Yaşanılan Döneme Ve Şartlara Bağlı Olan Farz
Allah'ın Dininde İlmin Üstünlüğü
İlim Adamlarına Hürmet Edip Üstün Tutmak, Onları Basite Alıp Laubali Davranmaktan Sakındırmak.
Allah'ın Rızasından Başka Bir Gaye Île İlim Öğrenmekten Sakındırma
Îlmî Yaymayı Teşvik Ve Îyîlîğe Öncülük Etme
Hadis Dinlemeye Ve Onu Başkalarına Tebliğ Etmeye Teşvik
Îlim Ve Kur'anı Kerim Bilgisinde Üstünlük Davasında Bulunmaktan Sakındırma
Öğrenmenin Ve Öğretmenin Gerekliliği
Bildiği Île Amel Etmekten Ve Yapmadığı Şeyi Söylemekten Sakındırma
Gösterişten, Tartışmaktan, Hasımlaşmaktan Ve Üstünlük Davasından Sakındırma
Öğretmenin Ve Öğrenmenin Bazı Edepleri
1- Belli Aralıklarla Vaaz Ve Nasihatta Bulunmak
2- Soru sormanın ve bir şeyi öğrenmeye çalışmanın edebi
3- Öğretileni iyi alma, iyi öğretme ve güzel müzakerede bulunma
4- İlim ve ilim adamlarının meclislerinde bulunma ve buralarda bulunmanın edebi.
5- Tekellüfe girmemek de edeptendir
7- Alçakgönüllülük ve Allah korkusu, ilim sahiplerinin edeplerindendir
8- Sünnetlerle ilgili ilim ve hadis rivayet etmenin edepleri
10- Resulullah (a.s)'ın hadisini inkardan sakındırmak
11- Fetvanın edepleri, fetva verirken doğruya ulaşmaya çalışma ve istişarede bulunma
12- Öğrenilmesi zorunlu olan ilimlerin öğrenilmesinin farz olduğu
13- Ürm adamının içtihadının değişmesi konusundaki edep (tutum)
14- Arzularına düşkün kişilerden ve bid'atçilerden uzak durulması
15- İlme ve edebi hikmete gıpta etmek
16- Dil ilimlerini iyi bilmek, ilim öğrenenin sahip olması gereken özelliklerdendir
İLMİN ORTADAN KALKMASI VE HİM ADAMLARININ GİTMESİ
HADİS YAZILMASI VE BUNU YASAKLAYAN HÜKMÜN NESHEDÎLDİĞİ
KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRMA ÖĞÜT VE DAVET
İYİLİĞİ EMİR VE KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRMA FARZDIR
Îyiliği Emir Ve Kötülükten Sakındırmanın Fazileti
İyîliği Emir Ve Kötülükten Sakındırma Konusunda Ruhsata Ve Azimete Göre Hareket Etmek
Allah Îçin Kızmak Ve Fenalık Karşısında Sert Davranmak
Kendisinin Yapmaması Ve Başkasını Sakındırdığından Kendisinin Uzak Durmaması
Söz Ve İş Île Îyiıiğe Davet Ve Öğüt Vermek
Resulullah (A.S)'In Davet, Öğüt Ve Vaaz Konusundaki Sünnetleri
Elinizdeki bu eser, Üstad Said Havva (r.a.)'mn 'EL ESAS Fİ'S SÜNNE1 adını taşıyan seri eserinin üçüncü bölümüdür. İlk bölümü "Hadislerle Hz. Peygamber1 in Hayatı* (6 cilt), ikinci bölümü 'Hadislerle İslam Akaidi1 (4 cilt) olarak gene yayınevimiz tarafından basılmış bulunuyor.
Ök iki bölümünü yayınladığımızda, eserin sunuş bölümünde şöyle demiştik:
"Elinizdeki bu eser, Said Havva'nın 'EL ESAS' dizisinin ikinci kitabıdır. Birinci kısmı 'EL ESAS FİT TEFSİR1 olan bu serinin ikinci kısmının; (Siyret ve Akaid bölümlerinin) yayın hazırlığını bize lütfettiği için Rabbimize sonsuz şükürler olsun. Rabbimiz eğer nasip eder ve dilerse, üçüncü bölümün yeni 'Hadislerle İslam'da Temel İbadetler1 bölümünün yayın hazırlığını da biz üstlenmiş olacağız..."
Gerçekten de Rabbimiz nasip etti ve diledi.
Elinizdeki bu kitabın yayın ve basımı da bize nasip oldu. Bundan ötürü Rabbimize ham dedi yor, O'na şükrediyoruz.
Üstad Said Havva (r.a.)'nın 'El ESAS' adını verdiği diziyle ilgili şu genel bilgileri vermekte yarar var:
Bu dizinin ilki; yukarıda da belirttiğimiz gibi Kitab'ı temel almış ve 'EL ESAS Fİ'T TEFSİR1 adıyla 16 cilt olarak Türkçe'de yayınlanmış Kur'an tefsiridir.
İkinci kısmı ise İslam'ın temel kaynaklarının ikincisini oluşturan ve SÜNNETİ esas alan ve 'EL ESAS Fİ'S SÜNNE' olarak ifade edilen kısımdır. 'EL ESAS Fİ'S SÜNNE' kısmı ise kendi arasında şu şekilde dörde ayrılıyor:
1. Kısım: EL ESAS Fİ'S SÜNNE / HADİSLERLE HZ.PEYGAMBERİN HAYATI
2. Kısım: EL ESAS Fİ'S SÜNNE / HADİSLERLE İSLAM AKAİDİ
3. Kısım: EL ESAS Fİ'S SÜNNE / HADİSLERLE İBADET ANSİKLOPEDİSİ
4. Kısım: EL ESAS Fİ'S SÜNNE / HADİSLERLE HAYATİYAT VE MUAMELAT
Burada gene şunu ifade etmek istiyoruz ki, Rabbimiz nasip eder ve dilerse 'EL ESAS Fİ'S SÜNNE' bölümünün dördüncü kısmı olan 'HADİSLERLE HAYATİYAT VE MUAMELAT' kısmının yayın hazırlığını ve basımını da yayınevimiz üstlenecektir. Rabbimiz inşaallah o günleri de bizlere gösterir.
Elinizdeki bu kısım 12 ciltten meydana gelecektir.
Son kısım olan HADİSLERLE HAYATİYAT VE MUAMELATın ise 10
cilt olma ihtimali bulunmaktadır. İhtimal diyoruz, çünkü henüz bu kısmın Arap-çası da basılmış değildir.
Böylece 'EL ESAS Fİ'S SÜNNE' bölümü 32 ciltle tamamlanmış olacaktır.
Rahmetli Said Havva bu eserlerini ömrünün son kısımlarında yazmıştır. O'nu tanıyanlar, O'nun ömrünün son kısmının ne denli çileli geçtiğini de çok iyi bilirler. Hapis hayatı, sürgün hayatı, son derece muzdarip olan hastalığı evinden ve evlatlarından ayrılığı... gibi nedenler yüzünden, hayatının son dönemlerinde kaleme aldığı 'EL ESAS Fİ'S SÜNNE'nin özellikle son bölümü olan 'HADİSLERLE HAYATİYAT VE MUAMELAT1 bölümünü inceleme ve düzeltme gibi son kez gözden geçirilmesini bile yapamamıştır.
Halen bu serinin son bölümü ilim adamları tarafından incelenmekte, bu ön çalışmalar bitirildikten sonra baskıya geçmesi beklenmektedir.
Aslında, Üstad Said Havva (r.a.), Türkiye'H müslümanlann yakından tanıdığı bir ilim adamı. Gene de O'nun kişiliği, hayatı ve mücadelesi üzerinde durmayı yararlı görüyoruz.
1970'li yılların ortalarına kadar Türkiyeli müslümanlann yeteri kadar tanıyamadığı, fakat daha sonraki yıllarda ansızın karşılaştığı ve eserlerini içercesine okuyup şekillendiği ender fikir, hareket ve dava adamlarından birisiydi Said Havva (r.a.). Yüzyılımıza Cenab-ı Hak'kın bir armağanı olan Şehid îmam Hasan el Benna'nın ilmi terbiyesiyle büyümüş, O'nun terbiye, ahlak, davet ve gönüllere coşku veren aşkıyla aşklanmış, kendisini çalışmanın içinde bulmuştu. Said Havva (r.a.)'nın eserleri bir bakıma Şehid îmam'ın ortaya serdiği prensiplerin birer açıklamasıydı. Küçük yaşlarından itibaren İslami terbiye içinde kendisini bulmuş, ilim tahsil etmiş, sofi meclislerinden feyizlenmiş, ruh ve gönül mimarlarından nurlanrmş, hareket ve cemaat çalışmalarının ekseninde büyüyerek gelişmiş, nihayet Suriye müslümanlanmn Önderlerinden birisi oluvermişti. Hayatı; sohbet, vaaz, irşad, davet ve hareket çalışmalarında geçmiş, kendisinin de ifade ettiği gibi gencecik yaşından, hayata gözlerini yumduğu zamana kadar, hep İslami hizmetlerin içinde bulunmuştu. îlimsiz hareketin ve hareketsiz ilmin müslümanlara hiç bir şey kazandı ram ayacağına inanmış, sürekli okumuş, sürekli konuşmuş, sürekli yazmış, sürekli çalışmaların odak noktasında bulunmuştu. Enerjik bir yapıya, bitmek tükenmek bilmeyen bir aksiyona sahipti.
Şehid îmam Hasan el Benna, O'nun için çok şey ifade ediyordu. Ta küçük yaşlarından itibaren Şehid İmam'ın eserleriyle tanışmış, O'nun Suriye'deki uzantısının içine girmiş, hareket içinde büyümüştü. İlimle hareketi, hareketle ilmi bir araya getirmiş, çilenin ve işkencenin yoldaşı olmuştu. Bir bakıma Sadi Havva, Hasan el-Benna'nın çağdaş yorurncusuydu da.
İmam Hasan el-Benna: "Gayemiz Allah'tır" demiş,
Said Havva bunu İslam'da Allah İnancı' adlı eseriyle şerhetmişti.
Hasan el Benna: "Önderimiz Resulullah'tır" demiş,
Said Havva bunu *Er Resul' adlı eseriyle dile getirmişti.
Hasan el Benna: "Anayasamız Kur*an'dır" demiş,
Said Havva bunu İslam' adlı eseriyle kalp ve beyinlere kazımıştı.
Hasan el Benna: 'Yolumuz cihaddır* demiş,
Said Havva bunu, 'Cihad yolunda bir adım daha ileri' adlı risalesiyle açıklamıştı.
Hasan el Benna: 'En büyük emelimiz Allah yolunda şehid olmaktır1 demiş,
Said Havva bunu, sayısız eserleriyle şekillendirmişti.
Çünkü O, İmam Hasan el Benna'nm çizgisinde, O'nun hareketinin dosdoğru yolundan ilerlemişti.
Hayatı mücadele içinde geçen, fiili mücadeleden hiç bir dönem ayn kalmayan bu insan, hayatının tamamını Allah davasına adamıştı. İlmini, ahlakını, tecrübesini, pratik gözlemlerini kaleme almış, ümmete bir miras bırakmıştı. Eserleri, bu ümmete bırakılan bir miras niteliğindeydi.
'Allah Erinin Ahlak ve Kültürü' bütün İslam coğrafyalarında İslam gençliğinin vazgeçemediği bir eser durumuna gelmişti.
Ruh Terbiyemiz1 ve Islam'de Nefis Tezkiyesi1 adlı eserlerinde, sahih ve bu-landınhnamış bir zahidliğin işaret taşlarını ortaya koymuştu.
'Dersler1, "Eğitim Risalesi' ve 'Allah Erinin Stratejisi' ve 'Müslüman Kardeşler Hareketi1 ve Islamda Yönetim ve Yönetici1 adlı eserleriyle, teşkilatın, cemaatsel çalışma ve organizeli hizmetlerin usullerini şekillendirmişti.
Üstad Said Havva'nın eserleri başlı başına bir külliyattır. Birbirini tamamlayan, pek çok konuda açıklık bırakmayan, bir çok meseleyi yerli yerine koyan bîr anlayışın külliyatı...
O yalın bir ilmi şahsiyet değildi.
İlmiyle amil bir MüslÜmandı. Bildiğini öğreten, öğrettiğinin semeresini alan, yaşadığım yazan bir şahsiyetti. O, hep cihad meydanlarında, hareketin merkezinde bulunmuştu. Evini mekan tutmaz, hizmetlerin merkezini kendisine mekan kabul ederdi.
O, yaşayışıyla kendi bölgesindeki Müslümanlara, eserleriyle bütün Müslümanlara yol gösteriyordu.
Dengeli ve mutedil bir anlayışa sahipti. İfrat ve tefritin O'nun hayatında yeri yoktu. İlimle cihadı, hareketle bilgiyi birleştiren bir davet önderiydi.
Allah'ın rahmetine kavuştuğunda 54 yaşında, kendisinden en fazla hizmet u-mulançağındaydı.
O, hüniiz eserlerini tamamlayamamıştı. Ama bıraktıkları, O'ndan sonra da gönülleri Allah davasına taşıyacak, İslam gençliğine yol gösterecekti.
Said Havva, pratik çalışmaları, organizeli hareket faaliyetleriyle Suriye gençliğine yol gösteriyor, onların terbiye, eğitim, ahlak, hareket, cihad, çalışma, fedakarlık ve aksiyoner hale gelmesine hayatını vakfettiği gibi, yazmış olduğu eserleriyle de dünya İslam gençliğine yol gösteriyor, rehberlik ediyordu. Bugün için Türkiye'de var olan İslam gençliğinin bugünkü seviyeye gelmesinde, her meseleye îslami perspektiften bakmasında ve 'sirat-ı mustakim'in işaret taşlarına aşina olmasında Said Havva'nın eserlerinin büyük payı vardır. O'nun eserleri, Türkiye'de müslüman gençliğin elinde bir başucu kitabı olmaya başlamasından sonra, zi-hinlerdeki bulanıklık, yerini saf ve berrak İslami anlayışa bırakmıştır. Elbette bu noktaya gelinmede Said Havva'nın dışında çok değerli önderlerin de payı vardır, ama buradaki payın önemli bölümü Said Havva'ya aittir.
'Allah Erinin Ahlak ve Kültürü' adlı eserini okuduktan sonra, dünya görüşleri değişen, olaylara İslami gözlükle bakmaya başlayan müslümanlann sayısı oldukça çoktur. 'Ruh Terbiyemiz' adlı eseriyle tasavvuf üzerine kümeleşen hurafe anlayışları yerle bir etmiş, bu konudaki ifrat ve tefrit anlayışlarını gerektiği yere mi-henklemiştir. 'Müslüman Kardeşler Hareketi' kitabıyla çağdaş Müslümanın çalışma usullerini gözler önüne sermiş, çalışmada örnekliği sistematik şekle getirmiştir.
Said Havva'nın pratik hizmetlerinin yanısıra, yazmış olduğu bu eserleri, çağımız Müslümanlarının İslami davet çalışmalarında adeta işaret taşlan oluvermiştir.
"El Esas' dizisini meydana getiren temel eseri ise, alanlarında önemli boşlukları doldurmuş, çağdaş davet fıkhını bu eserlerle yoğurmuş, günümüz Müslü-manına İslami temel esasları sunmanın gayretini göstermiştir.
Elinizde bulunan 'EL ESAS Fİ'S SÜNNE'nin içerik, muhteviyat ve konularını, ilerleyen sayfalarda, yazarın kendi takdiminde okuyacaksınız. Bu nedenle biz eser Üzerinde durmaktan çok, eserin anahatlanndan söz edeceğiz.
'EL ESAS Fİ'S SÜNNE'nin üçüncü kısmını meydana getiren 'Hadislerle İbadet Ansiklopedisi' adlı bu eser de tüm konulan hadislerle
ele alıyor ve bütün konulan hadislerin ışığında inceliyor. Binlerce hadisin yer aldığı bu eser, ba şlıca şu konulan işliyor:
İlim, iyiliği emretmek - kötülükten sakındırmak, Namaz, Kur*an-ı Kerim'in okunması - ezberlenmesi ve açıklaması. Zikir ve dualar, Zekat - sadaka ve vakıflar, Oruç, İtikaf ve sadaka-i fitır, Hacc, Umre, Kurban ve Cihad...
Anahatlan bunlardan meydana gelen bu eserin yaklaşık her bir cildi, yukan-daki konuları işliyor. Bu konular belki de bu denli geniş, aynnülı ve detaylı olarak ilk kez bu eserde işlenmiş olacak.
Namaz konusu İki ciltte ele alınıyor ve namazın herbir farzı yüzlerce sayfada işleniyor.
Cihad konusu şimdiye kadar işlenmediği bir biçimde ele almıyor. Cihadın türleri, Müslümanın cihad konusunda günümüzdeki uygulamalan, cihadın asli a-macının neler olduğu gibi konularla en ince aynntısına kadar işlenmiş oluyor.
Diğer konulann da tümü aynı titizlik ve dikkatle inceleniyor. Biz özellikle şunu söylemek istiyoruz:
Bu eser, İslam'ın Temel İbadetlerini ele alıyor. Bunlan ele alırken en sahih hadisler kullanılıyor. Hangi ibadeti neden ve niçin yapıyoruz? İbadetleri yaparken delillerimiz nelerdir? İbadetlerimizde yapageldiğimiz uygulamalanmızın İslami kaynaklan nelerdir?
İşte bu gibi sorulanlanmızın delillere dayanarak cevaplandı nlması yapılıyor bu eserde.
Artık ilim konuşsun diyoruz. Resulullah (a.s.) Efendimizin uygulaması konuşsun. Hurafeler, bid'adler ve dilden Öğrenilen yanlışlann yeri, doğrulanyla yer değiştirsin.
Bu eseri okuduğunuzda şunu göreceksiniz:
İslam gerçekten kolaylık dini. Resulullah (a.s.) Efendimizin, uygulamalann-da; kolaylıkların olduğunu, zorluktan kaçındığını, ümmetine de kolaylıklan emrettiğini göreceksiniz. Amelleri zorlaştıranları ise azarladığını ve onaylamadığını göreceksiniz.
Taharet konusundan imamet konusuna, kadınlann özel halelinden davet konusuna, İlim'den cihad konusuna, oruçtan sadakalara... kadar her konuda Allah Resulünün tavnnı bulacaksınız. Gerçekten de en çok muhtaç olduğumuz konu bu. Allah Resulü'nün izinden gittiğini söyleyen Müslümanlar, nedense O'nun hayatını yeteri kadar bilemiyorlar. O'nun uygulamalannı öğrenmiyorlar. Halbuki Müslümanı, akl-ı selim'e, olgun düşünceye, Allah'ın kendinden razı olacağı roü'-min insan olmaya götürecek olan yol; Resulullah (a.s.)'ın hayatını en ince ayrıntısına kadar bilmekten geçmektedir. Eğer bu konudaki ayrıntılar bilinmezse, O'nun yaptığı herhangi bir uygulama ölçü olarak alınır, ama değişik uygulamaları bilinemez. O zaman da tehlikeli durum ortaya çıkar. Yanm doktor insanı candan, yardım alim insanı dinden eder dedikleri durum...
Aksa Yayın - Pazarlama Ltd. Şti. olarak bu seriyi basmamızın en önemli nedeni budur. Türkiyeli Müslümanlar şimdiye kadar çok konuştular, çok tartıştılar, çok uğraştılar birbirleriyle... Nedeni de İslam'ı kaynaklarından öğrenmemelerinden, indi ve tartışmaya açık kişilerin yorumlarından İslam'ı öğrenmelerindendi. İslam; Kur'an ve Sünnet eksenli öğrenilir ve ulemanın da görüşlerinden yarar-lanılırsa istenilen düzeye ancak o zaman kavuşulur.
Biz Kur'an ve Sünnet diyerek, Ümmetin İlmi mirasına sırt çevirmenin de, İslam'ı bid'ad, hurafe ve kıssalardan meydana getirmenin de yanlış olduğunu düşünüyoruz.
İşte bu eser, bu ikilemin bileşkesi olacaktır. Hem kuru kuruya Kur'an ve Sünnet diyenlerin, hem de İslam'ı kıssa dini haline getirerek, İsrailiyat kültürünü Müslümanlara İslam gibi gösterenlerin önünü kesecektir.
Birinci gurubun şundan dolayı önü kesilecektir: Mezheb İmamlarımızın, müç-tehid ve ulemamızın fetvalarının herbirinin, Resulullah (a.s) Efendimizin bir uygulamasına dayandığını göreceklerdir. Uygulamaların her birinin dayanak ve kaynağıyla karşılaşacaklardır ve artık bir şey deme durumları kalmayacaktır. Ke-Edileri bugün nasıl bir delile dayanarak bazı şeyler söylüyortarsa, onların da bir delile dayandıklarım göreceklerdir.
İkinci gurubun da şundan önü kesilecektir: Evet, Resulullah (a.s) Efendimiz geçmiş milletlerden kıssalar anlatırdı, ibret alınsın diye. Ama O'nun söyleyip anlatmadığı, Kur"an-ı Kerim'de de ele alınmamış olayları, İslam'ın genel emri ve isteği imiş gibi anlatmak da, en az birinci gurubun yaptığı kadar yanlıştır. İslam'da temel ibadetler konusunda varid olmuş tüm hadislerin bu eserde bir araya getirilmiş olması, hatta aynı olayın farklı rivayetlerinin de yer almış olmasıyla, hurafe ve kıssa anlayışlarının da Önü kesilecek ve artık ilim konuşacaktır.
Biz, İslam'ın genel emirlerinin günümüz insanının ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde ele alınması gerektiğine inanıyoruz. Müslümanlar bugünü ve bu çağı yaşıyorlar. O halde bu çağın ihtiyaçlarına göre önüne işaret taşlan konulması gerekmektedir.
İşte eserin müellifi Said Havva, konulan işlerken, ayet ve hadisleri ele alıyor, konuyu bunların merkezinde işliyor, ardından müçtehid ve ilim adamlarının konularla ilgili görüşlerinden gerekli gördüklerini veriyor, ardından da günümüzde uygulanması gerektiği konusunda yer yer kendi yorumlarını getiriyor.
Gene Said Havva, konulan işledikten sonra gerekli gördüğü yerlerde açıklamalar yapıyor, yanlış anlaşılması ihtimali olan yerlerde konuyu açıklıyor ve her konunun sonunda da, o konudan günümüz Müslümanlarının al mal an gereken ibretleri DERSLER VE ÖĞÜTLER başlığı altında ele alıyor ve yorumlamalarda bulunuyor.
'EL ESAS Fİ'S SÜNNE* serisini meydana getiren 4 kısmı ve 32 cildi okuyan bir Müslüman, eğer okuduklanyla amel ederse, Allah'ın kendisinden razı olacağı Müslüman olmaması için sebeb kalmayacaktır.
İfrat ve tefritten kaçınmanın, hak ve hukuka riayet etmenin, haddi aşmamanın, insanlık için iyi şeyler yapmanın, dünya ve ahireti bir denge içinde ele alıp yaşamanın yolu İslam'ı bilmekten ve Resulullah (a.s) Efendimizin hayatını ve hadislerini aynntılanyla içmekten geçer.
Her şeyden önemlisi de bu önemli konuların, Üstad Said Havva gibi bir ilim, irfan ve davet Önderinin kaleminden çıkmış olması ayn bîr özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Oldukça geniş bir açıdan dünya olaylanna bakan, feraset ve basiretli tesbitleriyle dünya İslam gençliğine yol gösteren böylesine mümtaz bir simanın bu konulara açıklık getirmesi, elbette bir farklılıktır.
Hayatını hep ilme, hareket, çalışma ve davete adayan bu çağdaş davetçi, Ömrünün baharında ve en verimli bir zamanında hayata gözlerini kapadı. Kendisinden en çok istifade edilmesi gereken bir çağında, daha 54 yaşında Hak'kın rahmetine kavuştu. Bu kısacık ömre, kütüphaneler dolusu eser sığdırdı, bir külliyat bıraktı ve göç edip gitti.
Ama O'nun bıraktıkları, O'ndan sonra da gönülleri Allah davasına taşıyacak, İslam gençliği bütün dünyada O'nun eserlerinin sağlam ve sarsılmaz yorumlarıyla büyüyüp Allah davasının sancağım yükseklere dikecektir.
Allah O'ndan razı olsun ve niyetlerinin karşılığını versin... Allah (c.c.) O'nu fazlı ve nimetleriyle şereflendirsin..[1]
1935 yılında Suriye'nin Hama şehrinde doğdu. Fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Said Havva, ilk öğremini Hama'da gördü ve buradaki camilerde ünlü ulemalardan dersler aldı. O dönemde Hama'da sosyalizmden kavmiyetçiliğe kadar çeşitli fikri akımlar vardı ama O, Allah'ın lütfü ve inayeti sayesinde îslami alanda eğitim görme şerefine kavuştu. Yoğun bir İslami ilim tahsilinden geçti ve Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi'nden mezun oldu.
1952 yılında henüz 17 yaşında iken 'Müslüman Kardeşler1 hareketine katıldı. Bu hareket içinde geniş çaplı çalışmaların içine girdi. Harekete katılmasından kısa bir süre sonra bu hareketin 'Hama Talebe Teşkilatı Başkanlığıma, daha sonra "Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi Talebe Teşkilatı Başkanlığı"na getirildi. 1964 yılında ise Hama "Müslüman Kardeşler Hareketi Başkanlığı"ni üstlendi. Aynı yıl Hama'da meydana gelen olaylarda aktif görevler aldı. Bu olaylar, Hama'li Müslümanların, devrin yönetimine karşı bir kıyam hareketiydi. Said Havva, bu olaylara katılmasından ötürü tutuklandı ve hapse atıldı ve hakkında idam hükmü verildi. Hama halkının yönetime karşı yoğun baskılan sonucu i-dam hükmü yerine getirilemedi.
1973 yılında Hama'da meydana gelen ikinci kıyam hareketine gene başkanlık etti. Bu kıyam ise, yönetimin, İslam yerine sosyalist demokrasiye geçişini öngören anayasa değişikliğine karşı yapılmıştı. Bu olaylardan hemen sonra yeniden tutaklandı ve hapse atıldı. Hakkında kesinleşen 5 yıllık mahkumiyeti yaşadı ve 1978 yılında hapisten çıktı. 1979 yılında "Müslüman Kardeşler Yürütme Komitesi Üyeliği"ne getirildi. 1982 yılında Suriye yönetiminin yerle bir e-derek 50.000 Müslümanı katlettiği Hama kıyamının öncülerinden birisiydi. Bu tarihten sonra Suriye'den hicret etti.
Hayatının pek çok dönemlerinde hapishanelerde kalan Said Havva'ya hapiste geçirdiği dönemlerde çok ağır işkenceler edileli. Bu işkenceler O'nun sağlığını büyük ölçüde etkiledi.
Hayatının son yıllarında sürekli tedavi gördü. Çok ağır darbelerle bünyesi zayıflayan Havva, son bir yılını hastahanelerde geçirdi ve 1989 yılının Mart ayında, henüz 54 yaşında iken Rahmet-i Rahman'a kavuştu.
Üstad Said Havva, gencecik yaşlarında adım attığı 'Müslüman Kardeşler1 hareketinde hayatının son yıllarına kadar hizmet verdi. Hayatının bir döneminde tasavvufa karşı da ilgi duydu ve bu bağlamdaki ulemadan derslar aldı. Fıkıh ulemalarından tevhid ilmi ulemalarına, Arap dili alimlerinden, hadis ve tefsir alimlerine kadar, her alandaki ulemadan yararlanıyordu. Kitap okumayı çok severdi. O'nun günde 500 sayfa kitap okuduğu söyleniyor. [2]
El Esas Ki Tefsir1 (16 Cilt), "El Esas Fı's Sünne' (32 Cilt),
1. Kısım: Hadislerle Hz.Peygaraber'in Hayatı (6 cilt),
2. Kısım: Hadislerle İslam Akaidi (4 cilt),
3. Kısım: Hadislerle İslam'da Temel İbadetler (12 Cilt)
4. Kısım: Hadislerle Hayatiyat ve Muamelat (10 cilt) Diğer eserleri ise şöyle:
Allah Erinin Ahlak ve Kültürü, Er Resul, İslam (3 cilt), İslam'da Allah İnancı, Müslüman Kardeşler Hareketi, Ruh Terbiyemiz, Eğitim Üzerine, Dersler, İslam'da Nefis Tezkiyesi, Eğitim Risalesi, Allah Erinin Stratejisi, Cihad Yolunda Bir Adım Daha İleri, İslam'da Emir ve Emirlik.
Said Havva'nın bu eserleri, çeşitli dünya dillerine çevrilmiş bulunuyor. Ve bütün dünyada İslam gençliği O'nu eserlerini büyük bir istekle okuyor. Gene bu eserlerinin tümü Türkçe'ye çevrilmiş bulunuyor. [3]
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...
Allah'a hamd, Allah'ın Resulüne ve O'nun aline salat ve selam olsun.
"Ey Rabb'imiz! Bizden yaptıklarımızı kabul eyle. Şüphesiz sen işitensin, bilensin."
Hadislerle İslam'da Temel İbadetler bölümünde bir giriş, sekiz bölüm ve sonuç kısmı bulunmaktadır.
Bu bölümde yer alan kısımlar ise şu konulan içine almaktadır: Birinci Bölüm: İlim, iyiliği emir ve öğüt. İkinci Bölüm: Namazlar ve bunlarla ilgili konular.
Üçüncü Bölüm: Kur"an-ı Kerim'in okunması, ezberlenmesi ve tefsiri (açıklanması.)
Dördüncü Bölüm: Zikirler ve dualar.
Beşinci Bölüm: Zekâtlar, sadakalar ve vakıflar.
Altıncı Bölüm: Oruç, itikaf ve fitır sadakası.
Yedinci Bölüm: Hacc, umre, haceda kesilen kurbanlar ve diğer kurbanlar.
Sekizinci Bölüm: Cihad.
Sonuç: Hayır yollannm çokluğu, hayra koşmak, yapılan işlerde dengeli hareket etmek ve taşkınlığa gitmemek.
Bu bölümün bir kısmım Şeyh Vehbi Süleyman Ğavci gözden geçirmiştir. Üstad Muhammed Edib Cad ile oğlumuz Muhammed de tamamım gözden geçirmişlerdir. Bunların bu kitaba Önemli hizmetleri geçmiştir. Muhteva ile ilgili görüşlerini bildirdiler ve biz de onların görüşlerinden yararlandık. Allah hepsine güzel karşılık versin.
Bu bölüm, 'el-Esas fî's-Sünne1 adını taşıyan eserimizin Üçüncü bölümüdür ve İslâm'daki temel ibadetlerle ilgilidir. Bu bölüme Akaidle ilgili bölümden sonra yer verilmiştir. Çünkü doğru inanç, doğru ibadetin temelini oluşturur.
Muamelat, ahlâk ve gidişatla ilgili bölümden de önceye alınmıştır. Çünkü İslam'da hayat düzeni ile ilgili hükümlerin tamam ve doğru bir şekilde uygulanması, inanç ve ibadetin bulunmasını gerektirir. Kitabın birinci bölümü ise siret ile ilgiliydi. Çünkü önce, İslâm'ın inanç, ibadet, şeriat ve hayat düzeni olarak Allah katından alıp tebliğ eden Resulullah (a.s)'ı tanımamız gerekiyordu.
Yüce Allah insanları ve cinleri kendine kulluk etmeleri için yaratmıştır.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." [4]
Allah, peygamberleri de kullarının kendisine ibadet görevlerini yerine getirmeleri için göndermiştir. Yüce Allah Kur"an-ı Kerim'inde bu konuda da şöyle buyuruyor:
"Senden önce gönderdiğimiz her peygambere 'Benden başka ilah yoktur, bana kulluk edin' diye vahyetmişizdir." [5]
"Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününü arzu edin. Yeryüzünde karışıklık çıkarıp bozgunculuk yapmayın1 dedi." [6]
Yine Kur'an-ı Kerim'de bildirildiğine göre Hz.Nuh (a.s) şöyle söylemişti: "Allah'a kulluk edin. O'ndan korkun. Bana da itaat edin." [7]
Kulluğun (ubudiyetin) sözlükteki anlamı; boyun eğmek, Allah'ın önünde e-ğilmek ve kendi güçsüzlüğünü ortaya koymaktır.
Rağib, 'mufredat'ta şöyle söylemektedir:
"Kulluk (ubudiyet) kendi güçsüzlüğünü açığa vurarak boyun eğmeyi kabul etmektir, ibadet ise bundan daha ileri derecededir. Çünkü ibadette güçsüzlüğünü her bakımdan kabul edip tümüyle boyun eğme anlamı vardır. Bundan dolayı her bakımdan üstün tutulmaya lâyık bir varlıktan başkasına ibadet olamaz. Bunun için Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyurmuştur:
"Rabb'in yalnız kendisine kulluk etmenizi ve anaya - babaya iyilik etmenizi emretti." [8]
İbadet; sözlükte, itaat ve boyun eğme anlamı taşır.
Şeriatta ise ibadetin bir genel, bir de özel anlamı bulunmaktadır.
Genel anlamda Allah'a itaat mahiyeti taşıyan fiillerin yapılması, O'na karşı gelme mahiyeti taşıyan fiillerden de kaçınılması ve bunların yapılmasıyla sadece Allah'ın rızasının gözetilip, O'na karşı ihlaslı olunması kastedilir. Bu anlamı itibariyle, Allah'ın rızasının gözetilmesi durumunda işlenmesi mubah olan fiiller de ibadet sıfatı kazanır. Niyetler adet olarak işlenen fiilleri ibadete dönüştürür. Bazıları ibadeti genel anlamı itibariyle kulluk olarak değerlendirmişlerdir. Kulluk ise ıstılahta ibadetin taşıdığı özel anlamdan daha geniş bir anlam taşımaktadır. Buna göre genel anlamda ibadet; "kulun kendi iradesiyle ve Allah'ın emirlerine uygun olarak işlemiş olduğu işler" olarak tanımlanmıştır.
Genel anlamıyla ibadet; kulun gerek kalben gerekse pratik olarak kendi iradesiyle ve Allah'ın emirlerine uygun olarak işlediği bütün işleri içine alır. Bu nitelikteki işler itaat, buna ters olanlar ise isyan ve Allah'a karşı gelmedir.
îbni Teymiyye şöyle söylemiştin
"İbadet: Allah'ın sevdiği ve hoşnud olduğu bütün sözleri ve gerek gizlice gerekse açıktan işlenen işleri içine alan bir isimdir. Buna göre namaz, zekât, oruç, hac, doğru sözlülük, emaneti yerine ulaştırma, anne-babaya iyilik, akraba haklarını gözetme, antlaşmalara bağlılık, iyiliği emir - kötülükten sakındırma, kâfirlere ve münafıklara karşı cihad, komşuya, yetime, düşküne, yolda kalmışa i-yilik, gerek insanlardan gerekse hayvanlardan insan mülkiyeti altında olanlara iyi davranma, dua, zikir, Kur'an okuma ve buna benzer işlerin tümü ibadet kavramı içine girmektedir...
Bunun gibi Allah'ı ve O'nun peygamberini sevme, Allah'tan korkma ve O'na boyun eğme, dininde Allah'a karşı ihlas üzere olma, Allah'ın hükmüne sabır, nimetlerine şükür, ilahi takdirine nza, O'na tevekkül, rahmetini umma, azabından korkma ve buna benzer şeylerin tümü de ibadet kavramına girmektedir..."
Özel anlamı ile ise İslam'ın bizzat ibadet olarak belirlemiş olduğu ve kulların Allah'a tam olarak boyun eğme şuurunu kazanmaları için pratik bir eğitim olması üzere yerine getirmeleri istenen fiiller kastedilir. İlim adamları namazın ve onunla ilgili fiillerin, zekâtların, sadakaların, vakıfların, orucun, itikafin, fitır sadakasının, haccın, umrenin ve kurban kesmenin özel anlamdaki ibadetlerden olduğunda görüş birliğine varmışlardır.
Yine zikir, dua, Kur'an okuma ve ezberleme gibi fiillerin de özel anlamdaki ibadetlerin arasına girdiğinde görüş birliğine varmışlardır. Bunun gibi şeriat i-limlerini öğrenme ve öğretme de özel anlamdaki ibadetlerdendir. Allah yolunda cihad da böyledir.[9]
Sonuç olarak özel anlamıyla ibadet; zikir, şükür ve dinin emirlerinin yerine getirilmesidir. Yukarıda Özel anlamı ile ibadet kavramının içine giren fiiller olarak saydıklarımızın tümünde zikir, şükür ve dinin emirlerini yerine getirme yahut bunlara ulaştırraa uygulaması vardır. Veya bütün bunların uygulanabilmesi için sözkonusu ibadetlerin yerine getirilmesi şarttır. Bunun yanı s ıra saydığımız fiillerin tümünde Allah'ın emretmiş olduğu ve yalnız kendi için yapılmasını istediği bir işi yapmak suretiyle doğrudan Allahu Teala'ya yönelme anlamı bulunmaktadır. Bundan dolayı bu fiillerle ilgili bütün konulan bu bölümün içerisine aldık. Bu bölüme "İslam'da Temel İbadetler" adını vermemiz ise, ibadetin genel anlamını da gözönüne almamız ve bu anlamı ile ibadet kavramının hem sayılan fiilen hem de daha başka fiilleri içine aldığını düşünmemizden kaynaklanmıştır. [10]
1- Buharı, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ancak cihadın en üstün kabule şâyân bir haccdır"
Şu halde hacc kesin ibadet olduğuna göre cihad da kesin ibadettir. Zikir, teşbih, dua, rüku, secde ve Allah'ı tanıma ise meleklerin ibadetleri ndendir. Bu konularda yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyurmaktadır
"O'nun katında bulunanlar O'na kulluk etmekten çekinmezler ve usanmazlar." [11]
"Arşı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar Rabb'lerni Överek teşbih e-derler. O'na inanırlar ve mü'minler için mağfiret dilerler." [12]
"Şüphesiz biz sıra sıra duranlarız ve şüphesiz biz Allah'ı teşbih edenleriz." [13]
"Oysa biz, senin yüceliğinden övgü ile sözetmekte (seni hamd ile teşbih etmekte) ve senin bütün eksikliklerden uzak, ulu sıfatların sahibi olduğunu dile getirmekteyiz." [14]
"Allah kendinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de adalet üzere hareket ederek Allah'tan başka ilah olmadığına şahitlik ettiler. Yüce ve hikmet sahibi olan Allah'tan başka ilah yoktur." [15]
Bütün bu ayeti kerimelerin anlamlan üzerinde düşünürsek zikirlerin, duaların, Kur'an okumanın ve ilim öğrenmenin, hep temel ibadetler arasına girdiğini görürüz. Buna, okuyucunun "İslam'da temel ibadetler" başlığı altında sözkonusu fiillerle ilgili konuları da ele almamızı garipsememesi için dikkat çekiyoruz.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Beni anmak (zikir) için namaz kıl." [16]
Namazın bir ibadet olarak konulmasının hikmeti yüce Allah'ın zikridir. Zikir görevinin yerine getirilmesi için zikir hususu namaz ile bağlantılı olarak anılmıştır. Bunun içine doğrudan zikir, Kur'an-ı Kerim'in okunması ve okumanın bir sonucu olarak okunan şey üzerinde düşünülmesi (fikir) girer. Bundan dolayı namazla ilgili kısmın arkasından zikir, dua ve Kur'an okuma konularına yer verdik. Çünkü bu konular namaz ile doğrudan ilgilidir. Fıkıh müelliflerinin adeti ise genellikle namazdan sonra zekât konusuna yer vermektir. Çünkü onlar çoğunlukla hükümler üzerinde durmaktadırlar. Bu bölüme "Temel İbadetler" adını vermemize uygun olması açısından kendi görüşümüzle zikirler ve Kur'an okuma ile ilgili konulara hemen namaz konusundan sonra yer vermeyi daha yerinde bulduk. Çünkü bu konular, inançla ilgili anlamların zihinlere iyice yerleşmesinin sağlanması ve kalbin arındırılması açısından, birbirlerini bütünlemektedir. Ayrıca bu konular, Allah'a yönelişin ve O'na gerçek anlamda kul olmanın ana unsuru durumundadır.
İslam'a göre zekât fiilini sadakalar ve vakıflar bütünlemektedir. Bundan dolayı bu konulara aynı cüz içerisinde yer verdik. Oruç, itikaf ve sadakai fitir arasında bir irtibat bulunması dolayısıyla bu konulara da bir cüz içinde yer ayırdık. Aynı şekilde hacc, umre, haceda kesilen kurbanlar (hedy) ve diğer kurbanlar (edahi) arasında çeşitli bağlantıların bulunması sebebiyle bu konulan da bir cüz içerisinde topladık. Yine ilim öğrenmek, iyiliği emir ve kötülükten sakındırma arasında da çeşitli bağlantılann bulunması dolayısıyla bu konulan da bir cüzde bir araya getirdik.
Bu bölüme ilim Öğrenme ve iyiliği emir, kötülükten sakındırma konusuyla başlayıp cihad konusuyla son verdik. Böyle yapmaktaki amacımız ise ibadetlerin iki yanlarından bu iki farz görevle çevrilmiş olduklanna ve yeryüzünde ibadetlerin yerine getirilmesinin devamının bu iki farz görevin yerine getirilmesine bağlı olduğuna işaret etmekti. Bu iki farz görev pek çoklan tarafından bilinmeyen görevler haline geldi. Bu durum ise bizi, bunlardan, bu bölümde söz etmeye yönelten sebeplerden birisidir.
Okuyucular bizim bu kitapta yerine göre aynı anlamı taşıyan birbirinden farklı rivayetlere yer verdiğimizi göreceklerdir. Bununla konuyla ilgili delillerin çokluğunu ortaya koymayı amaçlamadık. Bizim bu kitaptaki amaçlarımızdan birisi de sahabe-i kiram (r.a)'ın nelere önem verdiklerini ve Resulullah (a.s)'ın tutumlarını ortaya koymak olduğundan, farklı rivayetlere yer vermekle bu amacımızı gerçekleştirmek istedik. Bu konuyla ilgili olarak çok sayıda rivayetlerin bulunmasından, o konunun önem verilen ve üzerinde ağırlıklı olarak durulan konulardan olduğunu anlarız. Eğitimcilerde bu gibi konulara ağırlık vermelidirler.
İbadetler, yaşayışla ve adetlerle ilgili meseleler, yönetim ve insan haklan bölümlerinden meydana gelen üç bölümün içerisinde çeşitle konular yer almaktadır. Bu konulardan bazı lan fıkhı konulardır, bazıları ise normalde fıkıh konulan arasına girmeyen konulardır. Biz bu kitapta fıkhi meseleler etrafında özet bilgiler vermekle birlikte sünneti ve sünnet fıkhını ortaya koymayı amaçladığımızdan derli toplu fıkıh kitaplarından da yararlanmamız gerekiyordu. Dört Mezhebe Göre Fıkıh (el-Fıkhu Alel-Mezahibi'I-Erba'a) ve Bidayetu'l-Müctehid bu konuda yararlandığımız kitaplardandır. Bunların yanısıra mezheplere ait fıkıh ki-taplanndan ve Neylu'l-Evtar gibi ahkam hadislerini şerh eden kitaplardan da yararlandık. Bu gibi kitapları kendi açımızdan kaynak kitaplar olarak değerlendirdik.
Bizim bu kitap üzerinde çalışmaya devam etmekte olduğumuz sırada, Dr. Vehbe Zuhayli'nin "Kitabu'l-Fıkhi'l-İslamİ ve Edilletuh (İslam Fıkhı Delilleriyle)" [17] adlı eseri yayınlandı. Dolayısıyla bu eser bizim birinci deredece yararlandığımız kaynak kitaplardan birisi oldu.
Biz bu kitabımızda konularla ilgili genel bilgileri aktardıktan sonra fıkhi içti-hadlar konusunda özellikle temel meselelerden sayılan ve üzerinde durulmasına ihtiyaç olan meselelerin dışındakilere girmemeye çalıştık. Bu arada okuyucunun ufkunun genişlemesini ve bir kişinin zorunluluk durumunda müçtehid imamlardan birinin görüşüne göre ruhsat bulacağı fetvaları bilmesini sağlamak amacıyla müçtehit imamların içtihadlannı haklı gösteren delillere de yer verdik. Ancak bu konularda ölçü olarak kabul ettiğimiz ve bizim Özellikle üzerinde durduğumuz düşünceyi de burada aktaralım: Her bir Müslümanın, hükümlerin inceliklerini anlayabilmesi için bir mezheb imamının fıkhına göre kendini yetiştirmesi gerekir. Keskin bir zekaya, geniş düşünceye ve başkalarının ulaşamayacaklan noktaya ulaşma kaabiliyetine sahip olanların dışındakilerden bunu yapmayan bir kimse alsa fakih olamaz.
Bundan sonra kitabın konulanna geçmek istiyoruz. [18]
İbadetin sözlükteki anlamı; birinin üstünlüğünü kabul etme, ona boyun eğme, bağlanma ve itaattir.
Şeriatta ise: Gönül hoşnutluğu, teslimiyet, kesin bilgiye dayanarak sevgi ve ihlasla yüce Allah'a tam anlamıyla teslim olup boyun eğmektir.
Bundan ujlayı "ibadet iki temel unsuru bünyesinde toplamaktadır" denilmiştir. Bu iki temel unsurun birincisi mükemmel bir sevgi, ikincisi tam anlamıyla teslim olma ve boyun eğmedir. Çünkü kızarak teslim olan kişi kul olamaz. Bunun gibi sevdiği halde boyun eğmeyen de kul olamaz. Bazılan ise, ibadetin mükemmel derecede olabilmesi açısından bu iki unsura korku unsurunu da ilave etmişlerdir.
Şeriatın istediği mahiyette bir ibadetin gerçekleşebilmesi için ibadette bazı özelliklerin bulunması gerekmektedir. Bunlan şöyle sıralayabiliriz:
a- Fiili olarak bir şey i yapmak ve bunu yaparken şeriatın ölçülerine uymak.
b- Gönülden ibadete meyil etmek ve Allah sevgisi.
c- Hem korku hem de ümit taşımak.
d- İbadetin, kişinin kendi iradesi ile ve bir amaçla yerine getirilmesi.
İbadet; ancak doğru, kurallarına uygun ve yalnız Allah için olduğunda kabul edilir. Yani şeriatın belirlemiş olduğu şekilde ve sırf yüce Allah için yapılmış olması gerekmektedir. Eğer ibadet yalnız Allah için olur ama doğru bir şekilde olmazsa kabul edilmez. Bunun gibi doğru olur ancak yalnız Allah için yapılmış olmazsa yine kabul edilmez. İbadetin halis olması için Allah için yapılmış olması, doğru olması, doğru olması için de Resulullah (a.s)'ın uygulamasına uygun ve yüce Allah'ın şeriatında belirlemiş olduğu şekilde olması gerekmektedir. Nitekim yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Rabb'ine kavuşmayı uman kimse salih amel işlesin ve Rabb'ine yaptığı İbadete kimseyi ortak koşmasın." [19]
Niyetin ibadette belirleyici bir rolü bulunmaktadır. Adet olarak işlenen bir fiil, güzel bir niyetle ibadet niteliği kazanır. Bunun gibi herhangi bir niyetle işlenmiş olmayan ibadetin de bir geçerliliği yoktur. Niyet yapılan işe gerçek değerini kazandırır ve adet ile ibadeti birbirinden ayınr. Bir amelin şanı yüce olan Allah'ın katında kabul görmesi de niyete bağlıdır.
Munavi şöyle demektedir:
"Niyet, ibadeti adetten ayırmak ve ibadetleri derecelerine göre düzenlemek için konulmuştur."
Gerçek ibadette, yüce Allah tarafından o ibadetin işlenmesinin farz kılınması ile, amaçlanan etkinin görüleceği kabul edilir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Namazı kıl. Şüphesiz ki namaz, fenalıklardan, çirkin şeylerden alıkoyar." [20]
"Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, (fenalıklardan) sakınırsınız diye oruç sizin üzerinize de farz kılındı." [21]
İbadetin yalnız belli şekil ve hareketlerden ibaret kalması uygun olmaz. Bu arada bir kimsenin, Kitap ve Sünnet'te belirlenmiş olan etkinin kendisinde görülmediği düşüncesi ile ibadetleri bırakmaya kalkışmasının da caiz olmayacağına dikkat çekmemiz gerekir. Bilakis ibadetlerini yerine getirmelidir. Zamanla ilerleme kaydetmesi ve istenen etkinin kendisinde ortaya çıkması mümkündür. Bazı insanlar da kulluğun insanın özgürlüğünü kısıtladığı ve tavırlarına sınır koyduğu anlayışından hareketle "kulluk" kelimesinden kaçmaktadırlar.
İbadet, özgürlüğün kendisidir. Çünkü insan ibadet ile şehevi duygularının, arzularının ve nefsinin taşkınlıklarının esirliğinden kurtulmaktadır. Bunun yanışım Allah'a ibadet ve O'na boyun eğme de insana bir özgürlük kazandırır. Ancak bu özgürlük, Allah'ın şeriatının sınırlan içerisinde ve O'nun, insana mutluluğu, dürüstçe yaşamayı sağlamayı garanti eden kurallarına bağlı bir özgürlüktür. Ayrıca insanın fıtratı, başkalarına boyun eğmeye meyillidir. Dolayısıyla Allah'a boyun eğmeyen, arzularına yahut insan veya şeytan putuna boyun eğecektir.
Ahlaki ölçüler ve toplumsal kanunlar özgürlüğü yok etmez. Bunlar tıpkı trafik kurallarına benzemektedirler. Bu kurallar insanların özgürlükten eşit şekilde yararlanmalarını sağlamak için meydanı açarlar. İbadet aynı zamanda iasana şeref ve prestij kazandırır. Bundan dolayı yüce Allah'ın insanı yaratmadaki asıl hikmetinin ibadet olduğunu görüyoruz. Yüce Allah Kur"an-ı Kerim'inde bu konuda şöyle buyuyoruyor:
"Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." [22]
Bütün peygamberlerin amaçlan da yüce Allah'a karşı kulluk görevinin yerine getirilmesini sağlamaktı.
Yüce Allah, Hz. Peygamber (a.s)'in en yüksek dereceye yükselmesinden söz e-derken, O'nu kulluk özelliği ile andığını görüyoruz. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, kendisini bir kısım ayetlerimizi göstermek için çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya götüren Allah'ın şanı pek yücedir." [23]
Yüce Allah mü'min kullanndan övgüyle söz ederken de şöyle buyurmaktadır: "Rahrnan'm kulları yeryüzünde mütevazi bir şekilde yürürler." [24]
İbadetin bir genel bir de Özel anlamı olduğuna ve özel anlamının yalnız ibadet sıfatıyla konulmuş olan ve yüce Allah'a boyun eğme, O'na yaklaşma gayesini gösterme amacı taşıyan belirli uygulamalan içine aldığına daha önce dikkat çekmiştik.
Genel anlamı ile ise, bir Müslümanın şeriata uygun olması şartıyla, sırf Allah nzasını gözeterek ve iyi bir niyetle işlemiş olduğu bütün amelleri içine aldığını belirtmiştik.
Bundan dolayıdır ki, İslam'ın ibadet kavramına kazandırmış olduğu bütüncül anlam, Müslümanın gerek itikadi, gerek fikri, gerek nefsani, gerek bedensel ve gerekse maddi uygulama ve tutumlarına ibadet niteliği kazandırmakta ve bütün bunlan Allah'ın rızasının aranması şartıyla sevap kazandıran ve Allah'a yaklaşmayı sağlayan uygulama ve tutumlar şekline sokmaktadır.
Gerçek şu ki, özel anlamı ile ibadet; Müslümanı, her hareketi ve duruşuyla Allah'ın nzasını gözeten, Allah'a samimiyetle kul olmuş bir kimse yapan büyük ibadete hazırlamayı amaçlamaktadır.
İbadet kavramının bütüncül bir şekilde yerleştirilmesi ile de insanın varoluşunun gayesi gerçekleşmiş olur. Bu gaye Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde dile getirilmiştir:
"Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." [25]
İnsan Rabb'i ile sürekli bir bağlantı içindedir ve O'nun sürekli kendini gözlediğini düşünür. Bu durum onun dünya hayatını, ahiret hayati için bir vesile olarak kullanmasını sağlar. Böylece gaflet dairesinden çıkar ve dünya lezzetlerine, şehevi zevklere dalmaktan kendini kurtarır.
îbadet türlerinin çok olması, insanı bıkkınlıktan, isteksizlikten korur. Böylelikle insan sürekli aynı ibadeti işleyip durmaz. Bilakis değişik ibadetlerde bulunur. Hatta iyi bir niyet taşıma yoluyla dünya ile ilgili işleri bile ibadet niteliği kazandırabilir. İbadet kavramının bütüncüllüğü Müslümanın hayatının Rabbani bîr boya ile boyanmasını ve onun her bakımdan yüce Allah'a bağlanmasını sağlar.
Buradan, ibadeti yalnız namaz, zekât, hacc ve oruçtan ibaret görenlerin yanlış düşündükleri ortaya çıkmaktadır.
Burada şuna da dikkat çekelim ki, İslâm'a göre özel anlam taşıyan ibadetlerin belli bir takım Özellikleri va ayırıcı yanlan bulunmaktadır. Bu özelliklerinden bir tanesi yüce Allah için tam bir i I il asla yapılmış olmasıdır. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Oysa kendilerine dini yalnız Allah'a halis kılarak, Allah'ı bîr tanıyanlar olarak O'na kulluk etmeleri, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri emredilmişti," [26]
Bunun yanısıra ibadet, kul ile Rabb'i arasında doğrudan bir bağlantıdır. Arada herhangi bir araç ve vesile söz konusu değildir. Yüce Allah bu konuda da şöyle buyuruyor:
"Kullarım sana benden sorarlarsa (bilsinler ki) ben onlara yakınım. Bana dua ettiğinde, dua edenin duasını kabul ederim. Şu halde benim çağrıma kulak versin ve bana iman etsinler. Olur ki doğru yola uyarlar." [27]
Ayrıca özel anlam taşıyan ibadetler önceden belirlenmiş olan ve haklarındaki rivayetlerde yer alan bilgilere göre yerine getirilen fiillerdir. Farz namazların rekâtları, hangi vakitlerde yerine getirilecekleri, zekatın farz olması için gereken mal miktarı (nisab), şartları, orucun zamanı, hacc esnasında yapılacak uygulamalar ve bunlann dışında Özel anlam taşıyan ibadetlerle ilgili uygulamaların tümü Önceden belirlenmiştir.
Ancak ibadetlerin sevabı artırmak için bazı şeylerin bulunduğunu da bilmeliyiz. Müslüman bu tür ibadetleri istediği kadar yapabilir. Mesela istediği kadar nafile namaz kılabilir. Dilediği kadar sadaka verebilir. Farz orucu tuttuktan sonra oruç tutulması yasak olan günlere denk gelmemesi şartıyla dilediği zamanlarda oruç tutabilir. İslâm'a göre ibadetler kolaylık ve zorluğun ortadan kaldırılması esasına dayanır.
İbadetler hem miktar yönünden hem de şartlar yönünden kolaydır. Olağanüstü durumlarla ilgili olarak konulan hükümler de ibadetlerin kolaylaştınldiğim gösteren bir durumdur.
İslâm'da ibadetlerin Müslümanın hayatının değişik yönlerini kapsayan etkileri bulunmaktadır. İbadetler inancı hem korur hem kuvvetlendirir. İnsanın ruhi yönünü güçlendirir. Hayatın değişik mücadelelerinde kararlılık göstermesini sağlar. Hayatın zorluklarına karşı gelinmesini sağlayan araçların başta geleni sabırdır. İbadet ise bize sabn öğretmektedir. Mesela oruç bir sabır imtihanıdır. Bunun gibi haccın zorluklarına katlanmak da bir sabır imtihanıdır. İbadet aynı zamanda insana, yüce Allah'ın kendisini sürekli görüp gözetlediği anlayışını kazandırır. Bu ise yüce Allah'ın bizi her yönden kuşatan bütün nimetlerini bilmeyi, itiraf etmeyi ve bu nimetlerden dolayı O'na şükretmeyi sağlayan unsurdur.
İbadet aynı zamanda Müslümana dengeli ve mükemmel bir insani şahsiyet kazandırır. Bir kimse insani olgunluğa ulaşır, kendini arındırır ve irade ruhunu güçlendirirse kendinde bir üstünlük, şeref ve farklılık hisseder. Bu durum ise gerek ferdi ve gerekse toplumu sıkıntıdan, azgınlıktan ve psikolojik hastalıklardan korur. Sürekli Rabb'i ile bağlantı içinde olan, sürekli O'na sığınan, O'ndan yardım dileyen ve başkasına değil yalnız O'na boyun eğen bir kimse niçin sıkıntı içinde olsun.
îbadet, fazilete ve güzel ahlâka sahip olmanın, kendini düzeltmenin ve arındırmanın yoludur.
İbadet aynı zamanda, düzeni gözetme, zamana dikkat, hayatın değerlerini koruma, eşitlik, yardımlaşma, birlik, mensuplarını birbirlerine karşı kin besleyen ve birbirleri ile kavgalı insanların değil de birbirlerine karşı sevgi besleyen insanların oluşturduğu bir toplum meydana getirilmesi gibi Müslümanın hayatı ile ilgili temel ilkelerin yerleşmesini sağlar. Bunun yanısıra ibadetlerin, insanın bedeni ve sağlığı üzerinde de iyi etkileri bulunmaktadır. Gusülde, abdestte, oruçta çok hikmetli şeyler vardır.
Bütün bu saydıklarımızın içinde en önemli olanı ise günahların yok edilmesi, kötülüklerin silinmesi, Allah'ın sevabını haketme ve O'nun hoşnutluğuna kavuşmadır.
Bunlar İslâm'a göre ibadetle ilgili özet bilgilerdir. Bu bilgileri vermekle okuyucunun ibadetler konusuna, İslam'da ibadetle ilgili olarak genel bir anlayış edinmiş olarak girmesini sağlamak istedik. Bu anlayış, onun meseleleri daha iyi kavramasını sağlayacak ve ibadetleri en güzel şekilde yerine getirmesine yardımcı olacaktır. [28]
İyiliği emir, hayra çağrı ve öğüt arasında genel birtakım ilişkiler bulunmaktadır. Bunların tümü genelde öğüt ve başkaları hakkında iyilik isteme niteliği taşımaktadır. Aynı zamanda bunların tümü ile bir şeyler öğretilmekte ve buna ek olarak bir takım pratik şeyler kazandırılmaktadır. Bunlarda ilmin doğrudan etkisi olduğundan, söz konusu görevlerin yerine getirilmesi ile ilim öğrenme arasında bir bağlantı bulunmaktadır. İlmin doğrudan görülen etkisi Öğretimdir. Öğretim ise fiili olarak iyiliği emretme, fiili olarak kötülükten sakındırma ve Allah'ın yarattıklarına fiili olarak öğüt verme işidir. Bundan dolayı bütün bu konular arasında bağlantılar bulunmaktadır.
Bu bölümde temel ibadetleri ele aldık. İlim öğrenme de bir ibadet olduğundan bu konuya da bu bölümde yer verdik. Çünkü yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Allah'tan hakkıyla ancak ilim sahipleri korkar." [29]
İyiliği emir, kötülükten sakındırma ve hayra çağn da ibadettir. Yüce Allah Kuran-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
"İçinizde hayra çağıran, iyiliği emredip fenalıktan alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir." [30]
Yüce Allah, İnsanların birbirlerine sabrı ve hakkı tavsiye etmelerini, kurtuluşa ermelerini sağlayan temel unsurlar arasında anmış ve şöyle buyurmuştur:
"Asr'a andolsun ki insan ziyan içindedir. Ancak iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır." [31]
2- Ahmed bin Hanbel 'in rivayetine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur: "Din nasihattir (öğüttür.)"[32]
Öğüt, iyiliği emir, kötülükten sakındırma, hayra çağn, ilim öğrenme ve öğretme hep ibadet türünden olan amellerdendir. Hatta bunlar ibadetlerin en üstün-lerindendir. Bundan dolayı bu konulan da bu bölümün içine aldık ve ilmin, bir şeyi bilmenin yolu olması ve amelden önce gelmesi, iyiliğin yayılmasının da yola girmiş olanların ilerlemelerine yardımcı olması dolayısıyla bu konuları en başa aldık. [33]
Yüce Allah, Peygamberine emir verer ek şöyle buyurmuştur:
"De ki: Ey Rabb'im benim ilmimi artır." [34]
Bu ayeti kerime ilmin, artırılması gereken bir şey olduğuna işaret etmektedir.
Yüce Allah bir başka ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:
"Allah kendinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de adalet üzere hareket ederek Allah'tan başka ilah olmadığına şahitlik ettiler. Yüce ve hikmet sahibi olan Allah'tan başka ilah yoktur." [35]
Bu ayeti kerime de ilmin ve ilim sahiplerinin üstünlüğünü göstermektedir. Kur-'an-ı Kerim aynı zamanda artırılmaya değer olan ilim türlerini de belirlemiş ve bu türden olan ilimlerin artırılmasını istemiştir. Bu ilimler Allah'ı, O'nun sıfatlarını ve vahyettiklerini bilmekle ilgili ilimlerdir. Yüce Allah ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:
"Allah'tan hakkıyla ancak ilim sahipleri korkar." [36]
Bu ayeti kerime, artırılmaya değer görülen ve artırılması istenen ilmin türlerinin ne olduğuna işaret ettiği gibi ilmin ve sahiplerinin üstünlüğüne de delalet etmektedir. Bu ayeti kerimeden anladığımıza göre artırılması istenen ilim, insanda Allah korkusu doğuracak olan ilimdir. Bu tür ilimlerin başında ise Kitap ve Sünnet ilimleri gelmektedir. Bu ilimler ise bize yüce Allah katından gelen ve Resulullah (a.s) tarafından bildirilen ilimlerdir. Kitap ve Sünnet bize insanda Allah korkusunu doğuracak ilim ile neyin kastedildiğini açıklamıştır. Yüce Allah Kur1-an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Kendilerine bilgi verilmiş olanlar ise şöyle dediler: "Yazık size, iman eden ve iyi iş yapan kimseler için Allah'ın sevabı daha hayırlıdır. Buna ancak sabredenler kavuşturulur." [37]
Bu ayeti kerimeden anlaşıldığına göre gerçek ilim sahipleri ahireti dünyaya tercih eden ve insanlara öğüt görevlerini yerine getiren kimselerdir.
Yüce Allah, Kur'an-i Kerim'in daha başka yerlerinde de şöyle buyuruyor:
"Kendilerine bilgi verilenler Rabb'inden sana indirilenin gerçek olduğunu, mutlak galip ve hamde layık Allah'ın yoluna ilettiğini görürler." [38]
"Hayır o, kendilerine bilgi verilenlerin gönüllerinde açık açık ayetlerdir. Bizim ayetlerimizi zalimlerden başkası inkâr etmez." [39]
Bu ayeti kerimelerden anlaşıldığına göre ilim adamı Kur'an-ı Kerim'in hak olduğunu, onun insanları Allah'ın doğru yoluna ilettiğine inanan ve Kur'an-ı Kerim'in açık mucizeler taşıdığını kalben bilen kimsedir.
Yüce Allah bir başka ayeti kerimesinde de şöyle buyuruyor:
"Size kalkın dendiği zaman kalkın ki, Allah sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır."[40]
Yani Allah kendilerine ilim verilmiş olanları başkalarına karşı derecelerle üstün kılar. Bu ise ilmin üstünlüğünü göstermektedir. Yüce Allah yine şöyle buyuruyor:
"Bütün iman edenlerin toptan savaşa çıkmaları doğru değildir. Her topluluktan bir gurubun dini iyi öğrenmek ve kavimlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı, ki böylece belki yanlış hareketlerden çekinirler." [41]
Bu ayeti kerime de ilim öğrenmeye çalışmanın ve ilim öğretmenin cihad olduğuna işaret etmektedir.
Yüce Allah bir başka ayeti kerimesinde de şöyle buyuruyor:
"Bir insana Allah, Kitab'ı, hükmü ve peygamberliği verdikten sonra onu insanlara "Allah'ı bırakıp da bana kul olun" demesi söz konusu olamaz. Ancak o: a kulluk edin" der." [42]
Burada inceleme ve Öğretimden söz edilerken Rabbani öğretimin değişik yollan bulunduğuna ancak öğretimde ağırlığın Kur'an-ı Kerim öğretimine verilmesine işaret edilmiştir.
Dünya ilimlerine, iyilerin yanısıra kötüler de ortak olurlar. Yerine göre normal bir adam dünya ilimlerinde, Rabbani ilimlere sahip bir kimseden öne geçebilir. [43]
3- Müslim'in rivayetine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur: "Siz dünya işlerinizde daha bilgilisiniz."[44]
Tabiat kanunlarının bilinmesi, sanayi, ticaret, tanm, dünya politikası, ekonomik hayat dallarında uzmanlaşma gibi tamamiyle dünyaya ait ilim dallarında iyilerin yanısıra kötüler de kendilerini gösterebilirler. Bu gibi dallarda uzmanlaşıl-ması ise Müslümanların üzerinde farzı kifaye türünden bir görevdir. Ama yerine göre bu gibi konularda bir Müslüman çok iyi bir noktaya gelemezken bir kâfir gayet yüksek bir seviyeye ulaşabilir.
Yüce Allah, Kur*an-ı Kerim'inde kâfirlerin bu gibi dallarla ilerleme kaydedebileceklerini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Dünya hayatından sadece görüneni bilirler. Onlar ahiretten ise tamamen gafildirler." [45]
"Bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey İstemeyen kimseden yüz çevir. İşte onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz Rabb'in, yolundan sapanı da iyi bilir ve O, yola geleni de iyi bilir." [46]
Bu ayeti kerimeler gösteriyor ki, İslamiyette öncelik derecesine sahip olan ilimler şeriat ilimleridir. Bununla birlikte dünya ilimlerinin Öğrenilmesi de fara kifaye olarak Müslümanlardan istenmiştir. Ancak Müslüman bu ilimleri öğrenirken ahiretini unutmamak ve şeriat ilimlerim ihmal etmemek durumundadır.
Bunu, İslam'ın, ahiretle ilgisi bulunan din ilimlerini öğrenmeye teşvik ettiğinin bilinmesi için söylüyoruz. Ancak nassların geneli seri ilimleri öğrenmeye teşvik etmektedir. Çünkü insanların çoğunun gaflet ettiği ve önemsemediği taraf bu taraftır. Aynı zamanda bütün insanların yükümlü tutuldukları görevlerin bilinmesi de bu ilimlerin bilinmesine bağlıdır. Bununla birlikte bazı şer'i ilimlerin öğrenilmesi kifai farzlar arasına girmektedir. Ancak bu tür kifai farzlar dünya ile ilgili kifai farzlardan farklıdır. Çünkü dinin hükümlerinin uygulanabilmesi ve bütün Müslümanların yapması gereken farzı aynlann neler olduğunun bilinmesi için, öğrenilmesi farzı kifaye olan şer'i ilimlerin bilinmesine ihtiyaç vardır.
Yüce Allah Kur*an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk. Onu yüklenmekten kaçındılar. Ondan korktular. İnsan ise onu yüklendi. Çünkü o çok zalim, çok cahildir." [47]
Bir iasanın üzerine almayı kabul ettiği ve bu yüzden üzerine almakla yükümlü tutulduğu emanetin gereğini yerine getirmesi, ancak bilgisizlikten ve karanlıktan kurtulması ile mümkündür. Kendisinden isteneni üzerine alması gereken ilahi kaynaklı yükümlülüklerini yerine getirmesidir. Bu ise ancak bilgi ve adeletle mümkündür. Peygamberler (a.s) de insanlara bilmeleri gerekeni öğretmek ve onlan arındırmak için gönderilmişlerdir. Bu ise bilgi ve adaleti gerektirir.
Yüce Allah Kur*an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Nitekim içinizde, size ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran ve size Kifcab'ı ve hikmeti öğreten, daha önceden bilmediğiniz şeyleri bildiren, sizden bir peygamber gönderdik." [48]
"Biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve onlarla birlikte Kitabı ve adelet Ölçüsünü indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler." [49]
Nasıl insanlar terazi ile adaletli bir tartım yapabiliyorlarsa adaletin tam anlamıyla uygulamaya konması da ancak Kur'an-ı Kerimle mümkündür. Bundan dolayı adaleti hakim kılmanın yolu ilimdir. însan ancak bu yolla cehaletten ve karanlıktan kurtulabilir, tasanı karanlıktan ve bilgisizlikten kurtaracak olan ilim ise peygamberler aracılığıyla gönderilmiş olan ilimdir. Son peygamber vasıtasıyla gönderilmiş olanlar da Kitap ve Sünnet ile bunlardan kaynaklanan yahut bu iki kaynağa hizmet eden sahalarda derlenmiştir. Bu iki kaynaktan doğan veya bu iki kaynağa hizmet eden ilim dallarının içine Arap dili ile ilgili ilimler, fıkıh usulü, Kur*an-ı Kerim ilimleri, Sünnet ilimleri, fıkıh, akaid ve ahlak ilimleri girmektedir.
İslam'a göre ilmin altı türü bulunmaktadır: Farz, vacib, sünnet, mendub, mekruh ve haram.
Farz ilimler de iki türlüdür: Farzı ayn ve farzı kifaye. Farzı ayn olan ilimlerin içine İslam'ın bir bütün halinde bilinmesi, insanın uygulaması gereken fiillerin ve bunların neleri gerektirdiğinin etraflıca bilinmesi girer. Din ve dünya işlerinin düzene konulmasında ihtiyaç duyulan ilimlerin tümü ise farzı kifaye türünden olan ilimlerin arasına girmektedir. Vacib ilimler ise farz ilimlerden sonra, sünnet ilimlerden ise önce gelenlerdir. Mesela Kur'an-ı Kerim'den ezberlenmesi farz olan miktardan fazla olarak bir şeyler ezberlemek böyledir. Sünnet olan ilimlerin arasına da Kitap ve Sünnet'i ezberlemek ve anlamak ile ilgili ilimler girer. Mendub olan da, bir kimsenin farzı kifaye veya farzı ayn türünden olan bir ilmi derinlemesine bilmesidir. Mekruh ilimler mekruh olan şeyleri öğreten ilimlerdir. İnsana herhangi bir yaran olmayacak sırf eğlence türünden işlerle ilgili ilimlerin öğrenilmesi böyledir. Haram ilimler ise yapılması ayni olarak haram kılınmış işleri öğreten ilimlerdir. Mesela sinirin veya haram bir işe götüren bir ilmin Öğrenilmesi böyledir.
Mükemmel derecedeki ilim adamı ilmi, ameli, yaşayış tarzını, karakteri ve görünüşü bizzat ResuluUah (a.s)'tan alan, Kitab'ı ve Sünnet'i insanlara öğretmek ve nefisleri arındırmakla meşgul olan kimsedir.
Ahiret ile ilgili şeriat ilimleri Kitap ve Kitab'ın açıklayıcısı olan Sünnet ile ilgili ilimlerdir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde Kitab'ını bu Özelliği ile anmış ve şöyle buyurmuştur:
"O, kıyametin kopacağını gösterir bir ilimdir." [50]
Bazıları bu ifadedeki zamirin Kur'an-ı Kerim'e işaret ettiğini söylemişlerdir ki bu açıklamaya göre Kur'an-ı Kerim, kıyamet ile ilgili ilimdir. Buradan anlaşıldığına göre Kitap ve Sünnet ilmi öğrenilmesi arzulanan şer'i ilimdir. Bu iki kaynaktan doğan ve bu iki kaynağın amaçladıklarım gerçekleştirmeye yarayan bütün ilim dallan da Öyledir. Bu ilimleri de onlara hizmet eden ve sözkonusu iki kaynağın amaçlarından herhangi bir şeyi açıklayan ilimler sarmaktadır. İşte ahirete gönül verenler açısından ilimlerin en Üstünü bunlardır. Bu ilimlere sahip olanlar da peygamberlerden sonra insanların en üstünleridirler. [51]
4- Ahmet bi n Hanbel, ResuluUah (a.s)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:[52]"İlim adamları peygamberlerin varisleridirler..."
Dine bağlı olduklarını ileri süren bazı kimseler de dahil olmak üzere bugün pek çoklarına bunun tam tersi bir anlayış hakim olmuştur. Böyle bir şeyden ise Allah'a sığınırız.
Mutlak anlamda ilim; herhangi bîr şeyi bilmektir. İlim, dinin hakim kılnma-sında, dünyanın ve dünya siyasetinin düzene sokulmasında başta gelen unsurdur. Daha önce İslam'a göre bazı ilimlerin her Müslüman tarafından öğrenilmesi gereken farzı ayn ilimler türünden olduğunu açıklamıştık. Bu ilimler Müslümana yüce Allah tarafından yüklenen görevlerin gereği gibi yerine getirilmesi için ihtiyaç duyulan ilimlerdir. Bu ilimler ise kişinin gücüne, üzerindeki sorumluluğa ve karşı karşıya bulunduğu şartlara göre kişiden kişiye değişiklik gösterir.
Bir de öğrenilmesi farzı kifaye olan ilimler vardır ki, bunlar gerek dinin uygulamaya konmasında gerekse dinin ışığında dünya işlerinin düzene konulmasında ihtiyaç duyulan uzmanlık alanlarıdır. Öğrenilmesi farzı kifaye olan bu ilimlerle ilgili görevler bütün ümmetin üzerindeki görevlerdir. Ümmetin farzı kifaye türünden olan bütün ilimlerde, kendi mensupları arasından, ihtiyacını karşılayacak kadar eleman yetiştirmesi gerekmektedir. Bir Müslüman farzı kifaye ilimlerden birinde kendini yetiştirmek üzere ortaya çıkarsa bu ilmi öğrenmek onun açısından farzı ayn olur ve öğrenmemesi durumunda günah işlemiş sayılır. Eğer ümmet farzı kifaye ilimlerden herhangi birini ihmal ederse, o zaman bundan dolayı bütün ümmet günah işlemiş sayılır. Bu alanda güç sarfedenlerden ise günah düşer. Bu alanda çalışma imkanı ve gücü olduğu halde çalışmayan ve hiçbir güç sarfetmeyen kimsenin günahı îse daha fazladır. Bu yönden bakıldığında İslam ümmeti için en önemli konunun planlı çalışma yapmak olduğu ortaya çıkar. Bunun gerçekleştirilebilmesi için İslam beldelerinden her bir ülke, belde ve kent açısından ne gibi ilimlerin farzı kifaye ilimlerden sayılabileceğinin aynı şekilde bütün islam ümmeti ve nerede olurlarsa olsunlar tüm Müslümanlar açısından farzı kifaye ilimlerin neler olduğunun tesbit edilmesi gerekir. Eğitim öğretim programları da bu şekilde Müslümanlara farzı aynı ve farzı kifaye ilimlerin öğretilmesi esasına göre düzenlenir. Bunu, İslam'ın din ilimleri ile birlikte dünya ilimlerini Öğrenmeye de teşvik ettiğine ve Müslümanların bütün ilim alanlarında sırf Allah (c.c)'ın nzası için çalışmalarını istediğine yeniden ve özellikle dikkat çekmek için söylüyoruz. Bütün ilimlerin Allah'a karşı ihlas gösterilmesi ve O'-nun rızasını kazanma gayesiyle öğrenilmesi durumunda bütün ilimler, ahiren' kazandıran ilimler arasına girer.
Ancak dünya ilimlerinin genel karakteri gereği, insanlar çoğunlukla bu ilimlere koşmakta ve bu alanlara kendilerini verebilmektedirler.
Bunun yanısıra dünya ilimlerinin hissedilir bir yaran bulunmaktadır. Bundan dolayı dünya ilimleri çekici, yerine göre aldatıcı ve yanıltıcı olabilmektedir. Ayrica insanların dünya ilimlerinin daha üstün olduğunu sanmamaları için nasslann çoğunda dini ilimlerin öğrenilmesine teşvik edilmiştir. Gerçekte üstün olan ilimler de din ilimleridir. Çünkü din uygulamaya konarsa, dünya işleri de düzene girmiş olur. Din uygulamaya konmadığı takdirde ise din de gider dünya da. Dünya işlerini sağlıklı bir düzene sokacak olan doğru dindir. Çünkü görevleri yerli yerince belirleyen, insanlara işleri nasıl düzene koyacaklarını Öğreten, insanlara gerçek adaletin nasıl uygulamaya konacağını bildiren sistem doğru dindir. Sayılan şeyler gerçekleştirilmedikçe de dünya düzene girmez.
İslam şeriatı insanlara toplumsal adaleti öğretmektedir. Bundan dolayı zekatı farz kılmıştır. Yine yargı adaletini Öğreten de İslam şeriatıdır. Kısası da bunun i-çin koymuştur. Topluma karşı herhangi bir saldırıyı yerli yerince cezalandıran da İslam şeriatıdır. Bunun için de hadd cezalarını koymuştur.
İslam şeriatı ekonomik ilişkilerde de dengeli bir adaleti sağlamaktadır. Bu yüzden alışverişi helal, faizi ise haram kılmıştır. Bunun yanısıra İslam şeriatı yine ailede, toplumda ve hüküm verilmesi konusunda adaleti sağlamaktadır. İnsanın iç ve dış dünyasında adaleti sağlayan da İslam şeriatıdır. İslam şeriatı üzerinde düşünen kişi onun tümüyle adalet olduğunu ve onun dışında bir düzenle adaletin hakim kılınması ümidi olmadığını görür. Adalet ise doğru bir anlayışa sahip her insanın arzuladığı bir şeydir
İslam şeriatı, her bir fertten ve bütün ümmetten, bir insandan ve bütün insanlardan yapılması arzulanan görevleri yerine getirmelerini istemektedir. Görevler çoktur. Bunların kimisi Allah'a karşı, kimisi de insanlara karşı görevlerdir. Görevlerin bazıları her bir kişinin yapması gereken (farzı ayn) türden, bazıları da bazı kimseler yaptığında başkalarının yapmasına gerek kalmayan (farzı kifaye) türdendir. Bunun yanısıra kimi görevler insanın dıştan fiilen yapması gereken türden, kimi görevler de iç dünyası ile ilgilidir. Ancak bütün bu görevler birbirleri ile bağlantılıdır.
İslam şeriatı insana bütün işleri nasıl yerli yerine oturtacağını öğretmektedir. Kişi buna uyarak hikmetli hareket etme özelliği kazanabilir. Toplumlar da aynı özelliği bu yolla kazanabilirler. Yine İslam şeriatı, insana; anne-babasına, büyüklerine nasıl muamele edeceğini öğretmektedir. İslam şeriatı yargı, siyaset, toplumsal ilişkiler, ekonomi, insanların birbirleriyle olan ilişkileri ile ilgili işlerin nasıl düzene konulacağı hakkında bilgiler vermektedir. Sonra kişiye kalbinin hikmet üzere olmasının neyi gerektirdiğini Öğretmektedir. Ahlakının nasıl olması gerektiğini bildirmektedir. İşte bu yüzden, gerçek dinin uygulamaya konmaması durumunda dünye işlerinin de karışacağını ve bozulacağını söylüyoruz. Bu husus yüce Allah'ın Kitab'ında da şu şekilde dile getirilmektedir:
"Benden size bir hidayet geldiği zaman kim benim bu hidayetime uyarsa o sapmaz ve sıkıntıya düşmez. Ama kim beni anmaktan yüz çevirirse onun için de dar bir geç im vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak hasrederiz."[53]
İşte bu sebepten ve daha başka sebeplerden dolayı şeriat ilimleri en üstün i-limler olarak görülmüştür. Çünkü dinin uygulanmaya konması ve dünya düzenin sağlanması bu ilimlerle mümkündür. İşte Allah'ın din hakkında bilgi sahibi olunmasına teşvikte bulunulmasının sebebi budur.
Ahirete nisbetle dünyanın herhangi bir değeri yoktur. Dünyanın ahirete göre durumu bu olduğundan, insanı ahirette kurtuluşa erdirmeyecek ilimlerin de pek değeri yoktur. Bu yüzden nasslarda daha çok farzı ayn türünde olsun farzı kifaye türünden olsun dini ilimlerin öğrenilmesine teşvikte bulunulmuştur. Bununla birlikte şeriatın ışığında dünya işlerinin düzene konulmasını sağlayacak bütün ilimleri farzı kifaye olarak gördüğümüzü, ancak bunların ikinci derecede geldiklerini belirtelim.
Dünya ilimlerinin ikinci derecede geldiklerine dair açıklamamız bu ilimlerin Allah katındaki ve iman sahiplerinin nazanndaki fazilet ve üstünlüğü açısındandır. Ecir yönünden bu şekilde değerlendirilmesi zorunlu değildir. Bir insan yerine göre, dünya işleriyle ilgili bir farzı kifaye görevi yerine getirmekle dinle ilgili bir farzı kifaye görevi yerine getirenden daha çok sevap alabilir.
Örneğin kıraat ilimlerin öğrenilmesi dini yönden farzı kifaye olan görevlerdendir. Bunun yanısıra çağımızda atomla ilgili ilimlerin öğrenilmesi de dünya ile ilgili farzı kifaye görevlerdendir. Müslümanlardan bazılarının bu tür dünyevi ilimlere tam bir samimiyetle sarıldıklarını, yüce Allah'ın da kendi lütfü ile onlara bu ilim alanlarında çeşitli imkanlar açtığı ve buna bağlı olarak İslam'ın ve Müslümanların bugünkü dünya şartlarında yeni bir konuma geldiklerini düşünelim. Kıraatlarla ilgili ilimlerin de atom ilimlerinin de Öğrenilmesi zorunlu olan farzı kifaye ilimlerden olmasıyla birlikte bunlardan hangi alanda çalışanlar daha fazla ecri hakederler sorusu akla gelmektedir. Bir ihtimal ikinci alanda çalışanlar daha çok ecri hakederler. Eğer iyi niyetle hareket ederlerse dünya ile ilgili farzı kifaye ilimleri öğrenenlerin bazılarının alacakları ecirler, dini yönden farzı kifaye olan ilimleri öğrenenlerin ecirlerinden daha az olmaz. Ancak genel yönden şeriat ilimleri daha değerli, daha üstün ve daha çok ecir kazandıran ilimlerdir. Bir ilim de akla ne derece yakın olursa o derece üstün olur. Gayelerden uzaklaşılarak araçlara yaklaşıldığı ölçüde de derece düşer. Ancak bununla birlikte hepsi farzı kifa-yedir.
Kitap, Sünnet, fıkıh, fıkıh usulü gibi ilimlerde uzmanlaşmak ve derinleşmek dil ilimlerinde uzmanlaşmaktan daha faziletlidir. Ancak Kitab'ı ve Sünnet'i anlayabilmek ve bunlardan nasıl hüküm çıkarılacağı konusunda bilgi sahibi olabilmek için dil ilimlerine de mutlaka ihtiyaç vardır.
Her halükârda öğrenilecek ilim, ister farzı ayn, ister farzı kifaye olsun, ister dinle ilgili, ister dünya ile ilgili farzı kifaye olsun niyetler düzgün olduktan sonra ilim öğrenmek ibadetlerin en üstünüdür. Çünkü ibadetin ve kulluk görevinin hak-kıyle yerine getirilmesinin şartı din ilimlerine sahip olmaktır. Bu görevlerin kabule uygun olması şartı da sözkonusu ilme sahip olmaktır. Bu ilimlere sahip olmak aynı zamanda dünya işlerinin özenle, yerli yerince yürütülmesi ve doğru bir şekilde geliştirilmesi için şarttır.
Dinin uygulanması ve dünya düzeninin sağlanması ile ilgili ilimle, farzı kifaye olduğundan bu ilimlerde derinleşilmesi de mendup sayılmıştır. Hanefi fakih-lerinden olan İbni Abidin de Haşiye'sinde böyle söylemektedir. Bu düşünceyi yani bütün dini ve dünyevi ilimlerde uzmanlaşmış, derin bilgilere sahip ilim adamları yetiştirme düşüncesini tam olarak uygulamamız durumunda Müslümanların ne derece üstün bir seviyeye ulaşacaklarını, sonra Müslümanların böyle bir seviyeye ulaşmış olduğu dünyanın durumunun ne kadar güzel olacağını düşünmeliyiz.
İlim alanında farzı ayn ve farzı kifaye görevler bulunduğu gibi ameli ilim (uygulamalı ilim) alanında da farzı kifaye görevler bulunmaktadır. İlim amelden Önce gelir. Biz: "Çağımızda Üç Şey Üzerinde Düşünelim" adım taşıyan bir risalemizde bu konu üzerinde durmuş ve bu konu içine giren meselelerle ilgili delilleri sıralamaya çalışmıştık. Bu risaledeki bazı açıklamalarımız şöyleydi:
Müslümanm hayatı ve İslam ümmetinin gidişatı ile ilgili en önemli konulardan birisi de farzı aynı ve farzı kifaye görevlerin ne şekilde ele alınıp değerlendirileceği konusudur. İlim adamları, şeriatın temelini oluşturan nasslan incelemeleri, bunların anlamlarını, dayanaklarını ve vermek istedikleri anlayıştan gözden geçirmeleri sonucu farzların iki kışıma ayrıldığına hükmetmişlerdir: Bunların ilki ayni farzlardır ki, bunları her bir Müslümanm yerine getirmesi gerekir. İkincisi ise kifai farzlardır. Bunların yerine getirilmesi de Müslümanların ortak görevleridir.
Bu iki farz türünün her biri kendi aralarında ikiye ayrılmaktadırlar: Ameli farzlar ve ilmi farzlar.
Mesela ayni farzlardan olan namazın bir teorik ilmi yanı, bir de uygulama yanı bulunmaktadır. Tıp ilminin güzelce öğrenilmesi ise kifai farzlardandır. Ancak tıp alanında uzmanlaşmış olan bir doktorun bu alanda hizmet vermesi ikinci bir farzı kifayedir.
Farzı kifaye ve farzı ayn kavramlarının iyi anlaşılması, gerek Müslüman ferdin ve gerekse ümmet tarafından öğrenilmesi istenen önemli kavramlardandır. Çünkü İslam'n mükemmel bir şekilde uygulanması Müslüman ferdin üzerindeki farzı ayn türünden olan görevleri ve ümmetin yapması istenen farzı kifaye türünden görevleri kavrayıp uygulamaya koymasına ve ümmetin üzerinde ne gibi farzı kifaye türünden görevler olduğunu bilip gereğini yerine getirmesine bağlıdır. Farzı ayn ve farzı kifaye türünden görevlerin, gerek teorik olarak Öğrenilmesi ve gerekse uygulamaya konması konusunda yapılacak kusurun zararım da İslam ümmeti ve bu ümmetin fertleri çekecektir.
Bazı farzı ayn görevlerin sürekli şekilde yerine getirilmesi gerekmektedir. Ancak bazı özel durumların ortaya çıkması sebebiyle bu özel durumlarla ilgili hükümlere göre hareket edilmesi sözkonusu olabilir. Bazı farzı ayn görevler ise gelişmelere bağlı olarak yerine getirilir. Farzı kifayeler için de aynı durum söz-konusudur. Kifai farzların çoğusunun yerine getirilmesi ortaya çıkan gelişmelere bağlı olarak istenir.
Mesela sağlıklı bir fıtrat üzere olan ve dürüst bir kalbe sahip olan bir Müslüman için de nefsini arındırmak bir farzı ayn olmakla birlikte, bu görev kendisini bozuk bir çevre içinde bulan bu yüzden bir takım nefsani hastalıklara maruz kalan kişi açısından daha önemli ve daha Önceliklidir. Bu örnekteki ikinci şahıs açısından nefsini arındırma ayni farzının birinci şahısa göre hem teorik yönden hem de pratik yönden daha ağırlıklı bir yeri vardır. Bunun gibi kırsal bir toplumdaki kifai farzlar ile şehir toplumundaki kifai farzlar arasında bazı farklılıklar vardır. Aynı şekilde uçak, atom ve elektrik sanayisinin geliştiği çağdaki kifai farzlar, başka çağdaki kifai farzlardan farklıdır... Bundan dolayı bütün çağlarda ve ortamlarda o çağlara ve ortamlara göre olan ayni farzların ve kifai farzların bilinmesi Önemli bir görevdir.
Biz yeniden konunun başına dönelim:
İlim adamları kişinin yapması gereken farz görevlerden söz eden bir takım nasslar bulunduğunu tesbit etmişlerdir. Bunlardan bazıları şöyledir: [54]
5- Ibni Mace 'nin rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:[55] "İlim öğrenmeye çalışmak her Müslümanın üzerine farzdır."
Kur'an-ı Kerim'de bu şekildeki farz görevlerden söz eden ayet-i kerimelerin bazıları ise şöyledir:
"Ey iman edenler! Sizden Öncekilere farz kılındığı gibi, (fenalıklardan) sakınırsınız diye oruç sizin üzerinizede farz kılındı." [56]
Bu farzı her bir ferdin yerine getirmesi gereken bir farz olduğu yüce Allah'ın şu sözü ile teTcid e dilmektedir:
"Sizden kim bu ay'a erişirse onda oruç tutsun." [57]
Bunun yanısıra bazı farzlar vardır ki, bunları bir ferdin yalnız başına yerine getirmesi mümkün değildir. Bu gibi görevlerin de cemaat halinde yerine getirilmesi gereken görevler olduğu anlaşılır. Yüce Alah bir ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:
"Bu indirdiğimiz ve hükümlerini kesinleştirdiğimiz bir suredir." [58]
Bu surede bazı had cezalarından söz edilmiştir. Zina suçu işleyen bir kişiye zina haddini uygulamanın bir tek fert tarafından yerine getirilmesi mümkün olmayan bir yükümlülük olduğu insanın anlayacağı bir şeydir. Şeriatta bunun benzerleri hayli çoktur. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Ey İman edenler! Öldürülenler hakkında üzerinize kısas uygulaması farz kılındı." [59]
Yüce Allah bir başka ayeti kerimesinde de şöyle buyuruyor:
"Aranızdan arkalarında kanlarını barakarak ölenlerin kanlan, kendi kendilerine, dört ay on gün beklerler. Bekleme sürelerini tamamla malannd an sonra on-lann kendi haklarında örfe uygun olarak yaptıklarından dolayı size bir sorumluluk yoktur. Allah yaptıklarınızı bilmektedir." [60]
Bu tür görevlere bir başka örnek de şu ayeti kerimede sözü edilen görevdir:
"Savaş, hoşunuza gitmemekle birlikte üzerinize farz kılındı. Bir şeyde hoşlanmadığınız halde o sizin iyiliğinize olabilir. Ve yine bir şeyi sevdiğiniz halde o sizin için fena olabilir. Allah bilir, siz bilemezsiniz." [61]
İşte burada işaret ettiğimiz görevlere ve benzerlerine dayanarak ilim adamları farzların her yükümlü kişinin yapması istenen ayni olanlarının bir de ümmetin tümü üzerinde bir görev olarak kabul edilen kifai olanlarının bulunduğuna hükmetmişlerdir.
Kifai farzlann belirlenmesi ve ayni farzların bilinmesi, gerek Müslüman fert ve gerekse ümmet açısından önemli bir görevdir. Hatta işe buradan başlanılması gerekir. Bundan dolayı İslam için çalışanlar ve davetçiler açısından bu görev oldukça Önemli bir görevdir. Hatta İslam ümmetini ileri götürme alanında çalışma yapanlar açısından da oldukça önemli bir görevdir. Bunların bu farzları belirlemeleri, genele yaymaları ve pratik olarak da bu farzlann yerine getirilmesi yolunda çalışmaları gerekmektedir. Bu hususun bilinmesinden sonra bir tek kişinin bütün farzı kifayeleri etraflıca bilmesi genellikle mümkün değildir. Bu yüzden farzı kifayelerin neler olduğunun iyi belirlenebilmesi ve sınırlarının konulabilmesi için güçlerin birleştirilmesine, ortak çalışmalar yapılmasına ihtiyaç vardır. Biz buradaki kısa açıklamada bazı önemli başlıklara işaret etmeye çalışacağız.
Farzı kifayelerin tesbiti konusunda yararlanacağımız bazı kurallar bulunmaktadır:
Birincisi: Dinin uygulanmasında ve dünya işlerinin düzene konulmasında ihtiyaç duyulan görevlerin tümü farzı kifaye türünden olan görevlerdir.
İkincisi: Hakların sahiplerine ulaştmimasında ihtiyaç duyulacak işlerin tümü kifai farzlar arasına girmektedir.
Üçüncüsü: Bir vacibin yerine getirilmesi için ihtiyaç duyulan şeydir ki, böyle bir şey de vacibtir. Buradan anlaşıldığına göre farzı kifayelerin işlenmesine yardımcı olan araçlarla ilgili görevler de farzı kifayelerin arasına girmektedir. İlim adamlarının nazarında temel kurallardan sayılan bu üç kuralın bilinmesi, burada ele aldığımız farzı kifayelerin sayısının ne kadar olduğu üzerinde fikir edinilmesine yardımcı olacaktır.
Sadece bu üç kurala dayanarak onbinlerce kifai farz tesbit etmemiz mümkündür. Bu arada kifai farzlann bir ilmi teorik yanının olduğunu bir de pratik (uygulama ile ilgili) yanının bulunduğunu bilmeliyiz. İlmi kifai farzlann içine onlarca ilim girmektedir. Uygulama ile ilgili kifai farzlann yerine getirilmesi için de onlarca uzmanlık alanına ihtiyaç vardır. Bu durum kifai farzlar dairesinin ne derece geniş olduğunu göstermektedir. Konu ile ilgili yararlı olacağına inandığımız bazı örnekler verelim:
Petrol üretimi alanı ile ilgili pek çok ilim dalı bulunmaktadır. Bu işin gerçekleştirilmesi için ihtiyaç duyulan araçlar da bir hayli çoktur. Bütün bu araçlann üretilmesi ile ilgili pek çok ilim alanı bulunmaktadır. Petrolün karadan veya denizden çıkanlmasının kendine göre ilim dalları ve araçlan bulunmaktadır. Petrolün çıkanlmasından sonra anndınlması ve pazarlanması merhalesi gelmektedir. Aynca petrolden elde edilen bir takım yan ürünler vardır. Bu yan ürünlerin her birinin belli kullanım alanları bulunmaktadır. Bu kullanım alanlarına göre de sanayiler geliştirilmiştir. Bu sanayi dallannın ürettiği eşyalann belli pazarlara ve pazarlamaya ihtiyacı vardır. Dolayısıyla bütün bu sanayilere göre uzmanlık alanları bulunmaktadır. Petrol borulannın üretimi, birbirlerine monte edilmesi, bunlardan yararlanılması, ürünlerin değerlendirilmesi ve Ümmetin yaranna olacak şekilde kullanılması, hep birbirleri ile bağlantısı olan ve birbirlerini izleyen kifai farzlardır.
Bu bilgilerden yola çıkarak birbiri ile bağlantısı olan uzmanlıklar zinciri, bununla ilgisi bulunan araçlan ve aletleri vardır. Sadece bu alanla ilgili olarak ve pak çok bölgeden sadece bir tanesini ilgilendiren yüzlerce kifai farz bulunmaktadır.
İslam ümmetinin gerek geneldeki ihtiyaçlannı gerekse bölgesel ihtiyaçlannı göz önünde bulundurursak sadece bu alanda onbinlerce uzman ve ilim adamı yetiştirilmesi gerektiğini anlanz. Değişik bölgelerde yaşayan tüm Müslümanla-nn ihtiyaçlannın karşılanması için bu elemanlann yetiştirilmesinin zorunlu olduğu görülecektir.
Bu değerlendirmeyi tanm, sanayi, ticaret, askeri, şehirleşme vs. alanlan açısından da yapabiliriz. Sanayinin içerisine ilaç sanayisi, sağlık araçlan sanayisi* silah ve savaş malzemeleri sanayisi, hava, deniz ve kara taşımacılığı sanayisi gibi pek çok sanayi dallan girmektedir... Buna göre bütün kifai farzlann öncelikli bir şekilde tesbit edilmesi gerekmektedir.
İlmin amelden önce geldiği biliniyor. Buna göre ilmi olarak ihtiyaç duyulan kifai farzlar ne kadar çoktur! Bütün bu ihtiyaçlann karşılanması için ne kadar geniş çaplı eğitim-öğretim proğramlanna ihtiyaç duyulacaktır? Bunlann tümü dünya hayatındaki refah ve düzen için ihtiyaç duyulan alanlardan bazılandır.
Şimdi biraz da dinin uygulamaya konması için ne gibi kifai farzlann yerine getirilmesi gerektiğine dair örnekler verelim:
Dinin mükemmel bir şekilde uygulamaya konması ancak her bir Müslümanm üzerine düşen görevi tam olarak yerine getirmesi ve İslam hükümlerini uygulayacak bir devletin kurulması ile mümkündür. Çünkü fıkıhçılann açıklamalanna göre İslam devletinin görevi, din ve dünya işlerini düzenli bir şekilde yürütmektir. Dünya işlerinin belli bir düzen içerisinde yürütülebilmesi için ne gibi kifai farzlann yerine getirilmesi gerektiği konusunda bazı örnekler verdik. Burada da dinin uygulanması için yerine getirilmesi gereken kifai farzlardan söz edeceğiz.
Bazı ilimler İslam'ın ayakta kalması ve varlığını sürdürmesi için bilinmesi zorunlu olan ilimlerdir. Arap dili ile ilgili ilimler, mantık, fıkıh usûlü, akaid, fıkıh, ahlak ve gidişat ilmî, tefsir ve Kur'an-ı Kerim ilimleri, sünnet ve hadis ilimleri, siret ve sahabenin hayatı ile ilgili ilimler, hadis ravilerinin ve ilim adamlannm tanınması ile ilgili ilimler, İslam tarihi, kıraat ilimleri, başkalanna karşı kesin delil göstermek için ihtiyaç duyulan ilimler, İslam ümmetinin ve Müslümanların mevcut durumları ile ilgili ilimler, İslam siyasi şuurunun kazandırılması için ihtiyaç duyulan ilimler ve benzerleri bu tür ilimlerdendir.
Bütün bu alanlarda Müslümanların ihtiyaçlarına cevap verecek kadar ilim adamı, uzman yetiştirilmesi gerekmektedir. Bu ilim adamlarının sadece bir bölgede değil, ihtiyaca göre ve zaruret ölçüsünde bütün İslam beldelerinde yetiştirilmeleri gerekir. Bazı ilimler vardır ki, bir beldede o ilim dalında yetişmiş sadece bir kişinin bulunması yeterlidir. Bazı ilim dallan da vardır ki, her bir beldede o dalda onlarca ilim adamının yetiriştirilmesine ihtiyaç olur. Bu gibi ilim dallarında sadece uzman yetiştirilmesi yetmez, aynı zamanda bu uzmanların halka ulaşması gerekmektedir. Davet ve öğretim ile ilgili farzlar da bu alanın içine giren farzlardır. Eğitim kurumlarının kurulması, kitaplar, gazeteler, dergiler yayınlanması, radyo ve TV istasyonları kurulması ile ilgili düşünceler de davet ve eğitim ile ilgili farzlara dayanmaktadır. Bütün bu kurumların ve araçların her birinin kendi alanındaki ihtiyacı pratik olarak karşılayacak seviyede olması gerekmektedir. Sonra bu alanlarda kullanılacak aletlerin, araçların tedariki ve ihtiyaçların karşılanması gelir. İşte bunların tümü ile ilgili görevler kifai farzların içine girmektedir.
Bu sayılanların tümü dinin hakim kılınmasıyla ilgili görevlerin eğitim, Öğretim ve iletişim alanları ile ilgili olardandır.
Ekonomik, sosyal ve siyasi hayatta dinin hakim kılınabilmesi için bu alanlarda yetişmiş uzmanlara ve bu alanlarla ilgili çeşitli ilimlerin öğretilmesine ihtiyaç vardır. Bunun için siyaset, hukuk ve yargı alanlarında etraflıca bir eğitim ve öğretime ihtiyaç vardır. Ümmetin bütün bu alanlarla ilgili ihtiyaçlannın karşılanabilmesi ve bu alanlarla ilgili uygulamalann gerçekleştirilebilmesi için ne kadar da çok yetişmiş elemana ihtiyaç olacaktır!
İslam toplumunu devletin koruyacağını biliyoruz. Bunun gerçekleştirilmesi, bazı organların oluşturulmasını gerektirir. İyiliği emredip kötülükten sakındıran-lar ve davetçiler bu iş için gecelerini uykusuz geçireceklerdir. Bu ise o alanlarda çalışanların bulunmasını gerektirir. Yine Müslüman toplumun hayatının cihad ile bağlantısının olduğunu biliyoruz. Cihad ise savaşçılann bulundurulmasını, savaş hazırlıklannm yapılmasını, bu konuda teoriler geliştirilmesini, eğitim ve planlama yapılmasını gerektirir. Bu konu, çağımızda bir hayli çetrefil bir hal almıştır. Ancak bu alanla ilgili farzlar da kifai farzlar arasına girmektedir. Bu açıklamalarla çağımızda ümmetin dini hakim kılmak için ihtiyaç duyduğu alanlarla ilgili kifai farzlar hakkında bazı bilgilere değinmiş olduk.
Şimdi de bugün içinde bulunduğumuz durum üzerinde biraz durarak meseleye bir de bu açıdan yaklaşalım. İslam düzeninin hiç uygulanmadığı ve cehaletin her taran kuşattığı yahut çoğunluğa hakim olduğu bir bölgeyi ele alalım. Bu şartlarda yaşayan bir bölgeyle ilgili kifai farzlar neler olacaktır?
Böyle bir bölgede yerine getirilmesi gereken görevlerin başında insanları Allah'ın yoluna çağırma farzı gelir. Böyle bir bölgede yürütülecek davet çalışma-lannın bölgenin her tarafına yayılabilmesi için çok geniş çaplı bir faaliyete ihtiyaç olacaktır. İşte böyle bir faaliyetin gerektireceği her şey kifai farzlar arasına girer. Gerek erkeklerin gerek kadınlann arasından davetçilerin çıkarılması gerekir. Bunun gibi işçilerin, köylülerin ve kültürlü kesimlerin arasında davet çalış-m al arını yürüten insanlar olmalı. Davet çalışmalan hem evlerde, hem kurumlarda, hem okullarda, hem üniversitelerde, hem camilerde ve hem de kahvelerde yürütülmelidir. İşte bütün bu davet çalışmalarını yürütecek davetçilerin çıkanlma-sı ve davet çalışmalanm organize edecek, davetçilerin faaliyetleri arasında bir bağlantı kuracak yönetimin oluşturulması hep farzı kifayedir.
Bunun yanısıra davet; eğitim, oluşum ve Öğretim kapısıdır. Davete icabet e-den birinin üzerine, gerekli bilgileri öğrenmesi ve bir Müslümanın yaşadığı çağda üzerine düşen görevleri yerine getirmesini sağlayacak İslami bir eğitim alması gerekir. Bu itibarla İslam ümmetinin bu alanla ilgili ihtiyaçlannı karşılayacak Müslüman davetçilerin ve eğitimcilerin yetiştirilmesi, bütün bu faaliyetleri organize edecek, eğitimcilerin ve öğretim elemanlannın çalışmalanm düzenleyecek bir yönetim kadrosu oluşturulması da kifai farzlar arasına girmektedir. Ancak bu yolla her bir Müslümanın İslami ilimlerden, kültürden ve eğitimden yaşadığı çağın gerektirdiği kadar miktarda bir payı ve ihtiyacı olan şeyin tam ve düzenli olarak alması mümkün olabilir. Bu tür eğitim ve öğretim çalışmalan, ders halkaları, sohbet meclisleri, eğitim kurslan vs. düzenlenmesi ile mümkündür. İşte bütün bu faaliyetler kifai farzlar arasına girmektedir. İslam daveti ise büyük bir eğitim ve kültür çalışmasını gerektirmektedir. [62]
6- Ebu Davud, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:[63] "Müşriklere karşı, mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz." Bir başka hadisi şerifte ise şöyle denilmektedir: [64]
7- Müslim, Resulullah (a,s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:[65]
"Kim onlara karşı eliyle cihad ederse o mü'mindir. Kim kalbiyle cihad ederse o da mü'mindir. Yine kim onlara karşı diliyle cihad ederse o da mümindir. Ama bunun ötesinde hardal tanesi kadar bir iman mevcut değildir."
Bugün dünyada çeşitli ilkeleri etrafa yayan, yahut bir takım görüş ve tutumları savunan ya da bazı ilkelere ve görüşlere karşı çıkan büyük iletişim araçları bulunmaktadır. Müslümanların bu gibi araçlar vasıtasıyla yapılan saldırılardan nasipleri ise oldukça yüksektir. Bunun yanısıra İslam'ın etrafa yayılması ve insanların geneline tanıtılması gerekmektedir. Yine Müslümanların bilinmesi gereken bir takım tutumları olmaktadır. Yahut Müslümanların bu gibi tutumlar sergilemesi gerektiğine bütün Müslümanların inandırılmasına ihtiyaç vardır, fşte bütün bu faaliyetler iletişim araçlarından yararlanılmasını gerektirmektedir. Çağımızda iletişim araçlarının belli başlıları ise şunlardır: Gazete, dergi, video ve teyp kaseti, radyo, televizyon, mektup, makale, konuşma, konferaas ve yorum. Bütün bu araçların her biri ile ilgili özel bilgiler, sanatlar ve uzmanlık alanları bulunmaktadır. Bir gazete çıkarmak istendiğinde, etkili yazarlara, baskı tesislerine ve yönetim kadrosuna ihtiyaç olacaktır. Dergi çıkarmak istendiği zaman da aynı durum söz konusudur. Yayın, dağıtım, tanıtım işleri de bu alanla ilgilidir. Bu tür faaliyetlerin gerçekleştirilmesi aynı zamanda çeşitli yerlerde muhabirlerin bulundurulmasını, haber ajanslarının kurulmasını, yorumcuların, yazarların, strateji uzmanlarının yetiştirilmesini gerektirir. İşte bütün bunlar, konumlan belirlendikten sonra hepsi kifai farzlar arasına girmektedir.
İletişim aynı zamanda, kendi tabiatı itibariyle siyasî faaliyetin bir diğer yüzüdür. Siyasi faaliyet ise İslami faaliyetten bir parçadır. Çağımızda İslam'a yönelik saldırıların genellikle düşünce ve siyaset alanında gerçekleştirildiği görülmektedir. Uluslararası politik teoriler bizzat kendi toprağında İslam'a karşı saldırıda bulunmaktadır. Davet çalışması ile ilgisi bulunsun veya bulunmasın mutlaka İslami bir siyasi faaliyetin yürütülme-si gerekmektedir. Bu faaliyet gerek herhangi bir siyasi parti vasıtasıyla ve gerekse parti dışı genel siyasi çalışmalarla gerçekleştirilebilir. Önemli olan ortada bir îslami siyasi faaliyetin bulunmasıdır. İmkan ve güç ölçüsünde îslami siyasi faaliyette bulunulması da kifai farzlar arasına girmektedir.
İslami siyasi faaliyetten söz ettiğimiz zaman, bu faaliyetin çok değişik alanlarda çok sayıda uzmanın yetiştirilmesini gerektirdiğine işaret etmekteyiz. Siyasi şuur, siyasi kavrayış, siyasi tutumun iyi belirlenmesi ile ilgili bilgi ve kabiliyetlerin değerlendirilmesi, yaşanılan bölgenin ve zamanın şartlarına uygun yerli yerinde siyasi kararlar alma kabiliyetine sahip olunması, mümkün olan yollardan siyasi faaliyetlerin içine girilmesi, siyasi meselelerin İslam'a uygun bir şekilde ve yerli yerince değerlendirilip gündeme getirilmesi, siyasi durumların gayeye ulaşma yolunda değerlendirilmesi, siyasi faaliyetin sapmalarından uzak tutulması, kurumlar ve sendikalar vasıtasıyla İslami siyasi faaliyette bulunulması için planlama yapılması ve bu planların uygulanıp geliştirilmesi, kısa zamanda gerçekleştirilmesi mümkün olmayan büyük siyasi gayelere doğru tedrici bir şekilde iler-lenmesi, bütün bunlar ve benzerleri kifai farzlar arasına girmektedir. Bütün bu saydığımız faaliyetleri organize edecek ve düzene koyacak idari yapının oluşturulması da aynı şekilde kifai farzlar arasına girmektedir.
Bunun yanısıra İslam beldelerinden bir belde, kafirlerin eline geçer ve buranın kurtarılması için cihad yapılması kesinlik kazanırsa burada insanların cihada teşvik edilmeleri, cihad için eğitilmeleri, aralarında düşünce ve hareket birliğinin sağlanması, silah temini, hareketleri komuta edecek kadronun oluşturulması, hareket planlarının hazırlanması, mevcut durum için ve geleceğe yönelik hizmetler verecek organize şebekeler oluşturulması, savaş teorilerinin geliştirilmesi, hedefe doğru sürekli ilerlenmesi, bütün bu faaliyetlerin yerli yerince ve düzenli bir şekilde yürütülmesini sağlayacak bir yönetim kadrosunun oluşturulması gerekecektir. Bütün bunlar da kifai farzlardandır.
Yukarıda sayılan kifai farzların yerine getirilmesi için mal ve maddiyat temin edilmesi zorunlu olduğu gibi gerekli mal ve maddi varlık temini işlerim organize edecek bir idari kadro oluşturulması da zorunludur. Yine yepılacak bağışlan toplayacak, bağışta bulunma gücüne sahip bütün insanlara ulaşarak onları böyle bir bağışa ikna edecek bir organizasyonun oluşturulması da gerekir. İşte bütün bunlar hep kifai farzlar arasına girmektedir.
Anlattığımız bu durum tümüyle bozulmuş ve düzeltilmesini sağlayacak kadronun oluşmadığı bir bölgede ortaya çıkarsa böyle bir bölgede yaşayan Müslümanlar açısından kifai farzlar daha farklıdır. Burada İslami faaliyette bulunanların, daha çok İslami çağrıya cevap verenleri yönlendirmeye çalışmaları gerekmektedir. Özellikle de öğrencileri yönlendirmeye çalışarak onların her birinin bir kifai farzı yerine getirmelerine imkan verecek uzmanlıklar edinmelerine yardımcı olunmalıdır. Bunların aralarında mutlaka bir organizasyonun olması gerekmektedir. Hayati öneme sahip uzmanlık alanlarına girilmesi, bu alanlarda eleman yetiştirilmesi ve hayatın bütün yönleri ile ilgili olarak ihtiyaca göre uzman kadro oluşturulması, sonra bu kadroların yönlendirilmesi hep sözünü ettiğimiz organizasyon vasıtasıyla olacak işlerdir.
Müslüman doktorların, Müslüman eczacıların, Müslüman mühendislerin, Müslüman sporcuların, Müslüman tüccarların, Müslüman teknik elemanların ve yine belli bir alanla ilgili branşlarda elemanların yetiştirilmesi işinin organizasyonu bu amaçla kurulacak yönetim kadrosu tarafından gerçekleştirilecektir.
Davet, iletişim, siyaset, mali işlerin yürütülmesi ve sanat alanlarının etrafında çok değişik konular toplanmaktadır. Bütün bu alanlarda ve bu alanlarla ilgili branşlarda elemanlar yetiştirilmesi, bu alanlarla ilgili işleri yürütecek ve bu alanlarda faaliyetlerde bulunacak kadroların oluşturulması hep kifai farzların arasına girmektedir. Saydığımız alanlardan herhangi birinde İslami faaliyette bulunanlar da bu görevleri bilmeli ve üzerlerine düşeni gereği gibi yerine getirmelidirler.
Bütün bunlardan ve daha önce anlatılanlardan, ister belli bir yönetim altında olsunlar, ister olmasınlar, ister İslami hakimiyete uzak bir bölgede azınlık durumunda olsunlar ve isterse İslami hakimiyete yakın olsunlar değişik bölgelerde yaşayan Müslümanlar açısından öğrenilmesi farzı kifaye olan ilimlerin tesbit e-dilmesinin ne derece önemli bir şey olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü bu konu, çalışmadaki ilerleyişe köklü bir şekilde etki edecektir. Bu konuların açıklık kazanmasından sonra ayni farzlardan söz etme sırası gelmektedir:
Kifai farzların yerine getirilmesinin en büyük ürünü, ayni farzları yerine getiren ve gerçekleştirilmesi farzı kifaye olan dalların herhangi birinde uzmanlaşmış bir Müslüman şahsiyeti üzerinde ortaya çıkacaktır. Müslümanın geçimini sağlamasına yardımcı olacak bir ihtisasının (uzmanlığının) olması gerekmektedir. Uzmanlık alanlarının en güzel olanları ise kifai farzlar türünden olan uzmanlık alanlarıdır. Bunun yanısıra bir Müslümanın belli bir alanı kendisi için uzmanlık alanı olarak seçmesinden sonra bu alanda çalışma yapmanın onun açısından farzı ayn statüsü kazanacağının bilinmesi gerekmektedir. Mesela bir kimse yargı yahut fetva alanında görev alır veya bir ilmi Öğretme veya belli bir konuda çalışma yapma görevim üstlenirse, bu görev onun açısından farzı ayn niteliği kazanır.
Ayni farzlar şu başlıklar altında bir araya gelmektedir:
1. Müslüman açısından ayni farzların başında geleni, İslam'ı genel bir şekilde tanıması yahut ona icmali (genel) olarak iman etmesi ve bu imanını şehadet kelimelerini söylemek suretiyle açığa vurmasıdır.
2. Onun açısından ayni farzların ikincisi İslam'ın kendisinden istediği görevlerden yerine getirmeye gücü yetecek olanları hakkında geniş ve ayrıntılı bilgilere sahip olmaktır.
3. Yükümlülük altındaki bir kişinin yerine getirmesi gereken ayni farzlardan bazıları: Allah'ı bir bilmek, O'na kulluk ve ibadet görevini yerine getirmek ve kendim arındırmaktır.
4. Yine yükümlü bir kişiden istenen ayni farzların arasında, haram olanları tanımak ve onlardan uzak kalmak, yapılması istenen görevleri bilmek ve bu görevleri yerine getirmek de bulunmaktadır.
5. Kişinin anne babası, yakınları ve komşuları hakkında Allah'a karşı olan sorumluluklarını yerine getirmesi de ayni farzlardandır.
6. Yüce Allah'ın istediği üzere, Müslüman devlet başkanına (imama) itaatte bulunmak ve cemaate bağlı kalmak da ayni farzlardandır.
7. Kişinin kazancının helalden gelmesi ve kendilerine harcamada bulunması gerekenlere iyilikle harcamada bulunması da farzı ayndir. Eğer zekat vermesini gerektirecek kadar mal varlığı olursa zekat vermesi farzı ayndır. Yine bu güce sahip olması durumunda haccetmesi farzı ayndır. Cihada karar verilmesi durumunda malı ile cihada katılması farzı ayndır. Bir kimse hakkında cihad, farzı ayn hükmü kazanırsa cihada niyet etmesi, kendini bunun için yetiştirmesi, eğitim görmesi, hazırlığını yapması ve zamanı gelince cihada katılması da farzı ayn olur.
Bir insan hakkındaki ayni farzları bir araya getiren görev, takva sahibi olmaktır. Takva, Allah'ın kuldan istediği şeydir. Bakara suresinin baş tarafında da izah edildiği üzere takva, kişinin Allah'a iman etmesi, namaz kılması, iyilik yolunda harcamada bulunması, Kur'an-ı Kerim'e uyması ve kendini küfürden ve nifaktan korumasıdır.
Genel mahiyetteki bazı farzı aynlar vardır ki, bunlar bütün Müslümanlar açısından birdir ve değişmez. Bazıları ise kişinin içinde bulunduğu duruma göre değişiklik göstererek artıp eksilebilir. Mesela kendini arındırma aynı farzı iyi karakterlere sahip biri açısından bazı nefsani hastalıkları olan kimseye göre daha hafif bir görevdir. Yani nefsani hastalıkları olan için kendim arındırma görevi daha fazla önem kazanmaktadır.
Halis bir imana sahip olandan istenen şeyler, kalbim nifak hastalıkları türünden bir takım hastalıklar bürümüş kimseden istenenden daha azdır. Yine alelade bir işçiden istenen, pek çok mal varlığına ve geniş bir çevreye sahip olan zengin bir tüccardan istenenden daha azdır.
Herhangi bir çevrede bulunandan istenen şeyler, başka bir çevrede bulunandan istenen şeylerden daha farklı olabilir. Bİd'atlerin ve küfrün yaygın olduğu bir çevrede yaşayan kimsenin kendini ve ailesini bu fenalıklardan korumaya daha çok dikkat etmesi gerekir.
Ortalığı insanları sapıklığa yönelten bir şüphe sararsa, yükümlülük altındaki kişinin kendini bu şüpheden korumaya çalışması gerekir. Yine aynı çevrede hem sapık akımlar hem hidayet çizgisinde olan akımlar ortaya çıkarsa, Müslümanın kendini sapık akımlardan koruması ve hidayet çizgisindeki herhangi bir akımın içinde yerini alması istenir.
Şeriatta farzların korunması için nafile ibadetlere de yer verilmiştir. Bunun gibi şeriatta kişinin haramlardan uzak durmasını sağlayacak bir vera düşüncesine yer verilmiştir. Bu bize gösteriyor ki, Müslümanın, üzerindeki ayni farzları yerine getirdiği konusunda kalbinin rahat olabilmesi için çok şey yapması gerekmektedir. Bu çağda yaşayan Müslümanın yerine getirmesi istenen görevlerin ayrıntısına geçmeden Önce iki farz türüne dikkat çekmek istiyoruz:
1. Vakte bağlı olan farz
2. Yaşanılan döneme ve şartlara bağlı olan farz. [66]
îslami çevrelerde yaşayan kimseler, yapılması kesin farz olan görevlerden ve işlenilmesi kesin yasak olan haramlardan habersiz olamazlar. Ancak bunların hatırlatılmasında da yarar vardır. Bu, sürekli karşımıza çıkan önemli bir görevdir. Vaizler, vaaz kürsülerinde bu görevi yerine getirmekte aynca Müslümanlar kendi aralarındaki toplantılarında bunu yapmaya çalışmaktadırlar. Vaizlerin güçleri, etkileme, ikna ve insanların duygularını harekete geçirmedeki başarılarında ortaya çıkmaktadır. Bu yöndeki basanlar farzları yerine getirmede kusur edenlerin bu kusurlarım telafi etmelerini, günah işleyenlerin ise günahlarını terketmelerini sağlamaktadır. Bu başarılar aynı zamanda insanların derece derece yükselmelerini sağlamaktadır. Böylece insanlar farzları yerine getirdikten sonra vacipleri, sünnetleri ve adabtan sayılan görevleri de yerine getirmeye özen göstermektedirler. Bunun gibi insanlar kendilerine yöneltilen öğüt ve vaazların etkisiyle haram derecesinde olmasa bile hoş karşılanmayan fiillerden de uzak durmaya özen göstermeye başlamaktadırlar. İşte vaaz ve nasihat görevinin ne kadar önemli bir görev olduğu burada ortaya çıkıyor. Bu görev, peygamberlerin görevlerinden bir parçadır. Bunu basite alan veya önemsemeyen kişi, oldukça büyük bir cehalet içindedir. Bunları anlatmaktaki amacımız, herkesin bildiği ve dikkate aldığı şeylerin üzerinde durmak değil, pek çoklarının gaflet ettiği ve umursamadığı hususlara dikkat çekmektir. İşte bu yüzden konunun başlığını "vakte bağlı olan farz" olarak koyduk.
Bir kimsenin İslam'a girmek istediğini düşünelim. Onun için o an farz olan görev nedir? Şüphesiz hemen o an üzerine farz olan görev şehadet sözlerini genel bir mahiyette bilmek ve bu sözlerin anlamlarını kabul ederek onlan dil ile söylemektir. Mesela bu kişinin öğle vakti İslam'a girmiş olduğunu kabul edelim. Hemen o an üzerine farz olan görev nedir? Şüphesiz hemen o an üzerine farz olan görev, namazı genel bir şekilde tanımak ve öğle namazını yerine getirmektir Dolayısıyla "vakte bağlı farz" ile kastedilen şey, kişinin içinde bulunduğu anda üzerine farz olan görevdir.
Boğulmak üzere olan bir insan gördüğümüzü ve onu kurtarma gücümüzün olduğunu farzedelim. Yahut açlıktan ölmekte olan biriyle karşılaştığımızı ve o-nun kamım doyurma gücüne sahip olduğumuzu farzedelim. Ya da bir fenalık işlemekte olan biri ile karşılaştığımızı ve onu fenalıktan alıkoyma imkanına sahip olduğumuzu düşünelim. Bu gibi durumlarda bizim derhal söz konusu kişilere karşı yapabileceğimiz görevlerimizi yerine getirmemiz üzerimize farz olur. İşte bütün bunlar, vakte bağlı farzlar arasına girmektedir. Çünkü bunlar ortaya çıkan olağanüstü bir durum dolayısıyla bizim üzerimize farz olmaktadır. İslamiyet bizim üzerimize şartların gerektirdiği şekilde bu görevi yerine getirmemizi farz kılmıştır.
Bu şekilde vakte bağlı farzlardan pek çokları bilinmemektedir. Bu bilgisizlikler dolayısıyla büyük hatalann içine düşülmektedir. Mesela bir insan İslam'a girmeyi arzular da bir Müslüman'dan kendisine İslamiyet'i anlatmasını isterse, bu isteğe muhatab olan Müslümanın o kişiye derhal İslam'ı anlatması o an üzerine farz olur. Hatta bazıları şöyle söylemişlerdir: Eğer bu isteğe muhatab olan Müslüman, istekte bulunan kişiden bu işi biraz geciktirmesini isterse bu yüzden dinden dönmüş olur.
Böylece "vakte bağlı olan farz" ile neyi kasteddiğimiz ve bunun ne derece bir Öneme sahip olduğu ve vakte bağlı farzların yerine getirilmemesinin, yahut geciktirilmesinin ne derece tehlikeli olduğu anlaşılmış oluyor. Bu konuyla ilgili pek çok mesele bulunmaktadır:
Vakte bağlı farzlar içinde, iyiliği emir ve kötülükten sakındırma (emri bil-ma'ruf ve nehyi ani'l-münker) konusu içine girenler vardır. Bunun gibi vakte bağlı farzların cihad ile ilgili olanları vardır. Aile içinde ve komşularla ilişkilerde de vakte bağlı farzlar bulunmaktadır. Bir insanın başına gelen olağanüstü durumlar ve karşılaştığı ani haller ile ilgili vakte bağlı farzlar vardır. Müslüman kendini belirli (sabit) farzlar konusunda sorguya çekeceği gibi, vakte bağlı farzları yerine getirme konusundaki kusurlarından dolayı da sorguya çekecektir. İlim amelden Önce geldiğine göre en doğru olan, vakte bağlı farzlar hakkında bilgi sahibi olmakla işe başlamaktır. Bu nitelikteki farzların yerine getirilebilmesi için önce onların bilinmesi gerekir. [67]
Bilindiği üzere İslam şeriatına göre bir yükümlünün yapması gereken namaz türü ayni farzlar bulunduğu gibi, bütün ümmetten istenen ve bazılarının yapması ile diğerlerinin üzerinden düşen, hiç kimsenin yapmaması durumunda bütün ümmetin günahkar olması neticesini doğuran bir takım kifai farzlar da bulunmaktadır. Kifai farzların işlenilmemesi durumunda bu işin yapılmasını isteyen, terkedilmesinden sakındıran ve kendisi gücü nisbetinde bu yönde çaba harcayan kimsenin üzerinden ise günah düşer. Kifai farzlardan herhangi birini yapmayı üzerine alan açısından ise bu görev ayni farz niteliği kazanır. Yine başkalarının bilmediği bir kifai farz hakkında bilgi sahibi olan kimse açısından da aynı durum söz konusudur. Bu konuyu anlattıktan sonra diyoruz ki:
Ümmetin ihtiyaç duyduğu ilimlerin herbirinin öğrenilmesi kifai farzlar arasına girer. İlimler ise oldukça kapsamlı olmakla birlikte sürekli gelişmekte ve .ilerlemektedir. Her çağda da, o çağdaki ilmi gelişmelere bağlı bir takım yenilikler gerçekleştirilmektedir. Elektrik ve atom enerjisi, çağımızdaki ilmi araştırmaların ve gelişmelerin ürünüdür. Bu iki alan, çağımızda yaşayan Müslümanlar açısından farz haline gelmiştir. Geçmiş çağlarda ise bunlar henüz mevcut olmadığından bu alanlarla ilgili herhangi bir görev de söz konusu değildi. İşte bu, yaşanılan döneme ve şartlara bağlı farzlar olarak isimlendirdiğimiz farzlara bir örnektir.
Bizim şeriatımıza göre cihad; yerine göre farzı ayn ve yerine göre de farzı ki-faye olmaktadır. Bazen şartların oluşması sebebiyle derhal yerine getirilmesi gereken bir farzı ayn olmakta, bazı zamanlarda ise gerekli şartların oluşmaması nedeniyle derhal yerine getirilmesi gereken bir farzı ayn olmamaktadır. Cihada girişilmeden önce yapılacak ve gayeye ulaştınci bazı ön çalışmaların gerçekleştirilmesi, yerine göre farzı kifaye ve yerine göre farzı ayn olmaktadır. Bunun yanı-sıra Müslümanlara karşı bir üstünlük sağlandığı durumlar olur ki, bu gibi durumlarda Müslümanların küçük çaplı savaşlarla düşman tarafına karşı bir üstünlük sağlamaları mümkün olamaz. Belki bir veya iki nesil hatta daha fazla sürecek uzun süreli ve sürekli devam eden bir mücadeleye ihtiyaç olabilir. İşte bu gibi görevlerin yerine getirilmesi, yaşanılan dönemle ilgili farzlar içine girmektedir. Filistin'in gerek haçlı savaşları karşısındaki durumu ve gerekse günümüzdeki durumu ile ilgili mesele buna bir örnektir. Farzların bu türleri belli bîr dönemde yaşayan bütün dünya Müslümanlarının yerine getirmesi gereken görevler arasına girebileceği gibi, sadece belli bir bölgenin Müslümanlarının üzerine düşen görevlerden de olabilir.
Müslümanlar Allah'ın sözünün bütün dünyada en yüce olması için mücadele etmekle yükümlüdürler. Bu mücadele ise herhangi bir merhalede özel bir çalışmayı gerektirebilir. Bu çalışmanın ekonomik, idari, stratejik, siyasi ve benzeri yönleri olacaktır. Hak ile batıl arasında süregiden mücadele ile ilgili yeni durumların gerektirdiği görevler de yaşanılan dönemle ilgili farzlardandır.
Her yeni çağla birlikte İslami konularda yeniliklere ihtiyaç olur. Bu yenilikler ise metodlar ve çağın şartlarına uyumlu sebepler konusunda bilgi sahibi olunmasını gerektirir. Bütün İslam dünyasına ulaşabilecek durumdaki geniş çaplı bir yapıya İslam ümmetinin her zaman ihtiyacı olacaktır. Ancak çağımızda pek çok farz görevin yerine getirilebilmesi için böyle bir yapının oluşturulması, kullanılabilecek tek yoldur. Bu gibi bir organizasyonun gelişmeleri en güzel şekilde değerlendirmek, en güzel konumu ortaya koyabilmek için ihtiyaç duyacağı her şey, çağın farzlanndandır.
Yaşanılan döneme (çağa) bağlı farzlarla ilgili olarak verdiğimiz bu örnekler bu konuda bize genel bir fikir vermektedir. Bundan sonra ise nelerin bu gibi farzların arasına girdiğinin tesbit edilmesi gelmektedir. Bu da fetva ehli kişilerin görevidir. Müslümanlara bu konuda hatırlatma ve çağrıda bulunulması, enerjilerini bunun için sarfetmelerinin sağlanması, bunları yapmaya gücü yeten bütün vaizlerin, davetçilerin ve daha başka imkan sahiplerinin görevidir.
Yaşadığı dönemin gerektirdiği görevlerini bilmeyen Müslüman kusur etmektedir ve yerine göre günahkar olmaktadır. Bu durumdaki bir Müslüman her halükârda kendi çağından başka bir çağda yaşıyormuş gibidir. Muhtemelen yaşadığımız çağla ilgili farzların başta gelenleri, İslam ümmetinin içine düşmüş olduğu dağınıklıktan, parçalanmışlıktan kurtarılması, birliğinin ve medeni olarak ilerlemesinin sağlanması için çalışmak ve Müslümanların elinden alınan toprakların geri alınması ve ortadan kaldırılan hilafetin yeniden tesis edilmesi için çaba harcamaktır.
Bu konunun açıklık kazanmasından sonra çağımızla ilgili ayni farzların bazıları hakkında tafsilatlı bilgiler vermeye sıra gelmektedir. Bunları üç başlık altında toplayabiliriz: İlim, amel ve hal... Bunları belirlerken çağın ve yaşanılan dönemin gereklerini, bu çağda ortaya çıkmış olan akımları, problemleri ve bütün bunların insanın aklına, kalbine ve nefsine etkisini gözönünde bulundurmamız gerekmektedir.
Birincisi: İlimle ilgili olanlar:
A. İmkan ölçüsünde fıkıh usûlü öğrenilmesi. Çünkü insan bunu öğrenmeyince hükümlere karşı çıkma yahut sapıkların pençelerine düşme tehlikesi ile karşı karşıya olur.
B. Yine imkan ölçüsünde Arap dili ile ilgili ilimlerin öğrenilmesi. Çünkü insan bu ilimlere sahip olmadığında başkalarını yanlış yola çekenlerin veya ifadeleri te'vil ederek asıl anlamından farklı anlamlar vermeye çabalayanların avı durumuna düşer.
C. Kişinin Allah'ın varlığı, Resulullah (as)'m hak peygamber olduğu ile ilgili delilleri bilmesi ve İslam hakkında genel bir bilgiye sahip olabilmesi için üç temel konu üzerinde bilgi sahibi olması gerekir.
D. Sapık bir gurubun eline düşme veya onların fikirlerinin esiri olma tehlikesi ile karşı karşıya gelmemesi için akaid ilminden de gerekli olanları öğrenmelidir.
E. Genel fıkıh ve mezhep fıkhı üzerinde gerektiği kadar bir bilgi edinilmesi. Birinci ile ilgili bilgilerle ortaya çıkan durumlar karşısında nasıl hareket edeceğini bilmesi, ikinci konu ile ilgili bilgilere ise karışık meselelerde nerelere müracaat edeceğini bilmesi için ihtiyaç duyacaktır.
F. Kur*an-ı Kerim'in bir miktarının ezberlenmesi ve güzelce okunması.
G. Bir miktar hadisi şerif ezberlenmesi ve bunlardan mümkün olduğu kadarının açıklamasının bilinmesi. Resulullah (a.s)'ın siretinin ve sahabilerin hayatlarının bilinmesi konusu da buna dahildir.
H. Davet fıkhı hakkında bilgi edinilmesi ve çağdaş hareketlerin bilinmesi. Bu bilgi, kişinin içinde bulunduğu cemaate mensup olmaktan dolayı gönlünün rahat olmasını ve başkalarını tam bir anlayış ve kavrayışla çağırmasını sağlar.
İ. Kişinin bulunduğu çevre açısından ve kendi inanç ve düşüncesini koruması açısından ihtiyaç duyacağı çağdaş İslami araştırmalar hakkında bilgi sahibi olunması.
J. İslam tarihi ve Müslümanların içinde bulundukları durum hakkında, düşünce ve inancın korunmasını sağlayacak ve İslami hizmete yöneltecek bir miktarda bilgi sahibi olunması.
K. Yaşanılan çağda cihadın nasıl yürütüleceği konusunda bir fikir sahibi olunabilmesi için çağdaş askeri kültür etrafında birtakım bilgilere sahip olunması.
L. Nefsi arındırma ve Allah'a ulaşma konusu ile ilgili ilimden gerektiği kadar bir şeyler öğrenilmesi.
M. Müslümanların problemleri ve bu problemlerin çözümünün nasıl mümkün olacağı konusunda bilgi sahibi olabilmek için İslami şuuru geliştirecek konuların öğrenilmesi ve incelenmesi.
N. Ümmetine zarar verecek bir harekette bulunmaması için içindeki güven duygusunu geliştirecek bilgilerden yararlanılması.
İkincisi: Amel ile ilgili olanlar:
A. Bir kulun Allah'ı tanıyıp bilmesinden sonra kendisinden istenen ilk şey, O'na ibadet etmektir. İbadet konusunda nafilelerden önce farzlar gelir. İbadetlerin içine namaz, oruç, hace, zekat, iyiliği emir-kötülükten sakındırma (emri bi'1-ma'ruf nehyi ani'l-munker) ve cihad görevlerinin hepsi girmektedir.
B. Helalden kazanmak ve kazanılan şeydeki hakları yerine ulaştırmak.
C. Anne babanın, yakınların ve komşuların haklarını gözetmek.
D. Cihada niyet ve savaş araçları ve aletleri konusunda eğitim.
E. Müslümanların salları içinde yer almak ve Müslümanlarla iyi ilişkiler içinde bulunmak. Müslümanların devlet başkanlarının (imamlarının) bulunması durumunda ona itaat etmek veya bir cemaat oluşturmuş olmaları halinde o cemaate bağlı kalmak da bu görevin içine girmektedir.
F. Ani gelişmeler ve olağanüstü durumlar dolayısıyla ortaya çıkan hakların gözetilmesi, bunlarla ilgili görevlerin yerine getirilmesi.
G. Haram olan fiillerden ve onlara yakın şeylerden kaçınmak, farz ve vacib olan görevleri de yerine getirmek.
H, Kifai farzlardan üzerine almış olduklarını yerine getirmek.
î. Farzı ayn olduğunun kesinleşmesi ve derhal başlanması için gereken şartların oluşması durumunda hemen cihada katılmak.
J. Resulullah (a.s)'ı izlem e ve hükümlere uyma niyeti taşımak.
Üçüncüsü: Kalp ve nefis halleriyle ilgili olanlar:
Kişinin kalbinin bozuk düşüncelerden arındırılmış olması, doğru bir anlayış üzere olması ve nefsinin fenalıklardan temizlenmiş olması bu guruba giren farzı aynlardandır. Bu itibarla bu gibi farzı ayrıların yerine getirilmesini sağlayan görevlerin yerine getirilmesinin de farz olduğuna dikkat çekmek isteriz. Buradan hareketle diyoruz ki: Bazı görevler esas itibariyle mendub olabilir. Ancak bu görevlerin yerine getirilmesinin söz konusu üstün derecelere ulaşılmasını sağlayacağı kesinlik kazanırsa, o zaman bu görevler farz olabilir. İşte bu gibi farzların arasına aşağıdaki görevler girmektedir:
A. İmanını sağlamlaştırmak, ihlas, tevekkül, dünyaya karşı zühd, Allah ve peygamber sevgisi.
B. Küfürden, nifaktan, fısktan, baş kaldıncılıktan (isyandan), günahkârlıktan ve hased, gösteriş, hilekârlık, kin ve benzeri kalp hastalıklarından kendini kurtarmak.
Kapılan ve anahtarları ilim olan kifai ve ayni farzların gerek ilmi gerekse ameli yönlerinden söz ederken İslam şeriatının Müslümandan istediğinin sadece farz olan görevlerin yerine getirilmesi olmadığına da işaret etmemiz gerekmektedir. Farzların yantsıra, vacib, sünnet, edeb, mürüvvet, insana gönül huzuru ve rahatlığı kazandıran tutumlar ve Hz. Peygamber (a.s)'den alınan ölçüler türünden bir takım görevler de bulunmaktadır. Bunlann tümü Müslümandan ayni olarak (ayni farz gibi) istenen görevlerdir. Müslümanın bu gibi görevler hakkında da bilgi sahibi olması ve pratik olarak da yerine getirmeye çalışması gerekir. Bu konulan mutlaka ele almamız gerekiyor. İlim konusu ile ilgili ve bu meseleleri içine alan hadisi şeriflere ileride yer vereceğiz. Biz daha önce "Hicri Onbeşinci Asırda Kazanılması Gereken Ahlaki Karakterler ve Hayat Prensipleri" adını taşıyan bir risale yazmış ve orada bu konulara temas etmiştik. Bu konunun biraz açıklık kazanması için söz konusu risaleden bazı iktibaslar yapacağız:
İnsanı hoşnud eden davranışlardan ve mürüvvetlerden söz etmek, bizi ilişkilerin adabından söz etmeye yöneltmektedir. İslam açısından ilişikilerle ilgili e-dep Ölçülerine uyulmasından daha güzel bir şekilde insan nefsini arındıran bir şey yoktur. Nefis açısından da bazı durumlarla ilgili edep ölçülerine uymak kadar zor bir şey yok. Bu yüzden Müslümanın ilişkilerle ilgili edep Ölçülerine uyabilmek için nefsi ile mücadele etmesi ondan istenen en büyük görevlerden sayılmıştır.
Nureddin Şehid (r.a) disiplinli birisiydi. Uyguladığı disiplin kurallarından birisi de emirlerinden herhangi birinin kendi izni olmadan yanında oturmalarına müsaade etmemekti. Bu uygulamadan sadece Selahaddin Eyyubi'nin babası Nec-meddin Eyyub'u müstesna tutardı. Ancak, o ilim adamlarıyla ve salih kişilerle otururken onlara son derece hürmet eder büyük bir alçakgönüllülük gösterir ve huzurunda bulunduğu ilim adamlarına karşı gayet edepli davranırdı. İşte bu edebe ve sonra çağımızda resmi bir kimliğe sahip hangi şahsın bu edebe riayet edebileceğini düşünelim. Protokoller çağı olan bu çağda ilmiyle amel eden salih bir ilim adamına hangi devlet adamı bu hürmeti gösterebilmektedir?
Küçükler büyüklere hürmet göstermesi, büyükler de küçüklere sevgi ve merhamet etmeyi nefislerine kabul ettirmekte zorluk çekerler. Belli makama sahip olanlar da kendilerinden daha aşağı makamda olanlarla fikir alış verişinde bulunmayı bir türlü prestijlerine yakıştıramazlar. Görüşüne başvurulan kişi de çoğu zaman büyüklenir. İşte bütün bu durumlar nefsin taşkınlıklarından ve aşırılıklarından ileri gelmektedir. İşte bu yüzden kişinin nefsini anndırmışlığımn en ö-nemli işaretlerinden birisinin karşılıklı ilişkilerle ilgili edep ölçülerine riayet etmesinin olduğunu söylüyoruz. Bu şekilde edep ölçülerine riayet ederken en başta şeriatın hükmünü, sonra mürüvveti ve insan gönlüne huzur veren tutumları göz önünde bulundurmak durumundayız.
Karşılıklı ilişkilerle ilgili edep ölçüleri gayet geniş bir alanı kapsamaktadır. Çocuğun anne babasına karşı göstermesi gereken edep vardır. Anne-babanın kız olsun erkek olsun çocuklarına karşı gösterecekleri tutumlarla ilgili edep ölçüleri vardır. Kardeşlerin birbirlerine karşı gözetecekleri edep ölçüleri vardır. Arkadaşların ve komşuların birbirlerine karşı gösterecekleri edep ölçüleri vardır. Memurların ve işçilerin beraberlerinde çalışan arkadaşlarına karşı uymaları gereken edep ölçüleri vardır. Bu şekilde beşeri ilişkilerle ilgili daire gittikçe genişlemektedir.
Yaratılanların birbirleriyle olan ilişkilerinde gözetmeleri gereken edep ölçüleri bu derece önemli olduktan sonra, yaratıcıları ile ilişkilerinde gözetmeleri gereken edep ölçülerinin daha büyük bir öneme sahip olması gerekir. Eğer insan hayatını iki edepten yani yaratıcısına karşı göstermesi gereken edep ile yaratılanlara karşı göstermesi gereken edepten ibaret sayarsak hata etmiş oluruz.
Yaratıcıyla olan ilişki ile ilgili edep, yaratılanlarla ilişkide gözetilmesi gereken edebe uyulmasını da gerektirir. Kişi birinci ilişkisini ne derece mükemmel-leştirirse ikinci ilişkisini de o derece mükümmelleştirmiş olur.
Yaratıcı ile ilişkide gösterilmesi gereken edebin üç yönü bulunmaktadır. İ-nanç, fiil ve terk. Vahyedilene inanılması, haram kılınanların ve mekruh görülenlerin terkedilmesi ve farzların, vaciplerin, sünnetlerin, gönle rahatlık veren işlerin ve mürüvvete dayalı işlerin yerine getirilmesi, yaratıcı ile ilişkinin güzel olmasının gereklerindendir.
Yaratılanlarla ilişkide gözetilmesi gereken edep ölçüleri içinde anne babanın, ilim adamlarının, eğiticilerin ve sonra da yakınların, komşuların ve arkadaşların haklarının yerine getirilmesinden daha büyük olanı yoktur.
Karşılıklı ilişkiler konusunda Resulullah (a.s)'ın insanlara nasıl yaklaştığını ve bu tutumu ile münafıkların çoğunun kalbinden nifakı nasıl çıkardığını, yine kendisine karşı düşmanlık içinde olanların kalplerindeki kin ve düşmanlıkları nasıl çıkarıp kendisinin onların nazannda kendi nefislerinden daha sevimli olmasını sağladığını değerlendirmemiz mümkündür. Yine Resulullah (a.s)'ın sertliği de yumaşaklığı da nasıl yerli yerinde kullandığını düşünmeliyiz. Bununla birlikte genellikle yumuşak olmayı tercih ediyordu. Yüce Allah'ın O'nu vahyi ile eğitmiş olması O'na yetiyordu. Yüce Allah onun hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Allah'tan olan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Eğer kah kalpli, kaba birisi olsaydın muhakkak etrafından dağılırlardı. Onları affet, kendileri için bağış dile ve işlerinde onlarla görüş alışverişinde bulun. Bir şeye kesin karar verdiğin zaman da Allah'a güven. Allah (kendisine) güvenenleri sever." [68]
Resulullah (a.s) tatlı sözlü, ince yürekli bir insandı. Mü'minlere çok düşkündü. Bağışlayıcı ve müsamahakârdı. Müslümanların yaptıkları yanlışlıklan bağışlardı. Kendileriyle görüş alışverişinde bulunurdu. Dünyada bundan daha üstün edep kimde olabilir? Peygamber adabının ve tutumlarının yeniden canlandırılması, Müslümandan çağlar boyunca istenenlerin en önemlilerinden birisidir. Bunu gerçekleştirmeyi ise ilmi ve zikri kendinde biraraya getirmiş olan birinden başkası başaramaz. Bunun gerçekleştirilmesi edebe riayet gösterilen dikkatin bir ürünüdür ancak. Resulullah (a.s)'ın başkalarını dikkatle dinleme konusundaki edebine bakmalıyız. Yüce Allah Kur'an-i Kerim'inde O'nun hakkında şöyle buyuruyor:
"İçlerinden bazıları da Peygamber'e eziyet ederler "O (her söyleyeni dinleyen) bir kulaktır' derler. De ki: O sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a inanır, mü'-minlere inanır. Sizden İman edenler için de O bir rahmettir. Allah'ın Resulünü incitenlere acı bir azap vardır." [69]
Münafıklar O'nu, dinlemeye çok özen göstermekle suçlamış ve bu şekilde başkalarını dinleme konusundaki dikkatinden dolayı herkesin O'nu etkileyebileceğini ileri sürmüşlerdi. Yüce Allah da O'nun başkalarının sözlerini dikkatle dinlemeye özen gösterdiğini doğrulamış ve hatta O'nu bir kulağa benzetmişti. Ancak O'nun, kimin doğru söylediğini bildiğine dikkat çekmiş ve O'nun bu haliyle mü'-minler için bir rahmet olduğuna işaret etmişti. Bir kimsenin O'nu doğru olmayan bir tutumun içine çekmesi ise sözkonusu değildi. Yüce Allah bu konuda da şöyle buyurmaktadır:
"Bilin ki Allah'ın Peygamber'i içinizdedir. Eğer O bir çok işte size uysaydı sıkıntıya düşerdiniz." [70]
Resulullah (a.s)'ın tutum ve hareketlerindeki dikkati konusunda diyoruz ki: Bu tu tu mi a nn bilinmesi va tanınmasına ihtiyaç vardır. İnsanların bunları uygulayabilmesi için de gerekli hatırlatmada bulunulması gerekmektedir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Allah'ın elçisinde sizin için Allah'ı ve ahîreti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için uyulacak en güzel bir örnek vardır." [71]
Kim Resulullah (a.s)'ın tutumlarım sık sık aklına getirmez, incelemede bulunmazsa o, Resulullah (a.s)'a pek fazla uyamaz.
Şeriatta farzlar, vacipler, sünnetler ve edepler (adap) bulunmaktadır. Bunun yanısıra şeriatın koymuş olduğu haramlar ve belirlemiş olduğu mekruhlar bulunmaktadır. Şeriat bunları açık bir şekilde veya işaretle bildirmiştir. Bunların neler olduğunun ayet ve hadis metinlerinden doğrudan veya dolaylı yollarla anlaşılması mümkündür. Şeriat, halkın geneli ile ilişkide nelere dikkat edilmesi konusunda da bir usul belirlemiştir. İnsan zevklerinin ve kamuoyu şartlarının gözetilmesi bu usulün iç ine girmektedir.
Bu meseleden pek çokları habersiz durumdadırlar. Hatta dindarlık konusunda oldukça hassas görünen bazı dindarlar bile, bu gönül rahatlığı, insanların zevklerinin, duygu ve düşüncelerinin gözönünde bulundurulması ile ilgili meselelere önem vermiyorlar. Büyüklerimizden birinin bana anlattığına göre, onun bizzat kendisinin katıldığı ilmi toplantılardan birinden, bir kişi burnunu temizleyerek pisliği öylece yere atar. Tabii bu büyüğümüz o kişiye karşı te'dib hakkını kullanır ve yaptığının yanlış olduğunu kendisine hatırlatır. Bunun üzerine öğrencisi durumundaki o kişi "Bunun caiz olmadığı konusunda bildiğiniz bir nass (ayet veya hadis) var mıdır?" diye sorar.
îşte bu tutum insanların zevklerinin ve genel tutumun (kamuoyunun) gözetilmesi konusunu önemsemeyen düşünceye bir örnektir.
Şüphesiz bazen insanlarda çeşitli zevk sapmaları ortaya çıkabilir ve yerine göre kamuoyu yanlışlığa ve sapıklığa sürükleyici olabilir. Bunun yanısıra ehli sünnet vel-cemaat anlayışına göre bir şeyin çirkin ya da güzel görünmesi konusunda akıl temel ölçü değildir. Bunun da ötesinde insanların zevkleri ve kamuoyu, şeriata göre bir ölçü değildir. Özellikle bu iki unsurun insanların duygulan ile yakın bağlantılarının olduğu düşünülürse, sabit bir ölçü olamayacakları daha iyi anlaşılır. Bundan dolayı başta şunu belirtmek istiyoruz: Farzlara, vaciplere, sünnetlere ve adaba aykın olması yahut haramlar ve mekruhlar dairesinin içine girmesi durumunda zevklerin ve kamuoyunun herhangi bir değeri yoktur. Bununla birlikte şeriat ölçülerine göre zevklerin ve kamuoyunun gözönünde bulundurulması, mubah olan şeyler arasındadır. Bu anlamda Kur'an-ı Kerim'inde şöyle Duyurulduğunu görüyoruz:
"İnsanların ellerinde sizin aleyhinize kullanacakları bir delillerinin olmaması için.[72]
8- Müslim'in rivayetine göre Resulullah (a.s), Hz. Aişe (r.a)"ye şöyle söylemiştir:
"Eğer ki, senin kavmin cahiliyetten yeni çıkmış olmasaydı yıkar Hz.İbrahim (a.s)'in kurmuş olduğu temeller üzerine yeniden inşa ederdim."[73]
Yukarıda verilen ayeti kerime Müslümanların Yahudiler karşısında takınmaları gereken tavırla ilgili olarak inmiştir. Onun ardından vermiş olduğumuz hadisi şerif ise herhangi bir işte esas alınması söz konusu olmayan cahiliye kamuoyu karşısında takınılması gereken tavırla ilgili olarak söylenmiştir.
Buradan bir başka konuya geçelim. Bu da, insana gönül rahatlığı veren tutumlar ve mürüvvetler konusudur. [74]
9- İmam Malik, Muvatta'da Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Ben ancak güzel ahlakları tamamlamak için gönderildim."
Resulullah (a.s) bu hadisi şerifinde kendisinin özellikle şu dünyadaki ahlaki yapıyı mükemmele erdirmek için gönderildiğine dikkat çekmiştir. Bu gösteriyor ki, Resulullah (a.s) ahlaki yapıyı oluşturmaya sıfırdan başlamamıştır. Bilakis daha önceden gönderilmiş olan peygamberler vasıtasıyla oturtulmuş olan bir takını ahlaki prensipler vardı. Resulullah (a.s) bunları tamamladı. Bunun yanısıra insanların güzel ahlak olarak tanıdığı ve gerçekten de öyle olan bir takım ahlak kuralları bulunmaktaydı. İşte Resulullah (a.s) da bu gibi ahlaki kuralların doğruluğunu bildirmek ve diğer ahlaki kurallarla onları tamama erdirmek üzere gelmiştir. İnsanların önem verdikleri ve üstün saydıkları ahlaki değerler ve mürüvvetler, fıtratları bozuk ve akli hastalıkları olan kimselerin dışındakiler tarafından kabul görür.[75]
İnsana hoş ve güzel gelen tutumların ve mürüvvetlerin miktarının ne kadar olduğunun kesin olarak belirlenmesi mümkün değildir. Bu nitelikte görülen bazı tutumlar sının aştığından dolayı cahiliye anlayışı içine giren tutumlar olabileceği gibi bazıları da kişinin küçümsenmesine yol açacak oldukça basit şeylerle ilgili olabilir. Mürüvvetlerden ve insana hoş gelen tutum ve davranışlardan bazıları şeriat hükmünce farz, vacib, sünnet veya edep olarak kabul edilmiştir. Eğer insana hoş gelen davranış, kişiyi israfa sürükler, yersiz harcamaya yolaçar, gösteriş, kendini beğenmişlik, övülme ve üstün görülme sevgisi gibi bir takım tutumlara yöneltirse, bu gibi davranışlardan kaçınılması gerekir. Çünkü bu tür davranışlarda bulunulması sakıncalıdır.
Bazen de bu sınıfa giren davranışlar mubah olan bir takım işlerle ilgili olabilir. Ama eğer yapılması mubah olmakla birlikte bir iş kişinin küçük görülmesine, arkasından konuşulmasına, basite alınmasına sebep olacaksa böyle bir şeyi yapmaktan kaçınılması gerekir. Mesela önden giden biri bir hurma tanesini düşürse arkasından giden de onu kaldırsa sonra da bu hurmayı düşüren şahıs onu alandan istese bu mubah olan bir istektir. Ama isteyen şahsın mürüvvetine zarar verir.
İnsana hoş gelen davranışlar ve mürüvvetler konusu insan fitratı açısından oldukça derin bir konudur. Bunların önem derecesi, azlığı ve çokluğu, halktan halka değişiklik gösterebilir. Arapların bu tür konulardan en çok etkilenen iasan-lar olduğunu söyleyebiliriz. Belki böyle olmaları İslam i risalet görevinin onlara yüklenmesinin hikmetlerinden birisidir. Bu risalet, insana hoş gelen tutum ve mürüvvet ile ilgili meselelerden etkilenen bir hassasiyet ve her konuda mükemmele erişme gayesi taşıyan bir kişilik ister. Bu halkın gerek nesir ve gerekse şiir türündeki edebiyatının incelenmesi sonunda insana hoş gelen davranışlar ve mürüvvetler konusunda onların edebiyatta önemli bir yer kapladığı görülür.
Resulullah (a.s) da bu konuda en önde idi. Yüce Allah'ın O'na ve yakınlarına sadaka ve zekat almayı yasak etmiş olmasını bu açıdan ele alabiliriz. [76]
10- Buhari'nin Sahih'inde rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s)'a vahiy gelip de O'nun kendi hakkında endişeye kapıldığı gün eve döndüğünde Hz.Hatice (r.a) kendisine şöyle söylemişti:
"Hayır, vallahi. Allah seni asla mahcub etmez. Çünkü sen akraba haklarını gözetirsin, sözü doğru konuşursun, zor durumdakinin yükünü üstlenirsin, düşkün birine kimsenin kazandıra maya cağını kazandırırsın ve hak yolunda ortaya çıkan hususlarda başkalarına yardımcı olursun."[77]
İbni Dağne de müşrik olduğu halde. Hz. Ebu Bekr (r.a)'e Habeşistan'a hicret etmeye niyet ettiği sırada benzer sözleri söylemiş ve onu korumasına almıştı. Bunlar Arapların vicdanlarına, kişiyi yükselten ve onu ahlaki değerleri korumaya layık duruma getiren bir takım güzel tutumların yerleşmiş olduğunu göstermektedir.
İslam i anlayışa göre, insan fıtratına uygun zevk ve mürüvvet birbirleri ile u-yumludur ve birbirlerini bütünlemektedir. Eğer insanların zevk veya mürüvvet sandıklan bir şey İslam'a ters düşürse bu, zevk sapmasına ve mürüvvet anlayışındaki bir bozulmaya işaret eder. Ama eğer bunlardan herhangi bir şey İslam'a ters düşmezse bu zaman zevklerin ve mürüvvetlerin gözetilmesi yerinde ve arzulanan bir şeydir. Bu ise ancak örfün ve iyiliğin gözetilmesi ile olur. Yüce Allah Kur"an-i Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Sen ay yolunu tut, iyiliği emret ve bilgisizlerden yüz çevir." [78]
"Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder fenalıktan alıkoyarsınız ve Allah'a iman edersiniz. Eğer kitap ehli de iman etmiş olsaydı şüphesiz kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır ancak çoğunluğu fasıkürlar." [79]
Evi insan gönlüne rahatlık veren, zevke uygun bir şekilde ama şeriata ay kın olmayan bir tarzda düzenleme, sürekli şekilde gönüllere ve gözlere rahatlık veren bir şekilde giyinme, insanlara daima güzel ve temiz şeyler sunma, eğer yerli yerinde olursa hikmete uygun işler olmaz mı? Şimdi şu hadisi şerif metnine göz atalım. [80]
11- Ebu Davud, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Siz kardeşlerinizin yanına gidiyorsunuz. Bineklerinizi düzeltin. Güzel şeyler
giyinin ki insanların gözlerinde adeta bir benek gibi görünesiniz. Allah boşluğu
ve boşvermişliği sevmez."[81]
Gerek söz ve gerek fiil olarak Müslümamn şahsiyetine yakışmayacak bir şey ortaya koymak, bir başkasının ona karşı hürmet, fiilim ve kemale yakışmayacak bir harekette bulunmasına fırsat vermemek hikmete daha uygun olmaz mı? Bakın bu konuda Hz. Ali (r.a) ne diyor:
"Elinizde geçerli mazeretiniz de olsa akılların hoş karşılamayacağı bir harekette bulunmayın."
Resulullah (a.s)'ın eğitimini incelediğimiz zaman, O'nun eğitiminde sürekli zevklerin de göz önünde bulundurulduğunu görürüz. Yine sah ahilerin hayatlarında zevklerin sağlıklı ve yerli yerinde değerlendirilmesine işaret eden bir çok olayla karşılaşılması mümkündür.
Mesela Ebu Eyyub el-Easari (r.a)'rdn oturduğu evin çardağına misafirlere kolaylık olsun diye su alındığında, dökülen suların alt kata gidip Resulullah (a.s)'ı rahatsız etmemesi için Ebu Eyyub el-Easari (r.a)'nin onları hemen temizlediğini görüyoruz. Çünkü evin alt katında o zaman Resulullah (a.s) oturuyordu. Burada çok üstün bir zev k anlayışının olduğunu görüyoruz.
Yine bir rivayetten Resulullah (a.s)'ın hanımı Safıyye (r.a.)'nin deveden düşmesi sırasında, Ebu Talha (r.a.)'nın elbisesini önce gözünün önüne koyduğu, sonra da Hz. Safiyye (r.a)'nin üstüne örtülmesi üzere verdiğini Öğreniyoruz. Bu hadisede de üstün bir zevk anlayışını görmekteyiz.
Yine Ümmü Süleym (r.a)'in çocuğu vefat ettiği sırada kocası Ebu Talha (r.a) yanına geliyor, çocuğu soruyor. Hanımı "O önceki halinden daha sakin bir durumda" diye cevap veriyor ve kocası ile yakınlıkta bulunmak için ona karşı güzelce süsleniyor. Daha sonra da gayet nazik bir şekilde çocuğun vefat ettiğini kendisine bildiriyor. Bu olay üzerine Resulullah (a.s), yüce Allah'ın onların o gecelerine bereket lütfetmesi için dua ediyor. Bu olayda üstün zevk anlayışının zirvesine ulaşıldığını görmekteyiz.
Yine Resulullah (a.s)'ın amcası Hz. Abbas (r.a)'a Resulullah (a.s)'ın mı yoksa kendisinin mi daha büyük olduğu sorulunca "Resulullah (a.s) daha büyük, ben ise daha yaşlıyım" cevabım veriyor. Bunda da üstün bir zevk anlayışı görülüyor.
Resulullah (a.s) gerek isimlerde ve gerekse yaşayış şeklinde üstün bir zevk anlayışına göre hareket eder ve eğitimini buna göre yapardı. Bu alana çağımızda büyük önem vermemiz ve bununla ilgili hususlara yemden canlılık kazandırmamız gerekmektedir. İslam tümüyle zevktir. Tevhid inancı kalp zevklerinin en üst derecesidir. İbadetler bedensel zevklerin en üst dereceleridir. Bir yere girerken izin istemek, selam vermek, esnerken ağzım eliyle kapatmak, aksınrken burnunu tutmak, büyüğün küçüğe merhamet etmesi, küçüğün büyüğe saygı göstermesi, adamın kendisiyle evlendiği hanıma mehir vermesi, bir kimsenin istediği bir şey için önceden kendini hazırlaması, konuşurken nazik olması, büyüklen-mekten, kendini beğenmişlikten ve tekellüften uzak durulması., bunların tümü üstün zevklerdendir. Müslümamn zevk duygusunu geliştirmesi gerekmektedir. İlim adamlarının yanlarına girdiğinde edep ölçülerini gözetmeli, bir şey istediğinde yine adaba uygun bîr şekilde istemeli, fazilet sahibi iasanlann arasına girdiğinde yine edepli olunmalıdır.
Mürüvvetler ve insanı hoşnut eden davranışlar konusunda, Resulullah (a.s)'ın benzeri olmayan vefakarlığı örnek olarak anılabilir. Resulullah (a.s)'ın Hz. Hatice (r.a)'yi sık sık anarak ve sadakatından sıkça söz ederek ona karşı vefakarlık gösterdiği rivayet edilir. Yine rivayete göre müşriklerin ve kafirlerin bir iyilik yapmaları durumunda Resulullah (a.s) onlara karşı tam bir vefakarlık gösterirdi. Resulullah (a.s)'ın Bedir günü söyledikleri ile ilgili olarak şöyle rivayette bulunulmuştur: [82]
12- Ahmed bin Hanbel 'in rivayetine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[83]
"Eğer ki Mut'am bin Adiyy sağ olsaydı ve şu ölüler hakkında benimle konuş-muş olsaydı bunları ona verirdim."
Yine Resulullah (a.s) Mısır kıbtilerine iyilikte bulunulmasını tavsiye etmiştir. Çünkü onlarla arasında bir yakınlık ve sıhriyet vardı. Bu akrabalık bir Hz. Hacer (r.a.)'in, bir de kipti kökenli Mariye (r.a.)'nin onlardan olmasından ileri geliyordu. Resulullah (a.s)'ın bir iyilikte öne geçenlere ve kararlılık gösterenlere karşı da büyük vefakarlık gösterdiği görülmektedir. Bundan dolayı Hatib bin Ebi Balta'a (r.a)'nın büyük bir hata işlemiş olmasına rağmen Bedir Savaşı'na katılanlardan olması sebebiyle onu affetmiştir. Mürüvvetler ve insanı hoşnut eden davranışlar konusunda Resulullah (a.s)'ın hayatında bir tek hizmetçiyi veya kadını dövmüş olmaması bir örnek olarak gösterilebilir.
Yine Ebu Katade (r.a)'nin Uhud gününde Resulullah (a.s)'ın kılıcı ile bîr kadını öldürmekten kaçınarak o kılıca karşı göstermiş olduğu hürmet de bu konuda birörnektir. Güzel ahlak konusunda Resulullah (a.s)'ı kimse geçemezdi.
İlimle ve ona bağlı ameli konularla ilgili bu uzun girişten sonra ilim konusunun kısımlarına geçebiliriz. [84]
Yüce Allah Kur*an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"îman edenler toptan savaşa çıkmamalıdırlar. Her topluluktan bir taifenin dini iyi öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere kalmaları gerekli olmaz mı; ki böylece belki yalnış hareketlerden çekinirler."[85]
tbni Abbas, Kur'an-ı Kerim'deki "Rabbaniler olun" [86] emri ile "alim kimseler olun" anlamı kastedildiğini söylemiştir.
Yine şöyle söylenmiştir:
"İlim adamları Rabbaniler olarak adlandırılmışlardır, çünkü onlar ilim üzere eğitim ve terbiye vermektedirler. Bir şeyi düzene koyan ve onu tamamlayan kimse hakkında "filanca şu işi terbiye etti" denilir."[87]
Bir başka açıklamaya göre ilim adamlarına Rabbaniler denmesinin sebebi şudur Onlar öğrenen kimseleri büyük ilmi konulardan önce küçük ilmi konulara göre eğitmektedir.
Yüce Allah Hz.İbrahim (a.s)'den söz ederek şöyle buyurmaktadır:
"Hani, Rabb'i İbrahim'i bazı sözlerle imtihan etmişti de o da onların gereğini tam olarak yerine getirmişti. Rabb'i ona: "Ben seni insanlara Önder kılacağım" dedi." [88]
Burada önderlikle kastedilen "gösterdiği çizgiye uyulan ve başkaları tarafından izlenen kimse olmak"tır.
İmam Malik şöyle söylemiştir:
"Allah'ın dininde hikmet ile kastedilen ilimdir. İlim İse, hikmet, Allah'ın dilediği kimseyi onun vasıtasıyla doğru yola eriştireceği nurdur. Yoksa ilim, istemekle elde edilen bir şey değildir." [89]
13- Buharı ve Müslim, Hamid (Abdurrahman bin Avf Zuhri)'in şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir:
"Muaviye hutbe esnasında şöyle söyledi:[90]
"Ben Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum:
"Allah kimin için iyilik dilerse, onu dinde ilim ve anlayış sahibi eyler. Ben sadece paylaştırıcıyım, veren ise Allah'tır. Kıyamet kopuncaya ve Allah'ın emri gelinceye kadar bu ümmetin işi istikamet üzere olacaktır." [91]
14- Bezzar, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[92]
"Allah bir kul için iyilik dilerse, onu dinde anlayış sahibi kılar ve ona doğru yolu bulmasını sağlayacak ilhamda bulunur." [93]
15- Ahmed bin Hanbel, Kays bin Kesir (rh.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Dımeşk camisinde Ebu Derda (r.a) ile birlikte oturuyordum. Ebu Derda (r.a)'nın yanma bir adam geldi ve şöyle söyledi:[94]
"Ey Ebu Derda! Ben Resulullah (a.s)'ın şehrinden, senin Resulullah (a.s)'-tan rivayet ettiğini duyduğum bir hadisi şerif İçin geldim. Yoksa herhangi bir ihtiyaç için gelmiş değilim." O da şöyle söyledi:
"Ben Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum:
"Kim ilim öğrenmek amacıyla bir yola girerse, Allah da ona cennet yollarından bir yolu kolaylaştırır. Melekler de onun İlim öğrenmeye çalışmasından hoşnut olarak kanatlarım üzerine gererler. Suyun içindeki balıklara varıncaya kadar göklerde ve yerde olanların hepsi ilim adamı İçin mağfiret dilerler. İlim adamının ibadete düşkün birine üstünlüğü, onbeşinci gecesin-deki ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. İlim adamları peygamberlerin varisleridirler. Peygamberler arkalarından miras olarak dinar veya dirhem bırakmazlar, miras olarak ilim bırakırlar. Kim bu mirası alırsa büyük bir pay almış olur."
Osman bin Ebi Sevde'nin Ebu Derda (r.a)'dan, onun da Resulullah (a.s)'-tan rivayeti yoluyla yine buna benzer bir hadisi şerif nakledilmiştir. [95]
16- Buhari, Ebu Vakid Leysi (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[96]
"Resulullah (a.s) beraberinde bir takım insanlarla birlikte Mescid'de oturuyordu. Bu sırada üç kişi yanına geldi. Bunlardan iki tanesi Resulullah (a.s)'ın yanına geldi, birisi gitti. Gelen iki tanesi Resulullah (a.s)'ın önünde durdu. Birisi sohbet halkasında bir boşluk bulup oraya oturdu. Diğeri ise sohbettekilerin arkalarına oturdu. Üçüncü kişi ise arkasını dönüp gitti. Resulullah (a.s) sohbeti bitirince şöyle buyurdu:
"Bu üç kişinin durumunu size bildireyim mi? Bunlardan birisi şanı yüce olan Allah'a sığındı, Allah da onu barındırdı. Diğeri haya etti, Allah da ondan haya etti. Üçüncü kişi ise yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi." [97]
17- Taberani, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:[98]
"Ebu Hureyre (r.a) Medine'nin çarşılarından birinin yanından geçerken çarşının kenarında durdu ve "Ey çarşı ahalisi! Siz ne kadar da zayıf kimselersiniz!" diye söyledi. Onlar: "Bu da neden oluyor, ey Ebu Hureyre?" diye sordular. Bunun üzerine Ebu Hureyre (r.a) şöyle söyledi:
"Şurada Resulullah (a.s)'ın mirası dağıtılıyor, sizse buradasınız. Gidip de payınızı alsanız ya!"
Onlar: "O (miras) nerededir?" diye sordular.
Ebu Hureyre (r.a) "Mescid'de" dedi. Çarşıda bulunanlar hızla çıkıp gittiler. Ebu Hureyre (r.a)'de onlar geri dönünceye kadar yerinde bekledi. Döndüklerinde: "Ne yaptınız?" diye sordu. Onlar:
"Ey Ebu Hureyre! Mescid'e girdik. Orada paylaştırılan herhangi bir şey göremedik" dediler. Bunun üzerine Ebu Hureyre (r.a):
"Mescid'in içinde kimseyi göremediniz mi?" diye sordu. Onlar:
"Evet. Kimileri namaz kılan, kimileri Kur'an okuyan, kimileri de helal ve haram üzerine sohbette bulunan bir takım insanlar gördük" dediler. Bu kez Ebu Hureyre (r.a): "Yazık size işte Hz.Muhammed (a.s)'in mirası budur" diye söyledi"[99]
18- Buhari'nin, Ebu Musa (r.a)'dan, onun da Resulullah (a.s)'dan rivayetine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[100]
"Yüce Allah'ın benim vasıtamla göndermiş olduğu hidayet ve ilmin durumu, gökten yağan bol miktardaki bir yağmurun durumuna benzemektedir. Bu yağmurun yağdığı yeryüzünde kimi yerler güzel, bitkinin yetişmesine elverişli olur suyu İçine çeker ve bol miktarda ot ve diğer bitkiler bitirir. Kimi yerler sert olur, suyu içine çekmeyip üstünde biriktirir. Yüce Allah o biriken sularla insana yarar sağlar. İnsanlar bu birikmiş sulardan hem kendileri içer, hem hayvanlarını sularlar ve hem de bu sulan kullanarak ekim yaparlar. Gökten inen yağmurun düştüğü yerlerin bazıları da düzlük ve sert olur. Bu yerler ne üstlerinde su tutarlar ne de suyu içine çekerek ot bitirirler. İşte Allah'ın dini üzerinde bilgi sahibi olan ve yüce Allah'ın kendisi vasıtasıyla başkalarına da yarar sağladığı, böylece kendisi bilgi sahibi olduğu gibi başkalarına da öğreten bir kimse bu dereceye yükselmeye hiç yanaşmayarak yüce Allah'ın benim vasıtamla göndermiş olduğu hidayetini kabul etmeyen kimsenin durumu da buna benzemektedir." [101]
Bîr Açıklama
İmam Nevevi şöyle söylemiştir:
"Hadisi şerifte Resulullah (a.s)'ın getirdiği hidayet nuru bol miktardaki yağmura benzetilmektedir. Burada toprakların üç ayrı türünün bulunduğuna ve insanların da böyle olduklarına dikkat çekiliyor. Toprakların bir türü vardır ki, öldükten sonra yağmur suyu ile dirilir ve bitkiler çıkarır, insanlar, hayvanlar, ekinler ve daha başka varlıklar da ondan yararlanırlar. İnsanların birinci türü de böyledir. Bu türden olan bir kimseye hidayet ve ilim ulaşınca onu öğrenir, kalbi onunla dirilir, kendisi öğrendiklerini pratik olarak yapar ve bu bilgileri başkalarına da öğretir. Böylece hidayet ve ilimden hem kendisi yararlanır, hem de başkalarını yararlandırır.
Toprakların ikinci türü ise sudan kendisi adına bir yarar sağlamaz. Ancak başkalarına bir yararı vardır ki, o da başkaları için suyu üzerinde tutmasıdır. İnsanlar ve hayvanlar bu türden toprakların üzerlerinde tutmuş olduğu sulardan yararlanırlar. İnsanların ikinci türünden olanlar da böyledirler. Bu gibilerin kuvvetli hafızaları olur ama anlayışları pek kuvvetli olmaz, ilimde, öğrendiklerinden hüküm çıkarabilecek, aldıkları bilgilerin işaret ettiği anlamlan etraflıca kavrayabilecek derecede derinleşme kabiliyetine de sahip olmazlar. Bu gibiler itaat ve öğrendikleri ile amel etme konusunda da gayretli değildirler. Bu gibiler onlann ezberledikleri bilgilere ihtiyacı olan ve ilim öğrenme gayretinde olan, ilimden hem kendisi yararlanacak hem de başka-lanna yarar sağlayabilecek kabiliyetteki kişilerin gelip onları almalan için bazı bilgileri ezberler. Sözkonusu kişiler de gelip onlardan bu bilgileri alır ve yararlanırlar. Bu ikinci türden insanlar onlardan bu bilgileri alır ve yararlanırlar. Dolayısıyla bu ikinci türden insanlar, kendilerine ulaşan şeylerle başkalarına yarar sağlarlar.
Topraklann üçüncü türden olanları da bitki bitirmeyecek derecede sert ve çorak olanları ve benzerleridir. Bu gibi topraklar kendileri sudan yararlanamadıkları gibi başkalarının yararlanmaları için üzerlerinde su da tutmazlar. İşte insanların üçüncü türden olanları da böyledirler. Bunlar güçlü hafızaya sahip olmadıkları gibi iyi bir anlayış ve kavrayış kabiliyetine de sahip değildirler. İlmi duyduklarında kendileri ondan yararlanamadıkları gibi başkalarının yararlanmaları için duyduklarını da ezberlemezler."
Beğavi de bu hadisi şerifi verdikten sonra şöyle söylemektedir:
"Şer'i ilimler iki kısımdır: Usul ilimleri ve furu ilimleri. Usul ilimleri: Şanı yüce olan Allah'ın birliğini bilmek, O'nu sıfatlarıyla tanımak ve peygamberleri doğrulamaktır. Yükümlü olanların tümünün Allah'ı tanımaları gerekir. Ayetlerinin ortaya çıkması ve delillerinin kesinleşmesi sebebiyle bu konuda başkalarını taklid etmek yarar sağlamaz. Yüce Allah Kur'an-ı Ke-rim'inde şöyle buyuruyor:
"Bil ki Allah'tan başka ilah yoktur." [102]
Yüce Allah bir başka ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:
"Biz onlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur'an-ı Kerim'in) hak olduğu onlara iyice belli olsun." [103]
Furu İlimlerine ise fıkıh ve din hükümlerinin bilinmesi ile ilgili ilimler girmektedir. Bu gibi ilimler de ikiye ayrılmaktadır: Farz ayn ve farzı kifaye. Temizlik, oruç ve namaz gibi konularla ilgili ilimler farz ayn ilimlere örnektir. Bu gibi ilimleri, bütün yükümlülerin bilmesi gerekmektedir." [104]
19- Ibni Mace, Resulullah (a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İlim öğrenmek her Müslümamn üzerine farzdır."[105]
Şeriatın, her ferdin yapmasını istediği fiillerle ilgili bütün ilimler farzı ayn türünden olan ilimlerdir. Yükümlü olanların tümünün bu ilimleri bilmesi gerekmektedir. Malı olan birinin zekat ile ilgili hükümleri ve hacca gitme imkanı olanın hacc ile ilgili hükümleri bilmesi de böyledir.
Farzı kifaye olan ise din ilimlerini içtihad derecesine ve fetva verebilecek seviyeye ulaşacak kadar öğrenmektir. Bir beldenin insanlarının tümü bu görevi ihmal ederlerse hepsi birden günahkâr olurlar. Ama içlerinden birisi bu i-limleri öğrenmek için çaba harcar ve öğrenirse diğerlerinin üzerinden de farzi-yet düşer. O beldede oturan diğer insanların da karşılarına çıkan özel durumlar ve gelişmeler karşısında bu şekilde fetva verebilecek seviyeye ulaşıncaya kadar ilim öğrenmiş olan kişiyi izlemeleri, onun fetvalarına göre hareket etmeleri gerekir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Doğrusu senden önce de kendilerine kitaplar ve belgelerle vahyettiği-miz bir takım adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız kitap okuyanlara sorun." [106]
"Bize göre ilim, güvenilir kişilerin ruhsatlarıdır. Sıkı tutulunca ise herkes onu güzel yapar."
İbni Mace Ebu Zer (r.a)'in şöyle söylediğim rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Ey Ebu Zer! Çıkıp Allah'ın Kitab'ından bir ayet öğrenmen, senin için yüz rek'at namaz kılmaktan daha hayırlıdır. Yine çıkıp kendisiyle amel edilsin edilmesin ilimden bir konu Öğrenmen, senin için bin rek'at namazdan daha hayırlıdır." [107]
20- Tirmizi, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğim rivayet etmiştir: "Ben Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum:[108]
"Allah'ın zikri ile ona yakınlığı olanlar ve alim ile öğrenen hariç dünyanın içinde bulunanların tümü lanetlenmiştir." [109]
21- Buharı ve Müslim, İbni Mes'ud (r.a)'un şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[110]
"Kıskanma ancak iki şeyde olur: Allah'ın kendisine mal vermiş olduğu ve bu malı hak yolda harcamaya muvaffak kıldığı kimse ve yüce Allah'ın kendisine hikmet verdiği, kendisi de bununla hükmeden ve bu hikmeti başkalarına da öğreten kimse (yani bunların yaptıklarına gıpta edilebilir.)" [111]
22- Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[112]
"İnsanoğlu öldüğü zaman şu üç şeyin dışında ameli kesilir: İnsanlara yaran sürüp giden bir sadaka (sadakayı cariye), kendisinden yararlanılan ilim ve kendisi için dua edecek salih bir çocuk (yani arkada bu üç şeyden biri bırakılırsa bundan dolayı amel devam eder.)" [113]
23- İbni Mace, Ebu Katade (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet [114]etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Bir insanın arkasından bıraktıklarının en hayırlıları şu üç şeydir: Kendisi için dua eden salih bir çocuk, kendine ecir kazandıracak ve yararı devam eden bir sadaka ve kendinden sonra amel edilecek ilim." [115]
24- Tirmizi, Ebu Umame (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s)'a, birisi ibadete düşkün diğeri ise alim olan iki kişinin durumu hakkında soru soruldu. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:[116]
"Alimin ibadete düşkün kimseye üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir."
Resulullah (a.s) bunun ardından şöyle buyurdu:
"Allah, melekleri ve deliğindeki karıncaya ve batığa varıncaya kadar göklerde ve yerde bulunanların tümü, insanlara iyiliği öğreten kimse için dua ederler."
Yine şöyle buyurdu:
"İyiliği öğreten için denizdeki balıklara varıncaya kadar her şey mağfiret diler." [117]
25- Taberani, Huzeyfe bin Yeman (r.a)'dan rivayet etmiştir:[118]
"ResuluIIah (a.s) şöyle buyurdu:
"İlmin fazileti/ benim için ibadetin faziletinden daha sevimlidir. Sizin dinde hayırlı olanınız, vera sahibi olanınızdır. "[119]
26- Ahmed bin Hanbel, Safvan bin Assan el-Muradi (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"ResuluIIah (a.s)'ın yanına vardım. Mescid'de kendine ait kırmızı bir hırkaya yaslanmış oturuyordu. Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü! Ben ilim öğrenmek için geldim" dedim. O da şöyle buyurdu:[120]
"İlim öğrenmek isteyene merhaba! İlim öğrenmek isteyeni melekler kanatlan ile sararlar. Öyle ki, onun öğrenmek istediği şeye olan sevgileri dolayısıyla birbirlerinin üstüne yüklenerek dünya göğüne kadar ulaşırlar." [121]
27- Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "ResuluIIah (a.s) şöyle buyurdu:[122]
"Kim bir mü'minin dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyamet günü sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Kim bir Müslü-manı örterse, Allah da onu dünya ve ahirette örter. Kim zor durumdaki birine kolaylık sağlarsa, Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık sağlar. Kul kardeşine yardım ettiği sürece Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık sağlar. Kul kardeşine yardım ettiği sürece Allah da ona yardım eder. Kim ilim öğrenmek maksadıyla bir yola girerse, Allah da ona bunun vasıtasıyla cennet yollarından bir yolu kolaylaştırır. Her ne zaman bir topluluk Allah'ın kitabını okumak ve onu aralarında müzakere etmek amacıyla Allah'ın evlerinden bir evde toplanırsa, melekler onların etraflarını sararlar, onların üzerlerine bir sekinet (ilahi bir güven duygusu ve gönül huzuru) iner ve kendilerini ilahi rahmet kaplar. Allah da kendi katında bulunanlara onlardan söz eder. Kim, ameli geri bırakırsa nesebi, soyu ileri götüremez." [123]
28- İbni Mace, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[124]
"Benim şu Mescid'ime ancak bir hayır öğrenmek veya öğretmek üzere kim gelirse, o Allah yolunda cihad eden gibidir. Bundan başka bir amaç için gelen ise başka birinin elindeki mala bakan bir adam gibidir." [125]
29- Buharı, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[126]
"İnsanlar madenler gibidirler. Cahiliye döneminde üstün olanlar, İslam'ı öğrenmeleri durumunda İslam'da da üstündürler. İnsanlar bu konuda Ku-reyşilere tabidirler. Müslüman olanları Kureyş'in Müslümanlarına, kafir olanları da Kureyş'in kafirlerine tabidirler. Bazen insanların en hayırlılarından bazılarını bu işin (yani islam'ın) içine girmeden önce bundan hoşlanmama konusunda insanların en ileri gidenlerinden olduklarını görürsünüz."
Bir başka rivayette ise şöyle denilmektedir; "İnsanlar hayırda ve serde Kureyş'e tabidirler." [127]
30- Ahmed bin Hanbel'in, Cabir bin Abdullah (r.a)'tan rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:[128]
"İnsanlar madenler gibidirler. Cahiliye döneminde üstün olanları, İslam'ı Öğrenmeleri durumunda İslam'da da üstündürler." [129]
31- Tirmizi, Enes bin Malik (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) zamanında iki kardeş vardı. Bunlardan birinin bir mesleği vardı.[130] Diğeri ise Resulullah (a.s)'ın sohbetlerine devam eder, O'ndan bir şeyler öğrenirdi. Meslek sahibi olan kardeş, diğer kardeşini Resulullah (a.s)'a şikayet etti. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Olur ki, sana onun yüzünden rızık veriliyordur." [131]
32- Tirmizi, Fudayl bin Iyaz (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[132]
"İlmiyle amel eden ve ilmini başkalarına da öğreten bir alim, göklerin yüksek derecelerinde (melekutunda) 'büyük kişi' olarak adlandırılır." [133]
33- Buhari, Mücahid bin Cubeyr (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:[134]
"İbni Abbas (r.a) kölesi İkrime'yi feraizi (miras hukukunu) ve diğer ilimleri öğretmesi üzere bağlar, sonra da: "İbni Abbas, İkrime'yi Kur'an-i Ke-rim'î, sünnetleri ve feraizi öğretmesi üzere bağladı" diye seslenirdi."
Konuyla ilgisi bakımından aşağıdaki metinleri ve nasslan da bu arada veriyoruz:
İbni Mace'nin Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Sadakaların en üstünü, bir Müslümanın bir ilim öğrenip sonra onu diğer bir Müslüman kardeşine öğretmesidir."
İbni Abdilberr, Cabir (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"İlim iki türlüdür: Kalpte olan ilim ki, yararlı ilim işte budur. Dildeki ilim, bu da yüce Allah'ın insanoğluna karşı delilidir."
Taberani, Kebir'de Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Hikmetten söz edilen meclis ne kadar güzel bir meclistir."
Taberani, Ebu'l-Ubeyd bin Amiri'den -Ki bu kişinin gözleri görmezdi ve Abdullah bin Mes'ud (r.a) onu kendisine yakın tutardı- rivayet etmiştir:
"Bir gün bu zat Abdullah bin Mes'ud (r.a)'a: "Bir meseleyi sana sora-mazsak kime soralım?" dedi. O da ona acıdı. Bunun üzerine: "Eyvah (çok ah eden) kimdir?" dedi. "Merhametli kimsedir" diye söyledi. Sonra: "Ümmet nedir?" diye sordu. "İnsanlara iyiliği öğretendir" cevabını verdi. Sonra "Kâinat" (boyun eğen) kimdir?" diye sordu. "Allah'a itaat edendir" cevabını verdi. Sonra: "Ma'un (yardım) nedir?" diye sordu. "İnsanların aralarında yardımlaşmada kullandıkları şeydir" cevabını verdi. Sonra "Tebzir (saçmak, dağıtmak) nedir?" diye sordu. "Malı yersiz ve sebepsiz olarak harcamaktır" cevabını verdi. -Bir başka rivayete göre ise "Malı helal olmayan yerde harcamaktır" cevabını verdi-"[135]
Bir başka rivayete göre, Abdullah bin Mes'ud (r.a) her gün iasanlara hadis naklederdi. Perşembe günü olunca kenar mahallelerden ve köylerden insanlar onu dinlemeye gelirlerdi. Bir keresinde böyle kör bir adam geldi ve ona da aynı şeyleri söyledi. [136]
Rivayette sözü edilen kişinin "ümmet" hakkında soru sorması, yüce Allah'ın "İbrahim Allah'a itaat eden O'nu bir bilen bir ümmet idi. Ortak koşanlardan değildi." [137] mealindeki ayeti kerimesinde geçen ümmet kelimesine işaret etmektedir. Ebu Ubeyd ise Muaviye bin Sebre bin Husayn Suvai'dir.
Abdullah bin Mes'ud (r.a) şöyle söylemiştir:
"Gecede bir saat ilim müzakeresinde bulunulması, o gecenin ibadetle geçirilmesinden daha hayıhrhdır."
Bir başka rivayete göre ise şöyle söylemiştir:
"Gece vaktinden sonra ilim müzakeresinde bulunulması, benim için o gecenin ibadetle geçirilmesinden daha sevimlidir."
Katade şöyle söylemiştir:
"Bir kimsenin kendinin ve kendinden sonrakilerin durumlarını düzeltmek amacıyla ilimden bir konu öğrenmesi, onun açısından bir yıl ibadette bulunmaktan daha hayırlıdır." Süfyani Sevri de şöyle söylemiştir:
"Farz amellerden sonra İlim öğrenmekten daha faziletli bir amel yoktur."
Yine Süfyani Sevri'nin şöyle söylediği bildirilmiştir:
"Bugün ilim öğrenmekten daha faziletli bir şey bilmiyorum." Kendisine: "İlim öğrenmek isteyenlerin herhangi bir niyetleri olmazsa?" denildi. O da: "İlim öğrenmek istemeleri onlar açısından bir niyettir" cevabını verdi."
Hasanı Basri (rh.a) şöyle söylemiştir:
"Kim Allah katında olanı dileyerek ilim öğrenirse, onun açısından üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha hayırlı olur."
îbni Vehb şöyle söylemiştir:
"İmam Malik'in yanında oturmuş kendine bir şeyler soruyordum. Bu sırada benim kalkmak için kitaplarımı topladığımı gördü. "Nereye gitmek istiyorsun?" diye sordu. "(Nafiîe) namaz kılmak istiyorum" dedim. Bunun üzerine: "Eğer niyetin iyi olursa senin şu yapmakta olduğun, yapmak istediğin amelden daha aşağı değildir" dedi veya buna benzer bir söz söyledi."
Zuhri de şöyle söylemiştir:
"Allah'a ilim öğrenmekten daha güzel bir şekilde ibadet edilmiş değildir."
Süfyani Sevri şöyle söylemiştir:
"İlim öğrenmekten ve onunla yüce Allah'ın rızasına kavuşmak isteyen kimse için ilim ezberlemekten daha üstün bir amel bilmiyorum."
Süfyan "cemaat" kelimesinin açıklaması konusunda da şöyle söylemiştir:
"Fakih birisi bir dağın tepesinde olsa bile, o orada tek başına bir cemaat olur."
Hasan bin Salih de şöyle söylemiştir:
"İnsanlar dinleri için bu şeye (ilme), yiyecek ve içeceğe ihtiyaç duydukları kadar ihtiyaç duymaktadırlar."
Mutarraf bin Abdullah bin Şihhir şöyle söylemiştir:
"Benim için ilimden bir pay, ibadetten bir paydan daha sevimlidir."
İmam Şafii de şöyle söylemiştir:
"İlim Öğrenmek, nafile ibadetten daha üstündür." [138]
Üzerinde durulması gereken İslami ilimleri on guruba ayırmak mümkündür:
1. Kur'an-ı Kerim ve onunla ilgili ilimler. Bu gurubun içerisine tefsir, tilavet (Kur'an okuma) ilmi ve kıraatlarla ilgili ilim (Kur'an-ı Kerim'in değişik şekiller-deki okunuşunu esas alan ilim) girmektedir.
2. Hz. Peygamber (a.s)'in sünneti ve onunla ilgili ilimler.
3. Usul ilimleri.
4. Arap dili ilimleri.
5. Akaid ilmi.
6. Fıkıh ilmi.
7. Ahlak ve nefti arındırma ilimleri.
8. Üç usul ilmi ve İslam düzenleri ile ilgili ilimler.
9. İslam tarihi, İslam dünyasının bugünkü durumu ile ilgili ilimler, İslam'a ve Müslümana karşı kurulan düzenler ve oyunlar ile ilgili ilimler de bu guruba girmektedir.
10. Çağımızda İslam davetinin nasıl olacağım öğreten davet fıkhı ilmi.
Bu ilimlerden bazılarına özel bir önem verilmesi gerekirken, diğer bazılarına bu derece özel bir önem verilmesine gerek yoktur. Bazı ilimlerin önemini ise kişinin o konudaki ihtiyacı belirler. Bazı ilimler ise kişi için gerekli olan a-zığm seçimi açısından fazla gerekli olmayabilir.
İbni Abidin'in hanefi fıkhı ile ilgili eserinin haşiyesinin 1. cildinin 24. sahife-sinde şöyle denilmektedir:
"İlimler üç kısımdır: Pişmiş ama yanmamış ilimler ki, nahiv ve usul ilmi bu türdendir. Pişmemiş ve yanmamış İlim ki, beyan ve tefsir ilmi bu türdendir. Pişmiş ve yanmış İlimler ki, hadis ve fıkıh ilimleri de bu türdendir."
Bu yorumdan anlaşıldığına göre İbni Abidin, fıkıh ilmini yanmış bir ilim olarak görmektedir. Yani bu sözü ile fıkıh ilmiyle çok uğraşıldığım ve bütün yönlerinin açıklık kazandığını, bütün meselelerinin sonuçlandınldığını kasdetmek-tedir. Ama durum günümüzde böyle değildir. Çünkü sürekli yeni meseleler ortaya çıkmaktadır ve bütün yeni meseleler için fıkıh ilmine ihtiyaç vardır.
Yukarıda verilen ifadede hadis ilminin pişmiş ve yanmış bir ilim olduğuna işaret edilmesi ile önemli bir noktaya işaret edilmektedir. İslam ümmetinin geçmiş alimleri rivayet edilen hadislerin sahihlerinin ve zayıflarının ortaya çıkarılması ve usûlünün belirlenmesi konusunda büyük bir gayret sarfetmişler-dir. Dolayısıyla artık bunun üzerine ilave edilecek bir şey kalmamıştır.
Çağımızda ise bu konu etrafında yersiz bir takım meselelerin çıkarıldığı gözlenmektedir. Resulullah (a.s)'ın sünnetini yeni baştan ele alıp incelemeyi amaçlayan ve bu yolda büyük gayretler ortaya konulmasını isteyen bir takım girişimler dikkatimizi çekmektedir. Hatta bu ilim için diğer bütün ilimlerden daha fazla çaba harcanması istenmektedir. Bu ise yersiz bir kargaşaya, anarşiye yol açmak, enerjilerin yersiz ve boşa harcanmasına sebep olmak ve ümmeti kendisini ilgilendirmeyen alanlara yöneltmek dışında hayra alamet değildir.
Ümmetin içerisinde hadisçilerin bulunması farzı kifayedir. Yoksa bütün ümmetin, hadisçilerin sınıfından olması gereği yoktur. [139]
34- Buharı, Cabir bin Abdullah (r.a)'tan şu şekilde rivayet etmiştir:[140]
"Resulullah (a.s) Uhud Savaşı'nda şehid edilenlerden iki kişiyi bir kabre koyuyor sonra da şöyle diyordu:
"Bunların Kur'an-ı Kerim'i Öğrenme konusunda hangisi daha ileri idi?"
Herhangi birinin daha ileri olduğuna İşaret edilmesi durumunda onu la-hide daha yakın yere yerleştiriyordu." [141]
35- Ebu Davud, Ebu Musa el-Eş'ari (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[142]
"Saçı sakalı ağarmış bir Müslümana, Kur'an-ı Kerim'i izberlemiş olup da onda aşırılık etmeyen ve içindekil erden de habersiz olmayan bir kimseye ve adaletli bir yöneticiye hürmet ve ikramda bulunmak Allah'a hürmet anlamı taşır." [143]
36- Ahmed bin Hanbel, Abdullah bin Busr (r.a)"un şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Ben bir süre önce şöyle bir hadisi şerif duymuştum:[144]
"Yirmi kişiden veya bundan daha az ya da daha çok sayıda kimseden İbaret bir cemaatin içinde bulunur, her birinin yüzlerini şöyle bir inceler ve içlerinde Allah için kendisine hürmet edilen, değer verilen bir kimse göre-mezsen bil ki iş hassasiyet noktasına gelmiştir." [145]
37- Taberani'nin Abdullah bin Mes'ud (r.a)[146]dan rivayetine göre Resulullah (a.s) [147]şöyle buyurmuştur:
"Bereket sizin büyüklerinizledir." [148]
38- A hm e d bin Hanbel'in Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayetine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:[149]
"Büyüğe hürmet etmeyen, küçüğe merhamet etmeyen, iyiliği emretmeyen ve kötülükten sakındırmayan kimse bizden değildir." [150]
39- Hakim, Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[151]
"Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün hakkını bilmeyen kimse bizden değildir."
Tirmizi'nin rivayetine göre de şöyle buyurmuştur: "Büyüğümüzün şerefine hürmette bulunmayan..."[152] [153]
40- Ahmet bin Hanbel, Ubade bin Samit (r.a)'ten rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Büyüğümüze saygı göstermeyen, küçüğümüze merhamet etmeyen ve alimimizin hakkını bilmeyen kimse benim ümmetimden değildir."[154]
Bu hadisi Taberani ve Hakim de rivayet etmiştir ancak onların rivayetlerinde "bizden değildir" ifadesi geçmektedir. [155][156]
41- Ebu Davud, Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[157]
"Kim Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla öğrenilen bir ilmi herhangi bir dünya varlığı elde etmek amacıyla öğrenirse, kıyamet gününde cennetin kokusunu alamaz." [158]
42- İbni Mace, Cabir bin Abdullah (r.a)'dan rivayet etmiştir:[159]
"İlmi, ilim adamlanna karşı kendinizi gösterip, onlara karşı durmak veya basit kimselerle tartışmak yahut özel meclisler oluşturmak için öğrenmeyin. Kim bunu yaparsa, onun gideceği yer ateştir ateş!"
Bir başka rivayette "Özel meclisler oluşturmak İçin" ifadesinin yerine "meclislerde konuşmalar yapmak için" ifadesi geçmektedir. [160]
43- Müslim, Ebu Hureyre [161](r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Ben, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum:
"Kıyamet gününde ilk hesabı görülecek kişi, şehid edilmiş bir adamdır. Bu kişi getirilir. Yüce Allah ona vermiş olduğu nimetlerini kendisine bildirir ve o da bu nimetleri tanır. Sonra:
"Sen bu nimetlerle ne yaptın?" diye buyurur. Adam da:
"Senin için şehid edilinceye kadar çarpıştım" cevabını verir. Yüce Allah:
"Yalan söyledin. Sen kendine 'cesur adam* denilsin diye çarpıştın ve Öyle de denildi" diye buyurur. Sonra emredilir yüzüstü sürüklenerek ateşe atılır.
Ardından ilim öğrenmiş ve öğretmiş, Kur'an-ı Kerim okumuş bir adam hesaba çekilir. Bu kişi getirilir. Yüce Allah ona nimetlerini tanıtır, o da tanır. Bunun üzerine yüce Allah ona:
"Bu nimetlerle ne işledin?" diye buyurur. Adam:
"İlim Öğrendim ve öğrettim. Senin için Kur'an-ı Kerim okudum" der. Bunun üzerine yüce Allah:
"Yalan söyledin. Bilakis sen kendine 'alim' denilmesi için ilim öğrendin. Kur'an-ı Kerimi ise sana 'çok Kur'an-ı Kerim okuyan kişi' denilsin diye o-kudun ve öyle de denildi" diye buyurur. Sonra emredilir bu kişi de yüzüstü sürüklenerek ateşe atılır.
Bunun arkasından Allah'ın kendisine bol nimet verdiği, değişik türlerde mallar lütfettiği bir adam hesaba çekilir. Bu kişi getirilir. Yüce Allah ona nimetlerini tanıtır, o da tanır. Bunun üzerine yüce Allah ona:
"Bu nimetlerle ne işledin?" diye buyurur. Adam:
"Senin harcamada bulunulmasını istediğin yollardan hiçbirini bırakmaksızın hepsinin uğrunda senin için harcamada bulundum" der. Bunun üzerine yüce Allah:
"Yalan söyledin. Bilakis sen kendine 'cömert' denilmesi için harcamada bulundun ve öyle de denildi" diye buyurur. Sonra emredilir bu kişi de yüzüstü sürüklenerek ateşe atılır." [162]
44- Tirmizi, Ebu Hureyre (r.a)'den merfu olarak rivayet etmiştir:[163]
"Ahir zamanda dini, dünya için araç olarak kullanan bir takım insanlar ortaya çıkacaktır. Bunlar insanlara karşı yumuşak koyun derisi giyerler. Dilleri baldan daha tatlıdır. Ama kalpleri kurtların kalpleridir. Yüce Allah onlara:
"Siz beni mi aldatmaya çalışıyorsunuz yoksa bana karşı cür'etkârhk mı ediyorsunuz. Kendi nefsime yemin ediyorum, onlara kendi içlerinden öyle bir fitne göndereceğim ki, en yumuşak huylularını bile hayretler içinde bırakacaktır" diye buyurur." [164]
45- Hakim, İbni Bureyde (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:[165]
"Muaviye (r.a) Humus hamamından çıktı ve kölesine: "Bana elbiselerimi getir" dedi. Sonra elbiselerini giydi ve ardından Humus camisine girerek iki rek'at namaz kıldı. Namazını bitirdiğinde insanların etrafında oturduklarım gördü. "Sizi oturtan nedir?" diye sordu. Onlar da "Farz namazı kıldık.
Ardından geçmiş olayları anlatan kişi bir şeyler anlattı. O anlatmasını bitirdikten sonra oturup Resulullah (a.s)'ın sünnetini müzakere etmeye başladık" dediler. Bunun üzerine Muaviye (r.a) şöyle söyledi:
"Resulullah (a.s)'ı görenler içinde benden daha az hadis bilen bir kimse yoktur. Ben size Resulullah (a.s)'tan öğrenmiş olduğum iki Özellik hakkında hadis nakledeceğim:
"Herhangi bir kişi insanların başına geçer ve atrafmda toplananlar olursa ona karşı husumetlerin artması ve böylece onun cennete girmesi gerekir." Yine şöyle söyledi:
"Bir gün Resulullah (a.s) ile birlikte bulunuyordum. Resulullah (a.s) Mescid'e girdi. Mescid'de oturmakta olan insanlarla karşılaştı. "Sizi oturtan nedir" diye buyurdu. Onlar da: "Farz namazı kıldık. Sonra da Allah'ın Kita-bı'nı ve Resulullah (a.s)'ın sünnetini müzakere etmek üzere oturduk" cevabını verdiler. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki, Allah her şeyi anarsa onun şerefi yücelir." [166]
46- İbni Mace, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[167]
"Kişinin Öğretip yaydığı ilim yahut geride bıraktığı salih bir çocuk yahut miras bıraktığı mushaf yahut inşa ettiği cami yahut yolcular için yapmış olduğu bir ev yahut akıttığı bir ark yahut hayatında, sağlıklı olduğu zamanda malından ayırmış olduğu sadaka ölümünden sonra sevabı kendine ulaşacak amellerdendir. Bu amellerin sevapları ölümünden sonra da kendine ulaşır." [168]
47- Müslim, Ebu Mes'ud el-Bedri (r.a)'den rivayet etmiştir:[169]
"Bir adam kendisine binek bulması için Resulullah (a.s)'ın yanma geldi ve: "Benim bineğim Öldü" diye söyledi. Resulullah (a.s) da "Şu adamın yanına git" diye buyurdu. Binek arayan kişi de o adamın yanma gitti ve adam ona binek buldu. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Kim bir iyiliğe öncülük ederse, ona, o iyiliği yapanın sevabı kadar sevap vardır." [170]
48- İbni Hibban, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:[171]
"Bir adam Resulullah (a.s)'ın yanına geldi ve birşeyler istedi. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Benim yanımda sana vereceğim bir şeyim yok. Ancak filanca adamın yanına git."
Adam söz konusu kişinin yanına gitti ve istediğini ona verdi. Bunun ü-zerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Kim bir iyiliğe öncülük ederse, ona o iyiliği yapanın sevabı kadar sevap vardır. İyiliğe öncülük eden onu yapan gibidir." [172]
Bir Açıklama
Nevevi şöyle söylemiştir:
"Bu hadisi şerif iyiliğe öncülük etmenin, iyiliği hatırlatmanın ve iyilikte bulunmak isteyene yardım etmenin sevabına işaret etmektedir. Bu hadisi şerifte aynı zamanda ilim öğretmenin ve özellikle ibadete düşkün insanlardan veya başkalarından kendisine öğretildiği zaman işleyebilecek birine ibadetleri öğretmenin faziletine işaret edilmektedir.
"Ona o iyiliği yapanın sevabı kadar sevap vardır" sözü ile kastedilen anlam ise şudur: Bu iyiliği işleyen kişi sevap alacağı gibi onu iyiliğe yönelten, iyilikte ona öncülük eden kişi de belli bir miktar sevap alır. Ancak her İkisinin sevaplarının birbirine eşit olması gerekmez." [173]
49- Müslim'in Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:[174]
"Kim bir hidayet çizgisine, doğru harekete çağırırsa kendisine uyanların aldıkları sevap kadar sevap alır. Bu durum onların ecirlerinden bir şey eksiltmez. Kim de bir sapıklık çizgine çağırırsa kendisine uyanların günahları kadar günah kazanır. Bu durum da onların günahlarından bir şey eksiltmez. [175]
50- Hakim, Hz.Ali (r.a)'nin yüce Allah'ın "Ey iman edenler! Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten kendinizi ve ailenizi koruyun" [176] sözü ile ilgili o-larak şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[177]
"Yani aile fertlerinize iyiliği öğretin." [178]
51- Ebu Davud, Sehl bin Sa'd Sa'idi (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[179]
"Vallahi, senin yol göstermenle bir tek kişinin doğru yolu seçmesi, senin için kırmızı deve sürülerinden daha hayırlıdır." [180]
52-Ebu Davud, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir: [181]"Ben Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum:
"Bizden bir şey duyup aynen duyduğu şekliyle başkalarına ileten kişinin Allah yüzünü nurlandırsın. Bir söz kendisine iletilen nice kimse vardır ki, onu ilk duyandan daha kavrayışlı olur." [182]
53- İbni Hibban, Zeyd bin Sabit (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Ben Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum:[183]
"Bizden bir söz duyup aynen duyduğu şekliyle başkalarına ileten kişinin Allah yüzünü nurlandırsın. Nice bilgi taşıyan kimse vardır ki; onu kendisinden daha kavrayışlı birine ulaştırması mümkündür. Yine nice bilgi taşıyıcısı vardır ki, o bilgiyi anlayabilecek kabiliyyette değildir. Üç şey vardır ki, bunlarda Müslümanın kalbine hile düşüncesi girmez: Allah için olan ameldeki ihlasta, yöneticilere öğüt verilmesinde ve cemaate bağlı kalınmasında.. Cemaatin duası arkalarında olanlara da ulaşır.
Kimin düşüncesi dünya olursa, Allah onun işlerini dağıtır. Fakirliği gözlerinin Önüne koyar. Dünyadan da kendisi için takdir edilmiş olandan fazlası eline geçmez. Kimin düşüncesi de ahiret olursa, Allah onun işlerini der-li toplu eyler. Zenginliği kalbine yerleştirir. Dünya ise boyun eğmiş bir halde kendisine ulaşır." [184]
Bir Açıklama
"Cemaate bağlı kalınması, cemaatin duası arkalarında olanlara da ulaşır" sözleri ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmakta yarar görüyoruz.
Cemaate bağlı kalınmasından ilk anlaşılacak şey, namazları cemaatle kılmaya dikkat etmektir. Müslümanların birbirleri için olan dualarının birbirlerine yaran olacaktır. Ehli sünnet ve'1-cemaat içinde kalmak ve onların inanç ve fıkıh ilkelerini benimsemek, gerek inanç yönünden ve gerekse fıkhi yönden bir aykırılık içine girmekten kaçınmak da cemaate bağlı kalmaktır.
Burada cemaate bağlı kalmak için kastedilen, doğru inanca sahip olan ve amelleri de şeriata uygun olan doğru çizgideki bir öndere (imama) bağlı kalmaktır. Bunların dua çağrıları Müslümanları sapıklığa ve sahipsizliğe düşmekten korur. [185]
54- Ahmed bin Hanbel, Cubeyr bin Mut'im (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Ben Resulullah (a.s)'m Mina'da bulunan Hayf isimli yerde şöyle buyurduğunu duydum:[186]
"Benim sözlerimi duyup onları ezberleyip kavradıktan sonra, onları duymamış olanlara ulaştıran kişinin Allah yüzünü nurlandırsın. Nice bilgi sahipleri de vardır ki, bir bilgiyi kendilerinden daha anlayışlı, daha kavrayışlı kimselere ulaştırırlar. Üç şey vardır ki, bunlarda Müslümanin kalbine hile düşüncesi girmez: Allah için olan ameldeki ihlasta, Müslümanların önderlerine (imamlarına) öğüt verilmesinde ve cemaate bağlı kalınmasında... Cemaatin duası, arkalarında olanları da korur." [187]
55- Ahmed bin Hanbel, Ebban bin Osman (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Gündüzün ortasında Zeyd bin Sabit (r.a), Mervan'ın yanından çıktı. Biz "Bu saatte onun yanına gitmesi, ancak ondan bir şey sormak gayesiyle olabilir" [188]dedik ve yanına varıp sorduk. O da şöyle söyledi:
"Evet. Ondan, Resulullah (a.s)'tart duymuş olduğumuz bazı şeyleri sorduk. Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum:
"Allah, bizden duymuş olduğu bir sözü başkasına ulaştırmak üzere ezberleyen kişinin yüzünü nurlandırsm. Niceleri vardır ki, bir bilgiyi kendilerinden daha anlayışlı, daha kavrayışlı kimselere ulaştırırlar. Yine nice bilgi sahipleri vardır ki, o bilgiyi anlayabilecek kabiliyette değildirler." [189]
56- Taberani, Mekhul (r.a)'un şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Humus'ta ben, İbni Ebi Zekeriyya ve Süleyman bin Habib, birlikte Ebu Umame'nin yanına gittik. Selam verdik. Bize şöyle söyledi:[190]
"Sizin şu meclisiniz yüce Allah'ın sizi tebliğinin ulaştığı yerlerden biri ve aynı zamanda size karşı Allahu Teala'nın bir hüccetidir. Resulullah (a.s) size tebliğ etti, siz de başkalarına tebliğ edin..."
Suleym bin Amir (r.a)"den nakledilen bir başka rivayete göre Suleym bin Amir şöyle söylemiştir:
"Ebu Umame (r.a)'nin yanında oturuyorduk. Bize Resulullah (a.s)'tan pek çok hadis rivayet ediyordu. Sustuğu zaman da şöyle diyordu:
"Anladınız mı? Öyleyse size tebliğ edildiği gibi, siz de başkalarına teblie edin."[191]
57- Buhari, Abdullah bin Amr bin As (r.a)'tan şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[192]
"Benden bir ayet de olsa tebliğ edin. İsrailoğullarından da rivayetlerde bulunabilirsiniz, bunda bir sakınca yoktur. Kim benim hakkımda bile bile yalan uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın." [193]
Bir Açıklama
Tayyibi de şöyle söylemiştir:
"Resulullah (a.s)$ın bu hadisi şerifinde İsrailoğullarından rivayette bulunulmasına izin vermesi ile bir başka rivayete göre bunu yasaklaması yine bir dıger rivayete göre onların kitaplarına bakılmasını yasaklaması arasında herhangi bir zıtlık yoktur. Burada onların tevbe için kendilerini öldürmeleri gibi başlarından geçmiş olan bir takım olayların anlatılmasına izin verilmiştir.
Yasak olan şey ise onların hükümlerine göre amel edilmesidir. Çünkü onların hükümleri artık tamamen neshedilmiş yani geçersiz kılınmıştır. Unlara gönderilmiş olan şeriatların artık herhangi bir geçerliliği olmadığından dolayı hükümlerinin de bir geçerliliği kalmamıştır. Yahut yasak, İslam in ilk dönemine, daha İslami hükümlerin ve kuralların henüz tam olarak yerleşmemiş olduğu döneme ait olabilir. Bu hükümler ve kurallar tam olarak yerleştikten sonra artık herhangi bir sakınca kalmadığından dolayı İs-railoğullarınıri hikayelerinin anlatılmasına da izin verilmiştir."
İbni Hacer de şöyle söylemiştir:
"İsrailoğullanndan da rivayetlerde bulunabilirsiniz. Bunda bir sakınca yoktur.":
Yani bu şekilde rivayette bulunmanızda sizin için bir zorluk söz konusu değildir. Çünkü Resulullah (a.s) daha önce onların rivayetlerinin alınmasını ve kitaplarına bakılmasını yasaklamıştı. Daha sonra bu konuda hükümler genişletildi ve yasak kaldırıldı. Anlaşıldığına göre yasak, daha İslami hükümlerin ve dini kuralların tam yerleşmediği dönemde ve herhangi bir fitne endişesinden dolayı konulmuştu. Daha sonra sakınca ortadan kalkınca izin verilmiştir. Çünkü o zamanlarda bu tür rivayetlere biraz değer veriliyordu. Resulullah (a.s)'ın "bunda bir sakınca yoktur" sözünün "Onlardan duyduğunuz bir takım garip şeylerden, rivayetlerden dolayı gönlünüz daralmasın. Bu tür olaylar onların başlarına çokça gelmiştir" anlamında olduğu da söylenmiştir.
Bu sözün "onlardan rivayette bulunmayın" anlamında olduğu, çünkü "rivayette bulunabilirsiniz" ibaresinin vücub İfede eden bir emir sigası olduğu "bunda bir sakınca yoktur" sözü ile de baştaki ibarenin emir anlamı taşı-mayıp cevaz (ibahe) anlamı taşıdığına dikkat çekildiği de söylenmiştir. Bu açıklamaya göre "bunda bir sakınca yoktur" ifadesi ile "onlardan rivayette bulunmayı terketmenizde sizin için bir sakınca yoktur" anlamı kastedilmektedir. Burada sakıncanın olmadığının bildirilmesinin onların rivayetlerinde bazı çirkin sözlerin geçmesi sebebiyle olduğu da söylenmiştir. Mesela Kur-'an-ı Kerim'de bildirildiğine göre İsrailoğullarından bir topluluğun peygamberlerine "Sen ve Rabb'in gidip çarpışın" demeleri bu türden sözlerine bir örnektir."
İmam Malik de, onlardan rivayette bulunmanın caizliği ile güzel bir konu ile ilgili rivayetleri aktarmanın caiz olduğu anlamının kastedildiğini, asılsız olduğu kesin olan rivayetleri aktarmanın ise caiz olmadığını söylemiştir.
Bunun, "onlardan Kur'an-ı Kerim'de ve sahih hadislerde rivayet edilmiş olanların benzerlerini rivayet edebilirsiniz" anlamında olduğu da söylenmiştir. Onlardan rivayette bulunulmasına cevazın her türlü rivayeti kapsadığı çünkü onların başlarından geçen olaylarla ilgili rivayetleri aktaranların silsilesinin ortaya çıkarılmasının yani bir irşad bağlantısının kurulmasının mümkün olmadığı, İslami hükümlerde ise böyle bir isnad bağlantısı kurulmasına yani bir hükümle ilgili şer'i dayanağın asıl kaynağına kadarki ravilerinin bilinmesine ihtiyaç olduğu da söylenmiştir.
Bu açıklamaya göre İslami hükümlerin dayandığı rivayetlerin asıl kaynağından çıkması ile yazıya geçirilmesi arasındaki zaman kısa olduğundan söz konusu rivayetin senedine ortaya çıkaralıması çıkarılması imkansız değildir. Ancak İsrailoğulları ile ilgili rivayetler açısından bu mümkün değildir.
İmam Şafii (rh.a.) de şöyle söylemiştir:
"Bilindiği üzere Hz. Peygamber; yalan ve asılsız bir rivayetin aktarılmasına izin vermemekteydi. "İsrailoğullarından da rivayetlerde bulunabilirsiniz" sözü ise hakkında asılsız ve yalan olduğuna dair bir şey duymadığınız rivayetleri aktarabilirsiniz anlamındadır. Resulullah (a.s)'ın "Bunda bir sakınca yoktur" diyerek verdiği cevaz ise şu sözündeki cevazına benzemektedir: Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Kitap ehli size bir şey rivayet ederse, onları ne doğrulayın ne de yalanlayın."
Bunun gibi Resulullah (a.s)'in yukarıdaki sözü de İsrailoğullarından rivayette bulunulması konusunda ne kesin izin ne de kendi sözünün doğruluğuna aykırı düşecek kesin yasak anlamı taşımaktadır." [194]
58- Ahmed bin Hanbel, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kitap ehli size bir şeyler rivayet ettiklerinde/ onları ne doğrulayın ne de yalanlayın ve: "Biz Allah'a, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettik" deyin. Anlattıkları eğer asılsız ise, onları doğrulamamış, doğru ise de yalanlamamış olursunuz."[195]
Buhari'nin vermiş olduğu bir rivayet de bunu desteklemektedir. Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Kitap ehli Tevrat'ı îbranice olarak okur ve Müslümanlar için onun A-rapça olarak açıklamasını yaparlardı. Bu konuda Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Kitah ehlini doğrulamaym da yalanlamayın da; sadece "Biz Allah'a ve O'nun tarafından indirilene iman ettik..." deyin." [196]
Bir Açıklama:
Beğavi şöyle söylemiştir:
"Bu ölçü, aynı zamanda çözüme kavuşturulması zor konularda ve ilmi meselelerde susmayı tercih etmenin uygun olacağını ortaya koyan temel bir Ölçüdür. Bu gibi, çözüme kavuşturulması zor bir meselede ne kesin cevaza ne de kesin geçersizliğe (butlana) hükmedilir. Selef alimleri bu uygulamayı tercih ederlerdi. Hz.Osman (r.a)'a, iki kızkardeşi cariye olarak biraraya getirmenin caiz olup olmadığı sorulmuş; o da: "Bunu bir ayet helal olarak, bir ayet de haram olarak bildirmiştir" diye söylemiş ve herhangi bir hüküm bildirmemiştir. Hz.Ali (r.a) ise bunun kesin haram olduğunu bildirmiş, fıkıh-çılarm geneli de bu hükmü tercih etmişlerdir.
Ancak doğru sözlülüğünden şüphe edilen bir kimse Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet edecek olursa, onun sözü doğrulanmaz ve söylediği ile de amel edilmez. Çünkü bu gibi rivayetler doğrudan dinle ilgili meselelere girmektedir. Ancak bu hadisi güvenilir bir kimse rivayet eder de, ondan önceki ravileri arasında nasıl biri olduğu bilinmeyen kimse bulunursa, bu gibi hadisle amel edilmesi gerekmez. Bununla birlikte onun doğru olmadığına da kesin olarak hükmedilmez. Çünkü kitap ehli ile ilgili hadisten de anlaşılacağı üzere bilinmeyen kişi salih ve doğru sözlü biri de olabilir. Bu gibi bir hadis hakkında ancak "kuvvetli değildir, zayıf bir hadistir" denilebilir."[197]
59- Buhari, Abdullah bin Abbas (r.a)'dan rivayet etmiştir:[198]
"Bir konuda neden kitap ehline soru soruyorsunuz? Resulullah (a.s)'a indirilmiş olan Kitab'ınız en son indirilmiş olan kitaptır. Onu aynen indirildiği şekli ile okuyorsunuz. İçerisine herhangi bir şey karıştmlmamıştır.[199] Bu kitap aynı zamanda kitap ehlinin Allah'ın kitabını değiştirdiklerini, onun asıl şeklini bozduklarım ve kitaplarım daha sonra kendi elleriyle yazdıklarını sonra da "Karşılığında az bir ücret alabilmek için kendi elleriyle kitap yazıp da sonra "İşte bu Allah katından gelmedir"[200] dediklerini bildirmektedir. Onların hakkında gelen ilmi bilgiler sizi onlara sorular sormaktan alıkoymuyor mu? Allah'a yemin olsun, biz onlardan bir tek kişinin, size İndirilmiş olanlar hakkında size soru sorduğunu görmedik." [201]
60- Ebu Davud, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[202]
"İsrailoğullanndan da rivayetlerde bulunabilirsiniz, bunda bir sakınca yoktur." [203]
61- Ahmed bin Hanbel, İmran bin Husayn (r.a)'in şöyle söylediğim rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) bize bütün gece boyunca İsrailoğulları'ndan rivayette bulunur ve bu süre içinde sadece farz namaz için kalkardı."
Bir başka rivayete göre de Abdullah bin Amr bin As (r.a) şöyle söylemiştin
"Resulullah (a.s) bize geceleyin sabah oluncaya kadar İsrailoğulları'ndan rivayette bulunur ve bu süre içinde sadece farz namaz için kalkardı." [204]
62- Ebu Davud Abdullah bin Abbas (r.a)’dan rivayet etmiştir:[205]
"Siz duyarsınız, sonra sizden duyulur, sonra da sizden duyanlardan duyulur." [206]
63- Buharı, Mahmud bin er-Rebi' (r.a)'den rivayet etmiştir:[207] "Ben daha beş yaşında İken Resulullah (a.s)'ın evimizde bulunan bir kuyudan kovayla su alıp yüzüme döktüğünü hatırlıyorum."
Buradan anlaşılana göre, Mahmud bin er-Rebi1 (r.a) bu sözüyle çocuğun bilgi alma ve ezberleme kabiliyetine sahip olduğuna ve dolayısıyla daha küçük yaşlardan onun eğitim-öğretimine başlanılması gerektiğine işaret etmek istemektedir. Bu yüzden Buhari bu hadisi "Küçük yaştaki birinin duyduğu hadisin geçirli olabilmesi için hadisi duyduğu zaman en az kaç yaşında olması gerekir" başlıklı babda rivayet etmiştir. [208]
64- Buharı ve Müslim, Semure bin Cundeb (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir:
"Resulullah (a.s) zamanında daha küçük yaşlarda bir çocuktum ve ondan hadis ezberliyordum.[209] Beni söz söylemekten alıkoyan tek şey, orada (Resulullah (a.s)'ın etrafında) benden daha yaşlı kimselerin olmasıydı. Resulullah (a.s)'ın arkasında, lohusalık döneminde ölmüş olan bir kadının cenaze namazını kıldım. Resulullah (a.s) o namazda tabutun ortasının hizasında durmuştu." [210]
Bir Açıklama
Bu hadis bir edep ölçüsünü öğretmektedir ki, o da şudur: İlim sahibi büyük kimselerin bulunduğu bir toplulukta, küçüklerin kendilerine ihtiyaç duyulmadan bir şey öğretmeye kalkışmamaları gerekir.
Buhari, Sahih'inde şöyle söylemiştir: "Rabi'a şöyle söylemiştir:
"İlimden bir şeylere sahip olan birinin kendi kendini zayi etmesi caiz olmaz."
İbni Hacer de şöyle söylemiştir: "Rabi'a'nın bu sözü İle kasdettiği şudur:
Bir kimse ilim öğrenme ve ilmi konuları anlama kabiliyetine sahip olursa, onun kendini ihmal ederek ilimle uğraşmaktan uzak kalması doğru olmaz. Çünkü söz konusu kabiliyete sahip olanların ilimle uğraşmamaları, ilmin ortadan kalkmasına sebep olabilir.
Yahut o, bu sözü ile ilmin ona ehil kişiler arasında yayılmasına teşvikte bulunmayı kasdetmiştir. Çünkü ilmin ona ehil olan kişiler arasında yayılmasından önce alimlerin ölmesi, ilmin ortadan kalkmasına sebep olabilir.
Yahut bu sözü ile ilim sahiplerinin başkalarının da yararlanabilmeleri için kendilerini ortaya çıkarmalarını ve ilimlerini zayi etmemelerini istemiştir. Bu sözü ile onun ilme hürmet edilmesi, ilmin üstün tutulması anlamını kasdettiği de söylenmiştir. Buna göre ilim sahibi bir kimsenin, ilmini dünyalık için bir araç olarak kullanmak suretiyle kendini küçük düşürmemesi gerekir." [211]
65- Buhari ve Müslim, Ubeyy bin Ka'b (r.a)'dan rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Hz.Musa (a.s), İsrailoğulîarı içinde bir konuşma yapmaya başladı. Kendisine "İnsanların içinde en bilgili olan kimdir?" diye soruldu. O da: "En bilgili olan benim" diye söyledi. Bunun üzerine ilmin asıl sahibinin Allah olduğuna dikkat çekmediğinden dolayı yüce Allah onu azarladı ve kendisine:[212]
"Benim kullarımdan iki denizin birleştiği yerde oturan bir kul bulunmaktadır. O senden daha bilgilidir" diye vahyetti. Musa (a.s): "Ey Rabb'im! Ona nasıl ulaşabilirim?" dedi. Yüce Allah: "Bir zenbile bir balık koy, onu kaybettiğin yer bu kişinin bulunduğu yerdir" diye buyurdu. (Bundan sonra Hz.Musa (a.s)'mn Hızır ile buluşmasından söz eden hadisi şerifi nakletti ve daha sonra şöyle buyurdu):
"O ikisi deniz kenarında yürüyerek yola çıktılar. Gemileri yoktu. Onlar böyle yürürlerken sahile bir gemi uğradı. Geminin sahipleriyle kendilerini de gemilerine almaları üzere konuştular. Geminin sahipleri Hızır (a.s)'ı tanıdı ve onları ücretsiz olarak gemiye aldılar. Gemide bulundukları sırada bir serçe gelip geminin kenarına kondu ve gagasıyla denize bir ya da iki kez vurdu. Bunun üzerine Hızır (a.s) şöyle söyledi:
"Ey Musa! Benim ve senin ilmin, Allah'ın ilminden aldığı miktar şu serçenin az önce gagasıyla vuruşu esnasında şu gördüğün denizden aldığı suyun miktarından fazla değildir." (Daha sonra uzun bir şekilde olayların devamını anlattı)"
Bir başka rivayette de şöyle denilmektedir:
"Hz. Musa (a.s), İsrailoğullarının arasında yürürken bir adam yanına gelerek "Sen kendinden daha bilgili birini biliyor musun?" diye sordu. O da: "Hayır" dedi. Bunun üzerine yüce Allah "Bilakis kulumuz Hızır senden daha bilgilidir" diye ona vahyetti. Hz. Musa (a.s) da ona nasıl ulaşabileceğini sordu."[213]
66- Bezzar, Hz.Ömer bin Hattab (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[214]
"Tacirler denizde dolaştıkları ve atlan Allah yolunda koşturdukları sürece İslam önde olacaktır. Daha sonra Kur'an-ı Kerim okuyup "İçimizde kim daha çok okuyor?", "Kim daha çok biliyor?", "Kim daha iyi fakihtir" gibi sözler söyleyen bir takım insanlar ortaya çıkar." Resulullah (a.s) bunu söyledikten sonra ashabına "Bunlardan bir hayır var mıdır?" diye sordu. Onlar "Al lah ve Peygamber'i daha iyi bilir" dediler. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Bunlar, sizden bir ümmettendirler ve bunlar ateşin yakıtlarıdırlar." [215]
67- Taberani, Abdullah bin Abbas (r.a)'tan şu şekilde rivayet etmiştir:[216]
"Resulullah (a.s) Mekke'de bulunduğu sırada bir gece kalkıp üç kere "Ey Allah'ım! Tebliğ ettim mi?" diye söyledi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) kalktı -çok içli, duygulu, kendini Allah'a vermiş biriydi- ve: "Allah için e-vet. Teşvik ettin, gayret ettin ve öğüt verdin" dedi. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"İslam o kadar bir üstünlük sağlayacak ki, küfür kendi topraklarına çekilmek zorunda kalacak ve İslam için denizlere açılınacaktır. Bunun yanı-sıra insanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, onlar Kur'an-ı Kerim'i öğrenecekler, okuyacaklar sonra: "Biz Kur'an-ı Kerim'i okuduk ve Öğrendik. Kim bizden daha üstün olabilir" diyecekler. Bunlarda bir hayır, üstünlük var mıdır?" Orada bulunanlar: "Ey Allah'ın Resulü! Bunlar kimlerdir?" diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Bunlar sizdendirler ve yine bunlar cehennemin yakıtlarıdırlar." [217]
68- Ebu Davud, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[218]
"Kime bir konuda bilgi sorulur da o bilgiyi gizlerse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulur."
îbni Mace'nin naklettiği bir başka rivayette de şöyle denilmektedir:
"Herhangi kişi bildiği bir ilmi gizlerse, kıyamet günü (mahşer yerine) ağzına ateşten bir gem vurulmuş halde getirilir." [219]
69- Ibni Hibban, Abdullah bin Amr (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[220]
"Kim bir ilmi gizlerse, kıyamet gününde yüce Allah onun ağzına ateşten bir gem vurur." [221]
70- Taberani, Abdullah bin Abbas (r.a)'tan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[222]
"Kime bir konuda bilgi sorulur da o bu bilgiyi gizlerse, kıyamet günü (mahşer yerine) ağzına ataşten bir gem vurulmuş olarak gelir. Yine kim Kur'an-ı Kerim hakkında bilmediği bir şeyi konuşursa, kıyamet günü ağzına ateşten bir gem vurulmuş olarak gelir." [223]
Bir Açıklama
"Ağzına ataşten bir gem vurulması" hakkında İbnu'1-Esir şu açıklamayı yapmıştır:
"Bir konuda konuşmaktan çekinen kimse, ağzına gem vurulmuş birine benzetilmektedir. Bu ifade ile kastedilen anlam ise şudur: Hakkı söylemekten ve bildirmekten çekinen kişi, ahirette ağzına ateşten bir gem vurulması suretiyle cezalandırılır. Bu ise öğretilmesi şart görülen ilim açısındandır. Yani öğretilmesinin farz olduğu ortaya çıkan bir ilmi Öğretmekten kaçman, sözü edilen ceza İle cezalandırılmayı haketmiş olmaktadır. Mesela Müslüman olmak isteyen ve "Bana İslam'ın ve dininin ne olduğunu anlat" diyen bir kimse ile karşılaşan kişi bu durumdadır (yani kendinden isteneni öğretmek ona farzdır.)
Aynı şekilde yeni müslüman olmuş ve daha namazı düzgün bir şekilde kılmasını bilmeyen, bununla birlikte "bana nasıl namaz kılacağımı öğretin" diyen bir kimse ile karşılaşanlar da aynı durumdadırlar. Yine kendisine helal ve haramlar hakkında fetva sormak için gelen ve "bana fetva verin, beni doğruya iletin" diyen kimseyle karşılaşan açısından da aynı hüküm sözko-nusudur. Bu gibi durumlarda bilgi isteyen ve soru soran kişilere cevap verilmesi gerekmektedir. Bu durumlarda kendisinden istenen bilgiyi vermekten kaçınan kimse hadisi şerifte bildirilen cezayı haketmiş olmaktadır."
Kendilerinden açıklanması ve bildirilmesi zorunlu olan kişilerin tümü açısından aynı hüküm söz konusudur. Öğretilmesi şart olmayan nafile ilimler a-çısından ise aynı durum söz konusu değildir.
Sufyani Sevri de şöyle söylemiştir:
"Bir kimse bir sünneti gizlediği zaman, hadisi şerifte sözü edilen cezayı haketmiş olmaktadır."
Yine şöyle söylemiştir:
"Hadis bilen kimseler bana gelmezlerse, ben onların evlerine giderdim. Yine bir kimsenin iyi bir niyetle hadis öğrenmek istediğini bilirsem, kendisine hadis rivayet etmek için evine giderdim."
Bazıları da hadisi şerifte kastedilenin, şehadetle ilgili ilim olduğunu söylemişlerdir. [224]
71- Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[225]
"Siz "Ebu Hureyre, Resulullah (a.s)'tan çok hadis rivayet ediyor" diyorsunuz. Yine "Ne oluyor da muhacirler ve ensar, Ebu Hureyre kadar Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet etmiyorlar" diyorsunuz. Muhacirlerden olan kardeşlerimi çarşı pazarlarda ticaret meşgul ediyordu. Bense karın tokluğuna Resulullah (a.s)lın peşinden hiç ayrılmıyordum. Onların bulunmadığı yerlerde ben bulunuyordum. Onların unuttuklarını ben aklımda tutuyordum. Ensardan olan kardeşlerimi de mallarıyla uğraşmak alıkoyuyordu. Bense Suffe yoksullarından olan yoksul bir adamdım. Onların unuttuklarını ben aklımda tutuyordum. Resulullah (a.s) bir hadisi şerifinde şöyle buyurdu:
"Kim elbisesini yayar ve ben sözlerimi söyleyinceye kadar onu öyle tutup sonra toplarsa, söylediklerimin tümünü hafızasına yerleştirir."
O'nun bu sözü üzerine ben üzerimdeki hırkayı yere serdim. Resulullah (a.s)'m orada söylediklerinden hiç bir şey unutmadım."
Bir başka rivayette de Ebu Hureyre (r.a)'nin bu sözleri nakledildikten sonra en sonda şöyle söylediği bildirilmektedir:
"Eğer ki yüce Allah'ın KitabVnda indirmiş olduğu iki ayeti kerime olmasaydı ben asla bir şey rivayet ermezdim. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor: [226]
"Bizim indirmiş olduğumuz açık delilleri ve onu Kitap'ta insanlara açıklamamızdan sonra hidayet çizgisini gizleyenler var ya, işte bunlara Allah da lanet eder, bütün lanet ediciler de lanet eder. Ancak içlerinden tevbe edip durumlarını düzelten ve (daha önce gizlemiş olduklarım) açığa vuran kimselerin tevbelerini kabul ederim. Ben sürekli tevbeleri kabul eden ve rahmet sahibi olanım." [227]
Buna benzer bir rivayette ise Ebu Hureyre (r.a)'nin yukandaki iki ayeti kerimeyi okuduktan sonra şöyle söylediği bildirilmektedir:
"Bundan sonra O'ndan (yani Resulullah (a.s)'tan) duyduğum her şeyi u-mıtmadım." [228]
72- Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[229]
"Resulullah (a.s)'a "Ben, senden hadis duyuyor ancak çoğu zaman unutuyordum" dedim. "Ridanı yere yay" diye buyurdu. Ben de yaydım. Eliyle bir şey avuçladı. Sonra "Topla" diye buyurdu. Ben de topladım. Bundan sonra bir şey unutmadım."
Bir başka rivayete göre de Ebu Hureyre (r.a) şöyle söylemiştir:
"İnsanlar "Ebu Hureyre çok hadis rivayet ediyor" diyorlar. Azabı İle korkutan Allah'a yemin ederim ki, ben sizin doğru yolu bulmanıza sebep olup kendimin sapıklığa düşmem için Resulullalı (a.s) hakkında yalan uyduracak değilim. Eğer ki Allah'ın Kitabı'nda şu iki ayeti kerime olmasıydı tek bir hadis bile rivayet etmezdim." Ebu Hureyre (r.a.) bunu söyledikten sonra şu iki ayeti kerimeyi okudu:
"Bizim İndirmiş olduğumuz açık delilleri ve onu Kİtap'ta insanlara açıklamamızdan sonra hidayet çizgisini gizleyenler var ya, işte bunlara Allah da lanet eder, bütün lanet ediciler de lanet eder. Ancak içlerinden tevbe edip durumlarını düzelten ve (daha önce gizlemiş olduklarını) açığa vuran kimselerin tevbelerini kabul ederim. Ben sürekli tevbeleri kabul eden ve rahmet sahibi olanım." [230]
73- Buhari, şöyle rivayet etmiştir:[231]
"Muhacirlerden olan kardeşlerimizi çarşı pazardaki ticaretleri meşgul ediyordu. Ensardan olan kardeşlerimizi de mal mülkleri ile uğraşmak meşgul ediyordu. Ebu Hureyre (r.a) ise kann tokluğuna Resulullah (a.s)'in yanında dolaşıyor, O'ndan hiç ayrılmıyor, dolayısıyla Ötekilerin bulunamadıkları meclislerde bulunuyor ve onların ezberleyemediklerini ezberliyordu...', (hadis böyle devam ediyor) [232]
74- Taberani, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:[233]
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"İlim öğrenip de sonra ondan hiç söz etmeyen, mal biriktirip de ondan hiç infakta bulunmayan kimseye benzer."
îlim sahibinin ilmi öğretmesi ve kendisinin de pratik olarak yaşaması gerekir. Eğer hem öğretmede hem de yaşamada kusur ederse iki ayn kusur işlemiş olur. Bunlardan birini yapar da ikincisinde kusur ederse bir kusur işlemiş olur.
Kişinin kusuru Üzerine ayni olarak farz olan bir görevle ilgili olursa o zaman bu kusurundan dolayı azabı haketmiş olur. Ancak Allah bağışlarsa azaptan kurtulabilir. Münafık bir alimi helake götürmeye ise münafıklığı yeter. [234]
75- Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[235]
"Resulullah (a.s)'tan iki kap bilgi ezberledim. Bunlardan birini yaydım. Diğerini ise yayacak olsaydım şu gırtlağım kesilirdi."
Bu hadisi şerif bilinen her şeyin söylenmesinin gerekmeyeceğim göstermektedir. Bazı bilgilerin söylenmesine gerek yoktur. [236]
76- Buharı, Ebu Zeri Gıfari (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[237]
"-Ensesine işaret ederek- Eğer kılıa şuraya dayasaydınız ve ben, işinizi bitirinceye kadar Resulullah (a.s)'tan bir hadis nakledeceğime kanaat getirsey-dim yine de o hadisi rivayet ederdim." [238]
Bir Açıklama
Hafız İbni Hacer, Feth'de şöyle söylemiştir:
"Burada rivayet etmiş olduğumuz muallak hadis, DarimPnin Müsned-'inde ve daha başka hadis kitaplarında Evza'i tankıyla mevsul olarak rivayet edilmektedir. İbni Kesir yani Malik bin Mürsed babasının şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Ebu Zer (r.a.)'in orta şeytanın yanında oturmakta olduğu bir sırada yanına gittim, insanlar da etrafına toplanmış kendisinden fetvalar soruyorlardı. Bu sırada bir adam gelip yanında durdu ve "Fetva verme işini bitirme-din im?" diye söyledi. Bunun üzerine Ebu Zer (r.a) ona doğru başını kaldırıp ben benim gozetleyicim misin? Eğer kılıcı şuraya dayasaydınız ve ben isinizi bitirinceye kadar Resulullah (a.s)'tan bir hadis nakledeceğime kanaat ee-tirseydım yine de o hadisi rivayet ederdim" diye söyledi. Biz bu rivayeti bu şekli ile Hilye'de de verdik."
Bu hadis, şeriatı koyan tarafından yayılmasına izin verilen ilmin yayılmasının gerektiğine ve bu konuda kimsenin iznine ihtiyaç duyulmayacağına delildir. [239]
77- Taberani, Alkame bin Sa'id bin Abdurrahman bin Ebza (r.a)'nın babasından, onun da dedesinden (yani kendi babasından) rivayet ettiğine göre (Alkame'nin) dedesi şöyle söylemiştir:
"Bir gün Resulullah (a.s) hutbeye çıkıp Müslümanlardan bazı kimselerden övgüyle söz etti. Sonra da şöyle buyurdu:[240]
"Bazı kimselere ne oluyor da komşularına dini Öğretmiyorlar, onları bilgilendirmiyorlar, onlara Öğüt vermiyorlar, kendilerine bir şey emretmiyor ve onları bir şeyden sakındırmıyorlar. Yine bazı kimselere de ne oluyor ki, komşularından bilgi sormuyorlar, onlardan dini öğrenmeye çalışmıyorlar, onlardan öğüt almıyorlar. Vallahi, ya (kastedilen) kimseler komşularını bilgilendirirler, onlara dini öğretirler, onlara öğüt verirler, (iyilikleri) emreder, (kötülüklerden) sakındırırlar; diğerleri de komşularından bilgi alırlar, onlardan dinlerini Öğrenirler ve onlardan öğüt alırlar yahut kendilerini cezalandırma konusunda acele edeceğim."
Resulullah (a.s) bunları söyledikten sonra hutbeden indi ve: "Bu topluluk hakkında ne düşünüyorsunuz?" dedi ve sonra şöyle buyurdu:
"Bunlar Eş'arilerdir. Onlar bilgili bir topluluktur. Onların gerek bedevi ve gerekse su kenarlarında oturan ama bilgiden yoksun komşuları vardır."
Bunun haberi Eş'arilere ulaştı ve ardından Resulullah (a.s)'ın yanına gelerek: "Ya Resulullah! Bazı kimselerden övgüyle söz etmiş bizden ise yergiyle söz etmişsin. Bizim durumumuz nedir (yani bizim yerilmemizin sebebi nedir)?" diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Vallahi, ya bazı kimseler komşularını bilgilendirirler, onlara öğüt verirler, (iyilikleri) emreder, (kötülüklerden) sakındırırlar; diğerleri de komşularından bilgi alırlar, onlardan dinlerini öğrenirler ve onlardan öğüt alırlar yahut kendilerini dünyada cezalandırma konusunda acele edeceğim."
Bunun üzerine "Ya Resulullah (a.s)! Biz, bizden başkalarım mı zeki ve kavrayışlı yapacağız?" dediler. Resulullah (a.s) yine aynı sözünü tekrarladı. Gelenler yeniden "Biz, bizden başkalarını mı zeki ve kavrayışlı yapacağız sözünü tekrarladılar. Resulullah (a.s) yine sözünü tekrarladı. Bu kez "Bize bir yıl süre tanı" dediler. Resulullah (a.s) da onlara, komşularına ilim öğretmeleri, onları din konusunda bilgilendirmeleri ve onlara öğüt vermeleri için bir yıl süre tanıdı. Sonra da şu ayeti kerimeyi okudu:
"İsrailoğullanndan inkâr edenler Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanetlenmişlerdir. Bu, başkaldırmaları ve sınırı aşmaları sebebiyledir."[241]
Bir Açıklama
Bu hadisi şerif, öğrenmenin ve din hakkında bilgilenmenin farz olduğunu göstermektedir. Bu aynı zamanda şer'i yönden insanları bilgilendirmenin gerekliliğini ortaya koyan temel bir prensiptir. Buna göre Müslümanlar Öğretilmesi istenen şer'i ilimleri her kadın ve erkeğe ulaştırmak için gerekli sistemi kurmakla ve bunun için gereken şartlan oluşturmakla yükümlüdürler. Bu hadisi şerif aynı zamanda ilmi yaymanın, insanlara iyiliği emretmek ve onlan fenalıklardan sakındırmak için vaaz meclisleri oluşturmanın ve insanları iyiliğe çağırmanın Müslümanların üzerine farz olduğu konusunda bir delildir. [242]
78- Müslim, Zeyd bin Erkam (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[243]
"Ey Allah'ım! Yarar getirmeyen ilimden, korkmayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım." [244]
79- Buharı ve Müslim, Usame bin Zeyd (r.a)'den rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Kıyamet günü bir adam getirilir. Ateşe atılır. Bağırsakları dışarı boşalır. Eşeğin değirmen taşını çevirmesi gibi bu bağırsaklarını çevirir. Cehennemlikler yanına toplanarak: "Ey filanca! Senin bu halin nedir? Sen iyiliği emreden, kötülükten sakındıran biri değil miydin?" derler. O da şu cevabı verir: "Ben size iyiliği emrederdim ama kendim yapmazdım. Yine sizi fenalıktan sakmdınrdım ama kendim yapardım."[245]
Yine Zeyd bin Erkam (r,a) şöyle söylemiştir:
"Ben Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum:
"Miraca çıkarıldığım gece bir topluluğun yanından geçtim, a taş ten makaslarla dudakları kesiliyordu. "Bunlar kimlerdir ey Cibril?" diye sordum. "Bunlar ümmetimin söylediklerini yapmayan hatipleridir" cevabını verdi." [246]
80- Müslim, Ebu Berze Eşlemi (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[247]
"Bir kul ömrünü ne işlerde harcadığından, ilmi ile nasıl amel ettiğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ve bedenini ne gibi işlerde eskittiğinden hesaba çekilmedikçe ayaklan bir yere oynamaz." [248]
81- Tirmizi, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[249]
"Bir kul kıyamet günü beş şeyden hesaba çekilmedikçe ayakları bir yere oynamaz: Ömrünü ne işlerde harcadığından, gençliğini ne işlerde ekşittiğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ve bildikleri ile ne gibi amel ettiğinden." [250]
82- Taberani, Resulullah (a.s)'ın ashabından olan Cundeb bin Abdullah Ezdi (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[251]
"İnsanlara iyiliği öğretip de kendi nefsini unutan kimsenin durumu, insanları aydınlatıp da kendisi yanan mumun durumuna benzemektedir." [252]
83- Ahmed bin Hanbel, tmran bin Husayn (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[253]
"Benden sonra sizin hakkınızda korktuğum şeylerin en çok endişe vericisi, dili bilgini olan münafıktır."
Bu konuyla ilgisi bulunan diğer bazı rivayetler de şöyledir:
Malik bin Dinar'ın Hasanı Basri (r.a)'den rivayetine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Herhangi kul, bir hutbe okusa (bir konuşma yapsa) mutlaka yüce Allah ona konuştuklarından soracaktır." Zannediyorum "Bu sözüyle neyi kasdet-tiğini soracaktır" diye söyledi."
Ca'fer de şöyle söylemiştir:
"Malik bin Dinar, bu hadisi rivayet ettiğinde kendinden geçercesine ağlardı. Sonra da şöyle söylerdi:
"Sizin benim gözlerimin size karşı konuştuğundan dolayı aydınlandığını mı sanıyorsunuz? Oysa ben yüce Allah'ın bu söylediklerimle neyi kasdet-tiğimi benden soracağını biliyorum."
Bu hadisi İbni Ebi'd-Dünya ve Beyhaki mürsel olarak iyi -ceyyid- bir is-nadla rivayet etmişlerdir. (Terğib) Lokman'in yani İbni Amir (r.a)'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
"Ben Rabb'İmin kıyamat günü insanların ortasında bani çağırıp "Ey A-mircik!" diye seslenmesinden, benim "Buyur" dememden ve sonra "Bildiklerinle nasıl amel ettin?" diye sormasından korkuyorum."
Bunu Beyhaki Terğib'de rivayet etmiştir. Bunda Hasan'ın işareti de bulunmaktadır. [254]
84- Ebu Davud, Ebu Umame (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah'(a.s) şöyle buyurdu:[255]
"Ben cennetin kenar kesimlerinde bulunan ve haklı da olsa tartışmayı bırakanlar için olan bir evin, yine cennetin kenar kesimlerinde bulunan ve şaka da olsa yalan söylemeyi terkedenler için olan bir evin ve bir de cennetin yükseklerinde bulunan ve güzel ahlaklılar için olan bir evin başkanıyım." [256]
85- Tirmizi, Enes bin Malik (r.a)'ten şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Kim boş yere de olsa yalan söylemeyi bırakırsa, ona cennetin kenar kesimlerinde bir ev bina edilir. [257]Yine kim haklı da olsa tartışmayı bırakırsa, ona cennetin ortasında bir ev bina edilir. Kimin de ahlakı güzel olursa, ona da cennetin yükseklerinde bir ev bina edilir." [258]
86- Tirmizi, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Herhangi topluluk bir hidayete ulaştıktan sonra sapıklığa düşmüşse mutlaka [259]tartışmalara girmişlerdir." Resulullah (a.s) daha sonra şu ayeti kerimeyi okudu:
"Bizim tanrılarımız mı hayırlı yoksa O mu?" dediler. Bunu sadece tartaşma İçin ortaya attılar. Doğrusu onlar kavgacı bir toplumdur."[260]
87- Buhari, Hz. Aişe (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[261]
"İnsanların Allah'a en uzak olanları, en fazla kin taşıyanlarıdır." [262]
Bir Açıklama
Müslümanın, İslam için yahut hakkın kesin doğru olduğunu bildirmek veya bir batılı, bir tereddüdü ya da bir bid'ati ortadan kaldırmak için delil gösterme durumu ile karşı karşıya geldiğinde, delil gösterebilecek bir seviyede olması gerekir. Bu şekilde delil gösterdiği zaman sevap alır. Hatta bazı kimseler hakkında delil ortaya koymak farzı ayn olur. Burada tenkid edilen şey, delil gösterme sınırlarını aşan bir tartışmacılıktır.
Yüce Allah bizim Kitap ehli ile sadece güzel bir şekilde münakaşa etmemizi istemiş ve onlarla bu türden olmayan münakaşalara girmekten bizi neh-yetmiştir. Bu konuda yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Kitap ehlinden zulmedenleri hariç onlarla en güzel şekilde mücadele edin."[263]
Kitap ehli ile tartışma konusunda bizden böyle davranmamız istendikten sonra başkalarına karşı bu tutumu göstermemiz Öncelikle gerekli olur. Çoğu zaman münakaşalarda iyi niyet bulunmaz. Bazen sini denilmekte, katı davra-nılmakta, karşı tarafa eziyet edilmekte ve haktan uzaklaşılıp batıla sapılmaktadır. Bunların tümü ise şeriat edebi ile edeplenen ve hakkın ortaya çıkarılması, batılın da geçersizliğinin isbat edilmesi için yeterli miktarda yetinmesi gereken bir insanda bulunması gereken özelliklere aykırıdır. Dünya için olan tartışmaya gelince, insan bu konuda kendi açısından ne kadar yumuşak dav-ransa da bu tür tartışmalar güzel ahlaka aykırıdır. [264]
88- Müslim, Abdullah bin Amr bin el-As (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Bir gün sıcak bir vakitte Resulullah (a.s)'in yanına gittim. Resulullah (a.s) bir ayeti kerime hakkında aralarında görüş ayrılığına düşen iki adamın seslerini duydu. Bunun üzerine çıktı. Yüzünden kızdığı anlaşılıyordu. Şöyle buyurdu:[265]
"Sizden öncekiler Kitap üzerinde görüş ayrılığına düşmelerinden dolayı helak oldular." [266]
89- Ahmed bin Hanbel'in Amr bin Şu'ayb (r.a)'dan, onun babasından, onun da dedesinden (yani kendi babasından) rivayetine göre dedesi şöyle söylemiştir:[267]
"Resulullah (a.s) aralarında tartışan bazı kimselerin seslerini duydu ve şöyle buyurdu:
"Sizden Öncekiler bundan dolayı helak oldular. Allah'ın Kitab'ının bazı yerlerini diğer bazı yerlerine vurdular (yani bazı yerlerini diğer bazı yerlerine ters gibi gösterdiler). Oysaki Allah'ın Kitabı, bazı bölümleri diğer bazı bölümlerini doğrulamak üzere inmiştir. Onun bazı bölümlerini diğer bazı bölümlerine dayanarak yalanlamayın. Ondan bilmediğinizi, anlamadığınızı söyleyin; bilemediğiniz, anlayamadığınız şeyleri ise bilenine bırakın." [268]
90- Ahmed bin Hanbel, Ebu Seleme (r.a)'den, o da Ebu Hureyre (r.a)-'den şu şekilde rivayet etmiştir:[269] "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Kur'an-ı Kerim üzerinde tartışmak küfürdür." [270]
Bir Açıklama
Bu hadisin açıklaması konusunda değişik görüşler ortaya atılmıştır. Burada tartışmakla kastedilenin şüphe ve tereddüt olduğu söylenmiştir. Nitekim yüce Allah'ın Kitab'ında şöyle buyurulmaktadır:
"Onun hakkında herhangi bir tereddüde düşme." [271]
(Burada "tereddüt" anlamında "mirye" kelimesi kullanılmaktadır ki, "tartışma" anlamına gelen "mira" kelimesi ile aynı kökten türemedir- Çeviren)
Hadiste "mira: tartışma" ile kastedilenin, şüpheye götürücü bir tartışma olduğu da söylenmiştir. Yani bir kimse Kur'an-ı Kerim üzerinde bu şekilde tartışmalara girerse, müteşabih ayeti kerimeler hakkında tereddütlere düşebilir. Bu durum ise onu inkarcılığa yöneltebilir. Dolayısıyla Resululah (a.s) söz konusu hareketin sebep olmasından endişe duyulan sonuca binaen bu hareketi küfür olarak adlandırmıştır. Ki böyle bir sonuçtan ancak yüce Allah'ın kendilerini koruduğu kimseler kurtulabilirler.
Bazıları ise burada kastedilenin Kur'an-ı Kerim'in okunuş şekilleri üzerinde tartışmaya girilmesi yani sarih olarak rivayet edilen bazı okunuş şekillerinin inkâr edilmesi olduğunu söylemişlerdir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'i yedi harf üzere indirmiştir. Resulullah (a.s) da bu tür tartışmalara girenleri küfre düşme tehlikesiyle korkutarak onların bu tartışmalardan vazgeçmelerini istemiştir. Çünkü tümü (yani bütün okunuş şekilleriyle tamamı) yüce Allah tarafından indirilmiş olan Kur'an-ı Kerim'dir. Hepsine iman edilmesi gerekir. Ebu Aliye er-Riyahi'nin yanında birisi Kur'an-ı Kerim okunduğunda "şurası böyle okunmaz" demezdi. "Ben burayı şöyle okuyorum" derdi. Şu'ayb bin Ebi'l-Habhab şöyle söylemiştir:
"Ben bu hususu İbrahim'e söyledim. O da şu cevabı verdi: "Sanıyorum arkadaşın Kur'an-ı Kerim'in bir harfini inkâr edenin tümünü inkâr etmiş olacağını duymuştur." [272]
91- Buhari ve Müslim, Şakik bin Seleme (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir:
"Abdullah bin Mes'ud (r.a) her perşembe günü insanlara vaaz ve nasihatte bulunurdu. Bir adam kendisine: "Ey Ebu Abdurrahman! İsterdim ki, bize her gün vaaz ve nasihatte bulunasın!" diye söyledi. Bunun üzerine Abdullah bin Mes'ud şöyle söyledi:[273]
"Benim bunu yapmama engel olan şey sizi bıktırmaktan kokmamdır. Bu yüzden Resulullah (a.s)'m bizi bıktırma endişesiyle bize belli aralıklarla vaaz ve nasihatte bulunduğu gibi, ben de size böyle belli aralıklarla vaaz ve nasihatte bulunuyorum."
Tirmizi ve Buhari muhtasar olarak Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir:
"Resulullah (a.s), bizi bıktırma endişesiyle bize belli aralıklarla vaaz ve nasihatte bulunurdu." [274]
Bir başka rivayete göre de ravi şöyle söylemiştir:
"Abdullah (r.a)'ın çıkmasını bekliyorduk. O sırada Yezid bin Muaviye elKufi en-Nehai yanımıza geldi. "Oturmuyor musun?" dedik. "Hayır. Ancak içeri gireceğim. Arkadaşınızı yanınıza çıkaracağım. Eğer bunu yapamazsam, o zaman gelir otururum" dedi. Sonra içeri girdi ve Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un elinden tutarak dışarı çıkardı. Abdullah (r.a.) yanımızda durarak şöyle söyledi:
"Sizin burada bulunduğunuz bana bildirilmişti. Ancak benim sizin yanınıza çıkmama engel olan sebep, Resululah (a.s)'ın bizi bıktırma endişesiyle belli aralıklarla vaaz ve nasihatte bulunmasıydı."[275]
Burada bir öğüt ve eğitim anlayışı bulunmaktadır. Vaaz meclislerinde insanların durumlarının, ne derece ilgi gösterdiklerinin göz önünde bulundurulması, onların vakitlerinin müsait olup olmadığına ve vaaz dinlemeye hazır o-lup olmadıklarına bakılması gerekir. İlim, ona ehil olanlara ve ilgi gösterenlere verilir. Resulullah (a.s)'ın hayatında ve Rabbani alimlerin eğitimlerinde bu hususlar, sürekli göz önünde bulundurulurdu.
Buhari'nin İkrime'den rivayet ettiğine göre Abdullah bin Abbas şöyle söylemiştir:
"İnsanlara cuma günü bir kere konuş. Eğer bu kadarını az görürsen iki konuşma yap. Daha da artırmak istersen üç konuşma yap. İnsanları bu Kur'an-ı Kerim konusunda bıktırma. Kendi aralarında konuşmakta olan bir topluluğun yanına gittiğinde onların konuşmalarını keserek kendinin birtakım rivayetler anlattığım ve bu yüzden onlara bıkkınlık verdiğini görmeyeyim. Ancak bu gibi durumlarda susmayı tercih et. Eğer senden konuşmanı isterlerse ve seni dinleme arzuları olursa o zaman konuş. Dua ederken seci yapmaktan (kafiyeli sözler söylemekten) kaçın. Ben Resulullah (a.s) ile ve O'nun ashabı ile bir arada bulundum, onların böyle bir şey yaptıklarını görmedim."
Abdullah bin Mes'ud (r.a) şöyle söylemiştir:
"Bir topluluğa gözlerini sana diktikleri ve kalpleriyle sana meylettikleri sürece konuş. Ama kalpleri senden uzaklaşırsa artak onlara karşı konuşma yapma."
Kendisine: "Bunun (kalplerinin uzaklaştığının) alameti nedir?" diye soruldu. Şöyle söyedi:
"Birbirlerine bakıştıklarını ve esnemeye başladıklarım görürsen artık onlara konuşma yapma."[276]
92- Buhari, Abdullah bin Ömer (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir[277]
"Resulullah (a.s)'ın yanında bulunuyorduk. Resulullah (a.s): "Bana Müs-lümana benzeyen ağacın ne olduğunu bildirin. Bu ağacın yaprakları dökülmez ve vallahi her an meyvesini verir" diye söyledi. Bu ağacın hurma ağacı olacağı içime doğdu. Ancak Hz.Ebu Bekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a)'in konuşmadıklarını gördüm, dolayısıyla konuşmak istemedim. Oradakiler bir. şey söylemeyince Resulullah (a.s): "Bu hurma ağacıdır" diye buyurdu. Kalktığımızda Hz. Ömer (r.a)'e: "Ey babacığım! O ağacın hurma ağacı olacağı içime doğmuştu" dedim. Bunun üzerine: "Peki seni konuşmaktan (yani cevap vermekten) alıkoyan neydi?" dedi. "Sizin bir şey konuştuğunuzu görmedim, bu yüzden konuşmak veya bir şey söylemek istemedim" dedim. O da: "Onu söylemiş olman benim için şöyle şöyle yapmandan daha sevimli olurdu" dedi."
Bir rivayette de İbni Ömer (r.a)'in şöyle söylediği bildirilmiştir:
"İnsanlar çevredeki ağaçların adlarını saymaya başladılar, benimse bu ağacın hurma ağacı olacağı içime doğdu."[278]
Bir başka rivayette ise şöyle söylediği bildirilmiştir:
"Resulullah (a.s)'ın yanında oturmakta olduğumuz bir sırada bir hurma salkımı getirildi. O sırada Resulullah (a.s) : "Ağaçlardan öyle biri vardır ki, Müslüman gibi bereketlidir" diye buyurdu. O'nun bu sözü ile hurma ağacını kasdettiğini düşündüm ve "bu hurma ağacıdır" demek istedim. Ancak baktım, benim, on kişinin onuncusu ve içlerinde en küçük yaşlısı olduğumu gördüm. Bu yüzden sustum. Resulullah (a.s) da daha sonra: "Bu hurma ağacıdır" diye buyurdu." [279]
Bir Açıklama
Bu rivayet, bir ilim adamının arkadaşlarının ilmi seviyelerini öğrenmek a-macıyla onlara sorular sormasının caiz olduğuna işaret etmektedir.
Muaviye (r.a)'den rivayet edildiğine göre de Resulullah (a.s) mugalata yapmaktan, laf karıştırmaktan nehyetmiştir.
Evza'i mugalata yapmanın soru sorma şekillerinin en fenalarından olduğunu söylemiştir. Mugalata yapmak, bir ilim adamının seviyesini düşük göstermek ve onun görüşlerinin basite alınmasına sebep olmak amacıyla ona, hataya düşülmesi ihtimali kuvvetli olan zor meseleleri sormaktır.
Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un "Sizi muhakemesi zor olan meselelerden sakındırırım" diye söylediği rivayet edilmiştir. Bu sözü ile ince ve kapalı meseleleri kasdetmekteydi. Bu gibi meselelerle uğraşmaktan sakındırmıştır. Çünkü bunlarla uğraşılmasının dini açıdan bir yaran yoktur. Bu gibi meselelerde gündeme getirilen şeyler, gerçekleşmesi pek mümkün olmayan şeylerdir.
Bir kimsenin öğrenmeye ihtiyacı olmayan bir şeyi sorması mekruhtur. Ancak ihtiyaç doğduğu zaman sormasında bir mahzur yoktur. Bu konuda Hz. Ömer (r.a)'den nakledilen bir rivayet örnek olarak ele alınabilir. "Hz. Ömer (r.a), Abdullah bin Abbas (r.a)'ın diğerlerine üstünlüğünü ortaya çıkarmak istediğinde, yüce Allah'ın; "Allah'ın yardımı ve fethi geldiği zaman, Rabb'i-ni hamd ile teşbih et ve O'ndan mağfiret dile!" sözü ile ilgili soru sordu. Bazıları: "Yüce Allah bize bu sözü ile kendisinin yardımı ve fetih geldiğinde kendisine hamdetmemizi ve mağfiret dilememizi emrediyor" dediler. Bazıları "Burada ne kastedildiğini bilmiyoruz" dediler. Bazıları da hiç bir şey söylemediler. Bunun üzerine Hz.Ömer (r.a), Abdullah bin Abbas (r.a)'a: "Sen ne diyorsun?" diye sordu. O da şu cevabı verdi: "Ben derim ki, yüce Allah bu ayeti kerimesi ile Resulullah (a.s)'ın vefatının yaklaştığını haber vermiştir". Hz. Ömer (r.a) de: "Bunun hakkında ben de senin bildiğinden farklı bir şey bilmiyorum" diye söyledi."
Rivayete göre "bir adam Ubey bin Ka'b (r.a)'a biraz karışık bir mesele sordu. O da: "Böyle bir şey oldu mu?" diye sordu. Adam "Hayır" cevabmı verdi.
Bunun üzerine Ubeyy (r.a): "O halde böyle bir şey ortaya çıkıncaya kadar bana müsaade et!" diye söyledi [280]
93- Buharı ve Müslim, Amir bin Sa'd bin Ebi Vakkas (r.a)'tan, o da babasından rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[281]
"Müslümanların içinde Müslümanlara karşı en büyük suç işleyen kimse, daha önce haram edilmemiş bir şeyi sorup bu sorusu yüzünden o şeyin haram kılınmasına sebep olan kimsedir." [282]
Beğavi şöyle söylemiştir:
"Soru sormanın ikî şekli bulunmaktadır. Birinci şekli, dini konularda ihtiyaç duyulan bir meselenin açıklanmasını istemek ve onu öğrenmek amacıyla olandır. Yüce Allah bir ayeti kerimesinde de şöyle buyuruyor:
"Biliyorsanız zikir (kitap) ehline sorun)[283]
"Eğer sana indirdiğimizden kuşkuda isen senden önce kitap okuyanlara sor."[284]
Sahabiler Resulullah (a.s)'a çok çeşitli meseleleri sormuşlardır. Yüce Allah da onların sordukları şeylerin açıklamalarına Kur'an-ı Kerim'inde yer vermiştir. Bu tür açıklamaların bazılarında şöyle buyurulmaktadır:
"Sana hilaller hakkında soruyorlar. De ki: "Onlar, insanlar açısından ve hacc mevsimimin belirlenmesi için belli zaman ölçüleridir."[285]
"Sana bir de ay halinden soruyorlar. De ki: "O bir eziyettir. Ay hali görmekte oldukları sırada kadınlarınızdan uzak durun ve temizleninceye kadar kendilerine yaklaşmayın."[286]
"Sana ganimetlerden soruyorlar. De ki: "Ganimetler Allah'ın ve peygam-berinindir."[287]
Sorunun ikinci şekli ise sırf tekallüf amacıyla, yani bir şey sormuş olmak için sorulanıdır. Bu tür soru sorulması ise mekruhtur. Şeriatın bu gibi sorular soranlara cevap vermemesi onları azarlama ve tenkid anlamı taşır. Cevap verildiği zaman da verilen cevap bir ceza niteliğinde olmuş ve onlara karşı sert davranılmıştır.
Yukarıdaki hadisi şerifte kastedilen soru şekli işte bu şekildir. İsrailoğul-ları kesmeleri istenen ineğin özellikleri ile ilgili sorularında İşin çok incesine kadar indiler. Oysa kendilerine önceden verilmiş olan emirde bu tür incelikleri araştırmaları istenmemişti. Onlar çok incelikleri sorduklarından dolayı yüce Allah da işlerini zorlaştırdı.
Sufyan bin Uyeyne'nin, Amr bin Dinar'dan, onun da Ubeyd bin Umeyr1-den rivayetine göre Ubeyd bin Umeyr şöyle söylemiştir:
"Allah bazı şeyleri helal, bazı şeyleri de haram kıldı. Helal kıldığı helal, haram kıldığı da haramdır. Hakkında herhangi bir açıklamada bulunmadığı şeyler ise geçilmiştir."
Sufyan şöyle söylemiştir: "O, bu açıklaması ile şu ayeti kerimenin anlamına işaret etmekteydi. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeylerden sormayın. Eğer bu şeylerden Kur'an'ın indirilmekte olduğu sırada sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetti. Allah bağışlayıcıdır ve yumuşak davranandır."[288]
Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet edildiğine göre, Abdullah bin Ömer (r.a)'e bir şey hakkında soru soruldu. 0 da "bilmiyorum" dedi, sonra da şöyle söyledi: "Siz, bizim sırtımızı cehenneme ulaşmak İçin kullanmak ve "Abdullah bin Ömer bize böyle fetva verdi" demek mi istiyorsunuz?"[289]
Bu tutum Resulullah (a.s) zamanında izlenen tutumdu. Günümüzde ise gelişmeler doğrultusunda fetvaların belirlenmesine ihtiyaç olmaktadır. Ancak bizim yukarıdaki hadisi şeriften bir edep ölçüsü çıkarmamız gerekiyor. Şöyle ki: Bir insanın pratik hayatında kendisini bağlayacı nitelikte çok fazla soru sormaması gerekir. Bunun gibi yöneticilere gerek kendi açısından gerekse diğer insanlar açısından çeşitli sıkıntılara yol açacak sorular sormamalıdır. [290]
94- Hakim'in Şu'be'den, onun da Ziyad bin Alaka'dan rivayetine göre Zi-yad bin Alak, Usame bin Şerik'in şöyle söylediğini duymuştur:[291]
"Resulullah (a.s)'ın yanına gittim. Sahabileri yanında, adeta başlarında kuşlar varmış gibi oturuyorlardı. Selam verdim, oturdum. Sonra bedeviler gelip sorular sormaya başladılar. Hatta "Tedavi olacak mıyız?" diye sorular bile sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Tedavi olun. Çünkü yüce Allah herhangi hastalık vermiş ise onun mutlaka ilacını da vermiştir". Bedeviler daha sonra başka konularda da sorular sordular. Sonunda Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Ey Allah'ın kullan! Allah zorluğu ortadan kaldırmıştır. Ancak bir adam kendisine haksızlıkla bir şeyi prensip edinir, işte bu zorluk ve helak sebebi olur." [292]
95- Buharı ve Müslim, şöyle rivayet etmişlerdir:[293]
"Muğire bin Şu'be (r.a), Muaviye (r.a)'ye yazı yazarak Resulullah (a.s)'m insanları dedikodudan, malı boşa zayi etmekten ve fazla soru sormaktan nehyettiğini bildirdi."
Kişinin kendini ilgilendirmeyen bir konuda çok soru sorması nehyedilmiş-ür. Oncak kendisini ilgilendiren konuda sorular sorması istenen bir şeydir. İ-lım öğrenmek isteyen bir kimsenin yapması arzulanan da budur. İlim öğrencisi, ilmin gerçeğine ancak çok soru soran bir dil ve iyi kavrayan bir kalp ile u-laşabilir. [294]
96- Resulullah (a.s), Eşlem kabilesinden olan Ebu Firas'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[295]
"Resulullah (a.s) bîr gün "Bana istediğiniz konuda soru sorun" diye buyurdu. Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! Babam kimdir?" diye sordu. Resulullah (a.s) da: "Baban senin kendisine nisbet edildiğin filanca kişidir" diye buyurdu. Sonra bir başka adam: "Ben cennetlik miyim?" diye sordu. Resulullah (a.s) da: "Cennetliksin" diye buyurdu. Ardından bir başka adam: "Ben cennetlik miyim?" diye sordu. Resulullah (a.s): "Cehennemliksin" diye buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a): "Allah'ı Rabb olarak tanıdık, buna razı olduk" diye söyledi."
Bir Açıklama
Bu hadisin bütün rivayetlerim bir arada değerlendirdiğimiz ve Hz. Ömer (r.a)'in sondaki "Allah'ı Rabb olarak tanıdık, buna razı olduk" sözünü göz ö-nünde bulundurduğumuz zaman, Resulullah (a.s)'ın "Bana istediğiniz konuda soru sorun" sözünü kızgınlık halinde söylediğini anlarız. Resulullah (a.s) bu sözünü, soru soranlara tepki olarak söylemiştir. Buradan anlaşıldığına göre soru soran kişinin soracağı soru için uygun ortamın oluşmasını beklemelidir. [296]
97- Buhari ve Müslim, Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[297]
"İnsanlar soru sorma işini o kadar ileri götürecekler ki, "Şu Allah her şeyi yarattı, peki Allah'ı kim yarattı?" diye bile soracaklar."
Yine Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet edildiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Şanı yüce olan Allah şöyle buyurdu: "Senin ümmetin "Bu nedir? Bu nedir?" diye sorup duracaklar. Hatta işi o kadar ileri götürecekler ki "Şu Allah her şeyi yarattı, peki şanı yüce olan Allah'ı kim yarattı?" diye soracaklar."[298]
Ebu Hureyre (r.a)'den merfu olarak rivayet edildiğine göre de Ebu Hureyre (r.a) şöyle söylemiştir:
"İnsanlar size ilim konusunda soru sorup duracaklar. Hatta "Şu Allah herşeyi yarattı, peki Allah'ı kim yarattı?" diye bile soracaklar." Ebu Hureyre (r.a) bu sözü bir adamın elinden tutarak söyledi ve ardından şunu ekledi:
"Allah ve Peygamber'i doğru söyledi. Bana bunu daha önce iki kişi sormuştu, şu da üçüncüleri!"[299]
Bir başka rivayette de şöyle denilmektedir:
"Şeytan size gelerek "Şunu kim yarattı? Şunu kim yarattı?" diye sorar durur. Hatta: "Rabb'ini kim yarattı?" diye bile sorar. Biri bu noktaya geldiğinde Allah'a sığınsın ve soru sorma işini bitirsin."[300]
98- Ebu Davud'dan bunun bir benzeri rivayet edilmiştir. Onun rivayetine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:[301]
"Böyle söyledikleri zaman siz de şöyle söyleyin: "Allah birdir. O sameddir (hiç bir şeye ihtiyacı yoktur; her şeyden uludur) Doğurmamış ve doğurul-mamıştır. Hiç bir varlık Ona denk olmamıştır.". Sonra sol tarafına üç kere tükürsün ve şeytanın şerrinden Allah'a sığınsın."
Bir başka rivayette de şöyle denilmektedir:[302]
"insanlar soru sorma işini o kadar ileri götürecekler ki, "Bütün bunlar Allah'ın yarattıkları, peki, Allah'ı kim yarattı?" diyecekler. Kim bu gibi bir şeyle karşılaşırsa "Ben Allah'a ve Peygamberine iman ettim" diye söylesin."
İlim adamları şöyle söylemişlerdir:
"Bu, kişinin kalbine herhangi bir tereddüt doğmaması ve felsefeye dalmak düşüncesi hakim olması durumu için söz konusudur. Aksi durumda kalbine doğan tereddüdü gidermek ve kesin bir bilgiye kavuşmak amacıyla ilim sahiplerine soru sorması gerekir. İlim adamlarının da bu gibi sebeplerden dolayı soru soranların sorularını cevaplandırmaları şarttır." (Vehbi) [303]
99- Darimi, Süleyman bin Yesar (r.a)'dan rivayet etmiştir:[304]
"Bir adam Medine'ye geldi. Kur'an-ı Kerim'deki müteşabih ayetler hakkında sorular sormaya başladı. Hz.Ömer (r.a) ona bir adam gönderdi. Geldiğinde "Sen kimsin?" diye sordu. Adam: "Ben Abdullah Sabiğ'im" cevabını verdi. Bunun üzerine Hz.Ömer (r.a) çubuğu eline alarak "Ben de Allah'ın kulu Ömer'im" dedi ve adamı dövmeye başladı. Adamın kafasından kan akıncaya kadar dövdü. Sonunda adam: "Ey müminlerin emiri! Artık yeter. Kafamda bulduğum şey (kafamı kurcalayan şey) gitti" diye söyledi." [305]
Şevkani, Kur'an-ı Kerim'in muhkem ve müteşabih ayetleri ile ilgili olarak şu açıklamada bulunmuştur:
"Bil ki, yüce Allah'ın kitabında her iki türden ayeti kerimelerin bulunması arasında bir fark yoktur. Çünkü yüce Allah bir ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:
"Sana Kitab'ı indiren O'dur. Ondaki bir kısım ayetler Kitab'ın temelini oluşturan kesin anlamlı ayetlerdir. Diğerleri ise müteşabih (birden fazla anlama gelebilen) ayetlerdir."[306]
Muhkem ile müteşabihin tarifi konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Muhkem ayetlerin nasıl bir anlama işaret ettiği açık olan ayetler olduğu, müteşabih ayetlerin ise nasıl bir anlama delalet ettiği tam açık bir Şekilde anlaşılmayan ayetler olduğu söylenmiştir. Mücmel ve müşterek anlamlı ayetler de buna göre müteşabih ayetlerin arasına girmektedir. Bir başka açıklamaya göre ise muhkem ayetler anlamları açık olan, müteşabih ayetler ise anlamlan açık olmayan ayetlerdir. Bu açıklama da birinci açıklamaya benzemektedir ki, bu açıklamaya göre de belirtilen nitelikteki ayetler de müteşabih ayetlerin arasına girmektedir. İki tarif arasındaki fark sadece şudur: Birinci tarifte anlam ile birlikte ayetler neye delalet ettiklerinin açık olup olmamasına göre değerlendirilmiş, ikinci tarifte ise sadece anlam yönünden ele alınmışlardır.
Muhkem ayetlerle kastedilen ayetlerin, anlamlan gerek açıkça ve gerekse te'vil yoluyla anlaşılabilen ayetler olduğu, müteşebih ayetlerin ise ne anlama geldiğine dair bilgiyi yüce Allah'ın kendi zatına Özel kıldığı ayetler olduğu da söylenmiştir.
Bir başka açıklamaya göre ise muhkem ayetler yalnız bir anlama gelenler, müteşabih ayetler ise birden fazla anlama gelmeleri mümkün olanlardır. Muhkem ayetlerin farz hükümleri bildiren, gelecekte olacaklar hakkında bilgi veren ve insanlan azap ile korkutan ayetler olduğu, müteşabih ayetlerin ise kıssalar veren ve çeşitli örnekler üzerinde duran ayetler olduğu da söylenmiştir. Yine muhkem ayetlerin neshedici ayetler, müteşabih ayetlerin ise neshedilmiş (mensuh) ayetler olduğu da söylenmiştir.
Bir başka açıklamaya göre ise muhkem ayetler anlamlan akıl yoluyla anlaşılması mümkün olanlar, müteşabih ayetler ise anlamlan akıl yoluyla anlaşılmayanlardır. Muhkem ve müteşabih konusunda bunun dışında da değişik açıklamalarda bulunulmuştur."[307]
Bazıları da şöyle söylemişlerdir:
Muhkem olan, dil yönünden ve taşıdığı anlam yönünden öncelikle anlaşıl-' ması gereken (racih) anlama göre açıklanandır. Müteşeabih ise mercuh anlama göre (yani ifadeden çıkan anlama göre değil de yan unsurlann devreye sokulması ile ortaya çıkan anlama göre) açıklanabilendir. Bu anlama göre açıklanırken, ifadenin sözlük yönünden taşıdığı anlama göre alınamayacağına ve mutlaka te'vile başvurulması gerektiğine dair akli bir delile dayanılarak başka bir anlama göre açıklama yapılır. Bu konuda Zerzur'un 'Müteşabihu'l-Kur'an' adlı eserinin 15. sahifesinden itibaren başlayan açıklamalara bakınız.
Müteşabihin tanımlamasında görüş ayrılığı, hangi ayetlerin müteşabih sayılabileceği ve hangilerinin sayılamayacağı konusunda da görüş ayrılığına sebep olmuştur.
Beğavi şöyle söylemiştir:
"Muhkem ayetlerin görünen (zahiri) anlamına bakılarak taşıdığı ifade ile neyin kastedildiği anlaşılan ayetler olduğu söylenmiştir.
Müteşabihe gelince; onun hakkında değişik açıklamalarda bulunulmuştur. Bu açıklamalardan birinde Hattabi ve bir cemaat şöyle söylemiştir:
"Müteşabih, anlamı net olmayandır. Bu itibarle müteşabih olan ayatlerin metinlerinden anlamlan çıkarılamaz. Bunun ise iki türü bulunmaktadır. Birinci tür, muhkem ayetlerle birlikte ele alındıklarında, anlamlan anlaşılabilenleridir. İkinci gurup, kendileri île neyin kastedildiğini, gerçek anlamlarının ne olduğunu tam olarak anlamaya bir yol olmayanlandır. Bu türden olanlann tam anlamlarını Allah'tan başkası bilemez. İşte kalplerinde tereddüt olanlann peşlerine düştükleri müteşabih ayetler, bu türden olanlardır. Onlar bu tür ayetleri te'vil etmek için uğraşırlar. Kader ve Allah'ın iradesine iman konusu, bu türdendir. Allah'ın sıfatlan ile ilgili ilim ve benzeri konular böyledir. Bizden bu gibi konulara girerek ibadette bulunmamız istenmemiştir. Bu konuların incelikleri de bize açıklanmamıştır. Bu konulara giren kimse, fitne çıkarma amacı taşıyan bir kimsedir. Çünkü bu konulara dalan bir kimse, kendini tatmin edecek bir noktaya ulaşamaz. Fitne ise, açık olmayan yorumlarda ileri gitmektir.[308]
100- Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'nin merfu olarak şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir:[309]
"Üzerinde durmayıp geçtiğim şeyleri bana bırakın. Sizden öncekiler çok soru sormalan ve peygamberleri ile görüş aynlığına düşmeleri sebebiyle helak olmuşlardır. Sizi bir şeyden nehyettiğim zaman ondan sakının, size bir şeyi emrettiğim zaman da gücünüz yettiğince onu yerine getirmeye çalışın."
Hakim'in, A'mes'ten, onun Şakik'ten, onun da Abdullah'tan rivayetine göre Abdullah şöyle söylemiştir:
"Bir adam bana bir konuda soru sordu ne diyeceğimi bilemedim. Şöyle söyledi:
"Son derece edepli, hareketli, cihad konusunda oldukça gayretli ancak "E-mirlerimiz (yöneticilerimiz) bizden güç yetiremeyeceğimiz şeyler istiyorlar?" diyen bir kimse hakkında ne düşünürsünüz?" Ben de şu cevabı verdim:
"Vallahi, ben sana ne diyeceğimi bilmiyorum. Ancak biz Resulullah (a.s) ile birlikte bulunduğumuz sürece mümkün mertebe, O bize neyi emretse yapıyorduk. O'nun dünyanın tozları karşısındaki durumunu bir su arkının durumuna benzetiyorum. Bu arktan akan suyun durulan içilmiş geriye bulanıkları kalmıştır. Sizden biri Allah'a karşı gelmeken sakındığı sürece hayır üzere olacaktır. Eğer gönlünde bir takım farklı düşünceler ve tereddütler doğarsa, bir adamın yanına gider, o gönlüne şifa verir. Allah'a yemin ederim siz böyle birini bulamayacak duruma düşebilirsiniz."
Darimi'nin Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet ettiğine göre, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'a bir soru soruldu o da şöyle söyledi:
"Allah'ın Kitab'ı ve Resulullah (a.s)'ın sünneti ile ilgili olarak bize herhangi bir soru sorarsanız, cevap alırsınız. Sizin kendi uydurduklarınıza ise
cevap verme gücümüz yoktur." [310]
101- Buhari, Hz.AIi bin Ebi Talib (r.a)'den rivayet etmiştir:[311]
"insanlara anlayacakları şeyleri konuşun. Allah'ın ve Peygamber'inin yalanlanmasını mı istiyorsunuz?" [312]
102- Buhari, Abdullah bin Ebi Muleyke (r.a)'den rivayet etmiştir:[313]
"Hz. Aişe (r.a) ne zaman anlamadığı bir şeyi duysa, onu anlayıncaya kadar üzerinde dururdu." [314]
103- Taberani, Ebu Umame (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:[315]
"Resulullah (a.s) konuşurken, (bazen) anlaşılması için bir şeyi üç kere tekrar ederdi." [316]
104- Ahmed bin Hanbel, Ebu Umame (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Kureyş'in gençlerinden biri: "Ey Resulullah (a.s)! Bana zina yapmam için izin ver" [317]dîye söyledi. Bunun üzerine insanlar o gencin etrafına toplanıp ittiler. Resulullah (a.s) ise: "Onu bana yaklaştırın" diye buyurdu. Genç, Resulullah (a.s)'a yaklaştı. Resulullah (a.s) kendisine: "Annene böyle yapılmasını ister misin?" diye sordu. Genç : "Hayır, vallahi! Allah beni sana feda eylesin!" cevabını verdi. Bunun üzerine Resulullah (a.s): "Diğer insanlar da annelerine böyle yapılmasını İstemezler" diye buyurdu. Daha sonra aynı sözleri kızı, kızkardeşi, halası, teyzesi için de söyledi. Her keresinde: "Filancana da böyle yapılmasını ister misin?" diye soruyor; o da "Hayır, vallahi! Allah beni sana feda eylesin!" cevabım veriyordu. Resulullah (a.s): "Diğer insanlar da böyle yapılmasını istemezler" diye söylüyordu. Daha sonra Resulullah (a.s) elini o gencin üzerine koydu ve şöyle buyurdu:
"Ey Allah'ım, bunun günahını bağışla, kalbini temizle, hayasını koru." O gencin daha sonra söz konusu fenalıklardan herhangi bir şeye iltifat ettiği görülmedi." [318]
105- Taberani, Evsafta Abdullah bin Ömer (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[319]
"Ben ömrümün belli bir süresini yaşadım. Bizden birine Kur'an-ı Ke-rim'den önce iman verilirdi. Hz.Muhammed (a.s)'e bir sure indirildiğinde, onun helal kıldığını, haram kıldığını ve O'nun bildirdiklerinden ne üzerinde durmamız gerektiğini öğreniyorduk. Bizim Kur'an-ı Kerim'i öğrenmemiz, sizin öğrenmeniz gibi değildi. Daha sonra gördüm ki, bazı adamlara İmandan önce Kur'an-ı Kerim veriliyor. Kitab'ın Fatiha Suresi'nden sonuna kadar tamamını, neyi emrettiğini, neyi yasakladığını ve neyin üzerinde durulmasını istediğini bilmeden okuyor. Onu hurma taneleri saçar gibi saçıyorlardı." [320]
106- Taberani, Fudale bin Ubeyd (r.a)'den rivayet etmiştir:[321]
"Fudale bin Ubeyd'in yanına arkadaşları geldiğinde şöyle söylerdi:
"Ders yapın, ilmi yayın, siz (ilminizi) artırın ki, Allah da sizin iyiliğinizi artırsın ve sizi hem kendisi sevsin hem de sevdiklerine sevdirsin. Meseleleri bize arzedin. Bunun sonuncusunun ecri, ilkincisinin ecri gibidir. Sözlerinizin arasına istiğfar sözünü de karıştırın." [322]
107- Taberani, Ebu Nadra (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmiştir: "Ebu Sa'id şöyle derdi:[323]
"Hadis rivayet edin (veya müzakere babından konuşun), hadisler birbirlerini hatırlatır." [324]
108- Hakim, Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a)'den rivayet etmiştin "Hadis müzakere edin.[325] Eğer bunu yapmazsanız onun etkisi kaybolur." [326]
109- Hakim, Abdullah (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[327]
"Hadis müzakere edin. Hadisin müzakere edilmesi, hayatının sürmesi demektir." [328]
110- Darimi, Kesir Murre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[329]
"Hikmet ehline asılsız şeyler söyleme, sana kızarlar. Anlayışı kıt insanlara da hikmetli şeyler söyleme, seni yalanlarlar. İlmi, ona ehil kişilerden alıkoyma, günah işlemiş olursunuz. Onu, ehil olmayan kişiye de verme cahillik etmiş olursun. Malından dolayı senin üzerinde hak olduğu gibi ilminden dolayı da üzerinde hak vardır." [330]
111- Hakim, Ebu Sa'id (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[331]
"Resulullah (a.s)'ın sahabileri bir yerde oturduklarında, sözleri fıkıh üzerindeydi. Ancak içlerinden birinin bir sure okuması veya birilerinin bir sure okunmasını istemesi durumunda bu söz kesilirdi." [332]
112- Hakim, Yezid bin Umeyre (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Muaz bin Cebel (r.a) ölmek üzere olduğu sırada etrafındakiler kendisine: "Ey Ebu Abdurrahman, bize vasiyette bulun" dediler. O da "Beni oturtun" dedi sonra şöyle söyledi:[333]
"ilim ve iman, yerlerindedir. Onları arayan bulur." Bu sözü üç kere tekrar etti sonra şöyle söyledi: "İlmi dört kişinin yanında arayın: Uveymiş, Ebu Derda, Selmanı Farisi, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un yanında. Bir de Abdullah bin Selâm'ın yanında. Ben Resulullah (a.s)'ın onun hakkında şöyle buyurduğunu duydum: "O, cennetteki on kişinin onuncusudur."
Rivayetlerde, iman ve ilmin nerede olduğuna dair bir kanaat edilince, Müs-lümanın oraya giderek bunları araştırmasının gerektiğine işaret edilmektedir. [334]
113- Hakim, Bureyde (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[335]
"Biz Resulullah (a.s)'m yanında oturduğumuz zaman, kendisine olan hürmetimizden dolayı başlarımızı kaldırmazdık." [336]
114- Hakim, Abdurrahman bin Kurt (r.a)'dan rivayet etmiştir:
"Mescid'e girdim. İçerde bir halka vardı, halkadakilerîn adeta başlan kesilmiş gibiydi. İçlerinden birisi kendilerine konuşuyordu. Baktım o kişi, Hu-zeyfe (r.a) idi ve şöyle diyordu:
"İnsanlar Resulullah (a.s)'a iyilikler hakkında sorular soruyorlardı. Bense fenalıklar hakkında soru soruyordum..."[337]
Hadis böyle devam ediyor, ancak biz sadece baş tarafını vermekle yetiniyoruz. [338]
115- Hakim, Selman (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmiştir:[339]
"Bir topluluk toplanmış Allah'ı zikrediyorlardı. Resulü İlah (a.s) yanlarından geçti. Sonra onların yanına varmak amacıyla kendilerine doğru gitti ve İyice yanlarına yaklaştı. Toplananlar Resulullah (a.s)'a hürmet olsun diye konuşmalarını kestiler. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Siz ne diyordunuz? Ben üzerinize rahmetin indiğini gördüm de onun için bu konuda size katılmak istedim." [340]
116- Hakim, Cabir bin Abdullah (r.a)'tan şu şekilde rivayet etmiştir:[341]
"Cabir bin Abdullah (r.a) "Allah'a, Peygamber'e ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin" ayeti kerimesindeki "emir sahipleri" ile kastedilenlerin fıkıh ve hayır ehli kimseler olduklarını söylemiştir."
Yine Abdullah bin Abbas (r.a)'tan rivayet edildiğine göre, o da "sizden o-lan emir sahipleri" diye kastedilenlerin "fikıh ehli ve dinde Önder kimseler" olduklarını ve yüce Allah'ın bunlara itaati vacip kıldığını söylemiştir: [342]
117- Buhari, Enes bin Malik (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[343]
"Hz. Ömer (r.a)'in yanında bulunuyordum. Onun şöyle söylediğini duydum:
"Biz tekellüften (kuruntudan, boş yere laflar düzerek kendini göstermeye çalışmaktan) nehyolunduk."
Sözü eğip bükmekten ve vaaz verirken kuruntulara girmekten kaçınmak, bu edebin bir gereğidir. Ancak bu edep, bir meseleyi etraflıca ortaya dökmekten kaçınmayı gerektirmez. [344]
118- Taberani, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:[345]
"İçinizden birisi, bir başkasını, o iman ettiğinde iman edecek, o küfre saptadığında da küfre sapacak şekilde izlemesin. Eğer mutlaka birilerini izlemeniz gerekiyorsa ölmüş birini izleyin. Yaşayan birinin fitneye düşmesinden emin olunamaz." [346]
119- Darimi, Asım bin Damre (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Asım bin Damre, bazı insanların Said bin Cubeyr'i izlediklerini gördü ve şöyle söyledi:[347]
"Zannediyorum o, bunları bundan nehyetti ve şöyle söyledi: "Sizin şu yaptığınız veya sizin şu yürüyüşünüz, uyan için bir aşağılık, uyulan için de fitnedir." [348]
120- Dar i m i, Bestam bin Müslim (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Muhammed bin Şirin, birisi yanında yürüdüğünde ona dönerek: [349]"Bir ihtiyacın var mı?" der. Bir ihtiyacının-olması durumunda onu karşılardı. Eğer adam yine onunla birlikte yürümeye devam ederse tekrar: "Bir ihtiyacın var mı?" diye sorardı." [350]
121- Dar i mi, İbrahim (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[351]
"Onlar (geçmiş ilim adamları), izlerinden gidilmesinden hoşlanmazlardı." [352]
122- Darimi, Hasan (r.a)'dan rivayet etmiştir:
"Abdullah bin Mes'ud (r.a) yürüyordu, insanlar da onun izinden gidiyorlardı. [353]Bunun üzerine şöyle söyledi:
"Benim izimden gelmeyin. Vallahi eğer, kendisine kapımı kapatacağımı bilseydi, bir tek kişi ardımdan gelmezdi." [354]
123- Darimi, Salih (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Sadi'nin şöyle söylediğini duydum:[355]
"isterdim ki, ilmimin benim lehime de aleyhime de olmayacak miktarı ile yetinip kalanından kur tul saydım." [356]
124- Darimi, Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a)'den rivayet etmiştin "Gerçek anlamıyla fakih, insanların[357] Allah'ın rahmetinden ümit kesmelerine, azabından emin olmalarına sebep olmayan ve Allah'a isyan olan işlerde onlara ruhsat vermeyen kimsedir. Bilgisizce yapılan ibadette bir hayır yoktur. Anlayıştan uzak bilgide de bir hayır yoktur. Düşünmeden okumakta da bir hayır yoktur." [358]
125- Taberani, Humeyd (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Enes bin Malik (r.a) ile bulunuyorduk. Şöyle söyledi:[359]
"Vallahi, bizim Resulullah (a.s)'tan rivayet ettiklerimizin tümü, bizzat Ondan duyduğumuz şeyler değildir. Ancak biz birbirimizi yalanlayacak değiliz." [360]
126- Hakim, Berra (r.a)'nın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Bizim hepimiz, Resulullah (a.s)'m hadislerini duymuş değiliz.[361] Mal mülkümüz, meşguliyetimiz vardı. Ancak insanlar o zaman yalan konuşmazlardı. Dolayısıyla Resulullah (a.s)'m sohbetinde bulunan, bulunmayana bildirirdi."
Bu, sahabilerin tümünün adil oldukları ve bir şeyi direkt kendilerinin duymuş olmamalarının rivayet açısından bir mahzur oluşturmayacağı konusunda delildir. [362]
127- Ahmed bin Hanbel, Berra (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Bütün hadisler, bizzat Resulullah (a.s)'tan[363] duymuş olduğumuz şeyler değildir. Bizi deve otlatma işi meşgul ediyor, sahabileri bize O'ndan rivayette bulunuyorlardı." [364]
128- Taberani, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir: "İnsanlar kendilerine, Hz. Muhammed (a.s)'in ashabından ve kendi büyüklerinden ilim geldiği sürece salih ve dine bağlı olurlar. Ancak aşağı derecede olanlarından kendilerine ilim geldiğinde helak olurlar."[365]
Bu söz, rivayetleri, ileri gelen kimselerden alma gayreti konusunda bir temel prensip ortaya koymaktadır. Çünkü bunlar, konulan iyi tesbit etmesini ve nassları yerlerine göre değerlendirmesini bilirler. Bunun yanısıra incelikleri, gerçekleri ve fetva üzerinde etki edecek sebepleri de iyi bilirler. [366]
129- Ahmed bin Hanbel» Ebu Humeyd (r.a) ve Useyyid (r.a)'in merfu olarak şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[367]
"Benden kalplerinizin tanıyacağı, kendisi için tüylerinizin ve tenlerinizin yumuşayacağı ve size yakın olduğunu gördüğünüz bir hadis rivayet edildiğini duyarsanız, bilin ki, ben ona daha yakınım. Ancak benden kalplerinizin tanımayacağı, tüylerinizin ve tenlerinizin kendisinden nefret edeceği ve size uzak olduğunu gördüğünüz bir hadis rivayet edildiğini duyarsanız, bilin ki, ben ona daha uzağım." [368]
Bir Açıklama
Bu hadisi şerif, başlı başına bir ilim dalı halini alan hadislerin illetlerinin (zayıf taraflarının) belirlenmesi konusunda temel bir ölçü ortaya koymaktadır. Ancak bu ölçüyü hakkıyla uygulayabilenler, sünneti gerek rivayet yoluyla gerekse dirayet (anlama, hüküm çıkarma) yönüyle bilen imamlar, yahut şeriatı gerek rivayet gerek dirayet yönüyle kavrayabilmiş olan müçtehid imamlardır. Bu belirttiğimiz özelliklere sahip olmayan birinin sözkonusu ölçüyü uygulama kabiliyetine sahip olduğunu ileri sürmesi uygun değildir. Eğer böyle bir şey yaparsa, bunun sapıklık kapılarından bir kapı olduğunu bilmesi gerekir.
Sahih bir hadisi inkâr edenin fasık, mütevatir bir hadisi inkâr edenin ise kâfir olduğu söylenmiştir. Bir hadisin sahih olup olmadığını yahut bir hadisin mevzu olup olmadığını, kabul edilip edilemeyeceği konusunda ilme dayanmadan konuşan kimsenin fısk, sapıklık veya küfür dairesinin içine girmesi tehlikesinden emin olunamaz. [369]
130- Müslim, Mücahid (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[370]
"Buşeyr Adevi, Abdullah bin Abbas (r.a)'ın yanına geldi ve "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu, Resulullah (a.s) şöyle buyurdu" diyerek Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet etmeye başladı. Abdullah bin Abbas (r.a) onun hadis rivayetine kulak asmıyor ve kendisini dinlemiyordu. Bunun üzerine Buşeyr: "Ey İbni Abbas! Ne oluyor ki, benim rivayet ettiğim hadisleri dinlemediğini görüyorum. Sana Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet ediyorum, sense dinlemiyorsun!" dedi. Abdullah bin Abbas (r.a) da şöyle söyledi:
"Bir zamanlar birisi "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu" dediği zaman, biz dört gözle ona doğru bakar ve kulaklarımızı ona dikerdik. Ancak insanlar iyi kötü demeden bütün işlere girişince artık tanıdıklarımızın dışındakiler! kabul etmiyoruz."
Bir başka rivayette ise hadisin son kısmı şöyle geçmektedir:
"Ancak iyi kötü demeden bütün işlere girişmenizden sonra artık heyhat!.." [371]
131- Müslim, Abdullah bin Ebi Muleyke (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Abdullah bin Abbas (r.a)'a bir mektup yazarak bana bir yazı yazmasını ve benden bir şeyi gizlememesini istedim. O da şöyle söyledi (bildirdi):[372]
"Öğüt veren bir oğul. Ben onun için bazı şeyler seçer de sonra ondan bir şey gizler miyim!". (Ravi) dedi ki: "Daha sonra Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a)'in yargısını (yargı hükümlerinin metinlerini) istedi. Oradan bir şeyler yazmaya başladı. Bazen bir şeyler geçiyor ve "Vallahi Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a) bu şekilde hüküm vermiş olamaz. Eğer verdiyse mutlaka hata etmiştir" diyordu."
Bir başka rivayette ise şöyle denilmektedir:
"Abdullah bin Abbas (r.a)'m yanma gittim. Bana bir yazı yazmasını ve bir şeyi gizlememesini istedim. Abdullah bin Abbas (r.a)'a bir kitap getirildi. Beraberindeki kişi onun Hz.Ali bin Ebi Talib (r.a)'in yargı hükümleri olduğunu söylüyordu. Abdullah bin Abbas (r.a), yanındaki kişiyi yalanladı ve şu ka-darlık kısmım sildi." Sufyan "şu kadarlık kısmı" derken, kolunun dirseğine kadar olan kısmını [373]işaret etti."[374]
Bir başka rivayette şöyle bir fazlalığa yer verilmektedir:
"Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a) bu şekilde asla hüküm vermiş olamaz."
Bu rivayet ve ondan önceki rivayet gerçeği ortaya çıkarma, inceleme ve i-lim sahiplerinin kabul edebilecekleri bir şeyin ne olabileceğini kesin olarak ortaya çıkarma konusunda birer ölçüdürler. [375]
132- İbni Mace, Abdurrahman bin Ebi Leyla (r.a)'mn şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[376]
"Zeyd bin Erkam (r.a)'a "Bize Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet et" dedim de şöyle söyledi:
"Biz artık yaşlandık ve unuttuk. Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet etme İŞİ ise ağır bir iştir." [377]
133- İbni Mace, Amr bin Meymun (r.a)'dan rivayet etmiştir:
"Hiç bir perşembe akşamını kaçırmadan Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un yanına giderdim. [378]Dinlediğim sözleri arasında "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu" dediğini hiç duymazdım. Bir akşam "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu" diye söyledi. Sonra önüne eğildi. Ardından kendisine baktım, ayağa kalkmıştı. Gömleğinin düğmeleri çözülmüş bir haldeydi. Gözleri yaşla dolmuş ve damarları şişmişti. Sonra şöyle dedi: "Bundan daha kısa veya bundan daha uzun yahut buna yakın ya da buna benzer bir şey de söylemiş olabilir." [379]
134- Taberani, Ebu İdris Havlani (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir:
"Ebu Derda (r.a)'nın Resulullah (a.s)'tan bir hadis rivayet ettikten sonra şöyle söylediğini görürdüm.
"Yahut buna benzerini veya anlam itibariyle böyle olan bir söz söylemişti."[380]
Bu, kişinin, Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet ederken hataya düşmekten korunmada başvuracağı bir usûldür. [381]
135- Ahmed bin Hanbel, Hz. Ali bin Ebİ Talib (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[382]
"Size Resulullah (a.s)'tan bir hadis rivayet ettiğim zaman siz onun için en güzel, hidayete en uygun ve takvaya en layık olan şeyi düşünün." [383]
136- Darimi, Karaza bin Ka'b (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Hz. Ömer (r.a) bizi Kufe'ye gönderdi. Gönderirken bizi uğurlamak için çıktı ve bizimle birlikte Sırar denilen yere kadar yürüdü. Sofira: "Benim sizinle birlikte niçin yürüdüğümü biliyor musunuz?" diye sordu. Biz: "Resulullah (a.s)'ın sohbetinde bulunmanın ve ensann hakkı için" dedik. O ise şöyle söyledi:
"Bilakis ben sizinle, size rivayet etmeyi istediğim bir hadis için yürüdüm. Sizinle birlikte yürümem dolayısıyla bunun aklınızda kalmasını arzuladım. Siz şimdi gönüllerinde Kur'an-ı Kerim'e karşı arının çıkardığı vızıltı gibi bir vızıltısı olan bir topluluğun yanına gidiyorsunuz. Sizi gördüklerinde boyunlarını size doğru uzatacak ve "Bunlar Muhammed (a.s)'in sahabileridir" diyecekler. Siz Resulullah (a.s)'tan az rivayette bulunun. Bu konuda ben de sizin ortağınızım."
Bunu Hakim rivayet etmiştir ve Zehebi de onun rivayetine muvafakat etmiştir. Onun rivayetinin metni ise şöyledir:[384]
"Karaza bin Ka'b'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
"Irak'a gitmek üzere yola çıktık. Hz. Ömer (r.a) de bizimle birlikte Sırar'a kadar yürüdü. Orada abdest aldı ve "Benim sizinle birlikte niçin yürüdüğümü biliyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler: "Evet. Biz Resulullah (a.s)'ın ashabıyız, sen de bizimle birlikte yürüdün" dediler. Bunun üzerine şöyle söyledi:
"Şimdi siz Kur'an-ı Kerim'i arı vızıltısı gibi okuyan bir belde halkının yanına gidiyorsunuz. Onları hadislerle meşgul ederek bundan (Kur'an-ı Kerim okumaktan) alıkoymayın. Kur'an-ı Kerim'e daha çok ağırlık verin ve Resulullah (a.s)'tan az rivayette bulunun. Hadi devam edin, ben de sizin ortağınızım." Karaza vardığında "Bize hadis rivayet et" dediler. O da: "Ibnİ Hattab bizi nehyetti" diye söyledi."
Ancak Hakim rivayetinde "Onlara karşı hadis rivayet etmekle işe başlamayın ki, sizi bununla meşgul etmesinler" denmektedir. Tezkiretu'I-Huffaz-'da ise düzeltme yapılarak "alıkoymayın" denilmektedir.
Bu, ilim adamının aynı zamanda hikmet ehli biri olması gerektiğini ortaya koyan bir temel prensiptir. İnsanların en önemli iş ile meşgul oldukları görüldüğünde, en önemli ile meşgul olmaktan alıkoymamahdır. Bu, aynı zamanda ezberleme, okuma ve üzerinde düşünme konusunda Kur'an'ı Kerim'e öncelik verilmesi gerektiğini bildiren bir prensiptir. [385]
137- Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[386]
"Kim, benim hakkımda kasıtlı olarak yalan uydurursa, ateşteki yerine hazırlansın." [387]
138- Müslim, Semure bin Cundeb (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[388]
"Kim uydurma olduğunu bile bile benden bir hadis rivayet ederse, yalan söyleyenlerden birisi de kendisi olur." [389]
139- Müslim, Muğire (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[390]
"Benim hakkımda yalan uydurulması, herhangi bir kişi hakkında yalan uydurulması gibi değildir. Kim benim hakkımda kasıtlı olarak yalan uydurursa, ateşteki yerine hazırlansın."
Ebu îsa şöyle söylemiştir:
"Ben, Abdullah bin Abdurrahman'a: "İsnadında hata olduğunu bilen bir kimse de hadis rivayet ettiği zaman, bu hadisin hükmüne girer mi?" diye sordum. Şöyle söyledi:
"Hayır. Hadisin anlamı, gerçekte Resulullah (a.s)'tan öyle bir hadis nakledildiğine dair bir şey bilmediği halde bir hadis rivayet eden kimse ile ilgilidir. İşte böyle birinin, bu hadisin hükmüne girmiş olmasından korkarım."
İmam Malik şöyle söylemiştir:
"Duyduğu her şeyi rivayet eden bir adam, imam olamaz." [391]
Beğavi şöyle söylemiştir:
"Bil ki, Resulullah (a.s) hakkında yalan uydurmak, Allah'ı inkârdan sonra yalan türlerinin en büyüğüdür. Nitekim Resulullah (a.s) da şöyle buyurmuştur:
"Benim hakkımda yalan uydurulması, herhangi bir kişi hakkında yalan uydurulması gibi değildir. Kim benim hakkımda kasıtlı olarak yalan uydurursa, ateşteki yerine hazırlansın."
Bundan dolayı Resulullah (a.s)'ın sahabilerinden ve tabi'üerden bir gurup, herhangi bir fazlalık katma veya eksik söyleme yahut yanlışlık yapma korkusuyla Resulullah (a.s)'tan çok hadis rivayet etmekten kaçınmışlardır. Hatta tabiilerden bazıları "sahabinin hakkında yalan uydurmak, Resulullah (a.s) hakkında yalan uydurmaktan daha ehvendir" diyerek Resulullah (a.s)'tan nakledilen bir hadisi O'ndan nakletmekten korkarak sahabinin ağzından naklederlerdi. Yine bazıları hadisin senedini verir, Resuluilah (a.s)'a geldiklerinde "buyurdu ki" der ama "Resulullah (a.s) buyurdu ki" demezlerdi.
Yine kimisi "filancanın Resulullah (a.s)'a dayandırdığı" diye rivayet ederdi. Kimileri, "rivayet edildiğine göre" derlerdi. Kimileri de "Resulullah (a.s)'a ulaşan bir senetle rivayet edildiğine göre" derlerdi. Bütün bunlar, Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet etmeyi oldukça ağır bir iş olarak görmelerinden ve bu konudaki tehdidlerden son derece korkmalarından ileri geliyordu. [392]
140- Taberani, Evs bin Evs (r.a)'in merfu olarak şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[393]
"Kim Peygamber'ine yahut gözlerine yahut anne babasına karşı yalan söylerse, cennetin kokusunu duymaz." [394]
141- Buhari, Abdullah bin Zubeyr (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Babama "Ne oluyor da senin filanca ve filanca gibi Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet ettiğini görmüyorum?" dedim. Şöyle söyledi:[395]
"Ben Müslüman olduğumdan beri hiç O'ndan ayrılmadım ama ben O'-nun şöyle söylediğini duydum:
"Kim benim hakkımda kasıtlı olarak yalan uydurursa, ateşteki yerine hazırlansın."
Bir başka rivayette ise şöyle denilmektedir:
"Arkadaşlarının rivayet ettikleri gibi Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet etmekten seni alıkoyan nedir?" diye söyledim. Şöyle söyledi:
"Vallahi, benim O'nun nazarında bir itibarım ve derecem vardı ama ben O'nun şöyle söylediğini duydum:" Bundan sonra yukarıdaki hadisi söylüyor."[396]
142- Müslim, Enes bin Malik (r.a)'in şöyle söylediğim rivayet etmiştir: [397]"Size çok hadis rivayet etmekten beni Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurmuş olması alıkoyuyor:
"Kİm benim hakkımda kasıtlı olarak yalan uydurursa, ateşteki yerine hazırlansın." [398]
143- Tirmizi, Enes bin Malik (r.a)'ten şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[399]
"Kİm benim hakkımda -zennediyorum burada "kasıtlı olarak" diye söyledi- yalan uydurursa, ateşteki yerine hazırlansın." [400]
144- Buharı ve Müslim, Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a)'den şu şekilde rivayet etmişlerdir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[401]
"Benim hakkımda yalan uydurmayın. Benim hakkımda yalan uyduran muhakkak ateşe girer." [402]
145- Taberani, Evsafta, Ebu Nadra (r.a)'nın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Ebu Said (r.a)'e "Bize hadis yazdır" dedim. Şöyle söyledi: "Size hadis yazdırıp da onu Kur'an-ı Kerim gibi okunan bir kitap haline getirmeyeceğim. Ancak bizim Resulullah (a.s)'tan aldığımız gibi siz de bizden alın."
Ebu Said (r.a) şöyle söylerdi:[403]
"Hadis rivayet edin, hadislerin bazıları diğer bazılarını hatırlatır." [404]
Bir Açıklama
"Kur'an-ı Kerim gibi okunan bir kitap haline getirmeyeceğim" sözü, sa-habilerin Kur'an-ı Kerim'e büyük önem ve öncelik verdiklerini göstermektedir. Bu sözden anlaşıldığına göre onlar, Kur'an-ı Kerim'e başka hiç bir şeye vermedikleri bir ayrıcalık veriyorlardı. Bu, Kur'an-ı Kerim dışındaki ilimleri basite almak, önemsememek anlamı taşımaz. Ancak ilimleri önem sırasına göre değerlendirerek en önemliye birinci derecede öncelik vermek anlamı taşır. [405]
146- Taberani, Ebu Burde bin Ebu Musa (r.a)'nın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Babamdan bir kitap yazdım "eğer onda Allah'ın Kitab'ı olmasaydı, onu mutlak yakardım" diye söyledi. Sonra bir leğen veya testi getirilmesini istedi. Onu (yazdığım kitabı) yıkadı; sonra da şöyle söyledi:[406]
"Benden duyduğun şeyi (hadisleri) hafızana yerleştir ve benden bir şey yazma. Ben Resulullah (a.s)'tan herhangi bir şey yazmış değilim. Yoksa babanı helake sürükleyebilirsin." [407]
İleride de göreceğimiz üzere Resulullah (a.s) önceleri kendisinden hadis yazılmasını yasaklamış ise de sonradan buna izin vermiş ve hatta yazılmasim emretmiştir. Resulullah (a.s), Ebu Şah'ın kendisi hakkında istediği şeylerin yazılmasını emretmiş ve: "Ebu Şah için yazın" diye buyurmuştur.
İleride geleceği üzere Resulullah (a.s), Abdullah bin Amr bin As (r.a)'a kendisinden hadis yazmasını emretmiş ve kendisinin ağzından, haktan başka bir şeyin çıkmayacağını bildirmiştir. Bu konuyla ilgili daha geniş açıklama için Nevevi'nin Sahih Müslim Şerhi'nin "Benden Kur'an-ı Kerim dışında bir şey yazmayın..." anlamındaki hadisi şerifin açıklaması ile ilgili bölüme bakılabilir.
Bunun yanısıra hadis ezberlemek ve yine müstehab olmakla birlikte yazmak da geçerli bir uygulamadır.
Son yüzyıllarda insanları hadis ezberleme işini ihmal ettikleri ve hadis ez-berlememeye teşvik edenlerin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu ise büyük bir hata ve fena bir durumdur. Bu durum, ilmin seleften alındığı şekliyle ve ümmetin miras aldığı haliyle korunmasını zorlaştıracak bir durumdur. [408]
147- Taberani, Sumame (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: [409]"Enes (r.a) bize şöyle söyledi:"İlmi yazmak suretiyle kayda geçirin." [410]
148- Tirmİzi, Mikdam bin Ma'd Yekrib (r.a)'in merfu olarak şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[411]
"Dikkat edin, bir adama koltuğunda oturduğu sırada benden bir hadis bil-ririlir. O da: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı var. Onda helal bulduğunuzu helal sayar, haram bulduğunuzu da haram sayarız." der. (Bilin ki) Allah'ın peygamberinin haram kıldığı da Allah'n haram kıldığı gibidir."
"Dikkat edin, bana Kitab üe onun benzeri verildi. Bakın, olur ki bir adam
karnı tok halde koltuğuna oturmuş iken..." hadisin devamı yukarıdaki gibidir. [412]
Bu hadisi İbni Mace [413] ve Tirmizi de rivayet etmiştir. Her ikisinin rivayetleri de Ebu Davud'un rivayeti gibidir. [414]
Bir Açıklama
Sünnete inanmak ve ona teslim olmak farzdır. Resulullah (a.s)'a karşı e-debi kaybetmemekle birlikte sahih bir hadisin inkâr edilmesi fısktır. Eğer inkârla birlikte Resulullah (a.s)'a veya O'nun sünnetine karşı edepsizlik de gösterilirse, bu küfürdür. Mütevatir bir sünnetin inkâr edilmesi de küfürdür. Doğru sözlü ravileri yalanlamak da fısktır. Sünneti bilmek, ilimde bir temel ölçü ve içtihadın şartlarından bir şarttır. [415]
149- Taberani, Zeyd bin Sabit (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[416]
"Resulullah (a.s)'a gelen vahyi yazıyordum. Kendisine vahiy geldiğinde, üzerine şiddetli bir ağırlık çökerdi, fena halde terler, küçük inci taneleri gibi terler çıkarırdı. Sonra bu durum kendisinden çekilirdi. Ben daha sonra yanına bir kürek kemiği veya tahta parçası götürürdüm. O bana okur, ben de yazardım. Yazma işini bitirmeden Kur'an-ı Kerim'in ağırlığından adeta ayağım kırılacak gibi olurdu ve: "Bu ayağımla bir daha asla yürüyemem" derdim. Bitirdiğimde Resulullah (a.s): "Oku" derdi. Ben de okurdum. Herhangi bir yanlışlık olması durumunda düzeltirdi. Sonra onu insanların arasına çıkarırdım." [417]
Bir Açıklama
Nevevi, yazılı bir halde bulunan hadisin durumu ile ilgili açıklamasında böyle bir hadisin munkatı olan (senedinde kesinti bulunan) ve muttasıl olmasından şüphe edilen bir hadis olduğunu söylemişlerdir. Bazıları da bu tür hadislere sened uydurarak "filanca bize rivayet etti, falanca bize bildirdi" demişlerdir..
Yukarıdaki hadisi şerif bir şeyin okunarak yazdınlmasından sonra, yazının doğru olup olmadığının kontrol edilmesi edebini (prensibini) öğretmektedir. [418]
150- Taberani, Evsat'ta, Abdullah bin Abbas (r.a)'tan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s)'tan rivayet edildiğine göre Hz.İsa (a.s) şöyle söylemiştir:[419]
"İşler (tutumlar, uygulamalar) üç türlüdür: Doğruluğu sana açık olarak görünen iş ki, ona uy. Yanlışlığı sana açık olarak görünen iş ki, ondan kaçın. Üzerinde ihtilaf bulanan iş ki, onu da bir bilene havale et."
Bu, bir Müslümamn, bir meselenin içinden çıkamaması durumunda, onu i-şin uzmanı kişilere havale etmeyi prensip edinmesi gerektiğim bildirmektedir. [420]
151- Ebu Davud, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Kime bilgisizce bir fetva verilirse, günahı, o fetvayı verenin üzerine o-lur."
Bir başka rivayette şöyle bir fazlalığa yer verilmektedir:[421]
"Kim, işin doğrusunun daha farklı olduğunu bile bile bir kardeşine bir konuda işarette bulunursa, ona hıyanet etmiş olur."[422]
152- Taberani, Evsafta, Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Ey Allah'ın Resulü! Hakkında herhangi bir emir veya yasak bulunmayan bir durumla karşılaşırsak, ne yapmamızı emredersin?" dedim. Resulul-lah (a.s) da şöyle buyurdu:[423]
"O konuda fakihlere ve ibadete düşkün olanlara danışın, o konularda kişisel görüşlere göre hareket etmeyin." [424]
Bu hadis, cemaat halinde içtihadda bulunma düşüncesi açısından ve ilim ve ibadet ehli insanların, yeni meseleler karşısında aralarımla görüş alışverişinde bulunmaları konusunda bir temel ölçü ortaya koymaktadır.
Kevseri'nin, Ebu Hanife ile ilgili makalelerinden birinde söylediğine göre Ebu Hanife, büyük bir fıkıh heyetine başkanlık etmekteydi. Bu fıkıh heyetinde, onun çevresindeki ilim adamlarının ileri gelenlerinden oluşan kırk kişi bulunuyordu. Bu alimler aralarında fikhi meseleleri görüşüyor, en doğru olan sabah yıldızı gibi kendini gösterinceye kadar meselelerin delillerini tek tek inceliyorlardı. Böylece meseleler kitaplara kaydedildi. Bu uygulama fikıh öğretiminde oldukça üstün bir metoddu. Bu yüzden Irak çevresi fikıh konusunda diğer bütün ilmi çevrelerden Öne geçti.
Hatib el-Bağdadi, Tarihu Bağdad (14/247)'da îbni Kerame'ye dayanan bir senetle onun şöyle söylediğini bildirmektedir:
"Bir gün Veki'nin yanında bulunuyorduk. Bir adam: "Ebu Hanife hata etti" dedi. Bunun üzerine Veki' şöyle söyledi:
"Yaranda, kıyas konusunda maharetleri bilinen Ebu Yusuf ve Züfer gibi, hadîs ezberleme konusundaki ilerilikleriyle bilinen Yahya bin Ebi Zaide, Hafs bin Gıyas, Hibban ve Mendel gibi, Arap dili konusunda derinleşmiş olan Kasım bin Ma'n gibi, zühd ve vera konusunda oldukça hassas olan Davud et-Tai ve Fudayl bin Iyaz gibi ilim adamları varken, Ebu Hanife nasıl hata edebilir? Bu kimseler, bir kimsenin arkadaşları olurlarsa, onun pek hata etmesi söz konusu olamaz. Çünkü hata ederse, bunlar düzeltirler."
Şeyhimiz Muhammed Hamid.(rh.a) bir mesele ile karşılaştığında, onun hakkında çok istişarede bulunurdu. Hadisi şerifte ilim adamları ile birlikte ibadete düşkünlerinin de anılması, verilen fetvanın şeriata tam uygun olabilmesi için ilim ile veranın birleşmesinin zorunluluğuna işaret etmektedir. [425]
153- Beğavi, İbni Şirin (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Huzeyfe'ye bir şey soruldu. O da şöyle söyledi:[426]
"Şu üç kişiden biri ancak fetva verebilir: Nasih ile mensuhu bilen."
"Bunu kim bilir?" diye sordular. "Ömer" dedi, sonra sözüne şöyle devam etti:
"Yahut bir yetki sahibi olup da önünde bîr engel görmeyen adam veya te-kallüfe giren kişi." [427]
154- Ahmed bin Hanbel, Avf bin Malik Eşca'i (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:[428]
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Emir, memur veya kendini bir şey sanandan başkası nakilde (rivayette) bulunmaz".
İbni Şureyh'ten rivayet edildiğine göre o, bu sözü hutbe sırasında söylemiştir. [429]
Bir Açıklama
Emirler hutbeleri okur, hutbelerde insanlara öğüt verirlerdi. Memurlar da emirlerin hutbe okumak üzere görevlendirdikleri kimselerdir. Kendini bir şey sanan ise boş bir kuruntu, büyüklenme ve başkanlık isteği ile bu göreve tayin edilmediği halde kendini bu göreve tayin eden kimsedir. [430]
Raşid halifeliğin ortadan kalkmasından sonra, emirin emri ile değişik sahaların ehli olan kişilere icazet (yetki) verme görevi, ilim adamlarına verilmiştir. [431]
155- Buharı, Zeyd bin Sabit (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) bana emretti, yahudilerin yazılarını öğrendim. -Bir rivayette "Süryaniceyi öğrendim" denilmektedir- [432]Vallahi, şunu belirteyim ki, ben yazım konusunda yahudilere güvenemem. Benim onların yazılarını öğrenmem ve o konuda kendimi yetiştirmem altı aydan fazla zamanımı almadı. Resulullah (a.s) adına onlara yazı yazıyor ve onların yazılarını Resulullah (a.s)'a okuyordum." [433]
Bir Açıklama
Bu hadis, Müslümanların dinlerini uygulamaları veya dünya işlerini düzene koymaları yahut devlet düzenleri ya da başkaları ile ilişkileri açısından ihtiyaç duyacakları bütün ilimleri öğrenmeleri gerektiğini bildiren bir temel ilke niteliği taşımaktadır. Bu mesele çağların geçmesi ile birlikte değişmekte ve o ölçü de genişlemektedir. Mevcut nesilden istenen, geçmiş nesilden istenenden daha fazla olabilir. Yeni gelişmeler, ihtiyaçlar, hayatın zorunlulukları, İslam'ın kendi dışındaki bütün inanç ve fikir akımları ile mücadelesi, bu konudaki ihtiyaçları artırmaktadır. Bu hadisi şerif aynı zamanda farzı kifaye konusuyla ilgili delillerden biridir. İlim adamlarının ve yöneticilerin eğitim ve planlamada bunu göz önünde bulundurmaları gerekmektedir. [434]
156- Dar i mi, Hakem bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:[435]
"Mirasta ortaklık (üvey kardeşler ile öz kardeşlerin mirasa ortak olmaları) konusu için Hz. Ömer (r.a)'in yanına gittik, ortak etmedi. Ertesi yıl gittik ortak etti. Bunu kendisine hatırlattık, şöyle söyledi:
"Önceki bir hükmümüz üzereydi, bu da yine bir diğer hükmümüz üzeredir." [436]
Ortaklık meselesi: Mesela bir kadın ölüyor, ardından mirasçı olarak kocasını, annesini ve yalnız anneden kardeşleri ile anne baba bir kardeşlerini bırakıyor. Bıraktığı mirasın yansı kocasınındır. Altıda biri annesinindir. Üçte biri de anneden kardeşlerinindir. Baba bir kardeşleri ise, onun mirasına ortak olamazlar. Hz. Ebu Bekir (r.a) bu şekilde fetva vermiştir. Hz. Ömer (r.a) de önce bu fetvayı kabul etmiş, sonra Hz. Osman (r.a)'ın fetvasını almıştır. Onun fetvasına göre ise anne baba bir kardeşler, yalnız anneden olan kardeşlerle birlikte mirasa ortak olurlar. Bu meseleye, muşerreke veya Osmaniyye [437]denmektedir.
Bu rivayet, şartların ve durumların değişmesine göre içtihadın değişebileceğini göstermektedir. Aynı şekilde ilmin artmasının etkisi ile de içtihad değişebilir. Bu itibarla zamanların değişmesine göre hükümler de değişebilir.
Aynı şekilde içtihadlann veya olayların değişmesine göre hükümler de değişebilir. Bundan dolayı İslam toplumunda veya İslam devletinde kanunların belirlenmesi işi sürekli olayların ve gelişmelerin gözden geçirilmesini gerektiren bir iştir. Ancak rivayeti ve anlamı kesin (sübutu ve delaleti kati) olan nasslann ortaya koyduğu hükümler yeniden gözden geçirilebilecek hükümlerin arasına girmez. Hakkında kesin hüküm bulunan bir meselede içtihad olmaz ve içtihad ancak, içtihada ehil kişiler tarafından gerçekleştirilebilir. [438]
157- Taberani, Avf bin Malik (r.a)'in merfu olarak şöyle söylediğim rivayet etmiştir:
"Benim ümmetim yetmiş küsur fırkaya ayrılacaktır. Ümmetim içinde en büyük fitneye sebep olacak olanları ise, işleri kafalarına göre muhakeme ederek helali haram, haramı helal sayan bir topluluktur."[439]
Bu hadisi şerif, herhangi bir bilgiye dayanmaksızın kafalarına veya arzularına göre muhakeme yaparak fetva verenlerin durumlarım ortaya koymaktadır. Yoksa işin ehli tarafından gerçekleştirilen şeriata uygun kıyası ifade ediyor değildir. [440]
158- Hakim, Ebu Amir, (r.a) ve Abdullah bin Yahya (r.a)'mn şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Muaviye bin Ebi Sufyan ile birlikte haccettik. Mekke'ye vardığımızda, Feruhoğullarının mevlası olan bir kişinin Mekke halkına kıssalar anlattığı (rivayetlerde bulunduğu) haber verildi. Muaviye ona adam gönderdi. Geldiğinde: "Sana bu şekilde kıssalar anlatman için emir verildi mi?" diye sordu. "Hayır" dedi. Bunun üzerine: "Öyleyse seni izinsiz olarak böyle kıssa anlatmaya yönelten ne oldu?" diye sordu. "Allah Azze ve Celle'nin bize öğrettiği ilmi kullanıyoruz" cevabını verdi. Muaviye de: "Eğer üzerine gelirsem senin bir parçanı keserim" dedi. Sonra öğle namazını kılınca Mekke'de durdu ve şöyle söyledi:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[441]
"Kitap ehli, aralarında yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet de yetmiş-üç fırkaya ayrılacaktır. Bir tanesi hariç hepsi cehenneme gidecektir. Cennete girecek olan ise cemaattir (cemaate bağlı kalandır). Ümmetin içinde bazı kimseler çıkacaklardır ki, şu arzular onları köpeğin sahibinin ardından koşması gibi artlarından koşturacaktır. (Bu arzular) onların hiçbir damarlarını ve eklemlerini bırakmaksızın hepsine işler."
Vallahi, ey Arap topluluğu! Eğer Hz. Muhammed (a.s)'in getirdiğini bundan başka bir gaye ile uygular olmazsanız, hiç uygulamamamız daha uygundur." [442]
159- Ebu Davud, Muaz bin Cebel (r.a)'in arkadaşlarından olan Yezin bin Umeyre'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"(Muaz bin Cebel r.a) her zaman zikir ve sohbet için bir meclise otursa, otururken mutlaka şöyle söylerdi:
"Allah adaletle hüküm verendir. Şüpheye düşenler helak olmuşlardır." Muaz bin Cebel bir gün şöyle söyledi:
"Sizin önünüzde çeşitli fitneler bulunmaktadır. O zaman mal çoğalır. O zamanda Kur'an-ı Kerim açılır, öyle ki mü'min de münafık da, erkek de kadın da, hür de köle de, küçük de büyük de onu alır. Olur ki, bir kimse kalkar şöyle söyler:[443]
"Şu insanlara ne oluyor da bana uymuyorlar. Oysa ben Kur'an-ı Kerim okudum. Ben bunun dışında bir şey uydurmadıkça onlar bana uyacak değillerdir." Sizi onun uydurduğundan sakındırırım. Onun uydurduğu sapıklıktır. Bilgin birinin ayağının kayması durumundan da sizi sakındırırım. (Yani bu gibi bir durum karşısında uyanık olmanızı tavsiye ederim.) Bazen Şeytan sapık bir sözü hikmet ehli birinin diliyle söyleyebilir. Yerine göre bir münafık hak bir söz söyleyebilir."
Ravi dedi ki:
"Ben, Muaz'a "Allah sana rahmet eylesin, hikmet ehli birinin sapık bir sözü, münafık birinin de hak bir sözü söyleyebileceğini nereden biliyorsun?" dedim. Şöyle söyledi:
"Evet (söyleyebilir). Bir hakimin "Bunlar da neyin nesi?" denilen meş-hurlaşmış sözlerinden sakın. Ancak bu senin ona sırtını dönmene, ona tamamen yüz çevirmene sebep olmasın. O kişi bu gibi sözlerinden belki dönebilir. Duyduğun zaman hakkı al. Hakkın üzerinde nur vardır."
Bir başka rivayette "seni ondan uzaklaştırmasın" denmekte, "meşhurlaş-mış" sözünün yerine de "şüpheli" sözü geçmektedir. [444]
Bir başka rivayette ise şöyle denilmektedir:
"(Soruya cevabında) Muaz (r.a) şöyle söyledi: "Evet. Hikmet ehli birinin üzerinde tereddüde düştüğün ve "acaba bu sözü ile ne kasdetmiştir?" dediğin sözlerine dikkat et."[445]
Bu sözde başa geçmeyi seven ve bu yüzden çeşitli bid'atlere dalan bir takım şahısların durumları ortaya konmaktadır. Allah böyle bir şeyden bütün Müslümanları korusun. [446]
Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "De ki: "Ey Rabb'im, benim ilmimi artır."[447]
160- Buharı, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[448]
"Kıskanma ancak iki şeyde olur: Yüce Allah'ın kendisine mal verdiği ve-kendisini o malı hak için harcamaya yönelttiği adama ve Allah'ın kendisine hikmet verdiği/ kendisi de bu hikmeti uygulayan ve başkalarına da Öğreten adama." [449]
Beğavi şöyle söylemiştir:
"Bu hadisi şerifte hased ile kastedilen anlam gıbtadır. Gıbta, kişinin kardeşinde gördüğü bir şeyin, ondan gitmesini arzulamaksizın aynısının kendisinde olmasını arzulamasıdır.
Tenkid edilen hased ise bir kimsenin, bir kardeşinde bir nimet görüp de bu nimetin ondan gitmesini ve kendisinde olmasını arzulamasıdır.
İbnu'l-A'rabi şöyle söylemiştir:
"Hased kelimesi, hasdel kelimesinden gelmedir. Hasdel ise kenedir. Kenenin deriyi yontup emmesi gibi hased de insanın kalbini yontar."
Hadiste kastedilen şey ise, insanları maldan sadaka vermeye ve ilmi öğretmeye teşviktir.
Hasedin genelde yasak olmasıyla birlikte bu hadisi şerifte, bazı hased türlerinin mubah sayıldığının bildirildiği söylenmiştir. Bu, Resulullah (a.s)'m şu sözüne benzemektedir:
"Yalan, ancak şu üç şeyde caizdir: Bir adam savaş esnasında yalan söyler, İkİ kişinin arasını düzeltmek için ve ailesine konuşurken (onun gönlünü almak için) yalan söyler."
Açıklamaya göre, "Hased ancak iki şeyde olur" sözü "iki şeyde hased insana bir zarar vermez" anlamındadır. Hased, kişinin kardeşinde gördüğünün ondan gitmesini arzulamasıdır ki, bu zarar verir. Birinci şekli ise daha evladır." [450]
161- Müslim, İbni Ebi Atik (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Ben ve Kasım, Hz. Aişe (r.a)'nin yanında bir hadis okuduk. Kasım dili (konuşması) düzgün olmayan biriydi. Kendisi de bir cariyenin (Ümmü'î-veled) çocuğuydu. Hz.Aişe (r.a) şöyle söyledi:[451]
"Ne oluyor da sen şu kardeşimin oğlu gibi konuşmuyorsun? Ben senin nereden getirildiğini biliyorum. Bunu annesi eğitti, seni de annen eğitti." Kasım bunun üzerine kızdı ve ona karşı bir kin duymaya başladı. Hz. Aişe (r.a)'nin sofrasının getirildiğini görünce kalktı. Hz. Aişe (r.a): "Nereye gidiyorsun?" diye sordu. "Namaz kılacağım" dedi. Hz. Aişe (r.a): "Otur" dedi. O tekrar: "Ben namaz kılacağım" dedi. Hz. Aişe (r.a) de bunun üzerine şöyle söyledi: "Otur, vefasız. Ben Resulullah (a.s)'ın şöyle söylediğini duydum: "Yemek ortaya getirilince namaz kılınmaz. İki çirkin iş kendini zorlayan kimse için de bu (yani namaza durmak) olmaz." [452]
Hz.Aişe (r.a)'nin bu sözü, ilim öğrenenin, dil ilimlerini iyi öğrenmesi ve konuşmalarının düzgün olması gerektiğini ortaya koymaktadır. [453]
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Görmüyorlar mı biz yeryüzünü etrafından gitgide eksiltmekteyiz." [454]
Beğavi bununla kastedilenin ilim adamlarının ölmesi olduğunu söylemiştir. [455]
162- Buhari ve Müslim, Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[456]
"İlmin ortadan kaldırılması ve bilgisizliğin artması, kıyamet alametlerin-dendir." [457]
163- Buhari ve Müslim, Abdullah bin Amr As (r.a)'tan şu şekilde rivayet etmişlerdir:[458]
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Allah, ilmi İnsanların -bir rivayette "kulların" ibaresi geçmektedir- göğüslerinden çekmekle ortadan kaldırmaz. Ancak ilim adamlarının canlarını almakla yok eder. Ortada ilim adamı kalmayınca, insanlar cahil kimseleri başlarına geçirirler. Onlara sorular sorarlar, onlar da bilgisizce fetva verirler. Böylece hem kendileri sapıtır, hem de başkalarını saptırır."
Bir rivayette şöyle bir fazlalığa yer verilmiştir:
"Urve dedi ki: "Sonra senenin başında Abdullah bin Amr'ı gördüm, kendisine sordum, bana aynı hadisi tekrar bildirdi ve: "Ben Resulullah (a.s)'ın böyle söylediğini duydum" dedi." [459]
164- Buhari, Urve (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:
"Abdullah bin Amr bin As (r.a) başımızda haccetti. Ben onun şöyle söylediğini duydum:
"Ben Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum:[460]
"Allah, ilmi insanlara verdikten sonra onu, onların göğüslerinden çekmekle ortadan kaldırmaz. Ancak ilim adamlarının canlarını almakla yok eder. Geriye bilgisiz İnsanlar kalırlar. Bunlar kendi kafalarına göre fetva verirler. Böylece hem kendileri sapıtır, hem de başkalarını saptırırlar."
Ben bunu Resulullah (a.s)'ın hanımı Hz. Aişe (r.a)'ye rivayet ettim. Sonra Abdullah bin Amr (r.a) tekrar haccetti. Hz. Aişe (r.a):
"Ey kızkardeşimin oğlu! Abdullah bin Amr'ın yanına git. Bana rivayet ettiğin hadisin kesinliğini ondan benim için öğren" dedi. Ben de yanma gittim ve sordum. O da (Abdullah (r.a) da) daha önce rivayet etmiş olduğunun benzerini bana rivayet etti. Dönüp ben de bunu Hz. Aişe (r.a)'ye bildirdim. Hayret etti ve: "Vallahi, Abdullah bin Amr ezberlemiş" dedi." [461]
165- Müslim, Ebu'l-Esved (r.a)'den, o da Urve'den rivayet etmiştir: "Hz. Aişe; "Kızkardeşimin oğlu! Bize gelen habere göre Abdullah bin Amr (r.a) bizi hacca götürecekmiş. Sen onunla buluş ve kendisine sorular sor. O Resulullah (a.s)'tan çok miktarda ilim ezberlemiştir." Urve dedi ki:[462]
"Ben onunla buluştum ve kendisine Resulullah (a.s)'tan rivayet ettiği bazı şeylerle ilgili sorular sordum. Onun rivayet ettiklerinden birisi şöyleydi: "O sana Resulullah (a.s)'ın böyle söylediğini duyduğunu bildirdi mi?" Daha sonra Abdullah bin Amr (r.a) ileri geçince "Abdullah bin Amr (r.a) öne geçti, sen yanına var ve söze tut ki, sana bildirmiş olduğu hadis hakkında kendisine soru soralım" dedi. Ben de yanına vardım ve hadisi sordum. Yine birinci keresinde rivayet etmiş olduğunun benzeri bir hadis rivayet etti. Bunu Hz. Aişe (r.a)'ye bildirdiğimde şöyle söyledi: "Onun doğrudan başkasını söylediğini sanmıyordum. Gördüğüm kadarıyla ne ilave yapmış, ne de ek-siltmiştir."
Ömer bin Hakem'in Abdullah bin Amr (r.a)'dan rivayeti ile bildirilen bir hadis de Hişam bin Urve'den rivayet edilen hadisin benzeridir.[463]
166- Tirmizi, Ebu Derda (r.a)'nın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s)'m yanında bulunuyorduk. Gözlerini dikkatle göğe dikti. Sonra şöyle buyurdu:
"Bu insanlardan ilmin çekilip alındığı vakittir. O kadar ki, ilim konusunda bir şeye güç yetiremezler."
Ensardan Ziyad bin Lebid: "Bizden ilim nasıl alınır ki, biz Kur'an-ı Ke-rim'i okuduk ve vallahi, ileride de okuyacağız, çocuklarımıza ve kadınlarımıza da okutacağız" dedi. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:[464]
"Ey Ziyad, anan seni kaybetsin! Ben sana Medine halkı içinde Yahudilerin ve Hıristiyanların Tevrat ve İncil konusundaki bilginlerini saysam sen onlara ne ilave edebilirsin?"
Cubeyrdediki:
"Ubade bin Samit (r.a) ile karşılaştım ve: "Kardeşim Ebu Derda (r.a)'nın söylediğini duymuyor musun?" dedim. Sonra kendisine Ebu Derda (r.a)'nın söylediğini bildirdim. O da şöyle söyledi: "Ebu Derda doğru söylemiş. İstersen sana insanlardan alınacak ilk ilimden söz edeceğim, insanlardan ilk olarak alınacak ilim huşu'dur. Olur ki, bir büyük camiye girer de içinde huşu sahibi bir tek adam bile göremezsin." [465]
167- A hm e d bin Hanbel, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Fitneler artar, kargalar çoğalır ve ilim alınır."[466]
Hz. Ömer (r.a), Ebu Hureyre (r.a)'nin "ilim alınır" diye söylediğini duyunca şöyle söyledi:
"İlmin alınması, göğüslerin çekilip alınması ile olmaz. Ancak ilim adamları gider." [467]
İlim adamlarının ilmi arkalarından bırakmaları ve Resulullah (a.s)'ın mirası için olgun mirasçılar yetiştirmeleri gerekmektedir. Böylece bir ilim adamı gittiğinde, onun yerini kapatacak başka birisi olur. Anlaşıldığına göre Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un öğrencileri, İslam'ı ilim, amel ve davet ile öne çıkarmanın İslami yaşayış ve anlayışta yeniliği ve İslam davasının devamını sağlayan unsur olduğunun farkındaydılar. Bundan dolayı ilim ehli olanların harekete geçmeleri ve ilim, amel ve davet meselelerini gündeme getirmeleri gerekmektedir.
Beğavi şöyle söylemiştir:
"Abdullah bin Mes'ud (r.a) şöyle söyledi:
"Kur'an-ı Kerim kaldırılmadan kıyamet kopmaz. Bundan sonra insanlar hep şiire yönelirler."
Abdullah bin Amr bin As da şöyle söyledi:
"Kur'an-ı Kerim indiği yere dönmedikçe kıyamet kopmaz. Onun Arş'ın etrafında arı vazıltısı gibi bir vızıltısı olur. Rabb ona: "Neyin var?" diye sorar. O da: "Ey Rabb'im! Okunuyorum ama benimle amel edilmiyor" der."
Hz.Ömer bin Hattab (r.a) şöyle söyledi:
"Her kimi, kavmi fıkha dayanarak (bilgi ve anlayış ölçülerine dayanarak) öne geçirirse, o kendisi için de onlar için de hayat sağlar. Ama kimi, kavmi fıkha dayanmaksızın (bilgisizce ve anlayıştan uzak bir şekilde) öne geçirirse o da hem kendinin hem de onların helaklerine sebep olur."
Ziyad bin Cubeyr'in de şöyle söylediği bildirilmiştir:
"Hz. Ömer (r.a): "Sen İslam'ı yıkacak şeyin ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu. "Hayır" dedim. Şöyle söyledi: "Onu ilim adamının ayağının kayması, münafığın kitap etrafında tartışması ve saptırıcı önderlerin yönetime geçmeleri yıkar."
Yine Abdullah bin Mes'ud (r.a) şöyle söylemiştir:
"Yok edilmeden önce ilmi öğrenin. Yok edilmesi ise ilim ehli kişilerin gitmeleridir. İlmi öğrenmeye çalışın, çünkü sizden biri ona ne zaman ihtiyacının olacağını bilemez. İlmi öğrenin, kuruntulara girmekten, derinlere dalmaktan kaçının. Eskiye önem verin."
Akabe bin Amir de şöyle söylemiştir:
"Zanna göre konuşanların ortaya çıkmasından Önce, ilim öğrenin."
Abdullah bin Mes'ud (r.a) şöyle söylemiştir:
"İnsanlar, kendilerine Hz. Muhammed (a.s)'in ashabından ve kendi büyüklerinden ilim ulaştığı sürece dayanışma içerisinde ve iyilik üzere olurlar. Kendilerine küçüklerinden (basitlerinden, aşağı derecede olanlarından) ilim geldiğinde ise helak olurlar."
Süleyman şöyle söylemiştir:
"Sonraki öğreninceye kadar, önceki hayatta kaldıkça insanlar hayır üzeredirler. Ama sonraki öğrenmeden, önceki göçüp giderse insanlar da helak olurlar."
Said bin Cubeyr'e: "İnsanların helak olmalarının alameti nedir?" diye soruldu. O da: "Alimlerin helak olmalarıdır" cevabını verdi.
Hasan şöyle söylemiştir:
"Abdullah bin Mes'ud (r.a) şöyle söyledi:
"Alimin ölümü, İslam'da bir yaradır. Gece ile gündüz ne kadar değişse de onu hiç bir şey kapatmaz."
Sufyan bin Uyeyne şöyle söylemiştir:
"Bilgisizler açısından, ilim sahiplerinin gitmesinden daha şiddetli ceza ne olabilir!"
Rabi'a şöyle söylemiştir:
"Kendinde ilimden bir şey olanın kendi kendini zayi etmesi uygun olmaz."
Sufyan şöyle söylemiştir:
"Bilgisizce ibadet edenin fitnesinden ve sapık alimin fitnesinden Allah'a sığının. Onların fitneleri, fitneye kapılmaya meyli olan herkesi etkiler."
Şa'bi şöyle söylemiştir:
"Hz. Muhammed (a.s)'in ashabından geleni al ve şu şarlatanların söylediklerini bırak."
Malik bin Enes şöyle söylemiştir: ,:.
"Dört kişiden ilim alma, bunların d ışında kil erden al. İnsanların içinde en çok rivayet nakleden kimse de olsa aşağılığını ortaya koymuş kişiden, Re* sulu ilah (a.s)'tan rivayetlerinde yalan söylemekle kendini suçlamazsan da insanlarla konuşmalannda yalan söyleyen yalancıdan, başkalarını arzularına çağıran arzularına düşkün kişiden ve fazilet ve ibadet ehli olmakla birlikte ne bildirdiğini, ne konuştuğunu bilemeyen yaşlı insandan ilim alma." [468]
168- Ebu Davud, Abdullah bin Amr (r.a)'dan rivayet etmiştir:[469]
"Resuluîlah (a.s)'tan duymuş olduklarımdan ezberlemek istediğim her şeyi yazıyordum. Kureyşliler beni bundan nehyettiler ve: "Sen her şeyi yazıyorsun. Oysa Resuluîlah (a.s) bir insandır, kızgın olduğu anlarda da hoşnut olduğu anlarda da konuşuyor" dediler. Ben de yazma işini bıraktım ve durumu Resuluîlah (a.s)"a bildirdim. Resulullah (a.s) parmağıyla ağzına işaret derek şöyle buyurdu:
Yaz- Canım elinde olana yemin ederim ki, buradan haktan başkası çıkmaz-"[470]
169- Buharı, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:[471]
"Resulullah (a.s) bir konuşma yaptı (hutbede bulundu.) Konuşması sırasında bir kıssa anlattı. Ebu Şah: "Ey Allah'ın Resulü! Bunu benim için yazın" dedi. Resululah (a.s) da: "Ebu Şah için yazın" diye buyurdu."
Bu hadiste kıssa da anlatılmaktadır. [472]
170- Buharı, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[473]
"Resulullah (a.s)'ın ashabı içinde Abdullah bin Amr (r.a) dışında benden çok O'ndan hadis almış olan yoktur. Abdullah bin Amr (r.a) yazıyordu, ben ise vazmıvordum." [474]
171- Buhari, Yezid bin Şerik bin Tank Teyyimi (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Hz. Ali bin Ebi Talİb (r.a)'i hutbede konuşurken gördüm ve şöyle söylediğini duydum:
"Hayır, vallahi bizim yanımızda Allah'ın kitabı ile şu sahifenin (kitapçığın) içinde bulunanlar dışında okuduğumuz bir şey yoktur."[475]
Sonra onu yaydı, içinde deve dişleri ile bazı kesim eşyaları vardı. Orada ŞÖyle yazıyordu:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Medine'nin Ayr ile Sevr arasında kalan kısmı haremdir. Kim orada uygunsuz bir iş çıkarır veya böyle bir iş çıkaranın ardından giderse, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerine olsun. Kıyamet günü Allah onun ne farz ne de nafile amellerini kabul eder. Müslümanların zimmetleri tektir. En aşağılarının bile bundan yararlanma hakkı vardır (Yani başkalarına zimmet verme hakkı vardır.) Kim bir Müslümana gadrederse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerine olsun. Kıyamet günü Allah onun ne farz ne de nafile amellerini kabul eder. Kim velilerinin izinleri olmadan bir kavme bağlanırsa -bir rivayette de şöyle denilmektedir: Kim kendi öz babasından başkasına kendini nisbet eder veya kendi velilerinden başkalarına bağlanırsa- Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerine olsun. Kıyamet günü Allah onun ne farz ne de nafile amellerini kabul eder." [476]
172- Buhari, Ebu Cuheyfe -Vehb bin Abdullah Suvai'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştin
"Hz. Ali (r.a)'ye "Sizde Kur'an-ı Kerim'de bulunmayan ancak vahiyle gelmiş olan herhangi bir şey var mıdır?" diye sordum. Şöyle söyledi:[477]
"Hayır. Taneyi ayırana ve canlıları yaratana yemin olsun ki bizde, yüce Allah'ın bir insana, Kur'an-ı Kerim'i anlama konusunda vereceği kabiliyet ile şu sahifede bulunanın dışında bir şey yoktur." Ben: "Bu sahifenin içinde ne var?" dedim.
"Diyet, esirin serbest bırakılması ve bir Müslumanın, bir kâfirden dolayı öldürülemeyeceği ile ilgili hükümler var" dedi." [478]
173- Müslim, Ebu Tufeyl (r.a)'den, o da Hz. Ali (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s), insanların geneline öğrettiğinden ayrı olarak, şu kılıcımın kabzasında bulunanın dışında bize özel bir şey öğretmiş değildir."[479]
(Hz.Ali (r.a) bunu söyledikten sonra) oradan bir sahife çıkardı üzerinde Şöyle yazılıydı:
"Allah'tan başkasının adına hayvan kesene Allah lanet eylesin. Arazinin smırtaşlarını çalana Allah lanet eylesin. Babasına lanet edene Allah lanet eylesin. Bid'at çıkaranın ardına takılana Allah lanet eylesin." [480]
174- Nesai, Ebu Hassan (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Hz.Ali (r.a) şöyle söyledi:
"Resulullah (a.s), kıhamın kabzasında bulunan şu sahifenin dışında insanlardan ayrı olarak bize özel bir ahidde bulunmuş (bilgi vermiş) değildir. Oradakiler daha ayrılmadan Hz.Ali (r.a) sözünü ettiği sahifeyi çıkardı. İçerisinde şöyle yazıyordu:[481]
"Müslümanların kanları birbirine denktir. En aşağılarının bile başkasını zimmetine alma (güven verme) hakkı vardır. Yine onlar başkalarına karşı tek bir el halindedirler. Bir mü'min bir kâfirden dolayı öldürülmez. Aynı şekilde ahidde bulunan biri de ahdi sürdükçe (ahdi olmayan) bir kâfirden dolayı öldürülmez." [482]
Bir Açıklama
Hafız İbni Hacer, Feth (1/182) de şöyle söylemiştir:
"Bununla ilgili hadislerin aralarının buluşturulması hakkında şöyle söylenilebilir: Hz. Ali (r.a)'nin sahifesi tekti ve yukarıdaki hadisi şeriflerde bildirilen sözlerin tümü onda yazılıydı. Ancak ravilerin her biri o sahifeden kendilerinin ezberlemiş olduklarını rivayet etmişlerdir."
"Ayr'dan Sevr'e kadar": Ayr Medine'de bir dağdır. Sevr ise Uhud'un arkasında küçük bir dağdır Cemal el-Matari, Tarih'inde Medine civarında Sevr diye bir yerin bulunmadığını ileri sürenlere cevap vermiş ve onun Uhud'un arkasında, kuzey tarafta yuvarlak bir dağ olduğunu ve Medineliler'in öncekilerinin de sonrakilerinin de orayı tanıdıklarını söylemiştir.
Hanefilere göre hadisi şerifte sözü edilen kâfir ile kastedilen, harbi kâfirdir. Yani İslam devletinin zimmetine geçmiş olmayan veya İslam devleti ile herhangi bir anlaşması bulunmayan bir ülkenin vatandaşı durumundaki kâfirdir. [483]
175- Müslim, Ebu Said el-Hudri (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştin "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Benden Kur'an-ı Kerim'in dışında bir şey yazmayınız."[484]
Bir başka rivayete göre de şöyle buyurmuştur:
"Benden (Kur'an-ı Kerim'in dışında) bir şey yazmayın. Kim benden Kur'an-ı Kerim'in dışında bir şey yazmışsa, onu silsin. Benden hadis rivayet e-din, bunda bir sakınca yoktur. Kim benim hakkımda yalan uydurursa -Hemmam dedi ki: Zannediyorum bu arada "kasıtlı olarak" diye söyledi- cehennemdeki yerine hazırlansın."[485]
176- Tirmizi, Ebu Said el-Hudri (r.a)'den rivayet etmiştir:[486]
"Resulullah (a.s)'tan hadis yazmak için izin istedik, ancak bize izin vermedi." [487]
Hadis yazma yasağının ilk zamanlarda olduğunu ve bu yasağın daha sonra kaldırıldığını daha önce görmüştük. Ancak bu yasak, Resulullah (a.s)'ın sünneti de vahye dayanmakla birlikte Allah'ın Kitab'ına, Resulullah (a.s)'ın sünnetine göre bir öncelik ve ayrıcalık vermemiz gerektiğini anlamanızı sağlamaktadır.
Nevevi şöyle söylemiştir; "Kadı şöyle söylemiştir:
"Sahabilerin ve tabi'ilerin oluşturduğu selef (ümmetin geçmişi) arasında hadisin yazılıp yazılmayacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. Kalabalık bir kesimi bunu hoş karşılamamış ancak çoğunluğu da caiz görmüşlerdir. Müslümanlar daha sonra bunun caiz olduğu üzerinde icma etmişlerdir (görüş birliğine varmışlardır). Böylece bu konudaki görüş ayrılığı ortadan kalkmıştır. Ancak hadisi yazmayı nehyeden hadisi şerifte, neyin kastedildiği konusunda görüş ayrılığı vardır. Bu yasağın, hafızasına güvenilen ancak hadis yazmasına izin verilmesi durumunda tembellik ederek sırf yazıya önem verip ezberlemekten geri kalacağından endişe duyulan kimseler açısından olduğu söylenmiştir.
Yazmayı caiz kılan hükmün ise hafızalarına pek güvenilmeyen kimseler açısından olduğu ifade edilmiştir. Buna göre "Ebu Şah için yazın" hadisi, Hz. Ali (r.a)'nin sahifesi, Amr bin Hazmın yazdığı ve içerisinde miras hukuku (feraiz), sünnetler ve diyetler ile ilgili hadisler bulunan sahife, Hz. Ebu Bekir (r.a)'in Enes bin Malik (r.a)'i Bahreyn tarafına gönderirken kendisine verdiği ve içerisinde sadaka ve zekatlarla ilgili uygulamalar hakkında hadisler bulunan sahifeler bunlardır.
Ebu Hureyre (r.a)'den Amr bin el-As (r.a) hakkında rivayet edilen "o yazardı ben yazmazdım" hadisi ve bunların dışındaki hadis yazmayı caiz gösteren hadisler açısından bu hüküm söz konusudur. Bunun yanı sıra hadis yazmayı yasaklayan hadisin, sözü edilen hadislerle neshedildiği (yani yazma yasağının kaldırıldığı) de söylenmiştir. Bu açıklamaya göre hadis yazma yasağı, hadislerin Kur'an-ı Kerim'le karışmasından korkulduğu döneme aitti. Bu ihtimalin ortadan kalkması ve bundan emin olunması üzerine hadislerin yazılmasına da izin verilmiştir. Bunun yanısıra hadislerin Kur'an-ı Kerim ayetleri ile karışması endişesinden dolayı Kur'an-ı Kerim ayetleri ile aynı sahifeye yazılmasının yasak edildiği de söylenmiştir. Çünkü hadislerin Kur'an-ı Kerim ayetleri ile aynı sahifelere yazılması durumunda okuyucu bunları birbirlerine karıştırabilir. En doğrusunu ise yüce Allah bilir." [488]
177- Buhari, Ömer bin Abdulaziz (r.a)'den rivayet etmiştir: "Bana Ebu Bekir bin Hazm şöyle yazdı:[489]
"Resulullah (a.s)'m hadislerini araştırıp onları yaz. Ben ilim derslerinin bozulmasından ve ilim adamlarının girmesinden korkuyorum. Resulullah (a.s)'ın hadislerinden başkası kabul edilmez. İlmi yaysınlar ve bilmeyene öğretilsin diye beklemesinler. İlim gizli duruma düşmedikçe yok olmaz." [490]
Bir Açıklama
Ayni, Sahihi Buhari Şerhi'nde şöyle söylemiştir:
"Bu muallak rivayetin (yani yukarıdaki Ömer bin Abdulaziz (r.a)'den nakledilen sözün, muallak -senetsiz- olarak rivayetinin) mevsul -senetli- bir şekilde rivayeti Kuşmeyheni, Kerime ve İbni Asakir'in kitaplarında mevcut değildir. Diğerlerinde ise Buhari'ye kadar mevsul olarak rivayetine yer verilmektedir. Bu ise bazı nüshalarda geçmekte olan şu şekildedir: "Bize Ala bin Abdulcebbar rivayet etti. O Abdulaziz bin Müslim'den, o da Abdullah bin Dinar'dan rivayet etti". Ancak bu rivayette "alimlerin gitmesinden korkuyorum" ifadesinin sonuna kadarki kısım mevcuttur."
Hafız İbni Hacer, Feth'de şöyle söylemiştir:
"Söz konusu ifadeden sonraki kısmının Ömer bin Abdulaziz'in veya Ebu Bekir bin Hazm'ın sözü olmaması ve bu rivayetin İçerisinde geçen sözlerden olmaması ihtimali vardır. Baş kısım daha yaygın bir şekilde bilinmektedir. Ebu Nu'aym da Mustahrec'de bu şeklini rivayet etmiştir: Pek çok kaynakta bu rivayetin sadece bu şeklini görebilirdim. Buna göre rivayetin söz konusu ifadeden sonraki kısmı musannifin kendi ilavesi olabilir. O, bu sözünü Ömer bin Abdulaziz (r.a)'in sözünün ardından bir açıklama olarak ilave etmiş olabilir. Ayrıca Ömer bin Abdulaziz (r.a)'in sözünde kastedilen anlamın da bu açıklamada bildirilen şey olduğu gayet açıktır." [491]
İyiliği emir ve kötülükten sakındırma (Emri bi'1-ma'ruf ve nehyi ani'1-mün-ker) bir iman ölçüsüdür.
178- Müslim, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:[492]
"Sizden kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin, buna güç yetire-mezse diliyle değiştirsin, buna da güç yetiremezse kalbiyle (ona karşı çıksın). Bu sonuncusu ise, imanın en zayıf derecesidir." [493]
179- Müslim, Resulullah (a.s)'ın kötülük ortaya çıkaranlarla mücadeleye teşvik için şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:[494]
"Bunlara karşı kim eliyle mücadele ederse o mü'mindir. Kim diliyle mücadele ederse o da mü'mindir. Kim kalbiyle mücadele ederde, o da mü'mindir. Bunun ötesinde bir hardal tanesi kadar bile iman yoktur."
İyiliği emredip kötülükten sakındıranlar azabın inmesi durumunda kurtuluşa layık görülenlerdir. Yüce Allah, Kur"an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Kötülük'ten sakındıran!arı kurtardık; zulmedenleri de yoldan çıkmalarına karşılık çok çetin bir azap ile yakaladık."[495]
"Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır."[496]
Yüce Allah dünyada da ahirette de kurtuluşun; iyiliği emir, kötülükten sakındırma ve iyiliğe çağn ile bağlantılı olduğunu bildirmiştir. Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"İçinizde hayra çağıran, iyiliği emredip fenalıktan alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir."[497]
Yüce Allah, bu ümmetin diğer ümmetlere üstünlüğünün sahip olduğu üç ö-zellikten ileri geldiğini bildirmiştir. Bu konuda da şöyle buyurmaktadır:
"Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder, fenalıktan alıkoyarsınız ve Allah'a iman edersiniz. Eğer kitap ehli de iman etmiş olsaydı şüphesiz kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, ancak çoğunluğu fasıktırlar."[498]
Bunun yamsıra Yüce Allah hakkı tavsiye etmeyi ve sabrı tavsiye etmeyi, kurtuluşun şartlan arasında saymıştır. Bu konuda da şöyle buyuruyor:
"Asr'a andolsun ki insan ziyan içindedir. Ancak iman edip iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesnadır."[499]
Resulullah (a.s), dini "nasihat" olarak tarif etmiştir. Resulullah (a.s)'ın dini bu şekilde tarif etmesi, nasihatin dindeki öneminden ileri gelmektedir. Resulullah (a.s)'ın bu konudaki hadisi şerifi şöyledir: [500]
180- Müslim'in rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Din nasihattir." Orada bulunanlar "Kimin için ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Allah için, Kitab'ı için, Peygamber'i için. Müslümanların imamları (Önderleri, yöneticileri) için ve Müslümanların geneli için."
Bunun yanısıra iyiliği emir, kötülükten sakındırma ve hayra davet, Allah'ın yarattıklarına Öğüt verme işinin Allah'ın dininde önemli bir yeri bulunmaktadır.
Hayra davet, iyiliği emir ve kötülükten sakındırma konusunun içerisine çok değişik başlıklar girmektedir: Öğüt ve nasihat; bir iyiliği emir, kötülükten sakındırma ve hayra davet işidir. Karşılıklı tavsiye ve nasihette bulunma da yine böyledir. İster ferde yönelik olsun, ister cemaate yönelik olsun vaaz da bir iyiliği emir, kötülükten sakındırma ve hayra davet uygulamasıdır. Konuşmalar yapmak, konferanslar vermek, insanlara iyiliği Öğretmek, onlara fenalıktan uzak durmalarını emretmek bir hayra davet ve zımnen iyiliği emir, kötülükten sakındırma işidir.[501]
Hayra davetin ve iyiliğin yöneltileceği çevreler gayet çeşitlidir. Nefs, aile, komşular, iş çevresi bunlardandır. Kötülükten sakındırma açısından da aynı durum söz konusudur. Bunun gibi davet araçları ve yollan da gayet çoktur: Güzel söz, direk hatırlatma, dolaylı yoldan hatırlatma, yazılı açıklama, sözlü açıklama bunlardandır. Kötülükten sakındırma konusunda da aynı durum söz konusudur. Sonra iyiliğe ve hayra çağn ve kötülükten sakındırma konusunda hem bağımsız olarak gerçekleştirilen kişisel çalışmalar, hem de teşkilatlı çalışmalara mutlaka ihtiyaç vardır. Teşkilatlı çalışmalar, kişisel çalışmalar, olan ihtiyacı ortadan kaldırmayacağı gibi, kişisel çalışmalar da teşkilatlı çalışmaları gereksiz kılmaz. Bu itibarla, hem devletin, hem kişilerin, hem teşkilat-lann, hem hey'etlerin, hem cemaatlerin ve hem de guruplann gerek bölgesel ve gerekse uluslararası çalışmalar yürütmeleri şarttır.
İslam'ın, kişilerin gönüllerine yerleştirilmesi, ümmet hayatında uygulamaya konulması ve bütün dünyaya yayılması ilim, öğretim, hayra çağn, öğüt ve iyiliği emir, kötülükten sakındırma alanında yürütülecek faaliyetlere bağlıdır. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim ayetlerinde bu konulara büyük önem verilmiş ve bu gibi işleri işleyenlerin hayır üzere olacakları, bunları terkedenlerin ise laneti hakedecekleri bildirilmiştir.
Yüce Allah, Kur*an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Siz, insanlar İçin çıkan İmiş hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder fenalıktan alıkoyarsınız ve Allah'a iman edersiniz. Eğer kitap ehli de iman etmiş olsaydı şüphesiz kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır ancak çoğunluğu fasıktırlar.[502]
"İsrailoğullarından inkar edenler, Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanetlenmişlerdir. Bu, başkaldırmaları ve sınırı aşmaları sebebiyledir. Onlar işledikleri bir fenalıktan birbirlerini alıkoymaya çalışmıyorlardı (neh-yetmiyorlardı). Yaptıkları ne kadar da fenaydı!"[503]
Kur'an-ı Kerim ayetlerinde nasihat ve öğüt vermek; Peygamber olarak gönderilenlerin ahlaki özellikleri olarak anılmıştır. Yüce Allah bu konuda da şöyle buyuruyor:
"(Şu'ayb da) onlardan yüz çevierip şöyle söyledi: "Ey kavmim! Ben size Rabb'imin bildirdiklerini ulaştırdım ve size öğüt verdim. Artık inkarcılar topluluğuna nasıl üzülürüm!"[504]
Yüce Allah, daveti emretmekte ve şöyle buyurmaktadır:
"Rabb'İne davet et (çağır.)"[505]
"Rabb'inin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet eyle."[506]
"Hicri 15. Asırda Önem Kazanan Ahlaki Karakterler ve Gidişatlar" ismini taşıyan risalemizde şöyle yazmıştık:
"Bu çağın ve bütün çağların temel prensibi gereğince her bir Müslüma-nın insanları Allah'a davet eden kişi olması gerekmektedir. Her Müslüman hayır öğreticisi olmalıdır. Her bir Müslüman beşeri nefsi eğiten bir kişi olmalıdır. Bütün bunlar yüce Allah'ın, Kur'an-ı Kerim'inde emrettiği üzere Resulullah (a.s)'ı izlemenin gereklerindendir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Andolsun ki, Allah'ın elçisinde sizin için Allah'ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için en güzel bir Örnek vardır.[507]
Resulullah (a.s), insanları basiret üzere Allah'ın yoluna çağırmıştır. Bu konuda Yüce Allah ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:
"De ki: İşte benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah'a çağırırız."[508]
Resulullah (a.s) aynı zamanda bir öğretici idi. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim-'de bu hususu şu şekilde bildirmektedir
"Nitekim içinizde, size ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran ve size Kitab'ı ve hikmeti Öğreten, daha önceden bilmediğiniz şeyleri bildiren, sizden bir peygamber gönderdik."[509]
Ayeti kerimede "sizi arındıran" denilirken aynı zamanda Resulullah (a.s)-'ın bir eğitici olduğuna parmak basılmaktadır.
Müslümamn bütün bunlardan nasibini alması gerekmektedir, O da aile fertlerine, komşularına, yakınlarına, akrabalarına, arkadaşlarına, tanıdıklarına ve bütün insanlara karşı böyle olmalı; gücünün yettiği ölçüde ve imkan buldukça onlara karşı bu görevleri yerine getirmelidir.
Müslümamn çalışmalarının üç açıya yönelik olması gerekmektedir. En başka kendi nefsine yönelik olarak çalışmalıdır. Kendi nefsini düzeltmeye, arındırmaya, ona bilmediklerini öğretmeye, onu kültürlü hale getirmeye ve ilim, zikir, ibadet, fıkıh sahibi, düzen ve iyiliği sağlayan kimselere itaat yoluyla onu yüceltmeye çalışmalıdır.
Dışa yönelik çalışmalarında gücünün ölçüsünde, imkan buldukça öğretim, davet, öğüt, iyiliği emir ve kötülükten sakındırma faaliyetlerinde bulunmalıdır. Bu tür çalışmaları Müslüman kendi kişisel gayretleriyle yürütmeli ve bu gibi faaliyetlerde bulunmayı kendisi için bir ahlaki özellik haline getirmelidir. Herhangi bir dış etkiye bağlı kalmadan tamamen gönüllü olarak bunları yapmalıdır.
Üçüncü olarak da İslami cemaate yönelik ve bu cemaatin ilerleyişi ile u-yumlu çalışmalarda bulunmalıdır. Bu yöndeki çalışmaları, İslami hareketin gayelerinin gerçekleştirilmesi ve Allah'ın dininin uygulamaya konması için olmalıdır. Müslüman ancak bu yolla Yüce Allah'ın üzerindeki hakkım yerine getirebilir ve O'nun hoşnutluğunu kazanabilir. [510]
181- Ahmed bin Hanbel, Ebu Said el Hudri (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[511]
"Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin, buna güç yetire-mezse diliyle değiştirsin, buna da güç yetiremezse kalbiyle (ona karşı çıksın). Bu İse imanın en zayıf derecesidir." [512]
Muhammed bin İlan es-Sıddıki şöyle söylemiştir:
"Kişi emrettiği iyiliği kendisi yapmıyor, sakındırdığı fenalığı da kendisi işliyor olsa bile yapılan bir fenalığa karşı çıkması farzdır. Yani kötülüğe karşı durmanın farzhğı açısından, kişinin kendisinin yapması ile yapmaması arasında bir fark yoktur. Bunun gibi kötülüğü sözlü olarak değiştirmenin gerekliliği konusunda söylediği sözün etkili olup olmaması arasında bir fark yoktur. Musannifin sözünden anlaşıldığına göre bu konuda görüş birliği vardır. Bazılarının, bu konuyla ilgili bir takım hadisi şeriflerden hareket ederek, kişinin sözünün etki etmeyeceğini anlaması durumunda, onun üzerinden sözlü müdahalede bulunma görevinin düşeceği yolundaki görüşleri yerinde değildir.
Hadisi şerifin metnindeki "men" edatının herkesi içine alacağı düşüncesine dayanan görüş birliği gereğince iyiliği emreden kişinin, ötekinin velisi olması veya olmaması arasında bir fark yoktur. Evet, eğer yöneticinin İznini alma gereği duymayan kişi bundan dolayı kendisinin aykırı hareket etmesinin sebep olacağı duruma denk veya daha ileri derecede bir bozulmanın meydana gelebileceğinden ve bunun kendi aleyhine olacağından kor-karsa, o zaman izin istenmesinin vacip olması uzak ihtimal değildir. Bir kötülüğe karşı çıkılmasının caiz olması için, bunun silah çekmeye sebep olabileceği korkusunun olmaması şarttır. Çünkü yapılacak bir müdahele böyle bir şeyi gerektirecek olursa, buna karar verecek olan, halkın geneli değildir, yöneticidir. Yerine göre kötülüğü engellemenin vacip olması, yerine göre de caiz olması kişinin kendi nefsi hakkında bir korkusunun olmamasını gerektirir. Mesela bir organını veya malını yahut bir başka şeyini kaybetme korkusu olmamalıdır. Hatta bundan doğacak zarar, yapılan kötülüğün sebep olacağı zararın çok az üstünde olsa bile.
Bazılarının, bu hadisi şerifin zahirine bakarak ortaya attıkları, kendisine karşı muhalefette taşkınlık edilse (veya edilecek olsa) bile, bir kimsenin gördüğü fenalığa her halükârda karşı çıkmasının vacip olduğu yolundaki iddialarının geçerli dayanağı yoktur. Ayeti kerimede bildirildiği üzere korku ve zorlama durumunda küfür sözü söylemek caiz olduğuna göre, tehlike durumunda fenalığa karşı çıkmaktan kaçınmak öncelikle caiz olur. Çünkü kötülük bakımından, bir şeyi terketmek fena bir işi yapmaktan daha aşağı derecededir.
Bunun yanıstra uyarıda bulunan kişinin, fenalıktan sakındırdığı kimsenin inatçılık ederek fenalığını daha da ileri götüreceği yolunda kuvvetli bir kana ti olmamalıdır. Bunun yanısıra görülen işin fena bir iş olduğu üzerinde ilim adamları arasında görüş birliği olmalı yahut o fiili yapan kişi, o fiilin haram olduğuna inanmalıdır. İyiliği emir ve kötülükten sakındırma işinin gerekliliği (vacipliği) yüce Allah'ın "Ey iman edenler! Siz kendinizden sorumlusunuz. Siz doğru yola girerseniz sapıtan kimse size zarar veremez" mealindaki ayeti kerimesine ters değildir. [513] Çünkü Resulullah (a.s) hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur:
"Birbirinize iyiliği emredip birbirinizi fenalıklardan sakındırın. Ancak cimriliğe itaat edildiğini, arzuların peşinden gidildiğini, dünyanın etkisinde kalmıldığını ve her görüş sahibinin sadece kendi görüşünü beğendiğini görürsen, işte o zaman sen sadece kendinden sorumlusun."
Bu hadisi şerif, yukarıdaki ayeti kerimede bildirilen durumun fenalığa karşı çıkan kimsenin hiç bir şey yapamayacak duruma düşmesi halinde özel olduğunu bildirmektedir ki, bu halde fenalığa karşı çıkmanın vacipliğinin düştüğünde şüphe yoktur. Konuyu etraflıca inceleyenlerin yaptıkları açıklamalara göre ayeti kerimenin anlamı şudur: "Siz eğer iyiliği emir ve kötülükten sakındırma görevi de dahil olmak üzere üzerinize yüklenmiş olduğunuz görevleri tam olarak yerine getirirseniz, başkalarının kusur etmelerinin size bir zararı olmaz. Eğer iyiliği emir ve kötülükten sakındırma işine muhatap olan kişi, kendisinden isteneni yapmazsa, onun azarlanması gerekmez. Çünkü istenen şey emir ve nehiydir, zorla kabul ettirmek değil."[514]
182- Müslim, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[515]
"Yüce Allah, benden önce herhangi peygamber göndermiş ise mutlaka ümmeti içinde onun sünnetini alan ve emrine göre hareket eden havarileri va arkadaşları (sahabileri) olmuştur. Onların ardlarından ise yerlerine, yapmadıklarını söyleyen ve kendilerine emredileni yapmayan bir takım insanlar geçerler. Bunlara karşı kim eliyle mücadele ederse, o mü'mîndir, kim diliyle mücadele ederse, o da mü'mindir, kim kalbiyle mücadele ederse, o da
mü'mindir. Bunun ötesinde ise bir hardal tanesi kadar bile bir iman yoktur." [516]
Bir Açıklama
Nevevi, Sahihi Müslim Şerhi (2/28)'nde şöyle söylemiştir:
"Hadiste işaret edilen havarilerin kimler oldukları konusunda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Ezheri ve daha başkaları şöyle söylemiştir:
"Bunlar peygamberlerin seçtikleri ve iyi yetiştirdikleri kimselerdir. Seçkin kimseler ise bütün kusur ve eksikliklerden arındırılırlar."
Bazı lan da, bunların peygamberlerin yardımcıları olduklarını söylemişlerdir. Bunların mücahitler oldukları da söylenmiştir. Bir başka açıklamaya göre ise bunlar peygamberlerden sonra onların yerlerine geçerek hilafet görevini sürdürmeye layık olan kimselerdir." [517]
183- Buhari ve Müslim, Ebu'l-Velid Ubade bin Samit (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir:[518]
"Biz zorlukta da kolaylıkta da, hoşlandığımız şeylerde de hoşlanmadığımız şeyde de itaat etmek ve söz dinlemek, yüce Allah katından gelen açık bir delille küfür olduğu açıkça anlaşılan bîr tutum görmedikçe emir sahiplerinin emirlerine karşı çıkmamak, nerede olursak olalım hakkı söylemek ve yüce Allah hakkında (O'nun rızası için çalışma konusunda) hiçbir kmayıcı-nın kınamasından korkmamak üzere Resulullah (a.s)'a bey'at ettik." [519]
184- Buhari, Nu'man bin Beşir (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[520]
"Allah'ın koyduğu sınırlarda duran ve sınırlan aşan kimselerin birbirlerine karşı durumları; bir gemiyi paylaşan İnsanların durumlarına benzemektedir. Bu gemiyi paylaşan insanlann bazıları üst kata, bazıları ise alt kata düşmüşlerdir. Alttakiler her su ihtiyaçtan olduklarında üste çıkmaktadırlar. Sonunda "biz kendi katımızdan bir delik açsak da üstüm {izdeki leri rahatsız etmesek" diyorlar. Şimdi üsttekiler onların bu istediklerini yapmalanna fırsat verirlerse hep birlikte helak olurlar. Ama eğer ellerinden tutarlarsa (on-lan bu işten vazgeçirirlerse) hep birlikte kurtulurlar." [521]
185- Müslim, mü'minlerin annesi Ümmu Seleme, Hind bintu Ebi Umeyye (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[522]
"Sizin başınıza bir takım yöneticiler geçirilecek ki, onlann bazı işlerini iyi, bazı işlerini kötü göreceksiniz. Kötü işlerine karşı hoşnutsuzluk gösteren, o kötülüklerden uzak olur. Karşı çıkan ise kurtuluşa erer. Ama bu kötülükler karşısında hoşnutluk gösteren ve onlara uyanlar (onlar, kaybederler)." Oradakiler:
"Ey Allah'ın Resulü! Onlara karşı savaşmayacak mıyız?" diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Sizin içinizde namaz kıldıkları sürece hayır." [523]
Bir Açıklama
Burada anlatılmak istenen şudur:
"Kİm eliyle veya diliyle yapılan kötülüklere müdahalede bulunmaya güç yetiremez de kalbiyle karşı çıkarsa, o kötülüklerden uzak kalmış ve görevini yerine getirmiş olur. Kim de gücü ölçüsünde müdahele eder karşı çıkarsa, o da bu kötülüklerden kendini kurtarmış olur. Ama kim kötülükleri işleyenlerin kötülüklerinden memnun olur, onlara karşı çıkmaz ve kendisi de onlara uyarsa, o da isyancılardan olur." [524]
186- Buhari ve Müslim, mü'minlerin annesi Ummu'l-Hakem Zeynep binti Cahş (r.a)'tan rivayet etmişlerin[525]
"Resulullah (a.s), "La İlahe illa'llah! Yaklaşan bir fenalıktan dolayı Arapların vay haline! Bugün Ye'cuc ve Me'cuc'un suru şu şekilde açıldı" diyerek birden yanıma girdi. Resulullah (a.s) bunu söylerken işaret parmağı ve onun yanındaki parmağıyla İşaret etti. Ben "Ya Resulullah (a.s)! İçimizde salih kimseler olduğu halde helak olur muyuz?" diye sordum. Şöyle buyurdu:
"Eğer pislik çok olursa evet." [526]
187- Buhari ve Müslim, Ebu Said el-Hudri (r.a)'den rivayet şu şekilde etmişlerdir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[527]
"Yol başlarında oturmaktan sakının." Orada bulunanlar:
"Ey Allah'ın Resulü! Oralarda mutlaka oturmamız gerekiyor. Çünkü o-ralarda bazı konuşmalarda bulunuyoruz" dedik. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Eğer oralarda mutlaka oturmak istiyorsanız, o zaman yolun hakkını verin." Bu kez oradakiler: "Peki, yolun hakkı nedir ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Gözünü tutmak, yoldan eziyet verici şeyi kaldırmak, selam verinin selamını almak, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak." [528]
Bir Açıklama
Alkami şöyle söylemiştir:
"Ebu Davud, yola oturan kimsenin yerine getirmesi istenen görevlere, yolculara yol göstermeyi ve aksıran kimsenin Allah'a hamdetmesİ durumunda ona "yerhamukellah (Allah sana rahmet eylesin)" demeyi de eklemiştir." [529]
Said bin Mansur da, haksızlığa uğramış, yardım isteyen kimseye yardımda bulunma görevini eklemiştir.
Bezzar da şöyle bir ilaveye yer vermiştir:
"Ağır yükü olana yardım edin."[530]
Resulullah (a.s) şöyle bir ilaveye de yer vermiştir:
"Haksızlığa uğratılmış olana yardım edin ve Allah'ı çokça zikredin.[531]
Ebu Talha'nın hadisinde ise "güzel söz söylemek" de sayılmaktadır.
Tirmizi'nin rivayetinde ise ayrıca "Selamı yayın" denilmektedir. [532]
Yine Taberani'nin bir rivayetinde "Zenginlere yol gösterin" deniliyor. Bütün bu görevlerin toplamı ise ondördü [533]bulmaktadır. [534]
188- Müslim, Abdullah bin Abbas (r.a)'tan şöyle rivayet etmiştir:[535]
"Resulullah (a.s) bir adamın parmağında alttn yüzük gördü, onu çıkardı attı ve şöyle buyurdu:
"Sizden biri ateşten bir koru alıyor, sonra tutup onu parmağına takıyor." Resulullah (as) gittikten sonra adama: "Yüzüğünü al da, ondan (başka bir a-maçla) yararlan" denildi. Adam ise: "Hayır vallahi, onu asla almam. Çünkü onu Resulullah (a.s) attı" diye söyledi." [536]
189- Ahmed bin Hanbel, Ebu Said Hasanı Basri (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:[537]
"Aiz bin Amr (r.a), Ubeydullah bin Ziyad'm yanına girdi ve şöyle söyledi:
"Ey oğulcağizım! Ben, Resulullah (a.s)'ın "Yönetim şeklinin en fenası insanları zora koşmak, onlara kaldıramayacaktan yük yüklemektir" diye buyurduğunu duydum. Sen böyle yönetenlerden olmaktan sakın." Bunun Çizerine Ubeydullah ona:
"Otur. Sen, Hz.Muhammed (a.s)'in ashabının kepeğindensin (yani dö-küntülerindensin)" dedi. O da şu cevabı verdi: "Onların kepekleri var mıydı? Kepek onlardan sonra ve başkalarının aralarından çıktı." [538]
190- Tirmizi, Huzeyf (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Canım elinde olana yemin olsun ki, ya İyiliği emreder kötülükten sakındırırsınız, ya da yüce Allah kendi katından üzerinize bir ceza gönderir. Sonra dua edersiniz de dualarınız kabul edilmez."[539]
Ebu Davud, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"îsrailoğullannın içinde ilk eksikliğin (sapmanın) ortaya çıkması şu şekilde olmuştu: Bir adam bir başkası İle karşılaşır ve "Ey filanca! Allah'tan kork ve yapmakta olduğun şu işi bırak. Bunu yapmak sana helal olmaz" derdi. Ertesi gün yine aynı kişi ile karşılaşır ve onun yine aynı hal üzere olduğunu görürdü. Bu kez, onunla birlikte yiyen, içen ve oturan olması itibariyle onu yaptığından ahkoymazdı. Böyle yapmaları üzerine Allah onların kalplerini birbirlerine vurdu." Resulullah (a.s) bunu söyledikten sonra şu ayeti kerimeleri okudu:
"Israiloğullanndan inkâr edenler, Davud'un ve Meryemoğlu İsa'nın diliyle lanetlenmişlerdir. Bu, başkaldırmaları ve sının aşmaları sebebiyledir.
Onlar işledikleri bir fanahktan birbirlerini alıkoymaya çalışmıyorlardı (neh-yetmiyorlardı). Yaptıklan ne kadar da fenaydı! Onlann çoğunun, inkâr edenleri kendilerine dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendileri için önceden göndermiş oldukları ne kadar da fenadır ki, (bu yüzden) Allah onlara kızmıştır ve azabın içinde sonsuza kadar kalacaklardır. Eğer Allah'a, Pey-gamber'e ve ona indirilene İman etmiş olsalardı, onları (inkârcılan) dost edinmezlerdi. Ancak onlann çoğu fasıkhr (yoldan çıkmıştır.)"[540] Sonra da şöyle buyurdu:
"Vallahi, ya iyiliği emreder, kötülükten sakındırır, haksızlık edenin elinden tutar, onu hakka yöneltirsiniz, onun özellikle hakka göre hareket etmesini sağlarsınız ya da Allah kalplerinizi birbirine çarpar ve onları lanetlediği gibi sizi de lanetler."
Tiimizi'nin rivayati ise şöyledir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"İsrailoğullan, fenalıklar işlemeye başlayınca, alimleri onlan bu işlerden nehyettiler. Ancak onlar, bunların sözlerini dinlemediler. Bunun üzerine bunlar (alimler) de onlann toplantılarına katıldı, onlarla birlikte yiyip içtiler. Bunun üzerine yüce Allah, onlann kalplerini birbirlerine çarptı ve onlan Hz. Davud (a.s) ve Meryemoğlu İsa (a.s)'nın diliyle lanetledi. Bu, onlann Allah'a karşı gelmeleri ve aşın gitmeleri sebebiyleydi." Resulullah (a.s) bu sözleri söylerken arkaya yaslanmıştı, sonra oturdu ve şöyle söyledi:
"Hayır. Canım elinde olana yemin olsun ki, siz de (o haksızlık edenleri) hakka yöneltmediğiniz sürece (kurtuluşa eremezsiniz.)" [541]
Bir Açıklama
Cami'in tahkikçisî şöyle söylemiştir:
"Bunu Taberi (10/493)'de Süfyani Sevri'den rivayet ederek vermiştir. O-nun rivayetine göre Sufyanı Sevri şöyle bildirmiştir:
"Bize, Ali bin Buzeyme'nİn, Ebu Ubeyde'den, sanıyorum onun Mesruk-'tan ve onun da Abdullah'tan rivayet ettiğine göre Abdullah şöyle söylemiştir..." Bundan sonra yukandaki hadisi vermektedir. Allame Ahmed Şakir de bu hadisin senedini araştırarak şöyle söylemiştir:
"Sufyan'ın Ali bin Buzeyme'den rivayeti tankıyla nakledilen şekli Ebu Ubeyde'den mürsel [542] olarak gelmektedir. Çünkü Ebu Ubeyde'nin "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu" dediği bildirilmekte, bu arada Abdullah bin Mes'-ud (r.a)'un adı anılmamaktadır. Oysa bilindiğine göre Süfyan'm rivayetinde Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un adı geçmektedir.
Tirmizi, Süneni'in Tefsir kitabında şöyle bildirmektedir: "Abdullah bin Abdurrahman'ın bildirdiğine göre Yezid bin Harun şöyle söylemiştir:
"Süfyanı Sevri, rivayetinde Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un adını anmazdı. Yani o, bu hadisi Ebu Ubeyde'den mürsel olarak rivayet etmiştir. Taberi'nin burada bize bildirdiğine göre, Sufyan bu hadisi Ebu Ubeyde'den bir de şu şekilde rivayet etmiştir: "... sanıyorum o da (yani Ebu Ubeyde de) Mesruk-'tan, o da Abdullah'tan (yani Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan) rivayet etmiştir." Ancak bu rivayetinde sadece Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un adını anmakla kalmamakta, aynı zamanda Ebu Ubeyde'nin Mesruk'tan ve dolayısıyla onun Abdullah'tan rivayette bulunup bulunmadığında tereddüde düşmektedir. Eğer ki, Sufyan'ın verdiği bu senet doğru ise, o zaman hadisin isnadı sahih demektir ve bu takdirde isnadda herhangi bir kopukluk (inkıta) olmayacağı gibi hadis mürsel de olmaz. Ancak bu senet doğru değilse o zaman hadis zayıf demektir. Bazı ilim adamları da senedinde kopukluk olması sebebiyle bu hadisin zayıf olduğuna hükmetmişlerdir.
Müceddİd ve Beyhaki'nİn, Hz. Ali (r.a)'den rivayet ettikleri ve sahih olduğunu söyledikleri bir hadiste Hz. Ali (r.a)'nin şöyle söylediği bildirilmiştir:
"Cihad üç türlüdür: El ile cihad, dil ile cihad ve kalp ile cihad. Bu cihad türlerinin ilk Önce yenilecek (yani terkedilecek) olanı el İle cihaddır. Sonra dil ile cihad, sonra da kalp ile cihad yenilir (terkedilir). Eğer bir kalp iyiliği benimsemez, kötülüğe de karşı çıkmazsa, o kalp ters çevrilmiş, üstü altına getirilmiş demektir." [543]
191- Taberani, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:[544]
"Münafıklara karşı ellerinizle cihad edin. Kendilerine karşı yüz ekşitmek, soğuk davranmak dışında bir şey elinizden gelmese bile onlara karşı yüz ekşitin, soğuk davranın." [545]
192- Müslim, Huzeyfe bin Yeman (r.a)'dan rivayet etmiştir:[546]
"Hz. Ömer (r.a)'in yanında bulunuyorduk. "İçinizden kim Resulullah (a.s)'ın fitnelerden söz ettiğini duydu?" diye sordu. Bazıları: "Biz duyduk" dediler. Hz. Ömer (r.a):
"Herhalde siz bir adamla onun aile fertleri ve komşuları arasında ortaya çıkabilecek fitneleri kastediyorsunuz!" dedi. Onlar: "Evet" dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a):
"Bu gibi şeyleri namaz, oruç, sadaka gibi ibadetler örter. Ancak hanginiz Resulullah (a.s)'ın deniz dalgalan gibi dalgalanacak fitnelerden söz ettiğini duydu?" diye sordu. Orada bulunanlar sustular. Ben "Ben" dedim. Hz. Ömer (r.a): "Baban Allah'ın gözdesi olsun, sen mi?" dedi. (Ben dedim ki): "Ben, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum:
"Fitneler, kalpleri yavaş yavaş kaplayacak bir örtü gibi sunulur. Hangi kalp bu fitneden etkilenirse, onun üzerinde siyah bir nokta belirir. Hangi kalp de bu fitneye karşı durursa, onun üzerinde de beyaz bir nokta belirir. Böylelikle bu kalplerden birisi beyaz mermer gibi bembeyaz olur. Artık gökler ve yer durdukça bu kalbe fitne zarar vermez. Diğer kalp ise üzeri oyuk oyuk bir testi gibi griye yakın siyah bir renk alır. Artık bu, iyiliği tanımaz, fenalığı reddetmez. Kendisinin kabul etmiş olduğu arzularına uygun olanın dışında bir şey göremez." [547]
193- Taberani, Tank bin Şihab (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Idris bin Arkub Şeybani, Abdullah (a.s)'ın yanına geldi ve "İyiliği emretmeyen ve kötülükten sakındırmayan helak olmuştur" dedi o da şöyle söyledi:[548]
"Bilakis kalbi iyiliği tanımayan ve kötülüğe de karşı çıkmayan kimse helak olmuştur." [549]
194- Ah m e d bin Hanbel, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[550]
"Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum:
"Siz yardım görecek, isabet ettireceksiniz ve size fetihler nasib olacak. Sizden kim bunu anlarsa Allah'tan korksun, iyiliği emredip kötülükten sakındırsın. Kim benim hakkımda kasıtlı olarak (bile bile) yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın." [551]
195- Ahmed bin Hanbel, Hz. Ebu Bekir Sıddik (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[552]
"Ey insanlar! Siz şu ayeti kerimeyi okuyorsunuz: "Ey iman edenler! Siz kendinizden sorumlusunuz. Siz doğru yola girerseniz sapıtan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır ve O size yapmakta olduklarınızı bildirecektir."[553] Benr Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum:
"Eğer insanlar bir zalim görür de onun elinden tutmazlarsa, yüce Allah kendi katından onların tümüne birden ceza gönderebilir." [554]
196- Ebu Davutl, Ebu Umame Şa'bani (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Ebu Sa'lebe Hüşeni'ye soru sorarak şöyle söyledim: "Ey Eba Sa'lebe! "Ey İman edenler! Siz kendinizden sorumlusunuz. Siz doğru yola girerseniz, sapıtan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır ve O size yapmakta olduklarınızı bildirecektir" (mealindeki) ayeti kerime hakkında ne düşünüyorsunuz?" dedim. Şu cevabı verdi:[555]
"Vallahi, ben de onun hakkında bilgili birisine soru sordum. O da kendisinin bunun hakkında Resulullah (a.s)'a som sorduğunu ve Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu söyledi:
"Birbirinize iyiliği emredip birbirinizi fenalıklardan sakındırın. Ancak cimriliğe itaat edildiğini, arzuların peşinden gidilip dünyanın etkisinde kalındığını ve her görüş sahibinin sadece kendi görüşünü beğendiğini görürsen, işte o zaman sen sadece kendinden sorumlusun. Genelin durumunu kendinden ayrı tut, önünüzde sabır günleri var. O günlerde sabretmek, ateş korunu elde tutmak gibi olacaktır. O zamanda amel edene, sizin yaptığınız gibi amel eden elli kişinin ecri (sevabı) vardır."
Ebu Davud, kendi rivayet ettiği hadiste şöyle bir fazlalığa yer vermiştir:
"Resulullah (a.s)'a: "Ey Allah'ın Resulü! Bizden elli kişinin sevabı mı yoksa onlardan elli kişinin sevabı mı?" diye soruldu. Resulullah (a.s) da: "Bilakis sizden elli kişinin sevabı" diye buyurdu." [556]
Yukarıda verilen ayeti kerimede bildirilen hüküm, bir fenalığı gören kimsenin ona müdahalede bulunma imkanına sahip olmaması durumuna özeldir. Konuyu etraflıca inceleyen ilim adamlarının açıklamalarına göre ise ayeti kerimenin anlamı şudur: "Eğer siz üzerinize düşen görevi yerine getirirseniz, başkalarının kusur etmelerinin size bir zararı olmaz." [557]
197- Ebu Ya'la, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:[558]
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Benden sonra gelenler içinde, bildikleri ile amel eden ve kendilerine emredileni yapan kimseler olacaktır. Yine benden sonra gelenler içinde, bilmedikleri ile amel eden ve kendilerine emredilmeyeni yapanlar olacaktır. (Yahut "Benden sonra bildikleri ile amel eden ve kendilerine emredileni yapan halifeler olacaktır. Yine benden sonra bilmedikleri ile amel eden ve kendilerine emredilmeyeni yapan halifeler olacaktır") Kim bunlara karşı çıkarsa, onların fenalıklarından uzak olur. Kim elini tutarsa (onlardan uzak kalırsa) selamette olur. Ancak kim onların yaptıklarını hoşnutlakla karşılar ve kendilerine uyarsa, (onlar kurtuluşa eremezler.)" [559]
198- Taberani, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:[560]
"Bir kişinin işleyebileceği en büyük günahlardan birisi, bir kardeşinin kendisine "Allah'tan kork" demesi durumunda, "Sen kendinden sorumlusun. Bana mı emir veriyorsun?" demesidir." [561]
199- Ebu Davud, Ebu Said el-Hudri (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[562]
"Cihadın en üstünü, zalim bir yöneticinin yanında adalet sözünü (hak sözü) söylemektir." [563]
200- Nesai, Ebu Abdullah Tank bin Şihab Beceli Ahmesi (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:
"Adamın biri ayağını üzenginin üzerine koymuş bir halde Resulullah (a.s)'a: "Hangi cihad daha üstündür?" diye sordu. Resulullah (a.s) da şu cevabı verdi:[564]
"Zalim bir yöneticinin yanında hak sözü söylemektedir." [565]
201- Tirmizi, Ebu Zeri Gifari (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[566]
"Kardeşinin yüzüne gülümsemen bir sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yine bir adama yolunu bulamayacağı bir yerde yol göstermen senin için sadakadır. (İyi görmeyen bir adamı görmen (ona yardıma olman) senin için bir sadakadır). Yoldan taş, diken kemik gibi şeyleri gidermen sadakadır. Kendi kovandan kardeşinin kovasına aktarman sadakadır."
Kadı şöyle söylemiştir:
"Sözü edilen işlerin sadaka olarak adlandırılması, sadakaya sevap verildiği gibi bu işlere de sevap verilmesi ve bunların sevaplarının sadakanın sevaplarına denk olması sebebiyle olabilir. Bu itibarla bir kıyaslanma yapılarak ve İsim yönünden sınıflandırma yapılarak bu şekilde adlandınlmıştr. Bunun yanısıra söz konusu işlerin bizzat sadaka olduğu da söylenmiştir." [567][568]
202- Müslim'in, Abdullah bin Ferruh (r.a)'tan rivayet ettiğine göre, o Hz. Aişe (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[569]
"Ademoğullarından her bir insan, üçyüzaltmış eklem İle yaratılmıştır. Kim bu üçyüzaltmış eklemi sayısınca Allah'ı tekbir eder, O'na hamdeder, O'nu tehlil eder (la ilahe illa'llah der). O'nu teşbih eder, insanların yollarından taş, diken ve kemik gibi şeyleri giderir, iyiliği emreder, kötülükten sa-kındınrsa; o gün ateşten uzaklaştırılmış olarak akşamlar." Bir rivayette de "ateşten uzaklaştırılmış olarak yürür" denilmektedir. [570][571]
203- A hm e d bin Hanbel, Ebu Musa (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[572]
"Muhammed'in canı alinde olana yemin olsun ki, iyilik ve kötülük, kıyamet günü kişinin karşısına çıkarılacak iki yaratıktır. İyilik, sahiplerini (yani "iyilik işleyenleri") müjdeler ve onlara hayır vaadinde bulunur. Kötülük de "uzak durun, uzak durun" der. Ancak onlar ona takılmaktan başka bir şey yapamazlar." [573]
204- Ebu Davud. Urs bin Umeyre Kindi (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[574]
"Yeryüzünde bir kötülük işlendiğinde, onu görüp de ondan hoşlanmayan -bir rivayette "ona karşı çıkan" denmektedir [575] onu hiç görmemiş gibi olur. Ama onu göremediği halde hoşnutluk gösteren onu bizzat görmüş gibi olur." [576]
205- Taberani, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:[577]
"Salihler (fena şeylerden) soyunmuş olarak giderler. Şüpheciler olarak da iyiliği tanımayıp fenalığa karşı çıkmayanlar kalırlar." [578]
206- Taberani, Abdulaziz bin Ebi Bekre (r.a)'den rivayet etmiştir:[579]
"Ebu Bekre, Gudaneoğullarından bir kadınla evlendi. Sonra bu kadın öldü. Kadını mezarlığa götürdüler. Kadının kardeşleri Ebu Bekre'nin onun üzerine namaz kılmasına engel oldular. Ebu Bekre: "Yapmayın. Onun üzerine namaz kılmaya ben sizden daha çok hak sahibiyim" dedi. Bunun üzerine: "Resulullah (a.s)'ın sahabisi doğru söyledi" dediler. O da üzerine namaz kıldı. Sonra mezara girdi. Kadının kardeşleri onu çok sert bir şekilde geriye iteklediler. Bunun üzerine yere düştü ve bayıldı. Sonra ailesinin yanına götürüldü. O gün onun için oğul ve kızlarından yirmi kişi ağlaştı. Ben, o gün en küçüklerind endim. Daha sonra ay il di ve: "Benim için ağlaşmayın. Hiç bir canın çıkması, Ebu Bekre'nin canının çıkması kadar beni sevindirmez" dedi. Oradakiler bu sözden dehşete kapıldılar ve "Niçin ey babamız?" diye sordular. O da şu cevabı verdi: "Ben iyiliği emretmeye ve kötülükten nehyetmeye güç yetiremeyeceğim bir zamana ulaşmaktan korkuyorum. O gün bir hayır olmaz. [580]
207- Bezzar, Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir[581]
"Haccac'ın hutbe okuduğunu (veya konuşma yaptığını) duydum. Hoş karşılamadığım bir söz söyledi. Bu sözüne karşı çıkmak istedim. Resulullah (a.s)'ın şu sözünü hatırladım:
"Mü'minin kendi nefsini aşağılığa düşürmesi uygun olmaz." Ben o zaman:
"Ey Allah'ın Resulü! Mü'min kendini nasıl aşağılığa düşürür?" diye sormuştum da Resulullah (a.s) da şu cevabı vermişti:
"Güç yetiremeyeceği bir imtihana (belaya) kendini sokar." [582]
208- Tirmizi, Huzeyfe bin Yeman (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmiştir;
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[583]
"Mü'minin kendi nefsini aşağılağa düşürmesi uygun olmaz." Oradakiler.
"Ey Allah'ın Resulü! Mü'min kendini nasıl aşağılığa düşürür?" diye sordular da Resulullah (a.s) şu cevabı verdi:
"Güç yetiremeyeceği bir imtihana (belaya) kendini sokar." [584]
209- Ebu Ya'Ia, Mu'alla bin Ziyad (r.a)ıdan şu şekilde rivayet etmiştir: "Yezîd bin Muhalleb, Basra halkını yendiğinde Mua'lla şöyle söyledi:[585]
"O zaman ben. Hasan bin Ebi'l-Hasan'ın ders halkasında oturmam durumunda orada bulanabileceğimden ve tanınacağımdan korktum. Bu yüzden Hasan'ın evine gittim. Yanına girdiğimde: "Ey Ebu Said! Yüce Allah'ın Kitabındaki şu ayeti kerime hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordum. "Hangi ayeti kerime?" dedi. Ben "Yüce Allah'ın: "Onların çoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yapmakta oldukları ne kadar fenadır!" [586] sözü hakkında" dedim. "Ey Abdullah! İnsanlar bana kılıç çekmeyi önerdiler, ancak kılıç sözün önünü kesti" dîye söyledi. Ben: "Ey Ebu Said! Konuşanın bir üstünlüğünün olacağını düşünüyor musun?" dedim. "Hayır" dedi. Sonra bana iki hadis rivayet etti ve şöyle söyledi:
"Bize, Ebu Said el-Hudri (r.)'nin, Resulullah (a.s)'tan rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Sizden birini; insanlardan korkması, gördüğü veya hatırladığı zaman hakkı söylemekten alıkoymasın. Bu, ne kendisinin ecelini yakınlaşhnr, ne de rızkını uzaklaştırır." Hasan bundan sonra diğer hadisi rivayet etti ve şöyle söyledi:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Mü'minin kendi nefsini aşağı düşürmesi uygun olmaz." "Müminin kendi nefsini aşağı düşürmesi nasıl olur?" diye soruldu. Resulullah (a.s) da: "Güç yetiremeyeceği bir imtihana (belaya) kendini sokmasıyla olur" diye buyurdu." Ben: "Ey Ebu Said! Yezid Dabiyy ve namaz hakkındaki konuşması konusunda ne diyorsun?" dedim. "Ona gelince, o pişman olmadan hapisten çıkamadı" dedi. Sonra Hasan'ın meclisinden kalkıp Yezid'in yanına gittim ve: "Ey Ebu Mevdud! Hasan ile sohbet ederken senin durumundan da şöyle bir söz ettik" dedim. O: "Bırak, ey Ebu Hasan!" dedi. Ben: "Ama ben bunu yaptım" dedim. Bu kez: "Peki ne dedi?" diye sordu. "Ona gelince, o sözlerine pişman olmadan hapisten çıkamadı" dedi" diye söyledim. Bunun üzerine Yezid şöyle söyledi: "Ben sözlerime pişman olmuş değilim. Allah'a yemin ederim ki, ben kendi açımdan bundan daha tehlikeli bir konumda bulundum." Yezid dedi ki:
"Ben, Hasan'ın yanına gittim ve: "Ey Ebu Said! Her şeyde yenildik, namazımızda da yenilecek miyiz?" dedim. O da: "Ey Abdullah! Sen bir şey yapmadın. Sen bir şey yapmadın. Sen kendini onların karşılarına çıkarıyorsun" dedi. Sonra yine onun yanına geldim, yine aynı sözleri söyledi. Bundan sonra cuma günü, Hakem bin Eyyub'un hutbe okumakta olduğu sırada kalkıp "Allah sana rahmet eylesin, namaz beni çevreledi (sardı, kuşattı)"[587]dedim.
Ben böyle söyleyince adamlar kalkıp beni silkelemeye başladılar. Sakalımdan ve göğsümden çektiler. Kılıçlarının kınlarıyla karnıma vurmaya başladılar. Sonra beni alıp imam odasına [588] doğru götürdüler. Oraya vardığımda beni oranın önünde öldüreceklerini zannettim. Sonra bana imam odasının kapısı açıldı. Hakem'in Önünde durdum. O ise sessiz duruyordu. Sonra: "Sen deli misin? Biz zaten namazda değil miydik?" dedi. Ben: "Allah emirin durumunu iyi eylesin, Allah'ın Kitab'ından üstün bir şey var mıdır?" dedim. "Hayır" dedi. Bunun üzerine ben: "Allah emirin durumunu iyi eylesin, bir adam Kur'an-ı Kerim'i açıp sabahın erken vaktinden geceye kadar durmadan okusa, böyle yapmakla aynı zamanda namazlarını da yerine getirmiş olur mu?" dedim. O da: "Vallahi ben seni deli sanıyorum" dedi. Enes bin Malik (r.a) de onun minberinin altında sessiz duruyordu.
"Ey Enes, ey Ebu Hamza! Sen, Resulullah (a.s)'a hizmet ettin ve O'nun sohbetinde bulundun (sahabisi oldun). Allah için söylemeni istiyorum: Şimdi ben iyi mi konuştum yoksa kötü mü? Hak mı söyledim yoksa batıl mı?" dedim. Vallahi, bana bir tek kelime ile dahi cevap vermedi. Hakem bin Eyyub ona "Ey Enes!" diye seslendi. O : "Buyur, Allah senin durumun iyi eylesin" diyerek cevap verdi. O zaman namaz vakti de geçmişti, güneşin batmasına az bir şey kalmıştı. Sonra (Hakem) "Onu hapsedin" dedi. Senin için yemin ederim ki, ey Ebu Hasan (yani Mualla'ya hitaben) arkadaşlarımın bana karşı söyledikleri, bana o sözümden dolayı başıma gelenlerden daha ağırdı. Kimisi "gösterişçi (mürai)" dedi; kimisi "deli" dedi. Hakem, Haccac'a "Dabbeoğullarından bir adam, cuma günü benim hutbe okumakta olduğum bir sırada kalkıp "namaz" diye seslendi. Benim adil gördüğüm bir takım şahitler onun "deli" olduğuna şahitlik ettiler" diye yazdı. Haccac ona şöyle yazdı:
"Eğer gerçekten adil şahitler onun deli olduğuna şahitlik ettilerse bırak gitsin. Aksi takdirde ellerini ve ayaklarını kes, gözlerine mil çek ve sonra da as!" Bundan sonra bazıları Hakem'in yanında benim deli olduğuma şahitlik ettiler; o da bunun üzerine beni serbest bıraktı."
Mu ali a, Yezid Dabbi'den şöyle rivayet etmiştir:
"Bir kardeşimiz öldü. Onun cenazesine gittik. Namazını kıldık. Ben bu gurupla bir kenara çekildim. Orada Allah'ı andık, ölümden sonra karşılaşacağımız durumdan söz ettik. Biz bu halde iken, birden atların kafalarını ve süngülerini gördük. Arkadaşlarım bunları görünce hepsi kalktılar ve beni yalnız başıma bıraktılar. Bu sırada Hakem yanıma gelip başımda durdu ve "Ne yapıyordunuz?" diye sordu.
"Allah emirin durumunu iyi eylesin, bir arkadaşımız öldü, onun namazını kıldık, cenazesini defnettik ve ardından oturup Rabbimizi zikretmeye, ölümden sonra karşılaşacağımız durumlardan ve arkadaşlarımızın başına gelenlerden söz ermeye koyulduk" dedim. Bunun üzerine:
"Senin de onlar gibi kaçmanı engelleyen neydi?" diye sordu.
"Ben bu alanda bir suç işlemedim, emire de bu konuda güveniyorum, niye kaçayım?" dedim. Hakem sustu. O zaman onun emniyet teşkilatının başında bulunan Abdulmelik bin Muhalleb: "Bu kimdir, biliyor musun?" dedi. O da: "Kimdir?" diye sordu. O da: "Bu, o cuma günü konuşan kişidir" cevabını verdi. Bunun üzerine Hakem sinirlendi ve: "Doğrusu sen pek cür-'etkâr bîrisin" dedi ve ardından: "Alın bunu" diye emir verdi. Ben alındım. Bana tam dörtyüz kamçı vurdu. Çok fena şekilde dövdüğünden dolayı beni ne zaman bıraktı farkına varamadım. Sonra beni kapıcıya gönderdi ve kendimi Haccac'ın zindanında buldum. Haccac ölünceye kadar da orada kaldım." [589]
Burada anlatılanlardan, sözü edilen olayların yaşandığı dönemde çok ağır bir zulüm uygulandığı anlaşılmaktadır. Öyle ki Enes bin Malik (r.a) ve Hasanı Basri, böyle bir zulüm altında iyiliği emir, kötülükten sakındırma görevini terketmeyi caiz görmüşlerdi.
Bu olaylarda aynı zamanda, zalim bir yöneticinin yanında hak sözü söyleyebilmek için bu yolda her türlü sıkıntıya, zorluğa katlanan bir kişinin örnek mücadelesi ortaya konmaktadır. Böyle biri verdiği mücadeleden dolayı sevap alır ve iyiliğe kavuşur. Bu kişi Öldüriilseydi şehitlerin efendilerinden olurdu.
Bu gibi durumlarda azimete göre hareket etmek, derecelerin en yükseğidir. Ancak ruhsata göre hareket etmek de caizdir.
Hanefi fakihlerinin bildirdiklerine göre bir kimse iyiliği emredip kötülükten sakındırır ve bu yüzden öldürülürse, o kötülüğü değiştirmemiş, iyiliği de gerçekleştirememiş bile olsa şehittir ve yaptığından dolayı sevap alır.
Müslümanların tümünün günahtan kurtulabilmeleri için içlerinde kifai farzları yerine getirenlerin bulunması gerekir. Bir kimse bir farzı kifayeyi yerine getirmek üzere görevlendirilirse, onun için bu görevi yerine getirmek farz olur. Müslümanların da kifai farzların yerine getirilmesi için en doğru yolu araştırmaları gerekmektedir. [590]
210- Taberani'nin, Ebu Ca'fer Hatmi (r.a)'den rivayet ettiğine göre, buluğ çağına erdiği sıralarda Resulullah (a.s)'ı görmüş olan dedesi Umeyr bin Habib bin Hamaşe, oğluna vasiyette bulunmuş ve şöyle söylemişti:[591]
"Ey oğlum! Basit ve değersiz insanlarla oturup kalmaktan sakın. Onlarla oturup kalkmak hastalıktır. Kim basit, aşağılık birine karşı ağırbaşlı davranırsa memnun kalır, kim de onun arzusuna uyarsa pişman olur. Kim basit birinin getirdiği az şeye razı olmazsa, çok şeye razı olur. Sizden kim iyiliği emredip kötülükten sakındırmak isterse, kendini eziyetlere karşı sabırlı olmaya hazırlasın ve yüce Allah'ın vereceği sevaba güvensin. Çünkü kim yüce Allah'ın vereceği sevaba güvenirse, ona eziyetlerde bulunulmasının zararı olmaz." [592]
211- Ahmed bin Hanbel, Abdullah bin Abbas (r.a)'ın merfu[593] olarak şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Haber almak bizzat görüp incelemek gibi değildir. Yüce Allah, Hz. Musa (a.s)'ya kavminin buzağı hakkında yaptıklarını haber verdi ancak o elindeki levhaları atmadı. Ama onların yaptıklarını bizzat görüp incelediğinde elindeki levhaları attı ve onlar da kırıldı." [594]
Bir Açıklama
Bu rivayette, mü'minin bir fenalığı görmesi karşısındaki tutumu ile onu duyması karşısındaki tutumunun bir olmayacağına işaret edilmektedir. Müslüman bir fenalığı bizzat gördüğünde kızar ve onu ortadan kaldırmak için bütün gayretini sarfeder.
Resulullah (a.s), kendi için asla sinirlenin ezdi. Ama Allah'ın haramlarından bir şeyin işlenmesi durumunda Öyle sinirlenirdi ki, yapılan fenalığın ortadan kaldırılması dışında hiç bir şey O'nu sakinleştiremezdi. [595]
212- Buharı ve Müslim, Ebu Mes'ud, Ukbe bin Amir Bedri (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir: ,
"Bir adam Resulullah (a.s)'m yanına'geldi ve "Ben filancanın yüzünden sabah namazlarından geri kalıyorum. O bizim namazımızı çok uzatıyor (yani "bize namaz kaldırırken çok uzatıyor") dedi. Ben, Resulullah (a.s)'ın o gün sinirlendiği kadar hiç bir vaazında sinirlendiğini görmüş değilim. Resulullah (a.s) o zaman şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Sizin İçinizden bazı nefret ettiriciler var. Sizden kim namazda imamlık ederse, namazı kısa tutsun. Arkasında yaşlı olan vardır, küçük olan vardır, İhtiyacı olan vardır." [596]
213- Buhari ve Müslim, Hz. Aişe (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir:
"Resulullah (a.s) bir seferinden döndü. Ben de (evin Önüne) üzerinde canlı resimleri bulunan ince bir perde asmıştım. Resulullah (a.s) onu görünce yırttı. Yüzünün rengi değişti ve şöyle buyurdu:[597]
"Ey Aişe! Kıyamet günü insanların içinde en fazla azaba çarptırılacak o-lanlar, Allah'ın yarattıkları gibi şeyler yaratmaya kalkışanlardır." [598]
214- Buhari ve Müslim, Hz. Aişe (r.a)'den rivayet etmişlerdir:[599]
"Mahzumilerden hırsızlık eden bir kadının durumu, Kureyşlileri sıkıntıya soktu ve: "Onun hakkında Resulullah (a.s) İle kim konuşur?" dediler. Sonra da: "Bu konuda Resulullah (a.s)'a söz söylemeye, Resulullah (a.s)'ın çok sevdiği kişi olan Usame bin Zeyd'den başkası cür'et edemez" dediler.
Sonra Usame (r.a), Resulullah (a.s)'la konuştu. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Sen, Allah'ın had cezalarından birinin uygulanmaması için bana aracılık mı ediyorsun?" Resulullah (a.s) daha sonra ayağa kalktı, konuşmaya başladı ve şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki, sizden Öncekiler şu yüzden helak oldular: İçlerinden mevki, itibar sahibi biri hırsızlık ettiğinde onu bırakır ama içlerinden zayıf biri hırsızlık ettiğinde ona karşı had cezasını uygularlardı. Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'in kızı Fatıma bile hırsızlık etmiş olsaydı elini keserdim." [600]
215- Buhari ve Müslim, Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet etmişlerdir:
"Resulullah (a.s) kıble tarafında bir balgam gördü. Bu durum O'nu çok rahatsız etti. Hatta rahatsızlığı, yüzünden görülüyordu. Kalktı, o pisliği eliyle temizledi ve şöyle buyurdu:[601]
"Biriniz namaza durduğunda Rabb'ine münacaat etmektedir (O'na seslenmektedir.) Rabb'i ise kendiyle kıble arasındadır. Biriniz kıble tarafına tükürmesin. Sol tarafına veya ayağının altına tükürsün." Resulullah (a.s) daha sonra ri d asının bir tarafından tutup üzerine tükürdü onu birbirinin üstüne örttü ve: "Yahut şöyle yapsın" dedi."
Nevevi şöyle söylemiştir:
"Resulullah (a.s)'ın kişinin sol tarafına veya ayağının altına tükürmesini emretmesi, Mescid dışındaki durum içindir. Mescidde bulunduğu zaman ise kendi elbisesinin bir parçasından (yahut mendilinden) başka bir yere tü-kürmemelidir." [602]
Bu bölümü, iyiliği emredip kötülükten sak inci ıranın, öncelikle kendisinin emrettiğini yerine getirmesinin ve sakındırdığından kaçınmasının aslen gerektiğini hatırlatarak bitiriyoruz.
Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Kitabı okuduğunuz halde, insanlara İyiliği emredip bizzat kendinizi u-nutuyor musunuz? Akıl etmiyor musunuz?"[603]
Yüce Allah, bir başka ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz?"[604]
Yüce Allah, Hz. Şuayb (a.s)'ın, kavmine şöyle söylediğini bildiriyor:
"Sizi menettiğim şeylerde size karşı aykırılıkta bulunmak[605] istemiyorum." [606]
216- Buharı ve Müslim, Ebu Zeyd Usame bin Harise (r.a)'den şu şekilde rivayet etmişlerdir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[607]
"Kıyamet günü bir adam getirilir. Ateşe atılır. Bağırsakları dışarı boşalır.
Eşeğin değirmen taşını çevirmesi gibi bu bağırsaklarını çevirir. Cehennemlikler yanına toplanarak:
"Ey filanca! Senin bu halin nedir? Sen iyiliği emreden, kötülükten sakındıran biri değil miydin?" derler. O da şu cevabı verir:
"Ben, size iyiliği emrederdim ama kendim yapmazdım. Yine sizi fenalıktan sakındınrdım ama kendim yapardım." [608]
217- Ahmed bin Hanbel, Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[609]
"Miraca çıkarıldığım gece bir topluluğun yanından geçtim, ateşten makaslarla dudakları kesiliyordu. "Bunlar kimlerdir ey Cibril?" diye sordum "Bunlar ümmetinin söylediklerini yapmayan hatipleridir" cevabını verdi." [610]
218- Ahmed bin Hanbel ve Taberani, Temim Dan (r.a)'den şu şekilde rivayet etmişlerdir:[611]
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Bu iş (yani bu din) gece ile gündüzün ulaştığı her yere ulaşacaktır. Yüce Allah ne çamurdan ne de kıldan bîr ev bırakmaksızın hepsine bu dini sokacaktır. Bu din bütün buralara ya yüceltici bir yücelikle ya da alçaltıcı bir güçle girecektir. Yücelikle Allah, İslam'ı ve ona bağlananları yönetir. Güç ile de Allah küfrü alçalhr."
Temim ed-Dari şöyle söylerdi:
"Ben bunu kendi aile çevremde tecrübe ettim. Onlardan İslam'a girenler, hayır, şeref ve yüceliğe kavuştular. İçlerinden kâfir olanlar da aşağılık, küçüklük ve cizyeye maruz kaldılar." [612]
Bir Açıklama
Bu hadisi şerif, Resulullah (a.s) tarafından verilmiş, İslam'ın bütün dünya üzerinde bir basan ve zafere kavuşacağı müjdesidir. İçinde bulunduğumuz durumun bu zafere giden yolun başlangıcı olmasını umuyoruz. Müslüman ümitsizliği ve karamsarlığı bırakmalı ve derhal insanları Allah'a çağırmaya başlamalıdır. Bu çalışması ile umulur ki, o da bu iyiliğe ortak olur. [613]
219- Müslim, Ebu Mes'ud Akabe bin Amr el-Ensari (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[614]
"Kim iyiliğe öncülük ederse, ona iyiliği yapanın sevabı gibi sevap verilir." [615]
220- Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:[616] "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Kim bir hidayet çizgisine çağırırsa, ona kendisine uyanların sevapları kadar sevap verilir. Bu durum, onların sevaplarından bir şey eksiltmez. Yine kim bir sapıklığa çağırırsa, ona da kendisine uyanların günahları kadar günah yazılır. Bu da ona uyanların günahlarından bir şey eksiltmez." [617]
221- Buharı ve Müslim, Ebu'İ-Abbas Sehl bin Sa'd es-Sa'idi (r.a)'den şu şekilde rivayet etmişlerdir:
"Resulullah (a.s) Hayber günü şöyle buyurdu:[618]
"Yarın bu bayrağı bir adama vereceğim ki, yüce Allah onun elleriyle fetih nasip edecektir. Bu kişi Allah'ı ve Peygamberini sever. Allah ve Peygam-ber'i de onu sever."
İnsanlar o geceyi "Acaba Resulullah (a.s) bayrağı kime verecek?" diye konuşarak geçirdiler. Sabah olunca insanlar hemen erkenden Resulullah (a.s)-'ın etrafına toplandılar. Her biri bayrağın kendisine verilmesini arzuluyor-du. Resulullah (a.s): "Ali bin Ebi Talib nerede?" diye buyurdu: "Ey Allah'ın Resulü! O, gözlerinden şikayetçi (gözleri rahatsız)" dediler. Resulullah (a.s): "Siz ona haber gönderin" diye buyurdu. Sonra o getirildi. Resulullah (a.s) gözlerine tükürüğünü sürdü ve kendisi için dua etti. Gözleri adeta hiç ağrı görmemişçesine iyileşti. Sonra Resulullah (a.s) bayrağı ona verdi Hz Ali (r.a):
"Ey Allah'ın Resulü! Onlar bizim gibi oluncaya kadar onlarla savaşacak mıyım?" diye sordu. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Onların kendi alanlarına girinceye kadar herhangi bir teşebbüste bulunma. Sonra onları İslam'a davet et ve yüce Allah'ın hakkı olarak üzerlerine ne gibi görevlerin düştüğünü kendilerine bildir. Vallahi, yüce Allah'ın se-nm vasıtanla bir tek kişiye hidayet vermesi, senin için kırmızı deve sürülerinden daha hayırlıdır." [619]
222- Buharı ve Müslim, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmişlerdir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[620]
"Her ne zaman bir can haksız yere öldürülse Adem'in ilk oğluna (yani Adem'in bu işi ilk başlatan oğluna) onun kanından dolayı bir günah yazılır C.unku öldürme olayını ilk başlatan kişi o olmuştu."
Burada Adem'in ilk oğlu demlerken kastedilen kişi Kabil'dir. Bu kişi kar-deŞ1 Habıl ı öldürerek öldürme işini ilk başlatan kişi olmuştu. [621]
223- Müslim, Ebu Amr Cerir bin Abdullah (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Günün ilk vakitlerinde Resulullah (a.s)'ın yanında bulunuyorduk. Üstleri açık, başlarına yün hırkalar çekmiş, kılıçlar kuşanmış halde bir takım insanlar geldiler. Çoğunluğu, belki de tamamı Mudar kabilesindendi. Resulullah (a.s)'m onların bu derece yoksul, düşkün halde olmalarını görmesi üzerine yüzü sarardı. İçeri girdi sonra çıktı ve Bilal'e emir verdi, o da ezan okudu, sonra kamet getirdi. Sonra Resulullah (a.s) namaz kıldı ve ardından konuşma yaptı ve şu ayeti kerimeleri okudu:[622]
"Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan, o candan kendi eşini yaratan ve bu ikisinden çok sayıda erkekler ve kadınlar türeten Rabb'inize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'a karşı gelmekten ve akrabalık haklarını gözetmemekten sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözeticidir."[623]
Yine Haşr Suresi'nin sonundaki şu ayeti kiremeyi okudu: "Ey iman e-denler! Allah'tan korkun ve kişi yarın için ne gönderdiğine baksın. Allah'tan korkun; çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır."[624] Sonra:
"Bir adam dinarından, dirheminden, elbisesinden, buğdayından, hurmasından bir şeyler sadaka olarak verse!" diye buyurdu. Hatta "bir yarım hurma bile olsa." diye söyledi. Bunun üzerine ensardan bir adam eliyle zar zor tutabildiği bir kese getirdi. Sonra insanlar onu izleyerek peşpeşe birşeyler getirdiler. Hatta yiyecek ve elbise türünden iki yığın bir şey biriktiğini gördüm. Bunun üzerine Resulullah (a.s)'m yüzünün neşelendiğini ve sevinçten parıldadığını gördüm. Resulullah (a.s), o zaman şöyle buyurdu:
"İslam'da kim bir güzel adet başlatırsa, hem kendi işlediğinin sevabını alır hem de kendinden sonra onu izleyerek aynı işi sürdürenlerin sevapları kadar sevap alır. Üstelik bundan dolayı ötekilerin işlemiş oldukları sevaptan bir şey eksilmez. Yine İslam'dan kim bir kötü adet başlatırsa, o da hem kendi işlediğinin günahını alır hem de kendinden sonra onu izleyerek aynı işi sürdürenlerin günahları kadar günah alır. Üstelik bundan dolayı ötekilerin işlemiş oldukları günahtan bir şey eksilmez." [625]
224- Müslim, Cerir bin Abdullah Beceti (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[626]
"Kim hayırlı bir adet başlatır ve bu konuda başkaları da kendisini izlerse; o adeti başlatan kişi hem kendi yaptığının sevabını alır hem de kendisini izleyenlerin aldıkları kadar sevap alır. Bununla birlikte onu izleyenlerin sevaplarından bir şey eksiltilmez. Kim fena bir adet başlatır ve bu konuda başkaları da kendisini izlerlerse; o adeti başlatan kişi hem kendi yaptığının günahını alır hem de kendisini izleyenlerin aldıkları kadar günah alır. Bununla birlikte onu izleyenlerin günahlarından bir şey eksiltilmez." [627]
225- Müslim, Temim Dan (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Din öğüttür." Biz: "Kim için ey Allah'ın Resulü?" diye sorduk. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Allah için, Peygamber için. Müslümanların önderleri için ve Müslümanların geneli için."
Nesai'nin rivayetinde de hadis şu şekilde geçmektedir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[628]
"Din öğüttür." Oradakiler: "Kim için ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Allah için, Peygamberi için, Müslümanların önderleri için ve Müslümanların geneli için."[629]
Ebu Davud'un rivayetinde de şöyle bildirilmektedir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Din öğüttür. Din öğüttür. Din öğüttür."
"Kim için ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Allah için. Peygamber'i için. Mü'minlerin önderleri için ve geneli için yahut Müslümanların Önderleri[630] için ve geneli için." [631]
Bir Açıklama
Nevevi'nin Sahihi Müslim Şerhi'nde bu hadisi şerifin açıklaması ile ilgili o-larak şu bilgilere yer verilmektedir:
"Din öğüttür": İmam Ebu Süleyman Hattabi bu ifade ile ilgili olarak şöyle söylemiştir:
"Öğüt" kelimesi, genel bir anlam ifade etmektedir. Kastettiği şey ise kendisine öğütte bulunulan kimseye bir pay sağlanmasına çabalamaktır. Yukarıdaki hadisi şerifin anlamı ise şudur: "Dinin direği Öğüttür. Din öğütle a-yakta durur." Bu hadisi şerif: "Hacc arafattır" anlamındaki hadisi şerife benzemektedir.
"Allah için, Peygamber'i için, Müslümanların önderleri için ve Müslümanların geneli için":
"Yüce Allah için öğüt vermekle, Ona iman ve O'na ortak koşulanları kabul etmeme tarafını tutma, bu yolda çalışma anlamı kastedilmektedir. Burada "Allah için öğüt verme" ibaresinde öncelikle kulun kendi nefsine öğüt vermesi anlamı söz konusudur. Yoksa Allah'ın kimsenin öğüt vermesine ihtiyacı yoktur. Allah'ın Kitabı için öğüt vermeye gelince, bununla kastedilen de onun yüce Allah'ın sözü olduğuna, O'nun tarafından indirilme olduğuna, yaratıklardan hiçbirinin sözlerinin O'na benzemeyeceğine inanmak, muhkem olan ayetleri ile amel etmek müteşabih olan ayetlerine de gönülden teslim olmaktır. Allah'ın Peygamber'i için öğüt vermek, O'nun peygamberliğine ve Allah katından getirmiş olduğu her şeyin doğruluğuna iman etmektir. Müslümanların- önderleri (imamları) için öğüt vermek, onlarla hak üzere yardımlaşmak, kendilerine itaat etmek ve başkalarına da bunu emretmektir. Müslümanların önderleri ile kastedilenler, Müslüman halifeler ve bunların dışında Müslümanların genel işlerini yürüten, başlarında söz sahibi yöneticilerdir. Müslümanların geneli için öğüt vermeye gelince: Müslümanların geneli denilince kastedilenler, yöneticilerin dışında kalan Müslümanlardır. Bunlar için öğüt vermek de kendilerini gerek dünyaları ve gerekse ahiretleri açısından hayırlı olacak işlere[632] yöneltmektir." [633]
226- Buhari ve Müslim, Cerir bin Abdullah (r.a)'tan rivayet etmişlerdir: "Ziyad bin İlaka şöyle söyledi:[634]
"Muğire bin Şu'be (r.a)'nin vefat ettiği gün, Cerir bin Abdullah Beceli (r.a)'nin Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle söylediğini duydum:
"Siz, sadece, eşi olmayan Allah'tan korkmalı; emir yanınıza gelinceye kadar vakar ve sükunet göstermelisiniz. Emir şimdi gelir." Sonra şöyle söyledi:
"Emirinizden af isteyin, o affı severdi." Daha sonra şöyle söyledi:
"Bundan sonra şunu belirteyim: Ben, Resulullah(a.s)'ın yanma giderek: "Ben sana İslam üzere bey'at etmek istiyorum" dedim. Bana her Müslüma-na öğüt vermemi şart koştu. Ben de bu şart üzere O'na bey'at ettim. Şu mescidin Rabbine yemin ederim ki, ben size sadece öğüt veriyorum." Bunları söyledikten sonra istiğfar etti ve minberden indi."
Yine Buhari ve Müslim'in rivayetine göre Cerir bin Abdullah şöyle dedi:
"Ben Resulullah (a.s)'a, namaz kılmak, zekatı vermek ve her müslüma-na öğüt vermek üzere beyan ettim."[635]
Nesai'nin bir rivayetine göre de şöyle söylemiştir:
"Ben, Resulullah (a.s)'a dinlemek, itaat etmek ve her Müslümana öğüt vermek üzere bey'at ettim."[636]
Bir başka rivayete göre de şöyle söylemiştir:
"Ben, Resulullah (a.s)'a her Müslümana Öğüt vermek üzere bey'at ettim."[637]
Yine bir diğer rivayete göre de şöyle söylemiştir:
"Resulullah (a.s)'ın yanına giderek: "Dinlemek ve hoşlandığım şeylerde de hoşlanmadığım şeylerde de itaat etmek üzere sana bey'at edeceğim" dedim. "Buna güç yetirebilir misin, ey Cerir? Bunu başarabilir misin?" diye sordu. Sonra şöyle buyurdu: "Gücümün yettiği şeylerde" diye söyle." Sonra her Müslümana öğüt vermem üzere benimle bey'at etti."[638]
Bir başka rivayete göre de şöyle söylemiştir:
"Resulullah (a.s) bey'at alırken yanına gittim ve: "Ya Resulullah (a.s)! Elini uzat, sana bey'at edeyim. Bana (istediğini) şart koş. Sen daha iyi bilirsin" dedim. Şöyle buyurdu:
"Seninle, Allah'a ibadet etmen, namazı kılman, zekatı vermen, Müslümanlara öğüt vermen ve müşriklerden uzak durman üzere bey'at ediyorum."[639]
Müellif ikinci rivayeti de nakletmiş ve "müşrikten ayrı durman" ifadesini eklemiştir. [640]
227- Buharı ve Müslim, Ebu Yala Ma'kıl bin Yesar (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmişlerdir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[641]
"Herhangi kulun gözetimine Allah bir topluluk verir de, o kimse öldüğü gün, gözetimindeki kimseleri aldatmış olarak görürse, Allah ona cenneti haram kılar."
Bir başka rivayette şöyle denilmektedir:
"Onu (yani gözetimi altındaki topluluğu) öğüt ile kuşatmazsa cennetin kokusunu alamaz."[642]
Müslim'in bir rivayetinde de şöyle denilmektedir:
"Herhangi yönetici Müslümanların işlerini üzerine alır da sonra onlar i-çin çaba harcamaz, onlara öğüt vermezse onlarla birlikte cennete [643]giremez." [644]
228- Buhari ve Müslim, Abdullah bin Ömer (r.a)'den şu şekilde rivayet etmişlerdir:
"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[645]
"Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz. İmam (yönetici) çobandır ve güttüğünden sorumludur. Adam ailesinin çobanıdır ve güttüğünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve güttüğünden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının çobanıdır ve güttüğünden sorumludur. Hepiniz çobansınız ve herkes güttüğünden sorumludur." [646]
229- Buhari ve Müslim, Hz. Ali (r.a)'den rivayet etmişlerdir:[647]
"BakiVl-Garkad'da bir cenazede bulunuyorduk. Resulullah (a.s) yanımıza geldi oturdu. Biz de O'nun etrafında oturduk. Yanında bastonu 4a bulunuyordu. Başını yere eğdi ve bastonuyla yere vurmaya başladı. Sonra da şöyle buyurdu:
"Sizden bir tek kimse yoktur ki, cennetteki ve cehennemdeki yeri belirlenmiş olmasın." Oradakiler:
"Ey Allah'ın Resulü! Bizim için önceden yazılana dayanarak çalışmadan duralım mı?" diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Hayır çalışın. Herkes ne için yaratılmış ise kendisine o kolaylaştırılır." Sonra hadisin tamamını bildirdi. [648]
230- Âhmed bin Hanbel, Abdullah bin Abbas (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Ebu Talib hastalandığında yanına Kureyşlilerden bir gurup insan geldi. Aralarında Ebu Cehil de vardı. Ona:
"Kardeşinin oğlu ilahlarımıza kötü sözler söylüyor; şöyle şöyle yapıyor, şöyle şöyle diyor. [649]Ona bir adam göndersen de kendisini bu işlerden vaz geçirse" dediler. Ebu Talib de Resulullah (a.s)'a adam gönderdi ve Resulul-lah (a.s) geldi. Eve girdi. Kendisi ile Ebu Talib'in arasında bir adamın oturabileceği kadar bir aralık vardı. Ebu Cehil -Allah ona lanet eylesin- Resulullah (a.s)'ın Ebu Talib'in yanıbaşma oturması durumunda kalbinin ona karşı yu-muşayacağından korktu ve hemen sıçrayıp o aradaki boşluğa oturdu. Sonra Ebu Talib şöyle söyledi:
"Ey kardeşimin oğlu! Ne oluyor da kavmin senden şikayetçi oluyor? Sen onların ilahlenna kötü sözler söylüyor, şöyle şöyle diyormuşsun?" dedi. Ardından (oradakiler) bir hayli söz söylediler. Sonra Resulullah (a.s) konuştu ve şöyle buyurdu:
"Ey amcam! Ben onların bir tek sözü söylemelerini istiyorum. Bunu söylemeleri durumunda Araplar onlara borçlanacak. Acemler (Arap olmayanlar) onlara cizye ödeyecekler." Bunun üzerine oradakiler "bu kelime de nedir?" diye dehşete düştüler ve:
"Bir tek söz. Evet. Babana kurban olalım. On söz bile söyleriz" dediler. Sonra: "Nedir o söz?" dediler. Ardından Ebu Talib: "Nedir o söz, ey kardeşimin oğlu?" dedi. Resulullah (a.s) da: "Allah'tan başka ilah yoktur" diye buyurdu. Bunu duyunca oradakiler kalkıp elbiselerini silkmeye ve: "Bütün ilahları tek bir ilah mı yaptı, bu çok garip bir şey!" diye söylemeye başladılar. Bu olay ile ilgili olarak da şu ayeti kerimeler indi:
"Onlara kendilerinden bir uyarıcı gelmesine hayret ettiler de o kâfirler dediler ki: "Bu yalancı bir sihirbazdır. İlahları bir tek ilah mı yaptı? Bu cidden tuhaf bir şeydir." Onlardan bir gurup fırladı. "Yürüyün. İlahlarınıza bağlı kaim. Çünkü bu arzu edilen bir şeydir. Biz bunun söylediğini öteki dinde işitmedik. Bu uydurmadan başka bir şey değildir. O ihtar aramızdan ona mı 'indirildi." Hayır onlar benim ihtarımdan şüphe içindedirler. Hayır onlar henüz azabımı tatmadılar."[650] [651]
231- Buhari, İbni Museyyib (r.a)'den, o da babasından rivayet [652]etmiştir:
"Ebu Talib ölüm hastalığına yakalandığında Resulü 11 ah (a.s) yanına gitti. O girdiğinde Ebu Cehil de Ebu Talib'in yanında bulunuyordu. Resulullah (a.s), Ebu Talib'e:
"Ey amcam! 'La ilahe ill'llah' de. Bu sözü Allah katında senin için bir hüccet olarak gösteririm" dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil ve Abdullah bin Ebi Umeyye:
"Ey Ebu Talib! Abdulmuttalib'in dininden yüz çeviriyor musun?" diye söylediler. Bu sözü, Ebu Talib "Abdulmuttalib'in dini üzereyim" deyinceye kadar tekrar ettiler. O böyle deyince: "Nehyedilmediğim sürece senin için mağfiret dileyeceğim" diye buyurdu. Bunun üzerine şu ayeti kerime indi.
"Cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, akraba bile olsalar Allah'a ortak koşanlar için mağfiret dilemek Peygamber'e ve mü'minlere yaraşmaz.[653] Bir de şu ayeti kerime indi: "Sen sevdiğini hidayate erdiremezsin. Ancak dilediğini hidayete[654] erdirir." [655]
232- Ahmed bin Hanbel, Adiyy bin Hatem (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Benim Akrebe'de olduğum bir sırada Resulullah (a.s)'ın atlıları gelerek halamı ve diğer bazı insanları aldılar. Bunları Resulullah (a.s)'ın yanına götürdüklerinde: "Karşısında sıra olun" diye söyledi. Teyzem:[656]
"Ey Allah'ın Resulü! Öncü belli oldu, çocuk kesildi, ben de yaşlı düşkün bir kadınım. Yapabileceğim bir hizmet yok. Bana bir iyilik et. Allah da sana İyilik etsin" dedi. Resulullah (a.s): "Öncün kimdir?" diye sordu. "Adiyy bin Hatem" diye söyledi. Resulullah (a.s) da: "Allah'tan ve Peygamberinden kaçan mı?" dedi. (Teyzem) "Bana iyilikte bulun" dedi. Sonra O (Resulullah a.s) ve yanında bir adam geri dönerken -zannediyoruz yanındaki kişi Hz. Ali (r.a) idi- (halama): "Ondan bir binek iste!" dedi. O da istedi ve kendisine bir binek verilmesini emretti. Daha sonra (halam) benim yanıma döndü ve:
"Öyle bir iş işledin ki, baban öyle bir iş yapmazdı" dedi. Sonra da şöyle söyledi: "Ümitle de olsa, korkuyla da olsa O'nun (yani Resulullah (a.s)'ın) yanına git. Filanca gitti, O'ndan beklediğini buldu. Falanca gitti, o da O'ndan beklediğini buldu." Ben de yanına gittim. Vardığımda yanında bir kadınla iki -ya da bir küçük çocuk bulunuyordu. -Onları kendine yaklaştırdığını söyledi. Bu durumdan O'nun makamının Kisra'nın veya Kayser'in saltanatı olmadığını anladım. (Resulullah a.s) şöyle söyledi:
"Ey Adiyy bin Hatem, seni kaçıran ne oldu? "Allah en büyüktür (Allahu ekber)" denmesi mi seni kaçırdı? Allah Azze ve Celle'den daha büyük olan bir şey var mıdır?" Ben de Müslüman oldum. Bunun üzerine yüzünün neşelendiğini gördüm. Sonra şöyle buyurdu:
"Kendilerine gazap edilenler; Yahudiler, sapık olanlar da Hıristiyanlar-dır."[657] Sonra kendisine sorular sordular. O da, Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu:
"Bundan sonra ey insanlar, sizin üzerinize düşman malınızın fazlasından infakta bulunmamzdır. Bir kadın bir sa' veya bir sa'dan daha az, bir avuç veya bir avuçtan daha az da olsa bir şeyler versin. -Şu*be dedi ki: "Benîm buna ek olarak bildiğime göre "bir hurma veya yanm hurma bile olsa" diye de söyledi"- Sizden biri Allah'a kavuşacak ve O kendisine şu benim söylediğimi söyleyecektir:
"Seni duyan ve gören biri eylemedin mi? Sana mal ve çocuk vermedim mi? Şu halde Önceden ne gönderdin?" İnsan bu zaman önüne, arkasına, sağına, soluna bakar, bir şey göremez. O zaman ateşten ancak yüzü ile sakınabilir. Bir hurmanın yarısı ile de olsa ateşten sakının. Bunu da bulamazsanız tatlı sözle sakının. Ben sizin için fakirlikten korkmuyorum. Allah size yardım edecek, size verecek ve size fetihler nasib edecektir. Hatta devesinin üstündeki bir kadın Hiyere ile Yesrim arasında yolculuk edecek, devesindeki yükünden bir şeylerin çalınması dışında bir şeyden korkmayacaktır."
İbni Kesir, Tefsir'inde şöyle söylemiştir:
"Adiyy'in bu hadisi, değişik tanklardan rivayet edilmiştir ve hayli uzun olan ifadeleri içine almaktadır." [658]
233- İbni Abdilberr, Muaviye bin Hayde Kuşeyri (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s)'ın yanına gittim ve kendisine şöyle söyledim:[659]
"Ya Resulullah (a.s)! Ben sana gelmemek ve dinine girmemek üzere parmakların sayısından çok yemin etmeden sana gelmedim -bunu söylerken avuçlarını birbirine yapıştırdı-. Allah'ın bana öğrettiklerinin dışında bir şeyi anlamıyorum. Yüce olan Rabb'imizin adına sana şunu soruyorum: Rabb'i-miz seni bize ne üzere gönderdi?" Resulullah (a.s) da "İslam dini üzere" diye buyurdu. Ben: "İslam dini nedir?" diye sordum. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Yüzümü Allah'a teslim ettim ve yalnız O'na yöneldim demen, namazı kılman, zekatı vermendir. Her bir Müslüman, diğer Müslümanlara haramdır. İki Müslüman birbirlerine yardım eden iki kardeştir. Allah, Müslüman olduktan sonra şirke koşan bir kimsenin amelini, müşriklerden ayrılmadıkça (yani şirk inanandan uzaklaşmadıkça) kabul etmez. Ne oluyor ki, ben sizin ateşe düşmemeniz için yakalarınızdan çekiyorum! Dikkat edin! Rabb'im beni çağıracak ve "Kullanma tebliğ ettin mi?" diye soracak. Ben de: "Ey Rab-bim! Tebliğ ettim!" diyeceğim. Dikkat edin, burada bulunanınız bulunmayanınıza tebliğ etsin. Dikkat edin! Sonra siz ağızlarınıza bağ çekilmiş bir halde çağrılırsınız. Sonra sizden birine ilk sorulacak olan şey bacağı (yani ırzı) ve avucudur." Ben:
"Ya Resulullah (a.s)! Bizim dinimiz bu mudur?" diye sordum. O da şöyle buyurdu:
"Senin dinin budur ve ne derece iyi yaparsan o kadan sana yeter." [660]
234- Ahmed bin Hanbel, Cabir (r.a)'den rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s), Tebük Gazvesinde Hicr'e inince, ayağa kalkıp insanlara hıtab etti ve şöyle buyurdu:[661]
"Ey İnsanlar! Peygamberinize mucizelerden sormayın. İşte şu Salih (a.s)-'in kavmi Paygamberlerinin kendilerine bir dişi deve çıkarmasını istediler. O da onlann istediklerini yaptı. O deve kendi yolundan gelip kendisi için ayrılan günde onların sularından içerdi. Onlar, onun gelmediği gün sularını aldıkları gibi devenin de sütünü sağıyorlardı. Sonunda bu deveyi kestiler. Bunun üzerine yüce Allah, onlara üç gün mühlet verdi. Allah'ın vaadi elbette yalan çıkmayacaktı. Sonra onları şiddetli bir haykırış çarptı. Böylece yüce Allah, Allah'ın hareminde bulunan bir adam dışında onlardan gökle yer arasında kim varsa hepsini helak etti. Allah'ın haremi o bir kişiyi Allah'ın azabından korumuştu." Resulullah (a.s)'a:
"Ya Resulullah (a.s)! O bir kişi kimdi?" diye soruldu. O da: "Ebu Riğal" diye buyurdu." [662]
235- Müslim, Muaviye bin Hakem Şulemi (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Resulullah (a.s) ile namaz kılmakta olduğum bir sırada orada bulunanlardan bir kişi aksırdı. Ben de: "Yerhamuke'llah (Allah sana rahmet eylesin)" dedim. Bunun üzerine oradakiler dikkatlice bana bakmaya başladılar. Ben: "Vay başıma gelene! Ne o bana doğru bakıp duruyorsunuz?" dedim. Bunun üzerine onlar elleriyle bacaklarına vurmaya başladılar. Onlar beni susturmaya çalıştıklarını görünce ben de sustum. Resulullah (a.s)'a benim anam babam kurban olsun. Ben, O'ndan önce de sonra da O'nun gibi bir öğretici görmüş değilim. O namazını kıldıktan sonra beni ne azarladı, ne dövdü, ne de sövdü. Sonra şöyle söyledi:[663]
"Bu namazın içinde insanların aralarında konuştukları sözlerin söylenilmesi uygun olmaz. Bu sadece teşbih, tekbir ve Kur'an-ı Kerim okumadır." Yahut buna benzer bir söz söyledi. Ben de şöyle söyledim:
"Ya Resulullah (a.s)! Ben cahiliyeden yeni çıkmış biriyim. Yüce Allah, bize İslam'ı gönderdi. Bizim içimizde ise kâhinlere giden bir takım kimseler var." Resulullah (a.s): "Sen onlara gitme!" diye buyurdu. Ben: "Bizim içimizde bazı şeylerde uğursuzluk gören bir takım kimseler var" dedim. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:
"Bu onlann kendi gönüllerinde duydukları bir histir. Bu his onları bir şeyden alıkoymasın." [664]
[1] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/9-15.
[2] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/17-18.
[3] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/18.
[4] Zariyat Suresi: 56
[5] Enbiya Suresi: 25
[6] Ankebut Suresi: 3
[7] Nuh Suresi: 3
[8] İsra Suresi: 23
[9] Buharı (3/381) 35-Kitabu'l-Hacc. 4- Kabule $âyân (mebrur) hacetti fazileti babı.
[10] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/19-22.
[11] Enbiya Suresi: 19
[12] Ğafir Suresi: 7
[13] Saffat Suresi: 165-166
[14] Bakara Suresi: 30
[15] Ali İmran Suresi: 18
[16] Taha Suresi: 14
[17] Bu eser Türkçe'ye "İslam Fıkhı Ansiklopedisi" adıyla tercüme edilerek yayınlanmıştır.
[18] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/22-24.
[19] KehfSuresi: 110
[20] Ankcbut Suresi: 45
[21] Bakara Suresi: 183
[22] Zariyat Suresi: 56
[23] İsra Suresi: 1
[24] Furkan Suresi: 63
[25] Zariyat Suresi: 56
[26] Beyyİne Suresi: 5
[27] Bakara Suresi: 186
[28] Bu giriş kısmını hazırlarken bas vurduğumuz kaynaklardan bazıları: Dr. Muhammcd Ukle: İbadet ve Ceza, Üstad Muhammed el-Müberek: İslam Düzeni, Dr.Yusufel-Kar-davi: İslam'da İbadet, Şeyh AfifTabbara: İslam Dininin Ruhu.
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/25-29.
[29] Fatır Suresi: 28
[30] Al-i İmran Suresi: 104
[31] Asr Suresi: 1 - 3
[32] Ahmed bin Hanbel. Müsned (1/351) Mecme'u'z-Zevaid'de: "Ahmed bin Hanbel'in rivayetinden anlaşıldığına göre Amr ile İbni Abbas arasında bir kopukluk vardır. (Yani Amr hadisi İbni Abbas (r.a.)'tan direk olarak almamıştır. Arada bir başka rav inin bulunması gerekmektedir)" denilmiştir. Müslim (1174) 1-Kİtabu'l-İman, 23-Dinin öğüt olduğunun açıklanması babı; Ebu Davud (4/268) Kitabu'l-Edeb. "Din öğüttür" babı; Nesai (7/156) 39-Kitabu'l-Bcy'a, 31- Yöneticiye öğüt verilmesi babı.
[33] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/33-34.
[34] Taha Suresi: 114
[35] Al-i Imran Suresi: 18
[36] Fatır Suresi: 27
[37] Kasas Suresi: 4
[38] Sebe Suresi: 6
[39] Ankebut Suresi: 49
[40] Mücadele Suresi: 1
[41] Tevbe Suresi: 122
[42] Al-i İmran Suresi: 79
[43] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/35-37.
[44] Sahihi Müslim, 43-Kitabu'l-Fedail (4/1836) 38-Rcsululİah (a.s)'ın ser'i konularla ilgili olarak emrettiklerinin aynen yerine getirilmesinin vacib olduğu babı.
[45] Rum Suresi: 7
[46] Necm Suresi: 29 - 30
[47] Ahzab Suresi: 72
[48] Bakara Suresi: 151
[49] HadidSurcsi:25
[50] ZuhrufSuresi: 61
[51] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/37-39.
[52] Ahmed bin Hanbel, Müsned (5/196) Tirmizi (5149) 42-Kitabu'l-İlm, 19- İbadetlerle ilgili bilgileri Öğrenmenin fazileti hakkında gelen rivayetler babı. Bu hadis hasendir.
[53] Taha Suresi: 123 -124
[54] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/39-44.
[55] Ibni Mace (1/81) Mukaddime. 17-İlim adamlarının üstünlüğü ve ilim öğrenmeye teşvik babı. Mecmu'u'z-Zevaid'de söyle denilmektedir: "Bu hadisin isnadı zayıftır." Suyu-ti de şöyle söylemiştir: "Nevevi'yc bu hadis hakkında soru soruldu. O da şöyle söyledi: "Bu, zayıf bir hadistir. Ancak sencd yönünden zayıftır. Eğer sahih İse mana yönünden sahihtir." Muziyy de şöyle söylemiştir: "Bu hadis onu hasen derecesine ulaştıracak değişik tariklerden rivayet edilmiştir." Elbani de, Sahihu't-Terğib vc't-Terhib'-de bunun sahih olduğunu söylemiştir.
[56] Bakara Suresi: 183
[57] Bakara Suresi: 185
[58] Nur Suresi: 1
[59] Bakara Suresi: 178
[60] Bakara Suresi: 234
[61] Bakara Suresi: 216
[62] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/44-49.
[63] Ebu Davud (3/10) Kitabu'i-Cihad. Savaşı terketmenin mekruh olduğu babı.
[64] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/49.
[65] Müslim (1170) 1-Kitabu'I-İman. 20- Fenalıktan sakındırmanın imandan olduğunun açıklanması babı.
[66] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/50-54.
[67] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/54-55.
[68] Al-i İmran Suresi: 159
[69] Tevbe Suresi: 61
[70] Hucurat Suresi: 7
[71] Ahzab Suresi: 21
[72] Bakara Sur esi: 150
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/55-63.
[73] Müslim (2/969) 15-Kitabu'l-Hacc, 69- Ka'be'nin yıkılması ve yeniden inşa edilmesi babı.
[74] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/63.
[75] Muvatta (2/904) 47-Kitabu Husni'l-Hulk. 1-Güzel ahlakla ilgili olarak gelen rivayetler babı. İbni Abdilberr bu hadis hakkında şöyle söylemiştir: "Bu hadis Medine döneminde söylenmiş bir hadistir. Sahihtir ve Ebu Hureyre (r.a)'den muttasıl bir senetle rivayet edilmiştir."
[76] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/64-65.
[77] Buhari (1/23) 1-Kitabu Bed'i'l-Vahiy.
[78] A'raf Suresi: 199
[79] AN İmran Suresi: 110
[80] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/65-66.
[81] Ebu Davud (4/58) Kitabu'l-Libas. İzan uzatma hakkında gelen rivayetler babı. İsnadı hasendİr.
[82] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/66-67.
[83] Ahmed bin Hanbel, Müsned (4180)
[84] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/68.
[85] Tevbe Suresi: 122
[86] Al-i İmran Suresi: 79
[87] Rabbani kelimesi "eğitti, terbiye etti" anlamı taşıyan "rabbe" kökünden gelmedir. Rabb kelimesi de aynı köktendir. (Çeviren)
[88] Bakara Suresi: 124
[89] Şerhu's Sünne (1/183 -184)
Dinde anlayış (fıkıh) sahibi küar": Burada geçen "fıkıh" kelimesi bilgi anlamlarına gelmektedir. Asıl itibariyle ise bu kelimenin ifade ettiği şey ilimdir. Örfen de şeriat ilimlerine özellikle furuatla ilgili ilimlere fıkıh denilmiştir. Birisine fakih denildiğinde onun şeriat ilimlerinin değişik dalları üzerinde bilgi sahibi olduğu kastedilir. Kelimenin sözlük anlamı esas alındığında ise hangi dalda olursa olsun bir konuda bilgi sahibi olan kimse o konunun fakihidir.
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/71-72.
[90] Buhari (1/164) 3-Kitabu'l-İlm, 13-"Allah kimin için iyilik dilerse onu dinde anlayış sahibi kılar" babı. Müslim (2/719) 12-Kitabu'z-Zekât. 23-Dilenmcktcn nehiy babı.
[91] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/72.
[92] Keşfu'l-Estar (1/84) Kitabu'l-İlm. Alimin ve öğrenenin fazileti babı. Mecme'u'z-Ze-vaid (1/121) Heysemi: "Bunu Bezzar rivayet etmiştir. Ravileri mevsuk (güvenilir) kişilerdir" demiştir.
[93] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/73.
[94] Ahmed bin Hanbel, Müsned (5/196) Ebu Davud (3/317) Kitabu'l-İlm. İlim öğrenmeye teşvik babı. Tirmizi (5/48) 42-Kitabu'l-İlm. 19-İbadetler hakkında bilgi sahibi olmanın fazileti babı. Tirmizi şöyle söylemiştir:
"Bu hadisin Asım bin Reca bin Hayve'nin rivayetinden başka bir rivayeti yoktur. Bu rivayet ise benim bildiğim kadarıyla muttasıl değildir (yani senedinde kopukluk
vardır). Bu isnad ile rivayet edilen sekli ise burada verildiği gibidir."
İbni Mace (1181) Mukaddime, 7-îlim adamlarının fazileti ve ilim öğrenmeye teşvik babı. Darimİ (1/98) İlmin ve alimin fazileti babı. İhsan bi Tertibi İbni Hibban (1/151) Kitabu'l-İlm. Fazilet sahibi ilim adamlarının özellikleri ile ilgili bab. 1) Ebu Davud (3/317) Kitabu'l-İlm. İlim öğrenmeye teşvik babı. Ebu Davud'un zikrettiğine göre Kays bin Kesir diye anılan şahıs, Kays bin Kesir bin Kays'tır. Hafız İbni Hacer'in Takrib'de ifade ettiğine göre bu ravi çok sayıda hadis rivayet etmiştir ve zayıf biridir. Ancak Ebu Davud'un naklettiği ve Osman bin Ebi Scvde'den rivayet edilen hadis bunun mutabi'idir, (Metin itibariyle benzer olduğundan Kays bin Kesir'in rivayet ettiği hadisi desteklemektedir.)
"Melekler de onun ilim öğrenmeye çalışmasından hoşnut olarak kanatlarını üzerlerine gererler*: Meleklerin itim öğrenmeye çalışan için kanat germeleri ile kastedilen onların ilme hürmet ve ilim öğrenene saygı amacıyla ona karşı tevazu göstermeleri ve onu üstün tutmalarıdır. Nitekim yüce Allah "Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor: "Onlara acıyarak tevazu kanatlarını ger." (İsra Suresi: 24)
Bir başka açıklamada ise şöyle söylenilmiştir: "Kanat germekle kastedilen uçmayı bırakmakdır. Bununla meleklerin sürekli onunla bulunmaları kastedilmektedir. Re-sulullah (a.s)'ın bir hadisi şerifinde şöyle buyurulmuştur: "Herhangi topluluk şanı yüce olan Allah'ı anarsa, melekler onların etraflarını sararlar." Bu konuyla ilgili olarak şöyle bir açıklamada bulunulmuştur: "Meleklerin kanat açarak ilim öğrenenin üzerine germeleri, onu istediği yere ulaştırmak içindir." Bu ifade ile kastedilen anlamın meleklerin ilim öğrenene yardım etmeleri olduğu da söylenmiştir.
[95] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/73-74.
[96] Muvatta (3/960) 53-Kitabu's-Selam. 3-Sclam ile ilgili genel konular babı. Buhari (î/156) 3-Kitabu'l-İlm, 8-Bir topluluğun yanına gidince en arkaya oturmakla ilgili bab. Müslim (4/1813) 39-Kitabu's-Selam, 10-Bir meclise gidip orada bir boşluk bulup oturanla ilgili bab. Tirmizi (5/83) 43-Kitabu'l-İsti'zan. 29. bab.
[97] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/75.
[98] Mecme'u'z-Zevaid (10/123) Kitabu'l-İlm, İlmin fazileti babı. İsnadı hasendir. Hey-semi: "Bunu Taberani Evsat'ta rivayet etmiştir ve İsnadı hasendir" demiştir.
[99] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/75-76.
[100] Buhari (J/175) 3-Kitabu'l-İlm. 20-Öğrenenin ve öğretenin fazileti babı. Müslim (4/1787) 43-Kitabu'l-Fedail, 5-Resulullah (a.s) ile birlikte gönderilen ilim ve hidayetin açıklanması babı.
[101] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/76-77.
[102] Muhammed Suresi: 19
[103] Fussilet Suresi: 53
[104] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/77-78.
[105] Ibni Mace (J/81) Mukaddime. 17-İtim adamlarının fazileti ve ilim Öğrenmeye teşvik babı. Ibni Mace (1189) Mukaddime. Kur'an-ı Kerim'i öğrenen ve öğretenin fazileti babı. Munziri isnadının hasen olduğunu söylemiştir.
[106] Naftl Suresi: 43
[107] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/78-79.
[108] Tirmizi (4/561) 37-Kitabu'z-Zuhd. 14-Dünyanın yüce Allah katında pek değersiz olduğu hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir. İbni Mace (211377) 37-Kitabu'z-Zuhd. 3-Dünyanın durumu ile ilgili bab.
[109] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/79.
[110] Buharı (1/J65) 2-Kitabu'l-İlm. 15-İlim ve hikmet konusunda bankalarına gıbta etme babı. Müslim (1/599) 6-Kitabu Salati'l-Musafırin ve Kasriha. 47-Ktır'an-ı Kerim'e -tire amel etmenin ve onu öğretmenin fazileti babı. Kıskanma (hascd) kelimesi genellikle kendisine karşı hasedde bulunulan kişiye verilmiş olan nimetin ondan gitmesini isteme anlamında kullanılar. Bu ise haramdır. Ama bir kimsedeki nimetin aynısının kendisinde olmasını istemekte herhangi bir sakınca yoktur. Yukarıdaki hadisi şerifte kastedilen anlam da işte budur.
[111] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/80.
[112] Müslim (311255) 25-Kİtabu'l-Vasiyye, 3-Bir insana ölümünden sonra ulaşacak sevapla ilgili bab. İbni Hibban (519) İbni Hibban'ın açıklamasına göre bu hadisi şerifte "ameli kesilir" denilirken genel bir anlam kastedilmekte yoksa kesin olarak amellerin tamamen kesileceği anlamı kastedilmemektedir.
[113] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/80.
[114] İbni Mace (1/88) Mukaddime. 20-İnsanlara iyiliği öğretenin aldığı sevapla ilgili bab.
[115] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/80-81.
[116] Tirmizi (5/50) 42- Kitabu'l-İlm. 19- İlim öğrenmenin ibadetten üstün olduğu hakkında gelen rivayetler babı. Keşfu'l-Estar (1182) Alimin ve öğrenenin fazileti babı.
[117] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/81.
[118] Mecme'u-z-Zevaid (1/120) Kitabu'l-İlm. İlim Öğrenmenin fazileti babı. Heyscmi şöyle söylemiştir: "Bu hadisin ravileri arasında Abdullah bin Abdulkuddus bulunmaktadır ki, bu kişiyi Buharı ve İbni Hibban sika görmüşler, tbni Mu'in ise zayıf görmüştür." Keşfu'l-Estar (1185) Kitabu'l İlm . Alimin ve öğrencinin fazileti babı. Bez-zar söyle söylemiştir: "Bu hadisin Huzeyfe (r.a)'den rivayet edilmiş olan bu şeklinden başka merfu bir rivayetini bilmiyoruz." Hakim (1192-93) Kitabu'l-İlm. Bu hadis sahihtir.
[119] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/81-82.
[120] Ahmed bin Hanbel (4/240) Tabcrani. Kebir'de rivayet etmiştir. Heysemi de bu hadisi, Mecmeu'z-Zevaid (1/131} Kitabu'l-İlm, İlim Öğrenme babında rivayet etmiştir.
Heysemi "Bu hadisin ravileri, Buhari'nin Sahih'inde isimleri geçen raviterdir" demiştir. İbni Hibban (1/180) Kitabu'l İlm. Meleklerin ilim öğrenen için kanatlarını germeleri babı. Hakim (1/100) Kitabu'l-İlm. Hakim bü hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de onu doğrulamıştır.
[121] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/82.
[122] Müslim (4/2074) 48- Kitabu'z-Zikr ve'd-Dua ve't-Tcvbe ve'l-İstiğfar, U-Kur'an-t Kerim okumak ve zikir toplamanın fazileti babı.
Ebu Davud (4/287) Kitabu'l-Edeb. 69- Müslümana yardımda bulunma babı. Ayrıca (3/317) Kitabu'Uİlim. İlim öğrenmeye teşvik babı.
Tirmizi. (5/28) Kitabu'l-İlm. İlim öğrenmenin fazileti babı.
İbni Mace (1/82) Mukaddime, 17-İlim adamlarının fazileti ve ilim öğrenmeye teşvik babı.
İbni Hibban (1/150) Kitabu'l-İlm, Dünyada ilim öğrenmek için bir yola giren için yüce Allah'ın cennet yolunu kolaylaştıracağı konusu ile ilgili bab.
Hakim (1/99) Kitabu'l-İlm. Hadis öğrenenlerin fazileti babı. Hakim, bu hadisin Buharı ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiştir.
[123] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/83.
[124] İbni Mace (1/82-83) Mukaddime 17- İlim adamlarının fazileti ve İlim öğrenmeye I teşvik babı. Mecmeu'z-Zevaid'de şöyle denilmiştir: "Bu hadisin isnadı Müslim'in şartına göre sahihtir."
[125] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/84.
[126] Buharı (6/526) 61-Kitabu't-Menakıb. Yüce Allah'ın "Ey insanlar/ Biz sizi bir kadınla bir erkekten yarattık" sözü ile ilgili bab. Müslim (3/1451) 33-Kitabu'l-İmare. 1-İnsanların Kureyş'e tabi oldukları ve hilafetin Kureyş'e ait olduğu babı. –
[127] Müslim (3/1451) 33-Kitabu'l-İmare, 1-İnsanlartn Kureyş'e tabi oldukları ve hilafetin Kureyş'e ait olduğu babı.
Birinci rivayetten de anlaşıldığı üzere "İslam'da ve cahiliyede" denilirken kastedilen, kişiler cahiliye döneminde Arapların ileri gelenleri ve yüce Allah'ın Haremi Şerifi ile ilgilenen kişilerdi. Aynı zamanda yüce Allah'ın Evi'ni yani Ka'be'yi haccety gelenlerle de onlar İlgilenmekteydiler. Bu yüzden bütün Araplar onların Müslüman almalarını bekliyordu. Onlar Müslüman olduklarında ve Mekke fethedil-diğinde insanlar onlara uydular ve bütün her yönden Araplar guruplar halinde Müslüman olmak için geldiler. İnsanlar kalabalık kitleler halinde Allah'ın dinine girmeye başladılar. Bunun gibi sözkonusu kişiler İslam'da da hilafetin sahibidirler ve insanlar onlara tabidirler. Resulullah (a.s) bu hükmün dünyanın sonunun geleceği vakte kadar, hatta yeryüzünde iki insan kalıncaya kadar geçerli olduğunu bildirmiştir.
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/84.
[128] Ahmed bin Hanbel (4/101) Mecmcu'z-Zevaid (î/121) Kitabu'l-İlim. Alimin ve öğrenenin fazileti babı. Müellif Hey semi: "Ravileri, Sahih'te isimlen geçen raviler-dir" demiştir.
[129] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/85.
[130] Tirmizi (4/574) 37-Kitabu'z-Zühd, 33-Allah'a güvenme babı. Tirmizi bu hadisin ha-sen olduğunu söylemiştir.
[131] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/85.
[132] Tirmizi (5/50) 42-Kitabu'l-İlm, 19-Öğrenmenin ibadetten üstün olduğu hakkında gelen rivayetler babı. İsnadı sahihtir.
[133] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/86.
[134] Buhari (5/75) 44-Kitabu'l-Husumaî, 7-Herhangi bir problemin çıkmasından korkutan bir şeyde isi sağlama babı. İbni Macc (1/89) Mukaddime. 20-İnsanlara iyiliği öğretenin alacağı sevap babı. Mecmeu'z-Zevaid'de de rivayet edilmiştir ancak buradaki rivayetin isnadı zayıftır. İbni Abdilberr, Kitabu'l-İlm'dc Hasanı Basri'den sahih bir isnadla mürsel olarak rivayet etmiştir. Bazı ilim adamları bu hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir. Taberani (9/211) Mecmeu'z-Zevaid (i/167) Kitabu'l-İlm. İlmi yayan veya iyiliğe öncülük eden bir kimsenin durumu ile ilgili bab. Heysemi şöyle söylemiştir: "Bunu Taberani Kebir'de (9/234) rivayet etmiştir ve isnadı hasendir." demiştir.
[135] Burada sorulan kelimeler Kur'an-t Kerim'de geçen ve özel anlamları olan kelimelerdir. (Çeviren)
[136] Taberani (9/233) Mecmeu'z-Zevaid (7/35) Heysemi şöyle söylemiştir: "Bunun tamamını Taberani değişik isnadlarla rivayet etmiştir. İlk iki rivayetinin ravilen sika ravilerdir."
[137] NaM Suresi: 12
[138] Bu konuda bkz. Şerhu's-Sünne (1/279-280)
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/86-89.
[139] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/89-90.
[140] Buharı (3/212) 23-Kitabu'l-Cenaiz. 75-Lahda kimin daha yakın konulacağı ile ilgili bab.
[141] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/90.
[142] Ebu Davud (41261) Kitabu'l-Edeb, 23-İnsanların derecelerine göre değerlendirilmesi babı. Bu hadis basendir,
[143] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/91.
[144] Ahmed bin Hanbel (4/188)
[145] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/91.
[146] Müdelis: Zayıf bir hadisin zayıflığının ortaya çıkmaması için hileye başvuran mesela tenkide uğramış veya zayıf bir raviyi tanımayan adı ile anan bir kimseye müdellis denmektedir.
[147] Hakim (î/62) Kitabu'l-İman. Müellif bu hadisin Buhari'nin şartına göre sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de muvafakat etmiştir Mecmeu'z-Zevaid (8/15) Kitabu'l-Edeb. Hayır ve bereketin büyüklerle birlikte olduğu babı. Heysemi: "Bunu Bezzar ve Evsat'ta Taberani rivayet.etmiştir" diye söylemiştir.
[148] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/91-92.
[149] Ahmet bin Hanbel (1/257) Mecmeu'z-Zevaid (8/14) Kitabu'l-Edcb, Büyüklere saygı gösterilmesi ve küçüklere merhamet edilmesi babı. Müellif bu hadis hakkında söyle söylemiştir: "Ahmed bin Hanbel'in isnadında Leys bin Ebi Süleym bulunmaktadır ki bu kişi müdelUstir."
[150] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/92.
[151] Hakim (1162) Kitabu'l-İman, Müellif "bu hadis Müslim'in şartına göre sahihtir" demi§tir. Tirmizi (4/321-322) 28-Kitabu'l-Birr ve ve's-Sıla 15-Çocuklara merhamet hakkında gelen rivayetler babı.
[152] Tirmizi (4/322) 27-Kitabu'l-Birr ve's-Sıla, 15-Çocuklara merhamette bulunmak hakkında gelen rivayetler babı. İbni Hibban (11341) Merhamet ve büyüklere saygı göstermeyi bırakmanın fenalığı ile ilgili bab.
[153] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/92.
[154] Ahmed binHanbel (5/323) Mecmeu'z-Zevaid (8/14) Kitabu'l-Edeb. Büyüklere saygı küçüklere merhamet babı.
Heysemi isnadının hasen olduğunu söylemiştir.
[155] Hakim (1/62) Kitabu'l-İman.
[156] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/93.
[157] Ebu Davud (3/323) Kitabu'l-İlm, Allah'ın rızasını kazanmaktan başka bir gaye için ilim öğrenmekle ilgili bab. İbni Mace (1/93) Mukaddime. 23- ilimden yararlanma ve onunla amel etme babı. İbni Hibban (11148) Kitabu'l-İlm, öğrenen kimsenin kıyamet gününde cehenneme atılması ihtimali olan ilmin özellikleri ile ilgili bab. Hakim (1185) Kitabu'l-İlm, Müellif "Bu hadis Buharı ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir ancak kitaplarında rivayet etmemişlerdir" demiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.
[158] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/93.
[159] İbni. Mace (1/93) Mukaddime, 23-İlimden yararlanma ve onunla amel etme babı. Mecmeu'z-Zevaid'de: "Bu hadisin senedinde isimleri geçen ravilcr sika kişilerdir" denilmiştir, ibni Hibban, (1/147) Kitabu'l-İlm. öğrenen kimsenin kıyamet gününde cehenneme atılması ihtimali olan ilmin özellikleri ile ilgili bab. Hakim (1/86) Kitabu'l-İlm. Ancak burada "öğrendiğiniz ilimle bir taraf tutmayın" ("la tehayyaru" yerine "la tehayyezu") ibaresi ile rivayet edilmiştir.
[160] Hakim. (1/86) Kitabu'l-İlm. .
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/94.
[161] Müslim (3/1514) 33-Kitabu'l-İmare, 43-Gösteriş ve duyurmak amacıyla çarpışanın ateşe atılmayı hakedeceği ile ilgili bab.
[162] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/94-95.
[163] Tirmizi (4/604) 37-Kitabu'z-Zuhd, 59. bab.
[164] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/96.
[165] Hakim (1/94) Kiiabu'l-İlm. Müellif bu hadisin Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiştir.
[166] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/96-97.
[167] İbni Mace (1188-89) Mukaddime, 20-İnsanlara iyiliği öğretenin alacağı sevapla ilgili bab. İbni Huzeyme (4/122-123) Kitabu'z-Zekat, 450-Bir şey için sadaka ayıranın o sadakanın yararının devam etmesi durumunda ölümünden sonra da sevap alacağı hakkındaki deliler.
[168] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/97-98.
[169] Müslim (311506) 33-Kitabu'l-lmarc. 38-AUah yolunda savaşa gidene yardım etmenin fazileti babı. Ebu Davtıd (4/333) Kitabu'l-Edcb. İyiliğe öncülük edenle ilgili bab. Tirmizİ (5/41) 42-Kitabu'l-İlm. 14-Bir şeye öncülük edenin onu yapan gibi olduğu hakkında gelen rivayetler babı.
[170] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/98.
[171] el-İhsan bi Tertibi İbni Hibban (1/255) Kiiabu'l-Birr ve'l-İhsan. Yüce Allah'ın iyiliği emredene onun İşleyenin sevabı kadar sevab vereceği babı. Bu hadisi aynı şekilde, Kitabu's-Sala, (3/89) Ezan okuyanın onun ezanına gelerek namaz kılanların sevapları kadar sevap alacağı hakkında gelen rivayetler babt'nda da vermiştir. Keşfu'l-Estar an Zevaidİ'l-Bezzar. (1/90) Kitabu'l-İlm. Bir iyiliğe öncülük edenin, o iyiliği isleyen gibi sevap alacağı babı. Taberani, Mu'cemu'l-Kehir (17/226) Ebu Amr eş-Şeybani'nin Abdullah bin Mes'ud (r.a.ydan rivayeti tankıyla vermiştir.
[172] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/98-99.
[173] Sahih-i Müslim şerhi (13/29)
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/99.
[174] Müslim (4/2060) 47-Kitabu'l-İlm, 60-Güzel ya da kötü bir adet başlatanın durumu ile ilgili bab.
[175] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/99.
[176] Tahrim Suresi: 6
[177] Hakim (2/494) Kitabu't-Tefsir. Müellif bu hadisin Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.
[178] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/100.
[179] Ebu Davud (3/322) Kitabu'l-îlm. İlmi yaymanın fazileti babı. İsnadı sahihtir.
[180] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/100.
[181] Ebu Davud (3/322) Kitabu'l-İlm, İlmi yaymanın fazileti babı. Tirmizi (5/34) 42-Kitabu'l'Ilm 7-Duyutân bilgilerin tebliğ edilmesine teşvik konusunda gelen rivayetler babı. Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir. el-İhsan bi Tertibi İbnu Hib-ban (1/143) Kitabu'l-İlm. Hz.Peygamber (a.s)'in duyduğu bir hadisi ümmetine tebliğ eden kimse için yaptığı dua ile İlgili bab.
[182] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/100.
[183] el-İhsan bi Tertibi İbni Hibban (1/143) Kitabu'l-İlm, HzMuhammed (a.s)'in ümmetine bir hadis tebliğ edene yüce Allah'ın rahmeti ile ilgili bab. Ebu Davud (3/322) Ki-tabu'l-İlm. İlmi yaymanın fazileti babı. Tirmizi. (5134) 42-Kitabu'l-İlm, 7-Duyulan §eyin tebliğ edilmesine teşvik babı. Tirmizi bu hadisin hasen sahih olduğunu söyle
miştir. İbni Mace (1184) Mukaddime, 18-Bir ilmi tebliğ edenle ilgili bab.
Müslümanın kalbine hüe düşüncesi girmez. Yani bu hususlarda Müslümanın kalbine onun haktan sapmasına sebep olacak bir kin düşüncesi girmez. Bu ifade ile anlatılmak istenen ise sudur: Bu sözü edilen üç şey kalplerin ıslah edilmesini sağlayan unsurlardır. Kim bunlara iyi bağlanırsa kalbi kin, hıyanet ve şer düşüncesinden temizlenir.
[184] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/101.
[185] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/101-102.
[186] Ahmed bin Hanbd (3/225, 4/80) İbni Mace (1/84) Mukaddime, 18-Bİr ilmi tebliğ ndenle ilgili bab. Taberani, Mu'cemu'l-Kebir (17149) Mecmeu'z-Zevaid.(U137) Kita-bu'l-İlm, Bir hadis dinlemek ve onu tebliğ etmek ile İlgili bab.
[187] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/102.
[188] Ahmed bin Hanbel (1/437) Mecmeu'z-Zevaid (1/137-138) Ebu Davud (3/322) Kita-bu'l-İlm. İlmi yaymanın fazileti babı. Tirmizi (5/33) 42-Kitabu'l-İlm, 7-Duyulan şeyin tebliğ edilmesine teşvik babı. Darimi (1/75) İlim adamlarına uyulması babı. İbni Mace (1/85) Mukaddime, 18-Bir ilmi tebliğ edenle ilgili bab.
[189] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/103.
[190] Mecmeu'z-Zevaid (İ/139-140) Heysemi "Bunu Taberani, Kebir'de rivayet etmiştir ve isnadı hasendir" diye söylemiştir.
[191] Mecmeu'z-Zevaid (1/140) Heysemi "Bunu Taberani, Kebir'de rivayet etmiştir ve isnadı hasendir" diye söylemiştir.
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/103-104.
[192] Buhari (6/496) 60-Kİtabu Ehadisi'l-Enbiya. 50-hrailoğullarından rivayette bulunulması babı. Tirmizi (5/40) 42-Kitabu'l-İlm, 13-İsrailoğullarından rivayette bulunulması hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir.
[193] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/104.
[194] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/104-106.
[195] Ahmed bin Hanbel (41136) Ebu Davud (31318) Kitabu'l-İlm. Kitap ehlinin rivayetlerinin nakledilmesi babı.
[196] Buhari (81170) 65-Kitabu't-Tefsir, lî-"Allah'a ve bize indirilene iman ettik" deyin sözü ile ilgili bab.
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/106-107.
[197] Şerh'üs Sünne (1/269)
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/107.
[198] Buhari (13/333) 96-Kitabu'l-İ'tisam bi'l-Kitabi ve's-Sunne, 25-Resulullah (a.s)'ın "Kitap ehline bir s ey hakkında soru sormayın" sözü ile ilgili bab.
[199] Ebu Davud (3/322) Kitabu'l-İtm, İsrailoğullanndan rivayette bulunma babı. Bu hadis sahihtir.
[200] Bakara Suresi: 79
[201] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/107-108.
[202] Ahmed bin Hanbel (4/444) Kesfu'l-Estar (11120-122) Kitabu't-İlm, Tarih babı. Ta-berani, Mu'cemu'l-Kebir (18/207) Mecmeu'z-Zevaid (1/191) Kitabul-İlm, İsrailoğullanndan rivayette bulunma babı. Heysemi: "Bunu Bezzar, Ahmed bin Hanbel ve Kebİr'de Taberani rivayet etmiştir. İsnadı sahihtir" demiştir.
[203] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/108.
[204] Ebu Davud (3/322) Kitabu'l-İlm, 11-İsrailoğullanndan rivayette bulunma babı. Bu hadis hasendir.
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/108-109.
[205] Ebu Davud (3/322) Kitabu'l-İlm, 11'İsrailoğullanndan rivayette bulunma babı. Bu hadis hasendir.
[206] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/109.
[207] Buhari (11172) 3-Kitabu'l-İlm, 18-Küçük bir çocuğun duyduğu hadisin muteber olması için o hadisi duyduğunda kaç yaşında olmasının gerekeceği babı. (111241) 81-Kitabu'r-RikaL 6-Allah rızasını kazanmak için amelde bulunma babı.
[208] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/109.
[209] Buhari (3/201) 23-Kitabu'l-Cenaiz. 63-İmamın gerek kadınların ve gerekse erkeklerin cenaze namazlarım kıldırırken nerede duracağı ile ilgili bab, Müslim (21664) 11-Kitabu'l-Cenaiz, 27-İmamın cenaze namazlarını kıldırırken cenazenin neresinde duracağı ile ilgili babı.
[210] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/110.
[211] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/110.
[212] Buhari (1/218) 3-Kitabu'l-İlm. 44-Bir ilim adamına insanların en bilgilisinin kim olduğunun sorulması durumunda ilmin asıl sahibinin Allah olduğuna işaret etmesinin müstehab olduğu babı. Müslim (411847) 43-Kitabu'l-Fedail. 46-lltzır (a.s)'in faziletleri babı.
[213] Ahmed bin Hanbel (51116)
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/111-112.
[214] Keşfu'l-Estar (1/99) Kitabu'l-İlm, Alim hakkında ne gibi konularda endişe edileceği babı. Hadisin ravileri sika kişilerdir. Mecmeu'z-Zevaid (1/186) Kitabu'l-İlm. Üstünlük davasında bulunmanın mekruh olduğu babı. Hey semi, Hz.Ömer (r.a)'den rivayet edilen hadis şerif hakkında şöyle söylemiştir: "Bezzar'ın rivayetinde isimleri geçen raviler, güvenilir (sika) kişilerdir." HzAbbas (r.a)'tan rivayet edilen hadis hakkında da: "Bu hadisin ravileri arasında Musa bin Ubeyde bulunmaktadır ki, bu kişi zayıf biridir" demiştir.
[215] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/112-113.
[216] Mecmeu'z-Zevaid (11186) Müellif: "Bu hadisin ravileri sikadırlar. Ancak tabiinden olan Hind bintu'l-Haris el~Has'amiyyc'nİn sika mı yoksa zayıf mı olduğu hakkında herhangi bir açıklamada bulunulduğunu duymadım." demiştir. İbni Hacer onun hakkında, rivayetinin kabul edilebileceği bir kimse olduğunu söylemiştir, (Yani onun rivayetine mutabi bir hadisin bulunması durumunda rivayeti kabul edilebilir.)
[217] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/112-113.
[218] Ebu Davud (3/321) ilmi gizlemenin mekruh olduğu babı. Tirmizi (5/29) İlmi gizlemek hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Ibni Mace (1197) Mukaddime, 24-Kendisine bir konuda bilgi sorulup da o konudaki bilgisini gizleyenin durumu ile ilgili bab. Ibni Hibban, el-Ihsan (11154) Kitabu'l-İlm. Müslümanların islerinde ihtiyaç duyulan bir ilmi gizleyenin kıyamet gününde ceza görmeyi haketmiş olacağı ile ilgili bab. Hakim (1/101) Müstedrek, Kitabu'l-İlm. Müellif: "Bu hadis Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir ancak onlar kitaplarına almamışlardır" demiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.
[219] İbni Mace (1/96) mukaddime 24-Kendisine bir konuda bilgi sorulup da o konudaki bilgisini gizleyenin durumu ile ilgili bab
[220] Ibni Hibban, el-İhsan (1/154) Kitabu'l-İlm, "Söylediğimizin doğru olduğunu gösteren ikinci bir rivayet" başlıklı bab. Hakim (11102) Müstedrek, Kitabu'l-İlm, Müellif bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir,
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/114.
[221] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/114.
[222] Taberani. Mu'cemu'l-Kebir (11/145) Mecmeu'z-Zevaid (11163) Hcysemi şöyle söylemiştir: "Bunu Ebu Ya'la ve Mu'cemu'l-Kebir'de Taberani rivayet etmiştir. Ebu Ya'la'-nın rivayetinde isimleri geçen raviler, Sahİh'te İsimleri bulunan ravilerdir".
[223] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/115.
[224] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/115-116.
[225] Buhari (131321) 96-Kitabu'l-İ'üsam bi'İ-Kitabi ve's-Sünne. 22-"ResutuUalı (a.s)'m hükümleri açık idi" diyene karşı deliller babı. Müslim (4/1939-1940) 44-Kitabu Fe-daili's-Sahabe, 35-Ebu Hureyre ed-Devsi (r.a)'nin faziletleri babı.
[226] Müslim (411940) 44-Kitabu FedaüVs-Sahabc, 35-Ebu Hureyre ed-Devsi (r.a) mnfaziletleri babı. Suffe ehli: Medine'de Resulullah (a.s)'ın Mescidi'ndc Suffe diye bir yer vardı. Muna-cirlerin yoksulları, düşkünleri ve evsizleri orda yatıp kalkarlardı. Burada yatıp kalkanlarla da Suffe ehli denirdi. Bunlar ilim öğrenmek, ibadet ve cihaddan başka bir şeyle meşgul olmazlardı. Belirli bir sayıları yoktu yani bazen artar bazen eksilirlerdi.
[227] BakaraSuresi:159-160 . , .
[228] Müslim (4/1939) 44-Kitabu Fedaili's-Sahabe, 35-Ebu Hureyre ed-Devsı (r.a) nın faziletleri babı.
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/116-117.
[229] Bulıari (11215) 3-Kitabu'l-îlm,42'İlmi ezberleme babı.
[230] Bakara Suresi: 159 -160
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/117-118.
[231] Buharı (J/213) 3-Kitabu't-İlm, 42-İlmi ezberleme babı. Tİrmizi (51684) 50-Kİtabu'l-Menakıb, 47-Ebu Hureyre (r.a.)'nın menkıbeleri babı.
[232] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/118.
[233] Mecmeu'z-Zevaid (11164) Heysemi: "Bunu Taberani Evsat'ta rivayet etmiştir. Havileri arasında İbni Luhey'a bulunmaktadır ki, bu ki$i zayıf biridir" demiştir.
[234] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/118-119.
[235] Buharı (11116) 3-Kitabu'l-İlm. 42-İlmi ezberleme (koruma) babı.
[236] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/119.
[237] Buharı (1/160) 3-Kitabu't-İlm, 10-İlmin sözden ve isten önce geldiği babı.
[238] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/119.
[239] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/119-120.
[240] Memceu'z-Zevaid (1/164) Bilmeyene öğretilmesi babı. Heysemi söyle söylemiştir: "Bu hadisin rivayetinde Bukeyr bin Ma'ruf bulunmaktadır ki, Ahmed bin Hanbel onu bir rivayetinde sika, bir başka rivayetinde ise zayıf olarak görmüştür. îbni Adİyy onun hakkında: "Onun pek sakıncalı biri olmadığını sanıyorum" demiştir. İbni Hacer de şöyle söylemiştir: "Nesai onun sakıncalı olmadığını söylemiştir." Takrib'de onun hakkında: "Saduk (doğru sözlüdür) ancak biraz zayıftır" demiştir."
[241] Maide Suresi: 78
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/120-122.
[242] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/122.
[243] Müslim (4/2088) 48-Kitabu'z-Zikr ve'd-Dua ve't-Tevbe ve'l-İstiğfar, I8-f§lenen ve istenmeyenin fenalığından Allah'a sığınma babı. Tirmizi (51519) 45-Kîtabu'd-Da'avat, 69. bab. Nesai (8/263-264) 50-Kitabu'l-İsti'aze, 21-Taşkınlıktan, nifaktan ve fena ahlaktan Allah'a sığınma babı. Bu hadisi Enes (r.a)'ten rivayet etmiştir. Yine aynı konu içinde "Kabul edilmeyecek duadan Allah'a sığınma babV'nda Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir.
[244] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/122.
[245] Buharı (61331) 59-Kitabu Bedi'l-Halk, 10-Cehennemin özelliği ve onun su an yaratılmış olduğu babı. Müslim (4/2290) 53-Kitabu'z-Zuhd ve'r-Rekaik, 7-İyiliği emredip kendisi yapmayan ve fenalıktan sakındırıp da kendisi sakındırmayan kimsenin cezelandırtlması babı.
[246] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/123.
[247] Tirmizi (4/612) 38-KHabu Sıfati'l-Kıyame, 1-Kıyametle ilgili bab. Tirmizi bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
[248] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/123-124.
[249] Tirmizi (41612) 38-Kitabu Sıfati'l-Kıyame, Î-Kıyameüe ilgili bab. Tirmizi: "Bu hadis tanımadığımız garip (yani tek tanktan rivayeti bulunan) bir hadistir" demiştir.
[250] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/124.
[251] Taberani. Mu'cemu'l-Kebir (21166) Mecmeu'z-Zevaid(l/184) İsnadı hasendir.
[252] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/124.
[253]Ahmed bin Hanbel (1/22) Mccmeu'z-Zcvaid (1/187) Müellif bu hadis hakkında söyle Ravileri sika kişilerdir." Kesfu'l-Estar Zevaidi'l-Bezzar (1197-98) Kitabu'l-İlm. Fena alimlerden sakındırma babı. Taberani. Muc'cemu'l-Kebir (18/37) Taberani, Mecmeu'z-Zevaid (1/187) Heysemi söyle söylemiştir: "Bunu Mu'cemu'l-Kebir'de Taberani ve Bezzar rivayet etmiştir. Ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir,"
söylemiştir: "Bunu Bezzar, Ahmed bin Hanbel ve Ebu Ya'la rivayet etmiştir.
[254] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/124-125.
[255] Ebu Davud (41253) Kitabu'l-Edeb, 8-Güzel ahlak babı. Arnavut'un söylediğine göre bu hadisin senedi kavidir (kuvvetlidir).
[256] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/125-126.
[257] Tirmizi (4/358) 28-Kitabu'l-Birr ve's-Sıla, 58-Tartışma hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi, bu hadisin kasen olduğunu söylemiştir.
[258] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/126.
[259] Tirmizi (5/378) 48-Kitabu Tefsiri'l-Kur'an, 45-Zuhruf Suresi babı, Tirmizi bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiştir. İbni Mace (1/19) Mukaddime. 7-Bid'atlerden ve tartısmacahktan kaçınılması babı.
[260] Zuhruf Suresi: 58
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/126-127.
[261] Buhari (5/106) 46-Kitabu'l-Mezalim. 15-Yüce Allah'ın "İnsanların içinde öyleleri vardır ki, dünya hayatıyla ilgili sözleri senin hoşuna gider ve kalbinde olana Allah'ı şahit tutar. Gerçekte ise o düşmanların en yamanıdır" (Bakara Suresi: 204) sözü ile ilgili bab. Müslim (4/2054) 47-Kitabu'l-İlm. 2-En fazla kin tutan kimse ile ilgili bab. Tirmizi (5/214) 48-Kitabu Tefsiri'l-Kur'an, 3-Bakara Suresi babı. Nesai (8/247) 49-KitabuAdabi'l-Kaza, 34-En fazla kin tutan kimse ile ilgili bab.
[262] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/127.
[263] Ankebut Suresi: 46
[264] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/127.
[265] Müslim (412053) 47-Kitabu'l-İlm, 1-Kur'an-ı Kcrim'in ayetlerinin üzerinde durmaktan nchiy babı,
[266] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/128.
[267] Ahmed bin Hanbel (2/195-196) l'bni Mace (1/33) Mukaddime. 10-Kaderle ilgili bab. Beğavi. Şerhu's-Sunne (1/360) Tahkikçi isnadının hascn olduğunu söylemiştir. Mec-meu'z-Zevaid'de de: "İsnadı sahih, ravileri sikadırlar" denilmiştir.
[268] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/128.
[269] Ahmed bin Hanbel (2/286) Ebu Davud (4/199) Kitabu's-Sunne, 5-Kur'an-ı Kerim üzerinde tartışma yapmaktan nehiy babı. Hakim (2/233) Müellif sahih olduğunu söylemiş. Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.
[270] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/129.
[271] Hud Suresi: 17
[272] Şerhu's-Sünne (J/261-263)
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/129-130.
[273] Buhari (1/162) 3-Kitabu't-İtm, 12-İlim sahipleri için belli günlerin tahsis edilmesi ile ilgili bab. Müslim (412172) 50-Kitabu Sıfati'l-Munafikin ve Ahkamihim. 19-Vaazda sözü kısa kesme babı.
[274] Tirmizi (5/142) 44-Kitabu'l-Edeb. 72-Fesahal ve güzel açıklama ile ilgili olarak gelen rivayetler babı.
[275] Ahmed bin Hanbel (î/377,425) Buhari (11/138) 80-Kİtabu'd-Da'avat. 20-Dua ederken kafiye yapmanın mekrulı olduğu babı
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/130-131.
[276] Şerhü's Sünne (1/313)
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/131.
[277] Buhari (8/377) 65-Kitabu't-Tefsir, Yüce Allah'ın "Tıpkı kökü sabit ve dallan göklerde olan temiz bir ağaç gibi..."
sözü ile ilgili bab.
[278] Buhari (11145) 3-Kitabu'l-Et'ime. 42-İlim İçin sesini yükseltme babı.
[279] Buhari (9/569) 70-Kitabu'l-Et'imet 42-Taze hurma yeme babı. Müslim (4/2164-2165) 50-Kitabu Sıfati'l-
Münafıkun ve Ahkamihim. 15-Müstümantn örneğinin hurma örneği olduğu babı. Tirmizi (51151) 44-Kitabu'l-Emsal, 4-Kur'an-ı Kerim okuyan Müslüman ile Kur'an-ı Kerim okumayan Müslümanın durumu hakkında gelen rivayetler babı.
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/132-133.
[280] Şerhu's-Sünne (11308)
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/133-134.
[281] Buhari (13/264) 96-Kitabu'lA'üsam bi'l-Kitabi ve's-Sunne. 3-Çok soru sormanın mekruh olduğu babı. Müslim (411831) 43-Kitabu'l-Fedail. 37-Rcsulullah (a.s)'a hürmet etme ye zaruret olmadıkça O'na soru sormaktan kaçınma babı. Ebu Davud (41201-202) Kitabu's-Sunne, 7-Sünnete bağlanma babı.
[282] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/134.
[283] Nahl Suresi: 43
[284] Yunus Suresi: 94
[285] Bakara Suresi: 189
[286] Bakara Suresi: 222
[287] Enfal Suresi: 1
[288] Maide Suresi: 10
[289] ŞerhüsSüme(ll310)
[290] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/134-135.
[291] Müstedrek (41399) Kiîabu't-Ttbb, Bu hadis sahihtir. Müslüman imamlardan on kişi Ziyad'dan rivayet etmişlerdir.
[292] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/136.
[293] Buharı (5/68) 43-Kitabu't-İstikrad. 19-Malı zayi etmenin nehyedilmesi ve yüce Allah'ın: "Allah bozgunculuğu sevmez" sözü ile ilgili bab. Müslim (3/1341) 30-Kİiabu'l-Ahdiye, 5-İhtiyaç olmadığı halde çok şey sormaktan, İstemekten nehty babı.
[294] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/136-137.
[295] Mecmeu'z-Zevaid (1/161) Heysemi söyle söylemiştir: "Bunu Taberani Kebir'de rivayet etmiştir. Ravileri, Sahih'te isimleri geçen raviterdir."
[296] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/137.
[297] Buhari (13/265) 96-Kitabu'l-İ'tisam bi'l-Kitab ve's-Sunne, 3-Çok soru sormanın ve kişinin kendini ilgilendirmeyen konularda kuruntulara girmesinin mekruh görülmesi babı. Müslim (1/120) 1-Kitabu'l-İman, 60-İmanda vesvese hakkında açıklama babı.
[298] Müslim (1112i) 1-Kitabu'l-İman, 60-İmanda vesvese hakkında açıklama babı.
[299] Müslim (1/121) 1-Kitabu'l-İman, 60-İmanda vesvese hakkında açıklama babı
[300] Müslim (1/120) 1-Kitabu'l-İman, 60-İmanda vesvese hakkında açıklama babı.
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/137-138.
[301] Ebu Davud (4/231) Kitabu4s-Sunne. 19-Cefımiyye ile ilgili bab.
[302] Müslim (1/119) 1-Kitabu'l-İman, 60-İmanda vesvese hakkında açıklama babı.
[303] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/138-139.
[304] Darimi (1/54) Fetva vermekle ilgili mekruhlar babı
[305] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/139.
[306] Ati İmran Suresi: 7
[307] îrşadu'l Fuhul
[308] Şerhu's-Sünne (11222)
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/139-141.
[309] Buharı (13/251) 96-Kitabu'l-İ'tisam bi'l-Kitab vc's-Sunne, 2-Resulullah (a.s)'ın sünnetlerine uyma babı, Müslim (2/975) 15-Kitabu'l-Hacc, 73-İnsanın ömründe bir kere hacc yapmasının farz olduğu babı. Tirmizi (5147) 42-Kiîabu'l-İlm, 17-Resu-Mlah (a.s)'ın nehyettiği şeylerden sakınma babı. Hakim (1/122) Kitabu'l-llm, Müellif bu hadisi şerif hakkında "Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir" diye söylemiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir. Darimi (1146) 16-Hak' kında Kur'an-ı Kerim'de ve Resulullah (a.s)'ın sünnetinde herhangi bir açıklama bu' lunmayan meselelere cevap vermekten kaçınma babı.
[310] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/141-142.
[311] Buhari (11235) 3-Kitabu'l-İlm, 39-İlimde bazılarına özel olarak diğer insanlara öğretilmeyen bir takım şeylerin öğretilmesi babı.
[312] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/142.
[313] Buhari (1/196) 3-Kitabu'l-İlm, 36-Bir şeyi duyup da onun doğruluk derecesini öğrenmek için aslını araştırma babı,
[314] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/143.
[315] Mecmeu'z-Zevaid (1/129) Alimin edebi babı. Hey semi: "Bunu Taberani. Mu'cemu'l-Kebir'de rivayet etmiştir ve İsnadı hasendir" demiştir.
[316] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/143.
[317] Ahmed bin Hanbel (5/257) Mecmeu'z-Zevaid (1/129) Alimin edebi babı. Heysemi: "Bunu Ahmed bin Hanbel ve Taberani, Mu'ccmu'l-Kebir'de rivayet etmiştir ve ravi-leri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir" demiştir.
[318] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/143-144.
[319] Mecmcu'z-Zevaid (11165) Heysemi: "Bunu Taberani, Evsat'ta rivayet etmiştir ve ra-vileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir" demiştir.
[320] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/144.
[321] Taberani Muccmu'l-Kcbir (18/299) Mecmcu'z-Zevaid, (16) Heysemi: "Bunu Taberani, Mu'cemu'l-Kebir'de rivayet etmiştir ve ravileri, sika (güvenilir) kimselerdir" demiştir.
[322] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/144-145.
[323] Mecmeu'z-Zevaid (11161) Heysemi: "Bunu Taberani, Evsat'ta rivayet etmiştir ve ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir" demiştir.
[324] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/145.
[325] Hakim (1195) Kitabu'l-İlm. Müellif bu hadisin sahih olduğunu söylemiş Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.
[326] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/145.
[327] Hakim (1195) Kitabu'l-İlm. Müellif bu hadisin sahih olduğunu söylemiş. Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.
[328] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/145.
[329] Darimi (11105) 33-AUah rızasından başka bir gaye için ilim öğrenenin tenkidi babı.
[330] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/145-146.
[331] Hakim (1194) Müellif bu hadisin Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.
[332] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/146.
[333] Hakim (1J98) Müellif bu hadisin Buharı ve Müslim'ni şartlarına göre sahih olduğunu söylemiştir.
[334] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/146-147.
[335] Bunu Hakim rivayet etmiş ve Buhari ile Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.
[336] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/147.
[337] Hakim(J/U3vel21)
[338] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/147.
[339] Hakim (1/122) Müellif bu hadisin Buhari ve Müslim'in şartlaran göre sahih olduğunu söylemiştir.
[340] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/147-148.
[341] Bunu Hakim rivayet etmiştir, sahih olduğunu söylemiş ve bir şahidinin bulunduğunu bildirmiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.
[342] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/148.
[343] Buhari (131265) 96-Kitabu'l-î'tisam bi'l-Kitabi ve's-Sunne, 3-Çok soru sormanın mekruh karşılanması ve kendini ilgilendirmeyen bir şeyi iş olsun diye gündeme getirenin durumu ile ilgili bab.
Tekellüf; İnsanın herhangi bir zorunluluk olmadığı halde kendini sıkıntıya sok-maşıdır. Burada bu kelime İle kastedilen anlam ise, üzerinde durulması gerekmeyen karmaşık meseleleri karıştırmak ve onlarla ilgili çok soru sormaktır. Gerekli olan ise şeriatın zahirine dayanmak, onun ortaya koyduğunu kabul etmek ve ondan kaynaklanan şeyleri kavramaya çalışmaktır.
[344] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/148-149.
[345] Taberani, Mu'cemu'l-Kebir (9/166) Ravileri Sahih'te isimleri geçen ravilerdir.
[346] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/149.
[347] Darimi (1/133) Şöhretten ve bilinmeyi istemekten hoşlanmama babı.
[348] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/149.
[349] Darimi (1/133) Şöhretten ve bilinmeyi istemekten hoşlanmama babı.
[350] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/150.
[351] Darimi (1/133) Şöhretten ve bilinmeyi istemekten hoşlanmama babı.
[352] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/150.
[353] Darimi (11134) Şöhretten ve bilinmeyi istemekten hoşlanmama babı.
[354] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/150.
[355] Darimi (1/134) Şöhretten ve bilinmeyi istemekten hoşlanmama babı.
[356] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/150.
[357] Darimi (î/89) İlmin Allah korkusu ve hu§u olduğunu söyleyen babı. Ravileri arasında Leys bin Ebi Süleym bulunmaktadır ki, bu kişi saduktur (rivayetleri kabul edilebilir. Saduk, hadis rivayetinde sikadan sonra gelen bir derecedir. Çeviren) Ancak rivayetlerini birbirine karıştırmış olması dolayısıyla rivayetleri terkedilmiştir. Bazıları ise yukarıdaki hadisin isnadını hasen görmüşlerdir.
[358] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/151.
[359] Taberani, Mu'cemu'l-Kebir (1/246) Ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir.
[360] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/151.
[361] Hakim (11127) Müellif: "Bu hadis, Buharı ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir, ancak onlar kitaplarında rivayet etmemişlerdir" demiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.
[362] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/151-152.
[363] Ahmed bin Hanbel (4/283) Mccmeu'z-Zevaid (1/154) Müellif: "Bunu Ahmed bin Hanbel rivayet etmiştir ve ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir" diye söylemiştir.
[364] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/152.
[365] Taberani, Mu'ccmu'l-Kebir (9/120) Mecmeu'z-Zevaid (1/135) Her ilmin ehli olan kişilerden alınması babı. Müellif: "Bunu Taberani, Mu'cemu'l-Kebir ve Evsat'ta rivayet etmiştir ve ravileri, sika (mevsuk, güvenilir) kişilerdir" demiştir.
[366] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/152.
[367] Ahmed bin Hanbel (31297) Keşfu'l-Estar (1/105) Hadis rivayet edenlerin güvenilirliklerinin ve zayıflıklarının bilinmesi babı. Mccmeu'z-Zevaid (11149) Heysemi: "Bunu Ahmed bin Hanbel ve Bezzar rivayet etmiştir ve ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir" demiştir.
[368] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/153.
[369] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/153.
[370] Müslim (1/13) Mukaddime, 4-Zayıf kişilerden rivayette bulunulmasından nehiy ve onlar karşısında ihtiyatlı olunması babı.
[371] Müslim (1/13) Mukaddime, 4-Zayıf kişilerden rivayette bulunulmasından nehiy ve onlar karşısında ihtiyatlı olunması babı.
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/154.
[372] Müslim (1113) Mukaddime, 4-Zaytf kişilerden rivayette bulunulmasından nehiy ve onlar karşısında ihtiyatlı olunması babı.
[373] Burada Sufyan denilirken kastedilen kişi, Sufyan bin Uyeyne'dir. Sufyan bin Uyeyne ise Müslim'in rivayetine göre hadisi ffişam bin Huceyr'den rivayet eden ravidir. (Çeviren)
[374] Müslim (1114) Mukaddime, 4-Zayıf kişilerden rivayette bulunulmasından nehiy ve onlar karşısında ihtiyatlı olunması babı.
[375] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/154-155.
[376] İbni Mace (İlli) Mukaddime 3-Resulullah (a.s)'tan hadis rivayetinden sakınma (yani bu konuda hataya düşmekten sakınma) babı.
[377] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/155.
[378] Ibni Mace (1/10) Mukaddime, 3-Resuiullah (a.s)'tan hadis rivayetinden sakınma (yani bu konuda hataya düşmekten sakınma) babı. Mecmeu'z-Zevaid'de sahih isnadla rivayet edilmiş, bütün raviîerinin rivayetleri ile delil getirildiği bildirilmiştir. Ayrıca Hakim, bunu. İbni Amr tankıyla rivayet etmiştir.
[379] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/156.
[380] Mecmeu'z-Zevaid (11141) Heysemi: "Bunu Taberani. Mu'cemu't-Kebir'de rivayet etmiştir ve ravileri. sika (güvenilir) kişilerdir) demiştir.
[381] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/156.
[382] Ahmed bin Hanbel (11126) Darimi (1/146) 49-Resulullah (a.s)'ın hadisinin te'vil edilmesi babı. ibni Mace (1/9) Mukaddime.
[383] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/156.
[384] Darimi (1/85) Kitabu'l-İlm, 27-Hataya düşme korkusuyla fetva vermekten sakınılması babı. Hakim (1/102) Müellif; "Bu hadisin isnadı sahihtir" demiş. Zehdn de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.
[385] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/157-158.
[386] Buhari (1/202) 3-Kıtabu'l-İlm, 38-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uyduranın kazandığı günah babı. Müslim (1/10) Mukaddime, 2-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uydurmanın oldukça büyük bir günah olduğu babı.
[387] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/158.
[388] Müslim (119) Mukaddime, 1-Sika (güvenilir) kişilerden rivayette bulunulmasının ve yalancıların bırakılmasının gerekliliği babı.
[389] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/158.
[390] Müslim (1/10) Mukaddime, 2-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uydurmanın oldukça büyük bir günah olduğu babı.
[391] Şerhu's Sünnc (11367)
[392] Şerhu's Sürme (1/255)
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/158-159.
[393] Taberani. Mu'cemu'l-Kcbir (1/217) Mccmcu'z-Zevaid (1/148) Müellif: "Bunu Ta-berani Mu'cemu'l-Kebir'de rivayet etmiştir ve isnadı hasendİr. Ayrıca cl-Kuza'İ Musnedu'ş-Şihab'da rivayet etmiştir" demiştir.
[394] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/160.
[395] Buharı (1/200) 3-Kitabu'l-İtm. 38-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uyduranın kazandığı günah babı.
[396] Ebu Davud (3/319-320) Kitabu'l-İlm. Resulullah (a.s)'a karşı yalan uydurulmasına karşı oldukça sert davranılması babı.
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/160.
[397] Müslim (1/10) 2-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uydurmanın oldukça büyük bir günah olduğu babı.
[398] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/161.
[399] Tirmizi (5/36) 42-Kitabu'l-İlm, 8-Rcsulullah (a.s)'a karış yalan uydurmanın, oldukça büyük günah olduğu hakkında gelen rivayetler babı.
[400] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/161.
[401] Buharı (1/199) 3-Kitabu'l-İlm, 38-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uyduranın kazandığı günah babı. Müslim (1/9) Mukaddime, 2-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uydurmanın, oldukça büyük bir günah olduğu babı. Tirmizi (5/35) 42-Kitabu'l-İlm, 8-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uydurmanın, oldukça büyük günah olduğu hakkında gelen rivayetler babı.
[402] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/161.
[403] Taberani, Mu'cemu'l-Evsat.
[404] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/162.
[405] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/162.
[406] Taberani, Mu'cemu'l-Kebir. Kesfu'l-Estar (1/110) Kitabu'l-İİm, Hadis yazmanın caizliği babı.
[407] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/162.
[408] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/162-163.
[409] Taberani. Mu'cemu'l-Kebir (1/246) Mecmeu'z-Zevaid (11152) Müellif: "Bunu Taberani Mu'cemu'l-Kebir'de rivayet etmiştir ve ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravİ-lerdir" demiştir.
[410] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/163.
[411] Tirmizi (5/38) 42-Kitabu'l-İlm, 10-Resulullah (a.s)'tan hadis rivayeti konusunda söylenilmesi yasak olan şeylerle ilgili bab.
[412] Ebu Davud (4/200) Kitabu's-Sunne, Sünnete bağlı kalma babı.
[413] İbni Macc (J/6) Mukaddime. 2-Rcsulullah (a.s)'tan hadis rivayet etmenin büyük bir iş olduğu ve onun hadisine muhalefet edenin günahının büyük olacağı babı.
[414] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/163-164.
[415] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/164.
[416] Mecmeu'z-Zevaid (11152) Müellif: "Bunu Taberani, Evsat'ta rivayet etmiştir ve ravileri, mevsuk (güvenilir) kişilerdir" demiştir.
[417] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/164-165.
[418] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/165.
[419] Mecmeu'z-Zevaid (1/157) Heyscmi: "Bunu Taberani. Mu'cemu'l-Kebir'dc rivayet etmiştir ve ravileri, mevsuk (güvenilir) kişilerdir" demiştir.
[420] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/165.
[421] Ebu Davud (3/321) Kitabu'l-İlm, 8-Hataya düşme korkusuyla fetva vermekten sakınılması babı. İbni Mace (1/20) Mukaddime 8-Cörüş ve kıyastan kaçınılması babı. Darimi (1/57) 19-Fetva verilmesi ve bu işin zorluğu babı. Hakim (1/1?6)
[422] Ebu Davud (3/321) Kitabu'l-İlm. 8-Hataya düşme korkusuyla fetva vermekten sakınılması babı.
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/165-166.
[423] Taberani, Mu'cemu'l-Evsat. Mecmcu'z-Zevaid (1/178) Müellif: "Bunu Taberani, Evsat'ta rivayet etmiştir, ravileri, Sahih'tc isimleri geçen mevsuk ravilerdîr" demiştir.
[424] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/166.
[425] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/166-167.
[426] Beğavi, Şerhu's-Sünne (1/303) Fetva vermekten sakınılması babı. İsnadı sahihtir.
[427] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/167.
[428] Ahmed bin Hanbel (6123) Ebu Davud (3/323) Kitabu't-İtm, 13-Kısas babı.
[429] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/167-168.
[430] Şerhu's Sünne (1/303)
[431] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/168.
[432] Buharı (13/185) 93-Kİtabu'l-Ahkam, 40-Hakimlerİn hallerinin bilinmesi ve bir tek kişinin bu konuda bilgi vermesinin yeterli olup olmayacağı babı. Ebu Davud (31318) Kitabu'l-llm, 2-Ehli kitabın rivayetlerinin nakledilmesi babı. Tirmizi (5/67) 43-Kitabu'l-lsti'zan, 22-Süryanicenin öğretilmesi hakkında gelen rivayetler babı. Müellif: "Bu hadis hasen. sahihtir" demiştir.
[433] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/168.
[434] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/168-169.
[435] Darimi (11154) 54-Bİr konuda fetva verdikten sonra o fetvasını değiştiren kişi ile ilgili bab
[436] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/169.
[437] Mecmu'ul-Enhur (21756)
[438] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/169-170.
[439] Taberani, Mu'cemu'l-Kebir (18150-51) Keşfu'l-Estar (1/96) Kötü alimlerden sakındırma babı. Mccmeu'z-Zevaid (İl 179) Heysemi şöyle söylemiştir: "İbni Mace, bunun baş tarafından bir bölümünü rivayet etmiştir. Ayrıca Mu'cemu'l-Kbbir'de Taberani ve Bezzar rivayet etmiştir. Ravileri, Sahih'te isimleri bulunan ravilerdir."
[440] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/170.
[441] Makim (1/128) Kitabu'l-İlm. Müellif: "Bu hadisin isnadları. bu hadisin sahih olduğuna delil teşkil edecek isnadlardır" demiştir.
[442] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/171.
[443] Ebu Davud (41202) Kitabu's-Sunne 7-Sünnete bağlı kalma babı.
[444] Ebu Davud (4/202) Kitabu's-Sünne, 7-Sünnete bağlı kalma babı.
[445] Darimi (1/67) 21-Zamanın değiştirilmesi ve zaman içinde ortaya çıkacak olanlar babı.
[446] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/172-173.
[447] Taha Suresi: 114
[448] Ahmed bin Hanbel (î/385) Buharı (1/165) 3-Kitabu'l-İlm. 15-İlimde başkalarına gtbta etme babı. Müslim (31559) 6-Kitabu Satati'l-Musafirin ve Kasriha, 47-Kur'-an-t Kerim'e göre amel edenin ve onu başkalarına öğretenin üstünlüğü babı. Mcc-meu'z-Zevaid (3/108) Heyscmi: "Bunu Ahmed hin Hanbel rivayet etmiştir ve ravi-leri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir" demiştir.
[449] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/173-174.
[450] Şerhu's-Sünne (11229)
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/174.
[451] Müslim (1/393) 5-Kitabu'l-Mescid ve Mevaidi'i's-Sala, 16-Hemen yenilmek üzere bir yemeğin getirildiği vakitte namaza durmanın mekruh olduğu babı.
[452] Sahih-i Müslim'in dipnotunda, buradaki İki çirkin İş ile kastedilenin; büyük ve küçük abdest bozma olduğu ifade
edilmektedir. (Çeviren)
[453] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/175.
[454] Ra'd Suresi: 41
[455] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/175.
[456] Buhari (J/178) 3-Kitabu'l-İlm. 61-İlmin yok edilmesi ve bilgisizliğin ortaya çıkması babı. Müslim (4/2056) 47-Kitabu'l-İlm. 5-Kıyamete yakın zamanda ilmin kaldırılması, alınması, bilgisizliğin ve fitnelerin ortaya çıkması babı.
[457] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/176.
[458] Buhari (1/194) 3-Kitabu'l-İlm 34-İlmin nasıl alınacağı babı. Müslim (4/2058) 47-Kitahu'l-İlm, 5-Kıyametc yakın zamanda ilmin kaldırılması, alınması, bilgisizliğin ve fitnelerin ortaya çıkması babı,
[459] Müslim (412058) 47-Kitabu'l-îlm, 5-Kıyamcte yakın zamanda İlmin kaldırılması, alınması, bilgisizliğin ve fitnelerin ortaya çıkması babı.
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/176.
[460] Buhari (13/232) 96-Kitabu-İ'tisami bi'l-KUab ve's-Siinnc, 7-Görüsü (re'yi) tercih etmenin ve kıyasta zorlama yapmanın tenkidi konusunda bildirilenler babı.
[461] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/177.
[462] Müslim (4/2059) 47-Kitabu'l-İlm, 5-Kıyamete yakın zamanda ilmin kaldırılması, alınması, bilgisizliğin ve fitnelerin ortaya çıkması babı. Tirmizi (5131) 42-Kita-bu'l-İlm. 5-İlmin gitmesi hakkında gelen rivayetler babı.
[463] Müslim (4/2058) 47-Kitabu'l-İlm, 5-Kıyamete yakın zamanda ilmin kaldırılması, alınması, bilgizliğin ve
fitnelerin ortaya çıkması babı.
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/178.
[464] Tirmizi (5/31-32) 42-Kitabu'l-İlm, 5-İlmin gitmesi hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi bu hadisin hasen. garip olduğunu söylemiştir.
[465] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/179.
[466] Ahmed bin Hanbel (2/481) Bczzar, Keşfu'l-Estar (1/125) Kitabu'l-İlm. İlmin ve ilim ehlinin gitmesi babı. Mecmeu'z-Zcvaid (1/202) Heysemİ: "Bunu Ahmed bin Hanbel ve Bezzar rivayet etmiştir ve ravileri, Sahih'tc isimleri geçen ravilerdir" demiştir.
[467] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/180.
[468] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/180-182.
[469] Ebu Davud (3/318) Kitabu'l-llm, İlmin (hadisin) yazılması babı.
[470] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/182-183.
[471] Buharı (1/205) 3-Kitabu'l-İlm. 39-Ilmin (hadisin) yazılması babı. Tirmizi (5139) 42-Kitabu'l-İlm, 12-Hadisin yazılmasîna cevaz verildiği hakkında gelen rivayetler babı.
[472] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/183.
[473] Buharı (1/206) 3-Kitabu'l-İlm, 39-İlmin (hadisin) yazılması babı. Tirmizi (5/40) 42-Kitabu'l-İlm. 12-Hadisin yazılmasına cevaz verildiği hakkında gelen rivayetler babı.
[474] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/183.
[475] Buhari (13/275) Kitabu'l-İ'tisam, 5-Din konusunda taşkınlığa gitmekten, aşırıya sapmaktan ve bid'atlere düşmekten nehiy babı. Müslim (21994) 15-Kitabu'l-Hacc, 85-Medine-i Münevvere'nin fazileti babı.
[476] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/184.
[477] Buhari (121246) Kitabu'd-Diyat. Kısas yerine alınan diyetler babı.
[478] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/185.
[479] Müslim (311567) 35-Kitabu'l-Edahi. 8-Allah'tan başkasının adına hayvan kesmenin haram olduğu ve bunu yapanın lanetlendiği babı.
[480] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/185.
[481] Nesai (8124) Kitabu'l-Kaseme. Kendisiyle antlaştlana (yani yapılan antlaşmalara) hürmet babı. Hafız İbni Hacer Feth (12/231 )'de söylediğine göre isnadı basendir.
"Bir mü'min bir kâfirden dolayı öldürülmez. Aynı şekilde ahidde bulunan biri de ahdi sürdükçe (ahdi olmayan) bir kâfirden dolayı Öldürülmez" sözü ile ilgili olarak iki ayrı açıklamada bulunulmuştur:
Birisi şöyledir: Müslüman veya İslam devleti ile ahidde bulunan bir kimse, bu ahdi devam ettiği sürece bir kâfirden dolayı öldürülmez, (Yani bu kişiler bir kâfiri öldürmekten dolayı kısas cezasına çarptırılmazlar - Çeviren). İkinci açıklamada ise şöyledir: Bir Müslüman bir kâfirden dolayı öldürülmeyeceği gibi, İslam devleti ile ahdi olan kişi de öldürülmez, (Yani bir Müslüman kâfirden dolayı kısas için öldürülmez. Ahdi olan kişi de ahdi devam ettiği sürece ölüm cezasına çarptırılmasını gerektirecek bir suç işlememesi halinde herhangi bir sebepten dolayı öldürülmez -Çeviren)
[482] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/186.
[483] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/186-187.
[484] Müslim (412298) 53-Kitabu'z-Zuhd ve'r-Rekaik, 16-Hadisin kesinliğinin ortaya çıkarılması ve hadisin (ilmin) yazılmasının hükmü babı.
[485] Müslim (412298) 53-Kitabu'z-Zuhd ve'r-Rekaik, 16-Hadisin kesinliğinin ortaya çıkarılması ve hadisin (ilmin) yazılmasının hükmü babı.
İbnu'l-Esir. Resulullah (a.s)'ın "Benden Kur'an-ı Kerim'in dışında bir şey yazmayın" sözü ile ilgili olarak şöyle söylemiştir:
"Resulullah (a.s)'tn "Benden Kur an-1 Kerim'in dışında bir şey yazmayın" sözü için şöyle denilebilir: Ümmetin üzerinde görüş birliğine vardığı (icma ettiği) üzere hadisin yazılması artık caiz olduğuna göre. Resulullah (a.s)'ın buna cevaz veren hadisleri. bunu yasaklayan hadislerinin hükmünü neshetmiştir (kaldırmıştır). Çünkü İslam ümmeti ancak doğru bir şey üzerinde görüş birliğine varır. Buradaki yasağın, hadisi şeriflerin Kur'an-ı Kerim ayetleri ile aynı sahifeye yazılması yasağı olduğu da söylenmiştir. Çünkü bu durumda hadislerle ayetler birbirine karışabilir ve okuyucu hangilerinin ayet. hangilerinin hadis olduğunu çıkaramayabilir.
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/187.
[486] Tirmizi (5/38) 42-Kitabu'l-İlm, 11-Hadisin yazılmasının mekruh olduğu hakkında gelen rivayetler babı. Bu hadis hasendir.
[487] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/188.
[488] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/188-189.
[489] Buhari (11194) 3-Kitabu'l-İlm, 34-İlmin nasıl alınacağı babı.
[490] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/189.
[491] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/189-190.
[492] Müslim (1169) 1-Kitabu'l-Iman, 20-KötüIükten nchyetmcnin imandan olduğu baht.
[493] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/193.
[494] Müslim (1/69-70) 1-Kitabu'l-İman, 20-Kötülükten nehyetmenin imandan olduğu babı.
[495] A'rafSuresi: 165
[496] Hud Suresi: 116
[497] Al-i İmran Suresi:104
[498] Al-i İmran Suresi: 110
[499] Asr Suresi: 1-3
[500] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/194.
[501] Müslim (1174) l-Kitabu'l-İman, 23-Dinin öğüt olduğunun bildirilmesi babı.
[502] Al-i İmran Suresi:! 10
[503] Maide Suresi: 78-79
[504] A'raf Suresi: 93
[505] Kasas Suresi: 87
[506] Nahi Suresi: 125
[507] Ahzab Suresi: 21
[508] Yusuf Suresi: 108
[509] Bakara Suresi: 151
[510] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/195-197.
[511] Afımed bin Hanbel (3/20) Müslim (1169) 1-Kitabu'l-İman, 20-Kötülükten nchyet-menin imandan olduğu, imanın artıp ekşitebileceği ve iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın babı.
[512] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/198.
[513] Maide Suresi: 85
[514] Delilu'l Fatihin (J/465)
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/189-200.
[515] Müslim (1/70) 1-Kitabu'l-İman, 20-Kötülükten nehyetmenin imandan olduğu, imanın artıp ekşitebileceği ve iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın vacip olduğu babı,
[516] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/200.
[517] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/200-201.
[518] Buhari (13/5) Kitabu'l-Fiten. Resulullah (a.s)'tn "Benden sonra ho$ karşılamayacağınız (veya önceden görmediğiniz, tanımadığınız) birtakım işler göreceksiniz" sözü ile ilgili hah. Müslim (3/1470) Kitabu'l-îmare. Yöneticilere günah olmayan işlerde itaat etmenin vacip, günah işlerde itaat etmenin ise haram olduğu babı.
[519] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/201.
[520] Buharı (5/132) Kitabu'ş-Şerike, Payların ve taksimatın belirlenmesinde kur'a çekilip çekilmeyeceği babı.
[521] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/202.
[522] Müslim (3/1481) Kitabu'l-İmarc, Yöneticilerin şeriata ters hareket etmeleri durumunda onların bu işlerine karşı
çıkmanın vacip olduğu ve namaz kılmaları ve buna benzer görevleri yerine getirmeleri durumunda kendilerine karşı savaş açılmayacağı babı.
[523] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/202.
[524] Riyazü's Salihin
Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/203.
[525] Buhari (131106) Kitabu'l-Fiten. Ye'cüc ve Me'cüc babı. Müslim (4/2207) Kitabu'l-Fiten ve Eşrati's-Sa'a. Fitnelerin yaklaşması ve Ye'cüc ile Me'cüc surunun açılması babı.
[526] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/203.
[527] Buhari (51112) Kitabu'İ-Mezalim, Evlerin avluları, oralarda ve toprak yerler üzerinde durulması babı. Müslim (311675) Kitabu'l-Libas ve'z-Zine. Yollarda oturmaktan nehiy ve yola hakkını verme babı,
[528] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/204.
[529] Ebu Davud (41256) Kitabu'l-Edeb, 13-Yollarda oturma babı.
[530] Bezzar (21425) Kitabu'l-Edeb, Yolda oturma babı.
[531] Mecmeu'z-Zevaid (8/61-62) Toprak üzerinde oturulması babı, 3'Yola hakkının verilmesi babı.
[532] Tirmizi (5174) Kitabu'l-İsti'zan, Yol üzerinde oturmak hakkında gelen rivayetler babı.
[533] Delilu't Falihin (1/476)
[534] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/204-205.
[535] Müslim (3/1655) 37-Kitabu'l-Libas ve'z-Zine. 11-Altın yüzüğün erkeklere haram edildiği ve İslam'ın ilk dönemlerinde bunun mubah kılındığına dair hükümlerin nesheditdiği babı.
[536] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/205.
[537] Müslim (3/1461) 33-Kitabu'l-!marc, Adil yöneticinin (imamın) fazileti, zalimin cezalandırılması, yönetilenlere karşı merhametli olmaya teşvik ve onların sıkıntıya sokulmasından nehiy babı. Ahmed bin Hanbel (5/64)
[538] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/205-206.
[539] Tirmizi (4/468) 34-Kiiabu'l-Fiten, 9-İyiliği emir ve kötülükten sakındırma hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi bu itaatsin hasen olduğunu söylemiştir. Ebu Davud (4/121) Kitabu'l-Melahim, 17-Emir ve nehiy babı. Tirmizi (5/252-253) 48-Kitabu Tefsiri'l'Kur'an. 6-Maide Suresi ile ilgili bab.
[540] Maide Suresi: 78-81
[541] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/206-207.
[542] Bir hadisin tabi'inden olan ravisi sahabiden olan ravinin adını anmadan hadisi direkt Resulullah (as)'tan rivayet ederse, bu hadise mürsel denilir.
[543] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/207-208.
[544] Mecmeu'z-Zevaid (71276) Hey semi §öyle söylemiştir: "Taberani bunu iki ayrı senetle rivayet etmiştir. Senetlerden birinde Şerik'in adı geçmektedir ki. onun rivayeti hasendir. Geriye kalan ravileri İse, Sahİh'tc isimleri geçen ravilerdir."
[545] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[546] Müslim (11128) 1-Kitabu'l-İman, 65-İslam'ın garip olarak başladığının ve garip o-larak döneceğinin bildirilmesi babı.
[547] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[548] Mecmcu'z-Zcvaid (71275) Kitabu'l-Fitcn, Kalp ile inkâr babı. Heysemi: "Bunu Taberani rivayet etmiştir ve ravilcri, Sahih'te isimlen geçen ravilerdir" demiştir.
[549] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[550] Ahmed bin Hanbel (1/436) Ebu Davud (3/319-320) Kitabu'l-llm. Resulullah (a.s)'a kar$ı yalan uydurmanın oldukça büyük günah olduğu babı. Tirmizi (41524) 34-Kita-bu'l-Fitcn. 9-İyiliği emir ve kötülükten sakındırma hakkında gelen rivayetler babı. "Kalpleri yavaş yavaş kaplayacak bir örtü gibi":Humeydi bunun hakkında şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Yani fitneler kalpleri adeta ablukaya alınmış, etrafı sarılmış bir şey gibi kuşatırlar. Metindeki örtü kelimesinin kökü olan "hasr", bir şeyi kuşatmak, etrafını sarmak, onu darda bırakmak anlamına gelir. "Yavaş yavaş" yani kademe kademe.
"Hangi kalp bu fitneden etkilenirse onun üzerinde siyah bir nokta belirir." Yani o kalbin üzerinde siyah bir iz ortaya çıkar. Bu ise yüce Allah'ın ona gadab ettiğinin, kızdığının işaretidir. Bundan dolayı yüce Allah'ın rızasını hak eden kalpte de beyaz bir noktanın belireceği belirtilmiştir. Dolayısıyla kalpler iki kısma ayrılır. (İbnu'l-Esir)
[551] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[552] Ahmed bin Hanbel (1/2) Ebu Davud (4/122) Emir ve nehiy babı. Tirmizi (41468) 34-Kitabu'l'Fiten, 9-İyiliği emir ve kötülükten sakındırma hakkında gelen rivayetler babı.
[553] Maide Suresi: 105
[554] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[555] Ebu Davud (41123) Kitabu'l-Melahim, Emir ve nehiy babı.
[556] Ebu Davud (4/123) Kitabu'l-Melahİm. Emir ve nehiy babı.
[557] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[558] Mccmeu'z-Zevaid (7/270) İyiliği emir ve kötülükten sakındırma babı. Heysemi Söyle söylemiştir: "Bunu Ebu Ya'la rivayet etmiştir ve Ebu Bekir Muhammed bin Abdulmetik bin Zenceviyye dışında kalan ravileri, Sahih'te isimleri bulunan ravi-lerdir. Söz konusu kişi ise sika (güvenilir) biridir."
[559] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[560] Taberani (9Iİ19) Mecmeu'z-Zevaid. Heysemi söyle söylemiştir: "Bunu Taberani rivayet etmiştir ve ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir."
[561] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[562] Ebu Davud (4/124) Kitabu'l-Melahim, Emir ve Nehiy babı. Bu hadis daha başka rivayetlerle desteklenmesi itibariyle sahih bir hadistir. Tirmizi (4/471) 34~Kitabu'l-Fiten, 13-En üstün cihadın zalim bir yöneticinin yanında adalet sözünü söylemek olduğu hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi, "Bu hadis bu rivayeti ile hasen garip bir hadistir" demiştir.
[563] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[564] Nesai (71161) 39-Kitabu'l-Bey'at, 37-Zalim bir yöneticinin yanında hakkı söyleyenin üstünlüğü babı.
[565] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[566] Tirmizi (4/339-340) 28-Kitabu'l-Birr ve's-Sıla. 96-İyilik. türleri hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi: "Bu hadis hasen gahbdir" demiştir.
[567] İmam Nevevi. Sahihi Müslim Şerhi (7/11)
[568] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[569] Müslim (2/698) 12-Kitabu'z-Zekat. 16-Sadaka adının bütün iyilik türleri için kullanılabileceği babı.
[570] Müslim (2/698) 12-Kitabu'z-Zekat, 16-Sadaka adının bütün iyilik türleri için kullanılabileceği babı.
[571] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[572] Ahmed bin Hanbel (4/391) Kesfu'l-Estar (41102) Kitabu'l-Fiten, İyilik yapanlar ve kötülük İsleyenler babı. Bezzar şöyle söylemiştir: "Bu hadisin Ebu Musa'dan bu is-nad dışında herhangi bir tankla rivayet edildiğini bilmiyoruz." Mccmcu'z-Zevaid (7/262) 220-Kitabu'l-Fiten, İyilik yapanlar ve kötülük işleyenler babı.
[573] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[574] Ebu Davud (4/124) Kitabu'l-Melahim, 17-Emİr ve nehiy babı.
[575] Ebu Davud, aynı yer.
[576] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[577] Taberani (9/109) Mecmeu'z-Zevaid, (71280) Heysemi: "Ravileri Sahih'tc isimleri geçen ravilerdir." demidir.
[578] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[579] Mecmeu'z-Zevaid (7/280) Heysemi: "Bunu Taberani rivayet etmiştir ve ravileri sikadırlar" demi§tir.
[580] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[581] Keşfu'l-Estar (4/112) Kitabu'l-Fiten, Mü'minin kendini küçük düşürmesinin uygun olmayacağı babı. Bezzar söyle söylemiştir: "Bu hadisin, Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet edildiğine dair bu tankı dışında herhangi bir tankla rivayet edildiğini bilmiyoruz." Mecmeu'z-Zevaid (71275) Kitabu'l-Fiten, Başkasına ve kendine zarar dokundurmaktan korkanla ilgili bab.
[582] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[583] Tirmizi (4/523) 34-Kitabu'l-Fiten, 67. bab. Tirmizi: "Bu hadis hasen garibdir" demiştir. Rivayet senedinde Ali bin Zeyd bin Cud'an vardır ki, bu kişi zayıf biridir. Bazı ilim adamları bu hadisi daha önce geçen rivayet tankı itibariyle sahih görmüşlerdir. Bu iki rivayette Müslümanın maruz kalabileceği sırf kalbi nitelik taşıyan ve diline aksetmeyen inkâr şekillerinden birine işaret vardır."
[584] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[585] Ebu Ya'la, Raviteri. Sahih'te isimleri geçen ravilerdir.
[586] Maide Suresi: 62
[587] Yani namazı geciktiriyoruz. Namaz kılalım.
[588] Metinde "maksure" denmektedir ki, camilerin içimle imamlar, müezzinler, hafızlar vs. için ayrılan küçük odalara bu ad verilir. (Çeviren)
[589] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[590] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[591] Mecmeu'z-Zevaid (8/64) Heysemi şöyle söylemiştir: "Bunu Taberani Evsaf ve Ke-bir'de rivayet etmiştir ve ravileri sikadırlar."
[592] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[593] Ahmed bin Hanbel (11271) Keşfu'l Estar (1/111) Haber ve inceleme babı. İbni Hib-ban (8/32) Hz.Musa (a.s)'nın elindeki levhaları atmasına sebep olan durumun bildirilmesi babı. Mecmeu'z-Zevaid (11153) Heysemi şöyle söylc-miştir: "Bunu Ahmed
6ın Hanbel, Bezzar ve Kebir ve Evsafta Taberani rivayet et-miştir. Ravileri, Sa-hih'te isimleri geçen ravilerdir. İbni Hibban, bu hadisi sahih olarak görmüştür." 212- Buharı (13/136) 93-Kitabu'l-Ahkam. 13-Kadt'nın (yargıcın) sinirli olduğu bir anda hüküm veya fetva vermesinin uygun olup olmadığı babı. Müslim (1/343) Kitabu's-Salat, 37-İmamlara namazı hafif tutmalarının cmredilmcsi babı.
[594] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[595] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[596] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[597] Buhari (10/386) 77-Kitabu'l-Libas, 91-Ne tür resimlerin silindiği babı. 92-Resim-lerin üzerinde oturmaktan kaçınma babı. Müslim (3/1668) 37-Kitabu'l-Ubas ve'z-Zine, 26-Canh resimlerinin yapılmasının haram olduğu babı.
[598] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[599] Buhari (61513) 60-Kitabu Ehadisi'l-Enbiya, 54-Ebu't-Yeman'ın rivayeti babı. Müslim (3/1315) 29-Kitabu'l-Hudud, 2-Saygm bir yeri olan hırsızın da böyle olmayan hırsızın da elinin kesileceği babı.
[600] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[601] Buhari (1/507) 8-Kitabu's-Salat, 33-Secde yerinden tükürük v.s.'nin elle temizlenmesi babı. Müslim (1/388-389) 5-Kitabu'l-Mesacid ve Mevadi'i's-Salat. Mescide tükürmekten nehiy babı.
[602] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[603] Bakara Suresi: 44
[604] SaffSuresi:2
[605] Hud Suresi: 88
[606] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[607] Buhari (61331) 59-Kitabu Bedi'i'l-Halk, 10-Cehennemin özelliği ve onun yaratılmış olduğu babı. Müslim (4/2290) 53-Kitabu'z-Zühd ve'r-Rekaik 7-İyiliği emredip de kendisi yapmayan ve kötülükten sakındırıp kendisi isleyenin cezası ile İlgili bab.
[608] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[609] Ahmed bin Hanbel (3/120) İbni Hibban (11135) Amel etmeyip de sadece söz söyleyen hatiplerin özellikleri babı.
[610] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[611]Ahmed bin Hanbel (41103) Taberani. Mu'cemu'l-Kebir (2/58) Mecmeu'z-Zevaid (6/14) Heysemi söyle söylemiştir: "Bunu Ahmed bin Hanbel ve Taberani rivayet etmiştir ve Ahmed bin Hanbel'in ravileri, Sahih'te isimleri bulunan ravilerdir."
[612] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[613] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[614] Müslim (3/1506) 33-Kitabu'l-İmare, 38-AUah yolunda savaşa çıkan kimseye binek temin etmekle veya başka şeylerle yardımcı olmanın faziletleri babı.
[615] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[616] Müslim (412060) 47-Kitabu'l-İlm, 6-İyi ya da kötü bir adet başlatan ve hidayete ya da sapıklığa çağıran kimselerin durumları ile ilgili bab.
[617] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[618] Buharı (71476) 64-Kitabu'l-Meğazi, 38-Hayber Gazvesi babı. Müslim (411872) 44-Kitabu Fedaili's-Sahabe. 4-Ali bin Ebi Talib (r.a)'in faziletlerinden babı.
[619] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[620] Buhart (131302) 96-Kitabu'l-hisam bi'l-Kitabi ve's-Sunne, 15-Sapıklığa çağıranın veya kotu bir adet başlatanın günahı babı. Müslim (311303-1304) 28-Kitabu'l-Ka-same, 7-Oldürme adetini başlatanın günahı babı.
[621] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[622] Müslim (21704-705) Kitabu'z-Zekat, 20-Yanm hurma veya güzel bir söz ile de sadakada bulunmaya teşvik ve sadakanın ateşin Önünde perde olacağı babı.
[623] Nisa Suresi: 1
[624] Hasr Suresi: 18
[625] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[626] Müslim (412059) 47-Kitabu'l-İlm, 6-İyi ya da kötü bir adet başlatan ve hidayete ya da sapıklığa çağıran kimselerin durumları ile ilgili bab. Tirmizi (5143) 42-Kita-bu'l-İlm, 15-Hidayete çağıran ve kendisi de ona uyan kimse İle sapıklığa çağıran kişi hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi, bu hadisin hasen sahih olduğunu söylemiştir.
[627] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[628] Müslim (1174) l-Kitabu'l-İman, 23-Dinin öğütten ibaret olduğunun bildirilmesi babı.
[629] Nesai (71156-157) 31-Yöneticiye Öğüt verilmesi.
[630] Ebu Oavud (4/286) 68-Öğüt babı.
[631] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[632] İmam Nevevi. Müslim Şerhi (2/38)
[633] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[634] Buhari (13/193) 93-Kitabu'l-Ahkam, 43-lmamın insanlardan nasıl bey'ai alacağı babı. Müslim (1/75) 1-Kitabu'l-İman. 23-Dinin öğütten ibaret olduğunun bildirilmesi babı.
[635] Müslim (1/75) 1-Kitabu'l-İman, 23-Dinin öğütten ibaret olduğunun bildirilmesi babı.
[636] Nesai (7/140) Bütün Müslümanlara öğütte bulunmak üzere bey'atta bulunma babı.
[637] Aynı yer.
[638] Aynı yer.
[639] Aynı yer.
[640] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[641] Buharı (131127) 93-KHabu'l-Ahkam, 8-Bir topluluğu yönetmek isteyip de onlara öğüt vermeyenle ilgili bab.
[642] Buharı, aynı yer. Müslim (11125) 1-Kitabu'l-İman, 63-Yönettiklerine karsı fasıklık eden bir yöneticinin ateşi hakedeccği babı
[643] Müslim, sh. 126.
[644] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[645] Buhari (51178) 49-Kitabu'l-ltk, 17-Köleye karsı aşırıya gitmenin hoş olmayacağı babı. Müslim (311459) 33-Kitabu'l-İmare, 50-Adil yöneticinin fazileti ve zalimin cezalandırılacağı babı.
[646] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[647] Buhari (111494) 82-Kitabu'l-Kader, 4-Allah'tn emrinin önceden belirlenmiş bir kader olduğu babı. Müslim (412039) 46-Kitabu'l-Kader\ 1-İnsanoğlunun anasının karnında yaratılışının nasıl olduğu babı.
[648] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[649] Ahmed bin Hanbel (11227, 362) Tirmizi (51365) 48-Kitabu Tefsiri'l-Kur'an, 39-Sad Suresi ile ilgili bab. Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Hakim (2l432)'de bu hadisi anlam olarak rivayet etmiştir ve şöyle söylemiştir: "Bu hadisin isnadı sahihtir ancak Buharı ve Müslim kitaplarına almamışlardır." Zehebi de sahih olduğunu söylemiştir.
[650] Sâd Suresi: 4-8
[651] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[652] Buhari (71193) 63-Kitabu Menakıbi'l-Ensar, 40-Ebu Talib'in kıssası babı.
[653] Tevbe Suresi: 11
[654] Kasas Suresi: 56
[655] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[656] Ahmed bin Hanbel (4/378) Tirmizi (5/201) 48-Kitabu Tefsiri'l-Kur'an, 2-Fatiha Suresi babı. Tirmizi: "Bu hadis hasen gariptir. Semmak'ın rivayetinden başka bir rivayetini bilmiyoruz" demiştir. İbni Kesir, Tefsir'inde söyle söylemiştir: "Adiyy'in bu hadisi, değişik tanklardan rivayet edilmiştir." İbni Kesir'in bununla ilgili hayli uzun açıklamaları bulunmaktadır ki. bunları vermemiz durumunda söz bir hayli uzar.
[657] Burada Fatiha Suresi'nde yer alan "Bizi doğru olan yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet. Gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil" ifadelerine dikkat çekilmekte ve burada "gazaba uğrayanlar" ile kastedilenlerin Yahudiler, "sapıklar" •ile kastedilenlerin ise Hıristiyanlar olduğu belirtilmektedir. (Çeviren)
[658] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[659] İbni Abdilberr. el-İsti'ab (1/323) Sahih olduğunu söylemiştir.
[660] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[661] Kesfu't-Estar (2/356) Tebük Gazvesi babı. Mecmeu'z-Zevaid (61194) Heysemi §öyle söylemiştir:: "Bunu Bezzar ve Evsat'ta Taberani rivayet etmiştir. Ahmed bin Hanbel de bunun benzerini rivayet etmiştir. Ahmed bin Hanbel'in ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir."
[662] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/
[663] Müslim (I/38I) 5-Kitabu'l-Mesacid ve Mevadi'i's-Salat, 7-Namazda konuşmanın haram olduğu babı.
[664] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/