31.
Ateşte Pişen Yemeği Yemekten Dolayı Abdestin Bozulmayacağı
33.
Kadına Dokunmaktan Dolayı Abdestin Bozulmayacağı
34.
Erkeğin Cinsel Organına Dokunmasının Abdesti Bozmayacağı
Erkeklik
Organına Dokunmakla İlgili Hadis Hakkında Yapılan Bir Müzâkerenin
Değerlendirilmesi
35.
Yellenme Olduğunda Abdestin Bozulacağı, Kuşku Halinde Bozulmayacağı
1.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Gusül.Alışı
2.
Gusül Yaparken Kadının Saç Örgüsünü Çözmesinin Gerekli Olmadığı
3.
Farz Olan Gusülde Ağız ve Burnu Yıkamanın Farziyeti
4.
Guslün Şehvetle ve Dışarı Atılarak Çıkan Meni Sebebiyle Farz Olduğu
5.
Gusül Esnasında Vücutta Kuru Yer Kalması
6.
Cinsel Organların Birbirine Temasıyla Meni Gelmese Bile Guslün Gerekeceği
7.
Hayız ve Nifas Sebebiyle Guslün Farz Olması
8.
Ölü Yıkamanın Guslü Gerektirmeyeceği
9.
Kan Aldırmak ve Cuma Günü Sebebiyle Gusletmenin Sünnet Olduğu
"Kâne"
Fiilinin Sürekliliğe Delâleti
11.
Müslüman Olmak İsteyen Kimsenin Gusletmesinin Müstehap Olduğu
12.
Bayılan Kimsenin Ayıldığında Gusletmesinin Müstehap Olduğu
13.
İnsanların Görmeyeceği Şekilde Gusledilmesi Gerektiği
14.
Rüyasında Meni Gelmeksizin İhtilam Olan Kimseye Gusül Gerekmeyeceği
2.
Evsafı Değişmedikçe Suyun Temiz Olduğu
3.
Akıcı Kanı Olmayan Hayvanın Ölmesiyle Suyun Kirlenmeyeceği
4.
Mâ-i Müsta'melin Temiz Fakat Temizleyici Olmadığı
5.
Tabaklanmış Derinin Temiz olduğu
6.
Eti Yenmeyen Hayvanların Derilerinin Boğazlanarak Temizlenmesi
7.
Murdar Hayvanın Yün ve Benzeri Parçalarının Kullanılması
8.
İçerisine Temiz Bir Nesne Karışmış Suyla Yıkanma
10.
Pislenen Kuyuların Boşaltılması
Konuyla
İlgili Diğer Rivayetler:
Münker
Hadis Hakkında Önemli Açıklamalar
d.
Eşek ve Yırtıcı Hayvanların Artığı
12.
Nebiz (Hurma Şırası) İle Abdest Alınabileceği
İbn
Mes'ûd (r.a.)'in Cin Gecesine Katılmasıyla İlgili Rivayetler
Ebû
Hanife (r.a.)'in Kendi Görüşünden Vazgeçip Âlimlerin Çoğunluğunun Görüşünü
Benimsemesi
1.
Teyemmümün Toprak Cinsinden Nesne ile Yapılabileceği
3.
Toprak Cinsinden Olup Üzerinde Toz Bulunmayan Nesnelerle Teyemmüm
Yapılabileceği
4.
Bedeli Olmayan İbadetlerde Teyemmüm
5.
Teyemmümle Kılınan Namazın Su Bulunması Halinde Tekrar Kilınmayacağı
6.
Selam Almak Gibi Abdestsiz Yapılabilecek Şeyler İçin Teyemmüm Almak
7.
Vakit Çıkmadan Su Bulunacağım Uman Kişinin Teyemmümü Namaz Vaktinin Başında
Alması
8.
Bir Teyemmümle Birden Fazla Farz Namazı Kılınabileceği
9.
Su Bulunmadığında Cinsel İlişki Sebebiyle Teyemmüm Edilmesi
10.
Soğuk veya Yara Sebebiyle Teyemmüm
11.
Abdest veya Teyemmümsüz Namazın Olmayacağı
Hadisi İbn Adiy rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Muhammed
el-Huzâî Bakıyye'nin meçhuf hocalarından biridir. Bakıyye, Muhammed b. Raşid
vasıtasıyla Hasan-ı Basrî'den rivayet etmektedir. Ancak Muhammed b. Raşid
meçhul bir ravidir. (Zeylaî, Nasbu'r-râye, 1,27) Aşağıda bu açıklamalara cevap
verilecektir. Burada kısaca ifade etmek gerekirse hadis hasendir.
İsnadda bulunan
Muhammed el-Huzâî, Muhammed b. Raşid el-Mekhû-lî'dir. Onun hakkında
İbnü't-Türkmânî şöyle demektedir: Bu, Ahmed b. Hanbel ve İbn Maîn'in güvenilir
olduğunu ifade ettikleri, Abdürrezzak b. Hemmam'ın ise "hadiste ondan daha
hassas bir kimse bilmiyorum" dediği İbn Raşid 'dir. {el-Cevherü'n-nakî,
1,42) Bize göre söz konusu âlimlerin güvenilir olduğunu belirttikleri
İsnaddak* ravi Basra'ya yerleşen el-Mekhûlî eş-Şâmî'dir. O, dört Sünen
müellifinin ravilerinden olup meçhul bir ravi değildir. Kendisinden başta
akranlarından Şu'be ve Süfyan es-Sevrî olmak üzere Abdullah b. Mübarek,
Abdurrahman b. Mehdî, Yahya b. Saîd el-Kat~ tân, Zeyd b. Ebf z-Zerkâ, Velid b.
Müslim, Bakıyye b. Velid, Yezid b. Harun ve başkaları rivayette bulunmuştur.
Daha Önce de zikrettiğimiz üzere o hakkında ihtilaf edilen bir ravidir. Nitekim
sorulan bir soru üzerine "sika sika", Yahya b. Maîn "sika",
Ebû Hatim "sadûk hasenü'l-hadis", Nesâî "sika ve Iâ be'se bih,
leyse bi'1-kaviy" lafızlarıyla nitelerken İbn Hibbân zayıf olduğunu
söylemiş, Dârekutnî hadisleri "i'tibar için yazılır", İbn Adiy
"MekhûTün hadisleri rivayet edilebilir, rivayetlerinde bir beis yoktur, Bakıyye'nin
ondan rivayetleri sağlamdır" açıklamalarım yapmışlardır. (İbn Ha-cer,
Tehzîb, IX, 159) Sonuç itibariyle o, hasenü'l-hadis diye nitelenebilir ve
münker rivayette bulunmadığı, güvenilir ravilere reddini gerektirecek şekilde
muhalefet etmediği sürece yaptığı nakiller delil olarak kullanılabilecek bir
ravidir. Daha önce zikredildiği üzere onun Hasan-ı Basrî'den yaptığı
rivayetler ise münker değildir. O Hasan-ı Basrî'den rivayetleriyle tanınmaktadır.
Amr b. Ubeyd'in Hasan-ı Basrî'den rivayeti de hadisin Imran b. Husayn'dan
rivayet edildiği hususunda onu desteklemektedir. Nitekim Beyhakî'nin İsmail b.
Ayyaş > Ömer b. Kays el-Mekkî > Amr b. Ubeyd > Hasan > İmran b.
Husayn isnadıyla nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) "Namazda kahkaha ile
gülen yeniden abdest alıp namazını tekrar kılsın" buyurmuştur.[1] Ancak
Beyhakî Ömer b. Kays el-Mekkî'nin Sendel diye tanındığını belirtmekte onu zahibü'l-hadîs lafzıyla
niteleyerek son derece zayıf olduğunu ifade etmektedir. Amr b. Ubeyd'in de
yalancı olduğu ifade edilmiştir. (Zeylaî, Nasbu'r-râye, I, 27) Tespitimize göre
Ömer b. Kays'm yalancı olduğunu kimse söylememiştir. Ancak onun ağzı kötü
olduğu ve insanlara çabuk kızdığı için âlimler ondan rivayeti terk
etmişlerdir. İbn Hib-bân'm açıklaması şöyledir: O şakacıydı, güvenilir ravilerden
onların rivayet etmeyeceği nakillerde bulunurdu. O haccın farz, umrenin nafile
olduğunu belirten ve namazda abdesti bozulan kimsenin burnunu tutarak çıkmasıyla
ilgili hadisleri rivayet etmekteydi. Bu iki rivayet İbn Hibbân'da da yer
almaktadır. Ebû Zür'a onun zayıf olduğunu leyyinü'l-hadis lafzıyla ifade
etmiştir. İbn Hacer'e göre zayıf olduğu için tek başına rivayetleri deli]
olarak kullanılmasa da mütâbaat olarak rivayet edilmesinde bir sakınca yoktur.
Nitekim İbn Hibbân Sahih'inde ondan iki hadis rivayet etmektedir, (îbn Hacer,
Tehzîb, VII, 491) Amr b. Ubeyd'in yalancı olduğunu söyleyip rivayetlerini terk
etseler de İbn Hibbân onun kasıtlı yalan söylemediğini sadece hadis
rivayetinde hata yaptığını ifade etmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, VIII, 75)
Zehebî'nin verdiği bilgiye göre İbn Adiy onun rivayetlerini zikretmekte olup
bunların önemli bir kısmı da sahihtir. (Zehebî, Mîzânü'l-i'tidâl, II, 295)
Bize göre özellikle
Kütüb-i sitte ravilerinden sika, mutkin, hadis hafızı Abdülvaris b. Saîd'in onu
övmesi ve rivayetlerinde doğru olduğunu ifade etmesinden sonra onun
rivayetlerini mütâbaat olarak zikretmekte herhangi bir sakınca olmamalıdır.
Nitekim Ubeydullah b. Umeyr'in nakline göre Abdülvaris b. Saîd, "Amr b.
Ubeyd'in rivayetlerinin doğru olduğunu bil-meseydim ondan asla rivayette
bulunmazdım" demiştir. (İbn Hacer, Tehzîb,Vl, 443)
Netice itibariyle
isnadda bulunan İbn Raşid, bu sözü edilen el-Mekhûlî eş-Şâmî ise-ki
Îbnü't-Türkmânî'nin açıklamaları bunu göstermektedir onun Hasan-) Basrî
vasıtasıyla İmran b. Husayn'dan rivayeti hasendir. Mu-hamrned b. Raşid
ei-Mekhûlî'nin Hasan-ı Basrî'den hadis işittiği inkâr edilemez. Zira o Hasan-i
Basrî'nin çağdaşı sayılabilecek Mekhûl'den de rivayette bulunmuştur. Ebû
Nuaym, Duhaym ve diğer âlimlere göre Mekhûl 112, Hasan-i Basrî ise 110
senesinde vefat etmiştir. (İbn Hacer, Tehzîb, X, 291; Takrîb, s. 38) Hocasiyfa
buluşma imkânı bulunan müdellis olmayan ravînin rivayetini hocasından işittiği
kabul edilir. Muhammed b. Raşid'in müdellis olduğunu söyleyen herhangi bîr
âlim bulunmamaktadır. Alimler onun Basra'da oturduğunu ifade etmişlerdir.
Dolayısıyla Hasan-ı Basrî'den hadis işitmiş olması imkân dahilindedir. Ancak
Zehebî'nin açıklaması İbn Raşid el-Mekhûlî eş-Şâmî iie Hasan-ı Basrî'den
rivayette bulunan İbn Raşid'in ayrı kimseler olduğunu göstermektedir. Nitekim
o İbn Raşid el-Mekhûlî eş-Şâmî hakkında geniş bilgi verirken diğeriyle ilgili
"kim olduğu bilinmemekte" açıklamasını yapmaktadır. (Zehebî,
Mîzânü'l-i'tidâl, III, 56) Bu, İbn Adiy'in "Muhammed el-Huzâî Bakıyye'nin
meçhul hocalarından biridir" şeklindeki görüşünü desteklemektedir. Ancak
îbn Hacer'in yaptığı açıklama onun meçhul bir ravi olmadığım göstermektedir.
İbn Hacer'in açıklaması şöyledir: Raviler arasında üç ayrı Muhammed b. Raşid
bulunmaktadır. Birisi Bakiyye b. Velid'den rivayette bulunan Bağdatlı Muhammed
b. Raşid; ikincisi Yunus b. Ubeyd'den rivayette bulunan Basralı Muhammed b.
Raşid; üçüncüsü ise Hasan-ı Basrî'den rivayette bulunandır. Onun da Basralı
yani Yunus b. Ubeyd'den rivayette bulunan Muhammed b. Raşid olduğunu
zannediyorum. Bu durumda Hasan-ı Basrî'den rivayet eden ravi, Yunus b.Ubeyd'den
rivayette bulunan ravi olmaktadır. Buna göre o meçhul bir ravi değildir. İbn
Hibbân onu es-Sikâf mda zikrederek, "Muhammed b. Raşid, Süleyman
el-Harbî'den aldığı hadisi Muhammed b. Sîrîn'den rivayet etmektedir"
demektedir. Bununla o Yunus b. Ubeyd'den rivayette bulunan Muhammed b. Raşid
el-Basrî'yi kastetmekte ve onu tenkit etmektedir. (İbn Hacer, Tehzîb, IX, 160)
İbn Hibbân es-Sikât'mâa İbn Avn'dan rivayette bulunan Humeyd b. Mis'ar'ın
kendisinden nakilde bulunduğu Basralı Muhammed b. Raşid et-Temîmî el-Mekfûfu
da zikretmektedir. (Ayrıca bk. İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, V, 163-154)
Netice itibariyle İbn
Hacer'e göre hem Hasan-ı Basrî'den hem de Yunus b. Ubeyd'den rivayette bulunan
Muhammed b. Raşid aynı kişidir. O, İbn Avn'dan da hadis rivayet etmiş güvenilir
bir ravidir. Mîzânü'l-Vti-dâFde (III, 56) zikredildiğine göre bazı âlimler onu
tenkit etmişlerdir. Ancak söz konusu hadisin isnadında bulunan Muhammed
ei-Huzâî, İbnü't-Türkmânî'nin belirttiği gibi Yahya b. Maîn, Ahmed b. Hanbei,
Abdürrez-zak b. Hemmam ve diğer âlimlerin güvenilir olduğunu söyledikleri
el-Mekhûlî eş-Şâmî'dir. Zira o, Bakıyye'nin hocaları arasında ismi zikredilenden
ayrı olarak el-Huzâî nisbesiyle anılan tek kişidir.
Gerek metinde söz
konusu ettiğimiz iki hadis gerekse açıklamalarında zikrettiğimiz hadisler,
Beyhakî'nin Abdurrahman b. Mehdî'den naklettiği, "namazda gülmek ile
ilgili hadisler Ebü'l-ÂIiye'ye dayanmaktadır" açıklamasının yanlışlığını
ortaya koymaktadır.. (İbnü't-Türkmânî, el-Cevherü'n-nakî, I, 42) Görüldüğü gibi
Hasan-ı Basrî, hadisi İmran b. Husayn ve Ma'kıl b. Ye-sar vasıtasıyla
Ma'bed'den rivayet etmektedir. Zeylaî'nin Bezzâr'dan naklettiğine göre Hasan~i
Basrî her ikisinden de hadis işitmiştir. (Nasbu'r-râye, 1,48) Ayrıca yukarıda
zikrettiğimiz üzere konuyla ilgili hadisi Hasan-i Basrî, Ma'bed b. Ebî
Ma'bed'den, Atâ İbn Ömer'den rivayet etmişlerdir. Aynı hadis Ebû Musa
ef-Eş'arî tarafından da nakledilmiştir.
Hanefî mezhebi bu
konuda muhalifleri tarafından eleştirildiği için sözü biraz fazla uzattık.
Yukarıda yaptığımız nakillerden kahkaha ile abdestin bozulacağına dair bir
kısmı mürsel bir kısmı ise merfû hasen olan birçok hadis bulunmaktadır. Konuyla
ilgili birbirini destekleyerek güç kazanabilecek zayıf hadisleri zikretmedik.
Böylece diğer âlimler muhalefet etseler de Ebû Hanife (r.a.)'in sahih ve hasen
hadisleri esas aldığını buna sebep ona herhangi bir eleştiri yöneltilmeyeceğim
ortaya koymuş olduk.
114. Amr b. Mansur > Ali b. Abbas > Şuayb b. Ebî
Hamza > Muhammed b. Münkedir isnadıyla nakledildiğine göre Cabir b.
Abdullah (r.a.) şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.v.)'in iki davranışından sonuncusu
ateşin pişirdiğini yemekten dolayı abdest almamasıdır.[2]
Hadisi Nesâî rivayet
etmiş, ona göre sahih olduğu halde sıhhatiyle ilgili herhangi bir açıklama
yapmamıştır. Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim'de (i, 156), "hadis sahihtir,
onu başta Ebû Dâvûd ve Nesâî olmak üzere Sünen müellifleri sahih isnadla
rivayet etmişlerdir" açıklamasını yapmıştır. İbn Huzeyme, Ibn Hibbân ve
diğer âlimler hadisin sahih olduğunu söylemişler, Ebû Dâvûd ve başka bazı
âlimler ise hadiste zikredilen "emr" kelimesinin "nehiy: yasaklamak"
kelimesinin karşıtı anlamında olmadığını, "davraniş-tutum" mânasmda
kullanıldığını belirtmişlerdir, (bk. İbn Hacer, Fethu'l-bârî, 1,269)
Gerek bu hadis gerekse
konuyla ilgili daha sonra zikredilecek hadislerin konuya delâletleri açıktır.
Ancak bu hadisle çelişen ve ateşte pişen yemekleri yemekten dolayı abdest
alınması gerektiğini ifade eden rivayetler de bulunmaktadır.
İmam Müslim'in
rivayetine göre Zeyd b. Sabit (r.a.) Resûlullah (s.a.v.)'in "Ateşte pişen
yemekleri yemekten dolayı abdest gerekir" buyurduğunu söylemiştir.
(Müslim, "Hayz", 90) Onun diğer rivayeti, "Ateştepişenleri
yemekten dolayı abdest alınız" (Müslim, "Hayz", 90) şeklindedir.
Cabir b. Semüre (r.a.)'den naklettiği başka bir rivayeti ise şöyledir: Bir
adamın "koyun eti yedikten sonra abdest alayım mı?" sorusuna
Resûlullah (s.a.v.), "İstersen al, istersen alma" cevabını vermiştir.
Adamın "deve eti yedikten sonra abdest alayım mı?" sorusuna ise
Resûlullah (s.a.v.), "Evet, deve eti yedikten sonra abdest al"
karşılığını vermiştir. (Müslim, "Hayz", 97)
Ebû Davud'un Berâ b.
Âzib (r.a.)'den nakledip sıhhatiyle ilgili açıklama yapmadığı rivayete göre,
deve etlerini yemekten dolayı abdestin bozulup bozulmadığı sorusuna Resûlullah
(s.a.v.), "Deve eti yemeden dolayı abdest alınız" diye cevap
vermiştir. Koyun etinden dolayı abdestin bozulup bozulmadığı sorusuna ise
bundan dolayı abdest almayınız şeklinde karşılık vermiştir. Deve ağıllarında
namaz kılınıp kılınmayacağı sorusuna, "Oralarda namaz kılmayınız, çünkü
develer şeytan (tabiatlı hayvanlardandır" buyurdu. Koyun ağıllarında
namaz kılınıp kılınmayacağı sorusuna, "Oralarda namaz kılınız, çünkü onlar
bereketli (sakin) dirler" şeklinde cevap vermiştir.[3]
et-Telhtsü'l-habtr'de
(1,116) belirtildiğine göre İbn Huzeyme, "Bu hadis ravilerinin adalet
vasfını taşımaları ve nakli itibariyle sahihtir. Hadis âlimleri arasında bu
konuda bir ihtilafın bulunduğunu bilmiyorum" demiştir. Beyhakî'nin nakline
göre İshak b. Râhûye ve Ahmed b. Hanbel konuyla ilgili Cabir b. Semüre (r.a.)
ile Berâ b. Azib (r.a.) rivayetlerinin sahih olduğunu söylemişlerdir.
Nevevî'nin Şerhu
Sahih-i Müslim'de (I, 156) zikrettiği birinci hadisle ilgili şöyle cevap
verilebilir. Bunlar Ateşte pişen yemekleri yemekten dolayı abdest gerekir
hadisini delil olarak zikretmişlerse de âlimlerin çoğu ateşte pişen yemekten
dolayı abdest alınmayacağı görüşünü benimsemişlerdir. Bu âlimler, Ateşte pişen
yemekleri yemekten dolayı abdest gerekir hadisinin delil olamayacağı hakkında
iki gerekçe ileri sürmüşlerdir. Birincisi söz konusu hadisin "Resûlullah
(s.a.v.)'in iki davranışından sonuncusu ateşin pişirdiğini yemekten dolayı
abdest almamasidır" şeklindeki Cabir (r.a.) hadi-siyle nesh edildiğidir.
İkincisi ise sözü edilen hadisteki "vudû" kelimesiyle ağız ve ellerin
yıkanmasının kastedilmesidir. Ayrıca konuyla ilgili İhtilaf ilk nesilde söz
konusuydu. Daha sonra ise âlimler ateşte pişen yemekleri yemekten dolayı
abdest gerekmediği hususunda iemâ etmişlerdir.
Bize göre söz konusu
iki cevap da tartışmaya açıktır. Öncelikle Cabir hadisinin ateşte pişen
yemekleri yemekten dolayı abdestin nesh edildiğine delâleti kesin değildir.
Zira bu rivayette Hz. Peygamber (s.a.v.)'in uygulaması söz konusudur. Bu ise
neshe de, cevazın beyanına da delâlet edebilir. Nitekim Muğire hadisinde Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in "Bunu yapsaydım, buna devam etseydim benden sonra
insanlar onu farz olarak uygulayabilirlerdi" şeklindeki ifadeleri de bu
durumu desteklemektedir. Bu, Resûlullah (s.a.v.)'in ateşte pişen yemekleri
yemekten dolayı abdest almamasının sebebinin nesh değil, insanların bunu farz
olarak anlayacakları endişesi olduğunu göstermektedir. Eğer her iki uygulama
da caiz olmasaydı Hz. Peygamber (s.a.v.) böyle bir açıklama yapmaz, ateşte
pişen yemekleri yemekten dolayı abdest almanın nesh edildiğini belirten bir
açıklamada bulunurdu.
Hadisteki
"vudû" kelimesinin ağız ve elleri yıkamak mânasında yorumlanması da
Cabir b. Abdullah (r.a.)'in "Resûlullah (s.a.v.)'in iki davranışından
sonuncusu ateşin pişirdiğini yemekten dolayı abdest almamasıydı"
açıklamasıyla çelişmektedir. Cabir'in bu ifadelerinden "vudû"
kelimesinin sözlük anlamını çıkarmak mümkün değildir. Dil zevkine sahip olanlar
bunu hemen anlayacaklardır. En güzel yorum abdest alınmasını emretmesini
müstehaplığa, terkini cevaza hamletmektir. Ben bu görüşü benimsedikten sonra
Fethü'l-bârfde de (1,269), "Hattâbî hadisler arasındaki ihtilafı başka bir
yolla daha gidermiştir. Bu ise emir ifade eden hadislerin müstehaplık ifade
ettiği şeklinde yorumlanmasıdır" açıklamasını gördüm. Bu benim açımdan
sevindirici bir durumdur. İmam Şa'rânî de el-Mîzân'da (i, 133) konuyla ilgili
hadisler hakkında şöyle demektedir: Hadisle ilgili ikinci yoruma göre âteş
Allah'ın asîlerden dilediğini cezalandırdığı bir vasıtadır. Bu sebeple ateşte
pişen yemeği yedikten sonra temizlenmeden Allah'ın huzuruna durmak uygun
olmaz. Bize göre müslümanîann öğle namazını sıcakta kilmayip serinliğe
bırakmakla emredilmelerinin sebebi de budur. Nitekim Neylü'l-evtar'âa (1,291)
da belirtildiği üzere Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet edilen ve Kütüb-i
sitte'dç, yer alan bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.), "Sıcak
şiddetlendiği zaman namazı serinliğe bırakınız. Sıcağın şiddeti cehennemin
kükremesindendir" buyurmuştur.[4]
Ebû Davud'un Berâ b.
Azib (r.a.)'den naklettiği ikinci hadisle ilgili şöyle cevap verilebilir. Bu
ve konunun sonundaki rivayet Hz. Peygamber (s.a.v.)'in açıklamaları olarak
konunun başındaki hadisle çelişmektedir. Bu durumda imkân ölçüsünde bunlar
arasındaki çelişkiyi gidermek gerekmektedir. Yukarıda ateşte pişen yemekten
dolayı abdest alınmasını ifade eden hadisle ilgili yaptığımız açıklamalar
burada da geçerlidir. İmam Şa'rânî'nin el-Mîzân'âaki (I, 132) açıklaması ise
şöyledir: Büyükler deve eti yedikten sonra abdest almadan namaz kılmazlardı.
Bunun sebebi deve eti yemeleri değildi. Zira et olması açısından deve eti ile
diğer hayvanların eti arasında bir fark bulunmamaktadır. Hadiste de ifade
edildiği üzere bunun sebebi, develerin sırtlarının şeytan bineği olmasıdır.
Ğayetü'l-maksûd''da (I, 192) nakledildiğine göre konuyla ilgili Veliyyüddin
el-Irâkî'nin açıklaması şöyledir: Hadiste zikredilen "şeytan"
kelimesi hakikat anlamında kullanılmış ve develerin şeytan olduğu kastedilmiş
olabilir. Nitekim Kûfeliler insan, cin ve hayvanlardan asi ruhlu olanlara
şeytan demektedirler. Hadiste zikredilen "şeytan" kelimesi develerin
ürkek ve azgınlığını ifade etmek üzere benzetme amacıyla da kullanılmış
olabilir. Nitekim Ahmed b. Hanbel, Nesâî ve İbn Hibbân'ın Hamza b. Amr
el-Eslemî'den naklettiklerine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), Her devenin sırtında
bir şeytan vardır, onlara binerken besmele çekiniz buyurmuştur.[5]
Ğâyetü'l-maksûa" da (I, 192) da zikredildi-ği üzere Ahmed b. Hanbel'in
sahih bir isnadla Hz. Peygamber (s.a.v.)'den naklettiği, "Deve ağıllarında
namaz kılmayınız, onlar cinlerden yaratılmışlardır. Kızgınlıklarında aldıkları
durumu ve gözlerini görmüyor musunuz?"[6]
lafızlanyla naklettiği rivayet yukarıdaki hadisle çelişmez. Çünkü develerin
cinlerden yaratılıp sonra da onlarla birlikte yaşamaları mümkün olduğu gibi
hadisteki onlar cinlerden yaratılmışlardır ifadesi mecaz anlamında kullanılıp
develerin şeytan tabiatlı olduklarının kastedilmesi de söz konusudur.
115. Meymûne (r.anhâ)'nın nakline göre Resûlullah (s.a.v.)
koyun küreğinden yedikten sonra abdest almadan namaz kılmıştır.[7]
116. Amr b. Ebî Ümeyye ed-Damrî şöyle anlatmaktadır:
Resûlullah (s.a.v.)' koyun küreğinden kesip yerken gördüm. Bu esnada ezan okunmuştu.
Resûlullah (s.a.v.) elindeki bıçağı bıraktı ve abdest almadan namazım kıldı.
Neylü'I-evtâr'da da
belirtildiği üzere hadisi Buhârî ("Vudû", 51) ve Müslim
("Hayz", 92) rivayet etmiştir.
117. Muğire b. Şu'be (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
Resûlullah (s.a.v.) yemek yedikten sonra namaz için ezan okundu. Namaz kılmak
amacıyla kalktı. Abdestini yemekten önce almıştı. Gene de ben tekrar abdest
alacağı düşüncesiyle ona su getirdim. Bunun üzerine beni azarlayarak çekil
buyurdu ve namazını kıldı. Allah'a yemin olsun ki bu çok ağrıma gitti ve durumu
Hz. Ömer (r.a.)'e anlattım. Onun, "Ey Allah'ın elçisi, azarlaman
Muği-re'nin ağrına gitmiş ve ona kırıldığın düşüncesine kapılmış" demesi
üzerine Resûlullah (s.a.v.) "Onun hakkında hayırdan başka bir kanaatim
bulunmamaktadır. Ancak o abdest almam için bana su getirmişti. Oysa ben sadece
yemek yemiştim. Eğer abdest almış olsaydım. Benden sonra insanların bunu devam
ettireceklerini düşündüm" buyurdu.[8]
Hadisi Ahmed b. Hanbel
(IV, 253) ve Taberânî Mu'cemü'l-kebîr'inde rivayet etmiştir. Heysemî'ye göre
ravileri güvenilirdir. (Mevmaü'z-zevâid, 1,102)
118. Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle anlatmaktadır: Resûiuliah
(s.a.v.) kazanın başına gelir içerisinden et alır ve yerdi. Sonra da abdest
almadan ve elini
suya
dokundurmadan namazını kılardı. (Ahmed b. Hanbel, VI, 161; Ebû Ya'lâ, Müsned,
VII, 427)[9]
Ahmed b. Hanbel, Ebû
Ya'lâ ve Bezzâr rivayet etmiştir. Heysemî'ye göre isnadı sahih hadis
ravilerinden meydana gelmektedir. (Mevmaü'z-zevâid, I, 103)
119. Ebû Ümâme (r.a.)'in nakline göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Biriniz abdestli iken yemek yediğinden dolayı abdest almasın.
Deve sütü içtiğinde ise ağzınızı suyla çalkalayın" buyurmuştur.[10]
Ali el-Muttakî'nin
verdiği bilgiye göre hadisi Taberânî ve Ziya el-Mak-dîsî rivayet etmiştir.
(Kenzü'l-ümmâl, V, 79) Heysemî, Taberânî'nin isnadında-ki raviler hakkında
bilgi bulamadığını söylemiştir. (Mevmaü'z-zevâid, i, 102) Ali el-Muttakî'ye
göre eserin girişinde Suyûtî'nin belirttiği kural açısından Ziya el-Makdîsî'nin
isnadı sahihtir.
Meymûne, Amr b.
Ümeyye, Muğîre ve Aişe (r.a.e.) hadislerinin konuya delâleti açıktır. Hadiste
süt içildikten sonra ağız çalkalanmasının emre-dilmesi dişleri temizlemek
amacına yöneliktir. Ağız çalkalanmasının deve sütü içmeye tahsis edilmesi aşın
yağlı olması sebebiyledir. Deve sütü içmekten dolayı abdest alınacağına dair
hadis de rivayet edilmiştir. Nitekim Heysemî'nin naklettiğine göre (Mevmaü'z-zevâid,
I, 102) Semüre es-Suvâî şöyle anlatmıştır: "Biz badiyede yaşayan ve
hayvancılık yapan kimseleriz. Deve eti ve sütünden dolayı abdest almamız
gerekiyor mu?" diye sordum. Resûlullah (s.a.v.) "Evet" dedi.
"Koyun eti ve sütünden dolayı abdest almamız gerekiyor mu?" soruma
ise "Hayır" diye karşılık verdi. (Taberânî, Mu'cemü'l-kebîr, VI, 270;
Heysemî, Mevmaü'z-zevâid, 1,250) Heysemî, "Hadisi Taberânî
Mu'cemü'l-kebtr'inde rivayet etmiştir. İsnadı hasendir" demiştir. Bu
hadisteki "vudû/abdest" de ağız çalkalamak olarak yorumlanmalıdır.
Zira hadisler
birbirini açıklamaktadır.
120. Atâ'nm Hz. Aişe (r.anhâ)'dan rivayetine göre
Resûlullah (s.a.v.) eşlerinden birini öperdi ve sonra abdest almadan namaz
kılardı.[11]
Hadisi Bezzâr rivayet
etmiştir. İsnadı sahihtir. (Âsârü's-sünen, I, 39)
Hadisle ilgili
Nasbu'r-râye'de (1,38) şöyle denilmektedir: Bezzâr hadisi Müsned'inde İsmail b.
Ya'kub b. Sabîh > Muhammed b. Musa b. A'yen > babası > Abdülkerim
el~Cezerî > Atâ > Aişe (r.anhâ) isnadiyla rivayet etmiştir. Zeylaî
isnadda bulunan ravilerin hepsinin güvenilir olduğunu zikretmekte ve hadisi
Bezzâr'ın isnadıyla naklettikten sonra Abdülhakk'm şu açıklamasına yer
vermektedir: Hadisin terkini gerektirecek bir kusurunu bilmiyorum. Hadisin
zayıflığı konusunda önceki âlimlerden 'Abdülke-rim'in Atâ vasıtasıyla
naklettiği hadis zayıftır, sahih değildir' şeklindeki Yahya b. Maîn'in
açıklaması dışında bir açıklama da bilmiyorum. Güvenilir ravinin hadisi tek
başına rivayet etmesi onun sıhhatine zarar vermez. Hadisin ilgili âyetten önce
olduğu veya âyetteki "mülâmese" kelimesinin İbn Abbas (r.a.)'in
açıkladığı gibi cinsel ilişki anlamında kullanıldığı bu hadis ışığında
anlaşılmaktadır.
Dârekutnî'nin
Abdurrahman b. Mehdî > Süfyan es-Sevrî > Abdülkerim isnadıyla nakline
göre Atâ "Kadını öpmekten dolayı abdest bozulmaz" demiştir.[12]
Hadisi merfû olarak rivayet eden, ziyadede bulunmuştur. Güve-nilir ravinin
ziyadesi makbuldür ve böyle bir durumda merfû nakledenin rivayeti tercih
edilir. Atâ'nın bir defasında bu sözle fetva vermiş olması başka bir defasında
da Hz. Peygamber (s.a.v.)'e nispet ederek (merfû) söylemiş olması da ihtimal
dahilindedir. Bize göre müellifin de ifade ettiği gibi hadis sahihtir ve
konuya delâleti açıktır.
121. Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle anlatmaktadır: Ben önünde
cenaze gibi uzanmış yatarken Resûlullah (s.a.v.) narnaz kılardı. Vitir namazını
kılacağı zaman ayağıyla bana dokunurdu.
Hadisi Nesâî rivayet
etmiştir. İsnadı sahihtir. Hadis, âyette zikredilen "lems"
kelimesinin dokunmak değil de cinsel ilişki anlamına geldiğine da-ir delil
olarak kullanılmıştır. Zira Resûluilah (s.a.v.) namazda iken Hz. Aişe
(r.anhâ)'ya dokunmuş ve namazına devam etmiştir. (et-Telhîsü'l-habîr, i, 48)
Nasbu'r-râye'dt (I, 38) de hadisin isnadının Sahih'in şartlarını taşıdığı ifade
edilmektedir.
Hadisin konuya
delâleti açıktır. Sindî'nin hadisle ilgili Ta'lîku'n-Ne-sâfdeki (i, 38)
açıklaması şöyledir: Burada şehvetsiz bir dokunmadan bahsedildiği
bilinmektedir. Nesâî, hadisi şehvetsiz dokunmanın abdesti bozmayacağına delil
olarak zikretmiştir. Şehvetle dokunmanın abdesti bozmayacağına delil ise bu
konuda bir delilin bulunmamasıdır. Dokunmanın abdesti bozmayacağına dair bu
yeterlidir. Şehvetle dokunmanın da abdesti bozmayacağına dair delil, aşağıda
zikredilecek olan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in abdestli iken hanımlarından birini
Öptüğüyle ilgili hadistir. Bilindiği gibi öpmekte genellikle şehvetle temas
bulunmaktadır.
"Yahut kadınlara
dokunduğunuzda"[13]
âyetinde geçen "İa-mese" fiilinin anlamının cinsel ilişki olması
tercihe daha şayan gözükmektedir. Bu, ümmetin en önde gelen âlimi İbn Abbas
(r.a.)'in tefsiridir. Ğâye-tü'l-maksûd'da. (I, 179) belirtildiğine göre İbn
Kesir, "İbn Abbas (r.a.)'in bu görüşte olduğu birçok sahih isnadla
nakledilmiştir" demiştir. Bu görüşte dokunma ile cinsel ilişkinin
kastedildiği ifade edilmektedir. (Zeylaî, Nasbu'r-râye, I, 71) Nitekim İbn
Abbas (r.a.), "âyette zikredilen mülâmese (dokunma) ile kastedilen cinsel
ilişkidir. Ancak Allah bunu kinaye yoluyla ifade etmiştir" demiştir.
Hz. Aİşe (r.anhâ)'nın
Sahihayn'ûakı rivayeti ise şöyledir: Resûlullah (s.a.v.) namaz kılarken
ayaklarım kıble tarafında önünde uyurdum. Secdeye vardığında beni dürtükler,
ben de ayaklarımı çekerdim. Secdeden kalkınca ayaklarımı tekrar uzatırdım. O
günlerde evlerde ışık bulunmazdı.[14]
Dokunmanın abdesti
bozacağına dair delillerden biri Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'in, "cinsel
ilişki olmaksızın, erkeğin kadının bedenine şehvetle dokunması abdesti
bozar" şeklindeki açıklamasıdır. Taberânî Mu'ce-mü" I-kebîr'de (IX,
249) rivayet etmiştir. Hammad b. Ebi Süleyman dışındaki ravileri güvenilirdir.
Onun rivayetlerinin delil olarak kullanılması hususunda ise ihtilaf
edilmiştir.
Bu konudaki bir başka
delil Ebû Ubeyde b. Mes'ud (r.a.)'in açıklamasıdır. O şöyle demektedir:
Kişinin abdesti teni tenine değecek şekilde kucaklaşması, eliyle dokunması ve
eşini öpmesiyle bozulur. Yahut kadınlara dokunduğunuzda[15]
âyetinde kastedilen eliyle dokunmaktır. Taberânî Mu'cemü'l-kebîfdt (IX, 249)
rivayet etmiştir. Ebû Ubeyde kendisinden rivayette bulunduğu babasından hadis
İşitmemiştir.
Kullanılan bir diğer
delil Dârekutnî'nin rivayet ettiği Muaz b. Cebel (r.a.) hadisidir.
Dârekutnî'nin Abdurrahman b. Ebî Leylâ vasıtasıyla nakline göre Muaz b. Cebel
(r.a.) Resûlullah (s.a.v.)'in yanında otururken bir adam gelerek, "Ey
Allah'ın Elçisi, yabancı bir kadınla cinsel ilişki dışında hanımıyla yaptığı
her şeyi yapan kimse hakkında ne dersin?" diye sordu.
Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Güzelce abdestini al sonra da kalk namazını kıl" buyurdu.
Bunun üzerine Allah (c.c.) "Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk
saatlerinde namaz kıl"[16]
âyetini indirdi. Muaz b. Cebel (r.a.)'in, "bu, bütün müslümanlar için
geçerli mi yoksa şahsa özel bir durum mu?" sorusuna Resuluilah (s.a.v.)
"Bütün müslümanlar için geçerli" diye cevap verdi.[17]
Sözü edilen
rivayetlerin kadına dokunmanın abdesti bozacağına dair delil olarak ileri
sürülmesi hakkında şunları söylemeliyiz: İlk rivayet Abdullah b. Mes'ud
(r.a.)'in fetvası olup Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sözüyle çeliştiği ileri
sürülemez. İkinci rivayetin delil olabilmesi sözü edilen şahsın daha önce
abdestli olduğunun, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in de teberrük amacıyla değil,
kadına dokunması sebebiyle ona abdest almasını emrettiğinin tespit edilmesiyle
mümkündür. Bunlar tespit edilmediği takdirde bu rivayet delil olarak
kullanılamaz. Zira ihtimalin bulunduğu yerde delilden söz edilemez. Nitekim
Zeylaî de, "Bu rivayet konuyla ilgili delil olamaz. Çünkü Hz. Peygamber
(s.a.v.) ona abdesti bozulduğu için değil, işlediği hata sebebiyle abdest
almasını emretmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.v.), Güzelce abdest al
buyurmuştur" (Nasbu'r-râye, 1, 36) demektedir.
122. Ebû Bekir b. Ebî Şey be > Veki' > A'meş >
Habîb b. Ebî Sabit > Urve b. Zübeyr isnadıyla rivayet edildiğine göre Hz.
Aişe (r.anhâ), "Resuluilah (s.a.v.) hanımlarından birini öptükten sonra
abdest almadan namaz kıldı" demiştir. Urve b. Zübeyr kendisine, "O
hanımı senden başkası değildir" deyince Hz. Aişe (r.anhâ) gülmüştür.[18]
Hadisi İbn Mâce
rivayet etmiştir. Hadisle ilgili Zeylaî şöyle demektedir: Ravilerinin hepsi
güvenilir, isnadı sahihtir. İbn Abdilber de hadisin sahih olduğu
kanaatindedir. Nitekim onun hadisle ilgili açıklaması şöyledir: Kûfeliler,
ravilerinin güvenilir hadis imamlarından olması sebebiyle hadisin sahih
olduğunu belirtmişlerdir. Daha büyüklerinden de rivayette bulunması sebebiyle
Habîb'in Urve'ye yetiştiği inkâr edilemez. Ayrıca o yaşça Urve'den büyüktür ve
ondan daha önce vefat etmiştir. Başka bir yerde ise
Habîb'in Urve'ye yetiştiğinde şüphe
olmadığını ifade etmektedir, (bk. Nas-bu'r-râye, I, 37)
Hadisin konuya
delâleti açıktır. İsnadıyİa ilgili sıhhatine zarar vermeyen uzun tartışmalar
vardır. Bunlar Zeylaî'nin sözü edilen eserinde bulunmaktadır.
123. Hz. Aişe (r.anhâ) anlatmaktadır: Bir gece Resûlullah
(s.a.v.)'in yatakta bulunmadığını fark ettim ve elimle kolaçan etmeye
başladım. O (s.a.v.) seccadesinde iken elim ayaklarının altına dokundu.
Ayakları dikilmiş, "Ey Allahım
gazabından rızana sığınıyorum" diye dua ediyordu.
(Müslim, "Salât", 222)
Hadisle ilgili
Zeylaî'nin açıklaması şöyledir: Muhaliflerimiz hadisteki dokunmanın doğrudan
olmadığı arada bir engelin bulunduğu şeklinde yorumlamıştır. Bu, aşağıda
görüleceği üzere lafızlarından hareketle yapılması güç olan zorlama bir yorumdur,
(bk. Nasbu'r-râye, I, 37) Bize göre o, Hz. Aişe (r.anhâ)'nın "Elim
ayağına dokundu" ifadesinin Şafiîlerin görüşünün aksine dokunmanın
kendisine dokunulan kimsenin abdestini bozmayacağına delâlet ettiğini
belirtmek istemiş olmalıdır. Zira Rahmetü'l-ümme'de (s. 6) zikredildiği üzere
Şafiîiere göre dokunma kendisine dokunulan kimsenin abdestini bozmaktadır.
Hadis ise onların aleyhine delildir. Hadisi tevilleri ise görüşlerini
desteklemek amacıyla zikrettikleri yorumdan ibarettir. Şevkânî, Neylü'l-evtâr'da
(I, 90) İbn Hacer'in Hz. Aişe (r.anhâ) hadisiyle ilgili Fethü'l-bârfde sözü
edilen dokunmanın doğrudan olmadığı arada bir engelin bulunduğu veya bunun
şahsa özel olduğu şeklindeki yorumlarının zorlama ve hadisin zahirine
aykırılığını ifade etmektedir.
124. İbn Abbas (r.a.), "Öpmek abdesti bozmaz"
demiştir.
Dârekutnî rivayet
etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir. (Dârekutnî, Sünen, i, 143) İbn Abbas
(r.a.)'İn sözünün konuya delâleti açıktır.
125. Muhammed b. Müsennâ > Yahya b. Saîd > Süfyan
> Ebû Revk > İbrahim et-Teymî isnadıyla rivayet edildiğine göre Hz. Aişe
(r.anhâ), Resûlullah (s.a.v.)'in hanımlarından birini öptükten sonra abdest
almadan namaz kıldığını söylemiştir.[19]
Bunu rivayet eden
Nesâî, mürsel olsa da bu konuda daha sağlam bir hadis bulunmadığını ifade
etmiştir. Zira Ebû Davud'un MerâsîV'ınde belirttiği üzere İbrahim et-Teymî Hz.
Aişe (r.anhâ)'dan hadis işitmemiştir. Bize göre güvenilir ravilerin mürsel
rivayetleri delil olarak kullanılabilir. Ayrıca bu rivayet muttasıl olarak da
nakledilmiştir. Nitekim Dârekutnî, "Bu hadis Muâviye b. Hişam > Süfyan
es-Sevrî > Ebû Revk > İbrahim et-Teymî > babası > Aişe (r.anhâ)
isnadıyla rivayet edilmiştir" demek suretiyle hadisin muttasıl olarak da
rivayet edildiğini açıklamıştır. Böylece isnaddaki kopukluk şüphesi ortadan
kalkmıştır. Müslim Sahih'inde Muâviye b. Hişam'dan hadis rivayet etmiştir.
Hâkim en-Nîsâbûrî de Ebû Revk Atiyye b. Ha-ris'den el-Müstedrek"'inde
rivayette bulunmuştur. Onun hakkında Ahmed b. Hanbel leyse bihî be's (zararı
yok), İbn Maîn salih (rivayetleri delil olabilir), Ebû Hatim sadûk (doğru
sözlü) demek suretiyle güvenilir olduğunu ifade etmişlerdir. İbn Abdilber de
Kûfelilerin onun güvenilir olduğunu söylediklerini belirtmiştir.
İbnü't-Türkmânî'nin de zikrettiği gibi (et-Cevhe-rü'n-nakî, I, 33) onun hadis
rivayetine ehil olmadığını söyleyen herhangi bir âlim bilinmemektedir.
Sindî'nin de belirttiği üzere {Haşiyetü'n-Nesâî, I, 39) hadisin delil olduğunda
ittifak bulunmaktadır.
125 nolu hadis olan
Muhammed b. Müsennâ rivayeti ile 128 nolu Ali b. Abdülaziz el-Verrâk
rivayetleri arasındaki hadisler hakkında şunları söylemeliyim. Muhaliflerin
mürsel oluşunu ileri sürerek İbrahim et-Teymî hadisine yönelttikleri
eleştirileri bertaraf edebilmek için, Hz. Aişe (r.anhâ) hadisinin değişik tariklerini
zikretmiş oldum. Yaptığımız nakillerden Hz. Aişe (r.anhâ) hadisinin mürsel ve
muttasıl olmak üzere birçok rivayetinin bulunduğu ortaya çıkmaktadır.
İbnü't-Türkmânî'nin (el-Cevherü'n-nakî, 1,48) Beyhakî'den naklettiği gibi
Şafiî'ye göre başka bir isnadla muttasıl olarak rivayet edildiğinde veya sahabe
uygulaması ve fetvasıyla desteklendiğinde büyük tabiîlerin mürsel rivayetleri
delil olarak kullanılabilmektedir. Burada da durum böyledir. Çünkü mürsel
olarak rivayet edilen Hz. Aişe (r.anhâ) hadisi bir yandan Nesâî tarafından
sahih olduğu ortaya konmuş, Dârekutnî de güvenilir raviler vasıtasıyla onu
muttasıl olarak rivayet etmiştir, ibrahim et-Teymî dışında da birçok kanaldan
nakledilmiştir. Dolayısıyla Hz. Aişe (r.anhâ) hadisinin delil olduğunda ittifak
bulunmaktadır. Nitekim hadisle ilgili Şevkânî de (Neylü'l-evtâr, 1,190) şöyle
demektedir: Öpmekle ilgili hadisin zayıf ve mürsel olduğu iddialarına
verilecek cevap, hadisteki zayıflık birçok isnadla rivayet edilerek ortadan
kalkmıştır. Öte yandan hadisin hem merfû hem de mevkuf rivayeti bulunmaktadır.
Usul âlimlerine göre böyle bir durumda merfû rivayet tercih edilir.
Azîmâbâdî
et-Ta'lîku'l-muğnî isimli eserinde Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayetiyle ilgiü
şöyle demektedir: Bu hadisi Hz. Aişe (r.anhâ)'dan Mu-hammed b. Abdullah b. Amr
b. As'in kızı Zeynep es-Sehmiyye de rivayet etmiştir. Hadisi Zeynep
es-Sehmiyye'den kardeşinin oğlu Amr b. Şuayb rivayet etmiş, Haccac b. Ertât ise
ondan rivayette tek kalmıştır. Bu rivayet hakkındaki müellifin açıklaması şöyledir:
Zeynep es-Sehmiyye meçhul bir ravidir. Onun rivayeti delil olarak kullanılamaz.
Buna rağmen Zeylaî'nin, "bu sağlamca/ceyyid bir isnaddır" açıklaması
şaşılacak bir durumdur. Bize göre de asıl müellifin, "Haccac b. Ertât ise
Amr b. Şuayb'dan rivayette tek kalmıştır" açıklaması şaşılacak bir
husustur. Zira Dârekutnî'nin Hişam > Abdülhamid > Evzâî > Amr b. Şuayb
> Zeynep > Aişe (r.anhâ) isnadıyla naklettiği üzere Amr b. Şuayb'dan
rivayette Evzâî ona mütabaât etmiştir. Müellifin "Zeynep es-Sehmiyye meçhul
bir ravidir" açıklaması da doğru değildir. Zira İbn Hacer onunla ilgili
şöyle demektedir: Zeynep es-Sehmiyye öpmekle İlgili hadisi müminlerin annesi
Hz. Aişe (r.anhâ)'dan rivayet etmiştir. Kendisinden de kardeşi ve kardeşinin
oğlu Amr b. Şuayb rivayette bulunmuştur. İbn Hibbân da onu es-Sikâfmda
zikretmiştir. (İbn Hacer, Tehzîb, XII, 422) İki güvenilir ravinin kendisinden
hadis naklettiği kimse meçhû! olmaktan kurtulur. İbn Hibbân durumunu bilerek
onun güvenilir olduğunu söylemiştir. Bilen kimsenin açıklaması ise bilmeyene
tercih edilir. Zeylaî de muhtemelen Dârekutnî'nin değil İbn Hibbân'ın
açıklamasına dayanmıştır.
"Yahut kadınlara
dokunduğunuzda"[20]
âyetiyle ilgili Taberî tefsirinde şöyle demektedir: Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
hanımlarından birini öptükten sonra abdest almadan namaz kıldığı sahih
olduğuna göre Allah bu âyette, lems kelimesinin diğer anlamlarını değil cinsel
ilişkiyi kastetmiştir. Daha sonra Taberî konuyla ilgili hadisleri
zikretmiştir. Onlardan biri de Ebû Kureyb > Hafs b. Giyas > Haccac >
Amr b. Şuayb > Zeynep es-Sehmiyye isnadıyla naklettiği Resûiullah
(s.a.v.)'in hanımlarından birini öptükten sonra abdest almadan namaz kıldığını
ifade eden hadistir. (Taberî, V, 67) Taberî'nin hadisi naklediş tarzından onun
hadisi sahih olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır. Zeyiaî'nin onun hadisini
sağlam/ceyyid olarak nitelemesi de bundan güç almaktadır.
İbnü't-Türkmânî'nin
nakline göre (el-Cevherü'n-nakî, I, 33) Beyhakî, "Hz. Aişe (r.anhâ)'dan
sahih olarak rivayet edilen hadis, oruçlu iken öpmeyle ilgili olandır. Zayıf
raviler onu abdestin bozulmamasıyla ilgili rivayet et-mislerdir" demiştir.
Bize göre bu, güvenilir ravileri delilsiz bir şekilde zayıf olarak
nitelemektir. İki hadisin farklı anlamlar ihtiva etmesinden dolayı birinin
illetli olduğu ileri sürülemez. Yukarıda zikrettiklerimiz öpmeden dolayı
abdestin bozulmayacağına dair Hz. Aişe (r.anhâ) hadisini rivayet eden ravilerin
hepsinin güvenilir olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Beyhakî'nin,
"zayıf raviler onu abdestin bozulmamasıyla ilgili rivayet
etmişlerdir" açıklaması doğru değildir.
Saîd b. Yahya hadisini
Ebû Hanife (r.a.) Müsned'indt (I, 427) Meymû-ne'nin azatlısı (Ümmü Seleme'nin
azatlısı olduğu da söylenmiştir) Süleyman b. Yesar el-Medenî vasıtasıyla
rivayet etmektedir. Süleyman b. Yesar güvenilir, erdemli bir ravi ve yedi
fakihten biridir. Hicrî 100 senesinden sonra vefat etmiştir. 100 senesinden
önce vefat ettiği de söylenmiştir. (İbn Hacer, Takrîb, s. 79) Süleyman b.
Yesar'ın Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Ümmü Seleme (r.anhâ)'dan nakline göre
Resûiullah (s.a.v.) ramazan ayında hanımlarını öper ve bundan dolayı yeniden
abdest almazdı. (Hârizmî, Câ-miu mesâriîdi'l-İmam, I, 246) Hadisin isnadında
bulunan ravileri güvenilirdir. Ancak senedde Ebû Hanife (r.a.)'nin bulunduğu konusunda
eleştiriler bulunmaktadır. Burada konuyla ilgili hadisleri desteklemek üzere
zikrettim.
Ğâyetü'l-maksûd'da
şöyle denilmektedir: Bu hadisi Taberânî de aynı is-nadla Ebû Hureyre (r.a.)'den
rivayet etmiştir. Buna göre Ebû Hureyre (r.a.), "Resûiullah (s.a.v.)
hanımlarından birini öptükten sonra yeniden abdest almadan namaza
çıkardı" demiştir. {el-Mu'cemü'l-evsat, 1,183)
Ebû Davud'un sahih bir
isnadia rivayetine göre İbn Ömer (r.a.), "Biz erkekler Hz. Peygamber
(s.a.v.) zamanında kadınlarla beraber bir kaptan abdest alır, ellerimizi aynı
kaba batırırdık" demiştir. (Ebû Dâvûd, "Taharet", 39) Onun Ümmü
Subeyye el-Cüheniyye'den rivayeti se, Resûiullah (s.a.v.) ile birlikte bir o,
bir ben ellerimizi suya batırarak aynı kaptan abdest alırdık" (Ebû Dâvûd, "Taharet",
39) şeklindedir. Kadın ve erkeklerin ellerini batırarak aynı kaptan abdest
almaları durumunda birbirine değmemesi düşünülemez. Böyle bir durum abdesti
bozmuş olsaydı Resûiullah (s.a.v.) onların birlikte abdest almalarına izin
vermezdi. Bu hususta başka rivayetler de bulunmaktadır. Konuyu uzatmamak için
bu kadarının yeterli olduğunu düşünmekteyiz.
Taberânî'nin Amra
vasıtasıyla rivayetine göre Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle demiştir: Bir gece
Resûiullah (s.a.v.)'in yatakta bulunmadığını fark ettim.
"O cariyesi
Mariye'ye gitmiştir" diye düşündüm ve aramaya başladım. Onu ayakta namaz
kılarken buldum. Gusül yapıp yapmadığını tespit amacıyla elimle saçlarım
inceledim. Resûlullah (s.a.v.) namazı bitirince, ''Şeytan seni aldatmış"
buyurdu. (Taberânî, Afi/'cemü's-sağtr, I, 171) Bunu zayıf bir ravi olan Ferec
b. Fudâle, Yahya b. Saîd > Amra > Hz. Aişe (r.anhâ) isnadıyla rivayet
etmiştir. Ca'fer b. Avn, Vüheyb, Yezid b. Harun başta olmak üzere birçok ravi
ise Muhammed b. İbrahim et-Teymî vasıtasıyla Hz. Aişe (r.anhâ)'dan rivayet
etmişlerdir. Ebû Hâtim'in belirttiğine göre Muhammed b. İbrahim et-Teymî Hz.
Aişe (r.anhâ)'dan hadis işitmemiştir. (İbn Ha-cer, et-Telhîsü'l-habîr, I, 44)
îbn Hacer söz konusu hadisin isnadındaki ihtilaf sebebiyle illetli olduğu
görüşündedir. Hadisi Ferec b. Fudâle, Yahya b. Saîd > Amra > Hz. Aişe
(r.anhâ) isnadıyla muttasıl olarak rivayet ederken güvenilir raviler Yahya b.
Saîd > Muhammed b. İbrahim et-Teymî > Hz. Aişe (r.anhâ) isnadıyla
rivayet etmişlerdir. Bu ikinci isnad ise Ebû Hâtim'e göre munkatıdır.
İbn Hacer'in görüşüne,
"güvenilir ravi rivayet ettiğinde isnaddaki ihtilaf zarar vermez"
diye cevap verilebilir. Nitekim Hârizmî de, "Hadisin bir tariki sahih olur
ve her türlü eleştiri şaibesinden uzak kalırsa, o tarikin esas alınması gerekir
ve diğerlerine bakılmaz" (Hârizmî, en-Nâsih ve'l-mensûh, s. 44) demiştir.
Yahya b. Saîd'in Muhammed b. İbrahim et-Teymî > Hz. Aişe (r.anhâ) isnadı
sahih ve tenkit edilecek bir durum da bulunmamaktadır. Şu halde Ferec b. Fudâle
hakkındaki ihtilafın bir zararı yoktur. Ebû Hâtim'in, "Muhammed b. İbrahim
et-Teymî Hz. Aişe (r.anhâ)'dan hadis işitmemiştir" açıklamasının da
isnada zararı olmaz. Zira bize göre güvenilir ravilerin mürsel rivayetleri
delii olarak kullanılabilir. Muhammed b. İbrahim et-Teymî güvenilir bir
ravidir. İbn Hacer'in belirttiğine göre İbn Sa'd, İbn Maîn, Ebû Hatim, Nesâî ve
İbn Hıraş onun güvenilir bir ravi olduğunu söylemişler, Tirmizî de onun Hz.
Aişe (r.anhâ)'dan rivayetinin sahih olduğunu ifade etmiştir. Nitekim İbn
Hacer, "Tirmizî onun Hz. Aişe (r.an-hâ)'dan rivayetinin sahih olduğunu
ifade etmiştir. Bu da onun Hz. Aişe (r.anhâ)'dan hadis işittiğini
göstermektedir" (Tehzîb, IX, 7) açıklamasını yapmıştır.
Ayrıca Ferec b. Fudâle
bazılarına göre zayıf olsa da sadece güvenilir ra-vilerden rivayette bulunan
Şu'be b. Haccac ondan hadis rivayet etmiştir. Darimî'nin nakline göre İbn Maîn
onun hakkında lâ be'se bih (zararı yok) lafzını kullanmıştır. Bilindiği gibi
İbn Maîn bu lafzı ravinin güvenilir olduğunu ifade etmek üzere kullanmaktadır.
Fellâs'm nakline göre ise îbn Maîn onun hakkında salih (rivayetleri delil
olmaya elverişli) lafzını kullanmıştır. İbn Ebî Şeybe'nin nakline göre Ali b.
Medînî ise onu vasat (orta seviyede biri) oiarak nitelemektedir. (İbn Hacer,
Tehzîb, vm, 261) Böyle bir ravinin rivayetleri en azından başka bir rivayet
tarafından desteklenmek amacıyla zikredilebilir. Muhammed b. İbrahim
et~Teymî'nin Hz. Aişe (r.an-hâ)'dan rivayetinin mürsel olduğunu kabul etsek
bile Amra'nın Hz. Aişe (r.anhâ)'dan rivayeti muttasıldır ve onu
desteklemektedir. İbn Hacer'in açıklamaları arasında da zikredildiği üzere
mürsel zayıf olsa da muttasıl bir rivayetle desteklendiğinde bütün âlimlere
göre delil olmaktadır.
Muhalifimizin
"Yahut kadınlara dokunduğunuzda"[21]
âyetini delil olarak kullanmalarının doğru olmadığını Taberî'nin
açıklamalarıyla ortaya koymuştuk. Buna göre âyette söz konusu edilen dokunma
(lems) ile diğer anlamları değil cinsel ilişki mânası kastedilmektedir. Hocamız
da âyette geçen dokunma (lems) kelimesinin mezhep içindeki en uygun tefsirinin
fahiş mübaşeret (çıplak olarak kucak kucağa olmak) olduğunu ifade etmiştir.
(Câmiu'l-âsâr,s. 68) Bütün bunlar Ebû Hanife (r.a.)'in naslann delâletlerine
ne kadar riayet ettiğini ortaya koymaktadır. O, âyetteki dokunma (lems) kelimesinin
cinsel ilişki mânasına geldiğini tercih etmekle birlikte zahiri anlamını da
terk etmemekte ve "cinsel ilişkiye götüreceği ve mezi gelmesine sebep
olacağı için arada engel bulunmadan cinsel organların birbirine dokunması
abdesti bozar" demektedir. Bu cinsel organların birbirine girmesinin meni
gelmese bile genelde ona sebep olmasından dolayı gus-lü gerekli kılmasına
benzemektedir. Bize göre rivayetler arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırmak
için kadına dokunmanın abdesti bozacağına dair sahabeden yapılan rivayetlerin
tamamının cinsel ilişki İle ilgili olduğu şeklinde yorumlamak gerekmektedir.
Kadını öpmeden dolayı abdest alınacağını ifade eden rivayetler ise abdestin
gerektiği değil, tekrar abdest alınmasının mendup olduğu şeklinde anlaşılmalıdır.
126. Saîd b. Beşîr > Mansur b. Zâzân > Zührî >
Ebû Seleme isnadıyla nakledildiğine göre Hz. Aişe (r.anhâ), "Resûlullah
(s.a.v.) namaza giderken beni öperdi sonra abdest almazdı" demiştir.
Hadisi Dârekutnî
rivayet ederek, (Sünen, I, 135) "Saîd b. Beşîr, hadisi Mansur b. Zâzân
> Zührî isnadıyla rivayette tek kalmıştır. O hadiste güçlü değildir"
açıklamasını yapmıştır. Tespitlerimize göre Şu'be, Duhaym ve İb-nü'I-Cevzî onun
güvenilir olduğunu söylemişlerdir. Hâkim en-Nîsâbûrî
el-Müstedrek''inde ondan rivayette
bulunmuş, İbn Adiy "rivayetlerinde bir beis görmüyorum, genellikle
rivayetlerinde doğrudur" demiştir. İbnü't-Türkmânî'nin de ifade ettiği
gibi böylesi ravilerin rivayetleri en azından diğerlerini desteklemek üzere
zikredilebilir.
127. Ebû Bekir en-Nîsâbûrî > Hacib b. Süleyman >
Veki > Hişam b. Urve (r.a.) babası isnadıyla rivayet edildiğine göre Hz.
Aişe (r.anhâ), "Re-sûlullah (s.a.v.) hanımlarından birini öptükten sonra
abdest almadan namaz kıldı" demiştir.
Dârekutnî rivayet
etmiştir. Hacib b. Süleyman, Veki'den rivayette tek kalmış ve hadisi hatalı
nakletmiştir. Doğru olan rivayet aynı isnadla Ve-ki'den, "Resûlullah
(s.a.v.) oruçlu iken hanımını öperdi" lafızlarıyla yapılandır. Hacib b.
Süleyman'ın kitabı yoktu ve ezberinden rivayet etmekteydi. (Dârekutnî, Sünen,
I, 136)
Hadisle ilgili
Zeylaî'nin açıklaması şöyledir: Ebû Bekir en-Nîsâbûrî tanınmış hadis
imamlarmdandır. Hacib b. Süleyman hakkında da yapılan herhangi bir tenkit
bilinmemektedir. Nesâî ondan rivayette bulunmuş, bir yerde "sika" başka
bir yerde de "lâ be'se bih: zararı yok" lafızlarıyla güvenilir
olduğunu ifade etmiştir. İsnaddaki diğer ravilerin güvenilirliklerini
açıklamaya gerek bile yoktur. Hacib b. Süleyman'ın rivayetinde tek kaldığı
hususunda şöyle denebilir. Bu, güvenilir ravinin rivayetinde tek kaldığı bir
rivayettir. Hıfzından naklettiği için rivayetinde tek kalmıştır. Eğer hatası
rivayeti terk edilecek seviyede olsaydı, "sika" olarak nitelenmezdi.
Nitekim Nesâî onun güvenilir olduğunu söylemiştir. Hataları güvenilir olmasını
engelleyecek seviyede olsaydı, Nesâî böyle hata yapmazdı. Hacib b. Süleyman'ın
hata yapması ise çoğunluğun ona muhalefet etmesi sebebiyledir. Bize göre hadis
hasendir. Özellikle Hz. Aişe (r.anhâ)'den onu destekleyen başka birçok
rivayetin bulunması da bu durumu teyit etmektedir, et-Ta'lîku'l-muğnî isimli
eserinde Azîmâbâdî de aynı açıklamaları yapmıştır.
128. Ali b. Abdülaziz el-Verrâk > Asım b. Ali > Ebû
Üveys > Hişam b. Urve > babası isnadıyla rivayet edildiğine göre İbn Ömer
(r.a.)'in, "öpme sebebiyle abdest bozulur" dediği ulaştığında Hz.
Aişe (r.anhâ), "Resûlullah (s.a.v.) oruçlu iken hanımını öper sonra abdest
alma (dan namaz kılardı)" şeklinde mukabele etmiştir.[22]
et-Ta'lîku'l-muğnVdz
belirtildiği üzere hadisi Dârekutnî rivayet etmiş ve "hadisi Ali b.
Abdülaziz el-Verrâk'tan Asım b. Ali dışında bu şekilde rivayet eden başka
birini bilmiyorum" açıklamasını yapmıştır. Zeylaî, Ali'nin tanınmış bir
musannif olduğunu, Hâkim en-Nîsâbûrî'nin onun rivayetlerini el-Müstedrek't
aldığını, Buhârî'nin Asım b. Ali'nin hadislerini naklettiğini, Müslim'in de Ebû
Üveys'in hadislerine eserinde şahit olarak yer verdiğini söylemiştir. Bize göre
hadis sahihtir.
129. Ebû Bekir b. Ebî Şeybe > Muhammed b. FudayI >
Haccac > Amr b. Şuayb > Zeyneb es-Sehmiyye isnadıyla rivayet edildiğine
göre Hz. Aişe (r.anhâ), "Resûluliah (s.a.v.) abdest alır sonra hanımını
öper ve tekrar abdest almadan namazını kılardı. Belki bunu bana
yapmıştır" demiştir. (İbn
Mâce,
"Taharet", 69)[23]
Hadisi İbn Mâce
Sünen'inde rivayet etmiş, Zeylaî de, "bu sahih bir is-naddır"
açıklamasını yapmıştır. (Nasbu'r-râye, I, 38)
130. Saîd b. Yahya el-Emevî > babası > Yezid b.
Sinan > Abdurrahman el-Evzâî > Yahya b. Ebî Kesîr > Ebû Seleme
isnadıyla rivayet edildiğine göre Ümmü Seleme (r.anhâ), Resûlullahn (s.a.v.)'in
kendisini oruçlu iken öptüğünü bundan dolayı orucunun ve abdestinin
bozulmadığını haber vermiştir.
Hadisi, Taberî
tefsirinde (iv, 108) rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Resû-lulah (s.a.v.)'den
rivayet edilen sahih haber, "Yahut kadınlara dokunduğunuzda"[24]
âyetindeki dokunmanın başka anlamlarda değil cinsel ilişki manasında
kullanıldığını göstermektedir.
Taberî'nin açıklaması
söz konusu haberin ona göre sahih olduğunu göstermektedir. Yezid b. Sinan
er-Rehâvî hariç isnaddaki raviler güvenilirdir. Yezid b. Sinan ise tenkit
edilmiştir. Kendisinden sadece güvenilir raviler-den rivayette bulunan Şu'be,
Mervan b. Muaviye daha başkaları rivayette bulunmuşlardır. İbn Ebî Hayseme'nin
nakline göre Yahya b. Eyyüb el-Makburî, Mervan b. Muaviye'nin onun güvenilir
olduğu kanaatini benimsediğini haber vermiştir. Buhârî onun hakkında,
"mukâribü'1-hadis/riva-yetleri güvenilir ravilerinkine yakındır ancak oğlu
Muhammed ondan münker rivayetler nakleder" açıklamasını yapmıştır (İbn
Hacer, Tehzîb, I, 336). Bize göre bu hadis, oğlunun kendisinden naklettiği
münker rivayetlerden değildir. Başka âlimler onun zayıf olduğunu söylemişlerse
de o rivayetleri hasen seviyesinde bir ravidir.
131. Talk b. Ali şöyle anlatır: Bir adam, "Cinsel
organıma dokundum veya namazda cinsel organına dokunan bir kimseye abdest
alması gerekir mi?" diye sordu. Resûluilah (s.a.v.), "Hayır, o senden
bir parçadır" karşılığını verdi.
Hadis Kütüb-i hamse'âe
bulunmaktadır.[25] İbn Hibbân hadisin sahih
olduğunu söylemiş, İbnü'l-Medînî bunun Büsre hadisinden daha sağlam olduğunu
ifade etmiştir. (İbn Hacer, Bulûğu'l-merâm, I,31) Hadisin sahih olduğunu
söyleyen Amr b. Fellâs da, "bize göre bu, Büsre hadisinden daha sağlamdır.
İbn Hazm da onun sahih olduğunu ifade etmiştir" açıklamasını yapmıştır.
(İbn Hacer, et-Telhîsü'l-habîr, I, 46)
Hadisin konuya
delâleti açıktır. Mecmaü'z-zevâid'de (I, 10) belirtildiğine göre Talk b. Ali,
Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelen elçilerdendir. Elçi olarak geldiklerinde
Resûlullah (s.a.v.), "Cinsel organına dokunan abdest ai-sın"
buyurmuştur.[26] Bu hadisi Taberânî de
rivayet etmiş (Mu'cemü'l-kebtr, VIII, 334; Heysemî, Mecmaü'z-zevâid, 1,245) ve
şöyle demiştir: Bu hadisi Eyyüb b. Uteybe'den sadece Hammad b. Muhammed rivayet
etmiştir. Diğer hadisi de Hammad b. Muhammed rivayet etmiştir. Bana göre her
ikisi de sahihtir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'den önce birinci hadisi daha sonra
da ikinci hadisi işittiği anlaşılmaktadır. Buna göre Büsre, Ümmü Habibe, Ebû
Hü-reyre, Zeyd b. Halid ve diğer sahâbîlerin Hz. Peygamber (s.a.v.)'in cinsel
organına dokunan kimsenin abdest alması gerektiğine dair rivayetlerine uygunluk
göstermiştir. Bu durumda o, Hz. Peygamber (s.a.v.)'den hem na-sih hem de mensuh
hadisi işitmiş olmaktadır.
Nesh iddiası
problemlidir ve buna ihtiyaç da yoktur. Problemlidir çünkü nesh iddiası buna
delâlet eden bir lafzın bulunmasıyla mümkün olabilir.
Bu ise tespit
edilebilmiş değildir. Neshten bahsedebilmek için çelişkili iki hadisin
tarihlerinin bilinmesi bile yeterli değilken tarihleri tespit edilemeyen
hadisler hakkında nesh olduğu nasıl iddia edilebilir? Tarihen önce olduğu
tespit edilen hadisin mendupluk, sonrakinin ise cevaz ifade etmesi veya aksi
mümkündür. İhtimal söz konusu olduğunda hangisinin kastedildiği delil ile
tespit edilir. "Buna ihtiyaç da yoktur" derken iki hadisin arasının
telif edilebileceğini kastetmekteyim. Çünkü abdest almayı emreden hadis bunun
müstehap olduğunu belirtmektedir. Abdest almaya gerek olmadığını bildiren
hadis ise bunun farz olmadığını ifade etmektedir. Bu durumda neshe de ihtiyaç
bulunmamaktadır. Dürrü'l-muhtâr'da (I, 152) "Bu durumda hilaftan kurtulmak
için özellikle de imamlık yapan kimsenin abdest alması mendup olur"
şeklinde ifade edildiği gibi abdest almayı emreden hadis bana göre de
müstehaplık belirtmektedir.
Büsre hadisine gelince
onu da Taberânî rivayet etmiştir. Büsre bint Saf-van, Resûlullah (s.a.v.)'i
"Erkeklik organına, hayalarına veya dübürüne dokunan namaz abdesti gibi
abdest alsın" derken işittiğini söylemiştir.[27]
(Ra-vileri Sahih'in ravileridir. Nasbü'r-râye'de nakledildiğine göre hadisle
ilgili İbn Hibbân'm Sahih'indeki açıklaması şöyledir: Araplar el yıkamayı
"vu-dû" kelimesiyle ifade etseler de bu hadisteki "vudû"
ile elin yıkanması kas-tedilmemektedir. Urve b. Zübeyr'in Mervan vasıtasıyla
Büsre'den naklettiği hadis bunu desteklemektedir. Buna göre Resûlullah
(s.a.v.), "Cinsel organına dokunan namaz abdesti gibi abdest alsın"
buyurmuş olmaktadır.[28]
Ümmü Habibe hadisi
hakkında da farklı görüşler bulunmaktadır. et-Telhîsü'l-habîr'ğq
belirtildiğine göre (1,45) Ebû Zür'a ve Hâkim en-Nîsâbûrî, Ümmü Habîbe
hadisinin sahih olduğunu söylemişlerdir. Buharı ise isnad-da bulunan Mekhûl'ün
Anbese b. Ebî Süfyan'dan hadis işitmediği gerekçesiyle onun illetli olduğu
görüşündedir. Yahya b. Maîn, Ebû Zür'a ve Ebû Hatim'e göre de Mekhûl, Anbese b.
Ebî Süfyan'dan hadis işitmemiştir. Şamlıların hadisleri konusunda uzman olan
Duhaym ise onlara muhalefet etmekte ve Mekhûl'ün Anbese b. Ebî Süfyan'dan hadis
işittiğini ispat etmektedir. Hallal'ın el-îleVdckı açıklaması ise şöyledir:
Ahmed b. Hanbel, Ümmü Habibe hadisinin sahih olduğunu söylemiştir. İbn Mâce,
Alâ b. Haris vasitasjyla Mekhûl'dan rivayet etmiştir. İbnü's-Seken ise herhangi
bir illetinin bulunmadığını ifade etmiştir.[29]
et-Telhîsü'l-habîr'de
(1,46) nakledildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Birinizin eli örtülü
olmayan cinsel organına dokunursa abdesti bozulur" buyurmuştur. İbn Hibbân
bunu Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştin
Namazla ilgili bölümde, "bu isnadı sahih, ravi-leri adalet sahibi bir
hadistir" açıklamasını yapmıştır. Hâkim en-Nîsâbûrî ve İbn Abdilber de
hadisin aynı isnadla sahih olduğunu ifade etmişlerdir.
Konuyla ilgili bir
başka hadis de Zeyd b. Halid rivayetidir. O, Resûlul-lah (s.a.v.)'in
"Cinsel organına dokunan abdest alsın" buyurduğunu işittiğini haber
vermiştir.[30] Ahmed b. Hanbel, Bezzâr,
Taberânî rivayet etmiştir. İbn İshak dışındaki ravileri Sahih'in
ravilerindendir. İbn İshak mü-dellistir. Ancak o da hadisi hocasından
işittiğine delâlet eden "haddesenî" lafzıyla rivayet etmiştir.
et-Telhîsü'l-habîr'dç. nakledildiğine göre (I, 45) söz konusu hadisi İshak b.
Rahûye Müsned'inde Muhammed b. Bekr el-Bürsânî vasıtasıyla İbn Cüreyc'ten
rivayet etmiştir. Bu isnad da sahihtir. İshak b. Rahûye Müsned'indeki başka bir
hadis Amr b. Şuayb > babası > [dedesi isnadıyla nakledilmektedir. Buna
göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Cinsel organına dokunan erkek ya da kadın
abdest alsın " buyurmaktadır.[31]
Hadisi Ahmed b. Hanbel, Tirmizî ve Beyhakî rivayet etmiştir. İTirmzî'nin
el-İleVindQ naklettiğine göre Buharı hadisin sahih olduğunu Isöylemiştir.
Taberânî'nin işaret
ettiği hadislerle ilgili yapılması gereken açıklamalar >uniardır. Hadislerin
konuya delâletleri ise açıktır.
132. Erkam b. Şurahbil anlatmaktadır: Namazda iken
vücudumu kaşıyordum, bu arada cinsel organıma dokundum. Durumu Abdullah b.
Mes'ud (r.a.)'e anlattım. O, gülerek
"onu kes gitsin" dedikten sonra "Onu vücudundan nasıl
ayıracaksın ki, o senden bir parçadır" açıklamasında bulundu. (Taberânî, Mu'cemü'l-kebîr, IX, 247;
Heysemî, Mecmau'z-zevâid, I, 245)
133. Seilâm et-Tavîl > İsmail b, Rafi > Hakim b.
Seleme isnadıyla rivayet edildiğine göre Benî Hanife kabilesinden Çeri diye
tanınan bir adamın, "Ey Allah'ın Elçisi bazen namaz kılarken elim cinsel
organıma değiyor" demesi üzerine Resûlullah (s.a.v.) Namazına devam et
buyurdu. Hadisi İbn Mende Ma 'rifetü's-sahâbe'de, Zehebî et-Tecrîd''de
zikretmişler ayrıca Ebû Nuaym da rivayet etmiştir. İbn Mende hadisin garib
olduğunu söylemiştir. İbn Hacer el-İsâbe'de. Seilâm et-Tavîl ve İsmail b.
Rafi'in zayıf olduklarını belirtmiştir. İbnü'l-Cârûd, "İshak b. İbrahim
> îshak b. İsa > Seilâm et-Tavîl ki güvenilir bir ravidir"
açıklamasını yapmıştır. Aynı bilgi Tehzîb'de. (IV, 282) de zikredilmektedir. Abdullah b. Mübarek, İsmail
b. Rafi hakkında "iern yekun bihi be's/onda bir beis yok, ancak hadisi
aldığı kimselere dikkat etmezdi" açıklamasını yaptıktan sonra sözü edilen
hadisin aynı şekilde kendisine de ulaştığını söylemiştir. Onun hakkında Tirmizî'nin
açıklaması, "Bazı âlimler onun zayıf olduğunu söylemişlerdir. Buhârî'nin
onu sika, mukâribü'l-hadis (rivayetleri güvenilir ravilerin rivayetlerine yakındır)
lafızlarıyla nitelediğini işittim" şeklindedir. (İbn Hacer, Tehzîb, I,
295) Hadis hasen garib diye nitelenebilir. Konuyla ilgili Talk b. Ali hadisini
desteklemeye elverişli bulunmaktadır.[32]
Hadisin konuya
delâleti açıktır. Ali b. Medînî, Amr b. Ali el-Fellâs, Tirmizî ve İbn Hibbân
gibi âlimlerin sahih olduğunu söyledikleri Talk b. Ali hadisini
desteklemektedir. Muhaliflerimiz ise delil olarak Büsre bint Saf-van'ın,
Resûluilah (s.a.v.)'i "Cinsel organına dokunan kimse abdest alsın"
buyururken[33] işittiğini ifade ettiği
hadisi kullanmaktadırlar. Hadis Kütüb-i hamse'de bulunmakta, Tirmizî de sahih
olduğunu söylemektedir. (Şevkânî, Neylü'l-evtâr, I, 192) Ancak bu hadiste
hayalar ve dübür de zikredildiği halde muhalifimiz bunlara dokunmaktan dolayı
abdestin bozulduğu görüşünde değildir. Dolayısıyla konuyla ilgili hadisin delil
olması söz konusu değildir.
Taberânî'nin Büsre
bint Safvan'dan rivayeti, Resûlullah (s.a.v.)'i "Cinsel organına,
hayalarına veya dübürüne dokunan kimse namaz abdesti gibi abdestalsın"
buyururken işittim şeklindedir.[34]
Mecmâü'z-zevâid'de de zikredüdiği üzere ravileri Sahih ravileridir.
Dârekutnî, Taberânî'yi
eleştirerek şöyle demiştir: Bu hadisi Abdiilha-mîd b. Ca'fer de Hişam
vasıtasıyla nakletmiş ve Büsre bint Safvan rivayetine hayaları ile dübürü
ilave etmek suretiyle yanılmıştır. Sahih olan bunları Hz. Peygamber (s.a.v.)'e
nispet etmeden nakleden Urve rivayetidir. Bunu ondan başta Hammad b. Zeyd ve
Eyyüb es-Sahtiyânî olmak üzere güvenilir raviler rivayet etmişlerdir.
(Dârekutnî, Sünen, I, 148) Dârekutnî'nin bu eleştirisine büyük âlim
İbnü't-Türkmânî şöyle cevap vermektedir: Birçok âlim Abdülhamîd b. Ca'fer'in
güvenilir olduğunu ifade etmiş, İmam Müslim de onun rivayetini delil olarak
zikretmiştir. O hadisi Hz. Peygamber (s.a.v.)'e nispet etmiştir. Daha önce de
ifade edildiği gibi böyle bir durumda Hz. Peygamber (s.a.v.)'e nispet edilen
rivayet tercih edilir. Bu hususta onu destekleyen başkaları da bulunmaktadır.
Nitekim bu hadisi Dârekutnî, İbn Cüreyc > Hişam > babası > Mervan >
Büsre İsnadıyla nakletmiş ve bu rivayette de "hayalar" zikredilmiştir.
Aynı hadisi Taberânî de
Erkeklik organına veya hayalarına dokunan abdest alsın lafzıyla rivayet
etmiştir. Ancak onun isnadı Urve > Mervan > Büsre şeklindedir. İbn Cerir,
Abdülhamid'i bu rivayetinde desteklemiştir. Ayrıca hadise yapılan ilavedeki
(idrac) hata onun öncesinden bağımsız ayrı bir kelime olması ve ravinin onu
fark edememesinden kaynaklanmaktadır. Ravinin Urve'nİn sözünü işitmesi ve onu
Resûlullah (s.a.v.)'in sözü arasına karıştırması ise son derece uzak bir
ihtimaldir. Taberânî'nin Mu-hammed b. Dînar > Hişam > babası isnadıyla
rivayetine göre Büsre Hz. Peygamber (s.a.v.)'in dübürüne, hayalarına veya
erkeklik organına dokunan abdest almadıkça namaz kılmasın buyurmuştur. Bu
rivayette ravinin hata yapmış olması ise daha da uzak bir ihtimaldir. Zira bu
rivayette Hz. Peygamber (s.a.v.) önce dübür ve hayaları zikretmiştir. Burada da
Muham-med b. Dinar'ın Abdülhamid'e mütabaatı söz konusudur. Böylece defalarca
tekrar ettiğimiz ravinin işittiğiyle bir defasında fetva verdiği bir defasında
da onu lafzen rivayet ettiği hususunu burada bir defa daha görmekteyiz.
(eUCevherü'n-nakî, \, 37, 38) Sonuç itibariyle hadisteki ilavenin Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e ait olduğu sahihtir. Ancak gereği ile amel eden hiçbir kimse
olmamıştır. Şu halde bu durum neshin bulunduğuna bir işaret olduğu kabul
edilecek veya rivayetlerin birinin ruhsata, diğerinin ise azimete delâlet
ettiği şeklinde Talk b. Ali ile Büsre rivayetleri arasındaki ihtilaf telif
yoluyla giderilecektir. Daha önce de belirtildiği üzere mezhebimiz
Hanefîyyenin görüşü de bu yöndedir.
Muhaliflerimiz Ahmed
b. Hanbel, İbn Hibbân ve Hâkim en-Nîsâbû-rî'nin rivayet ettikleri hadisi de
görüşlerine delil olarak zikretmişlerdir. İbn Hibbân ve Hâkim en-Nîsâbûrî
hadisin sahih olduğunu da söylemişlerdir. Ebû Hureyre (r.a.)'in rivayetine göre
Hz. Peygamber (s.a.v.), "Eliyle Özel olarak erkeklik organına değen
kimsenin abdest alması gerekir" buyurmuştur.[35]
Şafiîler söz konusu hadiste geçen "ifdâ" kelimesinden de hareketle
erkeklik organına avuç içiyle dokunmanın abdesti bozacağına hükmetmişlerdir.
et-Telhîsü'l-habîfĞt (1,126) İbn Hacer'in açıklaması ise şöyledir: Ancak
birçok âlim ifdâ kelimesinin sadece avuç içiyle anlamına geleceğini
tartışmıştır. Nitekim İbn Seyyide el-Muhkem'de bu kelimenin "ef-dâ fülan
ilâ fülan" şeklinde ulaştı anlamında kullanıldığını, dolayısıyla burada
"ifdâ" eiin içi veya dışıyla ulaşmaktan daha umumî mânasının olacağını
ifade etmektedir. İbn Hazm da hadiste zikredilen "ifdâ" ile elin hem
içiyle hem de dışıyla ulaşmasının kastedildiğini, onların ileri sürdüğü gibi
avuç içiyle ulaşmak anlamına geldiğine dair kitap, sünnet, icmâ, sahâbî
açıklaması, kıyas veya sağlam bir görüş bulunmadığını belirtmektedir.
(Şev-kânî, Neylü'l-evtâr, I, 164) Hadiste zikredilen ifdâ kelimesinin avuç
içiyle dokunmak anlamına geldiğine dair iddialarının âlimlerin görüşleriyle
çelişmesi sebebiyle Şafiîlerin delilleri geçerli değildir.
Şafiîler sözü edilen
hadisin Talk b. Ali hadisini, bizzat gene kendisinden "Cinsel organına
(fere) dokunan abdest alsın" hadisinin de rivayet edilmesi dolayısıyla
illetli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu hadisi Taberânî rivayet etmiş ve sahih
olduğunu söylemiştir. (Şevkânî, Neylü'l-evtâr, I, 193)
Şafiîlerin illetli
bulduğu, Taberânî'nin de rivayet ettiği hadis bize göre de zayıftır. Zira onu
Eyyüb b. Utbe'den sadece Hammad b. Muhammed rivayet etmiştir.
(Mecmaü'z-zevâid, I,100) Hammad b. Muhammed ise zayıf bir ravidir. Nitekim
hadis hafızı Salih b. Muhammed onun zayıf olduğunu belirtmiş, el-Afîfî
"rivayeti sahih değildir, sadece onun vasıtasıyla gelmektedir" açıklamasını
yapmıştır. (İbn Hacer, Lisânü'i-Mîzân, II, 33) Zeylaî de onun
zayıf olduğunu ifade
etmiş (Nasbü'r-râye, I, 34), birçok güvenilir ravi de ona aykırı rivayette
bulunmuştur. Nitekim Tahâvî'nin zikrettiği üzere (Şerhu Meâni'l-âsâr, 1,76)
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî (Muvaita, 50), Esed b. Musa ve Haccac b.
Minhal'in Eyyüb b. Utbe > Kays b. Talk > babası isnadıyla rivayet
ettiklerine göre bir adamın, "Erkeklik organına dokunanın abdes-ti bozulur
mu?" sorusuna Resûlullah (s.a.v.) "O vücudundan bir parça değil
midir?" şeklinde cevap vermiştir. Zayıf bir ravi olan Hammad b.
Mu-hammed'in güvenilir ravilere aykırı rivayeti münkerdir. Bu durumda onun
rivayeti dikkate alınamaz.
Eyyüb'tin de aynı
şekilde rivayet ettiği kabul edilse bile Zeylaî ve İbn Hacer'in (Takrîb, s. 31)
belirttiklerine göre o da zayıf bir ravi olup güvenilir ravilere aykırı olan bu
rivayeti münkerdir. Nitekim Veki > Muhammed b. Cabir > Kays > babası
îsnadıyla İbn Mâce'de, Süfyan ve Müsedded > Kays > babası isnadıyla da
Tahâvî'de rivayet edildiğine göre namazda iken erkeklik organına dokunan kimse
hakkında Hz. Peygamber (s.a.v.), "Bundan dolayı abdestin bozulmaz, o
senden bir parçadır" buyurmuştur.[36] Ebû
Dâvûd bu hadisi Hişam b. Hassan, Süfyan es-Sevrî, Şu'be b. Haccac, Süfyan b.
Uyeyne ve Cerîr er-Râzî'nin Muhammed b. Cabir vasıtasıyla Kays b. Talk'tan
rivayet ettiklerini söylemiştir. Hadisi aynı şekilde Tahâvî Esved vasıtasıyla
Kays'tan; (Şerhu Meâni'l-âsâr, 1,76) et-Ta'lîku'l-mümecced' de. ifade edildiği
gibi Nesâî, Tirmizî, Tahâvî ve diğer âlimler de Abdullah b. Bedr vasıtasıyla
Kays'tan rivayet etmişlerdir.[37] Buna
göre Kays'tan rivayet edilenler içerisinde sahih olan Hammad b. Muhammed'in
Eyyüb vasıtasıyla rivayeti değil, erkeklik organına dokunmadan dolayı abdestin
bozulmadığını ifade eden rivayetidir. Zira hem Hammad hem de Eyyüb zayıf
ravilerdir. Onların güvenilir ravilerin rivayetlerine aykırı naklettiklerinin
sahih olması mümkün değildir. Bu hususta Taberânî'nin sahih olduğuna dair
görüşü de dikkate alınmaz. Hanefîler olarak biz bir kerecik olsun güveniür
ravilerin rivayetlerine aykırı olmalarına rağmen bu iki ravi ve benzerlerinin
rivayetlerini sahih olarak niteleyecek olsaydık muhaddisler bizim diri diri derimizi
yüzerlerdi.
134. Hasan-ı Basrî'nin Ali b. Ebî Talib, Abdullah b.
Mes'ud, Huzeyfe,
İmran
b. Husayn (r.a.e.) ve ismi zikredilmeyen bir başka sahâbîden nakline göre
bunların biri, "erkeklik organıma dokunmakla burnuma dokunmak arasında bir
fark yoktur"; bir diğeri, "erkeklik organıma dokunmakla uyluğuma
dokunmak arasında bir fark yoktur"; bir ötekisi de "erkeklik organıma
dokunmakla dizime dokunmak arasında bir fark yoktur" demişlerdir.[38]
Hadisi Taberânî rivayet etmiştir. Ravileri Sahilim ravileridir. Ancak
isnad-daki Hasan-ı Basrî müdellistir ve söz konusu haberi semâ yoluyla aldığını
açıklamamıştır. {Mecmaü'z-zevâid, I, 99). Bize göre bu durum söz konusu haberin
sıhhatine zarar vermez. Zira Tedrîbü'r-râvVdç belirtildiği üzere Ebû Zür'a ve
Ali b. Medînî'nin de ifade ettikleri gibi Hasan-ı Basrî'nin mürsel rivayetleri
sahihtir.
İbnü't-Türkmânî'nin
nakline göre İbn Abdilber erkeklik organına dokunmanın abdesti bozmadığı
görüşünde olan sahâbîleri Hz. Ali, Ammar b. Yasir, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah
b. Abbas, Huzeyfe, İmran b. Husayn ve Ebü'd-Derdâ (r.a.e.) olarak zikretmiş,
bunun güvenilir raviler ve sahih isnadlar vasıtasıyla rivayet edildiğini ifade
etmiştir. el-İstizkâr isimli eserde ise zikredilen sahâbîlerin bu konuda
ihtilaf etmediklerini belirtmiştir. Daha sonra Beyhakî, Muaz b. Cebel (r.a.)'in
de aynı görüşte olduğunu rivayet etmiştir. {es-Sünenü'l-kübrâ, I, 34, 35)
Tahâvî, Şerhu
meâni'l-âsâr'da erkeklik organına dokunmanın abdesti bozacağı görüşünde olduğu
rivayet edilen sahâbîlerden aksi görüşte olduklarının da nakledildiğini tespit
etmiş ve şöyle demiştir: İbn Ömer (r.a.) dışında erkeklik organına dokunmanın
abdesti bozacağı doğrultusunda fetva veren başka bir sahâbî bilmiyoruz.
Sahabenin çoğunluğu bu konuda ona muhalefet etmiştir. (İbnü't-Tiirkmânî,
el-Cevherü'n-nakî, 1,47) Bize göre bu, erkeklik organına dokunmanın abdesti
bozacağı konusunda rivayet edilen Büsre hadisinin mensuh olduğunun veya
yorumlanması gerektiğinin ilk delilidir.
135. Veki'nin İsmail vasıtasıyla Kays'tan rivayetine göre
bir adamın erkeklik organına dokunmayı sorması üzerine Sa'd b. Ebî Vakkas
(r.a.), "Eğer sana ait bir organı pislik olarak görüyorsan onu kes
at" diye cevap verdi. (Tahâvî, Şerhu Meâni'l-âsâr, I, 77) İsnadı sahihtir.
el-Cevherü"n-nakfde (I, 35) belirtildiğine göre haberi İbn Ebî Şeybe
rivayet etmiştir.
Bu rivayet İmam
Malik'in Muvatta'mda ("Taharet", 59)[39]
İsmail b. Muhammed b. Sa'd b. Ebî Vakkas vasıtasıyla Mus'ab b. Sa'd b. Ebî
Vak-kas'tan yaptığı rivayetle çelişmektedir. Mus'ab b. Sa'd şöyle anlatmaktadır:
Ben, Sa'd b. Ebî Vakkas'm yanında Kur'an'ı tutarken kaşındım. O, "Belki de
erkeklik organına dokundun" deyince ben, "Evet" dedim. Bunun
üzerine, "Kalk abdest al" dedi. Ben de abdest alıp geldim.
Bize göre Mus'ab'ın bu
rivayetinin mendupluk, Kays'm naklini ise ruhsat ifade ettiği şeklinde
anladığımızda söz konusu iki rivayet arasında çelişki bulunmamaktadır.
Tahâvî'nin İbrahim b.
Merzuk>Ebû Amir el-Akdî> Abdullah b. Ca'fer eİ-Mahremî > İsmail b.
Muhammed isnadıyla rivayetine göre ise Mus'ab b. Sa'd şöyle anlatmaktadır:
Babamın yanında Kur'an'ı tutarken kaşındım ve avret yerime elim değdi. O,
"Avret yerine mi değdin?" diye sordu. "Evet kaşıdım"
şeklinde cevap vermem üzerine, "Elini toprağa sür" dedi, abdest
almamı emretmedi. (Şerhu Meâni'l-âsâr, 1,77) Hadisin isnadı hasen ra-vilerİ güvenilirdir.
Tahâvî söz konusu haberi Muhammed b. Huzeyme > Abdullah b. Reca > Zaide
> İsmail b. Ebî Halid > Zübeyr b. Adiy > Mus'ab b. Sa'd isnadıyla
benzer bir rivayette bulunmuştur. Ancak bu rivayete göre Sa'd b. Ebî Vakkas
(r.a.) oğluna, "Kalk elini yıka" demiştir. (Şerhu Meâni'l-âsâr, I,
77) Muhammed b. Huzeyme, Tahâvî'nin hocasıdır ve tanınmış güvenilir bir
ravidir. (İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, V, 154) İsnaddaki diğer raviler de
güvenilirdir. Bu rivayet, hadiste zikredilen "vudu" kelimesinin
anlamını da ortaya koymaktadır.
136. Ebü'l-Avvam el-Basrî şöyle anlatmaktadır: Bir adam
Atâ b. Ebî Rebah'a, "ey Ebû Muhammed birisi abdest aldıktan sonra cinsel
organına dokunmuş olsa ne lazım gelir?" diye sordu. Orada bulananlardan
biri, "İbn Abbas, cinsel organını eğer necis görüyorsan o zaman kes at
onu" derdi diye araya girdi. Bunun üzerine Atâ b. Ebî Rebah, Allah'a
yemin olsun ki bu, İbn Abbas (r.a.)'ın görüşüdür" dedi.
Haberi Muhammed b.
Hasan eş-ŞeybânîMiv<3#a'mda rivayet etmiştir. İsnadı sahihtir. Ebü'l-Avvam,
Abdülazizb. Rübeyyi'el-Bâhilîel-Basrî'dir. Yedinci tabakadan güvenilir bir
ravidir. Atâ b. Ebî Rebah ve Ebü'z-Zü-beyr'den rivayette bulunmuştur. İbn Maîn
onun güvenilir olduğunu söylemiş, İbn Hibbân da onu es-Sikâf\ndz zikretmiştir.
Bu bilgiler, İbn Hacer'in Tehzîb ve Tahrifinden naklen
et-Ta'ltku'l-mümecced'de de bulunmaktadır.[40]
Tahâvî'nin nakline
göre Atâ b. Ebî Rebah'ın güvenilir ravilerinden îk-rime b. Ammar da sözü edilen
haberi farklı lafızlarla rivayet ederek Ebü'l-Avvam el-Basrî'yi desteklemiştir.
Tahavî, İbn Abbas (r.a.)'tan farklı isnad-larla rivayette bulunmuştur.
a. İbn Ebî Zi'b > Şu'be b. Haccac > İbn Abbas'ın
azatlısı > İbn Abbas isnadıyla söz konusu haberi benzeri lafızlarla rivayet
etmiştir. Ravileri güvenilirdir. İbn Hacer'in Takrîb'de (s. 85) İbn Abbas
(r.a.)'in azatlısını sadûk (doğru sözlü) olarak nitelemektedir.
b. Saîd b. Mansur
> Hüşeym > A'meş > Habib b. Ebî Sabit > Saîd b. Cübeyr isnadıyla
rivayetine göre İbn Abbas (r.a.) erkeklik organına dokunmanın abdesti
bozmayacağı görüşündeydi. Bu, ravüeri güvenilir sahih bir isnaddır.
c. Katâde >
Atâ isnadıyla[41] rivayetine göre ise İbn
Abbas (r.a.) erkeklik organına dokunmadan dolayı abdest alınması gerektiği
görüşündeydi.[42] Rivayetler arasındaki
çelişkiyi gidermek için buradaki abdest almanın mendupluğa delâlet ettiği
şeklinde yorumlanmalıdır. Diğer hadislerin konuya delâletleri ise açıktır.
İbn Abdilberr'in
el-İstizkar isimli eserinde Abdurrahman b. Harme-le'den nakline göre Saîd b.
Müseyyeb erkeklik organına dokunmanın abdesti bozacağı görüşündedir. Katâde ve
Haris b. Abdurrahman ise onun bundan dolayı abdestin bozulmayacağı görüşünde
olduğunu rivayet etmişlerdir. İbn Abdilber, "Katâde hadis hafızıdır,
Haris b. Abdurrahman da onu desteklemektedir. Abdurrahman b. Harmele ise hadis
hafızı değildir" diyerek Katâde rivayetini tercih etmektedir. el-Cevherü
'n-nakî'de (I, 35) zikre-dildiği üzere Tahâvî'nin hasen bir isnadla Eş'as'tan
nakline göre Hasan-ı Basrî cinsel organa dokunmayı doğru bulmaz ancak bundan
dolayı abdestin bozulduğunu da söylemezdi. Tahâvî'nin sahih bir isnadla
Yunus'tan nakline göre de Hasan-ı Basrî erkeklik organına dokunmanın abdesti
bozmayacağı görüşündeydi. (Şerhu Meâni'l-âsâr, I, 79) BİZ de, sahabenin çoğu-
nun, önde gelen
tabiîlerin, Ebû Hanife (r.a.) ve taraftarlarının benimsediği bu görüşün doğru
olduğunu düşünmekteyiz.
137. Ebû Hanife > Hammad > İbrahim en-Nehaî
isnadıyla nakledildiğine göre erkeklik organına dokunmakla ilgili Hz. Ali
(r.a.), "Erkeklik organıma dokunmakla burnumun ucuna dokunmak arasında
bir fark yoktur" demiştir.
Haber Muvattd'm
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî rivayetinde yer almaktadır. Mürsel ve sahihtir.
Zira Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî daha sonra onu Mis'ar b. Kidam > Kabus
> Ebû Zubyan yoluyla Hz. Ali (r.a.)'den muttasıl bir isnadla rivayet
etmiştir. Bu isnadın ravileri de güvenilirdir.
138. Sellâm b.
Süleym > Mansur b. Mu'temir > es-Sedûsî isnadıyla nakledilir: Berâ b.
Kays, şöyle der: Huzeyfe b. Yeman (r.a.)'e erkeklik organına dokunan kimsenin
durumunu sordum. O, "Ona dokunmak başa dokunmak gibidir" diye cevap
verdi. (Tahavî, Şerhu Meâni'l-âsâr, 1,77)
Hadisi Muhammed b.
Hasan eş-Şeybânî Muvatta'mda rivayet etmiştir. İsnadı sahihtir. Tahâvî'nin de
bu hadisi Huzeyfe'den rivayeti ile ilgili olarak açıkladığı gibi isnadda
bulunan es-Sedûsî, İyad b. Lakît'tir. O güvenilir bir ravidir. (Şerhu
Meâni'l-âsâr, 1,78) et-Ta'lîku'l-mümecced'de belirtildiği gibi İbn Maîn ve
Nesâî başta olmak üzere âlimler onun güvenilir olduğunu ifade etmişlerdir.
139. Mis'ar b. Kidam'ın nakline göre Umeyr b. Sa'd
en-Nehaî şöyle anlatmıştır: Ammar b. Yasir (r.a.)'in de aralarında bulunduğu
bir grup içinde bulunuyordum. Erkeklik organına dokunma konusu zikredilince
Ammar b. Yasir, "O senden bir parçadır. Elin başka organına dokunduğundaki
hüküm onun için de geçerlidir" dedi.[43]
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî Muvaî-ta'ında rivayet etmiştir. İsnadı sahihtir,
Tahâvî, "O, benim ve senin burnun gibidir" ilavesiyle rivayet
etmiştir.
140. İsmail b. Ayyaş > Hariz b. Osman > Habib b.
Ubeyd isnadıyla rivayet edildiğine göre erkeklik organına dokunmak sorulduğunda
Ebü'd-Derdâ (r.a.), "O, senden bir parçadır" diye cevap vermiştir.
Rivayet, Muvatta'm
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî rivayetinde bulunmaktadır. (el-Muvatta, s. 38)
et-Ta'lîku'l-mümecced'd^ belirtildiği gibi Harız b. Osman, Şamlı güvenilir bir
ravidir. İsmail b. Ayyaş'ın Şamlılardan rivayetleri sahihtir. Gene aynı yerde
belirtildiği gibi Habib b. Ubeyd er-Rahabî 70 sahâbîye yetişmiş, Nesâî ve İbn
Hibbân'm güvenilir olduğunu ifade ettikleri bir ravidir.
Hâkim en-Nîsâbûrî'nin,
Merv'in adil ve hafız muhaddisi Ebû Bekir b. Muhammed b. Abdullah b. Cerrah
> Abdullah b. Yahya ei-Kâdî es-Serah-sî isnadıyla nakline göre Recâ b. Mürcî
el-Hafız şöyle anlatmıştır: Hayf mescidinde Ahmed b. Hanbel, Ali b. Medînî ve
Yahya b. Maîn ile birlikteydim. Erkeklik organına dokunmakla ilgili hadis
hakkında müzâkere etmeye başladılar. Yahya b. Maîn bu kimsenin abdestinin
bozulacağını, Ali b. Medînî ise Küfe âlimlerinin (Ebû Hanife (r.a.) ve
taraftarlarının) görüşünü savundu.
Yahya b. Maîn, Büsre
bint Safvan; Ali b. Medînî ise Kays b. Ali'nin babasından rivayetini delil
olarak zikrettiler. Ali b. Medînî, "Mervan bir memurunu gönderip yaptığı
rivayeti kabul etmediğini ilettiği halde Büsre isnadını nasıl kabul
ediyorsun?" diye sordu. Yahya b. Maîn, "Ancak Urve onun yaptığıyla
yetinmeyerek Büsre'ye giderek hadisi bizzat kendisinden almıştır. Ayrıca
âlimler Talk b. Ali'yi eleştirmişlerdir. Dolayısıyla onun rivayeti delil
olarak kullanılamaz" karşılığım verdi. Ahmed b. Hanbel ise, "Her
ikinizin dediği de doğrudur" dedi. Bunun üzerine Yahya b. Maîn, Malik >
Nafi isnadıyla İbn Ömer (r.a.)'nın erkeklik organına dokunması sebebiyle abdest
aldığını; Ali b. Medînî ise, İbn Mes'ud (r.a.)'in bundan dolayı abdest
almadığını ve 'o senden bir parçadır' dediğini hatırlattı. Yahya b. Maîn'in
haberin kaynağını sorması üzerine de Süfyan > Ebû Kays > Hüzeyl >
Abdullah b. Mes'ud şeklinde isnadını zikrederek, "İbn Ömer (r.a.) ile İbn
Mes'ud (r.a.) ihtilaf ettiklerinde İbn Mes'ud (r.a.)'in görüşü tercih
edilir" dedi. Ahmed b. Hanbel, "Evet doğru söylüyorsun fakat sözünü
ettiğin isnadda bulunan Ebû Kays el-Evdî rivayetleri delil olarak kullanılmayan
bir ravidir" dedi. Ali b. Medînî'nin, Ebû Nuaym > Mis'ar > Umeyr b.
Saîd isnadıyla rivayet edildiğine göre Ammar b. Yasir "erkeklik organıma
dokunmakla burnuma dokunmak arasında bir fark yoktur" dediğini nakletmesi
üzerine Ahmed b. Hanbel, "Ammar b. Yasir (r.a.) ile
İbn Ömer aynı sevideki iki sahâbîdir,
ikisinden istediğinin görüşüne göre amel edebilirsin" dedi. Yahya b. Maîn
ise, "Umeyr b. Saîd ile Ammar b. Yasir arasında kopukluk
bulunmaktadır" şeklinde karşılık verdi. (Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek,
I, 139; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, I, 136)
Tespitlerimize göre
sözü edilen haberin isnadında Abdullah b. Yahya es-Serahsî bulunmaktadır. İbn
Adiy, onun yetişmediği kimselerden hadis rivayet etmekle itham edildiğini
söylemiştir. el-Cevherü'n-nakî(1,36) ve Li-sânül-Mîzân (III, 376) isimli
eserlerde zikredildiğine göre İbn Adiy ona yetişmiş ve Ali b. Hucr ile diğer
âlimlerden rivayetinde yalan söylediğini söylemiştir. İbn Hacer onun ebeveyne
itaatle ilgili İbn Abbas (r.a.)'den münker bir rivayetini zikrettikten sonra,
"Abdullah b. Yahya es-Serahsî'yi kastederek, "Bunun dışındaki
ravileri güvenilirdir. İsnaddaki problem odur1' demiştir. Sonuç itibariyle bu
durumda onun rivayeti delil olarak kullanılamaz.
Zira, Yahya b.
Maîn'in, "âlimler Kays b. Talk'ı tenkit etmişlerdir, onun rivayeti delil
olamaz" açıklaması bu münazara içinde yer almaktadır. Miz-zî ve İbn Ebî
Hatim ise kendisinden kopuk isnadla nakledilen söz konusu görüşün aksine Yahya
b. Maîn'in onun güvenilir olduğunu ifade ettiğini nakletmişlerdir. İbn Hibbân
onu es-Sikâf mda. zikretmiş, rivayetleri Hâkim en-Nîsâbûrî el-Müstedrek'İnde,
İbn Hibbân ve İbn Huzeyme Sahih'iennde ve Sünen-i erbaa'da yer almıştır.
Raviler konusundaki titizliğine rağmen Nesâî onun rivayetlerini eserine almış,
İbn Hibbân ve İbn Huzeyme hadisinin sahih olduğunu söylemiş, Tirmizî de hadisini
rivayet ettikten sonra, "konuyla ilgili en güzel rivayet budur"
açıklamasını yapmıştır.
İbn Mende'nin nakline
göre Amr b. Ali el-Fellâs şöyle demiştir: Bize göre Kays'ın rivayeti Büsre
rivayetinden daha sahihtir. Ondan dokuz kişi -Mizzî bunları zikretmiştir-
rivayet etmiştir. Şafiî'nin "biz onu sorduğumuzda onu tanıyan birini
bilmiyoruz" şeklindeki açıklamasının aksine o güvenilir bir ravidir.
(İbnü't-Türkmânî, el-Cevherü'n-nakî, I, 36)
Ahmed b. Hanbel'in,
Ebû Kays el-Evdî hakkındaki "rivayetleri delil olmaz" şeklindeki
açıklaması da bizim onun rivayetini delil olarak kullanmamızı engellemez.
Çünkü o Buhârî'inin el-Câmiu's-sahîh'\nt hadislerini aldığı ravilerindendir.
Abbas ed-Dûrî'nin nakline göre Yahya b. Maîn onun güvenilir olduğunu söylemiş
ve onu Asım'a takdim etmiştir. İclî onun güvenilirliğini sika ve sebt
lafızlanyla ifade etmiş, Nesâî onun hakkında leyse bihi be's (zararı yok)
demiştir. İbn Hibbân onu es-Sikâfında zikretmiş, Hâkim en-Nîsâbûrî'nin nakline
göre onun hakkında Dârekutnî "sika", Ahmed b. Hanbeİ ise "leyse
bihi be's" demişlerdir. İbn Halfun'un nakline göre de İbn Nümeyronun
güvenilir olduğunu söylemiştir. (İbn Hacer, Tehzîb, VI, 152-153) Ahmed b.
Hanbel'in, "isnadında kopukluk bulunan bu isnad delil olamaz" ifadesi
ise dikkate alınacak bir açıklama değildir.
Yahya b. Maîn'in
"Umeyr b. Saîd ile Ammar b. Yasir (r.a.) arasında kopukluk
bulunmaktadır" şeklindeki açıklamasının isabetli olmadığını yukarıda
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî'den yaptığımız rivayet ortaya koymaktadır. Nitekim
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî'nin Muvatta'mda Mis'ar b. Kidam'dan nakline göre
Umeyr b, Saîd en-Nehaî şöyle demiştir: "Ammar b. Yasir'in de aralarında
bulunduğu bir grup içinde bulunuyordum. Erkeklik organına dokunma konusu
zikredilince Ammar b. Yasir (r.a.), "O senden bir parçadır. Elin başka
organına dokunduğundaki hüküm onun için de geçerlidir" dedi. İbn Ebî
Şeybe'nin İbn Fudayl > Veki' > Mis'ar isnadıyla nakline göre de Umeyr b.
Saîd şöyle demiştir: Ammar b. Yasir (r.a.)'in de aralarında bulunduğu bir grup
içinde bulunuyordum. Erkeklik organına dokunma konusu sorulunca Ammar b. Yasir
(r.a,), "O senden bir parçadır" karşılığını vermiştir. (İbn Ebî
Şeybe, el-Musannef, I, 164) el-Cevherü'n-nakı'â^ (I, 173) de ifade edildiği
üzere bu, sahih bir isnaddır ve Umeyr b. Saîd ile Ammar b. Yasir (r.a.)
arasında kopukluk bulunmadığı açıkça ifade edilmektedir.
Umeyr b. Saîd hakkında
İbn Hacer'in açıklaması şöyİedir: İbn Hibbân onun İbn Saîd diye de tanındığını
söylemiştir. O, Hz. Aİi, Ebû Musa, Sa'd b. Ebî Vakkas, İbn Sa'd, Hasan b. Ali,
Alkame, Mesrûk (r.a.e.) ve diğer sa-hâbîlerden rivayette bulunmuştur. Yahya b.
Maîn ve Ali b. Medînî hakkında müzakere etmişler ve Yahya b. Maîn, Umeyr b.
Saîd'in önce vefat ettiğini ileri sürerek, "Umeyr b. Saîd ile Ammar b. Yasir
(r.a.) arasında kopukluk bulunmaktadır" demiştir. Buharı'de
et-Târîhu'I-kebîr'inde (VIII, 146) onun, "Bize (Kufe'ye) önce Sa'd sonra
da Muğîre vali olarak geldi. Bu dönemde Hz. Ömer (r.a.) vefat etti"
dediğini zikrederek söz konusu görüşün Yahya b. Maîn'e nispetinin Abdullah b.
Yahya es-Serahsî gibi zayıf ravi-lerden kaynaklandığını söylemiştir. Ayrıca
Buhârî, Yahya b. Maîn gibi önde gelen bir hadis âliminin Umeyr b. Saîd'in
güvenilir bir ravi olduğunu bilmemesi ve "Umeyr b. Saîd ile Ammar b. Yasir
(r.a.) arasında kopukluk bulunmaktadır" demesinin mümkün olmayacağını
ifade etmiştir.
Ahmed b. Hanbel'in,
"Ammar b. Yasir (r.a.) ile İbn Ömer (r.a.) aynı sevideki iki sahâbîdir,
ikisinden istediğinin görüşüne göre amel edebilirsin" şeklindeki
açıklaması isabetli değildir. Zira Abdullah b. Mes'ud, Ali b. Ebî Talib, İmran
b. Husayn, Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.) başta olmak üzere diğer sahâbîler de Ammar
b. Yasir (r.a.) ile aynı görüştedirler. İbn Abdilberr'in de zikrettiği gibi söz
konusu sahâbîlerin de Ammar b. Yasir (r.a.)'in görüşünde oldukları sahih
isnadlarla rivayet edilmiştir. Dolayısıyla Ammar b. Yasir (r.a.) ile İbn Ömer
(r.a.)'dan birinin görüşünün tercih edilebileceği, bu konuda ikisinin de aynı
seviyede olduğu şeklindeki anlayışın doğru olmadığını düşünmekteyiz.
Hâkim en-Nîsâbûrî
{el-Müstedrek, I, 138) Hz. Aişe (r.anhâ)'nın, "Kadın cinsel organına
dokunduğunda abdest alır" dediğini rivayet etmiş ve bunun sahih olduğunu
ifade etmiştir. Ancak Hz. Aişe (r.anhâ), bu görüşü savunanların yaptığı gibi
sözü edilen dokunmayı avuç içi ile sınırlandırmamışım Dolayısıyla bu rivayetin
de onlar için deli! olması söz konusu değildir. Bize göre buradaki abdest
almayı da mendup olduğu şekiinde anlamak gerekir.
141. Hz. Ali (r.a.) şöyle anlatmaktadır: Bir bedevi
gelerek, "Ey Allah'ın elçisi! Biz (susuz) çölde yaşıyoruz ve bazen
hafiften yelleniyoruz" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.), "Allah gerçeği
söylemekten haya etmez- Biriniz yellendiği zaman abdest alsın. Eşlerinizle de
arkasından cinsel ilişkide bulunmayın" buyurdu. Bir defasında da
"Dübüründen cinsel ilişkide bulunmayın" buyurdu. (Ahmed b. Hanbel,
I, 86)[44]
Hadisi Ahmed b. Hanbel
ve el-Adenî rivayet etmiştir. Ravileri güvenilirdir. (Kenzü'l-ummâl,V, 117)
Hadisin birinci kısmının konuya delâleti açıktır.
142. İbn Abbas (r.a.)'in rivayetine göre Resûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Biriniz namaz kılarken şeytan gelerek
oturağına üfler. O kimse abdesti bozulmadığı halde abdestinin bozulduğunu
zanneder. Böyle bir durumdaki kimse ses veya koku duymadıkça namazını
bırakmasın."[45]
Hadisi Bezzâr rivayet
etmiştir. Hadisin aslı benzeri lafızlarla Abdullah b. Zeyd (r.a.) ve Ebû
Hüreyre (r.a.) rivayeti olarak Sahîhayn'da bulunmaktadır.
143. Hâkim en-Nîsâbûrî'nin Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'den
rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.), "Şeytan birinize gelip 'abdestin
bozuldu'diye vesvese verdiğinde 'sen yalancısın'diye karşılık versin"
buyurdu.
Hadisi İbn Hibbân
Sahih'ınde "içinden sen yalancısın diye karşılık versin"
lafızlarıyla rivayet etmiştir.[46]
İbn Abbas (r.a.)
rivayetinin konuya delâleti açıktır. Nevevî'nin bu rivayetle ilgili açıklaması
şöyledir: Bu hadis İslâmın temellerinden ve dinin önemli kurallarından biridir.
Buna göre aksi kesin olarak tespit edilmedikçe eşyanın aslı üzere olduğuna
hükmedilir ve bu arada ortaya çıkan şüphe bu durumu değiştirmez. Bu, konuyla
ilgili de söz konusudur. Abdestli olduğunu bilen ancak namazda veya namaz
haricinde abdestin bozulduğundan şüphe eden kimse, abdestinin devam ettiğine
hükmedecektir. Bu, bizim ve âlimlerin çoğunun görüşüdür. Ama bunun aksine bir
kimse abdestinin bozulduğundan emin, sonra abdest alıp almadığı hususunda
şüphe ediyorsa onun abdestli olmadığında müslümanların icmâı bulunmaktadır.
(Şevkânî, Neylü'l-evtâr, I, 197, 398) Konuyla ilgili Dürrü'l-muhtaf'da (I, 156)
ise şöyle denilmektedir: Abdestli olduğundan emin abdestinin bozulduğundan
şüphe ediyorsa veya aksi durum söz konusuysa emin olduğu şekilde hareket eder.
144. Hz. Aişe (r.anhâ) anlatmaktadır: Resûlullah (s.a.y.)
cünüplük sebebiyle gusül aldığında önce ellerini yıkar ve namaz abdesti gibi
abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya sokar ve saç diplerini onunla ovalar,
avucuyla başına üç defa su dökerdi. Daha sonra ise suyu bütün vücuduna dökerdi.[47]
Hadisi Buhârî rivayet
etmiştir. Onun diğer rivayeti, "avucuyla suyu alır Önce başının sağ
tarafına sonra da sol tarafına dökerdi" şeklindedir. Buhârî, "her
iki tarafa da başının ortasından dökerdi" açıklamasını yapmıştır.
Fethu'l-bârf de ilk rivayette yer alan "önce ellerini yıkar"
ifadesinin İmam Şafiî rivayetinde "onları kabın içine sokmadan",
Tirmizî rivayetinde ise "sonra avret yerini yıkardı" ilavelerinin
bulunduğu belirtilmektedir.
145. Cabir b. Abdullah
(r.a.)'in nakline göre Resûlullah (s.a.v.) üç avuç su alıp önce başına daha
sonra ise vücuduna dökerdi. Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye'nin, "ben gür
saçlı biriyim (bu kadarcık su bana yetmez)" demesi üzerine Cabir b.
Abdullah (r.a.), "Resûlullah (s.a.v.)'in saçları senin-kinden daha
gürdü" diye karşılık verdi. (Buhârî, "Gusl", 4)
146. İbn Abbas
(r.a.)'in nakline göre Meymûne (r.anhâ) şöyle anlatmıştır: Hz. Peygamber
(s.a.v.) guslederken suyunu tuttum. Sağ eliyle kabı eğdirip sol eline döktü ve
iki eüni yıkadı. Sonra avret mahallini yıkadı ve elini toprağa sürdü ve yıkadı.
Ağzına ve burnuna su verip yüzünü yıkadı ve başından aşağı su döktü. Sonra
kenara çekilip ayaklarını yıkadı ve kendisine bir peşkir getirildi, fakat O
(s.a.v.), onunla kurulanmadı. (Buhârî, "Gusl", 7)
Söz konusu hadislerin
konuya delâletleri açıktır. el-Hidâye'de. (i, 14) belirtildiğine göre Hz.
Peygamber (s.a.v.). kullanılmış suyun toplandığı yerde bulundukları için en son
olarak ayaklarını yıkamıştır. Tahta gibi suyun toplanmadığı bir yerde
bulunsaydı, ayaklarını en sona bırakmazdı. Nitekim Mevievî Abdülgafur da,
"Eğer kullanılan su pis (necis) ise ayakları yıkamanın amacı açıktır. Pis
değil ise o zaman da maddeten daha temiz olması için yıkanmış olur"
demiştir. Bize göre ikincisi tercih edilmelidir. Zira yerinde İnceleneceği
üzere abdest azalarından akan kullanılmış su tercih edilen görüşe göre necis
(pak ama paklayıcı) değildir.
Hz. Meymûne (r.anhâ)
hadisi ayakların ayrıca yıkanmasının müstehap olduğuna delâlet ettiği şeklinde
yorumlanmalıdır. Zahiri itibariyle ayakların ayrı bir yerde yıkanmayacağını
ifade eden Hz. Aişe (r.anhâ) hadisi ise bunun da caiz olduğu veya gusül yerinde
tahta bulunanlarla (yahut gideri olan banyolarla) ilgili olduğu tarzında
anlaşılmalıdır.
147. Hz. Ümmü Seleme (r.anhâ) anlatmaktadır: "Ey
Allah'ın Elçisi, Ben saçlarımı örüyorum. Cünüplük sebebiyle yıkanırken onları
çözeyim mi?" diye sordum. "Hayır! Başına üç avuç su dökmen yeter.
Sonra da vücuduna suyu dökünür ve temizlenirsin" buyurdu.
Hadisi Müslim rivayet
etmiştir. Diğer rivayetinde ise Ümmü Seleme (r.anhâ), "Hayız ve cünüplük
sebebiyle yıkanırken onları çözeyim mi?" diye sormuş, Hz. Peygamber
(s.a.v.) de "Hayır!" diye cevap vermiştir. (Müslim,
"Hayz", 58)
148. Hz. Aişe (r.anhâ) anlatmaktadır: Esma (r.anhâ)'nın
hayızdan nasıl yıkanılacağım sorması üzerine Resûfullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Bu durumda olan su ve sidreyle temizlenir. Temizliği de
güzel yapar. Sonra suyu başına döker ve diplerine ulaşıncaya kadar ovalar.
Sonra vücuduna su dökünür. En sonunda misk sürülmüş bez parçasıyla
temizlenir." "Onunla nasıl temizleneceğim?" diye sorunca
Resûlullah (s.a.v.), "Sübhanallah!
Onunla temizlenirsin iste!" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Aişe (r.anhâ)
fısıltı ile, "Vücudundaki kan gördüğün yerlere sürerek kurulanırsın demek
istiyor" diye açıkladı. Daha sonra Esma (r.anhâ) cünüplük sebebiyle nasıl
yıkanılacağım da sordu. Resûlullah (s.a.v.), "Su alır ve güzelce taharetlenir
ve temizlenirsin. Sonra suyu başına döker diplerine ulaşıncaya kadar ovalarsın.
Sonra da suyu vücuduna dökersin" buyurdu. (Müslim, "Hayz", 6!)
Teysîrü'l-vusûV'de belirtildiğine göre suyun başın diplerine kadar ulaşmasından
maksat onun saç diplerine ulaştığından emin olmak için yeterince titiz
davranmak ve gerekli ihtimamı göstermektir.
149. Amr b. Avn > Halid b. Abdullah > İbn Ebî Leylâ
> Ebü'z-Zübeyr isnadıyla rivayet edildiğine göre Cabir b. Abdullah (r.a.)
şöyle demiştir: "Cünüplük sebebiyle yıkanan kadının saçlarını çözmesi
gerekmez. Ancak saç diplerine suyu ulaştırması gerekir."
Hadisi Dârimî rivayet
etmiştir. (Dârimî, "Vudu", 115)[48] İbn
Ebî Leylâ hariç diğerleri İmam Müslim'in ravileridir. İbn Ebî Leylâ (Muhammed)
hakkında ihtilaf edilmiştir. Buradaki ihtilaf hadisin sıhhatine zarar vermez.
Sözü edilen hadisler
gusül esnasında kadının saç örgülerini çözmesinin gerekli olmadığını, başını
ıslatıp suyu saçın diplerine ulaştırmasının yeterli olduğunu ifade
etmektedirler. Nitekim Ümmü Seleme (r.anhâ) rivayeti saçları çözmeden suyu başa
dökmemenin yeterli olacağına ve gusül esnasında saçları çözmenin gerekli
olmadığına delâlet etmektedir. Burada şu hadise de yer vermek gerekir. İbn
Teymiye'nin de belirttiği üzere (el-Mün-tekâ, I, 240) İbn Mâce'de sahih bir
isnadla Hz. Aişe (r.anhâ)'dan nakledilmiştir. Kendisi hayızdan temizlenirken
Resûİullah (s.a.v.) "Saçını çöz ve öyle guslet" buyurmuştur.[49]
İbnTeymiye bunu, müstehap olduğu şeklinde yorumlamıştır. Bize göre ise
Resûlullah (s.a.v.)'in ona saçlarını çözmesini ve taranmasını emretmesi, umre
ihramından çıktığını belirtmeye yönelik olmalıdır.
Hadiste zikredilen
başa üç avuç dökmek, bunun sayı olarak vacip olduğunu ifade etmemektedir. Asıl
maksat bir veya iki kere de olsa suyun saçlara ulaşmasıdır. Bu hadiste suyun
saç diplerine ulaşması söz konusu edil-memişse de Hz. Aişe (r.anhâ) hadisi ile
Cabir b. Abduilah (r.a.)'in açıklaması buna delâlet etmektedir.
İbn Hacer, Hz. Aişe
(r.anhâ) hadisinin isnadında bulunan İbrahim b. Muhacir'in sadûk (doğru sözlü)
fakat zabtının biraz gevşek olduğunu söylemiştir. (Takrîb, s. 11) Ancak bu
isabetli değildir. Zira onun hakkında ihtilaf edilmiş ve bütün münekkitler
onun zayıf olduğunu söylememiştir. (Tehzîb, I, 167, 168) Nitekim Süfyan
es-Sevrî ve Ahmed b. Hanbel onun güvenilir olduğunu "lâ be'se bih/onda
bir sakınca yoktur" lafzıyla ifade etmişlerdir. Ahmed b. HanbeFin nakline
göre Yahya b. Maîn, İbrahim b. Muhacir ile İsmail es-Süddî'nin zayıf
olduklarını söyleyince Abdurrah-man b. Mehdî buna kızmış ve bunun doğru
olmadığını ifade etmiştir. İbn Sa'd onu sika lafzıyla nitelemiş, es-Sâcî sadûk
olduğunu ve hakkında ihtilaf bulunduğunu söylemiş, Ebû Dâvûd ise
salihu'l-hadîs olduğunu belirtmiştir. İbn Hacer onun zayıf olduğu görüşünde
bulunan başka âlimleri de zikretmiştir. Ancak sen ravinin değerlendirmesiyle
ilgili bu tür ihtilafların onun güvenilirliğine zarar vermediğini daha önce de
ifade ettiğimizi bilmektesin.
Cabir b. Abdullah
(r.a.)'le ilgili haberin isnadında bulunan İbn Ebî Leylâ, Muhammed b.
Abdurrahman b. Ebî Leylâ olmalıdır. İbn Hacer'in belirttiği üzere onun hakkında
da ihtilaf edilmiştir. îclî onu fakih, sahibu sünnet, sadûk ve caizü'l-hadis
lafızlarıyla nitelemiştir. (Tehztb, IX, 309) Tir-mizî, Sünen'inde şu anda
yerlerini anımsayamasam da bazı hadislerinin sahih olduğunu ifade ettiğini çok
iyi hatırlıyorum. Nitekim o onun hakkında, "sadûk fakat bazen
yanılabilmektedir" açıklamasını yapmaktadır. Bu ifadenin de yerini
hatırlayamıyorum. Bilindiği gibi Tirmizî'nin bazen anlamında zikrettiği
"rubbe" kelimesi azlığa delâlet etmektedir. Bu, onun rivayetlerinin
delil olarak kullanılmasını engellemeyecek hafif bir cerh demektir. Böyle
olmasaydı Tirmizî onun rivayetinin sahih olduğunu söylemezdi.
Konuyla ilgili
Avnü'l-ma'bûa" da şöyle denilmektedir: Üçüncüsü, cünüplük değil de sadece
hayız sebebiyle yapılan gusülde saç örgülerinin çözüleceğidir. Hasan-ı Basrî,
Tavus ve Ahmed b. Hanbel bu görüştedir. Bunlar, delil olarak Enes b. Malik
rivayetini kullanmaktadırlar. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Kadın
hayız sebebiyle yıkandığında saç örgülerini çö-zer ve onu hatmi ve çöven otuyla
yıkar. Cünüplük sebebiyle yıkandığında ise saçlarım çözmeden başına su
dökünerek ve saçlarını sıkarak yıkanır" buyurmuştur.[50]
Hadisi Dârekutnî el-Efrâa" mda, Beyhakî es-Sünenü'l-kübrâ'smda, Taberânî
ise el-Mu'cemü'l-kebîr'ındç rivayet etmişlerdir, es-Seylü'l-cerrâr'da ise şöyle
denilmektedir: Hadisin isnadında bulunan Müslim b. Subayh el-Yahmudî tanınmayan
bir ravidir. O, Ebü'd-Duhâ Müslim b. Subayh değildir. Zira bu, Kütüb-i sine
müelliflerinin rivayette bulunduğu bir ravidir. Saçların hatmî ve çövenle
yıkanması şart değildir. Herhangi bir âlimin bunu gerekli görmemesi de bu
durumu teyit etmektedir. Bize göre en isabetli olan Ahmed b. Hanbel'in
yukarıda zikrettiğimiz İbn Mâce hadisini delil olarak kullanmasıdır. Zira Ahmed
b. Hanbel gibi bir âlim isnadında tanınmayan bir ravi bulunan hadisi delil
olaıak kullanmaz. Ayrıca yukarıda da zikrettiğimiz üzere söz konusu hadiste
belirtilen saçların çözülmesi emrinin de müstehaplığa delâlet ettiği
anlaşılmalıdır.
150. Hz. Ali (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cünüplükten yıkanırken kim kıl dibi kadar
bile bir yeri yıkamadan bırakırsa ona (terk edilen yere veya bu yeri yıkamayıp
terk eden kişiye) şöyle (veya şu kadar süre) azab edilir." Hz. Ali (r.a.)
üç defa, "buna sebep başıma kızdım" der ve onu tıraş ederdi.[51]
Hadisi rivayet eden
Ebû Dâvûd sıhhatiyle ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştır.
et-Telhîsü'l-habîr'dt isnadının sahih olduğu ve isnadında bu-llunan Ata b.
Saib'in hadisi Hammad b. Seleme'den hafızasının zayıflamasından Önce işittiği
ifade edilmektedir.
İbn Hacer söz konusu
hadisi et-Telhîsü'l-habîf'de (I, 52) rivayet ettikten sonra, "Ancak
doğrusunun bunun Hz. Ali (r.a.)'in sözü olduğu söylenmiştir" demektedir.
İbn Hacer'in "kîie: söylenmiştir" ifadesi bu görüşün zayıflığına
pelâlet etmektedir. Ebû Davud'un hadisle ilgili açıklamada bulunmaması da bnun
kendine göre merfû olduğunu göstermektedir. Bu ihtilaf hadisin delil )larak
kullanılmasına engel değildir. Hocamın belirttiğine göre hadisteki "kıl
libi" ifadesi umumîdir ve burun kıllarına da şamildir. Dolayısıyla
cünüplük ;ebebiyle yıkanmada burnun içindeki kılların da yıkanması farzdır.
Avnü'l-ma'bûd'da (I,
103) zikredildiğine göre Hattâbî, cünüpiük sebe->iyle gusleden kimsenin
burnunu da yıkamasını farz görenlerin bu hadisi lelil olarak kullandıklarını,
zira burun deliklerinde de dipleri yıkanması gemken kılların bulunduğunu ifade
etmişlerdir" demiştir. Hocamın da belirt-iği gibi burada kastedilen farz,
itikadı anlamda değil amelî manadadır. Zi-a söz konusu hadis haber-i vahittir
ve onunla itikadı anlamda farz tespit dilemez. Mutlak olarak farz
kullanıldığında ise her ikisi de kastedilir.
151. Ebû Zer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah
(s.a.v.) şöyle [uyurmuştur: "On sene bile su bulunmasa temiz toprak
müslümanın te-mzleyicisidir. Ancak su bulunduğunda vücudunu onunla yıkar. Çünkü
bu
aha hayırlıdır.[52]
Hadisi Tirmizî rivayet
etmiş ve hasen olarak nitelemiştir.
Hadisi Ebû Dâvûd da
uzunca rivayet etmiş fakat sıhhatiyle İlgili herhangi bir açıklama
yapmamıştır. Onun rivayeti, "Ancak suyu bulduğun zaman onu bedenine dök
(guslet). Çünkü bu daha hayırlıdır" şeklindedir, et-Telhîsü''l-habîr''de
(I, 57) belirtildiği üzere hadisi İbn Hibbân Sahihimde, Hâkim en-Nîsâbûrî,
el-Müstedrek'inde,, Ebû Dâvûd'da olduğu gibi Halid el-Hazzâ isnadıyla rivayet
etmişlerdir. Ebû Hatim onun sahih olduğunu ifade etmiş ve Halid el~Hazzâ
rivayetinin Amr b. Becdân rivayetine dayandığını söylemiştir. İclî güvenilir
bir ravi olduğunu söylediği halde İbnü'l-Kattân onu meçhul olarak niteleme
gafletinde bulunmuştur.
Hadisle ilgili
Avnü'l-ma'bûd'da şöyle denilmektedir: Lügat âlimlerinin önde geleni Cevherî'nin
es-Sıhâh isimli eserinde verdiği bilgiye göre "el-beşer" kelimesi
insan vücudunun dış kısmı, teni, cildidir. Nitekim el-Kâ-mûs ve el-Misbâh'da da
aynı açıklama yer alır. "Fülânün mü'demün mü-beşşerün" denilir,
huşunetle yumuşaklığı bir araya getirmiş olduğu kastedilir. Cevherî'nin
belirttiğine göre cildin ete bitişik iç kısmına "el-edeme"
denilmektedir. el-Kâmûs'ta zikredildiğine göre "el-edeme" cildin ete
bitişik iç kısmı veya üzerinde kılların bulunduğu dış yüzü olmaktadır.
Hattâbî'nin nakline
göre bazı âlimler "Enku'l-beşerI cildinizi temizleyiniz"[53]
hadisinden hareketle burna su vermenin farz olduğu görüşünü benimsemişlerdir.
Bunlar, burnun içinin de sözü edilen hadiste zikredilen "el-beşer"
kelimesinin kapsamına dâhil olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu anlayış
lügatçilerin açıklamalarına aykırıdır. Zira onlara göre "el-beşer"
kelimesi vücudun dış kısmına denilmektedir. Ağız ve burnun iç kısımları ise
"el-edeme" kelimesiyle ifade edilmektedir. Ebû Amr'm Ebü'l-Abbas Ahmed
b. Yahya'dan nakline göre Araplar, cildinin dış kısmı sert iç kısmı yumuşak
olan kimse için "Fülânün mü'demün mübeşşerün" demektedirler.
Cevherî'nin
açıklamasına göre "el-edeme" kelimesi ağız ve burnun iç kısmıyla
ilgili değildir. Çünkü ona göre "el-edeme" kelimesi cildin ete bitişik
iç kısmıdır ve ağız ve burnun iç kısımları böyle değildir. Zira onlar ete
bitişik olmadıkları gibi derinin iç kısmında değil dışındadırlar.
"Cildinizi temizleyiniz" hadisini cünüplük sebebiyle yapılan gusülde
ağzın çalkalanmasının farz olduğunun delili kabul etmek ise isabetlidir.
el-Kâmûs müellifinin
"el-edeme" kelimesinin, üzerinde kılların bulunduğu dış yüzü anlamına
geldiğini şüpheyle ifade etmesi, Cevherî'nin açıklamasının delil olarak
kullanılmasına engel değildir. Çünkü alanında önemli bir âlim olan Cevheri
bunu kesin olarak ifade etmektedir. el-Kâmûs müellifinin tanımında geçen
"ev" kelimesini "vav" şeklinde yorumlayarak veya kuşku
değil de çeşitlilik bildirdiğini söyleyerek Cevherî'nin açıklamasıyla
uzlaştırmak mümkün değildin.
152. Muhammed b. Şîrîn cünüplük sebebiyle gusülde burnu üç
defa yıkamanın Resûlullah (s.a.v.)'in sünneti olduğunu söylemiştir.
Bu haberi Dârekutnî
Sünen'ındz rivayet etmiş ve bunun doğru olduğunu söylemiştir. Zeylaî de sözü
edilen haberi Beyhakî'nin el-Ma'rife's'ınĞtn naklettikten sonra şu açıklamayı
yapmıştır: Bunu, güvenilir raviler Süfyan es-Sevrî > Halid el-Hazzâ
isnadıyla İbn Sîrîn'den mürsel olarak rivayet etmişlerdir. Beyhakî ise
Dârekutnî vasıtasıyla sahih bir isnadla İbn Sîrîn'den muttasıl olarak ve aynı
lafızlarla rivayet etmiştir. Ayrıca Dârekutnî'nin Sü-oe/z'inde söz konusu
haberi Süfyan es-Sevrî'den nakleden Veki'e mütaba-at eden Ubeydullah b. Musa ve
diğerlerinin rivayetleri de bulunmaktadır. Buna göre sözü edilen haber, Ca'fer
b. Ahmed el-Müezzin > Seri b. Yahya > Ubeydullah b. Musa > Süfyan
es-Sevrî > Halid el-Hazzâ isnadıyla da rivayet edilmiştir.[54]
Ubeydullah rivayetinde
zikredildiği üzere buradaki "Resûlullah (s.a.v.)'in sünneti olduğu"
ifadesi Hz. Peygamber (s.a.v.)'in emri manasınadır. Bilindiği gibi farklı
rivayetler birbirini açıklamaktadır. Buna göre cünüplük sebebiyle yapılan
gusülde burna su vermek vacip ve ameli farz olması gerekmektedir. Zira emir
sigasının gereği, emredilen şeyin gerekli (vacip) olmasıdır. Hocamın belirttiği
üzere burna suyun üç defa verilmesinin farz veya vacip olmadığı hususunda icmâ
bulunmaktadır. Bu durumda gerekli olan üç defa değil bir kere de olsa burnun
yıkanmasıdır. Bana göre de haberdeki üç defa yıkamanın zikri bunun müstehap
olduğuna ve iyi bir temizliğin yapılmasına delâlet etmektedir.
Burada Muhammed b.
Sîrîn'in mürsellerinin sahih olduğunu da hatırlatmalıyız. Nitekim
el-Cevherü'n-nakî'de (I, 343) nakledildiğine göre İbn Ab-dilber et-Temhîcf in
girişinde şöyle demektedir: Sadece güvenilir raviler-den rivayet etmesiyle
tanınan âlimlerin müdelles ve mürsel rivayetleri makbuldür. Âlimlere göre Saîd
b. Müseyyeb, Muhammed b. Şîrîn ve İbrahim en-Nehaî'nin mürsellerinin sahih
kabul edilmesinin sebebi de budur. Görüşüne delil oiarak İbn Abdilber A'meş'in
açıklamasını isnadiyla nakletmektedir. A'meş şöyle açıklamaktadır:
"İbrahim'e bana hadis rivayet ettiğinde isnadını zikret" dedim.
İbrahim, "an Abdullah b. Mes'ûd diye naklettiğimde onu birçok kimseden
işitmişimdir. Onun dışında ol inin ismini zikrederek naklettiğimde ise hadisi
sadece ondan almışımdır" karşılığını verdi. Daha sonra İbn Abdilber şu
açıklamayı yapmaktadır: Bu haberde ifade edilen İbrahim en-Nehâî'nin
mürsellerinin muttasıl rivayetlerinden daha sahih olduğu hususunu
mezhebimizden bazıları tartışmıştır. Ancak Allah'a yemin olsun ki, İbrahim
en-Nehâî'nin mürsellerinin muttasıl rivayetlerinden daha sahih olduğu iddiası
doğrudur. Beyhakî de "Kahkaha Sebebiyle Abdestin Bozulmayacağı"
başlığı altında İbn Maîn'in, "Tâcirü'l-bah-reyn ve namazda gülmek konularındaki
iki hadis dışında İbrahim en-Nehaî'nin mürselleri sahihtir" dediğini
nakletmiştir. (Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, I, 148)
153. Ebû Hanife (r.a.)'in, Osman b. Raşid > Aişe bint
Acred isnadıyla rivayet ettiğine göre İbn Abbas (r.a.), "Cünüplük sebebiyle
gusleden kimse ağız ve burna su vermeyi unutursa, ağız ve burna su vererek
abdestini yeniler" demiştir.
Haberi, Muhammed b.
Mahled > Ali b. İbrahim el-Vâsitf > Yezid b. Harun > Ebû Hanife
(r.a.) isnadıyla hadis hafızı Talha b. Muhammed ve yine Ebû Hanife (r.a.)
vasıtasıyla İmam Hasan b. Ziyad Müsned'\evmde. rivayet etmişlerdir. Haber
Câmiu'l-mesânîd'de (1,267,268) de yer almakta olup ra-vilerinin tamamı
güvenilirdir. Dârekutnî de cünüplük sebebiyle guslederken ağız ve burna su
vermeyi unutan kimse ile ilgili İbn Abbas (r.a.) haberini Esbât ve Abdullah b.
Yezid el-Mukrî'den Ebû Hanife (r.a.) isnadıyla nakletmektedir. Buna göre İbn
Abbas (r.a.), "Cünüplük sebebiyle guslederken ağız ve burna su vermeyi
unutan kimse ağız ve burna su verir ve namazını yeniden kılar" demiştir.
Dârekutnî'nin isnadında bulunan ravüerin tamamı da güvenilirdir.
Zeylaî'nin zikrettiğine göre (Nasbu'r-mye, i, 41) Beyhakî,
isnadında yer alan Osman b. Raşid veAişe bintAcred'in memleketlerinde
bilinmemelerini söz konusu haberin iiieti olarak zikretmektedir. Ancak
tespitlerimize ve İbn Hacer'in belirttiğine (Ta'cîlü'l-menfaa, I,282) göre Ebû
Hanife (r.a.)'in rivayette bulunduğu Osman b. Raşid'den Süfyan es-Sevrî de
rivayet etmiş ve İbn Hibbân onu es-Sikât'mda.zikretmiştir. Dârekutnî'nin
nakline göre Aişe bint Acred'den Haccac b. Ertat da rivayet etmiş böylece sözü
edilen (haberi ondan nakilde Osman b. Raşid'i desteklemiştir. Bilindiği gibi
ken-lisinden iki kişinin rivayette bulunduğu ravi meçhul olmaktan kurtulmaktadır.
Zehebî'nin et-Tecrîd'dt (I, 302) zikrettiği üzere Yahya b. Maîn, Aişe >int
Acred'in sahabeden olduğunu söylemiştir. Bu durumda söz konusu ıaber hasen
seviyesindedir ve delil olarak kullanılabilir. Ayrıca İbn Sîrîn'in nürsel
rivayeti de onu desteklemektedir.[55]
Talha b. Muhammed
adalet sahibi bir ravidir. Zehebî'nin belirttiğine ;öre (Mîzânü'i-i'tidâl, l,
479) o, rivayetlerini semâ yoluyla alan Dârekutnî dö-leminin tanınmış
âlimlerindendir. Câmiu'l-mesânîd' dt (11,482) onun adalet 'e güveniliriiğiyle
tanındığı ve döneminin önde gelen âlimi olduğu ifade edilmektedir. Muhammed b.
Mahled'in güvenilirliği "sika sika meşhur" ;eklinde belirtilmiştir.
Târîhu Bağdâd'ta onun hayatı övücü ifadelerle an-atılmaktadır. 331 senesinde
vefat etmiştir. İsnad bilgisi açısından dönemin-leki âlimlerin önde geleniydi.
Ya'kub ed-Devrakî ve İmam Malik'in taleplerinden îbn Huzâfe es-Sehmî'den
rivayette bulunmuş, kendisinden de >aşta Dârekutnî olmak üzere diğer âlimler
rivayette bulunmuştur. (îbn Ha-er, Usânü'l'Mîzân, V, 374) Ali b. İbrahim el-Vâsıtî,
Ebü'l-Hüseyin el-Yeşku-î'dir. Buhârî'nin ondan rivayette bulunduğu
söylenmiştir. Bağdat'a yer-;şmiş ve Yezid b. Harun ile Vehb b. Cerir b.
Hâzim'den rivayette bulun-nuştur. Kendisinden de İbn Ebi'd-Dünya, Begavî, İbn
Saîd, Mehâmil, İbn ıbî Hatim ve başkaları hadis rivayet etmişlerdir. İbn
Hacer'in zikrettiğine ;öre (Tehzîb, vn,281) onun hakkında Ebû Hatim,
"ondan hadis yazdım", Dâ-jekutnî ise "güvenilirdir"
demişlerdir. Ebû Halid Yezid b. Harun el-Vâsıtî lüvenilir, rivayetlerinde titiz
ve ibadete düşkün bir ravidir. Rivayetleri Kü-İb-i sitte'dc bulunmaktadır, (ibn
Hacer, Takrîb, s. 241) Ebû Hanife (r.a.) ise im olduğu sorulmayacak kadar
güvenilirliği bilinen bir âlimdir. İsnadda-i diğer raviler hakkında gerekli
bilgiler da yukarıda zikredilmiştir. Habe-n konuya delâleti ise açıktır.
154. Ubeydullah b. Musa > Süfyan > Halid el-Hazzâ
isnadıyla rivayet edildiğine göre Muhammed b. Şîrîn, Resûiuİlah (s.a.v.)'in
cünüplük sebebiyle yapılan gusülde burna üç defa su verilmesini emrettiğini
haber vermiştir.
Hadisi Dârekutnî
rivayet etmiş, Beyhakî ise sahih olduğunu söylemiştir.[56]
Yukarıda da
zikrettiğimiz üzere Muhammed b. Sîrîn'in mürselleri sahih ve muttasıl
hükmündedir. İbn Abbas (r.a.)'in "Cünüplük sebebiyle guslederken ağız ve
burna su vermeyi unutan kimse ağız ve burna su verir ve namazını yeniden
kılar" şeklindeki açıklamasının delâleti de söz konusu hadisteki emrin
gereklilik (vücup) ifade ettiğini göstermektedir. Hadiste zikredilen suyun
burna üç defa verilmesi, daha iyi temizlenmesine yöneliktir. Nitekim İbn Ebî
Şeybe'nİn Hz. Ömer (r.a.)'den rivayeti de bu durumu desteklemektedir. Buna
göre Hz. Ömer (r.a.), "Guslettiğinde ağzını üç defa yıka, bu ağzın daha
iyi temizlenmesini sağlar" demiştir. (İbn Ebî Şeybe, el-Mu-sannef, I, 67;
Ali el-Muttakî, Kenzü'l-ümmâl, V, 34) Bu rivayetin isnadını bulamadım ancak
ağız ve burna üç defa su vermenin farz olmadığı hususunda ic-mâ bulunmaktadır.
Bu da hadiste kastedilenin üç defa değil en az bir defa yıkanması olduğunu
göstermektedir.
155. Süfyan es-Sevrî > Yunus b. Ubeyd > Hasan-ı
Basrî isnadıyla rivayet edildiğine göre Resûiuİlah (s.a.v.), "Muhakkak
her saçın dibinde cü-nüplük vardır. Bu itibarla her bir saçı yıkayınız, teni
temizleyiniz" buyurmuştur.[57]
İbnü't-Türkmânî'nin
befirttiğine göre (el-Cevherü'n-nakî, 1,47) Bu rivayet
Hasan-i Basrî'den mürsel olarak Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in hadisi veya Ebû hüreyre (r.a.)'in sözü olarak rivayet
edilmiştir.
Tespitlerimize göre
Abdürrezzak b. Hemmam'ın isnadında yer aian ra-'iler sahih hadis ravileridir.
Hasan-ı Basrî'nin mürseilerinin sahih olduğu 3e yukarıda ifade edilmişti. Buna
göre o, Ebû Hüreyre (r.a.)'den mevkuf ılarak rivayet edilen sözle de takviye
edilmiş sahih bir mürseldir. O, Ebû )âvûd, Tirmizî ve İbn Mâce tarafından
muttasıl olarak rivayet edilmiştir. •l-Mişkâfta (1,81) zikredildiği üzere
isnadında bulunan Haris b. Vecih hakanda Tirmizî, "(zabt bakımından) o
kadar güçlü bir ravi değildir" demiş-ir. İbn Hacer'in nakline göre
(Tehzîb, I, 122) Ya'kub b. Süfyan el-Fesevî m un hakkında, "Basra'lıdır,
rivayetlerinde gevşektir" açıklamasını yapmışın Daha önce de ifade
edildiği gibi muttasıl rivayetle desteklenen mürsel ladis bütün âlimlere göre
delildir.
"el-Beşer"
kelimesi, cildin dış kısmı, ten anlamına gelmektedir. Ağız ve urun da cildin iç
değil dış kısmındandır. Zira onlar derinin altındaki organ-ırdan değillerdir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in "Teni temizleyiniz" emrinden areketle
cünüplük sebebiyle yapılan gusülde ağza su vermenin farz oldu-u sonucuna varmak
yerinde bir istidlaldir. Burna su vermenin farz oldu-u ise burunun içinde kıl
bulunması sebebiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Her kılın dibinde cünüplük
vardır, bütün kılları yıkayınız" sözlerinden çı-arılmaktadır. Aişe bint
Acred rivayeti de bu durumu desteklemektedir, ibû Hanife (r.a.)'in rivayet edip
amel ettiği hadisin -ki bu onu sahih kabul ttiği anlamına gelir- ravisi Aişe
bint Acred'in meçhul olduğu iddiası İbn ıaîn'in ondan iki ravinin rivayet
ettiğini ifade etmesiyle ortadan kalk-ı aktadır.
Konuyla ilgili İbn
Teymiye'nin el-îmâm'daki açıklaması şöyledir: Bu onuda Ebû Hüreyre (r.a.)'in
rivayet ettiği "Bütün kılları yıkayınız, teni 'mizleyiniz" hadisi[58] ile
Atâ b. Saib>Zâzân >Ali b. EbîTalib (r.a.) isnadıyla nakledilen "Kim
kıl dibi kadar bir yer yıkamayıp cünüp bırakırsa ona (terk edilen yere veya bu
yeri yıkamayıp terk eden kişiye) şöyle böyle (veya şu kadar süre) azap
edilir" ve Ebû Zerr'in naklettiği "Ancak su bulunduğunda onu vücuduna
döker (gusledersin)" hadisleri delil olarak kullanılmıştır. Ali b.
EbîTalib (r.a.) hadisini İbn Mâce ("Taharet", 106) ve Ebû Dâvûd
("Taharet", 98) rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd sıhhatiyle ilgili
açıklama yapmamış, İbn Hacer ise et~Telhîsü'l-habîr'de onun sahih olduğunu
söylemiştir.[59] Ebû Zerr (r.a.) hadisini
ise İbn Mâce dışındaki Sünen müellifleri rivayet etmişlerdir.[60]
el-Bahrü'r-râik'te
(1,46) şöyle denilmektedir: Güslün temel şart;, suyu bir defa olsun vücudun her
tarafına dökmektir. Suyun değmediği yer iğne ucu kadar az da olsa gusül
yapılmış olunmaz. Çünkü Allah (c.c), "Eğer cünüp oldunuz ise, boy abdesti
alınız"[61] âyetinde bedenin tamamını
temizlemek anlamına gelen "tatahhur" fiilini kullanmıştır. Beden kelimesi
ise görüneni-görünmeyeni ile bütün vücudu kapsamaktadır. Sadece suyun
ulaşamayacağı yerler bunun dışında kalır.. Suyun zorlukla ulaşabileceği yerler
de böyledir. Çünkü zorluk doğuran yükümlülükler de imkânsız olanlar gibi
teklif dışı tutulmuştur. Göz içlerine suyun ulaştırılması böyledir. Onların
yıkanmasında güçlük bulunduğu herkes tarafından bilinmektedir. Çünkü göz suyu
tutmayan bir yağ tabakasıdir. Bu konuda' tekellüfe giren ve gusül esnasında
gözlerinin içlerini de yıkamaya çaba gösteren İbn Ömer (r.a.) ve İbn Abbas
(r.a.) gibi sahâbîlerin gözleri bu yüzden kör olmuştur. Bu sebeple gusülde
sadece yıkanmalarında güçlük bulunmayan ağız ve burnun yıkanması farz
olmaktadır. Gerek Kur'an gerekse Hz. Peygamber (s.a.v.)'in "Muhakkak her
kılın dibinde cünüplük vardır. Bütün kılları yıkayınız, teni
temizleyiniz" hadisi bunları kapsam dışı kılacak herhangi bir karşı delil
olmaksızın ağız ve burun temizliğini kapsamaktadır. Hadiste zikredilen
"el-beşere" kelimesi vücudun dışı anlamındadır.
Abdestsiz kimsenin
Kur'an okurken, cünüp kimsenin okuyamaması da cünüplük sebebiyle yapılan
gusülde ağzın yıkanmasının farz olduğuna delâlet etmektedir. Zikrettiğimiz
bütün bilgiler cünüplük sebebiyle yapılan gusülde ağız ve burun temizliğinin
farz olduğunu göstermektedir. Bu, İmam Ebû Hanife (r.a.) ve tabilerinin
görüşüdür.
156. Ebû Ahmed ez-Zübeyrî > Rezzâm b. Saîd et-Teymî
> Cevab et-Teymî > Yezid b. Şerik et-Teymî isnadıyla rivayet edildiğine
göre Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: Ben mezisi çok gelen biriydim. Bu durumu
sorunca Resûlullah (s.a.v.), "Şehvetle dışarı çıkarsa guslet. Şehvetle çıkmazsa
gusletme" buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, I, 107) Cevab et-Teymî dışındaki
ravileri güvenilirdir.
Cevab et-Teymî ise
sadûk (doğru sözlü) olmakla birlikte mürciilikle itham edilmiştir. İsnad
hadisin delil olabileceği seviyededir.
157. Abdurrahman b. Mehdî> Zaide b. Kudâme > Rekîn
b. Rebi' > Hu-sayn b. Kabîsa isnadıyla rivayet edildiğine göre Hz. Ali
(r.a.) şöyle demiştir: Ben mezisi çok gelen biriydim. Bu durumu sorunca
Resûlullah (s.a.v.), "Meziyi gördüğünde abdest al ve erkeklik organını
yıka. Su atılarak çıktığında (meni geldiğinde) ise, guslet" buyurdu.[62]
İsnadındaki ravilerin
hepsi güvenilirdir. Ebû Dâvûd hadisin sıhhatiyle ilgili herhangi bir açıklama
yapmamıştır. Onun rivayeti, "Suyu (meniyi) atılarak çıkardığında guslet
şeklindedir..[63]
Hadisle ilgili
Neylü'l-evtâr'da şöyle denilmektedir: Hadiste yer alan "hazefte"
kelimesi atmak anlamındadır. Konuyla ilgili kullanıldığında ise bu, ancak
şehvetle erlik suyunun atılması halinde mümkündür. Bundan dolayı İbn Teymiye,
"Hadis, meninin hastalık ve ağır kaldırma gibi sebeplerle şehvetsiz
gelmesi durumunda guslün farz olmayacağına işaret etmektedir" demiştir.
İkinci hadiste geçen
"fadaha" kelimesiyle ile ilgili el-Kâmûs'ta, "fada-ha'l-mâe
difkaten: su atılarak fışkırdı" şeklinde ifade edilmek suretiyle onun
suyun fışkırması anlamına geldiği söylenmektedir. Gerek bu gerekse bir sonraki
hadisin konuya delâletleri açıktır.
Hadisle ilgili
es-Siâye'de, (s. 311) şöyle denilmektedir: İmam Şafiî, "Su (gusül) sudan
(meniden) dolayı gerekir" hadisini delil alarak şehvetsiz çıkan meni
sebebiyle de guslün farz olduğu görüşünü benimsemiştir. Zira hadiste şehvet söz
konusu edilmemektedir. Hadis temel hadis kaynaklarında yer almaktadır.[64]
Mezhep âlimlerimiz bu görüşe farklı şekillerde cevap vermişlerdir. Öncelikle
Hz. Ali (r.a.) hadisiyle çelişmemesi için bu hadisteki suyun (meninin)
gelmesi, şehvetle gelmesi şeklinde anlaşılmalıdır. Bu hadiste meninin gelmesi
mutlak olarak ifade edilirken Hz. Ali (r.a.) hadisinde şehvetle gelmesinden
söz edilmektedir. Mutfakm mukayyede göre yorumlanması mezhebinin temel
prensiplerinden olan İmam Şafiî'nin burada prensibini uygulamaması
anlaşılamamaktadır. İkincisi, Nevevî'nin de ifade ettiği gibi İmam Şafiî'nin
delil olarak kullandığı söz konusu hadis sahabe, tabiîn ve daha sonraki
âlimlerin çoğuna göre nesh edilmiştir. Bu hadise göre İslâmın ilk yıllarında
meni gelmedikçe cinsel organların birleşmesiyle gusül farz olmamaktaydı.
Hadis, söz konusu dönemde guslün cinsel organların birleşmesiyle değil, meni
gelmesiyle farz olduğunu ifade etmektedir. Ancak daha sonra cinsel organların
birleşmesiyle guslün farz olması hükmü getirilmiş ve böylece hadis nesh
edilmiştir. Konu detaylarıyla ileride ele alınacaktır.
158. Hakem b. Amr'ın rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.),
"Guslettikten sonra erkeklik organında bir şey gören abdest alsın"
buyurmuştur.
Taberânî Mu 'cemü
'l-kebîr'âe (III, 217) rivayet etmiştir. Mecmaü 'z-zevâ-id'de ifade edildiği
üzere hadisin isnadında bulunan Bakıyye b. Velid mü-dellistir ve burada da
hadisi "an" lafzıyla rivayet etmiştir. Ancak bize göre başka
rivayetle desteklenen tedlis bir kusur değildir.[65]
Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in "Guslettikten sonra erkeklik organında bir şey gören"
ifadesi şehvetsiz çıkan meninin guslü gerektirmediğine delâlet etmektedir.
Zira hadiste geçen "şey" kelimesi diğerleriyle birlikte meniye de
şamildir. "Guslettikten sonra" ifadesinin zahirinden cünüplük
sebebiyle yapılan gusül olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda da hadis Ebû
Yusuf'un görüşüne delil olmaktadır. Zira İmam Ebû Hanife (r.a.) ve İmam
Muham-med'in aksine o, guslün farz olması için meninin hem şehvetle yerinden
kopmasını hem de şehvetle dışarı çıkmasını şart koşmaktadır. Buna göre İmam Ebû
Hanife (r.a.) ve İmam Muhammed ise guslün farz olması için şehvetle hareket
etmesini yeterli görmektedirler. İmam Ebû Hanife (r.a.) ve İmam Muhammed'e göre
küçük abdestini bozmadan cinsel ilişki sebebiyle guslettikten sonra cinsel
organında kalan menisi dışarı çıkan kimsenin yeniden gusletmesi gerekmektedir.
Ebû Yusuf'a göre ise cinsel organında kalan meni şehvetle çıkmadığı için
gusletmeye gerek yoktur. Cünüp kimsenin genellikle küçük abdestini bozduktan
sonra gusletmesi sebebiyle İmam Ebû Hanife (r.a.) ve İmam Muhammed söz konusu
hadisteki guslü, bu şekilde anlamışlardır. Saîd b. Mansur'un Sünen'indç, gusülden
sonra erkeklik organından bir şeyler çıkan kimseyle ilgili Hz. Ali (r.a.)'den
yaptığı rivayet de bu durumu teyit etmektedir. Buna göre Hz. Ali (r.a.),
"Erkeklik organından bir şeyler çıkan kişi gusülden önce idrarını
yapmışsa abdest alır, küçük abdestini bozmadan gusletmişse o zaman yeniden
gusletmesi gerekir" demiştir. (Kenzü'l-ummâl, IX, 543) Bu rivayetin
isnadını bulamadım. Suyûtî de sıhhati hakkında herhangi bir açıklamada
bulunmamaktadır.
Konuyla ilgili
el-Bahrü'r-râik'tzki (1,55) açıklama şöyledir: Küçük abdestini bozduktan,
uyuduktan veya bir miktar yürüdükten sonra çıkan meniden dolayı gusül
gerekmediği hususunda icmâ bulunmaktadır. Küçük ab-desti bozmak, uyumak veya
bir miktar yürümekle şehvet ortadan kalkacağı için bu, meni değil mezidir. el-Mustasfâ*da
zikredildiği üzere başkasının evinde ihtilam olup utanan veya hane halkı
hakkında kendisinden şüphe edileceği endişesi taşıyan kimsenin Ebû Yusuf'un
görüşüne göre hareket etmesi uygundur. es-Sirâcü"l-vehhâc\a da
misafirlikte Ebû Yusuf'un, diğer zamanlarda ise İmam Ebû Hanife (r.a.) ve İmam
Muhammed'in görüşlerine göre hareket edilmesinin uygun olacağı ifade
edilmektedir.
Bu durum
Reddü'l-muhtâf da (i, 661) şöyle açıklanmaktadır: Bu ihtilaf
ihtilam olan veya bir kadına şehvetle
bakması sonucu menisi yerinden kopan kişinin cinsel organını sıkıca tutarak
meninin dışarı atılmasına engel olması, şehveti kırıldıktan sonra yavaş yavaş
dışarı çıkması hakkında önem arz etmektedir. Zira bu durumda İmam Ebû Hanife
(r.a.) ve İmam Muhammed'e göre gusül gerekirken Ebû Yusuf'a göre gusül
gerekmemektedir. Erkeklik organında kalan meninin uyumadan veya bir miktar
yürümeden gusül aldıktan sonra çıkması durumunda da aynı husus söz konusudur.
Erkeklik organını tutamayıp boşalan kimsenin cünüp olduğunda ise ittifak
bulunmaktadır. Bu durumda Ebû Yusuf'un görüşüne göre hareket etmek için utanmak
veya şüphe endişesi mazeret olarak kabul edilmez. Zira bu durumda Ebû Yusuf
guslün gerekmediğini söylememektedir.
159. Mücahid şöyle anlatmaktadır: İbn Abbas (r.a.)'in talebeleri
Atâ, Tavus ve İkrime ile birlikteydik. İbn Abbas (r.a.) de namaz kılıyordu. Bu
esnada gelen bir adam, "Soruma cevap verecek kimse var mı?" diye
sordu. Ben, "Sor bakalım" dedim. Adam, "Ben ne zaman idrarımı
yapsam, ardından atılan su geliyor" dedi. Biz, "Çocuk dünyaya
gelenden mi?" diye sorduk. Adam, "Evet" dedi. Bunun üzerine
biz, "Bu durumda gusletmen gerekir" dedik. Adam bir musibete maruz
kalmış gibi "İnnâ lillahi ve innâ iley-hi râciûn" diyerek dönüp
giderken İbn Abbas (r.a.) aceleyle namazını tamamlayıp selam verdikten sonra,
" İkrime! Adamı geri çağır" dedi. Adam gelince İbn Abbas (r.a.) bize
dönerek, "Bu adama verdiğiniz cevapla ilgili Allah'ın Kitabından,
Resûlullah (s.a.v.)'in sünnetinden veya sahabeden herhangi bir deliliniz var
mı?" diye sordu. Biz, "Hayır, bu bizim görüşümüz" dedik. Bunun
üzerine İbn Abbas (r.a.), "İşte bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.v.) 'Şeytana
karşı birfakih, bin âbidden daha güçlüdür' buyurmuştur" dedi. Sonra adama
yönelerek, "Bu durumda şehvet duygusu hissediyor musun?" diye sordu.
Adam, "hayır" dedi. Bu defa İbn Abbas (r.a.), "Vücudunda zaaf
ve gevşeme hissediyor musun?" diye sordu. Adam, "Hayır" dedi.
Bunun üzerine İbn Abbas (r.a.), "Bu, öylesi bir ıslaklıktır, sadece abdest
alman yeterlidir" dedi. Haberi, Hâkim en-Nîsâbûrî 7an7ı'inde
zikretmiştir. Kenzü'l-ummârdo zikredildiği gibi isnadı hasen seviyesindedir.[66]
Söz konusu haberin
guslün gerekmesi için meninin şehvetle çıkmasının şart olduğuna delâleti
açıktır. Zira İbn Abbas (r.a.) haberde sözü edilen adamla ilgili guslün
gerektiğini söyleyene karşı çıkmış ve abdesti yeterli görmüştür. İbn Abbas
(r.a.)'in adama, "şehvet duygusu hissediyor musun?" diye sorması ona
göre şehvetsiz çıkan meninin guslü gerektirmediğini göstermektedir. Bu, Ebû
Hanife (r.a.) ve taraftarlarının da görüşüdür. İbn Abbas (r.a.)'in adama,
"Vücudunda zaaf ve gevşeme hissediyor musun?" şeklindeki sorusu ise,
meni çıktıktan sonra erkeklik organında gevşeme olup olmadığını tespite
yöneliktir. Küçük abdesti bozduktan sonra çıkan meniyi takiben erkeklik
organında öncesine göre gevşeme bulunması onda az da olsa bir değişkenliğin
varlığına işarettir. Bu ise şehvetin varlığını gösterir. Kâdihân'ın,
"Küçük abdesti bozduktan sonra meni gelmesi halinde bakılır; eğer cinsel
organ kalkık ise gusül gerekir, uyanık değilse gusül gerekmez" demesi de
bundan dolayıdır. Aynı husus el-Bahr'da (1,55) zikredilmektedir. Adamın olumsuz
cevap vermesinin doğru anlaşılması bu şekilde mümkündür. Adamın vücudunda zaaf
ve gevşeme olmadığını söylemesi mutlak olarak alındığında ise doğru değildir.
Çünkü ister şehvetle ister şehvetsiz olsun vücuttan meninin çıkması şöyle ya da
böyle bir zaafa sebep olur.
İbn Abbas (r.a.)'in,
"Bu, öylesi bir ıslaklıktır" açıklaması, bunun sebebi şehvet değil
içerdeki bürûdet (soğukluk) mânasına gelmektedir. Bu, "Su (gusül), sudan
(meniden) dolayı gerekir" hadisini delil göstererek şehvetsiz gelen meni
sebebiyle de guslün farz olduğu görüşünü benimseyen İmam Şafiî ve taraftarları
aleyhine bir delildir. Bu görüşün yanlışlığını yukarıda ortaya koymuştuk.
160. Abdülaziz b. Refî' > Ebû Seleme b. Abdurrahman
isnadıyla nakledildiğine göre Abdurrahman, Mücahid ve Atâ şöyle
anlatmışlardır: Resû-lullah (s.a.v.)'in huzuruna çıkan Ümmü Süleym (r.anhâ),
"Kadın da erkek gibi ihtilam olduğu zaman gusletmesi gerekir mi?"
dedi. Resûlullah (s.a.v.), "Kadın şehvet hissediyor mu?" dedi. Ümmü
Süleym (r.anhâ), "Muhtemelen" diye karşılık verdi. Resûlullah
(s.a.v.), "Kadın ıslaklık hissediyor mu?" dedi. Ümmü Süleym
(r.anhâ), "Belki" diye karşılık verdi. Bunun üzerine Resûlullah
(s.a.v.), "O halde gusletsin" buyurdu. Onunla karşılaşan kadınlar,
"Ümmü Süleym (r.anhâ)! Resûlullah (s.a.v.)'e karşı bizi rezil ettin"
dediler. Ümmü Süleym (r.anhâ), "Böyle bir durumda haram veya helal
olanları da soracaktım" diye karşılık verdi.
Kenzü'l-ummâVdt belirtildiği üzere hadisi Saîd b. Mansur
Sünen'inde rivayet etmiştir.
İbn Hacer'in ifade
ettiği üzere (Takrîb, s. 128) isnadda yer alan Abdülaziz b. Refi' ve Ebû
Seleme b. Abdurrahman Kütüb-i siîte'de rivayetleri bulunan güvenilir
ravilerdir. Eğer musannifler bir hadisin isnadının bir kısmını zikredip bir
kısmını zikretmiyorlarsa terk edilen kısım eleştiriden uzak olur. Bu onlar
arasında yaygın bir adettir. Buna göre hadis güçlü bir mürseldir. Bize göre de
irsal hadise zarar vermez. Hadis Kadın şehvet hissediyor mu? kısmı dışında
asıl itibariyle Sünen ve Sahih'terde muttasıl olarak bulunmaktadır. Bu kısmın
da güvenilir ravinin ziyadesi olduğu anlaşılmaktadır. Daha önce de ifade
ettiğimiz üzere özellikle başka rivayetlerle desteklenmiş bu tür ziyadeler
makbul sayılmaktadır.
Guslün farz olması
için meninin şehvetle çıkmasının şart olduğu görüşünü benimseyen el-Bedâi'
(1,37) müellifi delil olarak bu hadisi zikretmiş ve "meninin şehvetle
gelip gelmemesinin hükmü farklı olmasaydı, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kadına bu
durumu sormasının bir anlamı bulunmazdı" demiştir.
Şöyle bir itiraz
yöneltilebilir. Hadis ihtilam hakkındadır. Hanefîlere göre ise ihtilam olma
durumunda şehvet şartı aranmamakta ve şöyle demektedirler: Kişi uyandığında
uyluğunda veya yatağında ıslaklık bulur ve bunun meni ya da mezi olduğundan
şüphe eder fakat ihtilam olduğunu da hatırlayamazsa o kimseye de gusül gerekir.
Bu, İmam Ebû Hanife (r.a.) ve İmam Muhammed'in görüşüdür. Ebû Yusuf'a göre ise
bu durumda meni olduğu hususunda kesin bir kanaate ulaşmamışsa gusül gerekmez.
Buna cevaben diyoruz
ki: Bunun böyle olması İmam Ebû Hanife (r.a.) ve İmam Muhammed'in ihtilam
halinde gusül için şehveti şart koşmadıkları anlamına gelmez. Buradaki
ihtilaf, Ebû Yusuf'a göre şüpheli durumda guslün gerekmeyeceği görüşünü
benimsemesi ile İmam Ebû Hanife (r.a.) ve İmam Muhammed'in ihtimali dikkate
alarak ihtiyatı tercih etmelerinden kaynaklanmaktadır. İmam Ebû Hanife (r.a.)
ve İmam Muham-med'e göre şehvetsiz meni yoktur. Islaklığın meni olduğunun
kesinleşmesi durumunda guslün gerektiğinde ittifak bulunmaktadır. Islaklığın
meni veya mezi olduğunda şüphe bulunması durumunda sıcaklık ve havanın meniyi
İyice inceltebileceği ihtimalinden dolayı guslü gerekli görmek ihtiyata daha
uygundur. Islaklığın mezi olduğunun anlaşılması ve ihtilamın hatırlanmaması
durumunda guslün gerekmediğinde de ittifak bulunmaktadır. İhtilam hatırlanır ve
ıslaklığın mezi olduğu kesinleşirse İmam Ebû Ha-nife (r.a.) ve İmam Muhammed'e
göre gusül gerekir. Zira ihtilam genellikle meninin gelmesine sebep
olmaktadır. Bu durumda meninin şehvetle çıkma ihtimali de bulunmaktadır. Ancak
daha sonra sıcaklık ve hava meniyi iyice incelteceği için mezi zannedüebilir.
Bunlara ilave olarak
el-Bahr'da (I, 56) şöyle denilmektedir: Hz. Peygamber (s.a.v.)'in "Kadın
şehvet hissediyor mu?" sorusunun amacı, ona göre çıkanın meni olup
olmadığını tespittir. Çünkü şehvet meni geldiğinin belirtiierindedir. Ümmü
Süleym (r.anhâ)'nın "belki" şeklinde ihtimal ifade eder şekilde cevap
vermesi üzerine Resûlullah (s.a.v.) gusül yapmasını emretmiş ve hükmünü
görülen ıslaklığa dayandırmıştır. Daha önce detayları zikredildiği üzere
mezhebimizin görüşü de bu şekildedir.
Netice itibariyle bize
göre ister rüyada isterse uyanıkken olsun şehvetsiz gelen meni sebebiyle gusül
gerekmez. Ancak şehvet bulunması ihtimali durumunda hüküm ihtiyata göredir.
Uyku halinde de kesinlik bulunmasa da şehvet ihtimali söz konusu olduğu için
sadece ıslaklığın görülmesiyle guslün gerekliliğine hükmettik. Görüşümüzün
delili, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kadının şehvet hissedip hissetmediğini
sorması ve verdiği hükmü görülen ıslaklığa dayandırmasıdır.
Bu hususta
el-Hidâye'de "Eğer cünüp olduysanız, boy abdesîi alınız"[67]
âyeti delil gösterilerek şöyle denilmektedir: Âyetteki emir cünüp olan kadın
ve erkeğe yöneliktir. Cünüplük sözlükte, meninin şehvetle çıkması anlamına
gelmektedir. Kadına yaklaşarak şehvetle menisi gelen adam için
"Ecnebe'r-racül/cünüp oldu" denilmektedir. el-Bahr'da ise âyet
zikredildikten sonra "guslün farz olması, meni çıkmasına değil cünüplüğe
bağlıdır" denildikten sonra devamla, öyle anlaşılıyor ki istidlal
mefhû-mu'ş-şarta[68] göredir" demekte
ancak buna cevap vermemektedir.
Bu konuda şöyle
denilebilir: Bu, mefhûmu'ş-şarta göre bir istidlal değildir. Hüküm şarta bağlı
fakat şart bulunmadığında, hüküm ademi aslî ile yok olur. Bu durumda şartın
bulunmayışı, hükmün yokluğunu gerektirmez. Bu, mezhebimizin usulünü bilenlere
gizli olmayan bir husustur. Nitekim et-Tenkih'tt, "Bize göre yokluk hükmü
bir şeye bağlamakla sabit olmaz.
Aksine hüküm ademi
aslî üzerine baki kalır" denilmektedir.
Şafiî mezhebindeki,
"Su (gusül) sudan (meniden) dolayı gerekir" hadisinin delil alınarak
şehvetsiz çıkan meni sebebiyle de guslün farz olduğu görüşü el-Hidâye'do. şöyle
cevaplandırılmaktadır. Hadiste şehvetle çıkan meni kastedilmektedir. Hadis
sarihleri de bu şekilde yorumlamışlardır. Zira onların ifade ettikleri gibi
bir lafzın umumî üzere alınmasının mümkün olmaması halinde kapsamı dâhilinde
olduğu kesin bilinen şeyle tahsisi yoluna gidilir. Mezi, vedi ve idrardan
dolayı guslün vacip olmadığında icmâ bulunması sebebiyle hadiste zikredilen
lafzın burada en genel anlamının kastedilerek kullanılması mümkün değildir. Bu
durumda hadiste şehvetsiz değil, şehvetle gelen meninin kastedildiği icmâ ile
tespit edilmiş demektir. Bu yaklaşımın yerinde olması halinde Ebû Yusuf'un
guslün gerekmesi için meninin şehvetle hareket etmesi ve şehvetle çıkması
şeklindeki görüşü bu anlayışa tam denk düşerdi. Zira icmâ ile tespit edilen hadisteki
en hususî mâna budur. Mamafih bu noktada tercih edilmesi gereken daha önce
ifade ettiğimiz üzere hadisin nesh edildiği veya hadisle ihtilâmm
kastedildiğidir. Sözünü ettiğimiz hususun varid olduğunu görmüş olmalı ki
-Allahu a'lem-İbnü'l-Hümam hadis sarihlerinin yolundan çark etmiş ve şöyle
demiştir: Hadiste şehvetle gelen meni kastedilmektedir. Zira hadiste zikredilen
"elma" kelimesinin başındaki "lam" harfi ahdi zihni
içindir. Başka bir ifadeyle Hz. Peygamber (s.a.v.) "mine'l-mâ: sudan
dolayı" buyurduğunda muhatapları bunun şehvetle gelen meni olduğunu
bilmekteydiler. İnsanların çoğu ömürleri boyunca sözü edilen suyun (meninin)
şehvetsiz gelmediğini tecrübe ile bilmektedirler. Kaldı ki meninin şehvetsiz
olması olacak bir şey değildir. İbnü'l-Münzir'in nakline göre Hz. Aişe
(r.anhâ), "Meni, şehveti gerektiren en büyük sudur ve guslü
gerektirir" demiştir. Katâde ve İkri-me'nin de, "meni şehvetsiz
çıkmaz" dedikleri rivayet edilmiştir. Tespitlerimize göre Zeylaî,
"Aişe hadisinin "garib" olduğunu, Abdürrezzak es-San'ânî'nin
nakline göre Katâde ve İkrime'nin 'erkeklik organından meni, mezi ve vedi olmak
üzere üç ayrı sıvı gelir' diyerek bunu açıkladıklarını rivayet ettiğini"
(el-Musannef, I, 159) söylemiştir. Buna göre meni, yerinden şehvetle kopan ve
çocuğun doğmasını sağlayan erlik suyudur ve guslü gerektirir. Mezi, erkeğin
hanımıyla oynaşması esnasında çıkan sıvı olup sadece erkeklik organını
yıkamayı ve abdest almayı gerektirir. Vedi ise, idrarla birlikte veya takiben
gelen sıvı olup sadece erkeklik organını yıkamayı ve abdest almayı gerektirir.
(İbn Hacer, ed-Dirâye, s. 24) Bize göre özellikle Kur'ân'ın tefsirinde otorite
olan Katâde ve İkrime'nin hadislerde geçen garib
kelimelerle ilgili açıklamaları dikkate alınması gereken iki âlimdir. Bu
durumda Fethü'l-kadir'de zikredilen, "meni şehvetsiz çıkmaz" açıklamasının
isabetliliği ortaya çıkmaktadır.
161. Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'in nakline göre bir adamın
cünüplük sebebiyle yıkanıp vücudunda bilmeden kuru yer bırakan kimsenin
durumunu sorması üzerine Resûlullah (s.a.v.), "Sadece kuru kalan yeri
yıkayıp namazım kılar" buyurdu.
Hadisi Taberânî
el-Mu'cemü'l-kebîr'de rivayet etmiştir. Mecmau'z-ze-vâid'de belirtildiğine göre
ravileri güvenilirdir. Hadis, "Abdestte Tertibin Farz Olmadığı"
başlığı altında zikredilmişti. Hadisin konuya delâleti açıktır.
162. Ebû Hureyre (r.a.)'in rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Erkek, kadının dört dalı (kolları ve bacakları) arasına oturur
ve onu yorarsa gusül gerekir" (Müslim, "Hayz", 87) buyurmuştur.
Matar rivayetinde "meni gelmese de" ilavesi bulunmaktadır,
Nevevî'nin nakline
göre hadisle ilgili Kadı Iyaz şöyle demiştir: Hadiste zikredilen c-h-d fiiline
verilecek en uygun anlam "olanca gücünü harcadı" olmalıdır. Çünkü
cehd, çabalamak manasına gelmekte olup harekete ve cinsel ilişkinin biçimine
işaret etmektedir. Burada erkeğin harekete geçmesi ve cinsel ilişkiye
başlaması kastedilmektedir. Bu fiil, hareketiyle kadını yorgun düşürdü
anlamına gelen h-f-z fiili gibidir. Aksi takdirde cinsel ilişkide hangi
meşakkatten bahsedilebilir ki?
Aynı konuyla ilgili
Hz. Peygamber (s.a.v.), (erkek) sünnet mahalli, (ka-dinin) sünnet mahalline
değerse gusül gerekir" de buyurmuştur.[69] Alimler,
bunun sünnet mahallerinin birbirine dokunması manasına değil, erkeklik
organının sünnet mahallinin kadının cinsel organına girmesi anlamına geldiğini
söylemişlerdir. Zira kadının sünnet mahalli, cinsel organının en üst kısmında
bulunduğu için ilişki esnasında erkeklik organının ona dokunması söz konusu
değildir. Nitekim âlimler erkeğin cinsel organının kadının cinsel organına
girdirmeden sadece sünnet mahalline dokundurmasıyla ka-
|dma da erkeğe de
guslün gerekmeyeceğinde icmâ etmişlerdir. Böylece hadişte kastedilen ma'nânın
açıkladığımız gibi olduğu ortaya çıkmaktadır. Bitiştirmekle aynı hizaya
getirmek kastedilmektedir. Nitekim diğer rivayet, "Sünnet mahalleri
karşılaşırsa" yani aynı hizaya gelirse şeklindedir.
Konuyla ilgili
Fethu'l-bârfde şöyle denilmektedir: Ebû Dâvûd sözü ediien hadisi c-h-d fiilini
zikretmeden Şu'be ve Hişam vasıtasıyla Katâ-de'den "(Erkek) Sünnet
mahallini, (kadının) sünnet mahalline değdirirse" lafızlarıyla rivayet
etmiştir. (Ebû Dâvûd, 'Taharet", 83)[70] Bu,
c-h-d fiilinin erkeklik organını kadının cinsel organına sokmak için
çabalaması anlamında kullanıldığını göstermektedir. Bize göre Ebû Davud'un
isnadı İbn Hacer'in ölçüleri çerçevesinde sahih veya hasendir. Zira o
Fethu'l-bârî mukaddimesinde şöyle demektedir: Söz konusu hadisi, müdeliis
ravisinin hadisi semâ yoluyla aldığını ve ravinin hadisi hocasından hafızası
zayıflamadan önce işittiğini göstermek gibi metin ve isnadla ilgili ek bilgiler
vermek amacıyla Müsned, Cami, Müstahrec, Fevâid, Cüz türü eserlerden sahih
veya ha-sen olmaları şartıyla tekrar araştırdım ve onları burada zikrediyorum.
Fethu'l-bârVdt hadisle
ilgili şu bilgiler de verilmektedir: İmam Müslim'in Matar el-Verrâk > Hasan
isnadıyla rivayetinin sonunda "Meni gelmese de" ziyadesi
bulunmaktadır. Bu ilave Katâde rivayetinde de vardır. Nitekim İbn Ebî
Hayseme'nin Tarihimde Affan > Hemmâm Ve Ebân > Katâde isnadiyla
rivayetinin sonunda "Meni gelsin veya gelmesin" ilavesi bulunmaktadır.
Bu kısmı Dârekutnî de Ali b. Sehl > Affan isnadıyla (Dârekutnî, Sünen,
1,113) rivayet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir. Aynısını Ebû Dâvûd
et-Tayâlisî de Hammad b. Seleme > Katâde isnadıyla rivayet etmiştir.
163. Hz. Aişe (r.anhâ)'nın rivayetine göre Resûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Erkek, kadının dört dalı (kolları ve
bacakları) arasına oturur ve (kadın ile erkeğin) sünnet mahalleri bitişirse
gusül gerekir." (Müslim, "Hayz", 88)
Hadisin konuya
delâleti açıktır.
164. Ebû Bekir b. Ebî Şeybe'nin Ebû Muaviye > Haccac
> Amr b. Şu-ayb > Babası > Dedesi isnadıyla nakline göre Resûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "(Kadın ile erkeğin) sünnet mahalleri bitişir
ve erkeğin cinsel organı kadının cinsel organına haşefe miktarı girerse gusül
gerekir. "[71]
Hadisi Ahmed b.
Hanbel, Ebû Muaviye > Haccac isnadiyla rivayet etmiştir. (Kenzü'l-ümmâl, I,
3) Ahmed b. Hanbel'in Müsned'\nâ& bulunan hadislerin tamamı makbuldür.
Ondaki zayıf hadisler biie hasen seviyesine yakındır. Ebû Bekir b. Ebû Şeybe
ve Ebû Muaviye Muhammed b. Hazim Kü-tüb-i siîte ravilerindendir. Haccac b.
Ertat ise İmam Müslim'in ravilerin-dendir. Nesâî ve diğer âlimler onun zayıf
ravilerden tedlis yaptığını söylemişlerdir. İbn Hacer de onu müdellis raviler
arasında zikretmekte ve sadûk (doğru sözlü), çok hatası bulunan ve tedlis yapan
bir ravi olarak nitelemektedir. (İbn Hacer, Takrîb, s. 35) İbn Hacer'in Haccac
b. Ertat hakkında Tehzîb'tt (II, 197-198) verdiği bilgiler ise şöyledir: İbn
Ebî Hayseme'nin nakline göre onun hakkında İbn Maîn, "sadûk (doğru
sözlü), pek kuvvetli değil, Amr b. Şuayb'dan rivayetlerinde tedlis
yapmaktadır"; Ebû Zür'a, "sadûk (doğru sözlü), tediis
yapmaktadır"; İbnü'l-Mübarek, "tedlis yapmaktadır, Amr b. Şuayb'ın
hadislerini metruk ravilerden Muhammed b. Ubeydullah el-Azremî vasıtasıyla
rivayet ederdi" açıklamalarını yapmışlardır. Onun bir rivayeti Buhârî'de
Kitabü'1-ıtk bölümünde mütabaat amacıyla muallak olarak yer almıştır. Onun
hakkında Bezzâr, "hadis hafızı müdellis bir ravidir, kendini beğenen bir
kimseydi, Şu'be onu överdi" açıklamasını yapmıştır. Zehebî'nin onun
hakkında "onun en zayıf noktası tedlis yapmasıdır, ilim ehline yakışmayan
yönleri bulunmaktadır" dediğini kendi el yazısından okudum.
Bütün âlimlere göre
zayıf ravilerden irsal ile tedlisin hükmü ravinin cerh edilmesidir.
Tedrîbü'r-ravfde zikredildiği üzere meşhur rivayete göre İmam Malik, Ebû
Hanife (r.a.) ve yine meşhur rivayete göre Ahmed b. Hanbel mürselin sahih
olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Müellif de Şer-hu'l-mühezzeb'de, "İbn
Abditber ve diğer âlimler bunu irsal yapan ravinin zayıf ravilerden rivayetten
sakınmamasıyla sınırlamışlardır. Eğer böyle değilse reddedilmesi hususunda
ihtilaf yoktur" demiştir.
İbnü'İ-ArabîTirmizî
şerhinde, "İmam Malik sadece Medine âlimlerinin mürsellerini kabul
etmektedir" açıklamasını yapmaktadır. Nuhbetü'l-fi-ker'dt ise, "Ebû
Bekir er-Râzî Hanefîlerden ve Ebü'l-Velid el-Bacî Mali-kîlerden hem güvenilir
hem de zayıf ravilerden mürsel rivayette bulunan ravinin mürsellerinin
ittifakla kabul edilmediği naklinde bulunmuşlardır" denilmektedir. Bize
göre hadisi semâ ve kıraat yollarıyla aldığına delâlet eden haddesenâ ve
ahberenâ fafızlarıyla rivayet etmedikçe Haccac b. Er-tat'ın rivayetlerinin
delil olamayacağında herhangi bir şüphe yoktur. Ancak
biz burada Suyutî'nin yukarıda zikredilen
prensibini esas almaktayız.
Amr b. Şuayb
hakkındaTirmizî Sünen'mde ("Salât", 123) şu bilgileri vermektedir:
Amr b. Şuayb, Amr b. Şuayb b. Muhammed b. Abdullah b. Amr b. As'tır. Buhârî,
Ahmed b. Hanbel, İshak b. Rahuye ve diğer âlimlerin onun rivayetini delil
olarak kullandıklarını gördüğünü söylemiştir. Buhârî ayrıca Şuayb b.
Muhammed'in Abdullah b. Amr'dan hadis işittiğini de ifade etmiştir. Tirmizî de
onun hakkındaki görüşünü, "Amr b. Şuayb'ın zayıf olduğunu ileri sürenler
dedesinin sahifesinden rivayette bulunduğunu gerekçe göstermişlerdir. Böylece
onlar Amr b. Şuayb'ın rivayet ettiği hadisleri dedesinden işitmediğini ifade
etmek istemişlerdir" şeklinde açıklamıştır. İbn Hacer ise onu sadûk
(doğru sözlü) olarak nitelemiştir. (Takrîb, s. 159) Bize göre onun hakkında
Buhârî gibi bir otoritenin onun rivayetlerinin delil olabileceğini söylemesi
yeterlidir. Daha Önce de ifade edildiği gibi böylesi durumlarda ravi
hakkındaki ihtilaf onu rivayetlerine zarar vermez.
165. Hz. Aişe (r.anhâ)'nın rivayetine göre Resûluilah
(s.a.v.), "Sünnet mahalli sünnet mahallini aştığında gusül gerekir"
buyurmuştur.
Hadisi Tirmizî rivayet
etmiş ve hasen-sahih olduğunu söylemiştir. (Tirmizî, "Taharet", 80)[72]
Hadisin konuya
delâleti açıktır. Hadis, âlimlerin "gusül erkeğin cinsel organının kadının
cinsel organına girmesiyle gerekir" şeklindeki görüşlerini açık bir
şekilde ifade etmektedir.
Konuyla ilgili sözü
edilen hadislere muarız rivayetler de bulunmaktadır. Burada onları da zikredip
hadisler arasındaki ihtilafı gidermek ve hangisinin esas alınacağını ortaya
koymak gerekmektedir.
es-Siâye'Ğe
zikredildiğine göre Suyutî el-Ezhârü'l-mütenâsire fi'l~ah-bârVl-mütevâtire
isimli eserinde "Su (gusül) sudan (meniden) dolayı gerekir" hadisini
zikretmektedir. Hadisi Müslim, Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'den; Ahmed b. Hanbel,
Übey b. K'ab, Rafı' b. Hadîc, Rifaa b. Rafı', İtban el-Ensârî ve Ebû Eyyüb
(r.a.)'den; Bezzâr,[73]
Abdurrahman b. Avf, Cabir b. Abdullah, Abdullah b. Abbas ve Ebû Hüreyre
(r.a.)'den; İbn Şahin İse en-Nasih ve'l-mensuh'da Enes b. Malik (r.a.)'ten
rivayet etmişlerdir. (Müslim, "Hayz" 80; Ahmed b. Hanbel, IV, 143,
342; V, 115, 416, 421) Bu hadisin konuyla ilgili delil olduğunu söyleyenlere
verilecek cevap onun men-suh olduğudur. Nitekim Tirmizî'nin Übey b. Ka'b'dan
rivayet ettiği, "Re-sûlullah (s.a.v.) İslâm'ın ilk yıllarında (meni
gelmeden) yıkanmamaya müsaade etmekteydi. Daha sonra isa (guslü emretti) bu
ruhsatı kaldırdı"[74]
şeklindeki haber de buna delâlet etmektedir. Tirmizî hadisi hasen sahih olarak
nitelemiştir. Bu haber guslün meniden dolayı gerektiği hükmünün İslâm'ın ilk
yıllarında uygulandığını daha sonra ise nesh edildiğini göstermektedir. Ayrıca
haber başta Übey b. Ka'b (r.a.) ve Rafi' b. Hadîc (r.a.) olmak üzere daha
başka birçok sahâbîden rivayet edilmiştir.
Diğer bir rivayet
Rafi' b. Hadîc (r.a.) hadisidir. Neylü'l-evtâr'da. (1,216) da zikredildiği gibi
hadis Ahmed b. Hanbel tarafından rivayet edilmiştir. Buna göre Rafi' b. Hadîc
(r.a.) şöyle anlatmıştır: Ben cinsel ilişki halinde tam eşimin üzerinde iken
Resûlullah (s.a.v.) beni çağırdı. Henüz meni gelmeden cinsel ilişkiyi
bırakarak yıkandım ve bu durumu Resûlullah (s.a.v.)'e anlattığımda,
"Gusletmen gerekmezdi, Su (gusül) sudan (meniden) dolayı gerekir"
buyurdu. Rafi' b. Hadîc (r.a.) sözlerine devamla, "Daha sonra Resûlullah
(s.a.v.) böyle bir durumda meni gelmese bile yıkanmamızı emretti"
demiştir. Neylü'l-evtâr'da Hazimî'nin hadisin hasen olduğunu söylediği de
nakledilmektedir. Ancak bu tartışmaya açıktır. Zira hadisin isnadında bulunan
Rişdin b. Sa'd hasen hadis ravilerinden olmadığı gibi isnadda meçhul bir ravi
de yer almaktadır. îsnadda yer alan "Rafi' b. Ha-dîc'in oğullarından
biri" ifadesi isnadda meçhul bir ravinin bulunduğuna delâlet etmektedir.
Bunlar hadisin hasen değil zayıf olduğunu göstermektedir. Ancak biz yaptığımız
araştırmada Suyutî'nin yukarıda sözü edilen prensibine göre hadisin
"makbul" olduğu sonucuna vardık. Alimlerin çoğuna göre Rişdîn b.
Sa'd zayıf kabul edilse de Heysem b. Harice onun güvenilir olduğunu
söylemiştir. (İbn Hacer, Tehzîb, III, 277) Daha önce de defalarca ifade
edildiği üzere ravi hakkındaki bu tür ihtilaf onun güvenilir olmasına zarar
vermez. İsnadda meçhul ravi bulunduğu iddiası hakkında da şunları söylemeliyiz.
Zeylaî'nin Nasbu'r-râye'de. (1,44) zikrettiğine göre bu hususta İbn Teymiye,
"Hafız Silefî'nin aslında Rafi' b. Hadîc (r.a.)'in oğlunun isminin
zikredildiğini gördüm" demiş ve hadisin senedini Rişdin b. Sa'd > Musa
b. Eyyüb (r.a.) > Sehl b. Rafi' b. Hadîc > Rafi' b. Hadîc (r.a.) olarak
açıklamıştır. Ancak ben ravilerle ilgili kitaplarda onun hakkında bilgi
bulamadım. Bu durumda hadisin Suyutî'nin yukarıda sözü edilen prensibine göre
"makbul" olduğu sonucuna vardık. Özellikle aynı konuda Übey b. Ka'b
(r.a.) hadisinin de bulunması görüşümüzü desteklemektedir.
Başka bir rivayet
Müslim'in Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'den rivayet ettiği hadistir. Buna göre
Resûlullah (s.a.v.) ensardan birinin yanına uğrayıp onu çağırttığında adam
başından su damlayarak çıktı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.), "Galiba
sana acele ettirdik" buyurdu. Adamın, "Evet" diye cevap vermesi
üzerine ise Hz. Peygamber (s.a.v.), "Aceleyle yarıda bırakır veya meni
gelmeden şehvetin kırılır ve ilişkiyi bitirmeden sonlandır ir san sana gusül
değil sadece abdest gerekir" buyurdu. (Müslim, "Hayz", 83) Bu
hadis hakkında verilecek cevap da onun nesh edildiği hususudur. Nitekim Müslim'in
Hz. Aişe (r.anhâ)'dan rivayetine göre kendisi de orada bulunduğu bir esnada
adamın biri hanımıyla cinsel ilişkide bulunup şehveti kırıldığı için meni
gelmeden ilişkiye son veren kimseye gusül gerekip gerekmediğini sordu.
Resûlullah (s.a.v.) de, "Sununla ben, ikimiz bunu yapıyoruz sonra da
yıkanıyoruz" buyurdu. (Müslim, "Hayz", 89)
İlgili olduğu olaydan
dolayı "Su (gusül) sudan (meniden) dolayı gerekir" hadisinin ihtiiam
hakkında olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira olayı Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.) şöyle anlatmaktadır: Pazartesi günü Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte
Küba'ya gitmek üzere yola çıktım. Salim oğullarının bulunduğu yere
geldiğimizde Resûlullah (s.a.v.) Itban'ın kapısı önüne durarak ona
seslendi. Itban elbisesini sürükleyerek
çıktı. Resûlullah (s.a.v.), "Adama
acele ettirdik galiba!" buyurdu, İtban, "Hanımıyla cinsel ilişkide
iken acele ettirildiği için menisi gelmeden bırakan kimseye ne gerekir?"
diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) "Su (gusül) sudan (meniden)
dolayı gerekir" buyurdu. (Müslim, "Hayz", 80) Nasbu'r-râye'de
(i, 40) hadisin oluşum şekli İbn Abbas (r.a.)'in "Su (gusül) sudan
(meniden) dolayı gerekir" hadisinin ihtilam hakkında olduğu görüşünün
isabetsizliğini ortaya koymaktadır" denilmektedir. Tespitimize göre
Fethu'l-bârfde (I, 339) İbn Ebı Şeybe (el-Musannef, I, 89) ve başka âlimlerin
sahih veya hasen bir isnadla İbn Abbas (r.a.)'iiı Su (gusül) sudan (meniden)
dolayı gerekir hadisinin ihtilam hakkında olduğunu söylediğini rivayet
ettikleri kaydedilmektedir.
166. Haris b. Nebhan > Muhammed b. Ubeydullah > Amr
b. Şuayb > Babası > Dedesi isnadıyla rivayet edildiğine göre, "Guslü
gerektiren nedir?" sorusuna Hz. Peygamber (s.a.v.), "(Kadın ile
erkeğin) sünnet mahalleri buluşur ve erkeğin cinsel organı kadının cinsel
organına haşefe miktarı girerse meni gelse de gelmese de gusül gerekir"
şeklinde cevap vermiştir. (Ahmed b. Hanbel, II, 178, 247,470)
Zeylaî'nin nakline
göre (Nasbu'r-râye, i, 44) söz konusu hadisi Ebû Muhammed Abdullah b. Vehb
Müsned'inde rivayet etmiştir. Onun isnadında kişilik olarak iyi biri olmasına
rağmen âlimlerin zabt bakımından tenkit ettikleri Haris b. Nebhan
bulunmaktadır. İbn Adiy onun hadislerinin yazılabileceğini söylemiştir, (bk.
ibn Hacer, Tehzîb, II, 158) Âlimlerin çoğu kitaplarını kaybetmesi sebebiyle
hadisin isnadında bulunan Muhammed b. Abdullah el-Azremî'nin de zayıf olduğunu
söylemişlerdir. Ancak sadece güvenilir ravilerden hadis alan Şu'be b. Haccac
ondan hadis rivayet etmiştir, (ibn Hacer, Tehzîb, IX, 322) Bize göre onu
destekleyen başka rivayetler de bulunması sebebiyle hadis hasen
seviyesindedir.
İbn Hacer hadisi
ed-Dirâye'dz (s. 22) naklederek şöyle demiştir: Abdül-hak da hadisi zikrederek
isnadının son derece zayıf olduğunu söylemiştir. Bununla o isnaddaki Haris b.
Nebhan'ı kastetmektedir. Ancak o hadisi rivayette tek kalmamış, Taberânî de
onu Ebû Hanife > Amr b. Şuayb isnadıyla Mu'cemü'l- evsafta rivayet
etmiştir.[75] İbn Hacer'in bu
açıklaması, bizim "başka
rivayetlerle de desteklenmesi sebebiyle hadis hasen seviyesindedir"
şeklindeki görüşümüzü teyit etmektedir. Ahmed b. Hanbeî ve İbn Mâce'nin
nakillerine göre (Ahmed b. Hanbel, II, 178; İbn Mâce, "Taharet", 111)[76]
Haccac b. Ertat, Amr b. Şuayb > Babası > Dedesi isnadıyla rivayette
Muhammed b. Ubeydullah'a mütabaat etmiş, ancak o, "ğâbet el-haşefe: haşefe
miktarı girerse" yerine daha önce geçtiği üzere "tevâret
el-haşefe" lafızlarıyla rivayet etmiştir. Bu isnadın Haccac b. Ertat
dışındaki ravileri güvenilirdir. Haccac b. Ertat ise müdellistir ve burada
hadisi "an" sigasıy-la rivayet etmiştir. Saîd b. Mansur ise söz
konusu hadisi Ebû Hüreyre (r.a.)'den "Erkeklik organının yuvarlak kısmı
(başı) girerse gusül gerekir" lafızlarıyla rivayet etmiştir.[77] Aynı
rivayet isnadsız bir şekilde Kenzü'l-um-mâVda (V, 132) da bulunmaktadır. Biz
onu diğer rivayetleri desteklemesi amacıyla burada zikrettik. Netice itibariyle
erkeğin cinsel organının kadının cinsel organına haşefe miktarı girmesi
durumunda gusül gerekir. Bu hususta Hz. Ömer (r.a.) zamanında icmâ
gerçekleşmiştir.
167. Abdullah b, Muhammed es-Saffâr et-Tüsterî > Yahya
b. Gayİan > Abdullah b. Büzey' > Ebû Hanife > Amr b. Şuayb > Babası
> Dedesi isna-dıyia rivayet edildiğine göre sahabeden biri, "Su (gusül)
sadece sudan (meniden) dolayı gerekmez mi?" diye sorması üzerine
Resûlullah (s.a.v.), (Kadın ile erkeğin) sünnet mahalleri bitişir ve erkeğin
cinsel organı kadının cinsel organına haşefe miktarı girerse meni gelsin veya
gelmesin gusül gerekir buyurdu.
Zeylaî'nin belirttiği
üzere hadisi Taberânî rivayet etmiştir. Tespitlerimize göre ravileri hasen
hadis raviieri seviyesindedir. Mîzânü'l-i'tidaVdt zayıf olduğu zikredilmediğine
göre Taberânî'nin hocası güvenilir bir ravi-dir. Yahya b. Gaylan er-Râsibî
et-Tüsterî'yi ise İbn Hibbân es-Sikâfmd& zikretmektedir, (ayrıca bk. İbn
Hacer, Tehzîb, XI, 264) İbn Hacer'in Lisânü'l-Mî-zân'da (in, 263) zikrettiği
üzere Abdullah b. Büzey' hakkında Dârekutnî, "leyse bi'1-metrûk: terk
edilmesi gerekenlerden değildir", es-Sâcî ise,
"leyse bi'1-hucce: rivayetleri delil
olarak kullanılmaz" demişlerdir. Bize göre bu, onun zabt bakımından gevşek
bir ravi olduğunu ifade etmektedir. Dârekutnî'nin, "leyse biM-metrûk: terk
edilmesi gerekenlerden değildir" ifadesi ta'di! lafızlarındandır. Hadis
hafızlarından Talha b. Muhammed'in Müsnea" indeki rivayete göre Carûd b.
Yezid ve Ebû Abdurrahman el-Mukrî mütabaat etmişler ve onlar da hadisi Ebû
Hanife (r.a.) vasıtasıyla nakletmişlerdir. (bk. Câmiu'l-mesânîd, I, 257)
Hadisin isnadındaki diğer ravi-İerİ ise araştırmaya bile gerek yoktur. Bu
durumda hadis, hasen seviyesindedir.
168. Ebû Hanife > Avn b. Abdullah > Şa'bî isnadıyla
rivayet edildiğine göre Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: "Mehir gerektirir,
tahlilde üç talakın mevcut halini yıkarak eski hale çevirir, iddet gerektirir
fakat bir sa' su bile gerektirmez öyle mi?"[78]
(Câmiu'l-mesânîd, I, 257) Haberi İmam Muhammed el-Asâr'mda rivayet etmiş ve
bunu "(erkeğin) sünnet mahalli, (kadının) sünnet mahalli ile buluştuğunda
meni gelse de gelmese de gusül gerekir" şeklinde açıklamıştır.
Tespitlerimize göre ravüerinin hepsi güvenilirdir. Şa'bî'nin Hz. Ali (r.a.)'den
hadis işittiği ise ihtilaflıdır. Ancak bu haberin sıhhatine zarar vermez. Zira
İbn Hacer'in de (Tehzîb, V, 67) açıkça ifade ettiği üzere Şa'bî'nin mürselleri
sahihtir.
Bitirilmemiş ilişkiden
de guslün gerektiği hususunda icmâ bulunmaktadır. Bu hususu Tahâvî'nin
rivayeti açıklamaktadır. Tahâvî'nin Ravh b. Fe-rec > Yahya b. Abdullah b.
Bükeyr > Ma'mer b. Ebî Habîbe > Ubeydullah b. Adiy b. Hıyar isnadıyla
rivayetine göre sahabe cünüplük sebebiyle gusül konusunu Hz. Ömer (r.a.)'in
yanında müzakere etmişlerdir. Sahabenin bir kısmı, "(erkeğin) sünnet
mahalli, (kadının) sünnet mahalli ile buluştuğunda gusül gerekir",
diğerleri de "Su (gusül) sudan (meniden) dolayı gerekir" görüşünü
iieri sürmüşlerdir. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.), "siz Bedir savaşına
katılan hayırlı kimseler olduğunuz halde.ihtilaf ettiniz, sizden sonra gelen
insanların durumu ne olacak?" dedi. Hz. Ali (r.a.), "Ey Mü'minlerin
Emiri! İstersen birini bunu öğrenmek üzere Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
hanımlarına gönder" teklifinde bulundu. Hz. Ömer (r.a.), durumu öğrenmek
üzere Hz. Aişe (r.anhâ)'ya birini gönderdi. Hz. Aişe (r.anhâ), '(erkeğin)
sünnet mahalli, (kadının) sünnet mahalli ile buluştuğunda gusül gerekir"
diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.), "Bundan sonra 'Su (gusül)
sudan (meniden) dolayı gerekir' görüşünden söz edeni işitirsem
cezalandırırım" dedi. (Tahâvî, Şerhu meâni'l-âsâr, I,59) Bunu nakleden
Ta-hâvî, "Hz. Ömer (r.a.) bunu sahabenin huzurunda ilan etmiş herhangi
biri de ona karşı çıkmamıştır" açıklamasını yapmaktadır.. (Ayrıca bk.
Aynî, Umde, II, 77)
Tespitlerimize göre
söz konusu haberin isnadında bulunan ravilerin hepsi de güvenilirdir. Bu
hususta tabiîn ve daha sonraki dönemlerde de icmâ bulunmaktadır. Nitekim
bununla ilgili Aynî'nin açıklaması şöyledir: Guslün gerekli olması meninin
gelmesine bağlı değildir. Aksine erkekük organı kadının cinsel organına haşefe
miktarı girmesi durumunda meni gelse de gelmese de gusül gerekir. Bu hususta
günümüzde herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Konuyla ilgili ihtilaf
İslâm'ın başlangıcında söz konusuydu. (Aynî, Umde,11,69) İbn Kudâme'nin
açıklaması ise şöyledir: Erkeklik organının kadının cinsel organına haşefe
miktarı girmesi guslü gerektirir. Cinsel organa arkadan veya önden girmesi,
organın insan veya hayvana ait olması, ölü veya diri olması, isteyerek veya
zorlamayla olması, uykuda veya uyanıklık halinde olması guslü gerektirmesi
açısından herhangi bir fark yoktur. (el-Muğnî, II, 76) el-Bahr'dakı (I, 58)
açıklama ise şöyledir: Meni gelmese bile erkeklik organının kadının cinsel
organına girmesiyle guslün gerekeceğine dair sünnet ve icmâ delili daha önce
geçmişti. Bu, küçükleri ve hayvanları da kapsamaktadır. İmam Şafiî de bu
görüştedir. Ancak bize göre bunun dübür ve hayvanlara şamil olduğu söylenemez.
Zira konuyla ilgili hadisler erkeğin sünnet mahallinin kadının sünnet mahalline
girmesinden veya erkeğin cinsel organının haşefe miktarı girmesinden bahsetmektedir.
Bunun dübürden sünnet mahallerinin birleşmesine veya hayvanlarla cinsel
ilişkiye de şamil olduğu düşünülemez. Bu durumlarda guslün gerektiği
hadislerle değil kıyas yoluyla tespit edilmiştir. Biz söz konusu hadislerin
çocuklarla ilgili olduğunu da düşünmemekteyiz. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
konuyla ilgili açıklamaları "Erkek, kadının dört dalı (kolları ve
bacakları) arasına oturur ve (erkek) sünnet mahallini, (kadının) sünnet
mahalline girdirirse gusül gerekir" şeklindedir. Şu halde guslü gerektiren
durum, erkeklik organının kadının cinsel organına normal yoldan girmesidir.
Burada söz konusu edilen meşru cinsel ilişki için yetişkin kadının cinsel
organıdır. Hadislerde bahsedilenle ilgili ilk akla gelen budur. Zira hadiste
zikredilen "el-hitâneyn: sünnet mahalleri" kelimesinin başındaki
cins ve kapsamlılık ifade etmesi söz konusu olmayan "eİif-Jam" takısı
bilinen bir şeyden bahsedildiğine delâlet etmektedir. Aksi takdirde sünnet
mahallerinin birleşmesiyle çocuklarda da gusül gerekirdi. Halbuki bunu ileri
süren herhangi bir âlim bilinmemektedir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)
sözü edilen açıklamaları yaptığında zihinlerde canlanan akıl baliğ olmuş erkek
ve kadının sünnet mahalleriydİ. Buluğ çağına girmek üzere olan erkek ve kız
çocuklarının (mürahik ve mürahika) durumu da aynıdır. Bu vasıflara sahip
erkeğin sünnet mahallinin kadının cinsel organına girmesi durumunda gusül
gerekmektedir. Dübür, hayvanların cinsel organları, ölü kadının cinsel organı
ve cinsel ilişkiye uygun olmayan küçük kız çocuklarının cinsel organları ise
adeten cinsel ilişki amacıyla kullanılmamaktadır. Bu sebeple de sözü edilen
hadislerde bunlarla cinsel ilişkide bulunma durumunda guslün gerektiğine dair
bir delâlet bulunmamaktadır. Ancak "Su (gusül) sudan (meniden) dolayı
gerekir" hadisinde ifade edildiği üzere meni gelmesinin hakikaten veya
erkeklik organının şehvet mahalline haşefe miktarı girmesiyle hükmen gusİün
gerekmesi sebebiyle biz, dübür yoluyla cinsel ilişkide bulunulması durumunda
fail ve mefule ihtiyaten guslün gerektiğini söylemekteyiz. Nitekim
"Erkek, kadının dört dalı (kollan ve bacakları) arasına oturursa (meni
gelsin veya gelmesin) gusül gerekir" hadisi de buna delâlet etmektedir.
Sonuç itibariyle sebep açısından erkekle dübürden cinsel ilişki de böyledir.
Zira önden cinsel ilişkide guslü gerektiren erkeğin sünnet mahallinin kadının
cinsel organına girmesi olduğu gibi bu.durumda guslü gerektiren de meni gelmesidir.
Nitekim bu işi yapan günahkarların amacı da kadının cinsel organından elde
ettikleri şehvete bu yolla ulaşmaktır. Üç mezhep imamı ile mezhebimiz imam-i
Ebû Hanife (r.a.)'in Önde gelen iki talabesi bu durumda had cezasının
gerektiğine hükmetmişlerdir. Haddi gerektiren bu durumun guslü gerektirmesi ise
daha önceliklidir.
Ebû Hanife (r.a.) bu
durumda had olmayacağını da gusül gerekeceğini de ihtiyaten benimsemiştir.
Ancak insanı hayvanla bir tutmanın ve her konuda ihtiyatlı davranmanın zorlama
olduğu açıktır. Nitekim üç mezhep imamına göre de hayvanla cinsel ilişkinin
cezası ta'zir, erkeğin erkekle ilişkisinin sonucu ise had cezasıdır. Bize göre
ölü kadınla veya uygun olmadığı halde küçük kız çocuğuyla cinsel ilişki adeten
şehvetin tatmini için uygun olmamaları sebebiyle meni gelmedikçe guslü
gerektirmezler. Böylece Fethu'l-kadir'dz (1,56) söz konusu edilen,
"(Kadın ile erkeğin) sünnet mahalleri buluşur ve erkeğin cinsel organı
kadının cinsel organına haşefe miktarı girerse gusül gerekir" hadisinin
zahiri erkeğin cinsel organının haşefe miktarı girmesi durumunda buluğ çağına
ermeyen kız çocuğu ve ölü ile cinsel ilişki sebebiyle de guslün gerekeceğini
ifade etmektedir. Mezhebimiz âlimleri ise meni gelmedikçe guslün gerekmeyeceği
görüşünü benimsemişlerdir. Ancak bu hadisi başlangıçta bir manaya tahsis
anlamına gelmektedir" şeklindeki açıklama geçerliliğini kaybeder. Zira bilindiği
gibi cinsel ilişkide ilk akla gelen kadının cinsel organı yoluyla yapılması olduğu
için hadis, buluğ çağına ermeyen kız çocuğu ve ölü ile cinsel ilişkiyi
kapsamamaktadır. Hadisin bunları kapsadığı kabul edilse bile mezhebimiz
âlimlerinin yaptığı hadisi başlangıçta kıyas yoluyla tahsis etmek değil, hadisteki
illeti uygulamaktır. Hocalarımızın "guslü gerektiren hakikaten veya hükmen
meni gelmesidir" şeklindeki açıklamaları illeti uygulamakla ilgilidir.
Başka bir deyişle umumilik ifade eden lafzın delâleti zannî ise onun
başlangıçta kıyas yoluyla tahsisi mümkündür. Delâleti kesin olsa da sübu-tu
zannî olduğu için bizim yaptığımız da aynı uygulamadır. (et-Bahr, I, 59)
Nevevî
Şerhu'l-Mühezzeb'de şöyle demektedir: Yaşlı, kör, abraş, kötü-rüm son derece
çirkin bir kadınla cinsel ilişkide bulunulması durumunda ittifakla gusül
gerektiği halde onunla adeten zevk almak istenmeyeceği için size göre gusül
gerekmemesi gerekir. Buna şöyle cevap verilebilir. Biz, çirkin kadınla cinsel
ilişkiden zevk alınmayacağı görüşüne katılmamaktayız. Nitekim İmam Şafiî'nin
şehvet duygusu uyandırmayan küçük kız çocuğuna değil de çirkin (yaşlı) kadına
dokunmaktan dolayı abdest almayı gerekli görmesi de buna delâlet etmektedir.
Yaşlı bir adamın yaşlı bir kadını öptüğünü gördüğünde İmam Şafiî, "her
malın bir alıcısı olur" demiştir. Sizin dediğinizi kabul etsek bile bir
kadında bu kadar çirkin vasıflar nadirdir. Nadire ise itibar edilmez.
(el-Bahr, 1,59)
Mezhebimiz âlimleri
konuyla ilgili söz konusu hadislerin kadın ile erkeğin çırılçıplak
birbirlerine temasının abdesti bozacağına dair delil olduğunu söylemişlerdir.
Bunu şöyle açıklamak mümkündür. Din, erkeklik organının kadının cinsel
organına girmesini meni gelmesi gibi kabul etmiştir. Zira bu durum genellikle
meninin gelmesine sebep olmaktadır. Havanın sıcak olması onu kuruttuğu veya
oynaşma esnasında olunduğu için fark edilmese de kadınla oynaşmak da
genellikle mezi gelmesine sebep olmaktadır. Meni çıkmasına sebep olan onun
hükmünde kabul edilip guslü gerektirdiği gibi genellikle mezi çıkmasına sebep
olan durum da onun hükmünde kabul edilir ve abdest almayı gerektirdiğine
hükmedilir. Özellikle ihtiyatı gerektiren yerlerde sebebin müsebbep yerine
konulması bilinen bir husustur.
Nitekim evlilik
yoluyla evlenme haramlığmın meydana gelmesinde nikah cinsel ilişki, yatarak
uyumak da abdesti bozan hususlar yerine konulmuştur. Burada da durum aynıdır.
(el-Bedâi\ I, 30)
169. Hz. Aişe (r.anhâ)'nın nakline göre uzun süreli hayız
olduğunu düşünen Fatima bint Ebî Hubeyş bu durumu Resûlullah (s.a.v.)'e sordu.
Hz. Peygamber (s.a.v.), "Bu, hayız değil damardan gelen başka bir kandır.
Hayız vaktin geldiğinde namaz kılmayı bırak, hayız vaktin tamamlandığında
guslet ve namazını kıl" buyurdu. (Buhârî, "Vudû" 63;
"Hayz", 24; Müslim, "Hayz", 62)
Müellif, hadisin
konunun birinci kısmına delaletinin açık olduğunu söylemiştir. Zira Hz.
Peygamber (s.a.v.) hadiste hayız kam kesilince guslün farz olacağını
belirtmiştir.
170. Muaz (r.a.)'in
nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Doğumdan sonra yedi gün geçer de kan
kesilirse kadın gusletsin ve namazını kılsın" buyurmuştur.
Hadisi Hâkim
en-Nîsâbûrî el-Müstedrek\e rivayet etmiştir. Kenzü'l-ummâVĞQ de yer alır ve
mukaddimesinde zikredilen şartlara göre isnadı sahihtir.[79]
Hadisle ilgili
müellifin açıklaması şöyledir: Ali el-Muttakî'nin fıkıh konularına göre
yeniden düzenlediği Suyutî'nin Cem'u'l-cevâmi' eserinde bulunması da hadisin
isnadının sahih olduğunu göstermektedir. Nitekim Suyutî eseriyle ilgili,
"Hâkim en-Nîsâbûrî'nin el-Müstedrek"inden nakilde bulunur da herhangi
bir açıklama yapmazsam o hadis sahihtir" açıklamasını yapmıştır. Hadiste
yer alan "yedi gün" kaydı öylesine zikredilmiş olup ihtirazı bir
kayıt değildir. Zira loğusa kadının kanının daha önce kesilmesi halinde
gusledip namaz kılacağına dair icmâ bulunmaktadır.
Tirmizî'nin konuyla
ilgili açıklaması şöyledir: Sahabe, tabiîn ve daha sonraki âlimler daha önce
kanı kesilmedikçe loğusa kadının kırk gün namaz kılmayacağında icmâ
etmişlerdir. Daha Önce kanı kesilen loğusa kadm ise gusleder ve namazını kılar.
(Tirmizî, "Taharet", 105)
Neylü'l-evtâr'Ğz
belirtildiğine göre (I, 273) eZ-Ba/ir'da zikredildiği üzere âlimler
haram-helâl, mekruh-mendup ve benzeri hükümlerde nifasın hayz gibi olduğunda
icmâ etmişlerdir. Hadisin konuya delâleti açıktır.
171. Hakim > Ebû Ali el-Hâfız > Ebü'l-Abbas
el-Hemedânî el-Hâfiz > Ebû Şeybe > Halid b. Mahled > Süleyman b. Hilal
> Amr > İkrime > İbn Abbas isnadıyla rivayet edildiğine göre Hz.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ölülerinizi yıkamanız sebebiyle
gusletmeniz gerekmez. Zira ölüleriniz temiz olarak ölmüşlerdir veya onlar necis
(pis) değildir. Şu halde sadece ellerinizi yıkamanız yeterlidir. "[80]
Hadisi Beyhakî rivayet
etmiş ve "Bu hadis zayıftır. Sebebi ise isnadda yer alan Ebû
Şeybe'dir" açıklamasını yapmıştır.
Ebû Şeybe, İbrahim b.
Ebî Bekir b. Ebî Şeybe'dir. Nesâî onun rivayetlerini delil olarak kullanmış,
diğer âlimler de onun güvenilir olduğunu söylemişlerdir. Buhârî, önemli hadis
hafızlarından İbn Ukde diye de tanınan Ebü'l-Abbas el-Hemedânî isnadda yer alan
diğer ravilerin rivayetlerini delil olarak kullanmışlardır.
et-Telhîsü'l-habir'de belirtildiğine göre âlimlerin Ebû Şeybe'yi eleştirileri
rivayet ettiği metinle değil mezhebi ve diğer bazı sebeplerden dolayıdır.
Hadisin isnadı hasendir. Mevlevi Sirâc Ahmed'in Tirmizî şerh*inde ise (II, 286)
Hâkim en-Nîsâbûrî'nin söz konusu hadisin Buhârî'nin şartlarını taşıdığını
söylediği ve Zehebî'nin de ona katıldığı ifade edilmektedir.
172. Abdullah b. Ahmed b. Hanbei anlatmaktadır: Babam bana
Ubey-dullah > Nafi' isnadiyla İbn Ömer (r.a.)'nın, "Biz ölüyü yıkardık.
Daha sonra bazımız gusleder bazımız ise gusletmezdik" dediğini yazdığını
söyledi. Ben, "Hayır!" dedim. O, bunu "Şurada Ebû Hişam
el-Mahzûmî > Vüheyb isnadıyla rivayette bulunan Muhammed b. Ubeydullah diye
bir genç var ondan da yaz" dedi. et-Telhîsü'l-habîr'de belirtildiğine göre
bu sahih bir isnaddir.
Azîzî,
es-Sirâcü'l-münîr şerhu'l-Câmiu's-sağîr'de (III, 221) "Ölü yıkayan
gusletsin" hadisindeki guslün farz değil mendup olduğu şeklinde yorumlanması
gerektiğini söylemiştir. es-Siâye'de (1,27i) nakledildiğine göre Hattâbî Şerhu
Süneni Ebî Dâvûd'da, "Ölü yıkamadan dolayı guslün, ölü taşıma sebebiyle de
abdestin farz olduğunu benimseyen herhangi bir âlim bilmiyorum. Bunları yapmak
olsa olsa menduptur" açıklamasını yapmıştır. et-Telhîsü'l-habîr'de söz
konusu hadis nakledildikten sonra şöyie denilmektedir: Söz konusu hadisle ölüyü
yıkadıktan sonra gusletmeyi emreden Ebû Hureyre hadisi arasındaki çelişki,
guslün mendup olduğu veya bu hadiste açıkça ifade edildiği üzere gusül ile
ellerin yıkanmasının kastedildiği şeklinde yorumlanarak giderilir. Hatîb
ei-Bağdâdî'nin açıklaması da gusül emrinin mendupfuğa delâlet ettiğini
desteklemektedir. Nitekim o, Muhammed b. Abdullah el-Mahremî hakkında bilgi
verirken Abdullah b. Ahmed vasıtasıyla sözü edilen hadisi nakletmekte, gusül
emrinin men-dupluğa delâlet ettiğini ifade etmekte ve "Konuyla ilgili
hadisler arasındaki çelişkiyi gideren en güzel yorum budur" demektedir.
Biz sözü edilen hadisler arasındaki ihtilafın, hadislerden merfû olanın merfû
olanı açıkladığını kabul ile daha güzel şekilde giderilebileceğini düşünmekteyiz.
Buna göre bir hadiste zikredilen gusül diğer hadiste ellerin yıkanması olarak
açıklanmıştır. Bazı sahâbîlerin gusletmeleri ise akıl yoluyla açıklanabilecek
bir durum olmadığı gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde yapıldığına dair
herhangi bir açıklama bulunmadığı için hükmen merfû olarak da nitelendirilemez.
Ancak buna Ebû Hureyre hadisi izin vermez gibi gözüküyor denilebilir. Çünkü o,
gusülden ellerin yıkanması manasının çıkarılmasını zorlaştırmaktadır. Konuyla
ilgili hadisler arasındaki çelişkiyi gidermenin en isabetli yolu Hatîb
el-Bağdâdî'nin rivayetidir. Buna göre hadiste yapılması istenen asgari şey
ellerin yıkanmasıdır. Sözü edilen Ebû Hureyre hadisini Tirmizî merfû olarak
rivayet etmiş ve hasen olduğunu söylemiştir. Ebû Hureyre (r.a.)'in rivayet
ettiği hadise göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Ölüyü yıkayana gusül, taşıyana
ise abdest gerekir" buyurmuştur.[81]
Ziyâüddin
el-Makdisî'nin Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'den nakline göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Gusül ölüyü yıkamaktan, abdest ise onu taşımaktan dolayı
gerekir" buyurmuştur. Azîzî'nin de belirttiği üzere (III, 7) Kenzü'l-ummâl
müellifinin mukaddimesinde zikrettiği şartlara göre hadisin isnadı sahihtir.[82]
Hadis et-Telhîsü'l-habîr'de (I, 50) Abdullah b. Salih > Yahya b. Eyyüb >
UkayI > Zührî > Saîd b. Müseyyeb > Ebû Hureyre isnadıyla merfû olarak
nakledilmektedir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Ölü yıkayan kimse
gusletsin" buyurmuştur. İbn Hacer hadisi Dâ-rekutnî'nin zikrettiğini ve
"Hadisin sahih olması tartışmaya açıktır" açjk-lamasıni yaptığını
haber vermektedir. Tespitlerimize göre hadisin ravileri sikadır. İbn
Dakîki'1-îd el-İmâmfî ehâdîsi'l-ahkâm isimli eserinde hadisle ilgili şöyle
demektedir: Sonuç itibariyle hadis iki noktadan illetlidir. Birisi ravileri
yönündendir. Zira hadisin tenkide uğramayan isnadı bulunmamaktadır. Hadisin isnadlarının
en iyisi Süheyl > babası > Ebû Hureyre isnadıdır. İbn Hibbân ve İbn Hazm
isnadın sahih olduğunu ifade etmişlerse de bu da illetlidir. Zira isnad Süfyan
> Süheyl > babası > Zâide'nin azatlısı İshak > Ebû Hureyre şeklinde
olmalıdır. Burada İmam Müslim'in Zâide'nin azatlısı İshak'in hadisini eserine
aldığını dolayısıyla onun rivayetini sahih kabul ettiğini hatırlatmalıyız.
et-Telhîsü'l-habîf de. Mâver-dî'nin bazı muhaddislerin söz konusu hadisi yüz
yirmi farklı senedle rivayet ettiklerine dair verdiği bilgi de
nakledilmektedir. Bize göre de bu uzak bir ihtimal değildir.
Huccetullahi'l-bâliğa'da
(I, 118) şöyle denilmektedir: Ölü yıkamaktan dolayı gusletmek, aslında yıkayan
üzerine suların sıçraması sebebiyledir. Ancak ben, ölmek üzere olan birinin
yanında bulundum. Ruhların alınmasıyla görevli meleklerin, orada hazır
bulunanların üzerinde şaşılacak derecede ağırlığının olduğunu gördüm ve
anladım ki, (gusül ile) nefsin yarılması ve içinde bulunduğu haleti ruhiyeden
kurtarılması gerekmektedir. Hadisteki emri işte bu manada anlamak gerekir.
Mecmau'l-bihâr'da
şöyle denilmektedir: Ölü yıkamaktan dolayı gusletmek müstehaptir. Bazı âlimler
bunun farz olduğunu söylemişse de çoğunluk guslün ölü bedenindeki pisliklerin
yıkayan kimse üzerine sıçrayarak bulaşması ve nereye bulaştığının bilinmemesi
durumunda gerekebileceğini belirtmişlerdir. Bu yorum Ebü't-Tayyib'in Şerhu
S'üneni't-Tirmizf'sinde de bulunmaktadır.
Cenazeyi taşımaktan
doiayı abdest almanın müstehap olmasının hikmetini ise hocam şöyle açıklamıştır:
Cenazeyi taşıyan kimse genellikle korku ve dehşete kapılabilmektedir. Böyle bir
durumda abdest alarak gönülleri rahatlatmak uygun olmaktadır.
Bize göre ölü
yıkamaktan doİa>ı en asgari müstehap elleri yıkamak, azamisi ise
gusİetmektir. Cenaze taşımaktan dolayı abdest almak da müs-tehaptır. Bu
durumlarda abdest ve guslün hikmeti temizliğin yanında gönülleri
rahatlatmaktır. Ölü yıkamaktan dolayı gusletmek ise hem temizlikte hem de
gönlü rahatlatmaktda etkin ve daha uygun olur. Çünkü ölüyü yıkarken, onu
taşıyorkenkinden daha yakın olunur, bu da daha çok etkilenmeye sebep olur.
Bulûğu'l-merâm'da (I, 18) nakledilen Ebû Saîd e!-Hudrî rivayeti de abdestin
gönül rahatlığı ve zindelik verdiğine delâlet etmektedir. Buna göre Hz.
Peygamber (s.a.v.), "Hanımıyla cinsel ilişkide bulunup onu tekrarlamak
isteyen ikisi arasında abdest alsın" buyurmuştur. (Müslim,
"Hayz", 27) Hâkim en-Nîsâbûrî rivayetinde "Bu, gönül rahatlığı
ve zindelik için daha uygundur" {el-Müstedrek, \, 152) ilavesi bulunmaktadır.[83]
173. Ebû Hureyre (r.a.)'nin rivayetine göre Resûluliah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Güzelce abdest alıp cuma namazına gidip
hutbeyi konuşmadan dikkatlice dinleyen kimsenin iki cuma arasındaki günlerinin
ve ayrıca üç gününün daha günahları bağışlanır. Hutbeyi dinlerken çakıl
taşlarına dokunan kimse ise, lakırdı etmiş gibidir."
Hadisi, Tirmizî
rivayet etmiş ve hasen-sahih olarak nitelemiştir.[84]
Ney UV I-ev târ"
da (I, 232) şöyle nakledilir: Söz konusu hadisin cuma günü gusletmenin
müstehap olduğuna dair delil oluşunu Kurtubî şöyle izah eder: Bu hadiste abdest
ile kılınan cumanın sevaba vesile olduğu ifade edilmiştir. Sevabın hâsıl
olması öncelikli olarak cumanın sahih olmasını gerektirir. Bu da cuma günü
abdest almanın yeterli olduğuna delâlet etmektedir. İbn Hacer de
et-Telhîsü'l-habîr'de cuma günü guslün farz olmadığının en güçlü delilinin bu
hadis olduğunu ifade etmiştir.
174. Semüre b. Cündüb'ün nakline göre Resûluliah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "Cuma günü abdest alan gerekeni yapmıştır ve bu
yeterlidir. Gusleden ise daha faziletli davranmıştır."[85]
Hadisi Tirmizî rivayet
etmiş ve hasen olarak nitelemiştir. Azîzî'nin (in, 327) belirttiğine göre İbn
Huzeyme de Sahih'ine almıştır. Hadisin konuya delâleti açıktır.
175. Hz. Aişe (r.anhâ)'nm nakline göre Resûluliah (s.a.v.)
cünüplük, cuma günü, kan aldırmak ve cenaze yıkamak olmak üzere dört sebepten
dolayı guslederdi.
Bulûğu'l-merâm* da
ifade edildiği üzere hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiş, İbn Huzeyme de sahih
olduğunu söylemiştir.[86]
Hz. Aişe (r.anhâynın
anlatımı sözü edilen durumlarda gusletmenin sünnet olduğuna delâlet etmektedir.
Cünüplük sebebiyle gusiün farz olduğuna dair müstakil delil bulunmasından
dolayı o farzdır. Cuma günü gusletmek ise bu hadisten dolayı sünnettir. Kan
aldırmakta da durum aynıdır. Huccetullahi'l-bâliğtfda (I, 118) şöyle
denilmektedir: Kan aldırma esnasında kan çoğu kez vücudun birçok yerine
sıçrayabilir. Fakat kanın sıçradığı her yeri ayrı ayrı yıkamak oldukça zordur.
Zira bu iş için kullanılan araçla kanın emilmesi, vücudun her yerinden kanı
çekmektedir. Bu durumda sadece kan alınan uzvun yıkanmış olması yeterli olmaz.
Buna mukabil yıkanmak hem kanamayı durdurur hem de kanın vücuda yeniden yayılmasını
sağlar.
Ancak Kütüb-i sitte ve
Ahmed b. Hanbel'in Müsnea"\x\dz rivayet edilen Ebû Saîd el-Hudrî hadisi
cuma günü gusletmenin vacip olduğunu ifade etmektedir. Buna göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Cuma günü gusletmek, ergenlik çağma ulaşan herkese
vaciptir" buyurmuştur.[87]
Bulûğu'l-merâm'da (I,
18) zikredildiği üzere konuyla ilgili meşhur hadis, Tedrîbü'r-ravf deki
"Cumaya gelen gusletsin" lafzıyla rivayet edilen hadistir. Bu lafızla
hadisi Tirmizî, İbn Mâce ve Beyhakî rivayet etmişlerdir.[88]
Beyhakî'de "Cuma namazına gelmeyene gusül gerekmez"
(esSüne-nü'l-kübrâ, III, 188) ilavesi de bulunmaktadır. Nevevî el-Hulasa'da,
Zeylaî de Nasbu'r-râye'âe hadisin senedinin sahih olduğunu söylemişlerdir.
Tirmizî hadisin hasen sahih olduğunu belirtmiş, Buhârî'nin ise hadisi sahih
olarak nitelediğini nakletmiştir.[89]
Kenzü'l-ummâV'de belirtildiği üzere (IV, 162) hadis, İbn Hibbân'ın Sahihti ile
Beyhakî'inin es-Sünenü'l-kübra'sında "Cuma namazına gelmek isteyen erkek
ve kadın gusletsin. Cumaya gelmeyecek olan erkek ve kadına ise gusül
gerekmez"lafzıyla rivayet edilmiştir.
Bulûğu'l-merâm'da yer
alan hadis, el-Müntekâ1'da "Ergenlik çağına •ren herkese cuma günü
gusletmek, misvak kullanmak ve imkânları ölçüsünde güzel koku sürünmek
vaciptir" lafzıyla rivayet ediimiştir. (Neylü'l-ev-tar, i, 293) Bu, Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in "vaciptir" ifadesi ile cuma günü gusletmenin
müstehap olduğunu tekitli bir şekilde belirttiğini göstermektedir. Burada
zikredilen "vacip" ifadesi, "Senin hakkın bana vaciptir",
"Vaat borçtur" cümlelerinde olduğu gibidir. Bunun böyle olduğunun
delili, cuma günü gusletmenin vacip olmayan misvak kullanmak ve güzel koku
ile birlikte zikredilmiş olmasıdır. (Neylü'l-evtâr, I, 226-227) Konuyla ilgili
;ahâbeden nakledilen açıklamalar da cuma günü gusletmenin vacip olmadığına
delâlet etmektedir. Nitekim Mecmau'z-zevâid'de (I, 211) zikredildi-ğine göre
Abdullah b. Mes'ud (r.a.), "Cuma günü gusletmek sünnettir" demistir.
Haberi Bezzâr (Heysemî, Mecmau'z-zevâid, II, 173; Keşfü'l-esiâr, s. 672) rivayet
etmiş olup ravileri güvenilirdir. Konuyla ilgili Hz. Ali (r.a.)'in açıklaması
da, "Cuma günü gusletmek vacip değil sünnettir" şeklindedir. Haberi
Taberânî el-Mu'cemü'l-evsaf ta rivayet etmiş olup ravileri güvenilirdir.
(Heysemî, Mecmau'z-zevâid, II, 175)
176. İbn Abbas (r.a.)'in nakline göre Resûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "Bugün Allah'ın müslümanlara bahşettiği bir bayramdır.
Bu iti-barla cuma namazına giden gusletsin, kokusu varsa sürünsün. Ayrıca misvak
kullanmanız da gerekir."
Hadisi İbn Mâce hasen
bir isnadla rivayet etmiştir. (Münzirî, et-Terğîb, s. 124) Hadisin cuma günü
gusletmenin sünnet olduğuna delâleti açıktır. Hadisteki emir vücup ifade
etmez. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) cuma günü gusletmeyi vacip olmayan koku
sürünmek ve misvak kullanmakla birlikte zikretmiştir. Dolayısıyla gusletmek de
vacip değildir. Hadis bayram günleri gusletmenin de sünnet olduğunu
göstermektedir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.), "Bu gün Allah'ın müslümanlara
bahşettiği bir bayramdır" buyurmak suretiyle gusletmenin bayram gününde
olacağını ifade etmiştir. Cuma ve bayram günlerindeki illet aynıdır. İlletin
umumi oluşu hükmün de umumiliğini gerektirir. Nitekim el-Hidâye'dt (I, 59)
şöyle denilmektedir: Bayram günleri de cuma günü gibidir. Zira onlarda da bir
araya gelmek söz konusudur. Pis kokuyla insanlara eziyet vermemek için bu gibi
günlerde gusletmek müstehaptır.
177. İbn Merzuk > Yakub b. İshak > Şu'be > Amr b.
Mürre isnadıyla nakledildiğine göre Zâzân şöyle anlatmıştır: Hz. Ali (r.a.)'e
gusletmeyi sordum. O, "İstediğin zaman gusledersin" diye cevap verdi.
Ben, "Yıkanmak demek olan guslü soruyorum" deyince o, "Cuma
günü, hacıların Ara-fata çıktığı gün, ramazan ve kurban bayramları" diye
karşılık verdi.
Haberi Tahavî Şerhu
meâni'l-âsâf'inda (I, 71) zikretmiştir. İbn Merzuk dışındaki ravileri İmam Müslim'in
kendilerinden rivayette bulunduğu ra-vilerdir. et-Takrîb'de (s. 11) ifade
edildiği üzere İbn Merzuk da Nesâî'nin rivayette bulunduğu bir ravidir ve
sikadır. Haber sahihtir.
Zâzân'ın
"Yıkanmak demek olan guslü soruyorum" ifadesi, "Gerekli olmayan
ancak yıkanilması halinde daha faziletli olan guslü soruyorum"
anlamındadır. İbn Ebî Şeybe (II, 94) ve diğer kaynaklardaki rivayeti de bunu
desteklemektedir. Nitekim bu rivayetlerde Zâzân, "Hayır! Müstehap
olan guslii soruyorum" demekte Hz.
Ali (r.a.) de, "O halde cuma günü, hacıların A raf ata çıktığı gün,
ramazan ve kurban bayramlarında yıkanırsın" karşılığını vermiştir. Haber
Kenzü'l-ummâVde (V, 139) de bu lafızlarla yer almaktadır. Bize göre bu, merfû
hükmünde mevkuf bir haberdir. Zira imamlarımız bir şeyin müstehap olduğuna
kendiliklerinden hükmetmezler. Ayrıca onların, "Cuma günü, hacıların
Arafata çıktığı gün, ramazan ve kurban bayramlarında ve ihramda gusletmek
Resûlullah (s.a.v.)'ın sünnetidir" şeklindeki açıklamalarında sünnetle
kastettikleri sünnetü'I-âde de denilen zaid sünnetlerdir. Hüküm açısından
nafile ibadetlerle zevaid sünnetler arasında herhangi bir fark
bulunmamaktadır. Zira her ikisinin de terki mekruh görülmez.
Söz konusu günlerde
gusletmenin zaid sünnet olduğu îbnAbidin'de (I, 106) şöyle açıklanmaktadır: Bu,
müekked sünnet ofan sünnetü'1-hüdâ cinsinden değildir. Zira sünnetü'1-hüdâ
vacibe yakın bir hükümdür. Onun terk edilmemesi gerekir. Çünkü ezan, cemaat,
kamet gibi sünnetü'l-hüdâları terk etmek dini hafife almaktır. Bu sebeple de terk
eden sapıklığa düşmüş olur. Halbuki sözü edilen günlerde yıkanmak böyle
değildir. Bu günlerde gusletmeyen dini hafife almadığı gibi terk eden de
sapıklığa düşmüş olmaz. Hz. Peygamber (s.a.v.)'den rivayet edilen hadisler de
bunu desteklemektedir. Bunlardan biri İmam Müslim'in rivayet ettiği hadistir.
Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Güzelce abdest alıp cuma namazına gidip
hutbeyi konuşmadan dikkatlice dinleyen kimsenin iki cuma arasındaki ve ayrıca
üç gününün daha günahları bağışlanır" buyurmuştur. (Müslim,
"Cuma", 26; Tebrî-zî, Mişkâtü'l-mesâbîh, 1,99) Hadiste abdest ve
arkasından zikredilen şeyler büyük sevap kazanılacağı ifade edilmektedir. Bu
ise cuma namazı için abdes-tin yeterli olduğunu, gusül yapmamanın günah
olmadığını sadece abdestle yetinenin de sevap kazanacağını göstermektedir.
Konuyla ilgili diğer rivayet Semüre hadisidir. Buna göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Cuma günü abdest alan gerekeni yapmıştır ve bu yeterlidir.
Gusleden ise daha faziletli davranmıştır" buyurmuştur.[90]
Azîzî'nin de (III, 372) belirttiği üzere Tirmi-zî hadisin hasen olduğunu
söylemiş, İbn Huzeyme de onu Sahih*\nf\s rivayet etmiştir. Konuyla ilgili bir
başka rivayet İbn Ömer hadisidir. Buna göre cuma hutbesini okurken ilk
muhacirlerden birinin camiye girdiğini gören Hz. Ömer (r.a.) ona tepki
göstererek namaza niçin böyle geç kaldığını sordu. Söz konusu sahâbî,
"Meşguldüm, ezan sesini duyana kadar eve dönemedim. Ezan sesini duyunca da
sadece abdest alabildim" şeklinde karşılık verince Hz. Ömer (r.a.),
"Resûlullah (s.a.v.)'in gusletmeyi emrettiğini bildiğin halde üstelik
sadece abdest mi aldın?" diye çıkıştı. (Buhârî, "Cuma", 2)
Aynî'nin nakline göre (Umdetü'l-kârî, üi, 239) İmam Şafiî bu haberle ilgili şu
açıklamayı yapmıştır: Hz. Ömer hadisi Resûlullah (s.a.v.)'in cuma günü gusülle
ilgili emrinin vücup için değil müstehaplik olduğunu göstermektedir. Zira Hz.
Ömer (r.a.) cuma namazına geç gelen Hz. Osman (r.a.)'e, "Re-sûlullah'ın
(s.a.v.) gusletmeyi emrettiğini bildiğin halde üstelik sadece abdest mi
aldın?" diye çıkışmakla yetinmiştir. Eğer Hz. Ömer (r.a.), Resûlullah
(s.a.v.)'in söz konusu emrinin vücup ifade ettiği görüşünde olsaydı, Hz Osman
(r.a.)'e gidip gusledip gelmesini mutlaka söylerdi. (Umdetü'l-kârî, III, 239)
Bize göre onlar, cuma günü gusletmenin sünnetli müekkede olduğu görüşünü
benimserlerdi, vacibe yakınlığı ve terk edenin yanlış yapmış olması
dolayısıyla bunu da mutlaka belirtirlerdi. Aynî de, "Mezhebimizin meşhur
olan görüşü, cuma günü camiye gitmek isteyenin gusletmesinin müstehap olduğu
yönündedir" açıklamasını yapmıştır. (Umdetü'l-kârî, III, 343)
el-Hidâye'dç, şöyle
denir: "el-Kudûrfde cuma günü gusletmenin sünnet olduğu ifade
edilmektedir. Ancak başka bir değerlendirmeye göre bu dört zamanda gusletmenin
müstehap olduğu da söylenmiştir. İmam Muham-med el-AsıV da, "Cuma günü
gusletmek güzeldir" demiştir. Îbnü'l-Hümam el-Feth'de (1,57) bunun
tartışmaya açık olduğunu söylemiş ve detaylı bilgiler vermiş, el-İnâye'dt ise
bunları destekleyici bilgiler zikredilmiştir, ed-Dürr'de de, "Cuma ve
bayram için gusletmek sünnettir" açıklamasını yapılmıştır. İbn Abidîn,
"el-Kuhistânî d& zikredUdiği üzere cuma günü gusletmek zevaid
sünnetlerdendir ve terkinden dolayı kınama yoktur" demiştir.
Konuyla ilgili şöyle
bir itiraz ileri sürülebilir: Bulûğu'l-merâm'da (1,17) ifade edildiği üzere Ebû
Davud'un rivayet ettiği, (Ebû Dâvûd, "Taharet", 127) İbn Huzeyme'nin
de sahih olduğunu söylediği habere göre Hz. Aişe (r.an-hâ) "Resûlullah
(s.a.v.)'in cünüplük, cuma günü, kan aldırmak ve cenaze yıkamak olmak üzere
dört sebepten dolayı guslettiğini" belirtmiştir. Bu, sözü edilen
durumlarda gusletmenin sünneti müekkede olduğunu göstermektedir. Çünkü metinde
geçen 'kâne yağtestlü' ifadesi söz konusu edilen hususun müekked olduğuna
delâlet eder. Farz olduğuna dair ayrı bir delil bulunduğu için cünüplük
sebebiyle gusletmek diğerlerinden ayrılır. Cuma günü gusletmek ise bu hadis
sebebiyle sünnet olur. Kan aldırmak da cuma günü gusletmek gibidir.
Bu itiraza cevabımız
şöyledir: Hadiste cenaze yıkamak da söz konusu edildiği halde itirazcının da
kabul ettiği gibi bu sünnet-i müekkede değildir. Metindeki "kâne"
cenaze için yıkanmanın sünnet olduğuna delâlet etmiyor da bu durumda hadiste
zikredilen diğer hususların sünnet olduğuna nasıl delâlet ediyor? Bunu bir an
için kabul etsek bile onun sünnet-i müekkede olduğu nasıl iddia edilebilir?
Aksine söz konusu edilen sebeplerden dolayı gusletmek nihayet zevaid sünnet
kabilinden olur. Bu da haberde bulunan "kâne" lafzının fiilin
sürekli yapıldığına delâlet ettiğini varsaymamız takdirinde söz konusu
olabilir. İleride de zikredileceği üzere "kâne" lafzının fiiiin
sürekli yapıldığına delâleti ise söz konusu değildir. Ayrıca şunu da belirtelim
ki Kenzü" l-ummâV da (VIII, 1310) zikredildiği üzere İbn Hib-bân'ın
Sahihimde (I, 163) Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet edilen "Cuma günü
gusletmek, sünnet olmak ve burnu temizlemek fıtrattandır" hadisi de cuma
günü gusletmenin zevaid sünnet olduğunu göstermektedir.
Fethu'l-kadîr'dt
(1,58) açıkça ifade edildiği gibi bize göre kan aldırmak ve cenaze yıkamaktan
dolayı gusletmek müstehaptır. Sözü edilen Hz. Aişe (r.anhâ) hadisi fiilin
sürekli yapıldığına delâlet etmez. Zira hadiste cenaze yıkamaktan dolayı
gusletmek de "kâne" lafzıyla ifade edilmektedir. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in cenaze yıkamadığı ise bilinmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) cenaze
yıkamamıştır ki bu sebeple yıkanmış olsun. Sindi' nin de Ebû Dâvûd Haşiye's'mdz
(I, 56) hadisle ilgili açıklaması özetle şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.v.) dört
sebepten dolayı yıkanmayı emrederdi. Hadis, cü-nüplükten dolayı yıkanmanın
farz, diğer üç sebeple gusletmenin ise men-dup olduğu şeklinde anlaşılmalıdır.
Hattâbî de, "Bir lafızla farklı hükümleri birlikte ifade etmek mümkün
olabilir. Bu durumda diğer lafız ve mâna karineleri dikkate alınarak sözü
edilen lafzın ifade ettiği farklı hükümler belirlenir ve her biri kendi yerine
konulur. Cünüplük sebebiyle gusletmenin farz olduğu bilinmektedir"
demektedir.
178. Ebû Hureyre (r.a.)'nin nakline göre Hz. Peygamber
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cuma günü cünüplükten dolayı yıkandığı gibi
yıkanıp er-kenden mescide giden kimse, bir deve tasadduk etmiş gibi sevap
kazanır."
et-Terğîb'de (I, 124)
de zikredildiği üzere hadisi İmam Malik, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî
rivayet etmiştir[91] Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
"Cuma günü cünüplükten dolayı yıkandığı gibi yıkanan" ifadesi
zahiri itibariyle cünüplükten dolayı
yıkanmanın, cuma günü guslü nyerine de geçeceğine delâlet etmektedir.
Mezhebimizin görüşü de bu yöndedir. Nitekim el-Bahr ve Mi'râcü'd-dirâye'de
(1,65), "Bir kimse cuma, bayram veya arafenin aynı güne rastladığında
cinsel ilişkide bulunur ve guslederse bu, diğerleri için de gusül yerine
geçer" denilmektedir. Genel kural budur. el-Bahr da (1,64) açıkça ifade
edildiği gibi cuma günü gusletmek, diğer insanlara sıkıntı verici vücuttaki
kirleri temizlemeye yöneliktir. Ebû Davud'un İbn Abbas (r.a.)'tan yaptığı
rivayet de bunu desteklemektedir. Buna göre Iraklılardan bazı kimseler,
"Cuma günü gusletmenin vacip olduğunu söyleyebilir misin?" diye
sorduklarında İbn Abbas (r.a.), "Hayır, fakat o daha çok temizlenmeye
vesile olur ve gusleden için daha hayırlıdır" şeklinde karşılık vermiştir.
Daha sonra İbn Abbas (r.a.), "Size cuma günü gusletmenin nasıl başladığını
haber vereyim" diyerek şöyle anlatmıştır: İnsanlar darlık ve meşakkat içinde
idiler. Yün abalar giyerler, sırtlarında yük taşıyarak çalışırlardı.
Mescitleri dar, tavanı basıktı. Sıcak bir günde, Resûlullah (s.a.v.) mescide
geldi. Yün abalar içinde insanlar terlemiş, kendilerinden ağır kokular yayılmıştı.
Bu kokularla birbirini rahatsız ediyorlardı. Bunu hisseden Resûlullah
(s.a.v.): "Ey insanlar! Bugün olduğunda guslediniz" buyurdu.[92]
Cuma günü gusletmenin
istenme gerekçesi bu olduğuna göre ister cuma için isterse cünüplük sebebiyle
olsun yapılacak her gusül bu amacı gerçekleştirecektir. Ebû Dâvûd da,
"Bir kimse cünüplük sebebiyle de olsa fecirden sonra guslederse, bu Cuma
için ona yeterlidir" (Ebû Dâvûd, "Taharet" 127) açıklamasını
yapmıştır. Hadisteki ifade, cuma günü cünüplük sebebiyle yıkandığı gibi
guslederse anlamına da gelebilir. Buradaki benzetme ile kastedilen bedeninde
iğne deliği kadar kuru yer kalmayacak şekilde gusletmek olur. İbn Sa'd'in Ebû
Vedîa'dan rivayet ettiği hadis de bunu teyit etmektedir. Bu hadiste, "Cuma
günü cünüplükten dolayı yıkandığı gibi yıkanan ve yanında varsa yağ veya güzel
koku sürünen kimse..." buyrulmak-tadır. (Kenzü'l-ummâl, IV, 162) Ebû Bekir
el-Âkûlî'nin Fevâid* inde Hz. Ömer (r.a.)'den rivayetinde ise, "Biriniz
cuma namazına geleceği zaman cünüplükten dolayı yıkandığı gibi gusletsin"
buyrulmaktadır. (Kenzü'l-ummâl, IV, 161) Bu iki hadisin senedini bulamadım.
Buna göre söz konusu hadis, cünüplük sebebiyle gusletmenin cuma günü yapılacak
guslün yerine de geçeceğine dair bir delil olmaz. Çünkü ihtimal delil olmasına
engel teşkil eder. Ancak el-Bahr'da zikredildiği üzere cünüplük sebebiyle
gusletmenin cuma günü yapılacak gusül yerine de geçeceğine kıyas yoluyla
hükmedilir.
179. Abdullah b. Ebî Katâde anlatmaktadır: Cuma günü
guslederken babam geldi ve "Cünüplükten dolayı mı yoksa cuma için mi
guslediyorsun?" diye sordu. "Cünüplükten dolayı" dedim. Bunun
üzerine babam, "Bir gusül daha al" dedi ve "Ben Resûiullah
(s.a.v.)'in, "Cuma için gusleden diğer cumaya kadar temizdir' buyurduğunu
işittim" diye ilave etti.
Hadisi Taberânî
el-Mu'cemü"l-evsaf ında hasen denilebilecek bir isnad-la rivayet etmiştir.
İbn Huzeyme hadisi Sahihimde rivayet etmiş ve hadisin garib olduğunu
söylemiştir. Hâkim en-Nîsâbûrî hadisi el-Müsted-rek'ıne Taberânî isnadıyla
almış ve hadisin Buharı ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu
belirtmiştir. Hadisi İbn Hibbân da Sahih'ıne almıştır. (et-Terğîb, I, 124)[93]
Hadis, cünüplükten
dolayı gusledilse büe cuma için ayrıca gusletmenin faziletine delâlet eder.
Beyhakî ve Deylemî'nin Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet ettiği bir hadise göre
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Her cuma günü hanımınızla cinsel ilişkide
bulunamaz mısınız? Zira böylece siz, hem kendinizin hem de hanımınızın
gusletmesinin sevabını alırsınız" buyurmuştur. Beyhakî hadisin zayıf
olduğunu söylemiştir.[94]
Zekâsı olan herkesin kolayIıkla anlayacağı üzere hadis, cünüplükten dolayı
yapılan guslün cuma için de yeterli olduğuna delâlet etmektedir. Hadis
Kenziİ'l-ummâFda da bulunmaktadır.
Ebû Nuaym'ın Muaviye
b. Yahya b. Muğire b. Haris b. Hişam > babası > dedesi isnadıyîa
naklettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Mü'minin ayda bir cinsel
ilişkide bulunması yeterlidir" buyurmuştur. Kenzü'l-um-mâFda da (VIII,
255) yer alan hadisin bazı ravileri hakkında herhangi bir bilgi tespit
edemedim.
180. Sehl b. Yusuf > Humeyd > Bekir b. Abdullah
el-Müzenî isnadıyla rivayet edildiğine göre İbn Ömer (r.a.), "İhrama
girmek istenildiğinde gusletmek sünnettir" demiştir.
Haberi İbn Ebî Şeybe
Musannef inde (IV, 74) rivayet etmiş olup isnadı Sahih'in ravilerindendir.
Haberi Hâkim en-Nîsâbûrî el-Müstedrek"ine (I, 447) almış ve Buhârî ile
Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiştir. (Zeylaî, Nasbu'r-râye,
I, 474)
Haberin ihram için
gusletmenin sünnet olduğuna delâleti açıktır. Daha Önce de zikredildiği gibi
sahabenin "Şu sünnettendir" şeklindeki açıklamaları merfû hadis
hükmündedir. Haberi Hâkim en-Nîsâbûrî el-Müstedrek'İnde (1,447) rivayet etmiş
ve "Mekke'ye girmek istediğinde" ilavesini zikretmiş, Buhârî ile
Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiştir. Ze-hebî de bu konuda ona
katılmıştır.[95] Fethu'l-kadir'de (I, 58)
zikredildiği üzere mezhep âlimlerimiz ihrama girmek amacıyla yapılan guslün de
müs-tehap olduğunu söylemişlerdir. Tercih edilen ise onun sünnet olmasıdır. Zira
İbn Ömer (r.a.) ihram için yapılan gusül gibi diğerlerini de sünnet kabul
etmiştir. Ancak burada kastedilen sünnet daha önce de zikredildiği üzere başka
bir delil bulunmadığı için müekked değil zevâid sünnettir,
Aynî, Hz. Aişe
(r.anhâ)'mn "İhrama girdiğinde Resûiullah (s.a.v.)'e koku sürerdim"
haberi hakkında şöyle demektedir: Hz. Aişe (r.anhâ)'nın "koku
sürerdim" ifadesinden hareketle "kâne" fitlinin sürekliliğe
delâlet etmediği söylenmiştir. Zira o bunu sadece bir defa yapmıştır. Urve
rivayetinde bunun veda haccında olduğu açıkça ifade edilmiştir. Müslim
Şerh'inde Ne-vevî de aynı görüşü ifade etmiştir. Bu görüşe karşı çıkanlar ise
bu olayda
tekrar edenin ihram
değil koku sürmek olduğunu belirtmişlerdir. İhram bir defa bile olsa koku
sürmenin tekrarlanması pekâla söz konusu olabilir.
Fahrüddin er-Râzî
"kâne" fiilinin tekrar ve süreklilik ifade etmediğini ileri sürerken
İbnü'l-Hacib söz konusu fiilin tekrar ve süreklilik ifade ettiğini
söylemiştir. Bazı âlimler ise tekrar ve süreklilik ifade etmesi için ayrı bir
karineye ihtiyaç olduğunu belirtmişlerdir. Bize göre "sâre" fiilinin
aksine "kâne" süreklilik ifade eder. Bu sebeple
"kâne'llah" ifadesinde ''kâne" yerine "sare" fiili
kullanılması uygun değildir. İbnü'l-Hacib el-Kâfiye'de "Kâne, geçmişte
devamlılık göstererek ya da zaman zaman olup bitmiş olan durumu bildirmesi
sebebiyle nakıstır" demekte onun eserini şerh eden el-Câmî ise "daha
öncesinin olmadığına daha sonrasının da olmayacağına delâlet etmeksizin"
açıklamasını yapmaktadır. el-Kâfiye'yt haşiye yazan da "kâne"
fiilinin aksine dair bir delil bulunmadığından dolayı devamlılık İfade
ettiğini, başka bir ifadeyle devam ve sürekliliğin "kâne" fiilinin
medlulü olmadığını ancak aksine dair bir delil bulunmadığı için buna delâlet
ettiğini söylemiştir. er-Radî'nin el-Kâfıye şerhinde verdiği bilgiye göre bazı
âlimler "kâne" fiilinin haberinin içeriğinin geçmişin her anında
sürekliliğe delâlet ettiğini söylemişler ve buna da "Kâne'llahu semîan
hasıra: Allah işiten ve görendir" âyetini delil göstermişlerdir. Ancak
bunlar yanılmıştır. Çünkü sözü edilen âyette işitme ve görmenin devamlılığı
"kâne" fiilinden değil, Allah'ın işitme ve görmesinin zati sıfatı
ile vacip olmasındandır.
Dikkat edilirse
"Kâne Zeydün nâimen msfe saatin fe'steykaza: Zeyd yarım saattir uyumaktaydı
ve uyandı" denilebilmektedir. Aynı şekilde "Kâne Zeydün dâriben: Zeyd
dövmekte idi" denildiğinde de devamlılık ifade etmemektedir. Onun
söylediğine göre kânenin muzari ve emir kipleri olan "Yekûnu ve kün"
de aynı olmalı ve süreklilik ifade etmelidir. Oysa İbnü'I-Hacib'in " Kâne,
geçmişte devamlılık göstererek ya da zaman zaman olup bitmiş olan durumu
bildirmesi sebebiyle nakıstır" açıklaması bunu reddetmektedir. Buna göre
kâne fiili bizatihi ne sürekliliğe ne de kesikliğe delâlet etmemekte, bunlardan
hangisine delâlet edeceği hususunun ayrı bir karineyle tespit edileceği
görülmektedir. Bize göre "Kâne" fiilinin sürekliliğe delâleti ancak
müctehidin tespit edeceği ayrı bir delil ile olur.
181. Şa'bî'nin nakline göre Ziyad b. îyad el-Eş'arî
(r.a.): "Bayramlarda gusletmeyisiniz dışında Resûluilah (s.a.v.)'den
gördüğüm her şeyi uyguladığınıza şahit oldum" demiştir.
Haberi İbn Mende ve
İbn Asakir rivayet etmişlerdir. İbnAsakir, "Haberin Ziyad'ın sözü olarak
nakli sahih değildir. Sahih olan İyad'm sözü olarak naklidir" demiştir.
"Haberin Ziyad'ın sözü olarak nakli sahih değildir." kısmı
Kenzü'l-ummâl'de (I, 338) de zikredilmektedir. Haberin isnadının tamamını
tespit edemedim.
182. Ebû Hureyre (r.a.)'in rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Şu günlerde gusletmek gereklidir. Cuma günü, ramazan bayramı
günü, kurban bayramı günü ve Arafat günü" buyurmuştur. (Kenzü'l-ummâl, VII, 109)
Azîzî'nin de (111,7)
zikrettiği gibi hadisi DeylemîMüsnedü'l-firdevs' m~ de zayıf bir isnadla
rivayet etmiştir.
183. Nafi'in nakline göre Abdullah b. Ömer (r.a.) ramazan
bayramı günü namaza gitmeden önce guslederdi.
Haberi İmam Malik
el-Muvattd'ında en sahih senedle rivayet etmiştir (el-Muvatta, 384) İsnadı son
derece sahihtir. Tehzîbü't-Tehzîb'de (1,413) zikre-dildiği üzere Buhârî, Malik
> Nafi > İbn Ömer (r.a.) isnadının en sahih se-ned olduğunu söyler.
184. İbrahim b.
Muhammed b. Ebû Yahya el-Esiemî > Seleme b. Ek-va'ın azatlısı Yezid b. Ebî
Ubeyd'in nakline göre Seleme b. Ekva bayram günü guslederdi.
Haberi İmam
ŞafiîMüsnea"inde (s. 142) rivayet etmiştir. İmam Şafiî'nin hocası
zayıftır. Ancak et-Telhîsü 'l-habîfâe (1,56) ifade edildiği üzere İmam Şafiî'ye
göre o rivayetleri delil olabilecek biridir. Ravi hakkındaki ihtilâfın hadisin
sıhhatini ortadan kaldırmadığı ise bilinmektedir. İsnaddaki diğer ra-viler
Kütüb-i sitte ravilerindendir.
185. İbrahim b.
Muhammed > Cafer b. Muhammed > babası isnadıyla nakledildiğine göre Hz.
Ali (r.a.) bayram günleri, cuma günü, Arafat günü ve ihrama girmek istediğinde
guslederdi.
Haberi İmam Şafiî
Müsned'lndç, (s. 42) rivayet etmiştir. Yukarıda da ifade edildiği gibi İmam
Şafiî'nin hocası zayıftır. İsnaddaki diğer raviler sika ve meşhurdur. Ancak
Muhammed'in Hz. Ali (r.a.)'den rivayeti mürseldir. Çünkü o Hz. Ali (r.a.)'e
yetişmemiştir.
186. Cübâre b. Muğallis > Haccac b.Temim > Meymun b.
Mihran isnadıyla nakledildiğine göre İbn Abbas (r.a.), "Resûluilah
(s.a.v.) ramazan ve kurban
bayramlarında guslederdi" demiştir. (İbn Mâce, "İkâme", 169;
Beyhakî,
es-Sünenü 'l-kiibrâ, III, 78)
Haberi İbn Mâce
rivayet etmiştir. İsnadı kabul edilebilir durumdadır.[96]
Müellif konuyla ilgili
hadis ve haberlerin delâletinin açık olduğunu söylemiştir. Arafat günü
gusletmeyle ilgili detaylı bilgi hac bölümünde zikredilecektir. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in "Şu günlerde gusletmek gereklidir"[97]
hadisiyle ilgili şunlar söylenebilir: Bir kere cuma ve bayram günleri guslün
vacip olmadığını bilmekteyiz. Çünkü sözü edilen günlerde gusletmenin vacip
olmadığında icmâ bulunmasının yanında hadis bu lafızla sahih olarak da rivayet
edilmemiştir. Hadis sahih olarak rivayet edilseydi, o takdirde de sözü edilen
günlerde gusletmenin müekked sünnet olduğu şeklinde yorumlanırdı.
Konunun sonunda
zikredilen hadisin isnadında ise tenkide uğrayan ve haklarında ihtilaf bulunan
Cübâre ve Haccac bulunmaktadır. Nitekim İbn Hacer Tehzîbü't-Tehzîb'de (II, 58)
Cübâre hakkında şöyle demektedir: Ebû Hatim onu alâ yedey adlin (onun işi
bitmiştir) lafzıyla nitelemiş ve onun Kasım b. Ebî Şeybe seviyesinde olduğunu
ifade etmiştir. Müslime b. Kasım, "Bölgemiz âlimlerinden Baki b. Mahled
ondan hadis rivayet etmiştir. Cübâre sikadır inşallah" açıklamasını
yapmıştır. Osman b. Ebî Şeybe ise, "Cübâre en çok hadis talep edenimiz ve
en çok hadis ezberleyenimizdir" demiştir. İbn Hacer onun hakkındaki cerh
âlimlerinin açıklamalarını da zikretmiştir. İbn Hacer onun hakkında
Tehzîbü't-Tehzîb' de (I, 22) Ahmed b, Cevvas el-Hanefî başlığı altında da bilgi
vermekte ve şöyle demektedir: Baki b. Mahled ondan hadis rivayet etmiştir. O,
kendisinin sadece güvenilir ravilerden rivayette bulunduğunu söylemiştir. Bu
durumda Cübâre ona göre de güvenilir bir ravidir.
İsnadda bulunan Haccac
b. Temim el-Cezerî'yi ise İbn Hibbân dışındaki âlimler zayıf olarak
nitelemişlerdir. İbn Hibbân onu es-Sikâf ma almıştır. Tehzîbü't-Tehzîfrde (II,
199) zikredildiği üzere Haccac b. Temim, Mey-mun b. Mihran'dan hadis rivayet
etmiş, kendisinden de Ebû Muaviye ed-Darîr rivayette bulunmuştur. Bizce İbn
Hibbân'ın onu es-Sikâf ına alıp eleştirmemesi ona göre güvenilir olduğunu
göstermektedir. Daha önce defalarca zikredildiği üzere ravi hakkındaki ihtilaf
hadisin sıhhatini etkilememektedir.
187. Ebû Hureyre (r.a.)'in rivayetine göre Sümâme b. Asal
(Asâle) müslüman olduğunda Resûlullah (s.a.v.), "Onu falanın bahçesine
götürün ve gusletmesini söyleyin" buyurmuştur.
Hadisi Ahmed b. Hanbel
ve Bezzâr rivayet etmiştir. Bezzâr rivayetinde "Su ve sidir ile"
ilavesi bulunmaktadır. Ebû Ya'lâ rivayeti, "Sümâme b. Asal müslüman
olduğunda Resûlullah (s.a.v.) kendisine gusletmesini ve iki rekât namaz
kılmasını emretmiştir" şeklindedir. (Ahmed b. Hanbel, II, 304; Hcysemî,
Mecmaü'z-zevâid, I, 629; Ebû Ya'lâ, Müsned, XI, 424) Ahmed b. Hanbel ve
Bezzâr'in isnadında Abdullah b. Ömer el-Amrî vardır. Yahya b. Main ve Ebû Ahmed
b. Adi, onun sika olduğunu belirtirken diğer âlimler zayıf olduğunu ifade
etmişler, ancak yalan söylediğinden bahsetmemişlerdir. Ebû Ya'lâ'nın bir ravi
vasıtasıyla nakline göre Saîd el-Makburî, "Eğer hadis el-Amrî vasıtasıyla
naklediliyorsa hasendir" demiştir. Ahmed b. Hanbel ve Bezzâr'ın isnadı Ebû
Ya'lâ'ya göre hasendir. Buradaki ihtilaf hadisin güvenilirliğine zarar verecek
seviyede değildir.
Hadiste yer alan
"Esleme: müslüman oldu" ifadesi, konunun sonunda zikredilecek Ebû
Davud'un rivayet ettiği Kays olayında olduğu gibi "müslüman olmayı
istedi" anlamındadır. Bu, hadisin sonunda yer alan "iki rekât namaz
kılsın" ifadesiyle çelişmez. Zira hadisle kastedilen anlam, gusletmesi,
müslüman olması ve namaz kılmasıdır. Hadisteki "vav" edatı tertibi
gerektirmez. Söz konusu olay Nesâî rivayetinde şöyledir: Sümâme b. Asal
el-Hanefî yakındaki bir hurmalığa gidip guslettikten sonra mescide girerek,
"Eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resulün
(Ben Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed (s.a.v.)'in O'nun kulu ve
elçisi olduğuna inanır ve tanıklık ederim)" dedi.[98]
Nesâî hadişin sıhhatiyle ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştır. Ancak onun
şartlarına göre hadis sahihtir. Bu hadise göre Sümâme müslüman olmadan önce
gusietmiştir.
Hadisin zahirine göre
gusül emri vücuba delâlet etmektedir. Neylü'l-ev-târ'âa (1,225) zikredildiğine
göre Ahmed b. Hanbel gusül emrinin mutlak olarak vücuba delâlet ettiği
görüşündedir. Bize göre ise küfür, guslü gerek-tirici bir hades (manevi pislik)
değildir. Eğer küfür hades olsaydı, kafir mescide giremezdi. Konusu geldiğinde
eîe alınacağı gibi bize göre kafir mescide girebilir. Bu durumda müslüman
olmadan önce guslün vacip olması tartışmaya açık bir konudur. Ebıı't-Tayyib
Şerhu't-Tirmizfdc (I, 549) hadisteki gusletmeyi "İç temizliğine uygun
düşsün diye dış temizliği yapmaktır" diye açıklamıştır. Bize göre kişi
İslam'a girerken cünüp ise gusül ile cünüplükten kurtulmuş olur. Cünüp olduğu
halde İslam'a gusletmeden girerse cünüplükten kurtulmak için gusletmesi
gerekir.
188. Katâde Ebû Hişam şöyle anlatmaktadır: ResûluJlah
(s.a.v.)'e geldiğimde bana, "Katâde ! Su ve sidirle yıkan, kafir iken
bitmiş kılları tıraş et" buyurdu. Resûlullah (s.a.v.), müslüman olan
kimseye seksen yaşına ulaşsa bile sünnet olmasını emrederdi.
Hadisi Taberânî el-Mu'
cemiVl-kebîfde rivayet etmiştir.[99]
Mecmau'z-zevâid (I, 117) ve Azîzî'de zikredildiği üzere ravileri sika, isnadı
hasendir.
189. Kays b. Asım şöyle anlatmaktadır: Müslüman olmak
gayesiyle Re-jûlullah (s.a.v.)'e geldiğimde, su ve sidir ile yıkanmamı emretti.[100]
Hadisi Ebû Dâvûd
rivayet etmiş, sihhatiyle ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştır. Münzirî de
hadisi Tİrmizî ve Nesâî'nin rivayet ettiğini söylemekte ve Tirmizî'nin,
"Bu, hasendir. Onu sadece bu tarikten bilmekteyiz" dediğini
nakletmektedir. Hadisi İbn Hibbân ve İbn Huzeyme de rivayet etmiş,
İbnü's-Seken ise sahih olduğunu söylemiştir. Neylü'l-evtâr* da hadis,
"Müslüman olduğumda Resûluliah (s.a.v.) bana su ve sidir ile yıkanmamı
emretti" şeklinde Kays b. Asım'dan rivayet edilmekte ve hadisin İbn Mâ-ce
dışında Kütüb-i siîte müellifleri tarafından rivayet edildiği belirtilmektedir.
Tespitimize göre hadisin bu lafızlarla rivayeti Tirmizî'de bulunmaktadır.
Müellif hadisin zahiri
itibariyle konuya delâlet ettiğini belirtmekte ve daha önce de zikredildiği
üzere hadiste yer alan "Esleme: müslüman oldu" ifadesinin,
"müslüman olmayı istedi" anlamında olduğunu söylemektedir.
190. Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle anlatmaktadır: Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hastalığı ağırlaşınca, "İnsanlar namaz kıldı mı?" diye
sordu. Biz, " Hayır, seni bekliyorlar Ya Resûlallah!" deyince,
"Benim için leğene su hazırlayın" buyurdu. Suyu hazırladık ve
Resûlallah (s.a.v.) gusletti. Kalkmaya çalışırken bayıldı. Bir müddet sonra
ayıldı ve "İnsanlar namaz kıldı mı?" diye sordu. Biz, " Hayır,
seni bekliyorlar Ya Resûlallah!" deyince, "Benim için leğene su
hazırlayın" buyurdu. Suyu hazırladık ve Resûlullah (s.a.v.) gusletti.
Kalkmaya çalışırken tekrar bayıldı. Bir müddet sonra ayıldı ve "İnsanlar
namaz kıldı mı?" diye sordu. Biz, "Hayır, seni bekliyorlar Ya Resûlullah!"
deyince, "Benim için leğene su hazırlayın" buyurdu. Suyu hazırladık ve
Resûlullah (s.a.v.) oturdu ve gusletti. Hadisi, hadis dünyasının en önde gelen
imamı Buhârî rivayet etmiştir. (Buhârî, "Ezan", 51)
Müellif hadisin konuya
delâletinin açık olduğunu ve ed-Dürrü'l-muh-tar'da (I, 175) bu guslün mendup
olduğunun belirtildiğini söylemektedir.
Bu başlık altında
guslün insanların görmeyeceği bir yerde yapılması, yalnızken çıplak bir şekilde
gusledilebileceği ve bu durumda bile örtülü olarak yıkanmanın müstehap olduğu hususları
incelenecektir.
191. îbn Abbas (r.a.)'in rivayetine göre Resûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah size çıplaklığı yasaklamıştır. Büyük
abdest, cinsel ilişki ve gusletmek olmak üzere üç durum dışında sizden
ayrılmayan Allah'ın meleklerinden utanın. Biriniz çıplak bir arazide
gusledeceği zaman elbisesine hürünsün, bir duvarı ya da devesini siper alarak
yıkanmak suretiyle kendisini gizlesin. "[101]
Hadisi Bezzâr rivayet
etmiş ve hadisin îbn Abbas (r.a.)'den sadece bu isnadla nakledildiğini, senedindeki
Ca'fer b. Süleyman'ın leyyin (zabtı açısından zayıf) olduğunu söylemiştir.
Bizim tespitlerimize göre gerek Ca'fer b. Süleyman gerekse diğerleri Sahih* uı
ravilerindendir.
192. Ebû Hureyre (r.a.)'in rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bir gün Eyyûb Peygamber (a.s.) çıplak olarak
yıkanırken, üzerine altından çekirgeler yağmaya başladı. Eyyûb da onları
elbisesine toplayıp doldurmaya koyuldu. Bunun üzerine Allah (c.c), "Eyyûb/
Ben seni bu gördüklerine dönüp bakmayacak kadar zengin kılmadım mı?" diye
seslendi. Eyyûb (a.s.) da, "Evet, izzetine yemin ederim ki, beni çok
zengin kıldın. Fakat senin lütfettiğin berekete doyum olmuyor ki!" dedi.[102]
193. Behz b. Hakîm'in babası vasıtasıyla nakline göre
dedesi şöyle anlatmıştır: "Ey Allah'ın Resulü! Avret yerimizi kimlerden
sakınmamız gerekir?" diye sordum. Resûİullah (s.a.v.), "Esin ve
cariyen dışındakilerden sakın" buyurdu. "Ey Allah'ın Resulü!
İnsanlarla birlikte olunduğunda ne buyurursun?" dedim. Resûlullah
(s.a.v.), "İmkân ölçüsünde avret yerini hiç kimseye gösterme"
buyurdu. "Ey Allah'ın Resulü! Yalnız olduğumuzda nasıl davranalım?"
dedim. "Allah utanılmaya insanlardan daha lâyıktır" buyurdu.[103]
Azîzî (I, 62) hadisi
Ahmed b. Hanbel, Hâkim en~Nîsâbûrî, Beyhakî ve Ebû Ya'lâ'nın rivayet ettiğini
ifade ederek sahih olduğunu söylemiştir.
194. Ebû Hureyre (r.a.)'in rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Musa (a.s.) çok hayalı bir kimseydi. Vücudunu
kimsenin görmemesi için giyimine dikkat ederdi. Benî İsrail'den bazı kimseler
'Vücudunda abraş hastalığı veya husyelerinde fıtık ya da başka bir kusur bulunduğu
için örtüsüne bu kadar dikkat ediyor' demeye başladılar. Allah (c.c.) Ez.
Musa'nın iddia ettikleri gibi kusurlu olmadığını onlara göstermek istedi. Bir
gün Musa (a.s.) yalnız bulunduğu bir sırada yıkanmak istedi ve elbiselerini
bir taşın üstüne koydu. Yıkandıktan sonra elbiselerini almak istediğinde taş
yuvarlanmaya başladı. Musa (a.s.) asâsıyla 'elbiselerim!' diyerek taşın
peşinden koşmaya başladı ve Benî İsrail'den bir topluluğun içine dalıverdi.
Böylece onlar Hz. Musa'yı çıplak olarak gördüler ve onun Allah'ın kulları
içinde en güzeli olduğunu anladılar. Allah (c.c.) de Musa (a.s.)'ın onların
iddia ettikleri gibi olmadığını göstermiş oldu." (Buhârî,
"Ehâdîsü'I-enbiyâ", 28)
Müellif, Ebû Hureyre
(r.a.) rivayetinin tenhada yıkanma hakkında olduğunu ve bu durumda bile örtülü
olarak yıkanmanın müstehaplığına delâletinin açık olduğunu söylemiştir.
ed-Dürrü'l-muhtâr'da (1,419) ifade edildiği gibi bize göre de açılmasını
gerektiren bir durum olmadığı sürece yalnız başına oiunsa bile avret yerinin
örtülmesi genel bir hükümdür. Behz b. Ha-kîm rivayeti buna delâlet etmektedir.
İbn Abbas (r.a.)'den rivayet edilen Hz. Peygamber (s.a.v.)'in "Allah size
çıplaklığı yasaklamıştır. Büyük abdest, cinsel ilişki ve gusletmek olmak üzere
üç durum dışında sizden ayrılmayan Allah'ın meleklerinden utanın"
şeklindeki açıklaması da bu durumu daha açık bir tarzda ortaya koymaktadır.
Daha önce de ifade edildiği üzere hadisin ravileri Sahih'in ravilerindendir.
Hadiste meleklerden utanıl-ması emredilmekte ve çıplaklık yasaklanmaktadır. Bu,
yasaklık hükmüne riayetin vacip olduğunu göstermektedir.
Büyük âlim İbn
Abidîn'nin açıklaması şöyledir: Namaz dışında insanlarla birlikte iken avret
yerinin örtülmesinin vacip olduğunda icmâ bulunmaktadır. Doğru olan görüşe
göre yalnız iken de avret yerinin Örtülmesi vaciptir. Hadisin zahirinden namaz
dışında yalnız iken sadece diz ile göbek arasının örtülmesinin kastedildiği
anlaşılmaktadır. O yüzden yalnız iken, avret yeri olsa da kadının bunun
dışındaki yerlerini örtmesi vacip değildir. el-Kınye* nın kerâhiye bölümünde ve
Garîbü'r-rivâye'd& zikredilenler de buna
delâlet etmektedir. Buna göre evinde yalnız iken kadın başını açabilir.
Mahremlerinin yanında altını gösteren ince bir başörtüsü giyinmesi daha
uygundur. Ancak bu mahremlerinin kendisine bakması helâl olan yerleri hakkında
böyledir. Karnı ve sırtı gibi mahremlerinin bakması helâl olmayan yerlere
gelince bunları yalnız iken örtmenin vacip olduğu konusu tartışmaya açıktır.
İfadelerin mutlakljğından bunun mümkün olduğu sonucuna varılabilir.
ed-Dürrü'l-muhtâr'da
(V, 365) şöyle denilmektedir: Müslüman bir kadın diğer kadının vücuduna bir
erkeğin diğer erkeğe bakabileceği kadar bakabilir. Erkeğin mahremi olan
kadının bakabildiği yerleri kadar ancak bakabileceği de söylenmiştir. Birinci
açıklama daha sahihtir. Kadının diğer kadınlara karşı avreti, erkeğin diğer
erkeğe karşı avreti gibi olduğuna göre aynı yerlerin kendi nazarına karşı da
avret sayılması uygun olur. Doğru olan görüşe göre kadın yalnız iken karnı ve
sırtını açabilir. Hz. Eyyûb (a.s.)'ın çıplak olarak yıkanmasından yalnız iken
örtünmeden gusledilebile-ceği sonucuna varılabilir. Ahmed b. Hanbel'in (III,
262; Heysemî, Mecmau'z-zevâid. I, 127) Enes b. Malik (r.a.)'den rivayeti de bu
durumu desteklemektedir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Musa b. İmran
(a.s.) yıkanmak istediğinde suyun içine girip avret yeri kapanıncaya kadar
elbiselerini çıkarmazdı" buyurmuştur. Mecmau'z-zevâid'âe belirtildiği
gibi Ali b. Zeyd dışında hadisin ravileri sikadır. Ali b. Zeyd*in
rivayetlerinin delil olarak kullanılacağında ise ihtilaf edilmiştir. Bizim
tesbitlerimize göre ise Ali b. Zeyd hasenü'I-hadis (rivayetleri hasen) olarak
nitelenebilecek bir ravidir. Hadis su, duvar ve benzeri şeylerle gizlemesi
sebebiyle başkalarının görme imkânı bulunmadığı durumlarda yalnız iken çıplak
olarak yıkanabilece-jğine delâlet etmektedir.
Taberânî'nin
Mu'cemü'l-kebir'ds (XXIV, 712) Zeynep bint Ümmî Sele-[me'den rivayeti de bu
durumu teyid etmektedir. O şöyle demiştir: Yıkanır-cen Resûluilah (s.a.v.)'in
yanına girmiştim. Bir avuç su alıp yüzüme attı ve eW dur seni kendini
bilmez.'" buyurdu.[104]
Mecmau'z-zevâid'de belirtil-liği gibi hadisin isnadı hasendir. Hadis zahiri
itibariyle Hz. Peygamber ^s.a.v.)'in çıplak olarak guslettiğini ifade ettiği
gibi yuvarlanan taşın elbiselerini alıp götürmesi de Hz. Musa (a.s.)'in çıplak
olarak yıkandığını gös-ermektedir. Bu, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in "Allah
size çıplaklığı yasaklamıştır. Allah'ın meleklerinden utanın" ve
"Allah utanmaya insanlardan daha layıktır" hadislerindeki umumiliği
tahsis etmekte ve çıplaklık yasağını zaruretin bulunmadığı durumlarla
kayıtlamaktadır. Burada küçük ve büyük abdest bozmak, gusletmek ve benzeri
zaruri durumlar söz konusu olduğunda, tenhada çıplaklık caiz olacaktır.
Bununla birlikte edebe riayet etmek ve Allah'tan utanmak amacıyla sözü edilen
durumlarda bile imkân ölçüsünde örtünmek daha faziletlidir. Resûluilah
(s.a.v.)'in, "Allah hayalıdır ve Örtücüdür, hayayı ve örtünmeyi sever. O
halde guslettiğinizde örtünün " hadisi de bu duruma delâlet.etmektedir.
Hadisi Ebû Dâvûd ve Nesâî Ya'Iâ b. Umeyye'den rivayet etmişlerdir.[105]
Neylü'l-evtâr'da (1,243) ifade edildiği gibi hadisin ravileri Sahihsin
ravilerindendir. İncelediğimiz hadis genel ve mutlak olarak gusül esnasında
örtünmeye delâlet etmektedir. Yalnız iken guslün nasıl olacağıni soran kimseye
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, "Allah utanmaya insanlardan daha
layıktır" şeklinde verdiği cevapta da aynı durum söz konusudur.
Sonuç olarak
diyebiliriz ki açılmasını gerekli kılacak bir durum bulunmadığında yalnız iken
avret yerini örtmek vacip, açmayı gerektirici bir zaruretin bulunması halinde
elinden geldiğince örtünmek ise menduptur. İbn Abi-dîn ed-Dür hamişinde (haşiyesinde)
(1,419) yalnız iken olsa bile gusül esnasında örtünme emrinin vacipliğinin
genel olduğunu belirtir. Onun açıklaması şöyledir: Gerçi Allah (c.c.) çıplağı
da örtülüyü de görür. Ancak çıplak olanı edebe riayet etmemiş, örtüneni ise
edebe riayet etmiş görür. İmkanlar ölçüsünde Allah (c.c.)'e karşı edebli
davranmak ise vaciptir. Zeylaî'nin çoğu kimsenin yalnız iken avret yerini
örtmeyi şart koşmadığına dair açıklaması namazla İlgilidir. Bu, ileride konusu
geldiğinde açıklanacaktır. Burada olduğu gibi o konuda düzeltilmesi gereken
bir durum söz konusu değildir.
ed-Dür müellifi
(1,425) daha sonra avret yerini örtme şartının başkasına karşı gerekli
olduğunu, söz gelimi karanlık bir yerde namaz kılıyor bile olsa avret yerini
örtmesi gerektiğini, çünkü açık olması halinde hükmen görünmüş olacağını, buna
mukabil avret yerini kendi nazarından örtmesi gerekmediğini, söz gelimi
gömleğinin yakasından avret yerini görmesi halinde namazının bozulmayacağını
ancak bunun mekruh olduğunu ve fetvanın da bu şekilde verildiğini
söylemektedir. Söz konusu durumda namaz kılmak mekruh olsa da bozulmaz. İbn
Abidîn müellifin "mekruh olsa da" ifadesinin es-Sirâc'daki
"Seleme b. Ekva (r.a.) rivayeti sebebiyle elbisesinin
uçlarını birbirine
iliştirmesi gerekir" açıklamasına dayandığını belirtir. Nitekim Seleme b.
Ekva (r.a.)'in, "Tek parça giysi içinde namaz kılabilir miyim?"
sorusuna Hz. Peygamber (s.a.v.), "Bir dikenle bile olsa onun uçlarını
birbirine iliştir" cevabını vermiştir.[106] Bu
terki mekruhluk olan bir va~ cipliktir. Seleme b. Ekva (r.a.) hadisinin farklı
lafızlarla Hâkim en-Nîsâbû-rî tarafından el-MüstedreWXt (I, 25) rivayet
edildiğini, sıhhati konusunda Zehebî'nin de ona katıldığını hatırlatmalıyız.
Ebû Hureyre (r.a.)
rivayetinin evde çıplak olarak yıkanmanın caiz olduğuna deiâleti açıktır.
Şöyle ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in önceki peygamberlerden bir olay anlatıp
onu olduğu gibi nakletmesi ve yapılanın yanlışlığına dikkat çekmemesi söz
konusu tavrın dinimize de uygun olduğunu gösterir. Şayet dinimize uygun
olmasaydı Hz. Peygamber (s.a.v.) onu mutlaka açıklardı. Sonuç itibariyle
Neylü'l-evtâr*da (1,244) belirtildiği gibi konuyla ilgili hadisler gusül
esnasında örtünmenin daha faziletli olduğunu öğretmeyi amaçladığı ve adaba
ilişkin açıklamalar şeklinde olduğu anlaşılmalıdır.
195. Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle anlatmaktadır: Çamaşırında
islaklık bulunduğu halde düş azıttığını hatırlamayan kimsenin durumu
sorulduğunda Re-sûlullah (s.a.v.), "Gusletsin" buyurdu. Düş
azıttığını hatırlayıp çamaşırında ıslaklık bulunmayan kimsenin durumu
sorulduğunda Resûlullah (s.a.v.), "Ona gusül gerekmez" buyurdu. Ümmü
Süleym, "Bunu gören kadına da gusül gerekir mi?" diye sordu.
Resûlullah (s.a.v.), "Evet, çünkü kadınlar da erkeklerin
benzeridirler" buyurdu.[107]
Hadisi Ebû Dâvûd
rivayet etmiş ("Taharet", 94) ve sıhhati hakkında herhangi bir
açıklamada bulunmamıştır. "Müslüman Olunca Gereken Gusül" başlığı
altında zikredildiği.üzere hadisin isnadında yer alan el-Ömerî hakkında
ihtiiaf edilmiştir. Ancak bilindiği gibi Ebû Ya'lâ onu "hasenü'I-ha-dîs:
rivayetleri hasen seviyesinde" olarak nitelemiştir. Özellikle önde gelen
hadis imamlarından birinin sıhhati hakkında olumsuz yönde açıklamada
bulunmadığı bir hadis hakkındaki ihtilaf onun sıhhatine zarar vermez.
196. Havle bint Hakîm (r.anhâ) şöyle anlatmaktadır: Erkek
gibi düş azıtan kadının durumunu sorduğumda Resûlullah (s.a.v.),
"Erkeklerde olduğu gibi meni gelmedikçe gusül ona gerekmez" buyurdu.
Hadisi İbn Ebî Şeybe
(el-Musannef, 1,80,81) rivayet etmiştir. Kenzü'l-um-mâVde (V, 132) zikredildiği
üzere hadis sahihtir.
Müellif her iki
hadisin de konuya delâletlerinin açık olduğunu söylemiştir. Avnü'l-ma'bûd'da
(1,96) nakledildiğine göre Hattâbî Meâlimü's-sü-nen isimli eserinde hadisle
ilgili şu açıklamayı yapmıştır: Hadisin zahiri meninin geldiğini kesin olarak
hatırlamasa da uykudan kalktığında çamaşırında ıslaklık gören kimseye gusül
gerektiğini ifade etmektedir. İçlerinde Ata, Şa'bî ve Nehaî'nin de bulunduğu bazı
tabiîn âlimlerinin bu görüşü benimsedikleri rivayet edilmiştir. Ahmed b.
Hanbel bu durumda gusül edilmesinin daha isabetli olduğunu söylemiştir.
Alimlerin çoğu ise meni geldiği kesin olarak hatırlanmadığında gusül
gerekmeyeceği görüşünü benimsemişlerdir. Bunlar böyle bir durumda gusletmenin
ihtiyata uygun olduğunu ifade etmişlerdir. Düş azıttığı halde çamaşırında
ıslaklık görmeyen kimseye gusül gerekmediğini de belirtmişlerdir.
Mezhebin görüşüne aykırı bir şekilde uykudan sonra
çamaşırında ıslaklık görülmesinin yanında meninin şehvetle atıla atıla
çıktığını hatırlamayı da şart koşmanın gerek rivayet gerekse dirayet bakımından
doğru bir yaklaşım olmadığını söylemeliyiz. Bu anlayışın mezhebin görüşüne
aykırı olduğu "Guslün Gerekmesi İçin Meninin Şehvetle Çıkmasının Şart
Olduğu" başlığı altında yaptığımız açıklamalardan anlaşılmaktadır. Söz
konusu anlayışın rivayete aykırılığı ise konuyla ilgili hadislerde Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in düş azıttığını hatırlamasa da ıslaklığı görmesiyle guslün
gerektiğini emretmesi ile anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. Aişe (r.anhâ)
rivayetinde bu açıkça ifade edilmektedir. Düş azıttığını hatırlamamanın meninin
şehvetle atıla atıla gelmiş olmasını da hatırlamamak anlamına geleceği
açıktır. Hadiste düş azıttığını hatıriamasa da ıslaklığı görmesiyle guslün
gerektiği emredilmektedir. Hâl böyle iken bunları hatırlamanın şart olduğu
nasıl ileri sürülebilir? Bu durumda "hadisler şehveti şart
koşmaktadır" denilemez.
"Şehvetin ve
meninin atılarak gelmesinin şart koşulmasına delâlet eden hadisler hem uyku hem
de uyanık hale şamildir" şeklindeki itiraza gelince bir kere bunun uyku
haline de şamil olması mümkün değildir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.)'in,
"Meziyi gördüğünde, tenasül organını yıka ve abdest al. Meni gördüğünde
ise, yıkan " (Ebû Dâvûd, "Taharet", 82; Nesâî,
"Taharet", 129; İbn Huzeyme, Sahih, I, 15) hadisinde[108]
yıkanmak görmek şartına bağlanmıştır. Bu ise sadece uyanıkken mümkün olur.
Ayrıca hadiste yer alan görmenin bilmek anlamına geldiği ileri sürülerek uyku
haline de şamil olduğu kabul edilse bile, bu durumda onun tahsise bundan daha
açık olduğunu kabul etmek gerekir. Zira hadis, uyku halinin hükmünü, umumun
işaret delâleti ile açıklamış olur. Oysa konu hakkındaki hadisler özellikle
uykuda meni gelmesiyle ilgili olup bunun hükmünü açık bir şekilde
belirtmektedir. Usulde genel prensip hususiyet ifade eden hüküm umumî hükme,
anlamı açık hükmün de işaret yoluyla elde edilene tercih edilmesidir.
Uykuda iken meninin
şehvetle geldiğinin farkedilmesi şartının dirayete aykırı oluşuna gelince, uyku
halinde bir kimsenin şehvet duygusunu ve meninin atıla atıla gelişini kesin
olarak bilmesi imkansız bir durumdur. Böyle imkânsız bir durum üzerine hüküm
bina edilmez. Buradan hareketle şehvetsiz çıkan meniden dolayı, guslün gerekeceği
gibi bir durum ileri sürülemez. Çünkü biz, meninin şehvetle gelip gelmediğini
hatırlamamanın böyle olmadığı anlamına da gelmeyeceğini söylemekteyiz. Bizim
asıl söylemek istediğimiz, meninin olmamasının değil meninin şehvetle gelip
gelmediğini kesin ofarak hatırlamamanın şart olmadığıdır. Bizim dediğimiz
şudur: Uykudan uyandığında elbise veya vücudunda bir ıslaklık görüp hiçbir şey
hatırlamayan fakat onun kesin meni olduğu kanaatini taşıyan veya meni mi mezi
mi olduğunda şüphe eden kimseye şehvet söz konusu olduğu için gusül gerekir.
Çünkü uykuda düş azıtmış olması ihtimali ağır basmaktadır. Hüküm de ona
göredir. Islaklığın meni mi mezi mi olduğunda şüphe edilmesi halinde de guslün
gerekli olması, meninin hava yahut alınan besinler sebebiyle incelmiş
olabileceği ihtimaline binaendir. Bu durumda biz görülen ıslaklığın meni
olduğunu düşünerek ihtiyaten hüküm vermekteyiz. Sonuç itibariyle şehvet bazan
gerçekten söz konusu olmakta bazan da olduğu zannı bulunmaktadır. Birincisi
uyanık iken ve düş azıtmanın hatırlanması halinde, ikincisi ise uykuda iken ve
düş azıtmanın hatırlanması durumunda söz konusudur.
Bu başlık altında
cünüp iken uyumak, bir şey yemek ve içmek veya tekrar cinsel ilişkide bulunmak
isteyen kimsenin nasıl davranması gerektiği konulan ele alınacaktır.
197. Hz. Ali (r.a.)'in rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "içinde, resim, köpek ve cünüp kimse bulunan eve
melekler girmez."[109]
Hadisi Ebû Dâvûd,
Nesâî ve İbn Hibbân Sahih'inde rivayet etmiştir. (Münzirî, et-Terğîb, I, 38)
198. İbn Abbas (r.a.), "Cünüp, sarhoş ve halûk kokusu[110]
sürünmüş kimse olmak üzere üç kişiye melekler yanaşmaz" demiştir.
et-Terğîb''de
belitildiği üzere haberi Bezzâr rivayet etmiştir ve isnadı sahihtir.[111]
199. Ammar b. Yasir (r.a.)'in nakline göre Hz. Peygamber
(s.a.v.) şöy-^ le buyurmuştur: "Kafir ölüsü, halûk kokusu sürünmüş kimse
ve cünüp olmak üzere üç kişiye melekler yanaşmaz. Ancak cünüp kimse yemek
yemek ve uyumak istediğinde namaz için abdest aldığı gibi abdest alır"[112]
Azîzî'de (II, 183)
belirtildiğine göre hadisi Taberânî el-Mu'cemü'l-ke-fcîr'de hasen bir isnadla
rivayet etmiştir.
Avnü'l-ma'bûa"da
(I, 90) zikredildiğine göre hadisle ilgili Hattâbî'nin Meâlimüs-sünerfdeki
açıklaması şöyledir: Hadiste zikredilen melekler, insanların iyi ve kötü fiillerini kaydeden ve onları
koruyan hafaza melekleri değil insanlara bereket ve rahmet indiren
meleklerdir. Zira hafaza melekleri insan cünüp olsa da ondan ayrılmazlar.
200. Hz. Aişe (r.anhâ)'nm nakline göre Resûluliah (s.a.v.)
cünüp iken uyumak istediğinde namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı.
(Buhârî, "Gu-sül", 27; Müslim, "Hayz", 21, 22; Ebû Dâvûd,
"Taharet", 87)
el-Müntekâ1 da (I,208)
ifade edildiği üzere hadis Kütüb-i sitte'dt bulunmaktadır. Gerek bu hadis
gerekse aşağıdaki hadislerin konuya delâletleri açıktır.
201. Hz. (r.anhâ)'nın nakline göre Resûluliah (s.a.v.)
cünüp iken uyumak istediğinde abdest alır veya teyemmüm ederdi.
Fethü'l-bârfdt (1,337)
zikredildiği üzere hadisi Beyhakî (es-Sünenü'l-küb-râ, I,200) hasen bir isnadla
rivayet etmiştir.
202. Hz. Aişe (r.anhâ)'nın nakline göre Resûiullah
(s.a.v.) eşlerinden biriyle cinsel ilişkide bulunup hemen yıkanmak
istemediğinde duvara ellerini vurarak teyemmüm ederdi.
Mecmau'z-zevâicFde
ifade edildiği üzere hadisi Taberânî el-Mu'cemü'l-evsafta rivayet etmiştir.
İsnadında bulunan Bakıyye b. Velid ise müdelles-tir.[113]
Tabakâtü'l-müdellisîn'de (s. 17) belirtildiği gibi Bakıyye b. Velid zayıf ve
meçhul ravilerden birçok tedliste bulunan bir ravidir. Biz bu hadisi öncekileri
teyit için zikrettik.
203. Ümmü Seleme (r.anhâ)'nın nakline göre Resûluliah
(s.a.v.) cünüp olduktan sonra uyur, uyanır sonra tekrar uyurdu.[114]
Mecmau'z-zevâid'de (I,
114) belirtildiği üzere hadisi Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir. İsnadı Sahih'm
ravilerinden meydana gelmektedir.
204. İbn Ömer (r.a.)'nın, "Bizden biri cünüp iken
uyuyabilir mi?" sorusuna Hz. Peygamber (s.a.v.) ''Evet, isterse abdest
alır" şeklinde cevap vermiştir.
Hadisi İbn Huzeyme ve
İbn Hibbân rivayet etmişlerdir. et-Telhîsü'l-haMr'de belirtildiği üzere
"isterse" kısmı hariç hadisin aslı Sahihayn'da bulunmaktadır.[115]
205. Abdullah b. Ebî Kays (r.a.) anlatmaktadır: Hz. Aişe
(r.anhâ)'ya Resûluliah (s.a.v.)'in vitir namazını sordum. Daha sonra ona,
"Cünüp olunca ne yapıyordu, önce gusledip sonra mı uyuyordu yoksa uyuyor
daha sonra mı guslediyordu?" diye sordum. Hz. Aişe (r.anhâ),
"Bunların her ikisini de yapıyordu. Bazen yıkandıktan sonra uyuyor, bazen
de abdest alıp uyuyordu" şeklinde cevap verdi. (Müslim, "Hayz",
26)
206. Hz. Aişe (r.anhâ)'nın nakline göre Resûluliah
(s.a.v.) cünüp iken yemek yemek veya uyumak istediğinde namaz için abdest
aldığı gibi abdest alırdı.
et-Telhîsü'l-habîr'dz
belirtildiğine göre hadisi bu lâfızlarla Müslim rivayet etmiştir. (Müslim,
"Hayz", 21, 22)
207. Hz. Aişe (r.anhâ)'nın nakline göre Resûluliah
(s.a.v.) cünüp iken uyumak istediğinde önce namaz için abdest aldığı gibi
abdest alırdı. Cünüp iken yemek yemek istediğinde ise önce ellerini yıkar,
ağzını çalkalar sonra yerdi.
Hadisi Dârekutnî
rivayet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir.[116]
208. Ebû Râfi (r.a.)'in nakline göre Resûluliah (s.a.v.)
bir gün her birinin yanında ayrı ayrı yıkanmak suretiyle, hanımlarını dolaştı.
Ebû Râfi (r.a.), "Ey Allah' in Elçisi! Hepsi için bir kere gusül etsen
olmaz mıydı?" sorusuna Hz. Peygamber (s.a.v.), "Bu, (sevap yönünden)
daha iyi, (kalbin tatmini için) daha güzel, (vucud için) daha temizdir"
şeklinde cevap verdi.[117]
Fethu'l-bârfde (1,222)
zikredildiği üzere hadisi Ebû Dâvûd ve Nesâî rivayet etmiştir. İbn Hacer'in
prensiplerine göre hadis sahih veya hasendir.
209. Enes b. Malik (r.a.)'in rivayetine göre Resûfullah
(s.a.v.) hanımlarını dolaşır sonunda bir defa guslederdi. (Müslim,
"Hayz", 28)
210. Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'in rivayetine göre
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Biriniz hanımıyla cinsel ilişkide
bulunduğunda tekrar etmeyi isterse ikisi arasında abdest alıversin."
Bu lâfızlarla hadisi
Müslim rivayet etmiştir. et-Telhîsü'l-habîf'de ifade edildiği gibi hadis Ahmed
b. Hanbel, İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim en-Nîsâbûrî ve Beyhakî tarafından da
rivayet edilmiştir. Ancak bunlardan, "Tekrar için bu daha
zindeliktir", İbn Huzeyme'nin bir rivayetinde ve Beyhakî'de ise
"Namaz abdesti gibi abdest alsın" ilaveleri bulunmakta-dır.[118]
211. Hz. Aişe (r.anhâ), Resûlullah (s.a.v.)'in abdest
almadan yeniden cinsel ilişkiye girdiğini söylemiştir.
Fethu'l-bârfde (I,
313) ifade edildiği gibi haber Tahavî (Şerhu meâni'i-âsâr, i, 127) tarafından
rivayet edilmiştir.
212. Hz. Aişe (r.anhâ)'nın nakline göre Resûlullah
(s.a.v.)'in suya dokunmadan cünüp olarak uyurdu[119]
Aynî'nin belirttiği
üzere (Umdetü'l-kârî, II, 64) sahih bir isnadla nakledilen İbn Mâce rivayetine
göre Hz. Aişe (r.anhâ), "Resûlullah (s.a.v.) eşiyle cinsel ilişkide
bulunur, suya dokunmadan olduğu gibi uyurdu" demiştir.
213. İmam Muhammed'in Ebû Hanife > Ebû İshak es-Sebîî
> Esved b. Yezid isnadıyla nakline göre Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle anlatmıştır:
Hz. Peygamber (s.a.v.) gecenin ilk
vakitlerinde ailesiyle cinsel ilişkide bulunur, uyur ve suya dokunmazdı.
Gecenin sonunda uyandığında tekrar cinsel ilişkide bulunur ve öyle guslederdi.
Hadisi Muhammed b.
Hasan eş-Şeybânî hem el-Âsar (s. 8) hem de el-Muvatta'âa (s. 71) rivayet
etmiştir. Ancak el-Muvatta'da "uyurdu ve suya dokunmazdı"
şeklindedir. Hadisle ilgili Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, "Biz bu hadise
göre amel etmekteyiz. Buna göre hanımıyla cinsel ilişkide bulunduktan sonra
kişinin gusül etmeden veya abdest almadan uyumasında bir sakınca yoktur. Bu,
Ebû Hanife (r.a.)'in görüşüdür" açıklamasını yapmıştır.
Tesbitlerimize göre
isnaddaki ravilerin hepsi güvenilirdir. Ayrıca müç-tehid bir âlimin bir hadisle
amel etmesi onun sahih olduğuna hükmetmesi anlamına gelmektedir. Bu usulde
bilinen bir prensiptir.
214. Sahabeden Şeddad b. Evs şöyle demiştir: Gece cünüp
olan kimse uyumak istediğinde abdest alsın. Çünkü abdest guslün yarısıdır.
Aynî (Umdetü'l-kârî,
II, 166) ve İbn Hacer'in (Fethu'l-bârî, 1,337) belirttiklerine göre haberi İbn
Ebî Şeybe, raviieri güvenilir bir isnadla rivayet etmiştir. (el-Musannef, I,
60)
215. İbn Huzeyme > Haccac > Hammad > Eyyüb >
Nafi isnadıyla nakledildiğine göre İbn Ömer (r.a.), "Cünüp olan kimse
yemek, içmek veya uyumak istediğinde ellerini yıkar, ağız ve burun temizliği
yapar, yüzünü, kollarını ve edep yerini yıkar ayaklarını ise yıkamaz"
demiştir.
Haberi Tahâvî rivayet
etmiştir. (Şerhu meâni'l âsâr, I, 128) İbn Huzeyme hariç raviieri Sahih1 m
ravileridir. Daha Önce de zikredildiği üzere İbn Huzeyme ise güvenilirliği ile
tanınan bir ravidir. Haberi İmam Malik Muvat-ta'ında ("Taharet", 86)
İbn Ömer (r.a.) vasıtasıyla Hz. Aişe (r.anhâ)'den rivayet etmektedir. Buna
göre Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle anlatmıştır: Bazen Resûlullah (s.a.v.) cünüplük
sebebiyle guslederdi. Daha sonra gelir kendisini ısıtmamı isterdi, ben de
gusletmediğim halde onu kucaklardım.
Bu açıklamayı
lafızlarla Tirmizî de rivayet etmiş ("Taharet", 91) ve "Hadisin
isnadında bir kusur yoktur" açıklamasını yapmıştır.
Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in gusletmeyi namaz vaktine kadar geciktirdiği sabittir. Hatta İbn
Hacer'in verdiği bilgiye (Fethu'l-bârî, II, 102) ve Dârekut-nî'nin rivayetine
(Sünen, I, 361) göre bir defasında O (s.a.v.) namaza başladıktan sonra evine
yöneldi ve "Yerinizden ayrılmayın"'dedi. Sonra başından sular
damlayarak döndü ve "Ben cünüptiim gusletmeyi unutmuşum" buyurdu.[120] Söz
konusu olay Sahîhayn'da da rivayet edilmektedir. Unutma
elbette geciktirme
sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Hz. Aişe ve Ümmü Seleme (r.anhümâ)'nın
rivayetlerine göre de Resuluİlah (s.a.v.) hanımıyla cinsel ilişkide bulunduktan
sonra sabaha kadar cünüp olarak gecelemekte sonra gusledip orucunu tutmaktaydı.
(Buhârî, "Gusl", 17) Bu durumda Allah'a inanan bir müsiüman Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in yaptığı bilinen bir hususu kötü olarak niteleyebilir mi?
Dinen cünüplük sebebiyle hemen yıkanmamak mümkün olduğuna göre guslü
geciktirmenin caiz, hemen yapmanın ise daha faziletli olduğunu söylemek en
uygun olanıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in geciktirmesi de bunun caiz olduğunu
açıklamak içindir. Alimler, cünüp bulunan eve meleklerin girmeyeceğine dair Hz.
Ali (r.a.) hadisinin, (Ahmed b. Hanbel, I, 83)[121]
namaz vaktine kadar geciktirenler hakkında değil, cünüp gezmeyi adet haline
getiren kimselerle ilgili olduğunu söylemişlerdir. Sindî, Nesâî haşiyesinde,
Suyûtî de Zehrü'r-rubâ'da (I, 51) bunu açıkça ifade etmişlerdir.
Gusletmeden cünüp
olarak uyunabileceği konusundaki görüşümüz budur. Abdest almadan cünüp olarak
uyunabileceğine ise İbn Mâce'de rivayet edilen Hz. Aişe (r.anhâ) hadisi
delâlet etmektedir. Buna göre Resuluİlah (s.a.v.) arzu duyduğunda eşiyle
cinsel ilişkide bulunur, sonra suya dokunmadan olduğu gibi uyurdu. Yukarıda
açıklandığı üzere hadisin senedi sahihtir. Hz. Aişe (r.anhâ)'nin "Suya
dokunmadan olduğu gibi uyurdu" ifadesi, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bazan
abdest almadan ve gusletmeden cünüp olarak uyuduğunu açıkça ortaya
koymaktadır. İbn Hacer'in et-Telhî-sü'l-habîfdt naklettiği Tirmizî'nin hadisi
"gusül için suya dokunmazdı" şeklindeki yorumunun yanlışlığı Hz. Aişe
(r.anhâ)'nin bu açıklamasından anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in iki durumun
da caiz olduğunu göstermek üzere farklı zamanlardaki uygulamaları olarak
yorumlanması, söz konusu hadisler arasındaki çelişkiyi gidermenin en doğru
yoludur. İbn Hacer'in et-Telhîsü'l-habîr'de (1,52) naklettiğine göre sözü
edilen çelişkiyi gidermede İbn Kuteybe de aynı usulü uygulamıştır. İbn Mâce ve
İbn Hibbân'ın İbn Ömer (r.a.)'den rivayetleri de bu yorumun isabetliliğini teyit
etmektedir. Nitekim et-Telhîsü'l-habîr'de belirtildiği üzere İbn Ömer
(r.a.)'nın "Bizden biri cünüp iken uyuyabilir mi?" sorusuna Hz.
Peygamber (s.a.v.) "Evet, isterse abdest alabilir" şeklinde cevap
vermiştir.[122]
Bize göre Şeddad b.
Evs (r.a.)'in hadisinde cünüp kimsenin uyumadan önce abdest almasının
hikmetinin, hükmî kirliliğin hafifletilmesi olduğu açıklanmaktadır. Cünüp
kimsenin abdest alarak veya teyemmümle uyumasının daha faziletli olduğunda
şüphe yoktur. Meymûne bint Sa'd (r.anhâ) rivayeti de buna delâlet etmektedir.
Onun "Cünüp olarak uyunabilir mi?" sorusuna Hz. Peygamber (s.a.v,),
"Abdest almadan cünüp olarak uykuya yatılmasından hoşlanmam. Ben kişinin
bu halde iken vefat etmesinden ve bu durumda Cebrail'in gelmemesinden endişe
ederim" şeklinde cevap vermiştir. Hadisi Taberânî rivayet etmiştir.
(el-Mu'cemü'l-kebîr, XXV, 36, 37; Heysemî, Mecmau'z-zevâid, I, 275) Ancak isnadında
Abdulhamid b. Yezid'den rivayette bulunan Osman b. Abdurrahman bulunmaktadır.
Osman b. Abdurrahman, el-Harrânî et-Terâikî'dir. Yahya b. Main onun sika
olduğunu söylemiş, Ebû Hatim ise onu sadûk lafzıyla nitelemiştir. İbn Ebî Arûbe
el-Harrânî ve İbn Adi, "Meçhul ravilerden rivayette bulunmakla birlikte onda
önemli bir kusur yoktur" demişlerdir. Buhârî ve Ebû Ahmed e!-Hâkim ise,
onun bazı zayıf ravilerden rivayette bulunduğunu ifade etmişlerdir.
(Mecmau'z-zevâid, I,114) Abdülhamid b. Yezid hakkında ise bilgi bulamadım.
Cüniip kimsenin
uyumadan abdest alması ile ilgili olarak İbn Ebî Şey-be de (el-Musannef, I, 60)
Hz. Aişe (r.anhâ)'nın "Cüniip olarak uyumak isteyen abdest alsın. Belki
de uyurken eceli gelir" dediğini rivayet etmiştir. Bu haber isnadsız olarak
Zehrü'r-rubâ'da (I, 51) da bulunmaktadır. Söz konusu her iki haber de cüniip
kimsenin abdest alarak da olsa belirli bir temizlik yapmasının daha faziletli
olduğuna delâlet etmektedir. Zira abdest hükmî kirliliği hafifletmektedir.
Beyhakî'nin hasen bir isnadla Hz. Aişe (r.an-hâ)'den rivayetine göre teyemmüm
de onun yerine geçmektedir.
İbn Huzeyme rivayeti,
cünüp kimsenin yemeden ve uyumadan önce abdest almasının vücudun zindeleşmesi
ve hükmî kirliliği kısmen de olsa hafifletmesi konusunda etkin olduğuna
delâlet etmektedir. İbn Ömer (r.a.)'nın hem sözlü hem de fiili olarak eksik
abdestie yetinmiş olması buna sebep olmaktadır. Bize göre böyle bir durumda
abdestin eksiksiz alınması daha faziletlidir. Nitekim Kütüb-i sitte'de Hz.
Aişe (r.anhâ)'den rivayet edilen hadise göre Resûlullah (s.a.v.) cünüp iken
uyumak istediğinde namaz abdesti gibi abdest alırdı. Bu durumda İbn Ömer
(r.a.)'nm söz konusu açıklaması, cünüp kimsenin gusletmeden ve abdest almadan
uyumasının da caiz olduğuna, bunun mekruh olmadığına delâlet için olmaktadır.
Zira onun söz konusu ettiği abdest dini anlamda tam bir abdest değildir.
Hz. Aişe (r.anhâ)
hadisi, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in onun gusletmeden uyumasını ve guslü daha
sonraya bırakmasını onayladığını göstermektedir. Haberin zahirinden Hz. Aişe
(r.anhâ)'nm abdest de almadığı anlaşılmaktadır. Çünkü kış mevsiminde kadın
abdest aldıktan sonra ondan erkeğin kendisini ısıtmasını istemesi makul
gözükmemektedir.
Bu başlık altında az
suyun içine düşen pisliğin az da olsa suyu kirleteceği konusu işlenecektir.
216. Ebû Hureyre (r.a.)'in rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Herhangi biriniz sakın durgun suya küçük abdest bozup da sonra
oradan yıkanmaya kalkmasın" buyurmuştur.[123]
Hadisle ilgili müellif
el-Bahr'dak\ (1,83) şu açıklamayı nakletmektedir: Bol miktardaki suya karışan
az bir miktardaki idrarın onun rengini ve kokusunu değiştirmeyeceği malumdur.
Bununla birlikte Hz. Peygamber (s.a.v.) böyle bir suda yıkanmayı yasaklamıştır.
"Biriniz uykudan uyandığı zaman su kabına sokmadan elini üç kere yıkasın.
Çünkü elinin gece nerelerde bulunduğunu bilmez"[124]
hadisi de buna delâlet etmektedir. O (s.a.v.), tenasül organına dokunmadan
dolayı pislik bulaşma ihtimalini dikkate alarak ihtiyaten elleri yıkamayı
emretmektedir. Böyle bir dokunmadan dolayı bulaşabilecek pislikle suyun
değişmeyeceği bilinmektedir. Bununla birlikte içine düşen az da olsa pislik
hakikatte onu ifsad etmiş olmasaydı, o takdirde Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
köpeğin yaladığı kabı ihtiyaten yıkamayı emretmesinin bir mânası olmazdı.
Nitekim köpeğin yalamasıyla içinde bulunan suda bir değişiklik meydana
gelmediği halde Resûlullah (s.a.v.), "Köpek yaladığı zaman kabınızın
temizliği yedi kere yıkanmakla olur" buyurmuştur.[125]
Netice itibariyle bu deliller, suya pislik karıştığı kanaati oluştuğunda onun
kullanılmayacağını göstermektedir. Bu noktada suyun iki
kulleden daha az veya daha çok olması,
suyun evsafının değişmesi veya değişmemesi arasında herhangi bir fark yoktur.
Bu, İmam Ebû Hanife (r.a.)'in görüşüdür.
Bir şeyin bir şekilde
sınirlandırılmaya gidilmesi ve ona bir konulması ancak nasla olabilir. Ne var
ki biz konuyla ilgili herhangi bir nas bilmemekteyiz. Aşağıda ayrıca
zikredileceği üzere konuyla ilgili nakledilen kulleteyn hadisinin muhtevası
ise doğru olarak tespit edilememiştir. Hadisin konuyla ilgili iddia edildiği
şekilde delil olması da mümkün değildir. Hadis, İmam Şafiî, Ahmed b. Hanbel,
Sünen-i erbaa müellifleri, İbn Huzey-me, îbn Hibbân, Hâkim en-Nîsâbûrî,
Dârekutnî ve Beyhakî tarafından Abdullah b. Abdullah vasıtasıyla Hz. Ömer
(r.a.)'den rivayet edilmiştir. Ebû Dâvûd rivayeti şöyledir: Evcil ve yabanî
hayvanların uğraği olan suyun durumu sorulduğunda Resûluliah (s.a.v.),
"İki külle miktarında olan su pislik tutmaz" şeklinde cevap
vermiştir.[126] Hâkim en-Nîsâbûrî
rivayeti, "İki külle miktarında olan suyu hiçbir şey pisletemez", Ebû
Dâvûd'daki diğer bir rivayetin ve İbn Mâce rivayetinin lafzı ise "Çünkü su
pis olmaz" şeklindedir.
Hâkim en-Nîsâbûrî,
"Hadis, Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir, her ikisi de tüm
ravilerinin rivayetlerini delil olarak zikretmişlerdir" demiştir. İbn
Mende'nin açıklaması ise şöyledir: Hadis Müslim'in şartlarını taşımaktadır.
Hadis Velid b. Kesir'e dayanmaktadır. Onun hadisi aldığı kimselerle ilgili
Muhammed b. Ca'fer b. Zübeyr, Muhammed b. Abbâd b. Ca'fer, Ubeydullah b.
Abdullah b. (Büyük) Ömer ve Abdullah b. Abdullah b. (Küçük) Ömer olmak üzere
farklı isimler zikredilmiştir. Bize göre bu durum hadisin sıhhatini engelleyen
bir kusur değildir. Zira sözü edilen ra-vilerin hıfz sahibi oldukları
düşünüldüğünde hadisin güvenilir raviler vasıtasıyla nakledildiği sonucuna
varılır. Araştırma sonucu tespit edilen hadisin gerçek isnadı ise; Velid b.
Kesir > Muhammed b. Abbâd b. Ca'fer > Ab-duliah b. Abdullah b. Ömer ve
Muhammed b. Ca'fer b. Zübeyr > Ubeydul-İah b. Abdullah b. Ömer şeklindedir.
Bu iki isnad dışında nakledenler yanılmıştır. Kütüb-i sitte müellifleri Ebû
Üsâme > Velid b. Kesir isnadıyla iki farkiı yoldan da rivayet etmişlerdir.
Hâkim en-Nîsâbûrî ve
diğer müelliflerin nakilde bulundukları Hammad b. Seleme > Asım b. Münzir
> Abdullah b. Abdullah b. Ömer > babası şeklinde hadisin üçüncü bir
isnadı daha vardır. Bu isnad hakkındaki soruya İbn Maîn "ceyyid:
sağlamdır" diye cevap vermiştir. İbn Uleyye'nin hadisi merfû olarak
rivayet etmediği hatırlatıldığında ise, "İbn Uleyye hadisi doğru
ezberlemese de hadisin isnadı ceyyiddir" demiştir.
İbn Abdilberr'in
et-Temhid'deki açıklaması şöyledir: Kulleteyn hadisi hakkında İmam Şafiî'nin
görüşü usul açısından zayıf, rivayet açısından ise sahih değiidir. Zira
âlimlerden bir grup hadisi eleştirmiş, kulleteynin mahiyeti ve miktarı
hususunda rivayet veya icmâ yoluyla herhangi bir bilgi bulunamamıştır.
el-İstizkar'da ise, "Hadis illetlidir, İsmail el-Kâdî onu eleştirmiş ve
reddetmiş" demiştir. Tahâvî de 'kuileteynin mikdarı belirli olmadığı için
ona göre amel edemeyiz' açıklamasını yapmıştır.
Hadisle ilgili İbn
Dakîki'İ-Id'in açıklaması şöyledir: Bazı âlimler hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir.
Fakihlerin metoduna göre hadis sahihtir. Zira bazı lafızları sebebiyle
isnadında problem bulunsa da bunlarla ilgili rivayetler arasındaki çelişkiler
giderilmek suretiyle makul açıklama yapılabilir. Ancak ben, kulleteynin seran
itibara alınması gereken miktarını tespitte dinen delil olabilecek bir veriye
sahip olunmadığı için onu terk ettim.
İbn Dakîki'1-îd
problemli rivayetle İbn Adi'nin rivayet ettiği İbn Ömer (r.a.) hadisini
kastetmiş olmalıdır. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Su Hecer
küpleriyle iki külle (küp) miktarına ulaşınca pislik tutmaz" demiştir.[127]
et-Telhîsü'l-habir'de (1,5) zikredildiği üzere bu hadisin isnadında bulunan
Muğire b. Saklâb münkerü'l-hadîs (rivayetlerinin çoğu münker) olarak
nitelenmiştir. Onun hakkında Nüfeylî, "Rivayetine güvenilmez", İbn
Adi ise, "genelde rivayetleri desteklenecek durumda değildir"
demişlerdir. et-Telhîsü'l-habir'dz (I, 6) şu bilgilere de yer verilmektedir:
Ebû Ubeyd'in Kitabu 't-tuhûr' da belirttiği üzere Şafiîler Arapların
şiirlerindeki yaygın kullanımı esas alarak hadiste kastedilen kullenin Hecer
küpleri olduğunu söylemişlerdir. Hattâbî Hecer küplerinin Araplarca
bilindiğini, kapasitelerinin belirli olduğunu, kullenin ise müşterek bir lafız
olduğunu söylemiştir. Onun anlamlarından biri olan "kap" şeklinde
anlaşılması halinde geriye ondan maksadın büyük mü yoksa küçük mü olduğu
meselesi kalmaktadır. Onun büyük olduğunun delili ise Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in limit belirlerken sayı kullanmasıdır. Zira büyük bir kabı ölçü
olarak belirlemesi mümkün iken iki küçük kulleyi esas almasının bir manası
olmaz.
İbn Hacer'in
Fethu'l-bârfâçkı (I, 300) açıklaması ise şöyledir: Büyük kuüenin ne olduğu
konusunda Hicaz bölgesinin örfü esas alınır. Tâbiu'l-âsâr'da (s. 68) şöyle
denir: Nakledilen kulleteyn hadisleri, havuzlarda olduğu gibi suyun yerdeki
yaygınlığı şeklinde anlaşılmalıdır. Konuyla ilgili hadisler sorulan bir soruya
cevap olarak söylenmiştir. İki kule su derinliği avuçlandığında dibi
görünmeyecek tarzda yayvan bir şekilde yayılması halinde bir ucundaki hareket
diğer uca sirayet etmeyecek kadar bir alan tutar. Mezhebimizde çok suyun
ölçüsü de işte budur. Halkın anlaması için âlimler bunu 10x10 zira (arşın)
olarak belirlemiştir. Bu, asrının önde gelen âlimlerinden muhaddis Reşid Ahmed
el-Kenkevî'nin açıklamasıdır. Onun anlattığını biz de denedik, aynen dediği
gibi olduğunu gördük. Suyun çokluğu için 10xl0'luk alan belirleme yoluna
gidilmesinin hikmeti, içine düşen pisliğin dağılıp yok olması ve avuçlanarak
alındığı yüzeyde etkisini göstermemesidir. Suyun alanının azalması halinde,
suyun yüzeyinde pisliğin gözükmesi ve etkisini her yerde göstermesi söz
konusudur.
217. Ebû Hureyre (r.a.)'in rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Köpek birinizin kabını yaladığı zaman önce içindekini döksün
sonra da yedi kere yıkasın" buyurmuştur.[128]
Dârekutnî hadisin
isnadının hasen, ravilerinin ise güvenilir olduğunu söylemiştir.
et-Telhîsü'l-habifdt zikredildiği üzere hadisi İbn Huzeyme Sahih'inde
"Fe'lyuhrikhu" lafzıyla rivayet etmiştir.
Hadiste, suyun evsafından
herhangi bir değişiklik bulunmadığı halde Hz. Peygamber (s.a.v.) köpeğin
yaladığı kaptaki suyun pislendiğini haber vermekte ve dökülmesini
emretmektedir. Bu durum, küp dâhil küçük veya büyük kaplarda bulunan suyun
içine düşen pislik sebebiyle değişiklik meydana gelmese de pislendiğini
göstermektedir. Kulleteyn hadisi ise gerek metninde gerekse isnadında bulunan
kusurları sebebiyle sahih değildir. Konuyla ilgili geniş bilgi edinmek isteyen
önde gelen âlimlerden Nîmevî'ninÂçâ-rü's-sünen (1,4-6) isimli eserine
bakabilir. Bu konuda Zehebî'nin açıklaması esas itibariyle yeterlidir. O
Mîzânü'l-i'tidâVde Hasan b. Muhammed b. Yahya
el-Alevî isnadıyla Cabir b. Abdullah (r.a.)'den merfû olarak nakledilen,
"Ali insanların en hayırlısıdır. Ondan yüz çeviren kafir olur"
rivayeti hakkında Hatîb el-Bağdâdî'nin, "Bu, münker bir hadistir, onu
el-Alevî'den başkası bu isnadla rivayet etmemiştir. Dolayısıyla böyle bir hadis
sabit değildir" der. Zehebî der ki, Hatib el-Bağdâdî'nin "sabit
değildir" demesi kulleteyn, dayıların mirasçı olacağı ve benzeri
rivayetler hakkındadır, yoksa uydurma olduğunda şüphe bulunmayan yukarıdaki
el-Alevî haberi gibi rivayetleri dikkate almaya bile değer bulmaz. Bu tür
saçmalıkları benimseyen nasipsizlerden Allah (c.c.)'e sığınırız. Kulleteyn
hadisinin sahih olduğunu bir an kabul etsek bile o takdirde Tirmizî'nin
rivayetinden de anlaşıldığı gibi kulleden yerdeki su birikintisi
kastedilmektedir. Nitekim onun rivayetine göre İbn Ömer (r.a.) şöyle
anlatmıştır: Çöldeki evcil ve yabanî hayvanların uğrağı olan suyun durumunu
sorduklarında Resûlullah (s.a.v.)'e, "İki külle miktarında olan su pislik
tutmaz" buyurmuştur. (Tirmizî, "Taharet", 50) Çöldeki suların
genellikle yayvan su birikintisi şeklinde olduğu ve kulleteynin de enine ve
boyuna on arşınlık bir alam kapsadığı bilinmektedir. Üstat bu bilgileri
Tâbiu'l-âsâr'da muhaddis Kenkevî'den nakletmektedir.
Çöldeki suların
genellikle yayvan su birikintisi şeklinde olduğunu kabul edelim. Ancak her
zaman böyle olmayacağı düşünülmelidir. Yüzeyi az, derinliği fazla su da
olabilir. Bu durumda hadisin umumiyet ifade eden lafzı nasıl tahsis
edilecektir? sorusu akla gelebilir. Bu sorunun cevabı suda değişiklik meydana
getirmese de içine pislik düşen kuyunun pisleneceğine dair deliller
çerçevesinde zikredilecektir. Kuyu suları genellikle iki kulleden fazla olur.
Özellikle suyu kesilmeyen zemzem kuyusu böyledir. Böylece kulleteyn hadisinin
kuyular gibi derin sular hakkında değil, hadisteki bazı ifadelerin de işaret
ettiği gibi yayvan su birikintileri ile ilgili olduğu ortaya çıkmaktadır.
Burada Buzâa kuyusuyla
ilgili rivayeti de zikretmeliyiz. Tirmizî'nin Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'den
rivayetine göre, "Hayız bezlerinin, köpek leşlerinin ve kokuşmuş
nesnelerin atıldığı bir kuyu olan Buzâa kuyusundan abdest alabilir miyiz?"
sorusuna Resûlullah (s.a.v.), "Su temizdir, onu hiçbir şey
pisletmez" diye cevap vermiştir.[129]
Tirmizî hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Buzâa hadisini en güzel rivayet
eden Ebû Üsame'dir. Buzâa kuyusu hakkında Ebû Saîd hadisi Ebû Üsâme tarikinden
daha sağlam bir yolla rivayet edilmemiştir. Bu hadis Ebû Saîd'den birkaç
tarikle rivayet edilmiştir. Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Maîn ve Muhammed b. Hazm
hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir. İbn Mende ise hadisin isnadının meşhur
olduğunu belirtmiştir. (et-Telhîsü'l-habîr, I, 3-4)
Buna şöyle cevap
verilin et-Telhîsü'l-habîf de (1,3-4) nakledildiğine göre hadisle ilgili İmam
Şafiî'nin açıklaması şöyledir: Buzâa kuyusu gerçekten büyük ve geniştir.
İçerisine atılan pislikler onun kokusunu ve rengini değiştirmiyor, bunlardan
dolayı kuyuda pis kokular da oluşmuyordu. "İçerisine bazı pisliklerin
atıldığı zikredilerek Buzâa kuyusundan abdest alabilir miyiz?" diye
sorulduğunda Hz. Peygamber (s.a.v.), "Suyu hiçbir şey pisletmez" diye
cevap vermiştir.[130] Ebû
Davud'un rivayetindeki, "Kuyudaki suyun renginin değişmiş olduğunu
gördüm" (Ebû Dâvûd, "Taharet", 34) şeklindeki beyanı hakkında
AwuT/-ma'£«<i'daNevevî'nin, "Hadiste kastedilen suyun içine düşen
pislikle bozulmayacağı değil, suyun uzun süre durması ve kaynak olması
itibariyle bozulmayacağıdır." şeklindeki açıklamasına yer verilmektedir.
İbnü'l-Münzir'in,
"Az olsun çok olsun içine düşen pislikle tadı, rengi ve kokusu değişen
suyun pis olacağı hususunda âlimler icmâ etmişlerdir" açıklaması sebebiyle
hadisi söz konusu şekilde açıkladık. Bir sonraki başlıkta konuyla ilgili başka
bir hadis zikredilecektir. Onun konuya delâleti açıktır. Akmayan sudan
kastedilen "az su" dur.
218. İbn Sîrîn'in nakline göre zenci bir adam Zemzem
kuyusuna düştü ve öldü. İbn Abbas (r.a.) adamın cesedinin kuyudan çıkarılmasını
ve kuyunun boşaltılmasını emretti. Rükün tarafındaki gözeden gelen suyu
boşaltamadılar. Bunun üzerine kuyunun suyunun boşaltıiabilmesi için İbn Abbas
(r.a.) gözenin kıbtî ve ipekli şal ile tıkanmasını emretti. Kuyuyu boşalttıklarında
fışkırarak yeniden doldu.
Haberi Dârekutnî
rivayet etmiştir. (Sünen, I, 33) Âsârü's-sünen'de (I, 9) ifade edildiği üzere
isnadı sahihtir.
Zemzem kuyusunun
suyunun iki kulleden fazla olduğu ve içerisinde bir kimsenin ölmesiyle
değişiklik meydana gelmeyeceği bilinmektedir. Buna rağmen İbn Abbas (r.a.)
kuyunun mendup olacağı için değil, vücubiyet ifade ettiği için boşaltılmasını
emretmiştir. O kadar ki o, rükün rafmdaki gözenin kıbtî ve ipekli şal ile
tıkanmasını emretmiştir. Mendup olan hususlarda bu derece mübalağa etmek dinde
aşırılık anlamına gelir -ki sahabe böyle bir tavırdan uzaktır- Üstelik böyle
bir durumun sahabenin huzurunda meydana geldiği ifade edilmektedir. Bu, suyunda
değişiklik meydana getirmese de içine düşen pislik sebebiyle kuyunun
boşaltılmasına dair sahabenin icmâının bulunduğu anlamına gelmektedir.
Sahabenin böylesi aşırılıklarda bulunması ise düşünülemez. Mezhebimizin görüşü
budur.
Beyhakî,
el-Ma'rife'de, İbn Sîrîn'in söz konusu rivayetini mürsel olduğu gerekçesiyle
eleştirmiştir. Zeylaî de onun bu eleştirisini naklettikten sonra İbn Sîrîn'in
İbn Abbas (r.a.)'i görmediğini dolayısıyla ondan işitmediğini, ondan
rivayetlerinin "belağ" sigasıyla olduğunu (rivayetlerinde kopukluk
bulunduğunu) zikrederek Beyhakî'yi desteklemiştir. Bu eleştirileri
değerlendiren Nîmevî sözü edilen rivayetin isnadının muttasıl kendisinin de
sahih olduğunu belirtmiştir. Onların rivayetle ilgili mürsel iddialarının
yanlışlığını da şöyle açıklamıştır: İbn Şîrîn İbn Abbas (r.a.)'in vefatında 35
yaşlarmdaydı. Onunla görüşmesine engel bir durum da söz konusu değildi. Ayrıca
Zehebî de İbn Sîrîn'in İbn Abbas (r.a.)'den hadis işittiğini açık bir şekilde
ifade etmiştir. Nitekim o, "İbn Şîrîn, Ebû Hureyre, İmran b. Husayn, îbn
Abbas, İbn Ömer ve benzeri sahâbîlerden (r.a.e.) hadis işit-mistir"
demiştir. (Âsârü's-sünen, 1,9)
Bize göre söz konusu
haberin mürsel olduğu kabul edilse bile bu, onun delil olmasına engel değildir.
Çünkü bazı âlimlere göre îbn Şîrîn gibi Saîd b. Müseyyeb'in mürselleri de
sahihtir. Nitekim el-Cevherü'n-nakî'dz (I, 343) nakledildiğine göre İbn
Abdilber et-Temhîd'in başlarında şöyle demektedir: Sadece sika ravilerden
hadis aldıkları bilinen âlimlerin mürsel ve müdelles rivayetleri de makbuldür.
Âlimler Saîd b. Müseyyeb, Muhammed b. Şîrîn ve İbrahim en-Nahaî'nin
mürsellerini bu sebeple sahih kabul etmişlerdir.
219. Atâ'nın nakline göre Habeşli bir adam Zemzem kuyusuna
düştü ve öldü. İbnü'z-Zübeyr (r.a.)'in emriyle kuyunun suyu boşaltıldı. Fakat
kuyunun suyu bir türlü bitmiyordu. Bu durumun Hacerü'l-esved tarafından gelmekte
olan bir gözeden kaynaklandığı anlaşıldı. Bunun üzerine İbnü'z-Zübeyr (r.a.),
"Bu kadarı yeterli" dedi.
Haberi Tahâvî (Şerhu
meâni'l-âsâr, I, İ7) ve İbn Ebî Şeybe (el-Musannef, I, 162) rivayet
etmişlerdir. Tahâvî isnadının sahih olduğunu söylemiştir. İbn Ebî Şeybe'nin
isnadı da SahihayrCm ravilerinden meydana gelmektedir.
Âsârü's-sünen'de (I, 9) nakledildiğine göre İbnü'l-Hümam
da Fethu'l-ka-dîr'de haberin sahih olduğunu söylemiştir.
Haberin bir önceki
gibi aynı hususa delâlet ettiği açıktır. Nimevî söz konusu haberle ilgili
birbirini destekleyen birçok isnad zikretmektedir. Geniş bilgi için onun
haşiyesine bakılabilir. Beyhakî'nin, "Bu haber Mekkeliler tarafından
bilinmemektedir. İmam Şafiî'nin 'Bu haber İbn Abbas (r.a.)'den sabit değildir'
şeklindeki açıklamasının olduğu tarzındaki beyanlar bizleri yanıltmamalıdır.
Bir haberin isnadı sahih olduktan sonra sabit olmaması da ne demek oluyor?
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
"Su temizdir, onu hiçbir şey pisletmez" şeklindeki açıklamasının,
Buzâa kuyusu hakkında olduğu bazı şüpheler uyan-dırsa da esasen çok su veya
akan su ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Üç Sünen müellifi ve diğer hadis
âlimlerinin rivayet ettiği, Ahmed b. Hanbel'in sahih, Tirmizî'nin ise hasen
olduğunu belirttikleri hadis Ebû Saîd el-Hud-rî (r.a.)'den rivayet
edilmektedir. Buna göre sahabe, "Hayız bezlerinin, köpek leşlerinin ve
kokuşmuş nesnelerin atıldığı bir kuyu olan Buzâa kuyusundan abdest alabilir
miyiz?" diye sormuştur. Resûlullah (s.a.v.) de, "Su temizdir, onu
hiçbir şey pisletmez" demiştir. (Âsârü's-sünen, 1,6,7) Evet rivayet Buzâa
kuyusu hakkındadır. Ancak bu hadis onun suyunun akıcı olduğuna yorulur.
Nitekim Tahâvî onun akarı olan bir kuyu olduğunu ileri sürmüştür. O, Buzâa
kuyusunun akarsu kabilinden olduğunu Ebû Ca'fer Ahmed b. Ebî İmrân > Ebû
Abdullah Muhammed b. Şuca'es-Selcî isnadıyla Vâkidî'den de rivayet etmiştir.
Buna göre Buzâa kuyusundan bahçelerin sulanması için bir su yolu (ark) vardı.
(Âsârü's-sünen, 1,7) Tespitlerimize göre Tahâvî'nin hocası güvenilir bir
ravidir. Nitekim Suyûtî'nin Husnü'l-mu-hâdara'da (1,198) naklettiği üzere İbn
Yunus Târîh'inde onun sika olduğunu belirtmektedir. Muhammed b. Suca' es-Selcî
ise olgun bir insan olarak tanınmakla birlikte hadis rivayeti açısından
muhaddisler tarafından zayıf bulunmuştur. Nitekim Zehebî Siyerü
a'lâmi'n-nübelâ'smda on dördüncü tabakada zikrettiği Muhammed b. Suca' es-Selcî
hakkında şöyle demektedir: Muhammed b. Suca' Bağdatlı önde gelen Hanefî
fakihlerden biridir. Îbnü's-Selcî diye tanınır. İbn Uleyye, Veki, Ebû Üsâme ve
akranlarından hadis işitmiştir. Arapçayı Yahya b. Adem'den, fıkhı Hasan b.
Ziyad'dan öğrendi. Teheccüd namazını ihmal etmeyen, sıkça Kur'an okuyan abid ve
âlim bir kimseydi. "Ehi-i hadis onu ağır bir şekilde eleştirmektedir.
İbnü'l-Cevzî'nin onun hakkında İbn Adî'nin 'teşbihle ilgili hadisler uydurur ve
onları ehl-i hadise nispet ederdi'
açıklamasını nakletmektedir" şeklindeki iddialara Aynî, el-Binâye şerhu'l-Hidâye
isimli eserinde şöyle cevap vermektedir: Onun er-Red ale'l-müşebbihe isimli
bir eseri bulunmaktadır. Müşebbiheye reddiye yazmış bir âlimin teşbihle ilgili
hadis uydurduğu nasıl iddia edilebilir? O, dindar, abid, salih bir kimse olup
döneminde ehl-i re'yin önde gelen bir fakihi idi. Ali el-Kârî de Tabakâfmda
abid bir kimse olarak nitelediği Muhammed b. Şuca'ın kendi döneminde ehl-i
re'yin önde gelen bir fakihi olduğunu, fıkıh, hadis ve kıraatta önde gelen
âlimler arasında yer aldığını söylemektedir. Hâkim ise Muhammed b. Ahmed b.
Musa el-Kummî'nin babası vasıtasıyla onun altmış küsur cüzlük Kitâbü'U menâsik
isimli eserini rivayet ettiğini, ayrıca onun Tashîhu'l-âsâr isimli hacimli bir
eserinin bulunduğunu haber vermektedir. Aynı bilgiler el-Be-hiyye'de (s. 70) de
zikredilmektedir. Sonuç itibariyle o, mezhebimizin dikkate aidığı önde gelen
âlimlerdendir.
Mecmau'z-zevâid'de (I,
288) belirtildiği üzere birçok âlim güvenilir olduğunu belirtmesine rağmen
Vâkidî hakkında da eleştiriler bulunmaktadır. Üstad'ın Tâbiu'l-âsâf daki (s.
68) açıklaması şöyledir: Vâkidî'nin güvenilir olmadığını kabul etsek bile zayıf
ravi, en azından bir ihtimalin varlığını ortaya çıkarır. Bu kadarı da tearuzun
giderilmesinde ve konu ile ilgili rivayetin mutlak hakikatmiş gibi kabulüne
engel olmada etkin olur. Nîmevî'nin açıklaması ise şöyledir: Vâkidî, her ne
kadar muhaddislere göre hadis rivayetinde cerh edilen biri olsa da o, megâzî,
siyer Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sağlığında ve vefatından sonra meydana gelen
olaylar hakkında otoritedir. Üstelik o, Medinelidir. Medine ve kuyularını
başkalarından daha iyi bileceği şüphe götürmez bîr gerçektir. Dolayısıyla onun
verdiği bilgiler İbnü'l-Cevzî ve konunun başında zikredilen Ebû Davud'un
haberindeki kim oldukları belli olmayan ravilerin bildirdiklerinden daha
makbuldür. Nitekim Buzâa kuyusu hakkında el-Akta' diye tanınan Ebû Nasr'ın
açıklaması da şöyledir: Güzel koku kullanmaktan hoşlanan, temizliğe önem veren,
suyun içine sümkürmeyi bile yasaklayan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sözü edilen
özellikleri taşıyan kuyudan abdest aldığı sanilmamahdır. Bu durum kuyunun sözü
edilen özelliklere cahiiiye döneminde sahip olduğunu göstermektedir. (Önceki
halini dikkate alarak) Müslümanlar kuyudaki suyun kullanımından şüphelenmişler,
Hz. Peygamber (s.a.v.) de kuyudan bol miktarda suyun çekilmesiyle bunların
etkisinin kalmadığını açıklamıştir. (Âsârü's-sünen,
I, 7-8)
Bize göre "Hayız
bezlerinin, köpek leşlerinin ve kokuşmuş nesnelerin atıldığı bir kuyu olan
Buzâa kuyusundan abdest alabilir miyiz?" sorusunu soran bununla söz konusu
pisliklerin vaktiyle atılmış olduğunu kastetmiştir. Onun kuyu hakkındaki
açıklamalarının aşırı kötüleyici bir üslup kullanmasından, kuyunun geçmişteki
durumunu kastederek şu anda abdest alınıp alınmayacağını sorduğu
anlaşılmaktadır. el-Câmî'nin Şerhu'l-Kâfiye'de (s. 287) zikrettiği gibi bu,
"Dün şehre girinceye kadar gece boyunca yürüdüm" sözündeki gibi
mübalağalı bir ifadedir. Bu, gerçekten güzel bir yorumdur.
Beyhakî'nin
el-Ma'rife'dc nakline göre İmam Şafiî, "Buzâa suyu bol geniş bir kuyu idi.
İçerisine atılan pislikler suyunun rengini ve tadını değiştirmediği gibi onda
pis koku da oluşturmazdı" demiştir. (Âsârü's-sünen, I, 6) Bu, günümüzdeki
büyük havuzlarda olduğu gibi eni ve boyu on arşından fazla olması halinde söz
konusu olabilir. Zira daha küçüklerinde pislik kısa zamanda suyun tamamını
kaplayabilir. Hayız bezleri, köpek leşleri ve kokuşmuş nesneler atılmasına
rağmen suyunda bir değişiklik meydana gelmediğine göre Buzâa kuyusu günümüzdeki
havuzlardan daha büyük olmalıdır. Abdürrezzak b. Hemmam'm Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.)'den yaptığı rivayette bu kuyudan söz ederken "gölet"
kelimesini zikretmesi de bunu destekler mahiyettedir. Buna göre Hz. Peygamber
(s.a.v.) içerisine köpek leşleri ve kokuşmuş nesneler atılmış olan bir göletten
abdest almış veya su içmişti. Kendisine bu durum hatırlatılınca "Su
temizdir, onu hiçbir şey pisletmez" buyurmuştur. (Abdürrezzak b. Hemmam,
el-Musannef, I, 78; Ali el-Mutta-kî, Kenzü'l-ummâl, V, 140) Bu rivayet en
azından bir ihtimal oluşturur. Şafiîle-rin Buzâa hadisine sarılmaları ve kendi
görüşlerini onunla temellendirme-ye çalışmaları uygun olmaz.
220. Muhammed b. Haccac > Ali b. Ma'bed > İsa b.
Yunus > Ahvas b. Hakîm > Raşid b. Sa'd isnadıyla nakledildiğine göre Hz.
Peygamber (s.a.v.), "Rengi, tadı veya kokusu değişmedikçe suyu hiçbir şey
pislete-mez" buyurmuştur. (Tahâvî, Şerhu meâni'l-âsâr, I, 16; Dârekutnî,
Sünen, I, 29)
et-Telhtsü'l-habtr'de,
(I, 4) zikredildiği üzere hadisi Tahâvî ve Dârekutnî, Raşid b. Sa'd
vasıtasıyla "Kokusu veya tadı değişmedikçe suya hiçbir şey
pisletemez" lafzıyla mürsel olarak rivayet etmişlerdir. Tahâvî
"tadı" kelimesinin ilâvesiyle rivayet etmiştir.
Ebû Hatim, Raşid b.
Sa'd'ın söz konusu mürselinin sahih olduğunu söylemiştir. Belirli şartları taşıyan mürsel bize göre
delil olmaktadır. Bu da o kabildendir. Müellif, Zeylaî'nin Nasbu'r-râye'de
(I,50) Beyhakî'nin Ahvas b. Hakîm hakkında eleştiri bulunduğunu ifade ettiğini
naklettiğine dikkat çekmektedir. Ancak biz, sözü edilen hadisin sahih olduğunu
söyleyen âlimlerin bu eleştiriyi dikkate almadıklarını ve böylesi ihtilafların
sıhhate engel olmadığına işaret etmeliyiz.
221. Ebû Ümâme el-Bâhilî'nin nakline göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Kokusunu veya tadını değiştirmedikçe suyu hiçbir şey
pisletemez" buyurmuştur.
Hadisi Taberânî
Mu'cemü'l-kebîr ve Mu'cemü'l-evsafta rivayet etmiştir. İbn Mâce'nin Ebû Ümâme
el-Bâhilf'den rivayeti, "Kokusu, tadı ve rengi değişmedikçe"
şeklindedir.[131] İsnadında Rişdîn b. Sa'd
bulunmaktadır. Mecmau'z-zevâia"de (I, 87) ifade edildiği üzere o zayıf bir
ravidir. Ancak Tehzîbü't-Tehzîfrde (III, 377) de zikredildiği gibi Heysem b.
Harice onun güvenilir olduğunu söylemiştir. Daha önce de ifade edildiği üzere
özellikle de hadis sahih mürsel ile desteklendiğinde böylesi ihtilaflar
hadisin sıhhatine engel teşkil etmez.
Hadisle ilgili
müellifin açıklaması şöyledir: İbn Mâce rivayetindeki "vav" harfi
birinci hadiste zikredilen ve çeşitleme bildiren "ev" edatı
mâ-nasındadır. Buna göre suyun pislenmesi için bu üç özellikten sadece birinin
değişmiş olması yeterlidir. Bir önceki konu başlığında az suyun, içine düşen
pislikle bozulacağı hususu ele alınmıştı. Sözü edilen hadis umumiyet ifade
etmekteydi. Onun bir kısmı tahsis edilmiştir. Böylece konuyla ilgili
hadislerin başlığa delâleti de ortaya çıkmıştır.
222. Ebû Hureyre (r.a.)'in rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Birinizin kabına sinek düştüğünde, önce kaba tamamını
daldırsın sonra çıkartıp atsın. Çünkü sineğin bir kanadında dert diğer
kanadında ise devası bulunur" buyurmuştur. (Buharı, "Tıp", 58)
Hadisle ilgili
müellifin açıklaması şöyledir: Akıcı kanı olmayan hayvanların hükmü de sinek
gibidir. Sineğin hükmü hadisle belirlenmiş, benzeri hayvanların hükmü ise ona
kıyasla tespit edilmiştir. Aşağıda zikredilecek
olan Dârekutnî'nin
Selman (r.a.)'den rivayeti de bu kıyası desteklemektedir. Ebû Hureyre (r.a.)
hadisinin konuya delâleti açıktır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) öiüp ölmediğine
bakmaksızın içine düşen sinek sebebiyle kapta bulunan nesnenin pis olduğuna
hükmetmemiştir.
223. Bakıyye > Saîd b. Ebû Saîd ez-Zebîdî > Bişr b.
Mansur > Ali b. Zeyd b. Ced'ân > Saîd b. Müseyyeb > Selman (r.a.)
isnadiyla nakledildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) ona, "Selman! Kanı
olmayan bir canlının içine düştüğü ve öldüğü her yiyecek ve içeceğin yenmesi,
içilmesi helâldir. Ayrıca onunla abdest de alınabilir" buyurmuştur.
Hadisi Dârekutnî
rivayet ettikten (Sünen, I, 37) sonra, "Onu Saîd b. Ebî Saîd ez-Zebîdî'den
Bakıyye'den başkası rivayet etmemiştir. O ise zayıf bir ravidir"
açıklamasını yapmıştır. İbn Adî de onu el-Kâmil'inde (III, 406) rivayet etmiş
ve Saîd b. Ebî Saîd ez-Zebîdî'in meçhul bir ravi olduğunu ve hadisinin sahih
olmadığını söylemiştir.[132]
Burada Saîd b. Ebî
Saîd ez-Zebîdî ve isnadla ile ilgili tespitlerimizi zikretmemiz yerinde
olacaktır. Şöyle ki, İbnü'l-Hümam'm el-Feth'dekı açıklaması şöyledir: Bu,
Hatîb el-Bağdâdî'nin söz konusu ettiği Saîd'dir. O, babasının isminin Abdüicebbar,
kendisinin de sika olduğunu söylemiştir. Böylece onun meçhul olmadığı
anlaşılmaktadır. Buna rağmen hadisi hasen seviyesindedir. Bakıyye b. Velid ise
sika olup îmam Müslim'in ravilerin-dendir. O, tedlis yapabilen biridir ancak
burada "haddesenî" diyerek hadisi semâ yoluyla aldığını açıkça ifade
etmiştir. İsnaddaki diğer raviler ise güvenilirdir. İsnadla ilgili sözü edilen
tenkitler bulunmakla birlikte bunlar hadisin hasen olmasını engelleyecek
durumda değildir.
Hadisin konuya
delâleti açıktır. Hadis hakkındaki problem Saîd b. Ebî Saîd ve Saîd b.
Abdüicebbar'in aynı kişi zannedilmesidir. İbn Hacer'in Tehzîbü't-Tehzîb'te
zikrettiğinin aksine onlar ayrı iki kimsedir. Tespitlerimize göre İbn Hacer
onunla ilgili bilgiyi İbn Adî'den almış fakat onun verdiği bilgiyi doğru
bulmayarak onların ayni şahıs olduğu sonucuna varmıştır. Tehzîbü't-Tehzîb'te
(IV, 37) yer alan "Saîd b. Ebî Saîd ez-Zebîdî, İbn Ab-dülcebbar'dır"
açıklaması da buna delâlet etmektedir, et-Takrîb'deki (s. 70-71) açıklaması ise
şöyledir: Saîd b. Ebî Saîd, İbn Abdülcebbar'dir. Saîd b.
Abdüicebbar ez-Zebîdî, Ebû Osman Saîd b.
Ebî Saîd el-Hımsf dir. Ebû Osman el-Himsî zayıftır, Cerir onun yalan söylediği
görüşündeydi. Bilindiği gibi İbn Hacer et-Takrtb'ını Tehzîbü't-Tehzîb''ten
sonra telif etmiştir, et-Takrîb'dek'ı açıklaması, Saîd b. Ebî Saîd ve Saîd b.
Abdülcebbar'ın aynı kişi olduğuna delâlet etmektedir. O, bunun dışında bir
açıklamada da bulunmamıştır. Lisânü'l-Mîzârfdaki (VI, 560-561) açıklaması ise
şöyledir: Ebû Osman Saîd b. Abdüicebbar ez-Zebîdî el-Hımsî, Saîd b. Ebî
Saîd'dir. Başka bir yerde de Saîd b. Ebî Saîd ez-Zebîdî, İbn Abdülcebbar'dır
demektedir. İbnü'l-Hümam'ın açıklamaları da bu yöndedir. Doğrusu da budur. İbnü'l-Hümam'm
açıklamalarından, Hatîb el-Bağdâdî'ye göre İbn Abdülcebbar'ın güvenilirliği ve
onun kesinlikle meçhul olmadığı da anlaşılmaktadır. Böylece o, İbn Abdüicebbar
hakkındaki tenkitleri cevaplamıştır.
Bu başlık altında
abdest, gusül gibi hükmî temizlikte kullanılmış suyun (mâ-i müsta'melin) maddî
bakımdan temiz olmakla birlikte ikinci defa hükmî temizlikte kullanılamayacağı
konusu incelenecektir.
224. Muhammed b. Münkedir'in nakline göre Cabir b.
Abdullah (r.a.) şöyle anlatmıştır: Resûlullah (s.a.v.) hastalığımda beni
ziyarete gelmişti. Ben baygındım. O (s.a.v.) abdest almış ve abdest suyundan
üzerime dökmüş, ben de ayılmışım. (Buhârî, "Vudu", 44)
Hadisin kullanılmış
suyun (mâ-i müsta'mel) temiz olduğuna delâleti açıktır. Şöyle ki, Hz. Peygamber
(s.a.v.) bereketiyle şifa bulması amacıyla abdest suyunu Cabir (r.a.)'in
üzerine dökmüştür. Pis olan şeyde ise bereket olmaz. Şu halde kullanılmış su
temizdir. Hadisle ilgili Fethu'l-bârf deki (i, 261) açıklama şöyledir:
Hadisten Hz. Peygamber (s.a.v.)'in abdest aldığı sudan ya da abdestten arta
kalan kısımdan döktüğü anlaşılabilir. Burada kastedilen abdest için kullandığı
sudur. Nitekim Buhârî İ'tisâm bölümünde "üzerime abdest suyunu
döktü", Ebû Dâvûd'da "abdest aldı ve üzerime döktü" lafizlanyla
rivayet etmişlerdir.
225. Ca'd'in nakline göre Saib b. Yezid şöyle anlatmıştır:
Teyzem beni Resûlullah (s.a.v.)'e götürerek düştüğümü söyledi. Hz. Peygamber
(s.a.v.) başımı okşadı, bana hayır duada bulundu. Daha sonra abdest aldı. Ben
de abdest suyundan içtim. (Buhârî, "Vudu", 40)
Yukarıdaki hadiste
açıklandığı üzere Hadisin kullanılmış suyun (mâ-i müsta'mel) temiz olduğuna
delâleti açıktır.
226. Ebû Hureyre (r.a.)'in nakline göre Resûlullah
(s.a.v.)'e, "Cünüp iken durgun suda yıkanmayın" buyurdu. Hadis
ravisinin, "O zaman nasıl yapsın?" sorusuna Ebû Hureyre (r.a.),
"Alıp (dökünerek) yıkansın" şeklinde cevap vermiştir.
Hadisi, Müslim
("Taharet", 97) ve Ebû Dâvûd ("Taharet", 36) rivayet etmişlerdir.
Ebû Dâvûd hadisin sıhhatiyle ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştır. İbn
Hacer Fethu'l-bârî'de (I,299), "Durgun suya küçük abdest bozmayın ve
cünüplük sebebiyle onda gusletmeyin" lafzıyla rivayet etmektedir.
Hadisle ilgili İbn
Hacer'in Fethu't-bârf deki açıklaması şöyledir: Resû-luilah (s.a.v.)'in
yıkanmamayı istemesi durgun suyun kirlenmesine engel olma amacıyladır. Müslim
rivayetindeki "Nasıl yapsın?" sorusuna Ebû Hureyre (r.a.)'in,
"Alıp (dökünerek) yıkansın" şeklinde cevap vermesi de buna delâlet
etmektedir. Böylece durgun suya dalınarak yıkanmanın yasaklanmasının sebebinin
başkalarının kullanımına engel olunmaması olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in bir sözü hangi amaçla söylediğini en iyi sahabe bilir. Bu hadis,
kullanılmış suyun (mâ-i müsta'mel) temizleyici olmadığına dair en güçlü
delildir.
İbnü'l-Hümam'm
Fethu'l-kadîf dzki (i, 75) açıklaması şöyledir. Irak âlimleri,
"Mezhebimize göre kullanılmış su temizdir. Kullanılmış suyun temizliğinden
maksat, söz gelimi onun üzerimize dökülmesi halinde namaza engel
olmayacağıdır. Muhakkik Mâverâünnehir âlimlerinin tercihi de kullanılmış suyun
temiz olduğu şeklindedir. Fetva da buna göredir" demişlerdir. Şöyle ki,
Allah tarafından bize bildirilen farzın yerine getirildiği ve bir ibâdetin
yapılmasına vesile olan araç (su) kullanılması itibariyle kirlenmektedir. Bu o
şeyin kendisinin özü itibariyle pis olması anlamına gelmemektedir. Suyun dinen
bizzat necis (necîsü'1-ayn) olması mümkün değildir. Burada su, zekât malına
benzemektedir. Kişinin malından ayırıp verdiği zekât o malın kiridir. Nitekim
Hz. Peygamber (s.a.v.) zekât olarak verilen malı malın kiri saymıştır. Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in ailesine zekât verilmesi de bu sebeple haram
kılınmıştır. Kirli olmakla birlikte söz konusu mal özü itibariyle necaset
derecesine ulaşmamıştır. Söz gelimi bir kimse üzerinde bir dirhem zekât malı
bulunduğu halde namaz kılsa namazı sahih olur. Suyun da necaset derecesine
varmayacak şekilde kirlenmiş olması gerekir. Bu hüküm onun sadece temizleyici
olma özelliğini giderir. Bu tespitimiz yukarıdaki kıyasın dışında özel bir delil
bulunmaması durumunda geçerliliğini
korur.
Konu hakkında
üstadımızın açıklaması ise şöyledir: Bu hususta en açık ve şüpheye mahal
bırakmayacak delil, sahabenin elbiselerini, kaplarım ve vücutlarını kullanılmış
sudan (mâ-i müsta'mel) sakınmamaları ve pis oldukları düşüncesiyle onları
yıkamamalarıdır. Sadece bu, kullanılmış suyun (mâ-i müsta'mel) temiz olduğuna
dair yeterli bir delildir. Bazen şartlar zorladığı halde sahabeden herhangi
birinin mukim veya seferî iken kullanılmış suyla abdest aldığı da nakledilmemiştir.
Abdest alırken suyu bir kapta biriktirip aynı suyla bir başkasının hatta hemen
herkesin abdest alması mümkündür. Buna rağmen onlar Hicaz bölgesi gibi suyun
kıt olduğu bir yerde özellikle seferî iken teyemmümle ibadet ettikleri bir
zamanda kullanılmış suyla neden abdest almamışlardır? Çünkü sahabe kullanılmış
suyun temizleyici olmadığına dair yeterli delile sahipti.
227. Muhammed b. Fudayl > Ebû Sinan Dırar > Muharib
isnadıyla nakledildiğine göre İbn Ömer (r.a.), "Cünüp kimsenin avuçlayıp
kullandığı sudan arta kalanı necistir (pistir)" demiştir.
Umdetü'l-kârfde (II,
23) zikredildiği üzere haberi İbn Ebî Şeybe (el-Mu-sannef, i, 82) rivayet
etmiştir. Tespitlerimize göre isnadı sahih, Ebû Sinan dışındaki ravîleri
Sahthayn ravileridir. Ebû Sinan ise Müslim ravisidir.
Tespitlerimize göre
İbn Maîn ve Nesâî, Muhammed b. Fudayl'ı sika olarak nitelemiş, İbn Hibbân da
onu es-Sikâfmdi almıştır. Onun hakkında İbn Sa'd, "sika, sadûk, çok hadis
rivayet eder, şia yanlısı", İclî "Kufeli, sika ve şiî", Ali b.
Medînî "Hadis rivayetinde sika ve sebt", Dârekutnî "Hadis
rivayetinde sağlamdı. Fakat Hz. Osman (r.a.)'den yüz çevirmişti" açıklamalarım
yapmışlardır. Ebû Hişam er-Rifâî ise Muhammed b. Fudayl'ı, "Allah Hz.
Osman'a rahmet etsin. Ona merhamet etmeyene ise merhamet etmesin" derken
ve ehl-i sünnet taraftarı olduğuna yemin ederken işittiğini söylemiştir.
Ayrıca Ebû Hişam er-Rifâî mest üzerine mesh ettiğini gösteren parmak izlerini
gördüğünü, arkasında defalarca namaz kıldığı halde besmeleyi açıktan okuduğunu
işitmediğini de ifade etmiştir. (Tehzîbü't-Teh-zîb, IX, 406)
Aynî, bunun
Hanefîlerden kullanılmış suyun necis olduğunu benimseyenlerin en güçlü
delillerinden biri olduğunu söylemiştir. (Umdetü'l-kârî, il, 23) Bazıları sözü
edilen suyun avuçta pislik olması halinde necis olacağını ileri sürmüşlerdir.
Ancak bize göre bu doğru değildir. Zira bu durumda ibn
Ömer (r.a.)'nın cünüplükten söz etmesinin
bir mânası olmaz. Nitekim pisliği yıkamak sadece cünüp kimselere özel bir
durum değildir. Aksine mevcut bir pisliği cünüp olsun veya olmasın herkesin
yıkaması gerekir ve elin pis olarak batırılması da suyu pisler. İbn Ömer
(r.a.)'nm cünüplükle sınırlaması, sözü edilen hükmün onunla ilgili olduğunu
göstermektedir. Bu ise kullanılmış su hakkında Hanefîlerin görüşüyle aynıdır.
Ayrıca İbn Ömer (r.a.)'nin açıklamasında avuçla alınıp kullanılan suyun necis
olduğundan söz edilmektedir. Avuçta bulunan pislik sebebiyle yıkanan sudan arta
kalan da ise böyle bir durum söz konusu olamaz. Sonuç itibariyle bu, son derece
zorlama bir yorumdur. Doğrusu ise, Aynî'nin de zikrettiği gibi bu hadisin
kullanılmış suyun pis olacağına dair en güçlü delillerden biri oluşudur. Bu,
Hasan'ın Ebû Hanife (r.a.)'den rivayeti olmaktadır. Fethu'l-ka-dîr'de (1,74)
zikredildiğine göre Ebû Yusuf da Ebû Hanife (r.a.)'in bunu hafif bir necaset
olarak gördüğünü rivayet etmiştir.
Konuyla ilgili
İbnü'l-Hümam'ın açıklaması şöyledir: Kullanılmış suyun necis kabul edildiğine
dair Hanefî görüşün izahı esas itibariyle sidik ve dışkı gibi hakiki pisliklerin
izalesinde kullanılan suyun pis olmasına kıyas edilmesidir. Hakiki necasette
kullanılmış suyun durumu hakkında herhangi bir şüphe bulunmamaktadır. Hükmî
necasette kullanılmış su da ona kıyaslanmaktadır. Bunların ortak noktası, her
ikisinin de necaseti gidermekte kullanılmış olmasıdır. Bu ortak payda bir
şeyin necis olmasının gerçek manada necis olmasına dayanmadığı prensibine
binaendir. Şöyle ki, hakiki olmasının anlamı belirli bir cismin necasetle
vasıflanması manasına gelmektedir. Onların dışındakiler için necasetin
kullanımı mecazî anlamdadır. Necasetin anlamında bizim kesin olarak bildiğimiz
onun dinî bir kabul olduğudur. Böyle bir necaset bulunduğu sürece temiz suyu
kullanana kadar din namaz, secde gibi ibadetlere yaklaşmayı yasaklamıştır. Kişi
temiz suyu kullandığında bu niteleme ortadan kalkar. Bütün bunJar birer
imtihan vesilesidir. Burada hakikî, aklî bir vasıftan söz edilemez. Böyle bir
iddia kabul edilmez. İddiada bulunan da bunu ispat edemez. Dinlere göre farklılık
arz etmesi de bu necasetin hükmî ve itibarî olduğunun bir başka delilidir.
Nitekim hamr (şarap) bizim dinimizde necis, diğer muharref (değiştirilmiş)
dinlerde ise temiz kabul edilmektedir. Böylece onun itibari olduğu ve imtihan
için yasaklandığı anlaşılmaktadır. Bu noktada (hakikî pislik olan) kan ile
hades (hükmî kirlilik) arasında bir fark bulunmamaktadır. Böylece hükme etkili
olanın bizzat necaset vasfı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu ise hem kıyasa esas
kabul edilende hem de ona göre hüküm verilende mevcuttur. Bu sebeple aynı
hüküm onun için de söz konusu olmaktadır. Bu hüküm ise hükmî kirlilikte
(hades) kullanılan suyun necis (pis) olduğudur, (bk. Fethu'l-kadîr. İ, 75)
228. Abdullah (r.a.)'in nakline göre Resûlullah (s.a.v.)'e
içki içmiş bir adam getirildiğinde, "Ey İnsanlar! Allah'ın koyduğu
kurallara uymak zamanı gelmedi mi? Kim bu pislikten içerse Allah gizlediği
sürece ortaya çıkarmasın. Çünkü bu durumda biz ona Allah'ın kitabını
uygularız" buyurdu.[133]
Hadisi Rezîn b.
Muaviye rivayet etmiştir. et-Terğîb'de de ifade edildiği gibi bu lafızlarla
temel hadis kaynaklarında bulunamamıştır. Ancak Münzi-rî'nin hadisin başına,
mukaddimesinde belirttiği "an" işaretini koymak suretiyle onun hasen
olduğunu ifade ettiğini de hatırlatmalıyız.
229. Abdullah es-Sanâbihî (r.a.)'in nakline göre
Resûlullah (s.a.v.), "Kul abdest alırken mazmaza yaptığında ağzıyla
işlediği, burnunu temizlediğinde burnuyla işlediği, yüzünü yıkadığında yüzüyle
işlediği günahlardan kurtulur..." buyurmuştur.
Hadisi İmam Malik,
Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim en-Nîsâbûrî rivayet etmiştir.[134]
el-TerğW d<z de belirtildiği üzere Hâkim en-Nîsâbûrî hadisin isnadının
sahih olduğunu ve illetinin bulunmadığını söylemiştir. Hadisin tamamı
"Ağız ve Burnu Ayrı Ayrı Temizlemek" başlığı altında zikredilmiştir.
Mezhebimizin bazı
âlimleri Rezîn b. Muaviye'nin naklettiği Abdullah (r.a.) rivayetini, Abdullah
es-Sanâbihî (r.a.) rivayeti ve benzerleri ile birlikte kullanılmış suyun
necisliğine dair delil olarak zikretmişlerdir. Bunlara göre necis olan
azalardaki günahlar suyla temizlenmektedir. Bu sebeple kullanılmış su da necis
olmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), "Mü'min abdest aldığında
tırnaklarının dibindekiler de dâhil vücudundaki bütün günahlar
temizlenir" hadisinde küçük günahları, "Kim bu pislikten içerse
Allah gizlediği sürece ortaya çıkarmasın" hadisinde ise büyük günahları
söz konusu etmiştir. Bu hadiste günahı "kâzûrât" kelimesiyle ifade
etmesi de buna delâlet etmektedir. Bu görüşün yanlışlığına hadiste zikredilen
"kâzûrât" kelimesiyle büyük günahların kastedilmediği hatırlatılarak
cevap verilebilir. Ayrıca kâzûrât kelimesinin sözlük anlamı bilinmekte olup
böyle bir mâna çıkmayacağı da açıktır. İçki içen kimsenin gusül yapmadan
sadece abdest alarak namaz kılabileceği de söz konusu iddianın dinen yanlışlığını
ortaya koymaktadır. (Feihu'l-kadîr, 1,75) Bize göre de Rezîn b. Muaviye'nin
naklettiği hadisin bağlamı da "kâzûrât" kelimesinin işlenilen günahı
değil içkinin kendisini ifade ettiğini göstermektedir. Böylece sözü edilen
iddia temelden çürümektedir. Doğrusu bu konuda delil olarak İbn Ömer (r.a.)
hadisiyle yetinmektir. Burada Celâleddin el-Habbâzî'nin el-Kifâye*te abdest ve
teyemmümün söz konusu edildiği âyetteki "Fakat Allah sizi tertemiz kılmak
ister." (el-Mâide, 5/6) kısmında buna işaret edildiğine dair açıklamasını
da zikretmeliyiz. Buna göre âyetteki "tertemiz kılmak" ifadesi
abdest uzuvlarında necaset bulunduğuna delâlet etmektedir. Sözü edilen necaset
abdest alırken suya geçmektedir. Bu durumda suyun necis olduğuna hükmetmek
gerekir. (el-Bahr, I, 95)
230. Şa'bî, "Sahabe cünüp oldukları halde ellerini
yıkamadan önce suya sokuyorlardı" demiştir.
Fethu'l-bârfde (I, 32)
zikredildiği gibi haberi İbn Ebî Şeybe (el-Musan-nef, i, 82) rivayet etmiştir.
Onun şartlarına göre hadis hasen veya sahihtir. Haberi Aynî de zikretmiş
(Umdetü'l-kârî, II, 23) ve haberi "kadınlar da böyle davranırlar fakat bu,
suyun kullanımını diğeri için pis hale getirmezdi" ilavesiyle
nakletmiştir. Ayrıca o benzeri görüşlerin İbn Şîrîn, Atâ, Salim, Sa'd b. Ebî
Vakkas, Saîd b. Müseyyeb ve Saîd b. Cübeyr (r.a.e.)'den de nakledildiğini
kaydetmiştir.
Haber, zahiriyle
kullanılmış suyun temiz olduğuna delâlet etmektedir. İmam Muhammed'in
rivayetine göre bu, İmam Ebî Hanife (r.a.)'in de görüşüdür. Onun bu rivayeti
İmamın yaygın görüşü olarak bilinmektedir. Bu, muhakkik âlimlerin de tercih
ettikleri görüştür. Fetva da buna göredir. Bu hususta abdestsiz ile cünüp
arasında bir fark yoktur. et-Tecnîs\& cünüp istisna edilmiştir. Fakat
ayrım yapılmaksızın her ikisinin de aynı hükümde olması daha doğrudur. Konu
hakkında İmam Ebî Hanife (r.a.)'den kullanılmış suyun necaseti hafife ve
necaseti gaiiza olduğu şeklinde iki rivayet bulunmaktadır.
Iraklı âlimler bu konuda İhtilaf bulunmadığını,
kullanılmış suyun temizliğinde görüş birliği olduğunu söylemişlerdir.
el-Müctebâ'da şöyle denmektedir: Kullanılmış suyun temiz ancak temizleyici
olmadığına dair imamlarımızın tümünden sahih rivayet bulunmaktadır. Bu durumda
en-Nehr'de zikredildiği üzere suyun necaseti hafife ve necaseti gaiiza ile kirlendiğini
açıklayarak izahlar getirmeye çalışmak faydasızdır. el-Bahf da konuyla ilgili
rivayetler detayiı bir şekilde ele alınmış, delilinin kuvvetli olduğu
belirtilerek necis olacağı görüşü tercih edilmiştir. (İbn Abidîn, 1,207)
231. Buhârî'nin muallak olarak rivayetine göre, îbn Ömer
(r.a.) ve Be-râ b. Âzib (r.a.) bir defasında ellerini yıkamadan su kabına
sokmuşlar sonra da onunla abdest almışlardı. İbn Ömer (r.a.) ve İbn Abbas
(r.a.), cünüp-lük sebebiyle yıkanırken sıçrayan (ve yıkanılan suya düşen)
serpintilerde bir sakınca görmezlerdi.[135]
İbn Ömer (r.a.) ve İbn
Abbas (r.a.)'in cünüplük sebebiyle yıkanırken sıçrayan serpintilerde bir
sakınca görmemeleri aşağıda zikredileceği üzere, kullanılmış suyun temizleyici
olmadığına delâlet etmektedir. "Bu, yukarıda İbn Ömer (r.a.)'nın
kullanılmış suyun necis olduğuna dair görüşüyle çelişmektedir" şeklinde
bir soru sorulabilir. Burada ellerin abdest suyuna sokulmasıyla ilgili
çelişkili rivayetlerin bulunduğunu hatırlatmalıyız. Nitekim Saîd b. Mansur,
Buhârî'nin muallak rivayetine benzer bir haberi nakleder. İbn Hacer'in de
belirttiği üzere (Fethu'i-bârî, i, 310) Abdürrezzak b. Hemmam ise İbn Ömer
(r.a.)'in, abdest suyuna sokmadan önce ellerini yıkadığını rivayet eder. söz
konusu iki rivayet birbiriyle çeliştiğinde her ikisi de delil olarak
kullanılmaz. Bu durumda geriye yukarıdaki haber kalmaktadır. İki rivayetten
birini tercih etmek gerekirse yukarıdaki haberle de desteklendiği için
Abdürrezzak b. Hemmam rivayeti Saîd b. Mansur'un nakline tercih edilir. Saîd b.
Mansur rivayetini destekleyen başka bir haber ise yoktur. İbn Hacer'in de
belirttiği üzere (Fethu'l-bârî, I, 320) Berâ b. Âzib (r.a.)'le ilgili haberi
İbn Ebî Şeybe, "Ellerini yıkamadan su kabına sokardı" lafzıyla
rivayet etmiştir. (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 99)
Kullanılmış suyun
necis olduğu görüşünü benimseyenler, İbn Ömer (r.a.) ve Şa'bî'nin rivayetlerine
şöyle cevap verirler: Söz konusu durumda zaruret bulunduğu için kaptaki su
kullanılmış su olmaz. (el-Bahr, 1,91) Bunlara göre cünüp, hayız veya abdestsh
kimsenin zaruret sebebiyle kaptaki suya elini daldırması gibi olur. Aslında
onlara göre abdestsizliği giderdiği için kıyasa göre bu, kullanılmış su
olmalıdır. Ancak ihtiyaç sebebiyle kıyas hükmü geçersiz olmuştur.
Bize göre böylece,
"Söz konusu iki haber kullanılmış suyun hem temiz hem de temizleyici
olduğunu göstermektedir" görüşüne cevap da verilmiş oldu. Nitekim sahabe
yıkamadan ellerini soktukları suyla hem abdest alırlar hem de guslederlerdi.
Ayrıca bize göre, böyle bir durumda kullanılmış su fazla veya eşit seviyede
bulunmadığından suyun temizleyici özelliğini ortadan kaldırmamakta ve el
batırılan su kullanılmış su kabul edilmemektedir. Temiz fakat temizleyici
olmadığını benimseyenlere göre, az da olsa kullanılmış su zarar vermektedir.
Sözü edilen iki haberde bunlara yönelik bir cevap bulunmamaktadır.
232. Hafs > Alâ b. Müseyyeb > Hammad > İbrahim
en-Nehaî isnadıy-la nakledildiğine göre cünüplük sebebiyle yıkanan kimsenin su
kabına damlayan serpintileri sorulduğunda îbn Abbas (r.a.), "Bunda bir sakınca
yoktur" diye cevap vermiştir.
Umdetü'l-kârfdt (II,
23) zikredildiği üzere haberi İbn Ebî Şeybe el-Musannef inde (I, 72) rivayet
etmiştir. Bize göre bu isnad İmam Müslim'in şartlarına uygundur. İbrahim
en-Nehaî, İbn Abbas (r.a.)'den hadis işitme-mişse de daha önce zikredildiği
üzere onun mürselleri sahih olarak kabul edilmektedir.
Sözü edilen haberin kullanılmış suyun temiz olduğuna
delâleti açıktır. Çünkü cünüplük suyu etkileseydi, İbn Abbas (r.a.) cünüp
kimsenin vücudundan su kabına damlayan suyla yıkanılmasına engel olurdu. İbn
Abbas (r.a.)'in, "Bir sakınca yoktur" ifadesi vücuttan damlayan suyun
temizlik açısından ilk özelliğini taşımadığını göstermektedir. Aksi takdirde bu
ifadenin bir mânası olmaz, vücuttan damlayan suyla sınırlandırılmaz ve İbn Abbas
(r.a.) açıklamasını, "Gusül suyunun tamamı temizdir" şeklinde
yapardı.
Cünüp kimsenin
vücudundan su kabına damlayan suyun necis olduğunu ileri süren, görüşünü şöyle
savunabilir; Söz konusu sahâbî bundan sakınmak mümkün olmadığı için bir
sakınca olmadığını ifade etmiştir. Bu, Allah (c.c.)'ün bağışlayacağı ümit
edilen bir durumdur. Nitekim İbn Ebî Şey-be'nin nakline göre Hasan-ı Basrî de,
"Böyle bir durumda (vücuttan) suyun damlamasını engellemek mümkün
değildir. Bundan Allah (c.c.)'ün engin rahmetine sığınıyoruz" demiştir.[136]
el~Bahr (I, 93) müellifinin el-Bedâi'den nakline göre kullanılmış suyun necis
ve temiz olduğunu söyleyenler abdest alan kimsenin elbisesine sıçrayan
kullanılmış sudan dolayı günah kazanılmayacağı ve bunu Allah (c.c.)'ün
bağışlayacağı hususunda ittifak etmişlerdir.
233. Ebû Meryem İyas b. Ca'fer'in, ismini zikretmediği bir
sahâbîden nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.)'in abdest aldığında yüzünü
sildiği bir bez parçası veya mendili bulunmaktaydı.
Umdetü'l-kârî'de
zikredildiği üzere haberi Nesâî el-Künâ isimli eserinde sahih bir isnadla
rivayet etmiştir. İsnadında sahâbî ravinin zikredilme-mesi âlimlerin çoğuna
göre hadisin sıhhatine engel teşkil etmez. Hadis, kullanılmış suyun temiz
olduğuna delâlet etmektedir. Aksi takdirde kurulanırken temizlenmiş olan yüz
tekrar kirletilmiş olurdu. Bu ise istenmeyen bir durumdur.
234. Hz. Aişe (r.anhâ)'nın nakline göre Resûluliah
(s.a.v.)'in abdest aldıktan sonra yüzünü sildiği bir bez parçası (havlusu)
bulunmaktaydı.
Umdetü'l-kârfde, (II,
8) zikredildiği üzere hadisi Tirmizî rivayet etmiş ve zayıf olduğunu söylemiş,
Hâkim en-Nîsâbûrî ise onu sahih olarak nitelemiştir. Ancak tespitimize göre
Hâkim en-Nîsâbûrî onun sahih olduğunu ifade etmemiş, sadece ravilerinin
güvenilirliğini belirtmiştir. Zehebî de Telhîs'inde (1,154) ona katılmıştır.
Yukarıda zikredilen sahih rivayet de onu desteklemektedir.[137]
Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in abdest sebebiyle kurulandıktan sonra mendilin yıkanmasını
emrettiğine dair herhangi bir sahih haber de bilinmemektedir. Kullanılmış
suyun necis olduğu görüşünü benimseyen, "Necis olan abdest aldıktan sonra
uzuvlardan akan sudur. Daha sonra uzuvlarda kalan ıslaklık ise kullanılmış su
olmadığı gibi necis de değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in elbisesiyle sildiği
de bundan başkası değildir" diyecektir. Ancak abdest alan kimsenin
uzuvlarından akan suyun kesilmesi ancak belirli bir sürede olacaktır. Özellikle
gür sakallı kimselerde bu süre daha da uzayacaktır. Halbuki hadisin
bağlamından Hz. Peygamber (s.a.v.)'in abdest aldıktan hemen sonra kurulandığı
anlaşılmaktadır. Bu esnada uzuvlardan henüz damlamaya devam eden su
kullanılmış sudur. Aksi takdirde kullanılmış su uzuvlardan ayrılıp yerde veya
bir kapta toplanandan başkası olmayacaktır. Nitekim Süfyan es-Sevrî de bu
görüştedir. el-Kenz'dt de tercih edilen görüş budur. el-Hulasa'da. ise şöyle
denilmektedir: el-Bahr'da (1,93) nakledildiği gibi aralarında Ebû Hafs
el-Kebîr, Zahîrüddin el-Merğinânî, Fahru'l-İslam el-Pezdevî ve el-Câmiu's-sağır
sarihlerinden bazılarının da bulunduğu bir kısım Belhli âlim de bu görüştedir.
Bu durumda kullanılmış suyun temiz olduğu bu hadisle belirlenemez.
Kullanılmış suyun
temiz fakat temizleyici olmadığını benimseyenlere İbn Mâce'nin rivayet ettiği
hadisle itiraz edilebilir. İbn Mâce'nin Müstelim b. Saîd > Ebû Ali er-Rahbî
> İkrime > İbn Abbas (r.a.e.) isnadıyla rivayet ettiğine göre Hz.
Peygamber (s.a.v.) cünüplük sebebiyle gusletmişti. Vücudunda su değmeyen bir
yer gördü. Orayı - ravi omuzuna sarkan saçları olduğunu söyler - ıslattı.[138]
İshak rivayetinde kuru kalan yeri saçlarını sıkarak ıslattığı da
belirtilmektedir. Ebû Ali er-Rahbî, Haneş lakabıyla tanınan Hüseyin b.
Kays'tır. Ahmed b. Hanbei, Nesâî, Dârekutnî onun metruk, Ebû Zür'a ise zayıf
olduğunu söylemişlerdir. Tespitlerimize göre Hâkim en-Nîsâbûrî'nin
el-Müstedrek'tek\ (I, 275) açıklaması, "Haneş b. Kays Ebû Ali olarak da
tanınmaktadır. Aslen Yemenli olup daha sonra Kûfe'ye yerleşmiştir. Güvenilir
bir ravidir" şeklindedir.[139]
Tehzîbü't-Tehzîb'te (il, 365) hakkında detaylı biigi verildikten sonra Ebû
Muhsin'in onun sadûk olduğunu sandığı, Ebû Bekir el-Bezzâr'ın da
leyyinü'l-hadis diye nitelediği bilgisi verilmektedir. Ebû Davud'un
MerâsU'lnde (s. 130)[140] onu
destekleyen rivayet de Ebû Ali er-Rahbî'nin hasenü'l-hadis (rivayetleri hasen)
bir ravi olduğunu göstermektedir. Bu rivayette Alâ b. Ziyad'ın nakline göre Hz.
Peygamber (s.a.v.) guslettikten sonra omzunda su değmemiş bir yer olduğunu
tespit etmiş, saçlarının bir kısmını sıkarak suyunu omuzu üzerine akıtmış ve
su değmeyen yeri onunla ıslatmıştır.
Ebû Dâvûd rivayetinin
kullanılmış suyun temizleyici olduğuna delâlet ettiği söylenebilir. Zira Hz.
Peygamber (s.a.v.), kuru kaian kısmı saçından sıktığı suyla yıkamıştır. Bu
durum kullanılmış suyun hem temiz hem de temizleyici olduğunu göstermektedir.
Çünkü, yıkanma ancak temizleyici su ile olur. Bu görüşe kullanılmış suyun
vücuttan ayrılan su olduğu şeklinde cevap verilebilir. Su hakikaten veya hükmen
bir uzuvda bulunduğu sürece kullanılmış olamaz. Aksi takdirde insan büyük
sıkıntıya sokulmuş olur. el-Bahr'da. (I, 93) açıklandığı gibi gusül esnasında
vücut hükmen tek bir uzuv gibidir. Gusül esnasında vücudun bir uzvundan
diğerine ulaşan su bütünüyle vücuttan ayrılmadığı sürece kullanılmış su olmaz.
Buna göre vücudun tamamı hükmen tek bir uzuv olduğu için saçtan sıkılıp başka
bir uzva dökülen de kullanılmış su değildir.
Bazı âlimler
kullanılmış suyun temizleyici olduğuna dair sıhhati hakkında açıklamada
bulunmadığı Ebû Dâvûd rivayetini delil olarak zikretmişlerdir. Rubeyyi' bint
Muavviz'in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), elinde arta kalan suyla başını
mesh etmiştir.[141]
Ancak bu, bilenlerin hemen fark edeceği
üzere bizim görüşümüzü reddedecek durumda değildir. Bize göre bir uzvu
yıkadıktan sonra ondan arta kalan ıslaklıktan diğer organı mesh etmek
mümkündür. Çünkü el-Bahr'da (I, 93) zikredildiği üzere yıkamak farzı, arta
kalan ıslaklıkla değii, uzuv üzerinden akıtılan su ile olur. Bu itibarla
yıkanmadan arta kalan ıslaklık, kullanılmış su olmaz. Böylece İbn Mâ-ce'nin
zayıf bir isnadla Hz. Ali (r.a.)'den naklettiği merfû hadis de anlaşılmaktadır.
Buna göre bir adam, "Cünüplük sebebiyle guslettim, sabah namazını kıldım.
Daha sonra vücudumda parmak kadar bir yere su değmedi-ğini fark ettim"
dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.), "Su değmeyen yeri elinle mesh
etseydin yeterli olurdu" buyurdu. (İbn Mâce, "Taharet", 138) Bu
hadis de aleyhimize delil getirilemez. Çünkü gusüide vücudun tamamı bir uzuv
gibi olduğu için kuru kalan yerin elde kalan damlalarla ıslanması mümkün olur.
Hafif yıkamaya çoğunlukla mesh denilmektedir. Hadiste geçen meshten maksat
işte budur.
Sonuç itibariyle
Hanefilere göre tercih edilen görüş, İbn Abidîn'den nakledildiği üzere
kullanılmış suyun temizleyici değil sadece temiz olduğudur. İbn Ömer (r.a.)'nm
"Cünüp kimsenin avuçlayıp kullandığı sudan kalan necistir (pistir)"
açıklaması (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 82) ise, hükmen necis yani
temizleyici olmadığı şeklinde yorumlanmalıdır. Onun buradaki kastı kendisiyle
elbisenin kirlendiği, içilmesinin ve yemek yapılmasının yasak olduğu hakiki
necis değildir. Bu, sahabenin çoğunun görüşüne de uygundur. Şa'bî'nin
açıklaması da sahabenin çoğunun cünüp oldukları halde ellerini yıkamadan suya
soktuklarına ve bunda bir sakınca görmediklerine delâlet etmektedir. Bu durum
kullanılmış suyun onlara göre temiz olduğunu göstermektedir.
Bu başlık altında bazı
istisnaları bulunmakla birlikte derilerin tabaklanmakla temiz olacağı konusu
incelenecektir.
235. Abdullah b. Abbas (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'i,
"Deri tabaklandığında temiz olur" buyururken işittiğini haber
vermiştir. (Müslim, "Hayız",105)
Müellif, saygınlığı
sebebiyle insan derisinin, necis olmasından dolayı domuz derisinin söz konusu
hükümden istisna edildiğini söylemiştir, el-Hidâye müellifinin belirttiği gibi
domuz derisinin tabaklanma yoluyla temizlenmemesi aynî necis olması
yüzündendir. Nitekim bu durumu ifade
eden "Domuz eti
ki pisliğin kendisidir"[142]
âyetindeki "hu" zamiri kendisinden hemen önceki domuz kelimesiyle
ilgilidir. İnsan derisinin haram olması ise saygınlığı sebebiyledir.
ed-Dürrü'l-muhtar'da (I, 210) saygınlığı sebebiyle insan derisinin
tabaklanmayacağı, kullanılması haram olmakla birlikte tabaklandığı takdirde
temiz olacağı belirtilmekte, insan kemiklerinin un haline getirilmesi
durumunda da doğru olan görüşe göre gene saygınlığı gereği yenemeyeceği ifade
edilmektedir.
Müellif, konuyla
ilgili Tirmizî'nin naklettiği hadisi zikrederek gerekli açıklamayı yapmaktadır.
Buna göre Abdullah b. Ukeym (r.a.) şöyle demiştir: Bize Resûlullah (s.a.v.)'in
mektubu geldi. Onda Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, "Murdar hayvanın derisinden
de sinirinden de yararlanmayınız" talimatı bulunmaktaydı.[143]
Tirmizî, hadisin hasen olduğunu söylemiştir. (Tirmizî, "Libas", 20)
Hadisi İbn Adî ve Taberânî şöyle rivayet etmişlerdir: Biz Cüheyne bölgesinde
iken gelen mektubunda Resûlullah (s.a.v.), "Ben, leşin derisinden ve
sinirinden yararlanmanıza müsaade etmiştim. Artık leşin derisinden de
sinirinden de yararlanmayınız" buyurmaktaydı. et-Telhîsü'l-habîr'd$
zikredildiği üzere hadisin isnadındaki raviler güvenilirdir. Bu hadisle ilgili
şunları söylemek gerekmektedir: Hadiste zikredilen "ihâb" kelimesi
tabaklanmamış deri anlamına gelmektedir. İbn Abdilber ve Beyhakî'nin de
belirttikleri gibi tabaklanmış deriye ise Arapçada "şen" ve
"kırba" gibi başka adlar verilmektedir. Bu, Nadr b. Şümeyl'den de
nakledilmiştir. Cevheri de bunun böyle olduğunu söyler (et-Telhîsü'l-habtr, i,
17). Tespitlerimize göre İbn Hibbân da aynı görüştedir, (bk. Nasbu'r-râye, I,
63) Bize göre hadisle ilgili bu açıklama hadisin sıhhati tespit edildikten
sonra yapılmalıydı. Zira et-Telhîsü'l-habîr (1,17) ve Nasbu'r-râye'ât (1,63)
detaylı bir şekilde ele alındığı gibi hadisin sıhhatiyle ilgili eleştiriler
bulunmaktadır. İbn Hibbân ise hadisin sahih olduğunu ispata çalışmış ve onu
Sa-/»'A'ine almıştır.
ed-Dürrü'l-muhtâr''da
(I, 211) şöyle denmektedir: Tabaklanma yolu ile temiz olan deri usulünce boğazlanma yolu ile de temiz
olur. Mezhebimizin görüşü böyledir. Ancak çoğunluğa göre eti yenilmeyen hayvan
ise temiz olmaz. el-Feyz'dekinin aksine fetvanın buna göre olduğu zikredilmektedir.
Reddü'l-muhtâr*da el-Burhart'dan naklen şöyle denilmektedir: İçinde ve
üzerinde namaz kılmak, soğuk ve sıcaktan korunmak, avret yerini Örtmek gibi
değişik amaçlarla kullanımına ihtiyaç bulunduğu için boğazlanma işleminin deri
için temizleyici sayılması uygun ve caizdir. Etinin temiz sayılmasına ise bir
ihtiyaç yoktur. Çünkü yenilmesi haramdır. Bir şeyin yenilmesinin haramlığı da
onun pisliğinin bir göstergesidir.
Bize göre
Neylü'l-evtâr'da nakledilen Seleme b. Ekva (r.a.) rivayeti konuyla ilgili en
doğru olanı belirtmektedir. Buna göre müslümanlar Haybe-r'in fethedildiği günün
akşamı çok sayıda ateş yakmışlardı. Hz. Peygamber (s.a.v.), "Bu ateşler
niçin yakıldı? Bunlar üzerinde ne pişiriyorsu-nuz? " dedi diye sordu.
Onların, "Et pişiriyoruz" demeleri üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.),
"Ne eti pişiriyor sunuz?" dedi. Onlar, "Ehli eşek eti" dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), "Onları dökün, kapları da kırın"
buyurdu. İçlerinden birinin, "Ey Allah'ın Elçisi! İçindekileri döküp
kaplarını yıkayabilir miyiz?" diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v.) de
"Veya Öyle" buyurdu. Başka bir rivayet, "Yıkayınız"
şeklindedir. (Buhârî, "Edeb", 90; Müslim, "Cihad", 123)
Enes b. Malik (r.a.) rivayeti şöyledir: Hayberin fethinde eşek eti elimize
geçmişti. Resûlullah (s.a.v.)'in habercisi, "Allah ve Resulü eşek eti
yemenizi yasaklamaktadır. Çünkü o murdar veya necistir" diye ilan etti.
Hadisi Buhârî ("Megâzî", 39) ve Müslim ("Cihad", 123)
rivayet etmişlerdir. İbn Teymiye, bu iki hadisi eti yenmeyen hayvanların
etlerinin necis olduğuna delil olarak zikretmiştir. Zira ona göre içinde
bulundukları kapların önce kırılmasının sonra yıkanmasının emredilmesi ayrıca onun
pis veya necis olduğunun ifade edilmesi eti yenmeyen hayvanların etlerinin
necis olduğunu göstermektedir. Ancak hadis ehlî eşeklerle ilgilidir. Eti
yenmeyen diğer hayvanların necisliği ise eti yenmemekte ortak olduklarından
kıyasla sabit olmaktadır.
236. Hz. Aişe (r.a.)'nin rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Murdar hayvanın derisi tabaklanmakla temizlenir"
buyurmuştur. (Nesâî, "Fera",
4)[144]
237. Azîzî'nin Abdullah b. Hars'tan sahih bir isnadla
nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Her türlü derinin temizlenmesi
tabaklanmasıyla gerçekleşir" buyurmuştur.[145]
Hadisi Hâkim
en-Nîsâbûrî rivayet etmiş olup sahihtir. (Azîzî, II, 273)
238. Seleme b. Muhabbık (r.a.)'in nakline göre Tebük
gazvesinde Hz. Peygamber (s.a.v.) bir kadından su istedi. Kadın, "Ölü
derisinden yapılmış kırbadakinden başka yanımda su yok" deyince Hz.
Peygamber (s.a.v.), "Onu tabaklamadın mı?" diye sordu. Kadının
"Evet" cevabı üzerine, "O tabaklanmak suretiyle temizlenmiş
olur" buyurdu.[146]
Hadisi Nesâî
("Fera", 4) rivayet etmiş, sıhhatiyle ilgili herhangi bir açıklama
yapmamıştır. et-Telhîsü'l-habîr'de hadisin isnadının sahih olduğu, başta İbn
Sa'd ve îbn Hazm olmak üzere birçok âlimin Seleme b. Muhabbık (r.a.)'in
sahâbîliğini ifade ettikleri kaydedilmektedir.
Müellifin açıklaması
şöyledir: Aynî'nin Şerhu'l-Hidâye* de (I, 232) belirttiği üzere hadislerin
konuya delâleti açıktır. Nitekim o, "Derilerin temizliğinde asıl olan
boğazlamaktır. Bu mümkün olmadığı takdirde tabaklamak onun yerine geçer"
demektedir.
Bu başlık altında
murdar hayvanın derisinin tabaklanmak suretiyle temizlenmesi ve kılı, yünü,
boynuzu, kemikleri ile sinirlerinin kullanılması incelenecektir.
239. İbn Abbas (r.a.)'in nakline göre Hz. Peygamber
(s.a.v.) murdar hayvanın sadece etini haram kılmıştır. Ölü hayvanın derisini,
kılını ve yününü kullanmakta ise bir sakınca yoktur. (Dârekutnî, Sünen, 1,47)
Dârekutnî hadisi
rivayet etmiş ve ravilerinden Abdülcebbar'ın zayıf olduğunu söylemiştir.
Nasbu'r-râye'dz belirtildiğine göre İbn Hibbân onu rivayet ettiği hadisle
birlikte es-Sikâf ma almıştır. Bu tür ihtilafların hadisin sıhhatine zarar
vermediği ise bilinmektedir.
Müellifin açıklaması
şöyledir: Hadisin başlıktaki bazı hususlara delâleti açıktır. Aralarında fark
bulunmadığı için hayvanın diğer organları bunlara kıyas edilir. Aşağıdaki İbn
Abbas (r.a.) hadisi, başlıktaki bütün konulara delâlet eden açıklamaları ihtiva
etmektedir. Nitekim onda murdar hayvanın sadece etinin haram olduğu ifade
edilmektedir.
240. İbn Abbas (r.a.) şöyle anlatmaktadır: Şevde bint Zema
(r.anhâ)'nın bir koyunu ölmüştü. Bu durumu haber verince Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Derisini almadınız mı?" diye sordu. Onlar, "Murdar
olduğu halde koyunun derisini alalım mı?" dediler. Hz. Peygamber
(s.a.v.), "De ki: Bana vah-yolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz
eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah 'tan başkası adına bir
hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış bir şey bulamıyorum"[147]
âyetini okuduktan sonra, "Siz onu yemiyorsunuz, tabakladığınızda
derisinden sadece yararlanıyorsunuz" buyurdu. Şevde bint Zema (r.anhâ)'
"Koyunun derisi yüzüldükten sonra onu tabakladım, ondan kırba edindim ve
yırtıiıncaya kadar kullandım" demiştir.[148]
Buhârî'nin nakline
göre Hammad, "Ölmüş hayvanın tüylerinden yararlanmakta sakınca
yoktur" demiştir. Zührî, selef âlimlerinin ölmüş fil ve benzeri
hayvanların kemiklerinden tarak yaparak ve yağlarını sürünmek suretiyle
yararlanmakta sakınca görmediklerini haber vermiştir. İbn Şîrîn ve İbrahim
en-Nehaî de fil dişinin ticaretinde mahzur bulunmadığını söylemişlerdir.
Müellif, Hammad'ın
açıklamasının konunun bir kısmına delâlet ettiğini ve onu destek amacıyla
zikrettiğini söylemiştir.
241. Sevbân'm nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.)
kendisine Fatıma (r.anhâ) için kemik boncuklu bir gerdanlık ve fil dişinden iki
bilezik almasını emretmiştir. (Ebû Dâvûd, "Tereccül", 21)
Hadisi Ebû Dâvûd
rivayet etmiş ve sıhhatiyle ilgili açıklama yapmamıştır. Avnu'I-ma'bûd'da (IV,
141) zikredildiği üzere Münzirî bazı raviferinin meçhul olduğunu söylemiştir.[149] Bu
tür ihtilafların hadisin delil olmasına engel teşkil etmediğini daha önce de
ifade etmiştik.
Müellif, Sevbân
rivayetinin konunun bir kısmına delâlet ettiğini söylemiştir.
242. Ümmü Hâni (r.anhâ)'nın nakline göre Hz. Peygamber
(s.a.v.) ile Meymûne (r.anhâ) içerisinde hamur (bulaşığı) bulunan bir kaptan
yıkanmışlardır.
et-Telhîsü'l-habîffa
(I, 5) belirtildiği üzere hadisi Nesâî ("Taharet", 149) ve İbn
Huzeyme rivayet etmişlerdir.
Müellifin açıklaması
şöyledir: Hadisin konuya delâleti açıktır. Zira hamur temizdir. Hüküm
bakımından temiz olan diğer nesnelerle onun arasında herhangi bir fark
bulunmadığı da ortadadır. ed-Dürrü'l-mutâfda. (1,192) temizlik malzemesi
amacıyla çöğen ve zaferan gibi maddelerin yıkanılan
suya karıştırabileceği mutlak olarak
ifade edilmektedir. el-Bahr'da. ise suya rengini verecek hurma nebizi (özsuyu)
gibi nesnelerin katılması halinde caiz olmadığı belirtilir. Akıcılığı devam
ettiği ve ismi değişmediği sürece suya meyve ve ağaç yapraklarının karışması
daha sahih olan görüşe göre onun temizleyici özelliğini ortadan kaldırmaz.
Reddü'l-mutâf da metin üzerine şu açıklama yapılır: Suya karışan temiz nesnenin
toprak gibi yeryüzü cinsinden olması ile, sabun, çöğen gibi temizlik kasdıyla
kullanılan bir malzeme olması yahut zaferan gibi başka bir şey olması arasında
fark yoktur. Bu, İmama göre böyledir. Meyve Özsuyunun karışması halinde caiz
olmayışı, suyun evsafını kaybedişi ve su olmaktan çıkışı sebebiyledir.
243. İbn Abbas (r.a.), "Sıcak suyla gusletmekte ve
abdest almakta sakınca yoktur" demiştir.
et-Telhîsü'l-habîr'de
zikredildiği üzere haberi Abdürrezzak b. Hem-mam (el-Mmannef, i, 175) sahih bir
isnadla rivayet etmiştir.
244. Seleme b. Ekva (r.a.)'in ısıttığı suyla abdest aldığı
rivayet edilmiştir.
Haberi İbn Ebî Şeybe
(el-Musannef, 1,25) ve Ebû Ubeyd rivayet etmiştir. et'Telhîsü'l-habîr'de (1,7)
zikredildiği üzere isnadı sahihtir.
245. Ma'mer > Eyyüb > Nafi isnadıyla nakledildiğine
göre İbn Ömer (r.a.) sıcak suyla abdest alırdı.
et-Telhîsü"l-habîr*dz
(I, 7) zikredildiği üzere hadisi Abdürrezzak b. Hemmam (el-Musannef, I, 175)
rivayet etmiştir. Tespitlerimize göre haberin isnadı Kütüb-i süte şartlarını
taşımaktadır,
246. Azatlısı Eslem'in anlattığına göre Hz. Ömer (r.a.)
bakır bir ibrikte ısıttığı suyla gusİederdi. Haberi Dârekutnî (Sünen, I, 37)
rivayet etmiş ve isnadının sahih olduğunu söylemiştir.
Rivayetlerle ilgili
müellifin açıklaması şöyledir: Söz konusu haberlerin konuya delâleti açıktır.
Mecmau'z-zevâid'de zikredilen ve güneşte ısınmış suyla abdest almak hakkında
nakledilen hadise göre ise Hz. Aişe (r.a.) söyle demiştir: Suyu güneşte
ısıtıp, abdest alması için Resûlullah (s.a.v.) 'ege-tirdiğimde, "Böyle
yapma çünkü bu, cilt hastalığına sebep olur" buyurdu.
Hadisi Taberânî
el-Mu'cemü'l-evsafta. rivayet etmiştir. İsnadında yer
alan Muhammed b. Mervan es-Süddî'nin
zayıf olduğunda âlimler ittifak etmişlerdir. Ayrıca hadis Hz. Peygamber
(s.a.v.)'den sadece bu isnadla rivayet edilmiştir.[150]
Hadis İbn Abbas
(r.a.)'den da rivayet edilmiştir. Tespitlerimize göre Meşyohatu KâdV
I-Moristân* dan nakledilen İbn Abbas (r.a.) hadisi et-Tel-hîsü'l-habîfdz (I, 6,
7) farklı lafızlarla rivayet edilmektedir. İbn Hacer, isnadında bulunan Ömer
b. Subeyh'm yalancı olduğunu ve Dahhak'ın da İbn Abbas (r.a.)'i görmediğini
söylemiştir. Dârekutnî'nin İsmail b. Ayyaş > Safvan b. Amr > Hassan b.
Ezher isnadıyla nakline göre Hz. Ömer (r.a.), "Güneşte ısınmış suyla
gusletmeyin. Çünkü o, abraş (alaca) hastalığına sebep olmaktadır"
demiştir. (Dârekutnî, Sünen, 1,39) Şamlılardan yaptığı rivayetlerde İsmail b.
Ayyaş sadûk (doğru sözlü) bir ravidir. Ayrıca İbn Hibbân'm Hassan hakkında bilgi
verirken es-Sikâf mda yaptığı nakle göre Ebu'l-Mu-ğîre de Safvan b. Amr'dan
yaptığı rivayetle ona mutabaat etmiştir. et-Ta-akkubât ale'l-Mevzûâf'ta, (s.
10) "Dârekutnî Hz. Ömer (r.a.)'den onu Mün-zirî ve başka âlimlerin hasen
olarak niteledikleri başka bir isnadla da rivayet etmiştir"
denilmektedir. Bu, et-Telhîsü'l-habîr'de zikredilmektedir.
Konuyla ilgili
Reddü'l-muhtâr'daki (1,186) açıklama şöyledir: Bize göre güneşte ısıtılmış
suyla abdest almakta esas olan sahih olarak nakledilen Hz. Ömer (r.a.) rivayeti
sebebiyle mekruhtur. Buradaki mekruhluk müellifin menduplar bahsinde getirmiş
olduğu deliller sebebiyle tenzihen mekruhtur. Bu durumda bizimle Şafiîler
arasında bu konuda herhangi bir fark bulunmamaktadır.
Bize göre doğrusu
güneşte ısıtılmış suyu kullanmanın dinen değil tıbbî açıdan mekruh olmasıdır.
et-Tahrtrü'1-muhtâr li Reddi'l-Muhtâr'da (s. 23) şöyle denilmektedir: Bize göre
esas olan mekruh olmasıdır. Fakat Sindî'nin nakline göre el-Minehu'I-gaffar
müellifi Timurtaşî'nin "mekruh denildi" ifadesinden mekruh görüşünün
ve konuyla ilgili rivayetin zayıflığı anlaşılmaktadır. Konuyu geniş bir
şekilde inceleyen İbnü'l-Mulakkin sonuç ola-
rak şöyle demektedir:
Güneşte ısıtılmış suyun kullanımını yasaklayan rivayetin isnadlarmın tamamı
batıldır. Dolayısıyla herhangi bir kimsenin bu rivayetleri delil olarak
kullanması doğru değildir. Bize göre bu, sözü edilen mekruhluğun dini
olmadığını göstermektedir. Doğru olan da budur.
Bu başlık altında
içinde insan veya hayvan ölen kuyunun suyunun tamamıyla boşaltılması
incelenecektir.
247. Salih b. Abdurrahman > Saîd b. Mansur > Hüşeym
> Mansur > Ata isnadıyla nakledildiğine göre Habeşli bir adam Zemzem
kuyusuna düştü ve öldü. İbnü'z-Zübeyr'in emriyle kuyunun suyu boşaltıldı. Fakat
kuyunun suyu bir türlü bitmiyordu. Bu durumun Hacerü'l-esved tarafında bir
gözeden kaynaklandığı anlaşıldı. Bunun üzerine Îbnü'z-Zübeyr, "Bu kadarı
yeterli" dedi.
Haberi Tahâvî (Şerhu
meâni'l-âsâr, I, 17) rivayet etmiştir. İbn Dakiki'l-îd'in el-İmam'da
zikrettiğine göre isnadı sahihtir, (bk. İbniPl-Hümam, Fethu'l-kadîr, I, 91)
Müellif, Atâ
rivayetiyle ilgili Tahâvî'nin açıklamalarını {Şerhu meâni'l-âsâr, i, 10)
nakletmektedir. Tahâvî şöyle demektedir: "Siz içerisine düşen necasetle
kuyunun suyunun necis olacağını söylüyorsunuz. Bu durumda pis suyun duvarlara
iyice sinmesi sebebiyle asla temizlenemeyeceği dolayısıyla kuyunun kapatılması
gerekir" diye itiraz edilebilir. Bu itiraza, "Böyle bir uygulama söz
konusu değildir. Nitekim Abdullah b. Zübeyr kuyunun suyunu sahabenin huzurunda
boşaltmakla yetinmiş, her hangi bir kimse de ona karşı çıkmamıştır. Daha
sonraki âlimlerden de buna itiraz eden olmamış, kuyunun kapatılmasını söyleyen
bir kimse de bulunmamıştır" şeklinde cevap verilebilir.
İbnü'z-Zübeyr'in,
"Bu kadarı yeterli" ifadesi, "Necaset düştüğü andaki suyu
boşaltmanız yeterlidir, sonradan gelen su temizliğe engel teşkil etmez"
mânasına gelmektedir.
Sözü edilen rivayetin
konuya delâleti açıktır. Söz konusu haber aynı zamanda kuyunun suyunun derin
de olsa az su sayılacağına ve az suyu pisleten şeyin kuyuyu da pisleteceğine
delâlet etmektedir. Haberin İbn Ebî Şey-be ve Tahâvî rivayetleri
Âsârü's-sünen'â& (1,8) de zikredilmekte ve isnadının sahih olduğu ifade
edilmektedir.
el-Hidâye*'de
nakledildiğine göre Enes b. Malik (r.a.) içine fare düşüp Ölen kuyudan hemen
çıkarilması halinde yirmi kova su çekileceğini söylemiş, Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.) ise içine tavuk düşen kuyudan kırk kova su çekileceğini ifade etmiştir.
el-Hidâye"nin hadislerini tahriç eden Zeylaî, "el-Cevherü'n-nakî
müellifi hocamız İbnü't-Türkmânî bunları Tahâvî'nin farklı tariklerle rivayet
ettiğini söylemiştir. Fakat ben onları Tahâvî'nin Şerhu meâni'l-âsâr isimli
eserinde bulamadım" demiştir. (Nasbu'r-râye, 1,67) Ancak bize göre bu
hususta Zeylaî yanılmıştır. Çünkü ileride zikredeceğimiz üzere Tahâvî onları
sahabenin değil İbrahim en-Nehaî ve Hammad b. Ebî Süleyman'ın sözü olarak
rivayet etmiştir.
el-İnâye (I, 89)
müellifi şöyle demektedir: Enes b. Malik (r.a.)'in Hz. Peygamber (s.a.v.)'den
"İçine fare düşüp ölen kuyudan yirmi veya otuz kova su çekilir"
lafzıyla rivayet ettiği hadise göre sünnet olan budur. Hadisi aynı isnadla Ebû
Ali es-Semerkandî rivayet etmiştir. Tespitlerimize göre el-İnâye müellifi söz
konusu açıklamayı Hz. Peygamber (s.a.v.)'e nispette yanılmıştır. Tahâvî'nin
Muhammed b. Huzeyme > Haccac b. Minhal > Hammad b. Seleme > Ata b.
Saib > Meysere isnadıyla nakline göre Hz. Alî (r.a.) içine fare düşüp ölen
kuyunun suyunun tamamen boşaltılacağını söylemiştir. Muhammed b. Humeyd b.
Hişam er-Ruaynî > Ali b. Ma'bed > Musa b. A'yun > Ata > Meysere
> Zâzân isnadıyla rivayetine göre ise Hz. Ali (r.a.) içine fare veya
herhangi bir hayvan düşen kuyunun suyunu elden geldiğince boşaltılacağını ifade
etmiştir, (bk. Şerhu meâni'l-âsâr, I, 10) Birinci rivayet Âsârü's-sünen'de (I,
9) rivayet edildikten sonra, "İsnadı hasendir" açıklaması
yapılmaktadır. İkinci rivayetin isnadı tenkit edilmişse de birinciyi
desteklemektedir.
Tahâvî daha sonra
konuyla ilgili tabiîn âlimlerinin açıklamalarını zikretmektedir. Şa'bî kuş,
kedi ve benzeri hayvanların kuyuya düşmeleri (ve canlı olarak çıkarılmaları)
durumunda kırk kova başka bir rivayete göre yetmiş kova boşaltılacağını
söylemiştir. Abdullah b. Sebre el-Hemedânî kuyuya tavuğun düşüp ölmesi durumunu
sorduklarında Şa'bî'nin, "Yetmiş kova su çıkarılır" dediğini
nakletmiştir. İbrahim en-Nehaî İçine köstebek veya kedi düşüp ölen kuyudan kırk
kova su çekileceğini ifade etmiştir. Haberi İbrahim en-Nehaî'den nakleden
Muğîre'nin ise, "Su değişinceye kadar çekilir" başka bir rivayette,
"Kovalarca su çekilir" dediği nakledilmiştir. İmam Ebû Hanife
(r.a.)'in hocası Hammad b. Ebî Süleyman içine tavuk
düşüp ölen kuyudan kırk veya elli kova su
çekildikten sonra ondan abdest alınabileceğini ifade etmiştir. İlk rivayeti
İbnü'l-Hümam Fethu'l-kadir'de (I, 90) zikretmiş ve el-lmam'da isnadının sahih
olduğunun ifade edildiğini belirtmiştir.
İbn Ebî Şeybe'nin
nakline göre (bk. el-Musannef, i, 163) Ata içine köstebek düşen kuyudan yirmi
kova su çekileceğini söylemiştir. Bu rivayet el-Binâye şerhu'l-Hidâye'de
(1,250) isnadı hakkında bilgi vermeksizin aynen nakledilmektedir. Ma'mer b.
Raşid içine fare düşen kuyuyu sorduğunda Zührî'nin, "Ölmeden hemen
yerinden çıkarılmışsa bir şey gerekmez. Eğer ölmüşse kuyunun tamamen
boşaltılması gerekir" şeklinde cevap verdiğini nakletmiştir. Haberi
Abdürrezzak b. Hemmam el-Musannef de (1,81) rivayet etmiştir. Haber
es-Siâye'dt (I, 425) de nakledilmiştir. Tespitimize göre haberin isnadı Kütüb-i
sitte ravilerinden meydana gelmektedir. Konu hakkında zikredilen diğer
rivayetlerin isnadlarını gerek olmadığı için incelemedim. Zira bunlar tabiîn
açıklamalarıdır ve delil olmazlar. Ancak kıyasla elde edilemeyen konularda
tabiînin açıklamaları merfû mürsel olarak kabul edilir. Sonuç itibariyle
İmamımız Ebû Hanife (r.a.) bu konuda şahsi görüşüne göre hükmetmemiş, selef
âlimlerinin açıklamalarını esas almıştır.
Bu başlık altında
köpeğin battığı bir kabın üç defa yıkanacağı konusu incelenecektir.
248. Ebû Hureyre (r.a.), "Köpek kabını yaladığında,
içindekini dök ve üç defa yıka" demiştir.
Hadis mevkuftur.
Dârekutnî'nin açıklamasına göre (Sünen, I, 66) haberi Atâ'dan Abdülmelik'ten
başkası bu şekilde rivayet etmemiştir. Nasbu'r-râye'de (1,68) zikredildiğine
göre İbn Dakîkî'1-îd el-lmam'da. haberin isnadının sahih olduğunu söylemiştir.
Müellif haberin konuya delâletinin açık olduğunu ifade
etmiştir. Ebû Hureyre (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.)'den, "Köpek kabını
yaladığında, ilki toprakla olmak üzere yedi defa yıkanmakla temizlenir. Kedi
yaladığında ise bir veya iki defa yıkanmakla temizlenir" (Dârekutnî,
Sünen, 1,64) ve "Köpek birinizin kabını yaladığında, onu döksün sonra da
yedi defa yıkasın" (Dârekutnî, Sünen, 1,64) hadislerini de rivayet
etmiştir. Birinci rivayette şüphe ravilerinden Kurre'ye ait olup hadis
sahihtir. İkinci rivayetin ravileri güvenilir sahih bir hadistir. Bu
rivayetlerde zikredilen yedi defa yıkamanın müstehap olduğu anlaşılmalıdır.
Zira Ebû Hureyre (r.a.)'in rivayet ettiği hadise aykırı açıklamada bulunması
düşünülemez. Muhtemelen o, yedi defa yıkamanın müstehap, üç defa yıkamanın ise
farz olduğunu düşünmekteydi. Açıkça ifade etmese de Ebû Hureyre (r.a.)'in
uygulaması ona göre üç defa yıkamanın da Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ait bir
açıklama olduğunu göstermektedir. Tahâvî'nin, "İbn Sîrîn'e göre Ebû
Hureyre (r.a.)'in her rivayeti merfûdur" şeklindeki açıklaması da bunu
teyit etmektedir. Nitekim Tahâvî'nin İbrahim b. Ebî Dâvûd > İbrahim b.
Abdullah el-Herevî > İsmail b. İbrahim > Yahya b. Atîk isnadiyla nakline
göre Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet ettiğinde kendisine, "Bu Peygamber
(s.a.v.)'den midir?" diye sorulduğunda İbn Şîrîn, "Ebû Hureyre
(r.a.)'in her rivayeti Hz. Peygamber (s.a.v.)'dendir. Ravileri de
güvenilirdir" şeklinde cevap vermiştir. Bununla Ebû Hureyre (r.a.)'in
kendi görüşüyle fetva vermediğini, her söylediğinde Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
hadisine dayandığını kastetmekteydi. (Tahâvî, Şerhu meâni'l-âsâr, I, 20)
249. Hüseyin b. Ali el-Kerâbisî > İshak el-Ezrak >
Abdülmelik > Ata > Ebû Hureyre (r.a.) isnadıyla rivayet edildiğine göre
Hz. Peygamber (s.a.v.), "Köpek birinizin kabını yaladığında, onu döksün
sonra da üç defa yıkasın " buyurmuştur.
Hadisi İbn Adî rivayet
etmiş (el-Kâmil, II, 366) ve "Hüseyin b. Ali el-Kerâbisî dışında hiçbir
kimse onu merfû olarak rivayet etmemiştir. Bunun dışında onun münker bir
rivayetini bilmiyorum. Ahmed b. Hanbel, onu Kur'ân'ın okunuşunun mahluk
olduğunu benimsemesi sebebiyle eleştirmiştir. Hadis rivayetinde bir sakınca
görmüyorum (lem ere bihî be's)" açıklamasını yapmıştır (Zeylaî,
Nasbu'r-râye, I, 68).[151]
Burada er-Ref ve't-Tek-mf/'de (s. 11) Zehebî ve diğer âlimlerden naklen
açıklandığı gibi lâ be'se bih (onda bir sakınca yoktur) ve benzeri lafızların
ta'dîl lafzı olduğuna işaret etmeliyiz. Ayrıca zayıf olmayan ravinin münker
rivayetinin mutlak te-ferrüd olarak değerlendirildiğini de hatırlatmalıyız.
Nitekim er-Ref ve't-Tekmîl'de nakledildiğine göre (s. 12) İbn Adî hadisin merfû
olarak rivayetinin ziyâde olduğunu, güvenilir ravinin ziyadesinin ise makbul
kabul edildiğini ifade etmektedir. Şu halde hadisin merfûluğu eleştiriye mahal
değildir. İsnaddaki diğer ravilerin de güvenilir ve İmam Müslim'in
ravilerinden olduklarına da işaret etmeliyiz.
İbn Hacer'in Lisânü'l-Mîzân'da.
İbn Adî'den nakline göre Hüseyin b. Ali el-Kerâbisî'nin değişik görüşlerinin
yer aldığı kitapları vardır. Kerâbi-sî onları ezberlemişti. İbn Hacer,
Kerâbisî'nin Kitâbü'l-kadâ isimli kitabını gördüğünü, onun büyük bir cilt
olduğunu, içerisinde birçok hadis ve haber bulunduğunu, muhaliflerle tartışmalı
konulan içerdiğini ve onun geniş ilmine delâlet eden bilgiler ihtiva ettiğini
haber vermektedir. Kerâbisî'nin el-Câmiu's-sahih müellifi Buhârî'nin hocaları
arasında bulunduğu söylenmiştir. Buna göre Buhârî Kur'an okunuşu esnasındaki
lafızların yaratılmış olduğu anlayışını ondan almıştır. Bu görüşünden dolayı
Ahmed b. Hanbel Kerâbisî'yi tenkit ettiği gibi hocası Muhammed b. Yahya
ez-Zühlî de Buharî'yi eleştirmiştir. İbn Hibbân es-Sikâfmda (II, 304-305) onu
şöyle anlatmaktadır: Hasan b. Süfyan'ın nakline göre o hadis ve fıkıhta
otorite, eser telif etmiş bir âlimdir. Hakem el-Mustansır el-Emevî onun
hakkında, "Kerâbisî, sika ve hadis hafızı bir âlimdir. Ancak Ahmed b.
Hanbel ve taraftarları onu Kur'an okunuşu esnasındaki lafızların yaratılmış
olduğu anlayışını benimsediği gerekçesiyle tenkit etmişlerdir. Bu ise durumu
bilmeyen bazı cahil hadis taraftarlarını onun hakkmda şüpheye düşürmüştür"
şeklinde açıklama yapmıştır. İbn Hacer de, "Sadûk, faziletli bir
kimsedir. Ahmed b. Hanbel onu Kur'an okunuşu esnasındaki lafızların yaratılmış
olduğu anlayışını benimsediği gerekçesiyle tenkit etmişlerdi" demiştir.
(et-Takrîb, s. 41) Bütün bunlar Kerâbisî'nin sika olduğunu ve onu
eleştirenlerin haklı gerekçelerinin bulunmadığını göstermektedir. Onun hadisi
merfû olarak rivayette tek kalması hadisin sıhhatine engel olmaz. Zira daha
önce de ifade edildiği üzere güvenilir ravinin ziyadesi makbuldür. Üstelik
ihtilaf halinde merfû rivayet mevkuf olana tercih edilir.
Suyûtî
Tedrîbü'r-râvfdz şöyle demektedir: Hadis zayıf olmasa da onun hakkında âlimler,
"Enkerü mâ revâhu fulan keza: Falanın en münker rivayeti şudur"
şeklinde açıklama yaparlar. Nitekim İbn Adî "Allah bir ümmet hakkında
hayır dilerse Peygamberlerini kendilerinden önce alır" hadisinin Yezid b.
Abdullah b. Ebî Bürde'nin en münker rivayeti olduğunu belirttikten sonra,
"Bu hasen bir isnaddır, ravileri güvenilirdir. Bazı âlimler
onu Sahih'lennde rivayet etmişlerdir"
açıklamasını yapmıştır. O, Kur'ân'ın ezberlenmesiyle ilgili hadis hakkında da,
"Bu Velid b. Müslim'in en münker rivayetidir" demiştir. Suyûtî söz
konusu hadisi Tirmizî'nin rivayet ettiğini ve hasen olarak nitelediğini,[152]
Hâkim en-Nîsâbûrî'ye göre ise Sahî-hayn'mn şartlarını taşıdığını söylemiştir.
Konuyla ilgili er-Ref
ve't-tekmîV deki (s. 15) açıklama ise şöyledir: Ahmed b. Attab el-Mervezî
hakkında Zehebî'nin, "Ahmed b. Saîd b. Ma'dân onun fezail ile ilgili
haberleri ve münker rivayetleri bulunan salih bir ravi olduğunu
söylemiştir" açıklaması da aynı hususu ifade etmektedir. Zira İbn Hacer'in
FethuH-bârî mukaddimesinde belirttiği gibi münker hadis rivayet eden her ravi
zayıf değildir.
Tespitlerimize göre
başta Ahmed b. Hanbel olmak üzere bazı âlimler münker ile kendisini destekleyen
başka bir rivayet bulunmayan ferd hadisi kastetmektedirler. Nitekim İbn
Abdullah hakkında bilgi verilirken Lek-nevî de, "Ahmed b. Hanbel ve diğer
bazı âlimler "Menâkîr" kelimesiyle ferd hadisleri
kastetmektedirler" demektedir. (er-Ref've't-tekmîls. 14)
Leknevî'nin sözü
edilen terim hakkındaki uyarısı şöyledir: Başta Mîzâ-nü'l-i'tidâl olmak üzere
ravilerle ilgili kitaplardan istifade etmek isteyen kimseyi hadis
münekkitlerinin söz konusu terimi kullanmaları yanıltma-malıdır. tl-Kâmil ve
Mîzânü'l-i'tidâVdz bu tabiri gören kimse, hakkında kullanılan ravinin zayıf
olduğuna hemen karar vermemeli, hangi anlamda kullanıldığını araştırmalıdır.
Zira bazı âlimler ravisinin teferrüd ettiğini ifade etmek üzere hasen ve sahih
hadisleri münker olarak nitelemektedirler. Özellikle "Bu, münker bir
hadistir" tabirinin ilk dönem ile sonraki âlimlerin farklı mânada
kullandıklarına dikkat edilmelidir. Zira söz konusu tabiri ilk dönem âlimleri
genellikle ravisi güvenilir bile olsa rivayetinde teferrüd edilen hadisler
hakkında kullanırken sonrakiler güvenilir ravilere aykırı olarak nakledilen
rivayetlerle ilgili kullanmışlardır.
Bu durumda İbn
Adî'nin, "Kerâbisî'nin bundan başka münker hadisini bilmiyorum"
şeklindeki açıklaması söz konusu rivayetinin zayıf olduğunu belirttiği anlamına
gelmez. Nitekim İbn Hibbân ve başka âlimler gibi o da,
"Hadis
rivayetinde bir sakınca görmüyorum" diyerek onun sika olduğunu
söylemiştir. Şu halde hadis hasen've merfûdur. Konuya delâleti de açıktır.
250. Atâ'nın nakline göre Ebû Hureyre (r.a.), köpek kabını
yaladığında, onu döküp üç defa yıkamıştır.
Haberi Dârekutnî
rivayet etmiştir.[153]
Âsârü's-sünen'de (i, 12) ifade edildiği üzere isnadı sahihtir. Tespitlerimize
göre Dârekutnî ve Tahâvî bunu Ebû Hureyre (r.a.)'in sözü olarak da rivayet
etmişlerdir. Asârü's-sünen'de (1,12) ifade edildiği üzere bunun da isnadı
sahihtir.
Görüldüğü gibi Ebû
Hureyre (r.a.)'in konuyla ilgili fetva ve uygulaması Kerâbîsî'nin rivayet
ettiği merfû hadisle uyum halindedir. Bunların her biri diğerini
desteklemektedir. Yedi defa yıkanması ve rivayeti erde ki tertibin vacip
olduğu şeklindeki yorum isabetli değildir. Böyle olsaydı, sahabenin ona
muhalefeti söz konusu olmazdı. Aksine o, bunu mendup olduğu şeklinde
yorumlamıştır.
251. İbn Cüreyc'in nakline göre Atâ ona, "Köpeğin
yaladığı kap yedi, beş veya üç defa yıkanır" demiştir.
Haberi Abdürrezzak b.
Hemmam (el-Musannef, I, 97) rivayet etmiştir. Âsârü's-sünen'de (1,12) ifade
edildiği üzere isnadı sahihtir.
Haber, bu konuda
İmamımız Ebû Hanife (r.a.)'in yalnız olmadığını, aksine döneminde fakih ve
muhaddislerin önde gelenlerinden tabiînin büyüklerinden Atâ'nın da onunla aynı
görüşü paylaştığını göstermektedir.
252. Abdullah b. Muğaffel (r.a.) anlatmaktadır: Hz.
Peygamber (s.a.v.) köpeklerin öldürülmesini emretti. Sonra, "Onların
köpeklerle ne işi var?" buyurdu. Daha sonra av köpeği ile çoban köpeğine
izin verdi ve "Köpek kabınızı yaladığında, yedi defa yıkayın,
sekizincisinde toprakla ovalayın" buyurdu.
Âsârü's-sünen'de (I,
11) zikredildiği üzere hadisi Müslim ("Taharet", 93) rivayet
etmiştir.
Bu, Sehâvî'nin muhalif
görüş sahiplerine karşı kullandığı bir hadistir. O şöyle demektedir: Yedi defa
yıkamak mensuh değil de onunla amel etmek vacip olsaydı, Abdullah b. Muğaffel
(r.a.) rivayetinin Ebû Hureyre (r.a.)
hadisine tercih
edilmesi gerekirdi. Çünkü onun rivayetinde Ebû Hureyre (r.a.) hadisinde
bulunmayan bilgiler vardır. İlave bilgi ihtiva eden rivayet ise diğerine tercih
edilir. Bu durumda hadisler arasındaki çelişkinin ortadan kalkması için
muhalifimizin bize, "Köpeğin yaladığı kap yedinci ve sekizincisi toprakla
olmak üzere sekiz defa yıkamadıkça temizlenmez" demesi gerekir. Eğer
Abdullah b. Muğaffel (r.a.) rivayeti terk edilecek olursa, muhalifinin yedi
defa yıkanmasıyla ilgili rivayeti terk ettiğinde söylenenler onun için de
geçerli olacaktır. Halbuki biz, en ağır bir pisliğin bile üç defa yıkanmakla
temizleneceğini, daha hafiflerinin ise üç defa ile daha da temiz olacağını
ifade etmiştik. (Sehâvî, 1,13)
İbn Hacer
Fethu'l-bârfde (I, 242) Sehâvî'yi eleştirerek şöyle demiştir: İbn
Dakîkî'l-îd'in belirttiği gibi Şafiîlerin Abdullah b. Muğaffel (r.a.) hadisinin
zahirini esas almamaları hadisle tümden amel etmemeleri mânasına
gelmemektedir. Eleştiri Şafiîlerin hadisle amel etmedikleri hakkında ise bu
doğru değildir. Aksi takdirde söz konusu eleştiri açısından her iki mezhep de
hadisle ameli terk etmekle itham edilmelidir.
Bize göre Hanefîler
sözü edilen hadisi asla terk etmemişlerdir. Onlar üç defa yıkamanın farz, yedi
defa yıkama ve tertibin ise mendup olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Onlar,
yedi defa yıkamayı belirten rivayetlerde Hz. Peygamber (s.a.v.)'in farz olan
sayıyı belirtmediğini ifade etmişlerdir. Aksi takdirde temizlik için yıkamanın
yedi olduğuna dair rivayetler farklılık göstermez. Konu ile ilgili daha az
sayıda yıkamadan bahseden herhangi bir rivayet bulunmamaktadır. Bu sebeple
onlar fazla yıkamanın mendup olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Üç defa
yıkamayı belirten rivayetin isnadı yedi defa yıkamayı ifade edenin isnadı kadar
sağlam değilse de Tahâvî'nin belirttiği gibi temizlik konusundaki genel kurala
uygun düştüğü için tercih edilebilir. Daha önce zikredildiği üzere üç defa
yıkamayı belirten rivayetin isnadı hasen, ravileri güvenilirdir. Bu durumda onu
esas ve asıl kabul etmek kınanmamalidır.
Bu başlık altında kedi
artığının tenzihen mekruh olduğu hususu incelenecektir.
253. Hz. Aişe (r.a.)'nm rivayetine göre Resûlullah
(s.a.v.), "Kedi necis değildir, O ev halkından biri gibidir"
buyurmuştur.
et-Telhîsü'l-habîr'ds
(I, 9) ifade edildiği üzere hadisi İbn Huzeyme Sakih* inde rivayet etmiştir.[154]
254. Ebû Hureyre (r.a.)'nin nakline göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Köpek yaladığında kap, îlki veya sonuncusu toprakla olmak
üzere yedi defa yıkanır. Kedi yaladığında ise bir defa yıkanır"
buyurmuştur.
Hadisi Tirmizî rivayet
etmiş ("Taharet", 68,69) ve onun hasen-sahih olduğunu söylemiştir.[155]
255. Kebşe bint Ka'b b. Malik (r.a.) anlatmaktadır: Ebû
Katâde'nin gelini idim. Bir defasında yanıma geldi. Ona abdest suyu dökerken
bir kedi gelip abdest suyundan içmeye başladı. Ebû Katâde su kabını eğdirerek
kediye tuttu ve böylece kedi suyunu içti. Benim ona (hayretle) baktığımı görünce,
"Yeğenim! Tuhafına mı gidiyor?" diye sordu. "Evet" diye
karşılık vermem üzerine O, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, "Kedi pis değildir.
O devamlı olarak etrafınızda dolaşan hayvanlardandır" buyurduğunu
nakletti.
Hadisi Tirmizî rivayet
etmiş ve hasen-sahih olduğunu söylemiştir.[156]
256. Enes b. Malik (r.a.) anlatmaktadır: Resûlullah
(s.a.v.) Medine'den şehir dışına çıktı ve Bathan denilen mevkiye gelince,
"Enes! Bana abdest suyu-hazırla" dedi. Ben ona abdest suyu
hazırladım. Hz. Peygamber (s.a.v.)
ihtiyacını giderdikten sonra su kabına yöneldi Bu arada bir kedi gelmiş ve
kaptan su içmeye başlamıştı. Resûlullah (s.a.v.) onu bekledi sonra abdest aldı.
Kedinin abdest suyundan içtiği hatırlatılınca Hz. Peygamber (s.a.v.), "Ey
Enes! Kedi ev hayvanıdır. O herhangi bir şeyi pisletmez ve kirletmez"
buyurdu.
Hadisi Taberânî
el-Mu'cemü's-sağîr'de rivayet etmiştir. Mecmau'z-ze-vâid*de zikredildiği üzere
İbn Hibbân isnadında bulunan Ömer b. Hafs el-Mekkî'nin sika olduğunu söylerken
Zehebî onun kim olduğunu bilmediğini belirtmiştir. Bize göre İbn Hibbân'ın
onun hakkındaki bilgisi Zehebî'nin
tanımadığına
dair verdiği bilgiye tercih edilir. Daha önce de ifade edildiği üzere bu tür
ihtilaf hadisin sıhhatine engel teşkil etmez.[157]
257. İbn Ebî Dâvûd > Rebi b. Yahya el-Üşnânî > Şu'be
> Vakıd b. Muhammed > Nafi isnadıyla rivayet edildiğine göre İbn Ömer
(r.a.), "Eşek, köpek ve kedi artığıyla abdest almayın" demiştir.
Haberi Tahâvî rivayet
etmiştir. (Şerhu meâni'l-âsâr, 1,12) Ravileri güvenilirdir. Rebi b. Yahya
el-Üşnânî hakkında ihtilaf bulunmakla birlikte o Sahih'in rav iler indendir.
Böylesi bir ihtilaf hadisin sıhhatine engel teşkil etmez.
Hadislerle ilgili
müellifin açıklaması şöyledir: Söz konusu hadisler kedinin necis olmadığına ve
artığının da temizliğine delâlet etmektedir. Bunlara göre kedinin yaladığı kap
bir kere yıkanır. Kedi artığı sudan abdest alınması uygun değildir. Burada
sözü edilen yıkamanın hükmü müstehaphktır. İmam Muhammed el-Muvatta'da (s. 82)
kedi artığı sudan abdest almakta bir sakınca olmadığını, başka suyla abdest
almanın ise daha iyi olacağını ifade etmiştir. Bu, Ebû Hanife (r.a.)'in görüşüdür.
Reddü"l-muhtâryd&
(I, 23) zarurete binaen kedi artığından necaset hükmünün düşeceği, ancak
necasetten sakınmadığı için mekruhluk hükmünün devam edeceği belirtilmektedir.
ed-Dürrü'l-muhtâr"'da ise onu kullanmanın tenzihen mekruh olduğu
zikredilmektedir. Hidâye'dz ise Ebû Yusuf'un onun mekruh olmadığı görüşünü
benimsediği nakledilmektedir.
258. Ebû Ubeyde > Abdullah isnadıyla rivayet edildiğine
göre Resûlullah (s.a.v.), "Şeytan bana uğradı. Onu yakalayıp dilinin
serinliğini elimde hissedecek kadar boğazını sıktım. O 'canımı acıttın, canımı
acıttın' dedi" buyurmuştur.
Hadisi Ahmed b. Hanbel
rivayet etmiştir. İsnadda bulunan Ebû Ubeyde babasından hadis işitmemiştir.
Diğerleri Sahih'in ravilerindendir. Tespitlerimize göre Tehzîbü't-Tehzîb'de
(V, 76) Dârekutnî, "Ebû Ubeyde babasının rivayetlerini Hanif b. Malik ve
benzerlerinden daha iyi bilmektedir" demektedir. Ayrıca Dârekutnî
Sünen'inde Ebû Ubeyd'den babası vasıtasıyla birçok sahih haber rivayet
etmektedir.
259. Buhârî'nin rivayetine göre Hz. Ömer (r.a.) Hıristiyan
birinin evinde sıcak suyla abdest almıştır.
Fethu'l-bârfde
zikredildiğine göre söz konusu haberi İmam Şafiî, Ab-dürrezzak b. Hemmam ve
diğer âlimler İbn Uyeyne > Zeyd b. Eşlem > babası isnadiyla muttasıl
olarak rivayet etmişlerdir. İmam Şafiî, "Hz. Ömer Hıristiyan birinin
testisinden abdest aldı" lafzıyla rivayet etmiştir. Ancak İbn Uyeyne Zeyd
b. Eslem'den hadis işitmemiştir. Haberi Beyhakî, Sa'dân b. Nasr > Zeyd b.
Eşlem isnadıyla detaylı bir şekilde rivayet etmiştir. İsmailî ise İbn Zeyd b.
Eşlem > babası şeklinde yukarıdaki isnadda düşen raviyi de zikrederek
rivayet etmiştir. Zeyd b. Eslem'in Abdullah, Üsa-me ve Abdurrahman olmak üzere
üç oğlu bulunmaktadır. Abdullah onların en büyüğü ve en güvenilir olanıdır. İbn
Uyeyne'nin hadisi ondan işittiğini zannediyorum. Bu sebeple Buhârî haberi
kesinlik ifade eden cezm (malum) sigayla rivayet etmiştir.[158]
260. İmran b. Husayn'in nakline göre Hz. Peygamber
(s.a.v.) ve ashabı müşrik bir kadının su kabından abdest almışlardır.
Bulûğu'l-merâm'âa (I,
6) zikredildiği üzere hadisi Buhârî ("Teyemmüm", 6) ve Müslim
("Mesâcid", 312) rivayet etmişlerdir.
Konu ile ilgili
birinci hadis, şeytanın salyasının temiz olduğunu göstermektedir. Şeytan ise
kâfirdir. İkinci rivayet ehl-i kitaptan olan kimsenin temiz olduğuna delâlet
etmektedir. Nitekim Hz. Ömer (r.a.) ehl-i kitaptan olan kimsenin kabından
abdest almıştır, imran b. Husayn rivayeti ise müşrik olan kimsenin ve
artığının temiz olduğunu göstermektedir. el-Hidâ-ye'de, "İnsanoğlunun ve
eti yenen hayvanların artığı temizdir. Çünkü bir kaptan içildiği zaman ona
salya karışır. Salya ise etten oluşur. Et temiz olunca salya, dolayısıyla artık
da temiz olur.
261. Ebû Hureyre (r.a.)'in nakline göre Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in gönderdiği süvari birliği müşriklerden birini yakalamıştı. Onu
mescidin direklerinden birine bağladılar.
Bulûğu'l-merâm'da
(1,41) zikredildiği üzere hadisi Buhârî ("Salât",76) ve Müslim
("Cihad", 59) rivayet etmişlerdir.
Müellif, Ebû Hureyre
(r.a.) hadisinin kâfirin temiz olduğuna açıkça delâlet ettiğini ve yukarıda
temiz olanın artığının hükmüne değinildiğini belirtmektedir.
262. Huzeyfe b. Yeman (r.a.)'in nakline göre kendisi cünüp
iken Resû-lullah (s.a.v.) ile karşılaştı ve Hemen yolunu değiştirip ondan
uzaklaştı. Gusledip geri döndükten sonra, "Ben cünüp idim" dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), "Müslüman necis olmaz" buyurdu.
Neylü'l-evtar'da (I,
20) zikredildiği üzere hadisi Buhârî dışındaki Kütüb-i siîte müellifleri
rivayet etmiştir.[159]
Müellif, Huzeyfe b.
Yeman hadisinin cünüp müslümanın zahiren necis olmadığına delâletinin açık
olduğunu söyler. Buna göre az önce anlatıldığı üzere onun artığının da temiz
olduğu anlaşılır. Burada müslüman necis derken kastedilen, bir başkasına
temasa mani olan hakiki pisliktir. Yoksa hükmi pislik değildir. Çünkü cünüp
kişi hükmi olarak pistir. Söz konusu hadislerle konu aydınlanmıştır.
el-İnâye'de zikredildiği üzere sözü edilen hadis "Müşrikler
necistir"[160]
âyetiyle çelişmez. Çünkü âyette kastedilen necaset inançla ilgilidir. Bize göre
de bu gayet açıktır.
263. Ebû Katâde (r.a.)'in nakline göre Resûlullah
(s.a.v.), "Kedipis değildir. O devamlı olarak etrafınızda dolaşan
hayvanlardandır" buyurmuştur.[161]
Hadisi Tirmizî rivayet
etmiş ve hasen-sahih olduğunu söylemiştir. (Tir-mizî, "Taharet", 69)
Üstadımız Eşref Ali
Tehanevî'nin belirttiği gibi kedinin pis olmamasının gerekçesi insanların
etrafında dolaşması olarak zikredilmesi aslında onda necaset bulunduğunu ancak
ihtiyaç sebebiyle affedildiğini göstermektedir. Zaruret dışında yırtıcı
hayvanların artıkları necistir. Kedinin artığının necis olmaması ise zaruret
sebebiyledir.
264. Cabir b. Abdullah (r.a.)'in nakline göre Hz.
Peygamber (s.a.v.) Hayber günü eşek etinin yenmesini yasaklamış, at etine ise
izin vermiştir.
Hadisi Buhârî
("Zebaih", 27) rivayet etmiştir.
265. İbn Ömer (r.a.)'mn rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.) Hayber günü ehlî eşek etinin yenmesini yasaklamıştır. (Buhârî,
"Megâzî", 39)
Konuyla ilgili
el-Hidâye'de şöyle denilmektedir: Eşek, katır gibi tek tırnaklı hayvanların
artığı necistir. Çünkü onların etleri necistir. Salya da etten oluşur. Öyle
ise salyası da necistir. Bu konuda hüküm etin temiz ya da necisliğine dayanarak
verilmelidir. Buna göre eşeğin artığı da necistir. Ancak biz, el-Burhan'm
yazma nüshasında verilen bilgiler ışığında bu görüşü doğru bulmamaktayız.
Şeyhu'l-İslâm'a göre eşeğin artığının necis olup ol-madığındaki tereddüdün
sebebi zaruretin bulunup bulunmamasıyla ilgilidir. Zira eşek ev ve civarında
insanlarla birlikte bulunması, kullanılan kaplardan içmesi açısında kediye;
insanlardan uzak durması, kedi ve fare gibi her yere girememesi bakımından ise
köpeğe benzemektedir. Asıl itibariyle onun artığı zaruret söz konusu olmadığı
sürece köpek artığı gibi necistir. Kedi de olduğu gibi zaruret bulunduğunda ise
artığının temiz olduğu hükmü geçerlidir. Hangisi olduğunda karar
verilemediğinde problem devam edecektir. Ancak onunla abdestsizlik veya
cünüplük giderilemese de şüpheyle suyun necis olduğuna karar verilemez. Katır
attan da olabilir. Eşek tarafından dünyaya getirilen katırın hükmü de aynıdır.
Sonuç olarak eşeğin artığı şüpheli sulardan olmaktadır.
Abdürrezzak b. Hemmam'in (el-Musannef, I, 77;
Kenzü'l-ummâl, V, 140) Cabir b. Abdullah (r.a.)'den hasen bir isnadla
rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) yırtıcı hayvanların artığı suyla abdest
almıştır. İmam Şafiî'nin Abdürrezzak > İbrahim b. Ebû Yahya > Davud b.
Husayn > babası > Cabir (r.a.) isnadıyla nakline göre, "Eşek artığı
suyla abdest alabilir miyiz?" sorusuna Hz. Peygamber (s.a.v.),
"Evet, yırtıcı hayvanların artığı suyla da abdest alabilirsiniz"
şeklinde cevap vermiştir. (Abdürrezzak b. Hemmam, el-Musannef I, 77)
et-Telhîsü'l-habîr'dz (I, 10) zikredildiği üzere bu hadisi İmam Şafiî, Saîd b.
Salim > İbrahim b. Habîbe > Davud b. Husayn > babası > Cabir
(r.a.) isnadıyla da rivayet etmiştir. Daha önce zikredildiği üzere birinci
isnadda bulunan İbrahim b, Ebî Yahya rivayetleri delil olarak kullanılan bir
ravidir. Davud b. Husayn Kütüb-i sitte ve Muvatta ravilerin-dendir. Babası
tenkit edilmişse de Zehebî onun sünnete bağlı bir âlim olduğunu söylemiştir.
(Mîzânü'l-i'tidâl, I, 260) Tehzîbü't-Tehzîb'te (IV, 35) belirtildiği gibi
ikinci isnadda bulunan Saîd b. Salim hakkında ihtilaf edilmiştir.
Tehzîbü't-Tehzîb''te (1,104) zikredildiği üzere İbrahim b. Habîbe hakkında da
ihtilaf bulunmaktadır. Sonuç itibariyle sözü edilen hadis delil olacak
seviyededir. el-İnâye (I, 95) müellifine verilecek cevap, hadiste zikredilenle
kastedilenin yabanî eşek ve yırtıcı kuşlar veya çok su olduğunu hatırlatmak
olacaktır.
Reddü'l-muhtâr'da (I,
334) zikredildiğine göre nebiz hakkında İmam Ebû Hanife (r.a.)'den üç farklı
görüş nakledilmiştir. Buna göre:
a. Nebizle abdest alınabilir. Ancak ayrıca teyemmüm
edilmesi daha uygundur. Bu, onun ilk görüşüdür.
b. Eşek artığında olduğu gibi hem abdest almalı hem de
teyemmüm edilmelidir. Bu, İmam Muhammed'e göre en uygun olanıdır.
c. Sadece teyemmüm edilmelidir. Bu onun en son
görüşüdür. Ebû Yusuf ve diğer üç İmam da bu görüştedir. Tahâvî de bunu tercih
etmiştir. Bize göre de doğru olan görüş budur.
266. Malik > Yahya b. Muhammed > Muhammed b. İbrahim
b. Haris et-Teymî > Yahya b. Abdurrahman b. Hatıb b. Ebî Belta isnadıyla
nakledildiğine göre Hz. Ömer (r.a.), içlerinde Amr b. As (r.a.)'in de
bulunduğu bir heyetle yola çıkmıştı. Bir havuz başına vardıklarında sahibine
Amr b. As (r.a.), "Havuzuna yırtıcı hayvanlar uğruyor mu?" diye
sordu. Bunun üzerine havuz sahibine Hz. Ömer (r.a.), "Bu soruya cevap
verme. Suya hayvanlar da, biz de geliriz" dedi.
Haberi İmam Muhammed
Muvatta'da. (s. 8; ayrıca bk. Abdürrezzak b. Hemmam, el-Musannef, 1,77)
rivayet etmiş olup ravileri güvenilirdir, ne var ki isnadda kopukluk
bulunmaktadır. Zira Yahya b. Abdurrahman Hz. Ömer (r.a.)'e kavuşmamıştır. Ancak
bu noktada inkıta haberin kullanılmasına engel değildir.
Amr b. As (r.a.)'in sahibine havuza yırtıcı hayvanların
uğrayıp uğramadığını sorması, onların içmesiyle suyun temizliğinin gideceği
görüşünde olmasındandır. Aksi takdirde soru sormasının bir anlamı
olmayacaktır. Hz. Ömer (r.a.) ise açıklamasıyla, "Bunu söyleme. Açıklama
yaptığında sıkıntıya girebiliriz. Çünkü bilmediğimiz sürece yırtıcı
hayvanların gelmesi bizi engellemez ve bunu araştırmamız da gerekmez"
demek istemiştir. Yırtıcı hayvanların artığı temiz olsaydı, Hz. Ömer (r.a.)
havuz sahibinin açıklamasına engel olmazdı. Ancak Şafiî ve Malikîler Hz. Ömer
(r.a.)'in sözünü "Açıklama yapıp yapmaman bizim için fark etmez"
şeklinde yorumlamış-lardır. Ancak bu yorum sözün bağlamına uygun değildir. Bu
yorum doğru kabul edilecek olursa biz, sözü edilen havuzun büyük olması
sebebiyle sahibinin bilgi vermesiyle vermemesi arasında fark bulunmadığı
şeklinde anlarız.
İbn Abdilberr'in,
"Hz. Ömer (r.a.) dinde ihtiyatlı davranırdı. Yırtıcı hayvanlar, eşek ve
köpeğin su içmesi havuzun suyunu kirletseydi durumu sahibine mutlaka sorardı.
Ancak o bunların suya zarar vermeyeceği görüşündeydi" şeklindeki
açıklaması tartışmaya açıktır. Zira ihtiyat her şeyi sormayı gerektirmez.
Dinde genişlik hakimdir. Onun bu açıklamaları Muvatta kenarında (s. 66)
bulunmaktadır. Havuz büyük olduğunda köpeğin içmesinin onu kirletmeyeceğinde
görüş birliği bulunmaktadır. Dolayısıyla sözü edilen havuzun küçüklüğünü tespit
etmedikçe haber onlar için delil olmaz.
Konuyla ilgili
eleştiriye açık bir senetle îbn Mâce'nin rivayetine gelince o, Ebû Saîd
el-Hudrî (r.a.)'den şöyle bir rivayette bulunur: Eşek ve yırtıcı hayvanların
uğrak yeri olan Mekke ve Medine arasında bulunan havuzlar ve bunların temiz
olup olmadığı sorulduğunda Hz. Peygamber (s.a.v.), "Karınlarına
doldurdukları onların geriye bıraktıkları temiz su ise bizim-dir"[162]
demiştir. (et-Ta'lîku'l-mümecced, s. 66) Bu itiraza Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
söz konusu ifadesinin mutlak değil çok suyla mukayyed olduğu hatırlatılarak
cevap verilebilir. Nitekim ehlî ve yabanî hayvanların uğrağı olan suyun durumu
sorulduğunda Resûlullah (s.a.v.), "İki külle miktarında olan su pislik
tutmaz"[163] şeklinde cevap vermesi,
yırtıcı hayvanların artığının temiz olmadığını, bunun ancak su iki külle
miktarına ulaştığında söz konusu olduğunu göstermektedir. İki külle ile eni on
genişliği on arşın (75 cm.)
olan yeri kaplayan suyun kastedildiği daha önce ifade edilmişti.
Konuyla ilgili İmam
Muhammed'in Muvatta'dakı (s. 66) açıklaması şöyledir: Havuz bir taraftaki
dalgalanmanın diğer tarafı etkilemeyeceği kadar büyük ise içine düşen pislik
veya yırtıcı hayvanın oradan içmesi kokusunu ve tadını değiştirmedikçe suya
zarar vermez. Havuz bir taraftaki dalgalanmanın diğer tarafı etkileyeceği
kadar küçük ise içine düşen pislik veya yırtıcı hayvanın oradan içmesi
sebebiyle oradan abdest aiınmaz. Sahibinin havuza yırtıcı hayvanların uğrayıp
uğramadıklarını açıklamasına Hz. Ömer (r.a.) bundan dolayı engel olmuştur.
267. İmam Ebû Hanife (r.a.)'in Hammad'dan nakline göre
İbrahim en-Nehaî şöyle demiştir: Katır ve merkebin artığında hayır yoktur.
Onİarm artığıyla abdest alınmaz. At, kadana, koyun ve deve artığıyla ise
abdest alınır.
Bu bilgiyi, İmam
Muhammed el-Âsâr'da rivayet etmiş, isnadının sahih olduğunu söylemiş, "Bu,
Ebû Hanife (r.a.)'in görüşüdür. Biz de buna göre amel etmekteyiz"
açıklamasını yapmıştır.
268. Nafi'in nakline göre İbn Ömer (r.a.) merkeb, köpek ve
kedi artığıyla abdest almayı mekruh görürdü.
Kenzü'l-ummâVda (V,
142) zikredildiği üzere haberi Abdürrezzak b. Hemmam el-Musannef'inde (I, 105)
rivayet etmiştir. Haberin detaylı isnadına ulaşamadım. Onu sadece destek
amacıyla zikrettim.
Gerek Ebû Hanife
(r.a.) gerekse Nafi rivayetlerinin merkep ve katır artıklarının mekruh
olduğuna delâletleri açıktır.
269. Ebû Sa'lebe, Resûlullah (s.a.v.)'in ehlî eşek
etlerini haram kıldığını haber vermiştir. (Buhârî, "Zebaih", 28)
270. Enes b. Malik (r.a.)'in nakline göre bir adam
Resûlullah (s.a.v.)'e gelerek eşek eti yenildiğini haber verdi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber (s.a.v.) emretti ve sahabeden biri insanlar arasında dolaşarak,
"Allah ve Re-sûlu ehlî eşek eti yemenizi yasaklamaktadır. Çünkü o
necistir" diye ilan etti. İçerisinde et pişirilen kazanlar ters
çevrilerek boşaltıldı. (Buhârî, "Mega-zf\ 39; "Zebaih", 28)
271.
Seieme b. Ekva (r.a.) anlatmaktadır: Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte Hayber
fethine katılmıştık. Hayberin fethedildiği günü akşamı insanlar birçok ateş
yakmıştı. Resûlullah (s.a.v.), "Ateşte ne pişiriyorlar? " diye sordu.
"Et" denilince Hz. Peygamber, "Ne eti?" diye sordu.
"EhİÎ eşek eti" diye cevap verilince, "Onları dökün, kapları da
kırın" buyurdu. Bir adamın, "Ey Allah'ın Elçisi, Döküp de kazanları
yıkasak olmaz mı?" diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v.) de, "Veya öyle
yapın" dedi. (Buhârî, "Megâzî", 39)
Ebû Sa'Iebe ve Seleme
rivayetlerinin ehlî eşeklerinin etlerinin haram ve necis olduklarına delâleti
açıktır. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.), "O necis-tir" buyurmuş ve
içerisinde eti pişirilen kapların da kırılmasını emretmiştir. Ancak daha sonra
içindekilerin dökülmesini ve kapların yıkanmasını yeterli görmüştür. Bütün
bunlar onun etinin necis olduğunu göstermektedir. Eşekten dünyaya gelmesi
sebebiyle katır için de aynı hüküm geçerlidir. Söz konusu rivayetler etten
oluşan salyalarının da necis olduğuna delâlet etmektedir. Tercih edilen görüş
budur. Buna göre onların artıklarının da necis olması uygun düşer.
272. Muaz b. Cebel (r.a.) şöyle demiştir: Ben Resûlullah
(s.a.v.)'in Ufeyr denilen eşeğinin terkisinde idim. (Buhârî, "Cihad",
46)
273. Üsame b. Zeyd (r.a.)'in nakline göre Resûlullah
(s.a.v.) üzerinde kadife örtülü semer bulunan eşeğe binmiş, Üsame (r.a.)'i de
terkisine almıştı. (Buhârî, "Cihad", 126)
274. Berâ b. Âzib (r.a.) Huneyn hakkında bilgi verirken
Resûlullah (s.a.v.)'in Ebû Süfyan b. Haris (r.a.)'in yularını çektiği beyaz bir
katıra bindiğini ve "Ben peygamberim, yalan yok. Ben Abdülmuttalib'in
torunuyum" dediğini de nakletmektedir. (Buhârî, "Cihad", 52)
275. Enes b. Malik (r.a.)'in nakline göre Hz. Peygamber
(s.a.v.) Hay-ber'de yuları kendirden bir eşeğe binmiştir.
Hadisi Abd b. Ubeyd
rivayet etmiştir. İbn Hacer'in de ifade ettiği gibi isnadı tenkide uğramıştır.
(Fethu'l-bâri, VI, 88)
Sözü edilen
rivayetlerde Hz. Peygamber (s.a.v.)'in eşek ve katıra bindiği, Ebû Süfyan
(r.a.)'in de O (s.a.v.)'in katırının yularını tuttuğu anlaşılmaktadır. Gerek
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in gerekse sahabenin katır ve eşeğe bindikleri inkâr
edilemez bir gerçektir. "Atları, katırları ve eşekleri binmeniz ve
(gözlere) ziynet olsun diye yarattı"[164]
âyetinde bu hayvanların Allah'ın insanlara lütfettiği nimetlerinden olduğu
ifade edilmektedir. Bu hayvanlara binen kimsenin elbise ve vücudunu onların
ter veya salyalarından korumasının güç olacağı bilinen bir gerçektir.
Özellikle sözü edilen hayvanların yularını tutan kimsenin onların salyalarından
korunması son derece zordur.
Hadiste bu sebeple elbise ve vücudun yıkanmasından söz edilmemesi, onların
temiz olduğuna delâlet etmektedir. Bu, özellikle zaruret ve kaçınılmaz bir
durum söz konusu olduğunda önem arz etmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.)
kedi hakkındaki, "O devamlı olarak etrafınızda dolaşan
hayvanlardandır" (Tirmizî, "Taharet", 69; İbn Mâce,
"Taharet", 32) şeklindeki açıklaması da bu duruma işaret etmektedir.
Daha önce de zikredildiği üzere Tirmizî hadisin sahih olduğunu ifade etmiştir.
Bu durumda eşek ve katırların etlerinin haram ve necis olduğunu ifade eden hadislerle
onlara binme, ter ve salyaları hakkındaki hadisler birbiriyle çelişmektedir.
Birinciler onların necis, ikinciler ise temiz olduğunu ifade etmektedir. Bu
sebeple biz, onlarla ilgili tereddüde düşerek artıklarının temizliğinde şüphe
ettik, ter ve salyalarının mutlak olarak temiz olduklarını söylemedik. Nitekim
onlara binileceği hakkındaki hadisler temiz olduklarını ifade etmediği gibi
necis olabileceklerini de belirtmektedir. Onların ter ve salyalarının
temizliği, korunulmasının güçlüğünden dolayı zaruret sebebiyledir. Zaruret
hükmü ise zaruretin miktarına göredir. Onlara binen kimsenin güç durumda
kaldığı ve zaruretin meydana geldiği hususlar artıkları olan su değil, vücudu
ve elbisesidir. Bu durumda biz, onların artığının değil, ter ve salyalarının
bulaştığı vücut ve elbisesinin temiz olacağına hükmederiz. Yukarıda
zikredildiği üzere sahabe ve tabiînden bazı âlimlerin onların artıklarıyla
abdest almayı doğru bulmamaları da bizim görüşümüzü desteklemektedir.
Merakı'l-felâh
haşiyesinde (s. 20) el-BahfĞ&n nakledildiğine göre konuyla ilgili Tahâvî
şöyle demiştir: Kabul gören görüşe göre eşeğin ter ve salyası temizdir ve
bulaştığı elbise ile vücudu necis hale getirmez. Az miktardaki suya
karışmaları durumunda onu necis yapacağı ise şüphelidir. Buradaki şüphe ter ve
salyanın temiz olup olmadığıyla ilgilidir. Artık konusunda şüphe ise
temizleyiciliğindedir. Artığın temiz olduğunda şüphe yoktur. Zira suyun
önceden temiz olduğu kesindir. Eşeğin ter ve salyasının temiz olup olmadığı
ise şüphelidir. Bu durumda su şüpheyle kirlenmez. Ancak böyle durumlarda suyun
temizleyiciliği hususunda ihtiyatlı davranmak gerekir. Söz gelimi kullanılmış
suyun karışmasından olduğu gibi az miktardaki suya karışan eşek artığının daha
az miktarda olması halinde bu durum abdest almaya engel olmaz.
Mezhep âlimlerimizin
tamamı, eşek ve katır ter ve salyalarının temiz ol-malarındaki şüphenin
etlerinin haram ve helâl olması hakkındaki delillerin
çelişmesi sebebiyle olduğu
görüşündedirler. Onların etlerinin haram olduğuna dair delili yukarıda
zikredilmişti. Nûru'l-envâr (s. 194) ve et-Tav-dîh'Ğc (II, 104) zikredildiğine
göre Galib b. Ebcur rivayeti ise onların etlerinin helal olduğunu ifade
etmektedir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Bana sadece eşeklerin
etleri kaldı" diyen birine, "Malının semiz olanından ye"
buyurmak suretiyle onun etinin helâl olduğunu ifade etmiştir.
Konuyla ilgili Merakı'l-fe
lâh'daki (s. 20) açıklama şöyledir: Dördüncü kısım temizleyiciliğinde şüphe
bulunan artıktır. Onun temizleyici olduğuna kesin bir şekilde hükmedilemediği
gibi temiz olmadığı da söylenileme-mektedir. Bu, eşek ve katırın artığıdır.
Çünkü doğru olan görüşe göre bunların salyaları temizdir. Şüphe ise, onların
etlerinin helâl veya haram olduğu hususunda birbiriyle çelişen iki farklı
haberin bulunması sebebiyledir. Bilindiği gibi katır eşekten dünyaya
gelmektedir. Dolayısıyla onun hükmü de eşek gibidir. Abdesti olmayan kimse onun
artığı olan sudan başkasını bulamıyorsa önce onunla abdest alır sonra da
teyemmüm ederek namazını kılar. Üstadımız da Câmiu'l-âsâr'mda. (s. 60) mezhep
âlimlerine uyarak konuyu aynı şekilde açıklamaktadır. Ancak bu açıklama tartışmaya
açıktır. Nitekim bu görüşün zayıf olduğunu söyleyen et-Telvîh müellifi şöyle
demektedir: Eşek etinin helâl olduğunu ifade eden deliller haramlığını
belirtenler kadar sağlam değildir. Hatta eşek etinin haramlığı hususunda icmâ
olduğu bile söylenebilir. Ayrıca sırtlanda olduğu gibi bir şeyin helâl ve haram
ol-duğundaki deliller tearuz ettiğinde haram olan tercih edilir. Nitekim sırtlanın
artığının necis olduğuna hükmedilmiştir. Bize göre de Buhârî ve Müslim başta
olmak üzere Kütüb-i sitte müelliflerinin rivayetlerinden eşek etinin
haramlığına dair delilin daha güçlü olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim îbn
Hacer'in ifadelerinden konuyla ilgili rivayetlerin tevatür seviyesine ulaştığı
anlaşılmaktadır.
Eşek etinin helâl
olduğuna dair delilin zayıflığı ise konuyla ilgili zikredilen Galib b. Ebcur
rivayetini nakleden Ebû Davud'un isnadında problem bulunduğunu açıklamasıdır.
Onun Ubeyd Ebü'I-Hasen > Abdurrahman is-nadıyla nakline göre Galib b. Ebcur
şöyle anlatmıştır: Bir sene kıtlık olmuş aileme eşek etinden başka bir yiyecek
bulamamıştım. Resûlullah (s.a.v.) ise ehli eşek etini haram kılmıştı.
Resûlullah (s.a.v.)'e gelerek, "Ey Allah'ın Elçisi! Bu sene bize kıtlık
isabet etti, ailemin eşek etinden başka bir yiyeceği de bulunmuyor. Sen ise
ehlî eşek etini haram kılmıştın" dedim. Bunun üzerine Resûlullah
(s.a.v.)'e, "Eşeğin etlerinden ailene yedirebilirsin. Ben
onu rasîgele dolaşıp pislik yemelerinden
dolayı haram kılmıştım" buyurdu.[165] Ebû
Dâvûd hadisin Şu'be > Ubeyd Ebü'İ-Hasen >Abdurrahman b. Ma'kıl > Abdurrahman
b. Bişr > Müzeyne kabilesinden bazı kimseler > Müzeyne kabilesinin reisi
Ebcur veya İbn Ebcur isnadıyia da rivayet edildiğini söylemiştir. Nevevî,
hadisin problemli olduğunu, isnadı hakkında birçok ihtilafın bulunduğunu ve
sahih kabul edilirse de eşek etinin sadece zaruret anlarında yenilebileceği
şeklinde anlaşılması gerektiğini söylemiştir. Münzirî de hadisin isnadı
hakkında birçok ihtilafın bulunduğunu belirterek Beyhakî'nİn de isnadının
problemli olduğunu ifade ettiğini haber vermektedir. (Avnü'l-ma'bûd, III, 420)
Hadisle ilgili îbn
Hacer'in açıklaması şöyledir: İsnadı zayıf, metni de sahih hadislere aykırı
olduğu için şazdır. Dolayısıyla delil olarak kullanılamaz. Bu konuda başka
rivayetler de bulunmaktadır. Taberânî'nin Ümmü Nasr el-Muhâribiyye'den nakline
göre bir adam ehlî eşek etlerini sorduğunda Resûlullah (s.a.v.), "Onları
otlayıp ağaç yapraklarıyla beslenmiyor mu?" diye sormuş adamın
"Evet" diye karşılık vermesi üzerine ise, "O halde etini
yiyebilirsin" buyurmuştur. (el-Mu'cemü'l-kebîr, XXV, 161)[166]
Aynı hadisi İbn Ebî Şeybe de "Benî Mürre kabilesinden bir adam"
şeklinde rivayet etmiştir. (el-Musannefy\U\, 76) Her iki isnad da eleştiriye
açıktır. Hadisin sahih olduğu kabul edilecek olursa bunun eşek etinin haram
kılınmasından önce meydana geldiği düşünülmelidir.
Eşek etinin helâl
olduğuna dair bir başka haber ise Buhârî'nin naklettiği Amr b. Dînar
rivayetidir. Buna göre o, bazı kimselerin Resûlullah (s.a.v.)'in ehlî eşek
etlerini yasakladığını ileri sürdüklerini hatırlatınca Ca-bir b. Zeyd, "Bu
görüşü Basra'da Hakem b. Amr el-Gıfârî ileri sürmekteydi. Fakat bunu
duyduğunda büyük âlim İbn Abbas (r.a.), "De ki: Bana vah-yolunanda, leş
veya akıtılmış kan yahut domuz eti - ki pisliğin kendisidir -ya da günah
işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye
haram kılınmış bir şey bulamıyorum"[167]
âyetini okumuştur. (Buhârî, "Zebaih", 28) İbn Hacer'in bu haberle
ilgili açıklaması şöyledir: Megâzî bölümünde de geçtiği üzere İbn Abbas
(r.a.)'in ehlî eşek etinin yasaklanması konusunda çekimser kaldığı
zikredilmisti. Bunun geçici bir durum için mi yoksa ebedi olarak haram mı kılındığı
ona göre net değildir. Bu hususta Şa'bî'nin bir rivayeti bulunmaktadır. Buna
göre İbn Abbas (r.a.), "Hz. Peygamber (s.a.v.) ehlî eşek etini Hayber
gününde yüklerin taşınmasında kullanıldığı için ihtiyaçtan dolayı mı yasakladı
yoksa kesin olarak mı haram kıldığını bilemiyorum" demiştir. İbn Abbas
(r.a.)'in bu tereddütlü rivayeti ehlî eşek etinin helâl olduğuna dair yukarıda
zikredilen ve kesinlik ifade eden açıklamasından daha sahihtir. Böylesine
mütereddit bir haberin ehlî eşek etinin helâlliğine dair delil olabilmesi Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in onu haram kıldığı hakkında herhangi bir bilginin
bulunmaması durumunda söz konusu olabilir. Halbuki bu konudaki haberler tevatür
seviyesine ulaşmaktadır. Bu durumda, ehlî eşek etinin haram olduğuna dair
hüküm, helâl olduğunu ifade eden hükme ve konuyla ilgili kıyasa tercih edilir.
Konuyla ilgili söz konusu edilen âyet Mekke'de nazil olmuştur. Haramlık hükmü
ise daha sonradır. Bu da haramlık hükmünün tercih edilmesini gerektirir.
Ayrıca âyet nazil olduğu andaki hükmü haber vermektedir. O dönemde
yiyeceklerden âyette zikredilenlerden başka haram bulunmamaktaydı. Âyette daha
sonra başka yiyeceklerin haram kılınmasına engel bir durum söz konusu
değildir. Dolayısıyla Medine döneminde Mâide süresindeki içki ve benzeri
şeylerin haram kılınması gibi sözü edilen âyette zikredilmeyen başka şeyler de
haram kılınmıştır. Mâide süresinde (5/3) ayrıca Allah'tan başkası adına
boğazlanan, boğulmuş, tokmakla vurulup öldürülmüş, yukarıdan aşağı yuvarlanıp
ölmüş, boynuzlanıp ölmüş hayvanlar ile canavarların yediği hayvanların da haram
kılındığı ifade edilmektedir. Keza yırtıcı hayvanlarla haşaratın yenmesi de
haramdır. Nevevî, "Sahabe ve sonraki âlimlerin çoğu ehlî eşek etinin haram
olduğunu ifade etmişlerdir. İbn Abbas (r.a.) dışında bu konuda farklı bir
görüşe sahip olanı bilmiyorum. Konuyla ilgili Mâlikîlerden üç farklı görüş
nakledilmektedir. Üçüncüsü ehlî eşek etinin mekruh olduğu şeklindedir"
demektedir. {Fethu'l-bârî, IX, 565)
Doğrusu gerek binerken
gerekse onları bağlarken korunması mümkün olmadığından tereddüde düşülecek konu
eşeğin artığı ve teridir. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.) ile sahabenin açıklama
ve uygulamaları bunun caiz olduğunu ortaya koymaktadır. Onların bu konudaki
uygulamaları meşhurdur.
Konuyla ilgili
et-Telvîh'de nakledildiğine göre Serahsî el-Mebsufta. (II, 105) şöyle
demektedir: Haramlığı gerektiren delillerin tercihi ilkesi gereği ehlî eşek
etinin haram olduğunu tercih etmekte hiçbir sorun yoktur. Şu kadar var ki o,
battığı suyu pisletmez. Çünkü bunda zaruret ve çoğunluğu ilgilendiren bir
ihtiyaç vardır. Zira eşek barınaklarda ve avlularda bulunması sebebiyle
kaplardan içerler ve buna engel olunamaz. Ancak kedi evin her yerine
girebildiği için onun artığı konusundaki zaruret daha belirgin haldedir.
Eşekle ilgili zaruret ise kedi kadar olmadığı için artığının temiz olduğuna
hükmedilemez. Onunla ilgili zaruret köpekten daha fazla olduğu için artığının
necis olduğuna da karar verilememektedir. Bu durum meselenin çözümsüz kalmasına
sebep olmaktadır. Bu durum, onun necis olduğuna hükmetmekten daha ihtiyatlıdır.
Çünkü o durumda hem o suyla abdest al-masma hem de teyemmüm etmesine
hükmedilmektedir. Bu ise ihtiyata daha uygundur. Pis kabul edilmesi halinde
ise temiz olması muhtemel suyun bulunmasına rağmen sadece teyemmüm etmiş
olacaktır.
276. Ebû Saîd Mevlâ Benî Haşim > Hammad b. Seleme >
Ali b. Zeyd b. Ced'ân > Ebû Rafi' > İbn Mes'ûd (r.a.) isnadıyla
nakledildiğine göre Re-sûlullah (s.a.v.) dinlerini öğretmek üzere cinlere
gittiği gece İbn Mes'ûd (r.a.e.)'a, "Yanında su var mı?" diye sormuş,
onun "hayır" demesi üzerine bu defa Hz. Peygamber (s.a.v.),
"Peki nebiz var mı?" diye sormuştur. Hadisi nakleden ravi,
"Zannediyorum İbn Mes'ûd (r.a.) "Evet" cevabını verdi Hz.
Peygamber (s.a.v.) de onunla abdest aldı" demiştir.[168]
Tespitlerimize göre
isnaddaki Ebû Saîd Buhârî ravilerinden olup güvenilirdir. Tehztbü't-Tehzîb'te.
(VI, 209) zikredildiği üzere Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Maîn, Taberânî, Begavî,
Dârekutnî ve İbn Şahin onun sika olduğunu söylemişlerdir. İsnaddaki Hammad b.
Seleme de Kütüb-i sitte ravilerinden olup sikadır.
Hadisin konuya
delâleti açıktır. İsnadda bulunan Ali b. Zeyd b. Ced'ân hakkında ihtilaf
edilmiştir. Ancak Mecmau'z-zevâid'&t (1,197) de zikredildiği üzere onun
sika olduğu söylenmiştir. O İmam Müslim ve dört Sünen müellifinin ravi 1 erin
dendir. Tehzîbü't-TehzîPtc (VII, 324) zikredildiği üzere onun hakkında Ya'kûb
b. Şeybe sika salihu'l-hadîs, Tirmizî ise sadûk tabirlerini kullanarak
güvenilir olduğunu ifade etmişlerdir. Sâcî ise," O doğruluğu ile bilinen
ravilerdendir. Birçok âlim ondan hadis almıştır. Ancak güvenilirliğinde icmâ
edilen raviler seviyesinde de değildir" açıklamasını yapmıştır. Münzirî de
et-TerğîtfĞQ Tirmizî'nin onu "sadûk" lafzıyla nitele-
diğini, selâm
hakkındaki hadisinin sahih olduğunu belirttiğini ve onun birçok rivayetini de
hasen olduğunu ifade ettiğini söylemektedir. Bize göre onun rivayeti hasen
seviyesinden aşağıda değildir. İsnaddaki Ebû Râfi'in ismi Nufey'dir. Hem
cahiliyye hem de İslâm döneminde yaşamış tabiînin Önde gelen meşhur
âlimlerdendir. Zeylaî'nin de belirttiği üzere (Nasbu'r-râ-ye, 1,74) Hz. Ebû
Bekir, Hz. Ömer ve Ebû Hureyre (r.a.e.)'den rivayette bulunmuştur. Onun İbn
Mes'ûd (r.a.)'den de hadis alması mümkündür. Nitekim el-Kemâl müellifi onun
İbn Mes'ûd (r.a.)'den hadis işittiğini söylemektedir. Aynı bilgi
el-Cevherü'n-nakfde de bulunmaktadır. Şu halde hadis hasendir. Böylece
Dârekutnî'den naklettiğimiz söz konusu hadisin isnadında bulunan Ali b. Zeyd
b. Ced'ân hakkındaki iddialara cevap verildiği gibi Ebû Râfi'in îbn Mes'ûd
(r.a.)'den hadis işittiği de tespit edilmiş oldu.
277. Abbas b. Velid ed-Dımaşkî > Mervan b. Muhammed
> İbn Lehîa > Kays b. Haccac > Hınş es-San'ânî isnadıyla
nakledildiğine göre Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle anlatmıştır: Resûlullah
(s.a.v.) dinlerini öğretmek üzere cinlere gittiği gece İbn Mes'ûd (r.a.)'e,
"Yanında su var mı?" diye sormuş, onun "Hayır, matarada nebiz
var" demesi üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), "Hurma hoş ve temiz, suyu
da temizleyicidir. Dök de abdest alayım" buyurdu. Ben de onu döktüm ve
Resûlullah (s.a.v.) onunla abdest aldı.
Hadisi İbn Mâce
rivayet etmiştir.[169] İbn
Lehîa dışındaki ravileri güvenilirdir. Onun güvenilirliği hakkında ise ihtilaf
bulunmaktadır. Dârekutnî de Sünen* ındt hadisin İbn Lehîa sebebiyle illetli
olduğunu söylemiştir. Ancak daha önce de defalarca zikrettiğimiz üzere o,
rivayetleri hasen olan bir ra-vidir. Birçok âlim onun rivayetlerini delil
olarak kullanmıştır. Heysemî Mecmau'z-zevâid'de (I, 5) onun hadislerini hasen
olarak nitelemiş ve Tir-mizî'nin de aynı şekilde değerlendirdiğini
belirtmiştir. Buhârî de ct-Târî-hu's-sağîr'inde (I, 20) Yahya b. Saîd'in onda
bir sakınca görmediğini nakletmiş ve hadisin hasen olduğunu ifade etmiştir.
Hadisin konuya
delâleti açıktır.
278. Muaviye b. Sellâm > kardeşi Zeyd > dedesi Ebû
Sellâm > İbn Ğaylan es-Sekafî isnadıyla nakledildiğine göre Abdullah b.
Mes'ûd (r.a.) şöyle anlatmıştır: Resûlullah (s.a.v.) dinlerini öğretmek üzere
cinlere gittiği gece benden abdest suyu istedi. Ben de bir kap almıştım. Bir de
baktım içindeki nebiz. Resûlullah (s.a.v.) onunla abdest aldı.
Hadisi rivayet eden
Dârekutnî (Sünen, 1,78) İbn Ğaylan'ın meçhul olduğunu söylemiştir. (Zeylaî,
Nasbu'r-râye, I, 74) Bu husustaki açıklama aşağıda yapılacaktır. Bize göre
hadis hasendir.
Dârekutnî îbn
Ğaylan'ın meçhul olduğunu iddia etmiştir. Ancak bu doğru değildir. Halife,
Müstağfirî ve daha başkaları onu sahabe arasında zikretmişlerdir. İbnü's-Seken,
ona sahabe dendiğini ve bazılarının onu sahabe arasında zikrettiğini söyler.
İbn Mende, "Onun sahabeden olduğunda İhtilaf edilmiştir" açıklamasını
yapmıştır. İbn Semî' ise onu Şamlı tabiîlerin ilk tabakasında zikretmiş ve onun
cahiliye dönemine de kavuştuğunu ifade etmiştir. Bize göre cahiliye dönemine
kavuştuğuna göre onun sahabe olması gerekir. Müslim b. Mişkem'in ondan rivayeti
İbn Mâce'de bulunmaktadır. Abdurrahman b. Cübeyr el-Mısrî ve Katâde de ondan
rivayette bulunmuşlardır. Buhârî Târîh'mde Amr b. Ğaylan es-Sakafî'nin Basra valisi
olduğunu ve Ka'b'dan hadis işittiğini Saîd b. Katâde'nin Abdullah b. Amr b.
Gaylan'dan nakli olarak zikretmektedir. Bize göre de doğru olan budur. (Ayrıca
bk. İbn Hacer, el-İsâbe, III, 10) Görüldüğü gibi Dârekutnî naklinde ondan Ebû
Sellâm el-Habeşî de rivayette bulunmuştur. Bu durumda kendisinden dört kimsenin
rivayette bulunduğu ravi meçhul olmaz. Sahabe olduğunda ihtilaf bulunsa da o
en azından güvenilir bir tabiîdir. Özellikle İbn Semî'in onu Şamlı tabiîlerin
ilk tabakasında zikretmesi ve hakkında herhangi bir cerhten bahsetmemesi bu
durumu teyit etmektedir. et-Tak-rîb'dt (s. 64, 210, 214) zikredildiği üzere
Muaviye b. Sellâm, kardeşi Zeyd ve dedesi Ebû Sellâm sika olup hepsi İmam
Müslim'in ravilerindendir. Şu halde hadisin hasen olduğunda herhangi bir şüphe
bulunmamaktadır. Hadisin nebizle abdest alınacağına delâleti ise açıktır.
279. Muhammed b. İsa b. Hayyan > Hasan b. Kuteybe >
Yunus b. Ebî İshak > Ubeyd ve Ebü'l-Ahvas isnadıyla nakledildiğine göre İbn
Mes'ûd (r.a.) şöyle anlatmıştır: Resûlullah (s.a.v.) bana uğradı ve
"Yanına su kabı al" diye emretti. Sonra birlikte gittik. İbn Mes'ûd
(r.a.) Resûlullah (s.a.v.)'in dinlerini öğretmek üzere cinlere gittiği geceden
bahsederek şöyle devam etti: Hz. Peygamber (s.a.v.)'e elimdeki kaptan
döktüğümde onun nebiz olduğunu fark ettim ve "Ey Allah'ın Elçisi!
Yanlışlıkla nebiz almışım" dedim. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.)'in,
"Hurma tatlıdır, suyu da hoştur" buyurdu.
Hadisi Dârekutnî rivayet etmiş (Sünen, I, 78) ve Hasan b.
Kuteybe'nin Yunus b. Ebî İshak'tan rivayette tek kaldığını ayrıca Hasan b.
Kuteybe ile Muhammed b. İsa'nın zayıf olduklarını söylemiştir.
Tespitlerimize göre
Lisânü'I-Mîzân'da (II, 246) zikredildiği üzere İbn Adiy Hasan b. Kuteybe
hakkında, "Onda bir beis olmadığını ümit ediyorum" demiştir.
Berkânî, Muhammed b. İsâ el-Medâinî'nin güvenilir olduğunu belirtmiş, İbn
Hibbân da onu es-Sikâfmda zikretmiştir. Lisânü'l-Mt-zân'da. (II, 246)
zikredildiği üzere Lâlekâî de onu salih olarak nitelemiş ve semâ yoluyla hadis
almak isteyenlere engel olmadığını ifade etmiştir. Hadis hasen olmasa bile
istişhad amacıyla zikredilebilecek seviyededir.
İmam Müslim'in
Sahih'ındt İbn Mes'ûd (r.a.)'in cin gecesinde Resûlullah (s.a.v.)Te birlikte
olduğu hususundaki haberleri inkâr ettiğine dair rivayete aykırı olması
sebebiyle muhaddisler İbn Mes'ûd (r.a.)'in söz konusu hadisinin illetli
olduğunu söylemişlerdir. İmam Müslim'in Şa'bî'den rivayetine göre Alkame'nin,
"Cin gecesine Resûlullah (s.a.v.)'la birlikte sizden biri var
mıydı?" sorusuna İbn Mes'ûd (r.a.), "Hayır" diye cevap vermiştir.
(Müslim, "Salât", 150. Ayrıca bk. Zeylaî, Nasbu'r-râye, 1,73)
Tahâvî'nin lafzı, "Cin gecesi bizden herhangi bir kimse onunla
değildi" şeklindedir. (Tahâvî, Şerhu meâni'l-âsâr, i, 96) Tahâvî'nin
isnadı sahihtir. İmam Müslim'in diğer rivayetinde İbn Mes'ûd (r.a.), "Ben
cin gecesi Resûlullah (s.a.v.)'le birlikte değildim. Ama onunla olmayı arzu
ederdim" demiştir. (Müslim, "Salât", 152. Ayrıca bk. Zeylaî,
Nasbu'r-râye, I, 73) Tahâvî'nin sahih bir isnadla nakline göre Amr b. Mürre
şöyle anlatmıştır: Ebû Ubeyde'ye, "Cin gecesi Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)
Resûlullah (s.a.v.)'le birlikte miydi?" diye sordum. O, "Hayır"
diye cevap verdi. Ebû Ubeyde ile babası arasındaki inkıta hakkındaki iddialara
Tahâvî, "Biz bu haberi delil olarak kullandık. Çünkü Ebû Ubeyde uzun süre
onunla birlikte olması sebebiyle konumu ve bilgisi itibariyle diğerlerinden
daha fazla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) hakkındaki bilgilere sahiptir. Bu nedenle
onun açıklamasını görüşümüzün delili olarak zikrettik. Zira bu evin sahibinin
evdekileri daha iyi bilmesi kabil indendir. (Tahâvî, Şerhu meâni'l-âsâr, I, 95)
Bütün bu rivayetler
hakkında yapmamız gereken açıklama şöyledir: Biz Resûlullah (s.a.v.)'in
cinlerle görüştüğünde İbn Mes'ûd (r.a.)'in onunla birlikte olduğunu iddia
etmiyoruz. Aksine İbn Mes'ûd (r.a.) onlardan uzak bir yerde bulunuyordu. Bu
konudaki delilimiz, Tirmizî'nin Ebû Osman en-Nehdı vasıtasıyla İbn Mes'ûd
(r.a.)'den yaptığı rivayettir. Buna göre İbn Mes'ûd (r.a.) şöyle anlatmıştır:
Resûlullah (s.a.v.) yatsı namazını kıldıktan sonra elimi tutarak beni Mekke'nin
Bathâ mevkiine götürdü ve orada oturttu. Yere bir çizgi çizdikten sonra,
"Bu çizgiyi geçme. Sana bazı kimseler gelecek onlarla konuşma. Onlar da
seninle konuşmazlar" buyurdu. Sonra Resûlullah (s.a.v.) gitti. Ben
istenilen yerde otururken Zut kabilesi mensuplarına benzeyen insanlar geldi.
Hadisi naklettikten sonra Tirmizî, "Hadis hasen-sahih ve bu isnadla
garibtir" açıklamasını yapmıştır.[170]
Bey-hakî'nin Ebû Osman en-Nehdî'den muttasıl bir isnadla nakline göre İbn
Mes'ûd (r.a.) yolda Zut kabilesine mensup bazı kimselerle karşılaştığında,
"Bunlar kim?" diye sordu. "Bunlar Zut kabilesinden
kimselerdir" denilince, "Onların benzerlerini sadece cin gecesinde
gördüm" demiştir. (Zeylaî, Nasbu'r-râye,\, 140)
Tirmizî Câmi'inde İbn
Mes'ûd (r.a.)'in cin gecesine katıldığını muallak olarak rivayet etmiştir.
Onun, "Hayvan Tersiyle Taharetlenmenin Mekruh Olduğu" başlığı altında
Hafs b. Gıyas > Dâvûd b. Ebî Hind > Şa'bî > Al-karne > İbn Mes'ûd
(r.a.) isnadıyla rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Hayvan tersi ve kemikle
taharetlenmeyin. Çünkü onlar kardeşleriniz olan cinlerin yiyecekleridir"
buyurmuştur. Hadisi İsmail b. İbrahim ve başkaları da İbn Mes'ûd (r.a.)'in cin
gecesi Resûlullah (s.a.v.)'le birlikte olduğunu ifade eden hadisi Dâvûd b. Ebî
Hind > Şa'bî > Alkame > İbn Mes'ûd (r.a.) isnadıyla nakletmişlerdir.
İsmail b. İbrahim'in rivayetinin Hafs b. Gıyas naklinden daha sahih olduğu
anlaşılmaktadır.[171]
Konuyla ilgili
el-Kifâye'deki (i, 105) açıklama şöyledir: "İbn Mes'ûd (r.a.) cin gecesi
Resûlullah (s.a.v.)'le birlikte değildi" görüşünü doğru bulmuyoruz. Bize
göre İbn Mes'ûd (r.a.) cin gecesi Resûlullah (s.a.v.)'le birlikteydi. Nitekim
Buhârî onun cin gecesi Resûlullah (s.a.v.)'le birlikte olduğunu on iki ayrı
isnadla ortaya koymuştur.
Tespitlerimize göre Buhârî
hadisle ilgili üç isnadı et-Tânhu's-sağîr'ın-de zikretmektedir. Onun, Ali >
Ya'kub > babası > Salih > Ebû Ubeyde > Talha b. Abdullah b. Mes'ûd
> İbn Mes'ûd (r.a.) isnadıyla birinci rivayetin göre cin gecesi Hz.
Peygamber (s.a.v.) hazırlandıktan sonra evden çıkmıştır. İsnadda bulunan
Talha'nın babası Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'den hadis işittiği bilinmemektedir.
Onun, Ebû Ali Beyyâü'l-enmât Ca'fer b. Meymûn ei-Basrî > Ebû Temime > Ebû
Osman > İbn Mes'ûd (r.a.e.) İsnadiyla ikinci rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.) Mekke'de Bathâ mevkiinde (İbn Mes'ûd (r.a.)'in ileri geçmeyeceği) bir
sınır çizmiştir. O, Ârim > Mu'temir > babası > Ebû Temime > Âmr
> el-Bekkâlî > İbn Mes'ûd (r.a.) isnadıyla da aynısını rivayet etmiştir.
Muhtemelen Buhârî et-Târîhu'l-ke-öfr'inde hadisin bütün isnadlarını
zikretmiştir.
Bize göre İbn Mes'ûd
(r.a.)'in cin gecesinde Resûlullah (s.a.v.)'le birlikte olmasıyla kastedilen O
(s.a.v.)'le Bathâ mevkiine kadar gitmesidir. İbn Mes'ûd (r.a.)'in cin gecesinde
Resûlullah (s.a.v.)'le birlikte olmadığım ifade eden rivayetlerde kastedilen
ise, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in cinlerle konuşması esnasında orada
bulunmadığıdır.
Nasbu'r-râye'de (I,
143) nakledildiğine göre Tahâvî, Yahya b. Osman > Esbağ b. Ferec ve Musa b.
Harun el-Berdî > Cerir b. Abdülhamîd > Kâbus > babası isnadıyla İbn
Mes'ûd (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (s.a.v.) çöl
bir araziye gitti, orada bir çizgi çizdi, beni çizginin bir tarafına geçirdi ve
"Ben gelinceye kadar yerinden ayrılma" buyurduktan sonra gitti.
Sabah oluncaya kadar gelmedi. Burada ben bazı sesler duyuyordum. Hz. Peygamber
(s.a.v.) geldiğinde, "Neredeydin?" diye sordum. O (s.a.v.),
"Cinler beni çağırmıştı" dedi. Ben, "Bazı sesler işittim"
deyince, "Onlar cinlerin sesleridir. Bana selam verip veda
ediyorlardı" buyurdu. Tahâvî, "İbn Mes'ûd (r.a.)'in cin gecesi Hz.
Peygamber (s.a.v.)'le birlikte bulunduğuna dair Küfe âlimleri için bundan daha
kabul edilebilir bir hadis bilmiyoruz" demiştir. Bize göre bu açıklama
Tahâvî'nin söz konusu isnaddaki ravilerin güvenilir olduklarını ifade etmesi
anlamına gelmektedir. İsnad, Buhârî ve Müslim'in veya her ikisinin
ravilerinden oluşmakta olup Tahâvî'nin hocası Yahya b. Osman dışındakilerin
hepsi güvenilirdir. Yahya b. Osman, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce ravilerinden olup
sadûk lafzıyla nitelenmektedir. Ancak et-Takrîb''de (s. 236) zikredildiği üzere
bazı âlimler onun hadis rivayetinde gevşek olduğunu ifade etmişlerdir.
Tehzî-bü't-Tehzîb'te (XI, 257) nakledildiğine göre onun hakkında İbn Ebî Hatim,
"Bazıları onu tenkit etmişlerdir. Ben de babam da ondan hadis
yazdık", İbn Yunus, "O bölgelerin haberlerini ve âlimlerin ölümlerini
bilirdi, hadis hafızı idi" açıklamasını yapmışlardır. Kâbus ise Nesâî,
Ebû Dâvûd ve İbn Mâce ravilerinden olup sadûk lafzıyla nitelenmekte, rivayette
biraz gevşek olduğu belirtilmektedir. (Tehzîbü't-Tehzîb,vm, 304) Sonuç
itibariyle İbn Mes'ûd (r.a.)'in cin gecesine katıldığı inkâr edilemeyecek kadar
birçok isnadla rivayet edilmiştir. Bu rivayetler arasındaki çelişkiyi ortadan
kaldırmak da zor değildir. Bu sebeple rivayetlerden herhangi birini devre dışı
bırakmak doğru değildir.
İbn Hacer'in
Fethu'l-bârVdt (I, 305) hadisle ilgili açıklaması şöyledir: Hadisin sahih
olması durumunda nesh edildiği söylenmiştir. Zira sözü edilen olay Mekke
döneminde meydana gelmiş, "Su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm
edin"[172] mealindeki teyemmüm
âyeti ise ittifakla Medine'de nazil olmuştur. Ya da hadiste zikredilen
nebizin, içerisine özelliklerini değiştirmeyecek kadar bir miktar kuru hurma
katılmış su olarak yorumlanması gerekecektir. Nitekim Araplar tatlandırmak
amacıyla suya hurma katmaktaydılar. Çünkü suları genellikle tatlı değildi.
el-Hidâye müellifi cin
gecesinin birkaç defa meydana geldiğini ifade ederek nesh görüşünün yanlış
olduğunu belirtmiştir. Muhakkik âlim İb-nü'1-Hümam da el-Feth'de şöyle
demektedir: Nesh görüşü tartışmaya açıktır. Zira Nusaybin heyetinin gelişi
hicretten üç sene öncedir. Halbuki onun açıklaması cin gecesinin Medine'de
meydana geldiğini ima etmektedir. Böyle bir bilgi hadis kitaplarında
bulunmamaktadır. Bunu sadece Âkâ-mü'l-mercânftahkâmi'l-cân müellifi
zikretmiştir. Cin heyetinin gelmesiyle ilgili rivayetlerden bunun altı defa
gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bir defa Bakîü'l-ğarkad mevkiinde gerçekleşmiş
ve İbn Mes'ûd (r.a.) bunda hazır bulunmuştur. İki defa Mekke'de, bir
dördüncüsü Medine dışında gerçekleşmiş ve birinde Zübeyr b. Avvâm hazır
bulunmuştur. Bu durumda neshten kesin olarak söz edilemez.
Bize göre Ebû Nuaym'ın
Delâilü'n-nübüvve' de zikrettiği üzere cin heyetinin Hz. Peygamber (s.a.v.)'e
gelmeleri hicretten sonra Bakîü'l-ğarkad mevkiinde gerçekleşmiştir. Ancak
isnadında ismi zikredilmeyen bir ravi bulunmaktadır. Ebû Nuaym, Zübeyr b.
Avvâm'in da hazır bulunduğu Medine dışındaki buluşmayı da zikretmiştir. Bunun
isnadında bîr problem bulunmamaktadır. Bu rivayet Nasbu'r-râye'de (1,144,145)
daha detaylı bir şekilde zikredilmektedir.
Cin heyetinin
hicretten sonra geldiklerinin bir başka delili de Buhâ-rî'nin Saîd b. Amr'dan
yaptığı rivayettir. Buna göre Ebû Hureyre (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
abdest ve ihtiyaç suyunu taşımakta ve bu amaçla O (s.a.v.)'i takip etmekteydi.
Gene bir gün arkasına düşmüş ve ona yetişmişti. Hz. Peygamber (s.a.v.) ona,
"Sen kimsin?" diye sormuş, "Ben Ebû Hureyre" cevabını
alınca, "îstincâ etmem için bana taş getir, kemik ve hayvan tersi
getirme" buyurmuştur. Olayın devamını Ebû Hureyre (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
Eteğimle taşlan getirip yan tarafına koydum. İhtiyacını giderip ayağa kalkınca
O (s.a.v.)'i takip ettim ve "Ey Allah'ın Elçisi! Kemik ve hayvan tersini
neden istemediniz?" diye sordum. O (s.a.v.), "Bana Nusaybin
cinlerinin temsilcileri geldiler ve kendileri için yiyecek talep ettiler. Ben
de rastladıkları hayvan tersi ile kemikte onlara yiyecek halk etmesi için
Allah'a dua ettim" buyurdu. (Buhârî, "Menâkib", 32) Zeylaî'nin
nakline göre (Nasbu'r-mye, I, 75) Beyhakî, "Bu hadis cin heyetinin
hicretten sonra geldiklerine delâlet etmektedir" demiştir.
İbn Hacer
Fethu'l-bârfde (Vlî, 131) Hz. Peygamber (s.a.v.)'in "Bana Nusaybin
cinlerinin temsilcileri geldiler" açıklamasının sözü edilen geceye veya
daha önce meydana gelen olaya delâletinin söz konusu olabileceğini ifade
etmektedir. Bize göre, yukarıdaki bilgilerden cin heyetinin hicretten sonra
geldiğinin tespit edilmesi birinci ihtimali güçlendirmektedir. İkinci ihtimal
hakkında ise şöyle denebilir: Sözü edilen nebiz suyun içine akşamdan atılan
hurmaların sabaha kadar bekletilmesiyle meydana gelmiş, Hz. Peygamber (s.a.v.)
de sabah namazı için abdestini onunla almıştır. Suyun içine akşamdan atılan
hurmaların sabaha kadar bekletilmesiyle su tatlılaşmakta ve hurma galip
gelerek su özelliğini kaybetmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, "Yanında
su var mı?" sorusuna İbn Mes'ûd (r.a.)'in "Hayır" şeklinde cevap
vermesi de buna delâlet etmektedir. Çünkü içine atılan hurmayla su önemli
ölçüde değişmiştir. Bu sebeple de ona su denilmemiştir. Zeylaî'nin
açıklamaları da bu şekildedir. (Nasbu'r-râye, i, 76) Şu halde içine hurma
atılan suyun değişmeyeceği şeklindeki yorum isabetli değildir. Nitekim bu doğru
olsaydı ve suda değişiklik meydana gelmeseydi sahabe ve sonraki âlimler bu
hususta ihtilaf etmezlerdi.
"Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in cin heyetiyle buluşması birden fazla gerçekleşmiştir. Hicretten
sonra Medine'de de vuku bulmuştur" diyelim. Ancak bu âhâd haberlerle
sabittir. Bunlarla Kur'ân'm neshi mümkün müdür? Konuyla ilgili âyet imkân
bulunduğunda abdestin suyla alınmasını, su bulunmadığında ise teyemmüm
edilmesini emretmekte üçüncü bir ihtimale yer vermemektedir. Nebiz ise isminden
de anlaşıldığı üzere su değil ayrı bir şeydir. Ayette su bulunmadığında
teyemmüm edilmesi emredilmesine itiraz edilebilir. Bu itiraza şöyle cevap
verilebilir: Konuyla ilgili haberlerin âhâd olduğu doğru değildir. Nitekim
Umdetü'l-kârfde (I, 949) hadisi İbn
Mes'ûd (r.a.)'den
ondört ravi naklettiği tespit edilmiştir. Ayrıca ondan Ebû Zeyd'in de rivayet
ettiğini hatırlatarak bunları şöyle sıralamak mümkündür:
1. Tahâvî ve
Hâkim en-Nîsâbûrî Ebû Rafı' vasıtasıyla
2. Taberânî'nin
el-Mu'cemü" l-evsaf mda Ebû Ali Rebah vasıtasıyla
3. Ebû Musa el-îsbahânî'nin Kitâbu's-sahabe
'sinde Abdullah b. Ömer (r.a.) vasıtasıyla
4. Ebû
Ahmed'in el-Kunâ'smda sahih bir isnadla Amr el-Bekkal vasıtasıyla
5. Muhammed
b. İsa el-Medînî rivayetinde Ebû Ubeyde b. Abdullah vasıtasıyla
6. Muhammed
b. İsa el-Medâinî rivayetinde Ebu'l-Ahvas vasıtasıyla
7. Hafız
Ebü'l-Hasan b. Muzaffer'in Kitâbu garaibi Şu'be'sın&t Abdullah b. Mesleme
vasıtasıyla
8. Ebü'l-Muzaffer
rivayetinde kusuru yok denebilecek bir isnadla Kabus b. Ebî Zübyan > babası
vasıtasıyla
9.
İsmâilî'nin Yahya b. Ebî Kesir'in Yahya'dan rivayetlerini topladığı eserinde
Abdullah b. Amr b. Gaylan es-Sekafî vasıtasıyla
10. İbn Mâce
ve Tahâvî rivayetlerinde Abdullah b. Abbas (r.a.) vasıtasıyla[173]
11.
Dârekutnî rivayetinde Ebû Vail Şakik b. Seleme vasıtasıyla (Dârekut-nî, Sünen,
I, 77)
12. Ebû
Ubeyde > Abdullah b. Abdullah > babası isnadıyla nakledilen İbn Abdullah
rivayeti
13. Ebû Hafs
b. Şahin'in Kitâbü'n-nâsih ve'l-mensûh''unda sahih bir isnadla ve Hâkim
en-Nîsâbûrî'nin el-Müstedrek?İnde Ebû Osman b. Senne vasıtasıyla
14. Devrakt'nin Müsned'inâe kusuru yok denebilecek bir
isnadla Ebû Osman vasıtasıyla Zikredilen
ondört ravi İbn Mes'ûd (r.a.)'den sözü edilen hadisi rivayet etmiş Hz. Ali
(r.a.) ve İbn Abbas (r.a.)'in azatlısı İkrime de buna göre fetva vermişlerdir.
Ebû Halde de cin gecesini de hatırlatarak nebizi sorduğunda Ebu'l-Âliye ona
karşı çıkmamış, "Sizin şu nebizleriniz temiz değildir. Oysa söz konusu
edilen sadece kuru üzüm ve sudan ibaretti" şeklinde karşılık vermiştir. Bu
haber de cin gecesi hadisinin sahih olduğuna ve Ebu'l-Âliye ile Ebû Halde'nin
olayı bildiklerine delâlet etmektedir. Bütün bunları yukarıda zikrettik. Bu
durumda açıktır ki hadisin meşhur olduğu söylenebilir. Kaldı ki onlar için
Kur'an'da bir delil bulunmamaktadır. Çünkü yolculuk esnasında hurma nebizinin
bulunmayışı, suyun bulunmayışından önce gelir. Çünkü hurma nebizi sudan daha az
ve ender bulunur. Bu durumda su bulunmadığında teyemmüm edilmesini ifade eden
âyetin hükmü nebiz bulunmamasıyla da dolaylı olarak ilgili olur. Buna göre
âyet, "Su ve hurma nebizi bulamadığınızda teyemmüm edin"
anlamındadır. Ancak âyette bu, adet üzere sabit olduğu için açıkça ifade
edilmemektedir. Vahiy sona erdikten sonra nasih ve mensuhu en iyi bilen
sahâbilerin yukarıda zikrettiğimiz fetvaları da bu durumu desteklemektedir. Bu
konuda ayrıca Kâ-sânî'nin Bedâiyiu's-sanâyi'inc (1,16) bakılabilir. Aynî'nİn
Umdetü'l-kârfde nakline göre konuyla ilgili İbn Kudâme el-Muğnfde şöyle
demektedir: Hz. Ali (r.a.)'in hurma nebiziyle abdest almakta bir sakınca
görmediği, Ha-san-i Basrî ve Evzâî'nin de aynı görüşte oldukları rivayet
edilmiştir. İkrime, "Su bulunmadığında nebiz su yerine geçer", İshak
"Tatlı nebizie abdest almak bana teyemmümden daha doğru geliyor. Hem
nebizie abdest almak hem de teyemmüm yapmak ise daha da hoşuma gidiyor"
demişlerdir. İk-rime'nin söz konusu açıklaması Ebû Hanife (r.a.)'den de rivayet
edilmiştir. Ebû Bekir er-Râzî'nin Ahkâm'mda. (i, 948) konuyla ilgili Ebû
Hanife (r.a.)'den üç görüş nakledilmektedir.
Bunlar:
a. Bu durumda niyet şart olmak kaydıyla nebizie abdest
alınır, teyemmüm edilmez. Bu Ebû Hanife (r.a.)'den nakledilen meşhur görüştür.
Kâ-dîhan bunun Ebû Hanife (r.a.)'in ilk görüşü olduğunu, Züfer'in de aynı görüşü
paylaştığını söylemektedir.
b. Bu durumda teyemmüm edilir, abdest alınmaz. Bu görüşü
Ebû Hanife (r.a.)'den Nuh b. Ebî Meryem, Esed b. Amr ve Hasan b. Ziyad rivayet
etmişlerdir. Kâdîhan sahih olanın ve Ebû Hanife (r.a.)'in son görüşünün bu
olduğunu söylemiştir. Başta İmam Ebû Yusuf olmak üzere birçok âlim de
bu görüşü benimsemiştir. Tahâvî de bu
görüşü tercih etmiştir.
c. Bu durumda hem abdest alınır hem de teyemmüm edilir.
Bu İmam Muhammed'in de görüşüdür.
Fethu'l-kadir'de
nakledildiğine göre (I, 105) konuyla ilgili el-Hızâne müellifinin açıklaması
şöyledir: Alimlerimizin görüşleri duruma göre farklılık arz etmektedir. Zira
nebizde su galip olduğunda sorulmuş, "onunla abdest alınır", hurma
tadı galip olduğunda sorulmuş, "Teyemmüm edilir abdest alınmaz",
hangisinin daha fazla olduğu belirsiz olduğunda soruimuş, "Hem abdest
alınır hem de teyemmüm edilir" şeklinde cevap verilmiştir. Kâsânî'nin
Bedâiyiu's-sanâyFdek\ (I, 17) açıklaması şöyiedir: Bu noktada hakkında ihtilaf
edilen nebizin ne olduğunu açıklamak gerekmektedir. Nebiz, suya hurma atılması
ve hurma tadının suya karışmasıyla meydana gelmektedir. Cin gecesi Resûlullah
(s.a.v.)'in abdest aldığı nebiz hakkında İbn Mes'ûd'un açıklaması da bu
şekildedir. Nitekim o, "Suya birkaç hurma atmıştım o kadar"
demiştir. Bu durumda tadı hurma tadı vermekle birlikte akıcı yahut ekşimtırak
olması durumda Ebû Hanife (r.a.)'e göre nebizie abdest alımr. Ancak hurma suda
erir ve su kalınlaşır ince kıvamını yitirirse onunla abdest alınmayacağında
ihtilaf bulunmamaktadır. Hurmanın suda erimekle birlikte keskinleşip köpük
atması durumunda da abdest alınmaz. Zira bu durumda nebiz sarhoş edici özellik
kazanmış olur. Bilindiği gibi sarhoş eden maddelerin kullanımı ise haramdır. Bu
sebeple de onunla abdest alınmaz. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in abdest aldığı nebiz
ise ince, akışkan tatlı sudan ibaretti. Bu itibarla kıvamını kaybetmiş ve tadı
değişmiş nebizin hükmü bundan farklıdır. Bu açıklamalar, kaynatmaksızın tabii
halde oluşan nebizie ilgilidir. Az da olsa kaynatılarak elde edilen nebizierin
akışkanlığım kaybetmemek şartı ile henüz tatlı ya da ekşimsi olması halinde
ise onunla abdest alınması ihtilaflıdır. Kudûrî'nin el-Muhtasar şerhinde verdiği
bilgiye göre hurmanın suda erimekle birlikte keskinleşip köpük atması durumunda
ise Kerhî ile Ebû Tahir ed-Debbâs arasında ihtilaf bulunmaktadır. Kerhî'ye
göre onunla abdest alınabilirken Ebû Tahir ed-Debbâs bunu doğru bulmamaktadır.
Bu sonuncusu daha isabetli görülmektedir.
Bütün bu
açıklamalardan sonra Reddü'l-muhtar (I, 334) müellifinin el-Bahr'dan naklettiği
üzere Ebû Hanife (r.a.)'in kendi görüşünden vazgeçip
âlimlerin çoğunluğunun görüşünü
benimsediği sorulursa buna şöyle cevap verebiliriz. Bize göre konuyla ilgili tereddüt,
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ne-bizle abdest aldığına dair olayın Mekke'de Mâide
süresindeki abdest âyetinden önce veya Medine'de söz konusu âyetten sonra
olduğuna dair farklı haberlerden kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
cinlerle buluşmasının birkaç defa meydana gelmesi ve Medine'dekinde İbn Mesûd
(r.a.)'in hazır bulunması Resûlullah (s.a.v.)'in nebizie abdest almasının Medine'de
olduğu anlamına gelmez. Nitekim bu durum herhangi bir haberde açıkça ifade
edilmemiştir. Konuyla ilgili tereddüdün bir diğer sebebi de Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in abdest aldığı nebizin özelliğiyle ilgilidir. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in abdest aldığı nebizde su mu yoksa hurma mı daha çoktu ya da ikisi
eşit seviyede miydi? Bu sorulara verilecek cevaba göre hüküm farklılık arz
edecektir. Bilindiği gibi nebizie abdest kıyasa muhalif olarak hadislerle sabit
olmuş bir konudur. O yüzden de kıyasa açık değildir. Bağlamına özgülenmesi
gerekir. Bağlamı ise net olarak bilinmemektedir. Bu durumda onunla genel kural
(kıyas) terk edilemeyeceği gibi Kur'ân âyeti de nesh edilemez. Yukarıda İbn
Hacer'e verdiğimiz cevap hurma tadının suya galip gelmesiyle ilgilidir. Aslı
su olmasına rağmen içerisine hurma karıştığını belirtmek üzere İbn Mes'ûd
(r.a.)'in ona su dememesinde olduğu gibi aksi ihtimalin söz konusu olmayacağı
da kesin bir şekilde söylenemez. Suya akşamdan hurma atıp sabaha kadar
bekletilmesi durumunda hurma tadının suya galip geleceği konusu mutlak değil
itibaridir. Çünkü bu durum, mevsim şartlarına ve hurmanın özelliğine göre
değişiklik gösterir. Söz gelimi hurma kuru, mevsim soğuk gece de kısa olursa
hurmanın tadı suya galebe çalmaz.
280. Ebû Bekir eş-Şafiî > Muhammed b. Şâzân > Muallâ
b. Mansur > Ebû Muaviye > Haccac > Ebû İshak > Haris isnadıyla
nakledildiğine göre Hz. Ali (r.a.) nebizie abdest alınmasında sakınca görmezdi.
Haberi Dârekutnî
(Sünen, 1,78,79) rivayet etmiştir. Haccac b. Ertat dışındaki ravileri
güvenilirdir. Dârekutnî onun rivayetlerinin delil olamayacağını söylemiştir.
Ancak tespitlerimize göre İmam Müslim ondan rivayette bulunmuş, Ahmed b. Hanbel
de onun hadis hafızlarından olduğunu ifade etmiştir. Şu'be, "Ondan ve İbn
İshak'tan hadis yazın, çünkü onların ikisi de hadis hafızıdır"
açıklamasını yapmıştır (etTerğîb, s. 529) Tadrîbü'r-râvî'de (s. 52)
rivayetlerinin hasen olduğu belirtmiş, Haris ve îbn Maîn onu tevsik
etmişlerdir. Tehzîbü't-Tehzîb'te (II, 142) zikredildiği üzere İbn Şahin onu
es-Sikâfmda. zikretmiş ve Ahmed b. Salih el-Misrî'nin onun güvenilirliği
hakkındaki görüşünü nakletmiştir. Şu halde haber hasendir. Aynı haberi
Dârekutnî'de Mezîde b. Cabir'in Hz. Ali (r.a.)'den rivayet etmesi de bu durumu
desteklemektedir. Tehzîbü't-Tehzîb'te (X, 101) zikredildiği üzere İbn Hibbân
Mezîde b. Cabir'in güvenilir olduğunu ifade etmekte, Ahmed b. Hanbel de onu
ma'rûf (muhaddisler tarafından tanınan bir ravi) olarak nitelemektedir.
Haberin bazı ileri
gelen sahabenin nebiz ile abdest alınabileceği görüşünde olduklarını ortaya
koyduğu açıktır.
281. Muhammed b. Mahled el-Attar > Abdullah b. Ahmed b.
Hanbel > Ahmed b. Hanbel > Velid b. Müsüm > Evzâî > Yahya b. Ebî
Kesir isnadıyla nakledildiğine göre İkrime, "Su bulunmadığında nebizie
abdest alınır", Evzâî de "Nebiz sarhoş edecek seviyede ise onunla
abdest alınmaz" demişlerdir.
Haberleri Dârekutnî
(Sünen, I, 75) rivayet etmiştir. Dârekutnî'nin hocası dışındaki raviler
güvenilir olup hepsi aynı zamanda İmam Müslim'in de ra-vileridir. Gerek İkrime
gerekse Evzâî güvenilir ravilerdendir.
282. Ebû Bekir eş-Şafiî > Muhammed b. Şâzân > Muallâ
b. Mansur > Mervan b. Ebî Muaviye isnadıyla nakledildiğine göre Ebû Halde
şöyle anlatmıştır: Ebu'l-Âliye'ye, "Yanında su bulunmayıp nebiz bulunan
kimse onunla cünüplükten dolayı gusledebilir mi?" diye sordum. Onun
"Hayır" demesi üzerine ona cin gecesini hatırlattım. O, "Sizin şu
nebiziniz temiz değildir. Oysa söz konusu edilen sadece kuru üzüm ve sudan
ibarettir" şeklinde karşılık verdi.
Haberi Dârekutnî
(Sünen, I, 78) rivayet etmiştir. Ravilerinin hepsi güvenilirdir. İbn Hacer de
Fethu'l-bârVût Ebû Ubeyd vasıtasıyla Hasan-ı Bas-rî'nin, "Nebizie abdest
almakta bir sakınca yoktur" dediğini nakletmektedir. Bu, ona göre hasen
veya sahihtir.
Söz konusu haberlerin
tabiînin önde gelen âlimlerinin bu konuda Ebû Hanife (r.a.) ile aynı görüşte
olduklarına ve Ebû Hanife (r.a.)'in tek kalmadığına delâlet ettikleri açıktır.
Bu başlık altında
teyemmümün mutlaka toprakla yapılmasının şart olmadığı toprak cinsinden olan
diğer nesnelerle de yapılabileceği konusu incelenecektir.
283. Cabir b. Abdullah (r.a.)'in nakline göre Hz.
Peygamber (s.a.v.) uzunca bir hadisinde, "Yeryüzü benim için mescit ve
temizleyici kılındı" buyurmuştur. (Buftârî, "Teyemmüm", 1)
284. Enes b. Malik (r.a.)'in nakline göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Yeryüzünün temiz olan her yeri benim için mescit ve
temizleyici kılındı" buyurmuştur.
Fethu'l-bârfde, (I,
522) zikredildiği üzere hadisi İbnü'l-Münzir ve İb-nü'1-Cârûd sahih bir isnadla
rivayet etmişlerdir.
Her iki hadisin de konuya delâleti açıktır. Zira
hadislerde zikredilen "el-ard" kelimesi toprak cinsinden olan diğer
nesneleri de kapsar. Ancak et-Telhîsü'l-habîr'de (I, 55) zikredildiğine göre
Beyhakî (es-Sünenü'l-kübrâ, 1,214) Kâbus b. Ebî Zübyân > babası isnadıyla
İbn Abbas (r.a.)'in hadiste zikredilen "et-Tayyib" kelimesini farklı
şekilde yorumladığı nakledilmektedir. İbn Abbas (r.a.) "et-Tayyib"
kelimesini tarım amacıyla sürülen toprak olarak yorumlamıştır. İbn Ebî Hatim
Tefsirimde haberi, "Toprağın en temiz olanı tarım amacıyla sürülen
topraktır" lafzıyla naklederken îbn Merdûye de Tefsirimde aynı haberi İbn
Abbas (r.a.) vasıtasıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sözü olarak rivayet
etmektedir. Ancak bu haberler sahih ise, hadiste toprağın verimli arazi olması
şart koşulmadiğı anlaşılmaktadır. Nitekim et-Telhîsü 'l-habîr'de (1,55)
naklettiğine göre İbn Abdilber, '"Tayyib' eğer tarım toprağı ise bu,
'saîd' in toprağı dışında başka anlamı demektir" demiştir.
Şerhu'l-Muvatta'da
Zürkânî, hadiste zikredilen toprağın ekmek amacıyla sürülen toprak (münbit toprak)
olduğunu söyleyenlerin delillerini zikretmekte ve konuyla ilgili açıklamaları
nakletmektedir. Buna göre Ahmed b. Hanbel (L 98, 158) ve Beyhakî'nin
(es-Sünenü'l-kübrâ, I, 213, 214) Hz. Ali (r.a.)'den hasen bir isnadla rivayet
ettikleri, "Toprak benim için temizleyici kılındı" hadisi Cabir b.
Abdullah (r.a.) rivayetindeki "et-türâb" kelimesinin
"el-ard" kelimesinin umumiliği tahsis ettiğine delâlet etmektedir.[174]
Kurtubî ise bu görüşün doğru olmadığını hadiste geçen "turab: toprak"
kelimesinin genel ifade olan "yeryüzü: el-ard" kelimesinin kapsamına
giren bir örneğin zikredilmesi gibi olduğunu söylemiş ve buna delil olarak da
şu âyeti göstermiştir: ''İkisinde de her türlü meyve, hurma ve nar
vardır."[175] Âyette hurma ve nar,
"meyve" yi tahsis etmiyor, aksine onun kapsamına giren örnekler
oluyor.
285. Cabir b. Abdullah (r.a.)'in nakline göre Hz.
Peygamber (s.a.v.), "Teyemmüm bir defa yüz, bir defa da dirseklere kadar
kollan mesh etmek için elleri iki kez toprağa vurmaktır" buyurmuştur.
Hadisi Hâkim
en-Nîsâbûrî (el-Müstedrek, 1,179) ve Dârekutnî (Sünen, 1,180) rivayet etmiştir.[176]
Hadisle ilgili Hâkim en-Nîsâbûrî, "İsnadı sahih olduğu
halde hadisi Buhârî ve Müslim rivayet
etmemişlerdir", Dârekutnî de "Ra-vilerinin tamamı güvenilirdir"
açıklamasını yapmışlardır. Zeyiaî'nin nakline göre (Nasbu'r-râye, I,79)
hadisle ilgili İbnü'I-Cevzî et-Tahkîk'tQ şöyle demektedir: İsnadında bulunan
Osman b. Muhammed tenkit edilmiştir. İbn Dakîki'l-Id'in e I- İmâm' daki
açıklamasına tabi olan tt-Tenkîh müellifi bu eleştiriyi kabul etmemiş ve
eleştirinin tenkit eden kimseyi açıklamadığı için bu kabul edilemez olduğunu
belirtmiştir. Nitekim Ebû Dâvûd, Ebû Bekir b. Ebî Asım ve diğer âlimler ondan
rivayette bulunmuşlardır. Ayrıca İbn Ebî Hatim'de onu el-Cerh ve't-ta'dîF'mç,
aldığı halde hakkında herhangi bir cerh lafzı zikretmemiştir.
286. İbn Ömer (r.a.)'nın nakline göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Teyemmüm, biri yüzü diğeri dirseklere kadar kolları mesh etmek
için elleri iki defa toprağa vurmaktır" buyurmuştur.
Bulûğu'l-merâm'da
(1,20) zikredildiği üzere hadisi Dârekutnî rivayet etmiş, hadis imamları da
onun sahih olduğunu söylemişlerdir.
Cabir b. Abdullah
(r.a.) rivayetiyle ügili müellifin açıklaması şöyledir: Aynî Ümdetü'l-kârî'de
(II, 372) hadisi naklettikten sonra Hâkim en-Nîsâbûrî {el-Müstedrek, I, 179)
ve Dârekutnî'nin (Sünen, I, 180) İshak el-Harbî vasıtasıyla rivayet
ettiklerini ifade etmekte ve "İsnadı sahihtir. Zehebî de isnadının sahih
olduğunu söylemiştir. Bu durumda hadisin sahih olmadığına dair görüşlere
iltifat edilmez" açıklamasını yapmaktadır. et-Ta'lîku'l-ha-sen'de
nakledildiğine göre İbn Hacer ed-Dirâye'de, "Hâkim en-Nîsâbûrî
ve Dârekutnî, Cabir b. Abdullah
rivayetini İbn Ömer (r.a.)'den de benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. İsnadı
ise sahihtir" demiştir. İbn Hacer'in et-Telhisti'I-habîr'dtki (1,40)
açıklaması ise şöyledir: İbnü'l-Cevzî hadisin isnadında bulunan Osman b.
Muhammed'in tenkit edildiğini ve bu hususta hata yapıldığını ifade etmiştir.
Nitekim İbn Dakîki'l-îd onu herhangi bir kimse tenkit etmemiştir. Ancak Ebû
Nuaym onu Azere'den mevkuf olarak naklettiği için onun rivayeti şazdır. Onu
Hâkim en-Nîsâbûrî ve Dârekutnî de rivayet etmişlerdir. Ancak bize göre hadisin
şâz olması tartışmaya açıktır. Zira onun merfû olarak nakli ziyadeli
rivayettir ve makbuldür. Merfû ve mevkuf farklı oldukları için onun Ebû Nuaym
rivayetine aykırı olduğu söylenemez. Zira hadis olmaları açısından aynı olsalar
da anlamlan (kaynakları) bakımından farklıdırlar. Ayrıca Osman b. Muhammed
el-Enmâtî Azere'nin ravilerinden herhangi birine aykırı rivayette de
bulunmamıştır. Her ikisi de güvenilir ravilerdir. Bu durumda rivayetin şâz
olmasından söz edilemez. Netice itibariyle Dârekutnî'nin, "Doğrusu onun
mevkuf olmasıdır" şeklindeki açıklaması yanlıştır.
Burada Tirmizî ve
Müslim'in rivayetlerini zikrederek onlarla ilgili açıklamaya da yer
vermeliyiz. Tirmizî'nin Ammar b. Yasir (r.a.)'den naklettiği hadise göre Hz.
Peygamber (s.a.v.) ona yüz ve ellerini teyemmüm etmesini emretmiştir.[177]
Bulûğu'l-merâm'da (I, 20) da zikredilen Müslim'in Ammar b. Yasir (r.a.)'den
rivayetine ("Hayz", 110) göre ise Hz. Peygamber (s.a.v.),
"Ellerinle şöyle yapman yeterdi" buyurduktan sonra ellerini bir defa
yere vurarak sol eliyle sağ kolunu, avuçlarının dışını ve yüzünü mesh etmiştir.
Şerhu Müslim'de (I, 161) Nevevî bu hadislerde Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
amacının teyemmümün neyle yapılacağını değil, ellerin toprağa vuruluşunu
öğretmeyi amaçladığını söylemiştir.
287. Ammar b. Yasir (r.a.)'in naklettiği uzun hadiste Hz.
Peygamber (s.a.v.) kendisine, "Ellerini yere vurup silkeleyerek yüzüne ve
kollarına mesh etmen yeterliydi" buyurmuştur. (Müslim, "Hayz",l
11)
288. Ebû Hureyre (r.a.)'in rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "On seneye kadar bile olsa su bulamadığı sürece temiz toprak
müslümanın ab-destliğidir. Ancak suyu bulduğu zaman Allah'tan korksun ve onu
vücuduna döksün" buyurmuştur.[178]
Bulûğu 'l-merâm 'da
(I, 20) zikredüdiğine göre hadisi Bezzâr rivayet etmiş ve sahih olduğunu
söylemiştir. Ancak Dârekutnî'ye göre doğrusu onun mürsel olduğudur. Daha önce
de ifade ettiğimiz gibi bu tür ihtilaflar hadisin sıhhatine zarar
vermemektedir. Dolayısıyla hadis merfû ve sahihtir.
289. Ebû Zerr (r.a.)'in rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "On seneye kadar bile olsa temiz toprak müslümanı
temizleyicidir. Ancak suyu bulduğu zaman onu vücuduna döksün. Bu, onun için
daha hayırlıdır" buyurmuştur.
Hadisi Tirmizî rivayet
etmiş ("Taharet", 92) ve hasfen olduğunu söylemiştir.
Bulûğu'l-merâm'da. (1,21) zikredüdiğine göre isö Tirmizî ve Hâkim en-Nîsâbûrî
hadisin sahih olduğunu ifade etmişlerdir.
290. Ebû Zerr (r.a.)'in rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Temiz toprak müslümanın abdestliğidir" buyurmuştur. Ebû
Dâvûd ve Tirmizi, "Su bulunmadığında on seneye kadar bile olsa temiz
toprak müslümanın temizleyiçişidir" lafzıyla rivayet etmişlerdir.
Zeylaî'nin
Nasbu'r-râye'de (I, 77) zikrettiğine göre hadisi İbn Hibbân Sahîh'inde, Hâkim
en-Nîsâbûrî el-Müstedreky inde rivayet etmiş, Tirmizî de onu hasen-sahih olarak
nitelemiştir. İbn Hacer'in Fethu'l-bârVdt (I, 378) belirttiğine göre de
Dârekutnî hadisin sahih olduğunu ifade etmiştir. Kenzü'l-ummâl'de (V, 134)
belirtildiğine göre Abdürrezzak b. Hemmam ve Saîd b. Mansûr hadisi "Su
bulunmadığında temiz toprak yeterlidir" lafzıyla rivayet etmişlerdir.[179]
Hadislerin konu
başlığında ifade edilen iki hususa delâleti de açıktır. Hadiste zikredilen
ellerini yere vurup silkelemek teyemmümün vasfını ortaya koymak suretiyle konunun
ikinci kısmına delâlet etmektedir. Ellerin silkelenmesi, teyemmüm edilecek
toprak cinsinden nesnede toz bulunması şartının olmadığını göstermektedir. Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in hadiste "saîd:
temiz toprak" kaydını zikretmesi ve "Yeryüzü benim için mescit ve
temizleyici kılındı" hadisi konunun birinci kısmına delâlet etmektedir.
Bu-lûğu'l-merâm'ddL (1,20) zikredildiğine göre bu son hadisi Buhârî
("Teyemmüm", 1; "Salât", 56) ve Müslim
("Mesâcid", 3, 5, 8) rivayet etmişlerdir. Üstat Eşref Ali Tehânevı, Ebû
Hureyre (r.a.) ve Ebû Zerr (r.a.) rivayetlerinin konunun üçüncü kısmına (yani
teyemmümü gerektirici mazeretin belli bir sınırı olmadığına) elâlet ettiğini
de ifade etmektedir.
Ebû Zer (r.a.)
rivayetinde Hz. Peygamber (s.a.v.)'in "Su bulunmadığında" ifadesi
teyemmümün amacını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla konuya
delâleti de açıktır. "Su bulunmadığında" ifadesi o ana ve daha
sonraki zamana da şamildir. Böylece Hz. Peygamber (s.a.v.) teyemmümü müslümanm
abdestliği ve onu temizleyici olarak ortaya koymuştur. Bu ise, su
bulunmadığında teyemmümün tam bir temizlik yerine geçtiğini göstermektedir.
291. İbn Abbas (r.a.), "Kişi bir teyemmümle dilediği
kadar namaz kılabilir" demiştir.
el-Cevherü'n-nakt do,
(1,56) nakledildiğine göre bunu İbn Hazm zikretmiştir. İbn Hacer'in
Fethu'l-bârfdc (I, 378) verdiği bilgiye göre haberi İb-nü'1-Münzir de rivayet
etmiştir. İbn Hacer'in açıklamalarından haberin sahih olduğu kanaatinde olduğu
anlaşılmaktadır. Buhârî'nin muallak olarak rivayetine göre İbn Abbas (r.a.)
teyemmümle imamlık yapmıştır. İbn Ebî Şeybe (el-Musannef, I, 160), Beyhakî
(es-Sünenü'l-kübrâ, I, 234) ve diğer bazi âlimler bunu muttasıl olarak rivayet
etmişlerdir. Fethu'l-bârfde de belirtildiğine göre isnadı sahihtir.
292. Amr b. As (r.a.) anlatmaktadır: ZâtüVselâsil
gazvesinde iken soğuk bir gecede ihtilâm oldum. Teyemmüm ettim ve orduya sabah
namazını kıldırdım. (Medine'ye döndükten sonra) bunu Resûlullah (s.a.v.)'e
haber verdiler. Ben de yıkanmaktan alıkoyan şeyi (soğuk havayı) zikrederek,
"Ben Allah'ın 'Kendi kendinizi öldürmeyiniz, muhakkak Allah size karşı
merhametlidir'[180]
buyurduğunu işittim" dedim. Hz. Peygamber (s.a.v.) güldü ve hiçbir şey
demedi.
Hadisi Ebû Dâvûd
("Taharet", 124) ve Hâkim en-Nîsâbûrî (el-Müstedrek, I, 177) rivayet
etmiştir. Fethu'l-bârfdz (I, 385) belirtildiğine göre isnadı sağ-İamdır. Hâkim
en-Nîsâbûrî hadisin Buhârî ve Müslim'in şartlarını taşıdığı-nı ve sahih
olduğunu söylemiş, Zehebî de oha katılmıştır.
İbn Abbas (r.a.)'in
açıklamasının konuya delâleti açıktır. İbn Hacer'in Fethu'l-bârfdcki (I, 378)
açıklaması şöyledir: Tabiîn ve daha sonraki âlimlerden bir kısmı İbn Abbas
(r.a.)'e muhalefet etmiştir. Onların delili, teyemmümün namazı vakti çıkmadan
kılmak için zaruret sebebiyle mubah kılınmasıdır. Nitekim Hz. Peygamber
(s.a.v.) cünüplüğü sebebiyle namaz kıla-mayan kimseye, "Toprakla teyemmüm
etmen gerekir, bu senin için yeterlidir" dedikten sonra gusletmesi için
bir kab ile su vermiştir. Zira su bulunduğu zaman teyemmüm bozulmuştur. Ancak
bunun bir teyemmümle istendiği kadar farzın yerine getirilemeyeceğine dair
delil olarak ileri sürülmesi tartışmaya açıktır. Bize göre tartışmaya açık
olan nokta, teyemmümün tam bir temizlik olduğunu benimseyenlerin suyun
bulunmasıyla bozulduğuna dair hadiste delillerinin bulunmamasıdır. Zira Hz.
Peygamber (s.a.v.) sözü edilen kişiye suyu teyemmüm etmeden vermiş olabilir.
Nitekim hadiste söz konusu kimsenin teyemmüm ettiğine dair bilgi bulunmamaktadır.
Ayrıca Zeylaî'nin belirttiği {Nasbu'r-râye, I, 84) gibi Hz. Peygamber (s.a.v.)
onun gusletmesini farz değil, müstehap olarak emretmiş olabilir. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in gusletmeyi farz namaz amacıyla emrettiği kabul edilirse,
teyemmümle kıldığı değil de, daha sonra kılacağı farz namaz için de emretmiş
olabilir.
İbn Hacer'in nakline
göre (Fethu'l-bârî, 1, 378) Beyhakî her iki görüşü de destekleyen sahih bir
hadis bulunmadığını itiraf etmiştir. O, her farz ibadet için teyemmümün farz
olacağına dair îbn Ömer (r.a.)'den sahih rivayet bulunduğunu ve sahabeden buna
muhalefet eden olmadığını da söylemiştir. Ayrıca o, İbnü'l-Münzir'in teyemmümün
farz olmayacağına dair İbn Abbas (r.a.)'den yaptığı nakli de eleştirmiştir.
Bize göre bu, yukarıdaki İbn Abbas (r.a.) rivayetinin sahih olduğunu
göstermektedir. Zira sahih bir rivayet ancak kendisi gibi sahih rivayetle
eleştirilebilir.
Bize göre Beyhakî'nin
söyledikleri de tartışmaya açıktır. Onun her iki görüşü de destekleyen sahih
bir hadis bulunmadığına dair açıklaması yanlıştır. Nitekim biz, yukarıda biri
Ebû Zerr (r.a.) rivayeti diğeri Amr b. As (r.a.)'in orduya teyemmümlü olarak
namaz kıldırdığını haber alan Hz. Pey-gamber (s.a.v.)'in güldüğüne ve hiçbir
şey demediğine dair olmak üzere iki sahih merfû hadis zikrettik. Bu ikinci
hadisin açıklaması aşağıda zikredilecektir. Onun her farz ibadet için
teyemmümün farz olacağına dair İbn Ömer (r.a.)'dan sahih rivayet bulunduğunu
söylemesi de yanlıştır. Zira İbn Ömer (r.a.)'nın sözünde böyle bir açıklama
bulunmamaktadır. Beyhakî'nin Nafı
vasıtasıyla rivayetine göre (es-Sünenü'l-kübrâ, I, 221) İbn Ömer (r.a.),
"Abdesti bozulmasa da her namaz için teyemmüm edilir" demiştir.
Zey-laî'de de zikredildiği üzere (Nasbu'r-râye, 1,83) Beyhakî haberin isnadının
sahih olduğunu söylemiştir. Ancak onun açıklamasında her namaz için teyemmümün
farz olduğu ifade edilmemektedir. Aksine bunun müstehap olduğu şeklinde
anlaşılması da mümkündür. Metin de buna engel bir durum bulunmamaktadır. Onun
açıklamasında her namaz için teyemmümün farz olduğunun ifade edildiği kabul
edilse bile bunun nafilelerin dışında sadece farz namazlar hakkında olduğuna
dair delil bulunmamaktadır. Onun ifadesinin zahirinden anlaşılan farz veya
nafile olsun bir teyemmümle bir namazın kılınacağıdır. Bu ise hem Beyhakî hem
de bizim görüşümüze aykırıdır. Geriye şurada burada bazı detayla ilgili bazı
hususlar kalmış oluyor ki, biz onlara hiç temas etmemeyi uygun görüyoruz.
tbn Abbas (r.a.)'in
teyemmümlü olarak namaz kıldırdığına dair haberin teyemmümün abdest yerine
geçtiğine dalâleti açıktır. İbn Hacer'in de belirttiği (Fethu'l-bârî, I, 387)
gibi teyemmümde temizlik tam olmasa da İbn Abbas (r.a.) teyemmümlü olarak
abdestli kimselere namaz kıldırmiştır. Böylece söz konusu hadisin konuya
delâleti de ortaya çıkmıştır.
Bu başlık altında
cenaze namazı gibi bedeli bulunmayan ibadetlerde abdest aldığında namazı
kaçırma durumu söz konusu olduğunda su bulunsa da teyemmüm yapılabileceği
konusu ele alınacaktır.
293. Ömer b. Eyyüb el-Mevsılî > Muğire b. Ziyad >
Atâ > isnadıyla rivayet edildiğine göre İbn Abbas (r.a.), "Abdest
aldığında cenaze namazını kaçıracağın endişesi söz konusuysa teyemmüm alarak
namazı kıl" demiş-Itir.
Zeylaî'nin de
belirttiği üzere (Nasbu'r-râye, I,81) haberi İbn Ebî Şeybe ri-|vayet etmiştir.
(el-Musannef, IH, 305) İsnadda bulunanlardan Müğire b. Ziyad Jışındakiler İmam
Müslim'in ravileridir. Müğire b. Ziyad da rivayetleri delil olarak kullanılan
bir ravidir.
Söz konusu haberi
Tahâvî Şerhu meâni'l-âsâr'da nakletmiş, Nesâî de leâfâ b. İmrân > Müğire b.
Ziyad isnadıyla Kitâbü'l-künâ'da mevkuf ola-ak rivayet etmiştir. İbn Ebî Şeybe
benzeri bir açıklamayı İkrime > İbrahim in-Nehaî isnadıyla Hasan-ı Basrî'den
rivayet etmiştir. (el-Musannef, IH. 305) •l-Cevherü'n-nakfdç. (I, 59)
nakledildiğine göre Beyhakî şöyle demiştir:
Konuyla ilgili Müğire b. Ziyad'ınAtâ vasıtasıyla İbn Abbas
(r.a.)'den yaptığı rivayet sahih değildir. O sadece Atâ'nın sözüdür. İbn
Cüreyc'in Atâ'dan nakli de aynı şekildedir. Bu, Ahmed b. Hanbel ve Yahya b.
Maîn'e göre Müğire b. Ziyad'ın münker rivayetlerinden biridir. Tespitlerime
(İbnü't-Türkmânî) göre Müğire b. Ziyad'm rivayetlerini Hâkim en-Nîsâbûrî
el-Müstedrek''ine, Sünen müellifleri de eserlerine almışlardır. Veki b. Cerrah
ve Yahya b. Maîn onun güvenilir olduğunu söylemişlerdir. Yahya b. Ma-în'in onun
hakkında "Leyse bi sika: güvenilir değildir", "Sadece bir tane
münker rivayeti bulunmaktadır" açıklamalarını yaptığı da rivayet edilmiştir.
Hüseyin b. İdrisin nakline göre Ahmed b. Abdullah, Ya'kûb b. Süfyan ve İbn
Ammar da onun güvenilir olduğunu söylemişlerdir. İbn Adî'nin onun hakkındaki
açıklamaları ise şöyledir: Onun rivayetlerinin hemen hepsi sağlamdır. Leyse
bİhi be's (rivayetlerinde sakınca yoktur) diye nitelenen raviler gibi o da bazı
rivayetlerinde yanılmış olabilir. İbn Cüreyc'in Atâ'dan yaptığı nakil de onun
rivayetiyle çelişmez. Zira Atâ fıkıh âlimidir ve onun bu şekilde fetva vermesi
mümkündür. İbn Cüreyc ondan işitmiş ve rivayet etmiştir. Bir başka defa Atâ bu
görüşü İbn Abbas (r.a.)'den nakletmiş Muğire b. Ziyad da ondan işitmiş ve bu
şekilde rivayet etmiştir. Böyle bir izah varken Muğire'nin yanıldığını kabul
edip onun rivayetini münker görmek pek doğru değildir.
294. Nafî'in nakline göre îbn Ömer (r.a.) abdestsiz olduğu
bir sırada cenazeye rastladı ve teyemmüm ederek cenaze namazını kıldı.
el-Cevherü'n-nakVdt
zikredildiği üzere haberi Beyhakî el-Ma'rife'de rivayet etmiştir.
(es-Sünenü'l-kübrâ, I, 230)
el-Cevherü'n-nakfde
(1,59) zikredildiği üzere haberi naklettikten sonra Beyhakî, "Haberin bu
isnaddan başka bir yolla rivayet edildiğini bilmiyorum. Bu haliyle hadis şaz
değil de mahfuz ise haberin zahirine aykırı gözükse de olayın yolculuk
esnasında meydana gelmesi mümkündür" açıklamasını yapmıştır. Görüldüğü
üzere Beyhakî zikrettiği yorumun es-Sünenü'l-kübrâ'da naklettiği haberin
zahirine aykırı olduğunu ifade etmektedir. O prensibine uygun olarak burada
isnadın zayıflığından söz etmemiş sadece hadisin şaz mı yoksa mahfuz mu olduğu
hususundaki şüphesini dile getirmiştir. O, haberin sahih olmadığını ifade
etseydi bu, onun haberin zayıf olmadığı görüşünü benimsediği anlamına gelmezdi.
Sözü edilen iki
haberin cenaze namazını kaçırmamak için teyemmüm edildiğine delâletleri
açıktır. Birinci haberi Zeylaî de Nasbu'r-râye'de îbn
Adiy'in el-Kâmil'mden nakletmektedir.
Yeman b. Saîd > Veki' > Muâfî b. İmran > Muğire b. Ziyad > Atâ >
İbn Abbas (r.a.) isnadıyla rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.),
"Abdestsiz olduğun bir zamanda cenaze ile karşılaşırsan teyemmüm
alıver" buyurmuştur. İbn Adiy bunun merfû olarak sahih olmadığını ve onun
İbn Abbas (r.a.)'e ait bir açıklama (mevkuf) olduğunu söylemiştir.[181]
Ömer b. Eyyiib el-Mevsilî'ye gelince İbn İmran onun 188 yılında vefat ettiğini
söylemiştir. Aynı biigiyi İbn Hibbân da es-Sikâfmda. (VII, 429) vermektedir. Şu
halde onun Muğire b. Ziyad'ı gördüğünde ve ondan hadis işittiğinde herhangi
bir şüphe bulunmamaktadır. Konuyla ilgili İbrahim en-Nehaî'nin açıklaması da
Muhammed tarafından şöyle nakledilmiştir. Nitekim Ebû Hanife > Hammad
isnadıyîa nakledildiğine göre abdestsiz iken cenazeye rastlayan kimse hakkında
o, "Toprakla teyemmüm eder ve cenaze namazını kılar. Ancak kadın hayız
halinde teyemmüm ile cenaze namazı kılamaz" demiştir. İmam Muhammed,
"Bu, bizim tercih imizdir. İmam Ebû Hanife (r.a.) de bu görüştedir"
demiştir. (Ki-tâbü'l-âsâr, s. 39) Haberin ravileri güvenilirdir.
295. Atâ b. Yesâr'ın nakline göre Ebû Saîd e!-Hudrî (r.a.)
şöyle anlatmaktadır: İki kişi bir yolculuğa çıktılar. Namaz vakti geldiğinde
yanlarında su yoktu. Temiz toprakla teyemmüm edip namazlarını kıldılar. Fakat
namaz vakti çıkmadan su buldular. Bunun üzerine onlardan biri abdest alarak namazını
yeniden kıldı. Diğeri ise bunu yapmadı. Daha sonra durumu anlattıklarında
namazını tekrar kılmayana Resûlullah (s.a.v.), "Sünnete uygun davrandın,
namazın sahihtir"; namazını tekrar kılana ise, "Sen de iki kat sevap
aldın" buyurdu.[182]
Hadisle ilgili Ebû
Dâvûd şu açıklamayı yapmaktadır: İbn Nâfi'den başkaları bu hadisi, Leys >
Amîre b. Ebû Naciye > Bekr b. Sevâde > Atâ b. Yesâr isnadıyla doğrudan
Resûlullah (s.a.v.)'den rivayet etmişlerdir. Dolayısıyla söz konusu isnadda
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'in zikredilmesi hatalıdır ve hadis mürseldir.
Hadisle ilgili İbn
Hacer'in et-Telhîsü'l-habîr'dzkı açıklaması şöyledir: Bu hadisi İbnü's-Seken
Sahih'ınfa Ebü'l-Velid et-Tayâlisî > Leys > Amr b. Haris > Amîre b.
Ebî Naciye > Bekr b. Sevâde isnadıyla muttasıl olarak rivayet etmiştir. Ebû
Dâvûd, "Hadisi İbn Lehîa Bekr b. Sevâde'den rivayet etmiş ve isnada Atâ
ile Ebû Saîd arasına İsmail b. Ubeydullah'ın azatlısı Ebû Abdullah'ı ilave
etmiştir" açıklamasını yapmıştır. Ancak İbn Lehîa zayıf bir ravidir ve
onun yaptığı ilave dikkate alınmaz. Burada dikkate alınması gereken sika ravi
olan Amr b. Haris ile Amîre b. Ebî Naciye rivayetleridir. Nitekim Nesâî, Yahya
b. Maîn, İbn Bükeyr ve İbn Hibbân Amîre b. Ebû Naciye'nin sika bir ravi
olduğunu ifade etmişler, Ahmed b. Salih, İbn Yunus ve Ahmed b. Ebî Meryem de
ondan Övgüyle bahsetmişlerdir.
Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in "Sünnete uygun davrandın, namazın sahihtir"
açıklamasından da anlaşıldığı üzere hadisin teyemmümle kılınan namazın su
bulunması halinde tekrar kılınmayacağına delâleti açıktır. Burada açıklanması
gereken Hz. Peygamber (s.a.v.)'in namazını tekrar kılana, "Sen de iki kat
sevap aldın " sözünden dolayı bunun müstehap olup olmadığı meselesidir.
Resûlullah (s.a.v.)'in, ilSünnete uygun davrandın" ifadesinden bunun
müstehap olmadığı ve sünnetin namazı tekrar kılmamak olduğu anlaşılmaktadır.
Bunun dışındaki uygulamanın müstehap olması bir tarafa sünnete aykırı
olacağında şüphe yoktur. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in namazını tekrar kılana,
"Sen de iki kat sevap aldın" şeklindeki açıklamasının sebebi ise bu
konuda o dönemde henüz bir hükmün bulunmaması, içtihat alanına bırakılmasıdır.
Konuyla ilgili dinî bir açıklamanın bulunmadığı konularda müçtehidin isabet
veya hata etmesi ise mümkündür. Dinî açıklamanın bulunduğu konularda ise
müçtehidin hatasından söz edilmez.
296. Ebü'l-Cüheym b. Haris b. Sımme el-Ensârî (r.a.)'in
nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) Cemel kuyusu tarafından gelirken
karşılaştığı bir adam ona selam verdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) adamın selamına
duvara doğru gidip ellerini ve yüzünü mesh ederek teyemmüm aldıktan sonra karşılık
verdi. (Buhârî, Teyemmüm, 2)
Hadisin konuya
delâleti açıktır. Ancak hadis selam almak hakkındadır. Abdest gerektirmeyen
diğer konular ona kıyas edilmektedir. Abdest gerektirmeyen diğer konularda
teyemmüm alınabileceği Hanefî mezhebi kitaplarında ifade edilmektedir, (bkz.
Reddü'l-muhtar, I, 355) el-Münye'de mescide girerken teyemmüm alınmayacağını ima eden ifade ise,
üstadımın da zikrettiği üzere camiye girildiğinde Kur'ân-ı Kerime
dokunulacağını dolayısıyla abdest almadan girilmeyeceğini belirtmeye
yöneliktir.
el-Mişkât'ta. (i, 141)
nakledildiğine göre Ebü'I-Cüheym b. Haris b. Sim-me el-Ensârî (r.a.) şöyle
anlatmıştır: Küçük abdestini bozarken Resûlullah (s.a.v.)'e selam verdim. O
(s.a.v.) duvara doğru gidip yanındaki sopayla onu eşeledi, ellerini duvara
koydu kollarını ve yüzünü mesh ederek teyemmüm aldıktan sonra selamıma
karşılık verdi.[183]
Şerhu's-sünne'de hadis nakledildikten sonra, "Bu hadis hasendir"
açıklaması yapılmaktadır. Bu rivayet yukarıdaki hadis metninde yer alan
"ellerini" ifadesini açıklamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
sopayla duvarı eşelemesi, teyemmümde mutlaka tozun gerekli olduğuna delâlet
etmez. Üstadımın da ifade ettiği üzere onunla duvarın temizlenmesi amaçlanmış
olabilir. Zira çoğunlukla duvarların dışı temiz değildir.
297. İmam Malik'in Nâfi'den nakline göre Abdullah b. Ömer
(r.a.) ile birlikte Curf mevkiinden dönüp Mirbed mevkiine geldiklerinde İbn
Ömer (r.a.) devesinden indi, yüzünü ve dirseklerine kadar kollarını mesh ederek
temiz toprakla teyemmüm alıp namazını kıldı.
Haberi İmam Malik
el-Muvatta-mda (Taharet, 121) rivayet etmiştir. Zür-kânî'nin Şerhu'l-Muvatta'da
(1,101) zikrettiği üzere söz konusu hadis Bu-hârî'nin güneş iyice yükseldikten
sonra Medine'ye gelen İbn Ömer (r.a.)'in namazı tekrar kılmadığını ifade eden
rivayetiyle (Buhârî, Teyemmüm, 2) birlikte değerlendirildiğinde, vakit çıkmadan
su bulunacağı ümidi olsa da namaz vaktinin başlangıcında teyemmüm alınabileceği
söylenebilir. Nitekim İmam Ebû Hanife (r.a.) de bu görüştedir.
Bu başlık altında bir
teyemmümle birden fazla farz namaz kılınabileceği ve namaz vaktinin çıkmasıyla
teyemmümün bozulmayacağı ele alınacaktır.
298. Ebû Zerr (r.a.)'in rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Su bulunmadığı sürece on seneye kadar bile olsa temiz toprak
müslümanın abdest suyudur" buyurmuştur.
Azîzî'nin
(Şerhu'l-Câmii's-sağîr, II, 370) belirttiği üzere Nesâî hadisi hasen bir
isnadla rivayet etmiştir.
299. Ebû Hureyre (r.a.)'in rivayetine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Su bulunmadığı sürece on seneye kadar bile olsa temiz toprak
müslümanın abdest suyudur. Ancak suyu bulduğu zaman onu vücuduna döksün. Çünkü
bu daha hayırlıdır" buyurmuştur.
Azîzî'nin
(Şerhu'l-Câmii's-sağîr, II, 370) belirttiği üzere Nesâî hadisi sahih bir
isnadla rivayet etmiştir.[184]
Bu rivayetler
teyemmümün de abdest gibi temizleyici olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
el-Mâide (5/6) suresinde abdest, gusül ve teyemmümü zikrettikten sonra,
"Allah size güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size
(ihsan ettiği) nimetini tamamlamak ister; umulur ki sükre-deşiniz"
buyrulması da buna delâlet etmektedir. Zira abdest, gusüf ve teyemmümün hepsi
birlikte nimet olarak zikredilmiştir. Bu ise teyemmümün de abdest ve gusül gibi
temizleyici olduğunu göstermektedir. Her üçü de temizleyici olmakta
müşterektir. Böyle olmasaydı Allah "sizi tertemiz kılmak" ifadesini
abdest ve gusülden sonra zikrederdi. Zeylaî Nasbu'r-râ-ye'dt (1,83) Beyhakî'den
Nafi vasıtasıyla İbn Ömer (r.a.)'nın, "Abdesti bozulacak bir durum olmasa
da her namaz için ayrı teyemmüm eder"[185] dediğini
nakletmiş ve isnadının sahih olduğunu söylemiştir. İbn Ömer (r.a.)'nın söz
konusu açıklaması müstehaplığa yorumlanmahdır.
300. Hakim b. Muaviye'nin nakline göre amcası şöyle
anlatmıştır: "Ey Allah'ın Elçisi, bir ay boyu susuz kaldığımız oluyor.
Ailemle cinsel ilişkide bulunabilir miyim?" diye sorduğumda Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Evet" dedi. Ben tekrar, "Bir ay boyu su yüzü
görmüyoruz" dedim. liz. Peygamber (s.a.v.), "Üç sene susuz kalsan
da" buyurdu.
Hadisi Taberânî
el-Mu'cemü'l-kebir'de (XX, 797) rivayet etmiştir. Mec-mau'z-zevâid'de (1,263)
hadisin isnadının hasen olduğu ifade edilmektedir.
Hadisin konuya
delâleti açıktır. Hz. Peygamber (s.a.v.) söz konusu saha-bînin uygulamasına
karşı çıkmamak suretiyle onu onayladığı açıktır.
301. Amr b. As (r.a.) şöyle anlatmaktadır: Zâtü's-selâsil
gazvesinde soğuk bir gecede ihtilâm oldum. Gusledersem helak olacağımdan
korktum ve sabah namazını (orduya) teyemmümle kıldırdım. Medine'ye döndükten
sonra bunu Hz. Peygamber (s.a.v.)'e haber verdiler. Resûlullah (s.a.v.),
"Ey Amr, sen cünüp olarak mı namaz kılardın?" diye sordu. Yıkanmama
engel olan durumu zikrederek, "Ben Allah'ın 'Kendi kendinizi öldürmeyiniz,
Allah size karşı merhametlidir' buyurduğunu işittim" dedim. Bunun üzerine
Hz. Peygamber (s.a.v.) güldü ve hiçbir şey demedi.
Fethu'l-bârfdt
zikredüdiği üzere hadisi Ebû Dâvûd ("Taharet", 124) ve Hâkim
en-Nîsâbûrî (el-Müstedrek, I, 177) rivayet etmişlerdir. İsnadı sağlamdır.[186]
302. 'Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız'[187] âyetini
İbn Abbas (r.a.), "Kişi Allah yolunda yaralı iken cünüp olduğunda guslederse
ölmekten korkarsa teyemmüm eder" şeklinde açıklamıştır.
Bulûğu'l-merâm'da (s.
21) zikredüdiği üzere haberi Dârekutnî mevkuf, Bezzâr ise merfû olarak rivayet
etmişlerdir. îbn Huzeyme ve Hâkim en-Nîsâbûrî de haberin sahih olduğunu
söylemişlerdir.[188]
Her iki hadisin soğuk
veya yara sebebiyle teyemmüm edilebileceğine delâleti açıktır.
Bu başlık altında
abdest ve teyemmümü bozulan kimsenin namazının sahih olmayacağı ve bu şekilde
kılınan namazın kaza edilmesi gerektiği incelenecektir.
303. İbn Ömer (r.a.)'mn nakline göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Allah ab-destsiz namazı ve ganimetten aşırılan maldan verilen
sadakayı kabul etmez" buyurmuştur.
Neylü'l-evtâr'da (I,
198) zikredüdiği üzere hadisi Buharı dışında Kütüb-i süte müellifleri rivayet
etmiştir.[189]
304. İmran b. Husayn (r.a.)'in nakline göre Hz. Peygamber
(s.a.v.), "Allah abdestsiz namazı ve ganimetten aşırılan maldan verilen
sadakayı kabul etmez" buyurmuştur.[190]
Mecmau'z-zevâid'de
zikredüdiği üzere hadisi Taberânî el-Mu'cemü'l-kebir'dt rivayet etmiştir.
Ravileri de Sahihim ravileridir.
Neylü"I-evtâr'da.
(I, 181),burada kabul ile kulun borcunun düşmesi yani namazın sahih olması
kastedilmektedir. Suyûtî'nin Kutu'I-muğ'tezi"de (I, 20) naklettiğine göre
konuyla ilgili İbn Dâkîki'I-İd'in açıklaması şöyledir: Hadis metnindeki
"Kabul etmez" ifadesi namazın sahih olmadığına delil
[1] Dârekutnî, Sünen, I, 165;
İbn Adiy, el-Kâmil, III, 168. Zeylaî şöyle demektedir: Dârekutnî İmran b.
Husayn hadisini rivayet etmiştir. Nitekim Beyhakî'nin İsmail b. Ayyaş > Ömer
b. Kays ei-Mckkî > Amr b. Ubeyd > Haşan > İmran b. Husayn isnadıyla
nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) "Namazda kahkaha ile gülen yeni den
abdest alıp namazını tekrar kılsın" buyurmuştur. Beyhakî Ömer b. Kays
el-Mekkî'nin Sendel diye tanındığını belirtmekte onu zahibü'l-hadîs lafzıyla
niteleyerek son derece zayıf olduğunu ifade etmektedir. Amr b. Ubeyd'in de
yalancı olduğu ifade edilmiştir. Beyhakî hadisi Abdurrahman b. Sellam >
Ömer b. Kays isnadıyla da rivayet etmektedir. İbn Adiy ise hadisi farklı bir
isnadla nakletmektedir. Buna göre Bakıyye > Muhammed el-Huzâî > Hasan
> İmran b. Husayn isnadıyla nakledildiğine göre namazda iken gülen bir adama
Hz. Peygamber (s.a.v.) "Yeniden abdest al" buyurmuştur. Muhamed
el-Huzâî, Bakıyye'nin meçhul hocalarından biri olup Muhammed b. Raşid
vasıtasıyla Hasan-ı Basrî'den rivayette bulunmaktadır. Muhammed b. Raşid de
meçhul bir ravidir (bk. Zeylaî, Nasbu'r-râye, I, 49).
[2] Hadis sahihtir.
[3] Ebû Dâvûd,
"Taharet", 71. Ayrıca bk. Azîmâbâdî, Ğayetü'l-maksûd, I, 190. Hadis
sahihtir. Bkz. Buhârî, "Et'imc", 53; Müslim, "Hayz", 90;
Tirmizî, "Taharet", 41, 58; Nesâî, "Taharet", 121, 122; îbn
Huzeyme, Sahih, I, 28; İbnü'l-Cârûd, el-Miin-takâ, s. 23; Tahâvî, Şerhu
meâni'l-âsâr. I, 67; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, I, 155-156.
[4] Buhârî, "Mevâkît",
9, 10; "Ezan", 18; Müslim, "Mesâcid", 180-184, 186; Ebû
Dâ-vûd, "Salât", 4; Tirmizî, "Mevâkît", 7; Nesâî,
"Mevâkît", 5; Ahmed b. Hanbel, II, 229, 238, 256, 266, 285, 318;
Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, I, 347-348.
[5] Hadis hasendir. Ahmed b.
Hanbel, III, 494 (hasen bir isnadla); Dârimî, "tsti'zân", 38; İbn
Hibbân, Sahih, IV, 602; VI, 411; Taberânî, Mu'cemü'l-kebîr, III, 160.
[6] Benzeri lafızlarla rivayeti
için bk. Ahmed b. Hanbel, V, 55. İsnadında bulunan Ubeydullah b. Talha'ntn
makbul bir ravi, Hasan~ı Basrî'nin ise güvenilir olmakla birlikte tedlis
yaptığını, burada da hadisi "an" sigasıyla naklettiğini
hatırlatmalıyız.
[7] Buhârî, "Vudû",
51; Müslim "Hayz", 93; Ahmed b. Hanbel, VI, 331.
[8] İsnadı hasendir. Ubeydullah
b. İyad dışındaki ravileri güvenilirdir. O da sadûk (doğru sözlü) dür.
Âlimlerin çoğu onun güvenilir olduğunu söylerken Bezzâr onu leyyinü'l-hadîs
lafzıyla zayıf olduğunu belirtmiştir.
[9] Hadîs sahihtir. Heysemî'nin
Mevmaü'z-zevâid'de (I, 203) belirttiğine göre Bezzâr da rivayet etmiştir.
[10] Taberânî, Mu'cemü'l-kebîr,
VIII, 427; Heysemî, Mevmaü'z-zevâid, I, 252; Ali el-Muttakî, Kenzü'l-ümmâl,lX,
331;Temmâmb. Muhammed, el-Fevâid, II, 122. Hadis zayıftır.
Taberânî hadisi Süleyman b. Abdurrahman > Abdurrahman b. Sevvâr el-Hİlâlî
> Husayn b. Esved el-Hilâlî > Ebû Ümâme Sudey b. Aclân el-BâhİIÎ
İsnadıy-la "Resûlullah (s.a.v.) ashabına şöyle buyurdu" şeklinde
rivayet etmiştir. Heysemî söz konusu hadisin isnadı hakkında bilgi vermemekte
ve "Taberânî'nin isnadmdaki raviler hakkında bilgi bulamadım
(Mevmaü'z-zevâid, I, 252) demektedir. Ayrıca Heysemî hadisin Taberânî ve Ziya
el-Makdîsî tarafından rivayet edildiğini belirtmektedir.
[11] Hadisle ilgili İbn Hacer'in
açıklaması şöyledir: Habib > Urve > Aişe (r.anhâ) isnadıyla
"Resûlullah (s.a.v.) hanımlarından birini öperdi ve sonra abdest almadan
namaza çıkardı" lafızlariyla rivayet edilen hadisin illetli olduğu Ebû
Dâvûd, Tirmizî, Dâ-rekutnî, Beyhakî ve İbn Hazm tarafından ifade edilmiştir. Bu
konuda sahih bir rivayet bulunmamaktadır. Sahih olduğu kabul edilirse bunun
kadına dokunmaktan dolayı abdestin gerekeceğini belirten âyetin nazil
olmasından önce uygulandığı şeklinde anlaşılmalıdır (et-Telhîsü'l-habîr, I,
133). Hadisi Nesâî de rivayet etmiş olup (Taharet, 120,121) aslı Sahthayn'da
bulunmaktadır.
[12] Dârekutnî, Sünen, I,
137.Dârekutnî'nin rivayeti "(Kadını) öpmek abdesti ve orucu bozmaz"
şeklindedir. İshak b. Râhûye Müsned'inde (IV, 77) Bakıyye b. Velid >
Abdülmeük b. Muhammed > Hişam b. Urve > babası > Aişe (r.anhâ)
isnadıyla nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), oruçlu iken Aişe (r.anhâ)'yi
öpmüştür. Hadiste zikred İldiği ne göre Hz. Peygamber (s.a.v.) Aişe (r.anhâ)'ya
hitaben, "Ey Hümeyra dinimizde genişlik vardır" buyurmuştur. İshak b.
Râhûye, "Burada bir hata yapıldığı endişesini taşıyorum" demiştir.
Zehebî bu hadisi Mîzânü'l-i'tidaVde Dârekutnî'nin aşağıda zikredilecek
lafızlarıyla özet olarak zikretmiş ve "Hadisi Bakıyye'an' lafzıyla rivayet
etmiştir" açıklamasını yapmıştır. Dârekutnî de hadisin zayıf olduğunu
söylemiştir. Aynı bilgiler Lisânü'l-Mîzân'da da bulunmaktadır. Ancak orada
"an" lafzı söz konusu edilmemektedir. Bu lafzı zikretmekten amaç İse
Bakıy-ye'nin hadisi muan'an olarak rivayet ettiğini ifade etmektir. Böylece
Dârekutnî'nin hadisi söz konusu lafızla rivayet ettiğine işaret edilmektedir.
İbn Ebû Dâvûd da hadisi İbnü'l-Musaffa > Bakıyye > Abdülmelik b.
Muhammed isnadıyla "(kadını) öpmek abdesti bozmaz" şeklinde özet
olarak rivayet etmiştir. Zeylaî, İshak b. Râhûye'nin, "burada bir hata
yapıldığı endişesini taşıyorum" kısmı hariç hadisi Nasbu'r-râye'de (I, 73)
zikretmiştir. Ancak o hadisin sıhhatiyle İlgili açıklama yapmamış, illetinden
de söz etmemiştir. ed-Dirâye'de (s. 20) de onun bu tavrı takip edilmiştir.
Hadisin tahrici ve illeti hakkındaki açıklamalar bunlardan ibarettir. Hadisin
anlamı bir sonraki hadiste olduğu gibi sahih ise bu ve benzeri hadisler,
"muhaddislerin sahih veya zayıf olduğunu belirlemediği bir hadis
yoktur" iddiasında bulunanların cehaletlerini ortaya koyan en büyük
delildir. İshak b. Râhûye'nin, "burada bir hata yapıldığı endişesini
taşıyorum" açıklamasıyla, Hz. Aişe (r.anhâ) rivayetinin diğer kısımlarının
sahih olduğunu ve Resûlullah'(s.a.v.)'in sözünü değil fiilini naklettiğini
ifade etmektedir. Buna göre Resûluliah (s.a.v.), hanımlarından birini öpmüş ve
abdest almadan namazını kılmıştır. Diğer bir rivayette de Resûlullah (s.a.v.)
oruçlu iken hanımını öpmüştür. Bunların Resûlullah (s.a.v.)'in sözü olarak
nakledilmesi yanlıştır. Bu hata İse raviden kaynaklanmaktadır.
[13] en-Nisâ 4/43
[14] Buhârî, "Saiât",
22; Müslim, "Salât", 267. Ayrıca bk. Zeylaî, Nasbu'r-râye, I, 37.
[15] en-Nisâ 4/43
[16] Hûd ] 1/114
[17] Dârekutnî, Sünen, I, 134;
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, I, 135; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, I, 125.
Hadis zayıftır. Tirmizî, "Tefsir", 12; Ahmed b. Hanbel'in (V, 244)
Abdülmelik b. Umeyr > Abdurrahman b. Ebî Leyla > Muaz b. Cebel İs-nadıyla
rivayetine göre Muaz b. Cebel (r.a.) Resuluilah (s.a.v.)'in yanında otururken
bir adam gelerek, "Ey Allah'ın Elçisi, yabancı bir kadınla cinsel ilişki
dışında hanimiyla yaptığı her şeyi yapan kimse hakkında ne dersin?" diye
sordu. Hz. Peygamber, (s.a.v.) "Güzelce abdestini al sonra da kalk namaz
kıl" buyurdu. Bunun üzerine Allah (c.c.) "Gündüzün iki ucunda,
gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl" (Hûd 11/114) âyetini indirdi.
"Bu, bütün müslümanlar için geçerli mi?" sorusuna Resuluilah (s.a.v.)
"Bütün müslümanlar için geçerli" diye cevap verdi. Tirmizî hadisin
isnadı hakkında şöyle demektedir: Hadisin İsnadı muttasıl değildir. Zira Abdurrahman
b. Ebî Leyla, Muaz b. Cebel (r.a.)'den hadis işitmemiştir. Muaz b. Cebel
(r.a.) Hz. Ömer (r.a.)'in hilafet döneminde vefat etmiştir. Hz. Ömer (r.a.) ise
Abdurrahman b. Ebî Leyla altı yaşında İken şehit edilmiştir. O, küçüklüğünde
Hz. Ömer (r.a.)'İ görmüş ve sonraları ondan hadis rivayet etmiştir. Söz konusu
hadisi Şu'be de Abdülmelik b. Umeyr > Abdurrahman b. Ebî Leyla > Hz.
Peygamber (s.a.v.) isnadıyla mürsel olarak rivayet etmiştir. Dârekutnî ise
hadisi naklettikten sonra sahih olduğunu ifade etmiştir. Hâkim en-Nîsâbûrî
hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî ise herhangi bir açıklamada
bulunmamıştır. Doğrusu Tirmizî ve Beyhakî'nin kesin bir şekilde ifade ettikleri
gibi hadis munkatıdır, isnadı zayıftır. Hadiste sözü edilen olay Sahîhayn,
Sünenler, Müsned ve diğer hadis kitaplarında değişik sahâbîlerden birçok farklı
isnadla rivayet edilmektedir. Ancak bunların herhangi birinde Resuluilah
(s.a.v.)'İn sözü edilen kimseyle İlgili abdest alıp namaz kılmasını emrettiği
zikredilmemektedir. Bu durum "abdest alıp namaz kılma" kısmının
bulunduğu rivayetin münker olduğunu göstermektedir. Ebû Musa el-Medî-nî'nin
ehLetâif 'inde (II, 66) hadisi Ahmed b. Hanbel isnadıyla naklettikten sonra,
hadisin aslının bulunduğunu ifade etmek üzere "Bu meşhur bir hadistir,
birçok isnadı bulunmaktadır" şeklindeki açıklaması hadisin birçok isnadla
rivayet edilmesi açısından doğrudur. Ancak sözü edilen ziyadeii rivayeti
munkatıdır ve tek isnadla gelmektedir.
Hadisin durumu ortaya çıktıktan sonra
kadınlara dokunmanın abdesti bozacağına dair onu delil olarak kullanmak doğru
değildir. Nitekim İbnü'l-Cevzî et-Tahkîk'te (I, 113) şöyle demektedir:
Öncelikle hadis zayıftır. îsnadı sahih bile olsa onu kesin bir delü olarak
kullanamayız. Zira hadiste abdest alma emri kadına dokunmasından dolayı
değildir. Hatta sözü edilen adam abdestli bile değildir ki onun abdestinin bozulduğu
ve abdest alması emredilsin. Başka sahih bir hadisten anlaşıldığına göre burada
sözü edilen adama abdest alması işlediği bir günaha keffaret olması sebe biyle
emredilmiştir. Nitekim Sünenler ve diğer hadis kitaplarında bulunan bir hadiste
Hz. Peygamber (s.a.v.), "Günah isledikten sonra abdest alıp iki rekât
namaz kılan her müslümanın günahı bağışlanır" buyurmuştur. el-Muhtâre'n'm
hadislerini incelerken ifade ettiğim üzere hadisin sahih olduğunu birçok âlim
belirtmiştir. Diğer taraftan eğer abdest alma emri kadına dokunma sebebiyle
ise, bunun özei bir durumla İlgili olma ihtimali bulunmaktadır. Nitekim
anlatılan olaydan adamın me-zisinin gelebileceği anlaşılmaktadır. Mezi İse
şehvetle veya şehvetsiz olsun abdesti bozmaktadır. Bütün bunlar hadisin delil
olarak kullanılamayacağını göstermektedir. Aksine Ebû Dâvûd diğer hadis
âlimleri Hz. Peygamber'in hanımlarından birini öptükten sonra abdest almadan
namaz kıldığını sahih olarak rivayet etmişlerdir. Sahihi Süneni Ebî Dâvûd'âa
(s. 170-173) açıkladığım üzere hadisin bir kısmı sahih çok sayıda isnadı
bulunmaktadır. Kadını öpmekte ise genellikle şehvet söz konusudur.
[18] İbn Mâce,
"Taharet", 69. Hadis sahihtir.
[19] Nesâî, "Taharet",
121. Hadis sahihtir.
[20] en-Nİsâ 4/43
[21] en-Nisâ 4/43
[22] Dârekutnî, Sünen, I,
136;Taberânî, Mu'cemü'l-evsat, I, 984; Heysemî, Mecmau'z-zevâid, I, 247.
[23] Hadis zayıftır. Bûsîrî,
"bu isnad zayıftır. Haccac, Haccac b. Ertat'tır. Müdelüs bir ra-vidİr.
Buradaki rivayeti de 'an' sİgasıyla yapmıştır. Dârekutnî, Zeynep hakkında
"rivayetleri delil olmaz" açıklamasını yapmıştır" demektedir
(Misbâhu'z-zücâce, I, 200).
[24] en-Nîsâ4/43
[25] Ebû Dâvûd,
"Taharet", 70; Tirmizî, "Taharet", 62; Nesâî,
"Taharet", 119; îbn Mâ-ce, "Taharet", 64; Ahmed b. Hanbel,
IV, 22,23; İbn Hibbân, III, 402,403; İbn Hu-zeyme, Sahih, I, 23; İbn Ebî Şeybe,
el-Musannef, I, 165. Hadis sahihtir.
[26] Hadisin isnadında buİunan
Eyyüb b. Utbe sadûk (doğru sözlü) fakat çok hata yapan bir ravidir.
[27] Taberânî, Mu'cemü'l-evsat,
II, 272; Heysemî, Mecmaü'z-zevâid, I, 245.
[28] İbn Hibbân, Sahih, III, 400;
İbn Mâce, "Taharet", 63. İbn Maîn, Tirmizî, Dârekut-nî, Hâkim
en-Nîsâbûrî, Beyhakî, Hazimî, gibi âlimler hadisin sahih olduğu görüşündedirler.
[29] Ümmii Habibe hadisi
sahihtir. Onu Hâkim en-Nîsâbûrî (et-Müstedrek, I, 138) ve İbn Mâce
("Taharet", 63) rivayet etmişlerdir. Aynca bk. İbn Hacer,
et-Telhîsü'l-ha-bîr, I, 124.
[30] Abdürrezzak es-San'ânî,
el-Musannef, I, 113; Ahmed b. Hanbel, V, 194; Taberânî, Mu'cemü'l-kebîr, V,
243; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, I, 137; Heysemî, Keş-fü'l-estâr, İ, 148;
Heysemî, Mecmau'z-zevâid, I, 244. Hadis sahihtir. Hadis birçok isnadla rivayet
edilmiştir.
[31] Ahmed b. Hanbel, II, 223;
Dârekutnî, Sünen, I, 147; Beyhakî, es-Sünenü'Ukübrâ, I, 132. Hadis sahihtir.
Hadisin sıhhatiyle ilgili Buhârî'nin yaptığı açıklama yeterlidir. Tirmzî'nİn
el-İler'mdo naklettiğine göre Buhârî, "Abdullah b. Amr'm cinsel organa
dokunmakla ilgili rivayeti bana göre sahihtir" demiştir (Tirmizî, el-îlel,
s. 49).
[32] Musannifin ifadelerinden de
anlaşıldığı üzere hadisin isnadı zayıftır.
[33] Ahmed b. Hanbel, II,
223,333; IV, 22,23; Ebû Dâvûd, "Taharet", 69; Tirmizî, "Taharet",
61, 62; Nesâî, "Taharet", 117; İbn Mâce, "Taharet", 63, 64.
Hadis sahihtir.
[34] Taberânî, Mu'cemü'l-evsat,
II, 272; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, I, 137; Heysemî, Mecmaü'z-zevâid, I, 245.
Beyhakî, Dârekutnî'nin görüşlerini de nakletmiştir.
[35] Ahmed b. Hanbel, II, 333;
İbn Hibbân, Sahih* HI, 400; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müs-tedrek, I, 138. Hadis
hasendir. Hâkim en-Nîsâbûrî'nin isnadı hasendir.
[36] Ebû Dâvûd,
"Taharet", 70; İbn Mâce, "Taharet", 64; Tahâvî, Şerhu
Meâni'l-âsâr, I, 76. Hadîs sahihtir.
[37] Tirmizî,
"Taharet", 62; Nesâî, "Taharet", 119; Tahâvî, Şerhu
Meâni'l-âsâr, I, 75. Hadis sahihtir.
[38] Taberânî, Mu'cemü'l-kebîr,
IX, 248; Heysemî, Mecmaü'z-zevâİd, I, 244.
[39] Hadisin ravileri
güvenilirdir.
[40] Haberle ilgili müellifin
görüşlerine ben de katılıyorum.
[41] Tahavî, Salih b. Abdurrahman
> Saîd b. Mansur > Hüşeym > A'meş > Habİbb. Ebî Sabit > Saîd b.
Cübeyr isnadıyla ise "İbn Abbas erkeklik organına dokunmadan dolayı
abdestin bozulmayacağı görüşündeydi" şeklinde rivayet etmiştir. (Şerhu
Me-âni'l-âsâr. I, 77-78). İbn Ömer (r.a.) dışında Katâde'nin Atâ vasıtasıyla
İbn Abbas (r.a.)'den rivayetine uygun fetva veren her hangi bir sahabe
bilmiyoruz. Sahabenin çoğu bu hususta ona muhalefet etmiştir.
[42] Söz konusu rivayetler için
bk. Tahavî, Şerhu Meâni'l-âsâr, I, 77.
[43] Tahavî, Şerhu Meâni'l-âsâr,
I, 78; İbnü't-Türkmânî, el-Cevherü'n-nakî, I, 136. İb-nü't-Türkmânî, söz konusu
haberin İbn Fudayl > Veki > Mis'ar > Umeyr b. Saîd İsnadıyla İbn Ebî
Şeybe'nin e I- Musannef inde rivayet edildiğini ve isnadının sahih olduğunu
söylemiştir.
[44] İsnadı sahihtir. Ahmed
Muhammed Şakir de isnadının sahih olduğunu söylemiş ve geniş açıklamalarda
bulunmuştur.
[45] Taberânî,
el-Mu'cemü'l-kebîr, XI, 177, 270 (Benzeri lafızlarla rivayet edilmiş olup
ravileri Buhârî ravilerİdır); Heysemî, Keşfü'l-estâr, I, 147; Mecmaü'z-zevâid,
I, 242. Hadisin aslı Abdullah b. Zeyd (r.a.) rivayetiyle Buhârî
("Vudu", 4) ve benzeri lafızlarla Ebû Hiireyre (r.a.) rivayetiyle
Müslim'de ("Hayz", 98) bulunmaktadır.
[46] Hâkim en-Nîsâbûrî,
el-Müstedrek, I, 134; İbn Hibbân, Sahih, V, 489. Her ikisinin isnadında da
bulunan İyad meçhul bir ravidir. Hâkim en-Nîsâbûrî Sahîhayn'm şartlarına göre
sahih olduğunu ifade etmiş, Zehebî de ona katılmıştır.
[47] Buhârî, "Gusl", 1,
6; Tirmizî, 'Taharet", 76. Hadisi rivayet ettikten sonra Tirmizî, "Bu
hadis hasen sahihtir. Cünüplük sebebiyle gusül konusunda ilim ehlinin tercih
ettiği hadistir" açıklamasını yapmıştır (İbn Hacer, Fethu'l-bârî, I, 429).
Müellif, Buhârî'nin rivayetini aktarırken bazı hatalar yapmıştır. Doğru
rivayeti şöyledir: Resûlullah (s.a.v.) cünüplük sebebiyle gusül aldığında önce
ellerini yıkar ve namaz abdesti gibi abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya
sokar ve saç diplerini ovalar, avuçlarıyla başına su dökerdi. Daha sonra ise
suyu bütün vücuduna dökerdi.
[48] İsnadı zayıftır. İbn Hacer'in
Takrîb'mde belirttiği üzere isnadında bulunan İbn Ebî Leylâ sadûk fakat zabtı
son derece zayıf bir ravİdir. Ebü'z-Zübeyr de sadûk olmakla birlikte tedüs
yapan bir ravidir ve burada da haberi tedlise delâlet eden "an" lafzıyla
rivayet etmiştir.
[49] İbn Mâce,
"Taharet", 124. Hadis sahihtir.
[50] Hadis zayıftır.
Nasbu'r-râye'Ğe belirtildiği üzere (I, 80) Dârekutnî onu el-EfracTm-da, Beyhakî
es-Sünenü'l-kiibrâ's\r\d& (I, 182), Taberânî el-Mu'cemii'l-kebîr'ınde (I,
260), Heysemî Mecmau'z-zevâid''inde (I, 273) rivayet etmişlerdir. Taberânî rivayetinde
İsnadda Seleme b. Subayh el-Yahmudî bulunmaktadır. Ben onu zikreden birini
bulamadım. Hatîb el-Bağdadî* nin nakline göre Dârekutnî; "Bu, Hammad b.
Seleme > Sabit > Enes isnadıyla rivayet edilen garib hadistir. Çünkü onu
Ham-mad'dan rivayette Müslim b. Subeyh tek kalmıştır. Ben de onu sadece bu
tarikten yazdım" açıklamasını yapmıştır. Kütüb-i sitte'de rivayetleri
bulunan Müslim b. Subeyh el-Hemedânî başka bir ravidir. Zira bu hadisin
isnadında zikredilen Müslim, Ahmed b. Hanbeİ'in hocaları neslindendir. Müslim
b. Subeyh el-Hemedânî ise İbn Abbas (r.a.) ve diğer sahâbîlerden rivayette
bulunan güvenilirliğiyle tanınan bir ra-vidir. İbn Hacer Tehzîb'de onun
hakkında bilgi vermektedir. İbn Hacer'in karışmayı engellemek amacıyla genelde
yaptığı gibi tanınan ve sika olarak bilinen Müslim b. Subeyh el-Hemedânî'den
sonra meçhul olan söz konusu raviyi de zikretmesi son derece güzel olurdu, Ne
var ki bu ravi hakkında genel uygulamasına aykırı davranmıştır. Ancak ben, İbn
Hacer'in hakkında cerh ve ta'dil ifadesi zikretmeden onu Tabsîrü'l-müntebih
(III, 833) isimli eserine aldığını gördüm. Aynı hadisi Ziya el-Makdisî de
Taberânî isnadıyla el-Ehâdîsü'l-muhtâre'de nakletmiştir. Taberânî
el-Mu'cemü'l-kebîr'de (I, 260) sözü edilen hadisi Ahmed b. Davud ei-Mekkî >
Seleme b. Subeyh el-Yahmudî > Hammad b. Seleme isnadıyla rivayet etmiştir.
Görüldüğü gibi Ahmed b. Davud el-Mekkî de 'Müslim' yerine 'Seleme' şeklinde
rivayet etmiştir. Bu, yanlış bir yazım hatası değildir. Heysemî'nin Mecmau'z-zevâid'd&ki
(I, 273) açıklaması, "Taberânî el-Mu'cemü'l-kebîr'de rivayet etmiştir.
İsnadında Seleme b. Subeyh el-Yahmudî yer almaktadır. Onun hakkında ise bilgi
bulamadım"
şeklindedir.
Şevkânî hadisin sıhhaüyle ilgili herhangi bir
açıklama yapmamış (Neylü'l-evtâr, I, 217), ancak illeti bulunmadığı izlenimini
vermiştir. Bu duruma işaret etmek ve hadisle ilgili araştırma ihtiyacının
bulunduğuna dikkat çekmek gerekmektedir.
[51] Ebû Dâvûd,
"Taharet", 97; İbn Mâce, 'Taharet", 106; Ahmed b. Hanbel, 1,94,
101, 133. Hadis zayıftır. Hadisi Ahmed b. Hanbel ve diğer âlimler Hammad b.
Seleme > Alâ b. Saib > Hz. Ali (r.a.) isnadıyla merfû olarak rivayet
etmişlerdir.
[52] Ebû Dâvûd,
"Taharet", 123; Tirmizî, "Taharet", 92; Nesâî,
"Taharet", 203; Ahmed b. Hanbel, V, 146, 147, 155, 180; Hâkim
en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, I, 176. Tirmizî, Ebû Hatim, İbn Hibbân, Dârekutnî,
Hâkim en-Nîsâbûrî, Zehebî ve Nevevî hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir.
[53] Bü ifade Ebû Dâvûd'da yer
alan münker bir hadiste geçmektedir.
[54] Dârekutnî, Sünen, I, 115.
Dârekutnî, Muhammed b. Mahled > Muhammed b. İsmail > Veki' > Süfyan
es-Sevrî > Halid el-Hazzâ İsnadıyla Muhammed b. Sîrîn'in cünüplük sebebiyle
gusülde burnu üç defa yıkamanın Resûlullah (s.a.v.)'in sünneti olduğunu
söylediğini rivayet etmiştir. Ancak doğrusu, bu mürsel rivayetten Önce Veki'
vasıtasıyla kaydettiğimiz Muhammed b. Sîrîn'in cünüplük sebebiyle gusülde burnu
üç defa yıkamanın Resûlullah (s.a.v.)'in sünneti olduğu şeklindeki rivayettir.
Ubeydullah b. Musa ve diğer raviler de Veki'e mütabaat etmişlerdir.
[55] Dârekutnî, Sünen, I, 116.
"Müellifin kendisinden iki kişinin rivayette bulunduğu ravi meçhul
olmaktan kurtulur" şeklindeki kanaati İbn Hİbbân'm benimsediği bir görüş
olup âlimlerin çoğunluğuna aykırıdır.
[56] Dârekutnî, Sünen, 1,115
(mürsel olarak); Beyhakî, es-Sünenül-kübrâ, I, 52. Hadisle İlgili Zeylaî'nin
açıklaması şöyledir: Dârekutnî, "Onu Hammad'dan Hüdbe dışında müsned
olarak rivayet eden olmamıştır. Diğer raviier İse mürsel olarak rivayet
etmişlerdir" açıklamasını yapmıştır. Beyhakî bir defasında Hüdbe'nin onu
mürsel olarak rivayet ettiğini, isnadda Ebû Hüreyre (r.a.)'i zikretmediğini
söylemiştir. Hüdbe'nin hem mürsel hem de müsned olarak rivayet ettiğini
zannediyorum. Hammad'dan muttasıl olarak rivayette Davud b. Muhabber onu
desteklemiş, Ya'kub b. Süfyan'ın hocası İbrahim b. Süleyman el-Hallâl ise
onlara muhalefet etmiştir. İbrahim b. Süleyman el-Hallâl, Hammad > Ammar
> İbn Abbas isnadıyla rivayet etmiş, Ebû Hüreyre (r.a.) yerine İbn Abbas
(r.a.)'i zikretmiştir (Nasbu'r-râ-ye, I, 77).
[57] Abdürrezzak es-Sanânî,
el-Musannef, I, 262; Ebû Dâvûd, "Taharet", 97; Tirmizî,
"Taharet" 78, İbn Mâce, "Taharet" 106.
[58] Ebû Dâvûd.
"Taharet", 97; Tirmizî, "Taharet", 78; İbn Mâce,
"Taharet", 106; İbn Adiy, el-Kâmil, II, 612; Ebû Nuaym, Hılyetü'l-evliyâ,
II, 387; Beyhakî, es-Süne-nül-kübrâ, I, 175. Hadis zayıftır. Hadisle ilgili îbn
Hacer'in açıklaması şöyledir: Hadis Haris b. Vecİh'e dayanmaktadır. O son
derece zayıf bir ravidir. Ebû Dâvûd, "Haris b. Vecİh'in kendisi zayıf,
hadisi münkerdir" demiştir. Tirmizî, "Bu hadis ferddir, biz onu
sadece Haris isnadıyla bilmekteyiz. Haris ise şeyh seviyesinde bir
ravidir" açıklamasını yapmıştır. Hadisle ilgili Dârekutnî'nin
el-lleVindeki açıklamaları şöyledir: Hadis Malik b. Dinar vasıtasıyla Hasan-ı
Basrî'den mürsel olarak rivayet edilmektedir. Saîd b. Mansur onu Hüşeym >
Yunus > Hasan-ı Basrî İsnadıy la Resûlullah (s.a.v.)'den rivayet etmiştir.
Ebü'l-Attar ise Katâde > Hasan-ı Basrî isnadıyla Ebû Hüreyre (r.a.)'in sözü
olarak rivayet etmiştir. İmam Şafiî, "bu hadis sahih değildir" demiş,
Beyhakî de Buhârî, Ebû Dâvûd ve diğer âlimlerin onu mün-ker bulduklarını ifade
etmiştir (et-Telhîsü'i-habîr, I, 142).
[59] Hadisle ilgili İbn Hacer'in
açıklaması şöyledir: İsnadı sahihtir. Çünkü Atâ b. Saib hadisi Hammad b.
Seleme'den hafızası zayıflamadan önce işitmiştir. Ebû Dâvûd ve İbn Mâce sözü
edilen hadisi Hammad'dan rivayet etmişlerdir. Doğrusunun onun Hz. Ali (r.a.)'in
sözü olduğu da söylenmiştir. {et-Telhîsü'i-habîr, I, 142)
[60] Ebû Dâvûd, 'Taharet",
123; Tirmizî, "Taharet", 92; Nesâî, "Taharet", 203.
[61] el-Mâîde 5/6
[62] Ahmed b. Hanbel, I, 109; Ebû
Dâvûd, "Taharet", 82.
[63] Hadis sahihtir. Ebû Dâvûd
rivayeti şöyledir: Ben mezisi çok gelen biriydim, (meniye kıyas ederek)
yıkanmaya başladım. Öyle ki sırtım çatladı. Bunun üzerine durumu Resûlullah'a
(s.a.v.) anlattım veya anlatıldı. Resûlullah'a (s.a.v.), "Böyle yapma,
meziyi gördüğünde, erkeklik organım yıka ve namaz için abdest aldığın gibi
abdest al. Meni çıktığında ise, yıkan" buyurdu. Hadisi Ahmed b. Hanbel,
Ebû Dâvûd, Nesâî, Tayalisî ve Tahâvî Husayn b. Kabîsa > Hz. Ali (r.a.)
isnadiyla rivayet etmişlerdir. '
[64] Müslim, "Hayz",
81; Ebû Dâvûd, "Taharet", 83; Tirmzî, "Taharet", 81; Nesâî,
"Taharet", 131; İbn Mâce, "Taharet", 110; Ahmed b. Hanbel,
III, 29, 36; Dârimî, "Vu-dû", 74; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, I, 167;
İbn Huzeyme, Sahih, I, 117; Ebû Avâ-ne, Müsned, I, 286; Tahâvî, Şerhu
meâni'l-âsâr, I, 54, 55.
[65] Bize göre ise müellifin
tedlisi bir kusur kabul etmemesi hadis âlimlerine muhalefet etmek anlamına
gelmektedir. İbn Hacer'İn Takrîb'inde ifade ettiği üzere özellikle Bakıyye b.
Velid zayıf ravilerden bol miktarda tedlis yapmakla tanınmaktadır. O çoğunlukla
isnaddaki zayıf ravileri düşürmektedir. Dolayısıyla müellifin İsnadda tedlisin
bir kusur sayılmayacağı görüşü isabetli değildin
[66] "Şeytana karşı
birfakih" lafzıylaTirmizî ("İlim", 19) ve İbn Mâce
("Mukaddime", 17) rivayet etmişlerdir. Tirmizî hadisin garib olduğunu
belirtmiştir. Hadisin mün-ker olduğunu başka âlimler de söylemişlerdir. İbn
Abdilber hadisi Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet etmiştir (et-Temhîd, 1,26).
Ancak İsnadında bulunan Yezid b. İyaz hadis uyduran bir ravidir. Nitekim
Münâvî'nin nakline göre Irakî de, "İsnadı son derece zayıftır"
demiştir. Bizim tespitimize göre Hâkim en-Nîsâbûrî'nin Târîhu Nî-sâbûr'unda
isnadı bulunmaktadır.
[67] el-Mâide 5/6
[68] Mefhûmu'ş-şart, hükmü şart
edatlarından biriyle belirli bir şarta bağlanmış nassın bu şartın bulunmadığı
durumlarda o hükmün geçerli olmadığına delâlet etmesidir. (Bk. Zekiyyüddin
Şa'bân, İslâm Hukuk İlminin Esasları, s. 346).
[69] Buhârî, "Gusl",
28; Müslm, "Hayz", 88; Ebû Dâvûd, "Taharet", 83.
[70] Hadisin aslı Buhârî ve
Müslim'de bulunmaktadır.
[71] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef,
I, 89; Ahmed b. Hanbel, II, 178; İbn Mâce, "Taharet",111. Hadis sahih
1 i-gayri hi d İr.
[72] Tirmizî, İbn Hibbân ve
İbnü'l-Kattân hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir. Buhârî ise Evzâî'nin hata
yaptığını söyleyerek illetli olduğunu İfade etmiştir. Hadisi diğer ravi Kasım
b. Muhammed'den mürsel olarak rivayet etmiştir. Nitekim Ebü'z-Zinad'm, "Bu
konuda Kasım b. Muhammed'den işittin mi?" sorusuna o, "Hayır"
diye cevap vermiştir. Bu iddiaya karşı hadîsin sahih olduğunu söyleyenlerin
cevabı, "Kasım b. Muhammed'in önce unutup hatırladığında rivayet etmesi
veya önce rivayet edip sonra unutması mümkündür" şeklinde olmuştur. Ancak
söz konusu cevap tartışmaya açıktır. İbn Hacer sözü edilen hadisin aslının
Müslim'de bulunduğunu ve orada "Erkek, kadının dört dalı (kollan ve
bacakları) arasına oturur ve (kadın ile erkeğin) sünnet mahalleri bitişirse gusül
gerekir" (Müslim, "Hayz", 88) şeklinde rivayet edildiğini
söylemiştir. Nevevî de, "Hadisin aslı sahihtir, rivayet esnasında
lafızlarında bazı değişiklikler yapılmıştır" açıklamasını yapmış,
İbnüVSa-lah da onun bu görüşüne katılmıştır.
[73] Onun rivayeti zayıftır.
Hadis hakkında Heysemî, "onu Ahmed b. Hanbel ve Tabe-rânî
el'Mu'cemü'l-evsaî'ta Sehl b. Rafi' > Babası > Rişdîn b. Sa'd isnadıyla
rivayet etmişlerdir. Rişdîn b. Sa'd zabtı zayıf bir ravidir."
açıklamasını yapmıştır (Mec-maü'z-zevâid, I, 266).
[74] Tirmizî,
"Taharet", 81; Ebû Dâvûd, "Taharet", 83; İbn Mâce,
"Taharet", 111; Ahmed b. Hanbel, V, 115, 116. Hadis sahihtir. İbn
Hacer de Fethü'l-bârVde hadisle ilgili, "İsnadı delil olabilecek
seviyededir. İbn Huzeyme ve İbn Hibbân onun sahih olduğunu söylemişlerdir"
açıklamasını yapmıştır. Ayrıca bk. Mübârekfûrî, Tuhfe-tü'l-ahvezî, I, 309.
[75] Hadis sahihtir. Taberânî,
"Onu Amr'dan sadece Ebû Hanife, ondan da sadece Abdullah rivayet
etmiştir" demiştir. Bize göre Ebû Hüreyre (r.a.) hadisi Ebû Raft'den de sahih
bir isnadla rivayet edilmekte ve onda da "meni gelse de gelmese de"
kısmı bulunmaktadır (Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, I, 163; Müslim,
"Hayz", 87, 88)
[76] Hadis hasendir. Her ikisinin
isnadında da müdellis bir ravi olan Haccac b. Ertat bulunmakta ve hadisi
"an" lafzıyla rivayet etmektedir. Ancak daha önce geçtiği üzere Ebû
Hanife > Amr b. Şuayb isnadıyla rivayetle Abdullah b. Büzey' ona müteba-at
etmektedir. Sonraki hadis de onu desteklemektedir.
[77] Müellifin söz konusu hadisin
senedini zikretmemesi garipsenecek bir durumdur. Zira bu hadisin senedi
Hanefîlerin temel kaynaklarında zikredilmektedir. Nitekim Tahâvî sözü edilen
hadisi Habib b. Şihab > Babası isnadıyla nakletmektedir ve isnadı sahihtir
(Kenzü'l-ümmâl, IX, 540).
[78] Burada bir sa' su ile
kastedilen gusüldür (Çev.).
[79] Hadis zayıftır. Hadisi
Dârekutnî, {Sünen, I, 221) Beyhakî vasıtasıyla (es-Sünenü'l-kübrâ, I, 342)
rivayet etmiştir. Hadisin isnadı Ebû İsmail et-Tİrmizî >Abdüsselam b.
Muhammed el-Hımsî -lakabı Süleym'dİr- > Bakıyye b. Velid > Ali b. Ali
> Es-ved > Ubâde b. Nesiy > Abdurrahman b. Ğanem > Muaz b. Cebel
> Hz. Peygamber (s.a.v.) şeklindedir. Süleym şöyle demiştir: Ali b. Ali ile
karşılaştım. O bana Esved > Ubâde b. Nesiy > Abdurrahman b. Ğanem >
Muaz b. Cebel > Hz. Peygamber isnadıyla aynı hadisi rivayet etti.
Dârekutnî isnadda yer alan Esved'in, Şamlı
Esved b. Sa'lebe olduğunu söylemiştir. Hadisi aynı isnadla Beyhakî de rivayet
etmiştir. Deyiemî ise hadisi Hâkim en-Nîsâbûrî vasıtasıyla rivayet etmiştir
(Firdevsü'l-ahbâr, I, 152). el-Müstedrek'ûe. (I, 176) hadis (Bağdad'da) Ebû
Selıl Ahmed b. Muhammed b. Abdullah en-Nahvî > Ebû İsmail Muhammed b. İsmail
es-Sülemî isnadıyla nakledilmiştir. Ancak Deyiemî isnaddakİ Ali b. Ali'yi
düşürmüştür. Beyhakî birinci isnadın daha sahih, bu senedin ise çok güçlü
olmadığını ifade etmiştir. İbnü't-Türkmânî, "Bu senedi Bakıyye b.
Velİd'in müdellis olması sebebiyle güçlü görmüyorsa o bu hadisi semâ yoluyla
aldığını açıkça ifade etmiştir. Müdellis ravi hadisi semâ yoluyla aldığını
açıkça ifade ettiğinde İse rivayeti makbuldür" diyerek Beyhakî'yi
eleştirmiştir. Biz de şunları İlave etmeliyiz: Beyhakî'nin söz konusu
eleştirisi isnadda yer alan Esved b. Sa'lebe eş-Şâmî'ye yöneliktir.
Mîzânü'l-i'ttdâl'de zikredildiği üzere İb nü'l-Medînî onun tanınmadığını söylemiştir.
Tehzîbü't-Tehzîb'dz de onun Ubâde b. Samit'İn, "Ehl-i suffadan bazı
kimselere Kur'an Öğrettim..." şeklindeki açıklamasını naklettiği Ubâde b.
Nesiy'in de kendisinden rivayette bulunduğu belirtilmektedir. İbnü'l-Medînî
de, "Ondan bu hadisten başkasını bilmiyorum" açıklamasını yapmıştır.
[80] Konuyla ilgili İbn Hacer'İn
açıklaması şöyledir: "Ölü yıkayan gusletsin" hadisini Ahmed b. Hanbel
ve Beyhakî İbn EbîZi'b> Salih mevle't-Tev'eme> Ebû Hurey-re isnadıyla
rivayet etmişlerdir. Hadiste "Ölüyü taşıyan da abdest alsın" ilavesi
de bulunmaktadır. Salih, zayıf bir ravidir. Hadisi Bczzâr, Alâ > babası,
Muhammed b. Abdurrahman b. Sevbân; ayrıca Ebû Bahr cd-Dekrâvî > Muhammed b.
Amr, Ebû Seleme İsnadlarıyla Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet etmiştir. Hadisi Tirmizî
ve İbn Mâce, Abdülaziz b. Muhtar vasıtasıyla ve Süheyl b. Ebî Salih > babası
> Ebû Hureyre İsnadıyta; İbn Hibbân, Hammad b. Seleme vasıtasıyla; her
İkisi de Ebû Hu-reyre'den olmak üzere Ebû Dâvûd Amr b. Ümeyr, Ahmed b. Hanbel
İse Ebû İshak vasıtasıyla rivayet etmişlerdir. Beyhakî hadisin birçok isnadını
zikretmiş ve hepsinin de zayıf olduğunu ifade ettikten sonra, "Doğrusu
hadisin mevkuf olduğudur" demiştir. Buhârî'yc göre de doğru olan hadisin mevkuf olmasıdır.
Tİrmİzî'nin Buharı vasıtasıyla nakline göre Ali b. Medînî ve Ahmed b. Hanbel
bu konuda sahih bir rivayetin bulunmadığını söylemişlerdir. Buveytî'nİn
belirttiğine göre İmam Şafiî sözü edilen haberin sahih olduğunu ifade
etmiştir. Zühlî, "Bu konuda sahih bir hadis bilseydik onunla amel ederdik"
açıklamasını yapmış, İbnü'l-Münzir de konuyla ilgili sahih bir hadis
bulunmadığını belirtmiştir. İbn Ebî Hatim de el-İlel'ın-de babasının güvenilir
ravilerin hadisi merfû olarak rivayet etmediklerini, haberin mevkuf olduğunu
söylediğini nakletmiştir. Dârekutnî de İbn Ebû Zi'b rivayetinin Salih'dcn mi
yoksa Makbûrî'den mi nakledildiği, Süheyl > babası veya Kasım b. Abbas >
Amr b. Umeyr isnadıyla rivayet edildiği konusunda ihtilaf bulunduğunu
söylemiştir. Ona göre Makbûrî rivayeti daha sahihtir. Rafiî de âlimlerin
konuyla ilgili sahih merfû hadisin bulunmadığı görüşünde olduklarını
söylemiştir. Biz burada Tirmİzı'nin hadisi hasen, İbn Hibbân'ın ise sahih
olarak nitelediklerini hatırlatmalıyız. Hadis Abdullah b. Salih > Eyyüb >
Ukayl > Zührî > Saîd b. Müsey-yeb > Ebû Hureyre (r.a.) isnadıyla da
merfû olarak rivayet edilmiştir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "ölü
yıkayan kimse gusletsin" buyurmuştur. Hadisi Dâre-kutnî'nin zikretmiş ve
"Hadisin sahih olması tartışmaya açıktır" açıklamasını yapmıştır. Tespitlerimize
göre hadisin ravileri sikadır. İbn Dakîki'l-îd el-İmâmfî ehâ~ dîsi'l-ahkâm
İsimli eserinde hadisle ilgili şöyle demektedir: Sonuç İtibariyle hadis iki
noktadan illetlidir. Birisi ravileri yönündendİr. Zira hadisin tenkide
uğramayan isnadı bulunmamaktadır. Hadisin isnadlarınm en iyisi Süheyl >
babası > Ebû Hureyre isnadıdır. îbn Hibbân ve İbn Hazm İsnadın sahih
olduğunu ifade etmişlerse de bu da illetlidir. Zira isnad Süfyan > Süheyl
> babası > Zaide'nin azatlısı İshak > Ebû Hureyre şeklinde olmalıdır.
Burada İmam MUslim'in Zâide'nin azatlısı İshak hadisini eserine aldığını
dolayısıyla onun rivayetini sahih kabul ettiğini hatırlatmalıyız, tbn Hacer
açıklamalarına şöyle devam etmektedir. Muhammed b. Amr'ın Ebû Seleme > Ebû
Hureyre rivayetinin isnadı hasendir. Ancak Muhammed b. Amr'dan rivayet eden
hadis hafızları hadisi mevkuf olarak rivayet etmişlerdir. Sonuç İtibariyle
isnadlannın çokluğu sebebiyle en kötü ihtimalle hadis hasendir. Nevevî'nin
hadisle ilgili Tİrmİzî'nin hasen hükmünü eleştirmesi de tenkit edilmiştir.
Nitekim Zehebî Muhtasarü'l-BeyhakVĞe şöyle demektedir; Bu hadisin isnadlan
birçok ha-disinkinden daha güçlüdür. Fakihler onu delil olarak kullanmışlar,
mevkuf değil merfû rivayetini esas almışlardır.
Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd ve Beyhakî konuyla
ilgili Hz. Aişe (r.anhâ)'dan da rivayet etmişlerdir. Ancak isnadında bulunan
Mus'ab b. Şeybe tenkit edilmiştir. Ebû Zür'a ve Buhârî onun zayıf olduğunu, İbn
Huzeyme ise hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir. Konuyla ilgili Hz. Ali'den
-Cenâiz bölümümde zikredİIecektir-ve Huzeyfe'den de hadis rivayet edilmiştir.
Onu İbn Ebî Hatim ve //e/'inde Dârekutnî zikretmişler ve sahih olmadığını
söylemişlerdir. Ancak onların hadisle ilgili verdikleri hüküm muhaddİslerin
metoduna göredir. Fakihîerin metoduna göre ise hadis güçlüdür. Zira ravileri
güvenilirdir. Beyhakî onu Ma'mer > Ebû İshak > babası > Huzeyfe
isnadıyla rivayet etmiş ve Ebû Bekir b. İshak es-Sebîî sebebiyle za yıf
olduğunu söylemiştir. Ali b. Medinî de bu konuda sahih hadis bulunmadığını söylemiştir.
Yukarıda açıkladığımız üzere hadisle ilgili söz konusu eleştiri onun sıhhatine
zarar verecek seviyede değildir. Bunların dışında Ebû Saîd rivayetini İbn Vehb
Cami'inde, Muğire rivayetini Ahmed b. Hanbel Müsned'inde rivayet etmişlerdir.
Mâverdî, bazı muhaddİslerin söz konusu hadisi yüz yirmi farklı senedle rivayet
ettiklerini haber vermiştir. Bize göre de bu uzak bir ihtimal değildir. Ahmed
b. Hanbel sözü edilen hadisin mensuh olduğunu söylemiştir. Ebû Dâvûd da aynı
görüştedir. Beyhakî'nin Hakim > Ebû Ali el-Hâfiz > Ebü'I-Abbas
el-Hemedânî el-Hâfız > Ebû Şeybe > Halid b. Mahled > Süleyman b. Hilal
> Amr > İkrime > İbn Abbas isnadiyla rivayet hadis de bunu
göstermekledir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur;
"Ölülerinizi yıkamanız sebebiyle gusletmeniz gerekmez- Zira ölüleriniz
temiz olarak ölmüşlerdir ve onlar necis (pis) değildir. Şu halde sadece
ellerinizi yıkamanız yeterlidir." Hadisi naklettikten sonra Beyhakî,
"Bu hadis zayıftır. Sebebi İse isnadda yer alan Ebû Şeybe'dir" açıklamasını
yapmıştır. Ebû Şeybe, İbrahim b. Ebî Bekir b. Ebî Şeybe'dir. Nesâî onun
rivayetlerini delil olarak kullanmış, diğer âlimler de onun güvenilir olduğunu
söylemişlerdir. Buhârî, önemli hadis hafızlarından İbn Ukde diye de tanınan
Ebü'l-Abbas el-Hemedânî isnadda yer alan diğer ravilerin rivayetlerini delil
olarak kullanmışlardır. Âlimler Ebû Şeybe'yi rivayet ettiği metinle değil
mezhebi ve diğer bazı sebeplerden dolayı eleştirmişlerdir. Yoksa hadisin
İsnadı hasendir. Söz konusu hadisle ölüyü yıkadıktan sonra gusletmeyi emreden
Ebû Hureyre hadisi arasındaki çelişki, guslün mendup olduğu veya bu hadiste
açıkça ifade edildiği üzere gusül ile ellerin yıkanmasının kastedildiği
şeklinde yorumlanarak giderilir. Hatîb el-Bağdadî'nin açıklaması da gusül
emrinin mendupluk için olduğunu desteklemektedir. Nitekim o, Muhammed b.
Abdullah el-Mahremî hakkında bilgi verirken Abdullah b. Ahmed b. Hanbel'in
şöyle anlattığını nakletmektedir: Babam bana Ubeydullah > Nafi' isnadıyla
îbn Ömer (r.anhümâ)'nın, "Biz ölüyü yıkardık. Daha sonra bazımız gusleder
bazımız ise gusletmezdik" dediğini yazdığını söyledi. Ben,
"Hayır!" dedim. O, bunu "Şurada Ebû Hişam el-Mahzûmî >
Vüheyb isnadıyla rivayette bulunan Muhammed b. Ubeydullah diye bir genç var
ondan da yaz" dedi. Ben, "Bu sahih bir İsnad-dır" dedim. Konuyla
ilgili hadisler arasındaki çelişkiyi gideren en güzel yorum budur.
[81] Tirmizî, "Cenâiz",
17; Ebû Dâvûd, "Cenâiz", 35; İbn Mâce; "Cenâiz", 8; Ahmed
b. Hanbei, II, 272. Hadis hakkında detaylı açıklama yukarıda zikredilmiştir.
[82] Hadis müellifin naklettiği
gibidir (Kenıü'l-ummâl, XV, 886). Burada "Bu hadis sahihtir" İle
"Bu hadisin İsnadı sahihtir" açıklamaları arasındaki farka işaret
etmeliyiz.
[83] Hadis sahihtir. Bu hususta
Zehebî de Hâkim en-Nîsâbûrî'ye katılmaktadır. Hadis için ayrıca bkz. İbn
Huzeyme, Sahih, I, 109; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, I, 204; İbn Hibbân, Sahih,
IV, 12 (sahih isnadla).
[84] Tirmizî, "Cuma",
5; Ebû Dâvûd, "Salât", 203; İbn Mâce, "İkâme", 81. Hadis sahihtir.
Tirmizî hadisin sahih olduğunu söylemişdır. Hadisin aslı Müslim'de ("Cuma",
27) bulunmaktadır.
[85] Ebû Dâvûd, 'Taharet",
128; Tirmizî, "Cuma", 5; Ncsâî, "Cuma", 9; Ahmed b. Hanbel,
V, 8; İbn Huzeyme, Sahih, III, 128). Hadis sahihtir.
[86] Ebû Dâvûd,
"Taharet", 127. Hadis zayıftır.
[87] Buhârî, "Ezan",
161; "Cuma", 2, 3, 12; Müslim, "Cuma", 5; Ebû Dâvûd,
"Taharet", 127; Nesâî, "Cuma" 7, 8; İbn Mâce,
"İkâme", 80; Ahmed b. Hanbel, III, 6, 30, 60. Hadis Tîrmizî'de
bulunamamıştır.
[88] Tirmizî, "Cuma",
3, 29; İbn Mâce, "İkâme", 80.
[89] Hadis sahihtir. Tirmizî,
"Cuma", 5; İbn Mâce, "İkâme", 80; Beyhakî,
es-Sünenü'l-kübrâ, III, 188. Nevevî, Beyhakî'nin söz konusu ilaveli kısmının da
sahih olduğu görüşündedir. Hadisi İbn Hibbân (Sahih, IV, 27) ve İbn Huzeyme
(Sahih, III, 126) rivayet etmiştir. Ancak tespitlerimize göre İsnadında
hakkında ihtilaf bulunan Osman b. Vakıd bulunmaktadır. İbn Hacer, hadisi
Fethu'l-bârVdc (II, 358) zikretmiş, onu Ebû Avâne'nİn de rivayet ettiğini ifade
ettikten sonra şöyle demiştir: Ravİlerİ güvenilirdir. Ancak Bezzâr,
"İsnadında yer alan Osman b. Vakıd'ın hata yapmasından
endişeleniyorum" demiştir. İbn Huzeyme ise onun sahih olduğunu
söylemiştir.
[90] Tirmizî, "Cuma",
5; İbn Huzeyme, Sahih, III, 128. Hadis sahihtir.
[91] Buhârî, "Cuma", 4;
Müslim, "Cuma'MO; Ebû Dâvûd, " Taharet" 127; Tirmizî,
"Cuma", 6; el-Muvatta, "Cuma", 5.
[92] Ebû Dâvûd, "
Taharet" 128. Hadis hasendir.
[93] Hadis İbn Huzeyme (Sahih,
III, 129), İbn Hibbân (Sahih, IV, 24), Hâkim en-Nîsâ-bûrî (el-Müstedrek, I,
282) ve Taberânî (el-Mu'cemü 1-evsat, VII, 135, 245) tarafından Harun b.
Müslim el-İclî el-Basrî > Eban b. Yezid > Yahya b. Ebî Kesir > Abdullah
b. Ebî Katâde isnadiyla rivayet edilmiştir. Buna göre Abdullah b. Ebî Katâde
şöyle anlatmıştır: Cuma günü guslederken babam geldi ve "Cünüplükten
dolayı mı yoksa cuma için mi guslediyorsun?" diye sordu. "Cünüplükten
dolayı" dedim. Bunun üzerine babam, "Bir gusül daha al" dedi ve
"Ben Resûiullah (s.a.v.)'in, 'Cuma için gusleden diğer cumaya kadar
temizdir' buyurduğunu işittim" diye ilâve etti. İsnadla ilgili Taberânî,
"Hadisi Yahya b. Ebî Kesir'den sadece Eban b. Yezid, ondan da sadece
Harun b. Müslim rivayet etmiştir" açıklamasını yapmıştır.. İbn Ha-cer'in
et-Takrîb'tçkı açıklaması da aynıdır. İsnaddaki diğer raviler Buhârî ve Müslim'in
ravilerinden olup hepsi güvenilirdir. Hâkim en-Nîsâbûrî hadisin Buhârî ve
Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiştir. el-Cinâî nisbesiyle de
tanınan Harun b. Müslim el-İclî güvenilir bir ravidir. îbn Huzeyme İse hadisin
Yahya b. Ebî Kesir'İn "an" sigasıyla rivayet etmesinden dolayı illetli
olduğunu ifade etmek üzere, "Yahya b. Ebî Kesir Abdullah b. Ebî Katâde'den
hadisi İşİtmişse" kaydı ile açıklamasını yapmıştır. Münâvî'nin
Feyzü'l-kadir'dç Hâkim en-Nîsâbûrî1 nin sözü edilen açıklamaları ile Zehebî'nin
el-Mühezzeb'tekı eleştirilerini naklettikten sonra, "Bu hadis münkerdir,
isnadda bulunan Harun'un kim olduğu bilinmemektedir."
[94] Tespitlerimize göre hadisin
Deylemî'ye nispeti de zayıftır.
[95] Hadisi Hâkim en-Nîsâbûrî
el-Müstedrek'ine (I, 447) almış ve Buhârî ile Müslim'in şartlarına göre sahih
olduğunu söylemiş, Zehebî de ona katılmıştır.
[96] Beyhakî isnadındaki Haccac'!
"Leyse bi'I-kavi" lafzıyla niteleyerek bu sebeple hadisin illetli
olduğunu söylemiştir. İbn Adİy onu "Rivayetleri sağlam değildir" sözleriyle
eleştirmiştir. İbnü't-Türkmânî, Haccac'tan daha zayıf olduğu halde Cübâre
hakkında eleştiride bulunmadığını ileri sürerek İbn Adiy'İ tenkit etmiştir.
Nitekim Cübâre hakkında Buhârî "muzdaribü'I-hadis", Nesâî ve başka
âlimler "zayıf, İbn Maîn ise "kezzâb" demiştir.
[97] Suyûtî Câmiu'l-kebîr'İnde
söz konusu haberin Deylemî'nİn Müsnedü'l-firdevs'm-de rivayet edildiğini ve
zayıf olduğunu söylemiştir.
[98] Nesâî, 189/1, 40. Aynı
hadisi Beyhakî, Abdürrezzak b. Hemmam > Ubeydullah ve Abdullah b. Ömer >
Saîd el-Makburî (r.a.e.) isnadıyla rivayet etmiştir (es-Süne nü'l-kiibrâ, I,
171). Sözü edilen olayı Buhârî ve Müslim de eserlerine almıştır. Ancak onların
rivayetinde gusül emri bulunmamaktadır (İbn Hacer, Fethu'l-bârî, I, 441; VIII,
71).
[99] Taberânî, el-Mu'cemü'lkebîr,
XIX, 14. Hadisi Ebû Dâvûd ("Taharet", 129) ve onun vasıtasıyla
Beyhakî (es-Sünenü'l-kübrâ, III, 172) rivayet etmişlerdir. Ahmed b. Hanbel'in
rivayeti ise şöyledir: İbn Cüreyc'in LJseym b. Kuleyb > babası > dedesi
isnadiyla nakline göre dedesi Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelip, "Ben müslüman
oldum" dediğinde Resûlullah (s.a.v.) ona, "Kendinden küfür kıllarım
at" buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, III, 415)
[100] Hadis sahihtir. Ebû Dâvûd,
"Taharet", 129; Tİrmizî, "Cuma", 72; Nesâî,
"Taharet", 125; İbn Hİbbân, Sahih, IV, 45 (sahih bir isnadla); İbn
Huzeyme, Sahih, I, 126; Ab-durrezzak b. Hemmam, el-Musannef, VI, 9, X, 318;
Ahmed b. Hanbel, V, 61; Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebîr, XVIII, 338; Beyhakî,
es-Sünenü'l-kübrâ, I, 171; İb-nü'1-Cârûd, el-Müntekâ, I, 17. Hadisi İbn Hacer
Tehzîbü't-Tehzîb'de Halife b. Hu-sayn'ın tercümesinde nakletmektedir. Hadisle
ilgili Ebü'I-Hasen İbnü'l-Kattân el-Fâsî'nin, "Halife b. Husayn'in
dedesinden rivayeti mürseldir. Zira o, babası vasıtasıyla dedesinden rivayet
etmektedir" şeklindeki açıklamasına da yer vermektedir. Daha sonra İbn
Hacer, "Bu, yanlıştır. Zira İbn Ebî Hatim söz konusu isnada Halife b.
Husayn'ın dedesinin ilavesinin yanlış olduğunu kesin bir şekilde ifade etmiştir"
diyerek Ebü'I-Hasen İbnü'l-Kattân cl-Fâsî'nin açıklamalarını reddetmiştir.
[101] Heysemî, Keşfü 'l-estâr, s.
317. Hadisle ilgili Heysemî'nin açıklaması şöyledir: Hadisi Bezzâr rivayet
etmiş ve hadisin İbn Abbas (r.a.)'den sadece bu İsnadla nakledildiğini,
senedindeki Ca'fer b. Süleyman'ın ise leyyin (zabtı açısından zayıf) olduğunu
söylemiştir. Tespitlerimize göre gerek Ca'fer b. Süleyman gerekse diğerleri
Sa/ii7?'in ravileritidendir. Bezzâr'ın da zikrettiği gibi isnaddaki ravi Ca'fer
b. Süleyman değil Hafs b. Süleymandır (Mecmau'z-zevâid, I, 268-269).
[102] Buhârî, "Gustll",
20; "Enbiyâ", 20; "Tevhid", 35.
[103] Tirmizî, "Edeb",
39; Ahmed b. Hanbel, V, 3, 4; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Miistedrek, IV, 180;
Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, I, 199; Rûyânî, Müsned, XXVII, 169. Hadis hasendir.
[104] Hadis hasendir. Heysemî, Mecmau'z-zevâid, I, 269. Ancak
Heysemî hadisin Mu'cemü'l-evsafta. rivayet edildiğini söylemiştir.
[105] Hadis sahihtir. Ebû Dâvûd,
"Hammâm", 1; Nesâî, "Gusül", 7.
[106] Hadis hasendir. Şafiî,
el-Üm, 1,78; Ebû Dâvûd, "Salât", 80; Nesâî, "Kıble", 15; Hâkim
en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, I, 250; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, II, 240.
Abdü-laziz b. Muhammed ed-Derâverdî > Musa b. İbrahim İsnadıyla rivayet
edildiğine göre Seleme b. Ekva (r.a.), "Ey Allah'ın Elçisi! Ben avcılık
yapan bir adamım. Tek parça giysi içinde namaz kılabilir miyim?" diye
sordum. Hz. Peygamber (s.a.v.) diye cevap verdi şeklinde rivayet edilmektedir.
Hâkim en-Nîsâbûrî hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de ona katılmıştır.
Nevevî de el-Mecmuâa. (III, 174) hadisin isnadının hasen olduğunu söylemiştir.
Bize göre de bu doğrudur. Zira AIİ b. Medînî'nin de belirttiği gibi isnadda yer
alan Musa b. İbrahim -ki o, İbn Abdurrah-man b. Abdİllah b. Ebî Rebîa'dır- orta
seviyede bir ravidir.
[107] Hadisin Ümmü Süleym'le
ilgili kısmı hariç hasendir. Hadisi Ebû Dâvûd ve Ahmed b. Hanbel (VI, 256, 377)
rivayet etmiştir. Hadisin asıl ravisi olan Abdullah el-Öme-rî hıfzı zayıf bir
ravidir.
[108] Hadis sahihtir.
[109] Ebû Dâvûd,
"Taharet", 89; Nesâî, "Taharet", 167; İbn Hibbân, Sahih,
IV, 5. Hadis zayıftır. İsnadında bulunan Neciy, rivayetleri mütabaat olduğunda
makbuldür. Mü-tabaat olmadığında ise isnad zayıf kabul edilir. Burada da durum
bu şekildedir.
[110] Zaferan ve diğer kokuların
karışımı ile elde edilen kadınlara özel bir çeşit parfümdür.
[111] Haber sahihtir. Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, V, 72. Haberi Bezzâr (Müsned, III,
99) rivayet etmiştir. Abbas
b. Abdülmuttalİb dışındaki ravileri Sahih'in ravileridir. Abbas b.
Abdülmuttalİb de güvenilir bir ravidir.
[112] Hadisi Bezzâr, Abbas b. Ebû
Talib > Ebû Seleme > Ebân > Katâde > îbn Büreyde > Yahya b.
Ya'mer > İbn Abbas (r.a.) isnadıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)'den rivayet etmiş
ve "Abbas b. Abdülmuttalİb dışında mürsel olarak da rivayet edilmiştir.
İbn Abbas (r.a.)'den sadece bu isnadla nakledilmiştir" açıklamasını
yapmıştır.
[113] Hadis zayıftır. Taberânî,
el-Mu'cemü'l-evsat, 1,202; Heysemî, Mecmau'z-zevâid, I, 264, 274; Ali
el-Muttakî, Kenzü'l-ummâl, VIII, 77.
[114] Hadis hasendir, onu Ahmed b.
Hanbel (VI, 298) rivayet etmiştir.
[115] Hadis sahihtir. Ahmed b.
Hanbel, I, 24, 25; Humeydî, Müsned, II, 291; Dârimî, "Taharet", 73;
İbn Huzeyme, Sahih, I, 106; İbn Hibbân, Sahih, IV, 18; Tahavî, Şer-hu
meânİ'l-âsâr, I, 127.
[116] Hadis sahihtir. Hadisi
Dârekutnî rivayet etmiş (Sünen, I, 126) ve sahih olduğunu söylemiştir. Hadisi
Nesâî de sahih bir isnadla rivayet etmiştir. Bazı hadis âlimlerinin Esved
vasıtasıyla Hz. Aişe (r.anhâ)'dan "Resûluliah (s.a.v.) cünüp iken hiç suya
dokunmadan uyurdu" lafzıyla naklettikleri rivayet hakkında Ahmed b. Hanbel
"sahih değildir", Ebû Dâvûd "Yanılma söz konusudur", Yezid
b. Harun ise "hatadır" açıklamalarını yapmışlardır. İmam Müslim
bunu, "hiç suya dokunmadan" kısmını zikretmeden "Resûluliah
(s.a.v.) cünüp iken uyurdu" lafzıyla rivayet etmiştir.
[117] Ebû Dâvûd,
"Taharet", 85; İbn Mâce, "Taharet", 102. Hadis hasendir.
[118] Hadis için bk. Müslim
"Hayz", 27; Ebû Dâvûd, "Taharet", 85; Ahmed b. Hanbel, III,
28; İbn Huzeyme, Sahih, I, 109; İbn Hibbân, Sahih, IV, 12; Hâkim en-Nîsâbûrî,
el-Müstedrek, I, 152; Beyhakî, es-Sünenü'î-kübrâ, VII, 192. Hâkim en-Nîsâbûrî,
hadisin Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiştir.
[119] Ebû Dâvûd,
"Taharet", 89; Tirmizî, "Taharet", 87; İbn Mâce,
"Taharet", 98; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, I, 153; Beyhakî,
es-Sünenü'l-kübrâ, I, 201; Ebû Ya'İâ, Müsned, II, 224. Hadis sahihtir.
[120] Hadis sahihtir. Hadisi
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî, Zührî > Ebû Seleme(r.a.) isnadıyla Ebû
Hureyre (r.a)'den rivayet etmişlerdir. O şöyle anlatmjştır: Namaz için kamet
getirildi, namaz safları düzeltildi ve Hz. Peygamber (s.a.v.) gelerek namaz
kıldırmak üzere yerine geçti. Bu esnada cünüp olduğunu hatırladı ve "Yerinizden
ayrılmayın" buyurdu. Sonra gitti, gusletti ve başından su damlayarak geri
geldi. Namaz için tekbir aldı ve birlikte namaz kıldık. Hadisi Müslim
"Namaz" diğerleri İse "Taharet" bölümünde rivayet
etmişlerdir. Buhârî, hadisi "Cünüp Olduğunu Camide Hatırlayan Kimsenin
Oradan Teyemmüm Etmeden Olduğu Gibi Çıkacağı" başlığı altında rivayet
etmiştir. Hadisin Müslim rivayetine Nevevî'nİn koyduğu bab başlığı "Kamet
Getirildikten Sonra İmamın Gusül Amacıyla Camiden Çıkması" şeklindedir.
Ebû Dâvûd ve Nesâî hadisi "Cünüp Kimsenin Unutarak Namaz Kıldırması"
başlığı altında zikretmişlerdir. Doğrusu Hz. Peygamber (s.a.v.) cünüp olduğunu
namaza başlamadan Önce hatırlamıştır. Bu durum Müslim rivayetinde açıkça ifade
edilmiştir. Onun rivayeti, "Resuluİlah (s.a.v,) namaz kıldırmak için
tekbir almadan cünüp olduğunu hatırladı ve gusül İçin evine döndü"
şeklindedir. Hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.)'in cünüp olduğunu unutarak namaz
kıldırdığına dair herhangi bir delâlet bulunmamaktadır. Ebû Davud'un, Hasan
> Ebû Bekre isnadıyla rivayeti şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.v.) sabah
namazı için mescide girdiğinde eliyle işaret ederek "yerinizden
ayrılmayın" buyurdu. Sonra başından su damlayarak geldi ve namaz
kıldırdı. Namazdan sonra, "Ben de bir insanım, cünüp İdim" dedi.
Beyhakî el-Ma'rife'de hadisin isnadının sahih olduğunu söylemiştir. İbn
Mâ-ce'nin Muhammed b. Abdurrahman b. Sevbân > Ebû Hureyre (r.a.) İsnadıyla
rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) namaz kılmak üzere tekbir
aldıktan sonra onlara yerlerinde beklemelerini işaret etti. Onlar da
beklediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) gidip gusletti ve başından su damlayarak
geldi ve namaz kıldırdı. Namaz bitince, "Ben yanınıza cünüp olarak
gelmiştim. Bu durumu namaza başlayana kadar unutmuşum" buyurdu. Nevevî
el-Hulâsa'âa, "Rivayetler arasındaki İhtilâf, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
tekbir almadan veya tekbir aldıktan sonra gusletmeye yöneldiği iki ayrı olay
şeklinde yorumlanabilir" demiştir.
[121] Müsned'i şerh eden Ahmed
Şakir, hadisin İsnadının sahih olduğunu söylemiştir
[122] Hadis sahihtir. Ahmed b.
Hanbel, I, 24, 25; Humeydî, Müsned, II, 291; Dârimî, "Taharet", 73;
İbn Huzeyme, Sahih, I, 106; İbn Hibbân, Sahih, IV, 18.
[123] Buhârî, "Vudu",
68; Müslim, "Taharet", 94-96; Ebû Dâvûd, "Taharet", 36.
[124] Buhârî, "Vudu",
25; Müslim, "Taharet", 87; Ebû Dâvûd, "Taharet", 49.
[125] Müslim, "Taharet",
93; Ebû Dâvûd, "Taharet", 37.
[126] Ahmed b. Hanbel, II, 12; Ebû
Dâvûd, "Taharet", 33; Tirmizî, "Taharet", 50; Nesâî,
"Taharet", 43; İbn Mâce, "Taharet", 75; İbn Huzeyme, Sahih,
I, 49; îbn Hibbân, Sahih, IV, 54 (Sahihhayn'm şartlarına uygun bir isnadla);
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, I, 132; Dârekutnî, Sünen, I, 14; Beyhakî,
es-Sünenü'l-kübrâ, I, 262. Hadis sahihtir.
[127] Farklı lafızlarla, Ebû
Dâvûd, "Taharet", 33; İbn Mâce, "Taharet", 75.
[128] Müslim, "Taharet",
89; Nesâî, "Taharet", 63; Dârekutnî, Sünen, I, 64.
[129] Tirmizî,
"Taharet", 49; Ebû Dâvûd, "Taharet", 34.
[130] Tirmizî,
"Taharet", 49; Ebû Dâvûd, "Taharet", 34. Hadis sahihtir.
[131] Hadis zayıftır. Taberânî,
Mu'cemü'l-kebîr, VIII, 104; İbn Mâce, "Taharet", 76. Hadisin isnadı
zayıftır. Heysemî hadisin zayıf olduğunu söylemişdir.
[132] İbn Adî'nin Saîd b. Ebî Saîd
ez-Zebîdî hakkındaki açıklaması şöyledir: O meçhul bir ravidir. Hımslı olduğunu
zannediyorum. Ondan Bakıyye ve başkaları rivayette bulunmuştur. Hadisi sahih
değildir (el-Kâmil, III, 405J.
[133] Münzirî, et-Terğtb, III,
234.
Hadisi Beyhakî, Şuabü'l-iman'da (III, 13) Zeyd b. Es-lem'den mürsel olarak
rivayet etmiştir.
[134] el-Muvattâ,
"Taharet", 60; Ahmed b. Hanbel, IV, 348, 349; Nesâî,
"Taharet", 85; İbn Mâce, "Taharet", 6; Hâkim en-Nîsâbûrî,
el-Müstedrek, I, 129. Hâkim en-Nîsâbûrî, hadisin Sahîhayn'ın şartlarını
taşıdığını ve sahih olduğunu söylemiştir.
[135] Buhârî, "Gusül",
9. Söz konusu haberleri Buhârî gusül bölümünde "Cünüp Kimsenin Elini
Yıkamadan Abdest Alınacak Suyun İçine Sokması" başlığında muallak olarak
rivayet etmiştir. İbn Hacer'in de belirttiği üzere (Fethu'l-bârî, I, 444) sözü
edilen haberleri Saîd b. Mansur Sünen'mâe muttasıl isnadla rivayet etmiştir. Haberde
yer alan, "İbn Ömer ve Berâ b. Âzib elini sokmuşlar" ifadesiyle her
ikisinin de ellerini soktukları kastedilmektedir. Bu, Ebü'1-Vakt rivayetinde
"ellerini" şeklinde açıkça belirtilmektedir. "Tahûr"
kelimesi gusül için hazırlanan su manasınadır. Saîd b. Mansur, İbn Ömer (r.a.)
ile ilgili haberi aynı mânada ve muttasıl olarak rivayet etmiştir. Abdürrezzak
b. Hemmam ise İbn Ömer (r.a.)'nın abdest suyuna sokmadan önce ellerini
yıkadığını rivayet etmiştir. Rivayetlerde ki çelişki İbn Ömer (r.a.)'nın duruma
göre iki farklı şekilde davrandığı şeklinde giderilebilir. Şöyle ki, elleri
temiz iken yıkamamış, ellerinin kirli olduğu zaman ise önce yıkayıp ondan sonra
su kabına sokmuştur. O, ellerini mendup olduğu İçin yıkamış, caiz olduğu için
ise terk etmiş de olabilir. Berâ b. Âzib (r.a.)'le ilgili haberi İbn Ebî Şeybe,
"Ellerini yıkamadan su kabına sokardı" lafzıyla rivayet etmiştir.
İbn Ebî Şeybe ayrıca Şa'bî'nin, "Sahabe cünüp iken yıkamadan ellerini
gusül için hazırlanan suya sokarlardı" dediğini de rivayet etmiştir.
[136] Ayrıca bkz. İbn Hacer,
Fethu'l-bârî, I, 320.
[137] Hadis hasendir ve iki
İsnadla rivayet edilmiştir. Birincisi, Zeyd b. Habbab > Ebû Muaz > Zührî
> Urve > Hz. Aişe (r.anhâ)'dan nakledilmektedir (Tirmizî, "Tahâ
ret", 40; İbn Adî, el-Kâmil, I, 154; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, I, 154;
Bey-hakî, es-Sünenü'l-kübrâ, I, 185) Begavî, bunun isnadının zayıf olduğunu
söylemiştir (Şerhu's-sünne, I, 37). Hâkim en-Nîsâbûrî de Ebû Muaz hakkında
bilgi vererek, "O Fudayl b. Meysere el-Basrî'dir, Yahya b. Saîd ondan
övgüyle söz etmiş ve rivayette bulunmuştur" açıklamasını yapmıştır.
Hadîsin ikinci İsnadı Hz. Ebû Bekir (r.a.)'den rivayet edilmektedir. Onu İbn
Uleyk en-Nisâburî el-Fevâid'ınde (I, 239) rivayet etmiştir. Beyhakî de Ebu'l
Ayna Muhammed b. Kasım > Ebû Zeyd Said b. Evs > Ebû Amr b. Alâ > Enes
b. Mâlik > Hz. Ebû Bekir (r.a.) isnâdiyla rivayet etmiştir. Bütün isnadları
birlikte düşünüldüğünde bize göre hadis hasendir. Hâkim en-Nîsâbûrî'inin Ebû
Muaz'la ilgili, "O Fudayl b. Meysere el-Basrî'dir" açıklamasına
dayanarak Ahmed Şakir'in Hz. Aişe (r.anhâ) rivayetinin sahih olduğunu söylemesi
garipsenecek bir durumdur. Hâkim en-Nîsâbûrî'nin bu husustaki hatası yukarıda
zikredilmişti. Ayrıca Ahmed Şakir, Tirmizî ve Beyhakî'nin aksine Muaz b. Cebel
(r.a.) rivayetinin de hasen olduğunu söylemiştir. Bize göre bu, hadisin
sıhha-tiyle İlgili verilen hükümde titiz davranmamaktan kaynaklanmaktadır.
[138] İbn Mâce,
"Taharet", 138. Hadis zayıftır.
[139] Bu hususta Zehebî ona
katılmamış ve "aksine âlimler onun zayıf olduğunu söylemişlerdir"
açıklamasını yapmıştır.
[140] Hadis hasendir.
[141] Ebû Dâvûd,
"Taharet", 51. Hadis hasendir.
[142] el-En'âm, 6/145
[143] Hadis sahihtir. Hadisi
Ahmedb. Hanbel (IV, 311) Muhammed b. Ca'fer> Şu'bo Hakem > İbn Ebî Leylâ
> Abdullah b. Ukeym (r.a.) isnadıyla rivayet etmiştir. Onun bu rivayetinde
"yararlanmayınız" yerine istifade etmeyiniz mânasında "lâ
testem-tiû" kelimesi yer almaktadır. Veki' ve İbn Ca'fer > Şu'be (r.a.)
isnadıyla rivayetinde ise "yararlanmayınız" mânasjndakİ "lâ
tentefiû" kelimesi zikredilmektedir. Hadis için bkz. İbn Sa'd,
et-Tabakât, VI, 113; Ebû DâvÛd, "Libas", 39; İbn Mâce, "Li-.
bas", 25, 26; Tayalisî (I, 183); Tahâvî, Şerhu meâni'l-âsâr, I, 271;
Beyhakî, es-Sü-nenü'l-kübrâ, I, 14.
[144] Hadis sahihtir.
[145] Hadis sahihtir. Onu Hâkim
en-Nîsâbûrî, zayıf bir isnadla İbn Abbas (r.a.)'den rivayet etmiş, sahih
olduğunu belirtmiştir {el-Müstedrek, IV, 124). Zehebî de ona katılmıştır.
Nesâî ise onu Hz. Aişe (r.anhâ)'dan sahih bir isnadla rivayet etmiştir (Nesâî,
"Fera", 4).
[146] Hadis sahihtir.
[147] el-Enâm, 6/145
[148] Ahmed b. Hanbel, I, 327.
Hadisi Buhârî, Vudû bölümünde muallak olarak rivayet etmiştir. Abdürrezzak b.
Hemmam ise onu Musannef'inde muttasıl olarak rivayet etmiştir. İbn Hacer'in
açıklaması şöyledir: Buhârî'nin zikrettiği "İbn Şîrîn ve İbrahim dedi
ki" kısmındaki "İbrahim" başta Serahsî olmak üzere Firebrî'den
rivayet edenlerin çoğunda bulunmamaktadır. Abdürrezzak b. Hemmam, İbn Sîrîn'in
açıklamasını, "Fil dişinin ticaretinde sakınca görmezdi" şeklinde
Hz. Peygamber (s.a.v.)'e nisbet etmiştir. Bu ise Hz. Peygamber (s.a.v.)'in onu
temiz olarak kabul ettiği mânasına gelmektedir. Zira zeytin yağı hakkındaki
beyanından anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber (s.a.v.) necis olan ve temizlenmesi
mümkün olmayan bir nesnenin ticaretine İzin vermezdi. "el-Âc"
kelimesi fil dişi anlamındadır. Nitekim İbn Sîde fil dişinden başka bir şeyin
bu kelimeyle isimlendirilemeyeceğini belirtmiş, Kazzâz da Halil b. Ahmed'İn
aynı görüşte olduğunu nakletmiştir. Ancak İbn Fâris ve Cevheri söz konusu
kelimenin filin sadece dişine tahsis edilemeyeceğini daha genel anlamıyla fil
kemiği mânasına geldiğini ifade etmişlerdir. Hattâbî, İbn Kutey-be ile aynı
görüşü paylaşmış ve sözü edilen kelimenin deniz kaplumbağasının kabuğu
anlamına geldiğini söylemiştir. Ancak bu, tartışmaya açıktır. Nitekim
es-Sı-hah'ta "Deri bilezik fil dişinden veya deniz kaplumbağasının
kabuğundan yapılır" demek suretiyle ikisinin farklı şeyler olduğunu ifade
etmiştir. Ancak el-Kâlî, "Araplar her kemiği 'âc' olarak
isimlendirirler" demiştir. Bu doğru ise, söz konusu haber fil dişinin
temiz olduğuna dair delil olmaz. Buhârî'nin hemen onun ardından Zührî'nin
"fil gibi ölmüş hayvanların kemikleri" ifadesini zikretmesi, Halil b.
Ahmed'İn görüşünü benimsediğini göstermektedir. Âlimler hayat olup olmadığı
açısından filin kemiği hakkında ihtilaf etmişlerdir. "Kendi yaratılışını
unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: 'Şu çürümüş kemikleri kim
diriltecek'diyor. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her
türlü yaratmayı ga yet iyi bilir" (Yâsîn, 36/78-79 âyetini esas alan İmam
Şafiî birincisini kabul etmiştir. Bunun kemiklerin içinde hayat olduğunu ifade
ettiği ortadadır. İkincisini benimseyen İmam Ebû Hanife (r.a.), kemiklerin
mutlak olarak temiz olduğu görüşünü benimsemiştir. İmam Malik ise, tezkiye
edildiğinde temiz olacağı görüşündedir. Bunu eti yenmeyen hayvanların
boğazlanması (tezkiye) halinde etlerinin temiz olacağı esasına bina etmiştir.
Bu görüşü İmam Ebû Hanife (r.a.) de benimsemiştir.
[149] Hadis zayıftır.
[150] Hadis uydurmadır. Zührî >
Hişam > Urve > Aişe (r.anhâ) isnadıyla rivayet edilmiştir. Hişam'dan
beş, Zührî'den ise bir İsnadla rivayet edilmiştir. Buna göre Halid b. İsmail
el-Mahzûmî > Hİşam > Urve > babası isnadıyla nakledildiğine göre Hz.
Aişe (r.anhâ) şöyle anlatmıştır: Güneşte su ısıtırken Resûlullah (s.a.v.)
yanıma geldi ve "Böyle yapma ey Hümeyrâ..." dedi. Hadis için bkz.
Sekafî, es-Sekafiyyât, III, 21; Dârekutnî, Sünen, 37; Beyhakî,
es-Sünenü'l-kübrâ, I, 6. Dârekutnî hadisin ga-rib, isnadmdaki Halid b.
İsmail'in de metruk olduğunu söylemiştir.
[151] Müellif İbn Adî'nin
açıklamasını manen nakletmiştir (bkz. İbn Adî, el-Kâmil, II, 367).
[152] Hadis zayıftır. Tirmizî
rivayet etmiş ("Daavât", 115) hasen-garib olarak nitelemiş ve
"Biz onu sadece Veüd b. Müslim tarikiyle bilmekteyiz" demiştir. Hâkim
en~Nî-sâbûrî hadisin Sahîhayn'nm şartlarını taşıdığını söylemiştir. Onun
"hadis münker-şâzdır" açıklamasını eleştiren Zehebî, "Uydurma
olmasından endişe ediyorum. İsnadının ceyyid olmasına da şaşırıyorum"
demiştir (bkz. el-Müstedrek, I, 316).
[153] Dârekutnî, Sünen, I, 66;
Tahâvî, Şerhu meâni'l-âsâr, I, 23. Bu sözü Dârekutnî Ebû Hureyre (r.a.)'İn
kendi sözü olarak da rivayet etmiştir (bkz. Sünen, I, 66).
[154] Hadis zayıftır. İbn Huzeyme,
Sahih, 102; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, I, 160. Hadisi Dârekutnî, Ebû
Hatim er-Râzî > Süleyman b. Mesakı' b. Şeybe el-Hacebî > Mansur b.
Safiyye bint Şeybe > Safiyye >Aişe (r.anhâ) isnadıyla rivayet etmiştir
(bkz. Sünen, I, 69). Tespitlerimize göre Zehebî, Süleyman b. Mesakı' hakkında,
"Ravi olarak tanınmamaktadır. Münker hadis rivayet etmektedir"
demektedir (bkz. Mîzânü'l-Vtidâl, II, 223).
[155] Hadis sahihtir. Ebû Dâvûd,
"Taharet", 37). Daha önce zikredildiği üzere hadisin aslı Müslim'de
bulunmaktadır.
[156] Hadis sahihtir. Tirmizî,
"Taharet", 69; İbn Mâce, "Taharet", 32.
[157] Heysemî, Mecmau'z-zevâid, I,
216. Hadis zayıftır.
[158] Buhârî sözü edilen haberi
Kitabü'l-vudu 'da "Erkeğin Hanımıyla Abdest Alması ve Kadının Abdest
Suyunun Artığı" başlığı altında kesinlik ifade eden (cezm) sigasıy-la
rivayet etmektedir. Dârekutnî ise haberi Sünen'inde muttasıl olarak rivayet etmektedir.
[159] Müslim, "Hayız",
115, 116; Ebû Dâvûd, "Taharet", 91; Tirmizî, "Taharet", 89;
Ne-sâî, "Taharet", 171; Ibn Mâce, "Taharet", 80; Ahmed b.
Hanbel, V, 384.
[160] et-Tevbe 9/28
[161] Yukarıda zikredildiği üzere
hadis sahihtir.
[162] Hadis zayıftır. İbn Mâce,
"Taharet", 76; Tahâvî, Müşkilü'l-âsâr, III, 267; Beyhakî,
es-Sünenü'l'kübrâ, I, 258. Beyhakî, hadisi Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem >
babası > Atâ b. Yesar > Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) isnadiyla Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e eşek ve yırtıcı hayvanların uğrak yeri olan Mekke ve Medine arasında
bulunan havuzların temiz olup olmadığı soruldu... şeklinde rivayet
edilmektedir. Hadisle ilgili Ta-hâvî'nin açıklaması şöyledir: Bu hadis delil
olarak kullanılamaz. Çünkü hadis Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'e dayanmaktadır.
Hadis âlimlerine göre o son derece zayıftır. Bûsîrî'nin açıklaması ise
şöyledir: Bu, zayıf bir isnaddır. Hâkim en-Nîsâbû-rî, Abdurrahman b. Zeyd'in
babasından uydurma hadisler rivayet ettiğini, İbnii'l-Cevzî de âlimlerin onun
zayıflığında icmâ ettiklerini söylemişlerdir. Ebû Bekir b. Ebî Şeybe onu
Hasan-ı Basrî'nin sözü olarak rivayet etmiş, Abdürrezzak b. Hem-mam da
(el-Musannef, I, 77, 253) onu İbn Cüreyc vasıtasıyla belağ sigasıyla nak-1
etmiştir.
[163] Ahmed b. Hanbel, II,
12;
Ebû Dâvûd, "Taharet", 33.
[164] en-Nahl, 16/8
[165] Hadsin isnadı zayıf ve
problemlidir. Hadis için bkz. Ebû Dâvûd, "Et'İme", 34.
[166] Heysemî hadisin isnadında
bulunan İbn İshak'ın müdellis olduğunu belirtmiş, diğer ravİlerin
güvenilirliklerini İfade etmiş ve bazıları hakkında yapılan eleştirilerin ise
Önemsizliğine işaret etmiştir. Hadis İçin ayrıca bkz. Mecmau'z-zevâid, V, 47;
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 76.
[167] el-En'am, 6/145
[168] Ahmed b. Hanbel, I, 455;
Dârekutnî, Sünen, I, 77).
[169] İbn Mâce,
"Taharet", 37. Hadis zayıftır. Dârekutnî .Sönen'inde (1,76) rivayet
etmiş ve illetli olduğunu belirtmiştir.
[170] Hadis sahihtir. Tirmizî,
"Emsal", 1.
[171] Hadis sahihtir. Tirmizî
sahih olduğunu söylemiştir. Tirmizî, "Taharet", 14;
[172] en-Nisâ, 4/43
[173] İbn Mâce,
"Taharet", 37; Tahâvî, Şerhu meâni'l-âsâr, I, 94. Hadisin isnadında
zayıf ravilerden İbn Lehîa bulunmaktadır.
[174] Söz konusu hadis bütün
isnadlarıyla sahihtir ve konu müellifin açıkladığı gibidir.
[175] er-Rahmân, 55/68
[176] Hâkim en-Nîsâbûrî ve
Dârekutnî hadisi Ali b. Zübyân > Ubeydullah b. Ömer > Na-fi > İbn Ömer
(r.a.) isnadiyla rivayet etmişlerdir. Hâkim en-Nîsâbûrî, "Hadisi
Ubeydullah'tan Aü b. Zübyân'dan başka muttasıl olarak rivayet eden başka bir
kimse bilmiyorum. O sadûk (doğru sözlü) bir ravİdir" açıklamasını yapmış,
Zehe-bî onu tenkit ederek Ali b. Zübyân'ın son derece zayıf bir ravi olduğunu
söylemiştir. Onun hakkında İbn Maîn, "Leyse bi şey: Beş para etmez",
Nesâî, "Leyse bi sika: güvenilir değildir" demişlerdir.
Tespitlerimize göre de onun hakkında Ebû Hatim "metruk", Ebû Zür'a
"vâhi'l-hadis: son derece zayıf, İbnü'n-Nümeyr "hemen bütün
rivayetlerinde hata ederdi", İbn Hibbân "rivayetleri delil
olamaz" açıklamalarını yapmışlardır. Dârekutnî hadisi rivayet ettikten
sonra, "Ali b. Zübyân onun merfû olarak rivayet ederken Yahya'I-Kattan,
Hüşeym ve diğer âlimler onu mevkuf olarak rivayet etmişlerdir. Doğrusu da
budur" açıklamasını yapmakta ve merfû rivayeti nakletmektedir. İbn Adî de
Süfyan es-Sevrî ve Yahya'l-Kattân gibi güvenilir ravilerin onu mevkuf olarak
rivayet ettiklerini haber vermektedir. Beyhakî {es-Sünenü'l-kübrâ, I, 207) söz
konusu hadisi Yahya'l-Kattân ve Hüşeym vasıtasıyla Abdullah b. Ömer (r.a.)'den
mevkuf olarak rivayet ettikten sonra, "Ali b. Züb yân onu merfû olarak
rivayet etmiştir. Ancak bu yanlıştır. Doğru olan onun İbn Ömer (r.a.)'in sözü
olmasıdır" açıklamasını yapmıştır. Tespitlerimize göre Beyhakî onu
muttasıl olarak nakletmemiş, sadece hatalı rivayete İşaret etmek amacıyla zikretmiştir.
Bu sebeple İbn Hacer'in et-Telhîsu'l-habîr'de (1,151) hadisi Beyhakî'nin
rivayet ettiğini söylemesi hatalıdır. Hadisi Hâkim en-Nîsâbûrî (el-Müstedrek,
I, 179-180) ve Dârekutnî (Sünen, I, 181) Süleyman b. Ebî Dâvûd el-Harrânî>
Salim ve Nafi > İbn Ömer (r.a.) isnadıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)'den rivayet
etmişlerdir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.), 'Teyemmüm bir defa yüz, bir defa
da dirseklere kadar kolları mesh etmek için elleri toprağa vurmaktır"
buyurmuştur. Hadisle ilgili Hâkim en-Nîsâbûrî, "Buhârî ve Müslim İsnadında
bulunan Süleyman b. Ebî Dâvûd'dan hadis rivayet etmemişlerdir. Biz de burada
onu şevâhid cinsinden naklettik" açıklamasını yapmıştır. Bize göre
Beyhakî'nin de (es-Sünenü'l-kübrâ, I, 207) işaret ettiği gibi o rivayeti
istişhad amacıyla bile zikredilecek seviyede değildir. Nitekim Beyhakî onun
zayıf olduğunu ve rivayetinin delil olamayacağını söylemiştir. Ebû Zür'a,
"Bu, batıl bir rivayettir" demiş, İbn Hazm da el-Muhallâ''da rivayetinin
delil olamayacağını ifade etmiştir.
[177] Tirmizî,
"Taharet", 10.
[178] Hadis sahihtir. Ahmed b.
Hanbel, V, 146, 147, 155, 180; Ebû Dâvûd, "Tahâ-ret",123; Tirmizî,
'Tahâret",92; Nesâî, "Tahâret'\203; Dârekutnî, Sünen, I, 187; Hâkim
en-Nîsâbûrî, et-MUstedrek, I, 176, 177; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, I, 212;
Bezzâr, Keşfü'l-estâr, I, 157.
[179] Hadis sahihtir. Ebû Dâvûd,
"Taharet", 123; Tirmizî, "Taharet", 92; İbn Hibbân, Sahih,
IV, 135; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, I, 170. İbn Hibbân, Dârekutnî, Ebû
Hâtİm, Hâkim en-Nîsâbûrî, Zehebî, Nevevî hadisin sahih olduğunu söylemişdir.
[180] en-Nisâ, 4/29
[181] İbn Adiy, el-Kâmil, VII,
182. O hadisi Muhammed b. Ubeydullah b. FudayI > Yeman b. Saîd > Veki b.
Cerrah > Muâfî b. İmrân > Muğîre b. Ziyad > Atâ > İbn Abbas (r.a.)
isnadıyla rivayet etmektedir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.)," Abdestsiz
olduğun bir zamanda cenaze ile karşılaşırsan teyemmüm alıver" buyurmuştur.
Bu, merfû olarak sahih olmayıp İbn Abbas (r.a.)'e ait bir açıklamadır.
[182] Ebû Dâvûd,
"Taharet", 126. Hadis sahihtir.
[183] Muhammed b. Abdullah
el-Hatîb et-Tebrîzî Mişkâtü'l-mesâbîh'te (I, 165) hadisin Şerhu's-sünne'de
rivayet edildiğini ifade ederek, "Bu hadis hasendir" açıklamasını
yapmıştır.
[184] Hadis sahihtir, sahih bir
isnadla rivayet edilmiştir. Her iki hadis için bkz. Nesâî, 'Taharet", 203;
Tirmizî, "Taharet", 92; Ebû Dâvûd, 'Taharet", 123; Abdürrezzak
b. Hemmam, el-Musannef, I, 238; Ahmed b. Hanbel, V, 155; İbn Hibbân, Sahih, IV,
135; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, I, 284; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, I,
220.
[185] Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ,
I, 221.
[186] Hadis sahihtir. Hadis için
ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, IV, 203.
[187] en-Nisâ, 4/43
[188] Haberi Dârekutnî (Sünen, I,
177), Hâkim en-Nîsâbûrî {el-Müstedrek, I, 165) ve İbn Huzeyme (Sahih, I, 138)
Cerir > Atâ b. Saib > Saîd b. Cübeyr > İbn Abbas (r.a.) isnadıyla
merfû olarak rivayet etmişlerdir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.) 'Eğer hasta
olur veya yolculukta bulunursanız' (el-Mâide 5/6) âyetini "Kişi Allah
yolunda yaralı iken cünüp olduğunda guslederse ölmekten korkarsa teyemmüm
eder" şeklinde açıklamıştır. İbn Huzeyme, "Bu haberi Atâ'dan başka
merfû olarak nak-letmemiştir" açıklamasını yapmıştır. Tespitlerimize göre
Cerir b. Abdülhamid'in son zamanlarında hafızası zayıflamıştır. Ondan bu
döneminde de hadis rivayet edilmiştir. İbn Ebî Şeybe'nin Ebü'l-Ahvas Sellâm b.
Süleym > Atâ b. Saib > Saîd b. Cübeyr isnadıyla rivayetine göre İbn Abbas
(r.a.), "Kişi hasta veya yaralı İken cünüp olur ve guslettiğinde helak
olmaktan korkarsa temiz toprakla teyemmüm eder" demiştir. (el-Musannef, I,
96)
[189] Müslim, "Taharet",
2; İbn Mâce, "Taharet", 2; Ahmed b. Hanbel, II,
20.
[190] Hadis sahihtir. Tayalisî,
Müsned, I, 256; Ahmed b. Hanbel, II, 20; Müslim, "Taharet", 2;
Tirmİzî, "Taharet", 1; İbn Mâce, "Taharet", 2; Hâkim
en-Nîsâbûrî, Ma'ri-fetü ulûmİ'l-hadîs, s. 129; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, I,
42. Bu kaynaklarda hadis îbn Ömer (r.a.) vasıtasıyla rivayet edilmektedir.
Tirmizî konuyla ilgili en sahih hadisin bu olduğunu söylemiştir. Suyûtî'nin
el-Ezhârü'l-mütenâsire'd& (s. 12) zikrettiği üzere hadisin mütevâtir
seviyesine ulaştıracak birçok rivayeti bulunmaktadır. Onu Müslim ve Ebû Dâvûd
("Taharet", 121) İbn Ömer (r.a.), Nesâî ("Taharet", 104)
Üsâme b. Umeyr, İbn Mâce ("Taharet", 2) Enes ve Ebû Berke, Taberânî
Zü-beyr b. Avvam (r.a.) (el-Mu'cemü'l-kebîr, I, 358) İbn Mes'ûd (r.a.)
(el-Mu'cemü'h kebîr, 1, 160-f 61) İmran b, Husayn (r.a.) ve Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.), Bezzâr Ebû Hureyre (r.a.) (Kesfü'l-estâr, I, 133), Hatîb el-Bağdâdî
el-Müttefik ve'l-müfterik'te Ebû Hureyre (r.a.) ve Hasan b. Ali (r.a.)
vasıtasıyla rivayet etmişlerdir. Haris b. Ebî Üsâme Müsned'İnde Hasan-ı
Basrî'den mürsel olarak ve Ebû Kılâbe'den, İbn Ebî Şeybe (el-Musannef, I, 4-5) İbn
Ömer (r.a.) ve İbn Mes'ûd (r.a.)'den mevkuf olarak rivayet etmişlerdir.