9- REHİN    1

Rehnin Sahih Olması: 1

Rehnin Neması Ve Masrafları: 2

Alacaklının Rehinden Yararlanma Hakkı: 2

Dirhem Ve Dinarların Rehin Verilmesinin Sıhhati 2

Rehin Sahibinin Rehini Satması 2

Rehin Verenin Rehin Mala Karşı Cinayet İşlemesinde Onu Tazmini 3

 

 

 

 

 

9- REHİN

 

Rehin; Arap Dilinde mutlak mânada hapis demektir. Mesele bir âyet-i kerîmede Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

"Her nefis kazandığı şey karşılığında bir rehindir."(Müddessir: 36). Şer'î ıstılahda ise rehin; belli bir malı bellir bir vasıfla hapsetmektir. Rehin; borcu almayı garantilemek için meşru kılınmıştır ki; rehin veren malının hapsedilmesi yüzünden rahatsız olur. Bunu kaldırmak için borcunu ödemede acele eder. Malının faydasına kavuşur ve rehin alan da kendi hakkına ulaşır.

Rehnin meşruluğu Kitab, sünnet ve icmâ ile sabittir. Kitab'daki delili şudur;

"(Eğer yoîculukda iseniz; ve bir kâtip de bulamamışsanız) o zaman borçludan alınmış rehinler (de yeter)." (Bakara: 283). Tefsire ilerden naklolunduğuna göre; bu âyet-i kerîmenin mânası ihbarî sığayla verilen bir emirdir. Yani eğer yolculuk halinde iseniz ve alış verişinizle alâkalı anlaşmayı yazdıracak bir yazıcı da bulamamışsanız; balınızı garantiye almak için rehin alıkoyunuz.

Sünnetteki delili ise, şudur; rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sas) zırhını Medine'de yahudi Ebû Şahtn'm yanma rehin bırakmıştır.[1] Ayrıca Hz. Peygamber (sas) rısalet vazifesi verilip Peygamber olarak gönderildiğinde, insanlar rehin alıp veriyorlardı. Hz. Peygamber (sas) onların bu muamelelerine ses çıkarmayıp razı oldu. Rehin alıp vermenin meşruiyeti hususunda müslümanlar icmâ etmişlerdir.

Diğer akidlerde olduğu gibi; rehinde de icab ve kabulün bulunması gerekir. Rehin; bir borcu misliyle ödenmesi gereken ve kendisiyle alınması mümkün olan bir mal ile teminat altına alma akdidir: Bununla alâkalı açıklamayı -inşâallar- mevzu içinde vereceğiz.

Rehin   akdi ancak merhûnu, yani rehin verilecek malı ele geçirmekle tamamlanır. Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

"(Eğer yolcuîukda iseniz; ve bir kâtip de bulamamışsanız) o zaman borçludan alınmış rehinler (de yeter)." (Bakara: 283). Bu âyet-i kerîmede rehin, 'teslim alınmış1 sıfatıyla sıfatlanmıştır. Şu halde bu vasfı taşımayan rehine rehin demlemez.

Ayrıca bu bir teberru akdidir. Bilindiği gibi kişi malım rehin vermeye zorlanamaz. Öyle ise, hibede olduğu gibi rehin akdi; rehine verilen malı teslim almakla tamamlanır. Yahut rehin akdi (tahliye ile tamamlanır). Çünkü tahliye de satış ve hibede olduğu gibi, tesellüm yerine geçer.

Kabz ve tahliyeden evvel râhin dilerse malını teslim eder, isterse rehin vermekden vazgeçebilir: Bunun bir teberru akdi olduğunu açıklamıştık. Sonra rehin mutlaka ya bir borç karşılığında yapılır ki, borç mislidir. Veya bir ayn karşılığında yapılır ki,  ayn misli değildir. Borç karşığı  yapılırsa, her ne veçhile sabit olursa olsun; bu borç para da olsa, başka bir şey de olsa caiz olur.

Eğer rehin bir ayn karşılığında yapılırsa, aynlar; tazmin edilen ve tazmin edilmeyen aynlar olmak üzere ikiye ayrılır. Tazmin edilenler de; kendileriyle tazmin edilenler ve başka şeylerle tazmin edilenler olmak üzere iki kısma ayrılır. Kendileriyle tazmin edilenler telef olduklarında misillerinin veya kıymetlerinin verilmesi vâcib olan aynlardır. Meselâ gasbedilen mal, hulû bedeli, kasden adam öldürmede sulhun bedeli gibi. Bunları rehin vermek caiz olur. Çünkü bunlar sahih bir şekilde tazmin edilirler. Borcun bunlardan alınması mümkündür.

Satıcının elinde bulunan satılmış mal gibi kendisinden başka bir şeyle tazmin edilen aynlara gelince; bunları rehin vermek caiz değildir. Çünkü bunlar telef olduklarında tazminat ödemek gerekmez ki, bunların tazminatını rehinden almak gereksin. Zira satılan ama henüz satıcının elinde bulunan mal telef olursa, alış veriş bâtıl olur. Ödenmesi gereken bedel de düştüğü için ödenmez ve tazmin edilmeyen şey gibi olur.

Tazmin edilmeyen aynlar; vedia, âriye, mudârabe ve şirket sermayesi, kiralık nesne vb. şeylerdir. Bunların rehin olarak verilmeleri caiz değildir. Çünkü -inşâallah ileride de açıklayacağımız gibi- rehnin icabı tazmindir. Tazmin edilmeyen mallarda ise, rehin mânası yoktur. Metin kısmında geçen; Ve kendisiyle alınması mümkün olan' sözüyle buna karşı bir çekince kaydı konulmuş olmaktadır. Şufa, garanti ve ileride vâcib olacak bir borç, rehin edilemez. Şayet edilirse, mevcud olmayan bir şey teminat olarak verilmiş olur ki, bu caiz değildir.

Kısasen öldürülme ve bundan aşağı derecedeki bir cezanın rehine ilmesi caiz değildir. Çünkü bu durumda hakkın bu şeylerden temin alınması mümkün olmaz. Bedenen kefalet de rehin olmaz. Çünkü bundan temin edilip alınması hemen hemen imkânsızdır. Hataen en cinayetin   rehni caizdir ve bu yaralamaya karşı rehin olur. Çünkü Urunda   hakkın   alınması mümkün olmaktadır. Ağıtçı ve şarkıcı Ucreti rehin olarak verilemez. Çünkü bunlar tazmin edilmezler.

Rehin veren için muhayyerliğin şart koşulması caizdir. Çünkü o rehin hakkını feshetme salahiyeti yoktur. Bu sebeple böyle bir şart onun için fayda vericidir. Rehin alan kimse için muhayyerlik şartının koşulması caiz değildir. Çünkü o, şart olmaksızın rehin akdini feshetme hakkına sahip değildir. Öyle ise muhayyerlik şartı onun için fayda verici olmaz.

Hür, müdebber köle ve kan gibi satılması caiz olmayan şeylerin rehin olarak verilmeleri caiz değildir. Çünkü hakkın bunlarla temin edilip alınmaları mümkün değildir. Dolayısıyla bu rehin alacaklı için bir garanti teşkil etmez. Evin tavanındaki direğin ve elbiseden bir arşınlık kumaşın rehin verilmesi de, anlattığımız sebeplerden dolayı, caiz değildir.

Müslümana domuz ve şarabın rehin olarak verilmesi caiz değildir. Ama zımmîye verilmesi caizdir. Çünkü rehin vermek; borcu ödemek için, rehin almak da alacağı tahsil etmek içindir. Müslümanın borcunu bu gibi şeylerle ödemesi veya alacağını tahsil etmesi caiz değildir. Ama zımmî için bu caizdir.

Rehnin Çeşitleri:

Sunu da belirtelim ki, rehin üc çeşittir;

1- Caiz rehin,

2- Bâtıl rehin ki; bunları anlatmıştık,

3- Fâsid rehin; bu, satılan şeyin, şayi hisseli malın, üzerinde başkasının hakkının bulunduğu bir malın rehnedilmesidir. Veya bir kimse bir köİe ya da sirke satın alır da, satıcıya ödeyeceği bedel karşılığında onları rehin olarak verir de, sonra kölenin hür, sirkenin de şarap olduğu ortaya çıkarsa, yahut bir köleyi öldürür de onun kıymetini efendisine rehin olarak verirse ve sonra da onun hür olduğu ortaya çıkarsa; yapılan rehin fasid olur.

Kudurî bunu açıklarken şöyle demiştir; bu durumda rehin bırakılan şey telef olursa, tazmin gerekmez. Çünkü satılan (ama henüz müşteriye teslim  edilmemiş olan) mal, kendi kendisi ile tazmin edilmez.

Şayi hisseli mal ve içinde başkasının hakkının bulunduğu malda tesellüm işi tamamlanmamıştır. Bu sanki yeni başdan rehin olarak veriliyormuş gibi", hür kimsede ve şarapda sahih olmaz.

Mebsut ve Cami1 adlı eserde bu hususda İmam Muhammed kesin bir ifade ile şöyle demiştir; fasid bir rehin hükmüyle teslim alınan şey telef olduğu takdirde; kıymetinden ve karşılığından rehin olarak bırakıldığı borçdan hangisi daha az ise, tazininat o miktarda ödenir. Çünkü rehin hakikatte malın mal karşılığında verilmesiyle rehin bırakılan şeyin bir kısmında tahakkuk etmiştir. Ama rehin verenle rehin alanın zanlarına göre; o şeyin diğer kısmında da tahakkuk etmiş, ancak ondaki bir noksanlık sebebiyle akid fasid olmuştur. Çünkü bu durumda alacaklının hakkının rehin alman şayden temin edilip alınması mümkün değildir. Bu sebepledir ki, rehin alınan şey telef olduğu takdirde kıymetinden ve karşılığında rehin olarak bırakıldığı borçdan hangisi daha az ise, tazminatı o miktarda Ödenir. Bir satışda bedel olarak verileceği belirlenen para cinsinin kesada uğraması halinde satılan nesnenin kıymeti tazmin edilir. Ancak bu mes'elede kıymetinden ve karşılığında rehin olarak bırakıldığı borçdan hangisi daha az ise tazminat o miktarda ödenir. Kıymeti borçdan daha az ise, kıymetinin tazmin edilmesinin gereği açıktır. Borç daha az ise, borç karşılığında tazmin edilsin diye o nesneyi rehin alarak teslim almıştır. Tercihe şayan olan İmam Muhammed'in kavlidir.[2]

 

Rehnin Sahih Olması:

 

Rehnin sahih olabilmesi için; rehine verilen malın belli ve elde edilmesi mümkün ve başkasıyla ilişkisi olmayan, ortaklık ise, taksim edilmiş olması gerekir: Şayi hisseli malı münferiden teslim almak düşünülemez. Tazminatı teslim almayı ise, rehin akdi gerektirmez. İçinde başkasının hakkı bulunan malı rehin alanın teslim akıp alıkoyması, başkasının hakkını ihlal eder. Belli olmayan malın da teslim alınması mumkün değildir. Rehin almanın maksadı; kişinin hakkını teminat altına almasıdır. Bu maksat rehin alınan malı daimî olarak rehin alanın yanında alıkoymakla gerçekleşebilir. Alıkoymak da, malı teslim almadan düşünülemez. Bu vasıflar olmadan da teslim almak mümkün olmaz ve teslim alınmadan da rehin sahih olmaz. Rehin,   onu   teslim   alan   alacaklının    kefaleti altına girer:

Rivayet edildiğine göre; adamın biri borcu karşılığında atını alacaklısının yanıria rehin bırakmış, ancak at alacaklının yanında ölünce ikisi de davalaşmak üzere Hz. Peygamber (sas) in huzuruna çıkmışlar, Rasûlullah (sas) da atı rehin alana; "Senin hakkın gitti, "buyurmuştu.

Hz. Peygamber (sas) bir hadîs-i şerifinde de şöyle buyurmuştur: "Rehin telef olup da kıymeti hususunda şüpheye düşülürse, o; karşılığında verildiği şey mukabilinde gitmiş olur. "Fakih arkadaşlarımız tazminatın keyfiyeti hususunda ihtilaf etmelerine rağmen; rehinin tazmin edilmesi gerektiği hususunda icmâ-ı ümmet bulunduğunu söylemişlerdir.Rehin alan rehin aldığı malı yanında alıkoyma hakkına sahip bulunduğuna göre, hakkını ve alacağını rehin bırakılan şeyden tahsil edip alma durumuna gelir. Bu, inkâr edilmesinden korkularak, alacağı tahsil edip ona kavuşma işidir. Rehin bırakılan mal rehin alanın yanında telef olursa, bu hak ve alacak kesinlikle tahsil edilmiş olmaktadır. Borçlu bu durumda alacaklıya borcunu öderse, ikinci defa ödemiş olur ki, bu da ribaya yol açar. Bu durumda alacaklının alacağım taleb etme imkânı yoktur. Ancak rehini bozarak rehin edilen şeyi sahibine geri verirse, alacağını taleb etme imkânına sahip olur. Ne var ki, rehin bırakılan şey yanında telef olduğundan dolayı o, kendisine bırakılan malı geri vermekten âciz kalmıştır. Ve bu sebeple alacağını talep etme şartı tahakkuk etmeyip, bu imkânı ortadan kalkmıştır.

Rehinin emanet olduğunu iddia eden kimse icmâa muhalefet etmiş olur. Hz. Peygamber (sas) bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: "Rehin olarak verilen mal kilitlenmez (yani geri alınamaz) değildir. O, sahibinin malıdır.  Rehin olarak bıraktığı mal satılır ve borç

kapatıldıktan sonra artarsa, artanı alır, eksileni tamamlar.[3] Bu hadîs-i şerîf; 'rehin bırakılan şey alacaklının alacağı karşılığında malı olur1 diyen kimse lehine bir delil değildir. Buna İbn. Zübeyr'in şu beyti de şehâdet eder:

"Geri  alınması  mümkün   olmayan   bir rehin   bırakarak veda gününde senden ayrıldım. Rehin geri alınamaz hale gelip kurban oldu. "

Bu âdet cahiliyye devrinde insanlar arasında vardı. Hz. Peygamber (sas) bu âdeti cemiyetten söküp atmak için evvelki sayfada geçen hadîs-i şerîfi irad buyurdu. Çünkü rehin geri alınamaz olunca, sahibinin izni olmadan başkasının malına mâlik olunmaktadır. Evvelki geçen hadîs-i şerifin son kısmının mânası; "Rehin bıraktığı mal satılıp onunla borcu kapatılır. Artarsa, artanı geri alınır. Eksik kalırsa, onu tamamlar." Hz. Ali (ra) de buna benzer olarak şöyle demiştir; "Fazlalığı birbirlerine geri verirler."

Rehin borçlunun mülkü olarak helak olur ve hatta tekfin masrafları da borçluya aittir: Çünkü rehin hakikatte onun malıdır. Rehin alanın elinde emaneten bulunmaktadır. Hatta rehin alan kişi yanına rehin olarak bırakılan malı satın alırsa, onu rehin olarak teslim almış olması, satın aldığı mal olarak teslim almasının yerine geçerli olmaz. Çünkü rehin olarak teslim alması, emaneten teslim almasıdır. Bu, kefaleten teslim alma yerine geçerli olmaz. Rehin bırakılan mal onu rehin bırakanın mülkü olduğuna göre bu mal (meselâ bir köle ise), öldüğü takdirde kefenini temin etmek onu rehin bırakan sahibinin üzerine düşer.

Alacaklı, helak olan rehinin maliyetinden alacağı kadarını hükmen almış sayılır. Alacağından fazla olan kısım yine yanında emanet kalır. Eğer rehin olan mal alacağından az ise, onun miktarı kadar borç düşer: Çünkü tazmin edilmesi gereken miktar, borç miktanncadır ki, bu tahsil edilmiştir. Kıymeti fazla ise, borçdan fazla olduğu için bu fazlalık onun yanında emanet olur. Ve rehin alan da kendisine rehin bırakılan malı sahibinin izniyle teslim almıştır. Rehinin kıymeti borç miktarından eksik ise, alacaklı onun kıymetini alır. Noksan kalan kısım ise, yine sahibinin üzerinde borç olarak kalır.

Rehinin alacaklı tarafından teslim alındığı gündeki kıymeti as   alınır:   Çünkü  rehin teslim alındığı günde onun kefaleti altma girmiştir.  O günde alacaklının hakkını ondan elde etmesi sabit olur. Ama bu sabit oluş, rehnin telef olduğu günde kesinlesin Rehinin kıymeti hususunda taraflar ihtilaf ederlerse, söz rehin alanındır. Çünkü o, fazlalığı inkâr etmektedir. Beyyine getirmek ise, rehin verene düşer. Çünkü o fazlalığı isbat etme makamındadır.

Alacaklı kişi kendisine rehin olarak bırakılan malı başkasına emanet olarak verir yahut satar, veya kiraya verir veyahut iğreti olarak verir yahut da rehin olarak verir veyahut da benzer tasarruflardan birini yaparsa; bütün kıymeti ile onu tazmin eder:

Rehin olarak bırakılan malı giymek, ona binmek, içinde oturup bannmak, onu hizmetlerde çalıştırmak gibi tasarruflarda bulunmakla da bütün kıymeti ile tazmin eder. Çünkü bu gibi tasarruflarda bulunan tecavüzkâr davranmıştır. Zira mal sahibi ona bu gibi tasarruflarda bulunma izni vermemiştir. Borç miktarından fazlası rehin alanın yanında emanettir. Mütecaviz davranma durumunda emanetler için tazminat ödemek gerekir. Ancak bu sebeple rehin akdi fesholmaz. Ayrıca mal sahibi rehin olarak verdiği malını rehin alandan başkasının muhafaza etmesine rıza göstermemiştir. İnsanlar malı muhafaza etmede birbirlerinden farklıdırlar. Rehin alan aldığı rehni başkasının yanına bırakmakla bu hükme muhalefet etmektedir. Ama rehin alanın eşi, çocuğu ve aile efradı arasında bulunan hizmetçisi rehin olarak kendisine verilen malı muhafaza hususunda yabancı sayılmazlar. Çünkü kişi kendi malını da umumiyetle bunlar vasıtasıyla muhafaza eder. Rehin veren kişi malını rehin alanın muhafazasına razı olmakla, bunların da muhafaza etmesine razı olmuş sayılır. Çünkü rehin alanın buna ihtiyacı vardır. Onun eve çakılması, rehine yapışıp kalması mümkün değildir. Bunlar vasıtasıyla rehinenin muhafaza edileceği rehin veren tarafından bilindiği için, zayi olması halinde rehin alanın tazminat ödemesi gerekmez.

Rehin alanın rehin bırakılan yüzüğü serçe parmağına takması rehineye tecavüzdür. Ama diğer parmaklara takmak muhafazadır. Bir veya iki kılıcı kuşanmak âdete göre tecavüzdür. Ama üç kılıcı kuşanmak böyle değildir. Rehine sank veya taylasanm âdete göre başa konması tecavüzdür. Ama omuza ve boyuna atması tecavüz sayılmaz. Gömleği başa sank gibi sarmak tecavüz değildir. Halhalin bilezik yerine, bileziğin de halhal yerine takılması tecavüz değildir. Ama bunların âdet olan yerlere takılmaları tecavüz saylir. [4]

 

Rehnin Neması Ve Masrafları:

 

Rehin olarak verilen malın nafakası ve çoban ücreti borçluya aittir: Keza, rehinenin yararı ve bekası için ihtiyaç duyulan her şeyi temin etmek de borçluya aittir. Çünkü rehine hâlâ onun mülkiyetindedir. Bu zikredilenler de onun malına yapılan masraflardır. Çoban ücreti de hayvanın nafakasındandır. Çünkü hayvanın yemi, kölenin giysisi, köle çocuksa emzirilmesi için verilen ücret, rehine bahçenin ağaçlarının İslahı ve sulanması ve meyvelerin devşirilmesi de nafakadan sayılmaktadır.

Rehinedeki nema da ona aittir: Çünkü rehine sahibinin mülkiyetinde kalmaya devam etmektedir. Nemaya misal olarak rehinenin yavrusu, sütü, yağı ve meyvesi gösterilebilir. Bu nema asılla birlikde rehin olur: Çünkü rehine, ayrılmaz olan lâzım bir haktır. Asıldaki bu hak ona tâbi olan şeylere de sirayet eder. Ancak bu nema helak olursa, onu elinde bulunduran alacaklının tazmin etmesi gerekmez: Çünkü nema doğrudan rehin akdinin kapsamına girmemiştir. Bu sebeple de borcun bir bölümü ona karşı konulamaz. Ayrıca rehin alan alacağını tahsil etmek cihetiyle onu teslim almamış ve kefaletini de üzerine almamıştır ki, onu tazmin de etsin... Meselâ satılan ama, henüz teslim edilmeden satıcının yanında iken doğuran bir hayvanın yavrusu da müşterinin malı olur. Ancak müşteriye teslimden evvel ölürse, satıcı onun için tazminat ödemez. Kıymetinin artıp eksilmesi de nazar-ı itibara alınmaz. Zira bu, insanların rağbetlerine göre değişir. Ayna gelince; bu değişmemiştir. Tesellüm kıymet üzerinde değil, aynın kendisi üzerinde cereyan etmiştir.

Rehin bırakılan akarın geliri, rehin alınan (köle) m kazancı rehin değildir. Satılan malın kazancı ve geliri gibi, rehnin bedeli de değildirler.

Eğer nema kalıp asıl rehine helak olursa; alacaklı, alacağının nemaya düşen miktarı karşılığında onu elinden çıkarır: Çünkü rehin, rehin alanın teslim almasıyla tazmin edilen bir mal olur. Fazlalık ise, rehnin çözülmesi ile amaçlanan bir şey haline gelir. Asla tâbi olan nema veya fazlalık amaçlanan bir şey olunca, -satılan hayvanın yavrusunda olduğu gibi- bedelin (borcun) bir kısmı onun mukabili olur. Bu durumda borç, asıl rehnin alındığı gündeki kıymeti ile, nemanın iade edildiği   gündeki   kıymeti   arasında taksim edilir: Bunun sebebini açıklamıştık. Ve asla isabet eden borç düşer: Bunun sebebini de evvelki kısımlarda açıklamıştık.

Rehine ilâve yapmak caizdir (İmam Züfer). Ama borcu arttırmak caiz değildir (Ebû Yûsuf). Bir rehine iki borç karşılığında rehine olamaz: Ebû Yûsuf dedi ki; borçda da ilâve yapmak caizdir. Çünkü borç ve rehin, semen (bedel) ve satılan şey gibidir. İhtiyacı giderme ortak paydası ile bunların ikisinde de arttırma caizdir. Bunların ikisinde de tasarrufda bulunmanın şahinliği ve tarafların her ikisinin de buna teşebbüsde bulunmalan buna delildir. Kanaatimize göre rehine ilâve yapmak borcun şayi olmasını gerektirir ki, bu da rehnin şahinliğine mâni değildir. Borca ilâve yapmak da rehnin şayi olmasını gerektirir. Çünkü rehnin bir kısmının fazlalaştınlan borca karşılık olarak konulması mecburidir. Rehnin şayi olması ise, -açıkladığımız gibi- rehnin sahihliğine mânidir.

İmam Züfer dedi ki; rehine de, borca da ilâve yapmak caiz değildir. Borca ilâve yapmanın caiz olmamasının sebebini Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf açıklamışlardır. Rehine de ilâve caiz değildir. Çünkü rehin veren kimse malını borcun bir kısmı karşılığında rehin vermiştir de, onu borcun tamamı karşılığında malını rehin verse, -rehin alan ilk rehni geri vermedilçe- caiz olmaz.

Buna karşı verilecek cevabımız şudur; alış veriş bahsinde de geçtiği gibi, rehine yapılan ilâve akdin aslına iltihak eder ve aslıyla birlikte ilâvesi, sanki yeni rehin verilmiş gibi olur.

Rehinenin   korunmasına   âit   yerin kirası alacaklıya aittir:

Rehineyi korumak rehin alanın vazifesidir. Korumalıdır ki, onu sahibine geri verebilsin ve kendisi de hakkını alabilsin. Koruma bedeli de kendisine aittir. Koruma vazifelisinin ücretini rehin kölenin kaçması halinde onu yakalatıp getirtme masrafını da kendisinin karşılaması gerekir. Çünkü kendisi kölenin sahibine geri verilmesini sağlamak için, onu bulmak zorundadır. Bulma masrafını da kendisi karşılamak mecburiyetindedir. Rehinenin kıymeti borçdan fazlaysa, bu fazlalığa düşen koruma masrafı mal sahibine aittir. Çünkü bu durumda fazlalık rehin alanın elinde bir emanettir. Onun eli mal sahibinin elidir. Masraflar mal sahibine aittir. Rehnin kıymetinin borçdan fazla olması halinde fazla kıymete isabet eden koruma masrafının mal sahibine âit olduğu hükmünün tezahürü, rehin bırakılan köle kaçarsa, onun geri getirilmesi mes'elesinde apaçık görülmektedir. Çünkü köleyi bulup getirmek kefalet sebebiyledir. Bulup getirme masrafı da, kefalet nisbetinde takdir edilir. Rehin bıraklan evin kirasının tamamını rehin alanın karşılaması gerekir. Çünkü ev tamamıyla rehin için alıkonulmaktadır. Kirasının tamamını da, rehin alanın ödemesi gerekir. Ama rehin bırakılan bir haraç arazi ise, haracı; o araziyi rehin verenin ödemesi gerekir. Çünkü haraç, rehin verenin mülkünün masrafıdır.

Rehini korumak alacaklının işidir. Bunu şahsen yaptığı gibi; eşine, çocuğuna ve evinin hizmetçisine de yaptırabilir: Bu daha evvel de anlatılmıştı. [5]

 

Alacaklının Rehinden Yararlanma Hakkı:

 

Alacaklının rehinden yararlanma hakkı yoktur: Çünkü bu hususda ona verilmiş bir izin yoktur. Ona sadece rehni yanında alıkoyma salahiyeti verilmiştir. Borçlu alacaklıya rehini kullanması için izin verir ve o da kullanırken zayi olursa, emanet olarak zayi olur: Çünkü bu kendi mevzuunda da anlatılacağı gibi, iğreti (âriye) dir. Kullanmadan evvel zayi olursa, tazmin edilmesi gerekir. Çünkü rehin veren sahibinin eli onun üzerinde sayılır. Kullanmadan sonra zayi olursa, yine tazmin edilmesi gerekir. Çünkü bu durumda iğreti hükmünden çıkar ve rehin veren sahibinin eline dönmüş sayılır. [6]

 

Dirhem Ve Dinarların Rehin Verilmesinin Sıhhati

 

Dirhem ve dinarların rehin verilmesi sahihdir: Çünkü alacağın bunlardan elde edilmesi tahakkuk eder. Bu sebeple bunlar da rehine mahal olurlar. Bu paralar kendi cinslerinden olan borç karşılığında rehin   verilip, rehin alanın yanında telef olurlarsa; miktarlarmca borç düşer: Çünkü alacağın elde edilmesi durumu hâsıl olmuştur. Bunların misiUeriyle tazmin edilmelerinin bir faydası yoktur. Çünkü bunlar misliyattandırlar. Rehin bırakılan bu paralar misiUeriyle tazmin edüirlerse, borçlu bunları alacaklı olan mürtehine borcunu ödemek için tekrar verecektir.

Yenilik ve eskilik, yani kıymet bakımından alacak ile rehin mal arasında fark da olsa; bütün Ölçü ve tartı ile verilen mallarda da hüküm miktarlarına göredir: Çünkü Şeriat cinsieriyle karşılaştırma halinde eskiliği, yeniliği; kaliteliyi, kalitesizi nazar-ı itibara almamıştır. Nitekim alış veriş (büyü) bahsinde de bu anlatılmıştı.

Sarf akdinin bedeli ve selemin sermayesi karşılığında rehin verilmesi sahihdir: Çünkü alacağın bunlardan elde edilmesi durumu tahakkuk eder. Maliyet açısından her ikisi de aynı cins olduklarından dolayı, bir değiştirme söz konusu olmaz.

Akid meclisinden ayrılmadan evvel rehin zayi olursa, selem ve sarf akidleri tamam olur, borç da verilmiş sayılır: Çünkü rehin hükmen teslim alınmış olur. Taraflar birbirlerinden ayrıldıktan sonra zayi  olursa, rehin durur, fakat sarf ve selem akidleri iptal olur:

Çünkü rehin teslim alınmadan taraflar birbirlerinden ayrılmışlardır. Oysa bilindiği gibi bu akdidlerin her ikisinde de tesellüm şarttır.

Vaadedümiş bir borç karşılığında rehin almak sahihdir. Eğer verilecek borç karşılığında konulan rehin, rehin alan elinde zayi olursa; rehin alan vaadettiğini borçlusuna vermek mecburiyatindedir: Çünkü bu mal rehin olarak teslim alınmıştır ve sanki pazarlık yapılarak satın alınan mal gibi teslim alınmıştır. Bu mes'elenin sureti şöyledir; Ahmed Mehmed'e; kendisine bir dirhem para borç vermek üzere bir malı rehin olarak verir de, bu rehin bir dirhemin verilmesinden evvel telef olursa; Mehmed'in Ahmed'e bir dirhemi borç olarak vermesi gerekir. Ahmet;'bana bir şeyi borç vermen şartıyla...'der ve o şeyin ne olduğunu söylemezse, rehin de telef olursa; Mehmed dilediği bir şeyi Ahmed'e borç olarak verir ve açıklama da ona düşer. Çünkü rehnin telef olmasıyla o alacağı bir şeyi almış olur. Ve rehnin telef oluşu esnasında sanki o; 'falana bir şey vermek üzerime borç olsun' demiş gibi olmuştur.

Ahmet; 'bana bir kaç dirhem borç vermen şartıyla...'der ve rehin de telef olursa, Mehmed'in ona üç dirhem vermesi gerekir. Çünkü üç sayısı çoğulun en azıdır. Ebû Yûsufdan gelen bir rivayette şöyle denilmektedir; Ahmed Mehmed'e; 'bana borç para ver ve şu şeyi de rehin al' der ve kendisine neyi borç vermesini söylemez ve Mehmed de ona borç vermezse, rehin de zayi olursa; Mehmed'in ona rehin kıymetini vermesi gerekir.

Bir kimse bir malı ona karşılık belli  bir şeyi rehin vermek üzere   satın    alır   ve    sonra   onu   rehin   vermekten   vazgeçerse, zorlanamaz: Çünkü bunun bir  teberru akdi olduğunu açıklamıştık Bu durumda    satıcı   isterse   rehinden    vazgeçer,   isterse   satmaktan vazgeçer: Çünkü bu, kendisine rağbet edilen bir vasıftır. Bu vasıf ele geçmez  olunca da, satıcı muhayyer olur. Müşteri hemen parasını Öder: Çünkü maksat hâsıl olmuştur. Veya birinci rehin kıymetinde başka bir şeyi rehin olarak bırakırsa, satıcının vazgeçme hakkı kalmaz: Çünkü mâna hâsıl olmuştur ki, o da alacağın kıymetteki misli ile teminat altına alınmasıdır. Kıyasa göre bu  alış veriş caiz değildir. Çünkü bu bir akdin diğer akde dâhil edilmesidir ki, bu da yasaklanmıştır. Kaldı ki, bu rehin verme alış veriş akdinin gerektirmediği bir şarttır.   Bu şartla alış veriş akdinin   taraflarından  birine   fayda   sağlanmaktadır.   Ve   evvelce   de anlatıldığı gibi bu şart alış veriş akdini fasid kılar.

İstihsan cihetine gelince; bu, alış veriş akdine uygun bir şarttır. Çünkü rehin, alacağı garantilemek için alınır ve bu şart akdin vücûbuna uygundur, akdi fasid kılmaz.

Borcuna karşılık iki köle rehin veren o kölelerden birine mukabil olan borç miktarını öderse; geri kalan borcunu da ödemedikçe, o kölelerden hiç birini alamaz: Çünkü alacaklı alacağını garantilemek için rehnin tamamını yanında alıkoyma hakkına sahiptir. Borcun ödenmesini daha da sağlama alacağı için, rehnin bütün cüzlerini yanında alıkoyar ve bu durumda rehin satılmış ama, henüz satıcının eünde duran mal gibidir. Rehin  bırakılan kölelerden her birine karşılık olan borç miktarı belirtilse biles Rivâyetü'l- Asl'da anlatıldığına göre aynı hüküm geçerlidir. Ziyadât'da anlatıldığına göre de; o kölenin mukabilinde belirtilen borç miktarını öderse, o köleyi rehinden geri alabilir. Bu İmam Mııh.ı mmed'in kavlidir. Zira bu köle mukabilinde belirtilen borca karşılık olarak rehin alanın yanında ahkonmuştu. Bu sebeple rehin alanın yanında ölürse, mukabilindeki borç karşılığında ölmüş olur.

Birinci görüşün izahı şöyledir: Akid birdir; her ne kadar kölelerden her biri için borcun belli bir kısmı karşılık konmuş ise de, yapılan rehin akdi birdir. Bu sebepledir ki, alış veriş akdinde yapıldığı gibi, 'bu akid bu kölelerin bir kısmı hariç, diğer kısmı için geçerlidir1 dense caiz olmaz.

Bîr malın iki alacaklıya birden rehin verilmesi caizdir: Çünkü rehin veren o malı tek akidle bütün borcuna karşılık olarak vermiştir ve o mal rehin sebebi olan borç karşılığında alacakhlann yanında alıkonulur ki, o borç parçalara ayrılmaya kabil değildir ve dolayısıyla iki rehin alandan her birinin alacağı karşısında alıkonmuş olur. Rehni paylaşırlarsa, her biri diğeri için denk olur.

Bu rehin, o adamlardan her birinin alacağı nisbette mes'ûliyetindedir: Çünkü o payına düşen rehnin helak olması halinde alacağını tahsil etmiş sayılır. Birine olan borç Ödenince, tamamıyla diğerinin yanında rehin kalır: Çünkü o malın tamamı -açıkladığımız sebeplerden dolayı ayırım yapmaksızın- alacaklılardan her birinin yanında rehindir ve bu rehin iki kişinin ortaklaşa satın aldığı ve müşrterilerden birinin kendi payına düşen parayı ödediği satılmış mala benzer.

Rehin alan rehine yanında olsa bile, rehin vermeden alacağını talep etme ve alacağı sebebiyle onu  hapsettirme hakkına sahiptir:

Çünkü onun borçdaki hakkı devam etmektedir. Rehin almak ise, bu hakkı garantilemek içindir. Öyle ise, rehin elinde bulunsa bile, bu; rehin alanın hakkını talep etmesine mâni olmaz. Talepde bulunduğunda rehin sahibi olan borçlu Ödemeyi geciktirirse, ona haksızlık etmiş olur. bu haksızlığından dolayı kadı onu hapseder.

Rehin    alan    alacağının    ödenmesi    için    rehini   satamaz:

Alacaklının alacağını tahsil edinceye dek rehini yanında alıkoyma hakkı sabittir. Rehini satarak bu hakkını iptal etmesi gerekmez. Ancak o rehnin getirilip kendisine teslim edilmesi emrini verir. Zira evvelce de açıkladığımız gibi, rehni teslim alması bir nevi hakkını elde etmesi demektir. Bununla beraber alacağını da tahsil ederse, bu muhtemel bir takdire göre hakkını mükerreren almış olur. Muhtemel olan bu takdir de, rehnin kendisinin yanında iken telef olmasıdır. Rehin sahibi rehni vermeye getirdiğinde kendisine evvelâ; 'borcu teslim et' denilir ki, borç belirlenmiş olsun. Rehin bir bakıma satılık nesneye benzemektedir[7].

 

Rehin Sahibinin Rehini Satması

 

Rehin sahibi rehin verdiği malı satarsa, bu akit alacaklının iznine yahut alacağının ödenmesine bağlı kalır: Evvelce de açıkladığımız gibi, o rehini yanında alıkoyma hakkına sahip olduğu için, bu hakkın zevali ya da iptali onun rızasına bağlıdır. Bu satışı tasdik ederse, rehni yanında alıkoyma hakkının zevaline razı olmuş olur. Borç ödenince, rehni yanında aklıkoyma hakkı da sona erer. Ödeyen borçlu da artık ödediği gibi hareket eder. Yani borçlu yapması gereken işi yapmış, borcunu ödemiştir. Sonra eğer rehin alan satışı tasdik ederse, satış geçerli olur. Rehin alanın da o rehindeki hakkı kalkar ve onun bedeline intikal eder. Çünkü bedeli de mübdelin; yani satılan ilk rehnin hükmündedir, onun gibidir. Meselâ borçlunun rehindeki kölesi alacaklıların rızasıyla satıldığı takdirde onların haklan o köleden kalkarak onun bedeline intikal eder.

Bundaki fıkhı incelik şudur; alacaklı (rehni alan, mürtehin) rehindeki nesnenin satılmasına razı olmakla hakkının sakıt olmasına değil de; bir rehinden, onun yerine konulacak başka bir rehne intikal etmesine razı olmuştur. Rehin alan rehindeki malın satışını tasdik etmezse; denildi ki, bu satış fuzulî akid gibi infisah eder. Mal sahibi bu malı rehinden kurtarırsa, müşterinin buna bir diyeceği olamaz.

Başka bir görüşe göre, bu satış fesholmaz denilmiştir. Dediler ki, esahh olan da budur. Çünkü bu satışın rehin alanın tasdikine bağlı kalması,  rehin alanın hakkını iptale karşı korumak içindir. Onun rehineyi kendi yanında alıkoyma hakkı vardır. Fakat bu hak rehinenin satış akdinin bağlanmasına mâni olmaz. Olmaz ama, yine de rehin alanın tasdikine bağlı olarak askıda kalır; müşteri isterse mal sahibinin sattığı malını rehinden kurtarmasına kadar sabredip bekler veya dilerse, sahibi sattığı malı müşteriye teslim etmekden âciz kaldığı için, kadı bu satış akdini fesheder. Bu durumda satılmış olan nesne satıldıkdan sonra ama, teslim alınmadan evvel firar eden köleye benzer. Bu durumda müşteri -evvelce de anlattığımız gibi- muhayyerlik hakkına sahip olur.

Borçlu   rehindeki   kölesini azâd ederse, azadı geçerli olur:

Azâd etme rüknü mahalline izafe edilerek ehil bir kimseden sâdır olmuştur. Bunların ikisinin de buna yetkili oldukları apaçıktır. Bu ehliyet rehin verenin köleye mâlik olmasıdır. Öyle ise, müşterinin satın aldığı köleyi satıcıdan teslim almadan evvel azad edişi gibi, sahibi de rehindeki kölesini azad edebilir. Kaçak köle ile gasbedilmiş köle de bu hükme tabidirler. Azad etme sebebiyle köle üzerindeki mülkiyeti zail olunca, rehin alanın da buna bağlı olarak rehini alıkoyma hakkı sona erer. Müşterek kölede olduğu gibi, sahibinin azad etmesi sebebiyle rehindeki köle üzerinde bulunan mülkiyeti zail olduğuna göre, rehin alanın o köleyi yanında alıkoyma hakkı haydi haydi sona erer. Satış ve hibe akidleri ise, böyle değildirler. Satıcı sattığı malı müşteriye teslim etmekten âciz olduğundan dolayı, bu satış askıda kalır. Zira azad etmenin geçerli kılınmasında kölenin ve efendisinin menfaati hâsıl olmaktadır. Bu açıkça görülen bir şeydir. Bununla rehin alanın çıkan ortadan kaldırılmamaktadır: Çünkü onun çıkarını temin etmek için ya kölenin çalışması veya köle değerinde ona bir şeyin rehin bırakılması ya da alacağının kendisine derhal ödenmesi gerekir. Rehin alan rehindeki kölenin azad edilmesini tasdik etmezse, azad edenin de, edilenin de çıkarları onulmaz yaralar alır. Tasdik etmesi çıkar bakımından daha mükemmel, fayda bakımından daha umumi olur. Şu halde tasdik etmesi evlâdır. Tasdik ederse, rehin muamelesi bozulur. Çünkü bu muamelenin mahalli olan köle, köle olmakdan çıkmıştır.

Borcun  hemen ödenmesi gerekiyorsa, alacaklı alacağını ister:

Çünkü vadesiz borçlarda yapılması gereken budur. Bu durumda kıymetin taleb edilmesinde bir fayda yoktur. Çünkü borç vâdesizse ve kıymeti de alınırsa, bir takas meydana gelmiş olur. Vadeli bir borç ise, kölenin yerine onun değerinde bir mal rehin verilir: Çünkü bu mal kölenin yerine geçer. Borcun ödenme vâdesi gelir ve bırakılan rehin de borcun cinsindense, rehin alan o rehinden kendi hakkı miktarmca alır. Artanı da sahibine geri verir.

Borçlu fakir ise, köle değerinden ve borçdan az olanını tedarik için kazanç sahasına atılır: Çünkü bu durumda rehin verenin alacağını köleyi azad eden borçludan tahsil etmesi imkânsızlaşmıştır. Şu halde alacağını azad etme faysasını elde eden (köle) den tashsil edecektir. Çünkü verilecek şey kefalet veya taahhüd sebebiyle verilir. Köle; değerinden ve borçdan hangisi daha az ise, az olanı vermek için çalışıp çabalar. Zira eğer borç kendisinin kıymetinden daha az ise, ihtiyaç kendisini ona yöneltir. Kıymeti borçdan az ise, kıymeti kadarını rehin almış olana vermelidir. Fazlasını vermesi gerekmez.

Borçlu zenginleşirse, köle bunları ondan ister: Çünkü köle onun borcunu Şeriatın hükmü sebebiyle ödemiştir. Eli genişleyince Ödediklerini ondan taleb eder. Ama azad edilmek için çalışıp çabalayan kölenin durumu bundan farklıdır. Çünkü o, Ebû Hanîfe'ye göre azadhğı elde etmek için; İmameyn'e göre ise bu işi tekmil etmek için çalışıp çabalamaktadır. Burada ise, azadlık işi tamamlanmıştır. Ancak o, bu mes'elede başkasının ödemesi gereken şeyi ödemek için çalışmaktadır. Dolayısıyla -rehini başkasına iğreti veren gibi- ödediklerini kendisine vermesi için efendisinden talepde bulunur.

Borçlu rehindeki kölesini müdebber kılar; yani azadlığını kendi ölümü şartına bağlarsa, veya rehindeki cariyesini ümm-ü veled yapmak maksadıyla yatağına alırsa, sahih olur. Müdebber kılması da sahih olur. Bu daha evvel de anlatılmıştı. Ümm-ü veled kılmasına gelince; onun hakkı, babanın kendi oğlunun cariyesindeki hakkından daha kuvvetlidir ve ümm-ü veled kılması bu sebeple sahih olur. Hele bu mes'elede evleviyetle sahih olur. Rehin alanın hakkı kölenin kazanç alanına atılıp Çalışmasıyla veya tazminat vermesiyle telafi edilmektedir. Kölenin efendisi varlıklı ise; onunla alâkalı hüküm azad etme bahsinde anlatıldı. Eğer malî sıkıntıda ise, köle ve cariyenin çalışmaları borcun tamamını kapatmak   içindir.   Çünkü   kazançları   efendileri   içindir.    Bu sebeple mürtehine    ödediklerini    efendilerinden isteyemezler.Rehin  veren kimsenin rehini tüketmesi de, rehin olan köleyi azad etmek gibidir.

Rehindeki mal bir başkası tarafından zayi edilirse, rehin alan zayi olduğu gündeki kıymetini ona ödetir ve bu kıymet o rehnin yerine geçer. Çünkü rehin alanın kendisine rehin bırakılan şeyin aynını yanında alıkoyma hakkı sabiti. O aynın bedelini de alıkoyma hakkı sabittir. Rehni teslim aldığı gündeki kıymeti bin lira olduğu halde, zayi eden kişi tazminat olarak beş yüz lira öderse; borçdan beş yüz lira düşülür ve o rehin semavî bir âfet sebebiyle zayi olmuş gibi olur. Onun bu rehinden faydalanmaya hakkı da yoktur: Çünkü faydalanırsa, rehin alanın rehnini akdin gerektirdiği gibi sürekli olarak yanında alıkoyma hakkı yok edilmiş olur. Nitekim bunu daha evvel de anlatmıştık.

Alacaklı, yanında rehin olan malı sahibine iğreti olarak verip, o da bunu teslim alırsa; alacaklının zimmetinden çıkar. O mal, esas sahibi olan borçlunun elinde zayi olursa, alacaklının bir şey ödemesi lâzım gelmez: Çünkü kefaleti altındakini yanında alıkoyma hali sona ermiş ve rehindeki mal sahibinin eline ulaşmıştır. Ama rehin akdinin varlığı henüz devam ettiğinden, sahibine iğreti olarak verdiği rehin malı müşterinin geri isteme hakkı vardır. Bu sebepledir ki, iğreti olarak aldığı rehindeki malını rehin alana geri vermeden evvel ölürse, o mal üzerinde diğer alacaklılara nisbetle rehin alanın daha fazla hakkı olur. Rehin alanın iğreti olarak sahibine verdiği rehin malı geri alırsa, rehin üzerindeki kefaleti yine geri gelir ve rehin akdindeki teslim alma yeniden yapıldığı için o mal yine rehin sıfatına bürünür.

Taraflardan her ikisinin rehini yed-i emine bırakmaları caizdir: Çünkü yed-i emin rehini koruma hususunda malı rehin veren mal sahibinin yanında tutup alıkoyma hususunda da rehin alanın naibidir. Şu halde bir elin iki el yerine, bir şahsın da iki şahıs yerine kaim olması caizdir. Tıpkı acele edip zekâtını vakti gelmeden evvel ilgili zekât memuruna veren gibi... Bu durumda zekât memuru zekâtı veren mal sahibi gibidir. Öyle ki, sene dolmadan, yani zekâtı verme vakti gelmeden evvel nisab telef olursa, o zaman sahibi zekât memurundan geri alır. Bu mes'eledeki zekât memuru aynı zamanda fakirin yerindedir. Öyle ki, zekât kendi elinde iken telef olursa, sahibi zekâtı fakire vermiş gibi olur.

Akid yapılırken her iki taraf da rehinin yed- i eminde kalmasını şart koşarlarsa, bu malı hiç birisi ondan geri alamaz: Zira her ikisinin de onda hakkı vardır. Rehin veren onu koruma hakkına, rehin alan da alacağını ondan tahsil etme hakkına sahiptir. İkisinden biri diğerinin hakkını iptal edemez.

Yed-i   eminde zayi olan malı alacaklı (mürtehin) tazmin eder:

Çünkü onun eli rehin alanın elidir ve rehin bırakılan mal maliyet bakımından tazmin edilmesi gereken bir maldır. Yed-i emin elindeki malı taraflardan birine verirse, tazminat ödemekle mükellef olur. Çünkü o rehin verenin yanma bıraktığı rehnin aynını muhafaza etmesi gereken bir şahıstır. Rehin alan da alacağını maliyet bakımından muhafaza etmesi gereken bir şahıstır. Rehin verenle rehin alan birbirine yabancı iki şahıstır. Yed-i emin kendisine bırakılan rehini taraflardan birine verdiği takdirde, -yabancı bir şahsa vermiş gibi- tazminat ödemekle mükellef olur. Yed-i emin yanında duran rehin hayvanın -doğurması halinde-yavrusunu satar. Rehin alanın taleb etmesi halinde ise, satışa zorlanır. Müvekkilin azletmesi veya ölmesi sebebiyle vazifeden azledilmiş olmaz. Satışdan elde ettiği para borcun cinsinden değilse, onu borcun cinsi olan para ile değiştirme salahiyatine sahiptir. Sadece vekil bu gibi salahiyetlere sahip değildir.

Borçlu, rehindeki malın satılmasına alacaklıyı veya başka birini vekil tayin edebilir: Borçlu vekâlet verme ehliyetine sahiptir. Malını satması için birine vekâlet vermiştir. Rehin akdi yapılırken bu vekâlet şart koşulursa, borçlunun ölümü veya vekilini azletmesi ile vekâlet ortadan kalkmaz: Çünkü vekâlet akdi yapılırken ileri sürülen şart sebebiyle rehnin bir vasfı olmuştur. Asıl olan rehin mevcud oldukça, bu vasıf da varlığını devam ettirir. Rehin alanın hakkı bu vasıfla alâkalıdır. Rehin verenin bu hakkı iptal etme imkânı olmadığı gibi, onun mirasçılarının da bu imkânı yoktur. Çünkü onun hakkı onlannkinden evvel gelir ve rehin verenin vafatmdan sonra da rehnin mevcudiyeti devam eder.

Rehin bıraktıkdan sonra rehni satmayı şart koşmuş ise, Kerhî dedi ki; bu durumda satış vekili azledilmekle veya müvekkilinin ölümüyle vazifeden azledilmiş olur. Çünkü satma şartım rehin akdi yapılırken ileri sürmemiştir. Ebû Yûsuf dan gelen bir rivayette anlatıldığına göre- vekil bu durumda vazifeden azledilmiş olmaz. Bazı âlimler bu görüşü tercih edip benimsemişlerdir.

Borçlu   ölünce   vasisi   rehindeki   malı satıp borcunu öder:

Borçlu ölünce borcun ödenme vâdesi gelir ve vasi onun yerine geçer. Rehin veren hayatta olsa idi, borcunu ödemek için rehin alanın emri ile rehindeki malını satabilirdi. Vasi de aynı salahiyete sahiptir. Vasi yoksa, hâkim tarafından bir vasi tayin edilir: Bu tayin müslümanlann çıkanna ve âciz kaldıklarında onlara bakmak için yapılan bir tayindir. Çünkü ölen borçlu ile cennetin arasında mâni olarak giren borcun ödenmesine ihtiyaç vardır.

Borçlunun rehin vermek üzere bir şeyi iğreti alması caizdir. İğreti alırken onu neyin karşılığında rehin vereceğini açıklamasa bile, caizdir: İğreti alıp vermede açıklayıcı kayıtlar konulmayabilir. Çünkü böyle yapmakla taraflar arasında anlaşmazlık çıkması söz konusu değildir. Borçlu iğreti olarak aldığı şeyi borcunda istediği miktar ve tür karşılığında rehin verebilir. Çünkü onu iğreti alırken her hangi bir şart koşulmamıştır.

Aldığı iğreti malı karşılığında rehin olarak verdiği borcunu açıklarsa, artık o borcu artırmayacağı gibi, eksiltemez de: Arttıramaz; çünkü olabilir ki, iğreti veren kişi rehini çözüp malını geri alma ihtiyacını duyabilir. Bu durumda malın karşılığında rehin bırakıldığı borç miktarını öder. Ama belirtilen miktardan fazlasını ödemeğe razı olmaz. Ya da fazlasını ödeyemeyecek derecede malî sıkıntıda olduğu için bundan mutazarrır olur.

Eksiltemez de; zira rehnin borç miktarından fazla olan kısmı emanettir. Emanet de tazminat kapsamında değildir. Oysa sahibi rehindeki malının tamamıyla kefalet altında olmasını ister. Başkasına razı olmaz. Şu halde belirlemede fayda vardır ve bu belirleme de bağlayıcı olur. İğreti malı alan kimse aldığı malı söylediğinden başka bir cins borca karşı rehin verirse, mes'ûl olur. Çünkü malın sahibi buna razı olmamıştır.

Keza;   o   malı   Ahmed'e   rehin   vereceğini söyler de, götürüp

Mehmed'e rehin   olarak verirse; mes'ûl olur. Çünkü malı koruma, ödeme ve zenginlik bakımından insanların hepsi aynı derecede değildirler.

Keza; o malı Ankara'da rehin vereceğini söyler de, götürüp Bingöl'de rehin verirse, mes'ûl olur. Bu durumlarda malını iğreti olarak veren kişi dilerse -şarta muhalefet ettiği için- (iğreti alıp) rehin vereni mes'ûl tutup malını tazmin ettirir, dilerse -kendi izni olmaksızın malını aldığından dolayı- rehin alanı mes'ûl tutup malını tazmin ettirir. Rehin verene tazmin ettirirse, rehin veren o iğreti mala sahip olur ve sanki kendi malım rehin vermiş gibi olur ve ona göre de rehin ahkâmı terettüb eder.

Rehin alana tazmin ettirirse; rehin alan, rehin veren borçlusuna müracaat ederek alacağını ve ödediği tazminatı ondan ister. Çünkü onun sebebiyle ve onun aldatmasından dolayı tazminat ödemiştir. Borçlu iğreti olarak aldığı bir nesneyi belirttiği borcu karşılığında rehin olarak verir de, o nesne rehin alanın elinde zayi olursa; -evvelce anlatılan sebeplerden dolayı- rehin alan alacağım tahsil etmiş olur. Rehin veren onun mislini iğreti veren sahibine geri vermek zorundadır. Çünkü böylece o borcunu ödemiş sayılır ve mislini sahibine vermesi gerekir. Rehinde bir kusur meydana gelirse, o kusurun rehinde meydana getirdiği değer eksikliği miktarmca borçdan düşülür ve o değer eksikliğini iğreti alan iğreti verene tazminat olarak öder. Eğer değeri borçdan az ise, rehin veren onun kıymetini iğreti verene tazminat olarak öder. Çünkü rehin veren borcundan onun miktarmca ödeme yapmıştır. İğreti olarak alınıp rehin verilen mal rehin verilmezden evvel, onu iğreti olarak alanın yanında zayi olursa; veya rehinciden geri aldıktan sonra yine onun yanında zayi olursa; onun tazminat ödemesi gerekmez. Çünkü o, bu malı sahibinin izniyle yanına almış ve borcunu da ondan ödemiş değildir. İğreti veren rehni geri alabilmek için borç miktan parayı alacaklı olan mürtehine (rehin alana) verirse; mürtehin rehindeki malım kendisine geri vermeye zorlanır. İğreti malın sahibi de malını aldıktan sonra esas borçluya giderek mürtehine vermiş olduğu parayı ondan ister. O, iğreti olarak verdiği rehindeki malını kurtarmak ihtiyacında olduğu için, bu parayı vermiş ama, teberru olarak vermiş değildir. Esas borçlu ile onun yerine alacaklıya ödeme yapan  iğreti malın sahibi arasında borcun miktan hususunda anlaşmazlık

meydana gelirse, ödemeyi yapmış olanın sözüne itibar edilir. Çünkü alacak ondan tahsil edilmiştir. O aslı inkâr edebildiğine göre, vasfı da inkâr edebilir.[8]

 

Rehin Verenin Rehin Mala Karşı Cinayet İşlemesinde Onu Tazmini

 

Rehin veren rehindeki mala karşı bir cinayet işlerse, tezminat Ödemekle mükellef olur. Çünkü malî bakımdan kendisi o mala karşı yabancı bir kimse gibidir. Zira hakkını tahsil etmek ve onu yanında alıkoymak hususunda başkasının, yani rehin alanın onda hakki vardır. Rehin alan yanında rehin olarak bulunan mala karşı bir cinayet işlerse, o miktar borçdan düşülür. Onun fiili olmaksızın bir cinayet durumunda borçdan düşüldüğüne göre; onun fiili ile bir cinayet işlenmesi halinde haydi haydi düşülür.

Rehindeki malın (köle veya hayvanın) rehin verene veya onun malına karşı cinayet işlemesi halinde bu karşılıksız kalır. Bu cinayetten kasıt; malî ceza ödemeyi gerektiren cinayettir. Bu karşılıksız kalır. Çünkü bu kölenin efendisine karşı işlediği bir cinayettir.

Rehindeki malın rehin alana karşı cinayet işlemesi halinde de aynı hüküm geçerlidir. Zira bu cinayet nazar-ı itibara alınacak olsa, kendi mes'ûliyetindeyken meydana geldiği için, rehini o cinayetten temizlemesi gerekir. Nazar-ı itibara alınmadığı için tazminat ödemesi gerekmez. Bu cinayette kensisinin bir faydası olmadığı için tazminat ödemekten kurtulur.

Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed dediler ki; rehindeki malın rehin alana karşı işlediği cinayet nazar-ı itibara alınır. Çünkü bu cinayet mal sahibinden başkasına karşı işlenmiştir; nazar-ı itibara alınmasında fayda vardır. Bu fayda onu cinayet işlemeye itmiştir. Bu sebeple rehin bozulur. Rehin alan cinayeti talep etmezse, rehin bırakılmış olan mal olduğu gibi rehinde kalmaya devam eder. Rehin veren kişi rehindeki malına karşı cinayet işlerse; borcu ile rehindeki malın kıymeti müsavi ise, işlenmesinde kendisinin bir menfaati olmadığı için, bu cinayet nazar-ı itibara  alınmaz. Bu hususda ittifak vardır. Kıymeti borçdan fazla olsa da, Ebû Hanîfe'ye göre aynı hüküm geçerli olur. Ebû Hanîfe'den gelen bir rivayette şöyle denilmektedir; bu cinayet emanet miktannca muteber olur. Çünkü emanetteki mal emanetçiye karşı cinayet işlemiştir. [9]

 



[1] Bunu Buharî, Müslim ve Neseî rivayet etmiştir

[2] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/51-55.

[3] Bu hadîsi Dârekutnî ve Hâkim rivayet etmiştir

[4] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/55-58.

[5] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/59-61.

[6] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/61.

[7] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/

[8] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/65-72.

[9] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/72-73.