Kiralık
Arazi Ve Malla Kimin Ne Yapılacağının Beyanı:
Adam
Kiralamanın Caiz Olmadığı İşler:
Elbise
Yaptırmakla Alâkalı Hükümler:
Kira menfaatlerin satışıdır. İnsanların ihtiyaçlarından dolayı, kıyasa muhalif olarak caiz görülmüştür: Şunu bilmeliyiz ki, temlik (mülk etmek) iki çeşittir:
1- Aynın temliki,
2-
Menfaatlerin temliki.
Aynın temliki iki kısımdır:
a- Bedel karşılığında temlik; bu satıştır ki, daha evvel açıkladık.
b-Bedelsiz temlik; meselâ hibe etmek, sadaka vermek ve vasiyyet etmek gibi. Bunlarla alâkalı açıklama -inşâallah- ilgili bölümlerde verilecektir.
Menfaatlerin temliki de iki kısımdır:
a- Bedelsiz menfaat temliki; ileride açıklanacağı gibi, bunun menfaatin iğreti olarak verilmesi veya vasiyyet edilmesidir.
icar vaatin bir bedel karşılığında başkasına temliki ki, bu daraya verme) dir. Kiraya menfaatlerin satışı denilmiştir. Çünkü bunda menfaatlerin satışı vardır. Bu da menfaat karşılığında bazı bedellerin verilmesidir ki, bu kıyasa muhalifdir. Zira menfaatler kira akdinin yapılışı esnasında mevcut değildirler. Mevcut olmayan şeyin satılması ise, caiz değildir. Ancak biz insanların kiraya olan ihtiyaçları sebebiyle bunu caiz saydık. Şemsü'l- eimme Sarahsî, kirayı menederek şöyle demiştir; alış verişde satılan şeyin satanın mülkü olması, mevcut olması ve müşteriye teslim edilebilir bir şey olması şarttır. Ama bu şartlar menfaatlerde tahakkuk etmez. Menfaat bir arazdır ve iki zamanda baki kalmaz. Şu halde bunu şart koşmanın bir mânası yoktur. Bu sebeple biz akdin kendisine izafe edilmesi için menfaati elde edilecek aynı, menfaatin yerine koyduk ki, kabul icapdan sonra yapılmış olsun. Tıpkı üzerine selem yapılan şeyin mahalli olan zimmetin, selemin caiz olması için üzerine akid yapılan şeyin yerine konulması gibi... Buna göre kira akdi menfaatin meydana gelişine göre an be an in'ikad eder ki, bu in'ikad menfaatin elde edilişine muttasıl olsun. Üzerine akid yapılan kiralık nesneden menfaat sağlamak bu yolla mümkün olur.[1]
Kiranın câizliğinin delili şunlardır;
"Sizin için çocuğu emzirirîerse, onlara ücretlerini verin."(Talâk:6).
"Birbirlerine iş gördürmeleri için..." (Zuhruf: 32). Yani ücretle çalıştırarak birbirlerine iş gördürmeleri için, insanları derecelerle birbirlerine üstün kıldık. Hz. Peygamber (sas) bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Bir ücretliyi (işçiyi) kiralayan, ona ücretini bildirsin.[2]"Rasûlullah (sas) risalet vazifesiyle gönderildiği zaman insanlar kira muamelesi yapıyorlardı. Onların bu muamelelerini uygun gördü. Kiranın meşruiyeti hususunda icmâ vardır.
İcar (kira) satış (bey1) lafzıyla akdedilmez. Çünkü kira halihazırda mevcud olmayan menfaatlerin kiracıya (müste'cire) temlikidir. Kiracının nıe'cur (kiralanan mal) dan menfaat sağlayabilmesi için kiralanan şeyin ona teslim edilmesiyle kira muamelesi başlar. Çünkü menfaatin kendisini kiracıya teslim etmek mümkün değildir. Bu sebeple kiralık nesneden faydalanma imkânının elde edilmesini menfaatin kendisinin yerine koyduk.
Yukarıda geçen hadîs-i şerîfe riâyet ve taraflar arasında meydana gelebilecek anlaşmazlığa mâni olmak için kirada menfaatlerin ve ücretin belli olması mecburidir. Alış verişde bedel olması uygun olan şeyler, kira ücreti olmaya da uygundurlar: Çünkü ücret de bir bedeldir. Ölçeklik, tartıhk, ölçülük, taneleri birbirine yakın irilikde olan sayılık nesneler bedel (fıat) olmaya uygun oldukları takdirde ücret de olabilirler. Hayvan eğer aynen verilecekse, ücret olabilir. Ama harç olarak verilecekse, -zimmette sabit olmayacağından dolayı- ücret olamaz. Kiralanan menfaatle karşılığında verilecek olan menfaatin cinsleri muhtelif ise, kirada menfaatin ücret olarak verilmesi uygundur. Ama alış verişde menfaatin bedel olması uygun değildir. Çünkü bedele akdin kendisiyle mâlik olunur. Oysa menfaate akdin kendisiyle mâlik olunmaz.
Kira şartlarla fâsid olur. Alış verişde olduğu gibi, kirada da görme muhayyerliği vardır. Kirada ikale ve fesih olabilir: Tıpkı alış verişde olduğu gibi... [3]
Menfaatler, belli bir müddet araziyi ekmek ve yine belli bir müddet evde oturmak gibi müddet tayin etmekle bilinir. Çünkü müddet bilinince, menfaatler belirlenmiş olur. Menfaat, adı söylenmekle de belirlenmiş olur. Meselâ, elbisesinin boyanacağını veya dikileceğini belirtmekle ve hayvan kiralarken taşınacak yükü veya binilecek mesafeyi belli etmekle bilinir: Zira boyanın rengi ve miktarı, dikişin cinsi, yükün miktarı ve cinsi, gidilecek mesafenin miktarı beyan edilince, akid konusu menfaat belirlenmiş olur.
Menfaatler işaretle de belirlenir. 'Şu yiyecekleri taşımak' gibi: Çünkü taşınacak şeyin ne olduğu, nereye kadar taşınacağı bilinince, akdin konusu olan menfaat belirlenmiş olur. Bir ev veya dükkân kiralayan kimse orada oturma hakkına sahip olduğu gibi, dilediği kimseyi de orada oturtabilir: Oraya eşya koyabilir, hayvan bağlayabilir ve diğer işleri yapabilir. Bunları belirtmese de, yapabilir. Çünkü örfe göre evlerde ve dükkânlarda normal olarak bu işlerin yapılabileceği bilinmektedir. Meskenlerin sağladıkları menfaatler bu bakımdan farklı değildirler. Ancak çamaşır temizleyiciliği, demircilik ve değirmencilik kariç: Bu işler binayı yıpratır ve zarar verirler. Akid bu işlerin yapılmasını gerektirmez. Ama akid esnasında bu işlerin yapılacağı söylenirse, o zaman kiralanan yerde bunlar da yapılabilirler. Kiralanan ev darsa, kiracı -âdet olmadığı için- oraya ineği bağlayamaz. [4]
Ziraat için kiralanan bir araziye ekilecek şeyin beyan edilmesi ya da istenilen şeyin ekilebileceğinin beyan edilmesi şarttır: Ziraatin sağladığı menfaatler muhtelifdir. Arazinin göreceği zarar ekilen bitkiye göre değişir. Onun içindir ki, akid yaparken araziye neyin ekileceği açıklanmazsa, ileride taraflar arasmda anlaşmazlık meydana gelir. Ama akid yaparken kiracı; 'ben bu tarlaya falan ekini ekeceğim1 veya 'dilediğim şeyi ekeceğim1 derse, ileride meydana gelmesi muhtemel olan anlaşmazlıkların önü alınmış olur. Binmek için hayvan, giymek için elbise kiralanırken; kimin
bineceği, kimin giyeceği de belirtilmelidir: Kullanıcının değişmesiyle da işecek olan durumlar da kira akdi esnasında belirtilmelidir. Binmek giymek insandan insana değişir. Bu da taraflar arasında anlaşmazlığa
vol açar. Falan adam binecek, falan adam giyecek veya istediğim adamı bindiririm istediğim adama giydiririm derse; ileride ortaya çıkması muhtemel anlaşmazlıkların önü alınmış olur.
Şu kadar var ki, biri elbiseyi giydiği veya hayvana bindiği zaman bu belli olmuş olur: Artık o kişiden başkası o bineğe binemez veya o elbiseyi giyemez. Bu kişi kira akdi yapılırken belirlenmiş gibi olur. Evlerin ve arazilerin kira akdine yol ve su içme hakkı da dahil olur. Çünkü kiralamakdan kasıt menfaattir. Bunlar olmadan da menfaat olamaz.
Bina yapmak yahut ağaç dikmek için bir yer kiralayan, müddetin hitamında o yeri aldığı gibi boş teslim etmekle mükelleftir:
Ki, sahibi ondan yararlanma imkânına sahip olsun... Bina yıkılır ve ağaç sökülür. Çünkü bunların sonu yoktur. Yonca da ağaç gibidir: Çünkü bu da ağaç gibi uzun müddet tarlada kalır. Ekine gelince, onun belli bir sonu vardır. Bu sebeple hasat mevsimine kadar -iki tarafın hukukuna riâyet etmek için- ecr-i misil karşılığında tarlada bıraklır.
Arazi, binayı yıkmak ve ağaçları sökmekle kıymet kaybına uğrayacak olursa, mal sahibi bunların yıkılmış ve sökülmüş durumdaki kıymetlerini kiracıya borçlanır ve onları mülkiyetine geçirir: Arazi tarafım tercih etmek için böyle yapmak gerekir. Çünkü aslolan arazidir. Bina ve ağaçlar araziye tabidirler. Mal sahibi malını kiracıdan teslim alırken kiracının me'curda yapmış olduğu binanın yıkılmış kıymetini, orada dikmiş olduğu ağaçlann da sökülmüş kıymetini kiracıya borçlu olur. Bunun için de arazinin binasız ve ağaçsız olarak değeri konulur. Arazi sahibi kiracıya binayı yıkmasını ve ağacı sökmesini emreder. Arazinin yalın değeri ile, binalı ve ağaçlı değeri arasındaki farkı tazminat olarak kiracıya verir.
Kaybet Arazi, bunların sökülmesiyle kıymetinden bir şey meyecekse, sahibi dilerse kiracıya kıymetlerini ödeyip mülkiyetine geçirir. Bu kiracının rızası ile mal sahibinin olur. Yahut kiracı ile arazi sahibinin karşılıklı rızaları ile; arazi birinin, bina da diğerinin olur: Çünkü hak ikisinindir.
Hayvan kiralayan ona yükleyeceği yükü meselâ, 'şu kadar ölçek buğday' diye belli ederse, onun gibisini veya arpa gibi daha hafifini yüklemeye hakkı vardır. Tuz gibi daha ağır şeyi yükleyemez. Kira akdinde belirtilen miktardan fazlasını yüklemekle hayvan ölürse; hayvanı, o fazlalığa isabet eden kıymeti ile tazmin eder. Miktarı belirtilen pamuğu yüklemek için kiralanan hayvana aynı ağırlıkta demir yüklenemez: Bunda asıl kaide şudur; kiracı akidde şart koşulan yükün misli olan veya ondan daha hafif bir yükü yüklerse, mes'ele yoktur. Çünkü iki zarardan daha fazlasına razı olan, onun misline veya ondan daha az bir zarara delalet yoluyla razı olur. Ama akidde şart koşulan yükten daha fazla zarar verecek bir yükü yükler de hayvan bu yüzden ölürse, yüklenen yük akidde şart koşulan yükün cinsinden değilse, hayvanın kıymetinin tamamını tazminat olarak öder. Çünkü kiracı yükün tamamında mütecaviz davranmıştır. Kira ödemez (ama tazninat öder). Yüklediği yük akidde şart koşulan yükün cinsindense, yüklediği fazlalık nisbetinde tazminatı ve ayrıca kirayı öder. Çünkü hayvan biri izinli diğeri izinsiz iki fiilden dolayı ölmüştür. Dolayısıyla tazminat izinsiz fiilin ve izinli fiilin miktarına göre taksim edilir. Ancak kiracı hayvanın asla taşıyamayacağı kadar bir yükü yüklemişse, o zaman hayvanın kıymetinin tamamını tazmin etmesi gerekir. Çünkü hayvana asla taşıyamayacağı yükü yüklemek mütad değildir ve buna izin verilmiş olmaz.
Demir yüklemek pamuk yüklemekden daha fazla zarar verir. Çünkü demir hayvanın sırtında belli bir noktaya bütün ağırlığını verir. Pamuk ise, ağırlığını etrafa yayar.
Binmek için hayvan kiralayan arkasına başka birini bindirip hayvanın ölümüne sebep olursa, hayvanın yarı kıymetini tazminat olarak öder: Bu tazminat illet ve tafsilat bakımından aynı cinsden olan yük fazlalığının karşılığıdır.
Hayvana vurarak ölümüne sebep olursa, onun kıymetinin mmı tazminat olarak öder (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed): mi sertçe çekerek hayvanın ölümüne sebep olmak da böyledir.Ancak böyle yapmasına sahibi izin vermişse, tazminat ödemekle Mükellef olmaz. İmameyn dediler ki; mûtadın dışına çıkmadıkça, inat ödemekle mükellef olmaz. Çünkü seyir esnasında hayvana ûtad şekilde vurmak mecburiyeti vardır ve kiracı mûtad vuruş için izinli savılır. Çünkü mûtad; olan akid esnasında şart koşulan gibidir.
Ebû Hanîfe'nin bu mes'eledeki görüşünün gerekçesi şudur; binen süvari hareket ettirerek ve bağırarak da -gemi sertçe çekmeksizin de-hayvanı yürütebilir. Akid yaparken gemi sertçe çekme şartı koşmamışsa, bunu yapma hakkına sahip olamaz.
Eğerli bir merkep kiralar da sırtına semer vurarak ölümüne sebep olursa; Ebû Hanîfe'ye göre tazminatla mükellef olur. İmameyn dediler ki; şayet semer eğerden daha ağır değilse, hayvanın ölümü sebebiyle tazminat ödemez. Daha ağırsa ve hayvan da ölürse, fazla ağırlık nisbetinde tazminat öder. Ama onun gibi merkeplere semer vurulmuyorsa, semer vurma sebebiyle ölmüşse; tam kıymetini tazminat olarak öder. Şayet onun gibi merkeplere semer vuruluyorsa, o zaman semer ve eğer aynı olur. Kiracı o hayvanın sırtına semer vurmaya delaleten izinli sayılır.
Ebû Hanîfe'nin bu mes'eledeki görüşünün gerekçesi şudur; semer yük yüklemek için hayvanın sırtına vurulur. Eğer ise binmek için vurulur. Bu sebeple eğer ile semerin cinsleri muhtelif olmaktadır. Ayrıca semer eğere nisbetle hayvanın sırtında daha geniş bir alana yayılarak yer tutar ve eğerden daha fazla zarar verir. Kiracı akde muhalefet ettiğinden dolayı, tazminat ödemekle mükellef olur. [5]
Ecir yani işçi müşterek olur; boyacı ve çamaşır temizleyici Ecir üzerine akid yapılan şey ya işin kendisi ya da işin eseridir. yanı işçinin sağlayacağı menfaatlerin tamamı üzerinde müste'cirin (iş verenin) hakkı yoktur. Şu halde bu işçi başkası için de çalışabilir ve müşterek işçi olabilir.
Bu nevi işçi, işi yapmadan ücreti haketmez: Çünkü -inşâallah ileride açıklayacağımız gibi- ücret, iş akdi ile hakedilmez. İşçinin üzerinde çalışması gereken mal da onun elinde bir emanettir: Mal sahibinin izni ile teslim aldığından dolayı, telef olması halinde o mal için tazminat ödemez. Ancak kendi ameli yüzünden bu mal telef olursa, kıymetini ödemekle mükellef olur. Çamaşırı döverken yırtmak, hamalın ayağının kayması, bağlarken ipin kopması v.b. gibi: Çünkü bu durumda meydana gelen telefat işçinin fiilinden kaynaklanmaktadır. O sadece yararlı olan işi yapmakla emrolunmuştur. Malı bozduğunda akde muhalefet ettiğinden dolayı, tazminat ödemesi gerekir.
Ancak gemiyi sevkederken gemideki adamın boğulması yahut hayvanı önünde veya yedeğinde götürürken üzerindeki adamın düşüp ölmesi durumunda bu adamlar için tazminat ödemekle mükellef olmaz: Çünkü akid sebebiyle meydana gelen insan telefatı durumunda tazminat ödemek gerekmez. Ancak cinayet sebebiyle meydana gelen insan telefatı halinde tazminat (diyet) ödemek gerekir. Dalga, rüzgâr, dağa çarpma sebebiyle gemideki adamların telef olması sebebiyle kaptanın, veya hamahfr^yük altında ölmesi sebebiyle de yük sahibinin tazminat ödemesi gerekmez. Çünkü bu netice onların fiilleri sebebiyle meydana gelmiş değildir.
Meselâ çamaşır yıkayıcının fiili neticesinde çamaşır yırtılırsa; tazminatı, kasıtsız olarak çamaşırı telef eden çırağın değil, ustanın ödemesi gerekir. Çünkü çırağın fiili ustasına izafe edilir. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed dediler ki; elindeki mal ister kendi fiiliyle, ister başkasının fiiliyle telef olsun; müşterek işçi o mal için tazminat öder. Ancak ölüm, yangın, büyük çapta su baskını ve inatçı düşmanın saldırması gibi sakınılması mümkün olmayan sebeblerden dolayı telef olursa, müşterek işçinin tazminat ödemesi gerekmez. Çünkü o yanındaki malı, sakınılması mümkün olan tehlikelere karşı korumakla mükellefdir. Koruma tedbirlerini almaksızın malı kendi haline bırakır da, mal telef olursa; o mal kendi fiili neticesinde telef olmuş gibi tazminat ödemsi gerekir. Bu hüküm Hz. Ömer (ra) ile Hz. Ali (ra) den rivayet edilmiştir.
Sonra işçi dilerse o malı üzerinde gerekli işlem yapılmış gibi farzedilerek, kıymetini tazminat olarak öder ve işçilik ücretini de alır;
dilerse, malın kendisine verildiği haldeki kıymetini tazminat olarak öder, ama işçilik ücretini alamaz.
İmam Züfer dedi ki; işçi her iki durumda da tazminat ödemez. Çünkü o mal sahibinin emri ile bir iş yapmış hususî işçi gibi olur. Bunun cevabı yukarıda Ebû Hanîfe'nin görüşleri arasında verilmişti.
Mûtad olan yerin dışına çıkmadıkça; baytar ve kan alıcısının da tazminat ödemesi gerekmez: Çünkü o mûtad olan işi yaptığında ameliyatın, başka organlara sirayet .etmesine mâni olunamayabilir. Zira bedendeki mizacın kuvvet ve zaafına göre değişik durumlar meydana gelebilir ve bu önceden bilinemez. Bunun için önceden iyi vaya kötü netice ile karşılaşacağına dâir bir kayıt konulamaz. Ama döverek elbiseyi yırtmak buna benzemez: Çünkü elbisenin incelik ve kalınlığı bu işin ustalannca bilinir. Bu sebeple elbisenin yapılacak iş sonunda sağlam çıkacağı kaydı konulabilir.
Bir kimse terziye; 'eğer bu kumaşdan bana bir gömlek çıkacaksa,biç' der, terzi de kumaşı biçer ama kumaşdan bir gömlek çıkmazsa, terzi tazminat öder. Çünkü kumaş sahibi bir gömleğe yetmesi şartıyla kumaşı biçmesine izin vermiştir. Ama terziye; 'bu kumaş bana bir gömlek yapmam için yeterli olur mu?' diye sorar, terzi de, 'evet' der; bunun üzerine kumaş sahibi 'biç bakalım' der ve fakat kumaş yeterli çıkmazsa, terzi ona tazminat ödemez. Çünkü o her hangi bir şart koşmaksizm 'biç bakalım' demiştir.
Ecir, yani işçi özel olur; bir hizmeti görmek ve koyun otlatmak için bir aylığına ücretle çalıştırılan kimseler gibi; iş akdinin geçerli olduğu müddet boyunca onun sağlayacağı menfaatler üzerinde iş veren hak sahibidir. Bu müddet zarfında işçi başkasına çalışıp menfaat sağlayamaz. Bu sebeple kendisine 'özel işçi' veya 'bir şahsa mahsus işçi' denilir.
İşciiş yapmasa bile, kendisini teslim etmekle ücreti eder: Çünkü ücret, işçinin sağlayacağı menfaatler karşılığında verilir.
İş akdi yapılırken iş yapmakdan bahsedilir ki, iş verenin hakedeceği menfaat işçi tarafından kendisine doğru yöneltilsin. İşçi kendisini ona teslim etmekle, işverene menfaatleri de takdiren teslim etmiş olur ve dolayısıyla ücreti hakeder.
Özel işçi elinde telef olan malı tazmin etmediği gibi, kasıt olmadan kendi ameli ile telef olan malı da tazmin etmez: Zira üzerine akid yapılan şey menfaattir. Menfaat kusursuzdur. Kusurlu olan; menfaatin teslimi demek olan ameldir ki, iş akdi onun üzrerine yapılmış değildir ve o da tazminat kapsamına alınmış değildir. Menfaatler müste'cirin (iş verenin) mülkü olduğunda, iş veren işçiye çalışmayı emrederse; işçinin yaptığı iş, işverene intikal eder. Çünkü bu durumda işçi işverenin naibi makamındadır ve sanki iş veren kendisi çalışmış gibi olmaktadır. Özel işçinin yaptığı iş neticesinde telef olan mal için mal sahibine, o işçinin ustasının tazminat ödemesi gerekir. Çünkü o özel işçidir.
Ücretle köle çalıştıran akid yaparken şart koşmamışsa onunla yolculuğa çıkamaz: Çünkü yolculukda iş verene hizmet etmek, ikâmet haline nisbetle çok zordur. Akid esnasında yolculukda da hizmet edeceği şart koşulmazsa, bu akdin kapsamına girmez. Bir kimse kendisine hizmet etsin diye başkasına ait bir köleyi ücretle tutarsa; kölenin, hizmetle alâkalı örfe uyarak seher vaktinden başlayarak, yatsıdan sonra insanlar uyuyuncaya kadar ona hizmet etmesi gerekir. Ev hizmetlerini, misafir hizmetlerini ifâ etmesi gerekir. Ama ekmek ve yemek pişirme, hayvanları yemleme ve benzeri hizmetleri yapmak zorunda değildir.
Bir kimse kendi kölesini başkasına çalışmak üzere bir yıllığına kiraya verirse ve yıl içinde bu kölesini azad ederse, bu azad ediş geçerli olur. Köle de isterse iş verenin yanında çalışır, isterse iş akdini fesheder. Azad edildiği ana kadar yaptığı işin ücreti kendisini azad eden efendisine verilir. Ondan sonra yapacağı işin ücreti ise, kendisinin olur. Çünkü azad edildikten sonra sağlayacağı menfaat kendisinin olur. İş akdini azad edildikten sonra müddet sonuna kadar geçerli olmak üzere tasdik ederse, artık feshedemez. Köle, efendisinin izni olmadan iş ücretini alamaz. [6]
Üzerine icar, yani kira akdi yapılan şey elde edilince, kiraya en şahıs ücreti hakeder. Kira akdinde ücretin peşin verileceği şart
koşulunca, peşin verilmesi gerekir. Peşin şartı olmadan peşin ilmişse, yine ücret hakedilir: Ücret iş akdinin kendisiyle vâcib olmaz. Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "İşçiye teri kurumadan ücretini verin" [7] Eğer ücret iş akdinin kendisiyle vâcib olsaydı, işçinin rızâsı olmadan ücretini iş sonuna ertelemek caiz olmazdı. Nass iş yapıldıktan sonra ücretin ödenmesini gerekli kılmaktadır. Çünkü ter çalışmakla meydana gelir. Menfaatin de akid sahibi (iş veren) için akdin yapılmasıyla birlikde elde edilmesi mümkün değildir. Çünkü amaçlanan menfaat pey der pey meydana gelir. Kira, karşılıklı bedelleşme akdidir; taraflar arasında eşitliği gerektirir. Sadece akdin yapılmasıyla ücret hakedilmiş olmaz. Üzerine akid yapılan menfaat elde edilince, işçi de -eşitlik gereği- ücreti hakeder. İşçi ücretin peşin verilmesini iş akdi yapılırken şart koşar veya iş veren peşin öderse, ücreti işin sonunda ödeme hakkından vazgeçmeye razı olduğu için bu hakkı sakıt olur.
Kiralanan mal teslim alınınca; ondan faydalanılmasa bile, yine kira ücretini vermek gerekir: Menfaatin teslimi mümkün olmadığından dolayı, aynın teslimi onun yerine geçerli olmuştur ki, ayndan yararlanma imkânı elde edilebilsin.
Kiracıdan mal gasbedilince kira ücreti düşer: Zira bu durumda kiralanan maldan yararlanma imkânı ortadan kalkar. Kiralanan şeyden amaçlanan menfaat pey der pey elde edileceğinden dolayı, bu durumda ıra akdi bâtıl olur. Kiranın müddeti içinde o mal kiracıdan gasbedilirse, kalan müddetin kira hissesi düşer, ödemesi gerekmez.
Ev sahibi her günün ücretini isteme hakkına sahiptir: Diğer bütün akarlarda da bu hüküm geçerlidir. Çünkü amaçlanan bir müddet boyunca iki bedelden birinden yararlanılmıştır. Eşitliği sağlamak için diğer bedelin karşı tarafa verilmesi gerekir. Aslında anlattığımız bu mes'elenin hükmüne göre; ev sahibi her saatin ücretini (veya kirasını) kiracıdan isteme hakkına sahiptir. Ancak bu çok zor ve açık bir zarar olduğu için, biz işi kolaylaştırmak maksadıyla bu müddeti bir gün olarak takdir ettik. Ayrıca biz her bir saatin kira bedeline isabet eden miktarı da bilemeyiz.
Davacı da her merhalenin ücretini isteme hakkına sahiptir:
Bunun sebebini açıklamıştık. Ebû Yûsufdan gelen bir rivayette anlatıldığına göre; yolun üçde birisi veya yarısı gidilince, ücretin ödenmesi gerekir. Ebû Hanîfe'den gelen bir rivayette anlatıldığına göre; müddet dolup yolculuk sona erdiğinde ücretin ödenmesi gerekir. Bu İmam Züfer'in kavlidir. Çünkü üzerine akid yapılan şey bir tanedir ki, o da şu mesafenin katedilmesi veya şu kadar müddet evde bulunmaktır. İş akidlerinde olduğu gibi, bunlar da ücret üzerine akid yapılan şeyin cüzlerine bölünemez. Sanki Ebû Yûsuf yolun üçde birisini veya yansını aslı üzere yolun tamamı yerine koymuştur. Buna verilecek cevabı açıklamıştık. Daha sonra Ebû Hanîfe bizim evvelce anlattığımız görüşe dönmüştür.
Ekmeğin tamam olması, fırından çıkarılmasıdır: Tuğla da böyledir. Çünkü tamamlanmadan evvel bunlardan yararlanılamaz. Tamamlanmadan evvel ekmek yanar veya pişirenin elinden düşerse; teslimden evvel mal telef olduğu için ücreti haketmiş olmaz. Ama fırından çıkardıktan sonra ekmek veya tuğla işçinin kendi fiilinden başka bir sebeple telef olursa; işçi tazminat ödemeyeceği gibi, ücret almayı da hakeder. Çünkü ekmeği evine koyduğundan dolayı ona, teslim etmiştir. Ve ekmek onun fiilinden başka bir sebeple telef olmuştur.
Eğer düğün yemeğinde yapılıyorsa; yemeğin pişmesinin tamamlanmasından, tabaklara konulması ile olur: Eğer bir adama bir miktar yemek pişiriliyorsa, örfe göre işçinin (aşçının) tabaklara yemeği koyması gerekmez. Kerpiç yapımı da onun ayakta durması ile (Ebû Yûsuf, İmam Muhamtned) tamamlanır: İmameyn dediler ki; kerpicin yapımının tamamlanması, onu duvara yerleştirip diğerleriyle birleştirmekle olur. Zira ancak böyle yapmakla kırılıp telef olmasından emin olunur. Bu kerpiççinin örfen yapması gereken bir vazifedir.
Ebû Hanîfe'nin bu mes'eledeki görüşünün gerekçesi şudur; kerpiç yapma işi onun ayakda durması ile tamamlanır. Çünkü o haliyle kusursuz olarak kerpiçden yararlanılabilir. İşçinin artık başka bir şey yapması gerekmez. Kerpici duvara koyup diğerleriyle birleştirmek başka bir iştir. Akid yapılırken şart koşulmamışsa, işçi bunu yapmak mecburiyetinde değildir. Ama şart koşulmuşsa, iş verenin mülkünden başka bir yere de olsa, kerpiçleri götürüp yerleştirmek gerekir. Kerpiçlerin müste'cire teslim etmeden ve götürüp yerine yerleştirmeden ücreti almayı haketmiş olmaz. Çünkü kerpiç teslimden evvel işçinin mes'ûliyetindedir.
Boyacı, terzi, çamaşırcı gibi; işlerinin eseri işledikleri mallarda görülen kimseler ücretlerini alıncaya kadar o malları yanlarında alıkoyabilirler: Satılan nesnelerde olduğu gibi, bedeli tahsil edinceye kadar boyanın ve benzeri eserlerin mahalli olan o eşyaları yanlarında alıkoyabilirler. Onların alıkoydukları bu mallar zayi olursa, kıymetlerini Ödemeleri de gerekmez (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed): Çünkü bu mallar onların ellerinde emanettirler. Fakat ücretleri de verilmez: İmameyn'e göre o mal alıkonulmadan evvel olduğu gibi, alıkonulduktan sonra da telef olursa; işçi tarafından kıymeti tazminat olarak ödenir. O malı işlenmiş değeriyle tazmin ederse, mal sahibinden işinin ücretini alır. İşlenmemiş değeriyle tazmin ederse, iş ücretim alamaz.
Hamallar ve cenaze yıkayıcıları gibi; işlerinin eseri görülmeyenler ücretlerini alıncaya kadar o eşyaları yanlarında alıkoyma hakkına sahip değildirler: Bunların yanlarında bir ayn yoktur. Üzerine akid yapılan şey, işin kendisidir. İşin hapsedilerek alıkonulması ise, düşünülemez. Taşıma işini yapmak için tutulan namal taşıdığı malı alıkorsa, gasbedici olur. Ama kaçak köleyi yakalayıp getirmek için tutulan bir kimse ücretini sağlama almak için, köleyi yanında alıkoyabilir. Her ne kadar bu kimsenin işinin görünen bir eseri yoksa da, bunu yapabilir. Çünkü bu nassla bilinmektedir. Bu durumda kaçak köle, sahibi nazarında ölmüştür de, yakalayan onu diriltmiş gibidir.
Ve sanki köleyi sahibine satmıştır.
Sanatkâr kendisinin yapması şart koşulan bir işi, başkasına yaptıramaz: San'atkârlarm yaptıkları iş, kalitelilik ve kalitesizlik bakımından san'atkârdan san'atkâra değişir. İşi kimin yapacağının şart koşulması faydalıdır. Şart koşulunca da, bir mahaldeki menfaatin aynıyla belirlenişi gibi belirlenmiş olur. Ama böyle bir şart koşulmazsa, o zaman sanatkâr o işi kendisi yapabileceği gibi, başkasına da yaptırabilir. Çünkü işverenin hakkı, kim yaparsa yapsın, o işin yapılmasıdır. Bu işi işçi san'atkâr yapabileceği gibi, başkasına da yaptırabilir. Demek ki'işi kimin yapacağını şart koşmakla koşmamak arasında fark vardır.
Mal sahibinin kiracıya; 'bu dükkânda aktarlık yapacaksan, aylığı bir dirhem; demircilik yapacaksan iki dirhemdir1 demesi caizdir (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed). Kiracı bu ikisinden hangisini yaparsa, ona göre kira ücreti lâzım gelir: İmameyn dediler ki; bu durumda kira akdi fasid olur. Bu ihtilaf çerçevesinde deriz ki; bir kimse bir bineği Hire'ye kadar giderse, bir dirheme; Kadisiye'ye kadar giderse iki dirheme kiralarsa; veya bir bineği üzerine bir ölçek arpa yüklerse bir dirheme, bir ölçek buğday yüklerse iki dirheme kiralarsa; bu kira akidleri Ebû Hanîfe'ye göre sahih olup, söylenen şeylerden hangisi yapılırsa, ona göre kira ücreti lâzım gelir. İmameyn'e göre ise, bu kira akidleri fasiddir.
İmameyn'in gerekçesi şudur; üzerine akid yapılan iki şeyden biridir. Ücret de iki ücretten biridir. Ücret, kiralanan şeyin tahliyesi ve sahibine teslim edilmesiyle kiracı tarafından ödenmesi vâcib olur. Ama bunun ne zaman yapılacağı meçhuldür. Ama Rum işi dikiş veya Fars işi dikiş böyle değildir. Yani bir kimse terziye; 'elbisemi Rum dikişiyle dikersen bir dirhem, Fars işi dikersen iki dirhem veririm' derse, akid sahih olur. Çünkü ücretin ödenmesi işin yapılmasıyla sahih olur. İş yapılıp tamamlanınca da, belirsizlik ortadan kalkar. Demek ki bu mes'ele ile diğerleri arasında fark vardır.
Ebû Hanîfe'nin gerekçesi şöyledir; mal sahibi müste'ciri ikisi de sahih olan muhtelif iki akidden birini seçmekte serbest bırakmıştır. Çünkü dükkânda demircinin oturmasıyla aktarın oturması arasında farklardır Hatta şart koşulmamışsa, demircinin dükkânda oturması mutlak kira akdine dâhil olmaz. Diğer mes'eleler de böyledirler.
Kira akdi menfaat için yapılır. îmameyn'e göre Rum işi dikiş,
Fars isi dikiş mes'elesinde dikiş yapılıp elbise tamamlanınca, belirsizlik rtadan kalkar ve kira akdi sahih olur. Eşya işlenmek üzere işçiye teslim dilmekle işverenin ücreti ödemesi vâcib olursa, bu durumda -kesin
olduğu için- ücretin en azının ödenmesi gerekir.
Bir kimse terziye; 'bu kumaşı Fars usulü dikersen bir dirhem, Rum usulü dikersen iki dirhem veririm' derse, caiz olur. Terzi de Fars usulü dikerse bir dirhem, Rum usulü dikerse iki dirhem almayı hakeder. Bununla alâkalı açıklama yukarıda geçti. İmam Züfer dedi ki; akid yapılırken ücret belirsiz olduğu için kira akdi fasiddir. Bunun cevabı yukarıda verilmişti. [8]
Şunu bilmeliyiz ki, alış veriş akdinde olduğu gibi, kira akdi de bazı şartlarla fasid olur. Alış veriş akdini ifsad eden her belirsizlik, kira akdini de ifsad eder. Meselâ üzerine akid yapılan şeyin veya kira ücretinin veya kira müddetinin belirsizliği, -belirsizliğin taraflar arasında anlaşmazlığa yol açacağı bilindiğinden dolayı- kira akdini ifsad eder. Bunun dayanağı şu hadîs-i şerîfdir; "Bir kimse bir işçi tutarsa, ona ücretini bildirsin [9]
Alış veriş akdinde bedelin belli olması şart koşulduğu gibi, kira akdinde de ücretin belli olması şart koşulmuştur. Bir kimse evi tamir etme veya sıvama veya tavanına direk koyma karşılığında kiralarsa, kira bedeli belirsiz olduğu için bu kira akdi fasiddir. Çünkü bu sayılan Şey erin bazısı belirsizdir. Ev sahibi de evinin ne gibi bir onanma ihtiyacı olduğunu bilemez.
Düşünen kimseler bu mes'elelere kıyasla, kira akdini ifsad eden diğer şartların neler olduğunu öğrenebilirler.
Kira akdi fâsid olduğu zaman ecr-i misil ödemek gerekir: Zira ecr-i tnüsemmanm (akidde belirtilen ücretin) verilmesi, ancak sahih akidle vâcib olur. Fâsid akidlere gelince; alış verişde de olduğu gibi, bunlarda ancak üzerine akid yapılan ücretin değerinin verilmesi vâcib olur. Hz. Peygamber (sas) mehir belirtilmeksizin yapılan nikâh akdi ile alâkalı olarak- şöyle buyurmuştur: "Erkek onunla cinsî münasebette bulunursa, ona mehr-i misil verilir; zulüm ve eksiltme yok.[10]"Bu da gösteriyor ki, fasid akidlerde ücretin kıymetini yani ecr-i misil vermek gerekiyor. Ancak bu ücret ecr-i müsemmadan fazla olamaz: insanların ihtiyaçları sebebiyle ancak akid veya akid benzeri sebeplerle zaruri olarak menfaatlerin kıymetleri verilmektedir. Akdi yapanlar ecr-i müsemmayı belirlemekle onun kıymetini de belirlemiş olmaktadırlar ki, bu ecr-i müsemmadan fazlasını düşürmektedir. Ama alış veriş akidlerinde hüküm bundan farklıdır. Çünkü aynlar kendi kendileri ile değerlenirler. Ecr-i müsemma (fasid akid sebebiyle) bâtıl olunca, sanki akid olmaksızın kendilerine yönelinmiş olmakta ve kıymetlerinin ödenmesi gerekmektedir.
Kaç aylık olduğu söylenmeden; 'her aylığı şu kadar dirheme1 olmak üzere bir ev kiraya verilse, bu bir ay için sahih olur. Çünkü bu bellidir. Diğer aylar için ise, fâsid olur: Çünkü akidde geçen 'her' kelimesi umumiyet İfade eder. Umumiyette belirsizlik vardır. Ancak belirli ayları söylerse caiz olur: Aylar belirli olduğu için kira akdi bu ayların tamamında sahih olur. Bu takdirde birinci mes'elede bir ay tamamlanınca, taraflardan her biri kiraya son verme hakkına sahip olur: Çünkü kira müddeti son bulmuştur. Fakat kiracı ikinci aydan bir müddet evde oturursa, o ay için de kira geçerli olur. Böylece her ayın ilk gününde oturmak, akdi o ay için sahih kılar: Çünkü tarafların o evde bannmaya rıza göstermeleri sebebiyle kira akdi tamamlanmıştır.
Bir görüşde ifade edildiğine göre; tarafların sıkıntıya düşmelerine mâni olmak için, ayın ilk gün ve gecesinde tarafların ikisi için de muhayyerlik hakkı vardır. Aksi halde kendileri yüklenmeden bir mükellefiyet altına girmiş olurlar.
Bir kimsenin sırtına mahfe yükleyip Mekke'ye götürmesi için deve kiralaması caizdir. Bu kimse bu hususda âdete göre hareket eder: Kıyasa göre bu akdin sahih olmaması gerekir. Çünkü bunda belirsizlik vardır. Ancak hakkında nass bulunmayan şeyde kaide gereği örfen bilinen teamüle göre hareket edilir. Kira akdinden maksat, o deveye binecek olan kişidir. Mahfe ise bu maksada tâbi bir nesnedir. Belirsizlik mûtada baş vurmakla ortadan kalkar ve taraflar arasında anlaşmazlığa da yol açılmış olmaz. Kira akdi yapılırken deve sahibi mahfeyi görürse, ileride aralarında meydana gelecek anlaşmazlığa mâni olmak için daha iyi olur. Bu durumda akde rıza gösterdiği anlaşılır.
Devesini gıda maddesi yüklenmesi için kiraya veren kimse bu yiyeceklerden yerse, yediklerinin bedelini öder: Çünkü deve sahibi yol boyunca belli miktardaki yükü devesi üzerinde taşımayı taahhüd etmiştir. Devenin taşımakta olduğu gıda maddesinin bir kısmını sahibinin yemesi durumunda sahibinin yediği miktarının bedelini ödemesi gerekir. Taşıttıkları mallarda bir noksanlık meydana gelmesi durumunda insanların baş vurdukları mûtad tatbikat budur. Yenen şey azıkdan başka bir şey olsa da, açıkladığımız sebepden dolayı, mislinin geri verilmesi gerekir.
Bir kimse yükleme için iki deve kiralasa: Birine; içinde iki adam, bu iki adamın üzerinde oturdukları ve devecinin görmediği yaygı ve sırtlarına giyindikleri kaftanın bulunduğu bir mahfeyi yüklemek; diğerine de içinde bir miktar azık, ihtiyaç duyulan sirke, zeytin yağı ve yeter Miktarda su -bunun miktarını açıklamasa bile- kırba olmaya elverişli bir şey kırba ipi, matara, ibrik -bunların da ağırlıklarını açıklamasa bile veya insanların yüklenip Mekke'den getirdikleri hediyeleri deveye yüklemeyi şart koşarsa; bu istihsanen caizdir. Çünkü bu örfen bilinen bir gelenektir. Orfen bilinen şey ise, şart koşulan şey gibidir. İki su kırbası ve en yugunden olmak üzere iki matara yükler. Örfe uygunluğu için at iak da böyledir. Bir kimse başka bir adamla nöbetleşe binmek için bir binek kiralarsa -her birinin ne kadar bineceği açıklanmasa bile teamüle uygun olduğu için caiz olur. [11]
Belli bir ücret karşılığında süt annesi kiralamak caizdir: Zira Allah (cc) şöyle buyurmuştur:
"Sizin için çocuğu emzirirlerse, onlara ücretlerini verin. "(Talâk: 6). Ayrıca insanlar arasında böyle bir teamül de cereyan etmektedir. Bu süt annesinin yemesi ve giyiminin temini karşılığında kiralanması da caizdir (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed): İmameyn dediler ki; caiz değildir, kıyasın gereği de budur. Çünkü bunda belirsizlik vardır. Zira bu kadmm yiyeceği ve giyeceği belirsizdir. Ama her gün için şu kadar yiyecek ve her altı ayda bir; cinsi, eni, boyu belirlenen bir elbise şart koşulursa, o zaman bu kira akdi ittifakla caiz olur.
Ebû Hanîfe'nin görüşüne göre bu belirsizlik taraflar arasında anlaşmazlığa yol açmaz: Çünkü âdete göre insanlar çocuklarına olan şefkatlerinden dolayı; emzikçi kadınlara her şeyi bol verir, onlara karşı cimrilik yapmaz, istek ve arzularını yerine getirirler. Süt annesinin de çocuğa gerçek annesinin yapmakla mükellef olduğu emzirme, elbiselerini yıkama, yemek ve ilaçlarını hazırlama gibi, onun yararına olan işleri yapmakla mükelleftir. Çünkü süt annesinin bu gibi vazifeleri yapması örfen şart koşulmuş gibidir. Süt annesinin cariyesi çocuğu emzirirse veya süt annesi başka bir emzikçi kadını kiralayarak çocuğu ona emzirtirse, ücreti yine kendisi alır. Çünkü kendisi müşterek işçi makammdadır ve üzerine akid yapılan şey ise, emzirme işidir. Ama süt annesi çocuğun velisiyle emzirme akdi yaparken çocuğu bizzat kendisinin emzireceğini şart koşar da, cariyesi çocuğu emzirirse; emzirmeler arasında fark olduğundan ve şarta muhalefet ettiğinden dolayı, süt annesi ücret almayı haketmemiş olur.
Zayıf bir görüşe göre denildi ki; bu durumda süt annesi yine ücreti hakeder. Çünkü emzirmeden maksat çocuğun yaşamasıdır. Bu da ikisinden her hangi birinin emzirmesiyle eşitçe sağlanır. Aralarında farklılık azdır, ehemmiyet verilmez. Ama çocuğu inek veya koyun sütü ile emzirirse, ücreti haketmiş olmaz. Çünkü yapılan iş emzirme değil, süt annesinin kiralanmasıdır.
Emzikçi kadının zevcesi onunla cinsî münasebetten menedilemez: Çünkü kira akdinden evvel kocasının bu hakkı nikâh ile sabittir. Ve bu hak kira akdinden sonra da sabittir. Emzikçi kadmm gebe kalmasından korkulduğu için, kendi evlerinde o kadının kocasıyla cinsî münasebette bulunmasına mâni olabilirler. Kaldı ki, kocanın başkalarının evlerine izinsiz olarak girme hakkı yoktur. Emzikçi kadın kocasının kendisiyle cinsî münasebette bulunması sebebiyle hâmile kalırsa, çocuğun velisi akdi feshedebilir.
Çocuk o kadının sütünü emmez vaya ağzına aldıkdan sonra tükürüp atar yahut kusarsa ya da kadının kendisi hırsız ya da kötü işler yapan günahkâr kadınsa veya çocuğun ailesi başka bir yere sefere çıkmak isterse; yine akdi feshedebilirler. Çünkü bütün bunlar birer mazerettir. Aynca çocuk o kadının sütünü emmekle zarara uğrar. Kadın hastalanırsa, yine aynı hüküm geçerli olur. Çocuk veya emzikçi kadın ölürse, kira akdi bozulur. Koca kendi hakkını korumak için bu işe razı olmazsa, akdi bozabilir. [12]
Hacc, ezan, imamlık gibi ibadetleri ifa etmek, Kur'an-ı kerim ve fıkıh öğretmek için adam kiralamak caiz değildir: Rivayet edildiğine göre; Osman b. ebî'l- As (ra) şöyle demiştir; "Rasûlullah (sas) m bana en son söylediği söz; okuduğu ezan karşılığında ücret alan bir müezzini tutmamama dairdi. "Çünkü ibadetler faillerinin hesabına yazılır. Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:
"İnsan için çalıştığından başkası yoktur. "(Necm: 39). İbadet eden, meselâ namaz kılan veya oruç tutan bir kimsenin başkasından ücret alması caiz değildir. Sanatları öğretme karşılığında ustanın ücret alması caiz değildir. Çünkü Öğretme hadisesi sadece usta ile meydana gelmez. Aksine hem usta hem çırakla, yani çırağın zekâ ve kavrayışıyla meydana gelir. Demek ki, bu sadece ustanın yapabileceği bir şey değildir. Ya da bu işde her ikisi ortaktırlar, deriz. Öyle ise kiralamanın bunlardan biri tarafından yapılması sahih olmaz.
Bazı son devir ulemâsı arkadaşlarımız demişler ki; 'zamanımızda imamlık yapmak ve Kur!an-ı kerîm öğretmek için birini ücretle tutmak caizdir.' Fetva da buna göre verilmiştir: Çünkü insanların buna ihtiyacı vardır. Dinî işlerde gevşeme ve ağırdan alma, hasbî olarak yapılan işlerde insanların tenbelleşmesi durumu ortaya çıkmıştır. Eğer bu caiz görülmezse, Kur'an-ı kerîm öğrenilmez ve ezberlenmez olur.
Bir kimse okumak için bir mushaf-ı şerif veya bir kitap kiralarsa, bu caiz olmaz ve bu kitapların sahibi de ücret almayı haketmez. Çünkü okumak ve kitabın sayfalarına bakmak; kitabın kendisinden değil, okuyandan doğan bir menfaattir. Bu tıpkı bakıp seyretmek için bir şeyi kiralamaya benzer ki, bu caiz değildir.
Şarkıcılık Ve Ölüye ağıt yakmak gibi günah sayılan işleri yapması için ücretle birini tutmak caiz değildir; Ücret akid ile hakedilmez. Ancak akdin konusu olan işin yapılmasıyla hakedilir. Fakat bu akidlerle yapılması istenen şarkıcılık ve ölüye ağıt yakma işlerini yapmak caiz değildir ki, bu işler karşılığında ücret alınabilsin.
Döl yapsın diye kiralanan teke için ücret almak helâl değildir:
Çünkü Hz. Peygamber (sas) bunu yasaklamıştır. Bu, bir kimsenin kendi koyunuyla çiftleşsin diye bir tekeyi kiralama akdidir ki, caiz değildir. Damızlık at ve eşek gibi diğer damızlık hayvanlar da bu yasak kapsamına girmektedirler. Ama bu çiftleşmeyi ücretsiz yapmanın bir sakıncası yoktur. Buna karşılık ücret almak haramdır.
Hacamatçının ücret alması caizdir: Sahih bir rivayette anlatıldığına göre; Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Hacamat yaptır ve hacamatçıya da ücretini Öde. [13] Hacamat vurdurmayla alâkalı olarak nakledilen yasak, denâeti içerdiğinden dolayı duyulan ürküntü sebebiyledir ve bu hususda müslümanlarm icmâı vardır.
Hamamcının da ücret alması caizdir: Kişinin hamamda ne kadar su kullanacağı her ne kadar bilirsiz ise de, teamül böyle cereyan ettiği ve müslümanlarm bu hususda anlayış göstermeleri sebebiyle, bu belirsizliğe ehemmiyet verilmemektedir.
Yiyecek maddesini yüklemek için ondan bir ölçek karşılığında hayvan kiralamakla akid fâsid olur: Çünkü bu durumda ücret, hayvanın çalışmasıyla meydana gelen şeyin bir kısmı ile karşılanmış olmaktadır ki, bu değirmencinin Ölçeği gibi olmaktadır. Bilindiği gibi, Hz. Peygamber (sas) in bu hususda yasaklaması vardır. Bu bir kimsenin Öğütülecek buğdayın bir ölçeğini verme karşılığında bir sığır veya değirmen kiralamasıdır. Bu formüle göre daha bir çok mes'ele kurulabilir. Üzerinde iyi düşünülürse, hükmü anlaşılabilir.
Yine bu cümleden olmak üzere bir kimse bir dokumacıya bir miktar bükülmüş ip vererek; 'bu ipin yansı karşılığında diğer yarısını benim için doku' derse, bu akid caiz değildir. Bunun mânası şudur; müste'cir ücret ödemekten âciz kaldığı için, dokumanın veya öğütülen buğdayın bir kısmını işçiye vermeyi üstlenmektedir. Ama akid yapılırken buğday henüz öğütülmediği veya ip henüz dokunmadığı için, müste'cirin değirmenciye o anda unu veya dokumacıya bezi verme, teslim etme gücü yoktur. Bu sebeple yapılan akid fasiddir. Bunları meydana getirecek olan işçidir. Öyle ise başkasının meydana getirmeye muktedir olduğu bir şeyi kendisi meydana getirip teslim etmeye muktedir sayılmaz. [14]
Terziye palto dikmesini söylediğini iddia edene karşı terzi de; yelek yapmamı istedin derse, söz elbise sahibinindir: Elbise sahibiyle boyacı, elbisenin sarıya mı, yoksa kırmızıya mı boyanacağı veya safranla mı, yoksa alaçehre ile mi boyanacağı hususunda anlaşmazlığa düşerlerse; aynı hüküm geçerli olur. Bunun açıklaması şöyledir; terzi ve boyacı evvelâ tazminat ödeme sebebini ikrar etmişlerdir. Bu sebep, başkasının malı üzerinde tasarrufda bulunmaktır. Ancak daha sonra kendilerini tazminat ödemekten kurtaran bir iddiada bulunmakta ama, elbise sahibi onların bu iddialarını inkâr etmektedir. Elbise üzerinde tasarrufda bulunma izni elbise sahibi tarafından verildiğine göre, söz onun sözüdür. Çünkü bu mes'elede haberi verecek olan odur. Bu sebeple kendisine yemin teklif edilir: Çünkü o ikrarda bulunursa, kumaşı kendi hesabına ziyan olmuş olur. Yeminden çekineceği ihtimaline binâen, kendisine yemin teklif edilir. Yemin ederse, terzi kumaşın kıymetini öder: Yani elbise sahibi dilerse ona elbisenin kıymetini ödetir, dilerse elbiseyi alır ve terziye ecr-i misil öder. Ya da bir rivayete göre boyanın meydana getirdiği fazlalığı öder.
Elbise sahibi terziye ücretsiz diktiğini söyler; terzi de ücret karşılığında diktiğini söylerse ve bu anlaşmazlıkları elbise dikilmeden önce olursa; evvelâ elbise sahibi sonra da terzi olmak üzere her ikisi de yeminleşirler: Çünkü onlardan her biri bir akdin varlığını iddia etmekte, diğeri ise onun iddiasını inkâr etmektedir. İkisinden biri işin hibe olarak yapıldığını iddia etmekte, diğeri ise bir bedel karşılığında işin satıldığını iddia etmektedir.
Elbise dikildikten sonra anlaşmazlık başlamışsa, söz elbise sahibinindir: Çünkü o karşı tarafın iddiasını inkâr edicidir. Şu da var ki, akid yapılmaksızın yapılan işin bir kıymeti yoktur. Bu Ebû Hanîfe'nin kavlidir. El- Uyun adlı eserde Ebû'l- Leys'in Ebû Hanîfe'den rivayetinde şu ifadelere yer verilmektedir; terzilik eğer onun mesleği ise, örfe uyularak ona ecr-i misil vermek gerekir. Terzilik onun mesleği değilse, ücret alma hakkı yoktur ve açıkladığımız sebepden dolayı elbiseyi bir bağış olarak dikmiş olur.
Ebû Yûsuf dedi ki; bu durumda elbiseyi diken ücret almayı haketmez, ancak aralarında bu şekilde devam edegelen bir muamele varsa; ikisi arasındaki âdete uygun olarak dikici ücreti hakeder.
İmam Muhammed dedi ki; dikiş yapan kişi bir dükkân tutar ve kendisini terziliğe verirse, dikiş karşılığında ücret alır; aksi takdirde alamaz. Fetva da buna göre verilmiştir. Çünkü böyle yapmak, yani terzilik iÇin dükkân tutmak; örfe göre ücret karşılığında iş yapmanın bir delilidir- Örfe uygun olan şey, şart koşulmuş gibidir.
İmam Muhammed dedi ki; bir kimse kuyumcuya adını yüzüğünün kaşına yazmasını söyler, ama kuyumcu başkasının adım yazarsa; yüzüğün kıymetini sahibine ödemesi gerekir. Çünkü sahibinin yüzükdeki amacını yok etmiş, bunu yapmakla da, yüzüğü yok etmiş gibi olmuştur.
Bir kimse bir kuyucuyu kendisine bir kuyu kazması için belli bir ücretle tutar, kuyunun derinlik ve genişliğini belirtirse; yapılan akid caiz olur. Mezar kazdırmada bu ölçüler verilmese bile, akid yine caiz olur. Çünkü mezar için bu ölçüler örfen bellidir. Kazıcı akid yapıldıkdan sonra yerin sert olduğunu görürse, bu bir mazeret değildir. Ama yerin kazılması imkânsız ise, bu bir mazerettir. İş tamamlanmadan, işçi ücret almayı haketmez. Çünkü yapılacak olan tek bir iştir ve tamamlanmadan evvel bu işden menfaat elde edilemez. [15]
Ev harap olduğu, arazinin veya değirmenin suyu kesildiği zaman kira akdi fesholur: Çünkü üzerine akid yapılan şey, yani menfaat teslim alınmadan evvel elden kaçmış olmaktadır. Daha önce de açıkladığımız gibi, menfaat pey der pey meydana gelmektedir. Meselâ hizmette çalışmak üzere ücretle tutulan kölenin ölmesi gibi...
Zayıf bir görüşe göre denildi ki; bu durumda akid infisah etmez. ^ müste'cir bunu feshedebilir. Esahh olan görüşün bu olduğunu oy mislerdir. Bu İmam Muhammed'den bir nass olarak rivayet mıŞtir. O bu hususda şöyle demiştir; kiralanan ev yıkılır da, sahibi yeniden yaptırmak isterse; kiracının bundan imtina etmeye hakkı vünkü üzerine akid yapılan şeyin aslı ortadan kaybolmamıştır. meVcut olmasa da, arsadan yararlanmak mümkündür. Ancak bu eksik bir yararlanmadır ve kiralanan maldaki bir kusur gibi olur. Bu sebeple müste'cir kira akdini feshetme hakkına sahip olur.
Bir kimse kiraladığı bir nesnede manfaati ihlal edici bir kusur görürse; meselâ çalıştırmak üzere tuttuğu köle hastalanır, binmek veya yük taşımak için kiraladığı hayvan hastalanır veya sırtında yara çıkarsa yahut oturmak üzere kiraladığı evin bir kısmı yıkılırsa; müste'cirin (kiracının) muhayyerlik hakkı doğar. Dilerse kiraladığı nesneden kusuruyla beraber menfaati elde eder ve bu sebeple de kira bedelini tam olarak öder; çünkü kiraladığı nesnedeki kusura razı olmuştur. Dilerse kira akdini fesheder; çünkü kiraladığı nesneyi teslim almadan, onda kusur görmüştür. Zira o nesneden elde edeceği menfaat pey der pey meydana gelir. Bu sebeple müste'cir kira akdini fesheder. Ama kusur ortadan kalkar veya mal sahibi kusuru giderirse, müste'cirin (kiracının) muhayyerlik hakkı olmaz.
Taraflardan biri kira akdini kendisi İçin yapınca, öldüğü zaman akİd fesholur: Evvelce de anlatıldığı gibi, kira akdi pey der pey in'ikad etmektedir. Akdi yapan kişi mevcud olmaksızın kira akdinin varlığı devam etmez. Akdi başkası adına yapmış ise, ölümü ile akid fesh olmaz: Vasi, veli, vakıf kayyumu, vekil gibi biri kendisini vazifelendirenin adına yapmışsa, akdi yapanın ölümüyle akid fesholmaz. Çünkü bu kendisini vazifelendirenin naibidir, onun meramını dile getiren biridir, sözcüsüdür. [16]
Özür sebebiyle kira akdi fesholur: Bunda uyulacak asıl kaide şudur; akdi yapanın akdin gereğini yerine getirmekden acizliği tahakkuk eder ve akdin gereğini kendisinin razı olmadığı bir zarara mâruz kalmakla ancak yerine getirebilecekse, zararı bertaraf etmek için bu kira akdinin kendisiyle feshedileceği bir mazeret olur.
Fesih için kadı'nın kararı şart mıdır?
Ziyadât adlı eserde anlatıldığına göre; ortaya çıkan mazeret borç bir şüphe içeriyorsa, bu mazeret sebebiyle kira akdinin feshedilebilmesi için kadı karan şarttır. Ama bu mazeret açık olup şüphe içermiyorsa, bu sebeple akdin feshedilmesi için kadı kararı şart değildir. Mebsut ve Câmiu's-Sağîr'de anlatıldığına göre; bu durumların hiç birinde kadı karan şart değildir. Akdi yapan kişi, akdi tek basma feshedebilir. Sahih olan da budur. Çünkü bu mazeret -evvelce de açıkladığımız gibi-malın teslim alınmasından evvel malda görülen kusur gibidir. Bu, bir kimsenin dişini çektirmek üzere bir dişçiyi ücretle tutmasına ve sonra da diş ağrısının kendiliğinden dinmesine; veya eline musallat olan bir kurtçuk yüzünden elini kestirmek üzere bir cerrahı ücretle tutmasına ve sonra da kurtçuğun kendiliğinden düşmesine benzer. Bu iki mes'elede de kira akdi fesholur.
Bu; "mazeret sebebiyle akid feshedilmez." diyenlere karşı bir hüccettir. Şöyle ki; ticaret yapmak için dükkân kiralayan iflas ederse, yahut bir malını kiraya verenin üzerine borç lâzım gelip başka da malı bulunmazsa, kira akdi fesholur: Bu durumda kadı kira akdini fesheder ve kiralık malı da borcu ödemek için satar. Zira kira akdi feshedilmezse, akdi yapan kimse akid sebebiyle üzerine aldığı bir zararı üstlenmiş olur ki, o zarar da borcunu ödeyememesi sebebiyle veya iflas etmişse, buna rağmen dükkân kiralaması sebebiyle hapse atılmasıdır. İşte bu zarara uğramaması için kira akdi fesholur.
Yolculuk için bir hayvan kiraladıktan sonra gitmeye mâni bir durum meydana gelirse, kira akdi yine fesholur: Çünkü bu kira akdi devam ederse, zararı üstlenmiş olur. Zira belki de o ticaret yapmak istemiştir de iflas etmiştir. Veya borçluyu talep etmiştir, o da gelip hazır olmuştur.
Fakat mal sahibinin bir işi çıkarsa, bu özür sayılmaz: Çünkü kiraya verdiği hayvanı kendisi gitmeden de, kiracıyla birlikde işe gönderir ve bundan hiç bir zarar da görmez. Bu hususda Kerhî'den gelen bir rivayette şöyle denilmektedir; hayvan sahibinin hastalanması mazerettir. Çünkü o bu durumda hayvanla birlikde giderse, mutlaka bir nevi zarar görecektir. Öyle ise, ihtiyarî durumda değil de, zaruret durumunda mazur sayılır.
Evini kiraya veren ev sahibinin evini onarması, damdaki su oluklarını, su kuyusunu, kiracının fiili sebebiyle tıkanan su tahliye deliklerini temizlemesi ve evde oturmaya zarar veren her şeyi gidermesi gerekir. Bunları yapmadığı takdirde kiracının o evden çıkma hakkı doğar. Kiracı evi kiralarken bu kusurları görürse, kirayı feshetme muhayyerliğine sahip olamaz. Çünkü bu kusurlara razı olarak evi kiralamıştır. Süprüntü, kum ve toprak gibi evde biriken şeyleri temizlemek, kiracının vazifesidir. Çünkü bu gibi şeyler evde oturma ile alâkalı şeyler değildirler. Kiracının üzerine yüklenmemiş se, değirmene gelen suyun kanalını kazmak da değirmen sahi aittir. [17]
[1] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar
Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/25-26.
[2] Bu hadîsi Beyhakî ve Abdürrezzak rivayet etmiştir
[3] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar
Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/26-27.
[4] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar
Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/28.
[5] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar
Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/28-31.
[6] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar
Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/31-34.
[7] Bu hadîsi tbn. Mâce, Beyhakî, Taberânî ve Müsned'inde
Ebû Ya'lâ rivayet etmiştir
[8] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar,
Ümit Yayınları: 2/35-39.
[9] Bu Hadisi Beyhakî ve Abdürrezzak rivayet etmiştir
[10] Bu hadîsi Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî ve İbn. Mâce
rivayet etmiştir
[11] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar
Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/39-42.
[12] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar
Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/42-43.
[13] Buharî'nin rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfden
alınmıştır
[14] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar
Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/43-45.
[15] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar
Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/45-47.
[16] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar
Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/47-48.
[17] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar
Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/48-50.