FERAİZ KİTABI. 2

Ferâiz İlminin Ehemmiyeti: 2

Miras Paylaşılmadan Yapılacak İşler: 2

Mirasçı Olma Sebepleri ve Terekeye Hak Kazanmak: 3

Mirasçı Olmaya Mâni Haller: 3

HİSSE SAHİPLERİ. 4

Neseben ve Sebeben Asabe Olanlar: 4

Mirasda Hisse Sahibi Olan Kadınlar: 4

BİR ŞAHISTA İKİ AKRABALIK CİHETİNİN BULUNMASI. 8

KUR'ÂN-I KERÎM'DE AÇIKLANMIŞ OLAN FARZ HİSSELER.. 8

ASABELER.. 9

HACB (KISMEN VEYA TAMAMEN MİRASTAN MENETMEK.. 10

AVL (YÜKSELME) 11

REDD.. 13

DEDENİN KARDEŞLERLE MİRAS PAYLAŞMASI. 15

NİNELER.. 17

ZEVİ'L- ERHÂM... 18

Zevi'l- Erhâmın Sınıfları: 19

VELA.. 22

Velâ-i İtaka ve Velâ-i Müvâlât Arasındaki Fark: 23

BİRLİKTE BOĞULAN VE ENKAZ ALTINDA ÖLENLER.. 24

MECÛSÎNİN MİRASÇI OLMASI. 24

ANA KARNINDAKİ ÇOCUĞUN MİRASÇI OLMASI. 25

YİTİK KİMSENİN MİRASI. 25

HÜNSÂNIN MİRASI. 26

MİRASA MÂNİ OLAN ŞEYLER.. 26

Kâfirlerin Birbirlerine Mirasçı Olmaları: 26

Öldürmüş  Olduğu Kimsenin Mirasından Mahrum Kalmayanlar: 27

MÜNÂSEHÂT.. 28

FERAİZİN HESAPLANMASI. 29

TEVAFUK, TEMASÜL, TEDAHÜL VE TEBAYÜNÜN BİLİNMESİ HAKKINDA.. 30

TEREKENİN TAKSİMİ. 32

MİRASÇILARDAN BAZILARININ SULH OLUP ARADAN ÇIKMALARI. 33

MÜTEFERRİK MESELELER.. 33

MÜŞRİKE.. 33

HARKA.. 33

MERVANİYE.. 34

HAMZİYE.. 34

DÎNARİYE.. 34

İMTİHAN.. 35

ME'MÜNİYYE.. 35

FERÂİZÎN MÜTEŞÂBİH MES'ELELERİ. 35


FERAİZ KİTABI

 

Ferâiz; fariza kelimesinin çoğulu olup; takdir etmek, açıklamak ve kesmek mânalarına gelir. Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“O halde takdir ettiğiniz (mehir) in yarısı onlarındır.” [1] Meselâ; kadı nafakayı farz (takdir) etti, denilir.

Farz, açıklamak mânasına da gelir;

“İndirdiğimiz ve açıkladığımız bir sûredir.” [2]

Farz, kesmek mânasına da gelir; meselâ, fare elbiseyi farz etti (kesti, parçaladı) denilir.

Şer'î ıstılahda ise; farz, Kitab, mütevatir sünnet ve icmâ gibi kat'î delille sabit olan hükümdür. Fıkhın bu bahsine de ferâiz adı verilmiştir. Çünkü ferâiz; takdir edilmiş kat'î ve açıklanmış hisselerden ibarettir. Bunlar kat'î delillerle sabittir. Böylece ferâiz, lügat mânasını yahut ıstılah mânasını içine almış oluyor.

Fıkhın bu bahsine özellikle iki bakımdan bu ad verilmiştir:

1- Allah (cc) bu bahse bu adı vermiştir. Taksimattan sonra;

“Bu Allah (cc) tarafından bir farizadır.” [3] buyurmuştur. Rasûlullah (sas) da bu  bahse ferâiz adını vermiş ve şöyle buyurmuştur:

“Ferâizi öğreniniz.” [4]

2- Allah (cc) namazı, orucu ve diğer ibadetleri mücmel olarak ifade buyurmuş ve miktarlarını açıklamamıştır. Oysa ferâizi anlatmış ve hisselerini açıklamıştır. Eksiğe ve fazlaya ihtimali olmayacak şekilde tam olarak miktarlarını ortaya koymuştur. İşte bundan dolayı Fıkhın bu bahsine hususî olarak ferâiz adı verilmiştir.

İrs; lügatte beka mânasındadır. Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

“Siz atanız İbrahim (as) in irsinden bir irs üzeresiniz.” [5] Yani onun Şeriatının kalıntılarından bir kalıntı üzerindesiniz.

Vâris; bakî mânasındadır. Bu Allah (cc) ın mübarek isimlerindendir. Yani o mahlûkatının yok olmasından sonra Bakî kalacaktır. Mirasçıya da, miras bırakanın ölümünden sonra hayatta kaldığı için, vâris denmiştir.

İrs; Şer'î ıstılahda bir kimsenin ölümünden sonra malının haleflik yolu ile başkasına intikal etmesidir. Ölüye nisbetle mirasçı hayatta bakî kaldığı için, ölünün malı ona intikal etmektedir.

Ferâiz ilminin üstün ve şerefli oluşunun sebeplerinden biri şudur: Allah (cc) bu ilmin esaslarını açıklamayı üstlenmiş, taksimatını bizzat yapmış ve bunu gündüzün güneşin dünyayı aydınlatışı gibi açıklığa kavuşturmuş ve şöyle buyurmuştur:

“Allah (cc) size çocuklarınız hakkında erkeğe kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. Bunlar Allah (cc) tarafından size vasiyyettir. Allah (cc) her şeyi hakkıyla bilendir, Halimdir.” [6] Başka bir âyet-i kerîmede de şöyle buyurmuştur:

“Senden fetva isterler; de ki, Allah (cc) babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkında hükmü şöyle açıklıyor. Allah (cc) her şeyi bilmektedir.” [7]

Yukarıdaki âyet-i kerîmelerde Allah (cc) ferâizin mühim hisselerini ve bu hisseleri hakedenleri açıklamıştır. Diğer hisseleri ve onları hakedenleri iyi düşünenler istinbat yolu ile öğrenebilirler. [8]

 

Ferâiz İlminin Ehemmiyeti:

 

Rasûlullah (sas) ferâiz ilmini öğrenmeyi ve öğretmeyi emretmiş ve insanları buna teşvik etmiştir:

“Ferâizi öğrenin ve onu insanlara öğretin. Doğrusu o, ilmin yarısıdır. Ve o, ortadan kalkacak olan ilk ilimdir.”  [9] Bunun başka bir rivayetinde şöyle buyurulmuştur:   

“O, ümmetimden çekilip alınacak ilk ilimdir.” Bu ilmin üstünlüğüne dâir hadîs-i şerifler ve eserler çoktur. [10]

Miras Paylaşılmadan Yapılacak İşler:

 

Terekenin taksimine başlarken evvelâ ölünün techiz ve defin masrafları yeterince karşılanır. Sonra borçları ödenir. Sonra vasiyyetleri malının üçte birinden yerine getirilir. Sonra da kalan kısım mirasçılara paylaştırılır: Bu dört hak bu sıraya göre ölünün terekesine taallûk eder. Terekeden, evvelâ ölünün, techiz ve defin masrafları karşılanır. Çünkü hayatta iken elbise ve setr-i avret insanın lâzım ve zarurî ihtiyaçlarındandır. Ve bunlar borçların ödenmesinden, nafakalardan ve bütün vecibelerden, ihtiyaçlardan önce gelir. Bu hayatta böyle olduğu gibi, ölümden sonra da böyledir ve bu hususta icmâ vardır. Ancak rehin ve cani köle gibi bir ayna taallûk eden bir hakkın mevcud olması hali bundan müstesnadır. Çünkü rehinci ile cinayet velisi ölünün techizinden daha önceliklidirler. Zira sağlığında da bu ikisi onun setr-i avret, yiyecek ve içecek gibi aslî ihtiyaçlarından önce gelirler. Sağlığında öncelikli olduğu gibi, ölümünden sonra da öncelikli olurlar. Ölüye, hayatta iken giydiği helâl elbise mislince terekeden karşılanmak üzere ne israfa ve ne de kısıntıya gitmeksizin bir kefen hazırlanır. Bunun için sağlığı ile ölüm sonrası arasında bir farklılık olmamalıdır. Ölünün techiz ve defin masrafı vasiyyetten evvel karşılanır. Zira vasiyyet de teberrûdur. Lâzım olan masraflar teberrûa nisbetle önceliklidir. Bu masrafları mirasçıların karşılamaları gerekir. Çünkü ölünün ihtiyacı olmadığı bir anda malı onlara intikal etmiştir. Görülmez mi ki; sağlığında ihtiyacı varken, malı onlara intikal etmez?

Bir hadîs-i şerîfde Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

“Evvelâ kendinden başla. Sonra geçiminden mes'ûl olduğun kimselere ver.” [11]

Ölü kefenlenip defnedildikten sonra malının geri kalan kısmının tamamından borçları ödenir. Zira Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“(Bütün bu paylar ölenin) bulunacağı vasiyyetten ve borçtan sonradır.” [12] Bu âyet-i kerîme terekeyi paylaşmanın, ölünün borçlarının ödenmesinden sonra ve vasiyyetinin yerine getirilmesinden sonra yapılmasını gerekli görmektedir. Ama borçlara ve vasiyyete öncelik verilmesini gerekli kılmamaktadır. Meselâ bir kimse 'Amr'dan veya Bekir'den sonra Zeyd'e ver' diye vasiyyette bulunursa, bu vermede onlardan birini öncelikli kılmayı gerektirmez. Ama Zeyd'e bu ikisinden sonra vermeyi gerektirir. Dolayısıyla yukarıdaki âyet-i kerîme mücmel olmaktadır. Bize ulaşan bir rivayete göre; Rasûlullah (sas) ölünün borçlarını ödemeye, vasiyyetini yerine getirmeye nisbetle öncelik vermiştir. Bu da âyet-i kerîmenin hükmüne açıklama getirmiştir. Bunu Hz. Ali (ra) Rasûlullah (sas) dan rivayet etmiştir. Zira borç; ölünün ödemekle mükellef olduğu bir maldır. Vasiyyet edilen mala gelince; bu onun kendisi cihetinden hak edilmektedir. Ölünün ödemekle mükellef olduğu mala öncelik verilmelidir. Çünkü bu ondan talep edilmektedir. Zira onu zimmetten kurtarmak, onun en mühim ihtiyaçlarındandır. Bu hususda Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

“Borç; ölü ile cennet arasında mânidir.” Zira farzları eda etmek, teberrûlardan önce gelir. Ölünün borçlarını ödedikten sonra malının üçte birinden vasiyyetleri yerine getirilir. Vasiyyet edilen şey bir ayn ise, bu malının üçte birinden muteber olup, yerine getirilir. Vasiyyet edilen şey üçte bir, dörtte bir gibi şayi bir cüz' ise, bu durumda mûsâ leh mirasçılara ortak olur. Terekenin fazlalaşması ile onun da payı artar. Terekenin eksilmesi ile onun da payı azalır. Ölünün malı hesaplanır, vasiyyet edilen pay mirasçının payı gibi bu maldan çıkarılır. Ve bu pay zikrettiğimiz âyet-i kerîmeden dolayı mirasçılar arasında terekenin taksim edilmesinden evvel çıkarılır. Çünkü âyet-i kerîmenin lâfzı kelimesiyle amel olunarak borçların ödenmesinden ve vasiyyetin yerine getirilmesinden sonra terekenin mirasçılara taksimini gerektirmektedir. Evet, bütün bunlardan sonra terekenin kalan kısmı mirasla alâkalı üç âyet-i kerîmede Allah (cc) ın belirttiği hisselere göre farz sahiplerine taksim edilir. [13]

 

Mirasçı Olma Sebepleri ve Terekeye Hak Kazanmak:

 

Mirasçı olma sebepleri; rahim, nikâh ve velâ olmak üzere üçtür: Rahim ve nikâhın mirasçılık sebebi olmaları Kitab ve icmâ ile sabittir. Velânın mirasçılık sebebi olmasına gelince; bunun gerekçesi inşâallah ileride açıklanacaktır.

Terekeye hak kazananlar sırasıyla şu on sınıftır:

1- Hisse sahipleri,

2- Neseben asabe olanlar,

3- Sebeben asabe olanlar; bunlar köleyi azad edenlerdir,

4- Köleyi azad edenin asabesi,

5- Redd sahipleri,

6- Zevi'l- erham,

7- Mevlâ'l- müvâlât,

8- Nesebi sabit değilken, nesebi ikrar olunan kimse; bu ikrar bahsinde anlatılmıştı.

9- Terekenin üçte birinden fazla miktarda kendisine vasiyyet edilen kimse; bu vasiyyetler bahsinde anlatılmıştı.

10- Beytü'l- mal. Zira bir mal ki, onun üzerinde hak iddia eden bir kimse ve mâlik bulunmazsa, yitik mal ve kaybedilmiş hayvan gibi o, beytü'l- male devreder. Bunların ahkâmını inşâallah ayrı ayrı fasıllarda açıklayacağız. [14]

 

Mirasçı Olmaya Mâni Haller:

 

Mirasçı olmaya mâni haller şunlardır:

1- Köle olmak,

2- Miras bırakanı öldürmüş olmak,

3- Miras bırakanla mirasçının dinlerinin ayrı olması,

4- Miras bırakanla mirasçının ülkelerinin hükmen ayrı olması. Allah (cc) ın tevfıki ve inayetiyle bunlar ileride anlatılacaktır. [15]

 

HİSSE SAHİPLERİ

 

Bunlar farz olan pay sahipleridir. Bunlar; hisseleri Allah (cc) ın Kitab'ında veya Rasûlullah (sas) ın sünnetinde veya icmâ ile takdir edilmiş olan pay sahipleridir. Terekenin taksiminden evvel bunların hisseleri verilir. Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

“Farz (kesin) olan hisseleri sahiplerine verin. Artan kısım ön sıradaki erkek asabenindir.” [16]

 

Neseben ve Sebeben Asabe Olanlar:

 

Asabeler; on tanesi neseben, iki tanesi de sebeben olmak üzere on iki tanedir. Neseben hisse sahibi olan on kişiden erkek olanlar şunlardır:

1- Baba: Ölünün babasının üç hali vardır;

a- Ölünün oğlu veya oğlunun oğlu ile beraber bulunuyorsa, belli hisselerini, yani terekenin altıda birini alır. Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Ölenin çocuğu varsa, ana -babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır.” [17]

b- Ölenin oğlu veya oğlunun oğlu bulunamazsa, asabe olur. Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Ölenin çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuşsa, anasına üçte bir (düşer).” [18] Bundan da anlıyoruz ki, malın artan kısmı babaya kalır.

c- Ölünün kızı veya oğlunun kızı ile beraber bulunuyorsa, altıda bir alır. Ölünün bir kızı varsa, malın yarısı ona verilir. İki veya daha fazla kızı varsa, malın üçte ikisi onlara verilir. Artan kısım yine babaya kalır. Çünkü o   asabedir. Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

“Artan kısım ön sıradaki asabenindir.” [19]

2- Dede: Bundan maksat sahih dededir. Sahih dede; ölen ile arasında kadın bulunmayan dededir. Babanın yokluğunda baba makamındadır. Yeri gelince bu inşâallah anlatılacaktır. Çünkü baba adı, dede için de kullanılır. Allah (cc) Yûsuf (as) dan haber verirken, şöyle buyurmuştur:

“Atalarım İbrahim, îshak (ve Yâkub'un) dinine uydum.” [20] İshak (as), Yûsuf (as) un dedesidir. İbrahim (as) de babasının dedesidir.

3- Ana bir kardeşler:

a- Ana bir kardeş bir tane ise, altıda bir alır.

b- Birden fazla iseler, terekenin üçte birini eşit olarak paylaşırlar. Kız ve erkek burada eşit hisse alırlar. Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Eğer bir erkek veya kadının ana-babası ve çocukları bulunmadığı halde (kelale şeklinde) malı mirasçılarına kalırsa ve bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler, üçte bire ortaktırlar.” [21] Übeyy (ra) ile Sa'd b. ebî Vakkas (ra) bu âyet-i kerîmeyi;

“Ve ana bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa.” şeklinde okumuşlardır. Onların bu okuyuşları Rasûlullah (sas) dan rivayet etmeleri gibidir ve bu okuyuşları o rivayetleri için bir açıklama olmuştur. Ashab da bunun üzerine icmâ etmişlerdir. [22]

 

Mirasda Hisse Sahibi Olan Kadınlar:

 

Hisse sahibi kadınlara gelince;

1- Kız: Ölenin bir kızı varsa ve yalnızsa, malın yarısını alır. Ölenin iki veya daha fazla kızı varsa, malın üçte ikisini alırlar. Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“(Ölenin çocukları) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer sadece bir kadınsa, yarısı onundur.” [23] Tefsircilerin çoğu dediler ki; burada kastedilen sayı, iki veya daha fazla sayıda olmalarıdır. Bu âyet-i kerîmenin bir benzeri de şu âyet-i kerîmedir:

“Vurun boyunları üstüne!.” [24] Yani boyunlara ve üst taraflara vurun. Bir görüşe göre denildi  ki; terekenin üçte ikisi ölünün ikiden fazla sayıdaki kızları içindir. Oysa ulemânın ekseriyetine göre üçte iki, iki ve daha fazla sayıdaki kızları içindir. Ancak bir rivayete göre İbn Abbâs (ra) şöyle demiştir; 'âyet-i kerîmenin lâfzından açıkça anlaşılan mânaya göre malın yarısı ölenin bir kızına verilir. İki kızı varsa yine yarısı onlara verilir. Daha fazla sayıda kızı varsa, onlara malın üçte ikisi verilir.’ Bu âyet-i kerîmedeki ifade İbn Abbâs (ra) ın söylediği mânaya gelebileceği gibi, bizim söylediğimiz mânaya da gelebilir. Böyle olunca da, bu mes'elede bir şüphe meydana gelmektedir. Şu halde haricî bir tercih faktörüne ihtiyacımız olmaktadır. O faktör de sarih sünnet olup, bizimle beraberdir.

Rivayet edildiğine göre; Sa'd b. Rebi' (ra) Uhud savaşında şehid düşmüştü. Geride iki kız evlat, bir erkek kardeş ve bir de zevcesini bırakmıştı. Malının tamamını kardeşi almıştı. O zamanlar sadece erkekler mirasçı olabiliyor, kadınlar bir şey alamıyorlardı. Bunun üzerine Sa'd'ın karısı Rasûlullah (sas) a gelip şöyle demişti; 'ya Rasûlallah (sas), şunlar Uhud harbinde şehid düşen Sa'd'ın iki kızıdır. Babalarından kalan malın tamamını amcaları aldı. Malları olmadan da kimse bunlarla evlenmez.' Rasûlullah (sas) da ona;

“Dön bakalım. Umarım ki, bu mes'ele hakkında Allah (cc) hüküm verecektir.” buyurdu ve mezkûr âyet-i kerîme nazil oldu. Sonra Rasûlullah (sas) o iki kızın amcalarına haber salarak;

“Malın üçte ikisini o iki kıza, sekizde birini annelerine ver. Kalanı da senin olsun.” buyurdu. Ve bu İslâm tarihinde taksim edilen ilk miras oldu.

Ölünün kızı oğlu ile beraber bulunduğunda malın üçte birini hakeder. Erkek kardeşi de ondan daha kuvvetli durumdadır. Kuvvet bakımından kendi mislince olan kız kardeşiyle beraber bulunduğunda üçte biri evleviyetle hakeder. Ölünün iki kız kardeşinin üçte iki hakedecekleri hususunda icmâ ettik. Öyle ise, ölüye kız kardeşlerinden daha yakın olan iki kızının üçte iki haketmeleri daha mecburi ve öncelikli olur.

2- Oğlun kızı: Bir tane olunca, malın yarısını alır. İki veya daha fazla olurlarsa, malın üçte ikisini alırlar. Bunlar, ölünün kızı bulunmadığında ölünün kızları gibidirler. Çünkü bunlara da hakikaten ve Şer'an evlad adı verilir. Çünkü bunların dünyaya gelmelerinin sebebi ölünün kendisidir. Şu kadar var ki; torunlar ölünün oğulları vasıtasıyla ölüye intisap ederler ve ölünün oğlu sebebiyle mirasçı olurlar. Ölünün oğlu varken bunlar ölünün mirasından yoksun kalırlar. Tıpkı baba varken dedenin, ana varken ninenin mirastan yoksun kalması gibi. Ancak annenin çocuklarını bu hüküm bağlamaz. Çünkü anne varken de bunlar her ne kadar anne vasıtasıyla ölüye intisab etmekte iseler de, mirastan pay alırlar. Çünkü bunların mirasçı olma sebebi annesinin mirasçı olma sebebinden farklıdır. Çünkü anne annelik sebebiyle, bunlarsa kardeşlik sebebiyle mirasçı olmaktadırlar. Çünkü anne terekenin tamamını hakeder.

Oğlun bir veya daha fazla kızına, ölünün kızı ile beraber bulunduklarında terekenin üçte ikisine tamamlamak üzere terekenin altıda biri verilir. Zira Abdullah b. Mes'ûd (ra) dan rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (sas) ölenin bir kızı, oğlunun bir kızı ve kız kardeşinin bulunması mes'elesinde; terekenin yarısının kıza, üçte ikiye tamamlamak için oğlun kızına altıda birin, artan kısmının da kız kardeşine verilmesine hükmetmiştir. Oğlun kızı ile beraber bulunduğunda oğlun oğlunun kızı, ölünün kızı gibidir. Ölünün kızları terekenin üçte ikisini tamamladıklarında oğlunun kızları hisseden düşerler. Çünkü ölünün kızlarının terekenin üçte ikisindeki hakları Kitab'ın nassı ile sabittir. Oğlun kızları ölünün kızlarının bulunmaması halinde kız evlat olarak mirasçı olurlar. Ölünün kızları terekenin üçte ikisini tamamladıklarında artık oğlun kızlarının kız evlatlık cihetleri kalmaz; pay alamazlar ve hisseden düşerler. Ancak kendilerinin derecesinde veya daha aşağı derecede erkek torun varsa, o bunları da asabe yapar. Hisseler sahiplerine ödendikten sonra terekenin artan kısmını bunlar kendi aralarında erkek torunlarla birlikte ikili birli paylaşırlar.

Meselâ; bir kimse ölüp geride iki çocuk ile bir de oğlunun kızını bırakırsa, iki kız çocuğuna terekenin üçte ikisi verilir. Oğlunun kızına bir şey verilmez. Ama eğer oğlun kızı ile birlikte kendi erkek kardeşi veya amcasının oğlu varsa, ölünün iki kızına terekenin üçte ikisi verilir. Artan kısım da oğlun kızı ile erkek kardeşi veya amca oğlu arasında ikili birli taksim edilir.

İki kız, bir oğlun kızı, bir oğlun oğlunun kızı ve bir oğlun oğlunun oğlu bulunduğunda terekenin üçte ikisi iki kıza verilir. Artan kısım oğlun kızı ile ondan aşağı derecedekiler arasında erkeklere iki, kadınlara bir hisse şeklinde paylaştırılır.

Bir kimse ölüp, geride bazısı bazısından aşağı dereceli üç oğul kızı ile yine bazısı bazısından daha aşağı dereceli üç oğlun oğlunun kızlarını ve de üç oğlun oğlunun oğlunun kızını bırakırsa; bunun sureti şöyle olur: Ölenin oğlunun bir oğul ve bir kızı, oğlunun oğlunun da bir oğlu ve bir kızı, oğlunun oğlunun oğlunun da bir oğlu ve bir kızı varsa; oğullar ölüp geride kızlar kalırsa oğlun oğlunun oğlunun üç kızı olması da böyledir bunun sureti şöyledir:

Ö                                            L                                     Ü

 

Oğul

Oğul

Oğul

Oğul

Oğul

Oğul Kız

Oğul

Oğul Kız

Oğul Kız

Oğul Kız

Oğul Kız

Oğul Kız

Oğul Kız

Oğul Kız

 

Oğul Kız

 

 

Birinci grubun üst tarafındakilerin hizasında kimse bulunmamaktadır. Birinci grubun ortasındaki ile ikinci grubun üst tarafındaki aynı hizadadır. Birinci grubun alt tarafındakiyle ikinci grubun ortasındaki aynı hizadadır. Üçüncü grubun üst tarafındaki ve ikinci grubun alt tarafındaki ile üçüncü grubun ortasındaki aynı hizadadır. Üçüncü grubun alt tarafındakinin hizasında ise, kimse yoktur. Öyle ise, birinci grubun üst tarafındakine terekenin yarısı ve altıda biri birinci grubun ortasında bulunan ve derece bakımından aynı olduğu için ikinci grubun üst tarafında bulunana  verilir ki, üçte ikiye tamamlanmış olsun. Diğerlerine bir şey verilmez.

Birinci grubun üst tarafında bulunan oğul kızına beraberinde bir oğlan da varsa, bunlar erkeğe iki, kıza bir pay şeklinde bölüşürler. Diğerleri hisseden düşerler. Birinci grubun ortasındaki oğul kızının beraberinde bir oğlan da varsa, malın yarısı birinci grubun üst tarafındaki oğul kızına, kalanı da o oğlanla onun derecesindeki kız arasında ikili birli taksim edilir. Birinci grubun alt tarafındaki oğul kızının beraberinde bir oğlan da varsa, malın yarısı birinci grubun üst tarafındaki oğul kızına verilir. Altıda biri de birinci grubun ortasındakine ve onun hizasında bulunana verilir ki, üçte iki tamamlanmış olsun. Kalanı da o oğlana ve hizasındakilere; erkeklere iki, kızlara bir pay vererek taksim edilir. Diğerleri pay alamazlar.

İkinci grubun alt tarafındaki oğul. kızıyla birlikte bir de oğlan varsa; malın yarısı birinci grubun üst tarafındakine, altıda biri de aynı grubun ortasındakine ve onun hizasında bulunana verilir ki, üçte ikiye tamamlanmış olsun. Kalan kısım, oğlanla hizasındakilere ve farz hisse sahibi olmayıp daha üstte bulunanlara; erkeklere iki, kızlara bir pay vererek taksim edilir. Diğerleri pay alamazlar. Benzer mes'lelerin taksimatı da hep buna göre yapılır.

Bunda kaide şudur: Oğlun kızı kendi hizasında da olsa, kendi hizasından aşağı da olsa; oğlun oğlu ile birlikte bulunduğunda asabe olur. Yalnız kendi hizasından aşağıdaki oğlun oğlu farz hisse sahibi değilse, oğlun kızı onunla birlikte asabe olur. Zira oğlun kızı oğlun oğlu ile aynı hizada bulunduğunda ölünün kızları da terekenin üçte ikisini tam olarak aldıktan sonra o oğlun oğlu sebebiyle asabe mirasçı olur. Eğer oğlan olmasaydı, oğlun kızı mirasçı olamayacaktı. Hal böyle iken bu kız oğlun oğlundan ölüye daha yakın derecedeki bir kadın sebebiyle evleviyetle mirasçı olur. Ama oğlun oğlu farz hisse sahibi ise, o, müstakil pay sahibi olduğundan dolayı, haketmede kendisinden daha aşağı derecede bulunan birine tâbi olmaz.

Ferâizin bu faslına teşbib denilir. Buna bu adın verilmesine iki sebep vardır:

I- Teşbib; vasfı bildirmek ve açıklamaktır. Meselâ; kadınları anlatan, vasıflarını beyan eden şiire, teşbib şiiri denilir.

II- Ya da ölünün oğullarının kızları alt alta sıra ile yazıldıkları ve dereceleri beyan edildiği için, ferâizin bu   faslına teşbib-i benat denilmiştir.

Mes'elenin geride kalan kısmı derin düşünme ve teemmülle öğrenilip anlaşılabilir. Diğerleri de buna kıyaslanabilir.

3- Ana: Ananın üç hali vardır;

a- Ölenin oğlu, kızı; oğlunun oğlunun oğlu veya kızı; hangi tarafdan olursa olsun, ölenin birden fazla kardeşi ile beraber bulunursa altıda bir alır.

b- Bunlar bulunmazsa, üçte bir alır. Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirasta altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer).” [25]

İbn Abbâs (ra) dedi ki; 'cem' lâfzı nazar-ı itibara alınarak, ölünün üç veya daha fazla sayıdaki kardeşi varsa, anasının hissesi üçte birden altıda bire düşer.' Buna cevaben deriz ki; cem' (çoğul), tesniye (ikiz, çift) mânasında söylenebilir. Zira Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“(Ey Âişe ve Hafsa!) kalbleriniz sapmıştı.” [26] Ayrıca cem' kelimesi ictimâdan türemiştir ki, bu iki kişinin bir araya gelmesi ile de tahakkuk eder.

Bir rivayette anlatıldığına göre, İbn Abbâs (ra) Hz. Osman (ra) a şöyle demiştir: 'Allah (cc) annenin üçte birlik hissesini ihvenin (kardeşlerin) mevcud olması halinde altıda bire düşürmüştür. İki kardeşse, ihve değildir (ehavan, yani iki kardeştir).' Hz. Osman (ra) da ona şu cevabı vermiştir: 'Bu benden evvel hükme bağlanmıştır. Ben bu hükmü yürürlükten kaldıramam.’ Bu da gösteriyor ki, yukarıdaki hüküm icmâ ile sabittir.

III- Ölenin karısının veya kocasının hissesi verildikten soma kalan kısmın üçte birini annesi alır. Bunu iki mes'elede ele alabiliriz:

Birinci mes'ele: Koca    Baba    Ana

                             3           2          1  = 6

 

İkinci mes'ele: Zevce    Baba   Ana

                          1             2          1 = 4

 

Birinci mes'elede ana altıda bir, ikinci mes'elede ise dörtte bir pay alır. Bu iki mes'eleye Ömeriye mes'eleleri denilir. Çünkü bu iki mes'ele hakkında ilk hüküm veren Hz. Ömer (ra) dir. Bu iki mes'elede İbn Abbâs (ra) bütün sahabîlere muhalefet etmiş ve;

“Anasına üçte bir düşer.” [27] âyet-i kerîmesine nazaran ölünün anasına terekenin üçte biri verilir, demiştir. Bizim delilimiz ise, şudur;

“Eğer çocuğu yok da, ana-babası ona vâris olmuşsa, anasına üçte bir düşer.” [28] Yani ebeynin aldığı mirasın üçte biri ananındır. Ana-baba bu iki mes'elede eşlerin paylarını almalarından sonra terekenin kalan kısmına mirasçı olmaktadırlar. Şu halde kalanın üçte biri ananın olur ki, o da bizim söylediğimizdir. Şayet anaya malın tamamının üçte birini verecek olursak, mirası haketme sebebinde ve ölene yakınlıkta eşit oldukları halde kadına (anaya) erkekten (babadan) fazla hisse vermiş oluruz ki, bu usûle aykırıdır. Ama ele aldığımız iki mes'elede baba yerinde dede bulunsa idi, o zaman ana terekenin tamamının üçte birini alırdı. Bununla alâkalı bir rivayet daha vardır ki, inşâallah onu dede bahsinde nakledeceğiz.

Baba yerine dede ile beraber bulunduğunda, ananın terekenin tamamının üçte birini almasını şöyle izah edebiliriz: Ana ölüye dededen daha yakındır. Çünkü ana ölüye vasıtasız bağlıdır. Dede ise, baba vasıtasıyla ölüye bağlıdır. Ölüye yakınlık dereceleri farklı olduğundan, mirasçılardan birine diğerinden fazla hisse vermek caiz olur. Meselâ; bir kimse ölüp geride karısını, ana-baba bir kız kardeşini ve baba bir erkek kardeşini bırakırsa; karısına dörtte bir, kız kardeşine ikide bir verilir. Baba bir erkek kardeşine ise, artan verilir ki, o da dörtte birdir.

4- Sahih nine: Ananın anası, ananın anasının anası; babanın anası, babanın babasının. anası gibi. Ninenin ölüye nisbetinde iki ana arasına bir baba girdiği takdirde, o fasid nine olur. Sahih nineye terekenin altıda biri verilir. Rivayet edildiğine göre; bir ölünün ninesi (anne annesi) Hz. Ebûbekir (ra)’e gelerek miras talebinde bulunmuş, Hz. Ebûbekir (ra) de ona şu cevabı vermişti; 'seninle alâkalı olarak Allah (cc) ın Kitab'ında bir şeye rastlamadım ve senin hakkında Rasûlullah (sas) dan da bir şey işitmiş değilim. Evine dön de, senin durumunu arkadaşlarıma sorayım veya senin hakkında kendi reyimi ortaya koyayım.’

Böyle dedikten sonra Hz. Ebûbekir (ra) öğlen namazını kıldı. Sonra cemaate hitapta bulunarak; 'aranızda ninenin mirastaki payı hususunda Rasûlullah (sas) dan bir şey işitmiş olan var mı?' diye sordu. Muğîre b. Şu'be (ra) kalkıp şöyle dedi; 'şehâdet ederim ki, Rasûlullah (sas) nineye terekenin altıda birinin verilmesine hükmetti.' Başka bir rivayete göre; 'nineye  altıda bir payı yedirdi' demiştir. Hz. Ebûbekir (ra) Muğîre (ra) ye, bu söylediklerini tasdik edecek bir şahidi bulunup bulunmadığını sordu. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme (ra) kalkıp şöyle dedi; 'Rasûlullah (sas) ın, Muğîre (ra) nin dediği şekilde hükmettiğine şâhidlik ederim.' Bunun üzerine Hz. Ebûbekir (ra) nineye altıda bir hisse verilmesine hükmetti.

Hz. Ömer (ra) in hilâfeti zamanında bir nine (baba anne) gelip miras payını istedi. Hz. Ömer (ra) ona altıda bir hisse verilmesine hükmetti. Aynı derecede birden fazla nine mevcud olduğunda terekenin altıda biri bunlara paylaştırılır. Rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sas) üç nineye terekenin altıda birini paylaştırmıştır ve bunu Tahavî rivayet etmiştir. Bu rivayetin tamamı inşâallah nineler faslında nakledilecektir.

5- Ana-baba bir kız kardeşler: Bunlardan bir tane olduğunda terekenin yarısını alır. İki veya daha fazlası olduğunda bunlar da terekenin üçte ikisini alırlar. Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kız kardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur. Kız kardeşleri iki tane olursa (erkek kardeşlerinin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır.”  [29]

6- Baba bir kız kardeşler: Bunlar ana-baba bir kız kardeşlerin yokluğunda onlar gibidirler. Çünkü 'kızkardeş' adı bunların hepsini kapsar. Ancak ölüye yakınlık dereceleri daha kuvvetli olduğu için, ana-baba bir kardeşlerle kız kardeşler bunlardan mukaddemdirler. Çünkü bunlar ölüye iki cihetten, yani hem ana hem de baba vasıtasıyla bağlıdırlar. Bunların yokluğunda nassın hükmüne göre hareket ederiz. Baba bir kız kardeşler bir ve daha fazla olup ana-baba bir kız kardeşle beraber bulunduklarında, üçte ikiye tamamlamak için altıda bir alırlar. Bunlar ana baba bir kız kardeşle beraber olduklarında oğul kızlarının ölünün kızlarıyla beraber bulunmalarındaki gibi olur. Ana-baba bir erkek kardeş varken ve ana-baba bir kız kardeş, ana-baba bir erkek kardeşle beraber varken, bunlar mirastan yoksun kalırlar. Evvelce de açıkladığımız gibi ana-baba bir tek kız kardeş mirasın üçte ikisini tam olarak aldıklarında, baba bir kız kardeşler pay alamazlar. Ancak bunlarla beraber erkek kardeş varsa, o, bunları da asabe kılar. Bunun izahı, oğlun kızları faslında geçmişti.

7- Ana bir kız kardeşler: Bunlardan bir tane olduğunda altıda bir alır. İki veya daha fazla olduklarında üçte bir alırlar. Bunun tamamı ana bir erkek kardeş faslında anlatılmıştır. [30]

 

Sebeben Farz Hisse Sahibi Olanlar:

 

Sebeben farz hisse sahibi olanlara gelince; bunlar iki şahıstır. Bunlardan biri koca, diğeri karıdır. Ölenin çocuğu ve oğlunun çocuğu olmadığında kocası malının yarısını alır. Çocuğu ve oğlunun çocuğu bulunduğunda ise, dörtte bir alır. Ölenin çocuğu ve oğlunun çocuğu olmadığında, karısı malının dörtte birini alır. Çocuğu ve oğlunun çocuğu bulunduğunda ise, sekizde bir alır. Kur'ân-ı kerîm bunu sarih olarak bildirmiştir. Zevceler bir de olsalar, birden fazla da olsalar; yerine göre dörtte biri veya sekizde biri kendi aralarında paylaşırlar. Çünkü Kur'ân-ı kerîmdeki ifade; “Onlar için” şeklindedir ki, bu da çoğul adıdır ve bu hüküm üzerinde icmâ edilmiştir. [31]

 

BİR ŞAHISTA İKİ AKRABALIK CİHETİNİN BU­LUNMASI

 

İki ayrı şahısta bulunduğu takdirde her birinin ayrı ayrı mirasçı olmasına sebep olan iki akrabalık ciheti aynı şahısta bir arada bulunursa, o şahıs bu iki cihet sebebiyle mirasçı olur ve iki mirasçı gibi kabul edilir. Çünkü bu iki akrabalık cihetinden her biri müstakil bir haketme sebebidir. Meselâ; bir kadın vefat edip geride kocasını bırakırsa, ve kocası aynı zamanda onun amca oğlu ise; kocalık sebebiyle malının yarısını, amcazâdelik sebebiyle de malın kalan kısmını alır.

Bir kadın ölür de, geride iki amca oğlu bırakırsa, bunlardan biri aynı zamanda onun ana bir erkek kardeşi ise; bu sonuncusu kardeşlik sebebiyle malının altıda birini alır. Kalan kısmı ise, iki amcazâdelik sebebiyle aralarında yarı yarıya paylaşırlar.

Bir kadın ölür de, geride iki amca oğlu bırakırsa, bunlardan biri aynı zamanda onun kocası ise; kocası malının yarısını alır. Kalan kısmı ise, kocası ve diğer amcazadesi kendi aralarında yarı yarıya paylaşırlar.

Bir erkek ölür de, geride iki kız kardeş bırakırsa, bunlardan biri aynı zamanda onu azad edense; malının üçte ikisini iki kız kardeşi kendi aralarında paylaşırlar. Kalan kısmı ise, onu azad eden alır. Bu hüküm üzerinde icmâ edilmiştir.

Kendisinde iki akrabalık ciheti bulunan ninelere gelince; Ebû Yûsuf dedi ki; 'terekenin altıda biri kelle sayısına göre nineler arasında taksim edilir.' İmam Muhammed'e göre ise, ninelerdeki akrabalık cihetlerinin sayısına göre altıda bir aralarında taksim edilir. Meselâ; ölenin iki ninesi olup bunlardan biri onun anasının anasının anası ve aynı zamanda babasının babasının anası olduğu için, kendisinde iki akrabalık ciheti varsa, diğeri ise babasının anasının anası olduğu için kendisinde bir akrabalık ciheti varsa; Ebû Yûsuf’a göre terekenin altıda birini bu iki nine yarı yarıya paylaşırlar. İmam Muhammed'e göre ise, terekenin altıda birinin üçte ikisi, kendisinde iki akrabalık ciheti bulunan nineye, üçte biri ise kendisinde bir akrabalık ciheti bulunan nineye verilir.

Bunun süreti şöyledir; Bir kadının oğlunun oğlu bu kadının kızının kızı ile evlenir de bu evlilikten bir erkek çocuk doğarsa, işte o kadın bu çocuğun hem anasının anasının anası, hem de babasının babasının anasıdır. Bahsettiğimiz bu evlilikten doğan erkek çocuk o kadının başka bir kızının kızının kızı ile evlenir de bu evlilikten bir erkek çocuk doğarsa; o kadın bu doğan çocuğun anasının anasının anasının anası ve babasının anasının anasının anası olur. Ve böylece bu kadında üç akrabalık ciheti meydana gelir.

Son misaldeki evlilikten doğan bu erkek çocuk o kadının başka bir kızının kızının kızının kızı ile evlenir ve bu evlilikten bir erkek çocuk doğarsa, o kadında dört akrabalık ciheti meydana gelir. Bu esasa göre akrabalık cihetlerini çoğaltmak mümkün olur. [32]

 

KUR'ÂN-I KERÎM'DE AÇIKLANMIŞ OLAN FARZ HİSSELER

 

Allah (cc) ın Kitab'ında beyan edilen farz hisseler; sekizde bir, altıda bir ve bunların ikişer defa iki katlarıdır: Buna göre farz hisseler altı taneye çıkmaktadır. Çünkü sekizde birin iki katı, dörtte bir; dörtte birin iki katı ise, yarımdır. Altıda birin iki katı üçte bir, üçte birin iki katı ise, üçte ikidir. Allah (cc) sekizde biri zevcenin hissesi olarak, dörtte biri zevcenin ve kocanın hissesi olarak, malın yarısını kocanın, kızının ve kız kardeşinin hissesi olarak, altıda biri ananın, babanın ve ana bir kardeşlerden bir tanenin hissesi olarak, üçte biri ananın, ana bir kardeşlerin hissesi olarak, üçte ikiyi kızların ve kız kardeşlerin hissesi olarak beyan buyurmuştur.

Malın tamamına mirasçı olmaya gelince; Allah (cc) bunu iki yerde zikretmiştir: Bunlardan birinde sarih olarak bildirmiştir:

“Bir kimse ölür de onun bir kız kardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur. Kız kardeş ölüp, çocuğu olmazsa, erkek kardeş de ona vâris olur.” [33] Diğer yerde Allah (cc) bunu teferruatlı olarak bildirmiştir.

“Eğer sadece bir kadınsa, yarısı onundur.” [34] Öyle ise, başka bir mirasçı bulunmadığında ölünün oğlu malın tamamına zarûreten ve halin icabı olarak vâris olur. Halin icabı olarak sabit olan şey, nass ile sabit olan şey gibidir.

Buraya kadar farz hisseleri anlattık. Avl ve redd hali dışında bunlardan başka bir hisse çıkmaz. Yeri geldiğinde avl ve redd mes'elelerini açıklayacağız. Yukarıdaki hisseleri almayı hakedenleri ve onların kaç hallerinin bulunduğunu açıklamış bulunmaktayız. [35]

 

ASABELER

 

Bunlar farz olan belli hisseleri bulunmayan ve farz hisse sahipleri paylarını aldıktan sonra terekenin kalanını alan, ama yalnız başlarına mirasçı olduklarında terekenin tamamını alan kimselerdir.

Asabeler; neseben ve sebeben olmak üzere iki kısımdırlar. Neseben asabeler üç grupta toplanırlar:

A- Kendi başına asabe olanlar: Ölüye nisbet edilince araya kadınlar girmeyen bütün erkeklerdir ki, bunlar dört kısımdır:

1- Ölünün cüzleri: Oğulları. Bununla alâkalı olarak Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirasta altıda bir hissesi vardır.” [36] Asabelikte oğul babadan evvel geldiğine göre, babadan sonrakilerden evleviyetle evvel gelir.

Sonra oğulların oğulları ölünün asabesi olurlar. Çünkü bunlar da oğul kelimesinin kapsamına girerler. Hz. Ebûbekir, Hz. Ali, İbn. Mes'ûd, İbn Abbâs ve Zeyd b. Sabit (r. anhum) in şöyle dedikleri rivayet edilir; 'ölüye en yakın asabe oğlu, sonra oğlunun oğludur. Baba her ne kadar oğlun oğlundan daha yakın ise de, o oğulla, oğlun oğluyla birlikte olduğundan farz hisse sahibidir. Burada tercihte müteber olan, farz hisseye değil de asabelikle mirası haketmektir. Meselâ; ana-baba bir kız kardeş ölüye her ne kadar daha yakın ve akrabalık ciheti her ne kadar daha kuvvetli ise de, baba bir erkek kardeşin oğlu onunla birlikte olduğunda mirastan pay alır.

2- Ölünün asılları: Ölünün babasıdır. Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Ölenin çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuşsa, anasına üçte bir (düşer).” [37] Yani malın kalan kısmı babanındır. Asabelikte babanın dede ve kardeşlerden daha fazla hak sahibi olduğu, bununla sübût bulmaktadır. Çünkü babadan sonrakiler, babadan sonra ölüye bağlanmaktadırlar. Ve daha sonra yukarıya doğru dedesi gelir ki, bu hususda inşâallah yeri geldiğinde anlatılacağı gibi ihtilaf vardır.

3- Ölünün babasının  cüzleri: Bunlar ölünün erkek kardeşleridir. Zira Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Kız kardeş ölüp çocuğu olmazsa, erkek kardeş de ona vâris olur.” [38] Bu âyet-i kerîme kelalede, yani babası ve çocuğu olmayan kimsenin malının tamamına erkek kardeşin mirasçı olacağını bildirmektedir.

Asabelikte erkek kardeşten sonra bunların erkek çocukları gelir.

4- Ölünün dedesinin cüz'leri: Amcaları, sonra amca oğulları, sonra dedenin amcaları, sonra bunların oğulları ve böylece sürüp gider: Çünkü bunlar derece ve yakınlıkta bu sıraya tabidirler. Evlendirme velayetinde olduğu gibi, mirasta da bu sıraya tâbi olurlar. Birden fazla asabe birlikte olduklarında ölüye en yakın olanı mirası hakeder. Zira Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur: 

“Hisseleri sahiplerine verin. Artanı da ilk sıradaki asabeye verin.” [39] Mirası haketmenin illeti, ölüye olan yakınlığıdır. Daha yakın olanda bu illet daha fazla mevcuttur. Bu nikâh bahsinde de anlatılmıştı.

Amr b. Şuayb'ın dedesinin rivayetine göre, Rasûlullah (sas) ın miras malını önce ana-baba bir kardeşe, sonra baba bir kardeşe, sonra ana-baba bir kardeşin oğluna, sonra baba bir kardeşin oğluna vermiş ve bu tatbikatı amcalıkta da yapmıştır. Bunlardan ana-baba bir olanlar, baba bir olanlardan önceliklidirler. Bunların yakınlık dereceleri daha kuvvetlidir. Çünkü bunlar hem ana hem de baba cihetinden ölüye bağlıdırlar. Bu hususda Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

“Ana-baba bir kardeşler olan benu ayan (ölen kardeşlerine) mirasçı olurlar. (Bunlar varken) benu allat olan baba bir kardeşler mirasçı olamazlar.”

Aynı derecede birden fazla asabe bir arada bulunduğunda miras malı asıllarına göre değil de kelle sayısına göre onlara taksim edilir. Meselâ; ölenin bir erkek kardeşinden bir oğul, başka bir erkek kardeşinden de on oğul varsa, miras malı on bire bölünerek her birine bir hisse verilir.

Veya ölenin bir amcasından bir oğul, başka bir amcasından da on oğul varsa; miras malı on bire bölünerek her birine bir hisse verilir.

Veya ölenin bir amcasından bir oğul, başka bir amcasından da on oğul varsa, miras malı yine on bire bölünerek her birine bir hisse verilir.

B- Başkası sebebiyle asabe olanlar: Bunlar kendi erkek kardeşleri ile beraber bulunduklarında asabe olan dört kısım kadınlardan ibarettir:

1- Ölünün oğlu ile beraber kızları,

2- Ölünün oğlu ile beraber oğlunun kızları: Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Allah (cc) size çocuklarınız hakkında erkeğe kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder.” [40]

3- Ölünün ana-baba bir kız kardeşleridir ki, bunlar da erkek kardeşleri ile asabe olurlar: Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcud ise, erkeğin hakkı iki kadın payı kadardır.” [41]

C- Başkasının bulunması ile asabe: Ölünün ana-baba bir veya baba bir kız kardeşleridir. Bunlar ölünün kızları veya oğlunun kızları ile beraber bulununca, asabe olurlar: İbn. Mes'ûd (ra) dan rivayet edilen ve evvelce geçen bir hadîs-i şerîf bunun böyle olması gerektiğini bildirmektedir.

Bunun ikinci bir gerekçesi de şu hadîs-i şerîfdir: Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

“Kız kardeşleri kızlarla beraber asabe yapınız.” Bunun misali şöyledir; ölen bir kimse geride bir kız, bir ana-baba bir kız kardeş ve bir yahut birden fazla sayıda baba bir erkek kardeş bırakırsa; malın yarısı kıza, diğer yarısı da kız kardeşe verilir. Baba bir kardeşlere bir şey verilmez. Çünkü kız kardeş asabe olunca, ana-baba bir erkek kardeş gibi olur.

Zinadan doğan çocukla, liân yoluyla nesebi reddedilen çocukların asabeleri, annelerinin velileridir: Çünkü bunların babaları yoktur. Rasûlullah (sas) liân yoluyla nesebi reddedilen çocuğu anasının nesebine bağlamış ve bu çocuk baba tarafından akrabası bulunmayan bir şahıs gibi olmuştur. Anasının akrabaları ona mirasçı olurlar, o da onlara mirasçı olur. Ölen kimse geride bir kız, bir ana ve bir de kendisini liân yoluyla reddeden bir baba bırakırsa; malının yarısı kızına, altıda biri de anasına verilir. Artan kısım da redd yoluyla kızına ve anasına verilir. Babası yokmuş gibi kabul edilir. Bu ölü bunların beraberinde bir karı veya koca bırakırsa; karı ya da koca hissesini aldıktan sonra artan kısım farz hisse ve redd hissesi olarak kızı ile anası arasında taksim edilir.

Ölen bir kimse geride anasını, ana bir erkek kardeşini ve liân yoluyla reddettiği oğlunu bırakırsa; malının üçte biri anasına, altıda bir ana bir erkek kardeşine verilir. Artanı da; anasıyla ana bir erkek kardeşine redd yoluyla verilir. Liân yoluyla reddettiği oğluna bir şey verilmez. Çünkü onun baba tarafından erkek kardeşi yoktur.

Liân yoluyla evlatlıktan reddedilen bir kimsenin oğlu ölürse, babasının kavmi ona mirasçı olurlar ki, onlar da kardeşleridir. Ama dedesinin kavmi, yani amcaları ve amca oğulları ona mirasçı olamazlar. Liân yoluyla reddedilen kimsenin mirası ile diğer mes'eleler bu esasa göre çözülür.

Veled-i zinanın miras mes'eleleri de böyledir. Yalnız bir mes'elede bunlar birbirlerinden ayrılmaktadırlar: O da şudur; veled-i zina kendi ikiz kardeşine ana bir erkek kardeş gibi mirasçı olur. Liân yoluyla reddedilen kimse kendi ikiz kardeşine ana-baba bir erkek kardeş gibi mirasçı olur.

Sebeben asabeye gelince; köle azad eden, kendi başına asabedir. Sonra sırasıyla onun asabeleri, azad ettiği kölenin de asabesi olurlar. Azad ederek asabe olan, asabelerin en sonuncusudur: Çünkü onun asabelerinin asabeleri hakiki, kendisinin o azadlıya olan asabeliği ise, hükmîdir. Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

“Vela; nesep bağı gibi bir bağdır.” Çünkü bu şahıs azad etmekle o köleye manen hayat vermiştir ki, bu doğuma benzer. Bununla alâkalı açıklama inşâallah ilgili fasılda verilecektir. [42]

 

HACB (KISMEN VEYA TAMAMEN MİRASTAN MENETMEK

 

Hacb; hacb-i noksan ve hacb-i hirman olmak üzere iki çeşittir. Hacb-i noksan, bu evvelce de açıkladığımız gibi kısmen mahrum kalmaktır. Tamamen mahrum kalmak mânasındaki hacb-i hirmana gelince; şöyle deriz: Altı kişi vardır ki, bunlar hacb ile mahcûb olmazlar: Bunlar da şu kimselerdir:

1- Baba,

2- Oğul,

3- Koca,

4- Ana,

5- Kız,

6- Karı. Zira bunların farz olan hisseleri her çeşit durumda sabittir. Çünkü kat'î delille sabittir. O da Kur'ân-ı kerîmden naklettiğimiz sahih âyet-i kerîmedir. Bunların dışındakilere gelince, onların ölüye yakın olanları, uzak olanlarını mirastan hacb eder: Meselâ; oğul, oğlun oğlunu; ana-baba bir kardeş, baba bir kardeşleri hacb eder. Ölüye bir şahıs sebebiyle bağlanan kimse arada o şahıs varken onunla beraber mirasçı olamaz. Ancak ana bir çocuklar mirasçı olurlar: Bunun izahı daha evvel geçmişti.

Misaller; ölenin kocası, ana-baba bir kız kardeşi ve baba bir kız kardeşi varsa; kocaya malın yarısı, ana-baba bir kız kardeşe diğer yarısı, baba bir kız kardeşe de altıda biri verilir. Yani bu mes'ele altı hisseden yedi hisseye avl yoluyla çıkartılır. Kocaya 3, ana-baba bir kız kardeşe üç, baba bir kız kardeşe bir hisse verilir. Baba bir kız kardeşle birlikte onun erkek kardeşi varsa, o erkek kardeş bu kız kardeşini asabe yapar ve bu mirastan hisse alamaz. Bu erkek kardeşe 'uğursuz kardeş' denilir.

Ölenin kocası, anası, babası, bir kızı ve bir de oğlunun kızı varsa; mes'elenin aslı on ikidir. Ama avl yoluyla on beşe çıkartılır ve kocaya üç, ana-babaya dört, kıza altı, oğlun kızına ise iki hisse verilir. Burada oğlun kızı ile beraber oğul da bulunsaydı, oğlun kızını asabe kılar ve mes'ele avl yoluyla on ikiden on üçe çıkardı. Bu erkek kardeşe de uğursuz kardeş denilir.

Ölenin ana-baba bir iki kız kardeşi ve bir de baba bir kız kardeşi varsa; malın tamamı farz hisse ve redd yoluyla ana-baba bir olan iki kız kardeşe verilir. Baba bir kız kardeşe bir şey verilmez. Ama beraberinde erkek kardeşi bulunsaydı, asabe olurlar ve malın farz hisselerinden artan üçte birini ikili-birli paylaşırlardı ki, bu erkek kardeşe mübarek kardeş denilir.

Gayrı müslim, katil ve köle gibi mirastan mahrum kalanlar ne hisseleri eksilterek ne de tamamen yoksun bırakarak başkalarını asla hacb edemezler: Çünkü ehliyetsiz olduklarından dolayı, bunlar mirasçı olamazlar. Ehliyetsiz olduklarından dolayı, bunların mirasçı olmalarının illeti yoktur. Bu, şartlarından birinin yok olmasıyla ortadan kalkar ve delinin satış yapmasına benzer. Bunların mirasçılık illetleri yok olunca, miras babında kendileri yok sayılırlar. İbn. Mes'ûd (ra) dan gelen bir rivayete göre; mahrum kimse başkalarının hisselerini eksilterek onları hacbeder. Bu avl mes'elesinde ortaya çıkacaktır.

Hacbedilmiş kimse başkalarını hacbeder. Ölünün babası; kız ve erkek kardeşlerini hacbeder. Onlar da annelerinin hissesini üçte birden altıda bire indirirler: Çünkü mirası haketme illeti onlar hakkında mevcuttur. Lâkin hacbedici (baba) nin bulunması sebebiyle bu illet tatbik edilemez hale gelmiştir. Şu halde hacbe uğrayan kimsenin kendisiyle birlikte mirasçı olan kimse hakkında hacbinin zuhur etmesi caizdir.

Ana-baba bir erkek ve kız kardeşler; oğul, oğlun oğlu ve baba sebebiyle düşerler. Dede hakkında ise, ihtilaf vardır: Çünkü bunlar ölüye dededen daha yakındırlar. Baba bir erkek ve kız kardeşler; ana -baba bir erkek kardeş ve ötekiler sebebiyle düşerler: Bunun sebebini açıklamıştık. Ayrıca bu hususda hadîs-i şerîf de vardır.

Ana bir erkek ve kız kardeşler; çocuk, oğlun çocuğu, baba ve dede sebebiyle düşerler: Bu hususda ittifak vardır. Çünkü bunların mirasçı olabilmelerinin şartı, ölünün kelale olarak (babası ve anası çocuğu olmaksızın) miras bırakmasıdır. Bununla alâkalı olarak Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Eğer bir erkek veya kadının ana babası ve çocukları bulunmadığı halde (kelale şeklinde) malı mirasçılarına kalırsa ve bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer.” [43] Bu âyet-i kerîmede sözü edilen kardeşlerden kasıt; ana bir kardeşlerdir. Kelale de babası, anası ve çocuğu olmayan kimse demektir. Ölenin ebeveyni ve çocukları yoksa ana bir kardeşleri ona mirasçı olabilirler.

İster baba tarafından olsun, isterse ana tarafından olsun; ninelerin hepsi anne sebebiyle düşerler: Rivayet edildiğine göre; ölünün annesi olmadığında Rasûlullah (sas) nineye altıda bir hisse vermiştir. Zira ana tarafında olan nine ana vasıtasıyla ölüye bağlanır ve onun vasıtasıyla ölüye mirasçı olur. Ama onunla beraber mirasçı olamaz. Zira evvelce de açıkladığımız gibi ölüye daha yakın olan, uzaktakini hacbeder. Burada ana nineyi, nass ile ve kıyasen hacbeder.

Baba tarafından olan nineye gelince; ölünün anası onu kıyasen değil, nass ile hacbeder. Çünkü bu nine baba vasıtasıyla ölüye bağlanmakta ve onun farz hissesine mirasçı olmaktadır. Kıyasa göre onu ananın hacbetmemesi gerekir.

Baba tarafından olan nineler baba sebebiyle düşerler: Tıpkı beraber bulunduklarında dedenin baba sebebiyle düşmesi gibi. Tarafından olmaları halinde dede sebebiyle de düşerler. Tarafından olmadığı için baba anne, dede sebebiyle düşmez. Ölen kimse geride baba, baba anne ve anne anne bırakırsa, baba anne baba sebebiyle mahcüb olur. Bu mes'elede baba anneye ne kadar hisse verileceği hususunda ihtilaf edilmiştir. Bir görüşe göre denildi ki; ona altıda bir verilir. Çünkü baba anne hacbe uğrayınca, başkasını hacbedemez.

Başka bir görüşe göre ona altıda birin yarısı verilir, denilmiştir. Çünkü o istihkak ehlindendir, hacbeder. Hacbedince de, ana ile beraber kardeşlerin mirasçı olmaları durumuna girer.

Mirasçı veya hacbedilnıiş kimseler olarak yakın olan kadınlar, uzak olan kadınları hacbederler: Mirasçı iken hacbetmesi apaçık ortadadır. Çünkü o farz olan hissesini aldıktan sonra, uzaktakine bir şey kalmaz. Ölüye yakın olan şahıs eğer hacbedilmişse, o da uzaktakini hacbeder. Bunun süreti şöyledir: ölen kimse geride baba, baba anne ve ananın anasını bırakırsa; bir görüşe göre denildi ki, malın tamamına baba mirasçı olur. Çünkü o kendi anasını hacbetmiştir. Anası da, ananın anasının anasını hacbeder. Çünkü ölüye bundan daha yakındır. Başka bir görüşe göre denildi ki; bu mes'elede ananın anasının anası altıda bir alır. Çünkü babanın anası hacbedilmiştir. Artık bunu hacbedemez. Bununla alâkalı açıklama daha evvel geçmişti. [44]

 

AVL (YÜKSELME)

 

Avl; farz sahiplerine verilen hisselerin toplamının mes'eleyi teşkil eden sayıdan fazla olmasıdır ki, farz sahiplerinin hisselerine göre haklarında bir noksanlaşma olur: Zira vasiyyet ve borçlarda olduğu gibi, farz sahiplerinin bazısını bazısına tercih etme imkânı bulunmamaktadır. Tereke hepsinin hisselerini karşılamaya yetmediği takdirde, hakları nisbtinde onlara taksim edilir ve aynı nisbette hepsinin haklarında bir eksilme meydana gelir. Allah (cc) bu hisseleri bir malda topladığına ve bu mal da o hisselerin tamamına yetmediğine göre, cem'in mutlaklığı ile amel ederek bu noksanlığın bütün hisselere yansıtılmasının kastedildiğini anlamış olduk. Nassın muktezasıyla sabit olan, nass ile sabit olan gibidir. İleride de açıklayacağımız gibi, İbn Abbâs (ra) dışında sahabîler bu hususda icmâ etmişlerdir (r. anhum).

Şunu bilmeliyiz ki, miras mes'eleleri yedi sayıya göre teşkil edilirler ki, o sayılar da şunlardır: 2, 3, 4, 6, 8, 12, 24. Bunlardan dördü avletmez. Avletmeyenler şunlardır: 2, 3, 4, 8. Üçü avleder. Avledenler de şunlardır: 6, 12, 24. 6 tek ve çift olarak 10'a kadar avledebilir. 12'ye gelince; bu 13, 15 ve 17'ye avledebilir. 24 ise sadece 27'ye avleder.

Avletmeyen mes'elelere misaller: Ölen kadın geride koca ve ana baba bir kız kardeş bırakırsa; malın yarısını kocası, diğer yarısını kız kardeşi alır. Geride koca ve baba bir kız kardeş bırakmasında da aynı şekilde taksim edilir. Bunlara iki yetim adı verilir. Çünkü bunlardan başka hiç bir mes'elede tereke birbirine eşit farz hisselere taksim edilmez.

Ölen kimse geride bir kız ve asabe bırakırsa, bu mes'ele iki üzerine kurulur. Malın yarısı kıza, kalanı da asabeye verilir. Ölen kimse geride ana bir olan iki erkek kardeş ve ana baba bir olan bir erkek kardeş bırakırsa, ana bir olan iki erkek kardeş malın üçte birini alıp yarı yarıya paylaşırlar. Kalanı ise, ana baba bir olan erkek kardeş alır.

Ölen kimse geride ana baba bir olan iki kız kardeş ve baba bir olan bir erkek kardeş bırakırsa; malın üçte ikisi iki kız kardeşin, kalanı da erkek kardeşin olur. Bu mes'ele üç üzerine kurulur.

Ölen kimse geride ana baba bir iki kız kardeşle, ana bir iki kız kardeş bırakırsa; ana baba bir iki kız kardeşe malın üçte ikisi, ana bir iki kız kardeşe ise, üçte biri verilir.

Ölen kimse geride koca, kız ve bir de asabe bırakırsa; mes'ele dört üzerine kurulur. Bir hisse kocaya, iki hisse kıza, kalan bir hisse de asabeye verilir.

Ölen kimse geride karı, kız ve bir de asabe bırakırsa, bu mes'ele sekiz üzerine kurulur: Bir hisse karıya, dört hisse kıza ve kalan üç hisse de asabeye verilir.

Avleden mes'elelere misaller: Ölen kimse geride bir nine, ana bir olan bir kız kardeş, ana baba bir olan bir kız kardeş ve baba bir olan bir kız kardeş bırakırsa; mes'ele altı üzerine kurulur: Malın altıda biri nineye, altıda biri ana bir kız kardeşe, altıda üçü ana baba bir kız kardeşe, altıda biri de baba bir kız kardeşe verilir. Ve burada mes'ele avletmeden altı sehim üzerine sahih olur. Ama ölen kimse geride bir nine, ana bir iki kız kardeş, ana baba bir olan bir kız kardeş ve baba bir olan bir kız kardeş bırakırsa, mes'ele altı üzerine kurulur: Nineye bir, ana bir iki kız kardeşe iki, ana baba bir olan iki kız kardeşe üç, baba bir kız kardeşe bir hisse verilir. Böyle olunca da mes'ele altıdan yediye avleder.

Ölen kimse geride koca, ana ve ana bir olan iki erkek kardeş bırakırsa; bu mes'ele altı üzerine kurulur: Kocaya üç, anaya bir, ana bir olan iki erkek kardeşe de iki hisse verilir. Buna ilzam mes'elesi denilir. Çünkü bu mes'elede İbn Abbâs (ra) ilzam edilmiştir. Eğer bizim dediğimiz gibi derse, iki kardeş sebebiyle anayı hacbetmiş olacaktır ki, bu onun görüşüne aykırıdır. Anaya üçte bir, iki kardeşe altıda bir verecek olursa, ananın oğullarının hissesini noksanlaştırmış olur ki, bu da onun görüşüne uymaz ve Kur'ân-ı kerîmin sarih hükmüne aykırı olur. İki kardeşe üçte bir verecek olursa, o zaman da avli kabul etmiş olur.

Ölen kimse geride koca, ana ve ana baba bir olan bir kız kardeş bırakırsa; bu mes'ele altı üzerine kurulur ama sekize avleder: Kocaya üç, anaya iki, kız kardeşe ise üç hisse verilir. İslâm tarihinde avleden ilk mes'ele budur. Böyle bir mes'ele Hz. Ömer (ra) in hilafeti zamanında ortaya çıkmış, o da bunun halli için sahabeyle istişare etmiş, İbn Abbâs (ra) da ona bu mes'eledeki hissedarların hisseleri miktarınca onlara taksimat yapmasını teklif etmiş ve böylece mes'ele altıdan sekize çıkmıştı.

Bir rivayete göre; bu mes'eleyi soranlara Hz. Ömer (ra) şöyle demişti: 'Allah (cc) ın Kitab'ında sizin için farz olan bir taksim şekli görmüyorum. Allah (cc) ın kime öncelik verdiğini bilmiyorum ki, ona öncelik vereyim. Ve kimi arka planda bıraktığını da bilmiyorum ki, onu arka planda bırakayım. Ama ben şöyle düşünüyorum; bu eğer doğru ise, Allah (cc) dandır. Yanlışsa, bendendir. Hissedarların hepsinin hisselerinde eksiltme yapmayı düşünüyorum.' Böyle dedikten sonra avl yoluyla taksimat yapmış ve bunda hiç kimse ona muhalefet etmemişti.

Hz. Osman (ra) ın zamanına gelindiğinde İbn Abbâs (ra) bu mes'elede muhalefetini ortaya koyarak şöyle dedi; 'Allah (cc) ın mirasta öncelik verdiği kimselere öncelik verseler, onun geri planda bıraktığını geride bıraksalar; hiç bir farz hisseli mes'ele avletmez.' Kendisine, mirasta Allah (cc) ın kimlere öncelik vermiş ve kimleri de geride bırakmış olduğu sorulduğunda da, şu cevabı vermişti; 'koca, karı, ana ve nine Allah (cc) ın öncelik verdiği kimselerdendir. Allah (cc) ın geri planda bıraktığı kimselere gelince; onlar da kızlar, oğlun kızları, ana baba bir kız kardeşler ve baba bir kız kardeşler. Bunlar bazan farz hisse alırlar, bazan da asabe olurlar. İşte bu dört kimsenin hisselerinde (avl için) elsiltme yapılabilir.'

Böyle dedikten sonra sözlerine şunları eklemişti: 'Allah (cc) dilerse, isteyen kimse ile bu hususda mübâhele ederim.' [45] Başka bir rivayette anlatıldığına göre şöyle demiştir; 'Alec çölünün kumlarını sayan bir kimse (deli) dahi bir terekeyi ikide bir, ikide bir, üçte bir şeklinde taksim etmez.' Kendisine, bunları Hz. Ömer (ra) zamanında neden söylemediği sorulunca da, 'Ömer (ra) heybetli idi, ondan korktum' cevabını vermiştir. Başka bir rivayete göre de şu cevabı vermiştir; 'o zaman bunları söylememe Ömer (ra) in kırbacı mâni olmuştu. Çünkü bu hususda kesin delilim yoktu.'

O zaman İbn Abbâs (ra) Hz. Ömer (ra) e karşı çıkmamıştı. Çünkü onunki bir içtihaddı. Hz. Ömer (ra) in bu içtihadında kendisine yenik düşeceğinden emin değildi. Ama kuvvetli bir delili olsaydı, Hz. Ömer (ra) in karşısında elbette ki, suzmazdı. Hz. Ömer (ra) e muhalefet ettiğinde buna mübâhele mes'elesi dendi.

Ölen kimse geride koca, ana ve baba bir iki kız kardeş bırakırsa, mes'ele altı üzerine kurulur ve sekize avleder. Ölen kimse geride koca, ana ve müteferrik üç kız kardeş bırakırsa, mes'ele altı üzerine kurulur, dokuza avleder: Kocaya üç, anaya bir, ana bir kız kardeşe bir, ana baba bir kız kardeşe üç, baba bir kız kardeşe bir hisse verilir. Böylece kız kardeşlere üçte iki verilmiş olur.

Ölen kimse geride koca, ana, ana bir iki kız kardeş ve ana baba bir iki kız kardeş bırakırsa, mes'ele altı üzerine kurulur ve ona avleder: Kocaya üç, anaya iki, ana bir iki kız kardeşe bir, ana baba bir iki kız kardeşe dört hisse verilir. Buna ümm-ü ferrûh (piliç anası) mes'elesi denilir. Çünkü bu avli en fazla olan meselelerdendir. Buna Şüreyhiyye mes'elesi de denilir. Çünkü ilk olarak bu mes'ele hakkında hüküm veren Kadı Şüreyh'dir.

Ölen kimse geride karı, ana baba bir iki kız kardeş ve baba bir erkek kardeş bırakırsa, mes'ele tam ve doğru olarak on iki üzerine kurulur.

Ölen kimse geride karı, nine ve ana baba bir iki kız kardeş bırakırsa; mes'ele on iki üzerine kurulur ve on üçe avleder: Karıya üç, nineye iki, iki kız kardeşe dörder hisse verilir.

Ölen kimse geride karı, ana bir iki kız kardeş ve ana baba bir iki kız kardeş bırakırsa, mes'ele on iki üzerine kurulur ve on beşe avleder: Karıya üç, ana bir iki kız kardeşe ikişer, ana baba bir iki kız kardeşe ise, dörder hisse verilir.

Ölen kimse geride karı, ana, ana bir iki kız kardeş, ana baba bir iki kız kardeş, bırakırsa, mes'ele on iki üzerine kurulur ve on yediye avleder: Karıya üç, anaya iki, ana bir iki kız kardeşe ikişer, ana baba bir iki kız kardeşe ise dörder hisse verilir.

Ölen kimse geride üç karı, iki nine, ana bir dört kız kardeş ve ana baba bir sekiz kız kardeş bırakırsa, mes'ele on iki üzerine kurulur ve on yediye avleder. Bu mes'eleye içinde erkek bulunmadığı için ümm-ü eramil (dullar anası) adı verilir ve bu yolu bulunmaz meselelerdendir. Meselâ; bir erkek öldü: Geride on yedi dinar ve on yedi de kadın bıraktı. 'Bu kadınlardan her birine bir dinar isabet etti' denilir.

Ölen kimse geride bir karı, ana baba bir oğul bırakırsa; bu mes'ele yirmi dört üzerine kurulur ve hesap tam çıkar. Ölen kimse geride bir karı, ana, baba ve iki kız bırakırsa; mes'ele yirmi dört üzerine kurulur ve yirmi yediye avleder: Karıya üç, ana babaya sekiz, iki kıza da on altı hisse verilir. Buna da minberiye mes'elesi denilir. Çünkü Hz. Ali (ra) minberde bulunduğu sırada bu sual kendisine sorulmuş ve o da hemen; 'sekizde biri dokuz oldu' diyerek hutbesine devam etmişti. Bu mes'elede ana ve baba yerinde nine ve dede olsaydı, taksimat aynı olurdu. İki kızın yerinde bir kız ve oğlun kızı olsaydı, taksimat yine aynı olurdu.

Ölen kimse geride karı, ana, ana bir iki kız kardeş, ana baba bir iki kız kardeş ve gayrimüslim yahut katil ya da köle bir oğul bırakırsa, mes'ele on iki üzerine kurulur ve on yediye avleder: Zira evvelce de açıkladığımız gibi mirastan mahrum kalan ki, o da oğuldur başkasını hacbedemez.

İbn. Mes'ûd (ra) a göre oğul zevcenin hissesini dörtte birden sekizde bire düşürür. Bu mes'ele yirmi dört üzerine kurulur ve otuz bire avleder: Zevceye sekizde bir; yani üç, anaya altıda bir; yani dört, ana bir iki kız kardeşe toplam üçte bir; yani sekiz, ana baba bir iki kız kardeşe üçte iki; yani on altı hisse verilir ve bu mes'eleye 'İbn. Mes'ûd (ra) un otuzlusu' denilir.

Şunu bilmeliyiz ki; altı üzerine kurulan bir mes'ele ona yahut dokuza yahut sekize avlederse; ölen kesinlikle  kadındır. Yediye avlederse; ölü ya erkektir veya kadındır. On iki üzerine kurulan bir mes'ele on yediye avlederse, ölü erkektir. On üç veya on beşe avlederse; ölü kadın veya erkek olabilir. Yirmi dört üzerine kurulan bir mes'ele yirmi yediye ve İbn. Mes'ûd (ra) a göre otuz bire avlederse, ölü erkektir. [46]

 

REDD

 

Redd, avlin zıddıdır. Muayyen hisse sahiplerine hisseleri verildikten sonra geriye hisse kalır ve bunu alacak bir asabe bulunmazsa, geri kalan hisse yine muayyen hisse sahiplerine hisseleri miktarınca geri çevrilip verilir. İşte buna redd denmektedir. Ancak karı ile kocaya redd yapılamaz: Bu Hz. Ömer (ra), Hz. Ali (ra), İbn. Mes'ûd (ra) ve İbn Abbâs (ra) ın görüşleridir. Hz. Osman (ra) ın karı ve kocaya da redd yaptığı rivayet edilir. Ancak bu râvinin bir vehmidir. Şu kadar var ki; Hz. Osman (ra) ın başkasına değil, kocaya redd yaptığı sahih bir rivayette bildirilmiştir. Bunu da şöyle tevil edebiliriz: Onun kendisine redd yağtığı koca ölen karısının amcasının oğlu olduğu için, Hz. Osman (ra) artan hisseyi asabe sıfatıyla ona vermiştir. Zevceye gelince; bir kimsenin ona redd yaptığı hakkında bir nakil mevcut değildir.

Zeyd b. Sabit (ra), 'hisselerden artan tereke beytü'l- male bırakılır’ demiştir. İmam Mâlik ile İmam Şafiî de bu görüştedirler. Bizim bu hususdaki delilimiz ise, şu hadîs-i şerîfdir:

“Bir kimse (ölüp de geride) bir mal veya hak bırakırsa, bu onun mirasçılarınındır.” Akrabalık kalan mirasın tamamını haketmenin illetidir. Zira mal sahibi ölmüş ve artık o mala ihtiyacı kalmamıştır. Bu mal bir kimseye intikal etmezse, sahipsiz kalır. Bu malı almaya insanlar arasında öncelikli olanlar, ölünün yakınlarıdır. Onlar bu malı akrabalık sebebiyle bir ihsan olarak alma hakkına sahip olurlar. Ancak bir mirasçı başka mirasçıların da bulunması halinde o malın tamamını alma hakkına sahip olamaz. Çünkü onların da bu malı alma hakları vardır. Tek mirasçı yalnız kaldığında mirasın tamamını alma hakkına sahip olur. Şu halde başka mirasçıların da mevcud olmaları halinde bir mirasçı hissesi kadarını miras olarak almalıdır. Yalnız başına kaldığında artan kısmı da alır.

Karı-kocaya gelince; bunların ölüye olan akrabalıkları kısıtlıdır. Ancak kendi hisseleri miktarınca mirastan pay alma hakkına sahip olurlar ki, diğer akrabalara nisbetle mertebelerinin düşüklüğü ortaya çıkmış olsun. Ayrıca karı-kocalık ölümle son bulduğuna göre, miras sebebi de ortadan kalkar. Aslında mirasçı olmamaları gerekir. Ancak Kur'ân-ı kerîmin sarih hükmü sebebiyle biz onlara farz hisseleri verdik. Bundan fazlası onlara verilmez.

Şunu bilmeliyiz ki; kendilerine redd yapılanlar toplam olarak yedi kişidir: Ana, nine, kız, oğlun kızı, ana baba bir kız kardeşler, baba bir kız kardeşler ve ananın çocukları.

Redd; bir cins, iki cins ve üç cins kimseler üzerinde meydana gelir: Bundan fazlası olamaz. Üzerine redd yapılan hisseler dört tanedir: 2, 3, 4, 5. Sonra bir mes'elede kendisine redd yapılmayanlar ya bulunur ya da bulunmaz. Bulunmazsa, kendilerine redd yapılanlar ya bir cins olurlar, ya da daha fazla cins olurlar. Bir cins olduklarında tereke bunların sayısına bölünür. İki veya daha fazla cins olduklarında mes'ele bu farz sahiplerinin hisseleri toplamından olur. Fazla geleni düşürmek gerekir: Buna şu misalleri verebiliriz: Ölen kimse geride bir nine bir de ana bir kız kardeş bırakırsa, nineye altıda bir, ana bir kız kardeşe de altıda bir verilir. Kalan, hisseleri nisbetinde kendilerine redd yoluyla verilir. Mes'eleyi bu hissedarların sayısına göre kurmalıyız ki, o da ikidir. Çünkü ikisi de farz hisse bakımından birbirlerine eşittirler. Bu mes'elenin asıl kuruluş sayısı altıdır. Ama redd yoluyla ikiye döner.

Ölen kimse geride bir nine ve ana bir iki kız kardeş bırakırsa; nineye altıda bir, iki kız kardeşe üçte bir verilir. Bu mes'ele hissedarların sayısı üzerine, yani üç üzerine kurulur.

Ölen kimse geride bir kız ve bir de ana bırakırsa; kıza üç, anaya bir hisse verilir ve bu mes'ele hisselerin sayısı, yani dört üzerine kurulur.

Ölen kimse geride dört kız ve bir ana bırakırsa, kızlarına altıda dört, anasına altıda bir verilir. Bu mes'ele hissedarların sayısına, yani beş üzerine kurulur. Beşde dördü kızlarına, beşde biri de anasına verilir.

Mes'elede kendisine redd yapılamayan kimse (koca veya karı) varsa, diğer mirasçılar da aynı cinsden iseler; kendisine redd yapılmayana hissesini paydanın en azından vermeli, sonra kalan malı hesap tam çıkıyorsa kendilerine redd yapılan kimselerin sayısına göre taksim etmeliyiz. Mes'elâ, ölen kimse geride koca ve üç kız bırakırsa, mes'eleyi dört üzerine kurup kocaya farz hissesi olan dörtte biri, kalan dörtte üçü de kızlara vermeliyiz. Onlar da üç tane oldukları için, her birine bir hisse verilmiş ve böylece mes'ele tam ve doğru çıkmış olur. Ama mes'ele onların sayısına uygun olarak tam çıkmıyorsa, kendilerine redd yapılanların sayısı ile onların hisselerinin sayısı arasında muvafakat varsa; kendilerine redd yapılanların sayısının vıfkını, kendilerine redd yapılmayanın paydasıyla çarparız.

Meselâ; ölen kimse geride koca ve altı kız bırakırsa, mes'ele dört üzerine kurulup, kocaya dörtte bir verilir. Geride dörtte üç kalır ki, bunu altı kıza kesirsiz olarak taksim etmek mümkün değildir. Ama kızların sayısı ile kalan mal, yani üçte bir arasında muvafakat vardır. Şu halde kızların sayısının vıfkı olan ikiyi, kendisine redd yapılmayan kocanın hissesinin paydası, yani dört ile çarparak sekizi elde ederiz. Buna göre kocaya iki hisse verilir. Geride altı hisse kalır ve bu da altı kıza birer hisse verilerek tamamlanır. Ama kendilerine redd yapılmayanların sayısı ile kalan hisse arasında muvafakat yoksa, meselâ; ölen kimse geride koca ve beş kız bırakırsa; kızların sayısı olan beşi, kendisine redd yapılmayan kocanın hissesinin paydası, yani dörtle çarparak yirmiyi elde ederiz. Buna göre kocaya yirmide beş, geri kalan yirmide on beşi de beş kıza veririz. Bunların da her birine yirmide üç düşer. Mesele de tam ve doğru neticeye ulaşır.

Kendisine redd yapılmayan şahıs kendilerine redd yapılan iki veya üç cins mirasçı ile beraber bulunduğunda, kendisine redd yapılmayana farz hissesi verilir. Kalan kısım eğer tam netice verecekse kendisine redd yapılmayanın mes'elesine göre taksim edilir. Ama tam netice vermeyecekse, kendilerine redd yapılanların bütün mes'elesi kendisine redd yapılmayanın paydasıyla çarpılır. Çıkan sayıya göre mes'ele kurulursa; kesirsiz ve doğru bir taksimat yapılmış olur. Sonra kendisine redd yapılmayanın hisse sayısı kendilerine redd yapılanların mes'elesiyle çarpılır. Kendilerine redd yapılanların hisse sayısı da, kendisine redd yapılmayanın farz hissesinin paydasıyla çarpılır.

Kendilerine redd yapılanların iki cinsden olmasının misali: Ölen kimse geride karı, dört nine ve ana bir altı kız kardeş bırakırsa; karıya dörtte bir hisse verilir. Geride dörtte üç kalır. Kendilerine redd yapılanların hisse sayısı da üçtür. Mesele böylece tama çıkar.

Kendilerine redd yapılanların üç cinsden olmasının misali: Ölen kimse geride dört karı, dokuz kız ve altı nine bırakırsa; terekenin sekizde biri dört karıya paylaştırılır. Geride sekizde yedi hisse kalır ki, kendilerine redd yapılanların hisse sayısı beştir. Beş ile sekiz arasında ne muvafakat vardır, ne de taksimat kusursuz yapılabilir. Şu halde beşi sekizle çarpar, kırkı elde ederiz. Daha sonra kendilerine redd yapılanların hissesi olan biri, kendilerine redd yapılanların mes'elesi olan beş ile çarpar ve beş neticesini elde ederiz. Demek ki, kendisine redd yapılmayana kırkda beş hisse verilir. Kendilerine redd yapılanların hisse sayısı olan beş, kendisine redd yapılmayan hissenin mahreci olan yedi ile çarpılır ve otuz beş rakkamı elde edilir. Buna göre kızlara otuz beşin beşde dördü olan yirmi sekiz hisse, ninelere de otuz beşin beşte biri olan yedi hisse verilir.

Başka bir misal: Ölen kimse geride bir karı, bir kız, bir oğul kızı ve bir nine bırakırsa; karıya sekizde bir hisse verilir. Geride ise sekizde yedi hisse kalır. Kendilerine redd yapılanların hisse sayısıysa beştir. Beş ile yedi arasında ne muvafakat vardır, ne de kusursuz bir taksimat yapılabilir. Öyle ise beş ile sekiz çarpılarak kırk rakkamı elde edilir: Karıya beş, kıza yirmi bir, oğul kızına yedi, nineye yedi hisse verilir ve mes'ele tam çıkar.

Mes'ele hisse sahipleri sayısına göre tashih edilmek istendiğinde yukarıdaki usûle uyulur. Doğrusunu Allah (cc) bilir. [47]

 

DEDENİN KARDEŞLERLE MİRAS PAYLAŞMASI

 

Aralarında Hz. Ebûbekir, İbn Abbâs, Übeyy b. Kâb ve Hz. Âişe (r. anhum) nin de bulunduğu çoğu sahabîler; babanın yokluğunda dedenin de baba mertebesinde olduğunu söylemişlerdir. Baba ile birlikte mirasçı olanlar, dede ile birlikte de mirasçı olurlar. Baba sebebiyle mirastan düşenler, dede sebebiyle de düşerler. Bu Ebû Hanîfe'ye göredir. O iki mes'ele dışında dedeyi babanın yerine koymuştur. O iki mes'ele de; ölenin geride koca veya karı ve anası ile babasını bırakmasıdır. Bu daha evvel anlatılmıştı. Hasan b. Ziyad'ın Ebû Hanîfe'den rivayetine göre; o, bu iki mes'elede de dedeyi babanın yerine koymuştur. Bu iki mes'ele hakkında Hz. Ebûbekir (ra) den iki rivayet nakledilmiştir. Hz. Ali (ra), İbn. Mes'ûd (ra) ve Zeyd b. Sabit (ra) dediler ki; 'dede, ana-baba bir kardeşleri ve baba bir kardeşleri mirastan düşürmez. Bunlar onunla birlikte de mirasçı olurlar.'

Ancak sahabîler kardeşlerin dede ile beraber mirasçı olmalarının keyfiyetinde ihtilaf etmişlerdir. Bizim bu kitabımız onların bu hususdaki kavillerini ve o kavillerden çıkan teferruatı kapsayacak kadar geniş değildir. Lâkin İmameyn'in bu hususdaki kavillerini bilmeye ihtiyacımız olduğundan, biz burada Zeyd b. Sabit (ra) in mezbebini anlatacağız. Çünkü İmameyn bu mes'elede onun kavillerini benimsemişlerdir:

Zeyd (ra) in bu hususda söylediklerini duyduğunda İbn Abbâs (ra) şöyle demiştir; 'Zeyd Allah (cc) dan korkmuyor mu? Oğlun oğlunu oğlun yerine koyuyor da, babanın babasını babanın yerine koymuyor?’ Bu hususda muhtar olan görüş, Hz. Ebûbekir (ra) in görüşüdür. Çünkü onun söylediği tereddüt ve duraksamadan uzaktır. Bu mes'elede ondan çelişkili rivayetler gelmiş de değildir. Çelişkili rivayetler başkalarından gelmiştir. Bu hususda Hz. Ali (ra) şöyle demiştir; 'cehennemin dibine inmek isteyen kimse; dede ve kardeşler (in mirası) hakkında hüküm versin'

Ubeyd es- Selmanî, Hz. Ömer (ra) in dede (nin miras payı) hakkında birbirine benzemeyen yüz hüküm verdiğini rivayet etmiştir. Yine Ubeyd es- Selmanî'den rivayet edildiğine göre; Hz. Ömer (ra) ashabı bir evde toplayarak onlara; 'dede (nin miras payı) hakkında bir karara varmamız gerekir' dedi. Adamın biri kalkıp; 'Rasûlullah (sas) ın dede için altıda bir hükmettiğine şehâdet ederim’ dedi. Hz. Ömer (ra); 'peki, kiminle beraber?' diye sordu. Adam; 'bilmiyorum' deyince, Hz. Ömer (ra); 'bilmez ol!' dedi. Bir başkası kalkıp aynı şeyleri söyleyince, Hz. Ömer (ra) ona da aynı cevabı verdi. O esnada evin tavanından bir yılan düştü ve ashab bir karara varamadan dağıldılar. Hz. Ömer (ra) de; 'bu ihtilafın ortadan kalkmasına Allah (cc) razı olmadı' dedi.

Hz. Ali (ra) nin bu hususda şöyle dediği rivayet edilir: 'Ferâiz mes'elesini bize sorun. Ama dede mes'elesini bırakın. Allah (cc) o mes'eleye ne selâmet ne de sevinç versin' [48] Saîd b. Müseyyeb (ra) in de buna benzer bir şey söylediği rivayet edilmiştir.

Şunu bilmeliyiz ki; mirasçı sahih dede ancak bir tanedir ve o da baba tarafından gelen dedir. Yakındaki dede, uzaktaki dedeyi mirastan düşürür. Zeyd b. Sabit (ra) dedi ki; 'dede ve kardeşler bir arada bulunduklarında dede onlardan biri gibi olup, paylaşma onun hissesini terekenin üçte birinden eksiltmedikçe, onlarla beraber paylaşır. Ama eksiltme o zaman terekenin üçte birini alır. Artan kısım da kardeşler arasında erkeğe iki, kıza bir hisse verilerek paylaşılır. Meselâ: Ölen kimse geride bir dede ve bir erkek kardeş bırakırsa, bu ikisi malı yarı yarıya bölüşürler. Çünkü bu şekilde paylaşması dedenin yararınadır.

Ölen kimse geride bir dede ve iki erkek kardeş bırakırsa; tereke üçe taksim edilerek her birine birer hisse verilir. Dede bu şekilde de paylaşsa, farz hissesi olan üçte biri de alsa, kendisi için netice aynı olacaktır.

Ölen kimse geride bir dede ve üç erkek kardeş bırakırsa; dede malın üçte birini alır. Kalan tereke üç kardeşe taksim edilir. Çünkü farz hissesini almayıp üç kardeşle birlikte paylaşırsa, farz hissesi olan üçte birden az almış olacaktır. Onlarla beraber farz hisse sahibi varsa, hissesi verilir, sonra diğerlerine bakılır.

Dedenin üç hali vardır:

1- Ölünün kardeşleri ile eşit paylaşması,

2- Kalanın üçte birini alması,

3- Terekenin tamamının altıda birini alması. Bu üç halden hangisi kendisi için faydalı ise, ona göre payını alır. Kalanı kardeşler erkeklere iki, kızlara bir hisse olmak üzere kendi aralarında paylaşırlar.

Meselâ: Ölen kimse geride koca, bir nine ve bir erkek kardeş bırakırsa; koca malın yarısını alır. Kalan kısmı da dede ve kardeş kendi aralarında eşit olarak paylaşırlar. Zira bu durumda kardeşle eşit hisse alması onun için daha faydalıdır.

Bu mes'elede koca yerine karı olsaydı; yine aynı usul tatbik edilirdi.

Ölen kimse geride bir nine, bir dede, iki erkek kardeş, bir de kız kardeş bırakırsa; nineye altıda bir, dedeye de kalanın üçte biri verilir. Çünkü dede için bu daha faydalıdır.

Ölen kimse geride bir nine, bir kız, bir dede ve iki erkek kardeş bırakırsa; nineye altıda bir, kıza terekenin yarısı, dedeye altıda bir verilir. Çünkü bu dede için daha faydalıdır.

Ölen kimse geride geride koca, ana, bir dede ve bir erkek kardeş bırakırsa; terekenin yarısı kocaya, üçte biri anaya, kalan ki, o da altıda birdir dedeye verilir. Erkek kardeş mirastan düşer.

Dede ile beraber bulunduklarında baba bir kardeşler, ana-baba bir kardeşler gibidirler. Bunlar ana-baba bir kardeşlerle ve dede ile beraber bulunurlarsa, dedeye karşı onlarla birlikte sayılırlar ki, dedenin payı ortaya çıksın. Buna sayım faslı denilir. Dede payını alınca, baba bir kardeşler kendilerine düşen hisseleri ana-baba bir kardeşlere redd eder ve kendileri pay almadan bu işten çıkarlar. Ancak ana-baba bir kardeşlerden biri kız ise, o dedenin payını almasından sonra terekenin yarısını alır. Geriye bir şey kalırsa, onu baba bir kardeşler alırlar.

Meselâ: Ölen kimse geride bir dede, bir ana-baba bir kardeş bırakırsa; bunlar malı üç hisse üzerinden birer hisse olarak paylaşırlar. Sonra baba bir erkek kardeş payını ana-baba bir kardeşe reddeder. Böylece ana-baba bir erkek kardeş terekenin üçte ikisini almış olur. Bunlarla birlikte ölenin karısı da bulunursa, o terekenin dörtte birini alır.

Kalan da üç hisse üzerinden aralarında mezkûr şekilde taksim edilir. Baba bir erkek kardeş payını ana-baba bir erkek kardeşe redd eder. Bu mes'elede ölenin karısının yerinde kocası bulunsa, o terekenin yarısını alır. Kalan da evvelce belirtilen şekilde üç hisse üzerinden taksim edilir.

Ölen kimse geride bir dede, bir ana-baba bir kız kardeş, bir baba bir kız kardeş bırakırsa; terekenin yarısını dede alır. Diğer yarısı iki kız kardeşindir. Ama bunu ana-baba bir kız kardeş alır. Bu mes'elede baba bir kız kardeş bir değil de, iki tane olsaydı, dedeye beşte iki, ana-baba bir kız kardeşe beşte bir, baba bir kız kardeşe ise beşte iki verilir. Sonra bunlar ana-baba bir kız kardeşin hissesini terekenin yarısına tamamlamak, yani beşte iki buçuğa çıkarmak için hisselerin bir kısmını ona reddederler. Kendilerine beşte yarım hisse kalır.

Bu mes'ele aslında beş üzerine kurulur. Bunun yarısına kesirsiz ihtiyacımız olduğundan, beşi iki ile çarparak mes'eleyi on üzerine kurarız. Dedeye onda dört, ana-baba bir olan bir kız kardeşe onda iki, baba bir olan iki kız kardeşe onda dört verilir. Sonra bunlar ana-baba bir kız kardeşin hissesini terekenin yarısına tamamlamak için onda dörtten onda üçü çıkarıp ona reddederler ve kendilerine onda bir hisse kalır. Bu da kesirsiz olarak ikiye paylaştırılamayacağından, ikiyi on ile çarparak yirmi rakkammı elde ederiz ve mes'ele yirmi üzerine kurulmuş olur ve herkese hissesi kesirsiz olarak taksim edilmiş olur: Dedeye yirmide sekiz, ana-baba bir kız kardeşe yirmide on, baba bir kız kardeşlerden birine yirmide bir, diğerine de yirmide bir verilir.

Ölen kimse geride bir dede, ana-baba bir olan bir kız kardeş ve baba bir olan bir erkek kardeş bırakırsa; mes'ele beş üzerine kurulur. Erkek kardeş kız kardeşin hissesini terekenin yarısına tamamlamak için kendi payının bir kısmını ona reddeder. Kendisinde terekenin onda biri, yani beş hisse üzerinden yarım hisse kalır. Eğer bu erkek kardeşle birlikte kendisi gibi baba bir olan bir kız kardeş bulunsaydı; dedeye altıda iki hisse, ana-baba bir kız kardeşe altıda bir hisse, baba bir olan erkek kardeşle kız kardeşine altıda üç hisse verilir ve bunlar da ana-baba bir kız kardeşin hissesini terekenin yarısına tamamlamak için hisselerinin bir kısmını ona reddederler ve kendilerine altıda bir hisse kalır.

Ölen kimse geride bir dede, ana bir olan iki kız kardeş ve baba bir olan iki kız kardeş bırakırsa; dedeye üçte bir ve kız kardeş gruplarından her birine üçte birer hisse verilir. Sonra baba bir kız kardeşler hisselerini ana-baba bir kız kardeşlere redd ederler.

Ölen kimse geride ana, bir dede, ana-baba bir kız kardeş, baba bir erkek ve bir de kız kardeş bırakırsa; mes'ele altı üzerine kurulur. Anaya altıda bir hisse verilir. Kalan üçte birini dedeye vermek, dede için daha faydalıdır. Ama kalan kısmın üçte biri kesirsiz değildir. Öyle ise üçü altı ile çarparak on sekiz rakkamını elde ederiz: Anaya üç hisse, dedeye beş, ana-baba bir kız kardeşe on sekizin yarısı olan dokuz hisse verilir. Geride bir hisse kalır ki, onlar da beş kişidirler. Şu halde on sekizi beş ile çarparsak, bulacağımız doksan rakkamına göre taksimat yapıldığında netice kesirsiz olarak elde edilir. Buna; 'Zeyd' in doksanlısı' denmektedir.

Ölen kimse geride ana, dede, ana-baba bir kız kardeş ve baba bir erkek ve kız kardeş bırakırsa; mes'ele altı üzerine kurulur. Anaya altıda bir hisse verilir. Geride beş hisse kalır: Bu da altıya kesirsiz bölünemez. Öyle ise altıyı altı ile çarpar, otuz altı rakkamını elde eder, mes'eleyi buna göre kurarız: Anaya altı, dedeye kalanın üçte biri olan on, ana-baba bir kız kardeşe hisselerin tamamının yarısı olan on sekiz hisse verilir. Geride iki hisse kalır. Hal bu ki, babanın çocukları üçtür. İki üçe bölünmeyeceğine göre, üçü otuz altı ile çarpar ve yüz sekiz rakkamını elde ederiz. Mes'eleyi buna göre kurarsak, netice kesirsiz çıkar. Ancak hisselerle yüz sekiz arasında yarılamada muvafakat bulunduğu için; yüz sekizi ikiye böler, neticede elli dört çıkarır ve mes'eleyi bu rakkam üzerine kurarız.

Bunun izahı şöyledir: Burada dedenin kardeşlerle eşit hisse olarak terekeyi paylaşmasıyla kalan kısmın üçte birini alması kendisi için aynıdır. Şu halde anaya on sekizde üç hisse, dedeye de kalan kısmın üçte biri on sekizde beş hisse ana-baba bir kız kardeşe malın tamamının yarısı olan dokuz hisse verilir ve geride bir hisse kalır. Bu bir hisse de babanın çocuklarına kesirsiz olarak taksim edilemeyeceğinden, üçü on sekizle çarparız. Elde edilen elli dört sayısı üzerine mes'eleyi kurduğumuzda, hisseler hak sahiplerine kesirsiz olarak taksim edilmiş olur. Buna da 'muhtasaratü Zeydiyye mes'elesi' denilir.

Zeyd b. Sabit (ra) in ortaya koyduğu kaideden elde edilen netice kısaca şudur: Dede terekenin üçte birinden daha az almış olmayacaksa, ölünün kardeşleri ile birlikte olduğunda terekeyi onlarla eşitçe paylaşır. Farz hisse sahipleri ile beraber bulunduğunda üç halden kendisi için faydalı olana göre alır. Dedeye zarar vermek için babanın çocuğu, ana baba bir kardeşlerle birlikte hissedar olarak sayılır. Dede ile birlikte bulunan münferid kız kardeşlere farz hisse verilmez. Bunlar asabe kılınırlar. Bunların asabe olmalarına binâen Zeyd avli kabul etmez. Ancak o Ekderiyye mes'elesinde bu kaideye muhalefet etmiştir.

Ekderiyye mes'elesi şöyledir: Ölen kimse geride koca, ana, dede, baba bir ya da ana baba bir kız kardeş bırakırsa; terekenin yarısı kocaya, üçte biri anaya, altıda biri dedeye, yarısı kız kardeşe verilir. Sonra dede kendi payını kız kardeşine ekler ve elde edilen hisseleri erkeğe iki, kıza bir şeklinde onunla paylaşır.

Aslında bu mes'ele altı üzerine kurulur, sonra dokuza avleder: Kocaya üç, anaya iki, kız kardeşe üç, dedeye bir hisse verilir. Dedenin bir hissesi ile kız kardeşin üç hissesinin toplamı dört olup, bu sayı kesirsiz olarak üçe bölünemeyeceğinden, dokuzu üç ile çarpar ve elde edilen yirmi yedi rakkamına göre mes'eleyi kurduğumuzda netice kesirsiz olarak elde edilir.

Bu mes'elede erkek kardeşin yerinde kız kardeş bulunsaydı, ne avl ne de ekderiye olurdu. Çünkü o takdirde terekenin yarısı kocaya, üçte biri anaya, altıda biri dedeye verilir ve kardeş de mirasdan düşerdi.

Erkek kardeşle beraber kız kardeş bulununca, yine böyle olur. Çünkü erkek kardeş sebebiyle o kız kardeş asabe olur. Buna ekderiye denilir. Çünkü Beni Ekder kabilesinden bir kadının mirasında böyle bir durum meydana gelmişti. Ya da üç bakımdan Zeyd b. Sabit (ra) in görüşünü bulandırdığından (kedrettiğinden), buna ekderiyye mes'elesi denilmiştir. Bu mes'elede Zeyd'in görüşü üç bakımdan bulanmıştır:

1- Dede sebebiyle avletmiştir.

2- Kız kardeşe farz hisse vermiştir.

3- Farz hisseleri toplayarak onları asabelik esasına göre paylaştırmıştır. Kız kardeşe farz hisse takdir etmiş, onu asabe yapmamıştır. Çünkü ona verilecek bir şey kalmamıştır. Artık dedenin diğerleri ile eşit hisse alarak terekeyi paylaşmasının bir mânası yoktur. Çünkü hissesi altıda birden aşağı inmekte ve bizim anlattığımız usule başvurulması mecburi olmaktadır. [49]

 

NİNELER

 

Daha evvel sahih nine ile fasid nineyi, sahih ninenin bir tane iken ne kadar, birden fazla iken ne kadar miras alacağını, nineler arasında hacb ahkâmını anlatmıştık. Bu kısımda ise, ninelerin sıralarını açıklamaya çalışacağız.

Nineler şu sıraya tabidirler:

1- Ölünün iki ninesi: Anne annesi ile baba annesi; bunlar mirasçıdırlar.

2- İkisi babasının, ikisi anasının olmak üzere dört ninedir:

a- Babasının iki ninesi; baba annesi ile anne annesi.

b- Anasının iki ninesi; anne annesi ile baba annesi: Ölünün annesinin baba annesi hâriç, 2. grupdaki nineler de ölüye mirasçı olurlar. Ölüye nisbetinde iki ana arasına bir baba girdiğinden, ölünün annesinin baba annesi fasid ninedir ve mirasçı olamaz.

3- Bu grupta sekiz nine vardır:

a- Ölünün babasının babasının iki ninesi: Baba annesi ile anne annesi. Bunlar mirasçı olurlar.

b- Ölünün baba annesinin iki ninesi: Anne annesi ki bu mirasçıdır ile baba annesi. Bu mirasçı olamaz.

c- Ölünün annesinin babasının iki ninesi: Anne annesi ile baba annesi. Bunların ikisi de mirasçı olamazlar.

d- Ölünün anne annesinin iki  ninesi: Anne annesi; bu mirasçıdır. Baba annesi; bu ise mirasçı olamaz.

Bunların her birinin iki ninesi olursa, o zaman on altı nine ortaya çıkar ki, bu da dördüncü grubu teşkil eder. Bu on altı nineden her birinin iki ninesi olursa, o zaman otuz iki nine ortaya çıkar ve böylece sonsuza kadar uzayıp gider. Sabit nineler aynı hizada ve eşit dereceli ile farklı dereceli olmak üzere iki nevidir. Aynı hizadaki mirasçı nineleri tespit etmenin yolu şudur: Ninelerin sayısınca ana atılır. Sonra her defasında sonraki ana, babaya tebdil edilir ve bu işleme bir ana kalıncaya kadar devam edilir. Bunu aynı hizada bulunan beş nine üzerinde tatbik etmek için şu şekle bak ve diğerlerini kıyasla:

 

Ö

 

L

ü

Ana

Ana

Ana

Ana

Ana

Ana

Ana

Ana

Ana

Baba

Ana

Ana

Ana

Baba

Baba

Ana

Ana

Baba

Baba

Baba

Ana

Baba

Baba

Baba

Baba

 

Farklı derecedeki ninelere gelince; hacb bahsinde geçtiği gibi, yakındaki uzaktakini hacbeder. Belli sayıdaki mirasçı ninenin hizasında mirastan düşen kaç ninenin bulunduğu sorulduğunda verilen sayıyı sağ elinde tut. Sonra bundan ikiyi çıkarıp sol elinde tut. Bundan sonra sol elindeki sayıyı sağ elindeki sayı ile çarp ve çıkanı ikiye katla. Sorulan sayıyı bu sonuç rakkamından çıkar. Kalan sayı mirastan düşen ninelerin sayısıdır.

Meselâ; dört nine sorulduğunda bu sayıyı sağ elinde tut, sonra bundan iki sayısını çıkarıp sol elinde tut. Her elde ikişer sayı kaldı. Sonra ikiyi iki ile çarpıp elde edilen dört sayısını ikiye katla. Bu sekiz eder. Sorulanı, yani dördü bundan çıkar. Geride dört kalır. İşte mirastan düşen ninelerin sayısı dörttür.

Başka bir misal: Üç nine sorulduğunda üç sayısını sağ elinde tut, sonra bundan iki sayısını çıkarıp sol elinde tut. Sonra sol elindeki ikiyi sağ elindeki bir sayısı adedince ikiye katla. Bu dört eder. Sonra da sana sorulan ninelerin sayısı olan üçü dörtten çıkar. Netice bir olur. İşte mirastan bir nine düşer.

Ana tarafından olan ninelerden bir taneden fazlasının mirasçı olması düşünülemez. Çünkü ana tarafından olan sahih nine, iki ana arasına bir babanın girmediği ninedir. Şu halde mirasçı olan her ne kadar geriye doğru gitse de, ananın anasıdır. Yakındaki nine uzaktaki nineyi hacbeder. Dede bahsinde de anlattığımız gibi, sadece bir nine mirasçı olur.

Baba tarafından olan ninelere gelince; verilen şekilde de belirtildiği üzere bunlardan çok sayıdaki ninenin mirasçı olması düşünülebilir. Baba ile birlikte olduğunda ana tarafından ancak bir nine mirasçı olabilir. Çünkü baba tarafından olan nineler, baba sebebiyle hacbe uğrarlar. Dede ile birlikte ancak iki nine mirasçı olabilir: Bunlardan biri ana tarafından olan ninedir. Diğeri babanın anasıdır. Dedenin babası ile birlikte olduğunda ancak üç nine mirasçı olabilir: Bunlardan biri ana tarafından olan ninedir. İkincisi; babanın anne annesi, üçüncüsü de baba annesidir, İşte buna göre dedelerin derecesinde artış olunca, ninelerin derecesinde de mirasçı artışı olur. [50]

 

ZEVİ'L- ERHÂM

 

Ashabın büyük çoğunluğu zevi'l- erhâmın mirasçı olacağı görüşündedir. Bizim mezhebimizin görüşü de budur. Zeyd b. Sabit (ra) dedi ki; 'zevi'l- erhâma mirastan mal verilmez. Artan mal beytü'l-male konur.' İmam Mâlik ve İmam Şâfıî de böyle demişlerdir. Bizim bu hususdaki delilimiz şu âyet-i kerîmedir:

“Yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundurlar.” [51] Bu hususda Peygamber Efendimiz (sas) de   şöyle buyurmuştur:   

“Dayı, mirasçısı olmayanın mirasçısıdır.” [52] Başka bir rivayette anlatıldığına göre; Sabit b. Dehdah vefat etmiş, bunun üzerine Rasûlullah (sas) Asım b. Adiyy (ra) e;

“Kabilenizde bunun nesebini biliyor musunuz?” diye sormuş, o da; 'o daha sonra aramıza katılan bir yabancıdır' deyince, Rasûlullah (sas) onun mirasını kız kardeşinin oğlu Ebû Lübâbe Abdü'l- Münzir (ra) e vermişti.

Mirası haketmenin asıl sebebi; evvelce de açıkladığımız gibi akrabalıktır. Ancak bu akrabalık diğer akrabalıklardan daha uzakta olduğu için, mirası haketmede de onlardan sonra gelmektedir. Miras kalan malı hakeden biri bulunursa, o malı beytü'l- male devretmek caiz olmaz. Diğer müslümanlar ölüye İslâm bağı ile bağlanmakta, ama zevi'l- erhâm ona hem İslâm hem de akrabalık bağı ile bağlanmaktadır. İki cihetten bağlı olanlar, tek cihetten bağlı olanlardan daha önceliklidirler. Ana baba bir kardeşlerin, baba bir kardeşlerden öncelikli olmaları gibi.

Zevi'l- erhâm, farz hisse sahibi ve asabe olmayan akrabalardır. Bunlar asabe gibidirler. Bunlardan biri yalnız başına mirasçı olduğunda malın hepsini alır: Çünkü bunlar akrabalık bağı ile ölüye bağlanmaktadırlar ve kendileri için takdir edilmiş bir hisse de yoktur. Dolayısıyla bunlar asabe gibidirler. Yakındaki uzaktakini tıpkı asabelerde olduğu gibi, hacbeder. Hatta hangi sınıftan olursa olsun, bunların ölüye en yakın olanları öncelikli olurlar. Buna şu misali verebiliriz: Ölen kimse geride kızının kızının kızı ile anasının babasını bırakırsa, daha yakın olduğu için anasının babası öncelikli olur.

Ölen kimse geride anasının babasının babasını, halasını veya teyzesini bırakırsa; daha yakın olduğu için halası veya teyzesi öncelikli olur.

Ferâiz adlı eserde Radiyyü'd- Dîn en- Nîsaburî şunları anlatır: 'Uzakta da olsa, birinci sınıf zevi'l-erhâmdan biri varken, yakında da olsa, ikinci sınıf zevi'l- erhâmdan biri mirasçı olamaz. Aynı şekilde ikinci sınıf varken üçüncü sınıf ve üçüncü sınıf varken de dördüncü sınıf mirasçı olamaz. Fetva için muhtar olan görüş budur. Üstadlarımızın tatbik ettikleri usul; mutlak olarak birinci sınıfa öcelik vermek, sonra ikinciye, sonra üçüncüye, sonra da dördüncüye intikal etmektir. Üstad Sadr el- Kûfî, Ferâiz adlı eserinde böyle anlatmıştır. Buna göre her ne kadar aşağıya doğru inse de, kızın kızı, ananın babasından önceliklidir. [53]

 

Zevi'l- Erhâmın Sınıfları:

 

Zevi'l- erhâm dört sınıftır:

1- Ölünün cüzleri; bunlar ölünün kızlarının ve oğlunun kızlarının çocuklarıdır.

2- Ölünün kendilerine intisabı bulunan kimseler; bunlar fâsid dede ve fâsid ninelerdir.

3- Ölünün ebeveyninin cüzleri; bunlar ölünün bütün kız kardeşlerinin çocukları, bütün erkek kardeşlerinin kızları. Ana bir erkek kardeşlerin çocuklarıdır.

4- Ölünün dede ve ninesinin cüzleri; bunlar ana bir amcalar, teyzeler ve dayılardır. Bütün halalar, bütün amca kızları ve bütün bunların çocukları ve onlara aracılarla bağlı olanlardır. Bütün bunların öncelikli olanları birinci sınıftır. Çünkü usulde de olduğu gibi, doğum alâkasına bağlı akrabalık, diğer akrabalığa göre ölüye daha yakındır. Bundan sonra ikinci sınıftır (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed): İmameyn dediler ki; 'üçüncü sınıf birinciden evlâdır. Çünkü bunlar asabenin veya farz hisse sahiplerinin evladıdırlar. Zevi'l- erhâmdan aynı derecede iki kişi bir arada bulunursa, bunlardan mirasçı çocuğu olana öncelik verilir.

Ebû Hanîfe'nin bu mes'eledeki görüşünün gerekçesi şudur; ikinci sınıftaki zevi'l- erhâm cüz'iyyet bakımından ölüye daha fazla bitişiktirler. Çünkü bunlar onun asıllarıdırlar. Yakınlığın fazla derecede oluşu, açıkladığımız sebepden dolayı evlâdır, önceliklidir. Zira mirası haketmenin illeti akrabalıktır. İki akraba bir arada bulununca, daha yakın olanı tercih edilir.

Birinci sınıf zevi'l- erhâm: Bunların ölüye daha yakın olanına öncelik verilir. Meselâ; kızın kızı ile kızının kızının kızı birlikte olurlarsa, miras kızının kızına verilir. Çünkü o ölüye diğerinden daha yakındır. Birden fazla zevi'l- erhâm mevcud olup bunların ölüye yakınlıklarının derecesi eşit olursa, bunlardan mirasçı atası bulunana öncelik verilir. Çünkü onun aslı itibarıyla ölüye yakınlığı daha fazladır. Meselâ; ölünün kızının kızının kızı ile oğlun kızının kızı bir arada bulunurlarsa, miras bunların ikincisine verilir. Çünkü bu, hisse sahibinin evlâdındandır. Ölünün erkek kardeşinin kızı ile erkek kardeşinin oğlunun kızı bir arada bulunurlarsa, miras bunların ikincisine verilir. Çünkü bu, mirasçı olan bir asabenin çocuğudur.

Ölünün iki zevi'l- erhâmından biri kendi nefsi ile değil de, bir aracı vasıtasıyla ölüye bağlanıyorsa, bunların dereceleri aynı olur. Meselâ; ölünün kızının kızının kızının kızı ile oğlunun kızının kızının kızı bir arada bulunurlarsa, bunlar eşit derecededirler. Çünkü bunlardan her biri ölüye bir aracı vasıtasıyla bağlanmaktadırlar. Mirası haketmenin illeti, ölüye olan yakınlıktır. Başkası vasıtasıyla husule gelen yakınlık tercih edilmez.

Zevi'l- erhâmdan biri ölünün yakın akrabası, diğeri uzak akrabası ise, ve de bir mirasçı aracılığı ile ölüye bağlanıyorsa, yakındakine öncelik verilir. Çünkü mirası haketmenin illeti yakınlıktır. Yakınlık fazla olunca, bu illet de ağırlık kazanır. Tıpkı asabelerde olduğu gibi. Bunlar eşit dereceli olduklarında yakınlığın fazlalığı ile tercih edilirler. İşte burada da durum aynıdır. Meselâ; ölünün kızının kızının kızı ile oğlunun kızının kızının  kızı   bir arada bulunurlarsa, malı bunların birincisine verilir.

Çünkü o ölüye daha yakındır. Ölünün teyzesi ile amca kızı bir arada bulunduklarında malı teyzesine verilir. Çünkü o ölüye daha yakındır.

Zevi'l- erhâm ölüye yakınlık ve aracı vasıtasıyla ona bağlanmada eşit dereceli olduklarında bunların baba ve anaları da aynı seviyede bulunurlarsa, hepsi erkek ve hepsi kadın iseler, malı kendi aralarında eşit olarak paylaşırlar. Kimi erkek kimi de kadın ise; erkeklere ikişer, kadınlara ise birer birer hisse olmak üzere paylaşırlar. Meselâ; ölenin oğlunun kızının kızı ile oğlunun kızının kızı bir arada bulunurlarsa, malı eşit olarak paylaşırlar. Kızının kızının oğlu ile kızının kızının oğlu bir arada bulunurlarsa, malı yine eşitçe paylaşırlar. Ölünün kızının, kızının kızı ile kızının kızının oğlu bir arada bulunurlarsa, malı üç hisse üzerinden paylaşırlar; oğlan iki, kız ise bir hisse alır.

Zevi'l- erhâm ölüye yakınlık ve aracı vasıtasıyla ona bağlanmada eşit dereceli olduklarında bunların baba ve anaları muhtelif olurlarsa, Ebû Yûsuf’a göre ki bu Ebû Hanîfe'den de rivayet edilen görüştür bunların asıllarına değil de bedenlerine itibar edilir. İmam Muhamnıed'e göre ki, bu Ebû Hanîfe'den gelen iki rivayetin en meşhurudur bunların asıllarına itibar edilir. Miras kalan mal bunların asıllarına, yani kendilerini ölüye bağlayan ana veya babalarına taksim edilir. Çocukları müteaddit olduklarında bir asıl, müteaddit asıl olarak kabul edilir. Sonra onun fer' (çocuk) lerinden birine aslın mirası verilir. Bir erkek aracılığı ile ölüye bağlanan bir kadın, erkek olarak kabul edilir. Bir kadın vasıtasıyla ölüye bağlanan bir erkek de kadın olarak kabul edilir. Bunların ölüye bağlanmaları bir veya daha fazla sayıdaki baba yahut bir veya daha fazla sayıdaki ana ile olsun; farketmez. Bundan sonra her grubun hisseleri sıfatları müttefik olursa kendi aralarında eşit olarak taksim edilir. Sıfatları muhtelif olduğunda erkeklere iki, kadınlara bir hisse olmak üzere aralarında taksim edilir.

İmam Muhammed'in bu mes'eledeki görüşünün gerekçesi şudur; fer'ler mirası ancak asılları vasıtasıyla hakederler. Şu halde asılların nazar-ı itibara alınması gerekir.

Ebû Yûsuf’un bu mes'eledeki görüşünün gerekçesi şudur; zevi'l- erhâm asabelerde olduğu gibi, mirası, ölüye yakınlıkları sebebiyle hakederler. Bunlardan her biri mirası haketme esasında bağımsızdırlar. Asabelerde olduğu gibi, asılları değil de, bedenleri nazar-ı itibara alınır. Meselâ; ölünün oğlunun kızının kızı ile kızının kızının oğlu bir arada bulunurlarsa, miras malı erkeğe iki, kıza bir hisse olmak üzere ikisine pay edilir. Bu hususta icmâ vardır.

Ölen kimsenin kızının kızının kızı ile kızının oğlunun kızı bir arada bulunurlarsa; Ebû Yûsuf’a göre bedenlerine itibar edilerek malı yarı yarıya paylaşırlar. İmam Muhammed'e göre asıllarına itibar edilerek malı üç hisse üzerinden bölüşürler: Ölünün kızının kızının kızına bir, kızın oğlunun kızına iki hisse verilir. Bu ölü sanki geride kızının kızı ile kızının oğlunu bırakmıştır. Sonra oğlun payı kızına, kızın payı da kızına nakledilir.

Ölen kimse geride kızının oğlunun kızı ile kızının kızının oğlunu bırakırsa, Ebû Yûsuf’a göre mal kızının oğlunun kızına bir, kızının kızının oğluna iki hisse olmak üzere taksim edilir. İmam Muhammed'e göre kıza iki, oğlana bir hisse verilerek taksim edilir.

Ölen kimse geride kızının oğlunun iki kızı ile kızının kızının oğlunu bırakırsa; Ebû Yûsuf’a göre malın ne şekilde taksim edileceği bellidir. İmam Muhammed'e göre ise, kızının kızının oğluna malın beşte biri, kızının oğlunun iki kızından birine beşte iki, diğerine de beşte iki verilir. Bu adam ölüp de geride kızının iki oğlu ile kızının kızının kızını bırakmış gibidir.

Ölen kimse geride kızının kızının kızını, kızının kızının oğlunu, kızının oğlunun kızını ve kızının oğlunun oğlunu bırakırsa; Ebû Yûsuf’a göre malın ne şekilde taksim edileceği bellidir. İmam Muhammed'e göre ise, altı hisse üzerine babalara taksim edilir. Ölüye kadın vasıtasıyla bağlandıkları için, baştaki iki mirasçıya iki hisse verilir ve bunu da erkeğe iki, kadına bir hisse şeklinde paylaşırlar.

Sondaki iki mirasçıya gelince; bunlar ölüye erkek vasıtasıyla bağlandıklarından, dört hisse alırlar. Bunlar da bu dört hisseyi erkeğe iki, kadına bir hisse şeklinde paylaşırlar. Ancak bu hisseleri kesirsiz paylaşmaları mümkün değildir. Bundan dolayı miras malı iki gruba üç hisse üzerine taksim edilir. Bu taksimat da kesirsiz neticeye ulaşamayacağı için, üç üçle çarpılarak neticede çıkan dokuz üzerine taksimat yapılır ve kesirsiz bir taksimat elde edilir.

Bir veya daha fazla batında ihtilaf vâki olursa, Ebû Yûsuf mirasçıları ölüye bağlayan asla itibar ederek taksimat yapılması gerektiğini benimser. İmam Muhammed ise, malın vâki olan ilk ihtilaf üzerine taksimini benimser. Erkeklere isabet eden pay onların fer' (çocuk) lerine intikal eder. Kadınlara isabet eden pay, ikinci batındaki ihtilaf nazar-ı itibara alınmakla birlikte birinci batında muteber olan şekilde fer' (çocuk) lerine intikal eder. Böylece hayattaki çocuklara ulaşır ve bunların bedenleri nazar-ı itibara alınarak taksimat yapılır.

Buna şöyle bir misal verebiliriz.

 

Kız

Kız

Kız

Kız

Kız

Oğul

Kız

Kız

Kız

Kız

Oğul

Kız

Kız

Kız

Kız

O&ul

 

Ebû Yûsuf’a göre mal bu mirasçılar arasında beş hisse üzerine taksim edilir. Oğula beşte iki, kızlardan her birine beşte bir hisse verilir.

İmam Muhammed'e göre miras kalan mal on hisse üzerine taksim edilir. Birinciye bir, ikiciye dört, üçüncüye üç, dördüncüye iki hisse verilir. Çünkü ihtilaf, vukûbulan ilk batında nazar-ı itibara alınmaktadır ki, o batında bir kızın oğlu ile üç kızın kızı vardır. Mal bunlara taksim edilir. Sonra kızın oğluna isabet eden beş hisse onun kendi kızına intikal eder. İkinci batındaki üç kızdan her birine isabet eden beşte bir hisse bunların çocuklarına intikal eder ki, bunlar da bir oğul ve iki kızdır. İntikal eden mal erkeğe iki, kıza bir hisse şeklinde bunlara taksim edilir. Şu halde oğlana beşte bir buçuk, iki kıza da toplam beşte bir buçuk hisse verilir. Sonra oğlanın hissesi kızına intikal eder. İki kızın hisseleri de kendi çocuklarına intikal eder ki, onlar da bir kız ve bir oğlandır. Oğlana kadının iki misli pay verilir. Buna göre oğlana beşte bir, kıza beşte yarım hisse verilir. Beşte yarım hisse malın tamamının onda biridir. Mes'ele on üzerine kurulur ve taksimat buna göre yapılırsa, hisseler kesirsiz olarak elde edilir.

İmam Muhammed'e göre iki cihetten ölüye yakınlığı bulunan zevi'l- erhâma iki, bir cihetten yakınlığı bulunana ise bir hisse verilir. Çünkü o, mirasçıların asıllarını nazar-ı itibara almaktadır. Ebû Yûsuf’a göre bunların ikisi eşittirler. Çünkü bunlar asabe kılınma yoluyla mirastan pay almaktadırlar. Gerçek asabelerde olduğu gibi, bunların hisseleri farklı olmaz. Meselâ: Ölen kimse geride kızının kızının kızını ve kızının kızının kızını bırakır da bu sonuncusu aynı zamanda başka bir kızının oğlunun kızı ise; Ebû Yûsuf’a göre bunlar malı yarı yarıya paylaşırlar. İmam Muhammed'e göre ise bir cihetten yakınlığı bulunana bir, iki cihetten yakınlığı bulunana ise üç hisse verilir. Bunun gerekçesi daha evvel anlatılmıştı.

İki cihetten yakınlığı bulunan kızın yerinde bir oğul olsaydı, Ebû Yûsuf’a göre buna kadının iki misli pay verilirdi. İmam Muhammed'e göre bir cihetten yakınlığı bulunana üç hisse verilir. Bu hisselerden ikisi onun erkek aslı tarafından gelmektedir. Bu aslın tek evlâdı olduğu için, bu hisseler kendisine devreder. Bir hisse de onun kadın aslı tarafından gelmektedir. Bu bir hisseyi bir cihetten yakınlığı olanın elindeki bir hisseye ekler. Bu toplama neticesinde meydana gelen iki hisseyi onunla, erkeğe iki, kadına bir hisse şeklinde paylaşırlar. Çünkü bu iki hissede asılları birdir ama bedenleri üç hisse üzerinde muhteliftir. Üçü dörtle çarparız, çıkan on iki rakkamına göre taksimatı yaparsak, neticeye kesintisiz olarak varırız.

İkinci sınıf zevi'l- erhâm: Bunların öncelikli olanları, ölüye en yakın olanlarıdır. Meselâ; ananın babası, ananın anasının babası, babanın anasının babası gibi. Bu mes'elede malın tamamı ananın babasına verilir.

Ölüye yakınlıkta eşit olurlarsa, bir mirasçı vasıtasıyla ölüye bağlanmış olmaları iki rivayetten esahh olanına göre öncelik sebebi sayılmaz. Çünkü mirası haketmenin sebebi; mirasçı sebebiyle ölüye bağlanmak değil, akrabalıktır. Meselâ: Ölen kimse geride ananın anasının babasıyla anasının babasının babasını bırakırsa, bunlar eşit olurlar. Bu sınıftakilerden bir kaç mirasçı bir arada bulunurlarsa, hepsi erkek veya hepsi kadın olurlarsa, eşit hisse alırlar. Kadın erkek karışık olurlarsa, kadınlar bir, erkekler eşit hisse alırlar.

Ölüye iki cihetten yakınlıktan varsa; ananın kavmine üçte bir, babanın kavmine üçte iki hisse verilir. Meselâ; ölen kimse geride babasının anasının babasıyla anasının babasının babasını bırakırsa, ilkine üçte bir hisse, ikincisine üçte iki hisse verilir.

Ölünün babasının iki taraftan iki dedesi, aynı şekilde anasının da iki tarafdan iki dedesi varsa; baba tarafından olan iki dedesi üçte iki, ana tarafından olan iki dedesi ise, üçte bir hisse alırlar. Sonra baba tarafından olan dedelerine düşen mirasın payının üçte ikisi baba tarafından olan yakınlığı sebebiyledir. Üçte biri ise, ana tarafından olan yakınlığı sebebiyledir. Ana tarafından olan dedelerine isabet eden miras payı da böyledir.

Hasan'ın Ebû Hanîfe'den rivayet ettiği görüşe göre; baba tarafından olan dedelere isabet eden miras payının tamamı, baba tarafından olan yakınlığı sebebiyledir. Ana tarafından olan dedelere isabet eden miras payı da baba tarafından olan yakınlığı sebebiyledir. Meselâ; ölen kimse geride babasının babasının anasının babasını, babasının anasının babasının babasını, anasının babasının anasının babasını ve anasının anasının babasının babasını bırakırsa; ilk ikisine malın üçte ikisi, son ikisine ise, üçte biri verilir. Bunun sebebini açıklamıştık.

Üçüncü sınıf zevi'l- erhâm: Bunlar üç nevidir:

1- Ana-baba bir erkek kardeşlerin kızları ile ana-baba bir kız kardeşlerin çocukları ve çocuklarının çocukları.

2- Baba bir erkek kardeşlerin kızları ile, baba bir kız kardeşlerin çocukları ve çocuklarının çocukları.

3- Ana bir kız ve erkek kardeşlerin çocukları ve çocuklarının çocukları.

Mirasçılar birinci ve ikinci neviden olurlarsa; bunlar derece, yakınlık, mirasçı aracılığı ile ölüye bağlanma ve taksimat hususunda birinci sınıftaki zevi'l- erhâm gibi olurlar.

Farklı derecede olurlarsa, Ebû Yûsuf’a göre mirasçıların bedenleri nazar-ı itibara alınır. İmam Muhammed'e göre bedenleri ve asıllarının vasıfları nazar-ı itibara alınır. Ölünün mirasçıları üçüncü neviden olurlarsa; miras kalan mal asılları asılları nazar-ı itibara alınarak kendilerinin kadın veya erkek olmalarına bakılmaksızın, aralarında eşitçe paylaşırlar. Bu hususta ihtilaf yoktur. Yalnız Ebü Yûsuf’dan şaz olarak rivayet edilen görüşe göre; erkeğe kadının iki misli pay verilerek taksimat yapılır.

Mirasçılar muhtelif neviden olup derece bakımından eşit olurlarsa, ölüye bir mirasçı vasıtasıyla bağlanana öncelik verilir. Sonra Ebû Yûsuf’a göre bunlardan ana-baba bir olana birinci, baba bir olana ikinci, ana bir olana üçüncü sıra verilir. Öncelik buna göre takdir edilir.

İmam Muhammed'e göre miras malı bunların asıllarına taksim edilir ve sonra da hem aslın payı fer'ine (evlâdına) intikal eder. Meselâ; ölen kimse geride müteferrik kız kardeşlerin üç kızını bırakırsa, malın tamamı ana-baba bir kız kardeşin kızına verilir. Bu Ebû Yûsuf’a göredir. İmam Muhammed'e göre ana-baba bir kız kardeşin kızına beşte bir, ana bir kız kardeşin kızına beşte bir hisse verilir. Burada farz hisse ve redd hususunda mirasçıların asılları nazar-ı itibara alınır.

Ölen kimse geride üç müteferrik erkek kardeşlerinin kızlarını bırakırsa, Ebû Yûsuf’a göre malın tamamı ana- baba bir erkek kardeşin kızına verilir. İmam Muhammed'e göre; ana bir erkek kardeşin kızına altıda bir hisse verilir. Kalanı da ana-baba bir erkek kardeşin kızına verilir.

Ölen kimse geride baba bir kız kardeş kızıyla ana bir kız kardeş kızını bırakırsa, Ebû Yûsuf’a göre; miras malı daha kuvvetli bir makamda bulunduğu için,  birinciye verilir. İmam Muhammed'e göre; farz hisse ve redd hususunda bunların asıllarına itibar edildiğinden, birinciye dörtte üç, ikinciye dörtte bir hisse verilir.

Ölen kimse geride ana-baba bir kız kardeşin iki oğlu ile, ana bir kız kardeşin bir kızını bırakırsa; Ebû Yûsuf’a göre miras malı ana-baba bir kız kardeşin iki oğluna verilir. İmam Muhammed'e göre, kız kardeşin iki oğlu iki kız kardeş gibidir. Şu halde bu mal bu mirasçılara beş hisse üzerinden taksim edilir. Bunların çocukları derece bakımından müsavi olduklarında bir mirasçı aracılığı ile ölüye bağlanan asılları gibidirler. Meselâ: Ölen kimse geride ana bir erkek kardeşin oğlunun oğunu, ana-baba bir kardeşin erkek kardeşin kızının oğlunu ve baba bir erkek kardeşin oğlunun kızını bırakırsa; miras malı kıza verilir. Çünkü o, bir mirasçı aracılığı ile ölüye bağlanmaktadır.

Dördüncü sınıf zevi'l- erhâm: Bunların ölüye en yakın olanı öncelikli olur. Meselâ; babanın halası, dedenin halasından önceliklidir. Ölüye yakınlık dereceleri müsavi olursa, ana ve baba tarafından olan birinci, baba tarafından olan ikinci, ana tarafından olansa üçüncü sırayı alır. Öncelikleri de buna göre takdir edilir. Ana-baba bir hala, baba bir haladan ve ana bir haladan önceliklidir. Baba bir hala, ana bir amca ve haladan önceliklidir. Teyzeler ve dayılar da bu sıralamaya tabidirler. Öncelikleri buna göre takdir edilir.

Ölüye yakınlık dereceleri eşit olup, kendileri de bir cinsden iseler; erkeğe iki, kadına bir hisse olmak üzere miras malını kendi aralarında paylaşırlar.

Halalık ve dayılık yahut teyzelik gibi iki cins bir arada bulunduğunda; sayı, erkeklik ve kadınlık nazar-ı itibara alınmadan miras malı halalık tarafına üçte iki, dayılık tarafına üçte bir hisse verilerek taksim edilir. Meselâ; ölen kimse geride bir hala ile on dayı bırakırsa; halaya üçte iki, on dayının hepsine de üçte bir hisse verilir.

Ölen kimse geride bir hala, bir dayı veya teyze bırakırsa; halaya üçte iki, teyze (veya dayıya) üçte bir hisse verilir. Kıyasa göre dayıya ve teyzeye bir şey verilmemesi gerekir. Çünkü ölünün babası aracılığı ile gelen akrabalık daha kuvvetlidir. Nitekim baba bir hala varken ana bir halaya bir şey verilmez. Ancak biz ashabın icmâı sebebiyle burada kıyası terkettik. Ashâb halaya üçte iki, teyzeye üçte bir hisse verilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Hala baba aracılığı ile akraba olduğu için, baba gibidir. Teyze de ana gibidir. Bu durumda ölen kimse geride babasıyla anasını bırakmış gibi olmaktadır. Miras malı aralarında babaya üçte iki, anaya üçte bir hisse verilerek üç hisse üzerine taksim edilir. Mirasçı olarak hala ile teyzenin bulunması halinde de aynı ölçülere göre taksimat yapılır. Mezkûr mes'elede ise, hüküm bunun hilâfınadır. Çünkü halaların hepsi baba tarafındandırlar. Baba bir halalık, ana bir halalıktan daha kuvvetli bir makamdadır. Dolayısıyla amcalarda da olduğu gibi ana bir hala, baba bir hala ile birlikte olduğunda mirastan pay alamaz.

Bir cinsdeki iki cihet yakınlığı bulunan, başka bir cinsdeki tek cihet yakınlığı bulunan zevi'l- erhâmı mirastan hacbedemez. Zira ashâb mirası mutlak olarak hala ile teyze arasında üç hisse üzerine taksim etmişlerdir. Bu icmâ mutlaklığı üzere câri olur. Meselâ; ana-baba bir hala ile baba bir teyze bir arada bulunduklarında halaya üçte iki, teyzeye üçte bir hisse verilir.

İbn. Semmâa'nın Ebû Yûsuf’dan rivayet ettiği görüşe göre; malın tamamı halaya verilir. Ana-baba bir teyze ile baba bir hala bir arada bulunduklarında hüküm yine böyledir. Ebû Yûsuf’dan rivayet edilen bir görüşe göre; bu takdirde malın tamamı teyzeye verilir.

Baba tarafından iki cins, ana tarafıdan da iki cins zevi'l- erhâm bir arada bulunduklarında malın üçte ikisi babanın iki yakınına, üçte biri de ananın iki yakınına verilir. Sonra babanın yakınlarına isabet eden malın üçte ikisi onun babasının yakınına üçte biri anasının yakınına verilir. Ananın yakınlarına isabet eden mal da böyle taksim edilir. Meselâ; babanın halası ile teyzesi, ananın da halası ve teyzesi bir arada bulunurlarsa, ölenin malının üçte ikisi iki halaya, üçte biri de iki teyzeye verilir. Sonra üçte ikinin de üçte ikisi babanın halasına, üçte biri de ananın halasına verilir. İki teyzeye verilen üçte birin üçte ikisi babanın teyzesine, üçte biri de ananın teyzesine verilir. Ancak bu malı üç hisse üzerine taksim ettiğimizde, hisseler kesirli olacağından dolayı, üç ile üçü çarpıp dokuz hisseyi bulmak süretiyle dokuz hisse üzerinden taksim edersek, netice kesirsiz olarak elde edilir.

Bu sınıfların çocukları da babalarının yokluğunda bu anlattığımız mes'elelerin tamamında babalarının hükmündedirler. Tevfik Allah (cc) dandır. [54]

 

VELA

 

Velâ; sözleşme ile meydana gelen velâ ve köle azad etmekle meydana gelen velâ olmak üzere iki çeşittir. Bunların süret ve hükümlerini velâ bahsinde anlatmıştık. Bu fasılda velânın mirasla alâkalı hükümlerini anlatacğız. Evvelâ köle azadından doğan velâ-i itakayi ele alıyoruz:

Azadlı köle veya cariye ölür de neseben asabesi yoksa, onu azad etmiş olan efendisi ona asabe olur. Zira Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:  

“Velâ hakkı azad edenindir.” [55]

“Velâ, neseb bağı gibi bir bağdır.” [56] Hz. Hamza (ra) nın kızının azad ettiği bir köle vefat etmiş ve geride bir kızı kalmıştı. Rasûlullah (sas) da onun malının yarısını kızına, diğer yarısını da Hz. Hamaza (ra) nın kızına vermişti.

Adamın biri kölesini Rasûlullah (sas) ın yanında azad etmiş, Rasûlullah (sas) da ona şöyle buyurmuştu:

“Eğer sana teşekkür ederse, (bu ihsandan dolayı sana mükâfat verirse) bu onun için hayırlı, senin için ise, kötü olur (dünyada bu iyiliğin kısmen de olsa karşılığını gördüğün için, âhirette sevabın azalır). Eğer sana karşı nankörlük ederse, bu onun için kötü, senin için hayırlı olur (çünkü sen sevabın tamamını ahirette bulursun. Ona gelince; nankörlük etmesi Şer’an yerilmiş bir iştir). O ölür de, geride mirasçı bırakmazsa, sen kendin ona asabe olursun.”

Alt tabakadaki (azadlı) üst tabakadakine (azad edene) mirasçı olamaz. Çünkü ikisinin arasında akrabalık yoktur. Velâ bağı, azad ederek kölesine ihsanda bulunduğu için, üst seviyedeki şahıs (azad eden efendi) hakkında neseb gibi kabul edilmiştir. Çünkü azad etmekle o kölesinin manen hayat bulmasına sebebiyet vermiştir. Dolayısıyla bir ikram olsun diye mirası haketmekle mükâfatlandırılmıştır. Bu mâna kölede mevcud olmadığı için, azadlı köle kendisini azad eden efendiye miras hususunda kıyaslanamaz.

Azadlı köle ölüp, geride farz hisse sahibi bir mirasçıyı ve kendisini azad eden efendiyi bırakırsa, farz hisse sahibi hissesini alır. Artan kısım da azad eden efendiye kalır. Zira rivayet ettiğimiz hadîs-i şerîfde ifade buyurulduğu gibi, azad eden efendi, azad ettiğinin asabesidir.

Velâ bağı sebebiyle mirasçı olunur. Ama velâ hakkı başkalarına miras olarak geçmez. Bu hususda Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:   

“Velâ bağı nesep bağı gibidir. Satılmaz, hibe edilmez, miras kalmaz.” [57] Azad eden şahıs asabe sıfatıyla mirası hakeder. Rasûlullah (sas);

“Sen kendin asabe olursun.”  buyurarak bu gerçeğe işaret buyurmuştur. Velâ sebebiyle kadınlara mirastan bir şey verilmez. Zira Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

“Kadınlariçin velâdan bir şey yoktur. Ancak azad ettikleri veya azadlılarının azad ettikleri yahut mükâtep kıldıkları veya mükâteplerinin mükâtep kıldıkları hâriçtir.”

Velâ hakkı, azad edenin en yakın asabesinindir. Azadlı köle ölüp, geride kendisini azad etmiş olan efendisinin oğlunu ve babasını bırakırsa, velâ hakkının tamamı efendisinin oğlunundur. Ebû Yûsuf dedi ki; 'ölen azadlının malının altıda biri efendinin babasına, kalanı da oğluna verilir. Çünkü baba asabe olur. Hatta yalnız başına olduğunda malın tamamını alır. Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre efendinin babası oğlu ile birlikte bulunduğunda farz hisse sahibidir. Koca gibi olup, asabe olan oğulla paylaşmaz.

Azadlı köle ölüp geride efendisinin dedesi ve erkek kardeşini bırakırsa, malın tamamı dedeye verilir. İmameyn dediler ki; 'dedeye erkek kardeş malı yarı yarıya paylaştırılır.' Bu bilinen bir hükümdür. Bir kaç sahabînin; Velâ hakkı ölüye neseben daha yakın olanındır' dedikleri nakledilmiştir. Bu Rasûlullah (sas) dan rivayet edilmiş gibidir. Bunun süreti şöyledir: Azadlı köle ölüp geride iki oğul bırakır, sonra bu iki oğlandan biri ölüp de geride iki oğul bırakır, daha sonra azad eden efendi de ölürse; onun velâ hakkı azadlının oğlunun oğluna değil de, oğluna intikal eder. Çünkü o asabelik ve nesep bakımından ölüye daha yakındır. İki oğul da ölüp bunlardan biri iki, diğeri de bir oğul bırakırsa, ölüye yakınlık ve asabelikte eşit oldukları için; velâ, onların kelle sayısına taksim edilir. Şayet dede ölseydi, terekesi buna göre torunlarına taksim edilecekti. Onun sebebiyle kendilerine miras kalan malı da aynı şekilde paylaşırlar.

Mevlâ'l- müvâlâta (sözleşme ile mirasçı kılınana) gelince; burada üst tabakada bulunan alt tabakada bulunana mirasçı olur. Cinayet işlemesi halinde onun diyetini öder. Çünkü her nimet bir külfet karşılığındadır. Mevlâ'l- müvâlât zevi'l- erhâmdan sonra gelir. Çünkü zevi'l- erhâm ölüye yakınlıkları sebebiyle mirasçı olurlar. Akrabalık bağı velâ akdinden daha sağlam ve kuvvetlidir. Çünkü akrabalık bağı bozulmaz ve çözülmez. Velâ akdi ise, bozulup çözülebilir. Karı-kocada hüküm bunun hilâfınadır. Ölünün karısı veya kocası mevcud olsa bile, mevlâ'l- müvâlât onunla birlikte mirasçı olabilir. Çünkü ölümden sonra eşler birbirlerine yabancı gibi olurlar. Bu sebeple farz hisseden artan mal karı ve kocaya redd yoluyla verilmez. Bunlar farz hisselerini aldıktan sonra kalan kısım için mirasçı yoksa, onu mevlâ'l- müvâlât alır.

Mukavele yapanlar birbirlerine mirasçı olma hususunda anlaşırlarsa, yaptıkları mukavele sahih olur. Şayet farz hisse sahibi asabe ve zevi'l- erhâmdan bir mirasçısı yoksa, bunlardan her biri diğerine mirasçı olur. [58]

 

Velâ-i İtaka ve Velâ-i Müvâlât Arasındaki Fark:

 

Velâ-i itaka ile velâ-i müvâlât arasındaki farka gelince; velâ-i itakada sebep, kölenin azad edilmesidir ki; bu    ona manen hayat vermektir. Ve hayat verme işini özellikle üst tabakada bulunan azad edici efendi yapar. Velâ-i müvâlâtın sebebi ise akid ve şarttır. Bu velâ, tarafların akid ve şartlarına uygun vasıfta sabit olur.

Velâ-i müvâlât sebebiyle mirasçı olunabileceğinin delili şu âyet-i kerîmedir:

“Yeminlerinizin bağladığı kimselere de paylarını verin.” [59] İslâmiyetin ilk zamanlarında insanlar nesep ve zevi'l- erhâmlık sebebiyle değil de, sözleşme ve yemin sebebiyle birbirlerine mirasçı olurlardı. Nihayet şu âyet-i kerîme nazil oldu:

“Yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundurlar.” [60] Bu âyet-i kerîme mevlâ'l- müvâlâtın öncelikli olmasını neshetti ve o zevi'l- erhâmdan sonraki sırayı aldı. Bu Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Abdullah b. Mes'ûd, Abdullah b. Abbas ve bir tabiîn cemaatından rivayet edilmiştir (r. anhum).

Şu da var ki; biz bu âyet-i kerîmenin gereğince hükmediyor ve zevi'l- erhâm varken mevlâ'l- müvâlâta miras vermiyoruz. Ancak zevi'l- erhâmın yokluğunda ona mirasçı kılıyoruz. Şu halde bu âyet-i kerîme mevlâ'l- müvâlâtın mirasçılığını neshetmiş olmamaktadır. Ashabımızın mezhebi de budur. Mal sahibi malını akidle ona verdiği için, mirasçının o malla ilgisi kalmaz. Bu, mirasçısı bulunmayan kimsenin, malının tamamının bir şahsa verilmesini vasiyyet etmesine benzer. Ya da mirasçısı vardır da, mirasçı malın tamamının bir şahsa verilmesine dâir edilen vasiyyete icazet vermiştir. Aynı şekilde velâ akdi de caiz olur. Dolayısıyla mevlâ'l- müvâlât o mal üzerinde hak sahibi olur ve o mal beytü'l- male konmaz. Beytü'l- malin o mal üzerinde hakkı bulunduğu için değil, aksine malı hakeden bir mirasçının bulunmaması halinde o mal beytü'l- male konur.

Bir adamın elinde nıüslüman olup, o adamla müvâlât akdi yapan bir kimsenin durumu kendisine sorulduğunda Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

“Hayatında da, ölümünde de o adam insanlar arasında onun üzerinde daha fazla hak sahibidir.” Böylece hayat ve ölüm hallerinde diyet ve mirasa işaret buyurmuştur. [61]

 

BİRLİKTE BOĞULAN VE ENKAZ ALTINDA ÖLENLER

 

Birlikte boğulan ve enkaz altında ölenlerden kimin daha evvel öldüğü bilinmezse, her ölünün malı mirasçılarından sağ kalanlara verilir: Katl-iâm, yangın vb. sebeplerle topluca ölüp, kimin daha evvel öldüğünün bilinmediği durumlarda da hüküm böyledir. Bu ashabın ve âlimlerin ekseriyetinin kavlidir. Hz. Ali (ra) ile İbn. Mes'ûd (ra) dan rivayet edilen görüşe göre; bunlar birbirlerinin mallarına mirasçı olurlar. Ancak bunlardan birine diğerinden miras olarak kalan mala öbürü mirasçı olamaz. Bu daha evvel Ebû Hanîfe'nin de kavli idi.

Meselâ; iki erkek kardeş suda boğulurlar ve bunlardan her biri geride doksan dinar ile bir kız, ana ve bir amca bırakırlarsa; âlimlere göre bunlardan her birinin terekesi sağ kalan mirasçılarına; kızına, anasına ve amcasına altı hisse üzerinden taksim edilir. Ölenlerden biri diğerine mirasçı olamaz. Hz. Ali (ra) ile İbn. Mes'ûd (ra) un görüşlerine göre doksan dinarın yarısı kıza, altıda biri (on beş dinar) anaya, kalan (otuz dinar) kardeşine verilir. Amcaya bir şey verilmez. Sonra otuz dinar evvelce de açıkladığımız gibi ana, kız ve amca arasında altı hisse üzerine taksim edilir. Sahih olansa, sahabe ve ulemânın büyük çoğunluğunun görüşüdür. Çünkü ölen iki kardeşin beraberce ölmüş olmaları muhtemel olduğu gibi, birinin diğerinden önce veya sonra ölmüş olması da muhtemeldir. Dolayısıyla onun, diğerinin mirasını haketmesinde şüphe meydana gelmiştir. Oysa hayattakilerin mirası haketmeleri kesindir ve buna şüphe karışmamaktadır. Zira ölmüş olan iki kardeşten biri sağ kılınıp da, diğerine mirasçı olsa; diğeri kendisine mirasçı olsun diye nasıl ölü kılınır? İkisinden birinin önce öldüğü bilinir, ama ölenin hangisi olduğu bilinemezse, her birine kesinlik verilir. Şüphelinin mirası, durumu açıklık kazanıncaya ve mirasçılar sulh oluncaya kadar bekletilir. [62]

 

MECÛSÎNİN MİRASÇI OLMASI

 

Mecûsî bâtıl nikâhlar yüzünden mirasçı olamaz: Bâtıl olduğu için, bu nikâhlar miras sebebi olamaz. Ancak mecûsî akrabalık vasıtasıyla mirasçı olabilir. Çünkü akrabalık sabit bir bağdır. Meselâ; mecûsî bir erkek ölüp de, geride anasını ve kız kardeşini bırakır ve bunlar aynı zamanda onun karısı ise, bunlar karısı sıfatıyla değil de, anası ve kız kardeşi olarak ona mirasçı olurlar. Mecüsîde iki akrabalık toplandığı zaman eğer bu akrabalıklar iki şahsa dağıldığında o iki şahıs bu iki akrabalık sebebiyle vâris oluyorlarsa, mecûsî de kendisinde toplanan iki akrabalık sebebiyle mirasçı olur: Bu sahabîlerin büyük çoğunluğunun görüşüdür. Zeyd b. Sabit (ra) dedi ki; 'bu iki akrabalık cihetinden en sabit olanı sebebiyle mirasçı olur.' İmam Mâlik ve İmam Şâfıî de böyle demişlerdir. Sahih olan sahabîlerin büyük çoğunluğunun görüşüdür. Çünkü iki akrabalık cihetinden her biri yalnız başına bir şahısta bulunduğunda bu onun mirası haketmesi için uygun bir illet olur.

Bir kimsede iki istihkak sebebi bulunduğunda iki cihetten miras payı alması caiz olur. Meselâ; bir kadın ölüp geride iki amcaoğlu bırakır ve bu amca oğullarından biri aynı zamanda onun ana bir erkek kardeşi yahut kocası ise, bu amcaoğlu onun mirasından iki pay alır. Bu daha evvel anlatılmıştı. Bu hüküm ölünün ana-baba bir kız kardeşi hakkında geçerli değildir. Çünkü o hem analık ve hem de babalık cihetinden gelen akrabalık sebebiyle mirasçı olamaz. Zira Şeriat kıyasen değil de, nass yoluyla bu ikisini tek bir akrabalık olarak kabul etmiştir.

Meselâ; mecûsî bir erkek kendi kızı ile evlenir ve bu evlilikten bir kız çocuğu doğar, sonra da o erkek ölürse; geride iki kız evlat bırakmış olur. Malının üçte ikisi bu iki kızına, kalanı ise asabelerine verilir. Birinci kızının ona olan karılık vasfı nazar-ı itibara alınmaz. O erkeğin ardından aynı zamanda karısı da olan ilk kızı da ölürse; o kızı geride bir kız evlat bırakmış olur ki, bu aynı zamanda onun kız kardeşidir. Ve malının yarısını kızı olarak, diğer yarısını da kız kardeşliğinden doğan asabeliği sebebiyle olmak üzere, tamamını alır. Zeyd b. Sabit (ra) e göre kızı olarak malının sadece yarısını alır. O mecûsî erkeğin ölümünün ardından kendi kızından doğmuş olan kızı ölürse, bu kız geride aynı zamanda baba bir kız kardeşi olan annesini bırakırsa; malının üçte biri annelik sıfatıyla, yarısı kız kardeş sıfatıyla, kalanı da asabe sıfatıyla ona verilir. Zeyd b. Sabit (ra) e göre malının sadece üçte biri ana sıfatıyla ona verilir. Başka bir şey verilmez. Çünkü kız kardeşliğe göre analık daha sabit bir akrabalıktır. Çünkü ana hiç bir halde mirastan hacbedilemez. Ama bunlar bizim kadıya müracaatta bulunurlarsa; müslümanlara yapılan taksimat gibi bir taksimat onlar için de yapılır. Zira Allah (cc) Rasûlullah (sas) a hitaben şöyle buyurmuştur:

“Sana gelirlerse, aralarında hüküm ver.” [63] Bu Hz.Ömer, Hz. Ali, İbn. Mes'ûd ve İbn Abbâs (r. anhum) tan rivayet edilen bir görüştür. Bu aynı zamanda Zeyd b. Sabit (ra) den gelen rivayetlerdendir. [64]

 

ANA KARNINDAKİ ÇOCUĞUN MİRASÇI OLMASI

 

Ana karnındaki çocuk mirasçı olur ve onun hissesi kendi adına durdurulur: Bu hususda sahabîlerin icmâı vardır. Zira o çocuğun doğması muhtemeldir. Doğunca da mirasçı olur. Doğmaması da muhtemeldir. O takdirde de mirasçı olamaz. Dolayısıyla durumu doğumla belirginlik kazanıncaya dek hissesi ihtiyaten durdurulur. İki seneye kadar biri diri doğarsa, mirasçı olur. Her ne kadar bu çocuğun miras bırakanın ölümünden sonra ana rahminde meydana gelmiş olma ihtimali varsa da, miras bırakanın ölmesinden evvel hükmen meydana gelmiş olduğu kabul edilir ki, anası ile ölen babası arasında nikâh bağı mevcud olduğu için nesebi sabit olsun. Bu, ana karnındaki çocuğun ölüden olması halinde söz konusu olan bir hükümdür. Ama ana karnındaki çocuk ölüden başka bir kimseden ise; meselâ miras bırakan şahıs öldüğünde o ceninin annesi babasından başka bir erkekten hâmile kalmışsa ve kocası da hayatta ise, bu çocuk o şahsın ölümünden altı aydan fazla bir zaman geçtikten sonra doğarsa, mirasçı olamaz. Çünkü o şahsın ölümünden sonra ana rahminde meydana gelmiş olması ihtimali vardır. Ortada böyle bir şüphe varken o çocuk mirasçı olamaz. Ancak o şahsın öldüğü günde bu çocuğun ana rahminde mevcud olduğunu diğer mirasçılar ikrar ederlerse, bu çocuk da mirasçı olabilir. O şahsın ölümünün üzerinden altı ay geçmeden doğarsa, bu çocuk mirasçı olur.

Çünkü o şahsın ölümü esnasında bu çocuğun ana rahminde mevcud olduğunu kesin olarak öğrenmiş oluruz.

Ana karnındaki çocuk ya diğer mirasçıları hacb-i hirman veya hacb-i noksan ile hacb eden biridir, ya da onlara ortak olacak biridir. Onları hacb-i hirman ile hacbeden biri ise, mirasçıların hepsini hacbediyorsa; meselâ ölen kimse geride erkek ve kız kardeşler ile amcalar ve amca oğulları bırakmışsa, ölünün karısından doğacak olan çocuğun erkek olabileceği düşünülerek terekenin tamamı doğum vaktine kadar bekletilir.

Doğacak olan çocuk mirasçıların bir kısmını hacbediyorsa; meselâ ölen kimse geride erkek kardeşlerle bir nine bırakmışsa, nineye terekenin altıda biri verilir. Kalan kısım bekletilir. Onları hacb-i noksan ile hacb ediyorsa, meselâ; ölen kimse geride koca veya karı bırakmışsa, bunlara payların en azı verilir, kalanı bekletilir. Keza, doğacak olan çocuğun erkek olacağı ihtimaline binâen babaya da altıda bir hisse verilir.

Doğacak olan çocuk diğer mirasçıları hacbetmiyorsa, meselâ; ölen kimse geride bir dede ve bir de nine bırakmışsa; bunlara hisseleri verilir ve kalan kısım bekletilir.

Doğacak olan çocuk diğer mirasçıları hacbetmiyor, ama mirasta onlara ortak olacaksa, meselâ ölen kimse geride oğullar ve kızlar ve bir de ana rahmindeki cenin veya ceninler bırakmışsa; İbn. Mübârek'in Ebû Hanîfe'den rivayet ettiği görüşe göre dört oğul veya dört kızın hissesinden daha fazla olanı ihtiyaten bekletilir. Çünkü bir kadının dördüz doğurduğu vâkidir. Meselâ; Şüreyk b. Abdullah dördüz doğanlardandır. Hişam'ın Ebû Yûsuf’dan naklettiğine göre, ki, bu aynı zamanda İmam Muhammed'in de kavlidir bu durumda iki erkek çocuğun hissesi kadar bir mal bekletilir. Çünkü ikiz doğum çok vâkidir. Fazlası az rastlanır bir durum olduğundan, nazar-ı itibara alınmaz.

Hassâf’ın Ebû Yûsuf’dan rivayet ettiği bir görüşe göre; ki, bu Ebû Yûsuf’un kavlidir bir erkek çocuğun hissesi kadar bir mal bekletilir. Fetva da buna göredir. Çünkü mûtad olan gebe kadının bir çocuk doğurmasıdır. Ama birden fazla çocuğu da bir defada doğurması da muhtemeldir. Ama hüküm muhtemel olana göre değil, genelde vâki olana göre verilir. Şu halde ölen kimse geride iki oğul ve ana rahmindeki cenin veya ceninler bırakırsa, îbn. Mübârek'in kavline göre terekenin üçte ikisi, İmam Muhammed'in kavline göre yarısı, Ebû Yûsuf’un kavline göre ise üçte biri bekletilir. Ana karnındaki çocuk ölü doğarsa, hükümsüzdür. Mirası da yoktur. Doğan çocuğun canlı olduğu ancak soluk alıp vermesi, ses vermesi, hapşırması, gözleri, dudakları ve elleri gibi uzuvlarının hareket etmesiyle bilinir. Zira onun hayatta olduğu bu gibi şeylerle bilinir. Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:  

“Çocuk ses verince mirasçı olur, (doğduktan sonra ölse de) cenaze namazı kılınır.” [65]

Çocuğun bedeninin çoğu canlı olarak dışarı çıktıktan sonra ölürse, mirasçı olur. Ama azı canlı olarak dışarı çıktıktan sonra ölürse, hüküm çoğa göre verildiğinden mirasçı olamaz. Doğru olarak dışarı çıktığında göğsü çıkınca, mirasçı olur. Ters olarak dışarı çıktığında göbeği çıkınca mirasçı olur. Doğan çocuk ses verdikten sonra ölürse, mirasçı olur, kendisine de mirasçı olunur. [66]

 

YİTİK KİMSENİN MİRASI

 

Yitik kimsenin ahkâmını ve hayat halinde iken ona taallûk eden şeyleri ve ölümüne ne zaman hükmedileceğini ilgili bölümde anlatmıştık. Bu fasılda ise, onun mirası ile alâkalı hükümleri anlatmağa çalışacağız. Bu sebeple biz deriz ki; yitik kimsenin mirasçı olacağı kimselerden biri ölür ve kendisi de henüz bulunamamışsa, durumu belirginlik kazanıncaya dek hissesi bekletilir. Çünkü onun hayatta olma ihtimali vardır. Muhtelif görüşelere göre yitik kimse hakkında ilgili bölümde berlirtilen müddet geçer, durumu, bilinemez ve öldüğüne hükmedersek; evvelce de açıkladığımız gibi malı, mecut mirasçılar arasında taksim edilir. Başkasının terekesinden onun için bekletilmekte olan hisse de o şahsın mirasçılarına aktarılır ve kendisi yokmuş gibi onlara taksim edilir. Çünkü onların mirasçılıklarını kesin olarak öğrenmiş, yitik kimsenin mirasçılığı hakkında ise, şüpheye düşmüş bulunmaktayız. Şu halde yitik kimseyi değil, onları mirasçı kılmamız evlâdır. Zira şüphe, kesin bilgiye karşı çıkmaz.

Bunda kaide şudur: Yitik kimseden başka bir mirasçı daha varsa, ancak yitik kimse onu hacbediyorsa, o mirasçıya bir şey verilmez. Hacbetmiyor ama hissesini azaltıyorsa, ona iki hisseden en azı verilir ve kalanı bekletilir. Meselâ; ölen kimse geride iki kız, bir yitik oğul, bir oğlun oğlu ve bir de oğlun kızını bırakırsa; iki kıza malının yarısı verilir, diğer yarısı bekletilir. Çünkü iki kıza malın yarısının verilmesi kesindir. Oğlun çocuklarına bir şey verilemez. Çünkü yitik oğul onları mirastan hacbeder, durumları şüphelidir. Şüpheli durumda da miras verilmez. Yitikten başka mirasçı olup da, yitik onu hacbetmiyorsa, meselâ; ölen kimse geride dedesiyle ninesini bırakırsa, bunlardan hazırda olanın hissesi ana rahmindeki ceninde olduğu gibi tam olarak verilir. [67]

 

HÜNSÂNIN MİRASI

 

Hünsâ bahsinde kimin hünsâ olduğu, hünsânın ahkâmı, onun hakkında ihtilâf ve onun mirasçı kılınmasının delili misaliyle anlatılmıştı. Bu fasılda ise, onun miras ahkâmını anlatacağız. Bunda aslolan şudur: Ebü Hanîfe hünsâya iki paydan az olanı ihtiyaten vermeyi gerekli görür. Ölen kimse geride bir oğul ve bir de hünsâ evlat bırakırsa; oğluna iki, hünsaya bir hisse verilir. Ölen kimse geride bir kız ve bir de hünsâ evlat bırakırsa; bunlar farz hisse ve redd şeklinde malı yarı yarıya paylaşırlar. Ölen kimse geride ana-baba bir kız kardeş, baba bir hünsâ kardeş ve bir de asabe bırakırsa; kız kardeşine malının altıda üçü, hünsâ kardeşine ise altıda biri verilir. Böylece altıda dört olur ve artanı da asabeye verilir.

Ölen kimse geride koca, ana-baba bir hünsâ kardeş bırakırsa; malının yarısı kocasına, üçte biri anasına verilir. Kalanı da hünsâya verilir. Bu mes'elede hünsâ erkek kabul edilir. Çünkü bu pay en az olan paydır.

Ölen kimse geride koca, ana-baba bir kız kardeş ve baba bir hünsâ kardeş bırakırsa; hünsâ hisseden düşer ve asabe kılınır. Çünkü asabe kılınması, farz hisse sahibi kılınmasına nisbetle onun için daha kötü bir durumdur.   İmameyn dediler ki; 'iki benzerle amel edilerek hünsâya erkeğin paynın yarısı ile kadının paynın yarısı verilir. Bu Şa'bî'nin kavlidir. Meselâ; ölenin mirasçısı olarak bir oğlu bir de hünsâ bir çocuğu varsa, Şa'bî'nin kavline uygun olarak İmam Muhammed dedi ki; 'bu tereke on iki hisse üzerine taksim edilir: Oğlana yedi, hünsâya beş hisse verilir. Ebû Yûsuf dedi ki; 'bu tereke yedi hisse üzerine taksim edilir. Oğlana dört, hünsâya üç hisse verilir. Çünkü oğul yalnız başına mirasçı olduğunda mirasın tamamını almayı hakeder. Hünsâ ise mirasın dörtte üçünü almayı hakeder. İkisi birlikte mirasçı olduklarında hakları nisbetinde kendilerine taksimat yapılır. Şu halde hünsânın hissesi dörtle, oğlanın hissesi üçle çarpılır ve yedi rakkanıı elde edilir.'

İmam Muhammed'e göre; eğer bu hünsâ erkeke olsaydı, diğer oğulla terekeyi yarı yarıya paylaşacaktı. Kadın olsa dörtte üç alırdı. Şu halde kendisine ikide bir ile üçte bir verecek şekilde bir hesaplamaya ihtiyaç vardır ki, bunun en azı da mes'elenin altı üzerine kurulmasıdır.

Hünsâ erkek olursa, kendisine üç, kadın olursa iki hisse verilir. İki hissesi kesindir. Ama bir hissesinde şüphe vardır. Öyle ise bunu ikiye bölmek gerekir. Dolayısıyla ona iki buçuk hisse verilir. Kesiri kaldırmak için, bunu iki ile çarpar, beş rakkamını elde ederiz. Böylece mes'ele on iki üzerine kurulur: Hünsâya beş, oğula yedi hisse verilir. Hünsânın miras mes'elelerinin tamamı buna göre hesaplanıp çıkarılır. [68]

 

MİRASA MÂNİ OLAN ŞEYLER

 

Miras bırakanı öldürmenin, köleliğin, miras bırakanla mirasçının din ve yurtlarının hükmen muhtelif olmasının mirasçılığa mâni haller olduğunu daha evvel anlatmıştık.

Kölelik miraçılığa mânidir: Çünkü kölenin mülkü yoktur. O mülketmeye ve mülk edinmeye ehil değildir. Mükâtep de böyledir. Mükâtep hakkında Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

“Üzerinde bir dirhem (kadar da borç bulunduğu müddetçe) mükâtep, köledir.” [69] Mirasçı olamaz, miras bırakamaz, başkasını mirastan hacbedemez. Mükâtep, yetecek kadar mal bırakarak ölürse; mükâteplik bedeli ödenir, artanı da mirasçılarına kalır. Bu husus mükâteplik bahsinde öğrenilmişti. Kıymetini kazanmak maksadıyla çalışan köle de Ebû Hanîfe'ye göre mükâtep gibidir. Bu azad bahsinde anlatılmıştı. [70]

 

Kâfirlerin Birbirlerine Mirasçı Olmaları:

 

Gayr-ı müslimlik mirasçı olmaya mânidir: Bu hususda Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:

“İki ayrı dinden olanlar birbirlerine mirasçı olamazlar. Gayr-ı müslim müslümana, müslüman da gayr-ı müslime mirasçı olamaz.” [71] Küfrün hepsi tek bir millettir. Şeriatleri muhtelif de olsa, onlar birbirlerine mirasçı olabilirler. Saîd b. Cübeyr (ra) Hz. Ömer (ra) in şöyle dediğini rivayet etmiştir; 'küfrün hepsi tek millettir. Çünkü küfrün hepsi sapıklıktır ve o İslâmiyetin zıddıdır. Dolayısıyla bir millet sayılmışlardır. Gayr-ı müslimler, bâtıl nikâhlar hâriç, müslümanların birbirlerine mirasçı olmalarını sağlayan sebeplerle birbirlerine mirasçı olurlar.'

Miras bırakanla mirasçının diyarlarının hakikaten muhtelif olması: Her birinin sınırları ayrı iki ülkede ikamet etmesi ve bunlardan her birinin diğeri ile harbetmek gerektiği görüşünde olması. Meselâ; Bizans veya Çin'de ikamet etmesi gibi. Çünkü bu durumda o ülke üzerinde İslâm diyarı idarecisinin hakimiyeti bulunmamaktadır. Diyâr-ı İslâm karşısında orası dâr-ı harp gibidir.

Zımmî ile harbî de birbirlerine mirasçı olamazlar: Harbî kimse dâr-ı harpte de olsa, İslâm ülkesinde müste'men olarak da bulunsa; hüküm aynıdır. Zımmî harbîye mirasçı olamayacağı gibi, harbî de zımmîye mirasçı olamaz. Çünkü iki ülke halkları arasında velayet yoktur. Zira harbî kendi harp hükmü üzere devam etmektedir. O kendi diyarına dönmekten menedilemez. İşte bu, diyarların hükmen muhtelif olmasıdır.

Müste'men bizim diyarımızda ölür ve bir miktar mal bırakırsa; eman gereği o malı mirasçılarına göndermemiz icab eder. Mirasçısı olmayan zımmî bir kimse ölürse; malı beytü'l- male konur. Çünkü o malı alma hakkına sahip bir kimse bulunmamaktadır.

Mürteddin mirası ve onunla alâkalı hükümler siyer bahsinde anlatılmıştı.

Miras bırakanı öldürmenin mirasçı olmaya mâni olmasına gelince: Haksız yere doğrudan adam öldüren kimse; amden de öldürse, hatâen de öldürse; öldürdüğü kimeye mirasçı olamaz. Zira Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:  

“Sığır sahibinden [72] sonra katile (maktülün malından) miras verilmez.” Bu hadîs-i şerifte kasten öldürme ile hatâen öldürme arasında bir ayırım yapılmamaktadır. [73]

 

Öldürmüş  Olduğu Kimsenin Mirasından Mahrum Kalmayanlar:

 

Çocuğun, delinin, mübersemin [74], vesveseye yakalanmış kimsenin adam öldürmesi, onun mirastan mahrum kalmasını gerektirmez. Çünkü mahrumiyet, yasak bir cinayetin cezası olarak sabit olmuştur. Bu gibilerin adam öldürmeleri Şer'î hitabın kendilerinden kasır kalmasından dolayı yasak değildir. Binâenaleyh, bunlar haklı olarak adam öldürmüş gibi olurlar. Katilin, maktülünün mirasından yoksun kalacağını bildiren hadîs-i şerîf ile haksız yere adam öldürenin yoksun kalacağı kastedilmiştir. Yukarıda anlatılan bu süretler miras âyet-i kerîmelerinin zahiri ile mirastan yoksunluk kapsamının dışına çıkarılmıştır. Âyet-i kerîmenin zahiri, hadîs-i şerifin zahirinden daha kuvvetlidir.

Ölüme sebebiyet vermeye gelince; bu ölüme sebebiyet verenin mirastan yoksun kalmasını gerektirmez. Meselâ; kuyu kazan, bir yere taş koyan, yola su döken bir kimsenin kazdığı kuyuya bir insan düşer, koyduğu taşa bir insanın ayağı takılıp düşer veya yola döktüğü sudan ayağı kayıp düşer ve ölürse; kuyuyu kazan, taşı koyan veya suyu döken kişi ölenin mirasından yoksun kalmaz. Çünkü mirastan yoksun kalmak hakikaten adam öldürmekle alâkalıdır. Ölüme sebebiyet vermekse, hakikaten adam öldürmek değildir. Çünkü öldürmek; diri bir kimse üzerinde icra edilen bir fiil olup, bu fiili o kimsenin canının çıkmasına tesir eder. Ölüme sebebiyet vermekse, böyle değildir. Çünkü fail fiilini insan üzerinde değil, başka şey üzerinde icra etmiştir. O şeyde icra ettiği fiil, o şeyden o insana sirayet etmiş ve böylece o insan da ölmüştür. Bu fail kendi evinde ateş yakıp, bu ateş sebebiyle komşusunun evinin yanmasına sebebiyet veren kimse gibidir ve tazminat ödemesi gerekmez.

Kısas ya da keffareti gerektiren her öldürme fiili, direkt öldürmedir ve bu fiil katili mirastan yoksun kılar. Kısas ya da keffareti gerektirmeyen ise, ölüme sebebiyle vermektir ve faili mirastan yoksun kılmaz.

Süvarinin bindiği hayvanın bir adama basıp onu öldürmesi direkt öldürme sayılır. Çünkü onun ve bineğinin ağırlığı maktüle binmiştir. Sanki süvari ile bineği ikisi birlikte onu öldürmüşlerdir.

Uykudaki kimse kendisine miras bırakacak kimse üzerine yuvarlanıp onu öldürürse, direkt olarak öldürmüş olur.

Birini basıp öldüren hayvanın yularını çeken ile onu önüne katıp süren kimseler ölüme sebebiyet vermişlerdir. Çünkü bu şahısların bedenî ağırlıkları ölen kimsenin üzerine çökmemiştir. Dolayısıyla bunlar onu direkt öldürmüş değillerdir.

Bâğînin âdil kimseyi, âdil kimsenin de bâğîyi öldürmesi hususunda tafsilat ve ihtilaf vardır. Bunlar Allah (cc) ın tevfikiyle siyer bahsinde anlatılmıştı. [75]

 

MÜNÂSEHÂT

 

Münâsehe; bir ölünün malı taksim edilmeden mirasçılardan bazılarının daha ölmesidir. Bunda aslolan birinci ölünün farz hissesi ile, ikinci ölünün farz hissesinin tashih edilmesidir. Eğer birinci ölünün farz hissesinden ikinci ölünün hissesi kendi mirasçılarına bölünürse, her iki mes'elede de sahih olur: Meselâ; bir kimse ölüp de geride bir oğul ve bir kız bırakırsa; terekenin taksiminden evvel oğlu da ölüp, geride iki oğul bırakırsa; birinci ölünün farz hissesi üç sehim üzerine olur. Oğluna iki, kızına bir sehim verilir. İkincinin farz hissesi ikidir ve bu iki hisse iki oğluna bir tane verilerek taksim edilir.

Eğer birinci ölünün hissesinden ikinci ölünün hissesi kendi mirasçılarına bölünemez ve birinci mes'eleden ikinci ölüye isabet eden hisseler ile mes'elenin tashihi arasında muvafakat varsa, ikinci tashihin vıfkı birincinin tashihi ile çarpılır. Birinci mes'eleden ikinci ölüye isabet eden hisselerle ikinci mes'elenin tashihi arasında muvafakat olmazsa, ikinci tashihin tamamı birinci ile çarpılır. Çıkan netice her iki mes'elenin mahrecidir.

Taksim şöyle yapılır; birinci ölünün mirasçılarının hissesi kendi mes'elelerinin tashihi ile çarpılmış olan sayı ile çarpılır. Sonra da ikinci ölünün mirasçılarının hisseleri birinciden kendisine intikal etmiş olanın tamamı ile yahut onun vıfkı ile çarpılır: Çünkü ikinci ölünün terekesi birinci ölünün farz hissesinin bir kısmıdır. Birincinin hissesinin tamamı ikincinin hissesinin tamamı ile çarpılırsa, onun bir kısmı ikincinin hissesinin tamamı ile çarpılmış, dolayısıyla ikincinin farz hissesinin tamamı da birincinin farz hissesinin bir kısmı ile çarpılmış olur ki, bu zarürî olarak ikinci ölünün terekesidir. Çünkü çarpma iki tarafla yapılır ve kâim olur.

Üçüncü bir kimse de ölünce; ilk iki mes'elenin tashihi anlattığımız şekilde yapılır. Sonra eğer o ikisinden veya birinden ise üçüncünün hisseleri o ikisi ile beraber nazara alınır ve bu kendi mes'elesine bölününce üç mes'ele de sahih olmuş olur. Eğer bölünemezse, bunun mes'elesi veya vıfkı ilk iki mes'elenin tashihi ile çarpılır. Birinci ve ikinciden hisse alanlar üçüncüyle veya onun vıfkı ile çarpılır. Üçüncüden alacağı olanlarınki de, üçüncü ölünün hisseleri veya vıfkı ile çarpılır. Dördüncü ve beşinci kimseler ölseler, yine böyle olur: Meselâ; ölen kimse geride bir karısını, annesini, ana bir kız kardeşini ve amcasını bırakır da, terekenin taksiminden evvel amcası da ölür ve amcası geride bir oğul ile bir kız bırakırsa; birincinin mes'elesi on iki üzerine, ikincinin mes'elesi ise üç üzerine kurulur. Amcanın hissesi üç olduğu için, bu onun oğluna iki, kızına bir hisse verilerek tam çıkar. Böylece iki mes'ele on iki üzerine sahih olur.

Ölen kimse geride bir karı, müteferrik üç kız kardeş ve bir de amca bırakır da, ana-baba bir kız kardeşi de ölüp geride bunları mirasçı olarak bırakırsa; birinci mes'ele on üç üzerine kurulur. Ana-baba bir kız kardeşe altı hisse verilir ve bu da onun terekesi üzerine taksim edilir. Dolayısıyla her iki mes'ele de on üç üzerine kurulunca, sahih olur. Böylece baba bir kız kardeşin eline beş hisse geçmiş olur. Bu beş hissenin ikisi birinci ölüden, üçü de ikinci ölüden gelmektedir. Ana bir kız kardeşin eline üç hisse geçmiş olur. Bu üç hissenin ikisi birinci ölüden, biri de ikinci ölüden gelmektedir. Amcaya ikinci ölüden iki hisse, zevceye birinci ölüden üç hisse gelmektedir.

Ölen kimse geride bir karı ve üç müteferrik kız kardeş bırakır da, ana-baba bir kız kardeşi de ölüp geride koca, baba bir kız kardeş ve ana bir kız kardeş bırakırsa; birinci mes'ele on üç, ikinci mes'ele yedi üzerine kurulur. İkinci ölüye birinci terekeden altı hisse verilir. Ancak bu altı hisse onun mes'ele sayısı olan yediye kesirsiz bölünemez. Bu iki sayı arasında muvafakat da olmadığı için, yediyi on üçle çarpar ve doksan bir sayısını elde ederiz. Her iki mes'ele de buna göre kurulduklarında sahih olurlar.

Ölen kimse geride bir karı, müteferrik üç kız kardeş, ana-baba bir erkek kardeş bırakırsa; mes'ele on yedi üzerine kurulur. Terekenin taksiminden evvel ana ölüp de geride baba, ana, bir oğul ve iki kız bırakırsa; bu ikinci ölünün mes'elesi altı üzerine kurulur. Ölen ananın birinci ölüden eline iki hisse geçmişti. İki sayısı mes'elesine bölündüğünde netice kesirsiz olmaz. Ama iki ile altı arasında yarı üzerinde tevafuk vardır. Şu halde ananın mes'elesinin vıfkını (üçü) on yedi ile çarparak elli bir rakkamım elde ederiz. İki mes'ele bu rakkam üzerine kurulduklarında hisseler kesirsiz elde edilir. Birinci ölüden miras alan herkesin hissesi üç ile çarpılır. İkinci ölüden miras alan herkesin hissesi ise, bir ile çarpılır. Buna göre ölenin karısı dokuz, ana-baba bir kız kardeşi on sekiz, baba bir kız kardeşi altı, ana bir kız kardeşi altı, ana bir erkek kardeşi altı, ebeveynden her biri de birer hisse alırlar.

Ölen kimse geride iki oğul bırakır, bu oğullardan biri de ölüp geride bir kız ve erkek bırakır, sonra bu kız da ölüp geride koca bir kız ve bir amca bırakır, bu amca aynı zamanda birinci ölünün oğlu ise; birinci ve ikinci mes'eleler iki üzerine, üçüncü mes'ele ise dört üzerine kurulur. Dördü, ilk iki farizanın meblağı olan dörtle çarparak on altı sayısını elde etmiş oluruz. Bunun üzerine kurulduklarında bütün mes'eleler sahih olur. Buna göre amcaya ilk iki mes'eleden iki, erkek kardeşinden bir hisse, toplam üç hisse geçer. Bunu dört ile çarptığımızda on iki sayısını elde ederiz. Üçüncü ölü için babasından bir hisse gelir ki, bu dörtle çarpılmıştır. Ki, bu dört hisse onun mirasçılarına kesirsiz olarak taksim edilebilir. Yani kızına iki, kocasına bir, amcasına da kalan bir hisse verilir. Böylece birinci ölünün oğlu, ikinci ölünün kardeşi ve üçüncü ölünün amcası olan bu zata üç mes'eleden toplam on üç hisse geçmiş olur; birinci mes'eleden sekiz, ikinci mes'eleden dört, üçüncü mes'eleden bir hisse alır.

Ölen kimse geride iki oğul ve iki kız bırakır, sonra iki oğlundan biri geride bir karı, bir kız ve bir de asabe bırakarak ölürse; birinci mes'ele altı, ikinci mes'ele sekiz üzerine kurulur. İkinci ölüye birinci mes'eleden geçen hisseler ikidir. Bu iki hisse onun mirasçılarına taksim edilirse, hisseler kesirli olacaktır. Ama hisse sayısı ile mes'elenin kuruluş sayısı arasında muvafakat bulunduğu için farz hissenin vıfkı olan dördü birincinin farz hisse sayısı olan altı ile çarparak yirmi dört rakkamını elde ederiz. Her iki mes'ele de bu sayıya göre sahih olurlar; birinci ölünün oğluna dört ile çarpılmış iki hisse (sekiz hisse) verilir. İki kıza da dörtle çarpılmış iki (sekiz) hisse verilir. Zevceye farz hissenin vıfkı ile çarpılmış bir hisse verilir. Kıza birle çarpılmış dört hisse verilir. Amcaya birle çarpılmış üç hisse verilir.

Kız; geride koca, ana ve bir asabe bırakarak ölürse, mes'ele altı üzerine kurulunca, sahih olur. Kızın ikinci mes'eleden dolayı dört hissesi vardır. Dört ile altı arasında yarıda muvafakat vardır. Kızın farizasının vıfkı olan üçü ilk iki farizadan eline geçen toplam hisse sayısı olan yirmi dörtle çarparak yetmiş iki sayısını elde ederiz. Bütün mes'eleler bu sayıya göre sahih olur. Bu babdaki mes'elelerin hepsi buna göre kurulup hesaplanır. Bunu kolaylaştıran da; Allah (cc) ın tevfıkine sarılıp onunla çokça amel etmektir. [76]

 

FERAİZİN HESAPLANMASI

 

Şunu bilmeliyiz ki; farz hisseler iki nevidir:

1- Yarım, dörtte bir ve sekizde bir.

2- Üçte bir, üçte iki ve altıda bir: Her kesir kendi tam sayısından çıkar. Mükerrer kesirler de tek kesir gibi kendi  tam sayısından çıkar. Meselâ; üçte iki, üçte bir gibi üçten; altıda iki de altıda bir gibi altıdan çıkar. Yarım ikiden, dörtte bir dörtten, sekizde bir sekizden gelir. Üçte iki ve üçte bir üçten, altıda bir ve altıda iki altıdan gelir. Birinci neviden olan yarım, ikinci nevideki hisselerin tamamı, yani üçte bir, üçte iki, altıda bir veya biri yahut ikisi ile aynı mes'elede bulunursa, mes'ele altı üzerine kurulur.

Dörtte bir ikinci nevideki hisselerin tamamı veya bazısı ile aynı mes'elede bulunurlarsa, mes'ele on iki üzerine kurulur. Sekizde bir de aynı şekilde ikinci nevideki hisselerle aynı mes'elede bulunursa, mes'ele yirmi dört üzerine kurulur: Bunun misalleri avl faslında geçmişti.

Hisseler tashih olunup her grubun hisseleri bunun üzerine bölünebiliyorsa, çarpmaya gerek kalmaz. Hisseler kesirli olunca, kendilerine kesirli hisse düşenlerin sayısı asıl mes'ele ile çarpılır. Avliyeden ise, avl ile çarpılır. Çarpma neticesi mes'elenin tam mahreci olur: Meselâ; ölen kimse geride bir karı ve iki erkek kardeş bırakırlarsa, terekenin dörtte biri karısına verilir. Geride dörtte üç hisse kalır. Bu da kesirsiz olarak iki kardeşe taksim edilemez. Arada muvafakat da olmadığı için ikiyi dört ile çarparak sekiz rakkamını elde ederiz. Buna göre karısına sekizde iki, erkek kardeşlerinden birine sekizde üç, diğerine de sekizde üç verilir ve mes'ele sahih olur.

Eğer hisseleri sayılarına muvafık olursa, sayılarının vıfkı asıl mes'ele ile çarpılır: Meselâ; ölen kimse geride bir karı ve altı erkek kardeş bırakırsa, terekenin dörtte biri karısına verilir. Geride dörtte üç hisse kalır. Bu da kesirsiz olarak altı erkek kardeşe taksim edilemez. Ama üç ile altı arasında üçte bir üzerinde muvafakat vardır. Şu halde kardeşlerin sayısı olan altının vıfkını ki, bu ikidir mes'elenin aslı olan dörtle çarpar ve sekiz sayısını elde ederiz. Mes'ele sekiz üzerine kurulmuşsa, sahih olur. Karıya sekizde iki, altı kardeşten her birine de sekizde bir verilir.

Ölen kimse geride bir karı, ana-baba bir olan altı erkek ve üç kız kardeş bırakırsa, mes'elenin aslı dörttür. Karıya bir hisse verilince, kalan üç hisse kardeşlere kesirsiz olarak taksim edilemez. Ama hisselerle aralarında üçte birle muvafakat vardır. On beşin üçte biri olan beş, mes'elenin aslı olan dörtle çarpılır ve çıkan yirmi üzerine mes'ele kurulur. Böylece hisseler kesirsiz olarak taksim edilir. Buna göre karıya beş, erkek kardeşlerden her birine iki, kız kardeşlerden her birine bir hisse verilir.

İki grubun hissesi kendilerine kesirli bölününce, her grubun hisseleri ile sayıları arasında sonra da iki sayı arasında muvafakat aranır. İki sayı birbirine mümasil, yani eşit olduklarında sayılardan biri mes'elenin aslı ile çarpılır. İki sayı arasında tedahül varsa; yani büyük sayıyı küçük sayı kesirsiz olarak bölerse, büyük sayı mes'elenin aslı ile çarpılır. İki sayı arasında muvafakat varsa, ikisinden birinin vıfkı diğeri ile çarpılır. Çıkan netice de mes'elenin aslı ile çarpılır. İki sayı arasında mübâyenet varsa; yani küçük sayı büyük sayıyı bölemez ve üçüncü bir sayı da bunları bölemezse, her biri diğeri ile çarpılır. Çıkan toplam netice de mes'elenin aslı ile çarpılır: Meselâ; ölen kimse geride üç amca ve üç kız bırakırsa; kızlara üçte iki verilir. Amcalara üçte bir kalır. Burada her iki grubun da hisseleri kesirli olmakta ve grupların sayıları da birbirlerine eşit olmaktadır. Bu sebeple iki grupdan birinin sayısı olan üç, mes'elenin aslı olan üçle çarpılır. Çıkan dokuz üzerine mes'ele kurulursa, sahih olur.

Ölen kimse geride beş nine, ana-baba bir olan beş kız kardeş ve bir de amca bırakırsa; bu mes'elenin aslı altıdır. Hisselerle sayılar arasında muvafakat yoktur. Ama sayılar birbirlerine eşittirler. Bu grupların sayılarından biri olan beşi mes'elenin aslı olan altı ile çarpar ve çıkan otuz rakkamı üzerine mes'ele kurulursa, sahih olur.

Ölen kimse geride bir nine, ana-baba bir olan altı kız kardeş, ana bir olan dokuz kız kardeş bırakırsa; mes'ele altı üzerine kurulur, sonra yediye avleder. Nineye bir, ana-baba bir kız kardeşlere iki hisse verilir. İki ile dokuz arasında muvafakat yoktur. Ana-baba bir kız kardeşlere dört hisse verilir. Bunların sayısı ile hisselerin sayısı arasında yarı üzerinde muvafakat vardır. Üçe bölünür, üç dokuza dâhildir. Dokuz, mes'elenin aslı olan yedi ile çarpılır. Çıkan altmış üç rakkamına göre kurulduğunda mes'ele sahih olur.

Ölen kimse geride bir kız, altı nine, dört oğul kızı ve bir amca bırakırsa; mes'elenin aslı altıdır. Hisselerle sayılar arasında muvafakat yoktur. Ama kelle sayısı ile mes'elenin aslı, yani altı ile dört arasında yarı üzerinde muvafakat vardır. Bunlardan birinin yarısını diğeri ile çarparak on iki rakkamını elde ederiz. Sonra bu on iki rakkamı mes'elenin aslı olan altı ile çarpılır. Çıkan yetmiş iki sayısına göre mes'ele kurulursa, sahih olur.

Ölen kimse geride bir karı, ana bir on altı kız kardeş ve yirmi beş amca bırakırsa; karısına dörtte bir, kız kardeşlerinin toplamına üçte bir hisse verilir. Kalan kısım için mes'elenin aslı on ikidir. Kız kardeşlerin sayısı olan on altı ile hisseleri olan üçte bir arasında dörtte bir üzerinde muvafakat vardır. Bu sebeple dörde dönülür. Amcaların sayısı olan yirmi beş ile hisse sayıları arasında beşte bir üzerinde muvafakat vardır. Bu sebeple yirmi beşin beşte biri olan beşe dönülür. Sayılar arasında muvafakat yoktur. Şu halde sayılardan biri olan dört, diğeri ile, yani beşle çarpılır. Çıkan yirmi rakkamı da mes'elenin aslı olan on iki ile çarpılır. Bu da iki yüz kırk eder. Mes'ele iki yüz kırk üzerine kurulunca sahih olur.

Üç veya daha çok grubun hisseleri kendilerine tam bölünemeyip kesirli çıkınca, önce sayıları ile hisseleri arasında ortaklık aranır. Sonra iki grup arasında tedahül, mümâselet, muvafakat ve mübayenet olduğunda yapılan muameleler gibi muamele yapılır: Ferâizde dört grupdan daha fazlasında kesir düşünülemez. Gruplar ile hisseleri arasındaki çarpma neticesi hissenin cüz'ü olarak isim alır. Bu da asıl mes'ele ile çarpılır: Meselâ; ölen kimse geride dört karı, üç nine, on iki amca bırakırsa; mes'elenin aslı on ikidendir. Karılara dörtte bir; yani üç hisse, ninelere altıda bir; yani iki hisse, amcalara da kalan kısım; yani yedi hisse verilir. Sayılarla hisseler arasında muvafakat yok ama, tedahül vardır. Bunların çoğunu, yani on ikiyi mes'elenin aslı ile, yani on iki ile çarparak yüz kırk dört sayısını elde ederiz. Mes'ele bu sayı üzerine kurulduğunda sahih olur. Buna göre karıların üç hissesi on iki ile çarpılınca, otuz altı eder ve dört karıdan her birine dokuz hisse düşer. Ninelerin iki hissesi on iki ile çarpılınca, yirmi dört eder ve üç nineden her birine sekiz hisse düşer. Amcaların yedi hissesi on iki ile çarpılınca, seksen dört eder ve on iki amcadan her birine yedi hisse düşer.

Ölen kimse geride altı nine, dokuz kız ve on beş amca bırakırsa; mes'elenin aslı altıdandır. Ninelere bir hisse düşer ki, bununla sayıları arasında muvafakat yoktur. Kızlara dört hisse düşer. Bununla da kızların sayısı arasında muvafakat yoktur. Amcalara bir hisse düşer ki, bununla da amcaların sayısı arasında muvafakat yoktur. Ama hissedarların sayıları arasında muvafakat vardır. Ninelerin sayısı olan altının üçte biri olan ikiyi kızların sayısı olan dokuzla çarparak on sekiz rakkamını elde ederiz. Sonra on sekizin vıfkı olan altı rakkamını amcaların sayısı olan on beşle çarparak doksan sayısını elde ederiz. Bundan sonra doksanı mes'elenin aslı olan altı ile çarparak beş yüz kırk rakkamını elde ederiz. Mes'ele bu son sayı üzerine kurulunca, sahih olur.

Ölen kimse geride iki karı, on nine, ana bir kırk kız kardeş ve yirmi amca bırakırsa; mes'elenin aslı on ikidendir. İki karıya dörtte bir, yani üç hisse düşer. Üç ikiye bölünemeyeceği gibi, bu iki sayı arasında muvafakat da yoktur. On nineye altıda bir, yani iki hisse düşer. İki on'a bölünemez ama, bu iki sayı arasında yarı üzerinde muvafakat vardır. On'un yarısına dönülür ki, bu beştir. Kırk kız kardeşe üçte bir, yani dört hisse düşer. Dört kırka bölünemez ama, bu iki sayı arasında dörtte bir üzerinde muvafakat vardır ki, o da ondur. Yirmi amcaya dörtte bir, yani üç hisse düşer. Üç yirmiye bölünemeyeceği gibi, bu iki sayı arasında muvafakat da yoktur. Beş ve on, yirmiye dâhildir. Şu halde yirmi sayısı mes'elenin aslı olan on iki ile çarpılır ve ikiyüz kırk rakkamı elde edilir. Mes'ele bu son sayı üzerine kurulunca, sahih olur.

Ölen kimse geride dört karı, on beş nine, sekiz kız ve altı amca bırakırsa; mes'elenin aslı yirmi dörttendir. Dört karıya sekizde bir, yani üç hisse düşer ki, üç dörde bölünemez ve üç ile dört arasında muvafakat da yoktur. On beş nineye altıda bir, yani dört hisse düşer ki, bunda da durum aynıdır. On sekiz kıza üçte iki, yani on altı hisse düşer. On sekiz ile on altı arasında yarı üzerinde muvafakat vardır. On sekizin yarısına, yani dokuza dönülür. Amcalara bir hisse kalır. Şimdi elimizde dört, on beş, dokuz ve altı sayıları vardır. Dokuz ile altı arasında üçte bir üzerinde muvafakat vardır. Bunlardan birinin üçte birini diğeri ile çarptığımızda, on sekiz eder. On sekiz ile on beş arasında da üçte bir üzerinde muvafakat vardır. Bunlardan birinin üçte birini diğeri ile çarparak doksan sayısını elde ederiz. Doksanla dört arasında yarım üzerinde muvafakat vardır. Doksanı iki ile çarptığımızda yüz seksen eder. Bunu mes'elenin aslı olan yirmi dörtle çarptığımızda dörtbin üçyüz yirmi eder. Mes'ele bu son sayı üzerine kurulunca, sahih olur.

Ölen kimse geride iki karı, on kız, altı nine ve yedi amca bırakırsa; mes'elenin aslı yirmi dörttendir. İki karıya sekizde bir, yani üç hisse düşer ki, üç ikiye kesirsiz olarak bölünemez. Bu iki sayı arasında muvafakat yoktur. On kıza üçte iki, yani on altı hisse düşer. On ile on altı üzerinde yarı üzerinde muvafakat vardır. On'un yarısı beşe bölünür. Altı nineye altıda bir yani dört hisse düşer. Altı ile dört arasında yarı üzerinde muvafakat vardır. Altının yarısı üçe dönülür. Yedi amcaya bir hisse düşer. Şimdi ortada iki, beş, üç ve yedi sayıları vardır. Bunların hepsi birbirine   mütebayindir. Öyle ise iki beşle çarpılır ve on sayısı elde edilir. Bu da üçle çarpılır ve otuz sayısı elde edilir. Otuz da yedi ile çarpılır ve iki yüz on sayısı elde edilir. Bunu da mes'elenin aslı ile çarptığımızda netice beş bin kırk olur. Mes'ele bu son sayı üzerine kurulunca, sahih olur. [77]

 

TEVAFUK, TEMASÜL, TEDAHÜL VE TEBAYÜNÜN BİLİNMESİ HAKKINDA

 

İki sayı arasında şu dört durumdan biri mutlaka bulunur:

1- Temasül

2- Tedahül

3- Tevafuk

4- Tebayün.

* Mütemasiller; eşit olan sayılardır: 3 ile 3, 5 ile 5 gibi. Bu bedihî olarak bilinen bir durumdur.

* Mütedahiller; biri diğerinin cüz'ü olan iki sayıdır ve cüz' olan büyüğün yarısından fazla olmamalıdır. Meselâ; 3 ile 9, 4 ile 12 gibi. 3, 9'un üçte biri ve 4 de 12'nin üçte biri; 4, 8'in ikide biri, 3 de altının ikide biridir. Bunu öğrenmenin  yolu; küçük sayının büyükden çıkarılmasıdır. Eğer küçük sayı büyük sebebiyle yok oluyorsa, bunlar mütedahil sayılardır. 5 ve 4'ün 20 sayısı karşısındaki durumları gibi. 5'i 4 defa 20'den çıkardığımızda,   veya 4'ü beş defa 20'den çıkardığımızda 20 tükenir. Böylece 5 veya 4 ile 20'nin mütedahil sayılar olduklarını anlamış oluruz.

Ya da şöyle diyebiliriz: Çoğu azına kesirsiz olarak bölünebilen iki sayıya mütedahil sayılar denilir. Meselâ; 20 sayısı 5'e bölünürse, netice kesirsiz olarak 4 olur. 20'nin 4'e bölünmesi durumunda da netice yine kesirsiz olup, 5'dir.

* Mütevafıklar: Biri diğerini tüketmeyen, biri diğerine kesirsiz olarak bölünemeyen; ama ikisini de tüketen başka bir sayının bulunduğu sayılara denilir. Bunlar kendilerini tüketen sayının cüz'ü ile mütevafık olurlar. Meselâ; 8 ile 12 sayıları gibi. Bunları 4 sayısı tüketir. Öyle ise bunlar dörtte birde tevafuk ederler. 15 ile 25 de böyledirler. Bunları 5 sayısı tüketir ve beşte bir sayısında tevafuk ederler.

Mütevafık sayıları bir kaç sayının tüketmesi de mümkündür. Meselâ; 12 ile 18 sayılarını 6, 3 ve 2 tüketirler. Bu takdirde vıfkın cüz'ü en büyük sayıdan alınır. Bu da çarpma ve hesaplamanın kısa olmasını temin eder.

Muvafakatı bilmenin yolur şudur: Sayılardan biri diğerinden çıkarılmaya devam edilir, kalanından muvafakat cüz'ü elde edilir. Meselâ; 15 ile 25'i düşünelim; 25'den 5 çıkarılınca, 20 kalır. 15'den de 10 çıkarılınca 5 kalır. Böylece muvafakatın cüz'ünü beşten alırız demektir. Bu demektir ki, 15 ile 25; beşte birde muvafakat ederler.

Muvafakat cüz'ünü bilmenin yolur şudur: 1 sayısı kalan sayıya nisbet edilir ve böylece muvafakatın cüz'ü ortaya çıkarılmış olur. Bunun misâli yukarıda anlatılmıştı; yukarıdaki işlemde beş artmıştı. Demek ki, beşe bir sayısı nisbet edilecek ve muvafakatın cüz'ü de beşte bir olacaktır.

Tükenen sayı 36 ve 54 gibi 10'dan büyük ise, bunları tüketen sayı 18'dir. 22 ve 33 gibi sayıları 11 sayısı tüketir. 30 ile 45 gibi sayıları 15 tüketir. Şuna da dikkat etmeliyiz ki; tüketilen sayının birler hanesindeki rakkam tek sayı olup, sahih cüz'ü bulunmayan bir rakkamsa; yani bir sayının başka bir sayı ile çarpılmasından oluşmuyorsa, meselâ 11 gibi bir sayı ise; kendisi ile diğer sayı arasındaki muvafakat da 11 üzerine olur. Çünkü bunun başka şeyle ifadesi mümkün değildir. Tüketilen sayı verdiğimiz örnekteki 18 gibi çift bir sayı ise, ya da birleşik tek sayı ise, yani 15 gibi iki veya daha fazla sahih cüz'ü bulunuyorsa; 15'in iki sahih cüz'ü vardır. Bunlardan biri 3 diğeri 5'tir. 15'de beş defa 3 ve üç kerre de 5 vardır. Evet, buna birleşik sayı denilir. Çünkü bu bir sayının başka bir sayı ile çarpılması neticesinde meydana gelmişti. Birinci misâldeki tek sayıda olduğu gibi bu 15 sayısından bir cüz'e ve 18 sayısından bir cüz'e muvafıktır da diyebiliriz.

İsterseniz bir rakkamını biri diğerine izafe edilecek iki kesirle o sayıya nisbet edebilirsiniz: Meselâ; 15 sayısında aralarında 5'in üçte biri üzerinde; 18 sayısında da 6'nın üçte biri üzerinde aralarında muvafakat vardır, diyebilirsiniz. Diğer benzerleri de buna kıyaslayabilirsiniz.

* Mütebâyinler: birbirine nıütedâhil ve mütemâsil olmayan, kendilerini kendilerinden başka bir bölenin bulunmadığı sayılardır. Meselâ; 5 ile 7, 7 ile 9, 11 ile 20 ve benzeri sayılar gibi. Mes'eleyi evvelki sahifelerde anlatılan usûlle tashih edip, her grubun tashih neticesi ne miktarda hisse elde edileceğini öğrenmek istediğimizde; mes'elenin aslında grubun eline geçen hisse sayısını mes'elenin aslı ile çarptığımız sayı ile çarparız. Çıkan netice sayısı o grubun hisse sayısını gösterir.

Meselâ; ölen kimse geride dört karı, altı ana-baba bir kız kardeş ve on amca bırakırsa; mes'elenin aslı on ikidendir. Dört karıya dörtte bir, yani üç hisse düşer. Üç dörde bölünemeyeceği gibi, üç ile dört arasında tevafuk da yoktur. Altı kız kardeşe üçte iki, yani sekiz hisse düşer ki; sekiz altıya bölünemez. Ama ikisinin arasında yarım üzerinde muvafakat vardır. Bu sebeple altıdan üçe dönülür. On amca içinse, bir hisse vardır. Şu halde ortada dört, üç ve on sayıları vardır. Dört ile on arasında yarım üzerinde muvafakat vardır. Bu sayılardan birinin yarısını diğeri ile çarparak yirmi sayısını elde ederiz. Sonra yirmiyi üç ile çarparız; altmış eder. Bunu da mes'elenin aslı olan on iki ile çarparsak, yediyüz yirmi eder. Mes'ele bunun üzerine kurulduğunda sahih olur.

Bu mes'eledeki her grubun ne kadar hisse alacağını öğrenmek istediğimizde, şöyle demeliyiz: Dört karının üç hissesi, mes'elenin aslının çarpanı olan altmış ile çarpılır. Çıkan yüz seksen sayısı onların toplam hissesi sayısıdır. Altı kız kardeşin sekiz hissesi altmışla çarpılır ve hisselerin dört yüz seksen tane olduğu anlaşılır. On amcanın bir hissesi altmışla çarpılır ve hisselerin altmış tane olduğu anlaşılır. Her mirasçının hissesini anlamak istediğimizde şöyle deriz: Her karının hissesi; altmışın üçle çarpılıp dörde bölünmesidir ve netice kırkbeştir (60x3: 4 = 45). Her kız kardeşin hissesi (60x8: 6 = 80) dir. Her amcanın hissesi (60x1: 10 = 6) dır.

İşte bu mes'elelerin ne şekilde tashih edileceğinin beyanı ve her grupla her mirasçının ne kadar hisse alacağının bilinmesidir. Benzer mes'eleler de buna kıyaslanmalıdır. Açıklanan usûllere göre hareket edilirse, inşâallah doğru neticeye ulaşılır.

Her ferdin payını öğrenmenin diğer bir yolu da şudur: Çarpımın neticesi istenilen her hangi bir gruba taksim edilir. Sonra da çıkan sayıyı o grubun hissesi ile çarparız. Çıkan netice o grupdaki ferdlerden her birinin payıdır. Meselâ; yukarıda geçen mes'eledeki çarpım neticesi olan 60'ı dört karıya taksim edersek, 15 sayısı ortaya çıkar. Bu 15 de karıların hisse sayısı olan üçle çarpılır ve netice 45 eder. İşte bu her karının hissesidir. 60'ı 6 kız kardeşe taksim edersek, her kız kardeş için on çıkar. Bunu onların hisse sayısı olan 8’le çarptığımızda, 80'i elde ederiz. Bu, her kız kardeşin hissesidir.

60'ı 10 amcaya taksim edersek; her amca için 6 çıkar. Bunu onların hisse sayısı olan 1 ile çarptığımızda 6 sayısını elde ederiz. Bu da her amcanın hisse sayısıdır.

Bunu bilmenin bir başka yolu da, nisbet yoludur: Şöyle ki; her grubun mes'elenin aslındaki hissesi kendi sayılarına nisbet edilir. Sonra o grubun ferdlerinden her birine o nisbetin oranında çarpımın neticesinden verilir. Misâl olarak bu mes'elemizi gösterebilir ve deriz ki; 4 karının hisseleri 3'tür. Bu onların sayılarına, 4'e nisbet edilir. Böylece hisseleri, çarpımın 60'ın dörtte üçü, yani 45 olur. Kız kardeşle amcaların hisselerinin belirlenmesinde de bu usûle uyulur. [78]

 

TEREKENİN TAKSİMİ

 

Tereke dirhem veya dinar cinsinden para ise; mirasçıların hisselerine göre bölünmek istenildiğinde mes'elenin tashihi neticesinde her mirasçıya düşen hisse tereke ile çarpılır. Sonra yekûnu asıl mes'eleye bölünür. Eğer tereke ile mes'elenin tashihi arasında muvafakat varsa; mes'elenin tashihinden her mirasçıya düşen hisse terekenin vıfkı ile çarpılır. Sonra yekûn mes'elenin tashihinin vıfkına bölünür ve  mirasçıya düşen pay meydana çıkar:

Her grubun payını öğrenmek için de bu işlem yapılır. İstenirse evvelce anlatılan nisbet usûlü ile bölme usûlü de tatbik edilebilir.

Yapılan işlemin sağlamasına gelince; evvelâ dökümler toplanır. Sonra bunların toplamı yekûnla karşılaştırılır. İkisi müsavi olurlarsa; yapılan işlem doğrudur. Aksi halde yanlıştır. İşlem inşâallah doğru çıksın diye yeniden yapılır.

Meselâ; Ölen kimse geride koca, baba bir kız kardeşle ana bir kız kardeş bırakırsa; mes'ele 6 üzerine kurulur, sonra yediye avleder. Terekenin elli dinar olduğunu düşünelim; kocanın hisse sayısı olan üç, elli ile çarpılır, yüz elli eder. Bu da mes'elenin sayısı olan yediye bölünür; çıkan netice yirmi birin yedide üçüdür. Baba bir kız kardeşinki de aynen yirmi birin yedide üçüdür. Ana bir kız kardeşlerin hisse sayısı olan bir, elli ile çarpılır, netice ellidir. Bu sayı yediye bölünür; çıkan netice (7= 7:1) dir. Bunlar toplandığında elli eder ve mes'ele sahih olur.

Nisbet usulüyle taksim şöyle yapılır: Kocanın hisse sayısı olan 3, 7 sayısına nisbet edilir: (7:3) yani terekenin (7:3) ünü alır ki, bu da (21=7:3) tür. Diğer mirasçıların hisseleri de bu şekilde belirlenir.

Taksim usulüyle hisse belirlemesi de şöyle olur: Tereke yediye bölünür: (50:7= 7=7:1). Bunu kocanın hisse sayısı olan üçle çarptığımızda elli dinarın (21= 7:3) ünü alır. Diğer mirasçıların hisseleri de bu şekilde belirlenir.

Ölen kimse geride koca, ana, baba ve iki de kız kardeş bırakırsa; mes'elenin aslı on ikidendir. Ancak on beşe avleder. Terekenin de 84 dinar olduğunu düşünelim. 15 ile 84 arasında üçte bir üzerinde muvafakat vardır. İki kızın hisse sayısı olan sekizi, 84'ün vıfkı olan 28 ile çarparsak; 224 eder. Bunu mes'elenin tashihinin vıfkı olan beşe bölersek, (44- 4:5) eder. Sonra ana ile babanın hisse sayısı olan 4'ü 28 ile çarparsak, 112 eder. Bunu da beşe bölersek; (22= 5:2) eder. Sonra kocanın hisse sayısı olan üçü 28 ile çarparsak, 84 eder. Bunu beşe bölersek (16= 5:4) eder ve mes'ele sahih olur.

Taksim uısûlüne göre ise, bu hisseler şöyle belirlenir: Terekenin vıfkı olan 28, mes'elenin vıfkı olan 5'e bölünür ve (5= 5:3) sayısı çıkar.

Bunu kocanın hisse sayısı ile çarparsak, (16= 5:4) eder. Hisseler toplamı 84 eder ve mes'ele sahih olur.,

Nisbet usulüyle bu hisseleri şöyle taksim edebiliriz: Kocanın hissesi (15:3) olup, terekenin beşte birini, yani (16= 5:4) hisse alır. Ana-babanın hisseleri (15:4) olup, terekenin altıda birini ve onda birini yani (22= 5:2) hisse alırlar. İki kızın hissesi onbeşte sekizdir ve terekenin üçte biri ile beşte birini, yani (44= 5:4) hisse alırlar. Hisseler toplamı 84 olup mes'ele sahih olur.

Mes'elenin hisselerinin sayısı kusurlu ise, anlatılan çarpma usûlü tatbik edilir. Artan şey tam sayılara taksim edilemiyorsa, onu kıratların sayısı olan yirmi ile çarpıp taksim etmek gerekir. Kıratlardan da artan olur ve bunlar tam sayılara taksim edilemiyorsa, onu habbe sayısı olan üçle çarpıp taksim etmek gerekir. Yine artan ve bölünmeyen bir sayı olursa; bunu pirinç sayısı olan dörtle çarpmak gerekir. Yine artan sayı kalırsa, bunu cüz'lerle dörde nisbet etmek gerekir; dörtte bir, dörtte iki, dörtte üç gibi.

Meselâ; ölen kimse geride koca, bir nine, bir dede ve bir kız bırakırsa; mes'ele 12 üzerine kurulur, 13'e avleder. Terekenin otuz bir dinar olduğunu düşünelim: Kocanın hisse sayısı olan 3, terekenin sayısı olan 31 ile çarpılır, netice 93 eder. Bu sayı 13'e bölünür. Her biri için 7 hisse çıkar. Geride her bir mirasçıya tam olarak bölünemeyen iki hisse kalır. Bu, kıratların sayısı olan yirmi ile çarpılır ve kırk eder. Bu sayı mes'elenin sayısı olan 13'e bölünür. Geride bir kalır: Pirinç sayısı ile büyütülünce, 12 eder ve 12 sayısı cüz'lerle mes'eleye nisbet edilir. Buna göre kocaya 7 dinar, üç kırat ve on ikide üç pirinç cüz'ü verilir.

Dedeye düşen iki hisseye gelince; bu 31 ile çarpılarak 62 eder. Bu sayı mes'elenin sayısı olan 13'e bölünür; 4 tam sayı çıkar. Kalan 10 sayısı kıratların sayısı olan 20 ile çarpılır ve 200 eder. Bu da mes'elenin sayısı olan 13'e bölünür; 15 tam sayı çıkar. Kalan beş sayısı habbelerin sayısı olan üçle çarpılarak büyütülür ve 15 eder. Sonra bu mes'elenin sayısı olan 13'e bölünür. Artan iki habbe sayısı, pirinç sayısı olan dörtle çarpılarak büyütülür ve 8 eder. Bunu da cüz'lere nisbet ettiğimizde dedeye 4 dinar, 15 kırat, 1 habbe ve 15'de 8 pirinç cüz'ü verilir.  Nineye de bu kadar verilir. Kıza, kocaya verilenin iki katı, yani 14 dinar, 6 kırat, 1 pirinç ve 13'de 11 pirinç cüz'ü verilir ki, bu hisselerin toplamı 31 dinar eder ve mes'ele sahih olur.

Alacaklılar arasında tereke bu şekilde taksim edilir. Borçların tamamı mes'elenin tashihi yerine geçirilir. Alacaklıların alacak miktarları da mirasçının hissesi yerine geçirilir. [79]

 

MİRASÇILARDAN BAZILARININ SULH OLUP ARADAN ÇIKMALARI

 

Alacaklılardan veya mirasçılardan biri terekeden bir şey alma karşılığında sulh olup aradan çıkarsa, o kimse hiç yokmuş gibi hesapdan çıkarılır. Çıkarılanın hissesi düşürüldükten sonra geriye kalan miktar mirasçılara hisselerine göre bölünür: Meselâ; ölen kimse geride koca, ana-baba bir amca bırakır da, koca zimmetinde bulunan mehirden vazgeçilmesi karşılığında sulh olup, aradan çıkarsa; kocayı bu taksimat hesabının dışına çıkarır ve ölen kadının geride annesi ile amcasını bıraktığını varsayar ve terekeyi anne ile amcaya taksim ederiz. Anneye üçte bir, kalanı da amcaya verilir. Bunlar Allah (cc) ın tevfîkiyle teferruat gerekçesi ile birlikte sulh bahsinde anlatılmıştır. [80]

 

MÜTEFERRİK MESELELER

 

Bunların çoğu çeşitli fasıllarda anlatılmıştı. Müracaatları kolay olsun diye bunların adlarını dipnotta yazdık. [81]  Şimdi de buraya kadar anlatılmamış ferâiz mes'elelerini anlatacağız. [82]

 

MÜŞRİKE

 

Ölen kimse geride koca, ana, ana bir iki kardeş, ana-baba bir erkek ve kız kardeşler bırakırsa; terekenin yarısı kocaya, altıda biri anaya, üçte biri de ananın çocuklarına verilir. Diğerleri hisseden düşerler. Ananın yerinde nine bulunursa, taksimat yine aynı ölçüde yapılır. Bu; Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve İbn Abbâs (r.anhum) ın kavilleridir. Bu, bizim ashabımızın da mezhebidir. İbn. Mes'ûd (ra) ile Zeyd b. Sabit (ra) dediler ki; 'ana-babanın çocukları olan asabeler ananın çocuğuna üçte birde ortak olurlar.’ Bu, son olarak Hz. Ömer (ra) in de söylediği bir sözdür. Daha evvel o, bu mes'elede bizim görüşümüze uygun hüküm vermişti. Ama bir sene sonra yine böyle bir mes'ele vuküunda önceki gibi hüküm vermek istedi ise de, ölünün ana-baba bir erkek kardeşlerinden biri şöyle dedi; 'Ey mü'minlerin emiri! Farzet ki, babamız bir hımardı. Peki ama biz aynı anadan değil miyiz?’ Bu söz üzerine Hz. Ömer (ra) ana-baba bir erkek kardeşleri üçte birde ananın çocuklarına ortak etti ve şöyle buyurdu; 'önceki taksimatımız önceki hükmümüze göredir. Bu taksimatımız ise, yeni hükmümüze göredir.’

Bu mes'eleye 'müşrike' (ortak kılan) denmesinin sebebi; Hz. Ömer (ra) in ana-baba bir erkek kardeşleri ana bir kardeşle ortak kılmasındandır. Bu mes'eleye aynı zamanda 'hımariye' de denilir. Çünkü itirazcı kardeş; 'farzet ki, babamız bir hımardı. Peki ama biz aynı anadan değil miyiz?' demişti. Bu mes'elede ana-baba bir erkek kardeşlerin yerinde baba bir erkek kardeşler olsaydı, icmâ ile hisseden düşer ve ana bir kardeşlere ortak olamazlardı. Sahih olan bizim mezhebimizdir. Zira Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:    

“Farz hisseleri sahiplerine verin. Kalanı ilk sıradaki erkek asabenindir.” [83] Bu da ananın çocuklarına öncelik verilmesini gerektirmektedir. Usûle muvafık olan da budur. Ana-baba bir erkek kardeşleri bunlara ortak eden kimse nassa muhalefet etmiştir. Doğrusu ananın çocukları Kitab'ın nassıyla bildirildiğine göre, farz hisse sahibidirler. Ana-babanın çocukları evvelce de açıkladığımız gibi asabedirler. Bu Kitab'ın nassıyla bildirilmiştir. Bunları onlara ortak etmek nassa ters düşmektedir. [84]

 

HARKA

 

Ölen kimse geride ana, dede ve kız kardeş bırakırsa; buna harka mes'elesi denilir. Çünkü sahabîlerin sözleri bu mes'eleyi harka haline getirmiştir. Hz. Ebûbekir (ra) bu mes'elede; 'anaya üçte bir, kalanda dedeye verilir’ demiştir. Zeyd b. Sabit (ra); 'anaya üçte bir, kalan mal dede ile kız kardeş arasında üç hisse üzerine taksim edilir' demiştir. Hz. Ali (ra); 'anaya üçte bir, kızkardeşe yarım, kalan da dedeye verilir' demiştir. İbn Abbâs (ra) dan bu mes'ele hakkında iki rivayet gelmiştir: Bir rivayete göre, kız kardeşe yarısı verilir. Kalan mal da ana ile dede arasında yarı yarıya taksim edilir. Diğer rivayete göre; ki bu Hz. Ömer (ra) in de kavlidir kız kardeşe yarım, anaya kalan malın üçte biri, artan ise dedeye verilir. Buna 'Osmaniye mes'elesi' de denilir. Çünkü Hz. Osman (ra) bu mes'elede icmâa aykırı görüş beyan eden tek zat olmuştur. O, şöyle demiştir; 'anaya üçte bir verilir. Kalan mal ise dede ile kız kardeş arasında yarı yarıya taksim edilir.' Bu sebeple bu mes'eleye harka adı verilmiştir. Hatta buna; 'Hz. Osman (ra) ın üçlüsü', 'İbn. Mes'ûd (ra) un dörtlüsü' ve 'Şa'bî'nin beşlisi’ de denilir. Çünkü Haccâc bu mes'eleyi kendisine sorduğunda Şa'bî; 'bu mes'elede beş sahabî ittifak etti' demiştir. Hz. Ebûbekir (ra) in sözü de buna eklenirse, 'altılı' olur. [85]

 

MERVANİYE

 

Ölen kimse geride müteferrik altı kız kardeş ve koca bırakırsa, terekenin yarısı kocaya, üçte ikisi ana-baba bir kardeşe, üçte biri ana bir olan iki kız kardeşe verilir. Baba bir kız kardeşlerse, hisseden düşerler.

Mes'ele altı üzerine kurulur ama dokuza avleder. Mervan b. Hakem zamanında vukûbulduğu için, bu mes'eleye Mervaniye denilmiştir. Aralarında meşhur oluşundan dolayı, buna 'garrâ' da denir. [86]

 

HAMZİYE

 

Ölen kimse geride aynı hizadaki üç nine, bir dede ve müteferrik üç kız kardeş bırakırsa; Hazret-i Ebûbekir (ra) ve İbn. Abbâs (ra) dediler ki; 'ninelere altıda bir verilir. Kalanı da dedeye verilir. Mes'ele altı üzerine kurulur, ancak on sekiz üzerine sahih olur.' Hz. Ali (ra) dedi ki; 'ana-baba bir kız kardeşe yarım verilir, baba bir kız kardeşe altıda bir verilerek, terekenin üçte ikisi tam olarak verilmiş olur. Ninelere altıda bir, dedeye altıda bir verilir.' Bu İbn. Mes'ûd (ra) un kavlidir. Bu hususda İbn. Abbâs (ra) dan da şaz bir rivayet vardır. Buna göre anasının anası olan nineye altıda bir verilir. Artan da dedeye kalır. Zeyd b. Sabit (ra) dedi ki; 'ninelere altıda bir verilir. Kalan kısım dört hisse olmak üzere dede, ana-baba bir kız kardeş arasında taksim edilir. Sonra baba bir kız kardeş aldığı payı ana-baba bir kız kardeşe reddeder. Bu mes'elenin aslı altı üzerinedir. Ancak yetmiş ikiden sahih olur. Sadeleştirme yoluyla otuz altıya düşürülür. Buna göre ninelere altı, ana-baba bir kız kardeşe hem kendisinin, hem de baba bir kız kardeşin hissesi olarak on beş hisse, dedeye de on beş hisse verilir. Bu mes'eleye Hamziye de denilmiştir. Çünkü bu mes'ele Hamza ez- Zeyyat'a sorulduğunda o, bu cevapları vermiştir. [87]

 

DÎNARİYE

 

Ölen kimse geride bir karı, bir nine, iki kız, ana-baba bir on iki erkek kardeş, bir kız kardeşle altı yüz dinarlık bir tereke bırakırsa; nineye altıda bir, yani yüz dinar; iki kıza üçte iki, yani dört yüz dinar, karıya sekizde bir, yani yetmiş beş dinar verilir. Kalan yirmi beş dinardan her erkek kardeş iki dinar, kız kardeş ise bir dinar alır. Bu sebeple bu mes'eleye 'dinariye' denilmiştir.

Buna Davudiye mes'elesi de denilmiştir. Zira bu mes'ele kendisine sorulduğunda Dâvûd Tâî bu şekilde yapmıştır. Bunun üzerine ölenin kız kardeşi Ebû Hanîfe'ye gelerek şöyle demiş (ve aralarında şöyle bir konuşma geçmiş) ti;

“- Erkek kardeşim öldü, geride altı yüz dinar bıraktı. Bana sadece bir dinar verildi.”

“- Terekeyi kim taksim etti?”

“- Talebeniz Dâvûd-u Tâî.”

“- O kimseye haksızlık etmez. Kardeşin geride bir nine bıraktı mı?”

“- Evet.”

“- İki kız evlât bıraktı mı?”

“- Evet.”

“- Bir karı bıraktı mı?”

“- Evet.”

“- Seninle beraber on iki erkek kardeşin de var mı?”

“- Evet.”

“- Öyleyse senin hakkın bir dinardır.”

Bu insanı yoran meselelerdendir. Denilir ki; bir adam öldü, arkada altı yüz dinar, on yedi erkek ve kadın mirasçı bıraktı. Bunlardan birine bir dinar düştü. Bu hangi mes'eledir? [88]

 

İMTİHAN

 

Ölen kimse geride dört karı, beş nine, yedi kız ve dokuz baba bir kız kardeş bırakırsa; mes'elenin aslı yirmi dört üzerine kurulur. Karılara sekizde bir, yani üç hisse. Ninelere altıda bir, yani dört hisse, kızlara üçte iki, yani on altı hisse, baba bir kız kardeşlere de kalan bir hisse verilir. Burada  gruplarda bulunan ferd sayılarıyla, hisseler sayısı arasında muvafakat olmadığı gibi, fert sayısı bakımından gruplar arasında da muvafakat yoktur. Şu halde gerekli olduğundan 4'ü 5'le çarparız, 20 eder. Bunu da 7'yle çarparız, 140 eder. Bunu da 9'la çarparız, 1260 eder. Bunu da mes'elenin aslı olan 24 sayısıyla çarparız, 30 260 eder. Mesele buna göre kurulursa, sahih olur ve hisseler kesirsiz olarak taksim edilir.

Bu mes'eledeki imtihan yönü, şöyle denilmesindedir; bir adam öldü, geride bir kaç sınıf mirasçı bıraktı. Her sınıftaki mirasçının sayısı on'dan azdır. Ama mes'elesi 30 000'in üstündeki bir sayıya göre kurulmadıkça, sahih olmaz. Bu hangi mes'eledir? [89]

 

ME'MÜNİYYE

 

Ölen kimse geride ana, baba ve iki kız bırakır. Sonra iki kızından biri ölüp geride bazı mirasçılar bırakır. Bu mes'eleye Me'mûniyye denilir. Çünkü Halife Me'mûn Basra kadılığına bir kadı tayin etmek istemiş, bu sebeple Yahya b. Eksem'i huzuruna çağırtmış, ama onu küçümseyip, bu vazifeye lâyık olmadığı zannıyla beğenmemişti. Yahya'ya bu miras mes'elelerini sormuş, Yahya da; 'ey mü'minlerin emiri! İlk ölenin kadın mı, yoksa erkek mi olduğunu bana söyle. Ben de ona göre sana cevap vereyim' demesi üzerine Me'mûn onun bu mes'eleyi bildiğini anlamış, ona ahid vererek kadılığa tayin etmişti.

Bu mes'elenin cevabı, ilk ölünün erkek veya kadın olmasına göre değişir. Erkekse, 1. mes'ele 6 üzerine kurulur. İki kıza üçte iki, yani dört hisse; ana ve babaya altıda iki, yani iki hisse verilir. İki kızdan biri ölünce, o geride bir kız kardeş babanın babası olan bir sahih dede ve babanın anası olan bir sahih nine bırakmış olur. Buna göre terekeden altıda bir nineye, kalanı da dedeye verilir. Hz. Ebûbekir (ra) in kavline göre kız kardeş hisseden düşer. Zeyd b. Sabit (ra) dedi ki; 'nineye altıda bir verilir, kalanı da dedeyle kız kardeş arasında münaseha mes'elesinde anlatılan tashih usûlüne göre üç hisse olarak taksim edilir.

İlk ölü kadın ise; kendisinden sonra ölen kızı geride bir kız kardeş, anne anne olan bir sahih nine ve ananın babası olan fâsid bir dede bırakmış olur. Nineye altıda bir, kız kardeşe yarım verilir. Artan kısım da redd yoluyla bu ikisine verilir. Fâsid dede de icmâ ile hisseden düşer. [90]

 

FERÂİZÎN MÜTEŞÂBİH MES'ELELERİ

 

Sorulan ve ferâizcilerin birbirlerini imtihan ettikleri bazı mes'eleleri hafıza jimnastiği maksadıyla anlatıyorum. Muhammed b. Hasan dedi ki; 'adamın biri miras malını paylaşmakta olan bir topluluğun yanına gelerek onlara şöyle dedi; 'kaybolmuş bir karım var. Eğer o sağsa, bu mala mirasçı olur, ben olamam. Eğer ölüyse ben mirasçı olurum.'

Bu şöyle bir kadındır: Kendisi ölmüş olup, geride ana-baba bir olan iki kız kardeş, baba bir erkek kardeş bırakmıştı. Baba bir erkek kardeşi aynı zamanda onun ana bir kız kardeşinin kocasıdır. Bu takdirde ölünün ana baba bir olan iki kız kardeşine üçte iki, anasına altıda bir ana bir kız kardeşine üçte iki, anasına altıda bir, ana bir kız kardeşine eğer kendisi sağsa altıda bir verilir. Onun kocasına bir şey verilmez. Çünkü o asabedir ve bu koca ölünün baba bir erkek kardeşidir. Ama kayıp kadın sağsa, kalan mal kocaya verilir ki, o da terekenin altıda biridir. Çünkü o asabedir.

Bir kadın miras malı paylaşmakta olan bir topluluğun yanına gelerek; 'paylaşmayı bırakın, ben hamileyim. Eğer erkek çocuğum olursa, mirasçı olacaktır. Eğer kızım olursa, mirasçı olmayacaktır’ derse; bu mes'elenin süreti şöyle olur: Bir adam ölmüş, arkada bir kız, bir amca ve kendisinin kardeşinden hâmile kalan bir kadın bırakmıştır. Bu kadın erkek çocuk doğurursa; çocuk, ölünün erkek kardeşinin oğludur ve amcasından öncelikli asabedir. Dolayısıyla malına mirasçı olur. Hâmile kadın kız çocuk doğurursa, bu çocuk ölünün erkek kardeşinin kızı olup, zevi'l- erhamdandır. Dolayısıyla ölen amcasının malına mirasçı olamaz.

Mirası paylaşmakta olan topluluğun yanına gelen gebe kadın; 'eğer erkek çocuğum olursa, mirasçı olmayacaktır. Eğer kızım olursa, mirasçı olacaktır’ deseydi, bu mes'elenin süreti şöyle olurdu: Bir kadın ölüp geride koca, ana, ana bir kız kardeş ve babasından gebe kalmış bir kadın bırakmıştır. Bu gebe kadın bir kız çocuk bırakırsa, bu kız ölü kadının baba bir kız kardeşi olur. Buna göre ölünün anasına altıda bir, kocasına yarım, ana bir iki kız kardeşe üçte bir verilir. Bu mes'ele altı üzerine kurulur, dokuza avleder. Hâmile  kadın bir erkek çocuk doğurursa, ölen kadının kocasına yarım, anasına altıda bir,  ana bir iki kız kardeşine de üçte bir verilir. Doğan erkek çocuk asabe olduğundan, bir şey alamaz.

Yukarıda geçen topluluğun yanına gelen kadın; 'eğer bir erkek çocuk doğurursam; ne o, ne de ben mirasçı olamayız. Ama bir kız çocuk doğurursam, hem ben, hem o; ikimiz de mirasçı oluruz' deseydi; bu mes'elenin süreti şöyle olurdu: Ölen erkek olup, geride başkasının cariyesi olan hâmile bir zevce bırakmıştır ve efendisi de bu cariyeye; 'karnındaki çocuk kızsa, sen hürsün’ demiş olmalıdır. Bu hâmile cariye bir kız doğurursa; hürriyete kavuşur, kızı da hür olarak doğar ve ikisi de mirasçı olurlar. Ama bir erkek çocuk doğurursa, kendisi cariye kalmakta devam eder, oğlu da köle olarak doğar ve her ikisi de mirasçı olamazlar. Ama efendi hürriyeti çocuğun erkek olmasına bağlasaydı, cevap bunun zıddı olurdu. 'Erkek veya kız doğurursam' derse, mirasçı olamaz. Ama; 'erkek ve kız çocuk doğurursan' derse, çocukların ikisi de mirasçı olurlar.

Bunun süreti şöyledir: Bir erkek ölüp geride ana, ana-baba bir kız kardeş, babasından gebe kalmış bir kadın ve bir dede bırakırsa; bu gebe kadın bir erkek veya bir kız çocuk doğurursa; dedeye döner ve dedenin hissesi ana baba bir kız kardeşe redd olarak verilir. Ölünün babasından gebe kalan kadın bir erkek ve bir de kız çocuk doğurursa; terekenin yarısına tamamlanıncaya kadar kız kardeşe redd yoluyla verilir. Doğan iki çocuğa dokuzun yarısı verilir. Bu Zeyd b. Sabit (ra) in muhtasarıdır.

Mirası paylaşanların yanına gelen gebe kadın; 'eğer bir çocuk doğurursam; ben ve o terekenin üçte birine mirasçı oluruz. Bir kız doğurursam, mirasçı olamaz' derse; bu mes'elenin süreti şeyledir: Bir adam oğlunun oğlunu, başka bir oğlunun oğlunun kızı ile evlendirmiş ve bu evlilikten bir erkek çocuk doğmuştur. Bu erkek çocuk batın bakımından anasıyla aynı dereceyi almıştır. Sonra o adam ölüp geride bu ikisinden başka iki de kız bırakmıştır. Bu durumda bu iki kız terekenin ikide üçünü alırlar. Kalan üçte biri bu erkek çocukla anası paylaşırlar. Bunun üçte ikisi çocuğa, üçte biri de anasına verilir. Bu kadın bir kız çocuk doğursaydı, hisseden düşerdi. Çünkü kızlar üçte ikiyi tamamlamış olacaklardı ve kendilerini asabe kılan da yoktur.

Miras malı paylaşmakta olan topluluğun yanına gelen bir kadın; 'eğer bir erkek çocuk doğurursam, mirasçı olamaz. Ama bir kız çocuk doğurursam, o terekenin yarısını alır. Ben de sekizde birini alırım. Kalanı da asabelerin olur' derse; bu mes'elenin süreti şöyledir; bir adam ölüp geride bir asabe ve mal olarak da sadece iki köle bırakır, bu asabe de bu iki köleyi azad eder.

Azad edildikten sonra bu köleler hâmile bir kadının, ölenin mirası olduğuna ve ölenden hâmile kaldığına şehâdet ederse; bu kadın erkek bir çocuk doğurduğu takdirde kadın ve çocuğu mirasçı olamazlar. Şayet mirasçı olurlarsa, asabe mirasdan düşer ve kölelerin azadlıkları da iptal olur, şehâdetleri de geçersiz olur. Kadının ölen erkeğe karılığı ve doğan çocuğun ölen erkeğe karılığı ve doğan çocuğun ölen erkeğe olan nesebi sabit olmaz.

Bu kadınla çocuğunun mirasçı kılınmaları kölelerin azadlıklarını iptal eder. Bu kadın bir kız çocuk doğurursa, kadın sekizde bir, kızı yarım alır. Kalanı da asabeye verilir, iki kölenin azadlıkları da geçerli olur. Çünkü asabenin o iki kölede payları vardır. Eğer varlıklıysa, kadınla çocuğun kölede bulunan paylarını kendilerine öder. Eğer fakirse, bu köleler o kadınla çocuğun kendi nefîslerindeki paylarını ödemek maksadıyla çalışıp para kazanırlar. Çalışıp para kazanmakta olan köle, borçlu hür gibidir. Bütün bu sayılanlar İmameyn'in kavline göredir.

Bir adam ölüp, arkada bir dayı ve bir amca bırakır, amcası değil de sadece dayısı kendisine mirasçı olursa, bu mes'elenin süreti şöyledir; bu ölen adamın baba bir erkek kardeşi kendisinin anne annesiyle evlenerek bundan bir erkek çocuk doğarsa; bu çocuk ölen erkeğin dayısı ve aynı zamanda erkek kardeşinin oğludur. Kendisine amcasından daha yakındır. Bu ölü erkek için; 'dayısı erkek kardeşinin oğlu olan adam' da denilir, amcasının dayısı da denilir.

Bir adam ölüp, arkada karısını ve bir de karısının erkek kardeşini bırakır da, malının sekizde biri karısına, artanı da karısının erkek kardeşine verilirse, bu mes'elenin süreti şöyledir; bu adam oğlunu kayın vâlidesiyle evlendirmiş olup, bundan bir erkek çocuk doğarsa, bu çocuk kendisinin oğlunun oğlu ve karısının da erkek kardeşidir.

Ahmed, Mehmed'in hem dayısı, hem de amcasıdır. Bu şöyle olur: Mehmed'in babasının babası, anasının anasıyla evlenir ve bundan Ahmed doğarsa, Ahmed Mehmed'in hem dayısı hem de amcası olur.

İki erkek birbirinin amcasıdırlar. Bu şöyle olur; iki erkekten her biri diğerinin annesiyle evlenerek bu kadınlardan birer erkek çocuk olursa; bunlardan her biri öbürünün amcası olur.

Başka bir süret; Ahmed'in ana bir erkek kardeşi Ahmed'in baba annesiyle evlenir ve bundan bir erkek çocuk doğarsa, bu çocuk Ahmed'e amca olur.

İki erkekten her biri öbürünün dayısıdır. Bu şöyle olur; iki erkekten her biri öbürünün kızıyla evlenerek bundan birer erkek çocuk doğarsa; bu erkek çocuklardan her biri öbürünün dayısı olur. Ya da şöyle demek mümkündür; bir adamın anasının babası kendisinin baba bir kız kardeşiyle evlenerek bundan bir erkek çocuk doğarsa; bu çocukla o adam birbirlerinin dayısı olurlar.

Her iki erkekten biri öbürünün dayısı, diğeri de bunun amcasıdır. Bu şöyle olur; bir erkek bir kadınla evlenir ve bu erkeğin oğlu da o kadının anasıyla evlenir, bu evlenmelerden birer erkek çocuk doğarsa; babanın çocuğu, oğlun oğlunun amcası olur. Oğlun oğlu da babanın oğlunun dayısı olur.

Bir erkek ölüp arkada mal ve mirasçılar bırakır ve bu mirasçılardan biri erkektir. Bu eğer ölünün oğluysa, 2000 dirhem alır. Eğer amca oğluysa, 20 000 dirhem alır. Bu şöyle olur; bir erkek ölüp arkada 60 000 dirhem para, 58 kız ve bir de erkek mirasçı bırakmıştır. Bu erkek eğer ölünün oğluysa, malı kızlarla paylaşır. Kendi hissesi 2000 dirhemdir. Eğer amcasının oğluysa, kızlar üçte iki, yani 40 000 dirhem alırlar. Kalan 20 000'dir hem de amcasının oğluna verilir.

Bir erkek anasının mehri için babasını satar; bu mes'elenin süreti şöyledir; hür bir kadın bir köleyle evlenir ve bir erkek çocuk doğurur ve sonra köle bu kadını boşar ve kölenin efendisi mehir karşılığı bu kadınla evlenir, kadın mehrini talep eder, ama ikinci koca iflas etmiş durumdadır. Mehir yerine bu kölenin kadına verilmesine hükmolunur da kadın kölenin ve kendisinin oğlunu bu köleyi satma ve satış bedelinden mehrini tahsil etme hususunda vekil tayin eder.

Bir erkek ölüp arkada altı mirasçı ve 90 dinar bırakır da, mirasçılardan birine bir dinar düşerse; bu mes'elenin süreti şöyledir; bu erkek ölüp arkada ana, dede, ana-baba bir kız kardeş, baba bir iki erkek kardeşle bir kız kardeş bırakırsa; bu mes'ele 90 üzere sahih olur. Baba bir kız kardeşin hissesi, bir dinardır.

Hasta bir kimse bir erkeğe şöyle der; 'senin iki karın, iki ninen, iki halan, iki teyzen ve iki kızın bana mirasçı olacaklardır.’ Demek ki bu hasta o adamın iki ninesiyle evlenmiş, onlardan her biri iki kız doğurmuştur. Bu doğanlar onun iki halasıyla iki teyzesi olurlar. O erkek de bu hastanın iki ninesiyle evlenmiştir. Hastanın babası da o erkeğin anasıyla evlenmiş ve bundan iki kız çocuk doğmuştur. Bu kızlar hastanın baba bir kız kardeşleri, sağ erkeğin de ana bir kız kardeşleri olur. Hasta, babasından sonra öldüğünde arkada iki karı bunlar sağ erkeğin nineleri olurlar, dört kız bunlar da sağ erkeğin teyzeleri ve halalarıdırlar, iki nine bunlar da sağ erkeğin karılarıdırlar, baba bir olan iki kız kardeş bunlar da sağ erkeğin ana bir kız kardeşleridirler bırakmıştır.

Bir kadın ayrı ayrı dört erkekle evlenmiş ve her birinin malının yarısına mirasçı olmuştur. Bu şöyle olur; bu kadınla erkek kardeşe miras olarak dört köle kalmıştır. Bunlar o köleleri azad etmişler, sonra bu kadın ard arda bu azadlı kölelerle evlenmiş ve hepsi de ölmüşlerdir. Bu kadın nikâh sebebiyle azadlı kölelerden her birinin malının dörtte birine, ayrıca velâ sebebiyle de dötte birine ve toplam olarak yarısına mirasçı olur.

Bir kadınla oğlu velâ sebebi olmaksızın bir erkeğin malını yarı yarıya paylaşırlar. Bu erkek kendi kızını erkek kardeşinin oğluyla evlendirmiş ve bundan bir erkek çocuk doğmuştur. Bu erkek, erkek kardeşinin oğlunun ölümünden sonra ölüp arkada kızını ve kızının oğlunu ki, bu aynı zamanda onun erkek kardeşinin oğlunun oğludur bırakmıştır. Kızına malının yarısı verilir. Kalanı da asabe olduğudan, kızının oğluna verilir.

Ölen kimse arkada ana bir üç kadeş bırakır ve bunlardan biri aynı zamanda onun amcasının oğludur. Bunlar kardeş olmalarından dolayı malın üçte birini alırlar. Her birine dokuzda bir hisse düşer. Kalanı da amca oğluna verilir. Bu da dokuzda altıdır. Daha evvel aldığı dokuzda bir buna eklenecek olursa, toplam dokuzda yedi hisse olmuş olur.

Bir erkek ölüp arkada 8 oğul ve bir miktar mal bırakıp şöyle der; 'büyük oğul on dinar ve kalan dokuzda birini ikinci oğul 20 dinar ve kalanın dokuzda birini, üçüncü oğul 30 dinar ve kalanın dokuzda birini, dördüncü oğul 40 dinar ve kalanın dokuzda birini, beşinci oğul 50 dinar ve kalanın dokuzda birini, altıncı oğul 60 dinar ve kalanın dokuzda birini, yedinci oğul 70 dinar ve kalanın dokuzda birini, sekizinci oğul da kalanı alacaktır.' oğullar bu ölçüye göre paylaştılar. Hepsine de eşit hisse düştü. Bu nasıl olur?

Cevap: Tereke 640 dinardır. Büyük oğul on dinar alınca, arkada 630 dinar kalır. Bunun dokuzda biri 70 dinardır. Bunu da alır ve büyük oğul toplam 80 dinar almış olur. Seksen dinar terekenin sekizde biridir. Geride 560 dinar kalır.

İkinci oğul 20 dinar ve kalanın dokuzda birini yani 60 dinarı alınca, 80 dinar almış olur ki, bu herbiroğulun alacağı miktardır. Geride 480 dinar kalır.

Üçüncü oğul 30 dinar ve kalanın dokuzda birini, yani 50 dinarı alınca, 80 dinar almış olur. Arkada 400 dinar kalır.

Dördüncü oğul 40 dinar ve kalanın dokuzda birini, yani 40 dinarı alınca, 80 dinar almış olur. Arkada 320 dinar kalır.

Beşinci oğul 50 dinar ve kalanın dokuzda birini, yani 30 dinarı alınca, 80 dinar almış olur. Arkada 240 dinar kalır.

Altıncı oğul 60 dinar ve kalanın dokuzda birini, yani 20 dinarı alınca, 80 dinar almış olur. Arkada 160 dinar kalır.

Yedinci oğul 70 dinar ve kalanın dokuzda birini, yani 10 dinarı alınca, 80 dinar almış olur. Arkada 80 dinar kalır. Bunu da sekizinci oğul alır. Böylece müteveffanın sekiz oğlundan her biri seksener dinar almış olurlar.

Doğruyu en iyi bilen ve en doğru hükmü veren Allah (cc) dır. [91]

4. Cildin ve El- İhtiyar Kitabının Sonu

Bu eserin tercemesini bu fakîr-i pür-taksîre nasib eden Mevlâ'ya hamd-ü senalar olsun. 18.6.1998

Mehmet Keskin

 



[1] Bakara: 2/237.

[2] Nur: 24/1.

[3] Tevbe: 9/60.

[4] Buhârî, Ferâiz: 2, Ebû Dâvud, Ferâiz: 1.

[5] Bu hadîsi Ebû Dâvud, İbn. Mâce ve Ahmed rivayet etmiştir.

[6] Nisa: 4/11.

[7] Nisa: 4/176.

[8] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/377-379.

[9] Bu hadîsi İbn. Mâce ve Hâkim rivayet etmiştir.

[10] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/379.

[11] Bu hadîsi Taberânî rivayet etmiştir.

[12] Nisa: 4/11.

[13] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/380-381.

[14] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/382.

[15] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/382-383.

[16] Bu hadîsi Buharî, Müslim, Tirmizî ve Ahmed rivayet etmiştir. Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/383.

[17] Nisa: 4/11.

[18] Nisa: 4/11.

[19] Bu hadîsi Buharî, Müslim, Tirmizî ve Ahmed rivayet etmiştir.

[20] Yûsuf: 12/38.

[21] Nisa: 4/12.

[22] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/383-385.

[23] Nisa: 4/11.

[24] Enfâl: 8/12.

[25] Nisa: 4/11.

[26] Tahrim: 66/4.

[27] Nisa: 4/11.

[28] Nisa: 4/11.

[29] Nisa: 4/176.

[30] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/385-394.

[31] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/394.

[32] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/394-395.

[33] Nisa: 4/176.

[34] Nisa: 4/11.

[35] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/396.

[36] Nisa: 4/11.

[37] Nisa: 4/11.

[38] Nisa: 4/176.

[39] Bu hadîsi Buhari, Müslim, Tirmizî ve Ahmed rivayet etmiştir.

 

[40] Nisa: 4/11.

[41] Nisa: 4/176.

[42] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/397-401.

[43] Nisa: 4/12.

[44] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/401-404.

[45] Mübâhele; bir çeşit münazaradır. İddia sahibi, 'Allah (cc) ın laneti yalan­cının üzerine olsun' der. (Mütercim).

 

[46] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/405-410.

[47] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/410-413.

[48] Bu, sevimsiz şeyler için kullanılan bir darb-ı meseldir. (Mütercim).

 

[49] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/413-420.

[50] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/420-422.

[51] Enfal: 8/75.   

[52] Bu hadîsi Tirmizî, Ebû Dâvud, Neseî, İbn. Mâce, Hâkim, İbn. Hibbân, Ahmed ve Ebû Zür'a rivayet etmiştir.

[53] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/422-424.

[54] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/424-434.

[55] Bu hadîsi Buhari, Müslim, Ahmed ve Taberânî rivayet etmiştir.

[56] Bu hadîsi Taberânî, Hâkim ve Beyhakî rivayet etmiştir.

[57] Bu hadîsi Taberânî, Hâkim ve Beyhakî rivayet etmiştir.

 

[58] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/434-436.

[59] Nisa: 4/33.

[60] Enfâl: 8/75.

[61] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/436-438.

[62] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/438.

[63] Mâide: 5/42.

[64] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/439-440.

[65] Bu hadîsi Ebû Dâvûd ve İbn. Hibbân rivayet etmiştir.

[66] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/440-442.

[67] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/442-443.

[68] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/443-444.

[69] Bu hadîsi Ebû Dâvûd ve Beyhaki rivayet etmiştir.

[70] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/444-445.

[71] Bu hadîsi Buharî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvud, Neseî, İbn. Mâce, Hâkim ve Ahmed rivayet etmiştir.

 

[72] Sığır sahibi; sığır kesme kıssaası İsrâioğullarından iki gencin miraslarına konmaları için amcalarını öldürmeleri ile alâkalıdır. (Bkz. Bakara: 2/67 ilâ 74). Ve tefsirlerde bu hususla alâkalı açıklamalar bulunabilir. (Mütercim).

[73] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/445-446.

[74] Mübersem; deliliğe benzer bir illete yakalanan kimse. (Mütercim).

[75] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/446-448.

[76] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/448-451.

[77] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/451-456.

[78] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/456-459.

[79] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/459-462.

[80] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/462.

[81] İki yetim mes'elesi, ilzam mes'elesi, mübâhele mes'elesi, Şüreyh'in hükme bağladığı ümm-ü ferrüh mes'elesi, dullar anası mes'elesi, İbn. Mes'ûd (ra) un otuzlusu ve ekderiye mes'elesi gibi.

[82] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/462.

[83] Bu hadîsi Buharî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvud, Neseî ve Ahmed rivayet etmiştir.

[84] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/463-464.

[85] Harka; aynı yere basmayarak ayrı ayrı yerlere basarak giden deveye denilir. Ashabın her biri bu mes'elede ayrı görüşler beyan ettiği  için, bu mes'eleye 'harka mes'elesi’ denilir. (Mütercim). Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/464.

[86] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/464-465.

[87] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/465.

[88] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/465-466.

[89] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/466-467.

[90] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/467.

[91] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 4/468-474.