SALÂT (NAMAZ) KİTABI. 3

NAMAZIN VAKİTLERİ. 3

NAMAZ KILMANIN MÜSTEHAB OLDUĞU VAKİTLER.. 4

NAMAZ KILMANIN YASAKLANDIĞI VAKİTLER.. 5

EZAN.. 6

Ezan ve Kametin Okunuşu: 7

Ezanda Nağme: 7

Kazaya Kalmış Namazlarda Ezan ve Kamet: 7

NAMAZDAN ÖNCE YAPILACAK İŞLER.. 8

Kıble Tarafını Bilmeyenin Yapması Gerekenler: 9

NAMAZDA YAPILACAK İŞLER.. 10

Tâdil-i Erkân ve Tuma'ninet: 14

VİTİR NAMAZI. 15

NAMAZDA KIRAAT.. 16

CEMAAT VE İMAMETLE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 17

İmamlıkta Ehliyet: 17

İmamın Namazı Uzatması: 17

İmamlık Yapması Mekrüh Olanlar: 18

Kadın ve Çocukların Erkeklere İmamlığı: 18

Cemaatle Namazda Safların Sırası: 18

İmamın Kadınlar İçin de Niyyet Etmesi: 18

Kadınların Cemaate Gelmelerinin Hükmü: 19

Kadınların    Kendi  Aralarında    Cemaat   Olmalarının Hükmü : 19

Abdestlinin Teyemmümlüye Uyması: 20

NAMAZDA   İKEN  YAPILMASI   MEKRUH OLAN İŞLER.. 20

NAMAZI BOZAN ŞEYLER.. 21

NAMAZDA İKEN ABDESTİN BOZULMASI. 22

GEÇMİŞ NAMAZLAR VE BUNLARIN KAZASI. 22

Tertib Sahibi Olmak ve Tertibin Düşmesi: 23

SÜNNET VE MÜSTEHAB NAMAZLAR (NEVAFİL) 24

TERAVİH NAMAZI. 26

KÜSÛF (GÜNEŞ TUTULMASI) VE HUSÜF (AY TUTULMASI) NAMAZI. 27

İSTİSKA NAMAZI. 27

Yağmur Duası, Yağmur Yağdırmak İçin Değildir: 27

SEHİV SECDESİ. 28

TİLAVET SECDESİ. 29

HASTANIN NAMAZI. 31

YOLCUNAMAZI. 32

Yolcu Olmanın Şartları: 32

Yolculukta Mesafe Takdiri: 33

Deniz ve Dağda Mesafe Takdiri: 33

Seferîlik Müddeti ve Mukim Olmak: 33

Vatanın Çeşitleri: 34

CUMA NAMAZI. 34

Gözü Gömeyenin Cuma Namazı: 35

Şehir Adını Alabilmede Ölçü: 35

Cuma Namazını Devlet Reisi veya Vekilinin Kıldırması: 35

Kendisine Cuma Namazı Farz Olmayanların Bu Namazı Kılmaları: 36

Özrü Olmayanın Cuma Namazını Kılmaması: 37

BAYRAM NAMAZLARI. 38

Bayram Namazından Evvel Fıtır Sadakasını Vermek: 38

Bayram Namazının Vakti: 39

KURBAN BAYRAMI NAMAZI. 39

TEŞRİK TEKBİRLERİ. 39

Teşrik tekbirleri şöyledir: 39

KORKU HALİNDE KILINAN NAMAZ.. 40

KÂBEDE NAMAZ KILMAK.. 41

CENAZELER BAHSİ. 41

Ölmek Üzere Olan Kimseye Yapılacak Muamele: 41

Defnetmede Acele Etmek: 42

CENAZENİN YIKANMASI. 42

KEFEN BAHSİ. 43

CENAZE NAMAZI. 43

Cenaze Namazını Kıldırmada Devlet Reisi: 43

Ölü Doğanın Cenaze Namazı Kılınmaz: 45

CENAZENİN TABUTA KONULMASI VE DEFNİ. 45

Kadın Cenazelerinin Mezara İndirilmesi: 45

Tek Mezara İki Kişi Defnetmek: 46

Müslümanın, Kâfir Yakınının Ölmesi: 46

ŞEHİD BAHSİ. 46

Hadd veya Kısasdan Öldürülenlerin Cenazesi: 47


SALÂT (NAMAZ) KİTABI

 

Salât kelimesi lügatte  duâ mânasmdadır. Zira Allah (cc) Kur'an-ı kerîm'de (bu kelimeyi bu mânada kullanarak) şöyle buyurmuştur:

Onlar için dua et.” [1]

Hz. Peygamber (sas) de şöyle buyurmuştur:

Melekler size duâ etsinler.”

Şâir A'şa da bir şiirinde:

“Küpünün üzerinde durup, duâ ve niyazda bulundu ki; şarabı ekşiyip bozulmasın.”

Şer'i ıstılahda ise salât; belli vakitlerde, belli şartlarda okunan belli zikirlerden ve yerine getirilen hususi rükünlerden ibarettir. Salât, yani namaz; muhkem bir farizadır. Onu inkâr eden kâfir olur. Terki caiz değildir. Farz oluşu; Kitab, sünnet, icmâ-ı ümmet ile sabit olmuştur. Kitabdaki delili şudur:                                           

“Çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.”  [2]

Sünnetteki deliline gelince; o da Hz. Peygamber (sas) in şu hadîs-i şerifidir:

“İslamiyet beş esas üzerine kurulmuştur: Allah (cc) dan başka ilâh bulunmadığına, Muhammed'in de Allah (cc) ın Rasûlü olduğuna şahitlik  etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Bey t'i haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak”[3]

Namazın farziyeti hususunda ayrıca icmâ-ı ümmet vardır. Namazın vücub sebebi, vakittir. Bunun delili, namazın vakte izafe edilmesidir. Buna, delalet-i sebebiye denilir. Zina haddi ve yemin keffareti gibidir. Mükellefin, vaktin herhangi bir bölümünde 'eda ediyorum' diye kılması gerekir. Ancak vakit daralmcaya kadar kılmazsa, mutlaka vaktin son bölümünde kılması mecburi hale gelir. O vakitten sonraya ertelerse, günahkâr olur. Çünkü Allah (cc) namazın, vaktin her hangi bir bölümünde kılınmasını emretmiş ve bunun için o vaktin her hangi bir dilimini belirlemiş değildir. [4]

 

NAMAZIN VAKİTLERİ

 

1- Sabah namazının vakti; fecr-i sâdıkın doğmasından güneşin doğmasına kadar olan zamandır: Fecir iki tanedir;

a- Fecr-i kâzib: Bu dikey olarak ufukda beliren bir aydmhkdır. Ardısıra bir karanlık meydana gelir. Bu fecirle yatsının vakti çıkmaz.Oruç tutacak olan kimseye de yemek yasak olmaz.

b- Fecr-i sâdık: Bu, ufukda yatay olarak beliren bir beyazlıktır. Bununla sahur yemeğine son verilir ve yeme yasağı başlar. Ayrıca sabah namazının vakti de başlamış olur. Bu hususda Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Bilâl'ın okuduğu ezan, ufukda dikey olarak beliren fecir aydınlığı sizi  aldatmasın. Ama ufukda yatay olarak  beliren  fecir aydınlığını esas alın.”  [5]

Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfde de Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:  

“Doğrusu namaz (vakit)in evveli ve sonu vardır. Sabah namazı vaktinin evveli, fecir doğduğu zamandır. Vaktinin sonu ise, güneşin doğduğu zamandır.”  [6]

2- Öğle namazının vakti; güneşin zevalinden itibaren fey'-i zevalden başka her şeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaştığı zamana kadar devam eder: Vaktin başlangıcı hususunda ihtilâf yoktur. Ama ne zaman sona erdiği hususunda fakihler ihtilaf etmişlerdir. Yukarıda zikredilen Ebû Hanîfe'nin kavlidir. Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed dediler ki; “Bir şeyin gölgesi kendi misli kadar olduğu zaman, öğlenin vakti sona erer.” Hasan da Ebû Hanîfe'den böyle bir rivayette bulunmuştur. El- Münteka adlı eserde Esed, Ebû Hanîfe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir; Her şeyin gölgesi kendi misli kadar olduğunda öğle namazının vakti sona erer. Ama ikindi namazının vakti; her şeyin gölgesi iki misli kadar olmadıkça, girmez. Böyle olunca da, öğle ile ikindi arasında boş bir vakit meydana gelmiş olmaktadır. İmameyn'in bu vakit hususundaki delilleri; Cebrail (as) in Hz. Peygamber (sas) e yapmış olduğu imamlıktır. Şöyle ki; İbn. Abbas (ra) dan rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Beyt'in yanında Cibril bana iki defa imamlık etti. İlk günde güneş tam tepe noktasına geldiğinde bana öğle namazını; her şeyin gölgesi kendisinin bir misli kadar olduğunda da ikindi namazını kıldırdı. İkinci günde ise; her şeyin gölgesi kendisinin bir misli kadar olduğunda öğle namazını; her şeyin gölgesi kendisinin iki misli kadar olduğunda da ikindi namazını bana kıldırdı ve dedi ki; bu iki vaktin arası sana ve ümmetine vakittir.”

Ebû Hanîfe'nin delili ise, şu hadîs-i şerîfdir:

“Öğle namazını serin vakte  kadar erteleyin. Çünkü sıcaklığın şiddeti, cehennemin kaynamasındandır.”  [7]  

Her şeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaşmadıkça, hava serinlemez. Çünkü bundan önce hava hususen Hicaz'da  çok sıcak olur. Cibril'in imamlığından bahseden hadîs-i şerifin son kısmı da Ebû Hanîfe için bir delildir. Çünkü Cibril'in, her şeyin gölgesi kendisinin bir misli kadar olduğu esnada Hz. Peygamber (sas) e imam olarak öğle namazı kıldırması; o vaktin ikindi değil, öğle vakti olduğunun delilidir ki, burada ihtilâf vardır. Öğle namazı vaktinin ne zaman sona ereceği hususunda biribiri ile çatışan deliller ortada olduğuna göre, Öğle namazının vakti şüphe ile sona ermez.

3- İkindi namazının vakti; ihtilaflı olarak öğle namazı vaktinin sona ermesiyle başlar ve güneş batmadıkça devam eder: Zira Hz. Peygamber (sas) buyurdu ki;  

Güneş batıncaya kadar ikindi namazını kılmayıp kaçıran, ailesini ve malını yalnız bırakmış gibi olur.”

Bu hadîsde Hz. Peygamber (sas) güneşin batışıyla ikindi namazının kazaya kalmış olduğunu  bildirmektedir ki; bu da ikindi namazının son vaktinin, güneşin batışının son vakti olduğunu ispatlamaktadır.

4- Akşam namazının vakti, güneş batınca başlar: Zira Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfde Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: 

Akşam namazının evveli, güneş (ufka) düştüğü zamandır.”

Bunda ihtilâf yoktur. Ve şafak kaybolmadıkça devam eder: Çünkü Hz. Peygamber (sas) bunu şöyle açıklamıştır:

“Akşam namazının vakti şafak kaybolmadıkça devam eder.”  [8]

 Şafak; ufuktaki kızıllıkdan sonra geriye kalan beyazlıkdır. İmameyn dediler ki; “Şafak; ufukdaki kızıllığın kendisidir.” Bu aynı zamanda Esed'in Ebû Hanîfe'den naklettiği bir görüştür. Halil'den ve İbn. Ömer'den de böyle nakilde bulunulmuştur. Ebû Hanîfe'nin bu hususdaki delili şu hadîs-i şerîfdir:

Akşam namazının vakti ufuk kararınca sona   erer.”  [9]

Rivayete göre Sâleb dedi ki; “Şafak; ufukdaki beyazlıktır.” Bu aynı zamanda Ebûbekir, Âişe ve Muaz (ranhum) ın da mezhebidir.

5- Yatsı namazının vakti; akşam namazının vakti sona erince başlar: Bunda  ihtilâf yoktur. Ve fecr-i sâdık doğmadıkça devam eder: Çünkü bu hususda Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Yatsının vakti, fecir doğuncaya kadardır.”  [10]  Vitrin vakti, yatsının vaktidir: Ancak evvelâ yatsının kılınması emredilmiştir. İmameyn dediler ki; “Vitir vaktinin evveli, yatsıdan sonra başlar. Fecr-i sâdık doğmadıkça da devam eder.” Bu, Ebû Hanîfe ile İmameyn'in; vitrin niteliği hususundaki ihtilâflarına dayanan bir ihtilâfdır. Vitir namazı Ebû Hanîfe'ye göre vâcibdir. Bir vakit iki vâcib namazı bir arada toplayınca, bu her iki namazın vakti olur. Vakit namazı ile kaza namazı misalinde olduğu gibi; bu iki namazdan birinin önce kılınması emredilmiş olsa bile, hüküm değişmez.

Vitir namazı İmameyn'e göre sünnettir. Diğer sünnet namazlarınkinde olduğu gibi, vakti; farz namazın kılınmasından hemen sonra başlar. Bu hükmün dayanağı şu hadîs-i şerîfdir:

Doğrusu Allah (cc) size bir namaz artırdı. Onu yatsı ile fecir arasında kılın. Dikkat edin! O, vitirdir.” [11]

 

NAMAZ KILMANIN MÜSTEHAB OLDUĞU VAKİTLER

 

Sabah namazının, güneş doğmadan evvel, ortalığın iyice aydınlandığı zamanda kılınması müstehabdır (İmam Şâfıî): Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle  buyurmuştur:

“Sabah namazını aydınlıkda kılın.” [12]

Ve başka bir rivayette de şöyle buyurmuştur:

Sabah namazını aydınlıkda kılın. Çünkü böyle yapmak, daha büyük sevap kazanmaya vesile olur.” [13] Tahavî dedi ki; “Sabah namazına karanlıkda başlanır ve aydınlıkda da sona erdirilir ki; karanlıkda kılınmasını emreden hadîs-i şeriflerle, aydınlıkda kılınmasını emreden hadîs-i şerifler uzlaştırılmış olsun.”

Yazları öğle namazını havanın biraz serinliğine kadar ertelemek (İmam Şafiî) müstehabdır: Bunu teyid edici rivayetlerde bulunduk.

Kışın da ilk vakitlerde kılmak müstehabdır: Zira Enes (ra) den rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (sas) kışın öğle namazını erken kılar, yazın ise; havanın serinlediği vakte ertelermiş.

İkindinin, güneşin değişmediği ana kadar geciktirilmesi müstehabdır: Rafi b. Hadic'den rivayet olunduğuna göre; Hz. Peygamber (sas) ikindinin geciktirilmesini emretmiştir. Halid el- Hazza da, Ebû Kalabe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Peygamber (sas) in ashabı ikindinin geciktirilmesi, akşam namazına da erken davranılması ve sabah namazının da, aydınlıkda kılınması hususunda ittifak ettikleri kadar başka bir şeyde ittifak etmediler.” Güneşin değişmesinden kasıt; duvarlara vuran ışığının değil, güneş kursunun renginin değişmesidir.

Akşam namazında da erken davranılması müstehabdır: Zikrettiğimiz rivayetten dolayı, akşam namazının her zaman erken kılınması gerekir. Ayrıca Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Akşam namazını yıldızların görünmesine dek geciktirmedikleri müddetçe; ümmetim hayır üzere bulunmaya devam edecektir. [14]

Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstehabdır: Zira Hz. Peygamber (sas) buyurdu ki;

“Ümmetime sıkıntı vermiş olmasaydım; yatsıyı gecenin üçte birine kadar geciktirmelerini kendilerine emrederdim.” [15]

Bu da gösteriyor ki; yatsı namazının, gecenin üçte birine kadar geciktirilmesi daha faziletlidir. Gecenin yarısına kadar geciktirilmesi mübah, daha sonraya bırakmak ise; mâzeretrsiz olarak cemaati azaltacağından dolayı mekrûhdur.

Vitir namazının gecenin sonuna bırakılması daha iyi olur. Fakat gecenin sonunda uyanacağına güvenmiyorsa, önceden kılması gerekir: Zira (Müslim'in de rivayet ettiği bir hadîs-i şerîf de) Câbir”den rivayet olunduğuna göre Hz. Pegamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Gecenin sonunda uyanamamakdan korkan kimse, vitri gecenin evvelinde kılsın. Gecenin sonunda uyanacağını uman kimse ise, gecenin sonunda kılsın. Zira gecenin sonunda kılınan namazda melekler de hazır bulunurlar.” Demek ki, gecenin sonunda kılmak daha faziletlidir.

Bulutlu havalarda sabah, öğle ve akşam namazlarının geciktirilmesi, ikindi ve yatsınınsa, hemen kılınmaları müstehabdır: Sabah namazının geciktirilmesinin müstehablığı, rivayet ettiğimiz hadîs-i şeriflere  dayanmaktadır. Öğle namazı da zevalden evvel kılınmış olmasın diye, geciktirilmesi müstehabdır. Akşam namazı da, gün batımından önce kılınmasın diye, biraz geciktirilmesi müstehabdır. İkindi namazı mekrüh vakte kalmasın diye erken kılınması müstehabdır. Kar ve yağmur yağması ihtimaline binaen, cemaatin azalmasına yol açacağından dolayı, yatsı namazının bulutlu havalarda erken kılınması müstehabdır. [16]

 

NAMAZ KILMANIN YASAKLANDIĞI VAKİTLER

 

Güneş doğarken, batarken ve zeval vaktinde namaz kılmak, tilavet secdasi yapmak (İmam Şâfıî), cenaze namazı kılmak (İmam Şâfıî) caiz olmaz: Zira Ukbe b. Âmir el- Cühenî bu hususda şöyle bir hadîs-i şerîf rivayet etmiştir:

“Rasûlullah (sas) üç vakitte namaz kılmamızı, ölülerimizi gömmemizi yasakladı: Güneşin doğuşundan bir mızrak  boyu yükselişine kadar,   tam tepe noktasına gelişinden yana kayışına kadar, guruba meyletmesinden tamamen batışına kadar.” [17]

Bu hadîs-i şerîfde geçen; 'ölülerimizi gömmemizi' sözüyle cenaze namazı kasdedilmiştir.

Amr b. Anbese'den şöyle rivayet edilmiştir: “Dedim ki; ey Allah (cc) ın Rasûlü, saatler arasında biri diğerinden faziletli olanı var mıdır? Buyurdu ki; Gecenin son bölümü daha faziletlidir. Bu bölüm fecir doğuncaya kadar makbuldür. Sonra güneş doğuncaya kadar namaz kılma. Güneş doğarken kalkan gibi durdukça namazdan geri dur; ta ki yükselip ışık saçsın. Çünkü güneş şeytanın iki boynuzu arasından doğmaktadır ve kâfirler o esnada güneşe secde ederler. Sonra namaz kıl; çünkü artık güneş tam görünür ve yapılan ibadet makbul olur. Direğin gölgesi kendi misline varıncaya dek kıl, sonra bırak; çünkü o vakitte cehennem kızdırılmakdadır. Sonra güneş zevale erdiğinde ikindiye kadar kıl. Sonra namazı bırak; çünkü güneş şeytanın iki boynuzu arasından batmakta ve kâfirler ona secde etmektedirler.” [18]

Ancak o günün ikindi  namazı güneş batarken de kılınabilir: Çünkü sebep, önce de açıkladığımız gibi, vaktin kalan kısmıdır ki; bu durumda mükellef namazı gereği gibi edâ etmiş oluyor. Hz. Peygamber (sas) bunu teyid sadedinde şöyle buyurmuştur:  

“Gün batmadan ikindi namazından bir rek'ata ulaşan kimse, o namazın tamamına ulaşmıştır.” [19]

Sabah namazını kıldıkdan sonra güneşin doğuşuna kadar ikindi namazını kıldıkdan sonra (İmam Şâfıî) güneşin batışına kadar nafile namaz kılınamaz: Zira Ebû Saîd el- Hudrî'den rivayet olunduğuna göre, Hz.   Peygamber (sas) bu iki vakitte nafile namaz kılınmasını yasaklamıştır. [20] Ama bu iki vakitte kaza namazı kılınması, tilavet secdesi yapılması caizdir. Yalnız iki rek'atlık tavaf namazı kılınmaz. Bu vakitlerde nafile kılma yasağı başka bir sebepden dolayıdır ki; o da vaktin tamamının farz ile meşgul edilmesdir. Zira farzın sevabı daha büyüktür. Yasak kendi misli olan bir farz hakkında zuhur etmez. Ama farzdan aşağı derecede olan tavaf namazında zuhur eder.

Fecir doğdukdan sonra sabah namazının iki rek'at sünnetinden başka nafile namaz kılınmaz. Akşam namazından önce (İmam Şâfii) nafile namaz kılınmaz: Çünkü Hz. Peygamber (sas) namaz kılmaya tutkun olduğu halde, fecir doğdukdan sonra sabah namazının iki rek'at sünnetinden başka nafile namaz kılmamıştır. Akşam namazını geciktireceğinden dolayı, bu namazdan evvel nafile namaz kılınmaz. Çünkü akşam namazının geciktirilmesi mekrûhdur.

Cuma günü imam hutbe okumak üzere minbere çıktıkdan sonra nafile namaz kılınmaz: Çünkü Hz. Peygamber (sas) buyurdu ki;

“İmam çıktıkdan sonra artık ne namaz, ne de konuşma vardır.”

Arafat ve müzdelife dışında; ne hazarda ne de seferde (İmam Şafii) bir vakitte iki namaz birleştirilerek kılınamaz: Zira Allah (cc) buyurmuştur ki;

Çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır. [21] İki ayrı vaktin namazını aynı vakitte birleştirerek kılmakla vakit değiştirilmiş olur. Ama vakten değil de fiilen iki namazı birleştirmek caizdir. Bu da “Hz. Peygamber (sas) iki namazı cemetti” şeklindeki rivayetin tevilidir. Bunu şöyle açıklamak mümkündür: Öğle namazı vaktinin sonuna kadar geciktirilir, son vaktinde kılınır. İkindi namazı da, vakti girer girmez, hemen kılınır. Böylece öğlen ve ikindi namazları vakit itibariyle değil ama, fiilen birleştirilmiş olur. Ancak Arafat'da öğle ile ikindi, Müzdelife'de de akşam ile yatsı namazları birleştirilir. Buna dair teferruatlı açıklama inşâallah 'Hac Menasiki' bahsinde verilecektir. [22]

 

EZAN

 

Ezan;  lügatte  mutlak  bildirmek  demektir.   Meselâ   bir âyet-i kerîmede Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Allah ve Rasûlünden bir bildirmedir.” [23] Şer'i ıstolahda ise ezan; namaz vakitlerini, nakledilmiş olan belli kelimelerle ve hususi surette duyurup bildirmektir. Muhkem bir sünnettir. Şehirde namazı cemaatle, ama ezansız ve ikametsiz kılan bir topluluk hakkında Ebû Hanîfe; "Onlar sünnete muhalefet ettiler, günahkâr oldular." demiştir.

Ezanın vâcib olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü İmam Muhammed demiş ki; “Eğer bir belde halkı ezanı terk etme hususunda ittifak ederlerse, ben onlarla savaşırım.” Bir toplulukla savaşmak da, ancak onların bir vacibi terk etmeleriyle söz konusu olabilir. Bu iki kavli şöyle bağdaştırabiliriz: Terk edilmesinden dolayı günaha girme hususunda sünnet-i müekkede de vâcib gibidir. Ancak İslâmın özellik ve şiarlarından biri oluşu sebebiyle ezanı terk edenlerle savaşılır.

Ezanın sıfatı bellidir: Kelimeleri şunlardır; Allahü ekber (dört defa), eşhedü en-lâ ilahe illallah (iki defa), eşhedü enne Muhammeden rasûlullah (iki defa), hayya ale's-salâh (iki defa), hayya ale'l-felâh (iki defa), Allahü ekber (iki defa) ve lâ ilahe illallah (bir defa). Abdullah b. Zeyd b. Abdi Rabbih ezanın lâfızlarını böyle nakletmiştir. Onun rivayetine göre semadan inen ezan lâfızları bunlardır. Hz. Ömer ve ashabdan bir cemaat de bu hususda ona muvafakat etmişlerdir. Abdullah ezanı böyle naklederken, Rasûlullah (sas)  ona;

“Sen bunu Bilâl'e öğret. Çünkü onun sesi seninkinden daha gür ve güzeldir,” buyurdu. [24] Abdullah (ra) kelimeleri Bilâl (ra) e öğretmiş, o da ezanî bu kelimelerle okumaya başlamıştı.

Onda tesci’ yoktur: Çünkü semadan inen ve ezanın aslını teşkil eden kelimeleri rivayet eden cemaat terci' rivayet etmemişlerdir. Yine onlar demişler ki; “Sonra azıcık durdu, ardısıra Abdullah yine aynı kelimeleri söyledi. Bu defa söyledikleri arasında fazladan iki defa da, kad kameti's- salâh dedi.” İkamette terci' olmadığı hususunda icmâ vardır. Bir rivayete göre Hz. Peygamber (sas) Ebû Mahzûre (ra) ye ezanı telkin etmiş ve terci' etmesini emretmiş deniliyor ise de, bu; ezanı ona öğretmek içindir. Öğretme esnasında kelimelerin iyice ezberlenebilmesi için umumiyetle terci’ yapılır. İşte bu sebeple, ezanda terci', onu bir parçası zannedilmiştir.   Terci'; ezandaki şehadet cümlelerini evvelâ alçak sesle, sonra yüksek sesle okumaktır.

İkamet de onun gibidir. Fazla olarak iki defa 'kad kameti's-salâh' denilir: Bunu bildiren rivayeti naklettik. Ebû Mahzûre (ra) nin de şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Rasûlullah (sas) bana ezanı onbeş kelime, kameti ise onyedi kelime olarak öğretti.” Hadîs imamları dediler ki; bu hususda gelen rivayetlerin en sahihi Ebû Mahzûre'ninkidir.

Beş vakit namaz ile cuma namazı için ezan ve ikamet sünnettir: Çünkü Hz. Peygamber (sas) bu namazlarda ezan ve ikameti devam ettirmiştir. Ayrıca bu namazların belli vakitleri vardır. Cemaatle eda edilirler. Bu sebeple de, kılınacakları zaman ilâna ihtiyaç vardır. Ama diğer namazlar böyle değildir.

İmam Muhammed dedi ki; bir kimse kendi evinde namazı ezansız ve kametsiz kılarsa, caizdir. Ama ezan ve kametle kılması daha güzeldir. Câizliğinin delili İbn. Ömer'den rivayet edilmiştir; rivayete göre İbn. Mes'ûd kendi evinde namazı ezansız ve ikametsiz kılar ve; “Çevremizde kamet edenlerin okudukları ezan bize de yeter” dermiş. Ama kendi evinde namaz kılan kişinin ezan ve kametle namaz kılması daha faziletlidir. Çünkü ezan ve kamet diğer zikirler gibi namazla alâkalı zikirlerdir.

Sabah ezanında müezzin 'hayya ale'l- felah' dedikden sonra iki defa da; 'es- salâtu hayrun mine'n- nevm' der: Zira rivayete göre Bilâl (ra) evinde uzanmış olan Rasûlullah (sas) a sabah namazı vaktinin girdiğini bildirmek için hane-i saadetlerinin kapısına geldiğinde iki defa 'es- salâtu hayrun mine'n- nevm' (yani, namaz uykudan daha hayırlıdır) demiş; bunun üzerine Hz. Peygamber (sas);

Bu ne güzel şey! Sen bunu ezanına ekle” buyurmuştur. [25] Muhammed ümmeti de Rasûlullah (sas) in bu emri verişinden bu ana dek ezanda bu cümleyi hep okuyagelmişlerdir. Bu cümle sabah ezanından başka ezanda okunmaz. Çünkü Bilâl (ra) dediki; Rasûlullah (sas) bana şöyle buyurdu:

“Ey Bilâl! Sabah ezanında tesvîb yap, başka ezanlarda yapma.”  [26]

Çünkü fecir; uyku ve gaflet zamanıdır. Diğer vakitler böyle değildir. İmam Ebû Yûsuf dedi ki; “Ümera için böyle yapmanın bir sakıncası yoktur. Çünkü Hz. Ömer halife olunca namaz vakitlerini bildirecek bir vazifeli tayin etmişti.” Bir kavle göre kadı, müftü ve müslümanların idaresiyle meşgul olan her kes için namaz vaktinin girdiğini bildirmekte sakınca yoktur. Denildi ki; zamanımızda dinî işlerde ihmalkârlık zuhur ettiği için, her namaz vaktinde bu yapılmalıdır.

Tesvîb; namaz vaktinin girdiğini her belde halkının anlayacağı dilde ve şekilde, ezanla kamet arasında fazladan bildirmektir. [27]

 

Ezan ve Kametin Okunuşu:

 

Ezan yavaş yavaş, kamet ise hızlı hızlı okunur: Çünkü Rasûlullah (sas) Bilâl'e böyle yapmasını emretmiştir. Her ikisinde de kıbleye dönülür: Bu hususda semadan buyruk indiğinden dolayı, ezan ve kamet okunurken kıbleye yönelmek gerekir.

Müezzin ezan okurken parmaklarını kulaklarına tıkar: Rasûlullah (sas) Bilâl (ra) e böyle emretmiş ve;

O sesin için daha gür ve güzeldir. buyurmuştur.

Yüzünü 'hayya ale's- salah' derken sağa; 'hayya ale'l- felah' derken sola çevirir: Ama ayaklarını oynatmaz. Bilâl (ra) in böyle yaptığı anlatılır. Çünkü; 'hayya ale's- salah' ile 'hayya ale'l- felah' sözleri insanlara hitaben söylenir. Bu söylenirken de yüzün onlara doğru döndürülmesi gerekir. Ezanın diğer cümleleri ise tekbirdir, tehlildir.

Ezanı bitirdikden sonra akşam namazı hariç hemen kamet etmeyip, biraz oturur: İmameyn dediler ki; akşam namazında da ezanla kamet arasında kısa bir müddet oturulur. Çünkü diğer namazlarda olduğu gibi akşam namazında da  ezanla kamet arasına fasıla koymak sünnettir.

Ancak akşam namazını da geciktirmemek için kısa bir oturuşla iktifa etmelidir. Ebû Hanîfe'nin görüşüne göre müstehab olan namaza hemen başlamaktır. Oturma halinde namaz geciktirilmiş olur. Ezan ve kamet arasında üç âyet okuma müddeti kadar susmakla da fasıla verilmiş olur. Bu Hasan'ın Ebû Hanîfe'den rivayetidir. Duruş yeri ve nağmeyi değiştirmekle de fasıla verilmiş olur. [28]

 

Ezanda Nağme:

 

Ezanda nağme yapmak mekrûhdur: Çünkü bu bid'attır. Müezzin 'hayya ale's- salâh deyince, çağrıya uymak için imam ve cemaat ayağa kalkarlar. 'Kad kâmeti's- salâh deyince de onu tasdik etmek için çünkü o şer'in emmidir iftitah tekbirini alırlar: Ebû Yûsuf’a göre müezzin de kameti bitirip, iftitah tekbirine ulaşabilsin diye; hemen iftitah tekbiri almaları uygun olmaz. İmam henüz gelmemişse veya müezzinin kendisi imamlık yapacaksa, mihraba gelinceye kadar kalkmazlar: Zira Hz.  Peygamber (sas) buyurdu ki;

 Bulunduğum yerde ayağa kalktığımı görmedikçe, siz de kalkmayın.” [29]  Çünkü daha önce kalkmanın bir faydası yoktur. [30]

 

Kazaya Kalmış Namazlarda Ezan ve Kamet:

 

Kazaya kalmış namazlar için de ezan okunup kamet getirilir:  Rasûlullah (sas) evlendiği gece sabah namazı kazaya kaldığında böyle yapmıştır.

Namazın vakti gelmeden ezan okunmaz: Çünkü ezan namaz vaktinin gelişini bildirmek için meşru kılınmıştır. Vaktinden evvel okunması halinde insanlar şaşırtılmış olur. Şayet vaktinden önce okunursa, iadesi gerekir. Ebû Yûsuf dedi ki; yalnız sabah ezanı vaktinden önce okunsa da, iadesi gerekmez. Çünkü Bilâl (ra) geceleyin fecirden evvel ezan okurdu. Bizim delilimiz ise, Hz. Peygamber (sas) in Bilâl'e verdiği   şu emirdir;

“Fecir sana şöyle apaçık görünmedikçe, ezan okuma.”

Rasûlullah (sas) böyle derken elini yatay  olarak uzattı. [31]

Bilâl (ra) in okuduğu ezan namaz vaktini bildirmek için değildi; zira bunu Hz. Peygamber (sas) bildiriyor; “Doğrusu Bilâl geceleyin ezan okuyor ki; ayak başında olanınızı geri döndürsün, uykuda olanınızı uyandırsın ve oruç tutacak olanınız da sahura kalksın.”

Namaz vaktinin geldiğini bildirmek için ezan okurken konuşmanın  hükmü  nedir? 

Ezan ve kamet esnasında müezzinin konuşması doğru olmaz: Kendisine verilen selâma da karşılık veremez. Çünkü bu ezanın hürmetine noksanlık getirir ve nazmı bozar.

Ezan ve kamet abdestli olarak okunur: Çünkü zikirdir. Kur'an-ı kerîm okumada olduğu gibi, bunda da abdestli bulunmak rnüstehabdır. Ezan adestsiz okunursa; ilân etme amacı gerçekleştiği için caizdir; ama bu mekrûhdur. Mekrüh olmadığına dair zayıf bir rivayet de vardır. Kamet için de aynı durum söz konusudur. Sahih kavle göre; kametle namaz arasına (abdest alma gibi bir) fasıla koyulacağı için, mekrüh olur. Abdestsiz olarak okunan ezan ve kamet iade edilmez. Cünübün, aklı ermeyen çocuğun, delinin, sarhoşun ve kadının okuduğu ezanı iade etmek müstehabdır; böyle yapılınca ezan sünnete uygun olarak okunmuş olur. Bu durumda kamet iade edilmez. Çünkü onun tekrarı meşru değildir. Geleneğe aykırı olduğundan dolayı, ezanın oturarak okunması mekrûhdur. Ebû Hanîfe tacirin ezan okumasını ve ezan karşılığında ücret alınmasını mekrüh sayar.

Müezzinin; sâlih, takva sahibi, sünneti ve namaz vakitlerini bilen, vaktinde namaza gelmeye devam eden biri olması müstehabdır. Doğruyu en iyi bilen Allah (cc) dır. [32]

 

NAMAZDAN ÖNCE YAPILACAK İŞLER

 

Bunlar altı farzdır:

1- Vücudu maddî ve hükmî pisliklerden temizlemek.

2- Elbiseyi temizlemek.

3- Namaz kılınacak yeri temizlemek. [33]

4- Avret yerlerini örtmek.

5- Kıbleye yönelmek.

6- Namaza niyyet etmek:

Beden temizliği hakkında Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Allah (cc) temizliği yerlerine yerleştirmedikçe, kişinin namazını kabul buyurmaz.” [34] Bu hadîs-i şerîf aynı zamanda hükmî pisliklerden de temizlenmeyi gerektirir.

“Bedenindeki kanı yıka ve namaz kıl.” hadîs-i şerîfı de, maddî pisliklerden temizlenmeyi gerektirmektedir.

Elbisenin temiz olması şartı şu âyet-i kerîmeden anlaşılıyor;

“Elbiseni temizle.” [35] Namaz kılınacak yerin temizliği şartı şu âyet-i kerîmeden anlaşılıyor;

“Tavaf edenler, ayakda ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evini temiz tut. [36] Avret yerlerini örtme şartı şu âyet-i kerîmeden anlaşılıyor;

Ey Ademoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin. [37] Büyük müfessirler bu âyet-i kerîmede geçen ‘zînet’ kelimesiyle, avret yerlerini örten elbiselerin kastedildiğini söylemişlerdir. Müstehab olan üç elbise (gömlek, sarık ve alt tarafa sarılan peştemalvari giysi) içinde namazı kılmaktır. Bürünülen tek elbise ile de kılınsa caizdir. Ebû Derdâ dedi ki; “Rasûlullah (sas) iki ucu arasında gidip geldiği bir elbiseye sarınmış olarak bize namaz kıldırdı.”

Kadın başını ve bedeninin tamamını örtmedikçe, tek elbise ile namaz kılması caiz olmaz. Erkeğin ise, sadece şalvar veya pantolonla namaz kılması mekrûhdur. Zira rivayete göre Hz. Peygamber (sas); erkeğin omuzu üzerinde bir giysi olmaksızın, sadece alt tarafını örten bir giysi ile namaz kılmasını yasaklamıştır. Ebû Hanîfe dedi ki; sadece şalvarla namaz kılmak, cefa ehlinin yaptığı işe benzer. Oysa tam elbise giymek, insanı cefa ehlinin durumundan uzaklaştırır. Hem altı hem de üstü örten elbiseler giymek insanların âdetidir.

Erkeğin avret yeri; göbeğin altından diz kapaklarına kadardır: Çünkü Hz. Peygamber (sas) ölçüyü şöyle takdir buyurmuştur;

“Erkeğin avret  yeri; göbek altından  başlayıp, dizlerini geçinceye kadardır.”  [38]

Başka bir hadîs-i şerîfde de; Diz avrettendir.” buyurulmuştur. Diz kapağı; baldır ve bacak kemiklerinin birleştiği bir yer olduğundan, ihtiyat gereği oranın da avret olduğunu söyledik.

Cariyenin de avret yeri bu kadardır: Hem de evleviyetle Buna ek olarak cariyenin beli ve karnı da avret yeridir: Çünkü buralar  da erkeğin şehvetini uyandırırlar. Bu sebeple, göbekle diz arasına benzetildiler. Mükâtebe (belli bir bedel karşılığında azadlığı kabul edilecek olan), müdebbere (efendisinin vefatından sonra  azad edilecek olan) ve ümm-ü veled (çocuk doğuran) cariye de, avret yerleri bakımından cariye hükmündedir.

Hür kadının yüzü ve elleri hariç, vücudunun her tarafı avrettir: Bir hadîs-i şerîfde Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

Hür kadın, örtünmesi gereken bir avrettir.” Yüzü ile ellerini hariç tutmuştuk; çünkü Allah (cc) buyurur ki;

“Görünen kısımlar müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler.” [39] İbn. Abbas (ra) dedi ki; görünen zinetlerden kasıt; sürme ve yüzüklerdir. Bu zinetler görününce, mecburi olarak yerleri de görünür. Çünkü sürme yüzün, yüzük de elin zinetidir. Muamelelerde ve işlerde buraların açığa çıkıp görünmesinde ihtiyaç ve zaruret vardır. Ayakların avret olup olmadığı hususunda iki rivayet vardır: Sahih kavle göre namazda ayaklar avret değildirler. Ama namaz haricinde avrettirler. Kadının namazdayken kolu açılırsa, namazı caiz olur; çünkü kol görünen zinet (bilezik) yeridir. Yemek ve ekmek pişirme gibi hizmet işlerinde açılmasına ihtiyaç vardır. Ama örtülmesi efdaldir.

Avret; galîza ve hafife olmak üzere iki kısımdır: Galîza, insanın önü ile arkasıdır. Hafife ise, bunların haricinde kalan avret mahallelidir. Galîza avretten namaza mani olan açıklık miktarı; bir dirhem miktarından fazla olandır. Hafife avretten namaza mani olan açıklık miktarı ise; tıpkı necasetlerde olduğu gibi uzvun dörtte biri kadar olan açıklıktır. Penis müstakil bir uzuvdur; testisler de bunun gibidir.

Pisliği giderecek bir şey bulamayan kimse namazını öylece kılar ve bir daha iade etmez: Çünkü mükellefiyet, insanın gücü nisbetindedir. Temiz olan kısım elbisenin dörtte biri kadar veya daha fazlaysa, kişi namazını o necis elbiseyle kılar; ama çıplak olarak kılmaz. Bilindiği gibi Şer'an dörtte bir tamamı yerine geçer. İmam Muhammed'e göre dörtte birden azı da temiz olsa, aynı hüküm geçerlidir. Çünkü bu durumda necis elbiseyle namaz kılan kimse, bir farzı  terkediyor; ama çıplak olan bir kaç farzı terkediyor. [40]

İmameyn'e göre bu durumdaki kişi serbesttir; dilerse pis elbiseyle, isterse çıplak olarak namaz kılar. Ama pis ebiseyle kılmak, çıplak kılmakdan daha iyidir. Çünkü ihtiyarı durumda çıplak kılınamayacağı gibi, pis elbiseyle de kılınamaz. Ancak zaruret halinde pis elbiseyle kılınınca da, hiç değilse avret yeri örtülmüş olur ki; namazda olsun, namaz haricinde olsun; avret yerini örtmek vâcibdir. Öyle ise; zaruret halinde çıplak olarak kılmakdansa, pis elbiseyle kılmak daha evlâdır.

Elbise bulamayan kimse de çıplak olduğu halde oturarak îma ile namaz kılar. Böylece namaz kılmak, ayakda namaz kılmakdan daha üstündür: Bu durumdaki şahıs iki belaya maruz kalmıştır; dilediğini tercih eder. Ancak oturarak kılmak yeğdir. Çünkü îma, rükünlerin yerine geçer; ama setr-i avretin yerine geçecek bir şey yoktur. Rivayete göre ashab bu durumda böyle namaz kılmışlardır.

Namaz kılarken kıbleye dönmenin şart olduğunu ise, şu âyet-i kerîmeden anlamaktayız:

( Siz de) her nerede olursanız, yüzünüzü Mescid-i Haram tarafına çevirin.” [41]

Kabe'nin yanında namaz kılan, yüzünü Kabe'ye çevirir. Ondan uzakta olanlar yüzlerini Kabe istikametine çevirirler: Kabe'nin bizzat kendisine (aynına) dönmek imkânsız olduğunda, istikametine dönülebilir. Çünkü mükellefiyet ancak kişinin takati nisbetindedir.

Bir şeyden korkanlar; güçlerinin yettiği her hangi bir tarafa dönerler: Zira Allah (cc) buyurdu ki;

 Nereye dönerseniz dönün, Allah (cc) ın yönü orasıdır. [42] Düşmandan, canavardan veya denizde bir tahta parçası üzerindeyken kıbleye yöneldiği takdirde, batmakdan ve boğulmakdan korkmak halleri hüküm bakımından aynıdır. Bütün bu durumlarda mazerete dayalı acizlik tahakkuk eder.

Kıble Kabe'nin yeridir ve dikey olarak oradan göğün ucuna kadar olan havası da kıbledir. Kabe'nin binası bu bakımdan mühim değildir. Çünkü o bina sökülüp başka yere nakledilebilir. Kabe'nin binasındaki taşlar başka yere götürülse, o taşlara dönülerek namaz kılınamaz. Kabe'den yüksek bir dağın tepesinde Kabe'ye yönelerek namaz kılmak caiz olur. Bu da gösteriyor ki, Kabe'nin binası bu bakımdan ehemmiyetli değildir. [43]

 

Kıble Tarafını Bilmeyenin Yapması Gerekenler:

 

Kıble tarafını kesin olarak bilmeyen soracak birini de bulamazsa; içtihad eder, araştırır ve namazını ona göre kılar. Yanıldığı sonradan anlaşılsa bile, namazını iade etmez (İmam Şâfii): Zira rivayete göre ashabdan bir cemaat karanlık bir gecede kıbleyi tam tesbit edememişler ve her biri ayrı bir tarafa yönelerek namazını kılmış. Kılarlarken de her biri kıldığı tarafa birer çizgi çizmiş; sabah olunca da çizdikleri çizgilerin kıbleden başka tarafları gösterdiklerini görmüşlerdir. Durumu kendisine anlattıklarında Rasûlullah (sas) onlara; “Namazınız tamam olmuştur.” buyurdu. Bir başka rivayete göre ise;

“Namazınızı yeniden kılmanız icab etmez.” buyurmuştur. Vâcib olan; araştırılarak kıble olduğu kanaatine varılan tarafa yönelmektir. Çünkü mükellefiyet, kişinin gücü nisbetindedir.

Fakat namaz içindeyken yanıldığını anlarsa; kıbleye döner ve namazını bozmadan tamamlar: Zira rivayete göre Kubâ halkı sabah namazını kılmaktayken kıblenin değiştiği haberi kendilerine tebliğ edilince, hemen Kabe'ye yönelmişlerdi. Çünkü kıblenin hangi taraf olduğu anlaşılırsa, oraya yönelmek farz olur. Öyle ise kıble namazda iken de anlaşılsa, oraya dönülür.   Zira Hz. Peygamber (sas) Kubâ halkının bu davranışını güzel bulmuş ve namazı yeniden kılmalarını emretmemişti.

İçtihad etmeden, araştırmadan kılar da yanılırsa; namazını yeniden kılar: Namaz kılanın yanında kıbleyi kendisine soracak biri bulunur da, sormazsa; yine aynı hüküm geçerli olur. Çünkü bu kişi kıbleyi araştırarak, sorarak tesbit etme vecibesini terk etmiştir. Kıble araştırması ve soruşturması yapmadan namaz kılsa da, bilahare yöneldiği tarafın kıble olduğu anlaşılsa; namazı iade etmesi gerekmez. Çünkü (bilmeden de olsa) kıbleye yönelme şartı tahakkuk etmiştir. Kıble araştırması yapmadan namaza dursa; namazda iken yönünün doğru olduğunu anlarsa; namazı bozarak yeniden iftitah tekbiri alır ve namaza durur. İmam Ebû Yûsuf dedi ki; “Bu durumdaki kişi namazına devam eder: Çünkü namazını bozup yeniden kılacak olsa da, aynı tarafa yönelecektir ki; bunun yararı olmaz.” Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'in delili ise, şudur; “Bu kişi namazda iken kıble cihetini öğrenince, kesin bilgiye sahib olur. Önceki bilgisi ise, zayıftır. Şu halde zayıf temel üzerine kuvvetli binanın kurulması caiz değildir.” Bu sebeple dedik ki; îma ile namaz kılmakda olan bir kimse rükû ve secdeye muktedir olursa; namazına kaldığı yerden rükûlu ve secdeli olarak devam etmesi doğru olmaz. Çünkü, zayıf temel üzerine kuvvetli bina kurulamaz. İşte bu misalde de aynı hal söz konusudur.

Bir kimse araştırıp içtihad etmesi neticesinde bir tarafın kıble olduğu kanaatine varır da, başka tarafa yönelerek namaz kılarsa, namazı fasid olur. Kıbleye doğru kılmış olduğu anlaşılsa bile, hüküm değişmez. Ebû Yûsuf dedi ki; kıbleye doğruca yönelme maksadı hasıl olduğu için, bu caizdir. İmam Muhammed ile Ebû Hanîfe'nin delili ise, şudur: Bu kişi araştırma neticesi kıble olduğu kanaatine varılan tarafa yönelerek namaz kılmak gibi bir farzı iftitah tekbiri anında terk etmiş; bu sebeple de, niyyet ve benzeri bir farzı terk etmiş gibi olmuştur.

Niyyete gelince; bunun farzlığını şu hadîs-i şerîfden anlıyoruz:

Ameller ancak niyyetierle kaim olurlar. [44] Çünkü niyyet olmadan ihlas olmaz. Biz de ihlaslı olmakla emrolunmuşuz. Zira Allah (cc) buyurdu ki;

“Halbuki, onlara ancak dini yalnız O'na has kılarak, Allah (cc) a kulluk etmeleri emrolunmuştur.” [45]

Namaz kılacak olan kimse kılacağı namaza iftitah tekbirine bitişik olarak niyyet eder. Niyyet, kılacağı namazın hangi namaz olduğunu kalben bilmektir. Bunu dil ile söylemek şart değildir: Çünkü niyyet kalbin işidir. Muhammed b. Hasan dedi ki; Kalb ile niyyet etmek farzdır. Dil ile söylemek ise sünnettir. Her ikisini yapmak daha faziletlidir. İhtiyata en uygun olanı namaza başlamaya bitişik olarak; yani Tahavî'nin dediği gibi iftitah tekbirine karıştırarak niyyet etmektir.

İmam Muhammed'in şöyle bir görüşü nakledilir; bir kimse farz bir namazı cemaatle kılma kasdıyla evinden çıkıp gider, imamın yanına vardığında kalbinde niyyeti hazır olmaksızın iftitah tekbiri alırsa; caiz olur. Çünkü o, maksadını gerçekleştirmeye yönelmekle kendi niyyeti üzerinde durmaya devam etmektedir. Sonra eğer o nafile kılmak istiyorsa, namazın aslına niyyet etmesi onun için yeterli olur. Kaza namazı kılmak istiyorsa, hangi farzı kaza edeceğini belirtmesi gerekir. Vakit namazını kılacaksa, vaktin farzına veya vaktin öğlesine niyyet etmesi gerekir.

İmama uyarak namaz kılacak olan kimse; hem vaktin farzına, hem de imama uymaya niyyet eder: Veya imamın namazına başlamaya, yahut namazında imama uymaya niyyet eder. [46]

 

NAMAZDA YAPILACAK İŞLER

 

Namazda   huşu   içinde   bulunmak   gerekir:   Zira Allah (cc) buyurdu ki;

“Gerçekten mü'minler kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki; namazlarında huşu içindedirler.” [47] Bir hadîs-i şerîfde de;

“Hz. Peygamber (sas) namaz kılarken içinden tencere sesi gibi bir ses gelirdi,” [48] denilmektedir.

Gözler de hep secde yerine bakmalıdır: Çünkü rivayete göre Hz. Peygamber (sas) Allah (cc) a karşı olan huşûundan dolayı, namaz kılarken gözleri secde yerinden başka yere bakmazdı. Böyle yapmak; gözleri sağa sola kaydırmakdan daha çok tazime yakındır.

Namaza durmak isteyen kişi tekbir alır: Zira Allah (cc) buyurdu ki;

Rabbinin adını anıp O'na kulluk eden kimse şüphesiz kurtuluşa ermiştir. [49] Hz. Peygamber (sas) de şöyle buyurmuştur:

“Allah (cc) temizliği yerlerine yerleştirmeyen kimsenin namazını kabul etmez.” [50]

Namaz kılacak  olan kişi kıbleye döner ve 'Allahü ekber'der. Tehlil ve  teşbih gibi Allah (cc) a övgü ve saygı ile tazimi ihtiva eden başka bir lâfızla veya er Rahmânu ekber' gibi başka bir isimle iftitah tekbiri alırsa; yeterli olur. İmam ebû Yûsuf dedi ki; namaza başlamak ancak tekbir lafzıyla caiz olur ki; o da şunlardır: 'Allahü ekber, Allahü'l ekber, Alîahü'l kebîr, Allahü kebîr. 'Ancak bu kelimeleri iyi telaffuz edemiyorsa, başka kelimelerle caiz olur. Çünkü günümüze ulaşan tekbir lâfzı Allahü ekber'dir. Allah (cc) in sıfatlarında efal ve faîl kalıplan aynıdır (yani Ekber ile Kebîr arasında fark yoktur). Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre;

“Rabbinin adını anıp O'na kulluk eden kimse şüphesiz kurtuluşa ermiştir.” [51] âyet-i kerîmesi iftitah tekbiri hakkında nazil olmuştur. Ama buradaki zikir, her hangi bir zikir olarak telakki edilmiştir. Kur’an’ı kerîmdeki mutlak bir ifadenin haber-i vahidle kayıtlanması caiz değildir. Bir kimse Allah veya er-Rahmân kelimeleriyle namaza başlarsa bu kelimelerde zikir mevcud olduğundan dolayı Ebû Hanîfe'ye göre caizdir. İmam Muhammed'e göre ise; bu isimlere ecel veya ‘âzam’ gibi bir sıfat eklenmezse, caiz olmaz. Allahümme' derse, caiz olur. Bunun mânası 'Ya Allah'dır. Çünkü ‘Allahümme' kelimesinin sonundak şeddeli 'mim',  'ya' harfi nidasının yerine geçmektedir.  Allah'ım beni bağışla derse, caiz olmaz. Çünkü bu ifade halis bir tazim değildir. Ahras ve ümmî kimseler niyyet ile namaza başlarlarsa, caiz olur. İmama uyarak namaz kılacak olan bir kimsenin imamın iftitah tekbirine bitişik olarak tekbir alması, efdal olan davranışdır. İmameyn'e göre ise, imamın tekbirinden sonra tekbir alması daha iyidir. Selâmda ise imamın selâmından sonra selâm vermesinin daha iyi olacağı hususunda ittifak vardır. Ebû Hanîfe'nin farklı görüşünün gerekçesi şudur: Tekbir ile ibadete başlanır; onu hemen almak en iyisidir. Selâm ile ibadet sona erer; onu ise geç yapmak iyisidir.

Tekbir alırken başdaki hemzeyi (a harfini) uzatmaksızın telaffuz etmek sünnettir. Uzatmak ise istifham meydana getirdiğinden, (yani tekbiri; Allah (cc) en büyük müdür? mânasına getireceğinden) dolayı, küfürdür. Son kısmını uzatmak (ekbeeeer şeklinde okumak) Arap gramerine göre hatalıdır.

Eller bu esnada yukarıya kaldırılarak, baş parmaklar kulakların yumuşağı (İmam Şâfıî) hizasına getirilir: Çünkü Hz. Peygamber (sas) Vâil b. Hicr (ra) e dedi ki;

Namaza durup iftitah tekbiri aldığında ellerini kulaklarının hizasına götür. [52]

Eller dik, ayalar da parmaklarla birlikde kıbleye dönük olarak yukarıya kaldırılır. Parmakların arası açık olmamalıdır. Kunut tekbirlerinde ve bayram namazı tekbirlerinde de böyle yapılır.

Eller ilk tekbirden sonra bir daha yukarıya kaldırılmaz (İmam Şâfii): Çünkü Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

Eller sadece yedi yerde kaldırılırlar. Bu yedi yerden burada bahsini ettiğimiz iftitah tekbiri, kunut tekbiri ve bayram namazlarmdaki tekbirleri ‘ki bunlar üç ediyor’ zikretti. Ayrıca hacc ibadetiyle alâkalı olarak da dört taneyi’ki inşâallah ileride bunları anlatacağız’ andı.

Sonra göbeğin altında (İmam Şâfıî) eller bağlanarak sağ el sol elin bileğinden tutar: Bir hadîs-i şerîfde Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

Üç şey Peygamberlerin (as) ahlâklarındandır; iftarın acele edilmesi, sahur yemeğinin geciktirilmesi, göbeğin konması” [53] Kadın ellerini göğsünün üzerinde bağlar. Çünkü böyle yapması onun için daha muhafazalı olur. Tekbir aldıkdan sonra sağ elin avucuyla sol bileğini kavrar. Böyle yapması saygı bakımından mükemmel bir davranışdır. Kunut tekbirinde ve cenaze namazında da böyle davranılmalıdır. Çünkü cenaze namazı kıraat gibi uzun bir kıyam (ayakda duruş) dır. Hasan vasıtasıyla rivayet edilen Ebû Hanîfe'nin görüşüne göre; hem kunut tekbirinde, hem de cenaze namazının tekbirlerinde eller yan tarafa salınır. İmam Muhammed de bu görüşdedir. Bu aynı zamanda meşayihimizin de tercih ettikleri görüşdür. Çünkü bu, rükû ile secde arasında olduğu gibi, kıraatsiz bir kıyamdır. Bayram namazları tekbirlerinde de eller yan taraflara salınmalıdır. Çünkü ellerin bağlanması tekbirin peşpeşeliği mânasını ifade etmez.

Bundan sonra 'sübhaneke Allahümme' (İmam ebû Yûsuf, İmam Şâfii) sonuna kadar okunur: İmam Muhammed buna 've celle senâüke'yi de ekler. Ama hakikatte eklenmemesi gerekir. Ebû Yûsuf dedi ki; 'sübhaneke' ile 'veccehtü vechiye' âyetinin sonuna kadar okumak gerekir. Zira buna dair haberler nakledilmiştir. Öyle ise ikisini bir arada okumak gerekir.

Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'in bu hususdaki delilleri şudur: İbn. Mes'ûd ile Enes (ra) in rivayetlerine göre Rasûlullah (sas) namazın iftitahı için tekbir aldığında; sübhaneke Allahümme’yi sonuna kadar okurdu. Ebûbekir ve Ömer (ra) in de böyle yaptıkları rivayet edilmiştir. 'Veccehtü vechiye' âyet-i kerîmesinin okunması gerektiğini bildiren hadîs-i şerîf İslâm'ın ilk zamanlarıyla alâkalıdır. 'Sübhâneke’nin okunmasına hükmedilince, o hadîs-i şerîfın hükmü neshedildi. Nitekim rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (sas) ilk zamanlarda rükû halinde;  (sırtım sana rükû etti) ve secdeye vardığında ise;  (yüzüm sana secde etti) dermiş.

“Öyle ise ulu Rabbinin adını tesbîh et. [54] âyet-i kerîmesi nazil olunca bunu rükûda okudular. Ve;

Yüce Rabbinin adını tesbîh (ve takdis) et.” [55] âyet-i kerîmesi nazil olunca, onu da secdede okudular. Ve daha evvel rükû ve secdede okudukları da neshedildi. İşte yukarıda geçen iki hadîs-i şerifi bağdaştırmada biz de aynı durumdayız.

Ve içerden euzü besmele çekilir (İmam Şâfıî): Namaz kılan kişi imam da olsa, yanlız başına da olsa; eûzü'yü okur. Bunun delili şu âyet-i kerîmedir:

“Kur'an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah (cc) a sığın.” [56] Yani, Kur'an okumak istediğin zaman euzü çek. Ama namaz kılan kişi imama uymaktaysa, bunu okumaz. Ebû Yûsuf’a göre ise, okuması gerekir; çünkü euzü çekmek, senaya (sübhâneke'ye) tabidir. Ebû Hanîfe'ye göre sena namaz içindir. İbadeti, şeytanın vereceği vesvese sebebiyle noksanlığa maruz kalmakdan korumak için euzü çekmenin gerekli olduğuna dair nass vârid olmuştur. Namazda kıraat, zikir ve bazı hareketler vardır. Şu halde namazda euzü çekmek haydi haydi gereklidir.

İmameyn'e göre iftitahın kıraat olduğu hususunda nass vardır. İmama uyarak namaz kılan kimseye kıraat farz değildir. Şu halde mesbuk kişi namazın kalan kısmını tamamlamak için ayağa kalktığında İmameyn'e göre kıraate ihtiyacı olduğundan, euzü çeker. Ebû Hanîfe'ye göre çekmez; çünkü sübhâneke'den sonra euzü çekmiştir. Bayram namazında imam olan kişi Ebû Hanîfe'ye göre tekbirden önce; İmameyn'e göre ise tekbirden sonra euzü çeker. İbn. Mes'ûd (ra) un şu rivayetine göre euzüyü içinden çeker. “İmam beş şeyi gizlice okur; euzü, besmele, âmin, Rabbena leke'l- hamd, teşehhüd.”

Euzü billahi mine'ş-şeytani'r-racîm dedikden sonra Bismillahi'r-Rahmâni'r- Rahim' i okur. Çünkü Hz. Peygamber (sas) de bunu okurdu. Euzü besmele sessizce okununr. Çünkü Enes (ra) in şöyle dediği rivayet olunur;

“Hz. Peygamber (sas), Ebûbekir, Ömer, Osman (ra) ın arkalarında namaz kıldım.   Bunlar kıraate   'el-hamdü  li'llahi Rabbi'î- âlemin' ile başlarlardı.” [57] Başka bir rivayette de şöyle denmektedir:

“Onlar sessizce 'Bismilîahi'r- Rahmâni'r- Rahîm' diyorlardı.”

Bir rivayette anlatıldığına göre Abdullah b. Muğaffel (ra) oğlunun besmeleyi aşikâre okuduğunu duyunca şöyle demiş; “Ey oğulcuğum, sakın İslam'da bid'at çıkarma. Ben Rasûlullah (sas) in, Ebûbekir ve Ömer (ra)   in arkalarında namaz kıldım. Onlar besmeleyi sesli okumazlardı.Kıraate başladığın zaman el-hamdü îi'llahiRabbi'l- âlemîn'de.”

Sonra imam olan kişi sabah namazında, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rek'atlerinde, cuma ve bayram namazlarında kıraatini sesli okur: Rasûlullah (sas) dan günümüze kadar gelen tatbikat budur. Sadr-ı evvelden bu güne kadar ulaşan da budur. Öğlen ve ikindi namazlarında kıraat sessiz okunur. Bunun delili şu hadîs-i şerîfdir;

Gündüz namazı sessizdir.

Bize ulaşıp gelen tatbikat böyledir. Yalnız başına kılan bu söylenen namazlarda ister açıkdan okur; çünkü o kendi nefsinin imamıdır; isterse içinden okur: Çünkü o, okuduğunu başkasına duyurmakla mükellef değildir. Ama sesli okumak daha iyidir. Zira Hz. Peygamber (sas) buyurdu ki;

“Bir kimse cemaat hey'etiyle (yani kıraati sesli okuyarak) namazını yalnız başına kılarsa; arkasında meleklerden birkaç saf da namaz kılar.”

İmama uyanlar fatiha ve zamm-u sûreyi okumazlar (İmam Şâfii): Allah (cc) buyurdu ki

Kur'an-ı kerîm okunduğu zaman onu dinleyin ve susun. [58] İbn Abbas, Ebû hüreyre (ra) ve bir grup müfessir bu âyetin; ashabın Hz. Peygamber (sas) in arkasında namaz kılarken kıyam halinde kıraat okumaları üzerine nazil oldu, demişlerdir. Ebû Hüreyre (ra) den rivayet olunduğuna göre; Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:   İmam, kendisine uyulmak için imam kılınmıştır. O okurken siz susun.” [59] Başka bir hadîs-i şerîfde de şöyle buyurulmuştur:

“Bir kimse imama uyarak namaz kılarsa, imamın kıraati onun için de kıraat sayılır.” Şa'bî Hz. Peygamber (sas) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir;

İmanım arkasında kıraat olmaz.”

İmam 've Ia-d'dâllîn' deyince 'âmîn' der ve cemaat de içinden âmîn' der: Bu hususda Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

İmam, 've la-d’dâllîn' dediğinde 'âmîn' deyin. Çünkü imam da böyle diyor.” Ancak Vâil b. Hicr (ra) Hz. Peygamber (sas) in 'âmîn 'kelimesini cemaatin sessizce okumasını emir buyurduğunu rivayet etmiştir. İbn. Mes'ûd (ra) da bunu teyid edici hadîsini rivayet etmiştir.

Rükûa giderken tekbir alınır: Çünkü Hz. Peygamber (sas) her eğilip doğrulduğunda tekbir alırdı. Bir bedevîye namazı öğretirken de şöyle buyurdu;

“Sonra Kur'an'dan sana kolay gelen bir kısmı oku, ardısıra rükûa git. Rükû; kendisine 'eğildi' denebilecek kadar bir hareketle yapılmış olur. Zira rükû, eğilmekden ibarettir. Denildi ki; eğilme durumunda kişi eğer kıyam haline daha yakınsa, rükû yapmış sayılmaz. Ama rükû haline daha yakınsa, caiz olur.

Rükûda eller, parmaklar açılarak, dizler üzerine konur: Hz. Peygamber (sas) Enes (ra) e şöyle demişti; Rükûa vardığında ellerini dizlerinin üzerine koy ve parmaklarını aç. Böyle yapmakla eller dizleri daha iyi kavramış olur.

Ve sırt düz tutulur: Çünkü Hz. Peygamber (sas) rükûa giderken sırtının üzerine su dolu bir bardak konulsaydı, bardak doğru dururdu.

Rükûda baş kaldırılmaz, aşağı doğru da sarkıtılmaz: Rasûlullah (sas) başını sırtıyla aynı hizada tutarnış. Başın, eşek başı gibi sırt hizasından aşağı sarkıtı İmasını ise, yasaklamıştır.

Rükûda üç kere  'sübhâne Rabbiye'I- Azim'denilir: Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Biriniz rükûa vardığında üç kerre 'sübhâne Rabbiye'I- Azîm' derse, rükûu tamamlanır.” Üç defa demek en azıdır. Daha fazla sayıda söylemek ise, elbette daha faziletlidir. Ancak cemaatte nefret uyandıracağından dolayı; imamın üç defadan fazla söylemesi mekrüh olur.

Kalkarken de 'semiallahü İlmen hamiden' denilir. Cemaatle kılarken cemaat da; 'Rabbena leke'l-hamd'der (İmam ebû Yûsuf, İmam Muhammed, İmam Şâfii): Veya 'Allahümme Rabbena leke'l- hamd'der. Bunlardan her hangi birinin söylenebileceğine dair rivayetler vardır. Ancak her ikisi bir arada okunamaz. İmameyn'e göre ise okunabilir. Okunmasını başkasının teşvik ettiği bir zikri terk etmiş olmamak için; her ikisinin bir arada okunabileceğine dair  olan görüş, Hasan'dan rivayet edilmiştir. Bize göre, imama uyarak namaz kılanın hususi olarak okuması gereken bir zikir yoktur. Ebû Hanîfe'ye göre cemaat 'Rabbena leke'l-hamd' demelidir. Onun bu hususdaki delili şu hadîs-i şerîfdir;

“İmam 'semiallahü limen hamideh'de diğinde siz, 'Rabbena leke'l- hamd' deyin.” [60] Bu hadîs-i şerîfde Hz.   Peygamber (sas) 'semiallahü' zikri ile 'Rabbena ' zikrini imam ile cemaat arasında taksim etmiştir. Çünkü her iki tarafın bunları müştereken okumaları uygun olmaz. Sebebi de şudur; imam da eğer 'Rabbena leke'l- hamd' diyecek olursa, o zaman kendisi cemaatten sonra söylemiş olur ve imamın kendisi cemaate tabi olmuş olur ki; bu caiz değildir. Yalnız başına namaz kılan kişi, Hasan'ın rivayetine göre bu zikirlerin ikisini de okur. Başka bir rivayete göre 'semiallahü' den başka zikir okunmaz. Ebû Yûsuf’un rivayetine göre sadece 'Rabbena leke'l- hamd' der; başka zikir yapmaz. Ulemanın çoğunluğu bu görüşdedir.

Sonra 'Allahü Ekber' diyerek alın ve burun üzerine secdeye gidilir: Hz. Peygamber (sas) secdesini hep böyle yapmıştır. Yalnızca burun üzerine secde yapılsa da caiz olur. Bu hususda icmâ vardır. Ama bu iyi  bir davranış olmaz. Bunun delili şu hadîs-i şerîfdir;

“Yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum; yüz, eller, dizler ve ayaklar. [61]

İmameyn'in bu hususdaki delilleri ise şu hadîs-i şerîfdir;

Alnını ve burnunu yere iyice değdir. İmam-ı Azamın buna dair delili şudur: Burun secde mahallidir. Çünkü mazeret halinde sadece burun üzerine secde edilebiliyor. Eğer secde mahalli olmasaydı, yanak ve çene gibi; burun üzerine de secde edilmesi caiz olmazdı. Mazeret halinde yalnızca burun  üzerine   secde edilirse, caiz ve geçerli olur. Ve Allah (cc) ın;

“Secdeye   kapanın. [62] buyruğu karşısında mes'ûliyetten  kurtulmuş oluruz. Çünkü alın ve  burun aynı kemikdir. Secde bunun iki tarafından biri üzerine yapılırsa da caiz olur.

Secdeye giderken önce dizler sonra da eller yere konulur. Eller kulakların hizasında olur (İmam Züfer, İmam Şâfii): Rasûlullah (sas) ın böyle secde ettiği nakledilmiştir.

Pazulardan koltuklara kadar olan kısım açık tutulur. Karın da uyluklara bitiştirilmez, arada boşluk bırakılır: Zira rivayete göre Hz. Peygamber (sas) secde ederken karnı ile uylukları arasında boşluk bırakırmış. Öyle ki; bir kuzu o boşlukdan geçmek istese, geçebilirmiş. [63]

Dirseklerden ellere kadar olan kısım da, yere yatırılmaz: Çünkü Hz. Peygamber (sas) tilkinin yaptığı gibi, secdede dirseklerden ellere kadar olan kısmın yere yatırılmasını yasaklamıştır.

Secdede üç kerre 'sübhâne Rabbiye'I- a'lâ' denilir: Çünkü Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

Yüce Rabbinin adıbı tesbih (ve takdis) et.” [64] âyet-i kerîmesi nazil olduğunda Rasûlullah (sas) sahabe-i kirama şöyle buyurmuştur:

Bunu secdenizde okuyun.

Sarığın büklümü ve elbisenin sarkan fazla kısmı üzerine secde edilirse, caiz olur: İbn. Abbas (ra) dedi ki; Hz. Peygamber (sas) in sarığının büklümü üzerine secde ettiğini gördüm. Yine o dedi ki; Hz. Peygamber (sas) tek bir giysi içinde namaz kıldı. O giysinin sarkan fazla kısmıyla yerin sıcaklığından ve soğukluğundan korunuyordu (yani o kısmın üzerine secde ediyordu).

Bir kimse kanepe üzerine ve aslana karşı korunmak için ağaç üzerine yapılmış yatak üzerine secde ederse, caiz olur. Ot ve pamuk üzerine secde eder de; keçe, hasır ve yaygıda olduğu gibi otun veya pamuğun hacmini alnında hissederse; o zaman secdesi geçerli ve caizdir.

Sonra tekbir alınarak baş secdeden kaldırılır ve oturulur: Vâcib olan; 'baş yerden kaldırıldı' denebilecek kadar başın secdeden kaldırılmasıdır. Ve yine vâcib olan iki secde arasına fasıla koymaktır ve dediğimiz kadarıyla, baş yerden kaldırılınca, bu vecibe yerine getirilmiş olur. Denildi ki; eğer secdeden kalkma ameliyesi oturmaya yakın bir durumdaysa, caiz olur. Aksi takdirde olmaz.

Oturdukdan sonra tekrar tekbir alınarak secdeye gidilir: Zira Hz. Peygamber (sas) buyurdu ki;

“Sonra tam bir şekilde secde et. Sonra da kalkıp tas tamam otur.”

İkinci secdeden de tekbir alınarak kıyama kalkılır (İmam Şafii): Rivayet olunduğuna göre Ebû Hüreyre (ra) şöyle demiştir; “Doğrusu Hz. Peygamber (sas) Efendimiz ayaklarının üst kısmı üzerine basarak kıyama kalkardı”[65]

İkinci rek'at da birinci rek'at gibi kılınır: Hz. Peygamber (sas) Rüfaa (ra) ya şöyle buyurmuştur:

Sonra bunu her rek'atta böyle yap.” [66]

Yalnız bunda sübhâneke okunmaz: Çünkü bunun yeri namazın başıdır.

Ve euzü çekilmez: Bu da kıraate başlamak içindir ki; sadece bir defa çekilmesi meşru kılınmıştır. [67]

Tâdil-i Erkân ve Tuma'ninet:

 

Tâdil-i erkân farz değildir: İmam Ebû Yûsuf farz olduğunu söyler. Tâdil-i erkân: rükûda, secdede organların yerli yerine gelmesi, rükûdan kalkıp tam bir şekilde doğrulmak ve iki secde arasında oturmaktır. İmam ebû Yûsuf’un bu konudaki delili şudur; Hz. Peygamber (sas) namazını hafif tutup çabuk kılan bir bedeviye şöyle buyurmuştur:

“Namazını yeniden kıl; çünkü sen namaz kılmadın.” İmameyn'in buna ilişkin delilleri şudur; rükû ve secdenin tarifi yapılırken, rükû; sırtın eğilmesi, secde; alnın yere konulması şeklinde bir ifade kullanılmıştır ki; bu da şu âyet-i kerîmenin kapsamına girmektedir;

“Rükû edin, secdeye kapanın.” [68]

Tuma’ninet; yani tâdil-i erkân ile rükû ve secdeye devam mânasına geliyor. Oysa bir işin yapılmasını emretmek, o işe devam etmek mânasına gelmez. Haber-i vahid'e dayanarak Kur'an-ı kerîm'in hükmüne ilâve yapmak caiz değildir. Oysa burada rivayet edilen vâcibliği icab ettirmektedir. Bize göre tâdil-i erkân vâcibdir. Unutularak yerine getirilmemesi halinde sehiv secdesi gerekir. Bu secdenin sünnet olduğuna dair zayıf bir görüş vardır.

İkinci rek'atın ikinci secdesinden doğrulunca sol ayak yere yatırılıp, üzerine oturulur. Sağ ayak da parmak uçları kıbleye dönük şekilde dikilir. Eller uyluklar üzerine konulur. Parmaklar açılır ve tahiyyat okunur: Vail b. Hicr ve Âişe (r. anhuma) Hz. Peygamber (sas) in tahiyyatta bu şekilde oturduğunu rivayet etmişlerdir.

Tahiyyat şöyledir: 'et- tahîyyâtü lillahi (İmam Şafiî) ve’s salâvâtü ve't tayyibâtü. Es- selâmü aleyke eyyühe'n- Nebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtühü. Es- selâmü aleynâ ve ala ibadillahi's-sâlihîn. Eşhedü en-lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasûlüh (İmam Şafii): Bu Abdullah b. Mes'ûd (ra) un tahiyyatıdır. Rivayet olunduğuna göre göre Hammad, Ebû Hanîfe'nin elini tutmuş ve tahiyyatı öğretmiş. Sonra da şöyle demiştir; İbrahim en- Nehaî elimden tuttu ve bana tayhiyyatı böyle öğretti. Alkame de İbrahim en-Nehaî'nin elinden tutmuş ve ona tahiyyatı böyle öğretmiştir. Abdullah b. Mes'ûd da Alkame'nin elinden tutmuş ve ona tahiyyatı böyle öğretmiştir. Rasûlullah (sas) da Abdullah b. Mes'ûd (ra) un elinden tutmuş, ona tahiyyatı böyle öğretmiş ve sonra da şöyle buyurmuştur:

“Et- tahiyyâtü lillahi de” Bu rivayeti kabullenmek, diğerlerini kabullenmekden daha iyidir. Çünkü Hz. Peygamber (sas) in, Abdullah'ın elinden tutup tahiyyatı böyle okumasını ona emretmesi, bunun daha tekidli ve sağlam olduğunu göstermektedir. Hadîs imamlan tahiyyat hususunda Abdullah b. Mes'üd'un isnadından daha güzel ve sağlam bir senedle rivayette bulunulmadığı üzerinde görüş birliği etmişlerdir. Çünkü bu senedle rivayet edilen tahiyyâttaki tahiyyat, salâvat, tayyibât, rahmet, bereket gibi kelimelerin başında atıf vav'i bulunmaktadır ki; bu da övgünün taaddüdünü gerekli kılmakdadır. Çünkü atfedilen şeyle, üzerine atıf yapılan şey birbirinden ayrı şeylerdir. İbn. Abbâs (ra) in rivayet ettiği tahiyyâtta ise, övgü olarak sadece başdaki tahiyyat kelimesi vardır. Diğer kelimeler birbirine sıfat olarak kullanılmıştır.

Ka'de; yani tahiyyat için oturmak Tahavî ile Kerhî'ye göre sünnettir. Bunun vâcib olduğu da söylenmiştir. Öyle ki; unutularak terkedilmesi halinde sehiv secdesi gerekir. Ka'dede otururken tahiyyat okumak sünnettir. Vâcib olduğu da söylenmiştir ki; esahh olan da budur. Çünkü İmam Muhammed unutularak tahiyyâtm okunmaması halinde sehiv secdesi vâcib olur, demiştir. Vâcib olan sehiv secdesinin yapılması ancak bir vacibin terk edilmesi halinde vâcib olur.

İlk oturuşda bundan başka bir şey okunmaz: Rivayet olunduğuna göre Hz. Âişe (ra) şöyle demiştir; Hz. Peygamber (sas) ilk oturuşda tahiyyâtdan fazla bir şey okumazdı.

Tahiyyat bitince 'Allahü Ekber' denilerek kıyama kalkılır: Çünkü bu esnada ilk iki rek'atı, yani namazm yarısını tamamlamış, ikinci yarısı kalmıştır. Onun üzerinde ikinci yarıyı da tamamlamak için musalli (namaz kılan) ayağa kalkar.

Son iki rek'atta sadece Fatiha okunur: Üçüncü ve dördüncü rek'atta Fatiha okumak sünnettir. Buna dair hadîs-i şerîf vârid olmuştur. Amma istenilirse bu rek'atlarda Fatiha yerine tesbihatta da bulunulabilir. Çünkü Fatiha okumak vâcib değildir. Hasan'ın rivayetine göre Ebû Hanîfe son iki rek'atta Fatiha okunmasının vâcib olduğunu, unutularak okunmaması   halinde sehiv secdesi gerekeceğini söylemiştir. Zâhirü'r-rivâyede [69] anlatıldığına göre; bir kimse son iki rek'atta kasıtlı olarak susar da okumazsa, iyi etmemiş olur. Ama unutarak okumazsa, sehiv secdesi de gerekmez.

Namazın sonunda oturulup tahiyyat okunur: Bunu daha evvel de söylemiş ve buna dair rivayeti aktarmıştık. Rasûlullah (sas) a salât ü selâm getirilir: Bu sünnettir; çünkü Hz. Peygamber (sas) İbn. Mes'ûd (ra) a tahiyyâtı öğretirken ona;  

“Bunu dediğin veya  böyle yaptığın zaman, namazın tamamlanmış olur.” [70] demiş ve  namazın tamamlanmasını iki şeyden birine bağlamıştı. Demek ki, ikisinden birinin yapılması halinde namaz tamamlanmış olur. Bu da Hz. Peygamber (sas) e salât ü selâm getirmenin farz olmadığını gösteriyor. Ama bize göre namaz dışında Hz. Peygamber (sas) e salât ü selâm getirmek Kur'an-ı kerîmde buna dair emir nevcut olduğu için vâcibdir. Lakin namaz içinde iken bu emre uymamız mecburi değildir.

Kur'an-ı kerîm lâfızlarına benzeyen ve seçilmiş dualardan istenenler okunur: Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

Sonra duaların en güzelini seç. Son ka'de (oturuş) farzdır. Son ka'dede tahiyyat okumak ise vâcibdir. Çünkü Hz. Peygamber (sas) bir bedevîye şöyle buyurmuştur:

“Başını son secdeden kaldırıp tahiyyat okuyacak kadar oturunca; namazın tamamlanmış olur.” Burada namazın tamamlanması tahiyyat okuma değil de, ka'dede oturma şartına bağlanmıştır. Ka'dede farz olan oturuş müddeti tahiyyat okuyacak kadar bir süredir.

Sonra evvelâ sağa, sonra sola selâm verilerek, her ikisinde de; 'es- selâmü aleyküm ve rahmetullah'denilir: İbn. Mes'ûd (ra) un şöyle dediği rivayet edilmiştir; Hz. Peygamber (sas) sağ yanağının beyazlığı (arka tarafda duran kimseye) görünecek şekilde sağa dönüp selâm verirdi. Sol yanağının beyazlığı (arka tarafda duran kimseye) görünecek şekilde sola dönüp selâm verirdi. [71] Selâm verirken sağdaki, soldaki meleklerler insanlar için selâma niyyet edilir. Çünkü selâm orada hazır bulunanlara yapılan bir hitapdır. Eğer imam kendisinin bir tarafindaysa, bulunduğu tarafa selâm verirken, ona da niyyet eder. Eğer tam karşısında ise, her iki tarafa selâm verirken de ona niyyet eder. Sadece sağa selâm verirken imama da selâm vermeye niyyet eder diyenler de olmuştur. Yalnız başına namaz kılan kimse selâm verirken başkalarına değil, sadece hafaza meleklerine niyyet eder.

Selâm lafzıyla namazdan çıkmak farz değildir; çünkü îbn. Mes'ûd (ra) dan rivayet ettiğimiz hadîs-i şerîf bunun farzlığına ayındır. Hz. Peygamber (sas) in

Namazdan çıkış selâm vermekle olur. hadîs-i şerîfı selâmın vâcibliğine veya sünnetliğine delalet eder. Biz de böyle diyoruz. [72]

 

VİTİR NAMAZI

 

Vitir namazı vâcibdir (İmam ebû Yûsuf, İmam Muhammed, İmam Şâfıî): Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Allah (cc) sizin beş vakit namazınıza bir namaz daha ekledi. Bilesiniz ki o, vitir namazıdır. Ona devam edin.” [73]

İlâve etmek; üzerine ilâve edilen şeyin cinsinden olur. Buna göre vitir namazının diğer beş vakit namazları gibi farz olması gerekiyor. Ancak buna dair kesin bir delil olmadığı için, biz vitir namazının vâcib olduğunu söylüyoruz. Ebû Yûsuf ile Muhammed vitir namazının sünnet olduğunu söylemişlerdir. Bunu söylerken şu hadîs-i şerîfe dayanmışlardır;

Üç şey benim üzerime yazıldı, ama sizin üzerinize yazılmadı (başka bir rivayette; o sizin için sünnettir denilmektedir. O üç şey şunlardır): Vitir ve kuşluk namazları ile kurban. Bu hadîs-i şerîfde geçen 'yazıldı' sözünün 'farz kılındı'mânasına geldiği görüşündeyiz. Nitekim bir âyet-i kerîmede Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Namaz şüphsiz insanlara belli vakitlerde yazılmış (farz kılınmış)tır.” [74] Farzlara; yazılmış şeyler mânasına gelen 'mektûbat' da denilir. Yukarıda zikredilen hadîs-i şerîfde geçen 'üzerinize yazılmadı' sözü; vitir namazının bize farz kılınmadığını bildirmektedir. Biz bu namazın üzerimize farz kılındığını değil, vâcib kılındığını söylüyoruz. Aynı hadîs-i şerîfde geçen; 'o sizin için sünnettir'sözüyle bu namazın vâcibliğinin sünnet yoluyla sabit olduğunu bildiriyor. Çünkü vitrin kılınmasını emreden Hz. Peygamber (sas) dir. Emir vâciblik içindir. İmameyn'e göre bu namaz rütbece bütün sünnetlerden üstündür. Öyle ki; ayakta durmaya muktedir olan kimsenin bu namazı oturarak kılması mazeretsiz olarak binek üzerinde kılması caiz olmaz. El- Muhît adlı eserde anlatıldığına göre vitir namazının kazası vardır.

Akşam namazı gibi üç rek’attır (İmam Şâfii) Rek'atler arasında selâm verilmez: İbn. Mes'ûd, İbn. Abbas, Übeyy b. Ka'b, Âişe ve Ümmü Seleme (r. anhum) den rivayet edildiğine göre; Hz. Peygamber (sas) vitir namazını üç rek'at olarak kılar ve ancak sonunda selâm verirdi.

Ve her rek'atta Fatiha ve zammu sûre okunur: Müstehab olan; ilk rek'atta Fatiha ve Âlâ sûresi, ikinci rek'atta Fatiha ve Kâfırûn sûresi ve üçüncü rek'atta ise Fatiha ve îhlas sûresi okunur. Hz. Peygamber (sas) in vitir   namazında bu sûreleri okuduğu  rivayet  edilmiştir.  [75]

Vitrin vâcibliğinde ihtilaf edildiğinden dolayı,  bütün  rek'atlerinde  kıraat okunması ihtiyaten vâcib kılınmıştır.

Üçüncü rek'atta rükudan önce kunut duası okunur (İmam Şâfii). Eller yukarı kaldırılarak 'Allahü Ekber’ denilir. Sonra kunut duası okunur: Hz. Ali, İbn. Mes'ûd, İbn. Abbas ve Übeyy b. Ka'b (r. anhüm) dan  rivayet  olunduğuna göre; Hz. Peygamber (sas) üçüncü rek'atta rükûa varmadan evvel kunut okurmuş. Kunut için okunması gerekli belli bir duâ yoktur. Rivayete göre Hz. Peygamber (sas) kunutta şu duayı okurdu:

İmam Muhammed'in, 'kunut okunması gerekli belli bir dua yoktur' sözü; 'bu iki duadan başka okunması gerekli belli bir dua yoktur' mânasındadır. Bu duaları güzelce okuyamayan kimse bir kaç defa

“Allahümağfirlena”der ve şu âyeti okur: [76] Kunutdan sonra Hz. Peygamber (sas) e salâtü selâm getirmeyi Ebû'l- Leys tercih etmiştir. Nehaî'den de böyle bir rivayet vardır. Ancak bazıları buna dair sünnet vârid olmadığı için, bunu mekrüh saymışlardır.

Vitir namazından başka namazlarda kunut okunmaz (İmam Şafii): Zira İbn. Mes'ûd (ra) demiştir ki; Rasûlullah (sas) sadece bir ay müddetle sabah namazında kunut okumuştur. Ne ondan evvel, ne de sonra sabah namazında kunut okumuş değildir. Ümmü Seleme (ra) den rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (sas) sabah namazında kunut okunmasını yasaklamıştır. Enes (ra) den rivayet edilen;

“Hz. Peygamber (sas) sabah namazlarında kunut okurdu.” hadîsi İbn. Mes'ûd (ra) un hadîsine ters düştüğü gibi; Katâde'nin Enes (ra) den olan şu rivayetine de ters düşmekdedir;

“Rasûlullah (sas) sabah namazında rükûdan sonra kunut okurdu. Kunutunda bazı arap kabilelerine beddua  ederdi. Sonra (sabah namazında kunut okumayı) terk etti.” [77] Bu da gösteriyor ki; sabah namazında kunut okumak neshedilmişti.

Bir kimse sabah namazını kunut okuyan bir imamın arkasında kılarsa; İmam ebû Yûsuf’a göre imamına muhalefet etmiş olmasın diye, kendisi de bu hususda imama uyar. Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre ise, uymaz. Çünkü sabah namazında kunut okumanın hükmü neshedilmiştir. Bu cenaze namazında beşinci tekbir gibi (zaid) olur.Muhtar kavle göre bu durumdaki kişi susarak ayakta bekler.

Bir kimse vitir namazını kılarken kunut okumayı unutup rükûa varır da, sonra hatırlarsa; artık kunutu okumaz. Ebû Hanîfe'ye göre dönüp okur, sonra yine rükûa varır. [78]

 

NAMAZDA KIRAAT

 

Kıraat farz namazların ilk iki rek'atında farzdır: Zira Allah (cc) buyurdu ki;

Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun. [79] Kıraat namazdan başka yerde farz değildir. Öyle ise namazda Kur'an-ı kerîm okumak farzdır. Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“İlk iki rek'atdaki kıraat, son ikirek'atdaki kıraatin yerini tutar. Yani onun yerine geçerli olur. Vezirin dili, emirin dilidir atasözünde olduğu gibi.

Son iki rek'atinde sünnettir (İmam Şâfii). Farz namazların son iki rek'atinde kıraat yerine Allah (cc) ı tesbihde bulunmak da yeterli olur (İmam Şafii).

Kıraatin farz olan miktarı her rek'atda bir âyet okumaktır (İmam ebû Yûsuf, İmam Muhammed, İmam Şâfii): İmameyn dediler ki; üç kısa âyet veya bunlara denk olan uzun bir âyet okumak gerekir. Çünkü Kur'an; mûciz (âciz bırakan) in adıdır. Bu okuyuş miktarmden daha azı mûciz sayılmaz.

Artık ondan (Kur'an'dan) kolayınıza geleni okuyun. [80] âyetinde her hangi bir kayıt yoktur. Şu halde bir âyetden azı kıraat hükmünün kapsamı dışında kalmaktadır. Öyle ise bir âyetten fazlası bu hükme dahil olmaktadır. Yukarıda geçen âyette her hangi bir müddet veya âyet belirlenmediğine göre, namazda Fâtiha'yı okumak farz değildir. Hz.   Peygamber (sas) in;

Kitab'ın (Kur'an'ın)Fâtiha'sı okunmadan namaz olmaz.” [81] sözü ve bu konudaki diğer  hadîs-i şerifler âhad haberlerdir. Bunlarla Kur'an-i kerîm'in mutlak olarak bildirdiği hükmün neshi caiz değildir. Şu halde bizim de beyan ettiğimiz gibi; namazde Fatiha okumak farz değil ama, vâcib mânasında telakki edilmelidir.

Fatiha  okumak bir sûre veya üç âyet okumaksa, vâcibdir: Çünkü Hz. Peygamber (sas) terketmeksizin buna böyle devam etmiştir. Bu sebepledir ki; unutularak terk edilmesi halinde sehiv secdesi yapmak vâcib olur. Sabah ve öğle namazlarında Hucurât sûresinden Burûc sûresinin sonuna kadar olan sûrelerden birini okumak ikindi ve yatsı namazlarında Târik sûresinden 'lem yekûn' sûresinin sonuna kadar olan sûrelerden birini; akşam da 'lem yekün'den sonra gelen sûrelerden birini okumak sünnettir: Hz. Ömer, Ebû Musa el- Eş'arî (ra) ye bir mektupla bunu böyle bildirmiştir. Bu tartışmasız böyle bilinmektedir. Sabah namazında kırk veya elli âyet okumak müstehabdır, denilmiştir. Sabah namazında 40-60 âyet okumak müstehabdır, diyenler de olmuştur. İbn. Ziyad'dan rivayet olunduğuna göre 60-100 âyet okumak müstehabdır. Bütün bu miktarlara ilişkin haberler vârid olmuştur. Denildi ki; 100 âyet zâhidler içindir. 60 âyet bilinen normal durumdaki cemaatlerde okunur. 40 âyet cadde üzerindeki mescidlerde kılınan sabah namazlarında okunur. Öğle namazında 30, ikindi ve yatsı namazlarında 20 âyet okunur. Bunun temel ölçüsü; imamın cemaati azaltmayacak miktarda okumasıdır. Yalnız başına namaz kılan kimsenin sevap kazanmak için hazarda daha çok okuması evlâdır.

Zaruret halinde ve yolculukda duruma uygun olanı okumak sünnettir: Sıkıntıyı ve zorluğu gidermek için böyle yapmak gerekir. Sünnet olanı, her rek'atde Fatiha ile birlikte tam bir sûre okumaktır. Bir rek'atde iki sûre okumak müstehab değildir. Çünkü buna dair bir nakil yoktur. Ama okunursa da, sakıncası yoktur. Keza; bir sûreyi iki rek'atde okumak da böyledir.

Namazlardan her hangi biri için Kur'an-ı kerîmden her hangi bir yer tayin edilemez. Tayin edilmesi mekrûhdur: Bu hususdaki nasslar mutlaktır. Çünkü her hangi bir namazda devamlı olarak Kur'an-ı kerîmin belirli bir yerini okuma halinde, diğer yerler terk edilmiş olur. Ancak o belirli yerin okunması o kişinin kolayına geliyorsa, veya fazilet bakımından Kur'an-ı kerîmin her tarafının aynı derecede olduğunu bilmekle beraber, Hz. Peygamber (sas) in o yeri okumuş olmasından dolayı kendisi de teberrüken o yeri okursa; bunda mekrûhluk olmaz. İnsanların cemaate kavuşmalarına yardımcı olmak maksadıyla imamın sabah namazının ilk rek'atını ikinciye nisbetle uzatması müstehabdır. Ama diğer namazlarda böyle yapması mekrûhdur. İmam Muhammed bunu bütün namazlarda yapmak müstehabdır, demiştir. Hz. Peygamber (sas) in de böyle yaptığı nakledilmiştir. Biz diyoruz ki; her iki rek'at da eşit kıraat istihkakına sahiptirler. Birinde diğerlerinden fazla okumanın manalı bir gerekçesi yoktur. Ama sabah namazı böyle değildir; o uyku ve gaflet zamanıdır. İlk rek'atin ikinciye göre biraz daha uzun tutulmasına dair gelen rivayet istiftah duası ve eûzü besmelenin uzatılması şeklinde yorumlamak mümkündür. Yoksa bunu üç âyetten daha azı üzerinde düşünmek muteber olmaz. Çünkü işin içinden çıkmak mümkün olmaz.[82]

CEMAAT VE İMAMETLE İLGİLİ HÜKÜMLER

 

Cemaatle namaz  kılmak; sünnet-i müekkededir: Hz. Peygam­ber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Cemaat (le namaz kılmak) hidayet yollarından biridir.” [83]   Başka bir yerde de şöyle buyurmuştur:

İstedim ki; bir adama emir vereyim de, insanlara namaz kıldırsın. Sonra (o namaz kıldırmakda iken) ben cemaatten geri duran grubun üzerine hemen gidip üzerlerine evlerini ateşe verip yakayım. [84] Bu hadîs-i şerîf cemaatle namaz kılmanın müekked sünnet olduğunun emaresidir. Hz. Peygamber (sas) cemaate devam etmiştir. Mazeretsiz olarak cemaate gitmemek caiz değildir. Bir şehir halkı cemaatle namaz kılmayı bırakırlarsa; kılmaları emredilir. Bu emri kabul edip gereğini yerine getirirlerse; ne âla. Aksi halde kendileriyle savaşılır. Çünkü cemaatle namaz kılmak İslâmın sembollerindendir. [85]

 

İmamlıkta Ehliyet:

 

İnsanlara  imam olmaya en ehliyetli kimse; onların, sünneti eniyi bilenidir: Tabii eğer namaz caiz olacak kadar kıraati düzgün olup,açık günahlardan sakınıyorsa, Ebû  Yûsuf’dan  gelen  bir  rivayete  göre;imamlığa  en   ehliyetli olan kimse, en iyi okuyan kimsedir. Zira Hz.Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:  

“Bir kavme, onlar arasında Allah(cc) ın Kitab'ını en iyi okuyan imamlık eder. [86]  Biz diyoruz ki; ilme olan ihtiyaç daha fazladır. Hz. Peygamber (sas) in zamanında insanlar Kur'an-ı kerîmi hükümleriyle beraber kafalarına yerleştiriyorlardı. Dolayısıyla Kur'an-ı kerîmi en iyi okuyanları, aynı zamanda en bilgili olanları idi.

Sonra en  iyi hadîs-i şerîf okuyanı, sonra en takva sahibi olanı: 'En takva sahibi' dedik; çünkü Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

Takva sahibi bir âlimin  arkasında  namaz kılan  bir kimse, bir peygamberin arkasında namaz kılmış gibidir.” Sonra en yaşlısı: 'En yaşlısı' dedik; zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

Yolculuğa çıktığınızda ezan okuyup kamet getirin ve ikinizden en yaşlı olanınız imamlık etsin.” [87]

Sonra ahlâkı en güzel olanı, sonra da yüzü en güzel olanıdır: Bunda esas alınacak ölçü şudur; insanları kendisine uymaya teşvik eder ve onları cemaate davet eder vasıflarda olan kimsenin imamlık için öne geçirilmesi evlâdır. Çünkü cemaat ne kadar fazlalaşırsa, o kadar iyidir. Hatta demişler ki; namazda okurken boğazında fazla derecede gıcıklanma olan kimsenin, okurken durulması gereken yerde durmayanın imamlık yapması mekrûhdur. Çünkü bu gibi şeyler cemaatin azalmasına sebep olurlar. [88]

 

İmamın Namazı Uzatması:

 

İmamın namazı uzatması doğru değildir: Cemaati nefret ettirecek derecede namazı uzatmak doğru olmaz. Aksine hafif kıldırmak gerekir. Çünkü cemaati yoracak kadar namazı uzatan Muaz b. Cebel (ra) e Hz. Peygamber (sas) şu ikazda bulunmuştu:

Sen fitneye düşürücü müsün; ey Muaz?! Millete, en zayıflarının kılabileceği şekilde kıldır. Çünkü sana tabi olarak namaz kılanların arkasında küçük var, büyük var, ihtiyaç sahibi kimse var.  [89]

 

İmamlık Yapması Mekrüh Olanlar:

 

Kölenin (İmam Şâfıî), bedevinin, körün (İmam Şâfıî) fâsıkın, zinadan doğmuş olanın (İmam Şafiî) bid'atçinin imamlık yapmaları mekrûhdur: Bunların imamlık yapmaları cemaati azaltır. Çünkü köle diğer insanların nazarında düşük bir mevkidedir. Bedeviler de umumiyetle câhildirler; zira Allah (cc) buyurdu ki;

Bedeviler Allah (cc) ın Rasûlüne indirdiği kanunları tanımamaya daha yetkindir. [90] Fâsık günah işlediği için imamlığı mekrûhdur. Kör ise; pisliklerden sakınamadığı için imamlığı mekrûhdur. Zinadan doğmuş olan kimse ise; âdeten hafife alındığı için, kendisine dinî bilgileri öğretecek kimse bulunmaz. Dolayısıyla böyleleri umumiyetle câhil kalırlar.

Ama bunlar öne geçerlerse; arkalarında namaz kılınması caiz olur: Zira  Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:  

Her sâlih ve günahkâr kimsenin arkasında namaz kılın (kılabilirsiniz).” [91] Bu sayılanların imamlıklarının mekrûhluğu kendilerindeki noksanlıklardan dolayıdır. Ama bu noksanlık giderilirse; meselâ bedevî medenîden, köle hürden, veled-i zina sahih nikâhlı bir evlilikden doğandan, kör de görebilenden daha bilgili ve faziletli olursa; o zaman hüküm tersine döner. Bid'atçıya gelince; Ebû Hanîfe onun arkasında namaz kılmanın caiz olmayacağı görüşündedir. Ebû Yûsuf dedi ki; Kavmin imamının bid'atçı ve heva sahibi biri olmasını ben mekrüh görüyorum. İmam Muhammed'den rivayet olunduğuna göre; rafızîlerin, Cehmiye ve Kaderiye mezhebi mensuplarının arkalannda namaz kılmak caiz değildir. [92]

 

Kadın ve Çocukların Erkeklere İmamlığı:

 

Kadınların ve çocukların (İmam Şâfıî) erkeklere imamlık yapmaları caiz değildir: Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

Onları Allah (cc) ın geri bıraktığı yerde geri bırakın. Bu hadîs-i şerîf kadınların imamlık için öne geçmelerini yasaklamaktadır. Çocuğa gelince; onun namazı nafile olduğu için, ona cemaat olarak uymak caiz değildir. Zayıf bir kavle göre teravinde çocuğa uymak caizdir. Çünkü teravih farz bir namaz değildir. Sahih olan birinci görüştür. Çünkü çocuğun kıldığı nafile baliğin kıldığı nafileden daha zayıfdır. Şu halde nafile namazda bile çocuğa uyulmaz.

İmam sadece bir kişiye namaz kıldırıyorsa, onu sağ yanında durdurur: İbn. Abbas (ra) dedi ki; Hz. Peygamber (sas) in sağ yanında (namaza) durdum. Perçemimden tutarak beni sağ yanına döndürdü. [93]  Bu da gösteriyor ki; imamın sağ tarafında durmak daha iyidir. Ama sol yanında durmakla da namaz bozulmaz. Amel-i yesir (az hareket) in de namazı bozmayacağı bu hadîs-i şerîfden anlaşılıyor. İmam

iki veya daha çok kişiye namaz kıldırıyorsa, önlerine geçerek kıldırır: Zira Enes (ra) dedi ki;

“Rasûlullah (sas) beni ve yetimi arkasında Ümmü Süleym'i de bizim arkamızda (namaza) durdurdu.” [94] Bir hadîs-i şerîfde de Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“İki kişi ve daha fazlası cemaattir.”  [95]

 

Cemaatle Namazda Safların Sırası:

 

Cemaatle namaz kılarken önce erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra erselikler, en sonda da kadınlar saf tutarlar: Ön safda erkekler dururlar; zira Hz. Peygamber (sas)  şöyle buyurmuştur:

“Baliğ olanlarınız arkamda dursunlar.” [96] Erkeklerden sonra çocukların saf tutmaları gerektiği Enes (ra) in rivayet ettiği hadîs-i şerîfden anlaşılıyor. Onlardan sonra erseliklerin saf tutmalarının gerekli oluşu, onların kadın olmaları ihtimaline binâendir. Ama kadınların önünde saf tutmaları da, erkek olmaları ihtimaline binâendir [97]

 

İmamın Kadınlar İçin de Niyyet Etmesi:

 

İmam kendisine tâbi olan kadınları için de niyyet etmediği takdirde, kadın o namaza dahil olamaz (İmam Şâfıî): Zübeyir dedi ki; imam niyyet etmemiş olsa bile, erkekler gibi kadınlar da kendisine tâbi olarak namaz kılabilirler. Bize göre bu durumda kadın, erkek imamın yan tarafında namaza durunca imama zararının dokunması; yani namazını ifsad etmesi ihtimali vardır. İşte bu durumda imam kadınların kendisine tâbi olmalarına niyyet etmemekle, onların kendisine verecekleri zarara karşı tedbir almış olur.

Kadın aynı namazı kılmakda olan bir erkeğin yan tarafında namaza durursa, erkeğin namazı bozulur (İmam Şafiî): Kıyasa göre bu durumda kadının namazı bozulmadığına göre, erkeğinkinin de bozulmaması gerekir. Fakat bizim 'bu durumda erkeğin namazı bozulur' dememizin gerekçesi şudur: Erkek kendisine uyan camaatın nerede durması gerektiğini bildirme farzını yerine getirmemiştir. Zira o kadının geride durmasını temin etmekle mükellef olan kadın değil, erkekdir. Bunu yapmadığı takdirde; kadının değil, erkeğin namazı bozulur. Bir kadın safda durursa; sağındakinin, solundakinin, tam arkasındakinin namazı bozulur. İki kadın safda dururlarsa; birinin sağındakinin, diğerinin solundakinin ve her birinin tam arkasındakilerin olmak üzere; dört kişinin namazlarını bozarlar. Üç kadın safda dururlarsa, beş kişisinin namazını bozarlar. İmam Muhammed'den nakledilen görüşe göre; bunlar son safa kadar her safdan üçer kişinin namazını bozarlar. Ebû Hanîfe'nin kavline göre, sahih ve muhtar olan da budur. İki kadın olması halinde İmam Ebû Yûsuf’a göre de böyle olur. Kadınlar tam bir saf oluştururlarsa, arkalarındaki safların hepsinin namazı bozulur. Aynı hizada durmakla namazın bozulmasının şartı; kadınla erkeğin kıldıkları namazın aynı namaz olması, mutlak olması, bulundukları seviyenin aynı olması, kadının şehvet çeken biri olması, erkekle kadının arasında bir perde veya manianın bulunmamasıdır. Bir kadınla erkeğin arasında en azından bir ayak topuğu kadar mesafe bulunmalıdır. [98]

 

Kadınların Cemaate Gelmelerinin Hükmü:

 

Kadınların cemaate gelmeleri mekrûhdur: Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Evleri kendileri için daha hayırlıdır.” Çünkü kadınların cemaate gelmeleri halinde fitneden korkulur. Bu hüküm genç kadınlar içindir. Yaşlı kadınlar sabah, akşam ve yatsı namazlarında evlerinden çıkıp cemaate gelebilirler. Ebû Hanîfe dedi ki; yaşlı kadınlar her vakitte cemaate gelebilirler. Çünkü onlar hakkında fitne söz konusu değildir. Zira fâsıklar öğle ve ikindi vaktinde etrafa dağılırlar. Akşam vakti de yemekle meşgul olurlar. Yatsı ve sabah vakitlerinde de uykuda olurlar. Ama yine de nadiren söylenen her sözü duyup etrafa yayan biri vardır. Zamanımızda fesad yaygın olduğu ve kötülükler alenen işlendiği için; kadınların evlerinden çıkmamaları tercihe şayandır, cemaate gelmeleri caiz değildir. [99]

 

Kadınların    Kendi  Aralarında    Cemaat   Olmalarının Hükmü :

 

Kadınların kendi aralarında cemaatle namaz kılmaları mekrûhdur (İmam Şâfıî): Çünkü onların cemaatle kılmalarında bir vâcib veya mendub mutlaka eksik kalır. Ezan okumalan, kamet getirmeleri, imamlarının önlerine geçmesi mekrûhdur.

Eğer kandi aralarında cemaatle namaz kılarlarsa; içlerinden imam olan öne geçmeyip, ilk safın ortasında durur: Hz. Âişe (ra) den böyle rivayet edilmiştir. Bu onun ilk zamanlarda böyle yaptığı şeklinde yorumlanabilir.

Özrü olmayanın özürlüye (İmam Şâfıî), Kur'an-ı kerîm okumasını bilenin bilmeyene, giyinik olanın çıplak olana (İmam Şâfıî), rükû ve secdeyi aslî şekliyle yerine getirenin (İmam Şâfıî) îma ile bu rükünleri ifa edene, farz  kılanın nafile kılmakda olana (İmam Şâfıî) uyarak namaz kılması caiz değildir: Bu hükmün dayandığı esas şudur: Cemaatin namazı sahihlik ve fasidlik bakımından imamın namazına dayanır.  Bu hususda Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:  

“İmam mes'ûl (ve kefil) dir.” [100] Yani kendisine uyarak namaz kılanın namazından mes'ûldür. Onun namazının noksanlıkarınm ikmaline kefildir. Eksiğin tamam olan üzerine bina edilmesi caizdir. Ama bunun aksi caiz değildir. Çünkü zayıf, kuvvetli için temel olamaz. Zira eksik olan, eksikliği kadarıyla yok olan bir binaya temel olur ki; bu da imkânsızdır. Bu böyle bilindiğine göre biz deriz ki; özürsüzün hali özürlününkinden daha kuvvetlidir. Kur'an-ı kerîm okumasını bilenin hali, bilmeyeninkinden daha kuvvetlidir. Giyinik olanın hali, çıplağınkinden daha kuvvetlidir. Rükû ve secdeyi aslî şekliyle ifa edenin hali, îma ile bu rükünleri yerine getireninkinden daha kuvvetlidir. Farz namaz kılmakda olanın hali, nafile namaz kılmakda olanınkinden daha kuvvetlidir. Şu halde durumları kuvvetli olanların, zayıf olanların arkasında namaz kılmaları caiz değildir.

Bir farzı kılanın başka bir farzı kılmakda olana (İmam Şâfıî) uyarak namaz kılması caiz değildir: Cemaat imama ortakdır. Şu halde namazlarının aynı olması gerekir. Ümmî bir kimse Kur'an-ı kerîm okumasını bilenlere ve kendisi gibi ümmî olanlara imamlık etmesi halinde; hepsinin namazı fâsid olur. İmameyn dediler ki; imamın ve kendisi gibi ümmî olanların namazları sahih olur. Çünkü bilgi bakımından birbirleriyle aynı haldedirler. Tek başlanna namaz kıldıklarında durumları ne ise, cemaatle kıldıklarında da aynı durumdadırlar. Ebû Hanîfe dedi ki; eğer okumasını bilen birini öne geçirirlerse, bunların hepsi (hükmen) Kur'an-ı kerîm okumaya muktedir olurlar. Çünkü hadîs-i şerifin hükmüne göre imamın okuyuşu onların da okuyuşu gibidir. Bunlar namazda kıraate muktedir oldukları halde, kıraati terk ettiklerine göre; namazları bâtıl olur.

Bazı harfleri telâffuz edemeyen kimse de, bu hükme tabidir. Dediler ki; açıkladığımız sebeplerden ve ayrıca cemaati azaltacağından dolayı; bu kişinin başkalarına imamlık etmesi daha uygun olur. Ama yalnız başına namaz kıldığında iyi telâffuz edemediği harfleri içermeyen bir âyet bulamazsa, o zaman namazı icmâ ile caiz olur. Öyle bir âyet bulduğu halde, yine de iyi telâffuz edemediği harfleri içeren âyetleri okuyarak namaz kılarsa; bir görüşe göre namazı yalnız başına kılan dilsizinki gibi caiz olur. Bir başka görüşe göre ise; kıraat bildiği halde, kıraatsız namaz kılan bir kimse gibi olduğundan dolayı namazı caiz olmaz. Bu kişi dilsize benzemez; çünkü o hiç imam bulamayabilir de. [101]

 

Abdestlinin Teyemmümlüye Uyması:

 

Abdestlinin teyemmümlüye (İmam Şâfıî) uyarak namaz kılması caizdir: İmam Muhammed dedi ki; caiz değildir. Çünkü teyemmüm özür sahibinin temizliği gibi zaruri bir temizlikdir. Bizim delilimiz ise; şu rivâyetdir; Amr b. Âs (ra) soğuk bir gecede cünüb olmuş, teyemmüm ederek arkadaşlarına namaz kıldırmıştı. Sonra bunu kendisine anlattığında Hz. Peygamber (sas) namazı yeniden kılmasını emretmemişti. Önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi; suyun yokluğunda teyemmüm de bir temizlikdir. Şu halde abdestlinin teyemmümlüye uyarak namaz kılması, temizin temize uyarak namaz kılması gibidir.

Ayağını yıkamış olanın meshedene uyarak namaz kılması caizdir: Çünkü mest, abdestsizliğin ayağa sirayet etmesine mani olur. Abdestsizlik meste geçer ve meshetmekle kalkar.

Ayakda kılanın oturarak kılana (İmam Şâfıî) uyarak namaz kılması caizdir: İmam Muhammed buna muhalifdir. Kıyas da böyledir. Çünkü ayakda duranın hali, oturanınkinden daha kuvvetlidir. Bizim bu hususdaki dayanağımız şudur; Hz. Peygamber (sas) son kıldığı namazı oturarak kılmış, insanlar da arkasında ayakda durarak kendisine uymuşlardı. Böyle bir durumda kıyas bir kenara bırakılır. [102]

 

Nafile Kılanın Farz Kılana Uyması:

 

Nafile   kılanın   farz   kılana   uyarak namaz kılması caizdir: Çünkü  nafile  kılanın  hali,   farz kılanınkinden daha zayıfdır. Zayıfın kuvvetli üzerine bina edilmesi caizdir. Ayrıca zayıf durumda bulunan nafile kılanın namazın aslına niyyet etmesi gerekir ki; bu niyyet mevcuttur. Ama bunun tersinde; yani farz kılanın nafile kılana tabi olmasında bu mümkün değildir. Çünkü farz kılanın hem namazın aslına hem de namazın farziyetine niyyet etmesi gerekir ki; nafile kılanda namazın farziyetine niyyet yoktur.

İmamın kendisine abdestsiz namaz kıldırdığını bilen, namazı yeniden kılar (İmam Şafiî): Zira açıklamış olduğumuz gibi; cemaatin namazı şahinlik ve fasidlik bakımından, imamın

kine bağlıdır. Bu sebepledir ki; imamın sehvi halinde, cemaatin de sehiv secdesi etmesi gerekir. Rükûda imama kavuşursa, imamın kıraatiyle iktifa eder. Cemaatin namazı imamınkine bağlı olduğuna göre; imamın namazının bozulması halinde, cemaatin de namazı bozulur.

İmam şaşırınca, cemaatten biri ona hatırlatır: Hz. Peygamber (sas)  buyurdu   ki;  

“İmam senden yemek isterse, ona yedir.” [103]

Belki imamın kendisi hatırlar diye, ona hemen hatırlatmak gerekmez. İmamın da cemaati hatırlatmaya mecbur bırakmaması gerekir. Eğer namazı caiz kılacak kadar kıraatta bulunmuşsa, rükûa varması gerekir.

Fakat imamdan başkasına hatırlatırsa, namazı bozulur: Çünkü hatırlatmak, bir öğretmek ve öğrenmektir. Cemaatin imamı hakkında kıyasın gereği budur. Ancak biz onu yapmış olduğumuz rivayetin hükmüyle baş başa bıraktık. Çünkü hatırlatmada imamın namazını düzeltme vardır. Bu sebeple kıyas ve rivayet birbirlerinden ayrılmış oldular.

İmam   namazda hiç Kur'an-ı kerîm okuyamazsa, başkasını öne çeker. Bu caizdir (İmam Şafiî): İmameyn'e göre caiz değildir. Çünkü bu az rastlanılan bir durumdur. Nass bulunan yerde kıyas yapılamaz. Ebû Hanîfe ise, câizliğin gerekçesini şöyle açıklar; imamın yerine bir başkasını geçirmesi namazı tamamlamakdan âciz kalması illetinden dolayıdır ki; bu illet burada mevcuttur. Bunun az rastlanılan bir durum oluşunu kabul etmiyoruz. Ama imam namazın caiz olacağı kadar kıraatte bulundukdan sonra başına bu hal gelmişse, yerine bir başkasını geçirmesinin caiz olmadığı hususunda icmâ vardır.

İmam sabah namazında kunut okursa, cemaat  bir  şey okumayıp susar (İmam Şâfıî): Biz bunu açıklamıştık. [104]

 

NAMAZDA   İKEN  YAPILMASI   MEKRUH OLAN İŞLER

 

1- Elbiseyle oynamak: Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Doğrusu Allah (cc) namazda bir şeylerle oynamanızı sizin için mekrüh gördü.” Çünkü  namazda  elbiseyle   oynamak, huşûa zarar verir. Hz. Peygamber (sas) namaz kılarken bir şeyle oynamakda olan bir adamı gördüğünde şöyle buyurmuştu:  

“Eğer bunun kalbi huşu içinde olsaydı, uzuvları da huşu içinde olurdu.” [105]

2- Parmakları  çıtlatmak: Açıkladığımız sebepden ve ayrıca Hz. Peygamber (sas) in yasaklamış olmasından  dolayı namazda parmaklan çıtlatmak mekrûhdur.

3- Elleri böğrüne koymak: Böyle yapmakla eller sünnet olan yere konulmamış olur. Hz. Peygamber (sas) de bunu yasaklamıştır. [106]

4- Erkeklerin  uzun saçlarını kadınlar gibi toplayıp tepelerine bağlamaları veya iki örgü haline getirmeleri ve bu kıyafetleri ile namaz   kılmaları:   Hz. Peygamber (sas) kılmasını yasaklamıştır.erkeğin bu şekilde namaz kılmasını yasaklamıştır.

5- Elbiseyi   tepeden   aşağı   sarkıtmak: Hz. Peygamber (sas) elbiseyi   başın   üstüne   koyup,   uçlarının   yan   taraflara   sarkıtı imasını yasaklamıştır. Çünkü bu ehl-i kitabın yaptığı bir iştir.

6- Köpek oturuşu gibi oturmak: Ebû Zerr (ra) dedi ki; dostum  Hz. Peygamber (sas) bana üç şeyi yasakladı; horozun yerden tane toplayışı gibi acele secde edip başı yerden çabuk kaldırmak, köpek oturuşu gibi oturmak,  dirsekle el arasındaki kısmı secdede tilki gibi yere sermek. [107] Köpek oturuşu şöyledir: makat üzerine oturulup baldırlar dik tutulur. Dizler göğse yapıştırılır ve eller de yere konulur.

7- Sağa sola dönüp bakmak: Hz. Peygamber (sas) namazda sağa sola dönüp bakmayı yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

“Bu şeytanın sizin namazınızdan yaptığı bir hırsızlıktır,  [108]

8- Özürsüz bağdaş kurmak;  mekruhtur. Çünkü bu sünnet olan oturuş şekline halel getirir. Kaldı ki bu, ceberut kimselerin oturuş şeklidir. Bu   sebeple demişler ki; namaz haricinde de başdaş kurarak oturmak mekruhtur.

9- Zaruret olmadan çakıl taşlarını düzeltmek: Çünkü böyle yapmak boş bir hareket ve oyundur. Ancak mecburiyet olursa, müstesna. Namaz kılarken çakıl taşlarını düzelten Ebû Zerr (ra) e Hz. Peygamber (sas) şu ikazda bulunmuştu;

Ey Ebû Zerr, bunu ya bir defada yap, ya da bırak.”

10- Eli ile (İmam Şâfıî) veya dili ile selâm almak: Dil ile selâm almak insan kelâmı olduğundan dolayı, namaz kılmakda olan bir kimsenin verilen selâmı dil ile alması mekruhtur. El ile selâm almak da aynı mânayı taşıdığından dolayı, mekruhtur.

11- Esnemek, gerinmek: Çünkü Hz. Peygamber (sas) namazda esnemeyi menetmiştir. Kişiyi zorlarsa, o zaman mümkün mertebe yutulmaya çalışılır. El de ağzın üzerine konur. Hz. Peygamber (sas) bu durumda böyle davranılmasını emretmiştir.

12- Gözleri yummak; mekruhtur: Çünkü Hz. Peygamber (sas) bunu yasaklamıştır.

13- Tesbih ve âyetleri saymak: İmam ebû Yûsuf bunun mekruh olmadığını söylemiştir. İmam Muhammed'in de bu görüşde olduğu rivayet edilmiştir. Ama İmam Muhammed'in bu konuda Ebû Hanîfe ile aynı görüşü paylaştığına dair bir rivayet de vardır. Ebû Yûsuf un gerekçesi şudur; namazda sayılı âyetler okumak gerektiğine dair sünnetten nakiller gelmiştir. Bu âyetlerin sayısını bilmek de ancak saymakla olur. Ebû Yûsuf dan nakledildiğine göre, kendisi nafile namazlarda okunan âyetlerin sayılmasının caiz olduğunu söylemiştir. Çünkü farzda müsamaha edilmeyen bazı şeyler nafilede müsamaha ile karşılanırlar. Ebû Hanîfe'den nakledildiğine göre; namazda okunan âyetlerin ve yapılan tesbihlerin elle sayılması sünnetin emrettiği şekli bozar. Dolayısıyla boş harekete ve oyuna benzer. Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Namazda ellerinizi (lüzumsuz hareketlerden) alıkoyun.” Namazda okunan âyetlerin kalbde sayılması, kalbi huşûdan alıkor ve dünyevî işler üzerinde düşünmeye benzer. Ama sünnet olan sayının namaz dışında sayılması ile o kadar okunması mümkündür. Bunların namazda sayılmasına ihtiyaç yoktur.     

Namazda iken yılan ve akrep öldürmenin namaza bir zararı olmaz: Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Namazda bile olsanız, o ikisini öldürün.” [109]

 

NAMAZI BOZAN ŞEYLER

 

Bir kimse namazda yer, içer, konuşur yahut mushafi açarak yüzünden okursa, namazı bozulur (İmam ebû Yûsuf, İmam Muhammed): Yemek ve içmek; amel-i kesir (çok sayılan bir iş ve hareket) olduğundan dolayı, namazdan değildir. Konuşmaya gelince; bununla alâkalı olarak Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Doğrusu bizim şu namazımızda insanların sözlerinden birini söylememiz uygunolmaz.[110] Mushafa bakarak yüzünden okumanın namazı bozması; Ebû Hanîfe'nin görüşüdür. İmameyn'e göre bu durumda namaz bozulmaz. Çünkü mushafa bakmak ibadettir, namazı bozmaz; ancak bunun namazda yapılması mekrûhtır. Çünkü böyle yapmak ehl’i kitaba benzemektir. Ebû Hanîfe ise, bunun namazı bozuş gerekçesini şöyle açıklamaktadır; mushafa bakarak okuyan kişi mushafi elinde tutuyorsa, onun bu yaptığı amel’i kesirdir. Çünkü mushafi hem taşıyor; ham de yapraklarını çeviriyor. Eğer mushaf yerde ise, onun mushafa yerde bakıp okuması öğrenme işidir ki; bu başkalarından okuyup öğrenmek gibi amel’i kesirdir ve namazı bozar.

Namazda inlemek, ah vah etmek, sesli olarak ağlamak da namazı bozar: Çünkü bunlar da insan kelâmından sayılırlar.

Ancak bunları cenneti ve cehannemi hatırlamakdan dolayı yaparsa, namazı bozulmaz: Çünkü bu huşûun fazlalığındandır. [111]

 

NAMAZDA İKEN ABDESTİN BOZULMASI

 

Namazda iken abdesti bozulan; hemen abdest alıp, namazın kalan kısmını tamamlar (İmam Şâfıî): Hz. Peygamber (sas) buyurdu ki;

“Bir kimse namazını kılmakda iken kusar veya burnu kanarsa; namazdan ayrılıp abdest alsın ve konuşmadığı takdirde namazına kaldığı yerden devam etsin. [112]

Eğer bu durumdaki kişi yalnız başına kılmakda ise; isterse namazını bırakdığı mekâna döner, isterse evine gidip namazını tamamlar. İmama uyan kişi ile imam namazlarını bırakmış oldukları mekâna dönerler. Ama ikinci imam namazı tamamlamışsa, o takdirde serbest olurlar. Dilerlerse namazı bıraktıkları mekâna dönerek; dilerlerse evlerine giderek namazlarım tamamlarlar. Fakat yeni başdan kılması daha iyi olur: İhtilaf alanından çıkması ve namaz fiilleri arasına namazdan olmayan fiillerin fasıla olarak girmemesi için yeniden kılması daha iyi olur. Denildi ki; bu durumla karşılaşan kimse imam veya imama uyan bir kimse ise; cemaat faziletini elde etmek için, namaza bıraktığı yerden devam etmesi daha iyi olur.

İmamın abdesti bozulursa; yerine cemaatten birini geçirir (İmam Şâfıî) : Bununla ilgili olarak Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Bir imamın abdesti bozulursa, namazı bırakıp, başından beri cemaate yetişmiş bir adama baksın. İnsanlara namaz kıldırması için, onu öne geçirsin.” Yürümek, suyu avuçlamak, kuyudan su çekmek veya kovanın söküğünü dikmek gibi yapılması mecburi işlerin bu arada yapılmış olması, namaza kalınan yerden devam etmeye mani olmaz. Ancak abdest almak için bir nehre varır, ama orada abdest almayıp, başka bir nehre giderse; namazı bozulur.

Namazda delirir, uyuyakalır, ihtilam olur veya bayılırsa; namazı bırakmış ve bozmuş olur: Çünkü bu gibi haller nadiren meydana gelirler. Şer'î hükmün vârid olduğu yerde kıyas yapılamaz. Nass abdest için vârid olmuştur. Gusül abdestten daha çok işi ve yıkamayı gerektirir. O halde abdesti ona kıyaslayamayız. Kaldı ki; delirme, uyuyup ihtilam olma ve bayılma durumlannda avret yerlerinin açılmasına ihtiyaç duyulmaktadır ki; bu da namazda kesinti meydana getirir. Namaz kılmakda olan kişi bir kadına bakıp menisi gelirse; yine namazı bozulur.

Namazın sonunda tahiyyat okuyacak kadar oturdukdan sonra daha henüz selâm vermemişken abdesti bozulursa; hemen .abdest alınıp, selâm verilir (İmam Şâfiî): Çünkü geride selâm vermekden başka yapacak bir iş kalmamıştır. Fakat abdesti kasden bozmuş ise; namazı tamamlanmış olur (İmam Şafiî): Namaz fiilleri tamamlanmıştır. Geride yapılması gereken bir namaz rüknü de kalmamıştır. Kasıt mevcut olduğu için, namaza kalınan yerden devam etme imkânı da kalmamıştır. Yapılması gereken namaz rükünlerinden hiç biri üzerinde kalmadığına göre; namazı tamamlanmıştır. Bununla ilgili açıklama daha evvel geçmişti.

Namazın sonunda tahiyyatı okuyacak kadar oturdukdan sonra kişinin üstüne hariçden bir pislik isabet eder veya kafası kırılırsa, namaza kaldığı yerden devam etmez. Ebû Yûsuf dedi ki; bu da o esnada abdesti bozulan kimse gibi namaza kaldığı yerden devam eder.

Biz diyoruz ki; burada adam. abdesti sağlam kalmakla birlikde namazı bırakır. Bu kişinin hali hakkında nassın vârid olduğu hal ile aynı mânada değildir. Ve hüküm kıyasın aslı üzerine durmakda devam eder. [113]

 

GEÇMİŞ NAMAZLAR VE BUNLARIN KAZASI

 

Geçmiş namazlar hatırlandıkları zaman hazarda veya seferde geçtiklerine göre kaza edilirler: Hz. Peygamber (sas) bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

“Birkimse uykuda kaldığı veya unuttuğu için bir namazı kılamazsa,   hatırladığında kılsın Çünkü hatırlandığı an,

namazın vaktidir. Başkaca vakti yoktur.” [114] Yukarıda; 'geçtiklerine göre kaza edilirler' demiştik. Çünkü kaza, edanın bir benzeri ve onu yerine getirmedir.

Geçmiş namaz vakit namazından önce kaza edilir. Ancak vaktin darlığındanvakit namazının geçmesinden korkutursa; önce vaktin namazı kılınır. Geçmiş namazlar kaza edilirken, tertibe uyulur: Kaide gereği; kaza ile vakit namazı arkasında ve kaza namazları arkasında tertibe uymak şarttır. İbn. Ömer'den rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse bir namazı unutur da, imama uyarak kılmakda olduğu bir namazda iken hatırlarsa; imamla beraber kılmakda olduğu namazı tamamlasın. Unutmuş olduğu namazı da ondan   sonra  kılsın. Sonra imamla beraber kılmış olduğu namazı da yeniden kılsın.” [115]

Tertibe uymak şart olmasaydı, Hz. Peygamber (sas) ona namazı yeniden kılmayı emretmezdi. Rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (sas) Hendek savaşında dört vakit namaz kılamamış, sonra bunları tertibe (sıraya)   uyarak   kaza   etmiş ve şöyle buyurmuştu;  

“Ben nasıl namaz kılıyorsam, bakın ve siz de öyle kılın.” [116]

 

Tertib Sahibi Olmak ve Tertibin Düşmesi:

 

Tertib; unutmak, vakit namazının geçme korkusu ve beş vakit namazdan fazla namazın kazaya kalması ile (İmam Züfer) düşer: Unutma sebebiyle tertib düşer. Zira  Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:   

“Hata, unutma ve zorlanmadan dolayı meydana gelen suçların mes'ûliyeti ümmetimin üzerinden kaldırılmıştır.”[117]

Bu ve bundan önceki hadîs-i şerîf bu konuda esasdır. Yani geçmiş namaz hatırlandığı anda kaza edilir. Hatırlanmazsa; o takdirde vaktin namazı ile geçmiş namaz aynı vaktin bir araya getirmediği iki namaz olurlar ki; kılınışda aralarında tertibe uymak gerekmez. Vakit namazının geçme korkusu da tertibe uyma mecburiyetini ortadan kaldıran bir sebepdir. Çünkü hikmet, kaybedilen geçmiş namazın peşine düşerken, mevcut olan vakit namazının zayi edilmesini gerektirmez. Kaldı ki; vakit namazının mevcudiyeti kitapla sabit olmuştur. Tertibin mevcudiyeti ise, âhad haberle sabittir. Vakit genişse, tertibe uyulur. Yani âhad haberle amel edilir. Ama dar ise; o zaman vakit namazını kılmak; yani Kitab ile amel etmek daha uygun olur. Kazaya kalan namazların çokluğuna gelince; bunun sınırı yedinci namaz vaktinin girmesidir. Çünkü çokluk tekrar iledir. Tekrar ise; altıncı vakit namazının vücubu iledir. Vücubu da namaz vaktinin sonunun girmesi iledir. Tekrar da yedinci namazın vaktinin girmesiyle tahakkuk eder. 'Beş vakit namazdan fazla namazın kazaya kalması ile tertib düşer' dememizin mânası da budur. Çünkü geçmiş namazların sayısı beşden fazla olunca, altı olur. Altı olunca da yedinci namazın vakti girer. İmam Muhammed dedi ki; altıncı namazın vakti girince, tertib düşer. Zira 'cins’ çoktur. Namaz cinsi ise, beş vakit namazdır. Bu yakın zamanda geçmiş olan namazlar için böyledir.

Daha evvelki zamanlarda geçmiş olan namazlara gelince; sahih kavle göre bunlar yenilere tertib hususunda eklenmezler. Çünkü bunda zorluk vardır. Namaza gereken ehemmiyeti vermediği için kazaya bırakan kimseye ceza olsun diye eklenmesi gerektiğine dair zayıf bir rivayet de vardır.

Tertib düştükden sonra bir daha geri gelmez: Beş vakitten fazla namazın kazaya kalması sebebiyle tertib düştüğüne göre; tertibe uyma mecburiyeti geri gelir mi? Muhtar kavle göre geri gelmez. Çünkü[118]

tertib itibarî bir çoklukla düştüğüne göre, çokluğun kendisiyle; yani hakiki bir çoklukla haydi haydi düşer. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz; bir kimsenin bir aylık namazı geçer de; önce otuz sabah namazını, sonra otuz öğle namazını ve sırasıyla diğerlerini kaza ederse, bütün namazları sahih olur ve tertib de geri gelmez. Çünkü düşen şeyin bir daha geri gelmesi muhtemel değildir.

Aynı şekilde bir gün hariç olmak üzere; bir ayın namazlarını kaza eder ve o bir günlük namazı kaza etmediği hatırında iken, vakit namazını kılarsa; açıkladığımız sebepden dolayı caiz olur. Vitir kaza namazlarından sayılmaz; çünkü farz namazlardan değildir. Eğer vitri kazalardan sayacak olursak, altı vakit tamamlanmış olur ve tekrarın kapsamına girmez. Çoklukda esas alınan, tekrardır. [119]

 

Kaza Edilecek ve Edilmeyecek Namazlar:

 

Beş vakit namazla vitir namazı kaza edilir: Vitrin vâcib olduğunu açıklamıştık. Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse  uyuyakaldığı veya unuttuğu için vitri kılamazsa; hatırladığında veya uyandığında kılsın.” [120]

Başka bir rivayette ise şöyle buyurmuştur;

Bir kimse uyuyakalıp da vitri kılamamışsa, sabah kalktığında kılsın.” [121] Bütün bunlar vitir namazının vâcib olduğunu göstermektedir.

Farzı ile birlikde kazaya kalmışsa, sabah namazının sünnetide kaza edilir: Zira Hz. Peygamber savaş dönüşü yolda geçirdiği gecede kılamadığı sabah namazının farzını sünnetiyle birlikte kaza etmişti.

İmam Muhammed'den gelen bir görüşe göre, sabah namazının sünneti yalnız olarak kazaya kalmış olsa bile, kaza edilir. Zira Hz. Peygamber (sas) diğer sünnetleri değil de, sabah namazının sünnetini kaza etmiştir. Bu da kaza etme hükmünün sadece sabah namazının sünnetine mahsus olduğunu göstermektedir.

Öğle namazının dört rek'atlik ilk sünneti de, öğle farzından sonra kaza edilir: Hz. Âişe (ra) demiş ki; Hz. Peygamber (sas) farzından önce öğle namazının sünnetini kılamazsa, öğle vakti içinde farzından hemen sonra kaza ederdi. Çünkü vakit öğle vaktidir. Kılınan namaz da öğle sünnetidir.

Sonra Ebû Yûsuf a göre dört rek'atlik bu ilk sünnet öğlenin iki rek'atlik sünnetinden önce kaza edilir. Çünkü bu ilk sünnet o iki rek'atlik sünnetten evvel meşru kılınmıştır. İmam Muhammed'e göre ise; dört rek'atlik ilk sünnet farzdan evvel kılınmamışsa, son sünnetten sonra kaza edilir. Çünkü o ilk sünnet kendi mahallinden sonraya kalmıştır. Artık ikinci sünnetin de kendi mahallinden sonraya kalmasının bir mânası olmaz. Ama ikindi namazının sünnetinde hüküm bunun tersinedir. Çünkü bu öğleninki gibi müekked değildir. Ayrıca Hz. Peygamber (sas) de ikindi farzından sonra sünnet kılınmasını yasaklamıştır. [122]

 

SÜNNET VE MÜSTEHAB NAMAZLAR (NEVAFİL)

 

Ümmü Habîbe, Âişe, Ebü Hüreyre, Ebû Musa el- Eş'arî ve İbn Ömer (r. anhüm) den rivayet edilmiştir; Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu:

Kim gece ve gündüzünde on iki rek'at sünnet namaza devam ederse, Allah (cc) cennette onun için bir ev yapar. Bunlar şu müekked sünnetierdir; sabah namazından evvel iki rek'at, öğle namazından evvel dört, sonra iki rek'at, akşam namazından sonra iki rek'at,  yatsı namazından  sonra  iki  rek'at.” [123] Bunlar müekkeds ünnetlerdir. Terk edilmeleri uygun olmaz. Sabah namazının iki rek'atlik sünneti ile ilgili olarak Hz. Peygamber(sas) şöyle buyurmuştur:

“At(lı) sizi yakalayacak olsa bile, sabahın iki rek'atlik sünnetini kılın.” [124] Yine buyurdu ki;

“Sabahın iki rek'atlik sünneti dünyadan ve dünyadaki şeylerden daha hayırlıdır.” [125] Bunu Hz. Âişe rivayet etmiş ve öyle ki, Hz. Peygamber (sas) bu sünnetin özürsüz olarak oturarak kılınmasını mekruh saymıştır.

Bir başka hadîs-i şerîfde Öğlen sünneti hakkında Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Öğle (farzı) nden önce dört rek'atlik sünneti terk eden kimse, şefaatime nail olmaz.”

Öğlen farzından sonra dört rek'at namaz kılmak müstehabdır. Ümmü Habibe (ra) dedi ki; Hz. Peygamber (sas) in şöyle buyurduğunu işittim:  

“ Bir kimse öğleden evvel ve sonra dörder rek'at kılmaya devam ederse, Allah (cc) ona ateşi haram kılar. [126]

İkindi farzından önce dört rek'at: Ebû Hanîfe'ye göre ise iki rek'at kılmak müstehabdır. Bütün bunlara dair Hz. Peygamber (sas) den rivayet edilmiş sünnet vardır.

Akşam farzından sonra altı rek'at kılmak müstehabdır. Ebû Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse akşam namazından sonra altı rek'at kılar ve bunların arkasında, bir şey konuşmazsa, bu altı rek'at onun için on iki senelik  ibadet yerine geçer.” [127] Akşam namazından sonra nafile kılmanın faziletinin çok olduğuna dair rivayetler vârid olmuştur. Zayıf bir rivayette anlatıldığına göre bu geceleyin yapılan ibadettir ki; Kur'an-ı kerîmde buna Nâşiete'l-leyl adı verilir. Akşam namazından sonra kılınan altı rek'atlik bu nafile namaza evvâbin namazı denilir, Hz. Âişe (ra) den rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse akşam namazından sonra yirmi rek'at kılarsa, Allah (cc) cennette ona bir ev yapar.” [128]

Yatsı farzından önce ve sonra dörder rek'at namaz kılmak müstehabdır: Zayıf bir rivayete göre; önce ve sonra ikişer rek'at kılmak müstehabdır. Hz. Âişe (ra) den rivayet olunduğuna göre; Hz. Peygamber (sas) yatsıdan önce ve sonra dörder rek'at kılar; sonra da uzanıp yatarmış.

Cuma farzından önce dört, sonra da dört rek'at sünnet kılınır (İmam ebû Yûsuf): İbn. Mes'ûd (ra) dan böyle rivayet edilmiştir. Ebû Hüreyre (ra) den rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:  “Cuma namazını kılan bir kimse farzdan evvel dört, farzdan sonra da dört rek'at nafile namaz kılsın.[129]

Denildi ki; cumanın farzından sonra iki selâmla altı rek'at namaz kılmanın müstehab olduğu Hz. Ali (ra) den rivayet olunmuştur. İmam Ebû Yûsuf da bunu benimsemiştir. Ardısıra sünnet kılınacak olan farz namazdan sonra oturmak mekrûhdur. Oturmamak, aksine farzdan hemen sonra sünnet kılmak gerekir ki; farz ile sünnetin arasına fasıla konulmuş olmasın. Hz. Âişe (ra) den rivayet olunduğuna göre; Hz. Peygamber (sas) farz namazı kıldıkdan    sonra;  “Allahümme ente's- Selâmü ve minke's- selâm ve ileyke yeûdu's- selâm tebarekte yâ ze'l- Celâli ve'l-ikram.” [130] diyecek kadar oturur, sonra da sünneti kılmaya kalkardı.

Farzın kılındığı yerde nafile kılınmaz. Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Sizden biri (farz) namazını tamamladıkdan sonra nafilesini kılmak için (bulunduğu yerden) öne ve arkaya geçmekden âciz mi kalıyor?!Farz kılındıkdan sonra cemaatin nafile kılarken safları dağıtması da müstehabdır ki; o esnada içeri giren kişi onların farz kılmakda olduklarını zannetmesin.

Nâfîle bir namaza başlamakla, onu tamamlamak (İmam Şâfıî) bozulduysa da kaza etmek lâzım gelir (İmam Şâfıî): Zira Allah (cc) buyuruyor;

Amellerinizi iptal etmeyin.[131] Bu hüküm verilirken oruca kıyas yapılıyor. Oruçla namaz arasında fark olmadığı için; nafile namaza başlamış olanın o namazı tamamlaması, bozulunca da kaza etmesi gerekir. Zira Hz. Peygamber (sas) yemeğe davet edilen oruçlu birine şöyle buyurmuştu;

“Kardeşinin dâvetine icabet et. Oruçlu olduğun günün yerine bir gün kaza et.” Bir başka hadîs-i şerîfde Hz. Peygamber (sas) nafile oruçlarını bozmuş  olan Âişe ile Hafsa (ra) annelerimize şöyle buyurmuş:

“Bunun yerine bir gün kaza edin ve bir daha da böyle yapmayın.” [132] Bir kimse ayakda kılabilecek durumda olsa bile; nafile namazı oturarak kılarsa, caiz  olur. Zira Hz. Âişe (ra) demiş ki; “Rasülullah (sas) oturarak kılardı. Rükûa varmak istediğinde kalkıp bir kaç âyet okur; sonra rükû ve secdeye varır, sonra yeniden otururdu.” Ayrıca namaz müslümanın sevap kazanması için en hayırlı bir vaziyet olduğundan dolayı; namaz kılan kişinin ayakda durması bazan zorlaşınca hayrı elde etmek için oturarak kılması caiz olur. Bu hususda her hangi bir ihtilaf nakledilmiş değildir.

Bir kimse nafile bir namaza ayakda başlayıp, Özrü olmadan oturursa; mekruh olmakla beraber namazı caiz olur (İmam ebû Yûsuf, İmam Muhammed): İmameyn'e göre caiz olmaz. Nezir (adak) lerde olduğu gibi. Ebû Hanîfe'ye göre ise, caizdir. Çünkü namazda kıyamın yerine getirilmemesi; namazın başlangıcında olduğu gibi, başlangıçdan sonraki her hangi bir safhasında da nafileyi iptal etmez. Çünkü kıyam, nafile namaz için zâid bir sıfattır, nafile oruçların peş peşe tutulmasında olduğu gibi, ancak sarih olarak 'ben nafile namazı kıyamı ile kılacağım' diyerek üslenmek durumunda, kıyam mecburi olur. Bu sebeple bu mes'ele nezir mes'elesine benzememektedir.

Gece namazlarında iki, dört, altı (İmam ebû Yûsuf, İmam Muhammed, İmam Şafiî)

veya sekiz rek'atte bir selâm verilir: Hz. Peygamber (sas) in teheccüd kılarken bütün bu şekilleri tatbik ettiği rivayet edilmiştir.

Bir selâm ile bundan fazla namaz kılmak mekrûhdur: Çünkü bunu beyan eden bir nakil mevcut değildir. Zayıf bir kavle göre; meselâ bir selâm ile sekiz rek'tin kılınması mekruh değildir.

Gündüz ise, iki veya dört (İmam Şâfıî) rek'atte bir selâm verilir. Böyle olmakla beraber; hem gece ve hem de gündüz namazlarında dört rek'atte bir selâm vermek daha iyidir: İmameyn dediler ki; teravih namazında olduğu gibi, en iyisi gece namazlarında iki rek'atte bir selâm vermekdir.

Ayrıca Hz. Peygamber (sas) in şu buyruğu da vardır;

Gece namazı ikişerlidir.” [133] Her iki rek'atte bir selâm vermek gerekir. Ebû Hanîfe'nin dayanağı ise; Hz. Âişe (ra) den gelen şu rivayettir; “Hz. Peygamber (sas) Efendimiz yatsıdan sonra dört rek'at kılardı ki; o rek'atlerin   ne kadar güzel ve uzun olduğunu sorma. Sonra dört daha kılardı ki; onların da ne kadar güzel ve uzun olduğunu sorma.” [134]

Hz. Peygamber (sas) bir selâm ile dört rek'at kılarak, kuşluk namazına devam ederdi. Böyle yapmak, iftitah tekbirini dört rek'at boyunca daha fazla devam ettirmekdir. Dört rek'ati bir selâmla kılmak, iki selâmla kılmakdan daha iyidir. Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Amellerin en faziletlisi, en zor olanıdır.”

Teravihin iki rek'atte bir selâm verilerek kılınmasına gelince; bu cemaatle eda edildiğinden, cemaati sıkmamak için böyle kılınır. Bunun esası hafiflik ve kolaylığın sağlanmasıdır. Hz. Peygamber (sas) in gece namazı ikişerlidir mealindeki hadîs-i şerifi  doğrusunu Allah (cc) bilir Hz. Peygamber (sas) geceleyin namaz kılarken iki rek'atte bir oturup, tahiyyatı okurdu mânasındadır.

Her iki rek'at arasında tahiyyat okuyarak fasıla meydana geldiği için Hz. Peygamber (sas) gece namazlarına ikişerli adını vermiştir. Bunu şu rivayet de teyid etmektedir; Hz. Peygamber (sas) ikindiden önce dört rek'at namaz kılar, bu dört rek'atin arasına mukarreb meleklere ve onlara tâbi olan müslümanlara ve müminlere selâm vererek, fasıla koyardı. Tirmizî dedi ki; bunun mânası 'teşehhüde oturarak dört rek'atın ortasına fasıla koyardı'demektir.

Gündüzleyin bir selâm ile dört rek'attan fazla kılmak caiz olmaz; çünkü bunun câizliğine dair bir nakil mevcud değildir.

Kıyamın uzun olması, secdelerin çok olmasından daha üstündür: Câbir (ra) den rivayet edilmiştir: “Hz. Peygamber (sas) e soruldu; hangi namaz daha üstündür?

“Kunutun, kıyamın uzun tutulması (buyurdu).” [135] Çünkü bu daha meşakkatlidir ve bunda Kur'an-ı kerîm okumak vardır ki; Kur'an-ı kerîm okumak tesbihâtta bulunmakdan daha faziletlidir.

Nafile namazların her rek'atinde kıraat vâcibdir: Çünkü her iki rek'at bir namazdır. Çünkü nafilelerde bir iftitah tekbiri ile saadece iki rek'atin kılınması vâcib olur. Üçüncü rek'at için ayağa kalkmak, yeni alınan bir iftitah tekbiri gibidir. Hatta üçüncü rek'atte sübhâneke okumanın müstehab olduğunu söylemişlerdir.

Şehir dışında binek üzerinde bulunan bir kimse bineği hangi tarafa yönelirse yönelsin nafile namazını binek üzerinde îma ile kılabilir. İbn. Ömer dedi ki; “Hz. Peygamber (sas) i Hayber'e yönelmiş olarak merkeb üzerinde namaz kılarken gördüm.”

Rivayete göre Ebû Hanîfe sabah namazının sünnetini kılmak için bineğinden inermiş; çünkü bu iki rek'atlik sünnet, diğer sünnet namazlardan daha tekidlidir. İmam Ebû Yûsufa göre; şehir içinde de binek üzerinde nafile kılmabilir. Ama İmam Muhammed'e göre bu mekrûhdur. Ebû Hanîfe dedi ki; şehir içinde binek üzerinde nafile kılmak caiz olmaz; çünkü binek üzerinde nafile kılınabileceğine dâir nass, ancak şehir dışında bulunulmasıyla alâkalı olarak vârid olmuştur. Zira umumiyetle şehir dışında bineğe binme ihtiyacı hissedilir. Şehir içi buna kıyas lanamaz. [136]

 

TERAVİH NAMAZI

 

Teravih namazı sünnet-i müekkededir: Çünkü Hz. Peygamber (sas) bazı (Ramazan) gecelerinde teravih namazı kılmış, bize farz olabileceği endişesiyle, devamlı kılmayışının mazeretini açıklamıştır. Hulefa-yı Râşidîn de bu namaza devam etmişlerdir. Hz. Ömer (ra) in zamanından günümüze kadar bütün müslümanlar bu namazı kılmaya devam edegelmektedirler. Rasûlullah (sas) bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:  

Müminlerin güzel gördükleri şey Allah (cc) katında da güzeldir.” [137]

Esed b. Amr, İmam ebû Yûsuf'un şöyle dediğini rivayet etmiştir; Ebû Hanîfe'ye teravih namazı ve Hz. Ömer (ra) in bu namazla alâkalı yaptığını (yirmi rek'at olarak kılınmasına karar verişini) sordum; buna cevaben dedi ki, teravih namazı müekked sünnettir.

Ömer bunu kendinden uydurmuş değildir. Bu hususda bid'atçi de değildir. Bu kararı verirken mutlaka bir delile, Hz. Peygamber (sas) in bir sözüne dayanmıştır. Ömer (ra) bunu sünnet olarak ortaya koydu. İnsanları Übeyy b. Ka'b'ın yanında topladı. Übeyy teravih namazını aralarında bir çok sahabenin bulunduğu bir cemaate kıldırdı. Cemaat de Osman b. Afvan, Ali b. ebî Tâlib, Abdullah b. Mes'ûd, Abbas b. Abdülmuttalib, Abdullah b. Abbas, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam, Muaz b. Cebel, Übeyy b. Ka'b, muhacir ve ansardan (r. anhum) diğerleri de vardı. Hiç biri Hz. Ömer'in bu tatbikine karşı çıkmadı. Aksine hepsi ona muvafakat edip, destek verdiler ve müslümanların böyle yapmalarını emrettiler.

Teravihin cemaatle kılınması sünnettir ama, sünnet-i kifayedir. Bir mescidin bulunduğu mahalledeki insanların tamamı teravih namazını cemaatle kılmazlarsa, iyi etmemiş olurlar. Bazı kimseler cemaata katılmayıp, teravih namazını evlerinde yalnız başlarına kılarlarsa, kötü etmiş sayılmazlar.

Ramazan gecelerinde cemaatin yatsı namazından sonra toplanarak cemaatle beş terviha kılmaları gerekir. Her terviha dört rek'attir; her iki   rek'atte bir selâm verilir. Her dört rek'atten sonra dört rek'atlik bir namaz kılacak kadar oturulur. Teravih namazı tamamlanınca, yine bu kadar oturulur ve sonra imam cemaate vitir namazı kıldırır: Übeyy (ra) teravih namazını ashaba böyle kıldırmıştır. Bu kılış şekli Mekke ve Medine halkının da âdetidir.

Vitir sadece Ramazan ayında cemaatle kılınır: Bu hususda icmâ vardır. Ebû Yûsuf dedi ki; vitir namazını kıldırırken imam kunut duasını okursa, sesli okumaz. Ona tâbi olarak kılan kimse de kunutu okur. Çünkü o bir duadır. Kunut okurken en faziletlisi sessiz okumakdır. İmam Muhammed dedi ki; imam kunutu sesli okur. Cemaat de âmin der. Kur'an-ı kerîme benzediği için cemaat onu okumaz; zira ashab kunutun Kur'an-ı kerîmden olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Vitri yalnız başına kılan kimse kunutu dilerse sesli, dilerse sessiz okur. Vitir namazı cemaatle kılınmakda iken, sonradan gelip imama uyan kimse imamla birlikde kunutu okuduğu takdirde; imamın selâmından sonra vitrin kalan kısmını yalnız başına tamamlarken, ikinci defa kunut duasını okumaz. Çünkü o, kunutu imamla birlikde okumakla emrolunmuştur ki, imama uymuş olsun. Şu halde kunutun yeri imamla beraberlikdir. İmamın selâmından sonra ikinci defa kunutu okursa, kunutu yersiz olarak tekrarlamış olur ki; bu da meşru değildir.

İmam teravih kıldırırken, tahiyyattan fazlasını okumaz ama cemaate ağır gelmeyeceğini bilirse, salâvat ve diğer duaları da okur. İftitah tekbirinin peşinden sübhânekeyi okur.

Teravihin vakti; yatsıdan fecrin doğuşuna kadar geçen zamandır: Sahih olan da budur. Öyle ki; yatsıdan önce kılınırsa, caiz olmaz, ama vitirden sonra caiz olur. Çünkü teravih vakit bakımından vitre değil, yatsı namazına tabidir. Gecenin çoğunu teravihle geçirmek daha iyidir. Çünkü o gecenin kıyamı, yani namazıdır. Niyyet ederken teravihe veya gecenin sünnetine veya Ramazanın kıyamına niyyet edilir. Ziyadesiyle müekked olduğu için, teravihi ayakda kılmağa kuvvet varken, oturarak kılmak mekrûhdur. Teravih namazını hatim ile kıldırmak; yani Ramazan boyunca teravihlerde bir defa Kur'an-ı kerîmi hatmetmek sünnettir:   Ebû Hanîfe'den rivayet olunduğuna göre teravihin hitamında Kur'an hatmi tamamlansın diye, her rek'atta on âyet okunmalıdır.

En iyisi zamanımızda cemaati nefret ettirmeyecek kadar okumaktır. En faziletlisi, selâmlar (her dört rek'at) arasında, keza aynı selâmdaki iki rek'at arasında eşit miktarda okumaktır.

Bütün sünnetleri evde kılmak daha faziletlidir: Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Adamın namazlarının en faziletlisi, farz hariç olmak üzere kendi evinde kıldıklarıdır.” [138]

Teravih hariç: Çünkü teravihin cemaatle kılınması hükme bağlanmıştır. Biz bunu açıklamıştık. [139]

 

KÜSÛF (GÜNEŞ TUTULMASI) VE HUSÜF (AY TUTULMASI) NAMAZI

 

Güneşin tutulmasından dolayı kılınan namaz iki rek'attır. Sünnet namaz gibi kılınır (İmam Şâfıî): Aralarında Abdullah b. Mes'ûd, Abdullah b. Ömer, Semûre b. Cündeb ve Ebû Müsa el- Eş'ârî (r. anhum) nin de bulınduğu bir sahabe topluluğundan rivayet edilmiştir; Hz. Peygamber (sas) güneş tutulması esnasında bizim namaz kılışımız gibi, iki rek'at namaz kıldı ve namazda kıraati sessiz okudu. Diğer nafile namazlara bakıldığında, bu namazda da kıraatin sessiz olması gerekir. Güneş tutulduğunda Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştu:  

“Bu gibi şeylerden birini gördüğünüzde namaza sığının.” [140]

Bu namazı cuma imamı kıldırır: Çünkü bu bir toplantıdır. Fitne ve kargaşaya karşı tedbir olsun diye, tıpkı cuma namazında olduğu gibi imam (devlet başkanı) naibinin kıldırması gerekir. Önce de söylendiği gibi; bu namazı kıldıran imam kıraati sessiz okur (İmam Şâfıî) hutbe okumaz (İmam Şâfıî): Çünkü hutbe okunması gerektiğine dair bir rivayet gelmiş değildir. İmam namazda uzunca okur. Rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (sas) bu namazı kıldırırken ilk rek'atta Bakara sûresi kadar, ikinci rek'atta ise Âl-i İmran sûresi kadar okumuştur.

Eğer cuma imamı hazır değilse, herkes kendi başına iki veya dört rek'at namaz kılar: Çünkü bu nafile bir namazdır. Bu namazda esas, kargaşadan sakınmak ve herkesin münferiden kılmasıdır.

Namazdan sonra da güneş açılıncaya dek duâ eder: Hz. Peygamber (sas) böyle yapmış ve şöyle buyurmuştur: “Bu korkulu şeylerden birini gördüğünüzde; dua, zikir ve istiğfarda bulunarak Allah (cc) a yönelin.” [141]

Ay tutulmasında herkes kendi başına (İmam Şâfıî) namaz kılar: Çünkü ay tutulması gece meydana gelir. Bu namazı kılmak için geceleyin toplanmak çok zor olur. Gündüzün şiddetli bir karanlığın çökmesi, kasırga ve düşman korkusundan dolayı kılınan namazlar da, ay tutulması namazı gibi münferid olarak kılınır: Bunun sebebini de açıklamıştık. [142]

 

İSTİSKA NAMAZI

 

Yağmur Duası, Yağmur Yağdırmak İçin Değildir:

 

İstiska; yani Allah (cc) ın yağmur yağdırmasını dilemek için namaz kılınmaz (İmam Şâfıî, İmam ebû Yûsuf, İmam Muhammed) Ama duâ ve istiğfar vardır. Ancak insanlar yalnız başlarına namaz kılarlarsa, bu da güzel olur: Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) üzerinize gökden bol bol yağmur indirsin.” [143]

Ey kavmim, Rabbinizden bağış dileyin. Sonra da ona tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın.” [144] Bu âyetlerde Allah (cc) yağmur yağdırmayı kendisinden mağfiret ve bağış dileme şartına bağlamıştır. Meşhur bir hadîs-i şerîfde şöyle bir hadise anlatılır;

“Hz. Peygamber (sas) cuma günü bir bedevinin yanına gitti. Bedevi ona dedi ki; yâ Rasûlallah (sas) atlar ve davarlar helak oldu, yer kurudu. Allah (cc) a duâ et de, bize yağmur yağdırsın. Hz. Peygamber (sas) de ellerini kaldırıp duâ etti. Bu hadise ile alâkalı olarak Enes (ra) dedi ki; o esnada gök cam gibi idi. En küçük bir bulut dahi yoktu. Derken bir bulut peyda oldu ve yağmur yağdı. Öyle ki; güçlü bir adam dahi evine dönünceye kadar can kaygusuna kapıldı.  Yağmur ertesi cumaya kadar devam etti.” [145] Ayrıca Hz. Peygamber (sas) bu namazı bir kerre kılmış ve sonra kılmamış ve dolayısıyla sünnet olmuştur. Rivayete göre Hz. Ömer (ra) Hz. Abbas (ra) a duâ ettirerek yağmur duasına çıkmış ve duadan sonra Abbas cemaate şöyle demiştir; “Sizler için yağmur yağmasına vesile olacak mecadih-i sema ile duâ ettim.” [146]

İmam ebû Yûsuf ve İmam Muhammed dediler ki; imam ezansız ve kametsiz iki rek'at namaz kıldırır. Namazda kıraati sesli olarak okur. Sonra da bir yaya veya kendi kılıcına dayanarak hutbe irad eder. İbn Kâs'ın rivayetine göre; İmam Muhammed bu namazda tıpkı bayram namazında olduğu gibi tekbir alırdı. Zira İbn. Abbas (ra) rivayet etmiştir ki;  “Hz. Peygamber (sas) istiska için, bayram namazı gibi iki rek'at namaz kıldı.” [147]

îmam ebû Yûsuf, 'bu namazda tekbir alınmaz' demiştir. Meşhur olan da budur. Zira Abdullah b. Amir b. Rebîa'dan rivayet olunduğuna göre; Hz. Peygamber (sas) yağmur duasına çıkmış, hutbeden önce iki rek'at namaz kıldırmış ve bu namazda sadece iftitiah tekbiri almıştır. Korku halinde kılınan diğer namazlara kıyasla, istiska namazında da böyle yapılır. Duâ ederken kıbleye dönülür; zira bu sünnettir. Sırta giyilen elbise ters çevrilir. Zira rivayete göre Rasûlullah (sas) yağmur duasına çıkarken sırt giysisini ters çevirmiştir. Ebû Hanîfe dedi ki; diğer dualarda sırt giysisini ters çevirmek sünnet olmadığı gibi, yağmur duasında da sünnet değildir.

Sırt giysisinin ters çevrilmesi; solunun sağına, sağının da soluna getirilerek giyilmesidir. Sonra hepsi kıbleye yönelmiş, cemaat oturmuş, imam ise ayakda duâ eder. İmam Muhammed dedi ki; “İnsanların üç gün peş peşe yağmur duasına çıkmaları daha çok hoşuma gider.” Üç güden daha fazla gitmek gerektiği de gelen rivayetler arasındadır.

Yağmur duasına müslümanlarla beraber zımmîler çıkmamalıdır: Çünkü İbn. Ömer (ra) bunu yasaklamıştır. Ayrıca kâfirlerin toplandıkları yere lanet ineceği zannedilmektedir. Şu halde rahmetin taleb edildiği yere bunlar gelmemelidirler. Zira Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz kâfirlerin duası hedefini şaşırmıştır.” [148]

 

  SEHİV SECDESİ

 

Sehiv secdesi vâcibdir. Bazıları sünnet olduğunu söylemişlerdir. Esahh olan vâcib olmasıdır. Çünkü bu, namaza isabet eden bir noksanlık sebebiyle meşru kılınmıştır. Noksanlığın giderilmesi vâcib olduğuna göre, sehiv secdesi de vâcib olmaktadır. Sehiv secdesi sünnetin değil, vacibin terki ile yapılması vâcib olur. Tabii, vacibin kasıtlı olarak değil de, yanılarak terkedilmesinde vâcibdir.

Selâmdan sonra (İmam Şâfıî) sehiv için iki secde daha yapılır, yeniden teşehhüde oturulur ve selâm verilir: Hz. Peygamber (sas) şöyle  buyurmuştur:

“Her sehiv için selâmdan sonra iki secdeye daha gidilir.” [149] İmran b. Husayn ve ashabdan bir topluluk şöyle rivayet etmişlerdir; “Hz. Peygamber (sas) selâmdan sonra sehiv için iki secde etti” [150]

Sonra denildi ki; sehiv için iki tarafa selâm verilir. 'Tek tarafa selâm verilir' diyenler de olmuştur ki; en güzeli de budur. Selâmdan sonra Allahü Ekber denilerek secdeye varılır ve secdede tesbih getirilir. Sonra da baş secdeden kaldırılır. İkinci secdeyi de böyle yapar. Sonra teşehhüde oturup duâ okur. Çünkü duanın yeri namazın sonudur. Burası da namazın son kısmıdır.

Namazın rükünlerinden birini fazla yapan kimseye sehiv secdesi vâcib olur: Meselâ fazladan bir rükû, secde, kıyam veya ka'de yapan kimsenin bu hareketinden ya bir vâcib terk edilir veya yapılması gereken bir şey sonraya bırakılır ki; bu da sehiv secdesini gerektirir. Çünkü Hz. Peygamber (sas) son ka'deden beşinci rek'ata kalktığında Sübhânallah denilerek uyarılınca, dönüp oturmuş ve sehiv secdesine gitmiştir.

Sessiz okuması gereken yerde sesli okuyan veya bunun aksini (İmam Şafiî) yapan imama sehiv secdesi vâcib olur: Çünkü sessiz okunması gereken yerde sessiz; sesli okunması gereken yerde de sesli okumak imam için vâcibdir. Bunda esas alınacak ölçü; namazın kendisiyle caiz olacağı bîr ses tonuyla kıraattir. Fakat bu hususda ihtilaf vardır. Ama bundan eksiği azdır, sakınmak da mümkün değildir.

Namazın bir zikrini terketmekle sehiv secdesi gerekmez. Kıraati, birinci ve ikinci oturuşlardaki tahiyyatı, vitir namazındaki kunutu ve bayram namazlarındaki  tekbirleri  (İmam Şâfıî) terk etmek; sehiv secdesini gerektirir: Çünkü bu saydıklarımız vâcibdirler. Bunlardan başka zikirler; meselâ tesbih ve tekbirler sünnettir.

Rükûda veya oturuşlarda Kur'an okuyan sehiv secdesine gider. Fakat kıyamda veya rükûda tahiyyatı okuyan sehiv secdesine varmaz: Çünkü ka'de ve rükû kıraatin (Kur'an-ı kerîm okumanın) yeri değildir. Şayet okunursa, namazın keyfiyetinde değişiklik olur ki; bu da sehiv secdesini gerektirir. Kıyam ise sena mahallidir; orada tahiyyat okunursa, sehiv secdesi gerekmez.

Denildi ki; ka'deye tahiyyat okuyarak başlanılır, sonra da Kur'an-ı kerîm okunursa; sehiv secdesi gerekmez.    Tahiyyatı tamamlamadan yanılarak selâm veren bir kimse sehiv secdesine gider. Çünkü verdiği selâm yerinde değildir.

İki veya daha çok hata yapan hepsi için bir sehiv secdesi yaparsa; yeterli olur: Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Selâmdan  sonra gidilen  iki secde   (sehiv secdesi)  her fazlalık ve noksanlık için yeterli olur.  [151]

İmam yanılırsa, sehiv secdesi yapar ve cemaat da ona uyar. İmam secde etmeyince, ona uyan cemaat da secde etmez (İmam Şâfıî) ki, imamla cemaat arasında muvafakat sağlansın, muhalefet de önlensin.

İmama uyan yanılırsa, ne imam ne de kendisi sehiv secdesi yapar: İkisi de secde etmez; çünkü imama uyan secde ederse, imamına muhalefet etmiş olur. İmam secde ederse, imam kendisine uyana tabi olmuş olur ki; bu da vaziyeti tersine çevirmek demektir.

Cemaate sonradan katılan kimse imamla birlikde sehiv secdesine varır: Bunu yapar ki; imamla kendisi arasında muvafakat sağlanmış olsun.

Ve kaçırmış olduğu rek'atleri, sonradan kalkıp kılar: Kaçırmış olduğu rek'atleri tamamlarken yanılırsa; kendisi yalnız başına kılmakda olduğu için sehiv secdesine varır. Lâhik; yani imama uyarak namaz kılmakda olan kişi, namazda abdesti bozulunca; gidip abdest aldıkdan sonra geri gelip kaldığı yerden namaza başlayan kimse yanılınca sehiv secdesine varmaz. Çünkü o, imama uymuştur. İmamın arkasında duruyor gibidir. İmamla beraber secde ederse, bu secde nazar-i itibara alınmaz. Çünkü o, namazının ilk kısmını ikmal ediyor. Bu kişi namazını tamamladıkdan sonra sehiv secdesine varır. Çünkü önce de ifade edildiği gibi; sehiv secdesinin yeri namazın sonudur.

Yolcunun arkasında namaz kılan mukimin sehiv secdesi hakkındaki hükmü, mesbukun hükmü gibidir.

Bir kimse ilk ka'dede oturmaksızın yanılarak ayağa kalkacak olup da, oturmamış olduğunu hatırlarsa; eğer oturmaya yakın halde ise, ka'deye dönüp oturur ve tahiyyatı okur: Çünkü bir şeye yakın olan o şeyin hükmünü alır. Öyle ise bu durumda sehiv secdesi gerekmez. Sahih olan da budur. Çünkü bu adam kıyama kalkmamış gibidir.

Ama kıyam haline daha yakınsa, artık ka'deye dönmez: Çünkü o, kıyamda duran kimse gibidir. Bunun için sehiv secdesine varır: Çünkü o, vacibi terk etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber (sas) de böyle yapmıştır.

Son oturuşda yanılıp kıyama kalkan, kalkdığı rek'atin secdesine gitmedikçe, geriye döner: Rivayete göre Hz. Peygamber (sas) son oturuşda yanılıp, beşinci rek'ate kalkmış; Sübhânallah denilerek uyarılınca, ka'deye dönmüştür. Çünkü üzerinde bir rükün kalmıştır ki; o da son oturuşdur. Geriye de döner ki; o oturuşu yerinde yapsın ve böylece farzı tamamlanmış olsun. Ve bu kişi açıklamış olduğumuz sebeplerden dolayı sehiv secdesine de varmalıdır. Kalktığı beşinci rek'atin secdesine gitmişse, ona altıncı bir rek'at daha katar (İmam Şâfıî) ve böylece bu namaz nafileye çevrilmiş olur: Secdeye varmış olmakla bu farz namaz nafile namaza dönüşmüş olur. Çünkü rek'at bir secde ile namaz olur ve bu zaruretten dolayı o namazın farzdan çıkması gerekir. Farziyetten çıkar ve üzerinde bir rükün kalır, farzı bâtıl olur.

Beşinciye altıncı rek'atı ekler; çünkü beş rek'atlik nafile namaz meşru olmaz. İmam Muhammed dedi ki; temel üzerine temel kurulmayacağına göre; bu namaz asıldan bâtıl olur. Ona göre bu namazın farziyeti bâtıl olduğuna göre, aslı da bâtıl olmuştur. Çünkü iftitah tekbiri farz namaz için alınmıştı. Namazın farziyeti bâtıl olunca, o iftitah tekbiri de bâtıl olmuştur.

Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf’a göre, bu durumda namazın aslı bâtıl olmaz; çünkü farziyet sıfatının bâtıl olması, namazın aslının da bâtıl olmasını gerektirmez. Çünkü iftitah tekbiri farz olan bir namaz için alınmıştır.

İkinci oturuşda tahiyyat okuyacak kadar oturur ve sonra beşinci rek'ate kalkarsa; geri döner, selâm verir: Çünkü selâm vermek onun üzerinde bir vecibe olarak kalmıştır. Beşinci rek'ate kalkılıp da, bir rek'atten az durulursa; bu duruş secdeye başlamadığından dolayı nazar-ı itibara alınmaz ve ka'deye geri dönülür.

Beşinci rek'atin secdesini ikmal ederse, farzı tamamlanmış olur: Çünkü Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

Bunu söyler veya bunu yaparsan, namazın tamamlanmış olur.

Ve buna altıncı bir rek'at daha ekler. Sonunda sehiv secdesi yapar. Son iki rek'atlik ilâve ise; nafile namaz olur: Çünkü bu kişi farzı tamamladıktan sonra nafileye sahih bir şekilde başlamıştır. Aradaki kesintiye mani olmak için altıncı rek'at eklenir. Yalnız farzın sonunda vermesi gereken selâm vecibesi üzerinde kalmıştır. Altıncı rek'atin sonunda vermekle selâmı asıl vaktinden sonraya bırakmıştır. Bu sebeple sehiv secdesine varması gerekir.

Kaç rek'at kıldığı hususunda şüpheye düşen kimseye böyle bir şüphe ilk defa geliyorsa, namazı yeniden kılar (İmam Şâfıî) Fakat bu iş onun başına çok kerreler gelmişse, kanaatine göre hareket eder (İmam Şâfıî). Hiç bir şeye karar veremezse en azma göre namazını tamamlar: Bu hususda Hz. Peygamber (sas) den muhtelif haberler rivayet edilmiştir. Rivayete göre bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

“Biriniz namazda   şüpheye düşer; üç rek'at mi, yoksa dört rek'at mi kıldığını bilmezse, ve bu da ilk yanılması ise; namazı yeniden kılar.” [152]

Bu hadîs-i şerîf ilk mes'elemiz için bir nassdır. İbn. Mes'ûd'un rivayetine göre, Hz. Peygamber (sas) namazı kaç rek'at kıldığı hususunda şüpheye düştüğünde, kanaatine göre hareket edermiş. Biz bu kanaate göre hareket etme işini; şüphelenmenin çok kerreler vukuu haline bağladık. İbn. Afv ile Hudrî'nin rivayetlerine göre Hz. Peygamber (sas) şüphelenme halinde yakinî bilgisine göre hareket edermiş. Bunu da kişinin karar verememesi durumuna bağladık ve böylece bütün nasslara uymuş olduk.

Sonra eğer namazın kalan kısmını kendi kanaatine göre tamamlıyorken, ka'de farzını yerine getirmemiş olmaktan sakınmak için, namazın sonu olması muhtemel olan her yerde oturur. [153]

 

TİLAVET SECDESİ

 

Secde âyetini okuyanın da, dinleyenin de tilavet secdesine varması vâcibdir (İmam Şafiî): Hz. Peygamber (sas) buyurdu ki;

Secde âyetini okuyanın üzerinde secde vecibesi vardır. Secde âyetini dinleyenin üzerinde de secde vecibesi vardır. Bu hadîs-i şerîfde geçen ve üzerinde diye tercüme ettiğimiz ali’y harfi vâciblik ifade eder. Kaldı ki; bazı secde âyetlerinde 'secde edin' emri vardır ki; bu emir de vâciblik ifade eder.

Bazı secde âyetlerinde ise; secde etmemek kınanır ki; bu da secdenin vâcib olduğu mânasındadır. Tilavet secdesi geniş zamanlı bir vâcibdir. Secde âyetini okuyan kimse kâfir de olsa, hayızlı veya nifaslı yahut cünüb veyahut abdestsiz, veya akıllı bir çocuk yahut kadın ya da sarhoş da olsa; secdeye varması vâcibdir. Çünkü nass bu hususda tafsilat vermemiştir. Üzerine namazın edası da, kazası da vâcib olmayan kimsenin; meselâ hayızlı veya nifaslı kadının tilavet secdesine varması vâcib olmaz. Zira bu secde namazın cüzlerindendir.

Secde âyetleri şu yerlerde bulunur: A'raf’ın sonunda, Ra'd, Nahl, İsrâ, Meryem ve Hacc sûresinin ilkinde (İmam Şâfıî), Furkan, Neml, Secde, Sâd (İmam Şâfıî) Fussilet, Necm, İnşikak ve Alak sûrelerinde: Hz. Osman (ra) ın mushafında böyle belirtilmiştir.

Tilavet secdesinin şartları namazın şartları gibidir: Çünkü bu secde namazın bir cüz'üdür.

Ve zamanında yapılmamışsa, sonra kaza edilir (İmam Şâfıî): Çünkü bu secde vâciblik makamıdır. Secde âyetinin okunduğunu işiten kimse secde ettiğinde, bu âyeti okuyandan önce başını secdeden kaldırması mekruh olur. Zira bu âyeti okuyan kişi imam gibidir. Kıraati sessiz olan namazlarda imamın secde âyeti okuması mekrûhdur. Okuyacak olur da, secdeye giderse; cemaat bu âyeti duymadığı halde ona uymak gerektiği için secdeye gider, kimi de rükûa gider ve karışıklık meydana gelir. Sehiv secdesine varması halinde ona uydukları şekilde, tilavet secdesine varması halinde uyarlar; karışıklığın önü alınamaz.

İmam namazda secde âyetini okuyunca, secdeye varır ve cemaat da ona uyar: Bunun sebebini açıklamıştık. Fakat imama uyanlardan biri secde âyetini okursa; ne imam ne de cemaat secdeye varmazlar (İmam Muhammed): Bunun sebebini sehiv secdesi bahsinde açıklamıştık. İmam Muhammed dedi ki; namaz bittikden sonra secde manii ortadan kalktığı ve işitme sebebi tahakkuk ettiği için, hepsi tilavet secdesine varırlar.

Biz diyoruz ki; açıkladığımız sebepden dolayı imama uyan kimse namazda secde âyetini okuma hususunda kısıtlıdır. Kısıtlının yaptığı işin de bir hükmü yoktur. Hayızlı ve nifaslılarsa, böyle değildirler; bunlar kısıtlı değil ama, yasaklıdırlar. Yasak, fiili yapmaya muktedir oluşu gerektirir; ama kısıtlama öyle değildir. Hayızlıya ve nifaslıya tilavet secdesi vâcib olmaz. Çünkü bu secdeyi yerine getirme ehliyetleri yoktur.

İmamın okuduğu secde âyetini namazda olmayan biri işitirse; secdeye varması icab eder: Çünkü onun hakkında secde sebebi tahakkuk etmiştir. Kısıtlama namaz haricinde bulunanlara tesir etmez.

Namazdaki kimse kendisiyle beraber namaz kılmayan birisinden secde âyetini işitirse, namazını bitirdikden sonra secdeye varır: Çünkü secdeye varma sebebi tahakkuk etmiştir. Namazdakiler hariçde duydukları bir secde âyetinden dolayı, namazda tilavet secdesine varırlarsa, onlar için yeterli olmaz. Namazda yapmakdan menolunduklan için, vardıkları bu secde nâkısdır. Halbuki nakıs ile nakıs olmayanın ifası mümkün değildir. Ancak yine de bu secdeye vardıklarından dolayı, namazları fâsid olmaz. Çünkü bu secde namaza aykırı bir hareket değildir. Secdeyi yeniden ifa ederler. Bunu bilerek yaptıklarından dolayı da, namazın sonunda sehiv secdesine varmaları icab etmez.

Namazda secde âyetini okuyup, namaz içinde tilavet secdesive varmayandan, bu secdenin mes'üliyeti kalkar: Çünkü bu secde namazda yapılması gereken bir secdedir. Hariçde varılan secdeden daha kuvvetlidir. Dolayısıyla namazda okunan âyetin secdesi, hariçde yerine getirilmekle ifa edilmiş olmaz. Namazda secde âyetini okuyan bir kimse dilerse bunun için rükûa varır, dilerse secdeye varır; sonra kalkıp kıraate devam ederse, daha iyi olur. Bu görüş Ebû Hanîfe'den rivayet edilmiştir.

Çünkü Allah (cc) a boyun eğip teslim olmak mânasına gelen hudû, secde halinde daha mükemmel bir şekilde yerine getirilmiş olur. Namazda okunan secde âyetinin secdesi, namazda varılan aslî secde ile de yerine getirilmiş olur. Çünkü namaz secdesi tilavet secdesine her bakımdan muvafık olmaktadır.

Tilavet secdesine varılırken niyyet edilir. Niyyet edilmezse; En-Nevadir'de anlatıldığına göre caiz olmaz. Zatıf bir kavle göre ise, caiz olur. Çünkü niyyetsiz de yapılsa, vacibin kendisi yerine getirilmiştir. Rükûda tilavet secdesine niyyet edilirse, tilavete daha yakın vaziyette bulunduğundan bir rivayete göre caiz olur. Başka bir rivayete göre caiz olmaz. Çünkü ardı sıra yapılan secde tilavet secdesinin yerine geçer. Zira açıkça görüldüğü gibi namaz secdesi ile tilavet secdesi arasında hem-cinslik vardır. Bu görüş Ebû Hanîfe'den rivayet edilmiştir.

Aynı yerde bir secde âyetini tekrarlayan kimsenin bir secde yapması yeterli olur: Ki; zorluk giderilmiş olsun. Çünkü öğretenlerle öğrenenler âyetleri tekrarlamak zorundadırlar. Eğer secde âyetini her tekrarladıkça secdeye varma teklifi de artsaydı, Öğretenlerle öğrenenler için zorluk olurdu. Çünkü Cebrail (a.s) secde âyetlerini Hz. Peygamber (sas) e okur, Hz. Peygamber (sas) de aynı âyeti hemen ashabına nakledip duyururdu. Ama iki defa değil, sadece bir defa secdeye varırdı.

Secdeye varmak isteyen kimse evvelâ tekbir alır (İmam Şâfıî) ve secdeye gider, sonra yine tekbir alır ve secdeden kalkar: Tıpkı namaz secdesi gibi ifâ edilir. İbn. Mes'ûd (ra) dan böyle rivayet edilmiştir. Bu secdeden sonra teşehhüd ve selâm yoktur. Çünkü teşehhüd ve selâm tahlil; yani namazdan çıkış içindir. Oysa burada tahrim; yani iftitah tekbiri alarak namaza giriş yoktur ki; tahlil, yani çıkış için lâzım olan teşehhüd ve selâma ihtiyaç olsun. [154]

 

HASTANIN NAMAZI

 

Bir hasta ayakda duramaz veya durduğu takdirde hastalığının artmasından korkarsa; namazını oturarak kılar. Secde ve rükûuna varır. Secde ve rükûa da gücü yetmezse, imâ ile namaz kılar.

Oturmaya da gücü olmayan hasta; ayakları kıble tarafına gelmek üzere arka üstü (İmam Şâfıî) veya yan yatarak, namazını imâ ile kılar: Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Hasta namazı ayakda kılar. Yapamazsa, oturarak kılar. Yapamazsa, arka üstü yatarak imâ ile kılar. Bunu da yapamazsa, Allah (cc) onun  mazeretini en fazla kabul edecek olandır.” [155]

Başka bir vesileyle de, Hz. Peygamber (sas) İmran b. Husayn (ra) a şöyle buyurmuştur:

Namazı ayakda kıl. Yapamazsan oturarak kıl. Onuda yapamazsan,  yan yatarak kıl.” [156]  Çünkü teklifler kişinin gücü nisbetindedir. Ama en iyisi arka üstü yatarak kılmakdır ki; imâsı kıble tarafına yönelmiş olsun. Asıl vaziyetleri de göz önüne alınarak; secde için yapılan imânın, rükû için yapılan imâdan daha fazla baş eğilerek yapılması gerekir.

Hasta üzerinde imâ etmek için bir şeyi başına doğru kaldırıp üzerine secde ederse; başını rükû için eğdiğinden daha fazla eğmiş ise, caiz olur: Çünkü bu durumda imâ yerine getirilmiş olur.

Eğmemişse caiz olmaz: Çünkü bu durumda imâ yapılmış olmaz.

Bir hastanın rükû ve secdeye gücü yetmediği halde, ayakda durmaya gücü yeterse, namazını oturarak imâ ile kılar (İmam Şâfıî): Kıyam; rükû ve secde için farz olmuştur. Çünkü huşu ve hudûun doruğuna rükû ve secdede ulaşabiliyoruz. Bu sebeple de, tilavet ve sehiv secdelerinde olduğu gibi, kıyamsız secde meşru kılınmıştır. Ama secdesiz bir kıyam meşru kılınmış değildir. Kıyamın meşru kılınışı için aslolan rükû ve secde mecburiyeti kalktığına göre, kıyam mecburiyeti de kalkar. Ama yine de bir kimse ayakda imâ ile namaz kılarsa, caiz olur. Ama en iyisi oturarak imâ kılmakdır. Çünkü bu şekil, secdeye daha çok benzemektedir.

Başı ile imâya muktedir olamayan hasta namazı tehir eder: Bunu teyid edici bir hadîs-i şerîf rivayet etmiştik. Kişi bu halde ölürse, üzerinde namaz borcu olmaz. Ama iyileşirse sahih görüşe göre zorluğu gidermek için fazla değil sadece bir gün ve bir gecenin namazlarını kaza eder. Tıpkı delirme ve bayılma hallerinde olduğu gibi. Fakat uykuda kalma hali böye değildir; uykuda kalınan müddet uzun sürse bile, orada geçen namazlar kaza edilir. Zaten umumiyetle kişi bir gün ve bir geceden daha uzun bir müddet uykuda kalamaz.

Gözleriyle (İmam Züfer, İmam Şâfıî) kalbi ve kaşlarıyla (İmam Züfer, İmam Şâfıî) imâ etmez: Çünkü secdenin farzlığı bu şeylerle edâ edilmiş olmaz. Tıpkı el ve ayakla imânın caiz olmadığı gibi, yukarıda sayılan organlarla da imâ caiz olmaz. Ama baş ile caiz olur. Çünkü secdenin farzlığı, baş ile eda edilmektedir. İmam Züfer dedi ki; kalb ile imâ eder. Çünkü niyyet ve ihlas gibi bazı farzlar kalb ile yerine getirilmekdedir. Bu gibi farzlar kalb ile yerine getirildiğine göre, diğer farzlar da yerine getirilir.

Buna verilecek cevap şudur: Kalb ile yapılan imâ niyyettir. Ama bu, hacc gibi, organlarla yapılan fiilin yerine geçmez.

Namazının bir kısmını ayakda kılıp, sonra ayakda durmaya gücü kalmayan kimse namaza başlamadan önce âciz olan kimse gibidir: Yani oturabilirse, oturarak namazını tamamlar. Oturamazsa, sırt üstü uzanarak tamamlar. Bu durumda zayıfı kuvvetli üzerine kurmuş olur ki; bu caizdir. Oturarak namaza başlayan bir kimse, sonra ayakda durma gücünü kendisinde bulursa; ayakda kılarak namazını tamamlar. İmam Muhammed bu görüşe muhalifdir. Oysa, önce de anlatıldığı gibi ayakda duranın oturmakda olan imama uyarak namaz kılması İmam Muhammed'in aksine, İmameyn'e göre caizdir.

İmâ ile namaz kılan, sonra rükû ve secdeye varacak kuvvet bulursa; namazını bırakıp yeniden kılar (İmam Züfer, İmam Şâfıî): Çünkü bozmadan namazını devam ettirmesi halinde zayıf temel üzerine kuvvetli binayı kurmuş gibi olur ki; evvelce de anlatılan sebeplerden dolayı, bu caiz olmaz.

Deliren yahut bayılan bir kimsenin üzerinden beş vakit geçmişse, onları kaza eder (İmam Şâfıî). Geçen namazlar beşden fazla ise, üzerlerinden düşerler. Kaza da edilmezler: Ki, zorluk giderilsin. Bu hüküm delirme ve bayılmanın tekerrürü sebebiyle geçen namazların sayısının çok olması halinde geçerlidir. Bu Hz. Ömer (ra) den, oğlu Abdullah (ra) dan ve Ebû saîd el- Hudrî (ra) den nakledilen bir hükümdür. Yaralı bir hasta altında necis elbiseler var ve de altına bir şey serildikçe, o şey hemen o anda pisleniyorsa; hasta o haliyle arka üstü uzanarak namazını kılar. Altına serilecek olan şey hemen o anda pisleniyor, ama altında duran yaygı kımıldadığında hastalığı artacaksa veya gözünden su akması gibi, kendisine sıkıntı ve ızdırap verilecekse; yine aynı şekilde arka üstü uzanarak namazını kılar ki; zorluk bertaraf edilmiş olsun.

Binek üzerindeki bir hasta kendisini bineğinden indirecek birini bulamıyorsa, farz namazını binek üzerinde imâ ile kılar. Bir kimse hastalık veya yağmur yahut çamur veyahut düşman korkusu sebebiyle bineğinden inemiyorsa da, farz namazını binek üzerinde imâ ile kılar. Zira rivayete göre Hz. Peygamber (sas) bir yolculukda iken, dar bir geçide vardığında namaz vakti girmişti. O esnada üstten yağmur yağmaya, alttan da her taraf su ve çamur olmaya başlamıştı. Bineğin üzerinde ezan ve kamet okumuş, öne geçerek cemaate binek üzerinde namazı imâ ile kıldırmıştı. İmâ ederken de başını secdede rükûdakine nisbetle daha fazla eğiyordu. [157]

Kişi binekden inemeyince, tıpkı korku halinde olduğu gibi yere inerek, namazı rükûlu ve secdeli kılma teklifi üzerinden kalkar. Bu gibilerin binek üzerinde namaz kılmaları caiz olduğuna göre; yapmaları farz olan şey namazlarını imâ ile kılmalarıdır. Çünkü binek üzerinde bulunan kimse rükû ve secdeyi tam yapamaz. Bunun böyle olması gerektiğine dair rivayetler de vardır. Kişi bineğinden inebilir ama, yerdeki çamur sebebiyle rükû ve secdeyi ifa edemezse, ayakda durarak namazını imâ ile kılar. Çünkü bu kişi rükû ve secde  yapmakdan âcizdir. Binek üzerinde kılarken bineği durdurur. Çünkü seyir halinde intikal ve değişiklik vardır ki; bu şeylerin namazda vuküu caiz değildir. Bineği durdurması mümkün olmazsa, korku halinde olduğu gibi bineğin seyri halinde de namaz kılması caiz olur.

Gemideki bir kimsenin kıyıya çıkma imkânı ve gücü varsa; kıyam, rükû ve secdeyi tam olarak yerine getirebilsin diye kıyıya çıkması müstehabdır. Şartları mevcud olduğu için, gemide namazını kılması da caizdir. Gemi kıyıya bağlı ise, namazı ayakda kılar. Gemi karaya oturmuşsa, yine ayakda kılar. Çünkü geminin kendisi de yere oturmuştur. Bu sebeple namazın rükünlerini tam olarak yerine getirmesi gerekir. Gemi seyir halinde olsa da, namazını ayakda kılar. Ayakda kılmaya gücü yettiği halde, oturarak kılarsa, kâfi gelir ama, iyi etmemiş olur. İmameyn dediler ki; caiz olmaz; çünkü kıyam namazın bir rüknüdür, terki caiz olmaz. Bu durumda gemi kıyıya bağlanmış gibi olur. Ebû Hanîfe'nin bu konudaki dayanağı İbn. Sîrîn'in şu rivayetidir: Makil nehri kıyısında Enes (ra) bir geminin güvertesinde o ve biz oturmuş halde iken bize imamlık edip namaz kıldırdı. Çünkü gemide umumiyetle baş dönmesi vukûbulur. Umumiyetle görülen bir şey ise; yolculukdaki gibi muhakkak meydana gelen bir şey olarak kabul edilir.

Yolculuğu misal verdik; bunda umumiyetle meşakkat vardır. Genelde meşakkatin görülmesi her zaman görülüyor gibi kabul edilir. Bu sebeple her yolculukda ruhsat vardır. Gemi yolculuğunda da tanınan ruhsat; yani namazın oturularak kılınması kolaylığı bu sebepden tanınmıştır. Ama kıyıya bağlı olan gemide namaz ayakda kılınır. Çünkü bu durumda gemi tamamen kara parçası hükmündedir. Seyir halindeki gemi yön değiştirince, namazdaki kişi de olduğu yerde kıbleye döner. Çünkü bu kişi yerde namaz kılan bir kimse gibi olup, kıble istikametine zahmetsizce yönelebilir. Yönelme yükümlülüğü üzerinden kalkmaz ama, binek üzerindeki kimsenin durumu buna benzemez. Çünkü kendisini yolundan saptıracak ise, kıble istikametine dönmesi imkansızlaşır. Bu sebeple mazeretli sayılır ve kıbleye dönme teklifi üzerinden kalkar. Doğrusunu Allah (cc) bilir. [158]

                                

YOLCUNAMAZI

 

Dört rek'atli bir namaz yolcuya iki rek'at olarak farzdır (İmam Şâfıî): Hz. Âişe (ra) dedi ki; “Aslında namaz iki rek'at olarak farz kılındı. Sonra hazar hali için artırıldı. Fakat yolculuk hali için eski miktarında bırakıldı.”  [159] Bu, üzerinde fikir yürütülmeksizin böyle bilinir. Bu hususda Hz. Ömer (ra) şöyle der; “Yolculuk namazı iki rek'attir, cuma namazı iki rek'attır. Hz. Peygamber'inizin lisanıyla bu, kısaltma yapılmaksızın tam olarak böyledir.”

İbn Abbas (ra) dan rivayet olunduğuna göre; Hz. Peygamber (sas) şöyle  buyurmuştur:   

“Doğrusu  Allah (cc) Peygamberinin lisanı üzere namazı hazarda dört, seferde ise iki rek'at olarak üzerinize farz kıldı.” [160] Hz. Ali (ra) de böyle bir rivayette bulunmuştur.

Sabah, akşam ve vitir namazlarına gelince; bunlarda kısaltma olmadığı hususunda icmâ vardır. Kısaltma yapılması gereken bir namazı dört rek'atte tamamlayan bir kimse sünnete muhalefet etmiş olur. Çünkü Hz. Peygamber (sas) hicretten sonra Mekke halkına namaz kıldırdığında, iki rek'at kıldırmış; sonra da onlara şöyle buyurmuştu;

“Namazınızı (dört rek'ate) tamamlayın. Çünkü biz seferi bir kavimiz.” [161]

Seferi bir kimse, kısaltarak kılması gereken bir namazı dört rek'at olarak kılıp, ikinci ka'dede oturduğunda, ilk iki rek'at onun için farz yerine geçer. Ama selâmı tehir edişi sebebiyle iyi etmemiş olur. Son iki rek'att da farza ilâve ettiği için, onlar da nafile olurlar. İkinci ka'deye oturmazsa, farzı bâtıl olur. Çünkü o bir rüknü terk etmiştir ki; o rükün de namazın sonunda oturmakdır. [162]

 

Yolcu Olmanın Şartları:

 

Bir kimse deve yürüyüşü ile ve yaya olarak üç gün üç gecelik bir yola gitme kasdıyla şehrin evlerinden ayrılınca, yolcu olur: Çünkü o, bulunduğu şehirden çıkmadıkça, seferî olmaz. Ashab şehir dışındaki kulübeleri kasdederek; “Şu kamışdan yapılmış kulübeleri geride bıraktığımızda, namazı kısaltarak kılarız.” demişlerdir. [163]

 

Yolculukta Mesafe Takdiri:

 

Mesafenin takdirine gelince; Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:   

“Seferî olan kimse mestine üç gün üç gece müddetle mesheder.” [164] Bundan maksat bütün yolcuların hükmünü açıklamaktır ki; ruhsatın faydası umumî olsun. Ruhsat ile alâkalı hükümlerin taalluk ettiği yolculuk üç günden az bir müddetle mukayyed olsaydı, hükmü beyan edilmemiş yolcular da geride kalmış olurdu. Yukarıdaki hadîs-i şerîfde geçen ve  'seferî' diye tercüme ettiğimiz elmisafir kelimesinin başındaki lâm-ı tarif cins içindir. Şu halde bütün seferiler bu hükmün kapsamına girmektedirler. Kendisi için bu hükmün sabit olmadığı kimse seferî olmaz.

Deve yürüyüşü ile ve yaya demiştik; çünkü bu yürüyüşler mutad olan vasat yürüyüşlerdir. Ama suda seyir çok hızlı, buzağı üstünde gitmek ise çok ağırdır. Bu sebeple biz deve yürüyüşü ile yaya yürüyüşünü kabul ettik. Umumiyetle bu yürüyüşler esasdır ve vasat seviyedeki yürüyüşlerdir. [165]

 

Deniz ve Dağda Mesafe Takdiri:

 

Dağlık bölgelerde kendisine bağlı bir yürüyüşe, denizde de normal havadaki yelkenlinin seyrine itibar edilir: Çünkü denizde vasat seyirli gemi, yelkenlidir. Rüzgârların ne şiddetli ne de sakin olduğu bir havada yelkenlinin üç gün üç gecede katettiği mesafe bu hususda esas alınır.

Bir yolcu oturduğu şehre gelinceye kadar yolcu olduğu gibi, gittiği şehir veya köyde on beş gün kalmaya niyyetli olmadıkça, yolculuk hükmü devam eder: Çünkü seferîlik sahih olarak başladıktan sonra hükmü ancak ikametle, yani mukim olmakla değişir. Mukimlik ise, niyyet ya da ikamet mahalline gitmekle başlar. Mukimlik, seferîliği terk etmek demektir. Bu niyyetle bir araya gelince, daha da tamam olur. Ama mukim böyle değildir; o, niyyet etmeden seferî olamaz. Çünkü seferîlik bir fiili meydana getirmektir ki; o da niyyetsiz olamaz.

Seferînin kendi ikamet ettiği vatanına girmesine gelince; mukimlik, rahatlık ve kolaylığa kavuşmak demek olduğuna göre, bu kişinin kendi vatanında niyyetsiz olarak husule gelir. Rivayete göre Hz. Peygamber (sas) ve ashabı yolculuğa çıkar ve vatanlarına dönerlerken de niyyet etmeksizin mukim olurlardı. [166]

 

Seferîlik Müddeti ve Mukim Olmak:

 

Seferîlik müddetinin onbeş günle kayıtlanmasına gelince; bu hüküm İbn. Abbas (ra) dan ve İbn. Ömer (ra) den nakledilmiştir. Bu hüküm tartışmasız olarak böyle bilinir. Çünkü seferîlikde az da olsa bekleme durumları mutlaka görülür. Kadınların temizlik müddetini de nazar-ı itibara alarak onbeş günlük müddeti çok bir fasıla saydık. Çünkü bu müddetin namazın farziyeti ve yükümlülüğünün kalkması hususunda tesiri vardır.

Bundan dolayı onbeş günden az kalmaya niyyet edip, orada kalması uzayıp, onbeş günü aşsa da; o kimsenin yolculuğu devam eder: Zira rivayete göre Hz. Peygamber (sas) Tebük'de yirmi gece kalmış ve bu müddet zarfında namazlarını kısaltarak kılmıştı. [167] ou Enes (ra) den rivayet; Hz. Peygamber (sas) ashabı Sus'da dokuz ay kalmışlar ve bu müddet zarfında namazlarını kısaltarak kılmışlardı.

Asker, köle ve zevce gibi başkasına uymaya mecbur olanlar itaat etmeleri gereken kimsenin yolcu olmasıyla yolcu olur; onun mukim olmasıyla da mukim olurlar: Çünkü bunların âmirlerine muhalefet etmelerine imkân yoktur.

Seferi bir kimse ikamete niyyet etmekle mukim olur: Bunu açıklamıştık.

Fakat asker düşman yurduna girer veya bir yeri kuşatırsa, orada ikamete niyyet etmekle seferi olmakdan çıkamaz: Askerlerin ikametleri kendi seçeneklerine bağlı değildir. Çünkü askerler bir harekâtta ikamete niyyet eder de, sonra mağlubiyete uğrarlarsa, oradan ayrılıp giderler. Bu sebeple oradaki ikamete niyyetleri sahih olmaz.

Kürt ve Türkmenler gibi göçebelerin sahra ve mer'a gibi bir arazide ikamete niyyetleri sahihdir: Çünkü âdete göre orası onların ikametgâhlarıdır. Şehir ve köyler nasıl kendi ahalileri için ikametgâh iseler, buralar da göçebeler için ikâmetgâhdır.

Bir kimse iki ayrı yerde ikamete niyyet ederse, bu sahih olmaz: İki ayrı ikametin sahih olacağını söylersek, daha fazla yerde ikametin de sahih olduğunu söylememiz gerekir ki; bu imkânsızdır.

Ancak hangisinde geceleyecekse, oradaki ikamet sahih olur: Çünkü gecenin geçirildiği yer ikamet yeridir. Görmez misin ki; bir esnaf gündüzleyin dükkânda durur ama evinin bulunduğu mahallenin sakini sayılır.

Bir namazın kısa veya tam kılınmasında muteber olan husus vaktin sonudur: Çünkü namazın vücubu, vaktin sonuna taalluk eder. Öyle ki; bir kimse vaktin sonunda yolculuğa çıkarsa, o vaktin namazını eğer  kalmamışsa  kısaltarak  kılar.   Seferî   bir kimse vaktin sonunda yolculuğu sona erip mukim olursa, o vaktin namazını eğer kalmamışsa tam kılar.

Seferî kimse vaktinin dışındaki bir namazda mukime uymaz: Çünkü ikisinin de farzları kendi durumlarına göre kesinlik kazanmıştır.

Eğer seferî vakit içinde mukime uyarsa, namazını tanı olarak kılar: Çünkü kendisi mukim olan imama tabi olmayı kabullenmiştir. Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:  

“İmam ancak kendisine uyulması için imam  olmuştur. Öyle ise imamlarınıza muhalefet etmeyin.” [168] Seferinin imama uyması demek, namazını dört rek'at olarak kılmasıdır.

Seferî olan mukim olana imamlık yaptığında iki rek'atte selâm verir: Çünkü kendisinin farzı tamamlanmıştır.

Ve mukim olan kimse bu durumda namazını dört rek'at kılarak tamamlar: Çünkü namazını tamamlama mükellefiyeti üzerinde halen durmakdadır. Seferî imamın kendisine uyarak namaz kılmakda olan mukim, cemaate; siz namazınızı tamamlayın; biz seferî bir kavmiz, demesi müstehab olur. Çünkü Hz. Peygamber (sas) in böyle buyurduğu nakledilir.

Âsi olanla (İmam Şafiî) muti olan seferîlik ruhsatında birbirlerine müsavidirler: Zira bu konudaki nasslar mutlaktırlar. Âsi ve muti ayırımı yapmamaktadırlar. Meselâ şu âyet ve hadîslerde böyle bir ayırıma gidilmemiştir;

“Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa.” [169]

“Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak (kılın). [170]

“Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız; yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut kadınlara dokunup da (bu hallerde) su bulamamışsanız, o zaman temiz bir toprakla) teyemmüm edin,” [171]

 Hz. Peygamber (sas) de şöyle  buyurmuştur:  

“Seferi mestine üç gün üç gece müddetle mesh eder.” [172] Ayırım yapmaksızın seferîlik ruhsatı her yolcuya tanınmıştır. Mübah bir maksatla yolculuğa başlayan, ama daha sonra bir mâsiyete niyyet eden kimse de seferidir ve seferilere tanınan ruhsatlardan yararlanır.

Pekâlâ, şu âyete ne denilecek;

“(Her kim bu (haram) şeylerden yemeğe mecbur kalırsa), başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan (bir miktar yemesinde günah yoktur.)” [173] Yani bunları yerken lezzet almak için yemez ve zaruret miktarından fazlasını da yemezse, günahkâr olmaz. Mâsiyet amacıyla yapılan yolculuklarda biz, mâsiyeti ruhsat için bir sebep saymıyoruz. Ancak yolculukda, ayakların yürümesinden doğan zorluk ve maşakkati, sıcaklık ve soğukluğu ruhsat sebebi sayıyoruz. Mahzurlu olan şey, bu seferdeki şayet varsa mâsiyettir. Yoksa salt mânada yolculuk ruhsat için mübah bir sebeptir. Bu bakımdan arada fark vardır. [174]

 

Vatanın Çeşitleri:

 

Şunu bilmeliyiz ki; vatan üçdür:

1- Vatan-ı aslî: buna 'ehli' de denilir. Kişinin kendi ailesiyle yaşamakda olduğu yerdir. Ancak kendi misliyle iptal olur. Şöyle ki; Bir kimse içinde bulunduğu memleketinden ayrılıp, ailesiyle birlikde yerleşmek maksadıyla başka

bir beldeye intikal ederse, eski vatan-ı aslîsi iptal olur ve taşındığı yer onun vatan-ı aslîsi olur. Bilindiği gibi Hz. Peygamber (sas) Medine'ye intikalinden sonra Mekke'ye gittiğinde onlara imamlık yaparken;

“Namazınızı tamamlayın, biz seferi bir kavmiz.” buyurarak; kendisini Mekke'de seferi olarak tarif etmişti.

2- Vatan-ı ikamet: Bu, yolcunun vardığı ve içinde onbeş gün kalmaya niyyet ettiği vatandır. Bu vatan-ı aslî ile iptal olur. Çünkü vatan-ı aslî, vatan-ı ikametin üstündedir. Kendi misli ile de  iptal olur. Çünkü yolcu oraya intikal etmiştir. Sefere çıkmakla da iptal olur; çünkü sefer ikamete zıt bir harekettir.

3- Vatan-ı süknâ: Bu kişinin onbeş günden az kaldığı bir konakdır. Hem vatan-ı aslî ile, hem de vatan-ı ikametle iptal olur. Çünkü o ikisi bunun üstündedirler. Kendi misli ile de iptal olur. Çünkü yolcu orayı bırakıp diğer yere geçmiştir. Bu; vatanın zayıflığını, burada oruç tutmanın ve namazı tam kılmanın farz olmayışını açıkça beyan etmekdedir. Doğrusunu Allah (cc) bilir. [175]

 

CUMA NAMAZI

 

Bil ki;  cuma namazı muhkem bir farizadır. Özürsüz terk edilmesi caiz değildir. Zira Allah (cc) buyurdu ki;

“Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah (cc) ı anmaya koşun, alışverişi bırakın.”[176] Câbir (ra) in rivayet ettiği uzun bir hadîs-i şerîfde de Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Bilesiniz ki Allah (cc) şu günümde, şu ayımda, şu senemde, şu makamımda cuma namazını kıyamet gününe kadar (devamlı) yerine getirilmesi gerekli bir fariza olarak size farz kılmıştır.”

Cuma namazı sadece hürr, sıhhatli ve şehirde oturan erkeklere farzdır: Hz. Peygamber (sas) bu hususda şöyle buyurmuştur:

Cuma namazı kadın, çocuk ve köle haricindeki her müsîümana farzdır.[177] Ve yine   buyurmuştur:   

“Dört kimseye Cuma namazını kılma mükellefiyeti yoktur: Köle, hasta, yolcu ve kadın.” [178] Köleler kılmazlar;  çünkü efendilerinin hizmetiyle meşguldürler. Kadınlar da kocalarının hizmetiyle meşgul olurlar. Onun cemaatlere gitmeme mazeretini de açıklamıştık. Hasta kimse ise, âciz olduğu için cuma namazını kılmaz. [179]

 

Gözü Gömeyenin Cuma Namazı:

 

Körün cuma namazını kılmakla mükellef olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir: Ebû Hanîfe, körün cuma namazını kılması farz değildir, demiştir. İmameyn ise şöyle demişlerdir: Kendisini camie götürecek birini bulabilirse, körün de cuma namazı kılması farz olur. Çünkü bu durumda o Allah (cc) in zikrine koşmaya, camie gitmeye muktedir olur. Bu haldeki kör; kaybolmuş, yolunu yitirmiş kimse gibi olmaktadır. Kendisini camie götürecek birini bulduğunda, onun da cuma namazını kılması farz olur.

Körün cuma namazını kılmakla mükellef olmadığını söyleyen Ebû Hanîfe'nin bu hususdaki gerekçesi şudur; kör de hasta gibi cuma namazını kılmakda şahsen âcizdir. Başkasının yardımı ile bu namazı kılmaya muktedir olmaz. Çünkü kendisine kılavuzluk eden adam camie götürürken onu yolda bırakabilir.

Şehirlerde ikamet eden erkeklere cuma namazı farzdır, denilmiştir: Çünkü Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Ancak insanları bir arada toplayan şehirde cuma namazı kılınır, teşrik tekbirleri alınır, ramazan ve kurban bayramı namazları kılınır.” Açıkladığımız sebeplerden dolayı cuma namazı şehirlerde (İmam Şâfıî) veya şehrin yakınında hazırlanmış olan namazgâhda kılınır: Çünkü şehrin yakınındaki namazgah da şehir hükmündedir. [180]

 

Şehir Adını Alabilmede Ölçü:

 

Bir beldenin halkı camilerinin en büyüğünde toplandıkların­da, cami onları almazsa, o yere 'şehir denilir: Bu görüş İmam ebû Yûsuf dan rivayet edilmiştir. Muhammed b. Şucâ es-Selcî bu hususda söyleneceklerin en güzeli budur, demiştir. Denildi ki; şehir her zenaatkârın kendi mesleğiyle uğraştığı yerdir. Kerhî dedi ki; şehir, hadlerin tatbik edildiği, hükümlerin infaz edildiği yerdir. Bazıları buna şu ilâvede bulunmuşlardır: Şehir; insanların geçimlerinde ihtiyaç duydukları şeyleri buldukları yerdir.

İmam Muhammed'den nakledilen görüşe göre; devlet reisinin şehir olarak kararlaştırdığı yer şehirdir. Meselâ hadleri ve kısasları tatbik için bir köye vekil gönderirse, o köy şehir olur. Vekili vazifeden azleder veya yanına çağırırsa, orası yine köy haline döner. [181]

 

Cuma Namazını Devlet Reisi veya Vekilinin Kıldırması:

 

Cuma namazını devlet reisi veya vekili kıldırır (İmam Şâfıî): Çünkü böyle olmazsa, her cemaat kendine bir imam seçer. Bir imamın arkasında namaz kılma hususunda ittifak etmezler ve bu sebeple de aralarında çekişme meydana gelir. Bazan bu yüzden belki de vakit geçer ve cuma namazını kılamazlar. Ayrıca bu fitne ve kargaşaya da yol açar. Ama sultanın veya vekilinin kıldırması halinde böyle anlaşmazlıklar meydana gelmez.

Cuma namazının vakti; öğle namazının vaktidir: Enes (ra) in bu hususda söylediği söz şudur; “Biz Rasûlullah (sas) ile beraber cuma namazını güneşin tepe noktasında batı tarafına meyletmeye başladığı esnada kılardık.” [182] Cuma namazı öğle namazının  yerine geçtiğinden dolayı,  öğle namazının mükellefiyeti üzerimizden kalkmakta ve Cuma namazı da öğle namazının vaktinde kılınmaktadır.

Hutbesiz cuma namazı caiz değildir: Zira Allah (cc) buyurdu ki;

Hemen Allah (cc) ı anmaya koşun.” [183] Ancak farz olan bir şeye koşulup gidilir. Hz. Peygamber (sas) cuma namazını hutbesiz kılmış değildir. Hz. Âişe (ra) demiş ki; cuma namazının (dörtten iki rek'ate) kısaltılması hutbeden dolayıdır ve hutbe namazdan evvel okunur. Bu hususda icmâ vardır. Hz. Peygamber (sas) böyle yapmıştır. Ondan sonra imamlar da günümüze kadar böyle yapagelmişlerdir.

İmam iki hutbe okur: Arkasını kıbleye döner, ayakda ve cemaate karşı okur.

Ve ikisinin arasında az bir oturuşla fasıla verir: Hz. Peygamber (sas) in ve ondan sonra imamların böyle yaptıkları haber verilmiştir.

Hutbede sadece Allah (cc) ı zikretse de caiz olur (İmam Şâfıî, İmam ebû Yûsuf, İmam Muhammed): Sübhânallah ve benzeri bir şey söylese de caiz olur. Bir mazeret olmadan hatib bunu kasıtlı olarak böyle yaparsa, sünnetten sapmış ve iyi etmemiş olur. İmameyn dediler ki; hutbe denebilecek kadar uzun bir zikirde bulunmak gerekir. Çünkü cuma namazında hutbe (yani cemaate hitapda bulunmak) şarttır. Sübhânallah veya elhamdülillah demeğe hutbe adı verilemez. Sübhânallah ve benzeri bir şey söylemekle de hutbe şartı yerine getirilmiş olur, diyen Ebû Hanîfe'nin dayanağı şudur; Sübhânallah veya elhamdülillah demek de hutbedir. Çünkü bunlar çok mânaları kapsarlar. Muteber olansa, kelimeler değil mânalardır. Adamın biri Hz. Peygamber (sas) e gelerek;

“Ey Allah (cc) ın Rasülü! Beni cennete koyacak bir ameli bana öğret” demiş. Hz. Peygamber (sas) de ona şu cevabı vermiştir;

“Hutbeyi kısa tutarsan, mes'eleyi arz etmiş olursun,”

Sübhânallah veya elhamdülillah demeğe hutbe adı verildi. Hutbenin uzunluk sınırı yoktur. Demek ki; câizlik en azına da bağlanabiliyor. Zaten Allah (cc) da buyurmuyor mu;

Hemen Allah (cc) ı anmaya koşun.” [184] Bu bir zikirdir ve cuma namazı bununla caiz olur.

Hutbenin ayakda ve abdestli olarak okunması daha faziletlidir: Selefden nakledilen farz budur.

Fakat oturarak ve abdestsiz okunursa da caiz olur: Zira rivayet olunduğuna göre Hz. Osman (ra) yaşlandığında hutbeyi oturarak irad edermiş. Kaldı ki, hutbe okumak için abdestli olmak şart değildir. Hutbe zikirdir; onu okumak için kıbleye yönelmek şart değildir. Kur'an-ı kerîm, ezan ve kamet okumak için abdestli olmak şart ise de, hutbe için şart değildir. Yalnız abdestsiz okunması halinde hutbeden sonra namaz için abdest gerekli olduğundan; hutbe ile namaz arasına abdest alma fasılası koymak mekruh olur. Böyle yapan biri iyi bir iş işlememiş ve sünnete muhalefet etmiş olur.

Hutbe okurken, cemaatin orada hazır bulunması şarttır: Çünkü 'cemaat’ kelimesi 'cuma' kelimesinden türemiştir. Bu hususda ihtilaf yoktur. Yalnız cemaat için kaç kişinin mevcut olması gerektiği hususunda ihtilaf etmişlerdir: Ebü Hanîfe dedi ki; imamdan başka üç kişinin bulunması, imam ile diğer üç kişinin de cuma namazından başka namazlarda cemaat olarak kendilerine uyulması caiz olan kimselerden olmaları şarttır.

İmam ebû Yûsuf ile İmam Muhammed dediler ki; imamdan başka iki kişinin bulunması gerekir. Sahih rivayete göre İmam Muhammed bu hususda Ebû Hanîfe ile beraberdir. 'İmamdan başka iki kişinin bulunması gerekir’ diyen Ebû Yûsuf’un dayanağı şudur: İki kişi de cemaattir; çünkü cemaat kelimesi 'ictimâ'dan türemiştir ki, burada içtimâ; yani iki kişinin bir araya gelmesi hadisesi vardır. Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'in dayanağı ise şudur; sahih cem' üçdür. Daha azının cem' sayılıp sayılmadığı hususunda ihtilaf vardır.

Cuma namazının kılınabilmesi için cemaatin hazır olması; üzerinde icmâ edilen bir şarttır. Şu halde bu namaz ihtilaflı şeyle edâ edilemez. İmam Muhammed dedi ki; bir şehirde cuma namazı iki, üç yerde kılmabilir. Ama daha fazla yerde kılınması caiz değildir. Çünkü şehrin etrafı genişleyince, halkın cuma namazı için bir uçdan diğerine gitmesi zorlaşır. Zorluğu gidermek için cuma namazının birden fazla camide kılınmasına müsaade edilmiş ve bu zorluk da, üç camide kılmaya izin verilince, ortadan kalkar.

Cuma kılınacak camilerin 'üç' sayısını, üçden fazlaya çıkarmaya ihtiyaç yoktur. Bu sebepledir ki; Hz. Ali (ra) bayram namazını Medine haricindeki namazgâhda kıldırır, Medine'de de zayıf ve güçsüzlere bayram namazını kıldırması için birini vazifelendirirdi. Çünkü namazgah da şehirden sayılmakdadır. Cuma namazı hakkındaki ihtilafla, bayram namazı hakkındaki ihtilaf aynıdır. Ebû Hanîfe dedi ki; cuma namazı şehirde sadece bir yerde kılınabilir. Çünkü selefden nakledilen tarz budur. Eğer iki yerde kılınması caiz olsaydı; diğer namazlar gibi bütün camilerde kılınmasının caiz olması gerekirdi ki; bu imkânsızdır. İmam Ebû Yûsuf da böyle demiştir. Ancak buna göre cuma namazı iki ayrı yerde kılınıyorsa, o iki yer arasında Bağdat'da olduğu gibi ayırıcı bir nehir bulunması gerekir. Nehrin ayırdığı yerler iki ayrı şehir gibi olur.

Cuma günlerinde İmam ebû Yûsuf Bağdat'ın iki yakasını birleştiren köprüyü keserdi ki, iki taraf arasındaki ulaşım da kesilsin. Çünkü cuma namazı kılınan iki yer arasında nehir olmazsa, o takdirde önce kılan camideki cemaatin cuma namazı sahih olur. Çünkü diğerlerinin bu camie gelmelerinde bir zahmet yoktur. Ayrıca evvel kılmış olanlar şartlarına riâyet ederek, namazlarını vaktinde kılmışlardır. Diğer câmidekilerin, yani sonra kılmış olanların cuma namazları fasiddir. Bunlar öğle namazını kılarlar. Cuma kılan iki camideki cemaat namazlarını aynı anda kılmışlar veya hangisi daha evvel kıldığını bilmiyorsa; evleviyyet olmadığı için, her iki cemaatin de cuma namazı fasid olur ve şüphe sebebiyle mes'ûliyetten kurtulamazlar. [185]

 

Kendisine Cuma Namazı Farz Olmayanların Bu Namazı Kılmaları:

 

Kendisine cuma namazı farz olmayan bir kimse cuma namazını kılarsa, öğle namazı yerine geçer. Böyle birinin cuma namazını kıldırması da caiz olur: Mazeretleri olduğu için, kolaylık ve ruhsat olsun diye, böylelerinden cuma namazını kılma mükellefiyeti kaldırılmıştır. Ama cemaate gelirlerse, mazeretleri ortadan kalkmış olur ki; seferinin oruç tutmasının caiz oluşu gibi, bunların da cuma namazını kılmaları caiz olur. Cemaate gelip hazır olduklarında cuma namazını kılmaları artık farz olur. Diğer namazlarda olduğu gibi bu durumda Cuma namazını   imam olarak kıldırmaları caiz olur. Çünkü Hz. Peygamber (sas) Mekke'de seferî iken cuma namazını kıldırmıştır.[186]

 

Özrü Olmayanın Cuma Namazını Kılmaması:

 

Özrü olmayan bir kimsenin cuma namazını kılmayıp, öğle namazını kılması kerahetle caiz olur (İmam Züfer): İmam Züfer 'caiz olmaz’ demiştir. Bunun aslı da vakitteki, yani öğle vaktindeki farzın hangisi olduğu hususunda vaki olan ihtilafdır. Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf dediler ki; “Bu vakitte farz olan namaz öğlen namazıdır. Lâkin kul cuma namazını bu vakitte edâ etmekle; öğlen namazı kılma mükellefiyeti üzerinden kalkmıştır.”

İmam Muhammed dedi ki; “Bu vaktin farzı cuma namazıdır. Çünkü kul bu vakitte cuma namazı kılmakla emrolunmuştur. Demek ki bu vaktin farzı, kulun kılmakla emrolunduğu cuma namazıdır. Ama öğlen namazını kılmakla cuma namazını kılma mükellefiyeti bir ruhsat olarak üzerinden kalkar.” Yine İmam Muhammed'den gelen bir rivayette anlatıldığına göre, öğle vaktinin farzı; cuma ve Öğlen namazlarından her hangi birisidir. İkisinden biri belirlenmiş değildir. Hangisini kılarsa, vaktin farzı olur. Çünkü ikisinden birini edâ etmekle, farizayı yerine getirmiş olur. Bu da gösteriyor ki; farz olan ikisinden biridir.

İmam Züfer'e göre vaktin farzı cuma namazıdır. Mazur olmayan kimse hakkında öğlen namazı cuma namazının bedeli (alternatifi) dir. Çünkü mazur olmayan kimse hakkında cuma namazını kılmakla emrolunmuş, öğlen namazını kılması ise, yasaklanmıştır. Cuma namazı kılınamayıp geçerse, öğlen namazını kılmakla emrolunur. Bu da öğlen namazının, cuma namazının bedeli olduğunun alâmetidir.

Bizim bu hususdaki dayanağımız şudur: Mükellefiyet güce dayanır. Kul cuma namazını değil ama, öğlen namazını şahsen kılma gücüne sahiptir. Cuma namazını kendi başına kılma gücüne sahip değildir. Çünkü cuma namazı başkalarının arzusuna bağlı şartlara dayalıdır. Bu sebepledir ki; bir kimse cuma namazını kılma imkânını bulamadığında Cuma namazını değil de, öğlen  namazını kılmakla emrolunur. Öğlen vaktinin farzının cuma değil de, öğlen namazı olması caizdir. Öğlen vaktinin sonunda bulunan bir kimse namazını henüz kılmamış olsa bile; meselâ boğulacak olan birini kurtarmak gibi başka işlere öncelik vermekle emrolunur.

Fakat bu kimse öğlen namazını kıldıkdan sonra cuma namazını da kılmak için camie gitmeğe kalkışsa; öğlen namazı bâtıl olur (İmam Ebû Yûsuf, İmam Muhammed): îmameyn dediler ki; “İmamla birlikde cuma namazına dâhil olmadıkça, kılmış olduğu öğlen namazı bâtıl olmaz. Çünkü camie gitmeğe kalkışmak, setr-i avret ve tahret gibi şarttır.” Ebû Hanîfe'ye göre camie gitmeğe kalkışmak; cuma namazının farzlarından ve özelliklerindendir. Çünkü bu emredilmiştir. Cumanın kendisine mahsus farzlarıyla meşgul olmak, öğlen namazını iptal eder.

Özürlü olanların şehir içinde cuma günü öğlen namazını cemaatle kılmaları mekrûhdur: Çünkü böyle yapmakla cuma namazı ihlal edilmiş olur. İhtimal ki; başkaları da bunlara tâbi olurlar ve o zaman düzensizlik olur. Ama köylerde böyle yapmanın bir sakıncası yoktur. Çünkü köylerde yaşayanlara cuma namazı farz değildir. Bütün çağlarda, bütün şehirlerde cuma vaktinde (insanların büyük camilerde toplanmalarını sağlamak için küçük) mescidlerin kilitlendiği görülmektedir. Bu mescidlere mutlaka özürlü kimseler gelirler. Cuma günü öğlen namazını cemaatle kılmaları mekruh olmasaydı, bu küçük mescidler kilitlenmezdi.

Cuma günü imam hutbeye çıkınca, cemaat ona döner: Tatbikat öteden beri böyle devam edegelmiştir.

Hiç kimse konuşmaz ve herkes hutbeyi dinler: Zira Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Onu dinleyin ve susun.” [187] Bu âyetin hutbe hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. İmamdan uzak olup, hutbeyi duymayan kimseye gelince; bazıları onun kendi kendine bir şey okuması gerektiğini söylemişlerdir. Esahh olan kavle göre ise; bu hususda emir olduğu için susması gerekir.

İmam hutbe okurken namaz kılmak mekrûhdur: Hutbeyi dinlemek vâcibdir. Zira bu hususda Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“İmam hutbeye çıkınca; artık ne namaz kılınır, ne de konuşulur.” Bir kimse imamın hutbeye çıkmasından önce nafile namaz kılmaya başlamışsa, ikinci rek'atte selâm verir. Cumadan önceki dört rek'atlik sünnete başlamışsa, onu da tamamlar.

İlk ezan okunurken cemaat cuma namazına gitmeye koyulur: Zira Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen  Allah (cc) ı anmaya koşun.” [188]

İmam minbere çıkınca oturur. Müezzin de onun huzurunda ikinci ezanı okur: Hz. Peygamber (sas) in, Ebûbekir (ra) ve Ömer (ra) in zamanlarında sadece bu ezan okunurdu. Hz. Osman (ra) ın hilâfete geçmesi zamanında müslümanlar çoğalıp da evler Mescid-i Nebevî'den uzaklaşınca, bir müezzin daha vazifelendirildi; o da imamın minbere çıkmasından önce ezan okurdu. İmam minbere çıkıp oturduğunda ikinci ezan okunurdu. İkinci ezanı okuyan müezzin ezanı tamamlayınca da, imam hutbe okumak için ayağa kalkardı. Alış-verişi bırakıp cami yoluna koyulmayı gerektiren ezan; bu ikincisidir. Zayıf bir rivayete göre esahh olan; zevalden sonra okunmuşsa, birinci ezandır. Zira Allah (cc) ın buyruğu mutlaktır;

“Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, (hemen Allah (cc) ı anmaya koşun.)” [189]

Hatip hutbeyi tamamlayınca, cuma namazını kılmak için ayağa kalkarlar: [190]

 

BAYRAM NAMAZLARI

 

Cuma namazı kendisine farz olan kimseye bayram namazı vâcibdir: Vâcibdir dedik; çünkü Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

Bütün bunlar sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık Allah (cc) ı tekbir etmeniz içindir.”[191] Bu âyetle bayram namazının kasdedildiğini söylemişlerdir. Ayrıca Hz. Peygamber (sas) de bu namazı kılmaya devam etmiştir. Bütün bunlar bayram namazlarının vâcib olduğuna delalet etmektedirler.

Bu namazların sünnet olduğunu söyleyenler de olmuştur. Ama esahh olan birinci görüştür, yani vâcibdir. Câmiü's- Sağir'de geçen bir hadîs-i şerîfde şöyle buyurulmuştur:

“Bir günde iki bayram bir araya geldi (bayram ile cuma aynı güne rastladı). Bunların birincisi (nin namazı) sünnet, ikincisi (nin namazı) farzdır.” Yani birincisinin namazı sünnetin bildirmesiyle vâcib oldu. Çünkü mezkûr hadîs-i şerifin devamında;

“O ikisinden biri terkedilemez.” denmesi, bayram namazlarının vâcibliğine delalet etmektedir. Mevzumuzun başında 'cuma namazı kendisine farz olan kimseye' dememiz de bunu teyid eder.

Bayram namazının   şartları, cuma namazının şartları gibidir: Cuma bahsinde geçen 'devlet başkanının kıldırması' cemaatin mevcud olması, şehirde kılınması, vakt-i mahsus gibi şartlar, bayram namazları için de gerekli şartlardır. Bu hususda Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

Cuma namazı teşrik tekbirleri, Ramazan ve Kurban bayramı namazları ancak insanları bir araya toplayan şehirde kılınır,” Hutbe hariç; yani bayramlarda hutbe namazdan sonra okunur. Hz. Peygamber (sas) in de böyle yaptığı nakledilir. Okunmaması da caizdir; çünkü şart değildir. Ancak okunmaması halinde sünnete muhalefet edilmiş olur.

Keza namazdan önce okunursa da, caiz olur. Zira maksat hâsıl olmuştur ki; o da cemaate bayramdaki vazifelerin öğretilmesidir. Ancak her ne kadar caiz ise de, hutbenin bayram namazından önce okunması mekrûhdur. Bayram namazları için ezan ve kamet yoktur. Olduğuna dair de bir rivayet görülmemiştir.

Ramazan bayramı sabahında yıkanmış olmak müstehabdır. Bunu taharet bahsinde anlatmıştık.

Dişleri misvaklamak; bu diğer namazlarda mendubdur.

En güzel elbiseleri giymek; Hz. Peygamber (sas) in tilki derisinden mamul bir cübbesi vardı ki; bunu cumalarda ve bayramlarda giyerdi.

Güzel kokular sürünmek müstehabdır. Çünkü Hz. Peygamber (sas) bayramlarda âilesininkinden olsa bile; koku sürünür, sonra camie namaza giderdi.

Tatlı bir şey; meselâ hurma, üzüm ve bunlara benzer bir şey yemek de müstehabdır. Hz. Peygamber (sas) in böyle yaptığı rivayet edilir. Çünkü 'bayram' adının mânasını bu şeyler gerçekleştirirler. Ayrıca bu hususda verilen emir budur ve hemen yerine getirilmesi gerekir. [192]

 

Bayram Namazından Evvel Fıtır Sadakasını Vermek:

 

O gün fıtır sadakasını vermiş olarak namazgaha gitmelidir. Sadakayı yerine verdikden sonra namaza gitmelidir. Hz. Peygamber (sas) böyle yapmıştır. Böylece sadakayı almış olan fakir de, salim kafayla namaza gelmiş olur. Rasûlullah (sas) buyurdu ki;

Bu günlerde onları dilenme ihtiyacından kurtarın.” Fıtır sadakasının namazdan sonraya bırakılması da caizdir. Ama acele edip, namazdan evvel vermek daha iyidir.

Bütün bu sayılanları yaptıkdan sonra yaya olarak namazgaha gitmek müstehabdır: Hz. Peygamber (sas) in böyle yaptığı rivayet edilmiştir. Ebû Hanîfe'ye göre Ramazan bayramında tekbirler sesli alınmaz. İmameyn dediler ki; Kurban bayramı namazı nazar-ı itibara alınarak, Ramazan bayrammda da tekbirlerin sesli olarak alınması gerekir. Ramazan bayrammda tekbirlerin sessiz alınması gerektiğini söyleyen Ebû Hanîfe'nin delili şudur: Rivayete göre İbn. Abbas (ra) Ramazan bayramında insanların tekbir aldıklarını işitince, (âma olduğu için elinden tutup kendisini camie götürmekde olan) kılavuzuna; “İmam mı tekbir aldı?” diye sormuş. O da “Hayır” deyince, “Öyleyse insanlar delirdiler mi?” demişti. Çünkü esasında zikrin sessiz yapılması gerekir. Tekbirlerin sesli olarak sadece Kurban bayramında alınması gerektiğine dâir nakiller vardır. Öyle ise, sadece Kurban bayramında tekbirler sesli alınmalıdır.

Bayram namazından önce nafile kılınmaz. Çünkü namaza düşkün olmasına rağmen, Hz. Peygamber (sas) bayram namazından önce nafile kılmamıştır. Rivayete göre Hz. Ali (ra) bayram günü namazgaha vardığında bazı kimselerin nafile namaz kılmakda olduklarını görünce,onlara şöye demişti; “Rasûlullah (sas) zamanında görmediğimiz bu namazda neyin nesi?” [193]

 

Bayram Namazının Vakti:

 

Bayram namazının vakti; güneşin ufukda yükselmesinden itibaren başlar, zeval vaktine kadar devam eder: Çünkü Hz. Peygamber (sas) bayram namazını, güneş ufukda bir veya iki mızrak boyu yükseldikden sonra kılardı. Bayram günü hilâli zeval vaktinde görmediklerinde, Hz. Peygamber (sas) ve cemaati bayram namazını ertesi güne bıraktılar. Şayet henüz güneş zevale ermemiş ve vakit de kalmış olsaydı, bayram namazını ertesi güne tehir etmezlerdi.

İmam cemaate iki rek'at namaz kıldırır: Evvelâ ifritah tekbiri ve sonra üç (İmam Şâfıî) tekbir daha alır. Tekbirlerden sonra Fatiha ve zamm-u sûre okur. Sonra tekbir alıp rükûa gider. İkinci rek'ata kıraatle başlar (İmam Şâfıî). Kıraati tamamladıkdan sonra üç tekbir alır. Bunlardan sonra bir tekbir daha alarak, rükûa gider: Bu hususda Abdullah b. Mes'ûd'un dediği budur. Bunu şu rivayet de teyid etmektedir:

“Hz. Peygamber (sas) bayram namazında dört tekbir aldı. Sonra yüzünü cemaate döndürerek, baş parmağını yumup diğer dört parmağıyla işaret ederek; cenaze namazındaki dört tekbir gibi, bayram namazında da dört tekbir alınır, buyurdu.” [194] Bu rivayette hem söz, hem tatbikat, hem işaretle gösterme, hem de tekid vardır. Ebû Hanîfe'den nakledildiğine göre o; her iki tekbirde bir arada üç tesbih mikdarınca susmak gerektiğini söylemiştir.

Zevaid tekbirlerinde eller kaldırılır: Buna dâir olan rivayeti anlatmıştık.

İmam namazı kıldırdıkdan sonra hutbe okur. Bu hutbe de iki kısımdan teşekkül eder. Bu hutbelerde cemaate sadaka-i fitır ahkâmını öğretir: İbn. Ömer (ra) in rivayetine göre Hz. Peygamber (sas) bayram namazından sonra iki hutbe irad eder ve tıpkı cumada olduğu gibi, ikisi arasında otururdu. Ebûbekir (ra) ve Ömer (ra) de böyle yaparlarmış.

Bayram namazının şehir dışındaki namazgâhda kılınması halinde imamın şehirde kalan hastalıklı insanlara namaz kıldıracak birini vazifelendirmesi gerekir. Zira Hz. Ali (ra) nin böyle yaptığını rivayet etmiştik. Ama yapılmasa da caiz olur.

Güneş zeval vaktine geldikten sonra ay görünürse, bayram namazı ertesi gün kılınır: Bunu daha önce de anlatmıştık.

Ondan sonra da artık namaz kılınmaz: Çünkü bu, Ramazan bayramı namazıdır. Kaza edilmemesi daha uygundur. Ancak biz Hz. Peygamber (sas) in bu namazı bayramın ikinci gününde kaza ettiğini rivayet etmekle, bu görüşe muhalefet ettik. Gerisi aslı üzere kalmıştır. [195]

 

KURBAN BAYRAMI NAMAZI

 

Ramazan bayramında yapılması müstehab olan şeyler, kurban bayramında da müstehabdır: Bu bayramda da yıkanmak, güzel kokular sürünmek, dişleri misvaklamak, temiz ve güzel elbiseler giymek müstehabdır. Ancak Kurban bayramında namazdan evvel bir şey yememek müstehabdır. Zira rivayete göre Hz. Peygamber (sas) Kurban bayramında namazdan dönmedikçe bir şey yemezdi. Döndükden sonra kurban etinden yerdi. [196] Camie gideken yolda sessizce tekbir getirmekde müstehabdır: Hz. Peygamber (sas) böyle yapmıştır. Camie veya namazgaha varıldığında tekbirlere son verilir. Zayıf bir rivayete göre tekbirlere; imam bayram namazını kıldırmaya başladığında son verilir.

Kurban bayramı namazı da aynen Ramazan bayramı namazı gibi kılınır: Buna dâir olan nakiller böyledir. Yine namazdan sonra iki kısımdan oluşan hutbe irad edilir: Önceki kısımda da böyle anlatılmıştı.

Ve bu hutbelerde cemaate kurban ve teşrik tekbirleri anlatılır: Çünkü cemaatin bu hususlarda malumat sahibi olmaya ihtiyacı vardır.

Kurban bayramı namazı birinci günde kılınmamışsa, ertesi gün; ve o günde de kılınmamışsa, daha sonraki günde kılınır. Bu hususda bir mazeret olmasıyla olmaması arasında bir fark yoktur: Çünkü bu kurban bayramı  namazıdır; kurban kesme günlerinde ki o da  [197]

 

TEŞRİK TEKBİRLERİ

 

 Teşrik tekbirleri şöyledir:

 

Allahü Ekber Allahü Ekber Lâ ilahe illallahü Allahü Ekber Allahü Ekber ve lillahi'l- hamd: Hz. Ali (ra) ve İbn. Mes'ûd (ra) a göre teşrik tekbirleri böyledir. Bunun aslı şuraya dayanmaktadır: Boğazlanmak üzere yere yatırılan İsmail (vaya bir rivayete göre İshak) (as) ın babası Hz. İbrahim Halilullah boğazlama hazırlıklarına başladığında Cebrail (as) koçu getirmek için harekete geçti. Dünya semasına vardığında Hz. İbrahim (as) in acele edip oğlunu boğazlamasından korktu ve Allahü Ekber Allahü Ekber dedi. Onun tekbir sesini işiten Hz. İbrahim (as) başını semaya çevirdi ve koç getirdiğini anlayınca; lâ ilahe illallahü Allahü Ekber dedi. Boğazlanmak üzere yerde yatan ciğer paresi de; Allahü Ekber ve lillahi'l- hamd dedi. Böylece meydana gelen teşrik tekbirleri kıyamet gününe dek devam edecek olan bir sünnet haline geldi.

Bu tekbirler vâcibdir. Şehirde oturan halk tarafından erkek cemaatlerinde kılınan farz namazların ardısıra getirilir. Vâcibliğinin sebebi şu âyettir;

“Allah (cc) ı sayılı günlerde zikredin.” [198] Bu âyetle teşrik tekbirlerinin kasdedildiği söylenmiştir. Hz. Peygamber (sas) de bir hadîs-i şerîfde şöyle buyurmuştur:

“İnsanları bir araya toplayan şehirden başka yerde cuma namazı, teşrik tekbiri, Ramazan ve Kurban bayramı namazları olmaz.

Halil ve Nadr b. Şümeyl'den nakledildiğine göre, teşrik demek tekbir demektir. Hz. Ali (ra) den de böyle bir nakil gelmiştir. O evvelâ bunu reddetmiş, sonra da vâcib olduğunu söylemiştir. Bu, Ramazan ve Kurban bayramı namazları gibi vâcibdir. Diğer şartlara gelince; onlar Ebû Hanîfe'ye göredir. İmameyn dediler ki; farz namazı kılan herkesin teşrik tekbirlerini getirmesi vâcibdir. Çünkü bu tekbirler farz namazlara bağlıdırlar. Şu halde bu namazları edâ edenlerin bu tekbirleri de getirmeleri vâcibdir. Ebû Hanîfe'nin görüşünün dayanağım nakletmiştik.

Tekbirlerin sesli olarak alınması asla aykırıdır. Çünkü aslolan sessiz olarak alınmasıdır. Allah (cc) buyurdu ki;

“Rabbinize yalvara, yakara ve gizlice dua edin. [199] Hz. Peygamber  (sas)   de   şöyle  buyurmuştur:   

“Zikrin  en  hayırlısı, gizli yapılanıdır.” [200] Gizli yapılan zikir gösterişden uzak  olur. Farz namazlardan sonra bu vasıflarda (yani teşrik tekbirlerinde) sesli zikir yapılabileceğine dâir sünnet vârid olmuştur. Ancak diğer zikirler asılları üzere kaldılar. Yani onların sessiz yapılması asıldır.

Erkeğe uyarak namaz kıldıklarında kadınların, mukim bir imama uyduklarında yolcuların da teşrik tekbiri almaları vâcib olur.

Teşrik tekbirleri arefe gününün sabah namazından, bayramın birinci günü ikindi  namazının  sonuna kadar olan sekiz vakitte getirilir:

İmameyn dediler ki; teşrik günlerinin sonuna (bayramın dördüncü günü) ikindi namazının sonrasına kadar yirmiüç vakit namazının ardı sıra teşrik tekbirleri getirilir. Hz. Ali (ra) de bu görüştedir. Hz. Ali (ra) ile İbn. Mes'ûd (ra) un görüşleri, bu tekbirlerin sessiz getirilmesi gerektiğini müdafaa edenleri teyid etmektedir. Şu halde çok alçak sesle alınması daha uygun olacaktır.

îmameyn'e göre teşrik tekbirleri ibadettir. İhtiyata göre bunların vâcib olduğunu kabul etmek lâzımdır. Denildi ki; bu hususda fetva İmanıeyn'in kavline göredir. [201]

 

KORKU HALİNDE KILINAN NAMAZ

 

Bu; imamın cemaate farz bir namazı iki kısım halinde kıldırmasıdır. Halkın bir kısmı düşman karşısında yerlerini alır. Diğer kısım yolcu hükmünde iseler bir rek'at; çünkü bu yolcunun namazının yarısıdır. Sabah namazında da bir rek'at, mukim iseler, imamla iki rek'at namaz kılarlar: Çünkü mukimin namazının yarısı iki rek'attır. Akşam namazı da böyle kılınır: Çünkü bu namaz ikiye bölünemez. Önceki gruba iki rek'atının kıldırılması daha uygun olur, İki grup oldukları için öncelik onlarındır. Sonra birinci kısım düşman karşısına gider ve oradan ikinci kısım gelir: Çünkü Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Sonra henüz namazını kılmamış olan (bu) diğer grup gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar.” [202]

İmam ikinci gruba namazın geri kalan kısmını kıldırır ve yalnız başına selam verir: Çünkü kendi namazını artık tamamlamıştır.

İkinci grup selâm vermeden doğruca gidip düşman karşısındaki yerlerini alırlar. Birinci grup gelip kıraatsiz olarak kendi başlarına namazı tamamlarlar: Çünkü bunlar lâhikdirler. İmamın arkasında imişler gibi davranıp, onun namaz kıldırma müddetini takdir ederek, o kadarlık sürede namazlarını kılar, selâm verip yerlerine giderler. Tekrar ikinci kısım gelir,  namazlarını kiraatli olarak tamamlarlar: Çünkü bunlar mesbukdurlar. Ve selâm verirler: Abdullah b. Mes'ûd (ra) Hz. Peygamber (sas) in böyle yaptığını rivayet etmiştir. İkinci kısım imamın selâm vermesinden sonra bulundukları yerde namazlarını tamamlayacak olurlarsa, caiz olur; çünkü onlar mesbukdurlar. Mesbuk da, yalnız başına kılan gibidir ve onlar imamın hükmü altında kalmaya devam etmezler.

Gidip gelirken savaşanın veya bir bineğe binenin namazı bozulur: Çünkü bu amel-i kesirdir. Hz. Peygamber (sas) Hendek harbinde dört vakit namazını kılamamış, o namazları geceleyin kaza etmiş ve şöyle buyurmuştur:   “Onlar bizi nasıl salât-ı vustâdan alıkoydu iseler, Allah (cc) da onların evlerine ve mezarlarına ateş doldursun.”[203]

Eğer savaşıyorken namaz kılmak caiz olsaydı, Hz. Peygamber (sas) namazlarını geceye ertelemezdi. Zira Hendek harbi korku halinde namaz kılmanın meşru olmasından sonra vukûbulmuştur. Hz. Peygamber (sas) Hendek harbinden evvel vâki olan Zatü'r- rika gazvesinde de korku namazı kılmıştır. Vâkidî ve İbn. İshak böyle demişlerdir.

Ebû Yûsuf’un görüşüne göre Hz. Peygamber (sas) den sonra korku namazı kılmak caiz olmaz. Çünkü bu kaidelere muhalif bir namazdır. Zira Allah (cc) Hz. Peygamber (sas) e hitaben şöyle buyurmuştur:

“Sen de içlerinde bulunup (onlara namaz kıldırdığın vakit, onlardan bir kısmı seninle namaza dursunlar.)” [204]  Buna karşı şöyle denebilir; çok sayıda sahabî Taberistan'da bu namazı kılmışlar ve içlerinden hiç biri buna karşı çıkmamıştı. Böylece ashab bu hususda icmâ etmiş oldular.

Korku şiddetlendiğinde herkes bineği üzerinde tek başına imâ ile gücü yettiği tarafa dönerek namazını kılar: Zira Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Eğer her hangi bir şeyden korkarsanız, (namazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak (kılın).” [205] Evet, bu durumda zaruret dolayısıyla kıbleye yönelme şartı aranmamaktadır. Çünkü mükellefiyet insanın takati nisbelindedir. Kılma imkânını bulamamaları hariç, namazı vakti çıkıncaya kadar ertelemeleri caiz değildir.

Düşmanı kovalayan süvarinin binek üstünde namaz kılması caiz olmaz. Binek üzerinde kılma ruhsatı, 'eğer korkarsamz.' şartına bağlanmıştır. Düşmanı kovalama durumunda olan kişi, korkuyor değildir.

İmam Muhammed'den nakledilen bir görüşüne göre; binek üzerinde cemaatle korku namazı kılmak caiz olur. Çünkü hasta namazı bahsinde geçen 'yağmurda namaz' kısmında yer alan hadîs-i şerîfde buna temas edilmişti. Bu hususdaki fetva şudur; binek sabit olmadığından ve namaz kılınan yer değiştirildiğinden dolayı binek üzerinde farz namazının kılınması caiz olmaz.

Yürüyerek namaz kılmak caiz olmaz: Çünkü yürümek amel-i kesirdir.

Yırtıcı hayvanların verdiği korku da, düşmanın verdiği korku gibidir: Çünkü mâna itibarıyla her iki korku da aynıdır. Uzakdan bir karartı görüp de onu düşman zannederek korku namazı kılarlar ama, sonra karartının bir deve olduğunu görürlerse, bu halde sadece namazı kıldıran imamın namazı sahih olur. Çünkü (imam namazın geri kalan kısmını ikinci grupla tamamlar). Aykırılık, kaidelere muhalefet, sadece cemaatin namazında mevcuttur. Doğrusunu Allah (cc) bilir. [206]

 

KÂBEDE NAMAZ KILMAK

 

Namazın farzını da, nafilesini de Kabe'nin içinde ve üstünde kılmak caizdir: Zira Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Tavaf edenler, ayakda ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut.” [207] İbn. Ömer (ra) in rivayetine göre; Hz. Peygamber (sas) Kabe'nin içinde iki direk arasında; kendisiyle duvar arasında üç zira mesafe olduğu halde namaz kılmıştır. Bu; şartları tamamıyla yerine getirilen bir namaz olduğu için caizdir. Tamamını kapsayacak şekilde Kabe'ye yönelmek şart değildir. îslâmın ilk devrinden zamanımıza kadar bunun böyle olduğu hakkında icmâ vardır.

Kıble, Kabe'nin bulunduğu yerin ve o yerden dikey olarak semaya yükselen havanın adıdır. Kabe'nin binasının durumu da, zaten anlattığımız gibidir. Bir kimse Ebû Kubeys dağı üzerinde de bu şekilde namaz kılarsa, açıkladığımız sebepden dolayı namazı caiz olur. Böyle namaz kılmanın yasaklandığına dâir rivayet varsa da, bunu mekruh mânasında anlamak gerekir. Kabe'ye hürmetsizlik olacağı için, biz bu görüşü benimsiyoruz.

İmam Kabe içinde namaz kıldırırken ona tâbi olanlar Kabe etrafında halka olurlarsa; Kabe'nin kapısı açık ise, caiz olur: Çünkü bu durumda imam sanki diğer mescidlerden birinde mihrabda durmuş gibi olur.

İmamın yanında yer almaları da caizdir: Çünkü imam Kabe'ye yönelmiştir.

Ancak imamın önüne geçerek arkalarını ona doğru çevirmiş olmamaları gerekir: Çünkü bu durumda imamın önüne geçmiş olurlar ki; bu da caiz değildir.

İmam Mescid-i Haram'da namaza durunca, cemaat Kabe'nin etrafında halka olur ve imamla beraber namazlarını kılarlar: Kabe'de namaz kılmayı Hz. Peygamber (sas) den zamanımıza kadar böyle tatbik edegelmişlerdir. Cemaatten biri Kabe'ye imamdan daha yakın olur, ama imamın yanıbaşında değilse; namazı caiz olur. Ama imamın yanıbaşında ise, caiz olmaz. Çünkü bu durumda imamı geride bırakmış olur. İmamın ilerisinde veya gerisinde durmak, imamın yanıbaşında bulunma halinde söz konusu olur; aksi halde hayır. [208]

 

CENAZELER BAHSİ

 

Ölmek Üzere Olan Kimseye Yapılacak Muamele:

 

Ölmek üzere olan bir kimse sağ yanına yatırılmış olarak kıbleye döndürülür: Sünnet olan da budur. Ayrıca kişi mezara yaklaştığı ve mezara da böyle konulması gerektiği için, bu şekilde yatağına yatırılması gerekir. Müteahhirîn âlimleri ölmek üzere olan şahsın sırt üstü yatırılması gerektiğini benimsemiş ve ruhun kolay çıkması için böyle yapmak gerekir, demişlerdir.

Ve kelime-i şehadet getirmesi için kendisine telkinde bulunulur: Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:  

“Ölülerinize lâilâhe illallah kelime-i şehâdetini telkin edin.” [209]

Bu hadîs-i şerîfde geçen 'ölülerinize' kelimesiyle, can çekişmekde olanlar kasdedilmiştir.

Ölmek üzere olan kişiye, 'lâilâhe illallah de' diye emredilmez. Ancak duyabileceği bir sesle yanında kelime-i şehâdet getirilir.

Ölünce de çenesi bağlanır ve gözleri yumdurulur: Çünkü Hz. Peygamber (sas) Ebû Seleme (ra) vefat ettiğinde böyle yapmıştır. Ayrıca böyle yapmakla ölü güzelleştirilmiş de olur. [210]

 

Defnetmede Acele Etmek:

 

Ölüyü çabuk defnetmek müstehabdır: Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Ölülerinizin defnini çabuklaştırın: Eğer hayırlı biri ise,  onu biran evvel hayra ulaştırınız. Eğer şerli biri ise, ateşdekilerin vay haline.” [211]

Bazıları ölen kimsenin vefat haberinin sokaklarda ilanını mekruh saymışlardır. Esahh olan kavle göre bu mekruh değildir. Çünkü böyle yapmakla onun vefatı insanlara duyurulmuş olur, insanlar da onun hakkını ifâ ederler. Böylece çok kimse onun namazını kılar ve hakkında mağfiret talebinde bulunur. [212]

 

CENAZENİN YIKANMASI

 

Ölünün yıkanması farz-i kifayedir: Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Müslümanın müslüman üzerinde altı hakkı vardır.” [213]

Böyle buyururken, öldükden sonra müslümanın yıkanmasını da saymıştır. Öyle ki; ölen bir müslümanın cenazesi yıkanmazsa, diğer bütün müslümanlar günahkâr olurlar. Cenazeyi yıkamak için bir kişi belirlenirse, o kişinin yıkama ücreti alması helâl olmaz.

Cenazenin yıkanmasının aslı şudur: Melekler Adem (as) in naaşını yıkamış ve oğullarına da; “Ölülerinize tatbik edilecek sünnet (usul, kaide) budur.” demişlerdi. Yıkanması için üzerindeki elbiseler çıkarılır ki; temizlenmesine imkân bulunsun ve su bedenin her tarafına ulaşsın. Ayrıca hayattayken de böyle yıkandığı nazar-ı itibara alınmalıdır. Hz. Peygamber (sas) vefat edince elbisesi çıkarılmaksızın yıkanmıştı. Bu bir hürmet gereği olarak, O'na has bir durumdur.

Üç, beş gibi tek sayıyla tütsülenmiş bir teneşirin üstüne konur: Üzerine su dökmek için teneşirin üzerine konur. Pis kokuları gidermek için de tütsülenir. Tütsüleme tek sayıyla yapılır. Çünkü Hz. Peygamber (sas)    şöyle  buyurmuştur:   

“Ölüyü  tütsülediğinizde  onu  tek sayıyla tütsüleyin.” [214]  

Avret yerleri de örtülür: Çünkü onun avret yerine bakmak caiz  değildir. Ölü bu bakımdan diri gibidir. Zayıf bir kavle göre; yıkama esnasında ölünün galiz avretinin örtülmesi yeterli olur. Yıkayıcı, eli onun avret yerine değmesin diye; eline bir bez sarıp, örtünün altından ölünün avret yerini yıkar.

Namaz abdesti gibi, kendisine abdest aldırılır: Çünkü abdest almak, gusledecek kimse için sünnettir. Hz. Peygamber (sas) kızı Zeyneb (ra) i yıkayan kadınlara;

Yıkamaya sağ tarafından başlayın.” [215] diye emretmiştir.

Ancak ağzına ve burnuna su verilmez: Çünkü ağzına ve burnuna verilen suyun çıkarılması zordur. Zaten ölü için böyle bir şey düşünülemez.

Ölünün suyu kaynatılır. Bulunabilirse, suyuna sedir yaprakları ve çöven otu konur: Çünkü bu gibi maddelerle temizlik daha iyi sağlanır. Zaten asıl maksat da temizliğin daha iyi sağlanmasıdır. Sıcak su da kirleri daha iyi giderir.

Ölünün abdesti tamamlanınca, evvelâ başı ve sakalı, taranmaksızın hatmî denilen bir ot ile yıkanır: Bu ot saç ve sakalı iyi temizler. Taramaya ihtiyaç yoktur. Saçından ve tırnağından bir şey alınmaz. Sünnet edilmez. Çünkü bu gibi şeyler zinet içindir. Ölünün ise, zinete ihtiyacı kalmamıştır. Hz. Âişe (ra) “Ölülerinizin saçlarını niçin kesiyorsunuz?” diyerek bunun gereksizliğini bildirmiştir.

Sonra sol tarafına yatırılır ve altına su kavuştuğu anlaşılıncaya kadar yıkanır. Daha sonra sağ tarafına çevrilir ve aynı şekilde yıkanır: Çünkü yıkamaya sağdan başlamak sünnettir.

Yıkandıkdan sonra oturtulup karnı ovulur: Çünkü karnında bir şey kalmış olabilir. Ve o şeyin daha sonra çıkıp kefeni kirletmesi muhtemeldir. Rivayete göre Hz. Ali (ra) Rasûlullah (sas) ı yıkadığında onu göğsüne yaslayıp karnını ovmuş, karnından her hangi bir necaset çıkmayınca da; “Sen sağken de, ölüyken de hoş ve temizsin, yâ Rasûlallah (sas)” demiştir. Bir şey çıkarsa, o da yıkanır ki, necaset giderilmiş olsun.

Fakat bunun için ölü tekrar yıkanmaz: Çünkü yıkama şekli nass ile bilinmektedir ve o da gerçekleşmiştir.

Sonra havlu ile kurulanır ki, kefeni ıslanıp da ölü tahkir edilmiş olmasın.

Baş ve sakalına hanut denilen güzel bir koku sürülür: Çünkü hanut, ölülerin kokusudur.

Secdede yere temas eden uzuvlarına da kâfur sürülür: Çünkü koku sürünmek sünnettir. Hususen secde uzuvlarına sürmek, bu uzuvların şereflendirilmesi içindir. [216]

 

KEFEN BAHSİ

 

Ölü tütsülenmiş üç beyaz kefenle kefenlenir. Bunlar da; kamis, izar ve lifafedir. Sünnet olan kefen işte budur: Zira rivayete göre Hz. Peygamber (sas) vefat ettiğinde Yemen'in Sahul kentinde imal edilen beyaz  renkli üç parça bezle kefenlenmiştir. Gömleği de aynı kumaştanmış. [217] Yine rivayet olunur ki; Adem (as) vefat ettiğinde melekler onu kefenlemiş ve; “Ey Adem oğulları, ölülerinize tatbik edilecek sünnet (usul, kaide) budur,” demişlerdir.

Kefenleme şekli şöyledir: Evvelâ lifafe yayılır, sonra onun üstüne izar konulur ve gömleği giydirilir. Gömlek omuzdan ayağa kadar uzanır. İzarı sarılır. İzar, başdan ayağa kadar olan kısmı içine alır. Sol   tarafdan   sarılmaya   başlanır. Sonra sağından sarılır: Sağlığındaki giyinişine göre hareket edilir. Sonra aynı şekilde lifafe de sarılır. Lifafe, başdan ayağa kadar olan kısmı içine alır.

Sadece izar ve lifafe ile kefenlemek de caizdir: Ölünün sağlığındaki hali, bu hususda nazar-ı itibara alınır. Ayrıca Hz. Ebûbekir (ra) demiş ki; “Şu iki elbisemi yıkayın ve beni bunlarla kefenleyin.” Buna kefen-i kifafe denilir.

Ama zaruret olmadan, bunlardan sadece biriyle kefenlemek caiz olmaz: Zira rivayete göre Mus'ab b. Umeyr (ra) şehid düştüğünde tek bir bezle kefenlenmiştir.

Kefen, açılmasından korkulduğu takdirde; bağlanır ki, avret yerlerinin açılmasından sakınılmış olsun. Ölü, hayattaki durumu göz önünde bulundurularak; ancak hayattayken giymesi caiz olan kumaşlarla kefenlenebilir. Kadının kefeni de böyledir. Fakat onunkine baş örtüsü ve  göğüslerine bağlanan göğüs örtüsü eklenir: Evvelâ gömleği giydirilir, sonra onun üstüne baş örtüsü takılır. Sonra gömleğin üstüne göğüs örtüsü bağlanır. Daha sonra sağlığındaki hali göz önüne alınarak; sonra izar, sonra da lifafe sarılır. Sünnet olan kefen budur. Zira Ümmü Atiyye (ra) nin rivayet ettiğine göre; Hz. Peygamber (sas) kızını kefenletirken, kendisine kefen parçalarını birer birer uzatıp vermiş; tamamı beş parçayı bulmuştu ki; sonuncusu, göğüslerin üzerine bağlanan göğüs örtüsüydü.

İzar, lifafe ve bir de baş örtüsüyle kefenlemek de caizdir: Bu kefen-i kifayedir. Çünkü bu miktar hayattaki bir kimsenin örtünmesine yetecek en az bir miktardır. Bundan daha azıyla kefenlemek mekrûhdur. İmam ebû Yûsuf dan rivayet olunduğuna göre, kefen olarak kadına izar ve lifafe yeterli olur. Çünkü tesettür bununla gerçekleşir.

Kadının saçları iki Örgü yapılır ve lifafe altındaki gömleğin üstüne, göğsüne gelecek şekilde iki yana konur: Çünkü kadın hayattayken örgülerini sırtına salar. Öldükden sonra ise; kefenin açılıp dağılması ihtimaline binaen, örgüleri göğsünün üzerine bırakır. Erginlik çağına giren de, büluğa ermiş gibidir. Erginlik çağına girmeyen, izar ve rida namıyla iki bez parçasına sarılır.

Bir kadın ölür de kefen bulunmazsa, Ebû Yûsuf’a göre ona kefen temin etme vazifesi kocasına aittir. Çünkü sağlığında da giysisi kocası tarafından temin edilmekteydi. İmam Muhammed demiş ki; ölen kadının kefeni yoksa, kocasının ona kefen temin etmesi gerekmez. Çünkü hayattayken kocasının ona giysi temin etmesi, nikâhın gereği idi. Ama ölüm sebebiyle nikâh akdi ortadan kalkmış olmakdadır. [218]

 

CENAZE NAMAZI

 

Cenaze namazı farz-ı kifayedir: Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:   

“Her ölünün üzerine namaz kılınır.” [219]

“İyi, kötü her ölünün üzerine namaz kılın.” [220] Ayrıca melekler de Adem (as) vefat ettiğinde cenaze namazını kılmışlar ve; “Ölülerinizin sünneti budur,” demişlerdi. [221]

 

Cenaze Namazını Kıldırmada Devlet Reisi:

 

Bu  namazı kıldırmada Öncelik hakkı devlet başkanınındır: Çünkü onun huzurunda başkasının öne geçip namaz kıldırması, ona hakarettir. Zira rivayete göre Hz. Ali (ra) nin oğlu Hasan (ra) vefat ettiğinde, kardeşi Hüseyin (ra) hazır iken, Medine valisi Said b. As öne geçip namazı kıldırmış, Hüseyin (ra) de ona; “Eğer bu hususda sünnet olmasaydı, senin öne geçip namazı kıldırmana müsaade etmezdim.” demiştir. Sonra sırasıyla kadıdır. Çünkü o da bir bakıma devlet başkanı gibidir. Sonra mahallenin imamıdır. Çünkü ölü hayattayken, onun imamlığına razı olmuştu.

Sonra da yakından uzağa doğru ölünün velileridir. Ancak bir kimsenin babası oğlundan önce gelir: Babanın evladına karşı üstünlüğü vardır. Dolayısıyla namaz kıldırmada öncelik hakkı onundur. Ebû Yûsuf’dan nakledilen bir görüşe göre; veli her hal-ü kârda namaz kıldırmada önceliklidir. Yakınlık derecesinde eşit olduklarında, yaşça büyük olan cenaze namazı kıldırma önceliğine sahib olur. Yakın olan veli dilediği kimseyi imamlık için öne geçirebilir. Zira bu hususda hak onundur.

Cenaze namazını devlet başkanı veya kadıdan başkası kıldırmışsa, velinin yeniden kıldırmaya hakkı vardır: Çünkü namaz kıldırma hakkı onundur.

Eğer cenaze namazı veli tarafından kıldırılmışsa, başkasının yeniden kıldırmaya hakkı yoktur: Çünkü namazın farziyeti veli ile edâ edilir. Onun kıldırmasından sonra yeniden kılarlarsa; ikincisi nafile olur ki, cenaze namazının da nafilesi yoktur. Ayrıca cenaze namazının yeniden kılınması caiz olsaydı, insanlar Hz. Peygamber (sas) ve ashabının namazlarını yeniden kılarlardı. Halbuki böyle yapmadılar. Kaldı ki, Hz.  Peygamber (sas) Hz. Ömer (ra) e şöyle buyurmuştur:

Doğrusu cenaze üzerine kılınan namaz yeniden kılınmaz.

Ölü, namazı kılınmadan defnedildiğinde cesedin dağılmadığına kuvvetle kanaat getirilirse, kabri üzerine namaz kılınır: Bu hususdaki rivayetimiz mutlaktır. Her hangi bir kayıt getirilmemiştir. Cesed dağılmış olursa, naklettiğimiz nassın kapsamına girmez. Bazıları bunun müddetini üç gün olarak takdir etmişlerdir. Esahh olan önceki görüştür. Çünkü bu, zamana ve toprağa göre değişir. Cenaze namazı kılındıkdan sonra ölünün yıkanmamış olduğunu öğrenirlerse, onu yıkar ve namazını da yeniden kılarlar. Ama defhettikden sonra öğrenirlerse, mezarını açıp çıkarmazlar. Çünkü bu ölüye eziyet ve hakarettir. Mezardan çıkarılıp yıkanmaz.

İbn. Semmaa'nın rivayetine göre İmam Muhammed bu hususda şöyle demiştir: “Üzerine toprak dökmemişlerse, ölüyü çıkarıp yıkarlar. Çünkü bu; mezarı açıp, içinden ölüyü çıkarmak sayılmaz.”

Cenaze erkek de olsa, kadın da olsa; imam onun göğüs hizasında bulunur: Semûre b. Cündüb (ra) ün rivayetine göre Hz. Peygamber (sas) bir kadının cenaze namazını kıldırırken, kadının göğsünün hizasında durmuştur. Çünkü göğüs iman ve marifetin yeri, hikmetin de kaynağıdır. Göğsünün hizasında durmak, onun imanına ortak olmanın işaretidir. Rivayete göre Ebû Yûsuf erkek cenazenin göğsünün hizasında, kadın cenazenin de beli hizasında dururmuş. Zira Enes (ra) de böyle yapmış ve; “Hz. Peygamber (sas) de böyle yapardı.” demiştir. Ama sahih olan birinci görüştür.

Cenaze namazı dört tekbirden ibarettir: Zira Hz. Peygamber (sas) bayram namazı için; 

“Cenaze namazının dört tekbiri gibi dört tekbirlidir.” [222] buyurmuştur.

İlk tekbirde eller kaldırılır: Çünkü bu iftitah tekbiridir.

Ondan sonrakilerde kaldırılmaz: Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Eller sadece yedi yerde kaldırılır.”  Böyle derken cenaze namazından söz etmiştir.

İlk tekbirden sonra Allah Teâlâ'ya hamdedilir, Fatiha okunur: Çünkü duada sünnet olan Allah (cc) a hamd ile başlamaktır. Hasan'ın rivayetine göre Ebû Hanîfe sübhaneke okunması gerekir, demiştir.

İkinci tekbirden sonra Hz. Peygamber (sas) e salât ü selâm getirilir: Çünkü Yüce Rabb'in anılmasından sonra Rasûlullah (sas) ı anmak gerekir. Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Ey Muhammed, Senin sânını yüceltmedik mi?” [223]

Bir rivayette anlatıldığına göre Yüce Rabb'imiz Hz. Peygamber (sas) e hitaben şöyle buyurmuştur:

“Ben sensiz anılmayacağım.”

Üçüncü tekbirden sonra namaz kılan kendisine ölüye ve bütün mü'minlere duâ eder: Çünkü cenaze namazından maksat, duadır. Evvelâ Allah (cc) ve Rasûlü (sas) zikredilmiş, şimdi ise asıl maksada; duaya gelinmiştir. Ki bu duâ müstecab olmaya en yakın yerde yapılmaktadır.

Dördüncü tekbirden sonra selâm verilir: Çünkü artık yapılacak bir şey yoktur. Diğer namazlarda olduğu gibi sağa sola selâm verilir. Hz. Peygamber (sas) en son cenaze namazını böyle kıldırmıştır. Selef ve halef ulemâsı da zamanımıza dek böyle kılmışlardır. Ebû Hanîfe dedi ki; “Cenaze namazında mesnun olan bazı duaları okursan iyi olur. Aklına gelen başka duaları da okuyabilirsin.”

Çocuğun namazında üçüncü tekbirden sonra;

Allahümme 'c 'alhu lenâ faraten ve zuhren şâfian müşeffean diye duâ edilir: Çünkü çocuk kendisi için mağfiret dilenmesine muhtaç değildir.

Hazırda olmayan ölünün namazı kılınmaz. Çünkü ölü bir bakıma imam, bir bakıma da imam olunmuş gibi olur. Bunların ikisi de gıyaben caiz değildir. Şayet caiz olsaydı, Medine dışındaki insanlar Hz. Peygamber (sas) in cenaze namazını kılarlardı. Kılmış olsalardı, bize de nakledilirdi. Ama böyle bir nakil mevcud değildir.

Necaşî'nin gıyabî cenaze namazını kılmasına gelince; Hz. Peygamber (sas) için gayb perdeleri aralanmış ve Necaşî'nin tabutunu görmüştür. Çünkü Necaşî'nin vefat ettiği günde ashabına;

İşte kardeşiniz Necaşî vefat etti. Kalkınız, cenaze namazını kılalım, buyurmuş, cenazeyi görerek namaz kılmış, ashab da ona uymuştu.

Cenaze namazında kıraat ve teşehhüd yoktur: Teşehhüdün olmaması, teşehhüdün oturma halinde okunmasındandır; halbu ki, cenaze namazında oturma yoktur. Kıraate gelince; İbn. Mes'ûd demiştir ki; “Hz. Peygamber (sas) cenaze namazında kıraat olacağını ne sözlü ne de fiilî olarak belirlemiş değildir. îmam tekbir aldıkça, sen de al, Duâ için en güzel kelimelerden seç.” Duâ niyyetiyle Fatiha okunsa bir sakıncası olmaz. Ama Kur'an-ı kerîm okuma niyyetiyle okunursa, mekruh olur. [224]

 

Ölü Doğanın Cenaze Namazı Kılınmaz:

 

Doğan çocukdan ses duyulursa; adı konur, yıkanıp cenaze namazı kılınır. Ses duyulmazsa, bir beze sarılarak gömülür, namazı kılınmaz: Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Doğan çocuk ses verirse, yıkanıp cenaze namazı kılınır ve miras hakkına sahib olur. Ses vermezse, namazı kılınmaz ve miras hakkına sahib olmaz.” [225]

 

CENAZENİN TABUTA KONULMASI VE DEFNİ

 

Cenazeyi tabuta koyduklarında tabutun dört ucundan tutulur: Zira İbn. Mes'üd (ra) dedi ki; “Cenazenin, tabutun dört ucundan tutularak taşınması sünnettir.” Böyle yapmakla ölüye hürmet gösterilmiş, yere düşmekden korunmuş ve taşıyanların da yükü hafifletilmiş olur.

Cenaze sür'atle götürülür, ama koşulmaz: Rivayete göre İbn. Mes'ûd (ra) şöyle demiştir;

“Hz. Peygamber (sas) e cenazenin nasıl götürüleceğini sorduk; buyurdu ki, koşmadan götürülür. Çünkü cenazenin arkasından gidilir, arkadan gitmez. Beraberindekiler cenazenin ilerisine geçemezler.”

Mezara vardıklarında cenaze yere konulmadan cemaatin oturması mekrûhdur: Hz. Peygamber (sas) cenazenin üstü toprakla örtülüp yerle aynı seviyeye getirilinceye kadar ayakda beklermiş. Çünkü cenaze kendisine uyulandır. Defin hususunda cemaate ihtiyaç duyulabilir. Ama kendilerine bu hususda ihtiyaç duyulmayacağını bilirlerse, oturmalarının bir sakıncası olmaz.

Mezara götürülürken cenazenin arkasından gitmek efdaldir: Bunun gerekçesini izah eden rivayeti izah etmiştik. Ayrıca bu ibret almak bakımından daha tesirlidir. Ama zamanımızda bunun en iyisi şayet kadınlar da cenazenin ardından yürüyeceklerse erkeklerin, cenazenin önünden gitmeleridir.

Mezar kazılınca bir de lahit, yani kıble tarafında açılan bir oyuntu yapılır: Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:  

Lahit bize, yarma ise başkalarına mahsusdur.[226] Çünkü yarma Yahudilerin âdetidir. Onlara muhalefet etmek sünnetin gereğidir.

Ölü bu lahdin içinde kıble tarafına konulur. Koyanlar; bismillahi ve alâ milleti Rasûlillahi derler. Ölü orada sağ tarafı üzerinde kıbleye çevrilir: Zeyd b. Ali b. Hüseyin'in rivayetine göre; dedesi Ali b. ebî Tâlib (ra) şöyle demiştir:

“Muttalib oğullarından bir adam vefat etti; Rasûlullah (sas) onun cenazesine geldi ve buyurdu ki; 'ey Ali! Onu tam olarak kıbleye çevir ve hep birlikde; bismillahi ve alâ milleti Rasûlillahi deyin, onu yan tarafı üzerine yatırın. Yüz üstü mezara atmayın.”

Ölü kadını zevi'l- erhamdan olan yakını; onu mezara defnetmede başkalarına nisbetle öncelik hakkına sahiptir. Böyle bir yakını yoksa, yabancılar defnedebilirler. Kadınlar defin esnasında mezara giremezler. [227]

 

Kadın Cenazelerinin Mezara İndirilmesi:

 

Kadın cenazeler mezara konulurken, mezarın üstü kerpiç ve benzesi bir nesneyle kapatılıncaya kadar bir bezle örtülür. Erkeğin mezarı örtülmez: Kadınlar hakkında böyle bir emir verilmesinin temel sebebi; onların görülmemesi gereken yerlerinin muhafaza edilmesidir. Öyle ki; kadınlar için tabutu güzel bulmuşlardır.

Kerpiç, lahdin üst kısmına gelinceye kadar örtülür: Hz. Peygamber (sas) in mezarı böyle yapılmıştır.

Sonra üzerine toprak çekilir: Bize kadar nakledilegelen mesnun mezar şekli budur.

Ve mezarın üstü toprakla tümsek haline getirilir: Tümsek dört parmak veya bir karış yükseklikde olmalıdır. Buharî'nin Sahih'inde rivayet olunduğuna göre İbn. Abbas (ra) Hz. Peygamber (sas) in mezarını tümsek şeklinde gördüğünü söylemiştir. Mezar yerle aynı seviyede düz olmamalıdır. Mezarı düz yapmak ehl-i kitaba mahsusdur.

Kireç, kiremit ve tahta gibi malzemeler kullanarak mezarları yaptırmak mekrûhdur: Çünkü bu nesneler kalıcılık ve süs içindir. Oysa mezar kalıcılık ve süs yeri değildir. [228]

 

Tek Mezara İki Kişi Defnetmek:

 

Zaruret olmadan aynı mezara iki kişiyi defnetmek de mekrûhdur. Eğer iki kişi bir mezara konulacak olursa, aralarına toprak konularak birbirlerinden ayırd edilirler ki; iki ayrı mezar gibi olsun.

Mezarlara basmak, üzerlerine oturmak, üstlerinde uyumak ve yanlarında namaz kılmak mekrûhdur: Hz. Peygamber (sas) bunları yasaklamıştır. Zira  böyle şeyler yapılmakla, mezara hürmetsizlik edilmiş olur. [229]

 

Müslümanın, Kâfir Yakınının Ölmesi:

 

Bir müslümanın kâfir olan bir yakını ölünce, onu necis bir elbise gibi yıkayıp bir beze sarar ve bir çukura gömer: Çünkü onunla olan akrabalık bağlarının gereğini yerine getirmekle emrolunmuştur. Böyle yapmakla da emrin gereğini yerine getirmiş olur. Onu canavarlara yem yapmamak için gömmesi gerekir. Ancak üzerine cenaze namazı kılmaz; çünkü üzerine namaz kılmak, onun hakkında şefaatte bulunmak demektir. Oysa o, şefaata müstahak değildir.

Dilerse, onu dindaşlarına teslim eder: Ki, dindaşları kendi ölüleri için yaptıklarını onun için de yapsınlar. [230]

 

ŞEHİD BAHSİ

 

Şehid; müşrikler tarafından öldürülen veya savaş meydanında yaralı olarak bulunan, ya da müslümanlar tarafından zulmen öldürülmüş olup, mirasçılarına bundan dolayı bir mal verilmesi gerekmeyen kimsedir. Şehid eğer akıllı, baliğ ve temiz ise; yıkanmaz ve üzerine namaz kılınır: Uhud şehidleri, şehidlik ahkâmına temel teşkil etmektedirler. Hz. Peygamber (sas) onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

“Onları kanları ve yaralarıyla gömün, yıkamayın. Doğrusu onlar kıyamet gününde damarlarından kan fışkırarak dirileceklerdir. Renk kan rengidir, ama koku misk kokusudur.” [231] Bunlar gibi olan veya zulmen öldürülüp de bu sebeple malî bir bedel ödenmesi gerekmeyerek; bir anlamda şehid sayılan kimseler de bunların hükmüne tabidirler. 'Ya da müslümanlar tarafından zulmen öldürülmüş.' sözünün kapsamına bağîler, yani meşru düzene baş kaldıranlar ve yolkesiciler de girmektedirler. Zira Hz. Ali (ra) Sıffın'de öldürülen tarafdarlarını yıkamamıştır. Hz.   Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Malı uğrunda öldürülen şehiddir.” [232] Sahih rivayette anlatıldığına göre Hz. Peygamber (sas) Uhud şehidleri üzerine cenaze namazı gibi namaz kılmıştır. Hatta rivayet olunur ki; Hamza (ra) nın üzerine yetmiş namaz kılmıştır. Başka bir rivayete göre onun üzerine yetmiş tekbir almıştır. Aslında Hamza (ra) nın cesedi Hz. Peygamber (sas) in önüne konulmuştu. Diğer şehidler birer birer oraya getiriliyor, üzerlerine namaz kılınıyormuş. Bu sebeple râvi kılınan her namazın Hamza (ra) nın üzerine kılındığını zannetmiştir.

'Şehid eğer akıllı, baliğ ve temiz ise.' sözü Ebû Hanîfe'nin görüşüne göredir. Çünkü ona göre çocuk, cünüb, adetli ve lohusa kadın şehid olduklarında yıkanmaları gerekir. İmameyn'e göre baliğ kimseye kıyaslanarak çocuk ve cünüb şehid düşdüklerinde yıkanmaları gerekmez. Çünkü cünüblükden dolayı alınacak gusül, ölüm sebebiyle düşer. Ölüm ile vâcib olan şey ise, onun hakkında yok sayılır. Ebû Hanîfe demiş ki; Hanzale b. Âmir (ra) cünüb olarak şehid edildiğinde meleklerin onu yıkadıkları doğrudur. Ama bu tâlim maksadıyla böyle yapılmıştır. Ve bu hadiseyi anlatan umumî hadîsden çıkarılan hususî bir hükümdür. Âdet ve lohusa halindeki kadınlar da şehid edilirlerse, yıkanmaları gerekir.

Çocuğa gelince; Ademoğullarının ölüleri için aslolan yıkamaktır. Ancak günahlara keffaret olur ümidiyle şehadetin eseri olan kan lekeleri üzerinde kalsın diye, şehidin yıkanmasını kaldırdık. Ama çocuk için böyle bir hal; yani günahkârlık söz konusu olmadığı için, şehid edilen çocuğun yıkanması gerekir.

Ezici ağırlığı olan bir nesneyle öldürülen kimsenin yıkanması gerekir. İmameyn bu görüşe muhalifdirler. Ebû Hanîfe'ye göre bu durumda diyet ödemek gerekir. İmameyn'e göre ise; öldürenin de öldürülmesi gerekir. Harb meydanında ölü bulunan bir şahsın üzerinde yara yoksa, şehid olup olmadığı şüpheli olduğu için yıkanır.

Şehidin kefeni elbisesidir. Bu elbise sünnet olan kefenden eksikse, geri kalan kısmı tamamlanır. Fazla ise fazlalığı alınır: Hamza (ra) şehid düştüğünde üzerinde çizgili bir aba vardı. Onunla başı örtülünce, ayakları açıkda kalıyordu. Ayakları örtülünce de başı açıkda kalıyordu. Bunun üzerine Rasûlullah (sas) başının örtülmesini, ayaklarının üzerine de izhir denen geniş yapraklı bitkinin konulmasını emretti. Bu, kefenden ayrı ve ziyade bir şeydir. Ama demek ki, bu hadise bunun kefen yerine kullanılmasının caiz olduğunu gösteriyor. Şehidin üzerindeki kürk, palto, silah, mestler ve başlık çıkartılır: Çünkü bunlar kefen esvabından değildirler. Hz. Peygamber (sas) bu gibi şeylerin şehidin üzerinden çıkarılmasını emretmiştir.

Yaralandıkdan sonra bir şey yer (İmam Şâfıî), içer (İmam Şafiî), tedavi olur, dünya işlerinden bir şey vasiyyet eder (İmam Şâfıî), satar, satın alır, namaz kılar, savaş alanından sağ götürülür, bir çadıra alınır veya aklı yerinde olarak bir günden çok yaşarsa; yıkanır: Çünkü bu durumda o hayatın nimetlerinden yararlanmış ve üzerindeki zulüm eseri hafiflemiştir. Uhud şehidleri gibi olmakdan çıkmıştır. Çünkü onlar susuz ölmüşlerdi. Su kâsesi kendilerine sunulduğu halde, şehidlik ecirlerinin azalacağından korkarak içmemiş ve susuz olarak can vermişlerdi.

Şehid tedavi için değil, atların ayakları altında çiğnenmemesi için saflar arasından alınıp götürülürse, yıkanmaz. Çünkü bu durumda o, hayatın nimetlerinden yararlanmamıştır. Rivayet olunur ki, İmam ebû Yûsuf şöyle demiştir: “Yaralının üzerinden aklı başında iken bir namaz vakti geçer de sonra ölürse, yıkanır. Çünkü bu durumda ona bir vakit namaz kılmak farz olmuştur.” Bu da dünya ahkâmındandır.

Yaralı gazi dinî bir işi vasiyyet eder de, sonra vefat ederse, yıkanmaz. Zira rivayet edildiğine göre Uhud harbinde Sa'd b. Rebî (ra) yara almış ve Ensara; “Açılıp kapanan gözünüz olduğu halde, eğer aranızda Rasûlullah (sas) öldürülürse, kendinizi müdafaaya yarayacak bir mazeretiniz olmaz.” diye vasiyette bulunmuş; sonra da ruhunu teslim etmiş ve yıkanmamıştı. [233]

 

Hadd veya Kısasdan Öldürülenlerin Cenazesi:

 

Had veya kısasdan öldürülenler yıkanır ve üzerlerine namaz kılınır: Çünkü bunlar zulmen öldürülmemişlerdir. Dolayısıyla Uhud şehidleri gibi değildirler.

Meşru düzene baş kaldıranların ve yol kesenlerin üzerine namaz kılınmaz: Çünkü bunlar yer yüzünde fesat çıkarmaktadırlar. Allah (cc) bu hususda şöyle buyurmuştur:

Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. [234] Namaz şefaattir; bunlar ise şefaati haketmemişlerdir. Bu hususda kendisine uyulacak bir önder olan Hz. Ali (ra) âsiler üzerine namaz kılmamıştı. Bunu ashabın gözü önünde yapmış, hiç bir itirazla karşılaşmamıştı. Dolayısıyla bu bir icmâ olmuştur. [235]

 



[1] Tevbe: 9/103.  

[2] Nisa: 4/103.

[3] Bu hadis şerifi Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesei ve Müsned’inde Ahmed b.Hanbel rivayet etmiştir.

[4] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/73-74.

[5] Bu hadisi şerifi Müsned’inde Ahmed b. Hanbel, Müslim, Ebu Davud rivayet etmiştir.

[6] Bu hadisi şerifi Kemal b. Hümam Ebu Hüreyre’den rivayet etmiştir.

[7] Buhari; mevakıt, bab:9, Müslim; mesacid,bab:180.

[8] Bu hadisi Müsned’inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[9] Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.

[10] Bu hadisi Ebu Davud, İbn Mace ve Müsned’inde Ahmed b Hanbel rivayet etmiştir.

[11] Bu hadisi Ebu Davud, Tirmizi ve İbn Mace rivayet etmiştir. Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/74-77.

[12] Bu hadisi Tirmizi, Nesei ve Sahih’inde İbn. Hibban rivayet etmiştir.Sahih hadistir.

[13] Bu hadisi Taberani El- Kebir’de rivayet etmiştir.

[14] Bu hadisi Ebü Davud, İbn Mace ve Sünnen’inde Ahmet b. Hanbel rivayet etmiştir.

[15] Bu Hadisi Müsned’inde Ahmet b. Hanbel, Tirmizi, Ziya el- Makdisi, Bezzar ve Ebü Ya’la rivayet etmiştir.

[16] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/78-79.

[17] Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

[18] Bu hadisi Müsned’inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[19] Bu hadisi Buhari, Müslim, Malik, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, İbn Mace ve Müsned’inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[20] Bunu Buhari, Müslim, Nesei ve Müsned’inde Ahmet b. Hanbel rivayet etmiştir.

 

[21] Nisa: 4/103.

[22] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/80-82.

[23] Tevbe: 9/3.

[24] Bu hadisi Ebu Davud, Tirmizi ve Müsned’inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[25] Bunu Malik Sahih’inde, İbn. Huzeyme, Darekutni ile Beyhaki de sünenlerinde rivayet etmiştir.

[26] Bunu Tirmizi rivayet etmiştir.Tesvib; sabah ezanında ‘es-salatu hayrun mine’n nevm cümlesinin okunmasıdır.

[27] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/82-85.

[28] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/85-86.

[29] Bu hadisi Müsned’inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[30] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/86.

[31] Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.

 

[32] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/86-87.

[33] Pis olan bir yerde hapsedilen kimse dinen temiz sayılan bir şey bulamazsa; namazını kılmaz, terkeder. Bilhare kaza eder.

[34] Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiştir.

[35] Müddessir: 74/4.

[36] Hacc: 22/26.

[37] Araf: 7/31.

[38] Bu hadisi Müsned’inde Hars rivayet etmiştir.

[39] Nûr: 24/31.

[40] Pis elbiseyle namaz kılan ‘pisliği giderme’ farzını terk ediyor; ama çıplak kılan; avret yerini örtme, kıyam, rüku ve secde gibi birkaç farzı terkediyor.

[41] Bakara: 2/150.

[42] Bakara: 2/115.

[43] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/88-92.

[44] Bu hadisi Buhari, Müslim Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve İbn. Mace rivayet etmiştir.

[45] Beyyine: 93/5.

[46] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/92-94.

[47] El-Mü'minûn: 23/1-2.

[48] Bu hadisi Ebu Davud, Nesei ve Ahmed rivayet etmiştir.

[49] El-Âlâ: 87/15.

[50] Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiştir.

[51] el-Âlâ: 87/15.

[52] Bu hadisi Nesei tahric etmiştir.

[53] Bu hadisi Ebü Davud ve Müsned’inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[54] Vâkıâ: 56/74.

[55] Âlâ: 87/1.

[56] Nahl: 16/98.

[57] Bu hadisi Buhari, Müslim, Malik, Ebü Davud, Tirmizi, Nesei, İbn Mace ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[58] A’raf: 7/204.

[59] Bu hadisi Malik Ebü Davud rivayet etmiştir.

 

[60] Bu hadisi Buaaahri ve Müslim rivayet etmiştir.

[61] Bu hadisi Buhari, Müslim, Ebü Davud ve Ahmed b.Hanbel rivayet etmiştir.

[62] Hacc: 22/77.    

[63] Bu hadisi Ebü Davud ve Nesei rivayet etmiştir.

[64] A'lâ: 87/1.

[65] Bunu Ebü Davud tahric etmiştir.

[66] Bu hadisi Müsned’inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[67] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/94-104.

[68] Hacc: 22/77.

[69] Bu tabirden Hanefi mezhebinin üç imamının (ki, bunlar Ebü Hanife, Ebü Yusuf ve İmam Muhammed’dirler) sözleri anlaşılır.

[70] Bu ahdisi Buhari, Müslim,Nesei ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[71] Bunun tahricini Ebü Davud ve Nesei yapmıştır.

[72] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/104-108.

[73] Bu hadisi Ebü Davud,Tirmizi, İbn Mace, Ahmed b. Hanbel, Sahih’inde Hakim, Darekutni, Taberani ve İbn. Adiyy rivayet etmiştir.

[74] Nisa; 4/103.

[75] Ahmed b. Hanbel, Ebü Davud, Nesei; Hz.Peygamber (sas)in bu sureleri vitir nazmında okuduğunu Übeyy b. Ka’b (ra) dan rivayet etmişlerdir.

[76] Bakara: 2/201.

[77] Bu hadisi Buhari, Müslim,Ahmed b. Hanbel ve Darekutni rivayet etmiştir.

[78] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/108-111.

[79] Müzzemmil: 73/20.

[80] Müzzemmil: 73/20.

[81] Bu hadisi Buhari, Müslim, Ahmed b. Hanbel, Ebü Davud, Tirmizi, Nesei ve İbn. Mace rivayet etmiştir.

 

[82] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/111-113.

[83] Bu hadisi Müslim ve Ebü Davud rivayet etmiştir.

[84] Bu hadisi Buhari, Müslim, Malik, Ahmed b. Hanbel, Ebü Davud, Tirmizi, Nesei ve İbn Mace rivayet etmiştir.

[85] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/113-114.

[86] Bu hadisi Müslim, Ebü Davud, Tirmizi, Nesei ve Müsned’inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[87] Bu hadisi Müslim, Tirmizi, Ebü Davud ve Nesei rivayet etmiştir.

[88] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/114-115.

[89] Bu hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/115.

[90] Tevbe: 9/9.

[91] Bu hadisi Beyhaki, Darekutni rivayet etmiştir. Zayıftır. Hakim bunun münker olduğunu söylemiştir.

[92] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/116.

[93] Bu hadisi Buhari, Müslim, Ebü Davud, Nesei, Tirmizi, İbn Mace, Malik ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[94] Bunun tahricini Müslim ve Nesei yapmıştır.

[95][95] Bu hadisi İbn Mace ve Beyhaki rivayet etmiştir. Bunda zayıflık vardır. Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/116-117.

[96] Bu hadisi Müslim, Ebü Davud ve Nesei rivayet etmiştir.

[97] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/117-118.

[98] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/118-119.

[99] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/119.

[100] Bu hadisi Ebü Davud, Tirmizi, İbn Mace ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

 

[101] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/119-121.

[102] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/121.

[103] Hafiz İbn. Hacer’in dediği gibi; bu Hz. Peygamber (sas) in sözü değildir. İbn. Hacer, Abdurrahman es- Sülemi’den Hz. Ali’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir. İmam senden yemek isterse, ona yedir. Şu halde bu Hz. Ali (ra) nin sözüdür.

[104] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/121-123.

[105] Bu hadisi Müsned’inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[106] Rivayete göre Ebû Hüreyre (ra) şöyle demiştir: Hz. Peygamber (sas) namazda ellerin böğüre konulmasını yasakladı. Bunun  tahrîcini Mâlik hâriç, cemaat yapmıştır.

[107] Bu hadisi Ebü Davud, Nesei, İbn Mace, Darimi ve Müsned’inden Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[108] Bu hadisi Buhari, Ebü Davud, Nesei ve Müstedrek’inde Hakim rivayet etmiştir.

[109] Bu hadîsi Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî, İbn Mâce ve Sahih'inde İbn. Hibban rivayet etmiştir. Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/123-126.

[110] Bu hadîsi Müslim, Ebû Dâvud ve Neseî rivayet etmiştir.

[111] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/126.

[112] Bu hadisi İbn Mace rivayet etmiştir.

[113] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/127-128.

[114] Bu hadisi Darekutni ve Beyhaki rivayet etmiştir.

[115] Bu hadisi İmam Malik rivayet etmiştir.

[116] Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir. Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/129.

[117] Bu hadisi El- Kebir adlı eserde Taberani rivayet etmiştir.

 

119 Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/130-131.

[120]- Bu hadîsi Ebû Dâvud, Tirmizî, Beyhakî ve Müstedrek'inde Hâkim rivayet etmiştir.

[121] Bu hadîsi Tirmizî rivayet etmiştir.

[122] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/131-132.

[123] Bu hadisi Ebü Davud, Tirmizi, Nesei, Müslim ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir. 

[124] Bu hadisi Ebü Davud rivayet etmiştir.

[125] Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

[126] Bu hadisi Ebü Davud, Tirmizi ve Nesei rivayet etmiştir.

[127] Bu hadîsi Tirmizî ve İbn Mâce rivayet etmiştir.

[128] Bu hadîsi îbn Mâce rivayet etmiştir. Zayıf bir hadîsdir.

[129] Bu hadîsi Müslim, Ebû Dâvud ve Tirmizî rivayet etmiştir.  .

[130] Allah (cc) ım Selam Sen’sin. (Dünya ve ahiret) selameti de Sen’in yardımınla elde edilir. Selamet ve selam Sana döner. Sen kutlusun. Ey Celal ve İkram ile muttasıf olan Rabbim.

[131] Muhammed: 47/33.

[132] Bu hadisin tahricini Ebü Davud, Tirmizi ve İmam Malik yapmıştır.

[133] Bu  hadîsi Buhari, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî, Mâlik, İbn Mâce ve Müsned'inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[134] Bu hadisi Buhari, Müslim, Ebü Davud ve Tirmizi rivayet etmiştir.

[135] Bu hadisi Müslim, Tirmizi,Nesei, İbn Mace ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.Burada geçen kunutun uzun tutulması sözü ile kıyamın uzun tutulması kastedilmiştir.

[136] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/132-138.

[137] Bu hadîsi Müsned'inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[138] Bu hadîsi Neseî ve El- Kebir’ de Taberanî rivayet etmiştir.

[139] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/138-141.

[140] Bu hadîsi Buharî, Müslim, Ebû Dâvud ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[141] Bu hadîsi Buharî, Müslim ve Neseî rivayet etmiştir.

[142] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/141-142.

[143] Nûh: 71/10-11.

[144] Hûd: 11/52.

[145] Bu hadisi Buhari, Müslim, Malik, Ebü Davud ve Nesei rivayet etmiştir.

[146] Mecadih; micdahın çoğuludur. Micdah tıpkı ocağın üç taşı gibi bir yıldızdır. Bunun Dubran yıldızı olduğu da söylenir. Denilir ki; mecadih tıpkı ocağın üç taşı gibi üç yıldızdır. Bu Araplara göre yağmurun cihetine delalet eden şeylerdendir. Buna göre Abbad (ra) şunu demek istemişti; “Ben göğü kepçe gibi karıştıran kelimelerle duâ ettim.”

[147] Bu hadîsi Ebû Dâvud, Tirmizî ve Neseî rivayet etmiştir.

[148] Ra'd: 13/14. Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/142-145.

[149] Bu hadîsi Ebû Dâvud, İbn Mâce, Müsned'inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[150] Bu hadîsi Müslim, Ebû Dâvud ve Neseî rivayet etmiştir.

[151] Bu hadîsi Müsned'inde Ebû Ya'la, El- Kâmil'de İbn. Adiyy, Sünen'inde Beyhakî, Taberânî ve Deylemî rivayet etmiştir.

 

[152] Bu hadîsi Mâlik, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[153] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/145-150.

[154] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/150-152.

[155] Bu hadîsi Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[156] Bu hadîsi Buharî ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

 

[157] Bunu Beyhakî rivayet etmiştir.

[158] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/152-156.

[159] Bunu Buhari, Müslim ve Ahmed b.Hanbel rivayet etmiştir. 

[160] Bu hadîsi Müslim, Neseî, İbn Mâce, Dârimî ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[161] Bu hadîsi Ebû Dâvud, Tirmizî, Mâlik ve Müsned'inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[162] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/157.

[163] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/158.

[164] Bu hadîsi Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn. Hibban rivayet etmiştir.

[165] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/158.

[166] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/159.

[167] Bunu Ebû Dâvud rivayet etmiştir.

 

[168] Bu hadîsi Ebû Dâvud rivayet etmiştir.

[169] Bakara: 2/184.

[170] Bakara: 2/239.

[171] Nisa: 4/43.

[172] Bu hadîsi Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn. Hibban rivayet etmiştir.

[173] Bakara: 2/173.

[174] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/159-162.

[175] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/162-163.

[176] Cuma: 62/9.

[177] Bu hadîsi Müsned'inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[178] Bu hadîsi Ebû Dâvud ve Müsned'inde Şâfıî rivayet etmiştir.

[179] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/163-164.

[180] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/164

[181] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/165.

[182] Bu hadîsi Bulıarî, Ebû Dâvud ve Tirmizî rivayet etmiştir.

[183] Cuma: 62/9.

[184] Cuma: 62/9.

[185] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/165-168.

[186] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/168.

[187] Araf: 7/204.

[188] Cuma: 62/9.

[189] Cuma: 62/9.

[190] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/169-171.

[191] Bakara: 2/185.

[192] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/171-172.

[193] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/172-173.

[194] Bu hadîsi Ebû Dâvud rivayet etmiştir.

[195] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/174-175.

[196] Bu hadîsi Müsned'inde Ahmed b. Hanbel, Tirmizî, Sahih'inde İbn. Hibban, İbn Mâce, Dârekutnî, Hâkim ve Beyhakî rivayet etmiştir.

[197] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/175-176

[198] Bakara: 2/203.

[199] A'raf: 7/55.

[200] Bu hadîsi Ahmed b. Hanbel, Sahih'inde İbn. Hibban ve Şuâbu'l- iman'da Beyhakî rivayet etmiştir.

[201] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/176-178.

[202] Nisa: 4/102.                                                                                                                                                                                 

[203] Bu hadîsi Buhari, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî, İbn Mâce, Dârimî ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[204] Nisa: 4/102.

[205] Bakara: 2/239.

[206] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/178-180.

[207] Hacc: 22/26.

[208] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/180-181.

[209] Bu hadîsi Müslim, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî ve İbn Mâce rivayet etmiştir.

[210] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/182.

[211] Bu hadîsi Buharî, Müslim ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[212] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/182-183.

[213] Bu hadîsi Ahmed b. Hanbel, Tirmizî ve İbn Mâce rivayet etmiştir.

[214] Bu hadîsi Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[215] Bu hadîsi Buharî, Müslim ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[216] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/183-185.

[217] Bu hadîsi Buharî ve Müslim rivayet etmiştir.

[218] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/185-186.

[219] Bu hadîsi İbn Mâce rivayet etmiştir.

[220] Bu hadîsi Beyhakî Sünen'de rivayet etmiştir.

[221] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/186.

[222] Bu hadîsi Ebû Dâvud rivayet etmiştir.

[223] İnşirah: 94/4.

[224] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/187-190.

[225] Bu hadîsi Ebû Hüreyre rivayet etmiştir. Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları:1/190.

[226] Bu hadîsi Müsned'inde Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[227] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/191-192.

[228] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/192.

[229] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/192.

[230] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/193.

[231] Bu hadîsi Neseî ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

[232] Bu hadîsi Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî ve İbn. Hibban rivayet etmiştir.

 

[233] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/193-196.

[234] Mâide: 5/33.

[235] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/196.