SUNUŞ. 3

SAÎD HAVVA (rh.a.)6

Eserleri:6

TAKDİM... 6

İSLAMDA TEMEL İBADETLER.. 9

GİRİŞ. 9

İLİM ÖĞRENME. 11

GİRİŞ. 11

İLİM... 12

Vakte Bağlı Olan Farz. 21

Yaşanılan Döneme Ve Şartlara Bağlı Olan Farz. 21

İLMİN KISIMLARI27

Allah'ın Dininde İlmin Üstünlüğü. 27

DERSLER VE ÖĞÜTLER.. 34

İlim Adamlarına Hürmet Edip Üstün Tutmak, Onları Basite Alıp Laubali Davranmaktan Sakındırmak. 34

Allah'ın Rızasından Başka Bir Gaye Île İlim Öğrenmekten Sakındırma. 35

Îlmî Yaymayı Teşvik Ve Îyîlîğe Öncülük Etme. 36

Hadis Dinlemeye Ve Onu Başkalarına Tebliğ Etmeye Teşvik. 37

Îlim Ve Kur'anı Kerim Bilgisinde Üstünlük Davasında Bulunmaktan Sakındırma. 41

İlmi Gizlemekten Sakındırma. 42

Öğrenmenin Ve Öğretmenin Gerekliliği45

Bildiği Île Amel Etmekten Ve Yapmadığı Şeyi Söylemekten Sakındırma. 45

Gösterişten, Tartışmaktan, Hasımlaşmaktan Ve Üstünlük Davasından Sakındırma. 47

Öğretmenin Ve Öğrenmenin Bazı Edepleri48

1- Belli Aralıklarla Vaaz Ve Nasihatta Bulunmak. 48

DERSLER VE ÖĞÜTLER.. 49

2- Soru sormanın ve bir şeyi öğrenmeye çalışmanın edebi49

DERSLER VE ÖĞÜTLER.. 50

DERSLER VE ÖĞÜTLER.. 52

3- Öğretileni iyi alma, iyi öğretme ve güzel müzakerede bulunma. 54

4- İlim ve ilim adamlarının meclislerinde bulunma ve buralarda bulunmanın edebi.55

5- Tekellüfe girmemek de edeptendir56

6- Başkasını izlemenin edebi56

7- Alçakgönüllülük ve Allah korkusu, ilim sahiplerinin edeplerindendir56

8- Sünnetlerle ilgili ilim ve hadis rivayet etmenin edepleri57

9- Hadis ezberlemek. 61

DERSLER VE ÖĞÜTLER.. 61

10- Resulullah (a.s)'ın hadisini inkardan sakındırmak. 61

11- Fetvanın edepleri, fetva verirken doğruya ulaşmaya çalışma ve istişarede bulunma. 62

DERSLER VE ÖĞÜTLER.. 62

12- Öğrenilmesi zorunlu olan ilimlerin öğrenilmesinin farz olduğu. 63

13- Ürm adamının içtihadının değişmesi konusundaki edep (tutum)64

DERSLER VE ÖĞÜTLER.. 64

14- Arzularına düşkün kişilerden ve bid'atçilerden uzak durulması64

15- İlme ve edebi hikmete gıpta etmek. 65

DERSLER VE ÖĞÜTLER.. 65

16- Dil ilimlerini iyi bilmek, ilim öğrenenin sahip olması gereken özelliklerdendir66

İLMİN ORTADAN KALKMASI VE HİM ADAMLARININ GİTMESİ66

DERSLER VE ÖĞÜTLER.. 67

HADİS YAZILMASI VE BUNU YASAKLAYAN HÜKMÜN NESHEDÎLDİĞİ68

DERSLER VE ÖĞÜTLER.. 70

İYİLİĞİ EMİR.. 71

KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRMA ÖĞÜT VE DAVET.. 71

GİRİŞ. 71

İYİLİĞİ EMİR VE KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRMA FARZDIR.. 73

DERSLER VE ÖĞÜTLER.. 73

Îyiliği Emir Ve Kötülükten Sakındırmanın Fazileti79

İyîliği Emir Ve Kötülükten Sakındırma Konusunda Ruhsata Ve Azimete Göre Hareket Etmek. 80

DERSLER  VE ÖĞÜTLER.. 82

Allah Îçin Kızmak Ve Fenalık Karşısında Sert Davranmak. 82

Kişinin Başkasına Emrettiğini83

Kendisinin Yapmaması Ve Başkasını Sakındırdığından Kendisinin Uzak Durmaması83

Söz Ve İş Île Îyiıiğe Davet Ve Öğüt Vermek. 84

Resulullah (A.S)'In Davet, Öğüt Ve Vaaz Konusundaki Sünnetleri87


 

SUNUŞ

 

Elinizdeki bu eser, Üstad Said Havva (r.a.)'mn 'EL ESAS Fİ'S SÜNNE1 adını taşıyan seri eserinin üçüncü bölümüdür. İlk bölümü "Hadislerle Hz. Pey­gamber1 in Hayatı* (6 cilt), ikinci bölümü 'Hadislerle İslam Akaidi1 (4 cilt) olarak gene yayınevimiz tarafından basılmış bulunuyor.

Ök iki bölümünü yayınladığımızda, eserin sunuş bölümünde şöyle demiştik:

"Elinizdeki bu eser, Said Havva'nın 'EL ESAS' dizisinin ikinci kitabıdır. Bi­rinci kısmı 'EL ESAS FİT TEFSİR1 olan bu serinin ikinci kısmının; (Siyret ve Akaid bölümlerinin) yayın hazırlığını bize lütfettiği için Rabbimize sonsuz şükürler olsun. Rabbimiz eğer nasip eder ve dilerse, üçüncü bölümün yeni 'Ha­dislerle İslam'da Temel İbadetler1 bölümünün yayın hazırlığını da biz üstlen­miş olacağız..."

Gerçekten de Rabbimiz nasip etti ve diledi.

Elinizdeki bu kitabın yayın ve basımı da bize nasip oldu. Bundan ötürü Rab­bimize ham dedi yor, O'na şükrediyoruz.

Üstad Said Havva (r.a.)'nın 'El ESAS' adını verdiği diziyle ilgili şu genel bilgileri vermekte yarar var:

Bu dizinin ilki; yukarıda da belirttiğimiz gibi Kitab'ı temel almış ve 'EL ESAS Fİ'T TEFSİR1 adıyla 16 cilt olarak Türkçe'de yayınlanmış Kur'an tefsi­ridir.

İkinci kısmı ise İslam'ın temel kaynaklarının ikincisini oluşturan ve SÜN­NETİ esas alan ve 'EL ESAS Fİ'S SÜNNE' olarak ifade edilen kısımdır. 'EL ESAS Fİ'S SÜNNE' kısmı ise kendi arasında şu şekilde dörde ayrılıyor:

1. Kısım: EL ESAS Fİ'S SÜNNE / HADİSLERLE HZ.PEYGAMBER­İN HAYATI

2. Kısım: EL ESAS Fİ'S SÜNNE / HADİSLERLE İSLAM AKAİDİ

3. Kısım: EL ESAS Fİ'S SÜNNE / HADİSLERLE İBADET ANSİKLOPEDİSİ

4.  Kısım: EL ESAS Fİ'S SÜNNE / HADİSLERLE HAYATİYAT VE MUAMELAT

Burada gene şunu ifade etmek istiyoruz ki, Rabbimiz nasip eder ve dilerse 'EL ESAS Fİ'S SÜNNE' bölümünün dördüncü kısmı olan 'HADİSLERLE HAYATİYAT VE MUAMELAT' kısmının yayın hazırlığını ve basımını da yayınevimiz üstlenecektir. Rabbimiz inşaallah o günleri de bizlere gösterir.

Elinizdeki bu kısım 12 ciltten meydana gelecektir.

Son kısım olan HADİSLERLE HAYATİYAT VE MUAMELATın ise 10

cilt olma ihtimali bulunmaktadır. İhtimal diyoruz, çünkü henüz bu kısmın Arap-çası da basılmış değildir.

Böylece 'EL ESAS Fİ'S SÜNNE' bölümü 32 ciltle tamamlanmış olacaktır.

Rahmetli Said Havva bu eserlerini ömrünün son kısımlarında yazmıştır. O'nu tanıyanlar, O'nun ömrünün son kısmının ne denli çileli geçtiğini de çok iyi bilir­ler. Hapis hayatı, sürgün hayatı, son derece muzdarip olan hastalığı evinden ve evlatlarından ayrılığı... gibi nedenler yüzünden, hayatının son dönemlerinde ka­leme aldığı 'EL ESAS Fİ'S SÜNNE'nin özellikle son bölümü olan 'HADİS­LERLE HAYATİYAT VE MUAMELAT1 bölümünü inceleme ve düzeltme gibi son kez gözden geçirilmesini bile yapamamıştır.

Halen bu serinin son bölümü ilim adamları tarafından incelenmekte, bu ön çalışmalar bitirildikten sonra baskıya geçmesi beklenmektedir.

Aslında, Üstad Said Havva (r.a.), Türkiye'H müslümanlann yakından tanıdı­ğı bir ilim adamı. Gene de O'nun kişiliği, hayatı ve mücadelesi üzerinde durma­yı yararlı görüyoruz.

1970'li yılların ortalarına kadar Türkiyeli müslümanlann yeteri kadar tanıya­madığı, fakat daha sonraki yıllarda ansızın karşılaştığı ve eserlerini içercesine okuyup şekillendiği ender fikir, hareket ve dava adamlarından birisiydi Said Havva (r.a.). Yüzyılımıza Cenab-ı Hak'kın bir armağanı olan Şehid îmam Hasan el Benna'nın ilmi terbiyesiyle büyümüş, O'nun terbiye, ahlak, davet ve gönüllere coşku veren aşkıyla aşklanmış, kendisini çalışmanın içinde bulmuştu. Said Hav­va (r.a.)'nın eserleri bir bakıma Şehid îmam'ın ortaya serdiği prensiplerin birer açıklamasıydı. Küçük yaşlarından itibaren İslami terbiye içinde kendisini bul­muş, ilim tahsil etmiş, sofi meclislerinden feyizlenmiş, ruh ve gönül mimarların­dan nurlanrmş, hareket ve cemaat çalışmalarının ekseninde büyüyerek gelişmiş, nihayet Suriye müslümanlanmn Önderlerinden birisi oluvermişti. Hayatı; sohbet, vaaz, irşad, davet ve hareket çalışmalarında geçmiş, kendisinin de ifade ettiği gibi gencecik yaşından, hayata gözlerini yumduğu zamana kadar, hep İslami hizmetlerin içinde bulunmuştu. îlimsiz hareketin ve hareketsiz ilmin müslümanlara hiç bir şey kazandı ram ayacağına inanmış, sürekli okumuş, sürekli konuşmuş, sü­rekli yazmış, sürekli çalışmaların odak noktasında bulunmuştu. Enerjik bir yapı­ya, bitmek tükenmek bilmeyen bir aksiyona sahipti.

Şehid îmam Hasan el Benna, O'nun için çok şey ifade ediyordu. Ta küçük yaşlarından itibaren Şehid İmam'ın eserleriyle tanışmış, O'nun Suriye'deki uzan­tısının içine girmiş, hareket içinde büyümüştü. İlimle hareketi, hareketle ilmi bir araya getirmiş, çilenin ve işkencenin yoldaşı olmuştu. Bir bakıma Sadi Havva, Hasan el-Benna'nın çağdaş yorurncusuydu da.

İmam Hasan el-Benna: "Gayemiz Allah'tır" demiş,

Said Havva bunu İslam'da Allah İnancı' adlı eseriyle şerhetmişti.

Hasan el Benna: "Önderimiz Resulullah'tır" demiş,

Said Havva bunu *Er Resul' adlı eseriyle dile getirmişti.

Hasan el Benna: "Anayasamız Kur*an'dır" demiş,

Said Havva bunu İslam' adlı eseriyle kalp ve beyinlere kazımıştı.

Hasan el Benna: 'Yolumuz cihaddır* demiş,

Said Havva bunu, 'Cihad yolunda bir adım daha ileri' adlı risalesiyle açıkla­mıştı.

Hasan el Benna: 'En büyük emelimiz Allah yolunda şehid olmaktır1 demiş,

Said Havva bunu, sayısız eserleriyle şekillendirmişti.

Çünkü O, İmam Hasan el Benna'nm çizgisinde, O'nun hareketinin dosdoğru yolundan ilerlemişti.

Hayatı mücadele içinde geçen, fiili mücadeleden hiç bir dönem ayn kalma­yan bu insan, hayatının tamamını Allah davasına adamıştı. İlmini, ahlakını, tec­rübesini, pratik gözlemlerini kaleme almış, ümmete bir miras bırakmıştı. Eserle­ri, bu ümmete bırakılan bir miras niteliğindeydi.

'Allah Erinin Ahlak ve Kültürü' bütün İslam coğrafyalarında İslam gençliği­nin vazgeçemediği bir eser durumuna gelmişti.

Ruh Terbiyemiz1 ve Islam'de Nefis Tezkiyesi1 adlı eserlerinde, sahih ve bu-landınhnamış bir zahidliğin işaret taşlarını ortaya koymuştu.

'Dersler1, "Eğitim Risalesi' ve 'Allah Erinin Stratejisi' ve 'Müslüman Kardeşler Hareketi1 ve Islamda Yönetim ve Yönetici1 adlı eserleriyle, teşkilatın, cemaatsel çalışma ve organizeli hizmetlerin usullerini şekillendirmişti.

Üstad Said Havva'nın eserleri başlı başına bir külliyattır. Birbirini tamamla­yan, pek çok konuda açıklık bırakmayan, bir çok meseleyi yerli yerine koyan bîr anlayışın külliyatı...

O yalın bir ilmi şahsiyet değildi.

İlmiyle amil bir MüslÜmandı. Bildiğini öğreten, öğrettiğinin semeresini alan, yaşadığım yazan bir şahsiyetti. O, hep cihad meydanlarında, hareketin merkezin­de bulunmuştu. Evini mekan tutmaz, hizmetlerin merkezini kendisine mekan ka­bul ederdi.

O, yaşayışıyla kendi bölgesindeki Müslümanlara, eserleriyle bütün Müslü­manlara yol gösteriyordu.

Dengeli ve mutedil bir anlayışa sahipti. İfrat ve tefritin O'nun hayatında yeri yoktu. İlimle cihadı, hareketle bilgiyi birleştiren bir davet önderiydi.

Allah'ın rahmetine kavuştuğunda 54 yaşında, kendisinden en fazla hizmet u-mulançağındaydı.

O, hüniiz eserlerini tamamlayamamıştı. Ama bıraktıkları, O'ndan sonra da gönülleri Allah davasına taşıyacak, İslam gençliğine yol gösterecekti.

Said Havva, pratik çalışmaları, organizeli hareket faaliyetleriyle Suriye genç­liğine yol gösteriyor, onların terbiye, eğitim, ahlak, hareket, cihad, çalışma, feda­karlık ve aksiyoner hale gelmesine hayatını vakfettiği gibi, yazmış olduğu eserle­riyle de dünya İslam gençliğine yol gösteriyor, rehberlik ediyordu. Bugün için Türkiye'de var olan İslam gençliğinin bugünkü seviyeye gelmesinde, her mesele­ye îslami perspektiften bakmasında ve 'sirat-ı mustakim'in işaret taşlarına aşina olmasında Said Havva'nın eserlerinin büyük payı vardır. O'nun eserleri, Türkiye­'de müslüman gençliğin elinde bir başucu kitabı olmaya başlamasından sonra, zi-hinlerdeki bulanıklık, yerini saf ve berrak İslami anlayışa bırakmıştır. Elbette bu noktaya gelinmede Said Havva'nın dışında çok değerli önderlerin de payı vardır, ama buradaki payın önemli bölümü Said Havva'ya aittir.

'Allah Erinin Ahlak ve Kültürü' adlı eserini okuduktan sonra, dünya görüşleri değişen, olaylara İslami gözlükle bakmaya başlayan müslümanlann sayısı olduk­ça çoktur. 'Ruh Terbiyemiz' adlı eseriyle tasavvuf üzerine kümeleşen hurafe an­layışları yerle bir etmiş, bu konudaki ifrat ve tefrit anlayışlarını gerektiği yere mi-henklemiştir. 'Müslüman Kardeşler Hareketi' kitabıyla çağdaş Müslümanın çalışma usullerini gözler önüne sermiş, çalışmada örnekliği sistematik şekle ge­tirmiştir.

Said Havva'nın pratik hizmetlerinin yanısıra, yazmış olduğu bu eserleri, çağı­mız Müslümanlarının İslami davet çalışmalarında adeta işaret taşlan oluver­miştir.

"El Esas' dizisini meydana getiren temel eseri ise, alanlarında önemli boşluk­ları doldurmuş, çağdaş davet fıkhını bu eserlerle yoğurmuş, günümüz Müslü-manına İslami temel esasları sunmanın gayretini göstermiştir.

Elinizde bulunan 'EL ESAS Fİ'S SÜNNE'nin içerik, muhteviyat ve konu­larını, ilerleyen sayfalarda, yazarın kendi takdiminde okuyacaksınız. Bu nedenle biz eser Üzerinde durmaktan çok, eserin anahatlanndan söz edeceğiz.

'EL ESAS Fİ'S SÜNNE'nin üçüncü kısmını meydana getiren 'Hadislerle İbadet Ansiklopedisi' adlı bu eser de tüm konulan hadislerle

ele alıyor ve bütün konulan hadislerin ışığında inceliyor. Binlerce hadisin yer al­dığı bu eser, ba şlıca şu konulan işliyor:

İlim, iyiliği emretmek - kötülükten sakındırmak, Namaz, Kur*an-ı Kerim'in okunması - ezberlenmesi ve açıklaması. Zikir ve dualar, Zekat - sadaka ve va­kıflar, Oruç, İtikaf ve sadaka-i fitır, Hacc, Umre, Kurban ve Cihad...

Anahatlan bunlardan meydana gelen bu eserin yaklaşık her bir cildi, yukan-daki konuları işliyor. Bu konular belki de bu denli geniş, aynnülı ve detaylı ola­rak ilk kez bu eserde işlenmiş olacak.

Namaz konusu İki ciltte ele alınıyor ve namazın herbir farzı yüzlerce sayfada işleniyor.

Cihad konusu şimdiye kadar işlenmediği bir biçimde ele almıyor. Cihadın türleri, Müslümanın cihad konusunda günümüzdeki uygulamalan, cihadın asli a-macının neler olduğu gibi konularla en ince aynntısına kadar işlenmiş oluyor.

Diğer konulann da tümü aynı titizlik ve dikkatle inceleniyor. Biz özellikle şunu söylemek istiyoruz:

Bu eser, İslam'ın Temel İbadetlerini ele alıyor. Bunlan ele alırken en sahih ha­disler kullanılıyor. Hangi ibadeti neden ve niçin yapıyoruz? İbadetleri yaparken delillerimiz nelerdir? İbadetlerimizde yapageldiğimiz uygulamalanmızın İslami kaynaklan nelerdir?

İşte bu gibi sorulanlanmızın delillere dayanarak cevaplandı nlması yapılıyor bu eserde.

Artık ilim konuşsun diyoruz. Resulullah (a.s.) Efendimizin uygulaması ko­nuşsun. Hurafeler, bid'adler ve dilden Öğrenilen yanlışlann yeri, doğrulanyla yer değiştirsin.

Bu eseri okuduğunuzda şunu göreceksiniz:

İslam gerçekten kolaylık dini. Resulullah (a.s.) Efendimizin, uygulamalann-da; kolaylıkların olduğunu, zorluktan kaçındığını, ümmetine de kolaylıklan em­rettiğini göreceksiniz. Amelleri zorlaştıranları ise azarladığını ve onaylamadığını göreceksiniz.

Taharet konusundan imamet konusuna, kadınlann özel halelinden davet ko­nusuna, İlim'den cihad konusuna, oruçtan sadakalara... kadar her konuda Allah Resulünün tavnnı bulacaksınız. Gerçekten de en çok muhtaç olduğumuz konu bu. Allah Resulü'nün izinden gittiğini söyleyen Müslümanlar, nedense O'nun hayatını yeteri kadar bilemiyorlar. O'nun uygulamalannı öğrenmiyorlar. Halbuki Müslümanı, akl-ı selim'e, olgun düşünceye, Allah'ın kendinden razı olacağı roü'-min insan olmaya götürecek olan yol; Resulullah (a.s.)'ın hayatını en ince ayrıntı­sına kadar bilmekten geçmektedir. Eğer bu konudaki ayrıntılar bilinmezse, O'nun yaptığı herhangi bir uygulama ölçü olarak alınır, ama değişik uygulamaları bili­nemez. O zaman da tehlikeli durum ortaya çıkar. Yanm doktor insanı candan, yardım alim insanı dinden eder dedikleri durum...

Aksa Yayın - Pazarlama Ltd. Şti. olarak bu seriyi basmamızın en önemli ne­deni budur. Türkiyeli Müslümanlar şimdiye kadar çok konuştular, çok tartıştılar, çok uğraştılar birbirleriyle... Nedeni de İslam'ı kaynaklarından öğrenmemelerin­den, indi ve tartışmaya açık kişilerin yorumlarından İslam'ı öğrenmelerindendi. İslam; Kur'an ve Sünnet eksenli öğrenilir ve ulemanın da görüşlerinden yarar-lanılırsa istenilen düzeye ancak o zaman kavuşulur.

Biz Kur'an ve Sünnet diyerek, Ümmetin İlmi mirasına sırt çevirmenin de, İs­lam'ı bid'ad, hurafe ve kıssalardan meydana getirmenin de yanlış olduğunu düşü­nüyoruz.

İşte bu eser, bu ikilemin bileşkesi olacaktır. Hem kuru kuruya Kur'an ve Sün­net diyenlerin, hem de İslam'ı kıssa dini haline getirerek, İsrailiyat kültürünü Müslümanlara İslam gibi gösterenlerin önünü kesecektir.

Birinci gurubun şundan dolayı önü kesilecektir: Mezheb İmamlarımızın, müç-tehid ve ulemamızın fetvalarının herbirinin, Resulullah (a.s) Efendimizin bir uy­gulamasına dayandığını göreceklerdir. Uygulamaların her birinin dayanak ve kaynağıyla karşılaşacaklardır ve artık bir şey deme durumları kalmayacaktır. Ke-Edileri bugün nasıl bir delile dayanarak bazı şeyler söylüyortarsa, onların da bir delile dayandıklarım göreceklerdir.

İkinci gurubun da şundan önü kesilecektir: Evet, Resulullah (a.s) Efendimiz geçmiş milletlerden kıssalar anlatırdı, ibret alınsın diye. Ama O'nun söyleyip an­latmadığı, Kur"an-ı Kerim'de de ele alınmamış olayları, İslam'ın genel emri ve isteği imiş gibi anlatmak da, en az birinci gurubun yaptığı kadar yanlıştır. İslam'­da temel ibadetler konusunda varid olmuş tüm hadislerin bu eserde bir araya geti­rilmiş olması, hatta aynı olayın farklı rivayetlerinin de yer almış olmasıyla, hura­fe ve kıssa anlayışlarının da Önü kesilecek ve artık ilim konuşacaktır.

Biz, İslam'ın genel emirlerinin günümüz insanının ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde ele alınması gerektiğine inanıyoruz. Müslümanlar bugünü ve bu çağı yaşıyorlar. O halde bu çağın ihtiyaçlarına göre önüne işaret taşlan konulması ge­rekmektedir.

İşte eserin müellifi Said Havva, konulan işlerken, ayet ve hadisleri ele alıyor, konuyu bunların merkezinde işliyor, ardından müçtehid ve ilim adamlarının ko­nularla ilgili görüşlerinden gerekli gördüklerini veriyor, ardından da günümüzde uygulanması gerektiği konusunda yer yer kendi yorumlarını getiriyor.

Gene Said Havva, konulan işledikten sonra gerekli gördüğü yerlerde açıkla­malar yapıyor, yanlış anlaşılması ihtimali olan yerlerde konuyu açıklıyor ve her konunun sonunda da, o konudan günümüz Müslümanlarının al mal an gereken ib­retleri DERSLER VE ÖĞÜTLER başlığı altında ele alıyor ve yorumlamalarda bulunuyor.

'EL ESAS Fİ'S SÜNNE* serisini meydana getiren 4 kısmı ve 32 cildi okuyan bir Müslüman, eğer okuduklanyla amel ederse, Allah'ın kendisinden razı olaca­ğı Müslüman olmaması için sebeb kalmayacaktır.

İfrat ve tefritten kaçınmanın, hak ve hukuka riayet etmenin, haddi aşmama­nın, insanlık için iyi şeyler yapmanın, dünya ve ahireti bir denge içinde ele alıp yaşamanın yolu İslam'ı bilmekten ve Resulullah (a.s) Efendimizin hayatını ve hadislerini aynntılanyla içmekten geçer.

Her şeyden önemlisi de bu önemli konuların, Üstad Said Havva gibi bir ilim, irfan ve davet Önderinin kaleminden çıkmış olması ayn bîr özellik olarak karşı­mıza çıkmaktadır. Oldukça geniş bir açıdan dünya olaylanna bakan, feraset ve basiretli tesbitleriyle dünya İslam gençliğine yol gösteren böylesine mümtaz bir simanın bu konulara açıklık getirmesi, elbette bir farklılıktır.

Hayatını hep ilme, hareket, çalışma ve davete adayan bu çağdaş davetçi, Öm­rünün baharında ve en verimli bir zamanında hayata gözlerini kapadı. Kendisin­den en çok istifade edilmesi gereken bir çağında, daha 54 yaşında Hak'kın rahme­tine kavuştu. Bu kısacık ömre, kütüphaneler dolusu eser sığdırdı, bir külliyat bı­raktı ve göç edip gitti.

Ama O'nun bıraktıkları, O'ndan sonra da gönülleri Allah davasına taşıyacak, İslam gençliği bütün dünyada O'nun eserlerinin sağlam ve sarsılmaz yorumla­rıyla büyüyüp Allah davasının sancağım yükseklere dikecektir.

Allah O'ndan razı olsun ve niyetlerinin karşılığını versin... Allah (c.c.) O'nu fazlı ve nimetleriyle şereflendirsin..[1]

 

SAÎD HAVVA (rh.a.)

 

1935 yılında Suriye'nin Hama şehrinde doğdu. Fakir bir ailenin çocuğu ola­rak dünyaya gelen Said Havva, ilk öğremini Hama'da gördü ve buradaki cami­lerde ünlü ulemalardan dersler aldı. O dönemde Hama'da sosyalizmden kavmi­yetçiliğe kadar çeşitli fikri akımlar vardı ama O, Allah'ın lütfü ve inayeti saye­sinde îslami alanda eğitim görme şerefine kavuştu. Yoğun bir İslami ilim tahsi­linden geçti ve Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi'nden mezun oldu.

1952 yılında henüz 17 yaşında iken 'Müslüman Kardeşler1 hareketine katıldı. Bu hareket içinde geniş çaplı çalışmaların içine girdi. Harekete katılmasından kısa bir süre sonra bu hareketin 'Hama Talebe Teşkilatı Başkanlığıma, daha sonra "Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi Talebe Teşkilatı Başkanlığı"na getiril­di. 1964 yılında ise Hama "Müslüman Kardeşler Hareketi Başkanlığı"ni üstlen­di. Aynı yıl Hama'da meydana gelen olaylarda aktif görevler aldı. Bu olaylar, Hama'li Müslümanların, devrin yönetimine karşı bir kıyam hareketiydi. Said Havva, bu olaylara katılmasından ötürü tutuklandı ve hapse atıldı ve hakkında idam hükmü verildi. Hama halkının yönetime karşı yoğun baskılan sonucu i-dam hükmü yerine getirilemedi.

1973 yılında Hama'da meydana gelen ikinci kıyam hareketine gene başkan­lık etti. Bu kıyam ise, yönetimin, İslam yerine sosyalist demokrasiye geçişini öngören anayasa değişikliğine karşı yapılmıştı. Bu olaylardan hemen sonra ye­niden tutaklandı ve hapse atıldı. Hakkında kesinleşen 5 yıllık mahkumiyeti ya­şadı ve 1978 yılında hapisten çıktı. 1979 yılında "Müslüman Kardeşler Yürüt­me Komitesi Üyeliği"ne getirildi. 1982 yılında Suriye yönetiminin yerle bir e-derek 50.000 Müslümanı katlettiği Hama kıyamının öncülerinden birisiydi. Bu tarihten sonra Suriye'den hicret etti.

Hayatının pek çok dönemlerinde hapishanelerde kalan Said Havva'ya hapiste geçirdiği dönemlerde çok ağır işkenceler edileli. Bu işkenceler O'nun sağlığı­nı büyük ölçüde etkiledi.

Hayatının son yıllarında sürekli tedavi gördü. Çok ağır darbelerle bünyesi za­yıflayan Havva, son bir yılını hastahanelerde geçirdi ve 1989 yılının Mart ayın­da, henüz 54 yaşında iken Rahmet-i Rahman'a kavuştu.

Üstad Said Havva, gencecik yaşlarında adım attığı 'Müslüman Kardeşler1 ha­reketinde hayatının son yıllarına kadar hizmet verdi. Hayatının bir döneminde ta­savvufa karşı da ilgi duydu ve bu bağlamdaki ulemadan derslar aldı. Fıkıh ulema­larından tevhid ilmi ulemalarına, Arap dili alimlerinden, hadis ve tefsir alimle­rine kadar, her alandaki ulemadan yararlanıyordu. Kitap okumayı çok severdi. O'nun günde 500 sayfa kitap okuduğu söyleniyor. [2]

 

Eserleri:

 

El Esas Ki Tefsir1 (16 Cilt), "El Esas Fı's Sünne' (32 Cilt),

1. Kısım: Hadislerle Hz.Peygaraber'in Hayatı (6 cilt),

2. Kısım: Hadislerle İslam Akaidi (4 cilt),

3. Kısım: Hadislerle İslam'da Temel İbadetler (12 Cilt)

4. Kısım: Hadislerle Hayatiyat ve Muamelat (10 cilt) Diğer eserleri ise şöyle:

Allah Erinin Ahlak ve Kültürü, Er Resul, İslam (3 cilt), İslam'da Allah İnan­cı, Müslüman Kardeşler Hareketi, Ruh Terbiyemiz, Eğitim Üzerine, Dersler, İslam'da Nefis Tezkiyesi, Eğitim Risalesi, Allah Erinin Stratejisi, Cihad Yolun­da Bir Adım Daha İleri, İslam'da Emir ve Emirlik.

Said Havva'nın bu eserleri, çeşitli dünya dillerine çevrilmiş bulunuyor. Ve bütün dünyada İslam gençliği O'nu eserlerini büyük bir istekle okuyor. Gene bu eserlerinin tümü Türkçe'ye çevrilmiş bulunuyor. [3]

 

TAKDİM

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

Allah'a hamd, Allah'ın Resulüne ve O'nun aline salat ve selam olsun.

"Ey Rabb'imiz! Bizden yaptıklarımızı kabul eyle. Şüphesiz sen işitensin, bi­lensin."

Hadislerle İslam'da Temel İbadetler bölümünde bir giriş, sekiz bölüm ve sonuç kısmı bulunmaktadır.

Bu bölümde yer alan kısımlar ise şu konulan içine almaktadır: Birinci Bölüm: İlim, iyiliği emir ve öğüt. İkinci Bölüm: Namazlar ve bunlarla ilgili konular.

Üçüncü Bölüm: Kur"an-ı Kerim'in okunması, ezberlenmesi ve tefsiri (açık­lanması.)

Dördüncü Bölüm: Zikirler ve dualar.

Beşinci Bölüm: Zekâtlar, sadakalar ve vakıflar.

Altıncı Bölüm: Oruç, itikaf ve fitır sadakası.

Yedinci Bölüm: Hacc, umre, haceda kesilen kurbanlar ve diğer kurbanlar.

Sekizinci Bölüm: Cihad.

Sonuç: Hayır yollannm çokluğu, hayra koşmak, yapılan işlerde dengeli hare­ket etmek ve taşkınlığa gitmemek.

Bu bölümün bir kısmım Şeyh Vehbi Süleyman Ğavci gözden geçirmiştir. Üstad Muhammed Edib Cad ile oğlumuz Muhammed de tamamım gözden ge­çirmişlerdir. Bunların bu kitaba Önemli hizmetleri geçmiştir. Muhteva ile ilgili görüşlerini bildirdiler ve biz de onların görüşlerinden yararlandık. Allah hepsi­ne güzel karşılık versin.

Bu bölüm, 'el-Esas fî's-Sünne1 adını taşıyan eserimizin Üçüncü bölümüdür ve İslâm'daki temel ibadetlerle ilgilidir. Bu bölüme Akaidle ilgili bölümden sonra yer verilmiştir. Çünkü doğru inanç, doğru ibadetin temelini oluşturur.

Muamelat, ahlâk ve gidişatla ilgili bölümden de önceye alınmıştır. Çünkü İslam'da hayat düzeni ile ilgili hükümlerin tamam ve doğru bir şekilde uygulan­ması, inanç ve ibadetin bulunmasını gerektirir. Kitabın birinci bölümü ise siret ile ilgiliydi. Çünkü önce, İslâm'ın inanç, ibadet, şeriat ve hayat düzeni olarak Allah katından alıp tebliğ eden Resulullah (a.s)'ı tanımamız gerekiyordu.

Yüce Allah insanları ve cinleri kendine kulluk etmeleri için yaratmıştır.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." [4]

Allah, peygamberleri de kullarının kendisine ibadet görevlerini yerine getir­meleri için göndermiştir. Yüce Allah Kur"an-ı Kerim'inde bu konuda da şöyle buyuruyor:

"Senden önce gönderdiğimiz her peygambere 'Benden başka ilah yoktur, ba­na kulluk edin' diye vahyetmişizdir." [5]

"Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününü arzu edin. Yeryüzünde karışıklık çıkarıp bozgunculuk yap­mayın1 dedi." [6]

Yine Kur'an-ı Kerim'de bildirildiğine göre Hz.Nuh (a.s) şöyle söylemişti: "Allah'a kulluk edin. O'ndan korkun. Bana da itaat edin." [7]

Kulluğun (ubudiyetin) sözlükteki anlamı; boyun eğmek, Allah'ın önünde e-ğilmek ve kendi güçsüzlüğünü ortaya koymaktır.

Rağib, 'mufredat'ta şöyle söylemektedir:

"Kulluk (ubudiyet) kendi güçsüzlüğünü açığa vurarak boyun eğmeyi kabul etmektir, ibadet ise bundan daha ileri derecededir. Çünkü ibadette güçsüzlü­ğünü her bakımdan kabul edip tümüyle boyun eğme anlamı vardır. Bundan dolayı her bakımdan üstün tutulmaya lâyık bir varlıktan başkasına ibadet ola­maz. Bunun için Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyurmuştur:

"Rabb'in yalnız kendisine kulluk etmenizi ve anaya - babaya iyilik etmenizi emretti." [8]

İbadet; sözlükte, itaat ve boyun eğme anlamı taşır.

Şeriatta ise ibadetin bir genel, bir de özel anlamı bulunmaktadır.

Genel anlamda Allah'a itaat mahiyeti taşıyan fiillerin yapılması, O'na karşı gelme mahiyeti taşıyan fiillerden de kaçınılması ve bunların yapılmasıyla sade­ce Allah'ın rızasının gözetilip, O'na karşı ihlaslı olunması kastedilir. Bu anlamı itibariyle, Allah'ın rızasının gözetilmesi durumunda işlenmesi mubah olan fiiller de ibadet sıfatı kazanır. Niyetler adet olarak işlenen fiilleri ibadete dönüştürür. Bazıları ibadeti genel anlamı itibariyle kulluk olarak değerlendirmişlerdir. Kul­luk ise ıstılahta ibadetin taşıdığı özel anlamdan daha geniş bir anlam taşımak­tadır. Buna göre genel anlamda ibadet; "kulun kendi iradesiyle ve Allah'ın emir­lerine uygun olarak işlemiş olduğu işler" olarak tanımlanmıştır.

Genel anlamıyla ibadet; kulun gerek kalben gerekse pratik olarak kendi ira­desiyle ve Allah'ın emirlerine uygun olarak işlediği bütün işleri içine alır. Bu ni­telikteki işler itaat, buna ters olanlar ise isyan ve Allah'a karşı gelmedir.

îbni Teymiyye şöyle söylemiştin

"İbadet: Allah'ın sevdiği ve hoşnud olduğu bütün sözleri ve gerek gizlice ge­rekse açıktan işlenen işleri içine alan bir isimdir. Buna göre namaz, zekât, oruç, hac, doğru sözlülük, emaneti yerine ulaştırma, anne-babaya iyilik, akraba hak­larını gözetme, antlaşmalara bağlılık, iyiliği emir - kötülükten sakındırma, kâ­firlere ve münafıklara karşı cihad, komşuya, yetime, düşküne, yolda kalmışa i-yilik, gerek insanlardan gerekse hayvanlardan insan mülkiyeti altında olanlara iyi davranma, dua, zikir, Kur'an okuma ve buna benzer işlerin tümü ibadet kavramı içine girmektedir...

Bunun gibi Allah'ı ve O'nun peygamberini sevme, Allah'tan korkma ve O'na boyun eğme, dininde Allah'a karşı ihlas üzere olma, Allah'ın hükmüne sabır, nimetlerine şükür, ilahi takdirine nza, O'na tevekkül, rahmetini umma, azabın­dan korkma ve buna benzer şeylerin tümü de ibadet kavramına girmektedir..."

Özel anlamı ile ise İslam'ın bizzat ibadet olarak belirlemiş olduğu ve kulların Allah'a tam olarak boyun eğme şuurunu kazanmaları için pratik bir eğitim ol­ması üzere yerine getirmeleri istenen fiiller kastedilir. İlim adamları namazın ve onunla ilgili fiillerin, zekâtların, sadakaların, vakıfların, orucun, itikafin, fitır sa­dakasının, haccın, umrenin ve kurban kesmenin özel anlamdaki ibadetlerden ol­duğunda görüş birliğine varmışlardır.

Yine zikir, dua, Kur'an okuma ve ezberleme gibi fiillerin de özel anlamdaki ibadetlerin arasına girdiğinde görüş birliğine varmışlardır. Bunun gibi şeriat i-limlerini öğrenme ve öğretme de özel anlamdaki ibadetlerdendir. Allah yolunda cihad da böyledir.[9]

Sonuç olarak özel anlamıyla ibadet; zikir, şükür ve dinin emirlerinin yerine getirilmesidir. Yukarıda Özel anlamı ile ibadet kavramının içine giren fiiller ola­rak saydıklarımızın tümünde zikir, şükür ve dinin emirlerini yerine getirme ya­hut bunlara ulaştırraa uygulaması vardır. Veya bütün bunların uygulanabilmesi için sözkonusu ibadetlerin yerine getirilmesi şarttır. Bunun yanı s ıra saydığımız fiillerin tümünde Allah'ın emretmiş olduğu ve yalnız kendi için yapılmasını is­tediği bir işi yapmak suretiyle doğrudan Allahu Teala'ya yönelme anlamı bulun­maktadır. Bundan dolayı bu fiillerle ilgili bütün konulan bu bölümün içerisine aldık. Bu bölüme "İslam'da Temel İbadetler" adını vermemiz ise, ibadetin genel anlamını da gözönüne almamız ve bu anlamı ile ibadet kavramının hem sayılan fiilen hem de daha başka fiilleri içine aldığını düşünmemizden kaynaklanmıştır. [10]

 

1- Buharı, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ancak cihadın en üstün kabule şâyân bir haccdır"

Şu halde hacc kesin ibadet olduğuna göre cihad da kesin ibadettir. Zikir, teş­bih, dua, rüku, secde ve Allah'ı tanıma ise meleklerin ibadetleri ndendir. Bu ko­nularda yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyurmaktadır

"O'nun katında bulunanlar O'na kulluk etmekten çekinmezler ve usanmaz­lar." [11]

"Arşı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar Rabb'lerni Överek teşbih e-derler. O'na inanırlar ve mü'minler için mağfiret dilerler." [12]

"Şüphesiz biz sıra sıra duranlarız ve şüphesiz biz Allah'ı teşbih edenleriz." [13]

"Oysa biz, senin yüceliğinden övgü ile sözetmekte (seni hamd ile teşbih et­mekte) ve senin bütün eksikliklerden uzak, ulu sıfatların sahibi olduğunu dile getirmekteyiz." [14]

"Allah kendinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de adalet üzere hareket ederek Allah'tan başka ilah olmadığına şahitlik etti­ler. Yüce ve hikmet sahibi olan Allah'tan başka ilah yoktur." [15]

Bütün bu ayeti kerimelerin anlamlan üzerinde düşünürsek zikirlerin, duala­rın, Kur'an okumanın ve ilim öğrenmenin, hep temel ibadetler arasına girdiğini görürüz. Buna, okuyucunun "İslam'da temel ibadetler" başlığı altında sözkonu­su fiillerle ilgili konuları da ele almamızı garipsememesi için dikkat çekiyoruz.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Beni anmak (zikir) için namaz kıl." [16]

Namazın bir ibadet olarak konulmasının hikmeti yüce Allah'ın zikridir. Zikir görevinin yerine getirilmesi için zikir hususu namaz ile bağlantılı olarak anıl­mıştır. Bunun içine doğrudan zikir, Kur'an-ı Kerim'in okunması ve okumanın bir sonucu olarak okunan şey üzerinde düşünülmesi (fikir) girer. Bundan dolayı namazla ilgili kısmın arkasından zikir, dua ve Kur'an okuma konularına yer ver­dik. Çünkü bu konular namaz ile doğrudan ilgilidir. Fıkıh müelliflerinin adeti ise genellikle namazdan sonra zekât konusuna yer vermektir. Çünkü onlar ço­ğunlukla hükümler üzerinde durmaktadırlar. Bu bölüme "Temel İbadetler" adını vermemize uygun olması açısından kendi görüşümüzle zikirler ve Kur'an oku­ma ile ilgili konulara hemen namaz konusundan sonra yer vermeyi daha yerinde bulduk. Çünkü bu konular, inançla ilgili anlamların zihinlere iyice yerleşme­sinin sağlanması ve kalbin arındırılması açısından, birbirlerini bütünlemektedir. Ayrıca bu konular, Allah'a yönelişin ve O'na gerçek anlamda kul olmanın ana unsuru durumundadır.

İslam'a göre zekât fiilini sadakalar ve vakıflar bütünlemektedir. Bundan do­layı bu konulara aynı cüz içerisinde yer verdik. Oruç, itikaf ve sadakai fitir ara­sında bir irtibat bulunması dolayısıyla bu konulara da bir cüz içinde yer ayırdık. Aynı şekilde hacc, umre, haceda kesilen kurbanlar (hedy) ve diğer kurbanlar (edahi) arasında çeşitli bağlantıların bulunması sebebiyle bu konulan da bir cüz içerisinde topladık. Yine ilim öğrenmek, iyiliği emir ve kötülükten sakındırma arasında da çeşitli bağlantılann bulunması dolayısıyla bu konulan da bir cüzde bir araya getirdik.

Bu bölüme ilim Öğrenme ve iyiliği emir, kötülükten sakındırma konusuyla başlayıp cihad konusuyla son verdik. Böyle yapmaktaki amacımız ise ibadetle­rin iki yanlarından bu iki farz görevle çevrilmiş olduklanna ve yeryüzünde iba­detlerin yerine getirilmesinin devamının bu iki farz görevin yerine getirilmesine bağlı olduğuna işaret etmekti. Bu iki farz görev pek çoklan tarafından bilinme­yen görevler haline geldi. Bu durum ise bizi, bunlardan, bu bölümde söz etmeye yönelten sebeplerden birisidir.

Okuyucular bizim bu kitapta yerine göre aynı anlamı taşıyan birbirinden fark­lı rivayetlere yer verdiğimizi göreceklerdir. Bununla konuyla ilgili delillerin çok­luğunu ortaya koymayı amaçlamadık. Bizim bu kitaptaki amaçlarımızdan birisi de sahabe-i kiram (r.a)'ın nelere önem verdiklerini ve Resulullah (a.s)'ın tutum­larını ortaya koymak olduğundan, farklı rivayetlere yer vermekle bu amacımızı gerçekleştirmek istedik. Bu konuyla ilgili olarak çok sayıda rivayetlerin bulun­masından, o konunun önem verilen ve üzerinde ağırlıklı olarak durulan konular­dan olduğunu anlarız. Eğitimcilerde bu gibi konulara ağırlık vermelidirler.

İbadetler, yaşayışla ve adetlerle ilgili meseleler, yönetim ve insan haklan bö­lümlerinden meydana gelen üç bölümün içerisinde çeşitle konular yer almakta­dır. Bu konulardan bazı lan fıkhı konulardır, bazıları ise normalde fıkıh konulan arasına girmeyen konulardır. Biz bu kitapta fıkhi meseleler etrafında özet bilgi­ler vermekle birlikte sünneti ve sünnet fıkhını ortaya koymayı amaçladığımız­dan derli toplu fıkıh kitaplarından da yararlanmamız gerekiyordu. Dört Mezhe­be Göre Fıkıh (el-Fıkhu Alel-Mezahibi'I-Erba'a) ve Bidayetu'l-Müctehid bu ko­nuda yararlandığımız kitaplardandır. Bunların yanısıra mezheplere ait fıkıh ki-taplanndan ve Neylu'l-Evtar gibi ahkam hadislerini şerh eden kitaplardan da ya­rarlandık. Bu gibi kitapları kendi açımızdan kaynak kitaplar olarak değerlen­dirdik.

Bizim bu kitap üzerinde çalışmaya devam etmekte olduğumuz sırada, Dr. Vehbe Zuhayli'nin "Kitabu'l-Fıkhi'l-İslamİ ve Edilletuh (İslam Fıkhı Delilleriy­le)" [17] adlı eseri yayınlandı. Dolayısıyla bu eser bizim birinci deredece yarar­landığımız kaynak kitaplardan birisi oldu.

Biz bu kitabımızda konularla ilgili genel bilgileri aktardıktan sonra fıkhi içti-hadlar konusunda özellikle temel meselelerden sayılan ve üzerinde durulmasına ihtiyaç olan meselelerin dışındakilere girmemeye çalıştık. Bu arada okuyucunun ufkunun genişlemesini ve bir kişinin zorunluluk durumunda müçtehid imamlar­dan birinin görüşüne göre ruhsat bulacağı fetvaları bilmesini sağlamak amacıyla müçtehit imamların içtihadlannı haklı gösteren delillere de yer verdik. Ancak bu konularda ölçü olarak kabul ettiğimiz ve bizim Özellikle üzerinde durduğumuz düşünceyi de burada aktaralım: Her bir Müslümanın, hükümlerin inceliklerini anlayabilmesi için bir mezheb imamının fıkhına göre kendini yetiştirmesi gere­kir. Keskin bir zekaya, geniş düşünceye ve başkalarının ulaşamayacaklan nokta­ya ulaşma kaabiliyetine sahip olanların dışındakilerden bunu yapmayan bir kimse alsa fakih olamaz.

Bundan sonra kitabın konulanna geçmek istiyoruz. [18]

 

İSLAMDA TEMEL İBADETLER

GİRİŞ

 

İbadetin sözlükteki anlamı; birinin üstünlüğünü kabul etme, ona boyun eğme, bağlanma ve itaattir.

Şeriatta ise: Gönül hoşnutluğu, teslimiyet, kesin bilgiye dayanarak sevgi ve ihlasla yüce Allah'a tam anlamıyla teslim olup boyun eğmektir.

Bundan ujlayı "ibadet iki temel unsuru bünyesinde toplamaktadır" denil­miştir. Bu iki temel unsurun birincisi mükemmel bir sevgi, ikincisi tam anlamıy­la teslim olma ve boyun eğmedir. Çünkü kızarak teslim olan kişi kul olamaz. Bu­nun gibi sevdiği halde boyun eğmeyen de kul olamaz. Bazılan ise, ibadetin mü­kemmel derecede olabilmesi açısından bu iki unsura korku unsurunu da ilave et­mişlerdir.

Şeriatın istediği mahiyette bir ibadetin gerçekleşebilmesi için ibadette bazı özelliklerin bulunması gerekmektedir. Bunlan şöyle sıralayabiliriz:

a- Fiili olarak bir şey i yapmak ve bunu yaparken şeriatın ölçülerine uymak.

b- Gönülden ibadete meyil etmek ve Allah sevgisi.

c- Hem korku hem de ümit taşımak.

d- İbadetin, kişinin kendi iradesi ile ve bir amaçla yerine getirilmesi.

İbadet; ancak doğru, kurallarına uygun ve yalnız Allah için olduğunda kabul edilir. Yani şeriatın belirlemiş olduğu şekilde ve sırf yüce Allah için yapılmış olması gerekmektedir. Eğer ibadet yalnız Allah için olur ama doğru bir şekilde olmazsa kabul edilmez. Bunun gibi doğru olur ancak yalnız Allah için yapılmış olmazsa yine kabul edilmez. İbadetin halis olması için Allah için yapılmış ol­ması, doğru olması, doğru olması için de Resulullah (a.s)'ın uygulamasına uygun ve yüce Allah'ın şeriatında belirlemiş olduğu şekilde olması gerekmektedir. Nite­kim yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Rabb'ine kavuşmayı uman kimse salih amel işlesin ve Rabb'ine yaptığı İba­dete kimseyi ortak koşmasın." [19]

Niyetin ibadette belirleyici bir rolü bulunmaktadır. Adet olarak işlenen bir fiil, güzel bir niyetle ibadet niteliği kazanır. Bunun gibi herhangi bir niyetle iş­lenmiş olmayan ibadetin de bir geçerliliği yoktur. Niyet yapılan işe gerçek de­ğerini kazandırır ve adet ile ibadeti birbirinden ayınr. Bir amelin şanı yüce olan Allah'ın katında kabul görmesi de niyete bağlıdır.

Munavi şöyle demektedir:

"Niyet, ibadeti adetten ayırmak ve ibadetleri derecelerine göre düzenlemek için konulmuştur."

Gerçek ibadette, yüce Allah tarafından o ibadetin işlenmesinin farz kılınması ile, amaçlanan etkinin görüleceği kabul edilir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Namazı kıl. Şüphesiz ki namaz, fenalıklardan, çirkin şeylerden alıkoyar." [20]

"Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, (fenalıklardan) sakı­nırsınız diye oruç sizin üzerinize de farz kılındı." [21]

İbadetin yalnız belli şekil ve hareketlerden ibaret kalması uygun olmaz. Bu arada bir kimsenin, Kitap ve Sünnet'te belirlenmiş olan etkinin kendisinde gö­rülmediği düşüncesi ile ibadetleri bırakmaya kalkışmasının da caiz olmayacağına dikkat çekmemiz gerekir. Bilakis ibadetlerini yerine getirmelidir. Zamanla ilerle­me kaydetmesi ve istenen etkinin kendisinde ortaya çıkması mümkündür. Bazı insanlar da kulluğun insanın özgürlüğünü kısıtladığı ve tavırlarına sınır koyduğu anlayışından hareketle "kulluk" kelimesinden kaçmaktadırlar.

İbadet, özgürlüğün kendisidir. Çünkü insan ibadet ile şehevi duygularının, ar­zularının ve nefsinin taşkınlıklarının esirliğinden kurtulmaktadır. Bunun yanışım Allah'a ibadet ve O'na boyun eğme de insana bir özgürlük kazandırır. Ancak bu özgürlük, Allah'ın şeriatının sınırlan içerisinde ve O'nun, insana mutluluğu, dü­rüstçe yaşamayı sağlamayı garanti eden kurallarına bağlı bir özgürlüktür. Ayrıca insanın fıtratı, başkalarına boyun eğmeye meyillidir. Dolayısıyla Allah'a boyun eğmeyen, arzularına yahut insan veya şeytan putuna boyun eğecektir.

Ahlaki ölçüler ve toplumsal kanunlar özgürlüğü yok etmez. Bunlar tıpkı trafik kurallarına benzemektedirler. Bu kurallar insanların özgürlükten eşit şekilde ya­rarlanmalarını sağlamak için meydanı açarlar. İbadet aynı zamanda iasana şeref ve prestij kazandırır. Bundan dolayı yüce Allah'ın insanı yaratmadaki asıl hikmetinin ibadet olduğunu görüyoruz. Yüce Allah Kur"an-ı Kerim'inde bu konuda şöyle buyuyoruyor:

"Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." [22]

Bütün peygamberlerin amaçlan da yüce Allah'a karşı kulluk görevinin yerine getirilmesini sağlamaktı.

Yüce Allah, Hz. Peygamber (a.s)'in en yüksek dereceye yükselmesinden söz e-derken, O'nu kulluk özelliği ile andığını görüyoruz. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, kendisini bir kısım ayetlerimizi göster­mek için çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya götüren Allah'ın şanı pek yücedir." [23]

Yüce Allah mü'min kullanndan övgüyle söz ederken de şöyle buyurmaktadır: "Rahrnan'm kulları yeryüzünde mütevazi bir şekilde yürürler." [24]

İbadetin bir genel bir de Özel anlamı olduğuna ve özel anlamının yalnız ibadet sıfatıyla konulmuş olan ve yüce Allah'a boyun eğme, O'na yaklaşma gayesini gösterme amacı taşıyan belirli uygulamalan içine aldığına daha önce dikkat çek­miştik.

Genel anlamı ile ise, bir Müslümanın şeriata uygun olması şartıyla, sırf Allah nzasını gözeterek ve iyi bir niyetle işlemiş olduğu bütün amelleri içine aldığını belirtmiştik.

Bundan dolayıdır ki, İslam'ın ibadet kavramına kazandırmış olduğu bütüncül anlam, Müslümanın gerek itikadi, gerek fikri, gerek nefsani, gerek bedensel ve gerekse maddi uygulama ve tutumlarına ibadet niteliği kazandırmakta ve bütün bunlan Allah'ın rızasının aranması şartıyla sevap kazandıran ve Allah'a yaklaş­mayı sağlayan uygulama ve tutumlar şekline sokmaktadır.

Gerçek şu ki, özel anlamı ile ibadet; Müslümanı, her hareketi ve duruşuyla Allah'ın nzasını gözeten, Allah'a samimiyetle kul olmuş bir kimse yapan büyük ibadete hazırlamayı amaçlamaktadır.

İbadet kavramının bütüncül bir şekilde yerleştirilmesi ile de insanın varolu­şunun gayesi gerçekleşmiş olur. Bu gaye Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde dile geti­rilmiştir:

"Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." [25]

İnsan Rabb'i ile sürekli bir bağlantı içindedir ve O'nun sürekli kendini gözlediğini düşünür. Bu durum onun dünya hayatını, ahiret hayati için bir vesile olarak kullanmasını sağlar. Böylece gaflet dairesinden çıkar ve dünya lezzetlerine, şe­hevi zevklere dalmaktan kendini kurtarır.

îbadet türlerinin çok olması, insanı bıkkınlıktan, isteksizlikten korur. Böyle­likle insan sürekli aynı ibadeti işleyip durmaz. Bilakis değişik ibadetlerde bulu­nur. Hatta iyi bir niyet taşıma yoluyla dünya ile ilgili işleri bile ibadet niteliği ka­zandırabilir. İbadet kavramının bütüncüllüğü Müslümanın hayatının Rabbani bîr boya ile boyanmasını ve onun her bakımdan yüce Allah'a bağlanmasını sağlar.

Buradan, ibadeti yalnız namaz, zekât, hacc ve oruçtan ibaret görenlerin yanlış düşündükleri ortaya çıkmaktadır.

Burada şuna da dikkat çekelim ki, İslâm'a göre özel anlam taşıyan ibadetlerin belli bir takım Özellikleri va ayırıcı yanlan bulunmaktadır. Bu özelliklerinden bir tanesi yüce Allah için tam bir i I il asla yapılmış olmasıdır. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Oysa kendilerine dini yalnız Allah'a halis kılarak, Allah'ı bîr tanıyanlar ola­rak O'na kulluk etmeleri, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri emredilmişti," [26]

Bunun yanısıra ibadet, kul ile Rabb'i arasında doğrudan bir bağlantıdır. Arada herhangi bir araç ve vesile söz konusu değildir. Yüce Allah bu konuda da şöyle buyuruyor:

"Kullarım sana benden sorarlarsa (bilsinler ki) ben onlara yakınım. Bana dua ettiğinde, dua edenin duasını kabul ederim. Şu halde benim çağrıma kulak ver­sin ve bana iman etsinler. Olur ki doğru yola uyarlar." [27]

Ayrıca özel anlam taşıyan ibadetler önceden belirlenmiş olan ve haklarındaki rivayetlerde yer alan bilgilere göre yerine getirilen fiillerdir. Farz namazların re­kâtları, hangi vakitlerde yerine getirilecekleri, zekatın farz olması için gereken mal miktarı (nisab), şartları, orucun zamanı, hacc esnasında yapılacak uygulama­lar ve bunlann dışında Özel anlam taşıyan ibadetlerle ilgili uygulamaların tümü Önceden belirlenmiştir.

Ancak ibadetlerin sevabı artırmak için bazı şeylerin bulunduğunu da bilmeli­yiz. Müslüman bu tür ibadetleri istediği kadar yapabilir. Mesela istediği kadar na­file namaz kılabilir. Dilediği kadar sadaka verebilir. Farz orucu tuttuktan sonra oruç tutulması yasak olan günlere denk gelmemesi şartıyla dilediği zamanlarda oruç tutabilir. İslâm'a göre ibadetler kolaylık ve zorluğun ortadan kaldırılması esasına dayanır.

İbadetler hem miktar yönünden hem de şartlar yönünden kolaydır. Olağanüstü durumlarla ilgili olarak konulan hükümler de ibadetlerin kolaylaştınldiğim gösteren bir durumdur.

İslâm'da ibadetlerin Müslümanın hayatının değişik yönlerini kapsayan etkile­ri bulunmaktadır. İbadetler inancı hem korur hem kuvvetlendirir. İnsanın ruhi yönünü güçlendirir. Hayatın değişik mücadelelerinde kararlılık göstermesini sağlar. Hayatın zorluklarına karşı gelinmesini sağlayan araçların başta geleni sabırdır. İbadet ise bize sabn öğretmektedir. Mesela oruç bir sabır imtihanıdır. Bunun gibi haccın zorluklarına katlanmak da bir sabır imtihanıdır. İbadet aynı zamanda insana, yüce Allah'ın kendisini sürekli görüp gözetlediği anlayışını ka­zandırır. Bu ise yüce Allah'ın bizi her yönden kuşatan bütün nimetlerini bilmeyi, itiraf etmeyi ve bu nimetlerden dolayı O'na şükretmeyi sağlayan unsurdur.

İbadet aynı zamanda Müslümana dengeli ve mükemmel bir insani şahsiyet kazandırır. Bir kimse insani olgunluğa ulaşır, kendini arındırır ve irade ruhunu güçlendirirse kendinde bir üstünlük, şeref ve farklılık hisseder. Bu durum ise ge­rek ferdi ve gerekse toplumu sıkıntıdan, azgınlıktan ve psikolojik hastalıklardan korur. Sürekli Rabb'i ile bağlantı içinde olan, sürekli O'na sığınan, O'ndan yar­dım dileyen ve başkasına değil yalnız O'na boyun eğen bir kimse niçin sıkıntı içinde olsun.

îbadet, fazilete ve güzel ahlâka sahip olmanın, kendini düzeltmenin ve arın­dırmanın yoludur.

İbadet aynı zamanda, düzeni gözetme, zamana dikkat, hayatın değerlerini ko­ruma, eşitlik, yardımlaşma, birlik, mensuplarını birbirlerine karşı kin besleyen ve birbirleri ile kavgalı insanların değil de birbirlerine karşı sevgi besleyen insanla­rın oluşturduğu bir toplum meydana getirilmesi gibi Müslümanın hayatı ile ilgili temel ilkelerin yerleşmesini sağlar. Bunun yanısıra ibadetlerin, insanın bedeni ve sağlığı üzerinde de iyi etkileri bulunmaktadır. Gusülde, abdestte, oruçta çok hik­metli şeyler vardır.

Bütün bu saydıklarımızın içinde en önemli olanı ise günahların yok edilmesi, kötülüklerin silinmesi, Allah'ın sevabını haketme ve O'nun hoşnutluğuna kavuş­madır.

Bunlar İslâm'a göre ibadetle ilgili özet bilgilerdir. Bu bilgileri vermekle oku­yucunun ibadetler konusuna, İslam'da ibadetle ilgili olarak genel bir anlayış edin­miş olarak girmesini sağlamak istedik. Bu anlayış, onun meseleleri daha iyi kav­ramasını sağlayacak ve ibadetleri en güzel şekilde yerine getirmesine yardımcı olacaktır. [28]

 

İLİM ÖĞRENME

GİRİŞ

 

İyiliği emir, hayra çağrı ve öğüt arasında genel birtakım ilişkiler bulunmak­tadır. Bunların tümü genelde öğüt ve başkaları hakkında iyilik isteme niteliği taşımaktadır. Aynı zamanda bunların tümü ile bir şeyler öğretilmekte ve buna ek olarak bir takım pratik şeyler kazandırılmaktadır. Bunlarda ilmin doğrudan etkisi olduğundan, söz konusu görevlerin yerine getirilmesi ile ilim öğrenme arasında bir bağlantı bulunmaktadır. İlmin doğrudan görülen etkisi Öğretimdir. Öğretim ise fiili olarak iyiliği emretme, fiili olarak kötülükten sakındırma ve Allah'ın ya­rattıklarına fiili olarak öğüt verme işidir. Bundan dolayı bütün bu konular arasın­da bağlantılar bulunmaktadır.

Bu bölümde temel ibadetleri ele aldık. İlim öğrenme de bir ibadet olduğundan bu konuya da bu bölümde yer verdik. Çünkü yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Allah'tan hakkıyla ancak ilim sahipleri korkar." [29]

İyiliği emir, kötülükten sakındırma ve hayra çağn da ibadettir. Yüce Allah Kuran-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:

"İçinizde hayra çağıran, iyiliği emredip fenalıktan alıkoyan bir topluluk bu­lunsun. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir." [30]

Yüce Allah, İnsanların birbirlerine sabrı ve hakkı tavsiye etmelerini, kurtuluşa ermelerini sağlayan temel unsurlar arasında anmış ve şöyle buyurmuştur:

"Asr'a andolsun ki insan ziyan içindedir. Ancak iman edip salih ameller işle­yenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır." [31]

2- Ahmed bin Hanbel 'in rivayetine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur: "Din nasihattir (öğüttür.)"[32]

Öğüt, iyiliği emir, kötülükten sakındırma, hayra çağn, ilim öğrenme ve öğ­retme hep ibadet türünden olan amellerdendir. Hatta bunlar ibadetlerin en üstün-lerindendir. Bundan dolayı bu konulan da bu bölümün içine aldık ve ilmin, bir şeyi bilmenin yolu olması ve amelden önce gelmesi, iyiliğin yayılmasının da yo­la girmiş olanların ilerlemelerine yardımcı olması dolayısıyla bu konuları en başa aldık. [33]

 

İLİM

 

Yüce Allah, Peygamberine emir verer ek şöyle buyurmuştur:

"De ki: Ey Rabb'im benim ilmimi artır." [34]

Bu ayeti kerime ilmin, artırılması gereken bir şey olduğuna işaret etmektedir.

Yüce Allah bir başka ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:

"Allah kendinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahiple­ri de adalet üzere hareket ederek Allah'tan başka ilah olmadığına şahitlik ettiler. Yüce ve hikmet sahibi olan Allah'tan başka ilah yoktur." [35]

Bu ayeti kerime de ilmin ve ilim sahiplerinin üstünlüğünü göstermektedir. Kur-'an-ı Kerim aynı zamanda artırılmaya değer olan ilim türlerini de belirlemiş ve bu türden olan ilimlerin artırılmasını istemiştir. Bu ilimler Allah'ı, O'nun sıfatlarını ve vahyettiklerini bilmekle ilgili ilimlerdir. Yüce Allah ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:

"Allah'tan hakkıyla ancak ilim sahipleri korkar." [36]

Bu ayeti kerime, artırılmaya değer görülen ve artırılması istenen ilmin türle­rinin ne olduğuna işaret ettiği gibi ilmin ve sahiplerinin üstünlüğüne de delalet et­mektedir. Bu ayeti kerimeden anladığımıza göre artırılması istenen ilim, insanda Allah korkusu doğuracak olan ilimdir. Bu tür ilimlerin başında ise Kitap ve Sün­net ilimleri gelmektedir. Bu ilimler ise bize yüce Allah katından gelen ve Resu­lullah (a.s) tarafından bildirilen ilimlerdir. Kitap ve Sünnet bize insanda Allah korkusunu doğuracak ilim ile neyin kastedildiğini açıklamıştır. Yüce Allah Kur1-an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Kendilerine bilgi verilmiş olanlar ise şöyle dediler: "Yazık size, iman eden ve iyi iş yapan kimseler için Allah'ın sevabı daha hayırlıdır. Buna ancak sabredenler kavuşturulur." [37]

Bu ayeti kerimeden anlaşıldığına göre gerçek ilim sahipleri ahireti dünyaya tercih eden ve insanlara öğüt görevlerini yerine getiren kimselerdir.

Yüce Allah, Kur'an-i Kerim'in daha başka yerlerinde de şöyle buyuruyor:

"Kendilerine bilgi verilenler Rabb'inden sana indirilenin gerçek olduğunu, mutlak galip ve hamde layık Allah'ın yoluna ilettiğini görürler." [38]

"Hayır o, kendilerine bilgi verilenlerin gönüllerinde açık açık ayetlerdir. Bi­zim ayetlerimizi zalimlerden başkası inkâr etmez." [39]

Bu ayeti kerimelerden anlaşıldığına göre ilim adamı Kur'an-ı Kerim'in hak olduğunu, onun insanları Allah'ın doğru yoluna ilettiğine inanan ve Kur'an-ı Ke­rim'in açık mucizeler taşıdığını kalben bilen kimsedir.

Yüce Allah bir başka ayeti kerimesinde de şöyle buyuruyor:

"Size kalkın dendiği zaman kalkın ki, Allah sizden iman edenleri ve kendileri­ne ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır."[40]

Yani Allah kendilerine ilim verilmiş olanları başkalarına karşı derecelerle üstün kılar. Bu ise ilmin üstünlüğünü göstermektedir. Yüce Allah yine şöyle bu­yuruyor:

"Bütün iman edenlerin toptan savaşa çıkmaları doğru değildir. Her topluluk­tan bir gurubun dini iyi öğrenmek ve kavimlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı, ki böylece belki yanlış hareketlerden çe­kinirler." [41]

Bu ayeti kerime de ilim öğrenmeye çalışmanın ve ilim öğretmenin cihad oldu­ğuna işaret etmektedir.

Yüce Allah bir başka ayeti kerimesinde de şöyle buyuruyor:

"Bir insana Allah, Kitab'ı, hükmü ve peygamberliği verdikten sonra onu in­sanlara "Allah'ı bırakıp da bana kul olun" demesi söz konusu olamaz. Ancak o: a kulluk edin" der." [42]

Burada inceleme ve Öğretimden söz edilerken Rabbani öğretimin değişik yol­lan bulunduğuna ancak öğretimde ağırlığın Kur'an-ı Kerim öğretimine verilme­sine işaret edilmiştir.

Dünya ilimlerine, iyilerin yanısıra kötüler de ortak olurlar. Yerine göre nor­mal bir adam dünya ilimlerinde, Rabbani ilimlere sahip bir kimseden öne geçe­bilir. [43]

 

3- Müslim'in rivayetine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur: "Siz dünya işlerinizde daha bilgilisiniz."[44]

Tabiat kanunlarının bilinmesi, sanayi, ticaret, tanm, dünya politikası, ekono­mik hayat dallarında uzmanlaşma gibi tamamiyle dünyaya ait ilim dallarında iyi­lerin yanısıra kötüler de kendilerini gösterebilirler. Bu gibi dallarda uzmanlaşıl-ması ise Müslümanların üzerinde farzı kifaye türünden bir görevdir. Ama yerine göre bu gibi konularda bir Müslüman çok iyi bir noktaya gelemezken bir kâfir gayet yüksek bir seviyeye ulaşabilir.

Yüce Allah, Kur*an-ı Kerim'inde kâfirlerin bu gibi dallarla ilerleme kaydede­bileceklerini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Dünya hayatından sadece görüneni bilirler. Onlar ahiretten ise tamamen ga­fildirler." [45]

"Bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey İstemeyen kimseden yüz çevir. İşte onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz Rabb'in, yolundan sapanı da iyi bilir ve O, yola geleni de iyi bilir." [46]

Bu ayeti kerimeler gösteriyor ki, İslamiyette öncelik derecesine sahip olan ilimler şeriat ilimleridir. Bununla birlikte dünya ilimlerinin Öğrenilmesi de fara kifaye olarak Müslümanlardan istenmiştir. Ancak Müslüman bu ilimleri öğre­nirken ahiretini unutmamak ve şeriat ilimlerim ihmal etmemek durumundadır.

Bunu, İslam'ın, ahiretle ilgisi bulunan din ilimlerini öğrenmeye teşvik ettiğinin bilinmesi için söylüyoruz. Ancak nassların geneli seri ilimleri öğrenmeye teşvik etmektedir. Çünkü insanların çoğunun gaflet ettiği ve önemsemediği taraf bu taraftır. Aynı zamanda bütün insanların yükümlü tutuldukları görevlerin bilin­mesi de bu ilimlerin bilinmesine bağlıdır. Bununla birlikte bazı şer'i ilimlerin öğ­renilmesi kifai farzlar arasına girmektedir. Ancak bu tür kifai farzlar dünya ile il­gili kifai farzlardan farklıdır. Çünkü dinin hükümlerinin uygulanabilmesi ve bütün Müslümanların yapması gereken farzı aynlann neler olduğunun bilinmesi için, öğrenilmesi farzı kifaye olan şer'i ilimlerin bilinmesine ihtiyaç vardır.

Yüce Allah Kur*an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk. Onu yüklenmekten kaçın­dılar. Ondan korktular. İnsan ise onu yüklendi. Çünkü o çok zalim, çok cahildir." [47]

Bir iasanın üzerine almayı kabul ettiği ve bu yüzden üzerine almakla yükümlü tutulduğu emanetin gereğini yerine getirmesi, ancak bilgisizlikten ve karanlıktan kurtulması ile mümkündür. Kendisinden isteneni üzerine alması gereken ilahi kaynaklı yükümlülüklerini yerine getirmesidir. Bu ise ancak bilgi ve adeletle mümkündür. Peygamberler (a.s) de insanlara bilmeleri gerekeni öğretmek ve onlan arındırmak için gönderilmişlerdir. Bu ise bilgi ve adaleti gerektirir.

Yüce Allah Kur*an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Nitekim içinizde, size ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran ve size Kifcab'ı ve hikmeti öğreten, daha önceden bilmediğiniz şeyleri bildiren, sizden bir peygam­ber gönderdik." [48]

"Biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve onlarla birlikte Kitabı ve adelet Ölçüsünü indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler." [49]

Nasıl insanlar terazi ile adaletli bir tartım yapabiliyorlarsa adaletin tam anla­mıyla uygulamaya konması da ancak Kur'an-ı Kerimle mümkündür. Bundan do­layı adaleti hakim kılmanın yolu ilimdir. însan ancak bu yolla cehaletten ve ka­ranlıktan kurtulabilir, tasanı karanlıktan ve bilgisizlikten kurtaracak olan ilim ise peygamberler aracılığıyla gönderilmiş olan ilimdir. Son peygamber vasıtasıyla gönderilmiş olanlar da Kitap ve Sünnet ile bunlardan kaynaklanan yahut bu iki kaynağa hizmet eden sahalarda derlenmiştir. Bu iki kaynaktan doğan veya bu iki kaynağa hizmet eden ilim dallarının içine Arap dili ile ilgili ilimler, fıkıh usulü, Kur*an-ı Kerim ilimleri, Sünnet ilimleri, fıkıh, akaid ve ahlak ilimleri girmekte­dir.

İslam'a göre ilmin altı türü bulunmaktadır: Farz, vacib, sünnet, mendub, mekruh ve haram.

Farz ilimler de iki türlüdür: Farzı ayn ve farzı kifaye. Farzı ayn olan ilimlerin içine İslam'ın bir bütün halinde bilinmesi, insanın uygulaması gereken fiillerin ve bunların neleri gerektirdiğinin etraflıca bilinmesi girer. Din ve dünya işlerinin düzene konulmasında ihtiyaç duyulan ilimlerin tümü ise farzı kifaye türünden olan ilimlerin arasına girmektedir. Vacib ilimler ise farz ilimlerden sonra, sünnet ilimlerden ise önce gelenlerdir. Mesela Kur'an-ı Kerim'den ezberlenmesi farz olan miktardan fazla olarak bir şeyler ezberlemek böyledir. Sünnet olan ilimlerin arasına da Kitap ve Sünnet'i ezberlemek ve anlamak ile ilgili ilimler girer. Men­dub olan da, bir kimsenin farzı kifaye veya farzı ayn türünden olan bir ilmi derin­lemesine bilmesidir. Mekruh ilimler mekruh olan şeyleri öğreten ilimlerdir. İn­sana herhangi bir yaran olmayacak sırf eğlence türünden işlerle ilgili ilimlerin öğrenilmesi böyledir. Haram ilimler ise yapılması ayni olarak haram kılınmış iş­leri öğreten ilimlerdir. Mesela sinirin veya haram bir işe götüren bir ilmin Öğre­nilmesi böyledir.

Mükemmel derecedeki ilim adamı ilmi, ameli, yaşayış tarzını, karakteri ve görünüşü bizzat ResuluUah (a.s)'tan alan, Kitab'ı ve Sünnet'i insanlara öğretmek ve nefisleri arındırmakla meşgul olan kimsedir.

Ahiret ile ilgili şeriat ilimleri Kitap ve Kitab'ın açıklayıcısı olan Sünnet ile il­gili ilimlerdir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde Kitab'ını bu Özelliği ile anmış ve şöyle buyurmuştur:

"O, kıyametin kopacağını gösterir bir ilimdir." [50]

Bazıları bu ifadedeki zamirin Kur'an-ı Kerim'e işaret ettiğini söylemişlerdir ki bu açıklamaya göre Kur'an-ı Kerim, kıyamet ile ilgili ilimdir. Buradan anlaşıldı­ğına göre Kitap ve Sünnet ilmi öğrenilmesi arzulanan şer'i ilimdir. Bu iki kaynak­tan doğan ve bu iki kaynağın amaçladıklarım gerçekleştirmeye yarayan bütün ilim dallan da Öyledir. Bu ilimleri de onlara hizmet eden ve sözkonusu iki kayna­ğın amaçlarından herhangi bir şeyi açıklayan ilimler sarmaktadır. İşte ahirete gönül verenler açısından ilimlerin en Üstünü bunlardır. Bu ilimlere sahip olanlar da peygamberlerden sonra insanların en üstünleridirler. [51]

 

4- Ahmet bi n Hanbel, ResuluUah (a.s)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:[52]"İlim adamları peygamberlerin varisleridirler..."

Dine bağlı olduklarını ileri süren bazı kimseler de dahil olmak üzere bugün pek çoklarına bunun tam tersi bir anlayış hakim olmuştur. Böyle bir şeyden ise Allah'a sığınırız.

Mutlak anlamda ilim; herhangi bîr şeyi bilmektir. İlim, dinin hakim kılnma-sında, dünyanın ve dünya siyasetinin düzene sokulmasında başta gelen unsurdur. Daha önce İslam'a göre bazı ilimlerin her Müslüman tarafından öğrenilmesi gere­ken farzı ayn ilimler türünden olduğunu açıklamıştık. Bu ilimler Müslümana yü­ce Allah tarafından yüklenen görevlerin gereği gibi yerine getirilmesi için ihtiyaç duyulan ilimlerdir. Bu ilimler ise kişinin gücüne, üzerindeki sorumluluğa ve karşı karşıya bulunduğu şartlara göre kişiden kişiye değişiklik gösterir.

Bir de öğrenilmesi farzı kifaye olan ilimler vardır ki, bunlar gerek dinin uygu­lamaya konmasında gerekse dinin ışığında dünya işlerinin düzene konulmasında ihtiyaç duyulan uzmanlık alanlarıdır. Öğrenilmesi farzı kifaye olan bu ilimlerle ilgili görevler bütün ümmetin üzerindeki görevlerdir. Ümmetin farzı kifaye tü­ründen olan bütün ilimlerde, kendi mensupları arasından, ihtiyacını karşılayacak kadar eleman yetiştirmesi gerekmektedir. Bir Müslüman farzı kifaye ilimlerden birinde kendini yetiştirmek üzere ortaya çıkarsa bu ilmi öğrenmek onun açısın­dan farzı ayn olur ve öğrenmemesi durumunda günah işlemiş sayılır. Eğer üm­met farzı kifaye ilimlerden herhangi birini ihmal ederse, o zaman bundan dolayı bütün ümmet günah işlemiş sayılır. Bu alanda güç sarfedenlerden ise günah düşer. Bu alanda çalışma imkanı ve gücü olduğu halde çalışmayan ve hiçbir güç sarfetmeyen kimsenin günahı îse daha fazladır. Bu yönden bakıldığında İslam ümmeti için en önemli konunun planlı çalışma yapmak olduğu ortaya çıkar. Bu­nun gerçekleştirilebilmesi için İslam beldelerinden her bir ülke, belde ve kent açısından ne gibi ilimlerin farzı kifaye ilimlerden sayılabileceğinin aynı şekilde bütün islam ümmeti ve nerede olurlarsa olsunlar tüm Müslümanlar açısından farzı kifaye ilimlerin neler olduğunun tesbit edilmesi gerekir. Eğitim öğretim programları da bu şekilde Müslümanlara farzı aynı ve farzı kifaye ilimlerin öğre­tilmesi esasına göre düzenlenir. Bunu, İslam'ın din ilimleri ile birlikte dünya ilimlerini Öğrenmeye de teşvik ettiğine ve Müslümanların bütün ilim alanlarında sırf Allah (c.c)'ın nzası için çalışmalarını istediğine yeniden ve özellikle dikkat çekmek için söylüyoruz. Bütün ilimlerin Allah'a karşı ihlas gösterilmesi ve O'-nun rızasını kazanma gayesiyle öğrenilmesi durumunda bütün ilimler, ahiren' ka­zandıran ilimler arasına girer.

Ancak dünya ilimlerinin genel karakteri gereği, insanlar çoğunlukla bu ilimle­re koşmakta ve bu alanlara kendilerini verebilmektedirler.

Bunun yanısıra dünya ilimlerinin hissedilir bir yaran bulunmaktadır. Bundan dolayı dünya ilimleri çekici, yerine göre aldatıcı ve yanıltıcı olabilmektedir. Ayrica insanların dünya ilimlerinin daha üstün olduğunu sanmamaları için nasslann çoğunda dini ilimlerin öğrenilmesine teşvik edilmiştir. Gerçekte üstün olan ilim­ler de din ilimleridir. Çünkü din uygulamaya konarsa, dünya işleri de düzene gir­miş olur. Din uygulamaya konmadığı takdirde ise din de gider dünya da. Dünya işlerini sağlıklı bir düzene sokacak olan doğru dindir. Çünkü görevleri yerli ye­rince belirleyen, insanlara işleri nasıl düzene koyacaklarını Öğreten, insanlara gerçek adaletin nasıl uygulamaya konacağını bildiren sistem doğru dindir. Sayı­lan şeyler gerçekleştirilmedikçe de dünya düzene girmez.

İslam şeriatı insanlara toplumsal adaleti öğretmektedir. Bundan dolayı zekatı farz kılmıştır. Yine yargı adaletini Öğreten de İslam şeriatıdır. Kısası da bunun i-çin koymuştur. Topluma karşı herhangi bir saldırıyı yerli yerince cezalandıran da İslam şeriatıdır. Bunun için de hadd cezalarını koymuştur.

İslam şeriatı ekonomik ilişkilerde de dengeli bir adaleti sağlamaktadır. Bu yüzden alışverişi helal, faizi ise haram kılmıştır. Bunun yanısıra İslam şeriatı yi­ne ailede, toplumda ve hüküm verilmesi konusunda adaleti sağlamaktadır. İnsa­nın iç ve dış dünyasında adaleti sağlayan da İslam şeriatıdır. İslam şeriatı üzerin­de düşünen kişi onun tümüyle adalet olduğunu ve onun dışında bir düzenle adale­tin hakim kılınması ümidi olmadığını görür. Adalet ise doğru bir anlayışa sahip her insanın arzuladığı bir şeydir

İslam şeriatı, her bir fertten ve bütün ümmetten, bir insandan ve bütün insan­lardan yapılması arzulanan görevleri yerine getirmelerini istemektedir. Görevler çoktur. Bunların kimisi Allah'a karşı, kimisi de insanlara karşı görevlerdir. Gö­revlerin bazıları her bir kişinin yapması gereken (farzı ayn) türden, bazıları da ba­zı kimseler yaptığında başkalarının yapmasına gerek kalmayan (farzı kifaye) tür­dendir. Bunun yanısıra kimi görevler insanın dıştan fiilen yapması gereken tür­den, kimi görevler de iç dünyası ile ilgilidir. Ancak bütün bu görevler birbirleri ile bağlantılıdır.

İslam şeriatı insana bütün işleri nasıl yerli yerine oturtacağını öğretmektedir. Kişi buna uyarak hikmetli hareket etme özelliği kazanabilir. Toplumlar da aynı özelliği bu yolla kazanabilirler. Yine İslam şeriatı, insana; anne-babasına, büyük­lerine nasıl muamele edeceğini öğretmektedir. İslam şeriatı yargı, siyaset, top­lumsal ilişkiler, ekonomi, insanların birbirleriyle olan ilişkileri ile ilgili işlerin nasıl düzene konulacağı hakkında bilgiler vermektedir. Sonra kişiye kalbinin hikmet üzere olmasının neyi gerektirdiğini Öğretmektedir. Ahlakının nasıl olması gerektiğini bildirmektedir. İşte bu yüzden, gerçek dinin uygulamaya konmaması durumunda dünye işlerinin de karışacağını ve bozulacağını söylüyoruz. Bu husus yüce Allah'ın Kitab'ında da şu şekilde dile getirilmektedir:

"Benden size bir hidayet geldiği zaman kim benim bu hidayetime uyarsa o sapmaz ve sıkıntıya düşmez. Ama kim beni anmaktan yüz çevirirse onun için de dar bir geç im vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak hasrederiz."[53]

İşte bu sebepten ve daha başka sebeplerden dolayı şeriat ilimleri en üstün i-limler olarak görülmüştür. Çünkü dinin uygulanmaya konması ve dünya düze­nin sağlanması bu ilimlerle mümkündür. İşte Allah'ın din hakkında bilgi sahibi olunmasına teşvikte bulunulmasının sebebi budur.

Ahirete nisbetle dünyanın herhangi bir değeri yoktur. Dünyanın ahirete göre durumu bu olduğundan, insanı ahirette kurtuluşa erdirmeyecek ilimlerin de pek değeri yoktur. Bu yüzden nasslarda daha çok farzı ayn türünde olsun farzı kifaye türünden olsun dini ilimlerin öğrenilmesine teşvikte bulunulmuştur. Bununla bir­likte şeriatın ışığında dünya işlerinin düzene konulmasını sağlayacak bütün ilim­leri farzı kifaye olarak gördüğümüzü, ancak bunların ikinci derecede geldiklerini belirtelim.

Dünya ilimlerinin ikinci derecede geldiklerine dair açıklamamız bu ilimlerin Allah katındaki ve iman sahiplerinin nazanndaki fazilet ve üstünlüğü açısından­dır. Ecir yönünden bu şekilde değerlendirilmesi zorunlu değildir. Bir insan yeri­ne göre, dünya işleriyle ilgili bir farzı kifaye görevi yerine getirmekle dinle ilgili bir farzı kifaye görevi yerine getirenden daha çok sevap alabilir.

Örneğin kıraat ilimlerin öğrenilmesi dini yönden farzı kifaye olan görevler­dendir. Bunun yanısıra çağımızda atomla ilgili ilimlerin öğrenilmesi de dünya ile ilgili farzı kifaye görevlerdendir. Müslümanlardan bazılarının bu tür dünyevi ilimlere tam bir samimiyetle sarıldıklarını, yüce Allah'ın da kendi lütfü ile onlara bu ilim alanlarında çeşitli imkanlar açtığı ve buna bağlı olarak İslam'ın ve Müs­lümanların bugünkü dünya şartlarında yeni bir konuma geldiklerini düşünelim. Kıraatlarla ilgili ilimlerin de atom ilimlerinin de Öğrenilmesi zorunlu olan farzı kifaye ilimlerden olmasıyla birlikte bunlardan hangi alanda çalışanlar daha fazla ecri hakederler sorusu akla gelmektedir. Bir ihtimal ikinci alanda çalışanlar daha çok ecri hakederler. Eğer iyi niyetle hareket ederlerse dünya ile ilgili farzı kifaye ilimleri öğrenenlerin bazılarının alacakları ecirler, dini yönden farzı kifaye olan ilimleri öğrenenlerin ecirlerinden daha az olmaz. Ancak genel yönden şeriat ilim­leri daha değerli, daha üstün ve daha çok ecir kazandıran ilimlerdir. Bir ilim de akla ne derece yakın olursa o derece üstün olur. Gayelerden uzaklaşılarak araç­lara yaklaşıldığı ölçüde de derece düşer. Ancak bununla birlikte hepsi farzı kifa-yedir.

Kitap, Sünnet, fıkıh, fıkıh usulü gibi ilimlerde uzmanlaşmak ve derinleşmek dil ilimlerinde uzmanlaşmaktan daha faziletlidir. Ancak Kitab'ı ve Sünnet'i anla­yabilmek ve bunlardan nasıl hüküm çıkarılacağı konusunda bilgi sahibi olabil­mek için dil ilimlerine de mutlaka ihtiyaç vardır.

Her halükârda öğrenilecek ilim, ister farzı ayn, ister farzı kifaye olsun, ister dinle ilgili, ister dünya ile ilgili farzı kifaye olsun niyetler düzgün olduktan sonra ilim öğrenmek ibadetlerin en üstünüdür. Çünkü ibadetin ve kulluk görevinin hak-kıyle yerine getirilmesinin şartı din ilimlerine sahip olmaktır. Bu görevlerin ka­bule uygun olması şartı da sözkonusu ilme sahip olmaktır. Bu ilimlere sahip ol­mak aynı zamanda dünya işlerinin özenle, yerli yerince yürütülmesi ve doğru bir şekilde geliştirilmesi için şarttır.

Dinin uygulanması ve dünya düzeninin sağlanması ile ilgili ilimle, farzı kifa­ye olduğundan bu ilimlerde derinleşilmesi de mendup sayılmıştır. Hanefi fakih-lerinden olan İbni Abidin de Haşiye'sinde böyle söylemektedir. Bu düşünceyi ya­ni bütün dini ve dünyevi ilimlerde uzmanlaşmış, derin bilgilere sahip ilim adam­ları yetiştirme düşüncesini tam olarak uygulamamız durumunda Müslümanların ne derece üstün bir seviyeye ulaşacaklarını, sonra Müslümanların böyle bir sevi­yeye ulaşmış olduğu dünyanın durumunun ne kadar güzel olacağını düşünme­liyiz.

İlim alanında farzı ayn ve farzı kifaye görevler bulunduğu gibi ameli ilim (uy­gulamalı ilim) alanında da farzı kifaye görevler bulunmaktadır. İlim amelden Önce gelir. Biz: "Çağımızda Üç Şey Üzerinde Düşünelim" adım taşıyan bir risa­lemizde bu konu üzerinde durmuş ve bu konu içine giren meselelerle ilgili delil­leri sıralamaya çalışmıştık. Bu risaledeki bazı açıklamalarımız şöyleydi:

Müslümanm hayatı ve İslam ümmetinin gidişatı ile ilgili en önemli konular­dan birisi de farzı aynı ve farzı kifaye görevlerin ne şekilde ele alınıp değerlen­dirileceği konusudur. İlim adamları, şeriatın temelini oluşturan nasslan incele­meleri, bunların anlamlarını, dayanaklarını ve vermek istedikleri anlayıştan göz­den geçirmeleri sonucu farzların iki kışıma ayrıldığına hükmetmişlerdir: Bun­ların ilki ayni farzlardır ki, bunları her bir Müslümanm yerine getirmesi gerekir. İkincisi ise kifai farzlardır. Bunların yerine getirilmesi de Müslümanların ortak görevleridir.

Bu iki farz türünün her biri kendi aralarında ikiye ayrılmaktadırlar: Ameli farzlar ve ilmi farzlar.

Mesela ayni farzlardan olan namazın bir teorik ilmi yanı, bir de uygulama ya­nı bulunmaktadır. Tıp ilminin güzelce öğrenilmesi ise kifai farzlardandır. Ancak tıp alanında uzmanlaşmış olan bir doktorun bu alanda hizmet vermesi ikinci bir farzı kifayedir.

Farzı kifaye ve farzı ayn kavramlarının iyi anlaşılması, gerek Müslüman fer­din ve gerekse ümmet tarafından öğrenilmesi istenen önemli kavramlardandır. Çünkü İslam'n mükemmel bir şekilde uygulanması Müslüman ferdin üzerindeki farzı ayn türünden olan görevleri ve ümmetin yapması istenen farzı kifaye türün­den görevleri kavrayıp uygulamaya koymasına ve ümmetin üzerinde ne gibi farzı kifaye türünden görevler olduğunu bilip gereğini yerine getirmesine bağlıdır. Farzı ayn ve farzı kifaye türünden görevlerin, gerek teorik olarak Öğrenilmesi ve gerekse uygulamaya konması konusunda yapılacak kusurun zararım da İslam ümmeti ve bu ümmetin fertleri çekecektir.

Bazı farzı ayn görevlerin sürekli şekilde yerine getirilmesi gerekmektedir. Ancak bazı özel durumların ortaya çıkması sebebiyle bu özel durumlarla ilgili hükümlere göre hareket edilmesi sözkonusu olabilir. Bazı farzı ayn görevler ise gelişmelere bağlı olarak yerine getirilir. Farzı kifayeler için de aynı durum söz-konusudur. Kifai farzların çoğusunun yerine getirilmesi ortaya çıkan gelişmelere bağlı olarak istenir.

Mesela sağlıklı bir fıtrat üzere olan ve dürüst bir kalbe sahip olan bir Müslü­man için de nefsini arındırmak bir farzı ayn olmakla birlikte, bu görev kendisini bozuk bir çevre içinde bulan bu yüzden bir takım nefsani hastalıklara maruz kalan kişi açısından daha önemli ve daha Önceliklidir. Bu örnekteki ikinci şahıs açısından nefsini arındırma ayni farzının birinci şahısa göre hem teorik yönden hem de pratik yönden daha ağırlıklı bir yeri vardır. Bunun gibi kırsal bir toplum­daki kifai farzlar ile şehir toplumundaki kifai farzlar arasında bazı farklılıklar vardır. Aynı şekilde uçak, atom ve elektrik sanayisinin geliştiği çağdaki kifai farzlar, başka çağdaki kifai farzlardan farklıdır... Bundan dolayı bütün çağlarda ve ortamlarda o çağlara ve ortamlara göre olan ayni farzların ve kifai farzların bi­linmesi Önemli bir görevdir.

Biz yeniden konunun başına dönelim:

İlim adamları kişinin yapması gereken farz görevlerden söz eden bir takım nasslar bulunduğunu tesbit etmişlerdir. Bunlardan bazıları şöyledir: [54]

 

5- Ibni Mace 'nin rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:[55] "İlim öğrenmeye çalışmak her Müslümanın üzerine farzdır."

Kur'an-ı Kerim'de bu şekildeki farz görevlerden söz eden ayet-i kerimelerin bazıları ise şöyledir:

"Ey iman edenler! Sizden Öncekilere farz kılındığı gibi, (fenalıklardan) sakı­nırsınız diye oruç sizin üzerinizede farz kılındı." [56]

Bu farzı her bir ferdin yerine getirmesi gereken bir farz olduğu yüce Allah'ın şu sözü ile teTcid e dilmektedir:

"Sizden kim bu ay'a erişirse onda oruç tutsun." [57]

Bunun yanısıra bazı farzlar vardır ki, bunları bir ferdin yalnız başına yerine getirmesi mümkün değildir. Bu gibi görevlerin de cemaat halinde yerine getiril­mesi gereken görevler olduğu anlaşılır. Yüce Alah bir ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:

"Bu indirdiğimiz ve hükümlerini kesinleştirdiğimiz bir suredir." [58]

Bu surede bazı had cezalarından söz edilmiştir. Zina suçu işleyen bir kişiye zi­na haddini uygulamanın bir tek fert tarafından yerine getirilmesi mümkün olma­yan bir yükümlülük olduğu insanın anlayacağı bir şeydir. Şeriatta bunun benzer­leri hayli çoktur. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Ey İman edenler! Öldürülenler hakkında üzerinize kısas uygulaması farz kı­lındı." [59]

Yüce Allah bir başka ayeti kerimesinde de şöyle buyuruyor:

"Aranızdan arkalarında kanlarını barakarak ölenlerin kanlan, kendi kendile­rine, dört ay on gün beklerler. Bekleme sürelerini tamamla malannd an sonra on-lann kendi haklarında örfe uygun olarak yaptıklarından dolayı size bir sorumlu­luk yoktur. Allah yaptıklarınızı bilmektedir." [60]

Bu tür görevlere bir başka örnek de şu ayeti kerimede sözü edilen görevdir:

"Savaş, hoşunuza gitmemekle birlikte üzerinize farz kılındı. Bir şeyde hoşlan­madığınız halde o sizin iyiliğinize olabilir. Ve yine bir şeyi sevdiğiniz halde o si­zin için fena olabilir. Allah bilir, siz bilemezsiniz." [61]

İşte burada işaret ettiğimiz görevlere ve benzerlerine dayanarak ilim adamları farzların her yükümlü kişinin yapması istenen ayni olanlarının bir de ümmetin tümü üzerinde bir görev olarak kabul edilen kifai olanlarının bulunduğuna hük­metmişlerdir.

Kifai farzlann belirlenmesi ve ayni farzların bilinmesi, gerek Müslüman fert ve gerekse ümmet açısından önemli bir görevdir. Hatta işe buradan başlanılması gerekir. Bundan dolayı İslam için çalışanlar ve davetçiler açısından bu görev ol­dukça Önemli bir görevdir. Hatta İslam ümmetini ileri götürme alanında çalışma yapanlar açısından da oldukça önemli bir görevdir. Bunların bu farzları belirle­meleri, genele yaymaları ve pratik olarak da bu farzlann yerine getirilmesi yolun­da çalışmaları gerekmektedir. Bu hususun bilinmesinden sonra bir tek kişinin bütün farzı kifayeleri etraflıca bilmesi genellikle mümkün değildir. Bu yüzden farzı kifayelerin neler olduğunun iyi belirlenebilmesi ve sınırlarının konulabil­mesi için güçlerin birleştirilmesine, ortak çalışmalar yapılmasına ihtiyaç vardır. Biz buradaki kısa açıklamada bazı önemli başlıklara işaret etmeye çalışacağız.

Farzı kifayelerin tesbiti konusunda yararlanacağımız bazı kurallar bulunmak­tadır:

Birincisi: Dinin uygulanmasında ve dünya işlerinin düzene konulmasında ih­tiyaç duyulan görevlerin tümü farzı kifaye türünden olan görevlerdir.

İkincisi: Hakların sahiplerine ulaştmimasında ihtiyaç duyulacak işlerin tümü kifai farzlar arasına girmektedir.

Üçüncüsü: Bir vacibin yerine getirilmesi için ihtiyaç duyulan şeydir ki, böyle bir şey de vacibtir. Buradan anlaşıldığına göre farzı kifayelerin işlenmesine yar­dımcı olan araçlarla ilgili görevler de farzı kifayelerin arasına girmektedir. İlim adamlarının nazarında temel kurallardan sayılan bu üç kuralın bilinmesi, burada ele aldığımız farzı kifayelerin sayısının ne kadar olduğu üzerinde fikir edinilme­sine yardımcı olacaktır.

Sadece bu üç kurala dayanarak onbinlerce kifai farz tesbit etmemiz müm­kündür. Bu arada kifai farzlann bir ilmi teorik yanının olduğunu bir de pratik (uy­gulama ile ilgili) yanının bulunduğunu bilmeliyiz. İlmi kifai farzlann içine onlar­ca ilim girmektedir. Uygulama ile ilgili kifai farzlann yerine getirilmesi için de onlarca uzmanlık alanına ihtiyaç vardır. Bu durum kifai farzlar dairesinin ne de­rece geniş olduğunu göstermektedir. Konu ile ilgili yararlı olacağına inandığımız bazı örnekler verelim:

Petrol üretimi alanı ile ilgili pek çok ilim dalı bulunmaktadır. Bu işin gerçek­leştirilmesi için ihtiyaç duyulan araçlar da bir hayli çoktur. Bütün bu araçlann üretilmesi ile ilgili pek çok ilim alanı bulunmaktadır. Petrolün karadan veya de­nizden çıkanlmasının kendine göre ilim dalları ve araçlan bulunmaktadır. Pet­rolün çıkanlmasından sonra anndınlması ve pazarlanması merhalesi gelmekte­dir. Aynca petrolden elde edilen bir takım yan ürünler vardır. Bu yan ürünlerin her birinin belli kullanım alanları bulunmaktadır. Bu kullanım alanlarına göre de sanayiler geliştirilmiştir. Bu sanayi dallannın ürettiği eşyalann belli pazarlara ve pazarlamaya ihtiyacı vardır. Dolayısıyla bütün bu sanayilere göre uzmanlık alan­ları bulunmaktadır. Petrol borulannın üretimi, birbirlerine monte edilmesi, bun­lardan yararlanılması, ürünlerin değerlendirilmesi ve Ümmetin yaranna olacak şekilde kullanılması, hep birbirleri ile bağlantısı olan ve birbirlerini izleyen kifai farzlardır.

Bu bilgilerden yola çıkarak birbiri ile bağlantısı olan uzmanlıklar zinciri, bu­nunla ilgisi bulunan araçlan ve aletleri vardır. Sadece bu alanla ilgili olarak ve pak çok bölgeden sadece bir tanesini ilgilendiren yüzlerce kifai farz bulunmak­tadır.

İslam ümmetinin gerek geneldeki ihtiyaçlannı gerekse bölgesel ihtiyaçlannı göz önünde bulundurursak sadece bu alanda onbinlerce uzman ve ilim adamı yetiştirilmesi gerektiğini anlanz. Değişik bölgelerde yaşayan tüm Müslümanla-nn ihtiyaçlannın karşılanması için bu elemanlann yetiştirilmesinin zorunlu ol­duğu görülecektir.

Bu değerlendirmeyi tanm, sanayi, ticaret, askeri, şehirleşme vs. alanlan açı­sından da yapabiliriz. Sanayinin içerisine ilaç sanayisi, sağlık araçlan sanayisi* silah ve savaş malzemeleri sanayisi, hava, deniz ve kara taşımacılığı sanayisi gibi pek çok sanayi dallan girmektedir... Buna göre bütün kifai farzlann öncelikli bir şekilde tesbit edilmesi gerekmektedir.

İlmin amelden önce geldiği biliniyor. Buna göre ilmi olarak ihtiyaç duyulan kifai farzlar ne kadar çoktur! Bütün bu ihtiyaçlann karşılanması için ne kadar ge­niş çaplı eğitim-öğretim proğramlanna ihtiyaç duyulacaktır? Bunlann tümü dün­ya hayatındaki refah ve düzen için ihtiyaç duyulan alanlardan bazılandır.

Şimdi biraz da dinin uygulamaya konması için ne gibi kifai farzlann yerine getirilmesi gerektiğine dair örnekler verelim:

Dinin mükemmel bir şekilde uygulamaya konması ancak her bir Müslümanm üzerine düşen görevi tam olarak yerine getirmesi ve İslam hükümlerini uygulaya­cak bir devletin kurulması ile mümkündür. Çünkü fıkıhçılann açıklamalanna göre İslam devletinin görevi, din ve dünya işlerini düzenli bir şekilde yürütmek­tir. Dünya işlerinin belli bir düzen içerisinde yürütülebilmesi için ne gibi kifai farzlann yerine getirilmesi gerektiği konusunda bazı örnekler verdik. Burada da dinin uygulanması için yerine getirilmesi gereken kifai farzlardan söz edeceğiz.

Bazı ilimler İslam'ın ayakta kalması ve varlığını sürdürmesi için bilinmesi zo­runlu olan ilimlerdir. Arap dili ile ilgili ilimler, mantık, fıkıh usûlü, akaid, fıkıh, ahlak ve gidişat ilmî, tefsir ve Kur'an-ı Kerim ilimleri, sünnet ve hadis ilimleri, siret ve sahabenin hayatı ile ilgili ilimler, hadis ravilerinin ve ilim adamlannm tanınması ile ilgili ilimler, İslam tarihi, kıraat ilimleri, başkalanna karşı kesin delil göstermek için ihtiyaç duyulan ilimler, İslam ümmetinin ve Müslümanların mevcut durumları ile ilgili ilimler, İslam siyasi şuurunun kazandırılması için ihti­yaç duyulan ilimler ve benzerleri bu tür ilimlerdendir.

Bütün bu alanlarda Müslümanların ihtiyaçlarına cevap verecek kadar ilim adamı, uzman yetiştirilmesi gerekmektedir. Bu ilim adamlarının sadece bir böl­gede değil, ihtiyaca göre ve zaruret ölçüsünde bütün İslam beldelerinde yetişti­rilmeleri gerekir. Bazı ilimler vardır ki, bir beldede o ilim dalında yetişmiş sade­ce bir kişinin bulunması yeterlidir. Bazı ilim dallan da vardır ki, her bir beldede o dalda onlarca ilim adamının yetiriştirilmesine ihtiyaç olur. Bu gibi ilim dalların­da sadece uzman yetiştirilmesi yetmez, aynı zamanda bu uzmanların halka ulaş­ması gerekmektedir. Davet ve öğretim ile ilgili farzlar da bu alanın içine giren farzlardır. Eğitim kurumlarının kurulması, kitaplar, gazeteler, dergiler yayınlan­ması, radyo ve TV istasyonları kurulması ile ilgili düşünceler de davet ve eğitim ile ilgili farzlara dayanmaktadır. Bütün bu kurumların ve araçların her birinin kendi alanındaki ihtiyacı pratik olarak karşılayacak seviyede olması gerekmekte­dir. Sonra bu alanlarda kullanılacak aletlerin, araçların tedariki ve ihtiyaçların karşılanması gelir. İşte bunların tümü ile ilgili görevler kifai farzların içine gir­mektedir.

Bu sayılanların tümü dinin hakim kılınmasıyla ilgili görevlerin eğitim, Öğre­tim ve iletişim alanları ile ilgili olardandır.

Ekonomik, sosyal ve siyasi hayatta dinin hakim kılınabilmesi için bu alanlar­da yetişmiş uzmanlara ve bu alanlarla ilgili çeşitli ilimlerin öğretilmesine ihtiyaç vardır. Bunun için siyaset, hukuk ve yargı alanlarında etraflıca bir eğitim ve öğ­retime ihtiyaç vardır. Ümmetin bütün bu alanlarla ilgili ihtiyaçlannın karşılana­bilmesi ve bu alanlarla ilgili uygulamalann gerçekleştirilebilmesi için ne kadar da çok yetişmiş elemana ihtiyaç olacaktır!

İslam toplumunu devletin koruyacağını biliyoruz. Bunun gerçekleştirilmesi, bazı organların oluşturulmasını gerektirir. İyiliği emredip kötülükten sakındıran-lar ve davetçiler bu iş için gecelerini uykusuz geçireceklerdir. Bu ise o alanlarda çalışanların bulunmasını gerektirir. Yine Müslüman toplumun hayatının cihad ile bağlantısının olduğunu biliyoruz. Cihad ise savaşçılann bulundurulmasını, savaş hazırlıklannm yapılmasını, bu konuda teoriler geliştirilmesini, eğitim ve planla­ma yapılmasını gerektirir. Bu konu, çağımızda bir hayli çetrefil bir hal almıştır. Ancak bu alanla ilgili farzlar da kifai farzlar arasına girmektedir. Bu açıklama­larla çağımızda ümmetin dini hakim kılmak için ihtiyaç duyduğu alanlarla ilgili kifai farzlar hakkında bazı bilgilere değinmiş olduk.

Şimdi de bugün içinde bulunduğumuz durum üzerinde biraz durarak mesele­ye bir de bu açıdan yaklaşalım. İslam düzeninin hiç uygulanmadığı ve cehaletin her taran kuşattığı yahut çoğunluğa hakim olduğu bir bölgeyi ele alalım. Bu şartlarda yaşayan bir bölgeyle ilgili kifai farzlar neler olacaktır?

Böyle bir bölgede yerine getirilmesi gereken görevlerin başında insanları Al­lah'ın yoluna çağırma farzı gelir. Böyle bir bölgede yürütülecek davet çalışma-lannın bölgenin her tarafına yayılabilmesi için çok geniş çaplı bir faaliyete ihti­yaç olacaktır. İşte böyle bir faaliyetin gerektireceği her şey kifai farzlar arasına girer. Gerek erkeklerin gerek kadınlann arasından davetçilerin çıkarılması gere­kir. Bunun gibi işçilerin, köylülerin ve kültürlü kesimlerin arasında davet çalış-m al arını yürüten insanlar olmalı. Davet çalışmalan hem evlerde, hem kurumlar­da, hem okullarda, hem üniversitelerde, hem camilerde ve hem de kahvelerde yü­rütülmelidir. İşte bütün bu davet çalışmalarını yürütecek davetçilerin çıkanlma-sı ve davet çalışmalanm organize edecek, davetçilerin faaliyetleri arasında bir bağlantı kuracak yönetimin oluşturulması hep farzı kifayedir.

Bunun yanısıra davet; eğitim, oluşum ve Öğretim kapısıdır. Davete icabet e-den birinin üzerine, gerekli bilgileri öğrenmesi ve bir Müslümanın yaşadığı çağ­da üzerine düşen görevleri yerine getirmesini sağlayacak İslami bir eğitim alması gerekir. Bu itibarla İslam ümmetinin bu alanla ilgili ihtiyaçlannı karşılayacak Müslüman davetçilerin ve eğitimcilerin yetiştirilmesi, bütün bu faaliyetleri orga­nize edecek, eğitimcilerin ve öğretim elemanlannın çalışmalanm düzenleyecek bir yönetim kadrosu oluşturulması da kifai farzlar arasına girmektedir. Ancak bu yolla her bir Müslümanın İslami ilimlerden, kültürden ve eğitimden yaşadığı ça­ğın gerektirdiği kadar miktarda bir payı ve ihtiyacı olan şeyin tam ve düzenli ola­rak alması mümkün olabilir. Bu tür eğitim ve öğretim çalışmalan, ders halkaları, sohbet meclisleri, eğitim kurslan vs. düzenlenmesi ile mümkündür. İşte bütün bu faaliyetler kifai farzlar arasına girmektedir. İslam daveti ise büyük bir eğitim ve kültür çalışmasını gerektirmektedir. [62]

 

6- Ebu Davud, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:[63] "Müşriklere karşı, mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz." Bir başka hadisi şerifte ise şöyle denilmektedir: [64]

 

7- Müslim, Resulullah (a,s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:[65]

"Kim onlara karşı eliyle cihad ederse o mü'mindir. Kim kalbiyle cihad ederse o da mü'mindir. Yine kim onlara karşı diliyle cihad ederse o da mümindir. Ama bunun ötesinde hardal tanesi kadar bir iman mevcut değildir."

Bugün dünyada çeşitli ilkeleri etrafa yayan, yahut bir takım görüş ve tutum­ları savunan ya da bazı ilkelere ve görüşlere karşı çıkan büyük iletişim araçları bulunmaktadır. Müslümanların bu gibi araçlar vasıtasıyla yapılan saldırılardan nasipleri ise oldukça yüksektir. Bunun yanısıra İslam'ın etrafa yayılması ve in­sanların geneline tanıtılması gerekmektedir. Yine Müslümanların bilinmesi gere­ken bir takım tutumları olmaktadır. Yahut Müslümanların bu gibi tutumlar sergi­lemesi gerektiğine bütün Müslümanların inandırılmasına ihtiyaç vardır, fşte bütün bu faaliyetler iletişim araçlarından yararlanılmasını gerektirmektedir. Ça­ğımızda iletişim araçlarının belli başlıları ise şunlardır: Gazete, dergi, video ve teyp kaseti, radyo, televizyon, mektup, makale, konuşma, konferaas ve yorum. Bütün bu araçların her biri ile ilgili özel bilgiler, sanatlar ve uzmanlık alanları bu­lunmaktadır. Bir gazete çıkarmak istendiğinde, etkili yazarlara, baskı tesislerine ve yönetim kadrosuna ihtiyaç olacaktır. Dergi çıkarmak istendiği zaman da aynı durum söz konusudur. Yayın, dağıtım, tanıtım işleri de bu alanla ilgilidir. Bu tür faaliyetlerin gerçekleştirilmesi aynı zamanda çeşitli yerlerde muhabirlerin bulun­durulmasını, haber ajanslarının kurulmasını, yorumcuların, yazarların, strateji uzmanlarının yetiştirilmesini gerektirir. İşte bütün bunlar, konumlan belirlendik­ten sonra hepsi kifai farzlar arasına girmektedir.

İletişim aynı zamanda, kendi tabiatı itibariyle siyasî faaliyetin bir diğer yüzü­dür. Siyasi faaliyet ise İslami faaliyetten bir parçadır. Çağımızda İslam'a yönelik saldırıların genellikle düşünce ve siyaset alanında gerçekleştirildiği görülmek­tedir. Uluslararası politik teoriler bizzat kendi toprağında İslam'a karşı saldırıda bulunmaktadır. Davet çalışması ile ilgisi bulunsun veya bulunmasın mutlaka İs­lami bir siyasi faaliyetin yürütülme-si gerekmektedir. Bu faaliyet gerek herhangi bir siyasi parti vasıtasıyla ve gerekse parti dışı genel siyasi çalışmalarla gerçek­leştirilebilir. Önemli olan ortada bir îslami siyasi faaliyetin bulunmasıdır. İmkan ve güç ölçüsünde îslami siyasi faaliyette bulunulması da kifai farzlar arasına gir­mektedir.

İslami siyasi faaliyetten söz ettiğimiz zaman, bu faaliyetin çok değişik alan­larda çok sayıda uzmanın yetiştirilmesini gerektirdiğine işaret etmekteyiz. Siyasi şuur, siyasi kavrayış, siyasi tutumun iyi belirlenmesi ile ilgili bilgi ve kabiliyetle­rin değerlendirilmesi, yaşanılan bölgenin ve zamanın şartlarına uygun yerli yerinde siyasi kararlar alma kabiliyetine sahip olunması, mümkün olan yollardan siyasi faaliyetlerin içine girilmesi, siyasi meselelerin İslam'a uygun bir şekilde ve yerli yerince değerlendirilip gündeme getirilmesi, siyasi durumların gayeye ulaş­ma yolunda değerlendirilmesi, siyasi faaliyetin sapmalarından uzak tutulması, kurumlar ve sendikalar vasıtasıyla İslami siyasi faaliyette bulunulması için plan­lama yapılması ve bu planların uygulanıp geliştirilmesi, kısa zamanda gerçek­leştirilmesi mümkün olmayan büyük siyasi gayelere doğru tedrici bir şekilde iler-lenmesi, bütün bunlar ve benzerleri kifai farzlar arasına girmektedir. Bütün bu saydığımız faaliyetleri organize edecek ve düzene koyacak idari yapının oluş­turulması da aynı şekilde kifai farzlar arasına girmektedir.

Bunun yanısıra İslam beldelerinden bir belde, kafirlerin eline geçer ve bura­nın kurtarılması için cihad yapılması kesinlik kazanırsa burada insanların cihada teşvik edilmeleri, cihad için eğitilmeleri, aralarında düşünce ve hareket birliğinin sağlanması, silah temini, hareketleri komuta edecek kadronun oluşturulması, ha­reket planlarının hazırlanması, mevcut durum için ve geleceğe yönelik hizmetler verecek organize şebekeler oluşturulması, savaş teorilerinin geliştirilmesi, hede­fe doğru sürekli ilerlenmesi, bütün bu faaliyetlerin yerli yerince ve düzenli bir şekilde yürütülmesini sağlayacak bir yönetim kadrosunun oluşturulması gereke­cektir. Bütün bunlar da kifai farzlardandır.

Yukarıda sayılan kifai farzların yerine getirilmesi için mal ve maddiyat temin edilmesi zorunlu olduğu gibi gerekli mal ve maddi varlık temini işlerim organize edecek bir idari kadro oluşturulması da zorunludur. Yine yepılacak bağışlan top­layacak, bağışta bulunma gücüne sahip bütün insanlara ulaşarak onları böyle bir bağışa ikna edecek bir organizasyonun oluşturulması da gerekir. İşte bütün bun­lar hep kifai farzlar arasına girmektedir.

Anlattığımız bu durum tümüyle bozulmuş ve düzeltilmesini sağlayacak kad­ronun oluşmadığı bir bölgede ortaya çıkarsa böyle bir bölgede yaşayan Müslü­manlar açısından kifai farzlar daha farklıdır. Burada İslami faaliyette bulunan­ların, daha çok İslami çağrıya cevap verenleri yönlendirmeye çalışmaları gerek­mektedir. Özellikle de öğrencileri yönlendirmeye çalışarak onların her birinin bir kifai farzı yerine getirmelerine imkan verecek uzmanlıklar edinmelerine yar­dımcı olunmalıdır. Bunların aralarında mutlaka bir organizasyonun olması ge­rekmektedir. Hayati öneme sahip uzmanlık alanlarına girilmesi, bu alanlarda ele­man yetiştirilmesi ve hayatın bütün yönleri ile ilgili olarak ihtiyaca göre uzman kadro oluşturulması, sonra bu kadroların yönlendirilmesi hep sözünü ettiğimiz organizasyon vasıtasıyla olacak işlerdir.

Müslüman doktorların, Müslüman eczacıların, Müslüman mühendislerin, Müs­lüman sporcuların, Müslüman tüccarların, Müslüman teknik elemanların ve yine belli bir alanla ilgili branşlarda elemanların yetiştirilmesi işinin organizasyonu bu amaçla kurulacak yönetim kadrosu tarafından gerçekleştirilecektir.

Davet, iletişim, siyaset, mali işlerin yürütülmesi ve sanat alanlarının etrafında çok değişik konular toplanmaktadır. Bütün bu alanlarda ve bu alanlarla ilgili branşlarda elemanlar yetiştirilmesi, bu alanlarla ilgili işleri yürütecek ve bu alan­larda faaliyetlerde bulunacak kadroların oluşturulması hep kifai farzların arasına girmektedir. Saydığımız alanlardan herhangi birinde İslami faaliyette bulunanlar da bu görevleri bilmeli ve üzerlerine düşeni gereği gibi yerine getirmelidirler.

Bütün bunlardan ve daha önce anlatılanlardan, ister belli bir yönetim altında olsunlar, ister olmasınlar, ister İslami hakimiyete uzak bir bölgede azınlık duru­munda olsunlar ve isterse İslami hakimiyete yakın olsunlar değişik bölgelerde yaşayan Müslümanlar açısından öğrenilmesi farzı kifaye olan ilimlerin tesbit e-dilmesinin ne derece önemli bir şey olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü bu konu, çalışmadaki ilerleyişe köklü bir şekilde etki edecektir. Bu konuların açıklık ka­zanmasından sonra ayni farzlardan söz etme sırası gelmektedir:

Kifai farzların yerine getirilmesinin en büyük ürünü, ayni farzları yerine geti­ren ve gerçekleştirilmesi farzı kifaye olan dalların herhangi birinde uzmanlaşmış bir Müslüman şahsiyeti üzerinde ortaya çıkacaktır. Müslümanın geçimini sağla­masına yardımcı olacak bir ihtisasının (uzmanlığının) olması gerekmektedir. Uz­manlık alanlarının en güzel olanları ise kifai farzlar türünden olan uzmanlık alan­larıdır. Bunun yanısıra bir Müslümanın belli bir alanı kendisi için uzmanlık alanı olarak seçmesinden sonra bu alanda çalışma yapmanın onun açısından farzı ayn statüsü kazanacağının bilinmesi gerekmektedir. Mesela bir kimse yargı yahut fetva alanında görev alır veya bir ilmi Öğretme veya belli bir konuda çalışma yap­ma görevim üstlenirse, bu görev onun açısından farzı ayn niteliği kazanır.

Ayni farzlar şu başlıklar altında bir araya gelmektedir:

1. Müslüman açısından ayni farzların başında geleni, İslam'ı genel bir şekilde tanıması yahut ona icmali (genel) olarak iman etmesi ve bu imanını şehadet keli­melerini söylemek suretiyle açığa vurmasıdır.

2. Onun açısından ayni farzların ikincisi İslam'ın kendisinden istediği görev­lerden yerine getirmeye gücü yetecek olanları hakkında geniş ve ayrıntılı bilgile­re sahip olmaktır.

3. Yükümlülük altındaki bir kişinin yerine getirmesi gereken ayni farzlardan bazıları: Allah'ı bir bilmek, O'na kulluk ve ibadet görevini yerine getirmek ve kendim arındırmaktır.

4. Yine yükümlü bir kişiden istenen ayni farzların arasında, haram olanları ta­nımak ve onlardan uzak kalmak, yapılması istenen görevleri bilmek ve bu görev­leri yerine getirmek de bulunmaktadır.

5. Kişinin anne babası, yakınları ve komşuları hakkında Allah'a karşı olan so­rumluluklarını yerine getirmesi de ayni farzlardandır.

6. Yüce Allah'ın istediği üzere, Müslüman devlet başkanına (imama) itaatte bulunmak ve cemaate bağlı kalmak da ayni farzlardandır.

7. Kişinin kazancının helalden gelmesi ve kendilerine harcamada bulunması gerekenlere iyilikle harcamada bulunması da farzı ayndir. Eğer zekat vermesini gerektirecek kadar mal varlığı olursa zekat vermesi farzı ayndır. Yine bu güce sa­hip olması durumunda haccetmesi farzı ayndır. Cihada karar verilmesi durumun­da malı ile cihada katılması farzı ayndır. Bir kimse hakkında cihad, farzı ayn hük­mü kazanırsa cihada niyet etmesi, kendini bunun için yetiştirmesi, eğitim gör­mesi, hazırlığını yapması ve zamanı gelince cihada katılması da farzı ayn olur.

Bir insan hakkındaki ayni farzları bir araya getiren görev, takva sahibi ol­maktır. Takva, Allah'ın kuldan istediği şeydir. Bakara suresinin baş tarafında da izah edildiği üzere takva, kişinin Allah'a iman etmesi, namaz kılması, iyilik yo­lunda harcamada bulunması, Kur'an-ı Kerim'e uyması ve kendini küfürden ve ni­faktan korumasıdır.

Genel mahiyetteki bazı farzı aynlar vardır ki, bunlar bütün Müslümanlar açı­sından birdir ve değişmez. Bazıları ise kişinin içinde bulunduğu duruma göre değişiklik göstererek artıp eksilebilir. Mesela kendini arındırma aynı farzı iyi ka­rakterlere sahip biri açısından bazı nefsani hastalıkları olan kimseye göre daha hafif bir görevdir. Yani nefsani hastalıkları olan için kendim arındırma görevi daha fazla önem kazanmaktadır.

Halis bir imana sahip olandan istenen şeyler, kalbim nifak hastalıkları türün­den bir takım hastalıklar bürümüş kimseden istenenden daha azdır. Yine alelade bir işçiden istenen, pek çok mal varlığına ve geniş bir çevreye sahip olan zengin bir tüccardan istenenden daha azdır.

Herhangi bir çevrede bulunandan istenen şeyler, başka bir çevrede bulunan­dan istenen şeylerden daha farklı olabilir. Bİd'atlerin ve küfrün yaygın olduğu bir çevrede yaşayan kimsenin kendini ve ailesini bu fenalıklardan korumaya daha çok dikkat etmesi gerekir.

Ortalığı insanları sapıklığa yönelten bir şüphe sararsa, yükümlülük altındaki kişinin kendini bu şüpheden korumaya çalışması gerekir. Yine aynı çevrede hem sapık akımlar hem hidayet çizgisinde olan akımlar ortaya çıkarsa, Müslümanın kendini sapık akımlardan koruması ve hidayet çizgisindeki herhangi bir akımın içinde yerini alması istenir.

Şeriatta farzların korunması için nafile ibadetlere de yer verilmiştir. Bunun gibi şeriatta kişinin haramlardan uzak durmasını sağlayacak bir vera düşüncesine yer verilmiştir. Bu bize gösteriyor ki, Müslümanın, üzerindeki ayni farzları yeri­ne getirdiği konusunda kalbinin rahat olabilmesi için çok şey yapması gerekmek­tedir. Bu çağda yaşayan Müslümanın yerine getirmesi istenen görevlerin ayrın­tısına geçmeden Önce iki farz türüne dikkat çekmek istiyoruz:

1. Vakte bağlı olan farz

2. Yaşanılan döneme ve şartlara bağlı olan farz. [66]

 

Vakte Bağlı Olan Farz

 

îslami çevrelerde yaşayan kimseler, yapılması kesin farz olan görevlerden ve işlenilmesi kesin yasak olan haramlardan habersiz olamazlar. Ancak bunların ha­tırlatılmasında da yarar vardır. Bu, sürekli karşımıza çıkan önemli bir görevdir. Vaizler, vaaz kürsülerinde bu görevi yerine getirmekte aynca Müslümanlar ken­di aralarındaki toplantılarında bunu yapmaya çalışmaktadırlar. Vaizlerin güçleri, etkileme, ikna ve insanların duygularını harekete geçirmedeki başarılarında orta­ya çıkmaktadır. Bu yöndeki basanlar farzları yerine getirmede kusur edenlerin bu kusurlarım telafi etmelerini, günah işleyenlerin ise günahlarını terketmelerini sağlamaktadır. Bu başarılar aynı zamanda insanların derece derece yükselme­lerini sağlamaktadır. Böylece insanlar farzları yerine getirdikten sonra vacipleri, sünnetleri ve adabtan sayılan görevleri de yerine getirmeye özen göstermekte­dirler. Bunun gibi insanlar kendilerine yöneltilen öğüt ve vaazların etkisiyle ha­ram derecesinde olmasa bile hoş karşılanmayan fiillerden de uzak durmaya özen göstermeye başlamaktadırlar. İşte vaaz ve nasihat görevinin ne kadar önemli bir görev olduğu burada ortaya çıkıyor. Bu görev, peygamberlerin görevlerinden bir parçadır. Bunu basite alan veya önemsemeyen kişi, oldukça büyük bir cehalet içindedir. Bunları anlatmaktaki amacımız, herkesin bildiği ve dikkate aldığı şey­lerin üzerinde durmak değil, pek çoklarının gaflet ettiği ve umursamadığı husus­lara dikkat çekmektir. İşte bu yüzden konunun başlığını "vakte bağlı olan farz" olarak koyduk.

Bir kimsenin İslam'a girmek istediğini düşünelim. Onun için o an farz olan görev nedir? Şüphesiz hemen o an üzerine farz olan görev şehadet sözlerini genel bir mahiyette bilmek ve bu sözlerin anlamlarını kabul ederek onlan dil ile söyle­mektir. Mesela bu kişinin öğle vakti İslam'a girmiş olduğunu kabul edelim. He­men o an üzerine farz olan görev nedir? Şüphesiz hemen o an üzerine farz olan gö­rev, namazı genel bir şekilde tanımak ve öğle namazını yerine getirmektir Do­layısıyla "vakte bağlı farz" ile kastedilen şey, kişinin içinde bulunduğu anda üze­rine farz olan görevdir.

Boğulmak üzere olan bir insan gördüğümüzü ve onu kurtarma gücümüzün olduğunu farzedelim. Yahut açlıktan ölmekte olan biriyle karşılaştığımızı ve o-nun kamım doyurma gücüne sahip olduğumuzu farzedelim. Ya da bir fenalık iş­lemekte olan biri ile karşılaştığımızı ve onu fenalıktan alıkoyma imkanına sahip olduğumuzu düşünelim. Bu gibi durumlarda bizim derhal söz konusu kişilere karşı yapabileceğimiz görevlerimizi yerine getirmemiz üzerimize farz olur. İşte bütün bunlar, vakte bağlı farzlar arasına girmektedir. Çünkü bunlar ortaya çıkan olağanüstü bir durum dolayısıyla bizim üzerimize farz olmaktadır. İslamiyet bi­zim üzerimize şartların gerektirdiği şekilde bu görevi yerine getirmemizi farz kılmıştır.

Bu şekilde vakte bağlı farzlardan pek çokları bilinmemektedir. Bu bilgisizlik­ler dolayısıyla büyük hatalann içine düşülmektedir. Mesela bir insan İslam'a gir­meyi arzular da bir Müslüman'dan kendisine İslamiyet'i anlatmasını isterse, bu isteğe muhatab olan Müslümanın o kişiye derhal İslam'ı anlatması o an üzerine farz olur. Hatta bazıları şöyle söylemişlerdir: Eğer bu isteğe muhatab olan Müs­lüman, istekte bulunan kişiden bu işi biraz geciktirmesini isterse bu yüzden din­den dönmüş olur.

Böylece "vakte bağlı olan farz" ile neyi kasteddiğimiz ve bunun ne derece bir Öneme sahip olduğu ve vakte bağlı farzların yerine getirilmemesinin, yahut ge­ciktirilmesinin ne derece tehlikeli olduğu anlaşılmış oluyor. Bu konuyla ilgili pek çok mesele bulunmaktadır:

Vakte bağlı farzlar içinde, iyiliği emir ve kötülükten sakındırma (emri bil-ma'ruf ve nehyi ani'l-münker) konusu içine girenler vardır. Bunun gibi vakte bağlı farzların cihad ile ilgili olanları vardır. Aile içinde ve komşularla ilişkilerde de vakte bağlı farzlar bulunmaktadır. Bir insanın başına gelen olağanüstü durum­lar ve karşılaştığı ani haller ile ilgili vakte bağlı farzlar vardır. Müslüman kendini belirli (sabit) farzlar konusunda sorguya çekeceği gibi, vakte bağlı farzları yerine getirme konusundaki kusurlarından dolayı da sorguya çekecektir. İlim amelden Önce geldiğine göre en doğru olan, vakte bağlı farzlar hakkında bilgi sahibi ol­makla işe başlamaktır. Bu nitelikteki farzların yerine getirilebilmesi için önce onların bilinmesi gerekir. [67]

 

Yaşanılan Döneme Ve Şartlara Bağlı Olan Farz

 

Bilindiği üzere İslam şeriatına göre bir yükümlünün yapması gereken namaz türü ayni farzlar bulunduğu gibi, bütün ümmetten istenen ve bazılarının yapması ile diğerlerinin üzerinden düşen, hiç kimsenin yapmaması durumunda bütün üm­metin günahkar olması neticesini doğuran bir takım kifai farzlar da bulunmak­tadır. Kifai farzların işlenilmemesi durumunda bu işin yapılmasını isteyen, terkedilmesinden sakındıran ve kendisi gücü nisbetinde bu yönde çaba harcayan kim­senin üzerinden ise günah düşer. Kifai farzlardan herhangi birini yapmayı üzeri­ne alan açısından ise bu görev ayni farz niteliği kazanır. Yine başkalarının bilme­diği bir kifai farz hakkında bilgi sahibi olan kimse açısından da aynı durum söz konusudur. Bu konuyu anlattıktan sonra diyoruz ki:

Ümmetin ihtiyaç duyduğu ilimlerin herbirinin öğrenilmesi kifai farzlar ara­sına girer. İlimler ise oldukça kapsamlı olmakla birlikte sürekli gelişmekte ve .ilerlemektedir. Her çağda da, o çağdaki ilmi gelişmelere bağlı bir takım yenilik­ler gerçekleştirilmektedir. Elektrik ve atom enerjisi, çağımızdaki ilmi araştır­maların ve gelişmelerin ürünüdür. Bu iki alan, çağımızda yaşayan Müslümanlar açısından farz haline gelmiştir. Geçmiş çağlarda ise bunlar henüz mevcut olma­dığından bu alanlarla ilgili herhangi bir görev de söz konusu değildi. İşte bu, ya­şanılan döneme ve şartlara bağlı farzlar olarak isimlendirdiğimiz farzlara bir ör­nektir.

Bizim şeriatımıza göre cihad; yerine göre farzı ayn ve yerine göre de farzı ki-faye olmaktadır. Bazen şartların oluşması sebebiyle derhal yerine getirilmesi ge­reken bir farzı ayn olmakta, bazı zamanlarda ise gerekli şartların oluşmaması ne­deniyle derhal yerine getirilmesi gereken bir farzı ayn olmamaktadır. Cihada gi­rişilmeden önce yapılacak ve gayeye ulaştınci bazı ön çalışmaların gerçekleşti­rilmesi, yerine göre farzı kifaye ve yerine göre farzı ayn olmaktadır. Bunun yanı-sıra Müslümanlara karşı bir üstünlük sağlandığı durumlar olur ki, bu gibi durum­larda Müslümanların küçük çaplı savaşlarla düşman tarafına karşı bir üstünlük sağlamaları mümkün olamaz. Belki bir veya iki nesil hatta daha fazla sürecek uzun süreli ve sürekli devam eden bir mücadeleye ihtiyaç olabilir. İşte bu gibi görevlerin yerine getirilmesi, yaşanılan dönemle ilgili farzlar içine girmektedir. Filistin'in gerek haçlı savaşları karşısındaki durumu ve gerekse günümüzdeki du­rumu ile ilgili mesele buna bir örnektir. Farzların bu türleri belli bîr dönemde yaşayan bütün dünya Müslümanlarının yerine getirmesi gereken görevler arasına girebileceği gibi, sadece belli bir bölgenin Müslümanlarının üzerine düşen gö­revlerden de olabilir.

Müslümanlar Allah'ın sözünün bütün dünyada en yüce olması için mücadele etmekle yükümlüdürler. Bu mücadele ise herhangi bir merhalede özel bir çalış­mayı gerektirebilir. Bu çalışmanın ekonomik, idari, stratejik, siyasi ve benzeri yönleri olacaktır. Hak ile batıl arasında süregiden mücadele ile ilgili yeni durum­ların gerektirdiği görevler de yaşanılan dönemle ilgili farzlardandır.

Her yeni çağla birlikte İslami konularda yeniliklere ihtiyaç olur. Bu yenilikler ise metodlar ve çağın şartlarına uyumlu sebepler konusunda bilgi sahibi olun­masını gerektirir. Bütün İslam dünyasına ulaşabilecek durumdaki geniş çaplı bir yapıya İslam ümmetinin her zaman ihtiyacı olacaktır. Ancak çağımızda pek çok farz görevin yerine getirilebilmesi için böyle bir yapının oluşturulması, kulla­nılabilecek tek yoldur. Bu gibi bir organizasyonun gelişmeleri en güzel şekilde değerlendirmek, en güzel konumu ortaya koyabilmek için ihtiyaç duyacağı her şey, çağın farzlanndandır.

Yaşanılan döneme (çağa) bağlı farzlarla ilgili olarak verdiğimiz bu örnekler bu konuda bize genel bir fikir vermektedir. Bundan sonra ise nelerin bu gibi farz­ların arasına girdiğinin tesbit edilmesi gelmektedir. Bu da fetva ehli kişilerin görevidir. Müslümanlara bu konuda hatırlatma ve çağrıda bulunulması, enerjile­rini bunun için sarfetmelerinin sağlanması, bunları yapmaya gücü yeten bütün vaizlerin, davetçilerin ve daha başka imkan sahiplerinin görevidir.

Yaşadığı dönemin gerektirdiği görevlerini bilmeyen Müslüman kusur etmek­tedir ve yerine göre günahkar olmaktadır. Bu durumdaki bir Müslüman her halü­kârda kendi çağından başka bir çağda yaşıyormuş gibidir. Muhtemelen yaşa­dığımız çağla ilgili farzların başta gelenleri, İslam ümmetinin içine düşmüş oldu­ğu dağınıklıktan, parçalanmışlıktan kurtarılması, birliğinin ve medeni olarak iler­lemesinin sağlanması için çalışmak ve Müslümanların elinden alınan toprakların geri alınması ve ortadan kaldırılan hilafetin yeniden tesis edilmesi için çaba har­camaktır.

Bu konunun açıklık kazanmasından sonra çağımızla ilgili ayni farzların bazıları hakkında tafsilatlı bilgiler vermeye sıra gelmektedir. Bunları üç başlık altında toplayabiliriz: İlim, amel ve hal... Bunları belirlerken çağın ve yaşanılan dönemin gereklerini, bu çağda ortaya çıkmış olan akımları, problemleri ve bütün bunların insanın aklına, kalbine ve nefsine etkisini gözönünde bulundurmamız gerekmektedir.

Birincisi: İlimle ilgili olanlar:

A.  İmkan ölçüsünde fıkıh usûlü öğrenilmesi. Çünkü insan bunu öğrenme­yince hükümlere karşı çıkma yahut sapıkların pençelerine düşme tehlikesi ile karşı karşıya olur.

B. Yine imkan ölçüsünde Arap dili ile ilgili ilimlerin öğrenilmesi. Çünkü in­san bu ilimlere sahip olmadığında başkalarını yanlış yola çekenlerin veya ifade­leri te'vil ederek asıl anlamından farklı anlamlar vermeye çabalayanların avı du­rumuna düşer.

C. Kişinin Allah'ın varlığı, Resulullah (as)'m hak peygamber olduğu ile ilgili delilleri bilmesi ve İslam hakkında genel bir bilgiye sahip olabilmesi için üç temel konu üzerinde bilgi sahibi olması gerekir.

D. Sapık bir gurubun eline düşme veya onların fikirlerinin esiri olma tehlikesi ile karşı karşıya gelmemesi için akaid ilminden de gerekli olanları öğrenmelidir.

E. Genel fıkıh ve mezhep fıkhı üzerinde gerektiği kadar bir bilgi edinilmesi. Birinci ile ilgili bilgilerle ortaya çıkan durumlar karşısında nasıl hareket ede­ceğini bilmesi, ikinci konu ile ilgili bilgilere ise karışık meselelerde nerelere müracaat edeceğini bilmesi için ihtiyaç duyacaktır.

F. Kur*an-ı Kerim'in bir miktarının ezberlenmesi ve güzelce okunması.

G. Bir miktar hadisi şerif ezberlenmesi ve bunlardan mümkün olduğu kadarı­nın açıklamasının bilinmesi. Resulullah (a.s)'ın siretinin ve sahabilerin hayatla­rının bilinmesi konusu da buna dahildir.

H. Davet fıkhı hakkında bilgi edinilmesi ve çağdaş hareketlerin bilinmesi. Bu bilgi, kişinin içinde bulunduğu cemaate mensup olmaktan dolayı gönlünün rahat olmasını ve başkalarını tam bir anlayış ve kavrayışla çağırmasını sağlar.

İ. Kişinin bulunduğu çevre açısından ve kendi inanç ve düşüncesini koruması açısından ihtiyaç duyacağı çağdaş İslami araştırmalar hakkında bilgi sahibi olun­ması.

J. İslam tarihi ve Müslümanların içinde bulundukları durum hakkında, düşün­ce ve inancın korunmasını sağlayacak ve İslami hizmete yöneltecek bir miktarda bilgi sahibi olunması.

K. Yaşanılan çağda cihadın nasıl yürütüleceği konusunda bir fikir sahibi olu­nabilmesi için çağdaş askeri kültür etrafında birtakım bilgilere sahip olunması.

L. Nefsi arındırma ve Allah'a ulaşma konusu ile ilgili ilimden gerektiği kadar bir şeyler öğrenilmesi.

M. Müslümanların problemleri ve bu problemlerin çözümünün nasıl mümkün olacağı konusunda bilgi sahibi olabilmek için İslami şuuru geliştirecek konuların öğrenilmesi ve incelenmesi.

N. Ümmetine zarar verecek bir harekette bulunmaması için içindeki güven duygusunu geliştirecek bilgilerden yararlanılması.

İkincisi: Amel ile ilgili olanlar:

A.  Bir kulun Allah'ı tanıyıp bilmesinden sonra kendisinden istenen ilk şey, O'na ibadet etmektir. İbadet konusunda nafilelerden önce farzlar gelir. İbadet­lerin içine namaz, oruç, hace, zekat, iyiliği emir-kötülükten sakındırma (emri bi'1-ma'ruf nehyi ani'l-munker) ve cihad görevlerinin hepsi girmektedir.

B. Helalden kazanmak ve kazanılan şeydeki hakları yerine ulaştırmak.

C. Anne babanın, yakınların ve komşuların haklarını gözetmek.

D. Cihada niyet ve savaş araçları ve aletleri konusunda eğitim.

E. Müslümanların salları içinde yer almak ve Müslümanlarla iyi ilişkiler için­de bulunmak. Müslümanların devlet başkanlarının (imamlarının) bulunması du­rumunda ona itaat etmek veya bir cemaat oluşturmuş olmaları halinde o cemaate bağlı kalmak da bu görevin içine girmektedir.

F. Ani gelişmeler ve olağanüstü durumlar dolayısıyla ortaya çıkan hakların gözetilmesi, bunlarla ilgili görevlerin yerine getirilmesi.

G. Haram olan fiillerden ve onlara yakın şeylerden kaçınmak, farz ve vacib olan görevleri de yerine getirmek.

H, Kifai farzlardan üzerine almış olduklarını yerine getirmek.

î. Farzı ayn olduğunun kesinleşmesi ve derhal başlanması için gereken şart­ların oluşması durumunda hemen cihada katılmak.

J. Resulullah (a.s)'ı izlem e ve hükümlere uyma niyeti taşımak.

Üçüncüsü: Kalp ve nefis halleriyle ilgili olanlar:

Kişinin kalbinin bozuk düşüncelerden arındırılmış olması, doğru bir anlayış üzere olması ve nefsinin fenalıklardan temizlenmiş olması bu guruba giren farzı aynlardandır. Bu itibarla bu gibi farzı ayrıların yerine getirilmesini sağlayan gö­revlerin yerine getirilmesinin de farz olduğuna dikkat çekmek isteriz. Buradan hareketle diyoruz ki: Bazı görevler esas itibariyle mendub olabilir. Ancak bu gö­revlerin yerine getirilmesinin söz konusu üstün derecelere ulaşılmasını sağlaya­cağı kesinlik kazanırsa, o zaman bu görevler farz olabilir. İşte bu gibi farzların arasına aşağıdaki görevler girmektedir:

A.  İmanını sağlamlaştırmak, ihlas, tevekkül, dünyaya karşı zühd, Allah ve peygamber sevgisi.

B. Küfürden, nifaktan, fısktan, baş kaldıncılıktan (isyandan), günahkârlıktan ve hased, gösteriş, hilekârlık, kin ve benzeri kalp hastalıklarından kendini kurtar­mak.

Kapılan ve anahtarları ilim olan kifai ve ayni farzların gerek ilmi gerekse ameli yönlerinden söz ederken İslam şeriatının Müslümandan istediğinin sadece farz olan görevlerin yerine getirilmesi olmadığına da işaret etmemiz gerekmekte­dir. Farzların yantsıra, vacib, sünnet, edeb, mürüvvet, insana gönül huzuru ve ra­hatlığı kazandıran tutumlar ve Hz. Peygamber (a.s)'den alınan ölçüler türünden bir takım görevler de bulunmaktadır. Bunlann tümü Müslümandan ayni olarak (ayni farz gibi) istenen görevlerdir. Müslümanın bu gibi görevler hakkında da bilgi sahibi olması ve pratik olarak da yerine getirmeye çalışması gerekir. Bu ko­nulan mutlaka ele almamız gerekiyor. İlim konusu ile ilgili ve bu meseleleri içine alan hadisi şeriflere ileride yer vereceğiz. Biz daha önce "Hicri Onbeşinci Asırda Kazanılması Gereken Ahlaki Karakterler ve Hayat Prensipleri" adını taşıyan bir risale yazmış ve orada bu konulara temas etmiştik. Bu konunun biraz açıklık ka­zanması için söz konusu risaleden bazı iktibaslar yapacağız:

İnsanı hoşnud eden davranışlardan ve mürüvvetlerden söz etmek, bizi ilişki­lerin adabından söz etmeye yöneltmektedir. İslam açısından ilişikilerle ilgili e-dep Ölçülerine uyulmasından daha güzel bir şekilde insan nefsini arındıran bir şey yoktur. Nefis açısından da bazı durumlarla ilgili edep ölçülerine uymak kadar zor bir şey yok. Bu yüzden Müslümanın ilişkilerle ilgili edep Ölçülerine uyabil­mek için nefsi ile mücadele etmesi ondan istenen en büyük görevlerden sayıl­mıştır.

Nureddin Şehid (r.a) disiplinli birisiydi. Uyguladığı disiplin kurallarından bi­risi de emirlerinden herhangi birinin kendi izni olmadan yanında oturmalarına müsaade etmemekti. Bu uygulamadan sadece Selahaddin Eyyubi'nin babası Nec-meddin Eyyub'u müstesna tutardı. Ancak, o ilim adamlarıyla ve salih kişilerle otururken onlara son derece hürmet eder büyük bir alçakgönüllülük gösterir ve huzurunda bulunduğu ilim adamlarına karşı gayet edepli davranırdı. İşte bu ede­be ve sonra çağımızda resmi bir kimliğe sahip hangi şahsın bu edebe riayet edebi­leceğini düşünelim. Protokoller çağı olan bu çağda ilmiyle amel eden salih bir ilim adamına hangi devlet adamı bu hürmeti gösterebilmektedir?

Küçükler büyüklere hürmet göstermesi, büyükler de küçüklere sevgi ve mer­hamet etmeyi nefislerine kabul ettirmekte zorluk çekerler. Belli makama sahip olanlar da kendilerinden daha aşağı makamda olanlarla fikir alış verişinde bulun­mayı bir türlü prestijlerine yakıştıramazlar. Görüşüne başvurulan kişi de çoğu zaman büyüklenir. İşte bütün bu durumlar nefsin taşkınlıklarından ve aşırılıkla­rından ileri gelmektedir. İşte bu yüzden kişinin nefsini anndırmışlığımn en ö-nemli işaretlerinden birisinin karşılıklı ilişkilerle ilgili edep ölçülerine riayet et­mesinin olduğunu söylüyoruz. Bu şekilde edep ölçülerine riayet ederken en başta şeriatın hükmünü, sonra mürüvveti ve insan gönlüne huzur veren tutumları göz önünde bulundurmak durumundayız.

Karşılıklı ilişkilerle ilgili edep ölçüleri gayet geniş bir alanı kapsamaktadır. Çocuğun anne babasına karşı göstermesi gereken edep vardır. Anne-babanın kız olsun erkek olsun çocuklarına karşı gösterecekleri tutumlarla ilgili edep ölçüleri vardır. Kardeşlerin birbirlerine karşı gözetecekleri edep ölçüleri vardır. Arka­daşların ve komşuların birbirlerine karşı gösterecekleri edep ölçüleri vardır. Me­murların ve işçilerin beraberlerinde çalışan arkadaşlarına karşı uymaları gereken edep ölçüleri vardır. Bu şekilde beşeri ilişkilerle ilgili daire gittikçe genişlemek­tedir.

Yaratılanların birbirleriyle olan ilişkilerinde gözetmeleri gereken edep ölçü­leri bu derece önemli olduktan sonra, yaratıcıları ile ilişkilerinde gözetmeleri ge­reken edep ölçülerinin daha büyük bir öneme sahip olması gerekir. Eğer insan hayatını iki edepten yani yaratıcısına karşı göstermesi gereken edep ile yaratı­lanlara karşı göstermesi gereken edepten ibaret sayarsak hata etmiş oluruz.

Yaratıcıyla olan ilişki ile ilgili edep, yaratılanlarla ilişkide gözetilmesi gere­ken edebe uyulmasını da gerektirir. Kişi birinci ilişkisini ne derece mükemmel-leştirirse ikinci ilişkisini de o derece mükümmelleştirmiş olur.

Yaratıcı ile ilişkide gösterilmesi gereken edebin üç yönü bulunmaktadır. İ-nanç, fiil ve terk. Vahyedilene inanılması, haram kılınanların ve mekruh görü­lenlerin terkedilmesi ve farzların, vaciplerin, sünnetlerin, gönle rahatlık veren iş­lerin ve mürüvvete dayalı işlerin yerine getirilmesi, yaratıcı ile ilişkinin güzel ol­masının gereklerindendir.

Yaratılanlarla ilişkide gözetilmesi gereken edep ölçüleri içinde anne babanın, ilim adamlarının, eğiticilerin ve sonra da yakınların, komşuların ve arkadaşların haklarının yerine getirilmesinden daha büyük olanı yoktur.

Karşılıklı ilişkiler konusunda Resulullah (a.s)'ın insanlara nasıl yaklaştığını ve bu tutumu ile münafıkların çoğunun kalbinden nifakı nasıl çıkardığını, yine kendisine karşı düşmanlık içinde olanların kalplerindeki kin ve düşmanlıkları nasıl çıkarıp kendisinin onların nazannda kendi nefislerinden daha sevimli olma­sını sağladığını değerlendirmemiz mümkündür. Yine Resulullah (a.s)'ın sertliği de yumaşaklığı da nasıl yerli yerinde kullandığını düşünmeliyiz. Bununla birlikte genellikle yumuşak olmayı tercih ediyordu. Yüce Allah'ın O'nu vahyi ile eğitmiş olması O'na yetiyordu. Yüce Allah onun hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Allah'tan olan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Eğer kah kalpli, kaba birisi olsaydın muhakkak etrafından dağılırlardı. Onları affet, kendileri için bağış dile ve işlerinde onlarla görüş alışverişinde bulun. Bir şeye kesin karar ver­diğin zaman da Allah'a güven. Allah (kendisine) güvenenleri sever." [68]

Resulullah (a.s) tatlı sözlü, ince yürekli bir insandı. Mü'minlere çok düşkün­dü. Bağışlayıcı ve müsamahakârdı. Müslümanların yaptıkları yanlışlıklan bağış­lardı. Kendileriyle görüş alışverişinde bulunurdu. Dünyada bundan daha üstün edep kimde olabilir? Peygamber adabının ve tutumlarının yeniden canlandırıl­ması, Müslümandan çağlar boyunca istenenlerin en önemlilerinden birisidir. Bunu gerçekleştirmeyi ise ilmi ve zikri kendinde biraraya getirmiş olan birinden başkası başaramaz. Bunun gerçekleştirilmesi edebe riayet gösterilen dikkatin bir ürünüdür ancak. Resulullah (a.s)'ın başkalarını dikkatle dinleme konusundaki edebine bakmalıyız. Yüce Allah Kur'an-i Kerim'inde O'nun hakkında şöyle bu­yuruyor:

"İçlerinden bazıları da Peygamber'e eziyet ederler "O (her söyleyeni dinleyen) bir kulaktır' derler. De ki: O sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a inanır, mü'-minlere inanır. Sizden İman edenler için de O bir rahmettir. Allah'ın Resulünü incitenlere acı bir azap vardır." [69]

Münafıklar O'nu, dinlemeye çok özen göstermekle suçlamış ve bu şekilde başkalarını dinleme konusundaki dikkatinden dolayı herkesin O'nu etkileyebile­ceğini ileri sürmüşlerdi. Yüce Allah da O'nun başkalarının sözlerini dikkatle din­lemeye özen gösterdiğini doğrulamış ve hatta O'nu bir kulağa benzetmişti. Ancak O'nun, kimin doğru söylediğini bildiğine dikkat çekmiş ve O'nun bu haliyle mü'-minler için bir rahmet olduğuna işaret etmişti. Bir kimsenin O'nu doğru olmayan bir tutumun içine çekmesi ise sözkonusu değildi. Yüce Allah bu konuda da şöyle buyurmaktadır:

"Bilin ki Allah'ın Peygamber'i içinizdedir. Eğer O bir çok işte size uysaydı sı­kıntıya düşerdiniz." [70]

Resulullah (a.s)'ın tutum ve hareketlerindeki dikkati konusunda diyoruz ki: Bu tu tu mi a nn bilinmesi va tanınmasına ihtiyaç vardır. İnsanların bunları uygula­yabilmesi için de gerekli hatırlatmada bulunulması gerekmektedir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Allah'ın elçisinde sizin için Allah'ı ve ahîreti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için uyulacak en güzel bir örnek vardır." [71]

Kim Resulullah (a.s)'ın tutumlarım sık sık aklına getirmez, incelemede bulun­mazsa o, Resulullah (a.s)'a pek fazla uyamaz.

Şeriatta farzlar, vacipler, sünnetler ve edepler (adap) bulunmaktadır. Bunun yanısıra şeriatın koymuş olduğu haramlar ve belirlemiş olduğu mekruhlar bulun­maktadır. Şeriat bunları açık bir şekilde veya işaretle bildirmiştir. Bunların neler olduğunun ayet ve hadis metinlerinden doğrudan veya dolaylı yollarla anlaşıl­ması mümkündür. Şeriat, halkın geneli ile ilişkide nelere dikkat edilmesi konu­sunda da bir usul belirlemiştir. İnsan zevklerinin ve kamuoyu şartlarının gözetil­mesi bu usulün iç ine girmektedir.

Bu meseleden pek çokları habersiz durumdadırlar. Hatta dindarlık konusunda oldukça hassas görünen bazı dindarlar bile, bu gönül rahatlığı, insanların zevkle­rinin, duygu ve düşüncelerinin gözönünde bulundurulması ile ilgili meselelere önem vermiyorlar. Büyüklerimizden birinin bana anlattığına göre, onun bizzat kendisinin katıldığı ilmi toplantılardan birinden, bir kişi burnunu temizleyerek pisliği öylece yere atar. Tabii bu büyüğümüz o kişiye karşı te'dib hakkını kullanır ve yaptığının yanlış olduğunu kendisine hatırlatır. Bunun üzerine öğrencisi duru­mundaki o kişi "Bunun caiz olmadığı konusunda bildiğiniz bir nass (ayet veya hadis) var mıdır?" diye sorar.

îşte bu tutum insanların zevklerinin ve genel tutumun (kamuoyunun) gözetil­mesi konusunu önemsemeyen düşünceye bir örnektir.

Şüphesiz bazen insanlarda çeşitli zevk sapmaları ortaya çıkabilir ve yerine göre kamuoyu yanlışlığa ve sapıklığa sürükleyici olabilir. Bunun yanısıra ehli sünnet vel-cemaat anlayışına göre bir şeyin çirkin ya da güzel görünmesi konu­sunda akıl temel ölçü değildir. Bunun da ötesinde insanların zevkleri ve kamuo­yu, şeriata göre bir ölçü değildir. Özellikle bu iki unsurun insanların duygulan ile yakın bağlantılarının olduğu düşünülürse, sabit bir ölçü olamayacakları daha iyi anlaşılır. Bundan dolayı başta şunu belirtmek istiyoruz: Farzlara, vaciplere, sün­netlere ve adaba aykın olması yahut haramlar ve mekruhlar dairesinin içine gir­mesi durumunda zevklerin ve kamuoyunun herhangi bir değeri yoktur. Bununla birlikte şeriat ölçülerine göre zevklerin ve kamuoyunun gözönünde bulundurul­ması, mubah olan şeyler arasındadır. Bu anlamda Kur'an-ı Kerim'inde şöyle Du­yurulduğunu görüyoruz:

"İnsanların ellerinde sizin aleyhinize kullanacakları bir delillerinin olmaması için.[72]

 

8- Müslim'in rivayetine göre Resulullah (a.s), Hz. Aişe (r.a)"ye şöyle söyle­miştir:

"Eğer ki, senin kavmin cahiliyetten yeni çıkmış olmasaydı yıkar Hz.İbrahim (a.s)'in kurmuş olduğu temeller üzerine yeniden inşa ederdim."[73]

Yukarıda verilen ayeti kerime Müslümanların Yahudiler karşısında takın­maları gereken tavırla ilgili olarak inmiştir. Onun ardından vermiş olduğumuz hadisi şerif ise herhangi bir işte esas alınması söz konusu olmayan cahiliye kamu­oyu karşısında takınılması gereken tavırla ilgili olarak söylenmiştir.

Buradan bir başka konuya geçelim. Bu da, insana gönül rahatlığı veren tutum­lar ve mürüvvetler konusudur. [74]

 

9- İmam Malik, Muvatta'da Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Ben ancak güzel ahlakları tamamlamak için gönderildim."

Resulullah (a.s) bu hadisi şerifinde kendisinin özellikle şu dünyadaki ahlaki yapıyı mükemmele erdirmek için gönderildiğine dikkat çekmiştir. Bu gösteriyor ki, Resulullah (a.s) ahlaki yapıyı oluşturmaya sıfırdan başlamamıştır. Bilakis da­ha önceden gönderilmiş olan peygamberler vasıtasıyla oturtulmuş olan bir takını ahlaki prensipler vardı. Resulullah (a.s) bunları tamamladı. Bunun yanısıra in­sanların güzel ahlak olarak tanıdığı ve gerçekten de öyle olan bir takım ahlak ku­ralları bulunmaktaydı. İşte Resulullah (a.s) da bu gibi ahlaki kuralların doğrulu­ğunu bildirmek ve diğer ahlaki kurallarla onları tamama erdirmek üzere gelmiş­tir. İnsanların önem verdikleri ve üstün saydıkları ahlaki değerler ve mürüvvet­ler, fıtratları bozuk ve akli hastalıkları olan kimselerin dışındakiler tarafından kabul görür.[75]

İnsana hoş ve güzel gelen tutumların ve mürüvvetlerin miktarının ne kadar olduğunun kesin olarak belirlenmesi mümkün değildir. Bu nitelikte görülen bazı tutumlar sının aştığından dolayı cahiliye anlayışı içine giren tutumlar olabileceği gibi bazıları da kişinin küçümsenmesine yol açacak oldukça basit şeylerle ilgili olabilir. Mürüvvetlerden ve insana hoş gelen tutum ve davranışlardan bazıları şe­riat hükmünce farz, vacib, sünnet veya edep olarak kabul edilmiştir. Eğer insana hoş gelen davranış, kişiyi israfa sürükler, yersiz harcamaya yolaçar, gösteriş, kendini beğenmişlik, övülme ve üstün görülme sevgisi gibi bir takım tutumlara yöneltirse, bu gibi davranışlardan kaçınılması gerekir. Çünkü bu tür davranış­larda bulunulması sakıncalıdır.

Bazen de bu sınıfa giren davranışlar mubah olan bir takım işlerle ilgili olabi­lir. Ama eğer yapılması mubah olmakla birlikte bir iş kişinin küçük görülmesine, arkasından konuşulmasına, basite alınmasına sebep olacaksa böyle bir şeyi yap­maktan kaçınılması gerekir. Mesela önden giden biri bir hurma tanesini düşürse arkasından giden de onu kaldırsa sonra da bu hurmayı düşüren şahıs onu alandan istese bu mubah olan bir istektir. Ama isteyen şahsın mürüvvetine zarar verir.

İnsana hoş gelen davranışlar ve mürüvvetler konusu insan fitratı açısından oldukça derin bir konudur. Bunların önem derecesi, azlığı ve çokluğu, halktan halka değişiklik gösterebilir. Arapların bu tür konulardan en çok etkilenen iasan-lar olduğunu söyleyebiliriz. Belki böyle olmaları İslam i risalet görevinin onlara yüklenmesinin hikmetlerinden birisidir. Bu risalet, insana hoş gelen tutum ve mürüvvet ile ilgili meselelerden etkilenen bir hassasiyet ve her konuda mü­kemmele erişme gayesi taşıyan bir kişilik ister. Bu halkın gerek nesir ve gerekse şiir türündeki edebiyatının incelenmesi sonunda insana hoş gelen davranışlar ve mürüvvetler konusunda onların edebiyatta önemli bir yer kapladığı görülür.

Resulullah (a.s) da bu konuda en önde idi. Yüce Allah'ın O'na ve yakınlarına sadaka ve zekat almayı yasak etmiş olmasını bu açıdan ele alabiliriz. [76]

 

10- Buhari'nin Sahih'inde rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s)'a vahiy gelip de O'nun kendi hakkında endişeye kapıldığı gün eve döndüğünde Hz.Hatice (r.a) kendisine şöyle söylemişti:

"Hayır, vallahi. Allah seni asla mahcub etmez. Çünkü sen akraba haklarını gözetirsin, sözü doğru konuşursun, zor durumdakinin yükünü üstlenirsin, düş­kün birine kimsenin kazandıra maya cağını kazandırırsın ve hak yolunda ortaya çıkan hususlarda başkalarına yardımcı olursun."[77]

İbni Dağne de müşrik olduğu halde. Hz. Ebu Bekr (r.a)'e Habeşistan'a hicret etmeye niyet ettiği sırada benzer sözleri söylemiş ve onu korumasına almıştı. Bunlar Arapların vicdanlarına, kişiyi yükselten ve onu ahlaki değerleri korumaya layık duruma getiren bir takım güzel tutumların yerleşmiş olduğunu göster­mektedir.

İslam i anlayışa göre, insan fıtratına uygun zevk ve mürüvvet birbirleri ile u-yumludur ve birbirlerini bütünlemektedir. Eğer insanların zevk veya mürüvvet sandıklan bir şey İslam'a ters düşürse bu, zevk sapmasına ve mürüvvet anlayı­şındaki bir bozulmaya işaret eder. Ama eğer bunlardan herhangi bir şey İslam'a ters düşmezse bu zaman zevklerin ve mürüvvetlerin gözetilmesi yerinde ve arzu­lanan bir şeydir. Bu ise ancak örfün ve iyiliğin gözetilmesi ile olur. Yüce Allah Kur"an-i Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Sen ay yolunu tut, iyiliği emret ve bilgisizlerden yüz çevir." [78]

"Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder fenalıktan alıkoyarsınız ve Allah'a iman edersiniz. Eğer kitap ehli de iman etmiş olsaydı şüphesiz kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır ancak ço­ğunluğu fasıkürlar." [79]

Evi insan gönlüne rahatlık veren, zevke uygun bir şekilde ama şeriata ay kın olmayan bir tarzda düzenleme, sürekli şekilde gönüllere ve gözlere rahatlık ve­ren bir şekilde giyinme, insanlara daima güzel ve temiz şeyler sunma, eğer yerli yerinde olursa hikmete uygun işler olmaz mı? Şimdi şu hadisi şerif metnine göz atalım. [80]

 

11- Ebu Davud, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Siz kardeşlerinizin yanına gidiyorsunuz. Bineklerinizi düzeltin. Güzel şeyler

giyinin ki insanların gözlerinde adeta bir benek gibi görünesiniz. Allah boşluğu

ve boşvermişliği sevmez."[81]

Gerek söz ve gerek fiil olarak Müslümamn şahsiyetine yakışmayacak bir şey ortaya koymak, bir başkasının ona karşı hürmet, fiilim ve kemale yakışmayacak bir harekette bulunmasına fırsat vermemek hikmete daha uygun olmaz mı? Ba­kın bu konuda Hz. Ali (r.a) ne diyor:

"Elinizde geçerli mazeretiniz de olsa akılların hoş karşılamayacağı bir hare­kette bulunmayın."

Resulullah (a.s)'ın eğitimini incelediğimiz zaman, O'nun eğitiminde sürekli zevklerin de göz önünde bulundurulduğunu görürüz. Yine sah ahilerin hayatla­rında zevklerin sağlıklı ve yerli yerinde değerlendirilmesine işaret eden bir çok olayla karşılaşılması mümkündür.

Mesela Ebu Eyyub el-Easari (r.a)'rdn oturduğu evin çardağına misafirlere ko­laylık olsun diye su alındığında, dökülen suların alt kata gidip Resulullah (a.s)'ı rahatsız etmemesi için Ebu Eyyub el-Easari (r.a)'nin onları hemen temizlediğini görüyoruz. Çünkü evin alt katında o zaman Resulullah (a.s) oturuyordu. Burada çok üstün bir zev k anlayışının olduğunu görüyoruz.

Yine bir rivayetten Resulullah (a.s)'ın hanımı Safıyye (r.a.)'nin deveden düş­mesi sırasında, Ebu Talha (r.a.)'nın elbisesini önce gözünün önüne koyduğu, son­ra da Hz. Safiyye (r.a)'nin üstüne örtülmesi üzere verdiğini Öğreniyoruz. Bu hadi­sede de üstün bir zevk anlayışını görmekteyiz.

Yine Ümmü Süleym (r.a)'in çocuğu vefat ettiği sırada kocası Ebu Talha (r.a) yanına geliyor, çocuğu soruyor. Hanımı "O önceki halinden daha sakin bir du­rumda" diye cevap veriyor ve kocası ile yakınlıkta bulunmak için ona karşı güzelce süsleniyor. Daha sonra da gayet nazik bir şekilde çocuğun vefat ettiğini kendisine bildiriyor. Bu olay üzerine Resulullah (a.s), yüce Allah'ın onların o ge­celerine bereket lütfetmesi için dua ediyor. Bu olayda üstün zevk anlayışının zir­vesine ulaşıldığını görmekteyiz.

Yine Resulullah (a.s)'ın amcası Hz. Abbas (r.a)'a Resulullah (a.s)'ın mı yoksa kendisinin mi daha büyük olduğu sorulunca "Resulullah (a.s) daha büyük, ben ise daha yaşlıyım" cevabım veriyor. Bunda da üstün bir zevk anlayışı görülüyor.

Resulullah (a.s) gerek isimlerde ve gerekse yaşayış şeklinde üstün bir zevk anlayışına göre hareket eder ve eğitimini buna göre yapardı. Bu alana çağımızda büyük önem vermemiz ve bununla ilgili hususlara yemden canlılık kazandır­mamız gerekmektedir. İslam tümüyle zevktir. Tevhid inancı kalp zevklerinin en üst derecesidir. İbadetler bedensel zevklerin en üst dereceleridir. Bir yere girer­ken izin istemek, selam vermek, esnerken ağzım eliyle kapatmak, aksınrken bur­nunu tutmak, büyüğün küçüğe merhamet etmesi, küçüğün büyüğe saygı göster­mesi, adamın kendisiyle evlendiği hanıma mehir vermesi, bir kimsenin istediği bir şey için önceden kendini hazırlaması, konuşurken nazik olması, büyüklen-mekten, kendini beğenmişlikten ve tekellüften uzak durulması., bunların tümü üstün zevklerdendir. Müslümamn zevk duygusunu geliştirmesi gerekmektedir. İlim adamlarının yanlarına girdiğinde edep ölçülerini gözetmeli, bir şey istedi­ğinde yine adaba uygun bîr şekilde istemeli, fazilet sahibi iasanlann arasına gir­diğinde yine edepli olunmalıdır.

Mürüvvetler ve insanı hoşnut eden davranışlar konusunda, Resulullah (a.s)'ın benzeri olmayan vefakarlığı örnek olarak anılabilir. Resulullah (a.s)'ın Hz. Hati­ce (r.a)'yi sık sık anarak ve sadakatından sıkça söz ederek ona karşı vefakarlık gösterdiği rivayet edilir. Yine rivayete göre müşriklerin ve kafirlerin bir iyilik yapmaları durumunda Resulullah (a.s) onlara karşı tam bir vefakarlık gösterirdi. Resulullah (a.s)'ın Bedir günü söyledikleri ile ilgili olarak şöyle rivayette bulu­nulmuştur: [82]

 

12- Ahmed bin Hanbel 'in rivayetine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[83]

"Eğer ki Mut'am bin Adiyy sağ olsaydı ve şu ölüler hakkında benimle konuş-muş olsaydı bunları ona verirdim."

Yine Resulullah (a.s) Mısır kıbtilerine iyilikte bulunulmasını tavsiye etmiştir. Çünkü onlarla arasında bir yakınlık ve sıhriyet vardı. Bu akrabalık bir Hz. Hacer (r.a.)'in, bir de kipti kökenli Mariye (r.a.)'nin onlardan olmasından ileri geliyor­du. Resulullah (a.s)'ın bir iyilikte öne geçenlere ve kararlılık gösterenlere karşı da büyük vefakarlık gösterdiği görülmektedir. Bundan dolayı Hatib bin Ebi Balta'a (r.a)'nın büyük bir hata işlemiş olmasına rağmen Bedir Savaşı'na katılanlardan olması sebebiyle onu affetmiştir. Mürüvvetler ve insanı hoşnut eden davranışlar konusunda Resulullah (a.s)'ın hayatında bir tek hizmetçiyi veya kadını dövmüş olmaması bir örnek olarak gösterilebilir.

Yine Ebu Katade (r.a)'nin Uhud gününde Resulullah (a.s)'ın kılıcı ile bîr ka­dını öldürmekten kaçınarak o kılıca karşı göstermiş olduğu hürmet de bu konuda birörnektir. Güzel ahlak konusunda Resulullah (a.s)'ı kimse geçemezdi.

İlimle ve ona bağlı ameli konularla ilgili bu uzun girişten sonra ilim konusu­nun kısımlarına geçebiliriz. [84]

 

İLMİN KISIMLARI

 

Allah'ın Dininde İlmin Üstünlüğü

 

Yüce Allah Kur*an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"îman edenler toptan savaşa çıkmamalıdırlar. Her topluluktan bir taife­nin dini iyi öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere kalmaları gerekli olmaz mı; ki böylece belki yalnış hareketlerden çekinirler."[85]

tbni Abbas, Kur'an-ı Kerim'deki "Rabbaniler olun" [86] emri ile "alim kimseler olun" anlamı kastedildiğini söylemiştir.

Yine şöyle söylenmiştir:

"İlim adamları Rabbaniler olarak adlandırılmışlardır, çünkü onlar ilim üzere eğitim ve terbiye vermektedirler. Bir şeyi düzene koyan ve onu ta­mamlayan kimse hakkında "filanca şu işi terbiye etti" denilir."[87]

Bir başka açıklamaya göre ilim adamlarına Rabbaniler denmesinin sebebi şudur Onlar öğrenen kimseleri büyük ilmi konulardan önce küçük ilmi konula­ra göre eğitmektedir.

Yüce Allah Hz.İbrahim (a.s)'den söz ederek şöyle buyurmaktadır:

"Hani, Rabb'i İbrahim'i bazı sözlerle imtihan etmişti de o da onların ge­reğini tam olarak yerine getirmişti. Rabb'i ona: "Ben seni insanlara Önder kılacağım" dedi." [88]

Burada önderlikle kastedilen "gösterdiği çizgiye uyulan ve başkaları tara­fından izlenen kimse olmak"tır.

İmam Malik şöyle söylemiştir:

"Allah'ın dininde hikmet ile kastedilen ilimdir. İlim İse, hikmet, Allah­'ın dilediği kimseyi onun vasıtasıyla doğru yola eriştireceği nurdur. Yoksa ilim, istemekle elde edilen bir şey değildir." [89]

 

13- Buharı ve Müslim, Hamid (Abdurrahman bin Avf Zuhri)'in şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir:

"Muaviye hutbe esnasında şöyle söyledi:[90]

"Ben Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum:

"Allah kimin için iyilik dilerse, onu dinde ilim ve anlayış sahibi eyler. Ben sadece paylaştırıcıyım, veren ise Allah'tır. Kıyamet kopuncaya ve Al­lah'ın emri gelinceye kadar bu ümmetin işi istikamet üzere olacaktır." [91]

 

14- Bezzar, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un şöyle söylediğini rivayet et­miştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[92]

"Allah bir kul için iyilik dilerse, onu dinde anlayış sahibi kılar ve ona doğru yolu bulmasını sağlayacak ilhamda bulunur." [93]

 

15- Ahmed bin Hanbel, Kays bin Kesir (rh.a)'in şöyle söylediğini ri­vayet etmiştir:

"Dımeşk camisinde Ebu Derda (r.a) ile birlikte oturuyordum. Ebu Derda (r.a)'nın yanma bir adam geldi ve şöyle söyledi:[94]

"Ey Ebu Derda! Ben Resulullah (a.s)'ın şehrinden, senin Resulullah (a.s)'-tan rivayet ettiğini duyduğum bir hadisi şerif İçin geldim. Yoksa herhangi bir ihtiyaç için gelmiş değilim." O da şöyle söyledi:

"Ben Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum:

"Kim ilim öğrenmek amacıyla bir yola girerse, Allah da ona cennet yol­larından bir yolu kolaylaştırır. Melekler de onun İlim öğrenmeye çalışma­sından hoşnut olarak kanatlarım üzerine gererler. Suyun içindeki balıklara varıncaya kadar göklerde ve yerde olanların hepsi ilim adamı İçin mağfiret dilerler. İlim adamının ibadete düşkün birine üstünlüğü, onbeşinci gecesin-deki ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. İlim adamları peygamberlerin varisleridirler. Peygamberler arkalarından miras olarak dinar veya dirhem bırakmazlar, miras olarak ilim bırakırlar. Kim bu mirası alırsa büyük bir pay almış olur."

Osman bin Ebi Sevde'nin Ebu Derda (r.a)'dan, onun da Resulullah (a.s)'-tan rivayeti yoluyla yine buna benzer bir hadisi şerif nakledilmiştir. [95]

 

16- Buhari, Ebu Vakid Leysi (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[96]

"Resulullah (a.s) beraberinde bir takım insanlarla birlikte Mescid'de otu­ruyordu. Bu sırada üç kişi yanına geldi. Bunlardan iki tanesi Resulullah (a.s)'ın yanına geldi, birisi gitti. Gelen iki tanesi Resulullah (a.s)'ın önünde durdu. Birisi sohbet halkasında bir boşluk bulup oraya oturdu. Diğeri ise sohbettekilerin arkalarına oturdu. Üçüncü kişi ise arkasını dönüp gitti. Re­sulullah (a.s) sohbeti bitirince şöyle buyurdu:

"Bu üç kişinin durumunu size bildireyim mi? Bunlardan birisi şanı yüce olan Allah'a sığındı, Allah da onu barındırdı. Diğeri haya etti, Allah da on­dan haya etti. Üçüncü kişi ise yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi." [97]

 

17- Taberani, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:[98]

"Ebu Hureyre (r.a) Medine'nin çarşılarından birinin yanından geçerken çarşının kenarında durdu ve "Ey çarşı ahalisi! Siz ne kadar da zayıf kimseler­siniz!" diye söyledi. Onlar: "Bu da neden oluyor, ey Ebu Hureyre?" diye sor­dular. Bunun üzerine Ebu Hureyre (r.a) şöyle söyledi:

"Şurada Resulullah (a.s)'ın mirası dağıtılıyor, sizse buradasınız. Gidip de payınızı alsanız ya!"

Onlar: "O (miras) nerededir?" diye sordular.

Ebu Hureyre (r.a) "Mescid'de" dedi. Çarşıda bulunanlar hızla çıkıp gitti­ler. Ebu Hureyre (r.a)'de onlar geri dönünceye kadar yerinde bekledi. Dön­düklerinde: "Ne yaptınız?" diye sordu. Onlar:

"Ey Ebu Hureyre! Mescid'e girdik. Orada paylaştırılan herhangi bir şey gö­remedik" dediler. Bunun üzerine Ebu Hureyre (r.a):

"Mescid'in içinde kimseyi göremediniz mi?" diye sordu. Onlar:

"Evet. Kimileri namaz kılan, kimileri Kur'an okuyan, kimileri de helal ve haram üzerine sohbette bulunan bir takım insanlar gördük" dediler. Bu kez Ebu Hureyre (r.a): "Yazık size işte Hz.Muhammed (a.s)'in mirası budur" diye söyledi"[99]

 

18- Buhari'nin, Ebu Musa (r.a)'dan, onun da Resulullah (a.s)'dan rivaye­tine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[100]

"Yüce Allah'ın benim vasıtamla göndermiş olduğu hidayet ve ilmin du­rumu, gökten yağan bol miktardaki bir yağmurun durumuna benzemektedir. Bu yağmurun yağdığı yeryüzünde kimi yerler güzel, bitkinin yetişme­sine elverişli olur suyu İçine çeker ve bol miktarda ot ve diğer bitkiler bitirir. Kimi yerler sert olur, suyu içine çekmeyip üstünde biriktirir. Yüce Allah o biriken sularla insana yarar sağlar. İnsanlar bu birikmiş sulardan hem kendi­leri içer, hem hayvanlarını sularlar ve hem de bu sulan kullanarak ekim ya­parlar. Gökten inen yağmurun düştüğü yerlerin bazıları da düzlük ve sert olur. Bu yerler ne üstlerinde su tutarlar ne de suyu içine çekerek ot bitirirler. İşte Allah'ın dini üzerinde bilgi sahibi olan ve yüce Allah'ın kendisi vasıta­sıyla başkalarına da yarar sağladığı, böylece kendisi bilgi sahibi olduğu gibi başkalarına da öğreten bir kimse bu dereceye yükselmeye hiç yanaşmayarak yüce Allah'ın benim vasıtamla göndermiş olduğu hidayetini kabul etmeyen kimsenin durumu da buna benzemektedir." [101]

 

Bîr Açıklama

 

İmam Nevevi şöyle söylemiştir:

"Hadisi şerifte Resulullah (a.s)'ın getirdiği hidayet nuru bol miktardaki yağmura benzetilmektedir. Burada toprakların üç ayrı türünün bulunduğu­na ve insanların da böyle olduklarına dikkat çekiliyor. Toprakların bir türü vardır ki, öldükten sonra yağmur suyu ile dirilir ve bitkiler çıkarır, insanlar, hayvanlar, ekinler ve daha başka varlıklar da ondan yararlanırlar. İnsanla­rın birinci türü de böyledir. Bu türden olan bir kimseye hidayet ve ilim ula­şınca onu öğrenir, kalbi onunla dirilir, kendisi öğrendiklerini pratik olarak yapar ve bu bilgileri başkalarına da öğretir. Böylece hidayet ve ilimden hem kendisi yararlanır, hem de başkalarını yararlandırır.

Toprakların ikinci türü ise sudan kendisi adına bir yarar sağlamaz. Ancak başkalarına bir yararı vardır ki, o da başkaları için suyu üzerinde tutmasıdır. İnsanlar ve hayvanlar bu türden toprakların üzerlerinde tutmuş olduğu su­lardan yararlanırlar. İnsanların ikinci türünden olanlar da böyledirler. Bu gi­bilerin kuvvetli hafızaları olur ama anlayışları pek kuvvetli olmaz, ilimde, öğrendiklerinden hüküm çıkarabilecek, aldıkları bilgilerin işaret ettiği an­lamlan etraflıca kavrayabilecek derecede derinleşme kabiliyetine de sahip ol­mazlar. Bu gibiler itaat ve öğrendikleri ile amel etme konusunda da gayretli değildirler. Bu gibiler onlann ezberledikleri bilgilere ihtiyacı olan ve ilim öğrenme gayretinde olan, ilimden hem kendisi yararlanacak hem de başka-lanna yarar sağlayabilecek kabiliyetteki kişilerin gelip onları almalan için bazı bilgileri ezberler. Sözkonusu kişiler de gelip onlardan bu bilgileri alır ve yararlanırlar. Bu ikinci türden insanlar onlardan bu bilgileri alır ve yarar­lanırlar. Dolayısıyla bu ikinci türden insanlar, kendilerine ulaşan şeylerle başkalarına yarar sağlarlar.

Topraklann üçüncü türden olanları da bitki bitirmeyecek derecede sert ve çorak olanları ve benzerleridir. Bu gibi topraklar kendileri sudan yararlana­madıkları gibi başkalarının yararlanmaları için üzerlerinde su da tutmazlar. İşte insanların üçüncü türden olanları da böyledirler. Bunlar güçlü hafızaya sahip olmadıkları gibi iyi bir anlayış ve kavrayış kabiliyetine de sahip değil­dirler. İlmi duyduklarında kendileri ondan yararlanamadıkları gibi başkala­rının yararlanmaları için duyduklarını da ezberlemezler."

Beğavi de bu hadisi şerifi verdikten sonra şöyle söylemektedir:

"Şer'i ilimler iki kısımdır: Usul ilimleri ve furu ilimleri. Usul ilimleri: Şanı yüce olan Allah'ın birliğini bilmek, O'nu sıfatlarıyla tanımak ve pey­gamberleri doğrulamaktır. Yükümlü olanların tümünün Allah'ı tanımaları gerekir. Ayetlerinin ortaya çıkması ve delillerinin kesinleşmesi sebebiyle bu konuda başkalarını taklid etmek yarar sağlamaz. Yüce Allah Kur'an-ı Ke-rim'inde şöyle buyuruyor:

"Bil ki Allah'tan başka ilah yoktur." [102]

Yüce Allah bir başka ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:

"Biz onlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur'an-ı Kerim'in) hak olduğu onlara iyice belli olsun." [103]

Furu İlimlerine ise fıkıh ve din hükümlerinin bilinmesi ile ilgili ilimler girmektedir. Bu gibi ilimler de ikiye ayrılmaktadır: Farz ayn ve farzı kifaye. Temizlik, oruç ve namaz gibi konularla ilgili ilimler farz ayn ilimlere ör­nektir. Bu gibi ilimleri, bütün yükümlülerin bilmesi gerekmektedir." [104]

 

19- Ibni Mace, Resulullah (a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İlim öğrenmek her Müslümamn üzerine farzdır."[105]

Şeriatın, her ferdin yapmasını istediği fiillerle ilgili bütün ilimler farzı ayn türünden olan ilimlerdir. Yükümlü olanların tümünün bu ilimleri bilmesi gerek­mektedir. Malı olan birinin zekat ile ilgili hükümleri ve hacca gitme imkanı olanın hacc ile ilgili hükümleri bilmesi de böyledir.

Farzı kifaye olan ise din ilimlerini içtihad derecesine ve fetva verebilecek seviyeye ulaşacak kadar öğrenmektir. Bir beldenin insanlarının tümü bu görevi ihmal ederlerse hepsi birden günahkâr olurlar. Ama içlerinden birisi bu i-limleri öğrenmek için çaba harcar ve öğrenirse diğerlerinin üzerinden de farzi-yet düşer. O beldede oturan diğer insanların da karşılarına çıkan özel durum­lar ve gelişmeler karşısında bu şekilde fetva verebilecek seviyeye ulaşınca­ya kadar ilim öğrenmiş olan kişiyi izlemeleri, onun fetvalarına göre hareket etmeleri gerekir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Doğrusu senden önce de kendilerine kitaplar ve belgelerle vahyettiği-miz bir takım adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız kitap okuyanlara sorun." [106]

"Bize göre ilim, güvenilir kişilerin ruhsatlarıdır. Sıkı tutulunca ise her­kes onu güzel yapar."

İbni Mace Ebu Zer (r.a)'in şöyle söylediğim rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Ey Ebu Zer! Çıkıp Allah'ın Kitab'ından bir ayet öğrenmen, senin için yüz rek'at namaz kılmaktan daha hayırlıdır. Yine çıkıp kendisiyle amel edilsin edilmesin ilimden bir konu Öğrenmen, senin için bin rek'at namazdan daha hayırlıdır." [107]

 

20- Tirmizi, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğim rivayet etmiştir: "Ben Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum:[108]

"Allah'ın zikri ile ona yakınlığı olanlar ve alim ile öğrenen hariç dünya­nın içinde bulunanların tümü lanetlenmiştir." [109]

 

21- Buharı ve Müslim, İbni Mes'ud (r.a)'un şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[110]

"Kıskanma ancak iki şeyde olur: Allah'ın kendisine mal vermiş olduğu ve bu malı hak yolda harcamaya muvaffak kıldığı kimse ve yüce Allah'ın kendisine hikmet verdiği, kendisi de bununla hükmeden ve bu hikmeti başkalarına da öğreten kimse (yani bunların yaptıklarına gıpta edilebilir.)" [111]

 

22- Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[112]

"İnsanoğlu öldüğü zaman şu üç şeyin dışında ameli kesilir: İnsanlara ya­ran sürüp giden bir sadaka (sadakayı cariye), kendisinden yararlanılan ilim ve kendisi için dua edecek salih bir çocuk (yani arkada bu üç şeyden biri bıra­kılırsa bundan dolayı amel devam eder.)" [113]

 

23- İbni Mace, Ebu Katade (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet [114]etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Bir insanın arkasından bıraktıklarının en hayırlıları şu üç şeydir: Kendi­si için dua eden salih bir çocuk, kendine ecir kazandıracak ve yararı devam eden bir sadaka ve kendinden sonra amel edilecek ilim." [115]

 

24- Tirmizi, Ebu Umame (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s)'a, birisi ibadete düşkün diğeri ise alim olan iki kişinin durumu hakkında soru soruldu. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:[116]

"Alimin ibadete düşkün kimseye üstünlüğü, benim sizin en aşağı derece­de olanınıza üstünlüğüm gibidir."

Resulullah (a.s) bunun ardından şöyle buyurdu:

"Allah, melekleri ve deliğindeki karıncaya ve batığa varıncaya kadar gök­lerde ve yerde bulunanların tümü, insanlara iyiliği öğreten kimse için dua ederler."

Yine şöyle buyurdu:

"İyiliği öğreten için denizdeki balıklara varıncaya kadar her şey mağfiret diler." [117]

 

25- Taberani, Huzeyfe bin Yeman (r.a)'dan rivayet etmiştir:[118]

"ResuluIIah (a.s) şöyle buyurdu:

"İlmin fazileti/ benim için ibadetin faziletinden daha sevimlidir. Sizin dinde hayırlı olanınız, vera sahibi olanınızdır. "[119]

 

26- Ahmed bin Hanbel, Safvan bin Assan el-Muradi (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"ResuluIIah (a.s)'ın yanına vardım. Mescid'de kendine ait kırmızı bir hırkaya yaslanmış oturuyordu. Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü! Ben ilim öğrenmek için geldim" dedim. O da şöyle buyurdu:[120]

"İlim öğrenmek isteyene merhaba! İlim öğrenmek isteyeni melekler ka­natlan ile sararlar. Öyle ki, onun öğrenmek istediği şeye olan sevgileri dola­yısıyla birbirlerinin üstüne yüklenerek dünya göğüne kadar ulaşırlar." [121]

 

27- Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "ResuluIIah (a.s) şöyle buyurdu:[122]

"Kim bir mü'minin dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyamet günü sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Kim bir Müslü-manı örterse, Allah da onu dünya ve ahirette örter. Kim zor durumdaki bi­rine kolaylık sağlarsa, Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık sağlar. Kul kardeşine yardım ettiği sürece Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık sağ­lar. Kul kardeşine yardım ettiği sürece Allah da ona yardım eder. Kim ilim öğrenmek maksadıyla bir yola girerse, Allah da ona bunun vasıtasıyla cen­net yollarından bir yolu kolaylaştırır. Her ne zaman bir topluluk Allah'ın kitabını okumak ve onu aralarında müzakere etmek amacıyla Allah'ın ev­lerinden bir evde toplanırsa, melekler onların etraflarını sararlar, onların üzerlerine bir sekinet (ilahi bir güven duygusu ve gönül huzuru) iner ve kendilerini ilahi rahmet kaplar. Allah da kendi katında bulunanlara onlar­dan söz eder. Kim, ameli geri bırakırsa nesebi, soyu ileri götüremez." [123]

 

28- İbni Mace, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[124]

"Benim şu Mescid'ime ancak bir hayır öğrenmek veya öğretmek üzere kim gelirse, o Allah yolunda cihad eden gibidir. Bundan başka bir amaç için gelen ise başka birinin elindeki mala bakan bir adam gibidir." [125]

 

29- Buharı, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[126]

"İnsanlar madenler gibidirler. Cahiliye döneminde üstün olanlar, İslam'ı öğrenmeleri durumunda İslam'da da üstündürler. İnsanlar bu konuda Ku-reyşilere tabidirler. Müslüman olanları Kureyş'in Müslümanlarına, kafir olanları da Kureyş'in kafirlerine tabidirler. Bazen insanların en hayırlıla­rından bazılarını bu işin (yani islam'ın) içine girmeden önce bundan hoş­lanmama konusunda insanların en ileri gidenlerinden olduklarını görür­sünüz."

Bir başka rivayette ise şöyle denilmektedir; "İnsanlar hayırda ve serde Kureyş'e tabidirler." [127]

 

30- Ahmed bin Hanbel'in, Cabir bin Abdullah (r.a)'tan rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:[128]

"İnsanlar madenler gibidirler. Cahiliye döneminde üstün olanları, İsla­m'ı Öğrenmeleri durumunda İslam'da da üstündürler." [129]

 

31- Tirmizi, Enes bin Malik (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) zamanında iki kardeş vardı. Bunlardan birinin bir mes­leği vardı.[130] Diğeri ise Resulullah (a.s)'ın sohbetlerine devam eder, O'ndan bir şeyler öğrenirdi. Meslek sahibi olan kardeş, diğer kardeşini Resulullah (a.s)'a şikayet etti. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Olur ki, sana onun yüzünden rızık veriliyordur." [131]

 

32- Tirmizi, Fudayl bin Iyaz (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[132]

"İlmiyle amel eden ve ilmini başkalarına da öğreten bir alim, göklerin yüksek derecelerinde (melekutunda) 'büyük kişi' olarak adlandırılır." [133]

 

33- Buhari, Mücahid bin Cubeyr (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:[134]

"İbni Abbas (r.a) kölesi İkrime'yi feraizi (miras hukukunu) ve diğer ilim­leri öğretmesi üzere bağlar, sonra da: "İbni Abbas, İkrime'yi Kur'an-i Ke-rim'î, sünnetleri ve feraizi öğretmesi üzere bağladı" diye seslenirdi."

Konuyla ilgisi bakımından aşağıdaki metinleri ve nasslan da bu arada ve­riyoruz:

İbni Mace'nin Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Sadakaların en üstünü, bir Müslümanın bir ilim öğrenip sonra onu di­ğer bir Müslüman kardeşine öğretmesidir."

İbni Abdilberr, Cabir (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"İlim iki türlüdür: Kalpte olan ilim ki, yararlı ilim işte budur. Dildeki ilim, bu da yüce Allah'ın insanoğluna karşı delilidir."

Taberani, Kebir'de Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Hikmetten söz edilen meclis ne kadar güzel bir meclistir."

Taberani, Ebu'l-Ubeyd bin Amiri'den -Ki bu kişinin gözleri görmezdi ve Abdullah bin Mes'ud (r.a) onu kendisine yakın tutardı- rivayet etmiştir:

"Bir gün bu zat Abdullah bin Mes'ud (r.a)'a: "Bir meseleyi sana sora-mazsak kime soralım?" dedi. O da ona acıdı. Bunun üzerine: "Eyvah (çok ah eden) kimdir?" dedi. "Merhametli kimsedir" diye söyledi. Sonra: "Ümmet nedir?" diye sordu. "İnsanlara iyiliği öğretendir" cevabını verdi. Sonra "Kâi­nat" (boyun eğen) kimdir?" diye sordu. "Allah'a itaat edendir" cevabını ver­di. Sonra: "Ma'un (yardım) nedir?" diye sordu. "İnsanların aralarında yar­dımlaşmada kullandıkları şeydir" cevabını verdi. Sonra "Tebzir (saçmak, da­ğıtmak) nedir?" diye sordu. "Malı yersiz ve sebepsiz olarak harcamaktır" ce­vabını verdi. -Bir başka rivayete göre ise "Malı helal olmayan yerde harca­maktır" cevabını verdi-"[135]

Bir başka rivayete göre, Abdullah bin Mes'ud (r.a) her gün iasanlara hadis naklederdi. Perşembe günü olunca kenar mahallelerden ve köylerden insanlar onu dinlemeye gelirlerdi. Bir keresinde böyle kör bir adam geldi ve ona da aynı şeyleri söyledi. [136]

Rivayette sözü edilen kişinin "ümmet" hakkında soru sorması, yüce Al­lah'ın "İbrahim Allah'a itaat eden O'nu bir bilen bir ümmet idi. Ortak koşan­lardan değildi." [137] mealindeki ayeti kerimesinde geçen ümmet kelimesine işaret etmektedir. Ebu Ubeyd ise Muaviye bin Sebre bin Husayn Suvai'dir.

Abdullah bin Mes'ud (r.a) şöyle söylemiştir:

"Gecede bir saat ilim müzakeresinde bulunulması, o gecenin ibadetle ge­çirilmesinden daha hayıhrhdır."

Bir başka rivayete göre ise şöyle söylemiştir:

"Gece vaktinden sonra ilim müzakeresinde bulunulması, benim için o gecenin ibadetle geçirilmesinden daha sevimlidir."

Katade şöyle söylemiştir:

"Bir kimsenin kendinin ve kendinden sonrakilerin durumlarını düzelt­mek amacıyla ilimden bir konu öğrenmesi, onun açısından bir yıl ibadette bulunmaktan daha hayırlıdır." Süfyani Sevri de şöyle söylemiştir:

"Farz amellerden sonra İlim öğrenmekten daha faziletli bir amel yok­tur."

Yine Süfyani Sevri'nin şöyle söylediği bildirilmiştir:

"Bugün ilim öğrenmekten daha faziletli bir şey bilmiyorum." Kendisine: "İlim öğrenmek isteyenlerin herhangi bir niyetleri olmazsa?" denildi. O da: "İlim öğrenmek istemeleri onlar açısından bir niyettir" cevabını verdi."

Hasanı Basri (rh.a) şöyle söylemiştir:

"Kim Allah katında olanı dileyerek ilim öğrenirse, onun açısından üzeri­ne güneşin doğduğu her şeyden daha hayırlı olur."

îbni Vehb şöyle söylemiştir:

"İmam Malik'in yanında oturmuş kendine bir şeyler soruyordum. Bu sırada benim kalkmak için kitaplarımı topladığımı gördü. "Nereye gitmek istiyorsun?" diye sordu. "(Nafiîe) namaz kılmak istiyorum" dedim. Bunun üzerine: "Eğer niyetin iyi olursa senin şu yapmakta olduğun, yapmak iste­diğin amelden daha aşağı değildir" dedi veya buna benzer bir söz söyledi."

Zuhri de şöyle söylemiştir:

"Allah'a ilim öğrenmekten daha güzel bir şekilde ibadet edilmiş de­ğildir."

Süfyani Sevri şöyle söylemiştir:

"İlim öğrenmekten ve onunla yüce Allah'ın rızasına kavuşmak isteyen kimse için ilim ezberlemekten daha üstün bir amel bilmiyorum."

Süfyan "cemaat" kelimesinin açıklaması konusunda da şöyle söylemiştir:

"Fakih birisi bir dağın tepesinde olsa bile, o orada tek başına bir cemaat olur."

Hasan bin Salih de şöyle söylemiştir:

"İnsanlar dinleri için bu şeye (ilme), yiyecek ve içeceğe ihtiyaç duydukları kadar ihtiyaç duymaktadırlar."

Mutarraf bin Abdullah bin Şihhir şöyle söylemiştir:

"Benim için ilimden bir pay, ibadetten bir paydan daha sevimlidir."

İmam Şafii de şöyle söylemiştir:

"İlim Öğrenmek, nafile ibadetten daha üstündür." [138]

 

DERSLER VE ÖĞÜTLER

 

Üzerinde durulması gereken İslami ilimleri on guruba ayırmak mümkündür:

1. Kur'an-ı Kerim ve onunla ilgili ilimler. Bu gurubun içerisine tefsir, tilavet (Kur'an okuma) ilmi ve kıraatlarla ilgili ilim (Kur'an-ı Kerim'in değişik şekiller-deki okunuşunu esas alan ilim) girmektedir.

2.  Hz. Peygamber (a.s)'in sünneti ve onunla ilgili ilimler.

3. Usul ilimleri.

4. Arap dili ilimleri.

5. Akaid ilmi.

6. Fıkıh ilmi.

7. Ahlak ve nefti arındırma ilimleri.

8. Üç usul ilmi ve İslam düzenleri ile ilgili ilimler.

9.  İslam tarihi, İslam dünyasının bugünkü durumu ile ilgili ilimler, İslam'a ve Müslümana karşı kurulan düzenler ve oyunlar ile ilgili ilimler de bu guruba girmektedir.

10.  Çağımızda İslam davetinin nasıl olacağım öğreten davet fıkhı ilmi.

Bu ilimlerden bazılarına özel bir önem verilmesi gerekirken, diğer bazıla­rına bu derece özel bir önem verilmesine gerek yoktur. Bazı ilimlerin önemini ise kişinin o konudaki ihtiyacı belirler. Bazı ilimler ise kişi için gerekli olan a-zığm seçimi açısından fazla gerekli olmayabilir.

İbni Abidin'in hanefi fıkhı ile ilgili eserinin haşiyesinin 1. cildinin 24. sahife-sinde şöyle denilmektedir:

"İlimler üç kısımdır: Pişmiş ama yanmamış ilimler ki, nahiv ve usul il­mi bu türdendir. Pişmemiş ve yanmamış İlim ki, beyan ve tefsir ilmi bu türdendir. Pişmiş ve yanmış İlimler ki, hadis ve fıkıh ilimleri de bu tür­dendir."

Bu yorumdan anlaşıldığına göre İbni Abidin, fıkıh ilmini yanmış bir ilim ola­rak görmektedir. Yani bu sözü ile fıkıh ilmiyle çok uğraşıldığım ve bütün yön­lerinin açıklık kazandığını, bütün meselelerinin sonuçlandınldığını kasdetmek-tedir. Ama durum günümüzde böyle değildir. Çünkü sürekli yeni meseleler ortaya çıkmaktadır ve bütün yeni meseleler için fıkıh ilmine ihtiyaç vardır.

Yukarıda verilen ifadede hadis ilminin pişmiş ve yanmış bir ilim olduğuna işaret edilmesi ile önemli bir noktaya işaret edilmektedir. İslam ümmetinin geçmiş alimleri rivayet edilen hadislerin sahihlerinin ve zayıflarının ortaya çı­karılması ve usûlünün belirlenmesi konusunda büyük bir gayret sarfetmişler-dir. Dolayısıyla artık bunun üzerine ilave edilecek bir şey kalmamıştır.

Çağımızda ise bu konu etrafında yersiz bir takım meselelerin çıkarıldığı gözlenmektedir. Resulullah (a.s)'ın sünnetini yeni baştan ele alıp incelemeyi amaçlayan ve bu yolda büyük gayretler ortaya konulmasını isteyen bir takım girişimler dikkatimizi çekmektedir. Hatta bu ilim için diğer bütün ilimlerden daha fazla çaba harcanması istenmektedir. Bu ise yersiz bir kargaşaya, anar­şiye yol açmak, enerjilerin yersiz ve boşa harcanmasına sebep olmak ve üm­meti kendisini ilgilendirmeyen alanlara yöneltmek dışında hayra alamet de­ğildir.

Ümmetin içerisinde hadisçilerin bulunması farzı kifayedir. Yoksa bütün ümmetin, hadisçilerin sınıfından olması gereği yoktur. [139]

 

İlim Adamlarına Hürmet Edip ÜstünTutmak, Onları Basite Alıp LaubaliDavranmaktan Sakındırmak

 

34- Buharı, Cabir bin Abdullah (r.a)'tan şu şekilde rivayet etmiştir:[140]

"Resulullah (a.s) Uhud Savaşı'nda şehid edilenlerden iki kişiyi bir kabre koyuyor sonra da şöyle diyordu:

"Bunların Kur'an-ı Kerim'i Öğrenme konusunda hangisi daha ileri idi?"

Herhangi birinin daha ileri olduğuna İşaret edilmesi durumunda onu la-hide daha yakın yere yerleştiriyordu." [141]

 

35- Ebu Davud, Ebu Musa el-Eş'ari (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[142]

"Saçı sakalı ağarmış bir Müslümana, Kur'an-ı Kerim'i izberlemiş olup da onda aşırılık etmeyen ve içindekil erden de habersiz olmayan bir kimseye ve adaletli bir yöneticiye hürmet ve ikramda bulunmak Allah'a hürmet an­lamı taşır." [143]

 

36- Ahmed bin Hanbel, Abdullah bin Busr (r.a)"un şöyle söylediğini ri­vayet etmiştir:

"Ben bir süre önce şöyle bir hadisi şerif duymuştum:[144]

"Yirmi kişiden veya bundan daha az ya da daha çok sayıda kimseden İba­ret bir cemaatin içinde bulunur, her birinin yüzlerini şöyle bir inceler ve içlerinde Allah için kendisine hürmet edilen, değer verilen bir kimse göre-mezsen bil ki iş hassasiyet noktasına gelmiştir." [145]

 

37- Taberani'nin Abdullah bin Mes'ud (r.a)[146]dan rivayetine göre Resulul­lah (a.s) [147]şöyle buyurmuştur:

"Bereket sizin büyüklerinizledir." [148]

 

38- A hm e d bin Hanbel'in Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayetine gö­re Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:[149]

"Büyüğe hürmet etmeyen, küçüğe merhamet etmeyen, iyiliği emretme­yen ve kötülükten sakındırmayan kimse bizden değildir." [150]

 

39- Hakim, Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[151]

"Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün hakkını bilmeyen kimse bizden değildir."

Tirmizi'nin rivayetine göre de şöyle buyurmuştur: "Büyüğümüzün şerefine hürmette bulunmayan..."[152] [153]

 

40- Ahmet bin Hanbel, Ubade bin Samit (r.a)'ten rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Büyüğümüze saygı göstermeyen, küçüğümüze merhamet etmeyen ve alimimizin hakkını bilmeyen kimse benim ümmetimden değildir."[154]

Bu hadisi Taberani ve Hakim de rivayet etmiştir ancak onların rivayetle­rinde "bizden değildir" ifadesi geçmektedir. [155][156]

 

Allah'ın Rızasından Başka Bir Gaye Île İlim Öğrenmekten Sakındırma

 

41- Ebu Davud, Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[157]

"Kim Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla öğrenilen bir ilmi herhangi bir dünya varlığı elde etmek amacıyla öğrenirse, kıyamet gününde cennetin kokusunu alamaz." [158]

 

42- İbni Mace, Cabir bin Abdullah (r.a)'dan  rivayet etmiştir:[159]

"İlmi, ilim adamlanna karşı kendinizi gösterip, onlara karşı durmak ve­ya basit kimselerle tartışmak yahut özel meclisler oluşturmak için öğrenme­yin. Kim bunu yaparsa, onun gideceği yer ateştir ateş!"

Bir başka rivayette "Özel meclisler oluşturmak İçin" ifadesinin yerine "meclislerde konuşmalar yapmak için" ifadesi geçmektedir. [160]

 

43- Müslim, Ebu Hureyre [161](r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Ben, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum:

"Kıyamet gününde ilk hesabı görülecek kişi, şehid edilmiş bir adamdır. Bu kişi getirilir. Yüce Allah ona vermiş olduğu nimetlerini kendisine bildi­rir ve o da bu nimetleri tanır. Sonra:

"Sen bu nimetlerle ne yaptın?" diye buyurur. Adam da:

"Senin için şehid edilinceye kadar çarpıştım" cevabını verir. Yüce Allah:

"Yalan söyledin. Sen kendine 'cesur adam* denilsin diye çarpıştın ve Öyle de denildi" diye buyurur. Sonra emredilir yüzüstü sürüklenerek ateşe atılır.

Ardından ilim öğrenmiş ve öğretmiş, Kur'an-ı Kerim okumuş bir adam hesaba çekilir. Bu kişi getirilir. Yüce Allah ona nimetlerini tanıtır, o da tanır. Bunun üzerine yüce Allah ona:

"Bu nimetlerle ne işledin?" diye buyurur. Adam:

"İlim Öğrendim ve öğrettim. Senin için Kur'an-ı Kerim okudum" der. Bunun üzerine yüce Allah:

"Yalan söyledin. Bilakis sen kendine 'alim' denilmesi için ilim öğrendin. Kur'an-ı Kerimi ise sana 'çok Kur'an-ı Kerim okuyan kişi' denilsin diye o-kudun ve öyle de denildi" diye buyurur. Sonra emredilir bu kişi de yüzüstü sürüklenerek ateşe atılır.

Bunun arkasından Allah'ın kendisine bol nimet verdiği, değişik türlerde mallar lütfettiği bir adam hesaba çekilir. Bu kişi getirilir. Yüce Allah ona ni­metlerini tanıtır, o da tanır. Bunun üzerine yüce Allah ona:

"Bu nimetlerle ne işledin?" diye buyurur. Adam:

"Senin harcamada bulunulmasını istediğin yollardan hiçbirini bırakmak­sızın hepsinin uğrunda senin için harcamada bulundum" der. Bunun üzeri­ne yüce Allah:

"Yalan söyledin. Bilakis sen kendine 'cömert' denilmesi için harcamada bulundun ve öyle de denildi" diye buyurur. Sonra emredilir bu kişi de yüz­üstü sürüklenerek ateşe atılır." [162]

 

44- Tirmizi, Ebu Hureyre (r.a)'den merfu olarak rivayet etmiştir:[163]

"Ahir zamanda dini, dünya için araç olarak kullanan bir takım insanlar ortaya çıkacaktır. Bunlar insanlara karşı yumuşak koyun derisi giyerler. Dil­leri baldan daha tatlıdır. Ama kalpleri kurtların kalpleridir. Yüce Allah onlara:

"Siz beni mi aldatmaya çalışıyorsunuz yoksa bana karşı cür'etkârhk mı ediyorsunuz. Kendi nefsime yemin ediyorum, onlara kendi içlerinden öyle bir fitne göndereceğim ki, en yumuşak huylularını bile hayretler içinde bıra­kacaktır" diye buyurur." [164]

 

45- Hakim, İbni Bureyde (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:[165]

"Muaviye (r.a) Humus hamamından çıktı ve kölesine: "Bana elbiseleri­mi getir" dedi. Sonra elbiselerini giydi ve ardından Humus camisine girerek iki rek'at namaz kıldı. Namazını bitirdiğinde insanların etrafında oturduk­larım gördü. "Sizi oturtan nedir?" diye sordu. Onlar da "Farz namazı kıldık.

Ardından geçmiş olayları anlatan kişi bir şeyler anlattı. O anlatmasını bitir­dikten sonra oturup Resulullah (a.s)'ın sünnetini müzakere etmeye başla­dık" dediler. Bunun üzerine Muaviye (r.a) şöyle söyledi:

"Resulullah (a.s)'ı görenler içinde benden daha az hadis bilen bir kimse yoktur. Ben size Resulullah (a.s)'tan öğrenmiş olduğum iki Özellik hakkın­da hadis nakledeceğim:

"Herhangi bir kişi insanların başına geçer ve atrafmda toplananlar olursa ona karşı husumetlerin artması ve böylece onun cennete girmesi gerekir." Yine şöyle söyledi:

"Bir gün Resulullah (a.s) ile birlikte bulunuyordum. Resulullah (a.s) Mescid'e girdi. Mescid'de oturmakta olan insanlarla karşılaştı. "Sizi oturtan nedir" diye buyurdu. Onlar da: "Farz namazı kıldık. Sonra da Allah'ın Kita-bı'nı ve Resulullah (a.s)'ın sünnetini müzakere etmek üzere oturduk" ceva­bını verdiler. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ki, Allah her şeyi anarsa onun şerefi yücelir." [166]

 

Îlmî Yaymayı Teşvik Ve Îyîlîğe Öncülük Etme

 

46- İbni Mace, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[167]

"Kişinin Öğretip yaydığı ilim yahut geride bıraktığı salih bir çocuk yahut miras bıraktığı mushaf yahut inşa ettiği cami yahut yolcular için yapmış ol­duğu bir ev yahut akıttığı bir ark yahut hayatında, sağlıklı olduğu zamanda malından ayırmış olduğu sadaka ölümünden sonra sevabı kendine ulaşacak amellerdendir. Bu amellerin sevapları ölümünden sonra da kendine ula­şır." [168]

 

47- Müslim, Ebu Mes'ud el-Bedri (r.a)'den rivayet etmiştir:[169]

"Bir adam kendisine binek bulması için Resulullah (a.s)'ın yanma geldi ve: "Benim bineğim Öldü" diye söyledi. Resulullah (a.s) da "Şu adamın ya­nına git" diye buyurdu. Binek arayan kişi de o adamın yanma gitti ve adam ona binek buldu. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Kim bir iyiliğe öncülük ederse, ona, o iyiliği yapanın sevabı kadar sevap vardır." [170]

 

48- İbni Hibban, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:[171]

"Bir adam Resulullah (a.s)'ın yanına geldi ve birşeyler istedi. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Benim yanımda sana vereceğim bir şeyim yok. Ancak filanca adamın yanına git."

Adam söz konusu kişinin yanına gitti ve istediğini ona verdi. Bunun ü-zerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Kim bir iyiliğe öncülük ederse, ona o iyiliği yapanın sevabı kadar sevap vardır. İyiliğe öncülük eden onu yapan gibidir." [172]

 

Bir Açıklama

 

Nevevi şöyle söylemiştir:

"Bu hadisi şerif iyiliğe öncülük etmenin, iyiliği hatırlatmanın ve iyilikte bulunmak isteyene yardım etmenin sevabına işaret etmektedir. Bu hadisi şerifte aynı zamanda ilim öğretmenin ve özellikle ibadete düşkün insanlar­dan veya başkalarından kendisine öğretildiği zaman işleyebilecek birine iba­detleri öğretmenin faziletine işaret edilmektedir.

"Ona o iyiliği yapanın sevabı kadar sevap vardır" sözü ile kastedilen an­lam ise şudur: Bu iyiliği işleyen kişi sevap alacağı gibi onu iyiliğe yönelten, iyilikte ona öncülük eden kişi de belli bir miktar sevap alır. Ancak her İkisi­nin sevaplarının birbirine eşit olması gerekmez." [173]

 

49- Müslim'in Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:[174]

"Kim bir hidayet çizgisine, doğru harekete çağırırsa kendisine uyanların aldıkları sevap kadar sevap alır. Bu durum onların ecirlerinden bir şey ek­siltmez. Kim de bir sapıklık çizgine çağırırsa kendisine uyanların günahları kadar günah kazanır. Bu durum da onların günahlarından bir şey eksiltmez. [175]

 

50- Hakim, Hz.Ali (r.a)'nin yüce Allah'ın "Ey iman edenler! Yakıtı insan­lar ve taşlar olan ateşten kendinizi ve ailenizi koruyun" [176] sözü ile ilgili o-larak şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[177]

"Yani aile fertlerinize iyiliği öğretin." [178]

 

51- Ebu Davud, Sehl bin Sa'd Sa'idi (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[179]

"Vallahi, senin yol göstermenle bir tek kişinin doğru yolu seçmesi, senin için kırmızı deve sürülerinden daha hayırlıdır." [180]

 

Hadis Dinlemeye Ve Onu Başkalarına Tebliğ Etmeye Teşvik

 

52-Ebu Davud, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir: [181]"Ben Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum:

"Bizden bir şey duyup aynen duyduğu şekliyle başkalarına ileten kişinin Allah yüzünü nurlandırsın. Bir söz kendisine iletilen nice kimse vardır ki, onu ilk duyandan daha kavrayışlı olur." [182]

 

53- İbni Hibban, Zeyd bin Sabit (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Ben Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum:[183]

"Bizden bir söz duyup aynen duyduğu şekliyle başkalarına ileten kişinin Allah yüzünü nurlandırsın. Nice bilgi taşıyan kimse vardır ki; onu kendi­sinden daha kavrayışlı birine ulaştırması mümkündür. Yine nice bilgi taşı­yıcısı vardır ki, o bilgiyi anlayabilecek kabiliyyette değildir. Üç şey vardır ki, bunlarda Müslümanın kalbine hile düşüncesi girmez: Allah için olan amel­deki ihlasta, yöneticilere öğüt verilmesinde ve cemaate bağlı kalınmasında.. Cemaatin duası arkalarında olanlara da ulaşır.

Kimin düşüncesi dünya olursa, Allah onun işlerini dağıtır. Fakirliği göz­lerinin Önüne koyar. Dünyadan da kendisi için takdir edilmiş olandan faz­lası eline geçmez. Kimin düşüncesi de ahiret olursa, Allah onun işlerini der-li toplu eyler. Zenginliği kalbine yerleştirir. Dünya ise boyun eğmiş bir halde kendisine ulaşır." [184]

 

Bir Açıklama

 

"Cemaate bağlı kalınması, cemaatin duası arkalarında olanlara da ulaşır" sözleri ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmakta yarar görüyoruz.

Cemaate bağlı kalınmasından ilk anlaşılacak şey, namazları cemaatle kıl­maya dikkat etmektir. Müslümanların birbirleri için olan dualarının birbirlerine yaran olacaktır. Ehli sünnet ve'1-cemaat içinde kalmak ve onların inanç ve fı­kıh ilkelerini benimsemek, gerek inanç yönünden ve gerekse fıkhi yönden bir aykırılık içine girmekten kaçınmak da cemaate bağlı kalmaktır.

Burada cemaate bağlı kalmak için kastedilen, doğru inanca sahip olan ve amelleri de şeriata uygun olan doğru çizgideki bir öndere (imama) bağlı kal­maktır. Bunların dua çağrıları Müslümanları sapıklığa ve sahipsizliğe düş­mekten korur. [185]

 

54- Ahmed bin Hanbel, Cubeyr bin Mut'im (r.a)'in şöyle söylediğini ri­vayet etmiştir:

"Ben Resulullah (a.s)'m Mina'da bulunan Hayf isimli yerde şöyle buyur­duğunu duydum:[186]

"Benim sözlerimi duyup onları ezberleyip kavradıktan sonra, onları duy­mamış olanlara ulaştıran kişinin Allah yüzünü nurlandırsın. Nice bilgi sa­hipleri de vardır ki, bir bilgiyi kendilerinden daha anlayışlı, daha kavrayışlı kimselere ulaştırırlar. Üç şey vardır ki, bunlarda Müslümanin kalbine hile düşüncesi girmez: Allah için olan ameldeki ihlasta, Müslümanların önder­lerine (imamlarına) öğüt verilmesinde ve cemaate bağlı kalınmasında... Ce­maatin duası, arkalarında olanları da korur." [187]

 

55- Ahmed bin Hanbel, Ebban bin Osman (r.a)'ın şöyle söylediğini ri­vayet etmiştir:

"Gündüzün ortasında Zeyd bin Sabit (r.a), Mervan'ın yanından çıktı. Biz "Bu saatte onun yanına gitmesi, ancak ondan bir şey sormak gayesiyle olabi­lir" [188]dedik ve yanına varıp sorduk. O da şöyle söyledi:

"Evet. Ondan, Resulullah (a.s)'tart duymuş olduğumuz bazı şeyleri sor­duk. Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum:

"Allah, bizden duymuş olduğu bir sözü başkasına ulaştırmak üzere ez­berleyen kişinin yüzünü nurlandırsm. Niceleri vardır ki, bir bilgiyi kendile­rinden daha anlayışlı, daha kavrayışlı kimselere ulaştırırlar. Yine nice bilgi sahipleri vardır ki, o bilgiyi anlayabilecek kabiliyette değildirler." [189]

 

56- Taberani, Mekhul (r.a)'un şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Humus'ta ben, İbni Ebi Zekeriyya ve Süleyman bin Habib, birlikte Ebu Umame'nin yanına gittik. Selam verdik. Bize şöyle söyledi:[190]

"Sizin şu meclisiniz yüce Allah'ın sizi tebliğinin ulaştığı yerlerden biri ve aynı zamanda size karşı Allahu Teala'nın bir hüccetidir. Resulullah (a.s) size tebliğ etti, siz de başkalarına tebliğ edin..."

Suleym bin Amir (r.a)"den nakledilen bir başka rivayete göre Suleym bin Amir şöyle söylemiştir:

"Ebu Umame (r.a)'nin yanında oturuyorduk. Bize Resulullah (a.s)'tan pek çok hadis rivayet ediyordu. Sustuğu zaman da şöyle diyordu:

"Anladınız mı? Öyleyse size tebliğ edildiği gibi, siz de başkalarına teblie edin."[191]                                                                                            

 

57- Buhari, Abdullah bin Amr bin As (r.a)'tan şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[192]

"Benden bir ayet de olsa tebliğ edin. İsrailoğullarından da rivayetlerde bu­lunabilirsiniz, bunda bir sakınca yoktur. Kim benim hakkımda bile bile ya­lan uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın." [193]

 

Bir Açıklama

 

Tayyibi de şöyle söylemiştir:

"Resulullah (a.s)$ın bu hadisi şerifinde İsrailoğullarından rivayette bulu­nulmasına izin vermesi ile bir başka rivayete göre bunu yasaklaması yine bir dıger rivayete göre onların kitaplarına bakılmasını yasaklaması arasında herhangi bir zıtlık yoktur. Burada onların tevbe için kendilerini öldürmeleri gibi başlarından geçmiş olan bir takım olayların anlatılmasına izin veril­miştir.

Yasak olan şey ise onların hükümlerine göre amel edilmesidir. Çünkü onların hükümleri artık tamamen neshedilmiş yani geçersiz kılınmıştır. Unlara gönderilmiş olan şeriatların artık herhangi bir geçerliliği olmadığın­dan dolayı hükümlerinin de bir geçerliliği kalmamıştır. Yahut yasak, İs­lam in ilk dönemine, daha İslami hükümlerin ve kuralların henüz tam olarak yerleşmemiş olduğu döneme ait olabilir. Bu hükümler ve kurallar tam olarak yerleştikten sonra artık herhangi bir sakınca kalmadığından dolayı İs-railoğullarınıri hikayelerinin anlatılmasına da izin verilmiştir."

İbni Hacer de şöyle söylemiştir:

"İsrailoğullanndan da rivayetlerde bulunabilirsiniz. Bunda bir sakınca yoktur.":

Yani bu şekilde rivayette bulunmanızda sizin için bir zorluk söz konusu değildir. Çünkü Resulullah (a.s) daha önce onların rivayetlerinin alınma­sını ve kitaplarına bakılmasını yasaklamıştı. Daha sonra bu konuda hüküm­ler genişletildi ve yasak kaldırıldı. Anlaşıldığına göre yasak, daha İslami hü­kümlerin ve dini kuralların tam yerleşmediği dönemde ve herhangi bir fit­ne endişesinden dolayı konulmuştu. Daha sonra sakınca ortadan kalkınca izin verilmiştir. Çünkü o zamanlarda bu tür rivayetlere biraz değer verili­yordu. Resulullah (a.s)'ın "bunda bir sakınca yoktur" sözünün "Onlardan duyduğunuz bir takım garip şeylerden, rivayetlerden dolayı gönlünüz daral­masın. Bu tür olaylar onların başlarına çokça gelmiştir" anlamında olduğu da söylenmiştir.

Bu sözün "onlardan rivayette bulunmayın" anlamında olduğu, çünkü "rivayette bulunabilirsiniz" ibaresinin vücub İfede eden bir emir sigası oldu­ğu "bunda bir sakınca yoktur" sözü ile de baştaki ibarenin emir anlamı taşı-mayıp cevaz (ibahe) anlamı taşıdığına dikkat çekildiği de söylenmiştir. Bu açıklamaya göre "bunda bir sakınca yoktur" ifadesi ile "onlardan rivayette bulunmayı terketmenizde sizin için bir sakınca yoktur" anlamı kastedilmek­tedir. Burada sakıncanın olmadığının bildirilmesinin onların rivayetlerinde bazı çirkin sözlerin geçmesi sebebiyle olduğu da söylenmiştir. Mesela Kur-'an-ı Kerim'de bildirildiğine göre İsrailoğullarından bir topluluğun peygam­berlerine "Sen ve Rabb'in gidip çarpışın" demeleri bu türden sözlerine bir örnektir."

İmam Malik de, onlardan rivayette bulunmanın caizliği ile güzel bir konu ile ilgili rivayetleri aktarmanın caiz olduğu anlamının kastedildiğini, asılsız ol­duğu kesin olan rivayetleri aktarmanın ise caiz olmadığını söylemiştir.

Bunun, "onlardan Kur'an-ı Kerim'de ve sahih hadislerde rivayet edilmiş olanların benzerlerini rivayet edebilirsiniz" anlamında olduğu da söylenmiş­tir. Onlardan rivayette bulunulmasına cevazın her türlü rivayeti kapsadığı çünkü onların başlarından geçen olaylarla ilgili rivayetleri aktaranların silsi­lesinin ortaya çıkarılmasının yani bir irşad bağlantısının kurulmasının müm­kün olmadığı, İslami hükümlerde ise böyle bir isnad bağlantısı kurulmasına yani bir hükümle ilgili şer'i dayanağın asıl kaynağına kadarki ravilerinin bilin­mesine ihtiyaç olduğu da söylenmiştir.

Bu açıklamaya göre İslami hükümlerin dayandığı rivayetlerin asıl kayna­ğından çıkması ile yazıya geçirilmesi arasındaki zaman kısa olduğundan söz konusu rivayetin senedine ortaya çıkaralıması çıkarılması imkansız değildir. Ancak İsrailoğulları ile ilgili rivayetler açısından bu mümkün değildir.

İmam Şafii (rh.a.) de şöyle söylemiştir:

"Bilindiği üzere Hz. Peygamber; yalan ve asılsız bir rivayetin aktarılması­na izin vermemekteydi. "İsrailoğullarından da rivayetlerde bulunabilirsi­niz" sözü ise hakkında asılsız ve yalan olduğuna dair bir şey duymadığınız rivayetleri aktarabilirsiniz anlamındadır. Resulullah (a.s)'ın "Bunda bir sa­kınca yoktur" diyerek verdiği cevaz ise şu sözündeki cevazına benzemekte­dir: Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Kitap ehli size bir şey rivayet ederse, onları ne doğrulayın ne de yalan­layın."

Bunun gibi Resulullah (a.s)'in yukarıdaki sözü de İsrailoğullarından ri­vayette bulunulması konusunda ne kesin izin ne de kendi sözünün doğru­luğuna aykırı düşecek kesin yasak anlamı taşımaktadır." [194] 

 

58- Ahmed bin Hanbel, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Kitap ehli size bir şeyler rivayet ettiklerinde/ onları ne doğrulayın ne de yalanlayın ve: "Biz Allah'a, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettik" de­yin. Anlattıkları eğer asılsız ise, onları doğrulamamış, doğru ise de yalanla­mamış olursunuz."[195]

Buhari'nin vermiş olduğu bir rivayet de bunu desteklemektedir. Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Kitap ehli Tevrat'ı îbranice olarak okur ve Müslümanlar için onun A-rapça olarak açıklamasını yaparlardı. Bu konuda Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Kitah ehlini doğrulamaym da yalanlamayın da; sadece "Biz Allah'a ve O'nun tarafından indirilene iman ettik..." deyin." [196]

 

Bir Açıklama:

 

Beğavi şöyle söylemiştir:

"Bu ölçü, aynı zamanda çözüme kavuşturulması zor konularda ve ilmi meselelerde susmayı tercih etmenin uygun olacağını ortaya koyan temel bir Ölçüdür. Bu gibi, çözüme kavuşturulması zor bir meselede ne kesin cevaza ne de kesin geçersizliğe (butlana) hükmedilir. Selef alimleri bu uygulamayı tercih ederlerdi. Hz.Osman (r.a)'a, iki kızkardeşi cariye olarak biraraya getir­menin caiz olup olmadığı sorulmuş; o da: "Bunu bir ayet helal olarak, bir ayet de haram olarak bildirmiştir" diye söylemiş ve herhangi bir hüküm bil­dirmemiştir. Hz.Ali (r.a) ise bunun kesin haram olduğunu bildirmiş, fıkıh-çılarm geneli de bu hükmü tercih etmişlerdir.

Ancak doğru sözlülüğünden şüphe edilen bir kimse Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet edecek olursa, onun sözü doğrulanmaz ve söylediği ile de amel edilmez. Çünkü bu gibi rivayetler doğrudan dinle ilgili meselelere gir­mektedir. Ancak bu hadisi güvenilir bir kimse rivayet eder de, ondan önceki ravileri arasında nasıl biri olduğu bilinmeyen kimse bulunursa, bu gibi ha­disle amel edilmesi gerekmez. Bununla birlikte onun doğru olmadığına da kesin olarak hükmedilmez. Çünkü kitap ehli ile ilgili hadisten de anlaşıla­cağı üzere bilinmeyen kişi salih ve doğru sözlü biri de olabilir. Bu gibi bir ha­dis hakkında ancak "kuvvetli değildir, zayıf bir hadistir" denilebilir."[197]

 

59- Buhari, Abdullah bin Abbas (r.a)'dan rivayet etmiştir:[198]

"Bir konuda neden kitap ehline soru soruyorsunuz? Resulullah (a.s)'a indirilmiş olan Kitab'ınız en son indirilmiş olan kitaptır. Onu aynen indiril­diği şekli ile okuyorsunuz. İçerisine herhangi bir şey karıştmlmamıştır.[199] Bu kitap aynı zamanda kitap ehlinin Allah'ın kitabını değiştirdiklerini, onun asıl şeklini bozduklarım ve kitaplarım daha sonra kendi elleriyle yazdık­larını sonra da "Karşılığında az bir ücret alabilmek için kendi elleriyle kitap yazıp da sonra "İşte bu Allah katından gelmedir"[200] dediklerini bildirmekte­dir. Onların hakkında gelen ilmi bilgiler sizi onlara sorular sormaktan alı­koymuyor mu? Allah'a yemin olsun, biz onlardan bir tek kişinin, size İndi­rilmiş olanlar hakkında size soru sorduğunu görmedik." [201] 

 

60- Ebu Davud, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[202]

"İsrailoğullanndan da rivayetlerde bulunabilirsiniz, bunda bir sakınca yoktur." [203] 

 

61- Ahmed bin Hanbel, İmran bin Husayn (r.a)'in şöyle söylediğim ri­vayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) bize bütün gece boyunca İsrailoğulları'ndan rivayette bulunur ve bu süre içinde sadece farz namaz için kalkardı."

Bir başka rivayete göre de Abdullah bin Amr bin As (r.a) şöyle söylemiş­tin

"Resulullah (a.s) bize geceleyin sabah oluncaya kadar İsrailoğulları'ndan rivayette bulunur ve bu süre içinde sadece farz namaz için kalkardı." [204]

 

62- Ebu Davud Abdullah bin Abbas (r.a)’dan rivayet etmiştir:[205]

"Siz duyarsınız, sonra sizden duyulur, sonra da sizden duyanlardan duyulur." [206] 

 

63- Buharı, Mahmud bin er-Rebi' (r.a)'den rivayet etmiştir:[207] "Ben daha beş yaşında İken Resulullah (a.s)'ın evimizde bulunan bir ku­yudan kovayla su alıp yüzüme döktüğünü hatırlıyorum."

Buradan anlaşılana göre, Mahmud bin er-Rebi1 (r.a) bu sözüyle çocuğun bilgi alma ve ezberleme kabiliyetine sahip olduğuna ve dolayısıyla daha kü­çük yaşlardan onun eğitim-öğretimine başlanılması gerektiğine işaret etmek istemektedir. Bu yüzden Buhari bu hadisi "Küçük yaştaki birinin duyduğu ha­disin geçirli olabilmesi için hadisi duyduğu zaman en az kaç yaşında olması gerekir" başlıklı babda rivayet etmiştir. [208] 

 

64- Buharı ve Müslim, Semure bin Cundeb (r.a)'in şöyle söylediğini ri­vayet etmişlerdir:

"Resulullah (a.s) zamanında daha küçük yaşlarda bir çocuktum ve ondan hadis ezberliyordum.[209] Beni söz söylemekten alıkoyan tek şey, orada (Resu­lullah (a.s)'ın etrafında) benden daha yaşlı kimselerin olmasıydı. Resulullah (a.s)'ın arkasında, lohusalık döneminde ölmüş olan bir kadının cenaze na­mazını kıldım. Resulullah (a.s) o namazda tabutun ortasının hizasında dur­muştu." [210] 

 

Bir Açıklama

 

Bu hadis bir edep ölçüsünü öğretmektedir ki, o da şudur: İlim sahibi büyük kimselerin bulunduğu bir toplulukta, küçüklerin kendilerine ihtiyaç duyulma­dan bir şey öğretmeye kalkışmamaları gerekir.

Buhari, Sahih'inde şöyle söylemiştir: "Rabi'a şöyle söylemiştir:

"İlimden bir şeylere sahip olan birinin kendi kendini zayi etmesi caiz ol­maz."

İbni Hacer de şöyle söylemiştir: "Rabi'a'nın bu sözü İle kasdettiği şudur:

Bir kimse ilim öğrenme ve ilmi konuları anlama kabiliyetine sahip olur­sa, onun kendini ihmal ederek ilimle uğraşmaktan uzak kalması doğru ol­maz. Çünkü söz konusu kabiliyete sahip olanların ilimle uğraşmamaları, il­min ortadan kalkmasına sebep olabilir.

Yahut o, bu sözü ile ilmin ona ehil kişiler arasında yayılmasına teşvikte bulunmayı kasdetmiştir. Çünkü ilmin ona ehil olan kişiler arasında yayıl­masından önce alimlerin ölmesi, ilmin ortadan kalkmasına sebep olabilir.

Yahut bu sözü ile ilim sahiplerinin başkalarının da yararlanabilmeleri için kendilerini ortaya çıkarmalarını ve ilimlerini zayi etmemelerini iste­miştir. Bu sözü ile onun ilme hürmet edilmesi, ilmin üstün tutulması an­lamını kasdettiği de söylenmiştir. Buna göre ilim sahibi bir kimsenin, ilmini dünyalık için bir araç olarak kullanmak suretiyle kendini küçük düşür­memesi gerekir." [211] 

 

Îlim Ve Kur'anı Kerim BilgisindeÜstünlük Davasında BulunmaktanSakındırma

 

65- Buhari ve Müslim, Ubeyy bin Ka'b (r.a)'dan rivayet etmişlerdir: "Resulullah  (a.s) şöyle buyurdu:

"Hz.Musa (a.s), İsrailoğulîarı içinde bir konuşma yapmaya başladı. Kendi­sine "İnsanların içinde en bilgili olan kimdir?" diye soruldu. O da: "En bilgi­li olan benim" diye söyledi. Bunun üzerine ilmin asıl sahibinin Allah oldu­ğuna dikkat çekmediğinden dolayı yüce Allah onu azarladı ve kendisine:[212]

"Benim kullarımdan iki denizin birleştiği yerde oturan bir kul bulun­maktadır. O senden daha bilgilidir" diye vahyetti. Musa (a.s): "Ey Rabb'im! Ona nasıl ulaşabilirim?" dedi. Yüce Allah: "Bir zenbile bir balık koy, onu kaybettiğin yer bu kişinin bulunduğu yerdir" diye buyurdu. (Bundan sonra Hz.Musa (a.s)'mn Hızır ile buluşmasından söz eden hadisi şerifi nakletti ve daha sonra şöyle buyurdu):

"O ikisi deniz kenarında yürüyerek yola çıktılar. Gemileri yoktu. Onlar böyle yürürlerken sahile bir gemi uğradı. Geminin sahipleriyle kendilerini de gemilerine almaları üzere konuştular. Geminin sahipleri Hızır (a.s)'ı ta­nıdı ve onları ücretsiz olarak gemiye aldılar. Gemide bulundukları sırada bir serçe gelip geminin kenarına kondu ve gagasıyla denize bir ya da iki kez vurdu. Bunun üzerine Hızır (a.s) şöyle söyledi:

"Ey Musa! Benim ve senin ilmin, Allah'ın ilminden aldığı miktar şu ser­çenin az önce gagasıyla vuruşu esnasında şu gördüğün denizden aldığı su­yun miktarından fazla değildir." (Daha sonra uzun bir şekilde olayların de­vamını anlattı)"

Bir başka rivayette de şöyle denilmektedir:

"Hz. Musa (a.s), İsrailoğullarının arasında yürürken bir adam yanına ge­lerek "Sen kendinden daha bilgili birini biliyor musun?" diye sordu. O da: "Hayır" dedi. Bunun üzerine yüce Allah "Bilakis kulumuz Hızır senden da­ha bilgilidir" diye ona vahyetti. Hz. Musa (a.s) da ona nasıl ulaşabileceğini sordu."[213]

 

66- Bezzar, Hz.Ömer bin Hattab (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[214]

"Tacirler denizde dolaştıkları ve atlan Allah yolunda koşturdukları süre­ce İslam önde olacaktır. Daha sonra Kur'an-ı Kerim okuyup "İçimizde kim daha çok okuyor?", "Kim daha çok biliyor?", "Kim daha iyi fakihtir" gibi söz­ler söyleyen bir takım insanlar ortaya çıkar." Resulullah (a.s) bunu söyledik­ten sonra ashabına "Bunlardan bir hayır var mıdır?" diye sordu. Onlar "Al lah ve Peygamber'i daha iyi bilir" dediler. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Bunlar, sizden bir ümmettendirler ve bunlar ateşin yakıtlarıdırlar." [215] 

 

67- Taberani, Abdullah bin Abbas (r.a)'tan şu şekilde rivayet etmiştir:[216]

"Resulullah (a.s) Mekke'de bulunduğu sırada bir gece kalkıp üç kere "Ey Allah'ım! Tebliğ ettim mi?" diye söyledi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) kalktı -çok içli, duygulu, kendini Allah'a vermiş biriydi- ve: "Allah için e-vet. Teşvik ettin, gayret ettin ve öğüt verdin" dedi. Bunun üzerine Resulul­lah (a.s) şöyle buyurdu:

"İslam o kadar bir üstünlük sağlayacak ki, küfür kendi topraklarına çe­kilmek zorunda kalacak ve İslam için denizlere açılınacaktır. Bunun yanı-sıra insanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, onlar Kur'an-ı Kerim'i öğrenecekler, okuyacaklar sonra: "Biz Kur'an-ı Kerim'i okuduk ve Öğrendik. Kim bizden daha üstün olabilir" diyecekler. Bunlarda bir hayır, üstünlük var mıdır?" Orada bulunanlar: "Ey Allah'ın Resulü! Bunlar kimlerdir?" di­ye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Bunlar sizdendirler ve yine bunlar cehennemin yakıtlarıdırlar." [217] 

 

İlmi Gizlemekten Sakındırma

 

68- Ebu Davud, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[218]

"Kime bir konuda bilgi sorulur da o bilgiyi gizlerse, kıyamet gününde ağ­zına ateşten bir gem vurulur."

îbni Mace'nin naklettiği bir başka rivayette de şöyle denilmektedir:

"Herhangi kişi bildiği bir ilmi gizlerse, kıyamet günü (mahşer yerine) ağ­zına ateşten bir gem vurulmuş halde getirilir." [219]

 

69- Ibni Hibban, Abdullah bin Amr (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[220]

"Kim bir ilmi gizlerse, kıyamet gününde yüce Allah onun ağzına ateşten bir gem vurur." [221] 

 

70- Taberani, Abdullah bin Abbas (r.a)'tan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[222]

"Kime bir konuda bilgi sorulur da o bu bilgiyi gizlerse, kıyamet günü (mahşer yerine) ağzına ataşten bir gem vurulmuş olarak gelir. Yine kim Kur'an-ı Kerim hakkında bilmediği bir şeyi konuşursa, kıyamet günü ağzına ateşten bir gem vurulmuş olarak gelir." [223] 

 

Bir Açıklama

 

"Ağzına ataşten bir gem vurulması" hakkında İbnu'1-Esir şu açıklamayı yapmıştır:

"Bir konuda konuşmaktan çekinen kimse, ağzına gem vurulmuş birine benzetilmektedir. Bu ifade ile kastedilen anlam ise şudur: Hakkı söyle­mekten ve bildirmekten çekinen kişi, ahirette ağzına ateşten bir gem vurul­ması suretiyle cezalandırılır. Bu ise öğretilmesi şart görülen ilim açısından­dır. Yani öğretilmesinin farz olduğu ortaya çıkan bir ilmi Öğretmekten kaçman, sözü edilen ceza İle cezalandırılmayı haketmiş olmaktadır. Mesela Müslüman olmak isteyen ve "Bana İslam'ın ve dininin ne olduğunu anlat" diyen bir kimse ile karşılaşan kişi bu durumdadır (yani kendinden isteneni öğretmek ona farzdır.)

Aynı şekilde yeni müslüman olmuş ve daha namazı düzgün bir şekilde kılmasını bilmeyen, bununla birlikte "bana nasıl namaz kılacağımı öğretin" diyen bir kimse ile karşılaşanlar da aynı durumdadırlar. Yine kendisine he­lal ve haramlar hakkında fetva sormak için gelen ve "bana fetva verin, beni doğruya iletin" diyen kimseyle karşılaşan açısından da aynı hüküm sözko-nusudur. Bu gibi durumlarda bilgi isteyen ve soru soran kişilere cevap veril­mesi gerekmektedir. Bu durumlarda kendisinden istenen bilgiyi vermekten kaçınan kimse hadisi şerifte bildirilen cezayı haketmiş olmaktadır."

Kendilerinden açıklanması ve bildirilmesi zorunlu olan kişilerin tümü açı­sından aynı hüküm söz konusudur. Öğretilmesi şart olmayan nafile ilimler a-çısından ise aynı durum söz konusu değildir.

Sufyani Sevri de şöyle söylemiştir:

"Bir kimse bir sünneti gizlediği zaman, hadisi şerifte sözü edilen cezayı haketmiş olmaktadır."

Yine şöyle söylemiştir:

"Hadis bilen kimseler bana gelmezlerse, ben onların evlerine giderdim. Yine bir kimsenin iyi bir niyetle hadis öğrenmek istediğini bilirsem, kendi­sine hadis rivayet etmek için evine giderdim."

Bazıları da hadisi şerifte kastedilenin, şehadetle ilgili ilim olduğunu söyle­mişlerdir. [224] 

 

71- Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[225]

"Siz "Ebu Hureyre, Resulullah (a.s)'tan çok hadis rivayet ediyor" diyorsu­nuz. Yine "Ne oluyor da muhacirler ve ensar, Ebu Hureyre kadar Resulul­lah (a.s)'tan hadis rivayet etmiyorlar" diyorsunuz. Muhacirlerden olan kar­deşlerimi çarşı pazarlarda ticaret meşgul ediyordu. Bense karın tokluğuna Resulullah (a.s)lın peşinden hiç ayrılmıyordum. Onların bulunmadığı yer­lerde ben bulunuyordum. Onların unuttuklarını ben aklımda tutuyordum. Ensardan olan kardeşlerimi de mallarıyla uğraşmak alıkoyuyordu. Bense Suffe yoksullarından olan yoksul bir adamdım. Onların unuttuklarını ben aklımda tutuyordum. Resulullah (a.s) bir hadisi şerifinde şöyle buyurdu:

"Kim elbisesini yayar ve ben sözlerimi söyleyinceye kadar onu öyle tutup sonra toplarsa, söylediklerimin tümünü hafızasına yerleştirir."

O'nun bu sözü üzerine ben üzerimdeki hırkayı yere serdim. Resulullah (a.s)'m orada söylediklerinden hiç bir şey unutmadım."

Bir başka rivayette de Ebu Hureyre (r.a)'nin bu sözleri nakledildikten son­ra en sonda şöyle söylediği bildirilmektedir:

"Eğer ki yüce Allah'ın KitabVnda indirmiş olduğu iki ayeti kerime olma­saydı ben asla bir şey rivayet ermezdim. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor: [226]

"Bizim indirmiş olduğumuz açık delilleri ve onu Kitap'ta insanlara açık­lamamızdan sonra hidayet çizgisini gizleyenler var ya, işte bunlara Allah da lanet eder, bütün lanet ediciler de lanet eder. Ancak içlerinden tevbe edip durumlarını düzelten ve (daha önce gizlemiş olduklarım) açığa vuran kim­selerin tevbelerini kabul ederim. Ben sürekli tevbeleri kabul eden ve rahmet sahibi olanım." [227]

Buna benzer bir rivayette ise Ebu Hureyre (r.a)'nin yukandaki iki ayeti kerimeyi okuduktan sonra şöyle söylediği bildirilmektedir:

"Bundan sonra O'ndan (yani Resulullah (a.s)'tan) duyduğum her şeyi u-mıtmadım." [228]

 

72- Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[229]

"Resulullah (a.s)'a "Ben, senden hadis duyuyor ancak çoğu zaman unu­tuyordum" dedim. "Ridanı yere yay" diye buyurdu. Ben de yaydım. Eliyle bir şey avuçladı. Sonra "Topla" diye buyurdu. Ben de topladım. Bundan sonra bir şey unutmadım."

Bir başka rivayete göre de Ebu Hureyre (r.a) şöyle söylemiştir:

"İnsanlar "Ebu Hureyre çok hadis rivayet ediyor" diyorlar. Azabı İle kor­kutan Allah'a yemin ederim ki, ben sizin doğru yolu bulmanıza sebep olup kendimin sapıklığa düşmem için Resulullalı (a.s) hakkında yalan uyduracak değilim. Eğer ki Allah'ın Kitabı'nda şu iki ayeti kerime olmasıydı tek bir ha­dis bile rivayet etmezdim." Ebu Hureyre (r.a.) bunu söyledikten sonra şu iki ayeti kerimeyi okudu:

"Bizim İndirmiş olduğumuz açık delilleri ve onu Kİtap'ta insanlara açık­lamamızdan sonra hidayet çizgisini gizleyenler var ya, işte bunlara Allah da lanet eder, bütün lanet ediciler de lanet eder. Ancak içlerinden tevbe edip durumlarını düzelten ve (daha önce gizlemiş olduklarını) açığa vuran kim­selerin tevbelerini kabul ederim. Ben sürekli tevbeleri kabul eden ve rahmet sahibi olanım." [230]

 

73- Buhari, şöyle rivayet etmiştir:[231]

"Muhacirlerden olan kardeşlerimizi çarşı pazardaki ticaretleri meşgul ediyordu. Ensardan olan kardeşlerimizi de mal mülkleri ile uğraşmak meş­gul ediyordu. Ebu Hureyre (r.a) ise kann tokluğuna Resulullah (a.s)'in ya­nında dolaşıyor, O'ndan hiç ayrılmıyor, dolayısıyla Ötekilerin bulunamadık­ları meclislerde bulunuyor ve onların ezberleyemediklerini ezberliyordu...', (hadis böyle devam ediyor) [232] 

 

74- Taberani, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:[233]

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"İlim öğrenip de sonra ondan hiç söz etmeyen, mal biriktirip de ondan hiç infakta bulunmayan kimseye benzer."

îlim sahibinin ilmi öğretmesi ve kendisinin de pratik olarak yaşaması gere­kir. Eğer hem öğretmede hem de yaşamada kusur ederse iki ayn kusur işle­miş olur. Bunlardan birini yapar da ikincisinde kusur ederse bir kusur işlemiş olur.

Kişinin kusuru Üzerine ayni olarak farz olan bir görevle ilgili olursa o za­man bu kusurundan dolayı azabı haketmiş olur. Ancak Allah bağışlarsa azap­tan kurtulabilir. Münafık bir alimi helake götürmeye ise münafıklığı yeter. [234] 

 

75- Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[235]

"Resulullah (a.s)'tan iki kap bilgi ezberledim. Bunlardan birini yaydım. Diğerini ise yayacak olsaydım şu gırtlağım kesilirdi."

Bu hadisi şerif bilinen her şeyin söylenmesinin gerekmeyeceğim göster­mektedir. Bazı bilgilerin söylenmesine gerek yoktur. [236] 

 

76- Buharı, Ebu Zeri Gıfari (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[237]

"-Ensesine işaret ederek- Eğer kılıa şuraya dayasaydınız ve ben, işinizi bi­tirinceye kadar Resulullah (a.s)'tan bir hadis nakledeceğime kanaat getirsey-dim yine de o hadisi rivayet ederdim." [238] 

 

Bir Açıklama

 

Hafız İbni Hacer, Feth'de şöyle söylemiştir:

"Burada rivayet etmiş olduğumuz muallak hadis, DarimPnin Müsned-'inde ve daha başka hadis kitaplarında Evza'i tankıyla mevsul olarak rivayet edilmektedir. İbni Kesir yani Malik bin Mürsed babasının şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Ebu Zer (r.a.)'in orta şeytanın yanında oturmakta olduğu bir sırada ya­nına gittim, insanlar da etrafına toplanmış kendisinden fetvalar soruyor­lardı. Bu sırada bir adam gelip yanında durdu ve "Fetva verme işini bitirme-din im?" diye söyledi. Bunun üzerine Ebu Zer (r.a) ona doğru başını kaldırıp ben benim gozetleyicim misin? Eğer kılıcı şuraya dayasaydınız ve ben isi­nizi bitirinceye kadar Resulullah (a.s)'tan bir hadis nakledeceğime kanaat ee-tirseydım yine de o hadisi rivayet ederdim" diye söyledi. Biz bu rivayeti bu şekli ile Hilye'de de verdik."

Bu hadis, şeriatı koyan tarafından yayılmasına izin verilen ilmin yayılma­sının gerektiğine ve bu konuda kimsenin iznine ihtiyaç duyulmayacağına delil­dir. [239] 

 

Öğrenmenin Ve Öğretmenin Gerekliliği

 

77- Taberani, Alkame bin Sa'id bin Abdurrahman bin Ebza (r.a)'nın ba­basından, onun da dedesinden (yani kendi babasından) rivayet ettiğine göre (Alkame'nin) dedesi şöyle söylemiştir:

"Bir gün Resulullah (a.s) hutbeye çıkıp Müslümanlardan bazı kimseler­den övgüyle söz etti. Sonra da şöyle buyurdu:[240]

"Bazı kimselere ne oluyor da komşularına dini Öğretmiyorlar, onları bil­gilendirmiyorlar, onlara Öğüt vermiyorlar, kendilerine bir şey emretmiyor ve onları bir şeyden sakındırmıyorlar. Yine bazı kimselere de ne oluyor ki, komşularından bilgi sormuyorlar, onlardan dini öğrenmeye çalışmıyorlar, onlardan öğüt almıyorlar. Vallahi, ya (kastedilen) kimseler komşularını bil­gilendirirler, onlara dini öğretirler, onlara öğüt verirler, (iyilikleri) emreder, (kötülüklerden) sakındırırlar; diğerleri de komşularından bilgi alırlar, onlar­dan dinlerini Öğrenirler ve onlardan öğüt alırlar yahut kendilerini cezalan­dırma konusunda acele edeceğim."

Resulullah (a.s) bunları söyledikten sonra hutbeden indi ve: "Bu toplu­luk hakkında ne düşünüyorsunuz?" dedi ve sonra şöyle buyurdu:

"Bunlar Eş'arilerdir. Onlar bilgili bir topluluktur. Onların gerek bedevi ve gerekse su kenarlarında oturan ama bilgiden yoksun komşuları vardır."

Bunun haberi Eş'arilere ulaştı ve ardından Resulullah (a.s)'ın yanına ge­lerek: "Ya Resulullah! Bazı kimselerden övgüyle söz etmiş bizden ise yergiy­le söz etmişsin. Bizim durumumuz nedir (yani bizim yerilmemizin sebebi nedir)?" diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Vallahi, ya bazı kimseler komşularını bilgilendirirler, onlara öğüt ve­rirler, (iyilikleri) emreder, (kötülüklerden) sakındırırlar; diğerleri de kom­şularından bilgi alırlar, onlardan dinlerini öğrenirler ve onlardan öğüt alır­lar yahut kendilerini dünyada cezalandırma konusunda acele edeceğim."

Bunun üzerine "Ya Resulullah (a.s)! Biz, bizden başkalarım mı zeki ve kavrayışlı yapacağız?" dediler. Resulullah (a.s) yine aynı sözünü tekrarladı. Gelenler yeniden "Biz, bizden başkalarını mı zeki ve kavrayışlı yapacağız sözünü tekrarladılar. Resulullah (a.s) yine sözünü tekrarladı. Bu kez "Bize bir yıl süre tanı" dediler. Resulullah (a.s) da onlara, komşularına ilim öğretme­leri, onları din konusunda bilgilendirmeleri ve onlara öğüt vermeleri için bir yıl süre tanıdı. Sonra da şu ayeti kerimeyi okudu:

"İsrailoğullanndan inkâr edenler Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın di­liyle lanetlenmişlerdir. Bu, başkaldırmaları ve sınırı aşmaları sebebiyledir."[241]

 

Bir Açıklama

 

Bu hadisi şerif, öğrenmenin ve din hakkında bilgilenmenin farz olduğunu göstermektedir. Bu aynı zamanda şer'i yönden insanları bilgilendirmenin ge­rekliliğini ortaya koyan temel bir prensiptir. Buna göre Müslümanlar Öğre­tilmesi istenen şer'i ilimleri her kadın ve erkeğe ulaştırmak için gerekli siste­mi kurmakla ve bunun için gereken şartlan oluşturmakla yükümlüdürler. Bu hadisi şerif aynı zamanda ilmi yaymanın, insanlara iyiliği emretmek ve onlan fenalıklardan sakındırmak için vaaz meclisleri oluşturmanın ve insanları iyi­liğe çağırmanın Müslümanların üzerine farz olduğu konusunda bir delildir. [242] 

 

Bildiği Île Amel Etmekten VeYapmadığı Şeyi SöylemektenSakındırma

 

78- Müslim, Zeyd bin Erkam (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[243]

"Ey Allah'ım! Yarar getirmeyen ilimden, korkmayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım." [244] 

 

79- Buharı ve Müslim, Usame bin Zeyd (r.a)'den rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Kıyamet günü bir adam getirilir. Ateşe atılır. Bağırsakları dışarı boşalır. Eşeğin değirmen taşını çevirmesi gibi bu bağırsaklarını çevirir. Cehennem­likler yanına toplanarak: "Ey filanca! Senin bu halin nedir? Sen iyiliği em­reden, kötülükten sakındıran biri değil miydin?" derler. O da şu cevabı ve­rir: "Ben size iyiliği emrederdim ama kendim yapmazdım. Yine sizi fena­lıktan sakmdınrdım ama kendim yapardım."[245]

Yine Zeyd bin Erkam (r,a) şöyle söylemiştir:

"Ben Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum:

"Miraca çıkarıldığım gece bir topluluğun yanından geçtim, a taş ten makas­larla dudakları kesiliyordu. "Bunlar kimlerdir ey Cibril?" diye sordum. "Bunlar ümmetimin söylediklerini yapmayan hatipleridir" cevabını verdi." [246] 

 

80- Müslim, Ebu Berze Eşlemi (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[247]

"Bir kul ömrünü ne işlerde harcadığından, ilmi ile nasıl amel ettiğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ve bedenini ne gibi işlerde es­kittiğinden hesaba çekilmedikçe ayaklan bir yere oynamaz." [248] 

 

81- Tirmizi, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[249]

"Bir kul kıyamet günü beş şeyden hesaba çekilmedikçe ayakları bir yere oynamaz: Ömrünü ne işlerde harcadığından, gençliğini ne işlerde ekşitti­ğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ve bildikleri ile ne gibi amel ettiğinden." [250] 

 

82- Taberani, Resulullah (a.s)'ın ashabından olan Cundeb bin Abdullah Ezdi (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[251]

"İnsanlara iyiliği öğretip de kendi nefsini unutan kimsenin durumu, in­sanları aydınlatıp da kendisi yanan mumun durumuna benzemektedir." [252] 

 

83- Ahmed bin Hanbel, tmran bin Husayn (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[253]

"Benden sonra sizin hakkınızda korktuğum şeylerin en çok endişe veri­cisi, dili bilgini olan münafıktır."

Bu konuyla ilgisi bulunan diğer bazı rivayetler de şöyledir:

Malik bin Dinar'ın Hasanı Basri (r.a)'den rivayetine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Herhangi kul, bir hutbe okusa (bir konuşma yapsa) mutlaka yüce Allah ona konuştuklarından soracaktır." Zannediyorum "Bu sözüyle neyi kasdet-tiğini soracaktır" diye söyledi."

Ca'fer de şöyle söylemiştir:

"Malik bin Dinar, bu hadisi rivayet ettiğinde kendinden geçercesine ağ­lardı. Sonra da şöyle söylerdi:

"Sizin benim gözlerimin size karşı konuştuğundan dolayı aydınlandığını mı sanıyorsunuz? Oysa ben yüce Allah'ın bu söylediklerimle neyi kasdet-tiğimi benden soracağını biliyorum."

Bu hadisi İbni Ebi'd-Dünya ve Beyhaki mürsel olarak iyi -ceyyid- bir is-nadla rivayet etmişlerdir. (Terğib) Lokman'in yani İbni Amir (r.a)'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

"Ben Rabb'İmin kıyamat günü insanların ortasında bani çağırıp "Ey A-mircik!" diye seslenmesinden, benim "Buyur" dememden ve sonra "Bildik­lerinle nasıl amel ettin?" diye sormasından korkuyorum."

Bunu Beyhaki Terğib'de rivayet etmiştir. Bunda Hasan'ın işareti de bulun­maktadır. [254] 

 

Gösterişten, Tartışmaktan,Hasımlaşmaktan Ve ÜstünlükDavasından Sakındırma

 

84- Ebu Davud, Ebu Umame (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah'(a.s) şöyle buyurdu:[255]

"Ben cennetin kenar kesimlerinde bulunan ve haklı da olsa tartışmayı bı­rakanlar için olan bir evin, yine cennetin kenar kesimlerinde bulunan ve şaka da olsa yalan söylemeyi terkedenler için olan bir evin ve bir de cennetin yükseklerinde bulunan ve güzel ahlaklılar için olan bir evin başkanıyım." [256] 

 

85- Tirmizi, Enes bin Malik (r.a)'ten şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Kim boş yere de olsa yalan söylemeyi bırakırsa, ona cennetin kenar ke­simlerinde bir ev bina edilir. [257]Yine kim haklı da olsa tartışmayı bırakırsa, ona cennetin ortasında bir ev bina edilir. Kimin de ahlakı güzel olursa, ona da cennetin yükseklerinde bir ev bina edilir." [258] 

 

86- Tirmizi, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Herhangi topluluk bir hidayete ulaştıktan sonra sapıklığa düşmüşse mutlaka [259]tartışmalara girmişlerdir." Resulullah (a.s) daha sonra şu ayeti keri­meyi okudu:

"Bizim tanrılarımız mı hayırlı yoksa O mu?" dediler. Bunu sadece tartaşma İçin ortaya attılar. Doğrusu onlar kavgacı bir toplumdur."[260]

 

87- Buhari, Hz. Aişe (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[261]

"İnsanların Allah'a en uzak olanları, en fazla kin taşıyanlarıdır." [262] 

 

Bir Açıklama

 

Müslümanın, İslam için yahut hakkın kesin doğru olduğunu bildirmek veya bir batılı, bir tereddüdü ya da bir bid'ati ortadan kaldırmak için delil gösterme durumu ile karşı karşıya geldiğinde, delil gösterebilecek bir seviyede olması gerekir. Bu şekilde delil gösterdiği zaman sevap alır. Hatta bazı kimseler hakkında delil ortaya koymak farzı ayn olur. Burada tenkid edilen şey, delil gösterme sınırlarını aşan bir tartışmacılıktır.

Yüce Allah bizim Kitap ehli ile sadece güzel bir şekilde münakaşa etme­mizi istemiş ve onlarla bu türden olmayan münakaşalara girmekten bizi neh-yetmiştir. Bu konuda yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Kitap ehlinden zulmedenleri hariç onlarla en güzel şekilde mücadele edin."[263]

Kitap ehli ile tartışma konusunda bizden böyle davranmamız istendikten sonra başkalarına karşı bu tutumu göstermemiz Öncelikle gerekli olur. Çoğu zaman münakaşalarda iyi niyet bulunmaz. Bazen sini denilmekte, katı davra-nılmakta, karşı tarafa eziyet edilmekte ve haktan uzaklaşılıp batıla sapılmak­tadır. Bunların tümü ise şeriat edebi ile edeplenen ve hakkın ortaya çıkarıl­ması, batılın da geçersizliğinin isbat edilmesi için yeterli miktarda yetinmesi gereken bir insanda bulunması gereken özelliklere aykırıdır. Dünya için olan tartışmaya gelince, insan bu konuda kendi açısından ne kadar yumuşak dav-ransa da bu tür tartışmalar güzel ahlaka aykırıdır. [264] 

 

88- Müslim, Abdullah bin Amr bin el-As (r.a)'ın şöyle söylediğini riva­yet etmiştir:

"Bir gün sıcak bir vakitte Resulullah (a.s)'in yanına gittim. Resulullah (a.s) bir ayeti kerime hakkında aralarında görüş ayrılığına düşen iki adamın seslerini duydu. Bunun üzerine çıktı. Yüzünden kızdığı anlaşılıyordu. Şöyle buyurdu:[265]

"Sizden öncekiler Kitap üzerinde görüş ayrılığına düşmelerinden dolayı helak oldular." [266] 

 

89- Ahmed bin Hanbel'in Amr bin Şu'ayb (r.a)'dan, onun babasından, onun da dedesinden (yani kendi babasından) rivayetine göre dedesi şöyle söylemiştir:[267]

"Resulullah (a.s) aralarında tartışan bazı kimselerin seslerini duydu ve şöyle buyurdu:

"Sizden Öncekiler bundan dolayı helak oldular. Allah'ın Kitab'ının bazı yerlerini diğer bazı yerlerine vurdular (yani bazı yerlerini diğer bazı yerle­rine ters gibi gösterdiler). Oysaki Allah'ın Kitabı, bazı bölümleri diğer bazı bölümlerini doğrulamak üzere inmiştir. Onun bazı bölümlerini diğer bazı bölümlerine dayanarak yalanlamayın. Ondan bilmediğinizi, anlamadığınızı söyleyin; bilemediğiniz, anlayamadığınız şeyleri ise bilenine bırakın." [268] 

 

90- Ahmed bin Hanbel, Ebu Seleme (r.a)'den, o da Ebu Hureyre (r.a)-'den şu şekilde rivayet etmiştir:[269] "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Kur'an-ı Kerim üzerinde tartışmak küfürdür." [270] 

 

Bir Açıklama

 

Bu hadisin açıklaması konusunda değişik görüşler ortaya atılmıştır. Bura­da tartışmakla kastedilenin şüphe ve tereddüt olduğu söylenmiştir. Nitekim yüce Allah'ın Kitab'ında şöyle buyurulmaktadır:

"Onun hakkında herhangi bir tereddüde düşme." [271]

(Burada "tereddüt" anlamında "mirye" kelimesi kullanılmaktadır ki, "tar­tışma" anlamına gelen "mira" kelimesi ile aynı kökten türemedir- Çeviren)

Hadiste "mira: tartışma" ile kastedilenin, şüpheye götürücü bir tartışma olduğu da söylenmiştir. Yani bir kimse Kur'an-ı Kerim üzerinde bu şekilde tartışmalara girerse, müteşabih ayeti kerimeler hakkında tereddütlere düşe­bilir. Bu durum ise onu inkarcılığa yöneltebilir. Dolayısıyla Resululah (a.s) söz konusu hareketin sebep olmasından endişe duyulan sonuca binaen bu ha­reketi küfür olarak adlandırmıştır. Ki böyle bir sonuçtan ancak yüce Allah'ın kendilerini koruduğu kimseler kurtulabilirler.

Bazıları ise burada kastedilenin Kur'an-ı Kerim'in okunuş şekilleri üze­rinde tartışmaya girilmesi yani sarih olarak rivayet edilen bazı okunuş şekil­lerinin inkâr edilmesi olduğunu söylemişlerdir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'i yedi harf üzere indirmiştir. Resulullah (a.s) da bu tür tartışmalara girenleri küfre düşme tehlikesiyle korkutarak onların bu tartışmalardan vazgeçmelerini istemiştir. Çünkü tümü (yani bütün okunuş şekilleriyle tamamı) yüce Allah tarafından indirilmiş olan Kur'an-ı Kerim'dir. Hepsine iman edilmesi gerekir. Ebu Aliye er-Riyahi'nin yanında birisi Kur'an-ı Kerim okunduğunda "şurası böyle okunmaz" demezdi. "Ben burayı şöyle okuyorum" derdi. Şu'ayb bin Ebi'l-Habhab şöyle söylemiştir:

"Ben bu hususu İbrahim'e söyledim. O da şu cevabı verdi: "Sanıyorum arkadaşın Kur'an-ı Kerim'in bir harfini inkâr edenin tümünü inkâr etmiş olacağını duymuştur." [272]

 

Öğretmenin Ve Öğrenmenin Bazı Edepleri

 

1- Belli Aralıklarla Vaaz Ve Nasihatta Bulunmak

 

91- Buhari ve Müslim, Şakik bin Seleme (r.a)'nin şöyle söylediğini riva­yet etmişlerdir:

"Abdullah bin Mes'ud (r.a) her perşembe günü insanlara vaaz ve nasi­hatte bulunurdu. Bir adam kendisine: "Ey Ebu Abdurrahman! İsterdim ki, bize her gün vaaz ve nasihatte bulunasın!" diye söyledi. Bunun üzerine Ab­dullah bin Mes'ud şöyle söyledi:[273]

"Benim bunu yapmama engel olan şey sizi bıktırmaktan kokmamdır. Bu yüzden Resulullah (a.s)'m bizi bıktırma endişesiyle bize belli aralıklarla vaaz ve nasihatte bulunduğu gibi, ben de size böyle belli aralıklarla vaaz ve nasi­hatte bulunuyorum."

Tirmizi ve Buhari muhtasar olarak Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un şöyle söy­lediğini rivayet etmişlerdir:

"Resulullah (a.s), bizi bıktırma endişesiyle bize belli aralıklarla vaaz ve nasihatte bulunurdu." [274]

Bir başka rivayete göre de ravi şöyle söylemiştir:

"Abdullah (r.a)'ın çıkmasını bekliyorduk. O sırada Yezid bin Muaviye elKufi en-Nehai yanımıza geldi. "Oturmuyor musun?" dedik. "Hayır. Ancak içeri gireceğim. Arkadaşınızı yanınıza çıkaracağım. Eğer bunu yapamazsam, o zaman gelir otururum" dedi. Sonra içeri girdi ve Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un elinden tutarak dışarı çıkardı. Abdullah (r.a.) yanımızda durarak şöyle söyledi:

"Sizin burada bulunduğunuz bana bildirilmişti. Ancak benim sizin ya­nınıza çıkmama engel olan sebep, Resululah (a.s)'ın bizi bıktırma endi­şesiyle belli aralıklarla vaaz ve nasihatte bulunmasıydı."[275]

 

DERSLER VE ÖĞÜTLER

 

Burada bir öğüt ve eğitim anlayışı bulunmaktadır. Vaaz meclislerinde in­sanların durumlarının, ne derece ilgi gösterdiklerinin göz önünde bulundurul­ması, onların vakitlerinin müsait olup olmadığına ve vaaz dinlemeye hazır o-lup olmadıklarına bakılması gerekir. İlim, ona ehil olanlara ve ilgi gösterenle­re verilir. Resulullah (a.s)'ın hayatında ve Rabbani alimlerin eğitimlerinde bu hususlar, sürekli göz önünde bulundurulurdu.

Buhari'nin İkrime'den rivayet ettiğine göre Abdullah bin Abbas şöyle söy­lemiştir:

"İnsanlara cuma günü bir kere konuş. Eğer bu kadarını az görürsen iki konuşma yap. Daha da artırmak istersen üç konuşma yap. İnsanları bu Kur'an-ı Kerim konusunda bıktırma. Kendi aralarında konuşmakta olan bir topluluğun yanına gittiğinde onların konuşmalarını keserek kendinin bir­takım rivayetler anlattığım ve bu yüzden onlara bıkkınlık verdiğini görme­yeyim. Ancak bu gibi durumlarda susmayı tercih et. Eğer senden konuşma­nı isterlerse ve seni dinleme arzuları olursa o zaman konuş. Dua ederken seci yapmaktan (kafiyeli sözler söylemekten) kaçın. Ben Resulullah (a.s) ile ve O'nun ashabı ile bir arada bulundum, onların böyle bir şey yaptıklarını görmedim."

Abdullah bin Mes'ud (r.a) şöyle söylemiştir:

"Bir topluluğa gözlerini sana diktikleri ve kalpleriyle sana meylettikleri sürece konuş. Ama kalpleri senden uzaklaşırsa artak onlara karşı konuşma yapma."

Kendisine: "Bunun (kalplerinin uzaklaştığının) alameti nedir?" diye so­ruldu. Şöyle söyedi:

"Birbirlerine bakıştıklarını ve esnemeye başladıklarım görürsen artık on­lara konuşma yapma."[276]

 

2- Soru sormanın ve bir şeyi öğrenmeye çalışmanın edebi

 

92- Buhari, Abdullah bin Ömer (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiş­tir[277]

"Resulullah (a.s)'ın yanında bulunuyorduk. Resulullah (a.s): "Bana Müs-lümana benzeyen ağacın ne olduğunu bildirin. Bu ağacın yaprakları dökül­mez ve vallahi her an meyvesini verir" diye söyledi. Bu ağacın hurma ağacı olacağı içime doğdu. Ancak Hz.Ebu Bekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a)'in konuş­madıklarını gördüm, dolayısıyla konuşmak istemedim. Oradakiler bir. şey söylemeyince Resulullah (a.s): "Bu hurma ağacıdır" diye buyurdu. Kalktı­ğımızda Hz. Ömer (r.a)'e: "Ey babacığım! O ağacın hurma ağacı olacağı içime doğmuştu" dedim. Bunun üzerine: "Peki seni konuşmaktan (yani cevap vermekten) alıkoyan neydi?" dedi. "Sizin bir şey konuştuğunuzu görme­dim, bu yüzden konuşmak veya bir şey söylemek istemedim" dedim. O da: "Onu söylemiş olman benim için şöyle şöyle yapmandan daha sevimli olur­du" dedi."

Bir rivayette de İbni Ömer (r.a)'in şöyle söylediği bildirilmiştir:

"İnsanlar çevredeki ağaçların adlarını saymaya başladılar, benimse bu ağacın hurma ağacı olacağı içime doğdu."[278]

Bir başka rivayette ise şöyle söylediği bildirilmiştir:

"Resulullah (a.s)'ın yanında oturmakta olduğumuz bir sırada bir hurma salkımı getirildi. O sırada Resulullah (a.s) : "Ağaçlardan öyle biri vardır ki, Müslüman gibi bereketlidir" diye buyurdu. O'nun bu sözü ile hurma ağacını kasdettiğini düşündüm ve "bu hurma ağacıdır" demek istedim. Ancak bak­tım, benim, on kişinin onuncusu ve içlerinde en küçük yaşlısı olduğumu gördüm. Bu yüzden sustum. Resulullah (a.s) da daha sonra: "Bu hurma ağacıdır" diye buyurdu." [279]

 

Bir Açıklama

 

Bu rivayet, bir ilim adamının arkadaşlarının ilmi seviyelerini öğrenmek a-macıyla onlara sorular sormasının caiz olduğuna işaret etmektedir.

Muaviye (r.a)'den rivayet edildiğine göre de Resulullah (a.s) mugalata yapmaktan, laf karıştırmaktan nehyetmiştir.

Evza'i mugalata yapmanın soru sorma şekillerinin en fenalarından oldu­ğunu söylemiştir. Mugalata yapmak, bir ilim adamının seviyesini düşük gös­termek ve onun görüşlerinin basite alınmasına sebep olmak amacıyla ona, ha­taya düşülmesi ihtimali kuvvetli olan zor meseleleri sormaktır.

Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un "Sizi muhakemesi zor olan meselelerden sakındırırım" diye söylediği rivayet edilmiştir. Bu sözü ile ince ve kapalı me­seleleri kasdetmekteydi. Bu gibi meselelerle uğraşmaktan sakındırmıştır. Çünkü bunlarla uğraşılmasının dini açıdan bir yaran yoktur. Bu gibi mesele­lerde gündeme getirilen şeyler, gerçekleşmesi pek mümkün olmayan şeyler­dir.

Bir kimsenin öğrenmeye ihtiyacı olmayan bir şeyi sorması mekruhtur. An­cak ihtiyaç doğduğu zaman sormasında bir mahzur yoktur. Bu konuda Hz. Ömer (r.a)'den nakledilen bir rivayet örnek olarak ele alınabilir. "Hz. Ömer (r.a), Abdullah bin Abbas (r.a)'ın diğerlerine üstünlüğünü ortaya çıkarmak istediğinde, yüce Allah'ın; "Allah'ın yardımı ve fethi geldiği zaman, Rabb'i-ni hamd ile teşbih et ve O'ndan mağfiret dile!" sözü ile ilgili soru sordu. Bazıları: "Yüce Allah bize bu sözü ile kendisinin yardımı ve fetih geldiğinde kendisine hamdetmemizi ve mağfiret dilememizi emrediyor" dediler. Bazı­ları "Burada ne kastedildiğini bilmiyoruz" dediler. Bazıları da hiç bir şey söy­lemediler. Bunun üzerine Hz.Ömer (r.a), Abdullah bin Abbas (r.a)'a: "Sen ne diyorsun?" diye sordu. O da şu cevabı verdi: "Ben derim ki, yüce Allah bu ayeti kerimesi ile Resulullah (a.s)'ın vefatının yaklaştığını haber vermiştir". Hz. Ömer (r.a) de: "Bunun hakkında ben de senin bildiğinden farklı bir şey bilmiyorum" diye söyledi."

Rivayete göre "bir adam Ubey bin Ka'b (r.a)'a biraz karışık bir mesele sor­du. O da: "Böyle bir şey oldu mu?" diye sordu. Adam "Hayır" cevabmı verdi.

Bunun üzerine Ubeyy (r.a): "O halde böyle bir şey ortaya çıkıncaya kadar ba­na müsaade et!" diye söyledi [280]

 

93- Buharı ve Müslim, Amir bin Sa'd bin Ebi Vakkas (r.a)'tan, o da ba­basından rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[281]

"Müslümanların içinde Müslümanlara karşı en büyük suç işleyen kimse, daha önce haram edilmemiş bir şeyi sorup bu sorusu yüzünden o şeyin ha­ram kılınmasına sebep olan kimsedir." [282] 

 

DERSLER VE ÖĞÜTLER

 

Beğavi şöyle söylemiştir:

"Soru sormanın ikî şekli bulunmaktadır. Birinci şekli, dini konularda ih­tiyaç duyulan bir meselenin açıklanmasını istemek ve onu öğrenmek ama­cıyla olandır. Yüce Allah bir ayeti kerimesinde de şöyle buyuruyor:

"Biliyorsanız zikir (kitap) ehline sorun)[283]

"Eğer sana indirdiğimizden kuşkuda isen senden önce kitap okuyanlara sor."[284]

Sahabiler Resulullah (a.s)'a çok çeşitli meseleleri sormuşlardır. Yüce Al­lah da onların sordukları şeylerin açıklamalarına Kur'an-ı Kerim'inde yer vermiştir. Bu tür açıklamaların bazılarında şöyle buyurulmaktadır:

"Sana hilaller hakkında soruyorlar. De ki: "Onlar, insanlar açısından ve hacc mevsimimin belirlenmesi için belli zaman ölçüleridir."[285]

"Sana bir de ay halinden soruyorlar. De ki: "O bir eziyettir. Ay hali gör­mekte oldukları sırada kadınlarınızdan uzak durun ve temizleninceye ka­dar kendilerine yaklaşmayın."[286]

"Sana ganimetlerden soruyorlar. De ki: "Ganimetler Allah'ın ve peygam-berinindir."[287]

Sorunun ikinci şekli ise sırf tekallüf amacıyla, yani bir şey sormuş olmak için sorulanıdır. Bu tür soru sorulması ise mekruhtur. Şeriatın bu gibi soru­lar soranlara cevap vermemesi onları azarlama ve tenkid anlamı taşır. Ce­vap verildiği zaman da verilen cevap bir ceza niteliğinde olmuş ve onlara karşı sert davranılmıştır.

Yukarıdaki hadisi şerifte kastedilen soru şekli işte bu şekildir. İsrailoğul-ları kesmeleri istenen ineğin özellikleri ile ilgili sorularında İşin çok ince­sine kadar indiler. Oysa kendilerine önceden verilmiş olan emirde bu tür in­celikleri araştırmaları istenmemişti. Onlar çok incelikleri sorduklarından dolayı yüce Allah da işlerini zorlaştırdı.

Sufyan bin Uyeyne'nin, Amr bin Dinar'dan, onun da Ubeyd bin Umeyr1-den rivayetine göre Ubeyd bin Umeyr şöyle söylemiştir:

"Allah bazı şeyleri helal, bazı şeyleri de haram kıldı. Helal kıldığı helal, haram kıldığı da haramdır. Hakkında herhangi bir açıklamada bulunmadığı şeyler ise geçilmiştir."

Sufyan şöyle söylemiştir: "O, bu açıklaması ile şu ayeti kerimenin anla­mına işaret etmekteydi. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeylerden sor­mayın. Eğer bu şeylerden Kur'an'ın indirilmekte olduğu sırada sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetti. Allah bağışlayıcıdır ve yumuşak davra­nandır."[288]

Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet edildiğine göre, Abdullah bin Ömer (r.a)'e bir şey hakkında soru soruldu. 0 da "bilmiyorum" dedi, sonra da şöy­le söyledi: "Siz, bizim sırtımızı cehenneme ulaşmak İçin kullanmak ve "Ab­dullah bin Ömer bize böyle fetva verdi" demek mi istiyorsunuz?"[289]

Bu tutum Resulullah (a.s) zamanında izlenen tutumdu. Günümüzde ise gelişmeler doğrultusunda fetvaların belirlenmesine ihtiyaç olmaktadır. Ancak bizim yukarıdaki hadisi şeriften bir edep ölçüsü çıkarmamız gerekiyor. Şöyle ki: Bir insanın pratik hayatında kendisini bağlayacı nitelikte çok fazla soru sormaması gerekir. Bunun gibi yöneticilere gerek kendi açısından gerekse di­ğer insanlar açısından çeşitli sıkıntılara yol açacak sorular sormamalıdır. [290]

 

94- Hakim'in Şu'be'den, onun da Ziyad bin Alaka'dan rivayetine göre Zi-yad bin Alak, Usame bin Şerik'in şöyle söylediğini duymuştur:[291]

"Resulullah (a.s)'ın yanına gittim. Sahabileri yanında, adeta başlarında kuşlar varmış gibi oturuyorlardı. Selam verdim, oturdum. Sonra bedeviler gelip sorular sormaya başladılar. Hatta "Tedavi olacak mıyız?" diye sorular bile sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Tedavi olun. Çünkü yüce Allah herhangi hastalık vermiş ise onun mutlaka ilacını da vermiştir". Bedeviler daha sonra başka konularda da so­rular sordular. Sonunda Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Ey Allah'ın kullan! Allah zorluğu ortadan kaldırmıştır. Ancak bir adam kendisine haksızlıkla bir şeyi prensip edinir, işte bu zorluk ve helak sebebi olur." [292]

 

95- Buharı ve Müslim, şöyle rivayet etmişlerdir:[293]

"Muğire bin Şu'be (r.a), Muaviye (r.a)'ye yazı yazarak Resulullah (a.s)'m insanları dedikodudan, malı boşa zayi etmekten ve fazla soru sormaktan nehyettiğini bildirdi."

Kişinin kendini ilgilendirmeyen bir konuda çok soru sorması nehyedilmiş-ür. Oncak kendisini ilgilendiren konuda sorular sorması istenen bir şeydir. İ-lım öğrenmek isteyen bir kimsenin yapması arzulanan da budur. İlim öğrencisi, ilmin gerçeğine ancak çok soru soran bir dil ve iyi kavrayan bir kalp ile u-laşabilir. [294]

 

96- Resulullah (a.s), Eşlem kabilesinden olan Ebu Firas'ın şöyle söy­lediğini rivayet etmiştir:[295]

"Resulullah (a.s) bîr gün "Bana istediğiniz konuda soru sorun" diye bu­yurdu. Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! Babam kimdir?" diye sordu. Resulul­lah (a.s) da: "Baban senin kendisine nisbet edildiğin filanca kişidir" diye bu­yurdu. Sonra bir başka adam: "Ben cennetlik miyim?" diye sordu. Resulul­lah (a.s) da: "Cennetliksin" diye buyurdu. Ardından bir başka adam: "Ben cennetlik miyim?" diye sordu. Resulullah (a.s): "Cehennemliksin" diye bu­yurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a): "Allah'ı Rabb olarak tanıdık, buna razı olduk" diye söyledi."

Bir Açıklama

Bu hadisin bütün rivayetlerim bir arada değerlendirdiğimiz ve Hz. Ömer (r.a)'in sondaki "Allah'ı Rabb olarak tanıdık, buna razı olduk" sözünü göz ö-nünde bulundurduğumuz zaman, Resulullah (a.s)'ın "Bana istediğiniz konuda soru sorun" sözünü kızgınlık halinde söylediğini anlarız. Resulullah (a.s) bu sözünü, soru soranlara tepki olarak söylemiştir. Buradan anlaşıldığına göre soru soran kişinin soracağı soru için uygun ortamın oluşmasını beklemelidir. [296]

 

97- Buhari ve Müslim, Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[297]

"İnsanlar soru sorma işini o kadar ileri götürecekler ki, "Şu Allah her şe­yi yarattı, peki Allah'ı kim yarattı?" diye bile soracaklar."

Yine Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet edildiğine göre Resulullah (a.s) şöy­le buyurmuştur:

"Şanı yüce olan Allah şöyle buyurdu: "Senin ümmetin "Bu nedir? Bu nedir?" diye sorup duracaklar. Hatta işi o kadar ileri götürecekler ki "Şu Al­lah her şeyi yarattı, peki şanı yüce olan Allah'ı kim yarattı?" diye soracak­lar."[298]

Ebu Hureyre (r.a)'den merfu olarak rivayet edildiğine göre de Ebu Hureyre (r.a) şöyle söylemiştir:

"İnsanlar size ilim konusunda soru sorup duracaklar. Hatta "Şu Allah herşeyi yarattı, peki Allah'ı kim yarattı?" diye bile soracaklar." Ebu Hureyre (r.a) bu sözü bir adamın elinden tutarak söyledi ve ardından şunu ekledi:

"Allah ve Peygamber'i doğru söyledi. Bana bunu daha önce iki kişi sor­muştu, şu da üçüncüleri!"[299]

Bir başka rivayette de şöyle denilmektedir:

"Şeytan size gelerek "Şunu kim yarattı? Şunu kim yarattı?" diye sorar du­rur. Hatta: "Rabb'ini kim yarattı?" diye bile sorar. Biri bu noktaya geldiğinde Allah'a sığınsın ve soru sorma işini bitirsin."[300]

 

98- Ebu Davud'dan bunun bir benzeri rivayet edilmiştir. Onun rivayetine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:[301]

"Böyle söyledikleri zaman siz de şöyle söyleyin: "Allah birdir. O sameddir (hiç bir şeye ihtiyacı yoktur; her şeyden uludur) Doğurmamış ve doğurul-mamıştır. Hiç bir varlık Ona denk olmamıştır.". Sonra sol tarafına üç kere tükürsün ve şeytanın şerrinden Allah'a sığınsın."

Bir başka rivayette de şöyle denilmektedir:[302]

"insanlar soru sorma işini o kadar ileri götürecekler ki, "Bütün bunlar Al­lah'ın yarattıkları, peki, Allah'ı kim yarattı?" diyecekler. Kim bu gibi bir şey­le karşılaşırsa "Ben Allah'a ve Peygamberine iman ettim" diye söylesin."

İlim adamları şöyle söylemişlerdir:

"Bu, kişinin kalbine herhangi bir tereddüt doğmaması ve felsefeye dal­mak düşüncesi hakim olması durumu için söz konusudur. Aksi durumda kalbine doğan tereddüdü gidermek ve kesin bir bilgiye kavuşmak amacıyla ilim sahiplerine soru sorması gerekir. İlim adamlarının da bu gibi sebepler­den dolayı soru soranların sorularını cevaplandırmaları şarttır." (Vehbi) [303]

 

99- Darimi, Süleyman bin Yesar (r.a)'dan rivayet etmiştir:[304]

"Bir adam Medine'ye geldi. Kur'an-ı Kerim'deki müteşabih ayetler hak­kında sorular sormaya başladı. Hz.Ömer (r.a) ona bir adam gönderdi. Gel­diğinde "Sen kimsin?" diye sordu. Adam: "Ben Abdullah Sabiğ'im" ceva­bını verdi. Bunun üzerine Hz.Ömer (r.a) çubuğu eline alarak "Ben de Al­lah'ın kulu Ömer'im" dedi ve adamı dövmeye başladı. Adamın kafasından kan akıncaya kadar dövdü. Sonunda adam: "Ey müminlerin emiri! Artık yeter. Kafamda bulduğum şey (kafamı kurcalayan şey) gitti" diye söyledi." [305]

 

DERSLER VE ÖĞÜTLER

 

Şevkani, Kur'an-ı Kerim'in muhkem ve müteşabih ayetleri ile ilgili olarak şu açıklamada bulunmuştur:

"Bil ki, yüce Allah'ın kitabında her iki türden ayeti kerimelerin bulun­ması arasında bir fark yoktur. Çünkü yüce Allah bir ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:

"Sana Kitab'ı indiren O'dur. Ondaki bir kısım ayetler Kitab'ın temelini oluşturan kesin anlamlı ayetlerdir. Diğerleri ise müteşabih (birden fazla an­lama gelebilen) ayetlerdir."[306]

Muhkem ile müteşabihin tarifi konusunda değişik görüşler ileri sürül­müştür. Muhkem ayetlerin nasıl bir anlama işaret ettiği açık olan ayetler olduğu, müteşabih ayetlerin ise nasıl bir anlama delalet ettiği tam açık bir Şekilde anlaşılmayan ayetler olduğu söylenmiştir. Mücmel ve müşterek an­lamlı ayetler de buna göre müteşabih ayetlerin arasına girmektedir. Bir başka açıklamaya göre ise muhkem ayetler anlamları açık olan, müteşabih ayetler ise anlamlan açık olmayan ayetlerdir. Bu açıklama da birinci açıklamaya benzemektedir ki, bu açıklamaya göre de belirtilen nitelikteki ayetler de mü­teşabih ayetlerin arasına girmektedir. İki tarif arasındaki fark sadece şudur: Birinci tarifte anlam ile birlikte ayetler neye delalet ettiklerinin açık olup ol­mamasına göre değerlendirilmiş, ikinci tarifte ise sadece anlam yönünden ele alınmışlardır.

Muhkem ayetlerle kastedilen ayetlerin, anlamlan gerek açıkça ve gerekse te'vil yoluyla anlaşılabilen ayetler olduğu, müteşebih ayetlerin ise ne anla­ma geldiğine dair bilgiyi yüce Allah'ın kendi zatına Özel kıldığı ayetler oldu­ğu da söylenmiştir.

Bir başka açıklamaya göre ise muhkem ayetler yalnız bir anlama gelenler, müteşabih ayetler ise birden fazla anlama gelmeleri mümkün olanlardır. Muhkem ayetlerin farz hükümleri bildiren, gelecekte olacaklar hakkında bilgi veren ve insanlan azap ile korkutan ayetler olduğu, müteşabih ayetle­rin ise kıssalar veren ve çeşitli örnekler üzerinde duran ayetler olduğu da söylenmiştir. Yine muhkem ayetlerin neshedici ayetler, müteşabih ayetlerin ise neshedilmiş (mensuh) ayetler olduğu da söylenmiştir.

Bir başka açıklamaya göre ise muhkem ayetler anlamlan akıl yoluyla an­laşılması mümkün olanlar, müteşabih ayetler ise anlamlan akıl yoluyla an­laşılmayanlardır. Muhkem ve müteşabih konusunda bunun dışında da değişik açıklamalarda bulunulmuştur."[307]

Bazıları da şöyle söylemişlerdir:

Muhkem olan, dil yönünden ve taşıdığı anlam yönünden öncelikle anlaşıl-' ması gereken (racih) anlama göre açıklanandır. Müteşeabih ise mercuh anla­ma göre (yani ifadeden çıkan anlama göre değil de yan unsurlann devreye so­kulması ile ortaya çıkan anlama göre) açıklanabilendir. Bu anlama göre açık­lanırken, ifadenin sözlük yönünden taşıdığı anlama göre alınamayacağına ve mutlaka te'vile başvurulması gerektiğine dair akli bir delile dayanılarak başka bir anlama göre açıklama yapılır. Bu konuda Zerzur'un 'Müteşabihu'l-Kur'an' adlı eserinin 15. sahifesinden itibaren başlayan açıklamalara bakınız.

Müteşabihin tanımlamasında görüş ayrılığı, hangi ayetlerin müteşabih sa­yılabileceği ve hangilerinin sayılamayacağı konusunda da görüş ayrılığına se­bep olmuştur.

Beğavi şöyle söylemiştir:

"Muhkem ayetlerin görünen (zahiri) anlamına bakılarak taşıdığı ifade ile neyin kastedildiği anlaşılan ayetler olduğu söylenmiştir.

Müteşabihe gelince; onun hakkında değişik açıklamalarda bulunulmuş­tur. Bu açıklamalardan birinde Hattabi ve bir cemaat şöyle söylemiştir:

"Müteşabih, anlamı net olmayandır. Bu itibarle müteşabih olan ayatlerin metinlerinden anlamlan çıkarılamaz. Bunun ise iki türü bulunmaktadır. Birinci tür, muhkem ayetlerle birlikte ele alındıklarında, anlamlan anlaşıla­bilenleridir. İkinci gurup, kendileri île neyin kastedildiğini, gerçek anlam­larının ne olduğunu tam olarak anlamaya bir yol olmayanlandır. Bu türden olanlann tam anlamlarını Allah'tan başkası bilemez. İşte kalplerinde tered­düt olanlann peşlerine düştükleri müteşabih ayetler, bu türden olanlardır. Onlar bu tür ayetleri te'vil etmek için uğraşırlar. Kader ve Allah'ın iradesine iman konusu, bu türdendir. Allah'ın sıfatlan ile ilgili ilim ve benzeri konu­lar böyledir. Bizden bu gibi konulara girerek ibadette bulunmamız istenme­miştir. Bu konuların incelikleri de bize açıklanmamıştır. Bu konulara giren kimse, fitne çıkarma amacı taşıyan bir kimsedir. Çünkü bu konulara dalan bir kimse, kendini tatmin edecek bir noktaya ulaşamaz. Fitne ise, açık olma­yan yorumlarda ileri gitmektir.[308]

 

100- Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'nin merfu olarak şöyle söy­lediğini rivayet etmişlerdir:[309]

"Üzerinde durmayıp geçtiğim şeyleri bana bırakın. Sizden öncekiler çok soru sormalan ve peygamberleri ile görüş aynlığına düşmeleri sebebiyle he­lak olmuşlardır. Sizi bir şeyden nehyettiğim zaman ondan sakının, size bir şeyi emrettiğim zaman da gücünüz yettiğince onu yerine getirmeye çalışın."

Hakim'in, A'mes'ten, onun Şakik'ten, onun da Abdullah'tan rivayetine göre Abdullah şöyle söylemiştir:

"Bir adam bana bir konuda soru sordu ne diyeceğimi bilemedim. Şöyle söyledi:

"Son derece edepli, hareketli, cihad konusunda oldukça gayretli ancak "E-mirlerimiz (yöneticilerimiz) bizden güç yetiremeyeceğimiz şeyler istiyor­lar?" diyen bir kimse hakkında ne düşünürsünüz?" Ben de şu cevabı ver­dim:

"Vallahi, ben sana ne diyeceğimi bilmiyorum. Ancak biz Resulullah (a.s) ile birlikte bulunduğumuz sürece mümkün mertebe, O bize neyi emretse yapıyorduk. O'nun dünyanın tozları karşısındaki durumunu bir su arkının durumuna benzetiyorum. Bu arktan akan suyun durulan içilmiş geriye bu­lanıkları kalmıştır. Sizden biri Allah'a karşı gelmeken sakındığı sürece hayır üzere olacaktır. Eğer gönlünde bir takım farklı düşünceler ve tereddütler doğarsa, bir adamın yanına gider, o gönlüne şifa verir. Allah'a yemin ede­rim siz böyle birini bulamayacak duruma düşebilirsiniz."

Darimi'nin Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet ettiğine göre, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'a bir soru soruldu o da şöyle söyledi:

"Allah'ın Kitab'ı ve Resulullah (a.s)'ın sünneti ile ilgili olarak bize her­hangi bir soru sorarsanız, cevap alırsınız. Sizin kendi uydurduklarınıza ise

cevap verme gücümüz yoktur." [310]

 

3- Öğretileni iyi alma, iyi öğretme ve güzel müzakerede bulunma

 

101- Buhari, Hz.AIi bin Ebi Talib (r.a)'den rivayet etmiştir:[311]

"insanlara anlayacakları şeyleri konuşun. Allah'ın ve Peygamber'inin ya­lanlanmasını mı istiyorsunuz?" [312]

 

102- Buhari, Abdullah bin Ebi Muleyke (r.a)'den rivayet etmiştir:[313]

"Hz. Aişe (r.a) ne zaman anlamadığı bir şeyi duysa, onu anlayıncaya ka­dar üzerinde dururdu." [314]

 

103- Taberani, Ebu Umame (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:[315]

"Resulullah (a.s) konuşurken, (bazen) anlaşılması için bir şeyi üç kere tekrar ederdi." [316]

 

104- Ahmed bin Hanbel, Ebu Umame (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Kureyş'in gençlerinden biri: "Ey Resulullah (a.s)! Bana zina yapmam için izin ver" [317]dîye söyledi. Bunun üzerine insanlar o gencin etrafına topla­nıp ittiler. Resulullah (a.s) ise: "Onu bana yaklaştırın" diye buyurdu. Genç, Resulullah (a.s)'a yaklaştı. Resulullah (a.s) kendisine: "Annene böyle yapıl­masını ister misin?" diye sordu. Genç : "Hayır, vallahi! Allah beni sana feda eylesin!" cevabını verdi. Bunun üzerine Resulullah (a.s): "Diğer insanlar da annelerine böyle yapılmasını İstemezler" diye buyurdu. Daha sonra aynı sözleri kızı, kızkardeşi, halası, teyzesi için de söyledi. Her keresinde: "Filancana da böyle yapılmasını ister misin?" diye soruyor; o da "Hayır, vallahi! Allah beni sana feda eylesin!" cevabım veriyordu. Resulullah (a.s): "Diğer insanlar da böyle yapılmasını istemezler" diye söylüyordu. Daha sonra Resu­lullah (a.s) elini o gencin üzerine koydu ve şöyle buyurdu:

"Ey Allah'ım, bunun günahını bağışla, kalbini temizle, hayasını koru." O gencin daha sonra söz konusu fenalıklardan herhangi bir şeye iltifat ettiği görülmedi." [318]

 

105- Taberani, Evsafta Abdullah bin Ömer (r.a)'in şöyle söylediğini ri­vayet etmiştir:[319]

"Ben ömrümün belli bir süresini yaşadım. Bizden birine Kur'an-ı Ke-rim'den önce iman verilirdi. Hz.Muhammed (a.s)'e bir sure indirildiğinde, onun helal kıldığını, haram kıldığını ve O'nun bildirdiklerinden ne üze­rinde durmamız gerektiğini öğreniyorduk. Bizim Kur'an-ı Kerim'i öğren­memiz, sizin öğrenmeniz gibi değildi. Daha sonra gördüm ki, bazı adamlara İmandan önce Kur'an-ı Kerim veriliyor. Kitab'ın Fatiha Suresi'nden sonu­na kadar tamamını, neyi emrettiğini, neyi yasakladığını ve neyin üzerinde durulmasını istediğini bilmeden okuyor. Onu hurma taneleri saçar gibi sa­çıyorlardı." [320]

 

106- Taberani, Fudale bin Ubeyd (r.a)'den rivayet etmiştir:[321]

"Fudale bin Ubeyd'in yanına arkadaşları geldiğinde şöyle söylerdi:

"Ders yapın, ilmi yayın, siz (ilminizi) artırın ki, Allah da sizin iyiliğinizi artırsın ve sizi hem kendisi sevsin hem de sevdiklerine sevdirsin. Meselele­ri bize arzedin. Bunun sonuncusunun ecri, ilkincisinin ecri gibidir. Sözle­rinizin arasına istiğfar sözünü de karıştırın." [322]

 

107- Taberani, Ebu Nadra (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmiştir: "Ebu Sa'id şöyle derdi:[323]

"Hadis rivayet edin (veya müzakere babından konuşun), hadisler birbirle­rini hatırlatır." [324]

 

108- Hakim, Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a)'den rivayet etmiştin "Hadis müzakere edin.[325] Eğer bunu yapmazsanız onun etkisi kaybolur." [326]

 

109- Hakim, Abdullah (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[327]

"Hadis müzakere edin. Hadisin müzakere edilmesi, hayatının sürmesi demektir." [328]

 

110- Darimi, Kesir Murre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[329]

"Hikmet ehline asılsız şeyler söyleme, sana kızarlar. Anlayışı kıt insanla­ra da hikmetli şeyler söyleme, seni yalanlarlar. İlmi, ona ehil kişilerden alıkoyma, günah işlemiş olursunuz. Onu, ehil olmayan kişiye de verme ca­hillik etmiş olursun. Malından dolayı senin üzerinde hak olduğu gibi il­minden dolayı da üzerinde hak vardır." [330]

 

4- İlim ve ilim adamlarının meclislerinde bulunma ve buralarda bulunmanın edebi.

 

111- Hakim, Ebu Sa'id (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[331]

"Resulullah (a.s)'ın sahabileri bir yerde oturduklarında, sözleri fıkıh üze­rindeydi. Ancak içlerinden birinin bir sure okuması veya birilerinin bir sure okunmasını istemesi durumunda bu söz kesilirdi." [332]

 

112- Hakim, Yezid bin Umeyre (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Muaz bin Cebel (r.a) ölmek üzere olduğu sırada etrafındakiler kendisine: "Ey Ebu Abdurrahman, bize vasiyette bulun" dediler. O da "Beni oturtun" dedi sonra şöyle söyledi:[333]

"ilim ve iman, yerlerindedir. Onları arayan bulur." Bu sözü üç kere tek­rar etti sonra şöyle söyledi: "İlmi dört kişinin yanında arayın: Uveymiş, Ebu Derda, Selmanı Farisi, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un yanında. Bir de Abdullah bin Selâm'ın yanında. Ben Resulullah (a.s)'ın onun hakkında şöyle buyurduğunu duydum: "O, cennetteki on kişinin onuncusudur."

Rivayetlerde, iman ve ilmin nerede olduğuna dair bir kanaat edilince, Müs-lümanın oraya giderek bunları araştırmasının gerektiğine işaret edilmektedir. [334]

 

113- Hakim, Bureyde (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[335]

"Biz Resulullah (a.s)'m yanında oturduğumuz zaman, kendisine olan hürmetimizden dolayı başlarımızı kaldırmazdık." [336]

 

114- Hakim, Abdurrahman bin Kurt (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Mescid'e girdim. İçerde bir halka vardı, halkadakilerîn adeta başlan ke­silmiş gibiydi. İçlerinden birisi kendilerine konuşuyordu. Baktım o kişi, Hu-zeyfe (r.a) idi ve şöyle diyordu:

"İnsanlar Resulullah (a.s)'a iyilikler hakkında sorular soruyorlardı. Bense fenalıklar hakkında soru soruyordum..."[337]

Hadis böyle devam ediyor, ancak biz sadece baş tarafını vermekle yetini­yoruz. [338]

 

115- Hakim, Selman (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmiştir:[339]

"Bir topluluk toplanmış Allah'ı zikrediyorlardı. Resulü İlah (a.s) yan­larından geçti. Sonra onların yanına varmak amacıyla kendilerine doğru git­ti ve İyice yanlarına yaklaştı. Toplananlar Resulullah (a.s)'a hürmet olsun diye konuşmalarını kestiler. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Siz ne diyordunuz? Ben üzerinize rahmetin indiğini gördüm de onun için bu konuda size katılmak istedim." [340]

 

116- Hakim, Cabir bin Abdullah (r.a)'tan şu şekilde rivayet etmiştir:[341]

"Cabir bin Abdullah (r.a) "Allah'a, Peygamber'e ve sizden olan emir sa­hiplerine itaat edin" ayeti kerimesindeki "emir sahipleri" ile kastedilenlerin fıkıh ve hayır ehli kimseler olduklarını söylemiştir."

Yine Abdullah bin Abbas (r.a)'tan rivayet edildiğine göre, o da "sizden o-lan emir sahipleri" diye kastedilenlerin "fikıh ehli ve dinde Önder kimseler" ol­duklarını ve yüce Allah'ın bunlara itaati vacip kıldığını söylemiştir: [342]

 

 

5- Tekellüfe girmemek de edeptendir

 

117- Buhari, Enes bin Malik (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[343]

"Hz. Ömer (r.a)'in yanında bulunuyordum. Onun şöyle söylediğini duy­dum:

"Biz tekellüften (kuruntudan, boş yere laflar düzerek kendini göstermeye çalışmaktan) nehyolunduk."

Sözü eğip bükmekten ve vaaz verirken kuruntulara girmekten kaçınmak, bu edebin bir gereğidir. Ancak bu edep, bir meseleyi etraflıca ortaya dökmek­ten kaçınmayı gerektirmez. [344]

 

6- Başkasını izlemenin edebi

 

118- Taberani, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:[345]

"İçinizden birisi, bir başkasını, o iman ettiğinde iman edecek, o küfre sap­tadığında da küfre sapacak şekilde izlemesin. Eğer mutlaka birilerini izleme­niz gerekiyorsa ölmüş birini izleyin. Yaşayan birinin fitneye düşmesinden emin olunamaz." [346]

 

7- Alçakgönüllülük ve Allah korkusu, ilim sahiplerinin edeplerindendir

 

119- Darimi, Asım bin Damre (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Asım bin Damre, bazı insanların Said bin Cubeyr'i izlediklerini gördü ve şöyle söyledi:[347]

"Zannediyorum o, bunları bundan nehyetti ve şöyle söyledi: "Sizin şu yaptığınız veya sizin şu yürüyüşünüz, uyan için bir aşağılık, uyulan için de fitnedir." [348]

 

120- Dar i m i, Bestam bin Müslim (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Muhammed bin Şirin, birisi yanında yürüdüğünde ona dönerek: [349]"Bir ihtiyacın var mı?" der. Bir ihtiyacının-olması durumunda onu karşılardı. Eğer adam yine onunla birlikte yürümeye devam ederse tekrar: "Bir ihtiya­cın var mı?" diye sorardı." [350]

 

121- Dar i mi, İbrahim (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[351]

"Onlar (geçmiş ilim adamları), izlerinden gidilmesinden hoşlanmazlar­dı." [352]

 

122- Darimi, Hasan (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Abdullah bin Mes'ud (r.a) yürüyordu, insanlar da onun izinden gidiyor­lardı. [353]Bunun üzerine şöyle söyledi:

"Benim izimden gelmeyin. Vallahi eğer, kendisine kapımı kapatacağımı bilseydi, bir tek kişi ardımdan gelmezdi." [354]

 

123- Darimi, Salih (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Sadi'nin şöyle söylediğini duydum:[355]

"isterdim ki, ilmimin benim lehime de aleyhime de olmayacak miktarı ile yetinip kalanından kur tul saydım." [356]

 

124- Darimi, Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a)'den rivayet etmiştin "Gerçek anlamıyla fakih, insanların[357] Allah'ın rahmetinden ümit kesme­lerine, azabından emin olmalarına sebep olmayan ve Allah'a isyan olan iş­lerde onlara ruhsat vermeyen kimsedir. Bilgisizce yapılan ibadette bir hayır yoktur. Anlayıştan uzak bilgide de bir hayır yoktur. Düşünmeden okumakta da bir hayır yoktur." [358]

 

8- Sünnetlerle ilgili ilim ve hadis rivayet etmenin edepleri

 

125- Taberani, Humeyd (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Enes bin Malik (r.a) ile bulunuyorduk. Şöyle söyledi:[359]

"Vallahi, bizim Resulullah (a.s)'tan rivayet ettiklerimizin tümü, bizzat Ondan duyduğumuz şeyler değildir. Ancak biz birbirimizi yalanlayacak de­ğiliz." [360]

 

126- Hakim, Berra (r.a)'nın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Bizim hepimiz, Resulullah (a.s)'m hadislerini duymuş değiliz.[361] Mal mülkümüz, meşguliyetimiz vardı. Ancak insanlar o zaman yalan konuş­mazlardı. Dolayısıyla Resulullah (a.s)'m sohbetinde bulunan, bulunmayana bildirirdi."

Bu, sahabilerin tümünün adil oldukları ve bir şeyi direkt kendilerinin duy­muş olmamalarının rivayet açısından bir mahzur oluşturmayacağı konusunda delildir. [362]

 

127- Ahmed bin Hanbel, Berra (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Bütün hadisler, bizzat Resulullah (a.s)'tan[363] duymuş olduğumuz şeyler değildir. Bizi deve otlatma işi meşgul ediyor, sahabileri bize O'ndan riva­yette bulunuyorlardı." [364]

 

128- Taberani, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir: "İnsanlar kendilerine, Hz. Muhammed (a.s)'in ashabından ve kendi bü­yüklerinden ilim geldiği sürece salih ve dine bağlı olurlar. Ancak aşağı dere­cede olanlarından kendilerine ilim geldiğinde helak olurlar."[365]

Bu söz, rivayetleri, ileri gelen kimselerden alma gayreti konusunda bir te­mel prensip ortaya koymaktadır. Çünkü bunlar, konulan iyi tesbit etmesini ve nassları yerlerine göre değerlendirmesini bilirler. Bunun yanısıra incelikleri, gerçekleri ve fetva üzerinde etki edecek sebepleri de iyi bilirler. [366]

 

129- Ahmed bin Hanbel» Ebu Humeyd (r.a) ve Useyyid (r.a)'in merfu olarak şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[367]

"Benden kalplerinizin tanıyacağı, kendisi için tüylerinizin ve tenlerini­zin yumuşayacağı ve size yakın olduğunu gördüğünüz bir hadis rivayet edil­diğini duyarsanız, bilin ki, ben ona daha yakınım. Ancak benden kalplerini­zin tanımayacağı, tüylerinizin ve tenlerinizin kendisinden nefret edeceği ve size uzak olduğunu gördüğünüz bir hadis rivayet edildiğini duyarsanız, bi­lin ki, ben ona daha uzağım." [368]

 

Bir Açıklama

 

Bu hadisi şerif, başlı başına bir ilim dalı halini alan hadislerin illetlerinin (zayıf taraflarının) belirlenmesi konusunda temel bir ölçü ortaya koymaktadır. Ancak bu ölçüyü hakkıyla uygulayabilenler, sünneti gerek rivayet yoluyla ge­rekse dirayet (anlama, hüküm çıkarma) yönüyle bilen imamlar, yahut şeriatı gerek rivayet gerek dirayet yönüyle kavrayabilmiş olan müçtehid imamlardır. Bu belirttiğimiz özelliklere sahip olmayan birinin sözkonusu ölçüyü uygulama kabiliyetine sahip olduğunu ileri sürmesi uygun değildir. Eğer böyle bir şey yaparsa, bunun sapıklık kapılarından bir kapı olduğunu bilmesi gerekir.

Sahih bir hadisi inkâr edenin fasık, mütevatir bir hadisi inkâr edenin ise kâfir olduğu söylenmiştir. Bir hadisin sahih olup olmadığını yahut bir hadisin mevzu olup olmadığını, kabul edilip edilemeyeceği konusunda ilme dayanma­dan konuşan kimsenin fısk, sapıklık veya küfür dairesinin içine girmesi tehli­kesinden emin olunamaz. [369]

 

130- Müslim, Mücahid (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[370]

"Buşeyr Adevi, Abdullah bin Abbas (r.a)'ın yanına geldi ve "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu, Resulullah (a.s) şöyle buyurdu" diyerek Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet etmeye başladı. Abdullah bin Abbas (r.a) onun hadis rivayetine kulak asmıyor ve kendisini dinlemiyordu. Bunun üzerine Bu­şeyr: "Ey İbni Abbas! Ne oluyor ki, benim rivayet ettiğim hadisleri dinleme­diğini görüyorum. Sana Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet ediyorum, sense dinlemiyorsun!" dedi. Abdullah bin Abbas (r.a) da şöyle söyledi:

"Bir zamanlar birisi "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu" dediği zaman, biz dört gözle ona doğru bakar ve kulaklarımızı ona dikerdik. Ancak insanlar iyi kötü demeden bütün işlere girişince artık tanıdıklarımızın dışındakiler! kabul etmiyoruz."

Bir başka rivayette ise hadisin son kısmı şöyle geçmektedir:

"Ancak iyi kötü demeden bütün işlere girişmenizden sonra artık hey­hat!.." [371]

 

131- Müslim, Abdullah bin Ebi Muleyke (r.a)'nin şöyle söylediğini riva­yet etmiştir:

"Abdullah bin Abbas (r.a)'a bir mektup yazarak bana bir yazı yazmasını ve benden bir şeyi gizlememesini istedim. O da şöyle söyledi (bildirdi):[372]

"Öğüt veren bir oğul. Ben onun için bazı şeyler seçer de sonra ondan bir şey gizler miyim!". (Ravi) dedi ki: "Daha sonra Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a)'in yargısını (yargı hükümlerinin metinlerini) istedi. Oradan bir şeyler yazmaya başladı. Bazen bir şeyler geçiyor ve "Vallahi Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a) bu şe­kilde hüküm vermiş olamaz. Eğer verdiyse mutlaka hata etmiştir" diyor­du."

Bir başka rivayette ise şöyle denilmektedir:

"Abdullah bin Abbas (r.a)'m yanma gittim. Bana bir yazı yazmasını ve bir şeyi gizlememesini istedim. Abdullah bin Abbas (r.a)'a bir kitap getirildi. Be­raberindeki kişi onun Hz.Ali bin Ebi Talib (r.a)'in yargı hükümleri olduğu­nu söylüyordu. Abdullah bin Abbas (r.a), yanındaki kişiyi yalanladı ve şu ka-darlık kısmım sildi." Sufyan "şu kadarlık kısmı" derken, kolunun dirseğine kadar olan kısmını [373]işaret etti."[374]

Bir başka rivayette şöyle bir fazlalığa yer verilmektedir:

"Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a) bu şekilde asla hüküm vermiş olamaz."

Bu rivayet ve ondan önceki rivayet gerçeği ortaya çıkarma, inceleme ve i-lim sahiplerinin kabul edebilecekleri bir şeyin ne olabileceğini kesin olarak or­taya çıkarma konusunda birer ölçüdürler. [375]

 

132- İbni Mace, Abdurrahman bin Ebi Leyla (r.a)'mn şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[376]

"Zeyd bin Erkam (r.a)'a "Bize Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet et" dedim de şöyle söyledi:

"Biz artık yaşlandık ve unuttuk. Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet etme İŞİ ise ağır bir iştir." [377]

 

133- İbni Mace, Amr bin Meymun (r.a)'dan rivayet etmiştir:

"Hiç bir perşembe akşamını kaçırmadan Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un yanına giderdim. [378]Dinlediğim sözleri arasında "Resulullah (a.s) şöyle buyur­du" dediğini hiç duymazdım. Bir akşam "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu" diye söyledi. Sonra önüne eğildi. Ardından kendisine baktım, ayağa kalk­mıştı. Gömleğinin düğmeleri çözülmüş bir haldeydi. Gözleri yaşla dolmuş ve damarları şişmişti. Sonra şöyle dedi: "Bundan daha kısa veya bundan daha uzun yahut buna yakın ya da buna benzer bir şey de söylemiş olabilir." [379]

 

134- Taberani, Ebu İdris Havlani (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir:

"Ebu Derda (r.a)'nın Resulullah (a.s)'tan bir hadis rivayet ettikten sonra şöyle söylediğini görürdüm.

"Yahut buna benzerini veya anlam itibariyle böyle olan bir söz söyle­mişti."[380]

Bu, kişinin, Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet ederken hataya düşmekten korunmada başvuracağı bir usûldür. [381]

 

135- Ahmed bin Hanbel, Hz. Ali bin Ebİ Talib (r.a)'in şöyle söylediği­ni rivayet etmiştir:[382]

"Size Resulullah (a.s)'tan bir hadis rivayet ettiğim zaman siz onun için en güzel, hidayete en uygun ve takvaya en layık olan şeyi düşünün." [383]

 

136- Darimi, Karaza bin Ka'b (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Hz. Ömer (r.a) bizi Kufe'ye gönderdi. Gönderirken bizi uğurlamak için çıktı ve bizimle birlikte Sırar denilen yere kadar yürüdü. Sofira: "Benim si­zinle birlikte niçin yürüdüğümü biliyor musunuz?" diye sordu. Biz: "Re­sulullah (a.s)'ın sohbetinde bulunmanın ve ensann hakkı için" dedik. O ise şöyle söyledi:

"Bilakis ben sizinle, size rivayet etmeyi istediğim bir hadis için yürüdüm. Sizinle birlikte yürümem dolayısıyla bunun aklınızda kalmasını arzuladım. Siz şimdi gönüllerinde Kur'an-ı Kerim'e karşı arının çıkardığı vızıltı gibi bir vızıltısı olan bir topluluğun yanına gidiyorsunuz. Sizi gördüklerinde boyun­larını size doğru uzatacak ve "Bunlar Muhammed (a.s)'in sahabileridir" di­yecekler. Siz Resulullah (a.s)'tan az rivayette bulunun. Bu konuda ben de si­zin ortağınızım."

Bunu Hakim rivayet etmiştir ve Zehebi de onun rivayetine muvafakat et­miştir. Onun rivayetinin metni ise şöyledir:[384]

"Karaza bin Ka'b'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

"Irak'a gitmek üzere yola çıktık. Hz. Ömer (r.a) de bizimle birlikte Sırar'a kadar yürüdü. Orada abdest aldı ve "Benim sizinle birlikte niçin yürüdüğü­mü biliyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler: "Evet. Biz Resulullah (a.s)'ın ashabıyız, sen de bizimle birlikte yürüdün" dediler. Bunun üzerine şöyle söyledi:

"Şimdi siz Kur'an-ı Kerim'i arı vızıltısı gibi okuyan bir belde halkının yanına gidiyorsunuz. Onları hadislerle meşgul ederek bundan (Kur'an-ı Ke­rim okumaktan) alıkoymayın. Kur'an-ı Kerim'e daha çok ağırlık verin ve Resulullah (a.s)'tan az rivayette bulunun. Hadi devam edin, ben de sizin ortağınızım." Karaza vardığında "Bize hadis rivayet et" dediler. O da: "Ibnİ Hattab bizi nehyetti" diye söyledi."

Ancak Hakim rivayetinde "Onlara karşı hadis rivayet etmekle işe başla­mayın ki, sizi bununla meşgul etmesinler" denmektedir. Tezkiretu'I-Huffaz-'da ise düzeltme yapılarak "alıkoymayın" denilmektedir.

Bu, ilim adamının aynı zamanda hikmet ehli biri olması gerektiğini ortaya koyan bir temel prensiptir. İnsanların en önemli iş ile meşgul oldukları görül­düğünde, en önemli ile meşgul olmaktan alıkoymamahdır. Bu, aynı zamanda ezberleme, okuma ve üzerinde düşünme konusunda Kur'an'ı Kerim'e öncelik verilmesi gerektiğini bildiren bir prensiptir. [385]

 

137- Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[386]

"Kim, benim hakkımda kasıtlı olarak yalan uydurursa, ateşteki yerine ha­zırlansın." [387]

 

138- Müslim, Semure bin Cundeb (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[388]

"Kim uydurma olduğunu bile bile benden bir hadis rivayet ederse, yalan söyleyenlerden birisi de kendisi olur." [389]

 

139- Müslim, Muğire (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[390]

"Benim hakkımda yalan uydurulması, herhangi bir kişi hakkında yalan uydurulması gibi değildir. Kim benim hakkımda kasıtlı olarak yalan uydu­rursa, ateşteki yerine hazırlansın."

Ebu îsa şöyle söylemiştir:

"Ben, Abdullah bin Abdurrahman'a: "İsnadında hata olduğunu bilen bir kimse de hadis rivayet ettiği zaman, bu hadisin hükmüne girer mi?" diye sordum. Şöyle söyledi:

"Hayır. Hadisin anlamı, gerçekte Resulullah (a.s)'tan öyle bir hadis nakle­dildiğine dair bir şey bilmediği halde bir hadis rivayet eden kimse ile ilgili­dir. İşte böyle birinin, bu hadisin hükmüne girmiş olmasından korkarım."

İmam Malik şöyle söylemiştir:

"Duyduğu her şeyi rivayet eden bir adam, imam olamaz." [391]

Beğavi şöyle söylemiştir:

"Bil ki, Resulullah (a.s) hakkında yalan uydurmak, Allah'ı inkârdan son­ra yalan türlerinin en büyüğüdür. Nitekim Resulullah (a.s) da şöyle buyur­muştur:

"Benim hakkımda yalan uydurulması, herhangi bir kişi hakkında yalan uydurulması gibi değildir. Kim benim hakkımda kasıtlı olarak yalan uydu­rursa, ateşteki yerine hazırlansın."

Bundan dolayı Resulullah (a.s)'ın sahabilerinden ve tabi'üerden bir gurup, herhangi bir fazlalık katma veya eksik söyleme yahut yanlışlık yapma korku­suyla Resulullah (a.s)'tan çok hadis rivayet etmekten kaçınmışlardır. Hatta tabiilerden bazıları "sahabinin hakkında yalan uydurmak, Resulullah (a.s) hakkında yalan uydurmaktan daha ehvendir" diyerek Resulullah (a.s)'tan nakledilen bir hadisi O'ndan nakletmekten korkarak sahabinin ağzından nak­lederlerdi. Yine bazıları hadisin senedini verir, Resuluilah (a.s)'a geldiklerin­de "buyurdu ki" der ama "Resulullah (a.s) buyurdu ki" demezlerdi.

Yine kimisi "filancanın Resulullah (a.s)'a dayandırdığı" diye rivayet eder­di. Kimileri, "rivayet edildiğine göre" derlerdi. Kimileri de "Resulullah (a.s)'a ulaşan bir senetle rivayet edildiğine göre" derlerdi. Bütün bunlar, Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet etmeyi oldukça ağır bir iş olarak görmelerinden ve bu konudaki tehdidlerden son derece korkmalarından ileri geliyordu. [392]

 

140- Taberani, Evs bin Evs (r.a)'in merfu olarak şöyle söylediğini riva­yet etmiştir:[393]                                                                                                  

"Kim Peygamber'ine yahut gözlerine yahut anne babasına karşı yalan söylerse, cennetin kokusunu duymaz." [394]

 

141- Buhari, Abdullah bin Zubeyr (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Babama "Ne oluyor da senin filanca ve filanca gibi Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet ettiğini görmüyorum?" dedim. Şöyle söyledi:[395]

"Ben Müslüman olduğumdan beri hiç O'ndan ayrılmadım ama ben O'-nun şöyle söylediğini duydum:

"Kim benim hakkımda kasıtlı olarak yalan uydurursa, ateşteki yerine hazırlansın."

Bir başka rivayette ise şöyle denilmektedir:

"Arkadaşlarının rivayet ettikleri gibi Resulullah (a.s)'tan hadis rivayet et­mekten seni alıkoyan nedir?" diye söyledim. Şöyle söyledi:

"Vallahi, benim O'nun nazarında bir itibarım ve derecem vardı ama ben O'nun şöyle söylediğini duydum:" Bundan sonra yukarıdaki hadisi söylü­yor."[396]

 

142- Müslim, Enes bin Malik (r.a)'in şöyle söylediğim rivayet etmiştir: [397]"Size çok hadis rivayet etmekten beni Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurmuş olması alıkoyuyor:

"Kİm benim hakkımda kasıtlı olarak yalan uydurursa, ateşteki yerine ha­zırlansın." [398]

 

143- Tirmizi, Enes bin Malik (r.a)'ten şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[399]

"Kİm benim hakkımda -zennediyorum burada "kasıtlı olarak" diye söy­ledi- yalan uydurursa, ateşteki yerine hazırlansın." [400]

 

144- Buharı ve Müslim, Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a)'den şu şekilde riva­yet etmişlerdir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[401]

"Benim hakkımda yalan uydurmayın. Benim hakkımda yalan uyduran muhakkak ateşe girer." [402]

 

9- Hadis ezberlemek

 

145- Taberani, Evsafta, Ebu Nadra (r.a)'nın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Ebu Said (r.a)'e "Bize hadis yazdır" dedim. Şöyle söyledi: "Size hadis yaz­dırıp da onu Kur'an-ı Kerim gibi okunan bir kitap haline getirmeyeceğim. Ancak bizim Resulullah (a.s)'tan aldığımız gibi siz de bizden alın."

Ebu Said (r.a) şöyle söylerdi:[403]

"Hadis rivayet edin, hadislerin bazıları diğer bazılarını hatırlatır." [404]

 

Bir Açıklama

 

"Kur'an-ı Kerim gibi okunan bir kitap haline getirmeyeceğim" sözü, sa-habilerin Kur'an-ı Kerim'e büyük önem ve öncelik verdiklerini göstermektedir. Bu sözden anlaşıldığına göre onlar, Kur'an-ı Kerim'e başka hiç bir şeye ver­medikleri bir ayrıcalık veriyorlardı. Bu, Kur'an-ı Kerim dışındaki ilimleri basite almak, önemsememek anlamı taşımaz. Ancak ilimleri önem sırasına göre de­ğerlendirerek en önemliye birinci derecede öncelik vermek anlamı taşır. [405]

 

146- Taberani, Ebu Burde bin Ebu Musa (r.a)'nın şöyle söylediğini ri­vayet etmiştir:

"Babamdan bir kitap yazdım "eğer onda Allah'ın Kitab'ı olmasaydı, onu mutlak yakardım" diye söyledi. Sonra bir leğen veya testi getirilmesini iste­di. Onu (yazdığım kitabı) yıkadı; sonra da şöyle söyledi:[406]

"Benden duyduğun şeyi (hadisleri) hafızana yerleştir ve benden bir şey yazma. Ben Resulullah (a.s)'tan herhangi bir şey yazmış değilim. Yoksa ba­banı helake sürükleyebilirsin." [407]

 

DERSLER VE ÖĞÜTLER

 

İleride de göreceğimiz üzere Resulullah (a.s) önceleri kendisinden hadis yazılmasını yasaklamış ise de sonradan buna izin vermiş ve hatta yazılmasim emretmiştir. Resulullah (a.s), Ebu Şah'ın kendisi hakkında istediği şey­lerin yazılmasını emretmiş ve: "Ebu Şah için yazın" diye buyurmuştur.

İleride geleceği üzere Resulullah (a.s), Abdullah bin Amr bin As (r.a)'a kendisinden hadis yazmasını emretmiş ve kendisinin ağzından, haktan başka bir şeyin çıkmayacağını bildirmiştir. Bu konuyla ilgili daha geniş açıklama için Nevevi'nin Sahih Müslim Şerhi'nin "Benden Kur'an-ı Kerim dışında bir şey yazmayın..." anlamındaki hadisi şerifin açıklaması ile ilgili bölüme bakılabilir.

Bunun yanısıra hadis ezberlemek ve yine müstehab olmakla birlikte yaz­mak da geçerli bir uygulamadır.

Son yüzyıllarda insanları hadis ezberleme işini ihmal ettikleri ve hadis ez-berlememeye teşvik edenlerin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu ise büyük bir hata ve fena bir durumdur. Bu durum, ilmin seleften alındığı şekliyle ve üm­metin miras aldığı haliyle korunmasını zorlaştıracak bir durumdur. [408]

 

147- Taberani, Sumame (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: [409]"Enes (r.a) bize şöyle söyledi:"İlmi yazmak suretiyle kayda geçirin." [410]

 

10- Resulullah (a.s)'ın hadisini inkardan sakındırmak

 

148- Tirmİzi, Mikdam bin Ma'd Yekrib (r.a)'in merfu olarak şöyle söyle­diğini rivayet etmiştir:[411]

"Dikkat edin, bir adama koltuğunda oturduğu sırada benden bir hadis bil-ririlir. O da: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı var. Onda helal bul­duğunuzu helal sayar, haram bulduğunuzu da haram sayarız." der. (Bilin ki) Allah'ın peygamberinin haram kıldığı da Allah'n haram kıldığı gibidir."

"Dikkat edin, bana Kitab üe onun benzeri verildi. Bakın, olur ki bir adam

karnı tok halde koltuğuna oturmuş iken..." hadisin devamı yukarıdaki gibi­dir. [412]

Bu hadisi İbni Mace [413] ve Tirmizi de rivayet etmiştir. Her ikisinin riva­yetleri de Ebu Davud'un rivayeti gibidir. [414]

 

Bir Açıklama

 

Sünnete inanmak ve ona teslim olmak farzdır. Resulullah (a.s)'a karşı e-debi kaybetmemekle birlikte sahih bir hadisin inkâr edilmesi fısktır. Eğer inkârla birlikte Resulullah (a.s)'a veya O'nun sünnetine karşı edepsizlik de gösterilirse, bu küfürdür. Mütevatir bir sünnetin inkâr edilmesi de küfürdür. Doğru sözlü ravileri yalanlamak da fısktır. Sünneti bilmek, ilimde bir temel ölçü ve içtihadın şartlarından bir şarttır. [415]

 

11- Fetvanın edepleri, fetva verirken doğruya ulaşmaya çalışma ve istişarede bulunma

 

149- Taberani, Zeyd bin Sabit (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[416]

"Resulullah (a.s)'a gelen vahyi yazıyordum. Kendisine vahiy geldiğinde, üzerine şiddetli bir ağırlık çökerdi, fena halde terler, küçük inci taneleri gibi terler çıkarırdı. Sonra bu durum kendisinden çekilirdi. Ben daha sonra ya­nına bir kürek kemiği veya tahta parçası götürürdüm. O bana okur, ben de yazardım. Yazma işini bitirmeden Kur'an-ı Kerim'in ağırlığından adeta ayağım kırılacak gibi olurdu ve: "Bu ayağımla bir daha asla yürüyemem" derdim. Bitirdiğimde Resulullah (a.s): "Oku" derdi. Ben de okurdum. Herhangi bir yanlışlık olması durumunda düzeltirdi. Sonra onu insanların arasına çıkarırdım." [417]

 

Bir Açıklama

 

Nevevi, yazılı bir halde bulunan hadisin durumu ile ilgili açıklamasında böyle bir hadisin munkatı olan (senedinde kesinti bulunan) ve muttasıl ol­masından şüphe edilen bir hadis olduğunu söylemişlerdir. Bazıları da bu tür hadislere sened uydurarak "filanca bize rivayet etti, falanca bize bildirdi" de­mişlerdir..

Yukarıdaki hadisi şerif bir şeyin okunarak yazdınlmasından sonra, yazının doğru olup olmadığının kontrol edilmesi edebini (prensibini) öğretmektedir. [418]

 

150- Taberani, Evsat'ta, Abdullah bin Abbas (r.a)'tan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s)'tan rivayet edildiğine göre Hz.İsa (a.s) şöyle söylemiştir:[419]

"İşler (tutumlar, uygulamalar) üç türlüdür: Doğruluğu sana açık olarak görünen iş ki, ona uy. Yanlışlığı sana açık olarak görünen iş ki, ondan kaçın. Üzerinde ihtilaf bulanan iş ki, onu da bir bilene havale et."

Bu, bir Müslümamn, bir meselenin içinden çıkamaması durumunda, onu i-şin uzmanı kişilere havale etmeyi prensip edinmesi gerektiğim bildirmekte­dir. [420]

 

151- Ebu Davud, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Kime bilgisizce bir fetva verilirse, günahı, o fetvayı verenin üzerine o-lur."

Bir başka rivayette şöyle bir fazlalığa yer verilmektedir:[421]

"Kim, işin doğrusunun daha farklı olduğunu bile bile bir kardeşine bir konuda işarette bulunursa, ona hıyanet etmiş olur."[422]

 

152- Taberani, Evsafta, Hz. Ali bin Ebi Talib (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Ey Allah'ın Resulü! Hakkında herhangi bir emir veya yasak bulunma­yan bir durumla karşılaşırsak, ne yapmamızı emredersin?" dedim. Resulul-lah (a.s) da şöyle buyurdu:[423]

"O konuda fakihlere ve ibadete düşkün olanlara danışın, o konularda kişisel görüşlere göre hareket etmeyin." [424]

 

DERSLER VE ÖĞÜTLER

 

Bu hadis, cemaat halinde içtihadda bulunma düşüncesi açısından ve ilim ve ibadet ehli insanların, yeni meseleler karşısında aralarımla görüş alışve­rişinde bulunmaları konusunda bir temel ölçü ortaya koymaktadır.

Kevseri'nin, Ebu Hanife ile ilgili makalelerinden birinde söylediğine göre Ebu Hanife, büyük bir fıkıh heyetine başkanlık etmekteydi. Bu fıkıh heyetin­de, onun çevresindeki ilim adamlarının ileri gelenlerinden oluşan kırk kişi bu­lunuyordu. Bu alimler aralarında fikhi meseleleri görüşüyor, en doğru olan sa­bah yıldızı gibi kendini gösterinceye kadar meselelerin delillerini tek tek ince­liyorlardı. Böylece meseleler kitaplara kaydedildi. Bu uygulama fikıh öğreti­minde oldukça üstün bir metoddu. Bu yüzden Irak çevresi fikıh konusunda diğer bütün ilmi çevrelerden Öne geçti.

Hatib el-Bağdadi, Tarihu Bağdad (14/247)'da îbni Kerame'ye dayanan bir senetle onun şöyle söylediğini bildirmektedir:

"Bir gün Veki'nin yanında bulunuyorduk. Bir adam: "Ebu Hanife hata etti" dedi. Bunun üzerine Veki' şöyle söyledi:

"Yaranda, kıyas konusunda maharetleri bilinen Ebu Yusuf ve Züfer gibi, hadîs ezberleme konusundaki ilerilikleriyle bilinen Yahya bin Ebi Zaide, Hafs bin Gıyas, Hibban ve Mendel gibi, Arap dili konusunda derinleşmiş olan Kasım bin Ma'n gibi, zühd ve vera konusunda oldukça hassas olan Da­vud et-Tai ve Fudayl bin Iyaz gibi ilim adamları varken, Ebu Hanife nasıl hata edebilir? Bu kimseler, bir kimsenin arkadaşları olurlarsa, onun pek hata etmesi söz konusu olamaz. Çünkü hata ederse, bunlar düzeltirler."

Şeyhimiz Muhammed Hamid.(rh.a) bir mesele ile karşılaştığında, onun hakkında çok istişarede bulunurdu. Hadisi şerifte ilim adamları ile birlikte iba­dete düşkünlerinin de anılması, verilen fetvanın şeriata tam uygun olabilmesi için ilim ile veranın birleşmesinin zorunluluğuna işaret etmektedir. [425]

 

153- Beğavi, İbni Şirin (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Huzeyfe'ye bir şey soruldu. O da şöyle söyledi:[426]

"Şu üç kişiden biri ancak fetva verebilir: Nasih ile mensuhu bilen."

"Bunu kim bilir?" diye sordular. "Ömer" dedi, sonra sözüne şöyle devam etti:

"Yahut bir yetki sahibi olup da önünde bîr engel görmeyen adam veya te-kallüfe giren kişi." [427]

 

154- Ahmed bin Hanbel, Avf bin Malik Eşca'i (r.a)'den şu şekilde ri­vayet etmiştir:[428]

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Emir, memur veya kendini bir şey sanandan başkası nakilde (rivayette) bulunmaz".

İbni Şureyh'ten rivayet edildiğine göre o, bu sözü hutbe sırasında söyle­miştir. [429]

 

Bir Açıklama

 

Emirler hutbeleri okur, hutbelerde insanlara öğüt verirlerdi. Memurlar da emirlerin hutbe okumak üzere görevlendirdikleri kimselerdir. Kendini bir şey sanan ise boş bir kuruntu, büyüklenme ve başkanlık isteği ile bu göreve tayin edilmediği halde kendini bu göreve tayin eden kimsedir. [430]

Raşid halifeliğin ortadan kalkmasından sonra, emirin emri ile değişik saha­ların ehli olan kişilere icazet (yetki) verme görevi, ilim adamlarına verilmiştir. [431]

 

12- Öğrenilmesi zorunlu olan ilimlerin öğrenilmesinin farz olduğu

 

155- Buharı, Zeyd bin Sabit (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) bana emretti, yahudilerin yazılarını öğrendim. -Bir ri­vayette "Süryaniceyi öğrendim" denilmektedir- [432]Vallahi, şunu belirteyim ki, ben yazım konusunda yahudilere güvenemem. Benim onların yazılarını öğrenmem ve o konuda kendimi yetiştirmem altı aydan fazla zamanımı al­madı. Resulullah (a.s) adına onlara yazı yazıyor ve onların yazılarını Resu­lullah (a.s)'a okuyordum." [433]

 

Bir Açıklama

 

Bu hadis, Müslümanların dinlerini uygulamaları veya dünya işlerini düzene koymaları yahut devlet düzenleri ya da başkaları ile ilişkileri açısından ihtiyaç duyacakları bütün ilimleri öğrenmeleri gerektiğini bildiren bir temel ilke nite­liği taşımaktadır. Bu mesele çağların geçmesi ile birlikte değişmekte ve o öl­çü de genişlemektedir. Mevcut nesilden istenen, geçmiş nesilden istenenden daha fazla olabilir. Yeni gelişmeler, ihtiyaçlar, hayatın zorunlulukları, İslam'ın kendi dışındaki bütün inanç ve fikir akımları ile mücadelesi, bu konudaki ih­tiyaçları artırmaktadır. Bu hadisi şerif aynı zamanda farzı kifaye konusuyla il­gili delillerden biridir. İlim adamlarının ve yöneticilerin eğitim ve planlamada bunu göz önünde bulundurmaları gerekmektedir. [434]

 

13- Ürm adamının içtihadının değişmesi konusundaki edep (tutum)

 

156- Dar i mi, Hakem bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:[435]

"Mirasta ortaklık (üvey kardeşler ile öz kardeşlerin mirasa ortak olma­ları) konusu için Hz. Ömer (r.a)'in yanına gittik, ortak etmedi. Ertesi yıl git­tik ortak etti. Bunu kendisine hatırlattık, şöyle söyledi:

"Önceki bir hükmümüz üzereydi, bu da yine bir diğer hükmümüz üze­redir." [436]

 

DERSLER VE ÖĞÜTLER

 

Ortaklık meselesi: Mesela bir kadın ölüyor, ardından mirasçı olarak ko­casını, annesini ve yalnız anneden kardeşleri ile anne baba bir kardeşlerini bı­rakıyor. Bıraktığı mirasın yansı kocasınındır. Altıda biri annesinindir. Üçte biri de anneden kardeşlerinindir. Baba bir kardeşleri ise, onun mirasına ortak ola­mazlar. Hz. Ebu Bekir (r.a) bu şekilde fetva vermiştir. Hz. Ömer (r.a) de ön­ce bu fetvayı kabul etmiş, sonra Hz. Osman (r.a)'ın fetvasını almıştır. Onun fetvasına göre ise anne baba bir kardeşler, yalnız anneden olan kardeşlerle birlikte mirasa ortak olurlar. Bu meseleye, muşerreke veya Osmaniyye [437]den­mektedir.

Bu rivayet, şartların ve durumların değişmesine göre içtihadın değişebile­ceğini göstermektedir. Aynı şekilde ilmin artmasının etkisi ile de içtihad deği­şebilir. Bu itibarla zamanların değişmesine göre hükümler de değişebilir.

Aynı şekilde içtihadlann veya olayların değişmesine göre hükümler de de­ğişebilir. Bundan dolayı İslam toplumunda veya İslam devletinde kanunların belirlenmesi işi sürekli olayların ve gelişmelerin gözden geçirilmesini gerekti­ren bir iştir. Ancak rivayeti ve anlamı kesin (sübutu ve delaleti kati) olan nasslann ortaya koyduğu hükümler yeniden gözden geçirilebilecek hükümle­rin arasına girmez. Hakkında kesin hüküm bulunan bir meselede içtihad ol­maz ve içtihad ancak, içtihada ehil kişiler tarafından gerçekleştirilebilir. [438]

 

14- Arzularına düşkün kişilerden ve bid'atçilerden uzak durulması

 

157- Taberani, Avf bin Malik (r.a)'in merfu olarak şöyle söylediğim ri­vayet etmiştir:

"Benim ümmetim yetmiş küsur fırkaya ayrılacaktır. Ümmetim içinde en büyük fitneye sebep olacak olanları ise, işleri kafalarına göre muhakeme ede­rek helali haram, haramı helal sayan bir topluluktur."[439]

Bu hadisi şerif, herhangi bir bilgiye dayanmaksızın kafalarına veya arzula­rına göre muhakeme yaparak fetva verenlerin durumlarım ortaya koymakta­dır. Yoksa işin ehli tarafından gerçekleştirilen şeriata uygun kıyası ifade edi­yor değildir. [440]

 

158- Hakim, Ebu Amir, (r.a) ve Abdullah bin Yahya (r.a)'mn şöyle söy­lediğini rivayet etmiştir:

"Muaviye bin Ebi Sufyan ile birlikte haccettik. Mekke'ye vardığımızda, Feruhoğullarının mevlası olan bir kişinin Mekke halkına kıssalar anlattığı (rivayetlerde bulunduğu) haber verildi. Muaviye ona adam gönderdi. Gel­diğinde: "Sana bu şekilde kıssalar anlatman için emir verildi mi?" diye sor­du. "Hayır" dedi. Bunun üzerine: "Öyleyse seni izinsiz olarak böyle kıssa an­latmaya yönelten ne oldu?" diye sordu. "Allah Azze ve Celle'nin bize öğret­tiği ilmi kullanıyoruz" cevabını verdi. Muaviye de: "Eğer üzerine gelirsem senin bir parçanı keserim" dedi. Sonra öğle namazını kılınca Mekke'de dur­du ve şöyle söyledi:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[441]

"Kitap ehli, aralarında yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet de yetmiş-üç fırkaya ayrılacaktır. Bir tanesi hariç hepsi cehenneme gidecektir. Cennete girecek olan ise cemaattir (cemaate bağlı kalandır). Ümmetin içinde bazı kimseler çıkacaklardır ki, şu arzular onları köpeğin sahibinin ardından koş­ması gibi artlarından koşturacaktır. (Bu arzular) onların hiçbir damarlarını ve eklemlerini bırakmaksızın hepsine işler."

Vallahi, ey Arap topluluğu! Eğer Hz. Muhammed (a.s)'in getirdiğini bun­dan başka bir gaye ile uygular olmazsanız, hiç uygulamamamız daha uygun­dur." [442]

 

159- Ebu Davud, Muaz bin Cebel (r.a)'in arkadaşlarından olan Yezin bin Umeyre'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"(Muaz bin Cebel r.a) her zaman zikir ve sohbet için bir meclise otursa, otururken mutlaka şöyle söylerdi:

"Allah adaletle hüküm verendir. Şüpheye düşenler helak olmuşlardır." Muaz bin Cebel bir gün şöyle söyledi:

"Sizin önünüzde çeşitli fitneler bulunmaktadır. O zaman mal çoğalır. O zamanda Kur'an-ı Kerim açılır, öyle ki mü'min de münafık da, erkek de ka­dın da, hür de köle de, küçük de büyük de onu alır. Olur ki, bir kimse kalkar şöyle söyler:[443]

"Şu insanlara ne oluyor da bana uymuyorlar. Oysa ben Kur'an-ı Kerim okudum. Ben bunun dışında bir şey uydurmadıkça onlar bana uyacak de­ğillerdir." Sizi onun uydurduğundan sakındırırım. Onun uydurduğu sapık­lıktır. Bilgin birinin ayağının kayması durumundan da sizi sakındırırım. (Yani bu gibi bir durum karşısında uyanık olmanızı tavsiye ederim.) Bazen Şeytan sapık bir sözü hikmet ehli birinin diliyle söyleyebilir. Yerine göre bir münafık hak bir söz söyleyebilir."

Ravi dedi ki:

"Ben, Muaz'a "Allah sana rahmet eylesin, hikmet ehli birinin sapık bir sözü, münafık birinin de hak bir sözü söyleyebileceğini nereden biliyorsun?" dedim. Şöyle söyledi:

"Evet (söyleyebilir). Bir hakimin "Bunlar da neyin nesi?" denilen meş-hurlaşmış sözlerinden sakın. Ancak bu senin ona sırtını dönmene, ona ta­mamen yüz çevirmene sebep olmasın. O kişi bu gibi sözlerinden belki dönebilir. Duyduğun zaman hakkı al. Hakkın üzerinde nur vardır."

Bir başka rivayette "seni ondan uzaklaştırmasın" denmekte, "meşhurlaş-mış" sözünün yerine de "şüpheli" sözü geçmektedir. [444]

Bir başka rivayette ise şöyle denilmektedir:

"(Soruya cevabında) Muaz (r.a) şöyle söyledi: "Evet. Hikmet ehli birinin üzerinde tereddüde düştüğün ve "acaba bu sözü ile ne kasdetmiştir?" dedi­ğin sözlerine dikkat et."[445]

Bu sözde başa geçmeyi seven ve bu yüzden çeşitli bid'atlere dalan bir ta­kım şahısların durumları ortaya konmaktadır. Allah böyle bir şeyden bütün Müslümanları korusun. [446]

 

15- İlme ve edebi hikmete gıpta etmek

 

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "De ki: "Ey Rabb'im, benim ilmimi artır."[447]

160- Buharı, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[448]

"Kıskanma ancak iki şeyde olur: Yüce Allah'ın kendisine mal verdiği ve-kendisini o malı hak için harcamaya yönelttiği adama ve Allah'ın kendisine hikmet verdiği/ kendisi de bu hikmeti uygulayan ve başkalarına da Öğreten adama." [449]

 

DERSLER VE ÖĞÜTLER

 

Beğavi şöyle söylemiştir:

"Bu hadisi şerifte hased ile kastedilen anlam gıbtadır. Gıbta, kişinin kar­deşinde gördüğü bir şeyin, ondan gitmesini arzulamaksizın aynısının kendi­sinde olmasını arzulamasıdır.

Tenkid edilen hased ise bir kimsenin, bir kardeşinde bir nimet görüp de bu nimetin ondan gitmesini ve kendisinde olmasını arzulamasıdır.

İbnu'l-A'rabi şöyle söylemiştir:

"Hased kelimesi, hasdel kelimesinden gelmedir. Hasdel ise kenedir. Ke­nenin deriyi yontup emmesi gibi hased de insanın kalbini yontar."

Hadiste kastedilen şey ise, insanları maldan sadaka vermeye ve ilmi öğ­retmeye teşviktir.

Hasedin genelde yasak olmasıyla birlikte bu hadisi şerifte, bazı hased tür­lerinin mubah sayıldığının bildirildiği söylenmiştir. Bu, Resulullah (a.s)'m şu sözüne benzemektedir:

"Yalan, ancak şu üç şeyde caizdir: Bir adam savaş esnasında yalan söyler, İkİ kişinin arasını düzeltmek için ve ailesine konuşurken (onun gönlünü almak için) yalan söyler."

Açıklamaya göre, "Hased ancak iki şeyde olur" sözü "iki şeyde hased insa­na bir zarar vermez" anlamındadır. Hased, kişinin kardeşinde gördüğünün ondan gitmesini arzulamasıdır ki, bu zarar verir. Birinci şekli ise daha ev­ladır." [450]

 

16- Dil ilimlerini iyi bilmek, ilim öğrenenin sahip olması gereken özelliklerdendir

 

161- Müslim, İbni Ebi Atik (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Ben ve Kasım, Hz. Aişe (r.a)'nin yanında bir hadis okuduk. Kasım dili (konuşması) düzgün olmayan biriydi. Kendisi de bir cariyenin (Ümmü'î-veled) çocuğuydu. Hz.Aişe (r.a) şöyle söyledi:[451]

"Ne oluyor da sen şu kardeşimin oğlu gibi konuşmuyorsun? Ben senin nereden getirildiğini biliyorum. Bunu annesi eğitti, seni de annen eğitti." Kasım bunun üzerine kızdı ve ona karşı bir kin duymaya başladı. Hz. Aişe (r.a)'nin sofrasının getirildiğini görünce kalktı. Hz. Aişe (r.a): "Nereye gidi­yorsun?" diye sordu. "Namaz kılacağım" dedi. Hz. Aişe (r.a): "Otur" dedi. O tekrar: "Ben namaz kılacağım" dedi. Hz. Aişe (r.a) de bunun üzerine şöyle söyledi: "Otur, vefasız. Ben Resulullah (a.s)'ın şöyle söylediğini duydum: "Yemek ortaya getirilince namaz kılınmaz. İki çirkin iş kendini zorlayan kimse için de bu (yani namaza durmak) olmaz." [452]

Hz.Aişe (r.a)'nin bu sözü, ilim öğrenenin, dil ilimlerini iyi öğrenmesi ve ko­nuşmalarının düzgün olması gerektiğini ortaya koymaktadır. [453]

 

İLMİN ORTADAN KALKMASI VE HİM ADAMLARININ GİTMESİ

 

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Görmüyorlar mı biz yeryüzünü etrafından gitgide eksiltmekteyiz." [454]

Beğavi bununla kastedilenin ilim adamlarının ölmesi olduğunu söylemiştir. [455]

 

162- Buhari ve Müslim, Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[456]

"İlmin ortadan kaldırılması ve bilgisizliğin artması, kıyamet alametlerin-dendir." [457]

 

163- Buhari ve Müslim, Abdullah bin Amr As (r.a)'tan şu şekilde riva­yet etmişlerdir:[458]

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Allah, ilmi İnsanların -bir rivayette "kulların" ibaresi geçmektedir- gö­ğüslerinden çekmekle ortadan kaldırmaz. Ancak ilim adamlarının canlarını almakla yok eder. Ortada ilim adamı kalmayınca, insanlar cahil kimseleri başlarına geçirirler. Onlara sorular sorarlar, onlar da bilgisizce fetva verirler. Böylece hem kendileri sapıtır, hem de başkalarını saptırır."

Bir rivayette şöyle bir fazlalığa yer verilmiştir:

"Urve dedi ki: "Sonra senenin başında Abdullah bin Amr'ı gördüm, ken­disine sordum, bana aynı hadisi tekrar bildirdi ve: "Ben Resulullah (a.s)'ın böyle söylediğini duydum" dedi." [459]

 

164- Buhari, Urve (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:

"Abdullah bin Amr bin As (r.a) başımızda haccetti. Ben onun şöyle söy­lediğini duydum:

"Ben Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum:[460]

"Allah, ilmi insanlara verdikten sonra onu, onların göğüslerinden çek­mekle ortadan kaldırmaz. Ancak ilim adamlarının canlarını almakla yok eder. Geriye bilgisiz İnsanlar kalırlar. Bunlar kendi kafalarına göre fetva ve­rirler. Böylece hem kendileri sapıtır, hem de başkalarını saptırırlar."

Ben bunu Resulullah (a.s)'ın hanımı Hz. Aişe (r.a)'ye rivayet ettim. Son­ra Abdullah bin Amr (r.a) tekrar haccetti. Hz. Aişe (r.a):

"Ey kızkardeşimin oğlu! Abdullah bin Amr'ın yanına git. Bana rivayet ettiğin hadisin kesinliğini ondan benim için öğren" dedi. Ben de yanma git­tim ve sordum. O da (Abdullah (r.a) da) daha önce rivayet etmiş olduğunun benzerini bana rivayet etti. Dönüp ben de bunu Hz. Aişe (r.a)'ye bildirdim. Hayret etti ve: "Vallahi, Abdullah bin Amr ezberlemiş" dedi." [461]

 

165- Müslim, Ebu'l-Esved (r.a)'den, o da Urve'den rivayet etmiştir: "Hz. Aişe; "Kızkardeşimin oğlu! Bize gelen habere göre Abdullah bin Amr (r.a) bizi hacca götürecekmiş. Sen onunla buluş ve kendisine sorular sor. O Resulullah (a.s)'tan çok miktarda ilim ezberlemiştir." Urve dedi ki:[462]

"Ben onunla buluştum ve kendisine Resulullah (a.s)'tan rivayet ettiği bazı şeylerle ilgili sorular sordum. Onun rivayet ettiklerinden birisi şöyleydi: "O sana Resulullah (a.s)'ın böyle söylediğini duyduğunu bildirdi mi?" Daha sonra Abdullah bin Amr (r.a) ileri geçince "Abdullah bin Amr (r.a) öne geçti, sen yanına var ve söze tut ki, sana bildirmiş olduğu hadis hakkında kendi­sine soru soralım" dedi. Ben de yanına vardım ve hadisi sordum. Yine bi­rinci keresinde rivayet etmiş olduğunun benzeri bir hadis rivayet etti. Bunu Hz. Aişe (r.a)'ye bildirdiğimde şöyle söyledi: "Onun doğrudan başkasını söylediğini sanmıyordum. Gördüğüm kadarıyla ne ilave yapmış, ne de ek-siltmiştir."

Ömer bin Hakem'in Abdullah bin Amr (r.a)'dan rivayeti ile bildirilen bir ha­dis de Hişam bin Urve'den rivayet edilen hadisin benzeridir.[463]

 

166- Tirmizi, Ebu Derda (r.a)'nın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s)'m yanında bulunuyorduk. Gözlerini dikkatle göğe dikti. Sonra şöyle buyurdu:

"Bu insanlardan ilmin çekilip alındığı vakittir. O kadar ki, ilim konusun­da bir şeye güç yetiremezler."

Ensardan Ziyad bin Lebid: "Bizden ilim nasıl alınır ki, biz Kur'an-ı Ke-rim'i okuduk ve vallahi, ileride de okuyacağız, çocuklarımıza ve kadınları­mıza da okutacağız" dedi. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:[464]

"Ey Ziyad, anan seni kaybetsin! Ben sana Medine halkı içinde Yahudile­rin ve Hıristiyanların Tevrat ve İncil konusundaki bilginlerini saysam sen onlara ne ilave edebilirsin?"

Cubeyrdediki:

"Ubade bin Samit (r.a) ile karşılaştım ve: "Kardeşim Ebu Derda (r.a)'nın söylediğini duymuyor musun?" dedim. Sonra kendisine Ebu Derda (r.a)'nın söylediğini bildirdim. O da şöyle söyledi: "Ebu Derda doğru söylemiş. İster­sen sana insanlardan alınacak ilk ilimden söz edeceğim, insanlardan ilk ola­rak alınacak ilim huşu'dur. Olur ki, bir büyük camiye girer de içinde huşu sahibi bir tek adam bile göremezsin." [465]

 

167- A hm e d bin Hanbel, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Fitneler artar, kargalar çoğalır ve ilim alınır."[466]

Hz. Ömer (r.a), Ebu Hureyre (r.a)'nin "ilim alınır" diye söylediğini du­yunca şöyle söyledi:

"İlmin alınması, göğüslerin çekilip alınması ile olmaz. Ancak ilim adam­ları gider." [467]

 

DERSLER VE ÖĞÜTLER

 

İlim adamlarının ilmi arkalarından bırakmaları ve Resulullah (a.s)'ın mirası için olgun mirasçılar yetiştirmeleri gerekmektedir. Böylece bir ilim adamı git­tiğinde, onun yerini kapatacak başka birisi olur. Anlaşıldığına göre Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un öğrencileri, İslam'ı ilim, amel ve davet ile öne çıkarmanın İslami yaşayış ve anlayışta yeniliği ve İslam davasının devamını sağlayan unsur olduğunun farkındaydılar. Bundan dolayı ilim ehli olanların harekete geçmeleri ve ilim, amel ve davet meselelerini gündeme getirmeleri gerekmek­tedir.

Beğavi şöyle söylemiştir:

"Abdullah bin Mes'ud (r.a) şöyle söyledi:

"Kur'an-ı Kerim kaldırılmadan kıyamet kopmaz. Bundan sonra insanlar hep şiire yönelirler."

Abdullah bin Amr bin As da şöyle söyledi:

"Kur'an-ı Kerim indiği yere dönmedikçe kıyamet kopmaz. Onun Arş'ın etrafında arı vazıltısı gibi bir vızıltısı olur. Rabb ona: "Neyin var?" diye so­rar. O da: "Ey Rabb'im! Okunuyorum ama benimle amel edilmiyor" der."

Hz.Ömer bin Hattab (r.a) şöyle söyledi:

"Her kimi, kavmi fıkha dayanarak (bilgi ve anlayış ölçülerine dayanarak) öne geçirirse, o kendisi için de onlar için de hayat sağlar. Ama kimi, kavmi fıkha dayanmaksızın (bilgisizce ve anlayıştan uzak bir şekilde) öne geçirirse o da hem kendinin hem de onların helaklerine sebep olur."

Ziyad bin Cubeyr'in de şöyle söylediği bildirilmiştir:

"Hz. Ömer (r.a): "Sen İslam'ı yıkacak şeyin ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu. "Hayır" dedim. Şöyle söyledi: "Onu ilim adamının ayağının kay­ması, münafığın kitap etrafında tartışması ve saptırıcı önderlerin yönetime geçmeleri yıkar."

Yine Abdullah bin Mes'ud (r.a) şöyle söylemiştir:

"Yok edilmeden önce ilmi öğrenin. Yok edilmesi ise ilim ehli kişilerin gitmeleridir. İlmi öğrenmeye çalışın, çünkü sizden biri ona ne zaman ih­tiyacının olacağını bilemez. İlmi öğrenin, kuruntulara girmekten, derinlere dalmaktan kaçının. Eskiye önem verin."

Akabe bin Amir de şöyle söylemiştir:

"Zanna göre konuşanların ortaya çıkmasından Önce, ilim öğrenin."

Abdullah bin Mes'ud (r.a) şöyle söylemiştir:

"İnsanlar, kendilerine Hz. Muhammed (a.s)'in ashabından ve kendi bü­yüklerinden ilim ulaştığı sürece dayanışma içerisinde ve iyilik üzere olurlar. Kendilerine küçüklerinden (basitlerinden, aşağı derecede olanlarından) ilim geldiğinde ise helak olurlar."

Süleyman şöyle söylemiştir:

"Sonraki öğreninceye kadar, önceki hayatta kaldıkça insanlar hayır üze­redirler. Ama sonraki öğrenmeden, önceki göçüp giderse insanlar da helak olurlar."

Said bin Cubeyr'e: "İnsanların helak olmalarının alameti nedir?" diye so­ruldu. O da: "Alimlerin helak olmalarıdır" cevabını verdi.

Hasan şöyle söylemiştir:

"Abdullah bin Mes'ud (r.a) şöyle söyledi:

"Alimin ölümü, İslam'da bir yaradır. Gece ile gündüz ne kadar değişse de onu hiç bir şey kapatmaz."

Sufyan bin Uyeyne şöyle söylemiştir:

"Bilgisizler açısından, ilim sahiplerinin gitmesinden daha şiddetli ceza ne olabilir!"

Rabi'a şöyle söylemiştir:

"Kendinde ilimden bir şey olanın kendi kendini zayi etmesi uygun ol­maz."

Sufyan şöyle söylemiştir:

"Bilgisizce ibadet edenin fitnesinden ve sapık alimin fitnesinden Allah'a sığının. Onların fitneleri, fitneye kapılmaya meyli olan herkesi etkiler."   

Şa'bi şöyle söylemiştir:

"Hz. Muhammed (a.s)'in ashabından geleni al ve şu şarlatanların söyle­diklerini bırak."

Malik bin Enes şöyle söylemiştir:                                                      ,:.

"Dört kişiden ilim alma, bunların d ışında kil erden al. İnsanların içinde en çok rivayet nakleden kimse de olsa aşağılığını ortaya koymuş kişiden, Re* sulu ilah (a.s)'tan rivayetlerinde yalan söylemekle kendini suçlamazsan da insanlarla konuşmalannda yalan söyleyen yalancıdan, başkalarını arzula­rına çağıran arzularına düşkün kişiden ve fazilet ve ibadet ehli olmakla bir­likte ne bildirdiğini, ne konuştuğunu bilemeyen yaşlı insandan ilim alma." [468]

 

HADİS YAZILMASI VE BUNU YASAKLAYAN HÜKMÜN NESHEDÎLDİĞİ

 

168- Ebu Davud, Abdullah bin Amr (r.a)'dan rivayet etmiştir:[469]

"Resuluîlah (a.s)'tan duymuş olduklarımdan ezberlemek istediğim her şeyi yazıyordum. Kureyşliler beni bundan nehyettiler ve: "Sen her şeyi yazı­yorsun. Oysa Resuluîlah (a.s) bir insandır, kızgın olduğu anlarda da hoşnut olduğu anlarda da konuşuyor" dediler. Ben de yazma işini bıraktım ve du­rumu Resuluîlah (a.s)"a bildirdim. Resulullah (a.s) parmağıyla ağzına işaret derek şöyle buyurdu:

Yaz- Canım elinde olana yemin ederim ki, buradan haktan başkası çık­maz-"[470]

 

169- Buharı, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:[471]

"Resulullah (a.s) bir konuşma yaptı (hutbede bulundu.) Konuşması sı­rasında bir kıssa anlattı. Ebu Şah: "Ey Allah'ın Resulü! Bunu benim için yazın" dedi. Resululah (a.s) da: "Ebu Şah için yazın" diye buyurdu."

Bu hadiste kıssa da anlatılmaktadır. [472]

 

170- Buharı, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:[473]

"Resulullah (a.s)'ın ashabı içinde Abdullah bin Amr (r.a) dışında benden çok O'ndan hadis almış olan yoktur. Abdullah bin Amr (r.a) yazıyordu, ben ise vazmıvordum." [474]

 

171- Buhari, Yezid bin Şerik bin Tank Teyyimi (r.a)'nin şöyle söyledi­ğini rivayet etmiştir:

"Hz. Ali bin Ebi Talİb (r.a)'i hutbede konuşurken gördüm ve şöyle söy­lediğini duydum:

"Hayır, vallahi bizim yanımızda Allah'ın kitabı ile şu sahifenin (kitap­çığın) içinde bulunanlar dışında okuduğumuz bir şey yoktur."[475]

Sonra onu yaydı, içinde deve dişleri ile bazı kesim eşyaları vardı. Orada ŞÖyle yazıyordu:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Medine'nin Ayr ile Sevr arasında kalan kısmı haremdir. Kim orada uy­gunsuz bir iş çıkarır veya böyle bir iş çıkaranın ardından giderse, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerine olsun. Kıyamet günü Allah onun ne farz ne de nafile amellerini kabul eder. Müslümanların zimmetleri tektir. En aşağılarının bile bundan yararlanma hakkı vardır (Yani başkala­rına zimmet verme hakkı vardır.) Kim bir Müslümana gadrederse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerine olsun. Kıyamet günü Allah onun ne farz ne de nafile amellerini kabul eder. Kim velilerinin izinleri ol­madan bir kavme bağlanırsa -bir rivayette de şöyle denilmektedir: Kim ken­di öz babasından başkasına kendini nisbet eder veya kendi velilerinden baş­kalarına bağlanırsa- Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerine olsun. Kıyamet günü Allah onun ne farz ne de nafile amellerini kabul eder." [476]

 

172- Buhari, Ebu Cuheyfe -Vehb bin Abdullah Suvai'nin şöyle söyledi­ğini rivayet etmiştin

"Hz. Ali (r.a)'ye "Sizde Kur'an-ı Kerim'de bulunmayan ancak vahiyle gelmiş olan herhangi bir şey var mıdır?" diye sordum. Şöyle söyledi:[477]

"Hayır. Taneyi ayırana ve canlıları yaratana yemin olsun ki bizde, yüce Allah'ın bir insana, Kur'an-ı Kerim'i anlama konusunda vereceği kabiliyet ile şu sahifede bulunanın dışında bir şey yoktur." Ben: "Bu sahifenin içinde ne var?" dedim.

"Diyet, esirin serbest bırakılması ve bir Müslumanın, bir kâfirden dolayı öldürülemeyeceği ile ilgili hükümler var" dedi." [478]

 

173- Müslim, Ebu Tufeyl (r.a)'den, o da Hz. Ali (r.a)'den şu şekilde ri­vayet etmiştir:

"Resulullah (a.s), insanların geneline öğrettiğinden ayrı olarak, şu kılı­cımın kabzasında bulunanın dışında bize özel bir şey öğretmiş değildir."[479]

(Hz.Ali (r.a) bunu söyledikten sonra) oradan bir sahife çıkardı üzerinde Şöyle yazılıydı:

"Allah'tan başkasının adına hayvan kesene Allah lanet eylesin. Arazinin smırtaşlarını çalana Allah lanet eylesin. Babasına lanet edene Allah lanet ey­lesin. Bid'at çıkaranın ardına takılana Allah lanet eylesin." [480]

 

174- Nesai, Ebu Hassan (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Hz.Ali (r.a) şöyle söyledi:

"Resulullah (a.s), kıhamın kabzasında bulunan şu sahifenin dışında in­sanlardan ayrı olarak bize özel bir ahidde bulunmuş (bilgi vermiş) değildir. Oradakiler daha ayrılmadan Hz.Ali (r.a) sözünü ettiği sahifeyi çıkardı. İçe­risinde şöyle yazıyordu:[481]

"Müslümanların kanları birbirine denktir. En aşağılarının bile başkasını zimmetine alma (güven verme) hakkı vardır. Yine onlar başkalarına karşı tek bir el halindedirler. Bir mü'min bir kâfirden dolayı öldürülmez. Aynı şekilde ahidde bulunan biri de ahdi sürdükçe (ahdi olmayan) bir kâfirden dolayı öldürülmez." [482]

 

Bir Açıklama

 

Hafız İbni Hacer, Feth (1/182) de şöyle söylemiştir:

"Bununla ilgili hadislerin aralarının buluşturulması hakkında şöyle söylenilebilir: Hz. Ali (r.a)'nin sahifesi tekti ve yukarıdaki hadisi şeriflerde bildirilen sözlerin tümü onda yazılıydı. Ancak ravilerin her biri o sahifeden kendilerinin ezberlemiş olduklarını rivayet etmişlerdir."

"Ayr'dan Sevr'e kadar": Ayr Medine'de bir dağdır. Sevr ise Uhud'un arka­sında küçük bir dağdır Cemal el-Matari, Tarih'inde Medine civarında Sevr diye bir yerin bulunmadığını ileri sürenlere cevap vermiş ve onun Uhud'un arka­sında, kuzey tarafta yuvarlak bir dağ olduğunu ve Medineliler'in öncekilerinin de sonrakilerinin de orayı tanıdıklarını söylemiştir.

Hanefilere göre hadisi şerifte sözü edilen kâfir ile kastedilen, harbi kâfir­dir. Yani İslam devletinin zimmetine geçmiş olmayan veya İslam devleti ile herhangi bir anlaşması bulunmayan bir ülkenin vatandaşı durumundaki kâ­firdir. [483]

 

175- Müslim, Ebu Said el-Hudri (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştin "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Benden Kur'an-ı Kerim'in dışında bir şey yazmayınız."[484]

Bir başka rivayete göre de şöyle buyurmuştur:

"Benden (Kur'an-ı Kerim'in dışında) bir şey yazmayın. Kim benden Kur­'an-ı Kerim'in dışında bir şey yazmışsa, onu silsin. Benden hadis rivayet e-din, bunda bir sakınca yoktur. Kim benim hakkımda yalan uydurursa -Hemmam dedi ki: Zannediyorum bu arada "kasıtlı olarak" diye söyledi- ce­hennemdeki yerine hazırlansın."[485]

 

176- Tirmizi, Ebu Said el-Hudri (r.a)'den rivayet etmiştir:[486]

"Resulullah (a.s)'tan hadis yazmak için izin istedik, ancak bize izin ver­medi." [487]

 

DERSLER VE ÖĞÜTLER

 

Hadis yazma yasağının ilk zamanlarda olduğunu ve bu yasağın daha sonra kaldırıldığını daha önce görmüştük. Ancak bu yasak, Resulullah (a.s)'ın sün­neti de vahye dayanmakla birlikte Allah'ın Kitab'ına, Resulullah (a.s)'ın sün­netine göre bir öncelik ve ayrıcalık vermemiz gerektiğini anlamanızı sağla­maktadır.

Nevevi şöyle söylemiştir; "Kadı şöyle söylemiştir:

"Sahabilerin ve tabi'ilerin oluşturduğu selef (ümmetin geçmişi) arasında hadisin yazılıp yazılmayacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. Kalabalık bir kesimi bunu hoş karşılamamış ancak çoğunluğu da caiz görmüşlerdir. Müs­lümanlar daha sonra bunun caiz olduğu üzerinde icma etmişlerdir (görüş birliğine varmışlardır). Böylece bu konudaki görüş ayrılığı ortadan kalk­mıştır. Ancak hadisi yazmayı nehyeden hadisi şerifte, neyin kastedildiği ko­nusunda görüş ayrılığı vardır. Bu yasağın, hafızasına güvenilen ancak hadis yazmasına izin verilmesi durumunda tembellik ederek sırf yazıya önem verip ezberlemekten geri kalacağından endişe duyulan kimseler açısından olduğu söylenmiştir.

Yazmayı caiz kılan hükmün ise hafızalarına pek güvenilmeyen kimseler açısından olduğu ifade edilmiştir. Buna göre "Ebu Şah için yazın" hadisi, Hz. Ali (r.a)'nin sahifesi, Amr bin Hazmın yazdığı ve içerisinde miras hukuku (feraiz), sünnetler ve diyetler ile ilgili hadisler bulunan sahife, Hz. Ebu Bekir (r.a)'in Enes bin Malik (r.a)'i Bahreyn tarafına gönderirken kendisine verdiği ve içerisinde sadaka ve zekatlarla ilgili uygulamalar hakkında hadisler bulu­nan sahifeler bunlardır.

Ebu Hureyre (r.a)'den Amr bin el-As (r.a) hakkında rivayet edilen "o ya­zardı ben yazmazdım" hadisi ve bunların dışındaki hadis yazmayı caiz gösteren hadisler açısından bu hüküm söz konusudur. Bunun yanı sıra hadis yazmayı yasaklayan hadisin, sözü edilen hadislerle neshedildiği (yani yazma yasağının kaldırıldığı) de söylenmiştir. Bu açıklamaya göre hadis yazma ya­sağı, hadislerin Kur'an-ı Kerim'le karışmasından korkulduğu döneme aitti. Bu ihtimalin ortadan kalkması ve bundan emin olunması üzerine hadisle­rin yazılmasına da izin verilmiştir. Bunun yanısıra hadislerin Kur'an-ı Ke­rim ayetleri ile karışması endişesinden dolayı Kur'an-ı Kerim ayetleri ile aynı sahifeye yazılmasının yasak edildiği de söylenmiştir. Çünkü hadislerin Kur'an-ı Kerim ayetleri ile aynı sahifelere yazılması durumunda okuyucu bunları birbirlerine karıştırabilir. En doğrusunu ise yüce Allah bilir." [488]

 

177- Buhari, Ömer bin Abdulaziz (r.a)'den rivayet etmiştir: "Bana Ebu Bekir bin Hazm şöyle yazdı:[489]

"Resulullah (a.s)'m hadislerini araştırıp onları yaz. Ben ilim derslerinin bozulmasından ve ilim adamlarının girmesinden korkuyorum. Resulullah (a.s)'ın hadislerinden başkası kabul edilmez. İlmi yaysınlar ve bilmeyene öğ­retilsin diye beklemesinler. İlim gizli duruma düşmedikçe yok olmaz." [490]

 

Bir Açıklama

 

Ayni, Sahihi Buhari Şerhi'nde şöyle söylemiştir:

"Bu muallak rivayetin (yani yukarıdaki Ömer bin Abdulaziz (r.a)'den nakledilen sözün, muallak -senetsiz- olarak rivayetinin) mevsul -senetli- bir şekilde rivayeti Kuşmeyheni, Kerime ve İbni Asakir'in kitaplarında mevcut değildir. Diğerlerinde ise Buhari'ye kadar mevsul olarak rivayetine yer ve­rilmektedir. Bu ise bazı nüshalarda geçmekte olan şu şekildedir: "Bize Ala bin Abdulcebbar rivayet etti. O Abdulaziz bin Müslim'den, o da Abdullah bin Dinar'dan rivayet etti". Ancak bu rivayette "alimlerin gitmesinden kor­kuyorum" ifadesinin sonuna kadarki kısım mevcuttur."

Hafız İbni Hacer, Feth'de şöyle söylemiştir:

"Söz konusu ifadeden sonraki kısmının Ömer bin Abdulaziz'in veya Ebu Bekir bin Hazm'ın sözü olmaması ve bu rivayetin İçerisinde geçen sözler­den olmaması ihtimali vardır. Baş kısım daha yaygın bir şekilde bilinmekte­dir. Ebu Nu'aym da Mustahrec'de bu şeklini rivayet etmiştir: Pek çok kay­nakta bu rivayetin sadece bu şeklini görebilirdim. Buna göre rivayetin söz konusu ifadeden sonraki kısmı musannifin kendi ilavesi olabilir. O, bu sözünü Ömer bin Abdulaziz (r.a)'in sözünün ardından bir açıklama olarak ilave etmiş olabilir. Ayrıca Ömer bin Abdulaziz (r.a)'in sözünde kastedilen anlamın da bu açıklamada bildirilen şey olduğu gayet açıktır." [491]

 

 

İYİLİĞİ EMİR

KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRMA ÖĞÜT VE DAVET

GİRİŞ

 

İyiliği emir ve kötülükten sakındırma (Emri bi'1-ma'ruf ve nehyi ani'1-mün-ker) bir iman ölçüsüdür.

 

178- Müslim, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:[492]

"Sizden kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin, buna güç yetire-mezse diliyle değiştirsin, buna da güç yetiremezse kalbiyle (ona karşı çıksın). Bu sonuncusu ise, imanın en zayıf derecesidir." [493]

 

179- Müslim, Resulullah (a.s)'ın kötülük ortaya çıkaranlarla mücadele­ye teşvik için şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:[494]

"Bunlara karşı kim eliyle mücadele ederse o mü'mindir. Kim diliyle mü­cadele ederse o da mü'mindir. Kim kalbiyle mücadele ederde, o da mü'min­dir. Bunun ötesinde bir hardal tanesi kadar bile iman yoktur."

İyiliği emredip kötülükten sakındıranlar azabın inmesi durumunda kurtu­luşa layık görülenlerdir. Yüce Allah, Kur"an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Kötülük'ten sakındıran!arı kurtardık; zulmedenleri de yoldan çıkma­larına karşılık çok çetin bir azap ile yakaladık."[495]

"Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır."[496]

Yüce Allah dünyada da ahirette de kurtuluşun; iyiliği emir, kötülükten sa­kındırma ve iyiliğe çağn ile bağlantılı olduğunu bildirmiştir. Kur'an-ı Kerim­'inde şöyle buyuruyor:

"İçinizde hayra çağıran, iyiliği emredip fenalıktan alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte bunlar kurtuluşa erenlerdir."[497]

Yüce Allah, bu ümmetin diğer ümmetlere üstünlüğünün sahip olduğu üç ö-zellikten ileri geldiğini bildirmiştir. Bu konuda da şöyle buyurmaktadır:

"Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder, fe­nalıktan alıkoyarsınız ve Allah'a iman edersiniz. Eğer kitap ehli de iman et­miş olsaydı şüphesiz kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, ancak çoğunluğu fasıktırlar."[498]

Bunun yamsıra Yüce Allah hakkı tavsiye etmeyi ve sabrı tavsiye etmeyi, kurtuluşun şartlan arasında saymıştır. Bu konuda da şöyle buyuruyor:

"Asr'a andolsun ki insan ziyan içindedir. Ancak iman edip iyi işler ya­panlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesnadır."[499]

Resulullah (a.s), dini "nasihat" olarak tarif etmiştir. Resulullah (a.s)'ın di­ni bu şekilde tarif etmesi, nasihatin dindeki öneminden ileri gelmektedir. Re­sulullah (a.s)'ın bu konudaki hadisi şerifi şöyledir: [500]

 

180- Müslim'in rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Din nasihattir." Orada bulunanlar "Kimin için ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Allah için, Kitab'ı için, Peygamber'i için. Müslümanların imamları (Ön­derleri, yöneticileri) için ve Müslümanların geneli için."

Bunun yanısıra iyiliği emir, kötülükten sakındırma ve hayra davet, Allah'ın yarattıklarına Öğüt verme işinin Allah'ın dininde önemli bir yeri bulunmakta­dır.

Hayra davet, iyiliği emir ve kötülükten sakındırma konusunun içerisine çok değişik başlıklar girmektedir: Öğüt ve nasihat; bir iyiliği emir, kötülükten sakındırma ve hayra davet işidir. Karşılıklı tavsiye ve nasihette bulunma da yine böyledir. İster ferde yönelik olsun, ister cemaate yönelik olsun vaaz da bir iyiliği emir, kötülükten sakındırma ve hayra davet uygulamasıdır. Konuş­malar yapmak, konferanslar vermek, insanlara iyiliği Öğretmek, onlara fena­lıktan uzak durmalarını emretmek bir hayra davet ve zımnen iyiliği emir, kö­tülükten sakındırma işidir.[501]

Hayra davetin ve iyiliğin yöneltileceği çevreler gayet çeşitlidir. Nefs, aile, komşular, iş çevresi bunlardandır. Kötülükten sakındırma açısından da aynı durum söz konusudur. Bunun gibi davet araçları ve yollan da gayet çoktur: Güzel söz, direk hatırlatma, dolaylı yoldan hatırlatma, yazılı açıklama, sözlü açıklama bunlardandır. Kötülükten sakındırma konusunda da aynı durum söz konusudur. Sonra iyiliğe ve hayra çağn ve kötülükten sakındırma konusunda hem bağımsız olarak gerçekleştirilen kişisel çalışmalar, hem de teşkilatlı ça­lışmalara mutlaka ihtiyaç vardır. Teşkilatlı çalışmalar, kişisel çalışmalar, olan ihtiyacı ortadan kaldırmayacağı gibi, kişisel çalışmalar da teşkilatlı çalışma­ları gereksiz kılmaz. Bu itibarla, hem devletin, hem kişilerin, hem teşkilat-lann, hem hey'etlerin, hem cemaatlerin ve hem de guruplann gerek bölgesel ve gerekse uluslararası çalışmalar yürütmeleri şarttır.

İslam'ın, kişilerin gönüllerine yerleştirilmesi, ümmet hayatında uygulama­ya konulması ve bütün dünyaya yayılması ilim, öğretim, hayra çağn, öğüt ve iyiliği emir, kötülükten sakındırma alanında yürütülecek faaliyetlere bağlıdır. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim ayetlerinde bu konulara büyük önem verilmiş ve bu gibi işleri işleyenlerin hayır üzere olacakları, bunları terkedenlerin ise laneti hakedecekleri bildirilmiştir.

Yüce Allah, Kur*an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Siz, insanlar İçin çıkan İmiş hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder fe­nalıktan alıkoyarsınız ve Allah'a iman edersiniz. Eğer kitap ehli de iman etmiş olsaydı şüphesiz kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır ancak çoğunluğu fasıktırlar.[502]

"İsrailoğullarından inkar edenler, Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın di­liyle lanetlenmişlerdir. Bu, başkaldırmaları ve sınırı aşmaları sebebiyledir. Onlar işledikleri bir fenalıktan birbirlerini alıkoymaya çalışmıyorlardı (neh-yetmiyorlardı). Yaptıkları ne kadar da fenaydı!"[503]

Kur'an-ı Kerim ayetlerinde nasihat ve öğüt vermek; Peygamber olarak gönderilenlerin ahlaki özellikleri olarak anılmıştır. Yüce Allah bu konuda da şöyle buyuruyor:

"(Şu'ayb da) onlardan yüz çevierip şöyle söyledi: "Ey kavmim! Ben size Rabb'imin bildirdiklerini ulaştırdım ve size öğüt verdim. Artık inkarcılar topluluğuna nasıl üzülürüm!"[504]

Yüce Allah, daveti emretmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Rabb'İne davet et (çağır.)"[505]

"Rabb'inin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet eyle."[506]

"Hicri 15. Asırda Önem Kazanan Ahlaki Karakterler ve Gidişatlar" ismini taşıyan risalemizde şöyle yazmıştık:

"Bu çağın ve bütün çağların temel prensibi gereğince her bir Müslüma-nın insanları Allah'a davet eden kişi olması gerekmektedir. Her Müslüman hayır öğreticisi olmalıdır. Her bir Müslüman beşeri nefsi eğiten bir kişi ol­malıdır. Bütün bunlar yüce Allah'ın, Kur'an-ı Kerim'inde emrettiği üzere Resulullah (a.s)'ı izlemenin gereklerindendir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim­'inde şöyle buyuruyor:

"Andolsun ki, Allah'ın elçisinde sizin için Allah'ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için en güzel bir Örnek vardır.[507]

Resulullah (a.s), insanları basiret üzere Allah'ın yoluna çağırmıştır. Bu ko­nuda Yüce Allah ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:

"De ki: İşte benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah'a çağırırız."[508]

Resulullah (a.s) aynı zamanda bir öğretici idi. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim-'de bu hususu şu şekilde bildirmektedir

"Nitekim içinizde, size ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran ve size Kitab'ı ve hikmeti Öğreten, daha önceden bilmediğiniz şeyleri bildiren, sizden bir peygamber gönderdik."[509]

Ayeti kerimede "sizi arındıran" denilirken aynı zamanda Resulullah (a.s)-'ın bir eğitici olduğuna parmak basılmaktadır.

Müslümamn bütün bunlardan nasibini alması gerekmektedir, O da aile fert­lerine, komşularına, yakınlarına, akrabalarına, arkadaşlarına, tanıdıklarına ve bütün insanlara karşı böyle olmalı; gücünün yettiği ölçüde ve imkan buldukça onlara karşı bu görevleri yerine getirmelidir.

Müslümamn çalışmalarının üç açıya yönelik olması gerekmektedir. En baş­ka kendi nefsine yönelik olarak çalışmalıdır. Kendi nefsini düzeltmeye, arın­dırmaya, ona bilmediklerini öğretmeye, onu kültürlü hale getirmeye ve ilim, zikir, ibadet, fıkıh sahibi, düzen ve iyiliği sağlayan kimselere itaat yoluyla onu yüceltmeye çalışmalıdır.

Dışa yönelik çalışmalarında gücünün ölçüsünde, imkan buldukça öğretim, davet, öğüt, iyiliği emir ve kötülükten sakındırma faaliyetlerinde bulunmalıdır. Bu tür çalışmaları Müslüman kendi kişisel gayretleriyle yürütmeli ve bu gibi faaliyetlerde bulunmayı kendisi için bir ahlaki özellik haline getirmelidir. Her­hangi bir dış etkiye bağlı kalmadan tamamen gönüllü olarak bunları yapmalı­dır.

Üçüncü olarak da İslami cemaate yönelik ve bu cemaatin ilerleyişi ile u-yumlu çalışmalarda bulunmalıdır. Bu yöndeki çalışmaları, İslami hareketin ga­yelerinin gerçekleştirilmesi ve Allah'ın dininin uygulamaya konması için ol­malıdır. Müslüman ancak bu yolla Yüce Allah'ın üzerindeki hakkım yerine ge­tirebilir ve O'nun hoşnutluğunu kazanabilir. [510]

 

İYİLİĞİ EMİR VE KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRMA FARZDIR

 

181- Ahmed bin Hanbel, Ebu Said el Hudri (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[511]

"Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin, buna güç yetire-mezse diliyle değiştirsin, buna da güç yetiremezse kalbiyle (ona karşı çıksın). Bu İse imanın en zayıf derecesidir." [512]

 

DERSLER VE ÖĞÜTLER

 

Muhammed bin İlan es-Sıddıki şöyle söylemiştir:

"Kişi emrettiği iyiliği kendisi yapmıyor, sakındırdığı fenalığı da kendisi işliyor olsa bile yapılan bir fenalığa karşı çıkması farzdır. Yani kötülüğe karşı durmanın farzhğı açısından, kişinin kendisinin yapması ile yapmaması ara­sında bir fark yoktur. Bunun gibi kötülüğü sözlü olarak değiştirmenin ge­rekliliği konusunda söylediği sözün etkili olup olmaması arasında bir fark yoktur. Musannifin sözünden anlaşıldığına göre bu konuda görüş birliği vardır. Bazılarının, bu konuyla ilgili bir takım hadisi şeriflerden hareket ederek, kişinin sözünün etki etmeyeceğini anlaması durumunda, onun üze­rinden sözlü müdahalede bulunma görevinin düşeceği yolundaki görüşleri yerinde değildir.

Hadisi şerifin metnindeki "men" edatının herkesi içine alacağı düşün­cesine dayanan görüş birliği gereğince iyiliği emreden kişinin, ötekinin veli­si olması veya olmaması arasında bir fark yoktur. Evet, eğer yöneticinin İz­nini alma gereği duymayan kişi bundan dolayı kendisinin aykırı hareket et­mesinin sebep olacağı duruma denk veya daha ileri derecede bir bozulma­nın meydana gelebileceğinden ve bunun kendi aleyhine olacağından kor-karsa, o zaman izin istenmesinin vacip olması uzak ihtimal değildir. Bir kö­tülüğe karşı çıkılmasının caiz olması için, bunun silah çekmeye sebep olabi­leceği korkusunun olmaması şarttır. Çünkü yapılacak bir müdahele böyle bir şeyi gerektirecek olursa, buna karar verecek olan, halkın geneli değildir, yöneticidir. Yerine göre kötülüğü engellemenin vacip olması, yerine göre de caiz olması kişinin kendi nefsi hakkında bir korkusunun olmamasını gerek­tirir. Mesela bir organını veya malını yahut bir başka şeyini kaybetme korku­su olmamalıdır. Hatta bundan doğacak zarar, yapılan kötülüğün sebep ola­cağı zararın çok az üstünde olsa bile.

Bazılarının, bu hadisi şerifin zahirine bakarak ortaya attıkları, kendisine karşı muhalefette taşkınlık edilse (veya edilecek olsa) bile, bir kimsenin gör­düğü fenalığa her halükârda karşı çıkmasının vacip olduğu yolundaki iddia­larının geçerli dayanağı yoktur. Ayeti kerimede bildirildiği üzere korku ve zorlama durumunda küfür sözü söylemek caiz olduğuna göre, tehlike duru­munda fenalığa karşı çıkmaktan kaçınmak öncelikle caiz olur. Çünkü kötü­lük bakımından, bir şeyi terketmek fena bir işi yapmaktan daha aşağı dere­cededir.

Bunun yanıstra uyarıda bulunan kişinin, fenalıktan sakındırdığı kimse­nin inatçılık ederek fenalığını daha da ileri götüreceği yolunda kuvvetli bir kana ti olmamalıdır. Bunun yanısıra görülen işin fena bir iş olduğu üzerinde ilim adamları arasında görüş birliği olmalı yahut o fiili yapan kişi, o fiilin haram olduğuna inanmalıdır. İyiliği emir ve kötülükten sakındırma işinin gerekliliği (vacipliği) yüce Allah'ın "Ey iman edenler! Siz kendinizden so­rumlusunuz. Siz doğru yola girerseniz sapıtan kimse size zarar veremez" mealindaki ayeti kerimesine ters değildir. [513] Çünkü Resulullah (a.s) hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Birbirinize iyiliği emredip birbirinizi fenalıklardan sakındırın. Ancak cimriliğe itaat edildiğini, arzuların peşinden gidildiğini, dünyanın etkisinde kalmıldığını ve her görüş sahibinin sadece kendi görüşünü beğendiğini gö­rürsen, işte o zaman sen sadece kendinden sorumlusun."

Bu hadisi şerif, yukarıdaki ayeti kerimede bildirilen durumun fenalığa karşı çıkan kimsenin hiç bir şey yapamayacak duruma düşmesi halinde özel olduğunu bildirmektedir ki, bu halde fenalığa karşı çıkmanın vacipliğinin düştüğünde şüphe yoktur. Konuyu etraflıca inceleyenlerin yaptıkları açıkla­malara göre ayeti kerimenin anlamı şudur: "Siz eğer iyiliği emir ve kötülük­ten sakındırma görevi de dahil olmak üzere üzerinize yüklenmiş olduğu­nuz görevleri tam olarak yerine getirirseniz, başkalarının kusur etmelerinin size bir zararı olmaz. Eğer iyiliği emir ve kötülükten sakındırma işine mu­hatap olan kişi, kendisinden isteneni yapmazsa, onun azarlanması gerek­mez. Çünkü istenen şey emir ve nehiydir, zorla kabul ettirmek değil."[514]

 

182- Müslim, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[515]

"Yüce Allah, benden önce herhangi peygamber göndermiş ise mutlaka ümmeti içinde onun sünnetini alan ve emrine göre hareket eden havarileri va arkadaşları (sahabileri) olmuştur. Onların ardlarından ise yerlerine, yap­madıklarını söyleyen ve kendilerine emredileni yapmayan bir takım insan­lar geçerler. Bunlara karşı kim eliyle mücadele ederse, o mü'mîndir, kim di­liyle mücadele ederse, o da mü'mindir, kim kalbiyle mücadele ederse, o da

mü'mindir. Bunun ötesinde ise bir hardal tanesi kadar bile bir iman yok­tur." [516]

 

Bir Açıklama

 

Nevevi, Sahihi Müslim Şerhi (2/28)'nde şöyle söylemiştir:

"Hadiste işaret edilen havarilerin kimler oldukları konusunda farklı gö­rüşler ortaya atılmıştır. Ezheri ve daha başkaları şöyle söylemiştir:

"Bunlar peygamberlerin seçtikleri ve iyi yetiştirdikleri kimselerdir. Seç­kin kimseler ise bütün kusur ve eksikliklerden arındırılırlar."

Bazı lan da, bunların peygamberlerin yardımcıları olduklarını söylemiş­lerdir. Bunların mücahitler oldukları da söylenmiştir. Bir başka açıklamaya göre ise bunlar peygamberlerden sonra onların yerlerine geçerek hilafet görevini sürdürmeye layık olan kimselerdir." [517]

 

183- Buhari ve Müslim, Ebu'l-Velid Ubade bin Samit (r.a)'in şöyle söy­lediğini rivayet etmişlerdir:[518]

"Biz zorlukta da kolaylıkta da, hoşlandığımız şeylerde de hoşlanmadığı­mız şeyde de itaat etmek ve söz dinlemek, yüce Allah katından gelen açık bir delille küfür olduğu açıkça anlaşılan bîr tutum görmedikçe emir sahipleri­nin emirlerine karşı çıkmamak, nerede olursak olalım hakkı söylemek ve yüce Allah hakkında (O'nun rızası için çalışma konusunda) hiçbir kmayıcı-nın kınamasından korkmamak üzere Resulullah (a.s)'a bey'at ettik." [519]

 

184- Buhari, Nu'man bin Beşir (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[520]

"Allah'ın koyduğu sınırlarda duran ve sınırlan aşan kimselerin birbirle­rine karşı durumları; bir gemiyi paylaşan İnsanların durumlarına benze­mektedir. Bu gemiyi paylaşan insanlann bazıları üst kata, bazıları ise alt kata düşmüşlerdir. Alttakiler her su ihtiyaçtan olduklarında üste çıkmaktadırlar. Sonunda "biz kendi katımızdan bir delik açsak da üstüm {izdeki leri rahatsız etmesek" diyorlar. Şimdi üsttekiler onların bu istediklerini yapmalanna fır­sat verirlerse hep birlikte helak olurlar. Ama eğer ellerinden tutarlarsa (on-lan bu işten vazgeçirirlerse) hep birlikte kurtulurlar." [521]

 

185- Müslim, mü'minlerin annesi Ümmu Seleme, Hind bintu Ebi Umeyye (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[522]

"Sizin başınıza bir takım yöneticiler geçirilecek ki, onlann bazı işlerini iyi, bazı işlerini kötü göreceksiniz. Kötü işlerine karşı hoşnutsuzluk göste­ren, o kötülüklerden uzak olur. Karşı çıkan ise kurtuluşa erer. Ama bu kötü­lükler karşısında hoşnutluk gösteren ve onlara uyanlar (onlar, kaybeder­ler)." Oradakiler:

"Ey Allah'ın Resulü! Onlara karşı savaşmayacak mıyız?" diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Sizin içinizde namaz kıldıkları sürece hayır." [523]

 

Bir Açıklama

 

Burada anlatılmak istenen şudur:

"Kİm eliyle veya diliyle yapılan kötülüklere müdahalede bulunmaya güç yetiremez de kalbiyle karşı çıkarsa, o kötülüklerden uzak kalmış ve görevini yerine getirmiş olur. Kim de gücü ölçüsünde müdahele eder karşı çıkarsa, o da bu kötülüklerden kendini kurtarmış olur. Ama kim kötülükleri işleyen­lerin kötülüklerinden memnun olur, onlara karşı çıkmaz ve kendisi de on­lara uyarsa, o da isyancılardan olur." [524]

 

186- Buhari ve Müslim, mü'minlerin annesi Ummu'l-Hakem Zeynep binti Cahş (r.a)'tan rivayet etmişlerin[525]

"Resulullah (a.s), "La İlahe illa'llah! Yaklaşan bir fenalıktan dolayı Arap­ların vay haline! Bugün Ye'cuc ve Me'cuc'un suru şu şekilde açıldı" diyerek birden yanıma girdi. Resulullah (a.s) bunu söylerken işaret parmağı ve onun yanındaki parmağıyla İşaret etti. Ben "Ya Resulullah (a.s)! İçimizde salih kimseler olduğu halde helak olur muyuz?" diye sordum. Şöyle buyurdu:

"Eğer pislik çok olursa evet." [526]

 

187- Buhari ve Müslim, Ebu Said el-Hudri (r.a)'den rivayet şu şekilde etmişlerdir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[527]

"Yol başlarında oturmaktan sakının." Orada bulunanlar:

"Ey Allah'ın Resulü! Oralarda mutlaka oturmamız gerekiyor. Çünkü o-ralarda bazı konuşmalarda bulunuyoruz" dedik. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Eğer oralarda mutlaka oturmak istiyorsanız, o zaman yolun hakkını ve­rin." Bu kez oradakiler: "Peki, yolun hakkı nedir ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Gözünü tutmak, yoldan eziyet verici şeyi kaldırmak, selam verinin sela­mını almak, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak." [528]

 

Bir Açıklama

 

Alkami şöyle söylemiştir:

"Ebu Davud, yola oturan kimsenin yerine getirmesi istenen görevlere, yolculara yol göstermeyi ve aksıran kimsenin Allah'a hamdetmesİ duru­munda ona "yerhamukellah (Allah sana rahmet eylesin)" demeyi de ekle­miştir." [529]

Said bin Mansur da, haksızlığa uğramış, yardım isteyen kimseye yardımda bulunma görevini eklemiştir.

Bezzar da şöyle bir ilaveye yer vermiştir:

"Ağır yükü olana yardım edin."[530]

Resulullah (a.s) şöyle bir ilaveye de yer vermiştir:

"Haksızlığa uğratılmış olana yardım edin ve Allah'ı çokça zikredin.[531]

Ebu Talha'nın hadisinde ise "güzel söz söylemek" de sayılmaktadır.

Tirmizi'nin rivayetinde ise ayrıca "Selamı yayın" denilmektedir. [532]

Yine Taberani'nin bir rivayetinde "Zenginlere yol gösterin" deniliyor. Bü­tün bu görevlerin toplamı ise ondördü [533]bulmaktadır. [534]

 

188- Müslim, Abdullah bin Abbas (r.a)'tan şöyle rivayet etmiştir:[535]

"Resulullah (a.s) bir adamın parmağında alttn yüzük gördü, onu çıkardı attı ve şöyle buyurdu:

"Sizden biri ateşten bir koru alıyor, sonra tutup onu parmağına takıyor." Resulullah (as) gittikten sonra adama: "Yüzüğünü al da, ondan (başka bir a-maçla) yararlan" denildi. Adam ise: "Hayır vallahi, onu asla almam. Çünkü onu Resulullah (a.s) attı" diye söyledi." [536]

 

189- Ahmed bin Hanbel, Ebu Said Hasanı Basri (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:[537]

"Aiz bin Amr (r.a), Ubeydullah bin Ziyad'm yanına girdi ve şöyle söyledi:

"Ey oğulcağizım! Ben, Resulullah (a.s)'ın "Yönetim şeklinin en fenası in­sanları zora koşmak, onlara kaldıramayacaktan yük yüklemektir" diye bu­yurduğunu duydum. Sen böyle yönetenlerden olmaktan sakın." Bunun Çi­zerine Ubeydullah ona:

"Otur. Sen, Hz.Muhammed (a.s)'in ashabının kepeğindensin (yani dö-küntülerindensin)" dedi. O da şu cevabı verdi: "Onların kepekleri var mıydı? Kepek onlardan sonra ve başkalarının ara­larından çıktı." [538]

 

190- Tirmizi, Huzeyf (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Canım elinde olana yemin olsun ki, ya İyiliği emreder kötülükten sa­kındırırsınız, ya da yüce Allah kendi katından üzerinize bir ceza gönderir. Sonra dua edersiniz de dualarınız kabul edilmez."[539]

Ebu Davud, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"îsrailoğullannın içinde ilk eksikliğin (sapmanın) ortaya çıkması şu şe­kilde olmuştu: Bir adam bir başkası İle karşılaşır ve "Ey filanca! Allah'tan kork ve yapmakta olduğun şu işi bırak. Bunu yapmak sana helal olmaz" derdi. Ertesi gün yine aynı kişi ile karşılaşır ve onun yine aynı hal üzere ol­duğunu görürdü. Bu kez, onunla birlikte yiyen, içen ve oturan olması itiba­riyle onu yaptığından ahkoymazdı. Böyle yapmaları üzerine Allah onların kalplerini birbirlerine vurdu." Resulullah (a.s) bunu söyledikten sonra şu ayeti kerimeleri okudu:

"Israiloğullanndan inkâr edenler, Davud'un ve Meryemoğlu İsa'nın di­liyle lanetlenmişlerdir. Bu, başkaldırmaları ve sının aşmaları sebebiyledir.

Onlar işledikleri bir fanahktan birbirlerini alıkoymaya çalışmıyorlardı (neh-yetmiyorlardı). Yaptıklan ne kadar da fenaydı! Onlann çoğunun, inkâr eden­leri kendilerine dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendileri için ön­ceden göndermiş oldukları ne kadar da fenadır ki, (bu yüzden) Allah onlara kızmıştır ve azabın içinde sonsuza kadar kalacaklardır. Eğer Allah'a, Pey-gamber'e ve ona indirilene İman etmiş olsalardı, onları (inkârcılan) dost edinmezlerdi. Ancak onlann çoğu fasıkhr (yoldan çıkmıştır.)"[540] Sonra da şöyle buyurdu:

"Vallahi, ya iyiliği emreder, kötülükten sakındırır, haksızlık edenin elin­den tutar, onu hakka yöneltirsiniz, onun özellikle hakka göre hareket etme­sini sağlarsınız ya da Allah kalplerinizi birbirine çarpar ve onları lanetlediği gibi sizi de lanetler."

Tiimizi'nin rivayati ise şöyledir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"İsrailoğullan, fenalıklar işlemeye başlayınca, alimleri onlan bu işlerden nehyettiler. Ancak onlar, bunların sözlerini dinlemediler. Bunun üzerine bunlar (alimler) de onlann toplantılarına katıldı, onlarla birlikte yiyip içtiler. Bunun üzerine yüce Allah, onlann kalplerini birbirlerine çarptı ve onlan Hz. Davud (a.s) ve Meryemoğlu İsa (a.s)'nın diliyle lanetledi. Bu, onlann Al­lah'a karşı gelmeleri ve aşın gitmeleri sebebiyleydi." Resulullah (a.s) bu söz­leri söylerken arkaya yaslanmıştı, sonra oturdu ve şöyle söyledi:

"Hayır. Canım elinde olana yemin olsun ki, siz de (o haksızlık edenleri) hakka yöneltmediğiniz sürece (kurtuluşa eremezsiniz.)" [541]

 

Bir Açıklama

 

Cami'in tahkikçisî şöyle söylemiştir:

"Bunu Taberi (10/493)'de Süfyani Sevri'den rivayet ederek vermiştir. O-nun rivayetine göre Sufyanı Sevri şöyle bildirmiştir:

"Bize, Ali bin Buzeyme'nİn, Ebu Ubeyde'den, sanıyorum onun Mesruk-'tan ve onun da Abdullah'tan rivayet ettiğine göre Abdullah şöyle söylemiş­tir..." Bundan sonra yukandaki hadisi vermektedir. Allame Ahmed Şakir de bu hadisin senedini araştırarak şöyle söylemiştir:

"Sufyan'ın Ali bin Buzeyme'den rivayeti tankıyla nakledilen şekli Ebu Ubeyde'den mürsel [542] olarak gelmektedir. Çünkü Ebu Ubeyde'nin "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu" dediği bildirilmekte, bu arada Abdullah bin Mes'-ud (r.a)'un adı anılmamaktadır. Oysa bilindiğine göre Süfyan'm rivayetinde Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un adı geçmektedir.

Tirmizi, Süneni'in Tefsir kitabında şöyle bildirmektedir: "Abdullah bin Abdurrahman'ın bildirdiğine göre Yezid bin Harun şöyle söylemiştir:

"Süfyanı Sevri, rivayetinde Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un adını anmazdı. Yani o, bu hadisi Ebu Ubeyde'den mürsel olarak rivayet etmiştir. Taberi'nin burada bize bildirdiğine göre, Sufyan bu hadisi Ebu Ubeyde'den bir de şu şekilde rivayet etmiştir: "... sanıyorum o da (yani Ebu Ubeyde de) Mesruk-'tan, o da Abdullah'tan (yani Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan) rivayet etmiş­tir." Ancak bu rivayetinde sadece Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un adını an­makla kalmamakta, aynı zamanda Ebu Ubeyde'nin Mesruk'tan ve dolayısıy­la onun Abdullah'tan rivayette bulunup bulunmadığında tereddüde düş­mektedir. Eğer ki, Sufyan'ın verdiği bu senet doğru ise, o zaman hadisin is­nadı sahih demektir ve bu takdirde isnadda herhangi bir kopukluk (inkıta) olmayacağı gibi hadis mürsel de olmaz. Ancak bu senet doğru değilse o za­man hadis zayıf demektir. Bazı ilim adamları da senedinde kopukluk ol­ması sebebiyle bu hadisin zayıf olduğuna hükmetmişlerdir.

Müceddİd ve Beyhaki'nİn, Hz. Ali (r.a)'den rivayet ettikleri ve sahih ol­duğunu söyledikleri bir hadiste Hz. Ali (r.a)'nin şöyle söylediği bildirilmiş­tir:

"Cihad üç türlüdür: El ile cihad, dil ile cihad ve kalp ile cihad. Bu cihad türlerinin ilk Önce yenilecek (yani terkedilecek) olanı el İle cihaddır. Sonra dil ile cihad, sonra da kalp ile cihad yenilir (terkedilir). Eğer bir kalp iyiliği benimsemez, kötülüğe de karşı çıkmazsa, o kalp ters çevrilmiş, üstü altına getirilmiş demektir." [543]

 

191- Taberani, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:[544]

"Münafıklara karşı ellerinizle cihad edin. Kendilerine karşı yüz ekşit­mek, soğuk davranmak dışında bir şey elinizden gelmese bile onlara karşı yüz ekşitin, soğuk davranın." [545]

 

192- Müslim, Huzeyfe bin Yeman (r.a)'dan rivayet etmiştir:[546]

"Hz. Ömer (r.a)'in yanında bulunuyorduk. "İçinizden kim Resulullah (a.s)'ın fitnelerden söz ettiğini duydu?" diye sordu. Bazıları: "Biz duyduk" dediler. Hz. Ömer (r.a):

"Herhalde siz bir adamla onun aile fertleri ve komşuları arasında ortaya çıkabilecek fitneleri kastediyorsunuz!" dedi. Onlar: "Evet" dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a):

"Bu gibi şeyleri namaz, oruç, sadaka gibi ibadetler örter. Ancak hanginiz Resulullah (a.s)'ın deniz dalgalan gibi dalgalanacak fitnelerden söz ettiğini duydu?" diye sordu. Orada bulunanlar sustular. Ben "Ben" dedim. Hz. Ömer (r.a): "Baban Allah'ın gözdesi olsun, sen mi?" dedi. (Ben dedim ki): "Ben, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum:

"Fitneler, kalpleri yavaş yavaş kaplayacak bir örtü gibi sunulur. Hangi kalp bu fitneden etkilenirse, onun üzerinde siyah bir nokta belirir. Hangi kalp de bu fitneye karşı durursa, onun üzerinde de beyaz bir nokta belirir. Böylelikle bu kalplerden birisi beyaz mermer gibi bembeyaz olur. Artık gök­ler ve yer durdukça bu kalbe fitne zarar vermez. Diğer kalp ise üzeri oyuk oyuk bir testi gibi griye yakın siyah bir renk alır. Artık bu, iyiliği tanımaz, fenalığı reddetmez. Kendisinin kabul etmiş olduğu arzularına uygun olanın dışında bir şey göremez." [547]

 

193- Taberani, Tank bin Şihab (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Idris bin Arkub Şeybani, Abdullah (a.s)'ın yanına geldi ve "İyiliği emret­meyen ve kötülükten sakındırmayan helak olmuştur" dedi o da şöyle söy­ledi:[548]

"Bilakis kalbi iyiliği tanımayan ve kötülüğe de karşı çıkmayan kimse he­lak olmuştur." [549]

 

194- Ah m e d bin Hanbel, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'un şöyle söyledi­ğini rivayet etmiştir:[550]

"Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum:

"Siz yardım görecek, isabet ettireceksiniz ve size fetihler nasib olacak. Siz­den kim bunu anlarsa Allah'tan korksun, iyiliği emredip kötülükten sakın­dırsın. Kim benim hakkımda kasıtlı olarak (bile bile) yalan uydurursa cehen­nemdeki yerine hazırlansın." [551]

 

195- Ahmed bin Hanbel, Hz. Ebu Bekir Sıddik (r.a)'in şöyle söylediği­ni rivayet etmiştir:[552]

"Ey insanlar! Siz şu ayeti kerimeyi okuyorsunuz: "Ey iman edenler! Siz kendinizden sorumlusunuz. Siz doğru yola girerseniz sapıtan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır ve O size yapmakta oldukla­rınızı bildirecektir."[553] Benr Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum:

"Eğer insanlar bir zalim görür de onun elinden tutmazlarsa, yüce Allah kendi katından onların tümüne birden ceza gönderebilir." [554]

 

196- Ebu Davutl, Ebu Umame Şa'bani (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Ebu Sa'lebe Hüşeni'ye soru sorarak şöyle söyledim: "Ey Eba Sa'lebe! "Ey İman edenler! Siz kendinizden sorumlusunuz. Siz doğru yola girerseniz, sapıtan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır ve O size yapmakta olduklarınızı bildirecektir" (mealindeki) ayeti kerime hakkında ne düşünüyorsunuz?" dedim. Şu cevabı verdi:[555]

"Vallahi, ben de onun hakkında bilgili birisine soru sordum. O da ken­disinin bunun hakkında Resulullah (a.s)'a som sorduğunu ve Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu söyledi:

"Birbirinize iyiliği emredip birbirinizi fenalıklardan sakındırın. Ancak cimriliğe itaat edildiğini, arzuların peşinden gidilip dünyanın etkisinde ka­lındığını ve her görüş sahibinin sadece kendi görüşünü beğendiğini görür­sen, işte o zaman sen sadece kendinden sorumlusun. Genelin durumunu kendinden ayrı tut, önünüzde sabır günleri var. O günlerde sabretmek, ateş korunu elde tutmak gibi olacaktır. O zamanda amel edene, sizin yaptığınız gibi amel eden elli kişinin ecri (sevabı) vardır."

Ebu Davud, kendi rivayet ettiği hadiste şöyle bir fazlalığa yer vermiştir:

"Resulullah (a.s)'a: "Ey Allah'ın Resulü! Bizden elli kişinin sevabı mı yoksa onlardan elli kişinin sevabı mı?" diye soruldu. Resulullah (a.s) da: "Bilakis sizden elli kişinin sevabı" diye buyurdu." [556]

Yukarıda verilen ayeti kerimede bildirilen hüküm, bir fenalığı gören kimse­nin ona müdahalede bulunma imkanına sahip olmaması durumuna özeldir. Ko­nuyu etraflıca inceleyen ilim adamlarının açıklamalarına göre ise ayeti kerime­nin anlamı şudur: "Eğer siz üzerinize düşen görevi yerine getirirseniz, başka­larının kusur etmelerinin size bir zararı olmaz." [557]

 

197- Ebu Ya'la, Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:[558]

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Benden sonra gelenler içinde, bildikleri ile amel eden ve kendilerine emredileni yapan kimseler olacaktır. Yine benden sonra gelenler içinde, bil­medikleri ile amel eden ve kendilerine emredilmeyeni yapanlar olacaktır. (Yahut "Benden sonra bildikleri ile amel eden ve kendilerine emredileni ya­pan halifeler olacaktır. Yine benden sonra bilmedikleri ile amel eden ve kendilerine emredilmeyeni yapan halifeler olacaktır") Kim bunlara karşı çıkarsa, onların fenalıklarından uzak olur. Kim elini tutarsa (onlardan uzak kalırsa) selamette olur. Ancak kim onların yaptıklarını hoşnutlakla karşılar ve kendilerine uyarsa, (onlar kurtuluşa eremezler.)" [559]

 

198- Taberani, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:[560]

"Bir kişinin işleyebileceği en büyük günahlardan birisi, bir kardeşinin kendisine "Allah'tan kork" demesi durumunda, "Sen kendinden sorumlu­sun. Bana mı emir veriyorsun?" demesidir." [561]

 

Îyiliği Emir Ve Kötülükten Sakındırmanın Fazileti

 

199- Ebu Davud, Ebu Said el-Hudri (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[562]

"Cihadın en üstünü, zalim bir yöneticinin yanında adalet sözünü (hak sözü) söylemektir." [563]

 

200- Nesai, Ebu Abdullah Tank bin Şihab Beceli Ahmesi (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:

"Adamın biri ayağını üzenginin üzerine koymuş bir halde Resulullah (a.s)'a: "Hangi cihad daha üstündür?" diye sordu. Resulullah (a.s) da şu ce­vabı verdi:[564]

"Zalim bir yöneticinin yanında hak sözü söylemektedir." [565]

 

201- Tirmizi, Ebu Zeri Gifari (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[566]

"Kardeşinin yüzüne gülümsemen bir sadakadır. İyiliği emredip kötü­lükten sakındırman sadakadır. Yine bir adama yolunu bulamayacağı bir yer­de yol göstermen senin için sadakadır. (İyi görmeyen bir adamı görmen (ona yardıma olman) senin için bir sadakadır). Yoldan taş, diken kemik gibi şey­leri gidermen sadakadır. Kendi kovandan kardeşinin kovasına aktarman sa­dakadır."

Kadı şöyle söylemiştir:

"Sözü edilen işlerin sadaka olarak adlandırılması, sadakaya sevap veril­diği gibi bu işlere de sevap verilmesi ve bunların sevaplarının sadakanın se­vaplarına denk olması sebebiyle olabilir. Bu itibarla bir kıyaslanma yapılarak ve İsim yönünden sınıflandırma yapılarak bu şekilde adlandınlmıştr. Bu­nun yanısıra söz konusu işlerin bizzat sadaka olduğu da söylenmiştir." [567][568]

 

202- Müslim'in, Abdullah bin Ferruh (r.a)'tan rivayet ettiğine göre, o Hz. Aişe (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[569]

"Ademoğullarından her bir insan, üçyüzaltmış eklem İle yaratılmıştır. Kim bu üçyüzaltmış eklemi sayısınca Allah'ı tekbir eder, O'na hamdeder, O'nu tehlil eder (la ilahe illa'llah der). O'nu teşbih eder, insanların yolların­dan taş, diken ve kemik gibi şeyleri giderir, iyiliği emreder, kötülükten sa-kındınrsa; o gün ateşten uzaklaştırılmış olarak akşamlar." Bir rivayette de "ateşten uzaklaştırılmış olarak yürür" denilmektedir. [570][571]

 

203- A hm e d bin Hanbel, Ebu Musa (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[572]

"Muhammed'in canı alinde olana yemin olsun ki, iyilik ve kötülük, kı­yamet günü kişinin karşısına çıkarılacak iki yaratıktır. İyilik, sahiplerini (ya­ni "iyilik işleyenleri") müjdeler ve onlara hayır vaadinde bulunur. Kötülük de "uzak durun, uzak durun" der. Ancak onlar ona takılmaktan başka bir şey yapamazlar." [573]

 

204- Ebu Davud. Urs bin Umeyre Kindi (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[574]

"Yeryüzünde bir kötülük işlendiğinde, onu görüp de ondan hoşlanma­yan -bir rivayette "ona karşı çıkan" denmektedir [575] onu hiç görmemiş gibi olur. Ama onu göremediği halde hoşnutluk gösteren onu bizzat görmüş gibi olur." [576]

 

205- Taberani, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmiştir:[577]

"Salihler (fena şeylerden) soyunmuş olarak giderler. Şüpheciler olarak da iyiliği tanımayıp fenalığa karşı çıkmayanlar kalırlar." [578]

 

206-  Taberani, Abdulaziz bin Ebi Bekre (r.a)'den rivayet etmiştir:[579]

"Ebu Bekre, Gudaneoğullarından bir kadınla evlendi. Sonra bu kadın öldü. Kadını mezarlığa götürdüler. Kadının kardeşleri Ebu Bekre'nin onun üzerine namaz kılmasına engel oldular. Ebu Bekre: "Yapmayın. Onun üze­rine namaz kılmaya ben sizden daha çok hak sahibiyim" dedi. Bunun üzeri­ne: "Resulullah (a.s)'ın sahabisi doğru söyledi" dediler. O da üzerine namaz kıldı. Sonra mezara girdi. Kadının kardeşleri onu çok sert bir şekilde geriye iteklediler. Bunun üzerine yere düştü ve bayıldı. Sonra ailesinin yanına gö­türüldü. O gün onun için oğul ve kızlarından yirmi kişi ağlaştı. Ben, o gün en küçüklerind endim. Daha sonra ay il di ve: "Benim için ağlaşmayın. Hiç bir canın çıkması, Ebu Bekre'nin canının çıkması kadar beni sevindirmez" dedi. Oradakiler bu sözden dehşete kapıldılar ve "Niçin ey babamız?" diye sordu­lar. O da şu cevabı verdi: "Ben iyiliği emretmeye ve kötülükten nehyetmeye güç yetiremeyeceğim bir zamana ulaşmaktan korkuyorum. O gün bir hayır olmaz. [580]

 

İyîliği Emir Ve Kötülükten SakındırmaKonusunda Ruhsata Ve Azimete GöreHareket Etmek

 

207-  Bezzar, Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir[581]

"Haccac'ın hutbe okuduğunu (veya konuşma yaptığını) duydum. Hoş karşılamadığım bir söz söyledi. Bu sözüne karşı çıkmak istedim. Resulullah (a.s)'ın şu sözünü hatırladım:

"Mü'minin kendi nefsini aşağılığa düşürmesi uygun olmaz." Ben o za­man:

"Ey Allah'ın Resulü! Mü'min kendini nasıl aşağılığa düşürür?" diye sor­muştum da Resulullah (a.s) da şu cevabı vermişti:

"Güç yetiremeyeceği bir imtihana (belaya) kendini sokar." [582]

 

208- Tirmizi, Huzeyfe bin Yeman (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmiştir;

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[583]

"Mü'minin kendi nefsini aşağılağa düşürmesi uygun olmaz." Oradakiler.

"Ey Allah'ın Resulü! Mü'min kendini nasıl aşağılığa düşürür?" diye sor­dular da Resulullah (a.s) şu cevabı verdi:

"Güç yetiremeyeceği bir imtihana (belaya) kendini sokar." [584]

 

209- Ebu Ya'Ia, Mu'alla bin Ziyad (r.a)ıdan şu şekilde rivayet etmiştir: "Yezîd bin Muhalleb, Basra halkını yendiğinde Mua'lla şöyle söyledi:[585]

"O zaman ben. Hasan bin Ebi'l-Hasan'ın ders halkasında oturmam duru­munda orada bulanabileceğimden ve tanınacağımdan korktum. Bu yüzden Hasan'ın evine gittim. Yanına girdiğimde: "Ey Ebu Said! Yüce Allah'ın Kita­bındaki şu ayeti kerime hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordum. "Hangi ayeti kerime?" dedi. Ben "Yüce Allah'ın: "Onların çoğunun günah, düş­manlık ve haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yapmakta ol­dukları ne kadar fenadır!" [586] sözü hakkında" dedim. "Ey Abdullah! İnsanlar bana kılıç çekmeyi önerdiler, ancak kılıç sözün önünü kesti" dîye söyledi. Ben: "Ey Ebu Said! Konuşanın bir üstünlüğünün olacağını düşünüyor mu­sun?" dedim. "Hayır" dedi. Sonra bana iki hadis rivayet etti ve şöyle söyledi:

"Bize, Ebu Said el-Hudri (r.)'nin, Resulullah (a.s)'tan rivayet ettiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Sizden birini; insanlardan korkması, gördüğü veya hatırladığı zaman hakkı söylemekten alıkoymasın. Bu, ne kendisinin ecelini yakınlaşhnr, ne de rızkını uzaklaştırır." Hasan bundan sonra diğer hadisi rivayet etti ve şöy­le söyledi:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Mü'minin kendi nefsini aşağı düşürmesi uygun olmaz." "Müminin kendi nefsini aşağı düşürmesi nasıl olur?" diye soruldu. Resulullah (a.s) da: "Güç yetiremeyeceği bir imtihana (belaya) kendini sokmasıyla olur" diye buyurdu." Ben: "Ey Ebu Said! Yezid Dabiyy ve namaz hakkındaki konuşması konusunda ne diyorsun?" dedim. "Ona gelince, o pişman olmadan hapisten çıkamadı" dedi. Sonra Hasan'ın meclisinden kalkıp Yezid'in yanına gittim ve: "Ey Ebu Mevdud! Hasan ile sohbet ederken senin durumundan da şöyle bir söz ettik" dedim. O: "Bırak, ey Ebu Hasan!" dedi. Ben: "Ama ben bunu yaptım" dedim. Bu kez: "Peki ne dedi?" diye sordu. "Ona gelince, o sözlerine pişman olmadan hapisten çıkamadı" dedi" diye söyledim. Bunun üzerine Yezid şöyle söyledi: "Ben sözlerime pişman olmuş değilim. Allah'a yemin ederim ki, ben kendi açımdan bundan daha tehlikeli bir konumda bulun­dum." Yezid dedi ki:

"Ben, Hasan'ın yanına gittim ve: "Ey Ebu Said! Her şeyde yenildik, na­mazımızda da yenilecek miyiz?" dedim. O da: "Ey Abdullah! Sen bir şey yap­madın. Sen bir şey yapmadın. Sen kendini onların karşılarına çıkarıyorsun" dedi. Sonra yine onun yanına geldim, yine aynı sözleri söyledi. Bundan son­ra cuma günü, Hakem bin Eyyub'un hutbe okumakta olduğu sırada kalkıp "Allah sana rahmet eylesin, namaz beni çevreledi (sardı, kuşattı)"[587]dedim.

Ben böyle söyleyince adamlar kalkıp beni silkelemeye başladılar. Saka­lımdan ve göğsümden çektiler. Kılıçlarının kınlarıyla karnıma vurmaya başladılar. Sonra beni alıp imam odasına [588] doğru götürdüler. Oraya var­dığımda beni oranın önünde öldüreceklerini zannettim. Sonra bana imam odasının kapısı açıldı. Hakem'in Önünde durdum. O ise sessiz duruyordu. Sonra: "Sen deli misin? Biz zaten namazda değil miydik?" dedi. Ben: "Allah emirin durumunu iyi eylesin, Allah'ın Kitab'ından üstün bir şey var mı­dır?" dedim. "Hayır" dedi. Bunun üzerine ben: "Allah emirin durumunu iyi eylesin, bir adam Kur'an-ı Kerim'i açıp sabahın erken vaktinden geceye kadar durmadan okusa, böyle yapmakla aynı zamanda namazlarını da ye­rine getirmiş olur mu?" dedim. O da: "Vallahi ben seni deli sanıyorum" dedi. Enes bin Malik (r.a) de onun minberinin altında sessiz duruyordu.

"Ey Enes, ey Ebu Hamza! Sen, Resulullah (a.s)'a hizmet ettin ve O'nun sohbetinde bulundun (sahabisi oldun). Allah için söylemeni istiyorum: Şimdi ben iyi mi konuştum yoksa kötü mü? Hak mı söyledim yoksa batıl mı?" dedim. Vallahi, bana bir tek kelime ile dahi cevap vermedi. Hakem bin Eyyub ona "Ey Enes!" diye seslendi. O : "Buyur, Allah senin durumun iyi ey­lesin" diyerek cevap verdi. O zaman namaz vakti de geçmişti, güneşin bat­masına az bir şey kalmıştı. Sonra (Hakem) "Onu hapsedin" dedi. Senin için yemin ederim ki, ey Ebu Hasan (yani Mualla'ya hitaben) arkadaşlarımın ba­na karşı söyledikleri, bana o sözümden dolayı başıma gelenlerden daha ağır­dı. Kimisi "gösterişçi (mürai)" dedi; kimisi "deli" dedi. Hakem, Haccac'a "Dabbeoğullarından bir adam, cuma günü benim hutbe okumakta olduğum bir sırada kalkıp "namaz" diye seslendi. Benim adil gördüğüm bir takım şa­hitler onun "deli" olduğuna şahitlik ettiler" diye yazdı. Haccac ona şöyle yaz­dı:

"Eğer gerçekten adil şahitler onun deli olduğuna şahitlik ettilerse bırak gitsin. Aksi takdirde ellerini ve ayaklarını kes, gözlerine mil çek ve sonra da as!" Bundan sonra bazıları Hakem'in yanında benim deli olduğuma şahitlik ettiler; o da bunun üzerine beni serbest bıraktı."

Mu ali a, Yezid Dabbi'den şöyle rivayet etmiştir:

"Bir kardeşimiz öldü. Onun cenazesine gittik. Namazını kıldık. Ben bu gurupla bir kenara çekildim. Orada Allah'ı andık, ölümden sonra karşılaşa­cağımız durumdan söz ettik. Biz bu halde iken, birden atların kafalarını ve süngülerini gördük. Arkadaşlarım bunları görünce hepsi kalktılar ve beni yalnız başıma bıraktılar. Bu sırada Hakem yanıma gelip başımda durdu ve "Ne yapıyordunuz?" diye sordu.

"Allah emirin durumunu iyi eylesin, bir arkadaşımız öldü, onun nama­zını kıldık, cenazesini defnettik ve ardından oturup Rabbimizi zikretmeye, ölümden sonra karşılaşacağımız durumlardan ve arkadaşlarımızın başına gelenlerden söz ermeye koyulduk" dedim. Bunun üzerine:

"Senin de onlar gibi kaçmanı engelleyen neydi?" diye sordu.

"Ben bu alanda bir suç işlemedim, emire de bu konuda güveniyorum, niye kaçayım?" dedim. Hakem sustu. O zaman onun emniyet teşkilatının başında bulunan Abdulmelik bin Muhalleb: "Bu kimdir, biliyor musun?" dedi. O da: "Kimdir?" diye sordu. O da: "Bu, o cuma günü konuşan kişidir" cevabını verdi. Bunun üzerine Hakem sinirlendi ve: "Doğrusu sen pek cür-'etkâr bîrisin" dedi ve ardından: "Alın bunu" diye emir verdi. Ben alındım. Bana tam dörtyüz kamçı vurdu. Çok fena şekilde dövdüğünden dolayı beni ne zaman bıraktı farkına varamadım. Sonra beni kapıcıya gönderdi ve ken­dimi Haccac'ın zindanında buldum. Haccac ölünceye kadar da orada kal­dım." [589]

 

DERSLER  VE ÖĞÜTLER

 

Burada anlatılanlardan, sözü edilen olayların yaşandığı dönemde çok ağır bir zulüm uygulandığı anlaşılmaktadır. Öyle ki Enes bin Malik (r.a) ve Ha­sanı Basri, böyle bir zulüm altında iyiliği emir, kötülükten sakındırma görevini terketmeyi caiz görmüşlerdi.

Bu olaylarda aynı zamanda, zalim bir yöneticinin yanında hak sözü söy­leyebilmek için bu yolda her türlü sıkıntıya, zorluğa katlanan bir kişinin örnek mücadelesi ortaya konmaktadır. Böyle biri verdiği mücadeleden dolayı sevap alır ve iyiliğe kavuşur. Bu kişi Öldüriilseydi şehitlerin efendilerinden olurdu.

Bu gibi durumlarda azimete göre hareket etmek, derecelerin en yükseğidir. Ancak ruhsata göre hareket etmek de caizdir.

Hanefi fakihlerinin bildirdiklerine göre bir kimse iyiliği emredip kötülükten sakındırır ve bu yüzden öldürülürse, o kötülüğü değiştirmemiş, iyiliği de ger­çekleştirememiş bile olsa şehittir ve yaptığından dolayı sevap alır.

Müslümanların tümünün günahtan kurtulabilmeleri için içlerinde kifai farz­ları yerine getirenlerin bulunması gerekir. Bir kimse bir farzı kifayeyi yerine getirmek üzere görevlendirilirse, onun için bu görevi yerine getirmek farz olur. Müslümanların da kifai farzların yerine getirilmesi için en doğru yolu araştır­maları gerekmektedir. [590]

 

210- Taberani'nin, Ebu Ca'fer Hatmi (r.a)'den rivayet ettiğine göre, bu­luğ çağına erdiği sıralarda Resulullah (a.s)'ı görmüş olan dedesi Umeyr bin Habib bin Hamaşe, oğluna vasiyette bulunmuş ve şöyle söylemişti:[591]

"Ey oğlum! Basit ve değersiz insanlarla oturup kalmaktan sakın. Onlarla oturup kalkmak hastalıktır. Kim basit, aşağılık birine karşı ağırbaşlı davra­nırsa memnun kalır, kim de onun arzusuna uyarsa pişman olur. Kim basit birinin getirdiği az şeye razı olmazsa, çok şeye razı olur. Sizden kim iyiliği emredip kötülükten sakındırmak isterse, kendini eziyetlere karşı sabırlı ol­maya hazırlasın ve yüce Allah'ın vereceği sevaba güvensin. Çünkü kim yüce Allah'ın vereceği sevaba güvenirse, ona eziyetlerde bulunulmasının zararı olmaz." [592]

 

211- Ahmed bin Hanbel, Abdullah bin Abbas (r.a)'ın merfu[593] olarak şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Haber almak bizzat görüp incelemek gibi değildir. Yüce Allah, Hz. Musa (a.s)'ya kavminin buzağı hakkında yaptıklarını haber verdi ancak o elindeki levhaları atmadı. Ama onların yaptıklarını bizzat görüp incelediğinde elin­deki levhaları attı ve onlar da kırıldı." [594]

 

Bir Açıklama

 

Bu rivayette, mü'minin bir fenalığı görmesi karşısındaki tutumu ile onu duyması karşısındaki tutumunun bir olmayacağına işaret edilmektedir. Müs­lüman bir fenalığı bizzat gördüğünde kızar ve onu ortadan kaldırmak için bü­tün gayretini sarfeder.

Resulullah (a.s), kendi için asla sinirlenin ezdi. Ama Allah'ın haramların­dan bir şeyin işlenmesi durumunda Öyle sinirlenirdi ki, yapılan fenalığın orta­dan kaldırılması dışında hiç bir şey O'nu sakinleştiremezdi. [595]

 

Allah Îçin Kızmak Ve Fenalık Karşısında Sert Davranmak

 

212- Buharı ve Müslim, Ebu Mes'ud, Ukbe bin Amir Bedri (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir:    ,

"Bir adam Resulullah (a.s)'m yanına'geldi ve "Ben filancanın yüzünden sabah namazlarından geri kalıyorum. O bizim namazımızı çok uzatıyor (ya­ni "bize namaz kaldırırken çok uzatıyor") dedi. Ben, Resulullah (a.s)'ın o gün sinirlendiği kadar hiç bir vaazında sinirlendiğini görmüş değilim. Resu­lullah (a.s) o zaman şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Sizin İçinizden bazı nefret ettiriciler var. Sizden kim na­mazda imamlık ederse, namazı kısa tutsun. Arkasında yaşlı olan vardır, kü­çük olan vardır, İhtiyacı olan vardır." [596]

 

213- Buhari ve Müslim, Hz. Aişe (r.a)'nin şöyle söylediğini rivayet et­mişlerdir:

"Resulullah (a.s) bir seferinden döndü. Ben de (evin Önüne) üzerinde canlı resimleri bulunan ince bir perde asmıştım. Resulullah (a.s) onu gö­rünce yırttı. Yüzünün rengi değişti ve şöyle buyurdu:[597]

"Ey Aişe! Kıyamet günü insanların içinde en fazla azaba çarptırılacak o-lanlar, Allah'ın yarattıkları gibi şeyler yaratmaya kalkışanlardır." [598]

 

214- Buhari ve Müslim, Hz. Aişe (r.a)'den rivayet etmişlerdir:[599]

"Mahzumilerden hırsızlık eden bir kadının durumu, Kureyşlileri sıkıntı­ya soktu ve: "Onun hakkında Resulullah (a.s) İle kim konuşur?" dediler. Sonra da: "Bu konuda Resulullah (a.s)'a söz söylemeye, Resulullah (a.s)'ın çok sevdiği kişi olan Usame bin Zeyd'den başkası cür'et edemez" dediler.

Sonra Usame (r.a), Resulullah (a.s)'la konuştu. Resulullah (a.s) da şöyle bu­yurdu:

"Sen, Allah'ın had cezalarından birinin uygulanmaması için bana ara­cılık mı ediyorsun?" Resulullah (a.s) daha sonra ayağa kalktı, konuşmaya başladı ve şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ki, sizden Öncekiler şu yüzden helak oldular: İçlerinden mev­ki, itibar sahibi biri hırsızlık ettiğinde onu bırakır ama içlerinden zayıf biri hırsızlık ettiğinde ona karşı had cezasını uygularlardı. Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'in kızı Fatıma bile hırsızlık etmiş olsaydı elini keserdim." [600]

 

215- Buhari ve Müslim, Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet etmişlerdir:

"Resulullah (a.s) kıble tarafında bir balgam gördü. Bu durum O'nu çok rahatsız etti. Hatta rahatsızlığı, yüzünden görülüyordu. Kalktı, o pisliği eliyle temizledi ve şöyle buyurdu:[601]

"Biriniz namaza durduğunda Rabb'ine münacaat etmektedir (O'na ses­lenmektedir.) Rabb'i ise kendiyle kıble arasındadır. Biriniz kıble tarafına tü­kürmesin. Sol tarafına veya ayağının altına tükürsün." Resulullah (a.s) daha sonra ri d asının bir tarafından tutup üzerine tükürdü onu birbirinin üstüne örttü ve: "Yahut şöyle yapsın" dedi."

Nevevi şöyle söylemiştir:

"Resulullah (a.s)'ın kişinin sol tarafına veya ayağının altına tükürmesini emretmesi, Mescid dışındaki durum içindir. Mescidde bulunduğu zaman ise kendi elbisesinin bir parçasından (yahut mendilinden) başka bir yere tü-kürmemelidir." [602]

 

Kişinin Başkasına Emrettiğini

Kendisinin Yapmaması Ve Başkasını Sakındırdığından Kendisinin Uzak Durmaması

 

Bu bölümü, iyiliği emredip kötülükten sak inci ıranın, öncelikle kendisinin emrettiğini yerine getirmesinin ve sakındırdığından kaçınmasının aslen gerek­tiğini hatırlatarak bitiriyoruz.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Kitabı okuduğunuz halde, insanlara İyiliği emredip bizzat kendinizi u-nutuyor musunuz? Akıl etmiyor musunuz?"[603]

Yüce Allah, bir başka ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz?"[604]

Yüce Allah, Hz. Şuayb (a.s)'ın, kavmine şöyle söylediğini bildiriyor:

"Sizi menettiğim şeylerde size karşı aykırılıkta bulunmak[605] istemiyorum." [606]

 

216- Buharı ve Müslim, Ebu Zeyd Usame bin Harise (r.a)'den şu şe­kilde rivayet etmişlerdir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[607]

"Kıyamet günü bir adam getirilir. Ateşe atılır. Bağırsakları dışarı boşalır.

Eşeğin değirmen taşını çevirmesi gibi bu bağırsaklarını çevirir. Cehennem­likler yanına toplanarak:

"Ey filanca! Senin bu halin nedir? Sen iyiliği emreden, kötülükten sa­kındıran biri değil miydin?" derler. O da şu cevabı verir:

"Ben, size iyiliği emrederdim ama kendim yapmazdım. Yine sizi fenalık­tan sakındınrdım ama kendim yapardım." [608]

 

217- Ahmed bin Hanbel, Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[609]

"Miraca çıkarıldığım gece bir topluluğun yanından geçtim, ateşten ma­kaslarla dudakları kesiliyordu. "Bunlar kimlerdir ey Cibril?" diye sordum "Bunlar ümmetinin söylediklerini yapmayan hatipleridir" cevabını verdi." [610]

 

Söz Ve İş Île Îyiıiğe Davet Ve Öğüt Vermek

 

218- Ahmed bin Hanbel ve Taberani, Temim Dan (r.a)'den şu şekil­de rivayet etmişlerdir:[611]

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Bu iş (yani bu din) gece ile gündüzün ulaştığı her yere ulaşacaktır. Yüce Allah ne çamurdan ne de kıldan bîr ev bırakmaksızın hepsine bu dini soka­caktır. Bu din bütün buralara ya yüceltici bir yücelikle ya da alçaltıcı bir güçle girecektir. Yücelikle Allah, İslam'ı ve ona bağlananları yönetir. Güç ile de Allah küfrü alçalhr."

Temim ed-Dari şöyle söylerdi:

"Ben bunu kendi aile çevremde tecrübe ettim. Onlardan İslam'a girenler, hayır, şeref ve yüceliğe kavuştular. İçlerinden kâfir olanlar da aşağılık, kü­çüklük ve cizyeye maruz kaldılar." [612]

 

Bir Açıklama

 

Bu hadisi şerif, Resulullah (a.s) tarafından verilmiş, İslam'ın bütün dünya üzerinde bir basan ve zafere kavuşacağı müjdesidir. İçinde bulunduğumuz du­rumun bu zafere giden yolun başlangıcı olmasını umuyoruz. Müslüman ümit­sizliği ve karamsarlığı bırakmalı ve derhal insanları Allah'a çağırmaya başla­malıdır. Bu çalışması ile umulur ki, o da bu iyiliğe ortak olur. [613]

 

219- Müslim, Ebu Mes'ud Akabe bin Amr el-Ensari (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[614]

"Kim iyiliğe öncülük ederse, ona iyiliği yapanın sevabı gibi sevap verilir." [615]

 

220- Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir:[616] "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Kim bir hidayet çizgisine çağırırsa, ona kendisine uyanların sevapları kadar sevap verilir. Bu durum, onların sevaplarından bir şey eksiltmez. Yine kim bir sapıklığa çağırırsa, ona da kendisine uyanların günahları kadar günah yazılır. Bu da ona uyanların günahlarından bir şey eksiltmez." [617]

 

221- Buharı ve Müslim, Ebu'İ-Abbas Sehl bin Sa'd es-Sa'idi (r.a)'den şu şekilde rivayet etmişlerdir:

"Resulullah (a.s) Hayber günü şöyle buyurdu:[618]

"Yarın bu bayrağı bir adama vereceğim ki, yüce Allah onun elleriyle fetih nasip edecektir. Bu kişi Allah'ı ve Peygamberini sever. Allah ve Peygam-ber'i de onu sever."

İnsanlar o geceyi "Acaba Resulullah (a.s) bayrağı kime verecek?" diye ko­nuşarak geçirdiler. Sabah olunca insanlar hemen erkenden Resulullah (a.s)-'ın etrafına toplandılar. Her biri bayrağın kendisine verilmesini arzuluyor-du. Resulullah (a.s): "Ali bin Ebi Talib nerede?" diye buyurdu: "Ey Allah'ın Resulü! O, gözlerinden şikayetçi (gözleri rahatsız)" dediler. Resulullah (a.s): "Siz ona haber gönderin" diye buyurdu. Sonra o getirildi. Resulullah (a.s) gözlerine tükürüğünü sürdü ve kendisi için dua etti. Gözleri adeta hiç ağrı görmemişçesine iyileşti. Sonra Resulullah (a.s) bayrağı ona verdi  Hz  Ali (r.a):

"Ey Allah'ın Resulü! Onlar bizim gibi oluncaya kadar onlarla savaşacak mıyım?" diye sordu. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Onların kendi alanlarına girinceye kadar herhangi bir teşebbüste bulun­ma. Sonra onları İslam'a davet et ve yüce Allah'ın hakkı olarak üzerlerine ne gibi görevlerin düştüğünü kendilerine bildir. Vallahi, yüce Allah'ın se-nm vasıtanla bir tek kişiye hidayet vermesi, senin için kırmızı deve sürüle­rinden daha hayırlıdır." [619]

 

222- Buharı ve Müslim, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'dan şu şekilde riva­yet etmişlerdir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[620]

"Her ne zaman bir can haksız yere öldürülse Adem'in ilk oğluna (yani Adem'in bu işi ilk başlatan oğluna) onun kanından dolayı bir günah yazılır C.unku öldürme olayını ilk başlatan kişi o olmuştu."

Burada Adem'in ilk oğlu demlerken kastedilen kişi Kabil'dir. Bu kişi kar-deŞ1 Habıl ı öldürerek öldürme işini ilk başlatan kişi olmuştu. [621]

 

223- Müslim, Ebu Amr Cerir bin Abdullah (r.a)'ın şöyle söylediğini ri­vayet etmiştir:

"Günün ilk vakitlerinde Resulullah (a.s)'ın yanında bulunuyorduk. Üstleri açık, başlarına yün hırkalar çekmiş, kılıçlar kuşanmış halde bir takım insanlar geldiler. Çoğunluğu, belki de tamamı Mudar kabilesindendi. Resu­lullah (a.s)'m onların bu derece yoksul, düşkün halde olmalarını görmesi üzerine yüzü sarardı. İçeri girdi sonra çıktı ve Bilal'e emir verdi, o da ezan okudu, sonra kamet getirdi. Sonra Resulullah (a.s) namaz kıldı ve ardından konuşma yaptı ve şu ayeti kerimeleri okudu:[622]

"Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan, o candan kendi eşini yaratan ve bu ikisinden çok sayıda erkekler ve kadınlar türeten Rabb'inize karşı gel­mekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'a karşı gelmekten ve akrabalık haklarını gözetmemekten sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözeticidir."[623]

Yine Haşr Suresi'nin sonundaki şu ayeti kiremeyi okudu: "Ey iman e-denler! Allah'tan korkun ve kişi yarın için ne gönderdiğine baksın. Allah­'tan korkun; çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır."[624] Sonra:

"Bir adam dinarından, dirheminden, elbisesinden, buğdayından, hurma­sından bir şeyler sadaka olarak verse!" diye buyurdu. Hatta "bir yarım hur­ma bile olsa." diye söyledi. Bunun üzerine ensardan bir adam eliyle zar zor tutabildiği bir kese getirdi. Sonra insanlar onu izleyerek peşpeşe birşeyler getirdiler. Hatta yiyecek ve elbise türünden iki yığın bir şey biriktiğini gör­düm. Bunun üzerine Resulullah (a.s)'m yüzünün neşelendiğini ve sevinç­ten parıldadığını gördüm. Resulullah (a.s), o zaman şöyle buyurdu:

"İslam'da kim bir güzel adet başlatırsa, hem kendi işlediğinin sevabını alır hem de kendinden sonra onu izleyerek aynı işi sürdürenlerin sevapları kadar sevap alır. Üstelik bundan dolayı ötekilerin işlemiş oldukları sevaptan bir şey eksilmez. Yine İslam'dan kim bir kötü adet başlatırsa, o da hem kendi işlediğinin günahını alır hem de kendinden sonra onu izleyerek aynı işi sürdürenlerin günahları kadar günah alır. Üstelik bundan dolayı ötekilerin işlemiş oldukları günahtan bir şey eksilmez." [625]

 

224- Müslim, Cerir bin Abdullah Beceti (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[626]

"Kim hayırlı bir adet başlatır ve bu konuda başkaları da kendisini izlerse; o adeti başlatan kişi hem kendi yaptığının sevabını alır hem de kendisini iz­leyenlerin aldıkları kadar sevap alır. Bununla birlikte onu izleyenlerin se­vaplarından bir şey eksiltilmez. Kim fena bir adet başlatır ve bu konuda başkaları da kendisini izlerlerse; o adeti başlatan kişi hem kendi yaptığının günahını alır hem de kendisini izleyenlerin aldıkları kadar günah alır. Bu­nunla birlikte onu izleyenlerin günahlarından bir şey eksiltilmez." [627]

 

225- Müslim, Temim Dan (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Din öğüttür." Biz: "Kim için ey Allah'ın Resulü?" diye sorduk. Resulul­lah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Allah için, Peygamber için. Müslümanların önderleri için ve Müslü­manların geneli için."

Nesai'nin rivayetinde de hadis şu şekilde geçmektedir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[628]

"Din öğüttür." Oradakiler: "Kim için ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Allah için, Peygamberi için, Müslümanların önderleri için ve Müslü­manların geneli için."[629]

Ebu Davud'un rivayetinde de şöyle bildirilmektedir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Din öğüttür. Din öğüttür. Din öğüttür."

"Kim için ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Allah için. Peygamber'i için. Mü'minlerin önderleri için ve geneli için yahut Müslümanların Önderleri[630] için ve geneli için." [631]

 

Bir Açıklama

 

Nevevi'nin Sahihi Müslim Şerhi'nde bu hadisi şerifin açıklaması ile ilgili o-larak şu bilgilere yer verilmektedir:

"Din öğüttür": İmam Ebu Süleyman Hattabi bu ifade ile ilgili olarak şöyle söylemiştir:

"Öğüt" kelimesi, genel bir anlam ifade etmektedir. Kastettiği şey ise ken­disine öğütte bulunulan kimseye bir pay sağlanmasına çabalamaktır. Yuka­rıdaki hadisi şerifin anlamı ise şudur: "Dinin direği Öğüttür. Din öğütle a-yakta durur." Bu hadisi şerif: "Hacc arafattır" anlamındaki hadisi şerife ben­zemektedir.

"Allah için, Peygamber'i için, Müslümanların önderleri için ve Müslü­manların geneli için":

"Yüce Allah için öğüt vermekle, Ona iman ve O'na ortak koşulanları ka­bul etmeme tarafını tutma, bu yolda çalışma anlamı kastedilmektedir. Bura­da "Allah için öğüt verme" ibaresinde öncelikle kulun kendi nefsine öğüt vermesi anlamı söz konusudur. Yoksa Allah'ın kimsenin öğüt vermesine ihtiyacı yoktur. Allah'ın Kitabı için öğüt vermeye gelince, bununla kastedi­len de onun yüce Allah'ın sözü olduğuna, O'nun tarafından indirilme ol­duğuna, yaratıklardan hiçbirinin sözlerinin O'na benzemeyeceğine inan­mak, muhkem olan ayetleri ile amel etmek müteşabih olan ayetlerine de gö­nülden teslim olmaktır. Allah'ın Peygamber'i için öğüt vermek, O'nun pey­gamberliğine ve Allah katından getirmiş olduğu her şeyin doğruluğuna iman etmektir. Müslümanların- önderleri (imamları) için öğüt vermek, on­larla hak üzere yardımlaşmak, kendilerine itaat etmek ve başkalarına da bunu emretmektir. Müslümanların önderleri ile kastedilenler, Müslüman halifeler ve bunların dışında Müslümanların genel işlerini yürüten, başla­rında söz sahibi yöneticilerdir. Müslümanların geneli için öğüt vermeye ge­lince: Müslümanların geneli denilince kastedilenler, yöneticilerin dışında kalan Müslümanlardır. Bunlar için öğüt vermek de kendilerini gerek dün­yaları ve gerekse ahiretleri açısından hayırlı olacak işlere[632] yöneltmektir." [633]

 

226- Buhari ve Müslim, Cerir bin Abdullah (r.a)'tan rivayet etmişlerdir: "Ziyad bin İlaka şöyle söyledi:[634]

"Muğire bin Şu'be (r.a)'nin vefat ettiği gün, Cerir bin Abdullah Beceli (r.a)'nin Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle söylediğini duydum:

"Siz, sadece, eşi olmayan Allah'tan korkmalı; emir yanınıza gelinceye ka­dar vakar ve sükunet göstermelisiniz. Emir şimdi gelir." Sonra şöyle söyle­di:

"Emirinizden af isteyin, o affı severdi." Daha sonra şöyle söyledi:

"Bundan sonra şunu belirteyim: Ben, Resulullah(a.s)'ın yanma giderek: "Ben sana İslam üzere bey'at etmek istiyorum" dedim. Bana her Müslüma-na öğüt vermemi şart koştu. Ben de bu şart üzere O'na bey'at ettim. Şu mes­cidin Rabbine yemin ederim ki, ben size sadece öğüt veriyorum." Bunları söyledikten sonra istiğfar etti ve minberden indi."

Yine Buhari ve Müslim'in rivayetine göre Cerir bin Abdullah şöyle dedi:

"Ben Resulullah (a.s)'a, namaz kılmak, zekatı vermek ve her müslüma-na öğüt vermek üzere beyan ettim."[635]

Nesai'nin bir rivayetine göre de şöyle söylemiştir:

"Ben, Resulullah (a.s)'a dinlemek, itaat etmek ve her Müslümana öğüt vermek üzere bey'at ettim."[636]

Bir başka rivayete göre de şöyle söylemiştir:

"Ben, Resulullah (a.s)'a her Müslümana Öğüt vermek üzere bey'at et­tim."[637]

Yine bir diğer rivayete göre de şöyle söylemiştir:

"Resulullah (a.s)'ın yanına giderek: "Dinlemek ve hoşlandığım şeylerde de hoşlanmadığım şeylerde de itaat etmek üzere sana bey'at edeceğim" de­dim. "Buna güç yetirebilir misin, ey Cerir? Bunu başarabilir misin?" diye sordu. Sonra şöyle buyurdu: "Gücümün yettiği şeylerde" diye söyle." Sonra her Müslümana öğüt vermem üzere benimle bey'at etti."[638]

Bir başka rivayete göre de şöyle söylemiştir:

"Resulullah (a.s) bey'at alırken yanına gittim ve: "Ya Resulullah (a.s)! Eli­ni uzat, sana bey'at edeyim. Bana (istediğini) şart koş. Sen daha iyi bilirsin" dedim. Şöyle buyurdu:

"Seninle, Allah'a ibadet etmen, namazı kılman, zekatı vermen, Müslü­manlara öğüt vermen ve müşriklerden uzak durman üzere bey'at ediyo­rum."[639]

Müellif ikinci rivayeti de nakletmiş ve "müşrikten ayrı durman" ifadesini eklemiştir. [640]

 

227- Buharı ve Müslim, Ebu Yala Ma'kıl bin Yesar (r.a)'dan şu şekil­de rivayet etmişlerdir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[641]

"Herhangi kulun gözetimine Allah bir topluluk verir de, o kimse öldüğü gün, gözetimindeki kimseleri aldatmış olarak görürse, Allah ona cenneti haram kılar."

Bir başka rivayette şöyle denilmektedir:

"Onu (yani gözetimi altındaki topluluğu) öğüt ile kuşatmazsa cennetin kokusunu alamaz."[642]

Müslim'in bir rivayetinde de şöyle denilmektedir:

"Herhangi yönetici Müslümanların işlerini üzerine alır da sonra onlar i-çin çaba harcamaz, onlara öğüt vermezse onlarla birlikte cennete [643]giremez." [644]

 

Resulullah (A.S)'In Davet, Öğüt Ve Vaaz Konusundaki Sünnetleri

 

228- Buhari ve Müslim, Abdullah bin Ömer (r.a)'den şu şekilde rivayet etmişlerdir:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:[645]

"Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz. İmam (yönetici) çobandır ve güttüğünden sorumludur. Adam ailesinin çobanıdır ve güttüğünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve güttü­ğünden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının çobanıdır ve güttüğün­den sorumludur. Hepiniz çobansınız ve herkes güttüğünden sorumludur." [646]

 

229- Buhari ve Müslim, Hz. Ali (r.a)'den rivayet etmişlerdir:[647]

"BakiVl-Garkad'da bir cenazede bulunuyorduk. Resulullah (a.s) yanımı­za geldi oturdu. Biz de O'nun etrafında oturduk. Yanında bastonu 4a bulu­nuyordu. Başını yere eğdi ve bastonuyla yere vurmaya başladı. Sonra da şöy­le buyurdu:

"Sizden bir tek kimse yoktur ki, cennetteki ve cehennemdeki yeri belir­lenmiş olmasın." Oradakiler:

"Ey Allah'ın Resulü! Bizim için önceden yazılana dayanarak çalışmadan duralım mı?" diye sordular. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Hayır çalışın. Herkes ne için yaratılmış ise kendisine o kolaylaştırılır." Sonra hadisin tamamını bildirdi. [648]

 

230- Âhmed bin Hanbel, Abdullah bin Abbas (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:

"Ebu Talib hastalandığında yanına Kureyşlilerden bir gurup insan geldi. Aralarında Ebu Cehil de vardı. Ona:

"Kardeşinin oğlu ilahlarımıza kötü sözler söylüyor; şöyle şöyle yapıyor, şöyle şöyle diyor. [649]Ona bir adam göndersen de kendisini bu işlerden vaz geçirse" dediler. Ebu Talib de Resulullah (a.s)'a adam gönderdi ve Resulul-lah (a.s) geldi. Eve girdi. Kendisi ile Ebu Talib'in arasında bir adamın otura­bileceği kadar bir aralık vardı. Ebu Cehil -Allah ona lanet eylesin- Resulullah (a.s)'ın Ebu Talib'in yanıbaşma oturması durumunda kalbinin ona karşı yu-muşayacağından korktu ve hemen sıçrayıp o aradaki boşluğa oturdu. Sonra Ebu Talib şöyle söyledi:

"Ey kardeşimin oğlu! Ne oluyor da kavmin senden şikayetçi oluyor? Sen onların ilahlenna kötü sözler söylüyor, şöyle şöyle diyormuşsun?" dedi. Ar­dından (oradakiler) bir hayli söz söylediler. Sonra Resulullah (a.s) konuştu ve şöyle buyurdu:

"Ey amcam! Ben onların bir tek sözü söylemelerini istiyorum. Bunu söy­lemeleri durumunda Araplar onlara borçlanacak. Acemler (Arap olmayan­lar) onlara cizye ödeyecekler." Bunun üzerine oradakiler "bu kelime de ne­dir?" diye dehşete düştüler ve:

"Bir tek söz. Evet. Babana kurban olalım. On söz bile söyleriz" dediler. Sonra: "Nedir o söz?" dediler. Ardından Ebu Talib: "Nedir o söz, ey kardeşi­min oğlu?" dedi. Resulullah (a.s) da: "Allah'tan başka ilah yoktur" diye bu­yurdu. Bunu duyunca oradakiler kalkıp elbiselerini silkmeye ve: "Bütün ilahları tek bir ilah mı yaptı, bu çok garip bir şey!" diye söylemeye başladılar. Bu olay ile ilgili olarak da şu ayeti kerimeler indi:

"Onlara kendilerinden bir uyarıcı gelmesine hayret ettiler de o kâfirler dediler ki: "Bu yalancı bir sihirbazdır. İlahları bir tek ilah mı yaptı? Bu cid­den tuhaf bir şeydir." Onlardan bir gurup fırladı. "Yürüyün. İlahlarınıza bağ­lı kaim. Çünkü bu arzu edilen bir şeydir. Biz bunun söylediğini öteki dinde işitmedik. Bu uydurmadan başka bir şey değildir. O ihtar aramızdan ona mı 'indirildi." Hayır onlar benim ihtarımdan şüphe içindedirler. Hayır onlar henüz azabımı tatmadılar."[650] [651]

 

231- Buhari, İbni Museyyib (r.a)'den, o da babasından rivayet [652]etmiştir:

"Ebu Talib ölüm hastalığına yakalandığında Resulü 11 ah (a.s) yanına gitti. O girdiğinde Ebu Cehil de Ebu Talib'in yanında bulunuyordu. Resulullah (a.s), Ebu Talib'e:

"Ey amcam! 'La ilahe ill'llah' de. Bu sözü Allah katında senin için bir hüccet olarak gösteririm" dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil ve Abdullah bin Ebi Umeyye:

"Ey Ebu Talib! Abdulmuttalib'in dininden yüz çeviriyor musun?" diye söylediler. Bu sözü, Ebu Talib "Abdulmuttalib'in dini üzereyim" deyinceye kadar tekrar ettiler. O böyle deyince: "Nehyedilmediğim sürece senin için mağfiret dileyeceğim" diye buyurdu. Bunun üzerine şu ayeti kerime indi.

"Cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, akraba bile olsalar Allah'a ortak koşanlar için mağfiret dilemek Peygamber'e ve mü'minlere yaraş­maz.[653] Bir de şu ayeti kerime indi: "Sen sevdiğini hidayate erdiremezsin. Ancak dilediğini hidayete[654] erdirir." [655]

 

232- Ahmed bin Hanbel, Adiyy bin Hatem (r.a)'in şöyle söylediğini ri­vayet etmiştir:

"Benim Akrebe'de olduğum bir sırada Resulullah (a.s)'ın atlıları gelerek halamı ve diğer bazı insanları aldılar. Bunları Resulullah (a.s)'ın yanına götürdüklerinde: "Karşısında sıra olun" diye söyledi. Teyzem:[656]

"Ey Allah'ın Resulü! Öncü belli oldu, çocuk kesildi, ben de yaşlı düşkün bir kadınım. Yapabileceğim bir hizmet yok. Bana bir iyilik et. Allah da sana İyilik etsin" dedi. Resulullah (a.s): "Öncün kimdir?" diye sordu. "Adiyy bin Hatem" diye söyledi. Resulullah (a.s) da: "Allah'tan ve Peygamberinden ka­çan mı?" dedi. (Teyzem) "Bana iyilikte bulun" dedi. Sonra O (Resulullah a.s) ve yanında bir adam geri dönerken -zannediyoruz yanındaki kişi Hz. Ali (r.a) idi- (halama): "Ondan bir binek iste!" dedi. O da istedi ve kendisine bir binek verilmesini emretti. Daha sonra (halam) benim yanıma döndü ve:

"Öyle bir iş işledin ki, baban öyle bir iş yapmazdı" dedi. Sonra da şöyle söyledi: "Ümitle de olsa, korkuyla da olsa O'nun (yani Resulullah (a.s)'ın) yanına git. Filanca gitti, O'ndan beklediğini buldu. Falanca gitti, o da O'ndan beklediğini buldu." Ben de yanına gittim. Vardığımda yanında bir kadınla iki -ya da bir küçük çocuk bulunuyordu. -Onları kendine yaklaştırdığını söyledi. Bu durumdan O'nun makamının Kisra'nın veya Kayser'in saltanatı olmadığını anladım. (Resulullah a.s) şöyle söyledi:

"Ey Adiyy bin Hatem, seni kaçıran ne oldu? "Allah en büyüktür (Allahu ekber)" denmesi mi seni kaçırdı? Allah Azze ve Celle'den daha büyük olan bir şey var mıdır?" Ben de Müslüman oldum. Bunun üzerine yüzünün neşelendiğini gördüm. Sonra şöyle buyurdu:

"Kendilerine gazap edilenler; Yahudiler, sapık olanlar da Hıristiyanlar-dır."[657] Sonra kendisine sorular sordular. O da, Allah'a hamd ve sena ettik­ten sonra şöyle buyurdu:

"Bundan sonra ey insanlar, sizin üzerinize düşman malınızın fazlasın­dan infakta bulunmamzdır. Bir kadın bir sa' veya bir sa'dan daha az, bir avuç veya bir avuçtan daha az da olsa bir şeyler versin. -Şu*be dedi ki: "Be­nîm buna ek olarak bildiğime göre "bir hurma veya yanm hurma bile olsa" diye de söyledi"- Sizden biri Allah'a kavuşacak ve O kendisine şu benim söylediğimi söyleyecektir:

"Seni duyan ve gören biri eylemedin mi? Sana mal ve çocuk vermedim mi? Şu halde Önceden ne gönderdin?" İnsan bu zaman önüne, arkasına, sa­ğına, soluna bakar, bir şey göremez. O zaman ateşten ancak yüzü ile sakına­bilir. Bir hurmanın yarısı ile de olsa ateşten sakının. Bunu da bulamazsanız tatlı sözle sakının. Ben sizin için fakirlikten korkmuyorum. Allah size yar­dım edecek, size verecek ve size fetihler nasib edecektir. Hatta devesinin üs­tündeki bir kadın Hiyere ile Yesrim arasında yolculuk edecek, devesindeki yükünden bir şeylerin çalınması dışında bir şeyden korkmayacaktır."

İbni Kesir, Tefsir'inde şöyle söylemiştir:

"Adiyy'in bu hadisi, değişik tanklardan rivayet edilmiştir ve hayli uzun olan ifadeleri içine almaktadır." [658]

 

233- İbni Abdilberr, Muaviye bin Hayde Kuşeyri (r.a)'nin şöyle söyle­diğini rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s)'ın yanına gittim ve kendisine şöyle söyledim:[659]

"Ya Resulullah (a.s)! Ben sana gelmemek ve dinine girmemek üzere par­makların sayısından çok yemin etmeden sana gelmedim -bunu söylerken avuçlarını birbirine yapıştırdı-. Allah'ın bana öğrettiklerinin dışında bir şeyi anlamıyorum. Yüce olan Rabb'imizin adına sana şunu soruyorum: Rabb'i-miz seni bize ne üzere gönderdi?" Resulullah (a.s) da "İslam dini üzere" di­ye buyurdu. Ben: "İslam dini nedir?" diye sordum. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Yüzümü Allah'a teslim ettim ve yalnız O'na yöneldim demen, namazı kılman, zekatı vermendir. Her bir Müslüman, diğer Müslümanlara haram­dır. İki Müslüman birbirlerine yardım eden iki kardeştir. Allah, Müslüman olduktan sonra şirke koşan bir kimsenin amelini, müşriklerden ayrılmadık­ça (yani şirk inanandan uzaklaşmadıkça) kabul etmez. Ne oluyor ki, ben si­zin ateşe düşmemeniz için yakalarınızdan çekiyorum! Dikkat edin! Rabb'im beni çağıracak ve "Kullanma tebliğ ettin mi?" diye soracak. Ben de: "Ey Rab-bim! Tebliğ ettim!" diyeceğim. Dikkat edin, burada bulunanınız bulunmaya­nınıza tebliğ etsin. Dikkat edin! Sonra siz ağızlarınıza bağ çekilmiş bir halde çağrılırsınız. Sonra sizden birine ilk sorulacak olan şey bacağı (yani ırzı) ve avucudur." Ben:

"Ya Resulullah (a.s)! Bizim dinimiz bu mudur?" diye sordum. O da şöyle buyurdu:

"Senin dinin budur ve ne derece iyi yaparsan o kadan sana yeter." [660]

 

234- Ahmed bin Hanbel, Cabir (r.a)'den rivayet etmiştir:

"Resulullah (a.s), Tebük Gazvesinde Hicr'e inince, ayağa kalkıp insanla­ra hıtab etti ve şöyle buyurdu:[661]

"Ey İnsanlar! Peygamberinize mucizelerden sormayın. İşte şu Salih (a.s)-'in kavmi Paygamberlerinin kendilerine bir dişi deve çıkarmasını istediler. O da onlann istediklerini yaptı. O deve kendi yolundan gelip kendisi için ayrılan günde onların sularından içerdi. Onlar, onun gelmediği gün sularını aldıkları gibi devenin de sütünü sağıyorlardı. Sonunda bu deveyi kestiler. Bunun üzerine yüce Allah, onlara üç gün mühlet verdi. Allah'ın vaadi el­bette yalan çıkmayacaktı. Sonra onları şiddetli bir haykırış çarptı. Böylece yüce Allah, Allah'ın hareminde bulunan bir adam dışında onlardan gökle yer arasında kim varsa hepsini helak etti. Allah'ın haremi o bir kişiyi Al­lah'ın azabından korumuştu." Resulullah (a.s)'a:

"Ya Resulullah (a.s)! O bir kişi kimdi?" diye soruldu. O da: "Ebu Riğal" diye buyurdu." [662]

 

235- Müslim, Muaviye bin Hakem Şulemi (r.a)'nin şöyle söylediğini ri­vayet etmiştir:

"Resulullah (a.s) ile namaz kılmakta olduğum bir sırada orada bulunan­lardan bir kişi aksırdı. Ben de: "Yerhamuke'llah (Allah sana rahmet eyle­sin)" dedim. Bunun üzerine oradakiler dikkatlice bana bakmaya başladılar. Ben: "Vay başıma gelene! Ne o bana doğru bakıp duruyorsunuz?" dedim. Bunun üzerine onlar elleriyle bacaklarına vurmaya başladılar. Onlar beni susturmaya çalıştıklarını görünce ben de sustum. Resulullah (a.s)'a benim anam babam kurban olsun. Ben, O'ndan önce de sonra da O'nun gibi bir öğ­retici görmüş değilim. O namazını kıldıktan sonra beni ne azarladı, ne döv­dü, ne de sövdü. Sonra şöyle söyledi:[663]

"Bu namazın içinde insanların aralarında konuştukları sözlerin söyle­nilmesi uygun olmaz. Bu sadece teşbih, tekbir ve Kur'an-ı Kerim okuma­dır." Yahut buna benzer bir söz söyledi. Ben de şöyle söyledim:

"Ya Resulullah (a.s)! Ben cahiliyeden yeni çıkmış biriyim. Yüce Allah, bize İslam'ı gönderdi. Bizim içimizde ise kâhinlere giden bir takım kimseler var." Resulullah (a.s): "Sen onlara gitme!" diye buyurdu. Ben: "Bizim içi­mizde bazı şeylerde uğursuzluk gören bir takım kimseler var" dedim. Resu­lullah (a.s) da şöyle buyurdu:

"Bu onlann kendi gönüllerinde duydukları bir histir. Bu his onları bir şeyden alıkoymasın." [664]

 

 



[1] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/9-15.

[2] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/17-18.

[3] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/18.

[4] Zariyat Suresi: 56

[5] Enbiya Suresi: 25

[6] Ankebut Suresi: 3

[7] Nuh Suresi: 3

[8] İsra Suresi: 23

[9] Buharı (3/381) 35-Kitabu'l-Hacc. 4- Kabule $âyân (mebrur) hacetti fazileti babı.

[10] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/19-22.

[11] Enbiya Suresi: 19

[12] Ğafir Suresi: 7

[13] Saffat Suresi: 165-166

[14] Bakara Suresi: 30

[15] Ali İmran Suresi: 18

[16] Taha Suresi: 14

[17] Bu eser Türkçe'ye "İslam Fıkhı Ansiklopedisi" adıyla tercüme edilerek yayınlanmıştır.

[18] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/22-24.

[19] KehfSuresi: 110

[20] Ankcbut Suresi: 45                                               

[21] Bakara Suresi: 183

[22] Zariyat Suresi: 56

[23] İsra Suresi: 1

[24] Furkan Suresi: 63

[25] Zariyat Suresi: 56

[26] Beyyİne Suresi: 5

[27] Bakara Suresi: 186

[28] Bu giriş kısmını hazırlarken bas vurduğumuz kaynaklardan bazıları: Dr. Muhammcd Ukle: İbadet ve Ceza, Üstad Muhammed el-Müberek: İslam Düzeni, Dr.Yusufel-Kar-davi: İslam'da İbadet, Şeyh AfifTabbara: İslam Dininin Ruhu.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/25-29.

[29] Fatır Suresi: 28

[30] Al-i İmran Suresi: 104

[31] Asr Suresi: 1 - 3

[32] Ahmed bin Hanbel. Müsned (1/351) Mecme'u'z-Zevaid'de: "Ahmed bin Hanbel'in ri­vayetinden anlaşıldığına göre Amr ile İbni Abbas arasında bir kopukluk vardır. (Yani Amr hadisi İbni Abbas (r.a.)'tan direk olarak almamıştır. Arada bir başka rav inin bu­lunması gerekmektedir)" denilmiştir. Müslim (1174) 1-Kİtabu'l-İman, 23-Dinin öğüt olduğunun açıklanması babı; Ebu Davud (4/268) Kitabu'l-Edeb. "Din öğüttür" babı; Nesai (7/156) 39-Kitabu'l-Bcy'a, 31- Yöneticiye öğüt verilmesi babı.

[33] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/33-34.

[34] Taha Suresi: 114

[35] Al-i Imran Suresi: 18

[36] Fatır Suresi: 27

[37] Kasas Suresi: 4

[38] Sebe Suresi: 6

[39] Ankebut Suresi: 49

[40] Mücadele Suresi: 1

[41] Tevbe Suresi: 122

[42] Al-i İmran Suresi: 79

[43] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/35-37.

[44] Sahihi Müslim, 43-Kitabu'l-Fedail (4/1836) 38-Rcsululİah (a.s)'ın ser'i konularla ilgi­li olarak emrettiklerinin aynen yerine getirilmesinin vacib olduğu babı.

[45] Rum Suresi: 7

[46] Necm Suresi: 29 - 30

[47] Ahzab Suresi: 72

[48] Bakara Suresi: 151

[49] HadidSurcsi:25

[50] ZuhrufSuresi: 61

[51] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/37-39.

[52] Ahmed bin Hanbel, Müsned (5/196) Tirmizi (5149) 42-Kitabu'l-İlm, 19- İbadetlerle il­gili bilgileri Öğrenmenin fazileti hakkında gelen rivayetler babı. Bu hadis hasendir.

[53] Taha Suresi: 123 -124

[54] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/39-44.

[55] Ibni Mace (1/81) Mukaddime. 17-İlim adamlarının üstünlüğü ve ilim öğrenmeye teş­vik babı. Mecmu'u'z-Zevaid'de söyle denilmektedir: "Bu hadisin isnadı zayıftır." Suyu-ti de şöyle söylemiştir: "Nevevi'yc bu hadis hakkında soru soruldu. O da şöyle söy­ledi: "Bu, zayıf bir hadistir. Ancak sencd yönünden zayıftır. Eğer sahih İse mana yö­nünden sahihtir." Muziyy de şöyle söylemiştir: "Bu hadis onu hasen derecesine ulaş­tıracak değişik tariklerden rivayet edilmiştir." Elbani de, Sahihu't-Terğib vc't-Terhib'-de bunun sahih olduğunu söylemiştir.

[56] Bakara Suresi: 183

[57] Bakara Suresi: 185

[58] Nur Suresi: 1

[59] Bakara Suresi: 178

[60] Bakara Suresi: 234

[61] Bakara Suresi: 216

[62] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/44-49.

[63] Ebu Davud (3/10) Kitabu'i-Cihad. Savaşı terketmenin mekruh olduğu babı.

[64] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/49.

[65] Müslim (1170) 1-Kitabu'I-İman. 20- Fenalıktan sakındırmanın imandan olduğunun açıklanması babı.

[66] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/50-54.

[67] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/54-55.

[68] Al-i İmran Suresi: 159

[69] Tevbe Suresi: 61

[70] Hucurat Suresi: 7

[71] Ahzab Suresi: 21

[72] Bakara Sur esi: 150

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/55-63.

[73] Müslim (2/969) 15-Kitabu'l-Hacc, 69- Ka'be'nin yıkılması ve yeniden inşa edilmesi babı.

[74] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/63.

[75] Muvatta (2/904) 47-Kitabu Husni'l-Hulk. 1-Güzel ahlakla ilgili olarak gelen rivayet­ler babı. İbni Abdilberr bu hadis hakkında şöyle söylemiştir: "Bu hadis Medine dö­neminde söylenmiş bir hadistir. Sahihtir ve Ebu Hureyre (r.a)'den muttasıl bir senetle rivayet edilmiştir."

[76] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/64-65.

[77] Buhari (1/23) 1-Kitabu Bed'i'l-Vahiy.

[78] A'raf Suresi: 199

[79] AN İmran Suresi: 110

[80] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/65-66.

[81] Ebu Davud (4/58) Kitabu'l-Libas. İzan uzatma hakkında gelen rivayetler babı. İsna­dı hasendİr.

[82] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/66-67.

[83] Ahmed bin Hanbel, Müsned (4180)

[84] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/68.

[85] Tevbe Suresi: 122

[86] Al-i İmran Suresi: 79

[87] Rabbani kelimesi "eğitti, terbiye etti" anlamı taşıyan "rabbe" kökünden gelmedir. Rabb kelimesi de aynı köktendir. (Çeviren)

[88] Bakara Suresi: 124

[89] Şerhu's Sünne (1/183 -184)

Dinde anlayış (fıkıh) sahibi küar": Burada geçen "fıkıh" kelimesi bilgi anlam­larına gelmektedir. Asıl itibariyle ise bu kelimenin ifade ettiği şey ilimdir. Örfen de şeriat ilimlerine özellikle furuatla ilgili ilimlere fıkıh denilmiştir. Birisine fakih de­nildiğinde onun şeriat ilimlerinin değişik dalları üzerinde bilgi sahibi olduğu kasted­ilir. Kelimenin sözlük anlamı esas alındığında ise hangi dalda olursa olsun bir konuda bilgi sahibi olan kimse o konunun fakihidir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/71-72.

[90] Buhari (1/164) 3-Kitabu'l-İlm, 13-"Allah kimin için iyilik dilerse onu dinde anlayış sahibi kılar" babı. Müslim (2/719) 12-Kitabu'z-Zekât. 23-Dilenmcktcn nehiy babı.

[91] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/72.

[92] Keşfu'l-Estar (1/84) Kitabu'l-İlm. Alimin ve öğrenenin fazileti babı. Mecme'u'z-Ze-vaid (1/121) Heysemi: "Bunu Bezzar rivayet etmiştir. Ravileri mevsuk (güvenilir) ki­şilerdir" demiştir.

[93] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/73.

[94] Ahmed bin Hanbel, Müsned (5/196) Ebu Davud (3/317) Kitabu'l-İlm. İlim öğren­meye teşvik babı. Tirmizi (5/48) 42-Kitabu'l-İlm. 19-İbadetler hakkında bilgi sahibi olmanın fazileti babı. Tirmizi şöyle söylemiştir:

"Bu hadisin Asım bin Reca bin Hayve'nin rivayetinden başka bir rivayeti yoktur. Bu rivayet ise benim bildiğim kadarıyla muttasıl değildir (yani senedinde kopukluk

vardır). Bu isnad ile rivayet edilen sekli ise burada verildiği gibidir."

İbni Mace (1181) Mukaddime, 7-îlim adamlarının fazileti ve ilim öğrenmeye teşvik babı. Darimİ (1/98) İlmin ve alimin fazileti babı. İhsan bi Tertibi İbni Hibban (1/151) Kitabu'l-İlm. Fazilet sahibi ilim adamlarının özellikleri ile ilgili bab. 1) Ebu Davud (3/317) Kitabu'l-İlm. İlim öğrenmeye teşvik babı. Ebu Davud'un zikret­tiğine göre Kays bin Kesir diye anılan şahıs, Kays bin Kesir bin Kays'tır. Hafız İbni Hacer'in Takrib'de ifade ettiğine göre bu ravi çok sayıda hadis rivayet etmiştir ve zayıf biridir. Ancak Ebu Davud'un naklettiği ve Osman bin Ebi Scvde'den rivayet edilen ha­dis bunun mutabi'idir, (Metin itibariyle benzer olduğundan Kays bin Kesir'in rivayet ettiği hadisi desteklemektedir.)

"Melekler de onun ilim öğrenmeye çalışmasından hoşnut olarak kanat­larını üzerlerine gererler*: Meleklerin itim öğrenmeye çalışan için kanat germeleri ile kastedilen onların ilme hürmet ve ilim öğrenene saygı amacıyla ona karşı tevazu göstermeleri ve onu üstün tutmalarıdır. Nitekim yüce Allah "Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor: "Onlara acıyarak tevazu kanatlarını ger." (İsra Suresi: 24)

Bir başka açıklamada ise şöyle söylenilmiştir: "Kanat germekle kastedilen uçmayı bırakmakdır. Bununla meleklerin sürekli onunla bulunmaları kastedilmektedir. Re-sulullah (a.s)'ın bir hadisi şerifinde şöyle buyurulmuştur: "Herhangi topluluk şanı yüce olan Allah'ı anarsa, melekler onların etraflarını sararlar." Bu konuyla ilgili ola­rak şöyle bir açıklamada bulunulmuştur: "Meleklerin kanat açarak ilim öğrenenin üzerine germeleri, onu istediği yere ulaştırmak içindir." Bu ifade ile kastedilen an­lamın meleklerin ilim öğrenene yardım etmeleri olduğu da söylenmiştir.

[95] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/73-74.

[96] Muvatta (3/960) 53-Kitabu's-Selam. 3-Sclam ile ilgili genel konular babı. Buhari (î/156) 3-Kitabu'l-İlm, 8-Bir topluluğun yanına gidince en arkaya oturmakla ilgili bab. Müslim (4/1813) 39-Kitabu's-Selam, 10-Bir meclise gidip orada bir boşluk bulup oturanla ilgili bab. Tirmizi (5/83) 43-Kitabu'l-İsti'zan. 29. bab.

[97] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/75.

[98] Mecme'u'z-Zevaid (10/123) Kitabu'l-İlm, İlmin fazileti babı. İsnadı hasendir. Hey-semi: "Bunu Taberani Evsat'ta rivayet etmiştir ve İsnadı hasendir" demiştir.

[99] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/75-76.

[100] Buhari (J/175) 3-Kitabu'l-İlm. 20-Öğrenenin ve öğretenin fazileti babı. Müslim (4/1787) 43-Kitabu'l-Fedail, 5-Resulullah (a.s) ile birlikte gönderilen ilim ve hida­yetin açıklanması babı.

[101] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/76-77.

[102] Muhammed Suresi: 19

[103] Fussilet Suresi: 53

[104] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/77-78.

[105] Ibni Mace (J/81) Mukaddime. 17-İtim adamlarının fazileti ve ilim Öğrenmeye teş­vik babı. Ibni Mace (1189) Mukaddime. Kur'an-ı Kerim'i öğrenen ve öğretenin fazileti babı. Munziri isnadının hasen olduğunu söylemiştir.

[106] Naftl Suresi: 43

[107] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/78-79.

[108] Tirmizi (4/561) 37-Kitabu'z-Zuhd. 14-Dünyanın yüce Allah katında pek değersiz olduğu hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu söylemiş­tir. İbni Mace (211377) 37-Kitabu'z-Zuhd. 3-Dünyanın durumu ile ilgili bab.

[109] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/79.

[110] Buharı (1/J65) 2-Kitabu'l-İlm. 15-İlim ve hikmet konusunda bankalarına gıbta etme babı. Müslim (1/599) 6-Kitabu Salati'l-Musafırin ve Kasriha. 47-Ktır'an-ı Kerim'e -ti­re amel etmenin ve onu öğretmenin fazileti babı. Kıskanma (hascd) kelimesi genellik­le kendisine karşı hasedde bulunulan kişiye verilmiş olan nimetin ondan gitmesini is­teme anlamında kullanılar. Bu ise haramdır. Ama bir kimsedeki nimetin aynısının kendisinde olmasını istemekte herhangi bir sakınca yoktur. Yukarıdaki hadisi şerifte kastedilen anlam da işte budur.

[111] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/80.

[112] Müslim (311255) 25-Kİtabu'l-Vasiyye, 3-Bir insana ölümünden sonra ulaşacak se­vapla ilgili bab. İbni Hibban (519) İbni Hibban'ın açıklamasına göre bu hadisi şerifte "ameli kesilir" denilirken genel bir anlam kastedilmekte yoksa kesin olarak amellerin tamamen kesileceği anlamı kastedilmemektedir.

[113] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/80.

[114] İbni Mace (1/88) Mukaddime. 20-İnsanlara iyiliği öğretenin aldığı sevapla ilgili bab.

[115] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/80-81.

[116] Tirmizi (5/50) 42- Kitabu'l-İlm. 19- İlim öğrenmenin ibadetten üstün olduğu hak­kında gelen rivayetler babı. Keşfu'l-Estar (1182) Alimin ve öğrenenin fazileti babı.

[117] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/81.

[118] Mecme'u-z-Zevaid (1/120) Kitabu'l-İlm. İlim Öğrenmenin fazileti babı. Heyscmi şöyle söylemiştir: "Bu hadisin ravileri arasında Abdullah bin Abdulkuddus bulunmaktadır ki, bu kişiyi Buharı ve İbni Hibban sika görmüşler, tbni Mu'in ise zayıf gör­müştür." Keşfu'l-Estar (1185) Kitabu'l İlm . Alimin ve öğrencinin fazileti babı. Bez-zar söyle söylemiştir: "Bu hadisin Huzeyfe (r.a)'den rivayet edilmiş olan bu şeklin­den başka merfu bir rivayetini bilmiyoruz." Hakim (1192-93) Kitabu'l-İlm. Bu hadis sahihtir.

[119] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/81-82.

[120] Ahmed bin Hanbel (4/240) Tabcrani. Kebir'de rivayet etmiştir. Heysemi de bu hadisi, Mecmeu'z-Zevaid (1/131} Kitabu'l-İlm, İlim Öğrenme babında rivayet etmiştir.

Heysemi "Bu hadisin ravileri, Buhari'nin Sahih'inde isimleri geçen raviterdir" de­miştir. İbni Hibban (1/180) Kitabu'l İlm. Meleklerin ilim öğrenen için kanatlarını germeleri babı. Hakim (1/100) Kitabu'l-İlm. Hakim bü hadisin sahih olduğunu söy­lemiş, Zehebi de onu doğrulamıştır.

[121] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/82.

[122] Müslim (4/2074) 48- Kitabu'z-Zikr ve'd-Dua ve't-Tcvbe ve'l-İstiğfar, U-Kur'an-t Kerim okumak ve zikir toplamanın fazileti babı.

Ebu Davud (4/287) Kitabu'l-Edeb. 69- Müslümana yardımda bulunma babı. Ayrıca (3/317) Kitabu'Uİlim. İlim öğrenmeye teşvik babı.

Tirmizi. (5/28) Kitabu'l-İlm. İlim öğrenmenin fazileti babı.

İbni Mace (1/82) Mukaddime, 17-İlim adamlarının fazileti ve ilim öğrenmeye teşvik babı.

İbni Hibban (1/150) Kitabu'l-İlm, Dünyada ilim öğrenmek için bir yola giren için yüce Allah'ın cennet yolunu kolaylaştıracağı konusu ile ilgili bab.

Hakim (1/99) Kitabu'l-İlm. Hadis öğrenenlerin fazileti babı. Hakim, bu hadisin Buharı ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiştir.

[123] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/83.

[124] İbni Mace (1/82-83) Mukaddime 17- İlim adamlarının fazileti ve İlim öğrenmeye I   teşvik babı. Mecmeu'z-Zevaid'de şöyle denilmiştir: "Bu hadisin isnadı Müslim'in şartına göre sahihtir."

[125] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/84.

[126] Buharı (6/526) 61-Kitabu't-Menakıb. Yüce Allah'ın "Ey insanlar/ Biz sizi bir ka­dınla bir erkekten yarattık" sözü ile ilgili bab. Müslim (3/1451) 33-Kitabu'l-İmare. 1-İnsanların Kureyş'e tabi oldukları ve hilafetin Kureyş'e ait olduğu babı. –

[127] Müslim (3/1451) 33-Kitabu'l-İmare, 1-İnsanlartn Kureyş'e tabi oldukları ve hilafetin Kureyş'e ait olduğu babı.

Birinci rivayetten de anlaşıldığı üzere "İslam'da ve cahiliyede" denilirken kastedi­len, kişiler cahiliye döneminde Arapların ileri gelenleri ve yüce Allah'ın Haremi Şerifi ile ilgilenen kişilerdi. Aynı zamanda yüce Allah'ın Evi'ni yani Ka'be'yi haccety gelenlerle de onlar İlgilenmekteydiler. Bu yüzden bütün Araplar onların Müs­lüman almalarını bekliyordu. Onlar Müslüman olduklarında ve Mekke fethedil-diğinde insanlar onlara uydular ve bütün her yönden Araplar guruplar halinde Müs­lüman olmak için geldiler. İnsanlar kalabalık kitleler halinde Allah'ın dinine gir­meye başladılar. Bunun gibi sözkonusu kişiler İslam'da da hilafetin sahibidirler ve in­sanlar onlara tabidirler. Resulullah (a.s) bu hükmün dünyanın sonunun geleceği vakte kadar, hatta yeryüzünde iki insan kalıncaya kadar geçerli olduğunu bildirmiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/84.

[128] Ahmed bin Hanbel (4/101) Mecmcu'z-Zevaid (î/121) Kitabu'l-İlim. Alimin ve öğrenenin fazileti babı. Müellif Hey semi: "Ravileri, Sahih'te isimlen geçen raviler-dir" demiştir.

[129] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/85.

[130] Tirmizi (4/574) 37-Kitabu'z-Zühd, 33-Allah'a güvenme babı. Tirmizi bu hadisin ha-sen olduğunu söylemiştir.

[131] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/85.

[132] Tirmizi (5/50) 42-Kitabu'l-İlm, 19-Öğrenmenin ibadetten üstün olduğu hakkında ge­len rivayetler babı. İsnadı sahihtir.

[133] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/86.

[134] Buhari (5/75) 44-Kitabu'l-Husumaî, 7-Herhangi bir problemin çıkmasından korku­tan bir şeyde isi sağlama babı. İbni Macc (1/89) Mukaddime. 20-İnsanlara iyiliği öğretenin alacağı sevap babı. Mecmeu'z-Zevaid'de de rivayet edilmiştir ancak buradaki rivayetin isnadı zayıftır. İbni Abdilberr, Kitabu'l-İlm'dc Hasanı Basri'den sahih bir isnadla mürsel olarak rivayet etmiştir. Bazı ilim adamları bu hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir. Taberani (9/211) Mecmeu'z-Zevaid (i/167) Kitabu'l-İlm. İlmi yayan veya iyiliğe öncülük eden bir kimsenin durumu ile ilgili bab. Heysemi şöyle söylemiştir: "Bunu Taberani Kebir'de (9/234) rivayet etmiştir ve isnadı hasendir." demiştir.

[135] Burada sorulan kelimeler Kur'an-t Kerim'de geçen ve özel anlamları olan kelimeler­dir. (Çeviren)

[136] Taberani (9/233) Mecmeu'z-Zevaid (7/35) Heysemi şöyle söylemiştir: "Bunun ta­mamını Taberani değişik isnadlarla rivayet etmiştir. İlk iki rivayetinin ravilen sika ravilerdir."

[137] NaM Suresi: 12

[138] Bu konuda bkz. Şerhu's-Sünne (1/279-280)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/86-89.

[139] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/89-90.

[140] Buharı (3/212) 23-Kitabu'l-Cenaiz. 75-Lahda kimin daha yakın konulacağı ile ilgili bab.

[141] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/90.

[142] Ebu Davud (41261) Kitabu'l-Edeb, 23-İnsanların derecelerine göre değerlendirilmesi babı. Bu hadis basendir,

[143] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/91.

[144] Ahmed bin Hanbel (4/188)

[145] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/91.

[146] Müdelis: Zayıf bir hadisin zayıflığının ortaya çıkmaması için hileye başvuran mesela tenkide uğramış veya zayıf bir raviyi tanımayan adı ile anan bir kimseye müdellis den­mektedir.

[147] Hakim (î/62) Kitabu'l-İman. Müellif bu hadisin Buhari'nin şartına göre sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de muvafakat etmiştir Mecmeu'z-Zevaid (8/15) Kitabu'l-Edeb. Hayır ve bereketin büyüklerle birlikte olduğu babı. Heysemi: "Bunu Bezzar ve Evsat'ta Taberani rivayet.etmiştir" diye söylemiştir.

[148] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/91-92.

[149] Ahmet bin Hanbel (1/257) Mecmeu'z-Zevaid (8/14) Kitabu'l-Edcb, Büyüklere saygı gösterilmesi ve küçüklere merhamet edilmesi babı. Müellif bu hadis hakkında söyle söylemiştir: "Ahmed bin Hanbel'in isnadında Leys bin Ebi Süleym bulunmaktadır ki bu kişi müdelUstir."

[150] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/92.

[151] Hakim (1162) Kitabu'l-İman, Müellif "bu hadis Müslim'in şartına göre sahihtir" demi§tir. Tirmizi (4/321-322) 28-Kitabu'l-Birr ve ve's-Sıla 15-Çocuklara merhamet hakkında gelen rivayetler babı.

[152] Tirmizi (4/322) 27-Kitabu'l-Birr ve's-Sıla, 15-Çocuklara merhamette bulunmak hakkında gelen rivayetler babı. İbni Hibban (11341) Merhamet ve büyüklere saygı göstermeyi bırakmanın fenalığı ile ilgili bab.

[153] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/92.

[154] Ahmed binHanbel (5/323) Mecmeu'z-Zevaid (8/14) Kitabu'l-Edeb. Büyüklere saygı küçüklere merhamet babı.

Heysemi isnadının hasen olduğunu söylemiştir.

[155] Hakim (1/62) Kitabu'l-İman.

[156] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/93.

[157] Ebu Davud (3/323) Kitabu'l-İlm, Allah'ın rızasını kazanmaktan başka bir gaye için ilim öğrenmekle ilgili bab. İbni Mace (1/93) Mukaddime. 23- ilimden yararlanma ve onunla amel etme babı. İbni Hibban (11148) Kitabu'l-İlm, öğrenen kimsenin kıyamet gününde cehenneme atılması ihtimali olan ilmin özellikleri ile ilgili bab. Hakim (1185) Kitabu'l-İlm, Müellif "Bu hadis Buharı ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir ancak kitaplarında rivayet etmemişlerdir" demiş, Zehebi de onun açıklamasına muvaf­akat etmiştir.

[158] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/93.

[159] İbni. Mace (1/93) Mukaddime, 23-İlimden yararlanma ve onunla amel etme babı. Mecmeu'z-Zevaid'de: "Bu hadisin senedinde isimleri geçen ravilcr sika kişilerdir" de­nilmiştir, ibni Hibban, (1/147) Kitabu'l-İlm. öğrenen kimsenin kıyamet gününde ce­henneme atılması ihtimali olan ilmin özellikleri ile ilgili bab. Hakim (1/86) Kita­bu'l-İlm. Ancak burada "öğrendiğiniz ilimle bir taraf tutmayın" ("la tehayyaru" yeri­ne "la tehayyezu") ibaresi ile rivayet edilmiştir.

[160] Hakim. (1/86) Kitabu'l-İlm.  .

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/94.

[161] Müslim (3/1514) 33-Kitabu'l-İmare, 43-Gösteriş ve duyurmak amacıyla çarpışanın ateşe atılmayı hakedeceği ile ilgili bab.

[162] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/94-95.

[163] Tirmizi (4/604) 37-Kitabu'z-Zuhd, 59. bab.

[164] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/96.

[165] Hakim (1/94) Kiiabu'l-İlm. Müellif bu hadisin Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiştir.

[166] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/96-97.

[167] İbni Mace (1188-89) Mukaddime, 20-İnsanlara iyiliği öğretenin alacağı sevapla ilgili bab. İbni Huzeyme (4/122-123) Kitabu'z-Zekat, 450-Bir şey için sadaka ayıranın o sa­dakanın yararının devam etmesi durumunda ölümünden sonra da sevap alacağı hak­kındaki deliler.

[168] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/97-98.

[169] Müslim (311506) 33-Kitabu'l-lmarc. 38-AUah yolunda savaşa gidene yardım etme­nin fazileti babı. Ebu Davtıd (4/333) Kitabu'l-Edcb. İyiliğe öncülük edenle ilgili bab. Tirmizİ (5/41) 42-Kitabu'l-İlm. 14-Bir şeye öncülük edenin onu yapan gibi olduğu hakkında gelen rivayetler babı.

[170] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/98.

[171] el-İhsan bi Tertibi İbni Hibban (1/255) Kiiabu'l-Birr ve'l-İhsan. Yüce Allah'ın iyi­liği emredene onun İşleyenin sevabı kadar sevab vereceği babı. Bu hadisi aynı şekilde, Kitabu's-Sala, (3/89) Ezan okuyanın onun ezanına gelerek namaz kılanların sevapları kadar sevap alacağı hakkında gelen rivayetler babt'nda da vermiştir. Keşfu'l-Estar an Zevaidİ'l-Bezzar. (1/90) Kitabu'l-İlm. Bir iyiliğe öncülük edenin, o iyiliği isleyen gibi sevap alacağı babı. Taberani, Mu'cemu'l-Kehir (17/226) Ebu Amr eş-Şeybani'nin Ab­dullah bin Mes'ud (r.a.ydan rivayeti tankıyla vermiştir.

[172] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/98-99.

[173] Sahih-i Müslim şerhi (13/29)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/99.

[174] Müslim (4/2060) 47-Kitabu'l-İlm, 60-Güzel ya da kötü bir adet başlatanın durumu ile ilgili bab.

[175] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/99.

[176] Tahrim Suresi: 6

[177] Hakim (2/494) Kitabu't-Tefsir. Müellif bu hadisin Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.

[178] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/100.

[179] Ebu Davud (3/322) Kitabu'l-îlm. İlmi yaymanın fazileti babı. İsnadı sahihtir.

[180] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/100.

[181] Ebu Davud (3/322) Kitabu'l-İlm, İlmi yaymanın fazileti babı. Tirmizi (5/34) 42-Kitabu'l'Ilm 7-Duyutân bilgilerin tebliğ edilmesine teşvik konusunda gelen rivayet­ler babı. Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir. el-İhsan bi Tertibi İbnu Hib-ban (1/143) Kitabu'l-İlm. Hz.Peygamber (a.s)'in duyduğu bir hadisi ümmetine tebliğ eden kimse için yaptığı dua ile İlgili bab.

[182] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/100.

[183] el-İhsan bi Tertibi İbni Hibban (1/143) Kitabu'l-İlm, HzMuhammed (a.s)'in ümme­tine bir hadis tebliğ edene yüce Allah'ın rahmeti ile ilgili bab. Ebu Davud (3/322) Ki-tabu'l-İlm. İlmi yaymanın fazileti babı. Tirmizi. (5134) 42-Kitabu'l-İlm, 7-Duyulan §eyin tebliğ edilmesine teşvik babı. Tirmizi bu hadisin hasen sahih olduğunu söyle­

miştir. İbni Mace (1184) Mukaddime, 18-Bir ilmi tebliğ edenle ilgili bab.

Müslümanın kalbine hüe düşüncesi girmez. Yani bu hususlarda Müslü­manın kalbine onun haktan sapmasına sebep olacak bir kin düşüncesi girmez. Bu ifade ile anlatılmak istenen ise sudur: Bu sözü edilen üç şey kalplerin ıslah edilmesini sağ­layan unsurlardır. Kim bunlara iyi bağlanırsa kalbi kin, hıyanet ve şer düşüncesinden temizlenir.

[184] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/101.

[185] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/101-102.

[186] Ahmed bin Hanbd (3/225, 4/80) İbni Mace (1/84) Mukaddime, 18-Bİr ilmi tebliğ ndenle ilgili bab. Taberani, Mu'cemu'l-Kebir (17149) Mecmeu'z-Zevaid.(U137) Kita-bu'l-İlm, Bir hadis dinlemek ve onu tebliğ etmek ile İlgili bab.

[187] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/102.

[188] Ahmed bin Hanbel (1/437) Mecmeu'z-Zevaid (1/137-138) Ebu Davud (3/322) Kita-bu'l-İlm. İlmi yaymanın fazileti babı. Tirmizi (5/33) 42-Kitabu'l-İlm, 7-Duyulan şe­yin tebliğ edilmesine teşvik babı. Darimi (1/75) İlim adamlarına uyulması babı. İbni Mace (1/85) Mukaddime, 18-Bir ilmi tebliğ edenle ilgili bab.

[189] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/103.

[190] Mecmeu'z-Zevaid (İ/139-140) Heysemi "Bunu Taberani, Kebir'de rivayet etmiştir ve isnadı hasendir" diye söylemiştir.

[191] Mecmeu'z-Zevaid (1/140) Heysemi "Bunu Taberani, Kebir'de rivayet etmiştir ve is­nadı hasendir" diye söylemiştir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/103-104.

[192] Buhari (6/496) 60-Kİtabu Ehadisi'l-Enbiya. 50-hrailoğullarından rivayette bulunul­ması babı. Tirmizi (5/40) 42-Kitabu'l-İlm, 13-İsrailoğullarından rivayette bulunul­ması hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir.

[193] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/104.

[194] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/104-106.

[195] Ahmed bin Hanbel (41136) Ebu Davud (31318) Kitabu'l-İlm. Kitap ehlinin rivayet­lerinin nakledilmesi babı.

[196] Buhari (81170) 65-Kitabu't-Tefsir, lî-"Allah'a ve bize indirilene iman ettik" deyin sözü ile ilgili bab.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/106-107.

[197] Şerh'üs Sünne (1/269)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/107.

[198] Buhari (13/333) 96-Kitabu'l-İ'tisam bi'l-Kitabi ve's-Sunne, 25-Resulullah (a.s)'ın "Kitap ehline bir s ey hakkında soru sormayın" sözü ile ilgili bab.

[199] Ebu Davud (3/322) Kitabu'l-İtm, İsrailoğullanndan rivayette bulunma babı. Bu ha­dis sahihtir.

[200] Bakara Suresi: 79

[201] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/107-108.

[202] Ahmed bin Hanbel (4/444) Kesfu'l-Estar (11120-122) Kitabu't-İlm, Tarih babı. Ta-berani, Mu'cemu'l-Kebir (18/207) Mecmeu'z-Zevaid (1/191) Kitabul-İlm, İsrailo­ğullanndan rivayette bulunma babı. Heysemi: "Bunu Bezzar, Ahmed bin Hanbel ve Kebİr'de Taberani rivayet etmiştir. İsnadı sahihtir" demiştir.

[203] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/108.

[204] Ebu Davud (3/322) Kitabu'l-İlm, 11-İsrailoğullanndan rivayette bulunma babı. Bu hadis hasendir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/108-109.

[205] Ebu Davud (3/322) Kitabu'l-İlm, 11'İsrailoğullanndan rivayette bulunma babı. Bu hadis hasendir.

[206] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/109.

[207] Buhari (11172) 3-Kitabu'l-İlm, 18-Küçük bir çocuğun duyduğu hadisin muteber ol­ması için o hadisi duyduğunda kaç yaşında olmasının gerekeceği babı. (111241) 81-Kitabu'r-RikaL 6-Allah rızasını kazanmak için amelde bulunma babı.

[208] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/109.

[209] Buhari (3/201) 23-Kitabu'l-Cenaiz. 63-İmamın gerek kadınların ve gerekse erkekle­rin cenaze namazlarım kıldırırken nerede duracağı ile ilgili bab, Müslim (21664) 11-Kitabu'l-Cenaiz, 27-İmamın cenaze namazlarını kıldırırken cenazenin neresinde dura­cağı ile ilgili babı.

[210] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/110.

[211] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/110.

[212] Buhari (1/218) 3-Kitabu'l-İlm. 44-Bir ilim adamına insanların en bilgilisinin kim ol­duğunun sorulması durumunda ilmin asıl sahibinin Allah olduğuna işaret etmesinin müstehab olduğu babı. Müslim (411847) 43-Kitabu'l-Fedail. 46-lltzır (a.s)'in fazilet­leri babı.

[213] Ahmed bin Hanbel (51116)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/111-112.

[214] Keşfu'l-Estar (1/99) Kitabu'l-İlm, Alim hakkında ne gibi konularda endişe edileceği babı. Hadisin ravileri sika kişilerdir. Mecmeu'z-Zevaid (1/186) Kitabu'l-İlm. Üstün­lük davasında bulunmanın mekruh olduğu babı. Hey semi, Hz.Ömer (r.a)'den rivayet edilen hadis şerif hakkında şöyle söylemiştir: "Bezzar'ın rivayetinde isimleri geçen raviler, güvenilir (sika) kişilerdir." HzAbbas (r.a)'tan rivayet edilen hadis hakkında da: "Bu hadisin ravileri arasında Musa bin Ubeyde bulunmaktadır ki, bu kişi zayıf bi­ridir" demiştir.

[215] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/112-113.

[216] Mecmeu'z-Zevaid (11186) Müellif: "Bu hadisin ravileri sikadırlar. Ancak tabiinden olan Hind bintu'l-Haris el~Has'amiyyc'nİn sika mı yoksa zayıf mı olduğu hakkında herhangi bir açıklamada bulunulduğunu duymadım." demiştir. İbni Hacer onun hak­kında, rivayetinin kabul edilebileceği bir kimse olduğunu söylemiştir, (Yani onun ri­vayetine mutabi bir hadisin bulunması durumunda rivayeti kabul edilebilir.)

[217] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/112-113.

[218] Ebu Davud (3/321) ilmi gizlemenin mekruh olduğu babı. Tirmizi (5/29) İlmi gizle­mek hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Ibni Mace (1197) Mukaddime, 24-Kendisine bir konuda bilgi sorulup da o konudaki bilgisini gizleyenin durumu ile ilgili bab. Ibni Hibban, el-Ihsan (11154) Kitabu'l-İlm. Müslümanların islerinde ihtiyaç duyulan bir ilmi gizleyenin kıyamet gününde ceza görmeyi haketmiş olacağı ile ilgili bab. Hakim (1/101) Müstedrek, Kitabu'l-İlm. Müellif: "Bu hadis Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir ancak onlar kitap­larına almamışlardır" demiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.

[219] İbni Mace (1/96) mukaddime 24-Kendisine bir konuda bilgi sorulup da o konudaki bilgisini gizleyenin durumu ile ilgili bab

[220] Ibni Hibban, el-İhsan (1/154) Kitabu'l-İlm, "Söylediğimizin doğru olduğunu göste­ren ikinci bir rivayet" başlıklı bab. Hakim (11102) Müstedrek, Kitabu'l-İlm, Müellif bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir,

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/114.

[221] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/114.

[222] Taberani. Mu'cemu'l-Kebir (11/145) Mecmeu'z-Zevaid (11163) Hcysemi şöyle söyle­miştir: "Bunu Ebu Ya'la ve Mu'cemu'l-Kebir'de Taberani rivayet etmiştir. Ebu Ya'la'-nın rivayetinde isimleri geçen raviler, Sahİh'te İsimleri bulunan ravilerdir".

[223] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/115.

[224] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/115-116.

[225] Buhari (131321) 96-Kitabu'l-İ'üsam bi'İ-Kitabi ve's-Sünne. 22-"ResutuUalı (a.s)'m hükümleri açık idi" diyene karşı deliller babı. Müslim (4/1939-1940) 44-Kitabu Fe-daili's-Sahabe, 35-Ebu Hureyre ed-Devsi (r.a)'nin faziletleri babı.

[226] Müslim (411940) 44-Kitabu FedaüVs-Sahabc, 35-Ebu Hureyre ed-Devsi (r.a) mnfazi­letleri babı.                                                                                                Suffe ehli: Medine'de Resulullah (a.s)'ın Mescidi'ndc Suffe diye bir yer vardı. Muna-cirlerin yoksulları, düşkünleri ve evsizleri orda yatıp kalkarlardı. Burada yatıp kal­kanlarla da Suffe ehli denirdi. Bunlar ilim öğrenmek, ibadet ve cihaddan başka bir şey­le meşgul olmazlardı. Belirli bir sayıları yoktu yani bazen artar bazen eksilirlerdi.

[227] BakaraSuresi:159-160                                                                                 .   ,   .

[228] Müslim (4/1939) 44-Kitabu Fedaili's-Sahabe, 35-Ebu Hureyre ed-Devsı (r.a) nın fazi­letleri babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/116-117.

[229] Bulıari (11215) 3-Kitabu'l-îlm,42'İlmi ezberleme babı.                              

[230] Bakara Suresi: 159 -160

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/117-118.

[231] Buharı (J/213) 3-Kitabu't-İlm, 42-İlmi ezberleme babı. Tİrmizi (51684) 50-Kİtabu'l-Menakıb, 47-Ebu Hureyre (r.a.)'nın menkıbeleri babı.

[232] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/118.

[233] Mecmeu'z-Zevaid (11164) Heysemi: "Bunu Taberani Evsat'ta rivayet etmiştir. Havi­leri arasında İbni Luhey'a bulunmaktadır ki, bu ki$i zayıf biridir" demiştir.

[234] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/118-119.

[235] Buharı (11116) 3-Kitabu'l-İlm. 42-İlmi ezberleme (koruma) babı.

[236] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/119.

[237] Buharı (1/160) 3-Kitabu't-İlm, 10-İlmin sözden ve isten önce geldiği babı.

[238] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/119.

[239] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/119-120.

[240] Memceu'z-Zevaid (1/164) Bilmeyene öğretilmesi babı. Heysemi söyle söylemiştir: "Bu hadisin rivayetinde Bukeyr bin Ma'ruf bulunmaktadır ki, Ahmed bin Hanbel onu bir rivayetinde sika, bir başka rivayetinde ise zayıf olarak görmüştür. îbni Adİyy onun hakkında: "Onun pek sakıncalı biri olmadığını sanıyorum" demiştir. İbni Hacer de şöyle söylemiştir: "Nesai onun sakıncalı olmadığını söylemiştir." Takrib'de onun hakkında: "Saduk (doğru sözlüdür) ancak biraz zayıftır" demiştir."

[241] Maide Suresi: 78

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/120-122.

[242] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/122.

[243] Müslim (4/2088) 48-Kitabu'z-Zikr ve'd-Dua ve't-Tevbe ve'l-İstiğfar, I8-f§lenen ve istenmeyenin fenalığından Allah'a sığınma babı. Tirmizi (51519) 45-Kîtabu'd-Da'avat, 69. bab. Nesai (8/263-264) 50-Kitabu'l-İsti'aze, 21-Taşkınlıktan, nifaktan ve fena ah­laktan Allah'a sığınma babı. Bu hadisi Enes (r.a)'ten rivayet etmiştir. Yine aynı konu içinde "Kabul edilmeyecek duadan Allah'a sığınma babV'nda Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir.

[244] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/122.

[245] Buharı (61331) 59-Kitabu Bedi'l-Halk, 10-Cehennemin özelliği ve onun su an ya­ratılmış olduğu babı. Müslim (4/2290) 53-Kitabu'z-Zuhd ve'r-Rekaik, 7-İyiliği emre­dip kendisi yapmayan ve fenalıktan sakındırıp da kendisi sakındırmayan kimsenin cezelandırtlması babı.

[246] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/123.

[247] Tirmizi (4/612) 38-KHabu Sıfati'l-Kıyame, 1-Kıyametle ilgili bab. Tirmizi bu hadi­sin sahih olduğunu söylemiştir.

[248] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/123-124.

[249] Tirmizi (41612) 38-Kitabu Sıfati'l-Kıyame, Î-Kıyameüe ilgili bab. Tirmizi: "Bu ha­dis tanımadığımız garip (yani tek tanktan rivayeti bulunan) bir hadistir" demiştir.

[250] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/124.

[251] Taberani. Mu'cemu'l-Kebir (21166) Mecmeu'z-Zevaid(l/184) İsnadı hasendir.

[252] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/124.

[253]Ahmed bin Hanbel (1/22) Mccmeu'z-Zcvaid (1/187) Müellif bu hadis hakkında söyle Ravileri sika kişilerdir." Kesfu'l-Estar Zevaidi'l-Bezzar (1197-98) Kitabu'l-İlm. Fena alimlerden sakındırma babı. Taberani. Muc'cemu'l-Kebir (18/37) Taberani, Mecmeu'z-Zevaid (1/187) Heysemi söyle söylemiştir: "Bunu Mu'cemu'l-Kebir'de Taberani ve Bezzar rivayet etmiştir. Ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir,"

söylemiştir: "Bunu Bezzar, Ahmed bin Hanbel ve Ebu Ya'la rivayet etmiştir.

[254] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/124-125.

[255] Ebu Davud (41253) Kitabu'l-Edeb, 8-Güzel ahlak babı. Arnavut'un söylediğine göre bu hadisin senedi kavidir (kuvvetlidir).

[256] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/125-126.

[257] Tirmizi (4/358) 28-Kitabu'l-Birr ve's-Sıla, 58-Tartışma hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi, bu hadisin kasen olduğunu söylemiştir.

[258] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/126.

[259] Tirmizi (5/378) 48-Kitabu Tefsiri'l-Kur'an, 45-Zuhruf Suresi babı, Tirmizi bu hadi­sin hasen, sahih olduğunu söylemiştir. İbni Mace (1/19) Mukaddime. 7-Bid'atlerden ve tartısmacahktan kaçınılması babı.

[260] Zuhruf Suresi: 58

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/126-127.

[261] Buhari (5/106) 46-Kitabu'l-Mezalim. 15-Yüce Allah'ın "İnsanların içinde öyleleri vardır ki, dünya hayatıyla ilgili sözleri senin hoşuna gider ve kalbinde olana Allah'ı şahit tutar. Gerçekte ise o düşmanların en yamanıdır" (Bakara Suresi: 204) sözü ile il­gili bab. Müslim (4/2054) 47-Kitabu'l-İlm. 2-En fazla kin tutan kimse ile ilgili bab. Tirmizi (5/214) 48-Kitabu Tefsiri'l-Kur'an, 3-Bakara Suresi babı. Nesai (8/247) 49-KitabuAdabi'l-Kaza, 34-En fazla kin tutan kimse ile ilgili bab.

[262] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/127.

[263] Ankebut Suresi: 46

[264] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/127.

[265] Müslim (412053) 47-Kitabu'l-İlm, 1-Kur'an-ı Kcrim'in ayetlerinin üzerinde durmak­tan nchiy babı,

[266] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/128.

[267] Ahmed bin Hanbel (2/195-196) l'bni Mace (1/33) Mukaddime. 10-Kaderle ilgili bab. Beğavi. Şerhu's-Sunne (1/360) Tahkikçi isnadının hascn olduğunu söylemiştir. Mec-meu'z-Zevaid'de de: "İsnadı sahih, ravileri sikadırlar" denilmiştir.

[268] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/128.

[269] Ahmed bin Hanbel (2/286) Ebu Davud (4/199) Kitabu's-Sunne, 5-Kur'an-ı Kerim üzerinde tartışma yapmaktan nehiy babı. Hakim (2/233) Müellif sahih olduğunu söy­lemiş. Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.

[270] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/129.

[271] Hud Suresi: 17

[272] Şerhu's-Sünne (J/261-263)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/129-130.

[273] Buhari (1/162) 3-Kitabu't-İtm, 12-İlim sahipleri için belli günlerin tahsis edilmesi ile ilgili bab. Müslim (412172) 50-Kitabu Sıfati'l-Munafikin ve Ahkamihim. 19-Vaazda sözü kısa kesme babı.

[274] Tirmizi (5/142) 44-Kitabu'l-Edeb. 72-Fesahal ve güzel açıklama ile ilgili olarak ge­len rivayetler babı.

[275] Ahmed bin Hanbel (î/377,425) Buhari (11/138) 80-Kİtabu'd-Da'avat. 20-Dua ederken kafiye yapmanın mekrulı olduğu babı

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/130-131.

[276] Şerhü's Sünne (1/313)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/131.

[277] Buhari (8/377) 65-Kitabu't-Tefsir, Yüce Allah'ın "Tıpkı kökü sabit ve dallan gök­lerde olan temiz bir ağaç gibi..."

sözü ile ilgili bab.

[278] Buhari (11145) 3-Kitabu'l-Et'ime. 42-İlim İçin sesini yükseltme babı.

[279] Buhari (9/569) 70-Kitabu'l-Et'imet 42-Taze hurma yeme babı. Müslim (4/2164-2165) 50-Kitabu Sıfati'l-

Münafıkun ve Ahkamihim. 15-Müstümantn örneğinin hurma ör­neği olduğu babı. Tirmizi (51151) 44-Kitabu'l-Emsal, 4-Kur'an-ı Kerim okuyan Müs­lüman ile Kur'an-ı Kerim okumayan Müslümanın durumu hakkında gelen rivayetler babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/132-133.

[280] Şerhu's-Sünne (11308)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/133-134.

[281] Buhari (13/264) 96-Kitabu'lA'üsam bi'l-Kitabi ve's-Sunne. 3-Çok soru sormanın mekruh olduğu babı. Müslim (411831) 43-Kitabu'l-Fedail. 37-Rcsulullah (a.s)'a hür­met etme ye zaruret olmadıkça O'na soru sormaktan kaçınma babı. Ebu Davud (41201-202) Kitabu's-Sunne, 7-Sünnete bağlanma babı.

[282] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/134.

[283] Nahl Suresi: 43

[284] Yunus Suresi: 94

[285] Bakara Suresi: 189

[286] Bakara Suresi: 222

[287] Enfal Suresi: 1

[288] Maide Suresi: 10

[289] ŞerhüsSüme(ll310)

[290] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/134-135.

[291] Müstedrek (41399) Kiîabu't-Ttbb, Bu hadis sahihtir. Müslüman imamlardan on kişi Ziyad'dan rivayet etmişlerdir.

[292] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/136.

[293] Buharı (5/68) 43-Kitabu't-İstikrad. 19-Malı zayi etmenin nehyedilmesi ve yüce Allah'ın: "Allah bozgunculuğu sevmez" sözü ile ilgili bab. Müslim (3/1341) 30-Kİiabu'l-Ahdiye, 5-İhtiyaç olmadığı halde çok şey sormaktan, İstemekten nehty babı.

[294] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/136-137.

[295] Mecmeu'z-Zevaid (1/161) Heysemi söyle söylemiştir: "Bunu Taberani Kebir'de ri­vayet etmiştir. Ravileri, Sahih'te isimleri geçen raviterdir."

[296] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/137.

[297] Buhari (13/265) 96-Kitabu'l-İ'tisam bi'l-Kitab ve's-Sunne, 3-Çok soru sormanın ve kişinin kendini ilgilendirmeyen konularda kuruntulara girmesinin mekruh görülmesi babı. Müslim (1/120) 1-Kitabu'l-İman, 60-İmanda vesvese hakkında açıklama babı.

[298] Müslim (1112i) 1-Kitabu'l-İman, 60-İmanda vesvese hakkında açıklama babı.

[299] Müslim (1/121) 1-Kitabu'l-İman, 60-İmanda vesvese hakkında açıklama babı

[300] Müslim (1/120) 1-Kitabu'l-İman, 60-İmanda vesvese hakkında açıklama babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/137-138.

[301] Ebu Davud (4/231) Kitabu4s-Sunne. 19-Cefımiyye ile ilgili bab.

[302] Müslim (1/119) 1-Kitabu'l-İman, 60-İmanda vesvese hakkında açıklama babı.

[303] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/138-139.

[304] Darimi (1/54) Fetva vermekle ilgili mekruhlar babı

[305] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/139.

[306] Ati İmran Suresi: 7

[307] îrşadu'l Fuhul

[308] Şerhu's-Sünne (11222)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/139-141.

[309] Buharı (13/251) 96-Kitabu'l-İ'tisam bi'l-Kitab vc's-Sunne, 2-Resulullah (a.s)'ın sünnetlerine uyma babı, Müslim (2/975) 15-Kitabu'l-Hacc, 73-İnsanın ömründe bir kere hacc yapmasının farz olduğu babı. Tirmizi (5147) 42-Kiîabu'l-İlm, 17-Resu-Mlah (a.s)'ın nehyettiği şeylerden sakınma babı. Hakim (1/122) Kitabu'l-llm, Mü­ellif bu hadisi şerif hakkında "Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir" diye söylemiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir. Darimi (1146) 16-Hak' kında Kur'an-ı Kerim'de ve Resulullah (a.s)'ın sünnetinde herhangi bir açıklama bu' lunmayan meselelere cevap vermekten kaçınma babı.

[310] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/141-142.

[311] Buhari (11235) 3-Kitabu'l-İlm, 39-İlimde bazılarına özel olarak diğer insanlara öğretilmeyen bir takım şeylerin öğretilmesi babı.

[312] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/142.

[313] Buhari (1/196) 3-Kitabu'l-İlm, 36-Bir şeyi duyup da onun doğruluk derecesini öğrenmek için aslını araştırma babı,

[314] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/143.

[315] Mecmeu'z-Zevaid (1/129) Alimin edebi babı. Hey semi: "Bunu Taberani. Mu'cemu'l-Kebir'de rivayet etmiştir ve İsnadı hasendir" demiştir.

[316] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/143.

[317] Ahmed bin Hanbel (5/257) Mecmeu'z-Zevaid (1/129) Alimin edebi babı. Heysemi: "Bunu Ahmed bin Hanbel ve Taberani, Mu'ccmu'l-Kebir'de rivayet etmiştir ve ravi-leri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir" demiştir.

[318] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/143-144.

[319] Mecmcu'z-Zevaid (11165) Heysemi: "Bunu Taberani, Evsat'ta rivayet etmiştir ve ra-vileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir" demiştir.

[320] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/144.

[321] Taberani Muccmu'l-Kcbir (18/299) Mecmcu'z-Zevaid, (16) Heysemi: "Bunu Tabe­rani, Mu'cemu'l-Kebir'de rivayet etmiştir ve ravileri, sika (güvenilir) kimselerdir" demiştir.

[322] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/144-145.

[323] Mecmeu'z-Zevaid (11161) Heysemi: "Bunu Taberani, Evsat'ta rivayet etmiştir ve ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir" demiştir.

[324] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/145.

[325] Hakim (1195) Kitabu'l-İlm. Müellif bu hadisin sahih olduğunu söylemiş Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.

[326] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/145.

[327] Hakim (1195) Kitabu'l-İlm. Müellif bu hadisin sahih olduğunu söylemiş. Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.

[328] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/145.

[329] Darimi (11105) 33-AUah rızasından başka bir gaye için ilim öğrenenin tenkidi babı.

[330] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/145-146.

[331] Hakim (1194) Müellif bu hadisin Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söy­lemiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.

[332] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/146.

[333] Hakim (1J98) Müellif bu hadisin Buharı ve Müslim'ni şartlarına göre sahih oldu­ğunu söylemiştir.

[334] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/146-147.

[335] Bunu Hakim rivayet etmiş ve Buhari ile Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.

[336] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/147.

[337] Hakim(J/U3vel21)

[338] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/147.

[339] Hakim (1/122) Müellif bu hadisin Buhari ve Müslim'in şartlaran göre sahih olduğunu söylemiştir.

[340] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/147-148.

[341] Bunu Hakim rivayet etmiştir, sahih olduğunu söylemiş ve bir şahidinin bulun­duğunu bildirmiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.

[342] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/148.

[343] Buhari (131265) 96-Kitabu'l-î'tisam bi'l-Kitabi ve's-Sunne, 3-Çok soru sormanın mekruh karşılanması ve kendini ilgilendirmeyen bir şeyi iş olsun diye gündeme ge­tirenin durumu ile ilgili bab.

Tekellüf; İnsanın herhangi bir zorunluluk olmadığı halde kendini sıkıntıya sok-maşıdır. Burada bu kelime İle kastedilen anlam ise, üzerinde durulması gerekmeyen karmaşık meseleleri karıştırmak ve onlarla ilgili çok soru sormaktır. Gerekli olan ise şeriatın zahirine dayanmak, onun ortaya koyduğunu kabul etmek ve ondan kay­naklanan şeyleri kavramaya çalışmaktır.

[344] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/148-149.

[345] Taberani, Mu'cemu'l-Kebir (9/166) Ravileri Sahih'te isimleri geçen ravilerdir.

[346] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/149.

[347] Darimi (1/133) Şöhretten ve bilinmeyi istemekten hoşlanmama babı.

[348] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/149.

[349] Darimi (1/133) Şöhretten ve bilinmeyi istemekten hoşlanmama babı.

[350] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/150.

[351] Darimi (1/133) Şöhretten ve bilinmeyi istemekten hoşlanmama babı.

[352] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/150.

[353] Darimi (11134) Şöhretten ve bilinmeyi istemekten hoşlanmama babı.

[354] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/150.

[355] Darimi (1/134) Şöhretten ve bilinmeyi istemekten hoşlanmama babı.

[356] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/150.

[357] Darimi (î/89) İlmin Allah korkusu ve hu§u olduğunu söyleyen babı. Ravileri arasında Leys bin Ebi Süleym bulunmaktadır ki, bu kişi saduktur (rivayetleri kabul edilebilir. Saduk, hadis rivayetinde sikadan sonra gelen bir derecedir. Çeviren) An­cak rivayetlerini birbirine karıştırmış olması dolayısıyla rivayetleri terkedil­miştir. Bazıları ise yukarıdaki hadisin isnadını hasen görmüşlerdir.

[358] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/151.

[359] Taberani, Mu'cemu'l-Kebir (1/246) Ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir.

[360] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/151.

[361] Hakim (11127) Müellif: "Bu hadis, Buharı ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir, ancak onlar kitaplarında rivayet etmemişlerdir" demiş, Zehebi de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.

[362] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/151-152.

[363] Ahmed bin Hanbel (4/283) Mccmeu'z-Zevaid (1/154) Müellif: "Bunu Ahmed bin Hanbel rivayet etmiştir ve ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir" diye söy­lemiştir.

[364] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/152.

[365] Taberani, Mu'ccmu'l-Kebir (9/120) Mecmeu'z-Zevaid (1/135) Her ilmin ehli olan kişilerden alınması babı. Müellif: "Bunu Taberani, Mu'cemu'l-Kebir ve Evsat'ta ri­vayet etmiştir ve ravileri, sika (mevsuk, güvenilir) kişilerdir" demiştir.

[366] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/152.

[367] Ahmed bin Hanbel (31297) Keşfu'l-Estar (1/105) Hadis rivayet edenlerin güveni­lirliklerinin ve zayıflıklarının bilinmesi babı. Mccmeu'z-Zevaid (11149) Heysemi: "Bunu Ahmed bin Hanbel ve Bezzar rivayet etmiştir ve ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir" demiştir.

[368] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/153.

[369] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/153.

[370] Müslim (1/13) Mukaddime, 4-Zayıf kişilerden rivayette bulunulmasından nehiy ve onlar karşısında ihtiyatlı olunması babı.

[371] Müslim (1/13) Mukaddime, 4-Zayıf kişilerden rivayette bulunulmasından nehiy ve onlar karşısında ihtiyatlı olunması babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/154.

[372] Müslim (1113) Mukaddime, 4-Zaytf kişilerden rivayette bulunulmasından nehiy ve onlar karşısında ihtiyatlı olunması babı.

[373] Burada Sufyan denilirken kastedilen kişi, Sufyan bin Uyeyne'dir. Sufyan bin Uyeyne ise Müslim'in rivayetine göre hadisi ffişam bin Huceyr'den rivayet eden ravidir. (Çe­viren)

[374] Müslim (1114) Mukaddime, 4-Zayıf kişilerden rivayette bulunulmasından nehiy ve onlar karşısında ihtiyatlı olunması babı.

[375] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/154-155.

[376] İbni Mace (İlli) Mukaddime 3-Resulullah (a.s)'tan hadis rivayetinden sakınma (yani bu konuda hataya düşmekten sakınma) babı.

[377] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/155.

[378] Ibni Mace (1/10) Mukaddime, 3-Resuiullah (a.s)'tan hadis rivayetinden sakınma (yani bu konuda hataya düşmekten sakınma) babı. Mecmeu'z-Zevaid'de sahih isnadla rivayet edilmiş, bütün raviîerinin rivayetleri ile delil getirildiği bildirilmiştir. Ayrıca Hakim, bunu. İbni Amr tankıyla rivayet etmiştir.

[379] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/156.

[380] Mecmeu'z-Zevaid (11141) Heysemi: "Bunu Taberani. Mu'cemu't-Kebir'de rivayet etmiştir ve ravileri. sika (güvenilir) kişilerdir) demiştir.

[381] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/156.

[382] Ahmed bin Hanbel (11126) Darimi (1/146) 49-Resulullah (a.s)'ın hadisinin te'vil edilmesi babı. ibni Mace (1/9) Mukaddime.

[383] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/156.

[384] Darimi (1/85) Kitabu'l-İlm, 27-Hataya düşme korkusuyla fetva vermekten sa­kınılması babı. Hakim (1/102) Müellif; "Bu hadisin isnadı sahihtir" demiş. Zehdn de onun açıklamasına muvafakat etmiştir.

[385] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/157-158.

[386] Buhari (1/202) 3-Kıtabu'l-İlm, 38-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uyduranın kazan­dığı günah babı. Müslim (1/10) Mukaddime, 2-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uydur­manın oldukça büyük bir günah olduğu babı.

[387] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/158.

[388] Müslim (119) Mukaddime, 1-Sika (güvenilir) kişilerden rivayette bulunulmasının ve yalancıların bırakılmasının gerekliliği babı.

[389] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/158.

[390] Müslim (1/10) Mukaddime, 2-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uydurmanın oldukça büyük bir günah olduğu babı.

[391] Şerhu's Sünnc (11367)

[392] Şerhu's Sürme (1/255)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/158-159.

[393] Taberani. Mu'cemu'l-Kcbir (1/217) Mccmcu'z-Zevaid (1/148) Müellif: "Bunu Ta-berani Mu'cemu'l-Kebir'de rivayet etmiştir ve isnadı hasendİr. Ayrıca cl-Kuza'İ Musnedu'ş-Şihab'da rivayet etmiştir" demiştir.

[394] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/160.

[395] Buharı (1/200) 3-Kitabu'l-İtm. 38-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uyduranın ka­zandığı günah babı.

[396] Ebu Davud (3/319-320) Kitabu'l-İlm. Resulullah (a.s)'a karşı yalan uydurulmasına karşı oldukça sert davranılması babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/160.

[397] Müslim (1/10) 2-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uydurmanın oldukça büyük bir günah olduğu babı.

[398] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/161.

[399] Tirmizi (5/36) 42-Kitabu'l-İlm, 8-Rcsulullah (a.s)'a karış yalan uydurmanın, ol­dukça büyük günah olduğu hakkında gelen rivayetler babı.

[400] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/161.

[401] Buharı (1/199) 3-Kitabu'l-İlm, 38-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uyduranın ka­zandığı günah babı. Müslim (1/9) Mukaddime, 2-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uy­durmanın, oldukça büyük bir günah olduğu babı. Tirmizi (5/35) 42-Kitabu'l-İlm, 8-Resulullah (a.s)'a karşı yalan uydurmanın, oldukça büyük günah olduğu hakkında gelen rivayetler babı.

[402] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/161.

[403] Taberani, Mu'cemu'l-Evsat.

[404] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/162.

[405] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/162.

[406] Taberani, Mu'cemu'l-Kebir. Kesfu'l-Estar (1/110) Kitabu'l-İİm, Hadis yazmanın caizliği babı.

[407] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/162.

[408] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/162-163.

[409] Taberani. Mu'cemu'l-Kebir (1/246) Mecmeu'z-Zevaid (11152) Müellif: "Bunu Ta­berani Mu'cemu'l-Kebir'de rivayet etmiştir ve ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravİ-lerdir" demiştir.

[410] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/163.

[411] Tirmizi (5/38) 42-Kitabu'l-İlm, 10-Resulullah (a.s)'tan hadis rivayeti konusunda söylenilmesi yasak olan şeylerle ilgili bab.

[412] Ebu Davud (4/200) Kitabu's-Sunne, Sünnete bağlı kalma babı.

[413] İbni Macc (J/6) Mukaddime. 2-Rcsulullah (a.s)'tan hadis rivayet etmenin büyük bir iş olduğu ve onun hadisine muhalefet edenin günahının büyük olacağı babı.

[414] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/163-164.

[415] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/164.

[416] Mecmeu'z-Zevaid (11152) Müellif: "Bunu Taberani, Evsat'ta rivayet etmiştir ve ra­vileri, mevsuk (güvenilir) kişilerdir" demiştir.

[417] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/164-165.

[418] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/165.

[419] Mecmeu'z-Zevaid (1/157) Heyscmi: "Bunu Taberani. Mu'cemu'l-Kebir'dc rivayet etmiştir ve ravileri, mevsuk (güvenilir) kişilerdir" demiştir.

[420] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/165.

[421] Ebu Davud (3/321) Kitabu'l-İlm, 8-Hataya düşme korkusuyla fetva vermekten sakınılması babı. İbni Mace (1/20) Mukaddime 8-Cörüş ve kıyastan kaçınılması babı. Darimi (1/57) 19-Fetva verilmesi ve bu işin zorluğu babı. Hakim (1/1?6)

[422] Ebu Davud (3/321) Kitabu'l-İlm. 8-Hataya düşme korkusuyla fetva vermekten sa­kınılması babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/165-166.

[423] Taberani, Mu'cemu'l-Evsat. Mecmcu'z-Zevaid (1/178) Müellif: "Bunu Taberani, Evsat'ta rivayet etmiştir, ravileri, Sahih'tc isimleri geçen mevsuk ravilerdîr" de­miştir.

[424] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/166.

[425] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/166-167.

[426] Beğavi, Şerhu's-Sünne (1/303) Fetva vermekten sakınılması babı. İsnadı sahihtir.

[427] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/167.

[428] Ahmed bin Hanbel (6123) Ebu Davud (3/323) Kitabu't-İtm, 13-Kısas babı.

[429] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/167-168.

[430] Şerhu's Sünne (1/303)

[431] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/168.

[432] Buharı (13/185) 93-Kİtabu'l-Ahkam, 40-Hakimlerİn hallerinin bilinmesi ve bir tek kişinin bu konuda bilgi vermesinin yeterli olup olmayacağı babı. Ebu Davud (31318) Kitabu'l-llm, 2-Ehli kitabın rivayetlerinin nakledilmesi babı. Tirmizi (5/67) 43-Kitabu'l-lsti'zan, 22-Süryanicenin öğretilmesi hakkında gelen rivayetler babı. Müellif: "Bu hadis hasen. sahihtir" demiştir.

[433] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/168.

[434] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/168-169.

[435] Darimi (11154) 54-Bİr konuda fetva verdikten sonra o fetvasını değiştiren kişi ile ilgili bab

[436] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/169.

[437] Mecmu'ul-Enhur (21756)

[438] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/169-170.

[439] Taberani, Mu'cemu'l-Kebir (18150-51) Keşfu'l-Estar (1/96) Kötü alimlerden sa­kındırma babı. Mccmeu'z-Zevaid (İl 179) Heysemi şöyle söylemiştir: "İbni Mace, bunun baş tarafından bir bölümünü rivayet etmiştir. Ayrıca Mu'cemu'l-Kbbir'de Taberani ve Bezzar rivayet etmiştir. Ravileri, Sahih'te isimleri bulunan ravilerdir."

[440] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/170.

[441] Makim (1/128) Kitabu'l-İlm. Müellif: "Bu hadisin isnadları. bu hadisin sahih oldu­ğuna delil teşkil edecek isnadlardır" demiştir.

[442] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/171.

[443] Ebu Davud (41202) Kitabu's-Sunne 7-Sünnete bağlı kalma babı.

[444] Ebu Davud (4/202) Kitabu's-Sünne, 7-Sünnete bağlı kalma babı.

[445] Darimi (1/67) 21-Zamanın değiştirilmesi ve zaman içinde ortaya çıkacak olanlar babı.

[446] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/172-173.

[447] Taha Suresi: 114

[448] Ahmed bin Hanbel (î/385) Buharı (1/165) 3-Kitabu'l-İlm. 15-İlimde başkalarına gtbta etme babı. Müslim (31559) 6-Kitabu Satati'l-Musafirin ve Kasriha, 47-Kur'-an-t Kerim'e göre amel edenin ve onu başkalarına öğretenin üstünlüğü babı. Mcc-meu'z-Zevaid (3/108) Heyscmi: "Bunu Ahmed hin Hanbel rivayet etmiştir ve ravi-leri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir" demiştir.

[449] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/173-174.

[450] Şerhu's-Sünne (11229)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/174.

[451] Müslim (1/393) 5-Kitabu'l-Mescid ve Mevaidi'i's-Sala, 16-Hemen yenilmek üzere bir yemeğin getirildiği vakitte namaza durmanın mekruh olduğu babı.

[452] Sahih-i Müslim'in dipnotunda, buradaki İki çirkin İş ile kastedilenin; büyük ve küçük abdest bozma olduğu ifade

edilmektedir. (Çeviren)

[453] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/175.

[454] Ra'd Suresi: 41

[455] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/175.

[456] Buhari (J/178) 3-Kitabu'l-İlm. 61-İlmin yok edilmesi ve bilgisizliğin ortaya çık­ması babı. Müslim (4/2056) 47-Kitabu'l-İlm. 5-Kıyamete yakın zamanda ilmin kal­dırılması, alınması, bilgisizliğin ve fitnelerin ortaya çıkması babı.

[457] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/176.

[458] Buhari (1/194) 3-Kitabu'l-İlm 34-İlmin nasıl alınacağı babı. Müslim (4/2058) 47-Kitahu'l-İlm, 5-Kıyametc yakın zamanda ilmin kaldırılması, alınması, bilgisizliğin ve fitnelerin ortaya çıkması babı,

[459] Müslim (412058) 47-Kitabu'l-îlm, 5-Kıyamcte yakın zamanda İlmin kaldırılması, alınması, bilgisizliğin ve fitnelerin ortaya çıkması babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/176.

[460] Buhari (13/232) 96-Kitabu-İ'tisami bi'l-KUab ve's-Siinnc, 7-Görüsü (re'yi) tercih et­menin ve kıyasta zorlama yapmanın tenkidi konusunda bildirilenler babı.

[461] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/177.

[462] Müslim (4/2059) 47-Kitabu'l-İlm, 5-Kıyamete yakın zamanda ilmin kaldırılması, alınması, bilgisizliğin ve fitnelerin ortaya çıkması babı. Tirmizi (5131) 42-Kita-bu'l-İlm. 5-İlmin gitmesi hakkında gelen rivayetler babı.

[463] Müslim (4/2058) 47-Kitabu'l-İlm, 5-Kıyamete yakın zamanda ilmin kaldırılması, alınması, bilgizliğin ve

fitnelerin ortaya çıkması babı.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/178.

[464] Tirmizi (5/31-32) 42-Kitabu'l-İlm, 5-İlmin gitmesi hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi bu hadisin hasen. garip olduğunu söylemiştir.

[465] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/179.

[466] Ahmed bin Hanbel (2/481) Bczzar, Keşfu'l-Estar (1/125) Kitabu'l-İlm. İlmin ve ilim ehlinin gitmesi babı. Mecmeu'z-Zcvaid (1/202) Heysemİ: "Bunu Ahmed bin Hanbel ve Bezzar rivayet etmiştir ve ravileri, Sahih'tc isimleri geçen ravilerdir" demiştir.

[467] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/180.

[468] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/180-182.

[469] Ebu Davud (3/318) Kitabu'l-llm, İlmin (hadisin) yazılması babı.

[470] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/182-183.

[471] Buharı (1/205) 3-Kitabu'l-İlm. 39-Ilmin (hadisin) yazılması babı. Tirmizi (5139) 42-Kitabu'l-İlm, 12-Hadisin yazılmasîna cevaz verildiği hakkında gelen rivayetler babı.

[472] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/183.

[473] Buharı (1/206) 3-Kitabu'l-İlm, 39-İlmin (hadisin) yazılması babı. Tirmizi (5/40) 42-Kitabu'l-İlm. 12-Hadisin yazılmasına cevaz verildiği hakkında gelen rivayetler babı.

[474] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/183.

[475] Buhari (13/275) Kitabu'l-İ'tisam, 5-Din konusunda taşkınlığa gitmekten, aşırıya sapmaktan ve bid'atlere düşmekten nehiy babı. Müslim (21994) 15-Kitabu'l-Hacc, 85-Medine-i Münevvere'nin fazileti babı.

[476] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/184.

[477] Buhari (121246) Kitabu'd-Diyat. Kısas yerine alınan diyetler babı.

[478] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/185.

[479] Müslim (311567) 35-Kitabu'l-Edahi. 8-Allah'tan başkasının adına hayvan kesmenin haram olduğu ve bunu yapanın lanetlendiği babı.

[480] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/185.

[481] Nesai (8124) Kitabu'l-Kaseme. Kendisiyle antlaştlana (yani yapılan antlaşmalara) hürmet babı. Hafız İbni Hacer Feth (12/231 )'de söylediğine göre isnadı basendir.

"Bir mü'min bir kâfirden dolayı öldürülmez. Aynı şekilde ahidde bulunan biri de ahdi sürdükçe (ahdi olmayan) bir kâfirden dolayı Öldürülmez" sözü ile ilgili olarak iki ayrı açıklamada bulunulmuştur:

Birisi şöyledir: Müslüman veya İslam devleti ile ahidde bulunan bir kimse, bu ahdi devam ettiği sürece bir kâfirden dolayı öldürülmez, (Yani bu kişiler bir kâfiri öldürmekten dolayı kısas cezasına çarptırılmazlar - Çeviren). İkinci açıklamada ise şöyledir: Bir Müslüman bir kâfirden dolayı öldürülmeyeceği gibi, İslam devleti ile ahdi olan kişi de öldürülmez, (Yani bir Müslüman kâfirden dolayı kısas için öl­dürülmez. Ahdi olan kişi de ahdi devam ettiği sürece ölüm cezasına çarptırılmasını gerektirecek bir suç işlememesi halinde herhangi bir sebepten dolayı öldürülmez -Çeviren)

[482] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/186.

[483] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/186-187.

[484] Müslim (412298) 53-Kitabu'z-Zuhd ve'r-Rekaik, 16-Hadisin kesinliğinin ortaya çıkarılması ve hadisin (ilmin) yazılmasının hükmü babı.

[485] Müslim (412298) 53-Kitabu'z-Zuhd ve'r-Rekaik, 16-Hadisin kesinliğinin ortaya çıkarılması ve hadisin (ilmin) yazılmasının hükmü babı.

İbnu'l-Esir. Resulullah (a.s)'ın "Benden Kur'an-ı Kerim'in dışında bir şey yaz­mayın" sözü ile ilgili olarak şöyle söylemiştir:

"Resulullah (a.s)'tn "Benden Kur an-1 Kerim'in dışında bir şey yazmayın" sözü için şöyle denilebilir: Ümmetin üzerinde görüş birliğine vardığı (icma ettiği) üzere hadi­sin yazılması artık caiz olduğuna göre. Resulullah (a.s)'ın buna cevaz veren hadisleri. bunu yasaklayan hadislerinin hükmünü neshetmiştir (kaldırmıştır). Çünkü İslam ümmeti ancak doğru bir şey üzerinde görüş birliğine varır. Buradaki yasağın, hadisi şeriflerin Kur'an-ı Kerim ayetleri ile aynı sahifeye yazılması yasağı olduğu da söy­lenmiştir. Çünkü bu durumda hadislerle ayetler birbirine karışabilir ve okuyucu han­gilerinin ayet. hangilerinin hadis olduğunu çıkaramayabilir.

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/187.

[486] Tirmizi (5/38) 42-Kitabu'l-İlm, 11-Hadisin yazılmasının mekruh olduğu hakkında gelen rivayetler babı. Bu hadis hasendir.

[487] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/188.

[488] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/188-189.

[489] Buhari (11194) 3-Kitabu'l-İlm, 34-İlmin nasıl alınacağı babı.

[490] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/189.

[491] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/189-190.

[492] Müslim (1169) 1-Kitabu'l-Iman, 20-KötüIükten nchyetmcnin imandan olduğu baht.

[493] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/193.

[494] Müslim (1/69-70) 1-Kitabu'l-İman, 20-Kötülükten nehyetmenin imandan olduğu babı.

[495] A'rafSuresi: 165

[496] Hud Suresi: 116

[497] Al-i İmran Suresi:104

[498] Al-i İmran Suresi: 110

[499] Asr Suresi: 1-3

[500] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/194.

[501] Müslim (1174) l-Kitabu'l-İman, 23-Dinin öğüt olduğunun bildirilmesi babı.

[502] Al-i İmran Suresi:! 10

[503] Maide Suresi: 78-79

[504] A'raf Suresi: 93

[505] Kasas Suresi: 87

[506] Nahi Suresi: 125

[507] Ahzab Suresi: 21

[508] Yusuf Suresi: 108

[509] Bakara Suresi: 151

[510] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/195-197.

[511] Afımed bin Hanbel (3/20) Müslim (1169) 1-Kitabu'l-İman, 20-Kötülükten nchyet-menin imandan olduğu, imanın artıp ekşitebileceği ve iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın babı.

[512] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/198.

[513] Maide Suresi: 85

[514] Delilu'l Fatihin (J/465)

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/189-200.

[515] Müslim (1/70) 1-Kitabu'l-İman, 20-Kötülükten nehyetmenin imandan olduğu, ima­nın artıp ekşitebileceği ve iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın vacip olduğu babı,

[516] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/200.

[517] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/200-201.

[518] Buhari (13/5) Kitabu'l-Fiten. Resulullah (a.s)'tn "Benden sonra ho$ karşılamaya­cağınız (veya önceden görmediğiniz, tanımadığınız) birtakım işler göreceksiniz" sözü ile ilgili hah. Müslim (3/1470) Kitabu'l-îmare. Yöneticilere günah olmayan işlerde itaat etmenin vacip, günah işlerde itaat etmenin ise haram olduğu babı.

[519] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/201.

[520] Buharı (5/132) Kitabu'ş-Şerike, Payların ve taksimatın belirlenmesinde kur'a çe­kilip çekilmeyeceği babı.

[521] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/202.

[522] Müslim (3/1481) Kitabu'l-İmarc, Yöneticilerin şeriata ters hareket etmeleri duru­munda onların bu işlerine karşı

çıkmanın vacip olduğu ve namaz kılmaları ve buna benzer görevleri yerine getirmeleri durumunda kendilerine karşı savaş açılmayacağı babı.

[523] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/202.

[524] Riyazü's Salihin

Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/203.

[525] Buhari (131106) Kitabu'l-Fiten. Ye'cüc ve Me'cüc babı. Müslim (4/2207) Kitabu'l-Fiten ve Eşrati's-Sa'a. Fitnelerin yaklaşması ve Ye'cüc ile Me'cüc surunun açılması babı.

[526] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/203.

[527] Buhari (51112) Kitabu'İ-Mezalim, Evlerin avluları, oralarda ve toprak yerler üze­rinde durulması babı. Müslim (311675) Kitabu'l-Libas ve'z-Zine. Yollarda otur­maktan nehiy ve yola hakkını verme babı,

[528] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/204.

[529] Ebu Davud (41256) Kitabu'l-Edeb, 13-Yollarda oturma babı.

[530] Bezzar (21425) Kitabu'l-Edeb, Yolda oturma babı.

[531] Mecmeu'z-Zevaid (8/61-62) Toprak üzerinde oturulması babı, 3'Yola hakkının veril­mesi babı.

[532] Tirmizi (5174) Kitabu'l-İsti'zan, Yol üzerinde oturmak hakkında gelen rivayetler babı.

[533] Delilu't Falihin (1/476)

[534] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/204-205.

[535] Müslim (3/1655) 37-Kitabu'l-Libas ve'z-Zine. 11-Altın yüzüğün erkeklere haram edildiği ve İslam'ın ilk dönemlerinde bunun mubah kılındığına dair hükümlerin nesheditdiği babı.

[536] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/205.

[537] Müslim (3/1461) 33-Kitabu'l-!marc, Adil yöneticinin (imamın) fazileti, zalimin cezalandırılması, yönetilenlere karşı merhametli olmaya teşvik ve onların sıkın­tıya sokulmasından nehiy babı. Ahmed bin Hanbel (5/64)

[538] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/205-206.

[539] Tirmizi (4/468) 34-Kiiabu'l-Fiten, 9-İyiliği emir ve kötülükten sakındırma hakkın­da gelen rivayetler babı. Tirmizi bu itaatsin hasen olduğunu söylemiştir. Ebu Davud (4/121) Kitabu'l-Melahim, 17-Emir ve nehiy babı. Tirmizi (5/252-253) 48-Kitabu Tefsiri'l'Kur'an. 6-Maide Suresi ile ilgili bab.

[540] Maide Suresi: 78-81

[541] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/206-207.

[542] Bir hadisin tabi'inden olan ravisi sahabiden olan ravinin adını anmadan hadisi direkt Resulullah (as)'tan rivayet ederse, bu hadise mürsel denilir.

[543] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/207-208.

[544] Mecmeu'z-Zevaid (71276) Hey semi §öyle söylemiştir: "Taberani bunu iki ayrı se­netle rivayet etmiştir. Senetlerden birinde Şerik'in adı geçmektedir ki. onun rivayeti hasendir. Geriye kalan ravileri İse, Sahİh'tc isimleri geçen ravilerdir."

[545] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[546] Müslim (11128) 1-Kitabu'l-İman, 65-İslam'ın garip olarak başladığının ve garip o-larak döneceğinin bildirilmesi babı.

[547] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[548] Mecmcu'z-Zcvaid (71275) Kitabu'l-Fitcn, Kalp ile inkâr babı. Heysemi: "Bunu Ta­berani rivayet etmiştir ve ravilcri, Sahih'te isimlen geçen ravilerdir" demiştir.

[549] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[550] Ahmed bin Hanbel (1/436) Ebu Davud (3/319-320) Kitabu'l-llm. Resulullah (a.s)'a kar$ı yalan uydurmanın oldukça büyük günah olduğu babı. Tirmizi (41524) 34-Kita-bu'l-Fitcn. 9-İyiliği emir ve kötülükten sakındırma hakkında gelen rivayetler babı. "Kalpleri yavaş yavaş kaplayacak bir örtü gibi":Humeydi bunun hakkında şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Yani fitneler kalpleri adeta ablukaya alınmış, etrafı sarılmış bir şey gibi kuşatırlar. Metindeki örtü kelimesinin kökü olan "hasr", bir şeyi kuşatmak, etrafını sarmak, onu darda bırakmak anlamına gelir. "Yavaş yavaş" yani kademe kademe.

"Hangi kalp bu fitneden etkilenirse onun üzerinde siyah bir nokta belirir." Yani o kalbin üzerinde siyah bir iz ortaya çıkar. Bu ise yüce Allah'ın ona gadab ettiğinin, kızdığının işaretidir. Bundan dolayı yüce Allah'ın rızasını hak eden kalpte de beyaz bir noktanın belireceği belirtilmiştir. Dolayısıyla kalpler iki kısma ayrılır. (İbnu'l-Esir)

[551] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[552] Ahmed bin Hanbel (1/2) Ebu Davud (4/122) Emir ve nehiy babı. Tirmizi (41468) 34-Kitabu'l'Fiten, 9-İyiliği emir ve kötülükten sakındırma hakkında gelen rivayet­ler babı.

[553] Maide Suresi: 105

[554] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[555] Ebu Davud (41123) Kitabu'l-Melahim, Emir ve nehiy babı.

[556] Ebu Davud (4/123) Kitabu'l-Melahİm. Emir ve nehiy babı.

[557] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[558] Mccmeu'z-Zevaid (7/270) İyiliği emir ve kötülükten sakındırma babı. Heysemi Söyle söylemiştir: "Bunu Ebu Ya'la rivayet etmiştir ve Ebu Bekir Muhammed bin Abdulmetik bin Zenceviyye dışında kalan ravileri, Sahih'te isimleri bulunan ravi-lerdir. Söz konusu kişi ise sika (güvenilir) biridir."

[559] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[560] Taberani (9Iİ19) Mecmeu'z-Zevaid. Heysemi söyle söylemiştir: "Bunu Taberani ri­vayet etmiştir ve ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir."

[561] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[562] Ebu Davud (4/124) Kitabu'l-Melahim, Emir ve Nehiy babı. Bu hadis daha başka ri­vayetlerle desteklenmesi itibariyle sahih bir hadistir. Tirmizi (4/471) 34~Kitabu'l-Fiten, 13-En üstün cihadın zalim bir yöneticinin yanında adalet sözünü söylemek olduğu hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi, "Bu hadis bu rivayeti ile hasen garip bir hadistir" demiştir.

[563] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[564] Nesai (71161) 39-Kitabu'l-Bey'at, 37-Zalim bir yöneticinin yanında hakkı söyle­yenin üstünlüğü babı.

[565] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[566] Tirmizi (4/339-340) 28-Kitabu'l-Birr ve's-Sıla. 96-İyilik. türleri hakkında gelen ri­vayetler babı. Tirmizi: "Bu hadis hasen gahbdir" demiştir.

[567] İmam Nevevi. Sahihi Müslim Şerhi (7/11)

[568] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[569] Müslim (2/698) 12-Kitabu'z-Zekat. 16-Sadaka adının bütün iyilik türleri için kul­lanılabileceği babı.

[570] Müslim (2/698) 12-Kitabu'z-Zekat, 16-Sadaka adının bütün iyilik türleri için kulla­nılabileceği babı.

[571] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[572] Ahmed bin Hanbel (4/391) Kesfu'l-Estar (41102) Kitabu'l-Fiten, İyilik yapanlar ve kötülük İsleyenler babı. Bezzar şöyle söylemiştir: "Bu hadisin Ebu Musa'dan bu is-nad dışında herhangi bir tankla rivayet edildiğini bilmiyoruz." Mccmcu'z-Zevaid (7/262) 220-Kitabu'l-Fiten, İyilik yapanlar ve kötülük işleyenler babı.

[573] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[574] Ebu Davud (4/124) Kitabu'l-Melahim, 17-Emİr ve nehiy babı.

[575] Ebu Davud, aynı yer.

[576] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[577] Taberani (9/109) Mecmeu'z-Zevaid, (71280) Heysemi: "Ravileri Sahih'tc isimleri geçen ravilerdir." demidir.

[578] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[579] Mecmeu'z-Zevaid (7/280) Heysemi: "Bunu Taberani rivayet etmiştir ve ravileri si­kadırlar" demi§tir.

[580] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[581] Keşfu'l-Estar (4/112) Kitabu'l-Fiten, Mü'minin kendini küçük düşürmesinin uygun olmayacağı babı. Bezzar söyle söylemiştir: "Bu hadisin, Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet edildiğine dair bu tankı dışında herhangi bir tankla rivayet edildiğini bilmiyoruz." Mecmeu'z-Zevaid (71275) Kitabu'l-Fiten, Başkasına ve kendine zarar dokundurmaktan korkanla ilgili bab.

[582] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[583] Tirmizi (4/523) 34-Kitabu'l-Fiten, 67. bab. Tirmizi: "Bu hadis hasen garibdir" de­miştir. Rivayet senedinde Ali bin Zeyd bin Cud'an vardır ki, bu kişi zayıf biridir. Bazı ilim adamları bu hadisi daha önce geçen rivayet tankı itibariyle sahih görmüş­lerdir. Bu iki rivayette Müslümanın maruz kalabileceği sırf kalbi nitelik taşıyan ve diline aksetmeyen inkâr şekillerinden birine işaret vardır."

[584] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[585] Ebu Ya'la, Raviteri. Sahih'te isimleri geçen ravilerdir.

[586] Maide Suresi: 62

[587] Yani namazı geciktiriyoruz. Namaz kılalım.

[588] Metinde "maksure" denmektedir ki, camilerin içimle imamlar, müezzinler, hafızlar vs. için ayrılan küçük odalara bu ad verilir. (Çeviren)

[589] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[590] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[591] Mecmeu'z-Zevaid (8/64) Heysemi şöyle söylemiştir: "Bunu Taberani Evsaf ve Ke-bir'de rivayet etmiştir ve ravileri sikadırlar."

[592] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[593] Ahmed bin Hanbel (11271) Keşfu'l Estar (1/111) Haber ve inceleme babı. İbni Hib-ban (8/32) Hz.Musa (a.s)'nın elindeki levhaları atmasına sebep olan durumun bildi­rilmesi babı. Mecmeu'z-Zevaid (11153) Heysemi şöyle söylc-miştir: "Bunu Ahmed

6ın Hanbel, Bezzar ve Kebir ve Evsafta Taberani rivayet et-miştir. Ravileri, Sa-hih'te isimleri geçen ravilerdir. İbni Hibban, bu hadisi sahih olarak görmüştür." 212- Buharı (13/136) 93-Kitabu'l-Ahkam. 13-Kadt'nın (yargıcın) sinirli olduğu bir anda hüküm veya fetva vermesinin uygun olup olmadığı babı. Müslim (1/343) Kitabu's-Salat, 37-İmamlara namazı hafif tutmalarının cmredilmcsi babı.

[594] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[595] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[596] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[597] Buhari (10/386) 77-Kitabu'l-Libas, 91-Ne tür resimlerin silindiği babı. 92-Resim-lerin üzerinde oturmaktan kaçınma babı. Müslim (3/1668) 37-Kitabu'l-Ubas ve'z-Zine, 26-Canh resimlerinin yapılmasının haram olduğu babı.

[598] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[599] Buhari (61513) 60-Kitabu Ehadisi'l-Enbiya, 54-Ebu't-Yeman'ın rivayeti babı. Müs­lim (3/1315) 29-Kitabu'l-Hudud, 2-Saygm bir yeri olan hırsızın da böyle olmayan hırsızın da elinin kesileceği babı.

[600] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[601] Buhari (1/507) 8-Kitabu's-Salat, 33-Secde yerinden tükürük v.s.'nin elle temizlen­mesi babı. Müslim (1/388-389) 5-Kitabu'l-Mesacid ve Mevadi'i's-Salat. Mescide tü­kürmekten nehiy babı.

[602] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[603] Bakara Suresi: 44

[604] SaffSuresi:2

[605] Hud Suresi: 88

[606] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[607] Buhari (61331) 59-Kitabu Bedi'i'l-Halk, 10-Cehennemin özelliği ve onun yaratılmış olduğu babı. Müslim (4/2290) 53-Kitabu'z-Zühd ve'r-Rekaik 7-İyiliği emredip de kendisi yapmayan ve kötülükten sakındırıp kendisi isleyenin cezası ile İlgili bab.

[608] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[609] Ahmed bin Hanbel (3/120) İbni Hibban (11135) Amel etmeyip de sadece söz söyleyen hatiplerin özellikleri babı.

[610] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[611]Ahmed bin Hanbel (41103) Taberani. Mu'cemu'l-Kebir (2/58) Mecmeu'z-Zevaid (6/14) Heysemi söyle söylemiştir: "Bunu Ahmed bin Hanbel ve Taberani rivayet etmiştir ve Ahmed bin Hanbel'in ravileri, Sahih'te isimleri bulunan ravilerdir."

[612] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[613] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[614] Müslim (3/1506) 33-Kitabu'l-İmare, 38-AUah yolunda savaşa çıkan kimseye binek temin etmekle veya başka şeylerle yardımcı olmanın faziletleri babı.

[615] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[616] Müslim (412060) 47-Kitabu'l-İlm, 6-İyi ya da kötü bir adet başlatan ve hidayete ya da sapıklığa çağıran kimselerin durumları ile ilgili bab.

[617] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[618] Buharı (71476) 64-Kitabu'l-Meğazi, 38-Hayber Gazvesi babı. Müslim (411872) 44-Kitabu Fedaili's-Sahabe. 4-Ali bin Ebi Talib (r.a)'in faziletlerinden babı.

[619] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[620] Buhart (131302) 96-Kitabu'l-hisam bi'l-Kitabi ve's-Sunne, 15-Sapıklığa çağıranın veya kotu bir adet başlatanın günahı babı. Müslim (311303-1304) 28-Kitabu'l-Ka-same, 7-Oldürme adetini başlatanın günahı babı.

[621] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[622] Müslim (21704-705) Kitabu'z-Zekat, 20-Yanm hurma veya güzel bir söz ile de sa­dakada bulunmaya teşvik ve sadakanın ateşin Önünde perde olacağı babı.

[623] Nisa Suresi: 1

[624] Hasr Suresi: 18

[625] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[626] Müslim (412059) 47-Kitabu'l-İlm, 6-İyi ya da kötü bir adet başlatan ve hidayete ya da sapıklığa çağıran kimselerin durumları ile ilgili bab. Tirmizi (5143) 42-Kita-bu'l-İlm, 15-Hidayete çağıran ve kendisi de ona uyan kimse İle sapıklığa çağıran kişi hakkında gelen rivayetler babı. Tirmizi, bu hadisin hasen sahih olduğunu söy­lemiştir.

[627] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[628] Müslim (1174) l-Kitabu'l-İman, 23-Dinin öğütten ibaret olduğunun bildirilmesi babı.

[629] Nesai (71156-157) 31-Yöneticiye Öğüt verilmesi.

[630] Ebu Oavud (4/286) 68-Öğüt babı.

[631] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[632] İmam Nevevi. Müslim Şerhi (2/38)

[633] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[634] Buhari (13/193) 93-Kitabu'l-Ahkam, 43-lmamın insanlardan nasıl bey'ai alacağı babı. Müslim (1/75) 1-Kitabu'l-İman. 23-Dinin öğütten ibaret olduğunun bildiril­mesi babı.

[635] Müslim (1/75) 1-Kitabu'l-İman, 23-Dinin öğütten ibaret olduğunun bildirilmesi babı.

[636] Nesai (7/140) Bütün Müslümanlara öğütte bulunmak üzere bey'atta bulunma babı.

[637] Aynı yer.

[638] Aynı yer.

[639] Aynı yer.

[640] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[641] Buharı (131127) 93-KHabu'l-Ahkam, 8-Bir topluluğu yönetmek isteyip de onlara öğüt vermeyenle ilgili bab.

[642] Buharı, aynı yer. Müslim (11125) 1-Kitabu'l-İman, 63-Yönettiklerine karsı fasıklık eden bir yöneticinin ateşi hakedeccği babı

[643] Müslim, sh. 126.

[644] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[645] Buhari (51178) 49-Kitabu'l-ltk, 17-Köleye karsı aşırıya gitmenin hoş olmayacağı babı. Müslim (311459) 33-Kitabu'l-İmare, 50-Adil yöneticinin fazileti ve zalimin cezalandırılacağı babı.

[646] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[647] Buhari (111494) 82-Kitabu'l-Kader, 4-Allah'tn emrinin önceden belirlenmiş bir kader olduğu babı. Müslim (412039) 46-Kitabu'l-Kader\ 1-İnsanoğlunun anasının karnında yaratılışının nasıl olduğu babı.

[648] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[649] Ahmed bin Hanbel (11227, 362) Tirmizi (51365) 48-Kitabu Tefsiri'l-Kur'an, 39-Sad Suresi ile ilgili bab. Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Hakim (2l432)'de bu hadisi anlam olarak rivayet etmiştir ve şöyle söylemiştir: "Bu hadi­sin isnadı sahihtir ancak Buharı ve Müslim kitaplarına almamışlardır." Zehebi de sahih olduğunu söylemiştir.

[650] Sâd Suresi: 4-8

[651] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[652] Buhari (71193) 63-Kitabu Menakıbi'l-Ensar, 40-Ebu Talib'in kıssası babı.

[653] Tevbe Suresi: 11

[654] Kasas Suresi: 56

[655] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[656] Ahmed bin Hanbel (4/378) Tirmizi (5/201) 48-Kitabu Tefsiri'l-Kur'an, 2-Fatiha Suresi babı. Tirmizi: "Bu hadis hasen gariptir. Semmak'ın rivayetinden başka bir ri­vayetini bilmiyoruz" demiştir. İbni Kesir, Tefsir'inde söyle söylemiştir: "Adiyy'in bu hadisi, değişik tanklardan rivayet edilmiştir." İbni Kesir'in bununla ilgili hayli uzun açıklamaları bulunmaktadır ki. bunları vermemiz durumunda söz bir hayli uzar.

[657] Burada Fatiha Suresi'nde yer alan "Bizi doğru olan yola, kendilerine nimet verdikleri­nin yoluna ilet. Gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil" ifadelerine dikkat çekilmekte ve burada "gazaba uğrayanlar" ile kastedilenlerin Yahudiler, "sapıklar" •ile kastedilenlerin ise Hıristiyanlar olduğu belirtilmektedir. (Çeviren)

[658] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[659] İbni Abdilberr. el-İsti'ab (1/323) Sahih olduğunu söylemiştir.

[660] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[661] Kesfu't-Estar (2/356) Tebük Gazvesi babı. Mecmeu'z-Zevaid (61194) Heysemi §öyle söylemiştir:: "Bunu Bezzar ve Evsat'ta Taberani rivayet etmiştir. Ahmed bin Hanbel de bunun benzerini rivayet etmiştir. Ahmed bin Hanbel'in ravileri, Sahih'te isimleri geçen ravilerdir."

[662] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/

[663] Müslim (I/38I) 5-Kitabu'l-Mesacid ve Mevadi'i's-Salat, 7-Namazda konuşmanın haram olduğu babı.

[664] Said Havva, El Esas Fi’s Sünne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 1/