VIII.
YİYECEKLER, İÇECEKLER VE KAPLAR
Nassla Haram
Kılınan Yiyecekler;
4. Allah'tan
Başkası Adına Boğazlanan Hayvanlar:
6. Yırtıcı
Hayvanların Ve Kuşların Etleri:
7. Pislik Yiyen Hayvanların Etleri Ve Sütleri:
Pislik Yiyen
Hayvan Ne Zaman Helal Olur?
8. Şeriatın Öldürülmesini Emrettiği Hayvanlar:
9. Şeriatın
Öldürülmesini Yasakladığı Hayvanlar:
10. Haşerât
Türünden Hayvanlar Ve Pisliklerin Yenilmesi Haramdır.
İthal
Etlerin Yenilmesi Caiz Midir?
Zorda
Kalanların Haram Kılınmış Etlerden Yemelerine Ruhsat Verilmiştir.
Haram
Kılınmış Şeyleri Tedavi Amaçlı Kullanmak Caiz Midir?
Haram
Kılınmış Şeylerle Tedavi Olmak Caiz Değildir.
Kurban
Yavrusunun Boğazlanması:
Kurban
Kesenlere Mekruh Olan Davranışlar:
Kendisi Ve
Ev Halkı İçin Bir Koyun Kurban Etmesi Kişiye Yeterlidir:
Deve
Kurbanında On, Sığır Kurbanında Yedi Kişi Ortak Olabilir.
Kurban
Edilmesi Caiz Olmayan Hayvanlar:
Yemeğe
Başlarken Besmele Getirmeyi Unutan, Hatırladığı Zaman Söyler:
IX. MÜSLÜMAN
HANIMLARIN KIYAFETLERİ
Setr-i
Avretin vucûbiyeti / Örtünmenin
Gerekliliği:
1.
Hanımların Yabancılar Karşısındaki Kıyafetleri:
2.
Hanımların Mahremleri Yanındaki Kıyafetleri:
Bir Kadın
Mahremlerine Hangi Ölçüde Görünebilir?
Kadına
Mahreminin Dokunması Ve Öpmesi -Şehvetle Olmadığı Takdirde- Caizdir.
3.
Kadınların, Kadınlar Arasındaki Kıyafetleri.
Mümin Kadın,
Kâfir Bir Kadına Ziynetini Gösterebilir Mi?
4.
Hanımların, Kölelerinin Yanındaki Kıyafetleri.
Bakışmalarla
İlgili Bazı Konular
I. Erkeğin,
Mahremi Olmayan Bir Kadına Bakması:
Tercihi
Gerektiren Maslahat Durumunda Erkeğin Kadına Bakması Mubahtır:
Kadınlara
Bakmanın Mubah Olduğu Durumlar:
3. Hâkim Ve
Şahitlerin Bakması:
4. Alışveriş
Ve Benzeri Muamelelerde Bakmak:
Erkeğin,
Mahreminin Yanına Girerken İzin Alması:
Bir Erkeğin,
Yabancı Bir Kadınla Yalnız Kalması Haramdır:
Zina Etme
İhtimali Bulunmayan, İki Veya Üç Erkeğin, Yalnız Bir Kadının Yanına Girmeleri
Caizdir.
II. Kadının,
Mahremi Olmayan Erkeğe Bakması:
Tesettür Ve
Fitneden Emin Olunması Şartıyla Bir Kadın, Hasta Bir Erkeği Ziyaret Edebilir:
Zaruret
Durumunda, Bir Kadın, Bir Erkeği Tedavi Edebilir:
Kadınların
Yabancı Erkeklerle Tokalaşması Caiz Değildir:
Kadınların
Erkeklere, Erkeklerin Kadınlara Selam Vermesi Caizdir:
İhtiyaç
Nedeniyle Bir Erkeğin, Bir Kadınla Telefonda Konuşması:
X. MÜSLÜMAN
HANIMLARIN ZİYNETLERİ
Hanımlar
Nelerle Süslenebilirler? Meşru Ve Gayri Meşru Olan Süslenme Şekilleri Ve
Süslenme Âdabı:
Saç Ektirmek
Ve Peruk Takmak Caiz Değildir:
Saç Olmayan,
İpek, Yün Ve Benzeri İpleri Saça Eklemek Caiz Midir?
Koltuk Altı
Ve Kasık Bölgesindeki Tüylerin Alınması:
Ellerin ve
ayakların boyanması caizdir:
Ziynet Ve
Moda Amacıyla Renkli Lensler Takmanın Hükmü:
Kendileriyle
Evlenmenin Haram Olduğu Kadınlar:
Kendileriyle
Evlenmenin Haram Olduğu Kadınlar İki Kışıma Ayrılır;
I)
Kendileriyle Evlenmenin Devamlı Haram Olduğu Kadınlar:
a) Kan
Hısımlığıyla Haram Olanlar -Bunlar Yedi Sınıftır-:
Kişinin,
Zinadan Olma Kızıyla Evlenmesi Caiz Midir?
b) Sıhrî
Hısımlık/Evlenmeden Doğan Hısımlık Nedeniyle Evlenilmesi Haram Olan Kadınlar
Dört Sınıftır:
c) Emzirme Nedeniyle Evlenilmesi Haram Olanlar:
Emzirme
Nedeniyle Haramlığın Oluşması İçin İki Şart Vardır:
II) Geçici
(Süreli) Haram Olanlar:
Şeriatın
Geçersiz Kıldığı Nikâhlar
1. Şiğâr
Nikâhı / Trampa Şeklinde Evlilik:
a) Hanımda
Bulunması Müstehap Olan Özellikler:
b) Kocada
Bulunması Müstehap Olan Özellikler:
Erkek,
Evleneceği Kızın Nerelerine Bakabilir?
Evlenilecek
Kıza Bakmada Serî Ölçüler:
a) Sağlık Raporunun Olumlu Yönleri:
b) Sağltk Raporunun Olumsuz Yönleri:
Nikâh
Akdinin Rükûnları: İcâb Ve Kabuldür.
Nikâh
Akdinin Sıhhat Şartları:
Nikâh
Akdinde Bazı Şeylerin Şart Koşulması:
Kısıtlı
Haklarla Evliliğin Hükmü:
Mehirde Alt
Limit Olmadığı Gibi Maddi Veya Manevi Değerler De Mehir Olabilir:
Kadın,
Mehrin Tamamına Ne Zaman Hak Sahibi Olur?
Kadın Ne
Zaman Mehrin Yarısını Hak Eder?
Mehirin
Peşin Ve Vadeli Olması:
Vadeli Mehir
İki Şartla Caiz Olur:
Düğünlerde
Yapılan Münkerlerden/Kötülüklerden Bazıları:
Gelin
Hanımın Düğün Günü, Kocasının Misafirlerine Hizmet Etmesi Caizdir:
Evlenenleri
Bu Dualarla Tebrik Etmek Gerekir.
Kadın,
Cinsel İlişkide Bulunmak İsteyen Kocasını Engellemesi Caiz Değildir.
Yabancı Bir
Kadına Gözü İlişen Kişi, Eşine Dönüp Onunla Birlikte Olmalıdır:
Eşlerin
Aralarındaki İlişkiyi, Başkalarına Anlatmaları Caiz Değildir:
Emzikli
Kadınla Cinsel İlişkide Bulunmak Caizdir:
Azil
Yapmak/Dışarı Boşalmak Mekruhtur:
Hamilelikten
Korunma Yöntemleri:
Tüp Bebek
Veya Aşılama Yöntemiyle Hamilelik:
a) Erkeğin
Hanımı Üzerindeki Hakları:
A) Erkeğin
Hanımı Üzerindeki Hakları:
B) Kadının,
Kocası Üzerindeki Hakları:
C) Eşler
Arasında Ortak Haklar:
Birden Fazla
Evliliğin Şartları:
Birden Fazla
Evliliğin Meşru Kılınmasının Hikmeti:
Birden Fazla
Evlilikle İlgili Bazı Fıkhı Hatırlatmalar:
Doğum Sonrasında,
Çocuğu Müjdelemek Ve Tebrik Etmek Müstehaptır:
Çocuğun Sağ
Kulağına Ezan; Sol Kulağına Kamet Okunur Mu?
Yeni Doğan Çocuğun
Damağına Hurma Çiğneyip Sürmek:
Akîka
Kurbanı Kesmek Mustehaptır:
Bebeğin
Saçının Tıraş Edilerek, Saçının Ağırlığında Gümüş İnfak Edilmesi:
İsimde
Aranan Şartlar Ve İsim Koyma Âdabı:
Nuşûz/Kadının
İtaatsizliği Ve Çözümleri
Eşler
Arasındaki Anlaşmazlıklar Ve Çözüm Yolları:
Hakemlerin
Farklı Kararlar Vermesi:
XII. TALÂK /
BOŞANMA VE HÜKÜMLERİ
a) Boşayanla
(Kocayla) İlgili Şartlar:
b) Boşananla
(Kadınla) İlgili Şartlar:
c) Boşama Lafızlarıyla İlgili Şartlar:
Bidat
Talakla Hanımını Boşayan Ne Yapmalıdır?
Hanımını
Boşamak İsteyen, Ne Zaman Boşamalıdır?
Ric'î/Dönülebilir
Talakın Meşru Kılınmasının Hikmeti:
Ric'î
Talakın -Boşanmaktan Vazgeçmenin- Sıhhat Şartları:
Ric'î
Talakta Geri Dönüş Nasıl Gerçekleşir?
Talak Ne
Zaman "Küçük Bâin" -Beynûne Suğrâ Olur?
2. Büyük
Bâin Talak -Beynûne Kubrâ:
3. Söylendiği Anda Gerçekleşen Talak, Gelecek Zamanda Talak Ve Şarta Bağlı Talak:
Boşanan
Hanımların Nafaka Ve Mesken Hakkı
Üç Talakla
Boşanmış Kadının Durumu:
Boşanmış
Hamile Kadının Durumu:
Boşanan
Kadınların Nafaka Hakkı:
Hidâne Küçük Çocukların Velayet Hakkı:
Erkeğin
İddet Beklemesi Gerekir Mi?
1. Cinsel
İlişkide Bulunulmuş Kadının İddeti:
2. Cinsel
İlişkide Bulunulmadan Boşanmış Kadının İddeti:
5. Hayız
Kanıyla Hastalık Kanını Ayırt Edemeyen, İstihâze Kanamalı Kadının İddeti:
Erkeğin
Hanımını, Ona Zarar Vermek Amacıyla Nikâhı Altında Tutması Caiz Değildir.
Hulû, Talak
Olarak Hesap Edilir Mi?
Hulû Yapılan
Kadının İddet Süresi:
İlâ İçin İki
Durum Söz Konusudur;
Kocası
Kaybolan Kadının Hükmü:
Gayri Müslim
Evli Çiftlerden Birinin Müslüman Olması Durumu:
Mirasçı
Olmayı Engelleyen Durumlar
Erkeklerden
Mirasçı Olanlar On Beş Tanedir. Bunlar;
Kadınlardan
Mirasçı Olanlar On Tanedir. Bunlar;
Kadınların
Mirastaki Durumları:
Ölünün
Annesinin Mirastaki Durumu
Öz Kız
Kardeşinin Mirastaki Durumu
6. Anne Bir
Kız Kardeşlerin Durumu:
Anne Bir Kız
Kardeşinin Mirastaki Durumu
7. Baba Bir
Kız Kardeşlerin Durumu:
Baba Bir Kız
Kardeşinin Mirastaki Durumu
8. Anne Veya
Baba Tarafından Ninenin Durumu:
Sahih
Ninenin Mirastaki Durumu
9. Bir
Köleyi Azat Eden Kadının Mirastaki Durumu:
Asabenin En
Yakını Ve Önceliklisi Sırasıyla Şunlardır;
Tanımı: Yemin kelimesinin çoğulu 'eymân'dır. Sözlükte, solun
karşıtı sağ el, sağ taraf anlamındadır. Yemin edenlerin, birbirlerinin sağ
elini tutmalarından kinaye olarak, kavramsallasın ıştır. Dini kullanımda, bir
işin gerçekliği veya teyit edilmesi için Yüce Allah'ın isminin veya sıfatının
zikredilmesidir.
1. Aşırı Yemin Etmek Mekruhtur.
Yüce Allah, çokça yemin edenleri kınamış ve; 'Alabildiğine
yemin eden, aşağılık kimseye itaat etme'
[1]
buyurmuştur. Ayrıca Şanı Yüce Allah; 'Yeminlerinizi koyurun
[2]
buyurmuştur.
Arablar az yemin etmek suretiyle kişiyi
methederlerdi. Bunun hikmeti, küçük-büyük her şeyde yemin eden kimsenin dilinin
yemin etmeye alışması, kalbinde yeminin bir etkisinin kalmamasıdır.
Dolayısıyla yemin etmeyi alışkanlık edinen kimsenin, yalan yere yemin
etmeyeceğinden emin olunmaz ve yemin asıl amacını yitirmiş olur.[3]
2. Yemin Sadece Allah'ın İsimleriyle ve
Sıfatlarıyla Yapılır:
İbn Ömer
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallaîlâhu aleyhi ve sellem) Ömer b.
Eİ-Hattâb'a bir kafile içinde babasına yemin ederken yetişmiş ve; «Dikkat edin!
Allah, kesinlikle babalarınız adıyla yemin etmeyi size yasaklamıştır. Kim
yemin edecekse, Allah adına yemîn etsin, yahut sussun!» buyurmuştur.[4]
Bu hadisten iki hüküm öğrenmekteyiz;
a) Allah'tan başka bir şey adına yemin etmenin
yasaklandığı. Özellikle de, atalar adına yemin etmenin yasak olduğu. Çünkü o
dönem Araplarında atalar adına yemin etmek en yaygın yemindi.
b) Allah'ın dışında
bir şeye yapılan yemin, 'yernirı olmaz'. Yemin edilen şeyin ibadet edilmeyen
ama saygı değer bir şey olması bu sonucu değiştirmez. Örneğin Peygamberler,
melekler, âlimler, Kabe ve benzerleri adına yemin, yemin olmaz.[5]
Yüce Allah'ın sıfatları adına yemin etmek caizdir. Ebû
Hu-reyre (radiyallâhu anh)'ın rivayet ettiği, cehennemden çıkacak en son
kişinin kıssasında şöyle anlatılmakta; '...O kişi, Allah'a dua etmeye devam
eder. Bunun üzerine Allah Teâla; 'eğer sana istediğini verirsem, benden başka
şeyler istersin' buyurur. O; İzzetine yemin ederim ki, başka bir şey
istemeyeceğim' der.[6] Bu hadiste, Allah Teâla'nm
izzetine yemin edilmektedir. Bu, sânı yüce Allah'ın sıfatıdır. Eyyûb
(aleyhisselam)da, Yüce Allah'ın izzeti adına yemin etmiştir, Ebû Hureyre
(radiyallâhu anh) anlatıyor; Rabbi ona nida etti ve; «Yâ Eyyûb! Ben, seni
gördüğün şeylerden müstağni kılmadım mı?' buyurdu. O; 'İzzetine yemin olsun ki,
evet, [beni muhtaç bırakmadın]; ancak ben, senin bereketinden müstağni olamam'
dedi.[7]
İbn Ömer (radiyallâhu
anh) anlatıyor; 'Peygamber (sailallâhu
aleyhi ve sellem), «hayır, kalpleri evirip-çevirene yemin olsun ki» diyerek
yemin ederdi.[8]
Useyd bin Hudayr, 'Allah'ın bekasına
yemin olsun ki, onunla savaşacağız' diyerek yemin etti. Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem) de onu onayladı. Burada üzerine yemin edilen Yüce Allah'ın
'hayat ve beka sıfatlarıdır. Bu nedenle, Yüce Allah'ın sıfatları üzerine yemin
etmek caizdir. Aynı şekilde Kuran üzerine yemin etmek de caizdir. Çünkü Kuran,
Allah Teâİâ'nm kelâmıdır. Âlimler, Kuran üzerine yapılan yeminin geçerli
olduğunu belirtmişlerdir.
Hanefî mezhebine göre, Nebi/Peygamber, Kuran, Kabe gibi
Müslümanların kutsalları üzerine yemin edilmesi caiz değildir.[9] İmam
Şafiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed bin Hanbel'e göre, Kuran ve Kuran âyetleri
üzerine yapılan yeminler muteberdir. Bozulması halinde kefaret gerekir.[10]
Hanbelîlere göre Kabe ve diğer kutsallar üzerine yemin etmek caiz değildir.
Ancak Peygamber adına yemin etmek caizdir. Bozulması halinde kefaret gerekir.[11]
3. Allah'ın dışında bir şeye yemin 'şirk'tir:
Kabe'ye yemin olsun ki, hayır!' diyen
birini işittiğinde, İbn Ömer (radiyallâhu anh) şu hadisi nakletmiştir; Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem) «Allah'tan başka bir şey üzerine yemin eden
küfretmiş veya şirk koşmuş olur' buyurdu.[12]
Peygamber, Kabe, şeref, namus ve benzer şeyler
üzerine yemin etmek caiz değildir. Büreyde (radiyallâhu anh} anlatıyor;
'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), «emanet üzerine yemin eden bizden
değildir» buyurmuştur.[13]
4. Dili sürçen ve Allah'tan başka bir şey
üzerine yemin eden; hemen 'La ilahe illallah' demelidir.
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallal-lâhu aleyhi ve sellem) «sizden yemin ederken [yanlışlıkla] lât ve uzza
adına diyenler; hemen 'Lâ ilahe illallah' desin» buyurmuştur.[14]
Sa'd (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Lât ve uzza
adına yemin etmiştim. Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem);
«Lâ ilahe illallah de, sonra üç defa sol tarafına tükür, [kovulmuş şeytandan
Allah'a] sığın ve bir daha öyle söyleme» buyurdu.[15]
5. İslam
ümmetinin dışında bir şey üzerine bilerek yalan yemin eden, yemininde
söylediği gibi olur:
Sabit bin ed-Dahhâk (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) «kim, İslam milletinin dışında bir
şey üzerine bilerek ve yalan söyleyerek yemin ederse, söylediği gibi olur!»
buyurmuştur.[16]
Örneğin, şu
işi yaptığım zaman yahudi veya hırıstiyan olayım, diyerek yemin eden kişi; o
işi yaptığı takdirde veya geçmişte yaptığı bir şey üzerine yemin ettiği takdirde
'haram' işlemiş olur. Yemin ettiği şeyde doğru sözlü veya yalancı olması fark
etmez. Bu yemini, yemin olmadığı gibi, kefareti de yoktur. Şayet böyle yemin
ederek, bir şeyden uzak olmayı veya doğru olduğunu zannettiği bir şeye
kendisini zorlamayı kastetmiş ise, küfre girmez. Ancak yeminiyle küfre razı
olduğunu kastetmişse veya yalan olduğunu bildiği bir şeye yemin etmişse,
anında kâfir olur. Bu konuda âlimlerin sözlerinin özeti budur. -Allah en
doğrusunu bilendi.[17]
6. Allah adına yapılan yemini kabul etmek:
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki; 'Meryem oğlu İsâ,
hırsızlık eden bir adamı gördü ve; 'hırsızlık mı yaptın?' dedi. Adam; 'kendisinden
başka ilah olmayana yemin olsun ki, hayır!' dedi. Bunun üzerine İsa
alehisselam; 'Allah adına yemin edene inanıyor; gözümü yalanlıyorum' dedi
[18]
Allah adıyla kime yemin edilirse, o yemini kabul etsin; Allah adına yemini
kabul etmeyenin, Allah'tan nasibi olmaz.[19]
1. Lağv Yemini.
2. Gamûs Yemini.
3. Münakit Yemini.
Yemin etmek
amacıyla söylenmeyen, bir şeyin isbatı veya inkârını teyit için konuşurken dil
alışkanlığı olarak söylenen yeminlerdir. Örneğin, vallahi hayır, vallahi öyle,
vallahi yiyeceksin gibi. Bu türden yemin lafızlanyla yemin edilmiş oimaz. Bu
lafızlardan dolayı yemin edenler sorumlu olmadığı gibi, .kefaret de gerekmez.
Çünkü, 'Allah kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıueren yeminlerinizden (lağv
yemininden) dolayı, sizleri sorumlu tutmaz; fakat kaiblerinizin kazandığı
şeylerle sorumlu tutar. Allah gafurdur, halimdir
[20]
buyrulmuştur. Aişe (radiyallâhu anhâ); 'bu ayet, «hayır, vallahi, evet
vallahi» gibi yemin edenler hakkında nazil o/muştur
[21]
'Lağv yemini, şakalarda, tartışma ve konuşmalardaki kalbten yemin amacıyla
söylenmeyen yeminlerdir.[22]
Bazı âlimler lağv yeminini, 'yanlışlıkla doğru olduğu sanılarak
yapılan yeminler' olarak tanımlamışlardır. Her iki tanımlama da, birbirine
oldukça yakındır. Lağv lafzı, her iki tanımlamayı da kapsar. Çünkü ilk
tanımlamada, yemin kastedilmediği; ikinci tanımlamada da, hak ve doğru
sanılarak yemin edildiği belirtilmektedir.
Başkasının
hakkını gasbetmek için, geçmişte olan
bir şey üzerine, bile bile yalan yere yapılan yeminlerdir. Büyük
günahlardandır.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
'Büyü/c günahlar şunlardır; Allah'a şirk koşmak; anne-babaya asi olmak; adam
öldürmek ve gamûs/yalan yere yemin etmektir
[23]
'Kim yalan yere yemin eder ve bu yeminiyle bir Müslüman'ın malını haksız yere
alırsa, kıyamet günü Allah'ın huzuruna çıktığında, Allah ona gazab eder
[24]
buyurmuştur.
Yalan yere yapılan yeminlerin kefareti yoktur.
Çünkü bunlar kefaret olunamayacak kadar büyük günahlardandır. İbn Mesûd
{radiyallâhu anh) diyor ki; 'Gamûs yemini/yalan yere yapılan yemini, kefareti
olmayan günahlardan kabul ederdik'. Bunun üzerine ona 'gamûs yemin nedir?' diye
soruldu. İbn Mesûd; 'bir kişinin yalan yere yemin ederek, kardeşinin malını
almasıdır' dedi.[25]
Yalan yeminin 'gamûs/batıran' diye isimlendiriimesi,
kişiyi Cehenneme batırdığından dolayıdır. Bu günahın, sâdık tövbenin ve -eğer
bu yalanla bir hak zayi olmuş ise- hakkı sahibine iade etmenin dışında bir
kefareti yoktur. Malını satmak için yalan yere yemin eden satıcılar da bu
hükümdedir. Ebû Zer (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi
ve sellem) buyurdu ki; «Kıyamet günü Allah, üç kimse ile konuşmayacak, onlara
(rahmetiyle) nazar etmeyecek ve onları armdırmayacaktır» -üç defa bu sözü
tekrarladı- sonra Ebû Zer; 'Bunlar, mahvolmuşlardır, perişan olmuşlardır;
bunlar kimlerdir, Ey Allah'ın Rasülü?' diye sordu. «(Kibrinden) elbisesini
yerlerde sürüyen kimse, yaptığı iyiliği başa kalkan kimse ve ticarî eşyasını
yalan yeminle satıp tüketen kimse» buyurdu.[26]
Yemin etmeyi
kastederek, samimi ve dürüstçe gelecekteki bir iş için Allah adına veya
Allah'ın isimleri ve sıfatlan
üzerine yemin etmektir. Bu yeminin yerine getirilmesi vaciptir. Yerine
getirilememesi durumunda, kefaret gerekir.
1. Yemin ederken 'inşaallah' diyenler, yapamamaları durumunda
yeminlerini bozmuş sayılmazlar. Bu nedenle kefaret gerekmez.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); '...
eğer inşallah deseydi, yeminini bozmuş olmazdı!' buyurmuştur.[27]
İbn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem), 'kim yemin ederken, inşallah derse, istisnada bulunmuş olur ve
(yapamaması durumunda) yeminini bozmuş sayılmaz' buyurmuştur.[28]
Kefaretin kalkması için, istisna lafzının, yemin lafzıyla bir arada yapılması
şarttır.
2. Yemin ettiğini unutan veya yeminine aykırı
davranmaya zorlanan kişinin, yemini bozulmuş olmaz.
Bir şeyi yapmamak için yemin eden kişi, yeminini unutarak,
yanılarak veya zorunda bırakılarak onu yaptığında yemini bozulmuş olmaz. Çünkü
Kurân'da; '... Rabbimiz! Unutursak veya ya-ntlırsak bizi sorumlu tutma!
[29]
buyurulmuştur. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), '[kul bu âyeti
okuduğunda] Allah, «evet» der' buyurmuştur.[30]
Peygamberimiz saiaüaliâhu aleyhi ve sellem; 'Hiç
kuşkusuz Allah, benim ümmetimden şu hallerde sorumluluğu kaldırmıştır;
'yanılgı, unutkanlık ve ikrah/zorîanmışîık
[31]
buyurmuştur.
4. Yeminleri, hayır işleri yapmada engel edinmemek.
Bir
şeyi
yapmamaya yemin ettikten sonra, o şeyin hayırlı olduğunu anlayan, yeminini
bozup kefaretini yapmalıdır.
Yüce Allah; 'İyi dauranmanzı, kötülüklerden korunmanız ve
insanlar arasını düzeltmeniz gayesiyle yeminlerinizi bozmanıza Allah'ı engel
kılmayın. Allah işitendir, bilendir
[32] buyurmuştur.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'kim
bir yeminde bulunduktan sonra, onun dışında bir hayır görürse, hayırlı olanı
yapsın; yemini için kefarette bulunsun.[33]
Ailesiyle ilgili bir yeminde bulunan kişinin,
yemininden dolayı zarar görmeleri halinde, yeminini bozup, kefaretini yapması
vaciptir. Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem) buyurdu ki; "Allah'ın adına yemin ederim ki, ailesi ile
ilgili (yemin edip de) yemininde ısrar etmesi, Allah katında kendisi için
yeminini bozup da Allah'ın farz kıldığı kefaretini vermesinden daha günahtır.[34]
Takvayı tercih ediyor ve yeminimi bozmuyorum, yeminimi bozarsam
günaha girmekten endişe ediyorum' diyen kişi, hata etmiş olur. Çünkü yeminini
bozmaması nedeniyle aiîesi zarar gören kişi, yeminini bozmasından daha büyük
günaha girmiş olur.
5. Yemin edenin mi, yemin ettirenin mi niyeti esastır?
a) Yeminde, yemin edenin niyeti esastır. Çünkü
'ameller niyetlere göredir'. Tabi bu kul hakkı olmayan konularda böyledir.
b) Kul hakkıyla ilgili
yeminlerde ise, yemin ettirenin niyeti esastır. Bu durumda yemin eden takiyye
yaparak, bir şey için yemin ederken başka bir şeye niyet etse dahi, sonuçta
başkasının hakkı ihlal oluyorsa niyetinin ona bir faydası olmaz. Çünkü Peygamberimiz
{sallallâhu aleyhi ve sellem): Yemin, yemin ettirenin niyetine göredir'; Senin
yeminin, arkadaşının seni tasdik ettiği şey üzerinedir
[35]
buyurmuştur.
6. Başkasının
Yeminini Yerine Getirmek:
Bir kişi, mubah bir şeyi yapman için yemin ettiği zaman, onun
yeminini yerine getirmek müstehaptır. Böyle bir durumda iyilerden olmak için,
yemin edilen mubah şey yapılmalıdır. Berâ {radiyallâhu anh) anlatıyor;
ıRasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bize üzerine yemin edilen şeyi
yapmamızı emretti.[36]
Hadisteki emir lafzı, müstehaplık ifade etmektedir. Buna şu hadis tanıklık
etmektedir; 'bir adam Rasülullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e geldi ve: 'Ben
bu gece bir rüya gördüm, deyip rüyasını anlattı. Ebû Bekir radiyallâhu anh
rüyayı tabir etti. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem);
'Bazısında isabet ettin, bazısında hata ettin buyurdu. Ebû Bekir; Anam-babam
sana feda olsun ya Rasülallah! Allah adına yemin ediyorum, hata ettiğim şeyin
ne olduğunu bana söyle' dedi. Rasülullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'yemin
etme!' buyurdu.[37] Bu hadis, başkasının
yeminini yerine getirmenin vacip olmadığını belirtmektedir.
7. Başkasının bir şey yapması için yemin edene, onun yapılmaması
durumunda kefaret gerekir mi?
a) Başkasına, "Allah'a yemin olsun ki, bunu yapacaksın"
diyerek yemin eden kişi, onun yapılmaması durumunda, âlimlerin çoğunluğuna
göre- yemini bozulmuş olur ve kefaret gerekir.
b) Başkasına, " Allah için şunu yap" diyen kişinin sözü
yemin olmaz. Bu nedenle yapılmaması durumunda herhangi bir şey gerekmez.
Bazı âlimler, başkası adına yapılan yeminlerin yerine getirilmemesi
durumunda, yeminin bozulmadığını ve kefaret gerekmediğini belirtmişlerdir.
Çünkü yemin eden, yeminin bozulmasını kastetmemektedir. Bu görüş hadislerin
zahirine daha yakındır.
Bir şeyi yapmak veya yapmamak için yemin eden, sonra da yeminini
tutamayan kişinin yeminine kefarette bulunması gerekir. Yemin kefareti şu dört
şeyden biriyle yapılır;
1. Kişinin kendi ailesine yedirdiği yemeğin orta hallisinden on
fakire yedirmesi.
2. On fakiri giydirmek.
3. Bir köie azat etmek.
4. İlk üç maddeden herhangi bîrini yapamayanlar, üç gün oruç
tutarlar.
Yemin kefareti olarak oruç
tutulabilmesi İçin yukarıda sayılan ilk üç maddenin hiçbirine güc
yetirilememesi şarttır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Allah, kasıtsız
olarak ağzınızdan çtkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat
bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da kefareti,
ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları
giydirmek, yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç
tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin kefareti işte budur. Yeminlerinizi
koruyun.[38]
1. Şu yemek bana haram olsun" veya "şu eve girmek
bana haram olsun" gibi sözlerle yapılan yeminlerle, o şeyler haram olmaz.
Ancak yapılması durumunda yemin kefareti gerekir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur;
'Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helal kıldığı şeyi
niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Allah,
yeminlerinizi çözmenizi size meşru kılmıştır.
[39]
2. Bir şey üzerine birden fazla yemin edildikten sonra, yemin
bozulduğunda bir kefaret yeterlidir.
3. Yemin kefaretinin vucubiyet şartları
şunlardır;
a) Yemin edenin mükellef/akıl-bâliğ olması.
b) Kendi iradesiyle yemin etmesi.
c) Yemin etmeyi kastetmiş olması.
d) Gelecekteki bir şey üzerine yemin edilmiş olması.
e) Yeminini tutamamış olması -yemin ederek yaparım
dediğini yapmaması, yapmam dediğini yapması-,
4. Yemin kefaretinin, yemini bozmadan önce veya
bozduktan sonra yapılması arasında fark yoktur.
Alimler şu konularda icma etmişlerdir;
a) Yemin kefareti, yemin bozulmadan önce vacip
olmaz.
b) Yemin bozulduktan sonra yemin kefaretinin yapılması caizdir.
c) Yemin edilmeden önce, yemin bozma kefaretinin yapılması
caiz değildir.
Âlimler,
yemin bozulmadan önce kefaretinin yapılması konusunda farklı görüşler
belirtmişlerdir; âlimlerin çoğunluğu bunun caiz olduğu kanaatindedir. Yemin
kefaretiyle ilgili hadislerin bazılarında, yeminler bozulmadan önce
kefaretlerinin yapıldığını; bazılarında da, yeminler bozulduktan sonra
kefaretinin yapıldığını görmekteyiz. Dolayısıyla deliller, her iki durumunda
caiz olduğunu ifade etmektedir.
5. Yemek yedirme kefaretinin yerine, yemek bedelinin
verilmesi caiz değildir. Âlimlerin çoğunluğu bu görüştedir. Ebû Hanîfe ise
caiz olduğu görüşündedir. Âyet-i kerîmenin zahiri, fakirlere yemek
yedirilmesini veya giydirilmesini ifade etmektedir. Bu konuda farklı bir
kefaret söz konusu değildir.
6. Yemin kefareti
olarak, fakirlerin bir kısmının yedirilmesi, bir kısmının giydirilmesi caiz midir?
İmam Ahmed bin Hanbel buna cevaz vermiştir. İmam Şafiî ve İbn Hazm ise cevaz
vermemişlerdir. Âyetin zahirine uygun olan da bu görüştür.
Tanımı: Arabça Vıezr olarak ifade edilen adak; mükellefin kendisini,
üzerine vacip olmayan şeylerde Aîlah Teâlâ için sorumlu/mecbur kılacak sözleri
ifade etmesidir, örneğin, Allah için Şunu yapmak üzerime şart olsun, adak olsun
gibi.
Meşruiyeti: Yüce Allah şöyle buyurmuştur;
'Yaptığınız her infakı/harcamayı ve adadığınız her adağı muhakkak Allah bilir
[40]
'O kullar, verdikleri sözü/adağı yerine getirirler. Fenalığı oldukça yaygın
olan bir günden korkarlar.[41]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
Allah'a itaatte bulunmayı adayan kimse, O'na itaat etsin. Allah'a isyan olan
bir şeyi adayan kimse, O'na isyan etmesin
[42]
buyurmuştur. Alimler, adakta bulunmanın caizliği ve onu yerine getirmenin
gerekliliği hususunda icma etmişlerdir.
1. Mutlak Adak:
Hiçbir
şarta bağlanmadan, kişinin kendisini bir iş yapmaya zorunlu kılmasıdır.
Örneğin, Allah için iki rekât namaz kılacağım demek gibi. Bu türden adakları
birçok âlim mekruh görmekle birlikte, 'bu gibi adaklarda bulunanların,
adaklarını yerine getirmeleri vaciptir' demişlerdir. Bazı âlimler ise bu tür
adakların müstehap olduğunu belirtmişlerdir.[43]
Hanefî mezhebine göre mutlak adağın yerine getirilmesi vaciptir.
2. Şartlı Adak:
Bir nimetin gerçekleşmesi veya bir sıkıntının önlenmesi şartına bağlı olarak,
kişinin kendisini bir iş yapmaya zorunlu kılmasıdır. Örneğin, Allah Teâlâ eğer
hastama şifa verirse, bir fakiri doyuracağım demek gibi. Şarth adakta bulunmak
mekruhtur. Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem); 'Hiç kuşkusuz adaklar, bir şeyi ne öne alabilir, ne de
geciktirebilir. Onun sadece cimrinin elinden mal çıkarılır
[44]
buyurmuştur.
Hanefi mezhebine göre, olması istenen bir şarta
bağlanan adak, o şartın gerçekleşmesiyle 'vacip' olur. Gerçekleşmesi istenmeyen
bir şarta bağlanan adak sahibi, adağıyla ilgili arzunun gerçekleşmesi durumunda,
dilerse adağını yerine getirir, dilerse yemin kefereti öder.
Allah'a
itaatte bulunmayı adayanlar, adaklarını yapmaları vaciptir. Çünkü
Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve sellem); Allah'a itaatte bulunmayı adayanlar,
O'na itaat etsinler
[45]
buyurmuştur.
Adaklarını
gerçekleştiremeyenlerin, yemin kefareti yapmaları gerekir. Çünkü Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem); Adakların kefareti, yemin kefaretidir
[46]
buyurmuştur.
Allah'a
isyan olan bir adakta bulunanların, adaklarını yerine getirmeleri haramdır.
Adaklarının yerine yemin kefareti yapmaları gerekir. Çünkü Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah'a isyan olan bir adakta bulunan, O'na isyan
etmesin
[47] 'Günah alan bir konuda
adak olmaz. Bu durumda yemin kefareti gerekir
[48]
buyurmuştur.
Mubah olan bir konuda yapabileceği bir
adakta bulunan, ya adağını yerine getirmeli, ya da yemin kefareti yapmaiıdır.
Nitekim mubah bir konuda adakta bulunmak, vefa gösterilmesi emredilen
konulara dâhildir. 'Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir savaşa
çıkmıştı. Savaştan dönünce siyah bir cariye geldi ve; 'Ey Allah'ın Rasûlül Seni
sağ salim bu savaştan Allah çevirirse senin
önünde
def çalıp şarkı söylemeyi adamıştım' dedi. Rasûîulbh (sallallâhu aleyhi ve
sellem); 'eğer adakta bulundu isen çal ama adakta bulunmadı İsen yapma'
buyurdu. Cariye def çalmaya başladı. Ebû Bekir girdi cariye çalıyordu. Ali
girdi cariye çalmaya devam ediyordu. Osman girdi Cariye yine çalmasını
sürdürüyordu sonra Ömer girince Cariye defi altına alıp üstüne oturdu.[49]
Allah'ın meşru kılmadığı bir adakta buiunan veya meşru olmakla
birlikte yapamayacağı bir adakta bulunan, adağını bırakır, yemin kefaretinde
bulunur. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj'e; 'Ebû israil'in ayakta
durup, hiç oturmamak, gölgelenmemek, konuşmamak ve oruç tutmak için adakta
bulunduğu' söylendi. Bunun üzerine; 'Ona emredin, konuşsun, gölgelensin,
otursun ve orucunu tamamlasın buyurdu.[50]
Bir adam evine yürüyerek gitmek için adakta bulunmuştu. Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) onun adağını öğrenince; 'Onun kendi nefsine işkence
etmesinden, Allah müstağnidir' buyurdu ue ona bineğine binmesini emretti.[51]
Adakta
bulunurken ne adadığını belirtmeyenlere, yemin kefareti gerekir. Örneğin, Allah
için bir adakta bulundum, diyen ama ne adadığını belirtmeyenler, yemin kefareti
yapmalıdır. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem}; 'Ne olduğu
belirtilmeyen adaklar için, yemin kefareti yapılmalıdır
[52]
buyurmuştur.
Bütün
mallarını infak etme adağında bulunanlar, eğer imanlarında, tevekküllerinde,
sabırlarında ve Rab Teâlâ'ya güvenlerinde güçlü iseler ve adaklarından dolayı
çocukları zarar görmeyecekse, Ebû Bekir (radiyaîlâhu anh)'ın yaptığı gibi,
bütün mallarını infak edebilirler. Ancak, bu durumda değillerse ve çocukları bundan
zarar görecekse, mallarının üçde birini infak edip, yemin kefaretinde
bulunurlar. Ka'b bin Mâlik (radiyaîlâhu anh) tövbesi
kabul edildiğinde; 'Ey Allah'ın Rasülü! Bütün malımı Allah'a ve Rasülüne
sadaka olarak bağışlıyorum' dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu aleyhi
ve sellem); 'Malının bir kısmım kendin için alıkoyman, senin için daha
hayırlıdır' buyurdu. Bir başka rivayette; Rasulullah (sallallâhu aleyhi ue
sellem) 'hayır, (tamamı olmaz) buyurdu. O, 'yarısı' dedi; Rasulullah; 'hayır'
buyurdu. O; 'üçte biri' dedi. Rasulullah, 'evet, buyurdu.[53]
Adakta
bulunup da gerçekleştiremeden vefat edenlerin velisi, onu kaza eder. İbn Abbâs
(radiyaîlâhu anh) anlatıyor; 'Sa'd bin öbâde, adağını gerçekleştiremeden vefat
eden annesi hakkında Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) 'den fetva
istedi. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'onun adağını kaza et'
buyurdu.[54]
Allah'tan
başkası için adakta bulunmak şirktir. Adak ibadettir. Bu nedenle Allah'ın
dışında hiçbir şeye adakta bulunulmaz. Örneğin, eğer çocuğum iyileşirse Şeyh
Bedevi için kurban adadım, gibi sözler, Allah'tan başkası adına yemin etmek
gibidir ve şirktir. Allah rahmet eylesin imam San'ânî der ki; 'Günümüzde,
kabirlerde, yatırlarda ve ziyaretlerde yapılan adakların haramhğı hakkında söze
hacet yok. Çünkü bu tür adaklarda bulunanlar, kabirdekilerin fayda ve zarar
verebileceğine, iyilikler getirip, kötülükleri önleyeceğine, acılan
dindireceklerine, hastaları iyileştireceklerine inanmaktadırlar.
Putperestlerin yaptıkları da bunların aynısı idi. Putlara adakta bulunmak nasıl
haram ise, bunlar da haramdır. Bu tür adakları kabul etmek, almakda haramdır.
Çünkü bu, şirki onaylamaktır. Bunları engellemek, bunların en büyük
günahlardan ve haramlardan olduğunu açıklamak vaciptir. Puta tapanların durumu
da böyledir. Aradan geçen uzun zaman diliminden sonra, iyilikler kötülüklere,
kötülükler de iyiliklere dönüştü. Ölülere yapılan adakları kabul etmek için
sancaklar kurulmaya, yatırlara gelenlere ziyafetler verilmeye, kapılarında
kurbanlar boğazlanmaya başlandı. Bunlar, bir zamanlar puta tapanların
yaptıklarının aynısıdır. İnnâ lillâhi ve İnnâ iİeyhİ râciûn.[55]
Tanımı: Arapça'da çoğulu "et'ime", tekili
"taam" olarak ifade edilen yiyecekler; bir insanın gidalanmak için
yediği şeylerdir.
Haram olduğunu gösteren bir delil bulunmadığı
sürece, yiyeceklerde asıl olan helalliktir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur;
"Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan gıdaların güzel ve temiz olanlarından
yiyin
[56]
"De ki; Bana vahyolunanda, onu yiyecek kimse için, leş veya akıtılmış kan,
yahut domuz eti -ki o pisliktir- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir
hayvandan başka haram edilmiş bir şey bulamıyorum
[57]
"Üzerine Allah'ın adı anılıp kesilenden yememenize sebep ne? Allah,
çaresiz (kalıp da) yemek zorunda kaldığınız (şeylerin) dışında, haram kıldığı
şeyleri size açıklamıştır.[58]
Mubah olduğu açıklanan yiyeceklerle, hakkında
hüküm açıklanmayıp, sukut edilen yiyecekler helâldir. Çünkü yiyeceklerde asıl
olan helal olmasıdır. Yiyeceklerden haram olanlar, Allah'ın kitabında veya
Rasülünün sünnetinde haram kılınanlardan ibarettir.
"De ki; Allah'ın size indirdiği nzıktan bir kısmını helal, bir kısmım da
haram bulmanıza ne dersiniz? De ki; Allah mı size izin verdi? Yoksa Allah 'a
iftira mı ediyorsunuz?.[59]
Bir yiyeceğin haram olması için, haramlığını bildiren bir nass/delil olmalıdır.
Yiyecek, İçecek ve diğer şeylerde, haram
kılınanların mubah olanlardan ayırt edilmelerinde asıl olan, temiz olanların
pis olanlardan ayırt edilmesidir. Dolayısıyla temiz olanlar helal, pis olanlar
haramdır. Nitekim Yüce Allah, "O Peygamber onlara iyiliği emreder, onları
kötülükten meneder. Onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar
[60]
"Allah'ın murdarı temizden ayıklaması ve bütün murdarların bir kısmını
diğer bir kısmının üstüne koyup hepsini yığarak cehenneme atması içindir
[61]
buyurmuştur.
Kuran ve sünnette haram kılınanları
araştıranlar, Sânı Yüce Yaratıcının hikmeti gereği, bunların insan sağlığına ve
aklına zarar veren şeyler olduğunu veya pis ve kirlenmiş şeyler olduğunu
görür.
a) Leş: Boğazlanmadan ve öldürülmeden, kendiliğinden ölü bulunan
hayvanlardır.
b) Boğulmuş Hayvanlar: Bunlar boğularak ölen hayvanlardır.
c) Dövülerek Öldürülen Hayvanlar: Sopa, asa ve benzeri şeylerle
dövülerek öldürülen hayvanlardır.
d) Düşerek Ölen Hayvanlar: Yüksek yerlerden yuvarlanıp, düşerek
ölen hayvanlardır.
e) Boynuzlanarak Ölen Hayvanlar: Başka hayvanlar
tarafından boynuzlanarak öldürülen hayvanlardır.
f) Yırtıcı hayvanların öldürdüğü, yediği hayvanlar. -Yırtıcı bir
hayvan tarafından yaralanan hayvan ölmeden önce boğazlandığı taktirde helal
olur-.
Yukarıda sayılanların haram olduğuna delil, Yüce Allah'ın şu
âyetidir; "Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan,
boğulmuş, (taş, ağaç, vb. ile) vurulup oldurulmuş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş,
boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) yırtıcı hayvanların yediği hayvanlar -ölmeden
yetişip kestikleriniz müstesna-, dikili taslar (putlar) üzerine boğazlanmış
hayvanlar ve fal oklanyle kısmet aramanız size horam kılındı. Bunlar fasıkhktırf
doğru yoldan çıkmaktır.[62]
Canlı iken hayvanlardan kesilen parçalar, leş hükmünde olup
haramdır. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Canlı iken
hayvandan kesilen şeyler leştir
[63]
buyurmuştur.
Kendiliğinden ölen hayvanlardan iki tür,
leş hükmünden istisna edilmiştir. Bunlar balık ve çekirgedir. İbni Ömer
(radiyallâhu anh)'ın şu ifadesi bunların helal olduğuna delildir; 'iki ölü ve
iki kan bize helal kılındı. İki ölü, balık ve çekirgedir. İki kan ise, ciğer
ve dalaktır.[64] Bu rivayet merfu hadis
hükmündedir.
Yüce Allah "Leş, kan ... haram kılındı
[65]
buyurmuştur. Akıtılmış kanı yemek helal değildir. Ancak et arasında
damarlada
kalmış ve sakınılması mümkün olmayan kanlar, bu hükümden muaf tutulmuştur.
Yukarıdaki hadiste de belirtildiği gibi, kan olarak tanımlanan
ciğer ve dalak, kan hükmünden istisna edilmiş ve helal
kılınmıştır.
Yüce Allah; "Leş, kan, domuz eti ... haram kılındı
[66]
buyurmuştur. İslam ümmeti, domuz etinin, diğer parçalarıyla birlikte
bütünüyle haram olduğu konusunda ittifak etmiştir. Ayette domuz eti deniimesi,
etinden dolayı boğazlanan hayvan türlerinden olması nedeniyledir.[67]
Domuzun etinin, yağının, derisinin haram olduğu konusunda âlimler ittifak
etmiştir.
Kuranda; "Allah'tan başkası adına
boğazlanan (hayvanlar)... haram kılındı
[68]
buyrulmuştur. Buna göre, müşriklerin, Mecusîlerin ve mürtedlerin boğazladıkları
hayvanların yenmesi caiz değildir. Fakat, başkası adına kesildiği bilinmediği
sürece, Hıristiyanların ve Yahudilerin boğazladıklarından yemek caizdir. Çünkü
Yüce Allah; "Kitap verilenlerin yemekleri size helaldir
[69]
buyurmuştur. Ibn Abbâs (radîyallâhu anh), âyette geçen 'yernek' lafzını,
'boğazladıkları' olarak tefsir etmiştir.[70]
Enes (radiyaüâhu anh) hadisinde, "...
insanlar arasında yüksek sesle şöyle ilan edildi; «Muhakkak ki, Allah ve
Rasuiü, evcil eşek etlerini yemeyi size yasaklamıştır. Kuşkusuz o, pisliktir»
Bunun üzerine etlerin kaynatıldığı tencereler devrildi.[71]
Eşek ve katırın yenmesi dört mezhebe göre haramdır. At
etiyle ilgili olarak, İmam Yûsuf, İmam Muhammed,
Ahmed bin Hanbel ve bazı âlimlere göre at eti helaldir.
İmam Ebû Hanîfe'ye göre tenzihen mekruh; İmam Mâ-lik'e göre at eti de, eşek ve
katır eti gibi haramdır.
a) Vahşi eşeklerin yenilmesi helaldir. Âlimler bu konuda icmâ
etmiştir. "İhramh olmayan Ebû Katâde, ihramh sahabelerle birlikte bulunurken,
karşılarına vahşi dişi bir eşek çıktı. Ebû Ka-tâde onu avladı ve ondan yediler.
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve selem) onun etinden kaldı mı? diye sorunca;
'ön butu var' dediler. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) onu aldı ve
yedi.[72]
b) Âlimlerin çoğunluğuna göre, At etinin, yenilmesi helaldir.
Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; "Hayber zamanı, at ve vahşi eşek yedik.
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) bize evcil eşekleri yasakladı.[73]
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) yırtıcı
hayvanlardan köpek dişi olanların; kuşlardan da pençeli olanların (yenmesini)
yasaklamıştır.[74]
Ebu'z-Zubeyr anlatıyor; Câbir (radiyallâhu anh)'e
"Câbir'e, köpek ve kedi bedelinin hükmünü sordum. O da: - 'Peygamber
(s.a.v) bunu yasakladı' diye cevap verdi.[75]
Allah Teâlâ, bir şeyi haram kıldığı zaman, o şeyin parası ve geliri de haram
olur.
Hanefî mezhebine göre "siba/yırtıcı hayvanlar" ifadesi,
et yiyen hayvanlar olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla et yiyen bütün etçil
hayvanların eti haram sayılmıştır. Buna göre aslan, kaplan, kurt, ayı, tilki,
çakal, fil, gelincik, sansar, samsur, sincap, maymun, köpek, kedi vs. haramdir. Şafiî mezhebine göre "siba/yırtıcı hayvanlar"
ifadesi, insanlara saldıran ve parçalayan anlamındadır. Bu nedenle insanlara
saldırmayan etçil hayvanlar helaldir. Mâliki mezhebine göre bu hayvanlar haram
değil, mekruhtur Yırtıcı kuşlarda ise, akbaba ve karga mekruhtur. Mâliki
mezhebine göre bütün yırtıcı kuşlar mekruhtur, Şafiî mezhebine göre zarar veren
kuşlar mekruh, zarar vermeyenler mubahtır.
Deve, sığır, koyun, tavuk ve benzeri
hayvanlardan pislik yiyerek gıdalananlann etleri ve sütleri haramdır.[76]
İbn Ömer (ra-diyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem) pislik yiyerek gıdalanan hayvanların etlerini ve sütlerini yasaklamıştır.[77]
Pislik yiyen hayvanlar, üç gün ahırda tutulup, temiz
yemlerle beslendiği zaman, boğazlanması ve yenilmesi helal olur. İbn Ömer
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Pislik yiyen tavuklar üç gün hapsedilir.[78]
Alimlerin çoğunluğuna göre, öldürülmesi
emredilen hayvanların yenilmesi haramdır. Bunlar, karga, çaylak, fare,
kertenkele, yılan, akrep ve kuduz köpektir.
Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasuluilah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu; 'Beş hayvan vardır; bunlar fasıktır/zararlıdır. Bu hayvanlar, Harem bölgesi dışında da,
içinde de olsa öldürülür. Bunlar; alacakarga, çaylak, akreb, fare ve kuduz
köpektir.[79]
Sâ'd bin Vakkâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem}, kertenkelenin öldürülmesini emretti ve onu
füvey sak/zararlı hayvan olarak isimlendirdi.[80]
İbn Mesûd (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Bir mağarada Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem) ile birlideydik. Orada «velmurselâtu urfâ» âyeti nazil oldu.
Biz Peygamber'in ağzından henüz o ayeti öğrenirken, o an bir yılan çıktı. Bunun
üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) «onu öldürün» buyurdu.[81]
Öldürülmesi
yasaklanan hayvanların, yenilmesi helal değildir. İbn Abbâs (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) dört hayvanın
öldürülmesini yasaklamıştır. Bunlar, karınca, arı, hudhud kuşu ve göçeğen
kuşudur.[82]
Adurrahman İbn Osman (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seliem)'in yanında bir doktor,
kurbağadan elde edilen bir Haçtan bahsetti. Bunun üzerine Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) kurbağanın öldürülmesini yasakladı.[83]
İthal
etlerin yenilmesi ancak iki şartla caiz olur. Bunlar,
a) Yenilmesi helal olan hayvanların etleri
olması.
b) Şeriatın kurallarına uygun olarak bağazİanmış olması.
Et İthali yapılan devletlerin, hayvanların İslami kurallara uygun
olarak kesildiğini açıklamış olmaları, yakın zamana kadar yeterli
görülmekteydi. Ancak birçok farklı yollarla, bu devletlerin kesimleri serî
kurallara uygun yapmadıkları ispatlanmıştır. Kesimlerin üzerinde yazan -İslamî
kurallara uygun kesilmiştir- mühürü, mal pazarlamak için yapılan bir hile ve
aldatmacadan ibarettir. Üzerinde İslamî kurallara uygun olarak kesilmiştir
mühürü bulunan, ithal edilen tavuklardan bazılarının kafalarının hiç kesilmediği,
hiçbir boğazlama izinin bulunmadığı, İthalatı gerçekleştiren bazı Arap ülkeleri
tarafından tespit edilmiştir. Oyieki, Müslümanlarla alay edercesine, konserve
balık kutularının üzerine bile, İslami kurallara uygun olarak
boğazlanmıştır!!! yazmaktadırlar.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur; "... Her kim bunlardan yemeye
mecbur kalırsa hiç kimseye saldırmadan ve sının aşmadan bir miktar yemesinde
günah yoktur.[84] Allah Teâlâ'nm haram
kıldığı yiyecekleri yemek zorunda kalan kişinin, ölmeyecek kadar bunlardan
yemesi helaldir.[85]
Tercih edilen görüşe göre, tedavi zaruretler
konusuna girmemektedir. Çünkü tedavi, âlimlerin çoğunluğuna göre vacip değildir.
Şeyhu'i-İslam; 'geçmiş âlimler arasında tedaviyi vacip kabul eden birini
bilmiyorum
[86] demiştir. Bu görüşü, Ibn
Abbâs (radiyallâhu anh)'ın rivayet ettiği şu hadis teyit etmektedir; 'Siyahı
bir kadın, Peygamber (sallalîâhu aleyhi ve seîlemj'e geldi ve «başım
ağrıyor; benim için Allah'a dua et» dedi. Peygamber
(sallalîâhu aleyhi ve sellem); «istersen sabret, senin için cennet var;
istersen de Allah'a dua edeyim ve sana şifa versin...» buyurdu.[87]
Şayet tedavi oimak vacip olsaydı, böyle bir muhayyerlikten söz edilemezdi.
Târik bin Suveyd el-Cu'fî (radiyallâhu anh), Rasulullah (sallalîâhu
aleyhi ve sellem)'e içki hakkında sordu. İçki yapmasını ona yasakladı -veya
çirkin gördü-. Bunun üzerine o; 'ben içkiyi tedavide kullanmak amacıyla
yapıyorum' dedi. Rasulullah (sallalîâhu aleyhi ve sellem); «Hiç şüphesiz o, deva
değil, derttir» buyurdu.[88]
Şeyhu'l-İslam
der ki; 'bu rivayet, içkiyle tedaviyi yasaklayan bir nasstır. Bu, tedavi
amacıyla içkiyi mubah kabul edenlere bir reddiyedir. Diğer haram kılınan şeyler
de buna kıyasla aynı hükümdedir.[89]
Şeriatın
kurallarını bilen Müslüman bir doktorun, Peygamberimiz (sallalîâhu aleyhi ve
sellem)'in hastalık diye nitelediği bir şeyi ilaç olarak tanımlaması nasıl
düşünülebilir?
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sal-lallâhu aleyhi ve sellem) necis/pis şeylerle tedaviyi yasakladı.[90]
Ebu'd-Derdâ (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallalîâhu aleyhi ve
sellem) buyurdu ki; 'Hiç kuşkusuz Allah, hastalığı da, ilacını da indirmiştir.
Her derde bir deva yaratmıştır. Tedavi olunuz ama haramları tedavide kullanmayınız.[91]
Bu deliller genel olarak, haram kılman
şeylerin, özel olarak da içkinin, tedavi amacıyla kullanılmasının da haram
olduğunu
ifade etmektedir.
Şeyhu'l-Islam,
âlimlerin çoğunluğunun bunu haram kabul ettiğini nakletmiştir.[92]
Aklı gideren her şey içkidir. Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'içki, aklı uyuşturan/sarhoşluk veren herşeydir.[93]
Sarhoşluk veren şeyleri tedavide kullanmak caiz değildir. Uyuşturucu maddeler
de bu hükümdedir. Ancak, ameliyat ve benzeri zorunlu durumlarda, yerine kullanılabilecek
başka bir madde bulunamadığı takdirde uyuşturucu maddelerin ve benzerlerinin
kullanılması caizdir.
Hayvanların boğazlanması, klasik literatürde
zebh, tezkiye/ zekât kelimeleriyle, develerin farklı kesim usuü de nahr
kelimesiyle ifade edilmiştir. Zekât kelimesinin sözlükte, artmak, çoğalmak,
bereketlenmek anlamı olduğu gibi, güzel koku anlamına da gelir. Boğazlamanın
zekât olarak isimlendirilmesi, serî mübahlığın onu güzelleştirmesi ve temiz
kılmasından dolayıdır. Balık ve çekirge dışında bütün hayvanlar, serî kurallara
uygun boğazlandığı takdirde yenilebilir.
1. Yatırılıp boğazlan ab ilen hayvanların, iki şah damarı, yemek
borusu ve boğazı kesilerek, kanı akıtılır. Av hayvanları veya tutulamayıp kaçan
hayvanların, herhangi bir yerlerinden yaralayarak, kanlarını akıtmak boğazlama
yerine geçer.
Râfi' b. Hadîc (radiyallâhu anh) anlatıyor; "Rasuluİlah
(sallal-lâhu aleyhi uesellem)'e: «Ey Allah'ın Rasulül Biz yarın düşmanla
karşılacağız. Yanımızda (hayvanları boğazlamak için) bıçak yok!» dedim.
Resulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «kan akıtan şeylerle boğazlarken ve
üzerine Allah'ın adı anılırken acele et. Diş ve tırnak
(bıçak yerine) kullanılmaz...» buyurdu. Deve ve koyun yağması ele geçirmiştik.
Aralarından bir deve kaçtı. Bir adam onu ok atarak durdurdu. Bunun üzerine
Resulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Doğrusu bu develer, vahşi
hayvanların kaçtığı gibi kaçabiliyorlar. Şayet onları tutamazsanız, ona işte
böyle yapın» buyurdu.[94]
2. Boğazlama
kemik ve tırnak dışındaki aletlerle yapılmalıdır. Çünkü Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem); «(hayvanı) kan akıtan şeylerle boğazlarken ve
üzerine Allah'ın adı anılırken acele et Diş ve tırnak (bıçak yerine)
kullanılmaz. Çünkü tırnak, Habeşlilerin kesme aletidir; diş ise bir kemiktir
(kesmez)»
[95] buyurmuştur.
3. Boğazlayan Müslüman veya ehl-i kitap olmalıdır. Boğaz-layanın
kadın veya erkek olması fark etmez. Kadınların boğazlamalarının meşruluğuna şu
hadis delildir; "Bir kadın, bir taş parçasıyla koyun kesmişti. Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem) 'e bunun hükmü sorulunca, «onun yenilmesini
emrettb
[96]
4. Boğazlarken, Allah'ın adının anılması gerekir. Bunun unutulmasının
bir sakıncası yoktur. Yüce Allah; 'Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen
hayvanlardan yemeyin. Çünkü onu yemek fısk/günahtır
[97]
buyurmuştur.
1. Boğazlamayı güzel yapmak; Hayvana ızdırap çektirmemek için,
boğazlamada kullanılacak bıçak keskinleştirilmelidir. Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem); 'Doğrusu Allah her şeyde iyi olmayı farz kılmıştır. O halde
siz öldürdüğünüz zaman öldürmeyi en güzel bir şekilde yapın. Kestiğiniz zaman
da kesmeyi güzel yapın. Sizden biri (hayvanı boğazlayacağı zaman)
bıçağını bilesin. Boğazladığı hayvanı da rahatlatsın buyurdu
[98]
buyurmuştur.
2-3-4. Kurbanı kıbleye doğru yatırmak, besmele
çekmek ve tekbir getirmek:
Câbir bin Abdullah (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem) kurban bayramı günü, boynuzlu iki semiz koçu
eliyle yatırıp kıbleye çevirdi ve şu duayı okuduktan sonra boğazladı;
Hiç şüphesiz ben, şirk koşmayan bir Müslüman olarak yüzümü,
gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim. Ben müşriklerden değilim. Hiç
şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, yaşamım ve ölümüm hepsi âlemlerin rabbİ
Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emir olundu ve ben
Müslümanlardanım. Allah'ım! Senden ve Senin için (bu kurbanı) Muhammed ve
ümmetinden (kabul buyur); Allah'ın adıyla, Allah en büyüktür"
Boğazlanan kurbanın karnından ölmüş yavrusu çıktığı zaman,
boğazlanmadan yavrusunun eti yenilebilir. Çünkü Peygamberimize boğazlanmış
hayvanın karnındaki yavrusunun hükmü sorulduğunda; 'İsterseniz yiyebilirsiniz;
annesinin boğazlanması onun boğazlanması hükmündedir
[99] buyurmuştur.
Tanımı: Kurban bayramı ve teşrik günlerinde, Yüce Alİah'a
yakınlaşmak arzusuyla boğazlanan hayvanlardır. Kurbanlık hayvanlar, deve,
sığır ve koyunlardır.
Hükmü: Alimlerin çoğunluğu, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
sellem)'in uygulamasını örnek alarak, kurban kesmenin müstehap olduğunu
belirtmişlerdir. Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; "Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem) boynuzlu alaca iki koç kurban etti. Onları kendi eliyle
kesti. Besmele çekti. Tekbir getirdi. (Keserken) ayağını da onların
boyunlarının üzerine koydu.[100]
Ümmü Seleme
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu
ki; "(Zilhicce ayının) onuncu günü girdiğinde, biriniz kurban kesmek
istediği zaman, saçından ve derisinden hiçbir şeye dokunmasın.[101]
Ebû Hanîfe -rahimehullah- ve bazı âlimler, kurban kesmeye
gücü yetenler İçin, kurbanın vacip olduğunu belirtmişlerdir. Bunu açıkça ve
dolaylı olarak ifade eden deliller zikretmişlerdir. Fakat kurbanın vucubiyetini
açıkça ifade eden delillerin, sarih olanları zayıf; sahih olanları ise sarih
değildir. İbn Hazm; 'Hiçbir sahabeden, kurban kesmenin vacip olduğu sahih
olarak nakle-dilmemiştir' der. Mâverdi; 'Sahabelerin rivayetleriyle, vacipliğin
kalktığına dair icma oluşmuştur' der.[102]
Kurban Kesme Vakti: Kurban bayramı namazından
sonra teşrik günlerinin sonuna kadar devam eder. Kurban bayramı namazından
önce kurbanlarını kesenler, kurbanlarını iade ederler. Çünkü Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Namazdan Önce kurbanlarını kesenler, onların
yerine başka kurban iade etsinler. (Namazdan önce) kesmeyenler, kurbanlarını
kessinler.[103]
Kurban Kesme Yeri: Kurbanların -açık-
namazgahlarda
kesilmesi müstehaptır. özellikle imamların,
insanlara kurban kesme vaktinin geldiğini bildirmesi için namazgahta
kesmelidir. İbn Ömer (radîyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) kurbanlarını namazgahta keserdi.[104]
Kurbanlar her yerde kesilebilir.
Hanımlar İçin kurban kesmek meşrudur. Erkekler, hanımlarının
yerine kurban kesebilirler:
Aişe (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Mina'da iken bana sığır eti
getirildi. Ben; 'bu ne?' dedim. RasuluUah (sallallâhu aleyhi ve sellem)
hanımları için sığır kurban etti' dediler.[105]
Kurban kesecek olanİar, Zilhicce ayının 10'u girdiği
zaman, kurbanın yününden ve tırnağından kesemezler. Veygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem) buyurdu ki; "(Zilhicce ayının) onuncu günü girdiğinde,
biriniz kurban kesmek istediği zaman, saçından ve derisinden hiçbir şeye
dokunmasın.[106] Bir başka rivayette;
'Kesinlikle yününü almasın, tırnağını kesmesin' buyuruİmuştur. Buradaki
yasaklama haramhk değil, mekruhİuk ifade eder. Âişe (radiyallâhu anhâ)
anlatıyor; 'RasuluUah (sallallâhu aleyhi ve sellem)"ın kurbanlarının
gerdanlık iplerini ellerimle ben büktüm. Sonra RasuluUah (sallallâhu aleyhi ve
sellem) bu gerdanlıkları kendi elleriyle kurbanlıklara taktı. Sonra onları
babamla birlikte (Mekke'ye) gönderdi. Kurbanı kesilinceye kadar, RasuluUah
(sallallâhu aleyhi ve sellem)'e Allah'ın helal kıldığı hiçbir şey ona haram
olmadı.[107]
Ebû Eyyûb el-Ensârî (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem) zamanında kişi, kendisi ve ev halkı için bir
koyun kurban ederdi. Hem kendileri yer, hem de başkalarına yedirirlerdi. Daha
sonra insanlar gösterişe başladılar ve durum gördüğün gibi oldu.[108]
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile
birlikte bir yolculuktaydık. Kurban bayramı vakti geldi. Devede on, sığırda
yedi kişi ortak olduk (ve kurban kestik).[109]
1. Deve veya sığırlarda ortak olanların aynı
aileden olması şart değildir. Çünkü farklı kabilelerden sahabeler ortak olarak
kurban kesiyorlardı.
2. Ortak olanların tamamının 'kurban niyetiyle'
kesiyor olmaları şart değildir. Aralarında et satın almak amacıyla ortak
olanlar da bulunabilir. Alimlerin çoğunluğuna göre, bu caizdir. Çünkü her ortak
kendi niyetine göre değerlendirilir, başkasının niyetine göre değil.
1. Altı aylık keçinin kurban edilmesi caiz değildir. Ancak altı
aylık koyunun kurban edilmesi caizdir. El-Berâ bin Azib {radiyallâhu anh)
anlatıyor; [Ebû Burde] dedi ki; Yâ
Rasulullah!
Yanımda besili bir dişi çebiş (süt oğlağı) var' dedi Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) sen o dişi çebişi kurban et! Fakat bu senden
başkası için geçerli olmaz' buyurdu.[110]
Alimler bu konuda icmâ etmişlerdir.
2-3-4-5. Bir veya iki gözü kör, hasta, topal, bir yeri
kırık hayvanların kurban edilmesi caiz değildir. Çünkü Peygamberimiz
(salîallâhu aleyhi ve sellem); 'Dört hayvanın kurban edilmesi caiz değildir. 1.
Tek gözü tamamen kör olan 2. Çok hasta olan 3. Topallığı iyice belli olan 4.
Yürümeyecek kadar ayağı kırık olanlar buyurdu.[111]
6. Kulağı kesik olanlar: Ali (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Ra-sûlullah (salîallâhu aleyhi ve sellem) kurbanlık hayvanların göz ve
kulaklarının kusurlu olup olmadığına iyice bakmamamızı emreder. Kulağı yarık ve
delik olanlarla önden ve arkadan kesik olanları kurban etmememizi bize
emrederdi.[112]
Kurban eti yenir ve dağıtılır ve ondan hiçbir şey
satılmaz:
Kurban kesenin, kurbanından yemesi ve tasaddukta
bulunması/dağıtması müstehaptır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Allah'ın
kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde
Allah 'm ismini anmaları (kurban kesmeleri için) sana (Kabe'ye) gelsinler.
Artık ondan hem kendiniz yiyin, hem de yoksula, fakire yedirin.[113]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kurban
etleriyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur; 'yiyiniz, yediriniz ve bir kısmını
alıkoyunuz.[114]
Kurbanın hiçbir şeyinin satılamayacağına delil, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in şu
hadisidir; 'kurbanlıkların hiçbir şeyini ücret olarak kasaplara vermeyiniz.[115]
1. Henüz anne karnındaki çocuklar için kurban kesilmez. İbn Ömer
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Kadınların karınlarındaki çocuklar için kurban
kesilmezdi.[116]
2. Kurbanlık hayvan kaybolduğunda
veya öldüğünde, eğer adak hayvanı ise yeni bir kurban gerekir. Adak hayvanı
değilse herhangi bir şey gerekmez. İbn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Kabe'ye kurbanlık hayvan gönderen kimsenin kurbanlığının, kaybolması veya
ölmesi durumunda, gönderilen bu hayvan adak kurbanı ise, yeniden bîr tane daha
göndermesi gerekir. Şayet nafile kurbansa, isterse yeniden bir tane daha gönderir,
isterse göndermez.[117]
Çocuğun
doğumu nedeniyle kesilen kurbana 'akîka kurbanı' denir. Bu konuyla ilgili
açıklamalar ileride zikredilecektir. İnşaallah.
1. Yemeğe besmeleyle başlamak. Ömer İbn Ebî Seleme (radiyallâhu
anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)-'in himayesinde küçük
bir çocuktum. Elimi tabağın içerisinde her tarafa uzatıyordum. Bunun üzerine
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bana; 'Ey çocuk! Allah 'm ismini
söyle, sağ elinle ye ve önünden ye' buyurdu. O günden sonra hep böyle yedim.[118]
Peygamberimiz (sallallâhu aİeyhİ ve sellem) Yemeğe
başlarken, Aziz ve Celil Allah'ı zikretmeyi unutan, hatırladığı zaman şöyle
desin; «bismillâhi fî evvelihî ve âhirihîI başında da sonunda da Allah'ın
adıyla». Böylelikle yeniden yemeğe dönebilir veya yediklerinde Şeytan
engellemiş olur.[119]
2-3. Sağ elle yemek, yemek tek kapta olduğu zaman başkasının
önünden yememek: Ömer ibn Ebî Seleme (radiyallâhu anh)'ın eli tabağın
içerisinde her tarafa uzandığı zaman; Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem) Ey çocuk! Allah'ın ismini söyle, sağ elinle ye ve önünden ye'
buyurmuştur.
4. Dayanarak Yememek: Çok yemek yemeye neden olduğu
için dayanarak yememek gerekir. Ebû Cuheyfe (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Ben dayanarak yemem buyurmuştur.[120]
5. Beğenmediğinde yemeği ayıplamamak: Ebû Hureyre (radiyallâhu
anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) asla hiçbir yemeği
ayıplamazdı. Hoşlanırsa yer; hoşlanmazsa yemezdi.[121]
6. Bîr araya gelerek yemek, yalnız yememek: Çünkü sofranın
kalabalık olması bereketini artırır. Nitekim Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi
ve sellem) 'iki kişinin yemeği üç kişiye, üç kişinin yemeği dört kişiye yeter.[122]
buyurmuştur.
Bir defasında sahabeler; 'Yâ Rasulullah!
Bizler yiyoruz ama doymuyoruz?' demişlerdi. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem); 'belki de ayrı ayrı yiyorsunuz!' buyurdu. Onlar; 'evet' dediler. Bunun üzerine 'yemekleri birlikte yiyiniz
ve Allah'ın ismini zikrediniz. Böylelikle yemeksize bereketli kılınır' buyurdu.[123]
7- Elleri yıkamadan veya silmeden önce
parmaklan yalamak: Câbir {radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem) parmakları ve tabağın yalanmasını emretti ve «bereketin
nerede olduğunu bilemezsiniz buyurdu
[124]
İbn Ab-bâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Sizden birisi yemek yediği zaman
elini yalamadıkça veya yalatmadıkça onu silmesin.[125]
8. Yere düşen lokma, yerde bırakılmamalıdır.
Ona bulaşan şeyler giderildikten sonra yenmelidir. Câbir {radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ue sellem); «Şeytan her halükarda
sizden birisinin yanma gelir. Hatta yemek yediği sırada da (kişinin yanma)
gelir. Dolayısıyla sizden birisinin lokması yere düşerse hemen ondaki bulaşığı
gidersin, sonra da onu yesin. Onu şeytana bırakmasın. Yemeği bitrdiği zaman
parmaklarını yalasın. Çünkü yemek yiyen kimse, bereketin, yemeğinin hangi
kısmında olduğunu bilemez» buyurdu.[126]
9. Yemekten sonra eller yıkanmalıdır. Peygamberimiz
{sallallâhu aleyhi ve sellem) 'Elinde yemek artığı ve kokusu varken onu
yıkamadan uyuyup da (uykusu esnasında) kendisine zararlı bir böcek ilişen
kimse, (başına gelenden dolayı) kendisinden başka kimseyi suçlamasın.[127]
10-11. Yemek yendikten sonra Allah'a hamd ve dua edilmelidir.
Enes {radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem); «Yemek yedikten veya bir içecek İçtikten sonra Allah'a hamd eden
kuldan Allah hoşnut olur» buyurdu.[128]
Rasulullah {sallallâhu aleyhi ve sellem) yemekten sonra
farklı cümlelerle hamdetmiştir. Bunlardan bazıları;
İhtiyaçların
karşılayan kimseleri olmayıp, barmaksız nice kimseler varken bizi yediren, içiren,
ihtiyaçlarımızı karşılayan ve barındıran Allah'a hamd olsun.
[129]
Yediren, içiren ue yedirip içirdiği şeyi
kolaylıkla boğazdan geçirip hazmettiren ve artıkları için bir çıkış yolu
yaratmış olan Allah'a hamd olsun.[130]
Sen
yedircifn, sen iç/rdfn, sen zenginleştirdin, sen kanaatkar kıldın, sen hidayet
ettin, sen ihya ettin. Verdiğin her şey için sana hamd olsun"
[131]
12. Yemek ikram edene dua edilmelidir. Peygamberimiz
(sallallâhu
aleyhi ve sellem)'in dualarından bazıları;
Solranizda (daima) oruçlular iftar etsin ve
yemeklerinizi hayırlı kişiler yesin ve melekler sizin için dua etsin.[132]
Allahım! Kendilerine ihsan ettiğin rızıkları onlar için mübarek
kıl. Onlar için mağfiret ue kendilerine merhamet eyle.[133]
1. Hakkında haram
olduğunu bildiren bir delil bulunmadığı sürece, bütün içeceklerde asıl olan,
helalliktir.
Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'bu bardakta,
bütün içecekleri Rasulullâh (sallallâhu aleyhi ue sellem)'e ikram ettim; Su,
şıra şerbeti, bal ve süt.[134]
2. Bütün
türleriyle içki haramdır.
Yüce Allah; 'Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar
(putlar), fal ue şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun
ki, kurtuluşa eresiniz
[135]
buyurmuştur.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
'Şaraba, onu içene, sunana, satana (ve alana), onu (üzümden) sıkıp çıkarana,
onun sıkılıp çıkarılması için emir verene, taşıyıcısına ue kendisine getirilen
kimseye Allah lanet etsin.[136]
3. Sarhoşluk veren her şey içkidir.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve selîem};
'Sarhoşluk veren her şey, haramdır. (Dünyada iken) sarhoş edici içki içene
(âhirette) 'Tînetu'l-HabâV (denilen yanma esnasında cehennem halkının
bedenlerinden akan sarı sudan) içirmesi, Yüce Allah'ın kendi üzerine bir
taahhüddür' buyurdu. Sahabiler; 'Ey Allah'ın Rasulül Tînetü'l-Habâl nedir?'
diye sordular. Peygamber (sallallâhu aleyhi ue sellem) 'cehennemliklerin teri
ya da cehennemliklerin usaresidir/bedenlerinden akan sarı irindir' buyurdu.[137]
4. Aklı gideren her şey içkidir.
Ömer bin
Hattab (radiyailâhu anh) anlatıyor; içki aklı uyuşturan her şeydir.[138]
Buna haşhaş, afyon ve diğer uyuşturucu maddelerin tamamı dâhildir.
5.
Çoğu
sarhoşluk veren şeyin, azı da haramdır. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem); 'Sarhoşluk veren her şey haramdır. Bir farak'ı
[139]
sarhoşluk veren şeyin, bir avucu da haramdır.[140]
6. içkiyle tedavi caiz değildir. Bu konu yiyecekler bölümünde
açıklanmıştı.
7. İki farklı şeyi karıştırıp [suda bekleterek] şıra yapmak
caiz değildir. Ebû Katâde (radiyailâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem), «kuru hurma ile hurma koruğunun, kuru hurma ile kuru üzümün
karıştırılmasını yasakladı» Bunlardan her biri ayrı ayrı şıra (ve hoşaf)
yapılabilir.[141]
İki farklı
şeyin karıştırılmasının yasaklanması, karışımı sebebiyle daha hızlı sarhoşluk
verici maddeye dönüşmesidir. Bu durumda şıra yapan kişi, birbirine kattığı
maddelerin henüz içkiye dönüşmediğini zannedebilir. Alimlerin çoğunluğu,
hadiste belirtilen nehiy/yasakiama lafzının haramlık değii, mekruhluk bildirdiğini
belirtmişlerdir. Çünkü haramlık ancak içkiye dönüştüğü zaman gerçekleşir.
8. Tek türden maddelerle şıra yapmak, şiddetlenmediği ve sarhoşluk
veren bir maddeye dönüşmediği sürece mubahtır.
Şıra/Nebiz,
kuru hurma veya kuru üzümün suda tatlanınca-ya kadar bekletilip içilmesidir.
Habeşli Cariye (radiyailâhu anhâ) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
sellem) için, geceden su testisinde şıra yapar, testinin ağzını bağlayıp
asardım. Sabah
olduğunda ondan içerdi. Abdullah İbn Abbâs
(radiyailâhu anh) anlatıyor; 'Resulullah {sallallâhu aleyhi ve sellem) için gecenin
evvelinde nebiz/şıra şerbeti yapılırdı. Resulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem) bu şıra şerbetini; sabahladığı zaman, o günün tamamında, gelecek olan
gecede ertesi günde, ertesi gecede ve daha ertesi günün ikindi vaktine kadar
içerdi. Bu üçüncü günde ondan bir şey kahrsa, onu da hizmetçisine içirir ya da
ona (bunu dökmesini) emrederdi. Bunun üzerine o da dökülürdü. Yani tadında bir
değişiklik olduğu fakat bu değişiklik şiddetlenmediği sürece ondan içer,
şiddetlendiği zaman ise dökülmesini emrederdi.
1. İçmeden önece bismillahirrahmanirrahim demek.
2. Sağ elle içmek.
3. Oturarak içmek daha faziletli olmakla birlikte
ayakta içmek de caizdir. Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasu-îullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem), «hiçbiriniz içececeğini kesinlikle ayakta
içmesin; bunu unutan derhal kussun buyurdu. Hadisteki nehiy/yasaklama, tenzihen
mekruh olduğunu ifade eder. Nitekim İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ayakta bir kovadan zemzem içü.
4. İçerken üç yudumda ve aralarda -su kabının dışında- nefes
alarak içmek: Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) içerken, ağzını
kaptan uzaklaştırır ve arada iki veya üç defa nefes alırdı. Sonra şöyle derdi;
(Bu şekilde içmek) daha doyurucu, (hastalıklara karşı) daha koruyucu ve daha
âfiyetlidir.
5. Kabın içine
nefes alınıp verilmemesi ve üfürülmemesi: Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem); 'hiçbiriniz içerken kaba nefes ahpvermesin;[142]
'kaba nefes-alınıp verilmez ve üfü-rülmez
[143]
buyurmuştur.
6. Su kabını veya
sürahiyi kafaya dikip içmemek: İbn Ab-bâs (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) su İcabının ağzından su İçmeyi yasakladı.[144]
Sürahiyi kafaya dikip içme durumunda, boğaza su daha hızlı gidecektir. Bu da
karaciğer ve mide rahatsızlığına neden olacaktır. Ayrıca su ile birlikte
olabilecek yabancı cisimlerin ayırt edilmesi de güçleşecektir.
7. İçecekleri
ikramda sağdan başlamak ve sağdan dağıtmak:
Enes bin Mâlik (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e bir kap süt getirilmişti,
içerisine su katıldı. Önce kendisi içti. Solunda Ebû Bekir, sağında da bir
bedevi vardı. Sütten artan kısmı bedeviye verdi ve; «sağdan, sağdan (devam
ediniz)» buyurdu.[145]
8. İçecekleri ikram edenin en son içmesi: Çünkü Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem); 'içecek dağıtan en son içer
[146]
buyurmuştur.
9.
İçtikten
sonra Allah' a hamd edilmesi. Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem); «Yemek yedikten veya bir içecek içtikten sonra
Allah'a hamd eden kuldan Allah hoşnut olur» buyurdu.[147]
1. Haram kılındığı bir delille belirtilmiş
olmayan bütün kaplarda asıl olanın heİal olmasıdır. Çünkü Yüce Allah; Yeryüzünde
bulunan her şeyi sizin için yaratan O'dur
[148]
buyurmuştur.
2. Altın ve gümüş kaplarda yemek ve İçmek caiz değildir. Çünkü
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); Altın ve gümüş kaplarda
(yemeyizin ve) içmeyiniz, ipekli ve dibac/atlas ipeği elbiseler giymeyiniz.
Bunlar dünyada onlar için, âhirette sizin içindir
[149]
'Gümüş kapta içenler, karınlarında ancak cehennem ateşini şarıltatırlar
[150]
buyurmuştur.
3. Başka kap bulunamaması durumunda, kâfirlerin kaplarında
-yıkandıktan sonra yemek yenebilir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem) Ebû Sa'lebe el-Huşenî'ye şöyle buyurmuştur; anlattığın gibi sen Kitap
ehli bir toplumun bölgesinde yaşamaktasın. Başka kap bulabilirseniz onların
kabında yemeyin; eğer başka kap bulamazsanız onların kabını yıkadıktan sonra
kullanabilirsiniz.[151]
4. Yatmadan önce kapların örtülmesi, su
testilerinin ve benzerlerinin ağızlarının bağlanması ve besmele getirilmesi
müstehaptır.
Câbir bin Abdullah (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu; 'Gece karanlığı olduğu zaman ya
da akşam vaktine girdiğiniz zaman çocuklarınızı (dışarı çıkmaktan) men edin.
Çünkü şeytan(lar), o zaman (etrafa) dağılırlar. Geceden bir saat geçince
(dışardaki) çocuklarınızı (evlerinize) koyun. Allah'ın ismini anarak
(Bismillahirrahmanirrahim diyerek) kapıları kapatın. Çünkü şeytanlar, kapalı
kapılan açamazlar. Yine Allah'ın
ismini anarak (Bismillahirrahmanir-rahim diyerek) kırbalarınızın ağızlarını
bağlayın. Yine Allah'm ismini anarak (Bismillahirrahmanirrahim diyerek)
üzerlerine enlemesine bir şey koymak suretiyle de olsa kaplarınızın ağızlarını
örtün. Kandillerinizi söndürün.[152]
Yüce Allah şöyle buyurmuştur; "Ey İnsanoğulları! Ayıp
yerlerinizi örtecek giyimlikle sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Takva
örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır. Allah'ın bu ayetleri öğüt almanız içindir.[154]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ue sellemj'e, avret/örtünmesi
gereken yerler soruldu; 'Eşin ue cariyelerin dışında herkesten avret yerini
koru!' buyurdu. 'Topluluk halinde bir arada yaşanıyorsa (nasıl olacak)?'
denildi, 'hiç kimseye göstermemeye gücünüz yettiği kadarıyla, göstermeyin
buyurdu. 'Yalnız bulunduğumuzda (nasıl olacak?)' denildi. Allah, kendisinden
utanıl-maya daha layıktır' buyurdu.[155]
a) Açık giyinmenin yasaklanması ve cehennem azabıyla cezalandırılacağı:
Kurâni Kerim'de 'teberrüc' olarak İfade edilen, 'açılıp-saçılma:
Hanımların, erkeklerin şehvetlerini tahrik eden ve örtülmesi vacip olan
süslerini ve güzelliklerini göstermeleridir.
Ümeyye binti
Rakîkâ (radiyallâhu anhâ), Rasulullah (salîal-lâhu aleyhi ve sellem)'e biat
etmek için geldi ve şöyle dedi; 'Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmamak, hırsızlık
etmemek, zina etmemek, çocuğunu öldürmemek, iftira etmemek,[156]
ölüye ağıt yakmamak ve ilk dönem cahiliyesindeki gibi açılıp-saçılmamak üzere
sana biat ediyorum.[157]
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) buyurdu ki; «Cehennemliklerden görmediğim iki sınıf vardır;
Birincisi, yanlarında sığır kuyrukları gibi kamçılar bulunup onlarla insanları
döven/işkence eden bir topluluk! İkincisi, giyinmiş çıplaklar, kırılanlar,
(erkeklere) meyledenler, başları Horasan develerinin eğilmiş hörgüçleri gibi
olan kadınlar! Bunlar, cennete giremeyeceklerdir, onun kokusunu dahi
duyamayacaklardır. Oysa cennetin kokusu, şu kadar uzaklıktan hissedilecektir.[158]
Hadisteki, 'giyinmiş çıplaklar' ifadesi, güzelliklerini
sergilemek için, vücutlarının bir kısmı görünecek şekilde açık giyinenler veya
vücutlarını vasfeden İnce, dar kıyafetler giyinenleri ifade etmektedir. 'Baş/an
Horasan develerinin eğilmiş hörgüçleri gibi olan kadınlar!' İfadesiyle de, saç
örgülerini başlarının üzerinde, deve hörgücü gib'i topuz yapan hanımlar
anlatılmaktadır.
b) Müslüman hanımların giyiminde sekiz özellik şarttır:
Birinci Şart: Bütün vücudunu örtmesi, -yüz
ve ellerin örtülmesi konusunda farklı görüşler bulunmaktadır-:
Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Mümin kadınlara da söyle:
Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler; namus ve iffetlerini
korusunlar, görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir
etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları,
babaları kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek
kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğullan, kız kardeşlerinin oğulları, kendi
kadınları (Mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan (hizmetçileri), erkeklerden
kadına İhtiyacı kalmamış (cinsi güçten düşmüş) hizmetçiler yahut henüz
kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan
başkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri
anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (dikkatleri üzerlerine çekecek
tarzda yürümesinler). Ey Müminler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki,
kurtuluşa eresiniz
[159]
'Ey Peygamberi Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç
için dışarı çıktıkları zaman) Örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların
tanınmaması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah, gafur/çok
bağışlayan, rahîm/çok esirgeyendir.[160]
Yüz ve eller haricinde, kadınların bütün vücutlarını örtmelerinin
vacip olduğu konusunda âlimler ittifak etmişlerdir.
Bazı âlimler
yüzün ve ellerin örtülmesinin vacip olduğunu belirterek, görüşlerini şöylece
delillendirmişlerdir;
1. Yüce Allah; 'Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz
zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların
kalpleri için daha temiz bir davranıştır
[161]
buyurmuştur.
Bu ayet-i kerîmenin nüzul sebebi şudur; Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem) Zeyneb binti Cahş ile evlendiğinde, halkı yemeğe davet etti.
Yemekten sonra çıktılar, geriye bir grup kalmıştı. Onlar Rasulullah'ın yanında,
uzun süre oturdular. Onların çıkmaları için Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem) birçok defa girip-çıktı. Yanında Zeyneb (radiyallâhu anhâ) bulunuyordu.
Daha sonra bu âyet nazil oldu ve aralarına perde konuldu.[162]
Hanımların yüzünün örtülmesini vacip kabul edenler, ayetin
hükmünün bütün hanımlar için geçerli olduğunu, çünkü örtünün gerekçesi olan
'kalp temizliğinin' herkesi kapsadığını belirmişlerdir.
Hanefî ve Mâliki mezhebine göre, kadınların elleri ve yüzü avret
değildir. Bunların dışındaki bütün bedenleri avrettir. Şafiî ve Hanbelî
mezhebine göre eller ve yüz de avret kapsamındadır. İmam Ebû Hanîfe'ye göre
kadınların ayaklan da avret değildir.
[163]
2. Yüce Allah;
"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve Müminlerin kadınlarına (bir
ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine almalarını söyle.
Onların tanınmaması ve in-citilmemesi için en elverişli olan budur. Allah,
gafur/çok bağışlayan, rahîm/çok esirgeyendir
[164]
buyurmuştur.
Ayetteki, 'tanınmamaları' ifadesini, görebilmesi
için tek gözünün dışında bütün yüzünü örtmesi olarak tefsir etmişlerdir.
3. Ibn Mesûd (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Kadın avrettir. Dışarı çıktığı
zaman şeytan, bakışları ona çevirir
[165]
buyurmuştur. Şeytanın bakışları ona çevirmesi, erkeklerin gözüne onu süslü ve
cazibeli göstermesidir.
4. İfk/iftira hadisinde yer alan şu ibare bu konuda delil olarak
alınır; '... Safvan b. Muattal es-Sülemî sonra Zekvânî, ordunun arkasında mola
vermişti. Gecenin sonunda yola çıkmış, benim
bulunduğum
yerde sabahlamış ve uyuyan bir insan karaltısı görmüş. Hemen yanıma gelip beni
gördüğü zaman tanımış. Hakikaten bana tesettür farz kılınmazdan önce beni
görüyordu. Beni tanıdığı zaman onun 'Innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn I Biz
muhakkak Allah'tan geldik ve ancak O'na dönüyoruz' şeklindeki istirca sözüyle
uyandım. Hemen cübâbımla/dış kıyafetimle yüzümü örttüm.[166]
5. Esma binti Ebû Bekir {radiyallâhu anhumâ)
anlatıyor; 'ihramda iken, erkeklerden yüzlerimizi örterdik, bundan Önce de
(saçlarımızı) tarardık.[167]
Bazı âlimler yüzün ve ellerin açık kalmasının caiz, örtülmesinin
müstehap olduğunu belirterek, görüşlerini şöylece deiğillendirmişlerdir;
1. Yüce Allah; 'Mümin kadınlara da söyle: Görünen kısımları
müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler
[168]
buyurmuştur.
Yüzün ve ellerin Örtülmesini vacip kabul etmeyenler, âyetteki
'görünen kısımları müstesna' ifadesini, yüz ve eller' olarak açıklamışlardır.
2. Aişe {radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Ebû Bekir'in kızı Esma
üzerinde ince bir elbiseyle Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve selle-m) 'in yanma
gelmişti. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ondan yüzünü çevirdi ve «Ey
Esma! Bir kadın hayız yaşma ulaştığı zaman -eline ve yüzüne işaret ederek-
şunlar hariç, hiçbir yerinin görünmesi doğru olmaz» buyurdu.[169]
Bu görüşteki âlimlerin delillerinin en açık ifadeli olanı budur. Fakat senedi
zayıftır.
Peygamber {sallaliâhu aleyhi ve sellem)'in yanına
gelen, yüzİerİ ve elleri açık Müslüman hanımları, nehyetmediğini İfade eden
delilleri de zikretmişlerdir;
3. Bayram günü Peygamberimizin hanımlara
vaazının an-latıldıldığı Câbir bin Abdullah'ın rivayet ettiği hadiste şöyle denilmiştir;
hanımların arasından kızıl yanaklı bir kadın kalktı ve 'Ey Allah'ın Rasülü!
Neden....?' dedi.[170]
Câbir (radiyallâhu anh)'ın, soru soran kadını 'kızıl yanaklı' olarak
tanımlaması, 'yüzünün açık olduğuna delildir' demişlerdir.
4.
İbn Abbâs
(radiyallâhu anhj'ın rivayet ettiği, Veda haccı esnasında Peygamberimizden
fetva isteyen bir kadınla, el-Fadl bin Abbâs'ın bakışması olayı; el-Fadl bin
Abbâs kadına, kadın da ona bakmaya başlamıştı Güzel bir kadındı. Bunun üzerine
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) Fadl'm yüzünü diğer tarafa çevirdi.[171]
Bir başka rivayette; 'Fadl b. Abbâs'ı binitinin arkasına aldı sonra şeytan
taşlama yerine gelerek taş attı
[172]
denilmekte, yani kadının fetva istemesinin, ilk tahallülden/ihramdan
çıkıldıktan sonra olduğu anlaşılmaktadır.
İbn Hazm der
ki; 'Eğer kadınların yüzü avret olsaydı/örtülü olması gerekseydi, insanların
yanında yüzün açık olmasını Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ikrar
etmezdi. Örtülerini yüzlerinin üzerine salıvermelerini kadınlara emrederdi.
Şayet kadının yüzünde örtü bulunuyor olsaydı, İbn Abbâs onun güzel bîr kadın
olduğunu anlayamazdı'.
5. Âİşe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Mümin hanımlar örtülerine
bürünmüş olarak, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ue sellem) ile birlikte sabah
namazında bulunur; namaz bittikten sonra da evlerine dönerlerdi. Gecenin alaca
karanlığında kimse onları tanımazdı.[173]
Gecenin alaca karanlığında tanınmazlardı'
denilmesi, eğer karanlık olmasaydı tanınırlardı anlamını vermektedir. Tanınma
denildiğinde, genellikle kişilerin yüzlerinden tanınması kastedilir.
Dolayısıyla hadisteki ifadeden, yüzlerinin açık olduğu anlaşılmaktadır.
6. Bayram günü Peygamberimizin hanımlara
vaazının anlatıldığı İbn Abbâs'ın rivayet ettiği hadiste; '... onlara sadaka
vermelerini emretti. Bunun üzerine hanımların ellerindeki bilezikleri çıkarıp
Bilal'in elbisesine attıklarını gördüm.[174]
7. Aişe
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Bir kadın Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
sellemj'e biat etmek için geldi. Eli kınasızdı. Kadın eline kına yakıncaya
kadar biat ed(e)medi.[175]
Bu görüşteki âlimler, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem)'den sonraki zamanlarda devam edegelen uygulamaları da delil olarak
zikretmişlerdir.
Yüz ve ellerin örtülmesi konusuyla ilgili olarak, her iki
görüşteki âlimler, birbirlerinin delillerini değerlendirmiş ve yaklaşımlarını
genişçe izah etmişlerdir. Bunları detaylarıyla zikretme gereği duymuyoruz. Bu
kitapta takip ettiğimiz yönteme aykırı olmasına rağmen, 'peçe takmanın hükmünü'
belirtmek için, burada iki görüşü, öne çıkan delilleriyle birlikte zikretmek
istedik. Eski dönemlerde olduğu gibi, günümüzde de bu konuda farklı görüşler
ileri sürülmektedir. Bu ihtilaf, bir tarafın, farklı düşünen diğer tarafa ağır
eleştirilerde bulunmasının doğru olmadığı İhtilaflardandır.
Burada şuna dikkat çekmeden de
geçemeyeceğiz. Günümüzde üçüncü görüşü oluşturan bir grup, hanımların
yüzlerini örtmelerinin bidat ve dinde saptırma olduğunu savunmaktadır. Hatta
'kadının yüzünü örtmesi haramdır' iddiasıyla, bazı kimselerin cehaleti, bu
konuyu kitaplaştıracak boyuta ulaşmıştır.
Bu konuyu bitirirken, şu değerlendirmelerde
bulunmak istiyoruz;
1. Alimler, yüz ve eller dışında hür kadının
örtünmesinin farz olduğu konusunda icmâ etmişlerdir.
2. Yüz ve ellerin örtünmesi konusu âlimler arasında ihtilaflıdır.
3. Yüzün örtülmesinin farz olmadığı görüşünde olan âlimler,
özellikle
fitne zamanında yüzün örtülmesinin daha faziletli olduğunu söylemişlerdir.
İkinci Şart
[176]
Elbiselerinin süslü olmamasıdır. Yüce Allah; Görünen kısımları müstesna olmak
üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler...' buyurmuştur. Bu âyet, erkeklerin
dikkatlerini çeken süslü elbiseler olması durumunda, elbiselerin görünüşünü de
kapsamaktadır. Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve seilem) şöyle
buyurmuştur; 'Üç kimsenin hali sorulmaz. (Çünkü bunlar helak olmuşlardır).
1. Cemaattan ayrılıp, imamına isyan eden ve ası olarak ölen.
2. Kaçak durumdayken ölen, kaçak cariye ve köle,
3. Eşini kaybeden ve dünya sıkıntılarına katlanamayıp
sonrasında teberrüc/açılıp-saçıîan kadın. Bunların hali sorulmaz!.[177]
Teberrüc: Bir kadının, erkeklerin şehvetlerini tahrik eden,
örtmesi vacip olan zinet ve güzelliklerini göstermesidir.[178]
Dış kıyafeti n/cilb ab m hanımlara emredilmesi, ziynetlerinin
örtülmesi içindir. Dolayısıyla dış kıyafetin zinet niteliğinde olması
düşünülemez.[179]
Bazı tesettürlü hanımların, siyah renk dışındaki kıyafetlerin
zinet olduğunu düşünmeleri iki nedenle yanlıştır.
1. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve seilem); 'Kadının kokusu, rengi görünen, kokusu gizli
kalandır
[180]buyurmuştur. Hasen
hadistir.
2. Sahabi hanımlar, siyah rengin dışında farklı
renklerde elbiseler giymişlerdir. Bunlardan bazıları;
İkrime
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rifâa hanımını boşadı
Daha sonra o kadınla Abdurrahman bin Zubeyr evlendi.
Âişe (radiyallâhu anhâ) diyor ki; 'Bu kadının üzerinde yeşil bir başörtüsü
vardı. Bana geldi, (eşini) şikâyet etti ve vücudundaki yeşilli-ği(lmorluğu)
gösterdi. Rasululhh (sallallâhu aleyhi ve seilem) gelince ben; «Mümin
hanımların karşılaştıkları böylesi bir sıkıntı hiç görmemiştim. Kadının
vücudundaki yeşillik[/morluk], üzerindeki örtünün yeşilliğinden daha koyu»
dedim.[181]
2. Hâlid kızı
Ümmü Hâlid (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
sellem)'e birçok elbiseler getirilmişti. Bunların arasında bir tane küçük
siyah yün kumaş vardı. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seilem); 'bunu kime
giydirelim, dersiniz?' buyurdu. Oradakiler sessiz kaldılar. Bunun üzerine,
'bana Ümmü Hâlid'i getiriniz' buyurdu, Ümmü Hâlid, küçük kızıyla birlikte
getirildi. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seilem) yün kumaşı aldı ve eliyle
ona giydirdi. «Güle güle giy ve üzerinde eskit» buyurdu. O kumaşın üzerinde
yeşil veya sarı damgalar vardı. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seilem); «Ey
Ümmü Hâlid! Bu damgalar, güzeldir, güzeldir» buyurdu.[182]
3. Kasım (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'îhramîı olduğu halde, Âişe
{radiyallâhu anhâ) sarı renkli elbise giyerdi.[183]
Bu rivayetleri zikrettikten sonra şunları
söyleyebiliriz;
1. Ziynet sayılan
elbiseler, birçok renklerden oluşan veya üzerinde dikkat çekici, göz alıcı
altın ve gümüş nakış işlemeleri bulunan elbiselerdir.
2. Yukarıda zikrettiğimiz rivayetler dikkate alındığında, siyah
renkli elbiseler hanımlar için daha faziletli ve tesettüre daha uygundur. '...
Uyuyan bir insan karaltısı...' lafzıyla ifk hadisinde geçtiği gibi, Peygamber
hanımlarının elbiseleri böyleydi.
Üçüncü Şart
:
[184]Giyilen
elbise dar ve şeffaf olmamalıdır.
Ebû Hureyre fradiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) buyurdu ki;
Cehennemliklerden
görmediğim iki sınıf vardır; ... ikincisi, giyinmiş çıplaklar!... Bunlar, cennete
giremeyeceklerdir, onun kokusunu dahi duyamayacaklardır. Oysa cennetin kokusu,
şu kadar uzaklıktan hissedilecektir»
[185]
Burada bahsedilen kadınlar, giydikleri ince
elbiselerin vücutlarını vasfetmesi ve örtmemesidir. Normalde giyinmiş olan bu
kadınlar, gerçekte çıplaktırlar.[186]
Dördüncü Şart: Giyilen elbise geniş olmalı, vücudu belli etmemelidir.
Usâme bin Zeyd (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem), bana Mısır kumaşından keten bir elbise giydirdi.
Onu kendisine Dahiyye el-Kelbî hediye etmişti. Ben de o elbiseye hanımıma
giydirdim. (Daha sonra üzerimde o elbiseyi görmeyince) Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem), bana; «neden o elbiseyi giymedin?» buyurdu. Ben; «Onu hanımıma
giydirdim» dedim. Bunun üzerine; «ona söyle, altından entari giysin. Aksi halde
vücudunu belli etmesinden korkarım» buyurdu.[187]
Burada Müslüman hanım kardeşlerime şunu
hatırlatmak istiyorum; 'Yalnızca saçın ve boynun kapatılıp, alt taraflara
dikkat edilmemesi, dar ve bacakların yansını açıkta bırakan kısa elbiselerin
giyilmesi tesettür sayılmaz. Bacakların görünen kısmının çoraplı olması yeterli
değildir. Tesettürün, Yüce Allah'ın emrettiği şekilde yapılması ve Ük muhacir
hanımların Örnek alınması gerekir. Başörtüsü emredildiği zaman ilk muhacir hanımlar,
elbiselerini yırtıp başörtüsü yapmışlardı. Bu gün biz, hanımların elbiselerini
yırtmalarını istemiyoruz. Sadece elbiselerinin uzun ve geniş olmasını, Allah'ın
örtülmesini emrettiği bütün yerleri kapatan elbiselerin giyilmesini istiyoruz.
Beşinci Şart: Kokulu eîbiseler giyilmemelidir.
Ebû Mûsâ el-Eş'arî (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki; «Koku sürünüp, kokusunu hissetmeleri
için bir topluluğun yanından geçen kadm, zâni-ye/zinâ etmiş olur» buyurdu.[188]
Kokulu elbise giymenin yasaklanma nedeninin,
şehveti
uyandırması ve tahrik etmesi olduğu gayet açıktır. Bu nedenle bazı âlimler,
çekici elbiseleri, görünen süsleri, gösterişli ziyneti ve erkeklerle bir arada
bulunmayı aynı hükümde değerlendirmişlerdir.[189]
Altıncı Şart: Erkeklerin elbiselerine benzememelidir.
İbn Abbâs
(radiyailâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem),
kadınlara benzeyen erkeklere ve erkeklere benzeyen hanımlara lanet etmişlerdir.[190]
Hadis-i şerifte kastedilen anlam şudur; kadınlara özgü kılık, kıyafet ve
süslenmelerde erkeklerin, kadınlara benzemeleri caiz değildir. Aynı şekilde
aksi de caiz değildir.
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) kadın elbisesi giyen erkeklere; erkek elbisesi giyen
kadınlara lanet etmiştir.[191]
Her iki cinsin birbirine benzemelerinin yasaklanmasındaki ölçü,
soyut anlamda erkeklerin ve kadınların hoşlandıkları ve alışageldikleri
şeylerin yasaklanmasına dönük değildir. Buradaki hüküm, erkeklere ve kadınlara
özgü şeylerle alakalıdır. Dolayısıyla, hanımlara özgü elbiselerin, emredildiği
şekiide tesettüre uygun olması, açık olmaması ve vücudu sergilememesi şarttır.
Erkek ve kadının birbirine benzemesinin yasaklanmasında iki
gaye vardır; birincisi, erkek ve kadın
arasındaki farklılık; ikincisi, kadınların örtünmesidir. Bu iki gayenin birlikte
gerçekleşmesi zorunludur.[192]
Yedinci Şart: Kâfir kadınların kıyafetlerine
benzememelidir.
İslam
şeriatına göre, -erkek olsun, kadın olsun- Müslümanların, ibadetlerinde,
bayramlarında ve kıyafetlerinde kâfirlere benzemesi caiz değildir. Bu kural,
birçok nassla sabittir. Abdullah bin Amr (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Rasulullah (saüaiJâhu aleyhi ve sellem) üzerimde sarı renkli iki elbise gördü
ve bana; «bunlar kâfirlerin kıyafetleridir; bunları giyme!» buyurdu.[193]
Bu konuyla ilgili birçok hadis bulunmaktadır. Burada amaç, Müslüman
hanımların, kâfir kadınların elbiselerine benzeyen kıyafetler giymelerinin caiz
olmadığının bilinmesidir. Çünkü görüntüdeki benzerlik, benzerler arasında
uyumluluğa ve şekillenmeye neden olur. Ahlak ve yaşantı olarak da onlara uymaya
yol açar.[194]
Sekizinci Şart: Giyilecek elbisenin,
kibirlenmek ve gösteriş amaçlı olmaması.
İbn Ömer
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'RasuluUah (sallallâhu aleyhi ve sellem) «Dünya'da
şöhret/kibir ve gösteriş için elbise giyenlere, Allah kıyamet günü
zillet/rezillik elbisesi giydirecek, sonra da üzerlerinde alevlendirecektir.[195]
Hadisin metninde 'şöhret elbisesi olarak ifade edilen bu giyim tarzı, insanlar
arasında meşhur olmak amacıyla giyilen bütün kıyafetleri kapsamaktadır. Bunlar,
son derece kaliteli ve süslü elbiseler olabileceği gibi, takva gösterisi ve
riyakârlık amacıyla giyilen sefil elbiseler de olabilir.
1. Hanımların ipek elbise giymeleri caizdir.
İpek
elbiseler, hanımlara helal, erkeklere haramdır. Çünkü
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'İpek
ve altın giysi ve takılar, ümmetimin erkeklerine haram; kadınlarına helal kılınmıştır
[196]
buyurmuştur. Ali (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'RasuluUah (sallallâhu aleyhi ve
sellem) bana saf ipekten alaca renkli bir elbise hediye etti. Ben de onu giyip
dışarıya çıktım. Derken RasuluUah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in yüzünde
kızgınlık belirtisi gördüm. Bunun üzerine o elbiseyi kadınların arasında parçaladım
[kullanmaları için kadınlara paylaştırdım].[197]
Hadiste geçen, 'saf ipekten alaca renkli bir elbise' ifadesini delil göstererek
âlimler, hanımların saf İpek elbise giymelerinin caiz olduğunu söylemişlerdir.
2. Hanımların etekleri:
Ra&ulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) elbise
paçalarından bahsedince, [Hanımı] Ümmü Seleme (radiyallâhu anhâ); «Kadının
eteği hangi uzunlukta olmalıdır?» diye sordu. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem); «erkeklerin etek uçlarmdan/paçalarından bir karış daha uzun olur»
buyurmuştur. Bunun üzerine Ümmü Seleme; «O takdirde, [yürüdüğü] zaman vücudunun
bir kısmı görünür» demesi üzerine de; «bir zira
[198]
uzatabilir. Ancak daha fazla uzatamaz» buyurmuştur.[199]
Bu hadis-i şerif, elbise paçalarının uzun
olmasıyla ilgili yasaktan, hanımların etek uçlarının istisna edildiğini ifade
etmektedir. Alimler, hanımların etek uçlarının uzun olmasının caiz olduğu
konusunda icmâ etmişlerdir.[200]
Hadiste geçen 'şıbran/bir karış' lafzı,
baldırların yarısından sonrasına kıyas edilir.
[201] Bu
nedenle Ümmü Seleme (radiyallâhu anhâ), 'O takdirde hanımların ayakları
görünür' demiştir. Rasulullah (sallalîâhu aleyhi ve sellem) de bunun üzerine
'bir zira
daha uzun olabileceğine dair
ruhsat vermiştir. Burada iki şeyin öğretilmesi amaçlanmıştır;
I. Hanımların elbiselerinin, ayaklarını örtecek uzunlukta olması
vaciptir.
II. Hanımlar, elbiselerini 'birzira'yı aşmayacak ölçüde, daha uzun
da yapabilirler.
3. Hanımların pantolon giymesi:
Pantolon, günümüz hanımlarının birçoğunun en
kötü imtihanı olmuştur. -Allah, onlara doğru yolu göstersin-. Pantolonlar, her
ne kadar avret yerlerini kapatıyor ise de, -özellikle farklı renk ve
desenlerdeki pantolonlar başta olmak üzere-, vücut hatlarını vasfetmekte,
cazibeyi artırmakta ve şehvetleri tahrik etmektedir. Şer'i tesettürün, dar
olmaması ve vücut hatlarını belli etmemesi şarttır. Oysa pantolonlar, kısa
elbiselerden daha kötü fitnelere yol açmaktadır. Aşırı dar olan, hatta ten
renginde olan ve vücut üzerinde hiç yokmuş izlenimi uyandıran pantolonlar, daha
fazla kötülükleri ve ahlaksızlıkları yaygınlaştırmaktadır. Bu nedenle
hanımların pantolon giymeleri caiz değildir. Bunları ancak eşlerinin
yanlarında -erkeklerin elbiselerine benzememek şartıyla- giyebilirler. Ayrıca
pantolonların, tesettüre uygun dış kıyafetlerin altından giyilmesinde
-özellikle de araçlara binerken- bir sakınca yoktur. -Allah en doğrusunu bilir.
4. Hanımların
yüksek topuklu ayakkabı giymeleri caiz midir?
Ibn Mesûd (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'İsrail oğullarında erkekler ue kadınlar birlikte ibadet ederlerdi.
Sevgilisine görünmek isteyen kadın, ayaklarının altına (tahta) kalıplar koyup,
sevgilisine uzun görünürdü. Onlara hayızlı olup-olmadıklarını sorarlardı. Bu
nedenle İbn Mesûd (radiyallâhu anh), «Allah'ın geride bıraktığını, sizler de
geride bırakınız» derdi.[202]
Yüksek topuklu ayakkabıların, erkeklere görünmek ve onların dikkatini çekmek amacıyla giyilmesi haramdır. Çünkü bu
davranış, fesadı ve kötülükleri yaygınlaştırmak olur.[203]
Buna ek olarak şunları da söyleyebiliriz; yüksek
topuklu ayakkabılar, kadınların yürüyüşlerini ve hareketlerini, erkeklerin
bakışlarında daha cazibeli kılmaktadır. Topukların çıkardığı seslerle daha
fazla dikkat çekmektedir. Dolayısıyla hanımların dışarıda, yüksek topuklu
ayakkabılar giymeleri uygun değildir.
Hanımların mahremleri yanındaki giyimlerinden bahsetmeden
önce, mahrem olanları tanımlamamız daha uygun olacaktır.
Bakılması, yalnız kalınması ve yolculuk edilmesi caiz olan
mahremler, kendileriyle evlenmenin ebediyen haram olduğu herkestir. Tanımda
'ebediyen denilmesi, kadının kız kardeşi, teyzesi, halası ve diğer yakınlarını
istisna etmek içindir. Nitekim Yüce Allah; 'Mümin kadınlara da söyle; ...
Kocaları, babaları kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları,
erkek kardeşlen, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları,
kendi kadınları (Mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan (hizmetçileri),
erkeklerden kadına ihtiyacı kalmamış (cinsi güçten düşmüş) hizmetçiler yahut
henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan
başkasına ziynetlerini göstermesinler.[204]
buyurmuştur.
Âyet-i
kerîmede, kadınların zinet yerlerine bakmalarının helal olduğu mahremler
belirtilmiştir. Çünkü akrabalık ve fitneden emin olunması nedeniyle, bir arada
bulunmayı, sık görüşmeyi gerektiren bir zorunluluk söz konusudur. Yüce Allah,
ayette öncelikle eşleri, sonrasında ise diğer mahremleri zikretmiştir. Bunlar;
1. İster baba, ister anne tarafından olsun, babalar ve dedeler.
2. Babaların eşleri.
3. Oğulları, oğullarının eşleri. Buna çocukların çocukları -ve
uzantıları- dâhildir.
4. Bütün kardeşler. Öz, baba veya anne bir kardeşler -ve
uzantıları-.
5. Erkek ve kız kardeşlerin oğullan.
6. Her ne kadar ayet-i kerimede zikredilmemiş olsa da,
amcalar ve dayıiar mahremlere dâhildir. Alimlerin çoğunluğu, bunların
hükümlerinin, diğer mahremlerin hükümleri gibi olduğu görüşündedir. Aişe
(radiyallâhu anhâ)'nın rivayet ettiği hadis de bunu teyit etmektedir. Tesettür
âyetleri nazil olduktan sonra, Âi-şe'nin süt amcası, Ebu'l-Kuays'in kardeşi
Eflâh geldi ve Âişe'nin yanına girmek için izin istedi. Âişe -(radiyallâhu
anhâ)- anlatıyor; «ben ona izin vermedim ve Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem) geldiğinde ona bu yaptığımı anlattım; bana; (bir daha gelirse) ona
izin vermemi emretti.[205]
7. Sütkardeşiikten doğan mahremler de, âyet-i kerîmede
zikredilmemişim Ancak âlimler, sütkardeşlikten doğan mahremlerin, diğer
mahremler gibi olduğu konusunda icmâ etmişlerdir. Yukarıda zikredilen hadis-i
şerifle de bu konu teyit edilmektedir.
Hanımların mahremleri yanındaki açıklığı konusunda iki görüş
vardır.
Birinci görüş: Mahremler, göbekle diz kapağı
arası dışında kalan her yeri görebilir. Alimlerin çoğunluğu bu görüştedir.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve seilem);
'...biriniz kölesini veya hizmetçisini evlendirdiği zaman, onun avret yerine
bakmasın. Hiç kuşkusuz onun avret yeri, göbeğinden diz kapağına kadar olan kısımdır.[206]
Hadiste konu edilenler her ne kadar erkekler İse de, bu konuda hanımlar da
erkekler gibidirler.
Ebû Seleme (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Âişe'nin kardeşiyle
birlikte, Âişe'nin yanma girdim. Ona Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
sellem)'in gusül abdestini sordu. Bunun üzerine Âişe bir kapta bir ölçek kadar
su istedi ve suyu başının üzerinden dökerek gusül abdesti aldı. Bizimle onun
arasında perde vardı.[207]
Kadı İyaz der ki; 'Bu hadisin zahiri, her ikisinin de onun başını
ve vücudunun üst tarafını gördüklerini ifade etmektedir. Bu mahremlerin görmesi
helal olan kısımdır. Nitekim Âişe validemiz, Ebû Seleme'nin süt teyzesidir. Bu
nedenle, mahremlerin görmesinin caiz olmayan vücudunun alt kısmını örtmüştür.[208]
İkinci
görüş: Mahremler kadınların genellikle görünen yerlerine bakabilirler. Örneğin
abdest azaları gibi.[209]
Ibn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem) zamanında erkekler ve hanımlar bir arada abdest alıyorlardı.[210]
Bu eşlere ve mahremlere atfedilir. Ayrıca bu rivayet, mahremleri oldukları
kadınların abdest azalarına, erkeğin bakmasının caiz olduğuna delildir. Aynı
şekilde aksi de caizdir. -Allah, en doğrusunu bilir.
[211]
Hanefî mezhebine göre, kadınların mahremleri arasındaki
avreti/Örtülü olması gereken bölge, erkeklerin birbiri arasındaki avreti gibidir.[212]
Ancak kadın mahremi olan erkeğe karnını, sırtım ve -bir görüşe göre- göğüslerini
gösteremez.
[213]
1. Mahremin, mahremi olduğu kadına bakması, zevk alma
ve şehvet hissisiyle olmaması şarttır. Şehvet hissi olması durumunda bakmak caiz
değildir. Bu konuda hiçbir ihtilaf yoktur.
2. İmam Kurtubî der ki; Nefislerde oluşabilecek duygulara göre,
kadının kendini göstermesi caiz olanı tespit için, bazı âlimler mahremleri,
kadına yakınlıklarını dikkat alarak farklı sınıflara ayırmışlardır. Bir kadının
babası ve kardeşi hiç şüphesiz, kocasının -başka hanımdan olan- oğlundan daha
yakın ve ihtiyatlıdır. Dolayısıyla kocasının başka hanımdan olan oğluna
göstermesi caiz olmayan yerlerini, babasına gösterebüir. Oysa her ikisi de
kadının mahremidir.[214]
3. Bir kadın, şüphe ve endişe duyduğu
mahremlerine ziynetini göstermemelidir. Nitekim babasının döşeği üzerinde,
babasının cariyesinden doğan, bu nedenle de baba bir kardeşi olan genç
hakkında, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hanımı Sevde'ye,
tesettür emretmiştir. O gençle ilgili olarak, Sa'd İbnVakkâs ile Abd İbn Zem'a
tartışmışlardı. Sa'd; «Yâ Rasulullah! Bu genç, benim kardeşim Utbe İbn Ebî
Vakkâs'm oğludur. Oğlu olduğunu bana vasiyet etti. Ona benzeyişi de bunu teyit
etmektedir» dedi. Abd İbn Zem'a ise; «Yâ Rasululah! Bu benim kardeşimdir.
Babamın döşeği üzerinde, onun cariyesinden doğmuştur» dedi. Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) çocuğun benzerliğini dikkate alarak, Utbe'ye
olan benzerliğini fark etti ve; «Ey Abdi Çocuk senindir; çocuk doğduğu yatağın
sahibinindir. Zina edene taş vardır. Ey Şevde, sen de ona tesettürlü ol»
buyurdu.[215]
Aişe (radiyallâhu anhâ), kız kardeşi Esmâ'nın oğlu
İbnu'z-Zubeyr'e kızmış ve onunla ebediyen konuşmamaya adakta bulunmuştu. Bu
nedenle İbnu'z Zubeyr, Muhacirlerden kendisine yardımcı
olmalarını ve teyzesiyle arasını düzeltmelerini istedi. Bunun üzerine
İbnu'z-Zubeyr'îe birlikte, Misver İbn Mahreme ve Abdurrahman Ibnu'l-Esved,
Aişe'nin yanına girmek İçin izin istediler. Âişe; 'giriniz' dedi, yanlarında
İbnu'z-Zubeyr'in olduğunu bilmiyordu. Onlar; 'hepimiz girebilir miyiz?'
dediler. O; 'evet, hepiniz girin' dedi. İçeri girdiklerinde, İbnu'z-Zubeyr
perdenin arkasına geçip, Âİşe'ye sarıldı ve ağlayarak, kendisini affetmesini
istemeye başladı. Misver ve Abdurrahman da affetmesi ve konuşması için ısrar
ediyorlardı. O da, 'adakta bulunduğunu, adağın vebalinin büyük olduğunu ve bu
nedenle konuşamayacağını söylüyordu'. Daha sonra, Peygamber (saîlallâhu aleyhi
ve sellem)'in; «Hiç şüphesiz bir Müslüman'ın, Mümin kardeşine üç geceden fazla
küsü tutması helal değildir» buyurduğunu ona haber verdiler. Nihayet Aişe,
İbnu'z-Zubeyr'le konuştu. Adağına kefaret olarak da kırk köle azat etti.[216]
Âişe
{radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Fâtıma, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
sellemj'in yanına geldiğinde, onu ayakta karşılar, elinden tutar, onu öper ve
kendi yerine oturturdu. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), onun yanına
gittiğinde, o da, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve selîem)'i ayakta karşılar,
elinden tutar, onu öper ve kendi yerine oturturdu.[217]
[At ve benzeri hayvanlarda veya iki kişilik
motosiklet ve benzeri araçlarda] kadının, mahremi olan erkeğin arkasına binmesi
caizdir.
Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) ile birlikte Usfân'dan dönüyorduk. Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) bineğinin üzerindeydi ve terkisinde de Safiye
binti Huyey vardı. Bir ara devenin ayağı sürçtü ve ikisi birden yere düştüler.[218]
Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Mümin kadınlara da söyle: ...
Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler.
Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları
kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri,
erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları
(Mümin kadınlar) yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin
farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler.[219]
İbn Kesîr
der ki; 'âyet-i kerimedeki 'kendi kadınları' ifadesiyle, Müslüman hanımların
ziynetlerini, sadece Müslüman hanımların yanında açabilecekleri belirtilmiştir.[220]
Kadınların, kadınlar arasındaki avret yerleri, erkeklerin erkekler
arasındaki avret yerleri gibidir. Yani göbeğinden dizine kadar olan yerdir.[221]
Dolayısıyla hanımların göbek ve diz arasını başka hanımlara göstermeleri caiz
değildir. Günümüzde birçok Müslüman hanım buna maalesef dikkat etmemektedir.
İbnu-'1-Cevzî der ki; 'Anne, kız kardeş ve kızları olduğu halde, cahil
kadınların geneli birbirlerinin avret yerlerine bakmaktan sakınmıyorlar.
Bunların birçoğunun aralarında akrabalık da bulunmamaktadır. Bilinmelidir ki,
bir kız yedi yaşına ulaştığı zaman, ne annesi ve kız kardeşine, ne de kendi
kızına avret yerine bakması caiz olmaz.[222]
Peygamberimiz fsallaliâhu aleyhi ve selîem) 'Erkek
erkeğin, kadın da kadının avret yerine bakamaz. Erkek erkeğe bir elbisenin
içinde yanaşamaz. Kadın da kadına bir elbisenin içinde yanaşamaz.[223]
Bazı âlimler, Mümin hanımların ziynetlerini, gayri Müslim
hanımlara göstermelerinin -eşlerine anlatma ihtimali nedeniyle- caiz
olmadığını belirtmişlerdir. Nitekim Yüce Allah; '... veya kendi kadınları ...
yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan
çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler..[224]buyurmuştur.
Âyetteki 'kendi kadınları' ifadesi, Mümin hanımları belirtmektedir. Bu nedenle
Müşrik, zimmet ehli ve diğer gayri Müslim kadınlara ziynetler gösterilemez.
Bazı âlimler ise, Mümin hanımların ziynetlerini, gayri Müslim
hanımlara göstermelerinin caiz olduğunu, kadına bakma konusunda Mümin
hanımlarla, gayri Müslim hanımlar arasında bir fark bulunmadığını
belirtmişlerdir. Buna delil olarak, Yahudi kadınların, Peygamber hanımlarının
yanlarına girdiklerini; buna rağmen Peygamber hanımlarının onlara karşı
tesettür ve hicap uygulamakla emrolunmadıklanm zikretmişlerdir. Nitekim Yahudi
bir kadın, A'işe validemizin yanına geldi ve ona kabir azabından
bahsetti.....Âişe validemiz bunu Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem}'e sordu. O
da;
«evet
kabir azabı [vardır]...» buyurdu.[225]
Esma (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Annem ziyaretime gelmişti ve henüz Müslüman
değildi. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sel-lem)'e ona yakınlık göstereyim
mi?' diye sordum; bana «evet» dedi.[226]
Erkeklerle hanımlar arasındaki örtünün bir anlamı
vardır. Mümin hanımlarla, gayri Müslim kadınlar arasında ise, böyle bir anlam
bulunmamaktadır. Dolayısıyla Müslüman erkekle, gayri Müslim arasında tesettür
gerekmediği gibi, Mümin hanımlarla gayri Müslim kadınlar arasında da tesettür
gerekmemektedir. Çünkü tesettür ancak bir nassla veya kıyasla şart olur. Oysa
bu konuda böyle bir nass ve kıyas bulunmamaktadır. Ayetteki 'ken-
di hanımları...' ifadesiyle, bütün hanımların kastedilmiş olması
muhtemeldir. -Allah en doğrusunu bilendir-.
Ancak, ehl-i kitaptan olan kadınların,
Müslüman hanımları kendi kocalarına veya başka erkeklere anlatmalarından endişe
ediliyorsa, onlara karşı tesettürlü olunması gerekir. --Allah, en doğrusunu
bilendir-.
Âlimlerin
birçoğu, bir kadının kölesinin, mahremi gibi olduğunu, mahreminin görmesi caiz
olan yerleri, kölesinin görmesinin de caiz olduğunu belirtmişlerdir. Buna Yüce
Allah'ın şu âyetini delil göstermişlerdir; 'Mümin kadınlara da söyle; ... ellerinin
altında bulunan (köleleri/hizmetçileri), erkeklerden kadına ihtiyacı kalmamış
(cinsi güçten düşmüş) hizmetçiler yahut... çocuklardan başkasına ziynetlerini
göstermesinler.[227]
Âyet-i kerîmede 'ellerinin altında bulunan' ifadesi, köle ve cariyeleri
kapsamaktadır. Âyetteki ifadeyle, cariyelerin kastedildiğini iddia etmek caiz
değildir. Çünkü bu hüküm aynı âyette geçen 'kendi kadınları' ifadesiyle
kastedilmiştir.[228]
Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem) kendisine hibe edilmiş olan bir köleyi,
Fâtıma-'ya getirdi. Fâtıma'mn üzerinde kısa bir elbise vardı. Başını örtse
bacakları, bacaklarını örtse başı açık kalıyordu, [kızının bu durumunu gören
Rasuîullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Bu durumda bir sakınca yoktur,
(Seni gören) baban, diğeri de köîendir» buyurdu.[229]
Şeyhu'l-İslam,
ihtiyaç nedeniyle kölenin sahibi olan kadına bakmasının caiz olduğu görüşünü
tercih etmiştir. Çünkü bir kadının, ihtiyacı,nedeniyle, şahid, işçi ve
evleneceği kişiye bakması caiz İse, kölesine bakmaya çok daha fazlasıyla
ihtiyacı vardır. Dolayısıyla
ihtiyacı nedeniyle görüşmesi caiz olan kimselere oranla, kölesine bakması çok
daha öncelikli olarak caizdir.[230]
5. Hanımların, cinsel güçten düşmüş erkeklerin yanında kıyafetleri.
Yüce Allah;'Mümin kadınlara da söyle... erkeklerden kadına
ihtiyacı kalmamış (cinsi güçten düşmüş) hizmetçiler yahut henüz kadınların
gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini
göstermesinler.
[231]
buyurmuştur.
îbn Kesîr,
kadına ihtiyacı olmayan erkekleri şöyle açıklar; 'Bunlar, ücretli hizmetçiler,
evlenme yeterliliği olmayan ve aklen özürlü durumda olanlardır'.
Bunlar yaşlılık, kadınsı tabiatlılık veya
iktidarsızlık nedeniyle hanımlara ihtiyaç duymayanlardır. Bu erkeklerin,
ihtiyaç durumunda kadınlara bakmalarına ruhsat verilmiştir. Fakat kadınları
görüp, fizikî yapılarını başkalarına anlatmaları halinde, bunların hanımların
yanlarına girmeleri ve onlara bakmalarına izin verilmez.
Ümmü Seleme
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Kadın tabiatlı bir kimse, evde Resulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem)in yanında bulunuyordu. Bu kimse, Ümmü Seleme'nin
kardeşine: «Ey Abdullah b. Ebî Ümeyye! Allah yarın size Taif'in fethini nasip
ederse, ben sana Gaylan'ın (şişman) kızını sana göstereceğim. Çünkü o kız, (iri
yapılı olduğundan dolayı) dört (et büklümüyle) karşılar ve (geriye döndüğü
zaman ise) sekiz (et büklümüyle) arkaya döner' dedi. Rasuîullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) (onun bu sözlerini) işitti. Bunun üzerine (hanımlarına);
«Bunlar, sizin yanınıza girmesin» buyurdu.[232]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), kadın
tabiatlı iktidarsız kişinin, Gaylan'ın kızlarını anlatması üzerine, ona karşı
hanımların tesettür uygulamasını emretmiştir.
Hadım kişilerle, cinsel organı kesilmiş olanların kadınlara
bakmaları haramdır. Bu konuda âlimlerin geneli ittifak etmiştir. Çünkü cinsel
organın bulunmayışı veya hadım durumda oluşu, kalpte şehvet duygusunun hissedilmesine
engel değildir.[233]
6. Hanımların, özel hallerinin ve avret yerlerinin farkında olmayan
çocuklara ziynet yerlerinin gösterilmesi:
Yüce Allah;'Mümin kadınlara da söyle... erkeklerden kadına
ihtiyacı kalmamış (cinsi güçten düşmüş) hizmetçiler yahut henüz kadınların
gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini
göstermesinler.
[234]
buyurmuştur.
İbn Kesîr
der ki; 'Ayette kastedilenler, kadınların özel durumlarını, avret yerlerini,
konuşmalarındaki tatlılığı, yürüyüş ve hareketlerindeki letafeti, yaşlarının
küçük olmasından dolayı fark etmeyen çocuklardır. Bu durumdaki çocukların
hanımların yanlarına girip çıkmalarmda bir sakınca yoktur. Fakat buluğ yaşma girmiş
veya yaklaşmış olan çocuklar, kadınları güzel ve çirkin olarak ayırt
edebitiyorlarsa, hanımların yanlarına girip-çıkmalarına izin verilmez.
Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Ümmü Seleme (radiyallâhu
anhâ) kan aldırmak için Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sel-lemj'den izin
istemişti. Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ümmü
Seleme'den kan alması için Ebû Tayyib'e emretmişti. (Râvi Ebu'z-Zübeyr) der
ki;«Oyle zannediyorum ki Ebû Tayyib, Ümmü Seleme'nin ya sütkardeşi ya da henüz ergenlik
çağına girmemiş bir çocuktu.[235]
7. Hanımların eşieri yanındaki kıyafetleri:
Eşler, şehvetle veya şehvetsiz birbirlerinin -cinsel
organları da dâhil- her yerine bakabilirler. Bunda hiçbir kerahet yoktur.
Âlimlerin
çoğunluğu bu görüştedir. Buna delil olarak şunları zikretmişlerdir;
1. Yüce Allah; 'Mahrem yerlerini korurlar. Ancak eşleri ve
cariyeleri istisnadır
[236]
buyurmuştur. Ayet-i kerîme, bakmanın da ötesinde, dokunma, sarılma gibi
davranışların helal olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla bakılması helal
olana, dokunulması da helaldir.
2. Âişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Ferak denilen bir kapta,
ben ve Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) birlikte yıkanırdık.[237]
Bu hadis, eşlerin birbirlerinin avret yerlerine bakmalarının helal olduğuna
delildir.
3. Behz bin Hakîm babasından, o da dedesinden
naklediyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellemj'e; «Ey Allah'ın Rasû-lül
Avret yerlerimizin neresini örtüp, neresini açık bırakacağız?» dedim. Bana;
«Hanımın ve sahip olduğun cariyenin dışındaki herkesten avretini koru» buyurdu.[238]
Sonuç olarak, eşlerin birbirlerine karşı avret yerlerinde sınır
yoktur. Diledikleri gibi birbirlerine bakabilir ve dokunabilirler. Kadın,
kocası için mubah olan her şekilde süslenebilir. Bu konuyla ilgili geniş
açıklamalar daha sonra zikredilecektir. -İnşallah-
Zaruret olmadıkça erkeklerin, kadınlara bakması
haramdır. Yüce Allah, gözleri sakınmayı emretmiştir. 'Mümin erkeklere,
gözlerini (haramdan) sakınmalarını, ırzlarını korumaları söyle. Çünkü bu
kendileri için daha temiz bir davranıştır. Hiç kuşkusuz Allah, onların yapmakta
olduklarından haberdardır.[239]
İbnu'l-Kayyim
der ki; 'Irzı korumak için, öncelikle gözleri korumak gerektiğinden âyette önce
'gözleri sakınmak' zikredilmiştir. Vesile olması nedeniyle haram kılınanlar,
tercihi gerektiren maslahat durumunda mubah olurlar. Ancak fitne ve fesat çıkmasından
endişe edildiğinde, tercihi gerektiren maslahatlar ha-ramlığa engel olamaz.
Sânı Yüce Allah, 'gözleri sakınmayı' her şart ve durumda geçerli olmak üzere
mutlak zikretmemiştir. Bazı durumları istisna anlamı veren min' lafzıyla
zikretmiştir. Fakat kendilerine helal olanlar dışında, 'ırzı korumayı' her
şart ve durumda geçerli olmak üzere mutlak olarak emretmiştir.[240]
2. Ibn Abbâs (radiyaîlâhu anh) anlatıyor; '...
el-Fadl bin Ab-bâs, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem} 'in bineğinin
arkasında iken Has'am kabilesinden bir kadın geldi ve fetva istedi. Fadl
kadına, kadın da ona bakmaya başladı Güze! bir kadındı Bunun üzerine Peygamber
(sallallâhu aleyhi ue sellem) Fadl'ın yüzünü diğer tarafa çevirdi.[241]
Bu hadiste, yapılan hareketin Peygamberimiz tarafından engellenmesi ve inkârı
söz konusudur.
3. Cerîr bin Abdullah (radiyaîlâhu anh) anlatıyor; 'Rasululhh
(sallallâhu aleyhi ue sellemj'e ansızın görme hakkında sordum; bana bakışlarımı
(başka tarafa) çevirmemi emretti'.[242]
4. İbn Bureyde, babasından naklediyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem); «Ey Ali! Bir bakışa ardından bir bakış daha katma; Çünkü
önceki bakış senin için (affedilmiş)dır. Sonraki bakış ise, senin için (bağışlanmış)
değildir» buyurdu.[243]
Erkeğin kadına, kadının da erkeğe bakmasının haram olduğu,
çünkü bu bakışmaların kötülüğe yol açabileceği daha önce
belirtilmişti. Vesile olması nedeniyle haram
kılınanlar, tercihi gerektiren maslahat durumunda mubah olurlar. Bu kuralın
delili, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seüem)'in, Mekke müşriklerine gizlice
gönderilen mektubun yakalanması için verdiği emirdir. Ali (radiyaîlâhu anh)
anlatıyor; 'Resulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) beni, Zübeyr'i ve Mikdâd'ı
gönderdi ve «Hemen 'Hah' bostanına gidin! Orada bir câriye bulunmaktadır ve
beraberinde de bir mektup taşımaktadır. O mektubu ondan alın!' buyurdu. Hemen
atlarımızı koşturarak yola koyulduk. Kadına yetiştik. Ona:'-Mektubu çıkar!'
dedik. Kadın;'Bende mektup yok!' dedi. Biz;Yâ bu mektubu çıkarırsın ya da
elbiseni soyunursun!' dedik. Bunun üzerine örülü saçlarının arasından mektubu
çıkardı.[244]
İmam Nevevî
der ki; 'Bu hadis, bir kadının mahrem yerine bakacak başka bir kadın
bulunamadığında, zaruret durumunda -erkeklerin- kadınların avret yerine
bakmalarının caiz olduğuna delildir.[245]
Âîimier,
evlenmek niyetiyle bir kadına bakmanın mubah olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.
Bunun hikmeti, sonrasında pişmanlık duymaması için evleneceği kişiyi görmesi,
evliliğe uygun bulmaması veya istememesi durumunda nikâha zorlanmaması ve
reddedilme durumunda telâfisinin daha kolay olmasıdır. Daha da önemlisi,
evliliğin uygun görülmesi durumunda istek ve heyecanla gerçekleşmesidir.
'Hikmetli kişi, yapacağı işin hayırlı mı, şerli mi olduğu belli oluncaya kadar
o işe kalkışmayandır.[246]
Nişan hükümleriyle ilgili açıklamalar ileride zikredilecektir. -İnşallah-
Kadınlara,
kadın doktorların bakması asıldır. Fakat erkek doktorların, ihtiyaç durumunda
ve belirli şartlarda kadınların rahatsızlık hissettikleri yerlerine
bakmalarının caiz olduğu konusunda âlimler ittifak etmişlerdir.
Zaruret durumunda kadın doktorların, erkek
hastalan tedavi etmeleri caizdir. Er-Rebî bin Muavviz (radiyallâhu anbâ) anlatıyor;
'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile birlikte savaşlara katılıyorduk.
[Hanımlar olarak] Topluluklara su dağitıyor, hizmet ediyor, şehitleri ve
yaralıları Medine'ye götürüyorduk.[247]
Günümüz muayenehanelerinde yapıldığı gibi bu konuyu
genişletmemek gerekir. Alimler, erkek doktorların, hasta hanımlara
bakmalarının caiz olması için bir takım şartlar belirlemişlerdir. Bunlardan
bazıları:[248]
1. Kadınların tedavisinde, kadın doktorların öncelenmesi
-özellikle de avret yerlerinin açılması gerektiği durumlarda- şarttır. Ancak
kadın doktorun bulunamaması veya ona ulaşılamaması durumunda zaruret nedeniyle
erkek doktor caiz olur.
2. Doktor ahlakında ve dini yaşantısında güvenilir
olmalıdır.
3. Doktor hasta kadınla yalnız kalmamalıdır. Kadının
mahreminin veya güvenilir başka bir kadının daha bulunması şarttır.
4. Doktorun bakma ve dokunuşu, tedavi
için gerekli yerlerin dışına taşmamalidir. Bu durumda kadın, tedavi için
bakılması gerekmeyen vücudunun diğer kısmını örtmelidir.
5. Rahatsızlık nedeninin, tedaviyi gerektiren
bir hastalık, ağrılar, korkulacak derecede aşırı zayıflık gibi rahatsızlıklar
olmalıdır. Güzelleşmek, fazla kilolarından kurtulmak veya sağlık kontrolünden
geçmek gibi nedenlerle kadınların, erkek doktorlara muayene olmaları
kesinlikle caiz değildir. Çünkü bu gibi nedenlerle zaruret oluşmaz.
İstisna
durumlarda oluşan zaruretler nedeniyle hâkim ve şahitlerin kadına bakmaları
caizdir. Bir kadının lehine veya aleyhine şahitlik etmek veya hâkim ikrarıyla
veya şahitlerin o kadını tanımasıyla karar
vermek için kadına bakmak caizdir. Çünkü bu durumda başka çare yoktur.
Zaruretler, mahzuratı/sakıncali şeyleri mubah kılar.[249]
Şayet şahitler, kadını peçeli olarak tanıyabili-yorlarsa, yüzünü açmaya gerek
kalmaz.
Alış verişlerde ve diğer bazı işlemlerde, kadının tanınması,
diğerlerinden ayırt edilebilmesi, tahsilat ve yapılan işlemle sorumlu
tutulabilmesi için zorunlu olarak bakılması gerekmektedir. Bu nedenle âlimler,
muamelelerde kadına bakmanın caiz olduğunu belirtmişlerdir. İmam Nevevî der
ki; 'Şahitlik ve alış veriş esnasında erkeğin, yabancı bir kadının yüzüne
bakması, aynı şekilde kadının da, erkeğin yüzüne bakması caizdir.[250]
Kadının mahremi yanındaki avret yerleri daha önce belirtilmişti.
Kadınların, mahremleri yanında örtünmeleri emredilme-miştir. Ancak, erkeklerin
mahremleri olan kadınların yanlarına girerken izin almaları gerekir. Çünkü
izinsiz girmeleri durumunda, çıplak olmaları vs. gibi uygunsuz bir durum
oluşabilir.
Alkame (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Abdullah İbni
Mesû-d'un yanma bir adam geldi ve; «Annemin yanma girerken, izin almam gerekir
mi?» diye sordu. İbni Mesûd (radiyallâhu anh); «Annenin her ânını görmek
istemezsin!» dedi.[251]
Atâ anlatıyor; 'İbni Abbâs (radiyallâhu anhj'a «Kız kardeşimin
yanma girerken, izin almalı mıyım?» diye sordum, «evet» dedi. Bunun üzerine
ben; «Her iki kız kardeşime de ben bakıyorum, onların geçimlerini ben
karşılıyorum, masraflarını ben görüyorum; buna rağmen yanlarına girerken izin
almam mı, gerekir?» dedim. Bana; «evet. Onları çıplak görmek istemezsin,
herhalde!» dedi. Sonra da şu âyeti okudu; "Ey inananlar! Ellerinizin altında olan köle ve cariyeler ve
sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar, sabah namazından önce, öğle sıcağında
soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza gireceklerinde üç defa izin
istesinler. Bunlar, sizin açık bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin
dışında birbirinizin yanına girip çıkmakta size de, onlara da bir sorumluluk
yoktur. Allah size âyetlerini böylece açıklar. Allah bilendir, Hakim 'dır.[252]
İbn Abbâs
fradiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallal-lâhu aleyhi ve sellem), hiçbir
erkek mahremi
bulunmayan bir
kadınla yalnız kalmasın
[253]
'hiçbir erkek, bir kadınla yalnız kalmasın; bu durumda hiç kuşkusuz üçüncüleri
şeytan olur' buyurmuştur.[254]
Abdullah İbn Amr (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Hâşim oğullarından birkaç kişi Esma binti Umeys'in yanına girmişlerdi. [Erkek
misafirler orada iken] kocası Ebü Bekir Sıddîk gelmiş ve bu durumu hoş
karşılamamıştı. Sonra bu konuyu, Rasulullah (sallaîlâhu aleyhi ve sellem)'e anlatmış
«girdiğimde hayırdan başka bir şey görmedim» demişti. Bunun üzerine Rasulullah
(sallaîlâhu aleyhi ve sellem}; «Hiç kuşkusuz Allah, Esmâ'yı (kötülüklerden)
beri kılmıştır» dedikten sonra, minbere çıkarak; «Bu günümden sonra hiçbir
adam, beraberinde bir veya iki kişi olmadan, kocası evde bulunmayan bir kadının
yanma girmesin» buyurmuştur.[255]
Tesettür ve fitneden emin olunması şartıyla bir erkeğin, bir
kadını hasta ziyaretinde bulunması caizdir.
Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallaîlâhu
aleyhi ve sellem) Ümmü Müseyyeb'in yanma girdiğinde «Neyin var, neden
titriyorsun?» dedi O; «Allah bereketsiz kılsın, sıtma tuttu!» deyince; «Sıtmaya
sövmel Çünkü o, adem oğullarının günahlarını, körüğün demirin pasını giderdiği
gibi giderir» buyurdu.[256]
Bir kadının, yabancı bir erkeğin yüzüne
şehvetle bakmasının haram olduğu konusunda âlimler görüş birliği
içerisindedirler. Şehvetsiz ve fitne korkusu olmaması durumunda bakması caizdir.
Bu caizlik iki şekildedir;
a) Fitne korkusu olmadığı takdirde, göbekle dizi
arası dışında kalan yerlere bakabilir. Tercih edilen görüş budur. Bunu şu
rivayetler teyit etmektedir;
Âişe
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Bir gün Rasulullah (sal-îallâhu aleyhi ve
sellem)'i odamın kapısında gördüm. Habeşliler ise mescitte [harbeleriyîe]
oynuyorlardı. Rasululîah (sallaîlâhu aleyhi ve sellem) oynamalarını seyretmem
için beni elbisesiyle örtmüştü.[257]
Bu hadis-İ şerif, kadınların erkeklere bakmalarının caiz olduğunu açıkça ifade
etmektedir.
Peygamberimiz (sallaîlâhu aleyhi ve sellem),
Kays'ın kızı Fâ-tima'ya (eşinden boşandığında); 'İbni Ümmü Mektûm'a git ve onun
yanında kal. Çünkü onun gözleri kördür, elbiseni yanında çıkarabilirsin
buyurmuştur.[258] Bu hadis-i şerif,
erkeklerin görmelerinîn caiz olmadığı yerlerin, hanımlar için caiz olduğunu ifade etmektedir. Fakat avret yerlerinin görülmesi, ne
erkeklere, ne de kadınlara caiz değildir.[259]
Bu deliller, Yüce Allah'ın; 'Mümin kadınlara
söyle, gözlerini (harama bakmaktan) çevirsinler' âyetini özgünleştirmektedir.
Burada bahsedilen caizlik, şehvetle
bakılmaması ve fitne korkusunun bulunmaması ve bir ihtiyaç durumunun olması şartıyladır.
Bundan, kadınların yabancı erkeklerle bir arada bulunması ve karşılıklı
bakışmalarının caizüği anlaşılmamalıdır. Allah, en doğrusunu bilir-.
Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve seilem) Medine'ye geldiklerinde, Ebû Bekir ve Bilal (radiyallâhu
anhumâ) rahatsızlandılar. Onları hasta ziyaretinde bulundum, «Ey babacığım!
Kendini nasıl hissediyorsun? Ey Bilal! Kendini nasıl hissediyorsun?» dedim.[260]
Er-Rebî bin Muavviz (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve seilem) ile birlikte savaşlara katılıyorduk. [Hanımlar
olarak] Topluluklara su dağıtıyor, hizmet ediyor, şehitleri ve yaralıları
Medine'ye götürüyorduk.[261]
Bir kadının bu hizmetlerde bulunması, bu iş
için bir erkeğin bulunmaması şartıyla caiz olur.
Makal bin Yesâr (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Rasulullah (sallallâhu aleyhi
ve seilem); «birinizin başına demir iğne saplanması, kendisine helal olmayan
bir kadına dokunmasından hayırlıdır» buyurdu.[262]
Bu nedenle Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seilem) kadınlarla musafaha etmez,
onlardan sözlü olarak biat alırdı. Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor;
'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seilem) biat eden kadınlara; «seninle sözlü
olarak biatleştim» derdi. Allah'a yemin ederim ki, biat alırken onun eli hiçbir
kadın eline dokunmamıstır. Kadınlarla sadece sözlü olarak «şu konuda seninle
biatleştim» derdi.[263]
Bir başka rivayette; 'ben kadınlarla musafaha etmem.[264]
buyurmuştur.
Ümmü Hâni
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Fetih yılında Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
se!lem)'e gittim. Kendisi yıkanıyor, kızı Fâtıma da ona örtü tutuyordu. Ben ona
selam verdim.[265] Fitneden emin olunduğu
takdirde, musafaha yapmaksızın kadınların, erkekleri selamlamalarının caiz
olduğu, hadisten anlaşılmaktadır.
Esma binü Yezîd (radiyallâhu anhâ)
anlatıyor; 'bir gün Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seilem) mescide uğradı,
orada kadınlardan bir grup oturuyordu. Eliyle işaret ederek onlara selam verdi.[266]
Bu konuşma zaruret ve ihtiyaç durumunda ve
serî ölçülere
uygun olmalıdır. Yumuşak ve kırıtarak
konuşulmamahdır. Çünkü Yüce Allah; '...Yumuşak söylemeyin ki, kalbinde
hastalık bulunan kimse kötü ümide kapılmasın. Marûf/iyi sözler söyleyin
[267]
buyurmuştur.
Kadınların erkeklerle konuşmalarının caiz olduğuna şu âyetler
delildir; 'Peygamber hanımlarından bir şey istediğiniz zaman, perde arkasından
isteyin.[268] 'Musa, Meyden suyuna
varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir çok insan buldu. Onların gerisinde
de, (hayvanlarını suyun olduğu yerden) geri çeken iki kadın gördü. Onlara;
«derdiniz nedir?» dedi. Şöyle cevap verdiler; «Çobanlar sulayıp çekilmeden biz
(onların arasına sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.
Bunun üzerine Musa, onların davarlarını suladı. Sonra gölgeye çekildi ve
«Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım» dedi. Derken, o iki
kadından biri utana utana yürüyerek ona geldi, «babam, dedi, bizim yerimize
(hayvanları) sulamanın karşılığını ödemek için seni çağırıyor».[269]
Bu konuda birçok hadis bulunmaktadır. Bunlardan
bazıları şunlardır;
Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem)"ın rahatsızlığı ağırlaştığmda bayılmaya
başladı. [Babasının çektiği ızdırabı gören] Fâtıma (radiyallâhu anhâ); «Vah
babacığım!» dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «baban
bu günden sonra bir daha acı tatmayacaktır» buyurdu.....Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem) defnolunduğu
zaman Fâtıma -aleyhe's-selam, «Ey Enes!
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl
razı oldu?!» demiştir.[270]
İhtiyaç
durumunda bir kadının, yabancı bir erkekle telefonda konuşması, serî kurallara
uygun konuşulması şartıyla caizdir. Ancak telefonla konuşma esnasında,
aralarında, şer'an yasaklanmış bulunan halvet/yalnızlık havası esmesi
durumunda konuşmaları caiz olmaz. Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem); 'hiçbir erkek, bir kadınla yalnız kalmasın; bu durumda hiç kuşkusuz
üçüncüleri şeytan olur' buyurmuştur.[271]
Telefon konuşmalarının sonucu, onları harama sürükleyebilir. -Allah, en
doğrusunu bilir
Müslüman kadının kıyafetiyle ilgili hükümler bahsedildikten
sonra, âdabıyla ilgili olarak da şunları zikretmek yerinde olacaktır;
1. Giyimde israf etmemek:
Peygamberimiz {sallaüâhu aleyhi ve sellem);
'Yiyiniz, içiniz, tasadduk ediniz, israf etmeden [veya kibirlenmeden] giyiniz
[272]
buyurmuştur.
2. Yeni elbise giyerken, hadiste belirtilen duayı okumak:
Ebû Saîd el-Hudrî {radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) yeni bir şey giyeceği zaman, sarık, gömlek,
kıyafet gibi giyeceği şeyin ismini söyleyerek şöyle dua ederdi;
Ey Allahım! Hamd ancak sanadır. Onu bana sen
giydirdin. Senden onun hayrını ve kullanılacağı işlerin hayrını istiyorum,
şerrinden ve kullanılacağı işlerin şerrinden sana sığmıyorum.[273]
3. Giymeye sağdan
başlamak:
Âİşe
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem),
ayakkabısını giyerken, saçını tararken, temizlenirken ve her işinde sağdan
başlamaktan hoşlanırdı.[274]
4. Üzerinde hac işareti bulunan elbiseler giymemek:
Aişe (radiyallâhu anhâ} anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem), üzerinde hac işareti bulunan hiçbir şeyi bozmaksızın evde
bırakmazdı.[275]
5. Yırtıcı hayvanların derilerinden yapılan elbiseler giymemek:
Aslan, kurt, kaplan, panter ve bunlara benzer hayvanların
derilerinden yapılan elbiseler ve ayakkabılar giyilmemelidir. Çünkü
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); «İpekten ve kaplan derisinden yapılmış
eğere binmeyiniz»
[276]
buyurmuştur. Hadiste belirtilenlerin yasaklanma nedeni, ziynet ve kibir olması
ve acemlerin kıyafetleri olmasıdır.
6. Tek ayakkabıyla yürümemek:
Ebû Hureyre (radiyaüâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem); «Hiçbiriniz tek ayakkabıyla yürümesin. Ya ikisini birden
giysin; ya da ikisini birden çıkarsın» buyurmuştur.[277]
Allah, doğrusunu daha İyi bilir, bunun
yasaklanma nedeni şöhrettir. Bu davranışla, dikkatleri üzerine çekmek
amaçlanmaktadır. Nitekim giyimde şöhreti yasaklayan birçok rivayet bulunmaktadır.
Buna göre kişiyi şöhrete ileten her şeyden sakınılması gerekir.[278]
Mümin bir kadın ziynetini, eşi, mahremi ve başka hanımların
yanında açabileceği konusu daha önce zikredildi. Bu konuyla ilgili olarak iki
hususun bilinmesi gerekir;
Birincisi, kadının gösterebileceği ziyneti,
kocası, mahremleri ve kadınlar arasında farklıdır. Kocasına gösterebileceği
ziyneti, kendi babası ve kardeşinden; annesinin kocasına gösterebileceği
ziyneti de diğerlerinden farklıdır.
İkincisi,
kadının kocası için süslenmesinin belirli bir sınırı vardır. Nitekim kadın,
eşi için haram olan şeylerle süslenmesi caiz değildir. Buna göre, erkeğe benzer
şekilde veya Allah'ın yarattığı tabi halini değiştirerek ya da kâfir kadınlara
özgü süslenmelerle süslenemez.
Hanımların ziynet türleri:
Eşine güzel görünmek amacıyla kadının, saçma kına yakması, taraması, yağlaması, yıkaması ve benzeri şeyler
müstehaptır. Hiç kuşkusuz eşin memnun edilmesi, şeriatın talepleri arasındadır.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e, en hayırlı kadın hakkında
sorulduğu zaman; 'emrettiğinde [eşine] itaat eden, baktığında mutluluk veren,
[eşi] bulunmadığında namusunu ve malını koruyandır
[279]
buyurmuştur. Bu nedenle Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve sellem),
sahabelerin hanımlarını dağınık bir vaziyette görmemeleri için yolculuktan
evlerine gece yarısı dönmemelerini, istiyordu. Câbir (radiyallâhu anh)
anlatıyor; '... Medine'ye yaklaştığımızda şehre girmeye hazırlandık. Bunun
üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Ağır olun! Tâ ki dağınık
saçlı kadının taranması; kocası evde olmayanın kasıklarını tıraş edebilmesi
için şehre geceleyin yâni yatsı zamanı girelim!» buyurdu.[280]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'saçı
olan, saçına ikramda bulunsun
[281]
buyurmuştur.
1. Taramaya başın sağ tarafından başlamak:
Âişe
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem),
ayakkabısını giyerken, saçını tararken, temizlenirken ve her işinde sağla
başlamaktan hoşlanırdı.[282]
2. Saçı yağlamak, dağınık duruyorsa su ile toplamak:
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) saçı
başı dağınık birini gördü ve; 'saçını düzeltecek bir şey bulamamış mı?
[283]
buyurdu.
Esma (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) »[saç] ekleyene de, ekletene de Allah lanet etsin!»
buyurmuştur.[284]
Saçları dökülmüş dahi olsa bir kadının peruk takması haramdır.
Başka bir rivayette Esma (radiyallâhu anhâ) şöyle anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem)'e bir kadın geldi ve;«ben kızımı evlendirdim.
Daha sonra hastalandı ve saçı döküldü. Kocası onu istiyor. Saç ekliyeyim mi?»
diye sordu. Bunun üzerine, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) saç
ekleyene de, ekletene de beddua etti'.[285]
Muâviye bin Ebû Sufyân, bir polisin elindeki perçemi alarak;
'Ey Medineliler! Âlimleriniz nerede? Ben Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem) 'i bu gibi şeylerden nehyedip; «Benî israil ancak kadınları bunu
yaptıkları zaman helak olmuştur.» buyurduğunu işittim» dedi.[286]
Sonuç olarak; 'bir kadının saçma saç ektirmesi veya peruk
takması haramdır. Bunu kocası için veya bir başkası için yapıyor olması fark
etmez'.
Tercih edilen görüşe göre, kadınların saçlarına,
saça benzemeyen ipek, yün ve kumaş ipler eklemesi caizdir. Bu türden şeyler,
'saç ektirmek veya peruk' anlamında değildir. Bunlar süs ve güzellik içindi.[287]
Allah en doğrusunu bilir.
Kadınların koltuk altı ve kasık bölgelerindeki tüyleri almaları
müstehaptır. Bunu yapmaya alışkanlık edinmek fıtrî sünnetlerdendir. Bu bölgelerdeki
tüyleri almamak, eşleri rahatsız edecek şekilde kirlililik ve pis koku
oluşturacağından dolayı mekruhtur. Bu nedenie Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem), bu tüylerin kırk günden fazla bekletilmemesini emretmiştir. Enes
{radi-yallâhu anh) anlatıyor; 'Bıyık kısaltmak, tırnak kesmek, koltuk altlarını
ve kasıkları tıraş etmek hususunda bunları kırk geceden fazla bırakmamamız bize
süre olarak belirlendi.[288]
Arapça'da tüy aldırmak anlamındaki 'nemesa' kelimesiyle ifade
edilen şeyin, genel anlamıyla yüzdeki tüyleri gidermek olduğu söylenmiştir.
Bunun yalnızca kaş aldırmak ve inceltmek anlamında olduğu da söylenmiştir.
İkinci tanımlama, Âişe validemizden nakledilmiştir. Hiç kuşkusuz o, bu konuyu
başkalarından çok daha iyi bilir.
Kaş aldırmak ve inceltmek haramdır. Bunu, kadının kocası için
veya başka nedenlerle yapıyor olması arasınad bir fark yoktur. Çünkü
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'yüz [tüylerini] alana da,
aldırana da lanet etmiştir.[289]
Bu türden davranışlar, Yüce Allah'ın yarattığı şekli değiştirmek anlamında
oiup, yapan için de, yaptıran için de haramdır.
Allah'ın ve Resulünün lanetlemiş olmasına rağmen, maalesef bu
türden şeylerin yapıldığını ve Müslüman hanımlar arasında yaygın olduğunu
görmekteyiz. Tesettürlü hanımların dahi yaptırdığına tanık olmaktayız. Öyle ki,
bunu yapmayanlar eleştirilmekte ve aşağılanmaktadır! İnnâ lillâhi ve İnnâ
ileyhi râciûn.
Yüzünde bıyık veya sakal tüyleri çıkan kadınlar bunları
aldırabilirler: Tabi olmayan şekilde, bazen hanımlarda
bıyık ve sakal tüyleri çıkmakta ve çirkin bir görüntü
oluşturmaktadır. Bu durumda, bu tüyler alınmalıdır. Çünkü bu asli yaratılışa
dönmektir, yaratılışı değiştirmek değildir.
Dişlerin Ziyneti: İslam dini, diş bakımını teşvik etmiş, misvak
kullanmayı müstehap kılmıştır. Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Rasuluîîah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Eğer Müminlere meşakkat olmasaydı,
yatsı namazını geciktirmelerini ve her namaz esnasında misvak kullanmalarını
emrederdim» buyurmuştur.[290]
Dişlerin arasını açtırmak caiz değildir: Genç görünmek ve
dişlerinin güzelliğini göstermek için, diş aralarının açtırılması caiz
değildir. Tedavi amacının dışında, Allah'ın yarattığı şekli değiştirmek
haramdır. Bu nedenle Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'güzellik
için diş törpülettirenîere ve Allah'ın yarattığı şekli değiştirenlere lanet
etmiştir.[291]
Bunlar sadece tedavi amacıyla
yapıldığında caiz olurlar. Aynı şekilde düşmesinden endişe edilen dişlerin
altın kaplama yapılması, diş taktırılması caizdir. Zaruret olması nedeniyle bunlar
mubahtır. -Allah en doğrusunu bilendir-.
Koku Ziyneti: Koku sürünmek, hanımlar için mubah
olan bir ziynettir. Kadın, eşi için dilediği gibi koku sürebilir. Zeyneb binti
Ebû Seleme anlatıyor; 'Ben babası Ebu Süfyân öldüğü zaman Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem)'in hanımı Ummü
Habîbe'nin yanma girmiştim. Ümmü Habîbe, içerisinde sarı renk
bulunan 'sufre' ile (karışık maddelerden yapılan sarı renkli) 'halûk' (adında)
bir koku ya da başka bir şey istedi. Ondan (önce) bir cariyeye/genç bir kıza
sürdü. Sonra da (kendi) yanaklarına sürdü, ve; Vallahi, benim kokuya hiçbir
ihtiyacım yok. Fakat Ra-sulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'i minber
üzerinde; «Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadına, kocasının ölümü
üzerine dört ay gün yas tutmasından başka, hiçbir ölü için üç günden fazla yas
tutmak helal değildir» buyurduğunu işittim' dedi.[292]
Kadınların, erkek kokusu kullanması - ve aksi- caizdir: Aişe
validemizin, erkeklere özgü olan misk kokusundan kan izlerine sürdüğü hayız
bölümünde geçmişti. Ebû Saîd (radiyallâ-hu anh)'m rivayet ettiği hadiste,
'kadınlara özgü kokulardan dahi olsa' Cuma günü erkeklerin koku sürmelerinin
müstehap olduğu belirtilmiştir.[293]
Alkol içeren kokuların kullanılması:[294]
Kolonya ve parfüm olarak tanımlanan kokuların birçoğu alkol içermektedir. Konu
uzmanları bu alkollerde sarhoş edici özelliğin bulunduğunu söylemektedirler.
Dolayısıyla bunları kokularda kullanmak iki nedenden dolayı caiz değildir;
1. Yüce Allah; 'Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar
(putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun
ki, kurtuluşa eresiniz
[295]
buyurmuştur.
Yüce Allah, içkiyi yani, sarhoşluk veren her şeyi 'pislik'
olarak isimlendirmiş ve sakınılmasın! emretmiştir. Buradaki sakınma, mutlak
anlamda olup, hiçbir şeküde sarhoş edici maddelerin kullanılmamasını
gerektirmektedir. Bu nedenle Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)
içkilerin dökülmesini emretmiştir.[296]
Şayet bunlarda bir fayda bulunsaydı, leş derilerinden istifade edilebileceğini
açıkladığı gibi, kuşkusuz onu da açıklardı.
Alkol ve içerdiği diğer maddelere rağmen
bahsedilen kokulan kullanmak, kokusundan haz duymak ve onu beğenmek insaf
sahibi hiçbir insan için mümkün olmaz.
2. Dört mezhep âlimlerine ve diğer birçok âlimlere göre içki
'necistir/pisliktir'. Bu nedenle, alkollü kokuların elbisede veya vücutta
bulunması durumunda namaz haramdır; kılınması halinde de batıldır.
içerdiği alkol miktarının az olması durumunda, bazı âlime bu
türden kokuların kullanılmasını caiz görmüşlerdir. Azlık ölçüsünü ise, o konunun uzmanları belirler. İhtiyatlı olan bu
türden kokulan kullanmayıp, alkolsüz kokulan tercih etmektir. Allah en
doğrusunu bilir.
Kadın, kocasına koku sürebilir: Aişe (radiyallâhu anhâ)
anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e en güzel kokular
sürerdim. Hatta onun başında ve sakalında koku parlaym-caya kadar sürerdim.[297]
Hanımlardan farklı olarak, erkeklerin kokuyu yüzlerine sürmedikleri
hadisten anlaşılmaktadır. Hanımların kokuyu yüzlerine sürmeleri, kokulanmakla
birlikte yüzlerini parlatmak ve süslenmek amacını taşımaktadır. Kadınlara
benzemek yasaklandığı için, erkeklerin kokuyu yüzlerine sürmeleri meşru
değildir.
Evinden dışarıya çıkan hanımların,
üzerlerindeki kokuyu gidermeleri vaciptir: Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem); «Koku sürünüp, kokusunu hissetmeleri için bir topluluğun yanından
geçen kadın, zâniye/zinâ etmiş olur
[298]
buyurmuştur. Abdullah'ın hanımı Zeyneb (radiyallâhu anhum) anlatıyor;
'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve seiiem) bize, «mescide geldiğiniz zaman, hiç
biriniz koku sürünmesin» buyurmuştur.[299]
Allah rahmet eylesin, Albânî der ki; 'hanımların koku sürüp mescide gelmeleri
haram ise, kokulu olarak çarşı, cadde ve sokaklara çıkmalarının hükmü nasıl
olur? Hiç kuşkusuz, bunun haramlığı ve günahı çok daha büyüktür. Heysemî
'ez-Zevâcir' isimli kitabında şunu nakleder; 'bir kadının kokulanıp süslenerek
evinden dışarı çıkması, buna kocası izin vermiş olsa dahi kebâirdendir/ büyük
günahlardandır.[300]
Bu nedenle kadınların evlerinden dışarı çıkmaları durumunda, üzerlerindeki
kokuyu gidermeleri vaciptir. Kokulu yeri, yıkayarak veya farklı şekillerde
gidermeleri gerekir. Mana itibariyle sahih, senet itibariyle zayıf olan bir
rivayette; 'Mescide gitmek için koku
süren bir kadın, cünüplükten dolayı gusül abdesti alıncaya kadar Allah onun
namazım kabul etmez' denilmiştir.[301]
Bazı hanımlar kendileri koku sürmeyip, küçük çocuklarına koku
sürerek dışarı çikmaktalar. Bu caiz değildir. Çünkü bunun yasaklanma nedeni,
kokusuyla erkeklerin bakışlarını üzerine çek-memesidir. Dolayısıyla bu
harekette yasaklanma gerekçesi ortadan kalkmış olmamakta ve haram hükmü devam
etmektedir. Buna dikkat edilmelidir. -Allah en doğrusunu bilendir.
Üç halde,
koku sürmek hiçbir şekilde caiz değildir:
1. Ihramlı İken: Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sel-Iem); '[Ihramlı iken] zaferan ile vers kokulu elbiseleri giymeyiniz
[302]
buyurmuştur. Ihramlı iken kokunun yasaklanmasmdaki hikmet, cinse! duygulan
tahrik etmesidir.
2. Yas Tutarken: Cenazeler konusunda, vefat nedeniyle
yas tutan hanımların
koku sürünmelerinin nehyedildiği belirtilmişti.
3. Kadınlar Evden Çıkarken: Kendi eşleri için dahi olsa, evinden
dışarı çıkan hanımların koku sürünmeleri caiz değildir.
Sürme Ziyneti: Kadının, eşi İçin süslenmek amacıyla veya göz
ağrısını tedavi için sürme çekmesi müstehaptır. Çünkü Peygamberimiz
(sallalîâhu aleyhi ve seltem); "Beyaz elbise giyiniz. Çünkü beyaz elbise,
elbiselerinizin en hayırhsıdır: Ölülerinizi de beyaz kumaşlarla kefenleyiniz.
Sürmelerinizin en hayırlısı ismid (denilen sürme taşı)dır. O gözün nurunu
artırır, kirpikleri kuvvetlendirir
[303]
buyurmuştur.
Daha önce de belirtildiği gibi, hanımların yas dönemlerinde sürme
çekmeleri caiz değildir.
Altın veya Gümüş sürmedanlıklari kullanmak caiz değildir
[304]
İsraf, kibir ve fakirleri incitmek gibi nedenlerden dolayı altın ve gümüş
kapların kullanılmasının caiz olmadığını, kaplar bölümünde belirtmiştik.
Boya ve Renklendirİci Kullanmak: Ne hanımlar için, ne
de erkekler için ağaran saç ve tüyleri koparmak caiz değildir. Çünkü
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Beyaz kılları yolmayınız;
İslam'la saçı sakalı ağarmış bir Müslüman için o kıl, kıyamet günü bir nur olur.[305]
Ağaran kılları sarıya veya kırmızıya boyamak meşrudur. Ebû
Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem}
«Yahudiler ve Hıristiyanlar (saç ve sakallarını) bo-yamazlar. Siz onlara muhalefet
ediniz» buyurmuştur.[306]
Ağaran kılları değiştirmede en faziletli olan kına ve çivit otudur. Ebû Zer
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve selem) «ağaran
kılları değiştirmenin en güzeli, kına ve çivit otudur» buyurdu.[307]
Kına herkes tarafından bilinir. Çivit otu ise, boya yapımında
kullanılan bir tür bitkidir. Ağaran kılları siyaha boyamak meşru değildir.[308]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Mekke'nin fethi gününde, Ebû
Kuhâfe'yi saçı sakalı ağarmış beyaz bir tavşan gibi görünce; «bunu bir şeyle
değiştiriniz, fakat siyah renkten sakınınız» buyurmuştur.[309]
Muâze anlatıyor; 'Bir kadın, Aişe (radiyailâhu anhâ) 'ya şöyle
sordu; «hayızh iken boyanabilir miyiz?» diye sordu. O; «biz Peygamber
(saHallâhu aleyhi ve sellemj'in yanında boyanıyorduk; bizi bundan nehyetmedi»
dedi.[310]
Hayız halinde de boyanmak caizdir. Ancak abdest alınırken
boyanın giderilmesi gerekir. İbn Abbâs (radiyailâhu anh) anlatıyor; 'bizim
hanımlarımız, geceleyin boyanırlardı. Sabah olduğunda onu giderir, abdest
alır, namaz kılarlardı. Namazdan sonra tekrar boyanırlardı. Öğle vaktinde onu
giderir, abdest alır, namaz kılarlardı Namazdan alıkoymayan boyanma ne güzeldir.[311]
Kadınların, eşleri için süslenmek amacıyla her türlü pudra ve
allık kullanmaları caizdir. Peygamberimiz (sallaüâhu aİeyhî ve selîem); hanımların en güzel kokusu, rengi görünen
kokusu gizli kalandır
[312]
buyurmuştur.
Enes (radiyailâhu anhj'ın rivayeti de bunu teyit
etmektedir. 'Abdurrahman bin Avf (radiyailâhu anh) Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellemj'e geldiğinde üzerinde sarı (allık) izi vardı. Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem) onu sorduğunda, Ensar'dan bir kadınla evlendiğini
söyledi.[313] İmam Nevevi, hadisteki
'san izin', Abdurrahman bin Avf m hanımdan ona geçtiğini belirtmiştir. Bu
rivayet, o dönemdeki hanımların allık ve boya kullandıklarına delildir.
Sonuç olarak; Allah'ın izin vermediği kimselere göstermemek,
hiç kimseyi yanıltmamak ve aldatmamak ve cildine zarar vermemek şartıyla,
kadınlar diledikleri gibi makyaj yapabilirler. -Allah en doğrusunu bilir.
Bazı doktorlar makyaj malzemelerinin cilde zarar verdiğini
söylemektedirler. Zarar verdiği ispatlanan makyaj malzemelerinin kullanılması
caiz değildir.
Tanta
[314] Tıp
Fakültesi, cilt hastalıkları Profesörü Dr. Mustafa Hüseyin Abdulmaksud'a,
sanayi ürünü makyaj malzemelerinin zararlarını sordum. Bu ürünlerin cilde son
derece büyük zararları olduğunu söyledi ve zararlarını şöylece sıraladı:
1. Makyaj malzemeleri, cildi yıpratır,
buruşturur ve erken yaşlanmasına neden olur.
2. Cildi kurutur ve yarılmasına neden olur.
3. Güt iltihaplanmasına, alerjik hastalıklara ve egzemaya uygun
ortam hazırlar.
4. Ciltte renk değişikliklerine neden olur. Ciltte
bazı bölgelerde renk koyulaşması ve esmerleşme, bazı bölgelerde renk azalması
ve beyazlaşma görülür.
5. Bazı renkler, gün ışığı emmekte, ciltte ışığa karşı hassasiyet
oluşturmakta veya yüzdeki kılların artmasına neden olmaktadır.
6. Cilde sürülen bu maddeler, ciltte bazı
kabarma ve şişlere neden olabilmektedir.
7. Kullanılan kremler, derilerdeki
gözenekleri kapatmakta, ergenlik dönemi sivilcelerine benzer, kabarcıklara yol
açmaktadır.
8. Kullanılan bazı makyajlar, ciltte oluşan
kabarcıkların tedavisinde, ciidin tedaviye yanıt vermesini önlemektedir.
1. Dudakların kurumasına, yarılmasına,
iltihaplanmasına ve daha hassas hale gelmesine neden olabilmektedir.
2. Aşırı kullanmalarda, dudaklarda ekzema, alerjik rahatsızlıklar,
kabarcıklar ve şişmelere rastlan ab ilmektedir.
3. Bazı renkler, dudak çevresinde ışığı yoğunlaştırmaktadır. Bu
da, dudaklarda ve ağız çevresinde renk değişimlerine neden olabilmektedir.
Kırmızı ruj kullanan hanımların birçoğunda bu rahatsızlıklar görülmektedir.
4. Yenilen ve içilen şeylerle karışması, bu
maddelerin vücuda çok büyük zararlar vermesine neden olmaktadır.
Va'yu'l-Islâmî dergisinde yayınlanan bir
makalesinde, Dr. Vecih Zeynelabidİn şöyle demekte;
Saçın bozulmasını önleyen ve parlak gösteren jöleler, bazen
saç kırılmasına ve dökülmesine neden olmakta, -doğrudan veya dolaylı olarak
cilde temas etmesi durumunda- bazen de göz korneasında rahatsızlıklara yoİ
açmaktadır. Bu tür rahatsızlıkların tedavisi aylarca sürmektedir. Saç
boyalarının içerdiği burukatin maddesi gibi kimyasallar, hastayı daha duyarlı
kılmakta. Penisilin, sülfat gibi maddelere duyarlı olanlar, saç boyalarından
çok etkilenmektedirler. Bu nedenle saç diplerinde şişme, kabarma görülmekte,
bazen de saçlar tamamen dökülmektedir. Bu maddelerin en tehlikelisi,
permalarda kullanılanlardır. Bunlar kratin maddesini gidermekte ve kıvırcık
saçı, düz saça dönüştürürken saç kırılmalarına neden olmaktadır.
Yüze sürülen pudra, krem ve parlatıcılar, sivilcelere ve iltihaplara
neden olmakta, cilt kırışıklıklarına ve erken yaşlanmaya yol açmaktadır. Gözün
alt kısmında belirli bir bölgede kırışıklık bırakmaktadır. Yirmi yaşından sonra
birçok genç kızın göz kapaklarında iltihaplar görülmektedir. Buna yapma
kirpikler kullanmaları ve göz boyaları neden olmaktadır.
Konu, uzmaniarın açıkladıkları gibi ise, bu tür
makyaj malzemeleri kullanılmamalıdır. Ancak zararlı değilse asıl olan, mubahhktır.
Parmak ojeleri, kaplamalar ve manikür
-belirtilen şartlarda-yapılmasında bir sakınca yoktur. Ancak suyun tırnağa
temasını önlüyorsa, abdest alırken giderilmesi gerekir. Burada şuna dikkat
çekmek İstiyorum, manikür yapan hanımların, günümüzde tanık olduğumuz şekliyle
tırnaklarını uzatmamaları gerekir. Hiç kuşkusuz bu fıtri sünnetlere
muhalefettir. Ayrıca tırnakları uzun ve parlak gösteren, hazır tırnakların
kullanılması da caiz değildir. Bu tür şeyier, Allah'ın yarattığı şekli
değiştirmek, kâfir kadınlara benzemek ve selim fıtrata aykırı düşmektir.
Takılarla Ziynet: Her türlü altın ve gümüş takılarla süslenmek
hanımlar için caizdir. Ali (radiyallâhu anh) anlatıyor; Allah'ın Peygamberi
(salhllâhu aleyhi ve seliem) bir ipek aldı sağına koydu; bir altın aldı soluna
koydu. Sonra da; «Bu iki şey, ümmetimin erkeklerine haram; [kadınlarına
helaldir]» buyurdu.[315]
Hanımlar için, bilezik, küpe, yüzük, zincir, kolye ve benzeri takılar caizdir.
Abdullah Ibn Amr (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Bir kadın kız çocuğuyla birlikte
Rasulullah (salhllâhu aleyhi ve sellemj'e geldi. Çocuğunun kolunda iki altın
bilezik vardı. Kadına; «bunların zekatını veriyor musun?» buyurdu. Kadın;
«hayır» dedi. Bunun üzerine Rasulullah (salhllâhu aleyhi ve seUem); «Bu
ikisinden dolayı, Allah'ın kıyamet günü sana ateşten iki bilezik takmasından
hoşlanır mısın?» buyurdu.[316]
Ibn Abbas (radiyallâhu anh)'m rivayet ettiği,
Peygamberimizin bayram günü hanımlara yaptığı vaazdan sonra, sadaka
vermelerini emretmiş, bunun üzerine kadınlar da, küpelerini ve yüzüklerini
Bilal'in eteğine atmışlardı.[317]
Sevbân (radiyallâhu anh) anlatıyor; (... Fâtıma (radiyallâhu
anhâ), boynundaki bir kolyeyle ilgili tartışmada; «bunu Ebu'l-Hasen (Ali) bana
hediye etti» demiştir.[318]
Kadınların eşleri yanında ayaklarına halhal takmaları caizdir. Ancak bunu
yabanclara göstermemeleri,
güzelliklerinin fark edilmesi için topuklarıyla ses çıkartarak yürümemeleri
gerekir. Çünkü Yüce Allah; '...gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye
ayaklarını yere vurmasınlar (dikkatleri üzerlerine çekecektarzda yürümesinler)
[319]
buyurmuştur.
Kadınlar yüzükleri, diledikleri parmaklara takabilirler. Ancak
erkeklerin orta ve şahadet parmağına yüzük takmaları nehye-dilmiştir. Ali
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), şu
parmağa ve şu parmağa -orta ve şahadet parmağına işaret ederek- yüzük takmamı
yasakladı.[320]
İmam Nevevî,
hadiste belirtilen nehyin hanımları kapsamadığı ve sadece erkeklere özgü
olduğu konusunda icma edildiğini nakletm iştir.
Demir yüzük takmanın bir sakıncası yoktur:
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), mehir olarak verebilecek hiçbir
şeyi bulunmayan birine; «... demirden de olsa bir yüzük edin.[321]
buyurmuştur.
Dövme yaptırmak haramdır: İbn Mesûd (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Allah dövme yapan ve yaptıran
kadınlara, yüzden kıl yolan ve yolduran kadınlara, güzellik için diş
törpülettiren kadınlara ve Allah'ın yarattığı şekli değiştiren kadınlara lanet
etmiştir» buyurmuştur.[322]
Dövme yapan anlamında olan 'vâsime' kelimesi, avuca, bileklere,
dudaklara veya vücudun farklı yerlerine iğne, şırınga ve benzeri şeylerle sürme
'veya parlaklık veren renklendiriciler en-jekte eden kişi için kullanılır. Bunu
yaptırmak isteyene de, dövme yaptıran anlamında 'müstevşime' denir. Dövme,
yapan için de,
yaptıran için de haramdır. Bunun küçük
çocuklara yapılması durumunda, çocuk henüz mükellef olmadığı için sorumlu
değildir. Fakat yapanlar günahkârdır.
Günümüzde genç kızlar arasında çok farklı şekillerde dövme
yaptırmak oldukça yaygınlaşmış, moda olmuştur. Farklı nakışları, karınlarına
kadar yaptırmakta ve avret yerlerini bu nedenle yapanın karşısında açtıkları
gibi, sokaklarda da açarak gezmektedirler. Bu tür aşırılıklardan ve
sapkınlıklardan Allah'a sığınırız.
Uzman cilt doktoru Abdulhadi Muhammed, cilde enjekte
edilen ve petrol ürünü maddelerin kullanıldığı bu tür dövmelerin, deri
kanserlerine yol açtığını söylemektedir.
Günümüzde cilt üzerine yapıştırılan türden dövmeler bulunmaktadır.
Bunlar vücutta hiçbir değişikliğe yol açmadığı ve zarar vermediği sürece
caizdir. Çünkü bunlar Allah'ın yarattığı şekli değiştirmek' değildir. Bilakis
kınaya benzemektedir. Ancak bunu yapan kadınlar, eşlerinden başkasına
göstermemeleri şarttır. İhtiyatlı olan ise, dövmeye benzediğinden dolayı
yapılmamasıdır. -Allah, en doğrusunu bilendir-.
Estetik ameliyatların hükmü nedir? Estetik ameliyatlar
birçok farklı nedenlerden dolayı yapılmaktadır. Bu nedenle,bazıları mubah,
bazıları vacip, bazıları haramdır.
1. Mubah olan estetik ameliyatlar:
Özellikle
yüzdeki ve vücudun görünen yerlerindeki bölgeler başta olmak üzere, derin izler
bırakan yaraların kapatılması, parçalanan yerlerin dikilmesi, şiddetli
yanıkların tedavisi için yapılan estetik ameliyatlar mubahtır. Bunların tamamı
zararın giderilmesi ve vücudun asli suretine dönüştürülmesidir. Dolayısıyla bu
ameliyatlarda bir sakınca yoktur. -İnşaallah- Hatta bu türden bazı ameliyatlar
vacip hükmündedir.
2. Hamilelik esnasında meydana gelen yaralanmalar veya
farklı nedenlerden dolayı oluşan görüntü bozukluklarının giderilmesi için
yapılan ameliyatlar mubahtır. Örneğin, asli yaratılışa aykırı olarak görülen
altıncı parmak veya et fazlalıkları ve benzerleri gibi. Bunların alınmasında
bir sakınca olmadığını düşünüyoruz. Çünkü
bunlar, Sânı Yüce Allah'ın yarattığını değiştirmek anlamında değildir.
3. Sânı Yüce Allah'ın yarattığını değiştirmek anlamına gelen her
türîü ameliyatlar haramdır. Sânı Yüce Allah, bazı insanları uzun, bazılarını
kısa, bazılarını siyah, bazılarını beyaz, bazılarını güzel, bazılarını da
çirkin yaratmıştır. Bunlar, Yüce Allah'ın birliğini ve yoktan var edişini
gösteren âyetlerdir. O, şekil ve suret veren Rab'tir. Yüce Allah; 'Rahimlerde
sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka ilah yoktur. O, mutlak
güç ve hikmet sahibidir.[323]
Hiç şüphesiz, Allah Teâlâ'nın yarattığı sureti, rengi veya cinsiyeti
değiştirmeye kalkışmak, Celîl ve Azız Allah'ın yaratmasına karşı gelmektir.
Çünkü Yüce Allah; 'Allah'ın yaratmasında değişiklik olmaz
[324] buyurmuştur.
Âyet, haber cümlesidir. Yani, Allah'ın yarattığı şeyi değiştirmeyiniz,
anlamındadır. Nitekim Yüce Allah, şetanın İnsanlara, Allah'ın yarattığı şeyi
değiştirmeyi emredeceğini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur; 'Onlar (müşrikler),
Allah'ı bırakıp yalnızca bir takım dişilerden (dişi isimli tanrılardan)
istiyorlar; ancak inatçı şeytandan dilekte bulunuyorlar. Allah onu lanetledi; o
da «yemin ederim ki, kullarından bir pay edineceğim» dedi. Onları mutlaka
saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesin olarak onlara
emredeceğim de, hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için
nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yarattıklarım
değiştirecekler» (dedi). Kim Allah 'ı bırakır da, şeytanı dost edinirse
elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.[325]
Allah'ın yarattığını değiştirmeyi emrederek, şeytan Âdemoğlunu saptırmak
isteyecektir.
Cinsiyet değiştirmek için yapılan estetik
ameliyatlar, hiç kuşkusuz Allah'ın yarattığını değiştirmeyi hedeflemektedir.
Erkeğin kadın, kadının erkek cinsiyetine dönmesi, rengini veya yüz şek-Hnİ
değiştirmesi, insanı saptırmak isteyen şeytana tâbi olmaktır. Bu değişiklikler
Allah'ın yaratmasına karşı gelmektir.
4. Diş aralarının açtırılması, saç eklenmesi, kaşların
İnceltil-mesi ve dövme yaptırılması Allah'ın yarattığını değiştirmek olduğu
konusunda açık hükümler bulunmaktadır. Nitekim Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
seİlem); «Allah dövme yapan ve yaptıran kadınlara, yüzden hl yolan ve yolduran
kadınlara, güzellik için diş törpülettiren kadınlara ve Allah'ın yarattığı
şekli değiştiren kadınlara lanet etmiştir» buyurmuştur.[326]
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu türden davranışların Allah'ın
yarattığı şekli değiştirmek olduğunu açıklaması, haramlığına delildir.
5. Hiç şüphesiz, Allah'ın yarattığını değiştirmek anlamında olan
davranışların en büyüğü, cinsiyet değiştirmektir. Bu hüküm, Yüce Allah'ın erkek
olarak yarattığı birinin kadın, kadın olarak yarattığı birinin erkek
cinsiyetine geçmesi durumunda söz konusudur. Ancak çift cinsîyetli olarak
dünyaya gelenlerin,[327]
ameliyatla ağır basan cinsiyete geçmeleri helaldir. Bu, Allah'ın yarattığını
değiştirmek değildir. Aksine Allah'ın yarattığı asli surete dönmektir.
Erkek veya kadın olarak dünyaya gelen kimselerin
cinsiyet değiştirmeleri veya üçüncü bir tür oluşturmak ve cinsel haz duymak
amacıyla çift cinsiyeti! olmak istemeleri -günümüzde bazı ülkelerde olduğu
gibi- en büyük cürüm ve yeryüzünde fesat çıkarmaktır. Allah'ın yarattıklarını
değiştirmede, en çirkin davranış budur. Çünkü birçok tahrifatı barındırmaktadır;
1. Allah'ın yarattıklarını değiştirme türleri
arasında en büyüğü budur.
2. Bu değişiklikle yeryüzü ifsat edilmektedir.
3. Fuhuş ve kötülüklerin en aykırısını çok farklı şekillerde
yapmaktır. Bu, Lut -aleyhisselam- kavminin yaptıklarından çok daha büyük
cürümdür.
Ziynet ve moda amacıyla pahalı renkli lensler takmanın
hükmü, değerli âlim Sâîih bin Fevzân'a sorulduğunda şu cevabı vermiştir;
'İhtiyaç nedeniyle takılmasında bir sakınca yoktur. Ancak böyle bir ihtiyaç
yoksa takılmaması daha güzeldir. Özellikle pahalı olanlar takılmam alıdır.
Çünkü bu, haram kılınan israftan sayılır. Ayrıca bu bir tür aldatma ve hiledir.
Çünkü gözün gerçek halinden farklı görünmesine neden olmaktadır.[328]
İbn Useymîn
-Allah ona rahmet eylesin- bu konuda şöyle demektedir; 'göze takılan lenslerin
göze zarar verip-vermedikleri, uzman doktorlara sorulmalıdır. Şayet bunların
kullanılması göze zarar veriyorsa, caiz değildir. Çünkü vücuda zarar veren her
şey, Allah Tebâreke ve Teâlâ'nın şu ayetiyle yasaklanmıştır; 'kendinizi
öldürmeyiniz; hiç kuşkusuz Allah sizlere çok merhametlidir.[329]
Şayet
doktorlar, lens takmanın göze hiçbir zarar vermediğini belirtirlerse, hükmünü
tespit için birkaç açıdan ele alırız. Lens takan kadının gözü vahşi hayvanların
gözlerine benzemekte ise bu haramdır. Örneğin tavşan gözü gibi oluyorsa, bu
caiz değildir. Çünkü hayvanlara benzemekten, kınanmış ve nefretle karşılanmış
bîr olarak bahsedilmiştir. Yüce Allah; 'Onlara (Yahudilere) kendisine
ayetlerimizden verdiğimiz; fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın
takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. Dikseydik
elbette onu ayetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine
düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: eğer üstüne varsan, dilini
çıkarıp solur, bırakırsan da dilini sarkıtıp solur
[330]
buyurmuştur. Peygamberimiz fsallallâhu aleyhi ve sellem); 'sadakasından dönen
kimse, kusmuğuna dön(üp onu yiy)en köpek gibidir.[331]
Cuma günü imam hutbe verirken konuşan, yüklü eşekler gibidir
[332]
buyurmuştur.
Lens takanların gözlerinde, bir farklılaşma
olmuyor, sadece rengi değişiyorsa -örneğin siyah göz farklı renkte
görünüyorsa-bunda bir sakınca yoktur. Sabit bir değişim oluşmadığından dolayı
bu, dövme yaptırmak gibi, Allah'ın yarattığını değiştirmek değildir. Çünkü
istenildiği zaman çıkartabilmektedir. Lenslerin göze yapışmasına karşın,
gözlüklerin gözden ayrı olduğu çok daha belirgin olsa da, lensler bir yönüyle
gözlüğe benzemektedir. Her halükarda kadınların bu tür şeylerden sakınmaları,
çok daha güzel ve evlâdır. Göz sağlığına daha elverişlidir.[333]
Yüce Allah; 'Andolsun senden önce de Peygamberler gönderdik
ve onlara da eşler ve çocuklar verdik
[334] Aranızdan
bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi davranıştı olanları
evlendirin
[335] 'Kaynaşmanız için size
kendinizden eşler yaratıp da aranızda sevgi ve merhameti peyda etmesi O'nun
(varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler
vardır
[336] buyurmuştur.
Üç kişinin
olayıyla İlgili olarak, Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Onlardan biri; «ben
geceleri sürekli namaz kılacağım» dedi. Diğeri; «ben her zaman oruç tutacağım;
oruçsuz gün geçirmeyeceğini» dedi. Diğeri; «ben bekâr kalacağım ve hiç evlenmeyeceğim»
dedi. Bunun üzerine RasuluHah (sallallâhu aleyhi ve sellem) geldi ve; «şöyle
şöyle diyenler siz misiniz?! Allah'a yemin ederim ki, ben aranızda, Allah'tan
en fazla korkan ve en takvalı olanınızım. Buna rağmen ben, bazen oruç bazen tutuyor,
tutmuyorum. (Gecenin) bir kısmında namaz kılıyor, bir kısmında uyuyorum ve
kadınlarla evleniyorum. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir» buyurdu.[337]
Ma'kal bin Yesâr (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Peygamber (salhllâhu aleyhi
ve sellem); «(eşlerini) çok seven ve doğurgan olan kadınlarla evleniniz;
kuşkusuz ben (kıyamet günü) sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere övünürüm.[338]
İbn Mesûd
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sal-lallâhu aleyhi ve sellem); «Ey
gençler topluluğu! Sizden kimin evlenmeye gücü yetiyorsa, hemen evlensin. Çünkü
evlilik, gözü (haramdan çevirmede) çok daha etkilidir, namusu daha çok
fco-ruyucudur. Sizden kimin (evlenmeye) gücü yetmiyorsa, o da, oruca devam
etsin. Çünkü oruç, onun şehvetini keser» buyurdu.[339]
Hadiste yer alan 'el-bâetelevlenmeye güç yetirmek'
ifadesiyle, evlilik masrafları ve sorumlulukları kastedilmiştir. Buradaki
hitap, cinsel ilişkide bulunabilecek güce sahip olanlaradır.
Ebû Zer (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (s.a.v)'in
sahabelerinden bazı kimseler, Peygamber (salhllâhu aleyhi ve sellemj'e: 'Ey
Allah'ın Rasülü! Servet sahibi kimseler sevapları alıp gittiler; bizim
kıldığımız gibi namaz kılıyorlar, bizim gibi oruç tutuyorlar ve mallarının
fazlalarını sadaka olarak veriyorlar' dediler. Rasulullah (salhllâhu aleyhi ve
sellem) «Allah size tasadduk edecek bir şey vermemiş mi? Her teşbih (subhanallah' sözü-n)e karşılık bir sadaka,
her tekbir (Aîlahu Ekber' sözün)e karşılık bir sadaka, hertahmid (Elhamdülillah'sözün)e
karşılık bir sadaka, hertehlil (Lâ ilahe illallah' sözün) e karşılık bir
sadaka, emri bi'l-maruf (iyiliği emretmek) bir sadaka, kötülükten alıkoyma bir
sadakadır. Hatta sizden birinin (hammıyh yaptığı) cinsel ilişki bile bir
sadakadır» buyurdu. Sahabiler: «Ey Allah'ın Rasulü! Birimiz şehvetini tatmin
ettiğinde, ona sevap mı var?!» dediler. Rasulullah (salhllâhu aleyhi ve
sellem); «Ne dersiniz? O kimse şehvetini haramla tatmin ederse ona günah
olmayacak mı? İşte bunun gibi, helal yolla şehvetini tatmin ettiği zaman da ona
sevab vardır» buyurdu.[340]
Evlilik, Peygamberlerin sünnetidir ve
müekked sünnetlerdendir. Yüce Allah; Andolsun senden önce de Peygamberler
gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik
[341]
buyurmuştur.
Bir kısmı daha önce zikredilen, ayet ve hadislerin genelinden
âlimlerin çoğunluğu, evliliğin sünnet olduğu hükmünü belirtmişlerdir. Fakat
bekâr kalması durumunda zinaya düşmekten endişelenen kişi için, -evlenme gücü
varsa- evlenmek vaciptir. Çünkü zina haramdır. Haramın ancak kendisiyle
önlenebildiği şey vaciptir.
Deliller evliliğin hanımlar için farz olmadığını
göstermektedir.[342]
Nitekim Yüce Allah, bazı hanımları, 'evlenme ümidi olmaksızın oturan hanımlar.[343]
olarak tanımlamıştır.
Ebû Saîd (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Bir adam, kızıyla birlikte
Peygamber (salhllâhu aleyhi ve sellem)'e geldi ve; «kızım evlenmek istemiyor»
dedi. Rasulullah (salhllâhu aleyhi ve sellem) ona; «babana itaat et!» buyurdu.
Kız; «kocanın eşi üzerindeki hakkını bildirinceye kadar hayır» dedi. Bunun
üzerine ona; «Kocanın eşi üzerindeki hakkı, şayet bir yarası olsa ve hanımı onu
yalasa; ya da, burun deliğinden irin veya kan aksa eşi onu yalasa dahi hakkım
ödemiş olmaz» buyurdu. Bunun üzerine kız; «Seni hak (dinle) gönderene yemin
olsun ki, ebediyen evlenmeyeceğim» dedi. Rasulullah (salhllâhu aleyhi ve
sellem); «kızlarınızı, razı olmadıkları sürece evlenmeye zorlamayınız» buyurdu.[344]
Bu hadis, fuhşa düşme ihtimali bulunmadığı
sürece, herhangi bir mazeret nedeniyle evlenmemenin caiz olduğuna delildir.
Fakat evla olan evlenmektir. Bunun birçok faydaları vardır. Bu faydaların
bazıları şunlardır;
1. Yüce Allah'ın emrine uymaktır.
2. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in sünnetine
tabi olmak ve bütün Peygamberlerin yolundan gitmektir.
3. Şehveti teskin etmek ve gözleri korumaya almaktır.
4. Namusu ve iffeti korumaya almaktır.
5. Müslümanlar arasında fuhşun yayılmasını önlemektir.
6. Nesli artırmaktır. Bununla Peygamberimiz,
diğer Peygamberlere ve ümmetlerine karşı övünecektir.
7. Helaliyle cinsel ilişkide bulunduğu için sadaka
sevabı kazanmaktır.
8. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in
sevdiğini sevmektir, 'dünyanızdan bana, koku ve kadın sevdirildi.[345]
9. Müslümanların yurtlarını müdafaa edecek, onlara bağışlanma
dileyecek Mümin zürriyetin oluşmasıdır.
10. Cennete girilirken çocukların şefaatinden
faydalanmaktır. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur;
'Kıyamet günü çocuklara; «Cennete giriniz» denilecektir. Onlar; «Yâ Rabbi!
Babalarımız ve annelerimiz de girinceye kadar (bekleyeceğiz)» diyecekler. Bunun
üzerine onlar da gelecekler. Azız ve Celîl Allah; «neden imtina ediyorlar,
giriniz Cennete» buyuracaktır. Onlar; «Yâ Rabbi! Babalarımız ve annelerimiz de
girinceye kadar (bekleyeceğiz)» diyecekler. Bunun üzerine; «sizler de ve
anne-babalarmız da Cennete giriniz» buyuracaktır.[346]
11. Eşler arasındaki sükûnet, muhabbet, sevgi, rahmet ve yalnızca
Şanı Yüce Allah'ın bildiği daha birçok faydalar kazanılacaktır.
Yüce Allah bunları Kuranı Kerîm'de zikretmiştir. Bunlar; 'Babalarınızın
evlendikleri kadınlarla evlenmeyin, geçmişte olanlar
artık geçmiştir; çünkü bu bir fuhuş ve iğrenç bir şeydi, ne
kötü yoldu! Sizlere, analarınız; kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız,
teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi
emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, hanımlarınızın anneleri,
kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızın yanınızda kalan üvey kızlarınız
ki, onlarla gerdeğe girmemişseniz size bir manî yoktur, öz oğullarınızın eşleri
ve iki kız kardeşi bir arada almak suretiyle evlenmek, geçmişte olanlar artık
geçmiştir size haram kılındı. Doğrusu Allah bağışlayan ve merhamet edendir.
Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı Sahip olduğunuz cariyeler
müstesna, bunlar, Allah'ın üzerine farz kıldığı hükümlerdir. Bunlardan
başkasını, zinadan kaçınıp, iffetli olarak, mallarınızla istemeniz size helal
kılındı Onlardan faydalandığınıza mukabil, kararlaştırılmış olan mehirlerini
verin; kararlaştırılandan başka, karşılıklı hoşnut olduğunuz hususta size bir
sorumluluk yoktur. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.[347]
I) Devamlı haram
olanlar: Bunlarla evlenmek hiçbir zaman caiz olmaz.
II) Geçici (süreli) haram olanlar: Bazı özel şartlar bulunduğu
sürece kendileriyle evlenmenin caiz olmadığı kadınlardır. Bu özel şartlar
ortadan kalktığında bunlarla evlenmek helal olur.
1. Anneler: Kendisinin veya anne babasının
anneleri ve üst soy grubu.
2. Kızlar: Kişinin kendi kızları,[348]
kızlarının kızları ve alt soy grubu.
3. Kız kardeşler
4. Halalar
5. Teyzeler
6-7. Erkek ve kız kardeşlerin kızları ve alt soy grubu.
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh); 'kan bağıyla horam olanlar yedi kişidir; evlenmeden doğan
hısımlık nedeniyle haram olanlar yedi kişidir
[349]
dedi. Sonra da şu âyeti okudu; «size anneleriniz.....haram kılındı.[350]
Yukarıda belirtilen 7 sınıfla evlenmek, âlimlerin İttifakıyla
ebediyen haramdır. Bu konunun daha kolay anlaşılması için şöyle bir ölçü
zikredebiliriz; bîr erkeğin kan bağıyla oluşan akrabalarından dört sınıf hariç
diğerleri ebedi olarak haramdır. Akrabalarından evlenmesi helal oîan dört
sınıf şunlardır;
1. Amcakızları,
2. Dayıkızları,
3. halakızları,
4. Teyze kızları.[351]
Alimlerin çoğunluğuna göre, kişinin zinadan
olma kızıyla evlenmesi caiz değildir. Çünkü zina ile mahremlik oluşmaz. Ancak
zinadan olma kızı, kendi sulbünden olması nedeniyle, '... anneleriniz, kızlarınız
... .size haram kılındı
[352]
âyetinin hükmü kapsamındadır. Ayetteki 'kızlarınız lafzı, hakikat veya mecaz
olarak, mirasçı olsun veya olmasın bu ismin kapsadığı herkesi hükmü altına
almaktadır.[353]
Âlimler,
zinadan olma kızıyla evlenenlere, ölüm cezasının veriİip-verilemeyeceği
konusunda farklı görüşler belirtmişlerdir. Ahmed bin Hanbel, bu kimselere 'ölüm
cezası' verilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Kişinin zinadan olma, kız kardeşiyle, oğlunun kızıyla, kızının
kızıyla, erkek ve kız kardeşinin kızıyla evlenmesi de haramdır. Fakihlerin
genelinin kanaati budur.[354]
1. Babanın hanımı:
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Câhi/iye dönemi halkı da (evlenilmesi) haram
olanları haram kabul ediyordu. Ancak babanın hanımı ve iki kız kardeşle aynı
anda evlenmekte bir sakınca görmüyorlardı. Bu nedenle Aziz ve Celît Allah;
'Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin, geçmişte olanlar artık
geçmiştir... iki kız kardeşi bir arada almak suretiyle evlenmek, geçmişte
olanlar artık geçmiştir size haram kılındı' buyurmuştur.[355]
Yüce Allah, babanın evlendiği kadınlarla evlenilmesini haram kılmıştır. Ayette
yer alan 'babalarınızın evlendikleri' İfade-sindeki evlenmeden maksat, sadece
nikâh kıyılması mıdır, yoksa cinsel ilişkinin gerçekleşmiş olması mıdır? Açıkça
belirtilmemiştir. Ancak cinsel ilişki gerçekleşmemiş olsa biie, babanın
nikâhlandı-ğı bir kadınla, oğlunun evlenmesinin haram olduğu konusunda âlimler
İcma etmiştir. Buradaki haramhk, ebedî haramlıktır. Aynı şekilde, cinsel ilişki
gerçekleşmemiş olsa bile, oğlunun nikâhlan-dığı bir kadınla, babasının
evlenmesi de -icmâ ile- haramdır.
Babasının evlendiği bir kadınla, evlenene, ölüm cezası verilir ve
malı alınır.
Berâ (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Amcamla karşılaştım. Beraberinde
bir bayrak vardı. Ona: «Nereye gidiyorsun?» dedim. «Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve seîlem) beni, babasının karısı ile nikahlanan bir adama gönderdi. Bana, onun boynunu vurmamı ve malım almamı emretti»
dedi.[356]
2. Hanımının Annesi:
Bir kızla, nikahlanan kişi, nikâh akdinin gerçekleşmesinden
itibaren kızın annesiyle evlenmesi haram olur. Çünkü âyette 'hanımlarınızın anneleri'
denilerek genel zikredilmiş, gerdeğe girilmiş olması şartı belirtilmemiştir.
Oysa üvey kızlarla evlenmenin haramlığı, anneleriyle gerdeğe girilmesi şartına
bağlanmıştır. Alimlerin çoğunluğu bu görüştedir. Gerdeğe girilmesinden sonraki
ebedi haramlık konusunda ise icma edilmiştir. Buna, hanımının anne annesi ve
babasının annesi de dâhildir.
3. Hanımının kızı (üvey kız):
Üvey kızla
evlenmenin haram olması için, annesiyle gerdeğe girilmiş olması şarttır.
Dolayısıyla bir kadınla nikahlanıp, gerdeğe girmeden boşanan kişi, o kadının
kızıyla evlenebilir. Çünkü Yüce Allah; '...hanımlarınızın anneleri,
kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızın yanınızda kalan üvey kızlarınız
ki, onlarla gerdeğe girmemişseniz size bir manî yoktur...' buyurmuştur.
Bu konuyla ilgili âlimlerin görüşleri arasında tercih
edilen; yanınızda kalan üvey kızlarınız.. İfadesi şart beİirtmemekte-dir. Yani
her halükarda, annesiyle gerdeğe girildikten sonra üvey kızla evlenmenin haram
olduğudur. Bu haramlık için, üvey kızların yanlarında kalıyor olmaları şart
değildir.
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh)'ın da belirttiği gibi, ayette geçen 'girdiğiniz' lafzıyla
'cinsel ilişki' kastedilmiştir.
Bu hükme, evlenilen kadının kızlarının kızları ve oğullarının
kızları da dâhildir.
4. Öz oğlunun hanımı:
Kişi, kendi öz oğlunun hanımıyla evlenemez. Çünkü yüce Allah; öz
oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak
suretiyle evlenmek, geçmişte olanlar artık geçmiştir
size haram kılındı. buyurmuştur. Süt oğlunun hanımı da bu hükme dâhildir.
Âyet-i kerîmede 'öz oğullarınız' denilmesi, cahiliye döneminde evlat
edinmeleri, bu hükmün dışında bırakmak içindir. Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem); can bağıyla haram olanlar, süt emişmeden de haram olur
[357]
buyurmuştur.
Kişi, babasının üvey kızıyla veya baba oğlunun üvey kızıyla
evlenebilir. Âlimler bu konuda ittifak etmiştir. Çünkü bunlar babanın veya
oğlun kendi sulbünden değildir.
Sıhrî/evlenmeden doğan hısımlık nedeniyle evlenilmesi haram
olanları, kolayca öğrenmek için şöyle diyebiliriz; 'dört sınıf haricinde,
evlilikten doğan hısımlarla evlenmek caizdir. Evlenilemeyecek olan bu dört
sınıf şunlardır;
1. babasının hanımı,
2. Hanımının annesi,
3. Gerdeğe girdiği hanımının kızı (üvey kızı),
4. Oğlunun hanımı'
Yüce Allah; 'sizi emziren sütanneleriniz, sütkardeşleriniz...
size haram kılındı' buyurmuştur.
Hamza (radiyaliâhu anh)'ın kızı hakkında,
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; 'O, bana helal
değildir. Kan bağı nedeniyle haram olanlar, süt emzirmeden de haram olur. O,
benim sütkardeşimin kız
[358]
'Doğum nedeniyle haram olanlar, emzirme nedeniyle de haram olur.[359]
Bu hadis-i şeriflerden, kan bağı nedeniyle
haram olanların, emzirmeden dolayı da haram olduğu anlaşılmaktadır. Emziren
anne, öz anne gibi kendisiyle evienilmesi haram olmaktadır. Kişiye, emzirme
nedeniyle haram olanlar şunlardır;
1. Emziren ve emzirenin annesi.
2. Emzirenin kızları, -emzirmeden önce veya sonra
doğmuş olmaları fark etmez-
3. Emzirenin kız kardeşi (çünkü teyzesi
sayılmaktadır).
4. Emzirenin kızının kızı (çünkü kız kardeşinin
kızı sayılmaktadır).
5. Emzirenin kocasının annesi (çünkü emzirenin sütü,
kocası nedeniyle oluşmuştur. Emenin ninesi hükmündedir).
6. Emzirenin kocasının kız kardeşi (çünkü halası
sayılmaktadır) .
7. Emzirenin oğlunun kızı (çünkü kardeşinin kızı
sayılmaktadır).
8. Emzirenin kocasının kızı -başka hanımdan dahi
olsa-(çünkü baba bîr süt kardeşi sayılmaktadır).
9. Emzirenin kocasının kız kardeşleri (çünkü halaları
sayılmaktadır) .
10. Emzirenin kocasının diğer hanımları (çünkü
babasının hanımları sayılmaktadır).
11. Emzirilenin hanımı, emzirenin kocasına haramdır
(çünkü oğlunun hanımı sayılmaktadır)
Burada haramlığı oluşturan etken, doğum nedeniyle
sütü gelen kadından, başka birinin bebeğinin emmesiyle, ondan gıda almış,
emdiği kadının ve kocasının bir parçası haline dönüşmüştür. Bunu şu hadis de
ifede etmektedir; Tesettür âyetleri nazil olduktan sonra, Âişe'nin süt amcası,
Ebu'l-Kuays'in kardeşi Efiâh geldi ve Âişe'nin yanma girmek için izin istedi.
Âişe -(radiyalle.hu anhâ)- anlatıyor; «ben ona izin vermedim ve Rasulullah
(sallallâ-hu aleyhi ve selîem) geldiğinde ona bu yaptığımı anlattım; bana; (bir
daha gelirse) ona izin vermemi emretti».[360]
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh)'ten nakledilmiştir; İki hanılı
bir adamın, bir hanımı bir kız çocuğunu, diğer hanımı da bir erkek çocuğunu
emzirmiş. Bu kız çocuğuyla erkek çocuğu birbirleriyle evlenebilirler mi?» diye
İbn Abbâs (radiyallâhu anhj'a sorulduğunda; «Hayır, her ikisi aynı döllenmeden
(dolayı gelen sütten emmişlerjdir» demiştir.[361]
Sahabelerin ve fakîhlerin geneli bu kanaattedir.
12. Emzirilen kız ise, babası sayıldığı için
emzirenin kocasına, amcası sayıldığı için emzirenin kocasının kardeşine,
dedesi sayıldığı İçin emzirenin ve kocasının babasına haram olur.
Burada bahsedilen haramlık sadece emzirilene özgüdür.
Emzirilenin yakınları için haramhk söz konusu değildir. Örneğin, emzirilenin
süt kız kardeşi, emzirilenin erkek kardeşinin de kız kardeşi sayılmaz. Buradaki
kural; 'bir göğüsten emenler kardeş olurlar'. Buna göre, emzirilenin erkek
kardeşi, emzirilmediği için, kardeşinin süt kız kardeşiyle evlenmesi caizdir.
Çünkü süt erkek kardeşinin kardeşi olsa da, yabancı hükmündedir. -Allah en doğrusunu
bilir-.
1. Beş defa veya daha fazla emzirilmiş olmalıdır:
Âişe
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) «bir
defa veya iki defa emmeyle haramhk oluşmaz» buyurmuştur.[362]
Haramlığı oluşturan miktarın ölçüsü de Âişe {radiyallâhu anhâ)'dan rivayet
edilmiştir; 'Kuran'dan indirilenler içerisinde, '(nikahı) haram kılan
malum/doyurucu on defa emzirme' de vardı. Sonra bu, 'malum/doyurucu beş defa
emzirmeyle neshedildi. (Kendilerine nesh haberi ulaşmayan bazı kimseler)
bunları, Kuran'dan (zannederek) okurken Rasulullah
(saîlaüâhu aleyhi
ve sellem) vefat etti.[363]
Bir başka rivayette Âişe validemiz 'beş defadan az malum/doyurucu emzirmeyle
haram-lık oluşmaz' demiştir.[364]
İmam Ebû
Hanîfe, imam Mâlik ve bazı müçtehitlere göre, emen İle sütü emilen arasında,
süt akrabalığının oluşması için, emilen sütün az veya çok olması fark etmez.
[365]
İmam Şafiî ve bazı müçtehitlere göre, süt akrabalığı için emilen sütün beş
defa doyurucu olarak emilmiş olması şarttır. Ahmed bin Hanbel'den bu konuda
farklı iki görüş nakledilmiştir. Birinci görüşe göre, beş defa doyurucu oiarak
emilmiş olması; ikinci görüşe göre, üç doyurucu emmenin gerçekleşmiş olması
yeterlidir.[366]
2. Emzirilen çocuk, ilk iki yıl içerisinde
emzirilmiş olmalıdır. Çünkü Yüce Allah; 'emzirmenin tamamlanmasını isteyen için
anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler.[367]
buyurmuştur.
Çocuğun iki
yaşını doldurmasıyla birlikte emzirme tamamlanmış olduğu için, sonrasındaki
emzirmelere İtibar edilmez. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)
«sütkardeşliği ancak açlıktan (dolayı emme sonucu) oluşur»
[368]
buyurmuştur. Ümmü Seleme (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem); «süt emmenin haram kılanı, bağırsakları patlatacak kadar çok
emilmesi ue sütten kesilme yaşı olan iki yıldan önce emilmesi şeklinde
olanıdır» buyurdu.[369]
Ömer bin
Hattâb, İbn Mesûd, İbn Abbâs, İbn Ömer ve birçok sahabeden, 'evliliği haram
kılan emzirmenin çocuk iki yaşını doldurmadan
önce
olduğu
[370] nakledilmiştir.
Âlimlerin çoğunluğu da bu görüştedir.
imam Ebû Hanîfe'ye göre akrabalık oluşturan
süt Çağı, otuz aydır. İmam Zûfer'e göre, otuzaltı aydır. İmam Mâlİk'e göre süç
çağı iki yıl olmakla birlikte, iki yıl sonrasındaki birkaç ay İçerisinde de
emilmesi durumunda süt akrabalığı oluşur.[371]
Sonuç oiarak; bu iki şart oluşmadığı sürece, emzirme nedeniyle
haramlık oluşmaz. -Allah en doğrusunu bilendir-. Hanımların yanma girmesi
ihtiyaç nedeniyle önlenemeyen ve tesettür zorluğu çekilen büyük bir kişinin
mahrem kılınması için emzirilmesine bir mani yoktur. Mahremlik oiuşması için,
büyük bir kişiye, bir kadının sütünden içirilebilir. Âişe (radiyallâhu anhâ)
anlatıyor; 'Süheyl'in kızı Sehle, Peygamber (sallallâhu aleyhi ue sellemj'e
geldi ve; «Yâ Rasulullahl Ebû Huzeyfe'nin azadhsı Sâlim'in yanıma girmesinden
Ebû Huzeyfe rahatsızlık duymakta» dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem) «o halde, onu emzir» buyurdu. Sehle; «o koskoca adam, onu
nasıl emziririm?!» dedi. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) tebessüm
etti ve; «onun koskoca adam olduğunu ben de biliyorum» buyurdu.[372]
Daha önce de belirtildiği gibi, bu zorunlu durumlarda ancak söz konusudur. Bu
kadınla, sütünden içen adam arasında evlilikten yana tabi bir nefret oluşur.
Bebekliğinden beri yanında büyümüş, annesi gibi gördüğü bir kadın halini alır.
Şey-hu'1-İslam'ın tercihi de bu yöndedir. Ancak âlimlerin çoğunluğu bu görüşe
katılmamaktadır. Onlar bu hadisi, Huzeyfe'nin azadhsı Salim'e özgü kabul
etmekte, bu hükmün başkaları için geçerli olmadığını söylemektedirler. -Allah
en doğrusunu bilir-.
Dört mezheb imamına göre, hiçbir şekilde erişkin kişilerin
mahrem kılınması emzirilmesiyle gerçekleşmez.
[373]
Kadının göğsünden emme ile sütünün bir kaba sağılıp kaptan
içilmesi arasında bir fark yoktur. Her ikisinde de mahremlik oluşur. Alimlerin
çoğunluğu bu görüştedir.
Emzirme sayısında tereddüt edildiği zaman
haram-lık oluşmaz. Çünkü asıl olan emzirmenin olmadığıdır. Kesin bilgi şüpheyle
ortadan kalkmaz.[374]
Bir kadın, evlenen kadın ve erkeği
emzirdiğini iddia ettiği zaman ne yapılmalıdır?
Emzirdiğini söyleyen kadın adalet vasfına
haiz ve her ikisini de emzirmiş olması imkân dâhilinde ise boşanırlar. Ukbe bin
el-Hâris (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Bir kadınla nikahlanmıştım, derken siyah
bir kadın geldi ve ikinizi de emzirmiştim, dedi. Bunun üzerine RasuluIIah
(salhllâhu aleyhi ve selîem)'e gittim ve; «Filanın kızıyla nikahlandım, derken
siyah bir kadın gelerek, 'ikinizi de emzirdim' dedi. Ben, b /cadın yalancıdır'
dedim». Bunun üzerine, Peygamber (salhllâhu aleyhi ve sellem) yüzünü benden
diğer tarafa yüz çevirdi. Ben yüzünü çevirdiği taraftan gelerek tekrar b kadın
yalancıdır' dedim. Bunun üzerine; «ikinizi de emzirdiğini iddia ettiği hald,e
sen hala o kadınla nasıl karı koca olarak yaşarsın? Ayrıl ondan!» buyurdu'.[375]
a) İki kız kardeşle birden nikahlanmak haramdır:
Bir kişi aynı zamanda iki kız kardeşle birden evlenemez.
İkisini bir
arada nikahlı bulunduramaz. Ancak hanımı vefat ettiğinde veya boşandığında,
onun kız kardeşiyle evlenebilir. Yüce Allah, evlenilmesi haram olan kadınlar
arasında iki kız kardeşi de saymıştır; '...iki kız kardeşi bir arada almak
suretiyle evlenmek, -geçmişte olanlar artık geçmiştir- size haram kılındı..[376]
Ebû Süfyân'm kızı Ümmü Habîbe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor;
'Yâ RasuluIIah! Kız kardeşim Ebû Süyân'm kızıyla evlen' dedim. Bana;
'gerçekten bunu istiyor musun?' dedi. Ben; 'evet, kız kardeşimin benimle
'hayırda ortağım' olmasını istiyorum' dedim. Bunun üzerine Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem) 'o bana helal değildir...' buyurdu.[377]
1. Bir adam, bir kadınla evlendikten sonra, onun kız
kardeşiyle de evlenirse, son yaptığı evlilik batıldır, hâkim tarafından
boşandırılırlar.[378]
2. İki kız kardeşle birden evli oian'kâfir biri, daha sonra Müslüman
olduğu takdirde, ikisinden birini boşar.
RasuluIIah (sallallâhu aleyhi ve seilem) döneminde bir
adam Müslüman olduğunda iki kız kardeşle birden evli bulunuyordu. Adam; 'Yâ
RasuluIIah! Ben Müslüman oldum; ama nikâhım altında iki kız kardeş birden
bulunmakta' dedi. Bunun üzerine RasuluIIah (sallallâhu aleyhi ve sellem)
«ikisinden birini seç [diğerinden ayrıl]» buyurdu.[379]
b) Bir kadınla halasını veya teyzesini
birlikte nikahlamak haramdır:
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'bir
kadın, halası veya teyzesiyle bir arada nikâhlanamaz
[380]
buyurmuştur.
İlim
ehlinden kabul edilen âlimler, 'bir erkeğin, bir kadını halasıyla veya
teyzesiyle birlikte nikâhlayamayacağı konusunda' icmâ etmişlerdir. Hala ve
teyzenin öz veya mecazi olması fark etmez. Mecazî olanlar şunlardır; Dedenin
kız kardeşi, dedenin babasının kız kardeşi ve üst soy grubu; anne annenin kız
kardeşi, anne ve baba bir ninenin annesi ve üst soy grubu. Bu konunun kolayca
öğrenilmesi için şöyle özetlenebilir; 'Aralarında kan veya süt bağı
bulunanların evlenmeleri birbirlerine haramdır.[381]
c) Evli veya iddet bekleyen kadınlarla
nikahlanmak haramdır. Esir kadınlar ile kocası kâfir olan bir kadın Müslüman
olduğunda bu hükmün dışındadır. Çünkü Yüce Allah; '.. .Evli kadınlarla evlenmeniz
de haram kılındı. Sahip olduğunuz cariyeler müstesna, bunlar, Allah'ın üzerine
farz kıldığı hükümlerdir
[382]
buyurmuştur. Ayet, 'evli kadınlarla evlenmek size haram kılınmıştır. Ancak
esir kadınlar hariçtir' manasındadır. İbn Abbâs (radiyallâhu anh) 'evli
kadınlarla evlenmek zinadır. Ancak esir kadınlar hariçtir' demiştir. Bu
ifadenin benzerini İbn Mesûd ve selef âlimlerden birçoğu da söylemiştir. Ayeti
kerîmenin nüzul sebebi de bu anlamı teyit etmektedir. 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) Huneyn günü Evtâs'a bir ordu göndermişti. Ordu düşmanla
karşılaşmış, düşmanı yenmiş ve esirler alınmıştı. Rasulullah 'in sahabelerinden
bazıları, esir aldıkları kadınların, müşriklerle evli olmaları nedeniyle
onlara yakın durmaktan çekinmişlerdi. Bunun üzerine Azız ve Celîl Allah;
'...Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı Sahip olduğunuz cariyeler
müstesnadır âyetini indirdi. Yani esir
aldığınız kadınlar iddet süreleri tamamlandığı zaman sizlere helaldir,
buyruldu'.[383]
Bir kâfirle evli olan bir kadın, Müslüman olduğu zaman evlenilmesi
mubah olan namuslu kadınlardan sayılır. Çünkü Müslüman olmasıyla birlikte
kâfir kocasından boşanmış olur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Ey iman
edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size gelirlerse onları imtihan edin.
Allah onların imanlarını çok iyi bilir. Onların mümin kadınlar olduklarını öğrenirseniz, inkarcılara geri çevirmeyin. Bu kadınlar,
o inkarcılara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar. İnkarcıların bu
kadınlara verdikleri mehirleri iade edin: Bu kadınların mehirleri-ni
kendilerine verdiğiniz zaman, onlarla evlenmenizde bir engel yoktur. İnkarcı
kadınları nikâhınızda tutmayın; onlara verdiğiniz mehri isteyin; inkarcı
erkekler de hicret eden mümin kadınlara verdikleri mehirleri istesinler.
Allah'ın hükmü budur; aranızda O hükmeder. Allah bilendir, Hakîm'dir.[384]
d) Bir adam hanımını üç defa boşadığı zaman, o
kadın başka biriyle sahih bir evlilik gerçekleştirmediği sürece boşayan
kocasına helal olmaz. Çünkü Yüce Allah; 'Bundan sonra kadını boşarsa, kadın
başka birisiyle evlenmedikçe bir daha kendisine helal olmaz. Eğer ikinci koca
da onu boşarsa, Allah'ın yasalarını koruyacaklarını sanırlarsa eski karı
kocanın birbirlerine dönmelerine bir engel yoktur. Bunlar, bilen kimseler için
Allah'ın açıkladığı yasalardır
[385]
buyurmuştur. Bu konu 'talak/boşanma' bölümünde ayntılı olarak zikredilecektir.
-Inşaallah-.
e) Müşrik kadınlarla, -iman etmedikleri sürece- evlenilmesi
haramdır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'iman edinceye kadar, Allah'a
şirk koşan kadınlarla evlenmeyin. İman etmiş bir cariye, beğenseniz bile müşrik
bir kadından kesinlikle daha iyidir
[386] inkâra kadınları nikahınızda tutmayın.[387]
Eî-Misver bin Mahreme (radiyallâhu anh), Hudeybiye olayını
anlatırken, «bu âyet nazil olduğu zaman, Ömer'in nikahında iki müşrik kadın
vardı, ikisini de hemen boşadı» demiştir.[388]
Müşrik kadınlarla evlenmenin haramlığından, 'ehl-i kitap/
yahudi ve hıristiyan kadınlar' istisna tutulmuştur, müslüman bir
erkek, Yahudi veya Hıristiyan bir kadınla
evlenebilir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur; Mümin kadınlardan iffetli
olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da namuslu
olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere mehir-lerini vermeniz şartıyla
size helaldir.[389]
Müslüman bir kadının, ehl-i kitap veya diğer gayr-i müslim
bir erkekle evlenmesi caiz değildir. Çünkü Sânı Yüce Allah şöyle buyurmuştur;
'...îman edinceye kadar; müşrik erkeklerle mümin kadınları evlendirmeyin. İman
etmiş bir köle, beğenseniz bile müşrik bir erkekten daha iyidir. Onlar ateşe
çağırırlar.[390] 'Ey iman edenleri Mümin
kadınlar hicret ederek size gelirlerse onları imtihan edin. Allah onların
imanlarını çok iyi bilir. Onların mümin kadınlar olduklarını öğrenirseniz, inkarcılara
geri çevirmeyin. Bu kadınlar, o inkarcılara helal değildir. Onlar da bunlara
helal olmazlar.
[391]
Ayette evîenilmesi haram olan müşrik erkeklerden, ehi kitap istisna edilmediği
için aslı üzere 'haram1 kalmıştır.
f) Tövbe edip, hayızla temizleninceye kadar zina eden ka-dınia
evîenilmesi haramdır:
Bir erkeğin, zina eden bir kadınla, kadının
da zina eden bir erkekle tövbe edinceye kadar evlenmesi haramdır. Çünkü Yüce
Allah; 'Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkasıyla
evlenemez; zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenebilir.
Bu Müminlere haram kılınmıştır.[392]
Amrb. Şuayb, babasından ve dedesinden naklediyor; 'Mekke'den
esirleri Medine'ye götürürdü. Mekke'de "Anak" denilen fahişe bir
kadın daha vardı. Bu kadın Mersed'in dostu idi. ... Mersed, Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellemj'e gelerek; «Ey Allah'ın Rasulü! Anak ile
evlenebilir miyim?» dedi. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), sustu
hiçbir cevap vermedi, sonra Nur sûresi 3. ayet nazil oldu: 'Zina eden erkek,
zina eden veya
müşrik olan bir kadından başkasıyla
evlenemez; zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek
evlenebilir. Bu Müminlere haram kılınmıştır' Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) âyeti bana okudu ve; «Sen, O kadınla evlenme» buyurdu.[393]
Zina eden kadın tövbe ettiği zaman ayet-i
kerîmede belirtilen evlenme yasağı ortadan kalkar. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem); 'Günahından dolayı tövbe eden, günah işlememiş gibidir
[394]
buyurmuştur. Zinadan tövbe eden kadınların bir hayız dönemiyle temizlenmeleri
şarttır. Çünkü Peygamberimiz esir kadınlar hakkında şöyle buyurmuştur; 'Hamile
(esir) kadınla doğumunu yapıncaya kadar; hamile olmayanlarla da hayız görünceye
kadar ilişkiye girilmez.[395]
Esir kadınlarla ilişki için hayız görünceye kadar beklenilmesi şartı,
rahimlerinin temizlenmesi içindir. Bu nedenle zina eden kadınlarda aynı hükme
tabidir. -Allah en doğrusunu bilir.
g) İhramlı kadınla -ihramda çıkıncaya kadar- evlenmek haramdır.
İhramlı erkeğe de, ihramlı kadına da nikah kıymak caiz değildir. Şayet ihramlı
olmalarına rağmen nikah kıyarlarsa, -âlimİerin çoğunluğuna göre- nikahlan
geçersizdir. Osman bin Affân (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem); «İhramlı olan nikah kıyamaz, nikahlanamaz ve
dünür düşemez» buyurdu.[396]
h) Dört evli olan kişinin, beşinci hanımla evlenmesi haramdır.
Çünkü Yüce Ailah; '...Beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın.
Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın.[397]
buyurmuştur. Evlilik konusunda Müslümanlara verilen ruhsat dört hanımla
sınırlıdır. Rasuiullah'ın dışında hiçbir Müslüman için dörtten fazla hanımla ve
mehirsiz evlenmek helal değildir. Alimler
bu konuda icmâ
etmiştir. Dörtten fazla evli olan bir müşrik, Müslüman olduğu takdirde ona,
dört hanımın dışındakileri boşanması emredilir. İbn Ömer (radiyailâhu anh)
anlatıyor; 'Gaylân bin Seleme es-SekâfîMüslüman olduğunda, cahiliye döneminde
evlendiği on hanımı bulunuyordu. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona,
aralarından dördünü seçmesini ve diğerlerini boşamasını emretti.[398]
İki kişinin
kızlarını, kız kardeşlerini veya velisi bulundukları kızları, mehirli veya
mehirsiz karşılıklı değişerek evlenmeleridir. Bu nikah haram kılınmıştır.
Değişme şartı nedeniyle bu nikah fâsit/geçersiz olmuştur. Çünkü bu türden
nikahlar çok büyük fesatlar içermektedirler. Kadınlar, istemedikleri kimselerle
evlenmeye mecbur bırakümak-ta, erkeklerin menfaati, kadınların maslahatına
tercih edilmektedir. Bu kadınlara zulümdür. Kadınları, emsallerinin
mehirlerinden mahrum bırakmaktadır. Ayrıca bu nikah, evlilik sonrası problemlere
ve düşmanlıklara yol açmaktadır. Aliah Teâiâ'nın şeriatına aykırı davranarak,
bu türden akitlerde bulunanların bir an önce hak ettikleri cezaya
çarptırılmaları gerekir.[399]
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallal-lâhu aleyhi ve sellem) şigâr nikahını yasaklamıştır. Şiğâr nikahı, bir
adamın, başka bir adama; «sen kızını benimle; ben de kızımı seninle
evlendireyim veya sen kız kardeşini benimle, ben de kız kardeşimi seninle
evlendireyim» demesidir'1820. Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve sellem);
'İslam'da şiğâr yoktur
[400]
buyurmuştur.
Bu nikahın haram olduğunu teyit eden delillerden
biri de, içeriğinde Allah'ın kitabına uymayan şartları barındırmasıdır. Nitekim
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Kim, Allah [401]
kitabında bulunmayan bir şartı, şart koşarsa, o (şart) batıldır.
Bu yüz şart olsa da batıldır. Allah'ın şart(lar)ı, en doğru ve en sağlam
olanıdır» buyurmuştur.[402]
Kocası
tarafından üç defa boşanan bir kadının, iddet süresi bittikten sonra, boşayan
kocasına helal olması için, başka biri tarafından nikahlanıp, sonra da boşanmasıdır.
Büyük günahlardan olan bu nikah haramdır. Bunu yaptıran da,
yapan da lanetlenmiştir. İbn Mesûd {radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve seliem) hülle nikahıyla evlenen kocaya ve kendisi için
hülle yapılan kocaya lanet etmiştir.[403]
Ömer bin
Hattâb (radiyallâhu anh); 'Hülle nikahıyla evleneni de, kendisi için hülle
yapılanı da (nikahlı) kabul etmem; rec-mederim' demiştir.[404]
İbn Ömer (radiyallâhu anh)!e, hülle nikâhı sorulduğunda; «bu zinadır/evlilik
dışı ilişkidir» demiştir.[405]
Bu nikâhın fâsit/geçersiz olmasının nedeni, hülle nikahı yapanın
niyetidir. Yani kadının ilk kocasına helal olması niyetiyle evlenmesidir. Bu
nikâh, bu şart zikredilmeden ve böyle bir niyet edilmeden dahi yapılsa
fasittir.
Nâfî anlatıyor; İbn Ömer'e bir adam geldi ve; «Bir adam hanımını
üç defa boşadı. Kardeşinden hiçbir talepte bulunmadığı halde, kardeşi onun
boşadığı hanımla boşayan kardeşine helal kılınması için evlendi. Bu durumda o
kadın, ilk kocasına helal oldu mu?' diye sordu. İbn Ömer; «hayır, ancak cinselliği
arzulayarak evlenmesi halinde helal olur. Biz, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem) zamanında bunları zina/nikâh dışı beraberlik sayardık» dedi.[406]
Bu rivayetten de anlaşılmaktadır ki, ilk kocanın niyetine itibar edilmez. Çünkü
boşadıktan sonra hiçbir akde sahip değiîdır. Diğer
yabancı kimseler gibidir. Aynı şekilde kadının niyetine de itibar edilmez.
Çünkü boşayıp-boşamamak, kadına değil, son kocasına aittir. Bunu şu rivayet de
teyit etmektedir; 'Rifâa el-Ku-razî'nin hanımı, Rasuİullah (saUallâhu aleyhi ve
sellem)'e geldi ve; «Ey AHah 'm Rasulü! Rifâa beni üç talakla boşadı. Daha
sonra ben Abdunahman Îbnü'z-Zübeyr eİ-Kurazî'yle evlendim. Fakat ondakini
elbisenin saçağı gibi buldum» dedi. Bunun üzerine Ra-sulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) gülümsedi ve; «galiba sen, Rifâa'ya dönmek istiyorsun! Hayır,
kocan senin balından, sen de onun balından tadıncaya kadar olmaz» buyurmuştur.[407]
Nikah akdi kıyılmadan önce birinci koca için
hülle yapması şart koşulan İkinci koca, (cinsel) arzuyla nikaha niyet ederse,
nikah akdi sahih olur. Çünkü bu durumda niyetini, hülle ve şarttan
arındırmıştır.[408]
Süreli
evliliktir. Belirli bir süre -bir, iki veya daha fazla gün-, belirli bir mal
veya para karşılığı evli kalmaktır. Bu nikah Rasuîullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem) zamanında helal idi. Daha sonra Allah Teâlâ, Rasulünün lisanıyla
kıyamete kadar kesin olarak bu nikahı haram kılmış, neshetmiştir.[409]
Sebra (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Fetih yılında
Mekke'ye girdiğimiz zaman, Rasuîullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) muta
yapmamıza izin verdi. Daha sonra henüz Mekke'den çıkmadan mutayı bize yasakladı.[410]
Muta nikahıyla evlenen ne yapmalıdır?
Yukarıda da belirtildiği gibi, bu nikah fasit/geçersizdir. Bu
nikahla bir araya gelenlerin hemen ayrılması gerekir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem), Sebra'nın rivayet ettiği hadiste de belirtildiği gibi- bir kadınla muta nikahı yapanın, o kadından
ayrılmasını emretmiştir.[411]
Bir süre sonra ayrılmak niyetiyle, bir kadınla evlenen kişinin
hükmü nedir?
Farklı bölgelere seyahat edenlerin birçoğu, ülkelerine dönerken
boşamak niyetiyle evlenmektedirler. Alimlerin çoğunluğu, hiçbir şart koşmadan
yapılan evliliklerin caiz olduğu görüşündedir. Evlendikten bir süre sonra
boşamayı niyetinden geçirmesi buna engel değildir. Çünkü insan bir şeye niyet
ettikten sonra da yapmayabilir veya niyet etmediği bir şeyi de yapabilir.
Dolayısıyla fiil gerçekleşir, niyet gerçekleşmez.[412]
İmam Evzâî,
bu görüşe muhalefet etmiş ve bunun muta nikâhı olduğu söylemiştir. İmam
Evzâî'nin görüşü birçok açıdan daha isabetlidir. Bu görüş, daha önce zikredilen
İbn Ömer (radi-yailâhu anh)'m şu sözüyle de teyit edilmektedir; «Biz,
Rasuîullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) zamanında bunları zina/nikâh dışı
beraberlik sayardık.[413]
Ayrıca bu türden farklı niyetlerle yapılan evlilikler, bir tür aldatma ve
hiledir. Düşmanlığa ve nefrete yol açar. Müslümanlar arasındaki güvenin kaybına
neden olur. Şahsiyetsizliği ve şehvete düşkünlüğü getirir, birçok fesat ve kötülükleri
ortaya çıkartır.
Gençler
arasında yayılan bu evlilik türü fasittir. Örneğin bir erkek, üniversitedeki
kız arkadaşıyla, özel ilişki kurmakta; bu gayri meşru ilişkiyi, ya hiç kimse
bilmemekte veya sadece onu tanıyan arkadaşları bilmektedir. Bunlar bir
arkadaşlarının evine gidip, orada cinsel ilişkiye girdikten sonra kız kendi
babasının evine dönmektedir. Bu ilişki, aralarındaki nikah akdi{!) yazılı bir
kağıttan ve arkadaşlarından oluşan fâsıkların şahitliğinden ibarettir!!! Bu
nikah akdi batıldır. Hakikatte bu zinadır. -Bundan Allah'a sığınırız-. Çünkü bu
akitte, nikâhın sıhhat şartlarından olan 'veli izni1 bulunmamaktadır.
Nikâhta veli izninin şart olduğu, Kuran ve Sünnette delillerle
sabittir. Yüce Allah; 'iman edinceye kadar müşrik erkekleri de evlendirmeyin.
İman etmiş bir köle, beğenseniz bile bir müşrikten daha iyidir
[414]
buyurarak, evlendirme işini velilere atfetmiştir. Aynı şekilde şu âyette de bu
görülmektedir; 'Aranızdan bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi
davranıştı olanları evlendirin.[415]
Nitekim Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve sellem); Velisiz nikah olmaz
[416]
"Hangi kadına velisinin izni olmaksızın nikah kıyıhrsa onun nikahı
batıldır, onun nikahı batıldır, onun nikahı batıldır. Şayet bu izinsiz
nikahlanan kişi o kadınla beraber olmuşsa, o kadın için meh'ır verilmesi
gerekir. Şayet ihtilafa düşerlerse, yetkili devlet adamı, velisi olmayanların
velisidir
[417] buyurmuştur.
Alimlerin çoğunluğu, nikâhta veli izninin şart
olduğu görüşündedir. Şeyhu'l-İslam der ki; 'Âlimlerin çoğunluğu, velisiz nikâh
batıldır, demiştir'. Velisiz ve şahitsiz evlenen ve nikâhı gizleyenin nikâhı
batıldır. Bu konuda imamlar ittifak etmiştir.
[418]
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, velisinin izni olmadan
evlenen bir kadının nikâhı batıldır ve fasittir. Gerdeğe girilmiş ve aradan
uzun zaman geçmiş dahi olsa, akdin feshedilmesi gerekir.[419]
Hanefî mezhebine göre, yetişkinlerin veli izni olmadan
yaptıkları nikâh akdi geçerlidir.[420]
1. Dindar olması.
Yüce Allah; Aman etmiş bir cariye, beğenseniz bile müşrik
(hür kadından) daha iyidir...' buyurmuştur. Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi
ve sellem) de; 'Dindar olanı seç, elin bereketlensin buyurmuştur.
2. Dindarlığıyla
birlikte, güzellik, asalet ve zenginlik bulunması.
Peygamberimiz {saîlallâhu aleyhi ve sellem); 'bir
kadın dört şeyden dolayı nikahlanır; Malı, güzelliği, asaleti ve dini için. Sen
dindar olanı seç elin bereketlensin
[421]
buyurmuştur.
3. Sevecen ve şefkatli olması:
Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve sellem);
'deveye binen kadınların en hayırlısı, Kureyş kadınlarının sâtih olanlarıdır.
Küçük çocuğuna en şefkatli davranan, kocasının elindeki işine en riayetkar
olanlardır.[422]
4. Bakire olması:
Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve sellem), Câbir
bin Abdullah'a evlendiği zaman; 'bakireyle mi, dulla mı, evlendin?' diye
sormuş, 'dul' cevabını aldığında da, 'bakireyle evlenseydin ya! Sen onunla, o
da seninle eğlenirdi
[423]
buyurmuştur.
Salih kimselerle akraba olmak, eşi vefat
edenin hatırına veya yetimlere sahiplik etmek ve benzeri nedenlerle dul biriyle
evlenmek tercih edilebilir.
5. Güzel, itaatkâr ve güvenilir olması:
Ebû Hureyre (radiyaliâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seiiem)'e, «hangi kadın hayırlıdır?» diye soruldu,
«baktığında mutlu eden, emrettiğinde itaat eden, kendi nefsinde ve kocasının
malında hoşlanmadığı şeylerde ona muhalefet etmeyendir» buyurdu.[424]
6. Kocasına düşkün ve doğurgan olması:
Peygamberimiz (saliallâhu aleyhi ve seliem)
kocasına bağlı ve doğurgan hanımİarİa evlenilmesini teşvik etmiştir. Konuyla ilgili
hadisler bu bölümün başında zikredilmiştir.
Bazı Şâfîi âlimler, eşin akrabalardan olmamasını müstehap kabul
etmektedirler. Fakat bu görüşün bir dayanağı ve ash yoktur., Rasulullah
(salialiâhu aleyhi ve sellem)'in kızı Fatıma (radiyallâhu anhâ), babasının amca
oğlu Ali (radiyaİlâhu anh) ile evlenmiştir. Cennet gençlerinin efendisi Hasan
ve Hüseyin (radiyallâhu anhumâ), bu evlilikle dünyaya gelmişlerdir.
1. Dindar olması:
Yüce Allah; '...İman etmiş bir köle, beğenseniz bile müşrik (hür)
birinden daha iyidir.[425]
buyurmuştur.
2. Aziz ve Celil Allah'ın kitabından bir miktar
ezbere biliyor olması:
Peygamberimiz (saliallâhu aleyhi ve seliem) sahabelerinden
birini, ezberinde bildiği Kurân'a karşılık evlendirmiştir.[426]
3. Evlilik
gereklerinin tamamını yerine getirebilecek güçte olması:
Evlilik gerekleri, cinsel ilişki, evlilik
masrafları ve maişetini sağlayabilecek güce sahip olmasıdır. Peygamberimiz
(saliallâhu
aleyhi ve seliem) evlilik gereklerini
yerine getirebilecek gençleri evliliğe teşvik etmiştir. Kays'ın kızı Fâtıma'ya;
«Muâviye yoksuldur; hiç malı yoktur
[427]
demiştir.
4. Hanımlara karşı
nazik ve dostane olmalıdır:
Peygamberimiz (saliallâhu aleyhi ve seİlem) Ebû
Cehm hakkında; «Ebû Cehm'in sopası elinden eksik olmaz; Sen Usâme ile
nikahlan» demiştir'.
5. Kadın onu görmeyle mutlu olmalıdır:
Aralarında nefret oluşmaması, güzel ilişkinin eksik olmaması için
bu gereklidir.
6. Kadına denk olmalıdır:
Denklik, eşitlik ve benzerliktir. Bu birçok
şeyi kapsamaktadır. Bunları şöylece sıralayabiliriz;
a) Dinde denklik:
Nikâhın
sıhhat şartlarından olduğu konusunda icma edilmiştir. Çünkü Müslüman bir
kadının, -daha önce de belirtildiği gibi- bir kâfirle evlenmesi helal değildir.
Aynı şekilde hiçbir Müslüman velisi bulunduğu kızı, bir fâsıkla
evlendirme-melidir. Sânı Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Kötü kadınlar kötü
erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere;
temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır.[428]
Her ne kadar bu şart, nikah akdinin sıhhat şartından değilse de, buna dikkat
edilmelidir.
b) Soyda denklik:
İmam
Mâlik buna muhalefet etmiştir. Ancak âlimlerin çoğunluğu bu görüştedir.
c) Zenginlikte
denklik: Bazı
âlimler bunu dikkate almışlardır. Çünkü Yüce Aliah; 'Allah'ın insanlardan bir
kısmını, diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve erkekler mallarından harcama
yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar
[429]
buyurmuştur.
d) Hürriyette
denklik: İmam Mâlik buna muhalefet etmiştir. Ancak âlimlerin çoğunluğu bu
görüştedir.
e) Sanat ve meslekte denklik: Alimlerin çoğunluğu
bunu dikkate almıştır.
f) Ayıplardan Uzak olmada denklik: Mâliki, Şâfîi ve bazı
Han-beliler bunu dikkate almıştır.
Dinde denklik dışında sayılan denklik türleri,
nikâhın sıhhat şartlarından değildir. Ayrıca bunları şart koşanlara göre, bu
denklik türlerini gözetmek kızın ve velisinin hakkıdır, isterlerse bu
haklarından vaz geçebilirler. Nikâh bu durumda da sahih olur. -Allah en
doğrusunu bilir-.
7. Erkek kısır olmamalıdır: Çocuk sahibi
olmanın faziletini bildiren birçok rivayet bulunmaktadır. Fakat birtakım
nedenlerden dolayı böyleleri de tercih olunabilir. -Allah en doğrusunu bilir-.
İnsanlar
arasında örfen bilinen vesilelerle, bir kadından evlilik talep etmektir.
Talebe olumlu cevap verilmesiyle birlikte nişan gerçekleşmiş olur. Buna göre
nişan, sadece evlenme vaadinden ibarettir. Bu nedenle nişanlı erkek ve kadın
birbirlerine hiçbir surette helal olmazlar. Nikâh akdi kıyılıncaya kadar birer
yabancıdırlar.[430]
1. Bir kızla evlilik talebi kime iletilir?
a) Evlilik talebinin kızın velisine iletilmesi
asıldır. Urve (radi-yallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
selîem), Aişe ile evlenmek için Ebû Bekir'e talepte bulundu ve; «Ebû Bekir,
benim Allah'ın dininde ve kitabında kardeşimdir (kan bağıyla
kardeşim değildir, bu nedenle); kızı(yla evlenmem) bana helaldir»
buyurdu.[431]
b) Reşîd/Yetİşkin kızlara evlilik talebinde bulunulması caizdir.
Ümmü Seleme
(radİyalİâhu anhâ) anlatıyor; 'Ebû Seleme vefat ettiğinde, Peygamber {saUallâhu
aleyhi ve sellem) bana, Hâtib bin Ebî Beltea'yı dünür olarak gönderdi. Ben;
«benim bir kızım var ve ben kıskanç biriyim» dedim.[432]
c) Kız
velisinin, Salih kimselere evlilik teklifi götürmesi caizdir.
Sâlİh kul, Mûsâ aleyhisselâm'a; 'Bana sekiz yıl çalışmana karşılık,
bu iki kızımdan birisini sana nikahlamak istiyorum' dedi.[433]
Ömer bin Hattâb, dul kızı Hafsa ile evlenmesi için, önce Osman'a, sonra da Ebû
Bekir'e teklif görürdü. Her ikisi de evlenmek istemediğini belirtti. Daha sonra
Rasulullah (saUallâhu aleyhi ve sellem) onunla nişanlandı.[434]
Ali bin Ebî Tâlib (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Rasulullah (saUallâhu aleyhi ve sellem)'e; «Yâ Rasulullah! Neden bizi(m kızlarımızı)
değil de, Kureşi(n kızlarını) tercih ediyorsun?» dedim. «Sizde,
(evlenebileceğim) biri var mı?» buyurdu. Ben; «Evet, Hamza'nın kızı var» dedim.
Bunun üzerine; «O, bana helal olmaz. Çünkü o benim sütkardeşimin kızıdır»
buyurdu.[435]
d) Kızın
kendisinin, sâlih bir kişiye evlilik teklifi götürmesi caizdir.
Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Bir kadın,
Rasulullah (sal-lallâhu aleyhi ve sellem)'e geldi, kendisiyle evlenmesini
teklif etti ve; «Yâ Rasulullâhl Bana ihtiyacın var mı?» dedi. [Bu hadisi dinleyen]
Enes'in kızı; «Ne utanmaz, kötü bir kadmmışl» dedi. Bunun üzerine Enes (radiyalîâhu anh) «O, senden daha hayırlıdır.
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seHemj'i arzulamış ve kendisini ona arz
etmiştir» dedi.[436]
Bir kızın evlilik teklifinde bulunması, fitne çıkması endişesi
olmadığı takdirde caizdir. Aksi halde fitne ve fesada neden olur. Hiç şüphesiz
Allah, fesattan hoşlanmaz.
2. Erkeğin evleneceği kıza bakması:
Bir bayanla evlenmeyi düşünen kişinin ona bakması mubahtır.
Bu konuda âlimler ittifak etmiştir. Bu konudaki mubahh-ğın delilleri şunlardır;
Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Bundan sonra artık başka
kadınlarla evlenmen, bunları başka hanımlarla değiştirmen, güzellikleri hoşuna
gitse bile sana helal değildir.[437]
Hiç kuşkusuz bir kadının güzelliği, ancak ona bakılması durumunda anlaşılır.
Ebû Hureyre (radiyalîâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem)'in yanında bulunuyordum. Bir adam geldi ve Ensar'dan bir
kadınla evlendiğini söyledi. Rasuluîlah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona;
«kadına baktın mı?» diye sordu. Adam; «hayır» dedi. Bunun üzerine; «git, ona
bak. Kuşkusuz En-sâr'm gözlerinde bir şeyler vardır» buyurdu.[438]
Sehl bin Sa'd {radiyalîâhu anh) anlatıyor; 'Bir
kadın Rasu-lulîah (sallallâhu aleyhi ve sellem}'e geldi ve; «kendimi sana hibe
etmek için geldim» dedi. Bunun üzerine Rasuluîlah (sallallâhu aleyhi ve
sellem), kadına bakarak onu tepeden tırnağa süzdü. Sonra başını eğdi.[439]
Câbir {radiyalîâhu anh) anlatıyor; 'Rasuluîlah (sallallâhu
aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken işittim; «Herhangi biriniz, bir
kadınla nişanlanmak istediğinde, imkân bulabiliyorsa (evlenmek
için) ihtiyaç duyduğu yerlerine bakmaya çalışsın.[440]
Bir erkeğin, evlenmek istediği kadının
nerelerine bakabileceği konusunda, âlimler farklı kanaatler belirtmişlerdir.
Bunlar;
1. Cumhur-u
ulemaya göre,
'yüzüne ve ellerine' bakabilir
[441]
2. Hanbeli
mezhebine göre,
'yüzü, boynu, elleri, ayaklan gibi çoğunlukla görünen yerlerine' bakabilir.[442]
3.
İmam
Evzâî'ye göre, 'avret bölgesi -göbeğiyle dizi arası-hariç, istediği yerine
bakabilir.[443]
4. İbn Hazm, Dâvûd ve İmam Ahmed bin Hanbel'den yapılan başka
bir rivayete göre, 'bütün vücuduna' bakabilir.[444]
Sonuç olarak, cumhuru ulemanın belirttiği gibi, bir erkek evleneceği
kıza gittiğinde, kız yüzü ve elleri görünecek şekilde onu karşılar. Ancak
kızdan habersiz, evlenmek için ihtiyaç duyduğu yerlerine de bakabilir.
Erkeğe, evleneceği kızın fotoğrafının veya video görüntülerinin
gösterilmesi yeterli değildir. Çünkü bunlarda kandırmak için değişiklik
yapılabilir. Kuşkusuz böyle bir davranış hilekarlıktır.
1. Erkek, kızla yalnız kalmamalıdır. Kızın,
kadın veya erkek mahremlerinden birilerinin bulunması şarttır.
2. Erkek, kıza şehvetlenmek ve haz duymak için
bakmama-lıdir. Bu şart, sadece Hanbelî mezhebinde vardır. Diğer âlimler, mubah
olan bakış için böyle bir şart zikretmem işlerdir. Çünkü bu konudaki hadislerde
böyle bir sınır konulmamıştır. Çünkü bakmayla elde edilen maslahatlar,
şehvetle bakma fesatlığından çok daha büyüktür.[445]
3. Erkek, kızdan evlilik talebine olumlu cevap
alabileceği ka-naatindeyse bakabilir. Aksi halde bakması caiz olmaz.
4. Tokalaşmak veya herhangi bir yerine
dokunmak caiz değildir. Çünkü ikisi de birbirine yabancıdır.
5. Evlilik talebinde bulunmadan önce kızı
görmesi daha evlâdır. Çünkü gördükten sonra beğenmemesi durumunda üzülme ve
kırılmaya neden olabiiir.
6. Serî edep
kurullarına riayet ederek, kızla konuşması, ondan bir şeyler istemesi caizdir.
Çünkü kızın normal sesi tercih edilen görüşe göre avret değildir.
7. Birden fazla oturumlar yapılması uygun
değildir. Mısır'da neredeyse erkek her gün, nişanlısıyla oturmakta!
8. Nişanlıların mahremsiz dışarı çıkmaları caiz değildir. Müslüman
toplumlarda maalesef nikâh akdi kıyılmadan önce, nişanlıların birlikte gezmeye
çıkmaları oldukça yaygınlaşmıştır. Nasıl olsa evleneceğiz düşüncesiyle,
nişanlılar kulüplere, pikniklere, oyun ve eğlence merkezlerine gitmektedirler.
Ne erkeğin, ne de kızın ailesinin işitip-göremeyeceği yalnızlığı
yaşamaktadırlar. Sonrası ise hüsran ve utanç olmaktadır!
Kızın, erkeği görmesi: Kızın erkeği görmesinin hükmü, erkeğin
kızı görmesinin hükmü gibidir. Çünkü biri beğenip, diğeri beğenmeyebilir. Hatta
kız görme konusunda, erkekten daha fazla hak sahibidir. Çünkü erkek
hoşlanmadığı kimseden ayrılabilir; fakat kızın durumu farklıdır.
Bu konuda, 'Yüce Allah, kadının görmesinden
bahsetmemistir denilebilir. Bunun nedeni,
İslam
toplumunda erkeklerin rahat görülebilecek ortamlarda bulunmaları, kızların
gizlendiği gibi, gizlenmemeleridir. Dolayısıyla kız, evlenmek istediği erkeği
çok kolaylıkla görebilir.
Kızın evleneceği erkeğin nerelerine bakabileceği konusunda
âlimler farklı görüşler belirtmişlerdir. Doğrusu, kız evleneceği erkeğin yüz ve
elinden fazlasını da görse haram olmaz. Erkeğin avreti, göbeğiyle dizi
arasıdır.
Evlenilecek kız ve erkek hakkında İstişare
edilmesi ve erkeğin ayıplarının söylenmesi:[446]
Evlenecek tarafların birbirlerini araştırmaları, güvenilir kimselerden
soruşturmaları ve istişarelerde bulunmaları gerekir. Görüşü istenen kişi,
sorulan kişi hakkında kötü şeyler söyleyecek olsa dahi doğruyu söylemelidir,
çünkü bu haram olan gıybetten değildir. Bunu yaparken amacı nasihat etmek,
uyarıda bulunmak olmalıdır. Eziyet etmek, zarar vermek olmamalıdır. Nitekim
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), evlilik istişaresinde Kays'ın kızı
Fâtıma'ya; 'Ebû Ceh-m'in sopası elinden eksik olmaz; Muâviye ise fakirdir, hiç
malı yoktur' demiştir. Bir başka rivayette Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem}; 'Din nasihattir
[447]
buyurmuştur.
Evlenecek kişiler hakkında sorulduğunda, sadece
İhtiyaç duyulduğunda tarafların ayıpları söylenebilir. Ayıplar söylenmeden,
sadece olumsuz kanaat bildirilmesi yeterli olabiliyorsa, ayıplarının
söylenmemesi vaciptir. Buna rağmen söylenmesi caiz değildir.
Evlilik için istihare yapılması: Evlenecek
tarafların, evlilikle ilgili konularda istihare yapmaları müstehaptır. Câbir
bin Abdullah (radiyallâhu anh)'m istihareyle ilgili rivayeti 'Namaz Bölümünde'
zikredilmişti.
Ey Allah'ım! Senin ilmine müracaat ediyorum.
Senin kud-retmle senden güç istiyorum. Yüce ihsanından istiyorum. Şüphesiz sen
kudretlisin, bense güçsüzüm; sen bilirsin, bense bilmem; sen gaybı en iyi
bilensin; Ey Allah'ım! Senin ilminde eğer bu iş
[448]
benim dinim, yaşantım, geçmiş ve gelecek işlerimin sonucu için hayırlı ise o
işi bana nasip et ve onu bana kolaylaştır. Onu benim için bereketli kıl Şayet
senin ilminde bu iş, benim dinim, yaşantım, geçmiş ve gelecek işlerimin sonucu
için şerli ise o işi benden uzaklaştır; beni de o işten uzaklaştır. Nerede
olursa olsun bana hayırlı olanı nasip et. Sonra beni nasip ettiğine razı kıl.[449]
Evlilik talebini değerlendiren taraflar, iki rekât
namaz kıldıktan sonra, Aziz ve Celîi Allah Teâlâ'ya karşı samimi ve ihlâslı
olarak istihare duasını okumalıdırlar. Duayı çokça ve ısrarla yapmak
müstehaptır. İstiharede rüya görülmesi, ferahlık oluşması veya benzeri şeylerin
hissedilmesi şart değildir. Bunların olması da, olmaması da mümkündür.
İstiharede önemli olan, Allah'ın zikriyle kalbin mutmain hale gelmesidir.
Sonrasında ortaya ne çıkarsa çıksın, hayra yorumlanmah, rıza ve hoşnutluk
gösterilmelidir.
6. Nişanlı kıza, nişan düşmek: Bir Müslüman, kızla nişanlandıktan
sonra, başka birinin ona evlilik talebinde bulunması helal değildir. Çünkü
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Bir kimse, din kardeşinin teklif
veya nişanı üzerine evlilik teklifinde
bulunmasın
[450]
buyurmuştur. Böyle bir davranışta bulunan Allah'a ve Rasulüne isyan etmiş olur.
Bu konuda âlimler görüş birliğindedirler.[451]
Kardeşinin nişanı üzerine evlilik teklifinde bulunan ve evlenen
kişinin hükmü:
Bu kişi günahkâr olmakla birlikte, nikâhı sahihtir.[452]
Çünkü yasaklanmış olan şey nişanlı bir kıza, nişan talebinde bulunmaktır;
dolayısıyla nişanlı bir kızın, nişandan dönerek başka biriyle nikâhlanması
caizdir. Nişan, nikâh akdinin şartı olmadığı için, sahih olmayan nişandan
dolayı, nikâh geçersiz olmaz.
İstisnai
hükümler:
1. Taraflar birbirlerini gördükten sonra, kız
tarafından olumlu cevap verilmediğinde, kızın başka bir görücüye talipliye-
çıkması caizdir. Çünkü ilk teklife, evlilik vaadinde bulunulmamıştır. Daha
önce zikredilen Kays'ın kızı Fâtıma'nın rivayeti de bunu teyit etmektedir.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), evlilik istişaresinde Kays'ın kızı
Fâtıma'ya; 'Ebû Cehm'in sopası elinden eksik olmaz; Muâviye ise fakirdir, hiç
malı yoktur' demişti.
2. Dindar bir kız, fasık
biriyle nişanlanmış ise, onu bırakıp, takva bir Müslüman ile nişanlanması
-tercih edilen görüşe göre-caizdir. Çünkü dindar bir kızın, dinle alakası
olmayan bir fasıkla evlenmesi büyük bir fesattır.
İddet
bekleyen bir kadına evlilik teklifinde bulunmak: İddet bekleyen kadınlar için
üç durumdan biri söz konusudur;
1. Kocasının vefatı dolayısıyla iddet bekleyen kadınlar: Bu
kadınlara açıkça evlilik teklifinde bulunulması caiz değildir. Ancak evlilik
arzusunun üstü kapalı belli edilmesi caizdir. Çünkü Yüce Allah şöyle
buyurmuştur; 'Böyle kadınlara kapalı bir şekilde evlenme teklif etmenizde veya
içinizden onlarla evlenmeyi geçirmenizde
size sorumluluk yoktur, Allah onları anacağınızı bilir. Sakın meşru sözler
dışında onlarla gizlice sözleşmelin, müddet sona erene kadar nikâh akdine
kalkışmayın, içinizde olanı Allah'ın bildiğini bilin de O'ndan çekinin.
Allah'ın bağışlayan ve Halim olduğunu bilin.[453]
İddet bekleyen kadınlara açıkça evlilik teklifinde bulunulması durumunda,
süresinin dolması konusunda yalana başvurabilir.[454]
'Böyle kadınlara kapalı bir şekilde evlenme teklif etmenizde
veya içinizden onlarla evlenmeyi geçirmenizde size sorumluluk yoktur' ayetinin
tefsirinde, üstü kapalı evlilik teklifinin bir örneğini İbn Abbâs (radiyallâhu
anh) şöyle açıklamıştır; 'bu, erkeğin; «ben evlenmeyi düşünüyorum; bana saliha
bir kadının nasip olmasını diliyorum» demesidir.[455]
Eşinin vefatından dolayı iddet süresi İçerisinde bir kadınla
evlenen kişi, hâkim kararıyla boşatılır. Kadına, ilk eşinin vefatından dolayı
İddeti tamamlatılır. İkinci eşiyle gerdeğe girmiş ise, ikinci eşinden dolayı da
İddet bekler. İddet dönemi İçerisindeyken evlenmenin haram olduğunu bilmediği
için evlenmiş ise, ikinci kocasından aldığı mehir kadına kalır. Şayet kadın bu
hükmü bildiği halde evlenmiş ise, hâkim mehri kadına bırakabileceği gibi,
tâzir cezası olarak mehri hazineye de bırakabilir.
Söz konusu kadın, ikinci evliliğinden olan iddetini de tamamladıktan
sonra, ikinci eşiyie tekrar evlenebilir mî?
Ömer bin
Hattâb (radiyallâhu anh), 'iddet dönemi içerisinde evlendiği ikinci eşiyle,
hiçbir zaman eulenemez' demiştir. Ali bin EbîTâlib (radiyallâhu anh) ise;
'evlenebilir' demiştir.[456]
Âlimlerin çoğunluğu Ali (radiyallâhu anh)'ın görüşünü tercih etmiştir.
İmam Mâlik
ise, Ömer (radiyallâhu anh)'ın görüşünü tercih etmiştir.
2. Ric'î talak
nedeniyle -kocasının bir veya iki talakla boşaması dolayısıyla- iddet bekleyen
kadınlar: Bu
durumdaki kadınlara, ne açıkça, ne de üstü kapalı
evlilik teklifinde bulunulması caiz değildir. Alimler bu konuda görüş birliği
içerisindedirler. Çünkü bu durumdaki bir kadın, henüz evli hükmündedir, bu
nedenle ona evlilik teklifinde bulunulması kocasını aldatmak olur. Kadın,
boşanmışhğm acısı içerisinde, kocasından intikam almak amacıyla iddetinin
bittiğine dair yalan söyleyebilir.
3. Bâin talak nedeniyle -kocasının üç talakla boşaması
dolayısıyla- iddet bekleyen kadınlar: Alimler, bu durumdaki kadına açıktan
evlilik teklifi yapılamayacağı konusunda görüş birliğindedirler. Ancak kinayeli
olarak üstü kapalı teklif konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Üstü kapalı
evlilik teklifini caiz görenler, bâin talak ile kadının kocasından tamamen
ayrılmış olduğunu gerekçe göstermişlerdir. Görüşlerini şöyle
delillendirmişlerdir; Kocası tarafından üç talakla boşanan Kays'ın kızı
Fâtıma'ya, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); %ni Ümmü Mektûm'a git ve
iddet süresince onun yanında kal Çünkü onun gözleri kördür, elbiseni yanında
çıkarabilirsin; iddetini tamamlandığında da bana bildir' buyurmuştur.[457]
Rivayette geçen; 'iddetini tamamlandığında da bana bildir' ifadesi, üstü
kapalı evlilik teklifini içermektedir. Nitekim iddet süresi tamamlandıktan
sonra, Peygamberimiz (saİlalîâhu aleyhi ve sellem) onu Usâme'ye nişanlamıştır.
Bu durumdaki kadına, üstü kapalı teklifi caiz
görmeyenler, evlilik arzusuyla iddeti tamamlanmadan, iddetinin bittiğini İleri
sürmesinden çekinmişlerdir. Bu konuda ilk görüşü tercih etmekteyim. -Allah en
doğrusunu bilir-.
İddet
süresinde iken, bîr kadına açıkça evlilik teklifinde bulunan, iddeti
tamamlandıktan sonra da, o kadınla evlenen kişi günahkâr olur. Ancak nikâhı
sahihtir. Henüz İddeti süresi tamamlanmadan evlenirse, -daha Önce de
belirtildiği gibi- nikâhları batıl/geçersiz olur. Alimlerin genelinin kanaati
budur.[458]
Bir kadının evlenmesi veya nişanlanması
için aracı olmak caizdir: Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem),
Muğîs'in, Berîra ile evlenmesi için talepte bulunmuştur. Berîra; 'Yâ
Rasulullah! Bu bir emir midir?' diye sorduğunda; 'hayır, ben sadece
şefaatçiyim!aracıyım' buyurmuştur. Bunun üzerine Berîra; 'ö halde, benim ona
ihtiyacım yok' demiştir.[459]
İbn Ömer
(radiyallâhu anh)'ten evlilikte aracı olması istendiğinde şöyle derdi; 'Bize
karşı insanları kırmayınız! Allah'a hamd, Muhammed'e salât olsun. Falan kişi,
falan kızınızla evlenmek ister. Eğer kabul eder, nikahlarsanız «elhamdülillah»
deriz; şayet te reddederseniz «subhanallah» deriz.[460]
Evlilik öncesi, tarafların sağlık
kontrolünden geçmesinin hükmü: Emanet ve güven duygusunun zayıfladığı, evlilik
talebinde, kişilerin kendi bedensel ve nefsi zaaflarını gizledikleri, -ilmin
ilerleyişiyle birlikte- eşlerin huzur ve güvenini teyit için tıbbî tedbirlerin
alındığı bir zamanda yaşıyoruz. Günümüzde, evlenecek tarafların ve
çocuklarının geleceklerini etkileyen genetik ve bireysel rahatsızlıkların
tespiti için bir takım tahliller yaptırılmaktadır.
Bu raporların sonuçları itibariyle
değerlendirilmesi;
Evlilik öncesi sağlık raporları,
neticelerinin olumlu veya olumsuz yönleriyle değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bunları şöylece özetleyebiliriz;
1. Evlilik öncesi sağlık raporu, kalıtsal ve
tehlikeli hastalıkların tespitine çok etkili olduğu bir gerçektir.
2. Toplumda hastalıkların yayılmasını kontrol altına
almayı sağlamaktadır. Kısırlığı azalttığı gibi, insani ve mali olumlu etkileri
bulunmaktadır.
3. Kalıtsal hastalıkların evlenecek taraflara veya çocuklarına geçmesini
önlemekte, akli ve fiziki açıdan sağlıklı nesillerin oluşmasına katkı
sağlamaktadır.
4. İleride oluşabilecek tartışma ve ihtilafların en önemlisi,
eşlerden birinin kısır olduğunun ortaya çıkmasıdır. Bu durum dikkate
alındığında, evlenecek tarafların sıhhi özelliklerinin belirlenmesi için
önceden yaptırılacak tahlillerin çok önemli olduğu anlaşılacaktır.
5. Evlenecek taraflarda, fiziki ve psikolojik rahatsızlıkların
olmadığının bilinmesi, gelecekle ilgili proje ve beklentilerin gerçekleşmesini
ve daha sağlıklı cinsel birlikteliğin kurulmasını teyit eder.
6. Müzmin hastalıkların bulunmadığının bilinmesi, evlilik
sonrası hayatın sürdürülmesini ve istikrarını olumlu etkiler.
7. Bu tahliller, cinsel ilişkide
tarafların birbirlerine zarar vermeyeceklerinin güvencesi olur. Hamilelik
esnasında ve doğum sonrasında kadının zarar görmesini önler.
1. Bu tahliller, toplumsal çöküntüye
yol açabilir. Örneğin bir kadının kısır olduğu veya göğüs kanseri ve benzer
rahatsızlıklarının bulunduğunun anlaşılması ve bunun başka kimseler tarafından
da bilinmesi; hem kadında hem de toplumda bir takım zararlara neden olabilir.
Ayrıca bu gelecekle ilgili bir konuda yargıda bulunmaktır. Özellikle tıbbi
sonuçların doğru olabileceği gibi yanlış ve hatalı olmasının da mümkün olduğu
dikkate alındığında bunun çok daha büyük yıkıcı sonuçları olabilir.
2. Bu tür tahlillerle, gelecekte amansız bir hastalığa yakalanacağı
haberini alan insanlar, endişeli ve ümitsiz yaşamaya itilmiş olur.
3. Muhtemel farklı hastalıkları içeren tahlil
sonuçları, gelecekteki hastalıkları ortaya koymada, güvenilir kesin sonuçlar
değildir.
4. Kesin olmayan sonuçlarına rağmen bu tahliller,
bazı kimselerin evlenme imkânını kaçırmasına neden olur.
5. Genetik hastalıkları bulunmayan insan sayısı çok
azdır.
Bu raporların Şeriatın hükümleri itibariyle
değerlendirilmesi;
Hiç şüphesiz, eski dönemlerde böyle bir mesele söz konusu
olmamıştır. Nitekim ilk dönem Müslümanları kendilerinde bulunan zaaf ve
ayıplan bildirmek hususunda güvenilir kimselerdi. Ayrıca günümüzde olduğu gibi
tıbbi gelişmeler de o dönemlerde yoktu. Günümüz âlimleri bu konuda iki görüş
ileri sürmüşlerdir;
I. Görüş: Evlilik öncesi sağlık raporu çıkartılmamalıdır ve buna
ihtiyaç yoktur. Allâme İbn Bâz bu görüştedir. -Allah, kabrini nurlandırsın-. Bu
tür tahliller, hüsnü zan/iyimserlik sahibi olmayı engeller. Ayrıca tahlillerden
doğru olmayan neticelerin alınması da mümkündür.[461]
II. Görüş: Bu tür tahliller caizdir. İslam şeriatına ve Allah'a
tevekküle aykırı değildir. Nitekim bu sebeplere yapışmak türünden bir
davranıştır. Ömer (radiyallâhu anh) Şam'da veba salgını olduğunda 'Allah 'in
kaderinden, yine Allah '\n kaderine kaçıyoruz
[462]
demiştir. Alimlerin çoğunluğu bu görüştedir.
ikinci görüş daha isabetlidir. Evlilik
öncesi, sağlık raporu ve tahlillerin caizliğine delil olarak şunlar
zikredilebilir;
1. Nesli korumak, dinin korunmasını ve
gözetilmesini emrettiği beş temel esastan biridir. Nitekim Zekeriyâ
aleyhisselâm;
Rabbim! Bana kendi katından hayırlı bir nesil
bağışla
[463] demiştir. Müminler,
dualarında; 'Rabbimiz! Bize gözümüzü aytınîata-cak eşler ve zürriyetler bağışla
ve bizi takva sahiplerine önder ki//' derler.[464]
Bir insanın kendi neslinin ayıpsız, hastahksız ve sâlih olmasına özen
göstermesinin bir sakıncası olamaz.
2. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem),
evlenilecek kızın, doğurganlığıyla bilinen bir aileden seçilmesini teşvik etmiştir.
'Sevecen ve doğurgan olanlarla evleniniz. Ben sizin çokluğunuzla diğer
ümmetlere karşı övünürüm
[465]
buyurmuştur. Bu hadis, gelecek neslin sağlığının önemli bîr unsur olduğuna
delildir.
3. Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Aklî özürlülük, cüzzam ve
alaca (deri) hastalığı bulunan bir kadın (bunları gizleyip evlenerek) bir
adamı kandırırsa; eğer cinsel ilişki gerçekleşmiş ise, erkeğin mihri kadına
vermesi gerekir. Kadının velisi ise, aldatan durumunda olduğu için mihri kocaya
öder.[466]
4. Evlenilecek tarafların birbirlerini görmeleri,
ayıp ve kusurlarını öğrenmeleri hadislerle teşvik edilmiştir. Ebû Hureyre (radiyallâhu
anh) anlatıyor; 'Bir adam, bir kadına evlilik teklifinde bulundu. Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem) adama; «Ona bak! Ensar (kadınlarının) gözlerinde
bir şey vardır» buyurdu.[467]
5. Tehlikeli hastalıklara yakalanmış olanlardan uzak
durmakla ilgili delillerin geneli, bu konuda da delildir. Örneğin Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Hasta develeri, sağlam develerle
çiftleştirmeyiniz
[468]
'Meczumdan, aslandan kaçar gibi kaç
[469]
buyurmuştur.
6. Zararı yasaklayan delillerin geneli, bu konuda da delildir.
Yukarıda sayılan deliller dikkate alındığında, evlilik öncesi
tıbbi tahliller yaptırılması, İslam şeriatına aykırı değildir, hatta İsiam
şeriatının asıl maksadına uygun bir davranıştır, denebilir. Ayrıca toplumda
hastalıkların yayılması durumunda Müminlerin halifesi, 'evlilik için sağlık
raporunu' zorunlu kılabilir. Her ne kadar nikâh akdinin sıhhatinde, bu sağlık
raporunun hiçbir etkisi yoksa da, bunun zorunlu tutulması serî siyaset konusu
içerisinde caiz olur.
1. İhtiyaç olmadığı durumlarda sağlık raporu için insanları
zorlamamak gerekir. İhtiyacın ölçüsü, evliliğin geleceğini ilgilendiren
tehlikeli hastalıklarla sınırlı tutulmalıdır. Farklı şekillerde genişletilerek,
insanların yükleri ağılaştırılıp, külfete dönüştürülmemeli ve bu tahlillerle
İnsanlara zarar verilmemelidir.
2. Bu görevi yerine
getiren doktorların ve laborantların, fesada yol açmamak için insanların
gizliliklerini, kusur ve ayıplarını ifşa etmemeleri şarttır.
1. Kız velisinin izni
[470]
Peygamberimiz (saüallâhu aleyhi ve sellem); Velisinin nikahlamadığı kadının
nikâhı batıldır -üç defa tekrarlayarak. Eğer [bu nikâh ile]cinse! ilişkiye
girilmişse, erkeğin kadına mihrini vermesi gerekir. Eğer bu konuda bir anlaşmazlığa
düşerlerse, velisi olmayanın velisi sultandır.[471]
Anlaşmalı evlilikler konusunda, nikâh akdinde velinin bulunmasının
zorunluluğuyla ilgili delillerin bir bölümü zikredilmişti. Kızın velisi, baba, erkek kardeşler, dede, amcalar veya amca
oğulları ve alt soy gruplarıdır.[472]
Kızın velisi, kızın razı olduğu, ona denk birisiyle
evlenmesini engelleyemez. Çünkü Yüce Allah; '...Aralarında iyilikle anlaştıkları
takdirde, onların kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın.
[473]
Velisinin kızı, evlilikten alıkoyması durumunda, velayet başkasına geçer.
2. Kadının evliliğe zorlanması:
Kadının evliliğe zorlanması durumunda, nikâh akdi fesho-lur.
Hansa bint Hıdam el-Ensâriyye {radiyallâhu anhâ} anlatıyor; 'Kendisi dul bir kadın
iken istemediği halde, babası onu biriyle evlendirmiş. Bunun üzerine,
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sel-lemj'e gidip durumu anlatmış, Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) de onun nikâhını iptal etmiştir.[474]
İbn Abbâs
(radiyaîlâhu anh) anlatıyor; '3âkire bir kız, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
sellem) 'e geldi ve; istemediği halde, babasının kendisini bir adamla
evlendirdiğini» söyledi. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)
onu muhayyer
[475] bıraktı.[476]
Dul kadının velisi, onu istemediği biriyle
evliliğe zorlayamaz. Kadının rızası ve izni olmadan başka biriyle evlendiremez.
Bu konuda âlimler icmâ etmiştir. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem) «Dul kadın kendisiyle istişare edilmedikçe nikâh edilemez. Kız da kendisinden
izin alınmadıkça nikâh olunamaz»
[477]
buyurmuştur. Aynı şekilde, âlimlerin tercih
edilen görüşüne göre, -akıl, baliğ çağındaki- yetişkin bakire kız da evliliğe
zorlanamaz. Daha önce zikredilen İbn Abbâs (radiyallâhu anh)'ın rivayet ettiği
hadis bu konuda delildir.
Henüz -âkil baliğ çağında olmayan- küçük bakire kızın izni
alınmadan, babası tarafından evlendirilebileceği konusunda -âlimler ittifak
etmiştir. Bu konuda, Ebû Bekir (radiyallâhu an-h)'ın, henüz akıl baliğ olmayan
kızı Âİşe'yi evlendirmesini delil göstermişlerdir. Küçüklük, nasslarla ve icmâ
İle ehliyetsizlik kabul edilmiştir. Velinin tam yetkili kılınmasının nedeni
budur.[478]
3. Mehir: Eşler,
karşılıklı olarak mehir vermemek ve almamak konusunda anlaşmış olsalar dahi,
mehirsiz nikâh fasittir/geçersizdir. Nikâhta mehir miktarı, farz olarak
belirlenmiş olsa da, olmasa da şarttır. Mehir miktarının belirlenmiş olmaması
durumunda, mehri misil uygulanır. Yani kızın çevresindeki ona denk kızların
mehirleri esas alınarak tespit edilir. Bu konu ileride açıklanacaktır.
-İnşaallah-
Mehir, nikâh akdinin şartlarından değil,
sonuçlarından biridir. Bu nedenle nikâh ânında mehir belirtilmemiş olsa da,
hatta mehir verilmeyeceği söylense de, nikâh akdi gerçekleşmiş olur. Ancak bu
durumda 'mehr-i misil' verilmesi gerekir.
[479]
4. Şahitler: Nikâhta
şahitlerin bulunması şarttır. Bu konuda 'VeHsiz, nikâh olmaz' hadisine
ziyadelik olarak zikredilen 've iki âdil şahit' ibaresini delil
göstermişlerdir. Hadiste yer alan bu ziyadelik, bütün rivayet yollarıyla
zayıftır. Ancak, İmam Şâfîi el-Ümm isimli kitabında (2/168) şöyle demiştir;
'Her ne kadar bu ziyade lafız, Peygamber (sallallâhu aleyhi
ve sellem)'e ulaşmamış ve 'mun-katı' ise de, âlimlerin çoğunluğu 'nikâhta
şahitlerin şart olduğu' görüşündedir. Nikâh ile zina arasındaki fark
şahitlerdir'. Tirmîzî, bu hadisi rivayet ettikten sonra şöyle demektedir;
'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in sahabelerinden, tabiînden ve tabiî
tabiînden ilim ehli bu ziyadelikle amel etmişler ve 'şahitsiz nikâhın
olmayacağını' söylemişlerdir. Onlar arasında bu konuda ihtilaf eden olmamıştır.
Bu konuda farklı görüşler ileri sürenler ancak son dönemde ortaya çıkan
kimselerdir'.
1. Helal olan ve bağlı kalınması vacip olan şartlar:
Bu şartlar, nikâh akdinin ve şâri'nin/kanun koyucunun maksadına
uygun olan şartlardır. Örneğin, kadının kocasına kendisiyle iyi geçinmesini,
hoşgörülü davranmasını şart koşması gibi. Alimler bu türden şartlara bağlılığın
vacip olduğunu belirtmişlerdir.
2. Bağlı kalınamaz şartlar: Bunlar, nikâh akdinin maksadına veya
Allah'ın hükümlerine ve şeriatına aykırı şartlardır. Bu tür şartları
'fasit/geçersiz' şartlar olarak İsimlendirilir. Örneğin, bir kadının evlenirken
kocasından kendisiyle cinsel ilişkiye girmemesini veya kadının kumasının
boşanmasını şart koşması gibi. Çünkü Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve
sellem); 'bir kadının, kız kardeşinin kabında olanı boşaltmak için onun
boşanmasını istemesi helal değildir. Çünkü kendisi için takdir olunan kendisinin
olacaktır.[480] Alimler bu türden
şartlara bağlı kalınmasının vacip olmadığı konusunda icmâ etmişlerdir. Allah'ın
kitabına ve Rasülünün sünnetine aykırı olan şartlar da 'bağlı kalınamaz şartlardandır'.
Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Bazı insanlara ne oluyor ki,
Allah'ın kitabında olmayan
[481]
bazı şeyleri şart koşuyorlar! Her kim Allah'ın kitabında olmayan bir şeyi şart
koşarsa, yüz defa da şart koşsa, o şart batıldır/geçersizdir» buyurmuştur.[482]
Bu türden şartlar ittifakla- sahih değildir.
Bu durumda şu soru ortaya çıkmakta; 'Bu türden
şartları içeren akitlerin hükmü nedir?' Bu konuda bazı âlimler, akdin
bâtıl/geçersiz olduğunu söylemişlerdir. Bazı âlimler ise, akitte yer alan
şartların, nikâhın maksadına zarar vermesi durumunda 'ak-din geçersiz', nikahın
maksadına zarar vermemesi durumunda 'akdin geçerli ama şartların geçersiz
kılınacağını' söylemişlerdir. Bu görüş, Şâfîi ve Hanbelî mezheblerinin
görüşüdür. Delilleri nedeniyle benim tercihim de bu yöndedir. -Allah en
doğrusunu bilendir-.
Hanefî mezhebine göre, icab ve kabulün gerçekleşmesiyle oluşan
nikâh akdinde, ileri sürülen batıl veya fasit şartlarla 'nikâh akdi' geçersiz
olmaz. Aksine nikâh geçerli, şartlar geçersiz olur. (Çev.)
3. Allah Teâlâ'nın ne emrettiği, ne de
yasakladığı şartlar:
Bunlar, bir kadının evlenirken, kocasına ikinci bir
evlilik yapmamasını şart koşması veya memleketinden dışarıya taşınmamalarını
şart koşması gibi şartlardır. Bu şartlara bağlı kalınmasının vacip
olup-olmadığı konusunda âlimler farklı görüşler belirtmişlerdir.
Bu konuda tercih edilen görüş,
Allah'ın kitabına, Peygamberinin sünnetine aykırı olmadığı sürece, kadının bu
türden şartlar koyma hakkinin bulunduğu ve bu şartların geçerliği olduğudur.
Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Bağlı kalınmayı en fazla
hak eden şartlar, cinsel ilişkiyi kendinize helal kıldığınız (nikâh akdinde
belirtilen) şartlardır' buyurmuştur.[483]
Hanefî mezhebine göre, şer1 î dayanağı bulunan ya da nikâh
akdinin tabiatına uygun oîan veya örf haline gelen 'meşru' şartlarla yapılan
nikâh akdi geçerlidir. Bunların dışında kalanlar şartlar İse geçersizdir.
Hanbelî ve bazı Mâlikî âlimlere göre, İslam'ın genel ilke ve prensiplerine
ters düşmeyen bütün şartlar geçerlidir ve tarafları bağlayıcı niteliktedir.
a) Tanımı ve nedenleri:
'Misyâr/kısıtlı haklarla evlilik' olarak isimlendirilen nikâh
türü, günümüzde bazı ülkelerde yeni bir uygulamayla görülmektedir. Tanımından
anladığımız kadarıyla bu evlilik şu şekilde yapılmaktadır; «şartlarına ve
rükûnlanna uygun olarak nikâh akdi kıyılmakta. Ancak kadın -kendi rızasıyla-
kocası üzerindeki, ev, nafaka/geçiminin karşılanması ve birlikte kalınması gibi
bazı haklarından vazgeçmektedir».
Bu evlilik türünün ortaya çıkma ve yayılma
nedenlerinden en önemlisi, evlilik yaşına gelmiş ve evlenememiş ya da evlenmiş
fakat kocasının ölümü veya boşaması sebebiyle dul kalmış kadınların sayısının
artmış olmasıdır. Ayrıca cinsel arzuların ve bir kadının erkeğe duyduğu ihtiyaç
da bu evlilik türünün yayılmasında etkili olmuştur. Kadınlar açısından değerlendirildiğinde
bunları söylemek mümkündür.
Erkekler açısından ise, şu değerlendirmelerde
bulunmak mümkündür; Bu tür evlilik yapan erkeklerin çoğunda, cinsel arzuların
baskınlığı ve tek kadınla yetinememek etkili olmaktadır. Ayrıca ikinci bir
evliliğin maddi yükünü üstlenecek imkânlarının bulunmaması veya ilk hanımının
ikinci bir hanımla evlenmesini kabul etmeyişi, ya da zengin olan ilk hanımının,
kendi malının başka bir kadına harcanması gibi malî endişeler taşıması nedenleriyle
ikinci evliliğe karşı çıkması da etkili olmaktadır.
b) Serî hükmü:
Tanımından da anlaşıldığı gibi, bu evlilik türüyle kadın bazı
haklarından kocası lehine vazgeçmektedir. Dolayısıyla bu evlilik türünün
'şartlı akitler' konusunda incelenmesi uygun düşmektedir. Muasır âlimler bu
evliliğin sıhhati konusunda üç görüşe ayrılmışlardır;
I. 'Kısıtlı haklarla evlilik mekruh olmakla birlikte mubahtır' Bu
görüşteki âlimler, nikâh akdinin seran gerekli şartlara ve ru-kûnîara haiz
olarak yapıldığını, -muta veya hülle nikâhı gibi-herhangi bir haramı
içermediğini; yapılanın anlaşmanın eşlerin karşıhklı
rızalarıyla mesken, nafaka ve kocasının kendisine diğer hanımlarla eşit
davranma gibi bazı haklarından kadının vazgeçmesinden ibaret olduğunu
belirtmişlerdir. Müminlerin annesi Şevde (radiyallâhu anhâ) yaşlılığı
nedeniyle, Rasululİah'ın kendisiyle birlikte olması gereken günleri kuması
Âişe (radiyallâhu anhâ)'ya bağışlamıştır. Bu nedenle Rasuluİlah (sallallâhu
aleyhi ve sellem); 'bir gün Âişe'nin, diğeri de Sevde'nin günü olmak üzere,
Âişe'nin yanında iki gün kalıyordu.[484]
Bu hadis, Sârinin mesken, nafaka ve geceleri eşiyle birlikte geçirme gibi
kadına verdiği haklardan, kadının vazgeçebileceğine delildir.
Bu türden evliliklerin, kadının fıtrî ihtiyaçlarının karşılanması,
kötü yola düşmekten korunması ve çocuk sahibi olması gibi faydaları da
bulunmaktadır. Bu nikâh türünün mekruh görülme nedeni ise, mesken, aile
birlikteliği, çocukların en iyi şekiide eğitilmesi ve yetiştirilmesi gibi
şeriatın evlilikle ilgili maksatlarını sınırlandır m asıdır.
Bu görüşteki âlimler, bu nikâh akdiyle evlenen kadının, nafaka
ve mesken şartını dilediği takdirde talep edebileceğini ve dilerse o şartı
kaldırabileceğini belirtmişlerdir.
II. 'Kısıtlı haklarla evlilik haramdır'. Bu görüşteki âlimler bu akdin,
sevgi, merhamet, mesken, insan türünün korunması ve en güzel şekilde
yetiştirilmesi, hakların gözetilmesi, sahih evlilikten doğan çocuklara karşı
görevlerin yerine getirilmesi gibi, toplumsal, bireysel ve serî maksatlara
ters düştüğünü belirtmişlerdir. Ayrıca akitlerde, lafızların ve beyanların
değil, maksatlar ve taşıdıkları anlamların asıl olduğunu söylemişlerdir.
Dolayısıyla bu akit, İslam şeriatının getirdiği, Müslümanların bildikleri
evlilik sistemine muhaliftir. İçerdiği şartlar itibariyle nikâh akdinin
maksadına aykırıdır. Fesada ve kargaşaya yol açabilecek niteliktedir. Bu akitte,
mehire gerekli önem verilmediği gibi, erkek aile olmanın sorumluluklarını da
üstlenmem ekte d ir. Hatta bu bazen gizli ve veli izni bulunmadan da
yapılmaktadır. Bu yöneyle de haramdır.
III. 'hüküm belirtilmemesidir'. Bu allâme İbn Useymin'in görüşüdür.
-Allah ona rahmet eylesin.
Tercih edilen görüş: Nafaka, mesken ve benzeri
vacip olan haklan ortadan kaldıran şartlar fasit/geçersiz olmakla birlikte nikâh
akdi sahihtir. Bu evlilikle, cinsel birlikteliğin helal olması, çocukların soy
hakları, nafaka ve geceleri birlikte kalma gibi, serî evlilik haklan ve
sonuçları oluşmaktadır. Kadın bunlan her zaman talep etme hakkına sahiptir.
Fakat şart koşmaksızın bunlardan vazgeçme hakkı da bulunmaktadır. Bunda bir
sakınca yoktur, neticede vazgeçtiği şeyler kadının kendi haklarıdır. Bununla
birlikte, mekruhluğunun gerekçeleri ve sakıncalarından emin olunması, toplumda
yaygınlaştırılmaması gerekir. Belki de, hükmünün belirtilmemesi gerektiğini
söyleyen âlimler bunlan göz önünde bulundurmuştur. -Allah en doğrusunu bilir-.
Tanımı: Hâkimin veya evlenecek tarafların belirlediği nikâhtaki ve
benzer şeylerdeki karşılıktır. Arapçada mehir, 'sıdâk' olarak da
isimlendirilir. Erkeğin, kadınla evlenmeye olan arzusunu hissettirmesi
nedeniyle böyle isimlendirilmiştir.[485]
Hükmü: Mehir, nikâh akdinin rüknüdür.
Hanefî mezhebine göre, mehir, nikâh akdinin şartlarından değil,
sonuçlarından biridir. Bu nedenle nikâh ânında mehir belirtilmemiş olsa da,
hatta mehir verilmeyeceği söylense de, nikâh akdi gerçekleşmiş olur. Ancak bu
durumda 'mehr-i misil1 verilmesi gerekir.
[486]
Nikâhta mehrin belirlenmiş olması, belirlenmemiş ise mehri
misilin takdir edilmesi, -yani kızın çevresindeki ona denk kızların mehirleri
esas alınarak tespit edilmesi şarttır. Çünkü Yüce Allah;
Kadınların mehirlerini gönül rızası ile verin
[487]
buyurmuştur. İmam Kurtûbî (5/24) der ki; 'Bu âyet, kadınlara mehir vermenin
farz olduğuna delildir. Bu konuda icmâ edilmiştir. Hiçbir ihtilaf yoktur...'
Nitekim Yüce Allah; Onlardan faydalanmanıza karşılık, bir farz olarak
(kararlaştırılmış) mehirlennı veriniz.[488]
Evlenmek isteyen bir adama, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem}; 'Demir bir yüzük olsa dahi, git bir şeyler bul!
[489]
buyurmuştur. Mehir olarak verecek hiçbir şey bulamayan bir adama; 'Ezberinde
Kurandan âyetler var mı?' diye sormuş; adam; 'Evet şu sûre ile şu sûreyi
biliyorum' deyince de; '(Mehir olarak) bildiğin sûreleri ona öğretmene
karşılık, onu sana nikahladım' buyurmuştur.
İbn Abbâs
(radiyailâhu anh) anlatıyor; 'Ali ile Fâtıma (ra-diyallâhu anhumâ)
evlendiklerinde; Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ali'ye; 'ona (mehir
olarak) bir şey ver' buyurdu. Ali; 'hiçbir şeyim yok' dedi. 'Sert zırhın
nerede?' diye sordu. O; 'yanımda' dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem), '(mehir olarak) onu Fâtıma'ya ver' buyurdu.[490]
Bu deliller, nikâh akdinde 'mehrin rükün' olduğunu
göstermektedir. Ancak nikâh akdi esnasında belirlenmesi şart değildir. Çünkü Yüce
Allah; 'Nikâhtan sonra henüz dokunmadan veya onlar için bir mehir belirlemeden
kadınları boşarsanız, bunda size günah yoktur.[491]
İbnu'l-Cevzî
der ki; 'Bu âyet-i kerîme, mehir belirlenmeden nikâh akdinin caiz olduğuna
delildir.[492] Fakat ileride bir
tatsızlığa imkân vermemek açısından mehrin, nikâh akdinde belirlenmiş olması
daha faziletlidir.[493]
Mehir miktarının, nikâh akdinde belirtilmemesi
durumunda, kadına mehri misil verilir. Nikâh akdinde mehir belirlemeden bir
kadınla evlenip, gerdeğe girmeden önce vefat eden bir adam hakkında; İbn Mesûd
(radiyailâhu anh); 'Kadına mehri rnisiî verilmesi, mirasçı olması ve iddet
beklemesi gerektiği görüşündeyim' demiştir. Ma'kil b. Sinan (radiyailâhu anh);
'Ben Ra-sulullah (sallallâhu aleyhi veselîemj'iBeru'a binti Vâşık hakkında
böyle hüküm verirken işittim' diyerek şahitlik yapmıştır.[494]
Âlimler,
mehir miktarında üst limitin bulunmadığı konusunda ittifak etmişlerdir. Çünkü
mehir miktarını sınırlayan hiçbir nass bulunmamaktadır. Şeyhu'l-İslam der ki;
'Zenginlik ve bolluk sahibi olan ve hanımına yüksek miktarda mehir vermek
isteyen kimsenin bunu yapmasında hiçbir sakınca yoktur. Çünkü Yüce Allah; '...'
Fakat, ödemeyi istemediği veya ödemekten aciz kaldığı miktarda zimmetinde
mehir borcu bulundurmak mekruhtur.[495]
Hanefî mezhebine göre, mehir en az on dirhem -yaklaşık orta
düzeyde iki kurbanlık koyun bedeli- olmalıdır.[496]
Delillerin yoğunlaştığı ve en kuvvetli olduğu görüş
budur. Bu mehrin serî kılınmasının anlamına daha uygundur. Çünkü mehirden
maksat, sadece maddi bir karşılık değildir. Evliliğe olan rağbet ve arzuyu
sembolize etmek, yakınlaşmadaki sadakati ortaya koymaktır. Genellikle mehir,
maddi değerlerle olmaktadır. Ancak
kadın razı olduğu takdirde her türlü manevi değerler, mehir olarak
tanımlanabilir.[497]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir sahabeyi, mehir olarak
ezberinde bulunan Kuran âyetlerini kadına öğretmesine karşılık nikahlarını
kıymiştır. Ebû Tâlha'yı, Ümmü Süleym ile mehir olarak İslamî yaşantısına karşılık
evlendir m iştir.
Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Ebû Talha Ue
Ümmü Süleym evlendiklerinde, aralarında mehir olarak belirledikleri İslam'dı.
Sabit (radiyallâhu anh); 'Kadınlar arasında, Ümmü Süley-m'in mehirinden daha
değerli bir mehir işitmedim' derdi.[498]
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), köle azat
etmeyi mehir olarak belirlemiştir. Enes (radiyaliâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) Safiyye'yi azat etti ve azat edilişini mehir kıldı.[499]
İslam
âlimleri, mal olarak isimlendirilen her şeyin veya maddi geliri ya da değeri
olan her menfaatin mehir olabileceğini belirtmişlerdir.
[500]
Mehir miktarının çok yüksek tutulması: Bazı
kimselerin zihinlerinde yer tutan yüksek miktarlarda belirlenmiş mehirler,
İslam'ın maddeye bakışına uygun değildir. Hatta bazı insanlar mehir miktarını
konuşmaktan, nikâh akdine geçememektedirler. Öyle yüksek rakamlar telaffuz
etmektedirler ki, sanki yarış pistine veya açık artırmaya çıkmış gibi
davranmaktadırlar! Hiç kuşkusuz kadın, mehir konusunda böyle bir tutum İzlemeyi
gerektiren evlilik pazarına çıkarılmış bir eşya değildir.
Mehir miktarlarının aşırı yüksek tutulmasının
olumsuz sonuçlarını şöylece sıralamak mümkündür;
1. Genç erkeklerin ve kızların bekâr kalmasına neden olmakta.
2. Evlenme ümidini yitiren kızlar da, erkekler
de farklı alternatiflerin arayışına yönelmekte ve cinsler arasında ahlakî
çöküntüye ve fesada yol açmakta.
3. Evlenemeyen gençlerde bastırılmış duyguların neticesi
olarak, hayattan beklentilerini yitirme ve psikolojik rahatsızlıklar meydana
gelmekte.
4. Gençlerin anne-babalarına karşı asi davranmasına ve itaatsizliklere,
güzel örf ve adetlere ve kültürel mirasa karşı duyarsızlaşmalarına ve aykırı
davranmalarına neden olmakta.
5. Yüksek mehir beklentisi nedeniyle kız velisi, yüksek mehir
veremeyeceğini düşündüğü dindar kimselerle kızı evlendirme-mektedir. Yüksek
mehir arzusu, dininden ve ahlakından memnun olunamayacak kimseler olsalar
dahi, zenginliğinden dolayı, kızı onlarla evlendirmelerine yol açmaktadır.
Burada kızın mutluluğu düşünülmemektedir.
6. Yüksek mehir, evlilik masraflarının üstesinden gelinemeyecek
ölçüde ağırlaşmasına neden olmaktadır. Erkeğin kalbinde, hanımına ve ailesine
karşı hoşnutsuzluk oluşturmaktadır.
Yukarıda belirtilen olumsuzluklarına rağmen, mehir miktarının çok
yüksek tutulmasının hükmü:
Bu konudaki delilleri dikkate alarak şunları
söylemek mümkündür;
1. Mehirin yüksek belirlenmeyip, hafifletilmesi
meşrudur.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
'Mehirin en hayırlısı, en kolay olanıdır' buyurmuştur. İbnu'l-Kayyim, mehirle
ilgili bazı hadisleri naklettikten sonra; 'hadisler şunu göstermektedir ki,
nikâhta mehirin yüksek tutulması mekruhtur. Bereketinin azalmasıdır ve
zorlaşmasıdır' der.[501]
Ömer bin
Hattâb (radiyallâhu anh) şöyle demiştir; 'Dikkat edin! Kadınların mehirlerini
çok yükseltmeyin. Şayet mehirleri yükseltmek, bu dünyada bir şeref, Azız ve
Celîl Allah'ın katında da bir takva olsaydı, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
sellem) buna sizden daha layık olurdu. Hâlbuki Rasuiullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem) on iki okiyye'den fazla mehir karşılığında, kadınlardan hiçbirini
kendisine nikahlamamış ve kızlarından hiçbirini de başkalarına nikâhlamamıştır.[502]
Aişe (radiyallâhu anhâj'ya Peygamberimizin verdiği mehir
miktarı sorulduğunda şöyle demiştir; 'Onun hanımlarına verdiği mehir, on iki
okiyye ve bir neş'tin Bir neş, varım okiyyedir. Bunların toplamı beşyüz dirhem
yapar. İşte bu miktar, Rasuiullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in hanımlarına
verdiği mehîrdir.[503]
Şeyhu'l-İslam
der ki; 'Bîr kimse kendi kızının mehrinin, Allah'ın yarattığı en hayırlı,
dünya kadınları arasında en faziletli olan Rasuiullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem)'in kızlarının ve hanımlarının mehrinden daha yüksek olmasını istemesi
cahillik ve ahmaklıktır. Bu söz, mehir verme gücüne ve zenginliğine sahip
olanlar içindir. Fakirlerin sıkıntıya düşmeden ödeyemeyeceği miktarlarda
kadınlara mehirler vermesi uygun değildir.[504]
2. Erkeğe külfet oluşturacak ölçüde mehiri yükseltmek, kınanmıştır.
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Ensar'dan bir
kadınla evlenen bir adama, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); «ne kadar
mehir verdin?» diye sordu, Adam; 'dört okiyye' dedi. Bunun üzerine Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem); »dört okiyye mi! Galiba siz (parayı) şu dağın
cephesinden yontuyorsunuz!» buyurdu.[505]
Bir kadının mehri hakkında fetva istemek
için Ebû Hadred el-Eslemî, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e geldiğinde
ona; «ne kadar mehir verdin?» diye sordu. O; «iki yüz dirhem» dedi Bunun
üzerine; «Şayet Buthân'ı tanısaydmız, mehri bu kadar yükseltmezdiniz» buyurdu.[506]
Bu rivayetler, Peygamberimiz (saîlallâhu
aleyhi ve sellem)'İn mehirlerin yüksek tutulmasını, evlenen erkeklerin maddi
durumuna göre değerlendirerek hoş karşılamadığını göstermektedir. Nitekim
Peygamberimizin kendi kızlarının ve hanımlarının mehri bunların mehirlerinden
daha yüksek olmuştur. Burada değerlendirmede esas olan, erkeğin maddi
durumunun dikkate alınmasıdır.
3. Erkek zengin olduğunda, hanımının mehrini yükseltebilir:
Ümmü Habîbe
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Kendisi Ubey-dullah bin Cahş'm (nikâhı) altında
iken (kocası Ubeydullah) Habeş toprağında ölmüş, bunun üzerine Necâşî onu
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e nikahlayarak ve dört bin (dirhem)
mehir vererek Şurahbil bin Hasene ile birlikte Rasuiullah (sallallâhu aleyhi
ve sellem) 'e göndermiştir.[507]
Şâ'bî
anlatıyor; Ömer bin Hattâb (radiyallâhu anh) insanlara bir hutbe verdi.
Allah'a hamd ve senada bulundu. Sonra; 'Kadınların mehirlerini yükseltmeyiniz.
Rasuiullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in verdiği mehirden fazla mehir veren
birisini duyarsam; fazlasını beytülmale/devîet hazinesine alırım' dedi ve minberden
indi. Kureyş'ten bir kadın ona geldi ve; «Ey Müminlerin Emiri! Aziz ve Celîl
Allah'ın kitabı mı, yoksa senin sözün mü tabi olmaya daha layıktır?» dedi.
Ömer; «Tabi ki, Aziz ve Celîl Allah'ın kitabı!Neden böyle sordun?» dedi. Kadın;
«Biraz önce insanların kadınlara yüksek mehir vermesini yasakladın; oysa Yüce
Allah kitabında; «... Onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi hiçbir
şeyi geri almayın...» buyurmuştur' dedi. Bunun üzerine Ömer; -iki veya üç defa-
«herkes fıkhı, Ömer'den daha iyi bilmekte» diyerek,
tekrar minbere çıktı ve; «Kadınların mehirleri-ni yükseltmenizi yasaklamıştım;
hayır! Kişi malında dilediği gibi yapsm» dedi.[508]
Özetle;
İnsanlar zenginlik ve fakirlikte farklı farklıdırlar. Evlilikte, kocanın mali
durumu dikkate alınmalıdır. Güç yetiremeye-ceği, borçlanmak zorunda kalacağı
taleplerde bulunulmamalıdır. Maddi gücü yeterli ise, yüksek mehir vermesi
mekruh değildir. Ancak bu davranışında övünmek, kibir ve gösteriş yapmak gibi
niyetlerinin olmaması gerekir. Aksi halde mekruh olur.[509]
Allah, en doğrusunu bilir.
Mehir kadının hakkıdır; velisine ait
değildir: Çünkü Yüce Allah; 'Kadınların mehirlerini gönül rızası ile veriri;[510]
'Onlardan faydalanmanıza karşılık, bir farz olarak (kararlaştırılmış)
mehirlerini veriniz
[511]
buyurmuştur. Konuyla ilgili âyetler, me-hirin kadına ait olduğunu belirtmiştir.
Kadının izni olmadan, ne babası, ne de bir başkası mehrini alamaz.
Aşağıda zikredilenlerden birinin gerçekleşmesiyle mehrin tamamı
kadına ait bir hak olur;
1. Kadınla cinsel ilişkiye girilmiş olması: Erkeğin kadınla cinsel
ilişkiye girmesi durumunda, kadın mehrin tamamına hak sahibi olur. Çünkü Yüce
Allah; 'Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan
birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi hiçbir şeyi geri almayın
[512]
buyurmuştur.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
"Hangi kadına velisinin izni olmaksızın nikâh kıyıhrsa onun nikahı
batıldır, onun
nikahı batıldır, onun nikahı batıldır.
Şayet bu izinsiz nikahlanan kişi o kadınla beraber olmuşsa, o kadın için mehir
verilmesi gerekir. Şayet ihtilafa düşerlerse, yetkili devlet adamı, velisi
olmayanların velisidir
[513]
buyurmuştur.
Batıl olan bir nikâhta, cinsel temasın gerçekleşmesiyle mehrin
tamamı kadının hakkı oluyor ise, sahih nikâhta hak sahibi olması çok daha
fazla hakkıdır.[514]
Cinsel ilişkinin gerçekleşmesiyle sabit olan mehir ancak, erkeğin ödemesiyle
veya hak sahibinin hakkından feragat etmesiyle düşer.[515]
Nikâh kıyıldıktan sonra gerçekleşen cinsel temas, hay izli, loğusa,
ihramlı, oruçlu veya itikâfta iken olması ya da makattan yapılması gibi haram
olan şekillerde olsa dahi, mehrin tamamı kadının hakkı olur.
2. Nikâh sahih olarak kıyıldıktan sonra gerdeğe girilmeden
eşlerden birinin vefat etmesi halinde İki durum söz konusudur;
a) Nikâh akdi kıyılırken mehrin belirlenmiş olması durumunda,
âlimlerin ittifakıyla kadın mehrin tamamını hak eder. Çünkü nikâh akdi ölümle
fesholmaz. Hayatın sona ermesiyle birlikte sona erer. Dolayısıyla evliliğin
bütün hükümleri, nikâh akdinin kı-yılmasıyla birlikte gerçekleşir. Mehir de bu
hükümlerden biridir.
b) Nikâh akdi kıyılırken mehrin belirlenmemiş olması durumunda,
-âlimlerin tercih edilen görüşüne göre- kadın mehri misi
[516]
hak eder Nikâh akdinde mehir belirlemeden bir kadınla evlenip, gerdeğe
girmeden önce vefat eden bir adam hakkında; Ibn Mesûd (radiyallâhu anh);
'Kadına mehri misil verilmesi, mirasçı olması ve iddet beklemesi gerektiği
görüşündeyim' demiştir. Ma'kil b. Sinan
(radiyaUâhu
anh); 'Ben Rasululhh (salhllâhu aleyhi ve sellem)'i Beru'a binti Vâşık hakkında
böyle hüküm verirken işittim' diyerek şahitlik yapmıştır.[517]
3. Nikâh akdi kıyıldıktan sonra cinsel ilişkiye girilmeksizin,
kadın ve erkeğin yalnız kalmaları -sahih halvet hali-:
Sahih halvet hali: Sahih nikâh akdinden
sonra, yanlarına hiç kimsenin girmeyeceğinden emin olarak, evli çiftin her
türlü İlişkide bulunabilecekleri ve cinsel ilişkiye girmek için, serî, maddî
ve duygusal hiçbir engelin bulunmadığı bir mekânda birlikte kalmalarıdır.[518]
Bu mekânda cinsel ilişkiye girmiş olmaları şart değildir. Önemli olan bunun
mümkün olduğu bir yerde birlikte kalmış olmalarıdır.[519]
Sahih halvet gerçekleştikten sonra erkeğin cinsel
ilişkiye girmeden kadını boşaması durumunda, kadın mehrin -yansına değil-
tamamına hak kazanır. Bazı sahabe ve tabiîn âlimler başta olmak üzere, Ebû
Hanîfe, kadîm mezhebine göre Şafiî ve meşhur rivayete göre Ahmed bin Hanbel bu
görüştedir. Ömer bin Hattâb (radiyaUâhu anh); 'Perdeler kapatıldığında mehir
vacip olur
[520] demiştir. İbn Hazm bu
sözü, dört halifeye ve bazı sahabelere nispet etmiştir.
Bu görüşe, İbn Abbâs (radiyallâhu anh) başta olmak üzere,
Mâlik, son içtihadına göre Şafiî ve bir rivayete göre Ahmed bin Hanbel
muhalefet etmişlerdir. Bu âlimler, 'bu durumdaki bir kadına mehrin yansının
verileceğini' söylemişlerdir. Bu konuda Yüce Allah'ın şu emrini delil
göstermişlerdir; 'Evlendiğiniz kadınları mehir belirlediğiniz halde, temas
etmeden boşarsanız belirlediğiniz mehrin yarısı onundur.[521]
Bu konuda ben, âlimlerin çoğunluğunun görüşünün
daha
evlâ olduğu kanaatindeyim. Fakat şöyle
bir soru yöneltilmesi durumunda; 'halvet halinde mehrin tamamının verilmesi,
cinsel ilişkiye imkân oluşturması nedeniyledir. Şayet cinsel ilişkinin olmadığına
dair, kadının ikrarı veya doktor raporunun olması durumunda, yine de mehrin
tamamı verilmeli midir?' bu soru farklı bir tartışmayı ve içtihadı gerektirir.
4. Hanbeli mezhebine göre, cinsel ilişkiye
girilmeden önce, mirastan alıkoymak amacıyla, ölüm döşeğinde erkeğin, kadını
boşaması durumunda, kadın mehrin tamamına hak kazanır.[522]
5. Mâlikî mezhebine göre, kadın kocasının evine yerleştikten
sonra cinsel ilişkiye girilmeksizin orada bir yılı doldurduğunda mehrin
tamamını hak eder. Şafiî mezhebi bu görüşe muhaliftir. Hanefî ve Hanbelî
mezhepleri ise, -daha önce de belirtildiği gibi-sahih halvetin gerçekleşmesiyle
kadın mehrin tamamını hak eder, demişlerdir. Mâliki mezhebinde belirtilen 'bir
yılı doldurması' konusuyla İlgili hiçbir delile rastlamadım. Bu konu tamamen
sahih halvet' haliyle ilgilidir. -Allah, en doğrusunu daha iyi bilir.
1. Nikâh akdinde mehir belirlenmiş ve kadın cinsel ilişkiye
girilmeden önce boşanmış ise, kadın mehrin yarısını alır. Çünkü Yüce Allah;
'Evlendiğiniz kadınları, mehir belirlediğiniz halde temas etmeden boşarsanız,
belirlediğiniz mehrin yarısı onundur.
[523]
buyurmuştur.
2. Nikâh akdinde mehir belirlenmemiş, cinsel ilişkiye girmeden ve
halvet hali yaşanmadan önce kadın boşanmış ise, âlimlerin tercih edilen
görüşüne göre- kadına sadece 'maddi bir fayda' sağlanır. Çünkü Yüce Allah şöyle
buyurmuştur; 'Nikâhtan sonra henüz dokunmadan veya onlar için mehir
belirlemeden kadınları boşarsanız, bunda size günah yoktur. Bu durumda onları
faydalandırın (yani kendilerine hediye kabilinden bir şeyler
verin). Zengin olan durumuna göre, fakir
de durumuna göre verir, iyilikle faydalandırmak Muhsinler/iyi davranıştılar
için bir vazifedir.[524]
Mehir peşin, vadeli veya bir kısmı peşin bir
kısmı vadeli olabilir. Çünkü alış verişlerdeki karşılıklar gibi, bir bedeldir.
Mehrin peşin olarak belirlenmesi durumunda, kadın mehrini teslim almadığı
sürece gerdeğe girmeyebilir.
Mehrin vadeli olması: Kadın ve erkeğin, mehrin cinsel
ilişkiye girildikten sonra verilmesi konusunda anlaşmalarıdır. Mehrin
tesliminde acele edilmesi müstehaptır. Çünkü Yüce Allah; '. ..Onlara
mehirlerini verdiğiniz takdirde, onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur.[525]
buyurmuştur.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in kızı
Fâtıma'-yı, Ali ile {radiyallâhu anhumâ) evlendirirken, Ali'ye zırhını mehir
olarak Fâtıma'ya vermesini emretmiştir. Bu rivayet mehir konusunun başında
zikredilmişti.
Konuyla ilgili rivayetler mehirin kadına Ödenmesi
gereken, kocanın zimmetinde bir borç olduğunu teyit etmektedir. Borçların ve
hakların sahiplerine ödenmesinde acele davranılması müstehaptır.
1. Ödeme tarihi belirli olmalıdır. Ölene veya ayrılana kadar
gibi ifadelerle meçhul bir vade olmamalıdır.
2. Çok uzun vade olmamalıdır. Çünkü bu takdirde mehirin
ödenmeyeceği zannı oluşur.
Dolayısıyla günümüzde Müslümanların nikâh akdini yaparken,
'boşanana veya ölene kadar' diyerek yapılan vadelendirmelerî terk etmeleri gerekmektedir. Çünkü bu tür
vadelendİrmelerde oluşan en büyük olumsuzluk, erkeğin kadınla birlikte yaşamak
istememesine rağmen, mehri ödememek için onu alıkoymasına neden olmaktadır.
Bunun sonucunda da çok büyük problemler yaşanmaktadır. Erkeğin kadına mehir
hakkından vazgeçmesi için baskı yapmasına veya kadının bir takım tasarruflarda
bulunarak, erkeğe istemediği bir şey yaptırmasına yol açmaktadır.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in
zamanında, mehrin vadeli olması gibi bir uygulama bilinmemekteydi. Dolayısıyla
diğer akit işlemlerinin, nikâh akdine kıyas edilmesi uygun değildir.
Nişandan dönülmesi durumunda, nişanlıya verilen takı ve
hediyelerin hükmü:
Erkeğin nişanlısına verdiği şeyler ya mehir, ya da hediye olarak
değerlendirilir. Şayet mehir olarak vermiş, ise; nişandan dönülmesi durumunda
tamamının iade edilmesi vaciptir. Çünkü mehir, cinsel faydanın karşılığıdır. Bu
gerçekleşmediği takdirde, mehrin -mevcut ise- olduğu gibi, -mevcut değilse-
kıymetinin iade edilmesi gerekir. Âlimlerin çoğunluğu bu kanaattedir.[526]
Şayet hediye
olarak vermiş ise; nişanın kız tarafından bozulması halinde, hediyenin veya
kıymetinin iade edilmesi vaciptir. Çünkü nişandan dönülme üzüntüsüne, bir de
mali zararın eklenmesi adaletsizliktir. Nişanın erkek tarafından bozulması
halinde ise, erkeğin hediyeleri geri isteme hakkı yoktur. Çünkü kadının
nişandan dönülme üzüntüsüne, bir de hediyelerin iadesi üzüntüsünün eklenmesi
adaletsizliktir. Bu konudaki en adaletli görüş budur.[527]
-Allah, en doğrusunu bilir-.
Kızın çeyiz hazırlaması -ev eşyaları ve mobilyaları alması-:
Kızın, kocası için beyaz eşya, örtü, yatak gibi şeylerle çeyiz hazırlaması
vacip değildir. Ebû Hanîfe, Şafiî, Ahmed bin Hanbel, İbn Hazm ve bazı âlimler, kadının kendi mehrinden veya
farklı imkânlarıyla çeyiz hazırlamasının vacip olmadığını; evlerinin her
ikisine de layık, serî bir mesken olması için, evde kullanılacak her türlü eşya
ve ihtiyacın hazırlanmasının erkeğin sorumluluğunda olduğunu belirtmişlerdir.
Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Onları gücünüz nispetinde kendi oturduğunuz
yerde oturtun..[528]
Kadına verilen mehir, çeyizlerine mukabil değildir. Bir bağış,
iyilik ve gönül rızasıdır. Nitekim Yüce Allah; 'Kadınların mehirleri-nı gönül
rızası ile verin
[529]
buyurmuştur. Daha önce de belirtildiği gibi mehir, kadınla cinsel birlikteliğin
helal olmasına mukabildir. Bir şeyin iki karşılığı olmaz. Hatta erkek, kadının
çeyizinin güzel olacağını umarak, mehri misilden daha fazla vermesi halinde,
fazladan verdiği miktar mehirden ayrı tutulmaz.
Nişanlısının çeyiz hazırlaması için erkeğin mehirden ayrı
olarak verdiği paralar, mehire katılmaz. Çünkü bunlar şartlı hibe hükmündedir.
Kadının kendisinin veya ailesinin çeyiz olarak hazırladığı her şey kadına
aittir. Çünkü kadın bunları hazırlamaya mecbur değildir.
Kadının veya ailesinin mecbur tutulmaksızın kendi rızalarıyla
çeyiz hazırlamaları, bir güzelliktir. Ali (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Fâtıma için çeyiz olarak kadife
kumaş, su tulumu ve içi izhır otuyla doldurulmuş bir yastık hazırlamıştı.[530]
İlânın
mânâsı: Nikâhın -gizlice değil- açıktan yapılması ve nikâh haberinin yayılmasıdır.
Âişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor;
Rasuiullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) «Nikahı gizli
değil ilan ederek yapın kalabalık yerler olan mescitler gibi kalabalıklarla
yapın, nikahın yapıldığının belli olması için def çalın» buyurmuştur.[531]
Hükmü: -Alimlerin çoğunluğuna göre- nikâhın ilan edilmesi
müstehaptır. İmam Zührî ise, farz olduğunu; nikâh akdinin gizlice yapılması ve
iki şahitten bu nikâhı gizli tutmalarının istenmesi durumunda çiftin
boşatılmasının vacip olduğunu belirtmiştir.
Nikâhın ilanı, sevinç ve mutluluğun paylaşılması ve gönüllerin
hoşnutluğu için kadınların def çalmasıyla ve mubah şarkılar söylemeleriyle
olur. Kötü ve fahiş sözler içermediği, günaha yöneltmediği ve haramları
hatırlatmadığı sürece, def haricinde başka çalgı aletleri kullanılmaksızın
düğün münasebetiyle şarkılar söylenmesi mubahtır. Bununla ilgili delillerden
bazıları şunlardır;
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Haram
evlilikle, helal evlilik arasındaki ayırıcı özellik def çalmak ve duyurmak.[532]
Âişe
(radiyallâhu anhâ) bir kadını gelin olarak, Ensar'dan bir adama götürdü.
Rasulullah {sallallâhu aleyhi ve sellem) ona; «Ey Âişe! Gelini götürürken
beraberinizde düğün alayı yok muydu? Ensar eğlenceden hoşlanır» buyurdu.[533]
Muavviz'in kızı Rübeyyi' (radiyallâhu anhâ)
anlatıyor; 'Rasuiullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelin olduğumun ertesi
günü gelip yanıma girdi, senin şimdi oturduğun gibi yatağımın üzerine oturdu.
Bu arada bazı kız çocukları bizim için def çalmakta ve babalarımızdan Bedir
günü şehit olanların kahramanlıklarını dile getirmekteydiler. Bu kızlardan
birisi: «Şu anda aramızda bir Peygamber var, yarın ne olacağını bilir» dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (sallallâhu aleyhi
ve seHem), o kıza: «Bunu bırak da önceden söylemekte olduğun sözleri söyle!»
buyurdu.[534]
Çalgı
aletleriyle birlikte söylenen, genç erkekler ve kızlar arasında fuhşun ve
rezaletlerin yayılmasına neden olan, değer yargılarını yok eden, davranışları
değiştiren ahlaksız şarkıların haram olduğu konusunda, sahabe, tabiîn ve dört
mezhep imamı ittifak etmiştir.
İbn Recep
der ki; 'Onların defleri kalbur gibiydi. Şarkıları, cahiliyedeki savaş
günlerini ve benzeri olayları anlatan şiirlerdi. Çıngıraklı deflerle aşk
şiirleri dinlemeyi buna kıyas edenler, son derece büyük bir yanlış ve hata
içerisindedirler. Asıl ile furûyu aralarındaki farkın açıkça görülmesine rağmen
kıyas etmektedirler.[535]
El-İz bin Abdusselam der ki; 'Ud, kemence, kanun gibi telli
müzik aletlerini kullanmak ve dinlemek, dört mezhep imamına göre haramdır.[536]
1. Gelinin gerdek gecesi kuaföre
götürülmesi:
Günümüzde gelenek haline gelmiş, karşı konulamaz boyuta
ulaşmış en kötü münkerlerdendir. Öyle ki bunu yapanlar değil, yapmak
istemeyenler engellenmektedir. Kuaförler genellikle erkeklerden oluşmakta. Bu
tür yerlerde neler olup-bittiğini herkes bilmektedir. Müslüman bir genç kız,
vücuduna yabancı bir erkeğin dokunmasına nasıl izin verebilir? Ailesini
kıskanmayan bir koca için bu çok utanç verici bir durumdur!
2. Gerdeğe hazırlamak gerekçesiyle kadınların, gelinin avret
yerlerine bakmaları:
Hiçbir kadın, başka bir kadının avret yerine bakması caiz
değildir. Bu haramdır. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem); 'Hiçbir erkek, başka bir erkeğin; hiçbir kadın da başka bir kadının
auret yerine bakmasın buyurmuştur. Kadınlar arasındaki avret yeri, erkekler
arasındaki avret yeri gibidir. Göbekten dize kadar olan bölgedir.
Cahil kadınlar birbirlerinin avret yerlerine
bakmaktan sakın-mamaktadırlar. Birbirleriyle akraba olmalarının bunu meşrulaştırdığını
düşünmektedirler. İyi bilinmelidir ki, bir kız yedi yaşma ulaştığında, onun
avret yerine ne annesinin, ne de kız kardeşlerinin bakması caiz değildir.[537]
3. Evlilik törenlerinin,
birçok münkerlerin ve günahların işlendiği düğün solanlannda veya otellerde
yapılmasında ısrar edilmesi:
Bu törenlerde, israf ve savurganlıklarla birlikte birçok günah
işlenmektedir. Şarkıcı kadınlar ve erkekler çağrılmakta, nefislere hitap eden,
kalplere kötülükleri aşılayan şarkılar ve sözler söylenmektedir. Bunlara gelin
ve damatla birlikte bütün davetliler iştirak etmektedir. Bu törenlerin
genelinde kadın erkek karışık bulunmakta, açıktan fuhşa, çıplaklığa ve ancak
ahiretten nasipsiz kimselerin yapabileceği rezilliklere ortam hazırlanmaktadır.
Bu törenlerin haram olduğunda hiçbir şüphe yoktur.
Müslüman hanımlar bilmeliler ki, kötü sözlerden, çalgılı aletlerden
ve erkeklerle karışık bir ortamda bulunulmaktan sakınıldığı sürece, düğünlerde
def çalınması, şiirler söylenmesi, nikâhın duyurulması, sevinç ve mutluluğun
gösterilmesi mubahtır.
4. Açık ve dekolte gelinliklerin giyilmesi:
Kadınların ve mahremlerin dışında başkalarının da görebileceği
ortamlarda açık kıyafetlerin ve gelinliklerin giyilmesi haramdır, caiz
değildir. Yabancıların görmemesi şartıyla, gelin hanım dilediği gibi
süslenip-giyinebilir.
5. Damat ve gelinin kendilerine ayrılan köşede
erkeklerin ve hanımların ortasında, oturmaları:
Bu büyük bir hatadır. Birçok haramı birden işlemektir. Bu
haramlardan biri, kadınlarla erkeklerin en çekici kıyafetler ve süslü oldukları
bir zamanda aynı ortamda bulunmaları ve birbirlerini görmeleridir.
Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve sellem); 'Kadınların yanına girmekten
sakınınız!
[538]buyurmuştur.
Alimler heyeti, bu türden düğün törenlerinin
haram olduğu konusunda fetva vermiştir.[539]
6. Törenlerde kadınların dans etmesi:
Kadınların oyun ve danslarını, erkeklerin gördüğü yerde
yapmaları en kötü münkerlerdendir ve haramdır. Fakat sadece kadınlar görüyorsa
yapılmaması daha güzeldir. Çünkü genellikle danslar, haram olan müziklerin ve
şarkıların eşliğinde yapılmaktadır.
Oyun ve danslar sadece kadınlar
arasında yapılsa dahi, bir kadının orada bulunan ve güzel raks eden bir kadını,
kocasına anlatmayacağından emin olunamaz.. Anlatımlar büyük fitne ve fesada
neden olabilir.
7. Törenlerde fotoğraf çekilmesi ve video kayıt yapılması:
Kadınların parfümleriyle, süsleriyle, dekolte kıyafetleriyle
fotoğraflarının çekilmesi, video görüntülerinin kaydedilmesi çok çirkin ve kötü
bir davranıştır. Büyük bir fitnedir. Avret yerlerinin görünmesi ve kayıt altına
alınmasıdır. Şer ve fesat tohumlarının ekilmesidir. Hiç şüphesiz, bu şekilde
fotoğraf ve görüntü kayıtları haramdır. Günahların açıktan işlenmesi beladır.
Bu törenlerde bulunanlar, özellikle de kadınlar, bu gibi kötü davranışları ve
günahları terk etmelidirler. Düğün törenlerinde Yüce Allah'ın helal kıldığı
davranışlarda bulunmalı, haramlardan sakınmalıdırlar.
8. Düğün yemeğinde İsraf:
İnsanlar
gösteriş amacıyla, özellikle de kadınların kışkırtmalarıyla düğün yemeklerinde
aşırıya gitmekte, birbirleriyle yarışmaktadırlar.
Davetli sayısının çok üzerinde, ihtiyaç fazlası yemekler ve ziyafetler
hazırlanmaktadır. Daha sonra -açlığını giderecek lokma bulamayan fakirlere
rastlanmadığından!!)- bunlar çöpe atılmaktadır. Yüce Allah, Kuranı Kerîm'de 22
âyette israfı yermiş ve; 'İsraf etmeyiniz, hiç kuşkusuz Allah, israf edenleri
sevmez
[540] buyurmuştur.
Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve sellem), israftan bizleri sakındırmış ve; Yiyiniz,
içiniz, sadaka veriniz, israf etmeyiniz ve kibirlenmeyiniz. Hiç şüphesiz
Allah, nimetini kulunun üzerinde görmekten hoşnut olur
[541]
buyurmuştur.
9. Düğün günü
gelinin namazları terk etmesi:
Düğün ve gerdek gecesi için hazırlanma genellikle öğle namazından
sonra başlamaktadır. Gelin hanım yıkanmakta, giyinmekte ve makyaj
yapılmaktadır. Bu nedenlerle namazlar unutulmaktadır. Hiç tartışmasız, bu
haramdır.
10. 'Mutluluklar
ve erkek evlatlar dileriz' diyerek gelin ve damadın tebrik
edilmesi:
Bu söz, cahiliye döneminden kalma çirkin bir gelenektir. Günümüzde
evlenen çiftleri tebrik etmek ve dua amaçlı söylenmektedir. Bu ifadeyi
kullanarak, evlenenleri kutlamak nehyediîmiştir. Hasan (radiyallâhu anh)
anlatıyor; Akıl bin Ebî Talih, Cesim oğullarından bir kadınla evlenmişti. Orada
bulunanlar onlara, «Mutluluklar ve erkek evlatlar dileriz» diye tebrik ettiler.
Bunun üzerine Akıl; «Böyle demeyiniz! Rasulullah (sallaliâhu aleyhi ve
sellem)'in söylediği gibi; «Allah bu evliliği sizin hakkınızda hayırlı kılsın
ve mübarek eylesin» deyiniz" dedi.[542]
Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve sellem)'in böyle söylenilmesini
yasaklamasının hikmeti, belki de cahiliye âdetlerine muhalefet etmektir. Çünkü
o dönemde, kız çocuklarının değil, sadece erkek çocukların olması için dua
edilirdi. Ayrıca bu duada, Allah'ın ismi zikredilmemekte, O'na hamd ve sena'da
bulunulmamaktadır. Bizim yapmamız gereken, Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve
sellem)'in sözlerini ve davranışlarını
kendimize örnek almamız ve ona uymamızdır. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem) evlenenlere şöyle dua etmiştir; (evliliğinizi) her ikinize de mübarek kılsın,
bereketi ikinizin üzerinize olsun ve sizi hayırlarda birleştirsin'
Tanımı: Düğünlerde verilen yemeğe 'velîme' denir.
Hükmü: Evlenen erkeğin İmkânı nispetinde velîme yemeği vermesi
-âlimlerin çoğunluğuna göre- 'müekked sünnettir'. İmam Şafiî ve bir rivayete
göre imam Mâlik, vacip olduğunu söylemiştir. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem) velîme yemeği vermiş ve verilmesini de teşvik etmiştir.
Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem), Zeynep binti Cahş ile evlendiği günün sabahında,
insanları davet etti, insanlar yemek yediler sonra da çıktılar.[543]
Abdurrahman bin Avf (radiyallâhu anh)
evlendiğinde, Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve sellem), ona; «bir koyun
dahi olsa, velîme yemeği ver1» buyurdu.[544]
Velîme yemeğinde koyun veya diğer hayvanların ikram edilmesi
şart değildir. Asıl olan Evlenen erkeğin maddi durumuna göre yemek ikramında
bulunmasıdır. Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Safiye
validemizle evlendiğinde, velime yemeği olarak 'hays' ikram etmiştir. Hays:
Çekirdeksiz hurma, sadeyağ, keş ve undan yapılan bir yemektir.[545]
Vakti: Nikâh akdi esnasında mı, sonrasında mı, gerdeğe girilmeden önce
mi, gerdekten sonra mı olmalıdır?
Velîme yemeği, gerdek günü veya sonrasında verilmelidir. Nikâh
akdi esnasında değildir. Nitekim yukarıda zikredilen Enes (radiyallâhu anh)'m
rivayeti bunu ifade etmektedir. 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), Zeynep
binti Cahş ile evlendiği günün sabahında, insanları davet etti, insanlar yemek
yediler sonra da çıktılar../
Bazı âlimler, velîme yemeği vaktinin nikâh akdinden, düğün
sonuna kadar olduğunu belirtmişlerdir.[546]
Velîmeye davet: Evlenenin fakiriyle zenginiyle
sâlih insanları davet etmesi müstehaptır. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem); 'Müminlerden başkasıyla arkadaşlık etme! Yemeğini
muttakilerden!Allah'tan korkup-sakınanlardan başkası yemesin!.[547]
Davette, fakirlerin ve miskinlerin de nasiplendiril-mesi müstehaptır. Ebû
Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'En şerli yemek, zenginlerin çağrılıp,
fakirlerin çağrılmadığı velime yemeğidir. Davete katılmayan kimse Allah'a ve
Rasulüne isyan etmiş olur.[548]
Velîme yemeğine katılmak: Alimlerin çoğunluğu düğünlerde
velime yemeğine katılmanın, özür sahibi olmayanlar için 'vacip' olduğunu
belirtmişlerdir. Buna delil olarak şunları zikretmişlerdir;
İbn Ömer
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasuiullah (saîlallâhu aleyhi ve sellem);
«Biriniz velime yemeğine davet edildiğinde, ona katılsın» buyurdu.[549]
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; '.. .Davete katılmayan
kimse Allah'a ve Rasulüne isyan etmiş olur.[550]
Bu hükümde kadınlar da erkekler gibidir. Ancak davette
kadınlarla erkekler arasında haram halvet ortamları oluşuyorsa katılmak caiz
değildir.
Oruçlunun davet edilmesi durumu: Yukarıda zikredilen
delillerden dolayı, oruçlunun velime yemeğine davet edilmesi durumunda-erkek
olsun, kadın olsun- katılması vaciptir. Oruçlu davete katıldığında, eğer nafile
oruç tutuyorsa, orucunu açıp-aç-mamakta muhayyerdir. Dilerse onlarla birlikte
yer-içer ve orucunu daha sonra kaza eder; dilerse orucuna devam edip, davet
sahibine dua eder. Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
'biriniz yemeğe davet edildiğinde, icabet etsin. Dilerse yesin, dilemezse
yemesin
[551] bir başka rivayette de;
'biriniz yemeğe davet edildiğinde icabet etsin. Eğer oruçlu değilse yesin;
oruçlu ise (davet sahibine) dua etsin
[552]
buyurmuştur.
Yemek âdabı bölümünde zikredilen dualardan biriyle dua ediimelidir.
Özür sahibi
olmayanlar için velimeye katılmanın vacip olduğu daha belirtilmişti. Özür
kabul edilen durumlardan bazıları Şunlardır;
1. İçki, çalgı aletleri gibi münkerlerin bulunduğu bir ortamda
verilen davetlere katılmak caiz değildir. Ancak oradaki münkerle-ri engellemek
ve değiştirmek amacıyla gidilebilir. Münkerler ortadan kaldırıldığında,
katılmak tekrar vacip olur.
Ali (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Yemek yaptım ve
Rasulul-hh (sallallâhu aleyhi ve sellem)'i davet ettim. Yemeğe geldiğinde evde
resimler gördü ve geri döndü. Bunun üzerine ben; «Yâ Rasulullah! Annem babam
sana feda olsun, geri dönmene sebep olan nedir?» dedim. Bana; «Evde, üzerinde
resimler bulunan bir
örtü var.
Hiç kuşkusuz, melekler içerisinde resim bulunan eve girmezler» buyurdu.[553]
2. Davete sadece zenginlerin çağrılıp,
fakirlerin çağrılmaması durumunda davete katılmamak caizdir.
3. Davet sahibinin haramdan sakınmayan,
şüpheli şeylerden kaçınmayan birisi olması durumunda davete katılmamak
caizdir.
4. Olumsuz hava şartlan, düşman korkusu, rnala veya cana zarar
gelmesinden endişe edflraesi gibi, davete katılmayı engelleyen, serî bir
mazeretin bulunması durumunda katılmamak caizdir.
Sehl bin Sa'd (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Ebû
Öseyd Es-Sâidîzifafında Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellemı davet etti. O
gün, henüz yeni gelin olan, hanımı onlara hizmet etti. Sehl; «Biliyor musunuz,
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e ne ikram etti? Onun için geceden bir
çanağın içine birkaç hurma ıslattı. Yemeği yedikten sonra ona bunu ikram etti»
dedi.[554]
Bu fitneden emin olunması durumundadır. -Allah, en
doğrusunu bilendir-.
Bir Müslüman'ın kardeşini elde ettiği hayırlardan dolayı kutlaması,
bereket dilemesi ve sahip olduğu nimetin devamı için dua etmesi İslam
şeriatının güzeliiklerindendir. Nitekim, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem) evlenenlere, bereket diler, muvaffakiyetlerinin ve birlikteliklerinin
devamı için dua ederdi.[555]
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'RasuluUah
(sal-İallâhu aleyhi ve sellem) evlenen bir kimseyi tebrik edeceği zaman;
Allah, (evliliğinizi) her ikinize de mübarek
kılsın, bereketi ikinizin üzerinize olsun ve sîzi hayırlarda birleştirsin derdi.[556]
Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem) benimle evlendiğinde, annem beni eve getirdi. Eve
girdiğimizde, Ensar'dan bir grup hanım vardı, bana; «hayır ve bereket üzere
geldin ve hayırlı kısmete kavuştun» dediler.[557]
Evlenenlere hediye vermek müstehaptır:
Enes (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem), Zeyneb ile evlendiğinde, Ümmü Süleym ona tastan
bir çanak içinde 'hays yemeği
[558]
hediye etti.[559]
İlk gece
evlenen çiftlerin dikkat etmesi gereken bazı kurallar vardır. Müstehap olan bu
kurallar şunlardır;
1. Damat geline selam vermelidir:
Bu davranış, gelin hanımın heyecan ve
korkusunu atmasına yardımcı olur. Ümmü Seleme (radiyallâhu anhâ) anlatıyor;
'Evlendiklerinde, Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) onun yanına girerken
selam vermiştir.[560]
2. Damat, geline içecek veya tatlı ikram ederek kibar
ve nazik davranmalıdır:
Esma binti Yezîd {radiyallâhu anhâ) anlatıyor;
'RasuluUah (sallallâhu aleyhi ve sellem) için Âişe'yi süsledim. Sonra gittim ve
dolağını açması için onu çağırdım. Bunun üzerine RasuluUah (sallallâhu aleyhi
ve sellem) geldi ve Âişe'nin yanına oturdu, içerisinde süt bulunan büyük bir
kadeh getirildi. Önce kendisi içti, sonra da Âişe'ye ikram etti. Âişe utandı ve
başını eğdi. Bunun üzerine Esma onu ikâz etti ve; «RasuluUah (sallallâhu aleyhi
ve sellem)'in elindekini al» dedi. Bunun üzerine Âişe onu aldı ve biraz içti.[561]
3. Damat, gelinin başına elini koyarak ona dua
etmelidir:
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
'Biriniz bir kadınla evlendiğinde ... ona (şöyle) dua etsin: «Ey Allah'ım! Senden
bunun hayrını ve onda yarattığın huyların hayırlısını istiyorum. Bunun
şerrinden ve yaratıhşmdaki huyların şerrinden de sana sığmıyorum» buyurmuştur.[562]
4. Çiftin iki rekât namaz kılması:
Ebû Esîd'in azatlısı Ebû Sâîd (radiyalîâhu anhumâ) anlatıyor;
'Evlendiğimde ben köleydim. Aralarında İbn Mesûd, Ebû Zer ve Huzeyfe'nin de
bulunduğu bir grup sahabeyi (düğünüme) davet ettim. Namaz için kamet getirildi,
Ebû Zer namaz kıldırmak için öne çıktı. Ona, 'sen geçme' dediler. O; 'öyle mi?'
dedi. Onlar 'evet' dediler. Köle olduğum halde, ben öne geçtim ve onlara namaz
kıldırdım. Sanra bana şunları öğrettiler; 'hanımının yanına girdiğin zaman,
iki rekât namaz kıl, yanına girdiğin (eşin) hakkında Allah'tan hayır dilekte
bulun; onun kötülüğünden Allah'a sığın. Sonra sen ve hanımın dilediğiniz gibi
davranın.[563]
5. Damat eşinin yanına
girmeden önce misvak kullanmalı ve ağzını temizlemelidir:
Ağız temizliği misvakla olabileceği gibi, diş fırçası ve macunu
kullanılarak da yapılabilir. Bu birİikteliğin ve ülfetin devamına katkıda
bulunur. Şureyh bin Hâni anlatıyor; Âişe (radiyallâhu an-hâ)'ya; 'Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem) eve girdiğinde ilk önce ne yapardı?' diye sordum.
'Misvak kullanırdı' dedi.[564]
6. Cinsel ilişkiye besmele ve dua ile başlamak:
ibn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Peygamber (sallallâ-hu aleyhi ve sellem); «Hanımıyla ilişkide bulunmak
isteyen; «bisr millah, Allâhumme cennibni'ş-şeytâne, ve cennibi'ş-şeytâne mâ
rezâktenâ - Allah'ın adıyla. Allah'ım! Bizi şeytandan uzak kıl ve sakındır.
Bize rızık olarak vereceğin (evlatlarımızı da) şeytandan uzak kıl ve sakındır»
derse, bu ilişkiden çocukları olursa, o çocuğa şeytan ebediyen zarar veremez'
buyurdu.[565]
1. Cinsel ilişkiden önce oynaşmak müstehaptır:
Câbir (radiyallâhu anh} evlendiğinde, 'Peygamberimiz
(sal-laliâhu aleyhi ve sellem) ona, 'bakireyle mi, dulla mı evlendin?' diye
sormuş, o dulla evlendiğini söylediğinde de; «Neden bakireyle evlenmedin!
Bakirelerin ağız suları (daha tatlıdır)» buyurdu.[566]
Bu hadiste, oynaşma ve öpüşme esnasında kadının dilinin somurulması, ağız
suyunun emilmesi işaret olunmaktadır.[567]
Erkek, hanımı haz duyuncaya kadar ilişkiyi devam ettirmelidir. Hiç kuşkusuz bu,
birlikteliğin ve muhabbetin devamını pekiştirir.
2. Makattan ilişkiye girmemek şartıyla, diledikleri
şekilde ilişkide bulunabilirler:
Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Yahudiler, Müslümanlara;
«kadına arkadan yaklaşılırsa, çocuk şaşı olur' dediler. Bunun üzerine Yüce
Allah'ın şu ayeti nazil oldu; «Hanımlarınız, tarlala-rınızdır; tarlanıza
dilediğiniz şekilde yaklaşabilirsiniz.[568]
Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Hanımınıza,
va-jina'dan olmak şartıyla önden ve arkadan yaklaşabilirsiniz' buyurdu.[569]
3. Makat haricinde her şekilde eşler birbirlerinin
vücuduna temasta bulunarak ilişkiye girebilirler. Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem); 'Hiç şüphesiz Allah hakkın söylenmesinden haya etmez;
hanımlarınızla makatlarından ilişkiye girmeyiniz
[570] buyurmuştur.
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'hayvana tecavüz edene ve hanımıyla makattan
ilişkide bulunana Allah, kıyamet günü (Rahmet nazarıyla) bakmaz.[571]
İbn Mesûd
(radiyallâhu anh)'a, 'bir adam, hanımımla nereden ve nasıl istersem ilişkiye
girebilir miyim?' diye sordu. O; 'evet' dedi. Bunun üzerine orada bulunanlardan
biri;«makaüan ilişkiyi kastediyor!» deyince, İbn Mesüd; «hanımların makatları
size haramdır» dedi.[572]
Makattan ilişkiye girmek haramdır. Ancak makat
dışında, kalçalardan ve arka taraftan yaklaşmak caizdir. -Allah, en doğrusunu
bilir.
Hayızlı iken cinsel ilişkiye girmek caiz değildir: Daha
önce hayız
konusunda da belirtildiği gibi, cinsel İlişkiye girmek dışında, hay izli
hanımıyla kişi her türlü yakınlıkta bulunabilir. Özür kanaması olan kadınla,
cinsel ilişkide bulunmanın bir sakıncası yoktur.
Cinsel ilişki ikinci defa tekrarlanmak
istendiğinde namaz abdesti alınmalıdır. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem); 'Biriniz hanımıyla ilişkide bulunduktan sonra tekrarlamak isterse,
(namaz abdesti gibi) abdest alsın buyurmuştur.[573]
Cinsel ilişki için eşlerin tamamen
soyunmasında bir sakınca yoktur: Daha önce de belirtildiği gibi, eşler arasında
avret
[574] yoktur. Bu konuda
nakledilen şu rivayet sahih değildir, münkerdir; 'Herhangi biriniz hanımına
yaklaştığında avret yerlerinin üzerine Örtü koysun; çırılçıplak soyunmasınlar.[575]
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem); «Kocası, hanımını yatağa çağırdığında kadm gelmek istemezse,
sabaha kadar melekler ona lanet eder» buyurmuştur.[576]
Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) bir kadm gördü ve hemen eşi Zeyneb'in yanına döndü. O esnada
Zeyneb bir deriyi (tabaklamak için) ovuyordu. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem) ihtiyacını gördü/eten sonra, sahabelerinin yanma çıktı ve; «Şüphesiz ki
kadın şeytan
suretinde gelir,
şeytan
suretinde gider. Birinizin gözüne bir kadm iliştiğinde hemen hanımına gitsin.
Böylelikle nefsinin arzusunu gidermiş olur» buyurdu.[577]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
'Kıyamet günü, Allah katında insanların en şerlisi, hanımıyla birlikte olduktan
sonra onun sırrını yayandır.[578]
Eşler arasındaki ilişkinin anlatılmasını gerektiren serî bir
maslahat olması durumunda anlatılması caizdir. Örneğin şeriatın beyanı için,
Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve sellem)'in ha-nımlarıyla olan ilişkisinin
anlatılması gibi. Allah en doğrusunu bilendir.
Yolculuktan ansızın dönülmemelidir, kişi ne zaman
döneceğini hanımına bildirmelidir; Kadının eşi İçin temizlenmesi, kokulanması
ve süslenip hazırlanması için, erkek seyahatten ne zaman döneceğini hanımına
bildirmelidir. Câbir (radiyallâhu anh} anlatıyor; '... Medine'ye
yaklaştığımızda şehre girmeye hazırlandık. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem); «Ağır olun! Tâ ki dağınık saçlı kadının taranması; kocası
evde olmayanın kasıklarını tıraş edebilmesi için şehre geceleyin yâni yatsı
zamanı gireliml» buyurdu.[579]
Âişe
(radiyallâhu anhâ), Cüdâme binti Vehb El-Esediyye'-den naklederek anlatıyor;
Cüdâme Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem}'i şöyle buyururken işitmiş;
«Vallahi giy leyi/emzikli kadınla cinsel ilişkiyi yasaklamak içimden geçti.
Ancak Rumların ve Farsların böyle yaptıklarım ve bunun çocuklarına bir zarar
vermediğini hatırladım. Hadiste
geçen 'gîyle' kelimesi, emzikli kadınla cinsel İlişki anlamındadır. Ancak bu
kelimenin, hamile kadının emzirmesi anlamında olduğu da söylenmiştir.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e azil
yapmak sorulduğunda; 'bu, bir kız çocuğunu gizlice canlı halde mezara gömmektir
Ruhlar (bedenlerle) birleştirildiğinde, diri diri toprağa gömülen kızlara,
«suçunuz neydi, hangi günah sebebiyle öldürüldünüz?» diye sorulur buyurmuştur.
Câbİr (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Bir adam Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellemj'e; «Bir cariyem var, onunla ilişkide bulunurken
azil yapıyorum, (bu caiz midir?)» diye sordu. Rasu-lullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem); «hiç şüphesiz bu davranışın, Allah'ın iradesine engel olamaz, ister
azil yap, ister yapma! Onun için takdir olunan gerçekleşecektir» buyurdu. Aynı
adam bir süre sonra tekrar geldi ve; «Câriye gebe kaldı!» dedi. Bunun üzerine
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Ben onun için takdir edilenin
gerçekleşeceğini sana bildirmiştim» buyurdu.
Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) zamanında, Kuran nazil olmaya devam ederken bizler, azil
yapıyorduk.
Nasslar, azil yapmanın mekruh olduğunu
göstermektedir. Ayrıca bilinmelidir ki, kişi azil yapsa da, yapmasa da, Aİlah
yaratacağını yaratacaktır.
Korunma yöntemlerini, azil/dışarıya boşalma,
süresiz ve süreli kısırlık olmak üzere üç bölüme ayırmak mümkündür.[580]
1. Azil konusuyla ilgili gerekli açıklamalar
daha önce yapıldı. Kadınların süreli kısırlık için kullandıkları haplar ve
benzer ilaçlar azil hükmündedir. Ancak azil yapmak, ilaçlardan sakınmak daha
ihtiyatlıdır. Hamilelikten korunmak için ilaçlar kullanılması, rızık darlığı
veya fakirlik korkusuyla yapılıyorsa, hiç kuşkusuz haramdır. Çünkü bu tür
şeyler, geçmiş ve gelecek nesillerin rızkına kefil olan Yüce Allah hakkında
kötü zan beslemektir. Nitekim Yüce Allah; 'Geçim sıkıntısı korkusuyla
çocuklarınızı öldürmeyiniz; onları da sizleri de biz rızıklandırıyoruz
[581]
buyurmuştur.
2. Yumurtaları veya rahmi aldırarak ebedi
kısırlık ise, -âlimlerin İttifakıyla- haramdır. Çünkü bu davranış şeriatın
gelecek nesilleri korumak ve artırmakla ilgili emrine aykırıdır. Ancak hamile
kalması durumunda anne sağlığı tehlikeye giriyorsa veya buna benzer ciddi
zaruretler söz konusuysa caiz olur.
3. Süreli kısırlık, daha önce de belirtildiği gibi azil hükmünde
olup caizdir. -Allah en doğrusunu bilir-.
Tüp bebek veya aşılama yöntemiyle, bilinen tabi ilişkinin dışında
farklı yollarla oluşan hamileliği kastetmekteyiz.
Dr. Zekeriya El-Berrî'nin de dediği gibi, çocuk
istemelerine rağmen normal ilişkiyle veya farklı rahatsızlıkları nedeniyle çocukları
olmayan çiftlerin, kendi eşlerinin menisi kullanılarak aşılama yöntemiyle
hamile kalmaları caizdir. Fakat yabancı bir erkeğin menisinin kullanılması
durumunda ise haramdır. Çünkü bu zina anlamında olup, nesebin karışması
demektir. Bu durumda çocuk, kendi sulbünden almadığı bir babaya nispet
edilecektir. Oysa birinci durumda, çocuk kadının kendi kocasından olmaktachr ve herhangi bir nesep ve soy karışması söz
konusu değildir. Bu nedenle çocuk bütün haklarını kazanmaktadır. Haram olan
ikinci durumda, -yani yabancı bir erkeğin menisinin kullanılması durumunda-
İse, nesep sabit olmamaktadır. Çocuk zinadan olma çocuk hükmünü almaktadır.[582]
Mısır fetva dairesi, yukarıda işaret ettiğimiz şartlar ve
kurallar İçerisinde tüp bebek ve aşılama yöntemleriyle hamileliğin caiz
olduğuna dair fetva vermiştir. Bu fetva, son derece titizlikle on bir kurala
dayandırılmıştır. Bunlar;
1. Nesli korumak, islam şeriatının gözettiği zorunlu
maksatlardandır. Bu nedenle nikâh meşru kılınmış, zînâ ve evlat edinme
yasaklanmıştır.
2. Kadın ve erkeğin cinsel teması, her iki neslin de devamı için
tek vesiledir. Bundan zaruretler haricinde vazgeçilemez.
3. Haram olmayan yöntemlerle tedavi caizdir. Bu can güvenliği,
eşlerden birinin veya her ikisinin kısırlık tedavisi gibi bazı durumlarda vacip
olur.
4. Kadına, kendi kocasının menisinin aşılanması, başka bir insan
veya hayvan menisiyle değiştirilmediği veya karıştır ılmadı-ğmdan -şüphe
duyulmayıp- emin olunduğu sürece caizdir. Meninin kadının kocasına ait olduğu
sabit olduğu sürece nesep sabit olur. Kadına, kocasının dışında başka birinden
alınan meniyle aşılama yapılması haramdır; anlam ve sonuçlan itibariyle bu zina
hükmündedir.
5.Yumurtasına, yabancı bir erkeğin menisi
aşılandıktan sonra yumurtası, meninin ait olduğu erkeğin hanımına nakledilmesi
zina hükmündedir ve haramdır.
6. Hamile kalamayan bir kadının
yumurtası alınıp, dışarıda kendi kocasının menisiyle aşılandıktan sonra, başka
bir insan veya hayvan menisiyle hiçbir değiştirme ve karıştırma olmaksızın
tekrar ait olduğu kadının rahmine konması caizdir.
7. Kadının yumurtası, kocasının menisi alınıp, başka bir hayvanın
rahminde birleştirilerek, belirli bir süre bekletildikten sonra, yumurtanın
ait olduğu kadının rahmine tekrar yerleştirilmesi haramdır. Bu tür bir
uygulama, Yüce Allah'ın arzında halifesini ifsat etmektir.
8. Haram yöntemlerle hamile kalan kadının
doğurduğu çocuk, şer'an kocasına ait olmaz. Hanımının başka bir erkekle fiili
ilişkisinden veya başka bir erkeğin menisinden hamile kalmasını kabullenen bir
erkek, İslam şeriatında 'deyyus' olarak isimlendirilir.
9. Haram yöntemlerle yapılan aşılama sonucunda
doğan çocuk, zorla babasına nispet edilemez. Çocuğu doğuran anneye nispet
edilir ve tamamen fiili zina çocuğu hükümleri uygulanır.
10. Konu uzmanı doktorun haram yöntemlerle
mesleğini icra etmesi, hangi suretle olursa olsun meşru değildir. Günahtır ve
kazancı haramdır. Doktorun mesleğini mubah olan sınırları koruyarak icra etmesi
gerekir.
11. Belirli vasıflardaki kişilerin menilerinin
alınıp, daha sonra bunların belirli niteliklerdeki kadınlara aşılanmak üzere
sperm bankalarının oluşturulması, aile yapısını bozguna uğratan büyük bir
felakettir. Allah'ın dilediği, aile hayatının sona erdiği alarmıdır.
Erkeğin haklan temelde şu âyet-i kerîmeye dayanır; 'Allah'ın
insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve erkekler
mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve
koruyucusudur. Onun için Sâliha kadınlar itaatkardır, Allah'ın kendilerini
korumasına karşılık gizliyi (kimse görme-se de namuslarını) koruyucudurlar. Baş
kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız
bırakın ve (bunlarla yola gelmezse hafifçe) dövün. Eğer size itaat ederlerse
artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir,
büyüktür.[583]
Erkeğin hanımı üzerindeki haklan çok büyüktür. Nitekim Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve seHern); Kocanın hanımı üzerindeki hakkı, şayet bir
yarası olsa ve hanımı onu yalasa; ya da, burun deliğinden irin veya kan aksa ve
hanımı onu yalasa dahi hakkını ödemiş olmaz...» buyurmuştur.[584]
Başka bir rivayette de; 'İnsanlardan birisinin bir diğerine secde etmesini
emredecek olsaydım kadının kocasına secde etmesini emrederdim"
buyurmuştur.[585]
Kadının kocasına itaati, ona cenneti vacip kılar. Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Kadın beş vakit namazı kıldığında, bir ay
orucu tuttuğunda, namusunu koruyup, kocasına itaat ettiğinde; ona «Cennetin
hangi kapısından istersen Cennete gir!» denir.[586]
Yukarıda zikredilen nasslardan da anlaşıldığı gibi, Mümin bîr
kadına yaraşan, kocasının haklarına dikkat etmesidir. Bu haklar şunlardır;
1. Kocasının isteklerine itaat etmesi:
Husayn bin Muhsan halasından naklediyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem)'e geldim. Bana; «senin eşin var mı?» diye sordu.
Ben; «evet» dedim. Bana; «neden ondan uzaktasın?» dedi. Ben; «ihtiyaç
hissetmedikçe onu aramam» dedim. Bana; «ona karşı nasıl böyle davranırsın?! Hiç
kuşkusuz o senin (ya) Cennetin, (ya da) Cehennemindir» buyurdu.[587]
Peygamberimiz (sallalîâhu aleyhi ve sellem)'e, en
hayırlı kadın hakkında sorulduğu zaman; 'emrettiğinde [eşine] itaat eden,
baktığında mutluluk veren, bulunmadığında namusunu ve malını koruyandır
[588]
buyurmuştur.
Kadının kocasına itaati, mutlak değildir. İtaatte Yüce Allah'a
isyan olmaması şarttır. Şayet kocası, başörtü takmamasını veya namaz
kılmamasını ya da hayızlı iken veya makattan ilişkiye girmek istemesi
durumunda ona itaat edilmez. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem); 'Allah'a isyan olan bir konuda hiçbir kimseye itaat edilmez; itaat
ancak maruf/doğru ve iyi şeylerde o/ur'
[589]
buyurmuştur.
2. Kadının evinde oturması, kocasının İzni olmadan çıkmaması:
Hanımların evlerinde oturmasıyla ilgili olarak Yüce Allah,
şöyle buyurmuştur; 'Evlerinizde vakarınızla oturun. İlk câhili-ye (dönemi
kadınlarının açılıp saçılarak, zînetlerini göstererek yürüyüşü gibi yürümeyin.
Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Rasulüne itaat edin.[590]
Şeyhu'l-Islam der ki; 'Kocasının İzni olmadan, kadının evinden çıkması helal
değildir. ... Şayet kadın, kocasından izin almadan evinden çıkarsa, itaatsizlik
etmiş olur. Allah'a ve Rasulüne isyan etmiş olur ve cezayı hak eder.[591]
3. Kocası yatağına çağırdığında ona itaat etmesi: Bu konudaki
gerekli açıklamalar, cinsel ilişki âdabında geçti.
4. Evine kocasının izni olmadan kimseyi almaması:
Rasuiullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); '... Sizin
hanımlarınız üzerindeki hakkınız, hoşlanmadığınız bir kimseyi evinize almamalarıdır.[592]
'Kocası varken, kocasının iznini almadan bir kadın kimseye evine girme izni
vermesin
[593] buyurmuştur.
Bu gibi durumlar, kocasının razı olup-olmayacağını
bilmemesi durumunda söz konusudur. Ancak kadın, kocasının razı olacağını
bilmesi durumunda, evine kabul etmesi caiz olan kişiyi evine almasında bir
sakınca yoktur. -Allah, en doğrusunu bilir.
5. Kocasıyla birlikteyken, izin almadan nafile oruç tutmaması:
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
'Kocası varken, kocasının iznini almadan bir kadının (nafile) oruç tutması
helal değildir.[594]
buyurmuştur.
6. Kocasının malından izinsiz İnfakta/bağışta bulunmaması;
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
'Hiçbir kadın, kocasının evinden ondan izinsiz infakta/bağışta bulunmasın
[595]
buyurmuştur.
Zekat ve sadakalar bölümünde bu konuyla ilgili
açıklamalarda bulunulmuştu.
7. Kocasına ve çocuklarına hizmet etmesi:
AH (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Fâtıma
aleyhisselâm'm el değirmeniyle hububat öğütmekten eli rahatsızlanmıştı. O
sırada Rasuîullah (saUallâhu aleyhi ve sellem)'e savaş esirlerinin getirildiğini
duydu. Onlardan bir hizmetçi istemek için babasına gitti, fakat onu evde
bulamadı. Durumunu Âişe'ye anlattı. Daha sonra Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
sellem) geldiğinde, Âişe konuyu ona bildirdi..[596]
Ebû Bekir Sıddîk'in kızı Esma (radiyallâhu anhumâ) anlatıyor;
'Zübeyr, benimle evlenmişti. Fakat kendisinin yeryüzünde
mal ve köle nâmına atından başka hiçbir şeyi
yoktu. Ben onun atının yemini verir, nafakasına bakar, işlerini görür, su
devesi için çekirdek kırar, onun yemini ve suyunu verir, kovasını tamir eder,
hamur yoğururdum. Ekmek yapmayı beceremiyordum. Benim için Ensar'dan bazı komşu
kadınlar ekmek yapıyorlardı. Doğru kadınlardı. Zübeyr e, Rasuîullah (sallallâhu
aleyhi ve sellemj'in parsellediği yerden çekirdeği başımın üstünde taşıyordum.
Ki bu yer bir fersahın üçte ikisi uzaklıktadır.[597]
Alimler, kadının kocasına hizmet etmesinin
hükmü, vacip mi, müstehap mı, olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Fakat hiç kuşkusuz bu hizmet, İyilik ve takvada yardımlaşmaktır. Fakat bu,
erkeğin hanımına hiç yardım etmeyeceği anlamına gelmez. Nitekim Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem) eşlerine yardımcı olmaktan geri durmamıştır. Âİşe
{radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasuluüah (sallallâhu aleyhi ve sellem)
hanımlarına işlerinde yardım ederdi. Namaz vakti geldiğinde namaza çıkardı.[598]
Erkek, hanımının halini gözetmeli, ona ağır
işler yükleme-meli, üstesinden gelemediği işlerde ona yardımcı olmalıdır.
8. Kadın namusunu,
çocuklarını ve malını korumalıdır.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Sâliha kadınlar itaatkârdır,
Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını)
koruyucudurlar.[599]
Taberî bu âyet-i kerîmenin tefsirinde şöyle der; 'Sâliha kadınlar, eşlerinin
gıyabında kendilerini, namuslarını ve mallarını korurlar. Bu, Allah Teâlâ'nın
onlara vacip kıldığı bir hakkıdır'.
Nitekim Peygamberimiz (saîlallâhu
aleyhi ve sellem), 'kadınların hayırlısı, kendisini ve malını koruyandır.[600]
buyurmuştur.
9. Kadın kocasına teşekkür edebilmeli, onun güzel vasıflarını
inkâr etmemeli ve onunla iyi geçinmelidir:
Abdullah bin Amr (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Rasuluitah (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki; «Kocasına
muhtaç olduğu halde, ona teşekkür etmeyen kadına, Allah (rahmet nazarıyla)
bakmaz»
[601]
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi uesellem) buyurdu
ki; «Ben cehennemi gördüm. Bugünkü gördüğüm manzara gibisini hiç görmemiştim.
Cehennemliklerin çoğunu kadınların oluşturduğunu gördüm' buyurdu. Sahabeler;
«Neden, ey Allah'ın Rasulü!» dediler. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem);
«Nankörlükleri nedeniyle» buyurdu. «Allah'a karşı mı nankörlük ediyorlar?»
denildi, «kocalarına karşı nankörlük ederler ve iyiliğe karşı da nankörlükte
bulunurlar. Onlardan birine her zaman iyilik etsen, sonra da senden
(hoşlanmadığı) bir şey görse hemen; «Senden hiç bir hayır görmedim kil» der, buyurdu.[602]
Burada sadece dille yapılan teşekkür
kastedilmemektedir. Burada kastettiğimiz teşekkür, güler yüzlü, tatlı dilli
olması, hayatı eşini ve çocuklarını sahiplenerek, İhtiyaçlarını en güzel
şekilde karşılayıp, ihmalkâr davranmayarak ve şikayetçi olmayarak hayat
sürmesidir.
10. Kocası için güzel giyinmeli ve süslenmelidir:
Daha önce birkaç defa zikrettiğimiz hadiste, Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem); 'kadınların hayırlısı emrettiğinde [eşine] itaat
eden, baktığında mutluluk veren, bulunmadığında namusunu ve malını koruyandır.[603]
buyurmuştur.
11. Sâliha kadın, kocasının kendisine ve çocuklarına yaptığı
harcamaları küçük görüp, başa kakmaz:[604]
Hiç kuşkusuz, başa kakmak sevapları ve mükâfatları yok eder.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Ey iman edenler! Malını gösteriş için
hayra veren, gerçekte Allah'a ve âhiret gününe
inanmayan kimseler gibi, başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle yaptığınız
hayırlarınızı iptal etmeyin..[605]
12. Aza razı olmalı, kanaatkar davranmalı,
kocasını gücünün üzerinde zorlamamalıdır;
Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'İmkânı geniş olan, nafakayı
imkânlarına göre versin. Rızkı daralmış bulunan da nafakayı, Allah'ın
kendisine verdiğinden ayırsın. Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden başkasını
yüklemez. Allah, daima bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratır.[606]
13. Kocasına eziyet veren ve onu kızdıran davranışlarda bulunmamalıdır:
Muâz b. Cebel (radiyaüâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) buyurdu ki; «Bir kadın dünyada kocasına eziyet ederse,
Cennet'te ona eş olacak huriler şöyle derler; Kahrolası kadın! O erkeğe eziyet
etme! O senin yanında misafirdir, senin yanından ayrılıp bize gelecektir.[607]
14. Eşinin anne-babasına ve akrabalarına iyi davranmalıdır:[608]
15. Serî bir gerekçe oluşmadıkça, kocasının kendisini boşamasını
istememelidir:
Sevbân (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) buyurdu ki; «Geçerli bir sebep olmaksızın kocasından boşanmak
isteyen kadına, Cennetin kokusu haramdır.[609]
16. Kocası vefat ettiğinde, dört ay on gün yas tutmalıdır:
Bu haklar, mehir ve nafaka gibi mali haklarla, malî olmayan
haklar olarak iki kısımdır. Mali haklarla ilgili
açıklamalar daha önce zikredildi. Mali olmayan haklar şunlardır;
1. Hanımıyla güzel geçinmeli, ona iyi davranmalıdır:
Erkek, hanımına eziyet etmemeli, gücü yettiği
halde onun haklarını görmezden gelmemelidir. Hanımına sıcak davranmalı, güler
yüzlü ve neşeli olmalıdır. Bu konuda esas alınan nasslar şunlardır;
Yüce Allah; 'Hanımlarla iyi geçinin
[610]
'Erkeklerin kadınlar üzerindeki haklan gibi, kadınların da erkekler üzerinde
bir takım iyi davranışa dayalı haklan vardır
[611]
buyurmuştur.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Sizin
hayırlı olanlarınız, hanımlarına iyi davrananlardır; Aranızda ailesine en iyi
davranan benim
[612]
buyurmuştur.
İyi geçinmek güzel davranmak' ifadesi, bütün haklan kuşatan
genel bir tanımlamadır. Bu ifadeden sonra zikredeceğimiz her şey bunun bir
kısmını açıklamaktan ibaret olacaktır. Daha fazla özen gösterilmesi ve dikkat
edilmesi için bu konuda bazı şeyleri zikredeceğiz. Bunlar;
2. Hanımlara nazik olunmalı, onlara ilgi gösterilmeli ve -küçük
yaşta iseler- yaşlarının küçüklüğü dikkate alınmalıdır:
Bu konuda Rasuluilah (sallallâhu aleyhi
ve sellem), bir eş olarak erkekler için en güzel örnektir. Aişe (radiyallâhu
anhâ) anlatıyor; 'Bir gün Rasuluilah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'i odamın
kapısında gördüm. Habeşliler ise mescitte [harbeleriyle] oynuyorlardı.
Rasuluilah (sallallâhu aleyhi ve sellem) oynamalarını seyretmem için beni
elbisesiyle örtmüştü. Ben ayrılıncaya kadar bakmaya devam ettim. Genç kızların,
eğlenceye olan düşkünlüklerini dikkate alınız.[613]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Âişe
(radiyallâhu anhâ)'yi koşu yarışına
davet ederek; 'gel seninle yarışalım» demiştir. Yarışta Aişe validemiz
kazanmıştı. Aişe validemiz şişmanladıktan sonra ikinci defa yarışmışlar ve
Peygamberimiz (sallallâhu aieyhİ ve sellem) kazanmıştı. Gülümseyerek Aişe validemize;
«bu, ilk yarışa karşılık oldu» demişti.
[614]
Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellem)'in yanında (pamuktan yapılmış oyuncak) bebeklerle oynardım.
Benimle birlikte oynayan kız arkadaşlarım vardı Rasulullah (sallallâhu aleyhi
ve sellem) girdiğinde, utanır saklanırlardı. O da, onları bana gönderirdi.[615]
3. Hanımıyla birlikte gece sohbetleri yapmalı, onu dinlemeli ve
onunla konuşmalıdır:
İşte
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)! Oturmuş, Müminlerin annesi Aişe
(radiyallâhu anhâ)'yi dinliyor. Ona, eşlerinin hiçbir haberini gizlememek üzere
anlaşmış kadınların olayını anlatıyor. Bu Ummü Zer'in rivayet ettiği hadistir.
Uzun olmasına rağmen, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bıkkınlık
göstermeksizin onu dinliyor.
Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; '(Bir zamanlar) on bir kadın
bir yerde oturdu. Kocalarının hallerinden hiçbir şeyi gizlemeden birbirlerine
anlatacaklarına dair sözleştiler.
Birinci kadın: 'Benim kocam, sarp dağ başında
cılız bir deve etidir. Kolay değil ki, çıkılsın; semiz değil ki taşınsın!'
dedi.
İkinci
kadın: 'Kocamın halini açığa çıkarıp yayamam. Çünkü korkarım ki, onu(n
hallerini bitirmeden) bırakamam. Onun fenalıklarını sayacak olsam, gizli-açık
her halini sayıp dökmek zorunda kalırım. Bu(nları anlatarak bitirmek) ise
imkânsızdır' dedi.
Üçüncü kadın:
'Benim kocam, aklı kıt bir insandır. Konuşursam boşanırım, susarsam (kocamdan)
uzak düşerim
[616] dedi.
Dördüncü kadın: 'Kocam, (Necid çölünün) gece hayatı gibidir.
Ne sıcaktır, ne soğuk! Ne korkulur, ne de bıkılır!' dedi.[617]
Beşinci kadın: 'Kocam girdiğinde pars gibidir; Çıktığında aslan
gibidir. Evdeki masrafı sormaz' dedi.[618]
Altıncı kadın: 'Kocam oburdur. Yemek yerse silip süpürür,
içerse su kabını kurutur, yatarsa yorganına sarılır, üzüntümü gidermek için
elini elbiseme bile sokmaz!' dedi.[619]
Yedinci kadın: 'Kocam, iktidarsızdır -veya
aptal- bir kimsedir. İşleri üzerine yığılır. Her dert onu bulur. Ya başını
yarar, ya kolunu kırar, ya da ikisini birden yapar!' dedi.
Sekizinci kadın: 'Kocama dokunuş, tavşana dokunuş
gibidi-r(yumuşacıktır). Kokusu, zâferan kokusu gibidir (hoş kokar).
Dokuzuncu kadın: 'Kocamın evi yüksek direklidir,
kılıcının kını uzundur, ocağının külü çoktur, evi de İnsanların toplantı yerine
yakın bir kimsedir' dedi.[620]
Onuncu kadın: 'Kocam(ın adı), Mâlik'dir. Hem
de ne Mâlik! Mâlik bunlardan
[621]
çok daha hayırlıdır. Onun devesi çoktur ama yayılacak yeri azdır
[622]
Ud sesini işittiklerinde kesinlikle boğazlanacaklarını anlarlar.
Onbirinci kadın: 'Kocam Ebû Zerdir.[623]
Kocam Ebû Zer iyi huylu bir kimsedir! Ziynetten kulaklarımı şakırdattı. Pazılarımı
tombullaştırdı. Beni sevindirdi. Benim de gönlüm ferah oldu. Beni 'Şık' denilen
dağ başında küçük bir koyun sürücüğü olan bir kabile içerisinde buldu. Sonra
beni atları kişner, develeri böğü-rür, ekinleri sürülüp taneleri ayrılan, mutlu
bir aileye kattı. Onun yanında ne konuşursam konuşayım azar İşitmem. Uyurum, sabah
olunca da uyurum.[624]
(Bol bol süt) içerim, artık içecek halim kalmaz.[625]
Ebû Zer'in annesine gelince; Ebû Zer annesi iyi huylu bir kadındır! Ambarlan
büyük, evi geniştir. Ebû Zer'in oğluna gelince; Ebû Zer'in oğlu, iyi huylu bir
kimsedir! Yatağı soyulmuş hurma lifi gibidir. Onu, ancak bir kuzunun budu
doyurur. Ebû Zer'in kızına gelince; Ebû Zerin kızı, iyi huylu bir kızdır!
Annesine ve babasına İtaatkârdır. O dilber kızın vücudu, elbiseyi doldurur.
Güzelliği, akranlarını kıskandırır. Ebû Zer'in cariyesine gelince; Ebû Zer'in
cariyesi, sadakatli bir cariyedir! Aile sırlarımızı (ortalığa) yaymaz.
Evimizin azığını döküp saçmaz. Evimizi de kuş yuvasına çevirmez, (temiz
tutar). Tulumlarımızda süt çalkalanırken Ebû Zer çıkıp gitti. Yolda bir kadına
rastladı. Kadının yanında pars gibi (çevik) iki çocuğu vardı. Bu iki çocuk,
kadının böğrünün altındaki memeleriyle oynuyorlardı. (Kocam bu kadını sevmiş,
bu sebeple) hemen beni boşayıp onunla evlendi. Ben de ondan sonra eşraftan bir
adamla eviendim. Yürüyüşü iyi olan ata biner. Eline 'Hattı' türü mızrak alır.
Evime birçok deve getirir. Bana her hayvandan bir çift verip: 'Ey Ümmü Zer!
Akrabana da ver!' derdi. Ama onun bana verdiği her şeyi toplasam Ebû Zer'in
kaplarının en küçüğünü bile doldurmaz' dedi.
(Kadınların konuşmalarını anlattıktan sonra) Âişe (radiyal-lâhu
anhâ), Rasulullah (salhUâhu aleyhi ve selîem)'in kendisine şöyle dediğini
söylüyor; «Ey Âişe! Ben senin için, Ummü Zerrin yanındaki Ebû Zer gibiyim»
[626]
4. Erkek hanımına dinini
öğretmeli, Allah'a ve Rasulüne itaate teşvik etmelidir:
Erkeğin hanımına iyi davranması, onunla güzel geçinmesi,
şefkatli ve merhametli olması istendiği gibi, onu eğitmekten kaçınmaması, Yüce
Allah'a itaate teşvik edip yönlendirmesi de istenir. Nitekim Sânı Yüce Allah;
'Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten
koruyunuz
[627] buyurmuştur.
Ümmü Seleme
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Bir gece Peygamber (sallallâhu aleyhi ve
seiîem) uyandı ve; «Subhanaüah! Bu gece ne de çok fitneler indirildi! Ne de çok
hazineler açıldı! Odalarda bulunanları uyandırın, dünya da giyih olanların
birçoğu âhirette çıplak kalacaktır!» buyurdu.[628]
Ebû Hureyre (radiyalîâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) buyurdu ki; «Gece kalkıp namaz kılan ve hanımım namaza
kaldıran, kalkmadığında yüzüne su serpen adama, Allah merhamet etsin! Gece
kalkıp namaz kılan ve kocasını namaza kaldıran, kalkmadığında yüzüne su serpen
kadına, Allah merhamet etsin!.[629]
5. Allah'ın şeriatına aykırı olmadığı sürece,
erkek hanımının bazı kusurlarını görmezden gelmelidir:
Bunu bize Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem) tavsiye etmektedir. Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem); «Mümin bîr erkek, Mümin bir kadına buğz etmesin.
Çünkü onun bir huyunu beğenmezse başka bir huyunu beğenir» buyurdu.[630]
6. Hanımının yüzüne vurarak veya ona çirkin sözler söyleyerek onu
incitmemelidir:
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem); Yüze vurmayın ve çirkin sözler söylemeyin.[631]
'Köle döver gibi, hiçbiriniz hanımını dövmesin! (Önce dövüp) sonra da gün
sonunda onunla cinsel ilişkide (mi) bulunacak!
[632]
buyurmuştur.
Peygamberimiz {sallallâhu aleyhi ve sellem)
hanımlarını döv-mezdi. Âişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor;
Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve seUemj'm ne hizmetçisine, ne de hiçbir hanımına hiç
vurduğunu görmedim. Allah yolunda kendisine karşı konulmaya çalışılması -cihad-
dışında asla eliyle bir şeye vurmamıştır.[633]
Eşinin meşru isteklerine itaat etmeyen, geçimsizlik çıkaran
kadınların, âyet-i kerîme'de belirtildiği şekilde hafifçe dövülmesi caizdir. Bu
konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz
kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola
gelmezse hafifçe) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka
bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.[634]
Bu âyete göre, hanımların dövülmesi dört şartla caizdir;
I. Hanımların haksız oldukları sabit olduktan sonra, öncelikle
nasihat edilmelidir.
II. Nasihatten sonuç alınamadığında, yatakta yalnız
bırakılmalıdır.
III. Bundan da sonuç alınamadığında, bir yerinin
kırılması, morarması, şişmesi gibi vücuduna zarar gelmeyecek şekilde kaba
etlerine vurulması caizdir. Bunda amaç kadının kibir ve gurur yapmasını
önlemektir.
VI. Kadının eşine itaat etmeye başlaması durumunda, hiçbir surette
ona vurulması ve kaba davranılması caiz değildir.
7. Darıldığında
evi terk etmemesi -ayrı kalmak istediğinde evin içinde odasını ayırması, onu
terk edip gitmemesi-:
Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve sellem};
'...Yüze vurma, kötü söz söyleme ve evin dışında (onu) terk etme
[635]
buyurmuştur. Serî bir maslahat olması durumunda, tavır anlamında evden
ayrılmak caizdir. Nitekim Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve sellem) evin
dışında bir ay hanımlarından ayrı kalmıştır. Bu konu ilâ' bölümünde
anlatılacaktır. -İnşaallah.
8. Hanımına dürüst davranmalıdır:
Erkek, hanımını haramlardan korumak için ona
olan sevgisini sık sık dillendirmelidir. Peygamberimiz {sallaliâhu aleyhi ve
sellem); 'Osman bin Maz'ûn kendisini tamamen ibadete adadığında, onun üzerinde
ailesinin de hakkının bulunduğunu hatırlatmış ve şöyle buyurmuştur; «Hiç
şüphesiz ailenin de senin üzerinde hakkı vardır»
[636]
9. Fitne korkusu bulunmadığında, namazları camide cemaatle
kılmak istediğinde veya akrabalarını ziyaret etmek istediğinde hanımına izin
vermelidir: Bununla ilgili açıklamalar 'namaz' konusunda zikredilmişti.
10. Hanımının sırlarını ve ayıplarını başkalarına anlatmama-hdır:
Erkeğin hanımı üzerindeki hakları konusunda bununla ilgili açıklamalar
geçmişti.
11. Hanımının ve
çocuklarının ihtiyaçlarını ve nafakalarını -gücü nispetinde- karşı!amalidir:
Hanımının ve çocuklarının yemek, giyim ve barınma ihtiyaçlarının
-gücü nispetinde- erkek tarafından karşılanması gerekir. Çünkü Yüce Allah;
'...Onların beslenmesi ve giyimi iyilikle
babaya
aittir.[637]
buyurmuştur.
Bu nedenle kadın, kocasının nafakasını karşılamaması durumunda, kocasının
malından ihtiyacını -aşırılığa ve israfa kaçmadan- habersizce alması caizdir.
'Ebû Süfyân'ın hanımı Hind, Peygamber (sallaliâhu aleyhi ve sellemYe geldi ve;
«Yâ Rasulullah! Ebû Süfyân cimri bir adamdır. Bana ve çocuklarıma yeterli
nafakayı vermemektedir. Bu nedenle onun malından, ondan habersiz almaktayım.
Bundan dolayı bana günah olur mu?» diye sordu. «Kendine ve çocuklarına yetecek
kadarını, maruf bir şekilde
[638]
onun malından ali» buyurdu.[639]
Aşırı isteklerde bulunarak kadın, kocasına zulmetmemelidir.
Aza razı olmasını ve kanaatkar davranmasını bilmelidir. Özellikle, maddi
imkânsızlıklar ve elinin dar olduğu zamanlarda kocasına anlayış göstermelidir.
Rasulullah (sallaliâhu aleyhi ve sellem)'in vasiyetine bağlı kalmalıdır.
'Sizden daha aşağıda olanlara bakın! Sizin üstünüzde olanlara bakmayın! Bu,
Allah'ın nimetini kü-çümsememenize daha uygundur.[640]
12. Hanımının kendisi için süslenip hazırlandığı gibi, erkek de
hanımı için hazırlanmalı ve kılık kıyafetine dikkat etmelidir:
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Eşimin benim için süslenmesinden hoşlandığım
gibi, hanımım için süslenmekten/ hhk-kıyafetime dikkat etmekten hoşlanmaktayım.
(Çünkü Yüce Allah;) 'Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da
erkekler üzerinde birtakım iyi davranışa dayalı hakları vardır.[641]
buyurmuştur.
13. Erkek hanımı hakkında hüsnü zanna/güzeî
düşüncelere sahip olmalıdır:
Yüce Allah şöyie buyurmuştur; 'Erkek ve kadm Müminlerin, o
iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile hüsn-ü zanda bulunup; «bu apaçık
bir iftiradır» demeleri gerekmez miydi?
[642]
'Ey iman edenler! Zandan çokça kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır
Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin.[643]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
'herhangi biriniz uzun süre ayrı kaldığında, ailesinin yanma gece ansızın gelmesin
[644]
buyurmuştur.
Erkek, hanımı hakkında hüsnü zan beslemekle
birlikte, muhafazakâr ve ihtiyatlı olmalı, fitne ve fesada neden olabilecek
şeylerden uzak durmalı ve şeriata aykırı davranmamalıdır.
'Hâşim oğullarından birkaç kişi Esma binti ömeys'in yanına
girmişlerdi. [Erkek misafirler orada iken] kocası Ebû Bekir Sıd-dîk gelmiş ve
bu durumu hoş karşılamamıştı. Sonra bu konuyu, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
seUemj'e anlatmış «girdiğimde hayırdan başka bir şey görmedim» demişti. Bunun
üzerine Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Hiç kuşkusuz Allah, Esmâ'yı
(kötülüklerden) beri kılmıştır» dedikten sonra, minbere çıkarak; «Bu günümden
sonra hiçbir adam, beraberinde bir veya iki kişi olmadan, kocası evde
bulunmayan bir kadının yanma girmesin» buyurmuştur.[645]
Hadisten anlaşıldığı gibi, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Esma
hakkında hüsn-ü zanda bulunmuş, onun hiçbir kötülükte bulunmayacağını teyit
etmiştir. Ancak bununla birlikte erkeklerin, yalnız bir kadının yanına ancak
iki veya daha fazla sayıda olmaları durumunda girmelerini emretmiştir. Bu
konuda şeytanın vesveselerine ve şüpheye imkân bırakmamıştır.
14. Erkek birden fazla hanımla evli ise, onlar arasında
yeme, içme, kıyafet ve konaklamak hususunda adaîetii davranmalıdır. Bu konuyla
ilgili gerekli açıklamalar ileride yapılacaktır.
1. Duygusal ve cinsel istifadenin helal olması: Nikâh
akdi tamamlandıktan sonra, nafaka, mesken, ihramlı olmamak gibi diğer şartların
da oluşmasıyla eşler arasında cinsel ilişki mubah olur.
2. Aralarında miras hakkının oluşması: Nikâh
akdinin gerçekleşmesiyle birlikte, ikisinden birinin vefatı durumunda çiftler
birbirlerine mirasçı olmaya hak kazanırlar.
3. Güzel ilişkide bulunmak: Bununla ilgili gerekli açıklamalar
daha önce yapılmıştı.
4. Evlilik nedeniyle aralarında
mahremliğin oluşması: Evlilik nedeniyle oluşan mahremlerin tanımı daha önce
yapılmıştı.
Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Eğer
(kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarına riâyet edememekten
korkarsanız beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık
yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuzla yetinin. Bu
adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.[646]
Şanı Yüce
Allah, bu âyet-i kerîmede yetimlerin velilerine hitap etmekte ve onlara şöyle
buyurmaktadır; 'Eğer sorumluluğunuzda bulunan yetimlerle evlendiğiniz
takdirde, onîarın me-hirlerini verememekten
[647]
endişe ederseniz, onlarla değil, başka kadınlarla evlenmeyi tercih ediniz.
Allah Teâlâ bu konuda sizi darda bırakmamış, birden dörde kadar evlenmenize
izin vermiştir. Birden fazla hanımla evlendiği takdirde, onlara adil davranmayarak- zulmedecek kimsenin bir evlilikle veya elinde
bulunan cariyelerle yetinmesi vaciptir.[648]
Mümin neslin çoğalması İçin evlenmeyi teşvik eden deliller
daha önce zikredilmişti. Ibn Abbâs (radiyallâhu anh), Saîd bin Cübeyr'e şöyle
demiştir; 'Evlen! Hiç şüphesiz bu ümmetin en hayırlısı, hanımı en çok olanıdır.[649]
Bu ve daha birçok delil, bazı şartlarla birden
fazla evliliğin müstehap olduğunu göstermektedir.
1. Erkeğin, hanımlar arasında adaletli davranma gücüne sahip
olması: Çünkü Yüce Allah; '...Haksızlık yapmaktan korkar-sanız bir tane alın...'
buyurmuştur.
2. Kadınların fitnelerine/dedİ-kodu ve kıskançlıklarına direnebileceğinden
ve onlardan dolayı Allah'ın haklarını ihlal etmeyeceğinden emin olması: Çünkü
Yüce Allah; '.. .Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman
olanlar da vardır. Onlardan sakının. Eğer affeder, kusurlarını başlarına
kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki, Allah gafûr/çok bağışlayan ve
rahîm/çok esirgeyendir.[650]
3. Hanımlarının iffet ve namusunu koruyabilecek güce sahip
olması: Kötülüklerden ve fitnelerden ailesini koruyabilmesi gerekir. Çünkü
Allah, fesattan hoşnut olmaz. Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem); «Ey gençler! Sizden kimin evlenmeye gücü yetiyorsa, hemen evlensin.
Çünkü evlilik, gözü (haramdan çevirmede) çok daha etkilidir, namusu daha çok koruyucudur»
buyurmuştur.[651]
4. Hanımlarının ihtiyacını karşılayabilecek maddi güce sahip
olması: Çünkü Yüce Allah; 'Evlenme imkânı bulamayanlar,
Allah, lutfu ile onları varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini
korusunlar.[652] buyurmuştur.
Birtakım nedenlerden dolayı, en adaletli ve en sağlıklı yolun
birden fazla evliliğin mubahlığı olduğu konusunda hiçbir akıl sahibi şüphe
duymaz. Bu nedenlerden bazıları şunlardır;
1. Kadınların
hayızlı olduğu, hastalandığı ve loğusa olduğu durumlarda, evliliğin en önemli
gereği olan cinsel ilişkide bulunulamamaktadır. Erkek ümmetin artmasına vesile
olmaya hazır olduğu ve bu konuda hiçbir suçu bulunmadığı halde, kadının
mazeretinden dolayı bunu yerine getirememektedir.
2. Allah'ın bir takdiri olarak, dünya
nüfusunda, kadınlara oranla erkeklerin nüfusu daha azdır. Hayatın birçok
alanlarında daha aktif bulunmaları nedeniyle ölüm oranları erkeklerde daha
yüksektir. Erkeklerin tek evlilikle zorunlu tutulmaları durumunda, Önemli
oranda kadınlar, evlilikten mahrum kalacaklardır. Böylelikle fuhşa itiimiş
olacaklardır.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem),
kıyametin alametleri arasında erkek nüfusunun azalacağını belirtmiş ve şöyle
buyurmuştur; «...erkekler azalacak, kadınlar çoğalacak; öyle ki, elli kadının
ihtiyacını bir erkek karşılamak zorunda kalacak..[653]
3. Bütün
kadınlar evüliğe müsaittirler. Fakat erkeklerin birçoğu maddi imkânsızlıklar
ve fakirlik nedeniyle evliliğe hazırlana-mamaktadırlar. Dolayısıyla
evlenebilecek erkeklerin oranı, evlenebilecek kadınların sayısından çok daha
az olmaktadır.
4. Bazı erkekler, yaratılışlarının bir sonucu olarak, bir kadınla
yetinemeyecek ölçüde cinsel arzuları kabarıktır. Meşru olmayan ahlakdışı
ilişkilerin önlenmesi için, bu arzularını meşru yoldan karşılamaları için çok
evlilik mubah kılınmıştır.
5. Kocasından
boşanmış ya da vefatı nedeniyle du! Kalmış bakacak
kimsesi bulunmayan bir kadın için, birden fazla evlilik bazen sığınak ve büyük bir
nimet olabilmektedir.
Yukarıda belirtilen gerekçelere rağmen birden fazla evlilik, bir
zorunluluk değil sadece müstehaptır. Müsamahakâr İslam şeriatının bir hükmüdür.
Ancak bazı insanların bunu suiistimal etmeleri, birçok insanın gözünde bunun
bir suç olarak algılanmasına, aşağılık ve kötü bir davranış olarak görülmesine
ve asılsız birtakım töhmetlerle yerilmesine neden olmuştur.
1. Dört hanımla evli olan bir erkeğin beşinci hanımla evlenmesi:
Dört kadınla evli bir erkeğin beşinci evliliği caiz değildir
ve batıldır. İmam Mâlik ve imam Şafiî, -haram olduğunu- bilerek beşinci
evliliği yapan erkeğe had cezasının uygulanması gerektiğini söylemişlerdir.
İmam Zuhrî, haram olduğunu bilerek beşinci evliliği yapana recm cezasının
verilmesini; haramlığını bilmiyorsa iki cezadan hafif olanının -yani had
cezasının- gerektiğini belirtmiştir. Bu durumda beşinci kadın mehrini alır,
hâkim kararıyla boşatılır ve asla evlenemezler.
Beşinci evliliği yapan kimse hakkında âlimlerimizin fetvaları
bunlar İse, beşten fazla evlilik yapanların hükmü nasıl olur?!
2. Hanımların
mehirlerinin ve velime yemeklerinin farklı olması caizdir.
Daha önce de belirtildiği gibi, Necâşİ, Ümmü Habîbe validemizi
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellemj'e nikahlamış ve dört bin dirhem
mehir vermiştir. Oysa Peygamberimizin hanımlarına kendisinin verdiği mehîrler
dört yüz dirhemdi.
Enes (radiyallâhu anh); 'Cahş'm kızı Zeyneb'in
evliliğinde, Peygamber (sailallâhu aleyhi ve sellem)'in hanımlarından hiç
kimseye yapmadığı şekilde vehme yaptığım gördüm' demiştir.
3. Erkeğin, birden fazla hanımı bir evde tutması caiz midir?
Evlilikte, erkeğin her eşine bir ev tutması esastır. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) de böyle
yapmıştır. Yüce Allah; 'Ey iman edenler! Peygamberin evlerine ancak size izin
verildiğinde girin' buyurmuştur. Ayette 'Peygamberin evleri' tekil değil.
çoqul olarak ifade edilmiştir.
İbn Kudâme
der ki; 'Erkek bir evde, ister küçük olsun, ister büyük olsun, hanımları razı
olmadığı takdirde, birden fazla hanımı barındırma hakkı yoktur. Çünkü bu
durumda her ikisi de zarar görecektir. Hanımların arasında düşmanlık,
kıskançlık ve kavgalar olacaktır. Birbirlerinin durumlarını ve davranışlarını
gözleyeceklerdir. Fakat hanımlar bir evde kalmaya razı olurlar ise, tek evde
barınmaları caizdir. Çünkü ev hakkı kadınlara aittir. Hak sahibi, kendi
rızasıyla hakkından vazgeçebilir. Kadınların razı olmaları durumunda tek örtü
altında birlikte uyuyabilirler.[654]
4. Hanımlar arasında gün paylaşımı:
Alimlerin çoğunluğu, dul hanımla evli olan
erkeğin, ikinci hanım olarak bakire bir hanımla evlenmesi durumunda yedi gün
onunla kalır. Daha sonra hanımları arasında gün sırasına göre kalır. İlk
evliliğini bakire bir hanımla yapmış olan erkek, ikinci evliliğini dul bir kadınla
yapması durumunda, onun yanında üç gün kalır. Daha sonra da gün sırasına göre
kalır.[655]
Enes b. Mâlik (radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Bir kimse, bakire kızı, dul kadının üzerine alırsa onun yanında yedi gece
kalır. Dul kadını, bakire kızın üzerine alırsa onun yanında üç gece kaim Böyle
yapması sünnettir.[656]
Bazı kimseler bu hadisi yanlış anlamaktadırlar. Dul kadın
üzerine bakire kızla evlenenin yedi gün eve kapanması gerektiği, hatta cemaatle
namaz kılmak için dahi evden çıkmaması gerektiği şeklinde anlaşılmaktadır. Bu
son derece yanlış ve batıl bir anlayıştır. Bu anlayışın hiçbir dayanağı yoktur.
Cemaatle namaz kılmaktan geri kalmak, günahtır. Onunla başka insanlar arasında
bu konuda hiçbir fark yoktur.
5. Kişi bütün hanımlarını aynı ölçüde sevmek ve cinsel ilişkide
bulunmak zorunda mıdır?
Sevginin yeri kalptir. Yüce Allah; 'Son derece gayret
etseniz de, kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz
[657]
buyurmuştur. Burada kastedilen sevgi, cinsel ilişki ve şehvettir.
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; Ömer, kızı Hafsa'nın yanına girdi ve; 'Yavrucuğum!
Bilmelisin ki, ben seni Allah'ın azabından ve Rasulünün kızgınlığından
sakındırırım! (Âişe'yi kastederek) sakın onun güzelliği ve Rasulullah 'm ona
olan sevgisi seni aldatmasın!» dedi. (Ömer der ki;) Daha sonra bunu Rasulullah
(sallailâhu aleyhi ve sellemj'e anlattım, o da gülümsedi.[658]
Peygamberimiz fsallallâhu aleyhi ve sellem)'e,
«İnsanlar arasında en çok kimi seviyorsun?» diye soruldu; «Aişe» dedi.[659]
İbn Kudâme
der ki; 'Cinsel ilişki konusunda eşit davranmanın vacip olmadığı konusunda
farklı görüş ileri süren bir âlîm bilmiyoruz. Çünkü cinsel İlişki, şehvet ve
kalbin arzusuyla ilişkilidir. Eşit arzu duyması konusunda kalbe hükmetmek ise
mümkün değildir.
Nafaka ve ihtiyaçlarının karşılanması konusunda ise,
hanımlar arasında eşit davranmak vaciptir.[660]
6. Bir kadının, eşinin tek hanımı olmak için,
kumasının boşanmasını istemesi caiz değildir.
Peygamberimiz (sallailâhu aleyhi ve sellem);
'Hiçbir kadın, kız kardeşinin kabını boşaltmak için onun boşanmasını istemesin.
(Kadın istediği kimseyle) evlensin, onun nasibi ancak Allah'ın kendisine takdir
ettiği şeydir.[661]
Doğum konusunda uzman olan kadınların, doğum yaptırması
gerekir. Uzman kadının yanında ona yardımcı olmak amacıyla bazı hanımlar da
bulunmalıdır. Doğumu hanımların yaptırması vaciptir. Ancak doğum yaptıracak
kadınların bulunamadığı, zorunlu şartlarda Müslüman erkek doktorun, doğum
yaptırması caiz olur. Bu konuda gerekli açıklamalar daha önce yapılmıştı.
Çocuk doğup,
ağıt sesi duyulduğunda orada bulunan hanımların veya akrabalarının, sonucu
çocuğun babasına müjdelemeleri müstehaptır. Bir Müslüman'ın kardeşini
sevindirecek konularda hızlı davranarak sonucu ona bildirmesi müstehaptır. Yüce
Aliah, İbrahim aleyhisselâm'ın kıssasında şöyle buyurmuştur; 'Biz onu uslu bir
oğul ile müjdeledik
[662]
'Bilgili bir çocukla seni müjdeliyoruz, dedik
[663]
'Ey Zekeriya! Biz, adı Yahya olan bir çocukla seni müjdeliyoruz.[664]
Doğan çocuğun babası, haberi daha önce öğrenmiş ise, onu
tebrik etmek ve hayır duada bulunmak müstehaptır.
Bu konuda bazı hadisler bulunmaktadır. Fakat
senetleri zayıftır. Bu hadislerden biri, Ebû Râfî (radiyallâhu anh)'ın rivayet
ettiği hadisitir; Tâtıma doğum yaptığında Hasan'm kulağına Rasulullah
(saliallâhu aleyhi ve sellem)'i ezan okurken gördüm.[665]
Bu rivayet zayıf olduğundan, amel edilmesi şart
değildir. İbnu'l-Kayyİm, Tuhjetu'l-Mevlud İsimli kitabında bu konuyla ilgili
iki hadis daha zikretmiştir, ancak zayıftır.
Ebû Mûsâ (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Bir oğlum oldu. Onu
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e getirdim; adım İbrahim koydu ve bir
hurma çiğneyip ağzına sürdü. [Sonra bereket duasında bulunarak, onu bana
verdi]. Bu Ebû Musa'nın en büyük oğluydu'.[666]
Hanefî mezhebine göre akîka kurbanı 'mubah'; diğer üç mezhebe
göre 'sünnettir'. (Çev.)
Akîka, çocuğun doğduğunda kafasındaki saçtır. Bu nedenle
kesilen kurbanın adına 'akîka kurbanı' denilmiştir. Çünkü kurban kesilirken,
çocuk da tıraş edilmektedir. Akîka'nın bizatihi boğazlamak olduğu da
söylenmiştir. Çocuğun doğumunun yedinci gününde erkek çocuk için iki -maddi
gücü yoksa bir de olabilir-, kız çocuğu için bir akîka kurbanı kesilmesi
mustehaptır.
Selman b. Âmir ed Dabbî (vadiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Ra-sûlullah (sallaîiâhu aleyhi ve sellem); «Erkek çocuğun doğumuyla
beraber akîka vardır. O çocuk adına akîka kurbanı kesiniz ve çocuktan her
türlü eziyeti gideriniz» buyurmuştur.[667]
Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) erkek çocuğun doğumunda iki, kız çocuğun doğumunda ise tek
koyun kesmelerini emretti.[668]
Semure {radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sel îem); «Doğan her çocuk kesilecek akika kurbanı karşılığında
rehin gibidir. Doğumunun yedinci gününde bu kurban kesilir ismi konur başı
tıraş edilir» buyurdu.[669]
Kesilen akîka kurbanının etinden yemek, davet
vermek ve etinden dağıtmak mustehaptır. Akîka kurbanı, kurban bayramında
kesilen hayvanların hükümlerine tabidir.
Enes bin Mâlik {radiyallâhu anh) anlatıyor;
'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), doğumlarının yedinci gününde Hasan
ve Hüseyin'in tıraş edilmesini ve saçlarının ağırlığınca gümüşün sadaka
verilmesini emretti.[670]
Çocuğun
saçının bir kısmının kesilip bir kısmının bırakılması caiz değildir. Buna
kâkül denmektedir. İbn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) (saçta) kâkül bırakılmasını yasaklamıştır.[671]
Çocuğun
doğumunun yedinci gününde sünnet ettirilmesinin müstehap olduğunu bildiren
rivayetler bulunmaktadır. Senetleri zayıf olmakla birlikte, rivayetlerin
fazlalığı nedeniyle teyit edilmiştir. 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem), Hasan ve Hüseyin'in doğumunun yedinci gününde akîka kurbanlarını kesmiş
ve sünnet ettirmiştir.[672]
a) İsim koyma hakkı: Çocuğa isim verme hakkı babaya aittir. Bu
konuda annenin itiraz hakkı yoktur. Fakat faziletli olan anne-babanın
karşılıklı istişare ederek beğendikleri bir İsmi koymalarıdır. Ortak bir
isimde anlaşamazlarsa, babanın belirlediği isim konur.
b) İsim tercihi: İslam şeriatına uygun, lafız ve anlam olarak
güzel, dile kolay, kulağa hoş gelen, şeref, değer, vasıf ve sadakat İçeren,
haram ve mekruh olmayan bir isim belirlemek babaya vaciptir.
c) Müstehap isimler: Bu isimler fazilet sırasına göre şunlardır;
1. Abdullah ve Abdurrahman isimleri: Peygamberimiz
(sal-lallâhu
aleyhi ve sellem), «Allah'ın en çok hoşnut olduğu isimler Abdullah ve
Abdurrahman isimleridir
[673]
buyurmuştur.
2.Esmâu'l-hüsna'dan/Allah'ın güzel isimlerinden, «Abd/kul» ekiyle
başlayan isimler: Örneğin Abulazîz, Abdulkerîm, AbduL melik, Abdulmetİn gibi.
3. Peygamberlerin ve Rasullerin isimleri:
4. Sahabeler başta olmak üzere, Müslümanların örnek
ve önder şahsiyetlerinin isimleri: ei-Muğîra bin Şu'be (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Onlar Peygamberlerinin ve
kendilerinden önceki Salih kimselerin isimleriyle isimleniyorlardı» buyurdu.[674]
5. Güzel
vasıflar ifade eden isimler: Bu isimlerin konulabilmesi için aşağıdaki
şartlara haiz olması gerekir.
1. Müslümanlara ait isimler olmalıdır. Yabancı dildeki isimler
olmamalıdır. Diana, Haydi, Maria vb.
2. Lafız ve anlam itibariyle güzel olmalıdır.
3. Mümkün olduğu kadar az harfli isimler tercih edilmelidir.
4. Telaffuzu kolay isimler tercih edilmelidir.
1. Allah'ın dışında şeylere kulluk ifade eden
bütün isimler haramdır. Abdurresul, Abdulhüseyn gibi.
2. Yüce Allah'ın zâtına ait isimlerin 'Abd/kul' eki olmaksızın
konulması haramdır. Allah, Rahman, Rahim gibi.
3. Kâfirlere özgü isimlerin konulması haramdır. Diana, Corc,
Mary gibi.
4. Putlara ait isimlerin konulması haramdır.
Lat, Uzza gibi.
5. Kötü vasıflar içeren isimlerin konulması haramdır.
6. Şeytan İsimlerinin konulması haramdır. Hanzeb, AVer gibi.
1. Lafız ve anlam itibariyle hoş görülmeyen, aiaycı, küçümseyici
ve Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellemj'in yoluna aykırı olan isimler
mekruhtur. Örneğin Hançer, Fâzıh, Hüyâm, Sühâm [deve hastalığı anlamındadır]
gibi.
2. Rehavet ve şehvet anlamını veren isimler
mekruhtur. Rüya, Fatin, Ahlâm gibi.
3. İslam'a aykırı hayat süren sanatçıların, sporcuların ve
benzerlerinin İsimlerini koymak mekruhtur.
4. Günah anlamı veren isimleri koymak mekruhtur. Zalim, fasık,
gâvur gibi.
5. Firavunların, zalim sultanların isimlerini
koymak mekruhtur. Firavun, Haman, Karun gibi.
6. Aşağılayıcı hayvan isimlerini koymak mekruhtur. Karga, eşek,
köpek gibi.
7. Din' ulama yapılarak isim
koymak mekruhtur. Şihâbud-din, Seyfulislam, Nuruddin (Nurettin) gibi.
8. Karışıklığa
neden olacak tarzda birden fazla isimden olu-Şan mürekkep isimler koymak
mekruhtur.
9. Melek isimleri
koymak mekruhtur. Mikâil, Cibril gibi.
Kadının itaatsizliği, Kuranı Kerîm'de 'nuşûz' olarak isimlendirilmiştir.
Nuşûz'un kelime anlamı, yüksek mekân demektir. Terim aniamı ise, Allah'ın
İtaati farz kıldığı konularda kadının kocasına itaat etmemesidir. Bu haramdır;
itaatsizliğin hükmü haramdır. Çünkü Yüce Allah, yapılan nasihate rağmen
itaatsizliğinden vazgeçmeyen kadına ceza verilmesini emretmiştir. Allah
Teâlâ'nın bir konuda ceza verilmesini emretmesi ise, o konunun yapılmasının
haram, terkinin vacip olduğunu ifade eder. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmuştur; 'Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları
yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezse hafifçe) dövün. Eğer size
itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah
yücedir.[675]
Bir kadında dik kafalılık ve itaatsizlik
emareleri görülmesi: Sürekli isteksiz davranması, nezaket ve güler yüzlülüğü
terk etmesi, asık surat ve huzursuz hareketlerde bulunması, kırıcı ve sert
konuşması, kocası yatağına çağırdığında ağırdan alması, isteksiz tavırlarda
bulunması gibi.
Bir kadında dik kafalılık ve itaatsizliğin
açıktan görülmesi: Kocasıyla yatmaktan imtina etmesi, kocasından izinsiz dışarı
çıkması, kocasıyla birlikte yolculuk etmek istememesi gibi.
Her iki durumda da, âyet-İ kerîme'de belirtilen
metot ve sıraya uygun olarak yapılması gerekenler şunlardır;
1. Vaaz ve nasihatte bulunmak: Nazik ve kibar bir
üslup ile
nasihat edilmeli, Allah Teâlâ'nın, kocaya meşru isteklerinde itaati vacip
kıldığı hatırlatılmalı, sâliha ve iffetli kadınlardan olarak, kocasına itaat
etmesi ve sevap kazanması teşvik edilmeli, itaatsizliğine devam etmesi
durumunda Allah'ın azabıyla korku-tulmalıdır. Bütün bu nasihat ve güzel
sözlerden sonra da halini değiştirmezse, yatağı ayırmalı, bu da fayda etmezse,
(kibir ve inadının kırıimasi için hafifçe) dövülmelidir. Bazı hanımlar güzel
söz ve nasihatlerle inat ve kibirlerinden dönebilmekte ve itaatkâr
olabilmektedirler. Bu durumda küs kalmak ve dayak atmak asla caiz değildir.
Çünkü Yüce Allah; 'Eğer size itaat ederlerse, onların aleyhine yol aramayınız
[676]
buyurmuştur.
Güzel söz ve nasihatin fayda vermemesi durumunda ikinci çare
uygulanmalıdır.
2. Yatağını ayırmak:
Yüce Allah; '...Onları yataklarda yalnız bırakın.[677] buyurmuştur.
İtaat etmesini sağlamak için, geceleri yatakları ayırmak ve cinse! ilişkiye
girmemek suretiyle, onu ayrılıkla korkutmaktır. Böylelikle ayrılığa dayanamayıp
itaatkâr olması beklenir. Bundan sonuç alınırsa ne âlâ! Alınamazsa ayrı yatma
süresi uzatılır.
Alimler, yatağı ayırmanın keyfiyeti hakkında
farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu görüşleri şöylece Özetlemek mümkündür;
I. Erkeğin yatağını
ayırması, cinsel ilişkide bulunmamasıdır.
II. Cinsel ilişkide bulunur, aynı yatakta yatar
ama hiç konuşmaz. Çünkü cinsel ilişki ve aynı yatakta kalmak, eşler arasında
ortak haktır. Zarar vererek edeplendirmek olmaz.
III. Erkek arzuladığında cinsel ilişkiye girer ama
hanımının cinsel arzusunun kabardığı ve kocasına ihtiyaç duyduğu zamanlarda
onunla ilişkiye girmez. Çünkü bu ceza, kadının edeplendi-rilmesi içindir,
erkeğin edeplendirilmesi için değildir.
Yatağı ayırma konusunda sağlıklı olan, hanımına etkileyeceğini
ve onu caydıracağını düşündüğü tarzda erkeğin davranmasıdır. Erkek ancak evin
içerisinde yatağını ayırabilir. Evin dışında kalamaz. Çünkü Peygamberimiz
{sallaliâhu aleyhi ve sellem), Muâviye el-Kuşeyrî'ye,'.. .Evin dışında yatağını
ayıramazsın.[678] buyurmuştur. Çünkü
yaşanan hoşnutsuzluğu, yabancıların fark etmemesi gerekir. Şayet erkeğin
yatağını ayırması, yabancıların gözü önünde olursa, bu kadına ihanet sayılır ve
sorunun daha da büyümesine neden olur. Kadını daha da dik başlı davranmaya ve
inada iter. Buna dikkat edilmesi, eşler arasında anlaşmanın sağlanmasına katkı
sağlar. Fakat erkek, yatağını evin dışına ayırma hususunda serî bir maslahat
görürse, bunu yapabilir. Nitekim Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve sellem)
bir ay hanımlarından ayrı kalmıştır. Çocukların olumsuz etkilenmemeleri için,
eşler yatağı ayırma ve benzeri durumları, çocuklara fark ettirmemelidirler.
Erkek, hanımı kendisine itaatkâr davranmaya
başlayıncaya kadar yatağını ayırabilir. Alimlerin çoğunluğu, Hanefî, Şafiî ve
Hanbelî âlimler bu görüştedir. Konuyla ilgili âyette herhangi bir sürenin
belirtilmemiş olmasını bu âlimler delil kabul etmişlerdir. Çünkü mutlak/genel
olarak zikredilen bir konu, onu sınırlandıracak bir delil bulunmadığı sürece
olduğu hal üzere kalır.
Bu konuyu, îlâ konusuna kıyas ederek süre
belirtenlerin herhangi bir delilleri yoktur. Nitekim kadının itaatsizliği durumunda
yatağı ayırma, onu itaatsizliğinden vazgeçirmek, edeplendirmek amacıyladır, ilâ
ise, kadının herhangi bir itaatsizliği olmadığı durumlarda yapılabilir. Bu
nedenle îîâ'nın dört aydan fazla olması meşru kılınmamıştır. Aksi halde kadına
zulme dönüşürdü. Ayrıca îlâ, bir yemindir; oysa yatak ayırma konusu böyle
değildir.
Bu hükmü, kişi itaatsizlik yapan hanımıyla konuşmayarak
uygulayabilir. Bu konuda âlimler ittifak etmiştir. Ancak konuşmayarak küs
kalabileceği süre hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Âlimlerin
çoğunluğu, kadın itaatsizliğini sürdürse bile erkeğin üç günden fazla küs
kalamayacağı görüşündedir. Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve sellem)'in;
'Bir Müslüman kardeşiyle üç günden fazla küs kalamaz
[679]
buyruğunu bu konuda delil almışlardır.
Bu konuda şöyle denilebilir; 'Üç gün
konuşmamak bir fayda sağlamıyorsa, daha fazla süre konuşmamak da bir fayda getirmez.
Çünkü bunun etkisi, yatağı ayırmanın etkisinden daha azdır.[680]
Bazı Şafiî âlimler, 'hanımını inadından ve itaatsizliğinden
vazgeçirmek ve onu edeplendirmek için kişi, hanımıyla üç günden fazla küs
kalabilir' demişlerdir. Bu konuda, Peygamberimiz {sallaliâhu aleyhi ve
sellem)'in cihada katılmayıp geride kalan üç sahabeye uyguladığı konuşmama cezasını
delil göstermişlerdir.[681]
Tabiatında bulunan aykırılıktan ve huysuzluğundan dolayı ne sözün,
ne de tavır uygulamanın yarar sağlamadığı bir kadına uygulanacak üçüncü yöntem
'dayaktır'.
3. Dayak: Erkeğin, itaatsizlikte inat eden
hanımını, nasihat etmesi ve küs kalmasının kalmanın yarar sağlamaması durumunda,
belirli şartlara uygun olarak dövmesi caizdir. Dayakta dikkat edilmesi gereken
şartlar şunlardır;
I. Dayak şiddetli olmamalıdır: Vücutta
yaralanmalara, şişmelere ve morarmaya yol açmayacak ölçüde olmalıdır. Kurân-ı
Kerîm'de belirtilen 'dayak', hafifçe olması şartıyladır.[682]
Peygamberimiz (sallaliâhu aleyhi ve sellem) de buna dikkat çekmiş
ve erkeklere hanımlarına karşı iyi ve merhametli
davranmalarını emretmiştir.
Amr b. Ahvas (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Dikkat
edin kadınlara karşı iyi davranmanızı tavsiye ederim, onlar sizin
yardım-cılannızdır. Onlar üzerinde daha fazlasına sahip değilsiniz. Ancak
apaçık çirkin-fahiş bir şey yaparlarsa, o zaman onları yataklarında yalnız
bırakın ve aşın ve şiddetli olmamak şartıyla onları (hafifçe) dövün. Size
itaat ettikleri takdirde bahaneler arayarak onlara sıkıntı vermeyin. Dikkat
edin sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız olduğu gibi onların da sizin
üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlarınız üzerindeki hakkınız: Sevmediğiniz
kimseleri evinize sokmamaları ve hoşlanmadığınız kimselerle konuşmamalarıdır.
Dikkat edin sizin üzerinizde onların hakkı ise: Yedirmek ve giydirmek
konusunda onlara iyi dauranmanızdır.[683]
Dayaktan maksat, edeplendirmektir; zarar vermek değildir.
Kadının inadını kırmaktır, kemiklerini kırmak değildir.
2. On defadan fazla vurulmaması.
Nitekim Peygamberimiz (sailallâhu aleyhi
ve sellem), 'Allah'ın had cezaları dışında, hiç kimseye on kamçıdan fazla
vurulmaz [684]
Bu Hanbeli mezhebinin görüşüdür.[685]
3. Yüze ve zarar verici yerlere vurulmaması.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); Yüze vurma, kötü söz söyleme ue evin dışında
(onu) terk etme
[686]
Yüze vurmayın ve çirkin sözler söylemeyin.[687]
'Köle döver gibi, hiçbiriniz hanımım dövmesin!
[688]
buyurmuştur.
Hanımını zarar verecek şekilde döven kişi cânî hükmündedir. Bu
durumda kadının boşanma ve kısas talep etme hakkı vardır.
4. Dayak sonucu, kadının itaatsizlikten vazgeçeceği kanaatinde
olunması: Çünkü dayak, ıslah ve düzeltmek amacıyla meşru kılınmıştır. Dayağın
hiçbir fayda vermeyeceğinin bilinmesi durumunda, dayak caiz değildir.
5. Kadın itaatsizlikten vazgeçmesi durumunda dayak kalkar. Çünkü
Yüce Allah; 'Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine bir yol
aramayınız' buyurmuştur.
Kocanın dayağı alışkanlığa dönüştürmesi caiz değildir. Hiç
kuşkusuz Yüce Allah bunu, ancak vaaz ve nasihatin, yatak ayırma ve tavır
uygulamanın sonuçsuz kalması durumunda meşru kılmıştır. Buna ve Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem)'in sünnetine aykırı davranmak caiz değildir.
Âişe
(radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in ne
hizmetçisine, ne de hiçbir hanımına hiç vurduğunu görmedim.[689]
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem} Ebû
Cehm hakkında; «Ebû Cehm'in sopası elinden eksik olmaz'; bir başka rivayette;
'Ebû Cehm hanımları çok döver' buyurarak onu ayıplamış ve kınamıştır.
Bîr başka hadiste de Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem); 'Köle döver gibi, hiçbiriniz hanımını dövmesin! (Önce
dövüp) sonra da gün sonunda onunla cinsel ilişkide (mi)
bulunacak!
[690] buyurmuştur.
Bu konuda, 'erkek, hanımını dövdüğünden dolayı
hesaba çekilmez'/ ifadesinin yer aldığı rivayet hiçbir şekilde sahih değildir.
Asla onunla amel edilemez.
Eşler arasındaki anlaşmazlıklar ayrılığa ve dargınlığa dönüşmesi
durumunda, Şanı Yüce Allah, bu anlaşmazlığın giderilmesi ve eşlere nasihat
etmeleri İçin iki hakem belirlenmesini şart olarak belirlenmiştir. Hakemlerin
biri kadını, diğeri erkeği temsil eder. Çünkü eşler arasındaki ayrılığın
devamı, yuvanın yıkılmasına, çocukların parçalanmasına, aradaki akrabalık
bağlarının ve ilişkilerin kopmasına yol açar.
Yüce Ailah şöyle buyurmuştur; 'Şayet karı kocanın aralarının
açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden
bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarını bulur. Hiç
şüphesiz Allah, her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.[691]
Eşlerin aralarını düzeltmek için hakemlerin bütün gayret ve
çabayı göstermeleri gerekir. Aralarını düzeltme ve onları ıslah etme konusunda
samimi ve dürüst olmalıdırlar. Hatalı olanın elinden tutup, hakka
yöneltmeliler.
Eşlerin arasını düzeltmek için hakemler bütün gayret ve çabayı
gösterdikten sonra, bunun imkânsız olduğunu görmeleri durumunda, eşieri ayırma
yetkileri var mıdır? Ya da bu konuda tekrar eşlere mi müracaat edilir? Alimler
bu konuda iki görüş belirtmişlerdir. Tercih edilen görüşe göre hakemler, hâkim
yetkisine sahiptirler; vekil değiilerdir. Dolayısıyla eşleri boşama yetkisine
sahiptirler. Verdikleri karara eşlerin razı olmaları şartı aranmaz..
Hakemlerin, hâkim kararıyla veya eşlerin vekâletiyle bu göreve getirilmiş
olmaları şart değildir. Mâiiki mezhebi ve bir rivayete göre Hanbeli ve Şafiî mezhebi
bu görüştedir. İbn Teymiye bu görüşü tercih etmiştir.[692]
Bu âlimler görüşlerini şu delillere dayandırmışlardır;
1. Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Erkeğin ailesinden bir
hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin.[693]
Yüce Allah, hakemlerin vekil değil; kadı/hâkim konumunda olduğunu
belirtmiştir. İslam şeriatında, vekil kelimesi bir isim ve anlam; hakem
kelimesi başka bir isim ve anlam taşır. Dolayısıyla Sânı Yüce Allah, her
ikisini de 'hakem' olarak açıkladıktan sonra, vekil ve hakem kelimesine tek
anlam yüklemek kural dışı bir uygulama olmakla birlikte hükümleri birbirine karıştırmak
ve ifsat etmek olur.[694]
2. Yüce Ailah şöyle buyurmuştur; '...Bun/ar barıştırmak isterlerse.[695]
Âyette 'bunlar' kelimesiyle hakemler kastedilmiştir, eşler değil. Dolayısıyla
hakemlerin kararlarında eşlerin rızası aranmaz. Eşlerin iradesi dışında,
hakemler kendi iradeleriyle tasarruf hakkına sahiptirler. Şayet hakemler vekil
hükmünde olsalardı, her ikisinin de iradesi eşlerin iradesine bağlı kalırdı.[696]
3. Ubeyde (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Ali bin Ebû
Talih (radiyallâhu anh)'ı gördüm; bir kadın ve kocası, bir grup insanla birlikte
ona gelmişlerdi. (Eşler arasındaki sorunun çözümü için) her iki taraf da birer
hakem belirlediler. Ali (radiyallâhu anh) hakemlere şöyle dedi;
«Sorumluluklarınızı biliyor musunuz? Eğer eşlerin ayrılmaları kanaatine
varırsanız; onları ayırırım. Eğer onların birleşmeleri kanaatine varırsanız;
onları birleştiririm». Bunun üzerine
kadının kocası; «Ayırmalarını ben kabul etmem!» dedi. Ali (radiyallâhu anh);
«Yalan söyledin! Allah'a yemin olsun ki, sonuç lehine de, aleyhine de olsa,
Allah'ın kitabına razı oluncaya kadar sıyrılamazsm!» dedi. Kadın; «Sonuç lehime
de, aleyhime de olsa, ben Allah Teâlâ'nın kitabına razıyım» dedi.[697]
Ali (radiyailâhu anh), hakemlere söylediği bu
sözleri, aralarında sahabelerin de bulunduğu bir ortamda söylemiştir. Buna hiç
kimsenin bir itirazı olmamıştır. Dolayısıyla orada bulunanlar bu konuda 'icmâ'
etmişlerdir.
4. Ukayl bin Ebû Tâlib ile hanımı Fâtıma bin Ukbe
arasında anlaşmazlık olduğunda; Fâtıma, yaşadığı durumu Osman (radi-yallâhu
anh)'a şikayet etti. Bunun üzerine hz. Osman, onlara, İbn Abbâs'ı ve Muâviye'yİ
hakem olarak gönderdi. İbn Abbâs; «ikisini ayırıyorum [boşanmaları kararını
verdim]» dedi.[698]
Yukarıda sayılan delillerden anlaşıldığı gibi, hakemler gerekli
gördüğü takdirde, eşleri boşama ve birleştirme yetkisine sahiptirler.
Kararları bağlayıcıdır. -Allah en doğrusunu bilir-.
İki hakemden
biri boşanmalarına, diğeri evliliklerinin devamına karar vermesi durumunda
veya bir hakemin kocanın 10.000 TL. karşılığı hanımını boşamasına; diğeri
20.000 TL. karşılığı boşamasına karar vermesi durumunda; her iki hakemin
kararıyla da hükmedilmez. İttifakla karar çıkıncaya kadar yeni hakemler tayin
edilir.
Eşlerin aileleri arasından hakemliğe elverişli kimsenin bulunamaması
durumunda, Hanefî, Şafiî ve Hanbelî âlimler, aile dışından iki hakem
belirlenmesinin caiz olduğunu belirtmişlerdir. Bu hakemlerin ittifakla karar
vermeleri durumunda, kararları bağlayıcıdır.[699]
Talak kelimesinin sözlükte, ipi çözmek, salıvermek,
terk etmek, çok gayret sarf etmek anlamındadır.
Terim anlamı: Belirli lafızları söyleyerek,
bâin talak ile hemen veya ric'î talak ile iddet sonrasında geçerli olmak üzere
nikâh bağını çözüvermek, feshetmektir.
Hükmü: Talak, meydana gelişi itibariyle beş teklîfî hükümden
biriyle nitelenmektedir. Bunlar:
1. Talakın vacip olduğu durumlar: Eşler arasında anlaşmazlıkların
ve ayrılıkların meydana gelmesi sonucu belirlenen hakemlerin eşlerin
ayrılmasına karar vermeleri durumunda, talak kocaya vacip olur. Bu hüküm, îlâ
yapan erkeğin, belirli bir süre geçtikten sonra hanımına dönmek istememesi
durumundaki hüküm gibidir. Bu konuyla İlgili açıklamalar ilâ bölümüne' izah
edilecektir.
2. Talakın mendûp-müstehap olduğu durumlar: Allah Teâlâ-'nın farz
kıldığı emirleri yerine getirmemekte ısrar eden -namaz kılmaması gibi- ve bu
konuda zorlama imkânının bulunmadığı kadınların veya iffetsizlik yapan
kadınların boşanması mendup-tur.
3. Talakın mubah olduğu durumlar: Kasıtlı olmamasına rağmen, kadının kötü ahlaklı, huysuz ve
geçimsiz biri olması ve zarar vermesi durumunda boşanmak mubahtır.
4. Talakın mekruh
olduğu durumlar: Eşlerin aralarının güzel olmasına rağmen sebepsiz yere
boşanmak mekruhtur. Amr bin Dînâr anlatıyor; 'ibn Ömer hanımını boşalınca,
hanımı ona; «bende hoşlanmadığın bir şey mi gördün?» diye sordu. O; «hayır»
dedi. Kadın: «O halde iffetli Müslüman bir kadını nasıl boşarsın?» dedi. Bunun
üzerine İbn Ömer, hanımını geri aldı.[700]
İhtiyaç
olmadığı halde boşanmanın mekruh olması, şeytanı sevindiren amellerden olması
nedeniyledir.
Câbir (radiyallâhu anh) anlatıyor; İblis, tahtını suyun
üstüne kurar. Sonra adamlarını etrafa yayar. Bunların mevki yönünden iblis'e en
yakın olanı, en büyük fitne çıkaranıdır. Bunlardan biri gelip; «Şöyle şöyle
yaptım» der. İblis, ona; «Hiç bir şey yapmamışsın» der. Sonra diğerleri gelip
ona; «Kişi ile eşini birbirinden ayırmadıkça onların yakasını bırakmadım» der.
İblis, onu en yakın adamlarından yapar ve; «Sen çok iyi yapmışsın» der.[701]
5. Talakın haram olduğu durumlar: Hayızlı iken veya cinsel ilişkide
bulunduğu temizlik döneminde kişinin hanımını boşaması haramdır. Bu
durumlardaki boşamalara 'bidat talak' denir. Bununla ilgili açıklamalar İleride
gelecektir.
Talakın, boşayan (koca), boşanan (hanım) ve boşama ifadesi olmak
üzere üç farklı yönden sıhhat şartları vardır.
Bu şartlar ve onlarla ilgili önemli hükümler:
1. Evliliğin gerçekleşmiş olması: Örneğin,
evli olmadığı bir kadın hakkında; 'falan kadınla evlenirsem, o benden boş
olsun' diyen kimsenin sözüne itibar edilmez. Çünkü Peygamberimiz
(sallailâhu aleyhi
ve sellem); 'Âdemoğlu, sahip olmadığı bir şeyi adayamaz; sahip olmadığı bir
köleyi azat edemez; sahip (evli) olmadığı bir kadını boşayamaz
[702]
buyurmuştur.
2. Baliğ olması: Temyiz kabiliyetine sahip olsun veya oima-sın
küçük çocuğun boşaması -âlimlerin çoğunluğuna göre geçersizdir. Çünkü talak
zarardan ibarettir. Bu nedenle çocuk da velisi de bu hakka sahip değildir.
3. Akıl: Akli özürlü veya sefih kimselerin boşaması geçersizdir.
Çünkü akli özürlünün ehliyeti yoktur; sefihin ehliyeti İse noksandır. Nitekim
Peygamberimiz (sallailâhu aleyhi ve sellem); 'Üç şeyden kalem/sorumluluk
kaldırılmıştır; ... akli özürlü olan akıllanıncaya kadar.[703]
Zina itirafında bulunan Mâiz hakkında,
Peygamberimiz (sallailâhu aleyhi ve sellem); «sende delilik var mı? ...
[704]diye
sormuştur. Bu hadis, akli özürlü kimselerin ikrarının geçerli olmadığına
delildir.
Sözleri karıştıran ve ne söylediğinin farkına varamayacak
ölçüde hezeyan halinde bulunan sarhoş, ayıldıktan sonra da ne söylediğini
hatırlamıyorsa, iki durum söz konusudur;
a) Gayri ihtiyari sarhoş olması durumu: Örneğin içki
İçmeye mecbur bırakılması ve ikrah halinde bulunması veya zorunlu bir tedavi
amacıyla ya da sarhoşluk verici bir madde olduğunu bilmemesi ki bu durum çok
nadirdir- nedeniyle sarhoş olmuştur. Bu durumda talakın gerçekleşmeyeceği
hakkında İcma edümiştir.
b) Bilerek sarhoş olması durumu: Bilerek ve kendi
iradesiyle içki içmesi veya uyuşturucu madde kullanması gibi. Bu durumdaki
sarhoşun talakının gerçekleşip-gerçekleşmeyeceği hususunda farklı görüşler oluşmuştur. Sahih olan
görüş, bu durumda da talakın gerçekleşmeyeceğidir. Çünkü ameller niyetlere
göredir. Oysa sarhoşluk halinde ne niyet, ne de kasıt söz konusudur. Ayrıca
zina itirafında bulunan Mâiz hadisi de bunu teyit etmektedir. Çünkü
Peygamberimiz onun İtirafı üzerine; «bu içki mi, içmiş?» diye sormuş; bunun
üzerine bir adam onun ağzını kokiayıp, ağzında içki kokusunun bulunmadığını
söylemiştir.[705] Peygamberimiz
fsallallâhu aleyhi ve sellem) cezanın düşürülmesinde sarhoşluğu, delilik gibi
değerlendirmiştir. Osman (radiyallâhu anh)'ten sahih olarak nakledildiğine
göre, 'bütün talaklar geçerlidir; ancak sarhoşun ue delinin talağı geçersizdir'
demiştir. Ibn Teymİye; 'sahabelerden buna muhalif bir görüş nakledilmemiştir'
der. Alimlerin çoğunluğu ise, sarhoşun talağının geçerli olduğunu görüşündedir.
Bu konuda ben ilk görüşü tercih etmekteyim.
Hanefî ve Şafiî mezheplerine göre sarhoşun talağı geçerlidir.
(Çev.)
4. Kasıtlı ve bilinçli olarak boşamayı tercih etmiş olmalıdır:
Hiçbir zorlama olmaksızın kendi İrade ve tercihiyle boşama lafızlarından bir
lafzı kullanmış olması şarttır. Örneğin talak lafızlarının anlamını bilmeyen
birine, telkin yoluyla şu lafızları söyle denilse ve o kişi de, anlamını
bilmediği bu lafızları söylese, talak/boşama gerçekleşmiş olmaz.
Talak/boşama lafızlarının yanlışlıkla -dil
sürçmesiyle- telaffuz edilmesi: Farklı bir şey söylemek isterken, dil sürçmesi
nedeniyle talak lafzını zikreden kimse boşanmış olmaz. Örneğin hanımıyla
konuşurken «boşalttım» diyecekken, «boşadım» diyen kimse gibi. Alimlerin
çoğunluğu bu görüştedir.
Boşamaya zorlanma - tehdit altında kalarak boşama: Tehdit
altında kalarak, haksız yere hanımını boşamak zorunda bırakılan kimsenin
talakı/boşaması geçersizdir.[706]
Alimlerin çoğunluğu bu görüştedir. Çünkü Peygamberimiz (sallaîlâhu
aleyhi ve sellem); 'Hiç şüphesiz Allah, benim
ümmetimden hata, unutkanlık ve ikrah/zorlama ile yapılanlardan (günahı)
kaldırmıştır.[707]
Sabit b. el-Ahnef anlatıyor; 'Zeyd b. el-Hattab'm
oğlu Ab-durrahmanm oğlu Abdullah beni yanına çağırdı, gittim. Yanına girince
bir de ne göreyim. Orada bir kırbaç, iki demir bukağı ve benim için hazırladığı
iki köle var. Bana; «Hanımını boşa! Aksi halde seni bu kırbaçla döverim, şu
demir bukağılarla da bağlarım!» dedi. Bu tehdit üzerine ben; «Hanımımı üç
talak ile boşadım ve yanından çıktım. Medine'de bulunan bütün fıkıh âlimlerine
bu konuyu sordum, bana; «tehditle boşamak geçersizdir! Bu söz hükümsüzdür»
dediler. Mekke yolunda Abdullah İbn Ömer'i buldum, ona başımdan geçenleri
anlattım. Abdullah kızdı ve dedi ki: «Bu (zorlandığın) için talak sayılmaz,
karın sana helaldir. Ona dönebilirsin, buna rağmen içim rahat etmedi. O
günlerde Mekke emiri olan Abdullah b. Zübeyr'e gittim. Başımdan geçeni ve
Abdullah Ibn Ömer'in bana söylediklerini ona anlattım. Bana; «karın sana
helaldir, ona dön» dedi ve Medine ualisi Câbir b. el-Esved ez-Zühri'ye, Abdullah
bin Abdurrahman'ı cezalandırmasını ve benimle karımı serbest bırakmasını yazdı.
Medine'ye dönünce Abdullah b. Ömer'in hanımı Safiye onun izniyle, karımı zifafa
hazırladı. Sonra Abdullah b. Ömer'in düğün günü, yemeğe davet ettim. O da
(davetimi kabul ederek yemeğe) geldi.[708]
Öfke ile
boşama: Öfke üç kısma ayrılır;
1. Öfke ve kızgınlıkla aklî dengesini kaybetmeyen, zihinsel
bunalıma girmeyen ve ne söylediğinin farkında olan kişinin talakı/boşaması
geçerlidir, talakı gerçekleşmesini engelleyen hiçbir durum yoktur.
2. Öfke ve kızgınlığı son hadde ulaşmış, aklî melekesini yitirmiş
ve zihinsel bunalıma girmiş, ne söylediğinin farkında olmayan ve normal
halinde boşamayı İstemeyen kişinin talakı geçersizdir. Bu durumdaki kişinin
sözüyle talak oluşmaz. Nitekim Peygamberimiz (sallaîlâhu aleyhi ve sellem);
'Kapalılık (öfke ve ikrâh-zorhnma)
hâlinde ne boşama geçerlidir, ne de (köle veya cariyeyi) âzâd etmek'. Ebû Dâvûd
bu rivayeti naklettikten sonra, hadiste geçen 'kapalılık' lafzıyla 'öfkenin
kastedildiğini düşünmekteyim' demiştir.[709]
3. Denge ve dengesizlik arasında orta
derecede öfkelenen, akabinde dengesini kaybeden ve delirmiş gibi olan kişinin
durumu hakkında farklı görüşler oluşmuştur. Dört mezhep imamı, bu durumdaki
kişinin talakının geçerli olduğu görüşündedir.
Alimlerin çoğunluğu, şaka veya oyun yaparak,
açıkça bo-şama-talak lafzını söyleyen kişinin talakının geçerli olduğunu
belirtmişlerdir. Boşama sözcüğünü söyleyen kişinin, şaka veya oyun yaptığını
söylemesi ya da boşamaya niyet etmediğini iddia etmesi, ona bir yarar sağlamaz.
Ebû Hureyre (radiyallâhu anh) anlatıyor; Peygamber fsallallâhu aleyhi ve
sellem); «üç şey vardır, ciddisi de ciddidir; şakası da ciddidir. Bunlar;
Nikah, talak ue talaktan geri dönmektir» buyurdu.
Hanefî ve Şafiî mezheplerine göre şakayla boşamak geçerlidir.[710]
Mâliki ue Hanbelî mezheplerine göre boşamanın geçerli olması için niyet ve
kastın bulunması şarttır. Bu nedenle şakayla boşamak geçersizdir.[711]
Talak konusunda insanların şakalarına itibar edilecek
olsaydı, şeriatın hükümleri işlevsiz kalırdı. Bu caiz değildir. Talak lafzını
konuşan kişiye, lafzın gerektirdiği hüküm uygulanır. Bu konuda aksi bir iddiada
bulunması kabul edilmez.
Şeriat
talakı dört aşamada değerlendirmiştir. Bunlar;
1. Talak hükmünün kastedilmesi, ancak telaffuz
edilmemesi.
2. Ne lafız, ne de hükmün kastedilmemiş
olması.
3. Lafzın kastedilmiş ama hükmün kastedilmemiş olması.
4. Hem lafzın, hem de hükmün kastedilmiş
olması.
İlk iki
durumda, talak geçersizdir. Son İki durumda ise talak geçerlidir. Bu konuyla
ilgili nasslann ve hükümlerinin genelinden elde edilen sonuçlar bunlardır.
1. Eşiyle kendisi arasında evliliğin hükmen veya hakikaten
gerçekleşmiş olması: Kadının sahih bir nikâhla evlenmiş veya ri-c'î/dönülebilir
talakla iddet bekliyor olması şarttır.
2. Kocasının kendisini boşadığmı, işaretiyle, sıfatıyla veya
niyetiyle belirtmiş olması.
Boşama lafızları, sarih/açık ve kinayeli/kapalı olmak üzere
iki kısma ayrılır.
Sarih boşama lafızları: Söylendiğinde boşama
anlaşılan ve boşamanın dışında hiçbir anlam ve yorum ihtimali bulunmayan
lafızlardır. Örneğin, erkeğin hanımına; «seni boşadım, sen boşsun, artık sen
boşanmışsın/dulsun» gibi benzer lafızlar söylemesidir. Bu sözlerin
söylenmesiyle birlikte talak/boşama gerçekleşmiş olur. Bu söz söylenirken
boşamaya niyet edilmiş olsun veya olmasın ya da şaka veya ciddi olarak
söylenmiş olsun fark etmez.
Hanefî mezhebine göre sahih lafızlarla olan boşama, ric'î
talak/yeni nikâh akdine gerek kalmadan geri dönülebilir boşama türü
sayılmıştır. Kinayeli lafızlarla olan boşama, bâin talak/yeni nikâh akdi
gerektiren boşama türü sayılmıştır.
[712]
Kinayeli boşama lafızları: Boşama anlamıyla birlikte
başka anlamlan da içeren sözcüklerdir. Örneğin, «sen
serbestsin, senden ayrıyım, sen ayrılmışsın, ailene dön, seni istemiyorum,
seninle birlikte yaşamayacağım» gibi lafızlardır. Bu sözler söylenirken
'boşamaya niyet edilmesi' halinde, talak/boşama gerçekleşir. Niyet edilmediği
takdirde talak gerçekleşmez. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Cevn'in
kızı (Umeyme) ile nikâhia-nıp ona yaklaştığında; «Senden Allah'a sığınırım»
dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve seilem); «Sen, Şanı büyük
olan Allah'a sığındın; o halde ailene dön» buyurdu.[713]
Bir defada üç talakla boşamak: Erkek hanımına;
«sen üç talakla boşsun» veya «sen boşsun; sen boşsun; sen boşsun» diyerek tek
defada üç talakla boşamayı kastetmiş olsa dahi, -tercih edilen görüşe göre- tek
talakla boşanmış olur; üç talakla boşanmış olmaz. Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem) zamanındaki uygulama budur. İbn Abbâs (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ebü Bekir ve Ömer'in iki
yıllık halifelik döneminde [bir defada söylenen] üç talak, bir talak sayılırdı
Daha sonra Ömer bin Hattâb; «İnsanlar, kendilerine mühlet verilmiş olan bir
işte, acele davrandılar1. Yaptıklarını infaz/geçerli kabul etseydik aleyhlerine
olurdu» dedi, sonra da «aleyhlerine infaz etti.[714]
Mahmut bin Lubeyd (radiyallâhu anh)
anlatıyor; 'Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e, tek seferde üç talakla
bir adamın hanımını boşadığı haberi verildi. Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem) kızarak kalktı ve; «Ben aranızda bulunduğum halde, Allah'ın
kitabıyla oyun mu oynanıyor?1.» buyurdu'.[715]
Birçok sahabe ve dört mezhep imamı, sünnete aykırı boşamanın,
talakın geçerliliğini engellemeyeceği, dolayısıyla kaç defa boşama yapılmışsa,
o kadar boşamanın geçerli olacağı konusunda görüş birliğindedirle.[716]
1. Kişinin hanımına 'sen bana haramsın' demesi, -tercih edilen
görüşe göre- talak sayılmaz. Bu söz, yemin hükmünde olup, kefaret gerekir.
Çünkü Yüce Allah; 'Ey Peygamber! Eşlerinin hoşnutluğunu gözeterek Allah'ın
sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan,
çok esirgeyendir. Allah, yeminlerinizi çözmenizi size meşru kılmıştır. Allah,
sizin yardım-cmızdır. O, bilen, her şeyi hikmetle idare edendir.[717]
2. Kişinin hanımına 'kız kardeşim' demesi, talak ve zihâr
sayılmaz. İbrahim aleyhisselam, Sara ile birlikte bir Cebbar'in memleketine
gelmişti. Sârâ'yı göstererek, Cebbar kişi ona; «btt kim?» diye sordu. İbrahim
aleyhisselam; «O, benim kız kardeşimdir» dedi.
3. Kişinin
içinden hanımını boşadığını geçirmesi veya bo-şadığını düşünmesi ile -bunu
telaffuz etmediği sürece- talak gerçekleşmez. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem); 'Düşüncelerini uygulamadıkları veya söylemedikleri sürece
hiç şüphesiz Allah ümmetimi sorumlu tutmaz.[718]
4. Âlimlerin
çoğunluğuna göre, dilsiz/konuşamayan kişinin 'hanımını boşadığını İşaret
etmesiyle' talak gerçekleşir. Hanefî âlimler, bunu yazı yazmayı bilmemesi
şartıyla kabul etmişlerdir. Dolayısıyla yazı yazmayı bilen ama konuşma özürlü
olan kimselerin işareti geçerli değildir.
Alimlerin çoğunluğu, hakların korunması ve
eşlerin inkâr et-mesinîn önlenmesi açısından talakta şahitlerin bulunmasını
müs-tehap kabul etmişlerdir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'İddet müddetlerini
doldurduklarında onları ya güzelce tutun veya onlardan uygun bir şekilde
ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun. Şahitliği Allah
için yapın.[719] Âlimler, âyet-i
kerîme'de istenilen şahitliğin, müstehap olduğunu, vaciplik bildirmediğini
ifade etmişlerdir. Çünkü İbn Ömer (radiyallâhu anh) hayızlı iken hanımını
boşadığında; Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sel-İem) Ömer'e; «Ona emret,
hanımını geri alsın» buyurdu. Dolayısıyla ne boşamada, ne de tekrar bir araya
gelmede şahit vacip değildir.
Farklı bakış açılarıyla talak birçok kısma ayrılır. Bunlar;
1. Talakta kullanılan ifadeler açısından, "sarih
ve kinayeli boşama" olmak üzere iki kısma ayrılır. Bunlarla ilgili
açıklamalar yapıldı.
2. Niteliği açısından, "sünnete uygun
boşama ve bidat boşama" olmak üzere İki kısma ayrılır.
3. Sonucu itibariyle,
"hemen gerçekleşen boşama, şarta bağlı boşama ve geleceğe dönük
boşama" olmak üzere üç kısma ayrılır.
Bu kısımlandırmalarla ilgili, en önemli hükümler şunlardır;
a) Sünnete uygun boşama ve bidat olan boşama türleri:
Sünnete uygun boşama -mubah talak- türü: Allah'ın ve
Peygamberinin emirlerine uygun, şeriatın belirlediği kurallar çerçevesindeki
boşamadır. Bu kurallar;
1. Kişinin hanımını bir talakla boşaması.
2. Hayızdan temizlendikten sonra boşaması.
3. Gusül abdesti aldıktan sonra boşaması.
4. Cinsel ilişkide bulunmadan önce boşaması.[720]
5. İddet süresini dolduruncaya kadar, başka bir talakla
bo-şamamasıdır.
Bir talakla boşadıktan sonra iddet dönemi
içerisindeyken hanımıyla evliliğini sürdürmek isteyen kişi, hanımının ve velisinin
rızasını aramaksızın ve yeniden mehir vermeksizin tekrar eşini alabilir. Şayet
iddet süresi doluncaya kadar hanımını geri almazsa, onu güzellikle
salıvermelidir. İddet süresi dolduktan sonra tekrar hanımıyla evlenmek isterse,
yeni bir nikâh akdiyle evlenebilir. '
Aynı eşiyle ikinci defa evlenen kişi, hanımını ikinci defa da
boşarsa, tamamen yukarıda anlatıldığı şekilde ayrılabileceği gibi, hanımını
tekrar alma hakkına da sahiptir. Ancak üçüncü defa boşaması durumunda, kadın
sahih nikâh akdiyle başka biriyle gerçek bir evlilik yapmadığı sürece, onunla
tekrar evlenemez. Kadın başka biriyle gerçek bir evlilik yaptıktan sonra
boşanırsa, önceki eşiyle yeniden evlenebilir.
Kişinin hamile hanımını -hamileliği belli olmasına
rağmen-boşaması mubahtır. Sünnete uygun boşama türü olarak yapılan açıklamalar,
Kurân'da ve Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)-'in sünnetinde
belirtilmiştir.
Yüce Allah; 'Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğiniz
zaman, onları iddetleri içinde boşayın.[721]
'Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç aybaşı hali beklerler, eğer Allah'a ve
âhiret gününe inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'in yarattığını gizlemeleri
kendilerine helal değildir. Kocaları bu arada barışmak isterlerse, kanlarını
geri almakta daha çok hak sahibidirler Kadınların haklan, örfe uygun bir
şekilde vazifelerine denktir. Erkeklerin onlardan bir üstün derecesi vardır.
Allah güçlüdür Hakim 'dir. Boşanma iki defadır Ya iyilikle tutma ya da iyilik
yaparak bırakmadır İkisi Allah'ın yasalarını koruyamamaktan korkmadıkça
kadınlara verdiklerinizden bir şey almanız size helal değildir. Eğer Allah'ın
yasalarını ikisinin de
koruyamayacaklarından korkarsanız, o zaman kadının fidye vermesinde ikisine de
günah yoktur. Bunlar Allah'ın yasalarıdır, onları bozmayın. Allah'ın yasalarını
bozanlar ancak zalimlerdir.[722]
Bu konuyla ilgili hadisler iieride zikredilecektir.
Yukarıda anlatılan meşru boşama şartlarına aykırı düşen boşama
türleridir. Örneğin kişinin hayızlı hanımını boşaması veya cinsel ilişkide
bulunduğu temizlik dönemi içerisinde boşaması gibi. Bu durumlarda kişinin
hanımını boşaması haramdır. Yapan günahkâr olur.
Bidat talak türüyle hanımını boşayan günahkâr
olmakla birlikte, talakı geçerlidir. Nitekim İbn Ömer (radiyallâhu anh)'ın
hayızlı hanımını boşaması, bir talak kabul edilmiştir. Bu durumu Ibn Ömer;
'(hayızlı iken hanımımı boşamam) aleyhime olarak bir talak sayıldı' diyerek
açıklamıştır.[723]
Enes Ibn Şîrîn (radiyaîlâhu anh) anlatıyor;
'İbn Ömer'in, hayızlı halde bulunan hanımını boşadığmı işittim. Ömer, bunu
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sel!em)'e anlattığında, «ona emret, hanımım
geri alsın» buyurdu. Ben (İbn Şîrîn); 'bu talak sayılır mı?' diye sordum;
«Neden sayılmasın?» buyurdu.
Hadiste geçen «neden sayılmasın?» lafzı, «eğer
bu talak sayılmayacaksa; hangi talak sayılacaktır?» anlamında, talak sayılmasının
haklılığını ve gerekliliğini belirtmektedir. Nitekim bu soruyu soran, sanki «bu
talak sayılmaz değil mi?» demiş gibidir. Dolayısıyla bu yanıt, inkâriye
[724]
cümlesidir. Ayrıca Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in, «ona emret,
hanımım geri
alsın» buyurması da, onun bir talak
sayıldığına delildir. -Allah en doğrusunu bilendir.
Bir kişi, bidat talakla hanımını boşaması durumunda, bir talak
sayılır. Örneğin bir kişi hayızlı halde bulunan hanımını boşaması durumunda,
eğer bu ilk veya ikinci defa olmuşsa, ona hanımını geri alması emredilir.
Hanımı hayız olup temizlenip, sonra tekrar hayız olup temizlendikten sonra,
dilerse hanımıyla evliliğini devam ettirir; dilerse o temizlik döneminde cinsel ilişkiye
girmeden hanımını boşar.
Abdullah İbn Ömer (radiyallâhu anh)
anlatıyor; "Abdullah İbn Ömer, Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem)"m zamanında, hanımlarından birini, hayız halinde iken bir talakla
boşamış-tı. Ömer bin Hattâb bu durumu Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem)'e sordu. Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Ona
emret! Hanımını geri alsın. Sonra hanımı temizlenip kendi yanında ikinci bir
(kez) hayız görüp tekrar temizleninceye kadar yanında alıkoysun. Daha sonra
eğer kadım boşamak isterse, kadm temizlendiğinde onunla cinsel ilişkide
bulunmadan boşasm. Kadınların boşanması hususunda, Allah'ın emrettiği iddet,
işte budur.[725]
1. Öncesinde cinsel ilişkiye girilmiş olan hayızlı kadın,
ha-yızdan temizlendiğinde cinsel ilişkiye girilmeden boşanır. Kadın hamile ise,
hamileliği belirginleştikten sonra boşanır. Erkeğin hayızlı hanımını boşaması
durumunda, ne yapması gerektiği daha önce açıklandı.
Boşamanın mubah olması için, hayız kanının kesilmiş olması yeterli değildir. Kadın hayızdan temizlendiği için gusül
abdesti almış olmalıdır.
2. Lohusa hanımların
durumu, hayızh hanımların durumu gibidir. Temizlendikten sonra, cinsel ilişkiye
girilmeden önce boşanır. Şayet loğusalık durumunda boşanmaları halinde, erkeğe
hanımını geri alması emredilir. Bu konuda tamamen hayızh hanımların talak
hükümleri uygulanır.
3. Nikâh akdi kıyılmış ancak cinsel ilişkiye girilmemiş olan
hanımların boşanmasında beklenilmesi gereken bir süre yoktur. Yani bunlar
hayızh iken de, diğer zamanlarda da boşanabilirler.
4. Yaşının küçük olması veya büyük olması nedeniyle hayız
görmeyen bir hanımı, kocası istediği zaman boşayabilir.
5. Hamileliği belirgin olan kadını, kocası
istediği zaman boşayabilir. İbn Ömer (radiyallâhu anh) hayızh hanımını
boşadığın-da: «Ona emret! Hanımını geri alsm. Sonra hanımı (hayızdan)
temizlendiğinde veya hamile(liği belirginleştiğinde) boşasın!»
[726]
Talak, serî sözlü bir tasarruftur. Yüce Allah
bu hakkı erkeğe vermiştir. Dört mezhep imamı ve diğer âlimler, erkeğin bu hakkı
elinde bulundurduğu gibi, başkasını da bu konuda vekil tayin etme hakkına sahip
olduğunu belirtmişlerdir. Erkeğin, talak konusunda birini vekil tayin etmesi,
alış veriş, kiralama gibi diğer sözlü tasarruflarda vekil tayin etmesi gibidir.
Örneğin erkek, hanımına 'kendini boşama konusunda seni vekil tayin ettim'
derse; kadının, bu vekâlete dayanarak kendisini boşaması caizdir. Bu durumda
talak gerçekleşmiş olur. Sahabeler -Allah onlardan razı olsun- bu talakı
geçerli kabul etmişlerdir. Ancak kadının vekil tayin edilebilecek talak
sayısında farklı görüşler belirtmişlerdir.
Erkeğin talak konusunda hanımına yetki vermesi, talak hakkını
kaybetmesi anlamına gelmez. Erkek, bu durumda da hanımını boşayabilir. Ayrıca
hanımına verdiği talak kullanma vekâletini
iptal edebilir. Çünkü vekil tayin eden, onu iptal hakkına da sahiptir.
İbn Hazm
-Allah ona rahmet eylesin-, talak konusunda vekalet verilmesini kabul
etmemiştir. Ona göre, talak hakkını kocanın dışında kimse kullanamaz. Çünkü
Kuranı Kerîm'dekİ talak ayetlerinin tamamı kocaya izafe edilmiştir. Dolayısıyla
kadının kendisini boşaması geçersizdir. Çünkü kadın, boşama yetkisine sahip
sayılmaz.
Ric'î
[727]
talak: İddet süresi içerisinde, yeniden nikâh akdi gerekmeksizin ve kadının
rızası aranmaksızın, erkeğin hanımını geri almasının caiz olduğu boşama
türüdür. Bu, birinci ve ikinci boşamalarda, kadının iddet süresi tamamlanmadan
önce olur. İddet süresi dolduktan sonra talak 'bâin
[728]
hale' dönüşür. Bu durumda erkek, boşadığı hanımını yeni nikâh akdi, mehir ve
kadının rızası olmaksızın geri alamaz. Bu hüküm, şu âyet-i kerîme'ye
dayanmaktadır; 'Talak iki defadır. Sonucunda (kadın) ya iyilikle tutulur; ya
da güzellikle salıverilir'.[729]
Hür kadın üç defadan daha az boşandığında, kocası iddet süresi içerisinde
onunla evliliğini devam ettirebilir. Âlimler bu konuda icmâ etmişlerdir.[730]
Ric'î talak, bir İhtiyacın sonucudur. Çünkü kişi hanımını boşadığı
için pişman olabilmektedir. Yüce Allah bu gerçeğe şöyle işaret etmiştir;
'...Bilemezsin! Belki Allah, bundan sonra (farklı) bir hal oluşturur.[731]
Bu nedenle kişi düşünmeye ve İdrak etmeye
ihtiyaç
duyar. Şayet talakta geri dönüş olmasaydı, düşünme ve idrak etme imkânı
olmazdı. Bu durumda kadın yeni bir nikâh akdine razı olmayabilirdi. Erkek
hanımından ayrılığa sabredemeyip, zinaya düşebilirdi. Dolayısıyla talakta geri
dönüş, eşlerin arasını düzeltmek için meşru kılınmıştır. Nitekim kocasının
boşamasına rağmen kadın, iddet dönemi içerisinde kocasının evinden ayrılmaz.
Çünkü boşamaya neden olan öfke halinin kalkmasıyla, her şeyin normaİe dönmesi
arzu edilir.
1. Boşamaktan geri dönüş ancak, -üçüncü boşama hakkının
kullanılmadığı- ric'î talak durumunda olur. Yani eşlerin tekrar bir araya
gelmeleri, birinci ve İkinci talaktan sonra, kadının iddet dönemi tamamlanmadan
önce olmalıdır.
2. Erkek hanımını boşamadan önce, cinsel
ilişkiye girmiş olmalıdır. Şayet nikâh akdi kıyıldıktan sonra, cinsel ilişkiye
girmeden önce erkek, hanımını boşarsa, hanımını -aynı nikâh akdiyle- geri
alma hakkı yoktur. Alimler bu konuda ittifak etmiştir. Çünkü Yüce Allah;
'...Mümin kadınlarla nikahlandıktan sonra, (cinsel) temasta bulunmadan onları
boşarsanız; onlardan dolayı size iddet saymaya gerek yoktur' buyurmuştur.[732]
3. Talaktan sonra geri dönüş, kadının iddet süresi
içerisinde olmalıdır. Kadının iddet süresi dolduktan sonra erkeğin hanımını
geri alma hakkı sona erer. Alimler bu konuda ittifak etmiştir. Nitekim Yüce
Allah; '(iddet süreleri içerisinde) kocaları hanımlarını geri almaya daha fazla
hak sahibidirler' buyurmuştur.[733]
4. Ayrılık, nikâh akdinin feshedilmesi nedeniyle olmamalıdır.
5. Ayrılık, bedel karşılığı yapılmış olmamalıdır. Hulû
[734]
gibi
durumlarda, geri dönülemez.
Çünkü bu durumda kadın, kocasına ödediği malî bir bedel karşılığında ayrılmış
ve ilişkisini son-landirmiş olmaktadır.
Ric'î talakta kadın, İddeti süresince evli kadın hükmündedir.
Şayet kocası birden fazla hanımla evli ise gün paylaşımına dâhil edilmez. İddet
süresi içerisinde, eşlerden birinin vefatı durumunda birbirlerine mirasçı
olurlar. Bu konuda icmâ edilmiştir. Kadın üçüncü hayızdan temizlenip gusül
abdesti aldığında, bu süre içerisinde kocası kendisine geri dönmediği takdirde
iddet süresi tamamlanmış olur; ric'î talak, bâin talaka dönüşür. Artık kocası
yeni nikâh akdi, mehir, kadının ve velisinin rızası olmaksızın onunla tekrar
birlikte olamaz.
Ric'î talakta eşler tekrar bir araya gelmeleri durumda
'şahitlerin bulunması' müstehaptır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur; İddet
müddetlerini doldurduklarında onları ya güzelce tutun veya onlardan uygun bir
şekilde aynîm. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun. Şahitliği Allah
için yapın.[735]
1. Sözle gerçekleşir:
Evliliği devam ettireceğini ifade eden sözlerle 'geri dönüş' sahih olur.
Örneğin erkeğin, iddet süresi İçerisinde boşadığı hanımına; «sana geri
dönüyorum; seni geri çağırıyorum; seni tekrar himayeme aldım» gibi boşanmaktan
vazgeçtiğini ifade eden sözler söylemesiyle 'rîc'at/geri dönüş' gerçekleşmiş
olur. Bu konuda âlimler arasında hiçbir ihtilaf yoktur.
2. Fiille gerçekleşir: Erkeğin, iddet süresi
İçerisinde boşadığı hanımıyla cinsel ilişkiye girmesi, ona dokunması, onu şehvetle
öpmesi durumunda 'ric'at' gerçekleşmiş olur. Erkeğin bu davranışıyla ric'ata
niyet etmiş olup-olmaması farksızdır. Çünkü iddet süresi İçerisinde kadın, onun
hanımı hükmündedir. Erkeğin bu davranışı, nikâhı devam ettireceği anlamına
gelir. Çünkü
Yüce Allah; 'fidelet süreleri
içerisinde) kocaları hanımlarını geri almaya daha fazla hak sahibidirler'
buyurmuştur.[736]
Bâin talak: Erkeğin boşadığı hanımı, geri döndürme hakkının
olmadığı talak türüdür. Bâin talak iki kısma ayrılır;
1. Küçük bâin talak -beynûne suğrâ-: Erkeğin boşadığı hanımla,
dilediği bir zamanda yeni nikâh akdi, mehir ve kadının rızasıyla tekrar
evlenmesinin helal olduğu talak türüdür. Bu talakın gerçekleşmesiyle, vadeli
mehir kadına ödenir. Bu talaktan sonra eşler birbirlerine mirasçı olamazlar.
Çünkü evlilik bağı tamamen sonlanmıştır.
Küçük bâin talakın gerçekleşmesiyle birlikte erkek, üç talak
hakkından birini hakkını kaybetmiş olur.
1. Bir kişi, hanımını
üç defa boşadığı zaman, hanımından 'büyük bâin talak' ile ayrılmış olur. Bu
şekilde boşanan bir kadın, başka bir adamla evlendikten sonra, ikinci kocasının
ölmesi veya kendisini boşaması durumunda İlk kocasıyla tekrar evlenebilir. Bu
durumda kocası üç talak hakkına yeniden sahip olur.
2. Bir kişi, hanımını bir veya İki defa
boşadıktan ve kadın İddet süresini doldurduktan sonra, başka bir adamla evlenir
ve ikinci kocasının ölümü veya kendisini boşaması sebebiyle ayn-lırsa, ilk
kocasına tekrar dönebilir. Bu durumda İlk kocasının kaç talak hakkı olur?
Erkek, ilk evliliklerinden kalan tek talak hakkına mı; yoksa ikinci nikâh
akdiyle üç talak hakkına mı sahiptir? Bu konuda âlimler iki görüşe
ayrılmışlardır;
a) İmam Mâlik, Şafiî ve bir rivayete göre Ahmed bin Hanbel;
'Bu, eşlerin ilk evliliklerindeki talak sayılarına göre hesap edilir. Bu
durumda erkek sadece ilk evlilikten kalan talak hakkına sahiptir' demişlerdir.
Yani erkek İlk evliliklerinde, hanımını bir talakla boşamış ise, ikinci
evliliklerinde erkek İki talak hakkına sahip olur. Bu görüşteki âlimlerin
delili, Ömer bin Hattâb fradiyallâhu anh)'ın
fetvasıdır. 'Bahreyn halkından bir adam, hanımını bir veya iki talakla boşadı.
Boşadığı kadın, iddet süresi tamamlandıktan sonra başka bir adamla evlendi.
Daha sonra kadın, ikinci kocasından da boşandı veya ikinci kocası vefat etti.
Sonra da ilk kocasıyla tekrar evlendi. Bu durumda erkeğin kaç talak hakkına
sahip olduğu Ömer (radiyallâhu anh)'a sorulduğunda; «ilk evliliklerinden kalan
talak sayısına sahiptir» dedi'.
Bu görüşte olan sahabelerden bazıları; Ali bin Ebû Tâlib, Ebû
Hureyre, İmrân bin Husayn'dır. (radiyallâhu anhum)
b) Ebû Hanîfe ve bir rivayete göre Ahmed bin Hanbel; 'Bu durumda
erkek, yeniden üç talak hakkına sahip olur' demişlerdir. Çünkü kadının başka
biriyle yaptığı ikinci evlilik, ilk kocasının talak sayısını silmiştir. Nitekim
kadının, ikinci kocasıyla cinsel ilişkiye girmiş olması, üç talakla boşandığı
ilk kocasıyla yeni nikâh akdiyle tekrar evlenmesini helal kılar. Ve bu
evlilikte ilk koca üç talak hakkına yeniden sahip olur. Dolayısıyla ilk
evliliklerinden üç talakla ayrılan bir erkek; ikinci evliliğinde üç talak
hakkına yeniden sahip oluyorsa, daha az talakla boşayan bir erkeğin böyle bir
durumda üç talak hakkına yeniden sahip olması çok daha haktır.
Bu konuda, şeriatın ruhuna yakın ve uygun olan
görüş ikinci görüştür. Çünkü hanımını üç talakla boşayan bir erkek, ikinci
evliliğinde üç talak hakkına yeniden sahip olurken; daha az talakla boşayan
birinin bu hakka sahip olamaması düşünülemez. Allah, en doğrusunu bilendir..
Bu talak şu durumlarda gerçekleşir;
I. Nikâh akdi kıyıldıktan sonra, cinsel ilişkiye girilmeden önce
boşanması durumunda "küçük bâin" talak olur. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmuştur; '...Mümin kadınlarla nikahlandıktan sonra, (cinsel) temasta
bulunmadan onları boşarsanız; onlardan dolayı size iddet saymaya gerek yoktur.[737]
Bu âyet-i
kerîme, cinseİ ilişkiye girmeden önce
hanımını boşayan erkeğin, kadından iddet beklemesini isteme ve onu geri çağırma
hakkı yoktur. Bu nedenle, bu durumdaki boşanmalar 'küçük bâin talak' kabul
edilir.
II. Ayıp, zarar, îlâ ve benzeri nedenlerden dolayı eşlerin hâkim
tarafından boyatılması durumunda 'küçük bâin talak' gerçekleşmiş olur.
Bu talakta, erkek boşadığı eşini, ne iddet süresi
içerisinde, ne de İddet sonrasında geri alma hakkına sahip değildir. Ancak
kadın başka bir adamla sahih evlilik yapıp, onunia cinsel ilişkide bulunduktan
sonra boşanırsa, yeni nikâh akdi ve mehirle eski eşiyle tekrar evlenebilir. Bu
talak türü, kişinin hanımını üç talakla boşaması durumunda meydana gelir. Çünkü
Yüce Allah; 'Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka birisiyle evlenmedikçe
bir daha kendisine helal olmaz. Eğer ikinci koca da onu boşarsa, Allah'ın
yasalarını koruyacaklarını sanırlarsa eski karı kocanın birbirlerine
dönmelerine bir engel yoktur. Bunlar, bilen kimseler için Allah'ın açıkladığı
yasalardır
[738] buyurmuştur.
Aişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; "Rifâa el-Kurazî'nin
hanımı, Rasulullah (sallallâhu aleyhi vesellem)'egeldi ve; «Ey Allah'ın
Rasulü! Rifâa beni üç talakla boşadı. Daha sonra ben Abdur-rahman İbnü'z-Zübeyr
el-Kurazî'yle evlendim. Fakat ondakini elbisenin saçağı gibi buldum» dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) gülümsedi ve; «galiba
sen, Rifâa'ya dönmek istiyorsun! Hayır, kocan senin balından, sen de onun
balından tadıncaya kadar olmaz» buyurmuştur.[739]
Baldan kasıt, cinsel ilişkiden duyulan hazdır. Bu, boşalma olmasa dahi, erkek
ve kadının cinsel organlarının birleşmesiyle olur.
I. Söylendiği anda gerçekleşen talak: Söylendiği anda, hemen
boşamakla kastedilen talaktır. Bu, herhangi bir şart veya gelecek zaman lafzı
zikretmeden, erkeğin hanımına 'seni boşadım; sen boşsun' gibi sözler söylemesidir.
Bu talak türünde, boşama hemen gerçekleşmiş olur.
II. Gelecek
zamanda talak: Gelecek zaman kipiyle boşama lafzının zikredilmesidir. Bu
durumda erkek boşamayı, belirttiği gelecek bir zamanda yapmayı kastetmektedir.
Bu, 'gelecek ayın başında sen boşsun' veya 'bu günün sonunda sen boşsun' gibi
sözlerle yapılan boşamalardır. Bu talak türünün hükmü konusunda âlimler farklı
görüşler belirtmişlerdir. İsabetli olan görüş, 'bu talak türünün 'söylendiği
anda akit haline gelmesi; sonuçlarının ise belirtilen zaman geldiğinde
oluşmasıdır'. İmam Şafiî, Ahmet bin Hanbel ve Davut ez-Zâhİrî bu görüştedir.
III. Şarta bağlı talak: Erkeğin hanımını boşamayı, bir şartın
gerçekleşmesine bağlamasıdır. Bu şartın, erkeğin veya kadının bir davranışıyla
ilgili olması veya başka bir şeyle İlgili olması fark etmez. Bu tür boşamaya,
'talaka yemin' denir, örneğin erkeğin hanımına; 'evden çıkarsan sen boşsun'
demesi gibi.
Bu talak geçerli midir?
Hanımını bu şekilde boşayan kişi için iki durumdan birisi söz
konusudur;
a) Şart gerçekleştiğinde, talakın da gerçekleşmesini kastederek
söylemiş olmasıdır: Bu durumda talak gerçekleşmiş olur. İlim ehlinin çoğunluğu
bu görüştedir. Bu konuda birçok icmâ nakledilmiştir.
b) Şartın
gerçeklemesi durumunda gerçekten boşamaya niyetli olmadığı halde, hanımını bir
şeyi yapmaya veya terk etmeye zorlamak amacıyla söylemiş olmasıdır. Aslında
şartın gerçekleşmesi halinde boşamak istememektedir. Bu durumda -âlimlerin
tercih edilen görüşüne göre-, talak gerçekleşmez. 'Allah, yemin terinizi çözmenizi size meşru kılmıştır
[740]
'Yemin ettiğinizde yeminlerinizin kefareti, işte budur.[741]
Talak üzerine yemin etmek, Müslümanların kefarette bulunmaları
gereken yeminlerdendir. Dolayısıyla bu tür talaklar, âyette belirtilen yeminler
kapsamındadır. Nitekim Peygamberimiz (sal-İallâhu aleyhi ve seilem); 'kim bir
yeminde bulunduktan sonra, onun dışında bir hayır görürse, hayırlı olanı yapsm;
yemini için kefarette bulunsun
[742]
buyurmuştur.
Ebû Râfî anlatıyor; Bana, azatlım Acmâ'nın kızı Leyla; 'Eğer
hanımını boşamazsan, her köle onun için hür; her mal onun için hediye olsun.
Yahudi veya Hıristiyan olsun' dedi. [Daha sonra İbn Ömer'e gelip sorduğunda;]
'Yemininden dolayı kefaret ver. Adamla hanımının arasından çekil' dedi.[743]
İbn Ömer (radiyal-lâhu anh), bu konuda yapılan yemini, boşamaya teşvik amacıyla
söylenmiş bir söz olarak değerlendirmiş; erkeğin hanımını boşamaması durumunda
ise, yemin kefareti vermesi gerektiğini belirtmiştir. Şartlı talak için de aynı
durum söz konusudur. Bu herhangi bir konuda teşvik etmek veya sakındırmak
amacıyla söylenmiştir. Dolayısıyla bu gibi durumlarda şartlı talakta bulunan
kişi yemin kefareti verir; talakı gerçekleşmiş olmaz. -Allah en doğrusunu bilir.
1. Herhangi bir işin gerçekleşmesi şartına bağlı
olarak bir kişi şartlı talakta bulunsa; daha sonra da unutması veya ikrah durumunda
kalması nedeniyle o şart gerçekleşse, buna bağlı olarak talak da gerçekleşmiş
olur. Âlimlerin çoğunluğu bu görüştedir.
2. Şartlı talakta bulunan kişi, o şart gerçekleşmediği sürece
hanımıyla her türlü ilişkide bulunabilir.
3. Şarta bağlı talakta, şartın gerçekleşmesiyle birlikte talak,
bir talak olarak gerçekleşir. Örneğin 'evden
çıkarsan boşsun' diyen bir kişinin hanımı, evden çıkmasıyla birlikte bir talak
gerçekleşmiş olur. Eve döndükten sonra ikinci defa çıkması durumunda ikinci
talak gerçekleşmez.
4. İnşaallah' lafzıyla söylenen talak: Âlimlerin tercih edilen
görüşüne göre, inşallah lafzıyla söylenen talak gerçekleşmez. Çünkü
'inşaallah' lafzı, talakı iptal eder. Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve seilem); 'Kim bir konuda yemin eder ve 'inşaallah' derse; (yeminini
tutamadığında yeminini bozmuş olmaz); ona kefaret gerekmez' buyurmuştur. İmam
Ebû Hanîfe, İmam Şafiî ve İbn Hazm bu görüştedir.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Ey Peygamber! Kadınları
boşamak istediğiniz zaman, onları iddetleri içinde boşayın ve iddeti sayın;
Rabbiniz olan Allah'tan sakının; onları, apaçık bir hayasızlık yapmaları hali
hariç, evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasmlar.[744]
'Onları gücünüz nispetinde kendi oturduğunuz yerde oturtun.[745]
Yüce Allah bu ayeti kerimede, kadının iddeti süresince kocası
yanında mesken hakkı bulunduğuna hükmetmiştir.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve seilem};
'Erkeğin hanımını geri alma hakkının bulunduğu ric'î talakta, kadının nafaka
ve mesken hakkı vardır
[746]
buyurmuştur.
Üç talakla
boşanan kadının, nafaka ve kocası yanında mesken hakkı yoktur.
Kays'ın kızı Fâtıma üç talakla boşanmıştı. Kendisi bu durumu şöyle anlatıyor; 'Mesken ve nafaka hakkı için [boşandığım]
eşimi Rasulullah (sallallâhu aleyhi ue sellem)'e şikâyet ettim. Bana mesken ve
nafaka hakkı vermedi ve Ümmü Mektûm'un oğlunun evinde iddet beklememi emretti.[747].
Doğum yapıncaya kadar nafaka hakkı vardır. Çünkü Yüce Allah;
'.. .Eğer hâmile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin.[748] buyurmuştur.
Nafaka, erkeğin boşadığı hanımına verdiği
maldır. Bu mal, giyecek, yiyecek, harcırah, hizmetçi ve benzeri şeylerdir.
Bunun miktarı erkeğin maddi durumuna göre fark eder.
Alimlerin tercih edilen görüşüne
göre, konuyla ilgili ayeti kerimenin umumi lafzından dolayı boşanan kadınlara
nafaka verilmesi 'vaciptir'. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Boşanan
kadınları iyilikle!uygun bir surette faydalandırmak, muttakiler üzerine bir
haktır
[749] Zengin kendi durumuna, fakir kendi durumuna
uygun bir şekilde, boşadığınız hanımları, faydalandırın. Bu iyilerin üzerine
bir haktır.[750]
Nafaka konusunda cinsel üişkiye girilmiş kadınla,
cinsel ilişkide bulunulmadan boşanmış kadın aynı durumdadır. Fakat şunun
bilinmesi gerekir ki; Cinsel ilişkide bulunulmadan boşanmış kadının nafakası,
nikah akdinde belirlenmiş mehrinin yarısından ibarettir. Bunun dışında bir
nafaka hakkı yoktur. Nitekim Yüce Allah, cinse! temasta bulunulmadan boşanmış
kadınların faydalandırılmasını/onlara bağışta bulunulmasını vacip kılmıştır.
Mümin kadınlarla nikahlandıktan sonra, (cinsel) temasta bulunmadan onları
boşarsanız; onlardan dolayı size iddet saymaya gerek yoktur. Kendilerine bağışta bulunarak onları güzellikle
serbest bırakın
[751]
buyurmuştur.
Âyeti
kerimedeki 'bağış/faydalandırma1 lafzı, miktarı belirli ve belirsiz olmak üzere
genellik bildirmektedir. Bu genel ifadeyi, Bakara süresindeki ayetler
açıklamıştır. Buna göre, mehri belirlenmiş kadın, cinsel ilişkide bulunulmadan
önce boşanmışsa, mehrinin yarısıyla faydalandırılır. Mehri belirlenmemiş ise,
fay-dalandırılacağı miktar tayin edilmemiştir. Nitekim Yüce Allah bu konuda
şöyle emretmiştir; '...Mümin kadınlarla nikahlandıktan sonra, (cinsel) temasta
bulunmadan onları boşarsanız; onlardan dolayı size iddet saymaya gerek yoktur.
Kendilerine bağışta bulunarak onları güzellikle serbest bırakın. Evlendiğiniz
kadınları mehir belirlediğiniz halde, temas etmeden boşarsanız, -kendileri veya
nikâh akdi elinde olan erkeğin bağışlaması hali müstesna-belirlediğiniz mehrin
yarısı onlarındır. Bağışlamanız Allah'tan sakınmaya daha uygundur. Aranızdaki
iyiliği unutmayın. Allah şüphesiz yaptıklarınızı görür.[752]
İbn Ömer
(radiyallâhu anh) der ki; 'Boşanan bütün kadınların nafaka/faydalandırılma
hakkı vardır. Ancak kendisiyle cinsel ilişkiye girilmeden boşanan kadınların,
mehirlerinin yarısını alma dışında bir nafaka/fayda hakları yoktur.[753]
Âlimlerin çoğunluğu bu görüştedir.[754]
Boşanan kadın, başka biriyle evlenmediği sürece, küçük
çocukların velayetine babadan daha fazia hak sahibidir. Kadın başka biriyle
evlendiğinde, baba daha fazla hak sahibi olur. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve seilem), bebeğiyle birlikte bulunan
boşanmış
kadına; 'Evlenmediğin sürece, çocuğun velayetine sen daha fazla hak sahibisin
[756]
buyurmuştur.
Hidâne ihtiyacı bulunmayan çocuklar, baba veya anneyi tercihte
serbest bırakılırlar. Nitekim Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e,
bir kadın bu konuda şikayette bulunmak için geldiğinde, çocuğa hitaben; «İşte
baban ve işte annen! Hangisini istiyorsan onun elini tut!» buyurmuştur. Bunun
üzerine çocuk annesinin elini tutmuş ve onunla birlikte gitmiştir.[757]
Iddetin kelime anlamı, saymak ve hesap etmek
demek olan 'adde' kökünden türemiştir. Terim anlamı ise: Yüce Allah'ın, boşanan
kadınlara belirlediği süredir. Kadının, bu süre tamamlanıncaya kadar farklı
biriyle evlenmeksizin beklemesi farzdır.[758]
Şârî/kanun
koyucu, birçok anlam ve hikmeti itibara alarak, iddet beklenmesini şeriat
kılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır;
1. Rahmin temizlendiğinin bilinmesi. îki ve daha fazla
farklı meninin tek rahimde karışmaması, dolayısıyla da soy karışımının ve
fesadın önlenmesi.
2. Evlilik müessesesinin değer ve saygınlığının
büyüklüğü, kıymet ve şerefinin gösterilmesi.
3. Ric'î talakta tarafların pişman olması ve ayrılıktan vazgeçmeleri
için zaman kazanılması.
4. İddet süresince kadının ziynetlenmesinİ ve süslenmesini
önleyerek, hanımından ayrılığın etkilerini erkeğe hissettirmek. Bu nedenle
kadının, baba ve oğluna tuttuğu yastan daha fazlası, kocası için meşru kılınmıştır.
5. Erkeğin, kadının ve çocuklarının haklarına ihtiyatlı davranmak.
Allah Teâlâ'nın hukukuna riayet etmek. Bu nedenle id-dette, dört hak
bulunmaktadır.
Erkeğe iddet beklemek vacip değildir. Boşandıktan sonra, hanımının
iddet süresinin dolmasını beklemeden erkek evlenebilir. Ancak bunun bazı
istisnaları vardır. Örneğin, boşadığı hanımın kız kardeşiyle, teyzesiyle,
halasıyla veya boşadığı hammıyla birlikte evlenmesi helal olmayan kadınlardan
biriyle evlenmek istemesi durumunda, erkek boşadığı kadının iddet süresinin dolmasını
beklemek zorundadır. Dört evli olan bir erkek, dördüncü hanımını ric'î talakla
boşadığı takdirde, kadının iddet süresi tamamlanıncaya kadar beklemesi
vaciptir. Bu konuda âlimler ittifak etmiştir. Fakat -âlimlerin çoğunluğuna
göre- dördüncü hanımını bâin talakla boşayan erkeğin beklemesi vacip değildir.
Erkeğin istisna durumlarda beklemesi gereken süreye, her ne kadar iddet anlamı
taşısa da, ne dil açısından, ne de şer'î açıdan 'iddet' denilemez. -Allah en
doğrusunu bilir.
a) Boşanan kadın, hayız gören bir kadınsa, iddet süresi üç hayız
dönemidir. Çünkü Yüce Allah; 'Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç kurûlhayız
dönemi beklerler.[759]
buyurmuştur. Âyeti kerimedeki 'kuru' kelimesi, hayız anlamındadır. Çünkü Âişe
validemizin rivayet ettiği bir hadiste hayız anlamında kullanılmıştır. Âişe (radiyallâhu anhâ) anlatıyor; 'Ümmü
Habtbe'nin istihâze kanamaları oluyordu. Bu durumu Peygamber (salîallâhu aleyhi
ue sellem)'e sordum; «Ona hayız günlerinde namazı bırakmasını emretti.[760]
b) Boşanan kadın, yaşının küçük veya büyük olmasından dolayı
hayız olmayan bir kadınsa, iddet süresi üç aydır. Çünkü Yüce Allah şöyle
buyurmuştur; 'Kadınlarınızdan ay hah görmekten kesilenler ile henüz âdet
görmemiş olanların iddetleri hususunda şüpheye düşerseniz, bilin ki, onların
iddet beklemesi üç aydır.[761]
Bu durumdaki
kadına iddet yoktur. Çünkü Yüce Allah Şöyle buyurmuştur; '...Mümin kadınlarla
nikahlandıktan sonra, (cinsel) temasta bulunmadan onları boşarsanız; onlardan
dolayı size iddet saymaya gerek yoktur.[762]
Doğumunu
yapıncaya kadardır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Hamile kadınların
iddeti, doğum yaptıklarında tamamlanır.[763]
Normal hayız
gören kadının, nedeni anlaşılamayacak şekilde hayızdan kesilmesi durumuna
'mürtâbe' denir. Bu durumdaki kadın boşandığında veya kocası vefat ettiğinde
dokuz ay bekler, daha sonra üç ay iddet süresini doldurur. Dolayısıyla bu
durumdaki kadının iddeti tam bir yıl sürmüş olur. Yılı doldurduktan sonra
evlenmesi helaldir. Çünkü bu konuda Ömer {radiyallâhu anh) şöyle demiştir;
'dokuz ay oturur, hamile olmadığı ortaya çıktığında, üç ay iddet bekler ve
böylelikle bir yıl olur.[765]
Aynı ifade İbn Abbas (radiyallâhu anlı)'ten de nakledilmiştir. Bu konuda
sahabelerden muhalif olan bir kimse
bilinmemektedir. Bu konu Mâliki ve Hambelî mezheplerinde de böyledir.[766]
Bu durumdaki
kadın boşanması durumunda üç ay iddet bekler. Çünkü bu durum şu âyeti
kerimenin kapsamına girmektedir. 'Kadınlarınızdan ay hali görmekten kesilenler
ile henüz âdet görmemiş olanların iddetleri hususunda şüpheye düşerseniz, bilin
ki, onların iddet beklemesi üç aydır.[767]
Alimlerin genelinin görüşü budur.[768]
Hatırlatma: Cenazeler konusunda, iddetle ilgili hükümler ve
iddetin âdabı açıklanmıştı.
Tanımı: Lügatte, elbiseyi çıkarmak anlamındadır. Kadın mecazi
olarak erkeğin elbisesine benzetilmiştir.[769]
Terim anlamı İse, kadının bir bedel karşılığında kocasından ayrılmasıdır. Hulû
hakkı, kocasının kötü huy ve ahlakından dolayı geçimsizlik nedeniyle, kadının,
kocasına itaatte Allah'ın hukukuna riayet edememek endişesinden doğmuştur.
Hulû, fidye olarak da isimlendirilir.
Meşruluğu: Hulû, Kuran, sünnet ve icmâ ile sabittir. Nitekim
Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Kadınlara verdiklerinizden bir şey almanız size
helal değildir. Eğer Allah'ın yasalarım ikisinin de koruyamayacaklarından
endişe ederseniz, o zaman kadının fidye vermesinde ikisine de günah yoktur.[770]
İbn Abbâs
fradiyallâhu anh) anlatıyor; 'Sabit bin Kays'ın hanımı, Peygamber (sallallâhu
aleyhi ve sellemj'e geldi ve; «Ya Rasulullah! Sâbit'in ne dinine, ne de
ahlakına bir diyeceğim yok. Fakat ben küfran-ı nimetten (onun hakkını yerine
getirememekten) korkuyorum» dedi Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «O
halde, bahçesini ona geri verir misin?» buyurdu. O; «Evet» dedi ve bahçeyi ona
iade etti. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), Sâbit'e onu
boşamasını emretti.[771]
Şer'î bir
neden olmaksızın kadın boşanma talep edemez: Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi ve sellem); 'Zorunlu bir neden olmaksızın, kocasından boşanma talep eden
kadın, Cennetin kokusunu duyamaz
[772]
buyurmuştur.
Normalde kocasından ayrılmak istemeyen kadının,
-örneğin- anne ve babasıyla birlikte olmak için, kocasının kendisini
boşamasını istemesi caiz değildir. Çünkü bu konuda anne-baba-ya itaat edilmez.
Bilakis, kocası ona günahı emretmediği sürece, anne-babasına itaatten daha
fazla itaate hak sahibidir.[773]
Şer'î bir neden
olmaksızın kadmm boşanmayı talep etmesi caiz olmadığı gibi, erkeğin hulû
konusunda şer'î gerekçesi olan bir kadını hapsetmesi ve nikâhı altında tutması
da caiz değildir. Bilakis bu durumda güzellikle ayrılması gerekir. Çünkü Yüce
Allah şöyle buyurmuştur; 'Kadınları boşadığmızda, (iddet) müddetleri sona
erince, onları güzellikle tutun, ya da güzellikle bırakın, haklarına tecavüz
etmek için onlara zararlı olacak şekilde tutmayın; böyle yapan şüphesiz
kendisine yazık etmiş olur. Allah'ın ayetlerini alay konusu edinmeyin;
Allah'ın üzerinize olan nimetini, öğüt vermek üzere size indirdiği
Kitâb ve hikmeti anın, Allah'tan sakının ve biliniz ki, Allah'ın her şeyi bilir.[774]
Hulû, nikâh akdinin feshidir, talak değildir. Nitekim iki ve üç
talaktan sonra da huîûnun caiz olduğu naslarla sabittir. Şayet hulû, talak
sayılsaydı, bu durumda talak sayısı dörde çıkmış olurdu!
Hz. Ali, hz. Osman, İbn Mesûd (radiyallâhu anhum)
gibi sahabeler ile İbnu'l-Müseyyeb, Atâ, Ebû Hanîfe, imam Mâlik, Evzâî, Servî
gibi müctehid âlimler «hulû yoluyla boşamayı 'bâin talak' saymışlardır.
Hanbelî ve Şafiî mezheplerine göre İse 'hulû talak değil, fesihtir.[775]
Kuranın tercümanı İbn Abbâs (radiyallâhu anh)'m bu konuyla
ilgili ayetten anladığı budur. 'Talak iki defadır. Sonucunda (kadın) ya
iyilikle tutulur; ya da güzellikle salıverilir. Kadınlara verdiklerinizden bir
şey almanız size helal değildir. Eğer Allah'ın yasalarını ikisinin de
koruyamayacaklarından endişe ederseniz, o zaman kadının fidye vermesinde
ikisine de günah yoktur.[776]
Tâvûs, İbn Abbâs (radiyallâhu anh)'ı; 'Hulü, talak değildir'
dediğini rivayet etmiştir.[777]
Hulû'nun talak olmadığına dair delillerden biri de, talakta erkek
geri dönme hakkına sahip olduğu halde, kadının rızası olmadığı sürece hulû'da
böyle bir hakka sahip değildir. Aynı zamanda talak iddeti üç hayız dönemi
olduğu halde, hulû nedeniyle iddet -ileride açıklanacağı üzere- bir hayız
dönemidir. Dolayısıyla, erkek hanımıyla on defa hulû yapmış olsa dahi, kadın
başka bir erkekle evlenmeden, yeni bir nikâh akdiyle tekrar evlenmesi caizdir.[778] Sonuç itibariyle
huiû, talak olarak hesaplanmaz. -Allah, en doğrusunu bilir.
1. Hulû, talak lafzıyla yapılsa dahi, talak oiarak hesap edilmez.[779]
Çünkü boşama, hakim kararı bulunmasa bile, bir bedel karşılığı olarak yapıldığı
sürece hangi lafızla olursa olsun talak olarak hesaplanmaz. Hulû veya fesih
lafızlanyla yapılmış olması Şart değildir. Nasların ve usul kaidelerinin delil
olarak ortaya koyduğu sahih görüş budur.[780]
2. Hulû'nun hakim nezâretinde yapılmış olması şart değildir.
Hâkimin izni olmasa dahi, eşlerin huîû konusunda anlaşmaları yeterlidir. Çünkü
Yüce Allah; 'kadının fidye vermesinde ikisine de günah yoktur
[781]
buyurmuştur.
Hayseme bin Abdurrahmân anlatıyor; (Emir) Bişr bin
Mer-vân'a, aralarında hulû yapan bir kadın ve erkek getirildi. Bişr, hulû'yu
geçerli saymadı. Bunun üzerine Abdullah bin Şihâb; «Ömer'e hulû yapan biri
getirildiğinde, onu geçerli kabul etti» dedi.[782]
Yani, hakimin izni olmadan yapılan hulû'yu geçerli saymıştır. Ayrıca talakın,
hakim kararına tabi olmadan caiz olduğu gibi, hulû da caizdir.
3. Kocanın izni olmaksızın, hâkim hulû kararı verebilir mi?
Sabit'İn hanımının hulû ile boşanması konusunda, Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem), kadına «O halde, bahçesini ona geri verir
misin?» diye sormuş, kadından «evet» yanıtı aldığında, Sabit'e onu boşamasını
emretmişti. Alimlerin çoğunluğuna göre,
Peygamberimizin bu uygulaması irşat ve yol göstermek amacıyladır, bu nedenle
vucûbiyet bildirmem ektedir. Dolayısıyla erkeğin rızası olmaksızın hulû sahih
olmaz. -Allah, en doğrusunu bilir-.
4. Hayız halindeki kadına hulû caizdir. Hulû için temizlenmiş
olması şart değildir.
Hulû yapılması, cinsel ilişkide bulunulan temizlik dönemi ile
hayız dönemleri de dâhil olmak üzere her zaman caizdir. Talakın hayız
dönemlerinde caiz olmayışının nedeni, iddetin uzaması nedeniyle kadının zarar
görmesini önlemek içindir. HuSû İse, geçimsizlik nedeniyle kadının zarar
görmesini önlemek amacıyla meşru kılınmıştır. Dolayısıyla 'hulû' talep eden
kadın sıkıntı ve huzursuzluk içerisindedir. Bu iddet süresinin uzamasından daha
büyük bîr zarardır. Bu nedenle Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem},
hulû talep eden kadına hayızlı olup-olmadığını sormamıştır. Alimlerin
çoğunluğunun kanaati budur.
[783]
Bu anlatılanlar, hulû'nun nikâh akdinin
feshi olduğu ve talak sayılmaması konusunda tatmin edici boyuttadır.
Hanefî ve Mâliki mezheplerine göre hulû, talak olarak kabul
edildiğinden dolayı, bu yolla boşanan kadınların üç temizlik dönemi iddet
beklemeleri gerekir. {Çev.)
Hulû yapılan kadın hayız oluncaya kadar bekler, bir hayız
olduktan sonra başka biriyle evlenmesi caiz olur. Muavviz'in kızı Rebî
(radiyaliâhu anhâ) anlatıyor; 'Kendisi hulû yaparak kocasından ayrıldığında,
Osman bin Affan'a geldi ve; «iddet beklemem gereken süre nedir?» diye sordu.
Osman bin Affân; «Sana iddet yoktur. Ancak henüz yeni ayrılmış olman nedeniyle
bir hayız oluncaya kadar beklemelisin» dedi. Sonra ben, Sabit bin Kays'ın
nikahı altında bulunan ve hulû yaparak ondan ayrılan
Meryem el-Muğâliye hakkındaki, Rasuhlİah
(sallallâhu aleyhi ue sellemj'in hükmünü araştırdı.[784]
Tanımı: Erkek, karısını zina yapmakla suçladığı zaman
[785]
hâkim aşağıda belirtileceği şekilde her ikisini de lanetleşmeye çağırır.
Eşlerin «eğer yalan söylüyorsam, Allah'ın laneti üzerime olsun» diyerek yemin
etmesi nedeniyle, bu işleme 'liân/lanetleş-me' denir.
Meşruluğu: Aliah Teâlâ şöyle buyurmuştur; "Eşlerini zina ile
suçlayıp ta, kendilerinden başka şahitleri bulunmayanlara gelince, onların her
birinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenler-den olduğuna dair dört defa
Allah adına yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer yalan
söyleyenlerden ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir.
Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa yemin ile
şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise,
Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi kendisinden cezayı kaldırır.
Şayet Allah'ın size bol lütfü ve merhameti olmasaydı ve Allah, tevbeleri kabul
eden hüküm ue hikmet sahibi olmasaydı (haliniz nice olurdu!).[786]
İbn Abbâs
(radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Hilâl bin Umeyye, Peygamber (sallallâhu aleyhi
vesellem)'in yanında hanımının Şerik bin Sahmâ ile zina ettiği suçlamasında
bulundu. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Ya delil
getirirsin, ya da sırtına had cezası vurulur» buyurdu. Hilâl; «Yâ Rasulullah!
Bizden biri kendi hanımının üzerinde bir erkek gördüğünde gidip delil mi
toplasın?!» dedi Peygamber (sallallâhu aleyhi ue sellem); «Ya delil getirirsin,
ya da sırtına had cezası vurulur» buyurdu. Bunun üzerine Hilâl; «Seni hak ile
gönderene yemin ederim ki, ben doğru söylüyorum. Allah, benim sırtımı had
cezasından kurtaracak bir ayet
indirecektir»
dedi. Bu olay üzerine Cibril aleyhisse-lam geldi ve; "Eşlerini zina ile
suçlayıp da...." İfadesinden, «... doğru söyleyenlerden olduğuna dair...»
âyeti nazil oldu. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ue sellem), ayrıldı
ue kadını çağırttı. Kocası Hilâl de geldi. İlk önce Hilal şahadetle yemin
etti. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Hiç şüphesiz Allah, ikinizden
birinin yalancı olduğunu bilmektedir. İkinizden hangisi tövbe edecek (ve
lanetleşmeden vazgeçecek)?» buyurdu. Sonra Hilal'in hanımı ayağa kalktı, (dört
defa) Allah adıyla, Allah'ı şahit tutarak yemin etti. Beşinci yemini yapacağı
zaman, oradakiler kadını durdurdular ve; «beşinci yemin azabı hakkettirir»
diyerek hatırlatmada bulundular. İbn Abbâs der ki; ıbu hatırlatma üzerine
kadın biraz duraksadı. Biz yeminden vazgeçecek zannettik. Fakat o; «bundan
sonraki günlerde kavmimi rezil edemem!» dedi ve beşinci yemini de etti. Bunun
üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Bu kadını(n doğumunu) gözleyiniz!
Eğer gözleri sürmeli, iri kalçalı ve iri baldırh bir çocuk doğurursa, o çocuk
Şerîk bin Sehmâ'ya aittir» buyurdu. Kadın bu tarife uyan bir çocuk doğurdu.
Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem); «Eğer Allah'ın kitabında
(îanetleşme) hükmü bildirilmemiş olsaydı; benimle, o kadın arasında elbette
bir hüküm olurdu (yani, o kadına zina cezasını uygulardım)» buyurdu.[787]
Konuyla ilgili naslardan anlaşıldığına
göre, lanetleşmenin niteliği şu şekildedir;
1. Lanetleşmeden önce hâkim, her iki tarafa da
tövbe etmelerini öğüt verir. Ancak lanetleşmede ısrar ederlerse duruşmayı
açar.
2. Önce kocanın ayağa kalkmasını ister. Ona, dört defa şöyle
söylemesini emreder; «Allah'ı şahit tutarak yemin ederim ki, ben doğru söylüyorum.
Ve ben kanma zina iftirasında bulunmadım».
3-4. Erkek bunu dört defa söyledikten sonra, hakim
birine eliyle onun ağzını kapatmasını emreder. Kocanın beşinci yemini yapmasına
fırsat vermeden ona; «Aliah'tan kork! Hiç şüphesiz bu yeminle Allah'ın azabı
hak olur. Kuşkusuz dünyadaki ceza, ahiret azabından çok daha hafiftir» diyerek
vaaz eder.
5. Bu vaaz ve
nasihatlerden sonra da erkek ısrar ederse, «eğer yalancılardan isem, Allah'ın laneti
üzerime olsun» diyerek beşinci yemini de yapar. Bu yemini yaptıktan sonra,
iftira suçu nedeniyle had cezasına çarptırılmaz. Şayet beşinci yemini yapmaktan
vazgeçerse, had cezası olarak seksen sopa vurulur.
6. Hâkim,
erkeğin yeminini tamamlamasından sonra kadına; «Ya yemin edersin, ya da zina
cezasına çarptırılırsın» der.
7. Hâkimin bu
sözü üzerine kadın (ya itirafta bulunur; ya da) dört defa «Allah'a şahit
tutarak yemin ederim ki, o yalancılardandır» der.
8. Dördüncü
yeminden sonra, beşinci yeminin Allah'ın gazabını hak ettireceği konusunda,
kadına vaaz ve nasihatte bulunmak için hâkim, birine onun ağzını kapatmasını
emreder.
9. Şayet kadın beşinci yemini yapmaktan vazgeçer ve İtirafta
bulunursa, zina cezasına çarptırılır.
10. Eğer
inkârında devam ederse, kadına; «eğer kocam, doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın
gazabı benim üzerime olsun» diyerek beşinci yemini yapması emredilir. Bu
şekilde beşinci yemini de yapması durumunda zina cezasına çarptırılmaz.
Yukarıda belirtildiği şekilde eşler lanetleşmede bulunmaları
durumunda şu sonuçlar oluşur;
1. Lanetleşen taraflardan had cezaları kalkar.
Lanetleşmeyle birlikte erkek, zina İftirasında bulunmak suçundan, kadın da zina
cezasından kurtulur. Nitekim Peygamberimiz (sallalîâhu aleyhi ve sellem), Hilâl
bin Umeyye'nin karısı hakkında; «Eğer Allah'ın kitabında (lanetleşme) hükmü
bildirilmemiş olsaydı; benimle, o cadın arasında
elbette bir hüküm olurdu (yani, o kadına zina cezasını uygulardım)»
buyurmuştur.
2. Lanetleşmede bulunan bir kadını, hiç kimse
zina ile İtham edemez. Bu İthamda bulunanlara zina İftirasında bulunmaktan had
cezası uygulanır. Çünkü kadının lanetleşmede bulunmuş olması, onun hakkındaki
zina suçlamasını ortadan kaldırmıştır. Buna rağmen kadını zina İle veya
kadından doğan çocuğu ve-led-i zina olmayla itham edenler, zina iftirasında
bulunmuş sayılır ve had cezasına çarptırılırİar. İbn Abbas (radiyallâhu anh)
anlatıyor; kadın hakkında zina suçlamasında bulunulamaz; çocuğu zina çocuğu
olmayla itham edilemez. Herkim kadını zina ile suçlarsa veya çocuğunu zina
çocuğu olmayla itham ederse, (zina iftirasında bulunma suçu nedeniyle) o kimseye
had cezası uygulanır.[788]
3. Lanetleşmede
bulunan evli çiftler, lanetleşmeyle birlikte boşanmış olurlar. İbn Ömer
(radiyallâhu anh) anlatıyor; Peygamber (sallalîâhu aleyhi ve sellem),
Ensar'dan bir erkek ve kadını (zina suçlamasında bulunmaları nedeniyle)
lanetleşmelerin-den sonra ayırdı/boşadı.[789]
Lanetleşen evli çiftler, lanetleşme
sonucunda boşanmış sayılırlar. Alimlerin çoğunluğuna göre, bu konuda ayrıca
hâkim kararma ihtiyaç yoktur. Nitekim Sehl (radiyallâhu anhj'ın rivayetinde;
'Lanetleşmede bulunduktan sonra; «eğer onu hala nikâhım altında tutarsam, ona
yalan söylemiş olurum» dedi ve Peygamber (sallalîâhu aleyhi ve sellem) onlara
ayrılmalarını emretmeden önce, hanımını üç talakla boşadı. Böylelikle
Peygam-ber'in yanında ondan ayrılmış oldu. Bunun üzerine Peygamber (sallalîâhu
aleyhi ve sellem); <Su, lanetleşmede bulunanlar için ayrılıktır/boşanmaktır»
buyurdu.[790]
Lanetleşme tamamlandıktan sonra hâkim
eşleri ayınr. Hanefî mezhebine
göre bu ayırma 'bâin talak' kabul edilir.[791]
İmam Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed eş-Şey-bânî dışında diğer âlimlere göre,
lanetleşme neticesinde boşanan eşler, ebediyen birbirlerine haram olurlar.
[792]
4. Lanetleşmede
bulunanlar ebediyen birbirlerine haram olurlar. Sehl bin Sa'd fradiyallâhu anh}
anlatıyor; '... Bu olaydan sonra hnetleşen karı-kocanm bir daha birleşmemek üzere
ayrılmaları sünnet oldu.[793]
Âlimlerin çoğunluğu bu kanaattedir.
5. Lanetleşmede
bulunan kadın mehirin tamamını hak etmiş olur. Kocası mehirden hiçbir şeyi
geri alamaz. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), lanetleşmede
bulunan karı-kocaya; «Hesabınız Allah'a kalmıştır, ikinizden birisi yalancıdır.
(Kocaya hitaben)sen, kadının aleyhine olacak bir davranışta bulunamazsın»
buyurmuştur. Bunun koca; «(Mehir olarak verdiğim) malım ne olacak?» dediğinde
ona; «(Onda) senin malın yoktur! Eğer kadın hakkında doğru söylüyor isen,
(verdiğin mehir) kadınla gerdekte bulunmuş olmanın karşılığıdır. Eğer yalan
söylüyor isen, o (mehir olarak verdiğin mal) senden çok daha uzak olmuştur»
buyurdu.[794]
6. Lanetleşmede bulunan kadının, nafaka ve
mesken hakkı olmaz. İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; '... Peygamber
(sallallâhu aleyhi ve sellem),
(lanetleşmede bulunan) kadının kocasından ayrılması, talak veya vefat
nedeniyle olmadığı için, mesken ve nafaka hak etmediğine hükmetti.[795]
Her ne kadar bu hadis 'zayıf olsa da,
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem):in 'mebtute' hakkındaki nafaka ve
mesken olmadığı hükmüne muvafıktır. Dolayısıyla lanetleşmede bulunan kadının
nafaka ve mesken hak etmemesi çok daha uygundur. Çünkü lanetleşme neticesinde
kocası, kadının aleyhine bir davranışta ebediyen bulunamamakta ve aralarındaki
ilişki tamamen bitmiş olmaktadır. Oysa mebtute'nin durumu farklıdır.
7. Lanetleşmede bulunan kadının çocuğu
kendisine nispet edilir. İbn Ömer (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem), bir adamla hanımına 'Hân/lanetleşme' yaptırdı.
Sonra boşanmalarına hükmetti ve çocuğu kadına nispet etti
[796]
8. Lanetleşen eşler ve çocukları birbirlerine
mirasçı olurlar. Sehl bin Sa'd (radiyallâhu anh)'ın hadisinde İbn Şihâb der ki;
'Lanetleşen eşlerin birbirlerinden ayrılmalarına hükmetti. Kadın hâmile idi.
Artık çocuğu annesinin adı ile çağrılıyordu. Bundan sonra çocuğun annesine, annesinin
de Allah'ın kendisine takdir buyurduğu hisse de ona mirasçı olması sünnet oldu.[797]
1. Bir adam kendi hanımını zina ile suçlayıp da,
mahkemeye müracaat etmezse, İbrahim en-Nehâî'ye göre, 'evlilikleri devam eder.[798]
2. Bir adam kendi hanımına 'seni bakire olarak almadım'
demesi durumunda, eğer bu sözüyle onun zina ettiğini kastetme-miş ise, had
cezası ve lian gerekmez. Çünkü bekaret, cinsel ilişki olmaksızın da
bozulabîlmektedir. Şayet bu sözüyle onun zina etmiş olduğunu kastetmiş ise yukarıda
anlatılan hükme tabi olur.
Tanımı: Beiirli bir süre kişinin, hammıyla cinsel ilişkide bulunmamaya
yemin etmesidir.
1. Erkeğin cinsel ilişkide bulunmayacağına dair belirttiği sürenin
dört aydan daha az olması. Bu durumda evlâ olan erkeğin yeminini bozup, yemin
kefareti vermesidir. Çünkü Peygamberimiz fsallallâhu aleyhi ve sellem);
"kim bir yeminde bulunduktan sonra, onun dışında bir hayır görürse,
hayırlı olanı yapsın; yemini için kefarette bulunsun
[799]
buyurmuştur.
Şayet erkek
yemin kefareti yapmayıp, îlâ süresini tamamlamayı tercih ederse, kadın
kocasının belirlediği süre doluncaya kadar sabretmelidir. Boşanmayı
istememelidir. Enes bin Mâlik (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) bir ay hanımlarına yaklaşmamaya yemin etmişti.
Ayrı bir odada yirmi dokuz gün bekledi. Sonra oradan indi. Rasulullah
(sallallâhu aleyhi ve sellem) 'e bir ay diye yemin etmemiş miydin? Diye
soruldu; «bir ay yirmi dokuz gündür» buyurdu
[800]
2. Erkeğin cinsel ilişkide bulunmayacağına dair belirttiği sürenin
dört aydan daha' fazla olması. Bu durumda da evlâ olan erkeğin yeminini bozup,
hammıyla cinsel ilişkide bulunması ve yemin kefareti vermesidir. Cinsel
ilişkide bulunmadığı sürece yemin kefareti vermesi gerekmez. Bu durumda
kocasının belirttiği süre tamamlanıncaya kadar kadının sabretmesi gerekir.
Süre dolduktan sonra kocasından ya ilişkide bulunmasını veya kendisini
boşamasını talep edebilir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur;
'Kadınlarından uzak kalmaya yemin edenler için, dört ay beklemek vardır. Eğer
(bu süre içerisinde kadınlarına) dönerlerse, hiç şüphesiz Allah çokça
bağışlayan ve esirgeyendir. Eğer (yeminlerinden dönmeyip kadınlarını) boşamaya
karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz ki, Allah her şeyi işiten ve bilendir.[801]
Yemin süresi tamamlandıktan sonra erkek,
hanımına geri dönme ve cinsel temasta bulunma ile hanımını boşama hususunda
dilediği kararı verebilir. Ebû Salih anlatıyor; îlâ eden kişinin durumunu,
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in sahabelerinden yirmi İki kişiye
sordum; 'dört ay tamamlandıktan sonra ya hanımına döner ya da onu boşar'
dediler.[802]
Hanefî mezhebine göre, îlâ yapan koca, îlâ süresi içerisinde
hammıyla ilişkide bulunursa, yemin kefareti gerekir. Şayet îlâ süresi sona erer
ve hanımına dönmezse, 'bir bâin talakla' boşanmış olurlar.[803]
Diğer mezheplere göre, sürenin dolmasıyla talak kendiliğinden oluşmaz. Bu
durumda koca, ya hanımına dönmeli ya da onu bo-Şamalıdır. Aksi halde kadın
mahkemeye müracaat eder 'tefrik/ayrılma' talebinde bulunabilir. İlâ sonucuyla
veya mahkeme kararıyla gerçekleşen ayrılma 'ric'î talak1 hükmündedir.[804]
Kocası yolculuğa veya farklı bir yere gidip dönmeyen ve
kendisinden haber alınamayan kadın, -bazı âiimiere göre- dört yıl bekler, sonra
dört ay on gün vefat iddeti gibi iddet bekler. Böylelikle başka biriyle
evlenmesi helal olur. Bu hüküm, Ömer bin Hattâp, Osman bin Affân ve İbn Ömer
(radiyallâhu anhum)-den sahih olarak rivayet edilmiştir.[805]
Bu durumdaki kadın hakkında bazı âlimler şöyle
demişlerdir; Kocası geçimine yetecek miktarda geride bir şeyler bırakmış ise
kadın için bekleme süresi tayin edilmesine gerek yoktur. Ancak kadının fitneye
düşmekten korkması durumunda mahkemeye müracaat
ederek, hâkimden nikâh akdinin feshini talep edebilir.[806]
Bazı âlimler ise, bu durumdaki kadın, 'kocasının ölüm haberi
gelinceye kadar beklemelidir{!)' demişlerdir.
Bu konuda bizim kanaatimiz, her ne kadar sahabeler,
kendi dönemlerindeki
iletişim şartlarının zorluğunu dikkate alarak kocası kaybolan kadının bekleme
süresini dört yıl olarak sınırlandırmış olsalar da, günümüzde iletişim şartlan
çok daha kolay ve hızlı hale gelmiştir. Bu nedenle, bu konunun hâkimin
takdirine bırakılması İslam şeriatının maksadına çok daha uygundur. -Allah en
doğrusunu bilir.
Hanefî ve Şafiî mezhebine göre, kocası kaybolan ve haber
alınamayan kadın, kocasının akranlarının yaşayacağı süre kadar beklemelidirler.[807]
Mâliki mezhebine göre bu durumdaki kadın, mahkemeye müracaattan dört yıl sonra
eşinden boşanmış sayılır.[808]
İmam Şevkânî, bu durumdaki bir kadının bekleyeceği süreyle ilgili belirli bir
sınır bulunmadığı; bu sürenin, kadınların görüşleri alınarak ve uğradıkları
zarar göz önünde bulundurularak tespit edileceği görüşündedir.[809]
Tanımı: Kişinin kendi hanımına; 'sen bana annem gibi haram
olasın; senle ilişkiye girmek bana helal olmasın' anlamında, «sen bana annemin
sırtı gibisin» demesidir.
Hükmü: Alimler zihâr'ın haram, yapanın günahkâr olduğu
konusunda görüş birliğindedirler. Çünkü Yüce Allah bu davranışı 'münker/kötüîük
ve yalan söz' olarak isimlendirmiş ve şöyle buyurmuştur; 'içinizden zihâr
yapanların kadınları, onların anaları değildir.
Onların anaları, onları doğuran kadınlardır. Hiç şüphesiz onlar, çirkin ve
yalan bir söz söylüyorlar.[810]
Zihâr neticesinde oluşan sonuçlar: Kişi hanımına; «sen bana
annemin sırtı gibisin» demesi durumunda, hanımı kendisine haram olur. Kefaret
verinceye kadar hanımıyla cinsel temasta veya tatminde bulunamaz. Çünkü Yüce
Allah şöyle buyurmuştur; 'Kadınlarından zihâr ile ayrılmak isteyip de, sonra
söylediklerinden dönenlerin hanımlarıyla temasta bulunmadan önce bir köleyi
hürriyetine kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah,
yaptıklarınızdan haberdardır. Buna imkân bulamayan kimse, temasta bulunmadan
önce aralıksız iki ay oruç tutmalıdır. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri
doyurur. Bu (hafifletme), Allah'a ve Rasulüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar
Allah'ın hükümleridir. Kâfirler için acı bir azap vardır.[811]
Zihâr yapan kişi, aciz kalmadığı sürece kefarette belirtilen
sıraya uymak zorundadır. Nitekim kefarette bulunmadan önce hanımıyla ilişkide
bulunamaz. Zihâr kefareti sırasıyla şunlardır;
1. Erkek veya kadın Mümin bir köle azat etmek. Bunu
bulamadığı takdirde;
2. Hanımıyla temasta bulunmaksızın, aralıksız iki ay oruç tatmak.
Bunu da yapamadığı takdirde;
3. Altmış fakiri doyurmak.
Zihân belirli bir süre tayin ederek yapan kişi, bu süre tamamlanıncaya
kadar -yukarıda belirtildiği şekilde kefarette bulunmadığı takdirde- hanımıyla
cinsel temasta bulunamaz. Süre tamamlandıktan sonra hanımıyla ilişkide
bulunabilir. Bu durumda kefaret gerekmez. Beyâza'nın oğullarından biri olan,
Salman bin Sahr el-Ensârî (radiyallâhu anh) anlatıyor; 'Ramazan ayı çıkıncaya
kadar hanımını kendisine annesinin sırtı gibi kılmıştı. Ramazan'ın yarısı
geçince de geceleyin ona yaklaştı. Rasuluîlah (sallallâhu aleyhi ve selîem)
ona; «bir köle azâd et» buyurdu. Salman, Rasuluîlah (sallallâhu aleyhi ve
sellem)'e gelerek durumu ona anlattı:
"Gücüm yetmez bulamam" dedi. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem); «arka arkaya iki ay oruç tut» buyurdu. Salman; «buna gücüm yetmez»
dedi. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem); «altmış fakiri doyur» buyurdu.
Salman; «Buna da gücüm yetmez» dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sallallâhu
aleyhi ve sellem); «Ferve b. Amr'a altmış yoksulun yedirilmesi için on beş ve
on altı ölçek dolusu bir sepet hurmayı ona ver» buyurdu.[812]
1. Kişi hanımına; «sen bana kız kardeşim[in sırtı] gibisin» demesi
durumunda da zihâr gerçekleşmiş olur. Bu durumda hala, teyze ve benzeri
konumdaki kendisine ebedi olarak haram olanları söylemesi de aynı hükümdedir.
2. Zihâr
kefaretinden önce cinsel ilişkiye girmeksizin, örtü üzerinden temasta
bulunulabilir mi?
Daha önce de belirtiidiği gibi, zihâr yapan kefarette bulunmadan
önce hanımıyla cinsel ilişkiye giremez. Aynı şekilde -tercih edilen görüşe
göre- kefarette bulunmadan önce şehvetle hanımına yaklaşması ve benzer
davranışlarda bulunması da caiz değildir. Nitekim Yüce Allah; 'Kadınlarından zihâr
ile ayrılmak isteyip de, sonra söylediklerinden dönenlerin hanımlarıyla
temasta bulunmadan önce...' buyurmuştur. Nitekim temas sözcüğü, kadına
şehvetle dokunmayı da, cinsel ilişkiye girilmesini de kapsamaktadır. Buna göre
cinsel İlişkinin haram olduğu konusunda âlimler ittifak etmiştir. Aynı şekilde
cinsel İlişkiye neden olacak davranışlarda bulunmak da haramdır. Çünkü «harama
neden olan her şey haramdır». -Allah en doğrusunu bilendir-.
3. Zihâr yapan
kişi, kefarette bulunmadan önce hanımıyla ilişkiye girmesi durumunda, Yüce
Allah'tan bağışlanma dilemelidir. Kefarette bulununcaya kadar bir daha
ilişkiye girmemelidir. Bu durumda sadece bir kefaret yeterlidir. Nitekim daha
önce zikredilen Salman (radiyallâhu anh)'ın hadisinde, hanımıyla kefarette bulunmadan önce ilişkiye girmiş olmasına
rağmen, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona sadece bir kefaret
emretmiştir. Âlimlerin çoğunluğu da bu kanaattedir.
a) Kadın Müslüman olup, kocası kâfir olarak kaldığında: Müslüman
bir kadın, kâfir bir erkeğin nikâhı altında bulunamayacağından dolayı
ayrılırlar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur; '... Eğer siz de onların
inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin.
Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar...
[813]
Müslüman olan kadının kocası, İslam'ı kabul etmezse, hâkim
kararıyla ayrılırlar. Bu ayrılma Hanefî mezhebine göre 'bâin talak' sayılır.[814]
Bu durumda, kadının nikâhı mevkuf/askıya alınır.
Kadının iddet süresi tamamlanmadan önce kocası Müslüman olursa, hanımıyla
nikâhı devam eder. Şayet iddet süresi tamamlanıncaya kadar kocası Müslüman
olmazsa, iddet süresi tamamlandıktan sonra kadın dilediği kimseyle evlenebilir.
Dilerse kadın, kocası Müslüman oluncaya kadar bekleyebilir. Bu durumdaki Müslüman
kadının, kocası Müslüman olduğu takdirde, yeniden nikâh akdi -âlimlerin tercih
edilen görüşüne göre- gerekmez.
1. İbn Abbâs (radiyallâhu anh) anlatıyor; Dârulharp'ten bir
kadın hicret ettiği zaman, hayız görüp temizleninceye kadar ona evlilik
teklifinde bulunulmazdı. Bu şekilde temizlendiği zaman onunla evlenmek helal
olurdu. Kadın evlenmeden önce kocası da hicret ettiği takdirde, kadın kocasına
döndürülürdü'.[815]
İbnu'l-Kayyim
der ki; 'İslam dinine girdikten sonra nikâhını yenileyen bir kimse bilmiyoruz. Bu konudaki uygulama şu iki
şekilden biriydi. Ya ayrılırlar ve başka biriyle evlenirlerdi. Ya da eşlerinin
de Müslüman olmasını gecikse de- beklerlerdi.
Yukarıda belirtilen Müslüman kadının, kocasının da Müslüman
olmasını beklemesi durumu, onun hanımı olmaya devam ettiği anlamına gelmez. Hiç
kuşkusuz kadın Müslüman olmasıyla birlikte, Müslüman olmayan kocasına haram
olur. Bu hüküm Kuranı Kerîm ayetiyle sabittir. Dolayısıyla Müslüman kadın,
kâfir kocasının evinde kalamaz. O, kendisine bir yabancı hükmündedir.
Müslüman olan kadının kâfir kocasından ayrılmasının istenmesi
durumunda, kocası İslam'dan nefret eder ve Müslüman olmaz iddiasıyla'
günümüzde bazı profesörlerin yukarıda belirtilen hükme aykırı fetvalar vermesi
yanlıştır. Kuranı Kerim'in hükmüne aykırıdır. Subhanailâh! Müslüman olmaları
için onlara, haramları helal mi kılalım?! 'Allah onlarda bir hayır görseydi,
elbette onlara duyururdu.[816]
Her türlü ayak sürçmelerinden Allah'a sığınırız.
Sonuç olarak şunu ifade etmeliyiz ki, bu durumdaki Müslüman bir
kadın, dilerse yalnız kalmayı tercih edip evlenmeyebilir. Sonradan kocasının da
Müslüman olması durumunda onunla -yeniden nikâh akdine gerek olmaksızın-
evliliğini devam da ettirebilir. -Allah en doğrusunu bilendir-.
Kâfir bir kadın, Müslüman olduğu takdirde sadece bir hayız
süresi bekler. Üç hayız dönemi beklemez. Daha önce zikredilen İbn Abbâs
hadisinin zahir hükmü budur. Bu Hanefi mezhebinin görüşüdür. Alimlerin
çoğunluğu farklı görüştedir.
b) Erkek Müslüman olup, hanımı kâfir olarak
kaldığında:
1. Hanımı ehl-i kitap -Yahudi veya Hıristiyan- ise, evlilikleri
devam eder. Çünkü Müslüman bir erkeğin ehl-i kitapla evlenmesi caizdir. Dolayısıyla evli Müslüman bir erkeğin
nikâhının devamı çok daha öncelikle caiz olur.
2. Hanımı ehl-i kitaptan değil ise, ayrılırlar. Çünkü Yüce Allah;
'Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın
[817]
buyurmuştur. Şayet kadın da Müslüman olursa, önceki nikâhları geçerlidir.
-Allah en doğrusunu bilendir-.
Tanımı: Miraslar, "ferâiz" olarak da isimlendirilir.
Vefat edenin malını hak edenlere, her birinin hissesinin miktarını bildiren
şer'î hesap kaideleridir.
Mirâs/fcrâiz ilmi: Her hak sahibine terikedeki
[818]
hissesini bildiren kaidelerdir. Şeriat ilimleri arasında en kıymetli ilim dalıdır.
Birçok farklı meseleleri"ve karmaşık konuları içermesi dolayısıyla aynı
zamanda en zor olanıdır. Bu ilim dalında tecrübe ve deneyim sahibi olmayanlar,
gerektirdiği farklı hesaplamalar nedeniyle sonuç elde etmekte zorlanırlar. Bu
nedenie biz, bu ilmin bazı temel'esaslarını ve hanımların mirastaki
durumlarını belirterek yetineceğiz. Konularını detaylandırmayacak, bu ilmin
alt dallarını zikretmeyeceğiz. Çünkü bundan ilim talebeleri dışında kimse büyük
bir fayda elde etmez.
Vefat eden bir kişinin geride bıraktığı
mallarda/terikede dört hak oluşur. Bunlar;
1. Vefat edenin yıkanması, kefenlenmesi ve defin
masrafları terikeden karşılanır.
2. Vefat edenin borçları terikeden ödenir.
3. Vefat edenin
vasiyeti -terikenin üçte birini aşmayacak terikeden karşılanır.
4. Yukarıda sayılan
üç hak yerine getirildikten sonra geriye kalan miktar 'miras' olur. Bu miktar,
Allah'ın kitabı ve Rasulünün sünnetine göre mirasçılar arasında pay edilir.
Nitekim Yüce Allah; '... (Mirasçılara dağıtılacak bütün paylar, vefat edenin)
vasiyetinden ve borçtan sonradır
[819]
buyurmuştur.
1. Akrabalık (nesep)
[820]
Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Akraba olanlar, Allah'ın kitabına göre
(mirasçıhk bakımından) birbirlerine daha yakındırlar...
[821]
2. Nikâh: Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Eşlerinizin geriye
bıraktığının yarısı -eğer çocukları yoksa sizindir...
3. Köle Azat
Etmeden Doğan Velâ:[822]
Köle azat eden kimse, azat ettiği köienin vefat etmesi durumunda onun geride
bıraktığı malına mirasçı olur. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve
sellem); Velâ, kan bağıdır; Nesepten gelen kan bağı gibidir' buyurmuştur.
[823]
1. Öldürmek: Öldüren
kişi, öldürdüğü kişiye mirasçı olamaz. Çünkü Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
ve sellem); 'Katil mirasçı olamaz
[824]
buyurmuştur.
Hanefi mezhebine göre, öldürmenin kasıtlı veya kaza
sonucu oluşması farksızdır. Sebebiyet sonucu ölümler ise, mirasa engel olmaz.
Örneğin herhangi bir amaçla bir çukur kazan kişi, o çukura düşüp ölenin,
müsebbibi/ölümüne neden olmuş sayılır. Her iki durumda (kasıt ve kaza)da katil
mirasçı olamaz. Maliki ve Hanbelî mezhebinde kaza sonucu öldürmeleri mirasa
engel saymamışlardır. İmam Şafiî ise kasıtlı, kaza ve sebebiyet nedeniyle
oluşan öldürmelerin tamamını mirastan mahrumiyet kapsamında kabul etmiştir.
[825]
2. Din Farklılığı:
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); 'Müslüman kâfire; kâfir de
Müslüman'a mirasçı olmaz
[826]
buyurmuştur.
Alimlerin çoğunluğu, yukarıda zikredilen
hadisi şerifi esas alarak, Müslüman'ın kâfir akrabasına mirasçı olamayacağında
ittifak etmişlerdir.
Muâviye, Mesrûk, Saîd b. El-Müseyyeb, İbrahim en-Nehâî gibi
âlimler, 'islam üstündür, hiçbir şey ondan üstün kılınamaz'; 'islam arttırır,
eksiltmez' gibi naslan esas alarak Müslüman'ın kâfir akrabasına mirasçı
olabileceğini; ancak kâfirin Müslüman akrabasına mirasçı olamayacağını
söylemişlerdir. Alimlerin çoğunluğuna ait olan ilk görüşün delili daha
kuvvetlidir.
[827]
3. Kölelik: Kölenin
mirasçı olması durumunda, gerçekte mirasçı kölenin
sahibi olurdu. Oysa kölenin sahibi vefat eden kimse İçin yabancı hükmündedir ve
mirasçı olması mümkün değildir. Bu nedenle köle ne mirasçı olabilir, ne de
miras bırakabilir. Çünkü kölenin mülkiyet hakkı yoktur.
[828]
İslam
hukukunda mirasçılar, 'ferâiz ve asabe' kavramlarıyla iki kısma ayrılır.
1. Ferâiz sahipleri/Mirasları oranla belirlenenler: Mirastaki
paylan, Allah'ın kitabında belirli bir oranla takdir edilmiş kimselerdir.
2. Asabe
[829] tanımlamasıyla
mirastaki payları belirlenenler: Mirastaki payları oranlarla belirlenmiş
olanlar, kendilerine düşen paylarını aldıktan sonra geriye kalan mirası
'asabe' alır. Şayet payları oranlarla belirlenmiş olanlar -yani ferâi2 sahipler-,
miras paylarını aldıktan sonra geriye bir şey kalmazsa, 'asabe' mirastan pay
alamaz.
a) Binefsihi asab
e/Kendi liginden asabe olanlar:[830]
Erkek mirasçılar gibi. - Koca ve anne bir
kardeş hariç.
b) Bi-gayrihi
asabe Başkası
nedeniyle asabe olanlar:[831]
Bunlar kıziar, oğlun kızları, öz kız kardeşler ve baba bir kız kardeşlerdir.
Burada sayılanlar kardeşleriyle birlikte bulunmaları durumunda 'bi-gayrihî
asabe' olurlar.
c) Maa-gayrihî asab e/Başkasıyla birlikte asabe
olanlar:[832] Bunlar kızlarla birlikte
kız kardeşlerdir.
1-2. Baba, dede ve üst soy grubu.
3. Koca
4. Anne bir erkek kardeş.
Yukarıda sayılan dört grup 'ferâiz sahipleridir/mirastaki payları
oranlarla tespit edilmiş olanlardır'.
5-6. Oğul, oğlun oğlu ve alt soy grubu.
7-8. Öz erkek kardeşler ve baba bir erkek kardeşler.
9-10. Öz erkek kardeşin oğlu ve baba bir erkek kardeşin oğlu.
11-12. Öz amca ve baba bir amca.
13-14. Öz amcanın oğlu ve baba bir amcanın oğlu.
15. Köle azat eden kişi.
Yukarıda sayılanlar 'asabe' olarak mirasçı olur ve ferâiz sa:
hipleri paylan oranında miraslarını aldıktan sonra geri kalanın tamamını
alırlar.
1-2. Kız, oğlun kızı ve alt soy grubu.
3. Anne.
4-5. Anne bir nene, baba bir nene ve üst soy
grubu.
6. Öz kız kardeşler.
7-8. Baba bir kız kardeş, anne bir kız kardeş. 9.
(Ölenin) hanımı.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 'Allah size, çocuklarınız hakkında,
erkeğe, kadının iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla
iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa
yarısı onundur.[833]
Ölenin
sadece bir kızı varsa; -yani oğlu ve başka kızı yok ise;1/2
Ölenin bir
veya daha fazla oğlu varsa, kız asabe yoluyla mirasçı olur. Erkeğe İki, kıza
bir pay verilir. Asabe
Ölenin İki
veya daha fazla kızı var, -oğlu yok ise. 2/3
Bunlar vefat edenin oğlunun kızları ve alt soy
grubudur.
Ölünün daha
önce vefat eden öz oğlunun kızlarının mirastaki durumu
Tek kız (torun) ise ve Ölenin kendi sulbünden başka oğlu yok İse; 1/2
İki veya
daha fazla kız iseler ve ölenin kendi sulbünden oğlu yok ise; 2/3
Ölenin bir
kızıyla birlikte, bir veya daha fazla oğul kızı bulunursa; 1/6
Oğlun kızları, aynı derecede oğlun oğlu ile beraber bulunurlarsa
'asabe' olurlar. Bu durumda mirası aralarında erkeklere iki, kızlara bir pay
olacak şekilde paylaşırlar. Asabe
Ölenin
oğlunun bulunması durumunda, oğlun kızları mirasçı olamazlar. Mirasçı Olamazlar.
Oğlun kızı, ölenin kendi sulbünden İki veya daha fazla
kızının bulunması durumunda mirasçı olamazlar.
Oğlun kızlarıyla birlikte, aynı derecede oğlun oğlu veya daha
alt soy grubunun bulunması durumunda 'asabe1 olarak mirastan pay alırlar. Asabe
Ölenin kız veya erkek çocuğu ya da iki kız veya erkek kardeşi var ise;1/6
Ölenin
yukarıda zikredilenlerden hiçbiri yok İse,1/3
Yukarıda zikredilenlerden hiçbiri bulunmaması durumunda;
a) Vefat eden kadm ise ve geride kocası, kendi anne ve babası
var İse,
b) Vefat eden erkek İse ve geride hanımı, kendi anne ve babası
var ise,
Her iki
şıkta da,
karı veya koca hisselerini aldıktan sonra geriye kalanın 1/3'ünü anne alır.
Baba ise 'asabe' olarak arta kalan mirası alır.
Ölenin kız
veya erkek çocuğu, oğlunun oğlu veya oğlunun kızı ve alt soy grubu yok ise;
1/4
Yukarıda zikredilenlerden hiçbiri yoksa, ve ölenin hanımı birden
fazla ise, hanımlar kendi aralanndal/4'ü paylaşırlar.
Başka hanımdan olsa dahi, ölenin çocuklarının bulunması
durumunda,
1/8
Bu durumda, ölenin hanımı birden fazla ise,
hanımlar kendi aralarında 1/8'i paylaşırlar
Anne baba bir kız kardeşlerin mirasta beş farkh
durumu söz konusudur. Bunlar;
Ölenin çocuğu, oğlunun çocuğu, babası, dedesi, öz erkek kardeşi yok ise; tek kız kardeş mirasın Vfe'sini alır.1/2
Yukarıda
sayılanlar yok ise, iki veya daha fazla kız kardeşler mirasın 2/3'sini
alırlar.2/3
Yukarıda
sayılanlardan hiçbiri yoksa kız kardeşlerle birlikte, sadece bir öz erkek
kardeş varsa, o takdirde 'asabe olurlar. Erkeğe 2, kızîara 1 paya göre mirası
paylaşırlar. Asabe
Kız
kardeşler, ölenin kızı veya oğlunun kızıyla birlikte bulunurlarsa "asabe'
oluriar. Aynı şekilde ölenin kızları veya oğlunun kızları birden fazla olursa
da 'asabe' olurlar.
Mirastaki hisseleri, ferâiz/oranlı
olanların payları, mirasın tamamını kapsaması ve öz erkek kardeşler için geriye
hiçbir şey kalmaması durumunda, anne-baba bir kız kardeşler, anne bir erkek
kardeş veya anne bir kız kardeş veya anne bir erkek kardeşlerle birlikte
'bi-gayrihî asabe' olurlar. Başkası
nedeniyle «asabe»
Ölenin oğlunun veya oğlunun oğlu veya babası veya dedesinin bulunması durumunda öz kız kardeşler mirasçı olamazlar. Mirasçı olamazlar
Ölenin
oğlu, kızı, oğlunun oğlu veya kızının oğlunun bulunmaması durumunda, anne bir
tek kız kardeş mirasın 1/6'sım alır.1/6
Anne bir kız veya erek kardeş iki veya daha fazla iseler, mirasın üçte birini kendi aralarında eşit olarak paylaşırlar. Bu durumda kızlarla erkekler eşit pay alırlar.1/3
Anne bir kız kardeş, anne-baba bir kız ve
erkek kardeşleriyle birlikte "bi-gayrihî asabe / başkası nedeniyle
«asabe» olurlar Başkası
nedeniyle asabe»
Ölenin oğlu,
kızı, oğlunun oğlu, oğlunun kızı, babası veya dedesinin bulunması durumunda ana
bir kız kardeşler mirasçı olamazlar. Mirasçı olamazlar
Tek kız ise, baba
bir erkek kardeşi ve öz kız kardeşi yoksa mirasın Vasini alır.1/2
İki
veya daha fazla baba bir kız kardeş iseler, ve yukarıda sayılanlardan hiç kimse
yoksa, mirasın 2/3'ünü alırlar.2/3
Baba bir kız kardeşle
birlikte bir öz kız kardeş bulunuyorsa, mirasın 1/6'sını alır.1/6
Baba bir kız kardeşle
veya birden fazla baba bir kız kardeşlerle birlikte, baba bir erkek kardeş
bulunuyorsa, "bi-gayrihî asabe / başkası nedeniyle «asabe» olurlar. Başkası nedeniyle «asabe»
Baba bir kız kardeşle
veya birden fazla baba bir kız kardeşlerle birlikte, kız veya oğlun kızı
bulunuyorsa ["maa-gayrihî asabe/başkasıyla birlikte «asabe» olurlar.] Bu
durumda kız ve oğlun kızı oranlan miktarında hisselerini aldıktan sonra, kalan
mirası alırlar. Başkasıyla
birlikte «asabe»
Baba bir kız kardeşle veya birden fazla baba
bir kız kardeşlerle birlikte, aşağıda
sayılanlardan birinin oİması durumunda 'baba bir kız kardeşler' mirasçı
olamazlar.
1. Oğlu veya oğlun oğlu ve alt soy grupları.
2. Baba
3. Öz erkek kardeş
4. Erkek kardeşiyle birlikte asabe olan 02 kız kardeş.
5. İki ve daha fazla öz kız kardeşler. (Ancak, baba bir kız kardeşle birlikte, baba bir erkek kardeşin bulunması durumunda asabe olurlar ve hisse sahiplerinin paylarını almalarından sonra kalan mirası erkeğe iki, kıza bir olarak paylaşırlar.} Mirasçı olamazlar
Anne veya baba tarafından büyük anneye 'nine'
denir. Nine, sahih ve sahih olmayan nine olarak iki kısımdır. Sahih nine, annenin
annesi, babanın annesi, babanın babasının annesi gibi nineler 'sahih ninedir'.
Annenin babasının annesi, babanın annesinin babasının annesi gibi nineler
'sahih olmayan ninelerdir' ve bunlar mirasçı olamazlar.
Sahih ninelerin mirasta üç durumu vardır. Bunlar;
İster
baba tarafından, ister anne tarafından nine olsunlar, ister tek veya daha
fazla olsunlar, mirastaki payları 1/6'dır.
1/6
Ölenin
annesi sağ İse, nineler mirasçı olamazlar. Ninelerin anne veya baba tarafından
olmaları fark etmez. Mirasçı olamazlar
Ölene en yakın bulunan nine, daha uzak olan ninelerin mirasçı olmasını Önler. Örneğin, ölenin anneannesi var ise, anneannesinin annesi veya babanın babasının annesi mirasçı olamaz. Mirasçı olamazlar
Ninenin mirastaki hisseleri, Kuranı Kerim'de
belirtilmemiştir. Bu hüküm, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in
mirasta nineye 1/6 pay vermesiyle sabit olmuştur. Bu nedenle âlimler, Ölenin
annesinin bulunmaması durumunda, ninenin mirasçı olacağı konusunda icmâ
etmişlerdir.
Bir köleyi hürriyetine kavuşturan kadın, daha sonra azat ettiği
kişinin vefat ermesi durumunda, -vefat edenin kendi sulbünden 'asabe' olan
mirasçılarının bulunmaması şartıyla- ona «asabe»
[836]
yoluyla mirasçı olur.
Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e bir adam
geldi ve azat ettiği kimsenin mirası hakkında sordu. Ona; «Eğer geride asabe
bırakmış ise; asabe (mirasa) daha fazla hak sahibidir. Eğer (asabe) yoksa
velayet hak sahibi olur»
[837]buyurdu.
Hamza'nın kızı (radiyallâhu anhumâ)
anlatıyor; 'azatlımız vefat etti ve arkasında bir kız bıraktı. Rasulullah
fsailaüâhu aleyhi ve sellem), onun malını benimle (ölenin) kızı arasında yan
yarıya pay etti'.
Kanaatimizce, Peygamberimizin bu uygulamasının nedeni
şudur; Vefat edenin kızı mirasın yarısını feraiz sahibi olarak hak etmekte;
kalan yarısı ise asabe olması nedeniyle azat edene düşmektedir. -Allah en
doğrusunu bilendir-
Daha önce de belirtildiği gibi miras, önce feraiz sahiplerine pay
edilir. Eğer feraiz sahiplerinden geriye bir miktar artarsa, kalan miktar
asabeye verilir. Asabe konusunda öncelik erkeklerindir. Nitekim Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi ve sellem); Temizleri sahiplerine veriniz. Geriye kalan
miktar için, erkekler daha önceliklidir' buyurmuştur.
[838]
Vefat edenin oğlu, oğlunun oğlu, sonra baba, sonra
babasının babası, sonra dede, sonra öz kardeş, sonra baba bir kardeş, sonra öz
kardeşin oğlu, sonra baba bir kardeşin oğlu, sonra amca, sonra amcanın oğlu.
Bunlar kendiliklerinden asabedirler.
Vefat edenin kızları, oğlunun kızları, öz kız
kardeşleri ve baba bir kız kardeşleri bulunduğu zaman, bunların her biri erkek
kardeşiyle birlikte asabe olurlar. Aynı şekilde, kız kardeşlerle birlikte
kızlar bulunduğunda da birlikte asabe olurlar. Soy bağıyla asabe olan hiç kimse
bulunmadığında mirastan geriye kalan miktar azat edene düşer. Feraiz sahipleri
oranlarına göre mirastaki paylarını aldıktan sonra
geriye kalan miktar, erkeklere iki, kızlara bir pay esasına göre asabelere
dağıtılır.
Hacb: Bir şahsın mirastaki payının bir
kısmından veya tamamından, başka bir şahsın bulunması nedeniyle mahrum bırakılmasıdır.
Hacb iki kısma ayrıhr:
1. Hacb-i Nuksân/Kısmi Mahrumiyet: Bir başkasının
bulunması nedeniyle, kişinin mirastaki payının eksilmesidir. Bunlar;
a) Koca: Vefat edenin çocuklarının bulunması
nedeniyle 1/2'den 1/4'e iner.
b) Hanım: Vefat edenin çocuklarının bulunması nedeniyle 1/4'den
1/8'einer.
c) Anne: Vefat edenin alt soy grubunun bulunması nedeniyle
1/4'den 1/6'ya iner.
d) Oğlun kızı: Vefat edenin kendi kızının bulunması nedeniyle
1/2'den 1/6'ya iner.
e) Baba bir kız kardeş: Vefat edenin öz kız
kardeşinin bulunması nedeniyle 1/2'den 1/6'ya İner.
2. Hacb-i Hirmân/Tamamen
Mahrumiyet: Bir başkasının bulunması nedeniyle, kişinin mirastan pay
alamamasıdır. Bu tür mahrumiyet İki esasa bağlıdır;
I. Vefat edene bir şahıs aracılığıyla bağlananlar,
aracı şahsın bulunması nedeniyle mirasçı olamazlar. Örneğin, ölenin oğlu varsa,
oğlunun oğlu mirasçı olamaz. Bu durumda anne bir kardeşler istisnadır. Çünkü
anne bir kardeşler, Ölüye anneleri aracılığıyla bağlanmalarına rağmen,
anneleriyle birlikte mirasçı olurlar.
II. Yakın olan, uzak olana tercih edilir. Örneğin, Ölenin oğlunun
bulunması, kardeşinin oğlunun mirasçı olmasını önler. Her ne kadar bunlar, eşit
derecede bulunsalar da, akrabalıktaki yakinlıkları
nedeniyle tercih edilirler. Öz kardeşin bulunması durumunda, baba bir kardeşin
mirastan mahrum olması gibi.
Mirastaki payları tamamen mahrum bırahlamayanlar 6
kişidir. Bunlar;
1-2. Vefat edenin kendi sulbünden olma öz kızı ve öz
oğlu.
3-4. Baba ve anne.
5-6. Kan ve koca.
Allah'tan bu çalışmanın güzelliğini istiyorum...
Allah'a hamd, Rasulullâh'a, ailesine, sahabelerine
ve onu veli edinenlere salât ve selâm olsun.
Allah Teâlâ, fazl-i keremiyle "Hanımlar
için İslam İlmihali" isimli kitabı tamamlamayı nasip etti. Kitaptaki
doğrular, yalnızca Yüce Allah'tandır; bulunabilecek hata ve yanılgılar benden
ve şeytandandır. Allah ve Rasulü her türlü hata ve yanılgıdan uzaktır. Yüce
Allah'tan bu kitapla, Mümin hanımlara fayda vermesini ve bunu kabul
buyurmasını diliyorum. Bu kitabı, kıyamet günü huzur-u İlâhisinde benim için
azık kılmasını ve beni faydalandırmasını istiyorum. Nitekim; 'O gün ne mal, ne
de evlatlar fayda veremez. Ancak selim kalple
[839]
gelenler (kurtulur).[840]
Peygamberimiz Muhammed'e, ailesine ve bütün
sahabelerine salât ve selam olsun.
El-Mâlik Rabbinin affına muhtaç kul, Ebû Mâlik Kemâl bin Seyyid
Salim
Perşembe günü, ikindi vakti, 12 Rebîu'l-Evvel 1421 /15 Haziran
2000
İkinci
gözden geçirme ve bazı konuların eklenmesi, 27 Receb 1422 /13 Ekim 2001
[1] Kalem, 10.
[2] Mâide, 89.
[3] Er-Râzî, et-Tefsîru'i-Kebîr, 6/75.
[4] Buhârî, 6646; Müslim, 1646.
[5] Nevevî, Fethu'l-Bârî, 11/533; Mecmûu'I-Fetâvâ, 33/48.
[6] Buhârî, 6573; Müslim, 183.
[7] Buhârî, 279; Müslim, 2806.
[8] Buhârî, 6628.
[9] Merginânî, e!-Hidâye, 2/72; Mûsilî, eÜhûyâr, 4/51. (Çev.)
[10] İbn Kudâme, el-Muğnî, 11/194-195. (Çev.)
[11] İbn Kudâme, el-Muğnî, 11/210. (Çev.)
[12] Tirmîzî, 1535; Ebû Dâuûd, 3251.
[13] Ebû Dâvûd, 3253; Sahih rivayettir.
[14] Buhârî, 6650; Müslim, 1647.
[15] NesâL 7/7; İbn Mâce, 2097. Sahih rivayettir.
[16] Buhârî, 6652; Müslim, 110.
[17] El-Muğnî, 11/201. el-Ahvezî, 7/19; SubülüS-Sebm, 1433.
[18] Buhârî, 3444; Müslim, 2368.
[19] İbn Mâce, 2101; Beyhakî, 10/181; Hasen rivayettir.
[20] Bakara, 225.
[21] Buhârî, 6663; Abdurrezzâk, 15952.
[22] Taberî. Tefsir, 2/245; Beyhakî, 10/49; Sahih rivayettir.
[23] Buhârî, 6675; vdğ.
[24] Buhârî, 2472; Müslim, 197.
[25] Beyhakî, 10/38; Hasen rivayettir.
[26] Müslim, 106; Ebû Dâvûd, 4087; Tirmizî, 1211; Nesâî, 2563; İbn
Mâce, 2208.
[27] Buhârî, 6639; Müslim, 1654.
[28] Tirmizî, 1531; Nesâî, 7/25; Ebû Dâvûd, 3261; İbn Mâce, 2105. Sahih
senetle rivayet edilmiştir.
[29] Bakara, 286.
[30] Müslim, 125.
[31] İbn Mâce, 2043; Beyhakî, 6/64; Hâkim, 2/216; İbn Hibbân,
7219; Hasen rivayettir.
[32] Bakara, 224.
[33] Müslim. 1650; vdğ.
[34] Buhârî, 6624; Müslim, 1655.
[35] Müslim, 1653; Ebû Dâvûd, 3255; Tirmizî, 1354; İbn Mâce, 2120.
[36] Buhârî, 6654; Müslim, 2066.
[37] Buhârî, 7046; Tirmizî, 2293; Ebû Dâvûd, 3268.
[38] Mâide, 89.
[39] Tahrim, 1-2.
[40] Bakara, 270.
[41] İnsan, 7.
[42] Buharı, 6696; vdğ.
[43] İbn Hazm, el-Muhallâ,
8/2; Neylü'l-Evtâr, 8/277: Sübülü's-Sebm, 4/1446.
[44] Buhârî, 6692; Müslim, 1639.
[45] Buhârî, 6696.
[46] Müslim, 1645; Nesâî, 7/26.
[47] Buhârî, 6696.
[48] Ebû Dâvûd, 3267; Tirmîzî, 1562; Nesâî, 7/26; İbn Mâce, 2125.
[49] Tirmizî, 3690; Ebû Dâvûd, 3312; Hasen rivayettir.
[50] Buhârî, 6704; Ebû Dâvûd, 3300; İbn Mâce, 2136.
[51] Buhârî, 1865;Müslim, 1642.
[52] Ebû Dâvûd, 2324; Tirmizî, 1528; Nesâî, 7/26; Ahmed, 4/144;
Sahih rivayettir.
[53] Buhârî, 6690; Müslim, 2769.
[54] Buhârî, 6698; Müslim, 1638.
[55] Sübülü's-Seiâm, 4/1448.
[56] Bakara, 168.
[57] Enam, 145.
[58] Bakara, 119.
[59] Yunus, 59.
[60] Araf, 157.
[61] Enfâl, 37.
[62] Mâide, 3.
[63] Ebû Dâvûd, 2841; İbn Mâce, 3216; Sahih rivayettir.
[64] Ahmed b. Hanbel, 5690; İbn Mâce 3314; vdğ. Bkz.
Silsiletus-Sabîhâ, 1118.
[65] Mâide, 3.
[66] Mâide, 3.
[67] İbnü'l-Arabî, Ahkâtnu'l-Kurân, 1/54.
[68] Mâide, 3.
[69] Mâide, 5.
[70] Buhârî, Kitâbu'z-Zebâih, bobu zebâihi ehlî'I-kitâb.
[71] Buhârî, 5528; Müslim, 1940.
[72] Buhârî, 2854; Müslim, 1196.
[73] Buhârî, 4219; Müslim, 1941.
[74] Müslim, 1934; Ebû Dâvûd, 3785; Nesâî, 7/206.
[75] Müslim, 1569.
[76] Yakın tarihte birçok hayvanın telefine, etlerinden yiyenlerin
ölümüne neden olan, kandan yapılan yemlerle beslenen hayvanlarda görülen 'deli
dana hastalığı' buna bir örnektir. İslam'ı şeriat kıİan, haram ve helalleri
bize öğreten Allah'a hamd olsun. (Çev.)
[77] Ebû Dâvûd, 3767; Tirmizî, 1884; İbn Mâce, 3189; Sahih
rivayettir.
[78] İbn Ebî Şeybe, 4660, 8847; Sahih rivayettir. Bkz. El-İrvâ,
2504.
[79] Buharı, 1829; Müslim, 839.
[80] Müslim, 2238; Ebû Dâvûd, 5262.
[81] Buhârî, 1830; Müslim, 2234.
[82] Nesâî, 5/189; Ahmed, 6/83; Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[83] Hâkim, el-Müstedrek, 826i; Ahmed, 3/453; İbn Ebî Şeybe, 5/62.
[84] Bakara. 173.
[85] Sa'dî, Behcetü'l-Kulûbi'l-Ebrâr, 150; Eduâu'l-Beyân, 1/64-95.
[86] Fetâuâ, 21/564.
[87] Buhârî, 5652; Müslim, 2265.
[88] Müslim, 1984.
[89] Fetâvâ, 21/568.
[90] Ebû Dâvûd, 3870; İbn Mâce, 3459; Ahmed, 2/446; vdğ. Sahih
rivayettir.
[91] Ebû Dâvûd, 3874; Beyhakı, 10/5; es-Sahîha, 1633.
[92] Muhtasaru'l-Fetövâ el-Misriyye, 490.
[93] Buhârî, 5581; Müslim, 3032.
[94] Buhârî, 5503; Müslim, 1968.
[95] Buhârî, 5503; Müslim, 1968.
[96] Buhârî, 5504; Benzer lafızlarla, İbn Mâce, 3182.
[97] Enam, 121.
[98] Müslim, 1955.
[99] Ebû Dâvûd, 2778; Albânî sahih olarak derecelendirmiştir.
[100] Buhârî, 5558; Müslim, 1966.
[101] Müslim, 1977.
[102] El-Muhaüâ, 7/358; e/-Hâof, 19/85.
[103] Buhârî, 5562; Müslim, 1960.
[104] Buhârî, 5552.
[105] Buhârî, 5548; vdğ.
[106] Müslim, 1977.
[107] Buhârî, 1696; Müslim, 1321,
[108] Tirmîzî, 1541; İbn Mâce, 3147; Albânî sahih olarak
derecelendirin iştir.
[109] Tirmîzî, 907; Nesâî, 7/222; İbn Mâce, 3131. Atbânî sahih olarak
derece-lendirmiştir.
[110] Buhârî, 5556; Müslim. 1961.
[111] Ebû Dâvûd, 2785; Nesâî, 7/214; Tirmizî, 1530; İbn Mâce, 3144;
Sahih rivayettir.
[112] Nesâî, 7/217; Ahmed, 1/95; vdğ.
[113] Hac, 28.
[114] Müslim, 1974.
[115] Buhârî, 1717; Müslim, 1317.
[116] Mâlik, 1053; Abdurrezzâk, 4/380; Beyhakî, 9/288.
[117] Mâlik, 866; Beyhakî, 9/288.
[118] Buhârî, 5376; Müslim, 2022; vdğ.
[119] İbnü's-Sünnî. Amelü'l-Yeum ve'l-leyle, 461; Sahih senetle
rivayet edilmiştir. Ebû Dâvûd ve Tirmîzfde hadisin varyantları bulunmaktadır.
[120] Buhârî, 5398; Tirmizî, eş-Şemâil, 64.
[121] Buhârî, 5409; Müsiim, 2064.
[122] Buhârî. 5392; Müslim, 2058.
[123] Ebû Dâvûd. 3764; Zayıf rivayettir.
[124] Müslim, 2033.
[125] Buhârî, 5456; Müslim, 2031.
[126] Müslim, 2033.
[127] Tirmîzî, 1921; Ebû Dâvûd, 3852; İbn Mâce, 3297; Sahih
rivayettir.
[128] Müslim, 2734; Tirmizî, 1816.
[129] Müslim, 4/2085.
[130] Ebû Dâvûd, 3851; Sahih rivayettir.
[131] Ahmed, Müsned, 1600. Hasen rivayettir.
[132] Ebû Dâvûd, 3854; İbn Mâce, 1747.
[133] Müslim, 3805; Tirmîzî, 3500; Ebû Dâvûd, 3241.
[134] Müslim, 2008; Tirmîzî, Şemail, 1/294.
[135] Mâide, 90.
[136] Ebû Dâvûd, 3674; Tirmîzî, 1295: İbn Mâce, 3380; Sahih
rivayettir.
[137] Müslim, 2002; Nesâî, 8/327; Ahmed, 3/361.
[138] Buhârî, 5581; Müslim, 3032.
[139] Bir hacim ölçüsüdür.
[140] Ebû Dâvûd, 3687; Tirmîzî, 1928; Sahih rivayettir.
[141] Buhârî, 5273; Müslim, 1987.
[142] Buhârî, 153; Müslim, 267.
[143] Ebû Dâvûd, 3728; Tirmîzî, 1889; İbn Mâce, 3429; Sahih
rivayettir.
[144] Buhârî, 5305
[145] Buhârî, 2352; Müslim, 2029.
[146] Müslim, 681.
[147] Müslim, 2734; Tirmizî, 1816.
[148] Bakara, 29.
[149] Buhârî, 5633; MüsÜm, 2067.
[150] Buhârî, 5634; Müslim, 2065.
[151] Buhârî, 5488; Müslim, 1930.
[152] Buhârî, 6295; Müslim, 2012; Ebû Dâvûd, 5103.
[153] Vücudun açılması, gösterilmesi ve bakılması haram olan
yerlerine ve organlarına "avret" denir. Setri avret, vücutta belirli
uzuvların örtülmesi demektir. (Çev.)
[154] Araf, 26.
[155] Ebü Dâvûd, 4017; Hasen rivayettir.
[156] Hadisin lafızında; 'iki eli, iki ayağı arasında
uydurulmuş iftiralarla' şeklindedir. (Çev.)
[157] Ahmed, Müsned, 2/196; Hasen rivayettir.
[158] Müslim, 2128.
[159] Nur, 31.
[160] Ahzâb, 59.
[161] Ahzâb, 53.
[162] Buharı, 4791; Müslim, 1428.
[163] Bkz. Btdâyetül-Miictehid, 1/138. (Çev.)
[164] Ahzâb. 59.
[165] Tirmîzî, 1173; İbn Huzeyme, 3/95; Taberânî, el-Kebîr, 10115;
Sahih rivayettir.
[166] Buhârî, 4141; Müslim, 2770.
[167] Hâkim, Müstedrek, 1/454. Sahih rivayettir.
[168] Nur, 31.
[169] Ebû Dâvûd. 4104.
[170] Müslim, 885; Nesâî, 1/233; Ahmed, 3/218.
[171] Buhârî, 6228; Müslim, 1218.
[172] Tirmîzî, 885; Ahmed, 562.
[173] Buhârî, 578; Müslim, 645.
[174] Buhârî, 977; Ebû Dâvûd, 1142; Nesâî, 1/227.
[175] Ebû Dâvûd, 4166; Beyhakî, 7/86- Sahih rivayettir.
[176] Hanımların Yabancılar Karşısındaki Giyimi konusundaki İkinci
şart.
[177] Ahmed, 6/96; Hâkim. 1/119.
[178] Fethul-Beyân, 7/274.
[179] Cilbâbu'l-Mer'etu'l-Müslime, 120.
[180] Yani rengli giyisiler, kokulu olmayan rahatlatıcı esanslar
vb. (Çev.)
[181] Buharı, 5825.
[182] Buhârî, 5823.
[183] İbnEbîŞeybe, 8/372.
[184] Hanımların Yabancılar Karşısındaki Giyimi konusundaki üçüncü
şart.
[185] Müslim, 2128.
[186] Suyûtî, Tenuîrü'l-Hauâlik, 3/103.
[187] Ahmed, 5/205; Zayıf senetle rivayet edilmiştir. Ancak
Ebû Dâvûd'da nakledilen varyantı ile 'hasen' derecesindedir.
[188] Nesâî, 2/283; Ebû Dâvûd, 4173; Tirmızî, 2786; Hasen rivayettir.
[189] Fethu'i-Bâri, 2/279.
[190] Buhâıt 5885; Tirmîzî, 2784; Ebû Dâvûd, 4097; İbn Mâce, 1904.
[191] Ebû Dâvûd, 4097; Ahmed, 2/325; Sahih rivayettir.
[192] İbn Urve el-Hanbelî; el-Keuâkib, 93/132-134.
[193] Müslim, 2077; Nesâî, 2/298; Ahmed, 2/162.
[194] Bkz. İbn Teymiye, îktidâu Sırâti'l-Mustakîm.
[195] Ebû Dâvûd, 4029; İbn Mâce, 3607; Hasen li-gayrihi rivayettir.
[196] Tirmîzî, 1720; Nesâî, 5144; Ebû Dâvûd, 4057; İbn Mâce, 3595;
Sahih rivayettir.
[197] Buhârî, 5740; Müslim, 2071.
[198] Dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunlukta. (Çcv.)
[199] Ebû Dâvûd, 4117; Mâlik, Muuattâ, 1700; Sahih rivayettir.
[200] Nevevî, Şerhu Müslim, 4/795.
[201] Aunu'l-Ma'bûd, 11/174.
[202] Abdurrezzâk, Musannef, 5115; Sahih
rivayettir.
[203] Câmiu Ahkâmi'n-Nisâ, 4/434.
[204] Nur, 31.
[205] Buhârî, 5103; Müslim, 1445.
[206] Ahmed, 2/187; Ebû Dâvûd, 495.
[207] Buhârî, 251; Müsiirn, 320.
[208] Nevevî, el-Feth, 1/465.
[209] Sünenü'I-Beyhakî, 9417; El-İnsâf, 8/20; el-Muğnî, 6/554;
el-Mecmû, 16/140.
[210] Buhârî, 193; Ebû Dâvûd, 79; Nesâî 1/57; İbn Mâce, 381.
[211] Câmiu Ahkâmi'n-Nisâ, 4/195.
[212] Yani göbekle diz kapağı arası.
[213] İbnu'l-Humâm, Fethu'i-Kadîr, 8/105. (Çev.)
[214] Câmiu Ahkâmi'n-Nisâ, 4/504.
[215] Buhârî, 2053; Müslim, 1457.
[216] Buhârî, 6073.
[217] Ebû Dâvûd, 5217; Tirmizî, 3827; el-Hâkim, 4/272; Sahih
rivayettir.
[218] Buhârî, 3085; Müslim, 1345.
[219] Ahzâb, 59.
[220] İbn Kesîr, 3/284.
[221] El-Muğnî, 6/562.
[222] İbnü'l-Cevzî, Ahkâmu'n-Msâ, 76.
[223] Müslim, 338; Ebû Dâvûd, 4018; Tirmizî, 2793; İbn Mâce, 661.
[224] Nur, 31.
[225] Buharı, 1372; Müslim, 903.
[226] Buhârî, 2620; Müslim, 1003.
[227] Nur, 31.
[228] El-Mebut, 10/157.
[229] Ebû Dâvûd, 4106; Beyhakî, 7/95; Hasen rivayettir.
[230] Mecmuu'İ-Fetâuâ, 16/141.
[231] Ahr.âb,59.
[232] Kuhârî, 5235; MüsÜm, 2180.
[233] Bkz. EI-Mebsût, 10/158; el-Meanû, 16/140.
[234] Ahzâb, 59.
[235] Müslim, 2206; Ebû Dâvûd, 4105; İbn Mâce, 3480.
[236] Meâric, 29-30.
[237] Buhâri, 250; Müslim, 319.
[238] Ebû Dâvûd, 4017; Tirmîzî, 2769; İbn Mâce, 1920; Hasen
rivayettir.
[239] Nur, 30.
[240] Ibnu'l-Kayyim, Raudatu'l-Muhibbîn, 92.
[241] Buhârî, 6228; Müslim, 1218.
[242] Müslim, 2159; Ebû Dâvûd, 2148; Tirmîzî, 2776.
[243] Tirmîzî, 2777; Ebû Dâvûd, 2149; Ahmed, 1377; Hasen li-gayrihi
rivayettir.
[244] Buhârî, 3081; Müslim, 2494.
[245] El-Feth, 11/47.
[246] Huccetu'l-Lâhi'l-Bâliğa, 2/124.
[247] Buhârî,2883.
[248] Bkz. Ahkâmı'I-Avreti ue'n-Nazarİ, 344 ve
sonrası.
[249] Bkz. Ahkâmi'I-Aureti ve'n-Nazari, 350.
[250] El-Mecmûu, 16/139.
[251] Buhârî, el-Edebu'UMüfred, 1059; Sahih rivayettir.
[252] Nur, 58.
[253] Buhârî, 3006; Müslim, 1341.
[254] Ahmed, Müsned, 1/18; Sahih rivayettir.
[255] Müslim, 2173.
[256] Müslim, 2575.
[257] Buhârî, 455; Müslim, 892.
[258] Müslim, 1480.
[259] Kurtubî, Ahkâmı'I-Kurân, 12/228-
[260] Buhârî, 3926; Müslim, 1376.
[261] Buhârî, 2883.
[262] Taberânî, el-Kebîr, 20/211; Hasen rivayettir. Bkz.
Es-SUsiletu's-Sahîha, 226.
[263] Buhârî, 2713.
[264] Mâlik, Muvatta, 1842; Ahmed, 6/357; Tirmizî. 1597; Nesâî,
4181; İbn Mâce, 2874.
[265] Buhârî, 3171; Müslim, 336.
[266] Tirmîzî, 2697; Ebû Dâvûd. 5204; İbn Mâce, 3701; Hasen
rivayettir.
[267] Ahzâb, 32.
[268] Ahzâb, 53.
[269] Kasas, 23-25.
[270] Buhâri, 4462.
[271] Ahmed, Müsned, 1/18; Sahih rivayettir.
[272] Buhârî, Libâs bahsinde muallak olarak zikretmiştir. Nesâî,
mevsul olarak nakletmiştir. 2559; İbn Mâce, 3605.
[273] EbÛ Dâvûd, 4020; Tirmîzî, 1767; Nesâî, 1382.
[274] Buhârî, 426; Müslim, 268.
[275] Buhârî, 5952.
[276] Ebû Dâvûd, 4129; İbn Mâce, 3656; Sahih rivayettir.
[277] Buhârî, 5855; Müslim, 2097.
[278] El-Feth, 10/255
[279] Nesâî, 6/68; Sahih rivayettir.
[280] Buhârî, 579; Müslim, 715.
[281] Ebû Dâvûd, 4163.
[282] Buhârî, 426; Müslim, 268.
[283] Ebû Dâvûd, 4062; Nesâî, 8/183; Sahih rivayettir.
[284] Buhârî, 5936; Müslim, 2122.
[285] Buhârî, 5935; Müslim, 2122.
[286] Buhârî, 5933; Müslim, 2127.
[287] İmam Nevevî, bu görüşü Kadı İyaz'dan nakletmiştir. İmam
Ahmed bin Hanbel'in görüşü de budur.
[288] Müslim, 258; Ebû Dâvûd, 420; Tirmîzî, 2759; Nesâî, 1/15; İbn
Mâce, 295.
[289] Buhârî, 5948; Müslim, 2125; vdğ.
[290] Buhârî, 887; Müslim, 252.
[291] Buhârî, 4886; Müslim, 2125.
[292] Buhârî, 5334; Müslim, 1486.
[293] Müslim, 846; Nesâî, 1375; Ebû Dâvûd, 344.
[294] Bkz. Edvâu'I-Beyân, 1/324; Fetâvâ
el-Lecnetu'd-Dâime, 150.
[295] Maide, 90.
[296] Buhârî, 2464; Müslim, 1980.
[297] Buhârî, 5923; Müslim, 1190.
[298] Nesâî, 2/283; Ebû Dâvûd, 4173; Tirmîzî, 2786; Hasen rivayettir.
[299] Müslim, 443; Nesâî, el-Kübrâ, 9425.
[300] Albânî, el-Hicâb, 65-66-
[301] Nesâî, 8/153; Ahmed, 2/297; Zayıf rivayettir.
[302] Buhârî, 1542; Müslim, 117.
[303] Ebû Dâvûd, 3878; Tirmîzî, 994; Nesâî, 8/15; İbn Mâce, 3497;
Hasen rivayettir.
[304] Fetâuâ el-lzz bin Abdissehm, 158; Ahkâmi'z-Ziyne /i'n-IYisâ'dan
alıntı, 48.
[305] Ebû Dâvûd, 4202; Hasen rivayettir.
[306] Buhârî, 3462; Müslim, 2103.
[307] Tirmîzî, 1573: Nesâî, 8/139; İbn Mâce, 3622; Senedinde ihtilaf
edilmiştir.
[308] Yahudi ve Hıristiyanlar dini inançlarının
gereği olarak saç ve sakallarını siyaha boyadıkları için caiz değildir. (Çev.)
[309] Müslim, 2102; Nesâî, 5076; Ebû Dâvûd, 4204.
[310] İbn Mâce, 656; Sahih rivayettir.
[311] Dârimî, 1093; Sahih rivayettir.
[312] Tirmîzî, 2788; Ebû Dâvûd, 2174; Hasen li gayrihi'dir.
[313] Buhârî, 5153.
[314] Mısır'da bir kent ismi. (Çev.'
[315] Ebû Dâvûd, 4057; Nesâî, 8/160; İbn Mâce, 3595: Sahih
rivayettir.
[316] Ebû Dâvûd, 1563; Tirmîzî, 623; Nesâî, 5/38; Hasen rivayettir.
[317] Muttefakun aleyh.
[318] Nesâî, 5140; Ahmed, 21892; Hasen rivayettir.
[319] Nur, 31.
[320] Müslim, 2078.
[321] Muttefakun Aleyh.
[322] Buharı, 4886; Müslim, 2125.
[323] Alilmrân, 6.
[324] Rûm, 30.
[325] Nisa, 117-119.
[326] Buhârî, 4886; Müslim, 2125.
[327] Çif cinsiyeti! kimseler, Arapçada hünsa olarak
isimlendirilirler.
[328] Furkan Dergisi. 48'ncİ sayısından alınmıştır.
[329] Nisa, 29.
[330] Araf, 175-176.
[331] Buhârî, 2589; Müslim, 1622.
[332] Ahmed, Müsned, zayıf rivayettir. Bkz.
Ei-Mişkât, 1397.
[333] Semîr Abdulazîz, el-Libâs ve'z-Zîne, 75.
[334] Rad; 38.
[335] Nur, 32.
[336] Rum, 21.
[337] Buharı, 5063; Müslim, 1401.
[338] Ebû Dâvûd, 2050; Nesâî, 6/65; Sahih rivayettir.
[339] Buhârî, 5065; Müslim, 1400.
[340] Müslim 1006; Ebû Dâvûd, 1286.
[341] Ra'd, 38.
[342] El-Muhallo, 9/441; Câmiu Ahkâmi'n-Nisâ, 3/30.
[343] Nur, 60.
[344] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 17116; Haserı rivayettir.
[345] Ahmed, 3/285; Nesâî, 7/61. Hasen rivayettir.
[346] Ahmed, 4/105.
[347] Nisa, 22-24.
[348] Âlimlerin çoğunluğuna göre, kişinin zinadan olma kızı da bu
gruba dâhildir.
[349] Buhârî, 5105; Taberî, 8/141; Hâkim, 2/304.
[350] Nur, 23.
[351] İbn Teymiye, el-Fetâuâ, 32/62; el-Umm, 5/32; ei-Muhaüâ,
9/520; el-Muğnî, 6/567.
[352] Nisa, 23.
[353] Bu konuyla ilgili daha geniş açıklamalar
için bkz. Mecmuu'I-Fetâuâ, 32/134.
[354] El-Muğn'i, 6/578.
[355] Taberî, Tefsir, 8/132; Sahih rivayettir.
[356] Ebû Dâvûd, 4457; Dârimî, 2/153; Sahih rivayettir.
[357] Bkz. İbn Kesîr, Tefsir, 3/93; Tabsrî, 8/149; Şafii, el-Umm, 5/35.
[358] Buhârî, 2645; Müslim. 1447.
[359] Buhârî, 5099; Müslim, 1444.
[360] Buhârİ, 5103; Müslim, 1445.
[361] Mâlik, Muvatta, 2/602; Tirmîzî, 1149; Her ikisi de sahih
senetle ibn Abbâs radiyallâhu anh'ten nakletmişlerdir.
[362] Müslim, 1450.
[363] Müslim, 1452; Ebû Dâvûd, 2062; Tirmîzî, 1150; Nesâî, 6/100.
[364] Dârekutnî, 4/183.
[365] Cassâs, Ahkâmu'i-Kurân, 2/66; Zerkânî, Şerhu'z-Zerkânî, 3/240.
(Çev.)
[366] Şafiî, el-Umm, 7/27; Sahnûn, eUMudeuvenetul-Kubrâ, 2/290;
İbn Hu-mâm, Fethu'l-Kaâir, 3/3. (Çev.)
[367] Bakara, 233.
[368] Buhârî, 5102; Müslim, 1455.
[369] Tirmîzî, 1152; Sahih rivayettir.
[370] Bu sahabelerden nakledilen rivayetler için bkz.
Câmiu Ahkâmı'n-Nisâ 3/72-74.
[371] Şafiî, el-Umm, 7/43; Serahsî, elMebsût, 7/136; İbn Rüşd,
Bidâye, 2/72; Meydânı, el-Lübâb, 3/31. (Çev.)
[372] Müslim, 1453.
[373] Konuyla
ilgili kaynaklar 1785-1786
nolu dipnotlarda belirtilmiştir. (Çev.)
[374] E-Muğnî, 7/537.
[375] Buhârî, 2659; Tirmîzî, 1151; Nesâî, 3330.
[376] Nisa, 23.
[377] Buhârî, 5101; Müslim, 1449.
[378] İmam Şâfîi, el-Ümm, 3/150.
[379] Tirmîzî, 1129; Ebû Dâvûd, 2243; İbn Mâce, 1951; Zayıf
rivayettir.
[380] Buhârî, 5109; Müslim, 1408; Nesâî, 6/96.
[381] İbn Kudâme, el-Muğni
[382] Nisa, 22-24.
[383] Müslim, 1456; Ebû Dâvûd, 2155; Tirmîzî, 3017; Nesâî, 6/110!
[384] Mümtehine, 10.
[385] Bakara, 230.
[386] Bakara, 221.
[387] Mümtehine, 10.
[388] Buhârî, 2734; vdğ.
[389] Maide, 5.
[390] Bakara, 221.
[391] Mümtehine, 10.
[392] Nur, 3.
[393] Tirmîzî, 3177; Ebû Dâvûd, 2051; Nesâî, 6/66; Hasen rivayettir.
[394] İbn Mâce, 4250; Hasen rivayettir.
[395] Ebû Dâvûd, 2157; Ahmed, 3/62; Hasen rivayettir.
[396] Müslim, 1409; Tirmîzî, 840; Ebû Dâvûd, 1841; Nesâî, 5/292;
İbn Mâce, 1966..
[397] Nisa, 3.
[398] Tirmîzî, 1128; Ibn Mâce, 1953; Ahmed, 2/13; vdğ.
[399] İbn Bâz, Nikâhu'ş-Şiğâr İsimli risalesinden alınmıştır.
[400] Müslim, 1416; Nesâî, 6/112; İbn Mâce, 1884.
[401] Müslim, 1415.
[402] Buhârî, 2155; Müslim, 1504.
[403] Tirmîzî, 1120; Ahmed, 1/450. Sahih rivayettir.
[404] Abdurrezzâk, Musanne/, 6/265; Saîd bin
Mansür, 1992; Sahih rivayettir.
[405] Sahih hadis; Abdurrezzâk, Musanne/, 10776
[406] EI-Hâkim, 2/199; Beyhakî, 7/208; Sahih rivayettir.
[407] Buhârî, 2639; Müsiim, 1433.
[408] İbn Kudâme, el-Muğnî, 6/648.
[409] İbn Hazm, el-Muhallâ, 9/519.
[410] Müslim, 1406.
[411] Müslim, 1406; Beyhakî, 7/202.
[412] El-Muğnî, 6/644; el-Ümm, 5/80.
[413] El-HâMm, 2/199; Beyhakî, 7/208; Sahih rivayettir.
[414] Bakara, 221.
[415] Nur, 32.
[416] Ebû Dâvûd, 2085; Tirmîzî, 1101; İbn Mâce, 1879; Sahih
rivayettir.
[417] Ahmed, 6/156; Ebû Dâvûd, 2083; Tirmîzî, 1102; İbn
Mâce, 1876; Sahih rivayettir.
[418] Mecmûu'!-Fetâvâ,32/21-1Q2.
[419] Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu'1-İslâmî ve Edilletuhu,
9/6606.
[420] Merginânî, el-Hidâye, 1/196; İbn Rüşd, Bidâyetu'l-Muctehid, 2/3-5;
7-8. (Çev.)
[421] Buhârî, 5090; Müslim, 1466.
[422] Buhârî, 5082; Müslim, 2527.
[423] Buhârî, 5079; Müslim, 715.
[424] Nesâî, 6/68; Ahmed, 7373; Sahih rivayettir.
[425] Bakara, 221.
[426] Buharı, 5029; Müslim, 1425.
[427] Müslim, 1480; Nesâî, 3245; Ebû Dâvûd, 2284
[428] Nur, 26.
[429] Nisa, 34.
[430] El-Vedz, 280.
[431] Buhârî,5081.
[432] Müslim, 918; Nesâî, 6/81.
[433] Kasas, 27.
[434] Buhârî, 5122.
[435] Müslim, 1446; Nesâî, 6/99.
[436] Buhârî, 5126; Müslim, 1425,
[437] Ahzab, 52.
[438] Müslim, 1424; Nesâî, 6/69.
[439] Buhârî, 5126; Müslim, 1425.
[440] Ahmed, 3/360; Ebû Dâvûd, 2082; el-Hâkim, 2/165;
Beyhakî. 7/84; Ha-sen rivayettir.
[441] Fethu'l-Bârî, 9/182; Bedâiu's-Sanâi, 5/122;
el-Mecmûu, 16/38.
[442] B-İnsâf, 8/19.
[443] El-Feth, 9/182.
[444] Ei-Feth, 9/182; el-Muhallâ, 10/30.
[445] E!-Muğnî, 6/553; İbn Abidm, 5/237; Cevâhiru'l-MI, 1/275;
Raudatu't-Tâhbîn, 7/20; Mecmuu'l-Fetâuâ, 15/419; 21/251.
[446] Ceuâhiru'1-Ml, 1/276; Ravdatu't-Talibîn, 7/32; Keşfu'!-Kına,
5/11.
[447] Müslim, 55; Buhârî, iman Bahsinde, muallak olarak
zikretmiştir.
[448] İstihare yapan kişi burada istek, ihtiyaç ve işini belirtir.
[449] Buhârî, 6382; Ebû Dâvûd, 1524; Tirmîzî, 480; Nesâî, 6/80; İbn
Mâce, 1381.
[450] Buhârî, 5143; Müslim, 1413.
[451] Fetâuö, 7/32.
[452] Şâffl, El-Ümm, 5/39; Fethu'l-Bârî, 9/200.
[453] Bakara, 235.
[454] E!-Meusûatu'!-FıkhiVye, 19/191.
[455] Buharı, 5124; Taberî, 5099.
[456] Câmiu Âhkâmi'n-Nisâ, 3/229.
[457] Müslim, 1480.
[458] El-Ümm, 5/32; Keşşafü'I-Kına', 5/18; JVey/ü7-E(;£âr,6/131.
[459] Buhârî, 5283; Ebû Dâvûd, 2231; Nesâî, 8/245; İbn Mâce, 2075.
[460] Beyhakî, 7/181; Sahih rivayettir.
[461] Cerîdetu'l-Müslimîn, 597'nci sayısı, 11.
[462] Buhârî, 5729.
[463] Ali Imrân, 38.
[464] Furkân, 74.
[465] Sahih hadis. Kaynağı daha önce zikredilmişti.
[466] Mâlik, Muuattâ, 2/526; Abdurrezzâk, Musannej, 10679; Beyhakî,
7/214. Sahih rivayettir.
[467] Müslim, 1424.
[468] Buhârî, 5771; Müslim, 2221.
[469] Buhârî, 5380; Ahmed, 2/243; Beyhakî, 7/218.
[470] Hanefî mezhebine göre 'sıhhat şartı' sayılmadığı daha önce
belirtilmişti, (Çev.)
[471] Ahmed, 6/156; Vdğ. Sahih rivayettir.
[472] İbn Hazm, el-Muhailâ, 9/451.
[473] Bakara, 232.
[474] Buhârî, 5138; Ebû Dâvûd, 2101; Nesâî, 6/86; İbn Mâce, 1873.
[475] Yani, evliliğin devam edip-etmemesini kızın
kararına bıraktı.
[476] Ebû Dâvûd, 2099; İbn Mâce, 1875; Hasen rivayettir.
[477] Buhârî, 5136; Müslim, 1419.
[478] Mecmuu'l-Fetâuâ, 32/24; Bkz. Bidâyetu'l-Müctehid, 2/27; el-Muğnî, 6/487.
[479] Merginânî, el-H\dâye, 1/204; Şirbinî, Muğni'l-Muhtâc, 4/381;
Şevkânî, es-SeyhrCerâr, 2/276. (Çev.J
[480] Buhârî, 5152; Müslim, 1076.
[481] Allah'ın kitabında olmayan' ifadesi, Allah'ın kitabına uygun
olmayan şartlan içermektedir. (Çev.)
[482] Buhârî, 2155; Müslim, 1504.
[483] Buhârî, 2721; Müslim, 1418.
[484] Buhârî, 5212; Müslim, 1463.
[485] Sübülus-Selâm, 3/311.
[486] Merginânî, el-Hidâye, 1/204; Şirbinî, Muğni'i-Muhtâc, 4/381;
Şevkânî, es-Sey/u7-Cerâr, 2/276. (Çev.)
[487] Nisa, 4.
[488] Nisa, 24.
[489] Buhârî, 5029; Müslim, 1425.
[490] Ebû Dâvûd, 2125; Nesâî, 6/129; Sahih rivayettir.
[491] Bakara, 236.
[492] Zâdu'l-Mesîr, 1/279.
[493] İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâuâ, 29/344.
[494] Ahmed, 3/480; Ebû Dâvûd, 2114; Tirmîzî, 1145; Nesâî,
6/121; ibn Mâce, 1891; Sahih rivayettir.
[495] İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâuâ, 32/195.
[496] Kudûrî, el-Kitâb, 3/14; Debûsî, Kitâbu'n-Nikâh, 665; İbnu'l-Hümâm,
Fethu'UKodır, 3/317. (Çev.)
[497] Sediân, Ftkhu'z-Zeuâc, 26.
[498] En-Nesâî, 6/114; Sahih rivayettir.
[499] Buhârî, 4200; Müslim, 1365.
[500] Şirâzî, et-Tenlpîh, 166; Hallâf, Ahkâmu'l-AhvâH'ş-Şahsiyye,
76; Şâbân, el-Ahvâlu'ş-Şahsiyye, 239.
[501] Zâdu'l-Meâd, 5/178.
[502] Müslim, 1426; Nesâî, 6/116; İbn Mâce, 1886.
[503] Ebû Dâvûd, 2106; Tirmîzî, 1114; Nesâî, 6/117; İbn
Mâce, 1887; sahih rivayettir.
[504] Mecmuu'l-Fetâuâ, 32/192-194.
[505] Müslim, 1424; Nesâî, 6/69.
[506] Ahmed, 3/448; Beyhakî, 7/235; Sahih rivayettir.
[507] Ebû Dâvûd, 2107; Ahmed, 6/427; Nesâî, 6/119; sahih rivayettir.
[508] Saîd bin Mansûr, Sünen, 598; Beyhakî, 7/233; Hasen lîgayri
rivayettir. Albânî, el-lruâ'da zayıf olarak derecelendirin iştir. Ancak,
'hasen' bir rivayettir.
[509] Şeyhu'l-İslam, Ibn Teymiye'nin tercihi budur. El-ıhtiyârât
el-Fıkhiyye, 227.
[510] Nisa, 4.
[511] Nisa, 24.
[512] Nisa, 20.
[513] Ahmed, 6/156; EbÛ DavÛd, 2083; Tirmîzî, 1102; İbn
Mâce, 1876; Sahih rivayettir.
[514] Şevkânî, Ney/ü'UEvtâr, 6/118.
[515] Fıkhu't-İslamî ve Edilletuhû, 7/289.
[516] Çevresindeki ona denk kızların rnehirleri dikkate alınarak
tespit edilen mehrin tamamına hak kazanır.
[517] Ahmed, 3/480; Ebû Dâvûd, 2114; Tirmîzî, 1145; Nesâî,
6/121; İbn Mâce, 1891; Sahih rivayettir.
[518] İbn Abidin, Reddul-Muhtâr, 2/338.
[519] Çev.
[520] Mâlik, Muvattâ, 2/528; Beyhakî, 7/255; Sahih rivayettir.
[521] Bakara, 237.
[522] El-Muğrti, 1/157.
[523] Bakara, 237.
[524] Bakara, 236.
[525] Mümtehine, 10.
[526] Bidayetti'İ-Muctehid, 2/21.
[527] El-thüyârât isimü kitapta da (128) belirtildiği gibi,
Şeyhu'l-İslam'ın tercihi bu görüştür. El-Fetâvâ, 32/10; el-İnsâf, 8/296.
[528] Talak, 6.
[529] Nisa, 4. .
[530] Nesâî, 6/135; İbn Mâce, 4152; Hasen rivayettir.
[531] Tirmîzî, 1089; Hasen garip rivayettir.
[532] Tirmîzî, 1088; Nesâî, 6/127; İbn Mâce, 1896; Hasen rivayettir.
[533] Buhârî, 5163.
[534] Buhârî, 5147; Ebû Dâvûd, 4922; Tirmîzî, 1090; İbn Mâce, 1897.
[535] İbn Recep, Nüzhetü'i-Esmâfî misileti's-simâ, 41.
[536] Teblîsu İblis, 229.
[537] Bkz. İbnü'I-Cevzî, Ahkûmu'n-Nisâ, 76.
[538] Buhârî, 5232; Müslim, 2172.
[539] Yıl hicri 1405; Fetva no: 8854.
[540] Araf, 31.
[541] Nesâî, 5/79; Hâkim, el-Müstedrek, 4/135; Hasen rivayettir.
[542] Nesâî, 3371; İbn Mâce, 1906; Bkz. İruâu'l-Gaffl, 1923.
[543] Buhârî, 1428; Müslim, 5166; Tirmîzî, 3218; Nesâî, 6/136.
[544] Buhârî, 5169; Bkz. Fethu'l-Bârî, 9/237.
[545] Buhârî, 2048; Müslim, 1427.
[546] Merdâvî, el-İnsâf, 8/317.
[547] Ebû Dâvûd, 4832; Tirmîzî, 2506; Albânî, 'hasen' olarak
derecelendir-miştir.
[548] Buhârî, 5177; Müslim, 1432.
[549] Buhârî, 5173.
[550] Buhârî, 5177; Müslim, 1432.
[551] Müslim, 1430; Ebû Dâvûd, 3722
[552] Müslim, 1431; Ebû Dâvûd, 3719; Beyhakî, 7/263.
[553] İbn Mâce, 3359; Ebû Ya'lâ, 436; Sahih rivayettir.
[554] Buhârî, 5176; Müslim, 2006; tbn Mâce, 1912.
[555] Sedlân, Fıkhu'z-Zeuâc, 97.
[556] Ebû Dâvûd, 2130; Tirmîzî, 1091; İbn Mâce, 1905; Hasen
rivayettir.
[557] Buhârî, 5156.
[558] Hays: Çekirdeksiz hurma, sadeyağ, keş ve undan yapılan bir
yemektir.
[559] Müslim, 1428.
[560] Ebu'ş-Şeyh, Ahlâku'n-Nebî, 199. Hasen rivayettir.
[561] Ahmed, 6/452; Hasen rivayettir.
[562] Ebû Dâvûd, 2160; Nesâî, Amelu'1-Yevm ve'i-leyie, 241-264; İbn
Mâce, 1918; Hasen rivayettir.
[563] Albânî, bu rivayeti, sahih bir senetle İbn Ebî Şeybe'ye nispet
etmiştir. Âdâbu'z-Zifâf, 94.
[564] Müslim. 253.
[565] Buhârî, 5165; Müslim, 1434.
[566] Buhârî, 5080.
[567] İmam Nevevî, Fethu't-Bâri, 9/121.
[568] Nisa, 223.
[569] Hadisin aslı, Buhârî ve Müslim'de
bulunmaktadır. Lafız, Tahâvî, Şer-hu'l-Meânî'den alınmıştır. Sahih senetle
rivayet edilmiştir.
[570] Ahmed, 5/213; İbn Mâce, 1924; Zayif rivayettir.
[571] Nesâî, Uşra, 116; Hasen, mevkuf rivayettir.
[572] İbn Ebî Şeybe, 3/530; Dârimî, 1/259; Tahâvî, Şerhu'I-Meânî,
3/46; Sahih rivayettir.
[573] Müslim, 308.
[574] Kapalı tutulması, gösterilmemesi gereken bölge.
[575] Nesâî, el-Uşra, 143; İmam Nesâî, bu rivayet için 'münker
hadistir' değerlendirmesini yapmıştır.
[576] Buhâri, 5193; Müslim, 1436.
[577] Müslim, 1403; Ebû Dâvüd, 2151; Tirmîzî, 1158.
[578] Müslim, 1437; Ebû Davûd, 4870.
[579] Buhârî, 579; Müslim, 715.
[580] Dr. Muhammed Bekir İsmail, el-Fıkhu'l-Vâdih, 2/464-466.
[581] Isra, 31.
[582] Ahkâmu'lEvlâd fi'1-îslâm, 13.
[583] Nisa, 34.
[584] İbn EbîŞeybe. Musannef, 17116; Hasen rivayettir.
[585] Tirmîzî,.1159; İbn Hibbân, 1291; Beyhakî, 7/291; İmam
Tirmîzî, bu rivayet hakkında 'hasen garip' demiştir.
[586] İbn Hibbân, 4163; Sahih rivayettir.
[587] Nesâî, el-Uşre, 106; el-Hâkim, 2/189; Beyhakî, 7/291;
Ahmed, 4/341; Hasen rivayettir.
[588] Nesâî, 6/68; Sahih rivayettir.
[589] Buhârî, 7257; Müslim, 1840.
[590] Ahzâb, 33.
[591] Ei-Fetâuâ, 32/281.
[592] Müslim, 1218.
[593] Müslim, 1026.
[594] Buhârî, 5195; Tirmîzî, 782; İbn Mâce, 1761.
[595] Ebû DâvÛd, 3565; Tirmîzî, 670; İbn Mâce, 2295; Hasen
rivayet/ir.
[596] Buhârî, KitobulHumus, 5224.
[597] Buhârî, 5224; Müslim, 2182.
[598] Buhârî, 676.
[599] Nisâ; 34.
[600] Nesâî, 6/68.
[601] Nesâî, ei-Işra, 249; Sahih rivayettir.
[602] Buhârî, 29; Müslim, 884.
[603] Nesâî, 6/68; Sahih rivayettir.
[604] Ei-Vecîz, 308.
[605] Bakara, 264.
[606] Talak, 7.
[607] Tirmîzî, 1174; İbn Mâce, 2014; Hasen rivayettir.
[608] Bkz. Kadınların 250 hatası, isimii kitabım,
s. 102.
[609] Tirmîzî, 1187; Ebû Dâvûd, 2209; İbn Mâce, 2055; Sahih
rivayettir.
[610] Nisa, 19.
[611] Bakara, 228.
[612] Tirmîzî, 3892; İbn Hibbân, 1312; Sahih rivayettir.
[613] Buhârî, 5190; Müslim, 892.
[614] Ahmed, Müsned, 6/264; Sahih rivayettir.
[615] Buhârî, 6130; Müslim, 2440.
[616] Yani, konuşursam bana kızar ve beni boşar;
konuşmazsam bana ilgi-alaka göstermez, beni kocasızmış gibi yalnız bırakır.
[617] Kocasının iyi ve nazik bir insan olduğunu, onunla olmaktan
mutluluk duyduğunu kastediyor.
[618] Parsa benzetmesi, övgü ve yergi amacıyla söylenmiş
olması mümkündür. Övgü amacıyla söylenmesi durumunda; 'kocasının eve girer
girmez kendisiyle ilgilendiğini ve cinsel İlişkide bulunduğunu, birbirlerini
çok sevdiklerini, kocasının eve getirdiği yiyeceklerin ve yaptıkları
masrafların hesabını sormadığını ve cömert olduğunu kastediyor. '. Yergi
amacıyla söylenmesi durumunda; 'İlgisizliğini, eve döndüğündekî yorgunluğunu,
hanımına kötü davrandığını, dayak attığını, evdeki ihtiyaçlarını sormadığını'
kastediyor.
[619] Kocasını, çok yiyip içen ve cinsel ilişkide bulunmayan ilgisiz
biri olarak tasvir ediyor.
[620] Yani kocamın evi harikadır, kendisi uzun
boyludur, evi misafir kabul edilecek bir yerdedir.
[621] Yani sizin kocalarınızdan çok daha hayırlıdır.
[622] Son derece misafirperverdir ve cömerttir.
[623] Burada zikredilen Ebû Zer, meşhur sahabe Ebû Zer
Gifârî radiyallâhu anh değildir. (Çev.)
[624] Yani, sabaha kadar uyurum, sabah olduğunda herhangi
bir iş için kimse beni kaldırmaz. Hizmetçiler vardır, gereken her işi onlar
yapar.
[625] Yani bolluk içerisinde yaşarım.
[626] Buhârî, 5189; Müslim, 2448.
[627] Tahrîm, 6.
[628] Buharı, 115.
[629] Ahmed, 2/250; Hasen rivayettir.
[630] Müslim, 1337.
[631] Ebû Dâvûd, 2142; İbn Mâce, 1850; Ahmed, 4/447.
[632] Buharı, 4942; Müslim, 2855.
[633] Müslim, 2328; Tirmîzî, Şemail, 331; Nesâî, el-İşre, 281; İbn
Mâce, 1984.
[634] Nisa, 34.
[635] Ebû Dâvüd, 2142; ibn Mâce, 1850; Ahmed, 4/447.
[636] Buhârî, 1977; Müslim, 1159; Taberî, 2/453; İbn EbiŞeybe, 4/196;
Bey-hakî, 7/295.
[637] Bakara, 233.
[638] Yani, aşırılığa ve israfa kaçmadan. (Çev.)
[639] Buhârî, 5364; Müslim, 1714.
[640] Buhârî, 6490; Müslim, 2963.
[641] Bakara, 228.
[642] Nûr7 12.
[643] Hucurât, 12.
[644] Buhârî, 5244.
[645] Müslim, 2173.
[646] Nisa, 3.
[647] Mehri misili, yani onlara denk olan çevrelerindeki
kızların mehirleri miktarında mehir verememekten.
[648] Âişe validemiz (radiyallâhu anhâ), bu âyet-i kerîmeyi bu
ifadelere yakın anlamda tefsir etmiştir. Bkz. Buhârî, 4576.
[649] Buhârî, 5069.
[650] Teğâbun, 14.
[651] Buhârî, 5065; Müslim, 1400.
[652] Nûr,33.
[653] Buhârî, 5231; Müslim, 2671.
[654] İbn Kudâme, el-Muğnî, 7/26-27.
[655] İbnu'l-Cevzî, Zödu'i-Meâd, 5/151.
[656] Buhârî, 5214; Müslim, 1461.
[657] Nisa, 129.
[658] Buhârî, 3/49; Müslim, 1479.
[659] Mecmûu'l-Fetâvâ, 32/320.
[660] Mecmûu'l-Fetâvâ, 32/320.
[661] Buhârî, 5152; Müslim, 1408; Ebû Dâvûd, 2176.
[662] Saffât, 101.
[663] Hicr, 53.
[664] Meryem, 7.
[665] Ebû Dâvûd, 5105; Tirmîzî, 1514; Hâkim, 3/179; Zayıf
rivayettir. Albânî, et-Iruâ'da 'hasen' olarak derecelendirmiştir.
[666] Buhân, 5467; Müslim, 2145.
[667] Buhârî, 5471; Tirmîzî, 1515; İbn Mâce, 3164.
[668] Tirmîzî, 1513; Ahmed, 6/31; Albânî el-İrvâ'da sahih olarak
derecelen-dirmiştir.
[669] Ebû Dâvûd, 2837; Tirmîzî, 1522; Nesâî, 7/166; ibn Mâce, 3165;
Sahih rivayettir.
[670] Tirmîzî, 1519; el-Hâkim, 4/237; Beyhakî, 9/304; Hadisin lafzı
Beyhakî'-ye aittir. Sahih rivayettir.
[671] Buhârî, 5920; Müslim, 113.
[672] Taberânî, es-Soğîr, 891; Beyhakî, 8/324; Zayıf rivayettir.
[673] Müslim, 2132; Tirmîzh 2833; Nesâî, 3565; EbÛ DâvÛd, 4949; İbn
Mâce, 3728.
[674] Müslim, 2135; Tirmîzî, 3155.
[675] Nisa, 34.
[676] Nisa, 34.
[677] Nisa, 34.
[678] Ebû DâvÛd, 2142; İbn Mâce, 1850. Hasen rivayettir.
[679] Buhârî, 6065; Müslim, 2560.
[680] Ahkâmu'l-Muâşarati'z-Zeuciyye, 292.
[681] Buhârî, 4418; Müslim, 2769.
[682] Bkz. Nisa, 34
[683] Tirmîzî, 1163; Ibn Mâce, 1851; Hasen-sahih rivayettir.
[684] Buhârî, 6850; Müslim, 1708.
[685] el-Muğnî, 7/172; Şerhu Muntehâ'Ürâdâi, 3/106.
[686] Ebû Dâvûd, 2142; İbn Mâce, 1850; Ahmed, 4/447.
[687] Ebû Dâvûd, 2142; İbn Mâce, 1850; Ahmed, 4/447.
[688] Buhârî, 4942; Müslim, 2855.
[689] Müslim, 2328; Tirmîzî, Şemail, 331; Nesâî, el-lşre, 281; Ibn
Mâce, 1984.
[690] Buhârî, 4942; Müslim, 2855.
[691] Nisa, 35.
[692] Bidâyetu'l-Muctehid, 2/163; el-Muğnî, 7/49; el-Fetâvâ, 32/35.
[693] Nisa, 35.
[694] İbnu'l-Arabî, Abkâmu'l-Kıtrân, 1/424.
[695] Nisa, 35.
[696] Tefsim'l-Kurtubî, 5/175; Zâdu'i-Meâd, 4/33.
[697] Abdurrezzâk, 6/512; Bağavî, Şerhu's-Sunne,
9/190.
[698] Taberî, 5/74; Abdurrezzâk, 6/513; Şafiî, 656, Beyhakî, 7/306;
Sahih rivayettir.
[699] Fethu'l-Kadtr, 3/223; Mevâhibu%CeM,
4/17; Muğnfl-Muhtâc, 3/261; Şerhu Munteha'i-İrâdot, 3/106.
[700] Sâîd ibn Mansûr, Sünen, 1099; Sahih rivayettir.
[701] Müslim, 2813.
[702] Tirmîzî, 1181; Ebû Dâvûd, 2190; ibn Mâce, 2047; Sahih
rivayettir.
[703] Ebû Dâvûd, 4398; İbn Mâce, 2041; Sahih rivayettir.
[704] Buhârî, 5270; Müslim, 1695.
[705] Ibn Abidîn, 3/239; Bidâyetu'l-Muctehid,
2/138; el-Umm, 5/253; et-Muğ-nî, 7/114; el-Muhaiiâ, 10/208; el-Fetâvâ, 33/102;
Zâdu'i-Meâd, 5/211.
[706] Hanefî mezhebine göre geçerlidir. (Çev.)
[707] İbn Mâce, 2045; Sahih rivayettir.
[708] Mâlik, 2/587; Beyhakî, 7/358; Abdurrezzâk, 11410; Sahih
rivayettir.
[709] Ebû Dâvûd, 2193; Ahmed, 2/276; Beyhakî, 7/357; Hâkim, 2/198
[710] İbnu'l-Humâm, Fethu'l-Kadîr, 3/488; Şirbinî,
Muğni'l-Muhtâc 4/469, (Çev.)
[711] İbnu'r-Rüşd, Bldâyetu'l-Muctehid, 2/62; Şsvkânî,
Neylu'l-Evtâr, 6/235. (Çev.)
[712] Serahsî, el-Mebsût, 6/80; Merginânî, e!-Hidâye, 1/230, 241.
[713] Buhârî,5254.
[714] Müslim, 1472; Ebû Dâvûd, 2200; Nesâî, 6/145.
[715] Nesâî, 6/142; "Munkatı" rivayettir. Senedindeki
kopukluk nedeniyle zayıftır.
[716] Mâlik. el-Müdeuvene, 2/419; Şafiî, el-ümm, 5/199. 268:
Kudûrî. el- Kitâb, 3/37-38; Behût, er-Ravdu'l-Murbî, 418; Şevkânî, Neylu'l-Eutâr,
6/231. (Çev.)
[717] Tahrîm, 1-2.
[718] Buhârî, 5269; Müslim, 127.
[719] Talak, 2.
[720] Hanımıyla hiç cinsel ilişkide bulunmadığı temizlik döneminde
boşamalı-dır.
[721] Talak, 1.
[722] Bakara. 228-230.
[723] Buhârî, 5253.
[724] Aksinin düşünülmesini reddeden bir ifadedir.
(Çev.
[725] Buhârî, 5251; Müslim, 1471.
[726] Müslim, 1471; Ebû Dâvûd, 2181; Nesâî, 6/141; İbn Mâce, 2023.
[727] Ric'î, kelime anlamı itibariyle, 'dönülebilir' demektir. (Çev.)
[728] Bâin, kelime anlamı itibariyle, 'geri dönüşü olmayan'
anlamındadır. Kavram anlamı ileride zikredilecektir. (Çev.}
[729] Bakara. 229.
[730] Muğm, 7/515; el-İfsâh, 2/158; el-Bedâî, 3/181.
[731] Talak, 1.
[732] Ahzâb,49.
[733] Bakara, 228.
[734] Kadının kocasına para vererek veya bir bedel karşılığında
kendisini boşa tmasıdır.
[735] Talak, 2.
[736] Bakara, 228.
[737] Ahzâb. 49.
[738] Bakara, 230.
[739] Buhârî, 2639; Müslim, 1433.
[740] Tahrîm. 1.
[741] Mâide,89.
[742] Müslim, 1650; vdğ.
[743] Abdurrezzâk, 16000; Beyhakî, 10/66.
[744] Talak, 1.
[745] Talak, 6.
[746] Nesâî, 6/144; Sahih rivayettir.
[747] Müslim, 1480; Vdğ.
[748] Talak, 6.
[749] Bakara, 241.
[750] Bakara, 236.
[751] Ahzâb,49.
[752] Bakara, 236-237.
[753] Taberî, Tefsir, 5/126; Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[754] B-Muğnî, 10/139; Mâverdî, el-Hâuî, 13/101; İbn Abidin, 3/111.
[755] Hidâne, kucak, böğür ve kanat altı anlamında olup, kanat
germek, kucak açmak, sahip çıkmak manasindadır. (Çev Bkz. Îbnü'l-Hümâm,
Fet-hu'l-Kadîr, 3/421]
[756] Ebû Dâvûd, 2276; Ahmed, 2/182; Hasen senetle rivayet
edilmiştir.
[757] Ebû Dâvûd, 2277; Tirmîzî, 1357; Nesâî, 6/185; İbn Mâce, 2351.
Hasen senetle rivayet edilmiştir.
[758] Fıkhul-İsiâm ue Edilietuhu, 7/625.
[759] Bakara, 228.
[760] Ebû Dâvûd, 297; Tirmîzî, 126; İbn Mâce, 625; Bütün
varyantlarıyla birlikte 'hasefı' rivayettir.
[761] Talak, 4.
[762] Ahzâb, 49.
[763] Talak, 4.
[764] Kelime anlamı itibariyle, şaşırmış durumda kalan
kadına denir. (Çev.)
[765] Şafiî, Müsned, 2/107.
[766] Desûkî, 2/470; el-Muğnî, 7/466.
[767] Talak, 4.
[768] Hanefî, Şafiî ve bir rivayete göre Hanbelî mezhebi bu görüştedir.
Mâliki ve ikinci rİvavpt^ göre Hanbelî mezhebi, bu durumdaki kadının iddet
süresinin bir yıl -kanamadan kesilen kadın gibi- olduğunu söylemişlerdir. Bkz-
Fethu'l-Kadîr, 4/312; Desûkî, 2/470; MuğniTMuhtâc, 3/385; ehMu§r\î, 7/468.
[769] Şevkânî, Sübülü's-Selâm, 1071; Fethu'î-Bâıi, 9/395.
[770] Bakara, 229.
[771] Buhârî,5276.
[772] Ebû Dâvûd, 2226; İbn Mâce, 2055; Senedi sahihtir.
[773] İbn Teymiye, el-Fetâvâ, 33/112.
[774] Bakara, 231.
[775] Merginânî, el-Hidâye, 2/13; İbnu'r-Rüşd, Bidâyeîu7-Müc£e/ııd,
2/157; Şirbinî, Muğnî'S-Muhtâc, 5/439. (Çev.)
[776] Bakara, 229.
[777] Abdurrezzâk. Musannef, 11765; Sahih senetle
rivayet edilmiştir.
[778] İbn Teymiye, el-Fetâuâ, 32/289.
[779] Bazı sahabelere ve Hanefi ile Mâliki mezheblerine göre 'talak'
sayılmaktadır. Bu konuyla İlgili açıklamalar daha önce yapılmıştı. (Çev.)
[780] İbn Teymiye, el-Fetâuâ, 32/309.
[781] Bakara, 229.
[782] Buhârî, Muallak hadis olarak rivayet etmiştir. 9/306. İbn Ebî
Şeybe, mevsul olarak rivayet etmiştir. 4/120. Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[783] Bkz. Et-Mu§nî, 7/52; el-Mecmû, 16/13.
[784] Nesâî, 6/186; Ibn Mâce, 2058; Sahih senetle rivayet edilmiştir.
[785] Kadının bunu yalanlaması, erkeğin de bu iddiasını dört şahitle
ispat edememesi halinde 'Iiân/lanetleşme'ye başvurulur. (Çev.)
[786] Nur, 6/10.
[787] Buhârî, 4747; Ebû Dâvûd, 2237; Tirmîzî, 3229; İbn Mâce, 2067.
[788] Ebû Dâvûd, 2256; 'Leyyin' senetle rivayet edilmiştir. İbn
Hacer, et-Tel-hîs'ie zikretmiştir. 3/227'. Farklı varyantları bulunmaktadır.
[789] Buhârî, 5314; Müslim, 1494.
[790] Buhârî, 5314; Müslim, 1494.
[791] Kudûrî, el-Kitâb, 3/76-77; İbnu'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, 4/286;
el-Feta-uâ el-Hindiyye, 1/515. (Çev.)
[792] Mâlik, el-Müdeuuene, 3/107; Şafii, el-Ümm, 5/417; İbn Kudâme,
el-Muğnî, 8/54; İbn Hazm, el-Muhallâ, 9/335; Şevkânî, es-Sey/u7-Cerrâr, 2/434.
(Çev.)
[793] Ebû Dâvûd, 2250; Beyhakî, 7/410; Zayıf rivayettir. Ancak bu
rivayeti, teyit eden başka rivayetlerde bulunmaktadır.
[795] Ebû Dâvûd, 2256; Ahmed bin Hanbel, 3131; 'Leyyin' senetle
rivayet edilmiştir. Ancak İbn Hacer, Telhîs'de bunu teyit eden rivayetler
zikretmiştir. 3/227.
[796] Buhârî, 5315; Müslim, 1494.
[797] Buhârî, 5309; Müslim, 1492; Ebû Dâvûd, 2235.
[798] Abdarrezzak, el-Musannef, 12411. Sahih senetle rivayet
edilmiştir.
[799] Müslim, 1650; vdğ.
[800] Buhârî, 5289; Nesâî, 6/166; Tirmîzî, 685.
[801] Bakara, 226-227.
[802] El-Hâfız, el-Feth, 9/428.
[803] Şeybânî, el-Camiu'l-Kebîr, 107; Cassâs, Ahkâmu'l-Kurân,
1/490-491; Serahsl el-Mebsût, 7/20; Merginânî, e/-Hidâye, 2/11-12. (Çev.)
[804] Mâlik, el-Müdevuene, 3/85; Şafiî, el-Ümm, 5/390; İbnuVRüşd,
Bidâ-yetu7-Müctehid, 2/82-83; Behûtî, er-Ravdu'l~Murbî, 437; Şevkânî,
es-Sey/u7-CerorT 2/426. {Çev.)
[805] Bu rivayetler için bkz. Câmiu Ahkâmi'n-Nisâ,
4/199-201.
[806] Es-San'ânî, ei-Câmî, 4/202.
[807] Şafiî, el-Ümm, 5/346; İbnu'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, 6/146447.
(Çev.
[808] Mâlik, el-Müdevuene, 2/450. (Çev.)
[809] Şevkânî, es-Seylü'I-Cerrâr, 2/257, 263. {Çev.)
[810] Mücâdele, 2.
[811] Mücâdele, 3-4.
[812] Tirmîzî, 1200; Ebû Dâvüd, 2213; İbn Mâce, 2062; Hasen liğayrihî
senetle rivayet edilmiştir.
[813] Mümtehine, 10.
[814] Kudûrî, e\-K\tâb, 3/26; el-Fetâvâ et-Hindiyye, 1/338. (Çev.)
[815] Hz. Ömer ve Ali radiyallâhu anhumâ bu görüştedir.
İbnu'l-Kayyirn, Sa-n'ânî ve Şevkânî'de bu görüşü tercih etmişlerdir.
[816] Enfal. 23.
[817] Mümtehine, 10.
[818] Vefat edenin geride bıraktığı mal ve hakların
tamamına 'terike' denir. (Çev.)
[819] Nİsâ, 11.
[820] Mirasçı olma şartlarına haiz, oğul, ve oğlun oğlu ilk
varistir. Bunlar yoksa, miras babaya, sonra dedeye intikal eder. Bunlar da
yoksa, kardeş veya çocukları, amca veya çocukları gibi erkek akrabalara intikal
eder. (Çev.)
[821] Ahzâb, 6.
[822] Velâ kelimesinin sözlük anlamı dostluk ve yardımdır.
Miras hukukunda, köle
azat etmeden doğan velâ ve akitleşmeden doğan velâ olmak üzere
iki tür velâ söz konusudur. (Çev.)
[823] Hâkim, 4/341; Beyhakî, 10/292; Albânî, Sahûhu'1-Câmi,
7157.
[824] Tirmîzî, 2192; İbn Mâce, 2645; Albânî, el-îrvâ, 1672.
[825] Bkz. İbn Kudâme, el-Muğnî, 6/364-367; İmam Şevkânî,
Neylü'l-Eutâr, 6/79. (Çev.)
[826] Buhârî, 6764; Müslim, 1614.
[827] İmam Şevkânî, Neylü'l-Eutâr, 6/78-80. (Çev.)
[828] Hüseynî eş-Şâfıî, Kifâyetü'l-Ahyâr, 501.
[829] Asabe, 'âsıb' kelimesinin çoğuludur. Sözlük
anlamı 'yardım, himaye ve koruma' demektir. Asabe kavramıyla kastedilenler,
vefat edenin erkek aracılığıyla kan bağı bulunan erkek hısımlarıdır. (Çev.)
[830] Bunlar ölen ile aralarına kadın girmeyen erkek hısımlardır. (Çev.)
[831] Yalnız bulunmaları durumunda 'ferâiz sahiplerinden/paylan
oranlarla belirlenmişlerden' olan bu gurup, kendileriyle birlikte erkek
kardeşlerinin de bulunması durumunda 'başkası nedeniyle asabe' vasfını
kazanırlar (Çev.)
[832] Bu vasfı sadece kız kardeşler, kızlarla birlikte olmaları durumunda
kazanırlar. Yani, ana-baba bir veya baba bir kız kardeşler, kızlar veya oğlun
kızlarıyla birlikte bulunmaları durumunda 'asabe maa'1-gayr' olurlar. (Çev.)
[833] Nisa, 11.
[834] Yani, baba sağ iken evli oğlu vefat edip. geriye
kız çocuklarının kalması. Bu durumda, daha sonra dede vefat ettiğinde, oğlunun
kızlarının -kız torunlarının- mirastaki payı. (Çev.)
[835] Vefat edenin annesinin sağ olması
durumunda, (Çev.)
[836] Buradaki mimsçılığın, azat nedeniyle olmasından
dolayı buna 'asabe sebebiyye/nedene dayalı asabe' denilmiştir.
[837] Buhârî, 4781; Müslim, 1619.
[838] Buhârî, 2523; Müslim, 1615.
[839] Selîm kalp, şirk ve şüphelerden arınmış, Allah'a ve Rasülüne
inanıp, emirlerine teslim olmuş kalptir. (Çev.)
[840] Şuarâ, 88-89.