma­sı ta­raf­lar­dan bi­ri­si­ne ek ya­rar sağ­la­mak ve­ya ve­re­si­ye sa­tış­ta va­de­yi be­lir­le­me­mek gi­bi sa­tış be­de­li dı­şın­da bir se­be­be da­ya­nı­yor­sa Ebu Ha­ni­fe ve Ebu Yu­suf’a gö­re kabz­dan son­ra sa­tı­cı ve alı­cı­dan her­bi­ri için fe­sih hak­kı bu­lu­nur. Çün­kü sa­tış te­mel­de bağ­la­yı­cı de­ğil­dir. İmam Mu­ham­med’e gö­re, yal­nız le­hi­ne ek ya­rar­lan­ma şart ko­şu­lan ta­ra­fın fe­sih hak­kı bu­lu­nur. Çün­kü o, sa­tı­şı fa­sit kı­lan ne­de­ni or­ta­dan kal­dı­ra­rak sa­tı­şı dü­zelt­me gü­cü­ne sa­hip­tir.338

Eğer alı­cı, sa­tış, ba­ğış gi­bi her yön­den mül­ki­yet hak­kı­nı or­ta­dan kal­dı­ran bir ta­sar­ruf­ta bu­lun­muş­sa, ar­tık fa­sit sa­tış fes­he­di­le­mez. Bu du­rum­da alı­cı­nın ma­lın de­ğe­ri­ni ve­ya mis­li­ni öde­me­si ge­re­kir. Çün­kü onun bu­ra­da­ki sa­tış ve­ya ba­ğış ta­sar­ru­fu yü­rür­lük ka­za­nır.

Alı­cı­nın mal üze­rin­de­ki ta­sar­ru­fu ki­ra ak­di gi­bi fes­he el­ve­riş­li olan bir akit­se, bu du­rum­da fâsit sa­tı­şı fes­het­mek müm­kün olur. Meselâ; bir kim­se bir gay­ri men­ku­lü va­de be­lir­le­mek­si­zin ve­re­si­ye sa­tın al­sa ve ki­ra­ya ver­se, sa­tı­cı ile alı­cı ara­sın­da va­de ko­nu­sun­da an­laş­maz­lık çı­kar­sa bu gay­ri men­ku­lün ön­ce­ki mâliki (sa­tı­cı) ön­ce ki­ra söz­leş­me­si­ni fes­he­der, da­ha son­ra fe­sat ne­de­niy­le sa­tı­şı feshe­der. Çün­kü her ne ka­dar ki­ra söz­leş­me­si bağ­la­yı­cı bir akit ise de,  bu  ba­zı özür­ler ne­de­niy­le fes­he­di­le­bi­lir. As­lın­da fe­sa­dı or­ta­dan kal­dır­mak­tan da­ha güç­lü bir özür ola­maz.

Fâsit sa­tış­ta, sa­tı­cı ve alı­cı­nın sa­hip ol­du­ğu fe­sih hak­kı mi­ras yo­luy­la ge­çer. Meselâ; bir kim­se ol­gun­laş­ma­mış mey­ve­le­ri bir ay da­ha da­lın­da kal­mak şar­tıy­la top­tan sat­sa, üç gün son­ra da ve­fat et­se, bah­çe sa­hi­bi­nin mi­ras­çı­la­rı bu sa­tı­şı boz­ma hak­kı­na sa­hip ol­du­ğu gi­bi, sa­tın alan ölür­se onun mi­ras­çı­la­rı da ay­nı hak­ka sa­hip olur­lar. Çün­kü mi­ras­çı fe­sih hak­kı ko­nu­sun­da mi­ras bı­ra­ka­nın ye­ri­ne ge­çer.

Fâsit sa­tış­la alı­nan bir mal alı­cı­nın elin­de te­lef ol­sa ve­ya alı­cı bu­nu ken­di­si te­lef et­se ar­tık fe­sih hak­kı kul­la­nı­la­maz.

Yi­ne sa­tı­lan şey bir ev olup ta­mir olun­mak ve­ya ar­sa olup  üze­ri­ne ağaç di­kil­mek gi­bi bir yol­la alı­cı ta­ra­fın­dan ma­la bir şey ila­ve edil­se ya­hut sa­tı­lan şey buğ­day olup da öğü­tü­le­rek un ha­li­ne ge­ti­ril­mek su­re­tiy­le adı de­ğiş­se ar­tık fe­sih hak­kı kal­maz.

Fa­sit bir sa­tış fesh olu­nun­ca eğer sa­tı­cı, sa­tış be­de­li­ni kab­zet­miş ise onu alı­cı­ya ge­ri ve­rin­ce­ye ka­dar, alı­cı­nın ma­lı hap­set­me­ğe hak­kı var­dır.

Yu­ka­rı­da­ki bü­tün du­rum­lar­da sa­tı­cı ve­ya fa­sit bir sa­tı­şı fes­het­ti­ği tak­dir­de sa­tı­lan mal eğer mev­cut­sa ay­nen ge­ri ve­ri­lir. Eğer te­lef edil­miş ve­ya ge­ri alı­na­ma­ya­cak şe­kil­de baş­ka­sı­na tem­lik edil­miş ya da ge­ri ver­me­ye en­gel bir ilâve ya­pıl­mış­sa, alı­cı­nın, mal stan­dart mal­lar­dan ise mis­li­ni, kıyemî mal­lar­dan­sa kabz gü­nün­de­ki de­ğe­ri­ni sa­tı­cı­ya taz­min et­me­si ge­re­kir.339

 

X- İSLÂM’DA YA­SAK OLAN

SA­TIŞ­LA­RA TOP­LU BA­KIŞ

 

İslâm fert ve­ya top­lum için za­rar­lı olan, bün­ye­sin­de be­lir­siz­lik, al­dat­ma, hi­le, tek yan­lı ya­rar ve hak­sız ka­zanç gi­bi ni­te­lik­le­ri ta­şı­yan sa­tış tür­le­ri­ni ya­sak­la­mış­tır. Ço­ğun­luk müc­te­hit­ler ya­sak­lan­mış sa­tış tür­le­ri için “bâtıl” ve­ya “fâsit” te­ri­mi­ni eş an­lam­da kul­la­nır­ken Hanefîler te­mel­de ge­çer­siz olan sa­tı­şa “bâtıl”, ta­mam­lan­ma­sı müm­kün olan bir ek­sik­lik­ten do­la­yı bo­zuk olan sa­tı­şa ise “fâsit” te­ri­mi­ni kul­lan­mış­lar­dır. Bu­na gö­re meselâ; şa­rap sa­tı­şı bâtıl olur­ken, va­de be­lir­len­me­den ya­pı­lan sa­tış ak­di “fâsit” adı­nı alır. Bâtıl sa­tış ge­çer­siz olup her­han­gi bir so­nuç do­ğur­maz. Fâsit sa­tış ise ek­sik­lik gi­de­ri­le­rek ge­çer­li ha­le ge­ti­ri­le­bi­le­ce­ği gi­bi sa­tı­la­nın alı­cı­ya tes­li­mi, onun bu mal­da dö­nü­le­me­yen ta­sar­ruf­lar­da bu­lun­ma­sı ve­ya tü­ket­me­si gi­bi hal­ler­de sa­tış ke­sin­le­şir ve alı­cı bu ma­lın mis­li­ni ya da kabz gü­nün­de­ki de­ğe­ri­ni öde­me­yi üst­len­miş olur.

Ya­sak­la­ma ta­raf­la­rın eh­li­ye­tin­de, kul­la­nı­lan ifa­de­ler­de ve­ya sa­tış ko­nu­sun­da­ki bir ek­sik­lik­ten do­ğa­bi­le­ce­ği gi­bi, sa­tış­la il­gi­li bir ni­te­li­ğin, fa­sit bir şar­tın ve­ya şer’î bir ya­sa­ğın bu­lun­ma­sın­dan do­la­yı da or­ta­ya çık­mış ola­bi­lir. Aşa­ğı­da İslâm’a gö­re ha­ram ve­ya mek­ruh de­re­ce­sin­de ya­sak kap­sa­mı­na gi­ren alış-ve­riş çe­şit­le­ri­ni top­lu bir şe­kil­de ver­me­ye ça­lı­şa­ca­ğız.

 

   Ya­sak­lan­mış Bu­lu­nan Baş­lı­ca Sa­tış Tür­le­ri Şun­lar­dır:

 

   1. Akıl Has­ta­sı­nın Alış-Ve­ri­şi:

Akıl has­ta­sı­nın ya­pa­ca­ğı alış-ve­ri­şin ge­çer­li ol­ma­dı­ğı ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği var­dır. Çün­kü akıl ve tem­yiz gü­cü arı­za­la­nın­ca eda eh­li­ye­ti or­ta­dan kal­kar. Sar­hoş, bay­gın ve­ya uyuş­tu­ru­cu ala­rak tem­yiz gü­cü­nü kay­bet­miş olan kim­se­ler de bu ni­te­lik­te­dir.

An­cak Hanefîlere, bir kı­sım Şâfiîlere ve Mâlikîlerin ço­ğu­na gö­re ha­ram yol­la, ken­di is­te­ği ile sar­hoş ola­nın alış-ve­riş, bo­şa­ma gi­bi ta­sar­ruf­la­rı ge­çer­li sa­yıl­mış­tır. Hanbelîler ak­si gö­rüş­te­dir.

 

   2. Kü­çük Ço­cu­ğun Alış-Ve­ri­şi:

Tem­yiz gü­cü­ne sa­hip ol­ma­yan kü­çük ço­cuk­la­rın çok ba­sit şey­ler dı­şın­da alış-ve­riş­le­ri­nin ge­çer­li ol­ma­dı­ğı ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği var­dır. Tem­yiz gü­cü­ne sa­hip olan ço­cuk­la­rın er­gin­lik ça­ğı­na ka­dar ya­pa­cak­la­rı alış-ve­riş ise Hanefî, Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re ve­li­le­ri­nin iz­ni­ne ve­ya icâzetine bağ­lı ola­rak ge­çer­li­dir. Ve­li izin ve­rir­se sa­tış yü­rür­lük ka­za­nır. Çün­kü kü­çük­le­rin de­nen­me­si, tec­rü­be ka­za­nıp ye­tiş­me­le­ri an­cak bu şe­kil­de müm­kün olur. Ni­te­kim Kur’an-ı Ke­rim’de şöy­le bu­yu­rul­muş­tur: “Ev­len­me ça­ğı­na ge­lin­ce­ye ka­dar ye­tim­le­ri de­ne­yin. Eğer rüş­de er­dik­le­ri­ni açık­ça gö­rür­se­niz mal­la­rı­nı ken­di­le­ri­ne ve­rin. Bü­yü­ye­cek­ler de mal­la­rı­na sa­hip ola­cak­lar en­di­şe­siy­le on­la­rın mal­la­rı­nı is­raf ede­rek, tez el­den ye­me­yin.”340 Mü­mey­yiz kü­çük­lük dev­re­si yak­la­şık ye­di yaş­la er­gin­lik ça­ğı ara­sın­da­ki dev­re­yi kap­sar.341

Di­ğer yan­dan mü­mey­yiz kü­çü­ğün ba­ğı­şı ka­bu­lü gi­bi ta­ma­men le­hi­ne olan ta­sar­ruf­la­rı ve­li­si­nin iz­ni­ne ge­rek ol­mak­sı­zın ge­çer­li ol­du­ğu gi­bi ödünç ver­me, bor­ca kefâlet gi­bi ta­ma­men za­ra­rı­na olan ta­sar­ruf­lar ve­li­nin iz­ni ol­sa bi­le yü­rür­lük ka­zan­maz.

Şâfiîlere gö­re ise er­gin­lik ça­ğı­na gel­me­yen ço­cuk­la­rın sa­tı­şı ge­çer­li de­ğil­dir. Çün­kü o eh­li­yet­siz­dir.

 

   3. Zor­la­nan Kim­se­nin (Mük­reh) Alış-Ve­ri­şi:

Bir kim­se zor­la­ma so­nu­cu bir ma­lı­nı sat­mak zo­run­da kal­sa Hanefîlere gö­re yet­ki­siz tem­sil­ci (fuzûlî) de ol­du­ğu gi­bi muâmele as­kı­da ka­lır. Yü­rür­lük ka­zanmaz. Eğer zor­la­nan ki­şi zor­la­ma kalk­tık­tan son­ra sa­tı­şa ica­zet ve­rir­se yü­rür­lük ka­za­nır. Ha­dis­te zor­la­ma­nın so­rum­lu­lu­ğu kal­dır­dı­ğı be­lir­ti­lir: “Şüp­he­siz Al­lah, üm­me­tim­den ya­nıl­ma­yı, unut­ma­yı ve zor­lan­dık­la­rı şe­yin hük­mü­nü kal­dır­mış­tır.”342

Mâlikîlere gö­re zor­la­na­nın sa­tı­şı bağ­la­yı­cı de­ğil­dir. Onun için sa­tı­şı fe­sih ve­ya de­vam et­tir­me ara­sın­da ter­cih yap­ma hak­kı var­dır. Hanbelîlere gö­re ise, sa­tı­şın ya­pıl­ma­sı sı­ra­sın­da rı­za bu­lun­ma­dı­ğı için böy­le bir sa­tış ge­çer­li de­ğil­dir.

 

   4. Yet­ki­siz Tem­sil­ci­nin (Fuzûlî) Alış-Ve­ri­şi:

Hanefî ve Mâlikîlere gö­re yet­ki­siz tem­sil­ci­nin sa­tı­şı, ger­çek mal sa­hi­bi­nin ica­ze­ti­ne bağ­lı ola­rak ge­çer­li­dir. Çün­kü son­ra­dan ve­ri­len ica­zet, ön­ce­den ve­ri­len izin gi­bi­dir. Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re ise böy­le bir sa­tış pren­sip ola­rak ge­çer­li ol­maz. Çün­kü bir kim­se­nin ma­lik ol­ma­dı­ğı şe­yi sat­ma­sı ya­sak­lan­mış­tır. Ya­sak ise ya­sak­la­nan ak­din fa­sit ol­ma­sı­nı ge­rek­ti­rir.

 

   5. A’mâya Ya­pı­la­cak Sa­tış:

Ço­ğun­lu­ğa gö­re sa­tı­lan ma­lın ni­te­lik­le­ri be­lir­ti­le­rek amâya ya­pı­la­cak sa­tış ge­çer­li­dir. Çün­kü onun sa­tı­şa rı­za­sı var­dır. Şâfiîlere gö­re, ma­lın iyi­si­ni ve kö­tü­sü­nü ayır­det­me­ye gü­cü yet­me­ye­ce­ği için ona ya­pı­la­cak sa­tış ge­çer­li ol­maz. Çün­kü onun hak­kın­da akit ko­nu­su mec­hul sa­yı­lır.

 

   6. Kı­sıt­lı­nın (Mah­cur) Alış-Ve­ri­şi:

Se­fih­lik, iflâs ve­ya has­ta­lık ne­de­niy­le kı­sıt­lı bu­lu­nan kim­se­nin alış-ve­ri­şi Hanefî, Mâlikî ve Hanbelîlerin ter­cih edi­len gö­rü­şü­ne gö­re onu tem­sil eden ve­li­nin ica­ze­ti­ne bağ­lı ola­rak ge­çer­li­dir. Şafiîlere gö­re ise eh­li­ye­ti­nin bu­lun­ma­ma­sı ve sö­zü­ne iti­bar edil­me­me­si ne­de­niy­le onun sa­tı­şı ge­çer­li ol­maz.

Hanefî ve Mâlikîlere gö­re iflâs yü­zün­den kı­sıt­lı olan kim­se­nin sa­tı­şı ala­cak­lı­la­rın ica­ze­ti­ne bağ­lı ola­rak ge­çer­li­dir. Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re ise böy­le bir sa­tış ge­çer­siz­dir. Müteahhirûn (son­ra­dan ge­len) Hanefî fa­kih­le­ri bor­cu ser­ve­ti­ni aş­mış olan kim­se­le­rin kı­sıt­lı ol­ma­sa­lar bi­le, ala­cak­lı­lar ra­zı ol­ma­dık­ça ba­ğış ve va­kıf gi­bi ta­sar­ruf­la­rı­nın yü­rür­lük ka­za­na­ma­ya­ca­ğı­ı­na fet­va ver­miş­ler­dir.

Ölüm has­ta­sı­nın teberrûları ise Mâlikîler dı­şın­da ço­ğun­lu­ğa gö­re, mal var­lı­ğı­nın üç­te bir sı­nır­la­rı için­de ge­çer­li­dir. Üç­te bi­ri aşan kıs­mı mi­ras­çı­la­rın ica­ze­ti­ne bağ­lı­dır. Mâlikîlere gö­re onun ta­şı­na­bi­lir mal­lar­da üç­te bir mik­ta­rın­da­ki ba­ğı­şı da yü­rür­lük ka­zan­maz. Ev, ara­zi, ağaç gi­bi de­ği­şik­li­ğe uğ­ra­ma­sın­dan kor­kul­ma­yan ta­şın­maz­lar­da ise bu ba­ğış ge­çer­li olur ve yü­rür­lük ka­za­nır.

 

   7. Hak­sız­lı­ğa Uğ­ra­ma Kor­ku­su (Tel­cie) Yü­zün­den Sa­tış:

Zu­lüm ve hak­sız­lı­ğa uğ­ra­yıp mal­la­rı­nı kay­bet­mek­ten kor­kan kim­se­nin ya­pa­ca­ğı sa­tış Hanefîlere gö­re “fa­sit”, Hanbelîlere gö­re “ba­tıl”dır. Gü­nü­müz­de ba­zı şe­hir imar plan­la­rın­da gös­ter­me­lik ye­şil alan­lar ilân edip, bu yö­re­de­ki ar­sa­la­rı ucuz ola­rak el­de et­tik­ten son­ra bu böl­ge­yi ye­şil alan ol­mak­tan çı­kar­ma du­rumun­da tel­cie sa­tı­şı, söz­ko­nu­su olur. Çün­kü ar­sa sa­hip­le­ri, ar­sa­la­rı ta­ma­men el­le­rin­den çı­ka­ca­ğı iz­le­ni­mi uyan­dı­rı­la­rak bas­kı al­tı­na alın­mış sa­yı­lır.

 

   8. Fi­i­len Alıp-Ver­me Yo­luy­la (Muâtât) Sa­tış:

Fi­ya­tı ön­ce­den bi­li­nen ve­ya eti­ke­ti üze­rin­de bu­lu­nan ya­hut sor­ma ile fi­ya­tı öğ­re­ni­len ba­zı mal­lar, pa­ra­sı ve­ri­le­rek icap-ka­bul­de bu­lun­mak­sı­zın sa­tın alın­mak­ta­dır. Ga­ze­te, der­gi, ek­mek, kib­rit, si­mit sa­tın alıp, hiç ko­nuş­ma­dan pa­ra­yı ver­mek gi­bi.

Ço­ğun­luk müc­te­hit­le­re gö­re böy­le bir sa­tış ge­çer­li­dir. Çün­kü sa­tış mal mü­ba­de­le­si­ne delâlet eden her şey­le mey­da­na ge­lir. Bu­na gö­re söz­le, işa­ret­le ve­ya baş­ka bir şey­le sa­tış ya­pı­la­bi­lir.

Şâfiîlere gö­re kar­şı­lık­lı alıp-ver­me ile sa­tış ak­di mey­da­na gel­mez. Çün­kü bü­tün akit­ler­de pren­sip ola­rak icap ve ka­bul bu­lun­ma­lı­dır. Sa­tı­şın esa­sı rı­za­ya da­ya­nır. Bu da söz­le ifa­de edi­lir­se or­ta­ya çı­kar. Al­lah Teâlâ şöy­le bu­yu­rur: “Ey iman eden­ler! Bir­bi­ri­ni­zin mal­la­rı­nı bâtıl ne­den­ler­le ye­me­yin. An­cak ara­nız­da kar­şı­lık­lı rı­za ile ya­pı­lan ti­ca­ret yo­luy­la olur­sa bu müs­tes­na­dır.” 343 Hz. Pey­gam­ber (s.a) de: “Sa­tış an­cak kar­şı­lık­lı rı­za ile­dir.” 344  bu­yur­muş­tur.

Di­ğer yan­dan ba­zı Şâfiî bil­gin­le­ri ba­sit ve önem­siz eş­ya­nın sa­tı­şın­da, fi­i­len alıp-ver­me yo­luy­la sa­tı­şı ca­iz gör­müş­ler­dir. en-Nevevî (ö.676/1277) gi­bi ba­zı bil­gin­ler de bu ko­nu­da ör­fe gö­re amel edi­le­bi­le­ce­ği­ni söy­le­miş­ler­dir.345

 

   9. Ya­zı ve­ya El­çi Ara­cı­lı­ğı ile Sa­tış:

Bu şe­kil­de ya­pı­lan sa­tı­şın ge­çer­li ol­du­ğu ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği var­dır. Ya­zı ve­ya el­çi­nin kar­şı ta­ra­fa ulaş­tı­ğı mec­lis sa­tım ak­di­nin ya­pıl­dı­ğı mec­lis sa­yı­lır. Eğer kar­şı ta­ra­fın ka­bu­lü bu mec­lis­ten son­ra ger­çek­le­şir­se sa­tış mey­da­na gel­mez.

 

   10. Sa­ğır Dil­si­zin Sa­tı­şı:

Sa­ğır-dil­si­zin an­la­şı­lan işa­re­ti ve­ya ya­za­ca­ğı ya­zı ile ya­pa­ca­ğı sa­tış ge­çerli­dir. Bu­ra­da işa­ret ve ya­zı za­ru­ret yü­zün­den ko­nuş­ma gi­bi ka­bul edil­miş­tir. Eğer dil­si­zin an­la­şı­lır bir işa­re­ti bu­lun­maz ve ya­zı yaz­ma­ya da gü­cü yet­mez­se yap­tı­ğı sa­tım ak­di ge­çer­li ol­maz.

 

 

11. Uyum­suz İcap ve Ka­bul İle Sa­tış:

Alış-ve­riş­te icap ve ka­bu­lün bir­bi­ri­ne uyum­lu şek­li­de ger­çek­leş­miş ol­ma­sı ge­re­kir. Ak­si hal­de sa­tım ak­di oluş­maz. Meselâ; bir ma­la sa­tı­cı bir mil­yon li­ra, alı­cı 800 bin li­ra fi­yat söy­le­se sa­tış bu şek­liy­le mey­da­na ge­le­mez. An­cak bir ta­raf ken­di is­te­ği ile kar­şı ta­ra­fa faz­la ve­rir­se bu sa­tı­şa za­rar ver­mez.

 

   12. Akit Mec­li­si­nin Bir­li­ği Bo­zu­la­rak Ya­pı­lan Sa­tış:

Sa­tı­şın ger­çek­leş­me­si için akit mec­li­si­nin bir­li­ği şart­tır. Ara­da el­çi, mek­tup, te­le­fon, te­leks gi­bi bir ara­cı ol­mak­sı­zın bir­bi­rin­den ay­rı yer­ler­de bu­lu­nan kim­se­ler alış-ve­riş ya­pa­maz. Ara­ya bu gi­bi ara­cı­lar gi­rin­ce iki yer hük­men bir sa­yıl­mış olur.

 

   13. Ke­sin­leş­me­den As­kı­da Bı­ra­kı­lan Sa­tış:

Bir şar­ta ve­ya ge­le­cek bir ta­ri­he bağ­la­nan sa­tış Hanefîlere gö­re fa­sit, ço­ğun­lu­ğa gö­re bâtıldır. Meselâ; “sen şu ma­lı­nı ba­na şu fi­ya­ta sat­mak şar­tıy­la ben de sa­na şu ma­lı sa­tı­yo­rum” ve­ya “şu ma­lı­mı bir ay son­ra sa­na şu fi­ya­ta sa­tı­yo­rum” de­mek gi­bi. An­cak mu­hay­yer­lik hak­kı olan sa­tış­la, baş­ka­sı­nın izin ve ica­ze­ti­ne bağ­lı bu­lu­nan alış-ve­riş­ler bu ko­nu­da is­tis­na teş­kil eder.

 

   14. Yok Olan ve­ya Yok Ol­ma Teh­li­ke­si Bu­lu­nan Şe­yin Sa­tı­şı:

Pa­ra pe­şin mal ve­re­si­ye bir sa­tış tü­rü olan se­lem dı­şın­da bu­lun­ma­yan bir ma­lın sa­tı­şı ca­iz gö­rül­me­miş­tir. Bu, ha­dis­le ya­sak­lan­mış­tır. Er­kek hay­va­nın me­ni­si­ni ve­ya di­şi­nin do­ğa­cak yav­ru­su­nu sat­mak gi­bi. Çün­kü bu­ra­da sa­tış ak­di­ni ifa ede­me­me ris­ki var­dır.

 

   15. Tes­lim Edi­le­me­yen Şe­yin Sa­tı­şı:

Ha­va­da­ki ku­şun ve­ya bü­yük su­da­ki ba­lı­ğın sa­tı­şı bâtıldır. Çün­kü bu­ra­da sa­tış ak­di­ni ye­ri­ne ge­ti­re­me­me teh­li­ke­si var­dır bü yüz­den de ha­dis­le ya­sak­lan­mış­tır.

 

16. Bor­cu Va­de­li Ola­rak Sat­mak:

Bir kim­se­nin ala­ca­ğı­nı borç­lu­su­na pe­şin ola­rak sa­ta­bi­le­ce­ği ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği var­dır. Ödünç ver­di­ği bir öl­çek buğ­da­yı, ödünç ala­na pe­şin pa­ra ile sat­ma­sı gi­bi. Zim­met bor­cu­nun ala­cak­lı ta­ra­fın­dan borç­lu­ya ve­ya üçün­cü bir ki­şi­ye va­de­li sa­tı­şı ise ca­iz de­ğil­dir. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber bor­ca kar­şı­lık bor­cun sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış­tır. Bu­ra­da­ki ya­sa­ğın se­be­bi; tes­li­me güç ye­ti­re­me­me, fa­iz ve­ya al­dan­ma ri­zi­ko­su­nun bu­lun­ma­sı­dır (“Zim­met bor­cu olan şey­le­rin sa­tı­şı” ko­nu­su­na bkz).

17. Al­dan­ma Teh­li­ke­si Bu­lu­nan (Ga­rar) Sa­tış:

Mey­da­na ge­le­ce­ği ke­sin ol­ma­yan ve bir ta­raf için al­dan­ma teh­li­ke­si bu­lu­nan sa­tı­şa “ga­rar sa­tı­şı” de­nir. Ga­rar, ha­dis­le ya­sak­lan­mış­tır. Ga­rar­lı sa­tış­la­rın bir bö­lü­mü ba­tıl sa­tış çe­şi­di­ne gi­rer­ken bir bö­lü­mü de fa­sit sa­tış gru­bun­da yer alır. Hanefîler dı­şın­da­ki üç mez­he­be gö­re ga­rar sa­tı­şı çe­şit­le­ri bâtıl hük­mün­de bu­lu­nur.

Şu söz­leş­me­ler­de özel­lik­le alı­cı için al­dan­ma ri­zi­ko­su açık­ça gö­rü­lür. Ba­lık­çı­ya; “Ağı­nı su­ya bir de­fa at, ne ka­dar ba­lık çı­kar­sa 200 bin li­ra­ya alı­yo­rum” de­nil­se, hiç ba­lık çık­ma­ma­sı ha­lin­de sa­tış be­de­li kar­şı­lık­sız ka­lır. Yi­ne bir dal­gı­ca; “Bir da­lış­ta çı­ka­ra­ca­ğın sün­ger­le­ri 500 bin li­ra­ya alı­yo­rum” de­nil­se, dal­gı­cın hiç sün­ger çı­ka­ra­ma­ma­sı muh­te­mel ol­du­ğu gi­bi, ala­ca­ğı pa­ra mik­ta­rı de­ğiş­me­ye­ce­ği için ken­di­si­ni faz­la yor­ma­dan az mik­tar­da sün­ger­le ye­tin­me­si de müm­kün­dür.

Da­lın­da­ki mey­vey­le da­ha ön­ce top­lan­mış mey­ve­yi, ba­şa­ğın­da­ki buğ­day­la ha­sat edil­miş buğ­da­yı tah­min yo­luy­la tram­pa et­mek­te de ga­rar söz ko­nu­su­dur. Çün­kü ay­nı cins­ten olan iki ma­lın de­ği­şi­min­de ara­da­ki faz­la­lık fa­iz olur. An­cak hal­kın ye­me­lik ta­ze hur­ma ih­ti­ya­cı­nı kar­şı­la­mak ama­cıy­la az mik­tar­da ta­ze hur­ma­nın ku­ru hur­ma ile de­ği­şi­mi­ne (ariy­ye) Hz. Pey­gam­ber izin ver­miş­tir.

İbn Cü­zeyy ha­dis-i şe­rif­ler­le ya­sak­la­nan ga­rar­lı sa­tı­şın 10 çe­şi­di­nin bu­lun­du­ğu­nu tes­pit et­miş­tir. Bu çe­tiş­ler şun­lar­dır:

1. Ma­lın tes­lim güç­lü­ğü. Ka­çıp git­miş ve dön­me­miş hay­va­nı ve­ya hay­va­nın doğ­ma­mış olan yav­ru­su­nu ya­hut da yav­ru­nun yav­ru­su­nu sat­mak gi­bi.

2. Sa­tı­lan ma­lın ve­ya sa­tış be­de­li­nin cin­si­nin bi­lin­me­me­si.

3. Be­del­le­rin ni­te­li­ği­nin bi­lin­me­me­si. “Evim­de­ki bir el­bi­se­yi sa­na sat­tım” de­mek gi­bi.

4. Sa­tı­la­nın ve­ya sa­tış be­de­li­nin mik­ta­rı­nın bi­lin­me­me­si. “Ma­lı, gü­nün ra­yiç be­de­li ile sa­tı­yo­rum” de­mek gi­bi.

5. Ve­re­si­ye sa­tış­ta va­de­nin be­lir­len­me­me­si ve­ya be­lir­siz bir ta­ri­hin tes­pit edil­me­si. Meselâ; “Şu ma­lı Ali’nin yol­cu­luk­tan dö­nü­şü­ne ka­dar ve­ya Meh­med’in öle­ce­ği ta­ri­he ka­dar va­de­li ol­mak üze­re sa­na sa­tı­yo­rum” de­mek gi­bi.

6. Bir sa­tış­ta iki sa­tış yap­mak. Bu da fark­lı iki sa­tış be­de­lin­den bi­ri­si ile ma­lı sat­mak ve­ya iki mal­dan bi­ri­si­ni tek bir sa­tış be­de­li ile sat­mak şek­lin­de olur. “Ben sa­na şu el­bi­se­yi pe­şin yüz, bir yıl va­de­li iki yü­ze sa­tı­yo­rum” de­yip sa­tı­şın iki­sin­den bi­ri­si hak­kın­da bağ­la­yı­cı ol­ma­sı­dır. An­cak alı­cı bu iki fi­yat­tan bi­ri­si­ni ter­cih eder­se sa­tım ak­di bu fi­yat üze­rin­de ke­sin­leş­miş olur. “Ben sa­na şu iki mal­dan bi­ri­si­ni şu fi­ya­ta sa­tı­yo­rum” de­nil­me­si ha­lin­de de sa­tı­lan mal­da be­lir­siz­lik var­dır ve sa­tış fa­sit olur. An­cak sa­tış mec­li­sin­de alı­cı ter­ci­hi­ni bil­di­re­rek sa­tı­şı ge­çer­li ha­le ge­ti­re­bi­lir. Ak­si hal­de ta­raf­la­rın sa­tı­şı boz­ma hak­kı do­ğar.

7. İs­la­hı ve­ya iyi­leş­me­si umul­ma­yan şe­yin sa­tı­şı. Çü­rü­müş ma­lı ve­ya has­ta olup iyi­leş­me­si umul­ma­yan hay­va­nı sat­mak gi­bi.

8. Elin­de­ki ça­kıl ta­şı­nı atıp isa­bet et­tir­di­ği ma­lın sa­tıl­mış sa­yıl­ma­sı.

9. Münâbeze sa­tı­şı. Bu, sa­tı­cı­nın elin­de­ki ku­ma­şı alı­cı­ya at­ma­sı so­nu­cun­da sa­tı­şın mey­da­na gel­me­si yo­luy­la ya­pı­lan bir sa­tış tü­rü­dür.

10. Mülâmese sa­tı­şı: Bu, alı­cı­nın sa­tın ala­ca­ğı ma­la do­kun­ma­sı ile sa­tı­şın bağ­la­yı­cı ol­ma­sı­dır. Bu­ra­da ma­lı in­ce­le­me, eli­ne alıp bak­ma fır­sa­tı ve­ril­me­di­ği için alı­cı­nın al­dan­ma ih­ti­ma­li var­dır. İş­te bu on çe­şit sa­tış al­dan­ma ri­zi­ko­su bu­lun­du­ğu ve bir ta­kım be­lir­siz­lik­le­ri bün­ye­sin­de bu­lun­dur­du­ğu için “ga­rar sa­tı­şı” sa­yı­lır ve Rasûlullah (s.a)’ın ha­dis­le ya­sak­la­dı­ğı kap­sa­ma gi­rer.

 

   18. Ne­cis Olan ve­ya Necâset Ka­rı­şan Şe­yin Sa­tı­şı:

Şa­rap, do­muz, leş ve kan gi­bi ne­cis olan şey­le­rin sa­tı­şı­nın ge­çer­li ol­ma­dı­ğı ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği var­dır. Yi­ne ço­ğun­lu­ğa gö­re, meselâ; içi­ne fa­re düş­müş zey­tin ya­ğı ve bal gi­bi te­miz­len­me­si­ne imkân bu­lun­ma­yan ne­ca­set ka­rış­mış şey­le­rin sa­tı­şı da ge­çer­li de­ğil­dir.

Hanefîlere gö­re necâset  ka­rış­mış olan sı­vı bir ya­ğın;  de­ri ta­bak­la­mak, yağ­la­mak ve­ya mes­cid dı­şın­da­ki alan­lar­da ay­dın­lat­ma­da kul­lan­mak gi­bi, ye­mek dı­şın­da baş­ka amaç­lar­la sa­tıl­ma­sı ca­iz­dir. An­cak mur­dar öl­müş hay­va­nın ya­ğı bun­dan müs­tes­na­dır. Çün­kü bu yağ­dan ya­rar­lan­mak helâl de­ğil­dir. Di­ğer yan­dan kan gi­bi ne­cis olan ba­zı şey­le­rin za­ru­ret se­be­biy­le, eti yen­me­yen hay­van­la­rın ve ha­şe­ra­tın ise ken­di­le­rin­den ya­rar­lan­mak müm­kün ol­du­ğu tak­dir­de sa­tı­şı ca­iz gö­rül­müş­tür. Has­ta­ya nak­le­dil­mek üze­re ka­nı, ilâç ya­pı­mın­da kul­la­nıl­mak üze­re yı­lan vb. ha­şe­ra­tı, bek­çi­lik, av­cı­lık için kö­pe­ği sat­mak gi­bi.

 

   19. Su­yun Sa­tıl­ma­sı:

Ço­ğun­luk fa­kih­le­re gö­re mül­ki­yet al­tı­na alın­mış olan ve­ya kap­lar­da de­po­lan­mış bu­lu­nan su­yun ya­hut şa­hıs mül­kün­de bu­lu­nan pı­nar ve ku­yu gi­bi su kay­nak­la­rı­nın sa­tıl­ma­sı ca­iz­dir. An­cak top­lu­mun or­tak ma­lı sa­yı­lan de­niz, göl, ne­hir ile yi­ne umu­ma ait pı­nar, çeş­me, sar­nıç vb. mü­bah su­la­rın sa­tı­şı­nın ca­iz ol­ma­dı­ğı ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği var­dır. Di­ğer yan­dan bu gi­bi su­lar top­lu­ma za­rar ver­me­ye­cek bi­çim­de ka­ba dol­du­rul­muş olur­sa, şa­hıs mül­kü ha­li­ne ge­lir ve bu­nun sa­tıl­ma­sı ca­iz olur. Hz. Pey­gam­ber (s.a) su, ot ve ate­şin top­lu­mun or­tak ma­lı ol­du­ğu­nu be­lirt­miş­tir. Bu yüz­den bu üç çe­şit eko­no­mik de­ğe­rin ti­ca­ret me­taı ya­pıl­mak­sı­zın top­lum hiz­me­ti­ne su­nul­ma­sı amaç­lan­ma­lı­dır. Ni­te­kim ta­rih­te Fa­tih Sul­tan Meh­med, Bezm-i Âlem Va­li­de Sul­tan gi­bi ha­yır­se­ver­ler has­ta­ne, dâru’ş-şifâ, su ka­nal­la­rı ve sar­nıç­lar yap­tı­ra­rak de­po­lan­mış su­la­rı da İs­tan­bul hal­kı­nın hiz­me­ti­ne üc­ret­siz ola­rak sun­muş­lar­dır. İs­tan­bul’un 1920’ler­den ön­ce­ki önem­li su kay­nak­la­rı­nı va­kıf, se­bil ve hay­rat su­lar oluş­tu­ru­yor­du.

Gü­nü­müz­de de şe­hir çev­re­le­rin­de oluş­tu­ru­la­cak va­kıf ba­raj­lar­la şe­hir hal­kı­nın su ih­ti­ya­cı üc­ret­siz ola­rak kar­şı­la­na­bi­lir. Özel­lik­le bü­yük şe­hir­ler­de nü­fu­sun önem­li bir bö­lü­mü­nü yok­sul halk oluş­tur­mak­ta­dır. Bun­la­rın su pa­ra­sı­nı öde­mek için ne ka­dar zor­lan­dık­la­rı bi­lin­mek­te­dir. Di­ğer yan­dan yi­ne va­kıf elekt­rik sant­ral­le­ri ku­ru­la­rak top­lu­mun yal­nız mes­ken­ler­de kul­la­na­cak­la­rı su ve elekt­rik ih­ti­ya­cı bu yol­la kar­şı­la­na­bi­lir. Bu ko­nu­da ve­re­bi­len­den üc­ret alı­nıp iş­let­me mas­raf­la­rı­na kat­kı sağ­la­na­bi­lir. Yok­sul ol­du­ğu be­lir­le­nen­ler de üc­ret­siz ola­rak ya­rar­la­na­bi­lir. İslâm top­lu­mun­da es­ki dö­nem ha­yır sa­hip­le­ri­nin çok­ça yap­tır­dı­ğı yol, köp­rü ve çeş­me ha­yır­la­rı­nın ye­ri­ne gü­nü­müz­de şe­hir ba­raj­la­rı, alt üst ge­çit­ler; mum ve gaz lâmbası ile cad­de­le­ri ve mes­cit­le­ri ay­dın­lat­ma­nın ye­ri­ne de elekt­rik sant­ral­le­ri geç­miş­tir.

Zâhirîye mez­he­bi bil­gin­le­ri su­yun mut­lak ola­rak sa­tış ko­nu­su ya­pı­la­ma­ya­ca­ğı­nı söy­le­miş­ler­dir.

 

   20. Sa­tım Ak­din­de Bir Ta­kım Be­lir­siz­lik­le­rin Bu­lun­ma­sı:

Alış-ve­riş­ler­de sa­tı­cı ve alı­cı ara­sın­da an­laş­maz­lı­ğa yol aça­bi­le­cek de­re­ce­de bir be­lir­siz­li­ğin bu­lun­ma­ma­sı ge­re­kir. Ak­si hal­de sa­tış Hanefîlere gö­re fâsit, ço­ğun­lu­ğa gö­re bâtıl olur. Bu be­lir­siz­lik sa­tı­lan mal, sa­tış be­de­li, va­de, re­hin ve­ya ke­fi­lin çe­şi­di ile il­gi­li ola­bi­lir. Sa­tı­lan ma­lın ve­ya sa­tış be­de­li­nin mik­ta­rı­nın be­lir­len­me­me­si, ve­re­si­ye sa­tış­ta va­de ta­ri­hi­nin ko­nu­şul­ma­ma­sı, han­gi ma­lın re­hin, ki­min ke­fil ola­ca­ğı­nın tes­bit edil­me­me­si gi­bi. Sa­tış sı­ra­sın­da bu gi­bi ek­sik­lik­ler gi­de­ril­mez­se, sa­tı­cı ile alı­cı ara­sın­da an­laş­maz­lık çı­ka­bi­lir. Çün­kü her iki­si de bu gi­bi ek­sik­lik­le­ri ken­di ya­ra­rı yö­nün­de çö­züm­le­mek is­ter.

 

   21. Sa­tış Mec­li­sin­de Ha­zır Ol­ma­yan ve­ya Gö­rül­me­yen                         Şe­yin Sa­tı­şı:

Sa­tın alı­na­cak olan mal gö­rül­me­den ve ni­te­lik­le­ri de be­lir­len­me­den ya­pı­la­cak sa­tış ge­çer­li­dir. An­cak bu du­rum­da alı­cı için “gör­me mu­hay­yer­li­ği” hak­kı do­ğar. Ma­lı gö­rün­ce di­ler­se sa­tı­şı bo­zar, is­ter­se sür­dü­rür. Mâlikîlere gö­re, sa­tı­la­nın ni­te­lik­le­ri be­lir­ti­lir­se sa­tış ge­çer­li olur ve alı­cı için gör­me mu­hay­yer­li­ği hak­kı bu­lu­nur. Şâfiîlere gö­re gö­rül­me­yen şe­yin sa­tı­şı mut­lak ola­rak ge­çer­li de­ğil­dir.

22. Kabz­dan Ön­ce Sa­tış:

Hanefîlere gö­re ta­şı­na­bi­lir şey­le­rin kabz­dan ön­ce sa­tı­şı ca­iz de­ğil­dir. Çün­kü böy­le bir sa­tış sün­net­le ya­sak­lan­mış­tır.346 Fa­kat ta­şın­maz­la­rın kabz­dan ön­ce sa­tı­şı ca­iz gö­rül­müş­tür. Çün­kü bun­la­rın sa­tış sü­re­si ile tes­lim ta­ri­hi ara­sın­da bir de­ği­şik­li­ğe uğ­ra­ma­sı en­der rast­la­nan bir du­rum­dur. Bu yüz­den gay­ri men­kul­le­rin kabz­dan ön­ce alı­cı ta­ra­fın­dan baş­ka­sı­na sa­tıl­ma­sı ha­lin­de sa­tım ak­di­ni ye­ri­ne ge­tir­me­de güç­lük doğ­maz.

Şâfiîlere gö­re ise kabz­dan ön­ce sa­tış ya­sa­ğı ge­nel an­lam ifa­de eder, men­kul ve gay­ri men­kul tüm mal­la­rı kap­sa­mı­na alır. Ha­dis­te şöy­le bu­yu­rul­muş­tur: “Hz. Pey­gam­ber mal­la­rın sa­tın alın­dık­la­rı yer­de sa­tı­şı­nı, tüc­car on­la­rı ken­di yük­le­ri ara­sı­na gö­tü­rün­ce­ye ka­dar ya­sak­la­mış­tır.”347  Mâlikîler bu ko­nu­da­ki ya­sa­ğı yal­nız yi­ye­cek mad­de­le­ri­ne, Hanbelîler ise öl­çü, tar­tı ve­ya stan­dart olup sa­yı ile alı­nıp sa­tı­lan şey­le­re ait ka­bul et­miş­ler­dir. Ha­dis­te şöy­le bu­yu­ru­lur: “Bir yi­ye­cek sa­tın al­dı­ğın va­kit, onu tam ola­rak eli­ne ge­çir­me­dik­çe baş­ka­sı­na sat­ma.” 348

 

   23. Mey­ve ve Ekin­le­rin Kö­kün­de Sa­tı­şı:

Mey­ve ve ekin­le­rin he­nüz or­ta­ya çık­ma­dan ön­ce sa­tı­şı­nın ba­tıl ol­du­ğu ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği var­dır. Çün­kü çi­çe­ğin­de ve­ya çi­çek bi­le aç­ma­mış bir mey­ve­nin sa­tı­şı, ol­ma­yan bir şe­yin sa­tı­şı ni­te­li­ğin­de­dir. Ol­gun­laş­ma­dan ön­ce fa­kat ol­gun­la­şın­ca­ya ka­dar da­lın­da bı­rak­mak şar­tıy­la sa­tış ise icmâ ile ge­çer­li de­ğil­dir. Böy­le bir sa­tış Hanefîlere gö­re fa­sit, ço­ğun­lu­ğa gö­re bâtıldır. An­cak bu du­rum­da sa­tış bek­let­me­den ke­sim (ha­sat) şar­tıy­la ya­pı­lır­sa icmâ ile ge­çer­li olur. Hanefîlere gö­re ise sa­tış her­han­gi bir şart öne sür­mek­si­zin mut­lak ola­rak ya­pı­lır­sa ge­çer­li­dir.

İmam Mu­ham­med’e gö­re mey­ve ve ekin­ler ol­gun­la­şıp bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­mış olur­sa, kö­kün­de bir sü­re da­ha kal­mak şar­tıy­la sa­tış ca­iz­dir. Ken­di­siy­le fet­va ve­ri­len gö­rüş bu­dur. Eğer bun­lar bü­yü­me­si­ni ta­mam­la­ma­mış olur­lar­sa sa­tış fa­sit olur.

Ba­zı sa­tış­lar da ni­te­lik, şart ve­ya şer’i bir ya­sak­la­ma ne­de­niy­le ya­sak­lan­mış bu­lu­nur. Aşa­ğı­da bun­la­rı açık­la­ya­ca­ğız.

 

   24. Ka­po­ra­lı Sa­tış (Arbûn Sa­tı­şı):

Ço­ğun­lu­ğa gö­re ka­po­ra­lı sa­tış ca­iz de­ğil­dir. Çün­kü sün­net­le ya­sak­lan­mış­tır. Hanefîlere gö­re böy­le bir sa­tış fâsit, Şâfiî ve Mâlikîlere gö­re sa­tış, sa­tı­cı alı­cı­ya ka­po­ra­yı ge­ri ver­me­mek şar­tıy­la ya­pıl­mış­sa bâtıldır. Hanbelîlere gö­re ise ka­po­ra­lı sa­tış­ta bir sa­kın­ca yok­tur. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber (s.a) onu helâl kıl­mış­tır.

An­cak iki gö­rü­şün de  da­yan­dı­ğı ha­dis­ler za­yıf­tır (bk. yu­ka­rı­da “Fa­sit Sa­tış Çe­şit­le­ri” ko­nu­su).

 

   25. Iy­ne Sa­tı­şı (Ve­re­si­ye Pa­ha­lı Sa­tıp Ay­nı Ma­lı Ucuz Fi­yat­la                         Ge­ri Al­mak):

Sa­tı­cı ve alı­cı­nın ca­iz ol­ma­yan bir ama­ca ulaş­mak için ca­iz olan bir şe­yi yap­ma­sı­dır. Bir kim­se­nin kre­di sağ­la­mak ama­cıy­la, va­de­li ola­rak yük­sek fi­yat­la al­dı­ğı bir ma­lı, ay­nı ki­şi­ye pe­şin pa­ra­ya da­ha ucuz fi­yat­la sat­ma­sı­dır. Ki­mi za­man da ve­re­si­ye alan bu kim­se, ma­lı ön­ce üçün­cü bir ki­şi­ye sa­tar, bu da ay­nı ma­lı ön­ce­ki sa­tı­cı­ya dev­re­der.

Ebu Ha­ni­fe’ye gö­re ıy­ne sa­tı­şı üçün­cü bir ki­şi ara­ya gir­mek­si­zin ya­pıl­mış­sa fa­sit­tir. Şâfiî ve Zâhirîlere gö­re ise ke­ra­het­le bir­lik­te sa­hih­tir. Iy­ne sa­tı­şı Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re kö­tü­lü­ğe gi­den yo­lu ka­pa­ma (sed­dü’z-zerâyi’) pren­si­bi­ne gö­re ba­tıl­dır.

 

   26. Fa­iz­li Sa­tış:

Hanefîlere gö­re nesîe ve faz­la­lık ri­ba­sı­nı içi­ne alan bir muâmele fa­sit, ço­ğun­lu­ğa gö­re ise bâtıldır. Çün­kü fa­iz ya­sa­ğı Ki­tap ve Sün­net­le sa­bit­tir.

 

   27. Ha­ram Kı­lın­mış Bir Be­del­le Sa­tış Yap­mak:

Şa­rap ve do­muz gi­bi ha­ram kı­lı­nan bir şe­yi sa­tış be­de­li ola­rak be­lir­le­yip ya­pı­la­cak sa­tış Hanefîlere gö­re fa­sit olup, akit bun­la­rın de­ğe­ri üze­rin­den ya­pıl­mış sa­yı­lır. Ço­ğun­lu­ğa gö­re ise böy­le bir sa­tış bâtıldır. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber şa­rap, mur­dar hay­va­nın eti ve pu­tun sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış­tır.349

 

   28. Şe­hir­li­nin Köy­lü Adı­na Sa­tış Yap­ma­sı (Hâzırın Bâdî İçin                           Sa­tış Yap­ma­sı):

Seb­ze, mey­ve ve ta­ne­li bit­ki­le­ri üre­ten­le­rin bun­la­rı pa­zar­la­ma­sı sı­ra­sın­da al­dan­ma­ma­la­rı için İslâm’da bir ta­kım ön­lem­ler alın­mış­tır. Çün­kü ta­rım­la uğ­ra­şan çift­çi ve köy­lü ço­ğu za­man pi­ya­sa fi­yat­la­rı­nı iz­le­ye­mez, es­naf ve tüc­ca­rın bu ko­nu­da­ki tec­rü­be­le­ri kar­şı­sın­da al­dan­ma­ya ma­ruz ka­lır. Di­ğer yan­dan dı­şa­rı­dan mal ge­ti­ren­le­ri bel­li sa­yı­da ki­şi­le­rin kar­şı­la­yıp el­le­rin­den mal­la­rı­nı al­ma­sı ve on­lar adı­na sa­tış yap­ma­sı te­kel­leş­me­ye yol açar. Ay­nı cins ma­lı sa­tan az sa­yı­da ki­şi­le­rin ise ken­di ara­la­rın­da an­la­şa­rak fi­yat­la­rı sun’î ola­rak yük­selt­me­le­ri ve bu­nun top­lu­ma za­rar ver­me­si her za­man söz ko­nu­su ola­bi­lir.

Hz. Pey­gam­ber (s.a) şöy­le bu­yur­muş­tur: “Ne­bi (s.a) şe­hir­li­nin köy­lü adı­na sa­tı­şı­nı ya­sak­la­mış­tır. İs­ter­se bun­lar onun ba­ba­sı ve­ya kar­de­şi ol­sun­lar.”350  Bu­nun­la yi­ye­cek ve di­ğer ih­ti­yaç mad­de­le­ri­nin be­lir­li el­ler­de top­la­nıp, pi­ya­sa­ya kont­rol­lü bi­çim­de sü­rül­me­si ve bu yol­la fi­yat­la­rın sun’î ola­rak yük­sel­me­si ön­len­mek is­ten­miş­tir.

İslâm, dış mü­da­ha­le­ler­den uzak, ken­di için­de ser­best re­ka­be­te açık, akı­cı ve şef­faf bir ti­ca­ret pi­ya­sa­sı amaç­la­mış­tır. Câbir b. Ab­dil­lah (r.a)’ın nak­let­ti­ği aşa­ğı­da­ki ha­dis bu ama­cı açık­ça be­lir­le­mek­te­dir: “Şe­hir­li köy­lü adı­na sa­tış ya­pa­maz. İn­san­la­rı ken­di ha­li­ne bı­ra­kı­nız, Al­lah on­lar­dan bir bö­lü­mü­nü di­ğer­le­ri se­be­biy­le rı­zık­lan­dı­rır.”351

Dış­tan mal ge­ti­ren­le yer­le­şim mer­ke­zin­de bu­lu­nan tüc­car ara­sın­da şöy­le bir söz­leş­me söz ko­nu­su olur. Şe­hir­li sa­tı­cı köy­lü­ye ve­ya dı­şa­rı­dan mal ge­ti­re­ne; “Sen bu ma­lı ba­na bı­rak; ben onu se­nin adı­na ted­ri­cen sa­ta­yım.” Bu­nun ge­nel ola­rak şeh­re gi­ren bü­tün mal­lar için baş­vu­ru­lan bir yön­tem ol­du­ğu dü­şü­nü­lür­se o yö­re­de bel­li te­kel­ler olu­şur ve top­lum bun­dan za­rar gö­rür.

Hanefîlere gö­re böy­le bir sa­tış bel­de hal­kı­na za­rar ve­ri­yor­sa mek­ruh­tur. Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re bu­ra­da ya­sak­la­nan hu­sus köy­lü­nün elin­den ma­lın gün­lük fi­ya­tın üs­tün­de bir fa­yat­la pey­der­pey sat­mak üze­re şe­hir­li ta­ra­fın­dan alın­ma­sı­dır. Fi­ya­tı bil­me­yen şe­hir­li­ler de bu kap­sa­ma gi­rer. Böy­le bir sa­tış­ta mu­hay­yer­lik hak­kı söz ko­nu­su olur. Mâlikîlere gö­re ise şe­hir dı­şın­dan ge­len (bâdî) ifa­de­si ha­dis­te bir ka­yıt olup, bu­nun­la pi­ya­sa fi­yat­la­rı­nı bil­me­yen kim­se­ler kas­te­dil­miş­tir. Mal­la­rın ve pi­ya­sa­nın fi­yat­la­rı­nı bi­len şe­hir ve köy hal­kı ise bu kap­sa­ma gir­mez. Fi­yat­la­rı bil­me­yen kim­se­nin bu şe­kil­de sa­tı­şı ile fe­sih hak­kı do­ğar.352

 

   29. Te­lak­kı’r-Rukbân (Ka­fi­le­le­ri Yol­da Kar­şı­la­ma) Ya­sa­ğı:

Bu, şe­hir­de sat­mak üze­re yi­ye­cek mad­de­si ge­ti­ren­le­rin yol­da kar­şı­la­nıp yük­le­ri­nin sa­tın alın­ma­sı­dır. Ta­vus’un İbn Ab­bas (r. anmuhâ)’dan nak­let­ti­ği bir ha­dis­te şöy­le bu­yu­ru­lur:

“Al­lah’ın Rasûlü bi­nit­li­le­ri yol­da kar­şı­la­ma­yı (pa­za­ra gel­me­den yük­le­ri­ni al­ma­yı) ve şe­hir­li­nin köy­lü adı­na sa­tış yap­ma­sı­nı ya­sak­la­mış­tır. Tâvus, İbn Ab­bas’tan; şe­hir­li­nin köy­lü adı­na sa­tı­şı­nın an­la­mı ne­dir? di­ye sor­muş, o da; “şe­hir­li köy­lü­ye ko­mis­yon­cu (sim­sar) olup onun adı­na ma­lı­nı sa­ta­maz” şek­lin­de ce­vap ver­miş­tir.” 353

Ha­dis-i şe­rif­te dı­şa­rı­dan mal ge­ti­ren­ler ge­nel­lik­le bi­nit­li ola­rak gel­dik­le­ri için ka­fi­le­ler­den söz edil­miş­tir. Mal ge­ti­ren­le­rin bi­nit­li ol­ma­sı ile ya­ya bu­lun­ma­sı ve­ya bir ki­şi ol­ma­sıy­la ka­la­ba­lık bu­lun­ma­sı ara­sın­da bir fark yok­tur.

Hanefîlere gö­re bi­nit­li­le­rin yol­da kar­şı­la­nıp yük­le­ri­nin alın­ma­sı bel­de hal­kı­na za­rar ve­ri­yor­sa mek­ruh­tur. Mal sa­hi­bi pi­ya­sa fi­yat­la­rı­nı öğ­re­nin­ce al­dan­dı­ğı­nı an­lar­sa sa­tış ak­di­ni bo­za­bi­lir. Çün­kü bu­ra­da­ki ya­sak­la­ma sa­tı­şın dı­şın­da ka­lan bir ne­de­ne da­ya­nır. Ni­te­kim ha­dis-i şe­rif­te böy­le bir du­rum­da sa­tı­cı­yı ko­ru­mak üze­re şöy­le bu­yu­rul­muş­tur:

“Ma­lın sa­hi­bi bu du­rum­da pa­za­ra var­dı­ğı za­man mu­hay­yer­lik hak­kı­na sa­hip­tir.” 354 Bu­ra­da sa­tı­şın ge­çer­li ol­du­ğu­na da işa­ret var­dır.

Mâlikîlere gö­re pa­zar es­na­fı­nın hak­kı ne­de­niy­le ca­iz de­ğil­dir, fa­sit­tir. Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re al­dan­ma ha­lin­de mu­hay­yer­lik hak­kı söz ko­nu­su olur.

Gü­nü­müz­de ta­rım­la uğ­ra­şan çift­çi ve köy­lü­le­rin ürün­le­ri he­nüz ger­çek pi­ya­sa fi­yat­la­rı oluş­ma­dan ürün ha­sat edi­lir edil­mez, özel sek­tör ve dev­let sek­tö­rü ta­ra­fın­dan ilân edi­len fi­yat­lar­la sa­tın alın­mak­ta­dır. Çift­çi da­ha ön­ce­den özen­di­ri­len ban­ka ve tüc­car kre­di­le­riy­le borç­lan­dı­rıl­dı­ğı için ürü­nü­nü bel­li bir sü­re için­de sat­mak zo­run­da bı­ra­kıl­mak­ta­dır. Buğ­day, ar­pa, çay, fın­dık gi­bi önem­li ta­rım ürün­le­ri bel­li sa­yı­da dev­let ve­ya özel sek­tör ku­ru­lu­şu­nun eli­ne geç­tik­ten son­ra arz ve ta­lep den­ge­si so­nu­cun­da ya da pi­ya­sa­ya kont­rol­lü arz ya­pı­la­rak fi­yat­lar yük­sel­mek­te­dir. Böy­le­ce ta­rım ürün­le­rin­den asıl bü­yük kârı bu ku­ru­luş­lar sağ­la­mak­ta­dır. Yu­ka­rı­da­ki ha­dis­te be­lir­ti­len şe­hir ke­na­rın­da kar­şı­la­nan ve pi­ya­sa fiyat­la­rı­nı öğ­re­ne­me­den mal­la­rı el­le­rin­den alı­nan üre­ti­ci­ler­le, gü­nü­müz­de­ki da­ha ger­çek pi­ya­sa­nın oluş­ma­sı­na fır­sat bı­ra­kıl­ma­dan köy­lü­nün elin­den ürü­nü­nün alın­ma­sı ara­sın­da bü­yük ben­zer­lik var­dır. Bu­ra­da yi­ne köy­lü­nün arz ta­lep den­ge­siy­le fi­yat­la­rın oluş­ma­sı ko­nu­sun­da­ki pi­ya­sa fi­yat­la­rı­nı iz­le­ye­me­me­si, bü­yük ser­ma­ye çev­re­le­ri­nin ise bu ko­nu­da ge­niş tec­rü­be sa­hi­bi ol­ma­la­rı­nın önem­li ro­lü var­dır.

Ka­na­a­tı­mız­ca bu ko­nu­da dev­le­tin üre­ti­ci­yi ez­dir­me­ye­cek, on­la­rı borç yü­kü al­tı­na so­ka­rak, meselâ her yıl Ey­lül ayı için­de ürü­nü­nü ha­sat eder et­mez sat­mak zo­run­da kal­ma­ya­cak­la­rı bir dü­zen­le­me yap­ma­sı ge­re­kir. Ta­rım­la uğ­ra­şan­la­rın ken­di ürü­nü­nü de­po­la­yıp da­ha dü­zen­li ola­rak pi­ya­sa­ya sür­me­si ve hak­kı olan kârı al­ma­sı amaç­lan­ma­lı­dır. Bir İslâm top­lu­mun­da İslâm eko­no­mi­si­nin den­ge­le­ri için­de ta­rım­la uğ­ra­şan­la­rın da bu den­ge­den pa­yı­na dü­şe­ni ala­cak­la­rın­da şüp­he yok­tur.

 

              30. Ne­ceş Sa­tı­şı (Müş­te­ri Kı­zış­tı­rı­la­rak Fi­yat­la­rın                      Yük­sel­til­me­si):

Ba­zan ger­çek alı­cı ol­ma­dı­ğı hal­de, müş­te­ri kı­zış­tır­mak için alı­cı gi­bi dav­ra­nan ve bu yol­la fi­ya­tı sun’î ola­rak yük­sel­ten kim­se­ler olur. Müş­te­ri kı­zış­tı­ran ki­şi, sa­tı­cı ile an­la­şa­rak bu işi ya­par. Ya ona sa­tış­ta or­tak­tır, ya da on­dan sa­tış ba­şı­na bir ko­mis­yon alır.

Hz. Pey­gam­ber (s.a); “Müş­te­ri kı­zış­tır­ma­yı­nız” 354/a bu­yu­ra­rak bu­nu ya­sak­la­mış­tır.

Necş bir te­rim ola­rak sa­tış be­de­lin­de­ki sun’î ar­tı­şı ifa­de eder. Bu ar­tış sa­tı­cı­nın an­laş­ma­sı so­nu­cu ger­çek alı­cı ol­ma­yan fa­kat alı­cı gi­bi dav­ra­nan ki­şi ta­ra­fın­dan sağ­la­nır. Bun­lar her iki­si de gü­nah­ta or­tak olur­lar.

Gü­nü­müz­de özel­lik­le açık art­tır­ma­lar­da bu yo­la çok­ça baş­vu­rul­du­ğu gö­rü­lür. Ger­çek alı­cı ol­ma­dı­ğı hal­de sa­tı­şa gi­ren ba­zı kim­se­ler ki­mi za­man fi­ya­tın yük­sel­me­si­ni sağ­lar­ken ki­mi za­man da bir men­fa­at kar­şı­lı­ğın­da açık art­tır­ma­dan çe­ki­le­rek ma­lın çok ucu­za sa­tıl­ma­sı­nı sağ­la­mak­ta­dır. Bu son du­rum­da da sa­tı­cı ye­ri­ne alı­cı le­hi­ne men­fa­at sağ­lan­mak­ta­dır. İslâm’da açık art­tır­ma yo­luy­la sa­tış ca­iz gö­rül­müş, biz­zat Hz. Pey­gam­ber ta­ra­fın­dan da bu gi­bi sa­tı­şa baş­vu­rul­du­ğu ol­muş­tur. Meselâ; yok­sul bir sa­ha­be­nin bir eş­ya­sı açık art­tır­ma so­nu­cu en yük­sek fi­ya­tı ve­re­ne sa­tıl­mış­tır.

An­cak açık art­tır­ma­ya fe­sat ka­rış­tı­rıl­ma­ma­sı ge­re­kir. İslâm bil­gin­le­ri ne­ceş ya­pa­nın âsî ol­du­ğu ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği için­de­dir.

Ne­ceş sa­tı­şı mek­ruh ol­mak­la bir­lik­te ge­çer­li­dir. Bu ke­ra­het ma­lın ger­çek de­ğe­rin­den da­ha yük­sek bir fi­ya­ta sa­tıl­ma­sı ha­lin­de söz ko­nu­su olur. Bir kim­se alı­cı ol­ma­dı­ğı hal­de ma­lın ger­çek de­ğe­ri­ne ka­dar fi­ya­tı yük­selt­me­ye de­vam et­se bun­da bir sa­kın­ca bu­lun­maz. Çün­kü bu, ada­le­tin ger­çek­leş­me­si­ne yar­dım­cı olur. Di­ğer yan­dan açık art­tır­ma ile sa­tış en yük­sek fi­ya­tı ve­re­ne ma­lı sat­mak an­la­mı­na gel­di­ği için so­nuç­ta sa­tım ak­di ger­çek­le­şir. Dı­şa­rı­dan fi­ya­tı hi­le­li yol­lar­la aşı­rı yük­selt­me­ye ve­ya aşı­rı dü­şük tut­ma­ya ça­lı­şan­lar ise gü­nah yü­kü al­tı­na gir­miş olur­lar.

 

   31. Cu­ma Na­ma­zı Sı­ra­sın­da Alış-Ve­riş Yap­mak:

Cu­ma na­ma­zı için ezan okun­du­ğu za­man, çev­re­de bu­lu­nan bü­tün er­gin mü’min er­kek­le­rin top­lu ola­rak na­ma­za ka­tıl­ma­la­rı ge­re­kir. Kur’an-ı Ke­rim’de şöy­le bu­yu­ru­lur:

“Ey iman eden­ler! Cu­ma gü­nü na­ma­za çağ­rıl­dı­ğı­nız za­man, he­men Al­lah’ın zik­ri olan na­ma­za ko­şun. Alış-ve­ri­şi bı­ra­kın. Eğer bi­lir­se­niz bu si­zin için da­ha ha­yır­lı­dır. Na­maz kı­lın­dık­tan son­ra yer­yü­zü­ne da­ğı­lıp Al­lah’ın lut­fun­dan na­si­bi­ni­zi ara­yın, Al­lah’ı çok­ça anın ki kur­tu­lu­şa ere­si­niz.” 355

Cu­ma gü­nü nö­bet­te bu­lu­nan gü­ven­lik gö­rev­li­si, bek­çi, nö­bet­çi, has­ta, sa­kat, has­ta­ba­kı­cı gi­bi özür­lü olan­lar dışında356 cu­ma na­ma­zı kı­lı­nan yö­re­de­ki tüm er­gin müs­lü­man er­kek­le­rin alış-ve­ri­şi ve­ya baş­ka iş­le­ri­ni bı­ra­ka­rak cu­ma na­ma­zı­na git­me­le­ri farz-ı ayn’dır. Bu, ay­nı za­man­da din ve vic­dan öz­gür­lü­ğü­nün de bir ge­re­ği­dir. İşi bı­ra­kıp cu­ma na­ma­zı­na gi­diş ve dö­nüş sü­re­si Ebu Ha­ni­fe’ye gö­re ilk ezan­dan cu­ma na­ma­zı­nın far­zı­nı kı­lın­ca­ya ka­dar olan sü­re­dir. Di­ğer müc­te­hit­le­re gö­re ise bu sü­re imam hut­be için min­be­re çık­tı­ğı an­dan iti­ba­ren baş­lar ve far­zın so­nu­na ka­dar sü­rer.

Ha­ne­fi­le­re gö­re bu sü­re için­de alış-ve­riş yap­mak tah­ri­men mek­ruh ol­mak­la bir­lik­te ge­çer­li­dir. Şâfiîlere gö­re ha­ram, Mâlikîlerin meş­hur gö­rü­şü­ne gö­re ise fes­he­di­le­bi­lir ni­te­lik­te­dir. Hanbelîlere gö­re bu sü­re için­de ya­pı­la­cak alış-ve­riş pren­sip ola­rak ge­çer­li de­ğil­dir.357

 

   32. Şa­rap Fab­ri­ka­sı­na Üzüm Sat­mak:

Bir kim­se­nin doğ­ru­dan şa­rap üre­ti­ci­si­ne üzüm sat­ma­sı Hanefîlere ve Şâfiîlere gö­re so­nuç do­ğu­rur ve fa­kat hük­mü mek­ruh­tur. Çün­kü dış gö­rü­nüş ba­kı­mın­dan sa­tım ak­di rü­kün ve şart­la­rı­na uyu­la­rak ya­pıl­mış­tır. Sa­tı­şın gü­nah olu­şu ise bu ko­nu­da­ki fa­sit ni­yet ve­ya meşrû ol­ma­yan amaç yü­zün­den­dir. İslâm top­lu­mu­nun aley­hin­de ya da zu­lüm, kar­ga­şa ve hak­sız­lık yo­lun­da kul­la­na­ca­ğı açık olan ye­re si­lah sa­tı­şı ve­ya ha­ra­mın ya­yıl­ma­sı­na yar­dım­cı ola­cak ku­mar eğ­len­ce vb. âletlerin üre­til­me­si ve sa­tı­şı da bu ni­te­lik­te­dir. İslâm Dev­le­ti bu ko­nu­da ge­rek­li ted­bir­le­ri alır, top­lu­ma za­rar ve­re­cek üre­tim ve da­ğı­tı­mı en­gel­ler.

Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re ise kö­tü­lü­ğe gi­den yo­lu ka­pa­mak (sed­dü’z-zerâyi’) ama­cıy­la bu gi­bi sa­tış­lar ba­tıl ka­bul edil­miş­tir. Fit­ne dö­ne­min­de ve­ya yol ke­sen­le­re si­lah sat­mak gi­bi. Fa­i­ze yol aça­bi­len “ıy­ne sa­tı­şı” da bu ni­te­lik­te­dir. Çün­kü ha­ra­mın ken­di­si gi­bi, bu ha­ra­ma gö­tü­ren, yol da ni­yet şek­lin­de bi­le ol­sa ha­ram­dır.

So­nuç ola­rak mü’mi­nin ha­ra­ma ve­ya ha­ra­mın güç­le­nip ya­yıl­ma­sı­na yol aça­cak üre­tim ve­ya ti­ca­ret çe­şit­le­rin­den sa­kın­ma­sı ge­re­kir.

 

                                      33. Sa­tış Üs­tü­ne Sa­tış Yap­mak:

İslâm’da alış-ve­riş­ler mü’min­le­rin bir­bi­ri­ne za­rar ver­me­me­si, an­laş­maz­lı­ğa yol aç­ma­ma­sı ve­ya ak­din ta­raf­la­rın­dan bi­ri­si­ne ek bir ya­rar sağ­la­ma­ma­sı esas­la­rı­na da­ya­nır. Bu yüz­den sa­tı­cı ve alı­cı bel­li bir mal ve sa­tış be­de­li üze­rin­de anlaş­tık­tan son­ra baş­ka­sı­nın ara­ya gi­re­rek bu alış-ve­ri­şi boz­ma­sı ve bu ara­da alı­cı­ya ken­di ma­lı­nı sat­ma­ya kal­kış­ma­sı mü’min­ler ara­sın­da men­fa­at ça­tış­ma­la­rı­na yol açar.

Hz. Pey­gam­ber (s.a) şöy­le bu­yur­muş­tur: “Siz­den hiç­bir kim­se kar­de­şi­nin sa­tı­şı üze­ri­ne sa­tış yap­ma­sın”358 Başkasının sa­tı­şı­nı en­gel­le­me ya pa­zar­lık sı­ra­sın­da ya da mu­hay­yer­lik bu­lu­nan sa­tış­lar­da mu­hay­yer­lik sü­re­si için­de söz ko­nu­su olur. Pa­zar­lık sı­ra­sın­da sa­tı­cı ve alı­cı sa­tış üze­rin­de ka­rar ver­mek­le bir­lik­te he­nüz akit ta­mam­lan­ma­dan ön­ce bir baş­ka­sı ge­lip sa­tı­cı­ya; “Ben bu­nu sen­den da­ha yük­sek fi­yat­la alı­rım” di­ye­rek so­nuç­lan­mak üze­re bu­lu­nan sa­tı­şı bo­zar. Mu­hay­yer­lik ha­lin­de ise, bir kim­se meselâ; üç gün mu­hay­yer ol­mak üze­re bir ma­lı sa­tın alır, ona bu sü­re için­de baş­ka bi­ri­si ge­le­rek; “Sen bu sa­tı­şı fes­het, ben sa­na onun ben­ze­ri­ni da­ha ucu­za ve­re­yim ve­ya on­dan da­ha iyi­si­ni sa­ta­yım” di­ye­rek ön­ce­ki sa­tı­şı boz­du­rur. Ya da bu kim­se yi­ne mu­hay­yer­lik sü­re­si için­de sa­tı­cı­ya gi­dip; “Bu sa­tı­şı fes­het, ben bu ma­lı sen­den da­ha yük­sek fi­ya­ta sa­tın alı­rım” de­me­siy­le ger­çek­le­şir.

İslâm fa­kih­le­ri bü­tün bu şe­kil­le­rin ha­ram ol­du­ğu ve bu­nu ya­pan­la­rın âsî bu­lun­du­ğu ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği için­de­dir. Çün­kü yu­ka­rı­da sö­zü­nü et­ti­ği­miz “sa­tış üs­tü­ne sa­tış ya­sa­ğı” ifa­de­sin­den “mü’min kar­deş­li­ği” an­la­şı­lır. Sa­tış üs­tü­ne sa­tı­şın hük­mü­ne ge­lin­ce; Hanefî ve Şâfiîlere gö­re bu tür sa­tış gü­nah ol­mak­la bir­lik­te so­nuç do­ğu­rur. Mâlikî ve Hanbelîlere gö­re ise böy­le bir sa­tış fa­sit­tir.359

 

   34. Fasit bir Şart­la Sa­tış:

Bir sa­tım ak­din­de sa­tı­şın ni­te­li­ği ile uyu­şan şart­la­rın öne sü­rül­me­si mümkün ve ca­iz­dir. Bun­la­ra “sa­hih şart” de­nir. Sa­tı­cı­nın ma­lı ev­de tes­lim et­me­si, alı­cı­nın pa­ra­yı dö­viz cin­sin­den ver­me­si, ve­re­si­ye sa­tış­ta ke­fil ve­ya re­hin ve­ril­me­si şar­tıy­la sa­tış gi­bi. Bu­ra­da sa­tış ge­çer­li ol­du­ğu gi­bi be­lir­le­nen şart­lar da bağ­la­yı­cı­dır. Çün­kü Hz. Pey­gam­ber; “Müs­lü­man­lar ken­di ara­la­rın­da be­lir­le­dik­le­ri şart­la­ra uyar­lar” 360  bu­yur­muş­tur. An­cak ha­di­sin Tir­mi­zi ri­va­ye­tin­de “Helâlı ha­ram, ha­ra­mı helâl kı­lan şart müs­tes­na­dır.” 361 ilâvesi İslâm’ın pren­sip­le­ri ile çe­li­şen şart­la­rın ge­çer­li ol­ma­dı­ğı­na işa­ret et­miş­tir.

İslâm’ın alış-ve­riş­ler­de öne sü­rül­me­si­ni is­te­me­di­ği şart­lar eğer ta­raf­lar­dan yal­nız bi­ri­si­ne ek ya­rar sağ­la­yı­cı ni­te­lik­te ise “fa­sit”, sa­tı­cı ve­ya alı­cı­ya ya­ra­rı bu­lun­ma­dı­ğı gi­bi, bun­lar­dan bi­ri­si­ne za­rar­lı olan şart da “bâtıl şart” adı­nı alır (bk. yu­ka­rı­da “Şart Çe­şit­le­ri” ko­nu­su).

Hanefîlere gö­re fa­sit şart­la ya­pı­lan sa­tış  fa­sit olur. Bun­lar; sa­tım ak­di­nin ge­re­ği ol­ma­yan, ak­de uy­gun düş­me­yen, hak­kın­da şer’î hü­küm bu­lun­ma­yan, in­san­la­rın örf ha­li­ne de ge­tir­me­di­ği an­cak sa­tı­cı ve­ya alı­cı­dan bi­ri­si­ne tek yan­lı ya­rar sağ­la­yan şart­lar­dır. Sa­tı­cı­nın öğüt­me­si şar­tıy­la buğ­day, el­bi­se dik­me­si şar­tıy­la ku­maş sa­tın al­mak gi­bi. Bâtıl şart­la ya­pı­lan sa­tım ak­di ise sa­hih olur, fa­kat şart lağv ka­bul edi­lir. Bu ta­raf­lar­dan bi­ri­si için za­rar­lı olan şart­tır. Bir kim­se­nin bir ma­lı, alı­cı­nın baş­ka­sı­na sat­ma­ma­sı ve­ya ba­ğış­la­ma­ma­sı şar­tıy­la sat­ma­sı ha­lin­de bu­nun ne sa­tı­cı­ya ne de alı­cı­ya bir ya­ra­rı yok­tur. An­cak alı­cı­ya za­ra­rı var­dır. Çün­kü bir kim­se ge­rek duy­du­ğu za­man ma­lı­nı sa­ta­bil­me­li­dir. Bu hak­kı­nı kı­sıt­la­yan şart za­rar­lı­dır.

Şâfiîlere gö­re alış-ve­riş­te öne sü­rü­len şart mu­hay­yer­lik, va­de,  re­hin ve kefâlet gi­bi ta­raf­lar­dan bi­ri­si­ne ya­rar sağ­la­yı­cı ni­te­lik­te ise böy­le bir şart­la sa­tış ge­çer­li­dir. Eğer şart; sa­tın alı­nan ma­lın baş­ka­sı­na sa­tıl­ma­ma­sı ve­ya ba­ğış­lan­ma­ma­sı gi­bi sa­tım ak­di­nin so­nuç­la­rı ile çe­li­şen bir şart ise sa­tış ba­tıl olur. Bu, Mâlikîlerin gö­rü­şü­ne de uy­gun dü­şer.

 

   35. Bir Sa­tış­la İçi­çe Bu­lun­ma­sı Ca­iz Ol­ma­yan Al­tı Akit:

Sa­tış ak­di ile ay­nı kap­sam için­de yer ve­ril­me­yen al­tı akit şun­lar­dır: Ödül (ciâle), sarf, müsâkât (bağ-bah­çe or­tak­lı­ğı), or­tak­lık, ni­kah ve mudârâbe (emek-ser­ma­ye or­tak­lı­ğı).

“Ba­na şu ka­dar ödül ver­men ve­ya şu ka­dar dö­vi­zi şu fi­ya­ta boz­man ya­hut şu bah­çe­ni ba­kım ve su­la­ma­sı ba­na ait ol­mak üze­re çı­ka­cak mey­ve­le­ri eşit ola­rak pay­laş­mak şar­tıy­la, sa­na şu gay­ri men­ku­lü­mü şu fi­ya­ta sa­ta­rım.” de­nil­me­si gi­bi. Bu­ra­da gay­ri men­ku­lün be­de­li ile di­ğer akit­le­rin be­de­li ka­rış­mak­ta iç içe olan iki akit be­lir­siz­lik do­ğur­mak­ta­dır.

Hanefîlere gö­re böy­le bir sa­tı­şın hük­mü; fa­sit, Şâfiî ve Hanbelîlere gö­re ise bâtıldır. Mâlikîler ise hem sa­tış hem ki­ra, bir sa­tış için­de iki sa­tı­şın bir­lik­te ya­pı­la­bi­le­ce­ği­ni, bu­nun mu­hay­yer­lik tü­rün­den bir iş­lem ol­du­ğu­nu söy­le­miş­ler­dir. Ya­ni sa­tı­cı şar­ta uyup ikin­ci mu­a­me­le­yi ye­ri­ne ge­tir­me­di­ği tak­dir­de alı­cı­nın ak­di fes­het­me mu­hay­yer­li­ği bu­lu­nur.362