14- İKRAH (ZORLAMA) KİTABI  1

Zorlamanın Geçerli Olmasının Şartı: 1

Boşamaya Ve Azad Etmeğe Zorlanmak: 1

Zorlanmış Sayılmayan Durumlar: 1

Zorlananın Sabredip Öldürülmesi: 1

Birini Öldürmeğe Zorlanmak: 2

Dinden Dönmeğe Ve Zinaya Zorlanmak: 2

 

 

 

 

 

14- İKRAH (ZORLAMA) KİTABI

 

îkrah; insanı, tabiatı gereği ya da Şer'an hoşlanmadığı bir işi yapmaya ilzam etmek ve zorlamaktır. İnsanın daha zararlı bir şeyi üzerinden savmak için razı olmadığı bir şeyi yapması, zorlandığı şeyi yapmasına tercih edilir.

Sonra denildi ki ikrah; nzaya aykırı bir şaka ile muteber olur. Meselâ talâk ve benzeri, şakanın tesir etmediği şeylere ikrahın da tesiri olmaz.

Başka bir görüşe göre denildi ki; ikrah, akid gereği içinde nza bulunmayan şart muhayyerliği ile muteber olur. Şartın etkilemediği şeyi ikrah da etkilemez. [1]

 

Zorlamanın Geçerli Olmasının Şartı:

 

İkrahın sabit olabilmesi için için şu şartların gerçekleşmesi gerekir; zorlayan, tehdidini gerçekleştirecek kuvvete sahip olmalıdır:

Çünkü tehdidini gerçekleştirmeye muktedir olamazsa, kendisinden korkma hadisesi tahakkuk etmez; dolayısıyla ikrah da meydana gelmiş olmaz. Ebû Hanîfe'den rivayet edildiğine göre; ikrah, yani zorlama ancak sultan tarafından yapılabilir. Bu, asra ve zamana göre değişebilir.

Zorlanan, istenilen şeyi yapmadığı takdirde; tehdidin hemen gerçekleşmesinden korkmalıdır: Zira korkmazsa, o işi kendi rızasıyla yapmış olur, zorlanmış olmaz. Çünkü zorlama durumuyla karşı karşıya kalan bir kimse, kendisinden istenen işi, rızası olmaksızın yapar. Bu takdirde rızası yok olur veya yönelişin aslı baki kalmakla, ihtiyarı elinden alınmış olur. Zira kendisinden iki şeyden birini yapması istenmiş, o da ikisinden birini yapmayı tercih etmiştir. Rızasıyla yapınca da zorlanmış olmaz.

Zorlanan kimse zorlanmadan evvel yaptırılmak istenen işten sakınmış olmalıdır: Zira zorlama ancak zorlanan şahsa yapmak istemediği bir işi yaptırma durumunda gerçekleşir. Ama bu işi kendiliğinden yaparsa, zorlanmış sayılmaz. Bu sakınma da malını satması, mal satın alması, kölesini azad etmesi ve benzeri kendi hakkı yahut başkasının malını telef etmesi ve benzeri başkasının hakkı, veya adam öldürmek, zina etmek, içki içmek ve benzeri Şer'î bir hak yüzünden olmalıdır: Çünkü sakınma ancak bu gibi sebeplerden biri yüzünden olur.

Tehdidin;   öldürmek   veya bir organını yok etmek, meselâ

adam öldürmek ve el kesmek gibi veya gammı gerektirip rızayı kaldıracak bir durum olması şarttır: Hapse atılmak ve dayak yemek gibi olması gerekir.

Zorlamanın hükmü bu sayılan şeylere göre değişir. Bu sebeple zorlanan işi yapmak bazan vâcib, bazan mubah, bazan ruhsat, bazan haram olur. -İnşâallah- bunları açıklayacağız.

Bir kimse ölüm veya şiddetli dayak yahut hapsolunmak tehdidi ile malını satmaya, bir malı satın almaya, kiraya veya bir ikrara zorlanır da; isteneni yapar ve sonra da zorlama kalkarsa; dilerse yaptığı akdi kabul eder, dilerse fesheder: Çünkü mülkiyet, yerinde ve ehlinden sadır olan bir akidle sabit olur. Ancak bu helâllik şartından yoksundur ki, o şart da karşılıklı rızadır. Bu sebeple bu da diğer müfsid şartlar gibi olmuştur. Öyle ki, bu şekilde elde edilen mal üzerinde yeni sahibi bozmaya kabil olmayan -azad etme ve benzeri- bir tasarrufla bulunursa, bu tasarruf geçerli olur ve malın kıymetini ödemesi gerekir.  

Ama tasarrufu tasdik ederse, -karşılıklı rıza mevcut olduğundan dolayı-geçerli olur. Ama fasid alış verişde durum bunun hilâfmadır: Çünkü fasidlik Şeriatın hakkından dolayıdır. Bu sebeple tarafların tasdikiyle geçerli olur. Satılan mal el değiştirse de, burada malı geri isteme hakkı ortadan kalkmaz. Ama fasid alış verişde durum bunun hilâfmadır. Çünkü fasidlik Şeriatın hakkından dolayıdır. İkinci satışa kul hakkı taallûk etmiştir. Burada da malı geri vermek kul hakkıdır. Şu halde her iki mes'ele de aynı hükme tâbidir.

Kişi kırbaçlanır veya bir gün hapsedilir veya bir gün boyunca zincire vurulursa, bu zorlama sayılmaz. Çünkü normalde bu gibi işlere aldırış edilmez. Ancak bu gibi muamelelere mâruz kalan kişi makam ve mevki sahibi birisi olup, bundan mutazarrır oluyorsa, -nzası olmadığı için- bu onun hakkında ikrah (zorlama) sayılır.

İkrara gelince; bu bir sebep değildir. Ancak doğruluk yanı ağır bastığından dolayı bir hüccet olur. Zorlama anında zararı defetmek için yalancılık tarafı ağır basar.

Alış - verişe zorlanan onun bedelini kendi isteği ile alırsa, bu izin sayılır: Çünkü bu onun razı olduğunun delilidir ve tasdike bağlı satışa benzer. Eğer zorla aldırılmışsa, bu izin sayılmaz ve alınan mal el değiştirerek zorlanmayan müşteri elinde helak olmuşsa, mal sahibi müşteriye malının kıymetini ödetir: Çünkü bu fasid bir alış veriştir. Burada teslim alman mal kıymeti karşılığında teslim alınır. Zorlanan kimse malının kıymetini zorlayana da ödetmek hakkına sahiptir: Çünkü o bir âlet gibidir. O malı sanki müşteriye kendisi vermiştir. Bu sebeple o, gasbedenden gasbetmiş gibi olmaktadır. Malının değerini kendisini zorlayana Ödettirirse, o zaman zorlayan da müşteriye müracaatta bulunarak malın kıymetini talep eder. Çünkü bu takdirde kendisi satıcı gibi olur. Müşteri malın kıymetini tazminat olarak öderse, zorlamadan sonraki her satış geçerli olur. Çünkü o mal kıymetini ödediği için müşterinin mülkü olur. Bilindiği gibi, bize göre; tesellüm vaktine dayalı olarak tazmin edilebilir mallar, kıymetleri tazmin edilmekle mülk edinilirler. [2]

 

Boşamaya Ve Azad Etmeğe Zorlanmak:

 

Karısını boşamaya veya kölesini azad etmeye zorlanan bu istekleri yerine getirirse; karısı boş ve kölesi azad olmuş olur: Zira açıkladığımız gibi, boşama ve azad etme sözü şakayla da söylense, kesinlik kazanır. Çünkü rızanın mevcud olmayışı açısından bunların her ikisi de aynı mecrada cari, yani aynı hükme tâbi olurlar. Evvelce de anlatıldığı gibi, zorlama kişinin kasdını elinden almaz. Zorlanarak da olsa, kişi bu durumda karısını boşamayı ve kölesini azad etmeyi kasdetmiştir. Dolayısıyla karısı boşanır, kölesi de azad olur.

Bu durumda kendisini zorlayana kölesinin kıymetini ödettirir ve kölenin velayeti de azad edene âit olur: Açıkladığımız gibi, o kendisinin bir âletidir. Dolayısıyla azad etme fiili zorlayana nisbet edilir. Zorlayanın kölenin kıymetini zorlanana ödemesi gerekir.

Boşama gerdeğe girmeden evvel olmuşsa, mehrin yansını ve eğer mehir belirlenmemişse, vermesi gereken mut'ayı zorlayandan alır: Çünkü o ayrılık kadından tarafa geldiği için, düşüp yıkılmak üzere olan bir evliliğin ayrılıkla bitmesine kesinlik kazandırmıştır. Bu sebeple bu kadar mal telef edilmiş ve bu ona nisbet edilmiştir. Ama gerdeğe girdikten sonra hüküm böyle değil, bunun hilâfmadır. Çünkü gerdeğe girmekle mehir kesinlik kazanır. Adak, yemin, zihâr, boşamadan ric'at etmek, îlâ ve dil ile geri dönmek de böyledir. Çünkü bu gibi şeylerin feshi kabul değildir ve şakayla da söylenseler, sahih olurlar.

Hul'; yemin veya boşamadır. Eğer kadın hul'u gönüllü olarak yaptırmakda ise, hul' bedelini kendisinin ödemesi gerekir. Adak ve yemin sebebiyle verilmesi vâcib olan şeyleri zorlayanın vermesi gerekmez. Çünkü bu gibi sebeplerle verilmesi gereken şeyleri bu dünyada talep eden kimse yoktur. Bu sebeple bu gibi şeyleri zorlayıcıdan isteyemez.

Nikâh talâk gibidir. Eğer nikâh mehr-i misil veya daha az bir mehir üzerine akdedilmişse, zor altında evlenen erkek kendisini zorlayandan bir şey isteyemez. Çünkü bu durumda mülkiyetinden çıkıp giden mehrin karşılığı (olan kadın) kendisine ulaşmıştır. Ama nikâh mehr-i misilden fazla bir mehir üzerine akdedilmişse, fazlalık bâtıl olur.

Çünkü fazlalığın ödenmesinin mecburî olması için rıza şarttır. Ama bu şart gerçekleşmemiştir.

Eğer evlenmeye zorlanan kadın ise', koca da onun küfîivvü ise ve kendisine mehr-i misil verilirse; caiz olur ve -açıkladığımız sebepden dolayı- başka bir talepde bulunamaz. Ama mehr-i misilden daha az bir mehirle evlendirilirse, kocası ya bunu mehr-i misile tamamlar, yada kendisinden ayrılır. Gerdeğe girmemişse, kocasının bir şey vermesi gerekmez. Çünkü ayrılık kadının tarafından gelmiştir. Zira o belirtilen mehre razı olmamıştı.

Kadın zorlanarak kocası kendisiyle gerdeğe girmişse; kadın, belirtilen mehre razı olmadığından dolayı mehr-i misil alma hakkına sahip olur. Şayet gönüllü olarak gerdeğe girmişse; demek ki kadın belirtilen mehre razı olmuştur. Bilindiği gibi bu durumda Ebû Hanîfe'ye göre velilerin itiraz haklan saklıdır. [3]

 

Zorlanmış Sayılmayan Durumlar:

 

Hapis veya dayak tehdidi ile içki içmeğe, leş yemeğe, dinden dönmeğe, bir müslümanın veya zımmînin malını telef etmeğe zorlanan; zorlanmış sayılmaz: Burada kaide şudur; içki içmek, leş yemek, başkasının malını yemek, ölümden korkacak derecede acıkma durumunda mubahtır. Bununla alâkalı olarak Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

"Her kim bunlardan yemeğe mecbur kalırsa; başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde bir günah yoktur." (Bakara: 173).

Dövülerek veya hapsedilerek bu işleri yapmaya zorlanan kimsenin bu işleri yapması caiz değildir. Çünkü bu ikrar mânasında değildir. Böyle bir zorlama ile bu işleri yapmak mubah olmadığına göre, dininden dönmek de mubah olmaz. Çünkü küfür; bu sayılanlardan daha büyük bir suç, daha şiddetli bir haramdır ve bunlardan çok daha çirkindir. Çünkü diğerlerinin haramhğı sem'î (işitme yolu ile) dir. Küfrün haramlığı ise, hem sem'î ve hem de aklîdir.

Ölümle tehdid edilirse, yukarıdaki fiilleri işlemesine izin vardır: Ölümle tehdid edildiğinde içki içebilir, domuz eti ve leş yiyebilir. Bakara sûresinin 173. âyet-i kerîmesi buna cevaz vermektedir. Bunun izahı şöyledir; zaruret hali, haramlıkdan müstesnadır. Dolayısıyla zaruret halinde içki içmek, leş yemek; zaruret yokken ekmek yiyip su içmek gibidir. Ölümle tehdid edilen kişi -helâl olduğunu bildiği halde-içki içmez, leş yemez ve bu sebeple de öldürülürse; açlık halinde'bunları yiyip-içmeyip ölen kimse gibi günahkâr olur. Çünkü bu durumda haramlık; "...bir miktar yemesinde bir günah yoktur." (Bakara: 173). âyet-i kerîmesiyle ortadan kalkmaktadır.

Başkasının malını telef etmeğe (zorlanan kimsenin durumuna) gelince; açlık durumunda olduğu gibi, burada da mubah olur, günah ortadan kalkar. Evvelki kısımlarda anlatılan deliller muvacehesinde tazminatı da zorlayan şahıs öder. Ölümüne sebebiyet verecek bir dayak ile veya bir parmak ucu da olsa, bir organını kesmekle -çünkü organlar da canın tamamı gibi saygındır. Bilinmezini ki, açlık halinde bir kimseyi öldürmek mubah olmadığı gibi, vücudunun bir organını kesmek de mubah olmaz- tehdit edilirse; tehdit edildiği şeyi yapmasına izin vardır. Eğer aç bırakılmakla tehdit edilirse; ölümüne sebebiyet verecek derecede acıkmadıkça, kendisinden istenileni yapamaz. Ama açlığı o kerteye gelirse, muztar hale gelir.

Dinden dönmye zorlanan kimsenin durumuna gelince; bu kimse -kalbinde iman kökleşmiş olduğu halde- kendisinden istenileni yapabilir. Zira rivayet edildiğine göre Ammar b. Yasir (ra), müşrikler kendisini küfre dönmeye zorladıklarında, onların söylemesini istedikleri şeyleri söylemiş, sonra da ağlayarak Hz. Peygamber (sas) in huzuruna gelmiş ve Rasûlullah (sas) de şöyle sormuştu:

"-Arkanda ne var? (sana ne oldu?)." "-Şer var, sana dil uzattım."

"-Bunu yaparken kalbini nasıl hissettin ?"

"-Kalbimde iman yerleşik idi (kalbim imanla doluydu)." Ammar (ra) in bu cevabı üzerine Hz. Peygamber (sas) onun göz yaşlarını silmeğe başladı ve şöyle buyurdu: "Senin ne suçun var! Bunu sana tekrar söyletirlerse, tekrar söyle. "Bundan sonra da şu âyet-i kerîme nazil oldu:

"Kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka. "(Nahl: 106). Bunda Kitab'dan delil vardır. Sünnetteki delil; "Bunu sana tekrar söyletirlerse, tekrar söyle." hadîs-i şerifidir. Buna delil teşkil eden de Ammar (ra) m fiilidir. [4]

 

Zorlananın Sabredip Öldürülmesi:

 

Ancak   işlemeyip sabreder ve öldürülürse, sevap kazanmış

olur: Bu azimettir. Çünkü Hubeyb b. Adiyy el-Ansarî (ra) öldürülünceye dek sabretmiş, Hz. Peygamber (sas) onun için 'seyyidü'ş- şühedâ1 unvanını vermiş ve; "O cennette benim arkadaşımdır." buyurmuştur. Çünkü Hubeyb (ra) Allah (cc) ı tazim etmek, onun kelimesini yüceltmek ve küfür kelimesini telâffuz etmemek için canını feda edip ruhunu vermiş, öldürüleceğini bildiği halde iki taraf arasında savaşan ve şehid düşen bir kimse gibi şehid olmuştur.

Hz. Peygamber (sas) e dil uzatmak, beş vakit namazı terk etmek, farziyyeti Kitab ile sabit olan her şeyi inkâr etmek de bu cümledendir.

Zımmî bir kimse müslüman olmaya zorlanır da müslüman olursa, müslümanlığı sahih olur. Nitekim müslüman olması için kendisiyle muharebe edilen bir harbî de müslüman olursa, müslümanhğımn şahinliği hususunda icmâ vardır. Bununla alâkalı olarak Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

"Göklerde veyerdekiler ister istemez O'na teslim olduğu halde..." (Âl-i İmrân: 83). Burada zorlanarak müslüman olana müslüman denilmiştir.

Zımmî müslüman olduktan sonra İslâmdan dönerse, öldürülmez ama, müslüman oluncaya dek hapiste tutulur. Çünkü itikadında şüphe meydana gelmiştir. Bu durumda muhtemeldir ki, o gerçekten dönüş yapmıştır. Mürtedliği sebebiyle öldürülür. Yine muhtemeldir ki, o itikad sahibi değildir. Bu sebeple zımmî olur ve müslümanlığı kabul edilmez. Ancak -İslâm küfre karşı ağır bastığından dolayı- biz onun müslümanlığını tashih etmek için, İsâmiyetinin var olduğu ihtimaline ağırlık verdik. [5]

 

Birini Öldürmeğe Zorlanmak:

 

Birisini öldürmek için ölümle tehdit edilerek zorlanan, bu işi kat'iyyen   yapamaz. Öldürülünceye kadar sabretmek zorundadır:

Organ kesmek, müslümana sövüp eziyet etmek, ana-babayı ağır şekilde dövmek de böyledir. Çünkü zulüm; aklen ve Şer'an haramdır. Hiç bir şekilde ve hiç bir halde mubah olmaz. Suçsuz bir müslümanı öldürmek de hiç bir şekilde mubah değildir. Öldürürse, günahkâr olur: Çünkü bunun haramlık unsuru kaimdir. Bu durumda kısas cezası zorlayana verilir (İmam Züfer, Ebû Yûsuf): Çünkü o alet olmaya müsait bir işde (öldürmede) alet olmuştur. Ama dine karşı bir suç işleyerek günaha girmede alet olmaya müsait değildir ve bu haramdır. Ancak hak sahibi tarafından mubah olur. Ebû Yûsuf dedi ki;'bu durumda ne zorlayana ne de katile kısas tatbik edilir. Çünkü kısas, şüphe mevcut olduğu zaman tatbik edilmez. Bu mes'elede her ikisi için şüphe tahakkuk etmiştir. Zorlanan kişi cinayet işlemeğe sevk edildiği, zorlayan da katli bizzat yapmadığı için; her ikisi hakkında da şüphe tahakkuk etmiştir.1

İmam Züfer dedi ki; 'kısas zorlanana tatbik edilir. Çünkü öldürme işini gerçekleştiren bizzat kendisidir. Bu sebeple günah ona taallûk eder.

Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'in bu mes'ele hakkındaki görüşleri şöyledir; evvelce de anlatıldığı gibi, zorlanan; alet olmaya elverişli olmaya müsait olduğu bir işte alet olmuştur. Adam öldürme işine gelince; bunu onun üzerine yıkma imkânı vardır. Bu durumda zorlanan kişi bir mecûsîyi bir müslümamn koyununu kesmeye zorlamış gibi olur. İtlaf işinde fiil zorlayana intikal eder. Öyle ki, tazminatı da zorlayan öder. Ama hüküm intikal etmez. Yani bu mecûsînin kestiği koyunun etini yemek helâl olmaz. [6]

 

Dinden Dönmeğe Ve Zinaya Zorlanmak:

 

Dinden dönmeye zorlananın karısı kendisinden bâin talâkla boşanmış olmaz: Çünkü irtidad halinde bâin talâkla boşanma meydana gelir. Oysa burada irtidad durumu gerçekleşmiş değildir. Muhtemeldir ki, zorlanan şahıs küfre itikad etmemiştir. Hatta zorlama durumunda açıkça görünen de budur. Kadınla kocası bu durumda ihtilâf ederlerse, kocanın sözüne itibar edilir. Eğer; 'ben küfre itikad etmedim' derse, bu sözü doğru kabul edilir. Çünkü bunu ancak kendisinden öğrenmek mümkündür.

Zinaya zorlanana da hadd tatbik edilmez: Çünkü bunda şüphe vardır. Hadd tatbik edilmez ama, bu fiili işlediğinden dolayı günahkâr olur. Sabreder de bu işi yapmazsa, -adam öldürmeye zorlananın durumunda olduğu gibi- sevap kazanır. Çünkü zina da hiç bir şekilde mubah olmaz. Daha evvel Ebû Hanîfe demişti ki -bu aynı zamanda İmam Züfer'in de kavlidir- ; 'zinaya zorlanana hadd tatbik edilir. Çünkü zina ederken zekerinin kalkıp sertleşmesi, bu işe gönüllü olduğunu gösterir.'

Biz deriz ki; böyle olması tabiîdir. Burada şüphe mevcuttur. Kadın zinaya zorlanırsa, zina etmesine müsaade vardır. Yaparsa da günahkâr olmaz. İmam Muhammed bunu bir nass olarak bildirmiştir. Çünkü zina fiilini işleyen kadın değil, erkeğin kendisidir. Zira zekeri içeri sokmak erkeğin işidir. Öyle ise, zina fiilini kadın gerçekleştirmemektedir. Ancak erkeğe bu iş için imkân tanıması, erkeğin zina etmesine vesile olmaktadır ki, sadece zaruret durumunda bunu yapması mubah olur. Bu saydığımız mes'elelerin tamamında kişi bir başkasına bu fiili yapmasını emreder ama zorlamazsa, lâkin kendisine emredilen şahıs bu işi yapmadığı takdirde öldürülmekten korkarsa; zorlanan kimse hükmünde Our- Çünkü zorda kalıp mecbur olmak, korku itibanyladır ve bu da tahakkuk etmiştir. [7]

 



[1] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/149.

[2] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/149-151.

[3] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/152-153.

[4] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/153-155.

[5] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/155-156.

[6] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/156-157.

[7] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/157.