33- GASP KİTABI  1

Gaspın Çeşitleri: 1

Harcanmış Veya Yok Olumuş Mağsûb Malın İadesi: 1

Gasbedilen Malın Kân Ve Haram Maldan Kurtulmak: 1

Gasbedilen Malın Kusurlu Hale Gelmesi: 2

Gasbedilen Malda Artma. 2

Çalgı Âletlerinin Tazmini: 3

Hayvanın Ekini Telef Etmesi: 3

 

 

 

 

 

33- GASP KİTABI

 

Gasb; lügatte bir şeyi haksız yere zulmen almaktır. Allah (cc) bir âyet-i kerîmede şöyle buyurmuştur:

"Her gemiyi gasben (zulmen) alır." (Kehf: 79). Bu kelime zorla alınan her şey için kullanılır. Meselâ; 'onun zevcesini ve çocuğunu gasbettim'gibi...

Şer'î istilanda ise; başkasının mülkiyetinde bulunup kıymet ifade eden ve harbî malı olmayan bir malı mütecâvizâne bir tarzda almaya gasp denilir: Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf gasp hadisesinin tahakkuku için zorla alınan şeyin sahibinin elinden çıkacak şekilde nakle ve bir yerden başka bir yere götürmeye kabil olmasını şart koşmuşlardır. Ama İmam Muhammed bunu şart koşmamıştır. Bu husus -inşâallah-akarlann gasbında da açıklayacağımız zaman ortaya çıkacaktır.

Bir kimse efendisinin izni olmadan bir köleyi kendi hizmetinde çalıştırır veya bir işini görmesi için onu bir yere gönderirse, veya sahibinin izni olmadan başkasının bineğine biner ya da o bineğe yük yüklerse,   veya   onu   önüne   katıp   götürür de o hayvan telef olursa; gasbedici olur. Çünkü o, o malı sahibinin elinden çıkarıp kendisi ele geçirmiştir.

Bir kimse bir başkasına âit serginin üzerine -sahibinin izni olmadan- oturur veya rüzgârın savurduğu başkasına âit bir elbise gelir de onun kucağına düşerse, onu tutmaz veya oradan alıp götürmezse, gasbedici olmaz.

Gasp; sahibinin rızâsı olmadan başkasının malında tasarrufda bulunmak olduğundan dolayı, yasaklanmış haram bir tasarrufdur. Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

"Karşılıklı rızâya dayanan ticaret hali olması müstesna, mallarınızı bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin." (Nisa: 29). Müslümanın malının haram oluşu, canının ve kanının haram oluşu gibi olup, dokunulmazdır. Bu hususda Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Müslümanın  müslümana   her şeyi; kanı, ırzı ve malı haramdır." [1] "Müslüman kimsenin malı kendi gönül rızası olmadan (başkasına) helâl olmaz."

Müslümanın malının başkasına haram olduğu hususunda icmâ edilmiştir. Bu, aklen haram olan şeylerdendir. Çünkü zulüm, usulde de bilindiği gibi, aklen haram olan şeydir. [2]

 

Gaspın Çeşitleri:

 

Gasp iki çeşittir:

1- Günaha sebep olmayan gasp: Bu bilmeyerek yapılan gasptır. Meselâ bir kimsenin kendi malı sanarak başkasının malını telef etmesi veya  bir  kimsenin bir malı elinde bulunduran şahısdan mülk olarak alması, o inalda tasarrufda bulunarak onu tüketmesi, sonra da o malın başkasına âit olduğunun ortaya çıkması gibi. Bu durumda o malı alıp tüketmiş olan günahkâr olmaz. Zira bir hadîs-i şerîfde Hz. Peygamber (sas)   şöyle buyurmuştur:   "Hatâen ve unutarak yapılan işlerin günahı ümmetimin üzerinden kaldırıldı."[3]

2- Günaha sebep olan gasp: Bu bir malın haksız yere  ve zorla alınmasıdır. Bir malı bu şekilde alıp yanında tutan kimse günahkâr olur.

Bir   şeyi   gasbedenin,   eğer   duruyorsa, gasbettiği yerde onu sahibine   teslim   etmesi   lâzımdır:    Zira Hz   Peygamber (sas) şöyle

buyurmuştur: "El, aldığını geri verinceye kadar, mes 'ûîiyet altındadır." [4] "Sizden biri müslüman kardeşinin eşyasını ne ciddi, ne de şaka olarak alsın. Sizden  biri kardeşinin bastonunu aldığında geri versin.  [5]  Çünkü

gâsıbm (gasbedenin) zulmü ortadan kaldırması gerekir ki, bu da anlattığımız şekilde olur. Malı, gasbettiği yerde sahibine geri vermesi gerekir. Zira malın kıymeti yerden yere değişir. En adaletlisi bizim anlattıgımızdır. [6]

 

Harcanmış Veya Yok Olumuş Mağsûb Malın İadesi:

 

Gasbedİlen   mal   harcanmış ve yok edilmişse; misliyattansa, mislini ödemek gerekir. Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

"Kim size saldırırsa, siz de misilleme olacak kadar saldırın." (Bakara: 194). Gaspedilen şey yok edilmişse, mislini vermek daha âdilâne olur. Zira mislinde hem maliyet ve hem cins birliği vardır. Misliyattan değilse; meselâ hayvan, ekin, farklı irilikdeki sayılık mallardansa, gasbedildiği gündeki kıymetini ödemek gerekir: Çünkü gasbedilen malın mislini bulmak imkânsız olduğunda; imkân nisbetinde zulmü ortadan kaldırmak, hakkı da sahibine ulaştırmak için, kıymetini ödemek gerekir. Çünkü maliyet bakımından kıymet de aynın yerine geçer. Gâsib, gasbettiğini kendi fiili, başkasının fiili veya semavî bir âfet sebebiyle de geri vermekden âciz kalsa, hüküm değişmeyecek ve o malı gasbettiğinden dolayı mütecaviz sayılacak ve gasbettiğini geri vermesi vâcib olacaktır. Geri vermesi imkânsız hale geldiği için de tazminat ödemekle mükellef olacaktır ve gasbettiği malın gasp günündeki kıymetini ödeyecektir. Çünkü sebep kendisidir ve bu sebeple o mal kendisinin mes'ûliyeti altına girmiştir.

Eğer malın değeri eksilmişse, cüz' külle göre nazar-ı itibara alınarak bu eksikliği tazmin edilir. Gasbedilen mal misliyattan olup piyasada bulunmazsa, mahkeme kararının verildiği gündeki kıymetini ödemek lâzımgelir (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed): Bu Ebû Hanîfe'ye göredir. Ebû Yûsuf; 'gesbettiği gündeki kıymetini ödemek lâzımgelir' demiştir. İmam Muhammed ise, 'mislinin piyasadan kesildiği gündeki kıymetini ödemek lâzımgelir' demiştir. Çünkü ödenmesi gereken o malın mislidir. Piyasadan kesildiği günde ödeme kıymete dönüşür. Öyle ise piyasadan kesildiği gündeki kıymeti nazar-ı itibara alınır.

Ebû Yûsufun görüşüne göre; o malın misli piyasadan çekilince, artık o mal kıyemî mallar sınıfına katılır ve kıymeti esas alınır. Çünkü mûcib sebep, o malın kıymetidir.

Ebû Hanîfe'nin görüşüne göre; gâsıbın gasbettiği malın mislini ödemeyip kıymetini ödemesi, mislinin piyasadan çekilmesi sebebiyle değil de, hâkim kararıyla olur. Taraflar mahkemede dâvalaşmazlarsa, misli piyasada yeniden görülünce, mislini sahibine ödemek lâzımgelir. Hâkim hüküm verince, Ebû Hanîfe'ye göre kıymet muteber olur. Ama kıyemî mallarda hüküm bunun hilâfınadır. Çünkü o mal gasbedildiği günden itibaren kıymeti muteber olup, gâsıpdan kıymetini ödemesi talep edilir.

Gâsıp, gasbedilen malın telef olduğunu iddia etse, hâkim; 'dursaydı, onu açıklardı' diye bir kanaate sahip oluncaya kadar, onu hapseder. Sonra bedelini ödemesine hüküm verir: Çünkü zahire göre gasbedilmiş mal mevcuttur. Oysa, gâsıp bunun aksini iddia etmiştir.

Bunun benzeri bir mes'ele de şudur; satın aldığı malın bedeli müşteriden talep edilir ama, müşteri iflas ettiğini iddia eder. Bu, kısıtlılık bahsinde anlatılmıştı. Hâkim, gasp edeni belirtilen müddet kadar hapisde tuttukdan sonra onun gasbettiği malın bedelini ödemesine hükmeder. Bunun sebebini daha evvel açıklamıştık.

Gasbedilen malın kıymeti hususunda söz, yemini ile beraber gasbedenindir: Çünkü o, fazlalığı inkâr etmektedir. Mal sahibi gasbedilen malda bir fazlalık meydana geldiğine dâir beyyine ortaya koyarsa, hâkim beyyineye göre hüküm verir. Çünkü beyyine bağlayıcı bir hüccettir.

Gasbedilen malın kıymetinin ödenmesine hüküm verilince, gâsıp o mala gasbettiği zamanda mâlik olmuş sayılır: Çünkü gasbedilen şey bir mülkden başka mülke geçmeye kabil bir maldır. Hüküm verilince, gâsıb gasbettiği mala; karşı taraf da gasbedilen malının bedeline mâlik olur ki; bedel ile bedeli olduğu şey bir mülkde bir araya gelmiş olmasın ve gâsıb zarara karşı korunmuş olsun.

Bu durumda gasbedilen mabn kazancı da kendisine verilir: Çünkü kazanç o mala tâbidir. Fakat gasbedilen hayvanın gâsıb elinde doğurduğu yavrular mal sahibinin olur: Çünkü bunların gasbedilen hayvana tâbi oluşları kazanç tâbiiyetinden daha üst bir tâbiiyettir. Görmez misin ki; müdebber ve mükâteb kölelerin çocukları da mükâtep ve müdebberdirler. Ama bunların kazançları müdebber ve mükâteb olmazlar.

Gâsıbın gizlediği mal meydana çıksa ve kıymetinin fazla olduğu görülse;eğer onun kıymetini, yeminden çekinmesi ile veya delile dayanarak yahut mal sahibinin sözüne göre ödemişse, bu fazlalık gasbedene teslim edilir: Zira o, sahibinin rızasıyla o mala mâlik olmuştur. Çünkü sahibi malının kıymetinin o kadar olduğunu iddia etmiştir. Fakat gasbeden malın kıymeti hususunda yemin edip ödemişse, mal sahibi isterse bu ödenmiş olan miktarı kabul eder, isterse malını geri alır ve bedelini geri verir: Çünkü o, bu bedele razı olmamıştır. O ancak zorlanan kimse gibi, hakkına tamamıyla kavuşamadığından dolayı bu kadarını almıştır.

Keza, malı ortaya çıksa ve kıymetinin de ödenen tazminat kadar ya da daha az oduğu anlaşılırsa, aynı hüküm geçerli olur. Çünkü o iddia ettiği kıymet kendisine ödenmediğinden dolayı, buna razı olmamış ve buna binâen kendisi için muhayyerlik hakkı doğmuştur.

Gasbedenin kendi fiiliyle akarın kıymetinde bir eksilme meydana gelirse, eksilen kıymeti ödemesi gerekir. Ama gasbedilen mal kendiliğinden telef olursa, gâsıbın bir tazminat ödemesi gerekmez (İmam Muhammed): İmam Muhammed dedi ki; 'akarlar gasp sebebiyle tazmin edilirler.' Bunun sureti şöyledir; bir kimse sahibinin iznini almadan başkasının evine yerleşip oturur veya başkasının arazisini eker de, sonra o ev harap olur ya da o arazi sular altında kalırsa; İmam Muhammed'e göre mütecaviz bir el, o mülke musallat olmuştur. Bu da mâlikinin o mülk üzerindeki mülkiyetinin zail olması neticesini doğurmuştur. Çünkü aynı zamanda ve aynı mahalde iki mülkiyetin bir araya gelmesi imkânsızdır. Bu sebeple gasp hâdisesi tahakkuk etmiştir. Çünkü menkul mallarda taşıma ile alâkalı her hüküm, gayrimenkul mallarda tahliye ile alâkalıdır. Satın alman malın müşterinin mes'ûliyeti altına girmesi gibi...

Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf un bu mes'eledeki görüşlerinin gerekçesi şu hadîs-i şerîfdir;   "Her kim başkasına âit bir yerden birkanş miktarı gasbederse, Allah (cc) kıyamet gününde onun boynuna yedi kat yerden bir lâle, bir bukağı geçirir. "[7] Hz. Peygamber (sas) akarların bahsinde cezadan bahsetmiştir, ama tazminattan bahsetmemiştir. Eğer tazminat ödemek vâcib olsaydı, bunu söylerdi. Çünkü gasp fiili, mülk sahibi üzerinde yapılan bir tasarrufdur. Zira gasbedilen akar yine eski yerinde durmakta, yani mâlikinin eli altında bulunduğu yerden başka bir yere gitmemiştir. Mâlik üzerinde yapılan tasarrufsa, tazminat ödemeyi gerektirmez. Meselâ; sahibini malını korumakdan menedip de malının telef olması durumunda menedenin tazminat ödemesi gerekmez.

Şu da var ki; çalınması sebebiyle el kesmeyi gerektirmeyen bir şeyin gasbı durumunda gâsıbın tazminat ödemesi gerekmez; o hür kimse gibidir. Ama başkasının binasını yıkar veya arazisinde çukur kazarsa, tazminat ödemesi gerekir. Çünkü başkasının mülkünde değişiklik meydana getirmiş, malını başka yere nakletmiştir ki, bu da telef etmektir. Gasbı sebebiyle tazminat ödemesi gerekmeyen şey telef edilirse, tazminat ödemesi gerekir ve o hür kimse gibidir.

Bir bina bir kimsenin içinde oturması sebebiyle yıkılırsa, o bina o kimsenin fiili sebebiyle telef olmuştur. Gasbedilen akar için tazminat ödemesi gerekmese bile, telef edilen akar için tazminat ödemesi gerekir. Çünkü itlaf, aynın üzerinde yapılan bir tasarruftur.

Gasbedilen arazi tarım sebebiyle kıymetten düşerse, kıymet azalması tazmin edilir: Bunun sebebini daha evvel açıklamıştık. Gâsıb sermayesini alır, fazlasını sadaka olarak dağıtır: Yani tarlaya ektiği tohumu ve diğer masrafları üründen ahr, artanını da sadaka olarak dağıtır.

Emanet ve iğreti alınan mallar da kullanılır ve kâr sağlanırsa, fazlası sadaka olarak verilir (Ebû Yûsuf): Ebû Yûsuf dedi ki; 'fazlası da ona helâldir. Çünkü o fazlalık zahiren malın aslına mâlik olması sebebiyle, kendisinin mes'ûliyeti altındaki maldan kaynaklanarak meydana gelmiştir. Evvelce anlatılan hükümlere istinaden tazmin edilir mallar, tazminat ödemekle mülk edinilirler. [8]

 

Gasbedilen Malın Kân Ve Haram Maldan Kurtulmak:

 

Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre bu fazlalık başkasının mülkünde izinsiz olarak tasarrufda bulunmak gibi habis bir sebeple meydana gelmiştir. Aslı gasbedildiği için ondan kaynaklanan fazlalık da gasbedilmiş mal sayılır. Haram maldan kurtulmanın yolu ise, onu sadaka olarak vermektir. Kendisi fakirse, onu kendi ihtiyacına sarfedebilir. Sonra zengin olduğunda mislini fakire sadaka olarak verir. Ama fakirliği devam ederse, sadaka olarak vermez.

Malı gasbedilen kişi gâsıba, gasp hâdisesinin cereyan ettiği beldeden başka bir beldede rastlar da malını isterse ve malı da dirhem ve dinarlar ise; gâsıbın bunları orada vermesi gerekir. Çünkü dirhem ve dinarlar her yerde paradırlar. Ama malı ayn olup, gâsıbın elinde duruyorsa ve kıymeti de her iki beldede aynı ise; aynı sahibine teslim etmesi emredilir. Bu durumda mal sahibinin zararı olmaz. Ama oradaki değeri gasp hâdisesinin cereyan ettiği beldeden daha az ise; mal sahibi dilerse malını alır, dilerse hâdisenin cereyan ettiği beldedeki değerini alır. Yahut dilerse sabredip, malını hâdisenin cereyan ettiği beldede teslim alır. Çünkü malın nakli ile piyasa değeri eksilir. O sebeple sahibi muhayyer olur. Ama gasp hâdisesinin cereyan ettiği beldede piyasanın değişmesi halinde, hüküm bunun hilâfınadır. Çünkü bu onun fiilinden değil de, mala rağbetin azalmasından meydana gelen bir durumdur. Gasbedilen mal gâsıbın elinde değilse ve o beldedeki değeri gasb hâdisesinin cereyan, ettiği beldedeki değerinden daha az ise; dilerse -eğer mislî mallardansa- mislini, dilerse gasbın cereyan ettiği beldedeki değerini alır yahut dilerse sabreder ve o malın mislini gasp hâdisesinin cereyan ettiği beldede alır. Eğer malın değeri o beldede daha fazla ise; gâsıb dilerse ona malının değerini, dilerse mislini verir. Çünkü ona ödeme yapmakla zarara uğrayan kendisi olmaktadır. Ama malının değeri her iki beldede eşitse, mal sahibi dilerse malının mislini talep edebilir. Zira bu durumda kimseye zarar verilmemektedir. [9]

 

Gasbedilen Malın Kusurlu Hale Gelmesi:

 

Gasbedilen mal gâsıbın elinde kusurlu hale gelirse; o malı sahibine geri vermesinin yanı sıra meydana gelen değer eksilmesi farkını da öder. Yani sağlam olarak değerini takdir eder. Sonra kusurlu olarak değerini takdir eder. Aradaki farkı da sahibine tazminat olarak öder. Bu hüküm ribevî olmayan mallarda da geçerlidir. Çünkü bu gibi mallarda kalite üstünlüğünün kıymeti vardır. Ribevî mallara gelince; böyle bir durumda mal sahibi dilerse malını kusurlu olarak alıp kabul eder, dilerse malı gasbedene bırakır ve sağlam değerini ondan tazminat olarak alır. Çünkü, bilindiği gibi bu mallar kendi cinsleriyle mukabele edildiklerinde kalite üstünlüğünün kıymeti yoktur. Bakır ve kurşun kaplar tartı ile satılırlarsa ribevî, sayı ile satılırlarsa ribevî olmayan mallar sınıfına girerler.

Bir kimse üzüm gasbeder de, o üzüm kurursa veya üzüm suyu gasbeder de o su sirkeye dönüşürse, veya taze hurma gasbeder de o hurma kurursa; mal sahibi dilerse gasbedilen malın kendisini alır, dierse mislini alır. Bir kimse yaşı küçük bir köle veya cariyeyi gasbeder de köle veya cariye büyürse; sahibi onu geri alır ve gâsıb o köle veya cariyeye yaptığı nafaka masraflarını sahibinden alamaz. Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Bir kimse mahnm aynım görürse, onu alma hakkına

herkesden daha çok sahiptir. " [10]

Bir kimse genç bir köle veya cariyeyi gasbeder de o köle veya cariye ihtiyarlarsa; gasbeden, bu sebeple meydana gelen değer eksikliğini tazminat olarak öder. Felç olmak, topal olmak, kör olmak, sağır olmak, mesleği ve Kur'an okumayı unutmak, hırsızlık etmek, firar etmek, delirmek, zina etmek kusur olup, bu gibi haller gâsıbın yanında iken kölede meydana gelirse; değer eksikliğini mûcib olurlar ve gasbeden bu eksikliği tazminat olarak Öder.

Gâsıb aldığı malı, ismi ve menfaatlerinin çoğu değişecek şekilde bozsa, ona mâlik olup kıymetini öder. Hayvanı kesip pişirmek yahut kebap yapmak veya etini parça parça etmek, buğdayı öğütmek veya tarlaya ekmek, yahut unu ekmek yapmak, demirden kılıç, bakırdan kap, hint çınarından bina, kerpiçden duvar yapmak, zeytini ve üzümü sıkmak, pamuğu eğirip iplik haline getirmek, iplikden dokuma yapmak gibi: Bunun izahı şöyledir; gâsıp o malı bir bakıma tüketip yok etmiştir. Çünkü o maldaki maksatların çoğu ortadan kaldırılmış, ismi değişmiştir. Onun kendi san'atım icra etme hakkı ise, her bakımdan mevcuttur. Bu bir cihetten o maldaki maksadı ortadan kaldırmış olması durumuna nisbetle müreccah olur. Ama, koyunu gasbettikden sonra boğazlayıp yüzmesinde koyun adı baki kaldığı için, hüküm bunun hilâfinadır.

Ama   bedelini   ödemedikçe   gâsıb   bunlardan   yararlanamaz (İmam Züfer): Zira Hz. Peygamber (sas) sahibinin rızâsı olmaksızın boğazlanıp pişirilen bir koyun için; "Onu esirlere yedirin" emrini vermiştir. Bu da gösteriyor ki, sahibinin rızâsı olmadan alınan mal sahibinin mülkiyetinden çıkar ama o maldan yararlanmak da haramdır. Zira sahibi razı edilmeden bir maldan yararlanmanın mubah kılınması, gasp kapısını açar. Ama fasid alış verişde olduğu gibi o malı satmak ve hibe etmek haram olmakla beraber caizdir. Gâsıb o malın bedelini öder veya sahibi onu ibra ederse, o maldan yararlanması caiz olur. Çünkü sahibi bedelini aldığı veya onu ibra ettiği için malım onun almasına razı olmuştur. Kıyasa göre bedelini ödemezden evvel de o maldan yararlanması caizdir. Bu İmam Züfer'in kavlidir ve Ebû Hanîfe'den gelen bir rivayettir. Çünkü bu durumda gâsıb o mala mâlik oİmuştur; ondan yararlanması da caizdir. Bu sebeple onu satması ve hibe etmesi de caiz olur.

Ebû Yûsuf dan gelen bir rivayete göre bu durumda mal sahibinin o maldaki mülkiyeti zail olur ama, borcunun ödenmesi için satılır. Öldükten sonra ise o diğer borçlulara nisbetle o malda daha fazla hak sahibidir.

Başka bir açıklama    da hint  çınarı ve kerpiçle alâkalıdır: Burada malı gasbedilen kimsenin zararı,   malının kıymeti kendisine Ödenmekle telafi edilmiş olmaktadır. Gâsıbm zararı ise, yaptığı binanın yıkılmasıyla telafi edilmiş olmamaktadır. Şu halde her iki tarafın durumu göz önüne alınarak teklif ettiğimiz çare, en uygun hali yolu olmaktadır.

Bir kimse ip gasbedip onunla kölesinin veya cariyesinin karnını dikerse, veya bir levha gasbedip onu bir gemide kullanırsa; bunlar sahibinin mülkiyetinden çıkar ve bu sebeple sahibine o malın kıymetini ödemek gerekir. Bu hususda icmâ edilmiştir.

Külçe halinde altın ve gümüş gasbeden bunlardan para bassa veya kap yapsa; bunlara mâlik olamaz (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed): Bunları mal sahibi alır. Gâsıb bunlardan bir şeye sahip olamaz. İmameyn dediler ki; 'gâsıb bunlara mâlik olur ve mal sahibine de malının mislini ödemesi gerekir. Zira evvelce de açıkladığımız gibi; gasbedilmiş mal bir bakıma onun fiili sebebiyle tüketilip yok edilmiştir. Zira külçeyi veya kabı kırıp darphanede basmasıyla ondaki bazı maksatlar heder olur.'

Ebû Hanîfe'nin görüşüne göre; bu mes'elede gasbedilmiş olan malın her bakımdan aynı bakidir. Çünkü ayndaki isim, semeniyet (paralık), tartı ve kendisinde ribâmn cari olması hali bakidir. Bu malın aynında yapılan iş bir değer ifade etmez. Çünkü evvelce de açıkladığımız gibi, bu mal cinsiyle karşılaştırıldığında yapılmış olan işin kıymeti yoktur.

Başkasının elbisesini yırtıp umumiyetle giyilemez ve fayda vermayecek hale getirirse, kıymetini öder: Çünkü o elbiseyi manen telef etmiş, yakmış gibidir. Gasbeden elbisenin tam kıymetini sahibine ödeyince, sahibi elbiseyi ona bırakır ki, elbise ile bedeli aynı kişinin mülkiyetinde bir araya gelmiş olmasın. Elbiseyi yanında tutarsa, değerde meydana gelen eksikliği tazmin eder. Çünkü aynın kendisi ve bazı menfaatleri henüz bakidir. Elbisede ufak bir delik meydana getirilmişse, elbisenin sağlayacağı menfaat tamamen yok edilmediği, aksine elbisenin kusurlu hale getirilmesi sebebiyle değerdeki eksilme tazmin edilir.

Ulemâ, fahiş miktardaki kusur hakkında ihtilaf etmişlerdir: Kimi dedi ki; fahiş miktardaki kusur malın değerinin çeğreğinin veya daha fazla   miktarda   değerinin   noksanlaşmasıdır.   Kimi de dedi ki; malm Gâsıb aldığı malı, ismi ve menfaatlerinin çoğu değişecek şekilde bozsa, ona mâlik olup kıymetini Öder. Hayvanı kesip pişirmek yahut kebap yapmak veya etini parça parça etmek, buğdayı öğütmek veya tarlaya ekmek, yahut unu ekmek yapmak, demirden kılıç, bakırdan kap, hint çınarından bina, kerpiçden duvar yapmak, zeytini ve üzümü sıkmak, pamuğu eğirip iplik haline getirmek, iplikden dokuma yapmak gibi: Bunun izahı şöyledir; gâsıp o malı bir bakıma tüketip yok etmiştir. Çünkü o maldaki maksatların çoğu ortadan kaldırılmış, ismi değişmiştir. Onun kendi san'atmı icra etme hakkı ise, her bakımdan mevcuttur. Bu bir cihetten o maldaki maksadı ortadan kaldırmış olması durumuna nisbetle müreccah olur. Ama koyunu gasbettikden sonra boğazlayıp yüzmesinde koyun adı baki kaldığı için, hüküm bunun hilâfmadır.

Ama   bedelini   ödemedikçe   gâsıb   bunlardan   yararlanamaz (İmam Züfer): Zira Hz. Peygamber (sas) sahibinin rızâsı olmaksızın boğazlanıp pişirilen bir koyun için; "Onu esirlere yedirin" emrini vermiştir. Bu da gösteriyor ki, sahibinin rızâsı olmadan alınan mal sahibinin mülkiyetinden çıkar ama o maldan yararlanmak da haramdır. Zira sahibi razı edilmeden bir maldan yararlanmanın mubah kılınması, gasp kapısını açar. Ama fasid alış verişde olduğu gibi o malı satmak ve hibe etmek haram olmakla beraber caizdir. Gâsıb o malın bedelini Öder veya sahibi onu ibra ederse, o maldan yararlanması caiz olur. Çünkü sahibi bedelini aldığı veya onu ibra ettiği için malım onun almasına razı olmuştur. Kıyasa göre bedelini ödemezden evvel de o maldan yararlanması caizdir. Bu İmam Züfer'in kavlidir ve Ebû Hanîfe'den gelen bir rivayettir. Çünkü bu durumda gâsıb o mala mâlik olmuştur; ondan yararlanması da caizdir. Bu sebeple onu satması ve hibe etmesi de caiz olur.

Ebû Yûsuf dan gelen bir rivayete göre bu durumda mal sahibinin o maldaki mülkiyeti zail olur ama, borcunun ödenmesi için satılır. Öldükten sonra ise o diğer borçlulara nisbetle o malda daha fazla hak sahibidir.

Başka bir açıklama    da hint çmarı ve kerpiçle alâkalıdır: Burada malı gasbedilen kimsenin zararı,   malının kıymeti kendisine Ödenmekle telafi edilmiş olmaktadır. Gâsıbın zararı ise, yaptığı binanın yıkılmasıyla telafi edilmiş olmamaktadır. Şu halde her iki tarafın durumu göz önüne alınarak teklif ettiğimiz çare, en uygun hail yolu olmaktadır.

Bir kimse ip gasbedip onunla kölesinin veya cariyesinin karnını dikerse, veya bir levha gasbedip onu bir gemide kullanırsa; bunlar sahibinin mülkiyetinden çıkar ve bu sebeple sahibine o malın kıymetini ödemek gerekir. Bu hususda icmâ edilmiştir.

Külçe halinde altın ve gümüş gasbeden bunlardan para bassa veya kap yapsa; bunlara mâlik olamaz (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed): Bunları mal sahibi alır. Gâsıb bunlardan bir şeye sahip olamaz. İmameyn dediler ki; 'gâsıb bunlara mâlik olur ve mal sahibine de malının mislini ödemesi gerekir. Zira evvelce de açıkladığımız gibi; gasbedilmiş mal bir bakıma onun fiili sebebiyle tüketilip yok edilmiştir. Zira külçeyi veya kabı kırıp darphanede basmasıyla ondaki bazı maksatlar heder olur.'

Ebû Hanîfe'nin görüşüne göre; bu mes'elede gasbedilmiş olan malın her bakımdan aynı bakidir. Çünkü ayndaki isim, semeniyet (paralık), tartı ve kendisinde ribânın cari olması hali bakidir. Bu malın aynında yapılan iş bir değer ifade etmez, Çünkü evvelce de açıkladığımız gibi, bu mal cinsiyle karşılaştırıldığında yapılmış olan işin kıymeti yoktur.

Başkasının elbisesini yırtıp umumiyetle giyilemez ve fayda vermayecek hale getirirse, kıymetini öder: Çünkü o elbiseyi manen telef etmiş, yakmış gibidir. Gasbeden elbisenin tam kıymetini sahibine Ödeyince, sahibi elbiseyi ona bırakır ki, elbise ile bedeli aynı kişinin mülkiyetinde bir araya gelmiş olmasın. Elbiseyi yanında tutarsa, değerde meydana gelen eksikliği tazmin eder. Çünkü aynm kendisi ve bazı menfaatleri henüz bakidir. Elbisede ufak bir delik meydana getirilmişse, elbisenin sağlayacağı menfaat tamamen yok edilmediği, aksine elbisenin kusurlu halle getirilmesi sebebiyle değerdeki eksilme tazmin edilir.

Ulemâ, fahiş miktardaki kusur hakkında ihtilaf etmişlerdir: Kimi dedi ki; fahiş miktardaki kusur malın değerinin çeğreğinin veya daha fazla   miktarda   değerinin   noksanlaşmasıdır. Kimi de dedi ki; malın değerinin yarısının noksanlaşnıasına   sebep olan kusur; fahiş miktardaki

kusurdur.

Sahih olan görüşe göre; malın bazı menfaatlerini ortadan kaldıran kusur, fahiş miktardaki kusurdur. Az miktardaki kusur, malda hiçbir menfaati yok etmeyen, ancak o malın değerinde eksilme meydana getiren kusurdur.

Bir kimse başkasının koyununu keser yahut ayağını kırarsa; sahibi isterse noksanlaşan kıymetini ödetir ve hayvanını alır, isterse hayvanı ona bırakıp kıymetini ödetir: Çünkü bu bir bakımdan ' hayvanın bazı menfaatlerini itlaf etmektir ki; o da hayvanın süt, yavru vb. menfaatleridir. Diğer bir kısmını da bırakmaktır ki; o da etinin yenmesidir. Elbisede büyük bir yırtık veya delik meydana getirmede olduğu gibi, bu durumda da mal sahibi için muhayyerlik hakkı sabit olur.

Eti yenilmeyen hayvanlardan birinin bir organını kesen o hayvanın tam kıymetini öder: Çünkü gâsıb bu durumda o hayvanı her bakımdan tüketip yok etmiştir.

Bir kimse gasbettiği hayvanın ayağını keserse; kıymetini Öder. Hişam b. Abdülmelik er-Râzî'nin rivayetine göre; sahibi o hayvanı alırsa, gâsibden başka bir şey alamaz. Ama dilerse Ebû Hanîfe'ye göre bu hayvanı -kör bir hayvan cesedinde olduğu gibi- gasbedene bırakır ve kıymetini ondan alır. İmameyn bu görüşe muhaliftirler.

Bir kimse gasbettiği hayvanın gözünü çıkarırsa; istihsan kaidesine göre hayvanın değerinin dörtte birini, kıyasa göre ise, değerinde meydana gelen eksikliği ödemesi gerekir. Cinayetler hususunda Hasan'ın Ebû Hanîfe'den gelen rivayetinde anlatıldığına göre; bir kimse gasbettiği beygirin, katırın veya merkebin gözünü çıkarırsa, bu hayvanın kıymetinin dörtte birini ödemesi gerekir. İşde çahştınlan sığır ve develer için de bu hüküm geçerlidir. İşde çalıştırılmayan hayvanlarda ise, gâsıb bu yüzden meydana gelen değer eksikliğini öder.

Câmiu's- Sağîr'de denildi ki; 'bir kimse kasapdan gasbettiği sığır ve develerin gözlerini çıkarırsa, kıymetlerinin dörtte birini ödemesi gerekir. Kasapdan   gasbettiği   koyunun gözünü çıkarırsa, koyunda bu sebeple meydana gelen değer eksikliğini öder. Kuzu, kuş, tavuk ve köpekde de bu yüzden meydana gelen değer eksikliğini ödemesi gerekir.'

Ebû Yûsuf dedi ki; 'gâsıbın bu sebeple hayvanda meydana getirdiği değer eksikliğini ödemesi gerekir. Koyun nazar-ı itibara alınarak, bu hüküm bütün hayvanlar için geçerlidir.

Bizim görüşümüzün dayanağına gelince; rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sas) gözü çıkarılan hayvan için kıymetinin dörtte birinin tazminat olarak ödenmesine hükmetmiştir. Ömer (ra) de böyle hükmetmiştir. Zira hayvan binek olmaya, yük taşımaya ve çalışmaya yarar. Bu faydalan da ancak dört gözle sağlar; iki göz kendisinin, iki göz de onu kullananındır; böylece dört göz eder. Şu halde gözlerinden birinin çıkanlmasi halinde değerinin dörtte birinin ödenmesi gerekir. Nitekim bir kirpiğin telef edilmesi halinde de dörtte birin ödenmesi gerektiğini söylemiştik. Çünkü insanın dört kirpiği vardır.

Başkasının arazisine bina yapan veya ağaç diken kimsenin bunları söküp araziyi sahibine teslim etmesi lâzımgelir: Bunu kira bahsinde teferruatlı olarak anlatmıştık. Zira bir hadîs-i şerîfde Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Zâlim bir damar için hak yoktur."[11]

n/ Böyle yapan kimse başkasının mülkünü işgal etmiştir. Zulmü bertaraf ve hakkı da sahibine teslim etmek için o mülkü tahliye etmesi emredilir.

Bir kimse bir elbiseyi gasbedip onu kırmızıya boyarsa veya kavutu gasbedip onu yağla karıştırırsa; sahibi isterse bunları alır ve elbisenin, kavutun artan kıymetlerini gasbedene öder; isterse, elbisenin beyaz halindeki kıymetini ve kavutun da benzerini alıp, bunları gasbedene bırakır: Çünkü -evvelce de açıkladığımız gibi-bunda iki tarafın da durumu göz Önüne alınmıştır. Elbisenin sahibi aslın sahibidir. Muhayyerlik hakkı da onun olur.

El- Asl'da denildi ki; gâsıbın kavutun kıymetini sahibine ödemesi gerekir. Zira pişirilmesinden dolayı kavut değişikliğe uğrar, misliyattan olmaz. Kıymeti kendisinin yerine kâim olduğu için, onu burada misliyattan saymıştır. Oysa renkler hüküm bakımından aynıdırlar. Ebû Hanîfe siyah rengin kavut için değer elsikliği olduğunu söylemiştir. Bunun çağa ve zamana göre değişeceğini söyleyenler de vardır.

Başka bir görüşe göre denildi ki; siyah renk eğer kavutta bir değer eksikliği meydana getirirse, bu bir eksikliktir. [12]

 

Gasbedilen Malda Artma

 

Gasbedilen malda semizleşme, güzelleşme, iyileşme gibi bitişik veya yavru, meyve, süt, yün ve hayvanın ayaklarında meydana gelen fazlalık gibi ayrık olarak meydana gelen fazlalıklar gâsıba emanettirler: Bu fazlalıklar sahibinin eli altında bulunmayan malda meydana geldikleri için, tazmin edilmezler, gasbedilen şeyler tazmin edilirler. Oysa bu fazlalıklar gasbedilmiş değildirler. Bunları yiyerek, boğazlayarak, satarak, selem malı yaparak, yok ederek kasden telef eder veya istenildikten sonra vermeyip elinde telef olursa, kıymetini sahibine öder: Çünkü bunların mülkiyeti başkasına aittir. Gâsıb, bunlara karşı tecavüz etmiş durumdadır; bunları tazmin etmesi gerekir. Mal sahibi gasbedilen malında meydana gelen bitişik fazlalığı talep ederse, gâsıb onu satınca tazminat ödemesi gerekmez. Çünkü mal sahibinin talebi sahih değildir. Zira asıl olmaksızın fazlalığın geri verilmesi mümkün değildir.

İmameyn dediler ki; 'tıpkı aynk fazlalık gibi bitişik fazlalık da satma ve teslim halinde gasbeden tarafından tazmin edilir.'

Ebû Hanîfe'nin görüşüne göre tazminat ödemenin sebebi; mülkiyetin mahallini mal sahibi açısından kendisinden yararlanılabilecek vaziyetin dışına çıkarmaktır ki, burada böyle bir durum meydana gelmiş değildir. Çünkü bitişik fazlalık -eli altında bulunmadığı için- mal sahibi tarafından kendisinden yararlanılabilecek bir vaziyette değildir. Dolayısıyla   gâsıbın   tazminat   ödemesi   gerekmez.   Gasbedilen malın kıymeti artarsa, gâsıbın gasbettiği güne göre o malm kıymetini ödemesi gerekir. Zira evvelce de belirtildiği gibi, bu tazminat sebebidir.

Gasbedilmiş bir cariyenin gâsıbın yanında doğurması halinde

kendisinde bir eksilme olacağı sebebiyle eksilen değerini ödemesi gerekir. Efendisine bu çocuğunun ve gurrenin verilmesiyle bu değer eksilmesi telafi edilmiş olur: Çünkü cariyede hükmen bir noksanlık meydana gelmiş değildir. Çünkü döl suyu veya gebelik hem fazlalığın hem de eksikliğin sebebidir. Bu sebeple tazminat ödemek gerekmez.

Bunda benzer olarak; cariyenin dişi düşüp sonra yeniden çıkar veya kendisi zayıflayıp sonra yine şişmanlarsa veya kesilen elin diyeti geri verilirse; kesik elin değer eksikliği bununla telafi edilmiş ve bu satılan malın bedeliymiş gibi olur. Eğer doğurduğu çocuk cariyede meydana gelen değer eksikliğini telafi etmezse, çocuk efendisine verilmekden başka, kalan kısım için fark ödenir. Gurre de çocuk gibidir, çocuğun yerine geçer. Bunun da onun bedeli olarak verilmesi vâcibdir. Doğuran cariye ölür de çocuk onun kıymetini karşı layabiliyorsa, sahih kavle göre gâsıbın bir şey ödemesi gerekmez. Çünkü gâsıb, gasbettiği günde o cariyeyi tazminle mükellef olduğuna göre, o vakitten itibaren cariyeye sahip olur. Bundan da anlaşılıyor ki, cariye onun mülkiyetinde iken, doğurması sebebiyle değer eksikliğine mâruz kalmıştır. Ama (çocuğu olduğu için) kendisinde meydana gelen değer eksikliğini telafi etmeye ihtiyaç yoktur.

Gasbedilmiş bir malın menfaatleri, gasp fiili bu menfaatler üzerinde vuku bulmadığı için ister bu menfaatler elde edilmiş olsun, isterse bu mal muattal olarak bırakılmış olsun, isterse bu malı işletmiş olsun, gâsıba aittir; ödenmesi gerekmez: Menfaatlerle aynlar arasında misliyyet yoktur. Çünkü aynlar bakidirler, menfaatler ise kalıcı değildirler; kendileri için değer takdir edilemez. Ancak üzerlerine akid yapılmış olması zaruretine binâen, kira ile menfaatler için değer takdir edilir. Burada böyle bir icar akdi mevcud olmadığından dolayı, kullanılan mağsub malm bazı cüzleri yok edildiği için tazminat ödemek gerekir.

Zımmîye âit domuz ve içkiyi telef edenler bunların kendilerini değil de, kıymetlerini öderler. Eğer bunlar bir müslümana âit ise, Ödemek gerekmez: Zımmîler için Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Onları inandıkları dinî inançlar ile başbaşa bırakın, "Onlar içki ve domuzun mal olduklarına dinleri gereği inanmaktadırlar. İçki ve domuz onlara göre sirke ve koyun gibi helâldir. Hatta bu ikisi onların en kıymetli mallanndandır. Yine onlar hakkında Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Cizye vermeyi kabul ettiklerinde müslümanlarla aynı haklara sahip olduklarım ve müslümanlann tâbi oldukları mükellefiyetlere tâbi olduklarını kendilerine bildir. "Müslümanlann mal olduğuna inandıkları mallarının telef edilmesi halinde telef edenin onlara tazminat ödemesi gerekir. Zımmî için de bu böyledir. Ama telef edilen içki ve domuz müslümana âit ise, bunlar için tazminat ödenmez. Çünkü bunlar müslüman için asla mal değildirler. Bunlar müslümana nasıl haram iseler, bunlar için ödenecek bedel de müslümana aynı şekilde haramdır. İçki her ne kadar misliyattan ise de, müslüman şahıs onu mülk edinmekten menolunduğu için; zımmînin içkisini telef ederse, ona o içkinin kıymetini ödemesi gerekir.

Ribaya gelince; bu onlara göre de haramdır ve bu zımmîlik akdinden istisna edilmiştir. [13]

 

Çalgı Âletlerinin Tazmini:

 

Çalgı âletlerinin kırılmasında eğlence hâricinde neye yararlı iseler, ona göre takdir edilen kıymetleri ödenir (Ebû Yûsuf, İmam Muharnmed): Barbut, davul, tef, zurna, cönk, ud vb. âletler müslümana da âit olsa, zımmîye de âit olsa; aynı hükme tabidirler. Bunların satılması caizdir.

İmameyn dediler ki; 'bu âletleri kıran tazminat ödemek zorunda değildir. Bunların satılması da caiz değildir. Çünkü bunlar mâsiyet işlemek için hazırlanmışlardır. İçki gibi olup, kırılmaları halinde tazminat Ödemek gerekmez. Bunları telef eden kimse emr-ibi'l- mâruf ve nehy-i ani'l- münker vazifesi yapmak gibi ve Şer'î bir vazifeyi ifâ etmek gibi bir tevil cihetine gider ve tazminat Ödemesi gerekmez. Bu, onun bu işi yapmasını hâkimin emretmesi gibidir. Hatta bundan daha evlâdır

Ebû Hanîfe'nin bu mes'ele hakkındaki görüşüne göre; bunlar mubah bir cihette kullanılarak kendilerinden yararlanılabilecek mallardır. Helâl kullanmaya elverişli mallardır. Telef edilmeleri halinde de tazminat ödenmesi gerekir. İşlenen fesad serbest iradeli bir kimsenin fiili ile meydana gelmiştir. Bu fiil, bu malların kıymetini düşürmez ve satılmalarının câizliğine mâni olmaz. Çünkü bir şeyin kıymetinin bulunması ve satışının caiz oluşu, mal olmasına binâendir ve bunlar şarkıcı cariye gibidirler. Bunlar telef edildiklerinde eğlence hâricinde neye faydalı iseler, ona göre takdir edilen kıymetleri ödenir. Şarkıcı cariye, boynuzuyla dövüşçülük yapan koç, uçuş yarışçısı güvercin, dövüşçü horoz, hadım köle gibi... Bunlar telef edilmeleri durumunda -belirtilen iş hâricinde- neye yarıyor iseler, ona göre takdir edilen kıymetlerinin ödenmesi gerekir.

Üzerine heykel işlenmiş yontma bir kapıyı yakan bir kimse, onun gibi ama, nakışsız ve işlemesiz bir kapının kıymetini ödemekle mükellef olur. Çünkü heykel işlemek haram olup, bir kıymet ifade etmez. Ama yontma kapıya işlenmiş heykelin başı kesikse, bu kapının tam kıymetini ödemek gerekir. Çünkü başsız heykeli kapıya nakşetmek haram değildir. Yerdeki yaygı üzerine heykel ve resim işlemek de haram değildir. Böyle bir yaygının telef edilmesi halinde resimli haldeki kıymetinin ödenmesi gerekir.

Bir kimse gasbettiği elbiseyi sahibine giydirir veya gasbettiği yemeği sahibine sunar, o da yerse ve bunu bilmiyorsa da, gâsıb tazminat ödeme mükellefiyetinden kurtulur. Çünkü o gasbettiği malı sahibine iade etmiş, sahibi de hakikaten o malda tasarrufda bulunma imkânına kavuşmuştur. Dolayısıyla gâsıb da tazminat ödemekten berâet ermiş olur. Bu hususda nass olarak şu hadîs-i şerîf vardır: "El aldığını geri verinceye

dek mes 'ûliyet altındadır."[14]

Gâsıb, gasbettiği malın kıymetini mal sahibine getirir de, sahibi kabul etmezse; hâkim onu kabule icbar eder. Malın kıymetini sahibinin kucağına veya eteğine bırakırsa, mes'ûliyetten kurtulur. Ama önüne bırakırsa, kurtulamaz. Ama mağsub malın veya emanetin kendisini sahibinin Önüne bırakırsa, mes'ûliyetten kurtulur. Çünkü bunda vâcib olan, aynın kendisini geri vermektir ki, bu da aynı tahliye etmekle tahakkuk eder. Muavaza ve ödeşmenin tahakkuku için borçda vâcib olan kabzdır. Kabz ise, tahliye ile tahakkuk etmez.

İbn. Semmâa îmam Muhammed'in buna dâir şöyle dediğini rivayet etmiştir: Mal sahibi kayıp ise, hâkim onun gasbedilen malını gâsıbdan, çalınan malını hırsızdan alıp muhafaza eder. Muhafaza altında iken zayi olur da bilahare mal sahibi gelirse, mal sahibi isterse gâsıbı ve hırsızı tazminat ödemekle mükellef kılar. Hırsız veya gâsıb o malı hâkime teslim etmekle mes'ûliyetten kurtulamaz. Çünkü hâkim kaybolan şahsın malını muhafaza etmeye vesile olacak şekilde o malda tasarrufda bulunabilir. Ama onun hukukunu ibra ile alâkalı tasarrufda bulunamaz.

Bir kimse bir adamın bağlı bulunan bineğinin yularını veya kölesinin zincirini çözerse, veya içinde kuş bulunan kafesini açarda, (binek gidip kaybolur, köle kaçıp gider, kuş uçup giderse) o kimsenin tazminat ödemesi gerekmez. Çünkü onun işlediği fiille meydana gelen telefıyetin arasına ihtiyar sahibi bir failin fiili girmiştir ki, o fiil de bineğin ve kölenin çekip, gitmesi, kuşun da uçup gitmesidir. Bunların ihtiyarlan sahihtir. Ama o kimsenin bunları kendi hallerine bırakması gerektiği de düşünülebilir. Akim olmayışı, ihtiyarın olmamasını gerektirmez. Görmez misin ki; deli, her ne kadar aklı yoksa da, telef ettiği şeyin kıymetini ödemekle mükelleftir. Bu durumda telefîyet sebebe değil de fiili işlemeye izafe edilir. Kuyuyu kazanla, o kuyuya birini itip düşüren kimsenin misalinde olduğu gibi; kuyuyu kazan değil de, adamı itip düşüren mes'ûl olur.

Bir kimse içinde yağ bulunan bir tulumun ağzım çözer de içindeki yağ akıp giderse, değerini ödemesi gerekir. Çünkü tulumun ağzındaki bağı çözmekle yağın telef olmasına sebebiyet vermiştir. Onun bu fiili ile telef hâdisesinin arasında ihtiyar sahibi bir failin fiili girmiş gibidir. Ama tulumun içindeki donmuş ve katı ise, bu tulumu yarar da o katı yağ güneş altında kalıp erir ve akıp giderse, yağın kıymetini ödemesi gerekmez. Çünkü donmuş katı yağ tulumla değil de, kendi kendine sabit olarak durur. İçinde bulunduğu tulumun yarılması, o yağın telef edilmesi değildir. O donmuş katı yağ kendisinin (tulumun bağını çözenin) fiiliyle değil, güneş sebebiyle sıvı hale gelmiştir. [15]

 

Hayvanın Ekini Telef Etmesi:

 

Sahibi salmaksızm, gece veya gündüzün bir adamın hayvanı gidip bir şahsın ekinini telef ederse, sahibinin tazminat ödemesi gerekmez. Çünkü o hayvan kendi ihtiyarı ile oraya gitmiştir. Yaptığı iş hederdir; yani verdiği zarar sahibi tarafından tazmin edilmez. Hz. Peygamber (saa)

şöyle buyurmuştur: "Hayvanın verdiği zarar hederdir." [16] Ama sahibi salmışsa, hayvanın verdiği zararı sahibi karşılar.

Bir kimse kendi ekili tarlasında veya evinde bir hayvanı görür de, onu dışan çıkanp, tâ helak olur yahut onu kurt yerse; o kimse o hayvanın kıymetini ödemekle mükellef olmaz. İmam Muhammed El- Münteka adlı eserde bunu kesin olarak böyle ifade etmiştir.

Dediler ki; sahih görüşe göre o adam hayvanı tarlasından veya evinden çıkanp da başka tarafa doğru güdüp götürmezse, tazminat ödemesi gerekmez. Çünkü onun o hayvanı oradan çıkarmaya hakkı vardır. Ama oradan çıkardıkdan sonra başka tarafa sevkedip güderse, tazminat ödemesi gerekir.

Bir kimse bir hayvanı başkasının evine sokar da ev sahibi o hayvanı dışan çıkanr ve hayvan ölürse, tazminat ödemekle mükellef olmaz. Ama bir kimse bir elbiseyi başkasının evine bırakır da, ev sahibi o elbiseyi dışan atar ve elbise zayi olursa, kıymetini sahibine ödemesi gerekir. Çünkü elbise içeride kalmakla eve  zarar vermez. Onu dışan çıkarmak, telef etmektir. Fakat hayvan eve zarar verir. Onu dışarı çıkarmak ise, telef etmek değildir. [17]

 

 



[1] Bu hadîsi Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Ahmed rivayet etmiştir

[2] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/437-438.

[3] Bu hadîsi El- Kebîr'inde Taberânî rivayet etmiştir

[4] Bu hadîsi Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî, İbn. Mâce, Hâkim ve Ahmed rivayet etmiştir

[5] Bu hadîsi Ebû Dâvud ve Tirmizî rivayet etmiştir

[6] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/438-439.

[7] Bu hadîsi Buharı, Müslim ve Ahmed rivayet etmiştir

[8] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/439-444.

[9] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/444.

[10] Bu hadîsi Ebû Dâvud, Neseî ve Ahmed rivayet etmiştir

[11] Bu hadîsi Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî, Mâlik ve Ahmed rivayet etmiştir

[12] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/445-450.

[13] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/450-452.

[14] Bu hadîsi Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî, îbn. Mâce, Hâkim ve Ahmed rivayet etmiştir

[15] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/452-455.

[16] Bu hadîsi Buharî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî, İbn. Mâce, Mâlik, Ahmed ve El- Kebîr'de Taberânî rivayet etmiştir

[17] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/455-456.