Zekat Olarak Alınacak Malın Kalıtesı
ZEKATIN VERİLECEĞİ YERLER VE ZEKAT MEMURLARININ DAVRANIŞLARI
Zekat Memurlarının Davranışları
ZEKATLA İLGİLİ AYRINTILI KONULAR
Zekat Develerinin Damgalanması
Zekatın Sorumluluğundan Kurtulma
Zekattan Ayrı Olarak Tasaddukta Bulunmak
Sadaka Ve Zekat Verirken Yanılma
VAKIFLARLA İLGİLİ MESELELER VE İSLAMİ DELİLLER
VAKIFLARLA İLGİLİ GENEL BİLGİLER
Mevkuf (Vakfedilen Mal)'Da Bulunması Gereken Şartlar
Vakfedende Bulunması Gereke Şartlar
Üzerine Vakfedilen Kişinin Durumu
Vakfı İfade Eden Söz Ve Lafızlar
Vakfı Değiştirmek İçin Gereken Şartlar
Vakıf Yetkilisinde Bulunması Gereken Şartlar
VAKIFLARLA İLGİLİ İSLAMÎ DELİLLIR
ORUÇ, İTİRAF, KADİR GECESİNİ İHYA, TERAVİH NAMAZI VE FITIR SADAKASI
ORUCUN FAZİLETİ, ADABI VE GENEL HÜKÜMLERİORUÇ ALLAH İÇİNDİR VE KARŞILIĞINI ALLAH VERİR
Oruç Ve Oruçlunun Güzel Kokusu
Oruçluların Günahlarının Bağışlanması
Ramazan Ayında Gök Kapıları Açılır, Cehennem Kapharı Kapanır Ve Şeytanlar Zincire Vurulur
Orucu Günah Kokularından Arındırma
Ramazanda İyi Amelleri Çoğaltmak
Oruçlu Yemeğe Davet Edildiğinde Ne Der?
Oruçlu İken Ziyafet Vermenin Fazileti Ve Söylenmesi Gereken Şey
Sahura Devamlı Kalkmak Lazımdır
İftarda Dua Okumak Müstahaptır
Vakit Girdiğinde İftar Etmekte Acele Etmek
Akşam Namazından Önce İftar Etmek
Kadir Gecesinde Okunacak Dualar
ORUÇ TUTMAK NE ZAMAN FARZ OLUR ?
ORUCUN FARZ OLMASININ ŞARTLARI
ORUÇLU İÇİN MÜSTEHAP OLAN ŞEYLER
Niyette Bulunması Gereken Özellikler
Nafıle Oruca Nıyet Etmek Ve Onu Bozmak
SAHUR, İFTAR, ORUCUN BAŞLAMA VE BİTİŞ ZAMANI
3511-Ahmed bin Hanbel, Kaza (r.a)'dan rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor. "Ebu Said'e yoğun (sorularla muhatap) iken geldim. İnsanlar dağılınca dedim ki, "Ben sana bunların sorduklarından sormayacağım." Ravi şöyle devam etti: "Kendisine zekattan sordu. Bunun üzerine Ebu Said-Hz. Peygamber (a.s)'den naklen mi değil mi biliyorum-şoyle dedi. "Yüz dirhemde beş dirhem, kırk koyunda yüzyirmiye kadar, bir koyun zekat vardır.
Koyunlar yüzyirmibire ulaşınca, bunlarda ikiyüze kadar, iki koyun zekatı vardır. Koyunlar ikiyüzbire ulaşınca, ikiyüze kadar, her yüz koyuna bir koyun zekat düşer. Bundan sonrasında yine her yüz koyuna bir koyun zekat vardır. Develere gelince, beş devede bir koyun, on devede iki koyun, onbeş devede üç koyun, yirmi devede dört koyun, yirmibeş devede otuza kadar bir bintu mehas zekat vardır. Develer otuzbire ulaşınca, yetmişbeşe kadar, bir ceza'a zekat vardır. Otuzaltıya ulaşınca, doksana kadar, iki bintu lebun, doksanbire ulaşınca yüzyirmiye kadar iki hikka zekat vardır. Bundan sonra da her ellide bir hikka, her kırkta bir bintu lebun zekat vardır." [1]
Hadiste yüz dirhemde, beş dirhem zekat olduğu göze çarpıyor. Oysa meşhur olan, yüz dirhemde iki buçuk dirhem zekat olduğudur. Bu tezat da hadisçi ile fıkıhçmın beraberce araştırma zorunluluğunu ortaya koyan bir başka delildir. Belki de ravi burada yanılmıştır. Çünkü beş dirhem, ikiyüz dirhemin zekatıdır. [2]
3512-Buhari, Hz. Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet etmiştir: "Hz. Ebu Bekir Sıddık (r.a) hilafete seçilince, Enes'i Bahreyn'e gönderdiği zaman ona şu mektubu yazmış ve altını da mühürlemiştir. Mühüre nakşedilen yazı üç satır halinde idi. Bir satırda Muhammed, bir satırda Resul, bir satırda da Allah yazılı idi. Mektup şöyle idi: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla... Bu, Resulullah (a.s)'m Müslümanlara farz kıldığı ve Allah'ın da Resu-lu'ne emretmiş olduğu zekat farizasıdır. Müslüman olanlardan her kimden bu, usulüne uygun olarak istenirse, derhal versin. Kimden de belirtilenden fazlası istenirse, vermesin. Yirmidort ve daha aşağı miktardaki devede, koyun olarak gereken zekat, her beş devede bir koyundur. Yirmibeşe ulaştığında, otuzbeşe kadar, dişi bir bintu mehas (iki yaşma girmiş olan iki deve) eğer bintü mehas yoksa bir ibni lebun (erkek deve) verilir. Develer otuzaltıya ulaştığında, kırkbeşe kadar, bir dişi bintu lebun (üç yaşına basan dişi deve.) Kırkaltıya ulaştığında, altmışa kadar erkek devenin aşacağı bir dişi deve (hikka) Altmışbire ulaştığında, yetmişbeşe kadar, bir ceza'a, (beş yaşma basan bir deve). Yetmişaltıya ulaştığında, doksana kadar, iki bintu lebun. Doksanbire ulaştığında, yüzyirmiye kadar, erkek devenin aşacağı iki hik-ka (dördüncü senesine basan). Yüzyirmiyi, aşınca her kırktabir bintu lebun, her ellide bir hikka zekat vardır. Yanında sadece dört devesi olana zekat düşmez. Ancak sahibi vermek isterse o başka. Develer beşe ulaşınca bunlara bir koyun zekat düşer. Koyunun zekatı kırda otlayarak geçinenlerden alınır. Koyun kırka ulaştığında, yüzyirmiye kadar, bir koyun alınır. Yüzyirmiyi geçtiğinde, ikiyüze kadar iki koyun alınır. İkiyüzü geçtiğinde, her yüz koyundan bir koyun alınır. Adamın otlayarak geçinen koyunları kırkın altında olunca ona zekat düşmez. Sahibi isterse o başka. Zekat korkusuyla ayrı olanları birleştirilmez, birleşik olanlar da ayrılmazlar. İki ortağın malından alınan zekata her ikisi de adalet üzere birbirlerine müracaat ederler, Zekat olarak çok yaşlı, ayıplı ve (koç teke gibi) döl hayvanı verilmez. Zekat memuru kabul ederse, o başka.
İkiyüz dirhemlik gümüşte kırktabir zekat vardır. Bu miktar, yüzdoksan dirhem ise, ikiyüz dirhemden az olursa onda zekat yoktur. Sahibi verirse, o başka. Kimin deve sayısı zekat olarak bir ceza'a vermeyi gerektiren miktarı bulur, ancak sürüsünde ceza'a bulunmaz da hikka bulunursa, bu kimseden hikka kabul edilir ve buna, adama kolay geldiği takdirde iki koyun ilave edilir veya yirmi dirhem eklenir. Kimin zekat olarak hikka vermesi gerekir ve fakat sürüsünde hikka bulunmaz da ceza'a bulunursa, adamdan ceza'a kabul edilir. Zekat memuru ona yirmi dirhem veya iki koyun geri verir. Kimin zekat olarak hikka vermesi gerekir, fakat sürüsünde hikka değil de bintu lebun bulunursa, adamdan bintu lebun kabul edilir. Kendisine iki koyun veya yirmi dirhem verilir.
Kimin zekat olarak bintu lebun vermesi gerekirken, bintu lebunu yok da hikkası varsa, kendisinden hikka kabul edilir. Zekat memuru kendisine ayrıca yirmi dirhem veya iki koyun geri verir. Kimin zekat olarak bintu lebun ödemesi gerekirken, bintu lebunu bulunmaz da bintu mehazı bulunursa, ondan bintu mehaz kabul edilir. Ancak yirmi dirhem veya iki koyun daha üste verir. Kimin zekat olarak bintu mehaz vermesi gerekirken, bintu mehazı olmaz bintu lebunu olursa, kendisinden bintu lebun kabul edilir. Zekat memuru yirmi dirlem veya iki koyun geri Öder. Eğer adamın gerektiği şekilde bintu mahazı yoksa, ibni lebunu varsa, bu andan kabul edilir. Beraberinde bir ödeme gerekmez."Buharı der ki: "Ahmed bin Hanbel, Ensari vasıtasıyla Hz. Enes (r.a)'ten naklettiği hadisinde şu ilavede bulunmuştur: [3] "Resulullah (a.s)'m mührü, kendisinde, Hz. Ebu Bekir (r.a)'de ve onun vefatından sonra da Hz. Ömer (r.a)' de bulunuyordu. Hz. Osman (r.a), Eriş kuyusunun [4] başında otururken mührü çıkartıp eliyle oynamaya başladı ve mühür kuyuya düştü. Sonra Hz. Osman (r.a)'la birlikte suyu boşaltmak için üç gün uğraştık yine de mührü bulamadık." Ebu Davud da bu hadisi almıştır. Ahmed bin Hanbel şöyle anlatıyor: "Abdullah bin Enes'in oğlu Sumame'den Hz. Ebu Bekir (r.a)'in, Hz. Enes'e yazdığını söylediği bir mektup aldım. Üzerinde Resulullah (ais)'m mührü vardı. Hz. Ebu Bekir (r.a) bu mektubu kendisini zekat memuru olarak gönderdiğinde yazmıştır. Baktığımızda mektubun şundan ibaret olduğunu gördüm: "Bu, Resulullah (a.s)'m Müslümanlara farz kıldığı ve Allah'ın da Resu-lu'ne emretmiş olduğu zekat farizasıdır. Müslümanlardan her kimden bu, usulünce taleb edilirse, derhal versin. Kimden de belirtilenden fazlası istenirse, vermesin. Yirmibeşten daha aşağı miktardaki deve için gereken zekat; her beş devede bir koyundur. Yirmibeşe ulaştığında, otuzbeşe kadar, bir bintu mehaz, bintu mehaz yoksa erkek bir ibni lebun verilir. Otuzaltıya ulaştığında, kırkbeşe kadar, bir bintu lebun; kırkaltıya ulaştığında, altmışa kadar erkek devenin aşacağı bir hikka; altmışbire ulaştığında, yetmişbeşe kadar bir ceza'a, yetmişaltıya ulaştığında, doksana kadar iki bintu lebun; doksanbire ulaştığında, yüzyirmiye kadar erkek devenin aşacağı iki hikka; yüzyirmiyi aşınca, her kırk için bir bintu lebun; her elli için bir hikka zekat vardır. Zekat farizalarında (alınması gerekenle var olan) develerin yaşlan çeliştiği zaman, kimin deve sayısı ceza'a zekatını gerektirecek bir sayıya ulaşır ve fakat sürüsünde ceza'a yok da hikka varsa, bu, ondan kendisi için kolay olursa, yanında iki koyun yahut yirmi dirhem daha ilave ederek kabul edilir.
Kimin develeri hikka zekatına ulaşır fakat yanında hikka zekatı yok da ceza'a varsa, bu ondan kabul edilir. Zekat memuru, mal sahibine yirmi dirhem ya da iki koyun geri verir. Kimin develeri hikka zekatına ulaşır ve fakat sürüsünde hikka yok da bintu lebun varsa bu ondan kabul edilir. -Ebu Davut burada şöyle demiştir: "Bundan sonrasını Musa bin İsmail'den ezberlemek isterdim. Ama bunu yapamadım." -Mal sahibi için kolay olursa, üste iki koyun ya da yirmi dirhem daha öder. Kimin sürüsü bintu lebin zekatına ulaşır ancak yanında bintu lebun yok da hikka varsa, bu, ondan kabul edilir. Zekat memura yirmi dirhem ya da iki koyun geri verir. Kimin sürüsü ibnu lebun zekatına ulaşır ve fakat yanında sadece bintu mehaz varsa, bu, kendisinden iki koyun ya da yirmi dirlemle birlikte kabul edilir. Kimin sürüsü bintu mehaz zekatına ulaşır, ancak yanında sadece erkek ibnu lebun varsa, bu, kendisinden geri hiçbir şey vermemekle birlikte kabul edilir. Kimin yanında sadece dört deve bulunursa, bunlara zekat düşmez. Ancak mal sahibi isterse (sadaka olarak) verebilir. Meralarda otlayarak beslenen koyunlar kırka ulaşınca, yüzyirmiye kadar bir koyun; yüzyirmibire ulaşınca ikiyüze kadar iki koyun; ikiyüzbire ulaşınca; üçyüze kadar üç koyun zekat vardır. Koyunlar üçyüzü aşınca, her yüz koyunda bir koyun zekat vardır. Zekatta çok yaşlı, kusurlu koyun ve teke hayvan zekat olarak alınmaz. Ancak zekat memuru dilerse alabilir. Zekat korkusuyla ayrı olan hayvanlar birleştirilmez. Birleşik olanlar da ayrılmaz. İki ortaktan alman zekatta ortaklar adil bir şekilde birbirlerine müracaat ederler. Adamın meralarda otlayarak beslenen koyunları kırka ulaşmadan bunlara zekat düşmez. Ancak mal sahibi isterse (sadaka olarak) verebilir. İkiyüz dirheme ulaşan gümüşe kırkta bir zekat vardır. Eğer sadece yüz-doksan dirhemi mevcut ise buna zekat düşmez. Ancak mal sahibi isterse (sadaka olarak) verebilir."[5]
a. "Zekat memuru dilerse alır" ifadesi, zekat memurunun bu konuda ^etkili olduğunun delilidir. Çünkü zekat memuru fakirin vekili durumundadır.
b. "Ayrı olan hayvanlar birleştirilmez. Birleşik olanlar da ayrılmaz" ifadesi bir hilenin ortadan kaldırılması içindir. Birinci hileye örnek şu şekildedir: Örneğin üç şahıs vardır ve bu üç şahıstan her biri için kırk koyun vardır. Koyunları ayrı ayrı düşününce, her birine ayrı ayn bir koyun zekat düşer. Ancak Bunları birleştirince, hepsine birden sadece bir tane zekat düşer. İşte bu Üç kişinin bu tür hileye başvurması yasaklanmıştır.
İkincisinin Örneği de şu şekildedir: Örneğin iki kişinin ikiyüzbir tane koyunu vardır. Bu kişilerin vermeleri gereken zekat üç koyundur. Zekat memuru kendilerinden üç koyunu isteyince, bu ortaklar koyunlarını ayırmış olsa üç koyun olan zekat miktarı iki koyuna düşecektir. Hadiste bu tür hileler yasaklanmıştır. İmam Şafiî şöyle der: "Hadisi şerifteki hitap, hem zekat memuruna hem de mal sahibine yöneliktir. Korku ise iki çeşittir. Birincisi, memurun zekat malının az olmasından korkması, ikincisi de mal sahibinin malının eksilmesinden kork-masıdır. Hadiste zekat korkusuyla birleştirmek olsun, ayırmak olsun her türlü hile yasaklanmıştır."
c. Ortaklar adil bir şekilde birbirlerine müracaat ederler. "Örneğin iki ortaktan birinin kırk ineği, diğerinin de otuz ineği vfarsa, mal da müşterek ise zekat memuru kırk inekten bir musinne, otuz inekten de bir buzağı alır. Daha sonra ortaklardan musinne vermiş olan, musinne-nin yedide üçünü, buzağı veren de yedide dördünü ortağından alır. Çünkü verilmesi gereken bu iki yaş hayvanların tümünü kapsayacak biçimdedir. Yani mala, tek mülkmüş gibi bakılır. "Adil bir şekilde," sözünden öyle anlaşılıyor ki, zekat memuru ortaklardan birinden zalimane bir şekilde verilmesinden fazla alırsa, bu ortak, zararını diğer ortağından telafi edemez. Birbirlerine müracaatın bir başka örneği de şöyledir: Her biri için yirmi koyun olan iki şahıstan kırk koyunu oluşturduklarından bir koyun zekat alır. Daha sonra ortaklardan bir koyun zekat alınır. Daha sonra biri arkadaşından verdiğinin yarısını alır. Burada mallar çalışmanın caiz olduğuna da delil bulunmaktadır.[6]
aki hadisi aynen Ebu Davud'un rivayeti gibi almıştır. Ancak lak almış, "Musa bin İsmail'den veya bir başkasından şu ka-ledim" gibi bir ifadede bulunmamıştır.[7]
3513-tırmızı Abdullah bin Mesud (r.a)'dan Resulullah (a.s)'m şöyle ayet etmiştir:sıgırların her otuzunda bir senesini doldurup, ikinci senesine girmiş dana; her kırkında da iki senesini doldurmuş üçüncü sene-dana zekatı vardır."[8]
3514-ımam Malik, Hz. Tavis (r.h)'ten rivayet etmiştir:hz muaz |otuz inekten bir tebi, (bir senesini doldurup ikinci senesine ızağı) kırk inekten de bir musine (iki senesini doldurup ; girmiş olan dana) aldı. Bu sayıların altındakilerden getiri-şey almamak için direndi ve şöyle dedi: Resulullah (a.s)'tan hiçbir şey duymadım. O'nunla buluşup sormam lazım.” Bundan sonra Hz. Muaz (Medine'ye) gelmeden Resulullah (a.s) vefat etti."[9]
3515-Tirmizi, Hz. Muaz bin Cebel (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) beni (vali olarak) Yemen'e gönderdi ve her otuz inekten, bir tebi veya tebia (bir senesini doldurup ikinci senesine girmiş olan erkek ya da dişi buzağı), her kırk inekte bir musinne (iki senesini doldurup üçüncü senesine girmiş olan dana) ve her buluğ çağma ermiş olan (in-san)'dan bir dinar veya bu değerde meafir elbisesi almamı bana emretti." Ebu Davud'un bir rivayeti de, Tirmizi'nin rivayeti gibidir. Ancak onun rivayetinde şu açıklamalar yer almıştır: "Halim" demek, ihtilam olmuş demektir. "Meafir," Yemen'de bir tür elbiseye verilen addır." [10]Ebu Davud'un diğer bir rivayeti de aynı şekildedir. Ancak bu rivayette herhangi bir açıklama yer almamıştır. [11] Nesai'nin rivayeti de şu şekildedir:
"Resulullah (a.s) beni Yemen'e gönderirken otuza ulaşmadan ineklerden bir şey almamamı bana emretti. Otuza ulaştıklarında kırka ulaşana kadar bunlarda tosun veya dana tebi bir buzak (bir senesini doldurup ikinci senesine girmiş olan buzak) zekat vardır. Hayvanlar kırk ineğe ulaşınca, bunlarda bir masinne (iki senesini doldurup üçüncü senesine girmiş olan dana) zekat vardır."[12]
Hadiste buluğa ermiş olan kimseden alman dinar, gayri müslimden cizye olarak alman vergidir. Hadis-i Şerif aynı zamanda cizyenin miktarını da göstermektedir. Hadisten anlaşıldığı kadarıyla cizyenin miktarı gayet az bir meblağdır ve ; bırakılmıştır. Hadisten anlaşıldığı kadarıy halifenin yetkisine bırakılmıştır. Yine hadisten anlaşıldığına göre cizyeyi belirlerken halifenin insanlara hafif gelecek bir meblağ tayin etmesi sünnete uygun bir davranıştır. Bu nedenle bu hadisi şerifin delaletiyle fıkıhçılar, fakirden alınacak olan cizyeyi 12 dirhem olarak belirlemişlerdir. Bu da yaklaşık bir dinar düzeyindedir. Durumu orta halli olanlardan alınacak olan cizye miktarı 24 dirhem, bir senede zenginlerden alınan cizye miktarı da 48 dirhemdir.
3516-Ahmed bin Hanbel, Hz. Muaz bin Cebel (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor:
"Resulullah (a.s) bana ineklerin küsuratından bir şey almamı emretmedi."[13]
3517-Ebu Davud, Hz. Ali bin Ebu Talib (r.a)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"At ve köleleri zekata tabi tutmadım. Öyleyse (200 dirheme ulaşan) gümüşün zekatım getirin. Her kırk dirhemden bir dirhem zekat alınır. 190 dirhemde zekat yoktur. Dirhemler ikiyüze ulaşınca, bunlarda beş dirhem zekat vardır." Ebu Davud şöyle demiştir: "Bazı hadisçiler, bu hadisi sadece Hz. Ali (r.a)'ye isnad etmişlerdir."
Nesai bu hadisi şu şekilde almıştır: "At ve köleleri zekata tabi tutmadım. Öyleyse mallarınızın zekatını iki-yüz dirhemde beş dirhem olmak üzere ödeyiniz."[14] Nesai'nin diğer bir rivayeti de şöyledir: "At ve köleleri zekata tabi tutmadım. îkiyüz dirhemin altmdd olan gümüşte de zekat yoktur."[15]
Fıkıhçılar şöyle demişlerdi. "Köleler ticaret amacıyla satın alınmış ise ticaret malları zekatına tabi olurlar. Aynı şekilde aslında zekata tabi olmayıp ancak ticaret amacıyla kullanılabilen her türlü mal da böyledir. "
3518-Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den Hz. Peygamber (a.s)-'in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:
"Müslümanm üzerine, atı ve kölesi tçin zekat mükellefiyeti yoktur." Diğer bir rivayet de şöyledir: "Köle için fıtır sadakasından başka zekat yoktur."[16] Ebu Davud'un rivayetine göre yine Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: "At ve kölelere zekat düşmez. Ancak köleler için fıtır sadakası vardır[17] Yine Nesai'nin rivayeti de şu şekildedir:
"Müslüman kişi üzerine, kölesi ve atı için zekat mükellefiyeti yoktur." [18]
3519-İmarn Malik, Süleyman bin Yesar (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Şam halkı Hz. Ebu Ubeyde bin Cerrah (r.a)'a: "Atlarımızdan ve kölelerimizden zekat al," deyince, Ebu Ubeyde almadı ve durumu bir mektupla Hz. Ömer bin Hattab (r.a)'a bildirdi. Hz. Ömer bin Hattab (r.a) da zekat almadı. Sonra Şam halkı Hz. Ebu Ubeyde ile aynı şeyi yine konuştular. O da yine Hz. Ömer (r.a)'e yazdı. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) kendisine şöyle yazdı: "Eğer istiyorlarsa, onlardan bunu (zekatı) al ve yine onlara geri döndür. Kölelerine de yiyecek ver." İmam Malik şöyle demiştir: "Onlara geri döndür," ifadesinden, fakirler kastedilmiştir."[19]
3520-İmam Malik, Sufyan bin Abdullah (r.h.)'tan rivayet etmiştir: "Hz. Ömer (r.a) kendisini zekat tahsildarı olarak göndermişti. (Gittiği yerde) kuzuları halkın sayıyordu. Bunun üzerine kendisine: "Kuzuları bizden sayıp onlardan almıyor musun?" dediler. (Medine'ye gelip) Hz. Ömer (r.a)'e uğrayınca, durumu ona anlattı. Hz. Ömer (r.a.) şöyle dedi: "Evet, kuzuyu onlara sayarsın, çoban onu götürür, tahsildar almaz. Yemek için beslenmiş olanı, sütünden istifade için beslenmiş olanı, hamile olanı, döl için ayrılmış olanı zekat için almaz. Cezaa'yı (beş yaşma basmış deve), seniyyeyi (altı yaşına basmış deve) alırsın. Bu, malın iyisi ile düşüğü arasında orta halli olanıdır."[20]
3521-Ahmed bin Hanbel, Ubey bin Ka'b (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) beni zekat memuru olarak gönderdi de (develeri olan) bir adama uğradım. Malını benim için bir araya toplayınca, o malda ona ancak bir yaşını bitirip iki yaşına basmış bir dişi deve (zekat vacip) olduğu kanaatine vardım. Bunun üzerine ona: "(Zekat olarak) bir yaşını bitirip iki yaşma basmış bir dişi deve ver," dedim. "Onun ne sütü var ne de (taşınmaya elverişli olan bir) sırtı. Ama bu genç cüsseli ve semiz bir dişi devedir. Bundan dolayı al," dedi. Ona: "Emrolunmadığım şeyi almam. İşte Resulullah (a.s) yakınında, O'na gidip bana takdim ettiğini, O'na takdim etmeyi arzu edersen bunu yap ! Eğer O, senden bunu kabul ederse, ben de ederim. Şayet kabul etmezse ben de kabul etmem," dedim.
"Tamam yaparım" dedi. Hemen bana takdim ettiği deveyi getirdi ve benimle beraber çıkıp Resulullah (a.s)'a geldik O'na: "Ey Allah'ın Peygamberi, malımın zekatını benden almak için bana (şu) elçin geldi. Allah'a yemin ederim ki, daha önce ne Resulullah ne de O'nun elçisi, benim malımın arasında bulunmadı. (Malımı görmedi.) Malımı onun için bir araya topladım da onda benim üzerime (vadb) olan şeyin bir yaşını bitirip iki yaşma basmış bir dışı deve olduğunu söyledi. Halbuki onun ne sütü var ne de (taşımaya elverişli olan bir) sırtı. Anası için iri ve genç bir dişi deveyi takdim ettim de benden almadı. İşte o (takdim ettiğim deve) budur. Onu sana getirdim ya Resulullah (buyurun) al," dedi.[21] Resulullah (a.s) ona: "Sana (vacip) olan odur. Ama (ondan daha) iyisini nafile olarak verirsen, Allah sana onun sevabını verir. Biz de onu senden kabul ederiz," buyurdu. O da: "İşte o budur, ya Resulullah (a.s). Onu sana getirdim (buyurun) al," dedi. Bunun üzerine Resulullah (a.s) da onun teslim alınmasını emretti ve o adama malının bereketi (çoğalması) için dua etti."
3522-Ebu Davud, Amr bin Şuayb (r.h.)'den, o da babası vasıtasıyla dedesinden, Hz. Peygamber (a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Zekatta ne ayağa getirme ne de uzağa gitme vardır. Zekatlar evlerinde almır."
Muhammed bin İshak bu hadisi şöyle açıklamıştır: "Zekat mükellefi, zekatını tahsildarın ayağına getirmez. Tahsildar da mükellefin uzaktaki (tarla, ağıl, yayla vs. gibi) yerlerine gitmez. Zekatlar, mükelleflerin ikamet yerlerinde alınır."[22]
3523-Nesai, İmam bin Husayn (r.a)'den Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İslam'da ne zekatı ayağa getirme, ne de mehre bedel nikahlama (şiğar) vardır. Kim (zekat malını) harhangi bir şekilde tarafına geçirirse o, bizden değildir."[23]
3524-Taberani, Evsat'da, Enes bin Malik (r.a)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hz. Muhammed (a.s) Müslümanların mallarında her kırk dirhemde bir dirhem (zekat), zimmilerin mallarında her yirmi dirhemde bir dirhem, Daru-İslam'la anlaşması bulunmayan gayri müslimlerin mallarında da her on dirhemde bir dirhem (vergi) tayin etmiştir."[24]
3525- Ebu Davud, Muaz bin Cebal (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) -onu Yemen'e gönderirken- kendisine şöyle buyurmuştur: "Hububattan hububat, davardan koyun, develerden deve ve sığırlardan sığır al."[25]
Fıkıhçılardan "zekat malının değerinde zekat olarak başka bir şey almak caizdir," diyenler bu hadisi: "Maksat kolaylaştırmaktır. İllaki malın kendisinden vermek değil," şeklinde yorumlamışlardır.
3526-İbni Huzeyme, Vail bin Hucr (r.a)'den, o da Hz. Peygamber (a.s)'den şu şekilde rivayet etmiştir:
"Hz. Peygamber (a.s) (zekatını almak için) bir adama görevli gönderdi. Adam da (zekat olarak) cılız bir deve yavrusu gönderdi. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'ın ve Resulu'nun zekat memuru geldi ve cılız bir deve yavrusu gönderdi. Allah'ım, onu bu hayvanında ve devesinde mübarek kılma." Resulullah (a.s)'m bedduası, bu adama ulaştı. Bunun üzerin adam Resulullah (a.s)'a güzel ve görkemlilerden bir deve gönderdi. Bunun ardından Resulullah (a.s) şöyle dua etti: "Allah'ım, ona bunu ve develerini mübarek kıl." Ebu Musa şöyle demiştir:"Allah'ın ve Resulu'nun zekat memuru falancaya gitti ve cılız bir deve yavrusu getirdi." [26]
3527-Müslim, Cabir bin Abdullah (r.a)'tan Hz. Peygamber (a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Nehirler ile yağmur sularının suladığı mahsullerde Öşür, hayvanla sulanan mahsullerde de yarım öşür vardır,"
Ebu Davud'un rivayetinde; "bulutlar" yerine "pınarlar," "hayvan" yerine de "hayvanlar" yer almıştır.[27]Nesai'nin rivayetinde de; "göğün, nehirlerin ve pınarların..." cümleleri yer almıştır.
3528-Buhari, Abdullah bin Ömer (r.a)'den Hz. Peygamber (a.s)'in şöyie buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yağmurun, pınarların suladığı ya da suyunu yağmurdan alan mahsullerde öşür, (onda bir) tanışmak suretiyle sulanan mahsullerde de yarım öşür (yirmide bir) vardır." Bu hadis, bir rivayette İbni Ömer'e, bir rivayette de Hz. Ömer (r.a)'e is-nad edilmiştir. Ebu Davud ve Nesai'nin rivayetinde şu şekildedir: "Yağmurun, nehirlerin ve pınarların suladığı veya bal olan mahsullerde öşür, hayvanlarla veya kovalarla sulanan mahsullerde yarım öşür (yirmide bir) zekat vardır."[28] Ebu Davud der ki: "Bal mahsulü, su ihtiyacını yer altındaki damarlardan karşılayan ve sulamasında zahmet bulunmayan mahsuldür." Naki ise şöyle demiştir: "Bal mahsulü, yağmur suyuyla yetişen mahsuldür."[29]
Bu iki hadis, yağmur, nehir ve bunlar gibi zahmetsiz sulanan mahsullerde onda bir, kova ve benzeri çok zahmetle sulanmış olan mahsullerde de yirmide bir zekat vardır.
3529- İmam Malik, Süleyman bin Yesar ve Busir bin Said (r.a)'den Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yağmurun, pınarların ve balın suladığı mahsullerde onda bir, kovayla sulanan mahsullerde de yirmide bir zekat vardır." Tirmizi bu hadisi Süleyman bin Yesar, Bursi bin Said vasıtasıyla Ebu Hu-reyre'den, o da Hz. Peygamber (a.s)'den rivayet etmiştir ve "ba'l" kelimesini almamıştır.[30] Tirmizi şöyle demiştir: "Bu hadis, bu iki şahıstan senedsiz bir şekilde rivayet edilmiştir."[31]
3530-Nesai, Muaz bin Cebel (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor: "Resulullah (a.s) beni Yemen'e gönderdi ve bana yağmurun suladığı mahsulden öşür (onda bir), kovalarla sulanan mahsulden de yarım öşür (yirmide bir) almamı emretti."
3531-Ebu Davud, İtab bin Useyd (r.a)'den rivyat etmiştir: "O, şöyle anlatıyor: "Resulullah (a.s) bize ağaçtaki hurmayı tahmin ettiğimiz gibi asmadaki üzümü de tahmin etmemizi ve ağaçtaki hurmanın zekatını kuru hurma olarak aldığımız gibi üzümün zekatını da kuru üzüm olarak almamızı emretti." Nesaı de bu hadisi îbnul- Museyyeb'den senedsiz olarak şu şekilde rivayet etmiştir: "'Hz. Peygamber (a.s) Attab bin Useyd'e emretti..." [32]
Tirmizi'nin rivayeti de şu şekildedir: "Hz. Peygamber (a.s) insanlara asma ve meyvalarmı tahmin edecek insanlar gönderirdi." [33] [34]
3532-Tirmizi, Sehl bin Ebu Haşmet (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Ağaçlardaki meyvaları takdir ettiğimiz zaman olgunlaşmca zekatını alın ve üçte birini bırakın. Eğer üçte birini bırakmaz iseniz, o zaman dörtte birini bırakın." Ebu Davud ve Nesai'nin rivayeti de şu şekildedir: "Sehl bin Ebu Hasma, bizim meclisimize gelerek şöyle dedi: . "Resulullah (a.s) bize emretti ve şöyle buyurdu: "Ağaçlardaki meyvaları takdir ettiğimiz zaman (olgunlaşmca) alın ve üçte birini bırakın. Eğer üçte birini bırakmaz iseniz, o zaman dörtte birini bırakın."[35] [36]Nesai'nin rivayetinde şu cümleler yer almıştır: "Eğer üçte birini almaz iseniz veya bırakmaz iseniz-burada Şube şüphe etmiştir -o zaman dörtte birini bırakın."Tirmizi, 'tahmin'i'ni şöyle açıklamıştır: "Zekat alınan meyva ve üzümler yetişince devlet idarecisi, yetkili birisini gönderir ve tahminde bulunur. Tahminde bulunacak olan adam bakar ve "bu asmadan şu kadar kuru üzüm çıkar, bu meyvalardan şu kadar meyva elde edilir," diyerek mal sahiplerine çıkacak olan mahsulün tahmini yekûnunu çıkartır. Daha sonra mahsûlün onda bir meblağını çıkartır. Neticeyi belirleyip (faturayı) çıkarttıktan sonra mal sahiplerini meyvalarıyla başbaşa bırakır. Onlar mallarında diledikleri gibi tasarrufta bulunurlar. Mey-valar yetişince de kendilerine gidilip öşürleri alınır."
Ebu Davud'a göre; 'Tahmin eden (memur) üçte birini işçilik için bırakır.”Yahya el-Katan da bu görüştedir. Hakim şöyle demiştir:
"Tahmin ile ilgili diğer hadisler bu hadisi kuvvetlendirmektedir. Hz. Ömer (r.a)'in bunu emrettiği muttefekun aleyh bir hadistir. Dolayısıyla Hz. Ömer (r.a)'in bu hadisi, yukarıdaki hadisin sahih olduğunu göstermektedir."
Hafız İbni Hacer, şöyle demiştir: "Bu hadisin sahih olduğuna gösteren hadislerden bir tanesi de, îbni Abdil-Berrain İbni Luhe'ya tarikiyle Ebu Zubeyr'den, onun da Cabir (r.a)'den Hz. Peygamber'e isnadla rivayet ettiği: "Tahmininizi düşük tutun. Çünkü mal içerisinde işe yaramayan, ezilen ve çürük olanlar vardır," sözüdür ve
bu hadisdir." Tirmizi şöyle demiştir: "İlim ehlinin çoğu, tahmin kanusunda Sehl bin Ebu Hasma'nm hadi-siyle amel etmektedir. İshak ve Ahmed bin Hanbel de bu hadisi delil almıştır: "Üçtebirini ve dörttebirini bırakın". Hattabî bu hadisi açıklarken şöyle der: "İlim ehlinin bir kısmına göre malın bir kısmı sahiplerine bırakılır ki, onlara daha fazla imkan tanınmış olsun. Çünkü tahmin edilen miktar, olduğu gibi alınacak olursa, mal sahipleri zarar eder. Çünkü malın bir kısmı çürümekte, bir kısmı da insanlar ve kuşlar tarafından yenilenmektedir. Ulemanın bir kısmı da; "biz onlara (mal sahiplerine) hurmaların yekünü içerisinden bir pay ayırmıyoruz. Sadece meyva miktarı önceden tahmin edilen bir kaç hurma ağacı ayırınız," şeklinde görüş ileri sürmüştür.
3533- İbni Huzeyme, Hz. Aişe (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) (memur olarak Hayber'e Abdullah bin Ravaha'yı gönderirdi. İbni Ravaha meyvaların ilki olgunlaşmca, hurma ağaçlarmdaki hurmaları tahmin eder. Sonra da Yahudileri bu tahmine göre (kendisinin) alması veya Yahudilerin bu tahmine göre vermeleri konusunda serbest bırakırdı. Resulullah (a.s) tahmini, sadece meyvalar yenmeden ve dağıtılmadan önce zekat sayılsın diye emrederdi."[37]
Yahudilerden alman zekat değil haraçtı. Hadisin burada işlenmiş olması, ekin ve meyvalarm tahmininin İslam Şeriatında önemli bir prensip olduğunu vurgulamak içindir.
3534-Ebu Davud, Cabir bin Abdullah (r.a)'tan rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor: "Allah Hayberi Resulü (a.s)'ne ganimet olarak bahşetti. Resulullah (a.s) da (Hayber Yahudilerini daha önceden) oldukları gibi kabul etti ve Hay-ber'den çıkan mahsulün kendisi ile Hayberliler arasında ortak olmasını kararlaştırdı. Abdullah bin Revaha'yı (meyvaların tahmin işini yapması için memur olarak buraya) gönderdi. Abdullah da meyvalan onlara tahmin etti."[38] Diğer bir rivayette de şöyledir: [39] "İbni Revaha, Hayber hurmalarını kırkbin vaşak olarak tahmin etti. (Cabir) Yahudilerin, İbni Ravaha kendilerini serbest bırakınca meyvayı alıp yirmibin vaşak borçlandıklarını zannetti."
3535- İmam Malik, Süleyman bin Yesar (r.a)'dan rivayet etmiştir: "O, şöyle buyuruyor: "Hz. Peygamber (a.s) Abdullah bin Revaha (r.a)'yı Hayber'e Yahudilerle kendi arasında mahsulün tahmini için gönderiyordu." -Ravi şöyle devam etti "Yahudiler hanımlarının zinetlerinden ona bazı takılar toplayıp; "bu sanadır," (buyurdu) yükümüzü hafiflet. Taksimde lehimize olarak biraz göz yumuver," dediler. Bunun üzerine Abdullah şu cevabı verdi: "Ey Yahudiler toplumu Sizler, bana göre Allah Teala'nın en menfur mahrukatısınız. Bu, beni size karşı zulmetmeye götürmeyecektir. Bana teklif ettiğiniz rüşvete gelince, o, haramdır ve biz bu haramı yemeyiz."
Bunun üzerine Yahudiler şöyle dediler: "Yeri ve göğü ayakta tutan işte bu (dürüstlük)'dür." [40]
3536-Taberani, Abdullah bin Ebu Bekir bin Muhammed bin Amr bin Hazm (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmiştir:
"O, şöyle anlatıyor: "İbni Ravaha, Hayber halkına ancak bir yıl tahmininde bulunabilmiş ve Mute Savaşı'nda şehit olmuştur. Daha sonra Efendimiz (a.s) Cebbar bin Sahr'ı gönderdi ve Hayberlilerin meyvalarmda tahminde bulundu."[41]
3537-İmam Malik, Abdullah bin Ömer bin -Hattab (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor:
"Hz. Ömer bin -Hattab (r.a), Nebatiler'den buğday ve kuru üzüm zekatı olarak yirmide .bir alırdı. Böyle yapmasmdaki amacı da Medine'ye yapılan göçün çoğalmasıdır. Hz. Ömer (r.a) mercimek ve benzerlerinden de onda bir alırdı."[42]
Bu hadisi şerif, zimmilerden alınan vergilerin devletin araştırma sonucu varacağı kanaata bağlı olduğunu göstermektedir.
3538-İmarn Malik, Saib bin Yezid (r.h.)'den rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor; "Ben, Hz. Ömer bin Hattab (r.a) zamanında İbni Mesud'un oğlu Utbe-'nin oğlu Abdullah'la birlikte zekat memuru idim. Biz Nebatiler'den öşür alırdık. İmam Malik şöyle demiştir: "Ben, İbni Şihab'a sordum: "Hz. Ömer (r.a) Nebatiler'den nasıl öşür alıyordu?" O, şöyle cevap verdi: "Cahiliyede olanlardan bu miktar almıyordu. Bu sebeple Hz. Öijher (r.a) kendilerini bu miktara mecbur kıldı." [43]
3539-Ebu Davud, Sehl bin Hanif (rh.a)'ten, o da babasından şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) zekatta âdi ve ufak hurmaların alınmasını yasakladı." Ebu Davud'da Zuhri'nin şöyle söylediği yazılıdır: "Bu iki hurma, Medine hurmalarının iki çeşitidir." nasai'nin Sehl bin Hanif ten Allah Teala'nın: "Kötü şeyleri sadaka olarak vermeyin,"[44] sözü hakkında şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Ayette, Allah Teala'nın nahyettiği şey, adi ve ufak hurmalardır. Çünkü Resulullah (a.s) zekatta adi malların alınmasını yasaklamıştır." [45]
3540-Ebu Davud, Amr bin Şuayb (r.h)'den, o da babasından, o da dedesinden rivayet etmiştir: "Mut'anoğullarmdan biri olan Hilal, Resulullah (a.s)'a anlarının balının öşürünü getirdi. Ve Selebe vadisini kendisine koru olarak tahsis etti. Hz. Ömer bin el-Hattab (r.a) halife olunca, Sufyan bin Vehb, Hz. Ömer bin Hat-tab (r.a)'a, o vadinin durumuna sormak için mektup yazdı. Hz. Ömer (r.a) de şu cevabı yazdı: "Resulullah (a.s)'a arılarının balının öşürünü ödediği gibi sonra da öderse, Selebe'yi ona koru olarak tahsis et. Aksi takdirde o arılar, yağmurla biten bitkilerden geçinen sinek gibidir. İsteyen onların balını yer." Diğer bir rivayette ise şu şekilde gelmiştir:[46] [47] "Fehm kabilesinden bir kol Muğire'nin manasında rivayet etti ve şöyle dedi: "Her on tulumda, bir tulum zekat verecek." Sufyan bin Abdullah es-Sakafi der ki: "Hz. Ömer (r.a) onlara iki vadiyi koru olarak vermişti." es-Sakafi şöyle devam eder: "Onlar Resulullah (a.s)'a ödediklerini Hz. Ömer (r.a)'e de aynen ödüyorlardı. Hz, Ömer (r.a) de vadilerini onlara koru olarak verdi." [48]
İmam Malik ve Şafiî'ye göre balda zekat yoktur. îmam-ı Azam Ebu Hanife ve İmam Ahmed bin Hanbel'e göre ise bala zekat düşer. Ancak İmam Ebu Hanife bala zekat düşmesini bir şarta bağlamıştır. O şart ise şudur: Bir arazide iki hakkın toplanmaması için peteklerin haraç arazisi içerisinde bulunmamaları gerekir. "Bala zekat düşer," diyenler, yukarıdaki hadisle ve diğer naslarla delil getirmişlerdir. Bala vacip zekat miktarına gelince, bu miktarda öşür (onda bir) olarak belirlenmiştir. Yusuf el-Kardavi de; "bala zekat düşer," görüşünü tercih etmiştir. [49]
3541-İmam Malik, Saib bin Yezid (rh.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor: "Hz. Osman bin Affan (r.a) şöyle derdi: "Bu ay, zekatınızın ayıdır. Bundan dolayı kimin üzerinde zekat borcu varsa, borcunu ödesin ki, mallarınız daha da çoğalsın da zekatlarınızı karşılasın."[50]
Zaman ne olursa olsun, bir malın üzerinden sene geçtiğinde, zekat verilmesi gerekir. Ancak insanlar zekatlarını Ramazan ayında vermek isterler. Çünkü bu ayda mükafat, katlanarak verilir. Evet bu da caizdir. Fakat her Müslüman senesini takip etmek mecburiyetindedir. Her sene geçince, malın senelik son tasfiyesi yani haklardan arındırılması de yapılmış olur.
3542-Ebu Davud, Amr bin Şuayb (rh.a)'dan, o da babası vasıtasıyla dedesinden şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s)'a bir kadın beraberinde bir kızı olduğu halde geldi. Kızın elinde altından kalın iki bilezik vardı.
Resulullah (a.s) kadına; "Bunların zekatını verdin mi?" diye sordu. Kadın: "Hayır," diye cevap verdi. Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Kıyamet günü, Allah'ın onları sana ateşten iki bilezik yapması seni memnun eder mi?" Bunun üzerine kadın bilezikleri derhal çıkartıp Resulullah (a.s)'ın Önüne bıraktı ve: "Bunlar Allah ve Resulüne aittir," dedi." Hadis, Nesai'de şu şekilde başlamıştır: "Yemen halkından bir kadın, yanında kız çocuğu olduğu halde Hz. Peygamber (a.s)'e geldi..." Nesai bundan sonra yukarıdaki hadisi aynen devam ettirmiştir.[51] Nesai'nin diğer bir rivayeti de Amr bin Şuayb (r.a)'den mursel olarak rivayet edilmiştir. Ancak bu rivayetinde," Yemen halkından" ifadesi yer almamıştır. [52]Tirmizi bu hadisi Amr bin Şuayb (r.a)'dan dedesi tarikiyle maneh şu şekilde rivayet etmiştir: [53] "İki hanım, ellerinde altından iki bilezik olduğu halde Resulullah (a.s)'a geldiler. (Resulullah a.s) kendilerine;"Bunların zekatını veriyor musunuz?" diye sordu. (Onlar): "Hayır," diye cevap verdiler. Bunu üzerine Resulullah (a.s) onlara şöylesordu: "Allah'ın size ateşten iki bilezik takması sizi memnun eder mi?" Hanımlar:"Hayır," diye cevap verince, Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Öyleyse zekatını verin."[54]
Henefiler, bu Hadis-i Şerifle kadınların zînet olarak kullandıkları altın ve gümüşe de zekat düştüğüne delil getirmişlerdir. Fukahadan bu görüşte olmayanlar ise bu hadisi sahih kabul etmişlerdir.
3543-Ahmed bin Hanbel, Esma binti Yezid (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor: "Teyzemle birlikte onda (teyzemde) altmdan bilezikler olduğu halde Hz. Peygamber (a.s)'in yanına girdik. (Bize); "Zekatını veriyor musunuz"? diye sordu: -Esma devamla- Biz de: "Hayır," dedik. (Bunun üzerine Resulullah a.s) : "Allah'ın size ateşten bilezik takmasından korkmuyor musunuz? Zekatını ödeyin," buyurdu."[55]
3544-Ebu Davud, Abdullah bin Şeddad el-Hadi (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor: "Hz. Peygamber (a.s)'in hanımı Hz. Aişe (r.a)'nin huzuruna girdik. Hz. Aişe (r.a) dedi ki: "Resulullah (a.s) yanıma girdi. Elimde (parmaklarımda) büyük gümüş yüzükler gördü ve; "Bu nedir ey Aişe " dedi. Ben de: "Onları senin için süsleneyim diye yaptım, ey Allah'ın Resulü!" dedim. Resulullah (a.s) : "Onların zekatını veriyor musun?" diye sordu. Ben de: "Hayır (dedim)," veya Allah'ın dilediği bir şey söyledim. O da: "O, ateşe girmen için sana yeter," buyurdu."[56]
3545-İmam Malik, Kasım bin Muhammed (rh.a)'den rivayet etmiştir: "Hz. Aişe (r.a), kardeşi Muhammed'in yetim kızlarını terbiyesine almış, onları hacr devrelerinde himaye ediyordu. Kızların zinetleri vardı ve Hz. Aişe (r.a) bu zinetler için zekat vermiyordu."[57]
Hadis, Hanefilerin görüşü olan; "Çocuklar küçük olduklarından Hz. Aişe (r.a) onların zinetlerine zekat vermiyordu," yorumuyla, Şafiîlerin görüşü olan: "Hz. Aişe (r.a) onlara zekat vermiyordu. Çünkü kadının zinetleri elbise gibidir. Ve zekata tabi değildir," yorumuna açıktır.
3546-İmam Malik, Abdullah bin Ömer (r.a)'in kölesi-Nafi'den şu şekilde rivayet etmiştir: "İbni Ömer (r.a) kızlarını ve cariyelerini altınla süsler, sonra da onların zinetlerine zekat vermezdi."[58]
3547-Taberani, es-Sağirde, İbni Ömer (r.a)'in şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (a.s)'e altından bir parça getirildi. Bu parça, madenlerimizden ona gelen ilk zekat idi. Bunun (getirilmesinin) ardından Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Şüphesiz madenler bulunacak ve yaratılanların en kötüsü olanlarda (madenlerde) olacak."[59]
3548- İmam Malik, Hz. Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: “Definelerde beşte bir (zekat) vardır." Diğer bir rivayette de şöyle buyurmuştur: [60] "Hayvan (nın meydana getirdiği mağduriyet) haderdir. Kuyu(nun meydana getirdiği mağduriyet) hederdir. Defineye beşte bir oranında zekat vardır." İmam Malik der ki: "Aramızda görüş ayrılığı bulunmayan ve ilim ehlinden duyduğun bir konu vardır ki, o da şudur: Define; cahiliyye devrinde gömülen ve daha sonra bulunan, çıkartılması için mâli harcama yapılmayan ve elde edilmesi için çok enerji sarf ettirmeyen maldır. Yoksa uğrunda mali harcama yapılan, oldukça enerji kaybedilen ve bazen denk gelip bazen yanıltan şeyler define değildir."
3549-Ahmed bin Hanbel, Hasan (r.a)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğu bana ulaştı: "Maden (de çalışıp mağdur olan kimsenin kaılu) hederdir. Kuyuda çalışıp mağdur olan kimsenin kanı) hederdir. Definelerde, beşte bir (oranında) zekat vardır."[61]
3550-Ahmed bin Hanbel, Hz. Cabir (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Adak için başıboş bırakılan deve (nin sebep olduğu mağduriyet) hederdir. Kuyu (nun meydana getirdiği mağduriyet) hederdir. Maden (de çok çalışan kimsenin mağduriyeti) hederdir. Definelerde beşte bir oranında zekat vardır." Eş-Şabi der ki: "Rizak, (define) yer altında keşfedilen hazinedir."[62]
Defineden, cahiliyyede gömülen altın gümüş gibi değerli eşyalar kastedilmektedir. Bu terim, kazılar sonucu çıkartılan altın ve gümüşü de kapsar. Ri-kaz kelimesi, yer altından çıkartılan madenler için de kullanılmıştır.
Hanbeliler: "Yer altından elde edilen sıvı ve madeni bütün değerli eşyalara, Müslümanm çıkartması halinde zekat düşer/' görüşünü savunmuşlardır. Bu görüş fakirler için daha uygundur.
3551- Buhari, Abdullah bin Abbas (r.a)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Hanber rizak değildir. O, ancak denizin sahile çıkarttığı bir şeydir."[63]
3552-Buhari, Tavis (r.a)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaz, Yemen halkına dedi ki: "Bana arpa ve mısır yerine size daha kolay gelen, Medine'de Resulul (a.s)'m ashabı için daha elverişli olan eşya getirin, giyecek getirin."[64]
el Camî muhakkiki şöyle der: "Hafız İbni Hacer, Fethu'l Bari'de [65]şöyle der: "Buhari'nin muallak yani senetsiz olarak rivayet ettiği bu hadisin, Ta-vis'e İsnadı sahihtir. Ancak Tavis, hadisi Hz. Muaz (r.a)'dan duymamıştır. Bu bakımdan munkatı hadis sınıfına girmektedir. Bununla beraber; "Buhari bu hadisi kesin talikle rivayet etmiştir. Öyleyse; ona göre bu hadis sahihtir," sözü yanlış değildir. Çünkü bu söz, hadisin ilk ravisine isnadının sahih olduğunu ifade eder. Yoksa geri kalan senedinin sahih olduğunu ifade etmez. Ancak yine de Buhari'nin bu hadisi ihticac (delille savunma) noktasında işlemesi, kendi nazarında kuvvetli olduğunu göstermektedir. Yani ona göre konuyla ilgili diğer hadisler, bu hadisi delil olabilecek noktaya ulaştırmıştır. Biz Tavis'in bu hadisini Yahya bin Adem'in 'Haraç' kitabında İbni Uy-eyne'nin İbrahim bin Meysere ve Amr bin Dinar'dan rivayetiyle rivayet ettik. Bu iki ravi de, hadisi Tavis'e ulaştırmıştır." İbni Hacer şöyle devam ediyor: "Hadiste geçen'zekatta' kelimesi, "Hz. Muaz (r.a)'ın bu davranışı haraçla ilgilidir," diyenlerin sözüne reddiye niteliğindedir. Beyhaki'nin aktardığına göre bazıları "zekatla" kelimesi yerine/'cizyeden" kelimesini zikretmişlerdir. Eğer bu doğruysa, o zaman hadis delil olabilme derecesinden düşer. Fakat meşhur olan birinci rivayettir. Nitekim bu hadisi îbni Ebu Şeybe Veki'den, o da Sevri'den, o da İbrahim bin Meysere tarikiyle Tavis'ten şu şekilde rivayet etmiştir: "Hz. Muaz, zekat olarak diğer eşyaları da alırdı." Bu konuda daha geniş bilgi için Fethu-1 Bari'ye bakılabilir.
3553- Taberani, Ebu Musa ve Muaz bin Cebel (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) kendilerini Yemen'e gönderdi. Kendilerine insanlara dinlerini Öğretmelerini emretti ve şöyle buyurdu: "Sadece şu dört sınıf mahsulden zekat alınır: Arpadan, buğdaydan, kuru üzümden ve hurmadan."[66]
3554-Ebu Davud, Said bin Ebyaz (r.a) vasıtasıyla babası Ebyaz bin Hammal'dan rivayet etmiştir: "Kendisi (Ebyaz bin Hammad) Resulullah (a.s)'la -ona elçi olarak geldiğinde- Sebe halkından zekat almaması konusunda konuştu. (Resulullah a.s) kendisine şöyle buyurdu: "Ey Sebe kardeşi, zekat illaki alınacak" Bunun üzerine (Ebyaz): "Ey Allah'ın Resulü, bizim ekinimiz sadece pamuktur. Üstelik Sebe (halkı) dağıldı. Sebelilerden Marib'te bulunan az bir topluluktan başka kimse kalmadı." Bunun üzerine Resulullah (a.s)'la Sebebilerden Marib'te kalanlar adına her sene yetmiş hülle meafir kumaşının değerini ödemek üzere anlaştı ve Resulullah (a.s) vefat edene kadar bu tutarı ödediler. Daha sonra Resulullah (a.s)'ın vefatının ardından Ebyaz bin Hammal'ın Resulullah (a.s)'la imzaladığı yetmiş hullelik anlaşmayı zekat memurları ihlal ettiler. Hz. Ebu Bekir (r.a) Resulullah (a.s)'m belirlediği miktarı tekrar yürürlüğe koydu. Hz. Ebu Bekir (r.a) vefat edinceye kadar (bu anlaşma yürürlükte kaldı). Hz. Ebu Bekir vefat edince, mevcut anlaşma (tekrar) bozuldu ve zekata dönüştü."[67]
3555-Ebu Davud, Semura bin Cundub (r.a)'den rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor: "İmdi şüphesiz Resulullah (a.s) satış için hazırladığımız (eşyadan) zekat vermemizi emrederdi."[68]
el-Cami muhakkiki şöyle der:"Bu babda merfu[69] ve mevkuf [70] olmak üzere ticaret mallarına zekatın farz olduğu konusunda ulemamın çoğunluğunun delil aldığı bir çok hadis vardır. Darekutni'nin, sünenin 203 sahifesinde, Hakim'in Mustedreki'nde,[71] Beyhak'inin Sünen'ininde[72] Ebu Zer'den rivayet ettiği şu hadis, merfu olarak rivayet edilen hadislerdendir: "Resulullah (a.s)'tan dinledim. O, şöyle buyurdu:"Develerde, koyunlarda, sığırlarda ve kumaşta zekat vardır." İmam Nevevi, Tehzibui- Esma-i vel-luğat-i1 adlı eserinde hadisin aiap-çasında geçen "Bezzun" kelimesini, tekstilcinin ürettiği eşyalar şeklinde açıklanmış ve şöyle devam etmiştir: "İnsanların bir kısmı bu kelimeyi "burun" (buğday) olarak okumuştur. Bu ise yanlıştır." Ancak bu hadis bir kaç tarikle rivayet edilmiştir ki, bunların hiç biri zayıflıktan uzak değildir, Merfu olmayan diğer hadislere gelince, İmam Malik'iiı Muvatta [73]sında, ticaret eşyalarının zekatı babında Yahya bin Said tarikiyle Zureyk bin Hayan'dan şöyle rivayet etmiştir: "Zureyk, Velid, Süleyman ve Ömer bin Abdülaziz zamanında Mısır'da idareciydi. Anlattığına göre Ömer bin Abdülaziz kendisine, şöyle yazdı: "Müslümandardan sana uğrayanların mallarına bak. Ticaretle uğraşanların mallarından her kırk dinardan bir dinarını al. Bu miktarın altında olursa, yirmi dinara kadar kırkta bir oranına göre hesapla. Eğer bir dinarın üçte bir oranında ise bırak ve bu mallardan bir şey alma. Zimmilerden sana uğrayanların ticaret mallarından her yirmi dinarda bir dinar al. Bu miktarın altında olursa, on dinara kadar buna göre hesapla. Eğer bir dinarın üçte birinden aşağı düşerse, bırak bunlardan bir şey alma ve onlar için kendilerinden aldığın bir senelik mablağı içeren bir kitap yaz." Bu hadisin isnadı, hasendir. Ahmed bin Hanbel, Abdürrazzak, Darekutni ve İmam Şafiî, Amr bin Hi-mas vasıtasıyla babasının şöyle anlattığını rivayet etmişlerdir: "Ben katık ve ok kuburu satıyordum. Hz. Ömer bin Hattab (r.a) bana uğradı ve şöyle dedi: "Malının zekatım Öde." Dedim ki: "Ey müminlerin emiri, bu sadece katıktır." Hz, Ömer (r.a) şöyle cevap verdi: "Değerini hesapla ve zekatını ver." Bu hadiste de zayıflık vardır. Yine Abdürrezzak; Musennefi'nde şöyle demiştir: "Ibni Cüreyh, Musa bin Ukbe vasıtasıyla Nafi'den, o da İbni Ömer'den şöyle rivayet etmiştir: "İbni Ömer (r.a) şöyle derdi: "Köle, hayvan ve kumaşta ticaret için sarfedilen her mala her sene zâkat düşer." Urve bin Zubeyr, Said İbnul- Museyyub ve Kasım şöyle demişlerdir: "Ticaret eşyalarından her yıl zekat alınır. Bu mallardan bir sonraki yıla kadar bir daha zekat alınmaz." Şafiî, 'el- Um1 de [74] sahih senedle Hz. Ömer (r.a)'ın oğlu Abdullah'ın şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Ticaret için olmadıkça eşyada zekat yoktur."Bu hadisi, Beyhaki Sünen'inde[75] rivayet etmiş ve şöyle demiştir: "İlim ehli genelde böyle demiştir." el-Cami muhakkiki der ki: "Ulemanın bir kısmı, Allah Tealanm: "Ey imam edenler! Kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardıklarımızın helal ve temiz olanlarından Allah için harcayın. Ancak gözünüz kapalı iken alabileceğiniz kötü şeyleri sadaka olarak vermeyin. Bilin ki, Allah ganidir, hamid'dir," [76] sözüyle, ticaret eşyasına zekat düştüğüne delil getirmiştir." Nitekim Buharı, Sahihi'nin zekat bahsinde [77] şöyle demiştir: "Kazanç ve ticaret zekatının babı. Çünkü Allah Teala şöyle buyurmuştur..." demiş ve yukarıdaki ayeti okumuştur. Hafız İbni Hacer, Fethul- Bari'de şöyle der: "Buharı, başlığını, ayetle yetinerek bu şekilde atmış ve ayetten sonra hadisi ziktermemiştir. Buharı sanki Şube'nin hakem vasıtasıyla Mucahid'in bu ayetin tefsiri hakkındaki şu sözlerine işaret etmiştir: "Kazandıklarınızın temiz ve helal olanlarından": Yani helal olan ticaretinizden... Taberi İbni Ebu Hatem, Adem tarikıyla bu tefsiri bu şekilde rivayet etmiştir. Ayrıca Taberi, Heşim tarikıyla Şube'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Kazandıklarınızın temiz ve helal olanlarından": Yani ticaret eşyasından. "Yeryüzünden sizin için çıkardıklarımızdan": Yani meyvalardan. es-Sanan, 'Subulusselam1 adlı eserinde şöyle demiştir: "Ticaret malına zekat düşer," diyenler, şu ayetle delil getirmişlerdir: "Kazancının helal ve temiz olanlarından infak ediniz." Buradaki kazançtan, ticaret kastedilmiştir.
Taberi bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: "Yani tasarrufunuzla elde ettiğiniz helal ve temiz kazancınızın zekatını verin. Bu kazanç ya ticaretle veya onu altın ve gümüşe çevirmekle olur." İmam Nevevi, 'el-Mecmu1 adlı eserinin ticaret malının zekatı babında şöyle demiştir: "Doğru olan görüş, bu mallarda zekatın farz olduğunu söylemektir. Sahabe ve tabiin ulemasının çoğunluğu bu görüştedir." İmam Nevevi, İbnü-Munzir'in de şöyle dediğini aktarmıştır: "Ticaret mallarına zekat vermenin farz olduğunu Hz. Ömer (r.a)'den, İbni Abbas (r.a)'tan, yedi fakihten, Hasan-i Basri'den, Tavisten, Cabir bin Zeyd'den, Meymun bin Mihran'dan, Nehi'den, Sevri'den, Evzai'den, Nu-man (Ebu Hanife) ve arkadaşlarından, Ahmed bin Hanbel'den, İshak'tan, Ebu Sur'dan ve Ebu Ubeyd'den rivayet ettik." Suyuti, 'er-Ruhaybani Dimeşk'te el-Mektebul-İslami' yayınları tarafından basılmış olan, 'Metalibu-Ulin-Nuha1 adlı eserinde [78]şöyle der: "Ticaret eşyalarında zekatın farz oluşu, ilim ehlinin genelinin görüşüdür. Hz. Ömer (r.a)'den, oğlundan ve İbni Abbas (r.a)'tan da rivayet edilmiştir. Bunun delili de; "Mallarında malum bir hak vardır," ayetiyle, "Mallarından sadaka (zekat) al," ayetidir. Ticaret malı bütün mallarının başında geldiğinden, ayetin kapsamına girmekle önceliğe sahiptir. Ebu Zerr (r.a)'in merfu olarak rivayet ettiği: "Kumaşta da zekat vardır," hadisi de bunun bir diğer delilidir. Ahmed bin Hanbel de bu hususta Hz. Ömer {r.a)'in Hammas'la arasında geçen şu konuşmayı, ticaret mallarına zekat düştüğüne delil olarak getirmiştir: "Malının zekatını ver." Hammas: "Benim ok buğuru ve katığımdan başka bir şeyim yok," demesi üzerine Hz. Ömer (r.a): "Değerini hesapla ve zekatını ver," dedi." Ahmed bin Hanbel şöyle der: "Üstelik ticaret eşyası artan bir maldır. Dolayısıyla meralarda beslenen hayvanlar gibi zekata tabidir." 'El-Menar' sahibi, AÜame Şeyh Rıza der ki: "İslam ulemasının çoğunluğu: "ticaret eşyasına zekat farzdır," görüşünü savunmuştur. Bu konuda Kur'an ve Sünnet'ten kati bir delil gelmemiştir. Ancak birbirini destekler nitelikte rivayetler gelmiştir." Ticaret mallarına zekat düştüğünü gösteren ayet ve hadis destekli bir delil de şudur: Piyasada kâr amacıyla tedavül eden malların, bunların karşılığı durumunda olan altın ve gümüşlerden tek farkı, nakitle eşya arasında nisabın dönüştürülebilir olmasıdır. Örneğin ticarette zekat farz olmamış olsa, bütün zenginler için nakillerinde ticaret yapıp nisapları üzerinden hiçbir zaman sene geçirmeme imkanı doğar. Böyle bir şeyin var olmasıyla zenginler üzerinden zekat hadisesi de kalkmış olur. Meseleyi daha iyi anlayabilmenin temeli şuna dayalıdır: Allahü Teala zenginlerin mallarına fakir ve onların durumlarında olan kimselerin dertlerini paylaşıp yardımcı olmak, toplumun genel ihtiyaçlarını görmek amacıyla zekatı farz kılmıştır. Burada zenginlerin yararı, nefislerini cimrilik hastalığından kurtarıp fakirlere ve diğer hak sahiplerine karşı merhamet değerleriyle temizlemek ve devlete, ümmete ve toplumun genel ihtiyaçlarını giderme konusunda yardımcı olmaktır. Fakir ve diğer hak sahiplerinin yararı da zamanın getirdiği zorluklara göğüs germeleri için onlara yardımcı olmaktır. Üstelik zekat vermekle malların belli şahıslar arasında dolaşması ve onları aşamaması gibi toplumun tabiatının kaldıramayacağı hadiselerin kapısı da kilitlenmiş olur. Ayeti Kerime'de ganimetlerin taksimindeki hikmet belirtilirken bu noktaya şöylece işaret edilmiştir: "Sizin zenginleriniz arasında dolaşmasın diye." Peki genelde ümmetin servetinin büyük çoğunluğunu ellerinde bulunduran tüccar, şeriatın koyduğu bu maksatları aştıklarının farkındalar mı? Şeyh Muhammed Şaltüt 'el-Fetava' . -tvalar) adlı kitabında şöyle demiştir: [79] "Ticaret eşyalarına gelince, bu konuda itimat edilmesi gereken görüş -aynı zamanda ümmetin mütekeddimun ve müte'ahhirun ulemasınır çokluğunun görüşü de budur.- şudur: Ticaret mallarının kıymeti, sene sonunda altın ve gümüşün nisaplarına ulaşırsa, zekata tabidir. Yani imam her Müslümana senelik bütün varlığını hesaplayıp zekatını vermesi farzdır. Ancak bu hesaba ticaretin yürütüldüğü iş yerleri dükkanlarının mülkiyeti ve ev mobilyaları ilave edilmez. Çünkü, haddizatında ticaret eşyası, kâr amacıyla piyasada dolaştırılan mallardır. Ticaret eşyasına zekat farz olmamış olsa ki, İslam toplumunun çokluğunun gelir kaynağı tarım ve ticarettir, zenginlerin yansına zekat düşmez, diğer yarısı da ticarete atılmak suretiyle zekat mesuliyetinden kurtulmak için hileye başvururdu. Bunun gerçekleşmesi halinde de zekat müessesesi top yekûn ortadan kalkardı. Her kuralı ihtiyaca ve hikmete mebni olarak koyan Allah Teala'nm farz kılmasının ve zekatı dinin rukunları araşma katmasının yüce hikmeti kaybedilmiş olur." [80]
Bu konuda Dört Halife'nin ve geçmişte adaletiyle meşhur olan devlet başkanlarının uygulamalarının örnek alınması gerekir. Ömer bin Abdülaziz bunlardan bir tanesidir.Yine zekat konusunda Hz. Ömer (ra)'in bir davranışı vardı. Yolcuların aşırı değere sahip olmayan mallarından zekat almayarak sahiplerine kolaylık sağlardı. Hz. Ömer (ra)'in bu davranışı da örnek alınabilir bir prensiptir.[81]
1. Mal sahibi, gözle gömülü malının yerini kaybettiği zaman Hanefi mezhebine göre kendisine zekat farz değildir. Eğer bu malı, evin bir tarafına gömmüş ise ulemanın ortak görüşüyle zekatını vermesi gerekir.
2. Zekat nisabı her zaman alışveriş için çağdaş nakiti altın ve gümüşün piyasası üzerinden hesaplayıp her sene zekatı verirken bu hesaba göre hareket edilmesi gerekir. Zekat verecek Müslümanın zekat zamanı geldiğinde memleketinin bu tür gelişmelerini göz önünde bulundurması gerekir. Çünkü piyasa yerinde durmuyor. Her gün değişiyor. Oysa Şeriat bunu sabit bir ölçüye bağlamıştır. Altından yirmi mıskal, gümüşten ikiyüz dirhem, altın ve gümüşün piyasası ise daima aynıdır. Yani değerini her zaman korur.
3. Hanefi mezhebine göre nisaptan fazla olan mal, kırk dirheme ulaşana kadar zekata tabi değildir. Kırk dirheme ulaşınca, bir dirhemi zekat olarak verilmelidir. İmam Muhammed, İmam Ebu Yusuf ve fukahanın çoğunluğu ise şu görüşte birleşmişlerdir: "İkiyüz dirhemin üzerinde olan malın hesabı yapılarak zekatı verilir. Bu mal ne kadar az olursa olsun farketmez."
4. Piyasada nakit olarak kullanılabilen banknotlar yirmi miskal altın veya ikiyüz dirhem gümüş değerine ulaşır, üzerinden sene geçer ve borçtan hali olurlarsa, o zaman zekata tabi olurlar. Hanefiler bu şartlara, nisaba malik olduktan sonra ortada olan nisap miktarı malın, evin geçimi, giyecek, ev kirası ve silah gibi asli ihtiyaçlardan uzak olma şartını da ilave etmişlerdir.
5. Balın zekatı konusunda fıkıhçılar iki görüşe ayrılmışlardır. HaneŞ ve Hanbeliler: "Balda öşür (onda bir) zekaf vardır," görüşüne sahiptir. Hanbeli-ler balın nisabını da on teneke olarak belirlemişlerdir. Maliki ve Şafiiler ise "balda zekat yoktur," demişlerdir.
6. Şafiilerin meşhur olan görüşlerine göre zeytinde zekat yoktur. İmam Ebu Hanife, Maliki ve Hanbelilere göre ise zeytinde zekat vardır. Maliki ve Hanbeliler zeytinin nisabını beş vaşak olarak belirlemişlerdir.
7. Hanefi mezhebine göre mahsul yetişmeden satıldığı zaman, zekat müşteri üzerine farz olur. Şafiî mezhebine göre ise zekatın farz olma anında mahsule sahip olan kim ise zekat onun üzerinedir.
Hanefi ve diğer imamlara göre zekat farz olduktan sonra mal sahibinin katkısı olmadan helak olan bitkilerin zekatı ortadan kalkar. Sadece Hanefilere göre dinden çıkmakla da zekat ortadan kalkar.
8. Ulemanın ortak görüşüyle ticaret için olmadıktan sonra katır ve merkeplere zekat düşmez. Ticaret için olduğu takdirde ticaret eşyaları gurubuna girdiklerinden dolayı zekata tabi olurlar. Atlar da ticaret için olunca bütün fıkıhçılara göre zekatlarının verilmesi gerekir.
9. Hanefi mezhebine göre zekatla malın değerini vermek caizdir. Diğer fıkıhçılar ise şu görüştedirler:
"Zekat, Allah'ın hakkıdır. Allah (cc) ise zekatı neye başladıysa sadece onu vermek gerekir. Dolayısıyla zekatın kıymetini vermek caiz değildir."
10. Yanında vermesi gereken malı bulamayan bir mükellef, değer bakımından daha yukarı çıkar. Yani örneğin bir yaşını bitirip iki yaşına girmiş bir deve vermesi gereken bir kimse, bunun bir üstünü verip iki koyun ya da yirmi dirhem zekat memurundan geri alır. Bu, Şafiî ve Hanbelilerin görüşüdür.
Hanefiler ise şöyle demişlerdir: "Mal sahibi bu takdirde vermesi gereken malın değerini veri Malikler şöyle demişlerdir: üç çeşittir: a. Miras, hibe, vakıf, sadaka, mehir, hul, cinayet bedeli ve diyet gioi elde edildikten sonra üzerinden sene geçmesi gereken alacaklar. b. Sadece bir senelik zekatı verilmesi gereken alacaklar. Bunlar, karz-ı ha-sen ve ticaret alacaklarıdır. c. Her sene zekatı verilmesi gereken alacaklar. Bunlar da günlük alış veriş yapan ticaretçinin alacaklarıdır." Ulemanın çoğunluğuna göre nisap miktarı malı olup da sene içerisinde alış-veriş, hibe veya sadaka yoluyla aynı cins mala sahip olan bir kimse, bu malı nisabına katar ve zekatını birlikte verir. Burada asıl nisabın üzerinden sene geçmesi Önemlidir. Ancak elde edilen mal, nisap malıyla aynı cinste değilse, ulemanın ortak görüşüyle elde ettiği malı ana mala katamaz. Şafiî mezhebine göre ise elde edilen mal üzerinden ayrıca bir sene geçmesi gerekir. Yenilenen veya yenisi elde edilen her mal için ayrıca sene geçmiş olması gerekir.
11. İki nisap arası hayvanlara evkas denir. Dört mezhebin ittifakıyla ev-kasa zekata düşmez. Bu malların zekatı affedilmiştir. Çünkü zekat, iki nisap arası hayvanlara değil, sadece şer'an takdir edilen nisaba tealluk eder.
12. Anber, inci-mercan ve balık gibi, kimsenin özel mülkü olmayıp denizin sahile attığı mallara zekat düşmez. Bu mallar, ilk bulan kimsenindir ve beşte biri de alınmaz. Çünkü bunlarda da asıl olan mubah olmalarıdır.
13. Şafiiler şöyle demişlerdir: "Cahiliye gömülerine define denir ve bunlarda beşte bir zekat vardır." Hanefiler de bu görüştedir. Gömüler cahiliyye gömüleri olmaz ise mesela üzerlerinde İslam alameti bulunup da îslami iseler veya cahiliyyeye mi yoksa İslama mı ait oldukları bilinmiyorsa, o zaman sahiplerinin veya biliniyorsa varislerinin hakkıdırlar. Eğer sahipleri bilinmiyor ise buluntu kabul edilip bulan kimse tarafından teşhir edilmeleri gerekir.
14. Mezhep İmamlarının bir kısmına göre otlayarak beslenen hayvanlar karıştırıldığı zaman, nisap miktarından az bile olsa ortakların mallarına ayrı ayrı bakmaksızın hayvanların tümüne birden zekat vermek gerekir. Hanefile-rin dışında kalan ulemanın çoğunluğunun görüşü budur. Bazıları şirket mallarını da buna kıyas etmiştir. Bu nedenle bu görüşte olan imamlara göre şirket malının zekatı, ortaklarının nisaba malik olup olmadıklarına bakmaksızın şirketin sermayesi üzerinden verilir. Fıkıhçıların bir kısmına göre ise zekatı verirken her ortağın malı ayrı ayrı hesaplanır. Üzerine zekat varsa verir, yoksa vermez. Bu tür görüş ayrılıkları, zekatı fertlere bölüştürmek için kanun çıkaran devlet idarecisi için geniş seçenekler üreten ayrı ayrı görüşler mesabesindedir. Dr. Yusuf el-Kardavi 'Zekat Fıkhı' adlı eserinde şöyle der: "Ortaklığın, zekatın hükmüne tesirini kabul eden mezhepler arasında en genişi Şafiî mezhebidir. Çünkü Şafiî mezhebi, ortaklığın hayvanların zekatına tesir ettiğini söylemekle kalmamış, aynı zamanda ekin, meyva, gümüş ve altında da ortaklığın zekatı etkilediğini savunmuştur. Şafiî'nin bu görüşünü hisse sahiplerinin kurmuş oldukları şirketlerde zekat konusunda esas alınıp şirketin zekata ihtiyaç duyulması halinde tek elden verilebilir. Çünkü bu durumda işlemler daha çabuk yürüyecek ve işlemlerin yürütülmesi sırasındaki zahmet ve harcamalar da en aza inecektir."
Devlet, şirketlerden zekatı alırken, hisse sahibi sadece şirketteki mal varlığının değil, şirket haricindeki mal varlığının zekatını da verir.[82]
Şafiîler bu konuda şöyle demişlerdir: "Fıtır sadakasi dahil, farz olan ütün sadakaları aşağıdaki ayeti kerimeyle amel etmek amacıyla sekiz sınıf insana vermek gerekir: "Sadakalar (zekatlar), Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekat toplayan) memurlara, gönülleri İslam'a ısındırılacak olanlara (esirlikten ve kölelikten kurtulmak isteyen esir ve) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere (harçlıksız kalmış) yolcuya aittir." Ulemanın çoğunluğuna göre ise bunlardan bir sınıfa vermek de caizdir. Şimdi kendisine zekat düşen sınıfları teker teker ele alalım:
1-2. Zekat, fakirlere ve miskinlere verilir. Şafiî ve Hanbeli mezhebine göre fakir, kendisine yetecek kadar malı ve kazancı olmayan kimsedir. Bu mezheplere göre fakir, miskinden yani düşkünden daha zor durumdadır. Miskin ise ihtiyacının yarısını veya daha çoğunu kazanabilen ancak kendisine yetecek kadar kazanamayan kimsedir. Hanefi ve Maliki mezheplerine göre ise miskin, yoksuldan daha zor durumda olan kimsedir. Çünkü bu kimsenin evi yoktur. Nerede olursa orda kalır.
3. Zekat, işlerinde çalışan memurlara verilir.Bunlar, zekatı toplamak için görevlendirilmiş olan kişilerdir. Bu kişilerin adil olarak ve zekat fıkhını bilmeleri şarttır.
4. Zekat, gönülleri İslam'a ısındırılmak istenenlere verilir.Gönülleri İslam'a ısındırılmak istenen kimseler, Müslüman ve kafir olmak üzere iki çeşittir. Kafirlik halleri devam eden kimselere, kalpleri ısındırılmak amacıyla zekat verme konusunda fıkıhçılar çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Hanbeli, Maliki ve bazı Hanefilere göre İslam'a teşvik amacıyla bu kişilere zekat verilir. Şafiî ve bazı Hanefilere göre ise ne ısındırmak, ne de başka bir amaçla kafire zekat verilmez. Kalpleri İslam'a ısındırılmak istenen şuursuz ve amelsiz Müslümanlara ise, zekat zaten verilir.
5. Zekat, kölelere verilir.Ulemanın çoğunluğuna göre bu kişiler, borçlandıkları miktarı ödeme imkanlarına sahip olmayan ve belli bir mal karşılığında azat edilmek üzere borçlandırılmış olan (mükatep) kölelerdir. Bu kişilerin kazanma gücü olsa bile kendilerine zekat verilebilir.
6. Zekat, borçlulara verilir.Bunlar, borçlanmış olan kimselerdir. İster şahsı adına, isterse başkası adına borçlansın bu farketmez. Şafii ve Hanbelilere göre zekat olabilir. Hanefilere göre ise borçlu, şahsı adına borçlanan ve borcunun haricinde nisap miktarı malı olmayan kimselerdir:
7. Zekat, Allah yolunda çalışanlara verilir.Bu kişiler, çoğunlukla ücret olmayan ve Allah yolunda cihad eden savaşçılardır. Zengin bile olsalar ideallerini yüksek tutmak ve moral vermek amacıyla bu kişilere ulemanın çoğunluğuna göre zekat verilir. Çünkü burada toplumun maslahatı söz konusudur.
8. Zekat, yolda kalmışlara verilir. Bu kimseler, gayri meşru bir amacı olmaksızın ibadet amacıyla yola çıkıp maddi yardım olmadan amacına ulaşamayan kimsedir. [83]
Fukahanın ortak görüşüyle, camilere, köprülere, çeşmelere, barajlara, yol inşaatlarına cenazeyi kefenlemek için borcu ödemek için, misafirlerin harçlıklarını çoğaltmak için, kale inşası için, savaş gemisi ve silah gibi cihad aletleri hazırlamak için mahiyetinde mülkiyet hakkı bulunmayan ve ayette zikredilmeyen diğer hayır işlerine zekat malını harcamak caiz değildir. Şafiî ve Hanbelilere göre, bu sekiz sınıftan her birinin ihtiyacını karşılayacak veya yetecek kadar zekat vermek, çalışabilmesi için mal veya araç vermek, kabiliyeti varsa ticaret yapması için sermaye vermek caizdir. Hatta güzel bir ticaretin sermayesini temin etmek için daha fazla mali yardıma ihtiyaç duyulursa bu yardım zekat malıyla yapılabilir. İmam Ebu Hanife bir kişiye nisap miktarı zekat vermeyi mekruh görmüştür. Bu miktar, ikiyüz dirhem ve daha yukansıdır. Ancak zekat vereceği kimsenin bakmakla yükümlü oldukları kimseler varsa, bu durum müstesnadır. İmam Malik bir ve daha fazla nisap miktarı mal vermeyi caiz görmüştür. Tabii mesele bir içhihat meselesidir. Aslında amaç, fakiri zengin edip zengine muhtaç etmemektir. Fakat Maliklere göre bir fakire, bir yıllık ihtiyacından fazlası verilmez.[84]
3556-Taberani, Hz. Aişe (r.a)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Çöl sakinlerinin zekatı, su başlarında ve avlularında alınır."[85]
3557- İbni Huzeyme, Amr bin Şuayb (as)'ın babası ve dedesi tarikiyle şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mekke'nin Fethi yılında Hz. Peygamber (as)'i şöyle buyururken dinledim: "Ey insanlar! Cahiliyye devri (himaye) antlaşmalarının, İslam ancak daha çetinini getirmiştir. İslam'da böyle bir antlaşma yoktur. Müslümanlar kendilerinin dışındakilere karşı tek yumrukturlar. Yakında olanları onlar korur. Uzakta olanlar da destek verir. Seriyyeleri, savaşa gidemeyen fakirlerine ganimetlerden pay ayırır. Kafire karşılık mümin öldürülmez. Kafirin diyeti, müminin diyetinin yarısıdır. (Zekat malı için) ayağa getirmek ve uzağa gitmek yoktur. Zekatları ancak evlerinde alınır." Şu hadis-i şerif de yukarıdaki ile aynı isnadla rivayet edilmiştir: "Dedim ki:" Ey Allah'ın Resulü, sizden duyduklarımı yazabilir miyim?" "Evet," buyurunca, dedim ki "Gazab ve rıza halinde mi (buyurdunuz)?" O, yine; "evet, çünkü bana bu konuda hakkı söylemekten başkası yakışmaz," buyurdu. Yukarıdaki hadiste; "Savaşa giden askerler savaşıp ganimet alınca, bu ganimetlerde fakirlerin de haklan vardır. Savaşa gidememiş olsalar dahi..." buyurulmak istenmektedir.[86]
3558-İmam Malik, Muhammed bin Yahya (r.h.)'nın şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "(Bana) Eşca kabilesinden iki kişi anlattı: "Ensar'dan Muhammed bin Seleme, kendilerine (Eşça kabilesine) zekat memuru olarak gelir ve mal sahibine: "Malının zekatını getir," derdi. Mal sahibinin getirdiği zekat hakkını ödemeye yeterli her koyunu kabul ederdi."[87]
3559- İbni Huzeyme, Ubey bin Ka'b (r.a)'ın şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) beni Beli, Uzre ve Kuza'a kabilelerine bağlı Sa'd bin He-dimoğullarının tümüne zekat memuru olarak gönderdi. Ben de zekatlarını tahsil ettim." [88]
3560- Ebu Davud, Suveyd bin Gafele (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Suveyd (r.a)'.ben gittim," dedi. Ya da şöye söyledi: "Bana, Hz, Peygamber (as)'in zekat memurlarıyla giden bir kişi haber verdi. Resulullah (as)'ın zekat mektubunda şu vardı: "Süt emen (veya sütlü) hayvanı alma. Ayrı olan (mallan) bir araya toplama, birleşik olanları da ayrılma." Davar su başına geldiği zaman, zekat memuru da geldi ve (sahlperine) "mallarınızın zekatlarını Ödeyin" dedi. (Suveyd veya zekat memurlarıyla giden kişi söze devam ederek) dedi ki: "Onlardan biri Kevma olan bir dişi deveyi vermek istedi: Hilâl bin Hab-bab (Meysere'ye) dedi ki: "Ey Ebu Salih ! "Kevma nedir," dedim. O da: "Hörgücü büyük olan (deve) dir," dedi." (Hilal yine söze devam ederek, şöyle dedi: "Zekat memuru onu kabul etmedi." Mal sahibi: "Develerimin iyisini almanı arzuluyorum," dedi. Zekat memuru onu da kabul etmedi." (Hilâl) şöyle devam etti: "Mal sahibi (değerce) ondan düşük olan bir diğer deveyi onun için yular-ladı. (Ve ileri sürdü) onu da kabul etmedi. (Değerce) ondan daha küçük olan bir diğerini yularladı da onu kabul etti ve şöyle dedi: "Ben bunu alıyorum ama yine de Resulullah (a.s); "Gittin de adamın en İyi devesini aldm," deyip bana kızmasından korkuyorum." Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde Süveyd bin Gafel'e şöyle anlatıyor: "Bize Hz. Peygamber (a.s) zekat tahsildarı geldi. Ben de elinden tuttum ve Hz. Peygamber (a.s)'in mektubunda şöyle dediğini okudum: "Zekat korkusuyla ayrı olan hayvanlar birleştirilmez, birleşik olanlar da ayrılmaz." [89]Nesai'nin bu hadisi özetle rivayeti de şu şekildedir: "Bize Hz. Peygamber (a.s)'in zekat tahsildarı geldi. Ben de gidip yanında oturdum. O, şöyle diyordu: "Mektubunda süt hayvanını almamız, ayrı olan hayvanları bir araya toplamamız, birleşik olanları da ayırmamamız bize emrediliyor." Bu sırada bir adam kevma (aşırı derecede iri) bir dişi deve getirerek; "Bunu al, "dedi. O da almadı." [90] [91]
3561-Ebu Davud, Müslim bin Sifen'e -ya da İbni Şube- Yeşkûri (r.h)-'nin şöyle anlattığını rivayet etmiştir:
"Nâfi bin Alkame, babamı kavminin reisliğine tayin etti de onların zekatlarını toplamasını emretti. Bunun üzerine babam beni onlardan bir guruba gönderdi. Ben de Sar bin Deysem denen bir ihtiyara geldim ve: "Babam beni sana zekatını almam için gönderdi," dedim O, da: "Yeğenim, (hangisini) nasıl alıyorsun?" dedi. Ben:
"Koyunların memelerini araştırıp yokladıktan sonra iyisini seçe i alır dedim. O da: "Yeğenim, sana anlatayım. Ben Resulullah (a.s) zamanında lerden bu vadide koyunlarımın başında idim." Müslim sözüne şöyle devam etti ve dedi ki: "Deve üzerinde iki adam geldi ve bana: "Koyunlarının zekatını ödemen için, biz Resulullah (a.s)oın s< (gönderilmiş) elçileriyiz," dediler. Bunun üzerine ben:"(Peki) ne vermem gerekir?" dedim: "Bir koyun," dediler. Bunun üzerine iyi süt ve yağ dolu bulduğum koyuna yönelr1' â ve hemen onu (tutup) onlara getirdim. Onlara: "Bu, kazusu olan bir koyundur, Halbuki Resulullah (a.s) kuzusu < koyunu almamızı bize yasakladı," dediler.[92] "Peki nasıl bir şey alırsınız?" dedim: "Takriben bir yaşındaki dişi oğlak veya bir yaşını bitirip iki yaşma basmış davar." Ben de mutaf bir dişi oğlağa yönelip: "Mutaf; doğurma çağı geldiği halde doğurmayan hayuandır." (Onu tutarak) kendilerine getirdim. Onlar: "Ver," dediler ve onu (alıp) yanlarına devenin üzerine koydular sonra da gittiler." Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde de, bu hadis aynen zikredilmiştir. Ancak bu rivayette Ebu Davud şöyle demiştir: "Şafiî: Hamile olan hayvandır." [93]Nesai'nin rivayeti de "sütlü ve etli" cümlesine kadar. Ebu Davud'un rivayetinin aynısıdır. Bundan sonraki kısmı ise şu şekildedir:
"Bu, kuzusu bulunan bir hayvandır. Oysa Resulallah (a.s) kuzulu hayvanı almamızı bize yasaklamıştır. Bunun üzerine ben mutat [94] bir dişi oğlak vermek istedim ve (tutup) onlara çıkarttım. Onlar: "Onu bize ver," deyip develerine koydular. Sonra da gittiler." [95]
3562-İmam Malik, Hz. Aişe (r.a)'nin şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Hz. Ömer (r.a)'e bir davar zekat getirildi de içlerinde memeleri oldukça süt dolu bir koyun gördü ve: "Bu koyun neyin nesi?" diye sordu. Onlar: "Zekat (olarak alman koyunlar) dan bir koyundur," dediler. (Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) şöyle dedi: "Bunu, sahipleri isteyerek vermez. İnsanları fitneye sürüklemeyin. Müslümanların mallarının seçkinlerini almayın. Yemek için ayrılmış olan (damızlık hayvan)dan vaz geçin."[96]
3563-Ahmed bin Hanbel, Ümmü Seleme (r.a)'nin şöye anlattığnı rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) odamda idi. Bu sırada bir adam geldi ve "Ey Allah'ın Resulü ! Şu kadar ye şu kadar (maO'm zekatı ne kadardır?"diye sordu. Resulullah (a.s): "Şu kadar ve şu kadardır," buyurdu. Adam: "Öyleyse falan adam hakkıma tecavüz etti.!ı Ahmed bin Hanbel şöyle devam etti: "Bunun üzerine araştırdılar ve (o kişinin adamın hakkına bİT sa teeıvüz ettiğini tesbit ettiler. Bunu üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Birisi gelip bu tecavüzden daha çok hakkınıza tecavüz ederse,naranırsmız? Hadisi Ahmed bin Hanbel bu şekilde rivayet etmiştir. Taberani ise; "bu tecavüzden daha çok," cümlesinden sonra şu cümleleri ilave etmiştir. "Bu hadis, kavmi dehşete düşürdü ve söze daldılar. Sonuçta içlerinden bir adam: "Nasıl olacak ey Allah'ın Resulü ! Senden uzak olan bir adam develeri (sığır ve koyun gibi) hayvanları ve ekiniyle başbaşa iken malının zekatını ödeyip hakkına tecavüz edilince, senden uzak olan bu adam ne yapacak?" Bunu üzerine ResuluUah (a.s) şöyle buyurdu: "Kim gönül hoşluğuyla Allah rızası ve ahiret alemi için malının zekatını verir, malından hiçbir şey kaçırmaz, namazını kılar, sonra zekatını da verir ve hakkına tecavüz edilirse, (dolayısıyla) silahını alır savaşır ve öldürülürse, o kimse şehittir."[97]
3564-Taberani, Cerir (r.a) vasıtasıyla Hz. Peygamber (a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Zekatta hakka tecavüz eden, hiç vermeyen (kimse) gibidir."[98]
3565-Ahmed bin Hanbel, Salim bin Ebu Ulmeyye (Ebu-Nadır), den şu şekilde rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor: "Basra camisinde elinde bir kağıtla birlikte Temin oğullarından yanıma oturdu." (Ebu Nadr söze devam ederek) dedi ki: "Bu (olay}, Haccac zamanmda idi ve bana: "Ey Allah'ın kulu ! Şu sultanın yanında hiç işimize yaramayaı tubu görüyorsun (değil mi?)" Ebu Nadr şöyle devam etti: "Bu mektup nedir?" dedim. Yaşlı (adam): "Bu, zekatlarımızda hakkımıza tecavüz edilmemesi için Resfjlullah (a.s)'ın bizim için yazdığı mektuplar," dedi." (Ebu Nadr devamla şöyle ) dedi:"Hayır vallahi. İşinize yarayacağınızı zannetmiyorum. Bu mektup nasıl oldu (da sizin için yazıldı?)" dedim. Yaşlı (adam): "Babamla beraber (henüz) genç bir çocukken, Medine'ye devemizi satmaya götürmüştük. Babam Teym Kabilesin'den Talha bin Ubeydullahla yakın bir dost idi. Bu münasebetle kendisine: "Şu devemi satmak için benimle gel/' dedi." "Bunun üzerine Talha bin Ubeydullah; "Şüphesiz Resurullah (a.s) yerlinin çöl sakininin malını satmasını yasaklamıştır. Fakat ben (yine de) seninle çıkacağım ve oturacağım. Sen deveni pazarlarsın. Seninle pazarlık edenlerden vefakâr ve doğru bir adam gördüğümde, ona satmanı emrederim." [99] Ebu Nadr şöyle devam etti: "Neticede çarşıya çıktık ve pazar yerimizde durduk. Talha da yanımıza oturdu (derken) adamlar bize fiyat sormaya başladı. Bir adam bize istediğimizi verince, babam ona (Talha'ya) : "Onunla alış veriş yapmıyayım mı?" diye sordu. O da; "Ona sat. Zira onun size vefa göstereceğine gönlüm razı oluyor. Dolayısıyla onunla alışveriş yapın/' dedi. Biz de onunla alış veriş yaptık. Yapmamız gerekeni yapıp ihtiyacımızı görünce, babam Talha'ya: "Resuhıllah (a.s)'tan zekatlarımızda haksızlığa uğramamamız için bize bir mektup al," dedi." Ebu. Nadr söze şöyle devam etti: "Bunun üzerine Ebu Talha: "Sizin ve her Müslüman için tesbit edilmiş fiyat budur," dedi. Babam bu konuda yanımda Resulullah (a.s)'ın bir mektubunun olmasını arzuluyor." Ebu Nadr şu şekilde devam etti. "Bunun üzerine de çıktı ve bizi Resulullah (a.s)'a götürerek şöyle dedi. "Ey Allah'ın Resulü, bu adam çöl sakinlerindendir ve bizim arkadaşımızdır. Zekatında haksızlığa uğramaması için bir mektubunun olmasını arzu ediyor." Bunun üzerine Resulullah (a .s) şöyle buyurdu: "Onun içinde, her Müslüman için de (tesbit edilmiş miktar) budur." Ebu Talha: "Ey Allah'ın Resulü, şüphesiz o, bu konuda yanında bir mektubunuzun olmasını arzu ediyor," dedi."
Ebu Nadr şöyle devam etti:"Bunun üzerine Resulullah (a.s) bizim için bu mektubu yazdı.[100]
3566-İbni Huzeyme, Müsdevrid bin Şeddad (r.a)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (a.s)'i şöyle buyururken dinledim. "Kim bize çalışacaksa, hanım elde etsin. Hizmetçisi yoksa, hizmetçi elde etsin. Kimin meskeni (oturacağı yeri) yoksa, mesken elde etsin." İbni Huzeyme şöyle der:"Hz. Peygamber (a.s)'in şöyle buyurduğu haberini aldım. "Kim bunun dışında bir şey elde ederse, o, haindir ya da hırsızdır."' [101]
Zekat memuru, sadece bu sayılanların dışında izinsiz bir şey elde| efttiği zaman hain ya da hırsız olur.
3567-İbni Huzeyme, Abdullah Bureyde (r.a)'den, babası tarikiyle Hz. Peygamber (a.s)'in şöyle buyurduğuna rivayet etmiştir: "Kimi bir işin başına verdiysek, onun rızkını da vermişizdir. Bundan dolayı bundan sonra aldığı her şey hırsızlıktır. "[102]
3568-Buhari ve Müslim, Ebu Humeyd es-Saidi (r.a)'nin şöyle anlattığını rivayet etmişlerdir: "Hz. Peygamber (a.s) Ezb kabilesinden -İbni, Kuteybiyye denen bir adamı zekat işinin başına görevlendirdi. Dönünce; "Bunlar sizin, şunlar da bana hediye edildi," dedi." Ebu Humeyd söze şöyle devam etti: "Bunun üzerine Resulullah (a.s) kalkıp minbere çıktı Ve Allah'a hamdü sena ettikten sonra şöye buyurdu: "İmdi, şüphesiz ben sizden belirli bir adamı Allah'ın beni yetkili kıldığı işin başına görevlendiriyorum. O da geliyor ve: "Bu sizin, şu da bana verilen hediyedir," diyor. (İddiasında) doğruysa, annesinin ya da babasının evinde oturup hediyesi ayağına gelseydi ya ! Allah'a yemin ederim ki, sizden kim haksız yere bir şey alırsa, mutlaka onu boynunda taşır olduğu halde kıyamet günü Allah'la karşılaşacaktır. Bu nedenle ben sizden Allah'a kavuşacak ve (sırtında) böğürecek deveyi, möleyecek ineği ve meleyecek koyunu taşıyabilecek hiç kimse tanımıyorum" Sonra koltuk altlarındaki beyazlık görülünceye kadar ellerini kaldırdı ve şöyle dua etti: "Tebliğ ettim mi Allah'ım?" (Bunu üç kere tekrar etti.)" Diğer bir rivayette de adam şöyle demişti: "Zeyd bin Sabit'e sorun. Çünkü o, benimle beraber hazır bulunuyordu'
Yine bu rivayette; "O da gelince (Resulullah (a.s) onu da hesaba çekti. E a vilerin içlerinden bir kısmı:
"İbnul Uteybiye, Selimoğulları kabilesi zekatlarının başında idi," d mistir. [103] [104]
3569-Müslim, Adi bin Amir'e el-Kindi (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s)'ı şöyle buyururken dinledim: "Sizden kimi bir işin başında gorevlendirirsek de bir iğne ve daha değerli bir şeyi bizden saklarsa, hırsız olur ve kıyamet günü sakladığı şeyle birlikte gelir." (Adi söze devam ederek): "Bunun üzerine Ensar'dan sanki şu an kendisine baktığım adam kalkıp şöyle dedi:"Ey Allah'ın Resulü ! İşine beni kabul et." "Sana ne oldu?" "Şöyle şöyle söylediğini duydum." "Ben onu şu an (için) söylüyorum. (Söylemek istediğim) sizden kimi bir işin başında görevlendirmiş isek, azını da çoğunu da getirsin[105]
3570-Ebu Davud, Ensardan Ebu Mes'ud (r.a)'un şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "ResuluUah (a.s) beni zekat toplamak için gönderdi. Sonra şöyle dedi: "Git, Ebu Mesut, sakın ha kıyamet günü zekat develerinden çaldığın deveyi sırtında böğürerek yüklemiş gelirken sana rastlamayayım." Ebu Mesud şöyle devam etti. "Bunun üzerine: "O zaman gitmiyorum," dedim. O da: "O zaman seni zorlamıyorum," buyurdu."[106]
3571-Ebu Davud, İmran bin Huseyn (r.a)'in azatlısı İbrahim bin Ata'nın babası tarikiyle şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Ziyad veya emirlerden birisi, İmran bin Huseyn'i zekat toplamaya gönderdi. O da zekatı zenginlerden alıp fakirlere verdi. Dönünce İmran'a: "Topladığın mal nerede?" diye sordu. O da: "Beni, mal (getirmek) için mi gönderdin? Biz onu Resulullah (a.s) zamanında aldığımız yerlerden aldık ve yine Resulullah (a.s) zamanında bıraktığımız yerlere bıraktık," dedi."[107] [108]
3572-İbni Huzeyme, Avn bin Ebu Cuhayfe (r.a)'den babası tarikiyle şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (a.s)'in zekat tahsildarı bize geldi ve zekatı zenginlerimizden alıp fakirlerimize dağıttı. Ben de yetim bir çocuktum. Bu sebeple bana da genç bir dişi deve verdi."[109]
3573- Müslim, Cerir bin Abdullah el-Becli (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:"Zekat tahsildarı size geldiği zaman sizden razı olarak aynisin." diğer bir rivayete göre Cerir bin Abdullah şöyle demiştir: [110] "Bedevilerden bir gurup insan Resulullah (a.s)'a gelerek:"Zekat memurlarından bir takım insanlar bize geliyorlar ve zulmediyorlar; dediler."(Cerir bin Abdullah söze devam ederek) dedi ki: "Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Zekat tahsildarlarınızı razı edin." Cerir dedi ki: "Resulullah (a.s)'tan bunu duyduğumdan beri her zekat memuru benden razı olarak ayrıldı." Tirmizi [111]ve Nesai'nin[112] rivayetleri ise şu şekildedir: "Zekat memuru size geldiği zama mutlaka sizden razı olarak ayrılsın." Ebu Davud [113] ve Nesai'nin [114] diğer bir rivayetleri de; "zekat tahsildarlarınızı razı edin," cümlesine kadar ikinci rivayet gibidir. Ondan sonrası ise şu şekildedir: "Dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü ! Bize zulm etseler de mi?" O (yine): "Zekat tahsildarınızı razı edin," buyurdu." Bir rivayette de; "Zulme uğraşanız ile," ibaresi yer aldıktan sonra Cerir'in sözü aktarılmıştır.[115]
Zekat memuru bir kişiye zulmettiği zaman, o kişinin hakkını araması da haksızlığa tahammül etmesi de caizdir. Ancak mendub ve asıl olan, zekat memurunun gönlünü almak olduğu için mümkün mertebe bu esası gözetmesi daha uygun olur.
3574-Ebu Davud, Rafi bin Hadic (r.a)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s)'ı şöyle buyururken dinledin: "Hakkıyla zekat işiyle çalışan kimse, evine dönünceya kadar Allah yolunda savaşan kimse gibidir."[116]
3575-Buhari ve Müslim, Abdullah bin Ebu Evfa (r.a)'nm şöyle anlattığını rivayet etmişlerdir. "Babam ağaç (altındaki biat) ashabındandı. Hz. Peygamber (a.s)'e bir kavim zekatlarını getirdiğinde şöyle dua ederdi: "Allah'ım, falancanın ailesine rahmet (le nazar) et." Babam da kendisine zekatını getirdi de şöyle dua etti: "Allah'ım, Ebu Evfa ailesine rahmet (le nazar) et."[117]
3576-İmam Malik, Hz. Ömer (r.a)'in azatlısı Estem (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Hz. Ömer (r.a) zekat (mallarına tahsis edilmiş bir koruluk) üzerine Hu-neyy diye çağırılan kendi kölesini memur olarak tayin etti de ona: "Ey Huneyy ! Müslümanlara zulmeden ellerini çek ve ve mazlumun bedduasından sakın Çünkü o, (Allah tarafından) kabul edilmiştir. Sen az sayılı deve bölüğü sahibini ve az sayılı koyun sürüsü sahibini (koruluğa) girdir. İbni Affan ve İbni Avf'ın develerini girdirmeye dikkat et. Çünkü bu ikisi (zengindirler). Eğer sürüleri helak olursa, hurmalara ve ekinlere dönerler. Halbuki az sayılı deve bölüğü sahibi ve az sayılı koyun sürüsü sahibinin sürüleri helak olursa bunlar oğullarıyla gelirler de: "Ey müminlerin emiri ! Ey müminlerin emiri ! (Bizlerin durumu ne olacak?)" derler. Böylelerini ben hiç (dizüstü) bırakırnuyım babasız kalası? Su ve ot, bana altın ve gümüşten daha kolaydır. Allah'a yemin olsun ki, onlar elbette benim kendilerine zulmettiğimi zannedecekler. Şüphesiz bu araziler onların beldeleridir. Onlar cahiliyyet devrinde bu araziler üzerine savaşmışlar ve yine bu araziler üzerine İslam'ı seçmişlerdir. Nefsim elimde olan Allah'a yemin ederim ki, ben Allah yolunda cihad için binek bula-' mayanları yükleyeceğim (binek hayvanları türünden) mal olmasaydı, onların beldelerinden bir karış yeri onlara karşı koruluk yapmazdım."[118]
3577-Buhari, Sad bin Cusarne (r.a)'den merfu olarak rivayet etmiştir: "Allah ve Resulünden başka kimsenin koruluğu yoktur." (Daha sonra Sad bin Cusame şöyle demiştir): "Hz. Peygamber (a.s)'in Neki'i, Hz. Ömer (r.a)'in de Şeref ve Rebeze'yi koruluk yaptığı (haberi) bize ulaşmıştır."[119]
Devlet başkanı, zekat hayvanları için bir araziyi koruluk ayırıp özel develeri sokmak için kimseye izin vermeyebilir. Devlet başkanının ayırdığı bu koruluk, şeriatın: "İnsanlar; ateş, ot ve suda ortaklıklar," prensibinin istisnasıdir.
3578-İmam Malik, İbni Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir: "O, Allah yolunda bir şey (mal) verdiği zaman sahibine: "Vadilkura'ya ulaştığın vakit, onunla faydalanabilirsin," derdi.[120]
3579- Müslim, Abdulnıuttalib bin Rebia bin el-Haris (r.a)'in şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Rebia bin Haris ve Abbas bin Abdulmuttalip bir oraya, gelerek: "Vallahi şu iki çocuğu-Ben ve Abbas'm oğlu Fadl için konuşuyordu -Resulullah (a.s)'a göndersek, onunla görüşseler de onları şu zekatların başına memur tayin etse. Böylece onlar da insanların (beytulmale) ödediklerini Ödeseler. Yine insanların kazandıklarını kazansalar (nasıl olurdu?)" (Abulmuttalib sözüne devamla) dedi ki: "Onlar bu minval üzereyken Hz. Ali bin Ebu Talib (r.a) gelip yanlarında durdu. Onlar da kendisine bu fikri açtılar. Hz. Ali (r.a) de: "Yapmayın, Allah'a yemin ederim ki, O, bu işi yapmayacaktır," dedi. Bunun üzerine Rebia bin Haris ona çıkıştı ve: "Allah'a yemin ederim ki, sen bu işi bize karşı (sırf) şahsi bir çekemez-liginden dolayı yapıyorsun. Ama Allah'a yemin olsun ki, sen Resulullah (a.s)'la hısım olma şerefine nail oldun ve biz bunu sana çok görmedik." (Abdulmuttalip sözüne) şöyle deyam etti:
"Resulullah (a.s) öğle namazını kılınca, O'ndan Önce odaya gittik ve yanı- başında dikildik. Sonra geldi ve kulaklarımızı okşadı. Sonra şöyle dedi: "İçinizde sakladığınız şeyi çıkartın, (bakalım)." Sonra (odaya) girdi. Biz de O'nunla birlikte girdik. O zaman O, Zeynep bintü Cahş'm yanındaydı." (Abdulmuttalip) şöyle anlattı: "Sözü birbirimize bıraktık. Sonra birimiz sözü aldı ve şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü! Sen, insanların en iyisi ve en olgunusun. Şüphesiz biz buluğ çağma erdik. Dolayısıyla şu zekatların bir kısmının başmda bizi görevlendtresin diye geldik. Böylece biz de insanların Ödediği gibiî sâna ödeyelim. Onların kazandıkları gibi de kazanalım."
Abdulmuttalip dedi ki: "Bunun üzerine Resulullah (a.s) uzun bir müddet sustu: Hatta bikindisini konuşturmak istedik." (Abdulmuttalip söze devam ederek) dedi ki: "Zeynep de perde arkasından, "konuşturmayın," diye bize işaret etmeye başladı. Sonra:Şüphesiz bu sadaka Muhammed'in âline yakışmaz. O zekatlar ancak insanların kirleridir. Bana Mahmiye'yi [121] ve Nevfel bin Haris bin Âbcküf muttalib'i çağırın," buyurdu."Abdulmuttalip şöyle devam etti: "Onlar da geldiler. Resulullah (a.s) Mahmiye'ye-Fald bin Abbas için: "Bu.çocuğu kızına nikahla," buyurdu. O da onu nikahladı. Nevfel bin Haris'e de: "Bu çocuğu kızma nikahla," buyurdu. O, da beni nikahladı. Mahmiye^yi: "Onlara humustan şu kadar ve şu kadar mehir tayin et," buyurdu." Zuhri dedi ki: "(Abdulmuttalip) bana rakam belirtmedi.Diğer bir rivayet de buna yakındır. Ancak bu rivayette şu değişiklikler vardır:"Hz. Ali (r.a) bunun üzerine abasını yere attı. Sonra da üzerine uzandı ve şöyle dedi: "Ben Hasan'm babasıyım ve bu konuda sizin bilmediğiniz bilgiye sahibim. Vallahi oğullarınız Resulullah (a.s)'a arz edecekleri meselenin sonucuna gitmeden yirimi terk etmeyeceğim." Abdulmuttalip bu rivayetin devamında şöyle demiştir: "Sonra Resulullah (a.s) bize şöyle buyurdu: "Şüphesiz bu sadakalar, ancak insanların kirleridir ve onlar Mu-hammed'e ve O'nun âline de helal değildir."Sonra Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:Bana Mahmiye bin Cez'i çağırın."Bu kişi, Esadoğulları kabilesinden bir adamdır, Resulullah (a.s) onu bey-tülmalden ayrılan beşte birlerin başına tayin etmişti." [122]
Hanefilerin son uleması, İslam'ın devlet hazinesindeki düzeni bozulup beşte birden ehli beyte ayrılmış olan hak, yerini bulmamaya başladıktan sonra ehli beytin zekat malı almalarına cevaz vermiştir.
3580-Buhari ve Muslin, Hz. Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle anlattığını rivayet etmişlerdir: "Hasan bin Ali, zekat hurmasından bir tanesini alıp hemen ağzına attı. Resulullah (a.s) ona şöyle müdahale etti: "Hişt, hişt! At onu, bilmiyor musun biz zekat yemiyoruz?" Diğer bir rivayette ise Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur: "Bize zekat helal değildir."[123] Bir başka rivayette de Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:"Ben evime dönüyor, yatağımın üzerine düşmüş bir hurma buluyorum da onu yemek için kaldırıyorum. Sonra da zekat olduğundan korktuğum için onu atıyorum." [124] [125]
3581-Buhari ve Müslim, Hz. Aişe (r.a)'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Berire'ye bir et tasadduk edildi de Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "O, ona (Berire'ye) sadaka, bize hediyedir." Müslim'in diğer bir rivayeti de şu şekildedir: "Hz. Peygamber (a.s)'e inek eti yedirildi ve kendisine: "Bu, Berire'ye tasadduk edilen şeydir," denildi. Bunun üzerine O, şöyl buyurdu: "Bu, onun için sadaka, bizim için ise hediyedir." [126] Buhari ve Müslim'in diğer bir rivayetleri de şöyledir: "Hz. Aişe (r.a) anlatıyor: "Resulullah (a.s) ateşle bir çömlek kaynıyor iken (eve) girdi ve yemek istedi. Bunun üzerine kendisine evin katığından ekmek ve katık ikram edildi de:
"Ateşte bir çömleğin kaynağını görmüş olmalıyım/' dedi. Evdekiler: "Evet, ey Allah'ın Resulü ! Fakat o, Barire'ye tasadduk edilen bir ettir. Bize ondan hediye etti ama sen sadaka yemezsin," dediler. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "O, ona sadaka; bize ise hediyedir."[127]Bu hadisi Muvatta, başlangıcına şu ilavelerle birlikte almıştır: "Berire'de üç (Şer'i) hüküm vardı (onun sayesinde üç şer'i hüküm öğrenilmiştir). Bu üç hükümden ilki, o azat edildi ve kocasını seçme konusunda serbest bırakıldı. Resulullah (a.s) şöye buyurdu: "Vela (hakkı), azat edene aittir." (Azatlı öldükten sonra ona mirasçı olma hakkı). Resulullah (a.s) ateşte bir çömlek kaynarken içeri girdi ve..." Hadisirl btin-dan sonraki kısmı, yukarıdaki rivayetin aynısıdır. [128] Buhari ve Müslim de hadisin öncesine Muvatta'nın rivayetinde olduğu gibi ilavede bulunmuşlardır. [129] [130]
3582- Müslim, Hz. Peygamber (a.s)'in hanımı Hz. Cuveyriye (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) onun yanma girdi ve: "Yemek var mı?" diye sordu. Hz. Cuveyriye: "Hayır, vallahi sadece zekat koyunundan azatlıma verilen bir (parça) kemik var/' diye cevap verdi. Bunun üzerine Resululah (a.s) şöyle buyurdu: "Onu yaklaştır. Zira yerine ulaşmıştır."[131]
3583-Müslim, Yezit bin Hayyan (r.a)'dan rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor: "Ben, Huseyn bin Semra ve Amr bin Müslim, Zeyd bin Erkam'a gidip yanında oturduk da Husayn kendisine şöyle dedi: "Ey Zeyd Sen Resulullah (a.s)'ı gördün. O'nun arkasında namaz kıldın. (O'nun sahbetini dinledin ve O'nunla birlikte gazvelere katıldın. Şüphesiz sen çok hayır kazandın. Ey Zeyd ! Bize Resululîah (a.s)'tan duyduğun bir hadis, O'nunla yaşadığın bir olay anlat." Zeyd (Şöyle cevap verdi) : "Olur yeğenim. (Fakat) şüphesiz benim İslam'la tanışıklığım eskidi. Yaşım ilerledi. Resulullah (a.s)'tan bellemiş olduğum şeylerin bir kısmını unuttum. Bu sebeple size anlatacaklarımı kabul edin. Anlatamadıklarımdan da beni sorumlu tutmayın." Zeyd, sözüne şöyle devam etti: "Bir gün Resululullah (a.s) (Mekke ile Medine arasında bulunan ve) "Humm" diye adlandırılan bir suyun bulunduğu yerde kalkıp hutbe okudu. Allah'a hamd-ü sanadan sonra va'zu nasihatta bulundu ve sonra şöyle buyurdu: "İmdi ey insanlar, şüphesiz ben ancak bir insanım ve umarım ki, Rabbi-min elçisi (ruhunu kabzetmek için) bana gelir de ona icabet ederim. Ben size iki önemli şey bırakıyorum. Onların birincisi, içinde hidayet ve nur bulunan Allah'ın kitabıdır. Kim ona sıkıca tutunur ve onun gösterdiğini alırsa, hidayet üzere olur. Kim onu terk eder ve yanlış kabul ederse, sapıklık üzere olur. (Diğeri de) Ehli beytimdir. Ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum." Bunu üç defa tekrar etti. Husayn dedi ki: "Peki ehli beyti kimdir, ey Zeyd? Hanımları ehl-i beytinden değil mi?" Zeyd şöyle cevap verdi: "Evet, hanımları ehli beytindendir de fakat (burada bahsettiği) ehli beyti, kendilerine zekat haram olan ehli beytidir." Husayn bu kez şöyle sordu: "Onlar kimdir?"[132]
"Hz. Ali (r.a)'nin sülalesi, Hz. Akil'in sülalesi, Hz. Cafer'in sülalesi ve Hz. Abbas (r.a)'ın sülalesidir." Husayn dedi ki:"Bunların hepsine zekat haramdır (öyle mi?)" Zeyd (Şöyle cevap verdi):"Evet (öyle)." [133]
İbni Huzeyme der ki: "Huzeyfe, Cabir bin Abdullahive Abdullah bin Yezid el-Hutami, Hz. Peygamber (a.s)'in:
"Meşru olan her şey sadakadır," buyurduğunu rivayet etmişlerdir. Buna göre Hz. Muhammed Mustafa (a.s): "Biz Muhamrned ailesi olarak bize sadaka helal değildir," sözüyle, farz ve nafile olan sadakayı birden kastetmiş olsa, Resulullah (a.s)'ın sülalesinden birine meşru bir ziyafet vermek helal olmazdı. Çünkü Hz. Peygamber (a.s)'in deyimiyle meşru olan her şey sadakadır. Şayet mesele bazı cahillerin anladığı gibi olsaydı kimsenin Hz. Peygamber (a.s)'in kabına bir bardak su boşaltması'helal olmazdı. Çünkü Hz. Peygamber (a.s) kişinin su isteyene su vermesinin de sadaka olduğunu bildirmiştir. Yine Hz. Peygamber (a.s)'in ailesinden olan kimselerin ailelerine yaptıkları harcamalar da helal olmazdı. Çünkü Hz. Peygamber (a.s), kişinin ailesine yaptığı harcamanın da sadaka olduğunu haber vermiştir."
3584-Buhari ve Müslim, Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) yola düşmüş olan bir hurmanın yanından geçti de: "Zekattan olduğundan endişe etmesem, onu yerdim," buyurdu." Ebu Davud'un rivayeti de şu şekildedir:"Resulullah (a.s) yere tek başına düşmüş olan hurmanın yanından geçer de sırf zekattan olur diye onu almazdı." [134] Hattabi, 'Mealimu's-Sunen' adlı eserinde şunları söyler: "Vera yani şüpheli şeylerden kaçınma noktasında prensip budur." İnsan mutlak kendisinin olduğunu bilmediği şeylerde bu prensibe göre hareket edip onlardan kaçınır ve onları terkeder. Hadis, hurma ve benzeri yiyeceklerin yola veya benzeri yerlere atılmış olarak bulduğu zaman onların alınıp yenilebileceğine ve bu tür şeylerin teşhir edilmesi gereken buluntu hükmünde olmadığına delalet etmektedir.[135]
3585- Buhari ve Müslim, Hz. Ebu Hureyre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) kendisine bir yiyecek ikram edildiğinde mahiyetini sorardı. "Hediyedir," denilirse yer, "sadakadır," denilirse ondan yemez ve ashabına; "yiyin," buyururdu."[136]
3586-Tirmizi, Behz bin Hakim (rh)'den, o da babası tarikiyle, dedesi Muaviye bin Hayda (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) kendisine bir şey ikram edildiğinde: "Sadaka mıdır yoksa hediye midir?" diye sorardı. "Sadakadır," derseler yemez, "hediyedir," derseler yerdi." Nesai'nin rivayeti de şöyledir: "Sadakadır," denilirse yemez, "hediyedir," denilirse elini uzatırdı." [137] ^[138]
3587- Ebu Davud, Resulullah (a.s)'m azatlısı Ebu Rafi (r.a)'nin şöyle anlattığmı rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (a.s), Mahzunoğullarından bir adamı zekat toplamaya gönderdi."Ebu Rafi dedi ki: "O adam bana: "Bana arkadaş ol ki, benimle birlikte ondan pay alasın," dedi. Dedim ki: "Resulullah (a.s)'a gidip sormam lazım (yoksa seninle gelmem). Ve Peygamber (a,s)'e gidip sordu. O da şöyle buyurdu: "Kavmin azatlı kölesi, onların aile fertlerinden sayılır. Bize sadaka helal değildir." Nesai'nin rivayeti de şu şekildedir: "Resulullah (a.s) Mahzumoğullarmdan bir adamı zekat toplamada görevlendirdi. Ebu Rafi de onunla gitmek istedi. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:"Sadaka bize helal değildir. Kavmin azatlı kölesi de onlardan sayılır." [139]
"Kavmin azatlı kölesi onlardan sayılır." Ben şu demektir: Mezheplerden ve mezhepler arası meşhur olan görüşe göre Haşim ve Abdülmuttalip oğulları, azatlıların zekat almak haram değildir. Bu konuda Şafiî mezhebinin iki ayrı görüşü vardır: Birincisi, zekat alması haram değildir. Çünkü Beni Haşim ve Beni Abdülmuttalip'in zekat almalarının haramiyet sebebi nesp olayıdır. Halbu ki bu olay, yani onlarda beşte bir olayı, azatlılar için söz konusu değildir. İkincisi zekat mallarını almaları haramdır, Çünkü Resulullah (a.s); "Kavmin azatlısı da onlardandır," buyurmuştur. Bu hadis ile "zekat mallarını almaları haram değildir" fetvası, şu şekilde ortaya çıkmıştır: Resulullah (a.s) azatlısına bu sözü sırf onu kendisine yaklaştırmak ve insanların kirleri olan zekat mallarından kaçınmak suretiyle kendilerinin izini takip ederek ve onların adaletlerine uyarak ve onlara benzeyerek yaşamayı teşvik etmek için söylemiş olmalıdır. Üstelik Resuluîlah (a.s), azatlısı Ebu Rafi'e yeteri kadar harçlık veriyor ve: "İhtiyacını tarafımdan karşılıyorsan, insanların kirlerim alma," buyuruyordu.[140]
3588-Ebu Davud, Abdullah bin Amr bin As (r.a)'tan rivayet etmiştir. "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Zengine ve sakatlığı olmayan güçlüye zekat helal değildir." Diğer bir rivayette ise; "Sakatlığı olmayan güçlüye zekat helal değildir," Duyurulmuştur.[141]
3589-Nesai, Ebu Hureyre (r.a)'mn şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Sadaka zengine ve sıhhati yerinde olan güçlüye helal değildir."[142]
3590-Ebu Davud, Ubeydullah bin Adiyy bin el-Hiyar (r.a)'m şöyle an-lattığrnı rivayet etmiştir: "İki adam, bana bildirdiklerine göre Veda Haccı'nda zekat taksim ederken Hz. Peygambber (a.s)'e o zekattan kendileri için de vermesini istemişler.(O,, iki adam şöyle anlatıyor) "Bunun üzerine Resulullah (a.s) gözlerini kaldırıp bize baktı ve indirdi. Bizi güçlü kuvvetli gördü ve: "Dilerseniz size de veririm. (Ancak) zengin ile kazanabilen güçlünün bunda payı yoktur," buyurdu."[143]
3591-ibni Huzeyme, Kabisa bin Muharik (r.a)'in şöyle anlattığın rivayet etmiştir:"Kefalet altına girdim de onu Ödemek için Hz. Peygamber (a.s)'deri mal istemeğe geldim. Buyurdu ki:"Kefaletini ödemeyeceğiz ve onu zekatlık develerden elde edeceğiz." i Sonra şöyle buyurdu: "Kabisa, dilenmek ancak şu üç kişiye haram değildir:
"Kefalet altına giren kişinin o meblağı ödeyinceye kadar dilenmesi helaldir. Sonra bundan vazgeçer.Malını helak eden bir felakete maruz kalan kişinin geçimini temin edinceye kadar dilenmesi helaldir. Sona bundan vaz geçer.
Kavminden aklı başında üç kişi hakkında (gerçekten falan adama yokluk ve felaket isabet etti) diye konuştukları veya şehadette bulundukları kişinin geçimini temin edinceye kadar dilenmesi helaldir. Sonra bundan vaz geçer. Bunların dışında dilenmek haramdır."[144]
3592-İbni Huzeyme, Ebu Said el-Hudri (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Zekat ancak şu beş kişiye helaldir: Zekat memuru, zekat malını kendi malı (parası) ile satın alan kişi, borçlanan, Allah yolunda cihad eden ve fakirin kendisine verilen zekattan hediye ettiği zaman."
3593- İmam Malik, Ata bin Yesar (r.h)'dan Resulullah (a.s)'m §öyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Şu beş kişinin dışında hiç bir zengine zekat (almak) helal değildir: Allah yolunda cihad eden, zekat memuru, borçlanan, zekat malını kendi malı (parası) ile satın alan kişi ve fakir komşunun kendisine verilen zekatı hediye ettiği (zengin) kişi."[145]
3494 - Ebu Davud, Ebu Said el~Hudri (r.a)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Zengine zekat helal değildir. Ancak Allah yolunda (cihad eden), yolcu, vaya kendisine zekat verilip de onu sana (zengin olduğun halde) hediye eden veya seni ona davet eden fakir komşun (un sana ikram ettiği helal olur)."[146]
3595-Buhari ve Müslim, -adı Müseybe olan- Ümmü Attıye (r.a)'nin şöyle anlattığını rivayet etmişlerdir: "Nuseybe'ye bir koyun gönderilmişti. O da Hz. Aişe (r.a)'ye ondan (bir miktar et) gönderdi. Resulullah (a.s) o sırada (Hz. Aişe (r.a)'ye:) "Yiyecek bir şeyiniz var mı?" diye sormuş. (Hz. Aişe (r.a) de): "Hayır. Ancak Nuseybe'nin şu koyundan gönderdiği bir miktar et vî r," demiş. Bunun üzerine Resulullah (a.s): "Getir onu. O koyun yerini bulmuştur," demiş." Diğer bir rivayet ise şu şekildedir: "Hz. Peygamer (a.s), Hz. Aişe (r.a)'nm yanma girmiş ve: "Yiyecek bir şeyvar mı?" diye sormuş. Hz. Aişe (r.a) de: "Hayır, sadece Nuseybe'ye gönderilen zekat koyunundan bize gönderdiği bir miktar et var," demiş. Hz. Peygamber (a.s) de: "Şüphesiz o yerini bulmuştur/ buyurmuştur." [147] Yine bir başka rivayete göre Ümmü Atıyye şöyle anlatıyor: "Resulullah (a.s) bana zekattan bir koyun gönderdi. Ben de ondanı bir miktarını Hz. Aişe (r.a)'ye gönderdim. Hz. Peygamber (a.s), Hz. Aişe (r.a)'ye: "Yiyecek bir şeyimiz var mı?" diye sormuş. Hz. Aişe (r.a)'de: "Hayır..."[148]
3599-Müslim, Muhammed bin Şihab ez-Zuhri (rh)'nin şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) Mekke'nin Fethi gazvesini gerçekleştirdi. Sonra yanındaki Müslümanlarla birlikte (Mekke'den) çıkıp Huneyn'de (düşmanla) çarpıştılar. Sonuçta Allah, dinine ve Müslümanlara zafer nasip etti. Resulullah (a.s) o gün Safvan bin Umeyye'ye yüz deve, sonra bir yüz daha, sonra bir yüz daha verdi." Zuhri şöyle devam etti. "Said bin Museyyeb'in bana anlattığına göre kendisine şöyle demiştir: "Allah'a yemin ederim ki, Resulullah (a.s) bu gün bana verebildiğince (deve) verdi. O, benim gözümde insanların en kötüsüydü. Ancak gözümde insanların en sevimlisi oluverinceye kadar bana vermeye devam etti."[149]
3600-îbni Huzeyme, Ebu Said el Hudri (r.a)'nin şöyle anlattığım rivayet etmiştir: "Hz. Ali (r.a),Yemen'den Hz. Peygamber (a.s)'e işlenmemiş altınla birlikte gönderildi. O da bu altınları dört kişiye bölüştürdü. Ekra bin Hadis el-Hanzali, Uyeyne bin Hısn el-Muradi, Aklama bin Ulase el-Caferi, ya da Amir bin et-Tufeyl-Bu iki isim arasında ravinin şüphesi vardır-ve Zeyd et Tai En-sar ve diğerlerinden olmak üzere ashabından bir gurup, bu taksimattan hüzünlendi. Onların bu üzüntüsü kendisine ulaştı. Bunun üzerine buyurdu ki: "Bana güvenmiyor musunuz? Halbuki ben semadakinin emanetçİ-siyim! Akşam-sabah bana semadakinin haberi geliyor! Bana güvenmiyor musunuz? Halbuki ben Allah'ın emanetçisiyim. Sa-fc akşam- bana Allah'ın haberi (vahyi) geliyor. (O'nun emri olmadan bir şey yapmıyorum)."
3601-Buhari, Abdullah bin Abbas (r.a) hakkında onun şöyle söylemiş olduğtmdan bahsedildiğini rivayet etmişti. "Kişi, malının zekatından köle azat edebilir ve zekatını hacda iken rebilir." Hafız İbni Hacer, Fethul Bari'de [150] şöyle der: "Ebu Ubeyd; 'Kitabul-Emval'da bu sözü Hasan bin Ebul Eşref tarikiyle Mücahid'den İbni Abbas'a şöyle ulaştırmıştır. "İbni Abbas, kişinin zekatını hacdayken vermesinde ve zekatıyla köle azat etmesinde bir beis görmezdi." [151]
3602-İbni Huzeyme, Ebu Huzai (r.a)'nin şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) hac için bizi zekat develerinden zayıf develer üzerine bindirdi de: "Ey Allah'ın Resulü; biz, bu develere bindirmeni doğru bulmuyoruz/' dedik. Bunun üzerine O, şöyle buyurdu: "Sırtında Şeytan olmayan hiç bir deve yoktur. Onun için onlara bindiğiniz zaman (önce) Allah'ın ismini, size emretiği gibi üzerlerinde zikredin. Sonra da onları hizmetinizde kullanın. Zira sizi bu develere ancak Allah bindiriyor."[152]
3603-İbni Huzeyme, Ümmü Makil (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) hac için hazırlandı ve insanlara da onunla birlikte hazırlık yapmalarını emretti." (Ümmü Malik söze devam ederek) dedi ki: "Resulullah (a.s) (yola) çıktı. İnsanlar da O'nunla birlikte (yola) çıktılar. Dönünce kendisine gittim de: "Bu seferimizde bizimle beraber çıkmanı engelleyen neydi ey Ümmü Malik?" diye sordu. Ben: "Ey Allah'ın Resulü, vallahi hazırlığımı yaptım. (Tam çıkacak iken), bu yara belasi bizi yakaladı. Ebu Makil helak oldu. Bana da bu yaradan sıçradı, Mahfeli bir devemiz vardı. Onunla çıkmak istiyorduk. Onu da Ebu Makil Allah yoluna vasiyet etti. Resulullah (a.s): "Onunla çıksaydın ya. Zira hac da Allah yolundadır."[153]
3604-Ebu Davud, ensarın azatlılarından Buşeyr bin Yesar (r.a)'dan şu şekilde rivayet etmiştir: "Onun anlattığına göre: "Ensardan Sehl bin Ebi Hasme demlen bir adam, kendisine (şöyle) haber vermiştir: "Kavminden bir gurup Hayber'e gitti ve orada birbirlerinden ayrıldılar. (Daha sonra) içlerinden birini öldürülmüş olarak buldular."
Hadis uzun olarak devam ediyor ve neticede şöyle bağlanıyor: "Hz. Peygamber (a.s) Hayber'de öldürülen Ensari'nin diyeti olara! kavmine zekat develerinden yüz tane vermiştir." [154]
3605- İbni Huzeyme, Süleyman bin Yesar (r.a) vasıtasıyla ensardan Seleme bin Sahr (r.a)'ın şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Hanımlarla cinsi ilişkide bulunma konusunda, başkalarının sahip olmadığı bir şehvet gücüne sahiptim. Bu nedenle Ramazan (ayı) girdiğinde gecenin bir bölümünde hanımına yaklaşırım da bu işi peşpeşe tekrar ederim. Böylece sabah namazı vakti bana yetişene kadar kendimi uzak tutamam korkusuyla hanımıma (bu ay içinde); "Sen bana annemin sırtı gibisin," dedim, Fakat bir gece bana hizmet ederken vücudunun bir kısmı açıldı. Ben de kendimi zaptedemeyip cinsi ilişkide bulundum. Sabah olunca erkenden kavmime koştum ve başımdan geçenleri haber verip dedim ki: "Benimle birlikte Resulullah (a.s)'a gelin. O'na mutlaka haber vermeliyim." Onlar: "Hayır. Vallahi seninle gelmeyiz. Hakkımızda bir ayet inmesinden ya da Resululullah (a.s)'ı hakkımızda üzerimizde ayıplık bırakacak bir söz sarf etmesinden korkarız. Dolayısıyla sen git ve aklın ne kesiyorsa onu yap," de--diler. Ben de Resulullah (a.s)'a gelip başımdan geçenleri anlattım. O: "Bu işi sen mi yaptın?" diye sordu. Ben: "Evet, ben yaptını ve işte ben buradayım. Hakkımda Allah'ın hükmüyle hükmet. Çünkü ben sabırlı ve (hakkımda verilecek karan) bekleyen bir kişiyim," dedim. Resulullah (a.s): "Bir köle azat et," buyurdu. Bunun üzerine ben ellerimle kölemin yüzünü okşadım ve: "Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, bundan başka bir şeye sahip olduğum halde sabahlamadım," dedim. 'İki ay peşpeşe oruç tut," buyurdu," (Seleme sözüne) şöyle devam etti: "Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, zaten başıma ne geldiyse oruç yüzünden geldi." "Altmış fakiri doyur," buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın Resulü, seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, bu gecemizi aç olarak geçirdik. Akşama yiyeceğimiz de yok." Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "O zaman ZureykoğuHarından zekat sahibine git ve ona söyle de zekî sana versin. Ondan vesakını al, altmış fakire yedir. Geride kalamyla da itil: fertlerine yardımcı ol." Bunun üzerine kavmime geldim ve: "Sizin yanınızda (sadece) zorluk buldum," dedim." Ebu Bekir dedi ki: "ed-Duverki'den bundan sonrasını anlayamadım." Diğerleri ise şöyle devam etmişlerdir: "Sizin yanınızda (sadece) zorluk buldum," dedim." Ebu Bekir dedi ki: "Sizin yanınızda zorluk ve kötü düşünceyi, Resulullah (a.s)'m yanımla da genişliği ve bereketi buldum. Bana zekatınızı almamı emretti. Zekatn ızı bana verin." Seleme sözü şöyle bağladı: "Onlar da zekatlarını bana verdiler."[155]
1. Kur'an'da bir tek ayet-i kerime, hayret verici yönleri Ölçülemeye ;ek şekilde zekatın kimlere verileceğini belirlemiştir. Bu da Kur'an-ı Kerim'hv mı cİzelerinden bir tanesidir. Allah Teala şöyle buyuruyor: "Zekatlar; Allah'tan bir farz olarak, ancak fakirlere, düşkünlere, zekat işinde çalışanlara, gönülleri İslam'a ısındırılmak istenenlere, kölelere, borçlulara, Allah yolunda (savaşanlara) ve yolda kalmışa verilir. Allah her şeyi bilen ve yaptığını yerinde yapandır."[156] Zekatın verileceği yerler hakkında bir çok kitaplar yazılmıştır. Bu konuda fıkıhçılar bir çok noktada ittifak etmişler, bazı ayrıntılarda ise farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Onların bu farklı görüşleri de hayatm değişen olayları ve çeşitli şekilleri karşısında daha geniş çözümler bulunmasını sağlamıştır.
2. Bunun gibi Sünnet-i Nebeviyye'de, Asrı Saadet'te Müslümanların karşılaştıkları günlük prolemlere ışık tutmakla kalmamış aynı zamanda ileride karşılaşılabilecek muhtemel problemlere de aynı ışığı yansıtmıştır. Çünkü bir konuda işlenmiş olan bir çok hadisi, bahis ve başlıkların gerektirdiği daha nice konularda da işlemek mümkündür. İşte sadaka ve zekat bahsinde gördük. Dilenmenin iyi bir şey olmadığını anladık. Kanaat ve iffetle ilgili konuları ve bu babdaki bir çok hadisi, zekatın verileceği yerler bahsinde işlememiz de mümkündür. Aynı şekilde zekatın verileceği yerlerle ilgili bir çok hadisi de sadakaya teşvik bahsinde işleyebiliriz. Bütün konular böyledir. Hz. Peygamber (a.s)'in hadislerini olay üzerinde değerlendirebilmek, olayın içinde yaşayan ulemanın en büyük gayreti olmalıdır. İşte bu sebeple biz diyoruz ki: Peygamberlik siyasetini bilmek, onu fert, aile ve toplum üzerinde bizzat tatbik etmek, Peygamberlik mirasının bir parçasıdır.
3. Sufyan-i Sevri, İbnu'l Mübarek ve İshak'a göre, bir kişi elli dirhem gümüşe, ya da bu değerde altma sahip ise ona zekat almak helal değildir. İmam Ebu Hanife'ye göre, bir kimsenin zengin sayılabilmesi ve zekat almasının helal olmaması için, şu iki durumdan birinin tahakkut etmesi gerekir: Ya herhangi bir maldan nisap miktarına sahip olacak ya da zekat düşmeyen mallardan asli ihtiyaçlarını çıktıktan sonra ikiyüz dirhem değerinden fazla bir mala sahip olacak. Ulemanın çoğunluğuna göre ise zenginlik, kendisine yetecek kadar mala sahip olmaktır. Bir başkasına muhtaç değilse, zekat alması haramdır. Kendisine yetecek kadar malı yok da bir başkasına muhtaç ise, nisap miktarı veya daha fazla bir mala sahip olsa bile zekat olabilir. Bu konuda banknotlarla diğer malların birbirlerinden farkı yoktur. Çağımızın önde gelen fakihlerinden Prof. Dr. Yusuf el-Kardavi, bu konuda ulemanın görüşünü benimsemiş ve bu görüşü şu şekilde özetlemiştir: "Bundan iki sonuç ortaya çıkıyor: "Birincisi, geçimini temin edecek kadar mala sahip olan kimse,-Bu mal ister zekat düşen maldan olsun, isterse düşmeyen maldan olsun, kendi çalışmasıyla olsun, bir gayrimenkulun kirası olsun ya da herhangi bir şekilde olsun-zekat alamaz. Tabi buradaki geçim olayına kendisi, ailesi ve geçindirmekle yükümlü olduğu herkes dahildir. Çünkü, bunların her birerlerinin ihtiyacını temin etmek zorundadır. Dolayısıyla bir kişi için düşünülen her ihtiyaç, bu fertlerden her birileri için de düşünülmelidir. İşçi ve memurlar da aldıkları maaşlarıyla zengin kabul edildikleri için bu guruba dahildirler. Bu kesimlerin zengin olmaları için illa servet biriktirmiş olmaları gerekmez. Zira nisap miktarı malı olmayan herkes, fakir kabul edilecek olursa, işçi ve memurlar da zekat alabilecekler ki, bu kabul edilemez. İkincisi, nisap miktarı ya da daha çok mala sahip, ancak bu mal kei ve bakmakla yükümlü olduğu kimselere yeterli değilse, bu kişi zekat lir. Çünkü zengin sayılmaz.Örneğin bir kişinin ticaret malından bin dinar ya da daha çok parası var, fakat piyasa işlek olmadığı veya aile efradı kalabalık olduğa için ya da herhangi bir sebeple elde ettiği kâr ihtiyaçlarını karşılamıyorsa, bu kişi zekat alabilir. Yine bir kişinin nisap miktarı hayvanı ya da beş vasakm üstünde mahsulü var. Ancak bunlar bütün ihtiyaçlarım karşılamıyorsa, bu kişi de zekat alabilir. Zekat kendisine farz olacak kadar mala sahip oluşu buna mani değildir. Çünkü zekat vermeyi gerektiren zenginlik bir takım şartlar dahilinde nisap miktarı mala sahip olmaktır. Zekat almaya mani olan zenginlik ise, yeteri kadar gelir getiren zenginliktir. Bu ikisi aynı şeyler değildir." [157]
4. Zenginler, zekatlarını genelde Ramazan ayında verirler. Bu sebeple bir sonraki Ramazan'a kadar zekat vermezler. Bundan dolayı ihtiyacı var zannıyla bir kimseye yıl içerisinde zekat teklif edilirse onu alabilir. Ancak bu durumda, en iyisi ihtiyacı yoksa aile efradına bu paradan harcamamasıdır. Şayet ihtiyacı yoksa yıl içerisinde bu parayı fakirlere tasadduk eder.
5. Bir kimsenin belli bir müddet yetecek kadar parası var, ancak bir müddet sonra muhtaç olma durumu söz konusu ise bu arada parayı alacağı tarafla arasında belli bir vade de varsa ya da ihtiyacı kadar parayı tahsil etmesinin zaman alma ihtimali söz konusu ise, bu kimse beklediği muhtaçlık zamanı gelmeden zekat alabilir.
6. Ulema Hz. Peygamber (a.s)'den sonra gönülleri ısındırılmak istenenlerin zekat haklarının devam edip etmediği hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hanefi ve Maliklere göre, İslam'ın yayılması ve diğer dinlere galip gelmesiyle, söz konusu kişilerin zekat haklan düşmüş olur. Ulemanın çoğunluğuna göre ise, haklan bakidir. İhtiyaç anında kendilerine zekat verilebilir. Bizim tercih ettiğimiz görüş de budur.
7. Hanbelilere ve Hanefilerin bir kısmına göre hac ibadeti yolda kalmak hükmündedir. Buna göre hac yapmak isteyen bir kimseye de zekat verilebilir.
8. Yolcuya, memleketinde zengin de olsa yolculuğu sırasında muhtaç olması durumunda ihtiyacını karşılayacak kadar zekat verilebilir.
9. Fukaha devlet idarecisinin zekat memurlarına ve onlara yardım için verilen işçilere yetecek kadar ya da daha fazla -ortalama gidiş- dönüş masraflarını da hesaba katacak- bir meblağ ödemesi gerektiği konusunda ittifak etmişlerdir. Fakat Hanefiler bu meblağın tahsil edilen zekatların yansından fazlasını oluşturmaması gerektiği kaydını getirmişlerdir.
Günümüzde zekat mallarını tahsil etmekle ilgili konular, çağımız ihtiyaçlarına uygun bir şekilde içtihatla yeniden düzenlenmeye muhtaçtır.
10. Bir kimse zekat ister, devlet idarecisi de onun zekat almaya hakkı olmadığını bilirse, bu kimseye zekat vermek caiz değildir. Ancak devlet idarecisi zekat alabileceği görüşünde ise ulemanın ortak görüşüyle bir kimseye zekat verilebilir.
11. Hadis kaynaklarında ve ulemanın fetvasında da görüldüğü gibi zekat alabilecek kişiler sınıfına girmeyen bir kimsenin zekat olması haramdır.
12. İmam Ebu Hanife ve Hanbeli mezhebinde tercihe değer görüşe göre kadın, zekatını kocasına vermez. Çünkü kocasının ihtiyaçlarını gidermesiyle zekat kadına dönmüş olur. îmameyn (Ebu Yusuf ve Muhammed) Şafiî ve Maliki Mezhebinin sahih olan kavline göre ise kadın, zekatını kocasına verebilir.
13. Şafiî mezhebinde meşhur olan görüşe göre zekat bir şehirden başka bir şehire nakledilmez ve zekatı malın bulunduğu şehirde yaşayan zekat ehline dağıtmak gerekir. Ancak zekatın farz olduğu şehirde zekata ehil olan kimselerin hiç biri veya bir kısmı bulunmaz ya da bu kişilere verildikten sonra geride yine zekat malı kalırsa, o zaman bu şehre yakın olan şehirlerin en yakınına nakledilir. Hanefi mezhebine göre zekatı bir şehirden diğerine nakletmek tenzihen mekruhtur. Ancak onu akrabalarından muhtaç olanların ihtiyaçlarını temin etmek, daha muhtaç, daha salih, daha takva ve Müslümanlar için daha faydalı oldukları için nakletmek, darul-harp'ten darul-îslam'a taşımak veya ilim talebelerine vermek için nakletmek mekruh değil aksine menduptur.
14. Hanefi ve Hanbelilere göre borcu silmek kesinlikle zekat yerine geçmez. Çünkü zekatı fakire bizzat vermek gerekir. Ancak zekatı verdikten sonra alacağını tahsil etmek mümkündür.
Yapılması gereken şudur: Borçlusuna önce zekatını verir, teslim aldıktan sonra kendisine; "Alacağımı ver," der.
15. Zekat vermesi gereken bir kimse bu parayla yiyecek alıp fakirleri sabah- akşam doyurursa, zekatını ödemiş olmaz. Çünkü temlik (mülkiyet kazandırma) şartı tahakkuk etmemiştir.
16. Bir kimse zekat niyetiyle ölmüş bir fakirin borcunu öderse, zekatını ödemiş olmaz. Çünkü fakir tarfından teslim olmak suretiyle temlik olayı meydana gelmiştir. Fakat diri bir fakiri, onun onayıyla borcundan kurtarırsa, fakir tarafından temlik söz konusu olduğu için zekat yerine geçer.
17. Fıkıhçilar, iki taraftan birinin zekata niyet etmesi şartıyla zekatı ödemek için vekil tayin etmesinin caiz olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Vekil de müvekkilinin onayını almadan bir başkasını vekil tayin edebilir. Vekil, zekata niyet eder de müvekkile etmezse, zekat ödenmiş olmaz. Çünkü fark müvekkile tealluk etmiştir. Yani onun borcu haline gelmiştir.
18. Bir kimse malım zekat niyetiyle devlet idarecisine teslim eder, imam da zekat olduğunu bilmeden onu fakire teslim ederse, bu caizdir.
19. Zekatı ayette zikredilen sekiz sınıf insanlardan ancak Müslüman olana vermek sahihtir. Usul, furu anne- baba ve dede gibi varlığına sebep olanlara, evlat ve torun gibi varlıklarına sebep olduğu kimselere ve buluğa ermemiş çocuklara zekat vermek sahih değildir. Bu durumda olan bir kimsenin sadece velisine ya da bakılması için vasiyet edilen bir büyüğe zekat verebilir.
20. Haşimoğullarına zekat vermek caiz değildir. Çünkü zekat, insanların kirleri durumunda olduğu için ehli beyte zekat haramdır. Onlara yetecek kadar beytulmal'den yani devlet hazinesinden beşte bir fon aynin".
Ancak Ebu Hanife, Maliki ve bir kısım Şafiilerden nakledilen görüşe göre Haşimiler, beytülmaldeki hisselerinden mahrum iseler, onları zor duruma düşürmemek ve ihtiyacını temin etmek için kendilerine zekat verilebilir. Ulemanın çoğuna göre Haşimilerin nafile sadaka almaları ise helaldir.
21. Şafiî mezhebine göre bir kimsenin parası var, ancak ekmeğim [temin etmek için almak istediği bir iş aleti için elinde yetecek kadar parası yoksa, ekmeğini kendi eliyle kazanabilmesi için bu kimseye zekat verilebilir. '
22. İş bulmayan kişinin ya da işi olduğu halde ücretle ihtiyaçlarını kar-şılayaman kişinin ihtiyaçlarını giderecek kadar zekat olması caizdir.
23. İhtiyaçlarını karşılamak için açtığı iş yerine sahip olan, ancak bu iş yerinden giderlerini temin edemeyen bir kimse, zekat alabilir ve bu kimsenin rızkını temin etmeye çalıştığı bu iş yerini satması gerekmez.
24. Şafiî mezhebine göre zekat almaya mani olan zenginlik, belirli ek bir geliri olmadan hayatı boyunca kendisine ve bakmakla yükümlü olduğu kimselere yetecek kadar mal bulundurmaktır.
25. Şafiîler hayat ortalamasını ömrün ölçüsü olan altmışiki yaş olarak belirlemişlerdir. Bu arada ulemanın bir kısmı da yanında bir senelik yiyeceği bulunan kimeseyi zengin addedip zekat almasına cevaz vermiştir. Ancak asli İhtiyaçlarına yetecek kadar malı olmayan bir kimse fakirdir ve zekat alabilir.Hanefilere göre ise, bir kimsenin zengin sayılabilmesi için tiyaçlarını temin ettikten sonra nisap miktarı mala sahip olması gerekir. Bu nedenle bir kimse nisap miktarına yahut daha fazla mala sahip olur, ya da bakmakta yükümlü olduğu aile efradı için nisap miktarı mala sahip olursa, bu kimsenin zekat alması caiz değildir. Bu konuda fıkıhçıların farklı icithatlarıyla karşı karşıya kalırız. Bu durumda imama ya da sultana toplumun muslahatına uygun bir şekilde hareket edebilme fırsatı tanınmaktadır.
26. Prof Dr. Yusuf el-Kardavi ve çağımız ulemasının bir kısmı, zekat malının, karzı hasen olarak alınabileceğini söylemişlerdir. Buna göre zekat müessesesinin başında olan kişi, kuruluş ya da hükümet yetkililerinin zekat malmı ödünç olarak kullanmaları caizdir.[158]
27. Bizim tercihimiz odur ki, çalışabilme kaabiliyeti olup da iş bulamayan ve muhtaç olan bir kimse zekat alabilir. Ama iş bulduğu halde çalışmayan bir kimseye yine bizim tercihimize göre zekat verilmez. Buna rağmen kendisine zekat verilmesi, Hanefüere göre veren kimse tarafından caizdir. Alan kimse tarafından ise bir kısım Hanefüere göre haramdır. İmam Nevevi der ki: "Çalışıp kazanma gücü olup da iş bulamayan kimse için zekat helaldir. Çünkü bu kimse acizdir." [159] Prof. Dr. Yusuf el-Kardavi şöyle der: "Ulemanın bir kısmına göre yoksul ve düşkün olan kimselere hayat boyu ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar zekat verilebilir." Malikilerden ve Hanbeli ulemasının çoğunluğundan nakledilen görüş de şudur: "Yoksul, düşkün ve bunların bakmakla yükümlü oldukları kimselere bir senelik ihtiyaçlarını karşılayacak kadar zekat vermek caizdir." Hanefüere göre ise, yoksul ve düşkün olan bir kimseye nisap miktarı kadar mal verilebilir. Bunların bir de aile fertleri varsa, her birine nisap miktarı kadar verilir. İhtiyaçları arttıkça da zekat alabilirler. [160]
28. Borcu olan kimselere borçlarım kapatacak ve ihtiyaçlarını temin edecek kadar zekat verilebilir. Evlenmek isteyen bekara ve oturmak için ev satın almış olan kimseye, bu işlerini çevirmek için borçlanmışlarsa, zekat verilebilir, ilim ehlinden bu konuda farklı görüş belirten yoktur. Hatta ulemadan; "muhtaç olması halinde evlenmek isteyen kimseye daha borçlanmadan bile zekat verilebilir," diyenler de olmuştur. Aynı şekilde ilim tahsili yapan öğrenciye, ihtiyaç duyduğu kitap parası ya da okul masraflarını temin etmek için zekat verebilir. Tahsil edilen ilmin farzı kıfaye, dini, dünyevi ya da tahsili mendup olan bir ilim olması, bu hükmü değiştirmez.
Prof. Dr. Yusuf el-Kardavi şöyle der: "Kendi ihtiyaçları için borçlanan kişiler, Örneğin mutfak harcamaları, elbise, düğün, ilaç, inşaat, oturması için ev eşyası ve çocuk evlendirmek için ya da bir başkasının malını hataen veya unutarak telef edip tazmini için yahut kendi ihtiyacına matuf bana benzer harcamalarından dolayı borçlanan kimselerdir." Taberi, Ebu Cafer vasıtasıyla Ketade (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "İsraf söz konusu olmadan bir borcun altına giren kimsenin borcunu,-imamın beytul-malden ödemesi gerekir." [161] Özellikle afet ve hayatın zorluklarına uğrayan ve varını - yoğunu bu uğurda harcadıktan sonra çocuklarının geçimini temin etmek için borçlanmak zorunda kalan insanlar bu türdendirler. Nitekim Mücahid'in şöyle dediği rivayet edilir: "Üç kişi borçlananlardandır: Malım sel götüren, yangına uğrayıp malını kaybeden ve ailesi olduğu halde geliri olmayan kişi." İşte bu üç kişi borçlandırılır ve ailesine yardım edilir.[162] Hatta bu durumda olan kimselere borçlarını ödedikten sonra ya hayat boyu ihtiyaçlarını giderecek miktarda veya bir senelik ihtiyaçlarını temin edecek kadar ya da ihtiyaçlarım temin edebilecekleri bir iş kurabilecekleri kadar zekat verilebilir. Bu konuda fıkıhçıların kimi çok geniş, kimi de biraz dar olmak üzere çeşitli fetvaları vardır,
29. İbni Ruşd, fukahanın bir kısmının zekat memurlarına kıyasla zengin de olsa toplum yararına çalışan kimselere zekat verilmesine cevaz verdiklerini nakletmiştir. Ancak biz bu konunun daha değişik sebepler bulunmadan ya da zekat almadan bu tür toplum işlerinin kısmen yürümeyeceği söz konusu olmadan bu kadar geniş tutulması taraftarı değiliz. Fakat öyle görünüyor ki, ulemanın bu ruhsatıyla amel etmeyecek olursak, dünyadaki tüm İslami kuruluşlar, yürütülen İslami çalışmalar, fakir bölgelerde yürütülen eğitim-öğretim çalışmaları, ehli küfrün her türlü uğraşısına rağmen, Müslüman kesimi küfrün avma düşmekten kurtarmak için gayret eden kuruluşlar çok zor durumda kalacaklardır. Çünkü bütün bu faaliyetler, bir gayret ve bir çaba ister. Bütün bunlar sistemli ve programlı bir çalışma gerektirir. O yüzden bu işleri yürütmek için kollarını sıvayan insanların zengin de olsalar, zekat almalarına cevaz vermek ister. Bu kişiler bu yoğun çalışmalarından dolayı zor durumda kalacaklar ve yapmaları gereken hizmetleri de aksamış olacaktır. Prof Dr. Yusuf el-Kardavi kıymetli eseri 'Zekat Fıkhı' adlı kitabında, gönülleri ısındırılmak istenenlerin zekat maundaki hisselerinin halen devam ettiğini söyleyerek, bu guruba dahil olanlardan bir kısmını şöyle sıralamıştır: a) Zekat vermekle kendisinin ya da millet ve aşiretinin Müslüman olması umulanlar, b) Şerrinden korkulup para vermekle, kendisinin ve tayfasının şerrinden emin olunması umulan kimseler, c) İslam'la yeni tanışmış olup, İslam'da sebat etmesi umulan kimseler, d) Müslümanların ileri gelenlerinden ve liderlerinden olup da kafirlerden kendi seviyesinde arkadaşları bulunan önderlere... Bu gibilerine kafir olan arkadaşlarını Müslüman yaparlar ümidiyle zekat verilebilir. e) Yine Müslümanların ileri gelenlerinden olup milleti içerisinde sevilen ve sayılan, iman noktasında zayıf olan insanlar. Bu gibilerine sebat etmelerini sağlamak ümidiyle zekat verilebilir. f) Düşman sınırına yakın yerlerde ikamet eden Müslümanlara, düşman saldırıya geçtiği zaman arkalarındaki Müslümanları savunurlar diye güçlenmelerini sağlamak için zekat verilebilir. g) Müslümanlardan bir topluluk olup, zekatı toplamak için kendilerine ihtiyaç duyulan kimseler. Bu gibileri olmadan zekatı toplamak için mutlak savaşmak gerekiyorsa, o zaman bu gibiler devreye sokularak iki zarardan en hafifi ve Müslümanların menfaatlerinden en uygunu tercih edilmiş olur." Dr. Yusuf el-Kardavi'nin 'Günümüzde Gönülleri Isındırılması İstenenlerin Zekatları Nerelere Harcanmalıdır?' başlığı altında verdiği bilgilerden bir kısmı da şu şekildedir: 30. Aslında bu soruyu cevaplandırmak, izaha ihtiyaç duymayacak kadar açıktır. Çünkü burada Allah Teala'mn bu insanlara hisse ayırmaktaki amaç ve hedefini ortaya koymak lazımdır. Bu hedefle gönülleri İslam'a çekmek veya sebatlarını sağlamak, zayıf olanları kuvvetlendirmek, onlara yardımcı kazandırmak ya da davet ve devletine gelmesi muhtemel bir kötülüğün önüne geçmektir. Bu hedefe bazı gayri müslim hükümetlere Müslümanların safında yer almaları için bir takım yardımlarda bulunmak, bazı kurum, kuruluş ve kabilelere İslam'a teşvik veya üyeleriyle yardımlaşmak veya bazı yazar ve spikerleri satın alıp İslam'a saldıranların zıddına, onları kullanarak İslam'ı savunmak suretiyle de varılabilir. Ayrıca her yıl bölük bölük Allah'ın dinine giren bir sürü insan var. Bu insanlar İslam ülkelerinin yetkili hükümetlerinden hiç bir şekilde yardım almıyorlar. İşte bu hisseden yani zekatlardan onlara de verip kökleşmelerini sağlamak ve onları desteklemek gerekir. İslam'ın açıklığı, asaleti, aklı selime ve fıtratla bağdaşması bir çok kıtada onun kendiliğinden yayılmasına sebep olmaktadır. Fakat İslam'ı kucaklayan bu insanlar, kendilerinin ufkunu açacak, bu dinin hidayetiyle daha güzel faydanmalarmı sağlayacak, çevrelerinden ve hükümetlerinden gördükleri baskıların ve karşılaştıkları eziyetlerin yerlerini dolduracak maddi yardımı bulamamaktadırlar. Çeşitli ülkerde bu boşluğu doldurmaya çalışan, İslami bir çok kurumlar vardır. Fakat onlar da gerekli ve yeterli yardımı göremiyorlar." [163] Biz de İslami hükümetlere, cemaatlere ve kuruluşlara, İslam'a giren herkese mükafatlar vereceklerine dair ilanlar vermelerini tavsiye ediyoruz. Bu mükafatlar direkt yardım da olabilir, İslam dinine giren bu kişilerin çocuklarının okul masraflarını üstlenme kabilinden bir yardım da olabilir. Bu, insanları İslam dinini seçmeleri konusunda cesaretlendirecektir. Bu yola baş vurmaya tenezzül etmemiz veya usanmamız doğru olmaz. Çünkü bu yol, peygamberlik siyasetinin bir parçasıdır. Bu konuda birilerinin bizi kınamasından da korkmamalıyız. Çünkü onların kınamalarının bir değeri yoktur. İslam'a giren insanlardan bu yardımı almayanlar da Allah'ın lutfuna mazhar olmuş ve iyiler zümresine girmiş olurlar.
31- Hapse atılmış ya da esir edilmiş bir Müslümanı kurtarmak için mutlaka fidye gerekiyorsa, bu kişiye zekat vermek caiz midir? Hanbeli ve bir kısım Malikilere göre caizdir.
32- Belirli bir maaşla çalışan ya da yevmiye ile çalışan bir kimseye geliri yetmiyorsa, bu kişi zekat alabilir. Alacağı zekat miktarı da ulemanın ihtilafına göredir.
33. Dr. Yusuf el-Kardavi'nin işlediği konulardan bir tanesi de şudur.
"Bir kimse başkalarının maslahatı için ya da bir cemaatın menfaâtjna meşru bir İş yapmak için borçlanırsa, bu kimseye zengin bile olsa zekat v rek ya da herhangi bir suretle yardım eli uzatılır."
Kardavi'nin bu konudaki görüşü şöyledir: "Borçlananların ikincisi, tüm İslam ve arap toplumunun tanıdığı idleri yüksek, iyilik ve marifet sahibi insanlardır. Bu kişiler arabuluculuk yapmak için borçlanmışlardır. Örneğin kan ve mal davasından dolayı birbirlerine düşüp aralarında buğz ve düşmanlık olmuş, bu sebeple birbirine düşmüş iki kabile veya iki köy halkını barıştırmak için bir kişi vasıta oluyor ve kızışmış düşmanlık ateşini söndürmek için aralarındaki pürüz yerine belli bir meblağı zimmetine alıyor'. İşte bu kişi önemli bir hayırda bulunmuştur.
Bu durumda yapılması gereken bir başka hayır da işi zekata dökmektir. Uzlaşan iki tarafın ileri gelenleri, ortaya çıkan bu tabloya bakıp onurları zedelenmesin ve azimleri kırılmasın diye gizli de zekat verilebilir. Zira şeriat bu durumda dilenmeyi bile mubah kılmış ve bu kişilere zekattan pay ayırmıştır. Aslında alimlerimiz bu konuda gayet açık bir şekilde şöyle deselerdi çok güzel olurdu: "Arabuluculuk yaptığı için borçlanan kimseye borcunu kapatmak için zekat verilebilir. Velevki bu arabuluculuk, zimmi iki topluluk arasında yapılmış dahi olsa..."
34. Müslümanların Öğrenimi için medrese, namaz kılınması için mescit, fakirlerin tedavisi için hastahane ve yetimler için yuva gibi meşru sosyal ve faydalı işler yapan hayır ehli de, insanların aralarını bulan kimseler gibidir. Bu şekilde toplumsal menfaatler için yapılan hayır ve hizmet işleri Allah yolunda ve toplumun hayrı için yapılmıştır. Dolayısıyla bu kişiye toplumun malı olan zekattan yardım edilmesi gerekir. Üstelik şeriatta; "borçlular" tabirini arabuluculuk için borçlanmaya mahsus kılacak ve diğerlerine şamil olmayacak hiçbir delil de yoktur. Bu nedenle bu kişiler, belki lafız itibarıyla bu manaya girmeseler de kıyas yoluyla aynı hükmü almaları gerekir. Burada söylenmek istenen şudur: Bu kimse faydalı ve toplumsal hizmetlerden dolayı borçlanmış ise bu kimseye zengin de olsa borcunu kapatacak kadar zekat vermek caizdir. Şafiiler de bu konuya bu şekilde bizzat parmak basmışlardır. Sırf kendi menfaatleri için borçlanmış olan birinci sınıfa yardım eli uzatıldığına göre; toplum menfaatleri için borçlanmış olan bu kişilere daha öncelikle uzatılır. Ve bunlar öncelikle yardımı hak etmişlerdir. Birinci sınıf borçlulara fakir olmaları şartıyla zekât verilir. Bunlara ise zengin olsalar bile yine zekat verilebilir." [164] Bu fetva, hayır yapan kişinin kendi malıyla hayır yapması ve ancak borçlanıp borcunu ödeyememiş olması şartıyla verilmiştir. Aslında bu fetva insanların güvenini kazanmış zenginlere, toplumun hizmeti için meşru bir borcun altına girmeleri ya da bir problemi çözmek için kefil olma konusunda cesaretlendirmektir. Zira bu borcun altından kalkmak için bağış toplayabilme hakkına sahiptirler.
Umarız bu tür hayır işlerini yerine getirecek zenginlerimiz bulunur. Bir çok İslam devleti bu tür ihtiyaçları içinde zekat hakkı bulunan paralarla zekata niyet etmeksizin temin etmektedir. Zekata niyet etmiş olsalar, Allahü Teala nazarında zekat borçlarını da ödemiş olacaklardır.
35. Prof.Dr.Yusuf el-Kardavi'nin kitabında "Allah yolunda" hissesi çerçevesinde zekatın verilebileceği yerler gibi kabul ettiği iki mesele daha vardır ki, bunlardan biri, "İslam topraklarını kafirlerin sömürüsünden kurtarmak, diğeri de "İslam Şeriatını İslam ülkelerinde hakim kılmak"tır.
Yusuf el-Kardavi'nin sözünden anlaşıldığına göre; "Bu amaca hizmet eden İslami kurum, kuruluş ve partilere de zekat verilebilir."[165]
36. Hanefi fukahası,"yolda kalmışlara" kıyasla, memleketinde bile olsa malı olup da, malında tasarruf hakkı bulunmayan kimselerin zekat alabileceklerini savunmuşlardır. Yurtlarında malları olup da sürgün edilmek suretiyle mallarında tararruf yetkisi ellerinden alman ve başka yerlere iltica etmek zorunda kalanlar da Hanefilerin bu değerlendirmesine dahil olurlar.
37. Öksüz ve buluntu durumunda olan çocukların malları yoksa, kendilerine yapılan masraflar da zekattan sayılabilir.
38. Buluğa ermemiş olan çocuk, babasının zenginliğine tabidir. Buluğa erince, babası zengin de olsa fakir sayılır. Buna göre ergenlik çağma erip de kendine has mülkü olmayan kimselere zengin çocukları da olsa zekat verebiliriz.
39.Asıl olan, zekatın Müslüman ve dinini yaşayan kimseye verilmesidir. Fakat fıkıhçılar ameliyle ya da bidatiyla fasıklık derecesine ulaşmış olanlara zekat verilmesini caiz görmüşlerdir. Müslüman olduğunu iddia etse bile bi-datıyla küfür derecesine ulaşmış olanlara zekat verilmesine ise cevap vermemişlerdir. Özellikle çağımızda insan, zekatını vermeden, vereceği kimsenin Müslüman olduğundan emin olması gerekir. Çünkü insanların bir çoğu kafir hiziplere körü körüne bağlanmak ve küfrü gerektiren fikirlere uşak olmak suretiyle İslam dini dairesinin dışına çıkmışlardır.
40.Fıkıhçılaruı çoğunluğuna göre usul, (anne baba gibi varlığına sebep olanlar) furu, (çocukları gibi varlıklarına sebep olduğu kimseler) ve hanımı hariç, yakınlara zekat verilebilir.[166]
3606-buhari ve Müslim, Enes bin Malik (r.a)'in şöyle anlattığını rivayet etmişlerdir: "Abdullah bin-Ebu Talha'yı (yiyecek) bir şeyi çiğneyip damağına sürmesi için Resulullah (a.s)'a getirdim ve O'nu elinde dağlama aleti ile zekat develerini dağlarken gördüm." Diğer bir rivayet ise şöyledir: "Resulullah (a.s)'a geldim. Bahçede sırtında dört köşeli siyah bir aba vardı ve fetihten getirilen develerin sırtını dağlıyordu." [167]Ebu Davud'un .rivayeti ise şu şekildedir: "Kardeşim doğduğunda (yiyecek) bir şeyi çiğneyip damağına sürmesi için Hz. Muhammed (a.s)'e getirdim. Bir de baktım ki, ağılda koyunları dağılıyordu."[168] Bu hadisi Hişam'dan rivayet eden Şube dedi ki:
"Zannediyorum (Hişam): "(Hz. Peygamer (a.s) ) hayvanların kulaklarına (dağlama) yapıyordu dedi." [169]
3607 - Ebu Davud, Hz. Ali bin Ebi Talip (r.a)'den rivayet etmiştir: "Hz. Abbas (r.a) hayırda acele etmek amacıyla senesi dolmadan Resulul-lah (a.s)'a zekatını önceden verip vermeyeceğini sordu. Resulullah (a.s)'da ona izin verdi." Tirmizi'nin başka rivayeti de şöyledir: "Hz. Peygamber (a.s), Hz. Ömer (r.a)'e şöye buyurdu: "Biz, Hz. Abbas (r.a)'ın bu yılkı zekatını bir yıl önceden aldık." [170] Bu konu ile ilgili meseleler daha önceki bölümlerde geçmiş idi.[171]
3608- Ahmed bin Hanbel, Enes bin Malik (r.a)'in şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Temimoğullarmdan bir adam Resulullah (a.s)'a gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Şüphesiz ben varlıklı, çoluk çocuk sahibi ve evli barklı bir insanım. Dolayısıyla bana haber ver, ne yapayım, nasıl harcama yapayım?" dedi. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Malının zekatını ayıracaksın. Çünkü (o zekat) seni temizleyecek bir araçtır. Yakınlarına ulaşacaksın. Düşkünün, komşunun ve dilencinin hakkım bileceksin." "Ey Allah'ın Resulü, cümleleri (ezberliyeceğim şekilde) kısa tut," dedi. Resulullah (a.s): "Akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma," ayetini okudu. Bunun üzerine adam; "Ey Allah'ın Resulü ! Zekatı elçine ödediğim zaman bu konuda Allah'a ve Resulüne olan borcumdan beri olur muyum?" diye sordu. Resulullah (a.s) da; "Evet, onu benim elçime Ödediğin zaman, onun sorumluluğundan be--risin. Mükafatı sana, günahı da onu değiştirenedir," diye cevap verdi."[172]
3609-Taberani, el-Evsat'ta, Cabir (r.a)'in şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Cemaattan bir kişi;" Ya Reşulullah (a.s)! Malının zekatını ödemiş bir kişi hakkında ne buyurursunuz?" diye sordu. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Kim, malının zekatını öderse, onun şerrinden kurtulmuştur."[173]
3610-Taberani, Hubeyde bin Beri vasıtasıyla îbni Mesud (r.a)'un şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "(Hz. Ebu Bekir r.a) bize maaşları dağıtır, daha sonra da zekatını alırdı."[174]
3611-İmam-ı Malik, Kasım bin Muhammed (r.a)'den rivayet etmiştir: "Hz. Ebu Bekir (r.a) halka maaşlarını dağıttığında, her bir kişiye, "Sende, üzerine zekatı vacip olan rnal var mı?" diye sorardı. Şayet; "evet" derse, o malın zekatını maaşından keserdi. "Hayır," derse, maaşını ona teslim eder, ondan bir şey almazdı."[175]
3612- İmamı Malik, Kudame bin Medun el-Cumahi (r.h)'den şu şe kilde rivayet etmiştir: "Ben Hz. Osman bin Affan (r.a)'a maaşımı almak için gittiğimde ban "Üzerine zekatı vacip olan bir mal var mı?" diye sorardı," dedi."
İmam Malik bundan sonra birinci hadisi şerifin bir benzerini işlemiştir.[176]
3613- İbni Huzeyme, Harise bin Muzarrib (r.a)'den rivayet etmiştir: "Şam halkından bir takım insanlar Hz. Ömer (r.a)'e geldi ve dediler ki: "Biz, at ve kölelerden oluşan büyük bir mala sahip olduk. İstiyoruz ki,mal bizim bir zekatımız ve temizleyicimiz olsun." Bunun üzerine Hz. Ömer (ar); "Benden Önce iki arkadaşım ne yaptıysa ben de onu yaparım," dedi ve aralarında Hz. Ali (r.a)'nin de bulunduğu Hz. Muhammed (a.s)'m ashabıyla istişarede bulundu. Hz. Ali (r.a) şöyle dedi:"Şayet devamlı alman cizyeye dönüşmezse, ne güzel bir şeydir," dedi.[177]
îbni Huzeyme der ki:"Bu olay, şayet mal sahibi gönül hoşluğuyla kendi üzerine vacip olmayan malı vermek isterse, devlet başkanının bu malı almasının caiz olduğunu gösterir. Hz. Ömer (r.a) de bu kabileden insanlara Hz. Peygamber (a.s) ve Hz. Ebu Bekir (r.a)'in at ve kölelerden zekat almadığını belirtti- Onlarda kendi istekleriyle köle ve atlardan zekat vermek istediler. Böylece Hz. Ömer (r.a)'e onlardan zekat almak caiz oldu. Nitekim Hz. Peygamber (a.s) beş deve, kırk koyun ve ikiyüz dirhemden az olan mallarda zekat almayı caiz kılmıştır."[178]
3614 –buhari man bin (r.a)in soyle anlattigini rivayet etmistir. “Ben, babam ve dedem, Resulullah (a.s)'a biat ettik. Resulullah (a.s) bana dünürlük yapıp beni evlendirdi. (Bir keresinde) Resulullah (a.s)'a bir dava arz ettim. Babam Yezid, tasadduk etmek için bir miktar altın ayırıp mescitte (kendi adına) tasadduk etmesi için birisine bıraktı. O da benim kim olduğumu bilmeden o altınları bana verdi ve babamın yanına altınlarla geldim. Babam; "Vallahi sana vermek istememiştim," dedi. Ben bu durumu Resulullah (a.s)'a arz ettim. Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu: "Ey Yezid ! Senin için niyet ettiğin (sevap) vardır. Ey Man ! Aldığın dinarlar da senindir," buyurdu."
Ruzeyn; "Beni evlendirdi," sözünden sonra; "bana mehir tayin etti," kelimesini eklemiştir.[179]
Hadisiten açıkça anlaşıldığı gibi Yezid, o kişiyi zekatını vermek konusunda vekil tayin etmişti. Bilindiği gibi zekatın furua yanı varlığına sebep olduğu kişilere verilmesi sahih değildir. Vekil ise Man (r.a)'ın Yezid'in oğlu olduğunu bilmeden zekatı ona verdi. Hanefiler bu hadisle, bu gibi durumlarda yanılma halinde, zekatın sahih olduğuna delil getirmişlerdir. [180]
3615-Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'nin, Hz. Peygamber (a.s)'den şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"(Beni İsrailden) bir kişi; "And olsun, bu gece bir sadaka vereceğim," diyerek (nezirde bulundu) ve sadakayla (evden) çıktı. Sadakasını (hatayla) zi-nakar bir kadının eline koydu. Sabahleyin halk; "(Hayret) dün gece zinakar bir kadına sadaka verildi,", diye konuşmaya başladılar. O kişi: "Ya Rabbi! Zinakâr bir kadına da olsa bana sadaka verdirdiğin için sana hamd olsun ve and olsun. (Başka) bir sadaka (daha) vereceğim," dedi ve sa-dakasıyla (evden) çıktı. (Hatayla) sadakasını zengin birisinin eline bıraktı. Sabahleyin halk," "(Hayret) zengine de zekat verildi," diye konuşmaya aşladılar. O kişi; "Zengine de olsa bana sadaka verdiren ey Allah'ım ! Sana hamd olsun, and olsun. (Başka) bir sadaka (daha) vereceğim," dedi ve sadakasıyla (evden) çıktı. (Hatayla) sadakasını hırsızın eline bıraktı Sabahleyin halk; (hayret) hırsıza da sadaka verildi," diye konuşmaya başladılar. O kişi; "Zinakar kadına, zengine ve hırsıza da olsa bana sadaka verdiren Allah'a hamd olsun/' dedi. Sonra bu kişiye (rüyasında); "Şüphe yok ki, tasaddukun kabul edildi. Umulur ki, o sadaka sebebiyle zinakar kadın zinadan iffetli bir hayata geçer. Umulur ki, zengin de bu sadaka sebebi ile ibret alır da Allah'ın kendisine bahşettiği mallardan infakta bulunur. Umulur ki, hırsız da bu sadaka sebebiyle hırsızlıktan vaz geçer," denildi."[181]
İmam Nevevi şöyle der :"Bu durum, nafile sadakada olur. Farz olan zekat, zengine verilmekle zekat hakkını düşürmez." [182] Biz, Hanefi Mezhebinin görüşü olan "zekatı verirken yanlışlık yapma durumu, zekatın mesuliyetini kaldırır," görüşünün uygun olduğunu düşünüyoruz.[183]
İslam'da vakıflar sistemi, zekat ve sadaka sisteminin tamamlayıcısı durumundadır. Vakıflar sistemiyle İslam'daki sosyal sorumluluk, ümmetin bütün ihtiyaçlarını içine alacak kadar genişler. Bu sistemlere bir de İslam'ın kişisel kalkınma yollarını, şirket ve muamelat kurallarını, devlet ve millet hukukunu tanzim eden Şer'i hükümleri ilave edecek olursak, İslam'ın iktisadi ve ekonomik sisteminin, İslam dışı sistemler arasında benzersiz ve tek olduğunu görürüz. İslam toplumunda vakıflar, Resulullah (a.s) zamanında başlamış ve O'n-dan sonra da genişleyerek devam etmiştir: Hayır ve ihsan sahibi insanlar, bu sistemi, vakfedilmemiş bir hayır kapısı bırakmayacak şekilde devam ettirmişlerdir. Hatta bir çokları nesilleri adına vakıf yaparak bu müessesenin İslam toplumu arasında yayılmasına ve dairesinin genişlemesine neden olmuştur. Aslında bu vakıflar, atalarımızın da bıraktığı diğer vakıflarla birlikte güzel muhafaza edilmiş ve güzel çalıştırılmış olsaydı, bir çok insanın ihtiyacını karşılamak ve bir çok insanı zengin etmek açısmdan vakıflar nizamı için bugün önemli bir devir söz konusu olurdu. Fakat öyle olmadı. Fransız devrimiyle birlikte kilise vakıflarının kapatılması kampanyası başlatıldı. Bir çok insanda da bu kadar çok vakfın varlığını sürdürmemesi fikri yoğunlaştı. Bu şer odakları da yapmak istediklerini yapma cesaretini kendilerinde görünce, vakıf müesseseleri ortadan kaldırılmış oldu. İşin daha da kötüsü, vakıf müesseseleri şer'i hükümler ışığında, her şeyden daha titiz sevk ve idare edilmeye muhtaçtırlar. Bu sebeple vakıf idaresinin teslim edileceği kişilerde ilim, basiret, titizlik, güvenirlik ve takva mutlaka bulunmalıdır. Halbuki İslam dünyasında vakıfların başlarında olan insanların bir çoğunda bu özellikler yoktur. Vakıflar sistemi; ümmetin fıkha, fıkihçılara, içtihada ve müctehidlere olan ihtiyacını ortaya koymuştur. Evet, vakıflarla ilgili hadisler azdır. Ancak zaman geçtikçe vakıflarla ilgili meseleler çoğalmakta, vakıf çeşitleri artmaktadır. İşte bunun için sağlıklı ve titiz bir idare oluşturmak gerekir ki, bu da başlı başına fıkıhçıların fetvalarına ve işleri şer'i ölçüler çerçevesinde titiz bir şekilde tanzim etmelerine muhtaçtır. Bu nedenle fıkıh kitaplarında vakıfla ilgili konuların çok olduğunu, bu konuların dayandırıldığı prensiplerin ise oldukça az olduğunu görürüz. Sadece vakıfla ilgili konular bile, bu ümmetin fıkhı bilgiye ve fıkıhçılara, içtihada ve müctehidlere olan ihtiyacım ortaya koymaktadır. Vakıfları, asıl maksatları olan zekat ve sadakaların tamamlayıcısı durumuna getirebilmek için, vakıf idarecilerinin idare biçimlerini, vakıf senetlerini ve vakıf dokümanlarım daima kontrol altına almak gerekir. Bu iş, her yerde yapılmalıdır ve vakıfların asli amaçlarına dönebilmeleri için bu çok önemlidir.[184]
Vakıflar; hayır ve zürriyet vakfı olmak üzere iki çeşittir. Zürriyet vakıfları, bir kimsenin kendi adına ve kendisinden sonra zürriyeti adına veya sadece kendisinden sonra zürriyeti adına ya da başkaları ve zürriyetleri adına yapılan vakıflardır. Bu tür vakıfları, insanlar bir çok yönleriyle adet edinmiş ve Önem vermişlerdir.
Hayır vakıflarına gelince; camiler, tekkeler, çeşmeler, kervansaraylar, İlim medreseleri hastahaneler ve benzerleri gibi Allah Teala'ya yaklaşmak amacıyla yapılan vakıflardır.Fıkıhçılar vakfeden kişinin koşmuş olduğu şartın, Allah Teala'nın hükmü gibi geçerli olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Ancak yine de neler vakfedi-lebilir, bir şey ne zaman vakfedilmiş sayılır, vakıf çeşitlerinin her birisinin kazanacağı hükümler nelerdir, vakfın başına gelen hadiseler karşısında neler yapılmalıdır? gibi konularda çeşitli içtihatlarda bulunmuşlardır. Mesela İmam Ebu Hanife'ye göre bir şey sadece vakfedenin mülkiyetinden çıkmaz. Vakfedilen mescid ise namaz kılınması gerekir. Mescid değil ise o zaman mutlaka hakimin kararı ya da vakfedenin Ölmüş olması gerekir. Bunlardan Önce vakfedilen malın sahibi var oldukça vakıf gerçekleşmez. Ve vakfeden kimse, vakıfla ilgili kararından dönebilir.İmam Ebu Yusuf a göre menkul malları, gayri menkulle birlikte vakfetmek caizdir, Hanefi fukahasından İmam Muhammed'e göre ise, tek başına da vak-fedilebilir. Bundan dolayı vakıflar konusunda fıkhı bilgiye sahip olmak isteyen kimse, vakıf nasıl gerçekleşir, gerçekleşince her vakıf tek basma düşünüldüğü zaman anlaşma maddeleri nelerdir, vakfın başına bir hadise geldiği zaman ortaya çıkan anlaşmazlıklarda baş vurulacak hükümler nelerdir? gibi soruları bilmek durumundadır. [185]
Vakıf; sözlük itibariyle tasarruftan men etmek anlamındadır. Şer'i anlama göre vakıf; Ulemanın çoğunluğuna göre ki, bunlar İmaman Muhammed ve Ebu Yusuf da çoğunluğa tabidir ve mezhep içerisinde fetva, bunların görüşüne göredir, faydalanılması mümkün olan bir mülkü Allah rızası için mubah ve var olan bir yere mal üzerindeki her türlü tararruf yetkisini kaldırarak veya yetkisini iyilik ya da hayra çevirerek bağışlamaktır. Bu tarife göre mal, vakfedenin mülkiyetinden çıkıp Allah Teala'nın mülkü hükmüne dönüşür. Vakfeden kişinin bu mal üzerindeki tararruf hakkı ortadan kalkar ve vakfiyenin gelirini vakıf esaslarına göre bağışlamak gerekir.
Malikiler, vakfı şu şekilde tarif etmişlerdir: "Vakıf, vakfeden kişinin belirttiği müddet içerisinde ücretle de olsa mal sahibinin mülkünden veya gelirinden intifa hakkını vermesidir." Ulemanın çoğunluğuna göre vakıf menduptur. Bir kısım Hanefi ulemasma göre vakfın esası şöyledir: "Benim şu arazim, ebediyyen düşkünlere vakfedilmiştir," gibi benzeri vakıf ifade edilen lafızları telaffuz etmektir. Ulemanın çoğunluğuna göre ise vakfın dört esası vardır:
1. Vakfeden,
2. Vakfedilen,
3. Kendisine vakfedilen,
4. Vakfı gerektiren söz ve kendisine bağışlanan kişinin bu bağışı k; mesi.Hanefiler'de fetvaya değer görüşe göre ve Hanbelüer'e göre esas değildir. Maliki, Şafiî ve bir kısım Hanbelilere göre ise vakıf, muayyen bir şahsa yapılmış ve bu şahsın da kabule ehil olması gerekir. Değilse hibe ve vasiyet gibi velisinin kabulü şarttır. Şimdi bu esasları teker teker ele alarak açıklayalım.[186]
Vakfedilen şey, iki çeşittir:a) Hayır adına yapılan vakıf: Vakfedildiği an, muayyen bir zaman için de olsa hayır için vakfedilip daha sonra belirli bir şahıs veya birkaç şahıs adına dönüşen vakıf çeşididir. b) Aile ya da hürriyet adına yapılan vakıf:Vakfedildiğinde vakfeden kişi veya belirli bir şahıs, ya da birkaç şahıs adına yapılıp, hayır amacıyla vakfedilen şeydir.Mevkuf, yani vakfedilen mal, arazi ve ev gibi gayri menkul, kitap, elbise, binek ve silah gibi menkul olup bir değere sahip olan ve var olan maldır. Gayri menkullerde ulemanın icması vardır.[187]
a) Gayrimenkul malların vakfı: Arazi, ev, değirmen, bahçe ve bunlar gibi gayri menkul malların vakfedilmesi ittifakla sahihtir. Çünkü bir çok sahabi bu tür vakıflarda bulunmuşlardır.
b) Menkul malların vakfı: Hanefiler hariç ulemanın çoğunluğuna göre ev eşyası, elbise ve silah çeşitleri ve cami malzemeleri -lamba halı gibi, menkul malların gayri menkule tabi olmaksızın vakfedilmeleri caizdir. Bu malların tek başına vakfedilmeleri ile, bir gayri menkulle birlikte vakfedilmeleri arasında herhangi bir fark yoktur. Yani hayır, vakıf olsun, aile vakfı olsun devamlı ya da muvakkat bir süre içerisinde bu tür mallar vakf edilebilir.
c) Hisseli vakıf: Maliki ve onların görüşünde olan diğer ulema hariç, ulemanın çoğunluğuna göre bölüştürülmesi imkansız hisseli malların bu haliyle vakfedilmesi sahihtir. Örneğin bir taşıtın hissesini vakfetmek gibi. Çünkü vakıf hibe gibidir. Bölüştürülmesi imkansız malların hisse yoluyla hibesi ise caizdir. Taksim edilmesi mümkün olan ortak mallara gelince, bu konuda mezhep içerisinde fetva durumunda olan İmam Ebu Yusuf'un görüşü şöyledir: "Vakfedilmeleri caizdir. Çünkü bölüşmek, ele geçirmenin tamaml dur umund adır.'' Halbuki Ebu Yusuf a göre vakfın tamam olabilmesi için ele geçilmiş, şart değildir. Ele geçirmenin tamamlayıcısı durumunda olan bölüşmek cie değildir. İmam Ebu Yusuf un bu görüşü, Maliki, Şafiî ve Hanbelilerin gö aynıdır.
d) İrtifak hakkı vakfı.
e) İktaat vakfı.
f) Tarla arazileri vakfı.
g) Merhun (rehin olarak verilen mal). Hanefi mezhebine göre bir kimse rehin olarak verdiği şeyi vakfedebilir. Çünkü kendi mülkiyetindedir. Fakat bu durumda murtehin (rehin olan)in hakkı, rehin malına tealluk eder. Yani borçlu borcunu öderse, rehin olarak verilen mal, murtehinin hakkından kurtulur. Yok eğer borcunu ödemez ise, o zaman rehini elinde bulunduran şahıs (murhetin) vakfı iptal edip rehini satabilir. Ulemanın çoğunluğuna göre ise rehin malını (merhumu) vakfetmek caiz değildir.
h) Kiralık malın vakfı.Ulemanın çoğunluğuna göre kirada olan malın, sahibi tarafından vakfedilmesi sahihtir. Maliki mezhebine göre ise sahih değildir. Maliki mektebine göre kiracının malın intifa hakkını vakfetmesi sahihtir. Ulemanın çoğunluğuna göre ise sahih değildir.[188]
Fıkıhçılar, mevkufun değerli bir mal olması ve hiç kimsenin söz hakkı olmayacak şekilde vakıfın (vakfeden) mülkü olması şartlarında ittifak etmişlerdir.[189]
Vakfedecek kimsenin şu özelliklerde olması gerekmektedir:
a) Hür ve mala sahip olması.
b) Akıllı olması.
c) Baliğ olması.
d)Reşid (Malım kontrol edebilir) olması gerekir. Bundan dolayı sefih (malını kontrol edemez)'in ve aldatılabilen kimsenin vakfı, ulemanın çoğunluğuna göre sahih yani geçerli değildir.
Hanefi mezhebine göre alacaklıların izni olmadan iflas etmiş durumda olan borçlunun vakfı yürürlüğe girmez. Bu nedenle Hanefilere göre tasarruf yetkisinin kaldırılmış olması şartı (nefaz) yürürlülük için şarttır. Geçerlilik (sıhhat) için değil. Tehdit edilmek suretiyle vakfa zorlanan (mukreh) kişiye gelince; Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre vakfeden kişinin, iradesini istediği doğrultuda kullanan olması gerekir. Dolayısıyla mukrehin vakfı geçerli değildir. Çünkü bu kişinin konuştukları geçersiz kabul edilir.[190]
Üzerine vakfedilen kişi belirli ve belirsiz olmak üzere iki çeşittir: Vakfedilen kişi belirli ise ulemanın ortak görüşü ile mülk edinmeye ehil olması gerekir. Fıkıhçılar, olmayan meçhul ve kendine vakfeden kişinin vakfı konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Üzerine vakfedilen kişi, belirsiz olması halinde şu şartların bulunması gerekir: a) Halk nazarında bilinen biri olması ve kendisine infak edilmekle Allah'ın rızası kazanılacak kadar hayır ve iyilik yönleri olan bir insan olması. Bu şart, ulemanın ortak görüşüyle sadece Müslüman için söz konusudur. Yani vakfedilen kişinin şahsında Allah'a yakınlığı gerektirecek hal bulunması ve malın hükm-ü mülkiyetinin bu hale ait olması gerekir. Ulemanın ittifakıyla kumarhane, eğlence kulüpleri küfür ve dalalet kurumları gibi isyan yönleriyle bilinen yerlere vakfetmek sahih değildir. Çünkü bu tür kuruluşlar îslam nazarında ibadet değil dalalettir. Yine fıkıhçılarımız bir gayri müslimin balo, dans yerleri ve kumar toplantıları gibi kendi dininde ve İslam dininde hoş görülmeyen yerlere vakıfta bulunmasının sahih olmadığı konusunda da görüş birliği içerisindedirler. Bir gayri müslimin dinler nazarında değişik hükme sahip olan yerlere vakfetmesi konusunda ulemanın farklı görüşleri vardır. b) İmam Ebu Hanife ve İmam Muhamnıed'e göre vakfedilecek şahısta bulunması gereken ikinci şart, vakfeden kişinin vakfiyesinin, sonunu tükenmeyen birine bağlaması gerekir. Örneğin fakirler gibi. Şayet vakfın sonunu bu şekil belirlemez ise, bu tür bir vakıf, yukarıdaki iki imama göre sahih değildir. Çünkü vakıflarda sonsuzluk şartı vardır. Vakfederken tükenebilecek bir ifadede bulunmak ise mana itibariyle muvakkat olduğundan ve bu takdirde de meçhule vakıf söz konusu olacağından dolayı vakıf sahih değildir. Aynı şekilde bir kimsenin vakfederken meçhule delalet edebilecek bir ifadede bulunması da vakfın sıhhatine manidir. İmam Ebu Yusuf a göre ise, İmam Ebu Hanife ve Muhammed'in koştuğu böyle bir şart yoktur. Hanefiler dışında kalan diğer ulema bu konuda Ebu Yusuf un görüşünü benimsemiştir. Maliklere göre zaten vakıf için "süreklilik" şart değildir.[191]
Hanefi ve Hanbeli ulemasına göre vakıf belirli birine de yapılmış olsa sadece icala münakit (gerçekleşmiş ) olur. Yani vakfeden şahıs; "ben falancaya vakfettim," derse, vakıf yapılmış olur. Vakıf belirsiz birine yapılsa, ulemanın ittifakıyla hüküm aynıdır. Maliki, Şafiî ve bazı Hanbeli ulemasma göre vakıf, belirli bir şahsa yapılmış ise icapla birlikte vakfedilen şahsın kabulü de şarttır. Hanefilere göre vakfa mahsus lafızlar şunlardır: "Şu malımı sürekli düşkünlere vakfedilmiş bir sadaka olarak kabul ediyorum." "Allah'a vakfediyorum.""Hayır ve iyilik kuruluşlarına vakfediyorum." Fakat örfen amel edilen ve fetva olarak verilen görüş, İmam Ebu Yusuf un şu görüşüdür: "Vakıf, belirli bir şahsa yapılmamış ise "sürekli" veya buna dalalet edecek bir ifadeye gerek yoktur. "Vakfedilmiştir," denmesi yeterlidir." Hanefi mezhebinde sahih olan görüşe göre süreklilik her ne kadar lafız itibarıyla şart olmasa da mana itibarıyla şarttır. Şafiî mezhebine göre sadece açık lafız kullanmakla vakıf gerçekleşmiş olur. Örneğin: "Şunu falancaya vakfettim" veya: "Şunu falancaya vakfetmeye razıyım" gibi.. Çünkü gerek sözlükte gerekse örfte bu kelimenin kullanılması yaygındır. Yine Şafiî mezhebinde sahih olan görüşe göre; "ayırmak" ve tesbit etmek" (Allah yolunda mubah kılmak) de açık lafızlar arasındadır. Çünkü sahabe vakfederken sadece bu iki iafzı kullanmıştır: Hanefi mezhebine göre ise vakıf ya açık lafızlarla ya da kinayi lafızlarla yapılır. Vakıf ifadesinde bulunması gereken şartlar: Birinci şart sürekliliktir: Maliki mezhebi hariç, diğer üç mezhebe göre muvakkat vakıf, sahih değildir. Çünkü vakıf, mah İbadet amacıyla ayırmak olduğundan mutlaka süreklilik vasfını içerecek bir ifadeyle yapılması gerekir. Müddete dayalı lafızlarla vakıf yapılması caiz değildir. Fakat süreklilik kelimesini bizzat telaffuz etmek de şart değildir. Örneğin: "Kıyamet kopmadan tükenmiyecek fakirlere vakfediyorum," demek gibi... Önce tükenen, ardından da tükenmeyen birini telaffuz etmek de şart değildir. Örneği; "Bu malımı önce Zeyd'e sonra da fakirlere bağışlıyorum," demek gibi... Maliki mezhebine gelince, onlar hayır yapmaları için insanlara imkan tanımak amacıyla vakıfta sürekliliği şart koşmamış, bir sene veya daha çok belli bir süre için vakıfta bulunmaya cevaz vermişlerdir. Bu süre dolduktan sonra malın mülkiyeti, vakfeden kimseye geri döner. İkinci .-şart tencizdir: Vakıfla ilgili tüm isteklerini vakfederken belirtmesi, vakfı bir şartın tahakkukuna veya ileride gelecek bir işin meydana gelmesine bağlamamak. Çünkü vakıf anında mülkiyetin naklini gerektiren bir akit olduğundan, Malikiler dışında kalan ulemaya göre "şunu satarsam" veya "birisi hibe ederse" gibi bir şarta ağlamak vakfın sıhhatine manidir.
Ulemanın çoğunluğuna göre vakfı, hayat içerisinde herhangi bir şarta bağlamak caiz değildir. Örneğin; "Aybaşı gelince evimi vakfedeceğim," gibi... Malikiiere göre ise vakıfta tencih şart değildir. Herhangi bir şarta bağlanmak suretiyle de yapılabilir. Üçüncü şart ilzamdır: Kendini vakfı yazmak için yetki bırakmadan vakfetmek Maliki mezhebi dışında kalan ulemaya göre vakfı malum olsun, meçhul olsun isteğe bağlamak caiz değildir. Örneğin, bir şeyi dilediği zaman kendisine veya varislerine dönebilmesi şartıyla vakfetmek gibi... Bu durumda hibe ve azat etmek gibi vakıf da bozulur. Fakat Hanefiler, cami vakfını bu şartın dışında tutmuşlardır. Buna göre bir kimse dilediği zaman dönebilmesi şartıyla bir mescid vakfetse, vakıf caizdir. Şartı ise batıldır. Dördüncü şart: Vakfı, atıl bir şarta bağlı kılmamaktır.Hanefi mezhebine göre ise üç çeşit şart vardır.1. Batıl şart, 2. Fasit şart, 3. Sahih şart, Batıl şart; Vakfın temel ilkesine aykırı olan şarttır. Fasit şart, vakfın intifa hakkını zedeleyen ya da vakfedilen şahsın menfaatine helal getiren şartlardır. Sahih şartda vakfın temel ilkesine aykırı olmayan, onunla faydalanma hakkını zedelemeyen ve şeriatla çatışmayan her çeşit şartlardır. Örneğin: Vakfedilen gayri menkulün binken vergilerini gelirinden ödemeyi ya da hak sahiplerine teslim etmeden mah gelirden onarmayı şart koşmak gibi....
Bu tür şartlara riayet etmek ve onları anında yürürlüğe sokmak gerekir. Safî mezhebine göre beşinci bir şart daha vardır. O da vakfedilen yeri belirlemektir: Buna. göre bir kimse; "Şunu vakfettim," deyip nereye vakfettiğini açıklamaz ise mezhepte meşhur olan görüşe göre vakfın gelirinden istifade edecek olan belirtilmediği için vakıf bozulmuştur. Ama vasiyet böyle değildir. Zira bu şekil bir vasiyet sahihtir. Gelir de fakirlere verilir. Çünkü vasiyetler genelde fakirlere yapıldığından, sözün kayıtsızlığı buraya hamledilir. Ancak vakıf böyle değildir.
el-Muhezzeb sahibi, mezheb için ikinci görüşü, yani harcanacağı yeri belirtmeden vakfın sahih olduğu görüşünü tercih etmiştir. Çünkü vakıf, ibadet amacıyla mülkü elinden çıkarmak olduğundan, kurban gibi mutlak olarak yapılması da sahihtir. Şafii mezhebi dışındaki ulema, vakıf için harcanacağı yerin belirlenmesini şart koşmamıştır.[192]
Ulemanın ortak görüşü ile vakfın giderleri, gelirinden karşılanır. Ancak bu konuda vakfedenin koşmuş olduğu şartlar ve diğer meselelerde farklı görüşler ileri sürülmüştür. Hanefi mezhebine göre vakfeden kişi ister şart koşsun ister koşmasın, vakfın geliriyle kaldığı yerden onarılmasına derhal başlanmalıdır. Eğer harabeye dönüşmüş ise eski mimariye göre yeniden inşa edilir. Çünkü vakfeden kişinin amacı, gelirini sürekli vermektir. Bunun var olabilmesi ise onarmaya bağlıdır. Böyle olunca hükmen vakfeden kişinin böyle bir şart koşmuş olduğu ortaya çıkıyor. Maliki mezhebine göre aynen Hanefilerde olduğu gibi vakıf, mimarisini kaybetmiş ise, yetkili şahsın vakfı, gelirinden onarması gerekir. Şayet vakfeden şahıs tersini şart koşmuş ise şartı geçersizdir. Çünkü böyle bir şartın geçerliliği, vakfın yok olup bitmesine yol açacaktır ki, bu da caiz değildir.
Fıkıhçılar zaruret halinde vakfın değiştirilmesine ve satılmasına kendilerine göre bir takım şart, kayıt ve ayrıntılar çerçevesinde cevaz vermişlerdir.[193]
1. Vakfedilen mülkün yararlanılabilecek bir halde olmaması.
2. Vakfın onarılabilmesi için herhangi bir gelire sahip olmaması.
3. Değiştirecek Şahsın halkın seçtiği bir hakim olması. Halkın seçtiği hakim, kafir ve tağuti bir idare tarafından atanmış olan değil, bizzat Müslümanlar tarafından seçilmiş olan kişidir. Aynı zamanda bu kişinin ilim ve amel sahibi olması gerekir ki, son zamanlarda olduğu gibi yapılacak olan değiştirme, Müslümanların vakıflarının yok olmasına yol açmasın.
4. Satışın zarara uğratacak bir fiyatla gerçekleştirilmemesi.
5. Vakıf yetkililerinin yolsuzluğuna fırsat vermemek için vakfın, altın ve gümüşle değil, gayri menkulle değiştirilmiş olması gerekir. Ulemanın bir kısmı değiştirecek olan şahsın toplumun seçtiği hakim olması halinde altın ve gümüşle değiştirilmesine de cevaz vermiştir.
6. Töhmet altında kalmamak ve adaletsizlik zamanına sebep olmamak için, hakimin vakfı kendisine satacağı kimsenin borçlu ya da şehadeti kabul olunmayan kimse olmaması.
Bu şartlardan birinin eksik olması halinde vakıf satılmış olmaz. Şayet vakıf, hakim tarafından sağlıklı bir biçimde satılır ise satılan şeyin vakıflığı ortadan kalkmış olur.[194]
Ölüm döşeğinde iken vakfetmek, aynen vasiyet gibi malın üçte birinde muteberdir. Çünkü vakıf hibe ve azat gibi bir teberrudan ibaret olduğu için ölüm döşeğinde yapılması halinde ancak malm Üçte birinde geçerlidir. Buna göre vakıf, malın üçte birinden az ise varislerin rızasına gerek duymaksızın geçerlidir ve aynen yürürlüğe girer. Ancak vakıf, malm üçte birinden fazlasını içine alıyorsa, üçte birde aynen geçerlidir. Fazlasının geçerli olabilmesi ise varislerin onayına kalmıştır. Çünkü söz konusu hastalık, varisleri mal üzerine hak sahibi yapmıştır. Bu sebeple malını dağıtmak ve kölesini azat etmek gibi malının üçte birini aşacak herhangi bir teberruda bulunamaz. Ulemanın çoğunluğuna göre, ölüm döşeğinde olan bir hasta, malını varislerinin bir kısmını da vakfedemez. Şayet böyle bir vakfta bulunursa, vakfın geçerliliği diğer varislerin onayına kalır. Çünkü burada ölüm döşeğinde iken malını varislerinin bir kısmına tahsis olayı söz konusudur ki, hibede olduğu gibi vakıfta da böyle bir şey yapma hakkı yoktur. Üstelik malını başkasma vasiyet etmeğe hakkı olmayan kimsenin, bu malın intifa hakkını vasiyet etmeğe de hakkı yoktur. Örneğin malının üçte birinden fazlasını yabancıya vasiyet etmek gibi Hülasa, ulemanın çoğunluğuna göre Ölüm döşeğinde olan bir hastanın teri-kesinin üçte bir sınırları içerisinde yapmış olduğu her vakıf sahihtir, iptal edilemez. Maliki mezhebine göre ise, Ölüm döşeğinde olan kişinin yapmış olduğu vakıf geçerli değildir.[195]
Ulemanın ortak görüşü ile vakfeden kişi vakfın işlerini yürütme yetkisini kendine, üzerine vakıf yaptığı kişiye veya daha başkalarına verebilir. Yetki tayini ya bizzat isim belirtmekle olur, Örneğin; "Vakfın işlerini yürütme yetkisini falancaya vermiyorum," gibi, ya da vasıf belirtmek suretiyle olur, örneğin; "Vakfın yürütme yetkisini en olgun olana, en bilgili olana, en yaşlı olana ya da şu vakfı kendinde bulundurana veriyorum," gibi belirtilen şart kimde varsa, şartı işleme koymak için vakıf yetkilisi tayin edilir.[196]
1. Zahiri adalet: Bu şart, ulemanın çoğunluğuna göredir. Hanefilerin görüşü ise şu şekildedir: "Mutlak adalet IŞart değildir. Zayii yetkilinin yanma nasıl ki, güçlü ve güvenilir bir yetkili' daha veriliyorsa* aynı şekilde yanma adil bir yetkili daha verilmek suretiyle vakıf yetkisi, adil. olmayana da verilebilir."
2. Beceriklilik: Beceriklilik; bir kimsenin üzerine aldığı işte tasarruf edebilme güç ve melekesine sahip olmaktır.
Beceriklilik sorumluluğu, erginlik ve akıllılığı da gerektirmektedir:. Vakıf yetkilisinde erkeklik şart değildir. Çünkü Hz. Ömer (r.a) bu işi yürütmesi için Hz. Hafsa (r.a)'yı vasiyet etmiştir.
3. Müslüman olmak: Üzerine vakfedilen Müslüman ise veya vakfiyet yönü cami gibi: ibadet maksatlı ise vakıf yetkilisinin Müslüman olması gerekir. Ancak vakıf, belirli bir kafir üzerine ise kafirin yetkili tayin edilmesi de caizdir. Bu şart, Hanbeli-lere göredir. Hanefılet,-vakıf yetkilisi için Müslüman olmayı şart konmamışlardır.[197]
Vakıf yetkilisini azletmek konusunda ulemanın görüşleri aşağı yukariı aynıdır. Hanefilerde vakfeden kimse, vakıf yetkilisini mutlak suretle azledebilir. Fetva da buna göredir. Vakfeden kişi vakfın başına yetkili tayin etmemiş ve vakfın yetkilisi kadı tarafından belirlenmiş ise, vakfeden kişinin söz konusu yetkiliyi azletme yetkisi yoktur. Vakıf yetkilisi hain, şüpheli ve beceriksiz ise veya içki içmek ve kumar oynamak gibi fasıklığını ortaya koyacak bir hal kendisinde belirmiş ise, ister bu yetkili vakfedenin bizzat kendisi olsun, isterse bir başkası olsun hakimin kendisini azletmesi gerekir. Hakimin vakfeden kişinin şartıyla atanan yetkiliyi beceriksizlik tesbiti yapılmadan azletmesi caiz değildir. Vakfeden kişinin tayini olmadan hakim tarafından atanan yetkiliyi hainliği tesbit edilmeden de azletmesi caizdir. Velhasıl vakıf yetkilisi, kendi kendini azletmekle yani istifa etmekle, kendisini görevden ayırmış ise vakfeden kişinin azliyle ya da hakimin azliyle görevden alınmış, olur..[198]
3616-Müslitn, Hz. Ömer bin Hattab (r.a)'dan rivayet etmiştir:: "O, şöyle anlatıyor; "Hayber'den hisseme bir tarla düşmüştü. Bunun üzerine Resulüllah (a.s)'a gelerek:"(Hayber'den) benim, hisseme bir tarla düştü. Bana hiç bir zarnaai' ondan daha sevimli ve daha güzel bir mal isabet etmedi. Bu tarla hakkında-pana. ne (yapmamı) emredersiniz?." dedi,. Hz. Peygamber/(a.s)'dfe: "îstersen (tarlanın) aslını vakfeder, gelirini tasadduk edersin." Ravi, olayın bundan sonraki kısmını şöyle anlatıyor:"Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) bu toprağın aslı satılmamak ve hibe edilmemek şartıyla gelirim fakirlere, yakınlara köleleri (azat etmek isteyen kim-seler)'e konuklara ve yolda kalmışlara tasadduk etti.(Hz. Ömer vakfiyesine şu kaydı da ilave etmiştir): "Bu toprağa mütevveli olan kimsenin bundan mal edinmeksizin örfe göre yemesinde ve yedirmesinde bir günah yoktur."Bu hadisin bir benzeri de Hz. Ömer (r.a) vasıtasıyla Hz. Peygamber (a.s)'den rivayet edilmiştir. Nesai'nin diğer bir rivayeti de şu şekildedir: "Hz. Ömer (r.a), Hz. Peygamber (a.s)'e "Hayber'deki yüz hissem kadar daha hoş hiç bir mala isabet etmedim. Bu sebeple onu tasadduk etmek istiyorum." Bunu üzerine Resuluîlah (a.s) şöyle buyurdu: "Aslını vakfet, meyvasını Allah yolunda bağışla." [199] Nesai'nin diğer bir rivayeti de yukarıdakinin bir benzeridir. Bu rivayette Hz. Ömer (r.a)'e ait şu ifadeler yer almıştır. "Yüz baş hayvanım vardı. Onlarla Hayber halkından yüz hisse satm almıştım. Ben bu hisselerle Allah (cc)'a yaklaşmak arzusundayım..." Hadisin bundan sonraki kısmı, yukarıdakinin aynısıdır.[200] Nesai'nin diğer bir rivayetinde Hz. Ömer (r.a) şöyle anlatıyor: "Resuluîlah (a.s)'a Sema'daki tarlam hakkında danıştım. O, şöyle buyurdu."Aslını vakfet, meyvasını da Allah yolunda bağışla." [201]
3617-Kütüb-i Sitte Sahipleri, İbni Ömer (r.a)'den rivayet etmişlerdir: "Hz. Ömer (r.a)'in hissesine Hayber'den bir tarla isabet etti. Bu sebeple Hz. Peygamber (a.s)'e geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü! Hayber'den hisseme bir tarla isabet etti. Bana ondan daha güzel bir mal isabet etmemişti. Önün hakkında bana nasıl (yapmamı) emredersiniz"? dedi. Hz. Peygamber (a.s) de:"İstersen aslını vakfet ve onunla tasadduk et," buyurdu. Bunu üzerine Hz. Ömer (r.a) (tarlayı) aslı satılmamak, hibe edilmemek ve mirasçı olunmamak şartıyla fakirlere, kölelerini azat etmek isteyen köle sahipleri)'e, Allah yolunda ve yolda kalana tasadduk etti." Diğer bir rivayette şu ilave yer almıştır:
"Ve konuklara tasadduk etti." Hz. Ömer (r.a) şu kaydı da eklemiştir: "Bu vakfa mütevelli olanın aslına dokunmayarak maruf (örfe uygun) bir şekilde ondan yemesinde ve bir dostunu yedirmesinde bir günah yoktur." [202]
3618- Ebu Davud, Yahya bin Said (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Abdülhamit bin Abdullah bin Abdullah bin Ömer, bana Hz. Ömer (r.a)'in vakfiyesinin bir nüshasını yazı verdi. (O da şu şekildedir:) "Rahman, ve Rahim olan Allah'ın adıyla, şu Allah'ın kulu (Ömer) (r.a)'in Semg (daki vakfı) hakkında yazdığı vakfiyesidir." Ebu Davud'un bu rivayeti, îbni Ömer (r.a)'in hadisine uygundur. İbni Ömer (r.a)'in, hadisinde şu cümleler yer almıştır: "Meyvesinden geri kalan kısmı, dilenci ve muhtacın hakkıdır. Semg'de-ki vakfın mütevellisi dilerse, onun meyvesinden (bir kısmını satarak parasıyla) vakfm hizmeti için bir köle satın alabilir. Bu vakfiyeyi Muaykib yazdı. Abdullah bin Erkam da şahitlik yaptı. Buj, birinci vakfiyedir. İkinci; vakfiye de şu şekildedir: "Bu, Allah'ın kulu, müminlerin emiri Ömer (r.a)'in. yaptığı vasiyetidir. Eğer başına bir -hal (ölüm) gelirse, Semg ile İbnul-Evka bölümü ve aradaki köleye ve Hayber'deki yüz hisse ile Hz. Muhammed (a.s)'in vadi (el-Kura) da ona verdiği yüz (yük ağırlığındaki yiyeceğe kızım) Hafsa hayatı boyunca mütevelli olacaktır. Sonra da onun. ailesinden bir yakını ya da aklı başında biri ona mütevelli olacaktır. (Şu şartla ki bu vakıf) satılamaz. (Onunla bir şey) satın alınamaz. (Mütevelli) onun gelirini dilenciye, muhtaca ve yakınma uygun görmekle verebilir. Bu vakfa mütevelli olanın ondan yemesinde, başkalarını yedirmesinde ve (vakfın ihtiyacı için) köle satın almasında bir sakınca yoktur."[203]
3619-İbni Huzeyme, İbni Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir: "Hz. Ömer (r.a); Hz. Peygamber (a.s)'den sadakası hakkında emir istedi de, O, şöyle buyurdu: "Aslını vakfet, meyvasmı ise Allah yolunda bağışla." Abdullah şöyle devam etti: "Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) onu dilenciye, muhtaca, yolda kalmışa, Allah yolunda kölelere ve yoksullara vakfetti. Gelirinden de başka bir tarafa mal geçirmeksizin yenilenmesine ve yedirilmesine müsaade etti."[204]
İbni Huzeyme ulemanın ihtilaf ettiği bazı vakıf meselelerine birkaç konu başlığı altında delilleriyle birlikte ve kendine öz bakışıyla şu şekilde açıklık getirmiştir: 1. Hadiste geçen; "Hz. Ömer (r.a) bu malıyla yoksullara ve yakınlara ta-saddukta bulundu," ifadesiyle, malın aslını vakfetmek, meyvasmı fakirlere, yakınlara ve onlarla birlikte gelen eşe-dosta tasadduk etmek kastedilmiştir. Hadis ayrıca vakfeden kimsenin, malın aslını elinde bulundurup gelirini tasadduk etmesinin caiz olduğunu da göstermektedir. Çünkü vakıf için illaki malın aslını elden çıkartmak gerekseydi, Hz. Peygamber (a.s), Hz. Ömer'e yol gösterirken malının aslını elinden çıkartmasını da emrederdi. Oysa Yezid bin Zurey'in rivayetinde Hz. Peygamber (a.s), Hz. Ömer (r,a)'e dilediği takdirde malının aslını elinde (mülkiyetinde) bulundurabileceğini belirterek şöyle buyurmuştur: "Dilersen aslını tut, gelirini tasadduk et." Vakfın tamam olabilmesi için mülkiyeti elden çıkartmak şart olsaydı. Hz. Peygamber (a.s), Hz. Ömer (r.a)'e malının aslını elinde bulundurup gelirini •vakfetmesini emretmezdi. 2. Hz. Ömer(r.a)'in bu hadisi isimleri belirtilmeksizin arkadan bir topluluğa vakfe d ilebileceğini, hisse belirtmeden Allah yolunda kölelere ve konuklara vakfedilebileceğini ve vakfeden kişinin vakıf mütevellisi olarak tayin ettiği kimseye zaman ve belli bir ölçek belirtmeksizüı kendisinin ve bir yakınının vakıf gelirinden örfi ölçüler dahilinde yiyebileceklerini şart kasmasının mubah olduğunu göstermektedir. 3. Sayı itibariyle sayılmayacak kadar çok olan kimselere vakfedilebilir. Bunun delili de Hz. Ömer (r.a)'in hadisinde vasıflarını belirlediği kimselerin sayı belirtmeksizin vakfedilen maldan istifade edebileceklerini belirtmesidir. Bu fetva; "sayı itibariyle sayılmayacak kadar çok olan kimselere vasiyet edildiği zaman, mevcut vasiyet geçersizdir," görüşünde olan alimlerin görüşünün aksidir. Ancak bu görüşte olan alimlerle şu şartla ayn görüşte birleşiyoruz. Bir kimse mal n n üçte birini ya da onun bir bölümünü yoksul ve düşkünler İçin vasiyet edebilir. Velevki bu kişiler say îmayacak kadar çok olsun. [205]
3620-Buhari, Eşlem (r.a)'den rivayet etmiştir: "O, Hz. Ömer (r.a)'i şöyle söylerken dinlemiştir: "Agah olunuz ! Nefsimi gücü altında bulunduran Allah'a yemin ederim ki, insanların sonradan gelecek olanlarını hiç bir şeysiz ve fakir bırakmam söz konusu olmasaydı, benim idaremde fethedilen her karyeyi Resulullah (a.s)'m Hayer'i bölüştüğü gibi bölüştürürdüm. Fakat ben onları kendileri için bölüşecekleri bir hazine olarak bırakıyorum."[206]
Bu hadis, Hz. Ömer (r.a)'in Irak köylerinin tarlaları hakkında verdiği karara işaret etmektedir. Hz. Ömer (r.a) bu tarlaların takibini Müslümanlara, arazilerini de vergisini ödemeleri şartıyla buraların halkına bırakmıştır.
3621-Buhari ve Müsün, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle anlattığını rivayet etmişlerdir:"Resulullah (a.s) zekatın toplanmasını emretmişti de (Hz. Ömer (r.a) tarafından) : "İbni Cemil, Halit bin Velid ve Abbas bin Abdulmuttalib zekatlarını vermediler," denildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu: "İbni Cemil zekatını nasıl vermez ki? Oysa o, fakirdi de Allah ve Resulü onu zenginleştirdi. Halid'e gelince, siz Halid'e zulmediyorsunuz. Nitekim o, zırhlarını ve savaş aletlerini Allah yolunda vakfetti. Abbas bin-Abdul-Muttalip de Resulullah (a.s)'ın amcasıdır. Bu münasebetle zekat onun üzerine bir misliyle birlikte borçtur." Diğer bir rivayet de şöyledir: "O, bir misliyle birlikte bana aittir."[207]
Bu hadis at, silah ve bunlar gibi taşınabilir malların da vakfedilebileceği görüşünün kaynağını oluşturmaktadır. Bu görüşü savunan Malikiler ve Ha-nefilerden İmam Muhammed, görüşlerine delil olarak bu hadisi göstermişlerdir.
3622-İbni Huzeyme, Ümmü Malik (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor:"Resulullah (a.s) hac için hazırlık yaptı ve insanlara da kendisiyle birlikte hazırlık yapmalarını emretti." yolunda' (Ümmü Makil) şöyle devam etti: "Resulullah (a.s) (yola) çıktı. İnsanlar da O'nunla birlikte (yola) çıktılar. (Medine'ye) gelince kendisine gittim de: "Bu seferimizde bizimle gelmene mani neydi ey Ümmü Makil?" diye sordu, Dedim ki; "Ey Allah'ın Resulü ! Vallahi hazırlığımı yaptım ki, bu yaraya maruz kaldık. Ebu Malik'i götürdü. Bana da o yaradan bir hastalık bulaştı. Üzerime (yola) çıkmayı arzu ettiğimiz mahfelli bir devemiz vardı. Onun da Ebu Malik Allah yolunda vasiyyet etti." Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Onunla çıksaydm ya! Çünkü hac, Allah yolundadır." Bu>hadis, genel olarak taşınabilir malların,'özellikle de develerin vakfına ,cevaz veren ulemanın diğer bir delilidir.[208]
1. Takınmak ve kullanmak için süs eşyalarını vakfetmek caizdir. Çünkü bu tür eşyalar daima faydalanmaya elverişli mal olduklarından, gayri menkul gibi bunların vakfedilmeleri de sahihtir. Para ve benzeri faydalanılabiliri es i için mutlak harcanması gereken şeyleri vakfetmek, süs eşyası olmayan değerli mallan vakfetmek, gıda maddelerini vakfetmek, mum ve benzeri yok olmaya mahkum eşyaları vakfetmek fıkihçıla-rımızuı genelinin görüşüne göre sahih değildir. Ancak bu tür bağışlar vakıf değil de sadaka olarak değerlendirilirler.
2. Bir kimse vakfettiği şeyi görmek ve bilmek zorunda değildir. Dolayısıyla kişi bilmediği ve görmediği şeyi vakfedebilir. Şafiî mezhebinde bu konu bizzat dile getirilmiştir.
3. Çeşme ve camilerin aydınlatılması için lamba vakfetmek sahihtir. Çünkü camilerin aydınlatılması menduptur.
Vakıf olarak değerlendirilmesi sahih olmayan her hayır, sadaka olarak değerlendirilir.
Hanefi mezhebinde sahih olan görüşe göre bir kimse tanıdığına, tanımadığına, zimmiye ve mecusiye vakfedebilir. Şafiî, Hanbeli ve Maliki mezheplerine göre kendilerine vakfedilen kimselerin nesli tükendiği zaman vakıf, vakfedene en yakın olanların intıfakına sunulur. Hanbeli ve Şafiî müzheplerinde tercihe değer görüşe göre bu durumda vakfın geliri, vakfeden kişinin akrabaları içerisinde fakir olanlara tahsis edilir.
4. İslam hukukunda bir malın olduğunu isbat yollarından biri de şahitliktir. Vakfiyet iddiasında bulunan kişi eski de olsa vakfın mahiyetine açıklık getirmek zorundadır. Vakfiyeti ispat için şahitlik üzerine şahitlik etmek erkeklerle birlikte hanımların şahitlik etmeleri, şöhret ve kulaktan kulağa duymak yoluyla şahit etmek makbuldür. Şöhret ve kulaktan kulağa şahitlik; örneğin, şahit; "ben bir çok kişiden bu yerin vakıf arazisi olduğunu duyduğuma şahitlik ederim," demesidir. Vakfın gelirinin sarf edileceği yeri açıklama noktasında da kulaktan kulağa duyma yoluyla yapılan şahitlik geçerlidir. Örneğin; "falan camiye" veya "falan kimselere" gibi... Ancak sahih olan görüşe göre vakfiye şartlarını açıklama noktasında bu tür şahitlik kabul edilmez. Sade vakıf senedi, vakfın ispatı için yeterli delil değildir. Çünkü yazı, yazıya benzer. Tercih edilen görüşe göre kız çocukları ayırıp sadece erkek çocuklara vakfetmek tenzihen mekruhtur. Çünkü böyle bir hareket çiniliye devrinin adetlerinden olan kız çocuklarını baba mirasından mahrum etmeye benzer. Ancak yine de böyle bir vakıf, Ölüm döşeğinde iken yapılmama şartıyla sahih olan görüşe göre geçerlidir, fesh edilemez. Ulemanın ittifakıyla kişinin malının bir bölümünü ya da tümünü çocuklarının bir bölümüne vakfetmesi mekruhtur. Aynı şekilde malının tümünü kız ve .erkek çocuklarının eşit bir şekilde aralarında bölüştürmeleri için vakfetmek de mekruhtur. Ancak miras haklarına göre "bölüştürülürse caizdir. Ulemanın ortak görüşüyle erkek çocukları ayırıp kız çocuklara vakfetmek sahihtir. Maliki, Hanbeli ve Safîlerin vakfın zekatı hakkındaki görüşleri şöyledir: "Vakıf, belli şahıslara yapılmış olup bu şahısların bir kısmı örneğin meyva ya da hububat cinsinden beş vesak ölçüsü olan nisap miktarı kadar mahsul elde ederse, hepsine birden zekat farz olur. Çünkü çıkan mahsulün mülkiyeti, onların üzerindedir. Şayet vakıf, fakirlere yapılmış ise, onlata zekat farz değildir."
5. Vakıf kullanılmayacak hale gelip restore edilebilmesi için kaynağı yok, onarma ve imar edilmeğe imkanı da yoksa enkazı yani taşı, kerestesi ve tuğlası satışa çıkarılabilir mi? Bu soruya şu şekilde cevap verilir: Hakimin emriyle satılıp parasıyla yerine başka bir vakıf satın alınması söz konusu değilse, bu para varsa vakfedenin varislerine iade edilir, yoksa fakirlere harcanır. Vakfın satılma cevazı İmam Ebu Yusuf a göre, parasının varisleri ya da fakirlere iadesi de İmam Muhammed'e göredir.
6. Cami yaptıran bir kimse mahalle sakinlerini herhangi bir itirazı söz konusu olmaksızın arsa darlığı nedeniyle yolun bir kısmını cami inşaatına ayırabilir. Çünkü her ikisi de Müslümanların ortak malıdır. Devlet idarecisi yolu iptal edip cami yapabilir. Fakat aksini yapamaz. Çünkü yolda namaz kılmak caizdir. Ancak camiyi yol olarak kullanmak caiz değildir.
7. Vakıf idaresi, tümüyle kendisine teslim edilen vakıf yetkilisinin (metevellisinin) görevi; vakfı korumak, onarmak hukuki işlemlerini takip etmek, kira, mahsul ya da meyva gibi gelirlerini toplamak, bu gelirlerihak sahiplerine bölüştürmek, vakfın kaynak ve gelirini titiz bir şekilde takip etmektir. Çünkü bu tür işler titizlik ister. Vakfın gelir kaynaklarını artırmaya gayret etmek ve bu gelirleri vakfın giderlerine yani onarımına, İslahına ve hak sahiplerine harcamak, Hanbeli Mezhebine göre, vakıf yetkisi teberru sahibi biri ise mahmemede yukarıdaki harcamalar konusunda ileri sürdükleri kabul edilir. Aksi takdirde söylediklerinin kabulü için belge göstermesi gerekir. Vakfeden tarafından vakıf yetkisi için getirilen her şart, aynen geçerlidir. Hanefilere göre vakıf yetkilisi, vakfın onarımı sırasında çalışır ise işçilik ücretini alır. Yine Hanefi mezhebine göre vakfın kiraya verilmesi ya da herhangi bir konuda vakfeden kişinin mevcut bir şartı varsa aynen geçerlidir. Çünkü vakfedenin şartı Şari'nin hükmü gibidir.
8. Vakfın kiraya verilmesi konusunda Hanefilerin fetvası: binalarda bir yıl, arazilerde ise üç yıldır. Ancak yer ve zamana göre vakfın maslahatı başka bir müddeti gerektiriyorsa, ona göre hareket edilir. Çünkü bu mesele yer ve zamana göre değişebilen bir mahiyete sahiptir.Hanefilere göre vakıflar, yetim malı ve devlet hazinesine ait araziler, uzun süre kirada kalırlarsa, kira sözleşmesi kendiliğinden fesh olunur. Velevki bu akitler senelik, sözleşmelerle birbirinin ardına yenilenmiş olsun. Çünkü sürenin uzatılması, vakfın iptaline sebeptir. Fakat bu fetva, vakfın ihtiyacı söz konusu olmaması halinde geçerlidir. Şayet vakfın onarımı bir kaç sene kirada kalmasını gerektiriyor ise, ortada bir zarar olduğundan bu zararın giderilmesi için mevcut mahsur ortadan kalkar ve vakıf gerektiği kadar kiraya verilebilir.
9. Şafiî mezhebine göre vakıf yetkilisi, vakfın bir başkasına ücretül-misilden yani piyasada benzer bir maldan alman kiradan daha aşağıya kiraya verirse, konuşulan fiyat geçerli değildir. Ve kiracı ücretül-rnisil yani emsal fiat ödemek zorundadır.
10. Fıkıhçılar, vakfedenin koşmuş olduğu her şartın Şari'in emri gibi olduğu noktasında ittifak etmişlerdir. Ancak bu prensibin kapsamı ve detayında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hanefiler bu kuraldan yola çıkarak şöyle demişlerdir: "Vakfedenin şartına uymayan her şey, Şari'in emrine muhaliftir ve vakfedenin şartına muhalif olarak verilen her hüküm, delilsiz sayılır. Vakfedenin sözü ister bizzat olsun, isterse dolaylı olsun hüküm ayjnıdır. Çünkü bundan ulemanın icmaı vardır." Vakfın şartı, Şari'in nassı gibidir. Vakfı kiraya verirken bu şart göz pnün-de bulundurulur, Ulemanın bu prensibine uymak farzdır. Ulemanın icmaıyla camileri satmak helal değildir. Maliki mezhbine göre eşya ve hayvanların verimi düştüğü zaman satmakta bir sakınca yoktur. Örneğin bir atın yaşlanması ve bir elbisenin eskiyip yıkılması gibi. Bu takdirde vakıf edilen şey satılır ve parasıyla benzer bir şey
satın alır.
11. Vakfedilen şeyin satılması konusunda Şafii mezhebinin görüşü şöyledir: Şafiî mezhebine göre bir cami çöktüğü zaman ya da ahşap hale gelip içinde namaz kılınmadığı zaman eski haline getirme imkanı da söz konusu değilse ya da şehrin harap olmasıyla vakıf muattal kalmışsa, hiç kimsenin mülkiyetine verilmez ve satış yaluyla olsun ya da herhangi bir şekilde olsun üzerinde kimsenin tasarruf etftıeye hakkı yoktur. Çünkü vakıf Allah (cc)'ın mülkiyeti altındadır. Dolayısıyla hizmetten düştü diye insanların mülkiyetine girmez. Bu takdirde vakfın onarma imkanı yoksa geliri en yakın camilere harcanır. Bu da mümkün değilse olduğu gibi muhafaza edilir. Fakat sahih olan görüş şudur ki, caminin döşemeleri eskiyip koku yaptığı zaman onları satmak ve faydasız olarak yer işgal etmesinler diye yanmaktan başka bir işe yaramadıkları takdirde, onları yenisiyle değiştirip zayi olmamalarını Önlemek caizdir. Çünkü az da olsa onlardan elde edilecek geliri vakfa iade etmek, yok olmaya terk etmekten daha iyidir. Tasfiye edilmeleri vakfın satılması anlamına da gelmez. Çünkü var olanları zaten yok hükmündeydi. Fakat elde edilecek gelir caminin ihtiyaçların teminde kullanılmalıdır. Şayet eskimiş döşeme tahtalarından kapı ya da levha gibi yanmaktan başka bir işe yarayacak olanları varsa, bunlar kesinlikle satılmaz. Yine sahih olan görüşe göre kiraya vererek ya da herhangi bir şekilde gelir elde edilmesi mümkün olmayacak derecede kurumuş hurma bahçesini veya yaşlanmış hayranı satmak caizdir. Çünkü faydalanma ümidi olmayan şeyleri satmak, saklamaktan iyidir.[209]
İslam'ın iktisat hukukunun önemli bir bölümünü zekat, vakıf ve sadakalarla ilgili fıkhı hükümler oluşturmaktadır. Fıkıhçılann bu konularla ilgili görüşleri samimiyetle incelenip olaylar üzerinde açık bir ufukla tatbik edilecek olursa, İslam dünyasının bir çok problemi, İslam'ın zekat vakıf ve sadaka sistemleriyle çözüme kavuşacaktır. Bütün bunların temini konusunda Allah'a güvenimiz sonsuzdur. Allah muvaffak etsin.[210]
Bilindiği gibi temel ibâdetler, îslami bilgiler içerisinde önemli bir yer tutar. Çünkü Peygamber (a.s)'lerin insanlığa gönderiliş gayelerinin başında bu ibâdetler gelir. Hatta cinler ve insanlar bile ibadet için yatılmışlardır.
Yüce Allah (c.c) bu konuya işaretle şöyle buyuruyor: "Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." [211]İşte bu sebeple ibadetleri öğrenmek için diz çökmek ve onları yerine getirmek, cin ve insanların ilk görevleridir. Yine bilindiği gibi Resulullah (a.s)'ın sünnetlerinden en önemli payı temel ibadetler almıştır. Kur'an-ı Kerim'den en büyük hisseyi ise inançla ilgili hükümler alır. Çünkü ibadetler, gerek nazari yani bir şeyi deliline bakarak beyan etmek ve gerekse bizzat uygulamak suretiyle açıklamaya muhtaçtırlar. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim temel ibadetleri ve çok önemli hükümlerini işlemiş, açıklamalarını ise Sünnet-i Seniyye'ye bırakmıştır. İnançla ilgili hükümlere ise Kur'an-ı Kerim daha geniş yer vermiştir. Bunun nedeni, insanlar inançlarında sağlam bir delil üzere olsunlar diyedir. Üstelik inançla ilgili mes'eleler, Yüce Allah (c.c)'a sağlıklı bir yönelişin başlangıcıdır. Kur'an-i Kerim, orucun farz olduğunu hikmetiyle birlikte beyan etmiştir. Bunun hikmeti ise Allah (c.c)'a gereken saygısı gösterebilmek içindir. Ramazan orucu insana takvayı kazandıran etkenlerin başında gelir. Bu yüzden İslam şeriatı, onsuz bırakılmamıştır. Biz bu konuyu 'El-Esas fit-Tefir' adlı kitabımızda ayrıntılarıyla birlikte işlemişdik. Kur'an-i Kerim, orucun rüknünü de "tan yerinin ağarmaya başlamasından, güneşin batışına kadar olan zaman dilimi," şeklinde belirtmiştir. Bununla birlikte Kur'an-ı Kerim, orucuyla yasak olan işleri de beyan etmiştir. Kur'an-ı Kerim oruç konusunda tedrici bir metod takip ederek onu son şeklini alıncaya kadar yavaş yavaş yerleştirmiştir. Bunun sebebi; orucun zor bir ibadet olması, Kur'an-ı Kerim'in o dönemde kendisi ile ilk mahatap olan Araplara daha yeni inmiş olmasıdır. Orucun meşru kılınmasının hikmeti, takva'ya ulaşmak olduğu için, onunla birlikte takva'ya katkıda bulunan diğer ibadetler de meşru kılınmıştır. Bu kabilden teravih namazı, Kur'an-ı Kerim okumak, Allah (c.c) yolunda infak etmek ve itikafa girmek de sünnet kılınmıştır. Ramazan ayı, içerisinde olup da tutulan oruca bir zarar gelir diye ibadetler, oruçlarının kusurlarına keffaret amacı ile meşru kıhnmiş olan 'fıtır sadakası' ile tamamlanmıştır. Bu ayda yapılacak bir çöle zikir ve dualar da vardır. Yine bu ayda aslında normalde de istenmiyen, ancak oruç anında biraz daha sıkılaştırılan, örneğin dili ve diğer azaları Allah (c.c)'ın emri gereği tutmak ve zaptetmek gibi bazs hükümlerde sıkıştırma getirilmiştir. Oruçluya sahura kalkmak gibi, oruç tutmakta yardımcı olabilecek bazı ibadetler de meşru kılınmıştır. Bu konuların bir kısmı, bu kitabın ilerideki sayfalarında yer alacaktır. Örneğin teravih namazı, Kur'an-ı Kerim okumak, infak etmek ve Resulullah (a.s)'ın bu konudaki diğer bazı sünnetleri gibi. Ramazan ayı içerisinde yapılan ibadetlerin bu aya mahsus en bariz olanları, gündüzleri oruçla, geceleri de ibadetle geçirmektir. Teravih namazının varlığı, geceleri ibadetle geçirme kabilindedk. Yine bu aya mahsus bildiğimiz ibadetlerden bazıları iîikafa girmek ve Kadir Gecesi'ni aramaktır. Bu ay dolayısıyla yapılan ibadetlerin sonuncusu; Ramazan orucunu fıtır sadakası ile tamamlamaktır. Biz namaz bahsinde, teravih namazı ve namazla ilgili olarak Müslümanların yaptıkları diğer amelleri açıklamıştık. Ancak oruç bahsinde, oruçla ilgili, olduğu için teravih konusunda önemli noktalara işaret edeceğiz. Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmuştur: "O sayılı günler Ramazan ayıdır ki, Kur'an-ı Kerim o ayda indirilmiştir. O Kur'an, insanları hakka ulaştırır. Helal ile haramda ve din hükümlerinde hakkı batıldan ayırır." [212] Resulullah (a.s)'ın sünnetinden, Kur'an-ı Kerim'e verilmesi gereken önemi öğrenen Müslümanlar, Ramazan ayına, gerek Kur'an-ı Kerim okumak, gerek onu birbirleri arasında müzakere etmek ve gerekse onu başkalarına öğretmek bakımından daha fazla önem verilmesi gerektiğini anlamışlardı. Bu kitapta biı çok yerde bu konunun üzerinde duracağız. Bu onuncu kısmım oruç, ittikaf ve fıtu- sadakası'na ayırmamızın hikmeti Gr-tadadır. Oruçla fıtır sadakası arasındaki bağlandı zaten açıktır. Çünkü fıtır sadakası, Ramazan orucu ve bununla ilgili bazı maksatları elde etmek amacıyla emredilmiştir. İşte bundan dolayı biz de fıtır sadakası bahsini, diğer sadaka ve zekatla ilgili ciltten ayırdık ve diğer zamanlarda eda edilebilen bir sünnet olsa bile bunun da Ramazan ayıyla birbirine daha bağlantılı gördük. İttikaf ibadeti de diğer zamanlarda eda edilebilen bir ibadettir. Ancak bu ibadetin de Razaman ayıyla sıkı bir bağlantısı vardır. Çünkü Allah'ın Resulü (a.s) bu ibadeti genelde Ramazan ayında yerine getirirdi. Diğei Müslümanların bu konudaki adetleri de genelde böyleydi. Hatta itikaf denilince akla sadece Ramazan ayında yapılan itikaf gelir.
İtikafla Ramazan orucu arasındaki bu sıkı münasebetten dolayı fıkıh alimleri yazdıkları fıkıh kitaplarında, oruç bahsinin hemen ardından, Kur'an-ı azi-muşşart'm bu konudaki sitiline uymak amacı ile itikaf bahsine getirmişlerdir Nitekim Kur'an-ı Kerim oruçtan hemen sonra itikafa parmak basmıştır. Yüce Allah (c.c)'m oruçtan hemen sonra itikafı beyan etmesinin hikmeti bu ibadetin oruç ayı içerisinde veya sonunda yapılmasının uygun olduğu konu sunda mü'minlere yol göstermektir. Allah (c.c)'m Resulü (a.s)'nun sünneti d< böyledir. İşte bu yüzden biz itikafla ilgili konuları bu bölümde ele aldık. Kur'an-ı Kerim, Ramazan ayında inmeye başlamıştır. Bu hadise heı Müslümanın, İslam'ı kendi nefsinde ve başkalarında diriltme azmini yeniliyor du. Nitekim İslam tarihinde meşhur hadiselerin çoğu, Ramazan ayında mey dana gelmiştir. Demek ki, Ramazan ayı, umut ve emel ayıdır. Çünkü Rama zan ayı, ayların efendisidir. Bu ayda Kur'an-ı Kerim inmeye başlamıştır. Bu a^ ibadet, Allah (c.c)'a yakınlık, iyilik, mağfiret, rahmet ve rıdvan ayıdır. Bu ayd; dini konularda mü'mine yardımcı olunmuş ve dünyasını düzene sokması isten mistir. Bu ay, duanın kabulü için içinde bir çok fırsatın yer aldığı bir mevsim dir.
Ayrıca oruç, Müslümanların kendisiyle sabır sevabı aldıklari bir ibadettir Çünkü oruç, sabrın yarısıdır ve bir yıldan diğer yıla kadar işlenen günahlar keffarettir. Oruç, insanı takva sahibi yapar. Oruç, içinde mü'minin bir çol güzel huyu öğrendiği ahlaki okulların başında gelir. Demek ki, oruç, nefisi yapılan bir cihad, onun fena isteklerine ve Seylan'ın insana kurduğu tuzaklar karşı bir başkaldırıdır. Oruçla insan çoğu zaman mahrum kıldığı sabır ahlakına ve karşılaşabileceği afet ve belalara karşı alışkanlık kazanır. Oruç, insana emaneti korumayı, gizli ve aşikar murakabeyi öğretir. Çünkü Allah (c.c)'tan başka insanı, helal ve hoş yiyeceklerden yememesi için gözeten hiç kimse yoktur. Oruç, iradeyi kuvvetlendirir, azmi sağlamlaştırır. Zihnin temizliğine ve düşüncenin parlaklığına katkıda bulunur. Oruç, dünya'nın bir ucundan diğer ucuna kadar yaşayan bütün Müslümanlara duygu alanında birlik şuuru aşılar. Çünkü bütün Müslümanların Rab'leri bir, ibadetleri aynıdır. Oruç, insana kardeşlik ve merhamet duygusunu, Müslümanları birbirlerine bağlayan, yardımlaşma ve dayanışma şuurunu artırır. Ayrıca oruç, Allah (c.c)'ın hükmü gereği meydana gelebilecek fakirlik, açlık ve hastalık belalarına karşı var olan paylaşma hisesi kazandırır. Böylece insanlar arasındaki toplumsal bağlar da kuvvetlenmiş olur. Ayrıca vücudu pehriz yaptırmak, hazmi kolaylaştırmak, mideyi rahatlatmak, yaşlı hücreleri vücuttan atmak ve vücudun hücrelerini yenilemek suretiyle hayatı da yenilir. Oruç, nefiste yapılan bir cihad ve onu dünya'ya bağlılık kokularından ve günahlardan arındıran bir araçtır. Şehvet'in ve nefsin isteklerinin, keskin gücünün ve suretinin önüne geçer. Yiyip içmekte onu zapteder. Oruç tutanlar derece bakımından aynı değillerdir. Çünkü kimileri oruç tutmakla sadece şehvet ve midesinin önüne geçer. Kimileri de bununla birlikte, bütün azalarının işleyebilecekleri günahlarınında önüne geçer. Öyleleri de vardır ki, bütün günlerini tefekkür, zikir ve salih amellerle doldurur.
Bütün bunlardan dolayı biz, bu kısmı başlıca üç bölüme ayırdık. Birinci Bölüm: Oruç, ikinci Bölüm: İtikaf, Kadir Gecesi ve bütün gecelerde yapılan duaların kabul olunma vakti, Ramazan gecelerini ibadetle geçirme ve teravih namazı, Üçüncü Bölüm: Fıtır sadakası, hakkında olacak.[213]
Oruç; İslam'ın .beş temel unsurundan biridir. Bu unsurlardan her biri, İslam'ın ilgili nizamını ayakta tutar. Örneğin; Zekât; İslam ekonomisini bünyesinde barındıran beş unsurdan ikincisidir. Oruç da nefis ve onun isteklerim, Allah .(cc)'ın emirleri istikametinde kontrol altınta tutma unsurudur. Çünkü, mide ve şehvet, insanı etkisi altına alan etkenlerin başında gelir. İnsan oruç tutarak bu iki güce karşı koymakla birlikte, Allah (c.c)'ın, orucu emretmekteki amacına da ulaşmış olur. Mide ve şehvetin bu rolüne rağmen, insan oruç tutmakla onlara göğüs gerebiliyorsa, başkalarına rahatlıkla karşı koyabilir demektir. Bunlardan dolayı orucun yanında, uygulanması gereken başka Öğütler de vardır. Bunlardan bazılarım şöylece sıralayabiliriz; Mide ve şehvete hakim olmak, kötülüğe kötülükle karşılık vermemek, ileri geri konuşmak, kızmamak ve bunlar gibi nefsin diğer isteklerine uymamak Namaz, sadaka ve hacc'da olduğu gibi oruç da farz ve nafile olmak üzere iki kısımdır. Örneğin Ramazan orucunu ve odak orucunu tutmak farzdır. Bunun gibi bazı oruçlar da vardır ki, bunlar da nafiledir. Aşağıda oruçla ilgili konuları evvela toplu olarak arz edecek, soma da bu meselelerin her birinin delillerine geçeceğiz. İslam tarihinde ve Müslümanin kalbinde Ramazan'm Özel bir yeri vardır. Bu sebeple, Ramazan dolayısıyla şairler şiirler yazmış ve söylemiş ibadet edenler onu apayrı bir ruhla karşılamış ve Müslümanm ulaşması gereken madamlar konusunda ideallerini daima yüksek tutmuşlardır. Nitekim, Kuran-ı Kerim Ramazan ayında inmiş., büyük Bedir Savaşı bu ayda yapılmış ve Mekke'nin Fethi bu ayda gerçekleşmiştir. Bundan sonra da çok önemli hadiseler genelde Ramazan ayında cereyan etmiştir. Örneğin; Dörtyüz yıldan fazla Müslümanların elinde kalan Endülüs'ün düşmesine vesile olan, Zellaka Savaşı, Yusuf bin Tasfin (rh.a)'in komutasında, hicri 479 yılında ve Ramazan ayının 25'ine tevafuk eden cuma günü başlamıştır.
Endülüs daha önceden yine Ramazan ayında fethedilmişti. [214]Yine Moğol istilalarının tarihe gömülmesine neden olan ve halen Filistin toprakları içerisinde yer alan Nablus şehri yakınlarında meydana gelen Ayni Calut Zaferi de Ramazan ayında kazanılmıştır. [215] Orucun İslam Şeriatmdaki anlamı; Fecri Sadık'ın doğuşundan (Gün ağarmaya başlamasından) güneşin batışına kadar, niyetle beraber, orucu bozan şeylerden uzak durmaktır. Gece ya da gündüzün devamlı olduğu, yahut fecrin doğuşu güneşin batışına denk geldiği ülkelerde oruç tutma süresi, o ülkelere en yakın olan ve gecesi gündüzden farklı olan ülkelere göre ayarlanır. Ramazan orucu; Müslüman ilim adamlarının icmaıyla, İslam'ın temel ibadetlerinden ve her Müslümanın yerine getirmesi gereken farzlardan biridir. Herhangi bir Özür sebebiyle Ramazan orucunu yiyen kimse, daha sonra gücü yeterse tutmamış olduğu oruçlarını kaza eder. Bu konunun detayı, yeri gelince yapılacaktır. Ramazan orucunun edası da, kazası da farzdır. Ramazan orucundan başka tutulması farz olan bazı keffaret oruçları da vardır. Bunların da kendine has izahı vardır. Tutulması farz olan oruçlardan bir başkası da; Adak orucudur. Ayrıca sünnet, mendup, ve müstahap olan oruçları tutmak sünnettir. Bazı ilim adamları bir gün önce ve bir gün sonra şartını koymamışlardır. Yine, oruç tutulması haram olan günler ve Ramazan ayının dışında bir gün oruç tutmak, bir gün yemek, Beyaz Günler dediğimiz her ayın 13,14 ve 15. günlerinde bunların yapılmaması halinde, bir sene oruca denk olan her ayın üç gününü oruçla geçirmek, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmak, Şevval ayının içinden farklı günler de olsa altı gün oruç tutmak, hac'da olmayanlar için arefe gününü oruçla geçirmek ve arefe gününden önce Zilhicce ayının içerisinde sekiz gün oruç tutmak, bütün Müslümanlar için nafile, mendup ve müstahap olan oruçlardandır. Şafi'i ve Maliki mezheplerinde yılın dört ayını oruçla geçirmek müstehap-tir. Bu aylardan Zilkade, Zilhicce ve Muharrem olmak üzere üçü üst üste, Recep ayı da ayrıca tutulur. Şaban ayında çokça oruç tutmak ise müstehaptır. Hanbeli mezhebine göre hak geçmesi ve vücuda herhangi bir zarar gelmesi ve yasaklanmış günlerde tutulması söz konusu olmadıkça seneyi oruçla geçirmek mekruh değildir. Hanefi ve Maliki mezheplerine göre mendub bir oruca başlanması halinde, bu orucu tamamlamak vaciptir. Şafii ve Hanbeli mezheplerinde ise başlanan nafile oruca tamamlamak vacip değildir. Ancak başlanan bir orucu tamamlamak müstehaptır. Ramazan ve kurban bayramlarında ve kurban bayramından sonra teşrik günlerinde oruç tutmak haramdır. Adet gören ve lohusa kadının oruç tutması yine haramdır, tutulması durumunda oruç sahih olmaz. Yine oruç tutması durumunda hayati tehlikesi söz konusu olan kişinin oruç tutması haramdır. Kadının kocasının izni olmadan, yahut haberi olması durumunda razı olup olmayacağını ilmeden, nafile oruç tutması mekruhtur. Ancak kocası yoksa, hac'da ya da umre'de ise yahut itikafta ise ondan izinsiz oruç tutması mekruh değildir. Kadın kocasından izinsiz nafile oruca başlamış ise, kocasının orucu bozdurma hakkı vardır, isterse bozdurabilir. Şaban ayının otuzunucu günü şüpheli ise, yani Ramazan'dan olup olmadığı kesin bilinmiyor ise bu günde oruç tutmak tahrimen mekruhtur. Hanefiler bu günde nafile oruç tutmayı caiz görmüşlerdir. Bundan dolayı şüpheli günün Ramazan olması durumunda, tutulan bu nafile oruç Ramazan orucu yerine geçer. Şafii mezhebine göre oruç tutmayı adet haline getirmemiş olanların Şaban ayının ikinci yarısını oruçla geçirmeleri haramdır. Kaza ya da keffaret orucu tutulması durumunda İse bir sakınca yoktur. Cuma ve pazar günlerini tek tek oruçla geçirmek tenzihen mekruhtur. Maliki mezhebinde ise mekruh olmama görüşü ağırlık kazanmıştır. Cumartesi ve aşure gününü tek gün olarak oruçlu geçirmek yine tenzihen mekruhtur. Nevruz ve Mihrican günlerinde oruç tutmak da tenzihen mekruhtur. Nevruz; Sonaharın ilk günlerine tekabül eden, Mihrican ise, güzün ilk günlerinde kutlanan bir gündür.[216] Suskunluk [217] ve visal orucu tutmak mekruhtur. Visal orucu; Hiç iftar etmeden bir orucu diğerine bağlamaktır. Orucu kendisini yorması halinde yolcunun oruç tutması da mekruhtur. Cuma günüyle birlikte bir gün önceden yahut sonradan oruç tutulması durumunda mekruhtur ortadar kalkar.Maliki mezhebinde bayram gününe benzediği için, Peygamberimiz (as)'in doğum gününde oruç tutmak mekhurtur. Şafii mezhebinde; Herhangi bir meşekkat söz konusu olması durumunda, hastanın, musafirin, hamile ve süt emziren kadının ve aşırı derecede yaşlının oruç tutması mekruhtur. Orucun farz olabilmesi için, Müslüman olmak, akıllı olmak, :bülüğa ermiş olmak ve mukim olmak şarttır. Bu şartlara haiz olmayanlara oruç farz değildir. Şafii, Hanefi ve Hanbeli mezheplerine göre çocuk yedi yaşına geldiğinde oruç tutması için ailesi tarafından kendisine emir verilir. On yaşına geldiğinde oruç tutmakta direnir ise dövülür, Malikiler ise, erkek çocuk ihtilam olmadan, kız çocuk da aybaşı olmadan, yahut bu çağa ulaşmadan kendilerine herhangi bir emir verilmeyeceği görüşündedirler.Hanefi mezhebine göre; Haccı Kıran, Haccı Temettü', keffaret, günü önceden belirlenmemiş adak orucu ve kaza oruçlarında mutlaka fecirden (sabah namazının vaktinin girişinden) Önce niyet etmek gerekir. Ramazan orucu, nafile ve günü önceden belirlenmiş adak oruçlarında ise günün yarısından önce niyet etmek yeterlidir. Hanefilere göre gün, fecrih doğuşundan güneşin batışına kadar olan zaman dilimidir. Dolayısıyla zamanın yarısından evvel niyet edilmesi halinde yukarıda belirtilen oruçların tutulması sahih olmuş olur. Niyeti dille yapmak şart değildir. Oruç amacıyla yapılan her iş, niyet yerine geçer. Örneğin, oruç tutmak amacıyla sahura kalkmak niyettir. Oruç tutacak kişinin bir bardak su ile de olsa sahura kalkması, sahuru gecenin son saatlerine bırakması ve iftar vaktinin girdiğinden emin olması durumunda hemen iftar etmesi müstehaptır. İftarı yaş hurma ile, yoksa kuru hurma ile, o da yoksa tatlı herhangi bir şeyle, hiçbir şey yoksa su ile yapmak, iftardan önce iftar duasını okumak, oruçluları iftar ettirmek müstehap olan şeylerdir. Dinen yıkanması gereken cünüp, lohusalık ya da aybaşılık hali bitmiş olanların da fecirden önce yıkanmalara uygun görülmüştür. Bu ayda aile efradına bolca yiyecek getirmek, akrabalara iyilik etmek, bolca tasadduk etmek, ilim öğrenmek, Kur'an okumak, Kur'an'ı başkaları ile mütalaa etmek müstehap olan işlerdendir. Bu ayın sonunda itikafa girmek, Kadir gecesini ibadetle geçirmeye çalışmak, teravih namazı kılmak, gece kalkıp ibadetle meşgul olmak, dili ve sair azaları boş işlerden uzak tutmak sennettir. Ramazan ayında helal da olsa nefse hoş gelen, ayrıca kan vermek ve ha-camet gibi vücudun direncim kıran şeylerden uzak durmak müstehaptır. Her zaman haramlardan uzak durmaya titizlik gösteren Müslüman, bu hassasiyetini Ramazan ayında artırarak devam ettirmesi gerekir. Oruçlu için özürsüz olarak bir yemeğin tadına bakmak, onu ağzmda çiğnemek, şehvetle öpmek, kendinden emin olmaması durumunda cinsi ilişki öncesi hareketlerde bulunmak ve abdest alırken ağzına ve burnuna aşırı derecede su almak mekruhtur. Ramazan orucunu bozmayı mubah kılan çeşitli özürler vardır. Bu özürleri şu başlıklar altında vermek mümkündür:
1. Dört rekatlı farzları iki rekat kılmayı helal kılacak kadar yolculuk yapmak. Fıkıh ulemasının çoğuna göre Ramazan orucunu yiyebilmek için yiyeceği günün imsak vaktinden önce yolculuğa çıkmak ve dört rekatlı namazları iki rekat kılabilecek uzaklıkta yere varmak şarttır. Bunun ölçüsü de ikamet ettiği şehrin en son mahallesine bağlı ev ve şehrin ihtiyaçları için kullanılan arazilerdir. Hanbeliler bu konuda herhangi bir şart ileri sürmemişlerdir. Kişi, şer'an yolcu sayıldığı müddetçe isterse oruç tutar, isterse yer. Ancak, "Kişi ne zaman yolcu kabul edilir," konusu, alimler arasında ihtilaf konusudur.
2. Orucu yemeyi mubah kılan ikinci özür ise hastalıktır. Hastalığın niteliği konusunda İslam fıkıhçıları, çeşitli açıklamalar yapmışlardır,
3. Savaş da orucu yemeyi özür haline getiren bir sebeptir. Savaşı beklemek ile savaş yapmak arasında herhangi bir fark yoktur.
4. Hamilelik ve süt emzirmek. Hamile ya da süt emziren kadın kendine veya çocuğuna herhangi bir zarar gelmesinden endişe ediyorsa orucunu yer. Tabi bu endişenin de şer'an muteber olması gerekir.
5. Aşırı yaşlılık sebebiyle oruç tutma gücüne sahip olmamak.
6. Kişinin oruç tutması durumunda hayati tehlikesi, baygınlık veya herhangi bir iş gerçekleşebilmesi için bazı şartlar vardır. Bu şartların bulunması gerekir. Fıkıhçıların çocukluğuna göre işlerde çalışan kimsenin sahura kalkıp oruca niyet etmesi farzdır. Ancak daha sonra vücûduna zarar gelebilecek bir hal ile karşı karşıya kalır ise orucunu bozabilir. Korktuğu zararm meydana gelmesi durumunda, orucunu bozması farz olur. Hanbeliler şöyle demişlerdir: "Eğer bir insan boğulmak veya bunun gibi hayatını kaybedecek herhangi bir tehlike ile karşı karşıya kalır ve bu insanın kurtarılabilmesi için bir başkasının yardımına ihtiyaç duyulur ise, kurtaracak kişinin de rahat çalışabilmesi için, orucunu bozması gerekiyor ise, bu kişinin orucunu bozmasında herhangi bir sakınca yoktur."
Özür nedeniyle bozulan oruçların kimisinin, daha sonra sade kaza edilmesi, kimisinin de imkan varsa fidye ile karşılanması gerekir. Unutularak yenilen orucun kazası gerekmiyeceği gibi, oruca da herhangi bir zarar vermez.
Ağıza su verirken yanlışlıkla boğaza kaçan su gibi, hataen orucun bozulması durumunda ise, bütün imanlar bu kişinin günahkar olmadığı konusunda görüş birliği içinde olsalar bile oruç bozulur mu, bozulmaz mı, kazası gerekir mi gerekmez mi, bu konu, ihtilaf konusudur. Ancak bu işi, bu duruma getiren oruçlu herhalde mekruh işlemiş olur. Çünkü ağzına su verirken, mübalağa yapmış ve boğazına su kaçmıştır. Orucu kesden bozmak işi, derecelerine göre değişir. Kimi oruç bozmalar var ki, sadece kazayı gerektirir. Ancak sahibi günahkar olur. Kimileri de var ki, hem kazayı, hem de keffareti gerektirir ve sahibi günahkar olur. Bu meselelerin her birinin ayrı ayrı açıklamaları vardır. Kimi meselelerde ulema görüş birliği içinde iken, kimisinde de ihtilaf halindedirler. Biz meselelerle ilgili delilleri ve DERSLER VE ÖĞÜTLER'i sunarken yeri gelince bilinmesi gereken bütün bu konuların ayrıntılarına gireceğiz.[218]
Oruç Allah (c.c) için tutlan bir ibadet olduğundan, sevabını da bizzat Allah verir.
3623- Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s), şöyle buyurdu: "İnsanoğlunun her ameli (nin karşılığı) katlanarak verilir. Bir ijjlik, on katından yediyüz katına kadar çıkartılır. Allah (Azze ve Celle), şöyle buyurduç"Oruç hariç, çünkü, o, benim içindir. Karşılığını da ben veririm. O, (Oruçlu) şehvetini ve yemeğini benim için terk ediyor." "Andolsun ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah (c.c) katında misk kokusundan daha hoştur." Bir başka rivayette de [219] (Ebu Hureyre) şöyle demiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: ."İnsanoğlunun işlemiş olduğu her amel, kendisi içindir. (Ama) oruç hariç. Çünkü o, benim içindir, karşılığını da ben veririm." "Oruç bir kalkandır, dolayısıyla sizden biriniz oruç günü geldiğinde, kötü konuşmasın, bağırmasın Eğer birisi onunla kavga ederse; "Ben oruçluyum, ben oruçluyum," desin. Muhammed'in canı kudretinde olan Allah (c.c)'a yemin olsun ki,: oruçlunun ağız kokusu, Allah (c.c) katında misk kokusundan daha hoştur. Oruçlu için İki sevinç vardır, oruçlu iki defa sevinir; İftar ettiği zaman iftarıyla sevinir, bir de Rabbine kavuştuğu zaman orucunun karşılığını aldığı zaman sevinir." Buhari Hz. Peygamber (a.s)'den, o da Rabbimizden [220] şöyle rivayet ediyor: "Ademoğlunun işlediği her amel için günahlarına kefaret vardır. Oruç ise benim içindir, onun mükafatını ben veririm. Andolsun ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur."[221]
Bütün ibadetler Allah için yapılır ve bu ibadetlerin sevabı, ibadetleri yapanlara verilir. Peki buna rağmen neden sadece oruç Allah içindir?Bu sorunun cevabını vermek amacı ile, ülern,a oruç ile diğer ibadetleri birbirinden ayıran bazı incelikler zikretmişlerdir. Bunlardan bazıları şöyledir:
1. Orucun dışındaki ibadetler, zahiri ibadetler olduğundan bunlara riyanın karışma imkanı vardır. Ama oruç böyle değildir. O^u.ç, nefsi bazı isteklerden geri tutma olduğundan herkesin görebileceği bir şey değildir.
2. Oruç, karşılığı ölçülenmemiş ibadetlerdendir.
3. Oruç, Allah'tan başkasına yapılan ibadetler arasında yoktur.[222]
3624-İbni Huzeyme, Zeyd bin Halit el'Cuheni (r.a)'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resululîah (a.s) şöyle buyurdu: "(Savaşa giden) Gaziyi hazırlayan, hacıye yahut onun arkasından ehline azık veren ve bir oruçluyu iftar ettiren kimse için de onların ecri kadar ecir vardır. (Üstelik) onların ecirlerinden bir şey eksilmeden."[223]
3625- İbni Huzeyme, Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:"Yiyen ve yediğinin şükrünü eda eden kimse sabreden oruçlu gibidir/' Ebu Hureyre (r.a) dedi ki: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Allah (c.c) buyurdu ki: "İnsanoğlunun işlediği her amel kendisi içindir, ancak oruç hariç, Zira o, benim içindir. Mükafatını da ben veririm. O, (oruçlu) yemeği, içmeyi ve şehvetini benden dolayı terk ediyor."[224]
3626- İbni Mace, Cabir (r.a)'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resuhıllah (a.s) şöyle buyurdu: "Her iftar vaktinde Allah'ın azatlıları vardır. Bu, her gece böyle devam eder."[225]
3627-Nesai, Muaz bin Cebel (r.a)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şoylejpuyurdu: "Oruç, bir kalkandır."[226]
3628- Nesai, Ebu Ubeyde bin Cerrah (r.a)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum: "Oruç, (sahibi) onu delmediği müddetçe bir kalkandır."[227]
3629-Nesai, Osman bin Ebul (r.a)'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu duydum:Oruç, sizden birinizin savaştan korunduğu bir kalkan gibi kalkandır."[228]
3630-Ahmed bin Hanbel, Cabir (r.a)'dan, o da Allah'ın Peygamberinden şöyle rivayet etmiştir:"Allah (c.c), şöyle buyurdu:"Oruç, kulun ateşten kendisi ile korunduğu bir kalkandır. O, benim içindir, mükafatını da ben veririm."[229]
3631- Ahmed bin Hanbel, Abdullah bin Amr (r.a)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Resulullah (a.s)'a bir adam gelerek şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, bana izin ver de kendimi büreyim." Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Ümmetimin bürülmesi, oruç ve (gece ibadet yapmak üzere) kalkmaktır."[230]
3632- Ahmed bin Han bel, Abdullah bin Amir (r.a)'den, Resulullah (a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kıyamet günü oruç ve Kur'an, kul için şefaat edecekler. Oruç şöyle diyecek: "Ey Rabbim, ben onu yemek ve şehvetten alıkoydum, o halde onun hakkında bana şefaat hakkı tanı." Kur'an da şöyle diyecek: "Ey Rabbim, ben onu geceleyin uyumaktan alıkoydum, o halde onun hakkında bana şefaat hakkım ver." O, (Resulullah a.s) şöyle devanı etti: "Neticede, bu ikisi, (Kur'an ve oruç), onun için şefaatçi olacaklar."[231]
Bu bölümde oruçlunun ağız kokusu ile ilgili bir kaç hadis geçmiştir. Bu yüzden biz başlık altında şu hadisi veriyoruz.
3633-İbni Huzeyme, Harise'el-Eşari (r.a)'den, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:"Allah, Zekeriyya (a.s) oğlu Yahya (a.s)'ya arnel etmesi ve İsrailoğullarına da amel etmelerini emretmesi için beş öğüt variyetti. Yahya (a.s) biraz ağırdan almış olacak ki ona, İsa (a.s) gelerek şöyle buyurdu: "Allah sana amel etmen ve İsrailoğullarına amel etmelerini emretmen için beş Öğüt emretti, bu beş öğüdü onlara ikimizden biri haber versin."Bunun üzerine Yahya (a .s) şöyle buyurdu: "Kardeşim (bu işi) sen yapma. Şüphesiz bu beş öğüdü onlara iletmekte benden Önce davranırsan, yerin dibine geçirilmenden, yahut azaplandırıl-mandan korkarım." [232] Resulullah (a.s) şöyle devam etti: "Yahya (a.s), İsrailoğullarını hemen mescidde topladı, mescid o kadar oldu ki, insanlar (dinlenmek için) damlarda çökerek dinlenmek zorunda kaldılar. Sonra Yahya (a.s), konuşmasına başlayarak şöyle buyurdu: "Allah, bana kendim için beş öğüt vahyetti. Birincisi, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşma ma nızdır. Nitekim Allah'a ortak koşan kimse şu adama benzer öz malından altın ya da para karşılığında bir köle satın olur, sonra onu bir eve yerleştirip; "Çalış ve bana getir," der. Sonra köle çalışmaya başlayıp kazandığını efendisinden başkasına takdim eder. Peki hanginiz böylesine bir kölesinin olmasına razı olur. (Demek istediğim o ki) şüphesiz, sizi yaratan da, rızkınızı temin eden de, Allah'tır. O, halde O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Namaza durduğunuzda (sağa, sola) iltifat etmeyin. Çünkü kulu iltifat etmediği müddetçe Allah, yüzünü kulunun yüzüne karşı tutar. Size orucu emrediyorum. Bunu (oruç tutan kimsenin) misali, bir topluluk içinde, elinde herkesin koklamak istediği mis kokusu ile dolaşan bir adam gibidir. Halbuki oruç, Allah katında misk kokusundan daha hoştur. Size zekatı emrediyorum. Bu da düşmanı esir ettikten sonra elini boynuna bağlayıp boynunu vurmak amacıyla yaklaştırılan bir adam gibidir. Adam şöyle demeğe başkar: "Canımı kurtarmak için size karşılık (para) vereyim mi?" Esir canını kurtarana kadar az - çok demeden vermeye başlar. "Size Allah'ı çok zikretmenizi emrediyorum. Allah'ı zikretmek, düşman tarafından sizi çabucak takip edilen ve sağlam bir kaleye sığman adam gibidir. Kul da böyledir. Şeytan'dan ancak Allah'ı zikretmekle kurtulabilir." Resulullah (a.s) şöyle devam etti:"Ben de Allah'ın bana emrettiği beş şeyi size emrediyorum. (Bunlar) Cemaat, dinlemek, itaat etmek, hicret etmek ve Allah yolunda cihad etmek (tir). Cemaattan ayrılan kimse, dönmedikçe imam ve îslam halkasını boynundan çıkarmış olur. Kim cahiliyye çağırması gibi çağırır ise, Cehennem'de diz çökenlerdendir." (Sahabe arasında) soruldu:"Ey Allah'ın Resulü ! Oruç tutsa, namaz kılsa bile mi?" O,(a.s) şöyle cevap verdi:"(Evet) oruç da tutsa, namaz da kılsa (yine böyledir). Birbirinizi, -Sizi müminler, Müslümanlar ve Allah'ın kulları diye isimlendiren- Allah'ın çağırdığı gibi çağırın."[233]
3634- Nesai, Ebu Umame (r.a)'nin şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Ben, Resulullah (a.s)'a gelerek; "Ey Allah'ın Resulü ! Bana Allah (c.c)'m kendisiyle fayda vereceği bir şey emret," dedim. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Oruç tutmaya bak. Çünkü, ona denk hiç bir amel yoktur." Diğer bir rivayette Ebu Umame, ReSulullah (a.s)'a şöyle sordu: "Ey Allah'ın Resulü ! Hangi amel daha faziletlidir?" Resulullah (a.s) cevaben şöyle buyurdu: "Oruç tutmaya bak. Çünkü ona denk hiç bir amel yoktur."[234]Bir başka rivayette de Ebu Umame (r.a) şöyle anlatıyor: "Resulullah (a.s)'a dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, bana bir amel emret."Resulullah (a.s) da şöyle buyurdu: [235]"Oruca devem et. "Çünkü ona denk hiç bir amel yoktur." Ben (tekrar) sordum. "Ey Allah'ın Resulü ! Bana bir amel emret." Resulullah (a.s) (yine) şöyle buyurdu: "Oruca devam et. Çünkü ona denk hiç bir amel yoktur,"[236]
3635-Tirmîzi, Ebu Hureyre (r.a)'den, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, şanı yüce olan Allah onu ateşten yetmiş yıl uzaklaştırır." Diğer bir rivayette: "Kırk yıl," olarak germiştir. [237]
3636- Buhari ve Müslim, Ebu Saîd (r.a)'in şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Allah yolunda bir gün orıç tutan hiç bir kul yok ki, Allah (cc) onun yüzünü ateşten yetmiş yıl uzaklaştırmasın."[238]
3637- Tirmizi, Ebu Umame (r.a)'den, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, Allah onunla Cehennem ateşi arasında gökle yer arasındaki gibi bir çukur açar."[239]
3638- Nesai, Ukbe bin Amir (r.a)'den, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, Allah onu Cehennem'den yüz yıllık yürüme mesafesi kadar uzaklaştırır."[240]
3639- Buhari ve Müslim, Sehl bin Sa'd (r.a)'in şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Cennette Rayyan adında bir kapı vardır. Kıyamet gününde bu kapıdan sadece oruçlular gireceklerdir. (O gün); " oruçlular nerede?" diye seslenilecek. Ve hemen oruçlular kalkacaklar. Onlardan başka kimse o kapıdan giremeyecek. Oruçlular girince, kapı kapanır ve bu kapıdan (bundan sonra) hiç kimse giremez." Diğer bir rivayette de şöyle buyurmuştur: "Cennet'te sekiz kapı vardır. Bunlardan birinin adı Rayyan'dır. Bu kapıdan yalnız oruçlular gireceklerdir." [241] Tirmizi'nin rivayetinde de şöyle geçmektedir: [242] "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: " "Cennet'te oruçların (girmeleri için) davet edildikleri bir kapı vardır. Kim oruçlulardan ise bu kapıdan girer ve bir daha ebediyyen susamaz." Nesai, birinci rivayeti almıştır. [243]
3640- Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "Kim, Ramazan'da inanarak ve karşılığını bekliyerek geceyi ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır. Kim de Kadir Gece'si'ni inanarak ve karşılığını bekleyerek ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır." Buhari'nin diğer bir rivayeti de şöyledir: "Kim, Ramazan'da inanarak ve karşılığını bekleyerek oruç tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır."[244]Tirmizi'nin rivayeti şöyledir: "Kim inanarak ve karşılığını (Allah'tan) bekleyerek Ramazan orucunu tutar, geceleri de kıyamla geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır." [245] Nesai, Buhari'nin rivayetini aynen almıştır.[246] Ahmed bin Hanbel de hadisin sonuna: "Ve gelecek günahları..." ilavesinde bulunmuşur. [247]
3641- İmam Malik, Ebu Hureyure (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Ramazan Çayı) girdiğinde gök kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır ve Şeytanlar zincire vurulur." Diğer bir rivayet de şöyledir: "Ramazan geldiği zaman Cennet kapıları açılır."[248]Bir başka rivayet'te de Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur: "Rahmet kapıları açılır."[249] Nesai'nin bir başka rivayetinde ise Ebu Hureyre şöyle demiştir:[250] "Resulullah (a.s) (kimseyi) zorlamadan Ramazan ayını ibadetle geçirmeye teşvik ederdi," Ebu Hureyre bu sözünden sonra yukarıdaki hadisi okumuştur. Yine Nesai'nin rivayet ettiği bir başka hadiste Ebu Hureyre şöyle (r.a) demiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Allah'ın, orucunu size farz kıldığı mübarek ayı geldiğinde, gök kapılan açıhr, yakıcı Cehennem ateşinin kapılan kapanır ve bu ayda azgın Şeytan'lar bağlanır. Bu ay içinde, Allah'ın bin aydan daha faziletli bir gecesi vardır ki, bu gecenin hayrından mahrum olan, iyice mahrum olmuştur."[251] Tirmizi'nin rivayeti de şöyledir: "Ramazan ayının ilk gecesi geldiğinde Cehennem kapıları açılmamak üzere kapanır. Cennet'in kapıları da kapanmamak üzere açılır ve bir münadi: "Ey hayır işlemek isteyen adam, yanaş ve hazır ol. Ey kötülük yapmak isteyen adam, vazgeç diye seslenir. Ve yine bu gecede Allah'ın Cehen-nem'den özatlıları vardır. İşte bu hal, Ramazan bitinceye kadar devam eder." [252]
3642- Nesai, Enes bin Malik (r.a)'den, Resulullah (a.s)'in şöyle buyur-duğunu- rivayet etmiştir: "Bu Ramazan size gelmiştir. Bu ayda Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır ve Şeytanlar zincire vurulur,"[253]
3643- Nesai, Arfece (r.a)'nin şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Utbe bin Farked'i ziyarete girmiştik. Aramızda Ramazan ayından konuşuyorduk. Utbe: "Neden bahsediyorsunuz?" diye sorunca:"Ramazan ayından," dedik. Bunun üzerine o, şöyle dedi "Ben Resulullah (a.s)'tan şöyle buyurduğunu işittim: "Ramazan ayında Cennet kapıları açılır, Cehennem kapılan kapanır Şeytan'lar bağlanır. Bundan sonra her gece bir münadi şöyle seslenir: "Ey hayır yapmak isteyen, yanaş. Ey kötülük yapmak isteyen vazgeç." Diğer bir rivayette Arface şöyle anlatıyor:
"Utbe bin Farkad'in evinde idim. Ben bir hadis okumak istedim, ancak evde Resulullah (a.s)'ın ashabından hadis konusunda daha liyakatli biri vardı. Ve o, Ramazan hakkında yukarıdaki hadisi okudu."[254] Bu rivayette şu cümleler yer almaktadır: "Bu ayda her azgın Şeytan bağlanır ve bir münad; "Ey hayır yapmak teyen yanaş; Ey kötülük yapmak isteyen, vazgeç," şeklinde seslenir."[255]
et-Tüver' Beşti şöyle der: "Hadiste geçen; "gök kapıları açılır," dan maksat, Allah'ın rahmetinin inmesi ve bazan Allah'ın lutfuyla, bazen de yapılan güzel amelleri kabulj etmek amacıyla amellerin yükselmesi sırasında karşılaşılan engellerin aşılmasıdır. "Cehennem kapıları kapanır," cümlesinden de oruç tutan insanların tutulmaları oruç sayesinde çeşitli kötülüklere düşmekten uzak kaldıkları ve şehvet kamçısıyla sürüklendikleri isyan bataklarına düşemiyecekleri kast edilmiştir. et-Tayyibî de gök kapılarının açılmasının yararı konusunda şu yorumu yapmıştır: "Bunun hikmeti, oruçluların işledikleri güzel amellerin Allah (c.c) tarafından övülmesi sırasında meleklerin bu olayı seyretmeleridir. Bu hadisin Allah katında değeri pek büyüktür. Hz. Ömer (r.a)'in : "Cennet, Ramazan için süslendirilir," sözü de bu yorumun doğru olduğunu gösteriyor." Şeytanların bağlanması; bizzat zincire vurulmaları anlamındadır. Ancak burada, gökten bilgi çalmak isteyen Şeytanlar kast edilmektedir. Aslında bu Şeytanlara diğer zamanlarda izin verilmez. Bu ayda Şeytanlar ayrıca zincire vurulmak suretiyle mevcut koruma biraz daha fazlalaştırılır. Hadisteki Şeytanlardan, mecazi anlamda bütün Şeytanları kast etmekde mümkündür. O zaman mana şöyle olur: Müslümanlar Şeytanlara vurulan kamçı niteliği taşıyan oruçlarıyla onların oyunlarına gelmeyeceklerinden Şeytanlar da bağlanmış sayılır. Bu ayda da Şeytanların oyunların gelen Müslümanlar vardır. Ama bu durum, diğer zamanlara nisbetle hissedilir derecede azdır." [256]Hz. Peygamber (a.s) bütün bu hadislerde Ramazan ayının her anının hayır ve bereket olduğunu, oruçlunun Allah'ın lutfuyla kötülerden ve sapıklardan uzak olmak ve iyilerin dualarına mazhar olmak suretiyle ilahi bir konumda olduğunu haber veriyor.[257] Aynî, Buharı Şerhi [258]inde Resulullah (a.s)'ın: "Cehennem kapıları kapanır," sözüne şu yorumu getirmiştir: "Çünkü oruç, manevi bir kalkan olması nedeni ile insanı Cehennem'e girmeyi gerektiren günahlardan geri alır. Bu durumda da Cehennemim kapıları kapanmış olur. Üstelik bu ayın bereketiyle insanlar günah ve kötülüklerden uzak olduklarından Cehennem'e girmeyi af edildiği ve yapılan kötülükler görmezlikten gelindiği için Cehennemin kapıları kapanır. İşte Cehennemin kapılarının kapanması bu demektir." Ramazan ayında meydana gelen bunca günah ve isyana ne diyeceğiz? Şeytanlar zincire vurulmuş olsalardı, bütün bu isyanlar olur muydu? diye bir soru sorulursa, bu soruya şöyle cevap verilir: Evet ama, Şeytan'ın zincire vurulması, herkes için geçerli değildir. Üstelik amaç kötülükleri tamamen yok etmek değil, asgariye indirmektir ki, bu zaten hissedilmektedir. Çünkü bu ayda, diğer aylar kadar isyan edilmemektedir. Bu soruya şu şekilde de cevap verilebilir. Şeytanların hepsi zincire vurulsa bile, yeryüzünde hiç bir kötülük olmaması gerekmez. Çünkü kötülüklerin sebepleri sadece Şeytanlar değildir. Allah'a karşı yapılan isyanların ahlakî çöküntü, kötü adetler ve şeytanlaşmış insanlar gibi ayrı sebepleri de vardır.[259]
3644-İbni Huzeyme, Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Nice oruç tutan vardır ki, orucundan payına düşeni; açlığı ve susurluğudur. Yine nice gece ibadet eden vardır ki, ibadetinden payına düşt dece uykusuzluğudur."[260]
3645-Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Kim yalan söylemeyi ve kötü ameli terk etmez ise Allah (c.c)'ın, o yemesini içmesini terketmesine ihtiyacı yoktur."[261]
3646- İbni Huzeyme, Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Oruçlu iken kimseye kötü söz söyleme. Biri seninle sövüşmeğe kalkarsa; "ben oruçluyum" de. Ve ayaktaysan otur."[262]
3647- İbni Huzeyme, Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur: "Oruç; yemek içmekten geri durmak değil, boş ve çirkin sözlerden geri durmaktır. Bundan dolayı seninle sövüşmeye ya da sana sataşmaya kalkışan olur ise; "en oruçluyum, ben oruçluyum de."[263]
Yukarıdaki hadis, oruçlunun ileri geri konuşmasının ve kötü davranışının terk edilmesi gerektiğini vurgulamak içindir. Yoksa orucun rûkunlarının yemek içmek ve cinsi ilişkiyi terk etmek olduğu bilinmektedir.
3648-Nesai, Hz, Aişe (r.a)'den Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Oruç; Cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır. O halde kim sabaha oruçlu çıkarsa, o gün kötü söz söylemesin. Eğer biri ona kötü söz söylerse, ona sövmesin, küfretmesin ve; "ben oruçluyum," desin. Muhammed'in canı, kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur."[264]
3649-Buhari ve Müslim, İbni Abbas (r.a)'ın şöyle dediğim rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s), insanların en cömerti idi. O'nun en cömert olduğu zaman Ramazandı. Her gece (Cibril) gelip O'na Kur'an öğretirdi. Yemin ederim ki, Resulullah (a.s) hayır işinde yağmur (yüklü bulutları sürüklemek) için gönderilen rüzgardan daha cömert idi."[265]
İbni Hacer, Fethul-Bâri'de şöyle der :[266]"İmam Nevevi der ki: "Bu hadisi şerifte bir takım öğütler vardır. Bunlardan bazılarım şöylece sıralamak mümkündür: 1. İnsanları daima cömertliğe teşvik etmek. Bu duyguyu Ramazan ayında ve iyileride beraberken artırarak devam ettirmek, sahih kimseler ve hayır ehlini ziyaret etmek ve ziyaret edilen kimseleri usandırmamak şartıyla bu ziyaretleri çoğaltmak gerekir. Bu ayda bol bol Kur'an okumak gerekir. Ve bilinmelidir ki, Kur'an okumak, zikirden daha faziletlidir. Çünkü, eğer zikir daha faziletli ya da Kur'an okumak ile aynı derecede olsaydı onunla iştigal ederlerdi. 2.Cebrail (a.s)'in Ramazan geceleri Peygamerimize sadece Kur'an öğretmesinden maksadın; "O'nun ezberini pekiştirmek olduğu düşünülemez mi?" diye bir soru akla gelebilir. Bu soruya şöyle cevap vermek mümkündür: Ayetler, Peygamberimizin zaten ezberinde idi. Üstelik maksatı ezberini pekiştirmek ise, bunun devamlı Razaman'da olması gerekmezdi. Zira bu iş, yani Kur'an'ı tekrarlamak işi, diğer beraberliklerinde de yapılabilirdi. 3. Bu aya Ramazan ayı yerine sadece Ra denilebilmektedir. Bu da başka bir öğüt ve hikmettir: Hadis iyi incelendiğinde, daha başka öğütler de çıkarılabilir."[267] İbni Hacer devamla şöyle der: "Yukarıdaki Hadis-i Şerifte Kur'an'ın Ramazan ayında inmeye başladığına işaret edilmiştir. Çünkü Ibni Abbas (r.a)'dan gelen bir hadiste de olduğu gibi Kur'an birinci kat semaya Ramazan ayında birden indirilmiştir. Bundan sonra Cebrail (a.s) her sene Ramazan ayında özel olarak gelip bir yıldan diğer yıla kadar kendisine inen ayetleri okurdu. Peygamerimiz (a.s) vefat edeceği yıl Cebrail (a.s) iki kez gelip kendisine inen ayetleri okudu. Bu hadisi Hz. Fatma (r.a)'dan gelen sahih bir hadiste de böyle nakledilmiştir."[268]
3650-İbni Huzeyme, Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) (üç defa);" Amin, amin, amin," buyurdular. Bunun üzerine kendisine; "Ne yaptınız ey Allah'ın Resulü?" diye sorulunca, O (a.s) şöyle buyurdu:
"Cebrail (a.s) bana: "Ramazan geldi de günahları bağışlanmaymm burnunu Allah yerde süründürsün. -Veya uzak olsun-" dedi. Ben de; "amin," dedim.[269]
Sonra; "anne babasına ya da onlardan birine kavuştuğu halde (bu hal) onu cennete girdirmediyse burnu yerde sürünsün -yahut uzak olsun-" dedi. Ben de; "amin," dedim. Sonra yanında anıldığın halde sana salat-u selam getirmeyenin burnu yerde sürünsün -yahut uzaklaşsın-" dedi. Ben de; "Amin," dedim."
3651-Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'den, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "(Sizden) biriniz oruçlu iken veya yemeğe davet edildiği zaman; "Ben oruçluyum," desin." Diğer bir rivayette de şöyle buyurmuştur: "(Sizden) biriniz yemeğe davet edildiği zaman icabet etsin. Eğer oruç değil ise yesin, oruçlu ise dua etsin." [270]Hişam der ki: "Hadiste geçen; "salat" kelimesi, dua anlamındadır."[271]
3652-Tirmizi, Ensardan olan Kâb'in kızı Ümmü Ümâre (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) o'nun yanma girdi. O da kendisine bir yemek sundu, bunun üzerine Hz. Peygamer (a.s) kendisine; "ye," buyurdu. O da, "ben oruçluyum/'dedi. Bunun üzerine Resululah (a.s) şöyle buyurdu. "Oruçlunun yemeği yenildiğinde, yiyenler ayrılıncaya kadar melekler o kimseye salat [272] ederler. "Bazen de; "yiyenler doyuncaya kadar," derdi."
Leyla'nın efendisinden rivayetinde Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: "Oruçlunun yanında, oruçlu olmayanlar yediği zaman melekler onun için salat ederler." [273] Diğer bir rivayet de birinci rivayet gibidir. Ancak bu rivayette; "Yiyenler bitinceye yahut doyuncaya kadar," cümlesine yer verilmiştir.[274] Leyla, Ümmü Umare'nin azatlı cariyesidir. Ümmü Umâre de hadisi Leyla'dan rivayet eden Zeyd oğlu Habib'in ninesidir. Bu yüzden Habib, rivayetinde; "bizim kölemiz," ifadesini kullanmıştır.[275]
3653-Ebu Davud, Amir bin Rabîa (r.a)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s)'ı saymakla bitiremiyeceğim kadar, oruçlu iken misvak kullanırken gördüm." Buharı, hadisi muallak olarak rivayet etmiştir.[276]
3654- Buhari, Abdullah bin Ömer (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Oruçlu; günün başında da sonunda da misvak kullanabilir."[277]
Hafız İbni Hacer, Feth'ul-Bâri'de şöyle demektedir: "Bu hadisi İbni Ebi Şeybe İbn-i Ömer (r.a)'den ravisiyle birlikte imnen rivayet etmiştir.[278] İbni Ebi Şeybe'nin lafzı şöyledir: "İbni Ömer (r.a) öğle namazına çıkmak isteğinde oruçlu iken misvak kullanırdı."Öğle namazından sonra misvak kullanmanın mekruh olduğunu gösteren sahih bir hadis yoktur. Bizim getirdiğimiz hadisler de birbirlerini bu yönde takviye eden niteliktedirler. Üstelik Tirmizi[279] 725 nolu hadisin üzerinde konuşurken şöyle demektedir: "Amir bin Rabid'in hadisi, hasen hadistir. Ve ilim ehli de bu hadise göre amel etmektedir. Onlara göre oruçlunun misvak kullanmasında herhangi bir sakınca yoktur. Ancak ilim adamlarının bir kısmı, oruçlu iken yaş misvak kullanmayı ve günün sonuna doğru misvak kullanılmasını mekruh görmüşlerdir. İmam Şafiî günün başında da sonunda da misvak kullanmayı mekruh saymamıştır. Ahmed bin Hanel ve İshâk, günün sonunda misvak kullanmanın mekruh olduğu görüşündedirler." Aşağıdaki hadis de oruçlunun misvak kullanmasının hiç bir zaman mekruh olmadığının delilidir.
3655-Tabarani, Abdurrahman bin Gam (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor: "Muaz bin Cebel'e: "Oruçluyken misvak kullanabilir miyim? "diye sordu. O da; "Evet" diye cevap verdi. Ben: "Günün hangi vaktinde" dedim. O; "Dilediğin zaman yapailirsin. Dilersen sabah (kullan) dilersen akşam." Dedim ki: "İnsanlar akşam kullanmasını mekrul kabul ediyorlar da" O; "Peki neden?" diye sordu. Ben de; "Çünkü Resulullah (a.s) şöyle buyuruyor: "Yemin olsun ki, oruçlunun ağız koşusu, Allah katında (misk kokusundan) daha hoştur." Bunun üzerine o, (Muaz r.a); "Subhanallah, Allah'ın Resulü onlara misvakı emrettiğinde oruçlu misvak kullansa da ağzının kokacağını biliyordu. O, (Resulullah a.s) onlara (insanlara) ağızlarını kasıtlı olarak kokutmalarını emretmemiştir. Bunda bir hayır yoktur. Aksine bu (ağız kokusu) kurtulması güç hastalık olmadıktan sonra bir serdir." Dedim, ki; "Allah yolunda tozlanmak da böyledir değil mi?" O, şöyle cevap verdi: "Evet, kendini kasten belaya atan için biri için herhangi bir mükafat yoktur."[280]
3656- Ahmed bin Hanbel, Antf bin el As (r.a)'tan, Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Bizim orucumuzla kitap ehlimin (Yahudi ve Hıristiyanların) orucu arasındaki fark, sahur yemeğidir."[281]
Ümmet-i Muhammed'in orucu ile: Yahudi ve Hıristiyanların oruçları arasındaki fark, sahurdur. Çünkü sahur, Müslümanların oruç konusundaki özel-lifc - İslam uleması sahura kalkmanın müstahab olduğu konusunda icma (görüş birliği) halindedir ve sahurda bereket vardır. Çünkü sahur, oruç tutma gücünü arttırır ve insanı dinç tutar. Üstelik rahmetin tecelli edeceği vakit, onun diğer zikir ve dualara kaişı uy&mık olmasına da katkıda bulunur. Sahur konusunda ise ileride doyurucu açıklaimalarda bulunacağız.[282]
3657-İbni Mace, Amr bin el As (r.a)'ın oğlu Abdullah (r.a)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:" "Oruçlu için iftar ederken geri çeevirilmeyen bir dua vardır." Ulemanın bir kısmı, İbni UbeytÜullah'ın tanınmış olmadığım delil göstererek İbni Mace'nin rivayet ettiği bu hadisin zayıf olduğunu ileri sürmüşlerdir: İbni Hacer şöyle demiştir: "İbni Mace'nin aldığı bu hadisin senedinde bulunan İshak bin Ubeydul-lah, rivayeti makbul olan İshak'tır." [283] Fakat bize öğle geliyor ki, durum İbni Hacer'in ifade ettiği gibi değildir. Aksine hadiste geçen İshak, Medine'li-Mekke'li olduğu da söylenir.Ebu Melike el-Karşi et-Teymi'nin oğlu, İshak bin Ubeydullah'tır. Bu raviye İbni Hib-ban'dan başka kimse güvenmemiştir. 'el Mezzide, Tehzîb [284]te böyle demiştir.[285]
Ancak ne de olsa hadis, hasen hadis'tir İbni Hacer de bu görüştedir. [286] Aşağıdaki hadis de bu görüşün doğruluğunu kanıtlıyor: "Enes (r.a)'den şöyle rivayet edilmiştir; "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Üç dua vardır ki, bunlar geri çevrilmez. Babanın çoğuna olan duası, oruçlunun duası ve yolcunun duası." Bu hadisi ez-Ziya Muhtâre'sinde hasen olarak rivayet etmiştir.[287] Aşağıdaki hadis de iftardan önce dua yapmanın müstehap oluşunun bir başka delilidir.
3658- Tirmizi, Ebu Hureyre (r.a)'den, o da Resulullah (a.s)'tan şu şekilde rivayet etmiştir: "Üç kimse vardır ki, duaları geri çevirümez. Oruçlunun iftar ederken yaptığı dua, adaletli imamın (devlet reisinin) duası ve mazlumun duası. Allah bu duayı (mazlumun duasını) bulutlarm üzerine yükseltir, gök kapıları onun için açılır ve Rabb'ı şöyle buyurur: "İzzetime yemin olsun ki, zaman aşımına da uğrasa illaki sana yardım edeceğim."[288]
Resulullah (a.s)'ın iftarda dua etmesi, bu duanın müstehab olduğu daha faziletli olduğu konusunda gönlümüzü ziyadesiyle rahat ettirmekte ıatta ir.
3659- Ebu Davud, İbni Ömer (r.a)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) iftar ettiği zaman şöyle buyururdu: "İnşaallah suzusluk gitti, damarlar yaş oldu ve ecir sabit oldu." İnşaallah."[289]
Mudıl'le'den dolayı bazı hadisçiler zayıf' demişlerdir. İbni Hıbban bu raviyı güvenilir saymıştır. Bak: El-İhsan (5/181) İbni Mace, Sünen 'inde 1752 nolu hadis üzerinde konuşurken bu ravinin güvenilir olduğunu söylemiştir. İbni Hacer de bu ravinin rivayetinin makbul olduğunu ve Hz. Aişe (r.a)'nin kölesi olduğunu söylemiştir. Bütün deliller göz önünde bulundurulduğunda, hadisin en azından hasen hadis derecesinde katta daha yüksek derecede olduğunu görüyoruz. Binaenaleyh inşallah bu ravi meçhul değildir.
3660-Buhari ve Müslim, Hz. Ömer bin Hattab (r.a)'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: " "Gece şuradan gelip gündüz şuradan gidince ve güneş kaybolunca (batınca) oruçlu iftar etmiştir."[290]
3661-Buhari ve Müslim, Sehl bin Sa'd (r.a)'dan, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "İnsanlar iftarlarını acele ettikleri müddetçe hayırda olmaya devam ederler."[291]
3662- Ebu Davud, Enes bin Malik (r.a)'ten rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) namaz kılmadan önce bir kaç yaş hurma ile iftar ederdi Eğer hurma bulanmaz ise7 bir kaç yudum su alırdı."[292]
3663-Tirmizi, Talha bin Ubeydullah (r.a)'tan rivayet etmiştir: "Resulullah (a:s) hilali görünce şöyle dua ederdi:
"Allah'ım ! Onu bize bereket, iman, kurtuluş ve İslam hilali eyle. Beıjıim Rabb'im de senin Rabbin de Allah'tır."[293]
3664- Tirmizi, Hz. Aişe (r.a)'den rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor. "Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, Kadir Gecesi'ni bilirsem nasıl dua edeyim?" O, şöyle buyurdu. "De ki;" Allah'ım, sen çok af edicisin, af etmeyi seversin. O halde benden (günahlarımı) affet."[294]
3665-İbni Huzeyme, Ebu Umame el'Bahli (r.a)'nin şöyle dediğinin rivayet etmiştir: "Ben Resulullah (a.s)'tan dinledim. O şöyle anlatıyordu: "Rüyamda bana iki adam geldi. Koltuklarıma girip beni sarp bir dağın eteğine götürdüler ve; "Tırman," dediler. Bunun üzerine ben; "Tırmana-mam," deyince onlar: "Biz senin çıkmanı kolaylaştıracağız," dediler. Ben de; "Tırmandım, dağın tepesine gelince birden korkunç sesler duydum ve: "Bu sesler "neyin nesi," dedim. Onlar: "Bunlar Cehennem ehlinin üremesidir," dediler. Sonra yoluma devam ettim ve birden kendimi topuklarımdan asılmış, avurları çatlamış, yanaklarından aşağı kanlar akan bir kavmin içinde buldum." Resulullah (a.s) şöyle devam etti: "Bunlar kimlerdir?" dedim. O, (yanımdaki): "Bunlar oruçları bitmeden iftar edenlerdir," dedi. Bunu üzerine o, şöyle buyurdu:"Yahudi ve Hrisitiyanlar hüsrana uğradı: " Süleyman dedi ki:"Bu son cümle, Resulullah (a.s)'in mıdır yoksa Ebu Umame'rân bir görüşü müdür bilmiyorum.Sonra yine yoluma devam ettim. Ve birden kendimi çok şişmiş, pis kokulu ve çirkin görünümlü bir kavmin yanında buldum, "Bunlar imlerdir?" dedim. "Bunlar, kafirlerin öldürülmüş (leş)leridir." dedi. Sonra yine yoluma devam ettim. Ve kendimi çok şişmiş, pis kok ve kokuları tuvaletleri andıran bir kavmin içinde buldum." "Bunlar ilimlerdir?" dedim. "Bunlar, zina eden erkek ve kadınlardır," dedi. Sonra yine yoluı na devam ettim ve kendimi göğüslerine yılanlar hücum eden kadınların içinde buldum. "Bunların hali nedir?" dedim. "Bunlar, çocuklarından sütlerini esirgeyen kadınlardır," dedi. Sonra yine yoluma devam ettim ve kendimi iki dere arasında o Onayan çocukların arasında buldum. "Bunlar kimlerdir?" dedim. "Bunlar, mü'minlerin zürriy e deridirler." dedi. sonra bir yükselme meydana geldi ve kendimi, kendilerine ayırılmış bir şaraptan şarap içen üç kişinin yanında buldum."Bunlar kimdir?" dedim. "Bunlar Caferi Tayyar, Zeyd ve Ravaha'nın oğlu Abdullah'dır," dedi. Sonra beni bir daha yükseltti ve kendimi üç kişinin yanında buldum. "Bunlar kimdir?" dedim."Bunlar, İbrahim (a.s) Musa (a.s) ve İsa (a.s)'dır," dedi. O sarıda bana (bu üç kişi) bakıyorlardı."[295]
1. Oruç, sözlükte, tutmak ve bir şeyden geri durmak anlamlarına gelir. Şer'i manası ise, gündüz tan yerinin ağarmasından, Güneş'in batışına kadaroruca ehil olan kimsenin vaktinde niyyet etmesi şartıyla- orucunu bozan şeylerden geri durmaktır. Orucun rükunları ikidir. Birincisi, nefsin ve midenin isteklerine uymamak, ikincisi ise, niyettir. Şafiî ve Malikilerde niyyetin vakti, imsaktan öncedir. Yani tan yeri ağarmadan önceki zamandır. Hanefiler ise, meseleyi biraz daha açarak şöyle demişlerdir: "Kaza ve günü önceden belirlenmemiş olan imsaktan önce niyet etmek şarttır. Ramazan, nafile ve günü önceden belirlenmiş olan adak oruçlarından günün yarısından önce niyet etmek yeterlidir. Ancak bu tür oruçlarda da fecirden (imsaktan) önce niyet etmek müstehaptır."
2. Ramazan orucu, Kur'an Sünnet ve icma ile sabit olup İslam'ın esaslarından ve farzlarından biridir. Hicretten birbuçuk yıl önce Şaban ayının 10. günü ve kıblenin Kabe'ye çevrilmesinden sonra farz kılınmıştır. Bu konuda alimler arasında görüş birliği vardır.[296]
Şu üç şeyden biri tahakkuk ettiğinde oruç tutmak farz olur:
1. Adak,
2. Keffarettler,
3. Ramazan ayının herhangi bir kısmında (şartlara haiz olarak) hazır bulunmak ile oruç tutmak farz olur.[297]
Fukahaya göre orucun farz olmasının şartı beş olarak belirtilmiştir. Bu şartlar şunlardır:
1. Müslüman olmak,
2. Buluğ çağına ermiş olmak,
3. Akıllı olmak, ikinci ve Üçüncü şartlar hakkında fıkıhçılar özetle şu açıklamayı getirmişlerdir: Delilik daimî ise ulemanın çoğuna göre orucun kazası gerekmez. Maliki mezhebinde meşhur olan görüşe göre bu durumda orucun kaza edilmesi gerekir.Baygınlık halinde ise sadece kaza gerekeceğine dair ulemanın ittifakı vardır.
4. Oruç tutmaya gücü yetmek
5. Mukim olmak. Bu iki şarta göre hasta ve yolcuya oruç farz değildir. Ancak oruç tutmaları sahihtir. Tutmazlarsa, tutmamış oldukları oruçlarını kaza ederler. Bu konuda ulema arasında icma yanın; görüş birliği vardır. Yaşlılığı nedeniyle oruç tutmayan, aybaşı ve lohusahk gibi şer'an özürlü olan ve oruç tutmaları halinde kendilerine veya çocuklarına bir zarar gelebileceğinden endişe eden hamile ve süt emziren kadınlara oruç tutmak farz değildir. Ayrıca fıkıhçılar bazı ayrıntılarla birlikte niyetin şart olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Orucun sahih olması için niyet etmek ve oruca mani olan âdet ve lohusahk halinden temizlenmiş olmak şarttır. Cünüplükten temizlenmiş olmak şart değildir. Bu üç konuda fıkıhçılar aynı görüştedir.[298]
1. Bir bardak su içmek bile olsa sahura kalkmak ve sahuru gecenii Son saatlerine bırakmak.
2. Güneşin battığından emin olması durumunda namazdan önce ve hemen iftar etmek. İftarı; varsa yaş hurma, yoksa kuru hurma, bu da yoksa su ile ve tek olarak açmak menduptur.
3. Hz. Peygamber (a.s)'den nakledilmiş veya herhangi bir dua okumak. Çünkü oruçlunun duası geri çevrilmez.
4. Bir bardak su, bir hurma ya da bir lokma ile de olsa oruçluları iftar ettirmek. Tabi en iyisi onları doyurmaktır.
5. Temiz bir hal üzere oruç tutabilmek için fecirden önce cünüplük, aybaşı ve lohusalık gibi hallerden temizlenmek.
6. Dili ve diğer azaları lüzulmsuz sözlerden ve normalde günah olmayan boş işlerden uzak tutmak. Gıybet, laf taşımak ve yalan söylemek gibi normal-da haram olan işlere gelince, bunların haramlık dereceleri, bu ayda daha fazla-laşır.
7. Normal zamanlarda mubah ve oruca mani olmayan şeylerden uzak durmalı. Örneğin dokunmak, koklamak, dinlenmek ve bakmak gibi insana lezzet veren nefsin isteklerini terk etmek,
8. Şafii mezhebinde; "Oruçlu iken kan aldıranın orucu bozulur," diyenlerin ihtilafına düşmemek amacı ile oruçlu iken hacamet yaptırmamak ve başkalarına yapmamak sünnettir. Yemeğin tadına bakmaktan ve meninin gelmesinden korkulması halinde öpmekten vez geçmek, ulemanın ortak görüşüyle sünnettir.
9. Aile efradına bolca yiyecek getirmek -çünkü bu sadakadır- akrabalara iyilik yapmak, fakirlere ve yoksullara bol bol sadaka vermek.
10. Mümkün olduğu kadar gece gündüz ilim öğrenmekle, Kur'an okumakla, Kur'an'ı müzakere etmekle, zikir ve Hz. Peygamber (a.s)'e salat ve selam getirmekle meşgul olmak.
11. Özellikle Ramazan'm son on gününde olmak kaydıyla itikâfa girmek[299].
Hanefi mezhebinde oruçluya yedi şey mekruhtur. 1. Özürsüz olarak bir şeyin tadına bakmak ve çiğnemek.2. Şekersiz sakız çiğnemek. Sakızın şekerli olması durumunda şekerin tadı boğazda hissedilirse oruç bozulur.3. Öpmek, dokunmak va sarılmak.4. Öpmek dokunmak ve sarılmak gibi benzeri şeyler yapmak. 5. Kasıtlı olarak tükrüğü ağızda beklettikten sonra yutmak.7. Kan vermek ve aldırmak gibi orucu zayıflatacağı zannedilen işleri yapmak.Şafiî ve Hanbeli mezheplerine göre baygın olan bir kimse gün içinde az da olsa ayilır ise geceleyin niyetli olması halinde orucu sahihtir.Hanefi mezhebine göre baygın olan bir insan geceleyin oruca niyet etmiş ise gündüz ister ayılsın ister ayılmasın orucu sahihtir.Maliki mezhebine göre ise, eğer" Daygmlık süreki ayıklık halinden az ise orucu sahihtir. Aksi takdirde sahih değildir. Bu durumda olan bir kimse orucunu; "kaza edecek mi etmeyecek mi?" sorusu akla gelebilir. Bu durumda; "orucu sahihtir," diyenlere göre kazarı gerekmez. "Sahih değildir," diyenlere göre ise orucun kaza edilmesi gerekir.Daha önce dininden dönmüş olan bir kimse tekrar Müslüman olur ise Şafiî ve Hanbeli mezheplerine göre kafir iken üzerinden geçen oruçları kaza eder. Hanefi ve onların görüşünü paylaşanlara göre ise küfür halinde üzerinden geçen oruçları kaza etmesi gerekmez. Hanefilere göre imsaktan sonra Müslüman olan bir kimse günün kalan kısmını oruç tutarak geçirir. Esir, mahkum ya da bunlar gibi Ramazan ayından haberi olmayan bir kimse bu ayı karışlıyor ise kıbleyi ve vakti bilmeyen bir kimse gibi araştırır ve kendi içtihadıyla vardığı fikir neticesinde orucunu tutar. Bu ayı tesbit edebilmek için yaz-kış, sıcak-soğuk bahar ve güz gibi önemli işaretleri kullanır. Bu durumda olan bir kimse gerekli araştırmayı yapmadan oruç tutsa ve tutmuş olduğu orucu Ramazan'a denk gelse bile -niyyette tereddüt etti-ğinden-orucu sahih olmaz. [300]
3666-Buhari ve Müslim, Abdullah bin Ömer (r.a)'den şu şekilde ri-yayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Onu (Hilal'ı) gördüğünüz zaman oruç tutun ve (yine) onu gördüğünüz1 , zaman orucunuzu açın. Eğer üzerinizde bulut varsa, onu (tesbit etmek için ayı) hesaplayın." Diğer bir rivayet ise şöyledir: "Resulullah (a.s) Ramazan ayından bahsetti ve şöyle buyurdu: "Ay, 29 gecedir. O halde hilali görmeden ne oruca başlayın, ne de orucunuzu bozun (bayram edin). Eğer bulut nedeniyle (Hilal'i) göremez iseniz, ayı hesaplayın." [301]Diğer bir rivayette Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Ay, 29 gecedir. Hilal'i görünceye kadar oruç tutmayın. Eğer hava bulutlu ise (Şaban'ı) 30'a tamamlayın."[302] Müslim'in bir rivayetinde de şöyle gelmiştir; "Resulullah (a.s) Ramazan'dan bahsetti ve şöyle buyurdu: "Ay, şu kadar, şu kadar ve şu kadar olur. -Resulullah (a.s) üçünde baş parmağını kapattı ve devam etti- O halde onu gördüğünüzde oruç tutun. Ve yine onu gördüğünüzde orucunuzu bozun. Eğer hava bulutlu ise, 30'a sayın." [303]Diğer bir rivayet ise; "Onu hesaplayın,"[304]şeklindedir. Ebu Davud üçüncü rivayeti ahnış ve şu ilavede bulunmuştur:[305] "Şaban ayının 29. günü geldiği zaman İbni Ömer (r.a) için Özel alarak hilal gözetlenirdi. Göründüyse tamam, şayet gorünmediyse ve görünmesi gereken yeri bulut ya da karanlık kaplamış ise sabahleyin yerdi. Ancak hilalin görüneceği yeri bulut ya da karartı kaplamış ise sabahleyin oruçlu olurdu."
3667- Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'nia şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: Hilali gördüğünüz zaman oruç tutun. Yine onu gördüğünüz zaman orucunuzu bozun. Eğer onu (hilali) bulut kaplamış ise (bulut nedeni ile göremiyor iseniz) 30 gün oruç tutun." Diğer bir rivayette Ebu Hureyre (r.a) şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber (a.s) ya da Kasım'ın babası (a.s) şöyle buyurdu:" "Onu (hilal'i) görmekle oruç tutun, yine onu görmekle yiyin. Eğer bulut nedeni ile göremez iseniz, sayıyı tamamlayın." [306] Diğer bir rivayet de şöyledir: "Ay bulutlu ise, 30 sayın."[307] Buhari, üçüncü rivayeti seçmiştir [308]. Buna göre Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Eğer bulut nedeniyle hilal görünmez ise, Şabanı 30'a tamamlayın."[309]
3668- Müslim, Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu. "Ramazanı bir gün veya iki gün önceden karşılamayın. Ancak bir adam devamlı oruç tutuyor idiyse tutsun." [310]
İmam Nevevi şöyle diyor[311]: "Yukarıdaki Hadis-i Şerif ile, adeten herhangi bir günde oruç tutmayı adet haline getirmeyen veya Ramazan orucunu bir önceki Şaban ayında tutmuş olduğu oruçla birleştirme niyetinde olmayan bir kimsenin, Ramazan orucunu bir veya iki gün Önceden oruçla karşılaması açıkça yasaklanmıştır. Buna göre orucunu bir Önceki ayda tutmuş olduğu oruç ile birleştirme niyetinde olmayan veya herhangi bir günde oruç tutmayı adet haline getirmeyen bir kimsenin, Ramazan orucunu karşılamak amacı ile bir veya iki gün önceden oruca başlaması haramdır. Bizim mezhebimizin sağlıklı görüşü de budur."
3669-Ahmed bin Hanbel, (Cabir (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Hilali gördüğünüz zaman oruç tutun. Yine hilali gördüğünüz zaman orucunuzu açın. Eğer hilal bulut ile örtülmüş ise 30 sayın."[312]
3670-Ebu Davud, Huzeyfe bin el-Yaman (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Ben Resulullah (a.s)'i şöyle buyururken dinledim: "Hilali görmeden veya sayıyı (otuza) tamamlamadan ayı öne almayın. Sonra (yine) hilali görene kadar ya da sayı (otuza) tamamlayıncaya kadar oruca devam edin." Nesai, bu rivayete ek olarak "hilal" kelimesinden önce "kablehu" (Aydan önce) kelimesini zikretmiştir.[313]
3671- İmam Malik, Abdulah bin Abbas (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) Ramazan'dan bahsederken şöyle buyurmuştur:"Hilal'i görünceye kadar oruç tutmayın. Yine hilal'i görünceye kadar orucunuzu açmayın. Eğer hilal bulut nedeni ile size gizli kalır ise, sayıyı otuza tamamlayın."Nesai'nin başka bir rivayeti şöyledir: [314] "İbni Abbas (r.a) şöyle söylemiştir:"Ay gelmeden önce davrananlara şaşıyorum. Halbuki Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:"Hilali gördüğünüz zaman oruç tutun, yine hilali gördüğünüz de orucunuzu açın. Eğer bulut nedeni ile hilal gizli kalır ise, sayıyı otuza tamamlayın." Yine Nesai'nin başka bir rivayeti şöyledir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Hilal'i görünce oruç tutun ve yine onu görünce orucunuzu bozlun. Sizinle hilal arasına bulut girerse, sayıyı tamamlayın ve Ramazan ayını herhangi bir şekilde karşılamayın." [315] Nesai'nin başka bir rivayeti de şöyledir: "Ramazan'dan önce (karşılamak amacı ile) oruç tutmayın Onun Rama-zan'ın hilalini görmekle oruca başlayın. Yine hilal'i görünce orucunuzu açın. Eğer hilal'in altına karaltı (bulut) gelirse, otuza tamamlayın."[316] Ebu Davud, bu hadisi şu sözlerle almıştır: [317] "Ramazan ayını bir ya da iki gün önceden oruçla karşılamayın. Ancak sizden birinizin devamlı oruç tutuğu bir gün varsa ve bu gün bir veya iki gün öncesine denk gelmiş ise, bunun bir sadakası yoktur. Hilal'i görünceye kadar oruca başlayın. Yine hilali görünceye kadar orucunuzu açmayın. Şayet hilalin altına bir bulut girerse, sayıyı otuza tamamlayın, sonra orucunuzu açın. Ay, 29 gündür." Tirmizi bu hadisi şu sözler ile rivayet etmiştir: "Ramazan'dan önce oruç tutmayın. Hilal'i görerek oruca başlayın ve hilal'i görerek orucunuzu açın. Şayet hilalin altına bulut girerse, 30'a tamamlayın."[318]
3672- Ebu Davud, Hz. Aişe (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) Şaban ayma diğer aylardan daha çok dikkat ederdi. Sonra Ramazan (hilal'ini) görerek oruç tutardı. Eğer hilal bulutlu olursa, 30 gün sayar, sonra oruç tutardı."[319]
3673- İbni Huzeyme, Huzeyfe (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir:"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Hilal'i görmeden veya sayıyı tamamlamadan bu ayı öne almayın."[320]
1.Şafiilerde tercih edilen görüşün dışında, ay'ın doğuş yerlerinin farklı olmasına, ulemadan kimse itibar etmemiştir. Bu mezhebin dışında kalan diğer üç mezhebin tercih edilen ortak görüşü şudur:
İslam ülkelerinden herhangi birinde hilal görünür ise bütün Müslümanlara oruç tutmak farz olur.
2.Günümüzde İslam, dünyanm dört bir yanına yayılmış olduğundan aynı anda bütün bölgelerde hilal'in gözükmemesi imkansız denecek kadar uzak bir ihtimaldir. İslam aleminin herhangi bir bölgesinde hilal görülmüş ve buna göre oruç tutulmuş ise, diğer bölgelerde yaşayan bütün Müslümanların da oruç tutması en doğrusu olur.
3.Rasathanelerden hilalin gözükmesi oruç tutmayı gerektirir. Çünkü bu durumda gözüken, hilalden başkası değildir. Sadece görme işi aletle yapıldığından çıplak gözle görmekten biraz daha kolay olur. Üstelik orucun farz o-labilmesi için Müslümanların görmeleri gereken: Ay'ın, güneş çizgisinden çıkmış olmasıdır. Bu yüzden İslam uleması; "Halalin en sağlıklı görünüşü, Güneş battıktan hemen sonraki görünüşüdür," demişlerdir.
4.Hilal'in rasathaneden görünmesi, astronomik hesaplarla tesbit edilmesine benzemez. Nitekim İslam ulemasının çoğunluğu, kameri ayın isbatı konusunda astronomik hesaplara itibar etmemiştir. Çağımız ilim adamlarından:
"iyi hesaplanması halinde kameri ayların tesbitinde de astronomik hesaplara itibar edilir. Çünkü bu hesaplar doğru yapılması halinde kesin bilgi ifade eder," diyenler de vardır. Yukarıda ay'ın doğuş yerleri hakkında mezheplerin görüşlerini belirtmeye çalıştık.
5. Hilal'in doğuş yerlerinin birbirinden farklı olması inkâr edilemeycek bir gerçektir. Ancak ulema arasındaki görüş ayrılığı, bu durumun, hükmü değiştirip değiştirmeyeceği konusundadır. Bu konuda çağımız ulemasından bir bölümünün görüşü şöyledir: "Eğer hilal bir bölgede görülmüş ise, akşam ezanı o bölgeden sonra okunan bütün bölgeler için ay girmiş olur. Akşam ezanı vakti, hilalin göründüğü bölgelerden önce olan diğer bölgeler için ay, kesin olarak bir sonraki günden başlar." [321]
3674-Ebu Davud, Abdullah bin Abbas (r.a)'dan şöyle rivayet etmiştir: , - "Bir bedevi Resulullah (a.s)'a gelerek şöyle dedi: " "Ben hilal'i gördüm." -Hasan kendi hadisinde şöyle demiştir: "Bedevi Ramazan ayını kast ediyordu. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle sordu: "Allah (c.c)'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahadet ediyor musun?" Bedevi: "Evet," diye cevap verince, Resulullah (a.s): "Muhammed (a.s)'in Allah'ın Resulü olduğuna şahadet ediyor musun?" (diye) sordu: Bedevi yine: "Evet," deyince, Resulullah (a.s): "Ey Bilal ! İnsanlara haber ver de yarın oruç tutsunlar," buyurdu." İkrime'den gelen bir rivayet de şöyledir: [322] "Sahabe, bir kere Ramazan hilal'i hakkında şüpheye düştüğünden teravih kılmak ve oruç tutmak istememişlerdi. Bu sıra Harra'dan bir bedevî i gelerek hilal'i gördüğünü savundu. Kendisi Hz. Peygamber (a.s)'e getirilince O, (a.s), şöyle sordu: "Allah (c.c)'tan başka ilah olmadığına, benim de O'nun Resulü olduğuma şehadet ediyor musun?" Bedevi: "Evet," dedi ve hilal'i gördüğüne şahadet etti. Bunun üzerine Resulul-lah (a.s) Bilal'a emretti. Bilal'de teravih kılmaları ve oruç tutmaları konusunda insanlara seslendi." Hadisi Ebu Davud da almış ve şöyle demiştir: "Bu hadisi, Semmak bin Harb'den bir topluluk murse[323] olarak rivayet etmiştir. Hadiste geçen "teravih" kelimesini revilar arasında sadece Ham-mad bin Seleme teleffuz etmiştir." Ebu Davud şöyle devam: "Bu kelimeyi Hammad'dan başkası teleffuz etmemiştir. Bu ravi de, insanların "oruçtan önce teravih namazı kılınır," sözüne binaen bu kelimeyi hadisine eklemiştir. Yoksa öyle duyduğu için değil."Tirmizi'nin rivayetinde İkrime şöyle anlatıyor: [324] "Bir bedevi, Hz. Peygamber (a.s)'e gelerek; "Ben hilal'i gördüm," dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s) şöyle sordu: "Allah'tan başka hiç bir ilah olmadığına şahadet ediyor musun? Mu-hammed (a.s)'in O'nun Resulü olduğuna şahadet ediyor musun?" Bedevi; "Evet," diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurdu: "Ey Bilal ! insanlara haber ver de oruç tutsunlar." Nesai de bu hadisi Tirmizi gibi almıştır. Ancak Nesai'nin hadisinde şu cümle kullanılmıştır: "Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna şahadet ediyor musun?" [325]Nesai'nin başka bir rivayetinde şu cümle vardır: [326]"Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s) insanlara: "Oruç tutun," diye seslendi." el-Câmî, tahkikçisi şöyle der: "Bu hadis, aynı manayı kuvvetlendiren bir çok şekilde rivayet mistir. İshak der ki:"İki kişi hilal'i gördüklerine dair şehitlik etmeden oruç tutulmaz. İlim ehli bayram etme konusunda da yine iki kişinin şahitlik etmesi gerektiği üzerinde aynı görüştedirler." Tirmizi'nin görüşü de şöyledir: "Bu gün ilim sahipleri bu hadise göre amel etmektedirler. Onlar; oruç konusunda bir kişinin şahitliğiyle amel edilebileceğini söylüyorlar." İbnul- Mübarek, Şafiî, Ahmed bin Hanbel ve Küfe ulemasının görüşleri de böyledir. [327]
Hanefi mezhebine göre hava bulutlu ise Ramazan hilal'i konusunda)! bir kişinin şahitliği geçerlidir. Ancak havada bulut yoksa, mutlaka iki kişinin şahitlik etmeleri gerekir. Ebu Davud, Abdullah bin Ömer (r.a)'in şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "İnsanlar hep birlikte hilal'i gözetlediler. Ben hemen Resulullah (a.s)'a giderek hilal'i gördüğümü haber verdim. O da oruç tuttu ve insanlara oruç tutmalarını emretti."
3675-Ebu Davud (2/302) İsnadı sahihtir.
3676-Ebu Davud, Hüseyin bin Haris el-Cedeli (r.a)'den, Mekke emrinin hutbeden sonra şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) bize: Onu (hilali) görmekle ibadet etmemizi (oruç tutmamızı) şayet görmez isek adil iki şahit de (hilali gördüklerine dair) şahitlik ederse, oruç tutmamızı emretti." Ravi şöyle devam etti: "Bunun üzerine Hüseyin bin Haris'e sordum: "Mekke'nin emiri kimdi?"O; "Bilmiyorum/1 diye cevap verdi. Sonra birazdan bana rastladı ve şöyle dedi: "Muhamrned bin Hatib'in kardeşi, el-Haris bin Hatib idi." Sonra emir şöyle devam etti: "Şüphesiz içinde Allah (c.c)'ı ve Resulünü (a.s) benden daha iyi bilen biri vardır. Nitekim şu Resulullah (a.s)'a yetişti." -Emir bir adama işaret etti-Hüseyin dedi ki: "Bunun üzerine ben yanımdaki yaşlıya: "Emirin işaret ettiği adam kimdi?" diye sordum. O, şöyle dedi: "Bu (adam) Abdullah bin Ömer'di ve emir doğru söyledi. Nitekim o, (Abdullah bin Ömer) şanı yüce olan Allah'ı, emir'den daha iyi bilendi." Bunun üzerine Abdullah bin Ömer (r.a) şöyle dedi: "Resulullah (a.s) bize böyle emretmişti."[328]
3677-Nesai, Hattab oğlu Zeyd oğlu Abdurrahman (r.a)'m şüpheli günde insanlara hutbe şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Dikkat edin ! Ben Resulullah (a.s)'ın ashabıyla oturup kalktım ve onlarla görüş ahş-verişinde bulundum. Yine onlar bana Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu aktardılar:"Onu (hilal'i) görmekle oruç tutun, onu görmekle orucunuzu açın ve yine onu görmekle ibadet edin. Şayet hava bulutlu ise otuza tamamlayın. Eğer iki şahit (hilal'i gördüklerine dair) şahitlik ederlerse, (bunlarm söylediklerine göre) oruç tutun ve orucunuzu açın."[329]
3678- Ebu Davud, Rib'i-bin Huraş (r.a)'tan, o da Resulullah (a.s)'ın ashabından bir adamın şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Ramazan'm son gününde insanlar (hilal konusunda) görüş ayrılığına düşmüştü. Bu sırada iki bedevi gelip Resulullah (a.s)'m yanında hilal'm çıktığını ve kedilerinin onu dün akşam gördüklerine dair şahitlik ettiler. Bunun üzerine Rasulullah (a.s) insanlara oruçlarını açmalarını emretti." Ebu Davud başka bir rivayetinde hadisin sonunda şu ilavede bulunmuştur: "Ve namazgaha gitmelerini emretti." [330]
Ramazan ayı, şevval aymın girdiği takdirde sona erer. Bunu içi de herhalde en azından iki erkek veya bir erkek iki kadının hilal'i gördıfçlerine dair şahitlik etmeleri gerekir.
3679-Taberani, Ebu Mes'ud (r.a) un şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "İnsanlar otuz (günü) tamamlamak amacı ile oruçlu olarak sabah-lamışlardı. (Bu sırada) iki adam gelip dün hilal'ı gördüklerine dair şahitlik ettiler. Bunun üzerine Resulullah (a.s) insanlara oruçlarını açmalarını emretti."[331]
3680- Ebu Davud, Ebu Umeryer -adı Abdullah'tır-İbni Enes bin Malik (r.a)'ten, o da Resulullah (a.s)'ın ashabından olan amcalarından şu şekilde rivayet etmiştir: "Atlı bir gurup Resulullah (a.s)'a gelerek bir gün önce hilal'ı gördüklerine şahitlik ettiler. Bunun üzerine Resulullah (a.s) (insanlara) oruçlarını açmalarını ve sabah olunca namaz kılınacak yere gitmelerini emretti."[332]
3681 Nesai, Simak bin Harb (r.a)'in şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "-Ramazan'dan mı Şaban'dan mı olduğu belli olmayan günü kast eld$-rek- bir gün İkrime, ekmek, yeşillik ve süt yerken yanına girdim. Bana: "Buyur," dedi. Ben de; "Oruçluyum," dedim. Bunun üzerine -yemin ederek-"İllâki orucunu açacaksın," dedi. Ben de iki kere: "Subhanallah!" dedim. Hiç istisna yapmadan yemin etmeye devam ettiğimi görünce; "Şu an yanındaki delilini getir," dedim. O, şöyle dedi: "İbni Abbas'ı şöyle söylerken dinledim: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Onu (hilal'i) görmekle oruç tutun ve (yine) onu görmekle orucunuzu açın. Sizinle onun (hilal'ın) arasına bulut veya karanlık girerse, Şaban'ın sayısını otuza tamamlayın. Ramazan ayını hiçbir suretle karşılamayın. Ramazan'ı Şaban'a ait bir güne eklemeyin."[333]
Şaban ayının otuzuncu günü şüpheli olduğu zaman, Ramazan'dan olma ihtimali kuvvetli değilse bu günde oruç tutmak mekruhtur. Ancak Hanefilere göre bu günde nafile oruca niyet edilmiş ise mekruh olmaz. Daha sonra bu günün Ramazan'dan olduğu ortaya çıkarsa, tutulan nafile orucu Ramazan'dan sayılır. Çünkü Ramazan ayında başka bir oruç sahih olmaz. Bu ay, sadece Ramazan ayının orucuna ait olduğu için tutulan oruç bu aya aittir. Ancak şüpheli gün Ramazan'dan değilse nafile olur. Hanefilere göre şüpheli günde nafile oruç tutmakta hiçbir sakınca yoktur. Hanbeli mezheb'inde meşhur olan görüşe göre şüpheli günde hava açık ise tutulan oruç Ramazan orucu yerine geçmez. Ancak havada bulut varsa Ramazan orucuna niyet etmek gerekir. Nafile oruca niyet edilmesi halinde ise, tutulan oruç nafile olur. [334]Hanbeliler der ki: "Hz. Peygamber (a.s)'in hadisinde geçen "Fekdurulevhu," (Onu hesaplayın) cümlesinden maksat daraltmaktır.[335] Şaban ayının daraltılması da onu yirmidokuz saymakla mümkündür."[336]
3682-Ahmed bin Hanbel, Abdullah bin Ebi Musa (r.a)'mn şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Müdrik veya İbni Müdrik beni bir kaç şey sormam için Hz. Aişe (r.a)'ye gönderdi. Ben de ona gelerek Ramazan'dan olup olmadığı konusunda görüş ayrılığı bulunan günü sordum. O, şöyle cevap verdi."Yemin ederim ki, Şaban'dan bir gün oruç tutmam, Ramazan'dan bir gün yememden daha iyidir."Bunun üzerine îbni Ömer ve Ebu Hureyre'ye sordum. Onların her biri şöyle cevap verdi:"Hz. Peygamber (a,s)'m hanımları bu konuda daha bilgilidirler." Hanbeliler bu ve benzeri hadisleri delil olarak ileri sürmektedirler.[337]
3683-MüsIim, İbni Abbas (r.a)'m kölesi Küreyb'den, Fadl'ın annesinin kendisini Şam'a Muaviyeye gönderdiğini rivayet etmiştir. Kûreyb şöyle anlatıyor: "Şam'a gidip ihtiyacanı gördüm. Şam'da bulunduğum sırada Ramazan hilal'i bekleniyordu. Cuma gecesi hilal'i gördüm. Sonra ayın sonunda Medine'ye döndüğümde Abdullah bin Abbas bana soru sordu. Sonra bahsederek şöyle dedi. "Sen de gördün mü?"Ben: "Evet, insanlar da gördüler. Ve oruç tuttular. Muaviye de oruç tftıt tu," dedim. Bunun üzerine o, şöyle dedi: "Fakat biz cumartesi gecesi gördüğümüzden, otuza tamamlayıncaya ya da (hilal'i) görünceye kadar oruca devam edeceğiz." Bunun üzerine ben: "Muaviye'nin görmesi ve oruç tutmasıyla yetinmez misin?" (diye) sorunca o, şöyle cevap verdi: "Hayır, Resulullah (a.s) bize böyle emir vermişti," "Hadisi rivayet edenlerden biri: "Yetinemez misin?" yoksa; "yetinemejyiz' mi?" denildiği konusunda şüphe etmiştir.Hadisi Ebu Davud[338] Tirmizi [339]ve Nesai [340] de kitaplarına almışlardır. Hepsinin rivayetinde de: "Hilali cuma gecesi gördüm," cümlesi bulunmaktadır.
Nesaî hadisinde: "Muaviye ve arkadaşlarının görmesi ile yetinemez misin"? cümlesini kullanırken, Tirmizi de şöyle demiştir."Ben, dedim ki: İnsanlar gördüler ve oruç tuttular." Ravi, kendisinin gördüğünü söylememiştir. [341]
Bu hadis, Şâfîi mezhebi'nin: "Ayın doğuş yerleri, hükmü değiştirir," görüşünün kaynağını oluşturur. Şafülere göre her yöre halkı gördüğü şekilde
3683-Müslim (21765) 12-Kitabu's-Sıyam, 5-Her bölgenin kendine has hilali görmesi gerekir babı.
hareket etmek zorundadır. Eskiden ulaşım imkanları zor olduğu için her yöre kendi gördüğü şekilde hareket etmek zorundaydı. Ama asrımız eskisi gibi değildir. Bugün artık ulaşım ve iletişim çok kolay ve çabuk olduğundan bir bölgede hilal görülmüş ise, diğer bütün bölgelerin bu habere göre oruç tutmaları ve bayram etmeleri gerekir. Ancak Şafii mezhebi her bölge için hilalin doğuş yerinin ayrı olduğuna itibar ettiği için, kendi bölgesinin dışında başka bir bölgeye uyarak oruca başlayan veya bayram eden bir kimse için orucunu kaza eder diyemiyoruz. En doğrusunu ise Yüce Allah (c.c) bilir
3684- Müslim, Ebul-Ahteri (Said bin Feyruz)'dan rivayet etmiştir: "Umre (yapmak) için çıkmıştık. Batn-ı nahle'de konaklayınca," -Ravi şöyle devam etti:- "Hep birlikte hilal'i gördük. Topluluğun bir kısmı: "O (hilal) üç geceliktir," bir kısmı: "İki geceliktir," dedi." (Ravi) şöyle devam etti: "Bu sıra İbni Abbas (r.a)'a rasladık, dedim ki:"Biz hilal'i gördük. Kavmin bir bölümü: "Üç geceliktir," dedi. Bir bölümü de: "İki geceliktir," dedi. O, şöyle sordu: "Haydi gece o'nu (hilal'i gördünüz?" Ravi şöyle devam etti: "Şu, şu gecede gördük," dedim. Bunun üzerine o, (İbni Abbas) şöyle dedi: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah (c.c) görmek için onu uzattı. O halde o, gördüğünüz geceye aittir."Başka bir rivayette [342] Ebul-Bahteri şöyle demiştir: "Biz Zâti ırkta iken Ramazan hilalin'i gördük. Bunun üzerine İbni Abbas (r.a)'a bir adam gönderdik. Sorduktan sonra ibni Abbas şöyle dedi: "Şüphesiz Allah (c.c) görseniz diye onu uzattı. Eğer bulut nedeniyle göremez iseniz, sayıyı tamamlayın." İmam Nevevi, Müslim'in açalamasında hadiste geçen: "Görmek için uzattı," cümlesini, "siz görene kadar gökte durma süresini uzattı," şeklinde yorumlamıştır. Yine İmam Nevevi şöyle demiştir[343]: "Hadisin bu rivayeti, bütün nüshalarda Önünde hemze bulunmadan zikredilmiştir. İkinci rivayette ise "Emedde" Önünde hemze bulunmak suretiyle rivayet edilmiştir. Hadisin bu rivayeti bütün nüshalarda aynıdır." Kadi İyaz der ki: "Bazı alimler şöyle demişlerdir: "Eğer (Emedde) olarak rivayet edilmiş ise uzatmak anlamındadır. "Medde" olarak rivayet edilmiş ise uzanmak anlamındadır Fakat bana göre en doğrusu, hadiste olduğu gibi kalmasıdır. Anlamı ise şöyledir: "Allah (c.c) siz görene kadar müddetini uzattı."[344]
3685- Tirmizi, Ebu Hureyre (r.a)'den, Hz. Peygamber (a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir" Muteber) oruç, (hep beraber) tuttuğunuz gündekidir. (Muteber) bayram, (hep beraber) orucunuzu açtığınız gündekidir. (Muteber) kurban, (hep beraber) kurban kestiğiniz gündekidir." Ebu Davud'un rivayet ettiği [345] hadiste, Ebu Hureyre (r.a) -Peygamberimizi de hadise katarak- şöyle demiştir: "(Hep beraber) orucunuzu açtığınız zaman bayramınız, (hep birlikte) kurban kestiğiniz zaman kurbanınızdır. Arafatin her yeri vakfe yeridir. Mina'nın her yeri kurban kesme yeridir. Mekke'nin her sokağı kurban kesme yeridir. Yine Muzdelife'nin her yeri vakfe yeridir." Tirmizi şöyle der: "İlim ehlinin bir kısmı bu hadisi şöyle yorumlamışlardır: Hadiste orucun toplumla beraber tutulacağı, bayramın da toplumla ve insanların çoğunluğuyla beraber yapılacağı vurgulanıyor." Ebu Davud, yukarıdaki hadisin üzerine şöyle başlık atmıştır: "Kavmin hilal konusunda yanılması babı..." Hattabi der ki: "Yukarıdaki (3685 nolu) hadisin anlamı şudur: "İnsanlar araştırdıktan sonra yanılsalar bile hatadan uzaktırlar. Buna göre bir topluluk yeterince araştırdıktan sonra ayın otuzuna kadar hilal'i görmeyip ayı otuza tamamlasalar, daha sonra da 29 gün olduğu saptanırsa, oruçları da bayramları da geçerlidir. Yanılgılardan dolayı üzerlerine hiç bir günah söz konusu değildir. Hac da böyledir. İnsanlar yeterince araştırdıktan sonra Arafat konusuda yanılmış olsalar da haccm tekrarlanması gerekmez. Kurban konusunda yine aynı şekildedir. Bu, olsa olsa Allah (c.c)'m kullarına bir lutfu ve bir kolaylığıdır."[346]
3686-Tirmizi, Hz. Aişe (r.a)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Bayram; İnsanların yedikleri gün, kurban da insanların kurban kestikleri gündür."[347]
3687- Müslim, Abdullah bin Ömer (r.a)'den, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ay, şu kadar şu kadar ve şu kadardır. Resulullah iki defa bütün parmaklarını birbirine çarptı. Üçüncü çırpışta sol elinin ya da sağ elinin baş mağmı diğerlerine katmamıştır." Buhari'nin [348] rivayetinde ise Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Ay, şu kadar ve şu kadardır. Üçüncüsünde baş parmağını kapatmıştır. Diğer bir rivayette[349] Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:"Biz okuma yazma bilmeyiz, yazamayız, hesaplayamayız. Ay şu kadar şu kadardır. Yani kimi zaman 29, kimi zaman da 30 gündür." Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste de [350] Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Biz ümmi bir milletiz. Yanımız ve hesabımız yoktur. Ay, şu kadar şu kadar şu kadardır. Üçüncüde baş parmağını kapattı. -Yine ay, şu kadar şu kadar ve şu kadardır- "Yani 30 gündür." "Başka bir rivayette: [351]İbni Ömer bir adamın: "Bu gece ayırt yarısıdır," dediğini işitince, ona; "Ayın yarısı olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu. Adam şöyle cevap verdi: "(Çünkü) ben Resulullah (a.s)'m şöyle üç buyurduğunu işittim: "Ay, şu kadar ve şu kadardır." İki defa bütün parmaklarıyla işaret e :tiv Üçüncüde: "Ve şu kadardır," bu defa baş parmağını yumarak diğer bü ün parmaklarıyla işaret etti."[352]
Hadisi şerifte geçen: "Baş parmağım yumdu," cümlesi ile Peygamberimizin iki defa parmaklarını açarak işaret ettiği, üçüncü defasında ise aynı işareti baş parmağını yummak suretiyle ayın 29 olduğuna işaret etmek amacıyla
yaptığı sonra yeniden aynı işareti ayın 30 da çekebileceğine temas etmek amacıyla, yani Peygamber (a.s) ayın çektiği günleri göstermek amacı ile parmaklarıyla üç kez işaret etmiştir. Üçüncü işaretinde baş parmağım yumarak ayın 29 çekebileceğini göstermiştir. Sonra yine üç kez parmaklarıyla aynı işareti yapmış, ancak bu defa ayın günlerinin 30 da çekebileceğini göstermiştir.[353]Yukarıdaki hadisler, ulamanın çoğunun görüşü olan: "Astronomik hesaplar, ibadetlerin vakitlerini belirlemez," Hükmünün kaynağını teşkil eder. Ramazan ayı da bir ibadet olduğundan, bu ibadetin zamanım belirlemek için hilal'i sadece görmekle sorumluyuz. Astronomik hesaplamalarla onu bulmak zorunda değiliz. Fakat buna rağmen bir insan astronomik hesaplamalara güvenerek oruç tutarsa, bu da caizdir. Ancak örneğin şahitler hilal'i gördüklerini iddia ederken astronomik hesaplamalarda iddia edilen günde hilal'in görülmesinin imkansız olduğunu gösteriyor ise hangisiyle amel edilecek? Bize göre; "Hilal'i gördüğünüzde oruç tutunuz," hadisi ile astronomik bilgiler karşılaştırılır. Astronomlar iddia edilen günde hilal'in görülebileceğine ihtimal vermiyorlarsa, hilal araştırılır. Eğer görülür ise ayın girdiğine kadar verilir. Şayet astronomlar şahitlerin gördüklerini iddia ettikleri günde astronomik engeller nedeni ile hilal'in görülmeyeceğine kanaat getirilirse, hakim şahitlerden her birini sıkıştırma yoluna gider. Buna göre: "Nereden ve ne zaman gördüğünü, gördüğünde Güneş'in sağında mı yoksa solunda mı olduğunu, ayın orak şeklinin Güneş'e mi yoksa ters istikamete mi baktığını veya şahidin varsa hatasını veya şüphesini ortaya çıkaracak herhangi bir soru sorar. Astronomlar hilal'in kesinlikle görülmiyeceği üzerine görüş birliğine vardıktan sonra hilal ortaya çıkar ve görünür ise bu hesaplamalara güven ne derece olur? Eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa, yapılan hesaplar, gerçeği yansıtmadığından hilal'in görüldüğü kabul edilerek hareket edilir,
3688-Müslim, Sa'd bin Ebi Vakkas (r.a)'dan şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) bir elini diğerinin üzerine vurdu ve sonra şöyle buyurdu: "Ay, şu kadar, şu kadar ve şu kadar olur, sonra (yine aynı işaretin üçüncüsünde parmaklarından birini diğerlerine katmadı." Müslim'in [354] bir başka rivayeti de şöyledir: "Ay, şu kadar, şu kadar ve şu kadardır. Yani 29 gündür." Müslim'in [355] diğer bir rivayeti de birinci rivayet gibidir. Ancak rivayetin devamında şöyle demiştir: "Muhammed bin Abid bu olayı göstermek amacıyla üç defa elini çırp sonra aynı işlemin üçüncüsünde, sol elinin baş parmağını yumdu."[356]
3689-Nesai, Abdullah bin Abbas (r.a)'tan, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Cibril bana gelerek şöyle dedi. "Ay, 29 gündür." Diğer bir [357]rivayette de Resulullah (a.s) şöyle buyurdu. "Ay, 29 günden ibarettir." [358]
3690- Ebu Davud, Abdullah bin Mesut (r.a)'dan rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s)'la birlikte 29 gün tuttuğumuz oruç, 30 gün tuttuğumuz oruçtan daha çoktur." Tirmizi'nin rivayetinde[359] İbni Mes'ud (r.a) şöyle demiştir: "Resulullah (a.s)'la 29 gün tuttuğum oruç, 30 gün tuttuğum oruçtan daha çoktur." el Camii tahkikçisi şöyle demiştir: "Tirmizi der ki: "Bu konuda Abdullah bin Ömer (r.a)'den, Ebu Hureyre (r.a)'den, Hz. Aişe (r.a)'den, Sa'd bin Ebi Vakkas (r.a)'tan; İbni Abbas (r.a)'tan, İbni Ömer (r.a)'den, Enes bin Malik (r.a)'den, Cabir (r.a)'den Ümmü Seleme (r.a)'den Ebu Bekre (r.a)'den, rivayet edilmiş bir hadiste Resulullah (a.s) şöyle buyururdu: "Ay, 29 gün olur." Bu, hadis hasen bir hadistir. Aynı hadisi İbni Huzeyme 'de[360] rivayet etmiş ve "İsnad-ı sahihtir," demiştir.
3691- Buhari ve Müslim, Ebu Bekre (r.a)'den, Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Bayram aylan noksan olmazlar. (Bunlar Ramazan ve Zilhicce aylarıdır." Hattabi, bu hadis hakkında şu yorumu yapmıştır:
"Hadis uleması bayram ayları noksan olmaz," hadisi hakkında değişik yorumlar yapmıştır. Ancak bir kısmı şu yorumu yapmıştır: "Yani bu aylar sayı itibariyle eksik olabilseler de hüküm itibariyle tam bir ay hükmündedirler."[361]
3692- Tirmizi, Ebu Hureyre (r.a)'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Ramazan (tesbit edebilmek ) için Şaban hilalı'nm (gün) sayısını bilin."[362]
3693- Ahmed bin Hanbel, Said bin Amr el Emevi (r.a)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Aişe (r.a)'ye şöyle denildi: "Bu ayın, Ramazan ayının 29 gün olduğu da görüldü, ha !" O, şöyle dedi: "Bunun neresine şaşıyorsun? (Yemin ederim ki) Resulullah (a.s)'la beraber 29 gün (olarak) tuttuğum oruçlar, 30 gün tuttuğum oruçlardan daha çoktur."[363]
Ramazan ve Şevval Hilali'nin isbat edilmesi Bu konuda fıkıhçıların görüşleri özetle şöyledir:
1. Hanefi mezhebine göre hava açık ise Ramazan ve Şevval aylarınıH1 girbilmesi için büyük bir topluluğun gelip hilal'ı gördüklerine dair şahitlik etmeleri gerekir. Fakat mute'ehhir'un alimlerin bu durumda adil iki erkek veya bir erkek iki kadının şahitliğinin yeterli olduğu görüşündeler. Havada bulut varsa, adil bir kişinin şahitliği de yeterlidir.
2. Maliki mezhebine göre en azından iki adil şahidin gelip Hilal'i gördüklerine dair şahitlik etmeleri gekeri. Ancak Hilal konusunda fazla titiz olmayan bir topluluk için adil bir şahidin şahadeti de yeterlidir.
3. Hanbeli ve Şafii Mezheplerine göre adil bir kişinin şahitliği yeterlidir. Hatta Şafnler'de şahidin adil olup olmadığını bilme şartı bile yoktur. Ancak Hanbeli mezhebi'ne göre bayram Hilal'i için adil iki şahidin bulunması gerekir.
4. Hanefi ve Hanbeli mezheplerine göre kadının şahitliği de geçerlidir. Maliki ve Şafii mezheplerine göre ise kadının şahitliği geçerli değildir.
5. Bir bölgede Hilal göründüğü zaman doğu ve batı farkı gözetilmeden bütün Müslümanların oruç tutup tutmayacağı konusunda fukahanın iki görüşü vardır. Bu iki görüş ayın doğuş yerlerinin farklılığına itibar edilip edilmeyeceği konusundan kaynaklanmıştır. Cumhur yani ulamanın çoğunluğuna göre ayın doğuş yerlerine bakmadan bütün Müslümanların aynı anda oruç tutmaları gerekir. Şafii Mezhebinin görüşüne göre orucun başlangıcı da bayram da Ay'ın doğuş yerlerine göre değişir. Ancak bölgelerarası mesafenin uzak olup en azından 24 farsah olması gerekir. Bu rakamın kilometre bazındaki karşılığı ise (133 km) dir. Biz daha önce bu konuda tarafların delillerine ayrı ayrı yer vermiştik. Şafii mezhebi Ay'ın doğuş yerlerini, Güneş'in doğuş yerlerine kıyas etmek suretiyle muteber kabul etmiştir. Şeyh et-Tantavi der ki: "Bölgelerin değişmesiyle, Ay'ın doğuş yerlerinin de değişeceği, inkar edilmeyecek ve astronomik kuralların gereğidir. Ancak bu durum muteber midir? değil midir? Bu konu, ulamanın tartışma konusudur. Bütün tartışmalardan sonra en kuvvetli ve çoğunluğu teşkil eden ulamanın görüşüne göre bir bölgeden Hilal görülmüş ise akşam ezanı bu bölgeden sonra okunan bütün bölgeler için Ramazan ayı girmiş olur. Ayın girdiğine karar verebilmek için Hilal'm Güneş'in batmasının ardından görülmüş olması gerekir. Güneş batmadan görülen Hilal muteber olmadığından, Ramazan ayının girdiği anlaşılmaz."
6. Ay'ın doğuşu konusundaki Ölçüler ise şöyledir: Karanlık gecelerde ayın 25'i ile l'i arası Ay, Güneş'e yaklaşmaya başlar. Tamamen onun paraleline girdiğinde aynalık vazifesini yapamayacağından biz onu göremez oluruz. Sonra yavaş yavaş bu çizgiden uzaklaşmaya başlar. Bu uzaklaşmanın ilk hali kavis şeklinde bize yansır. İşte yeni Ay, bu kavisin görülmesinden sonra başlar. Bu kavise Hilal adı verilir. Ay'ın doğması bundan ibarettir.
Hanefi'ler şöyle der: "Ayın 29. gününden bir sonraki aym Hilal'ini araştırmak gerekir. göre Şaban ayının 29'unda Ramazan Hilal'ini, Ramazan ayının 29'unda Şevval Hilal'ini gözetlemek gerekir ki, oradaki oruç günleri gerekirse 30 güne tamamlanabilsin. Şaban ayının 29. günü hava bulutlu olması sebebi ile Hilal görülmez ise, Şaban aymı 30 güne tamamlayıp sonra oruca niyet etmek gerekir." Hanbeliler der ki: "Diğer mezheplerin ihtilafından kaçınmak ve orucu korumak amacı ile Hilal'i gözetlemek müstehaptır. Hilal görüldüğünde üç kere tekbir getirmek ve şu duayı okumak sünnettir. "Allah'ım, onu bize imarn ve bereket ayı kıl, eman ve güvence vesilesi eyle. Benim de senin de Rabbimiz Allah (c.c) 'tır. Kurtuluş ve hayra vesil olur, İnşallah." Hanefi mezhebine göre Hilal görüldüğü zaman cahiliye adeti olduğu i£ir onu bütün insanlara göstermek mekruhtur. Hanefi ve Şafiî fıkıhçıları ise şöyle der: "Hilal konusunda müneccimlerin ve ayın seyrini takip edenlerin vler dikleri haberler geçerli değildir." Malikler de şöyle der:"Hilal konusunda astroloji ilmi delil değildir. Çünkü Sari Teala Ramazan bayram ve hac ibadetleri için aym bizza görünmesini şart koşmuştur. Halbuki bu ilim şayet doğru ise Hilal'in belirt len vakitte ortaya çıkacağını gösterir." Hanbelilerin görüşleri de şöyledir: "Bu gibi ilimler, genelde gerçeği yansıtsa bile şer'an geçerli olduğuna da herhangi bir delil bulunmadığı için mutebed değillerdir."[364] Fıkıh ulamasının çoğunluğuna göre bir kimse Hilâl'i görür de, hakim âyı ı girdiğine karar vermez ise tek basma oruç tutması gerekir.İbn-i Abidin de şöyle der: "Ramazan Hilâl'inin isbatı için en azından iki şeyden birinin tahakkuk etmesi gerekir. Birincisi, Hilâl'in Güneş battıktan sonra görülmesi, ikincisi, hava bulutlu ise Şaban ayının 30ra tamamlanmasıdır. Hilâl'in gündüz görülmüş olması, tercih edilen görüşe göre geçersizdir."[365]
Niyet; kasit demektir. Kasit; Kalin tereddütsüz bir şeye inanması ve azm etmesidir. Fıkıhçılar ise farz olsun isten nafile olsun bütün oruçlarda niyetin gerektiği konusunda görüş birliğine varmışlardır. Ancak Hanefi, Haneli ve Maliki mezhebinin tercih edilen görüşüne göre niyet; orucun şartıdır. Şafiî mezhebine göre ise orucu bozan şeylerden geri durmak nasıl bir rükün ise niyet de bu şekilde bir rükündür.. Fakat fıkıh teriminde ister rükün olsun, ister şart olsun her iki halde de oruca rivayet etmek farzdır.
Orucun yeri kalp olduğundan yalnızca dil ile niyet etmek yeterli olmadığı gibi mutlaka dil ile telaffuz etmek mecburiyeti de yoktur. Fakat ulemanır çoğunluğunun görüşüne göre niyeti dil ile telaffuz etmek sünnettir.[366]
Oruçta niyetin şartlarını şu başlıklar altında toplayabiliriz:
1. Niyeti geceleyin yapmak, yani oruca geceden niyet etmek gerekir. Aşağıda görüleceği gibi geceleyin niyet etme konusunda bazı hallerde ulemanın ittifakı yani görüş birliği vardır. Hanefi mezhebine göre: bütün oruçlarda en iyisi, mümkünce fecirden önce yani sahurda; değilse geceden niyet etmek lazımdır. Fecirden sonra, günün yarısından önce niyet edilen oruçlar kaza, keffaret ve günü önceden belirlenmemiş adak orucu ise bu niyet geçerli değildir. Ama Ramazan, nafile ve günü önceden belirlemiş adak oruçlarında, günün yarısından önce niyet etmek yeterlidir. Maliki mezhebine göre niyetin sahih olabilmesi için Güneş'in batmasından, gecenin sonuna kadar olan zaman birimi içerisinde veya fecrin doğmasıyla birlikte yapılmış olması gerekir. Buna göre bir kimse Güneş batmadan ertesi gün için ya da daha öğle olmadan içinde bulunduğu gün için niyet ederse, nafile oruç bile olsa niyet geçerli olmaz. Şafiî mezhebine göre tutulacak oruç Ramazan, kaza ve adak orucu gibi farz oruç ise, geceleyin niyet etmek şarttır. Bu mezhebin sahih olan görüşüne göre gecenin ikinci yansında niyet etmek mecburiyeti yoktur. Fecirden önce, niyetten sonra yemek, içmek ve cinsi ilişkide bulunmak gibi orucu bozan şeylerin niyete herhangi bir zararı yoktur. Bir kimse oruca niyet ettikten sonra uyur, sonra fecirden evvel uyanırsa niyetini yenilemesi gerekmez. Nafile oruçlarda, öğle namazı vaktinden evvel niyet edilmiş olması yeterlidir.
2. Farz oruçlarda niyeti belirlemek, fıkıhçıların çoğunluğuna göre şarttır. Hanefi mezhebine göre böyle bir şart yoktur. Hanefiler Ramazan ve günü belirlenen adak oruçlarında mutlak olarak niyet edilmesinin yeterli olduğu görüşündedirler.
3. Kesin niyet, tereddütsüz niyet demektir. "Yarın belki oruç tutarım," gibi şüphe taşıyan niyetler geçerli değildir. Üç mezhebe ve Şafiî mezhebinin sahih olan görüşüne göre tutulması sünnet olan oruçlarda niyeti belirlemek, "nafile oruca niyet ettim gibi" niyete Allah (c.c) lafzını ilave etmek yani , "Allah için niyet ettim/' demek gibi tutulan oruç, eda olması halinde bunu niyete katmak şart değildir.
4. Oruç günlerinin adedince niyeti tekrar etmek, Maliki mezhebi dışındaki üç mezhebe göre Ramazan orucunun her günü tek başına bir ibadet olduğundan, bu günler için ayrı ayrı niyet etmek gerekir. Her günün ayrı bir ibadet olduğunun delili, bir günde bozulan orucun diğer günlerde tutulan oruçlara zarar vermemesidir.[367]
Maliki mezhebine göre niyet gece yapılmış olmalı, muayyen olmalı ve şüpheye dayanm amalidir. Şafiî mezhebine göre ideal niyet şöyle olmalıdır: "Niye ettim Allah (c.c) rızası için bu seneye ait Ramazan orucundan, üzerime farz olan yarınki orucumu tutmaya..." Şafiî mezhebinin tercih edilen görüşüne göre niyet ederken; "üzerime farz olan," cümlesini niyete katmak zorunluluğu yoktur. Hanbeli Mezhebi'ne göre bir kimse yarın oruçlu olacağını kalbinden geçirirse, niyet etmiş olur. Yarın niyet edeceği orucun kaza mı, keffaret mi, Ramazan'dan mı yoksa adak orucu mu olduğunu kalben belirlemesi gerekir. Safi mezhebi hariç üç mezhebe göre tutacağı oruca hazırlık amacıyla ye-mek-içmek ve sahura kalkmak niyet yerine geçer. Maliki mezhebine göre Ramazan ayma tümüyle ilk günden niyet edilebilir. Yani tek niyetle aym orucunu tutmak caizdir. Ramazan, zikar ve katil gibi peşkeşe tutulması gereken keffaret oruçlarına da, yolculuk, hastalık ve benzeri meşru sebeplerle ya da adet, îohusalık ve delilik gibi mecburi sebeplerle ara verilmediği sürece baştan niyet etmek caizdir. Eğer herhangi bir suretle ara verilir' ise yeniden niyet etmek gerekir. Bir niyetle eda edilmesi mümkün olan oruçlarda her gün için ayrıca niyet etmek ise menduptur. Şafiî ve Hanbeli mezheplerinin tercih edilen görüşlerine göre orucu bozmaya karar veren bir kimse, orucu bozan şeylerden birine tevessül etmese bile orucu bozulmuş olur.
Hanefi ve Maliki mezheplerinin tercih edilen görüşlerine göre orucun bozulmasına sebeb olan işlerden biri yapılmadıkça oruç bozulmaz. Bu görüş daha uygundur. En iyisini ise Yüce Allah (c.c) bilir. [368]
3694- Ebu Davud, Hz. Hafsa (r.a)'nm şöyle dediğini rivayet etmişti: "Resulullah (a .s) şöyle buyurdu: "Fecirden evvel oruca niyet etmiyen kimse için oruç yoktur." Nesai'nin [369] rivayeti şöyledir: "Fecir doğmadan oruca niyet etmeyen kimse, oruç tutmamış olur." Nesai'nin diğer bir rivayeti de şöyledir[370] : "Geceden oruca niyet etmiyen kimse için oruç yoktur." Yine Nesai'nin bir başka rivayeti [371] ise şöyledir: "Fecirden evvel niyet etmiyen kimse için oruç yoktur." Nesai'den [372] başka bir rivayette Resulullah (a.s) şöyle buynrmuştttj ,"Geceden oruca niyet etmeyen kimse için oruç yoktur." Yine Nesai'nin rivayet ettiği [373] başka bir hadiste Hz. Hafsa (r.a) |öyle demiştir: "Geceden oruca niyet etmeyen kimse oruç tutmamış olur." Başka bir rivayet de şöyledir. [374] "Fecirden önce oruca niyet etmeyen kimse için oruç yoktur."[375]
Bize göre orucun tüm çeşitlerinde geceleyin niyet etmek en iyisidir. Fakat Hanefi mezhebinin görüşüne göre Ramazan, günü önceden belirlenmiş adak ve nafile oruçlarında daha önce orucu bozacak bir harekette bulunulmaması durumunda, gün yarı olmadan niyet edilmesi yeterlidir. Hanefiler bu görüşleri için başka hadislerde delili getirmişlerdir. Yukarıdaki hadisi ise niyet etmek menduptur şeklinde yorumlamışlardır. Hz. Hafsa (r.a)'dan rivayet edilen yukarıdaki hadisin mevkuf olması daha doğrudur. Ulamanın görüşleri de bu doğrultudadır. [376]
Hanefi mezhebine göre kaza, keffaret ve günü önceden belirlenmemiş adak oruçlarında geceleyin niyet etmek gerekir. Bu oruçların dışında kalan oruçlarda geceleyin niyet etmek, orucun faziletini artırır.
3695- İmam Malik, Abdullah bin Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir: "O, şöyle diyordu: "Ancak fecirden önce, oruca niyet eden, oruç tutmuş5 tıkır." Nesai'nin rivayeti de şöyledir:[377] "Kişi geceden oruca niyet etmediyse, oruç tutmasın." Başka bir rivayette Abdullan bin Ömer (r.a) şöyle diyor: "Fecirden önce oruca niyet etmeyen, sakm ha oruç tutmasın."[378]
3696-Nesai, Hz. Aişe ve Hz. Hafsa (r.a) (annelerimizin) şöyle söyle diklerini rivayet etmiştir: "Ancak, fecirden önce oruca niyet eden kimse oruç tutmuş olur." İmam Malik bu hadisi [379] Abdullah bin Ömer (r.a)'in hadisinin ardında zikretmiş ve şöyle demiştir: "Peygamber (a.s)'imizin zevceleri Hz. Aişe ve Hz. Hafsa (r.a)'dan rivayetmiştir." İmam Malik bir hadisin lafzını vermeden; "İbni Ömer (r.a)'in hadisi gibij" demekle yetinmiştir.[380]
Yukarıdaki hadisi şerifler, niyetin geceden yapılmasını gerekli gören Hanefi mezhebinin dışındaki alimlerin delilleridir. Bize göre ulemanm tercih ettiği bu görüş, sadece yukarıdaki hadise dayandırılıyor.
3697- Buharı, Seleme bin Ekve (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor: "Resulullah (a.s) Eşlem kabilesinden bir adama: "İnsanlara şu haberi ver, "diye emretti. "Kim yiyor idi ise, günün geri kalanını oruçla geçirsin. Kim de yemedi ise oruç tutsun. Zira bu gün Aşure günüdür."[381]
3698- Buharı, Hz. Aişe (r,a)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Aşure gününün orucunu Kureyş cahiliyede tutardı. Resulullah (a.s) da bu günde cahiliyede oruç tutardı. O, Medine'ye geldiğinde bu günde oruç tuttu. Ve oruç tutulmasın emretti. Ramazan (orucu) farz kılınınca, Aşure günü serbest bırakıldı. Dileyen tuttu, dilemeyen terketti."
Tahavi şöyle der: [382]"Yukarıdaki hadis, üzerine farz olan oruca geceleyin niyet etmeyen bir kimsenin öğle vakti girmeden niyet edebileceğinin delilidir. Bu hadis, şu yönü ile delil olur: islam'ın ilk yıllarında Ramazan orucu farz kılınmadan önce Aşure gününde oruç tutmak farzdı. Bu günde niyet konusu neyse, daha sonra farz kılman Ramazan orucunda da aynı şeydir." Müslim'in Ebu Sufyan oğlu Muaviye (r.a)'den, oda Hz. Peygamber (a.s)-'den rivayet ettiği. "Bu gün, Aşure günüdür. Ben oruçlu olduğum halde Allah (c.c) bu günün orucunu size farz kılmadı," hadis-i şerifini Hanefiler şöyle yorumlamışlardır: "Bizim delil olarak aldığımız hadis, bu hadisten öncedir. Dolayısıyla bu hadisle Aşure gününün farziyeti kaldırılmıştır." Niyet konusundan zahiren birbirleriyle çelişen bir çok rivayet vardır. Bu rivayetleri şu şekilde sınıflandırmak mümkündür:
1. Aşure orucu konusunda Seleme ve Hz. Aİşe (r.a)'den iki ayrı rivayet.
2. Niyetin gece yapılması gerektiği konusunda Hz. Hafsa, Hz. Aişe ve İbni Ömer (r.a)'den gelen rivayetler.
3. Nafile oruç için gece niyet etmenin şart olmadığını gösteren, Aişe Ümmühan'ı ve Ümmü Derda'dan rivayet edilen biraz sonra zikredeceğimiz hadisler..
Farz oruçlar için niyetin geceden yapılması gerektiğini savunan ve ulemanın çoğunluğunu oluşturan fıkıhçılar, delil olarak Hz. Hafsa, Hz. Aişe ve İbni Ömer (r.a)'den konuyla ilgili olarak rivayet edilen hadisleri esas almış, diğer bütün rivayetlere de "Nafile oruçla ilgilidir," şeklinde yorum getirmişlerdir: Hanefiler konuyu biraz daha genişleterek şu açıklamayı yapmışlardır: "Oruç, üç çeşittir: "Birincisi, nafile oruç. Bu çeşit oruçlarda öğle namazı vakti girmeden* niyet edilmesi yeterlidir. İkincisi; Ramazan ve günü önceden belirlenmiş adak oruçları gibi, günü-1 belli olar farz oruçlar. Bu tür oruçlarda da hüküm aynıdır. Yani Öğle vakti [ girmeden niyet edilmesi kafidir. Üçüncüsü; sene içerisinde herhangi bir günde tutulması mümkün olanı ve herhangi bir güne bağlı olmayan farz oruçlarıdır. Biz (Hanefiler) bu tür oruçlarda Hz. Aişe ve Hz. Hafsa (r.a)'dan rivayet edilen ve niyetin gece yapılacağını gösteren hadisle amel ediyoruz. Bize göre niyet konusunda rivayet edilen bütün hadisler, yukarıda açıklanan hükmü ortaya koymaktadır." [383]Bize göre bütün mesele şundan ibarettir: Ramazan ayının gidiğini bilen bir Müslüman, haliyle bu ay içerisinde tutacağı bütün oruca baştan niyet ediyor demektir. Çünkü niyet kalbin bir şeye karar vermesinden ibarettir. Örneğin, böyle bir Müslüman bir soraki Ramazan günü için yemeğe davet edilse her halde cevabı şu olur: "Yarın Ramazan olduğu için biz oruçluyuz." Bazı fıkıh alimlerinin şu açıklamaları da meselenin iç yüzünü ortaya koymaktadır: "Akıllı, uyanık ve iradesi elinde olan bir insan (yani deli, uykuda ve ikrah halinde olmayan bir insan) için niyetsiz amel etmek söz konusu değildir. Üstelik teravih namazı ve sahur gibi oruç nedeni ile yapılan ibadetler de niyetin görtergesi durumundadırlar." Hanefilerle diğer alimler arasındaki görüş farklılığı şu üç durumda kendini gösterir.
1. Akşam namazından sonra uyuyan bir kimsenin gelecek günün sabah namazı vakti girdikten soma uyuması durumunda.
2. Bir gayri müslimin fecirden sonra Müslüman olması durumunda.
3. Müslüman olduğu halde İslam'ı yaşamayan bir fasığın Allah (c.c)'ın hidayeti neticesinde fecirden sonra oruç tutmaya karar vermesi durumunda. Bu üç durumla karşı karşıya kalan bir insan, günün yarısından Önce niyet etmesi halinde yukarıdaki ihtilaf kendini gösterir. Hanefi mezhebine göre bu durumlardan herhangi biriyle karşılaşan bir kimse, niyet vaktine kadar orucu bozucu hareketlerden uzak durduysa, günün öğle vakti girmeden oruca niyet edilebilir. Çünkü orucun rüknü (aslı) onu bozacak işlere yanaşmamaktır ki, belirtilen şahısta da bu hal vardır. Aynı şekilde orucun kişisel, zaman ve niyet itibariyle var olan şartları da mevcut olduğundan, orucun sahih olmasını gerektirecek herhangi bir mani kalmamıştır. Çünkü bu durumda olan bir insan, şer'an oruç için ayrılan gün boyu orucunu tutmuştur[384] Niyet, sadece orucun Allah (c.c) için yapıldığım gösterir. Netice itibariyle yukarıda görülen durumlarda oruç için gereken şartların çoğu tahakkut ettiğinden, varlık tarafı, yokluk tarfına tercih edilir. [385]ihtilafın ortaya çıkış noktası sınırlı ve bahsettiğimiz durumları aşmaz. Ancak yine de ihtiyatlı davranmak en iyisi olur ki, bu da cumhurun (ulamanın çoğunluğunun) görüşüdür.[386]
3699- Müslim, Hz. Aişe (r.a)'nm şöyle anlattığını rivayet etmiştir"Bir gün Resulullah (a.s) bana: ""Ey Aişe Yanında bir şey var mı?" diye buyurdu. -Hz. Aişe devaiihe dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü (a.s), yanımızda hiç bir şey yoktur." ,-i (Bunun üzerine) O, şöyle buyurdu: "Öyleyse ben oruçluyum." Hz. Aişe (r.a) şöyle devam etti: "Bunun üzerine Resulullah (a.s), (evden) çıktı. Ardından bize bir hediye getirildi-veya bize bir ziyaretçi geldi [387]Resulullah (a.s) dönünce dedim ki: "Ya Resulullah, bize bir hediye geldi, -veya et geldi- de sana bir şey sakladım." O; "Nedir o, (sakladığın)?" dedi. "Çekirdeksiz hurma," dedim. "Getir onu, " buyurdu. Ben de getirdim ve yedik. Sonra şöyle buyurdu: "Şüphesiz sabah oruçluydum."Talha dedi ki: "Ben bu hadisi mücahid'e aktarınca (O) şöyle dedi: "Bu iş, malından vermek üzere ayırdığı bir adamın sadakasına benzer. Dilerse verir, dilerse vermez." Başka bir rivayette Hz. Aişe (r.a) şöyle anlatıyor: [388] "Bir gün Resulullah (a.s) yanıma gelerek şöyle buyurdu: "Ey Aİşe, yanımızda bir şey var mı? 'Ben; "Hayır," deyince, O, şöyle buyurdu: "O zaman ben oruçluyum." Sonra başka bir gün bize gelmişti, dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü (a.s), bize çekirdeksiz hurma hediye edildi." Bunun üzerine O, şöyle buyurdu: "Göster bakmayın onu. Ben, şüphesiz oruçlu olarak sabahlamıştım." Sonre yedi." Nesai'nin rivayeti de [389] bu rivayet gibidir. Ancak hadisin sonunda şu ilave vardır: "Bunun üzerine dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü (a.s) , oruçluyken yanıma geldin, sonra çekirdeksiz hurma yedin?" O, şöyle buyurdu: "Evet ya Aişe, Ramazan orucu dışında veya Ramazan orucunun kazası dışında veya nafile oruç tutan kimse, malından sadaka ayıran kimse gibidir. (Adam) dilediği gibi cömertlik yapar ve (ayırdığını) geçerli kılar (verir). Yine dilerse malından kalanını cimrilik yapıp kendinde tutar."Tirmizi'nin rivayetinde [390]Hz. Aişe (r.a) şöyle anlatıyor:"Bir gün Resululah (a.s) yanıma gelerek; "Yanınızda bir şey var mı?" diye sordu. Ben; "yok," deyince; "O zaman ben oruçluyum,"buyurdu." Tirmizi'nin başka bir rivayetinde Hz. Aişe (r.a) şöyle anlatıyor. [391]"Peygamber (a.s) bana gelir ve; "Yanında yemek var mı?" diye sorardı. Ben de; "yok" deyince; "O halde en, oruçluyum," derdi." Hz. Aişe (r.a) şöyle devam etti: "Bir gün bana gelmişti, dedim ki: "Ey Allah (c.c)'m Resulü (a.s), bize bir hediye geldi," O; "Nedir" diyâ sordu. "Çekirdeksiz hurma," dedim. O, şöyle buyurdu. "Dikkat et, ben ofüçlu olarak sabahladım." Sonra yedi." Ebu Davud'un[392] rivayetinde Hz. Aişe (r.a) şöyle anlatıyor: "Resulullah (a.s) yanıma geldiği zaman;" Yanınızda yemek var mı?" diye sorardı."Hayır," dediğimiz zaman; "O halde ben oruçluyum," derdi." Vek'i ilave etti: "Yine başka bir gün yanımıza gelmişti, dedik ki: "Ey Allah (c.c)'ın Resulü (a.s), bize çekirdeksiz hurma hediye edildS. Biz de onu size sakladık. Bunun üzerine O; "yaklaşır," buyurdu." Talha dedi ki:"Sabah oruçlu idi, sonra orucunu açtı." [393]
Yukarıdaki hadis iki şeye delildir. Birincisi; nafile oruçlarda günün yarısından Önce niyet edilebileceğine, ikincisi; nafile oruç tutan kimseninn isterse orucunu bozabileceğine. Şafiî mezhebinin görüşü budur. Hanefiiere göre bozduğu orucu sonra kaza etmesi gerekir.
3700-Tirmizi, Ümmü Hânı (r.a)ınin şöyle anlattığını rivayet etmiştir:"Hz. Peygamber (a.s)'in yanında oturuyordum. Bu sıra bir içecek getirdi ve ondan içti. Sonra bnu bana uzattı. Ben de içer içmez:
"Ben bir günah işledim, benim için istiğfar dile," dedim. O; "Ganahır nedir?" buyurdu. Dedim ki: "Oruçlu idim, orucumu bozdum." Bunun üzerine: "Kaza orucu mu tutuyordun?" buyurdu. "Hayır," deyince; "o zaman zararı yok/ buyurdu." Başka bir rivayet de yukarıdaki hadis gibidir. Ancak şu farkı vardır: [394]"Ümmü Hâni (r.a) dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, ama ben oruçluydum." Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu : "Nafile oruç tutan kimse, nefsinin sahibidir. Dilerse oruç turar, dilerse orucunun bozar." Ebu Davud'un rivayetinde (2) Ümmü Hâni (r.a) şöyle demiştir: "Mekke'nin Fethi gününde Hz. Fatıma (r.a) gelip Resulullah (a.s)'m solunda oturdu. Ümmü Hânı (ar) de sağındaydı. Bu sırada cariye bir içecek getirerek O'na (Hz. Peygamber (a.s)'e) uzattı. O içtikten sonra içeceği Ümmü Hânı (r.a)'ye uzattı. O'da içtikten sonra; "Ey Allah (c.c)'ın Resulü (a.s), ben oruçluydum. Orucumu bozdum," dedi. Bunun üzerine Resulullah (a.s) kendisine: "Bir orucu kaza mı ediyorsun?" diye sordu. O da: "Hayır," dedi. Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Nafile ise bir zararı yoktur."[395]
3701- Buhari, Ümmü Derda (r.a)'nın şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Derda'nın babası, gündüz gelip "yanınızda yemek var mı?" (diye) sorardı. "Hayır,"dersek/' o halde ben bugün oruçluyum," derdi." Hafız İbni Hacer, Fethul Bari'de der ki: Ayrıca Hakim ve ez~Zehbi hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir ve de öyledir. Çünkü aynı hadis, defalarca tekrar edilmiştir. Hafız el-îrak'i, Tahricül- İhyasında hadisin hasen olduğunu söylemiştir.""Ebu Şeybe'nin oğlu, bu hadisi Ebu Kılabe yoluyla Ümmü Derda'ya ulaştırmıştır. Ümmü Derda şöyle anlatıyor: "Ebu Derda bazen kuşluk vaktinde gelip kahvaltı isterdi. İstediğini yanımızda bulamayınca; "Ben oruçluyum," derdi."Abdurrezzak, Mâmer'den, O da ez-Zuhri'den, o da hem İdrİ'sin hem de Eyyub'un babasından, onlar da Ebu Kılabe'den, o da Ümmü Derda'dan, ayrıca Mâmer'den, o da Kefade'den şöyle rivayet etmiştir: "Ebu Derda sabah olunca ailesinden kahvaltı isterdi. Şayet yoksa; "Ben oruçluyum," derdi. Aynı şeyi Ebu Talha (r.a) Ebu Hureyre (r.a), İbni Abbas (r.a) ve Huzeyfe (r.a) de yaparlardı."[396] Hafız, el-Fetihinde şöyle devam eder: "Ebu Talha'nm hadisini Abdurrezak, Kefade ve Ebu Şeybe'nin oğlu yoluyla, o da Humeyd yoluyla her ikisi de Enes (r.a)'ten Ebu Talha'ya ulaştırmıştır. Bu hadisin lafzı şöyledir: "Ebu Talha (r.a) ailesine gelir ve; "Kahvaltı var mı?" diye sorardı. Şayet; "Hayır," cevabı alırsa, o gün oruç tutardı." Ketade dedi ki: "Muaz bin Cebel (r.a) de aynı şeyi yapardı." Ebu Hureyre (r.a)'nin hadisini Beyhaki, Ebu Zi'bin oğlu yoluyla Hem-ze'den, o da Yahya'dan, o da Said bin Museyyeb'e ulaştırmıştır. O, şöyle anlatıyor: "Ebu Hureyre (r.a)'nin çarşıda dolaştığını gördüm. Sonra ailesine gelir; "Yanımızda bir şey var mı?" diye sorardı."Hayır," cevabı alırsa; "Ben oruçluyum," derdi." İbni Abbas (r.a)'m hadisine gelince, bunu da Tahave Ebu Amr (r.a)'m oğlu Amr yoluya İkrime'den İbni Abbas (r.a)'a ulaştırmıştır. İbni Abbas (c.c)'a yemin ederim ki, ben sabahleyin oruç tutmak niyetinde değildim. Ama gün boyu ne bir yemek yedim ne de bir su içtim. Ben bu gün oruç tutacağım." Huzeyfe'nin hedisini de Abdurrezzak ve Ebu Şeybe'nin oğlu Sâd bin Ubeyde yoluyla, Adurrahman es-Sulemi'den Huzeyfe'ye ulaştırmıştır. Huzeyfe şöyle demiştir "Kim, Güneş zail olduktan sonra (öğle vakti girdikten sonra) oruç tutmak isterse, tutsun."[397]
İslam uleması, orucun, fecrin doğuşundan başlayıp güneş'in batışına kadar devam ettiği konusunda hem fikirdir. (Icma halindedir). Çünkü Yüce Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Fecirde beyaz iplik, siyah iplikten ayrılıncaya kadar yiyin için. Sonra orucunuzu geceye kadar devam ettirin." Buna rağmen kimileri ortaya çıkıp fecrin doğuşuna rağmen Güneş doğana kadar yenilebileceğini savunuyor. Halbuki böyle yapmakla ulamanın ıcmaına muhalefet ettikleri için hem kendi oruçlarını, hem de kendi görüşlerine uyan avam tabakasımn oruçlarını ifsat edip sapıklık ve saptırıcılık hastalığına yakalanıyorlar. Bu tip insanlar dil dökmekle kendilerini kurtaracaklarını zannediyorlar. İşte bütün bunlar, düşünceye sahip olan insanların cehalet ve insanları Hak'tan uzaklaştıran bid'at kuyusuna düşmüş olduklarının göstergesidir. Düşünebiliyor musunuz? Güvenilir bir hadis ravisi kendisi gibi bir kaç raviye muhalefet yapması durumunda şaz (kural dışı) kabul ediliyor ve reddediliyor. Bir de, kitap ve sünnetin ahkamına muhalefet edenlerin durumunu göz-önüne alalım. Ayrıca kitap ve sünnetten sonra üçüncü delil durumunda olan ulamanın icma'ma muhalefet edenlerin durumunu düşünelim. Bunların hali nice olur... Bu tür batıl fikirler olsa olsa Allah (c.c)'ın dinine bir kasıt ve üzerinde benzeri olmayan bir saldırı olabilir. Bilindiği gibi İslam, temel ibadetlerin vakitlerini büyük bir titizlikle belirlenmiştir. Vakil konusunda namaz, oruç ve haccın birbirlerinden ayrıcalıkları yoktur. İslam dini bu temel ibadetlerin vakitlerini her sınıf insanın rahatlıkla bile-bilmesi için doğal kanunlara bağlamıştır. Çünkü bu vakitleri, gerek avamdan gerek havastan herkes bilebilirse bu ibadetleri dejenere, etmeye kafalarına göre değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. Böyle bir işe kalkışan kimse de sonuçta rezil olur. Örneğin nasaz ibadetinin vakti, fecrin doğuşuna Güneş'in ufuktan ayrılmasına her şeyin gölgesinin iki katına çıkmasına, Güneş'in batmasına ve gökteki kırmızılığın kaybolmasına bağlanırken, zekat ibadeti de bir kameri yılla vakit-lendirilmiştir. Ramazan orucuna başlama vakti, Hiial'in görülmesi, bayram edilmesinin vakti de Şevval Hilal'inin görülmesi ile başlar. Yeni ay, bir önceki ayın 29. günü Güneş battıktan sonra Hiial'in görünmesiyle veya 30'a tamamlamakla başlar. Orucun günlük vakti; fecrin doğuşundan, Güneş'in batışına kadar olan zaman birimidir. Haccın vakti; Şevval, Zil'kade ve Zil'hicce ayarıdır. Bu aylar, Hilalle tes-bit edilir. Hac içerisinde Arafat'ta vakfe yapabilmek için de yine belli bir vakit vardır. Bunlardan anlıyoruz ki, bütün ibadetlerin vakitleri, doğal belirtilere bağlanmıştır. Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Ey Muhammed ! Sana Hilal halini alan ayları soranlara de ki: "Onlar, İnsanlar ve hac için vakit tayin eden ölçülerdir." İslam'da ibadetlerin zamanları böyle muhkem kurallara bağlandığından, onları tahrif ve dejenere etmeye kimsenin gücü yetmez. Şimdi bu konunun kaynaklarına geçelim.[398]
3702-Buhari ve Müslim, Enes bin Malik (r.a)'den, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "Sahur yemeği yiyiniz. Zira sahurda bereket vardır.[399]
3703-Nesai, Abdullah bin Haris (r.a)"ten, o da Resulullah (a.s)'ın ashabından bir adamm şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Ben Resulullah (a.s)'ın sahur yemeği yerken yanma girdim. O, şöyle buyurdu: "O (sahur yemeği), Allah (c.c)'m size verdiği berekettir. Öyleyse onu ketmeyin."[400]
3704-Müslim, Amr bin el As (r.a)'tan, Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir; "Bizim orucumuzla ehl-i kitabın orucu arasındaki fark, sahur yemeğidir."[401]
3705-Nesai, Ma'di Kerie (r.a)'nin oğlu Mikdam (r.a)'dan, Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Sahur yemeğine devam ediniz. Çünkü o, mübarek bir gıdadır."[402]
3706-Ebu Davud, Ebu Hureyre (r.a)'den, Resulu-llah (a.s)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Müminin sahuru (olan) hurma ne iyidir."[403]
3707-Ebu Ya'la, Hz. Aişe (r.a)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Mübarek gıdayı bize yaklaştır." Sahur yemeğini kastediyor. Bazan iki hurmadan başka bir şey de bulunmazdı."[404]
3708- Buhari ve Müslim, Zeyd bin Sabit (r.a)'den rivayet etmişlerdir: "O, şöyle anlatıyor: "Resulullah (a.s) ile birlikte sahur yemeği yedik. Sonra da namaza kalktık."Enes bin Malik dedi ki: "Sordum:"İkisinin arası ne kadardı?" O, şöyle dedi: "Elli ayet (okuyacak) kadar." Katede (r.a)'den bir diğer rivayet de şöyledir:[405] "Resulullah (a.s) ve Zeyd bin Sabit sahur yemeği yediler." Katâde (r.a) bu hadisi Enes bin Malik (r.a)'e dayandırmıştır.[406]
3709- Nesai, Enes bin Malik (r.a)'den rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor. "Resululah (a.s) ve Zeyd bin Sabit (r.a) sahur yemeğini yediler. Sonra kalkıp sabah namazına girdiler. Enes (r.a)'e dedim ki: "(Sahurdan) ayrılmalarıyla namaza durmaları arasında ne kadar vardır?" O, şöyle dedi: . "Bir insanın 50 ayet okuyacağı kadar." Başka bir[407] rivayete göre sahur vaktinde Resulullah (a.s) (Enes (r.a)-'e) şöyle buyurdu: "Enes, ben oruç tutmak istiyorum. Bana bir yemek getir." Bunun üzerine ben kuru hurma ve içinde su olan bir kap gettim. Bu
sırada Bilal (r.a) ezam okumuştu. O, şöyle buyurdu: "Enes, benimle birlikte yiyecek bir adam bak." Ben de Zeyd bin Sabit (r.a)'i çağırdım. Gelip şöyle dedi:"Ben, kavut şırası içmiştim. Ben de oruç tutmak istiyorum." Daha sonra Resulullah (a.s)'la birlikte sahur yemeği yedi. Sonra Resululîah (a.s) kalkıp iki rekat namaz kıldı. Sonra da namaza çıktı."Buhari'nin Enes (r.a)'den diğer rivayeti de şöyledir: [408]"Resulullah (a.s) Zeyd bin Sabit (r.a) ile sahur yemeği yediler. Yemekten sonra Resulullah (a.s) namaza kalktı ve namaz kıldı." Ravi, şöyle dedi: "Enes (r.a)'e dedi ki: "Sahur yemeğinden ayırlmalanyla namaza durmaları arasında (ne kadar zaman) vardı?" "Bir kişinin elli ayet okuyabileceği kadar," dedi." [409]
Evet Resulullah (a.s) Bilal (r.a)'in ezanından sonra sahur yemeğini yerdi. Ancak Bilal (r.a) fecirden Önce imsak için ilk ezanı okudu. Bu ezan, sabah namazından önce idi. Yoksa birilerinin dediği gibi: "Sabah namazı vakti girdikten sonra Güneş doğana kadar, sahur yemeği yenilebilir," gibi bir hüküm çıkarılamaz. Hatta hadis böyle düşünenlerin görüşünü açıkça reddetmektedir. Bize göre bu hadis, sadece sahur yemeğim fecrin doğuşundan az öncesine kadar tehir etmenin müstehap olduğunun delilidir.
3710- Buhari, Sa'd (r.a)'m oğlu Sehl (r,a)'den rivayet etmiştir: "O şöyle anlatıyor: "Ben, ailem içerisinde sahur yemeği yiyordum. Sonra namazımı Resulullah (a.s)'la birlikte kılmak için süratli yiyordum."[410]
3711- Nesai, Zir bin Hubeyş (r.a)'den rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor:"Huzeyfe (r.a)'ye sorduk: "Resulullah (a.s) sahur yemeğini hangi satte yerdi?" O, şöyle dedi: "Gündüz idi, ancak Güneş doğmamış olurdu." Başka bir [411] rivayette Zir bin Hubeyş (r.a) şöyle demiştir: "Ben, Huzeyfe (r.a) ile birlikte sahur yemeğini yedim. Sonra da namaza çıktık. Mescide gelince iki rekat namaz kıldık ve namaza duruldu. İkisinin arası sadece kısa bir sure idi." Sıla bin Zufer'den gelen bir rivayet de şöyledir: [412] "Huzeyfe (r.a)'yle birlikte sahur yemeği yedim. Sonra mescide çıkıp sabah namazının (ilk) iki rekatını kıldık. Sonra da namaz için kamet getirildi ve namazı durdurduk. "[413]
Huzeyfe (r.a)'nın "(ancak Güneş doğmamıştı)" (3711) hadisi, ravinin bir hatası söz konusu değilse sahurun geciktirilmesi anlamında yorumlanır. Sahurun geciktirilmesi ise sünnettir. Ancak bu iş, fecrin doğuşundan önce olmalıdır. Çünkü gün, fecrin doğusuyla başlar. Huzeyfe (r.a)'nin bu rivayetine bakılıp fecirden sonra yemeğe devam etmek caiz olmaz. Çünkü bu rivayet, Kur'an'ın nassına aykırıdır. Kur'an ise orucun fecrin doğusuyla başladığını açıkça beyan ediyor.Bu konudaki fetvanın özeti şudur:Bir kimse fecrin doğduğunu bildiği halde kasten verse, günahkâr olmakla beraber üzerine hem kaza, hem de kefaret laz m gelir. Tahavi, Huzeyfe (r.a)'nin bu rivayetinin Allah (c.c)'ın şu buyruğunun inmesinden önce olabileceği ihtimalini belirtir: "Fecirde beyaz iplik, siyah iplikten ayrılıncaya kadar yiyiniz ve içiniz." Tahavi (r.a)'nin yorumu böyledir. Çünkü hadise bakıldığı zaman, Hz. Huzeyfe (r.a)'nin hem oruca niyet ettiğini, hem de fecirden sonra yemek yediğim görüyoruz. Resulullah (a.s)'ın da aynı şeyi yaptığı aktarılmaktadır. Halbuki, Resulullah (a.s)'dan bu hadisin tam tersi bir çok rivayetler gelmiştir. Biz bunların bir kısmını yukarıda belirtmiştik. İşte bunlardan bir diğeri de şöyledir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Bilâl (a.s) geceleyin ezan okur. Ümmü Mektum (r.a)'un oğlu ezan oku-yıancaya dek yiyin, için." Başka bir hadisi şerifte de şöyle buyurmuştur: "Sakın ha ! Bilal'in ezanı, içinizden kimsenin sahur yemeğine mani olmasın. Çünkü Bilal uyuyanınız uyansın, namaz kılanınız da istirahat etsin diye ezan okuyor." Resulullah (a.s) daha sonra da diğer hadisleriyle fecrin hakikatini açıklamıştır. İşte bu gibi hadisler, fecir doğduktan sonra yemek, içmek ve bunlardan başka orucu bozan her şeyin yasak olduğunu gösteriyor. Görüldüğü gibi yukarıdaki hadisler, Huzeyfe (r.a)'nın hadisine muhaliftir. En iyisini Yüce Allah (c.c) bilir. Ama bize öyle geliyor ki, Huzeyfe (r.a)'Tim hadisi, oruçla ilgili aşağıdaki âyetin inmesinden öncedir. "Fecirde bezay iplik, siyah iplikten ayrılıncaya ikadar yiyiniz, içiniz sonra orucu geceye tamamlayınız." Musa oğlu Davud oğlu Ahmed, Selim oğlu İsmaili'den, o da Haşim'den, o .da Husayn ve Mecalit'ten, onlar da Şuabi'den, o da Addiy bin Hatem'den §u şekilde rivayet etmiştir: "Adiy şöyle anlatıyor; "Beyaz iplik, siyah iplikten ayrılıncaya kadar, yiyiniz içiniz," ayeti indiğinde, bir siyah, diğeri beyaz olmak üzere iki tane zincir alıp bakmaya başladık. Fakat beyazını siyahından ayırmadım. Sabah olunca da Resulullah (a.s)'a giderek yaptığımı haber verdim. Bunun üzerine Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Kalın kafalı, aradaki beyazlık, gündüzün beyazlığı, siyahlık da gecenin siyahlığıdır." Muhammed bin Huzeyme, Haccat bin Minhal'den, o da Heşim'den, o da Husayn bin Abdurrahman'dan, o da eş-Şuabi den, o da Adiy'den, o da Resulullah (a.s)'dan yukarıdaki hadisin bir benzerini rivayet etmiştir. Ebu Davud'un oğlu el-Makdemi'den, o da bin Süleyman'dan, o da Ebu Ha-zim'den, o da Şeyh bin Sa'd es-Saidi'den şöyle rivayet etmiştir: "Seni şöyle anlatıyor: "Beyaz iplik, siyah iplikten ayrılıncaya kadar yiyiniz içiniz," ayeti indiği zaman, her ada >ı bir beyaz iplik, bir de siyah iplik alıp yastığının altın koyardı, ikisini birbirinden ayıranca, yemeğini terk ederdi." "Sehl şöyle devam etti: "Daha sonra Allah (c.c) buradaki maksadım daha iyi açıklamak için "fecir" kelimesini indirdi." Sehl'in hadisinden de anlaşıldığı gibi ayetin sonuna "fecr" kelimesi eklenmeden, sahabe, gece ile gündüzü beyaz ipliğin siyah iplikten ayrılmasıyla anlıyordu. Ancak sahabeden her biri bu işi beceremediğinden Allah (c.c) ayetin sonuna "fecr" kelimesini ekleyerek daha Önceki hükmü nesh etmiştir. Büyük bir ihtimalle Huzeyfe (r.a)'nin hadisinde bahsettiği hüküm, bu ayetten önce idi. Bu ayet inince, o hüküm de ortadan kalkmış ve mesele sağlam bir zemine oturtulmuş oldu. Böyleükte hüküm ayette bahsedildiği gibi olmuş oldu. Nitekim Resulullah (a.s)'dan rivayet edilen bir hadis daha vardır. Hadisi Ebu Umeyye, Ebu Neim ve Hıdır bin Muhammed bin Şuca'dan, o da Mülazım bin Amr'dan, o da Abdullah bin Bedir es-Suhaymi'den, o da dedesi Kays bin Talk'tan rivayet etmiştir: "Talk şöyle der: s "Babam bana Hz. Peygamber (a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Fecri kazib size mani olmasın. Fecri sadık karşınıza çıkıncaya kadar yiyin, için," Hattabi der ki: "Fecri kazib'den sonra ufukta bir kırmızılık görülür. Bu ardından da ufuk beyazlıkla kaplanır. Hadiste geçen fecri sadık, im beyazlıktır. Bu nedenle ayetin kesin hükmüne, Asr-ı Saadet'ten günümüze tevatür yoluyla gelen ümmetin kabulüne ve ameline rağmen hükmünün ortadan kaldırılmış olması muhtemel olan bir hadis nedeniyle Kur'an'ın emrinden çıkmamak gerekir. [414] Şunu da ilave etmek gerekir: "Gündüzdü Güneş doğmamıştı." hadisin seneddinde yer alan Asım bin Behdele, kıraat konusunda ehliyetli bir insandîr. Hadis konusuna gelince, ulema arasında tartışma konusu olmuştur. Bir gurup hadisci onu hadis rivayetinde güvenilir saymış ve övmüştür. Fakat bazıları da ezberleme ve kavrama kaabiliyetinin gereken seviyede olmadığını söylemiştirler. Bu konudaki görüşler şöyledir: "İbni Sa'd; "revayet ettiği hadiste çok hata yapar." Yakup bin Süfyan : "Hadisinde tutarsızlık vardır." İbni Aliyye: "Adı Asım olan herkes ezberleme konusunda kabiliyetsizdir." İbni Hiraş: "Hadisinde yabancılık vardır." el-Ukeyli: "Sadece ezberleme kabiliyeti eksiktir." Dare Kutnî: "Ezberleme noktasında eksikliği vardır," demişlerdir. [415]Hadisçilerin bu sözlerinden sonra ravinin yukarıdaki hadiste de yanılabileceği ihtimali uzak değildir. Kaldı ki, ResuluUah (a.s) bir çok sahih hadisinde fecrin doğusuyla imsakin başladığını belirtmiş olmasına rağmen bu hadis tam tersi bir hüküm ifade etmektedir. Haluki sahur konusunda rivayet edilen diğer bütün hadisler yani Resulullah (a.s)'a dayandırılan hadisler, uyum sağlama noktasında birleşirler. es-Sendiî, Nesai üzerine yazdığı Haşiye'sinde der ki: "Maksat, fecrin doğuşunun yaklaşmış olmasıdır. İşte bu ana kadar nehar (gün) kelimesi kullanılır. Yoksa fecrin doğuşu değil." [416] Asım'ın senedinde yer almadığı ikinci rivayet, es-Sendi'nin bu yorumunun doğruluğunu gösteriyor. Nitekim ikinci rivayette, birincide olduğu gibi bir kaç açıklama yoktur. Aksine Huzeyfe (r.a) bu rivayetinde sahurdan sonra hemen mescide çıktıklarını, sonra sabah namazının ilk sünnetini kıldıklarını, sonra sabah namazının farzı için kamet getirilip namaza durduklarını ifade ederek sahur yemeğim, fecrin doğuşuna yakın bir zamana kadar geciktirdiklerine işaret etmiştir. Sıla bin Zafer'in üçüncü rivayeti de ayını şekilde sahurun geciktirilmesine işaret ediyor. Bu rivayetin senedinde de Asım'ın yer almaması, Asım'ın yer aldığı birinci rivayete olduğu gibi güvenmemize mani oluyar. Çünkü yukarıda da görüldüğü gibi Asım'ın yanılgı ihtimali oldukça yüksektir. Sonra aşağıda da görüleceği gibi İbni Ümmü Mektum (r.a) ama olduğundan kendisine; "sabah oldu, sabah oldu," denilmeden ezan okunmazdı. Bu ifadeden, sabah namazı vaktinin kast edildiği ise ulamanın ihtilafsız kabul ettiği bir gerçektir. ibni Ümmü Mektum (r.a)'un bu hadisi, yukarıda ihtilafa konu olan, Huzeyfe hadisine ve bu konuda rivayet edilen diğer bütün hadislerin maksadının, fecrin doğma anı olduğu, bundan sonraki zaman olmadığı konusunda açıklayıcı özelliktedir. En iyisini Yüce Allah (c.c) bilir. Allame el-Cessa, 'Ahkam'ul Kur'an' da [417] şöyle der: "Huzeyfe (r.a)'nin şöyle dediği rivayet ediliyor. "Biz Resulullah (a.s)la birlikte sahur yemeği yediğimizde, gündüzdü. Ancak Güneş doğmamıştı." Hz. Huzeyfe (r.a)'den böyle bir rivayet sabit değildir. Sabit olsa bile bu hadis, ahad hadis olduğundan, onunla Kur'an'm hükmü karşısına çıkılamaz. Nitekim Yüce Allah (c.c); "Fecirde beyaz iplik, siyah iplikten ayrılıncaya kadar yiyiniz, içiniz," buyuruyor. Yüce Allah (c.c) bu ayetinde fecrin beyazlığının ortaya çıkmasıyla orucun ve imsakin başladığım açıkça beyan ediyor. Huzeyfe (r.a)'nin hadisini olduğu gibi değerlendirilecek olursa, ayetin yasakladığını mubah kılmış olacaktır. Üstelik Hz. Peygamber (a.s) Adiy bin Hatem'in hadisinde ayette gecen beyaz ve siyahlıkta gündüzün beyazlığı ve gecenin karanlığı kast edildiğini a akça beyan etmiştir. Kur'an ve Sünnet'le Yüce Allah (c.c) fecirden sonra yemeği haram kılmış olmasına rağmen nasıl olur da böyle bir fetva verilebilir? Huzeyfe (r.a)'nin hadisi nakil itibarıyla doğru olsa bile hadis, direkt peygamberimize nisbet edilmediğinden yemenin caiz olduğunu göstermez. Çünkü Hz. Huzeyfe burada kendinin bu vakitte yediğini haber vermiştir, Resulullah (a.s)'m yediğini değil. Yediği zaman Resulullah (a.s)'la aynı mecliste bulunması da, onun bundan heberdan olduğuna ve ses çıkarmadığına delalet etmez. Resulullah (a.s)'m bu olaydan haberi olsa ve ses çıkarmamış olsa da büyük bir ihtimalle burada fecrin doğmadan önceki zaman kast edilmiştir. Fecrin doğuşu yakın olduğundan, gündüz kelimesi kullanılmış olabilir.
3712- Buharı ve Müslim, Abdullah bin Mes'ud (r.a)'den, Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "Bilâl'ın ezanı, içinizden kimseyi sahur yemeğinden alıkoymasın Çünkü o, ibadet edeninizi istirahat ettirmek, uyuyanınızı uyandırmak için ezan okur veya çağırır." Fecir, kişinin; "şunun gibidir," demesinden ibaret değildir." Bu sırada ravilerden biri, iki elinin tüm parmaklarını birleştirdi. O, (kişi); "böyledir," deyinceye kadar feciri tarif etmemiş olur. Bu sırada şahadet parmaklarını uzattı." Diğer bir rivayette de şöyle buyurulmuştur: [418]"O (fecir), enlemesine görülen aydınlıktır. Uzunlamasına değil." Nesai'nin rivayetinde[419] ise Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Bilal (r.a) uyuyanınızı uyandırmak, ibadet edeninizi dinlendirmek için ezan okur." Fecir, (kişinin); "Şöyle demesinden ibaret değildir." Avuç içini göster-di-bilakis fecir, (kişinin) şöyledir demesinden ibarettir, Şahadet parmaklarını gösterdi." Bundan önceki hadisler, maksadımızı daha güzel ifade etmektedir. [420]
Ulema, fecri ikiye ayırır: Birincisi, fecri kazib (yalancı'fecir), İkincisi, fecri sadık (doğru fecir) tır. Fecri kazib, dikey olan fecre, fecri sadık da yatay olan fecre verilen addır. Fecri kazib, fecri sadıktan önce yukarıdan aşağıya doğru dikey olarak görülen aydınlıktır. Ve herhangi bir hüküm ifade etmez. Fecri sadık ise, fecri kazipten sonra ufukta yatay olarak görülen fecirdir. İşte bu fecir doğduğu zaman, sabah namazı vakti girer ve oruç başlamış olur. Fıkıh uleması bu iki fecri (fecri kazibi ve fecri sıdıkı)'ın şeklini bir çok hadisi şeriften çıkartmıştır. Bu hadislerden birini yukarıda zikretmiştik. Meselenin iç yüzünden ve ulamanın terimlerinden habersiz olan, Resulullah (a.s)'tan rivayet edilen hadisler nelerdir bilmeyen insanlar, hem bu iki fecri birbirine karıştırır, hem de günahkar olurlar.
3713- Buhari ve Müslim, Hz. Aişe (r.a) ve İbni Ömer (r.a)'dejn ri{ vayetlerine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Bilal (r.a) geceleyin ezan okur. Ummü Mektum'un oğlu ezan okuyui caya kadar yiyin, için." Yine Hz. Aişe ve İbni Ömer (r.a)'den şöyle rivayet edilmiştir: [421] "Bilal (r.a) geceleyin ezan okurdu. Bu yüzden Resulullah
buyurdu: "Ümmü Mektum'un oğlu ezan okuyuncaya kadar yiyin, için. Çünkü o, fecir doğmadan ezan okumaz."
Yine îbni Ömer (r.a) başka bir rivayetinde şöyle der: "Resulullah (a.s)'m; biri Bilâl, biri de Âma^ İbni Ümmü Mektum olmak üzere iki müezzini vardı. Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: '"Bilal (r.a) geceleyin ezan okur, Ümmü Mektum'un oğlu ezan okuyuncaya kadar yiyin, için." İbni Ömer (r.a) şöyle devam etti: "İkisinin ezanı arasında birisinin inip öbürünün çıkmasından başka fark yoktu" Bu hadisin hemen altında Abdullan bin Ömer (r.a)'in Kasım'dan, o da Hz. Aişe (r.a)'den rivayet ettiği aynı lafızları içeren başka bir hadisdaha vardır. Nesai'nin rivayetinde Hz. Aişe (r.a) şöyle demiştir [422]: "Resulullah (a;s) şöyle buyurdu: "Bilal ezan okuduğu zaman Ümmü Mektum'un oğlu ezan okuyuncaya kadar yiyin, için." Hz. Aişe (r.a) şöyle devam etti: "İkisinin arasında birinin inip diğerinin çıkmasından başka da fark yoktu."[423]
3714- İmam Malik, Abdullah bin Ömer (r.a)'den, Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Bilal geceleyin ezan okur. Siz Ümmü Mektum'un oğlu ezan okuyun-caya kadar yiyin, için." Abdullah bin Ömer (r.a) şöyle devam etti: "Ümmü Mektum'un oğlu âmâ bir adam olduğundan; "Sabahladın, sabahladın/' denmeden ezan okumazdı." Hadisi Tirmizi[424] ve Nesai [425]; "Ümmü Mektum ezan okuyuntaya kadar yiyin, için," cümlesine kadar rivayet etmişlerdir.[426]
3715- Müslim, Cündüb oğlu Semure (r.a)'den şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:
"Bilal (r.a)'ın ezanı ve ufukta şu şekil uzanan beyazlık şöylece enle-ninceye kadar sizi aldatmasın." -Zeyd oğlu bunu elleriyle göstermiştir.- Yatay şekli kast ediyor." Tirmizi'nin rivayeti de şöyledir:[427] "Bilal (r.a)'ın ezanı ve uzanan fecir (fecri kazip), sizi sahur yemeğinizden alıkoymasın. Aksine ufukta yatay olan fecir sizi alıkoysun."
Ebu Davud'un rivayeti de şöyledir: "Sakın ha, Bilal'ın ezanı ve ufukta şu şekil olan aydınlık şu şekil yatay hali alıncaya kadar sahur yemeğinizden sizi alıkoymasın." Nesai'nin rivayeti ise şöyledir:[428] "Bilal'in ezanı ve şu beyazlık, sizi aldatmasın. Ta ki, fecir -şöyle ve şöyle-doğuncaya kadar- yatay şekli kast ediyor.-" Ebu Davud, et Tayalisi rivayetinde: "Sağ ve sol elini açık olarak yere serdi," diye geçmektedir.[429]
Burada kast edilen fecir, doğal olan fecirdir. Yani tab'i şekli altına alan etkenlerden uzak olan fecirdir. Örneğin bu gün şehir merkezlerinde genellikle ışıklandırma sistemi olduğundan buralarda yaşayan insanlar fecri, sağlıklı bir biçimde seçemezler. Bu nedenle günümüzde insanlar imsak vaktini tesbit edebilmek için imsakiye ve takvime bakarlar. Çünkü imsakiye ve takvim, doğal fecre göre ayarlandığından bu vakti aynen belirler. İstatistikler de bunu göstermektedir.
3716-Nesai, ensardan olan Hubeyb (r.a)'in kızı Uneyse (r.a)'nin şöyle dediğini rivyat etmiştir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Ümmü Mektum'un oğlu ezan okuduğundan yiyip içmeyin. Bilal oku-çluğunda ise yiyin, için."[430]
Bu hadis, "Ama îbni Mektum (r.a) fecir doğduktan sonra ezan okurdu," manasındaki hadisleri destekleme niteliğindedir. Ve bu ezandan sonra yemek yemenin caiz olmadığını gösterir. Ama Bilal (r.a) daha fecir doğmadan ezan okuduğundan, onun ezanı, yemeye ve içmeye mani değildi.
3717-İbni Huzeyme, İbni Abbas (r.a)'tan, Resulullah (a.s)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İki fecir vardır. Birincisi; içinde yemenin haram, namazın helal olduğu fecir, ikincisi; içinde namazın haram, yemenin helal olduğu fecirdir." İbni Huzeyme (r.a)' der ki: "Bu hadisten, vakit girmeden namaz kılmanın caiz olmadığını anlıyoruz." İbni Huzeyme (r.a) hadisi şöyle açıklar: "İçinde yemenin hakam olduğu fecirden, oruçlu olan kimse kast edilir. İçinde namaz kılmanın helal olduğu fecirden de sabah namazının kılınması kast edilir. Hadisin ikinci cümlesi de aynı şekilde yorumlanır. Buna göre birinci fecir doğduğunda, bu vakit içerisinde sabah namazını kılmak helal değildir. Çünkü bu vakit, geceye aittir. Ayrıca hadiste birinci fecrin doğmasıyla nafile namaz kilmmayacağı da kasd edilmiştir. Ayrıca hadiste birinci fecirde yemek yeminin helal olduğundan bahs edilmiştir. Bu hüküm de yine oruç tutmak isteyen kişi için verilmiştir." İbni Huzeyme (r.a) sözlerini şöyle noktalar. "Bu hadisi, raviler içerisinde Ebu Ahmed ez-Zuyeri'den başkası merfu olarak rivayet etmemiştir." [431]
3718- Ebu Davud, Ebu Hureyre (r.a)' den, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Sizden biriniz tabağı elinde iken, ezanı duyduğu vakit, ihtiyacını görünceye kadar onu bırakmasın." Avnu'l-Ma'bud'da ihtiyaçtan maksadın yemek ve İçmek olduğu söylenir. "Bilal, geceleyin ezan okur. Siz İbni Ümmü Mektum'un ezanını duyana kadar yiyin için." Hattabi, aşağıdaki hadis-i zikreder ve şu yorumu yapar: "Hadis-i Şeriften mânâ kast edilmiş olabilir: Hava bulutlu iken sahur yemeğini yiyen bir Müslüman, sabah ezanını işitse, yemeğine devam edebilir. Şöyle ki, havanın bulutlu olması bu kişinin fecrin doğup doğmadığını bilme konusunda müezzinle eşit bilgiye sahip olduğunu gösterir. Bu nedenle, sahur yemeğini yiyen bir kimse, fecrin doğuşundan emin olana kadar yemeğine devam edebilir. Çünkü müezzinin ezan okuması, fecrin doğduğunu göstermez. Aksine fecrin doğuşu Kur'an'da haber verilmiştir. O da: "Beyaz ipliğin (gündüzün) siyah iplikten ayrılmış olmasıdır." Bu nedenle böyle bir durumla karşı karşıya kalan bir insan, kendi, zanni galibince fecrin doğuşuna kadar yemeğine devam eder." Fet'hul-Vedüd'de şöyle denilmektedir: "Beyhaki der ki: "Şayet bu hadisin Resulullah (a.s)'a isnadı sahih ise, O'rvun; "Müezzin, fecir doğmadan ezan okur," hadisi ile aynı manada yorumlanır." Fakat bize göre bu hadisi, İbni Ömer (r.a)'in "Ümmü Mektum'un oğlu ezan okuyuncaya kadar, yiyin için. Çünkü o, fecir doğmadan ezan okumaz," hadisini ve; "fecirde beyaz iplik, siyah iplikten ayrılıncaya kadar yiyin," ayetini düşünen bir insan, maksadın, fecrin ufukta belirmesi olduğu kanaatine varır. Fecrin ufukta belirmesi, ilk doğuşdan az sonra kendini gösterir. Müezzin ise fecrin doğuşunu beklediği için ilk doğuşu baz alarak ezan okur. Dolayısıyla sahur yemeği yiyen bir insan, bu hali bildiğinden fecir ufukta tamamen beli-rinceye kadar devam edebilir. Fakat bu görüş, ulamanın meşhur olan görüşüne muhalif olduğundan, onlara göre bu görüşle amel edilmez. En iyisini Yüce Allah (c.c) bilir. Bahrur-Raik şöyle der: "Acaba fecrin ilk anı mı, yayılmaya başladığı an mı, yoksa ufukta tamamen yayılmış şeklinin mi muteber olduğu konusunda ulamanın farklı görüşleri vardır. Ama anlaşılan o ki; Son hali muteberdir. Çünkü fecri sadık-ı tanımlamaları bunu gerektiriyor." Aliyyül-Karî, Hz. Peygamer (a.s)'in "İhtiyacını giderinceye kadar yemeği bırakmasın/' sözleri üzerine şöyle der: "Şayet fecrin doğmadığını bilir ya da zannederse, hüküm böyle olur." İbn'ul-Mülk ise bu konuda şöyle demiştir: "Bu, sabah namazının vaktinin girdiğini bilmediği zamandır. Vaktin girdiğini bilir ya da şüphe ederse, yemesi caiz olmaz."İbni Hacer şöyle der:"Sahabenin çoğunluğuna göre fecirden maksat, havanın aydınlan-masıdır. Fakat buna reğmen icma nerede ise bunun aksine gerçekleşecekti." Sonuç olarak bütün deliller şunu gösteriyor ki, fecri sadık'ın girdiğinden emin olan bir kişinin artık yiyip içmesi caiz olmaz. Ancak fecrin girip girmediğinden şüphe ederse ve girmediği tarafı da ağır basarasa veya fecirden evvel ezan okunma durumu olursa, o zaman bu hadisle amel edilir. Harekî metninde şöyle denilir: [432] "Bir kimse fecir doğduğu halde doğmadığı zannı ile yerse veya" iftar olmadığı halde, oldu zanni ile iftar ederse, orucunu kaza etmesi gerekir.İbni Kudame der ki:"Fıkıhçıların çoğunun görüşü böyledir. Fakat fecrin girip girmediğine şüphe ederek fecrin doğduğunu bilmeden yerse, ljaza da gerekmez. Bu durumda olan bir kimse, fecrin doğduğundan emin oluncaya kadar yiyebilir."[433]
Bu ve benzeri hadisler bu şekilde yorumlanmıştır: Fakat unutulmaması gerekir ki, bu gibi hükümler, imsak'ı araştıranlar için geçerlidir. İmsak'ı ar aştır mayanlar ise fecrin girdiğini gösteren ezan ve benzeri delillere tabi olmak durumundadırlar.[434]
3719- Buharı ve Müslim, Hz. Ömer bin Hattab (r.a)'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Gece şu taraftan (doğudan) gelince, gündüz de şu taraftan (batıdan) gidince, Güneş de batınca, oruçlu orucunu açmıştır."Tirmizi [435]ve Ebu Davud [436] da değişik lafızlarla aynı manadaki hadisi rivayet etmişlerdir.
"İftar etmiştir," yani yiyip içmese de orucunu açmış hükmündedir, Bu cümleye; "orucu açma vakti girmiştir ve iftar edilebilir," şeklinde de mana verilmiştir. Örneğin sabah, öğle ve akşam vakti girdiğinde; "adam sabahladı, öğleledi ve akşamladı," denildiği gibi... İbni Huzeyme der ki: "Hadiste geçen; "iftar etmiştir," cümlesi, emir manasmdadır. Yani; "iftar etsin" anlamındadır. Çünkü bu durumda iftar etmek helaldir.[437]
3720-Müslim, Ebu Evfa'nın oğlu Abdullah (r.a)'ın şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Resulullah (a.s)'la birlikte Ramazan ayında bir yolculuktaydık. Güneş batınca şöyle buyurdu: "Ey falanca ! Sen de bize bulamaç yap." Adam; "Ey Allah'ın Resulup daha gündüzdür," dedi. O (yine); "İn de bize bulamaç yap," buyurdu." Ravi şöyle devam etti. "Adam inip bulamaç yaptı ve bulamaç kendisine getirildi. Hz. Peygamber (a.s) içtikten sonra elleriyle (işaretle) şöyle buyurdu: "Güneş şuradan batınca, gece de şuradan gelince, oruçlu iftar etmiştir." Diğer bir rivayet de şöyledir [438]: "Bir yolculukta Resulullah (a.s)'la beraberdik. Güneş batınca bir adama: "İn de bize bulamaç yap," buyurdu. Bunun üzerine adam: "Ey Allah'ın Resulul, "akşamlasaydm," deyince O; "İn de bize bulamaç yap," buyurdu. Bunun üzerine adam, yine; "Daha gündüzdür," dedi. Ve inip onun için bulamaç yaptı. İçtikten sonra şöyle buyurdu: "Gecenin şuradan geldiğini gördüğünde (bu sırada eliyle doğuya işaret etti) oruçlu iftar etmiştir." Buhari'nin rivayetinde [439]Ebu Evfa'nın oğlu şöyle anlatıyor: "Bir yolculukta Hz. Peygamber (a.s)'le beraberdim. O, oruç tutmuştu. Akşamlayınca-bir adama: "İn de bana bir bulamaç yap," buyurdu. Adam: "Akşamlayana kadar bekleseydin," dediğinde, O, şöyle buyurdu: "İn de benim için bulamaç yap. Gecenin şuradan geldiğini gördüğünde, oruçlu orucunu açmıştır."[440]
3721- İmam Malik, Abdurrahman oğlu Humeyd (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir: "Hattab oğlu Hz. Ömer, Affan oğlu Hz. Osman, karanlık geceyi gözlerken akşam namazını iftar etmeden kılardı. Sonra namazı mütakip iftar ederdi. Bu hadise Ramazan'daydı."[441]
3722-İmam Malik, Sehl bin Sa'd (r.a)'dan, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İnsanlar oruçlarını çabuk açtıkları müddetçe, hayırda olmaya devam ederler."[442]
3723- Ebu Davud, Ebu Hureyre (r.a)'den, Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İnsanlar iftarda acele ettikleri müddetçe, bu din gaip olmaya davam edecektir. Çünkü, Yahudi ve Hıristiyanlar (iftarı) geciktirirler."[443]
3724- Müslim, Utteyye'nin babası Amir oğlu Malik (r.a)'ten şu şekilde rivayet etmiştir: "O, şöyle anlatıyor: "Ben ve Ecd'a oğlu Mesruk, mü'minlerin annesi Hz. Aişe (r.a)'nin yanma girdik. Dedim ki: "Ey mü'minlerin annesi, ResuluUah (a.s)'ın ashabından iki kişi var. Biri iftarı çabucak yapar, namazı da çabucak kılar. Diğeri de iftarı geciktirir, namazı da geciktirir (Ne dersin)? O, şöyle dedi: "Hangisi iftarı çabucak yapar, namazı çabucak kılar?" Malik şöyle devam etti: "Ben; "Abdullah bin Mes'ud," deyince, O, şöyle dedi: "ResuluUah (a.s) böyle yapardı." Bir rivayette de şu ilave vardır [444]: "Diğeri de Ebu Musa'dır." Başka bir rivayette [445] de Hz. Aişe (r.a)'e Mesruk şöyle dedi: "Muhammed (a.s)'ın ashabından iki kişi var. İkisi de hayırdan uzak değildir. Biri akşam namazında da, iftarda da acele davranır. Diğeri de akşam namazını da, iftarı da geciktirir (Ne dersin) ?" Bunun üzerine, o, şöyle dedi: "Akşam namazını da iftarı da acele yapan kimdir?" Mesruk: "Abdullah'tır," deyince, o, şöyle dedi: "ResuluUah (a.s) böyle yapardı."[446]
3725- Taberani, Amr bin Hureys (r.a)'ın şu şekilde rivayet etmiştir: "ResuluUah (a.s)'ın ashabı iftar bakımından insanların en çabuğu, sahur bakımından da insanların en ağır olanıydı."[447]
3726- Tirmizi, Enes bin Malik (r.a)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "ResuluUah (a.s) şöyle buyurdu: "Kim bir kuru hurma ulursa, (orucunu) onun üzerine açsın. Kim bulamaz ise su üzerine açsın. Çünkü su temizleyicidir."
Ebu Davud'un rivayetinde [448] Enes bin Malik (r.a) şöyle anlatıyor: "ResuluUah (a.s) namaz kılmadan önce bir kaç yaş hurma üzerine orucunu açardı. Bir kaç yaş hurma yoksa, bir kaç kuru hurmayla (orucunu) açardı. Bir kaç yaş hurma da yoksa bir yudum su yudumlardı."[449]
3727-Tirmizi, Seiman bin Amir ez-Zai (r.a)'ye, Hz. Peygamber (a.s> j'den şu buyruğunun ulaştığını rivayet etmiştir: "Sizden biriniz orucunu açtığı zaman hurma üzerine açsın. Çünkü o, '^berekettir. Eğer hurma bulamazsa, su (ile iftar etsin). Çünkü o, temizleyici-fldir." . O, (ResuluUah a.s) şöyle devam etti: "Yoksul üzerine verilen sadaka bir sadakadır. O, akraba üzerine olunca iki olur: Sadaka ve sılaî-rahim." Tirmizi[450] ve Ebu Davud [451] başka rivayetlerinde; "Çünkü O (su) temizleyicidir," cümlesine kadar almışlar ve; "çünkü o, (hurma) berekettir," cümlelerine yer vermişlerdir.[452]
İster yaş olsun ister kuru olsun iftarı hurma ile açmak midenini asitini istenen düzeyde tutacağından şekerin kana çabucak ulaşmasını sağlar. Resu-lullah (a.s)'ın bu sünetinin hikmetini tıp dünyası daha yeni bulmuştur. Bilindiği gibi mide boş olunca içindeki asitler bir araya toplanır. Oysa su, mideye ulaşmasından beş dakika sonra bu asitleri dağıtır. İşte buradan, hurma olmayınca su ile iftar etmenin hikmetini anlıyoruz. İkisi de bulunmayınca, hikmete uygun olan herhangi bir şeyle iftar edilir. Fakat bize öyle geliyor ki, ekşi ve asitli yiyeceklerden kaçınmak vücudun sıhhatine iyi gelir.[453]
3728- Ebu Davud, Muaz bin Zuhre (r.a)' ye şöyle rivayet etmiştir. "Resulullah (a.s) iftar ettiğinde şöyle derdi: "Allah'ım, senin için oruç tuttum ve senin rızkmla orucumu açtım."[454]
3729- Ebu Davut, Mervan bin Salim el-Muke (r.a)'nin şöyle anlattığını rivayet etmiştir: "Ben Ibni Ömer'i, elini sakalınım üzerine koyup tutamından fazla onlarını keserden gördüm. O, şöyle diyordu. "Resulullah (a.s) iftar edince şöyle derdi: "Suzuluk gitti, damarlar ıslandı ve inşallah mükafat kesinleşti." Rezin, hadisin evvelinde; "el hamdü lüllal," eklemiştir. Bu hadisin konusuyla ilgili bilgiler, kitabın başında geçmişti.[455]
Kesânî, 'Beda-i u-Senaî' adlı kitabında şöyle der:
1. "Anlatıldığına göre, Abdullah bin Ebu Musa ed~Dairer'e, Iskirldt riye'de şöyle bir fetva sorulmuş: "Şehir merkezinde Güneş batmış olmasına rağmen minaredeki zin hala Güneş'in batmadığını görüyor?..." Ebu Abdullah bu soruya şu fetvayı vermiş: "Şehir halkı için Güneş batmış olduğundan, iftar helal olur. Ancak mi-l narenin tepesinde bulunan kişi, Güneş'in battığını görene kadar iftar edemez. Çünkü Güneş'in doğuşu, yerine göre fark ettiği gibi, batışı da fark ederJ Netice itibariyle bütün bölgeler, ayrı ayrı Güneş'in battığını bilmek mecbu-^ riyetindedirler. [456]Ebu Abdullah'ın bu fetvasından hareketle günümüz ulemasının büyükleri rinden bazıları şöyle demişlerdir: "Deniz sahilinde oturan halk, Güneş'in kırmızılığının kaybolduğunu görünce iftar edebilir. Ancak rakımı yüksek olduğu için Güneş'in henüz batmadığını gören bölge halkı diğerlerine dayanarak iftar edemez."[457] Fakat hocamız Mustafa Zerkâ'ya göre, sahilde oturanlar, yüksek kesimlerde Güneş'in izini gördükçe iftar edemezler. Çünkü Hz. Peygamber (a.s) oruçlunun iftarını iki şeye bağlamıştır: Birincisi: Güneş'in batması, ikincisi de gecenin gelmiş olmasıdır. Hadis şöyledir: "Gün şuradan gelip gece şuradan gelince, oruçlu iftar etmiştir." Buna binaen Güneş'in var oldukça, gece gelmiş kabul edilemeyeceğinden iftar etmekle caiz olmaz. Mustafa Zekâ'mn görüşü böyledir. Bu görüşü biz kendinden diledik. Evet, sahildeki bir adamla, havadaki uçağın içinde bulunan bir adam için iftar vakti aynı değildir. Buna göre hem imsak vakti, hem de iftar vakti mükellefin bulunduğu coğrafi konuma göre değişir. Örneğin biri dağın eteğinde, diğeri de dağm tepesinde oturan iki ayrı halkı düşünün. Dağın eteğinde yaşayanlar için imsak vakti, dağın tepesinde yaşayanlardan sonradır. Çünkü fecrin doğuşu dağın eteğinde ikamet edenler için diğerinden sonradır. İftar vakti konusunda ise durum tam tersinedir. Yani dağın eteğinde oturanlar için iftar vakti, dağın tepesinde oturanlardan öncedir. Tabii Güneş'in battığından emin olmak şartıyla. îbni Abidin [458] şöyle der:"Güneş'in batmasından maksat, doğuda karanlık hakim olacak şekilde Güneş'in etkisinin yok olmasıdır."
Ulemanın çoğunluğuna göre bir kimse yolculuğunun ilk günü imsaktan Önce bağlı bulunduğu şehrin en son binalarını geçmedikçe sefer niyetiyle orucunu yiyemez. Ancak diğer günlerde seferi oldukça orucunu yiyebilir. Yolculuğunun ilk gününde imsaktan önce bağlı bulunduğu şehrin en son binalarını geçmiş olması şartıyla orucunu yiyebilir,
2. Yolcu, iftarını akşam namazı vakti üzerine girdiği şehre göre yapar. Ancak günümüzde bu konu için fetvalar gerektiren bazı durumlar vardır.Birincisi; oruç vaktinde yerkürenin dışında bulunmak. ikincisi, çabuk yol alan araçlarla hızlı yol almak sebebiyle devamlı gece veya gündüz yolculuk yapmak. Örneğin hızlı taşıma araçlarıyla yolculuk yapan bir kimse, doğuya doğru giderse gün çok kısa olur. Batıya doğru giderse, gün çok uzun olur. Bu durumda insan iftarım sefere çıktığı şehrin iftar vaktinde yapar. Yerkürenin dışında ise yine iftarını ikamet ettiği şehre göre yapar. Ancak bu durumda yine de yer küreye döndükten sonra bu günlerin orucunu kaza etse iyi olur.
3. Bir kimse henüz fecir doğmadı zannıyla sahur yemeğini yer, sonra fecrin doğmuş olduğunu görürse, orucu bozulur. Çünkü şeklen orucunu bozmuştur. Ancak günahkar olmaz ve keffaret gerekmez. Çünkü her ne kadar ihtiyatlı davranması gerekse de orucu kasten bozmamış olduğundan sadece kaza gerekir. îmam Ebu Hanife (r.h) şöyle der: "Bir kimse fecir doğduğunda hissedüebilen bir yerde bulunan doğma zamanında baktığı halde fecrin doğduğunu göremez ise havada da bulut yoksa yesin." Yine İmam Ebu Hanife şöyle der: "Bir kimse fecrin hissedilmeyeceği bir yerde bulunur ya da ayın parlaklığı sebebiyle fecrin doğup doğmadığından şüphe ederse, yemesin. Şayet yerse iyi yapmamış olur. İmsak konusunda yolcuyla (yolcu olmayan) mukim arasında bir fark yoktur. Fecrin doğup doğmadığını bilme imkanı yoksa, orucu korumak için ihtiyatlı davranmak gerekir. Bu yüzden dini muhafazadan taviz vermemek amacıyla orucu bozan şeyleden uzak durmak gerekir. Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmuştur: "Seni şüphelendiren şeyi bırak, şüphelendirmeyene (yönel). Çünkü doğrulukta gönül rahatlığı, yalanda şüphe vardır." Bu nedenle fecrin doğup doğmadığına şüphe eden bir kimse, dînî muhafaza prensibini korumak, şüpheden kaçınmak ve Allah (c.c)'ın koruluğuna (yasak ettiği şeylere) düşmemek amacıyla fecrin doğuşundan emin olana kadar yiyemez." İmam Malik (r.h) şöyle der: "Fecrin doğup doğmadığına şüphe eden bir kimsenin yemesi mekruhtur. Yerse kaza gerekir." Şâfi ve Ubeydullah bin Hasan ise şöyle der: "Bir kimse fecrin doğup doğmadığına şüphe ederek yerse, hiç bir şey gerekmez." Hiç bir açıklama getirmeden fecrin niteliği hakkında bilgi vermeden mutlak manada; "fecrin doğuşundan şüphe eden bir kimse yiyebilir," diyenlerin sözüne gelince, bu, onların gafletinden ileri gelmektedir. Çünkü sabah olduğundan emin olmayan bir insan bile kendisine fecrin doğuşunu haber veren biri bulunmadığından bu konuda şüphe ediyor ise, şüpheyle birlikte yemeğe devam etmesi caiz değildir. Aynı şekilde karanlık bir evde bulunduğundan fecrin doğup doğmadığından emin olmayan bir kimsenin de şüpheyle yemeğe devam etmesi caiz değildir. Ebu Hanife, Hammad bin Ebi Süleyman İbrahim en-Nehi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ömer (r.a) ve arkadaşları bulut nedeniyle Güneş battı zannıyla iftar etmişlerdi ki, Güneş göründü. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) şöyle dedi: "Biz günah işlemeyi kast etmedik. Bu günü tamamlayacağız, sonra da gününe gün kaza edeceğiz."Bu hadisi îbni Ebi Şeybi bir kaç yolla rivayet etmiştirOnlardan biri de Hanzala (r.a)'mn babasından şu şekildeki rivayetidir: "O, şöyle anlatmıştır:"Ben, Hz. Ömer (r.a)'m Ramazan ayında cereyan eden bir hadisesine şahit oldum. Kendisine bir içecek yaklaştırdı. Bunun üzerine insanları bir kısmı da Güneş'in battığını görerek içecekten içtiler. Sonra müezzin çıkıp; "Ey müminlerin emiri! Allah (c.c)'a yemin olsun ki, Güneş batmadı," deyince Hz. Ömer (r.a) şöyle dedi: "Kim iftar ettiyse yerine bir gün oruç tutsun, kim iftar etmediyse Güneş batana kadar oruca devam etsin."[459]
[1] Ahmed hin Hanbel (3/35) Mecmeu'z-Zevaid (3172,73) Heysemi der ki; "Bu hadisi Ahmed bin Hanbel rivayet etmiştir. Havileri de Sahih'te adları geçen ravilerdir."
[2] Burada ravinin yanılması, zabt yoluyla olabilir. Esasen İkiyüz dirhem denilmiştir. Fakat bu rakam, ravinin hafızasında yüz dirhem olarak kalmıştır. Esasen müellif fıkhı araştırma olmadan hadisten hüküm çıkarmanın ne derece yanlış olduğunu ortaya koymaktadır. (Çeviren)
[3] Buhari (10/328) 55-Mührün nakşı üç satır yapılabilir mi babı.
[4] Eriş Kuyusu: Medine'de Küba Mescidi yanında bulunan meşhur kuyudur
[5] Buhari (6/212), 57-Kitabu-Farzil-Humus... Hz. Peygamber (as)'in zırhı, kılıcı, bardağı ve mührü hakkında zikredilenler babı. (3/312) Kitabu'z-Zekat, 33-Zekatta arz -Zekat. 34-Birlesik olanlar ayrılmaz, ayrı olanlarda birlestıremez babı. (3/315) 24-Kitabuz-Zekat, 35-İki ortaktan alman zekatda ortaklar birbirlerine eşit olarak müracat ederler babı. (31316) 24-Kitabu'z-Zekat, 37-Zekatı bintu mehas olup da bunu bulamayan kimsenin zekatı babı. (3/317), 24-Kitabu'z-Zekat, 38-Koyunların zekatı babı. (3/321) 24-Kitabu'z-Zekat, 39-Zekat memurunun isteği olmadan yaşlı, kusurlu ve teke zekat olamaz babı. (5/130) 47-Kitabus-Şirket, 2-Ortaktan alınan zekat babı. (12/330) 90-Kitabul Hıyal, 3-Zekatta zekat korkusuyla birleşik olan hayvanlar ayrılmaz, ayrı olanlar da birleştirilme! babı. Ebu Davud (2/96,97) Kitabu'z-Zekat, 4-Meralarda beslenen hayvanın zekatı babı. Nesai (5/27) 23-Kitabu'z-Zekat, 10-Koyunlann zekatı babı. İbnul Esir der ki: "Devlerden birinci senesini doldurup ikinci senesine giren hayvanların erkeğine ibnul mehas, dişisine de bintul mehas denir. Bu hayvanlar ikinci senelerini doldurana kadar, bu adlarla belirlenirler. Yine devlerden ikinci senesini doldurup üçüncü senesine giren erkek deveye ibni lebun, dişi deveye de bintu lebun adı verilir. Hayvana bu adın verilme sebebi, annesinin bu sıralarda süt veren hayvan olmasından dolayıdır. Hikka da üçüncü senesini doldurup dördüncü senesinin sonuna kadar olan dişi deveye verilen addır. Döllenme hakkına sahip olduğundan bu adla çağırılmıştır. Ceza'ada dördüncü senesini doldurup, beşinci senesine girmiş olan hayvandır."
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/193-209
[6] nesaı yukarıdakı hadisi aynen Ebu Davud'un rivayeti gibi almıştır. Ancak Nesai hadi-: almış Musa bin İsmail'den veya bir başkasından "şu kadarım ezberle-I bir ifadede bulunmamıştır.
[7] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/209-210
[8] Kitabu'z-Zekat, 5-SığırIarın zekatı hakkında gelen rivayetler üs, kendisini destekleyen diğer hadisler vasıtasıyla Hasen hadis derecedir.
[9] 17-Kitabu'z Zekat, I2-Sığırların zekatı hakkında gelen rivayetler Vuısen hadis derecesindedir
[10] Ebu Davud (21101) Kitabu'z-Zekat, Yemle beslenen hayvanların zekatı babı.
[11] Ebu Davud, aynı yer. Sh. 102
[12] Tirmizi (3/20) 5-Kitabu'z-Zekat, 5-İneklerin zekatı hakkında gelen rivayetler babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/210-211
[13] Ahmed bin Hanbel (51230)
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/211-212
[14] Nesai (5/37) 23-Kitabu'z-Zekat, 18-Gümüsün zekatı babı.
[15] Ebu Davud (2/101) Kitabu'z-Zekat, Meralarda beslenen hayvanların zekatı babı. Tİrmizi (3/16) 5-Kitabu'z-Zekat, 3-Altın ve gümüşün zekatı hakkında gelen rivayetler babı.
[16] Buhari (3/327) 24-Kitabu'z-Zekat, 46-Müslüman üzerine kölesi için zekât yoktur babı. Müslim (2/676) 12-Kitabu'z-Zekat, 2-Müslüman üzerine kölesi ve an için zekat yoktur babı.
[17] Ebu Davud (2/108) Kitabu'z-Zekat, Kölelerin zekan babı. Bu hadîs hasen hadis derecesindedir
[18] Nesai (5/36) 23-Kitabu'z-Zekat, Kölelerin zekatı babı.
[19] Muvatîa (1/277) 17-Kitabu'z-Zekat, 23-Köle, at ve baî'ın zekatı hakkında gelen rivayetler babı. Zerkani Muvatta şerhinde der ki:"Bu hadis Abdurrahman bin Umey-ye kıssasında cereyan eden hadise ile çelişmektedir. Abdurrahman bin Umeyye yüz kulusa bir at satın alınca, Hz. Ömer (r.a) kendisine: "Demek atlarınızın değeri bu meblağı buluyor? Peki kırk koyundan bir koyuna zekat olarak alıyorsun da atlardan niye bir sey almıyorsun? At başına bir dinar al." İşte bu iki hadis çelişme, ikisinin delillİk denecesinde ortadan kalkar ve Resulullah (a.s)'ın şu hadisi delil olur: "Müslüman üzerinde kölesi ve atı için zekat mükellefiyeti yoktur."
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/212-214
[20] Muvatta (1/265) 17-Kitabu'z-Zekat, 14-Kuzuların zekatı hakkında güvenilir derecede gelen rivayetler babı. Bu hadis diğerleri sayesinde hasen hadis derecesine ulaşmıştır.
[21] Ahmed bin Hanbel (51142) Ebu Davud (21104) Kitabu'z-Zekat, Otlayarak beslenen hayvanların zekatı babı. Hadisin isnadı hascndİr.
[22] Ebu Davud (21107) Kitabu'z-Zekat, Mallar nerelere harcanır babı. Hadis diğer hadislerle birlikte hasen hadis derecesine ulaşmıştır.
[23] Nesai (61111) 26-Kitabu'n-Nikah, 60-Şiğar babı.
Şiğar: Bir kimsenin mehir koymadan diğer bir kimseye bacısı veya kızı üzerine karşılıklı olarak nikah akdi yapmasıdır.
[24]Mecme'uz-Zevaid (3/70) Haysemi şöyle demiştir: "Bu hadisi Taberani el-Evsat'ta
rivayet etmiştir. Kavileri güvenilir (sika)dır
[25] .Ebu Davud (21109) Kitabu'z-Zekat, ll-Ekinin zekatı babı. Bu hadis, hasen hadistir
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/215-218
[26] İbni Huzeyme (4122) 295-İmamın sürüsünün en yaslısını çıkartan kimseye beddua etmesinin mubah oluşu babı. Hadisin isnadı sahihtir
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/218-219
[27] Müslİm (2/675) 12-Kitabu'z-Zekat, 1-Kendisinde öşür ve yarım öşür olan mahsul babı. Ebu davud (2/108) Kitabu'z-Zekat, ll-Ekinin zekatı babı. Nesai (5/42) 23-Kitabu'z Zekat, 25-ÖşÜr ve yarım öşür gerektiren mahsul bab<
[28] Ebu Davud (21108) Kitahu'z-Zekat, 11-Kendisinde Öşür ve yarım öşür bulunan mahsul zekatı babı. Nesaİ (5/41), 23-Kitabuz-Zekat, 25-Kendisinde öşür veya yarım öşür gereken mahsulün zekan babı.
[29] Buhari (3/347) 24-Kitabu'z-Zekat, 55-Yağmur suyu ve akar sularla sulanan mahsuller deki öşür babı. Tirmizi (3/31) 5-Kitabu'z-Zekat, 14-Nehir ve benzeri şeylerle sulanan zekat hakkında gelen rivayetler babı
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/219-220
[30] Tirmizi (3/31) 5-Kitahu'z-Zekat, 14-Nehir ve benzeri şeylerle sulanan mahsulün zekatı babı. Tirmizi şöyle demiştir: "Bu hadis bu iki raviden mursel olarak rivayet edilmiştir.
[31] Muvatta (1/270), 17-Kitabu'z-Zekat, 19-Hurma ve kuru üzüm meyvalarının zekatım tahmin babı. Bu hadis diğerleriyle birlikte hasen hadis derecesindedir. 3530-Nesai (5/42), 23-Kitabu'z-Zekat, 25-Öşür ve yarım öşür gerektiren mahsûl babı. Bu hadis hasen hadistir.
[32] Nesai (5/109), 23-Kitabu'z-Zekat, 100-Zekatın şirası babı.
[33] Tirmİzİ, aynı yer. Tirmizi'ye göre bu hadis gariptir. Ebu Hatem söyle demiştir: "Sahih olan, bu hadisin "mursel" olmasıdır
[34] Ebu Davud -(21110), Kitabu'z-Zelcat, Üzümlerin tahmini ile ilgili babı. Tirmİzi (3/36) 5-Kitabuz-Zekat, 17-Tahmin hakkında gelen rivayetler babı.
[35] Ebu Davud (2/110) Kitabuz-Zekat, 14-Tahmin babı. Nesai (5/42), 23-Kitabuz-Zekat, 26-Tahmin eden kimsenin ne kadar bırakacağı babı.
[36] Tirmİzi (3/35) 5-Kitabuz-zekat, 17-Tahmin hakkında gelen rivayetler babı. İbni Huzeyme (4/42) 322-Tahmin eden kimsenin mal sahibine bırakması konusunda kendisine emrolunacak sünnet miktarı babı.
[37] Ibni Huzeyme (4141) Hadisin isnadı sahihtir.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/220-224
[38] Ebu Davud (31264) Kitahul-Beyu, 34-Tahmin hakkında bir bab.
[39] Ebu Davud, aynı yer. Bu hadis, hasen hadistir.
[40] Muvatta (2/703) 33-KitabuUMusakat, 1-Musakat hakkında gelen rivayetler babı.
Bu hadis de haşin hadistir
[41] Mecma'uz'Zevaid (3/76) Haysemi şöyle demiştir: "Hadisi Taberani el-Kebir'de mursel olarak rivayet etmiştir. İsnadı sahihtir."
[42] Mûvatta (11281), 17-Kitabu'z-Zekat, 25-Zimmet ehlilin ösürü babı. İsnadı sahihtir
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/224-226
[43] Muvatta (1/281) 17-Kitabu'z-Zekat, 25-Zimmet ehlinin ösürü babı. Hadisin isnadı sahihti
[44] Bakara Suresi: 267
[45] Nesai (S/43) 23-Kitabu'z-Zekat, 27-Allah Teala'nın: "Malın adisini infakta bulunmayın," sözü babı. Hadisin isnadı sahihtir.
Ebu Davud (2/110,111) Kitabu'z-Zekat, Meyvalardan zekat olarak verilmesi caizolmayanlar babı
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/226-227
[46] Ehu Davud, aynı yer. Hadisin isnadı sahihtir. Hattahi vadinin koru olarak verilmesini şöyle açıklamıştır: "Arılar, sadece çiçeklerin Özünden ve yeşilliğini kaybetmemiş olan bitkilerden yararlanırlar. Vadi olduğu gibi kendilerine, teslim edilince, arılar orda kalırlar ve çiçeklerden istifade ederek peteklere bal yapmaya devam ederler. Neticede de bal normalinden fazla olur. Bu da haliyle sahiplerinin menfaatına olur. Koruluk işi kaldırınca, vadi ortak olacak ki, o zaman arılar uzaklara gitme ihtiyacı hissedecekler. Kat edecekleri yol sebebiyle üretecekleri bal da o derece eksilmiş olacak."
Bu konuda bir de şu açıklama yapılmıştır: "Bal yapmak için vadileri kendilerine koru olarak verilmiştir ki, bal isteyenlere ve ticaretini yapanlara satın almak için müsade edilmesin. Çünkü petekler genelde su, maden ve av mevkilerine kurulurlar ki, buralar kimsenin özel mülkiyeti altında değildir. Buraları ancak elini çabuk tutanlar kullanabilirler. Dolayısıyla vadi kendilerine koruluk olarak verilip gelişi güzel girip çıkmalar engellenince belirli bir topluluğun eline geçmiş olacak ki, bu takdirde de Öşür vermeleri vacip olur."
Hz. Ömer (r.a)'in; "O zaman (öşür verilmediği zaman) arılar yağmur sineğidirler. Dileyen ballarını yer," sözü, şu şekilde açıklanmıştır: "Anlar başıboş kalınca, genelde yeşilliklerde barınırlar. Bu da yağmur sayesinde olmuştur." "Öşür verilmesi gerekir" diyenler sözlerinin doğruluğuna Hz. Ömer (r.a)'in bu benzetmesini delil göstermişlerdir
[47] Ebu Davud (21109) Kitabu'z-Zekat, Balın zekatı babı. Nesai (5/46) 23-Kitabu'z-Zekat, 29-Arılarm zekatı babı. îbni Huzeyme (4145) Kitabu'z-Zekat, 326-Bal zekatının zikri babı.
[48] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/228-229
[49] Dr. Yusuf el-Kardavi, Fıkhuz-Zekat (1/426)
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8229
[50] Muvatta (1/253) 17-Kitabu'z-Zekat, 8-Borçtaki zekat babı. Hadisin isnadı sahih-tir.
[51] Nesai (5/38) 23-Kitabu'z-Zekat, Süs eşyasının zekatı babı.
[52] Nesai, aynı yer. Camı muhakkiki şöyle demiştir: "Ebu Davud ve Nesai'ye göre hadisiı isnadı hasendir. Bu hadis sahihtir. Tirmizi'nin: "Hz. Peygamber'den böyle bir sö söylediği sahih değildir," sözü sıhhatli bir söz değildir. Çünkü bu hadis, Ebu Davuc Nesai gibi diğer alimlere göre sahihtir.
[53] Tirmizi (3/29) 5-Kitabu'z-Zekat, 12~Zinet eşyasının zekatı babı.
[54] Ebu Davud (2195) Kitabu'z-Zekat, Kenzin mahiyeti ve zinetlerin zekatı babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/229-231
[55] Ahmed bin Hanbel (6/461) Hadisin isnadı hasendir.
[56] Ebu Davud (2195,96), Kitabuz-Zekaî, Kemin mahiyeti ve zineî eşyasının zekatı babı. Hadisi aynı zamanda Darekutni, Hakim ve Beyhaki de rivayet etmiştir. İsnadı es-Sahih şartına uygundur. Hafız İbni Hacer'in Telhis'inde de böyle denilmiştir. "Fetehat" kelimesi "fethatun" kelimesinin çoğulu olup taşsız büyük yüzük anlamındadır. Bu yüzüğü kadınlar genelde ayak parmaklarına, bazen de el parmaklarına takardı.
[57] Muvatta (1/250) 17-Kitabu'z-zekat, 5-Süs eşyalarından zekata tabi olmayan şeyler babı. Camî muhakkiki söyle demiştir: "Hadisin isnadı sahihtir. İmam Malik ve taraftarları da böyle demiştir. Sahabe ve tabin'in bir bölümü de bu hadisler için böyle söylemiştir."
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/231-233
[58] Muvatta, aynı yer.
[59] Taberani, el Mucemu's-Sağir (1/261) Mecme'uz-Zevaid (3/76) Hay s emi şöyle demiştir: "Hadisi Taberani, Sağir ve Evsat'ında rivayet etmiştir. Kavileri, sahihte adlan geçen ravilerdir
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/233-234
[60] Buhari (3/364) 24-Kitabu'z -Zekat, 66-Defmelerde beşte bir zekat vardır babı. Müslim (3/1334) 29-Kitabul-Hudud, 11-Hayvanın, madenin ve kuyunun yaralanması hederdir babı. Tirmîzi (3/661) 13-Kitabul-Ahkam, 37-Hayvanın yaralanmasının heder olması hakkında gelen rivayetler babı. İbni Mace (21891) 21 -Ki-tabud-Diyad, 30-Hayvan, maden ve kuyunun heder oluşu babı. Muvatta (2/869) 43-Kitabul-Ukuî, 18-Camiul-Akıl babı. Ebu Davud (41196) Kitabul-Diyad, 30-Hayvamn, madenin ve kuyunun heder oluşu babı.
Hicazlılara göre define, cahiliyye devrinin hazinesine verilen addır. Çünkü sahihi yer kazarak altın veya gümüşünü oraya bizzat kendisi gömmüştür. Yer küreden kendiliğinden çıkan bir şey değildir, haklılara göre ise, define madenin aynısıdır. Çünkü onu yerküreye yerleştiren Allah Teala'dır. Fakat yukarıdaki hadis bu iki yorumdan birincisiyle yorumlanmıştır. Yani cahiliyye devrinin definesi olarak açıklanmıştır. el-Hasan'ın değerlendirilmesi bu doğrultudadır. Beşte bir zekat düşmesinin sebebi İse elde edilmesinin kolaylığı ve menfaatinin çokluğudur. Kural şudur: Zahmeti az olan mallarda vacibin çok olması, zahmeti çok olan mallarda da vacibin az olması asıldır.
[61] Ahmed bin Hanbel (2/239,382,386,354) Mecmeu'z-Zevaid (3/78) Heysemi şöyle demiştir: "Hadisi Ahmed bin Hanbel Mursel olarak rivayet etmiştir. İsnadı sahihtir."
[62] Ahmed bin Hanbel (31354,355) Keşful-Estar (1/423) Defineler hakkında gelen rivayetler babı. Mecmeu'z-Zevaİd (3/77) Haysemi şöyle demiştir: "Hadisi Ahmed bin Hanbel, Bezzar ve Taberani el-Evsat'inde rivayet etmiştir. Kavileri sika (güvenilir) ravilerdir."
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/234-236
[63] Buhari (3/362) 24~Kitabu'z-Zekat, 65-Denizden çıkartılan şeyler. Hadisi Buhari senetsiz olarak rivayet etmiştir. Bu hadis İhni Ebu Şeybe'ye göre İbni Abbas'a senediyle birlikte ulaşmıştır.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/236
[64] Buhari (31312) 24-Kitabuz-Zekat, 33-Zekat eşyası babı
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/236-237
[65] Hafız İbni Hacer, Fethül Bari (3/247
[66] Mecmeu'z-Zevaîd (3/75) Haysemi şöyle demiştir: "Hadisi Taberani el-Kebir'de rivayet etmiştir. Kavileri, Sahih'te adlan geçen ravilerdir."
[67] Ebu Davud (31164) Kitabu'l Haraç, Yemen arazisinin hükmü hakkında gelen rivayetler babı. Hibban'a göre bu hadis, hasen hadistir
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/237-239
[68] Ebu Davud (2195) Kitabu'z-Zekat, Ticaret eşyalarının zekatı babı. Bu hadis, ilgili diğer hadislerin delaletiyle hasen hadis derecesine ulaşmıştır,
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/239
[69] Merfu Hadis: Bizzat Resulullah (as)'a isnad edilen hadistir
[70] Mevkuf Hadis: Sahabeye isnad edilen hadistir. (Çeviren)
[71] Hakim, Müstedrek (1/388)
[72] Beyhaki, Sünen (4/147)
[73] İmam Malik, Muvatta (1/255)
[74] İmam Şafii, el-Um (2/29)
[75] Beyhaki, Sünen (41147) 3) Buharı, Sahih-i Buharı (3/243).
[76] Bakara Suresi: 268
[77] Buharı (3/243)
[78] Suyuti, Metalibu-Ulin Nuha (2196,97)
[79] Şeyh Muhammed Şeltut, el Fetava, Sh. V
[80] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/239-24
[81] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/244
[82] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/244-247
[83] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/249-250
[84] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/250-251
[85] Mecmeu'z-Zevaid (3/79) Haysemi der ki: "Hadisi Taberani Evsat'da rivayet
etmiştir. İsnadı da Basendir
[86] İbni Huzeyme (4126) Kitabuz-Zekat, 299-D av arların zekatını alırken malı ayağa
getirmenin yasak olusu babı. Hadisin isnadı hasendir.
[87] Muvatta (1/267) 17-Kitabu'z-Zekaî, 16-Zekatta insanları sıkıştırmanın yasak oluşu babı. Hadis hasen hadistir.
[88] İbni Huzeyme (4/24) Kitabu'z-Zekat, 297-Zekat memurunun insanların fflrımn en iyilerini almasının yasak olusu babı.
[89] Ebu Davud, aynı yer.
[90] Nesai (5129, 30) 23-Kitabu'z-Zekat, 12-Aynı olanları birleştirme, birleşik olanları ayırmak babı. Hadis hasen hadistir.
[91] Ebu Davud (2/102), Kitabu'z-Zekat, Saime hayvanının zekatı babı.
[92] Ebu Davud (21103) Kitabu'z-Zekat, Saime hayvanın zekatı babı.
[93] Ebu Davud, aynı yer.
[94] Mutat: Yavrulama zamanı geldiği halde, yavrulamayan hayvandır.
[95] Nesai (5132) 23-Kitabu'z-Zekat, 15-Zekat memurunun isteği olmadan malın iyisini vermek babı. Hadis kasetidir.
[96] Muvcıtîa (î/267) 11'-Kitabuz-Zekat, 16-Zekatta insanları sıkıştırmanın yasak oluşu babı. Hadisin isnadı sahihtir.
[97] Ahmed bin Hanbel (61301) Mecmeu'z-Zevaid (3/82) Haysemi söyle derıiştir; "Hadisi Taberani el-Kebir ve el-Evsat'da rivayet etmiştir. Hepsinin ravileri, s te adları geçen ravilerdir
[98] Taberani, el-Kebir (3/306) Mecmeu'z-Zevaid (3/82) Haysemi şöyle demiştir: "Hadisi, Taberani el-Kebirde rivayet etmiğtir. Ravileri güvenilirdirler."
[99]Buradaki emir, tavsiye niteliğindedir. (Çeviren)
[100] Ahmed bin Hanbel (1/163,164) Ebu Yala (2/16,17) Mecme'uz-Zevaid (3/823,83) Haysemi şöyle demiştir: Ebu Davud Talha'dan yerli'nin çöl ehline satış yapmayacağına ilişkin bölümü rivayet etmiştir. Hadisi Ahmed bin Hanbel ve Ebu Yala rivayet etmişlerdir. Ravileri de Sahih'te adları geçen ravilerdir."
[101] İbni Huzeyme (4/70) 359-îmamın memuruna; evlenmeye, hizmetçi ve mesken edinmeye izin vermesi babı. Hadisin isnadı sahih'tir
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/251-261
[102] İbni Huzeyme (4/70) 358-İmamın memuruna belli bir rızık tayin etmesi babı.
Hadisin isnadı sahihtir
[103] Müslim, aynı yer. Ebu Davud (3/134), Kitabu'l haracı, Vel-i Merâî'i, Vel-Feyi çalışanların yiyecekleri ile ilgili bab. Ebu Davud diğer bir rivayetinde; "Allah'ım, tebliğ ettim mi?" ilavesinde bulunmuştur.
[104] Buhari (131164) 93-Kiîabu'l Ahkam 324-Çalışanların hadisleri babı. Müslim (311463) 33-Kitabul-İmare, 7-Çalışanların hediye almalarının haram oluşu babı.
[105] Müslim (311465) 33-Kitabu'l~İmare, 7-Çalışanların hediye almalarının haram oluşu babı. Ebu Davud (3/134) Kitabu'l Haraç, Çalışanların yiyecekleri hakkında bab.
[106] Ebu Davud (3/135) Kitabu'l-Haracı, vel-İmaretıvel-fey'i, Çalışanların hediye almaları hakkındaki bab. Hadisin isnadı hasendir.
[107] Burada adı geçen, Ziyad Ebu Sufyan'ın oğlu ve Irak valisidir. (Çeviren)
[108] Ebu Davud (2/115) Kitabu'z-Zekat, Zekat bir beldeden bir beldeye taşınabilir mi Us,ht Hn/iisin isnadı hasendir.
[109] İbni Huzeyme (4/66) Kitabu'z-Zekat, 353~Zekattan yetimlere vermek babı. Hadisin isnadı hasendir.
[110] Müslim (2/685) 12-Kitabuz-Zekat, 7-Zekat memurlarını razı etmek babı
[111] Tirmizi (3/39) 5-Kitabu'z-Zekaî, 20-Zekat memurunun rızasını almakla ilgili bab
[112] Nesai (5/31) 23-Kitabu'z-Zekat, 14-Zekat memurunun haddi aştığı zaman babı.
[113] Ebu Davud (2/106) Kitabuz-Zekat, Zekat memurunun razısını almakla ilgili bab.
[114] Nesai, aynı yer.
[115] Müslim (2/757) 12-Kitabu'z-Zekat, 55~Haram istemediği müddetçe zekat memurunu razı etme babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/261-266
[116] Ebu Davud (3/132) Kİtabu'l-Harac, Zekat toplama işini yapma konusunda bir bab. Hadisin isnadı hasendir. Tirmizi (3/37) 5-Kitabu'z-Zekat, 18-Hakkıyla zekatta çalışan kimse babı.
[117] Buhari (3/361) 24-Kitabu'z-Zekat, İmamın zekat sahibine duası babı. Müslim
(2/756) 12-Kitabu'z-Zekat, 54-Zekatmı getiren kişiye dua babı. Ebu Davud (2/106), Kitabu'z-Zekat, zekat memurunun, zekat ehline duası babı. Nesai (5/31) 23-Ki-tabu'z-Zekat, 13-İmamın zekat sahibine duası babı. Nesai, babasının biat ashabından olduğu belirtmemiştir.
[118] Muvatta (2/1003) 60-Kitabu-Da'vet'il-Mazlum, Î-Mazlumun duasından sakınılacak kısmı babı. Buharı (6/175) 56-Kitabul-Cihad, 180-Darul Harb'de bir topluluk Müslüman olduğu zaman babı.
[119] Buhari (5/44) 42-Kitabu'l-Musakat, Il-Sadece Allah ve Resulünün koruluğu vardır babı. Ebu Davud (3/139) Kitabu'l-Haracı vel-İmaret-i vel-Fey'i, İmamın ya da herhangi bir adamın koruluk yaptığı arazi babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/266-268
[120] Muvatta (2/449) 2Î-Kitabu'l Cihad, 5-Miah yolunda bir şey ve kimse hakkında amel babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/268-269
[121] Mahmiye, ehli beyt için ayrılan beşte birlik humus İşine bakan kişi idi.
[122] Müslim, aynı yer. Sahife: 754
Müslim (2/752,753) 12-Kitabu'z-Zekat, 51-Suîaleyi Nebi'nin zekatta çalışmayı terketmesi babı. Ebu Davud (3/139) Kitabu'l-Harac-ı vel-imaret-i vel-Fey'i, Resu-îullah (a.s)'ın mallardan seçtiği şeyler babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/271-273
[123] Müslim, aynı yer.
[124] Buharı (5/86) 45-Kİtabu'l-Lukata, 6-Yolda bir hurma bulduğu zaman... babı. Müslim, aynı yer
[125] Buhari (31358) 24-Kitabuz-Zekat, 60-Hz. Peygamber için zekat konusunda zikredilenler babı. Müslim (2/751) 12-Kitabu'z-Zekat, 50-Resulullah (a.s)'a zekatın haram oluşu babı.
[126] Müslim, aynı yer.
[127]Buhari (9/138) 67-Kitabu'n-Nikah, 18-Kölenin nikahı altında bulunan hür kadın babı. Müslim (211144) 20-Kitabul-Itk. 2. Vela ancak azat edene aittir babı.
[128] Muvatta (2/562) 29~Kitabu't-Telak, 10-Serbest bırakmak hakkında gelen rivayetler babı
[129] Buhari (9/404) 68-Kitabıtt-Talak, 14-Ca> -'nin salısı talak değildir babı. Müslim aynı yer.
[130] Buhari (31355) 24-Kitabu'z-Zekat, 61-Hz. Peygamber (a.s)'İn hanımlarının cariyelerine tasadduk edilenler babı. Müslim (21755) 12-Kitabu'z-Zekat, 52-Hediyenin Hz. Peygamber (a.s)'e mubah oluşu babı.
[131] Müslim (21754) 12-Kitabu'z-Zekat, 52-Hediyenin Hz. Peygamber (a.s)'e mubah oluşu babı.
[132] Müslim (4/1873) 44-Kitabu Fedaili's-Sahabe, 4-Hz.Ali bin Ebu Talih1 in faziletleri babı. İbni Huzeyme (4/62) Kitabu'z-Zekat, 348-Abdulmutîalip oğıdfarınır Hz. Peygamber (a.s)'in ehli beytinden olduğunun delilinin zikri babı.
[133] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/274-278
[134] Ebu Davud, aynı yer.
[135] Buhari (5/86) 45-Kitabu'l-Lukata, 6-Hurmayı yolda bulduğu vakit babı. Müslim (21752) 12-Kitabuz-Zekat, 50-Zekatın Resulullah (a.s)'a haram oluşu babı. Ebu Davud (21123) Kitabu'z-Zekat, Hasim oğullarına sadaka vermek babı.
[136] Buhari (5/203) 51-Kitabu'l-Hibeti, 7-Hediyenin kabulü babı. Müslim (2/756)
12-Kitabu'z-Zekat, 53-Hz. Peygamber (a.s)'in hediyeyi kabulü, sadakayı reddetmesi babı.
[137] Nesai, aynı yer. İsnadı sahihtir
[138] Tirmizi (3/45) 5-Kitabu'z-Zekat, 25-Sadakanın Hz. Peygamber (a.s) için mekruh olusu hakkında gelen rivayetler babı.
[139] Ebu Davud (2/123) Kitabu'z-Zekat, Beni Haşim'e sadaka babı. Tirmizi.aynı yer. Sa-hife:46
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/278-280
[140] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/280-281
[141] Ebu Davud, aynı yer. Bu hadis hasendir
Ebu Davud (2/118) Kitabu'z-Zekat, Zengin olduğu halde kendisine zekattan verilen kimse babı. Tirmİzi (3/42) 5-Kitabu'z-Zekat, 23-Kendisine zekat helal olmayan kimse babı.
[142] Nesai (5/99) 23-Kitahu'z-Zekat, 89-Mulhif kimdir? babı. Bu hadis, hasen hadistir.
[143] Ebu Davud (2/118) Kitabu'z-Zekat, 23-Zekat malından kendisine verilen kimse babı. Nesai (51100) 3-Kitabu'z-Zekat, 91-Kazanabilen güçlü kimsenin meselesibabı. Hadisin isnadı sahihtir.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/281-282
[144] İbni Huzeyme (4172) 363-Borçluya zekat vermenin caiz olduğuna ilişkin delil babı. Hadisin isnadı sahihtir. 3592-İbni Huzeyme (4171) 362-Borçlulara zekat vermek babı. İsnadı sahih'tir.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/282-283
[145] Muvatta (1/268) 17-Kitabu'z-Zekat, 17-Zekat almak babı. Ebu Davud (21119) Ki-tabu'z-Zekat, 24-Zengin olduğu halde zekat alması caiz olan kimse babı. İsnadı Sahihtir.
[146] Ebu Davud, aynı yer. Hadis, kendisini destekleyen diğer hadisler sayesinde hasen derecesindedir
[147] Müslim, aynı yer.
[148] Buhari (31356) 24-Kitabu'z-Zekat, 62-Zekat tahavvut ettiği (yer değiştirdiği) zaman babı, Müslim (2/756) 12-Kitabu'z-Zekat, 52-Hediyenin Hz. Peygambet\(a.s) için mubah oluşu babı.
[149] Müslim (4/1806) 43-Kitabu'l-Fedail, 14-Resulullah (a.s)'tan bir şey istendiğinde "yok" dediği vaki değildir babı. 3600-Ibnİ Huzeyme (4/71) 361- İnsanların reis ve komutanlarına kalplerini telif etmek için mal vermek bubi.
[150] Hafız İbni Hacer, Fethul Bari (3/261
[151] Buhari (3/331) 24-Kitabu'z-Zekat, 49-Aüah Teala'nın "kölelere, borçlulara, Allah
yolunda" sözünün babı
[152] İbni Huzeyme (4173) 365-İmamın üzerlerine haccetmek için zekat develerini
hacılara vermesi babı. Hadisin isnadı hasen'dir
[153] İbni Huzeyme (4172,73) 634-Allah yolunda ayrılan hisseden, hacca gidecek olana verilebileceği babı. Hadis sahihtir.
[154] Ebu Davud (2/119) Kitabu'z-Zekat, 25-Bir kişiye ne kadar zekat verilebilir babı.
[155] Ilmi Huzeyme (4173,74) 336-Zıhar eden kimseye imamın zekat malından verebileceği babı. Bu hadis hasen Hğayrihidir.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/283-293
[156] Tevbe Suresi: 60
[157] Prof. Dr. Yusuf el-Kardavi, Fıkhuz-Zekat (2/555)
[158] Prof. Dr. Yusuf el-Kardavi, Fıkhuz-Zekat (2/563
[159] El-Mecmeu (6/191)
[160]Prof. Dr. Yusuf el-Kardavi, Fıkhuz-Zekat (2/563)
[161] Taberi Tefsiri (14/338) Mahmut Şakir'in tahrikiyle .
[162] İbni Ebu Şeyhe musannafı (3/207) Bak: Fıkhuz-Zekat (2/623) Burdaki borçlandırmaktan maksat devlet hazinesinden kendilerine kredi açmak anlamındadır. (Çeviren)
[163] Prof.Dr.Yusuf el Kardavi, Ftkhu'z Zekat (2/594-611
[164] Prof. Dr. Yusuf el-Kardavi, Fıkhu'z-Zekat (2/630)
[165] Prof.Dr.Yusuf el Kardavi, Fıkhu'z Zekat (21666)
[166] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/293-303
[167] Müslim, aynı yer
[168] Buharİ (3/366) 24-Kİtabu'z-Zekat, 64-Devlet başkanının kendi eliyle zekat develerini dağlaması babı. Müslim (3/1674) 37-Kİtabul hidas ve z-Zine, 30-însanın dışındaki canlıların yüzü haricindeki yerlere dağlama yapmanın cevazı babı.
[169] Ebu Davud (3/26) Kitabul-Cİhad, Hayvanları dağlama ile ilgili bab.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/305-306
[170] Tirmizi, aynı yer. Cami muhakkiki der ki: "Bu hadisi Ahmed bin Hanbel, Hakim Dare-kutni ve başkaları da rivayet etmiştir. Senedi zayıf ise de aynı manada bu hadisi kuvvetlendirecek başka hadisler vardır.
[171] Ehu Davud (21115) Kitabu'z Zekat, 37-Zekat zamanından önce vermeyle ilgili bab. Tirmizi (3/63) 5-Kitabu'z-Zekat, 37-Zekatı zamanından önce vermeyle ilgili gelen rivayetler babı,
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/306
[172] Ahmed bin Hanbel (3/136) Memeu'z-Zevaid (3/63). Heysemi der ki; "Bu hadisi Ahmed bin Hanbel ve Taberani el-Evsat'ında rivayet etmiştir. Kavileri, Sahih'te adı geçen ravilerdir"
[173] Mecmeu'z-Zevaİd, Taberani Evsat'ta bu hadisi rivayet etmiştir. Haysemi Mecmu da der ki; "Bu hadisi şerifin her ne k< -'ir bazı vavileri hakkında bazı tenkitleri varsa da isnadı basendir."
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/306-308
[174] Mecmeuz'Zevaid (3168) Haysemi der ki; "Bu hadisi Taberani rivayet etmiştir. Hübeyrin'in dışındaki ravileri, Sahih'te adı geçen ravilerdir. Nitekim o da güvenilir kimsedir."
[175] Muvatta (11245) 17-Kitahu'z-Zekat, İki gümüş ve altın malında zekat babı.
[176] Muvatta, aynı yer. sh. 246 İsnadı sahihtir.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/308-309
[177] İbni Huzeyme (4/30) Kitabu'z-Zekat, 305-Hz, Ömer (r.a)'in at ve kölelerden zekat almasının mefhumuna delalet eden hadisi şerifin zikri babı. İsnadı hasendir.
[178] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/309-310
[179] Buhari (3/291) 24-Kitabu'z-Zekat, 15-Kisinin anlamadan oğluna tasadduk etmesi babı.
[180] el-İhtiyar (1/122)
[181] Müslim (21709) 12-Kitabu'z-Zekat, 24-Sadaka, sadakaya ehil olmayanın eline geçse bile tasaddukta bulunanın sevap alacağı babı
[182] imam Nevevi, Müslim Şerhi (71110)
[183]Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/310-312
[184] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/315-316
[185] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/317-318
[186] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/319-320
[187] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/320
[188] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/320-321
[189] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/321
[190] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/321-322
[191] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/322-323
[192]Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/323-325
[193] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/225-226
[194] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/326
[195] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/326-327
[196] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/327
[197] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/327-328
[198] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/328
[199] Wwaj (6/232) 29-Kitabu'l-Ehbas, 3-Ortak araziyi vakfetmek babı
[200] Nesai, aynı yer
[201] Nesai, aynı yer.
[202] Buhari (5/399) 55-Kitabu'l-Vesaya, 28-Vakfın nasıl yazılacağı ite ilgili bab Müslim, Ebu Davud, aynı yer. Nesai (6/230) Aynı yer. İbni Mace (2/801) 15-Ki tabus-Sadakat, 4-Vakfeden kimse ile ilgili bab.
[203] Ebu Davud'(3IÎJ7) KUabu'î-Vesaya, Malını vakfeden kimse hakkında gelen rivayetler babı.
[204] İbni-Huzeyme (4/U9) 445-"Fakirlere ve yakınlara o maldan tasadduk etti" hadi-siyle delilin zikri babi.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/229-333
[205] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/333-334
[206] Buhari (7/490) 64-Kitabu'l-Megazi, 38-Hayber Savaşı babı. Ebu Davud (31161)
Kitahul'Harac-ı ve'l-lmaret-i vel-Fey-İ, Hayber arazisinin hükmü hakkında gelen
rivayetler babı
[207] Buhari (3/331) 24-Kitabu'z-Zckat, 49-Allah Teala'mn "Kölelere, orçlulara, Allah
yolunda" sözünün beyanı babı, Müslim (2)676) 12-k.itabu'z-Zekat, 3-Zekatı öne
almak ve vermemekle ilgili bab.
[208]-İbni Huzeyme (4/72) Kitabu'z-Zekat, 364-Haccetmek isteyene "Allat hissesinin harcanabileceğine ilişkin bab.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/334-336
[209] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/336-340
[210] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/340
[211] Zariyat Suresi: 56
[212] Bakara Suresi: JS5
[213] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/343-346
[214] Endülüs'ün I. Fethi: Hicri 28 Ramazan 92, Miladi; 19 Temmuz 711 yılında Tank Bin Ziyad komutasında bir ordu ile fethedilmiştir. Tarık Bin Ziyad bu savaşta, Kot Komutanı Rozrik-i, Mevkiatu'l-Bahayra'da mağlup etmiştir. (Bak. M. Talu, Dini Meselelerimiz, Sayfa: 348.)
[215] Aynı Calut Olayı: 3 Eylül 1260 yılına rastlayan 15 Ramazan 658 Hicri yılı, Cuma sabahı, Mısır Sultanı; Sultan Kutuz komutasında vuku bulmuştur. Sultan Kutuz; "Vay islam'ın başına gelenlerse," diyerek haykırdıktan sonra hücum etmiştir. Böylece de Moğollara karşı büyük bir zafer kazanmıştır. Bu savaştan sonra, Mısır ile Şam'ın birleşmesi sağlanmıştır. Bk. M. Talu, D. Meselelerimiz, Sh: 348
[216] Nevruz: 21 Mart'ta kutlanan ve eski İranlıların hürmet gösterdikleri bir gündür. Mihrican; İçerisinde çeşitli etkinlikler düzenlenen ve festival amacıyla kutlanan gün aylan içerisinde herhangi bir gündür.
[217] Suskunluk Orucu; Hiç konuşmamak şartıyla niyet &fmeh. (Çeviren)
[218] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/349-354
[219] Buhari, aynı yer
[220] Buhari (131512) 97~Kitab-Ettevhid bahsi, 50-Hz.Peygamber (a.s)'in zikri ve Rabbin-den rivayeti babı.
[221] Buhari (4/1 İS) 30-Kitabu's-Savm, 9-Oruçluya sövüldüğünde; "Ben oruçluyum, der mi? Babı. Müslim (2/807) 13-Kitabu's-Sıyam 30-Orucun Fazileti babı.
[222] Tarhut-Tasrib (2/102)
[223] İbni Huzeyme (3/277) 130-Oruçluyu iftar ettirip onun kadar mükafat alma babı.
Bu hadisin isnadı sahihtir
[224] îbm Huzeyme (3/197,198) Oruç sabırdandır babı. İsnadı sahihtir.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/355-357
[225]Ibni Mace (1/526) 7-Kitah-Essıyam, Ramazan ayının fazileti hakkında gelenler babı. Bu hadis hasen olup, Ahmed Bin Hanbel ve Taberanİ, Ebu Umame'den onun tankıyla rivayet etmişlerdir. Hadisin ravileri, güvenilirdir. Hadis hakkında verilen bilgilerin aynısı, Mecm'a (3l413)'da da vardır
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/357-358
[226] Nesaİ (4/166) Kitabu's-Sıyam, 43-Zikrul ihtilaf ala Muhammed bin Ebi Yakub. Bu hadis hasendir.
[227] Nesai (4/168) 22-Kitabu's-Sıyam, bu hadis hasendir.
[228] Nesai (4/167) 22'Kitabu's-Sıyam, bu hadis hasendir.
[229] Ahmed bin Hanbel (31341) Hadisin isnadı hasendir
[230] Ahmed hin Hanbel (21173) Mecma'u'z-Zevaid (4/253) Haysemi söyle der; "Bu hadisi Ahmed hin Hanbel ve Taberanİ rivayet etmiştir. Hadisin ravileri de güvenilirdir: Bazı rivayetlerde hadiste geçen (Kıyam) kelimesinin zayıf olduğu belirtilmiştir."
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/358-359
[231] Ahmed bin Hanbel (2/174) Mecme'u'ı-Zevaid (31181) Haysemi der ki; "Bu hadisi Ahmed bin Hanbel, ayrıca Taberani, el-Kebir'inde rivayet etmiştir. Taberani'nin ri-vayetindeki raviler, sahihte isimleri geçen ravilerdir."
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/359-360
[232] Bu noktada ravinin şüphesi olduğundan muhtemel iki cümle zikredildi
[233] İbni Huzeyme (3/195,196) 15-Oruçluyu, ağzının güzel kokusunda miske benzetme babı. Hadisin isnadı sahihtir.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/360-363
[234] Nesai, aynı yer. Sh. 166 İbni Huzeyme (31194) 13-Orucun fazileti ve ona diğer amellerden hiçirinin denk olmadığı babı. İbni Hıbban (5/180) Orucun diğer amellere denk olmayacağının açıklanması babı. Hakim (İ1421) Kiîabu's-Savm, Hâkim; "Bu hadis Bu-hari ve Müslim'in sartalarına uygundur" demiştir.
[235] Nesai, aynı yer. Sh. 166
[236] Nesai (41165) 22-Kitabu's~Sıyam 43-Muhammed bin Ebu Yakup üzerine ihtilafın zikri babı. Hadisin isnadı sahihtir.
[237] Tirmizi (41166) 23-Kitabu-Fedailil-Cihat, 3-Allah yolunda tutulan orucun fazileti hakkında gelen rivayetler babı.
[238] Buhari (6/46) 56-Kitabu'l-Cihat, 36-Allah yolunda oruç tutmanın fazileti babı. Müslim (2/808)13-Kitabu's-Sıyam, 31-Gücü yeten kişinin Allah yakında oruç tutmasının fazileti babı. Tirmizi (4/166) 23-Kitab'u-Fedail'il-Cihat, 3-Allah yolunda oruç tutmanın fazileti hakkında gelen rivayetler babı. Nesai (4/173) 22-Kita-busSıyam, 44~Allah (cc) yolunda bir gün oruç tutan kimsenin sevabı babı
[239] Tirmizi (4/167) 23-Kitabu~Fedail'il-Cihat 3-Allah (cc) yolunda oruç tutmanın fazileti hakkında gelen rivayetler babı. Taberani, es'Sağir (1/273) Mecme'uz-Zevâîd (3/194) Haysemi söyle demiştir: "Hadisi, Taberani Evsat ve Sağir'inde rivayet etmiştir. Hadisin isnadı hasendir
[240] Nesai (4/174) 22-Kitabu's-Sıyam 45-Süfyan es-Sevri'nin bu konudaki ihtilafını zikri babı. Hadisin isnadı sahihtir. Böyle bir hadis de Amr bin Abese tarafından gelmiştir. Mecme'uz-Zevâid (3/194) Haysemi şöyle demiştir: "Hadîsi Taberani el~ Kebir ve el-Evsat'ında rivayet etmiştir. Kavileri sika'dır."
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/363-365
[241] Buhari (6/228) 59-Kitabu-Bedul-Halkı, 9-Cennet kapılarının sıfatı babı.
[242] Tirmizi (3/173) 6-Kitabu's-Savm, 55-Orucun fazileti hakkında gelen rivayetler babı.
[243] fiuhari (4/111) 30-Kitabu's-Savm, 4-Oruçlular için Reyyan babı. Müslim (2/808) r 13-Kitabu's-Sıyam, 30-Orucun fazileti babı. Nesai (4/168) 22-Kitabu's-Sıyam, 43-Muhammed bin Ebu Yakub üzerine ihtilafın zikri babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/365-366
[244] Buhari (1/92) Kitabul-Iman, 28-Ramazan'da orucun karşılığını beklemek imandandır babı.
[245] Tirmizi (3/67) 6-Kİtabu'sSavm, 1-Ramazan ayının fazileti hakkında gelen rivayetler babı.
[246] Nesaİ (4/157) 22-Kitabu's-Sıyam, 39-Ramazan'da oruç tutup geceleri ibadetle geçiren sevabı.
[247] Buhari (1192) 2-Kitabu'l iman, 27-Ramazan'da geceleyin nafile ibadet etmenin imandan olduğuyla ilgili bab. Müslim (1/523) 6-Kitabu Salat'il Musafirine ve Kasriha, 25-Ramazan'da gece ibadetine teşvik babı.
Ahmed bin Hanbel (2/385) Mecme'uz-Zevâid (3/144) Haysemi söyle demiştir: "Hadis, Sahih'te Ebu Hureyre'nin hadisidir. "Geçmiş günahları" cümleri hariç. Hadisi, Ahmed bin Hanbel rivayet etmiştir. Ravileri sika'dır. Ancak Hammad'ın Vasl'ında ve Irsâl'inde şüphe vardır."
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/366-367
[248] Buhari, aynı yer.
[249] Müslim, aynı yer.
[250] Nesai (4/129) 22-Kitabu's-Sıyam, 5-Muammer üzerine ihtilafın zikri babı.
[251] Nesai, aynı yer.
[252] Muvatta (1/310) Kitabu's-Sıyam, 22~Orucun getirdikleri babı. Buhari (41112) 30-Kitabu's-Savm 5-Ramazan mı yoksa Ramazan ayı mı?" denilir babı. Müslim (2/778) 13-Kitabu's-Sıyam, 1-Ramazan ayının fazileti babı. Nesai (4/126) 22-Kita-bus Siyam, 3-Ramazan ayının fazileti babı.
Tirmizi (3/66) 6-Kitabu's~Savm, Ramazan ayının fazileti hakkında gelen rivayetler hah}.
[253] Nesai (4/128) 22~Kitabu's-Sıyam, 4-Zühri üzerine ihtilafın zikri babı. Bu hadis, sahih hadistir.
[254] Nesai, aynı yer.
[255] Nesai (41129) 22-Kitabu's-Sıyam, 5-Muammer üzerine İhtilafın zikri babı. Bu hadis, hasen hadistir
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/367-369
[256] Şeraklevi (2/147)
[257] Bak: Oruç ve hükümleri, Şeyh Vehbi el-Gavicîsahİfe: 12
[258] Aynî, Buharı Şerhi (10/270)
[259] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/369-371
[260] İbni Huzeyme (31242) Kitabu's-Siyam, 80~Yasak işlerden kaçmadan yemekj içmekten geri durmakla sevap alınamayacağı babı. Hadisin isnadı sahihtir. Tabetani, el-Kebir (12/382) Mecme'uz-Zevaîd (3/202) Haysemi söyle demiştir: "Bq hadisi Taberani el-Kebir'de İbni Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir ve ravileri sikadırlar."
[261] Buhari (4/116) 30-Kitabu's-Savm, 8-Kötü söz ve davranışları terketmeyhn kimse babı. Ebu Davud (2/308) Kitabu's-Savm, oruçlunun gıybet etmesi babı. Tirmizi (3/87) 6-Kitabu's-Savm, 16-Oruçlunun gıybet etmesi hakkında gelen tehdit bflbı.
[262] İbni Huzeyme (3/241) Kitabu's-Sıyam, 77-Oruçluya sövüldüğünde oturmasını emretmek babı. Hadisin isnadı sahihtir.
[263] İbni Huzeyme (3/242) Kitabu's-Sıyam, 79-Oruçta bos sözden nahyetmek babı.
[264] Nesai (4/167) 22-Kitaburs-Sıyam, 43-Muhammed bin Yakub üzerine ihtilafın zikri babı. Bu hadis, sahihtir.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/371-373
[265] Buhari (J/30) Kitabu Bed'il Vahyi, 5-İbni Abbas'ın hadisi babı. Müslim (4/1803)
43-Kitabu'l Fedail, 12-Hz. Peygamber (a.s')in insanların en cömerti olduğu babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/373
[266] Hafız İbni Hacer, Fethu'l Bani (1/31)
[267] İmam Nevevi, Müslim Şerhi (15169)
[268] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/373-374
[269] Ibnİ Huzeyme (3/192) 9-Ramazan ayında ibadet etmeğe çalışmanın mustahab oluşu babı. Hadisin isnadı ceyyiddi
[270] Ebu Davud, aynı yer.374
[271] Müslim (2/806) 13 Kitabu's-Sıyam, 28-Yemeğe davet edilen oruçlu babı. Ebu Da- vud (2/331) Kitabu's-Savm, 73-Oruçlu yemeğe çağırıldığında ne söyleyeceği babı
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/375
[272] Meleklerin salat-ı istiğfar dilemeleri anlamındadır.
[273] Tirmizi, aynı yer.
[274] Tirmizi, Sh.: 154. Hadis'in isnadı sahih'tir.
[275] Tirmizi (3/153) 6-Kitabu's-Savm, 67-Yanında yenilince oruçlunun fazileti hakkında gelen rivayetler babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/375-376
[276] Ebu Davud (2/307) Kitabu's-Savm, 29-Oruçlunun misvak kullanması hakkında gelen rivayetler babı.
[277] Buhari (muallak olarak) (4/153) 30-Kitabu's-Savm, 25-Oruçlunun yıkanmak babı
[278] Hadislerin lafzan rivayeti sözleriyle birlikte ve duyulduğu gibi aynen yapıldn rivc yellerdir. Manen rivayeti ise, hadisin lafızlarım unutup söylenmek istenerij. Kem lafzıyla ifade etmektir
[279] Tirmizi (3/104)
[280] Taberani (20/70-71) el-Kebir, Mecme'uz-Zevâid (31165) Haysemi der ki: "Bu hadisi Taberani el-Kebir'de rivayet etmiştir. Kavileri içerisinde Bekir hin Hanis de vardır. Bu ravinin rivayeti zayıftır. Ancak İbni Muim bir rivayetinde bu raviye güvenmiştir. İbni Hacer hadisin isnadını ceyyid (iyi) bulmuştur. Telhis (21202)
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/376-378
[281] Ahmed bin Hanbel (4/202) Müsliim (21770-771) 13-Kitabu's-Sıyam, 9-Sahurun fazileti ve kuvvetli müsteha? oluşm babı. Ebu Davud (2/302-303) Kitabu's-Savm, Sahurun önemi babı. Tirmii {3/89}) 6-Kitabu's-Savm, 17-Orucun fazileti hakkında gelen rivayetler babı. Nesai(4/1465) 22-Kitabu's-Sıyam, 27-Bizim orucumuzla ehli kitabın orucu arasındaki fark babı.
[282] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/379
[283] et-Takrib
[284] el-Mezzi, Tehzîb (21460)
[285] İbni Mace (1/157) 7-Kitalu's-Sıyyam, 48-Oruçlunun duasının geri çevrilmeye-ceğine ilişkin bab. Hakim (l'422)-fKitabu's~Savm.
[286] el-Futuhat-ı Rabbaniyye (4/342)
[287] Tehzibu'l Kemal (2/456-457)
[288] Tirmizi (5/57S)-49-Kitabu'd-Deavât, 129-Afve afiyet babı. İbni Mace (11557)7-Kitahu's-Sıyam, 48-Oruçlunun duasının geri çevrilmeyeceğim ilişkin bab. İbnİ Hıbban (5/180-181) Kitaba's-Savm, Orucun fazileti babı. Oruçlunun iftar anında yapacağı duanın kabul olunacağının zikri. Tirmizi söyle demiştir: "Bu hadis hasen'dir. "Hafız İbni Hacer de Hasen olduğunu söylemiştir. Bu böyle bilinmeli. Bu hadise sened içinde yer alan ancak güvenilir olup olmadığı kesin bilinmeyen İbni
[289] Ebu Davud (2/306) Kitabu's-Savm, İftar vaktinde söylenenler babı. Hadis alimleri bu hadisin hasen hadis derecesinde olduğunu söylemişlerdir.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/379-381
[290] Buhari (4/196) 30-Kİtabu's-Savm, 43-Oruçlunun iftarı ne zaman helal olur babı. Müslim (2/772) 13-Kitabu's-Sıyam, 10-Orucun bitip günün çıkmasının beyanı babı. Ebu Davud (2/304) Kitabu's-Savm, Oruçlunun iftar vakti babı. Tirmizi (3/81) 6-Kitabu's-Savm, 12-Gece gelip gündüz gittiği zaman... hakkında gelen rivayetler babı.
[291] Buhari (4/198) 30-Kitabu's-Savm, 45-İftarda acele etmek babı. Müslim (2/771) 13-Kitabu's-Sıyam, 9-Sahurun fazileti babı. İbni Mace (1/541) -Kitabu's-Sıyam, 24-Iftan acele ermek hakkında gelen rivayetler babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/381-382
[292] Ebu Davud (2/306) Kİtabu's-Savm, Üzerine iftar edilenler babı. Tirmizi (3/79) 6-Kitabu's-Savm, 10-Üzerine İftar edilmesi müstehap
olan şeyler hakkında gelen rivayetler babı. Hakim (1/432) Kitabu's-Savm.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/382
[293] Tirmizi (5/504) Kitabu'd-Deavat, 51-Hilali görünce, söylenecek şeyler babı. Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Dârîmî (214) Kitabu's-Savm, Hilali görünce ne denileceği babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/383
[294] Tirmizi (5/534) 49-Kitabu'd-Deavat, 85-Bu konuda bir bab. Tirmizi bu hadisin ha-sen-sahih olduğunu söylemiştir. İbni Mace (211265) 34-Kitabu'd-Dua, 5-Af ve afiyetle dua babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/383
[295] îbni Huzeyrne (3/237) Kitabu's-Sıyam, 70-Oruçlarım iftar vakti girmeden açanların topuklarından asılacaklarının zikri babı. Hadisin İsnadı sahihtir.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/383-385
[296] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/385-386
[297] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/386
[298] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/386-387
[299] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/387-388
[300] Daha fazla bilgi için bknz. el-Lübab (1/162-273) Fethuî Kadir (21300 ve müteakip\ sayfalar) Bidayetül-Müctehİd (1/285 ve müteakip sayfalar) e§~Şerh'us-Sağtr (1/68/ ve müteakip sayfalar) el-Fıkh'ul-Islâmi (2/578 ve müteakip sayfalar).
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/388-389
[301]Buhari, aynı yer.
[302] Buharı, aynı yer.
Buhari (41119) 30-Kiîabu's-Savm, 11-Peygamber (a.s)'in "hilali gördünüzde..." babı. Müslim (2/760) 13-Kitabu's-Sıyam, 2-Hilali görünce orucun farz oluşu babı
[303] Müslim, aynı yer. Sh. 759
[304] Müslim, aynı yer.
[305] Ebu Davud (2/297) Kitabu's-Savm, Ayın 29 çektiği babı
[306] Müslim (2/760) Aynı yer.
[307] Müslim (21760) Aynı yer.
[308] Buhari (41119) Aynı yer.
[309] Müslim (2/760) Aynı yer.
Müslim (2/762) 13-Kitabu's~Sıyam, 3-Ramazan orucunu bir veya iki gün öne almaman babı.
[310] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/391-393
[311] İmam Nevevi, Müslim Şerhi (7/194) İmam Nevevi, Şafii mezhebine mensuptur. 394
[312] Ahmed bin Hanbel (2/329) Mccme'u'z-Zevaid (3/145) Haysemi der ki: "Bu hadisi Ahmed bin Hanbel Ebu Yala ve Taberani Evsat'ında rivayet etmiştir. Ahmed bin Hanbel'in ravileri sağlamdır."
[313] Ebu Davud (21298) Kitabu's-Savm, Ay bulutlu olunca babı. Nesai (4/135) 22-Ki-tabu's-Sıyam, 13-Mamur üzerine ihtilafın zikri babı. İbni Hibban (5/190,191) Kitabu's-Savm, Hilalin görülmesi babı.
[314] 1) Nesai (4/135) 22-Kitabu's-Sıyam, 11 -Ubeydullah bin Amr üzerine ihtilafın zikri babı.
[315] Nesai (4/136) 22-Kitabu's-Sıyam, 13-Mansur üzerine ihtilafın zikri babı.
[316] Nesai, aynı yer.
[317] Ebu Davud (2/298) Kitabu's Siyam, "Eğer bulut varsa otuz gün oruç tutun," diyenin babı.
[318] Muvatta (1/287) 18-Kitabu's-Sıyam, 1-Hilalin görülmesi ile ilgili hadisler babı. Nesai (4/134) Kitabu's-Sıyam, 10-ez-Zehri üzerine ihtilafın zikri babı. Tirmizi (3/72) 6-Kitabu's-Savm, 5-"Oruca hilalle başlanır ve Oruç hilalle bozulur," hakkında gelenler babı. Hadis, hasen liğayrihidir
[319] Ebu Davud (2/298) Kitabus'Savm, Ay bulutlu olduğu zaman babı. Hadisin isnadı sahihtir. Hadiste geçen "Yetaha'ffezu" Kelimesi, özen göstermek anlamında olup burada Ramazan orucunu sağlıklı tutabilmek için Şaban ayının günlerini iyi sayıp, hilali iyi takip etmek anlamlarında kullanılmıştır.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/393-396
[320] îbni Huzeyme (31203) Kitabu's-Sıyam, 29-Şabanı otuza tamamlamadan ve hilal görülmedikçe oruç tutmaktan sakındırma babı. Hadisin isnadı sahihtir
[321] Bu konuda geniş açıklama için bak: Şeyh Ali et-Tantavî, Fetvalar'ı Şafii (221-224, baskı hicri: 1406 Milâdi: 1986. Darul-Menar, Cidde).
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/396-397
[322] Ebu Davud, aynı yer
[323] Mursel Hadis: Tabiinden bir ravinin sahabeyi atlayarak direkt Hz. Peygamber (a.s)'den rivayet ettiği hadistir.
[324] Tirmİzİ (3/74) 6-Kİtabu's-Savm, 7-Oruç hakkında gelen hadisler babı. Tirmizi der ki "Bu hadis ikrime'den mürsel olarak rivayet edilmiştir."
[325] Nesai (4/J32) 22-Kitabu's-Sıyam, 8-Bir kişinin şahadetini kabul etme babı
[326] Nesai (4/132) Aynı yer. Nesai bu hadisi de İkrime'den mursel olarak rivay mistir. Ancak hadisin lafzını almamıştır. (Manen rivayet etmiştir.)
[327] Ebu Davud (2/302) Kitabu's-Savm, Bir kişinin hilali gördüğüne şahadet etmesi babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/396-399
[328] Ebu Davud (2/301) Kitabu's-Savm, Şevval ayını görme konusunda iki kişinin şahitlik etmeleri babı.
[329] Nesai (41133) 22-Kitabu's-Sıyam, 8-8ir ki§inin şahitliğinin kabulü babı manasını kuvvetlendiren başka lafızlar da vardır. Ve bu hadis hasendir
[330] Ebu Davud (2/301) 1) Ebu Davud (2/301)'Hadisin
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/399-401
[331] Mecme'uz-Zevaid (3/147) Haysemi der ki: "Bu hadisi Taberani el-Kebir'de rivayet
etmiş ve şöyle demiştir: "Bu hadis hakkında İshak hin İsmail et-Talkani'den başka
kimse bir şey dememiştir
[332] Ebu Davud (1/300) Kitabu-s-Salat, İmam bayram namazına çıkmadığı zaman yanından çıkılır babı. Hadisin isnadı sahihtir. Nesai (3/180) 18-Kitahu-Salatil îdeyni 2-Bayram namazına çıkma babı.
[333] Nesai (4/153) 22-Kitab'us-Sıyam, 37~Şüpheli günde oruç tutma babı. Hadisi^ isnadı hasendir.
Fakat Hanbelilerin bu görüşü, rivayetler arasında yer alan; "Şaban'ı otuza tamamlayın" hükmüne aykırıdır. Üstelik Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği; "Ramazanı öne almayın," İbni Ömerin rivayet ettiği: "Hilali görmeden oruç tutmayın," hadisleri de Hanbelilerin bu yorumuna aykırıdır.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/401-403
[334] el-Muğni (3/87)
[335] Bu kelime ayrıca daraltmak anlamına da gelir. Hanbeliler de bu manayı almışlardır. Buna göre hava bulutlu ise kesin Ramazan olduğu İçin oruç tutmakta hiçbir sakınca yoktur.,
[336] el-Muğni (3/90)
[337] Ahmed bin Hanbel (6/126) Mecmeu'z-Zevaid (3/148) Haysemİ der ki: "Bu hadisi Ahmed hin Hanbel rivayet etmiştir, Ravilerİ sahih hadis ravileridir."
[338] Ebu Davud (2/299) 12-Kitabu's-Savm, Hilal'i bir bölgede direğinden önce geceleyin. |görüldüğü zaman... babı.
[339] Tirmizi (3176) 6-Kitabu's-Savm, 9-Her bölge için görmek vardır... babı.
[340] Nesei (41131) 22-Kitabu's-Sıyam, 7-Hilali görmede bölgelerin ihtilafı babı.
[341] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/403-405
[342] Müslim (2/765)
[343] İmam Nevevi, Müslim Şerhi (7/197)
[344] 3684-Mİi.slitn (2/765) 13-Kitabu's-Sıyam, 6-Hİlal'in büyüklüğüne ve küçüklüğüne itibar edimez babı.
[345] Ebu Davud (2/297) Kavim hilal konusunda yanıldığı zaman bahı
[346] Tirmizi (3/80) 6-Kitabu's-Savm, 11-"Oruç, oruçlu olduğunuz zamandır," hadisi hakkında gelen hadisler babı.
[347] Tirmizi (3/165) 6-Kitabu's-Savm, 78-Ramazan ve kurban bayramı hakkında gelen hadisler ve ne zaman olacağı babı.
[348] Buharı (4/119) 30-Kitabu's-Savm, 11-Hz.Peygamber (a.s)'m "Hilal'i gördüğünüz zaman..." babı
[349] Buhari (4/126) 30-Kitabu's-Savm, 13-Uz.Peygamber (a.s)'in "yazamayız, hesaplayamayız," sözü babı.
[350] Müslim (21761)
[351] Müslim (2/761)
[352] Müslim (2-/761) 13-Kitabu's-Sıyam, 2-Hilal görülünce Ramazan orucunun farz oluşu babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/405-409
[353] Bknz. ed-Dinü'l Haris (8/335)
[354] Müslim (2/760) 13-Kitabu's-Sıyam 2-Hilal'in görülmesiyle orucun vucubu babı
[355] Müslim, aynı yer. Sh. 761
[356] Müslim (2/764) Kitaba's-Sıyam, 4-Ay 29 gün olur babı. Nesai (4/138) 22~Kitabu's
Siyam, 16-İsmaiî üzerine ihtilafın zikri babı
[357] Nesai (4/138) İsnadı sahihtir.
[358] Nesai (4/138) Aynı yer. 3690-Ehu Davud (2/297) Kitabu's-Savm, Ay 29 gün olur babı.
[359] Tirmizi (3/73) 6-Kitabu's-Savm, Ay 29 gün olur hakkında gelen hadisler babı.
[360] ibni Huzeyme (3/208) Kiîabu's-Sıyam. Resulullah (a.s) zamanında 29 gün tutulan oruç 30 gün tutulan oruçtan daha çok olurdu babı. Hadisin İsnadı sahihtir.
[361] Buhari (41124) 30-Kitabu's-Savm, 12-Bayram ayları noksan olmaz babı. Müslim (21766) 13-Kitabu's-Sıyam 7-"Hz.Peygamber (a.s)'in "bayram ayları noksan olmaz", sözünün açıklanması babı. Ebu Davud (2/297) Aynı yer. Tirmizi (3175) 6-Kitabu's Savm 8-"Bayram ayları noksan olmaz," hakkında gelen hadisler babı.
[362] Tirmizi (3/71) 6-Kitabu's-Savm, 4-Ramazan için Şaban'ın sayısını bilme babı. Hadisin isnadı hasendir.
[363] Ahmed bin Hanbel (6190) Mecme'uz-Zevaid (3/147) Haysemi der ki: "Hadisi Ahmed bin Hanbel ve Taberani rivayet etmiştir. Ahmed bin Hanbel'in ravileri, sahih hadis ravüeridir."
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/409-413
[364] Yukarıdaki fetvalar için bakınız. İbni Abidin risaleleri (1/251-253) Reddiil-Muhtar (2192,97) es-Şerh'us Sağir (1/682) el-Muhezzeb (1/179) et-Muğm (3/156-163)- el-Fıkıh-l-İslami (2/598-607)
[365] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/413-416
[366] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/417
[367] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/419-420
[368] Daha fazla bilgi için bakınız. Feth'ul Kadir (2/303 ve müteakip sayfalar) es-Şerhus-Sağır (11695 ve müteakip sayfalar.) (el-Muhez, Zebi (180-181), Biâayet'ül-Müctehid (1/292-294), el Muğni (3/91-98) el-Fıkhul-İslami (2/617 ve müteakip sayfalar) .
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/420-421
[369] Nesa'i (4/196) 22-Kitabu's-Sıyam, 68-Bu konuda Hz. Hafsa (r.a)'dan nakledilen hadisler hakkında ihtilafın zikri babı
[370] Nesai, aym yer. Sh. 197
[371] Nesai, aynı yer. Sh. 196
[372] Nesai, aynı yer. Sh. 196
[373] Nesai, aynı yer. Sh. 196
[374] Nesai, aynı yer. Sh.197 Hadisi İbn-i mace, Ahmed bin Hanbel, İbnİ Huzeyme, İbni Hibban rivayet etmiştir, İbni Huzeyme ile İbni Hibban "sahihtir," demiştir. Hadisi Darekutni de almıştır. Telhis de şöyle der (21188): "Hadisin merfu mu, mevkuf mu olduğu konusunda ihtilaf vardır." İbni Ebi Hatem babasının şöyle dediğini söylemiştir: "Aşağıdaki iki rivayetten hangisinin sahih olduğunu bilmiyorum. 1. Yahya bin Eyyub'un Abdullah bin Ebu Bekir'den, O da Zuhri'den, O da Salim'den 2. Ishak bin Hazim'in Abdullah bin Ebu Bekir'den, O da Zuhri vasıtası olmadan Salim'den... Fakat mevkuf olmaya daha yakın görünüyor. Ebu Davud; "Hadisin merfu olarak rivayeti sahih değildir," demiştir. Tirmizi de: "Mefkuf olması daha sahihtir," demiştir. El-Ilel'de Buhari'nin şöyle dediği yazılıdır. "Hadisin Hafsa (r.a)'dan rivayeti hatadır. Aslında bu hadis, İbni Ömer'den mevkuf olarak rivayet edilmiştir." Nesa'i şöyle demiştir:" Bana göre hadisin mevkuf olarak rivayeti sahihtir. Hadisin meıfu olduğuna dair rivayetler sahih değildir." Ahmed bin Hanbel şöyle der: "Hadisin senedi bende yoktur." Hakim el-Erbain de; "Buharı ve Müslim'in şartına göre sahihtir," demiştir. Mustedrek de; Buhari'nin şartına göre sahihtir," demiştir. Beyhaki şöyle der: "Hadisin ravileri güvenilirdir. Ancak hadis mevkuftur." Darekutnî de bütün ra-vilerinin güvenilir olduklarını söylemiştir. İbni Hazm şöyle der: "ihtilaf, hadisin doğruluk derecesini arttırıyor. Bak: Enniyl (4/27) Merfu Hadis; Hz. Peygamber (a.s)'in buyurduğu hadistir. Mevkuf Hadis: Sahabiye isnad edilen hadistir. (Çeviren)
[375] Ebu Davud (2/329) Kitabu's-Savm, Oruçta niyet babı. Hadisin isnadı sahihtir. Tir-miıi (3/108) 6-Kitabu's-Savm, 33-"Geceden niyet etmeyen kim için oruç yoktur" kakında gelen rivayetler babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/421-422
[376] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/422
[377] Nesai (4/198) 22-Kitabu's-Sıyam, 68-Hafsa (r.a)'mn hadisi hakkına ihtilaf eden naMl-çilerin ihtilafı babı
[378] Muvatta (1/288) 18-Kitabu's-Sıyam, 2-Fecirden evvel niyet eden kimsenin babı
[379] Muvatta (J/288) Aynı yer.
[380] Nesai, aynı yer.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/422-423
[381] Buhari (4/245) 30-Kitabu's-Savm, 69-Aşure Günü oruç tutma babı 3698-Buhari (4/245
[382] Tahavi (2158
[383] Tahavi (2/57-58)
[384] Hanefilere göre orucun rüknü, fecrin doğuşundan Güneş'in batışına kadar orucu bozan şeylerden uzak durmaktır. Giriş bölümüne bakınız.
[385] Hidaye ve Feîhu'lKadir (21303)
[386] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/424-426
[387] Burada ravinin iki cümleden biri konusunda şüphe vardır
[388] Müslim, aynı yer. Sh. 809
[389] Nesai (41194) 22-Kitabu's- Siyam, 67-Oruçta niyet babı.
[390] Tirmizi (3/111) 6-Kitabu's- Savm, 35-Geceden niyet etmeden nafile oruç tutma babı.
[391] Tirmizi, aynı yer.
[392] Tirmizi, aynı yer.
[393] Müslim (2/808) 13-Kitabu's-Sıyam, 32-Gündüz niyet edilerek nafile oruç tutmanın caiz oluşu babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/427-429
[394] EdDavud (2/329) Kitabu's-Savm, Bu konuda izin babı
[395] Tirmizi (31109) 6-Kitabu's-Savm, 34~Nafıle oruç tutan kimsenin orucunu bozması hakkında gelen rivayetler babı. 1) Ebu Davud (2/329) Kitabu's-Savm, Oruçta ruhsat babı
[396] Hafız İbni Hacer, Fethu'l-Bari
[397] Buhari ravilerden birini athyarak-(4U40) 30-Kitabu's-Savm, 21-Gündüz oruca niyet edildiği babı
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/429-431
[398] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/423-424
[399] Buhari (4/139) 30-Kitabu's-Savm, 20-İcabsız sahurun bereketi babı. Müslim
(2/770) 13-Kİtabu's-Sıyam, 9-Sahurun fazileti babı. Tİrmizi (4/88) Kİtabu's-Savm, 17 Sahurun fazileti hakkında gelen rivayetler babı. Nesai (4/141) 22-Kita-bus Siyam, 18-Sahura teşvik babı.
[400] Nesai (4/145) 22-Kitabu's-Sıyam, 24-Sahurun fazileti babı. Hadisin isnadı sahihtir.
[401] Müslim (2/770) Ebu Davud (2/302-303/ Kİtabu's Savm, Sahurun önemi bfybıl Tirmizi (3/88)
[402] Nesai (4/146) 22-Kitabu's Siyam, 27-Bizimle ehl-i kitabın orucu arasındaki fark babı
[403] Ebu Davud (21303) Kitabu's-Savm, Sahuru gıda olarak isimlendiren kimsenin babı. Hadîsin isnadı hasendir
[404] Mecme'uz~ Zevaid (31151) Haysemi der ki: "Hadisi Ebu Ya'la rivayet etmiştir. Kavileri güvenilirdir."
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/434-436
[405] Buhari (2/54) 9-Kitabu'lMevakit'is-Salat, 27-Sabah namazının vakti babı.
[406] Buhari (41138) 30-Kitabu's-Savm, 19-Sahurla sabah namazı arasının ne kadar olacağı babı. Müslim (21771) 13-Kİtabu's Siyam, 9-Sahurun fazileti ve kuvvetli müs-tahab oluşu babı.
[407] Nesai (41147) 22^Kitahu's-Sıyam, 28-Kavut ve hurmayla sahur babı.
[408] Buhari (2/54) Aynı yer.
[409] Nesai (41143) 22-Kitabu's-Sıyam, 22-Hisam ve Said'in Katâde üzerine ihtilafın zikri babı
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/436-438
[410] Buhari (41137) 30-Kitabu's-Savm, 18-Sahur yemeğini çabucak yeme babı.
[411] Nesai, aynı yer.
[412] Nesai, aynı yer. Sh. 143
[413] Nesai (4/142) 22-Kitabu's-Sıyam, Sahurun geciktirmesi ve bu konuda Zir'rin ihtilafı babı
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/438-439
[414] Bknz. Şerhu's Meanil-Asar et Tahavi (2152-54)
[415] et-Tehzib (5/39)
[416] es-Sendi (41142)
[417] Allame el-Cessas, Ahkarmı'l Kur'an (11285-286)
[418] Müslim, aynı yer.
[419] Nesai, Kitabu's-Sıyam, 30-Fecrin şekli babı.
[420] Buhari (8/132) 95-Kitabu Ahbarut Ahad, 1-Haberi vahid ile amel etmenin cevaz hakkında gelen rivayetler babı. Müslim (2/768-769) 13-Kitabu's-Sıyam, 8-Orucı fecrin doğuyuşuyla başlanır babı. Ebu Davud (2/303J04) Kitabu's-Savm, 30-Sahu vakti babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/439-444
[421] Buhari (4/136) 30-Kitabu's-Savm, 17-Resulullah (a.s)'ın size mani olması babı.
[422] Nesai (2/10) 7-Kitabu'l-Ezan, 10-İki müzezzin birden mi yoksa ayrı ayrı mı ezan okurlardı babı.
[423] Buhaıi (2/99) 11-Kitabu'l Ezan, 11-Âmaya haber verilince ezan okuması babı. Müslim (2/768-769) Aynı yer.
[424] Tirmizi (11392) Ebvab-us-Salat, Geceleyin okunan ezan hakkında gelen rivayetler babı.
[425] Nesai (2/10) 7-Kitabu'l-Ezan, 9-Bir caminin iki müezzini babı.
[426] Muvatta (1174) 3-Kitabu's-Salat, 3-Sahurla ezan arasındaki mesafe babı. Buharı (2/99), 10-Kitabu'l-Ezan, 21-Amaya haber verilince ezan okuması babı. Müslim (21768), 13-Kitabu's-Sıyam, 8-0ruca fecrin doğusuyla başlanır babı.
[427] Tirmizi (3/86) 6~Kitabu's-Savm, 15-Fecrin beyanı hakkında gelen rivayetler babı.
[428] ) Nesai (41148) 22-Kitabu's- Siyam, 30-Fecrin nasıl olacağı babı.
[429] Müslim, aynı yer. S h. 770.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/444-447
[430] Nesai (2/10-11) 7-Kitabu'l Ezan, 10-İkisi birden mi yoksa ayrı ayrı mı okuyorlardı babı. Hadisin İsnadı sahihti
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/447
[431] Hadisler isnad itibarıyla üç kısımdır:
Merfu Hadis; Hz. Peygamber (a.s)'e isnadı edilen hadistir.
Mevkuf Hadis; Sahabe (r.a)'ye isnad edilen hadistir,
İbni Huzeyme (11184-185) Kitabu's-Salat, 28-Doğdukîan sonra sabah namazını kılmak caiz olan fecrin açıklanması babı. Hadis sahihtir. Hakim (1/191) Kitabu's-Salat.
ektu. Hadis: Tabiinden birine isnad edilen hadistir.
[432] Hareki, Metni (3/136)
[433] Ebu Davud (2/304) Kİîabu's-Savm, Tabak dindeyken ezanı işiten kişinin babı. Hadisi Ahmed bin Hanbel de Müsned'inde rivayet etmiştir, Ebu Cafer Taberani Tefsirinde hadise yer vermiştir. Hadisin isnadı sahihtir. Müsîedrek'te hadisin sahih olduğu vurgulanır. ez-Zehbi'de bu görüşîedir.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/447-450
[434] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/450
[435] Tirmizi (3/81) 6-Kİtabu's-Savm, 12-Gece geldiği zaman gündüz gittiği zaman hakkında gelen rivayetler babı.
[436] Ebu Davud (2/304) Kitabu's-Savm, Oruçlunun iftar vakti babı.
[437] Buhari (41196) 30-Kitabu's-Savm, 43-Oruçlunun yemesi ne zaman caiz olur babı.
Müslim (21772) 13~Kitabu's-Sıyam, 10-Orucun bitiş ve günün çıkısı bab
[438] Müslim, aynı yer. Sh. 773 -
[439] üuhari (41198-199) 30-Kitabu's-Savm, 45-İftarı acele yapmak babı
[440] Müslim, aynı yer.
[441] Muvatta (î/289) 18~Kitabu's~Sıyam, 3-Aceie iftar etmek hakkında gelen rivayetler babı. Hadis, hasen hadistir
[442] Muvatta, aynı yer. Buharı (41198) 30-Kitabu's-Savm, 45-İftarı acele yapmak babı. Müslim (2/771) 13-Kitahu's-Sıyam, 9-Sahurun fazileti ve kuvvetle mustahap oluşu babı. Tirmizi (3/82) 6-Kitabus'Savm, 13-İftan çabucak yapmak hakkında gelen rivayetler babı.
[443] Ebu Davud (21305) Kiiabu's-Savm, İftarı çabucak yapmak gibi müstehab olan şeyler babı. Hadisin isnadı sahihdir.
[444] Müslim, aynı yer. Sh. 772
[445] Müslim, aynı yer. Sh. 772
[446] Müslim, aynı yer. Sh. 771-772. Nesai (4/144-145) 22-Kitabu's-Sıyam, 23-Süley-man bin Mihran üzerine ihtilafın zikri babı.
[447] Mecme'uz-Zevaid (3/154) Haysemi der ki: "Taberani el'Kebir'de rivayet etmiştir,
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/450-452
[448] Ebu Davud (2/305) Kitabu's Savm, Üzerine iftar açılan şeyler babı.
[449] Tirmizi (3/77-78) 6-Kitabu's-Savm, 10-Üzerine iftar edilmesi mustahab olan şeyler babı. Hadisin isnadı hasendir.
[450] Tirmizi (3/79) 6-Kitabu's-Savm, 10-Üzerine iftar edilmesi müstehap olan şeyler babı.
[451] Ebu Davud, aynı yer.
[452] Tirmizi (3146-47) 5-Kitabu's-Zekat, 26-Yakına verilen sadaka hakkında gelen rivayetler babı.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/454-455
[453] Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/455-456
[454] Ebu Davud (2/306) Kitabu's-Savm, İftar anında söylenen sözler babı. Hadis, mur-
sel hadistir. Ancak bunu kuvvetlendiren bir çok çeşit rivayet vardır
[455] Ehu Davud, aynı yer. Hadisin isnadı sahihtir.
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/456
[456] Kasanı, Bedais Senai (2/83)
[457] et-Tantavi, Fetvalar, Sh. 232
[458] İbni Abidin (2/80)
[459] Bknz. Ahkâm ul-Kur'an-Cassas'ın (1/386-387) Fethul-Kebir (2/372 ve müakip sayfa lar) Şey'vebi, "Oruç (Sh. 106-107
Saıd Hava, El EsasFi’s Sunne (hadislerle Ibadet ansiklopedisi), Hikmet Nesriyat Yayinlari: 8/457-460