TAHARET (TEMİZLENME) KİTABI. 2

Başın Meshinde Son Nokta: 2

ABDESTİN SÜNNETLERİ. 2

ABDESTİN MÜSTEHABLARI. 3

ABDESTİ BOZAN ŞEYLER.. 4

GUSÜL.. 5

Guslün Farzları: 5

GUSLÜN SÜNNETLERİ. 5

GUSLÜ GEREKTİREN SEBEPLER.. 5

Kadının İhtilamı: 6

Gusülde Kullanılacak Su Miktarı: 6

KENDİSİYLE TAHARET YAPILABİLECEK SULAR.. 7

Akan Suda Abdest: 8

Suda Ölen Hayvanların Suyu Fâsid Kılıp Kılmaması: 8

Kullanılmış Sular: 8

KUYULAR.. 9

ARTIKLARIN HÜKMÜ.. 10

TEYEMMÜM... 11

TEYEMMÜM ETMENİN ŞEKLİ. 12

Namazda veya Daha Sonra Suyu Bulmak: 13

TEYEMMÜMÜ BOZAN ŞEYLER.. 13

Fahiş Fiatla Su Satın Almak: 14

MESTLER ÜZERİNE MESHETMEK.. 14

MESHİ BOZAN ŞEYLER.. 15

HAYIZ ( AYBAŞI HALİ ) 16

Kanlar üç çeşittir: 16

Hayız Gören Kadının Namazı ve Orucu: 17

Hayızlı İle Münasebeti Helâl Saymanın Tehlikesi ve Böyle Kadınla Sevişmek: 17

İSTİHAZE KANI VE ONA BENZEYENLER.. 18

NİFAS ( LOHUSALIK HALİ ) 19

NECASETLER VE TEMİZLENMELERİ. 19

Namaza Mâni Olan Necaset: 19

Meninin Pis Oluşu ve Giderilmesi: 21

Hayvanlara Âit Kan, İdrar ve Terslerin Durumu: 21

PİSLİĞİN GİDERİLMESİ. 22

İSTİNCA (HELAYA GİTTİKDEN SONRA TEMİZLENME) 22

Helada Kıbleye Dönmek: 23


TAHARET (TEMİZLENME) KİTABI

 

Lügatte mutlak temizlik demektir. Şer'î mânası ise; pis olan şeylerden temizlenmektir. Abdest (vudû) lügatte; güzellik ve parlaklık demektir. Şer'î ıstılahda ise, belli organları yıkamak ve meshetmektir. Bunda lügat mânası da bulunmaktadır; çünkü yıkanan ve meshedilen organlar abdestte güzelleşir. Gasl (yıkamak) lügatte su akıtmaktır. Mesh ise, isabet demektir.

Abdestin farz olmasının sebebi; pis ve abdestsiz bulunulduğunda, namaz kılınmak istenmesidir. Zira Yüce Allah (cc) bu hususda şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman .yıkayınız.” [1]

İbn. Abbas dedi ki; “Ayette geçen; “Namaz kılmaya kalktığınız zaman” sözüyle; “Abdestsiz olduğunuz halde namaz kılmak istediğinizde.”mânası kastedilmiştir.”

Abdestin farzları şunlardır: Yüzü yıkamak, dirseklerlerle beraber elleri yıkamak (İmam Züfer), başın dörtte (İmam Şâfıî) birini meshetmek ve topuklarla birlikte ayakları yıkamak (İmam Züfer).

Yüzün sınırı: Uzunluğuna; alındaki saç bitim noktasından çenenin altına kadar. Enine ise; iki kulak yumuşağı arası. Zorluğundan ve zarar vermesinden korkulduğu için, gözlerin içini yıkama mecburiyeti kaldırılmıştır. [2] Gözlerin üst kapaklarının yıkanmasıyla temizlik yapılmış olur. Şakak ile kulak arasının yıkanması gerekir; çünkü burası da yüzden sayılmaktadır. Ancak Ebû Yûsuf’a göre yüzde sakal bittikten sonra buraların yıkanması icab etmez; çünkü ona göre şakağın altını yıkama mecburiyeti yoktur. Kulak da şakağa yakın olduğu için, sakal bittikden sonra şakak ile kulak arasının abdestte yıkanması icab etmez.

Biz deriz ki; sakal bittikden sonra yüzün sakal altı kısmının yıkanması; aradaki tüylerin suya mani olmasından dolayı mecburiyet kapsamından çıkarılmıştır. Oysa, kulakla şakak arasında tüy engeli bulunmamaktadır. Bundan dolayı abdestte buranın yıkanması gerekir.

İmam Züfer dedi ki; Dirsekler ve topuklar abdestte yıkanacak yerlere dahil değillerdir; çünkü abdestle ilgili âyette geçen  (ilâ) edatı, varılacak sınırı göstermektedir. 'Dirseklere kadar, topuklara kadar yıkayın' mânasına   gelmektedir.  Biz   deriz   ki;   âyette   geçen (ilâ) edatı, beraberlik mânasında kullanılmıştır. Nitekim başka bir âyette Yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur;

“Onların mallarını kendi mallarınıza katarak (malınızmış gibi) yemeyin.” [3]

Şu halde abdestle ilgili âyet mücmel olmaktadır. Onu açıklayan sünnet vârid olmuştur. Sahih bir rivayete göre Hz. Peygamber (sas) abdest alırken, suyu dirseklerinin üzerine akıtmıştır. Abdest alırken suyu topuklarına ulaştırmayan bir adamı gördüğünde Hz. Peygamber (sas); 

Topukların ateşte vay haline!” buyurmuş ve adama topuklarını yıkamasını emretmiştir. [4]

 

Başın Meshinde Son Nokta:

 

Abdestle ilgili âyet başın meshi hususunda da mücmeldir; mânası İmam Mâlik'in dediği gibi, başın tamamının meshi mânasına geleceği gibi; İmam Şafiî'nin dediği gibi, mesh mânasını verecek şekilde, başın az bir kısmının meshedilmesi mânasına da gelebilir. Ve arkadaşlarımızın kail oldukları görüşe göre; başın bir kısmının meshedilmesi mânasına da gelebilir.

Sahih rivayette anlatıldığına göre Hz Peygamber (sas) abdest alıp kâkülünü meshetmiştir ki; bu uygulaması mezkûr âyetin bir açıklamasıdır ve İmam Mâlik ile İmam Şafiî'ye karşı bir hüccettir. Muhtar kavle göre kâkülün meshedilmesi gereken kısmı kitabda anlatılmıştır ki; o da başın dörtte biridir.

Meshin bir defadan fazla yapılmaması gerekir; zira tekrarlanması yıkamak olur. Oysa bize emredilen yıkamak değil, meshetmektir. [5]

 

ABDESTİN SÜNNETLERİ

 

1- Uykudan uyanan bir kimsenin kaba daldırmadan önce üç kerre ellerini bileklerine kadar yıkaması: Zira bu hususda hadîs vârid olmuştur. [6]  Sonra denildi ki; eğer abdest suyunun içinde bulunduğu kap küçükse; kişi kabı sol eliyle kaldırıp, suyu sağ eline döker. Sonra da sağ eliyle kaldırıp sol eline döker ki; abdest almaya sağ elle başlamış olsun. Nitekim sünnet olan da budur. Şayet abdest suyunun içinde bulunduğu kap büyükse; sol elinin parmaklarını birleştirir. Avuçlayarak değil, sadece birleştirilen parmaklarıyla kabdan su alarak ellerini yıkar. Suyu bu şekilde alması, yeterlilik sağlamak içindir. Bundan daha az su ile de yetinilemez.

2- Abdeste başlarken besmele çekmek: Çünkü Hz. Peygamber (sas) abdeste başlarken besmele çekme sünnetini  devam ettirmiş ve bu hususda şöyle buyurmuştur:

Bir kimse abdest alır ve Yüce Allah (cc) ın adını anarsa, bütün vücudunu temizlemiş olur. Yine bir kimse abdest alır ama Yüce Allah (cc) ın adını anmazsa, vücudunun sadece su değen yerlerini temizlemiş olur.”

3- Misvak kullanmak: Bu da sünnettir; çünkü Hz. Peygamber (sas) buna devam etmiş ve bu hususda şöyle buyurmuştur;  

“Dostum Cebrail bana misvak kullanmayı tavsiye etti.” Esahh kavle göre misvak kullanmak müstehabdır diyenler de vardır. [7]

4,5- Ağzı üç defa suyla çalkalamak, üç defa buruna su vermek: Her defasında yeni su ile bunu yapmalıdır. Zira Hz. Peygamber (sas) bu sünneti bu şekilde devam ettirmiştir.

6- Başının tamamını ve kulakları aynı su ile (İmam Şâfıî) meshetmek: “Başının tamamını” dedik: Zira rivayet olunduğuna göre; Peygamber (sas) abdest almış ve başının tamamını meshetmiştir. Perçemini meshetmiş olduğuna dair olan ibare daha önce geçmişti. Şu halde perçemin meshi farz, başın tamamının meshi ise, sünnet olmaktadır. Rasûlullah (sas);

“Kulaklar başdan sayılır” buyurmuştur. Bundan kasdedilen, yaradılış bakımından değil; abdestte meshetme hususunda kulakların baş hükmüne tabi olmasıdır.

7- Sakalı hilâllemek: Rivayet olunduğuna göre Peygamber (sas) abdest aldığında parmaklarını, tarağın dişleri gibi, sakalına geçirmişti. Zayıf bir kavle  göre sakalın hilâllenmesi İmam ebû Yûsuf’a göre sünnet, İmamı Âzam ile İmam Muhammed'e göre caizdir (yani bunu yapan kişi bid'atçı sayılmaz). Çünkü sünnet; farzı tam olarak, mahallinde yerine getirmektir. Oysa sakalın altını yıkamak farz olmakdan çıkmıştır.

Parmak aralarını hilâllemek: Bu da sünnettir; çünkü bu, “Farzı tam olarak mahallinde” yerine getirmektir.   Zira Hz. Peygamber (sas) bu hususda şöyle buyurmuştur:  

“Cehennem ateşi hilâllemeden önce, siz parmak aralarını hilâlleyin.

8- Abdest organlarını  üçer defa yıkamak: Birinci yıkayış farz, üçüncüsü sünnettir. İkincisi fazilet bakımından üçüncüden aşağıdadır. Zayıf bir  kavle göre; ikinci yıkama sünnet, üçüncüsü ise, sünnetin ikmalidir. Bunun delili de, (dipnottaki) meşhur hadisdir: [8]

Yine rivayet olunduğuna göre Hz. Osman   (ra) insanların oturdukları bir yerde  abdest almış; yüzünü ve ellerini üçer defa yıkamış, başını bir defa meshetmiş, ayaklarını da üçer defa yıkamış ve; Peygamber  (sas) işte böyle abdest aldı demiştir. [9]

 

ABDESTİN MÜSTEHABLARI

 

1,2- Niyyet etmek (İmam Şâfıî) ve uzuvları   yıkarken sıraya uymak: Bu sünnete riâyet etmek gerekir ki; böylece insanı Allah (cc) a yaklaştırıcı bir vesile olan ibadet yerine getirilmiş ve farzın mesuliyetinden kurtulunmuş olsun. Uzuvları; arada başka şeylerle meşgul olmadan, peş peşe yıkamak da müstehabdır. Ama bu farz değildir; çünkü abdestle ilgili âyet-i kerîme [10] de böyle bir şart ileri sürülmemiştir. Mezkur âyette önce yüzün, sonra ellerin yıkanmasından, ardı sıra başın meshedilmesinden, en sonunda da ayakların yıkanmasından bahsedilirken, cümleler (ve) bağlacıyla birbirlerine bağlanmışlardır. Bu da sıraya riâyeti gerektirir. Fakat Sîrafı'den nakledildiğine göre nahiv ulemasının icmâıyla bu (ve) bağlacı çoğul mânasını ifade etmek için kullanılmıştır. Öyle ise nassa yapılan ilâvenin gerçekliği yoktur. Kaldı ki, Kur'an'ın sünnet ile neshi caiz değildir. Çünkü Kur'an, sünnete göre daha üstün ve kuvvetli durumdadır.

Niyyetin ve uzuvları sıra ile yıkamanın sünnet olduğu da söylenmiştir. Esahh olan da budur; çünkü Peygamber (sas) bu ikisine devam etmiştir.

3- Yıkamaya sağ uzuvlardan başlamak: Bu da müstehabdır; çünkü Peygamber (sas) bu hususda şöyle buyurmuştur:  

“Ayakkabıyı giymek ve çıkarmak da dahil; Cenabı Allah (cc) her işe sağdan başlamayı sever.”

 4- Boynu meshetmek: Bunun sünnet olduğu yolunda zayıf bir rivayet olduğı gibi, müstehab olduğu da söylenmiştir.

Abdest alan kişinin âciz kalma durumu hariç başkasından yardım istemesi mekruhtur. Abdest alırken kimseden yardım istenmemelidir ki, sevap daha çok ve ibadet daha ihlâslı olsun.

Kişi bir abdestle dilediği kadar farz ve nafile namaz kılabilir. Zira Hendek savaşında Hz. Peygamber (sas) bir abdestle dört namaz kılmıştır. [11]

 

ABDESTİ BOZAN ŞEYLER

 

1,2- Ön ve arka yollardan çıkan her şeyle, ön ve arka yollardan başka vücudun her hangi bir yerinden çıkan pis şeyin, yaranın bulunduğu yerden akması abdesti bozar (İmam Şâfıî): Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurur:

Yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse”  [12]

Burada ayak yolu diye tercüme ettiğimiz (ğâit) kelimesi aslında abdest bozma yeri mânasında kullanılır. Yoksa, bununla def-i hacet mânası kastedilmez; ama bu âyette (ğâit) kelimesiyle, abdest bozma yeri olan heladaki def-i hacet kasdedilmiştir. Hela, o işin yapılışı esnasında insanlara bir örtü vazifesi görür. Şu halde bir kimse def-i hacette bulunmaksızın helaya girip çıkarsa, abdesti bozulmaz.

Peygamber (sas) buyurur ki:

Vücuttan akan her kandan dolayı abdest almak gerekir.” Bir başka hadîs-i şerîfde de şöyle buyurur:

“Bir kimse namaz kılarken kusar veya burnu kanarsa; namazı bırakıp gitsin abdest alsın; konuşmadığı takdirde namazına kaldığı yerden devam etsin.” Yine bir başka hadîsde;

“Yedi şeyden ötürü abdest yeniden alınır. buyurmuş ve böyle derken; ağız dolusu kusmayı, akan kanı, kahkahayı ve uykuyu bu yedi şey arasında saymıştır.

Ön ve arka yollardan başka, vücudun her hangi bir yerinden çıkan şeyin abdest bozucu olması için akması şarttır; zira her derinin altında rutubet ve kan vardır. Dışarıya çıkan şey ise, akmadıkça sadece görünmüş olur ama çıkmış sayılmaz. Fakat ön ve arka yollardan çıkan şeyin abdest bozucu oluşunda böyle bir şey aranmaz. Çünkü buralardan çıkan şey çıkar çıkmaz yer değiştirmiş ve dışarı çıkmış sayılır.

3- Ağız dolusu kusuntu (İmam Züfer): Bu, dışarıya bırakılmaması çok zorlukla mümkün olabilen kusuntudur. Bir kimse, toplandığında ağız dolusu olacak kadar bir kusuntuyu azar azar kusarsa abdesti bozulur mu? Ebü Yûsuf bu durumda abdestin bozulması için kusuntu yerinin aynı olmasını şart koşmuştur. Zira bilindiği gibi o; tilâvet secdesinde ve diğer meselelerde olduğu gibi, dağınık şeyleri bir araya toplar ve aynı hükme tabi kılar. İmam Muhammed ise, bu durumda abdestin bozulması için ayrı kusuntuların aynı sebepden olması şartını  koşmuştur ki, o da mide bulantısıdır. Zira mide bulantısı ayrı ayrı kusuntuların tek sebebidir. İmam Züfer'e göre ise, ön ve arka yollardan çıkan pislikler gibi, az miktardaki kusuntu abdesti bozar. Bunun cevabı önceki kısımda geçmişti. Ağız dolusu olsa bile, balgam kusuntusu abdesti bozmaz. İmam ebû Yûsuf dedi ki; eğer balgam karından çıkıyorsa, abdesti bozar. Çünkü karın necaset mahallidir. Böyle olunca da oradan gelen balgam safraya benzer. Biz balgamın temiz olduğunu söylüyoruz; çünkü Peygamber (sas) namazdayken ağzına gelen balgamı abasının ucuyla alırdı. Bundan dolayı, kafadan gelen balgamın abdesti bozmadığı hususunda icmâ vardır. Bu Dalgam kaygan nitelikte olduğundan içine necaset karışmaz. Çevresinde kalan necaset ise azdır; az olan şey ise, abdesti bozmaz. Ama safra böyle değildir; ona necaset karışır.

Kusuntu, kan ve irin ise; ağız dolusu olmasa bile, abdesti bozar (İmam Muhammed) : İmam Muhammed dedi ki; bu kusuntular ağız dolusu olmadıklarında tıpkı diğer karışımlar gibi abdesti bozmazlar. Biz deriz ki mide kanın mahalli değildir. İrin oraya bir yaradan veya çıbandan akar. Çıktığında da yerinden akmış olur ve abdesti bozar. Bir kimse ağız dolusu olmadıkça kan kussa bile abdesti bozulmaz. Çünkü bu kan mideden gelmektedir. Hasan, Ebü Hanîfe'den böyle rivayet etmiştir.

Kan tükrüğe karışıp da, yarısından fazla olursa, abdesti bozar: Çünkü burada hüküm, yandan fazla olan şeye göredir. Kan ve tükrük biribirine eşit miktarda olsa bile, ihtiyat gereği abdestin bozulduğuna hükmedilir. Ama tükrük kandan fazla olursa abdest bozulmaz. Çünkü az, çoğun içinde tükenir ve yok olur.

4- Yana uzanarak uyumak abdesti bozar: Bu, yedi şeyden dolayı abdestin bozulduğunu bildiren hadîs-i şerîfde geçmişti.

Aynı şekilde bir yere dayanarak ve bir şeye yaslanarak uyumak da abdesti bozar: Çünkü mâna bakımından bu da yana uzanarak uyumak gibidir. Bir hadîs-i şerîfde Peygamber (sas) şöyle buyurur:

“Göz makat ağzına bağlıdır; göz uyuyunca bağ çözülür.

5- Bayılmak ve delirmek abdesti bozar: Çünkü bayılmak ve delirmek, uykuya göre aklı daha fazla izale eder. Zira uyumakta olan kişi uyanınca kendine gelir; ama baygın ve deli, asla! Namaz kılarken kıyamda (İmam  Şâfıî) rükûda (İmam Şâfıî) secdede (îmam Şâfıî) tahiyyatta (İmam Şâfıî) uyumak abdesti bozmaz: Zira Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:  

“Kıyamda veya rükûda veya secdede veya otururken uyuyan kimsenin abdest alması gerekmez. Ancak, yana uzanarak uyuyan kimsenin abdest alması gerekir.”

Kadına dokunmak abdesti bozmaz: Zira bu hususda Hz. Âişe (ra) şöyle bir rivayette bulunmuştur: “Peygamber (sas) eşlerinden birini öptü. Sonra abdest almadan kalkıp namaz kıldı.”

Bununla ilgili âyeti kerîme üzerinde biribirine zıt tevillere gidilmiştir: Meselâ İbn Abbas (ra) der ki; âyette geçen “kadına dokunmak” sözüyle cinsî münasebet kastedilmiştir. Şu halde kadına el sürmekle abdest bozulmaz. Bu hüküm Peygamber (sas) in uygulamasıyla kesinlik kazanmıştır.

Keza, erkeklik organına el sürmek de (İmam Şâfıî) abdesti bozmaz: Zira Peygamber (sas) “erkeklik organına el sürmekle abdest alınması gerekir mi?” diye soran Talk b. Ali'ye şu cevabı vermiştir;

Hayır, gerekmez. O organ senin bir parça etinden başka bir şey midir ki?” Böyle demekle, adamın abdest alması gerekmediğini bildirmiş ve bu hükmün sebebine de dikkat çekmiştir.

Her kim erkeklik organına el sürerse, abdest alsın” mealindeki rivayeti Yahya b. Maîn ve diğer hadîs imamları ta'n etmişlerdir.

6- Namazda kahkaha ile gülmek abdesti bozar (îmam Şâfıî): Bununla ilgili olarak 'yedi şeyden ötürü abdestin  yeniden alınması'yla ilgili hadîs nakledilmişti. Yine bir başka hadîs-i şerîfde şöyle buyurulmuştur:

Dikkat edin! Sizden kahkahayla gülen biri abdesti de namazı da yenilesin. Bu kıyasa muhalif olarak vârid olduğu için, kâmil namazlara mahsus bir hükümdür. Öyle ki; bir kimse cenaze namazında tilâvet secdesinde gülerse, abdesti bozulmaz. Kahkaha; yanındakinin duyacağı kadar gülmektir. Bu hem namazı, hem de abdesti bozar. Bir insanın sadece kendisinin duyabileceği kadar gülmesine 'dıhk' denilir. Bu ise sadece namazı bozar. Tebessüme gelince; onu ne sahibi duyar, ne de başkası. Bunun bir hükmü yoktur.

Bir kimse abdestinin bozulduğu hususunda şüphe ederse; bu onun ilk şüphesi ise, yeniden abdest alır. Çünkü o hadesin meydana gelişini yakînen biliyor; ama hadesin giderildiğinden şüphe ediyor. Ama çok defalar şüpheleniyorsa, abdesti yenilemez. Zira bunda sıkıntı vardır. Abdestinin bozulduğunu kesin olarak bilir, ama ondan sonra abdest alıp almadığından şüphe ederse veya bunun tersi olursa, kesin olarak bildiğine göre hareket eder. [13]

 

GUSÜL

 

Guslün Farzları:

 

Ağzı iyice çalkalamak (İmam Şâfii) burna iyice su vermek (İmam Şâfii) ve bedenin tamamını yıkamak: Gusülle abdest arasındaki fark şudur; abdest alacak olan kişi yüzünü yıkamakla emredilmiştir. Burnun ve ağzın içi yüzden sayılmamaktadır. Şu halde ağız ile burun içinin abdest alırken yıkanması farz değildir. Ama gusleden kişi bedeninin tamamını temizlemekle mükellefdir. Zira Yüce Allah (cc) buyurur ki;

“Eğer cünüb oldu iseniz, boy abdesti alın[14] Şu halde gusledecek olan kimsenin gözlerinin içi hariç vücudunun yıkanabilen her yerini yıkaması gerekir. Önce de bahsedildiği gibi; gözlerin içinin yıkanması gerekmez; çünkü yıkanmasında zarar vardır. Ama ağızla burnun içinin guslederken yıkanması farzdır. Çünkü bu, yapılması mümkün ve aynı zamanda zarar verici değildir. Bu, Peygamber (sas) in şu  buyruğuyla kesinlik kazanmıştır:   “Doğrusu her tüyün altında cünüblük vardır. Dikkatli olun; tüyü ıslatın, teni temizleyin.” [15]

Suyun saç diplerine, saç ve sakalda tüylerin hem diplerine, hem de aralarına ulaştırılması gerekir. Ancak bu rivayete göre örüklerin içine suyu ulaştırmak zorluk sebebiyle gerekli değildir. [16]

 

GUSLÜN SÜNNETLERİ

 

1,4- Önce elleri ve tenasül organını yıkamak, varsa vücuttaki pislikleri gidermek, sonra namaz abdesti almak ve bedenin tamamına üç defa su dökünmek. Peygamber (sas) in bu şekilde guslettiği nakledilmiştir. Meymûne (ra) dedi ki;

Peygamber (sas) için gusül suyu koydum. Cünüblükden dolayı boy abdesti aldı; su kabını sol eliyle tutup sağ eline döktü, ellerini yıkadı. Sonra tenasül aletine su döküp yıkadı. Sonra elini duvara (veya yere) sürüp ovaladı. Sonra ağzını çalkaladı, burnuna su verdi, yüzünü ve kollarını yıkadı, başına su döktü. Sonra bedeninin tamamına su döktü. Sonra yıkanmakta olduğu yerden biraz kenara çekildi ve ayaklarını yıkadı.” [17] Gusledilen yerde su birikmekde ise; kullanılmış suyun vücuda isabet etmesine mani olmak için, ayakları yıkamayı en sona bırakmak müstehabdır. Zira rivayet ettiğimiz hadîs de bunu gerekli kılmaktadır. [18]

 

GUSLÜ GEREKTİREN SEBEPLER

 

1- Erkeklik organının sünnet yerine kadar anus (makad) veya vagina (kadınlık organı) içine girmesi durumunda hem yapanın, hem de yapılanın gusletmesi farz olur: Çünkü Peygamber (sas) bu hususda şöyle buyurmuştur:    

“Erkekle kadının sünnette kesilen yerleri (üreme organları) karşı karşıya gelir de, erkeklik organının baş kısmı karşıdaki üreme organının içine tamamıyla girerse; meni aksa da, akmasa da, gusül farz olur.

Hz. Âişe (ra) demiştir ki; “Ben ve Peygamber (sas) böyle yaptık ve guslettik.”

Erkeklik organının baş kısmının makada girmesi durumunda da gusül farz olur; çünkü orası da vagina gibi şehvet uyandıran ve cinsî temas kurmak istenilen bir mahaldir. 'Makaddan ilişki kurmakla da gusül farz olur' dedik. Çünkü Hz. Ali (ra) bununla ilgili olarak şöyle demiştir:

Makadla ilişki kurmak durumunda haddi vâcib kılıyorsunuz; ama bir ölçek suyu (yani boy abdesti almayı) vâcib kılmıyorsunuz,” Ziyadât adlı eserde, makaddan temas yaptıran aktif durumdaki kimsenin de gusletmesi gerektiği bildirilmiştir. Bu hüküm ihtiyatîdir.

2- Fışkırarak (İmam Şâfıî) ve şehvetle meninin gelmesi: Bu durumda meni gelmesinin insanı cünüb ettiğinde ittifak vardır ve bu sebeple gusletmenin gerektiği de nassla sabittir. Ümmü Süleym Peygamber (sas) e şöyle bir sual sormuş: Bir kadın rüyasında kocasının kendisiyle münasebet kurduğunu görürse ne yapmalı? Cevabında buyurdu ki;

“Uyandığında kendisinde bir ıslaklık görürse, gusletmeli.”

Meni fışkırmaksızın şehvetsiz olarak gelirse; sözgelimi adamın beline vurulur veya yüksek bir yerden düşer, yahut kendisine bir hastalık isabet eder de bu şekilde menisi akarsa; gusül değil, sadece abdest alması gerekir; tıpkı mezide olduğu gibi. Bu durumda akan şey meninin cüzlerindendir. Ama fışkırarak akmadığından dolayı gusül icab etmez. Kaldı ki, meni akmasıyla guslün farz olması için; meninin asıl kaynağından şehvetle ayrılıp gelmiş olması şarttır. Çünkü onun şehvetle gelmesi halinde meni olduğu bilinebilir. Guslün gerekliliği için şehvet şarttır. İmam ebû Yûsuf’a göre meninin erkeklik organından çıkış hali mühimdir; yani, zekerden dışarıya şehvetle fışkırarak çıkması halinde gusül farz olur.

3- Hayız ve nifas kanamalarının kesilmesi: Hayzın (âdetin) kesilmesi durumunda gusül farz olur. Zira Allah (cc) buyurur ki;

Aybaşı halinde  olan  kadınlardan  uzak  durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın.” [19]

Bu haldeki kadınlar gusletmedikçe, kendileriyle cinsî münasebet yasaklanmıştır. Aybaşı halinin sona ermesi durumunda gusül farz olmasaydı, gusletmelerinden önce kendileriyle cinsî münasebet kurmak yasaklanmazdı.

Nifas kanamasının kesilmesi halinde gusletmenin gerekliliği hususunda icmâ vardır. İstihaze kanı görmekte olan kadının da âdet günleri tamamlandığında gusletmesi farz olur. Çünkü hayız hükümleri bakımından bu kadın, artık temizlik haline girmiş kadınlar gibi olur.

4- Uykudan uyanan kimsenin elbisesinde meni yahut mezi (İmam ebû Yûsuf) görmesi durumunda gusletmesi farz olur. Zira meni hakkında şöyle bir hadis vardır:

“Bir kimse rüya gördüğünü hatırlar ama uyandığında kendisinde bir ıslaklık görmezse, gusül gerekmez. Bir kimse de rüya gördüğünü hatırlamaz ama, uyandığında kendisinde bir ıslaklık görürse gusletmesi gerekir.” Meziye gelince; bu hususda İmam ebû Yûsuf’un muhalefeti vardır. [20] Zira uyurken gelen mezi, tıpkı uyanıkken gelen gibi guslü icab ettirmez. Bize göre bu incelmiş olan bir menidir ve ihtiyaten gusül gerekir. [21]

 

Kadının İhtilamı:

 

Kadın ihtilam olur da, uyandığında şayet sırt üstü uyumuş ise kendinde bir ıslaklık görmezse, menisinin vaginadan çıkmış, ama tekrar geri dönmüş olması ihtimaline binaen gusletmesi gerekir. Çünkü ihtilamda zahir görüşe göre meni vaginadan dışarı çıkmıştır. Ama bu durumdaki erkeğin gusletmesi icab etmez; çünkü erkeklik organından çıkan meni, deliğin darlığından dolayı tekrar içeriye giremez. Kadın uyandığında sırt üstü değil de başka tarafa doğru uyumuşsa; kendinde ıslaklık görmezse, rüyada ihtilam olduğunu hatırlasa bile, gusletmesi icab etmez.

5,8- Cuma için, iki bayram için, ihrama girmek için gusletmek sünnettir: Müstehab olduğuna dair zayıf bir görüş vardır; buna göre, cuma ve bayramlarda kalabalıklara girilmektedir. İnsanların birbirlerinin hoş olmayan kokularından rahatsız olmamaları için, gusletmeleri müstehab olur. [22]

 

Gusülde Kullanılacak Su Miktarı:

 

Gusülde kullanılacak asgari su miktarı bir sa'dır. Abdestte ise, bir müddür. Bir sa' 8 rıtıldır. Bir müd ise 2 rıtıldır (bir şer'î sa’ 2 kilo 917 gr. Bir örfî sa’ 3 kilo 333 gr.dır) Rivayete göre Peygamber (sas) bir sa’ suyla gusleder, bir müd suyla da abdest alırdı.

Müddün sa' ile mi, yoksa başka bir şeyle mi takdir edileceği hususunda âlimler arasında ihtilâf vardır. Bu ölçü bağlayıcı değildir: Öyle ki, bir kimse takdir edilen bu mikdarlardan az bir suyla abdestini tam alır veya guslünü tam yaparsa, caiz olur. İsrafa kaçmamak kaydıyla, bu mikdardan fazla suyla guslederse, gene caiz olur. Yalnız israfın mekruh olduğu bilinmelidir.

Abdest sizin, cünübün kabsız olan mushafa dokunması caiz değildir (İmam Şâfıî): Bu kab, ciltten ayrı bir kap olmalıdır. Zira Yüce Allah (cc) buyurdu ki;

“Ona ancak temizlenenler dokunabilir.” [23] Abdestsiz veya cünüb kimsenin kendi yeni ile mushafı tutmasının sakıncası yoktur. Ama bazıları bunu mekruh saymışlardır. (Cünübün Kur'an okuması da caiz değildir). Zira Peygamber (sas) buyurdu ki;

Cünüb ve aybaşı halindeki kadın Kur'an 'dan bir şey okumasın.” [24] Tahavî'den naklolunan bir görüşe göre, cünübün ve aybaşı halindeki kimsenin, bir âyetin bir kısmını okuması caizdir. Bu hadisde teferruata girilmemiştir. Kur'an kasdı olmadan besmele, hamdele gibi şeyleri cünübken veya aybaşı halindeyken okumanın sakıncası yoktur. Cünüb veya aybaşı halindeki kimse zikir yapabilir, tesbihatta bulunabilir, dua edebilir: Çünkü bu yasak hususen Kur'an içindir. Zaruret olmadan camiye giremez: Zira Peygamber (sas) buyurur ki;

Mescidi cünübe ve aybaşı halindekine helâl kılmam” Ama girme ihtiyacı hissederse, teyemmüm edip girer. Çünkü suyun yokluğunda teyemmüm de temizliktir. [25]

 

Mescidde Uyuyanın Cünüb Olması:

 

Bir kimse mescidde uyur da cünüb olursa, teyemmüm etmeden mescidden çıkamaz diyenler olduğu gibi, çıkabilir diyenler de olmuştur. Hayız ve nifas halindeki kadın da bu hükümlerin tamamında cünüb gibidir. [26]

 

KENDİSİYLE TAHARET YAPILABİLECEK SULAR

 

Yağmur suyu, kaynak suyu, sel suyu gibi hem temiz, hem temizleyici sularla  uzun müddet kalmakla değişseler bile temizlik yapılır. Bunun dayanağı şu âyet-i celîledir.

“Biz gökden temiz su indirdik.[27] Peygamber (sas) Medine kuyularının suyuyla abdest almış ve;

 Su tertemizdir. Tadını veya rengini yahut kokusunu değiştiren şey hariç; hiç bir şey onu pis etmez.” buyurmuştur. Uzun müddet kalması suyu necis kılmaz. Uzun zaman geçmekle dahi, su temiz kalabilir.

Çöven, zaferan ve sel suları gibi temiz olan şeyler suya karışıp da; renk, koku, tad vasıflarından biri değişmiş olsa, ve fakat inceliği, berraklığı henüz yok olmamışsa; bunlarla temizlenmek caizdir: Yalnız süt ile temizlik yapılıp yapılamıyacağı hususunda farklı iki rivayet vardır.

İçki, sirke ve gülsuyu gibi mayilerin karışıp galebe ettiği ve tabiatını giderdiği suyla temizlik yapılmaz: Suyun tabiatı; akıcı, ıslatıcı ve sususzluğu giderici olmasıdır.

Bu hususda eczası ile olan galebeye itibar edilir: Bunda aslolan şudur; bir suya biraz çamur karışsa, onun 'mutlak su' olma adı devam ettiği için, onunla abdsest almak ittifakla caizdir. Ama su adını yitirdiği için, sirkeyle abdest almak, ittifakla caiz değildir. Suya galip olan karışım eğer onu tabiatından çıkarırsa, biz o suyu sirke hükmüne dahil ederiz. Ama karışımda galip olan su ise ve suyun tabiatı da kaybolmamışsa; biz o suyu birinci kısma dahil ederiz; yani onunla abdest alınabilir. Çünkü bu, 'mutlak su' hükmündedir. Bu suyun o karışımdaki maddeye izafe edilmesi, kaynağa ve kuyuya izafe edilmesi gibidir. Çorbada olduğu gibi, pişirme ile suyun tabiatı değişirse, o suyla abdest almak caiz olmaz. Ancak sedir, çöven ve sabun gibi şeyler temizlik maksadıyla suya karıştırılıp kaynatılır ve su katılaşmazsa, o suyla abdest almak caiz olur. Zira ölünün bu gibi maddelerle yıkanmasının sünnet olduğuna dair rivayetler vardır. [28]

 

Durgun Suda Abdest:

 

Durgun suyun içine bir pislik düşerse ve o su her tarafdan onar arşın uzunluğundaki (İmam Şâfii) bir yerde değilse, onunla abdest almak caiz olmaz: Çünkü Peygamber (sas) bu hususda şöyle buyurdu:

“Hiç biriniz daimi (durgun) suya işemesin; sonra da ondan abdest alsın ve içsin. Ancak durgun olan o su her tarafdan onar arşın uzunluğundaki bir yerde ise onunla abdest alınabilir. Bu mevzuda aslolan şudur: Az miktarda olan suya pislik düşerse, o su necis olur. Zira Peygamber (sas) denizden bahsederken;

 Onun suyu temizdir” buyurmuştur. Biz bu hadîsi esas alıp deniz üzerinde düşündük ve bir tarafının hareketlenmesiyle diğer tarafının hareketlenmediğini gördük ve buna dayanarak dedik ki; bir tarafının hareketlenmesiyle diğer tarafının hareketlenmediği suya pislik düşmekle o su necis olmaz. 'Bir ucunun hareketlenmesiyle diğer ucunun hareketlenmemesi' sözünün mânası işte budur. Alimler bu hususda yaptıkları tecrübe neticesinde; eni boyu onar arşın olan yerdeki suyun bu miktarda 'çok su' sayılacağına karar vermişler ve kolaylığı sağlamak için bu ölçüyü koymuşlardır. Ebû Muti el- Belhî dedi ki; suyun bulunduğu mahall 15 15 zira' ebadındaysa, bir ucunun hareketlenmesiyle diğer ucu hareketlenmez. Ama 20 20 zira’ ebadında olursa, bence o su hiç bir surette necis olmaz. Suyun içinde bulunduğu mahallin uzunluğu var, ancak genişliği yoksa; esahh olan kavle göre oranın uzunluğu genişliğine eklendiği takdirde 10 10 zira' ebadında bir yer olacaksa, oradaki su 'çok miktarda bir su' sayılır. Muhtar kavle göre çok miktardaki su; avuçlandığında dibi açığa çıkmayacak kadar derinlikde olmalıdır.

Sudaki pislik görünüyorsa, düştüğü yerden abdest almak caiz olmaz. Oradaki pislik ayniyle göründüğünen dolayı, bu suyun necisliği yakinen bilinmektedir. Sudaki pislik görünmüyorsa, o suyla abdest almak caizdir. O pisliğin başka bir yere intikal ettiği ihtimalinden dolayı, oranın necasetli olduğu hususunda yakinî bilgi yoktur. Ama bu durumda oradaki suyla abdest almak caiz olmaz. Zira zahir görüşe göre pislik o mahalde bakidir, diyenler de vardır. [29]

 

Akan Suda Abdest:

 

Akan bir suya pislik düşer de, ondan bir eser görünmezse, o sudan abdest alınabilir: Bu suyun istenilen tarafından abdest alınabilir.

Eser; suyun rengi, tadı ve kokusudur: Zira eser, suyun akışı sebebiyle yerinde durmaz. Akar su; insanların 'akar' kabul ettikleri sudur. Bu hususda esahh olan görüş budur.

Büyük bir nehre bir leş düşerse, leşin bulunduğu tarafın aşağısından abdest alınmaz. Ama diğer tarafın aşağısından alınabilir. İçine leş düşen nehir eğer küçükse ve suyun çoğu şayet leşin üzerinden akıyorsa, leşin aşağı tarafından abdest almak caiz olmaz. Ama leşin üzerinden suyun azı akıyorsa, abdest almak caiz olur. Yarısı da leşin üzerinden akıyorsa caiz olur. Ama ihtiyaten uygun olan oradan abdest almamaktır.

İmam Muhammed'e göre yağmur yağarken suyu necasete isabet eder ama necasetin eseri görünmezse, onunla abdest alınabilir; çünkü o akar su gibidir. [30]

 

Suda Ölen Hayvanların Suyu Fâsid Kılıp Kılmaması:

 

Doğumu suda olan hayvanların orada ölmeleri, suyu fâsid kılmaz (İmam Şafii): Balık kurbağa ve yengeç bunlara örnek gösterilebilirler. Zira Hz. Peygamber (sas) denizden bahsederken şöyle buyurmuştur:

“Onun suyu tertemiz, ölüsü de helâldir.” Bu hadîsden anlaşıldığına göre, içindeki ölümler sebebiyle deniz pislenmez. Kendisi pis olmayınca, civarındaki şey de pislenmez. Zira yukarıda misal olarak gösterilen hayvanlarda necis kılıcı kan yoktur. Çünkü kanlı hayvanlar suda doğmazlar. Bu hayvanlar suyun haricinde Ölseler, sonra da suya düşseler; açıkladığımız sebepden dolayı, yine suyu pislemiş olmazlar. Bunlar sirke ve süt gibi, sudan başka sularda ölseler; İmam Muhammed'e göre o suyu necis kılmazlar. Öldükden sonra şişseler de, şişmeseler de; hüküm aynıdır. İmam Muhammed'in kara kurbağasıyla su kurbağasını aynı hükme tâbi kıldığı rivayet edilmiştir. Zayıf bir görüşe göre kara kubağasının akar kanı varsa, suyu fâsid kılar. Sahih olan görüş de budur.

Sinek, sivrisinek ve tahta kurusu gibi akıcı kanı olmayan hayvanların da suda ölmeleri, suyu fâsid kılmaz: Bunlar başka bir sıvının içinde ölseler de, o sıvıyı pislemiş olmazlar. Çünkü Peygamber (sas) bununla alâkalı olarak şöyle buyurmuştur:

“Birinizin yemeğine sinek düştüğünde onu yemeğe batırın, sonra atın.” Sinek yemeğe, özellikle sıcak yemeğe batırıldığında ölür. Eğer ölümü yemeği necis kılsa idi, Hz. Peygamber (sas) onu yemeğin içine batırıp öldürmeyi emretmezdi. Bu ikisinden başkası ise, az miktardaki suyu fâsid kılar: Çünkü bunlardan başka hayvanlar kanlıdırlar. Ölüm sebebiyle necis olur ve çevrelerini de necis ederler. Meselâ ölü bir insan suya düştüğünde onu necis kılar. Çünkü ölüm sebebiyle insanın kendisi necis olur. Ama yıkandıkdan sonra suya düşen müslüman ölü o suyu necis kılmaz. Lâkin ölü kâfir ise, yıkanmış olsa bile içine düştüğü suyu necis kılar. Müslüman cenazenin yıkanışından sonra üzerine namaz kılmanın câizliğine hükmetmekle, bedeninin temizliğine de hükmedilmiş olur. Ama kâfirin cenazesi böyle değildir. Bunlar hüküm bakımından birbirlerinden ayrılırlar. [31]

 

Kullanılmış Sular:

 

Kullanılmış sular abdestsizlik ve cünüblüğü gidermez. Kendisiyle abdest alman veya gusledilen (İmam Muhammed) ya da Allah (cc) a yaklaşmak gayesi ile; meselâ ibadet niyyetiyle abdest üzerine abdest almak gibi bir gayeyle beden üzerinde kullanılan su, uzuvdan ayrıldığında kullanılmış su olur: Nesefî'nin rivayetine göre, su uzuvdan ayrıldıkdan sonra bir yerde durmadıkça, kullanılmış sayılmaz. Ancak muhtar olan görüş birincisidir. İmam Muhammed dedi ki; Su;  başka bir şey değil  ancak Allah (cc) a yaklaştırıcı ameliyenin yerine getirilmesiyle kullanılmış olur. Bu ameliye de niyyetle vâki olur. Bu ihtilafın semeresi şu meselede görülür: Cünüb bir kimse kovayı çıkarmak gayesiyle kuyuya dalarsa, İmameyn'e göre hem su hem de adam temizdir. Çünkü İmam Muhammed'e göre suyun kullanılmış su sayılması için, kullanılırken niyyet şarttır. Ama cünüblüğün giderilmesi için guslederken, niyyet şart değildir. İmam ebû Yûsuf’a göre kuyuya dalan adam üzerine suyu dökmediği için, eski halindedir. Su ise; kendisiyle cünüblük giderilmediği için eski halindedir. Ebû Hanîfe'ye göre hem dalan adam hem de kuyunun suyu necis olur: Su adamın cünüblüğünün bir kısmını giderdiği için necis olur. Adam da diğer uzuvlarında cünüblük kaldığı için necistir. Zayıf bir kavle göre bu adam cünüblükten kurtulur ama, kullanılmış suyu kullandığından ötürü necis olur. Fakat bu durumda Kur’an ve benzeri şeyleri (el sürmeden) okuması caiz olur. Yine zayıf bir kavle göre misaldeki adam temizdir; çünkü su insanın organlarından ayrılmadıkça, kullanılmış su sayılmaz. Şu halde abdestsiz bir kimse serinlemek amacıyla abdest alırsa, o su kullanılmış su olur. Ancak İmam Muhammed bu görüşe muhalifdir; ona göre kullanılmış su temizdir, ama temizleyici değildir. O bu görüşü Ebü Hanîfe'den rivayet etmiştir. Bu görüş ulemanın çoğunun da tercihidir. Çünkü sahabeler (r. anhum) Hz. Peygamber (sas) in abdestte kullandığı suyun üzerine koşar, onu alıp yüzlerine sürerlerdi. Allah'ın Peygamberi (sas) de onları bundan menetmezdi. Eğer kullanılmış su necis olsaydı; onları, mübarek bedenine kupa  vuranı,  bedeninden akan kanı içmekten menettiği gibi, böyle yapmakdan da menederdi. Hasan'ın Ebû Hanîfe'den bir rivayetine göre; kullanılmış su, necaset-i muğallaza ile necistir. Çünkü bu su hükmi necaseti gidermiş ve hakiki necaseti gidermiş gibi olmuştur. Hatta daha da necisdir. Çünkü hükmî necaset daha  şiddetlidir ve azı dahi affa mazhar değildir. İmam ebû Yûsuf’un Ebû Hanîfe'den rivayetine göre, bu su hafif necasetlidir. Çünkü ihtilaf mahallidir. İmam Züfer dedi ki; suyu kullanan abdestsizse, o İmam  Muhammed'in dediği gibidir. Kendisi temizse, kullandığı su temizleyicidir. Çünkü o necaseti gidermemiş, vasfı da değişmemiştir. [32]

 

Derinin Tabaklanması:

 

İnsan şerefli ve üstün olduğu, domuz ise ayn-ı necis olduğundan dolayı, bu ikisi  hariç; tabaklanan her deri (İmam Şâfii) temiz olur: Zira Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Her hangi bir deri tabaklanırsa, temiz olur.” İnsanı küçük düşüreceği için, onun her hangi bir parçasından yararlanmak haramdır. Domuz ayn-ı necis olduğundan, derisi tabaklanmakla temiz olmaz. Çünkü Allah (cc);

“O  pisliktir.”  [33] buyurur. Bu âyetde leşden akıtılmış kandan ve domuz etinden bahsedilmiş, ardı  sıra da pislik kelimesi kullanılınca, bu vasıf en yakında bulunan domuza yönelmiştir. [34]

 

Fil Derisinden Yararlanmak:

 

İmam Muhammed'e göre fil de domuz gibidir. İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yûsuf’a göre fil derisinden yararlanılabilir. Fil boğazlanınca derisi temizlenmiş olur. İmam Muhammed'den şöyle bir rivayet vardır; ölü hayvanın bağırsakları İslah edilir veya mesanesi tabaklanırsa, temizlenmiş olur ve ondan kiriş yapılabilir. Tabaklamakla temizlenen şey, boğazlamakla da temizlenir. Çünkü boğazlamak da tıpkı tabaklamak gibi  rutubetleri giderir. Tabaklama toprakla yahut güneşle veyahut başka bir şeyle de olsa, deriyi bozulmaktan kurtarır. [35]

 

Ölen Hayvanın Kılı ve Kemikleri:

 

Ölen hayvanın kılı ve kemikleri temizdir: Hayat, yani canlılık hali hayvanın kılını ve kemiklerini helâl kılmaz ki, helâl diye bunlar koparılıp alınınca hayvan elem çekmesin. Aynı şekilde kendisi necis kılan ölüm de, hayvanın kılını ve kemiklerini helâl kılmaz. Sinir, tırnak, toynuk, taban, yün, yapağı, tüy, diş, gaga ve pençe de bu hükme tabidir. Allah (cc);

“Yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından (bir süreye kadar (faydalanacağınız) bir ev eşyası ve bir ticaret malı meydana getirdi.” [36]  buyurmakla nimetini bize hatırlatır.

İnsanın da saçı ve kemiği temizdir: Sahih olan da budur. Temizdir, ancak açıkladığımız sebepden dolayı bunlardan faydalanmak caiz olmaz. Domuza gelince; evvelce açıklanan sebepden dolayı, onun vücudunun bütün cüzleri necisdir. Ancak İmam Muhammed'e göre kılı temizdir. Öyle ki; domuzun kıllarından yararlanmak helâldir. Ancak bu, boncukcular için zorunlu ihtiyaçdan dolayı verilmiş bir ruhsattır. [37]

 

KUYULAR

 

Kuyuya bir pislik düşer de, o pislik çıkarılır ve sonra suyu tamamen boşaltılırsa, o kuyu temizlenmiş olur:

Ama kıyasa göre temizlenmiş olmaz. Çünkü su necis olunca, çamur da necis olur. Bu durumdaki kuyunun suyu tamamen boşaltılsa bile, çamuru dipde kalır. Dipten kaynayan su her çıktıkça, çamura bulaşdığından ötürü necis olur. fakat biz selefin icmâına ve onlardan nakledilen mânası  mâkul olmayan rivayetlere dayanarak bu konuda kıyasa muhalefet ettik. Anlaşılan o ki; selef bu hususda simâî delillere  dayanarak böyle demişlerdir.

Sahralardaki kuyulara deve, koyun, keçi, at ve sığır tersi düşer ve bakan kimse bunları çok görmezse, kuyu pislenmiş olmaz: Zira sahra kuyularının ağzında koruyucu setler bulunmaz, hayvanlar çevrelerine pislerler. Rüzgârlar da o pislikleri kuyuya atar. Çok miktardakinde değil, ama azında zaruret vardır. İmam Muhammed'e göre pislikler suyun üzerinin dörtte birini kaplarsa çoktur. Üçte birini kaplarsa çoktur diyenler olduğu gibi, şu görüşü ileri sürenler de vardır; her su çekiminde kovada mutlaka pislik görülürse, o kuyudaki pislik çok miktarda demektir. Ama muhtar ve mezhebin sahibinden nakledilen görüş şudur; bakan kimsenin çok görmediği pislik, az miktarda demektir.

Pisliğin yaşı, kurusu, kırığı, kırık olmayanı kaçınılması mümkün olmayan umumi bir bela olduğundan dolayı aynı hükmü taşırlar. Şehirlerdeki kuyular da bu hükme tabidirler. Bir kavle göre bizim bu hususda anlattıklarımız zaruretten sayılır, diğerlerine itibar edilmez.

Güvercin ve serçe tersleri kuyu suyunu bozmazlar (İmam Şâfii): Çünkü bu dışkılar necis değildir. Bu mevzu inşâallah ileride anlatılacaktır.

Serçe, fare ve bunlara benzer hayvanlar kuyuya düşüp ölürlerse; kuyudan 20 kovadan 30 kovaya kadar su çekilince, kuyu temizlenmiş olur: Rivayete göre Hz. Ali (ra) bu durumda bir kaç kova su çekermiş. Enes (ra) ise 20 kova su çekermiş. Nehaî ise, 20 veya 30 kova çekermiş. 20 kova çekilmesi vâcib, 30 kova çekilmesi müstehabdır. İmam Muhammed iki fare için 20 kova, üç fare için 40 kova çekilmesi gerektiğini söylemiştir. İmam Ebû Yûsuf ise, bir ilâ dört fare için 20 kova, beş ilâ dokuz fare için 40 kova çekilmesini; on fare için ise, kuyudaki suyun tamamen boşaltılması gerektiğini söylemiştir.

Güvercin, tavuk ve benzerleri düşüp ölürlerse 40 kovadan 60 kovaya kadar su çekilir: Ebû Saîd el- Hudrî (ra) den böyle rivayet edilmiştir. Güvercin ve tavuk farenin iki kat büyüklüğünde olduğu için, çekilmesi gereken suyu da iki kat artırdık.

İnsan, koyun ve köpek gibi canlılar kuyuya düşüp ölürlerse, kuyu tamamen boşaltılır: Zemzem kuyusuna bir zenci düşüp öldüğü zaman İbn Abbas (ra) ile İbn Zübeyr (ra) böyle bir hüküm vermişlerdi. İnsan ve bu misaldeki diğer canlılar ağır olduklarından dolayı, suyun dibine iner ve tamamına bulaşırlar.

Kuyuya düşen bir hayvan şişer yahut dağılırsa, o kuyunun da bütün suyu boşaltılır: Çünkü bunlarda etrafa yayılan ıslak necaset mutlaka vardır. Böyle olunca da kuyuya yeni yeni pislikler düşmüş gibi olur; suyun tamamının boşaltılması gerekir. Kuyuya bir canlı düşer ve o canlı olarak çıkarılırsa; eğer insan veya eti yenen hayvanlar gibi temiz bir mahlûk ise, ayrıca bedeninin üzerinde bir pislik de yoksa; o zaman kuyudan, su çekmek gerekmez. Eğer çıkarıldığı yerin üzerinde pislik varsa, su tamamen boşaltılır. Yırtıcı kuşlar ve vahşi hayvanlar da bu hükme tabidirler. Sahih olan görüş de budur. Katır ve eşek de böyledirler; bunlar sebebiyle kuyudaki su şüpheli olmaz. Çünkü bu hayvanların bedenleri temizdir. Eğer su bunların salyalarına ulaşırsa onun hükmünü alır.

Kudurî dedi ki; Kuyuya düşen adam eğer abdestsiz ise, kuyudan 20 kova, eğer cünüb ise 40 kova su çekmek gerekir. İmam Muhammed dedi ki; bu durumdaki adam kuyuya düştüğünde gusül veya abdeste niyyet ederse, kuyu suyu kullanılmış ve fasid olmuş olur. Ama böyle bir niyyeti olmazsa, su kullanılmış ve fasid sayılmaz. Ebû Hanîfe'ye göre kuyuya düşen kâfir ise, suyun tamamını boşaltmak gerekir. Çünkü çoğunlukla kâfirlerin bedenlerinde pislik olur.

Her kuyu için o kuyunun kendi kovası nazar-ı itibara alınır: Çünkü selef uleması bu hususda bir kayıt koymuş değildir. Şu kaide nakit meselelerinde olduğu gibi, bu meselede de mutad olan duruma bakılır. Rivayete göre Ebû Hanîfe bir kovayı bir sa' olarak takdir etmiştir.

Bir kuyunun tamamını boşaltma imkânı olmazsa, ondan 200 ilâ 300 kova kadar su çekilir: Çünkü çoğunlukla kuyuların suyu bundan fazla miktarda olmaz. Bu da insanlar için en kolay olan hükümdür. İmam Muhammed'den rivayet edilen görüş budur. Ebû Hanîfe dedi ki; su kendilerini yoruncaya kadar çekilir. O bu hususda bir ölçü belirlememiştir. Kişinin; kuyunun temizlendiğine dair olan zannının gâlib olmasına kadar su çekimine devam edilir. Bu işden anlayan iki adamın sözüne göre hareket edilir. Çekilmesi gerektiği kadar su çekilir ve artık kuyunun temizlenmiş olduğuna hükmedilirse; o zaman kova da, kovanın bağlı olduğu ip de, makara da, çevresi de, suyu çekenin eli de temizlenmiş olur. Bu hüküm İmam Ebû Yûsuf (r. aleyh) dan rivayet edilmiştir. [38]

 

ARTIKLARIN HÜKMÜ

 

Artıklar 4 grupda mütalâa edilir:

 

1- İnsanın, atın ve eti yenen hayvanların artıkları temizdir ve mekrüh değildir. Cünüb de olsa, aybaşı da olsa, müşrik de olsa; insan artığıdır. Zira Peygamber (sas)  su içmiş, artığını sağında duran bir a'rabîye vermiş; o da bu artıkdan içmiş, sonra Ebûbekir (ra) de a'rabînin artığını içmiştir. Hz. Peygamber (sas) Ebû Hüreyre ile tokalaşmak istemiş, Ebû Hüreyre (ra) de pis (yani cünüb) olduğunu söyleyince, Hz.   Peygamber   (sas)   ona;   

Müslüman pis  olmaz buyurmuştur.

Yine Peygamber (sas) Âişe (ra) ye;  Bana seccadeyi ver” dediğinde o; ben aybaşı halindeyim, demişti. Bunun üzerine Efendimiz; “Aybaşı halin eline de bulaşmış değil ya” buyurdu. O (sas) bu cevabıyla da, necasetin ancak aybaşı kanının görüldüğü mahalde olacağına işaret buyurmuştur. Çünkü müslüman da olsa, kâfir de olsa; insan bedeni temizdir. Zira Peygamber (sas) Sakîf kabilesinden gelen heyeti mescidde ağırlamıştır. Eğer bedenleri pis olsaydı, onları mescidde ağırlamazdı. Eti yenen hayvanların artıkları da bu hükme tabidir. Çünkü bu artık onun etinden artık olmuştur ve bu sebeple temizdir; süt gibi Ancak serbest dolaşan tavuk, deve ve pislikleri yiyen sığırın artıkları mekrûhdur. Çünkü bunların ağızlarında veya gagalarında pislik kalmış olması muhtemeldir. Atın artığı da böyledir; çünkü Ebû Hanîfe'ye göre atın necis olduğundan değil, değerli ve saygın olduğundan dolayı eti mekrûhdur. Yine Ebû Hanîfe'ye göre atın artığı da eti gibi mekrûhdur.

2- Temiz, fakat kullanılması mekrüh olan artıklar: Bunlar da kedi, serbest gezen tavuk, yılan, akrep ve fare   gibi evlerde dolaşan hayvanların artıklarıdır: Bunların etlerinin pis oluşu, artıklarının da pis oluşunu gerekli kılar. Ancak bunlar nassın da işaret ettiği gibi evlerimizde etrafımızda dolaştıklarından ve kendilerinden kurtuluş mümkün olmadığından dolayı, artıklarının kerahetle temiz olduğunu söyledik.

Yırtıcı kuşların artıkları da böyledir. Çünkü aslolan bunların gagalarının temizliğidir. Ancak bunlar leş yediklerinden ötürü, artıklarının mekrüh olduğunu söyledik. Mutlak su varken mekrüh su ile abdest almak mekrüh olur. Ama mutlak suyun olmadığı yerde mekrüh suyla abdest almak mekrüh olmaz.

3- Pis artıklar; bunlar da domuz, köpek ve yırtıcı hayvanların (İmam Şâfii) artığı olan sulardır: Domuzun kendisi pistir. Salyası da etinden tevellüd eder. Dolayısıyla artığı pistir. Köpeğe gelince; Peygamber (sas) onun yaladığı kabın üç bir rivayete göre yedi kez yıkanmasını emretmiştir. Yalarken onun dili kaba değmeden suya isabet etmektedir. Şu halde o su da öncelikle pis olmaktadır. Yırtıcı hayvanlar ise; ağızlarında salya olduğu, salyaları da süt gibi pis etlerden neş'et ettiği için, artıkları da pistir. Ama terleri böyle değildir, onda umumî belva sebebiyle zaruret vardır, necis sayılmaz.

4- Şüpheli artıklar; eşek (İmam Şâfii) ve katırın artığıdır: Bu hususda deliller çatıştığından dolayı şüphe meydana gelmiştir. Bu hayvanların etlerinin ve sütlerinin haramlığı, artıklarının pisliğine delildir. Ama terlerinin temizliği de artıklarının temiziğine delildir. Çünkü Hz. Peygamber (sas) semersiz eşeğe Hicaz sıcağında biner, eşeğin teri onun elbisesine bulaşır; o da o elbiseyle namaz kılardı.  ‘Bu artıklar şüphelidir’ sözünün mânası, 'bu hususda hüküm verilememiştir' demektir. Yoksa bu sözümüz temizi pis, pisi de temiz kılmaz.

Temiz suyun yokluğunda bu suyla abdest alınır ve ayrıca ihtiyaten teyemmüm edilir: Mes'ûliyetten kurtarmak için böyle yapılır. Abdest ve teyemmümden biri önce, diğeri sonra alınabilir. Çünkü bunlardan hangisinin temizleyici olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Şu halde aralarında sıra gözetmenin bir faydası yoktur. İmam Züfer dedi ki; bu durumdaki kişi hakikaten su yoksunu olabilmek için önce abdest alır. Buna cevaben deriz ki; eğer o su temizleyiciyse, ondan önce veya sonra alınan teyemmüm boş yere alınmış olur. Ve eğer temizleyici değilse, teyemmüm ondan önce de olursa, sonra da olursa geçerli olur. Şu halde abdest ile teyemmüm arasında sıra şartı koymanın mânası yoktur.

Sonra denildi ki; şüphe bu artık suyun temizliğindedir. Çünkü bu hususda deliller çatışmaktadır. İmam Muhammed'e göre şüphe, bu artık suyun temizleyiciliğindedir. Zira biz böyle bir suyla abdest almış kişiye su bulduktan sonra uzuvlarını yeniden yıkamayı teklif etmeyiz. Her hayvanın teri artığı hükmündedir. [39]

 

TEYEMMÜM

 

Teyemmüm kelimesi lügatte mutlak kasdetmek, yönelmek mânasındadır. Şâir (bu kelimeyi bu mânada kullanarak) der ki;

“Ben bir diyara yöneldiğimde hayır kasdıyla, Bilemem o ikisinden hangisinin bana isabet edeceğini.”

Şer'î ıstılahda teyemmüm; temiz olan toprağa yönelmek ve Allah (cc) a yaklaşmak amacıyla belli bir surette toprağı kullanmaktır. Teyemmümün farz olmasının sebebi, abdestin farz olma sebebinin aynıdır. İkisi birlikte alınmaz. Teyemmümün cevazının delilleri şunlardır:

“Su bulamamışsanız, ozaman temiz bir toprak ile teyemmüm edin.” [40] Ve hadîs-i şerîfde;

Su bulamadığın sürece on hacca kadar olsa bile teyemmüm sana yeterlidir.”

Bir mil uzakta oluşundan veya hastalıktan (İmam Şâfıî) veya soğuktan (İmam Şâfıî) veya düşman korkusundan veya susuz kalma korkusundan veya suyu elde etme aleti yokluğundan dolayı su kullanmaya muktedir olamayan kimse; toprak kum, kireç (İmam Şâfii, İmam Ebû Yûsuf) ve sürme (İmam Şâfii, İmam Ebû Yûsuf) gibi yerin cüzlerinden olan bir şeyle teyemmüm eder .

Teyemmümü gerektiren sebepler şunlardır: Suyun uzaklığı; bu,

“Su bulamamışsanız, ozaman temiz bir toprak ile teyemmüm edin.” âyetinden anlaşılıyor. Mesafenin bir mil olarak takdir edilişi ise; kişinin o mesafeye gidip gelmekte zorlanıp sıkıntıya düşmesi sebebiyledir. Bir mil üç fersahdır. Hastalığa gelince; o da âyette bildirilmektedir. Kişi hastalığın uzamasından veya fazlalaşmasından korkarsa teyemmüm eder. Veya suyun soğuk oluşundan ya da kullanmak için suyu hareketlendirmekten korkarsa, yine teyemmüm eder. Çünkü âyeti kerîme bu hususda tafsilat vermiyor. Keza, sahih görüşe göre; sıkıntı vereceğinden dolayı soğuk suyu kullanma sebebiyle hastalanacağından endişe eden kişi de teyemmüm eder. Bu durumda şehrin içiyle dışı aynıdır. İmameyn'e göre bu durumda şehir içinde teyemmüm caiz olmaz; çünkü genellikle şehirde suyu ısıtma imkânı vardır veya sıcak su elde etmek mümkündür. Biz bu hükmü fakir kimse ile şehrin yabancısı hakkında kabul etmiyoruz. Mademki suya muktedir olamamaktan söz ediliyor, şu halde nassdan da açıkça anlaşıldığına göre, fakir kimse ile şehrin yabancısı da teyemmüm edebilir. Keza, kişi ile su arasında düşman veya canavar engeli bulunduğunda da, teyemmüm edilir. Çünkü bu kişi de hakikaten sudan yoksundur. [41]

 

Suyu Bulunduğu Halde Teyemmüm Etmek:

 

Beraberinde su bulunan ama, suyu kullandığı takdirde susuz kalmaktan korkan kimse de teyemmüm eder. Çünkü bu kimse de ya ölüm korkusu veya daha mühim bir şeyle meşgul olduğundan dolayı, hükmen sudan yoksundur. Kuyu başında duran, ama suyu çekecek âleti olmayan kimse de hükmen sudan yoksundur. Bir kimse yerin cüzlerinden olan bir şeyle teyemmüm eder. Zira Allah (cc) buyurdu ki:

Tayyib olan said ile teyemmüm edin.” [42] Âyeti kerîmede geçen said kelimesi lügate göre; yerden yükselen, yer üzerindeki şeydir. Tayyib kelimesi ise, temiz demektir. Saîd kelimesini bu mânada kullanmak; sadece bitkilerin bittiği toprak mânasında kabul etmekten daha uygundur. Çünkü âyet-i kerîmeden kasıt, temizlenmektir. Zira Allah (cc) buyurdu ki;

Fakat sizi temiz kılmak ister.” [43] Şu halde temiz olanın kastedilmiş olması daha uygundur ki; bu da                                   Teyemmüm sadece toprak ve kum ile olur” diyen İmam Ebû Yûsuf’a ve “Teyemmüm sadece toprak ile olur, başkasıyla değil” diyen İmam Şafii'ye karşı bir delildir. Bu imamlar böyle derlerken, âyeti kerîmede geçen tayyib kelimesiyle bitki bitiren yer kastedildiğini söylemişlerdir. Oysa tayyib kelimesi temiz, bitki bitiren yer ve helâl mânasına gelen müşterek bir kelimedir. Âyeti kerîmede bizim söylediğimiz şeyin kastedilmiş olması daha uygundur. Şunu da belirtelim ki, yumuşak olmayan ve ateşde şekillenip, ondan etkilenmeyen her şey, yer cinsindendir. Çünkü ateşden etkilenmemek ve ateşde yumuşamamak, yerin tabiatındandır.

Evvelce açıkladığımız sebepden dolayı teyemmümde temizlenmeye, hades halini gidermek veya namaz kılmayı mübah kılmak için niyyet etmek şarttır: İmam Züfer'e göre abdestte olduğu gibi, teyemmümde de niyyet etmek şart değildir. Bize göre kişi teyemmüm etmekle emrolunmuş ise, bilinmeli ki; teyemmüm demek, 'kasdetmek' demektir. Kasd ise niyyettir. Şu halde teyemmümde niyyet gereklidir. Ama abdest böyle değildir; abdest alacak kişi uzuvlarını yıkamakla emrolunmuştur ki, o emir zaten yerine getiriliyor. Kaldı ki, teyemmümde kullanılan toprak kirli ve tozludur. Şu halde toprak, namaz kılma isteği gibi bir zaruret sebebiyle temizleyici olmaktadır ki, o da ancak niyyetle olabilir. Ama abdest böyle değildir: Çünkü su haddizatında temizleyicidir. Bu sebeple, onunla yapılan temizliğin vukuu için niyyete ihtiyaç yoktur. Ama bir ibadet ve Allah (cc) a yaklaştırıcı kurbetlerden birinin vukuu için tabii ki niyyete ihtiyaç vardır.

Abdestsiz, cünüb ve aybaşı halindeki kadın bu bakımdan aynı hükme tabidir: Zira âyeti kerîmeden böyle anlaşılıyor. Ayrıca Ammar b. Yasir (ra) cünüb olduğunda toprakda yuvarlanınca, Hz. Peygamber (sas) ona şöyle buyurmuştu:

Toprağa iki defa el vurman senin için kâfi olur. Birinci vuruşun yüz için, ikincisi ise; dirseklere kadar ellerin içindir. Aybaşı halindeki kadın da lohusa ve cünüb gibidir. [44]

 

TEYEMMÜM ETMENİN ŞEKLİ

 

Evvelâ iki el toprağa vurulup silkelenir. Sonra her iki el ile yüz meshedilir. Eller aynı şekilde yere tekrar vurulup silkelenir ve her avuç ile diğer kolun arka ve iç tarafı dirseklerle beraber (İmam Şâfii) meshedilir: Ammar b. Yasir (ra) ile ilgili olarak rivayet adilen hadîs-i şerîfde teyemmümün böyle yapılacağı anlatılmaktadır. Başka bir hadîs-i şerîfde de teyemmümün ne şekilde yapılacağı şöyle anlatılmaktadır:

“Teyemmüm iki vuruşdur; bir vuruş yüzü meshetmek içindir. Diğer vuruş ise dirseklerle beraber kolları mershetmek içindir. [45]

Meshedilecek yerlerin tamamının meshedilmesi şarttır: Öyle ki, parmakların arasını dahi hilâllemelidir. El- Asi adlı eserde İmam Muhammed böyle demiştir. Bu zâhirü'r rivâyedir. Bu hususda abdest esas alınmıştır. El- Mücerred'de Hasan'ın Ebû Hanîfe'den rivayetine göre; uzvun çoğu kısmı meshedilirse, zorluk sebebiyle teyemmüm geçerli olur. Ama esahh olan birinci görüşdür.

Vakit girmeden (İmam Şâfii) önce teyemmüm etmek; namazı vaktin evvelinde kılma imkânı vermek için caizdir: Tıpkı abdestte olduğu gibi çünkü hüküm bakımından teyemmüm de abdestin ardı sıra gelmektedir. Suyu aramadan önce (İmam Şâfii) teyemmüm etmek caizdir: Çünkü bu kişi hakikaten sudan yoksundur. Zahire göre çöldeki adam da sudan yoksundur. Ancak yakınında su bulunduğuna dair zannı galib gelirse, suyu aramadan teyemmüm etmesi caiz olmaz. Çünkü delile göre o suyu bulmuştur. Delil ise, suya suya ulaştırıcı ihbar veya alâmettir. Bu durumdaki kişi bir ok atımı (bir milden az) bir mesafeye gidip suyu araması gerekir. Zayıf bir kavle göre ise, yol arkadaşlarından kopmayacak kadar bir mesafeye gidip suyu araması gerekir. [46]

 

Namazda veya Daha Sonra Suyu Bulmak:

 

Teyemmüm ile namaz kılındıktan sonra su bulunursa, namaz iade edilmez: Çünkü bu durumdaki kişi emrolunduğu şeyi, yani teyemmümle namaz kılma vazifesini yerine getirmiş ve mes'ûliyetten kurtulmuştur. Namaz esnasında su bulacak olursa, namaz bâtıl olur. Bunun için abdest alır ve yeniden namaza durur: Çünkü aslın yerine geçen şey (teyemmüm) ile maksadın husulünden (namazın tamamlanmasından) önce aslolan şeye (suyla abdest almaya) muktedir olmuştur. Kaldı ki, suyu görmekle teyemmüm bozulur. Bu durumdaki kişinin tahareti ortadan kalkar, abdest alarak yeniden namaza durması gerekir.

Abdestte olduğu gibi, bir teyemmümle istenildiği kadar farz ve nafile namaz kılınır (İmam Şâfii): Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu:

Suyu bulamadığı veya hades hali meydana geldiği sürece; toprak müsîümanın temizleyicisidir.” Bu halde bulunan kimsenin temizlenmesi için su bulamama zarureti vardır. [47]

 

Su Bulmak Maksadıyla Namazı Geciktirmek;

 

Suyu bulacağını uman kimsenin namazı geciktirmesi müstehabdır ki, namazını iki taharetten en mükemmel olanı ile edâ etsin. Abdest aldığı takdirde cenaze namazına yetişemeyeceğinden korkan kimse, cenaze namazını teyemmümle kılar (İmam Şafii): Çünkü bu namaz kaçırıldığı takdirde iade edilmez. İnşâallah  bu mesele ileride açıklanacaktır.

Bayram namazında da böyle hareket edilir (İmam Şâfii): Çünkü bayram namazı iade edilmez, kaza da edilmez. Kişi bu namazı kılma emriyle muhatab olduğu halde, abdest ile kılma imkânı bulamıyorsa, hasta kimse gibi teyemmüm eder ve bu namazı kılar.

Fakat cuma namazının kaçmasından korksa bile, yine abdest alır; teyemmüm ile kılması caiz olmaz: Çünkü cuma namazı kaçırılsa bile onun yerine geçen bir şey vardır ki, o da öğle namazıdır. Zira inşâallah ileride açıklayacağımız gibi  öğle namazı vaktin farzıdır.

Farz bir namazın geçmesinden endişelenmek de cuma gibidir: Bu durumda da  teyemmümle namaz kılmak caiz değildir. Çünkü vaktin farzı kaçırılsa, yerine başka bir şey geçer ki, o da o namazın kazasıdır. [48]

 

TEYEMMÜMÜ BOZAN ŞEYLER

 

Abdesti bozan şeyler teyemmümü de bozar: Çünkü teyemmüm onun yerine geçmektedir. Aslı bozan şey, onun yerine geçen şeyi haydi haydi bozar. Çünkü asıl daha kuvvetlidir. Suyu bulmak ve kullanma imkânını elde etmek teyemmümü bozar. Zira Hz. Peygamber (sas)

“Su bulamadığın sürece” diye teyemmüme ruhsat vermiştir. Çöllerde ağzı geniş kuyu ve kap gibi yerlere konulmuş olan suyu gören kimsenin teyemmümü bozulmaz. Çünkü bu su oralara içmek için konulmuştur.

Yolcu yükleri arasında suyu unutup teyemmüm ile namaz kılarsa, namazı iade etmez (İmam Şâfii, İmam ebû Yûsuf): Ebû Yûsuf dedi ki; bu durumda iade etmesi gerekir, çünkü o, suyun varlığına delil mevcud olduğu halde, suyu aramadan önce teyemmüm etmiştir. Zira normalde yolcunun yükü susuz düşünülemez. Böyle bir kimse; elbisesini unutup namazı çıplak kılan; ya da malının varlığını unutup, keffaretini oruç tutarak yerine getiren kimse gibidir.

İmameyn'e göre böyle bir kimse suyu kullanmaktan âcizdir; çünkü unutma halinde suyu kullanmaya gücü yoktur. Bu güçsüzlüğü semavî bir sebepdendir ki, oda unutmaktır. Orucunu unutarak bozan bir kimseye Hz. Peygamber (sas);

Sana ancak Rabbin yedirip içirdi. buyurdu. Ama hapisdeki kimsenin hali buna benzemez; çünkü onun suyu kullanma gücünün olmayışı, kullardandır. Bu güçsüzük şer'î hakkı ortadan kaldırmaya tesir etmez. Dolayısıyla onun teyemmüm etmesi caiz olmaz. Ama elbisesinin varlığını unutarak çıplak vaziyette namaz kılan kimsenin durumu sahih kavle göre buna benzemez. Benzediğini kabul etseniz bile, arada şu fark vardır: Abdest alınamadığından, yerine geçen teyemmüm vardır. Ama elbisenin varlığı unutularak çıplak kılınan namazda elden kaçan setr-i avret şartının yerine geçecek başka bir şey yoktur.

Keffaret meselesine gelince; aradaki fark, orucun keffaret olarak câizliğinin şartı; kişinin mülkiyetinde mal bulunmamasıdır. Ve nitekim bulunmamaktadır. Teyemmümün câizliğinin şartı, suyu kullanma gücünün olmamasıdır. Ama bu misalde böyle bir güç vardır: Yolcunun yükünde normalde içme suyu vardır. Ama umumiyetle abdest suyu bulunmaz. Yolcu suyunun tükendiğini zanneder, ama bu hususda kesin ilgisi olmazsa teyemmüm etmesi caiz olmaz. Çünkü yakinî bilgi zan ile ortadan kalkmaz.

Adamın suyu olmayınca, arkadaşlarından su ister: Zira arkadaşlarının ona su verme ihtimali vardır. Verilmezse teyemmüm eder: Çünkü arkadaşı vermeyince, o sudan yoksun olmuş olur. Suyu istemeden önce teyemmüm ederse, Ebû Hanîfe'ye göre caizdir. Çünkü suyu elde etmekden âcizdir. Artık suyu aramaya lüzum yoktur. Ebû Yûsuf’a göre caiz olmaz. Çünkü su âdeten sunulmuş sayılır ve mevcut gibi kabul edilir. İmam Muhammed'in kavline kıyaslama yapıldığında; eğer arkadaşının kendisine su vereceğine dair zannı gâlib olursa, teyemmüm etmesi caiz olmaz. Zannı gâlib olmazsa, teyemmüm etmesi câizdir. [49]

 

Fahiş Fiatla Su Satın Almak:

 

Gücü varsa, piyasa fiatıyla su da satın alır: Çünkü bedel ödemeye muktedir olan kimse, o bedelle elde edilebilecek şeye de nüktedir olur.

Fahiş fiatla satın alması gerekmez: Fahiş fiattan kasıt, yöredeki piyasa fıatının kat kat fazlasıdır ve o fiatla satın almaz. Çünkü adam bu durumda zarara uğrar.

Hasan'ın Ebû Hanîfe'den rivayetinde anlattığına göre; bir kimse değeri bir dirhem olan suyu bir buçuk dirheme satın alabilecek güce sahib olursa, suyu satın alması gerekir. Bu durumda teyemmüm etmesi caiz değildir. Zayıf bir kavle göre, burada muteber olan fahiş fiattır, fahiş fiatla satın almak gerekmez. O zaman teyemmüm edilir. Fahiş fiat; değer takdir edicilerin takdir kapsamına girmeyen fiattır.

Hem abdest hem de teyemmüm birlikde alınmaz: Yaralı bir kimsenin gusletmesi gerekir de, su yaraya zarar verecek olursa; yarası olan vücudunu yıkar, yara yerini yıkamaz ve orası için teyemmüm de etmez: Aynı   şekilde abdest organlarından birinde yara olduğunda o organın yaralı kısmı haricindeki yerler yıkanır, yaralı kısım için teyemmüm edilmez. Yara veya çiçek vücudun yarıdan fazlasını kaplamış ise, teyemmüm edilir ve yaralı olmayan kısım da yıkanmaz. Çünkü hem teyemmüm etme hem de yıkama durumunda bedel ile mübdeli (bedel kılınanı) bir araya getirmiş oluruz ki, şeriatte bunun benzeri yoktur. Ama eşeğin artığı olan suyla abdest alma halinde (aynı zamanda) teyemmüm de etme meselesi buna benzemez. Çünkü bu meselede farz abdest ve teyemmümden biri ile edâ edilmiş oluyor, her ikisiyle değil. Şüphe mahalli olduğu için, bu meselede abdestle teyemmümü bir araya getirdik.

Alimler yaralı kimsenin durumu üzerinde farklı görüşler ileri sürmüşlerdir: Kimi bu durumda tam bir taharet oluşu sebebiyle teyemmümü gerekli görmüştür. Kimi de sağlam yerin yıkanmasını, yaralı yerin de şayet meshetmek zarar vermiyorsa meshedilmesini gerekli görmüştür. Çünkü böyle yapmak hem hakikî hem de hükmî taharettir ve evlâ olan görüş de budur. Ama birinci görüş daha güzeldir. [50]

 

MESTLER ÜZERİNE MESHETMEK

 

Meshin câizliğinin delili sünnettir. Hz. Ali (ra) den rivayet olunduğuna  göre Hz. Peygamber (sas) bu hususda şöyle buyurdu:

 “Yolcu üç gün üç gece, mukim ise bir gün bir geceyle mesheder. [51] Hasan el-Basrî dedi ki; “Hz. Peygamber (sas) in ashabından yetmiş kişi onun mestler üzerine meshettiğini anlattılar.” Ebû Hanîfe dedi ki; “Mestler üzerine meshin meşruiyetini inkâr edenin küfründen korkulur. Çünkü bunun meşruiyetine dair mütevatire benzer haberler nakledilmiştir.” İmam Ebû Yûsuf dedi ki; Kur'an'ın kendi misliyle neshi caizdir. Ebû Hanîfe dedi ki; “Mesh hususunda ihtilaf edilmiş olsaydı, biz meshetmezdik.”

Gusül hariç, abdest alması gereken kimsenin meshetmesi caizdir: Zira bu hususda Safvan b. Assal'ın hadîsi vardır; der ki:

“Seferi olduğumuzda mestlerimizi cünüblükden dolayı değil de küçük veya büyük abdest bozma veya uyku hali sebebiyle üç gün üç gece müddetle ayaklarımızdan çıkarmamamızı Hz. Peygamber (sas) bize emretti.” [52]

Her iki mestin de tam bir temizlik üzerine giyilmesi lâzımdır: Temizliğin, mestlerin giyilmesinden önce veya sonra tamamlanmış olması farketmez. Öyle ki, bir kimse sadece ayaklarını yıkayıp mestlerini giyer, sonra da abdestini tamamlarsa; meshi caiz olur. Temizliğin tamamlanması hades hali vukuunda şarttır. Çünkü mest, hades (abdestsizlik) halinin ayaklara sirayetine mani olur; ama onu ortadan kaldırmaz. Böyle olunca da hades hali vukuunda onun yani meshin hükmü ortaya çıkar. Dolayısıyla o esnadaki şart göz önüne alınır. Bu konudaki hadîs-i şerife dayanarak, mestler ayaktayken bozulan abdestten sonra mukim bir gün bir gece, yolcu ise üç gün üç gece müddetle mesheder: Çünkü abdestin bozulmasından önceki temizlik meshile değil, yıkamayla yapılmıştı. Zira mest sonradan meydana gelen hadesin ayaklara sirayetine mani olmuştur. Şu halde mesh müddeti; mestler ayaktayken bozulan abdestten sonra işlemeye başlar.

Mesh, el parmaklarıyla mestler üzerine yukarıya doğru bir hat boyunca verilir: Öyle ki, bir kimse mestin tabanını veya topuğunu veya dikey kısmını meshederse caiz olmaz. Zira Hz, Ali (ra) demiştir ki; “Eğer din şahsî görüşlere göre olsa idi,  o zaman mestin tabanını meshetmek daha uygun olurdu. Ama ben Hz. Peygamber (sas) in mestler üzerine meshettiğini gördüm.”

Meshin farz olanı, elin parmaklarından üçünün miktarı (İmam Şâfii) kadardır: İmam Muhammed böyle demiştir. Esahh olan görüş de budur. Çünkü meshetme aleti eldir. Kerhî dedi ki; “Meshin farz olanı ayak parmaklarından üçünün miktarı kadardır. Mesh yerine üç ayak  parmağı kadar su isabet ederse, mesh caiz olur. Keza, bir kimse yağmurla ıslanmış bir çayırda yürüse de, meshi caizdir. Ama çiğle ıslanmış bir çayırda yürüyen kimsenin meshi bazılarına göre caiz olur, bazılarına göre ise olmaz. Caiz olmaz diyenlerin gerekçeleri şudur; güya çiğ, deniz hayvanlarından birinin nefesi imiş de, hava o nefesi karaya çekiyormuş.

Meshederken ayak parmaklarından başlayıp yukarıya doğru gitmek sünnettir: Hz. Peygamber (sas) in böyle meshettiği rivayet edilmiştir. Ama bir kimse yukarıdan başlayıp aşağıya doğru meshetse bile, maksat hâsıl olduğundan dolayı mesh caiz olur. Ancak böyle yapmak sünnete aykırıdır.

   Ayak parmaklarının küçüğünü baz almak üzere; mest üzerinde üç parmağın çıkabileceği kadar bir yırtık olursa, mesh caiz olmaz (İmam Şafii): Eğer yırtık bundan daha küçük ise mesh caiz olur. Çünkü insanların mestlerinde mutlaka küçük yırtıklar olur. Eğer küçük yırtıkları da meshe mani saysaydık, o zaman insanlar sıkıntıya düşerlerdi. Ama büyük yırtıklar böyle değildir. Çünkü yırtığı büyük olan mest ile normal yürüyüş yapılamaz. Dolayısıyla böyle bir mestin üzerine mesh edilemez. Bu sanki ayağa sarılan bir sargı bezi gibidir. Ama yırtığı küçük olan mest böyle değildir. Meshin cevazına mani olan yırtık; içindekini gösteren yırtıkdır. Öyle ki, yırtık uzunlamasına olur veya mest kuvvetli olur da, yırtığın altındakini göstermezse, o zaman meshin cevazına mani olmaz. Çünkü burada ölçü; yırtığın altındaki kısmın görünür olmasıdır ki, bu durumda yıkanması gerekli olsun. Eğer görünmüyorsa, bu yırtığın meshin cevazına olumsuz tesiri olmaz.

Yırtık tabanda ise ve ayağın çoğunu gösteriyorsa, meshin cevazına mani olur. Yırtık topuk kemiklerinin üstünde ise, ne kadar çok olursa olsun meshin cevazına mani olmaz. Yırtığın büyüklük ölçüsü için 'üç parmak' esas alındı; çünkü üç parmak ayağın çoğunu teşkil etmektedir. Ayakda aslolan parmaklardır. Küçük parmakları, ihtiyat olsun diye esas aldık.

Her mestin yırtığı diğerinden ayrı tutulur: Her iki mestin yırtıkları toplanarak hesaplanmaz. Ama namaz  kılanın mestlerinin ikisinde veya elbiselerinin ikisinde veya elbisesinde ve bedeninde pislik varsa; bu pislikler toplanarak hesaplanır. Çünkü pisliğin kendisi namaza manidir. Mestin yırtığının ise, kendisi mani değildir. Ama yırtık mest devamlı bir yürüyüş yapmaya manidir. Ve bu mani de, mestlerin her ikisinde değil, birindedir.

İçine mest giyilen çizmeye (İmam Şâfii) meshetmek caizdir: Zira rivayete göre Hz. Peygamber (sas) çizmeler üzerine meshetmiştir. Ayrıca çizmeler iki konçlu mest gibidir. Yani çizmeler abdest bozulmadan önce mestlerin üzerine giyilirse, hatta mestler üzerine meshettikden sonra çizmeler giyilirse, üzerlerine meshedilmez. Çünkü hades hali meste de ulaşmıştır. Topuk kemiklerini kapatıyorsa, topuk mesti üzerine de meshetmek caizdir. Mestin ön tarafı yanık ama bağlı ve düğmeliyse de mesh caiz olur. Çünkü bağ veya düğme dikiş gibidir.

Kalın olduğu (İmam Şâfii) yahut üzerine deri veya papuç geçirildiği takdirde çoraplar üzerine de meshedilebilir: Zira (Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin de ettiği) bir rivayete göre Hz. Peygamber (sas) çoraplar üzerine meshetmiştir. Bu on sahabiden de rivayet olunmuştur (r.anhum). Önceleri Ebû Hanîfe; üzerine papuç geçirilmediği takdirde çorap üzerine meshi caiz görmediğini; çünkü sırf çorap üzerinde yürüyerek mesafe katetmenin mümkün olmadığını söylerdi. Ama daha sonra bizim anlattığımız görüşe döndü. Fetva da bu görüş üzeredir. [53]

 

MESHİ BOZAN ŞEYLER

 

1- Abdesti bozan her şey meshi de bozar: Bunlar yıkanmayı bozduklarına göre, meshi haydi haydi bozarlar.

2- Mesti ayakdan çıkarmak da meshi bozar: Çünkü mest hades halinin  ayağa sirayetine mani olur. Ayakdan çıkarılınca bu mani de ortadan kalkmış olur. Meshin câiziği, mesti ayakdan çıkarma zorluğunu gidermek içindir. Çıkarıldıkdan sonra da artık böyle bir zorluk söz konusu değilir. Bu durumda mesti giymeden önceki gibi ayakları yıkamak gerekir.

Mestlerden birini çıkarma durumunda yıkamak gerekir. Mesti çıkarılan ayağı yıkamak gerektiğine göre, diğerini de yıkamak gerekir ki, aslolan (mesti çıkanlmış ayağı) yıkamak ile, yıkamanın bedeli olan (mesti çıkarılmış ayağı) meshetmek bir araya getirilmiş olsun.

3- Müddetin bitmesi durumunda da mesh bozulur. Çünkü mesh muvakkat olarak tanınan bir ruhsattır. Vakti bitince, istihazeli kadında olduğu gibi bu ruhsat da ortadan kalkar.

Abdest sağlam olduğu takdirde, mesh müddeti bittiğinde mestler çıkarılıp, sadece ayakların yıkanması yeterli olur: Bununla ilgili açıklamayı yapmıştık.

Ayağın, mestin koncuna kadar çıkması tamamen çıkması hükmündedir: Her ne kadar ayağın hepsi değil, bir kısmı çıkmış olsa da; bu halde yürümek mümkün olmadığından mesh bozulur. Ebû Hanîfe dedi ki; “Topuğunun çoğu mestin koncuna çıkarsa, önce anlatılan sebepden dolayı meshi bozulur.” Ebû Yûsuf dedi ki; “Ayağın çoğu mestin koncuna çıkmadıkça mesh bozulmaz Çünkü ayağın tamamının hükmü yarıdan fazlası için de geçerlidir.” İmam Muhammed dedi ki; “Ayağın üç parmaklık miktarı mestin içinde kalırsa; mahalli geride kaldığı için mesh bozulmuş olmaz.”

Yolcu mesheder ve bir gün bir gece sonra yolculuğu sona ererse, mestini çıkarır: Çünkü üç gün üç gece, yolculukdaki mesh müddetidir. Oysa bu durumda yolculuk bitmiştir. Öyleyse mesh (in devamı) caiz olmaz.

Bir gün bir geceden önce sona ererse, meshin müddetini bir gün bir geceye tamamlar: Çünkü mukimdir. İkamet halindeki mesh müddetini tamamlaması gerekir.

Mukim mesheder, sonra bir gün bir geceyi tamamlamadan yolculuğa çıkarsa, üç gün üç geceyi tamamlar (İmam Şâfii): Çünkü o yolcudur. Zira evvelki meselede de olduğu gibi, bu meselede de hüküm vaktin sonuna göre verilir. Ama bir gün bir gece tamamlandıkdan sonra yolculuğa çıkarsa, hüküm değişir. Çünkü müddet doldukdan sonra hades hali ayağa sirayet etmiştir; dolayısıyla ayağın yıkanması gerekir.

Eldiven, peçe, takke, külah ve sarık üzerine meshedilmez: Ayağa ve başka bir yere sarılan sargı üzerine de mesh caiz olmaz. Çünkü 'zorluk sebebiyle' mestler üzerine meshetmek ruhsatı verilmiştir. Ama bu gibi şeyleri çıkarıp altlarını yıkamak zor değildir.

Fakat yaralar üzerindeki sargılara meshetmek caizdir, ama Ebû Hanîfe'ye göre farz değildir. Sahih olan görüş de budur. Mesh zarar vermediği halde mesh edilmese de caiz  Ali'ye elini meshetmesini emretmiştir. İmameyn böyle derken mestler üzerine mesh etmeye kıyaslamada bulunmuşlardır. Ebû Hanîfe'nin bu hususdaki delili şudur: Mesh, yıkamanın yerine geçen bir bedeldir. Sargının altındaki yer açığa çıksa bile yıkanması gerekmez. Ama mestin altındaki uzuv, yani ayak ortaya çıkarsa; yıkanması gerekir. Hz. Ali ile ilgili hadîs-i şerîf yıkamanın farziyetini gerektirmez. Çünkü bu ahad bir haberdir.

Sargıyı abdest almadan önce bağlamak da caiz olur: Çünkü abdest aldıkdan sonra bağlamakda zorluk vardır. Ayrıca sargının altındaki (yaralı) yeri yıkama mecburiyeti kalkmıştır. Ama mestlerin içindeki ayakları yıkama mecburiyeti kalkmış değildir.

Sargı yaranın iyileşmesinden dolayı düşecek olursa, mesh bâtıl olur: Çünkü sargı üzerine mesh bir mazeretten dolayı kabul edilmiştir ve bu mazeret ortadan kalkmıştır. Ama yara iyileşmeden sargı düşerse, mesh bâtıl olmaz; çünkü mazeret ortadan kalkmış değildir. Eğer sargı yaranın başından etrafa fazla olarak sarılmışsa; çözülüp, altı yıkandığı takdirde yaraya zarar verecekse, sargının tamamı meshedilir. Eğer zarar vermeyecekse; yaranın çevresi yıkanır, sargının üstü değil de, yaranın üstü meshedilir. Sargıyı çözüp meshetmek zarar verecekse, yaranın üstündeki bez meshedilir. Çevresi ve fazla sargının altı ise, yıkanır. Çünkü meshe zaruret sebebiyle müsaade edilmiştir. Şu halde meshin mikdarı da zaruret mikdarınca olur. Bu tafsilât Hasan b. Ziyad'dan nakledilmiştir. Bu anlattıklarımız; yara, çıban ve kan alma yerine bağlanan bağ hakkında da geçerlidir. Buna dayanarak diyebiliriz ki, ayak çatlağının üzerine bir ilaç ve merhem konulur da, ilacın altına su geçmezse; ilacın üzerine su akıtılır. [54]

 

HAYIZ ( AYBAŞI HALİ )

 

Havz; lügatte 'Akmak' mânasındadır. Tavşanlardan kan aktığında; 'hâdeti'l- ernebu' derler. Ağaçdan zamk aktığında da; 'hâzeti'ş-şeceretu' derler. Ser'î ıstılahadai se havz; belli bir zamanda, belli bir yerden, belli bir kanın akması demektir.[55]

 

Kanlar üç çeşittir:

 

1- Hayz: Kadının bulûğa ermesine vesile olan kana denilir: Bu  kan belli bir yaşda akmaya başlar, belli bir yaşda tamamen kesilir. Akma süresinin de başlaması ve bitimi bellidir. Kerhî böyle demiştir. Hz. Peygamber (sas)  de bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurdu:

“Hayızlı (bâliğa) kadın başörtüsüz namaz kılamaz.” [56] İmam Ebû Bekr Muhammed Fazl el-Buharî dedi ki; “Hayz; küçüklük sınırından ve hastalıktan kurtulmuş sağlıklı kadının rahminin çıkardığı kandır.”

2- İstahaza: Bu rahimden değil, vaginadan çıkan kandır.

3- Nifas: Bu da çocuk doğarken veya doğdukdan sonra kadından akan kandır.

Hayzın en az müddeti üç gün üç gece (Ebû Yûsuf) en fazlası on gün on gecedir (İmam Şâfii): Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Bakire olan ve olmayan kadının hayzının en az müddeti üç gün üç gece; en çoğu ise on gün on gecedir. [57]

Rivayete göre Ebû Yûsuf hayzın en az müddetinin iki gün olduğunu söylemiştir. O, çoğu; yani iki günü, tamamın; yani üç günün yerine kaim kılmış ve üç günü fazla görmüştür. Onun bu görüşü Şeriatın takdirini, yani üç günü eksilttiği için muteber değildir. Üç günden az gelen kan ile on günden fazla gelen kan istihazedir. Çünkü bu Şeriatın takdirinden fazladır; ne hayzdır ne de nifasdır; istihazedir. Çünkü rahimden çıkan kanlar bu üç çeşitten başkası değildir.

Hamile kadının gördüğü kan istihazedir (İmam Şâfii): Çünkü hamile kadından hayız kanaması olmaz. Zira o hamile olunca, rahminin ağzı kapanır. Hayız kanı artık cenin için gıda olur. Dolayısıyla onun kanı rahimden dışarı akmaz.

İstihaze kanı oruca, namaza ve cinsî münasebete mani değildir: Zira Hz. Peygamber (sas) istihazeli bir kadına şöyle buyurmuştur:

“Hasırın üzerine kan damla damla aksa bile; abdest al, namaz kıl!” [58] Başka bir hadîs-i şerifte de Hz. Peygamber (sas) istihaze kanı hakkında şöyle buyurmuştur:

O sadece bir damarın fışkıran kanıdır” [59] Bu tıpkı burun kanaması olup hiç bir ibadete mani değildir.

Kadının adeti içinde sırf beyaz bir kan gelinceye kadar, görmüş olduğu muhtelif renklerdeki kanlar, hayız kanıdır: Rivayet olunduğuna göre kadınlar vaginalarına bağladıkları bezleri Hz. Âişe (ra) ye gösteriyorlardı:    O, bu bezlerdeki bulanık renkleri görünce;  “Tam beyazlığı görünceye dek, bekleyin” [60] demişti.

Ebû Yûsuf dedi ki; bulanıklık ancak kanamadan sonra hayız olur. İlk  kanamada  bulanıklık  olmaz; bu ancak   daha sonra olur. Bizim delilimiz, tafsilata inmeksizin; Hz. Âişe (ra) den rivâyetimizdir. Çünkü bulanıklık, kanamanın ilk zamanlarında da olsa, son zamanlarında da olsa; kanın renklerinden biridir. “Kanamanın ilk zamanında bulanıklık görülmez” sözüne gelince; biz deriz ki, sen neden böyle dedin? Bu bulanıklık kanamanın ilk zamanlarında olmuştur. “Bulanıklık başda olmaz” sözü, üst tarafından akıtılan bir kap için doğru olabilir. Ama kadının kanama kabı, alt tarafından akıtmaktadır. Şu halde dibi delik çömlek gibi, hayız kanamasında ilk başda bulanıklık görülür. Hayız, nifas ve istihazanın hükmü; kanın vaginadan dışarı çıkmasıyla sabit olur. Çünkü kan açığa çıkmadıkça, çıkacağı yerdedir.

Hayız müddeti içinde kanın kesilmesi suretiyle araya giren temizlik devresi hayızdan sayılır: Çünkü bu müddetin başından sonuna dek, tamamında kanamanın devamı şart değildir; başlamasıyla sona ermesi zamanı nazar-ı itibara alınır. [61]

 

Hayız Gören Kadının Namazı ve Orucu:

 

Hayızlı kadından namaz borcu tamamen düşer. Oruç tutması haramdır, yalnız orucunu sonra kaza eder: Zira Hz. Âişe (ra) demiş ki; “Hz. Peygamber (sas) zamanında (aybaşı halindeki) kadınlar orucu kaza ederler, ama namazı kaza etmezlerdi.” Çünkü namaz her ayda ve her günde tekerrür etmektedir, kazası zor olur. Ama oruç senede bir defadır, kazası zor olmaz. Hayızlı kadınla cinsî münasebette bulunmak da haramdır: Zira Allah (cc) buyurdu ki;

Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın.” [62] Buradaki yasaklık 'haram' mânasındadır. Yani, 'bu haldeyken onlarla cinsî münasebette bulunmak haramdır. Karı koca cinsî münasebeti gönüllü olarak yaparlarsa, her ikisi de günahkâr olur. Tevbe edip af dilemeleri kendileri  için yeterli olur. Çünkü Hz. Ebûbekir (ra) bu durumda ne yapması gerektiğini kendisine soran birine: “Allah (cc) dan mağfiret dile ve bir daha böyle yapma.” demiştir. Bu durumda cinsî münasebette bulunan karı-kocadan biri gönüllü olup, diğeri zoralanmış ise, sadece gönüllü olan günahkâr olur. El- Fetâva adlı eserde denildi ki; bu hüküm tamamdır. Ama müstehab olan bir veya yarım dinar sadaka vermektir. Bunun mânası; eğer cinsî münasebet hayzın evvelinde yapılmışsa, bir dinar. Sonunda yapılmışsa, yarım dinar vermek gerekir diyenler de olmuştur. Başka bir rivayette ise, şöyle denilmiştir: Eğer o esnadaki kan siyahsa, bir dinar; sarıysa, yarım dinar sadaka vermek gerekir. Bu görüşlerin tamamını teyid eden hadîs-i şerîfler nakledilmiştir. [63]

 

Hayızlı İle Münasebeti Helâl Saymanın Tehlikesi ve Böyle Kadınla Sevişmek:

 

Hayız halinde cinsî münasebette bulunmayı helâl sayan dinden çıkar: Çünkü bunun haramlığı Kitab ve icmâ ile sabit olmuştur. Böyle durumda koca izara bürünen karısına sarılıp sevişebilir: Zira İbn. Ömer (ra) demiştir ki; “Hz. Peygamber (sas) e, 'erkek için hayızlı karısının neresi helâldir diye sordum. Bana; örtü (ve peştemal) üstü olan yer helâldir diye cevap verdi. Hz. Âişe (ra) nin bu hususda şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ben hayızlıyken Rasûlullah (sas) bana peştemal örtünmemi emreder, ben de peştemal (veya izar)a bürünürdüm. Bu haldeyken o bana sarılırdı” [64]

İmam Muhammed dedi ki; kişi hayızlı karısıyla şiar-ı dem, yani cinsî münasebette buhınmakdan uzak durur. Bundan başka her şeyi yapabilir. Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:  

Kişi hayızlı karısına  cinsî münasebetten başka her şeyi yapabilir.” [65]

İmamı Âzam ile Ebû Yûsuf’un delili; bizim rivayet ettiğimiz hadîs-i şerîfle birlikde şu hadîsdir; 

“Kocaya peştemalin üst tarafı var ama alt tarafı yoktur.” Ya göbeğin alt tarafıyla değil de, üst tarafıyla oynayabilir. İmam Muhammed'in kavlinde; koruluğun etrafında içine düşme tehlikesi sebebiyle, yayılma yasağının konulması gibi bir tedbir ileri sürülmeli idi, denmiştir.

On günden önce kan kesilince, yıkanmadıkça cinsî münasebet helâl olmaz. Yahut bir namaz vaktinin geçmiş olması lâzımdır. On günü tamamlayarak (İmam Züfer, İmam Şafii) kesilirse, yıkanmadan evvel cinsî münasebet caiz olur: Zira Allah (cc) buyurdu ki;

Temizleninceye kadar  onlara yaklaşmayın.” [66] Bu âyet-i kerîmedeki  fiili hem şeddeli hem şeddesiz okunabilir. Şeddesiz okunduğunda;

Kadının hayız kanaması kesilinceye kadar.” mânasındadır. Şeddeli okunduğunda ise;

Gusledinceye kadar onlara yaklaşmayın. mânasına gelir ki; biz bunu da on günden aşağı bir müddet için kabul ettik. Böylece her iki kıraat şekliyle amel etmiş oluruz. Kanama on günden evvel durursa, yeniden başlayacağı ihtimaline binâen hayzın kesilmiş olduğuna hükmedilemez ve hayız hali devam ediyor sayılır. Kadın gusleder ve kanamanın durmasından sonra üzerinden bir namaz vakti geçerse, temizlenmiş kadınlar hükmüne girer. Ama on günden sonra kanama durursa, artık hayzın kesilmiş olduğuna hükmederiz. Çünkü on günden sonra kadın kanama görürse, bu hayız kanı olmaz, Bu sebeple de onunla cinsî münasebet helâl olur. İmam Züfer dedi ki; âyet-i kerîmede geçen fiilinin şeddeli okunuşuyla amel ederek  deriz ki; hayız kanı on günden sonra kesilse bile, kadın gusletmedikçe kendisiyle cinsî münasebette bulunmak helâl olmaz. Bunun cevabı verildi.

Temizliğin en az müddeti on beş gündür: İbrahim en- Nehaî'den böyle rivayet edilmiştir. Bu müddet kesin olarak bu kadar bilinmektedir.

En çok müddetin ise, bir sınırı yoktur: Çünkü temizlik çok uzun müddet devam edebilir. Belli bir müddet takdir edilemez. [67]

 

İSTİHAZE KANI VE ONA BENZEYENLER

 

Kendisinden istihaze kanı gelen kadın ve sürekli olarak sidiğini tutamayan, içi giden, kendisinden devamlı koku gelen, burnu kanayan, yarasının akıntısı kesilmeyen kimseler her namaz vakti için abdest alır ve o abdestle diledikleri kadar namaz kılarlar (İmam Şâfii): Zira İbn. Ömer (ra) in rivayetine göre Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

İstihazeli kadın her namaz vakti için abdest alır.”

Ben hep istihaze kanı görüyorum, temizlenemiyorum, diyen Fatıma b. ebî Hubeyş'e Rasûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Her namaz vakti için abdest al” [68] 

Hz. Peygamber (sas) in şu sözü de bu mânayı tefsir edbilir

“İstihazeli kadın her namaz vakti için abdest alır,” Çünkü namaz kelimesiyle namaz vakti kastedilir. Bunu teyiden başka bir hadîs-i şerîfdede şöyle buyurulmuştur:

“Her nerede namaz bana kavuşursa, teyemmüm eder, namaz kılarım.” Bu hadîs-i şerîfdeki 'namaz' kelimesiyle de namaz vakti kastedilmiştir. Meselâ; 'öğle namazında sana gelirim' denildiğinde, 'öğle namazı vaktinde sana gelirim' demek istenir.

Namaz vakti vakti çıktığında abdestleri bâtıl olur. Başka namaz kılmak için yeniden abdest alırlar: Bu hükmü teyid edici rivayetleri naklettik. Özürlünün abdesti Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre namaz vaktinin çıkışıyla; İmam Züfer'e göre vaktin girişiyle, Ebû Yûsuf’a göre ise bunlardan her hangi biriyle bozulur. Bu ihtilafın semeresi iki meselede görülmektedir: Şöyle ki; Özürlü kişi sabah namazı için abdest alır, sonra güneş doğar; yine özürlü kişi güneş doğduktan sonra bayram veya kuşluk namazı için abdest alır, sonra öğle namazının vakti girer. Bu kişinin birinci meselede Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre abdesti bozulur; çünkü güneş doğunca sabah namazının vakti çıkmış olur. İkinci meseledeyse, bozulmaz. Çünkü namaz vakti çıkmış değildir. İmam Züfer'e göre bunun tersi bir hüküm söz konusudur. İmam Ebû Yûsuf’a göre her iki meselede de abdest bozulur. Çünkü bu abdest menfi (olumsuz) bir faktörle yapılmış bir temizliktir ve vakit ile takdir olunur. Vaktin ne öncesinde, ne de sonrasında muteber olmaz.

İmam Züfer dedi ki; eğer abdest vaktin girişiyle bozulmuşsa; bir vakte bir namaz eklenmiş olur ki, bu da nassa aykırıdır. Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre özürlüye tanınan bu ruhsat, ihtiyaç sebebiyle tanınmıştır. Namaz vaktinin çıkışı bu ihtiyacın ortadan kalktığını gösterir. Yeni bir vaktin girişi ise, abdestin yeniden alınması gerektiğini gösterir. Şu halde abdestin bozuluşunu vaktin çıkışına bağlamak daha uygun olur.

Güneşin doğuşundan önce abdest alan kimse misalinde İmam Züfer'e göre yeniden abdest almak gerekir. Buna göre özürlülerin abdestleri namaz vaktinin çıkışı anında ama önceden meydana gelen bir hades hali sebebiyle bozulur. Özürlünün kanamalı olarak namaz kılması bir ruhsattır; çünkü abdest kendisinden sonra meydana gelen hadesi ortadan kaldırmaz.

Özürlü kişi; mübtela olduğu hades hali kendisinde mevcud iken, üzerinden namaz vakti geçen kimsedir: Öyle ki, kan tam bir namaz vakti kesilse, o kişi kesilme vaktinden itibaren özür sahibi olmakdan çıkar.

Kadından on günden fazla kan gelince, kadının belli bir hayız müddeti varsa; bu müddeti aşan kan istihaze kanı olur: Çünkü kanama on günü aşınca, kadının istihazeli olduğu anlaşılır ve âdet günlerine döndürülür. Hz. Peygamber (sas) istihazeli bir kadına şöyle buyurmuştur:

“Hayızlı günlerinde namazı bırak, sonra abdest alıp namaz kıl.” [69]

İstihazeli olarak büluğa erip, kanı kesilmeyen kadının hayzı her aydan on gün olarak takdir edilir (İmam Şâfii): Çünkü bu hayız hali için uygun olan bir müddettir. Bu  şüphe ile uygunlukdan çıkmaz.

Geriye  kalan yirmi gün ise, istihaze kanı olur: Buna dair bilgi önceden verilmişti. [70]

 

NİFAS ( LOHUSALIK HALİ )

 

Nifas; doğumun ardı sıra gelen kandır: Nifas kelimesi 'teneffüs' kelimesinden türemiştir. Burada rahmin kanla teneffüs etmesi veya nefesin çıkması söz konusudur. Yani, ya çocuk nefes alır, ya da rahim kanla teneffüs eder. Aslında bunların ikisi de mevcuttur. Bu kanın en az müddetinin bir sınırı yoktur. En son müddeti ise kırk gündür: Zira Hz. Peygamber (sas) buyurdu ki; 

“Lohusa kadınlar kırk gün otururlar; meğer ki bundan önce bir temizlik görsünler.” [71] Bu hadîs-i şerîfde nifasın en az müddeti değil de, en çok müddeti belirleniyor. Eğer en az müddeti olsaydı, bu hadîsde belirlenirdi. Çünkü çocuğun doğması, rahimden kanın çıktığının delilidir. Şu halde en az müddetin belirlenmesine lüzum kalmamıştır. Hayızda böyle bir delil olmadığı için, en az müddeti belirlenmiştir.

Kanama kırk günü geçince ve kadının da belli bir âdeti varsa, âdetini aşan kan istihaze olur. Kadının âdeti, yani belli bir lohusalık müddeti yoksa, lohusalığı kırk gündür: Biz bunu hayız bahsinde açıklamıştık. İkiz çocuk doğduğunda lohusalık müddeti ilk çocukla işlemeye (İmam Muhammed, İmam Züfer) başlar: İmam Muhammed ile İmam Züfer dediler ki; ikiz çocuk doğduğunda lohusalık müddeti ikinci çocukla işlemeye başlar. İkizlerin doğumları arasındaki müddet altı aydan daha az ise, ikinci doğumdan dolayı kadının lohusalığı yoktur. İmam Muhammed'e göre ise, ikisi arasındaki kanama istihazedir. Lohusalık ikinci doğumda başlar. O böyle derken şu delili ileri sürer; nifas ve hayız kanları aynı mahreçten çıkarlar. Hamile kadında namaza, oruca ve cinsî münasebete mani bir hal bulunmamaktadır. Hamile kadın hayız ve nifas görmez. Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf ise; bizim anlattığımız nifas tarifine dayanmaktadırlar ki, bu da burada mevcuttur. Ama hayız böyle değildir; zira demiştik ki, gebelik sebebiyle rahmin ağzı kapanır ve gebelik halindeki kadın hayız kanaması görmez.

Îddet beklemek de olan bir kadının iddeti, ikizlerin ikincisini doğurmakla sona erer. Bu hususda icmâ vardır. Çünkü iddet, rahimdeki yükü indirmeye bağlıdır. Yük denince, ikizlerin her ikisi kastedilir. Çünkü kadın ikinci çocuğa birinciden sonra gebe kalmıştır.

Yaradılışının birazı belirlenmiş olan düşük çocuk da, tam çocuk hükmündedir: Düşük yapan kadın lohusa olur. İddet beklemekde olan kadının iddeti, düşük yapmakla sona erer. Düşüğü yapan kadın eğer cariye ise, bu sebeple ümm-ü veled olur. Doğuma bağlanmış olan bir şart, düşük halinde ihtiyaten yerine getirilir. [72]

 

NECASETLER VE TEMİZLENMELERİ

 

Necasetler; galîza ve hafife olamak üzere iki kısma ayrılır: Ebü Hanîfe'ye göre galîza necaset; pisliği hakkında nass bulunan ve bu hususda muarız bir nass bulunmayan, sakınılmasında zorluk bulunmayan pislikdir. Her ne kadar bunda ihtilaf edilmişse de, hüküm böyledir. Çünkü içtihad nassa muarız olamaz. Hafife olan necaset ise; temizliği ve pisliği hususunda iki nassın çatıştığı pislikdir.

İmameyn'e göre galîza necaset; pisliği hususunda ittifak edilen ve insana bulaşması kaçınılmaz bir bela olmayan pislikdir. Hafife necaset ise; pisliği hakkında ihtilaf edilendir. Çünkü içtihad; nass gibi Şer'î bir hüccettir. [73]

 

Namaza Mâni Olan Necaset:

 

Galîza olan pisliğin; sıvı ise bir el ayasından, katı ise bir dirhemden fazlası namaza mani olur: Hz. Ömer  dedi ki; “Pislik, şu tırnağım ondan daha fazla olmadıkça, namazın câizliğine mani olmaz.” Onun  tırnağı hemen hemen bizim el ayamız kadardı. İmam Muhammed'e göre büyük bir dirhem, bir miskal ağırlığındadır. Şu halde pislik sıvı ise, ayası kadar olduğunda namaza mani olur. Eğer katı ise, ağırlığı esas alınır ve bir mıskal ağırlığında olursa, namaza mani olur.

Nehaî dedi ki; aslında onlar ‘makat miktarı’ demek istediler ama, dirhem miktarı demekle, bunu kinayeli olarak söylediler. Ancak arkadaşlarımız bunun ölçüsünü dirhemle takdir ettiler. Çünkü az miktardaki necasetin affedilir olduğu hususunda icmâ vardır. Meselâ gözle görülmeyen pislik; pire ve sivrisinek gibidir. Ama çok miktardaki pislik elbette ki, nazar-ı itibara alınır. Bu hususda da icmâ vardır. Burada biz belirleyici ölçü olarak bir dirhem miktarını ortaya koyduk. Bunu söylerken de istinca mahallini esas aldık. Çünkü taş ile yapılan istincadan sonra dışarı çıkmış olan pislik, mahrecin (çıkış yerinin) tamamına bulaşmış ise, pisliğin eseri tamamında baki kalır ki, bu da bir dirhem miktarıdır. Bu kadar pislikle namaz kılmanın caiz olduğuna dair icmâ vardır. Şu halde bir dirhem kadar pisliğin Şer'an affedilir olduğunu anlamış olduk.

Hafife olan pislik, elbisenin dörtte biri kadar olursa; onunla namaz kılınmaz (İmam Şâfii): Çünkü başın traşında ve meshinde olduğu gibi, Şer'î hükümler açısından bir şeyin dörtte biri, o şeyin tamamı hükmündedir. Sonra denildi ki; elbisenin tamamının dörtte birine hafife olan pislik bulaşırsa, bu namaza mani olur. Denildi ki; elbisenin yeni, eteği, yakası gibi dörtte birine hafife olan pislik bulaşırsa, bu namaza mani olur. Ebû Yûsuf’a göre 1x1 karış, İmam Muhammed'e göre  1x1 zira' ve yine ondan gelen başka bir rivayete göre iki ayak yeri kadar genişliğe; muhtar kavle göre elbisenin dörtte birine hafife olan pislik bulaşırsa, bu namaza mani olur. İnsanların az ve çok hususundaki takdirleri farklı olduğundan; Ebû Hanîfe bu hususda bir ölçü tesbit etmemiş, bunun takdirini, elbisesine pislik bulaşan kimsenin takdirine bırakmıştır.

İnsan bedeninden çıkan ve temizlenmesi icab eden şeylerin pisliği galîzadır: Dışkı, sidik, kan, irin ve kusuntu gibi Kusuntunun galîza bir pislik olduğu hususunda ihtilaf yoktur. Meni de böyledir. Zira Hz.   Peygamber (sas) Âişe (r. anha) ye meni hakkında şöyle buyurmuştur:

Eğer meni yaş ise, onu yıka. Kuru ise ovala.” [74] Başka bir defasında Ammar b. Yasir'e şöyle buyurdu:

Elbise ancak meni, sidik ve kandan ötürü yıkanır.” Meni eğer vücuda bulaşıp üzerinde kurur ise ne olacaktır? Ebû Hanîfe'nin Hasan vasıtasıyla rivayet edilen görüşüne göre; bu durumda ovalanmakla temizlenmez. Kerhî'nin ashabımızdan naklettiğine göre, bu durumda ovalanmakla temizlenir. Çünkü bu, sakınılması çok zor ve yaygın olan bir beladır. Ovalanmakla yetinmek, meninin temiz olduğunu göstermez. Ebû Hanîfe'den rivayet edilen sahih görüşe göre; üzerimize bulaşıp kuruyan meni ovalamakla azalır. Azaldığı için de onunla namaz kılmak caiz olur. Öyle ki, ona su değip ıslanırsa, İmameyn'in hilafma Ebû Hanîfe'ye göre tekrar necis hale döner.

Sonra biz tahareti gerektiren dışkı, sidik, hayız ve nifas kanı gibi şeylerin hepsini pis saydığımıza göre, meniyi de; en büyük tahareti ve guslü gerektirdiğinden dolayı, pis saydık. Ayrıca onun, insanın aslı ve mayası oluşu, et parçası gibi temiz sayılmasını gerektirmez.

Hayvan (İmam ebû Yûsuf, İmam Muhammed) ve sığır dışkısı necisdir: Ebû Hanîfe'ye göre eti yenmeyen hayvanların sidiği de pisdir. Çünkü bunların pisliği nass ile sabit olmuştur ve bu nasslara muarız olan nass da yoktur. Zira Hz. Peygamber (sas) Efendimiz hayvan dışkısı hakkında; “O pisdir.”  buyurmuştur. Sığır dışkısı da bu hükme tabidir. İmameyn'e göre bunlar hafife pisliklerdir. Çünkü bunlar umumî bela olarak yollarda vardır ve galîza mı hafîfe mi oldukları hususunda ihtilaf vardır.

İmam Mâik'e göre bütün hayvan dışkıları temizdir. İmam Züfer'e göre, eti yenen hayvanların dışkıları temizdir. Ebû Hanîfe'nin bu hususdaki görüşü şudur; bu dışkı kokuşma ve bozulma safhasına girmiş olup, hayvanlardan ayrı bir parça haline gelmiştir. Kendilerinden sakınmak mümkündür. İnsanın bir parçası gibi haram olmuştur. Ancak ayakkabılara bulaşanında zaruret sebebiyle muafiyet vardır. Biz ayakkabılara bulaşan hayvan dışkılarının hafife pislikler olduğunu söyledik ki, silmekle temizlemek mümkün olsun. Naklettiğimiz hadîs-i şerîfde ve aklî delillerde İmam Mâlik'in ve Züfer'in sözlerine cevap vardır.

Fare sidiği ve dışkısı da pisdir. Bunu teyid eden delilleri daha önce anlattık. Ayrıca Rasûlullah (sas) in şu mutlak buyruğu da bu hükmü teyid ediyor: Sidikden sakının.” Suda bundan sakınmak mümkündür, ama yiyeceklerde bundan sakınma imkânı yoktur. Dolayısıyla yiyeceklere ve giysilere bulaşan fare sidiğinde ve dışkısında muafiyet vardır. [75]

 

Bebek İdrarları:

 

Yemek yiyor olsun veya olmasın; kız ve erkek bebeklerin sidikleri de sırf pislikdir: Bunu teyid eden bir rivayette bulunmuştuk. Bu hususda teferruata gimek lüzumsuzdur. Yemek yemeye başlamamış bebeğin pisliğine su serpmeye gelince; aslında bunu yıkamak gerekir. Çünkü bunun için Arapça kaynaklarada fiili kullanılmakdadır ve bu da  ‘yıkamak’ mânasındadır. Kendisine mezi hakkında sorulduğu zaman Hz. Peygamber (sas)  ona söyle cevap vermiştir:

“Tenasül organını suyla yıka.” [76]

Meninin Pis Oluşu ve Giderilmesi:

 

Meni pistir. (İmam Şâfıî) Islak olanını yıkamak gerekir. Kurusunu ise, ovalamak yeterli olur: Bunun usulünü açıklamıştık. Fetva kitaplarında denilir ki; her canlının öd suyu, sidiği hükmündedir. Deve geviş getirirken ağzından çıkan şey bir insanın elbisesine isabet ederse, o şey devenin karama girip çıktığından dolayı, devenin dışkısı hükmündedir. Tıpkı karnına girip çıkan su gibi. Bu su da o hayvanın sidiği hükmündedir.

Meste hayvanın tersi gibi cirmi olan bir pislik bulaşır da kurursa, onu yere sürterek gidermek caizdir. Şarap (İmam Muhammed, İmam Züfer) ve sidik gibi yaş olan ve cirmi bulunmayan pislikleri temizlemek, ancak yıkamakla mümkün olur: Bu hüküm Ebû Hanîfe'ye göredir. İmam Ebû Yûsuf dedi ki; şarap ve sidik haricinde bir pislik meste veya ayakkabıya bulaşırsa, silerek temizlemek yeterli olur. İmam Muhammed dedi ki; bunları elbise gibi yıkamadan caiz olmaz. Ebû Yûsuf ise Hz. Peygamber (sas) in şu mutlak hadîs-i şerîfıni delil olarak ileri sürer:

“Sizden birinizin mestine veya ayakkabısına pislik bulaşırsa, onları yere sürsün, onlar ayağındayken namaz kılsın. Çünkü yere sürmek mesti ve ayakkabıyı temizler.” [77] Bu hadîs-i şerîfde yaş, kuru; cirmi olan, olmayan pislikler arasında bir ayırım yapılmamıştır. Çünkü bu hususda umumi bir zaruret vardır. Âlimlerin çoğu bu görüşdedir. Ebû Hanîfe de bu hadîsi benimsemiştir. Ancak ona göre bir mestte yaş pislik varsa, o mest temizlenmek için yere sürülürse; o pislik eskiye göre daha çok meste bulaşır; bundan dolayı da yere sürmek mesti temizlemez. Ama kuru olan pislik böyle değildir; çünkü meste az bir pislik nüfuz eder ki, o da affedilir miktardadır. Ama şarap ve sidik böyle değildir. Çünkü bunda mestin üzerindeki şeyi kendine çekecek bir şey yoktur. Dolayısıyla olduğu gibi kalır. Öyle ki; meste yaş bir çamur yapışır da kurur, sonra da o çamur ovalanırsa; cirmi olan pisliğin temizlenişi gibi temizlenmesi caiz olur. Bu Ebû Yûsuf’dan rivayet olunmuştur. Ama elbise böyle değildir; dokuma sebebiyle onda girintiler vardır, pisliğin parçaları ona nüfuz eder; silmekle temizlenmez; yıkanması gerekir.

Kılıç ve ayna gibi şeyleri temizlemek için silmek kâfidir (İmam Züfer): Sert cisimler olduklarından dolayı, bunlara pislik nüfuz etmez. Dolayısıyla silmekle temizlenmiş olurlar.

Yer pislenir, sonra da pisliğin eseri kaybolursa, orada namaz kılmak caiz olur (İmam Züfer, İmam Şâfıî). Ama oradaki toprakla teyemmüm edilemez: Çünkü toprağın temizliği, teyemmüm için bir şart olarak kitabın nassı ile sabit olmuştur.

Öyleyse bu hadîs-i şerifle sabit olan şeyle edâ edilmiş olmaz. İmam Züfer dedi ki; böyle bir yerde teyemmüm gibi, namaz kılmak da caiz olmaz. Bizim görüşümüze göre, yer kurur ve hava da onun üzerindeki şeyi (meselâ ıslaklığı) kendini çeker: Ben derim ki, az miktardaki bir pislik namazın câizliğine mani olmaz ama teyemmümün câizliğine mani olur. İbn. Kâs ashabımızdan şöyle bir rivayette bulunmuştur: Bu durumda teyemmüm de caizdir ve bu hususda cevaz verici bir hadîs-i şerif de vardır. Çünkü yere isabet eden pislik artık yerin cüzleri haline gelmiştir. Zira yerin eşyayı kendi tabiatına cezbetme özelliği vardır; değişme safhasına girmekle, o pis yer temizlenir. Tıpkı şarabın değişme safhasına girme neticesinde sirkeleşip temizlenmesi gibi yer pislenir de üzerine su dökülürse ve eğer orası gevşek bir yerse, temizlenir. Çünkü böyle bir yer suyu kurutur ve dolayısıyla sathı (yüzeyi) temizlenir. Ama pislenen yer sertse, üzerine su dökülür, sonra o suyun içinde biriktiği çukurun üstü kapatılır. [78]

 

Hayvanlara Âit Kan, İdrar ve Terslerin Durumu:

 

Eti yenen hayvanların sidiği (İmam Muhammed), atın sidiği, balığın kanı (İmam Şâfıî), katır ve eşeğin salyası, eti yenmeyen kuşların (İmam Muhammed) tersi, hafife cinsindendir. Etleri yenen kuşların pisliği ise, temizdir (İmam Şâfıî): Ama eti yenen kuşların sidiği İmam Muhammed'e göre temizdir. Bunun delili de Urenîlerin hadîsidir. [79]

İmam Muhammed'e göre atın sidiği de bu kapsama girer. İmameyn'e göre bu da kokuşup murdar olarak değişim geçirmiş ve dolayısıyla eti yenmeyen hayvanların sidiği gibi necis olmuştur. Ancak bu hususdaki hadîsler çatıştığından dolayı, bunun hafife necaset olduğunu söylüyoruz. Urenîlerin hadîsi müsleyle ilgili hadîs gibi nesholunmuştur.

Balığın kanı da hakikatte kan değildir. Çünkü güneşde kalınca ağarmaktadır. Ebû Yûsuf’a göre balığın kanı pistir. İşte bu sebeple biz bu kanın hafife pislik olduğunu söyledik. Nasslar çatışdığı için, katır ve eşeğin salyası; sakınılması zor ve umumi bir bela olduğundan dolayı da eti yenmeyen kuşların tersleri hafife pisliklerdir. Çünkü güvercinlerin mescitlerde bırakılabilecekleri hususunda müslümanlar icmâ etmişlerdir. Eğer bunların tersleri pis olsaydı, müslümanlar bunları mescitlerden; hususen de Mescid-i Haram'dan çıkarırlardı.

Fakat   tavuk ve ehli ördek pislikleri galîza pisliklerdir: Bu hususda icmâ vardır.

İğne başı kadar sidiğin elbiseye sıçraması pek mühim değildir (İmam Şâfii): Çünkü bundan sakınmak mümkün değildir ve bunda zorluk vardır. Dolayısıyla bundan haramhk hükmü kalkmıştır. Yarasaların tersi ve sidiği, bit ve pire kanı da bahsettiğimiz sebepden dolayı pis sayılmaz. Kerhî dedi ki; ette ve damarlarda kalan kan temizdir. Rivayete göre İmam Ebû Yûsuf kanın, giysilerde değil, ama yiyeceklerde bulunan kandan muaf olunduğunu söylemiştir. [80]

 

PİSLİĞİN GİDERİLMESİ

 

Pisliğin su ile giderilmesi caizdir: Bu hususda ihtilaf yoktur. Zira Hz. Peygamber (sas) pisliği kasdederek;

Onu suyla yıka. buyurdu. Sıkmakla elde edilen, temiz olan her su ile, ağacın ve yaprağın sıkılmasıyla elde edilen sirke (İmam Muhammed, İmam Züfer, İmam Şâfii) ve gül suyu gibi sularla giderilmesi caizdir: İmam Muhammed ve İmam Züfer dediler ki; “Pisliğin ancak su ile giderilmesi caizdir.” sidiğini deve sidiğine kıyaslamış ve;  “Eti yenen hayvanların sidiği temizdir”  demiştir.

Bedendeki pisliklerin ne ile giderileceği hususunda Ebû Yûsuf’dan gelen iki rivayet vardır; pisliğin sadece su ile  giderilebileceğini söyleyen İmam Muhammed'in delili;

“Onu suyla yıka.” meâline ki hadîs-i şerîfdir. Çünkü pisliğin sudan başka bir şeyle giderilmesi caiz olsaydı, hadîs-i şerîfde 'suyla' diyerek, bir belirlemeye gitmenin yararı olmazdı. Bu hususda hükmiyet üzerine kıyaslama yapmanın da gereği kalmazdı. Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf’un bu konudaki delilleri ise şu âyet-i kerîmedir;

Elbiseni tertemiz tut. [81] Elbisenin temizlenmesi ondaki pisliği gidermekdir ki; pislik giderici bu özellik de, sirkede vardır. “Onu suyla yıka.” hadîsinde kasdedilen mâna, pisliğin mutlak olarak giderilmesidir. Öyle ki; pisliği, elbiseyi keserek dahi giderse caiz olur. Suda olduğu gibi, anlattığımız şekilde de pisliği giderme işi gerçekleşebilir. Pisliği gidermede her iki usul bir birine denkdir. Meselâ pislik inceltilip ovalanarak sıvıya karıştırılıyor; sonra da pislenmiş olan o elbise sıkılarak pislik azar azar damlıyor. Derken tamamıyla yok olup gidiyor.

Pisliği temizlemekden söz eden hadîs-i şerîfde sudan bahsediliyor ama, temizleme işi umumiyetle mutad olan yolla yapılıyor ve o hadîs-i şerîf bizim anlattığımız temizlik aracını sadece su olarak belirlemiş olmuyor. Hükmiyet üzerine kıyas yapmak doğru olmaz. Çünkü o zaman bu mânası anlaşılmayan bir ibadet olur. Görmez misin ki, pisliğin bulaştığı yerden başkasını da yıkamak gerekiyor. Ve temizlik aracı o zaman sadece Şeriatın belirlediği şey olarak ortada kalıyor ki; o da sudur, işin hakikatine bakılırsa, burada amaç pisliğin giderilmesidir ki, o da açıkladığımız gibi, giderilmiştir.

Görünen bir pisliğin temizlenmesi, onun tamamen kaybolmasıyla olur: Zira bir yerin necis olduğuna hükmetmek, pisliğin kendisinin orada durmasıyla olur. Pislik oradan kaybolunca da orası temizlenmiş olur. Eğer pislik bir yıkamayla kaybolursa, bazılarına göre temizlenmiş olur ki; kitapda anlatılandan kasıt da budur. Diğer bazılarına göre ise görünmeyen pislik de nazar-ı itibara alınarak, orayı daha sonra iki kez  daha  yıkamak şarttır. Fakat tamamını kaybetmek zor olunca  kalıntı zarar vermez: Çünkü Hz. Peygamber (sas) hayız kanıyla ilgili olarak;

“Onu yıka, kalıntısının sana zararı olmaz.”  buyurarak, sıkıntıyı bertaraf etmiştir.

Görünmeyen cinsden bir pisliğin temizlenmesi; temizlendiğine kanaat getirinceye kadar yıkamakla olur (İmam Şâfii): Çünkü Şeriatta hususen kesin bilginin sağlanması çok zor olduğunda kanaat bir delildir.

Vesveseyi ortadan kaldırmak için, üç veya yedi defa yıkamakla temize çıktığına hükmedilir ve her defasında yıkanan şey sıkılır. İstincada da böyle takdir edilir: Mebsufda anlatıldığına göre; müsteykız hadîsi sebebiyle (ki uykudan uyananın elini üç kez yıkamadan kaba daldırmaması hakkında daha evvel geçmişti), üç defa yıkamadan önce pisliğin giderilmiş olduğuna hükmedilemez. Mülteka adlı eserde ise, İmam Ebû Yûsuf’un şöyle dediği nakledilmekdedir; 'pisliğin temizlenmesi ancak yedinci yıkayışdan sonra olur.’ Tuğla ve kiremit gibi sıkılarak suyu çıkarılamayan şeyler, içine pis suyu emip çeken buğday, pis yağla tabaklanmış deri, pis suyla sulanan bıçak, pis suyla kaynatılıp pişirilen et; sıkma ameliyesine tabi turalamadığı için, İmam Muhammed'e göre asla temizlenmez. İmam Ebû Yûsuf’a göre, üç kez yıkamakla temizlenir. Bıçak temiz suyla üç kez sulanınca, et ve buğday temiz suyla üç kez kaynatılınca ve her defasında kurutulunca, temizlenmiş olur. [82]

 

İSTİNCA (HELAYA GİTTİKDEN SONRA TEMİZLENME)

 

Yellenmek müstesna; küçük veya büyük abdestten sonra temizlenmek sünnettir: Şunu bil ki, istinca beş vecih üzere olur; bunların ikisi vâcibdir:

1- Cünüblükden, hayızdan ve nifasdan ötürü guslederken makattan çıkan pisliğin bedene yayılmaması için yıkanması.

2- Pislik makadın etrafına dağılırsa, az da olsa, çok da olsa İmam Muhammed'e göre yıkanması gerekir ki; ihtiyata uygun olan da budur. Çünkü bu pislik bir dirhem miktarından fazladır. Ebü Hanîfe ile İmam Ebû  Yûsuf’a  göre   ise;   pislik  bir  dirhem   miktarından fazla olursa, yıkanması vâcib olur. Çünkü makadın çıkışındaki pislik taşla da temizlenebileceği için, yıkanması mecburi olmaz, nazar-ı itibara alınmaz. Ancak bundan ötesi nazar-ı itibara alınır.

3- Sünnet olan istinca: Pislik, makattaki çıkış yerinin dışına yayılmazsa; o zaman yıkanması mecburi değil, sünnet olur.

4- Müstehab olan istinca: Kişinin küçük abdestini bozduğunda ön tarafını yıkaması.

5- Bid'at  olan istinca: Yellenme durumunda önden ve arkadan bir şey çıkmadığı halde istinca etmek bid'attır.

Taş ve onun yerine geçen diğer şeylerle temizlenmek caizdir (İmam Şafii). Bunlarla pislik tamamen giderilinceye kadar silinir: Çünkü maksat temizlikdir. Bu maksada hangi vasıtayla ulaşılırsa ulaşılsın, caizdir. Temizliği ve arınmayı daha fazla sağladığından, suyla yıkamak en iyisidir. Pislik makadın çıkışına tecavüz edecek olursa, ancak yıkamakla temizlik caiz olur: Bunu açıkladık.

Sağ elle, kemikle, tezekle istinca edilemez: Çünkü Hz. Peygamber (sas) kemik ve tezekle istincadan menetmiştir.[83] Yenilen şeylerle istinca edilmez: Çünkü böyle yapmakla mal zayi edilmiş olur ki, bundan menedilmiştir. Ama bunlarla istinca kerahatle caizdir; çünkü menetme, başka bir sebepden ötürüdür ve temizliğin teminine mani değildir. Meselâ, başkasının elbisesi ve suyu ile istinca etmek gibi. [84]

 

Helada Kıbleye Dönmek:

 

Helada kıbleye karşı dönülmez ve arka da çevrilmez: İster evlerde, isterse sahrada olsun; hüküm aynıdır. Zira Hz. Peygamber (sas) buyurdu ki;  

“Def-i hacette kıbleye karşı  dönmeyin. Arkanıza  da dönmeyin. Ama doğuya veya batıya dönün. [85] Rivayete göre Ebû Hanîfe def-i hacet esnasında kıbleye dönmenin bir sakıncası olmadığı görüşündedir; çünkü kişi kıbleye karşı durmamakda ve kendisinden zuhur eden pislik de yere doğru düşmektedir.

İstincada üç parmakdan fazlası kullanılmaz. Parmakların da uçları değil, altları kullanılır. Kadın da böyle yapar. Zayıf bir kavle göre kadın istincada parmak uçlarını kullanmalıdır. [86]



[1] Mâide: 5/6.

[2] Gözlere  takılan  küçük lensler  gusül ve abdeste  mani değildir.(...) Ne abdestte ne de gusülde gözün  içini hiçbir  mezhebe göre yıkamak icab etmez ve (yıkanması) göze zarar verir.’(Günmüz Meselelerine Fetvalar, H.Günenç,C:1,S:124)

[3] Nisa: 4/2.

[4] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/15-17.

[5] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/17.

[6] Peygamber (sas) buyurur ki; “Sizden birinin uykusundan uyandığında ellerini üç defa yıkamadan asla kaba daldırmasın; çünkü o, elinin nerede gecelediğini bilemez”

[7] Diş fırçalamanın misvak yerine geçip geçmeyeceği hakkında; Dinen fırça da misvak sayılır. Peygamber efendimiz (sas) in sünetine riayet etmek gayesi ile ağzanı fırçalayan kimse ağzına temizlediği gibi, sevaba da nail olmuş olur.denmiştir.(H.Günenç Günümüz Meselelerine Fetvalar, C:1,S: 119).

Esasen misvak lugatte oğuşturmak ve bu işi yapan alet manasındadır. Şer’i istılahda ise; dişlerde ve dişlerin etrafında bulunan sarılığın vb. diğer şeylerin giderilmesini temin maksadıyla, misvak ağacından yapılmış çubuk, çöven ve sabun gibi şeylerin kullanılması demektir.

Diğer tarafdan çağdaş diş hekimleri diş çürüklerinin ve iltihaplanmaların önlenmesi ve sinir, göz, hazım ve nefes rahatsızlıklarına karşı korunmada misvağı tavsiye etmektedir.(Mütercim).

[8] Darekutni’nin rivayet ettiği hadis-i şerif şudur: “Peygamber (sas ) her uzvu birer kere yıkayarak abdest eldı ve; “Bu Cenab-ı Allah (cc) ın kişiden, namazı o olmadan kabul etmeyeceği ebdestidir.” Buyurdu. Peygamber (sas) her uzvu ikişer defa yıkayarak abdest aldı ve; “Bu Cenab-ı Allah’ın kendisine iki kat verdiği kişinin aldığı abdesttir.” Buyurdu. Hz. Peygamber(sas) her uzvu üçer kez  yıkayarak abdest aldı ve; "Bu benim ve benden evvelki peygamberlerin aldığı abdesttir. buyurdu.

[9] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/17-20.

[10] Mâide: 5/6

[11] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları :1/20.

[12] Nisa: 4/43.

[13] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/21-24.

[14] Mâide: 5/6.

[15] Bu hadisi  Ebu Davud, Tirmizi ve İbn. Mace rivayet etmiştir. Zayıf bir hadistir.

[16] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/24-25.

[17] Kemal b. Hümam bu hadisi Hidaye şerhi Fethü’l-Kadir’de başka bir lafızla riayet etmiştir.

[18] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/25.

[19] Bakara: 2/222.

[20] İhtilaf, kişi uyurken erkeklik organının yatık olması hususundadır. Ama uyurken kalkık değilse, guslün gerekli olmadığında ittifak vardır.

[21] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/27.

[22] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/28.

[23] Vakıa: 56/79.

[24] Bu hadisi Ebu Davud ve Tırmizi rivayet etmiştir.

[25] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/28-29.

[26] Tırnaklarına oje süren kadının gusül ve abdesti hakkında şöyle denilmiştir: “Oje tırnak üzerinde bir tabaka meydana getirdiğinden, abdest ve guslün sıhatine manidir.Bunun için abdest, cünüp ve hayızdan yıkanmak isteyen ojeli kadın mutlaka ojesini kazımak zorundadır.Aksi takdirde abdesti veya guslü sahih olmadığından, namazı batıldır.(H.Günenç,Günümüz Meselelerine Fetvalar C:1,S:123). Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/26-29.

[27] Furkan: 25/48.

[28] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/29-30.

[29] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/30-31.

[30] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/31-32.

[31] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/32-33.

[32] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/33-34.

[33] Mâide: 5/145.

[34] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/34.

[35] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/34.

[36] Nahl: 16/80.

[37] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/29-35.

[38] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/35-38.

[39] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/38-40.

[40] Nisa:4/43.

[41] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/40-41

[42] Nisa: 4/43.

[43] Mâide: 5/6.

[44] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/41.42

[45] Bu hadisi Taberani, Hakim ve Beyhaki rivayet etmiştir.

 

[46] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/43.

[47] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/44.

[48] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/44.

[49] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/45-46.

[50] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/46-47.

[51] Bu hadisi şerifi Müslim,Ebu Davud,Tirmizzi ve İbn Hibban rivayet etmişlerdir.

[52] Bunu Nesei Tirmizi, İbn. Huzeyme, İbn.Hibban,Darekutni, Beyhaki ile Müsned’inde Ahmed b.Hanbel ve Şafii rivayet etmişlerdir.

 

[53] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/47-50.

[54] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/50-52.

[55] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/53.

[56] Bu hadisi şerifi Tirmizi, İbn Mace ve Müsned’in Ahmed b. Hanbel rivayet etmişlerdir.

[57] Bu hadisi Taberani El Kebir’de rivayet etmiştir.

[58] Bu hadisi şerifi Nesei,Darimi İbn Mace, ve Müsned’inde Ahmerd b. Hanbel rivayet etmişlerdir.

[59] Bu hadisi şerifi İbn Mace, Ebu Davud ve Müsned’inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmişlerdir.

[60] Buhari ve İmam Malik rivayet etmişlerdir.

[61] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/53-55.

[62] Bakara: 2/222.

[63] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/55-56.

[64] Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir.

[65] Bu hadisi şerifi Müslim rivayet etmiştir.

[66] Bakara: 2/222.

[67] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/56-58.

[68] Bu hadisi şerifi Ebu Davud rivayet etmiştir.

[69] Bu hadisi şerifi Ebu Davud ve Müsned’inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmişlerdir.

[70] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/58-60.

[71] Bu haisi şerifi Ebu Davud ve Tirmizi rivayet etmişlerdir.

[72] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/60-61.

[73] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/61.

[74] Bu hadisi şerifi İbn Mace rivayet etmiştir.

[75] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/61-64.

[76] Bu hasisi  İmam Malik rivayet etmiştir. Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/64.

[77] Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.

[78] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/64-66.

[79] Riaveyete göre Arafat hizasında bir vadi Ureyne’de yaşayan bir topluluk Medine’ye gelmişti.Oranın havasına alışamadıkları için, renkleri sararmış karınları şişmişti. Hz.Peygamber (sas ) onlara gitmelerini, zekat develerinin süt ve sidiklerini içmelerini emretmiş, onlar da gidip bu emri yerine getirerek, sağlıklarına kavuşmuşlardı.

Bundan çıkarılacak delil şudur; şayet deve sidiği pis olsaydı, Rasulullah ( şaş ) onların deve sidiğini içmelerini emretmezdi. Çünkü pis ve necis şeyin içilmesi haramdır.Bir hadisi şerifde Hz.Peygamber ( sas ) şöyle buyurmuştur: “ Doğrusu Cenabı Hakk sizin şifanızı size haram kıldığı şeylere koymamıştır.” Deve, eti yenen hayvanlardandır. İmam Muhammed eti yenen her hayvanın sidiğini deve sidiğine kıyaslamış ve; “Eti yenen hayvanların sidiği temizdir.” demiştir.

[80] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/64-67.

[81] Müddessir: 74/4.

[82] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/67-69.

[83] Buharinin rivayet ettiğine göre Hz.Peygamber (sas) Ebu Hüreyre’ye şöyle buyurmuştur: “ İstibra etmem için ardımdan bana taşlar getir. Kemik ve tezek getirme.” “ Kemiğin ve tezeğin nesi var?” deyince “ Onlar cinlerin yiyeceklerindendir.” Şürünbilali’nin Merakü’l Felah’da rivayet ettiğine göre, Hz.Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:“ Biriniz küçük abdest bozduğunda sağ elinin penisine sürmesin. Helaya girdiğinde sağ eliyle silinmesin. İçerken de bir nefesde içmesin.”

[84] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/69-70.

[85] Bu hadisi şerif Buhari, Müslim, Müsned’de Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve İbn Mace rivayet etmiştir.

[86] Tuvalet kağıdı ile istinca hakkında şöyle denmiştir: “ Ekmek ve üzerinde dini ibare yazılı olan kağıtla temizlenmek caiz değildir. Hanefi ulemasına göre yazı yazmaya elverişli olan beyaz ve üzerinde yazı müstehcen de olsa bulunan yaprak ile temizlemek caiz değildir.” (H.Günenç,Günümüz Meselelerine Fetvalar,C:1,S:121). Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/71.