ÜÇÜNCÜ KİTAB.. 3

(BİRÎNCÎ BÖLÜM) 3

NİKAHA AÎT ISTILAHLARA VE NİKAHIN MUKADDİMATINA.. 3

VESAİK BÎR KISIM AHKAMINA MÜTEALLİKTİR. 3

Nikaha Aîd Bazı Istılahlar  : 3

Nikâhın Mukaddimatı = Nişanlanma Vesaire: 7

Nikahın Mahiyetîni İzah  : 7

Nikahın Rüknü: 8

Nikahın Nevileri: 12

Nikahın Sıhhat Ve Nef Azının Şartları : 14

Sahih Nikahların Hükümleri : 16

Fasıd Nikahların Hükümleri   : 17

Batıl Nikahların Hükümleri : 18

Şarkta Veya İzafete Mukarin Nikahlar  : 18

Nikâhın Sıfatı Şeriyyesî : 20

Nikâhın Hikmeti Teşrüyyesî : 22

Nikâhta Velayet Ve Bu Velayetin Mertebeleri : 22

Nikâhta Velayetin Nevilerî : 23

Kasırların Nikahları Ve Müstahik Oldukları Hiyarî Bulûğ: 25

Hurrei Mükellefenîn Nefsini Tezvicî : 27

Nikahlarda Vekalet Ve Risalet 28

NİKÂHTA AKDİ FUZULÎ : 30

Kölelerin  Ve  Cariyelerin Nikahları Ve  Hîyari  Itk: 31

Nikahta Kefaet : 32

Kefaetin Şart Olup Olmaması Hakkındaki Mütalaalar  : 35

İKİNCİ  BÖLÜM... 36

MUHARREMAT HAKKINDADIR.. 36

Muharremat = Nikahları Haram Olan Kadınlar 37

Karabeti Nesebiyye Sebebile Hürmet : 37

Karabeti Nesebiyye İtibarile Olan Hürmetin. 37

Hikmeti Teşröyyesi : 37

Rezaın Mahîyyeti Ve Hürmeti Müstelzim Mikdarı : 38

Reza Müddeti 39

Rezâ'ev Hükmü ; 39

Reza  Sebebile Nikahları Haram Olan Kadınlar : 39

Reza'ın Sübutu: 42

Hürmeti Rezâın Hikmeti Teşriîyyesi : 44

Sıhriyyet =  Müsaheret : 44

Zina  İle Hürmeti  Müsaherentn  Sübutu   Ve  Ademî Sübutu Hakkındaki Mütalâalar   : 46

Hürmeti Müsaherenîn Htkmeti Teşbftyyesi  : 47

Hakkul'gayr : 48

Meharimin Aralarını Cem: 48

Meharîmin Aralarını Ademi Ceotin Hikmeti Teşrhyyes : 49

Şirk Sebebîle Olan Hürmeti Muvakkate : 50

Müşrikeler İle Kit'abiyyelerin Nikahları Hakkındaki Hükmün Hikmeti Teşrüyyesi: 50

Lian Sebebile Husule Gelen Hürmet  : 51

Mülk Sebebile Husule Gelen Hürmet: 51

Hürre Üzerine Cariyeyi Nikâh: 51

Üç Veya İkî Talakın Vukuundan Mütehassîl Hürmet : 52

Tahlil Usulünün Hikmeti Teşrîîyyesi : 53

Adedî Meşrul Tecavüzden Münbaîs Hürmet Ve Teaddüdi Zevcat : 54

Teaddüdi Zevcatın Hikmetiteşrüyyesi: 54

(ÜÇÜNCÜ  BÖLÜM) 55

MEHRR KASME VE HUKTIKİ ZEVCtYETE MÜTEALLİKTİR.. 55

İslâm Hukukunda Mehrin Lüzumu Ve Mikdarı : 56

Mehbin Lüzumundaki Hîkmeti Teşkîtyye : 56

Mehrin Akşamı : 57

Mehki Müsemmanın Serait Ve Evsafı : 58

Mehrîm Teekküdü, Kat'îmyet Kesbetmesi : 60

Mehrin Tezyîd Ve Tenzili 62

Mehkde Husule Gelen Ziyade : 63

Mehrîn Helak Ve Teayyübü : 64

Mehrin  Sobe Edilmesi : 65

Mehre Dair Kefalet Ve Terhin : 66

Mehrin Kabz Ve Teslimi 67

Mehri Misli Îcab Eden Haller : 67

Mütatı Îcab Eden Haller : 69

Mehre Müteallik İhtilaflar, Davaları : 70

Cihaza Müteallik Meseleler Ve Dâvaları: 71

Zevç İle Zevce Arasında Hane Eşyasına Müteallik Davalar : 73

Nikaha Müteallik Davalar 73

Nikâha Daik Şahadetler 76

Kasme Müteallik Meseleler 77

Zevceynin Mütekabil Hakları Ve Vazifeleri : 79

Gayrî Müslîmlerîn Nikâhları  : 81

ÜÇÜNCÜ KİTABIN SONU.. 83

DÖRDÜNCÜ KİTAB.. 83

(BİRİNCΠ    BÖLÜM) 83

MÜFAREKATA AİD ISTILAHLARI VE NİKAHIN  FESHİNE, 83

TALÂKA DAİR BİR KISIM HÜKÜMLERİ MUHTEVİDİR. 83

Müfarekata Aîd Istılahlar : 84

Talâk   Île   Feshin    Mahiyetleri Ve  Aralarındaki Farklar : 86

Talâkdan Madud Olmayan Fesîhler : 87

Talakın Rüknü, Nevileri Ve Talâkda Müstamel Tabirler : 88

Talâk Vukuunun Şartları : 93

Talakın Ehlî : 94

Bir Mütalea : 97

Talâkın Mahalli : 97

Talakın Adedi : 98

Lahika : 99


(Hukuki islâmiyye ve ıstılahatı fıkhiyye kamusu) adı ile yazılmış olan eserin bu ikinci cildi, dört kitaptan müteşekkil olup kamusun üçün­cü, dördüncü, beşinci ve altıncı kitaplarını teşkil etmektedir.

Şöyle ki: üçüncü kitap,  Münakehat»a müteallik meseleleri ihtiva edip üç bölüme ayrılmıştır.

Dördüncü kitap, Müfarekata  nikâh rabıtasına bir vech ile niha­yet verilmesine» dair meseleleri muhtevi olup üç bölüme münkasimdir.

Beşinci kitap, «neseb ile hızane» meselelerine mütedair olup iki bö­lümü muhtevidir.

Altıncı kitab, «nafaka» meselelerine ait olup iki bölümden ibaret bulunmaktadır.

Bu dört kitabın ihtiva ettiği meseleler, bir kısım şahsî, ailevî hü­kümleri mutazammm olup hukuk sahasında kendilerine en ziyade müra­caat edilen hususlardan bulunmuştur.

Bu kitaplardaki meselelerin esas kısmı; izafî delillere, yani: kitabul-lahdaki, süneni nebeviyyedeki sarih naslara ve icma: ümmete müstenit bulunduğundan onlarda bütün islâm mûctehitleri müttefik bulunmuşlardır. Talî derecede bulunan kısmı ise içtihada müsait mesailden ibaret bu­lunduğundan bunların hakkında müetehidini izamın  cemiyet hayatı için vüs'at ve rahmete vesile olacak surette  müteaddit akvali mevcut­tur.

îslâm hukukunda aile ahkâmına müteallik meselelerin büyük bir kıymeti vardır. Bunlar bir bakımdan ibadet ve taate müteallik meselete) kabilindendir.

îslâm hukukunda gerek şahısların ve gerek şahıslardan teşekkül eden ailelerin birer refahiyet ve mesudiyet içinde, bir intizam ve itilâ da­iresinde yaşamaları mühim bir gayedir. Binaenaleyh islâm hukuku, bu gayeyi temin edecek pek faideli, yüksek hükümleri muhtevi bulunmak­tadır. Bütün müslümanlar tarafından kabul ve tebcil edilen fıkhî mo.z-heblere ait, aile ahkâmına dair meseleler güzelce gözonüne alınırsa bu hakikat tecelli eder.

Aile ahkâmına ait meselelerin oldukça büyük bir kısmını bu ikinci cilt, ihtiva etmektedir. Biz bunları yazmakla islâm hukukunun vüsatine işaret etmiş, islâm hukukundaki aile ahkâmına dair tetebbüatta buluna. cak genç hukukçularımız için oldukça mufassal bir eser vücude getirmiş bulunuyoruz. Nâçiz mesaîmizin nezdi ilâhîde kabule karin olmasını Hak Tealâ Hazretlerinden niyaz ederiz.

Ve minalahittevfik.[1]

 

ÜÇÜNCÜ KİTAB

 

Münakehata müteallik hükümlere dair olup üç bölüme ayrılmıştır: [2]

 

(BİRÎNCÎ BÖLÜM)

 

NİKAHA AÎT ISTILAHLARA VE NİKAHIN MUKADDİMATINA

VESAİK BÎR KISIM AHKAMINA MÜTEALLİKTİR.

 

İÇİNDEKİLER : Münakehata ait bazı ıstılahlar. Nikâhın mukaddimatı = Nişanlanma vesaire. Nikâhın mahiyyetini izah. Nikâhın rük­nü. Bir lahika. Nikâhın nevileri. Nikâhın sıhhat ve ne fazının şartlan. Sahih nikâhların hükümleri. Fasid ve bâtıl nikâhların hükümleri. Şar­ta veya izafete mükarin nikâhlar. Nikâhın sıfatı şer'iyyesi. Nikâhın hik­meti tesriiyyesi. Nikâhta velayet ve bu velayetin mertebeleri- Kas irinin nikâhları ve müstehik oldukları hıyarı bulûğ. Mükellef hurrenin nef­sini tezviri. Nikâhta vekâlet, risalet ve akdi fuzulî. Köleler ile cariye­lerin nikâhları ve hıyarı ıtk. Nikâhta kefâet. Kefaetin şart olup olma­ması hakkındaki mütalealar. [3]

 

Nikaha Aîd Bazı Istılahlar  :

 

1  -  (Nikâh) :  Evlenmeden,  akdi tezvicden ibarettir.     Yani:  bir akiddir ki, kasden mülki müt'ayi müfid olur. Bu akd ile bir aile teşek­kül eder,  bir erkek  ile bir  kadın  arasında  bir takım  haklar  teessüs ederek bunların biribirinden meşru surette istifadeleri  caiz  olur.

2  -  (Münakehe) : iki kimsenin akdi nikâhta bulunması manası­nadır. Cem'i:  «münakehat»dır.

3  -  (Istinkâh) Nikahlanmak, nikâh talebinde bulunmak mânâ sınadır.

4  - (Zevç)  : Koca, bir kadının nikâhına sahip olan erkek demek­tir. Cem'i  (ezvac»dır.

5 - (Zevce) : Karı, bir erkeğin nikâhı altında bulunan kadın de­mektir. Cem'i «zevcat» dır. Maahaza Arab lisanında zevç lâfzı, eş mâ­nâsına olarak hem erkeğe, hem de kadına ıtlak olunur. Evlenmeğe, ka­rı koca olmaya da «tezevvüc», «tenekküh», «izdivaç» denilir.

6  - (Halîle) : Bir erkeğe zevciyyet veya teserrî suretile halâl olan kadın demektir.. Cem'i «halâil» dir. Böyle bir erkeğe de «halîl» denir.

7  -  (irs) : Zevce demektir. Cemi «urus» dur.

8  -  (Ba'l ) : Zevç demektir. Cem'i «buule» dir.

9  -  (Nikahı sahih) :  Sıhhat  şartlarını  tamamen  cami   olan ni­kâhtır ki, nafiz ve gayri nafiz kısımlarına ayrılır.

10 - (Nikâhı nafiz) : Sıhhat şartlarını tamamen cami olup hiç­bir kimsenin icazetine mevkuf bulunmayan  nikâhtır. Lâzım ve gayrı lâzım kısımlarına ayrılır.

11 - (Nikâhı gayri nafiz) : Sıhhat şartlarım cami olmakla bera­ber nikâh sahibinin veya velisinin icazetine  mevkuf bulunan  nikâhtır. Buna «nikâhı mevkuf» da denir.

12  - (Nikâhı lâzım)  : Nafiz, hıyarı fesihden ârî olup fesih teh­likesine maruz bulunmayan nikâhtır.

13 - (Nikâhı gayri lâzım) : Nafiz olmakla beraber fesih edilmesi kabil olan, yani: Öyle bir tehlikeye maruz bulunan nikâhtır ki, muhay­yer olan bunu fesh edebilir.

14  -  (Nikâhı fasid)  :  Sıhhat şartlarını  cami  olmayan  nikâhtır. Şahidsiz akd edilen nikâh gibi.

15 - (Nikâhı bâtıl) : Üzerine asla nikâh hükümleri terettüp et­meyen nikâhtır. Başkasının zevcesile bilerek evlenme gibi.

16  - (Nikâhı muvakkat) : Muayyen bir zaman için veya  meç­hul bir müddet ile mukayyed olarak yapılan nikâhtır.

17 - (Nikâhı m üt'a) : Mut'a, temettü veya istimta gibi bir tâbir ile bir müddet için yapılan nikâhtır.

18 - (Nikâhı şıgar) : îki kadının mehr tesmiye edilmeksizin bi­ri birine mukabil olmak üzere iki erkeğe tezvic edilmesi demektir.

Meselâ: îki erkek, birbirine kız kardeşlerini bu suretle tezvic ede­cek olsa bir nikâhı sigar vücude gelmiş olur.

Esasen sigar, sügur lâfızları, lügatte hulüv manasınadır. Hüküm­dardan hâli olan bir beldeye «beldei şâgıre» denilir. Böyle bir nikâh da mehrden hâli olduğundan bu namı almıştır.

19 - (Nikâhı fuzulî)   :   Asil,  velî,  vekil veya  resul olmayan bir şahsın başkası namına yapmış olduğu nikâhtır.

20 - (Meclisi nikâh)   :  Nikâh akdi için toplanılan mahaldir.

21- (Ahkâmı nikâh) : Nikâhın akdedilmesi  üzerine  terettüp eden mehr ve nafaka gibi eserler, semereler demektir.

22 - (Akdi nikâh)  : îki tarafın nikâhı iltizam ve taahhüd etme­leridir ki, bu hususdaki icab ve kabulün birbirine  rabt  edilmesinden ibarettir. Buna «nikâh kıymak» denir.

Akd, esasen lügatte düğmelemek, düğme bağlamak manasınadır, hissî ve manevî kısımlarına ayrılır.

28 - (tcabı nikâh) : Nikâhı vücude getirmek için ilk evvel söy­lenilen sözdür ki, nikâh onunla ispata başlanılmış olur.

24 - (Kabuli nikâh) : Nikâhı inşa için saniyen söylenilen sözdür ki-, akdi nikâh onunla tamam olur.

Meselâ: Nikâhda erkeğin «seni tezevvüc ettim» sözü icab, sonra ka­dının «ben de nefsimi sana tezvic ettim» sözü kabuldür.

Bilâkis evvelâ kadının «Ben nefsimi sana tezvic ettim» sözü icab, ba­dehu erkeğin «Ben de seni tezevvüc ettim» sözü kabuldür.

25 - (Hıtbe) : Bir kadının nikâhına talib olmaktır. Evlenmeği ta­lep eden erkeğe «hâtıb», evlenmesi istenilen kadına da «mahtûbe» denir.

26 - (Nişanlanma) : Evlenmek talebi üzerine verilen söz ile yapılan bazı merasimden ibarettir.

27 - (Velime) : Evlenmek dolayısiyle yapılan ziyafet manasınadır.

28 - (Bulûğ) : Lügatte vüsûl, kavuşma demektir. Istılahta: çocuk­luk çağının nihayet bulmasıdır. Bulûğ çağına eren erkeğe «baliğ», kadına da «baliğe» denir.

Bulûğun mebdei, kızlarda dokuz, erkek çocuklarda on iki yaşın hi­tamıdır. Sinni bulûğun müntehası, imamı âzamin son ve en meşhur kav­line nazaran ihtilâm, ihbal, inzal gibi bir sebeble baliğ olmıyan erkekler için on sekiz ve hayiz, ihtilam, habil gibi bir sebeble bulûğu zahir olmı yan kızlar için de on yedidir. Çünkü bu yağdaki bir insan, reşid olacağın­dan artık onun baliğ sayılmaması muvafık değildir.

Kadınların neşv ve idraki erkeklerden daha seri olduğundan erkek­lerin sinni bulûğu bir sene fazla bulunmuştur.

îmameyne göre gerek erkek ye gerek kızlar için bulûğ yaşının mün­tehası on beş senedir. Bu yaşa vâsıl olan bir şahıs, kendinde bulûğ âsân zahir olmasa bile hükmen baliğ sayılarak hakkında o yolda ahkâm car! olur. Çünkü bu yaşda olanların bulûğları galib ve şayidir. Bununla bera­ber insanların Ömürleri kısa olduğundan kendilerinin bu müddetten zi­yade ehliyeti kâmileden mahrum tutulmaları muvafık görülemez. Bu kavi, müftabihdir, Mecellede de bu kabul edilmiştir.

(Emmei selâseye göre de sinni bulûğun müntehası on beşdir.) Hacr ve ikrah mebhasine de müracaat!..

29 - (Müraheka) : Bulûğ yaşına yaklaşmak manasınadır. Fukaha, bulûğ yaşının mebdeine vâsıl olduğu halde henüz baliğ olmıyan şahsa ha­kikaten veya hükmen baliğ oluncıya kadar erkek ise «mürahik», kız ise «mürahika» derler.

30 - (Bikr)  : Kocaya varmamış olan kızdır. Cem'i    «ebkâr» dır. Bikr, hakikî ve hükmî kısımlarına ayrılır.

31- (Bikri hakikî) : Erkek ile asla mücamaatta bulunmamış olan kızdır. Kocaya varmamış olmakla beraber hiçbir  sebeple bekâreti   zail olmamış olan bir kız, bikri hakikî olduğu gibi kocaya vardığı halde zevci­nin mecbub veya ınnîn olmasından dolayı kendisine tekarrüb vuku bul­maksızın zevcinden talâk veya v(-fal sobabilo ayrılan bir kız da bikri ha­kikî sayılır. Yüksek bir yerden atlamak veya çok hayiz kara görmek veya uzun bir müddet evlenme izin yaşamak veya cerahat gibi bir sebeple bekâre­ti- zarı zail olan bir kız da yine bikri hakikî bulunmuş olur.

32 - (Bikri hükmî) : Tekerrür etmemek ve hakkında haddi zina ic­ra edilmiş olmamak şartile zina fiilinde bulunduğu malûm olan kızdır.

33  - (Seyyib)  : Kadın görmüş, yani: evlenmiş bulunan   erkektir Erkek görmüş kadına da «seyyibe» denir.

34 - (Eyyim)  : Kocasız kadındır. Gerek bikr ve gerek seyyibe ol­sun ve gerek büyük ve gerek küçük bulunsun. Cem'i «eyâmâ» dır.

35 - (Velayeti nikâh) : Bir gahsın evlenmesi hususunda diğer biı şahsın haiz olduğu velayet ve salâhiyet demektir ki, velayeti icbar ile ve­layeti nedb kısımlarına ayrılır.

36 - (Nikâhta velayeti icbar) : Velayet altında bulunan bir şahsın evlenmesi hususunda razı olsa da olmasa da velayeti haiz olan diğer bu şahsın sözünü tenfiz edebilmek salâhiyetidir. Çocuklar, mecnunlar, ma­tuhlar bu velayet altında bulunurlar.

37 - (Velayeti nedb) : Müeerred kendisini hicabdan vikaye ve sui-ahlâka nisbet olunmaktan muhafaza için emri nikâhını velîsine   tefviz eden baligei âkile, meselâ böyle bir  mutallaka hakkındaki   velayettir. Buna «velayeti istihbab» da denir.

38 - (Hryar-i bulûğ) : Baliğ olmakla velayet altından kurtulan bir şahsın, hakkındaki nikâhı kabul veya fesh ettirebilmek salâhiyeti demek­tir. Buna «hıyarı idrâk» de denilir.

39 - (Hıyarı ıtk)  : Mevlâsı tarafından yapılmış olan nikâhım, azad edilmesi sebebile cariyenin ibka veya fesh edebilmeye salâhiyettar olma­sıdır. Buna «hıyarı ataka» de denir,

40 - (Adi- jÂa)  : Lügatte men manasınadır. Istılahta: bir kadını kocaya varmaktan zulmen men eylemektir. Şöyle ki: bir kadının küfüv ve münasibi zuhur etti ve iki taraf nikâha ragıb bulunduğu halde o ka­dım mehri mislile tezvicden velisinin imtina eylemesi bir adidir.

41- (Kefaet) : Lügatte müsavat ve münasebet demektir. Nazîr ve kefaetl haiz olan kimseye «küfüv» denilir. Cem'i «ekfa» dır. Fıkıh lisa­nında kefaet, zevç ile zevcenin birbirine bazı hususlarda müsavi ve mü­masil olmaları veya zevcenin şerefçe zevcinden dûn bulunmasıdır.

42 - (Mahrem)  : Karabetten dolayı nikâhı haram olan kimsedir. Bir kıza nazaran kardeşi gibi. Mukabili «gayri mahrem = nâmahrem-» dir. Mahrem, hürmet, ihtiram mânâsına da gelir.

43 - (Muharremat) : Nikâhları muvakkaten veya müebbeden ha­ram olan kadınlardır.

(Hürmeti müebbede) : Hükmü devam edip duran hürmettir. Nikâhları hiçbir zaman caiz olmıyan kadınlar hakkındaki hürmet gibi ki, sebebi asla zail olmadığından İlelebed devam eder. Bir    şahsa   nazara.:: ^omşiresile evlenmesi gibi

45 - (Hürmeti muvakkate)  : Bir zaman için carî olup badehu zail olan hürmettir. Nikâhları bazı sebeplere mebni bir müddet için   memnu olan kadınlar hakkındaki hürmet gibi ki, o sebeplerin zevalile    mürten olur. Bir şahsa nazaran başkasının mu'teddesile evlenme gibi ki, iddeuiı nihayet bulmasile hürmet zail olur.

46 - (Hürmeti musahere) : Sıhriyyet sebebile husule gelen hürmet­tir ki, nikâhın sıhhatine mani olur.

47 - (Hürmeti raza = £ij) : Bir çocuğa süt vermekten mütehas-sil hürmettir ki, nikâhın sıhhatine mani olur.

48- (Musahere) : Bir aileden kız almak suretile husule gelen da matlık, kainvaldelik, kainpederlik gibi hısımlıktır ki, buna    «sihriyyeU de denir.

49 - (Sıhr)  : Zevcenin anası, babası gibi bilûmum zî rahimi mah­remdir. Cem'i «ashar» dır.

50 - (Karabeti nesebiyye) : İki veya daha ziyade kimseler arasın­da neseb itibarile olan yakınlık, hısımlık demektir.

51 - (Usul)  : Babalar ile analar ve Üânihaye cedler ile ceddeler-dir. Usulün müfredi «asi» dır. Bu kelime, lügatte temel ve esas manası­nadır. Necabeti olan zata «asîl», «zî asalet», «sahibi asalet» denilir.

52 - (Füru)  : Erkek ve kız evlâdile bunların ilânihayet evlâd v? ahfadıdır. Müfredi «feri» dir.

53 - (Havaşi) : Usul ve fünıdan maada akrabadır. Kardeşler, am­calar, dayılar gibi.

54 - (Raza) : Lügatte meme emmek demektir. «Raz'», rezaa», «ir-tiza'» da bu mânâyadır. «îrza» da emzirmektir. «Mürazaa», «rıza1» da iki çocuğun bir memeden süt emmesidir. Bu halde bu çocuklardan her biri diğerinin «razii» olmuş olur. Istılahta raza', lâakal dokuz yaşında veya daha yağlı bir kadının südü vakti mahsusunda bir çocuğun midesine dahil olmak demektir.

55  - Müra mürzia)  : Bir çocuğu emziren veya emzirmiş bulunan kadın demektir. Cem'i  «merazi'» dir.

56 - (Kazi): Süt emen çocuk ve bir   memeden süt emt:ı çocuklardan her biri demektir. Buna «râzi1», «mürtezi»  de denir.

57  - (Zıir): Süt ana demektir.

58  - (Zatı leben): Süt sahibesi olan, memesinde süt bulunan kadındır.

59  - {Sahibi leben) Bir kadının sütü kendisinin mukarenrtinden münbais ola kocası demektir.

60 - (Lebeni fahl): Bir erkeğin mü kare neti neticesi olarak bir kanda husule gelen süttür ki, her ikisinin maddei mahsusamndan münbais lüunur.

61  - (Fatm = fi tam)  : Çocuğu sütten kesmektir. Sütten kesilecek

iğa giren çocuğa da «muftım» denir.

62  - (Fasl = fisal)  : Fitam gibi sütten kesmek manasınadır.

63  - (Garre) : Aybını veya başkasının mu'teddesi olduğunu sakh-arak hatibini aldatan kadın demektir.

64 - (Teaddüdü zevcat) : Bir kimsenin nikâhı altında müteaddit adınlann bulunması demektir ki, bunun müslümanlarca    azamî haddi .Örttür.

65  - (Kasm)   : Zevcin yedi iktidarında olan şeylerde ve sohbet ve

lüvaneset için beytutet hususunda zevceleri arasında adalet ve müsa atı temine riayet etmesidir.

66 - (Mehr)  : Zevcenin akdi nikâh ile müstahak olduğu maldır ki, »unu zevcinden alır. Cem'i «mühür ve emhar» dır. Mehre sadak, nihle, lâik, farize, sadaka atıyye namı da verilir.

67 - (Mehri müsemma) : İki tarafın az vevt» çok olarak   tesmiye e tayin ettikleri mal veya kabili mübadele olan menfaattir.

68 - (Mehrl misi)  : Zevcenin babası cihetinden ye olmadığı tak­dirde beldesi ahalisinden akid tarihinde, yag, cemal, bekaret gibi vasıf­larda akran ve emsali kadınların metilidir. Nefsi akd ile vacib olduğun­dan asi olan da bu mehri. misildir.

69 - (Mehrl muaccel) : Peşin verilmesi meşrut olan mehrdir.

70 - (Mehri müeccel) : Bilâhare verilmesi meşrut olan mehrdir ki, muayyen bir müddet zikredilmemiş ise vefat veya talâk halinde teaccül eder. Bir mehrin tamamı müeccel olabileceği gibi bir kısmın da müeccel

olabilir.

71 - (Ukr)  : Mutlaka mehr mânâsına gelirse de mehri misilde is­timali daha ziyadedir. Şöyle ki: hür bir kadının mehri misline ukr denil­diği gibi bir cariyenin cemali ve mevlâaı itibarile mümasilleri olan cari­yelere nazaran müstahik olacağı mehre de ukr denilir, yani: bu cariye­lerin nikâhlarına ne mikdar mal ile rağbet edilmekte ise o mikdar, bu ca­riyenin ukru olmua. olur.

Bazı zevata göre cariyelerin ukrları; bikr iseler kıymetlerinin onda

biri, seyyib iseler yirmide biri nisbetindedir.

Maahaza ukr tabiri, alelekser kendisine şüphe ile tekarrüb edilen kadına mehri ne muadil olarak verilen tazminat mânâsında kullanılır. Gasb tarikile vukubulan bir mukarenetten dolayı diyet makamında veri­len bedele de ukr denilir. Gebe kalmayan kadına «âkir» denildiği gibi çocuk yapamıyan erke­ğe de câkir» denir.

72 - (Mut'a) : Lügatte mutlaka istifade olunacak şey, kifayet mik-

darı azık, faidelendirmek mânâlarını ifade eder. Istılahta: zevç tarafın­dan bogadığı zevcesine verilecek üç veya beş parça kisveden ibarettir k;, üç parça olduğuna göre bir baş örtüsü, bir gömlek, bir de çarşaftır. Befi olduğuna göre de bir entari ile diğer bir libas daha ilâve olunur. Maama-fih zevç bunların aynlarile kıymetlerini vermekte muhayyerdir.

Zevç, zevcesinin mili nazar, hılli mukarenet gibi menafiinden istifa^ deye müstahak olduğundan bu istihkaka «mülki müt'a» denilmiştir ki, mukabili «mülki rakabe» dir. Bu iki mülk arasında umum ve husus min veehin vardır. Şöyle ki: mülki rakabe, alelekser mülki müt'ayı istilzam eder. Fakat mülki müt'a, mülki rakabeyi istilzam etmez. Meselâ: bir kimse, bir cariye satın alsa onun rakabesine - zatına mâlik olacağı gibi menfaatlerine de mâlik olur. Amma bir kadınla teehhül etse onun yalnız bazı menafüne malik olur, rakabesine malik olamaz.

73 - (Mufavvize)  : Emri nikâhını velisine tefviz ve havale edip mehrden bahsetmeyen kadındır. Tefviz, lûgaten ihmal manasınadır. Men rin tayin ve tesmiye edilmemesi bir ihmal demek olduğundan mehr tes­miye edilmeksizin veya nefy edilerek yapılan bir nikâh emrine «tefviz > denilmiştir ki, iki kısma ayrılır.

Biri (tefvizülbüzu'): dur ki bu, bir kimsenin velayeti icbar altın­da bulunan bir kızı bir şahsa mehr olmaksızın tezvic etmesi veya bir kadının bilâ. mehr tezvic edilmesi için velisine izin vermesi demektir.

Diğeri (tefvizürmehr) dir ki bu da: bir kimsenin bir kadını kendisi­nin veya o kadının veya onun velisinin yahut bir ecnebinin dileyeceği bir mehr üzerine tezevvüc etmesidir.

74  - (Büzü) : Nikâh manasınadır. Kadının tenasül uzvuna da ıtlak olunur.  «Mübazaa» da tmücameat demektir.

75 - (Duhul)   : Zevcin zevcesine mukarenet ve  mücameatidir. Zi­faf olmak haleti. Kendisine kocası tarafından tekarrüb olunan   zevceyi «medhulün bina» denildiği gibi  tekarrüb olunmayan zevceye de  «gayri medhulün bina» denilir.

76 - (Halvet):  Zevç   ile  zevcinin  -  izinleri  olmadıkça üçüncü  bir şahsın  muttali olamıyacağından  emin  bulundukları - bir yerde yalnızca bulunmalarıdır ki, iki kısma ayrılır.

Biri "halveti sahiha" dır ki: zevç ile zevcenin hiçbirinde tekarrübe mani bir sebep bulunmadığı halde birbirile içtima etmeleridir.

Diğer "halveti faside" dir ki; zevç ile zevcenin birinde tekarrübe mâ­ni bir sebep olduğu halde yekdiğerile içtima etmelerinden ibarettir.

Tekarrübe mani olan şeyler, mevanii hissiyye, başka bir tabir ile me-vanii hakikiyye ile mevanii tabiiyye ve şer'iyye kısımlarına ayrılır.

Meselâ: zevcin  halvet esnasında  hasta  bulunması, bir  maniî hissidir

Halvet esnasında üçüncü âkil bir şahsın bulunması da bir manii tabiîdir. Zevç ile zevceden birinin ramazanı şerifde oruçlu bulunması veya zevce­nin hayz veya nifas halinde olması da şer'î manialardan maduttur.

77 - (Cihaz) : Kocaya varan kadın için ihzarı mutad olan eşyadır. Elbise, sergi, yatak takımı, huliyyat gibi.

Yolcunun erzakına, eşya ve mühimmatına, Ölünün kefenine de cihaz denir. Cem'i «echize» dir. Cehaz lâfzı da hem mezkûr eşyaya, hem de ka­dınların tenasül uzvuna 'ıtlak olunur.Kadınların, yolcuların, ölülerin muhtaç oldukları eşyayı hazırlama­ya, tertib ve tanzim etmeye de «teçhiz» denilir. [4]

 

Nikâhın Mukaddimatı = Nişanlanma Vesaire:

 

78 - : Nişanlanma merasimi, nikâhın bir mukaddimesidîr, nikâh­tan mâdut değildir. Binaenaleyh mücerred nişanlanmakla veya   izdivaç vâdile nikâh, münakid, üzerine nikâh hükümleri müterettib olmaz ve iKi taraftan hiçbiri akdi icraya ve mücerred izdivaç vadinde bulunduğundan dolayı vadini infaza icbar olunamaz. Çünkü nikâh, usulen icab ve kabıd ile münakid olur. Bir erkek ile bir kadının birbirine yüzük, çarşaf, elbise gibi huliyyata, belbusata ait bazı eşya vererek namzedlik merasimim ic­ra etmeleri ise böyle bir icab ve kabul mahiyetinde değildir.

Kezalik: nikâhta talik carî olmadığından, mücerred vaid ile nikâh sa­bit olamıyacağı gibi talik suretini iktisab eden bir vaid ile de nikâh husu­le gelmez.

Artık böyle namzedler arasında tevarüs, ve hürmeti musahere ta­hakkuk etmiş olmaz ve bir erkek ile evlenme vaidinde bulunan bir kadın, başkasile evlenebilir.

79 - : Söz kesildikten, yani : istikbalde evlenmelerini kararlastir diktan sonra iki taraftan biri nikâhdan imtina veya akdi nikâhtan ev­vel vefat etse hatibin mehre mahsuben mahtubesine vermiş olduğu şey­ler, velev ki istimal ile tegayyür etmiş olsun mevcut ise aynen ve   telef olmuş ise bedelden istirdat olunabilir.

Hatibin vefatı halinde istirdat hakkı varislerine intikal eder. Mah-tubenin vefatı takdirinde de makbuzı olan mehr, terikesinden alınır. îîünkü bu mehri vermekteki'maksat, hâsıl olmadığından bunun istirda-lı, tazmin ettirilmesi, bir hak teşkil eder. Fakat bu halde iki tarafın biri-birine vermiş oldukları hediyyeler, hibe ahkâmına tâbidir.

Binaenaleyh kabzdan sonra vefat vukuunda rücu hakkı münkati olursa da evlenmeye muvafakatten imtina takdirinde - sair rücu ma­nialarından bir şey bulnmadıkça - rücu hakkı münkati olmaz. Haniye, Feyâye.

80 - : Bir kimse, namzedi olan kadına nişan namına bir miktar eş­ya ihda edip de badehu nikâhtan feragat olunsa bu eşyayı mevcut ise istirdat edebilir.

Kezalik : o kadın da bunlara mukabil olarak göndermiş olduğu şey­leri - mevcut ise - geri alabilir. Reddül'muhtar. Behce.

81 - : Namzedlerden birinin diğerine hediye olarak verdiği şey, h«-lâk veya müstehlek olsa veye kendisinde ziyadei muttasile vücude gelse yahut hediye alunan tarafın mülkünden  bir veçhile çıksa artık hediye» eden tarafın rücua hakkı kalmaz.

82 - Bir kızı tezvic veya nikâhtan sonra teslim için ebeveyninden veya akrabasından birinin ağırlık, kaftanhk vesaire namlarile alacakla­rı şey, rüşvet mahiyetindedir. Binaenaleyh zevç, vermiş olduğu şeyi mev­cut ise aynen, değilse bedelen istirdat edebilir. Nitekim bir kadın da ken­disini veya kızını tezevvüc etmesi için bir erkeğe vereceği şeyi tezevvüc-den sonra geri alabilir.

Fakat nikâh işini temin, nıusaheret maslahatlarını ıslah maksadi t e hâtib tarafından bir şahsa ücret olduğu tasrih edilerek verilen şey, bilâ­hare istirdat olunamaz. Çünkü bu, bir hizmet bedelidir.

83  - Hatibin mahtubesini nikâhtan evvel görmesi caizdir.

« (Mâlikî fukahasi diyorlar ki: hâtib, mahtubenin^ mahtube de ha­tibin yüzüne, ellerine bakabilir. Bu mendubdur. Çünkü iki* tarafın ce­mali, sıhhati bu veçhile anlaşılır.) Fakat bu mendubiyet, telezzüz kas-dinden berî, fitne ihtimalinden ârî olmakla meşruttur.

84 - : Nikâh akdi esnasında bir hutbe iradı mendubdur.

« (Yine Maliki fukahası diyorlar ki: nikâh akdi sırasında iki tara­fın birer hutbe irad etmesi, yani: hamd ve senayı, salât ve selâmı havi. nikâhın fezailine dair bazı âyatı celîle ile ahadisi şerifeyi muhtevi birer hitabede bulunması, badehu nikâhın akdedilmesi mendubdur. Nikâh akdini müteakip iki tarafın tebrik ve tehniye edilmesi, haklarında müna-sib dualarda bulunulması da mendubdur. Mezahibi erbaa.)

85 - : Nikâhın ilân edilmesi müstahsendir. Nikâhdan dolayı velîme de mendubdur.

(Malifcîlere göre nikâhın alenî bir surette akdi mendub ve zifaf-dari evveî ilân ve izharı meşruttur. Hıtbei nikâhın ise ihfası, ilân edilme­mesi mendubdur. Çünkü bu ilân yüzünden bazımahuzların -zuhuru mel­huzdur. Ezcümle bazı şahıslar tarafından bir adavet ve hased saikasile vukubulacak sui ilkaat, musammem olan nikâhın akîm kalmasına sebebi­yet verebilir. Bir de iki taraftan biri ilândan sonra nikâh akdinden fera­gate lüzum görebilir,. Halbuki keyfiyet bir kere ilân edilmiş, birçok kim­seler akdin icra-edilepeğine muttali bulunmuş olacağından bu cihet, iki tarafın nicaba duçar-veya ittihama giriflar olmasına bais olabilir.)

 (Zahiriyyeden tbni Hazmin beyanına göre her evlenen, kimse için az olsun çok olsun bir velîme âyafeti bir vecîbedir. Velîmeye davetli bulunan kimsenin icabeti de - bir Özrü bulunmadıkça - yine bir ve­cibedir.)

86 - Nikâh bir vesikaya rabt edilmelidir. Çünkü islâm hukukuna nazaran bazı şer'î muamelâtın inkâr vukuundan sıyaneti için birer ve­sikaya rabt edilmesi müstajısendir. İşte nikâh da bu cümledendir. Çünkü bunun ferdî ve içtimaî ehemmiyeti pek büyüktür. [5]

 

Nikahın Mahiyetîni İzah  :

 

87 - : Hanefî fukahası nikahı : «Bîr akiddir ki, kasden    mülki müt'ayı ifade eder» tarzında tarif etmişlerdir. Kasden kaydile teserrî-den = cariye edinmekten ihtiraz olunuyor. Çünkü teserrî suretinde asıl maksut mülki rakabedir, mülki müt'a ise bunun zımnında husule gelir. Nikâh suretinde ise mülki rakabe carî değildir, bir kimse nikâh ile zev­cesinin nefsine malik olamaz.  Nikâhtan  asıl maksat,  mülki  müt'anın husulidir. Istılah kısmına da müracaat!.

88 - : Nikâh lâfzının lügat itibarile müteaddit mânâları vardır. Ezcümle: zam, cem, tedahül, evlenme  -  akdi mahsus, vetıy   =  cinsî mukarenet mânâlarına gelir.  Nikâhın bu  mânâlarda İstimali  hakkın­daki rivayetler, şu veçhile hülâsa edilebilir:

(1)  : Nikâh, vetıy ve akdi izdivaç mânâlarında iştiraki lâfzî ile müşterektir. Bu rivayet, muteber değildir.  Çünkü iştirak, mecaza na­zaran mercuh ve hilafı asıldır.

(2)  : Nikâh, vetıy mânâsında hakikat, akidde mecazdır. Hanefî-

lerin ekserisi buna kaildirler.

(3)  : Nikâh, zam ve cem mânâsında hakikattir. Hanefî fukahası bunu tasrih etmişlerdir. Nikâhın bu mânâda hakikat olması, vetıy mâ­nâsında hakikat olmasına münafi görülmemektedir. Çünkü vetıyde da­hi zam ve cem mânâsı vardır. Şu kadar ki zam ve cem, vetı'den eam-dır. Mânâyı eamme mevzu olan bir lâfz ise efradının her birinde haki­kat olarak kullanılır. Nitekim insan lâfzının zeyde, amre, bekre ıtlakı birer hakikattir.

(4) : Nikâh, lügat itibarile vetıy mânâsında hakikat, akid mânâ­sında mecazdır. Lisanı şeriatte ise emr ber aksdir. Yahut her iki mânâda müşterek olmakla beraber akid mânâsında istimali daha ziyadedir. Bu rivayet de mâliki fukahası tarafından dermeyan edilmektedir.

(5) : Nikâh, akid mânâsında hakikat, vetıy mânâsında mecazdır. Bu  rivayet,   İmam   Şefiîye   nisbe edilmektedir.  Maahaza   Şafiî   fukahasının beyanına göre nikâh, lügatte zam ve vetıy manasınadır. Şer an akid mânâsında hakikat, vetıy mânâsında mecazdır. Hanbelî fukahasının beya-*hatı da bu veçhiledir.

Nikâhın şer'an hem akid, hem de vetıy mânâsında hakikat olduğu­na kail olanlar da vardır. Mebsuti Serahsî. Fethül'kadîr.

Nikâhın böyle mânâlarındaki ihtilâf'üzerine bazı hukuki meseleler teferrü etmektedir. Bir kısmı ileride görülecektir. [6]

 

Nikahın Rüknü:

 

89  -  : Nikâhın rüknü, icap ve kabulden ibarettir.  Nikâhta icap ve kabul, beldelerin Örf ve âdetine göre inşayı nikâhta kullanılan söz­lerdir ki, nikâh akdi bunlar ile husule gelir.

90 - : Nikâh, meclisi nikâhta iki tarafın, yani: hâtib ile mahtu-benin veya velîlerinin veya vekillerinin veya resullerinin icab ve kabu-lile akdolunur. Bu akid, şeraitini cami olunca artık bundan rücu sahih olmaz.

91 - Nikâhın inikadında, yani: bu husustaki icab ve kabulün bi-ribirine irtibatında meclisi nikâhın ittihadı şarttır. Binaenaleyh ittiha­dı meclis bulunmayınca nikâh münakid olmaz.

Meselâ: iki taraf, yürürken veya at üzerinde giderken icab ve ka­bulde bulunsalar* nikâh husule gelmez. Fakat harekette bulunan bir gemi üzerinde vukubulacak bir icab ve kabul ile nikâh münakid olur. Çünkü geminin hareketi rakiblerine nisbet edilemez, gemi onlara gö­re bir mekân sayılır.

93 - : Meclisi nikâh, ya hakikaten müttehit olur. Şöyle ki> bir mecliste şahitler hazır oldukları halde tarafeynden icab ve kabul bu­lunsa meclis hakikaten müttehit bulunmuş olur. Maamafih kabul, fev-rî değildir. Nikâh meclisinde ieabdan sonra kabul bulunmadıkça mec­lisin nihayetine kadar iki taraf da muhayyerdir. Mucib, dilerse icabın­da sebat eder, dilerse icabında rücu eder. Diğer taraf da dilerse icabı kabul eder, bu surette nikâh münakid olur, dilerse icabı red eder, bu halde icab bâtıl olur. Bu muhayyerliğe «hıyarı meclis», «hıyarı kabul» denilir.

Velhâsıl: ieabdan sonra henüz nikâh meclisi bozulmadan kabul bulunursa nikâh akdi tamam olur. Fakat ieabdan sonra iki tarafın bi­rinden i'raza delâlet eder bir kavi veya fiil zuhur ederse icab hüküm­süz kalıp artık kabule mahal kalmaz.

Kezalik: ikinci bir icab, birinci icabı iptal eder.

Meselâ: kadın «Nefsimi yüz lira mehr ile tezvic ettim» dedikten sonra daha kabul bulunmadan «iki yüz lira mehr ile tezvic ettim» de­se birinci icabı bâtıl, ikinci icabı muteber olur.

Meclisi nikâh veya hükmen müttehit olur. Şöyle ki, gaib hakkın-

ua mükâtebe ve risalet ile nikâh akdi caiz olduğundan şahitlerin huzu­runda mektubun okunması veya mazmununun bildirilmesi, kezalik: re­sulün risaletini beyanda bulunması suretinde meclis hükmen müttehit bulunmuş olur.

93 - :  Akdi nikâhda müstamel icab ve kabul lâfızları, ya sarih veya kinaye olur.

«Lâfzı sarih» : çok istimalinden dolayı lûgavî veya şer'î, hukukî mânâları karineye muhtaç olmaksızın derhal  anlaşılan lâfızdır.

«Lâfzı kinaye»: Lâgavî veya şer'î, hukukî mânâlarının anlaşılma­sı niyyete veya karineye muhtaç olan lâfızdır.

Nikâhda sarih lâfızlar; tenekküh, tezevvüc, tenkih, tezvic lâfız-larile bunların müştekkatıdır.

Türkçede «tezeyvüc ettim», «nikahladım», «nikâh ettim», «nikâh­la aldım», «tezvic ettim», «nikâhla verdim» tâbirleri sarih demektir.

Nikâhta kinaye lâfızları da filhâl temliki ayne mevzu olan beyi, şira, hibe, sadaka, atiyye, temlik gibi sözlerdir ki, bunlar ile de karine bulu­nursa nikâh münakid olur.

Mehcur olan hakikatler iJe mütearef olmıyan mecazlar da kinaye­lerden sayılır.

94 - : Filhal temliki ayne mevzu  olmıyan   lâfızlar ile   nikâh akd edilemez. Vasiyyet lâfzı gibi. Çünkü bu lâfz mâbâdelmevte izafetle temlik ifade eder. Filhâl temlik ifade etmez. Meğer ki buna «filhâl» kaydi ilâve olunsun. O takdirde kinevî lâfızlardan olarak nikâhı müfîd olur. «Şu kı­zımı sana filhâl vasiyet ettim» demek gibi.

Kezalik: temlik ifade .etmeyen rehn, ibra, ihlâl, i'da, lâfızlarile de ni­kâh akdedilemez.

«Aldım», «verdim» sözleri de sarih olmadığından bunlar ile nikâhın inikadı, hutbe ve mehr tesmiyesi gibi bir karineye mütevakkıftır.

95 - : Kabul ve rıza lâfızlarile nikâh âkdedilebilir. Şöyle ki:   Bir kimse, meselâ hatibe hitaben: «Kızım fülâneyi sana tezvic ettim» deyip hâtıb de «Ben de o tezvici kabul ettim» veya «Ona razı oldum» dese nikâh münakid olacağı gibi yalnız «Kabul ettim» veya «Razı oldum» dediği su­rette de münakid olur. Çünkü bu lâfız, icaba masruf olacağından  âdeta icab lâfzı ifade edilmiş bulunur.

96  -  : Nikâh ve tezevvüc lâfızlarının müştekkatile vaki olacak icab ve kabul hakkında şu beş şart caridir:

(1) : îcab ve kabulün her ikisi de mazı sigası olur. Bu suretin istimali çoktur. Çünkü busîga her ne kadar ihbara mevzu ise de şer'an inşai tasar-rufda istimal olunmuş, zamana ve ihbara delâletten tecerrüd etmiştir. Binaenaleyh bir erkek, bir kadına hitaben şahidlerin huzurunda "Ben seni nefsime nikâh ettim" veya "Tezevvüc ettim" deyip kadın da "Ben de

nefsimi sana tenki» veya, «Tezvic eyledim» dese aralarında nikâh münakid olur.

(2)  : icab tarafı hal, kabul tarafı mazi olur.

Meselâ: Hâtib «Seni tezevvüc ediyorum» deyip mahtube de «Ben de nefsimi sana tezvic ettim» dese nikâh akdedilmiş olur.

(3)  : îcab tarafı muzari, kabul tarafı mazi olur.

Meselâ: Hâtib, mahtubenin velisine «Tahtı velayetinde bulunan fü-tube de «Ben de nefsimi sana tezvic ettim» dese veya hâtib «Nefsini bana şu kadar mehr ile tezvic edersin» deyip mahtube de «Ben de nefsimi sana tezvic ettim» dese nikâh münakid olur. Fakat «tezvic edersin» sigâsile ta­lebi vâ'd, kasd olunursa nikâh münakid olmaz.

(4)  : icab tarafı ismi fail, kabul tarafı mazi olur.

Meselâ: Hâtib, mahtubenin velisine «Tahtı velayetinde bulunan fü­lâneyi mütezevvicim» deyip veli de «Onu sana tezvic ettim» dese nikâh münakid olur.

(5)  : icab tarafı emri hâzır, kabul tarafı mazi olur.

Meselâ: Hâtib, mahtubenin vekiline «Müvekkilen fülâneyi bana tez­vic et» deyip vekil dahi «Müvekkilem mezbureyi bilvekâle sana tezvic et­tim» dese nikâh akdedilmiş olur.

97 - : Nikâh akdi hususunda kullanılan emir sigası hakkında fuka-hanm reyleri muhteliftir. Ezcümle Hidaye  ve Mecma' sahiplerine   göre emr lâfzı tevkildir, diğer tarafın, yani: mucibin sözü ise icab ve kabul ma­kamına kaimdir. Çünkü nikâhta bir. şahıs, akdin iki tarafına tevellî ede­bilir. Aşağıdaki lahikaya müracaat!..

Binaenaleyh «Nefsini bana tezvic et» sözü, «Seni vekil ettim, nefsini bana bilvekâle tezvic et» demek olur. Maamafih bu, bir vekâleti zımniyye olduğundan meclise iktisar eder.

Haniyye sahibile diğer bazı zevata göre de emir lâfzî icabdır, diğer tarafın sözü de kabuldür, akid bu ikisile tamam olur. îbni Nüceym bu reyi tercih etmiştir.

Bu husustaki ihtilâf üzerine bazı meseleler terettüp eder. Ezcümle emir sığası tevkil olduğuma göre şahitlerin bunu işitmeleri şart değildir. Çünkü tevkilde işhad gayri lâzımdır. îcab olduğuna göre ise şahitlerin bunu işitmeleri marttır.

98 - : Dilsizlerin mahut işaretlerile de nikâh münakid olur. Çünkü bu işaretler dil ile beyan gibidir.

99 - : icab ve kabul şifahet olduğu gibi  meclisten  gaib bulunan kimse hakkında mükâtebe ile dö olabilir.

Meselâ :.Bir erkek bir kadına hitaben «Seni tezevvüc ettim» diye

bir mektup gönderip kadın da mektubu şahitlere aynen okuduktan sonra «Nefsimi ona tezvic ettim» dese. yahut mektubun mazmununu hikâye ederek «Fülân kimse mektup yazıp beni hıtbe ediyor, şahid olunuz, ben de nefsimi ona tezvic ettim» dese nikâh münakid olmuş olur. Çünkü bu halde mektubu göndermiş olan kimse, bizzat mecliste hazır olarak icabda bu­lunmuş, şahitler de bunu işitmiş sayılır. Amma mektubun münderecatm-dan bahsetmiyerek yalnız «Nefsimi fülâna tezvic ettim» dese nikâh mü­nakid olmaz. Çünkü bu surette şahitler icabı işitmiş sayılamazlar. Şu ka­dar var ki emir lâfzının tevkil olduğuna kail olan zatlara göre hâtıb gaibin «Nefsini bana tezvic et» diye mahtubeye gönderdiği mektubun şahitler huzurunda okunması veya mazmununun anlatılması lâzım gelmez. Mü-cerred mahtubenin «Nefsimi fülâna tezvic ettim» demesini şahitlerin işit­meleri kifayet eder.

100 - : Mektup ile yapılan icab, red ile merdud olmaz. Binaenaleyh kendisine nikâh için mektup gönderilen taraf, bu mektubun havi olduğu icabı bidayeten kabul etmediği   halde   bilâhare  bervechi   sabık   şahidler mahzarında kabul etse nikâh tahakkuk eder. Zira mektup binefsihî.kaim olup tekrar okunmak imkânını haizdir.

101 - : Hâzır hakkında mükâtebe ile nikâh münakid olmaz. Bina­enaleyh meclise hazır bulunan âkidlerden biri «Seni tezevvüc ettim» diye yazı ile icabda, diğeri de şifahen kabulde bulunsa, yahut ikisi de tahriren î.cab ve kabulde bulunsalar bununla nikâh husule gelmez. Nitekim iki gaib tarafından teatî edilen iki mektub ile de nikâh tahakkuk etmez,

102 - : Teatî ile de nikâh münakid olmaz. Binaenaleyh bir kadın nefsini bir erkeğe şahitler huzurunda şu kadar mehr ile tezvic edip de erkek lisanile kabul etmeksizin mehri eda eylese nikâh vücude gelmiş ol­maz. Çünkü nikâh, hususî bir ehemmiyeti haiz ve sânına riayet lâzım ol duğundan akdi bey'a kıyas olunamaz.

103 - Bir erkek ile bir kadın, aralarında akd sebk etmediği halde şühud mahzarında nikâhı ikrar etselerbakılır: Eğer bu ikrarı maziye izafe eder, meselâ: «Biz filân gün biribirimizle tezevvüc etmiştik» derlerse bu bir kizbi mahz olacağından nikâh sabit olmaz. Fakat maziye izafe etmek­sizin kadın: «Ben bunun zevcesiyim» deyip erkek de: «Ben bunun zevci­yim» der ise- şer'î manialardan bir şey bulunmadığı takdirde - nikâh münakid olur. Çünkü bu surette ikrarları, inşai nikâhı tazammun eder.

104 - : Hata veya bilâ kasdin sudur eden muharref lâfızlar üe ni­kâh münakid olmaz. «Tezevvüc ettim» yerine «Tecevvüz ettim» denilmesi gibi. Fakat bir belde ahalisi böyle bir galat üzerine ittifak edip de onunla nikâh akdini kasd ederlerse böyle kasden söylenilecek bir lâfz ile de ni­kâh, münakid olur. Bu, yeni bir ıstılah demektir.

Kezalik: Bir kimse, nikâha mevzu bir lâfzı doğru söyliyemiyorsa ve­ya kendisinin yanlış telâffuzunu doğru itikat ediyor -ise onunla da nikâh tahakkuk eder. Bahri râik, Dürri muhtar. Hindiye.

(Mâlikîlere göre hali hayatta alette'bid temliki iktiza eden her lâfz ile nikâh akdedilebilir. Şafiî ve Hanbelî fukahasına göre nikâh, yalnız tez­vic ve tenkih gibi sarih lâfızlar ile münakid olur, Kinevî lâfızları ile müna­kid olmnz. Hanbelî mezhebine göre nikâhta kabul, icabdan evvel vuku-tmıunca da nikâh münakid olmaz. Meselâ: bir kimse, bir şahsa hitaben! «Kızını tezevvüc ettim» veya «Kızını bana tezvic et* deyip de o şahıs da «Onu sana tezvic ettim» dese bununla nikâh vücude gelmiş olmaz.

Fakat gerek Hanefîlerce ve gerek İmamı Mâlik ile İmam Şafiîye göre her iki surette de nikâh münakid olur. Çünkü her iki surette de icab ve kabul bulunmuştur.

Şafiîlerden bazı zevata göre nikâh, kabul ve rıza tâbirlerile akde­dilemez.

Şafiî ve Hanbelî fukahası diyorlar ki: «Nikâhın meşruiyeti zevç ile zevcenin arasında karşılıklı cereyan edecek bir kısım dinî ve dünyevî mas­lahatlardan nâşidir. Hususile neseb, neslin bakası, iffetin muhafazası, mehr ve nafakanın vücubu, verasetin sübutu, mütekabil istimdat ve is-timtâ bu cümledendir. Bu gibi maksut maslahatlara delâlet edecek lâfz ise zam ve cem mânâsım müfid olan nikâh, tezvic ve tezevvüc lâfızlarıdır. Sair lâfızlar ise bu mesaliha delâlette kasırdır. Binaenaleyh bu maslahat­lara kemalile delâlet etmeyen lâfızlar ile nikâh münakid olmaz. Kifaye-tüttalib. Tuhfetül'muhtac.)

(Buna cevaben deniliyor ki: Bir ayni temlike mevzu olan bir lâfız, mülki rakabeye delâlet eder, nikâh ise mülki müt'aya mevzudur. Bu halde mülki rakabeye delâlet eden birlâfzın mülki müt'ada mecazen istimali caiz ve bu istimal, sebebin ismini müsebbeb makamına ikame etmek kabilin­den maduttur.

Binaenaleyh bir kadın, şahitlerin huzurunda bir erkeğe hitaben me­selâ: «Ben nefsimi sana şu kadar mehr ile hibe ettim» veya «temlik ettim» deyip o erkek de kabul etse aralarında nikâh ne için mün'akid olmasın?. Çünkü mehrin zikr edilmesi, şahidlerin huzuru, meclisin bir meclisi nikâh olması, bununla nikâh kastedildiğine pek mükemmel delâlet eder. Akid-lerde itibar ise mânâlara, maksatlaradır, lâfızlara, mebaniye değildir. Ar­tık bu gibi lâfızların bu misillû karinelere iktiranı halinde nikâhtan mak-Ntıd olan maslahatlara delâlette kasır olmıyaeağı aşikârdır.)

105 - : Nikâh, bey' gibi bir hukukî muamelenin bir icab ile akdi mümkün müdür?. Başka bir tâbir ile bir şahıs, bir akdin iki tarafına Lcvellî edebilir mi?. Yani: bir şahıs, bir akdin iki tarafını deruhte ede­rek onu:i sözü hem icab,  hem de  kabu] makamına kaim  olabilir mi?.

Bu, mühim bir mevzu teşkil ettiğinden bunu hususî bir makale halinde buraya ilâve ediyoruz. Şöyle ki: bu babda kıyasa nazaran asıl olan bir şahsın icabile nikâhın ve emsalinin mün'akid olmamasıdır. Fa­kat aşağıdaki meseleler bundan istihsanen müstesnadır:

(1)  :  iki tarafın maliki veya veliyyi mücbiri olan bir şalısın ica­bile  nikâh  mün'akid olur.

Meselâ: bir kimse, şahitler huzurunda cariyesini kölesine veya sa-gîre kızını velayeti altındaki bir oğlana tezvic etse nikâh, sahih ve na­fiz  olur.

Kezalik: Bir kadın, azad etmiş olduğu gayri baliğ veya başka bir sebeple kasır bir kölesine daha~yakm velîsi bulunmadığı takdirde nef­sini bir icab ile tezvicde bulunabilir.

(2)  : îki tarafın vekili olan bir şahsın icabile de nikâh, mün'akid olur.

Meselâ: iki tarafın vekili şahitlerin huzurunda «Müvekkilem fü-lâneyi bilvekâle fülâne tezvic ettim» dese nikâh tahakkuk  eder.

(3)  : Bir taraftan asil, diğer taraftan velî olan bir şahsın icabile de nikâh,  mün'akid olur.

Meselâ: bir kimse, velayeti altındaki amcası kızını kendisine tez­vic edebilir.

Kezalik: bir kimse, azad ettiği gayri baliğ bir cariyeyi kendisin­den daha yakın velîsi bulunmadığı takdirde kendisine bir icab ile tez­vic  edebilir.

(4)  : Bir taraftan asil, diğer taraftan vekil olan bir şahsın icabi­le de nikâh akdedilebilir.

Meselâ: bir kadını nefsine tezvice vekil olan kimse «Müvekkilem fülâneyi kendime tezvic ettim»  dese  nikâh,   mün'akid  olmuş olur.

(5)  : Bir taraftan velî, diğer taraftan vekil olan bir şahsın icabile de nikâh mün'akid olur.

Meselâ: bir kimse, kendi mevliyyesini kendisini tevkil eden bir şahsa tezvic etse, yani: «Vekâletim altında bulunan fülâneyi müvekki­lim fülâne tezvic ettim» dese nikâh tahakkuk etmiş olur.

Bu suretlerin hiçbirinde  ayrıca kabule  lüzum yoktur.

Nikâh hakkındaki bu hükümler, îmamı Âzam ile Imameyne gö­redir,  imam Züfere göre bir âkidin akdile nikâh  asla münakit olmaz.

« fîmam Şafiîye göre nikâh yalnız iki tarafın velîsi bulunan bir şahsın .icabile iizarurelin mün'akid olur, başkalarının icabile mün"akid olmaz. Müşarünileyhe nazaran nikâhta velîye lüzum vardır. Eğer veli­nin  icabile   nikâh   münakid   olmazsa   kasırların   nikâhları   mümteni   olmak İâzım gelir, bu bir zarurettir. Bu zaruret ise vekilde ve emsalinde mevcut  değildir.)

(6} : Bir kasinn babası, akdi bey'in iki tarafına, kendi namına asaleten, kasır namına da velâyeten tevdii edebilir.

Meselâ: böyle bir şahıs, kendi malını sagîr oğluna ve saglr oğlu­nun malını kendisine bir icab ile satıp alabilir.

(7)  : iki kasırm babası, bunların namına akdi bey'in ik'i tarafına tevellî edebilir.

Meselâ: iki çocuğun babası, bunlardan birinin malını diğerine «Şu oğlumun şu malım bu oğluma şu kadar kuruşa sattım» demek gibi bir icab ile satabilir.

(8) : Bir yetimin vasiyyi muhtarı mevcut olmadığı takdirde ba­basının babası da akdi bey'in iki tarafına tevellî edebilir.

Meselâ: bu kimse kendi malını o yetime, o yetimin malını da ken­disine bir icab ile satabilir. Bu alım satım muamelesinde bir gabni ye-sîr bulunması, bu muamelenin sıhhatini ihlâl etmez. Çünkü baba ile dedenin şefkatleri ziyadedir, çocukların menfaatini gözeterek masla­hata göre hareket edecekleri zahirdir.

(9) Vasiyyi muhtar da akdi bey'in iki tarafım deruhte edebilir. Şöyle ki: Yetim bir çocuğun babası tarafından tayin edilmiş olan

vasisi, o çocuğun akar kabilinden olmayan bir malım o yetim için men­faati zahireyi müfid olmak gartile, yani: kıymetinin bir buçuk mislile kendisi için satın alabileceği gibi kendi malını da kıymetinin sülüsanı mukabilinde yetim için satabilir.

Amma yetimin akarım kıymetinin iki mislinden düne. alamayaca­ğı gibi kendi akarını da yetim için kıymetinin yarısından ziyadesine satamaz.

Vasiyyi mansuba gelince bu, akdin iki tarafına tevellî edemez. Bi­naenaleyh vasisi bulunduğu yetimin malını kendisi için veya tahtı ve­layetinde bulunan bir kimse için satın alamayacağı gibi kendi malını da yetim için satamaz. Çünkü vasiyyi mansub, hâkimin vekili hükmün­dedir. Hâkimin fi'li ise kaza olduğundan vekilinin fi'li de kaza demek­tir. Bir kimsenin kendi hakkında kazası ise caiz değildir.

(10) : Kadı,  velayeti  altındaki  kasırların  mallarını' kendisi  için satın alamaz, ve kendi malını onlara, satamaz. Fakat tahtı veiâyetinde-ki kasırların mallarını biribirine satmak hususunda aitdi bey'in iki ta­rafına tevellî edebilir.

Şöyle ki: bir hâk'im, velayeti altındaki bir yetimin malını yine ken­di velayeti altındaki diğer bir yetime satabilir. Çünkü hâkim, emindir ve baba, dede makamına kaimdir.  Şu kadar var ki ekseri fukahanın beyanına nazaran hâkim, böyle bir alım satım muamelesini töhmet ga-ibesinden ihtiraz için vashün kabulile yapabilir.

(11)  : Vekâleti mutlaka veya gayri mutlaka ile bey'e vekü olan kimse de bazan akdin iki tarafına tevellî edebilir. Şöyle ki:  «Şu malı dilediğine sat» diye kendisine vekâlet verilen bir kimse, o malı lehine şahadeti muteber olmayıp velayeti tahtında bulunan bir kasır namına batın alsa bîr icab ile beyi, münakid olmuş olur.

Kezalik: «Şu malı sat» diye tevkil edilen kimse, o malı lehine şa­hadeti muteber olmayıp velayeti altında bulunan bir kasır namına kıy­metinden ziyade bir fiyatla satın alsa yine kendisinin bir icabile beyi, tamam olmuş bulunur.           

(12) : tcare hususunda da bazan bir şahıs, akdin iki taraflına te­vellî edebilir. Şöyle ki: bir baba veya dede velîsi bulunduğu çocuğun bir akarını kendi nefsi için veya velayeti altında bulunan diğer bir ka­sır için bir icab ile icar edebilir.

Kezalik: vasiyyi muhtar da vesayeti altında bulunan bir kasınn akarını kasıra nafi olmak şartile kendisine veya velayeti tahtında bu­lunan diğer bir kasıra bir icab ile icareye verebilir.

Kezalik: hâkim de velîsi bulunduğu bir kasınn akarını yine ve­layeti tahtında bulunan diğer bir kasır namına bir icab ile icarda bu­lunabilir.

(13) : Hibe hususunda da bit şahıs, bazan hibe muamelesinin iki tarafına tevellî edebilir.

Meselâ: bir kimse, kendi elinde hakikaten veya hükmen mevcut olan bir malını kendisinin küçük oğluna veya tahtı velâyetindeki her­hangi bir kasıra -«şu malımı oğlum fülâne hibe ettim» gibi bir tâbir ile- bağışlarsa hibe tamam olur, ayrıca teslim ve kabza hacet kalmaz. Şu kadar var ki,* bu gibi hibelerde -âtiyen inkâr vukuu mülâhazası­na mebnî- işhad ve ilâm müstahsendir.

(14) : Mütevelliler de bazı hususlarda akdin iki tarafına tevellî edebilir­ler.

Meselâ;, bir müteveHÎ vakfın bir akarını vakfa nâfi olmak şartile kendi nefsi için bir icab ile isticar edebilir. Mebsut. Dürri Muhtar. Hidaye. Fethül1 kadîr. [7]

 

Nikahın Nevileri:

 

106 - : Nikâhlar, vasıflarının ve şartlarının mevcut olup olmaması itibarile sahih, fâsid, bâtıl nevilerine ayrılır.

Malum olduğu üzere ibadetlerde fesad ile butlan arasında fark yoktur. Bir ibadet fâsid olunca bâtıl olmuş olur. Çünkü bu babda fesad ve but­landan   maksad, bazı  şeraitin   fevt  olmasından  dolayı bir ibadetin ibadet olmaktan çıkmasıdır, muamelatta ise böyle değildir. Nikâha gelince bu, müstesna bir mahiyeti haizdir. Nikâh, bir cihetten ibadetlere müşabihtir.' Meselâ: nikâh; nafile ibadetlerden efdaldir, beşeriyetin devamına, neza-hetine, tehzibi ahlâkına hadimdir. İşte bu bakımdan nikâh, ibadetlerden sayılır.

Nikâh, diğer bir cihetten de muamelâta müşabihdir. Meselâ: nikâh icab  ve  kabul  ile yapılır, kendisinde şahadet cereyan eder, hüküm  altına alınır, kadına bir mehr vermek lâzım gelir. Bu hususlar ise ibadetlerde carî değildir. Binaenaleyh bu bakımdan da nikâh, muamelât kabilindendir.

İşte fukahayı kiram, bu cihetleri nazara alarak bazıları nikâhda fesad ile butlanın müttehid olduğuna kail olmuş, diğer bazıları da bunların baş­ka başka olduğuna zahib bulunmuştur.

Bu ihtilâfın seme.resi, aşağıda yazılan bazı meseleler ile tebarüz etmek. tedir.

107  - : Şeraitini cami olan nikâhlar, sahih ve nafiz olarak mün'a-kid olınuş olur. Baliğ ve âkil olan bir erkeğin kendisi gibi baliğ, âkil bir kadınla nikâh manialarından beri oldukları halde yaptıkları akdi nikâh gibi.

Mümeyyiz olan çocukların kendi mübaşeretlerile şühud muvacehe­sinde yapacakları nikâhlar ise velîlerinin icazetlerine mevkufen, mün'akid olur.  

108  - : Mükrehen   vaki olan nikâhlar da   sahih   ve nafiz   olarak mün'akid olur.

Binaenaleyh böyle bir nikâh, ademi kefaet gibi bir sebeb bulunma­dıkça fesh edilemez. Çünkü nikâh, talâk gibi tasarruf atta hezl, yani: muvazaa, lâtife ile cid müsavidir. Hâzil yaptığı akdin hükmünü asla kas-detmediği ve bu hususta ihtiyarı bulunmadığı halde nikâh, sahih olur. Halbuki ikrah, asıl ihtiyarı izale etmez, mükreh yaptığı şeyi yine bir kasd . ve irade ile yapar, mükrehün bini yapmakla ehveni şerreyni ihtiyar etmiş olur. Şu kadar var ki bu ihtiyar ve irade zayıftır, fâsiddir.

Maahaza ikrah vukuu, zevç ile zevceden her biri tarafından tasavvur olunabileceği gibi şahsi sâlis tarafından da tasavvur olunabilir. Bu suret­lerin hepsinde de Hanefiyyeye göre nikâh, şahindir. Ancak Hanefî kitapla rmın bazısında zevce tarafından vaki olan ikrah ile akdi nikâhın fâsid olacağı beyan olunmaktadır.

« (İmam Şafiîye göre nikâh ve talâk gibi tasarrufatıri muteber olma­sı, ihtiyara mübtenîdir. ihtiyar ise ikrah ile içtima edemez. İkrah, nazarı şeriatte, bir özür teşkil ettiği cihetle mükrehden sâdır olan sözün hükmü­nü iptal eder. Bir sözün sıhhati ise kasd ve ihtiyara menuttur. İkrah, mük-

enin mâfizzamirini, maksudı kalbisini beyan ettiğine delâlet etmez, belki defi şor kasdile mütekellim olduğuna delâlet eder. Halbuki sözün sıhhati, mâfizzamîre terceman olmak itibariledir.

Binaenaleyh mükrehin nikâh gibi, talâk gibi tasarrufatı fâsiddir. Hi-daye, Tuhtetel'muhtac.)

109  - : Şahidsiz olarak akdedilen nikâhlar, fâsiddir. Şahadete dair ileride tafsilât verilecektir.

110 - : Nikâhda cemleri caiz olmıyan iki kadından birile müteeh-hil olan bir şahsın diğerile yapacağı nikâh, fâsiddir.

Meselâ: bir kimse, menkuhesinin veya henüz ıddet içinde bulunan mutallâkasının neseben veya rızaan kızkardeşile veya halası, ammesi gibi sair mahremlerinden birisile evlense bu kadının nikâhı fâsid olmuş olur.

111 - : Başkasının zevcesile bilmeksizin yapılan nikâh fâsiddir. Meselâ: bir kadın, gaib bulunan zevcinin vefatını veya kendisini boşadığını haber almakla ıddeti hitamında - bu gaib zevcin berhayat oldu­ğuna veya boşamadığına muttali olmıyan -bir şahıs ile evlense de bilâ­hare o gaibin berhayat olduğu ve boşamadığı tahakkuk etse bu ikinci ni­kâh, fâsid bulunmuş olur.

112  - : Bir şahsın üç talâk ile boşadığı kadınla kablet'tahlîl yapa­cağı nikâh, fâsiddir. Gerek bu hususda hürmete vâkıf olsunlar ye gerek olmasınlar.

Bu, îmamı azama göredir. îmameyne göre "bu hürmeti bildikleri tak­dirde nikâh, bâtıl olmuş olur:

113  - : Bir kimsenin kendi mahremlerinden birile bilerek veya bü-miyerek yapacağı nikâh, fâsiddir.

Bu, İmamı azama göredir. îmameyne göre bu nikâh her halde bâtıl­dır. Şü kadar var ki, bilmiyerek bir yanlışhk neticesinde yapılmış ise işti-bah şüphesine binaen mücaseri hakkında haddi şer'î lâzım gelmez.

« (Fıkh-i Malikîde deniliyor ki: bir kimse mahreminden birile meselâ kendi kızile bilmiyerek.evlenmiş olsa bu hususdaki cehaleti, bir şüphe iras etmiş olur. Binaenaleyh bununla had cezası sakıt, neseb sabit olur. Ço­cuğa da malı yok ise nafaka vermesi lâzım gelir, aralarında übüvvet ve bünüvvet cihetile veraset de cereyan eder.)

114 - Nikâhı muvakkat, fâsiddir.

Benaenaleyh bir kimse, bir kadına şahitler huzurunda meselâ: "Seni şu kadar meblâğ mukabilinde bir ay müddetle tezevvüc ettim" veya "Seni şu kadar mehr ile bir müddet için nikâh eyledim" deyip kadın da kabul etse nikâh, sahih olmaz.

Tevkitinlâfzan olması lâzımdır, yoksa zevcin tevkile Kalben niyet etmiş olması, nikâhın sıhhatine zarar vermez. Şöyle ki: bir kimse, bir müddet beraber yaşayacağına veya bir müddet sonra boşayacağına kai-ben niyet ettiği halde müddet zıkretmeksizin meşru şartian dairesinde bir kadınla evlense nikâh, sahih olur. Niyete itibar olunmaz. Çünkü tevkit, lâfzen carî şeylerdendir.

Kezalik: bir kimse, yalni2 gündüzleri beraber bulunmak üzere bir kadın ile evlense nikâhları caiz olur. Zira bu surette nikâh, bir müddetle mukayyet bulunmuş olmaz. Bu veçhile nikâh olunan kadınlara «nehariy-yat» denilir.

Nikâhı muvakkatin fâsid olması, îmamı âzam ile Îmameyne göredir. imam Züfere göre nikâhı muvakkat, sahih olup tevkit bâtıldır. Çünkü bu zata göre tevkit, bir şartı fâsid demektir. Fâsid bir şart ise nikâhı iptal etmez, belki nikâh, sahih olur da şart, bâtıl bulunmuş olur.

 (Sair1 eimmei kirama göre de muvakkat nikâhlar sahih değildir. Ancak bu nikâhın cevazı îbni Abbas hazretlerinden mervîdir. Onun asha­bından Ata ile Tavus da buna kail bulunmuşlardır. Böyle bir cevaz, îbni Cüreycden, Ebu Saîdi Huzrî ve Cabir Hazretlerinden de rivayet olunuyor. Maamafih îbni Abbas Hazretlerinin bu kanaatinden rücu etmiş olduğu da rivayet olunmaktadır.

115 - ; Nikâhı müt'a, bâtıldır.

Şöyle ki: bir kimse, şer'î manialardan hali olan bir kadına «Şu kadar meblâğ mukabilinde şu kadar müddet seninle temettü edeyim» veya «Sen­den şu kadar gün mutemetti olmak üzere sana şu kadar meblâğ vereyim» veya «Şu kadar kuruş mukabilinde bir müddetfoeni müt'alandır» yahut müddet zikretmeksizin «Şu kadar akçe mukabilinde seninle istimta1 ede­yim» deyip kadın da kabul etse aralarında nikâh, mün'akid olmuş olmaz.

Hanefî fıkıh kitaplarının bazısında nikâh müt'aya, nikâhı fâsid de­nildiği de vardır.

Bazi fıkıh kitaplarında nikâhı muvakkat, nikâhı müt'anın efradından sayılmıştır. Maamafih aralarında bazi farklar vardır. Ezcümle: nikâhı muvakkat, şahitlerin huzurunda muayyen bir müddet için tezvic ve tezev­vüc ve emsali tâbirler ile yapılır. Nikâhı müt'ada ise müt'a maddesinden me'huz bir tabir kullanılır ve bu nikâhta müddetin zikri, şahitlerin huzuru her halde bahis mevzuu değildir.

Nikâhı müt'a âmmei ulemaca bâtıl sayılmıştır. Bunun hürmetinde icmaı ümmet vardır. Hattâ «Behce» fetvasında deniliyor ki: «Zina etme­meğe şart eden bir kimsenin zevcesi, nikâhı müt'a ile alacağı kadına te-karrüb etmesile boş olur.» demek ki, nikâhı müt'a ile mukarenet, tam gayri meşru bir mukarenetten ibaret bulunuyor.

« (Maliki, Şafiî, Hanbelî kitaplarında da deniliyor ki: Nikâhı müt'a, ıcmaen caiz değildir, haramdır. Bu, müddet ile muvakkat olan bir "ikâh-tır. Bu müddet, gerek malûm olsun ve gerek olmasın.

Maliki fukahasmdan İbni Rüşd'e göre müt'a, şühud mahzarında mehr tesmiyesi ve velî marifeti ile muvakkat bir müddet için akdedilir. Muvak­kat olduğu için fâsiddir. Bilâ talâk fesh olunur. Buna mücaseret eden zevç ile zevce hakkında ta'zîr cezası iktiza eder. Bununla çocuğun nesebi sabit, iddet vacib olur. Feshedilmesi, tekarrübden evvel vukubulursa mehr lâzım gelmez. Tekarrübden sonra vaki olursa, mehr tesmiye edilmiş olsun olma­sın, racih kavle nazaran mehr lâzım gelir.

İbni Rüsd merhum «BidayetüTmüctehid» de diyor ki: Nikâhı müt'a-îiiıi lar^-T; Nebeviden tahrim buyuruhnuş olduğuna dair ©lan haberler, mü tevaürdir. Ashabı kıranım ekserisî7 fukahayı ensann kâffesi bu tahrime kaildir. Ancak hu tahrimin zamanı vukuunda ihtilâf olunmuştur. Bu tah­rim, ya Havbsr jrününde veya Mekkei Mükerremenin fethi gününde veya Tebüi: ^;;^ves;nde voya. Haccetül'vedâda veya ömre tül'k azada veya Evtas vak'asında vaki olmuştur.)

Velhâsıl; Nikâhın büyük bir kıymeti ictimaiyesi vardır. Nikâh, mü-cerred şehvet muktezası olarak meşru kılınmış bir muamelei âdiye değil­dir. Belki nikâh, kendisile tevessül olunacak bir takım mühim maksat­ların, gayelerin husulü için meşru kılınmıştır. Binaenaleyh gerek nikâhı muvakkat ve gerek nikâhı müt'a "bu gibi maksatların, gayelerin husulünü temin edemez.

Filhakika bu nikâhlar, mücerred sehevatı teskin için muayyen veya gayri muayyen, fakat herhalde mahdut bir zaman için akdedilmiş olacak­tır. Bunlar ile zevciyetin bekası, tenasülün devamı gibi mesalih, temin edilemez. Bunlar ile asıl nikâhtan matlûp olan -aile teşkili mümkün, bir takım dinî ve dünyevî menafiin husulü kabil olamaz.

Binaenaleyh mücerred nefsanî duygulan tesbin ve tatmin için yapı­lacak bu gibi devamsız nikâhlar, bir nice mahzurları müstelzim olabile­ceğinden bunların tahrim Duyurulmuş olması, muktezayı hikmet bulun­muştur.

116 - : Bir müslimenin bir gayri müslim ile izdivacı bâtıldır.

Binaenaleyh bir müslimenin herhangi bir gayri müslim ile nikâhı mün'akid ve üzerine nikâh hükümleri müterettib olmaz. Aralarını derhal ayırmak lâzım gelir. Hattâ bu gayri müslim, nikâhtan sonra islâmiyeti kabul etse de yine aralarını tefrik iktiza eder. Çünkü bu akid esasen bâtıl olduğundan kendisine icazet lâhik ve sıhhate münkalib olmaz.

Bu nikâhın dînen memnuiyeti, Kur'anı hakimin sarahatile, ahadisi şerife ve icmaı ümmet ile sabittir. Ezcümle bir hadisi şerifde: «Biz ehli kitabın kadınlarile evlenebiliriz, fakat onlar bizim kadınlar ile evlenemez-ler» buyurulmuştur. Mebsut. Bedayî. Bu husustaki meşruiyet ve memnuiyet, dini bir siyaset, içtimaî bir hikmet muktezasıdır. Malûm olduğu üzere erkekler, aile hayatında hâkim, kadınlar ise birçok hususlarda kocalarına tâbi bulunurlar. Bu cihetle bir müslimin bir kitabiyye ile evlenmesinde o kadar büyük bir mahzur görü­lemez. Fakat bir müslimenin bir gayri müslim ile evlenmesi, birçok mah­zurlara sebebiyet verebilir.

Müslümanların daima hâkim ve kendi maddî, manevî varlıklarım mu­hafız bir durumda bulunmaları, islâm siyasetinde bir umdedir. Bir müs­limenin bir gayri müslim ile izdivacı ise o müslimenin akidesindeki saffeti, dinindeki metaneti, kendi milliyetine olan merbutiyetini ihlâl eder. İslâm efradının tekessürüne hizmet etmesi matlûp olan böyle bir kadının doğu­racağı çocuklar, babalarına tâbi olup islâm âlemine yabancı bir vaziyet alarak gayri müslim bir muhitin kuvvetini, kesreti nüfusunu temine hiz­met .edebilirler.

Bir de düşünmeli ki; müslümanlar, bütün edyanı ilâhiyyeye, bütün peygamberlerin nübüvvetine mu'tekittirler, ezcümle Hazreti Musanın da, Hazreti Isânın da birer nebiyyi zîşan olduğuna kanidirler. Sair milletler ise yeryüzünde en son ilâhî, semavî bir .din olan islâmiyete mu'tekid de­ğildirler. Bu ebedî, ulvî dinin mübelk'ği olan hatemül'enbiya hazretlerini "musaddik değildirler. İşte bu bakımdan da müslümanlar ile onların ara­sında büyük bir fark vardır. Artık bir müslimenin bir gayri müslim ile izdivacı asla hikmete, maslahata muvafık görülemez.

Şunu da ilâve edelim ki: bir takım ferdî, içtimaî, dinî düşünceler do-İayısıyledir ki birçok gayri müslim milletlerce de kendi Günlerindeki ka­dınların sair edyan erbabile izdivaç etmeleri caiz görülmemektedir. Ez­cümle katoliklerce ihtilâfı din, nikâhı mubtil olan sebeplerden biridir. Bu sebep, kilisenin emrile bertaraf edilemez, ihtilâfı mezheb de nikâhın esbabı maniasından sayılmıştır. [8]

 

Nikahın Sıhhat Ve Nef Azının Şartları :

 

117 - : Bir nikâhın sahih ve nafiz olarak mün'akid olması için akd ânında aşağıdaki meselelerde beyan olunan şartların mevcut olması icab eder.

118 - : Evlenecek kimselerin «mevanii nikâh» denilen şeylerden hâli olmaları şarttır. Aksi takdirde nikâh, sahih olmaz.

Meaelâ: aralarında neseb, süt veya musaheret itibariyle hürmet bu­lunan bir erkek ile bir kadının birbirile evlenmeleri caiz değildir. Muhar-remat bahsine müracaat!

119 - : Nikâhı bizzat akdeden iki tarafın ehbyetİ haiz olmaları, yani: âkil* baliğ veya mümeyyiz bulunmaları şarttır.

Binaenaleyh gayri mümeyyiz bir çocuğun veya bir mecnunun mübaşeretiii: akdedilen nikâh, sahih olmaz. Fakat zevç ile zevcenin herhalde ikil. baliğ veya mümeyyiz olmaları şart değildir. Bunların nikâhları velî­ler, taranndı yapılabilir. Velayet bahsine müracaat!

120 - : Kendi nefisleri için akde mübaşeret eden şahısların nikâh­ları nafii- olmak için hür, âkil, baliğ olmaları şarttır.

Binaenaleyh rakîklerin, mümeyyiz çocukların yapacakları akdi nikâh-velîierin icazetlerine mevkuf bulunur,

Veliıer: buiunmıyan çocukların hâkim bulunmıyan bir yerde akdede­cekleri nikâhları da bulûğlarından sonra kendi icazetlerine mevkuf bulun­muş olur.

Bunların-başkalarını tevkil ile akdettirecekleri nikahlan hakkında da hüküm böyledir.

121 -: Nikâh, kinaî lâfızlardan birile, meselâ: beyi1 veya hibe lâf-zile akdedildiği takdirde mânâsını âkidlerin bilmeleri, yani: bununla nikâh akdedildiğine muttali olmaları şarttır. Fakat sarih lâfızlar ile akdedildiği takdirde mânâsım âkidierin bilmeleri şart değildir. Yalnız bu lâfızları ile nikâh akdedilegeldiğini bilmeleri kâfidir.   «Tezevyüc ettim, nikâhı kabul ettim» denilmesi gibi.

122 - Nikâhı akdedenlerden her birinin sözünü diğerinin işitmesi şarttır. Çünkü onların ihtiyarları, nikâha muvafakatleri bu suretle tahak­kuk eder.

Binaenaleyh âkidlerden birinin icab veya kabulünü diğeri işitmese nikâh, mün'akid olmaz.

123 - : Nikâhta kabulün icaba velev zımnen muvafakati şarttır. Binâenaleyh kabul, icaba muvafık olmazsa nikâh, mün'akid olmaz. Meselâ: Kadın erkeğe «Nefsimi şu kadar mehr ile sana tezvic ettim»

diyip erkek de «Nikâhı kabul ettim, fakat mehri kabul etmem» dese ni­kâh vücude gelmez. Lâkin mehr'den sükût ederek nikâhı kabul ederse ni­kâh, mün'akid olur.                                      '                                          ı

Kezalik: Erkek «Seni on bin kuruş mehr ile tezevvüc ettim» deyip kadın da «Beş bin kuruş mehr ile kabul ettim» dese yine zımnen muva­fakat bulunacağından nikâh beş bin kuruş üzerine mün'akid ve mütebaki beş bin kuruş zevcin kabulüne mütevakkıf olmaksızın sakıt olur.

Şayet kadın «Nefsimi sana beş bin kuruş mehr ile tezvic ettim» deyip erkek de «Ben seni on bin kuruş mehr ile tezevvüc eyledim» dese nikâh beş bin kuruş üzerine mün'akid olur. Onda ittifakları vardır. Şu kadar var ki kadın bu ziyadeyi o mecliste kabul ederse nikâh on bin kuruş üzerine mün'akid bulunur.

124 - : Akd ânında mükellef, yani: hür, âkil, baliğ vesair şer'î va­sıflan haiz lâakal iki şahidin hazır bulunması şarttır.

Binaenaleyh rekiklerin, mecnunların, matuhların, çocukların şaha­detleri^ nikâh mün'akid olmaz. Çünkü bunların kendi haklarında vela­yetleri olmadığından şahadete de salâhiyetleri olamaz. Şu kadar var ki mümeyyiz çocuklar, huzurlarında akdedilmiş olan bir nikâha baliğ ol­duktan sonra edai şahadette bulunabilirler. Zira edai şahadetin şartları, . tahammüli şahadet zamanında değil, edai şahadet zamanında aranır.

125 - : Nikâh hususunda hâtib ile mahtubenin usul ve füruu da . şâhid olabilirler. Şu kadar var ki bunların bilâhare bu nikâha müteallik bir dâvada şahadetleri muteber olmaz. Şöyle ki: şahid, zevcin veva zev­cenin-usul veya füruundan ise onun aleyhine şahadet edebilirse de'lehine şahadet edemez. Şayet şahitler, her ikisinin de usul ve füruundan bulu­nurlarsa hiçbirinin hakkında şahadetleri muteber olmaz.

Velhâsıl: bunların hini akiddc şahid olarak bulunmaları, bir taham­müli şahadettir. Tahammülî şahadet ise edai şahadetten başkadır.

Akid zamanında şahitlerin bulunması, nikâhın ehemmiyetine ve te­essüs edecek aile hayatının meşru bir halde vücude geldiğini göstermek maslahatına mebnîdir. Yoksa ledel'hâce nikâhı veya tesmiye edilen mehri isbat'veya mehrin mütalebesini teshü için değildir.

«Bedayî» de denildiği veçhile nikâhta şahitlerin bulunması, - sifah töhmetim def içindir, yoksa akdi inkârdan siyanet için değildir. Töhmet ise usul veya füruun şahit sıfatiie haz.-r bulunmalarile de mündefi olur. Maamafih bunların huzurlarile akdi nikâh da siyanet edilmiş olabilir. Çünkü bunların edai şahadetleri caiz değilse de huzurlarına binaen nikâh iştihar eder ve bu iştihar üzerine tesanıü ile başkalarının şahadetleri ka­bul olunur, bu suretle de akd, inkârdan siyanet edilmiş olur.

126 - : Nikâhta nisabi şehadet, lâakal iki erkek veya bir erkek ile iki kadındır.

Binaenaleyh yalnız bir erkeğin veya yalnız iki veya daha ziyade ka­dının şahadetile nikâh mün'akid olmaz.

« (imam Nahaı'ye, Evzaî'ye, îmam Şafiî ile İmam Ahmedden bir kavle göre nikâhta kadınların şahadetleri asla muteber değildir. Çünkü bu .zevata göre kadınlar, bizzat nikâh akdine muktedir olmadıklarından nikâha şahit olmaya da salâhiyettar değildirler.)

127 - : Şahidlerin icab ve kabul ânında huzurları şarttır. Binaenaleyh şahitsiz akid yapıldıktan sonra keyfiyet şahitlere haber verilse bunların huzurlarında akid, tecdit edilmedikçe  nikâh caiz olmaz. Çünkü bu surette akdi faside şahadet edilmiş olacağından bununla bu akid sıhhate münkalib olmaz.

Yalnız bir şahidin huzurunda akdedilen nikâh hakkında da hüküm böyledir.

128 - : Şahitlerin akdi nikâhı anlamaları şarttır.

Binaenaleyh iki tarafın lisanına vâkım olmıyan kimselerin huzurla­rında nikâh akdolunup bunlar akid yapıldığını anlamasalar nikâh mün'a-kid olmuş olmaz.

129 - : Akid ânında iki tarafın icab ve kabuHînü şahidlerin birlikte işitmiş olmaları şarttır.

Binaenaleyh tarafeynin sözlerini işitmemiş olan iki nâim veya iki sağır kimsenin şahadetile nikâh mün'akid olmaz. Hattâ şahitlerden biri âkitlerden birinin, diğeri de ahar âkidin sözünü işitse veya her ikisi iki âkitten yalnız birinin sözünü işitse yine nikâh caiz olmaz. Çünkü şahadet, rükni akdin, yani: icab ile kabulün şartı olduğundan şahitler, her iki âki­din kelâmını işitmedikçe rüknün şartı tahakkuk etmiş olmaz.

Fakat akitlerin sözlerini işitir olan ahresin veya dili tutulmuş kim­senin şahadetile nikâh mün'akid olur.

Kezalik iki taraf ahres=dilsiz olursa mahut işaretlerile nikâh mün'a-kit olacağı cihetle bu halde şahitlerin sağır bulunmaları, şahadetlerine mâni olmaz. Elverir ki bu işaretleri görüp anlamış olsunlar.

130 - : Gaib hakkında mektup ile nikâh akdedildiği takdirde mün-dericatını şahitlerin işitmeleri veya mazmununa muttali olmaları şarttır.

Şu kadar var ki, mektubun mündericatı emir sigasile olursa bunu şahitlerin işitmeleri herhalde şart değildir. Çünkü emir, tevkili icap etti­ğinden kendisine mektup yazılanın sözü, hem icab hem de kabul maka­mında bulunur. Binaenaleyh yalnız bu sözü şahitlerin işitmeleri kifayet eder. Nitekim yukarıda da bu meseleye işaret olunmuştur.

131 - : Zevç ile zevcenin malûm olmaları şarttır. Bu malûmiyet, y-a işaret veya tesmiye ile hâsıl olur. Meselâ: nikâh olunacak kadın mec­liste hazır ise kendfsine işaret kâfidir. Şu kadar var ki bunun yüzünü şa­hitlerin görmeleri veya adile baba ve dedesinin adının zikredilmesi İhti­yaten lâzımdır.

Amma meclis nikâhta hazır olmayıp da velîsi veya vekili marifetile tezvic edilmekte ise bakılır.-Eğer karabet veya sıhriyet gibi bir suretle şahitlerce maruf ve onun hakkında akid İcra edildiği malum ise yalnız adını zikretmek kâfidir. Fakat böyle olmazsa kadının ismile beraber ba­basının, dedesinin isimlerini de zikretmek icap eder.

132 - : Nikâh edilecek kadın bir odada bulunsa kendisine has me­kânın malumiyeti kâfi olup tesmiye lâzım gelmez.

Meselâ: bir kimse, şahitler hazır ve iki tarafın sözlerini işitir oidıık-lan halde "Şu odadaki kadını tezevvüc ettim" deyip o kadın da kabul etse bakılır: Eğer kadın o mahalde yalnız bulunuyorsa nikâh, caiz olur. Amma kendisile  beraber başkası  da  var ise   nikâh,   caiz  olmaz.  Çünkü  bu   babda matlûp olan teayyün. hâsıl olmuş oimaz.

Kezalik: vekil "Şu od,ada bulunan müvekkilemi tezvic ettim" deyip de ismini tasrih etmediği surette de hükürn böyledir.

133 - : Bir kimse, mecliste hazır olmıyan iki kızından meselâ: bü­yüğünü tezvic edecek yerde indei'icab küçük kızının ismini zikretse nikâh bu küçük kız hakkında mün'akit olur. Zira gaib hakkındaki vasıf, mute­berdir. Amma galat olarak büyük kızım dediği halde küçük kızmın adını zikreylese nikâh hiçbiri hakkında mün'akid oimaz. Zira bu isimde büyük kızı yoktur.

Bu hususta o kimsenin niyetine ve şahitlerin m uk ad d im atı nikâh hakkındaki malûmatına itibar olunmaz.

134 - : îki kızı bulunan kimse, bunlardan birinin ismini tasrih et­meksizin «kızımı tezvic ettim» dese nikâh mün'akit olmaz. Velev ki mu-kaddimatı nikâh, bunlardan biri hakkında cereyan etmiş olsun. Fakat bu iki kızdan biri zatüzzevc olmak gibi şer'î manialardan hâli bulunmazsa icab diğer kıza masruf olacağından nikâh, sahih olur.

135 - : Velî veya vekil, menkûhenin veya babasile dedesinin adım yanlış olarak beyan etse nazar olunur. Eğer menkûhe mecliste hazır olup kendisine işaret edilmiş ise nikâh, sahih olur. Fakat mecliste hazır değilse sahih olmaz. Çünkü tesmiye, vasıf kabilinden olmakla hazır hakkında lâğv, gaib hakkında ise muteberdir.

136 - : Bir kimse, âkil, baliğ ve mecliste hazır bulunan kızım birine tezvic etse kendisi şahit sırasında bulunmuş olup akde bizzat o kız mü­başeret etmiş sayılır. Binaenaleyh bu mecliste diğer bir erkek veya iki kadın daha bulunsa nisabı şahadet, hâsıl olmuş olur. Amma kız mecliste bulunmaz veya bulunur da âkil ve baliğ bulunmuş olmazsa o kimse şahit sırasında bulunmuş olmaz.

Kezalik: bir vekil, mecliste hazır bulunan müvekkil veya müvekki-lesi hakkında diğer bir erkek veya iki kadın daha hazır bulunduğu halde. akdi icrada bulunsa kendisi şahit sırasına geçip  nikâhı,   raün'akit  olur. Fakat müvekkil veya müvekkile mecliste hazır olmayınca vekil, şahit sı­rasına geçemez.

137 - : Nikâhı mevkufta' indel'akd şahadet şart olup hini icazette şart değildir.

Binaenaleyh nikâh iki taraftan birinin icazetine mevkuf olarak bilâ şuhut akdedilse caiz olmaz. Velev ki muahharan bu akde şahitler huzu­runda icazet verilsin.

138 - : Nefsi için akdi nikâha ehliyeti olan her şahsın nikâhda şa­hadete de salâhiyeti vardır.

Binaenaleyh  şahitlerin   fâsik   veya  â'mâ  olmaları, şahadetlerine mâni olmaz.Şu   kadar   var   ki,   şahitlerin  âdil kimselerden  olmaları  mendubdur.

139 -  :  Müslİmenin   nikâhında  şahitlerin  de  müslüman  bulunmaları şarttır.  Kezalik: gayri müsiime, zimmiye olunca gayri müslim olan şahit­lerin   de  zimmî olmaları lâzımdır.  Bunun  hakkında  harbî veya  müste'min olan kimselerin şahadetleri kifayet etmez. Fakat bir müslimin bir zimmiyye ile izdivacında zimmîlerin şahadeti de kifayet eder.

"(İmam   Şafii ile îmam  Ahmede göre zevç müslim  olunca şahitlerin de herhalde müsİİm olmaları lâzımdır.)

140 - :   Nikâhların   sırren  -  gizlice  akdi  bir  hadisi  şerif  ile   men edilmiştir. Nikâhı sır ise lâakal iki şahit bulunmaksızın yapılan nikâhtır. Bilâhare   yapılacak   ilân  kifayet etmez. İki şahit bulunduğu haldeki akid ise   aleni  bir  surette   yapılmış olur. Çünkü iki kişiyi tecavüz eden sır, sn olmaktan   çıkar.   Şu kadar var ki nikâhın daha ziyade alenî olması, rrfen dubdur.

Filhakika nikâh, bir hususî ehemmiyeti haizdir. Bunun alelade mua­meleler; akidler gibi hemen iki .kimsenin icab ve kabulile olup bitmesi hik­mete muvafık, değildir. îki tarafın sifah töhmetinden vikayesi, araların­daki münasebetin gayri meşru münasebetlerden tefrik edilmesi elzemdir. Binaenaleyh Hanefiyyeye göre nikâh akdedilirken şahitlerin hazır bulun­maları herhaLde şarttır. Şahit bulunmadıkça nikâh, caiz ve bilâhare vuku-bulacak işhat, muteber olmaz. Bedayî, Hidaye. Dürer. Hindiye.

« (îmam Şafiî ile imam Ahmede göre de şahadet, akdi nikâhın şartı­dır. Hîni akidde şahit bulunmazsa nikâh, sahih olmaz.)

(îbni Hazme göre de nikâh, en az iki âdil kimse işhat edilmedikçe tamam olmaz. Meğer ki umumî ilâm bulunsun.)

(Ebû Sevre, Zührîye ve îmam Ahmedden bir rivayete göre şühût, nikâhın ne sıhhatinin, ne de tamam olmasının şartı değildir. Mücerret ilân kâfidir.)

 (Mâliki mezhebine Öre de şahadet, nikâhın şartı değildir. Belki nikâhın devamile meşruiyeti mukarenetin şartıdır. Binaenaleyh ilân şar-tile akdedilen bir nikâh, caizâir. Velev ki şühûd bulunmasın. Çünkü nikâ­hın^ sifahtan imtiyazı ancak ilân ile olabilir. Sifah gizlice yapıldığından nikâhın aleni surette yapılması* icab eder. Maamafih,nikâhın alenî yapıl­mış olmasını temin için çocukların bile huzurları kâfi görülebilir. Şu "kadar var ki, hîni akidde iki âdil kimsenin bulunmadığı takdirde yalan söyle­mekle maruf olmıyan bir şahsın veya müteaddit şahısların bulunup işhad edilmesi mendubdur.

Fakat zifaftan evvel işhat edilmesi, devamı nikâhın şartı olduğun­dan herhalde vâcibdir. Bu hususta bilâ işhat vaki olacak şahadet kâfi olduğu gibi zevç ile zevcenin hîni akidde bir kimseyi işhat etmemiş ol­dukları takdirde kablez'zifaf birlikte mülâki olacakları iki kimseyi ara­larındaki akdi nikâha işhat eylemeleri de kâfidir. Şu kadar var ki, bu halde mendub terk edilmiş olur.

Şayet akid ânında şahit bulunmadığı gibi tekarrübden evvel de ig-hat vuku bulmazsa nikâh, feshedilerek bununla bir talâkı bâin husule gelir. Sonra iki taraf isterse nikâhı usulen tecdit\ edebilirler. Mebsut. MSnehül'celîl. Kifayetüt'tâlib.) [9]

 

Sahih Nikahların Hükümleri :

 

141 - : Bir nikâh, sahih ve nafiz bir surette mün'akit olunca üze­rine bir kısım aslî ve fer'î hükümler terettüp eder. Baslıcalan şunlardır:

(1) : Nikâh akdedildiği andan itibaren zevciyet sabit, zevç ile zev­ceden her birinin diğerile intifa ve istimtaî halâî olur. Zevce, mehri mu­accelim almış olunca zevcini bu istimtâdân - bir özri şer'Iye müstenit olmaksızın - menedemez.'

(2) : Zevcenin zatına ait menfaatleri, zevcine inhisar eder. Yani: bu babda intifa ve istimtâ hakkı yalnız zevce muhtes bulunur. Çünkü makamdı nikâh bu suretle husule gelir. Mehr ve nafaka itası da bu hakka tekabül eder. Bu inhisar sebebiiedir ki, bir kadın aynı zamanda diğer bir erkeğin de nikâhı altında bulunamaz. Böyle bir hâlin vukuu, firasın fesadım, nesebin iştibah ve ziyaım mucib, muaşeret ve mukare­netin zevalini müstelzim olacağı cihetle asla caiz görülemez.

(3) : Zevce kendisine mehr tesmiye edilmiş ise mehri müsemma-ya, tesmiye edilmemiş ise mehri misle müstahik olur.

(4) : Zevcenin nafakası zevç üzerine lâzım gelir. Sair hukuKuna riayet edilmesi de icap eder.

(5) : Mehri muaccelini almış, olan bir zevce zevcinin hanesinde ika­mete mecbur ohır. Zevcinin izni olmaksızın başka yere çıkıp gidemez. Meğer ki gitmesi bir hakkı şer'îye müstenit olsun.

(6) : Zevç ile zevce için hürmeti müsahere sabit, bu hürmet mu­ayyen karibleri arasında da carî olur.

(7) : Akdî nikâh ile neseb sabit olur. Velev ki tekarrüb bulunma-sm. Vâkıâ nefsül'emr itibarile neseb, tekarrübün hükmüdür. Fakat sÜ-buti nesebin sebebi  zahirîsi  akdi  nikâhtır.  Çünkü  tekarrüp,  hafî bir emir olduğundan akdi nikâh, onun makamına kaim olur.

(8) : Nikâh akdedilmesmi müteakip zevç ile zevce arasında tevarüs hakkı sabit olur. Velev ki aralarında henüz duhul ve halvet vuku-bulmuş olmasın.

142 - : Gayri nafiz, başka bir tabir ile mevkuf olan bir nikâhı sahih, - aşağıda beyan olunacağı üzere - icazetten evvel nikâhı fâ-sid hükmündedir.

Binaenaleyh icazetten evvel tekarrüb vukubulsa bununla mehri misi ve iddeti talâk lâzım; neseb, hürmeti müsahere sabit olur. Fakat nafaka, talâk, muhalea, tevarüs gibi nikâh hükümleri sabit olmaz. Be-daî, Bahri Râik, Hindiye.

Zevcenin mütekabil haklan ve  vazifeleri - bahsine  de  müracaat!. [10]

 

Fasıd Nikahların Hükümleri   :

 

143 - : Fâsid nikâhlar, haddi zatında nikâh değildir. Binaenaleyh bir fâsid nikâh üzerine tekarrüb vukubulmadıkça nikâh ahkâmı teret-tüb etmez. Böyle bir nikâhın asıl hükmü mütarekedir. Şöyle ki:

(1) : îki tarafın - aralarında tekarrüb vukubulmuş olsun olma­sın - biribirinden  mütareke  suretile  ayrılmaları  icap  eder.   Her biri diğerinin huzurunda da, gıyabında da kavlen mütareke ve mufarekatta bulunabilir. Bir tarafın gıyaben mütarekesine diğer tarafın muttali ol­ması şart  değildir.   Binaenaleyh   zevç,   zevcenin  gıyabında  mütarekede bulunsa - tekarrüb vukubulmuş ise - muayyen müddetin geçmesile iddet nihayet bulur. Bunlar kendiliklerinden mütareke etmedikleri tak­dirde hâkim   tarafından   bilmühakeme     muvacehelerinde     tefriklerine hükmolunur.  Çünkü gayri meşru bir mukarenete  müsaade  olunamaz.

(2) : îki tarafın mütarekesi, biribirini terk ettiklerine dair bir 3Öz söylemelerile husule gelir. Zevcin zevceye «Seni terk ettim, senin sebi­lini tahliye ettim, seni boşadım» demesi gibi.

(3) : Mücerred fiil ile veya nikâhı inkâr ile mütareke vücude gel­miş olmaz. Gerek tekarrüb bulunsun ve gerek bulunmasın. Binaenaleyh iki tarafın bir yere gelip içtima etmemesi ile mütareke hâsıl olamaya­cağı gibi böyle bir nikâhın vukuunu inkâr etnıelerile de hâsıl olamaz. Artık kadın böyle bir gaybubet esnasında baskasile evlenemez. Fakat erkek nikâhı inkâr ile beraber kadına «Git evlen» derse bununla müta­reke tahakkuk  eder.

(4) : Mütareke, gerek iki tarafın nzasile ve gerek hâkimin kaza-sile olsun talâk  sayılmaz, bununla talâkın adetleri  azalmaz,  duhul bu­lunmayınca iddet de lâzım gelmez.

144  - :  Nikâh  fâsid üzerine  tekarrüb vukubulmuş  olursa yalnız mehri müsemma ile" mehri  misiiden  akalli  ve  talâk iddeti  lâzım  gelir. Vo ileride boyan  olunacağı  veçhile   noseb   ve  hürmeti   müsahere   sabit olur. Fakat nâkih ile menkuhe arasında, talâk, muhalea, zihar, iylâ gibi sair nikâh hükümleri sabit olmaz.

145 - : Nikâhı fâsidde ne halveti sahiha, ne de şehvetle mes ve takbîl, tekarrüb hükmünde değildir. Nikâhı sahihte ise halveti sahiha, tekarrüb makamına kaimdir. Çünkü nikâh, sahih olunca içtima halin­de temkini nefs halâl olacağından bu halvet, ihtiyaten tekarrüb hük­münde bulunur. Nikâhı fâsidde ise temkini nefs, halâl olmadığından vâ­ki olacak içtima ve halvet, tekarrüb hükmünde olamaz.

146 - Nikâhı fâsidden dolayı nafaka da lâsam gelmez. Hattâ ka­zaen takdir ve istifa olunan nafaka, fesadı nikâhın zuhuru üzerine is­tirdat olunabilir.

Meselâ: nikâhın zahiren sıhhatine mebnî bilhüküm takdir olunan nafakayı istifa eden zevce ile zevci arasında razaen hürmet bulunduğu bilâhare beyyine ile sabit olmakla araları tefrik olunsa zevç o nafaka ile rücua müstahik olur. Fakat bilâ hükm infak etmiş olduğu takdirde bir gey ile rücu edemez. Şayet nikâhın fesadı zevcenin inkârına müka-

rin zevcin ikrarile sabit olup beyinleri tefrik edilecek olursa zevce, id­det nafakasına, süknasma müstahik olur. Zevcin bunları vermekten ka­çınmaya hakkı olamaz. Bedayî, Hindiye. Dtirri Muhtar,

* (Mâliki mezhebine nazaran bir nikâh, fesadından dolayı fesh edi­lince bakılır : eğer tekarrüb vukubulmamış ise mehr namına bir şey lâzım gelmez, ve eğer vukubuhnuş ise mehri müsemma tamamen lâzım gelir. Mehr tesmiye edilmemiş ve tesmiye edilen mehr, hamr kabilinden olmakla caiz bulunmamış ise tam inehri nüsü ipap eder. Şu kadar ki, nok-sani mehrden dolayı vukubulacak feshi nikâh -hâdisesi bundan müstesna­dır. Şöyle ki: mehr, nisabı şer'îsinden noksan olarak tayin edilmiş, zevç de bu mehri nisabına iblâğdan imtina eder bulunmuş olmakla nikâh feah edilse kadın, tekarrüb vukubulmuş ise bu noksan mehre, tekarrüb jraku-bulmamış ise bunun yarısına müstahik olur.)

(İmamı Şafiîye göre fâsid nikâhtan dolayı talâka, feshe hacet yok­tur. Çünkü bu nikâh esasen mün'akid değildir* tfddet içinde akdedilen ni-kâha, yani : nikâhı bâtıla müşabihtir,)

(Hanbelî fukahasmca fâsid bir nikâh ile evli bulunan bir kadın, bo-şanmadıkça veya nikâhı fesh edilmedikçe baskasile evlenemez. Kocası boşamadan kaçınsa nikahı hâkim fesheder. Çünkü fâsid nikâhta içti­hada mesağ bulunacağından firkat ikama ihtiyaç vardır. Maahaza fir­kat bulunmadan kadının baskasile izdivcı kabul edilse iki kocanın bir ka­dına musalat olmasına sebebiyet verilmiş olur, bunlardan her biri ken­di nikâhının sıhhatini iddia edebilir. Bu tefrik, duhulden evvel vaki    olunca kadına mehr lâzım gelmez. Duhulden sonra olunca mehr lâzım gelir.  Bidayetül'müctehid. Elmuğnî. Mezahibi Erbaa.) [11]

 

Batıl Nikahların Hükümleri :

 

147 - : Bâtıl olan nikâhlar, hiçbir veçhile nikâh mahiyetinde değil­dir. Bunların vücutlerile ademleri nikâh bakımından müsavidir. Bunların haklarında da tamamen fasit nikâhlar ahkâmı cereyan eder. Yalnız bir iki hükümde fasit nikâhlardan ayrılırlar. Şöyle ki :

(1)  : Bâtıl bir nikâh ile vukubulan tekarrübden dolayı kadına «ukr» namile bâligan mâ beleğ mehri misil lâzım gelir. Mehri müsemma bulun­sa da ona itibar olunmaz.           

(2) : Bâtıl bir nikâh ile neseb sabit, iddet vâcib olmaz. Çünkü nese­bin sübutü sıhhati akde veya şübhei akde mübtenidir.   Nikâhı bâtıHse-sıhhat ve şüphei akidden hâli, zinadan madut olduğundan bununla neseb sabit olamaz. Binaenaleyh iddete de lüzum görülmez.

Meselâ : bir kimse, zatüzzevç - kocalı bir kadını bile bile nikâh edip kendisine tekarrübde bulunsa bununla neseb sabit, iddet vacib olmaz. Bu kadına zevci evveli, idete muhtaç olmaksızın tekarrüb edebilir. Şu ka­dar var ki istibrada bulunması evlâdır.

« (Mâîikî mezhebine nazaran bu hususta istibra lâzımdır. Bu istib-ra müddeti, iddet müddetine müsavidir. Bundan evvel tekarrüb caiz ol­maz.)

(Hanbelîlere göre de bâtıl nikâhlar, asla nikâh sayılmaz, bunlar ile neseb sabit olmaz. îki tarafın böyle bir hareketi zina sayılıp haklarında haddi müstelzim bulunur. Bir erkek ile evli veyaT mü'tedde bir, kadının ha-lâl ve harabı bildikleri halde birbiriîe izdivaç etmeleri gibi. ETmıığnl) [12]

 

Şarkta Veya İzafete Mukarin Nikahlar  :

 

148  -: Vücudu meşkûk bir şarta talik olunan bir nikâh, sahih ol­maz, ister hem icap hem de kabul, ister yalnız icap veya yalnız kabul muallâk olsun. Meğer ki muallâkun aleyh olan şart hemen  meclisi  ni­kâhta tahakuk etsin.

Meselâ : erkek kadına hitaben : «Baban razı olursa seni şu kadar mehr ile tezevvüc ettim» deyip kadın da kabul etse nikâh mun'akid ol­maz. Fakat o kadının babası bu akid meclisinde hazır bulunup da rızasını bildirecek olsa nikâh mun'akid olur.

149 - : Geçmiş veya vücudu muhakka bir şarta talik edilen nikâh, sahihtir. O şart ister vücudî, ister ademî olsun.

Meselâ : bir kızın babası hatibine hitaben «Kızım fülân şahsa tezvic etmiş bulunmaktayım» deyip hatibin tekzibi üzerine «Eğer tezvic etme­miş isem sana tezvic ettim» demekle hâtib de kabul etse, bu kızm o şah-

sa tezvic edilmemiş olduğu tahakKuk    edince bu nikâh mun'akid olmuş olur.

Kezalik : bir erkek bir kadına «hayatta isen seni tezevvüc ettim» di­ye mektup gönderir, o da hayatta olup şahitler huzurunda kabul ederse nikâh akdedilmiş olur.

150 - : Şartı takyidi ile olan nikâhlar sahihtir. Şarta gelince bu, iki kısma ayrılır : Biri, muteber olan şartı takyididir ki bu, akdin tnukteza-si bulunur. Diğeri, fâsid olan şartı takyididir ki bu, akdin muktezasma münafi veya bir mücerret vaitten ibaret bulunur. Bu şartın fâsid olması, nikâhın sıhhatine halel vermez. Şartı fâsid, riba mânâsım nnitazammın olduğundan bey'i iptal eder. Fakat nikâhta riba tahakkuk edemeyece­ğinden bunu iptal edemez

Meselâ : Bir kimse, bir kadını kendisine şu kadar meblâğ mehr ver­mek üzere tezevvüc etse nikâh, sahih ve şart muteber olur. Çünkü mehr,' zaten akdi nikâhın muktezasıdır.

Fakat bir kimse, bir kadım mehr vermemek üzere kabulile tezevvüc etse nikâh, sahih olup şart, lâğv olmuş bulunur, mehri misil lâzım gelir. Zira akdi nikâhın muktezası olan bir şeyi iki tarafın İskata salâhiyeti yoktur.

151 - : Zevcenin zatına veya mahremlerinden birine nâfi olacak su­rette dermeyan edilen bir şart, fâsid olunca mehri misil lâzım gelir.

Meselâ: bir kimse, bir kadım üzerine evlenmemek üzere şu kadar mehr ile tezevvüc etse nikâh; sahüı ve şart, - meşru bir emirden men'i mutazammm olduğundan- fâsid olur. Bu halde bu şarta riayet olunur­sa mehri müsemma taayyün eder, olunmazsa mehri müsemmadan nok-soii olmamak üzere mehri misil lâzım gelir. Çünkü bu şart, kadının men­faatine ait olduğundan bunun tahakkuk etmemesi tasdikinde mehri mü-semmaya rızası mün'adim bulunur. Şu kadar ki, bu şart tahakkuk et­memekle beraber bu kadın tekarrübden evvel tatlik olunursa yalnız meh­ri müsemmanın yarısına müstahik olur. Zira kable t 'tekarrüb talâk vu­kuunda mehri misil lâzım gelmez.

Kezalik : Bir kadın, meselâ: kardeşine kızını almak şartîle nefsini bir erkeğe tezvic etse nikâh, sahih olup, şart, fâsid bulunur. Yukarıdaki nıesele veçhile ya mehri müsemma veya mehri misil lâzım gelir.

152  - :  Âkitlerden hiçbirine menfaati olmıyan veya zevceye muzir bulunan bir şartı takyidi ile nikâh; sahih, şart, fâsid ve bu şarta riayet olunmasa da mehri müsemma lâzım olur.

Meselâ : bir kadın, bir yabancı şahsa şu kadar kuruş vermek şartile voya üzerine evlenme şartile bir erkoğe nefsini muayyen bir mehr ile tez­vic etse nikâh, sahih olup şart, gayri mutebere bulunur. Binaenaleyh bu şarta riayet edilsin edilmesin yalnız o tayin ettikleri mehr lâzım gelir.

153 - : Bir kimse, bir kadını Deldesınaen çıkarmamak şarlile tezev-vüc etse nikâh, salıilı olur, şart ise fâsid olup bu şarta ademi riayet tak­dirinde mehri misil lâzım gelir.

154 - : Bir kimse, bir kadım mezbureye her ay şu kadar para infak etmek üzere tezevvüc etse nikâh, sahih olup şart, fâsid bulunur. Binaen­aleyh bu kadın yalnız maruf olan nafakai mislini ahz edebilir.

155 - : Bir kimse, bir kadını aralarında tevarüs cari olmamak üzere şu kadar mehr ile nikâh etse şart, fâsid olur. Binaenaleyh aralarında ve­raset carî ve bu. kadın için mehri mislinden az olsun olmasın yalnız meh­ri müsemma lâzım olur.

156 - : Bir kimse, bir kadını bir müddet sonra, meselâ : bir ay hi­tamında boşamak üzere tezevvüc etse   nikâh, sahih ve şart, fâsid olur. Binaenaleyh onu boşaması lâzım gelmez. Fakat ileride boşamak şartile nikâh, akdedip de tevkit bulunmasa şart, lâğv olup nikâhı, müebbed ola. rak sahihan mün'akid olur.

157 - : Bir kimse, menkuhesini boşamak şartile ve şu kadar mehr tesmiyesile diğer bir kadınla evlense nikâh, şahin ye şart, fâsid olur. Zi­ra imi yoldaki bir şart, bir va'di mücerredden ibaret olduğundan riayeti lâzım gelmez. Şu kadar var ki bu şart tahakkuk etmediği takdirde o ka­dın için mehri müsemmadan az olmamak üzere mehri misil lâzım gelir.

158 - : Bir kimse, menkuhesinin talâkı üzerine bir kadını tezevvüc etse, meselâ: kadına hitaben «Seni şu kadar mehr ile beraber zevcem fü-lânenin talâkı üzerine tezevvüc ettim» deyip kadın da kabul etse nikâh, sahih, mehri müsemma lâzım ve o menkuhe hakkında - îkaa muhtaç ol­maksızın - derhal bir talâkı ric'î vaki olur.

159 - : Emri talâk zevcenin elinde olmak üzere nikâh akdedildikte bakılır: eğer icab, zevç tarafından yapılmış   ise nikâh, sahih olup şart, lâğv bulunur. Fakat zevce tarafından yapılmış ise hem nikâh ;caiz, hem de şart, muteber olur.

Meselâ : erkek kadına «Emrin elinde olmak üzere seni tezevvüc et­tim» diye icab, kadın da kabul etse nikâh, sahih olur. Fakat emri talâk kadının elinde olmaz.

Bilâkis evvelâ kadın «Emri elinde olup her ne zaman dilerse nefsini tatlik edebilmesi şartile nefsini tezvic» erkek de kabul etse nikâh, sahih ve emri talâk bu kadına müfevvez olmuş olur. Binaenaleyh istediği za­man nefsini tatlik edebilir.

Kezaiik : erkek «Şu kadar müddet sonra boş olmak üzere tezevvüc» kadın da kabul etse nikâh, sahih olup şart, lâğv bulunur. Fakat evvelâ kadın «Şu kadar müddet sonra boş olmak üzere nefsini tezvic» badehu erkek de kabul etse nikâh, sahih ve şart, muteber olur. Çünkü bu iki meselede İcab, zevç tarafınflan yapılınca talâk ve tefvivi talâk, nikâhtan ev­vel vukubulmuş olur ki bu, caiz değildir. Amme zevce tarafından yapılın­ca talak ve tefvizi talâk, nikâhtan sonra vukubulmuş olur. Zira zevcin kabulü, icab tarafındaki şartın iadesini mutazammındır. Haniye, Hin­diye.

160 - : Nikâhta şartı hiyar, hiyarı ayb ve hiyarı rüyet carî değildir.

Binaenaleyh iki taraftan birinin veya her ikisinin şu kadar gün mu­hayyer olması şartile yapılan nikâh, sahih olup muhayerlik sabit olmaz. Çünkü şartı hiyar, akdi nikâhın muktezası olmıyan tasid şartlar * kabi-lindendir.

Kezaiik : tarafeynden biri, diğerinin uyubdan selâmetini, hüsni ce­mal ile veya bekâret ile itsafını şart eylese. akdi, sahih olup şart, lâğv bu­lunur. Hilafı zuhur edince muhayyerlik sabit, nikâhı feshe salâhiyet hâ­sıl olamaz. Müfarekat bahsine de müracaat!.

161 - : Nikâhın müstakbel bir zamana izafesi sahih değildir. O za­man gerek yakın ve gerek uzak olsun.

Meselâ : erkek kadına hitaben «Se niyarın tezevvüc ettim» deyip ka­dın da kabul etse nikâh mün'akid olmaz.

« Seni gelecek filân ayın iptidasından itibaren tezevvüc ettim» de­nilmesi de böyledir.

« (Mâlikî fukahasma göre nikâh hususunda takyidi şartlar üç kıs­ma ayrılır :

(1) : Şart,.akdin muktezasma münafi olmayıp bilâkis muvafık bulu­nur. Böyle bir şartın vücudile ademi müsavidir. Nafaka vermek, kasme .riayet etmek şartlan gibi.

(2) : Şart, akdin muktezasına münafi olur. Böyle bir şart ile yapı­lan nikâh, tekarrübden evvel feshedilir, tekarrübden sonra feshedüme-yip şart lâğv, mehri misil lâzım olur. Zevç ile zevcenin yalnız geceleri ve­ya yalnız gündüzleri bir araya gelmeleri şartı gibi.

Kasme riayet edilmemek, meselâ : iki zevceden birinin yanında bir gün, diğerinin yanında iki gün beytutet etmek şartı da bu kabildendir.

(3) : Şart, akdin muktezasına ne muhalif, ne de muvafık olur,. Böy­le bir şart, mekruhtur. Çünkü bu, bir tahcir demektir. Maahaza böyle bir şarta riayet edilmesi müstahsendir. Bir kadını üzerine evlenmemek veya teserride bulunmamak şartile nikâh etmek gibi. Minehul'celîl.

Bir kimse, bir kadını beldesinden çıkarmamak veya üzerine evlen­memek, çıkardığı veya evlendiği takdirde emri talâk bu kadının elinde bulunmak yahut alacağı bu kadın boş olmak şartile tezevvüc etse bu şart, muteber-olur. Akid esnasında vukuuile akidden sonra vukuu arasın­da fark yoktur. Hattâ o kadım bir iki talâk ile boşayıp da sonra yine ala^ cak olsa iltizam etmiş olduğu bu şart, rücu eder. Bu rücu, gerek meşrut

olsun ve gerek olmasın. Fakat uç talâk ile boşarsa rücu, meşrut olmadık­ça mezkûr gart, avdet etmez. (Kitabüi'behce fî gerhit'tuhfe.)

(Safî! fuk ah asınca da nikâha müteallik şartlar, muhtelif kısımlara aynhr. Bunlar, şu veçhile hülâsa edilebilir :

(1) : Nikâhın muktezasına muvafık olan veya kendisine garaz te-allûk etmeyen şartlar. Bunlar, lâğv olup nikâh ile mehrin sıhhatine tesir edemez. Nafaka vermek, kasrne riayet etmek veya şu taamdan başkası-m yemek gibi.

(2) ; Nikâh ile maksud olan şeyleri ihlâl eden şartlar. Bunlar ile ni­kâh, bâtıl olur. Bir müddet sonra boşamak veya tekarrüb. ve iatimtâ et­memek şartları gibi. Şu kadar var ki ikinci şart, zevç tarafından derme-yan edilirse nikâhın butlanını icab etmez. Çünkü bu takdirde zevç, ken­di hakkını terk etmiş olur.

(3)  : Nikâhm-muktezasına muhalif olmakla beraber maksudu aslîyi muhil bulunmıyan şartlar. Bunlar ile nikâh, sahih olur. Şu kadar var ki bu şartlar ile mehri müsemma fâsid olup mehri misil lâzım gelir. Nafaka vermemek, üzerine evlenmemek şartlan gibi.

(4) : Sulbi akidde dermeyan edilen muhayyerlik şartlan. Böyle bir şart ile nikâh, bâtıl olur. Çünkü hiyaratın   vukuu, devam ve lüzumdan ibaret olan vaz'ı nikâha, muktezayi akde münafidir.

(5) : Mehrde meşrut olan muhayyerlik şartlan. Böyle bit hiyar, ni­kâhın sıhhatine mani olmaz. Fakat mehrin sıhhatine mani ve mehri mis­li müstelzim olur. Çünkü nikâhın istiklâli olduğundan mehrdeki fesad, nikâha tesir etmez.  (NihayetüTnmhtac.)

(Hanbelî fukahasına gelince bunlara göre nikâh hususundaki şart­lar, şöylece üç kısma ayrılır :

(1) : Vefa edilmesi lâzım olan şartlardır. Bunlar, zevceye faidesi ait bulunan şeylerdir.  Zevceyi hanesinden veya   beldesinden   çıkarmamak, üzerine evlenmek veya cariye edinmemek gibi. Zevç, bu şartlara riayet etmezse zevce nikâhı feshettirebilir.

(2) : Kendileri bâtıl olup nikâhın sıhhatine mani olmayan şartlar­dır. Mehr ve nafaka vermemek, kadın kocasını infak etmek veya kendi­sine bir mal vermek, kasm hususnda müsavata riayet etmemek, zevceye mukarrenette bulunmamak veya ortağım boşamak gibi. Bu misillû şart­lar, muktezayi akde münafi olduğundan asla sahih ve muteber değildir­ler.

(3) : Nikâhı aslından iptal eden bâtıl şartlardır. Nikâhı bir vakit ile takyit etmek, nikâhı bir şarta, meselâ   mahtubenin babasının rızasına talik etmek, nikâhta zevç ile zevceden birinin veya her ikisinin muhay­yerliğini şart koşmak gibi.

Hanbelîlere göre nikâhta hıyarı meclis bulunmadığs gibi hıyarı şart da muteber değildir.-Çünk'ü buna esasen hacet yoktur. Nikâhlar, aieiek-ser bir düşünceden, bir incelemekten sonra akdedilir. Artık muhayyerlik bir lüzum tahtında bulunmuş olamaz. Mahaza hıyarın sübutu, feshi ni­kâha, bu da kadının ibtizaline müeddî olabilir. Akdedilen bir nikâhı fes­hetmek, kadının 2ararma bir harekettir. Şu kadar var ki, bikr olması meş­rut olan bir kadın, seyyib zuhur etse veya neseb sahibesi olduğu şart kılınan bir kadın, aşağı tabakadan çıksa veya güze!, beyaz çehreli veya zengin olması şart kılınan bir kadın, bilâkis çirkin, siyah çehreli veya fa­kir bulunsa-bu hususta iki vecih vardır. Bir yeche göre: zevç için muhay­yerlik hakkı sabit olmaz. Bunlar - müfarekat bahsinde beyan oluna­cak - sekiz nevi uyubdan madut değildirler.

İkinci bir veçhe göre : zevç için muhayyerlik sabit olur. Çünkü bun­lar, maksut olan birer haslettir. Bu gibi hasletlerin madumiyetinden do­layı muhayyer olan zevç, nikâhı daha duhul vuku bulmadan feshederse üzerine mehr lâzım gelmez. Duhulden sonra feshedecek olursa bakılır: eğer tağrîr, mehre müstahik olan kadın tarafından vukubulmuş ise ken­disine mehr verilmez. Fakat başkası tarafından vukubulmuş ise zevç, ka­dına mehrini verir, sonra bununla kendisini tağrîr etmiş olan şahsa, me­selâ : kadının velîsine rücu eder.

Kezalik: Müslime veya hurre olduğu şart edilen bir kadın, gayri müslime veya cariye zuhur etse zevç muhayyer olur.

Çünkü bu hal bir nâkisedir, doğacak çocuğa da tesir edecek bir za­rardır.   (Elmugni.)

(Zahiriyye mezhebine göre şartı faside mukarin olan herhangi bir nikâh, ebediyen fâsiddir. Velev ki zevç ile zevcenin bu nikâhtan bir ço­cukları doğsun. Bu zevceyn arasında tevarüs de carî olamaz : Bir kadın üzerine cariye edinmemek veya onu hanesinden veya beldesinden çıkar­mamak veya kendisinden şu kadar müddet tegayyüb etmemek veya baş­kasından olan çocuğuna infakda bulunmak şartile nikâh etmek, bu kabil­dendir, El'muhallâ.) [13]

 

Nikâhın Sıfatı Şeriyyesî :

 

162 -: Nikâhın şer'î sıfatı, yani : şer'an -vücub, nedb, kerahet gibi bir vasıf ile ittisafı, eşhasa göre tebeddül eder. Şöyle ki  :

(1)  : Nikâh, tevekan halinde  - şiddetli arzu takdirinde farzdır. Yani : alacağı kadının mehr ve nafakasını temine kadir, evlenme-

dikçe nefsini gayri meşru mukarenetlerden menedemiyecek derecede ni­saya mail'olan bir erkek için nikâh, bir farizedir. Böyle bir müslim ni­kâhı terk ederse günahkâr olur.

(2) : Nikâh, itidal halinde sünneti müekkededir. Yani  :   zavciyet hukukunu ifaya kadir olduğu halde nisaya karşı nefsinde o derece bir iştiyak hisetmeyen bir erkek için nikâh, bir müekket sünnettir. Diğer bir kavle nazaran bu halde nikâh, adeta cihat ve cenaze namazı gibi bir farzı kı'fayedir.

Bu babdaki şer'î emirler, alâ tarikü'kifaye farziyete hamlolunur.

Baza zatlara göre de bu halde nikâh, her muslini için itikaden farz değilse de amelen farzdır ki, buna «vacib» -de denir. Çünkü bu husustaki nasların muhtevi olduğu emir sigaları karineden nalı olduğundan hem farziyete, hem de nedbe muhtemeldir. Binaenaleyh bu nasların hakika­tine alel'ibham - yani : şarii hakim, bu naslar ile kat'iyyen vücud mu, yoksa- nedib mi, her neyi ki murad etmiş ise haktır diye lâaiettayin - itikat edilir. Bu halde eğer şarii mübînin muradı farziyet ise akdi nikâh ile bu faraziye ifa edilmiş olur. Ve eğer nedb ise nikâh icrasile sevap ka­zanılmış  olur.

Ekâbiri ulemadan birçokları ihtiyaten bu kavli ahzetmişlerdir.

(3) : Nikâh, - bazı ulemanın beyanına göre - nisaya karşı me-yili ve rağbeti şiddetli olmamakla beraber mehr ve nafakayı verebil­mesi ve zevciyet hukukuna riayet etmesi müteyakken olan bir erkek için, mahza sünneti nebeviyyeye imtisal niyetine mukarin olunca bir süneti müekkekedir, mücerred kazayı şehvet emelile olunca da mubah­tır.

(4) : Nikâh,' zevciyet hukukunu ihlâl, meselâ: alacağı kadına zulüm edeceğinden korkulan bir erkek İçin kerahati tahrimiyye ile mekruhtur. Bu hukuku ihlâl edeceği müteyakken olan bir erkek için de haramdır. İşte fukahayı Hanefiyyenin akvali bu veçhiledir. Bedayî, Bahri Raik, Dürri Muhtar.)

"(Maliki fukahasına göre de nikâhlar, şer'î vasıflan itibarile şu kısım­lara ayrılır:

(1)  : Nikâh, teehhüle iştihası galib, mehr ve nafakaya kadir olan kimse

İçin mendubdur.

(2) : Nikâh, teehüle ihtiyaç gören, teehhül etmediği takdirde innete duçar olmasından korkan kimse için vacibdir.

(3)  : Nikâh, tehhüle muhtaç olmıyan ve mehr ve nafaka gibi verilmesi vacic hakları ifa edemeyeceğinden korkan bir kimse içirt mekruhtur.

(4) : Nikâh, alacağı kadına tekarrüb veya nafaka ita edememek gibi bir   sebeple    zarar   vereceği   yakinen   bilinen   bir   kimse   için   haramdır. Misehül'celîl.)

(Şafiî fukahasının bu husustaki akvali de şöyledir:

(1) : Nikâh, teehhüle fıtraten mail, mehr ve nafakayı vermeğe kadir kimseler için müstahabdır. Mehr ve nafakayı itaya kadir olmıyan kimseler içinse nikâhı terk, müstahabdır. Bunlar, temayüllerini kesr için oruca müvazib olmalıdırlar.

 (2)  :  Nikâh, kadınlara karşı iştiyaktan berî, mehr ve nafaka itasına gayri kadir kimseler için  mekruhtur. Mehr ve nafakayı itaya kadir, fakat teehhüle gayri muhtaç kimseler için nikâh, mekruh değildir. Şu kadar var ki, bunların nafile ibadetlerle iştigalleri efdaldir.

(3) :  Nikâh,  mehr ve nafakayı itaaya kadir, fakat kendisinde innet veya daimî bir hastalık bulunan kimse için de mekruhtur.

(4) : Nikâh, nafakaya muhtaç, bir takım tacirlerin iktihamından hâif olan kadınlar için mendubdur.

(5) : Nikâh, bir takım fâcir eşhasın iktihamından, tesallutundan kur­tulmaları evlenmelerine vabeste olan kadınlar için vacibdir.

(6) : Nikâh, teehhüle teb'an muhtaç ve zevciyet haklarını ifaya kadir bulunmıyan kadınlar için haramdır. Tuhfetül*muhtac.)

(Hanbelî fukahasının akvali de şu veçhiledir:

 (1) : Nikâh, nisaya karşı iştihası olmakla -beraber kendisini gayri meşru mukarenetlerden muhafaza edebilen, böyle bir mukareneten kor­kusu bulunmayan kimseler için mesnudur. Velev ki nafaka veremiyecek kadar fakir olsunlar.    Bunların nikâh  ile iştigalleri, vakitlerini nafile ibadetlere hasretmeden efdaldir.

(2) : (Nikâh, şehvetten mahrum, meselâ  innîn veya marîz veya ihtiyar olan kimseler için mubahtır. Fakat böyle kimselerin nafile iba­detlerle iştigalleri efdaldir.

(3) : Nikâh, teehhül etmedikleri takdirde zinaya   maruz kalmala­rından korkan erkekler ile kadınlar için vacibdir. Bu halde nikâh, vacib olan vazifei hacden mukaddemdir.

Kendisile evlenilecek kadının diyanetli, velüd, bikr olması, müsta­habdır. Meğer ki seyyip almakta bir maslahat bulunsun.

Kezalik : alınacak kadının diyanetle, kanaatle maruf bir aileye mensub olması, müstahsendir.

Alınacak kadının zinadan mütevellit olması veya lâkît olması ve­ya babasının gayri maruf lâyık değildir.

Alınacak kadının güzel olması, akrabadan bulunmaması ve bir ka­dın ile ıfaf temin edildiği takdirde birden ziyade kadının tahtı nikâhta bulundurulmaması müstahabdır. Çünkü zevcenin güzel olması, zevcin sükûni nefsine ve muhabbetinin, müveddetinin tezyidine hizmet eder. Bunun içindir ki, nikâhtan evvel mahtubeye bakılması caiz bulunmuş­tur. Haneden alınan bir kadının çocukları da daha nedb, daha kaviy-yüTbünye olur. Maamafih zevç ile zevce arasında münazaa, talâk gibi hâdiseler zuhur edebilir. Akraba arasında böyle hâdiselerin zuhuru ise kat'ı rahime müeddi olur. Halbuki kat'ı rahim, caiz değildir. Zevcelerin teaddüdü halinde ise adalete riayet edilememesi melhuzdur. Adalete ade-lete ademi riayet ise haramdır. KeşşafüTkına'.)

 (Zâhiriyye mezhebine göre de nikâh, ömürde bir defa olsun farzdır. Adetâ namaz, oruç gibi bir farzı ayındır. Çünkü bu babdaki emirler, mut­lak surette varid olduğundan farziyeti müfittirler. Maahaza fuhuştan kaçınmak farzdır. Bu kaçınmak ise nikâh ile temin edileceğinden bizza-rure nikâh da farzdır.

Zahiriyeden Ibni Hazm diyor ki : mukarenete muktedir olan her kimse için eylenmek veya cariye edinmek farzdır. Bundan. âciz olan­lar, çok oruç tutmalıdırlar. Elmuhallâ.) [14]

 

Nikâhın Hikmeti Teşrüyyesî :

 

163 - : Nikâhın meşrutiyetindeki hikmet, fevaid ve muhassenat pek mühimdir. Ezcümle beşeriyet âleminin bir ahenk ve intizam dairesinde devamı nikâha bağlıdır.

FethüTkadirde denildiği üzere : bu âlemin ilmi ezeliyyi ilâhîde mu-kader olan zamana kadar vechi ekmel üzere bekası, nikâhın vücudüne muallâtır. Bu teailûk ise nikâhın meşruiyyetine sebeptir. Çünkü begeri-yetin mukadder vaktekadar bekası, insaniyet silsilesinin devamına va­bestedir. Bu silsilenin bir intizam ve nezahet dairesinde devamı ise an­cak nikâh ile temin edilebilir. Vâkıâ gayri meşru mukarenetler ile beşe­riyetin devamı mümkün görülebilir. Fakat bu mukarenetler, insanların aralarında mezalimi, kanların dökülmesini, neseblerin siyamı jnüstelzim olur, beşeriyetin manevî helakim intaç eder.

Tefsiri kebîrde veaairede mufâssalan beyan olunduğu üzere gayri meşru mukarenetler, birçok şahsî, içtimaî mefasidi calibdir. Bunlar kıs­meti şu veçhile hülâsa edilebilir:

(1) : Gayri meşru mukarenetler, neseblerin ihtilât ve İştİbabına se-beb olur. Gayri meşru bir çocuk, şefkatkâr bir babanın himayesinden, terbiyesinden mahrum bulunur. Bunun neticesinde çocuklar zayi. nesil­ler munkati ve nihayet insaniyet âlemi harap olur gider.

(2) :   Gayrî   meşru   mukarenetler   halinde   kadınlar   birer erkeğe  ihti­sas ödemez. Bu ihtisasın husulü için mukateleler, müvasebeler yüz gösterir, en  ziyade kuvvet ve cür'ete malik oianlar, istedikleri kadınları kendi dairei ihtisaslarına    celbe    çalışırlar.   Bunun   neticesinde   beşeriyet   muhiti   kanlı boğuşmalar yüzünden umumî bir here ve merc içinde kalır.

(3)  :  Gayri   meşru   mu kare netlere   nefislerini   temkin   eden  kadınlar­dan her tab'j selim, istikrah eder. Artık böyle kadınlar ile birer mes'ut aile teşkil edilemez. Binnetice, kadınlar hayatı mahvolur biter.

(4)  :   Gayri  meşru   mukarenetler  tecviz   edilecek   olsaydı  hiçbir  kadı­nın   bir   erkeğe   ihtisası   kalmazdı.   Bu   halde   insanlar,  behaim   derekesine düşerlerdi.   Halbuki   insanlar,   haiz   oldukları   akıl   ve   iz'an  sayesinde, iffet ve nezahet sayesinde beynel'mahlûkat yüksek bir mertebeyi haizdirler.

 (5) : Gayri meşru mukarenetler, kadınlar için bir felâkettir. Kadın. iar    erkeklerin   mücerret'temayulâtını   tatmine   vesile   değildirler.   Bu  lâtif *insin kendisine hâs bir takım  vazifeleri, hakları vardır. Bu vazifeler, hak-iar ise ancak meşru surette birer aile teşkil etmelerile vücude gelir.

(6) : Hür kadınlar ile erkekler arasında nikâhtan başka bir tarik  ile mukarenet  vukuu,  kadınları tezlîl eder, bir takım  illetlerin zuhuruna, te-vessüuna   meydan verir ye binnetice içtimaî izmihlali ihzar eder. Halbuki serayü ilâhiyyenin tecviz buyurmuş olduğu tarikler, bu gibi içtimaî âfet-ierin" zuhuruna mani, insaniyetin kadrini i'lâya baistir.

Velhasıl : nikâh; sünneti nebevi yy ediV, bazı ahvalde nafile ibadet-^re devamdan efdaldir, nevafilden efdal olan maksatlara insanları ka-Tuşturabilir. Efradı ümmetin artmasını temine sebeb olur, hilkaten zayıf Man nisa taifesinden nafaka ve süknasını temin, nefislerini helake dû-'•ar olmaktan vikaye eder. Aileler arasında karabet husule getirerek tea--*ün ve tesanüdü arttırır, binnetice ahlâkı umumiyyei tehzibe, evlâdı ter­biyeye, insanların masalihini ifaya, ebnayı cins ile güzel ülfet ve mua­şerete, vatana daha ziyade merbutiyyete   vesile olur. Bu hadisi şerifteniniz, çoğalfnız, çünkü ben kıyamet günü sizinle ümmetlere karşı iftihar­da bulunurum) buyurulmuştur.

Binaenaleyh müesseesi nikâh, her ve  nafi, müstahsen, elzem bir içtimaî,müessesedir, bunda şüpheye asla mana, -oktur. Elverir ki şerai­tine riayet edilsin. [15]

 

Nikâhta Velayet Ve Bu Velayetin Mertebeleri :

 

164  - : Nikâhta velayet carîdir. Bazı kimseler, velayet altında bu­lunurlar. Bu velayet, ya karabete, ya mülk ile velâye veya hâkimiyete is­tinat eder. Velayeti haiz olan, yani: başkasının hakkında sözünü tenfize salahiyetli bulunan şahsa «velî» denir. CenıV. evliyadır. Müennesi  «ve-îiyye», «veliyyat» dır. Velayet altında bulunan erkeğe «mevlî» kadına da «mevUyye» denilir. Kaza mebhasine de müracaat!

165 - : Nikâhta velayeti haiz olanlar sırasile şunlardır :

(1) : Binefsihî asabattan planlardır. Bunlar, irs ve hacb tertibi üze­re şu dört mertebeye ayrılır :

Birinci mertebe : fürû, yani : oğullar ve ilânihaye oğulların oğulları ve bunların erkek torunları.

İkinci mertebe : usul, yani : babalar, babaların ilânihaye babalan, dedeleri.

üçüncü mertebe : Cüz'i eb, yani : ana baba bir erkek kardeşler, ba­ba bir erkek kardeşler ve bunların bu tertip üzere ilânihaye oğullan:

Dördüncü mertebe : Cüz'i ced, yani : ana baba bir amcalar, baba bir amcalar ve bunların bu tertip üzere ilânihaye oğulan.

(2) : Rakabeye mâlik olanlardır. Bunlar, kölelerin ve cariyelerin mâlikleridir. Bunlara dair aşağıda tafsilât verilecektir.

(3)  : Velâi ıtaka sahipleridir. Bunlar, azat edilmiş olan kölelerin ve cariyelerin mevlâlarıdır. Veya bu mevlâların asabei nesebiyyeleridir.

(4)  : Binefsihî asabattan olmıyan bir kısım kariblerdir. Bunlar; şu tertip üzere bulunurlar  :  valdeler, kızlar, oğulun    kızları, kızın kızları, r.ğulun oğulunun kızları, kızın kızının kızları, ananın anası, öz kız kar­deşler, baba bir kız kardeşler, ana bir erkek ve kız kardeşler, sonra bun­ların evlâdı, daha sonra ammeler, dayılar, teyzeler, daha sonra amca kız­ları, amme ~ hala kızları.

Bazı zevata göre babanın anası, anadan mukaddemdir, bazı zevata göre de ondan muahhardır.

(5)   : Velâi müvalât sahipleridir. Bunlar için velâ mebhasine müra­caat!.

(6) :VeliyyüTemir ile onun naipleri bulunan hâkimlerdir. Bunların velayetleri, birer velayeti âmmedir, diğerlerinin velâye.tleri ise birer ve­layeti hassadır. Velayeti âmme < sahipleri, veliyyi hâssi bulunmıyan her­hangi kasırm niftâhına tevelîî edebilir.

166 - : Velayeti âmmeyi haiz olan zatın âkil, baliğ, hür olması lâ­zımdır. Nitekim mebhasi mahsusunda izah edilecektir. Nikâh hususunda velayeti hâssayı haiz olan zatın ise    mirasa da ehil olması iktiza eder. Çünkü aralarında tevarüs carî olamıyacak kimseler arasında karabet iti-birile velayet mevcut olamaz.

Binaenaleyh bir müslim, bir gayri müslimeyi veya bir gayri müslim, bir müslimeyi aralarındaki karabete binaen velayeti hassa ile bir kimse­ye tezvic edemez.

Fakat bir müslim, hâiz olduğu velayet-i ammeye mebni bir gayri müslimeyi bir kimseye tezvic edebilir.

167 - : Nikâhta velayetlerin sırasile dereceleri nazara alınır, mu­kaddem derecede bulunan bir velî var iken muahhar derecedeki velî, ni­kâha mübaşeret edemez.

Meselâ : bir kasıranm oğlu ile babası veya babasile dedesi içtima et­se velayeti nikâhı birinci takdirde oğluna, ikinci takdirde babasına ait olur. Çünkü bunlar, diğerlerini hacb, yani: mirastan kısmen veya tama­men mahrum ederler.

Şöyle ki : baba, terikeden südüs hissesile bakiyj aldığı halde oğul ile beraber bulunduğunda yalnız bir südüs hisse alır. Bu halde oğul, baba­yı kısmen hacb etmiş olur.

Kezalik : dede, baba gibi hissei irsiye   aldığı halde baba ile içtima edince aalâ varis olmaz.   Bu surette baba, dedeyi tamamen hacb etmiş olur.

Maamafih birinci takdirde oğulun mukaddem olması, îmamı âzam ile İmam Ebu Yusüfe göredir, tmam Muhammede göre baba, oğuldan mukaddenidir. Bu ihtilâftan kurtulmak için baba, nikâh akdini - bu hu­sustaki salâhiyetini - oğluna havale etmelidir. Bedaî, Hindiye Dürri Muhtar.

« (İmam Mâlike göre velayeti nikâh hususnda oğul, babadan mu­kaddemdir, imam Şafiîye ve İmam Ahmedden bir kavle göre baba ve ba­banın ilânihaye babaları, oğuldan mukaddemdirler, imam Ahmedden di­ğer bir kavle göre oğul, babanın babasından mukaddemdir. İmam Ah-meden diğer bir rivayete göre kardeş dahi babanın babasından mukad­demdir. Müşarünileyhten dördüncü bir rivayete nazaran da kardeş ile babanın babası müsavidirler. Çünkü bunların karabet ve tâsîp itibarile mirasta müsavi olmaları, velayette de müsavi olmalarım mucib bulun­muştur. ETmuknî.)

(Zâhiriyyeye göre- bir kadının nikâh hususndaM velîsi, babası, kar­deşleri, veya dedesile amcaları ve amcası oğullarıdır. Bunlar dereceleri­ne göre velayeti haiz olurlar. Fakat bir kadının oğlu, kendisinin velîsi olamaz. Meğer ki ayni zamanda amcasının torunu olsun ve akriba ara­sında bu bakımdan yakini bulunmasın. ETmuhallâ.) [16]

 

Nikâhta Velayetin Nevilerî :

 

168 - : Nikâhta velayet, velayeti icbar ve velayeti nedb namile iki nev'e ayrılır. Şöyle ki : kasırlar, yani : çocuklar, matuhlar, mecnunlar velayeti icbar altında bulunurlar, Binaenaleyh bunları velîleri cebren, yani : rızalarını istihsale muhtaç olmaksızın tezvic edebilirler. Herhangi bir mükellefe ise velayeti nedb altında bulunur. Bu mükellefeyi velîsi, di­lediğinde cebren tezvic edemez. Şu kadar var ki, bir mükellef enin kendi­sini hicabdan vikaye için emri nikâhını velîsine tefviz etmesi mendubdur, müstahsendir.

Bu taksim, tmamı âzam ile tmam Ebu Yusüfe göredir. îmam'Mu­hammede göre ise velayeti nikâh, «velayeti istibdad ile «velayeti şirket» nevilerine ayrılır.

Velayeti istibdad = istiklâl, velayeti icbardan başka değildir. Vela­yeti şirket ise mükellefe hakkındaki müşterek bir velayettir. Şöyle ki : bir mükellefenin emri nikâhı, kendisile velîsi arasında müşterektir. Bina­enaleyh velîsinin izni munzam olmaksızın evlenen bir baligai âkilenin ni­kâhı, velîsinin icazetine mevkuf olacağı gibi böyle bir balıgenin rızası is­tihsal edilmeksizin velîsi tarafından vukubuîacak nikâhı da bu baligenin rızasına mevkuf bulunmuş olur. Bu cihetle velayeti şirket, velayeti istih-babdan ayrılır.

Aşağıdaki meseleler, velayeti icbara mütealliktir :

169 - Velayeti icbar altında bulunan bir kadını dereceleri müsavi velîlerinden yalnız birisi, tezvic etse nikâh, caiz olur. Diğerleri ister icazet versinler ister vermesinler. Fakat bunlardan her biri ayrı ayrı tezviç et­miş bulunursa sabık olan akid, muteber olup lâhik olan bâtıl olur. Şayet hangi akdin sabık olduğu bilinmezse veya her iki akid bir anda vuku bul­muş olursa ikisi de bâtıl olur.

170 - : Veliyyi âkreb, hâzır iken veliyyi eb'ad tezvic etse nikâh, ve-liyyi akrebin icazetine mevkuf olur. Binaenaleyh icazet verirse np^iz ve red ederse bâtıl olur. Zira derecesi yakın veli hazır olunca derecesi uzak olan veli, ecnebi hükmünde kalır.,

171 - : Veliyyi hâs, kendi mevliyyesini   kendine veya oğluna veya sair bir karibine tezvic edebilir.   Meselâ : bir kimse, tahtı velâyetindeki amcası kızını kendine nikâh edebilir.

Fakat velayet, hâkime uit olunca hâkim, kendi nefsine veya usul ve fürurundan birine tezvic edemez. Çünkü bu hususta hâkim, velayeti âm­meyi haiz olmayıp efradı ahaliden sayılır.

172 - : Veliyyi akreb, müddeti sefer uzak olan bir yerde gaybubet ettikte veliyyi eb'ad, sagîreyi mehri mislile küfvüne tezvic edebilir. Şöy­le ki : tâlib olan kimse, küfüv olup veliyyi akrebin gelmesine veya kendi­sinden istizan ile haberin gelmesine intizar    etmediği  takdirde veliyyi ab'ad, bu tezvici icra edebilir. Sonra veliyyi akreb gelse de bu akid, bâtıl olmaz.

173 - ; Veliyyi akreb, mevliyyesini mehri mislile küfvüne tezvicden imtina etse azil olur. Binaenaleyh hâkim, tezvic etmesini kendisine em­reder. Yine imtina- ederse hâkim, tezvic eder. Velev ki kasırları tezvice mezun olmasın. Çünkü zulmü def maksadile velîye niyabeten. tezvic et­miş olur. Yoksa veliyyi akrebin -imtinaı üzerine tezvic velayeti uzak ve­lîye intikal etmez.

« (îmam Şafiîye ve imam Ahmedden bir rivayete göre de böyledir. Tmam Ahmedden mansus olan bir kavle göre ise bu halde velayet hak­kı, uzak velîye intikal eder.

Aşağıdaki meselelerde velayeti istihbabe müteferridir.

174 - : Bir harrei mükellefeyi velîsi, nzasile tezvic etse nikâh, sahih olacağı gibi kendisinden istizan etmeksizin tezvic edip de akidden sonra keyfiyeti kendisine haber vererek icazetini istihsal eylediği takdirde de sahih olur. Çünkü bu mükellefenin akidden evvel vaki olan rızası, tevkil­dir, akidden sonraki rızası da akdi fuzulîye  icazet demektir. Lâhik bir icazet ise sabık bir vekâlet hükmündedir.

175  - : Bikri bâîiğenin veliyyi akrebine karşı sükûtu rızadır.

Binaenaleyh bir bikri baliğe, en yakın velisinin akidden evvel isti­zanına veya akidden sonra keyfiyeti ihbar etmesine karşı, zevbin kim ol-duğnu bildiği halde bil'ihtiyar sükût l-Ihc nikâha muvafakat etmiş olur.

Veüyyi akrebin resulünün veya vekilinin istizan ve ihbarına karı nükût etmesi de bu hükümdedir. Çünkü bu mikûtlar, nikâha razı ve ragıp olduğuna delildir.

Kezalik: bikri bâîiğenin müstehziyane olmıyarak gülmesi, tebessüm etmesi, yahut ses çıkarmaksızın ağlaması da icazet sayılır.

176 - : Bir bikri baÜğe, kendisi hazır olduğu halde velisi tarafından tezvic olunup da zevcin kim olduğunu bildiği halde sükût etse nikâha razı olmuş olur.

177 - Bir bikri baliğeyi dereceleri   müsavi iki velîsinden her biri başka başka tezviç edip de badehu mezbure her ikisine birden icazet ver­se her ikisi de bâtıl olur. Çünkü evleviyyet yoktur. Şayet her iki velî, baş­ka başka tezvic   edip de   her ikisi   nikâhı   birden   ihbar   ettikte mez­bure sükût eylese bu sükûtu rıza sayılmayıp her iki velîsinin yaptığı ni­kâh, mevkuf olur. Binaenaleyh bu kadın, bu iki nikâhtan her hangisine kavlen veya filen icazet verirse o, nafiz, diğeri bâtıl olur.

178  - : Bir bikri bâîiğenin veliyyi akrebi mevcut iken veliyyi ebadi veya bir yabancı tarafından vaki olan istizana karşı sükût etmesi, rıza sayılmaz, belki bunların sözlerine az iltifatından dolayı sükût etmig sa-yıur.

Binaenaleyh bu halde bu kadının kavlen veya - mehr ve nafaka­sını talep veya sevincinden gülme veya vaki olan tebrikleri kabul etmek gibi - delâletin rızası lâzım gelir.

Zevcin hediyesini kabul veya kendisine kemafissâbık hizmet etmek, deiâleten rıza sayılmaz,

179 - : Seyyibi bâîiğenin sükûtu, rıza değildir.                     x Binaenaleyh bir seyyibi    mutallâka, velîsi   tarafından izni istihsal

edilmeksizin tezvie olunup da keyfiyet kendisine ihbar olundukta sükût etse vaki olan akde icazat vermiş olmaz. Belki sarahaten veya mehr ve nafaka istemek gibi deiâleten icareti lâzımdır.

Seyyib ile müşavere icab eder. Seyyibin istihyası binnisbe az olaca­ğından muvafakatini sarahaten beyana mani yoktur.

Velîsi tarafından nikâhı yapılan hum mükellef hakkında hüküm böyledir.

180 - : Bir mükellef baliğe, velisinin istizanı ânında nikâha razı olup da sonra velîsinin haberi ©İmaksmn gıyabında razı olmadığını be­yan etse muteber olmaz. Binaenaleyh velîsi, rüeuuna muttali olmadan kendisini tezvic etse nikâh, sahih oıur. Çüukü velî, bu hususta vekiî oldugundan    haberi   azl    yani:   mezburenin   nikâha muvafakatinden   rücu etmesi,   kendisine   vasıl   olmadıkça   vekâletten   mün'azil  olmaz Bedayi. Hindiye. [17]

 

Kasırların Nikahları Ve Müstahik Oldukları Hiyarî Bulûğ:

 

181 - : Sağır ve  sağîre,  mecnun  ve  mecnune gibi  kasırlar, hıyarı bulûğa, başka tâbir ile "hiyari idrâk" e müstahikdirler. Nitekim aşağıdaki meseleler, bu muhayyerlik esasına müstenittir.

182  -  :  Sağır ve  sağîreyi,  mecnun  ve  mecnuneyi veya matuh  ve matuheyi babaları veya babalarının babaları bir şahsa tezvic edince bakılır: Eğer   bunlar,   suiihtiyar. ile   şöhret  bulmuş  kimseler değilseler vaki  olan nikâhlar,   sahih   ve   lâzım   olmuş   olur.  Binaenaleyh bilâhare  bu  kasırlar baliğ veya ifakate nail olduklarında muhayyerlik hakkına mâlik olamazlar! Velev   ki,   mehrlerinde  gabni  fahiş  bulunsun, yahut küfürlerinin  gayrine tezvic  edilmiş olsunlar. Çünkü baba İle dedenin reyleri kâmil   şefkatleri vâfir olduğundan icra ettikleri akdin daha mühim bir menfaat ve maslahata' müstenit olacağı zahirdir.

Fakat bu velîler, akiddcn evvel nıübalâtsızhkla, tama' ve sefahet-ten nâşi sui ihtiyar ile müştehir yahut akid ânında sarhoş olup mev-Jiyyelerini mehrlerinde gabni fahiş ile veya küfüvlerinin gayrine tezvic etmiş bulunurlarsa nikâh, sahih olmayıp bâtıl olur.

Siğâr hakkında kefaet, erkek tarafında arandığı gibi kadın tara­fında da aranır.

Mecnun ile mecnunenin, matuh ile matuhenin oğullan tarafından tezviclennde de bu hüküm, carîdir.

183 - : Sağır ve sağîre gibi kasırları sair velileri, meselâ : Valide­leri veya hâkim yahut babalarının vekili tezvic etse bakılır: Eğer kÜ-füvlerinin gayriye veya mehrde gabni fahiş ikaile tezvic etmişlerse ni­kahlan asla sahih olmaz. Fakat küfüvlerine ve mehri misiile tezvic et­mişlerse nikâh, gayri lâzım olarak sahih olur. Binaenaleyh bu kasırlar nikâha muttali iseler bulûğ ve ifakat zamanında, mutali değilseler bü-lûğ ve ifakatten sonra nikâha vâkıf oldukları zaman, muhayyer olurlar Bu halde isterlerse  nikâha  razı  olurlar ve isterle^ nikâhı feshettire-bilırler.

Kasırların bilâhare muhayyerlik haklarım uauid dairesinde istimal edip edemeyecekleri tetkik ve muhakemeye muhtaç olduğundan fesih hadisesi, herhalde hükme mütevakkıftır.

184 - : Bulûğ çağına eren bir erkek çocuğun hıyarı bulûğu, ömrîdir.

Binaenaleyh baliğ veya nikâha muttali olduğu mecliste sükût edi-vermesile veya kalkıp gitmesile bu hıyarı hakkı sakit olmaz. Sarahaten veya delâleten rızası bulunmadıkça ömrünün sonuna kadar devam eder.

Sarahaten nza «Akdi nikâha razıyım» gibi bir söz ile olur. Delâ­leten ma da «zevcesine duhûl etmek, zevcesini takbil etmek, zevcesinin mehr ve nafakasını vermek» gibi rızaya delâlet eden bir fiîl ile tahakkuk eder.

Seyyib iken baliğe olan sağîre de bu hükümdedir, ister o zevcinden ve ister sabık bir zevcinden seyyib bulunsun»

Seyyibin delâleten rızası nefsini zevcine temkin etmek veya zev­cinden nafakasını istemek gibi şeylerdir.

185  - : Bikr olarak baliğ olan sağîrenin  hiyari  bulûğu  fevridir.

Binaenaleyh kocasından ayrılmak isterse bulûğa erdiği veya bu­lûğdan sonra nikâha vâkıf olduğu mecliste hemen nefsim ihtiyar edip nikâhı feshe tâlib bulunduğunu beyan ve işdah etmesi lâzım gelir. Yok­sa muhayyerliği meclisin nihayetine kadar devam etmez ve hıyarı bu­lûğu olup olmadığını bilmemesi, bir özür sayılmaz, kendi ihtiyarile sü­kût etti mi, hiyari bulûğu bâtıl olur.

Şu kadar var ki, halvetten evvel mehrin miktarını veya zevcin kim olduğunu sorması veya şahitlere selâm vermesi veya öksürük ve aksırık gibi bir tabiî manianın haylûlet etmesi, bu hiyari iptal etmez.    ,

Muhayyerlik hakkını istimal ile isnatta bulunduktan sonra rızası­na delâlet edecek bir şey bulunmadıkça nikâhı fesh kararı almak için hâkime müracaatı te'hir edebilir. Çünkü derhal müracaat etmesine bazı hallerin manî olması melhuzdur.

186 - : Sağîr  ve  sağîre  baliğ olunca  hiyari  bulûğlarını   «nikâhı feshettim» veya «nikâhı reddettim» veya «vaki olan nikâha razı deği­lim» gibi ademi rızaya delâlet eden bir söz ile istimal ederler. Bunlara «§imdi baliğ oldum»,   «şimdi  âdet görmeğe başladım»   sözleri  de ilâve edilebilir.

187 - : Hiyari bulûğunu istimal eden tarafın taıgbi  üzerine hâ­kim,  iki  taraf  muvacehesinde   nikâhı fesheder. Şayet?  birbirine tezvic edilmiş olan iki çocuktan biri daha evvel baliğ olup, hiyari bulûğunu is­timal edecek olsa hâkim, diğerinin velîsi huzurunda ve mansup vasisi muvacehesinde aralarını tefrik eder.

Hükme muhtaç olan firkatlerde iki tarafın bu veçhile huzurları lâ­zımdır.

188 - : Hiyari bulûğdan dolayı hâkim tarafından tefrika hükme-dilmedikçe zeveiyet devam eder. Binaenaleyh zevç ile zevceden biri hi­yari bulûğunu istimal ve firkati ihtiyar ettiği halde hâkim tarafından

henüz tefrika hükmedilmemiş olunca aralarında mukarenet halâl olur, biri vefat etse diğeri varis olur, vefat duhûlden evvel vukubulsa meh-rin te'kidini, yani: Tamamının lüzumunu istilzam eder.

189 - : Nikâh, velînin ikrarile sabit olmaz. Bilbeyyine ispata muhtaç bulunur. Çünkü ikrar, hücceti kasiradır, velayet altındaki şah­sa sirayet etmez. Bu halde hâkim, hasmı cahid bulunmak için kasır namına bir vasi tayin eder ve onun muvacehesinde şahitleri dinJer. Amma özrün zevalinden sonra velayet altındaki şaiiıs, mukir olan velîsini tasdik ederse ikrarı muteber olur.

Bir kadının veya- erkeğin vekili tarafından vukubulan ikrar hak­kında ,da bu hüküm, caridir.

Binaenaleyh bir müvekkil,  kendi aleyhine olarak vekili tarafından vukubulan bir ikrarı tasdik ederse bu ikrar, muteber olur. Mebsut. Be-. dayî. Hindiye. Fethül'kadir. Dürri Muhtar.

« (Yukarıdaki meseleler,, Hanefiyyeye göredir. Eimmei selâseye ge­lince bunlara göre de sağîr ile sağîre velîleri tarafından velayeti icbar tarikile tezvic olunabilirler. Fakat bu velayetin dairesi mahduttur. Şöyle ki  :

(îmam Mâlike göre sagir ile sağîreyi babalarından başka velîleri tezvic edemezler. Bir bikri sağîreyi babası, dilediği şahsa noksan bir mehr ile de olsa tezvic edebilir. Fakat bunu mutazarrır olacağı bir kim­seye, meselâ: Bir macbube veya hasiyye tezvic edemez.

Seyyibi sagîre ile bikri baliğe de bikri sagîre hükmündedir. Şu ka­dar var ki, bikri baliğeden istizan etmek mendubdur. Sair velîler ise bik­ri sagîre ile seyyibi sağireyi baliğ olup da kendilerinden istizanda bu­lunmadıkça tezvic edemezler. Meğer, ki sagîrenin tezvic edilmesi, babası tarafından vasiyyi muhtarına emir ve vasiyet edilmiş olsun. O halde vasiy ile vasiyyülvasî de sağîreyi tezvice kadir olurlar.

Seyyib baliğeye gelince bunu kendisinden istizan ve rızasını istih­sal etmedikçe ne babası, ne de sair velîleri tezvic edemezler.

imam Mâlike göre nikâha ihtiyaçları olmıyacağı cihetle sigarı ba­balarının da tezvic edememesi kıyas muktezasidır. Fakat siğarî babala­rının kocaya verebilmesi ala hılâfilkiyas nas ile sabit olduğundan bu babda kıyas terk edilmiştir. Ced hakkında ise nas, gayri mevcut ve cüz* iyet ve şefkat itibarile ced babadan dûn bulunduğundan bu hususta ced, baba hükmünde  değildir.   Kifayetiit'talib.   Feıhül'kadir.   înaye.) .

('imam Şafiîye göre de, sağır ile safire yi babalarından ve babaları­nın ademi veya fıkdanı ehliyeti takdirinde babalarının babalarından başka velîleri tezvic edemezler. Çünkü sair velîlerin şefkatleri binnisbe noksan olup çocukların mallarında tasarrufa velayetleri Olmadığından nefisleri hakkında da evlâ bittarik tasarrufa salâhiyetleri olamaz.

Baba ile lieb cedde gelince buniar bikri sağîreyi küfvüne mehri mis-lile tezvic edebilirler. Nitekim bikri baliğeyi de velayeti icbar tarikile tezvice kadirdirler. Şu kadar var ki kalbini tatyib için bikri baliğeden istizanda bulunmaları müstah abdır.

Seyyibi bâüğenin ise her halde iznini istihsal ve kendisile müşavere lâzımdır, bunun cebren tezvic edilmesi caiz değildir.

Seyyibi sağîreye gelince bunun bu çocukluk halinde iznini istihsal ve kendisile müşavere kabii olamayacağından hali bulûğuna kadar ne babasile dedesi, ne de sair velîleri tarafından tezvici caiz olmaz. Ni-hayetüTmuhtaç. Mebsutı Serahsî.

Şâfiîlere göre mecnunı şağîrin de ihtiyacı olmadığına mebnî velîleri tarafından nikâhı caiz değildir. Mecnunı baliğin nikâhı da bir hacete müstenit olmadıkça tecviz edilemez. Çünkü mehr ve nafakayı zamin ola­cağı cihetle nikâh, kendisinin zararını müstelzim olur. Meğer ki, nisya-na karşı şiddetli iştiyakı meşhut olsun veya âdil, hâzik bir tabibin ifa­desine göre evlenmesi halinde şifa bulacağı melhuz bulunsun. Yahut mahremlerinden kimsesi bulunmayıp kendisine hizmet edecek bir kadı­na ihtiyaç görülsün. O halde Öyle bir mecnunu evlendirmek velîsi üzeri­ne bir vecibe olur. Şu kadar ki, bu şiddet ve hacet bir kadınla bertaraf olacağından birden ziyade kadınla nikâhı cihetine gidilemez.

Mecnuneye gelince sagîr olsun olmasın ziyadei mehr gibi bir zahir maslahata mebni babası ve babası bulunmadığı takdirde lieb dedesi ta­rafından tezvici caizdir. Bunun hakkında hacetin tahakkuku şart değil­dir. Hattâ zevciyet muamelesine muhtaç veya mehre, nafakaya müfta-kir olan bir baliğ mecnuneyi, seyyib de olsa hacetin tahakkukuna meb­ni evlendirmek, veiiyyi mücbiri üzerine vacib olur. Nihayetül'mühtac İle haşiyesi.)

(İmam Ahmed îbni Hanbele göre de bir gayri mükellefi yalnız ba­bası, babası yok ise vasiyyi muhtarı, o da yok ise hâkim, bir hacete binft..' evlendirebilir. Başkaları evlendiremez. Dokuz yaşını ikmâl etmiş olan bir seyyib hürrei âkileyi ise rızası olmadıkça hiçbir kimse tezvic edemez. *akat bir kimse, dokuz yaşını doldurmamış olan seyyib kızını ve baliğe °'sa da bakire olan kızını cebren kocaya verebilir. Ve her velî, dokuz yaşını ikmâi etmiş olan yetimeyi rızasile tezvic edebilir, NeylüTmearib.)

(Zahiriyye fukahasmdan tbni Hazme göre de bir baba, sağîre ve oıkr bulunan kızını evlendirebüir. Bu kız baliğ olunca muhayyer olmaz. *"akat,  küçük   bîr kız kocasının vefatı veya tatliki ile dul kalsa bunu boluncaya   kadar   ne   babası,   ne   de   sair   akrabası   kocaya  veremezler, bunun   nikâhına  baliğ  olmadıkça  izin   de  verilemez.  Bir kız, bikr olsun eyyıb  olsun  baliğ  olunca   da  onu   izni  olmaksızın  velîleri  evlendiremez-

Ier. Şayet evlendirirlerse nikâhı ebediyyen mensuh, yani: münfesih olur.

Kezaiik: Baliğ olmiyan bir erkek gocuğunu da ne babası, ne de sair velîleri evlendiremezler. Yapacakları nikâh, ebediyen mensuhtur. El'. muhallâ.)

(Kadîm müctehitlerden Ibni Şübrüme ile Ebubekiriresamme göre sağır ile sağ'reyi baliğ olmadıkça hiçbir velî evlendiremez. Bu iki zata nazaran velayetin sübutü, velayet altında . bulunanların ihtiyaçlarına mübtenîdir. Teberrüat gibi hacet tahakkuk etmeyen yerlerde velayet de saftit olmaz. Çocukların ise nikâha ne tab'an ve ne de şer'an ihtiyaçları yoktur. Çünkü nikâhtan maksad, nefsanî ihtiyaçları tatmin, beşerî ne* sillerin vechi ekmel üzere devamını teminden ibarettir; Çocukluk hâli ise buna münafidir.

Maamafih nikâh, madamei'hayat devam etmek üzere akdedildiğin-den bulûğdan sonra da ahkâmı haklarında lâzım gelecektir. Halbuki hiç bir kimsenin çocuklar üzerinde bulûğdan sonra hakkı velayeti olmadı-ğından böyle bir şeyi çocuklara ilzam etmesi de caiz olamaz. Kifaye Alel'hidaye. Bedayî.)

Çocukların velîleri tarafından tezvic edilebileceğine kail olan zevat ise diyorlar ki: «Resuli Ekrem, sallâllahü aleyhi veseliem efendimiz haz­retleri de henüz sagîre bulunan kerimesi Ümmü Gülsûmu Ömer îbnil'. buyurmuştu. Maahaza bu, hasaisi nebeviyyeden değildir, imam Ali haz­retleri de henüz sağîre bulu nan kerimesi Ummü Külsûmu Ömer îbnil'-hattab hazretlerine tezvic etmişti. Abdullah İbnü Ömer de kendi kızını henüz sağîre iken Urvetübriüz'zübeyre tezvic etmişti.

Maafaaza âyeti celîlesinde sağîrlerin iddetleri beyan buyurulmustur. Iddetin şer'an sebebi ise nikâhtır. Binaenaleyh bu cihet, sağîrelerin nikâhlarım tasavvura delildir. Mebsut. Bedayî.i

Malûmdur ki: vazifeşinas bir velînin ilk yapacağı şey, velayeti al­tında bulunan bir masumun sıhhatine, terbiyesine itina etmekten, ruhî ihtiyaçlarını tatmine, dimağını marifet nurlarile tenvire çalışmaktan ve İleride hayat mübarezesine atılacak olan o çocuğun muvaffakiyeti es-babını biran evvel temine gayret eylemekten ibarettir. Yoksa bu gibi mühim vazifeleri ihmâl edip de hakikî bir sebebe müstenit olmaksızın mücer. ret mirasa nail olmak veya mürüvvetlerini görmek gibi akîf bir muhake­meden mütevellit olmiyan bülhevesâne bir emele tebaiyetle çocuklarını evlendirmeğe kalkışan velîler, vazifelerini güzelce ifa etmiş olmazlar, Çünkü bu gibi nâbemevsim izdivaçlar, sıhhî, ahlâkî ve içtimaî birçok mazurlara sebebiyet verebilir.

Mâahaza çocukların evlendirilmeleri, bazan birer mühim maslahat iktizası olabilir. Meselâ: Nikâh, birçok içtimaî maslahatları mutazatn-mmdır   ki   bunların   lâyıkile  husulü  kefaetin  vücudile  kabil  olabilir.   Haibuki kefaet her vakit temin edilemez. Binaenaleyh zuhur eden tam kü-füv, münasip bir talibi kaçırmamak, velayeti altındaki çocuğun, seme-rei hayatının mesudiyetini, müstakbel hayatını düşünmek mecburiye­tinde bulunan bir velînin, bir babanın mühim vazifelerinden sayılır.

Kezaiik : Bir çocuk öksüz, yetim, bîkes bir halde kalabileceğinden bunu bir izdivaç rabıtasile bir ailenin efradı araşma katmak için de ha? yatî bir ihtiyaç görülebilir.

Bir çocuğun nikâhı akdedilmekle hemen zifaf icrası lâzım gelmiye-ceği de malûmdur. Binaenaleyh bu bab'da vücudu mülâhaza olunan mah­zurların da behemehal vücude gelmesi icap etmez.

Velhâsıl : çocukların velîleri tarafından tezvic edilmelerinin cevazı hakkında en büyük müctehitler, müttefiktirler. Buna muhaÜf olan ak-val, sahabei kiramın icmaına muhalif görülmektedir. [18]

 

Hurrei Mükellefenîn Nefsini Tezvicî :

 

190 - : Hür ve âkil olan bir baliğe, ehliyeti kâmileyi haiz ve ken­di malında dilediği gibi tasarrufa malik olduğundan velîsinin izin ve ica­zeti munzam olmasa da kendi kendine yaptığı nikâhı sahih olur.

Şöyle ki: Eğer asaba binefsihi takımından velîsi yok ise bu nikâh, hem sahih ve hem nafiz olmuş olur. Gerek küfvüne mehrî mislile olsun ve gerek küfvünün gayrine mehri mislinden noksan ile Qİsun.

Ve eğer asaba binefsihi takımından velîsi var ise nefsini küfvüne mehri mislile nikâh etmiş olduğu takdirde akdi nikâh yine sahih ve na­fiz bulunmuş olur. Fakat küfvi olmiyan bir kimseye veya mehri mislin­den noksan ile nefsini tezvic etmiş ise vaki olan akid yine sahih ise de lâzım değildir. Velîsinin itiraza hakkı olur.

Nikâhın ademi lüzumu, mehri mislin noksanından münbais ise, îmamı Azama göre mehri misle iblâğı zevce teklif olunur, kabul ederse nikâh, lâzım olur. Kabul etmezse velî, hâkime müracaatla nikâhı fesh ettirebilir. Çünkü velî, mehrin ziyadeliğiie iftihar edeceği gibi noksan ol-masiyle de arlanabilir. Bu cihetle mehrin noksan oimasi, kefaetin ade­mi mesabesinde olur.

İmameyne göre ise noksanı mehrden dolayı velîlerin itiraza, nikâhı feshe hakları yoktur.,Zira mehrin on dirhemden fazla miktarı, kadının hakkı olduğundan bunu akidden sonra iskat edebileceği gibi akid ânında da ıskat edebilir. Kendi hakkını iskat eden bir şahsa ise itiraz olunamaz.

Nikâhın ademi lüzumu, kefaetin bulunmamasından ileri geliyorsa velî, hami zahir oluncıya veya velayet vukuuna kadar sükût etmemiş olunca yine hâkime müracaatla nikâhı feshettirebilir. Amma o vakte kadar sükût ederse- itiraz hakkı sakit olur. Tefrik sebebile çocuğun ter biyesine halel geleceğinden buna meydan verilmez.

Bu hususta valide, zevirerham, hâkim gibi asabadan olmıyan ve-lüerin ise esasen itiraza haklan yoktur.

191 - : Velînin itiraz  hakkı,  nikâhın  tecdit  edilmesile  teceddüt eder.

Şöyle ki: Hürre-i mükellefe, evvelce velîsinin iznile küfvî olmayan bir şahıs ile izdivaç edip de sonra tatlik edilse de bilâhare velîsinin rızası olmaksızın o şahıs ile tecdidi nikâhta bulunsa velîsi, bu nikâhı feshettir­mek hakkına mâlik olur. Evvelki iznin bu ikinci nikâha şümulü olmaz. Ricat ise tecdidi nikâh, kabilinden değildir.

192 - : İtiraza hakkı olan velî, mevliyyesinin mehrini kabz veya cihazını tedarik etse veya zevcinden gelen nafakayı veya hediyeyi kabul eylese, velîme, zifaf tertibinde bulunsa, mehr veya nafaka    hususunda zevç ile muhasamaye duruşsa veya kendisinden rızaya delâlet eder bu gibi başka bir fîl sudur eylese bakılır: eğer zevcin küfüv olmadığı bu fillerden evvel hâkim huzurunda sabit bulunmuş ise bunlardan her biri dalâleten rıza sayılır, sabit bulunmamış ise rıza sayılmaz.

193 - : Ademi   kefaetin   rızadan   evvel   hâkim huzurunda sübutü iki suretle olabilir: Birincisi, kadın nefsini küfüvünün gayrine tezvic et­tiğinden dolayı velîsi tarafından dâva ikame ve isbatv edilmiş  olup da henüz hâkim tarafından tefriklerine  hükmedilmemiş  olmasıdır.  Diğeri de ademi kefaete mebnı hâkim tarafından beyinleri  tefrik     edildikten sonra yine bu kadının nefsini kendi kendine o kocasına tezvic etmesidir.

194 - : Hürrei  mükelîefenin velîlerinden  bazısı  nikâhına akidden evvel veya sonra razı olduğu halde diğerleri razı olmasalar bakılır: Eğer dereceleri müsavi ise birinin rızası, diğerlerinin rızaları gibi sayılır. Çün­kü bu velîlerden her birine velayet hakkı kamilen,     müstakillen sabit olur.  Böyle bir hak ise tecezzi edemez.  Binaenaleyh birinin rızasından sonra diğerlerinin itirazına mahal kalmaz. Lâkin dereceleri müsavi ol­madığı takdirde derecesi uzak olanın rızası, derecesi yakın olan velînin fesih hakkım iskat edemez.

195 - ; Velîlerden  biri,  zevcin kefaetini tasdik,  diğeri ise  inkâr eylese bu tasdik ile diğerlerinin İtiraz hakları sakıt olmaz. Çünkü feshin sebebini inkâr, feshin sükutunu icab etmez,

196  - : Hür olan bir bâliğei  âkilenin böyle  nefsini bizzat tezvic edebilmesi, îmamı Âzam ile İmam Ebu Yusüfe göredir. îmanı Muham-mede göre asabadan olan velîsinin izni munzam olmaksızın akdi iadivac-da bulunan bir hürrei mükelîefenin nikâhı,  küfvüne mehri mialile olsa da yine rctevkuf olup velîsinin icazetine muhtaç bulunur. Şu kadar var ki, velî icazetden imtina ederse azil olacağından hakkı velaye­tini hâkim iskat ederek mezbureyi yeniden tezvic, yani: Nikâhını tecdit eder. Bu surette evvelki nikâh, bâtıl olmuş olur.

Maamafih îmam Muhammedin «velayeti şirkete müstenit olan bu kavlinden rücu etmiş olduğu, kütübü Hanefiyyede tasrih edilmektedir. Mebsut. Hidaye, Bedayı, Hindiye, Bahri Râik, Reddi Muhtar.

Velhâsıl: Hanefî fukahasına göre bir hürrei mükellefe, ehliyeti kâ-mileyi haiz, hayır ve şerrini tefrika kadir olacağından hakkında kimse­nin velayeti carî değildir. Şu kadar var ki- kadınlar için emri nikâhla­rını velîlerine tefviz etmeleri mendubdur. Kadınlar çok kere sinni kema­le erseler de fıtrî kabiliyetleri, hayattaki tecrübeleri muktezasmca er­kekler kadar mütefekkir, âkibet biyn, işlerin neticelerini muhakemeye muktedir olamazlar. Velîlerinin reylerini, izinlerini istihsal etmeksizin izdivaç gibi itina ve ihtimama şayan bir işe İctisar etmeleri, hem büyük­lerine karşı hürmetsizüği mucib, ahlâk bakımından tayibe lâyık olur, hem de kendi menfaatlerine, içtimaî mevkilerine mugayir bıüunur..

Yukarıdaki mes'eleler, Hanefiyyeye göredir.

« (Mezahibi saireye gelince bunlardan Mâliki mezhebine göre velî, nikâhın rüknüdür. Kadınların velîsiz nikâhları sahih olmaz. Bir baba, kendi bikri baüğesini istediği kimseye tezvice icbar edebilir. Meğer ki, tezvic edeceği şahıs, erkeklikten mahrum olsun veya o bikri baliğeyi terşîd etmiş, yani : onun reşide olduğuna bittecrübe kanaat ederek ken­disinden hacri kaldırmış, onu tasarrufatmda serbest bırakmış bulunsun. O halde bunun rızası munzam olmadıkça babası tarafından cebren tez-vici caiz olmaz.

Nitekim seyyib olan bir kadın da babası tarafından tezviee icbar edilemez.

Kocaya varıp da bir sene kadar birlikte ikamet ettikten sonra he­nüz tekarrüb vukubulmadan vefat veya talâk sebebiyle dul kalmış oîan bir bikri baliğe hakkında da hüküm böyledir.

Maahaza hiçbir kadın, velîsinin izin ve mübaşereti olmadıkça hod­behot izdivaç edemez, ederse nikâhı bâtıl olur. Şu kadar var ki, velisi­nin tezvicden imtinaa takdirinde hâkime müracaatla tezvicini talep ede­bilir. Bu halde hâkim, keyfiyeti velîsine tebliğ eder. Velî, meşru bir se­bep dermeyan ederse kendisine cebir olunamaz. Fakat meşru bir sebep dermeyan etmeksizin imtina ederse kadının zararını müstelzim olaca­ğından hakkı velayeti hâkime intikâl eder. Bu takdirde kadın, ya hâkim tarafından bizzat veya naibi canibinden bilvekâle tezvic olunur. Yoksa hâkimin müsaadesi üzerine kadın nefsini kendi kendine tezvic edemez. Başka velîleri olmıyan kadınların ise, evlenebilmeleri için hâkime mü­racaatları herhalde lâzımdır. Minen. Ameliyyatı âmme.)

 (Şafiîlere göre de velî, nikâhın rüknüdür. Kadınların ibareierile, yani : onların bizzat akde tevellî ederek icab.ve kabulde buiunmalarile veya başkalarım tevkil etmelerile nikâhları mün'akit olmaz, belki bâtıl olur.)

(Hanbelı mezhebine nazaran da velî, nikâhın şartıdır.)

(Zahiriyye fukahasma göre de bir kadın, bikr olsun, seyyib olsun velîsinin izri olmaksızın evlenemez. Evlenecek bir- kadına velîleri izin vern-ei-r.sr. imtina ederse onu veliyyül'emr kocaya verir.)

Hanefî fukahası, bu hususta sair mezahib eimmesinin istinat et­tikleri bazı ahadisi şerifeyi kasırlara tahsis ederek, bunların kendi de-li Herin -i muarız olmadığını beyan ve bu hususta sıhhati, müttefakün al:v.!  o-aa bir  hadisi şerife istinat ettiklerini  dermeyan etmektedirler.

Maahaza Fetâvâyi Hâniyye» de mufassalan beyan olunduğu üze­re Hanelilere göre de velîsi, buiunmıyan bir kadının, evlenmek istediği takrirde hâkime müracaat ederek me'zuniyet istihsal etmesi, muvafikı iîiliyat olacağından müstahsen bulunmuştur. Hâkim, bu müracaat üze­rine keyfiyeti tetkik eder, nikâha mani bir hâl bulunmadığı takdirde onu ya bizzat tezvic eder, veya evlenmesine izin verir. [19]

 

Nikahlarda Vekalet Ve Risalet

 

197  - : Nikâhlarda vekâlet caizdir.

Binaenaleyh vekilin icab veya kabulile nikâh münakit olur.

Meselâ : bir mahtubenin vekili, şahitler huzurunda hatibe «Müvek-kilem fülâneyi sana bilvekâle tezvic ettim» deyip hâtib de kabul etse veya hatibin vekiline «Müvekkilem fülâneyi müvekkilin fülâne bilvekâle tezvic ettim» deyip vekil de bilvekâle müvekkili için kabul etse nikâh tamam olur.

198  - : Nikâhta müvekkilin akdi  nikâha bizzat muktedir olması şarttır.

Binaenaleyh gayri mümeyyiz çocukların, mecnunların, matuhların tevkili bâtıldır. Amma bunların velîleri tarafından bilvelâye başkaları­nı tevkii caizdir.

199  - : Nikâhta vekilin  âkil  ve mümeyyiz  olması  şarttır.  Baliğ veya erkek olması şart değildir.

Binaenaleyh mümeyyiz olan bir çocuk nikâha vekil olabilir. Çün­kü nikâhta hukuki akd, müvekkile ait olduğu cihetle bundan vekile bir zarar lâhik olmaz.

200  - : Tevkilde işhat,  şart değildir.  Çünkü nikâha tevkil,  nikâh değildir. Şahitler ısc nikâhın hasaisindendir. Şu kadar var ki, bu husus ta işhat olunması, ilende inkâr vukuunda beyyine ikâme edebilmek mü' iâhazasma mebnidir. Bu kibar ile işhat, müstahsendir.

201 - : Vekâlette tevkif carîdir.           -

Binaenaleyh muayyen bir vakitte, meselâ : fülân cuma gününde nikâhı akde vekil olan kimse, o vaktin haricinde, meselâ : cumartesi gü­nünde akdi icra edecek olsa nikâh, caiz olmaz.

202 - : Vekil, müvekkilinin emrine muhalefet edemez, ederse ni­kâh, nafiz olmaz.

Meselâ : Vekil, müvekkilinin tayin ettiği mehr miktarını arttırsa nikâh, mevkuf olur. Binaenaleyh müvekkil», icazet verirse lâzım, redde­derse bâtıl olur. Hattâ müvekkil, mehrin tezyit edildiğine muttali olmak­sızın zifafta bulunsa bile muhayyerliğe zail olmaz. Çünkü bir şey hak­kında kablel'ittilâ rıza tahakkuk etmez. Bu halde razı olursa mefri mü-semma lâzım gelir, razı olmazsa mehri misil ile müsemmadan ekalii icap eder. Vekîl, ziyade mehri deruhte etse de bu nikâh, lâzım olmaz.

Kezalik : Vekil, müvekkilesini tayin ettiği mehrden noksana tezvic etse mezbure muhayyer olur. Hattâ mehrin noksan tesmiye edildiğine vâkıf olmadan zifaf vukubulsa da nikâhı red veya bâligen mâ beleğ mehri mislini ahzedebilir.

203 - : Vekil, mütevekkilesini tâyin ettiği şahıstan başkasına tez­vic etse veya üzerine cariye edinilmemesini şart koştuğu halde vekil bu­nu akid esnasında zikretmese nikâh, mevkuf olur,

204 - : Muayyen bir kadım tezvice vekil olan kimse, mehrin mik-darını evvelce tayin edilmediği takdirde o kadını mehri mislinden ziyade ile müvekkiline tezvic etse nikâh, sahih ve lâzım olur. Bu ziyade, gerek fahiş olsun ve gerek olmasın.

205 - : Bir kadını tezvice vekil olan kimse, müvekkiline iki ka­dın tezvic etse akdi sabık olan kadının nikâhı lâzım, diğerinin nikâhı mevkuf olur.

206 - : Vekil, mezun olmadıkça müvekkilesinin kendine veya usul ve füruundan birine tezvic edemiyeceği gibi kendi mevliyyesini de mü­vekkiline tezvic edemez.  Çünkü bu yoldaki- icrai  vekâlet,  töhmet şai­besinden hâli değildir.

Binaenaleyh bir kadın, «Beni birine veya dilediğine tezvic et» diye birini tevkil etse bu vekil, o kadını ne kendi nefsine, ne de babasına veya oğluna tezvic edemez, ederse caiz olmaz. Hindiyye vesaire.

ibni Âbidin merhum, «Bu nikâh, nafiz olmaz, belki kadının icazeti­ne mevkuf bulunur. Çünkü vekil, bu surette kadın canibinden fuzulî ol­muş olur» diyor.

Halbuki, bir kimse, bir taraftan asil, diğer taraftan fuzuli olunca, imameyne göre  nikâh,  bâtıl olur. Nitekim merhum  dahi Bir kimse, amcasının kebire kızını bilâ izin kendisine- tezvic etse akid, bâtıl olun Zira bu kimse, nefsinden asil, ve o kız tarafından fuzuli olmuş olur.» de­mektedir. Reddi Muhtar.

Kezalik : Vekil olan bir kadın, kendi nefsini veya kızını müvekki­line tezviç edemez. Lâkin vekil, kebire olan hemşiresini rızasiyte müvek­kiline tezviç edebilir.

207  - : Müvekkilin lehine olan muhalefet, akdi nikâha zarar ver­mez.

Meselâ : Lâalettayin âma bir kadını tezvice vekil olan kimse, mü­vekkiline âma olmıyan bir kadını tezvic etse nikâh, sahih olur.

208 - : Vekil, müvekkilesini kufvî olmıyan bir erkeğe tezvic et­se nikâh, sahih olmaz. Lâkin küfüv olmakla beraber, âma, matuh veya innîn olan bir şahsa tezvic etse nikâh, sahih olur.

Nitekim sureti mutlakada vekil olan kimse, müvekkiline küfvinin gayrini veya bir gayri müslimeyi veya kor, çolak veya mecnun bir ka­dını tezvic edince de nikâh, caiz olur.

Bu mesele, îmamı Azama göredir. îmameyne göre böyle bir nikâh, mevkuf bulunur. Çünkü emir ve tevkil, mutlak surette olsa da bu, -mü-tearef ile mukayyed olur. Amel de istihsanen bu veçhiledir.

209 - : Bir kimse tarafından bir kadını şu kadar mehr ile tezvice vekil oian şahıs, o kadını o kadar mehr ile kendi nefsine tezvic etse ni­kâh, o şahıs namına sahih olmuş olur.

210 - : Vekil,  müvekkilinin izni munzam    olmadıkça    başkasını tevkil edemez. Şu kadar var ki, mezun olmadığı halde tevkil ettiği şa­hıs, kendi huzurunda akdi icra ederse, nikâh, caiz olur. Çünkü bu suret­te asıl vekil, akdi bizzat icra etmiş 3ayılır.

211 - ; Müvekkil, vekilini azl edebilir.  Fakat vekil, azlinden ha­berdar olmadıkça mâzul olmaz. Binaenaleyh azline muttali oluncaya ka­dar akdedeceği nikâh, sahih olur.

212  - : Bir kadın, nefsim"* tezvice birini tevkil ettikten sonra biz­zat  akdi izdivaçta bulunsa vekili, muttali olsun    olmasın     vekâletten mün'azil olur. Bu, bir azli hükmîdir. Azli hükmîde ise vekilin ıttılaı, şart değildir.

213 - : Bir kadın veya bir erkek, iki kişiyi birden nikâha tevkil etse bunlardan yalnız biri nikâhı akde mübaşeret edemez.

214  - : Nikâhta risalet haber gönderme, dahi carîdir. Şöyle ki : Bir kimse, bir şahsa «git haber ver, fülân kadını tezevettim» demekle o şahis gidip şahitlerin huzurunda o kimsenin bu sözünü hikâye, kadın da kabul etse nikâh, münakid olur.

Fakat resulün - bu haberi tebliğe memur olar, î-ûmsenir, bir ifade­sini şahitlerin işitmeleri lâzımdır.

215 - : Nikâh  hususunda  resulün büyük, küçük   âdil  veya  fâsik olması müsavidir. Çünkü risalet, mürsilin ifadesini tebliğden  ibaret ol­duğu cihetle bunlardan her birinin bu tebliğe kuareî. ve salyeti var­dır.

216 -  : Risalet yoiüe oian icab, red ile meröut olur. Binaenaleyh resulün tebliğ ettiği icab,  evvelâ reddedilip de  muahharan diğer bir mecliste vaki olan icabı kabul edilse nikâh, mün'akid olmaz. Çünkü resulün ifadesi, kararsız bir arez olduğundan telâffuz et-mesile mahv olur gider ve bu suretle tebliğ vazifesi  nihayet bulur.

217  - : Mürsil, risaleti ikrar eder veya risalet,  beyyine ile sabit olursa nikâh, nafiz olur. Çünkü bu takdirde mürsil, bizzat hazır olarak akde mübaşeret etmiş sayılır.

Bilâkis risalet, mürsil tarafından inkâr edilip beyyine ile de ispat edilemezse nikâh, keen lem yekûn olur. Zira risalet sabit olmayınca ni­kâh, fuzuli tarafından akdedilmiş olur.

218  - : Bir kimse, bir kadım kendisi için hıtbede bulunmak üze­re bir şahsı irsal etmekle o şahıs, gidip o kadını o kimseye tezvic ey-lese nikâh, caiz olur. Bu • tezvic, gerek mehri misi ve gerek gabni fahiş ile yapılsın müsavidir.  Mebsut.  Bedayî,  Hindiye, Dürri  Muhtar, Anka-ravî. [20]

 

NİKÂHTA AKDİ FUZULÎ :

 

219  - : îki tarafdan fuzuli oian bir şahsın yapacağı akdi nikâh, mün'akid olmıyacağı gibi bir taraftan asil veya vekil veya veliyyi müc­bir olup diğer taraftan fuzuli bulunan bir şahsın akdedeceği  nikâh da mün'akid olmaz.

Meselâ : Bir kimse, bir kadım izni olmaksızın şahitler huzurunda kendi nefsine veya müvekkiline nikâh etse bu bâtıl, yani: Keem iem ye­kun olmuş olur.

220 - : Bir fuzuîiden sâdır olan icab, mecliste diğer bir kimsenin kabulüne iktiran  etse  nikâh,  mevkufen  mün'akid  olur.  O  kimse,   asil, velî, vekil olabileceği gibi diğer bir fuzuli de olabilir. Şu kadar var ki. her ikisi de fuzuli olunca nikâh, her iki tarafın    icazetine mevkuf olur. Çünkü tasarrufun rüknü,  ehlinden sâdır ve  mahalline  muzaf olduğun­dan mevkufen inikadında bir zarar yoktur. Men lehül'icaze,. maslahata muvafık görürse tenfiz ve illâ red eder.

221 - : Fuzulinin   yaptığı   nikâh,   men     lehün'nikâhın     icazetine mevkuf olduğu gibi velisinin icazetine de mevkuf olabilir.

Şöyle ki : Bir kimse, bir kadım rızası munzam olmaksızın şahitler huzurunda birine tezvic etse bu nikâh, o kadının icazetine mevkuf olur. Kezalik Velayet altında bulunan bir kadım velîsinin izni olmak­sızın birine tezvic eylese nikâh, o velînin icazetine mevkuf bulunur. Bi­naenaleyh icazet verirse vekâleti sabıka hükmünde olacağından nikâh, i îfiz ve red ederse bâtıl olur.

Akdi fuzulîye icazet lâhik olmadıkça nikâh ahkâmı carî olamaz, ica­zet lâhik olunca da akd vaktinden itibaren nikâh hükümleri sabit olur.

222  - : Füzulînin yaptığı  akde vefatından sonra da icazet lâhik olabilir ye bu icazet, kavlen olabileceği gibi fi'len de olabilir. Şu kadar var. ki, bu fi'lin nikâha muhtes fillerden olması lâzımdır.

Meselâ : Bir şey söylemek sizin mehri îta veya kabul, fi'len icazettir, Fakat hediye veya nafaka gönderilmesi, icazet değildir.

Kezalik : icazeti şarta talik etmek, meselâ : «Babam razı olursa ben de razı oldum» demek icazet değildir. Binaenaleyh bu talikten son­ra da akdi fuzulî red ile merdut olur.

223  - : Başkası namına velayeti, vekâleti olmaksızın tasarrufta bulunan kimse, fuzulî olduğu gibi kendi hakkında ehliyeti olmadan ta­sarrufta bulunan, meselâ  : herhangi bir akde mübaşeret eden    kimse de fuzulî demektir. Mezun olmıyan rakikın ve sabinin tasarrufları gibi.

224  - : Mükellef ve   mükellefelerin izinleri  munzam    olmaksızın velîleri tarafından vukubulacak  nikâhları da umumen   nikâhı    fuzulî hükmündedir.   Binaenaleyh  bunlar,   nikâha  vâkıf olunca dilerlerse   ka­bul eder ve dilerlerse red ederler.

225  - : Bir fuzulî, yaptığı nikâhı icazetten,-evvel fesh edemez. Lâ­kin asü, vekil, veiiyyi mücbir fesh edebilirler. Çünkü nikâhta    hukukî akd, men lehün'nikâhe raci olduğundan akdin bekasından füzulînin uh­desine bir zarar lâhik olmaz. Binaenaleyh fesh salâhiyetini haiz olma­sına hacet yoktur. Beyi fuzulî ise böyle değildir.

226  - : îcab, gaibin kabulüne tevakkuf etmeyip bâtıl olur. Meğer ki bir fuzulî tarafından kabul vuku bulsun. O halde akd, mevkuf ola­rak tahakkuk eder.

Meselâ : Bir kadın, şahitler huzurunda «Ben nefsimi fülân gaite-tezvic ettim» deyip o gaip de muttali olduğu mecliste kabul etse nikâh, 'mün'akid olmuş olmaz. Velevki, kabul de ayni şahitler huzurunda vaki olaun. Fakat bu icap, mecliste gaip namına bir fuzulî tarafından kabul edilse nikâh, mevkufen mün'akid olmuş olur.

Erkek tarafından bu veçhile vaki olacak icap hakkında da hüküm böyledir.

227  - : Bir füzulînin  (219)   uncu mesele, veçhile tevellî   edeceği icab ve kabul ile nikâhın mün'akid olmayıp bâtıl olacağı, imamı Âzam ile îmanıi Muhanımede göredir, imamı Ebu Yusüfe göre ise füzulînin alel'itlâk akdi nikâhı mevkufen mün'akid olur. Bedayi, Fethül'kadir, Feyziyyc, Felâvayi Afi Efendi.

« (lmnm Şafiîye göre, füzulînin alel'itlâk nikâhı, mün'akid olmaz: Fuzulinin bilcümle tasarrufati bâtıldır. Fuzulî, bir hükmü ispata kadir olamaz. Eğer kadir olsa halk, birbirinin mallarını ahara temlik eder ve bu suretle umumî bir karışıklık yüz gösterir.) [21]

 

Kölelerin  Ve  Cariyelerin Nikahları Ve  Hîyari  Itk:

 

228  - : Rakikların, yani  : köleler ile cariyelerin nikahlan, efendi­lerinin izinlerine mevkufen mün'akid olur.

Binaenaleyh bir köle veya bir cariye mevlâsımn iznini istihsal et­meden evlense nikâhı mevkuf olup, mevlâsı icazet verirse nafiz, ver­mezse bâtıl olur.

229  - : Bir kölenin aldığı kadın, hürre ise mehri bu kadına, cari­ye ise mevlâsına ait olur.

230  - : Bir efendi kendi  cariyesini  kendi     kölesine tezric     stse mehr itasına ^lüzum kalmaz. Meğer ki cariye ticarete mezun,    medyun bulunsun. O halde köleye teveccüh eden mehr, rekabesinder.    alınarak alacaklılara verilir.

231  - : Bir  köle,   mevlâsımn  iznile  hariçten  bir kadınla  teehhül etmiş olunca bakılır : Eğer duhul vaki olmuş ise mehr ve nafaka raka-besine teallûk  eder.  O  halde  bunları mevlâsı vermezse  kendisi   satılır. Satılacak takımdan değilse, çalıştırılarak istifa olunur. Nafaka teceddüt ettikçe kölenin satılması veya çalıştırılması da teceddüt eder.

Köleler, mehr için yalmz bir defa satılabilirler. Semenleri kifayet etmediği takdirde mütebakisi azad olduktan sonra kendilerinden iste­nilir.

Fakat duhul vukubulmuş olsun olmasın köle, vefat ederse zevce­sine nafaka lâzım gelmiyeceği gibi mehr itası da lâzım gelmez. Meğer ki. hayatında kazanmış olduğu bir mal bulunsun, bundan yalnız mehr istifa olunur.

232 - : Bir köle, mevlâsımn iznini istihsal etmeden evlenmiş olun­ca bakılır : Eğer mevlâsı icazet vermezse akd, bâtıl olur. Bu halde dü-«ul de vaki olmamış ise ımjfarakat indinde mehr itası lâzım gelmez. Fakat duhul vukubulmuş ise köle, mehri misi veya mehri müsemma ita-. azad olduktan sonra mütaleb olur. Mevlâsı icazet, verdiği takdirde (231) inci mesele hükmü carî olur.

« (imam Ahmed İbni Hanbelden bir rivayete göre mevlâsımn izni-

ni istihsal etmeden  teehhül eden bir kölenin nikâhı bâtıldır, diğer bir rivayete göre de mevlâsmın icazetine mevkufdur.)

233 - : Bir cariye, mevtasının iznini istihsal etmeden birisile ev-lense bakılır. Eğer medhulün biha olduğu halde mevlâsı akdi vâkiâ icazet vermezse nikâh, fâsü olup ke'ndisine indeî'müfareka mehri misli veya mehri mislile mehri müsemmasmdan ekalli verilir. Çünkü nikâhı mevkuf da mehr hususunda nikâhı fâsid hükmündedir.

Fakat mevlâsı icazet verirse hakkında sahih ve nafiz nikâh hüküm­leri cereyan eder.

234 - : Mevlâsmın iznini istihsal etmeksizin evlenen bir köle. ve­ya cariye azad edilse akdi nikâhı nafiz olur. Çünkü nikâhın riefazlna mevlâsınm maîikiyet hakkı bir mani teşkil ediyordu. Bu mani zail olun­ca memnu avdet eder.

Azadın vukuu, mevlâmn i'tak etmesıle olabileceği gibi müdebber köle veya cariye hakkında mevlânın vefatile de olabilir.

235 - : Bir efendi, kendi kölesini veya cariyesini rızası olsun ol­masın evlendi rebiiir. Şu kadar var ki, cebren nikâh vukuunda cariye, hi-yari itka müstahik olur. Köle ise talâk hakkına mâlik olacağından hiya-n itka müstahik olmaz.

Maamafih bu cebirden mükâtebler müstesnadırlar. Onlar, minvec-hin hür olduklarından onları çocuk da olsalar mevlâları cebren evlen-diremez. Onların nikâhları kendi rızalarına mevkuf bulunur.

« (Malikî mezhebine göre de bir kimse, kendi köle veya cariyesini cebren evlendirebilir. Şu kadar var ki, bunları mutazarrır etmemesi lâ­zımdır. Meselâ : Bir efendi, yüksek bir vasıf ta buiunan cariyesini siyah, gayri salih bir köleye nikâh edemiyeceği gibi mecnun veya hastalıklı bir kadım da kölesine nikâh edemez.

Bir efendi, kölesini tezvice mecbur değildir. Meğer ki, bunun gayri meşru mukarenetlerde bulunacağından korkuîsun. O halde bu köleyi evermeye veya satmaya mecbur olur. Çünkü zarar ve ızrar caiz değildir.

Bir efendi, mükâtebini. nikâha cebr edemez. Zira mükâtep, nefsini ihraz etmiş bir haldedir.)

236 - : Hiyarı ıtk hakkına mâlik olan bir cariye, azat olunca hâ­kimin hükmüne muhtaç olmaksızın nikâhı fesh edebilir. Bu fe3h. talâk sayılmaz.

« (îmam Şafiî ile îmam Ahmedin kavilleri de böyledir, imam Mâ­lik ile Svzaîye göre ise bu fesh, bir talâkı bâindir.)

237 - : Hiyarı itk, meclisin âhırına kadar devam eder. Şöyle ki: Azad edilen bir cariyenin hiyarı itki, sükût etmesile bâtıl   olmaz. Belki nikâhı ihtiyar ettiğine dair olan bir söz veya fü ile veya azad edildiği meclisten nikâha ve hakkıhıyara vâkıf olduğu halde kıyam etmesile bâ­tıl olur. Fakat meseleye cehli, yani: nikâhın vukuna veya kendisinin azad edildiğine veya muhayyer olduğuna vâkıf bulunmaması, hakkında bir özür teşkil eder.

Meselâ : kendisinin azad edildiğini bildiği halde hakkı hiyara mâlik olduğunu bilmese azad edildiğine muttali olduğu meclisten kalkıp git-mesile muhayyerliği zail olmaz.

238 - : Evlenen bir köle veya cariyenin rakabesi, yine mevlâsma aittir.

Binaenaleyh mevlâsı onu kemafissabık istihdam edebilir. Ve isterse mülkünden de çıkarabilir. Cariyesini tamamen zevcine teslim edip kendi­sine istihdam ettirmemesi lâzım gelmez. Fakat cariyesini artık istifras edemez. Cariyeyi istifras hakkı, münhasıran zevcine ait bulunur.

239 - : Başkasının cariyesile evlenen bir kimse, akdi nikah ânın­da sulbünden gelecek  çocuğun hür olmasını şart kılmış olmayınca bu cariyeden doğacak çocukları, bu cariyenin mevlâsma ait, yani: onun tah­tı mülküne dahil olur. Mebsut. Bedayi. Hindiye, Haniye.

İslâm hukukunda kölelere ve cariyelere müteallik hükümler meb-h asi ne de müracaat!... [22]

 

Nikahta Kefaet :

 

240 - : Nikâhta  erkek tarafında  kefaet aranır.  Yani  :   erkeğin - aşağıda yazılan hasletlerde- alacağı kadına mümasil olması veya ondan daha şerefli bulunması, nikâhın lüzumu bakımından iktiza eder. Fakat - zevç, sagîr olmadıkça - kefaet, kadın tarafında aranılmaz.

241 - : Kefaet, esasen altı yerde aranır:

(1) : Nesebde aranır. Şöyle ki : nesebce aşağı bir mertebede bu­lunan bir erkek, şerif ve asîl olan bir kadına küfüv olamaz. Çünkü biha-sebü'âde neseb ile fahr olunur. Fakat böyle neseb cihetîle kefaet aran­ması, yalnız Arap ırkına mahsusdur. Çünkü Araplar, ensabin muhafaza­sına son cferece itina ederler, neseb ile fahr ve mübahâtta bulunurlar.

Binaenaleyh Kureyş kabileleri, birbirini n^küfvi sayılır. Diğer Arap kabileleri de yekdiğerinin küfvidir. Lâkin bunlar, Kureyiş kabilelerinin küvfi değildirler.

Arap kavminden maksat ise fü'asl Arap ırkına mensup olanlar ve Hulefai râşirlîn ile Ensar ve Muhacirine kesbi intisap edenlerdir. Yoksa tearrüb edenler, mücerred arapca konuşanlar değildir.

 (2) : Islâmiyette aranır. Şöyle ki : yalnız kendisi müslim olan bir erkek, hem kendisi, hem de babası müsîim olan bir kadına küfüv değildir.

Kezalik kendisile yalnız babası müslim bulunan bir erkek, hem babası, hem de dedesi müslim olan bir müslimeye küfüv olamaz. Fakat kendisile beraber babası ve dedesi de müslim olan bdr erkek, bilcümle ec­dadı müslimbulunan bir müslimeye küfuv olur.

Böyle islâmiyet itibarile kefaet taharrisi, Arap olmayan sair islâm zümrelerine aittir. Araplarca baba ile dedenin müslim bulunması, o ka­dar medarı iftihar olmadığından onlarca yalnız kendisi müslim olan bir erkek, âbâ ve ecdadı müslim olan bir kadına küfüv olabilir. Fakat sair akvamı islâmiyye arasında abâ ve ecdadın islâmiyetile tefahür olunduğu cihetle onlarca küfüv olamaz.

(3) : Diyanette - Mebsutun tâbirince haseb de-- aranır. Di­yanet ve hasebden maksad, zühd ve tekva, salâhı hal ile fazaili ilmiyye ve mekârimi ahlâkiyyedir. Bunlar, en yüksek mefahirdendir. Bir kadın, zevcinin deniyyürasl olmasından ziyade fâsik ve fâcir olmasından arla­nır. Binaenaleyh fâsik olan bir gahıs, bir sahneye veya salih bir kim­senin kızına küfüv olamaz. Velev ki fâsiki mücahir olmasın.

Bu cihetle kefaet, hem Araplarda, hem de sair akvamı îslâmiyyede muteberdir.

Hasîb olan, yani : ilmî kemalât ile muttasıf, mekârimi ahlâkı haiz olan erkekler, nasîb olan kadınlara küfüvdürler. Binaenaleyh Arap kav­mine mensup olmıyan faziletkâr bir âlîm, Arap hanedanından bulunan bir kadına küfüv bulunur.

(4)  : Hürriyette aranır. Şöyle ki : memlûk olanlar, hür olan kadın­lara küfüv olamıyacakları gibi azat edilmiş bir şahıs da hürretül'asl olan bir kadına küfüv olamaz. Çünkü nk, mânâyı zilleti mutazammmdır.

Hürriyet cihetile kefaet de bütün islâm unsurları arasında mute­berdir.

(5) : Malda aranır. Bundan maksat, mehri edaya ve nafakayı te-dariike muktedir olmaktır. Binaenaleyh bunlardan birine muktedir olmı­yan bir erkek, hiçbir kadına küfüv olamaz. Çünkü mehr, kadının hakkı olduğundan bunu itaya kudret, lâzımdır. Zevciyyetin kıvam ve devamı nafakaya muhtaç olduğundan bunu tedarüke de kudret iktiza eder. Bun­ları temine kadir olan bir erkek ise büyük bir servete mâlik bulunan bir kadına küfüv olabilir.

Maamafih mehri itaya iktidardan maksat, tacili mütearef olan mîk-darı mehri edaya muktedir olmaktır. Yoksa mehrin tamamını edaya iktidar lâzım değildir. Velev ki, cümlesi muaccel olsun.

Nafakaya gelince, bu hususta fukahayi kiramın reyleri muhteliftir. Bazılarına göre ehli hirfet hakında bitarikilkesb tedarüke kudret kâfidir. Bunların mâadası hakkında ise lâakal bir aylık nafakaya malikiyet lâ­zımdır. Diğer bazı zatlara göre mutlaka kesb yolilt, tedarüke kudret, ke-faetin husulü, için kifayet eder. Bu kavi, İmam Ebu Yusuf ten mervîdir.

(6) : Hirfette aranır. Hirfet : sanat, ticaret veya ziraat gibi bîr vasıta ile maişeti kazanıp tedarük etmek mânâsına gelir. «Yezaif» de­nilen bir kısım hizmetler de hirfet sayılır.

Hirfet cihetile kefaet, zevcin sülük ettiği ticaret ve hizmetin şeref ve itibarca zevcenin velîlerinin ticaret veya hizmetlerine yakın bulunma­sıdır. Adi, hasis sanayi sâliklerdnden-bir erkek, makbul sanatlar asha­bından birinin kızına küfüv olamaz. Çünkü nâs, hiref ve sanayiin şeref ve itibarile tefahürde bulunur, denaet ve hasasetile arlanır, bunlar her ne kadar terk edilse de ân baki kalır.

Fakat kadın dahi sahibei hirfet ise onun hirfetine bakılmaz.

Maamafih bu babda nıüstakir bir kaide tayini kabil değildir. Çünki hirfetler, sanatler, zaman ve mekana göre değişir, bir memlekette veya bir asırda hasis sanatlerden sayılan bir şey, diğer bir memlekette veya asırda makbul sanatlerden sayılabilir. Binaenaleyh bu hususta örf ve temanıülü, zamanın telâkkilerim nazarı itibara almak iktiza eder.

Fukahanın beyanına göre dokumacı haccame, debbağ süpürücüye, bakırcı demirciye, attar bezzaza küfüvdür.

İmamı Âzamc^an bir rivayete göre de hirfetlerde, sanatlere esasen kefaet aranılmaz. Çünkü hirfet ve sanat, müstakir umurdan değildir. Ha­sis bir sanatten nefis bir sanata tahavvül mümkündür.

Deniliyor ki, bu rivayet, asrın ihtilâfından münbaisdir. Çünkü ima-meyn zamanında denaeti hirfet, nekayisden madut olduğu halde İmamı &zam zamanında madut değildi.

242 - : Şehirli olmak, veya genç, hüsün ve cemale mâlik bulun­mak gibi hususlarda kefaet aranılmaz. Binaenaleyh köylü veya ihtiyar bir erkek, şehirli veya genç, güzel bir kadına küfüv olabilir. Şu kadar var ki zevç ile zevce arasında hüsün ve cemal itibarile bir mümaselet bu­lunmasına müraat etmek, muvafıktır. Haniye. Hindiye. Fethül'kadîr.

« (Mâlikilerce kefaet, bir mümaselettir ki, yalnız diyanetle uyııb-dan selâmet hususunda aranır. Şöyle ki: diyaneti fazla olan bir kadına diyaneti binnisbe noksan olan bir orkck küfüv olamaz. Ve cüzam, ma­raz, ciinûn gibi zevce için muhayyerliği müstcîzim olan ayıplardan salim olan bir kadına kendisinde bu ayıplardan biri bulunan bir erkek küfüv değildir. Bunlardan başka hususlarda, meselâ : neseb ve haseb hüsün ve cemal, servet ve saman hususunda kefaet aranmaz.

Kefaetin bulunmamasından dolayı hem zevce, hem de velîsi için muhayyerlik sabit olur. Bunlardan biri muhayyerlik hakkım iskat etse diğerinin muhayyerlik hakkı sakıt olmaz. Şerhi Muhammedü'hirşî.)

(Hanbeîüere göre de kefaet, zevce ile zevci arasında mümaselet ve müsavat, şu beş hususta muteberdir: Diyanet,  sanat, yesâr,  hürriyet, neseb. Bir velî için.mevliyyesini rızası olmaksızın küfvü olmıyan bir şah sa tezvic etmek haramdır. Böyle bir harekette bulunan velî, fâsik sayı­lır. Neylülmârib.)

(Şâfiîlerce de kefaet, akdin bidayetinde olmak üzere şu beş haslette aranır

(1)  : Selâmet. Bundan maksat, hiyari tefriki müsbit olan cünûn,

cüzam gibi ayıplardan zevcin berî olmasıdır.

(2)  : Hürriyet. Rakik veya azad edilmiş bir şahıs, hür bir kadına küfüv olamaz.

(3) : Neseb: Bu cihetle kefaet, Araplara muhtes değildir. Esah olan kavle nazaran sair ırklar arasında da muteberdir.

(4) : îffet. Bundan maksat, fısk ve fücurdan nezahettir.

(5) : Hirfet. Bundan-murat, maişeti temin için meslek ittihaz edi­len herhangi bir sanat ve sairedir.

Bir meslek edinmek suretile olmayıp mücerret îslâm milletinin menfaati için bir aşağı hirfete bir kimsenin mübaşeret etmesi, kefaete tesir etmez.

Kefaet hususunda esah olan, yesâr'e itibar olunmamaktır. Çünkü mal, zilli zaildir. Bununla mürüvvet ve basiret ehli iftihar etmez. muteber olan hasletler, esah olan kavle nazaran birbirine teka edemez. zftvrede bulunan bovle bîr haslete mukabil zevrflfi de di^fr hır haslet bulunsa bununla cebri mâfat edilmiş olamaz. Tuhfetül'-muhtac.)

243  - : Kefaet, iptidai akidde  aranır,  akidden sonra zail olması nikâha zarar vermez.

Binaenaleyh zevç, akd zamanında zevcesine küfüv olduğu halde bilâhara kefaeti zail olsa, meselâ : akd ânında mehr ve nafakayı teda-rüke muktedir iken muahharan bunları tedariikten âciz kalsa veya mak­bul sanatlerdon birine sâlik iken bilâhara hasis bir sanat ile iştigale baş-İftsa, yahut salâhı hal ile muttnsıf iken sonradan fisk ve fücura müptelâ olaa kofaeti zail oldu diye nikâhı feshettirmepe kimsenin salâhiyeti ola­maz.

244  - : Ademi kefaetten dolayı nikâha itiraz    etmek    salâhiyeti, binefsihî asabat takımından olup mertebeleri (165) inci meselede beyan

olunan velîlere aittir. Bu velîler, gerek mahremlerden olsunlar ve gerek olmasınlar.

Meselâ : nefsini küfvinin gayrine tezvic etmiş olan bir kadının ni­kâhına amca zadesi dahi itiraz edebilir. Fakat sair asabat ile zevil'er-hamdan olan karibler, itiraz edemezler.

245 - : Velînin itiraz hakkı, nikâhın tecdit edilmesile teceddüt eder.

Kezalik : bir velî, mükellefe bulunan mevliyyesinin kiifvi olnuyan muayyen bir gahıs ile izdivacına müsaade etse de mezbu renin kiifvi ol­mıyan diğer bir şahıs ile izdivacına itiraz edebilir.

246 - : Bir    mükellefe, velisinin rızasını istihsal etmeksizin nef­sini kefaet ve ademi kefaetini bilmediği bir erkeğe tezvic ettikten sonra küfvi olmadığı tebeyyün etse, kefaet hususunu tahkik etmiyerek vazi­fesinde kusur etmiş olacağı cihetle kendisinin itiraza salâhiyeti olmaz. Fakat velîsinin itiraza salâhiyeti olur.

247 - : Bir velî, mükellefe olan mevliyyesini rızasile ademi kefa­etini ikisinin de bilmedikleri bir şahsa tezvic etse, bilâhara ikisinin de kefaet bulunmadığından dolayı itiraza hakları olamaz. Amma hini akid-de kefaet şart kılınmış veya zevç küfüv. olduğunu nikâhtan evvel haber vermiş olur da muahharan ademi kefaet sabit olursa hem velînin hem de mevliyyenin itiraza hakkı bulunur. Çünkü kefaette velilerin hakları olduğu gibi kadınların da haklan vardır.

Kezalik : Bir kimse, kendisinin fülân şahıs olduğunu bilbeyan bir kadınla evlendikten sonra o şahsın lieb kardeşi veya üeb amcası oldu-g\ı tebeyyün etse bu kadın iğin fesih hakkı sabit olur, velev ki aralarında kefaet bulunsun.

248 - : Bir kimse kendisini nikâhtan evvel bir nesle nisbet edip de nikâhtan sonra hilafı zahir olsa nazar olunur.: Eğer nesebi kendisini nisbet ettiği   neslin fevkinde ise ne aldığı kadının, ne de velîsinin itiraza hakkı olmaz. Ve eğer kendisini nisbet ettiği neslin dününde olmakla be­raber ademi kefaeti de tahakkuk ederse hem kadının, hem de velîsinin itiraza salâhiyeti olur.

Lâkin kadın, zevcim tağrir ederek mensup olmadığı bir nesle inti­sabını akidden evvel beyan etmiş olsa kocası için muhayyerlik sabit olmaz,

249 - : Dereceleri müsavi velîlerden birinin akitten evvel veya sonra rızası, diğerlerinin itiraz haklarını iskat eder.

Binaenaleyh bir kadın, dereceleri müsavi iki velîsinden yalnız bi­rinin rızasile küfvi oînuyan bir şahıs ile evlense artık diğer velîsinin iti­raza hakkı kalmaz. Nitekim dereceleri aşağı olan velîlerin de itirazları dinlenmez.

Bu mesele, tmamı Azama göredir, tmam Ebu Yusuf ile İmam Zü-fere göre velîlerden birinin rızası, kendisine müsavi olan diğer velîlerin itiraz haklarını iskat etmez. Çünkü kefaet cihetini aramak, velilerden her birinin hakkıdır. Bunlardan birinin rızası, yalnız kendi hakkını iskat eder, diğerlerinin haklarına tesir etmez. Müşterek borç gibi ki, alacaklı­lardan birinin borçluyu ibra etmesi, diğerlerinin de ibrasını iktiza etmez. Hattâ kadının ademi kefaetine rızası, velîlerinin itiraz haklarını mutil olmadığı da buna delildir.

İmamı Azama göre ise, kefaetini araştırmak hakkı vâhiddir. Bunun tecezziye ihtimali yoktur. Velîlerden her birine, kendisinden başkası yok imiş gibi alâ vechil'kemâl sabit olur. Binaenaleyh bunlardan biri bu hak­kı iskat edince diğerleri hakkında da sakit olur. Nitekim kısasda da böy­ledir. Ceza mebhasine müracaat!.

Maamafih re'yi kâmil olan bir velînin ademi kefaetten ibaret bir zaran zâhiriyyi iltizam ederek nikâha ikdam veya icazet ita etmesi, bir hafî maslahata mübteni ve ademi kefaetten daha büyük bir zararı defa müstenit olduğuna delîl olacağından bu maslahat ve hikmete muttali ol­madığı melhuz olan sair velîlerin itiraz haklarının sukutunu iktiza eder. Kadına gelince bunun için sabit olan hak, velîleri için sabit olan hakkın gayridir. Kadın için sabit olan hak, nefsini zilli istifraştan korumaktır. Velîleri için sabit olan hak ise nesebİerini, mümasilleri bulunmıyan eş-hasın sıhriyet tarihile mensubiyetinden vikaye etmektir. Bu haklar böyle başka başka olunca birinin sukutu, diğerlerinin de sukutunu iktiza etmez.

« (Şafiîlere göre bir velî, mevliyyesini rızasile küfvî olmıyan bir şahsa tezvic etse nikâh, sahih ve nafiz olur. Dereceleri aşağı olan ve­lîlerin itiraza hakları olamaz. Çünkü karabet, dağılır, yani : dairesi ge­nişler, bütün akrabanın rızalarına itibar edilmesi, meşakkate sebebiyet verir. Bu hususta akrabiyyete riayetten başka zabıta bulunamaz. Şu ka­dar var ki, böyle bir nikâh, kerihdir.

Fakat velîlerin dereceleri müsavi olursa hepsinin rızası lâzımdır.. Bunlardan biri razı olmazsa nikâh, sahih olmaz. Diğer bir kavle göre sahih olursa da bu razı olmıyan velî, o nikâhı feshettirebilir. TuhfetüT-mühtaç.)

250 - : Velîlerden biri, zevcin  küfuv olduğunu tasdik  ve  itiraf, diğerleri inkâr etse bu tasdik ile diğerlerinin itiraz hakları sakit olmaz. Çünkü kefaeti itiraf eden velî, feshin vücubüne sebep olan ademi ke-faeti inkâr ediyor. Bir şeyin sebebi vücubünü inkâr ise o şeyin sukutu­nu iktiza etmez. Bahri Râik.

251 - : Ademi kefaetten dolayı zevç ile zevcenin aralarını tefrik etmek, hâkimin hükmüne  muhtaçtır.  Nik&h, feshedilmedikçe zevciyyet ahkâmı devam eder. Çünkü ademi kefaetten dolayı nikâhın feshedilip edilememesi, müctehedün fihtir. Müctehidlerden bir kısmı bu feshe kail olduğu halde diğer bir kısmı kail değildir. Binaenaleyh taraflardan her biri bir müctehidin kavline tutunabilir. Bu halde velayeti âmmesi olan bir zat canibinden beyinleri fasl olunmadıkça aralarında husumet münkati olmaz. Haniyye.

252 - : Kefaet veya adami kefaet üzerine ikame edilecek şahitle­rin şahadet lâfzını zikr etmeleri şart değildir. Çünkü bu yoldaki şahadet, ihbar kabiündendir.

263 - : Ademi kefaet sebebile vukubulan fesih, talâktan madut

değildir. Binaenaleyh bununla talâkın adedi azalmış olmaz.

254 - : Yakın velî, gaib iken uzak velî, ademi   kefaetten dolayı

muhasamada bulunmakla zevç, yakın velînin mübaşeretile nikâhın ak­dedilmiş olduğunu iddia etse bunu beyyine ile ispat etmesi lâzımgelir. Binaenaleyh ispat ederse itiraz hakkı sakit olur. Amma ispat edemezse nikâh, fesh olunur.

255 -  Fesih hakkı, çocuk doğuncaya ka4ar devam edip badehu

sakıt olur. Şöyle ki : velî, uzun müddet sükût etse de çocuk dünyaya gelmedikçe ademi kefaet sebebile nikâhı hâkime müracaatla feshettire­bilir. Velînin bu sükûtu, itiraz hakkım iskat etmez. Çünkü bu sükût, murafaa için münasip bir vaktin hululüne intizar maksadına müstenit olabilir. Maahaza kat'î surette sabit olan bir. hak, mücerret sükût ile sakit olmaz. Fakat çocuk doğunca itiraz hakkı sakit olur. Zira zevç ile zevcenin aralarını tefrik sebebile çocuğun terbiye ve muhafazasına ha­lel geleceğinden bu yüzden hâsıl olacak zarar, ademi kefaetten neşet ede­cek zararın fevkindedir.

îbni Nüceyme göre hamlin zuhuru da velâdet hükmündedir.

256 -  : Velînin akdi vakıa sarahaten veya delâleten rızası, fesh hakkını iskat eder.

Rızaya delâlet eden her fiil, deiâleten rızadır.

Meselâ: velî, mevliyyesinin mehrini cihazına sarf ve mehrini zev­cinden kabz etse veya mevliyyesinin mehr ve nafakasını büvekâle talep ve dâvada bulunsa akdi nikâha delâleten razı olmuş olur. Çünkü bu yol­daki muamelât, hükmi akdi takrir ve tesbit demektir. Şu kadar var ki, zevcin ademi kefaeti, işbu muameleden .mukaddem hâkim huzurun­da sabit olmuş bulunmalıdır. Sabit bulunmadığı takdirde bu gibi mua­meleler, ademi kefaete rıza sayılamaz.

257  - : Kefaet, nikâhın lüzumunun şartıdır. Ademi kefaet, nikâim sıhhatine mani olmaz. Bu âmmei Hanefiyyeye göredir, imamı Âzam-jan diğer bir rivayete göre kefaet, nikâhın inikadının şartıdır. Kefaet iulunmayınca nikâh esasen mün'akit olmaz. Meğer ki bu ademi kefaete elce ıttıla hâsıl olup rıza verilmiş olsun. Her velî,.şer'î usul dairesin-[e feah hakkını istimal edemiyeeeği ve bir şeyin defi refinden âsân bu-bnduğu cihetle bu rivayetin müftabih olması, bazı fukahaca mültezem lulunmuştur.

 (Şafiîlerce de kefaet, nikâhın sıhhatinin değil, lüzumunun şartıdır. iefaete itibar olunması, arı def içindir. Ademi kefaet, zevce ile velîleri akkmda bir nakisedir. Bunlar bu nakiseye razı olunca başkalarının bir iveceği kalmaz.

Hâsılı : kefaet bulunmaksızın akdedilen bir nikâh, esasen haram .eğildir ki, ademi kefaetten dolayı zevali lâzım gelsin.

Maahaza Şafiiyyeden bazı zatlara göre kefaet, nikâhın sıhhatine 3sir eder. Şöyle ki : bir kadım rızası olmaksızın babası veya babasının ıabası küfvi olmıyan bir şahsa tezvic etse, ezher olan rivayete göre ni-;âh, bâtıl olur. Diğer bir rivayete" göre nikâh, sahih olursa da lâzım Imaz. Binaenaleyh bu kadın, büyük ise filhâl, küçük ise baliğ olunca luhayyer olur.

Kezalik : başka velîsi bulunmıyan bir kebîreyi, kenedi talebi üzeri-hâkim, küfvi olmıyan bir şahsa tezvic etse, esah rivayete nazaran ni-âh, sahih olmaz. Çünkü veliyyi hasın da, sair velîlerin de naibi maka­mda bulunan bir zat, yani : hâkim tarafından ihtiyat terk edilmiş olur. [ihaye tül'müh tac.) [23]

 

Kefaetin Şart Olup Olmaması Hakkındaki Mütalaalar  :

 

258 - : Yukarıda da beyan olunduğu üzere kefaet, gerek Hane-?îlerce ve gerek Şafiîler ile Hanbelî fukahasınca nikâhın lüzumunun ve-ra sıhhatinin bir şartıdır. Hanefiyyeden yalnız îmam Kerhîye göre ni-âhta kefaet asla şart değildir, nikâhta kefaetin vücudu ve ademi mute->er değildir.

îmam Mâlik ile Haseni Basrî de kefaetin şartiyetine kail bulunma­mışlardır. Süfyanı Sevrî de neseb cihetile kefaetin muteber olmadığına :âhibdir.

Zahiriyye mezhebinde de böyledir. İbni Hazm diyor ki: Ehli Islâ-mın hepsi de kardeşlerdir. En adî bir zenciyenin oğluna Hâşimî halife­nin kızı bile haram olmaz. Kezalik: zânî olmayan herhangi bir fâsik müslüman, bir müslimei fâzılaya küfüvdür. Bir fâzıl müslim de bir müs-limei fâsikaya.zaniye olmadıkça küfüvdür, şu kadar var ki, bizce muhtar olan, akaribin, yani : yekdiğerine mütekarib ve mümasil olanların, bir-birile izdivaç etmesidir. El'muhallâ.

259  - : Kefaetin şartiyetine kail olan   müetehitlerin delilleri şu veçhiledir:

(1) : Bazı ahadisi şerife, kefaetin şartiyyetine delildir. «Kadınlan ancak velileri tezvic edebilirler, onlar da küfüvlerinden   başkasına tez­vic edemezler» mealindeki :

hadisi şerifi ile, «Kureyş, batın batın birbirinin küfvidir, sair Arablar da kabile kabile birbirlerinin küfüvleridir, mevalî de yekdiğerinin küfüv-leridir» mealindeki : hadisi şerifi de bu cümledendir. Mebsut.

(2) : Nikâhtan beklenilen maslahatlar, bihasebil'âde birbirinin na-zir ve mümasili olan kimseler arasında güzelce intizam bulur. Kefaet bulunmadığı takdirde ise bu maslahatlar muhtel olur. Çünkü bu masla­hatlar, istifrag ile tahakkuk eder, kadınlar ise küfüvleri olmıyan erkek­lerin istifraşmdan istinkâf ederler,    arlanırlar. Bu sebeple de mezkûr maslahatlar haleldar olmuş olur. Bedayî.

(3) : Zevç ile zevce arasında mübasetalar carîdir ki, adeten bun­lara tahammül edilmedikçe nikâh devam etmez. Halbuki küfüv olmıyan bir kocanın mübasetatına tahammül edilmesi çetin bir iştir. Bu, selîm tabiatlere ağır gelir. Binaenaleyh bulıal ile nikâh devam edemez. Mebsut.

(4) : Nikâh,  madamePhayat  devam  etmek üzere  akdedilir;   soh­bet, üîfet, muaşeret, tesisi karabet gibi maksatları tazammun eder. Bu haller ise birbirinin küfvi olan kimseler arasında vücut bulur.

(5) : Nikâhın meşruiyetindeki hikmet,    zevciyete ait maslahatla­rın hayat devam ettikçe bir intizam dairesinde cereyan etmesidir. Çün­kü nikâh ile sıhriyyet teessüs eder, bu sayede ecanibden olanlar arasında bir karabet ve müzaheret husule gelir, birbirinin sürünle mesrur, kede-rile mükedder olur. Bu gibi haller ise beyinlerinde müsaheret vücude ge­len şahısların birbirine mümasil ve mütekarib olmasile tahakkuk eder, aralarında ensab ve evsafça mübaadet olan nüfusi beşeriyye beyninde ise mukarenet ve müveneset vücude gelemez. FethüTkadir.

260  - : Kefaetin şartiyyetine kail olmıyan zatlar da şu gibi de­lillere istinat etmektedirler :

(1) : Bir hadisi şerifteinsanlar tarak   dişleri gibi  müsavidirler)   buyurulmuştur.   Diğer bir hadisi şerifte de:müslümanlar kardeşdirler. Bir kimsenin diğer bir kimse üzerine tekvadan başka bir veçhile rüchaniyeti yoktur) buyurulmugtur. «Sizin nez-di ilâhide en kerîminiz, şüphe yok ki en ziyade mütteki olanınızdır* mea-Ündeki bir âyeti celîle de bunu müeyyiddir.                

Binaenaleyh hilkatçe birbirine müsavi olan insanların yekdiğeri üze­rine tefevvuku, ancak diyanet, zühdü tekva cihetiledir, başka bir cihetle değildir. Mebsut. Bedayî. Camiüs'sağir.

(2) : Bilâli Habeşî, - radıyallâhü tealâ anh - ensarı   kiramdan bir hânadena damat olmak üzere hıtbede bulunmuş, fakat muvafakat cevabı alamamıştı. Keyfiyeti Resuli Ekrem - salîâlahü tealâ aleyhi ve-selîem - Efendimize arz edince Nebiyyi Zîşan Hazretleri : «Git onlara söyle ki, Resulûllah emrediyor, kızlarım sana tezvic etsinler» diye fer­man buyurmuşlardı. Halbuki Hazreti Bilâl, utekadan idi. Eğer kefaet muteber olsa idi Resuli Ekrem Efendimiz bu veçhile ferman buyurmaz­lardı. Bedayi.

(3) : Eğer şer'i şerifte kefaet muteber olsaydı, kısasda da evvelâ bittarik mutebei olurdu. Çünkü sair hususlardan ziyade kısasda ihtiya­ta riayet olunur. Halbuki kısasda kefaet muteber değildir. Şerîf bir kim-vazî bir şahıs mukabilinde katlolunur. Bedayi.

(4) : Efer nikâhta kefaet muteber olsaydı, erkek tarafında aranıl-dığı gibi kadın canibinde de aranırdı. Halbuki kadın canibinde kefaetin taharri olunmadığı müsellemdir. Bedayi.

261 - : Yukarıda    delillere -ve mütalealara şu yolda cevap veril­mektedir :

(1) : hadisi şerifinden mak-sat, ahıret ahkâmıdır, dünya ahkâmı değildik insanların ahıret umurun-ca biribiri üzerine tefevvükleri ancak amel ve takva itibâriledir, baş­ka bir cihetle değildir. Dünyevî umur ise başkadır. Binaenaleyh bu ha­disi şerif, dünyevî umurdan olan nikâhta kefaetin muteber olmadığını iktiza etmez.

(2) : Hazreti Bilâl hakkındaki hadisi şerif ile de kefaetin muteber olmadığına istidlal olunamaz.   Bu hadisi   nebevî,   tevazuun ve kefaet talebini terkin mendub olduğuna ve kefaeti, diyanet* hususunda araştır­manın efdaüyyetine delâlet eder. Yoksa kefaeti talebin caiz olmadığına delâlet etmez. Mamafih bu babdaki emri Nebevînin Hazreti Bilâle has olması da melhuzdur.

(3) : Nikâh hususundaki  kefaeti,  kısasa kısas etmek de muvafık değildir. Çünkü kısas, âmmenin hayatını temin etmek maslahatına meb-nî meşru bulunmuştur ki, bu babda kefaete itibar olunması, o azîm mas-'ahatı müfevvit olur.  Zira kısasda kefaete itibar olunsa herkes,  kendi küfvi olmıyan düşmanını öldüı mek ister, bu sebeple kısasdan matlûp olan içtimaî menfaat ve maslahat  fevt olur. Halbuki nikâhta kefaete itibar olunması, nikâhtan matlûp olan hüsni muaşeret ve bekayi meveddet ve zevciyyet gibi mühim maslahatları tesbit eder.

(4) : Kefaetin kadınlar canibinde aranılmaması da kefaetin gayri muteber olmasını iktiza etmez. Çünkü erkek müstet'rig olmakla kendi­sinden aşağı bir kadım istifraştan istinkâf etmez ve bu istifraş ile şere­fine halel gelmez. Fakat, kadın, istifraş olunacağı cihetle kendisinden aşağı bir erkeğin firaşinden imtina eder, arlanır, hizmetinde bulunmak­tan istinkâfta bulunur. Mebsut. Bedayî vesaire.

262 - : Yukarıdaki tafsilâttan anlaşılıyor ki, kefaete itibar etme­yen zatlar, insanların fıtraten birbirine müsavi olduğunu ve dini islâ-mın muhtelif, içtimaî sınıflar arasında tam bir müsavat tesis ettiğini na­zara alıyorlar.

Filhakika islâm dininde bütün insanlar, hilkaten müsavi görülerek ayni hukuka nail bulunmaktadırlar. Müslümanlıkta mütemayiz içtimaî sınıflar mevcut değildir, servet ve saman, seriüzzeval olup mübahata me­dar olacak hakikî bir meziyet sayılamaz. Hirfetler, sanatler ise beşerî hayatın devam ve intizamım temin için ittihaz edilmiş birer maişet yo­lundan ibarettir. Abâ ve ecdadın zühd ve tekva ile, ilm ve fazilet ile itti-safı ise bu gibi âlî meziyetlerden mahrum olan evlât ve ahfad için ifti­hara medar, feyz ve necata vesile olamaz.

Binaenaleyh nikâhta bu gibi hususatı araştırmaya lüzum yoktur. Elverir ki, bir insan, kendi zatında fahr ve mübahata medar olacak gü­zide evsaf ile, diyanet ile temayüz etmiş bulunsun.

Fakat kefaetin muteber olduğuna kail bulunan zevat da beşerin ah­vali ruhiyyesine infazı nazar ediyor. Halk arasında haseb ve nesebin, servet ve samanın, âbâ ve ecdada tecelli etmiş olan mehasin ve mekâri-min vesairenin âlî mefahirden sayıldığını pîşi mütaleaya alıyor, nikâh gibi mühim bir emri içtimaînin güzelce devam ve bekasını ve nikâhtan matlûp olan mütenevvi hayatî menfaatlerin husulünü temin içinbiribiri-le münasebet ve müsaheret tesis edecek kimselerin aralarında bir mü-caneset ve mümaseletin mevcudiyetine lüzum görüyorlar.

Filvaki insanların ruhî hallerini tetkik edenlerce malûmdur ki, hiç bir fert kendi akran ve emsali olmıyan kimseler ile güzelce imtizaç ve istinasta bulunamaz. (jjaiVli^LO^^Jlj^l) kavli hakîmanesi meşhurdur.

Binaenaleyh beşeriyeti fıtraten muttasıf bulunduğu bu gibi ruhî duygulardan, ihtiyaçlardan büsbütün tecrit etmek kabil olmadığından buna mümkün mertebe riayet etmek lâzım gelir. Kâinata hikmet amuz olan Resuli Ekrem Hazretlerinin kefaet hakkındaki ahadisi şerifesi de işte bu gibi maslahatlara, ruhî ilcaata nazaran varid olmuştur. [24]

 

İKİNCİ  BÖLÜM

 

MUHARREMAT HAKKINDADIR

 

İçindekiler : Muharremat = nikâhları haram olan kadınlar. Karabeti nesebiyye. Karabeti nesebiyye iübarile olan hürmet  riiyyesL Rezaın mahiyeti ve hürmeti müstelzim   mikdamü. Keza sebebüe nikâhları haram olan kadınlar. Rezam meti rezam hikmeti teşriiyyesi, sıhriyyet. Zina ile müsaheret ve ademi sübutü hakkındaki mütalâalar. Hürmeti müsahe

teşruyesi. HakJkuTgayr, meharımın aralarını cem, ademi cem'in hikmeti teşriiyyesi. Şirk sebebile olan Müşrikeler   ile kitabiyelerin   nikâhları   hakkındaki hikmeti teşriiyesi, Iian sebebile husule gelen hüınıet. Mülk sebeblen hürmet. Hürre üzerine cariyeyi nikah Uç veya ikidan mütehassil hürmet. Tahlil usulünün hikmeti  Adedi meşruu tecavüzden münbais hürmet ve teaddüdi zevcat çatın hikmeti teşruyesi. [25]

 

Muharremat = Nikahları Haram Olan Kadınlar

 

263 - : Bazı erkekler ile kadınlar arasında nikâh, veya muvakkaten haram bulunur.

Nikâhın müebbeden hürmetini icab eden sebepler üçtür, karabeti nesebiyye, reza = sut, sıhriyyet.

Nikâhın muvakkaten hürmetini mucib olan sebepler  Hakkul'gayr, meharimin aralarını cem, şirk, Uan, mülk, cariyeyi tezevvüc, üç talâkın vukuu, adedi megruu tecavüz.

Bu halde esbabı hürmet, on bir bulunmuş, olur.

 (Zahiriyyeye göre hürmeti muvakkateyi icab eden bir sebeb A h vardır ki, o da zinanın vukuudur. Şöyle ki müslim olan bir zanî idt " be etmedikçe ne mezniyyesile, ne de sair bir afife ile evle olmaz,

Kezalik : bir zaniye için de tövbekar olmadıkça ne zanijie n a afif bir kimse ile evlenmek halâl değildir. Fakat tövbe erkekler evlenebilir. Elmuhâllâ.) [26]

 

Karabeti Nesebiyye Sebebile Hürmet :

 

264 - : Neseb cihetile karabet, nikâha manidir. Şöyle erkek ile aralannda karabeti nesebiyye bulunan rahim sahibesi mahrem kadınların nikâhları müebbeden haramdır. Bu kadınlar, dört sınıfa ay­rılmıştır:

(1)  : Usuldır, bunlar, erkeğin validesile babası ve anası cihetinden ilânihaye ceddeleridir.

(2)  : Fürudur. Bunlar, erkeğin kızlarile     kızlarının ve oğullarının ilânihaye kızları ve hafideleridir.

(3)  : Ana ve babanın cüzüleridir. Bunlar da bir erkeğin hemşirele-rile ana baba bir veya baba bir veya ana bir hemşirelerinin ve birader­lerinin kızları ve hafideleridir.

(4)  : Ana ve baba cihetinden cedlerin cüzüleridir. Bunlar da erke­ğin gerek ana baba bir ve gerek baba bir ve gerek ana bir ammelerile halalarıdır.

İşte bir erkeğe nazaran bu dört sınıfa mensup kadınlardan hiçbirile evlenmek caiz değildir.

265 - : Dördüncü sınıfın kız evlât ve ahfadı müstesnadır. Bunlar ile izdivaç, caizdir. Çünkü bunlarda her ne kadar karabeti nesebiyye itibarile zatürrahim iseler de şer'an mahrem değildirler.

Aba ve ecdat ile ümmehat ve ceddatm ammelerile haları da dördün­cü sınıf hükmündedirler. Fakat bunların da kız ve evlât ve ahfatlarının nikâhları memnu değildir.

267 - : Ana baba bir veya baba bir ammenin ammesiîe veya ana baba bir veya ana bir halanın halasile nikâh memnudur. Fakat ana bir ammenin ammesiîe ve baba bir halanın halasile nikâh memnu değildir.

Binaenaleyh bir kimse, babasının ana bir kız kardeşinin ammesiîe veya anasının baba bir kız kardeşinin halasile evlenebilir. Çünkü bı; amme ile hala, o kimsenin babasına, anasına nazaran yabancı bulunur. Bedayi. Hindiyye. Dürri Muhtar. [27]

 

Karabeti Nesebiyye İtibarile Olan Hürmetin

Hikmeti Teşröyyesi :

 

268  - : Yukarıda yazılan dört sınıf karabeti nesebiyye ashabının hürmeti, şeriati islâmiyyede kat'iyyen sabit olduğu gibi bu hürmet, ak-len de müberhendir.

Dini islâm, bilûmum akraba arasında daima bir muhabbet ve me-veddetin güzelce beka ve cereyanını âmirdir. Zatı rahim, mahrem olan karabeti nesebiyye ashabı arasında ise daha büyük bir ihtiram ve mu­habbetin, daha nezih, samimî bir duygunun icrayı hükm etmesini tav­siye buyurur. Halbuki zevç ile zevce arasında ne kadar muhabbet ve samimiyet hüküm sürse de bu hal, çok kere bir arızaya uğrayabilir, sektedar olabilir, çok kere bir huşunet ve münaferet yüz göstererek bir if-tirak müncer olabilir.

Husulile validelere kargı fevkalâde ihtiramlarda, tazimlerde bulun­mak bir vecîbedir. Eğer validelerin nikâhı tecviz edilmiş olsaydı bu ihti-ramat ve tekrîmat, haleldar olacak, validelik şerefi muhafaza olunama­yacak idi.

Şüphe yok ki, bir kadın, kocasının emri altında bulunur, onun cis-manî huzuzatım tatmine çalışır, onun hizmet ve taatini bir vazife bilir. Bu gibi haller ise validelere karşı ifası vacib olan ihtiramatı izale, vali-delik kadrini tenkis eder, valideliğin zillet ve ihanetine duçar olmasını mtistelzim olur.

Fahreddini Razî der ki : validelerin nikâhları Hazreti Âdem za­manından şimdiye kadar haram olup ilâhî dinlerin hiçbirinde bunların nikâhlarının halâl olduğu sabit olmamıştır. Ancak mecûs taifesinin pey­gamber tanıdıkları Zerdegt, böyle bir nikâhın hilüne kail olmuştur ki, onun bir kezzab olduğunda müslümanların ekserisi müttefiktirler.

Velhâsıl: gerek validelerin, ve gerek dereceleri gösterilen sair ka­rabet erbabının nikâhları; hikmete mugayir, neslin zaif düğmesini müs-telzim, içtimaî hayatın metanet ve nezahetine münafi, teavün ve tesa-nüde vesile olan karabet dairesinin tevessüüne mani olacağı cihetle asla caiz görülemez. [28]

 

Rezaın Mahîyyeti Ve Hürmeti Müstelzim Mikdarı :

 

269 - : Lûgatta süt emmek, meme emmek mânâsına olan reza, şer'an : «Bir kadının sütünün vakti mahsûsunda bir çocuğun midesine gitmesinden ibarettir. Bu reza, nikâha manidir. Şöyle ki:

Süt ana sayılacak bir kadın, dokuz yaşından daha küçük olamaz. Fakat bu kadının bikr veya sinni iyase vâsıl olup olmaması ve berhayE.t bulunup bulunmaması müsavidir.

Süt de çocuğun midesine gerek ağzından ve gerek burnundan vâ­sıl olsun ve kendisine gerek meme ile ve gerek emzik ile verilsin müsa­vidir. Bu sütün az bir miktarda olmasile çok miktarda bulunması ara­sında da fark yoktur. Herhalde hürmet sabit olur.

270 - : Suya, ilâca veya hayvan sütüne katılmış olan kadın sütü haltında galibiyete itibar olunur.

Binaenaleyh bir kadının sütü, karıştırdığı suya vesaireye galip veya müsavi olursa onunla reza sabit olur. Fakat taam ile karıştırılmış olan kadın sütü, galip ve gayri matbuh bulunsa da bununla reza tahakkuk etmez.

Kezalik : bir kadının sütü peynir, yoğurt veya ayran yapılıp çocuğa verilse bununla reza hükmü sabit olmaz.

Kezaîik : aşağıdan hukne suretile verilen veya kulağa, ihlile, baş yarığına akıtılan sü*e de itibar olunmaz. Bu meseleler, Hanefiyyeye gö­redir.

« (Mâliktlere göre henüz bikr veya doğuramıyacak bir yaşta ihti­yar veya henüz mükarenete mütehammil olmıyacak derecede küçük bu­lunan kızların ve kadınların ve memesinde süt bulunduğu malûm olan ölmüş bir kadının sütlerile hürmet sabit olur.

Kezalik : bir kere emzirilen veya bir kab ile kendisine süt içirilen çocuğun cevfüne giden veya boğazına gidip de geri gelmiyen en az bir miktar süt ile de hürmet tahakkuk eder.

Hukne suretile verilen süt, çocuğu bir defa doyuracak miktarda bir gıda teşkil ederse bununla da hürmet sabit olur ve illâ olmaz. Bidayetül'-müctehid. Şerhi Ebil'berekât.)

(Şafiîlere gelince bunlara göre reza'ile nikâhın memnuiyeti sabit olmak için bir takım şartlar vardır. Ezcümle :

(1) : Rezî,  kendisine süt  verildiği  zaman  tam diri olmalıdır.   Ölü veya bir  cerh  sebebile mezbûhane harekette  bulunur bir halde olursa reza', muteber olmaz.

(2) : Süt veya onunla yapılan ekmek vesaire çocuğa en az beş defa müteferrik surette verilmelidir. Her def asındaki miktar gerek az ve ge­rek çok olsun müsavidir. Bu hususta şer'an ve lûgaten bir had, bir muay­yen zabıta yoktur, elverir ki bunlar Örfen başka başka süt veya gıda ver­mek sayılsın.

Meselâ : çocuk, memeyi emerken bıraksa veya mür'ziası tarafından bıraktırılsa da tekrar ağzına alarak emse bunlar iki defa süt emmek sa­yılır. Velev ki her defasında ağzına birer katre gitmiş olsun.

Fakat çocuk, oynamak veya nefes almak veya tıkanmak gibi bir sebeple memeyi ağzından çıkarıp derhal yine ağzına alsa veya bir me­meyi bırakıp ayni şahsın diğer memesine geçse veya hafifçe uyuşa rez'-alar = süt vermeler, örfen teaddüt etmiş sayılmaz.

(3) . Süt veren kadın, bu esnada tamamen berhayat bulunmalıdır. Binaenaleyh ölü olan veya bir cerh neticesinde ölmek üzere olup mezbûhane hareketlerde bulunan bir kadının sütü ile hürmeti reza' sa­bit olmaz. Çünkü o süt, hıl ve hürmetten münfek, hitab salâhiyetinden mahrum bir cüsseden ayrılmış olmakla behîme sütüne benzer bulunmuş olur. Nitekim* böyle bir kadına tekarrüb ile hürmeti müsahere de sabit olmaz. Şu kadar ki, eimmenin ekserisi, bu süt ile hürmetin sübutüne kail olduklarından bu babda ihtiyata riayet evlâdır. Aksi surette hare­ket, şiddetli bir kerahetle mekruhtur.

Fakat böyle bir kadının sütü, bu halinden evvel bir kab içine alın­mış olur da bundan bilâhare çocuğa beş defa veya beşinci defa olarak verilirse bununla -esah olan kavle göre- hürmet sabit olur.

Kezalik: Bikrin, kendisine mukarenet vukubulmaksızın sütü nebe-an eden bir kadımn aüdile de reza1 hükmü tahakkuk eder.

Kadının sütü, su ile mahlut olunca bakılır: Eğer süt galib ise veya mağlûp olduğu halde hepsi birden beş defada veya beşinci defada ola­rak içirilmiş ise -ezher olan rivayete göre- hürmet sabit olur.

Kezalik: kadının stitile peynir olarak veya bu sütün kaymağı veya yağı alınarak çocuğa yedirilse bununla da tegaddî hâsıl olacağından hürmet tahakkuk eder. Elverir ki, mahlut olan süt, çocuğa velev ki pek az az olarak beş defada verilebilecek bir miktarda bulunsun. Tuhfetül'muhtac.)

(Hanbelî fukahasma gelince bunlara göre bikrin ve gebe olmamış bulunan kadımn sütile rezâ' hükmü sabit olmaz. Çünkü bunlar nadir­dir, bunlar iîe çocukların tegaddîsi hususunda bir âdet carî değildir. Belki bunlar hakikaten süt olmayıp seyelân eden birer rutubetten iba­rettir. Bunlar erkeğin ye behîmenin sütlerine^ müşabihtir.

Bir de rezâ' ile hürmeti nikâhın sübutü için kadının sütü, çocuğun boğazından cevfine vâsıl olmalıdır. Çocuk, sütü ağzına alır da sonra dışarıya atarsa veya süt, çocuğa antikan yapılırsa bununla hürmet sa­bit olmaz.

Kezalik: çocuk, rezâ' müddetinde en az beş defa süt emmiş bulun­malıdır. Çocuk, süt verenin memesini bir kere emip de herhangi bir se­beple ağzından çıkardıktan sonra tekrar emmeye başlasa ikinci bir em­me vticude gelmiş olur. Bir memeden diğer memeye intikal de böyledir. Maahâza İmam Ahmedden diğer rivayetlere nazaran bir defa veya üç defa emmek de razâm hürmeti için kâfidir.

Peynir haline getirilmiş olan kadın südile de rezâ1 hükmü tahak­kuk eder. Çünkü bu, çocuğun midesine gidince semizlenmesine, kemikle­rinin nemasına yardım eder.

Kezalik: taam ile, su ile veya saire ile karışıp üç vasfı, yani: rengi, tadı, kokusu baki bulunan bir kadın südile de hürmeti rezâ', vücude gelir. KeşşafuTkınâ'. NeylüTmeareb.)

(Zâhiriyye mezhebine gelince: tbni Hazm diyor ki: Hürmeti mu-cib olan rezâ', her biri diğerinden ayrı olmak üzere en az beş defa süt emmektir. Her biri, çocuğun açlığını gidermeye medar olabilecek suret­te be§ defa memeyi mas ederek süt emmek ile de bu hürmet, vücude gelir.

Hürmeti rizâ1, ölmüş, bir kadının sütünü emmekle de tahakkuk eder.

Bununla beraber süt emen çocuk, sütü bizzat süt veren kadının memesinden emmelidir. Şayet bir kadının sütü, bir kab içine sağılarak içirilse veya memesi çocuğun ağzına sağılsa veya sütü bir taama ka-

rıştmlarak yedirilse bunlar ile hürmeti  rizâ1 sabit olmaz.  Velev-ki bu, o çocuğun uzun bir müddet gıdası olsun. Elmuhallâ.) [29]

 

Reza Müddeti

 

271 - : Rezâ'  = süt müddeti, îmamı Azama göre velâdet vaktin­den itibaren otuz ay, îmameyne  ve îmam    Züfere  göre  de iki kamerî senedir. Bu müddet içinde içilecek süt ile hürmeti rezâ'. sabit olur.

Vilâdet, ay başına tesadüf ederse ehilleye, gurrolere itibar olunur. tesadüf etmezse her ay otuz gün itibar edilir.

272  -  : Rezâ1 müddetinden sonra mideye     giden bir  süt ile rezâ' hükmü sabit olmaz.

Binaenaleyh üç, beş yaşında bir çocuk, herhangi bir kadından süt emse veya bir erkek kendi zevcesinin sütünü içse bununla aralarında hürmeti rezâ' tahakkuk etmez. Hanivye. Hindiyye.-

« (Malikî mezhebine göre rezâ' müddeti, iki seneden ve nihayet iki sene ile iki aydan ibarettir. Bu müddetten sonra verilecek süt ile hür­met sabit olmaz, Meğer ki çocuk daha evvel sütten müstağni olmuş ol­sun. Şöyle ki : çocuk yemek yemeğe başlayıp emmiş olduğu süt ken­disine kâfi gelmiş bulunsa, bu halden sonra verilecek süt ile rezâ1 hük­mü sabit olmaz. Velev ki henüz iki yaşını doldurmuş bulunmasın.)

(Şafîiyyeye göre rezâ' müddeti, iki senei kameriyyenin hitamına doğru nihayet bulur. Binaenaleyh süt, iki kamerî sene henüz bitmeden verilmiş olmalıdır. Sütün ilk verilmesi, ayın evveline müsadif olmazsa bu ay, otuz gün olmak üzere yirmi beşinci aydan ikmal edilir.)

(Hanbelî fukahası da diyorlar ki : rezâ' müddeti, tam iki senedir. Bundan bir lâhza sonra içilecek süt ile rezâ' hükmü sabit olşıaz. îki se­neden mukadem fıtam = sütten ke_sme vaki olsa da yine bu müddet ni­hayet bulmadıkça içilecek süt ile hürmeti, rezâ', tahakkuk eder.)

(Zahiriyyeye gelince bunlara göre rezâ' için muayyen bir müddet yoktur. Bu hususta küçük ile büyük müsavidir. Binaenaleyh süt emen. pek yaşlı bir şahıs olsa da yine hürmeti rezâ' vücude gelir. Hazreti Aişe iîe îbni Mesud, îbni Abbas gibi sahabei kiram da bu kanaatte bulunmuş­lardır. Bidayetül'müctehid. El'muhallâ.) [30]

 

Rezâ'ev Hükmü ;

 

273 - : Rezâ'm şer'an hükmü, hıllî nazar ile nikâhın haram olma­sıdır.

Binaenaleyh aralarında süt bulunan kimseler, biribirine nâmehrem olmazlar. Bir fitne havli melhuz olmayınca biribirine bakabilirler. Ara­larında nik&h carî olamaz.

274 - : Rezâ' İle bir karabeti şer'iyye sabit olursa da bununla nafaka, irs, ıtk, reddi şahadet, velayeti nikâh, velayeti mal gibi sair ah­kâmı neseb, sabit olmaz. Çünkü neseb, irzâ'dan-süt vermekten kavidir. Rezâ', nas ile sabit olan hususlara münhasır olur, her veçhile nesebe mü­savi olamaz.

Meselâ: bir süt ana, süt vermiş olduğu kimseden nafaka almaya mütahik olmaz. Ve bunlardan biri vefat edince kendisine diğeri varis olamaz. Meğer ki başka bir cihetten nafakaya veya irse müstahik bulunsun. Hindiyye. Dürri Muhtar. [31]

 

Reza  Sebebile Nikahları Haram Olan Kadınlar :

 

275  - : Rezâ' sebebile nikâhları haram olan kadınlar, karabeti ne-sebbiye cihetile nikâhları haram olan kadınlar gibi şu dört sınıfa ayrı­lırlar :

(1) : Usûldür. Bunlar, bir kimsenin süt anası ve süt ana ve baba­sının neseben veya rezâan validelerile üânihaye caddeleridir.

(2) : Fürûdûur. Bunlar, bir kimsenin süt kızları ve süt evlâdının neseben veya rezâan kızlarile ilânihaye hafideleridir.

(3)  Süt, baba ve ananın neseben veya rezâan cüzüleridir. Bunlar, bir kimsenin rezâan ana baba bir veya baba bir veyahut ana bir kız kar­deşleri ile rezâan erkek veya kız kardeşlerinin neseben ve rezâan kızları ve ilânihayet hafideleridir.

(4) : Süt baba ve ana tarafından cedlerin neseben veya rezâan cü-zÜleridir. Bunlar da bir kimsenin rezâan ana, baba bir veya baba bir ve­yahut ana bir ammelerile halalarıdır.

Neseben baba ve ananın rezâan valideleri, caddeleri, ve kızkardeş-îeri ile amme ve halaları da bu dördüncü sınıfa dahildirler.

Binaenaleyh bir kimse, meselâ : neseben babasının süt kardeşini veya teyzesini nikâh edemez.

276 - : Yukarıdaki meseleden de anlaşıldığı üzere mür'zia = süt veren kadın, rezîin = süt emen gocuğun süt annesidir, kendisinden rezîi için süt hâsıl ettiği zevci de rezîin süt babasıdır.

iradi süt veren kadınla bu kocasının gerek neseben ve gerek rezâan evlâdı, süt emenin ana baba bir süt kardeşleridir. Ve bu süt verenin baş­ka kocasından olan neseben veya rezâan evlâdı da- bu süt emenin ana bir

kardeşleridir.

Mezkûr kocanın süt veren zevcesinden başka zevcesinden olan ne-aeben veya rezâan evlâdı da bu süt emenin baba bir süt kardeşleridir. Bu kardeşlik, -rlebeni fahl» den neşet etmektedir. Faniden murat, kendisinin tekarrübünden dolayı süt husule gelmiş olan erkektir. 3u meseleye ni­kaha siebezü fahl meselesi» tesmiye etmişlerdir. Velhâsıl : bir çocuk, aütünü emdiği, içtiği kadının bu sütü, hangi erkeğin mukarenetinden rnün-bais ise o erkeğin de rezâan evlâdı bulunur. Haniyye. Hindiyye,

277 - : Bir kimBenin süt babasının neseben ve rezâan erkek ve kız kardeşleri o kimsenin süt amcalarile ammeleridir.

Kezalik mürzianın neaeben ve rezâan erkek ve kız kardeşleri Je rezün süt hal ve halalarıdır. Diğer karibeierini buna kıyas etmeli I.

278 - : Sütlü bir kadın, kocasından boşanıp da iddetini müteakip başka bir erkekle evlenerek ondan çocuk getirse, sütü bu ikinci kocasın­dan olmuş olur.  Fakat bu ikinci kocasından    çocuk getirmemiş olunca sütü evvelki kocasınmdır. Binaenaleyh bu sütü emen bir çocuk, evvelki kocasının süt çocuğu sayılır.

« (Eimmei selâse ile Zahiriyyeye göre de «lebeni fahl» ile hürmeti nikâh sabit olur. Saîd îbni Müseyyebe, Ebu Seleme tbni Abdir'rahmane, Süleyman îbni Yesare, Nahaî ile Ebu Kiİâbe'ye, ve îmam Şafiîden bir kavle göre ise lebeni fahle itibar olunmaz. Bu, muharrim değildir. Çün­kü rezâ, kadın tarafından olur, erkek tarafından olmaz. El'ımıgnî. Mec-maülenhür. Haniyye.)

(Hanbelî kitaplarından «El'znugnS» de deniliyor ki : bir boşanmış kadın, kendisini boşamış olan kocasından sütü mevcut olduğu halde baş-kasile evlense şu beş halden halî olamaz :

(1) : Birinci kocadan münbais sütih artıp eksilmeyip alâ hâlihî kal­mış, ikinci kocadan da çocuk dünyaya getirmemiş bulunur. Bu halde süt, birinci kocaya aittir. Gerek ikinci kocadan hami mevcut olsun ve gerek olmasın. Bunda hilaf, malûm değildir.

(2)  : Birinci kocadan nes'et eden şut, gerek artmış olsun ve gerek olmasın, ve gerek bir aralık kesilip sonra avdet etmiş bulunsun ve gerek asla kesilmiş bulunmasın. İkinci kocadan hami   bulunmayınca süt, yine birinci zevce aittir.

(3) : Süt, gerek artsın ve gerek artmasın ye gerek kesilmiş olsun ve gerek olmasın ikinci zevçten çocuk dünyaya gelince süt, yalnız bu ikinci zevce ait bulunur. Çünkü ikinci kocadan vilâdet vukuuile birinci kocadan nıütehassil süt, kesilmiş olur.    Çocuğun süte ihtiyacı, bu sütün birinci

rovcten olmasına manidir. İmamı âzam ile îmam Safînin   kavileri böyle­dir.

(4) : Birinci zevçten hâsıl olan süt, bakî olmakla beraber ikinci zevc- olan hami sebebile artmış bulunur. Bu halde süt, her iki zevöden ol- olur. İmamı azama göre ikinci zevcden vilâdet vaki olmadıkça bu, yine birinci zevce aittir. İmam Şâfiîye göre ise eğer hami, sütün in­cesine sebep olacak bir hale daha gelmemiş ise bu süt, birinci zevce aittir. Fakat sütün inmesine sebep olacak bir hale gelip de bu sebeple mik­tarı artmış ise bu halde iki kavi vardır. Bir kavle göre bu süt, yine birin­ci zevcindir. İkinci kavle göre do bu süt, her iki zevce aittir.

(5) : Birinci kocadan mütehasâil «üt, kesilip »onra ikinci kocadan olan hami ile toplanmıya başlanmış bulunur. Eu halde süt, Ebubekre gö­re yine iki kocaya aittir. Çünkü süt, esasen birinci kocaya ait idi, hamlin zuhurile avdet etmiş, tekrar nebeana başlamış olacağından bu süt, her iki kocaya izaf edilir. İmam Şafiînin kavilerinden biri de böyledir. Ebüi'-hatabm ihtiyarına göre ise bu süt, ikinci kocaya aittir. İmam Şafiînin bir kavli de böyledir. îmamı azama göre ise bu süt, ikinci zeveden vilâdet vukua gelinceye kadar birinci zevce aittir. Çünkü hami, flütü iktiza et­mez, belki süt, velâdet zamanında    çocuğun ihtiyacına mebni yaratılır.)

279 - : Yukarıdaki meselelerden de münfehim olduğu üzere kara­beti nesebiyyeden dolayı nikahlan memnu olan kadınların rezâ'dan do­layı da nikahlan memnudur. Her ne kadar fıkıh kitaplarında bazı müs­tesnalar mezkûr ise de bunlar, haddi zatında birer istisnai münkaü teş­kil ediyorlar, rezâ' hususundaki hürmetin umumiyetine münafi değildir­ler.

Bu müstesnalar, şu aşağıdaki dokuz sınıftan ibarettir  :

(1) : Kız ve oğlan kardeşlerin analarıdır ki bunlar, neseben er ve kız kardeşlerin süt analan ve süt kardeşlerin neseb veya rezâ' cihetile valdeleridir.

Meselâ: Zeyd, neseben er kardeşi Amr'in rezâ'an anası Hindden süt emmiş olmayınca Hindi .tezevvüc edebilir. Halbuki bir erkeğin nese­ben kardeşinin neseben validesi, kendisinin öz veya üvey validesi olaca­ğından nikâhı caiz değildir.

(2)  : Evlâdın kız kardeşleridir ki bunlar, neseben evlâdın rezâ'an kız kardeşlerile bunların kızlarıdır. Halbuki bir kimsenin neseben evlâdının neseben kız kardeşi, kendisinin ya kızı veya rebîbesi = üvey kızı olaca­ğından nikâhı caiz değildir.

(3) : Evlâdın ceddeleridir ki bunlar, neseben evlâdın rezâ'an cedde-leri ve rezâ'an evlâdın neseben veya diğer mürziadan rezâ'an ceddeleri­dir. Halbuki bir kimsenin neseben evlâdının neseben ceddeleri, kendisi­nin ya anası, veya kain validesi olacağından aralarında nikâh caiz de­ğildir.

(4) : Amcaların ve ammelerin valideleridir ki bunlar, neseben amca veya ammenin rezâ'an valideleri ve rezâ'an amca veya ammelerinin re­zâ'an valideleridir. Halbuki bir kimsenin neseben amca veya ammesinin neseben validesi, kendisinin öz veya üvey caddesi olacağından nikâhı ca­iz değildir.

 (5) ; Dayıların ve teyzelerin    valideleridir ki bunlar, neseben veya rezâ'an dayı ve teyzen'n süt valideleridir. Halbuki bir kunüonjn nebuuun dayı veya teyzesinin neseben validesi, kendisinin ana bir ceddeai olaca­ğından nikâhı caiz değildir. Nitekim bir kimseye süt ameasiie ammesi­nin ve süt dayısiie teyzesinin neseben validelerini nikâh da haikl değildir. Çünkü bunlar, o kimsenin ya rezâ'an ceddesi veya rezâ'an ceddinin ülger zevcesidir.

(6) : Evlâdın ammeleridir ki bunlar, neseben evlâdın rezâ'an amme­leri ve rez'an evlâdın neseben veya diğer mürziadan rezâ'an ammeleridir. Halbuki bir   kimsenin   neseben   evlâdının   neseben   evlâdının   neseben ammesi, kendisinin kız kardeşi olacağından nikâhı müebbeden haramdır.

(7) : Evlâdın ammelerinin kızlarıdır ki bunlar, neseben evlâdın süt ammelerinin kızlan ve süt evlâdın neseben veya rezâ'an ammelerinin kız­larıdır. Halbuki bir kimsenin neseben evlâdının neseben ammesi kızı, ken dişinin kız kardeşinin kızı olacağından nikâhı ebediyen memnudur.

(8) : Evlâdın kız kardeşlerinin kızlarıdır ki bunlar, neseben evlâdın rezâ'an kardeşlerinin   kışları ve rezâ'an   evlâdın neseben veya rezâ'an kardeşlerinin kızlardır. Halbuki bir kimsenin neseben ey&dmm neseben kız kardeşleri kızı, kendisinin veya menkûhesinin hafidesi olacağı cihet­le nikâhı müebbeden haramdır.

(9) : Evlâdın evlâdının   valideleridir ki,   bunlar,   neseben   evlâdın rezâan evlâdının neseben  veya  diğer    mürziadan rezâ'an valideleridir. Bunların nikâhları caizdir. Halbuki bir kimsenin neseben evlâdının nese­ben evlâdının validesi, oğlunun .menkuhesi olacağından kendisine nikâhı müebbeden haramdır. FtJml'kadir. Bahri Râik.    Reddi Muhtar. Dürri Münteka.

Bu esaslar üzerine aşağıdaki meseleler, tefemi eder :

280 - : Süt ana ile süt babanın akribası, süt evlâdın da akribasıdır. Fakat süt evlâdın menkuhesile evlât ve ahfadından bagka akribası, süt ana ile süt babanın akribası değildir.

Binaenaleyh bir kadın, süt oğlunun neseben babasile, dedesile veya kardeşüe evlenebilir.

Kezalik bir kimse, neseben baba bir kardeşinin ana bir kız karde­şini tezevvüc edebileceği gibi neseben kardeşinin süt kız kardeşini de te-zevvüc edebilir.

281  - : Bir kadının emzirdiği bir çocuk, o kadının hiçbir oğlu ile veya kızı ile evlenemez. Bunların, arasında süt kardeşliği vücude gelmiş olur. Fakat bu çocuğun emzirilmeyen diğer kardeşleri, o kadın ile ve onun evlâdile evlenebilirler.

282  - : îki kadından her biri, diğerinin bir çocuğunu emzirdiği tak­dirde yalnız bu çocuklar arasında hürmet sabit olur. Şöyle ki :

Meselâ.: Hindin iki kızından yalnız biri Zeynebden aut emsc, Zeync-bin de yalnız bir oğlu Hindden aüt emse Hind ile Zeynebin diyor kızları, oğulan arasında - başka bir mâni yok ise - nikâh caiz olur. Kak'at bu süt emenler arasında caiz olmaz.

283  - : Rezâ1, zamanın ve mekânın ihtilâfile muhtelif olmaz.

Binaenaleyh bir kadının meselâ: yirmi otuz sene mukaddem do­ğurmuş olduğu çocuklarile yirmi otuz sene sonra süt vermiş olduğu ço­cuklar arasında süt kardeşliği tahakkuk eder.

Kezalik : dari islâmda vukubulan bir rezâ' ile dari harbde vuku bul­muş olan bir rezâ1 arasında da fark yoktur,

284 -:Bir çocuğun müteaddit süt anaları olabilir. Hattâ bir ço­cuğa iki kadının biribirine karıştırılmış   olan sütleri içirilmiş olsa yine aralarında rezâ' hükmü sabit olur. Gerek sütlerin miktarları müsavi ol­sun ve gerek olmasın. Çünkü cins, cinse galip olmayacağı cihetle bunlar­da galibiyete, müsavata bakılmaz.

« (Fıkhı Mâlikîde deniliyor ki : iki kadının mahlut sütile hürmet sabit olur.'Miktarları müsavi olsun olmasın. Fakat kadının.sütü su ile, bal, yağ, veya taam ile veya hayvan südile mahlut olunca bakılır : Eğer kadının sütü galip ise hürmet sabit olur ve illâ olmaz.)

286 - Rezâ' ile hürmeti müsahere de sabit olur.

Binaenaleyh bir kimse, sütoğlunun boşadığı zevcesini, metrûkesini nikâh edemez. Bir kadın da süt lnnmn kocasile evlenemez. Çünkü bun­lar, süt kain peder, süt kain valide bulunmuş olurlar.

286 - : Bir kadın, kendisinin henüz çocuk bulunan ortağım emzirse ikisi de zevce haram olur. Bu takdirde o kadın baklandaki hürmet, mu-ebbeddir. Artık o zevcile bir daha evlenemez. Çünkü onun kain validesi olmuş olur. Çocuğa gelince eğer mür'ziası olan o kadın, zevcinin medhu-

lün bihası ise kendisi de o zevce müebbeden haram olur. Fakat medhu-lün bihası değilse müebbeden haram olmaz, o zevç ile nikâhlarını tecdit caiz bulunur.

287 - : Bir kimse, kendi kızının veya herhangi bir kız- kardeşinin süt verdiği bir çocuk ile evlenemez. Böyle bir çocuk nikâhı akında bu­lunsa hemen müebbeden hürmet vaki olur. Çünkü nikâha arız olan rezâ' dahi sabıkan mevcut imiş gibi zevciyetin devamına mani olur.

288 - : Bir kimse, zevcesinin süt kızını veya süt anasını şeh«tle messetse zevcesi kendisine haram otur. Çünkü şehvetle mes ve t&khil, hürmeti musahereyi mucib sebeblerdendir.

289  - : Zinadan hâsıl olan süt ile de hürmeti müsahere sabit, rezâ hükmü   carî olur.  Binaenaleyh  bir kimse, kendi mezniyesinin süt kızını nikâh edemez. Bu kız, o.kimsenin usul ve füruuna da haram olmuş olur.

290 - : Rezâ' iie hürmetin sübutü için süt ananın rnalûmiyetİ lâ­zımdır.   Binaenaleyh   bir   kızı   veya   bir   oğlan   çocuğunu   bir   karyenin birçok  kadınları emzirmiş oldukları halde bunlar alettaym bilinmeyip bu  hususta bir emare de mevcut olmasa bu kız veya oğlan, başka bir mani bulunmadığı takdirde o karye ahalisinden harhalde birisile evlene­bilir.

291 - : Şek ile hürmeti rezâ', tahakkuk etmez. Binaenaleyh sütü bulunmayan bir kadının memesini ağzına almış olan bir çocuk hakkında rezâ' hükmü sabit olmıyacağı gibi sütü mev­cut olduğu halde çocuğun ağzına süt gidip gitmediğini malûm bulun­madığı takdirde de rezâ', hükmü sabit olmaz. Bedayi. Hindiyye, Dürri Muhtar.

« (Malikîlere göre de haram bir mukarenetle vücude gelen bir süt İle hürmeti rezâ, sabit olur. Velev ki bu mukarenetle neseb sabit olmasın.

Meselâ : zina ile, gasb veya dördüncü zevce üzerine alınan beşinci bir kadıa ile veya başkasının nıu'teddesiie veya nikâhları haram olan ka­dınlardan herhangi birile bile bile vukubulan bir mukarenet üzerine ne­seb sabit olmaz. Fakat bu mukarenetten husule gelen süt ile hürmet sa­bit olur. imam Mâlikin son içtihadı bu veçhiledir. İlk içtihadına nazaran neseb sabit olmayınca rezâan hürmet de sabit olmaz.)

(Şafiîlere göre de nikâhı fâsidden, şüphe ile vukubulan mukare­netten mütevellit süt ile hürmeti rezâ sabit olur. Fakat zinadan müte-hassil süt ile zanî hakkında hürmeti rezâ sabit olmaz. Binaenaleyh bu halde süt emen, mür'zianın süt çocuğu olursa da zaninin olmaz. Şu ka­dar var ki bir kimse için mezniyesinin kendi mukarenetinden hâsıl olan sütiie emzirilmig olan bir kızı nikâh etmek mekruhtur.

Şafiî mezhebine göre de şek ile hürmeti rezâ', sabit olmaz. Meselâ: çocuğun beş defa süt aldığında veya bu beş defanın iki sene hitamından evvel yukubulduğunda şek edilse hürmeti rezâ', tahakkuk etmez. Şu ka­dar var ki bu halde ihtiyata riayet evladır. Tuhfetül'muhtaç.)

(Hanbelî fukahası da diyorlar ki : rezâ'ın vukunda veya adedinde şek edilse bununla rezâ' hükmü sabit olmaz. Belki yakine itibar olunur. Çünkü asi olan, rezâ'ııi ademidir. Şu kadar var ki, gübühatın terki evlâ olduğundan "bu halde diyaneten tevakki icab eder?

Kezalik : erkeklerin ve koyun, ke£i gibi sair zî hayatın sütlerile rezâ' hükmü sabit olmıyacağı gibi hünsayı müşkilin Büdile de bu hüküm sabit olmaz. Çünkü bunun kadın olup olmadığı meşkûktür. KegşafuTkı-nâ\)[32]

 

Reza'ın Sübutu:

 

292 - : Rezâ'ın sübutü beyine ile olacağı gibi ikrar ile de olabilir. Şöyle ki: rezâ' hakında zevcin ikrarı muteberdir. Maamafih Bilâ

İsrar vaki olan ikrarından riicuu da muteberdir. Çünkü rezâ' mahalli ha­tadır, bunda tenakuz carî olmaz.

Binaenaleyh bir kimse, zevcesile aralarında süt bulunduğunu mu-sirren ikrar etse araları tefrik olunur, artık bundan sonra vukubulacak inkâr ve rücuu faide vermez. Fakat ısrar etmeksizin ikrar edip bilâhare hata veya vehm ettiğini iddia etse beyinleri tefrik olunmaz.

293 - : Rezâ'a dair ikrarda sebat ve İsrar etmek: "Dediğim doğ­rudur, sahihtir, sabittir, bu  hususta bence şek yoktur" demek gibi bir suretle olur. Yoksa ikrarı vâkıı mücerred tekrar etmek,, bilâhare rücua mani olmaz.

294 - : Bir kimse, bir kadınla aralarında süt bulunduğunu ikrar edip de muahharan tevehhüm etmiş olduğunu bü'ifade nefsini tekzip ey-lese o kadın ile evlenebilir. Fakat bu ikrarında evvelce ısrar etmiş ise ev­lenmesi caiz olmaz. Şayet evlenecek olursa araları tefrik olunur.

Bir erkek île bir kadın, böyle bir ikrarda bulunup da bilâhare ken­dilerini tekzip ettikleri takdirde de hüküm böyledir.

295 - : Keza' hususunda zevcenin ikrar ve İsrarına itibar olunmaz.-

Binaenaleyh bir kadın, kocasile . aralarında süt bulunduğunu ikrar etse veya süt bulunduğunu nikâhtan evvel ikrar etmiş olduğunu iddia eylese bu süzü kabul olunarak aralarını tefrik olunmaz. Şu kadar var ki, bu kadın bu ikrar ve iddiasında sadık ise zevcine nefsini temkin etmesi caiz olmayacağından tefrika çare araması diyaneten lâzım gelir.

296 - : Beyyineye = şahadete gelince rezâ'da nisabı şahadet, âdil olmak şartile iki erkek veya bir erkekle iki kadındır. Bunların şaahdet-Ierile rezâ sabit olur. Fakat bu hususta bir âdil erkeğin veya yalnız iki veya daha ziyade kadının şahadetleri kabul olunmaz.

297 - : Bir kadın, zevç ile zevceden her birine süt vermiş olduğu­na şahadet etse bununla rezâ sabit olmaz.    Velev ki haizi adalet olsun. Lâkin bu şahadet üzerine zevceynin tenezzühen müfarakati evlâdıdır.

Anıma zevç ile zevce, bu şahadeti tasdik ederlerse aralarındaki ni­kâh, fâsid olur. Bu halde tekarüb vuku bulmamış ise mehr, lâzım gel­mez. Şayet zevce tekzib ettiği -halde zevç tasdik etse nikâh yine fâsid o-lur. Fakat bu surette mehr, sakıt olmaz. Bilâkis zevç, tekzib ettiği halde zevce tasdik^ eylese nikâhları bali üzere kalır. Şu kadar var ki zevcini tahlife hakkı olduğundan ledel'istihlâf zevç, yeminden nükûl ederse ara­larına tefrik lâzım gelir.

298 - : Rezâ' hakkında şahadeti hisbe de carîdir. Binaenaleyh şahitler, zevç ile zevce arasında rezâ'ın vukuna dair dâva sebk etmeksizin gahadette bulunabilirler. Hâkim, bu şahadet üze­rine tefrika hükmeder.

299 - : Rezâ'a şahadetle zevceyn arasında hemen firkat vaki ol­maz- Belki hâkimin tefrikine lüzum vardu. Çünkü bu şahadet, bir hak­kın iptalini mutazamnıın olduğundan hükme muhtaçtır. Meğer ki, zev­ceyn, mütareke etsinler.

300  - : Zevç ile cevcenin rezâ1 hakkındaki ikrarları beyyine ile is­pat edilebilir. Bu ispat üzerine beyinleri tefrik edür.

301 - : Vaki olacak bir şahadet üzerine   zevç ile zevcenin araları tefrik edilince tahkik edilir : Eğer aralarında tekarrüb   vukubulmuş ise zevce, tesmiye edilmiş olan mehrile mehri mislinden hangisi az ise ona müstahik olur. Tekarrüb vuku bulmamış, ise mehr namına bir şeye müs-tahik olmaz. Kaniyye. Hindiyye. Reddi Muhtar.

« - (Malikîlere göre rezâ'ın vukuunda mükellef olan zeve ile zevce ittifak edince nikâhları f-eshsdilir. Bu halde zevce, medhulün biha ise mehri müsemmasına, mehri müsemması yok ise mehri misline müstahik olur.

Kezalik: Ve ceynden herhangi birinin rezâ'i kablel'akt ikrar etmiş olduğuna dair ikame edilecek beyyine île nikâhları fesh olunur. Bu tak­dirde rezaı yalnız zevce ikrar etmiş ise bakılır: gayrı methulun biha ise mehre ve saireye müstahik olmaz, methulun biha ise garre sayılarak yalnız nt'ı dinara müstahik olur.

«Gârre» : aybım veya başkasının mu'teddesi olduğunu sakhyarak hatibini aldatan, nikâhına mani olan halini saklıyan kadın demektir ki, nikâhı duhulden sonra fesh edilince yalnız bir dinarın dörtta birine müs­tahik olur.

Kezalik: zevç, nikâhtan sonra zevcenin inkârına mukarin bilâ bey­yine rezâi iddia ederse nikâh, fesh edilir. Bu halde kadın, medhulün biha değilse mehri müsemmasımn yarısına müstahik olur. Çünkü zevç, bu id-diasile müttehem olduğundan kendisini mükezzib bulunan zevcesinin bu hakkını iskat edemez:

Fakat zevce, zevcinin inkârına mukarin akdi nikâhtan sonra du­hulden evvel veya sonra, rezâ' iddiasında bulunursa bununla nikahlan reahedilemez. Zira kadın, bu suretle nefsini zevcinden ayırmak için bir biyleye tevessül etmiş olmakla müttehem bulunur.

Şayed zevç, bu iddiaya mebni iftiraka muvafakat ederse kadın, du­hul vukubutm&mıs ise mehr namına bir geye müstahik olmaz.

Nikâhları velîlerinin iznine mütevakkıf bulunan çocukların veya bakir kadınların ebeveyni veya ebeveyninden biri, bunların hakkında süt bulunduğuna dair ikrarda bulunmuş olsa bakılır: Eğer bu ikrar, kab-lel'akd vuku bulmuş ise akdi nikâha müsaade edilmez, buna rağmen nikâh akdedilecek olsa fesh edilir. Fakat bu ikrar, akdden sonra vuku bul­muş ise makbul olmaz.

Büyük olan erkekler Üe dul bulunan büyük kadınlar hakkında ba-balarüe analarının ikrarları ise iki ecnebinin ikrarı mesabesindedir. Bi­naenaleyh bu ikrarlar ile nikâhları fesh edilemez. Gerek akidden evvel •V ve gerek sonra vukubulmuş. olsun müsavidir. Şu kadar var ki, bu hal­de nikâhtan ictinab edilmesi tenzahen müstahabdır.

Keza' hususunda nisabı şahadete gelince rezâ, iki âdil erkeğin şa-hadetlerile sabit olur. Fakat bir erkek ile bir kadının veya iki kadının rezâ1 hakkındaki iddiaları kablel'akd. nâs arasında şayi ise bunların bu veçhile şahadetlerile de rezâ' sabit olur. Velev ki bunlar, nikâhları velî­lerinin iznine mütevakkıf bulunmayan zevç üe zevcenin ebeveyni bu­lunsun. Ve bu şüyu takdirinde bu şahitlerde adalet de bazı fukaheya göre şart değildir.

Amma yalnız bir kadının iddiası, evvelce şayi de bulunsa bunun şa-hadetile rezâ' sabit olamaz. Velev ki haizi adalet bulunsun. Şu kadar var ki, bu gibi ikrarlara, şahadetlere b,inaen akdi nikâhı terk etmek te-nezzühen mendubdur. Minehütcelîl. Fethül'alâ.)

(Şafiüere göre de zevç, rezâ'ı ikrar ederse zevcesile aralan tefrik olunur. Zevce ikrar ederse bakılır: Eğer zevci inkâr ediyorsa bu kadını kendi rızasüe aldığına yemin ettiği takdirde tasdik olunur. Yemin etme­diği takdirde ise -esah olan kavle nazaran- zevce, kendi ihtiyarile bi­le bile nefsini temkin etmemiş ise tasdik edilir. Çünkü iddiası, ihtimal dahilindedir.

Rezâı inkâr eden taraf, nefyi ilme yemin eder. Zira bu, başkasının fi'Iine ait bir yemindir. Rezâı iddia eden kimse işe betate yemin eder. Çünkü bununla başkasının hakkını ispat etmiş olacaktır.

Şahadete gelince rezâ, iki erkeğin, bir erkek ile iki kadının ve yal­nız dört' kadının şahadetlerile sabit olur. Bu sabitler, rezâın vaktini, adedini, ve her defasında çocuğun cevfüne sütün gitmiş olduğunu zdkr etmelidirler.

Sütün cevfe gitmiş olması, zannı kavî ile veya süt verilmesini mü­şahede ile anlaşılır.

Mürzianın şahadeti, başkalarile beraber olunca muteberdir. Meğer ki rezâ mukabilinde ücret talep etsin. O halde müttehem olacağından şahadeti makbul olmaz. Tuhfetül'muhtac.)

(Hanbelîlere göre zevcin rezâa dair ikrarından sonra hata iddiası herhalde kabul edilemez. Fakat zahiri halin tekzip ettiği bir ikrara da iî ibar olunamaz. Binaenaleyh bir kimse, kendisinin validesi * veya kızı olamayacak bir yaşta bulunan bir kadın hakkında «Bu benim süt ananı­dır veya süt kızımdır» dese bununla hürmeti rezâ 3abit olmaz. Çünkü bu halde kizbi müteyekkandır.

Kezalik: reza hususunda zevcenin kavli mücerredi makbul değildir. Binaenaleyh bir kadın, * kocası hakkında «Bu benim süt kardeşimdir» dese beyyinesi bulunmadıkça nikâhları hükmen devam eder.

Hanbelî mezhebinde rezâın şahadetle sübutu hakkında muhtelif kaviler vardır. Şöyle ki: bir kavle göre yalnız mürzianın veya âdil bir şahsın şahadetile rezâ sabit olur. Bu hususta ne şahide, ne de meşhu­dun lehe yemin tevcih edilmez. Tavusa,Zührîye göre yalnız mürzianın şahadeti makbuldür. İmam Ahmedden diğer bir rivayete göre iki kadın­dan noksanın şahadeti makbul değildir. Hakem de buna kaildir. İmam Ahmedden üçüncü bir rivayete göre rezâ hususunda bir kadının şaha­deti yeminile beraber makbuldür. îshak da buna kail olmuştur. Ata'ya, Katade'ye göre ise bu hususta dört kadından noksanın şahadetleri ka­bul olunmaz. Elmugnî, Neylül'meârib.) [33]

 

Hürmeti Rezâın Hikmeti Teşriîyyesi :

 

302 - : Malûm olduğu üzere insanlar, sair mahlûkat arasında bü­yük bir imtiyaza mâliktirler.     Hüsni takvime mazhar  olan beşeriyet, maddî ve manevî bir takım kuvvetler ile mücehhezdir. Bu cihetle insan­ların şahsiyetleri de, maddî ve manevî varlıklarından cüz' olan her şey de büyük bir kıymeti haizdir. İşte insan sütü de bu cümledendir.

Binaenaleyh şeriati islâmiyyede rezâ meselesine büyük bir ehem­miyet verilmiş, rezâ ile insanlar arasında bir nevi karabet ve merbuti-yet tesis edilmiş, bu vesile ile de insanlar arasında cereyanı pek matlûp olan teavün ve tesanüt umdesi, bir yeni inkişafa nail olmuştur.

Maahaza bir çocuğun neseben validesi giİtf süt annesi de neşvü ne­masına hadimdir. Bu süt vasıtasile aralarında bir cüz'iyet vücude gelir, bir cismanî münasebet teessüs eder, zevali kabil olmayan ruhî, manevî bir alâka tahakkuk etmiş olur. Artık mürzia, çocuğun hayatına, kuva-sının tenmiyesine hizmet etmiş- olacağından her veçhile hürmete lâyık­tır, çocuğun ihtirama şayan validesidir. Bu halde mür'ziamn akribası da çocuğun akrabasıdır.

İşte bu gibi esbab ve mesaîihten dolayıdır ki, şeriati islâmiyyede rezâ' ile hürmeti müebbede vücude gelmiş, aralarında süt bulunan mu­ayyen kimseler arasında hilli nazar, hürmeti nikâh gibi bazı karabet hü­kümleri teessüs etmiştir.

303 - : Rezâın esbabı tahrimden olduğu, nassı kur'an ile, ve naz­mı kur'anın delâletile sabit olduğu gibi bu husustaki tahrim, ahadisi şe­rife ile de musarrah, müekked bulunmuştur. Bundan nâşidir ki, rezâ ile hürmetin sübutu meselesinde beyne!'müctehidîn bir ittifak  mevcuttur.

Maahaza şunu da ilâve edeüm ki, bir zaruret olmadıkça öyle onun ounun çocuğuna süt vermemeli, verince de unutulmaması için bir yere kayd edivermelidir.

Hele rezâ müddetinden sonra herhangi bir çocuğu emzirmek, mu­bah değildir. Çünkü süt, insanın bir cüz'i mesabesindedir. Onunla bilâ zaruretin intifa caiz görülemez.

Süt annenin intihabı hususunda da basiret üzere hareket, lâzımdır.

Fıkıh kitaplarında ve bilhassa «NeylüTmeârib» ile «KeşşafüTkma» da deniliyor ki: Bir çocuğun müşrikeden, zimmiyyeden, fâcireden. ham-kadan, sui ahlâk sahibesinden, zenciyyeden, cüzamh, beresli kadınlar­dan, behimeden süt emmesi, bunların sütlerile beslenmesi mekruhtur.. Çünkü rezâ, tabiatleri tegyir eder, mürziadaki â'razin çocuğa tesirinden korkulur.

Velhâsıl: süt hususunda uyanıkça hareket etmeli, bunu suiistimale uğramaktan korumaya çalışmalıdır. [34]

 

Sıhriyyet =  Müsaheret :

 

304 - : Sıhriyyet de nikâha manidir. Şöyle ki: müsaheret sebebile nikahlan müebbeden haram olan kadınlar, şu dört sınıfa ayrılır:

(1)  : Abâ ve ecdadnı zevceleridir. Bunlar, üvey analar ve üvey ced-deleridir.

Binaenaleyh bir kimseye kendi babasının ve baba, ana tarafından dedelerinin zevceleri müebbeden haramdır. Gerek tekarrüb vuku bul­muş, olsun ve gerek olmasın.

(2) : Gelinlerdir. Bunlar, evlât ve ahfadın alePitlâk zevceleridir. Bi­naenaleyh bir kimse, kendi oğlunun veya hafidinin boşanmış veya dul kalmış plan zevcesile müebbeden evlenemez.     Gerek mukarenet bulun­muş olsun ve gerek olmasın.

(3) : Kain validelerdir. Bunlar, zevcenin validesile baba ve anası cihetinden ilânihayet ceddeleridir.

Binaenaleyh bir kimseye kendi kain validesi veya kain validesinin veya kain pederinin valideleri müebbeden haramdır. Zevce, medhulün-biha olsun olmasın.

(4)  : Üvey kızlardır. Bunlar, zevcenin kızlarile evlât ve ahfadının kızlarıdır. Şu kadar var ki, bu sınıfta tekarrüb veya şehvetle mes lâ­zımdır.

Binaenaleyh bir kimse, kendisine tekarrüb etmiş veya kendisini şeh­vetle mes eylemiş olduğu zevcesinin kızlarile veya hafidelerile müebbe­den evlenemez. Bu kızlar, kendisinin gerek hicr ve terbiyesinde bulun­muş olsunlar ve gerek olmasınlar.

Fakat bir kimse, henüz tekarrüb veya mes bulunmadan boşanan veya vefat eden zevcesinin kızile veya hafidesile evlenebilir.

Aşağıdaki meseleler, bu müsaheret esasına'müstenittir:

305 - : Sıhriyyet sebebile haram olan kadınlar, neseb cihetüe ha­ram oldukları gibi rezâ cihetile de haram bulunurlar.

Binaenaleyh bir erkek için zevcesinin neseben validesile, ceddesile; kızile, hafidesile evlenmek caiz olmadığı gibi zevcesinin süt validesile, ceddesile, kızile ve hafidesile de evlenmek caiz değildir. Şu kadar var ki, zevcin süt kızile, hafidesile nikâhın caiz olmaması, zevcenin medhu-lün biha olması halindedir.

306 - : Alel'itlâk, yani: sahih veya fâsid nikâh ile veya zina tari-kile vukubulan mücameat ile hürmeti müsahere sabit olacağı gibi şeh­vetle yapılan mes, takbil veya muanaka ile veya eehazı tenasülün da-lıiline nazar üe de sabit olur. Bunların meşru bir surette vukuile gayri meşru bir surette vuku arasında hürmeti müsahere itibarile fark yoktur.

Meselâ: bir kimse, mücerret şehvetle takbil etmiş olduğu zevcesi­nin vefatından sonra diğer zevcinden olan kızile evlenemiyeceği gibi şehvetle takbil ettiği bir ecnebiyenin kızile de izdivaç edemez.

307 - : Şehvetle vaki olan mes ve takbil veya nazarın hürmeti mü-sahereyi husule getirmesi hususunda âmiden vukuile nasiyen vukuu ve mükrehen veya naimen vukuu arasında fark yoktur. Bu babda sâhî ile sekran, baliğ ile mürahik, âkil ile mecnun da müsavidir. Bu gibi sebep­lerden birinin vukuu ânında şehvetin iki taraftan birinde bulunması kâ­fidir. Şu kadar var ki, şehvetle mes halinde hürmeti müsaherenin hu­sulü için harareti hisse mani olacak bir hâilin bulunmaması lâzımdır.

Binaenaleyh mes edilen uzuv, harareti hissedilmeyecek derecede ka­lın bir sevb ile kapalı bulunsa bu mes ile hürmeti müsahere sabit olmaz.

308 - : Hürmeti müsaherenin tahakkuku için kadının berhayat ve müştehat olması da lâzımdır. Dokuz yaşındaki  kızlar, müştehat iseler-de madunî müştehat değildirler.  Son derece  ihtiyar  kadınlar,  hükmen rnüştehattırlar.

Kezalik: bu hususta erkeğin de emsali mücamaata muktedir olabi­lecek bir yaşta bulunması lâzım gelir.

309 - Mes veya takbilin şehvetle vukuunu kadm iddia ettiği halde zevç inkâr eylese zevç, zahiri hal kendisini tekzib etmedikçe tasdik olu­nur.  Çünkü  hürmetin sübutunu  münkirdir.  Mes ve  takbil,  gerek zevç ve gerek zevce tarafından vuku bulmuş olsun.

310 - ;. Hürmeti müsaherenin sebepleri hakkındaki ikrara dair şahadet, makbul olduğu gibi mezkûr sebeplerin vukuuna bizzat şaha­det de makbuldür. Çünkü bu esbabın vukuuna ıttıla, mümkündür.

311 - : Hürmeti müsahere sabit olunca zevcin zevcesini kavlen terk etmesi lâzım gelir. Şayet terk etmezse hâkim, beyinlerini tefrik eder. Zi­ra hürmeti müsahere ile nikâh, mürtefi olmayıp fâsid olacağından mü­tarekeye ve ademi takdirinde hâkimin tefrikine lüzum görülür. Mütare­ke veya tefrik bulunmadıkça kadının başkasile izdivacı caiz olmaz. Be-dayî, Hindiyye, Dürer, Reddi Muhtar.

Bu meseleler, Hanefiyyeye göredir.

« (Mâlikîîere göre de nikâh ile hürmeti müsahere sabit olacağı gibi akidden ve aüphei akidden mücerred olan gayri meşru mukarenetler ile de hürmeti müsahere kısmen sabit olur. Binaenaleyh bir kadının zina­dan mütevellit kızı zaniye ve zaninin usul ve füruuna haram olur.

Kezalik: Zâninin neseben kızı, zinasından mütevellit oğluna haram bulunur. Fakat zaniyenin zaniden olmayan neseben kızı ve başkasının tekarrübünden mütehassil süt ile emzirdiği rezâan kızı, zahi'ye haram olur mu?. Keza zaniyenin validesi, ceddesi, zâniye ve zâninin evlât ve ahfadına haram olur mu?. Keza zaniyenin bizzat kendisi, zâninin usul ve füruuna haram olmuş olur mu?. Bunlar da hılâf vardır. Bir kavle göre haram olur. Diğer bir kavle göre bunda kerahet vardır. Bir kavle göre de haram olmaz, esah olan da budur.

Yine Mâlikîîere göre bir kimse, zevcesi zannile, meselâ: karanlık bir gecede yanlışlıkla zevcesinin kızile mücameatte bulunsa zevcesi ken­disine -kavli meşhure nazaran- haram olur. Bu iştibah, bir mâadret teşkil etmez. Şayet mukarenette bulunmayıp da istilzazda bulunsa, me­selâ: ellerini şehvetle tutup sıksa yine -meşhur kavle nazaran- hür­met sabit olur. Fakat Mazerîye ve Fâkihaniye göre hürmet sabit olmaz. Bu hususta daha bir çok akval vardır.

Kezalik: bir kimse, zevcesinin oğlu ile fi'Ü senide bulunsa, eimmei selâseye göre zevcesi kendisine haram olmaz. Fakat tmam Ahmede gö­re bu faziha, zevce hakkında hürmeti müstelzim olur. Minehül'celîl.)

(Şafiîlere göre hakikî zina ile müsaheret sabit olmaz. Çünkü zani ite mezniyye arasında ecnebilik vardır. Bu mukarenetle neseb ahkâmın­dan ne tevarüs, ne de saire sabit olamaz. Mai sifaha itibar yoktur.

Binaenaleyh zanî, mezniyyesine mukarenetinden mütevellit kızı ala­bilir. Mezniyyesinin usulü de, fusuH de, yani: füruu da kendisine halâl olur. Şu kadar var ki, bu husustaki hilafı fukahadan kurtulmak için bunlardan birile evlenmekten kaçınmalıdır. Böyle bir nikâh, mekruh­tur.

Fakat mezniyye ile zinadan mütevellit çocuğu arasında neseb, irs, hürmeti nikâh sabit olur. Bu hususta bütün müctehitler, müttefiktirler. Çünkü bu çocuk, mezmyyeden bir insan olarak infiaal etmiş, onun bir cüz'ü bulunmuştur. Zaninin nutfesi ise böyle değildir.

Kezalik: mubah surette vukubulan devaii mukarenet ile de -ezher olan kavle nazaran- hürmeti müsahere sabit olmaz.

Binaenaleyh bir kimse, zevcesini şehvetle lems veya takbil etse yalnız bununla hürmeti müsahere tahakkuk etmez. Çünkü bunlar, id-deti icab etmediğinden hürmeti müsahereyi de mucib olmaz. Diğer bir kavle göre ise bunlar da telezzüz itibarile mukarenet hükmündedirler.

Amma mecnunun zinasile hürmeti müsahere sabit olur. Çünkü onun gayreti meşru mukareneti, yalnız sureten zinadır, hakikaten zina değildir.

Kezalik : şüphe ile vukubulan bir mukarenet ile de hürmeti müsa­here tahakkuk eder. Bu şüphe gerek erkek ve gerek kadın tarafında bulunsun.

Meselâ : bir erkek, bir kadına zevcesi zannederek veya nikâhı fâsid ile tekarrub etse aralarında hürmeti müsahere sabit oiur, fakat mah-remiyyet hâsıl olmaz.

Ekseri fukahaya göre bu hususta erkeğin şüphesi muteberdir. Kadınm şüphesi  muteber  değildir. NihayetüTmuhtaç,  Haşiye: Reşidî,   Ki-faye Alel?hidaye. Mebsutı Serahî.)

(Hanbelî fukahasına gelince onlara göre mukarenetler, şu üç kıs­ma ayrılır :                                                                                        

(1)  : Mubah olan  mukareneüer.  Bunlar,    sahih  nikâh ile veya mülki yemin ile olan mücameatlerdir. Bunlar ile bil'icma hürmeti mü-sahere sabit olur.

(2) : Şüphe ile vuku bulan mukarenetler. Bunlar, nikâhı fâsid ile, şirai fâsid ile, veya zevcesi, cariyesi olmak    zannile vuku bulan müca-meatlardır. Bunlar ile de bil'icma müsaheret sabit olur. Eimmei erbaa ile Evzaînin, Sevrînin mezhepleri böyledir. Şu kadar var ki, bu kısımda mahremiyyet vücude gelmez, yani : erkek, kendisine nikâhı haram olan kadına mahrem olmaz, o kadına mahremi imiş gibi bakamaz.

(3) : Mahza haram olan mukarenetler. Bunlar da zinadan ibaret­tir. Bunlar ile de Hanefiyyeye, İmam Ahmede, Ataya, Nehai ile Sevrîye göre hürmeti müsahere sabit olur. Fakat    mahremiyyet    sabit olmaz. İmam Şafiîye, Said îbni Müseyyebe, Yahya îbni Ya'müre, "Urve'ye, Ebu Sevr ile Zührîye göre ise bununla hürmeti müsahere de sabit olmaz.

Hanbelîlere göre zina ile mevtue, ölü veya emsali vetıy edilemiye-cek derecede küçük bulunursa hürmeti müsaher vücud gelmez.

Devaii mücameate gelince eğer şehvete mukarin değilse bunlar ile de müsaheret sabit olmaz. Şehvete, mukarin olduğu takdirde ise müsa­heret sabit olur. Bu devaîye mübaşeret, gerek erkek ve gerek kadın tarafından vaki olsun müsavidir.

Fakat İmam Ahmedden diğer bir rivayete nazaran bu mübaşeretle, meselâ : tenasül uzvuna bakmakla, veya şehvetle halvette bulun­makla, veya yalnız kadının gayri meşru mukarenetine mübaşeret et-mesile hürmeti müsahere sabit olmaz. Elmugnî, Keşşafül'kına.')

(Zahiriyye mezhebi imamlarından İbni Hazme göre ise, haram bir mukarenet, halâl olan bir nikâhı haram kılmaz. Bundan bir mevzi müs­tesnadır. Şöyle ki : Bir kimse, bir kadınla zinada bulunsa bu kadın, o kimsenin evlât ve ahfadından hiçbiriile asla evlenemez. Fakat bir kim­senin mezniyyesi, tövbe edince o kimsenin babasile veya ceddile evlene­bilir.

Kezalik : bir kimse, bir kadınla zinada bulunsa da badehu tövbe eylese o kadının kızı ile veya validesile evlenebilir. Bu hususlarda nikâhı fâsid ile zina hükmen müsavidir. Elmuhallâ.) [35]

 

Zina  İle Hürmeti  Müsaherentn  Sübutu   Ve  Ademî Sübutu Hakkındaki Mütalâalar   :

 

312 - : Zina fazihasile hürmeti müsaherenin sabit olup olmıya-cağı hususunda Hanefî imamlarile Şafiî fujtahası tarafından bir kısım şer'î, aklî deliller, mütalealar irat edilmiştir. Ezcümle Şafiîler diyorlar ki :

Nikâh, akd mânasında hakikattir. Binaenaleyh, bu husustaki nas-lann akdden hâlî olan gayri meşru mukarenetlere şümulü yoktur. Ha­ramın halâlı tahrim etmiyeceği ise bir hadisi şerif ile beyan buyurul-muştur.

Maahaza nikâh, memduh .bir emirdir. Hürmeti müsaherenin sübutü ise bir nimet ve keramettir. Nesebin ve sıhriyyetin sübutleri imtinan makamında beyan olunmuştur. Bu sıhriyyet sebebiîe bir mahremiyet vücude gelerek zevcenin valideleri, kızları zevcin valideleri, kızları hük­münü alıyor, bunların bir arada ikametleri, birbirile müsaferetleri caiz oluyor. Binaenaleyh "bu, bir içtimaî nimettir. Bu sayede zevcenin huku­kuna riayet edilerek onun muayyen akribasüe zevcin teehhülü memnu bulunuyor. Bu yüzden bir nıünaferetin zuhuruna- imkân bırakılmamış oluyor.

Halbuki zina, mezmum olup bununla neseb ve iddet sabit olmaz. Ve ukubete sebep olduğundan nimet ve keramete vesile olamaz.

Demek ki, müsaheretle şer'an bir mahremiyetin, bir hürmeti ni­kâhın vücude gelmesi, zevç ile zevce arasındaki ittisal ve merbutiyeti takrir ve idame hikmetini mutazammındır. Çünkü nikâh ile husule ge­len ittisal ve münasebetin bekaı matlûptur. Artık bu mahremiyeti is­pat ile hükmi şer'î arasında pek güzel bir münasebet bulunmuş olur.

Zina ile hâsıl olan itsalin bekası ise matlûp değildir.

Binaenaleyh zina ile hürmeti müsahere sabit olamaz. Olacak olsa bu hürmeti ispat ile ş.er'î şerifin hükmü,  mütenasib bulunmamış olur.

Buna cevaben Hanefî fukahası da diyorlar ki :

Nikâh, lügatte mutlaka vatıy = mücameat manasınadır. Yani : halâl-tarikile olan mukarenete nikâh denildiği gibi haramen vukubula-cak bir mukarenete de nikâh denilir.

Binaenaleyh nikâh ile hürmeti müsaherenin sabit olacağını gös­teren naslar, hem meşru, hem de gayri meşru mukarenetlere şâmildir.

Bir hadisi şerifde herhangi bir kadının tenasül cihazına şehvetle vuku bulacak bir nazarın hürmeti müstelzem olacağını nâtıktır. Bu na­zar, menkulle hakkında olmakla mukayyet -değildir.

Maahaza validelerin, kızların müsahereten haram olmaları manevî bir haletten, ruhî bir hâdiseden de münbaisdir. Şöyle ki : bir kimse, evvelce validesi veya kizile mukarenette bulunmuş olduğu bir kadın ile muaharan evlenirse bununla olan cinsî mukarenet esnasında evvelce yapmış olduğu mukarenetleri. tezekkür eder, bu -suretle şehevatı nefsa-niyyesini her birinden istifa ediyormuş gibi ruhî bir hâlete tutulabilir. Bu halet ise gayri meşru bir veçhile vukubulmuş olan mukarenetlerde de mevcuttur. Artık böyle müstekreh ruhî bir haletin inbiasma sebebi­yet verecek bir nikâhın memnuiyeti, nezaheti şer'iyye icaplarındandır.

Bir de alelitlâk tekarrüp ile hürmeti müsaherenin sübutü, cüz'iyyet mânâsından dolayıdır. Çünkü cüz'iyyet, hürmeti mucip olmaya salih bir illettir. Bir insan, kendi nefsile istim'ta edemiyeceği gibi kendi cüz' ile de istimta edemez. Çocuk, vatî ile mevtuenin nutfelerinden hâsıl ol­duğu cihetle bunlardan birer cüzü sayılır ve cüziyyet şüphesi; valide­lere, kızlara, babalara, oğullara kadar sirayet eder. Ve cüz'iyyetin se­bebi, hissî bir emir olduğundan btı cüz'iyyet, akdi nikâhın vücudu ve ademi vücudile ihtilaf etmez. Maamafİh bu, bir cüz'iyyeti hükmiyyeden ibaret olsa da hürmeti icab hususunda cüz'iyyeti hakikiyye gibi müessir olur. Hürmeti mucip olmak babında şüphe derecesinde bulunan bir şey, hakikaten mevcut imiş gibi tesir eder ki, ihtiyata muvafık olan da bu­dur.

Sonra zina ile hürmeti müsaherenin sübutu, bir nimet olmak için değildir. Bununla bir mahremiyyet vücude gelmiyor. Belki bu hürme­tin sübutu, bir ukubeti şer'iyye esasma müstenittir, Zânî bu yüzden bir mahrumiyete uğruyor, mezniyyesinin usul ve fünfundan hiçbirile izdi­vaç akdine salâhiyeti kalmıyor. Nitekim katilin mirastan mahrumiyeti de böyle bir ukubete müstenittir.

Mahremiyet sabit olmadığı halde yalnız hürmeti müsaherenin ba­zı hususlarda sübutuna ise Şafiîler de kaildirler. Nitekim şüphe ile ojan mukarenetler ile bu hürmetin sabit olacağına kail bulunmuşlardır.

Zina  İle  nesebin, iddetin  ademi sübutü ise hürmeti müsaherenin ademi husulünü  etmez. Çünkü nesebin sabit olmaması, cüz'iyyetin ademine müstenit değildir. Belti iştibahın vücudüne müsnettir. Zira mezniyyetin daha başkalarile de mukarenette bulunmuş olabileceği mel­huz olmakla kendisinden doğacak çocuğun o zâniye aidiyeti tahakkuk etmez.

Bir de nesebi ispattan maksat, çocuğa' bir şeref ve haysiyet temüı etmektir. Halbuki zâniye intisap ile şeref ve haysiyet hâsıl olmaz.

Maamafih zina ile nesebin ademi sübutü, insanları bu gibi gayri meşru münasebetlerden men etmek hikmetine de müsenit bulunmuştur, îddete gelince, bunun vücubü, meşru bir nikâh veya şüphei nikâh hak­kı olmak itibariledir. Sifah ise böyle bir nikâh değildir.

Binaenaleyh böyle bir nikâh, mevcut olmayınca iddeti mucib olan sebebe mün'adim bulunur. Artık iddetin ademi sübutü de hürmeti mü-saherenin sübutüne münafi olamaz. İhtiyata elyak olan da budur. Tef­siri kebîr, Mebsut, Bedayî. [36]

 

Hürmeti Müsaherenîn Htkmeti Teşbftyyesi  :

 

313 - : Aralarında sıhriyyet bulunan muayyen kimseler arasın­da mahremiyetin ve hürmeti nikâhın sübutüT nassı kur'an ile, hadisi şe­rif ile, icmaı ümmetle sabittir. Bundaki hikmet ise şu veçhile hülâsa edilebilir ;                                                                        

(1) : Evlâdın ebeveynine karşı son derece ihtiramkâr olması icab eder. Bunların zevç ve zevcelerile evlenmek ise bu ihtirama münafidir, bunların aralarında adavet ve nefret husulüne, kat'ı rahime müeddî olur. Böyle bir hal ise asla tecviz edilemez.

(2) : Ebeveynin de çocukları hakkında pek şefik, nevazişkâr bu­lunması lâzımdır. Kızının vefatına veya boşanmasına mebnîkocasile ev­lenen bir valide, oğlunun vefatına veya boşanmasına binaen zevcesile evlenmek isteyen bir peder, bu şefkate, bu nevazişe münafi harekette buunmuş, rikkati insaniyeye muhalif hareket etmiş olur. Binaenaleyh böyle bir evlenme de şer'an tecviz edilemez.

Bedayı'de beyan olduğu üzere bir erkek bazan bir infiale tebaiyyet îe zevcesini boşar, sonra peşiman olarak tecdidi nikâh etmek ister, hal­buki kendi babasile rnutallâkasmın evlenmiş olduklarını görecek olur­sa bittabi pek muğber olur, babası hakkındaki muhabbet ve ihtiram duygulan bir adavet ve hakarete tebeddül eder. Ve bu suretle kat'ı ra­hime sebebiyet verilmiş olur.

Binaenaleyh evlât ve ahfadın zevcelerile izdivaç, hikmeti içtimai yeye muhalif olduğundan şer'an haram bulunmuştur. Lâkin üvey oğul-, ların ve mütebennaların refikalariîe İzdivaç, haram değildir. Çünkü bun­lar, ne neseben ne de rezâan oğul bulunmamaktadırlar.

 (3) : Kadınlar, tabiatleri  muktezasınca pek  hassastırlar, pek  ça­buk infial ve ıztıraba kapılırlar. Bir kadın, kendi vâlidesile veya eedde-süe kendisini boşarhış olan zevci arasında bir izdivaç âşiyanesinin kurul­duğuna muttali olacak olursa pek ziyade müteessir olur, pek derin ada­vet ve 'münaferet duygularile heyecana başlar, ve bu suretle aralarında kat'ı rahim husule gelir.  Binaenaleyh böyle kat'ı rahime  müeddî ola­cak bir. izdivacın memnuiyeti, şer'i şerifin hikmeti    âliyesi    icablarındandır.

(4)  : Bedayîde denildiği veçhile kızların nikâhı, herhalde validele­rinin hürmetini mucib olduğu halde validelerin nikahlan, tekarrüb ve­ya devaîi tekarrüb bulunmadıkça  kızların hürmetini müstelzim olmaz. Çünkü tekarrüb ve şehvetle lems gibi bir dafi tekarrüb bulunmadıkça kızların nikâhlanndaki ibahe, kat'ı rahime sebebiyet vermez.

Âdeten malûmdur ki, valideler birçok hukuk ve huzuzat hususun­da kızlarını kendi nefislerine takdim ve tercih ederler. Halbuki kızlar böyle değildirler.

Binaenaleyh bir kadın, mukarenetten mukaddem müfarekat ettiği zevcile kendi kızının izdivacına vâkıf olunca o kadar müteessir olmaz. Fakat mukarenet vukubulmuş olunca zevcinden hazzını istifa etmiş ve bu suretle zevci hakkında meveddet ve merbutiyeti teekküd eylemiş olacağından badehu zevcile kendi kızının izdivaç akdetmelerini çeke­mez, bu hal gayz ve münafereti mucib olarak kat'ı rahime müeddî olur. Kat'ı rahim ise haram olduğundan ona müfzî olan bir nikâh da haram bulunmuş olur.

(5) : Müsaheretle vücude gelen mahremiyete gelince  Bu da bu husustaki hikmeti içtimaiye icabatmdandir. Şöyle ki : izdivacdan son­ra zevcenin yanına kocasının babasile oğulları, zevcin yanına da zevce­nin vâlidesile kızları giremiyecek olsalar kadıncağız hanesinde mahbus Kalır, hu suretle zevç ile zevcenin birçok maslahatları muattal olur. Ve eğer bunların duhullerine müsaade olunup da mahremiyetlerinin sü-butuna hükmedilmiyecek olsa bu da mahzurdan salim olamaz. ,Çünkü bazan olabilir ki, bunların nazarları birbirine teallûk ederek aralarında zuhura gelecek bir rağbet ve meyelân, izdivaçlarına saik olur. Halbuki köyle bir izdivaç, aile arasında pek şiddetli bir münaferet doğurur, zira karib olanlardan sudur edecek eza ve cefa pek şedit, pek müessirdir.

Binaenaleyh bu münaferet, bir talâk ve firaka müncer olur. Amma b«nların aralarında bir mahremiyet husule gelince tama'ları kesilir, şehvet duyguları kırılır, bu suretle de melhuz olan zarar, mündefi olup zevç   ile   zevcenin   nikâhları, mezkûr mefsedetten »alîm olarak kalır.

Velhâsıl: meşru nikâhlardan husule gelen miisaheret, zevceyn hakkında bir nimettir. Bu sayede karabet ve mahremiyet dairesi tevesati. eder, birçok kimseler arasında kuvvetli bir    merbutiyet ve tesanüd vücude gelir. İçtimaî varlığın inkişafına hizmet edilmiş olur. [37]

 

Hakkul'gayr :

 

314  - : Hakkul'gayr da nikâha  manidir. Şöyle ki başkasının menkuhesile .izdivaç etmek, şeran memnu olduğu gibi başkasının he­nüz iddeti vefat veya iddeti talâk ile mu'teddesi olan bir kadınla izdivaç da memnudur.

Bu memnuiyet, bir muvakkat hürmetten ibarettir. Zevciyet ve id-det zail olunca bu hürmet de zail olur.

Nikâhı fâsidden veya şüphei nikâhtan nâşi iddet bekleyen kadınlar ile izdivaç da bu hükümdedir.

315 - : Nesebi sabit hamli olan bir kadın ile vaz'ı haml_ etmedik­çe tezevvüc caiz değildir. Çünkü vaz'ı hami etmedikçe başkasının mu'­teddesi olmaktan çıkamaz. Fakat zinadan yüklü olan bir kadın ile ni­kâh akdedilebilir. Zira bu akid ile başkasının hukuku ihlâl edilmiş ol­maz. Şu kadar var ki, hamlini vaz edinceye kadar kendisine tekarrüb etmek veya kendisile  devaîi   mücameatte   bulunmak halâl   olmaz. Ve hamlini vaz etmedikçe de nafakaya müstahik olamaz. Fakat zanî, mez-niyyesini nikâh ederse kendisine derhal tekarrüb etmesi mubahtır. Bu surette nafakaya da müstahik olur.

316 - : Gebe  olmıyan bir mezniyye,  zanîden  başkasile  izdivaç edince kendisine hayz görerek temizlenmedikçe ve gebe olmadığı an­laşılmadıkça - tekarrüb edilmesi ve devan tekarrbübde    bulunulması ha olmaz.

317 - : Bir kadın, bir kimse ile evlendikten sonra hilkati müste-bin bir cenin ıskat etse bakılır: eğer bu iskat, akdi nikâhtan dört ay sonra vaki olmuş ise nikâh, caiz olur. Amma bu müddetten evvel vuku bulmuş ise caiz olmaz. Zira bu takdirde kadının mu'teddül'gayr olduğu tebarüz eder. Bedayi, Hindiyye, Dür.

Velhâsıl: iki erkeğin nikâhı altında bir kadının bulunması, neseb-ce iştihabı mucib, doğacak çocuğun ziyamı müstelzim, aile teşkiline mani, ülfet ve muaşerete münafi, nikâhtan matlup olan bilcümle mesa-lih ve Eevaidi müfevvit olacağından hiçbir veçhile cevaza karfn olamaz.

KezaUk: İddet nihayet bulmadıkça ilk zevcin nikâhı min vechin kaim, neseblerin karışması İhtimali zahir, içtimaî terbtyye münafi ola­cağından iddet bekliyen bir kadınla izdivaç da halat olamaz. Bu husus­lardaki hürmet,  hikeini şer'iyye icabatındandır. [38]

 

Meharimin Aralarını Cem:

 

318 - : Mahremlerin   aralarını  cem   etmek  de  nikâha  manidir. Şöyle ki: biri birinin mahremlerinden olan kadınları nikâhta cem  etinek, haramdır. Bu husustaki hürmet, bu cem'in vücudüe mukayyet ol­duğundan bir «hürmeti muvakkate»  dir.

Binaenaleyh bir erkek, biri birinin neseben veya rezâen mahremi olan iki kadını hakikaten veya hükmen nikâhında cem  edemez.

İki kadının biri birine mahrem olması, bunlardan herhangisi erkek farz edilse diğerine nikâhı müebbeden memnu olmakla malûm olur. Ne­seben veya rezaen iki kız kardeş gibi ki, bunlardan hangisi erkek farz edilse diğerinin neseben veya rezaen kardeşi bulunmuş olur.

Fakat yalnız biri erkek farz edildiği Ijalde biri birile nikâhları memnu olup da aksi takdirde memnu olmazsa ikisi nikâhta cem edile­bilir. Neseben veya »*ezâen kızlar ile üvey vaiideier gibi ki, bunlardan kızlar, erkek farzediîse üvey .validelerini almaları memnu bulunur. Amma üvey valideler erkek farz edilse kızlara yabancı olacaklarından onlar ile izdivaçları memnu bulunmaz.

Gelinler ile kain valideler de bu hükümdedir.

319 - : Bir kimse, vefat eden menkuhesinin hemşiresini ve hala­sı gibi cem'i cai,z olmiyan mehariminden birile derhal evlenebilir. Fakat ric'iyyen veya bainen boşadığı menkuhesinin iddeti  nihayet  bulmadık­ça böyle mehariminden birile     evlenemez. Zira iddet içinde "nikâh min vechin kaimdir.

320 - : Bir kimse, kendisile mücerred halveti sahihada bulunmuş olduğu zevcesini boşasa iddeti  bitmedikçe  mehariminden  birile  evlene­mez. Çünkü tekarrüble iddet vacib olduğu gibi bu halvet ile de vacib olur. iddet bulundukça da bu nikâh, caiz olamaz.

321 - : Biri  birinin ammesi  veya halası olan  iki  kadın  nikâhta cem edilemez. Şöyle ki : iki kimseden her biri diğerinin validesini veya kızını tezevvüc edip de her birinden bir kız tevellüd etse bu kızlar, bi­rinci takdirde biri birinin ammesi, ikinci takdirde de halası olmuş olur. Binaenaleyh bunların aralarını nikâhta cem     etmek caiz olamaz. Hin­diyye

322 - : Bir kimse, cem'i caiz oimiyan iki kadın ile izdivaç etmiş olsa bakılır : Eğer bunların nikâh tarihleri muhtelif ise sabık olan ni­kâh, caiz olup diğeri fâsid bulunur. Bu halde nikâhı fâsid olan kadın­dan müfarekat icab eder. Ve kendisine mukarenet vuku bulmuş ise id­det lâzım, nesebi sabit ve mehri müsemma ile mehri mislin ekalli vacib olur. Ve bu İddet nihayet bulmadıkça nikâhı sabık olan kadına, tekar­rüb caiz olmaz.

Fakat bu iki kadının nikâhları bir anda akdedilmiş veya hangisi­nin nikâhı mukaddem olduğu unutulmuş bulunursa her ikisinin de ni­kâhı fâsid ve beyinlerini tefrik lâzım olur.

323 - : Bir kimsenin bir akd ile tezevvüc ettiği iki kadından biri zatüzzevc veya o kimsenin mehariminden bulunsa yalnız bunun nikâhı -bâtıl, diğerinin nikâhı sahih olur. Bu takdirde mehri müsemmanm ta­mamını nikâhı sahih olan kadın alır. Şu kadar var ki, nikâhı bâtıl olan kadına tekarrüb olunmuş ise, o da baliğen mâ beleğ mehri mislini alır.

324  - : Nikâhta cem'i caiz olmıyan kadınları teserrî yolile istif -raşta cem dahi caiz değildir. -

Binaenaleyh bir kimse, meselâ : biri birinin kız karındaşı olan iki cariyeyi satın alarak istifraş hususunda cem edemez. Bunlardan biri mülkünden veya nikâhından çıkarsa o zaman diğerini istifraş edebilir.

325  - : Bir kimsenin cariyesile evlenen bir şahıs, bilâhare o cari­yenin mehariminden birine, meselâ : teyzesine mâlik olsa bunu istifraş edemez.  Çünkü menkuhesinin firaşi  nikâhı ile  sabittir.  Bu  kadını-d* teserrî tarikile istifraş edecek olsa bunların aralarım firaşda cem etmiş olur ki bu, asla caiz değildir.

326  - : Bir kimse, istifraş ettiği cariyesinin mehariminden binle evlenecek olsa artık o cariyeyi istifraş edemez.    Ve bu cariyyeyi beyi veya hibe gibi bir suretle mülkünden çıkarmadıkça o evlendiği kadına da tekarrüb edemez.

Fakat bir kimse, biribirinin mehariminden olan iki cariyeyi mül­künde bilâ iatifraş cem edebileceği gibi bunlardan birini nikâh* ederek diğerini de istifraş etmeksizin cariye olarak istihdam edeblir.    '

327  - : îrtidat eden bir kadın? darı harbe iltihak edince iddeti sa-kit olur. Binaenaleyh zevci onun mehariminden binle, meselâ  :  hemşi-resile derhal evlenebilir. Bilâhare müslüman olarak avdet etmesile hem­şiresinin nikâhı bâtıl olmaz. Hattâ kablettezevvüc     avdet etmesile  de hemşiresinin  sıhhati  nikâhına mani olamaz.  Bedayi,     Hindiyye,  Dürri Muhtar. [39]

 

Meharîmin Aralarını Ademi Ceotin Hikmeti Teşrhyyes :

 

328  - : Biri birinin mahremlerinden olan iki     kadının     nikâhta cem edilemiyeceği, Kur'anı mübînin nassile, delâletile ve ahadisi şerife-nin sarahatile sabit ve bunun hikmeti aklen müberhendir. Ezcümle şeriatı' islâmiyye, karibler ve mahremler arasında bir muhabbet ve me-veddetin güzelce devamım âmirdir. Halbuki zerair =  ortaklar arasında ekseri adavet ve münaferet carî olur. Güzelce ülfet vemuaşeretten eser görülmez.

Binaenaleyh mahremlerin aralarını nikâhta cem etmek, kat'ı ra-hime sebebiyet verir. Kat'ı rahim ise haramdır. O halde harama sebep olan bir şeyin de haram obuası lâzım gelir.

Bedayîde de beyan olunduğu üzere şüphe yok ki, boşanıp da zev­cinin himayesinden, sahabetinden mahrum ve henüz iddet içinde bulun­duğu cihetle başkasile izdivacdan memnu bulunan bir kadın, hemgire-gi veya halası gibi mehariminden binle sabık zevcinin bir izdivaç âşiya-jıesi kurduklarım görünce pek ziyade kalbi kırılır, bu yüzden aralarında bir adavet ve münaferet zuhura gelir. Halbuki böyle kat'ı rahime mü-eddî olacak hallere meydan verilmesi, hikmeti ictimaiyyeye uygun ola­maz. Lâkin iddet hitam "bulduktan sonra bu izdivaç, caiz olur. Çünkü bu halde mutallakanm kocasından alâkası büsbütün kesilmiş, kendisi hareketinde serbestiye nail olmuş, başkasile evlenmeğe salâhiyet ka­zanmış, bunun neticesinde de adavet ve münaferet. duyguları zail olmuş veya hafiflemiş bulunur.

Şunu da ilâve edelim ki, mensus olan şer'î hükümlerde bu gibi nok­san tâliller, muteber değildir. Nassen sabit olan bir hüküm, birçok hafî hikemi şer'iyyeye müstenit bulunur ki, bizim için bunlara tamamen in-fas nazar mümkün olamaz. Bu gibi tâliller, ancak felsefei hukuk bakı­mından nafi, teşriî hikmetleri bir dereceye kadar idrake hadim bulunur, işte bu cihetledir ki, bunlar, kütübi fıkhiyyemizde ityan edilegelmiştir. [40]

 

Şirk Sebebîle Olan Hürmeti Muvakkate :

 

329 - : Şirk de nikâha manidir. Şöyle ki : müsiümanlarm şüri-keler ile, yani : ehli kitabdan sayilmıyan sair gayri müslimeler ile ni­kahlan caiz değildir. Bu husustaki hürmet, şirkin devamı müddetince devam eder, şirkin zevalile zail olur. Binaenaleyh bir müslim, mecusiy-ye ile, veseniyye ile akdi izdivacda bulunamaz.

Güneşe, yıldızlara ve istihsan ettikleri suretlere tapanlar, ve muat-tile, aenadika, batıniyye, ibahiyye, nusayriyye, teyameniyye denilen tai­feler ve mutekitleri ikfar olunan bir kısım mezahibe sâlik olanlar, umu-men abedei evsan hükmündedirler.

330 - : Bir müslim, bir sabiyyeyi nikâh ettikte nazar olunur : Eğer bu kadın, bazı semavî ecrama tazimatta bulunmakla beraber bir peygamberi musaddik ve bir semavî kitaba mu'tekid ise nikâhı caiz olur. Fakat ecramı semaviyyeye veya saireye hakikaten ibadet maksa-dile tazimatta bulunmakta ihc müdrike olacağından nikâhı caiz olmaz.

331  - :  Mürteddc olan kadınların nikâhları da hiçbir kimse için caiz değildir. îrtidat mebhasine müracaat!...

332  - :  Müslüman  erkekierin aleî'itlâk  kitabiyyeler ile  nikâhları caizdir.

Bir semavî dine, yani : semavî kitaplardan me'huz bir dine itikat eden gayri müslimler, umumen ehli kitab sayılırlar.

Binaenaleyh bir müslim, zimmî olan bir kitabiyyeyi tezevvüc ede-

bileceği gibi harbî olan kitabiyyeyi de tezevvüc edebilir. Şu kadar var ki, bir zaruret bulunmadıkça bir müslimin kitabiyyeler ile evlenmemesi, evlâdır. Hattâ bir müslimin, kitabiyyei Harbiyye ile evlenmesi, mekruh bile bulunmaktadır.

333 - : Bir müâlim, kitabiyye bulunan zevcesi üzerine müslimeyi ve müslüman, bulunan zevcesi ürerine de kitabiyyeyi nikâh edebilir..

334 - : Bir müslimin nikâhindaki kitabiyye, Nasranî iken Yahu­di olsa ve bilâkis Yahudi iken tenassur eylese aralarındaki nikâha te­sir etmez. Fakat temeccüs etse beyinlerinde hürmet sabit, nikâh mün­fesih olur. Bu takdirde tekarrüb vükubulmamış ise mefar ve müt'a na­mına bir şey istiyemez.

Ebeveyninden biri kitabî, diğeri mecusî olan çocuk, kitabî hük­mündedir, Hindiyye, Fethül'kadir, Dürri Muhtar.

« (Yukarıdaki meseleler, Hanefiyyeye göredir. Müslimler ile müş-rikeler arasında nikâhın ademi cevazı, sair mezahibi islâmiyyece de sa­bittir. Müslimler ile kitabiyyat arasındaki nikâha gelince : bu nikâh, îmam Mâlike göre mekruhtur, Mâlikilerden îbni Kasıma göre mekruh değildir.

Fakat Eimmei Selâseye göre bir müslim, cariye olan bir kitabiyye ile evlenmez, velev ki, o müslim, köle olsun.

Hanbelî kitablarından «Elmug'nî» de deniliyor ki : bir müslimin bir kitabiyye ile izdivacı, imamiyyeye göre haramdır, sair eimmeye göre haram değilse de evlâ olan^ kitabiyyeler ile evlenmemektir. Sabiîler hak­kında ise ihtilâf vardır, t mam Şafiîye ve îmam Ahmedden bir rivayete göre bunlar, nesaradan bir taifedir.

Tevrat ile İncil ehli olan iki taifeden başka Hazreti İbrahim ile Şîtin sahiflerine, Zebura mütemessik olduklarını iddia eden gayri mlislimler, ehli kitabdan sayılmazlar. Binaenaleyh bunların münakeheleri, zebiha-ları halâl değildir. îmam Şafiînin kavli de böyledir. Çünkü"bu kitablar, mevaiz ve emsalden müteşekkil olup ahkâmı muhtevi bulunmamıştır. Bunlar için ahkâmı müştemil olan kitapların hükmü sabit olamaz. Fa­kat Hanbelî fukahasından Kadının dermeyen ettiği bir veçhe göre bun­lar da ehli kitab sayılırlar, bunların da cizyeleri alınabilir. Bu halde bunların da kadınların nikâh, zebihalarını ekii, halâldır.) [41]

 

Müşrikeler İle Kit'abiyyelerin Nikahları Hakkındaki Hükmün Hikmeti Teşrüyyesi:

 

335 - : Malûm olduğu üzere müşrikler, hakikî bir dine intisab-dan mahrumdurlar. Hakikî bir dinin bazı ahkâmını ihtiva eden muhar-ref bir dine mensub da değildirler. Bunlar, tamamen bâtıl bir dine sâ-lîk  bulunurlar. Bu cihetle bunlar, hakikî bir dine karşı tam husumetkârâne bir cephe almış demektirler. Artık bunların hakikî bir dine te-mayülâtını veya hürmetini temin etmek pek müşküdir. Bunlar ile ha­kikî bir dine sâlik olan bir erkek arasında istinas, ruhî imtizaç öyle ko­lay kolay vücude gelemez. Bunlardan tevellüt edecek çocukların terbi­yelerini ve ne gibi tesirler altında kalacaklarını düşünmek de ayrıca lâ­zımdır.

İşte bu gibi sebeplerden dolayı bir müslim ile bir müşnkenin izdi­vaç akdi cevaza karın olamaz.

Kitabiyyelere gelince vakıa bunlar da hakikî bit dine sâlik değil­dirler. Fakat bunlar, muharref dinlere mensup kadınlardır. Bu cihetle bunlar, müşriklere nisbetle hakikî bir dini kabule ve ona hürmet gös­termeğe  daha  müstait  bulunurlar.  Bunlar ile izdivaçtaki mahzur binnisbe azdır.

Binaenaleyh müslim erkeklerin, kitabiyyeler ile evlenmeleri caiz bulunmuştur. Şu kadar var ki bu evlenmeler, mahzurdan halî olmadığı için mekruh görülmektedir.

«Elbahrür'râik» de vesairede denildiği veçhile : kitabiyyeler ile ev­lenmek, mekruhtur. Çünkü bunda bir takım mahzurlar vardır. Ezcüm­le : bu kitabiyyelerden doğacak çocukların dinî, ahlâkî terbiyeleri dü­şünülmek icab eder. Bu çocuklar, ehli harbin tabiatı üzerine neş'et eder, bulundukları muhitin terbiyesini alır, ecnebilerin- ahlâkile* mütehaÜik olarak babalarının milletine karşı bigâne bir vaziyette bulunur, miliî âdabdan islâm! ahlâktan bî nasib kalabilir. Bilâhara bunları gayri islâ-mî âdât ve âdâbdan tecrit etmek, müşkilât kesbeder.

Mâliki- kitaplarından «Minehül'celü» ile sairede deniliyor ki : bir müs­limin kitabiyye ile izdivacı, mekruhtur. Çünkü kitabiyye, şarab içer, hinzir eti yer, onu bundan men'e zevcinin hakkı yoktur. Artık bunlar­dan çocuklarına da yedirip içirmesi melhuzdur.

Sonra kitabiyye, gebe olduğu halde ölürse babasına teîîean müslü­man sayılan hamlile beraber küffar makberesine defnedilmiş olur. Ve böyle bir nikâh, gayri müslimlere temayül etmek, rheveddet göstermek demektir. Bu, zevciyyet muktezasıdir. Halbuki bir müslimin müslimele-ri bırakib da gayri müslimelere temayül ve teveccühte bulunması muva­fık olamaz.

Maahaza bir müslim, kitabiyye olan zevcesini kiliseye gitmekter. ve kendi dinine göre oruç tutup ibadette bulunmaktan men edemez v« bu halde bu kadına tekarrüb, kendi dinince memnu olunca tekarrüb d* edemez. Böyle bir kadının çocuklarına kendi dinine göre terbiye verme ğe çalışacağı da pek muhtemeldir. Bütün bvtnlnr ise müslümanların. hesabına birer, zarardır.

Hele kitabiyyei harbiyye ile izdivaç takdirindeki mahzurlar daha ziyade olacağından bu izdivacdaki kerahet, daha müekkeddir.

Velhâsıl- :  rnüslim erkekler ile  müdrikelerin izdivaç edememesi ve kitabiyyeler ile teehhülün mekruhiyeti hikmeti şer'iyye icabadındandır. [42]

 

Lian Sebebile Husule Gelen Hürmet  :

 

336 - : Lian da- nikâha manidir. Müfarekat kısmında mufassalan beyan olunacağı üzere lian mülâane, afife olan zevcesine zina isnat eden veya onun çocuğunu inkâr ederek kazifde bulunan kimse ile bu zevcesinin huzuri hâkimde usulüne tevfikan yapacakları dörder şaha­det ile birer nefrinden ibarettir.

İste bu Hane mebni kocasından tefrikine hükmedilen kadını artık kocası tekrar tezevvüc edemez. Meğer ki, bu koca, nefsini teiczib etsin veya başka bir kadına kazf edip de hakkında haddi kazf icra edilsin veya o zevcenin iffeti zail olsun. Bu halde hanın hükmü sakıt olacağın­dan hürmet nihayet bulur, zevciyyeti iadeye mesağ bulunur.

Bu, İmamı Azama göredir. İmam Ebu Yusuf ile İmam Züfere göre ise lian ile hürmeti müebbede sabit olur. Dürer. Hindiyye.

 (Eimnıei selâseye göre de lian ile hürmeti müebbede tahakkuk eder. Zahiriyyeye göre de böyledir, «Elmühallâ» da deniliyor ki : Han­dan sonra zevç ile zevce arasında zevciyyeti iade ebediyen halâl olmaz. Zevç, nefsini tekzib etsin, etmesin ve arada başka bir şalîis.üe ikinci bir nikâh bulunsun bulunmasın. Şu kadar var ki, zevç nefsini tekzib edince hadde müstahak olur.)

Lian mebhasine de müracaat! [43]

 

Mülk Sebebile Husule Gelen Hürmet:

 

336  -  : Mülkün   vücudu  de  nikâh  akdine  muvakkaten  manidir Ş'öyle ki: bir    kimse, kendi cariyesile akdi izdivacda bulunsa bu akid, muteber olmaz. Çünkü mülk, nikâha mâni ve ondan mincihetin daha kuvvetlidir.

Binaenaleyh bu akd üzerine mehrin vücubü, talâk vukuu, verase­tin sübutü gibi nikâh hükümleri terettüb etmez.

Maahaza cariyenin hürretül'asl veya başkasının mu'tekası olması İhtimaline mebnî efendisi tarafından istifraş olunacak ise kendisile ih­tiyaten bir nikâh akd edilmesi rnüstahsendir. Buna "nikâhı tenezzühî" denir.

Bir kadın dahi azad etmedikçe kölesine kendi nefsini tezvic edemez. Velev ki, o kölenin yalnız bir sehmine mâlik olsun. Çünkü malikiyet, ta­mamen veya min vechin memlûkiyete münafidir. Dürer. Şürünbüâlî. [44]

 

Hürre Üzerine Cariyeyi Nikâh:

 

337  - : Hürre üzerine cariyeyi nikâh, sahih değildir.

Binaenaleyh bir kimse, nikâhı altında bir hürre mevcut iken veya boşanmış olduğu hür zevcesi henüz mu'tedde iken üzerine başkasının cariyesini nikâh edemgz. Bu nikâh, batıldır. Nikâhtan sonra hür zevce­nin tatlik edümesile veya iddetinin nihayet bulmasile sıhhate münkalib

olmaz.

338 - : Cariye üzerine hürreyi nikâh, sahihtir. Hattâ bîr kimse, cariye olan zevcesini ric'iyyen tatlik edip de henüz iddeti bitmeden bir hürreyi tezevvüc, badehu o cariyeye ric'at eylese bu ric'at, bir yeni akid olmadığından sahih olur.

Hürriyet, sahibine fazla bir şeref temin edeceği cihetle hürre üze­rine cariyenin nikâh edilmesi, hürrenin- şerefine dokunur, izzeti nefsini rencide eder, böyle bir halin tahaddüsü ise zevceyn arasında vücudu matlûp olan hüsni muaşereti ihlâle sebep olur. Hürrenin cariye üzerine nikâhında ise bu derece bir mahzur mevcut değildir. Bedayi. Hindiyye.

 (Eimmei selâseye göre hür bir müslim, bir cariyei müslime ile izdivacda bulunamaz. Meğer ki bir hürrei müslime ile izdivaç için ser­veti kâfi olmasın ve gayri meşru temayülâttan havf etsin. Bu, Atadan mervîdir. Mücahide göre bir müslim, servet sahibi de olsa yine ca­riye ile evlenebilir. Elmugnî.) [45]

 

Üç Veya İkî Talakın Vukuundan Mütehassîl Hürmet :

 

339 - : Nikâhın akdine muvakkaten mani olan sebeplerden biri de - aşağıdaki meselelerde görüleceği veçhile - üç veya iki talakın vukuudur.

340  - : Bir kimse, bir veya iki talâk ile boşadığı hür zevcesini ve bir talâk ile boşadığa cariye olan zevcesini gerek iddeti içinde ve *çerek iddeti nihayet bulduktan sonra tekrar rizasile tezevvüc edebilir.

Fakat bir kimse, üç talâk ile boşadığı hür zevcesini ve iki talâk ile boşadığı cariye bulunan zevcesini, rizası bulunsun bulunmasın bir daha tezevvüc edemez. Bu talâklar, gerek bain ve gerek ric'î suretinde olsun müsavidir. Bu suretle aralarında bir hürmeti galize, başka bir tabir ile bir beynuneti kübra vücude gelmiş olur. Ve bu hürmet, şer'î usulüne tevfikan izale edilmedikçe devam eder.

341 -  Uç yüz kırkıncı mesele veçhile hurre hakkında üç, cariye

hakkındaki iki talâk ile husule gelen hürmet, yalnız    «tahlili şer'î» ile izale edilebilir. Şöyle ki : üç talâk ile boşanmış, olan bir hür kadın veya iki 'talâk ile boşanan bir cariye, iddeti hitam    bulduktan sonra nefsini başka bir erkeğe meşru bir surette tezvic edip badettakarrüb zevci sa-ni olan bu erkek, vefat etse veya kendisini tatlik eylese iddetinin inkı-zasını müteakip evvelki zevcile dilerse tekrar izdivaç    rabıtasını tecdit edebilir.

342  - : Tahlilin, yani  evvelki zevç ile tecdidi  nikâhın halâl ol masının husulü için ikinci nikâhın sahih ve nafiz olması şarttır.

Binaenaleyh şüphei nikâhı veya fâsid veya mevkuf ile vuku bula­cak bir tekarrüb ile evvelki zcvc için hilli nikâh, vücude gelme2. Hattâ bir kimse, fâsiden nikâh ettiği bir kadını üç talâk üe boşayacak olsa kendiaiîe kablettahlil nikâhı sahih ile evlenebilir, ünkü nikâhı fâsid, hakikaten nikâh değildir ki, talâka mahal olsun veya kendisile hîl hu­sule gelsin;

343  - : Tahlilde hakikaten veya hükmen duhul şarttır. Binaenaleyh bir muttallâkai selâse, bir mecbub ile izdivaç edip de

badehu tatlik edilse evvelki zevcine halâl olmaz. Meğer ki mecbubdan hablî zahir olup da çocuk doğursun. Bu takdirde hükmen tekarrüb bu­lunmuş olacağından evvelki zevç ile akdi nikâhı için hil vücude gelmiş olur.

344  - : Tahlil hususunda - gusli icab edecek derecede - tekar­rüb şart ise de ikinci zevcin herhalde baliğ olması, şart değildir, müra-hik olması da kâfidir.

Tahlil için ikinci kocanın âkil olması ve tekarrüb halinde inzal bu­lunması da şart değildir.

345  - : Tahlil husulü için kefaet de şart değildir.

Binaenaleyh üç talâk ile boşanmış bir kadın, velîsinin izni olsun ol­masın, küfvi olmıyan bir kimse ile evlenip de tekarrübden sonra o kim­se vefat veya kendisini boşasa badel'idde evvelki .zevcine nikâhı halâl olur.

Bu mesele, ademi kefaet ile nikâhın bâtıl olmiyacağına göredir.

346  - : Kitabiyye hakkında kitabînin .tahlili caizdir. Binaenaleyh bir müslim, nikâhı altındaki bir kitabiyyeyi üç talâk

ile boşanmakla bu kitabiyye, iddetini müteakip bir kitabî ile izdivaç ve mücameat edip de badehu o kitabî, vefat veya kendisini tatlik etse id­detini birikmal tekrar o müslim ile evlenebilir.

347 - : Bir tahlil ile müteaddit beynuneti kübra, nihayet bulur. Meselâ  : bir mutallâkai selâse, iddetinden sonra nefsini başka bi­rine tezvic edip de duhulden evvel tekrar üç talâk ile boşanarak üçüncü bir şahıs ile izdivaç ve mücameatte bulunsa da badehu ondan_ da boşan-sa iddetini müteakip birinci veya ikinci zevci mutallâkından herhangi-sile dilerse nikâh akdedebilir.

348  - : İkinci zevç, üç    talâkı h'edm    ettiği gibi    madununu da hedm ve izale eder. Binaenaleyh bir kimse, bir veya iki talâk üe boşa-dığı hür zevcesini ikinci zevcin nikâh ve    tekarrübünden sonra iftirak ve iddeti müteakip tekrar tezevvüc etse bu kadım üç talâk ile boşaya-bilmek hakkına mâlik olur, yoksa evvelki talâklar, nisaba dahil olmaz.

349  -  : İkinci   zevc,tekarrübü inkâr ettiği halde, mutallâkai se-

lâse, İddia eylese birinci zevç için nikâhın halâliyeti sabit olur. Bilâkis bu mutallâka, tekarrübü inkâr edip de ikinci zevç, İddia eylese hilli ni­kâh sabit olmaz.

350 - : Mutallâkai selâse, ikinci zevcin tekarrübünü bil'iddia bi­rinci zevcüe nikâhı tecdit ettikten sonra birinci zevç, mezkûr tekarrübü inkâr   eylese   araları   tefrik   olunur.  Bu   takdirde   mezbureye  tekarrüb etmiş ise tam mehr, etmemiş ise nısıf nehr vermesi lâzım gelir.

351 - : Mutallâkai selâse, ikinci bir -zevç ile izdivaç etmiş oldu­ğunu bilbeyan evvelki zevcîle nikâhı tecdit ettikten sonra nefsini tekzib ederek ikinci bir zevç iie izdivaç etmemiş olduğunu iddia eylese bakılır: eğer zevc-i saninin kendisine tekarrübünü evvelce ikrar etmiş ise bu id­diası dinlenilmez. Amma böyle bir ikrarda bulunmamış ise nikâh, fâsid olur.

352 - : Zevci sani, yaptıkları nikâhın fesadını İddia, mutallâkai selâse   dahi   tasdik   etse   tahlil,tahakkuk  etmez.  Fakat  mutallâka, bu ikinci zevci tekzib ederse tahlil.sabit olur.

353  - :   Tahlil   şartile,   meselâ:   "seni   evvelki   koçana   halâl  kıl­mak üzere tezevvüc ettim", demek suretile nikâh akdi caiz ve bununla tahlili şer'î hâsıl olup olmıyacağı hususunda hıüctehidini kiramın ihti­lafları   vardır. İmamı Azama göre bu şart ile yapılan bir nikâh, sahih olup  şart bâtıldır. Çünkü bu gibi fâsid şartlara mukarin olan nikâhlar, sahih olup şartlar lâgv bulunur.

Binaenaleyh zevci sani, bilâhare dilerse tatlik eder, dilerse etmez. Meğer ki hini akidde emri talâk, zevceye veya başka birine usulü daire­sinde tefviz edilmiş olsun.

Maahaza mezkûr şart, lâğv olmakla beraber bu veçhile vukubulan bir nikâh, kerahetten halî değildir. Çünkü tahlil İçin ikinci zevcin izdi­vaç akdine muvafaKatini iltimas, ve bu hususi akidde şart koşmak, mü­rüvvetin hetkini mucib olacağı gibi kaşkasınm garazını temin için âde­ta nefsini iare kabilinden bir muameleye muvafakat de hamiyetin az­lığından münbais bulunur.

îmam Ebu Yusüfe göre tahlil şartile yapılan bu nikâh, fâsiddir. Bu -nikâh İle birinci zevç için hilli izdivaç, husule gelmez. Çünkü bu şart, tavkit hükmündedir. Nikâhı muvakkat ise asla sahih olamaz.

îmam Muhammede göre de böyle bir şart İle nikâh, sahih olursa da tuınunla evvelki zevç için hilli nikâh, sabit olmaz. Çünkü tahlil şar­tile nikâh akdinde bulunanlar, şer'i şerifin tehir ettiği bir meseleyi İs­tical etmiş oluyorlar.

Binaenaleyh bunun hirmanile mücazat olunurlar. "Kim ki bir şeyi vaktinden evvel istical eyler ise mahrumiyetîle muateb olur" kaidesi  malûmdur.   Bedayi, Fethürkadîr  Dürri   Muhtar,   Hindiyye,  Şerhi   Man-zumei Makdisî.

« (Malikîlere göre tahlil şartına veya ikinci zevcin tahlili niyetine mukarin olan bir nikâh, fâsiddir. Velev ki ikinci zevç, bu şart ile veya bu niyetle beraber kadını beğenip nikâhında tutmak niyetinde de kal­ben bulunsun. Binaenaleyh bu şartın zuhuruna veya niyyetin ikrar edil­mesine mebnî araları tekarrüb vukubulmus. olsun olmasın tefrik edilir, Ve bununla "bir bain talâk tahakkuk eder. Bu tekarrüb ile tahlil husule gelmiş olmaz. Hattâ böyle bir şart veya niyyete mutali olan zevci sanî de, zevce de, şahitler de, velî de müateb olurlar.

Şu kadar var ki, zevci sani, dermeyan edilen tahlil şartını zahiren kabul etmekle beraber kalben imsake kat'î surette niyyet ettiği takdir­de nikâh, diyaneten sahih olur. Binaenaleyh bilâhare vefat veya kadını tatlik etse evvelki zevç için hilli nikâh vücude gelmiş olur.

Zevcenin veya evvelki zevcin tahlil niyetinde bulunması, lâğvdır, nikâhın sıhhatine, tahlilin husulüne zarar vermez. Elverir ki, ikinci zevç böyle bir niyyette bulunmasın. Çünkü emri talâk, onun elindedir, onun böyle bir niyyetle yapmış olduğu bir nikâh, müt'a kabilinden bulunmuş olur. Minehül'celÜ.)

(Elmugnî'de deniliyor ki : tahlil şartile olan nikâh, eimmei selâ-şeye, Leyse, Sevrîye ve tbnüi'mübareke göre bâtıldır, münakid olmaz. Hattâ Hanbelî fukahasma göre tahlil, akidden evvel şart küınsa da akd esnasında soylenmeyip niyet edilse veya zevci sani, şart edilmeksizin tahlil niyetinde bulunsa nikâh, yine bâtıl olmuş olur. Bununla ne ihsan, ne de birinci zevç için ibahei nikâh, sabit olmaz.

Fakat yalnız zevce veya velisi tahlil maksadile nikâhta bulunsa bu niyet, akdin sıhhatine, tesir, etmez. Çünkü bunlar, akdi ref a malik değildirler, bunların niyetlerinin vücudile ademi müsavidir.)

(Hanbeîî mezhebine göre tahlilin husulü, şu şartların vücudüne mütevakkıftır:

(1) : Kadın, iddetini müteakib başka birine bir nikâhı sahih ile nikâh edilmelidir.

(2) : Mukarenet, cihaza tenasülden vuku bulmalı ve en az haşefe mikdan intişare mukarin bir halde tegayyüb etmelidir.  İntişar buluc-madıkça mücerred tegayyüb kifayet etmez.

(3) : Mukarenet,  halâî bir hale müsadif olmalıdır.  Kadının hayz veya nifasına veya zevceynden birinin    veya her ikisinin ihramı veya farz olan bir orucda bulunması haline müsadif olan bir    mukarenetle tahlil hâsıl olmaz. îmam Mâlikin kavli de böyledir. Çünkü böyle bir mu-karenet, hakkullahtan dolayı haramdır. Bu üçüncü şart, Hanefiyye ile Şafiiyyece muteber değildir.

 (Zahiriyye mezhebine göre de ikinci nikâhın tahlil şartına mu­karin olması caiz değildir: ikinci zevç, muhayyerdir. Dilerse boşar ve dilerse imsak eder. Şayet nikâh akd edilirken kadını badettekarrüb tat­lik edeceği şart kıhnır ise akdi nikâh, fâsid olub ebediyen feshe mah­kûm olur, bununla tahlil hâsıl olmaz. Şu kadar var ki, zevci mutalükin tahlil için bir şahsı tergîbde bulunması caizdir. Maahaza tahlilin tahak­kuk edebilmesi için ikinci zevç ile zevcenin mücameatleri, ikisinin de âkil oldukları bir hale müsadif olmalıdır. Elmugnî, EVmuhallâ.) [46]

 

Tahlil Usulünün Hikmeti Teşrîîyyesi :

 

354 - : Müfarekat kısmında da beyan olunacağı üzere nikâh, şer'an ve aklen caiz, nafi olduğu gibi talâk da öylece caiz ve bazan na-fidir. Nikâh gibi talâk da içtimaî münasebetlerin, beşerî ihtiyaçların za­rurî bir neticesidir. Fakat bir zaruret tahakkuk etmedikçe talâk tariki­ne gidilmemesi lâzımdır. Tahakkuk edecek bir zaruret ise alelkser bir veya iki talâk ile zail olur. Artık üç talâka ikdam edilmesi zaiddir, ih­tiyata münafidir, nikâh nimetine karşı bir küfrandır.

Binaenaleyh malik" olduğu talâk salâhiyetini büsbütün elinden çı­karan bir şahıs hakkında bir küfran cezası olmak üzere tecdidi nikâhın müşkil bir hale getirilmesi hikmet muktezasıdır. Tâ ki başkaları da bundan mütenebbih olsunlar, beyhude yere küfranı nimette bulunarak zevciyyet rabıtasını böyle bir veçhile izaleye ikdam etmesinler.

Şu kadar var ki, bu rabıtayı tecdit imkânını büsbütün selb etmek de içtimaî hayatın ihtiyaçlarına, temayüllerine tamamen tevafuk ede-miyeceği cihetle bu tecdit meselesi, zevç için ruhanî bir ceza, vicdanî bir azab tevlid, manevî bir ukubet teşkil edecek olan bir tahlil usulüne rap edilmiştir.

Filvaki bu tahlil usulü, manevî bir cezadır ve küfranı nimette bu­lunarak nikâh nimetini takdir edemiyenler için tecdidi nikâhı men ve tahdit-edecek ruhanî bir maniadır. Çünkü tahlil husulü için bir kere başkasile bir nikâh akdedilecektir. Bununla beraber tekarrüb de bu­lunmuş olacaktır. Böyle bir halden ise her selîm tabiat, teneffür eder.

İkinci zevç ile mücerred bir nikâh akd edilmesi, selîm tabiatlerin, Uezih ahlâk sahiplerinin nefret ve istikrahını mucib oİanuyacağından tahlil hususunda mücerred nikâh, kâfi bulunmamaktadır. Zira mücer­red bununla zecr ve men maslahatı temin, zevci muttalik hakkında bir ceza tertip edilmiş olamaz.

Şunu da ilâve edelim ki, bir "kadının yabancı bir erkek ile meşru bir münasebet temin «tmesi, nasıl £i bir akdi meşru sayesinde vücude geliyorsa ikinci bir erkek ile böyle bir münâsebet tesis etmesi de yine böyle meşru bir akd ile vücuâe gelmiş bulunacaktır.

Maahaza kadın, ikinci bir nikâha mecbur- değildir, isterse başka bir kocaya varır, onunla beraber yaşar, sonra o koca vefat eder veya kendisinin arzusile boşarsa bu kadın iddetini bitirdikten sonra yine hürdür, kalbinde eski kocasına kargı bir muhabbet ve temayül eseri gö­rüyorsa onunla tekrar aile hayatı tesis, edebilir ve illâ etmez.

Demek ki kadının ikinci bir şahıs ile evlenmesi de tabiî surette meşruan husule gelmiş ve nihayet bulmuş bir nikâhtan ibarettir. Yok­sa sun'î, muvazaalı, şarta mukarin bir nikâh, asla bahis mevzuu değil­dir. Böyle matlûp olmıyan bir nikâhın mahiyetini hükmünü yukarıda ber tafsil göstermiş bulunuyoruz.

Allah Tealâ, muhalile de muhallelün lehe de îânet etsin» mealin­deki bir hadisi şerif, bu gibi muzavaah nikâhlara cüret edenler hakkın­da en büyük bir tehdidi, haiz bulunmaktadır. [47]

 

Adedî Meşrul Tecavüzden Münbaîs Hürmet Ve Teaddüdi Zevcat :

 

355  - : Meşru adedi tecavüz de nikâha manidir. Şöyle ki: müs-lümanhkta vahdeti zevce âsidir. Bir müslim; bir, iki ve nihayet üç, dört kadım nikâhında cem edebilir. Bundan fazlasını cem edemez.

Maahaza bunların arasında adalet ve müsavatı temine riayet et­mesi, şarttır. Buna muktedir olmıyan bir müslim, yalnız bir. kadınla ik­tifa etmekle memurdur.

356  - : Menkuhe veya Çalâkı ric'î veya bain ile mu'tedde olarak dört zevcesi bulunan bir erkek, artık diğer bir kadın ile evlenemez. Ve­lev ki iddet, mücerred halveti sahihadan münbais olsun. Çünkü i addet baki oldukça nikâh, min vechin kaim sayılır.

Fakat dört .kadından biri ölür veya boşanır da iddeti nihayet bu­lursa diğer bir kadın ile evlenebilir.

357  - Bir kimse, bilfarz alet'teaküb beş kadın ile evlenecek ol­sa bunlardan evvelki dört kadının nikâhı sahih, beşinci kadının nikâhı bâtıl, îmamı Azam'a göre fâsid olur.

358  -  : Rakik. olanlar, nikâhlarında iki zevceden ziyadesini cem edemezler. Bunlardan biri ölür veya boşanarak iddeti biterse diğer bir kadınla da evlenebilir. Fethlü'kadır, Ûürriil'münteka" Hindiyye. [48]

 

Teaddüdi Zevcatın Hikmetiteşrüyyesi:

 

359 - : Teaddüdi zevcat müessesei, kadîm asırlardan beri bütün milletler arasında devam   edegelmiş, bilâhare  Romalılar gibi bazı ka­vimlerin medenî kanunlarile men olunmuş, islâmiyet ise hu müesseseyi islâh ve tahdîd etmiştir.

Cahiliyyet devirlerinde bir erkek, istediği kadar kadınlar İle evlenebüirdi, bunların üzerinde her türlü tahhakküm hakkına mâlik bulu­nurdu. Fakat dini islâm, zuhur edince insanların ahlâkına, ictimaiyya-tma başka bir feyiz verdi, İnsanların bütün münasebat ve muamelâ­tında ulvî bir ahenk, mükemmel bir intizam vücude getirdi, bir aile teş­kili için kadın ile kocasının haiz olmaları iktiza eden hakları, vazifeleri tayin ve tesbît etti, erkeklerin hususî.hallerini, fıtrî, kabiliyetlerim na­zara alarak efradı ümmetten bir erkeğin nihayet dört kadını nikâhında cem edebilmesine müsaade verdi. Hattâ ashabı kiramdan «Gaylân îbni Seleme» nikâhı altında on zevcesile beraber islâmiyeti kabul ettiğinde tarafı nebeviden : «Ya Gaylân! Zevcelerinden dördünü ihtiyar edip di­ğerlerinden ayrıl» diye emr olunmuştu.

Dörde kadar olan müsaade ise, bir takım şartlarla mukayyed olup bir nice hikmetlere,  maslahatlara müstenit bulunmuştur.

Ezcümle kadınların şahsî halleri, bedenî teşekkülleri, erkeklerin hallerine, teşekküllerine makîs değildir. Kadınlar, hilkaten zaifdirler, gebelik, hayz ve nifas halleri gibi bir takım arızalara maruzdurlar, pek çabuk iyas çağma varıp neslden kesilirler, çok kere bir kadın, kocası­nın tabiî ihtiyaçlarını, teaffüf ve tenasüle müteallik meşru emellerini temine muktedir olamaz.

Bir de erkekler; muharebelerde, pek meşakkatli işlerde bulunarak bu yüzden vakit vakit binlerce, milyonlarca erkek, hayat sahasından çekilip gitmektedir. Bunların bu halde ailelerini "düşünmek gerektir. Bu ailelerin vaziyetleri ne olacak? Bunların maddî ve manevî ihtiyaçları meşru surette nasıl temin edilecektir?..

Demek ki, teaddüdü zevcat usulüne riayet edilmediği takdirde ba-zan erkekler de, kadmlar da pek müşkii ve pek muztar bir vaziyette ka­lırlar.

Halbuki, «memnu olan şeyler bile zaruret sebebile mubah olur->, «zîk olan umurda vüsat gösterilir», «meşakkatler teysiri celb eder.» Bütün bunlar, islâm hukukunun küllî kaidelerindendir.

Binaenaleyh hayatî bir zaruret ve ihtiyaç sebebile teaddüdi zevcat usuli mahdut bir dairede tecviz edilmiştir. Bunun hilafını iltizam eden­ler, çok kere bir zevce ile iktifa edememektedirler. Bu yüzden gayri meş­ru hareketlere cüret olunuyor, servetler, nezahetler haleldar oluyor, vü­cude gelen gayri meşru çocuklar da cemiyetin meşinde açılan birer ce­riha gibi enzarı telehhüfe çarpıp duruyor.

Filvaki asırlardanberi tevali eden tecrübeler, müşahedeler neticesin­de tahakkuk etmiş bulunuyor ki, herhangi bir muhitte olursa olsun er­keklerin bir takınıl birer zevce ile iktifa edebilecek bir fıtratta bulun­muyorlar. Artık bu gibi erkekler, kendileri için iki yoldan birini takibe mecburiyet görüyorlar: Ya ikinci bir kadınla zevciyet rabıtası tesis ederek afifâne bir halde yaşamak, yahut cevheri ismeti parçalanmış kadın­lardan birile gayri meşru bir münasebet vücude getirerek sefihâne, mus-rifâne bir halde vakit geçirmek. Artık bu iki yoldan hangisinin daha se-lâmetli, daha nezih olduğunu efkârı selime, pek güzel tayin edebilir.

Velhâsıl : zevcelerin teaddüdü usulü, bazı mahzurları ihtiva etse de temin edeceği faideler, maslahatlar binnisbe ziyadedir. Bu sayede birçok içtimaî fenalıkların önü alınmış olur. Ve şu gibi faideler, maslahatlar vü­cude gelir :

(1)   : Fuhşiyatın tevessüünü men.

(2)   : Nüfusun meşru surette artmasını temin.

(3)   : Bir kısım kadınları mahrumiyetten vikaye.

(4)   : Kadınların sıhhatlerine, istirahatlerine hizmet.

Filhakika mütemadiyen zevcinin hizmetinde bulunan çocuklarının terbiyesile uğraşan, hanesinin işlerini rüyete çalışan bir kadının elbette' nefaeti bedeniyesi, bu kadar işlere mütehammil değildir.

Binaenaleyh kendisinin bir şerikei hayata naiüyeti, şüphe yok ki bu hizmetlerini tahfife, kendisinin istirahatni temine vesile olacaktır.

Maahaza teaddüdi zevcat »hususunda bir mecburiyet yoktur. Ne er­kek ve ne de kadın kabule mecbur değildir. Bir erkek, lüzum görürse bundan istifade eder, lüzum görmezse bir zevce ile iktifa eder. Kadın da bir mecburiyet görürse evli bir erkekle evlenmeğe muvafakat eder, bir mecburiyet görmezse muvafakat etmez. İlk zevce de âtiyen üzerine evlenilmesini muvafık görmediği takdirde bu ciheti nikâhının akdi esna­sında usulüne tevfikan bir şart ile, meselâ : emri talâkı elinde bulunmak şartile temin edebilir.                                                     

Şunu da ilâve edelim ki : zevcesini mahzun etmemek için üzerine evlenmeği terk eden bir erkek, ve ortağı olacak kadını hüzn ve kederden korumak için kocasile evlenmekten imtina eden bir kadın, indi ilâhîde me'cur olur. Bu yüksek ahlâk meselesi, muteber fıkıh kitablarımızda be­yan olunmuştur.

Zevceleri hakkında adalet ve müsavata riayet edemiyecek bir erkek için ise bazan yalnız bir kadınla bile evlenmek caiz olmaz. Hattâ mülga Fetvahanei âlinin fetvalarım muhtevi bulunan «Mecmuai cedide» de şu fetva münderictir : «Havfı cevr ile muttasıf olan mükellef bir erkeğin tezevvücü mekruh olmağla veliyyüremrin o erkeği tezevvücden men'i şer'i şerife muvafık olacağı.»

Esasen bir zevce ile iktifa edilmesi: âyeti celîlesi mantukunca, dinî bir vecîbedir, ahlâka, diyanete ait bir meseledir. Şeraitine, kasm ahkâmına riayet edemiyecek kimselerin tead­düdi zevcat usulünden istifadeye kalkışmaları, haklarında indallah me­suliyeti müstelzimdir. Bu yüzden hukuku haleldar olacak bir zevce de, usuli şer'iy^esi dairesinde mahkemeye müracaat ederek haklarını istih­sale teşebbüs edebilir. [49]

 

(ÜÇÜNCÜ  BÖLÜM)

 

MEHRR KASME VE HUKTIKİ ZEVCtYETE MÜTEALLİKTİR

 

İÇİNDEKİLER : İslâm hukukunda mehrin lüzumu ve mikdarı. Meh-rin lüzumundaki hikmeti teşriiyye. Mehrin aksamı. Mehri müsemmanın şerait ve evsafı. Mehrin teekküdü, kat'iyyet kesbetmesi. Mehrin tezyid. ve tenzili. Mehrde husule gelen ziyadelik. Mehrin helak ve teayyübü. Meh rin hibe edilmesi. Mehre dair kefalet ve terhin. Mehrin kabz ve teslimi. Mehri misli İcab eden haller. Müt'ayı icab eden haller. Mehre müteallik ihtilâflar, dâvalar. Cihaza müteallik meseleler ve dâvalar. Zevç ile zevce arasında hane eşyasına ait dâvalar. Nikâha müteallik dâvalar. Nikâha dair şahadetler.

Kasme dair meseleler. Zevç ile zevcenin mütekabil hakları ve vazi­feleri. [50]

 

İslâm Hukukunda Mehrin Lüzumu Ve Mikdarı :

 

361 - : İslâm, hukukuna nazaran herhangi bir müslim ile evlenen kadın, mehr namile bir mala müstahik olur. Mal ile mübadelesi kabil olan bir menfaat de mehr olabilir. Nikâh esnasında mehr zikr edilsin edilme­sin veya nefy edilsin, yani : mehr olmamak üzere nikâh, akd olunsun herhalde mehr lâzım gelir.

Mehre bir hakkı ilâhî de teallûk etmektedir. Binaenaleyh mehr, bi-dayeten nefy ve iskat edilemez. Fakat bilâhare tfadın, isterse bu hakkım iskat ederek mehrini zevcine bağışlıyabilir. NitekinJ ileride beyan oluna­caktır.

361  - : Bir müslimin tezevvüc ettiği kadın, kitabiyye olsa da yine herhalde mehre müstahik olur. Şayet mehr tesmiye edilmemiş olsa duhul vukuunda mehri misi, lâzım gelir.

Bir müslim, kitabî bulunan zevcesi için tesmiye etmiş olduğu mehri vermeden vefat etse bu mehr, teikesinden alınır, yoksa mücerret gayri müslime olduğuna mebnî varisler bu mehri vermemeğe kadir olamazlar. Feyziyye.

362  - ; Bir gayri müslim, bir gayri müslimeyi bilâ mehr tezevvüc edince bakılır: Eğer mensub oldukları dinde mehrsiz nikâh, caiz ise ni­kâhtan sonra tekarrüb, talâk veya vefat vukubulsım bulmasın mehr lâ­zım gelmez. Binaenaleyh bu hususta islâm mahkemelerinden birine mu­rafaa için müracaat edilse mehrin lüzumuna hükme dilemez.' Çünkü İs­lâm tabiiyetini kabul eden gayri müslimler, kendi dinî akideleri üzere terk edilirler. Hattâ badennikâh zevç ile zevceden her biri islâmiyet! kabul etse de yine mehr icab etmez. Zira müslümanlar arasındaki nikâhlar­da mehr, ibtidaen şart ise de bakaen şart değildir.

îmamı Azama göre bu hususda gayri müslimlerin tebeai islâmiy-yeden olmalarile müste'min veya harbî olmaları arasında fark yoktur.

363 - : Mehrin mikdanna gelince bunun azamî haddi için muay­yen bir mikdar yoktur. Asgarî haddi hakkında ise müctehidlerin ihtilafı vardır. Şöyle ki: Hanefîlere göre mehrin en az mikdarı, on dirhem gü­müştür. Gerek mazrup olsun ve gerek olmasın. Bu mikdardan az mehr tesmiye edilemez. Edilecek olsa on dirhem mikdanna iblâğı icab eder. Mebsut, Fethül'toadîr.

« (Mâlikflere göre mehrin akalli, halis altından bir dinarın dörtte biri, halis gümüşten de üç dirhemdir. Veya bunların kıymetlerine muadil bir maldır. Bu mikdardan aşağı bir mehr ile nikâh akdedilir, tekarrüb de vukubulmuş olursa zevç, mehri bu mikdara iblâğ eder. Fakat tekar­rüb vukubulmamış, zevç de mehri bu mikdara iblâğa muvafakatte bu­lunmamış olursa nikâh, feshedilir.

Mehri iskat şartile yapılan bir nikâh, fâsiddir. Binaenaleyh tekar-rübden evvel feshedilir, tekarrüb vukuu takdirinde ise mehri misi, lâzım-gelir. Fakat sahih bir mehr- tesmiyesile nikâh akdedildikten sonra zevce mehrini iskat ederse artık nikâh, fâsid olmaz. Kiyafettüttalib. Mînehücelîl.)

(tmam Şafiîye, İmam Ahmede, Sevrîye, Davudi Zahirî ile îbni Ebi Leylâya göre mehrin muayyen bir mikdarı yoktur. Her mal olan şey, az olsun çok olsun mehr olabilir. Beyide semen iearetfe ücret olan her şey, gerek ayan ve gerek menafi kabilinden bulunsun mehr tesmiye olunabilir. Maahaza imam Ahmede göre mehrin on dirhemden az olmaması müs-tahabdır, dört yüz dirhem kadar olması ise mesnundur, bundan ziyade olmasında da bir beis yoktur. Şu kadar var ki, mehrin tahfifi müstah-sendir.

Mehri akd zamanında tesmiye ve tayin dahi sünnettir. Tâ ki ileride bir münazaayı mucib olmasın. Akd zamanında mehr tayin edilmez veya tesmiye sahih bulunmazsa mehri misi, lâzım gelir.

Akdi nikâh esnasında mehrin behemehal zikredilmesi, Şafiîlerce de lâzım değildir, belki mesnundur. Hattâ bir reşîde, tefvizde bulunsa, yani: kendisini bilâ mehr tezvic etmek üzere velîsine mezuniyet verse de velî­si mehrden sükût ederek veya mehri nefy eyliyerek tezvic eylese baded' duhul mehri misi, lâzım gelir. Ve bu halde zevce, kendisine mehr tesmi­ye edilmedikçe nefsini temkinden imtina edebilir. Minhâcüt'talibîn, El-mugnî.)

(Maliki mezhebine göre de tefviz ve tahkim yölile olan nikâhlarda meh­ri misi, lâzım geljr. Şöyle ki: bir kadın, mehri zikr, iskat veya tayinim bir kimsenin hükmüne havale etmeksizin tezvici için velîsine müsaade verse veya mehri zikr ve iskat etmemekle beraber tayini hususunu bir kimseye havale etmek suretile tezvicin muvafakat eylese de mehr tes­miye edilmeksizin akdi nikâh, vaki olsa yine duhulden sonra mehri misi, lâzım gelir. Hanbelî mezhebi de bu veçhiledir.) [51]

 

Mehbin Lüzumundaki Hîkmeti Teşkîtyye :

 

364 - : Zevcelere verilen mehrler, onlardan yapılan istifade ve îstimtaa mukabil min vechin bir bedel demektir. Bununla beraber mehr verilmesi; zevcenin kadrini i'lâ, ihtiyacım tehvin, cihaz tedarikini teşkil istikbalini temin, nikâhın ehemmiyetini ilân gibi maslahatları da muta-zammmdır.

Bu hususta deniliyor ki: Nikâh, bir emri hatirdir, şanına itina lâ­zımdır. Bu cihetle tesmiye edilen mehrin hakîr bir şey olmaması, meh­rin lüzumundaki hikmeti şer'iyye icabatmdadır.

Her şeyde olduğu gibi mehr hususunda da ifrat ve tefrit hikmete muvafık değildir. Pek kıymetsiz olan bir şeyin mehr tesmiye edilmesi, hasbel'ade iki tarafın izzeti nefsine dokunur, içtimaî mevküle mütenasib olmıyabilir, hususile kadının istikbaline fena tesir edebilir.

«Bedayi» de denildiği veçhile nikâh, bir takım maksatlara mebnî meşru kılınmıştır ki, bunların husulü ancak nikâhın devam ve sebatile kabil olabilir. Nikâhın devam ve sebatı ise nefsi akd ile mehrin* vücubüne vabestedir. Çünkü zevç ile zevce arasında vahşet ve huşunet gibi bazı sebepler baş gösterebilir ki, zevci talâka sevk eder, eğer nefsi akd ile mehr olmıyacak olsa zevç, zuhur eden cüz'î bir huşunete binaen nikâhı izale etmeden geçinmez. Zira bu takdirde mehrin lüzumundan korkmıya-cağı için nikâhı izaleden tehaşîye lüzum görmez. Bu takdirde de nikâh­tan matlûp olan gayeler, faideler vücude gelmiş olmaz.

Maahaza nikâhtan beklenilen mekasid ve mesalihin husulü, zevç ile zevce arasında muvafakata muhtaçtır. Bu muvafakat ise zevcenin zevci yanında muazzez ve mükerrem olmasile hâsıl olur. Halbuki zevcin naza­rında ehemmiyetli bir mala tevakkuf etmeksizin zevcesine vusul yolu münsed bulunmadıkça bu izzet hâsıl olamaz.

Tariki vusulü dar, müşkil olan bir şey, nazarda aziz olacağından imsakine itina olunur. Bilâkis tariki vusulü kolay olan bir şey ise göz Önünde kıymetsiz olacağından imsakine itina olunmaz.

Binaenaleyh kadın, kocasının nazarında kıymetsiz olursa, yani : pek kolaylıkla izdivaç mümkün bulunursa zevç ile zevce arasında muvafakat hâsıl ve nikâhtan matlûb makasid, sabit olmaz.

Maamafih mehrin pek ziyade olması da mahzurdan halî değildir. Bu cihet, teehhül edecek erkeklerin birer ağır yük altında kalmalarına, sermayei maişetlerinin azalmasına ve birçok erkeklerin de münasib vak­tinde evlenmiyerek aile teşkilinde mahrum kalmalarına sebebiyet vere­bilir. Böyle bir hal ise şahsî ve içtimaî,menfaatlere münafî- olacağından tasvibe şayan olamaz.

«NihayetüVmuhtac» da yazıldığı üzere Hazretı Ömer, radıyallâhü tealâ   anh,    bir    hutbesinde    hüzzara   hitaben    şöyle   buyurmuştu : yani : kadınların mehrlerinde haddi tecavüz etmeyiniz. Eğer'o, dünyada bir şeref ve nezdi ilâhîde bir tekva olsaydı ona Resuli Ekrem, sallallahü tealâ aleyhi vesellem, herkesten zi-yade lâik olur, muhterem zevcelerinin mehrlerini tezyid buyurmuş bulu­nurdu..

Velhasıl : mehr hususunda da itidalden ayrılmamalı, zevcin de, zev­cenin de hukukuna, menafiine riayet etmelidir. [52]   

 

Mehrin Akşamı :

 

365 - : Mehrler, iki tarafın birriza tayin ve tesmiye edib etmeme­leri itibarile mehri müsemmâ ve- mehri misi kısımlarına ayrılır. Tesmiye edilen mehrler de tamamen veya kısmen tacil veya tecil edilebileceği ci­hetle mehri muaccel ve mehri müeccel kısımlarına ayrılır.

Mehrlerin böyle tacil ve te'cili hususundaki şeraite riayet lâzımdır. Kısmen muaccel ve kısmen müeccel olan bir mehrin mecmuu, bir mehri müsemma teşkil eder.

366 - : Bir mehrin kısmen tacili meşrut olduğu halde    muaccel mikdar, beyan olunmasa örf ve âdete bakılır. Yani kadının haline ve mehrin mecnun mikdarına nazaran mütearef olan kısmı hakkında mehri muaccel ahkâmı carî olur.

Fakat mehrin tamamen tacili meşrut olduğu takdirde örf ve âdeta bakılmaksızın tamamı muaccel olur. Çünkü sarahat mukabilinde delâlete itibar olunmaz.

367 - : Bir kimse, mehrin kolayına gelecek kısmının peşin, müte­bakisini de şu kadar müddet sonra vermek üzere bir  kadınla evlense mehrin tamamı o müddete kadar müeccel olmuş olur. Meğer ki, mehrin o kısmını verebilecek bir hale geldiği kadın tarafından isbat edilsin.

368 - : Mehr için tayin olunan ecelin,    hasad vakti gibi cehaleti yesîre ile meçhul olması zarar vermez. Kakat zevcin yosun voya yağmur yağması gibi cehaleti fahişe ile meçhul olması caiz değildir. Bu surette te'cil muteber olmayıp mehr, hal olarak varib olur.

369 -  : Mehri müeccelde- bir müddet tayin edilmiş olunca hululün­den mukadem bu mehri talebe zevcenin hakkı yoktur. Çünkü tecile mu-

vafakat etmekle taleb hakkım iskat etmiştir. Velev ki müddetin hululün­den evvel talâk vukubulsun veya zevce vefat etsin.

Fakat zevcin vefatile ecel sakit ve binaenaleyh terikesinden mehrin iâtifası derhal kabil olur. Zira dainin vefatile borç .teaccül etmezse de medyunun vefatile teaccül eder.

370 - : Mehri müeccelde bir müddet tayin edilmemiş isemehr

talâk veya zevceynden birinin vefatı vukuuna kadar müeccel addolunur. Talâkın ric'iyyen vukuile bainen vukuu arasında fark yoktur. Hattâ ric'-iyyen talâktan sonra müracaat vukubulsa da mehr, tekrar teeccül et­mez. Binaenaleyh zevce bu suretle teaccül eden mehrini zevci mutallikin-den derhâl talebe müstahik olur.

371 - ; Mehri, misle gelince bu, asidir. Mehr tesmiye    edilmediği veya tesmiye fâsid olduğu takdirde mehri misi itası tahakkuk eder. Ni­tekim ileride beyan olunacaktır.

372 - : Mehri misli tayin için zevcenin babası kabilesinden : yaş, güzellik, mal, belde, ismet, akl, diyanet, bekâret, sütubet, iffet, ilm, edeb, hüsni ahlâk, ademi evlâd gibi evsafta mümasili olan kadınların mehrleri nazarı itibare alınır. Çünkü bir şeyin kıymeti, cinsinin kıymetine müra­caatla malûm olur.

373  - : Mümaselet, iki tarafın, yani : mehri tayin olunacak kadın ile mümasili bulunan kadınların akd vaktindeki haiz oldukları vasıflar itibarile araştırılır. Bu vasıfların akidden sonra atması veya zevali, mü­maselet husulüne zarar vermez.

374 - : Örfen mütefavit sayılan yaş, yani   gençlik ve   kocabk - sigar ve kiber, mümaselet husulüne münafidir. Yoksa mutlaka ihtilâ­fı sin, münafi değildir.

Binaenaleyh yirmi beş yaşındaki bir kadiri, yirmi yaşındaki bir ka­dına sinnen mümasil olabilir'.

375 - : Bir kadının babası tarafından mümasilleri,   alettertib kız kardeşleri, ammeleri, Öz kız kardeşlerinin kızları ve.amcası kızları vesai­redir.

376 - : Bir kadının babası cihetinden mümasili bulunmadığı tak­dirde babasının kabilesine mümasil beldesi ahalisinden emsali kadınlann mehrleri taharri olunur. Validesi cihetinden emsali taharri olunmaz. Me­ğer ki, validesi de babası kabilesinden olsun.

Kadımn ne babası, ne de beldesi ahalisinden mümasili bulunmadığı takdirde söz, maalyemîn zevcindir. Şayet zevç, mehri misli takdirden im­tina ederse mehrin mikdanm tayin ve takdir için keyfiyet hâkime arz olunur.                                                                                                   

377  - : Mehri; misli tayin için zevcin hali dahi. nazara alınır. Yani : mehri misli tayin edilecek kadının zevcile emsali olan kadınların zevçleri beyninde mümaselet bulunmasına da dikkat olunur. Çünkü zev­cin hal ve şanına nazaran mehrin mikdarı tezyid ve tenkis olunmak âdet­tir.

378 - : Mehri mislin sübutu için âdil olmak üzere iki erkeğin ve­ya bir erkek ile iki kadının ihbarı ve şahadet lâfzını ityan etmeleri şart­tır. Şahitler âdil bulunmadıkları takdirde zevç, yeminile tasdik olunur. înaye, FethüTkadîr, Raddi Muhtar, Hidaye, Dürer.

« (Malikîlere göre de mehrin te'cili caizdir. Fakat te'cil müddeti, malûm olmak lâzımdır. Meçhul olursa, meselâ : mehrin tamamı veya bir kısmı meçhul bir müddetle vöya vefat veya firkat vukuuna kadar kasden te'cil edilirse akdi nikâh, fâsid olur. Duhul vuku bulmuş ise mehri misi lâzım gelir. Fakat mehrin te'cil müddeti bir nisyan neticesi olarak tayin edilmemiş bulunursa beldenin örfüne göre bir müddet tayin edilir.

Mehri misle gelince bunu tayin hususunda zevç gibi bir kimsenin zevcesindeki evsafı haiz bir kadınla ne kadar mehr ile izdivacına rağbet gösterileceği nazara alınarak ona göre mehri misi takdir olunur. Zevce­de erkânı dini muhafaza, iffet, siyanet, hissî ve manevî cemal, ve haseb vasıfları nazara alınır. Manevî cemal,, hüsni ahlâktan, haseb de kerem ve mürüvvet gibi babaların mefahirinden sayılan şeylerden ibarettir. Zevcenin haiz. olduğu evsafta mümasili, kabilesi arasında bulunursa bu mümasilin mehri bir mikyas olur. Kız kardeş ve amme gibi. Elmezahi-bül'erbaa.)

(Şafiîlere göre de mehrin tamamen veya kısmen te'cil caizdir. El­verir ki ecel, meçhul olmasın. Şayet meçhul olursa tesmiye edilen mehr, fâsid olub mehri misi lâzım gelir. Meselâ : bir kimse, bir kadım vefatına kadar müeccel olmak üzere şu kadar mehr ile tezevvüc etse bu tesmiye fâsid olub mehri misi lâzım gelir. Bu takdirde mehrin bir kısmı peşin bu­lunmuş olsa da yine mehri misi icab eder.

Mehri misi ise evvelâ zevcenin babası cihetinden olan kariblerinin, meselâ : alet'tertib öz kız kardeşlerinin, baba bir kız kardeşlerinin, kar­deş kızlarının mehrlerine kıyasen tayin olunur. Bunlara nazaran tayini kabil bulunmazsa zevatı erham cihetinden kariblerinin merhlerine itibar olunur. Bunlar da bulunmazsa beldesindeki mümasili olan. kadınların mehrleri nazara alınır, Ve bu mümaselet, cemal, sin bekâret, fesahat gibi vasıflarda aranır. Şayet zevce, kariblerinde bulunmıyan bir sıfat ile te­mayüz, etmiş bulursa kendi haline lâyık bir mehr takdir olunur. Elmeza-hibül'erbaa.)

(Haribelî mezhebine göre de mehr müeccel olduğu halde müddet ta­yin edilmese mehr, mevt veya talâk zamanına kadar müeccel olmuş olur, Nehaînin kavli de böyledir. Sevrîye göre ecel, batıl olarak mehr hâlen lâzım gelir. Evzaîye göre duhulden itibaren bir seneye kadar hulul eder. Fakat ecel, Zeydin kudümü veya yağmurun nüzulü gibi bir meçhul müddetten ibaret olursa tesmiye, tmam Ahmede göre sahih olmaz.

Mehri misli takdir ve tayin hususunda ise hem baba, hem de ana cihetinden olan bütün karibler nazara alınabilir. Meselâ: hâkim, mehri misli zevcenin anası, kızkardeşi, annesi ve halası gibi kariblerinin mehr­lerine kıyas ile takdir eder. Bu hususda mal, cemal, akl, edeb, sin bekâ­ret, süyubet gibi vasıflara itibar olunur. Elmugnî, Keşşafül'kina', El-mezahibül'erbaa.) [53]

 

Mehki Müsemmanın Serait Ve Evsafı :

 

379 - : Mehr tesmiye olunan mâlin malûm ve mütekavvim olma­sı şarttır.

Binaenaleyh mehr, meçhul veya gayri mütekavvim bulunsa akdi ni­kâh sahih olub tesmiye fâsid ve mehri misi lâzım bulunur. Bu esas vzeri-ne aşağıdaki meseleler, tefemi eder.

380 - : Mehri müsemmanın malûmiyeti, ya işaret veya izafet ile olabileceği gibi cins ile vasfının beyanile de olur.

Mehr? tesmiye edilen şey, meclisde hazır ise işareti hissiyye kâfidir. Bu mehr, ister uruz, akar, hayvan, mekîlât, mevzunat gibi muaveze in­dinde tayin ile taayyün eder kabilden bir şey olsun ve ister meşkûk altın, gümüş gibi tayin ile taayyün etmez bir şey bulunsun. Şu kadar var ki zevç, birinci takdirde işaret edilen şeyin aynini vermeğe mecbur olduğuhalde ikinci takdirde ayni ile mislini vermekte muhayyer olur.

381 - : Mehr, meclisde hazır olmayıp da zevç nefsine izafe eylese bakılır : Eğer izafe ettiği şey, bir dane ise mehr olmak üzere taayyün eder, amma birden ziyade ise taayyün etmez.

Meselâ : zevç, «Hanemi mehr verdim» deyîp de yalnız bir hanesi bulunsa bunu aynen vermeğe mecbur olur. Çünkü izafet, tarif sebeple­rinden olduğundan bununla mehr, taayyün etmiş olur.

382  - : Mehr, malûmüFcins velvasf olunca tesmiye edilen şeyin verilmesi icab eder. Meselâ  : zimmetinde borç olmak üzere mekîlâttan veya mevzûnattan bir şey vasfı beyan olunarak mehr tesmiye edilse bu­nun verilmesi lâzım gelir.

Fakat mehr tesmiye edilen şey, cinsen malûm olduğu halde vasfen meçhul bulunsa zevç, bunun vasatisinin kıymetini vermek hususunda muhayyer olur.

Meselâ : lâalettayin bîr at, bir koyun veya Bursakârî bir sevb mehr tesmiye edilse zevç, dilerse bunların orta hallisini verir, dilerse kıymetini eda eder.

Vasfı beyan olunmaksızın tesmiye edilen mekîlât ve mevzuna! hak­kında da hüküm böyledir.

383 - : Mehr tesmiye edilen şey, hem cinsen hem de vasfen meç­hul olursa baliğen mâ beleğ mehri misi, lâzım gelir.

Meselâ : tayin edilmeksizin bir sevb, bir hane, veya bir hayvan mehr tesmiye edilse, zevç, mehri misli vermeğe mecbur olur.

Fülân meyva ağacının gu sene zarfında hâsıl olacak meyvaları veya filân hayvanın karnındaki yavrusu mehr tesmiye edildiği takdirde de hü­küm böyledir. Çünkü bu suretlerde cehalet, mütefahiş olduğundan tes­miye, sahih olamaz.

384 - : Malûm ile meçhul, mehr tesmiye edilse, meselâ : bin ku­ruş ile vasfı beyan edilmeksizin bir kat elbise mehr olarak tayin olunsa mehr, bin kuruştan ibaret olmuş olur. Tekarrübden evvel talâk vukuun­da bunun yarısı lâzım gelir. Meğer ki müt'anın kıymeti   bundan ziyade olsun, o halde müt'a icab eder.

385 - : Mehrde işaret ile tesmiye içtima ettikte bakılır : Eğer mü-semma ile işaret olunan şeyin ikisi de -mütekavvim ise müsemma, mehr olmak üzere taayyün eder. Çünkü tesmiye, işaretten kuvvetlidir. Ve eğer müsemma, gayri mütekavvim, işaret olunan şey, mütekavvim ise bu işa­ret olunan şey, mehr olur. Amma müsemma, mütekavvim, kendisine işa­ret olunan şey ise gayri mütekavvim bulunsa veya ikisi de gayri müte­kavvim ols*a mehri misi lâzım gelir.

386 - : Başkasının malı mehr tesmiye olunsa nikâh, caiz ve tes­miye sahih olur. Bu halde mal sahibi izacet verirse kadın, biaynihî o malı alır, icazet vermediği takdirde ise o malın kıymetini vermek icab eder.

387  - : Mehrin takavvümü meselesine gelince tesmiyenin sıhhati,, bunun vücudüne mütevakkıftır. Binaenaleyh denizdeki balık veya uçan kuş gibi mütekavvim olmıyan bir şey, mehr tesmiye edilse akdi nikâh, sahih ve tesmiye fâsid olub mehri misi, lâzım gelir.

388  - : Tesmiyede mütekavvim bir mal ile gayri mütekavvim bir şey cem edilse mehr, yalnız mütekavvimden ibaret olur.

Meselâ : bir müslim, bir müslimeyi bin kuruş ile bir miktar hamr üzerine tezevvüc etse bu kadın yalnız bin kuruşa müstahik olur. Velev ki mehri mislinden dûn olsun.

389 - : Mehrin deyn olması caizdir. Gerek zevcenin ve gerek baş­kasının zimmetinde olsun. Şu kadar var ki, başkasının zimmetinde olun­ca zevce muhayyer olur, dilerse mehrini zevcinden alır, dilerse medyun­dan ister. Medyundan istiyeceği takdirde zevç, onu ahz ve kabze  tevkil etmeğe medburdur, tâ ki, medyunun gayrine temlik lâzım gelmesin.

Deyn, müeccel olduğu surette mehr, o zamana kadar müeccel olmuş olur.

390 - : Mehrin nakd veya örfen nükudden madud herhangi bir sikke olması caizdir. Mehr tesmiye olunan akçe, mu ah haran kâsid olub da diğer cins nükud tedavüle başlasa o akçenin kesad günündeki kıy­meti lâzım gelir. İnkıta dahi kesad hükmündedir.

Bir akçenin kesadı, hiçbir beldede raic olmamasile hâsıl olur.

Tesmiye olunan akçe, akd vaktinde raic olduğu halde bilâhare kıy-meti tenakus., veya tezayüd etse buna itibar olunmaz.

391 - ; Muhtelif altın tedavül eden bir beldede tayin edilmeksi­zin şu kadar altın mehr tesmiye edildikte bakılır: Eğer bunlardan bir kısmının tedavülü galib ise mehr ona münsarif olur. Lâkin hiçbirinin te­davülü diğerine galib değilse yani: revaçları müsavi ise zevcenin mehri misline tevafuk eden kısım ile hükmolunur.

392 - : Mehrin akar, uruz, hayvanat olması caizdir. Uruz, gerek mata veya kumaş gibi şeyler olsun ve gerek mekilât veya mevzunat ka­bilinden bulunsun müsavidir. Hayvanatın da erkeğile dişisi arasında fark yoktur. Hepsi de mehr olabilir.

Mehr olmak üzere verilen akarda şüf'a carî olmaz.

Bir kimse, bir kadım meselâ; elli kile olmak üzere muayyen bir mikdar buğday veya hududunu tayin ederek şu kadar zeytin ağacım havi olmak üzere bir bahçe veya şu gibi ebniyeyi ve müştemilâtı muhtevi bu­lunmak üzere bir hane tesmiyesiie tezevvüc ettikten sonra buğdayın kırk kile olduğu veya bahçe ile hanenin mezkûr eşçar ve ebniyeden halı bu­lunduğu tahakkuk etse birinci takdirde zevce, mevcut buğday ile bera­ber onun mislinden on kile buğdaya daha müstahik olur. ikinci ve üçün­cü takdirlerde ise muhayyer olub dilerse bahçe veya haneyi alâhalihî alır, bu takdirde başka şeye müstahik olmaz, ve dilerse mehri mislini taleb eder. Henüz tekarrüb vukubulmadan talâk vaki olduğu takdirde ise zevce bu bahçenin veya han anin alâ halihî nısfına müstahik olur. Me­ğer ki müt'ası daha ziyade olsun. O halde isterse bu nısfı alır ve isterse müt'asını taleb eder.

393 - : Mehrin mal ile kabili mübadele olan bir menfaat olması da caizdir.

Binaenaleyh bir kimse, bir kadını, meselâ : arazisini ekmek veya koyunlarını otarmak veya hane haricindeki muamelâtını görmek muka­bilinde tezevvüc etse bu tesmiye sahih olur.

Bir hanenin süknası mukabilinde tezevvüc de bu hükümdedir.

Fakat bir kimse, bir kadını bizzat bu kadına hizmet etmek üzere te­zevvüc etse tesmiye, fâsid, mehri misi lâzım olur. Çünkü zevcenin zevcini bu suretle istihdam etmesi, izîâl ve ihanet olacağından halâl olmaz. Bi­rinci surette ise zevcin mesaîsi, zevcenin idaresine ve maişetini temine matuf olacağından ihaneti müstelzim olmaz. Hindiyye, Bahri Râik, Dür-ri Muhtar, Haniyye.

« (Mâlikîlere göre mehr, altın veya gümüş olabileceği gibi hayvan, akar, ticaret eşyası da olabilir. Hanenin süknası, kölenin hizmet etmesi, îevceye kur'an talim edilmesi gibi menfaatlerin mehr tesmiye edilip edil­memesinde ise ihtilâf vardır, imam Mâlike göre bu menfaatler, mehr ola­maz, îbni Kasıma göre maalkerahe mehr olabilir. Sair bazı Mâlikîlere göre ise bilâ kerahetin mehr tesmiye edilebilir. Mâlikîler, bu babda İmam Mâlikin kavlini esas tutarak mehrin menfaat olmasından nehy ederler. Fakat bir menfaat mehr tesmiyesile nikâh akd edildikten sonra da bu tesmiyeyi artık muteber sayarlar. Mezahibi Erbaa.)

(Şafiîlere göre bey'de semen olabilecek her şey, mehr de olabilir. Binaenaleyh muayyen bir müddet bir hanede ikamet veya araziyi ziraat gibi bir menfaat, mehr olabileceği gibi Kur'anı kerîmi veya mesaili fık-hiyyeyi veya bir sınaati talim etmek gibi bir menfaat de mehr olabilir. Mezahibi Erbaa.)

(Hanbelî fukaha3in&_ göre de malûm olan bir menfaat, mehr tes­miye edilebilir. Hattâ hadisi şerif, fıkıh, kitabet, sanat veya mubah olan şiir ve edeb talimi ve zevcin zevcesine muayyen bir müddet hizmet etme­si de mehr tesmiye edilebilir. Fakat Kur'anıkrîmi talim etmek, mehr tes­miye edilemez. Çünkü bu talim, bir kurbettir, bir ibadettir. Bunun mehr olması sahı^1 değildir. Şayet bu, mehr tesmiye edilse mehri misi, icab ;der. Sair menfaatlerde meçhul olunca yine mehri misi, lâzım gelir. Keş-aafüVkına, ElmezahibüTerbaa.)

(Zahiriyyeden B)rd Hazme nazaran haddi zatında halâl olan ve key­fiyeti muayyen bulunan herhangi bir amel, mehr tesmiye edilebilir. Kur'anikerimden veya ilmden bir mikdar talimde bulunmak, bir bina yapmak, bir §ey imâl etmek gibi. Elverir ki, iki taraf buna razı olsun. Elmuhallâ.) [54]

 

Mehrîm Teekküdü, Kat'îmyet Kesbetmesi :

 

394  - : Mehr, mücerred akdi sahih ile vacib olur.   Fakat nikâhı sahibin muktezası olan bu mehrin vücubü, gayri müekkeddir, tamamen veya kısmen sukuta ihtimali vardır. Bunun teekküdü, yani : tamamen lâzım gelmesi üç sebepden birinin vücudüne mütevakkıftır. Bu sebepler ise halveti sahiha, tekarrüb, vefattır. Bunlardan biri tahakkuk etti mi mehr, teekküd ve tekarrür eder, artık ne   tamamen ne de kısmen sakıt olmaz. Meğer ki, hak sahibi, yani : zevce veya vefatından sonra varisleri hibe ve ibra gibi bir suretle mehri hat ve ıskat etsinler.

395 - : Vefat, gerek mutad bir mevt İle olsun ve gerek kati ve intihar gibi bir suretle vukubulaun mehri te'kid ve tesbit eder. Çünkü mehr, akd ile vacib olur. Akd ise mevt ile münfesih olmaz, belki nihayet bulur. Zira nikâh, havatın hitamına kadar akdolunup hayatın hitam bulmasile nihayete erer. Bu nihayet ile de hayatın geçmiş günleri hakkında nikâh hükümleri teekküt ve tekarrür etmiş olur.

Kati takdirinde bunun bir ecnebî tarafından ikaile zevceynden biri tarafından ikaı arasında fark yoktur,

Zevcenin intiharille de mehr, teekküd eder. Çünkü indcl'intihar mehr, vereseye intikâl etmiş, onların hakkı bulunmuş olacağından ka­dın, nefsi hakkında bu cinayeti irtikâb etmesile o intikale mani, o hakkı İskata kadir plamaz.

îmam Züfere göre zevcenin intiharile mehri sakit olur. Çünkü zevce, nefsini kati etmekle zevcinin intifa hakkını tafvit etmiş olacağından ken­di hakkı olan mehri de sakit olur.

396 - : Tekarrüb - duhul ile de mehr teekküt eder. Çünkü mehr, akd ile vacib ve zimmete müterettib bir deyn mesabesinde olduğundan tekarrüb ile sakıt olmaz. Belki tekarrüb ile ma'kudün aleyh istifa edil­miş olacağından bununla bedel, yani : mehr teekküd ve tekarrür eyler.

Zevcenin bekâretini taş gibi bir şey ile zevcin izale etmesi de mehri tekid hususunda tekarrüb hükmündedir.

397 - : Halveti sahiha da mehri te'kid eder. Hane, oda, kapıları kapalı bahçe, hammam, çadır gibi yerler, halvete mahal olabilir. Fakat alel'itlâk mescidler, kapıları kapalı olmıyan hammamlar,    başkalarının mürur etmiyeeeğinden emin olunmıyacak    sahralar, halvete mahal ola­maz.

Alel'itlâk yollar, etrafı rüyete mani olacak derecede sütre ile muhat bulunmıyan damlar da böyledir. Şu kadar var ki, bir kimse nıenkuhesile müsaferet ederken yoldan çıkıp hâli bir mekâna girseler aralarında hal­vet husule gelmiş olur.

Halveti sahiha halinde ma'kudün aleyhi istifaya temekküni tam, hâsıl olacağı cihetle bu halvet, tekarrüb hükmünde bulunmuştur.

398 - : Halveti faside ile mehr, teekküd etmez. Çünkü bu halvet ile ma'kudün aleyhi istifaya temekkün hâsıl olamıyacağından bu, tekar­rüb mesabesinde bulunamaz. Temekkün,  maniaların tamamile mündefi olmasille tahakkuk eder.

399  - : Halvetin sıhhatine mani olan sebepler üçtür:

Birincisi : mevanii hissiyye, ahar tabir ile mevanii hakikiyyedir ki, zevcin mutlaka marîz olması veya zevce de tekarrübü men eden veya muzir kılan bir hastalığın vücudu, yahut retka, karna olması veya cehazı tenasülünde kemik bulunması gibi şeylerdir.

Zevcin mecbub, innîn, hasiy veya erkekliği zahir hünsa olması, ma­nialardan madut değildir. Çünkü bu haller ile beraber sahk ve îlâd mu­tasavverdir. Fakat halvetten evvel erkekliği gayri zahir hünsa bulunması, halvetin sıhhatine manidir. Zira bunun nikâhı, mevkuf olup tekarrüBü, halâl değildir.

İkincisi : .mevanii tabiiyyedir ki, zevç ile zevcenin içtima edecekleri mahalde kendilerile beraber üçüncü bir âkil şahsın bulunması gibi şey­lerdir. Velev ki bu şahıs, nâim, âma veya diğer bîr zevce olsun. Çünkü insan, bunların huzurunda tekarrübden sıkılır, münkabiz olur, istihya eder ve asim olur. Fakat mücameati müdrik olmıyan çocuğun ve bir riva­yete göre mecnun ile müğma aleyhin huzuru, manialardan madud de­ğildir.

Bazı fuhakaya göre üçüncü bir şahsın bulunması, mevanii hissiye-den maduttur. Fakat halvetin tarifine nazaran üçüncü bir şahsın huzu­ru, esasen halvetin tahakkukuna mani olmak lâzım gelir.

Üçüncüsü : mevanii şar'iyyedir ki, zevç ile zevceden birinin farz veya nafile hac veya umre için ihrama girmesi, ramazanı şerifde edaen saim olması, farz namaza başlamış bulunması, zevcenin hayz veya nifas haline mukareneti gibi şeylerdir. Çünkü ihram ve siyam halinde muka-renet, kaza ve kefareti mucibdir. Farz namazı ifsad, büyük bir günahı calibdir; Hayz ve nifas halinde tekarrüb de hürmeti müstelzimdir.

Fakat nafile, kaza veya keffaret yolile olan oruç ile farz olmıyan ı namazlar, şer'î manialardan değildir..

Hayz ile nifas hali, tabiî manialardan da sayılır. Çünkü bunlarda eza vardır, selîm tabiatler ise ezaya sebep olacak şeyleri istimalden te-neffür eder.

400 - : Halvet haline talik olunan talâk dahi mevanii şer'iyye-dendir.

Şöyle ki : bir kimse, zevcesine «Eğer seninle halvet edersem boş ol» dedikten sonra onunla halvette bulunsa derhal alâk vaki, iddet va-cib olur. Fakat halvetin fesadına mebnî tam mehr, lâzım gelmeyip nısıf mehr icab eder. Çünkü talâk vukuuna binaen tekarrub haram olacağın­dan bu halvet, bir halveti sahiha sayılamaz.

401 - : Halvet halinde zevcin zevcesini bilmemesi de mevanii şer'iyyedendir. Halvetin tekarrub makamına kaim olması, bu içtima ile teslim Ve temkin tahakkuk ettiği haldedir. Teslim ve temkin ise bilmek­le tahakkuk eder. Bu hususta zevç, bilmemiş olduğuna dair kavlile tas­dik olunur.

Fakat zevcenin zevcini bilmemesi, halvetin sıhhatine mani sayıl­maz. Zira zevç, kendisini bildirerek bu cihaleti izale edebilir. Bildirmedi­ği takdirde ise taksir kendi tarafından vaki olmuş olacağından halvetin sıhhatine hükmolunur.

402 - : Halveti sahiha halinde zevce nefsini temkinden imtina etmiş olsa tahkik olunur. Eğer bikr ise imtinaı hayasından naşı olacağın­dan halvetin sıhhatine mani sayılmaz. Amma seyyib ise imtinaı, mehrin teekküd etmemesini.ihtiyar ettiğine delâlet edeceğinden halvetin sıhha­tine mani olur.

Şayed zevç, imtianı iddia ettiği halde zevce inkâr eylese söz, yemi-nile zevcenin olur. Nitekim zevceyn aralarında iftirak vukubulduktan sonra zevce tekarrübü veya halveti sahiha vukuunu iddia edip de zevç inkâr eylese söz, zevcenin olur. Çünkü mehrin yarısının sukutunu mün­kirdir.

403 - : Bir kimse, tekarrübden sonra üç talâktan az olmak üzere bâinen tatlik ettiği zevcesini iddeti içinde tezevvüc ederek kablettekar-rüb tekrar tatlik eylese bu kadın, hem evvelki nikâha, hem de ikinci ni­kâha ait mehrini kamilen alır ve yeniden iddet beklemesi icab eder. Çün­kü mehrin teekküdü ve iddetin vücubü hususunda evvelki nikâh d ak i te-karrüb, ikinci nikâhda da tekarrub hükmündedir.

404 - : Halveti sahiha; mehri müsemmanın teekküdü, mehri mis­lin lüzumu, talâktan sonra iddetin vücubü, bu iddet için nafaka ve sük-nanın sübujtü, diğer bir bain talâkın vuku gibi hususlarda tekarrub ma­kamına kaim olur. Fakat kızların hürmeti, guslün vücubü, ihsan husu­lü, ricat» vukuu, tahlilin tahakkuku, vesasetin sübutü gibi sair hususlar­da tekarrub hükmünde değildir.

Meselâ : mücerred halveti sahihadan dolayı iddet beklemekte olan bir mutallâka, vefat eden zevci mutallakma varis olamaz. Nitekim bu mutallâka dahi henüz iddet beklemekte iken vefat etse kendisine zevci mutâllâkı, tevarüs edemez.

Mücerred halveti sahihadan sonra boşanan veya kocası vefat eden bir kadın, bikr hükmündedir. Binaenaleyh ebkâr misillû tezvic olunur. Bedayi, Fethül'kadîr, înaye, Bahrirâik, Reddi Muhtar, Haniyye, Feyziyye.

« (Malikilere göre de mücerred nikâhı sahih ile nısf mehr lâzım gelir. Mehrin temamının lüzumu ise şu üç sebebden birile olur:

(1) : Mutlaka   mukarenettir, yani  : haşefeyi îlâcdır, velev ki be­kâret izale edilmesin, velev ki ihram* hayz, veya nifas gibi tekarrub ha­lâl olmıyan bir hâle müsadif bulunsun.

(2) : Zevcenin duhul   bulunmaksızın bir sene kadar zevcinin ya­nında ikâmet etmesidir. Bu ikâmet, mukarenet yerine kaim olur.

(3) : Zevceynden birinin mevtidir. Zevce intihar etse de    mehrin tamamı lâzım gelir. Fakat kendisinden kurtulmak için kocasını öldür­se zahir olan, mehre müstahik olmasıdır. Mücerred halvet ile de mehr teekküd etmez.)

(Ş'afiîlere göre de mehr, şu iki sebepden birile teekküd eder, artık

sukut etmez :

 (1) : Mutlaka mukarenettir, velev ki, sagîre olsun, velev ki hayz reya nifas veya savm gibi şer'î manialardan bulunmuş olsun.

(2) : Zevceynden birinin tekarrübünden evvel vefatıdır. Gerek mev­ti, tabiî bir halde vukubulsun ve gerek zevce intihar etsin veya. kadını kocası öldürsün. Fakat kadın, kocasını öldürse mehrî sakit olur.

imam Şafİînin havli cedidine nazaran halvet ile mehr teekküd et­mez. Kavli kadîmine göre ise halvet, mehrin teekküdü hususunda rnu-ptarenet gibidir.)

(Hanbelîlere göre de mehr, şu dört şeyden birile teeekküd eder:

(1) : Mutlaka  mukarenettir'  Velev ki, memnu bir surette vuku-[bulsun, hayız veya nifas, haline mukarin bulunsun.

(2) : Halvettir. Bu da tekarrüb makamına kaimdir.

(3) : Zevceyi mücerred şehvetli lemsdir, uzvi tenasülüne şehvetle Inazardır ve nas huzurunda olsa bile takbil etmektir.

(4) : Zevç ile zevceden birinin vefatıdır, velev ki zevce de feshi nikâhı icab eden bir ayıb bulunmuş olsun, kablel'fesh vefat vukubulun-ca mehrin tamamı lâzım gelir. Keşşafül'kına. Elmezahibül'erbaa,) [55]

 

Mehrin Tezyîd Ve Tenzili

 

405 -  : Nikâh, kaim iken mehrin mikdarım tezyid caizdir. Binaenaleyh zevç, akidden sonra mikdarı mehri tezyid, zevce de o meelisde kabul etse ziyade sahih olur.,Gerek asi mehri müsemmanm cin­sinden olsun ve gerek olmasın. Şu kadar var ki, bu ziyadenin mikdarı, malûm olmak lâzımdır. Mücerred * mehr ini tezyid ettim» demekle ziyade sahih olmaz.

406 - : Ziyade edilen mehrin teekküdü; tekarrüb ile, halveti sahihe ile veya zevceynden birinin vefatile hâsıl olur. Bunlardan biri bulunmak­sızın firkat vuku bulursa ziyade bâtıl olur ve yalnız asıl mehrin yarısı lâzun gelir. Çünkü yalnız akd zamanında tesmiye edilen mehrin tenassu-fu nassen sabittir. Haniyye.

407 -  : Zevç, talâk vaki olmaksızın mücerred mehri tezyid maksa­dına mebni muayyen bir mehr tesmiyesile akdi tecdit eylese bu mehr, lâzım gelir. Amma mücerred ihtiyata binaen tecdidi nikâhta bulunsa bu akd, muteber olmadığı gibi ikinci bir mehr de lâzım gelmez. Gerek akdi tecdid ederken mehr tesmiye- etsin ve gerek etmesin.

Talâkı rie'İde iddet içinde yeni bir mehr ile tecdidi nikâh edildiği takdirde de hüküm böyledir. Çünkü bu nikâh, ric'at demektir.

Fakat zevç, mu'teddei ric'iyyesine hitaben «Şu kadar mehr ile sana müracaat ettim» deyip o da o meelisde kabul etse mehri tezyid kabilin­den olarak ziyade caiz olur. Abdürrahim fetvası. Reddi Muhtar.

408 - : Zevdyyetin zevalinden sonra mehrin mikdarım tezyid, bâtıldır.

Binaenaleyh bir kimse, zevcesinin mehrini vefatından veya mutallâ-kasının . mehrini iddetinin inkızasından sonra artırsa bu ziyade sahih, itası lâzım olmaz.

Bu mesele Imameyne göredir. İmamı Azama göre zevciyyetin zeva­linden sonra da mehri tezyid caizdir. Şu kadar var ki, vefat takdirinde ziyadenin lüzumu varislerin kabulünemütevakkıftır. Bahr, Minhatül'halik.

409  - : Mehrin mikdarım, hibeden ve ibradan sonra da tezyid caiz­dir.

Meselâ : bir kimse, zevcesi mehrini kendisine hibe veya kendisini mehrinden ibra ettikten sonra şahitlerin huzurunda bu zevcesine mehr cihetinden şu kadar şey borcu olduğunu ikrar, zevcesi de o meelisde ka­bul eylese bu ikran, sahih ve mehri tezyide mahmul olur. Çünkü tasar-rufatın mümkün olduğu kadar tashihi vacibdir. Bahr, Ankaravî.

410 - : Bir kimse, marazı mevtinde zevcesinin mehrini tezyid ve­ya zevcesi için başka* bic; mehr ikrar, yahut zevcesinin maruf bir mehri olduğu halde ondan ziyade bir mikdar beyan etse bu suretlerin hiç birin­de tezyid ve ikrar ettiği şey lâzım gelmez. îbradan sonra ikrar ettiği su­rette de hüküm böyledir. Feyziyye.

411 - : Boşanmış zevcenin, akidden sonra deyn    kabilinden olan mehrinin bir kısmım hat ve tenzil etmesi veya tamamından zevcini - hu­zurunda veya gıyabında - ibra eylemesi sahihtir. Gerek zeyc, sarahaten kabul etsin ve gerek etmesin. Fakat reddederse merdud olur. Amma ayan kabilinden olan mehrin hat ve tenzil ibra edilmesi, sahih değildir. Bi­naenaleyh bu mehr, kaim oldukça bunu zevcinden taleb ve ahz edebilir. Fakat zevcin elinde telef olmuş olsa mehr, sakit olur. Dtirri Muhtar.

412 - : Bir mükellefin mehrini rızası olmaksızın babası hat ve ten-zit veya hibe edemez. Ederse mükellef enin icazetine mevkuf olur.

413 - : Mehrde muvaza = süm'a câridir. Bu, başlıca iki suretle tasavvur olunur.

Birincisi : iki tarf aralarında gizlice bir mehr tesmiye ettikleri hal­de mücered bir gösteriş için veya başka bir maksada binaen şahitlerini huzurunda ziyade bir mehr tesmiyesile akdi icra ederler. Bu surette eğer her iki mehr bir cinsten olmakla beraber muvazaa da ittifak eder veya muvazaa vukuu beyyine ile sabit olursa aralarında tesmiye ettikleri mehre iifcbar olunur. Ve illâ şahitlerin mahzarında tesmiye ettikleri mehr, muteber olur.

Kezalik : Bir cinsten olmamakla beraber muvazaa vukuunda ittifak edemezlerse şuhud huzurundaki mehr taayyün ed«. Amma ittifak ettik­leri takdirde mehri misi, lâzun gelir. İkincisi : iki taraf aralarında sırren bir mikdar mehr tesmiyesile akdi nikâh ettikleri halde zahiren ziyade bir mikdar ikrar ederler... Bu surette eğer sırren yaptıkları muvazaada ittifak ederler veya zevç, zi­yadei vakıanın süm'a = bir gösteriş olduğuna şühud ikame eyler ise mehr, akd anında tesmiye ettikleri mikdar olur. Lâkin zevç, şahid ika­me edemediği takdirde zahiren ikrar ettikleri mikdar, mehr olmak üze­re teayyün eder. Şu kadar ki, her iki mehr, cinsen müttehit ise yalnız mehri evvelden fazla olan mikdar, o mehr üzerine ziyade kılınmış olur. Amma cinsleri muhtelif ise zahiren ikrar edilen mehr, evvelki mehr üze­rine kamilen ziyade kılınmış sayılır. Hindiyye, Reddi Muhtar.

«, (Malikîlere göre zevç, zevcesinin mehrini akidden sonra tezyid etse bu ziyade mehre mülhak olur, mehrden bir cüz sayılır. Bu tezyid edilen şeyin mehr cinsinden olması ve onun gibi müeccel veya muaccel bulunması şart değildir. Mezahibi erbaa.)

(Hanbelî fıkhına add-olan «Elmugnî» de deniliyor ki: zevç ile zev­ce, mikdarları mütefavet iki mehr tesmiye etseler, alenen Resmiye ettik­leri mehr, muteber olur. Velev ki nikâhın akdi, sırren tesmiye ettikleri mehr üzerine yapılmış olsun. Fakat kadıya göre nikâh, hangi tesmiye üzerine mün'akid olmuş İBe o tesmiyeye itibar olunur, gerek sırren ve gerek alenen olsun, imamı Âzam ile îmam Mâlik ve îmam Şafiînin ve Evzâinin kavileri de böyledir.

Şayed zevceyn, mehrin meselâ : on bin kuruş Olduğunda ittifak et­mekle beraber bir teceramül ve gösteriz maksadüe nikâhı haricen yirmi bin kuruş üzerine akd edecek olsalar mehr, yirmi bin kuruş olmuş olur. Çünkü bu, sahih bir akde aid sahih bir tesmiyedir. îmam Şafiînip mez­hebi de böyledir.) [56]

 

Mehkde Husule Gelen Ziyade :

 

414 - : Mehrde kabz etmekten evvel - hayvanın semizlenmesi ve arazinin ekilmesi gibi - «ziyadei muttasilei mütevellide» veya - el­bisenin boyanması ve arsa üzerinde bina inşası gibi - «ziyadei muttasilei gayri mütevellide» veya - hayvanın yavrusu ve ağaçların toplanmm meyvaları gibi - «ziyadei münfasilei mütevellide» yahut - hanenin ki­rası gibi - «ziyadei münfasilei gayri mütevellide» husule geldikte na­zar olunur.

Eğer tekarrüb veya vefat vuku bulursa bunların cümlesi zevoeye aid olur. Çünkü bu halde asi mehr, teekküd edeceğinden ona tebean zi­yade de teekküd eder. Ve eğer badez'ziyade henüz tekarrüb vuku bul­madan talâk vaki olursa gerek ziyadei muttasilei mütevellide ve gerek ziyadei münfasilei mütevellide, asi mehr ile beraber tansif edilir. Çünkü bu ziyade asi mehrin cüz'i mesabesindedir.

Ziyadei gayri mütevelüdeye gelince : Eğer muttasile ise mehrin tansifine mani olacağından asi mehr ile beraber zevceye teslim olunur. Çünkü bu ziyade mehrden mütevelUd olmadığı cihetle ne kasden ve ne de tebean mehrden madut değildir. Binaenaleyh tansif olunamıyacagm-dan bidunizziyade asi mehrde tansif olunamaz. Bu halde zevce, yalnız asi mehrin ziyade günündeki kıymetinin yarışım kocasına verir. Zira bu zi­yade sebebile mezkûr günde mehri kabz etmiş olur.

Amma o ziyade* münfasile' ise o da mehrden madud olamıyacağm-dan kamilen zevce ait olub yalnız asi mehr aralarında tansif olunur.

415 - : Zevce, asi mehr ile beraber ziyadei mütevellideyi kabz et­tikten sonra kabled'duhul talâk vaki olsa hem asi mehr, hem de mezkûr ziyade tansif olunur. Çünkü bu ziyade kablel'kabz hadis olduğundan tan­sif hükmü her ikisinde sabit olur.

416 - : Zevce, yalnız asıl mehri kabz edib de ziyade kendi elinde

hadis olduktan sonra kablettekarrüb talâk vaki olsa bakılır : Eğer bu ziyade bir ziyadei gayri mütevellide ise tamamen zevceye ait olub zevç, yalnız asıl mehrin nısfını ahr. Çünkü bu ziyade zevcenin mülkünde hadis olmuş ve mehr kendi zamanında bulunduğundan menfaati' de kendisine ait bulunmuştur. Amma münfasiiei mütevellide ise talâk takdirinde asıl mehrin tanassufuna ve zevce tarafından iftirak vukuu takdirinde meh­rin kamilen zevce rücuuna mani olur. Binaenaleyh zevç, talâk halinde asıl mehrin teslimi günündeki nısıf kıymetini ve iftirak halinde bütün kıymetini ahz eder.

Bu babda ziyadei muttasilei mütevellide dahi münfasilei mütevellide hükmündedir.

Binaenaleyh kablettekarrüb talâk vukuu halinde zevç, yalnız asıl mehrin kabz günündeki nısıf kıymetine müstahik olur. Çünkü bu ziyade zevcenin sahih mülkünde hadis olmuştur. Bu halde mezkûr ziyadenin ta-nassufu müteazziz olduğundan aslın tanassufu da müteaziz olur.

417 - : Tekarrübden evvel talâk vukubylduktan sonra hâsıl oîan ziyade eğer kablel'kabz hâsıl olmuş ise asıl mehr ile beraber tanassuf eder. Amma badel'kabz husule gelmiş ise bakılır : Eğer mehrin yarisile zevcin lehine hüküm olunduktan sonra husule gelmiş ise yine asıl mehr ile tanassuf eder. Çünkü talâk sebebile mehrin nısfı müstahakkün aleyh olduğundan bu istihkak, ziyadeye de sirayet eder. Amma kablclhüküm husule gelmiş ise tanassuf etmeyip zevceye aid olur. Zira zevcenin talâk sebebile nısıf mehrdeki mülkü, fâsid olduğundan mehr onun elinde akdi fâsid ile makbuz olan mebî mesabesindedir. Mebsut, Bedayî, Reddi Muh­tar.

{Mâ#küere göre zevceyn arasında duhulden evvel talâk sebebile firkat vaki olunca mehrde hadis olan ziyade veya noksan, zevç ile zevceye münasefeten aid olur. Aralarında kabled'dühul fesh suretile iftirak hâsıl olsa ziyade de, noksan da zevce aid olur. Bu iftirak duhulden sonra vukutoulduğu takdirde ise ziyade de, noksan da tamamen zevceye ait bulunur. Mezahibi Erbaa.)

(Şafiflere göre mehrde ziyade vücude geldiği ve zevce zevcinden mufarakat ettiği takdirde bakılır Eğer müfarekat, zevcenin verdiği se­bebiyet yüzünden vukua gelmiş ise ziyade herhalde tamamen zevce ait olur. Çünkü bu takdirde mehrin tamamı da zevce aid bulunur. Fakat müfarekat, zevç tarafından talâk veya .saire sebebile vukua gelmiş ise ziyadenin yansı zevce, yarısı da zevceye ait olur. Bu hususta ziyadenin bir ziyadei muttasile olmasile bir ziyadei münfasile olması arasında fark yoktur. Şu kadar var ki, bu mesele, ziyadenin müfarekatten sonra hadis olduğuna göredir. Amma ziyade, müfarekatten evvel hadis olmuş olunca bakılır: Eğer bu, bir ziyadei münfasile ise tamamen zevceye aid olur. Yavru, süt, kazanç gibi, velev ki firkate kendisi sebebiyet vermiş olsun. Ve eğer bu ziyade, hayvanın semizlenmesi gibi bir ziyadei muttasile ise ve firkate de zevç sebebiyet vermiş ise zevç, bu mehrin asıl kıymetinin yansına müstahik olur, ziyade nazara alınmaz. Mezahibi erbaa.)

(Hanbelîlere göre. bir muayyen mehrde husule gelen ziyade, eğer bir ziyadei münfasile ise bu, zevcenin hakkı olur, kabz etmiş bulunsun bu­lunmasın. Çünkü bu ziyade kendi mülkünde husule gelmiştir. Bu muay--yen mehre noksan arız olduktan sonra kableddühul talâk vaki olsa zevç, muhayyer olur, dilerse mehrin yansım ve dilerse kıymetinin yansını alır, hadis olan noksandan dolayı bir ivaza müstahik olmaz. Mezahibi Erbea.) [57]

 

Mehrîn Helak Ve Teayyübü :

 

418  - : Muayyen bir şey, mehr tesmiye edildikten sonra kablet-teslim helak olsa veya bil'ist.ihkak zabt olunsa misiiyattan ise mislile ve kıyemiyyattan ise kıyjnetüe zevce, kocasına rücu eder.

419  - : Mehr tesmiye edilen bir hanenin- yarısına bir    müstahik çıksa zevce, muhayyer olur, dilerse hanenin tamamen    kıymetini ister, dilerse yansını alıp diğer yarısının da kıymetini taleb eder. Amma kab-lettekarrüb talâk vuku bulursa yalnız hanenin baki nısfına    müstahik olur.

420  - : Mehrde hiyan niyet yoktur. Lâkin zevce,  mehrini fahiş aybinden dolayı red edebilir. Şu kadr var ki, mekîlât ve mevzunattan olmadıkça aybi yesîrinden dolayı red edemez. Mekilât ve mevzunattan olduğu takdirde ise, aybı yesîrinden dolayı da reddedebilir.

421  -  : Mehr, akidden sonra zevcin elinde aybı yesîr ile teayyüb etse zevce muhayyer olmaz. Çünkü zevce için afcd zamanında aybı yesî-rin vücudile hiyar sabit olmadığından akdden sonra henüz kabz bulun­madan hudusile de sabit olmaz.

422 - : Zevcin elinde mehrin aybı fahiş ile teayyüb etmesi, şu beş suretin birisile olur.

(1)   : Afeti semaviyye ile olur. Bu surette zevce muhayyerdir, di­lerse mehrin akd günündeki kıymetile   zevcine   müracaat eder.    Çünkü mehrin aynini teslim müteazzir olmuştur. Ve dilerse mehri ayıblı olarak alır. Bu halde noksanım, tazmin ettiremez. Zira zevç üzerine akd ile meh-rin evsafı mazmun olmaz.

(2) : Mehrin kendi fi'lile olur. Bu suret de âfeti semaviyye mesa­besindedir. Çünkü bir şeyin Kendi hakkındaki cinayeti hederdir.

(3) : Zevcin fi'lile olur. Bu surette de zevce muhayyerdir. Şu ka­dar var ki, mehri ihtiyar ederse noksanım kocasına tazmin   ettirebilir. Çünkü kocası, mehrin bir cüzünü itlaf etmiştir.

(4) : Ecnebinin fi'lile olur. Bu surette zevce için hiyar sabit ve o ecnebi üzerine zaman lâzım ve bu zaman kablel'kabz hâsıl olan ziyadei muttasile hükmünü haiz olur. Binaenaleyh zevce, dilerse mehri ihtiyar edib noksanile o ecnebiye rücu eder, dilerse mehrin    kıymetini zevcine tazmin ettirir. Bu takdirde zevç dahi zamanı noksan ile o ecnebiye mü­racaat eder. Amma zevce, mehrini ihtiyar etmekle beraber noksam zev­cine tazmin ettiremez.

(5) : Zevcenin fi'lile olur. Bu surette   zevce,   muhayyer   olmayıp mehrini kabz eder. Çünkü mehrin bir cüz'ünü itlaf   etmekle onu kabz etmiş sayılır.

Mezkûr suretler, zevcenin medhulün biha veya müteveffa anha ol­duğuna nazarandır. Tekarrübden evvel mutallâka olduğu takdirde ise mezkûr hükümler, mehrin yansı hakkında carî olur.

423 - : Mehr, badel'kabz zevcenin elinde teayyüb ettikten sonra kablet'tekarrüb talâk vaki oldukta bakılır: Eğer teayyüb, âfeti semavi­ye ile olursa zevç muhayyerdir, dilerse mehrin kabz edildiği gündeki kıymetinin yansını zevceye Tazmin ettirir. Çünkü mehrin yarısının kabz edilmiş olduğu hal üzere reddi müteazzir olmuştur. Ve dilerse yarısını noksanile beraber alır. Bu halde noksanı tazmin ettiremez. Zira zevce ta­lâktan evvel tam bir mülk ile mehre malik olduğundan kendi mülkünde Vaki olan teayyübden nâşi üzerine zaman lâzım gelmez.

Teayyüb, mehrin veya zevcenin fi'lile hâsil olduğu takdirde de hü­küm böyledir.

Amma teayyüb, ecnebinin fi'lile olursa ecnebi, noksanı zamin ve bu zaman, ziyadei münfasilei mütevellide mesabesinde olduğundan mehrin tanassufuna mani olur. Binaenaleyh bu surette zevç, yalnız mehrin kabz edildiği gündeki kıymetinin yarısile zevceye rücu eder.

Teayyüb, zevcin fi'lile olduğu takdirde de hüküm böyledir. Çünkü zevc,-mehri zevcesine teslim ettikten sonra mehr hakındaki muamelesin­de ecnebi mesabesindedir.

424 - : Mehr, tekarrübden evvel, talâk vukubulduktan sonra zev­cenin elinde teayyüb ettikte bakılır : Eğer âfeti semaviyye ile olursa zevç, mehrin yansım almakla beraber noksanını da zevceye tazmin ettirir. Çünkü mehrin evsafı, zevcenin kabzile mazmun olur.

Teayyüb, mehrin veya zevcenin fi'lile vaki olduğu takdirde de hüküm böyledir. Amma ecnebinin fi'lile olursa üzerine zaman lâzım ve bu za­man bir ziyadei münfasile mesabesinde olduğundan hakkında (423) üncü mesele veçhile hüküm carî olur.

425'- : Tekarrübden evvel talâk vukubuldukta nazar olunur : Eğer mehr zevceye teslim edilmemiş ise mücerred talâk ile yansı zev­cin mülküne avdet eder. Velev, ki mehr, zevç namına başkası tarafından teberru edilmiş olsun. Amma teslim edilmiş ise zevcin mülküne avdet et­mesi, zevcenin rızasına veya hâkimin kazasına tevakkuf eder. Çünkü ta­lâk, zevcenin kabz etmesile hâsıl olan mülkünü iptale kâfi değildir.

Binaenaleyh talâktan sonra rıza veya kaza bulunmaksızın zevcin nısfı mehrde tasarrufu muteber olmaz. Zira henüz mülkü sabit olmamış­tır. Fakat zevcenin tamamı mehrde bey ve hibe gibi bilcümle tasarrufları muteber olur. Çünkü henüz mülkü bakidir. Şu kadar var ki, böyle bir tasarrufda bulunursa asıl mehrin kabz edildiği gündeki kıymetinin yan­sım zevcine zamin olur. Mebsut, Hindiyye, Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.

« (Mâlikîlere göre mehr, duhulden evvel zevç ile zevce arasında müşterektir, zamanına da, gaile gibi zevaidine de iştirak ederler. Binaen­aleyh mehr, hane ve bahçe gibi ihfası mümkün olmıyan bir şey olup da zevo, ile zevceden birinin elinde helak olsa veya noksanlaşsa bu zarar her ikisine ait olur. Artık bu mehr, helak olduktan sonra kableddühul talâk vaki olsa zevce bir gey alamaz. Zevç de bir şey ile zevceye rücu edemez.

Fakat mehr, elbise ve kumaş gibi ihfası mümkün bir şey olduğu hal­de badel'kabz zevcenin elinde*helftk olub da kabled'dühul talâk vaki olsa zevce bu helaki isbata mecbur olur. Isbat edemezse bu mehrin yansını zevcine zamin olur.)

(Şafiîlcrc göre ayn kabilinden olan bir mehr, kablel'kabz zevcin za-mani yed ile değil, zamanı akd ile zamanındadır.

Zamanı yedden murad, bir şeyi helaki takdirinde misliyyattan ise misli ile, kıyemiyyattan ise kıymetile tazmin demektir. Zamanı murad ise bir geyi fıkdanı imlinde mukabili olan şey ile tazmin etmek demektir.. Mehri müsemnıayı mehri imal ne taamın gım. Hinaenaieyn, mehr, kablel'kabz zevcin elinde iken telef olsa bakılır: Eğer atetı semavly ye ile veya zevcin tVüle telef oımua. ise mehri müsemraa, münfesih olup zevceye mehri mislini vermek icab eder. Eğer mehr, reşide olduğu halde zevcenin fi'Üle telef olmug ise hakkını kabz etmiş olur, başka bir şeye müs tahik olmaz. Ve eğer bir ecnebi tarafından telef edilmiş ise zaman bu ecnebiye lazım gelir, zevce de muhayyer olur. Dilerse mehri mislini ko­casından ahr, kocası da telef ettiği mehri ecnebiyi tazmin ettirir ve diler­se telef edilen mehrin bedelim o ecnebiden ister, kocasından bir şey is­teyemez.)

(Hanbelîlere göre muayyen olan bir mehr, zevcenin kabzından ev­vel veya sonra helak olsa zevce namına helak olmuş olur. Çünkü bu meh-re temellük etmiştir, bu kendisinin zamanındadır, zevcinin elinde emanet bulunmuştur. Fakat zevce bu mehrini istediği halde kocası vermekten imtina edib de badehu elinde helak olsa, gâsıb hükmünde bulunacağından bunu kocasının tazmin etmesi icab eder. Şayed, mehr, lâalettayin şu ka­dar buğday gibi gayri muayyen bir şey olur da kabielkâbz helak olursa zevcin namına helak ohnuş sayılır. ElmezahibüTerbaa.) [58]

 

Mehrin  Sobe Edilmesi :

 

426 - : Bir kebîre - akilei baliğe, mehrini zevcine ve bade vefa-tihî varislerine hibe edebilir. Tekarriib bulunmuş oisun olmasın. Bu bab-da evliyasından hiçbirinin itiraza salâhiyeti yoktur.

Binaenaleyh bir kebîre, dirhem ve dinar kabilinden olan, meselâ : on bin kuruştan: ibaret bulunan mehrini badel'kabz zevcine hibe edib de badehu kablettekarrüb ttlâk vukubulsa beş bin kuruş ile zevci kendisine rücu edebilir. Çünkü zevcin hibe tarikile makbuzi olan meblâğ, tekarrüb­den evvel talâk üe müstahik olduğu nısıf mehrin ayni değildir. Zira nü-kud, ukudde taayyün etmez.

Mekîîât ve mevzunat kabilinden olup da zimmete müterettib olan mehrler hakkında dahüküm böyledir.

421 - : Bir kebîre, meselâ : on bin Jmruştan ibaret olan mehrinin yansını kabz ettikten sonra on bin kuruşun tamamını, yani : makbuzu olan beş bin kuruş ile mütebaki beş bin kuruşun mecmuunu yahut yalnız mütebaki beş bin kuruşu zevcine hibe edib de badehu kablet tekarrüb ta­lâk vaki olsa bu suretler de sevceynden hiçbiri diğerine bir şey ile rücu edemes. Çünkü bu suretlerde zevcin müstahik olduğu nısıf mehr kendisi­ne vâsıl olub maksud hâsıl olmuştur.

Mezkûr mehrin tamamını kablel'kabz hibe ettiği surette de hüküm böyledir.

Fakat on bin kuruşun yansından azım Hibe edib de bakisini kabı etmiş olsa zevç, tam nısfa kadar rücua müstahik olur.

428 - : Bir kebîre, uruz gibi tayin ile muteayyen olan mehrinin yansını veya tamamını kocasına hibe edib de badehu tekarrübden evvel talâk vaki olsa zevç, birşeyile kendisine rücu edemez. Gerek kabz bulun-aun ve gerek bulunmasın. Zimmete teallûk eden hayvanat hakkında da hüküm böyledir.

429 - : Bir kebîre, uruz, kabilinden olan mehrinin yansından as-m zevcine hibe ettikten sonra kablettekarrüb tatlik olunsa mezkûr rneh-rin yarısına kadarım kocasına iade etmesi lâzım gelir. Şayet bu mehre fahiş surette ayıb irâs ettikten sonra hibe eylese kabz ettiği gündeki kıymetinin yansile kocası rücua müstahik olur. Çünkü bu takdirde, âde* ta başka bir ayni hibe etmiş sayılır. Fakat aybı yesir, adem mesabesin­dedir.

Kezalik : Mezkûr mehri zevcine satmış, olsa zevci bunun nısıf kıy--metile rücua mâlik olur. Yoksa verdiği semenin nısfüe rücu edemez.

430 - : Zevce, mehrini bir şart Üe zevcine hibe ettikte nazar olu­nur : Eğer şart tahakkuk ederse hibe caiz olur. Amma tahakkuk etmez­se caiz olmayıb mehr, zevcenin mülküne avdet eder.

431 - : Bir kimse, bosamıg olduğu zevcesine «Mehrini bana hibe etmedikçe seni tekrar tezevvüc etmem» demekle kadın kendisini tezev­vüc etmesi şartile mehrini hibe ettiği halde o kimse tezevvücdeii ünüm, eylese mehr, hali üzere zimmetinde kalır, gerek bilahare tezevvüc etsin ve gerek etmesin. Hindiyye.

432  - : Zevç ile zevce, mehrin hibe edildiğinde İhtilâf edib de zev­ce, kendisini bogamamak şartile mehrini hibe ettiğini d&va, zevç dahi bili şart hibe ettiğini iddia eylese söz, zevcenin olur. Her iki de beyyine ika­me etse zevcenin beyyinesi tercih olunur.

433  - : İkrah ile vukubulan hat ve tenzil, ve hibe sahih değildir, Binaenaleyh bir kadın, zevcine darb ile vaki olan tehdidine mebni

mehrini hibe etse bu hibe, sahih olmaz. Fakat ikrahın tahakkuku için zevcin darbe kadir olması şarttır.

Zevç ile zevce, ikrah vukuunda ihtilâf etseler, söz ikrahı iddia ede­nindir. Fakat beyyine ikame edecek olsalar, tav* ve riza beyyinesi tercih olunur.                                                         

434 - : Marazı mevtte vaki olan hibe ve ibra, vasiyet hükmünde­dir. Şu kadar var ki, marizin hibesi, kabletteslîm vahibin vefatile bâtıl olur. Çünkü bu hibe, her ne kadar vasiyet hükmünde ise de nefsel'einr itibarile hibe olduğundan tamam olması, kabza muhtaçtır. Mecmeül'en-hür.

435 - : Bir kadın, mehrini' zevcine hibe veya menlinden   zevcim ibra elikten sonra vefat etmekle varisleri hibe

ve ibranın marazı mevtin­de vukuunu dâva, zevç dahi hali sıhhatinde   olduğunu iddia eylese söz, zevcin olur. Çünkü mehrin lüzumunu münkirdir, j-ıer. iki tarat beyyine ikame etse sıhhat beyyinesi tercih olunur.

436 - : Bir kadın, marazı mevtinde mehrini zevcine hibe edib de bade vefatına varisleri mücîz olsalar hibe, sahih olur. Amma. vefatından sonra müciz olmazlarsa sahih olmaz. Velev ki, kabielvefat icazet vermiş olsunlar, Hindiyye, Bahri Raik, Dürri Muhar, Reddi Muhtar, Ankaravi

(Mâlikîlere göre zevcenin mehrde bey', hibe, ıtk gibi tasarrufları nafizdir.

Binaenaleyh bir reşide, mehri müsemmasının tamamım akdden son­ra henüz kabz ve duhul bulunmadan kocasına hibe etse nafiz olur. Artık duhulden evvel talâk vaki olsa zevç ile zevceden hiçbiri diğerinden mehr namına bir şey istiyemez. Şayet bu hibeden'sonra zevç zevcesine muka-renet etmek isterse kendisine mehrin en az mikdanm vermesi icab eder. Bu mikdar, bir dinarın dörtte biridir veya üç dirhemdir. Fakat bu bîbe kazdan sonra vukubulmuş ise artık zevceye mehr namile bir şey vermek lâzım gelmez.

Reşîde olan bir kadın, mehrini zevcinin gayrisine hibe edince bakılır: löğer bu hibeden sonra, kabled'dühui tatlik edilse zevci kendisine o mehrin yarısüe rücu eder, kendisi de zevcine vereceği nısıf mikdaril mevhubün lehe rücu edebilir, eğer mevhubün leh, kendisine hibe edilen şeyin mehr olduğunu bilmiş ise, şayet bilmemiş ise iendi&in rücu edilemez.)

(Şafiüere göre zevce, mehrini henüz kaba etmemiş ise onda tasarru­fu sahih olmaz. Binaenaleyh bir kadısın ticaret eşyası kabilinden olan veya hayvan veya mekilât veya mevzunat takımından bulunan mehrinde kablel'kabz bey, hibe, rehn, icare gibi tasarrufları nafiz olmaz. Çünkü .mehrine malikiyyeti zaiftir, bunun sukuta ihtimali vardır. Şu kadar var ki, bu mehrinde vasiyyet, vakf gibi tasarruflarda bulunabilir.)

(Hanbelîlere göre bir kadın, gayri muayyen olan mehrinde kable!'-kabz tasarrufda bulunamaz. Muayyen mehrinde ise kabz etmesinden ev­vel de, sonra da tasarrufda bulunabilir, bunda zevcinin tasarrufa hakkı olamaz. Çünkü bu, zevcin elinde emanet demektir.

Bir kadın, mehrini daha kabz etmeden zevcine hibe etse veya zev­cini mehrinden ibra eylese sahih olur. Sonra kabled'dühui talâk vaki olsa zevç, bu mehrin yansı mikdarile zevcesine rücu edebiür. Çünkü zevç,

o mehre hibe yolile müstahik' olmuştur, mehr olarak kendisine verilmiş değildir.

Kezalik .: bir kadın, mehrinin yarısını kocasına hibe edib de duhul­den evyel tatlik olunsa mehrin diğer yarısı da kocasına ait olur. Elmeza-hibül'erbea.) [59]

 

Mehre Dair Kefalet Ve Terhin :

 

437 - : Alel'itlâk mehre ve bedeli mehre kefalet caizdir. Velev ki bedeli mehr, ayan kabilinden olsun. Çünkü binefsiha mazmun olan ayan hakkında kefalet, sahihtir.

Kefil, zevç ile zevceden birinin velîsi, vekili veya resulü olabileceği gibi bir ecnebî de olabilir.

438 - : Mükellef bulunan zevç ile zevcedenbirinin   velîsi, mehre kefil oldukta bakılır: Eğer hali sıhhatte ise kefalet, mutlaka sahih olur. Amma marazı mevtinde ise sahih olmaz. Velev ki, zevcin emrile olsun, Çünkü bu kefaletle varislerine menfaat isalinde   bulunmak kasa etmig olur. Halbuki marîz, bu gibi tasarruflardan mahcurdur. Meğer ki vela­yeti altındaki şahıs, kendisine varis obuasın, o takdirde kefalet, malının sülüsünden muteber olur.

439  - : Mükellef bulunan zevç ile zevceden birinin velîsi veya bir ecnebi, mehre kefil oldulkda zevce muhayyer olüb dilerse metirini kefil­den ve dilerse zevcinden ister alır.

440 - : Zevceynden birinin velîsi veya bir ecnebi mehre kefil ol­dukta bakılır: Eğer kefaleti mekfulün anhin iznile-ise ba'del'eda ona Üi-cu edebilir. Amma iznile değilse - teberru olacağından - rücu edemez.

Meselâ : Öir kimse, mükellef bulunan oğlunun izin ve teklifi olmak­sızın zevcesinin mehrini zamin olsa zevce bu mehri hayatında o kimse­den ve bade vefatihi terikesinden alabilir. Terikesinden aldığı takdirde sair varisler bununla o oğula rücu edemezler.

Vekili binnikâhm mehre kefaleti de bu hükümdedir. Çünkü nikâh ile emr, iltizamı mehr ile emri mutazammm değildir. Mebsut.

441 - : Bir kimse, bir kadını bir şahıs namına hıtbe ve nikâh edip de o şahsın emrile olduğunu bilbeyan mehre kefil olsa nazar olunur : Eğer o şahıs, o kimseyi hıtbe ve nikâh için göndermiş ve mehre kefil ol­masını emr etmiş olduğunu tas4ik ederse nikâh, sahih ve o kimse ehli­yeti haiz ise kefaleti muteber olur. Binaenaleyh mehri eda ettikten eonra o şahsa rücu edebilir. Fakat o şahıs, risaleti itiraf ettiği halde emri in­kâr eylese nikâh* sahih ve kefaleti zevce ile o kimse arasında muteber olursa da şahıs hakkında muteber olmaz. Binaenaleyh bu surette zevcp mehrini yalnız o kimseden ahz eder. O kimse ise badel'eda o şahsa riicu edemez.

443 - : Mehri misle kefil olan, müt'aya da kefil olmuş olmaz. Binaenaleyh müt'a icap ettiği takdirde zevce bunu mehri misle ke­fil olan kimseden talep edemez.

443 - : Alelıtlak mehr mukabilinde terhin caizdir.

Binaenaleyh rehn, mehre müsait olduğu halde zayi olsa mukabilin­de mehr sakıt olur.

Fakat mehri misle mukabil terhin edilen bir şey, müt'a mukabilinde de terhin edilmiş olmaz. Binaenaleyh bu rehnden müt'a istifa edilemez. Bahri Raik, Dürri Muhtar, Hindiyye. [60]

 

Mehrin Kabz Ve Teslimi

 

444 - : Seyyibi baliganın mehrini sarahaten rızası olmadıkça ve­lîlerinden hiçbiri kabz edemez. Fakat bikri baliganın mehri müsenıma-sını  delâleten rızasına mebni - bilâ vekâletin babası    taleb ve kabz edebilir. Bu halde zeve, mehri kain pederine teslim edince borcundan be-rf olur. Meğer ki bu bikr, mehrini kabz etmekten babasını nehy etmiş olsun. O takdirde nehiy, sahih olup zevç, mehri kain pederine teslim et­mekle borcundan berî olmaz.

Mehri kabz etmek hususunda babanın babası da baba hükmündedir. Sair velîlerin ise biîâ izin mehri kabz etmeğe asla salâhiyetleri yoktur.

445  - : Bir kimse, kızının mehrini istifa etmek isteyince mezbu-reyi mahkemeye ihzar etmesi lâzım gelmez.

446  - : Bir kimse, kızının mehrini hâkimin huzurunda kocasından talep ettikte bakılır: Eğer zevç, mehri kabz ile zevcesini kendisine tes­lim etmesini istediği halde o kimse, teslimden imtina veya kızı hanesin­de olmadığını ve teslime muktedir bulunmadığını ifade eylese zevç meh­ri vermeğe mecbur olmaz.

Amma mehri kabz edip de onunla kızını teçhiz ve badehu teslim edeceğini beyan ederse hâkim, mehri vermesini zevce emr eder. Şu ka­dar var ki, zevç mehr mukabilinde kefil vermesini kain pederinden ta­lep edebilir. Binaenaleyh kefil verirse mehri vermesi zevce emr olunur.

Kefaletten sonra kadın, zevcine teslim olunursa kefil, berî olur. Tes­lim olunmazsa zevç, mehr ile kefile müracaat edebilir.

447 - : Bir kimse ile kain pederi arasında mehre dair   husumet, bir beldede tahaddüs ettiği halde zevce başka bir   beldede bulunsa bu zevceyi husumetin cereyan ettiği beldeye getirmkle babası mükellef ol­maz. Belki «Mehri kain pederine teslim et de onunla    beraber giderek zevceni ahz eyle» diye o kimseye emr olunur.

448  - : Bir kimse, kızının mehrini kabz ettikten sonra tekrar zev­cine reddedildiğini iddia eylese bakılır: Eğer kızı bikr ise tasdik olunmaz. Çünkü bunun mehrini kabz etmeğe veiâyeti var ise de redde ve­layeti yoktur. Amma seyyib ise tasdik olunur. Zira bunun mehrini kı-bza salâhiyeti olmadığından zevcin emrile kabz edince nezdinde onun namına emanet olur.. Emin ise emanetini sahibine reddi hususunda tasdik olu-nur. Bahri Raik, Minhetül'hâlik, Hindiyye. [61]

 

Mehri Misli Îcab Eden Haller :

 

449 - : Bir akdi sahih esnasında mehr tesmiye edilmeyip sükût edildiği veya mehr sarahaten nefy edilerek bilâ mehr nikâh akd olun­duğu takdirde badeFakd zevç ile zevceden biri vefat eder veya aralarında tekarrüb ve halveti sahihe bulunur ise mehri misi lârjn gelir.

Mehrin tesmiye edilmemesi, akdin fesadını icab etmez. Çünkü ni­kâh, bir akdi izdivacdır ki, zevceyn ile tamam olur, yani : Onların icab ve kabulile husule geiir. Mehr ise nikâhın rüknü olmadığı cihetle akdi nikâhın inikadı ve sıhhati, mehr tesmiyesine mütevakkıf bulunmaz.

Binaenaleyh mehr tesmiye edilmemesi gayri muteberdir, mehri nefy de lâğvdır. Bu halde zevç vefat ederse zevce, mehri mislini terikesinden alır, zevce vefat ederse mehri mislini varisleri zevcinden mütalebe eder.

Tekarrüb veya halveti sahihadan sonra talâk veya ademi kefaet gibi bir sebeple iftirak vukuu takdirinde de mezkûr mehr, zevcden alınır.

450 - : Akdi sahihte mehrin tesmiyesi fâsil olduğu takdirde de zevç ile zevceden, biri vefat edince veya tekarrüb veya   halveti sahiha vuku bulunca mehri misi, lâzım gelir.

Tesmiyenin fesadı, ya mehrin cinsen meçhul olması veya gayrî mü-tekavvim bulunması veya mehr olmaya salih bir şey mehr tesmiye edil­diği halde mehr olmaya gayri salih bir şeye işaret olunması halinde ta­hakkuk eder. «Şu bir küp sirke» denildiği halde onun hamr zuhur etmesi gibi. Nitekim bunlara yukarıda da işaret olunmuştur.

451 - : Bir kimse, müteehhil değilse: On bin ve müteehhil ise yir­mi bin kuruş mehr üe.bır kadını tezevvüc etse birinci şart, muteberdir. İkinci "şart ile fâsiddir.

Binaenaleyh müteehhil değilse kadının mehri on bin kuruş oîur. Fakat müteehhil ise on bin kuruştan dûn, yirmi bin kuruştan fazla ol­mamak üzere mehri misi, lâzım gelir. Şu kadar var ki, bu kadın, kablet-tekarrüb boşanırsa yalnız on bin kuruşun yarısına müstahik olur.

452 - : Bir kimse, bir kadını beldesinde iskân ederse meselâ on bin, beldesinden çıkarırsa yirmi bin kuruş üzerine tezevvüc etse birinci şart sahih, ikinci san fâsid olur. Binâenaleyh yukarıdaki mesele hükmü bunda da cereyan eder.

453 - : Bir kimse, bir kadım diğer refikasını boşarsa beş bin, bo-

şamazsa on bin kuruş mehr ile tezevvüc etse birinci şart fâsid olur. Çünkti bu surette müneccez ola», ademi talâktır.

Binaenaleyh şart tahakkuk ederse mehri müsemmadan, yani beş bin kuruş noksan olmamak üzere mehri misi, lâzım geür. Amma tahak­kuk etmez ise tesmiye olunan on bin kuruş icab eder. Bahri Raik.

454 - : Bir kadın, kendisini veya ahar bir şahsı alacağından ibra etmek üzere bir kimse ile evlense beraet sabit ve sıehri misi, lâzım olur. - Çünkü bu ibra, mehr değildir, sahih bir nikâh ise mehrden hâii Ola­maz. -

455 - : Nikâh akdinde mehri müsemma ile beraber mal olmayan bir şey, meselâ: On bin kuruş ile beldesinden çıkarmamak şart edildik­ten sonra kablettekarrüb talâk vaki olsa >*inız müsemmanın yarısı lâzım gelip şart sakıt olur. Çünkü tekarrübden evvel talâk ile mehri misi, sa­bit olamayacağından bu halde mehri misle itibar olunamaz. Nitekim müsemma ile beraber bir meçhul şey şart edildiği surette de hüküm böy­ledir.

456 - : Bir kadın, bir mikdar mehr ile tezevvüc edilmekle beraber zevcine bir kat elbise vermesi şart edilse tesmiye olunan mehr, elbise ile o kadının mehri misline taksim olunur. Elbiseye isabet eden, elbisenin bedeli olup mütebakisi de kadının mehri olmuş olur, Hindiyye.

457 - : Bikr olmak üzere bir miktar mehr ile tezevvüc edilen bir kadının hini tekarriibde bikr olmadığı tebeyyün etse de yine tesmiye olu­nan mehrin tamamı lâzım gelir. Çünkü bekâret, düşmek, sıçramak gibi muhtelif sebepler ile zail olabileceğinden kadının hali, salâha hami olu­nur. Fakat birk olmak üzere mehri mislinden ziyade bir mehr tesmiye­mle tezevvüc edilmiş olduğu takdirde ziyade, vacib olmaz. Ankaravî.

458 - : Fâsid bir nikâhda tesmiye edilen mehr ile mehri mils na­zara alınır. Şöyle ki : Akdi fasidde tekarrübden sonra iftirak vukuunda bakılır, eğer akd âmnda mehr tesmiye edilmiş ise bu mehri müsemma ile mehri ,mislden ekalii lâzım gelir. Ve mehr tesmiye    edilmemiş veya meçhul olmak gibi bir sebeple fâsid bulunmuş ise baliğen mâ beleğ meh­ri misi, icab eder. Amma, tekarrübden evvel iftirak veya vefat vuku bu­lursa asla mehr lâzım gelmez, velev ki bilâ mani halvet vuku bulmuş ol­sun. Çünkü fesadı akd, tekarrübün hürmetini müstelzim olduğundan ni­kâhı fâsidde alelıtlak halvetler, tekarrüb makamına kaim olamaz.

Akdi fâsidde iftirak tan evvel defeat ile tekarrüb  vuku bulsa dahi şüphei mülke binaen bir mehr lâzım gelir. Fethül'kadîr.

459 - : Bir kimse, akdi fâsid ile tezevvüc ettiği kadını tekarrüb ve iftirâktan sonra iddeti içinde nikâhı sahih ile tezevvüc etse de bade­hu tekarrüb etmeksizin tatlik eylese ikinci nikâhtan dolayı tam bit mehr lâzım gelir ve müstakil iddet vacib olur. Mecmaun'nehr.

460 - : Bâtıl nikâhlardan dolayı icab edecek   mehrlerde baliğen mâ beleğ birer mehri mislden ibarettir. Bâtıl nikâhların hükmüne müra­caat!...

461 - : Nikâhı sigardan dolayı da mehri misi, lâzım gelir. Meselâ : îki kimse, velayetleri altında1 bulunan kız kardeşlerini bîri

birine mukabil mehr olmak üzere yekdiğerine tezvic etseler nikâh sahih olub mehr olmaya gayri salih bir şey mehr tesmiye edilmesine binaen mehri misi, lâzım gelir.

« (Nikâhı sigar, Şafiflerce fasiddir. Mâlikîlerden bazı zevata göre fâsid, diğer bazı zevata göre de sahihtir. Zahiriyye mezhebine göre ise haram olup ebediyyen feshe mahkûmdur, bununla nafaka, miras, mehr, ıddet gibi nikâh ahkâmı sabit olmaz. Bu nikâha bile bile teşebbüs ederek tekarrübde bulunan zevç veya zevce had cezasına müstahik olur. Ve zevç bunun hürmetine vâkıf bulunmuş ise bu tekarrübile neseb sabit olmaz. Ve iîlâ sabit olur. Btmuhallâ.) [62]

 

Mütatı Îcab Eden Haller :

 

462 - : Akdi sahîh esnasında, mehr tesmiye edilmediği "veya edilip de işbu tesmiye tamamen fâsid olduğu taikdirde tekarrüb ve halveti sa-hihaden evvel talâk vaki olsa mehri mislin yansım    geçmemek üzere müt'a lâzım gelir.

463 - i Müt'ayı verecek kimse, müt'ayı teşkil eden kisve ile bu­nun kıymetini vermek hususunda muhayyerdir. Binaenaleyh bunun kıy­metini vermek isterse zevce kabule mecbur olur. Çünkü kisve mal olmak itibarile vacibdir, yoksa biayniha vacib değildir.

464  - : Mut1 anın tayininde müftabih olan kavle göre zevç ile zev­cenin halleri, yani: derecei servetleri nazarı itibare alınır.

Binaenaleyh iki taraf zengin ise âlâsından, fakir ise ednasmdan, ve muhtelifülhak ise vesatından verilir.

465  - : îki taraf zengin de olsa müt'a, mehri mislin    yansından ziyade ve fakir de olsalar Deş dirhemden noksan olamaz.

466  - : Bilâ mehr nikâh akd edildikten sonra iki taraf, bir miktar mehr tesmiye veya zevcin tesmiyeden imtinaına binaen zevcenin müraca-ti üzerine hâkim, emsaline nazaran mehr farz ve takdir eylese bakılır : Eğer zevç ile zevceden biri vefat eder, veya aralarında tekarrüb vuku-bulursa işbu tesmiye ve takdir edilen mehr, lâzım gelir. Amma kablet-tekarrüb talâk vuku bulursa yalnız müt'a vacib olur. Çünkü badel'&kd tesmiye ve takdir olunan mehr, akd ile vacib olan mehri misli tayin de­mektir. Mehri misi ise tekarrübden evvel talâk vukuu ile tansif olunmaz.

467 - : Müt'anın vücubi, tesmiyenin mevcut veya min küllü'vücuh sahih olmadığı takdirdedir. Amma tesmiye min vechin sahih ve min vec-hin gayri sahih olduğu surette tekarrübden evvel talâk vuku ile müt'a lâzım gelmez, belki sahih olan kısmın yansı lâzım gelir.

Meselâ t On bin kuruş ile lâalettayîn bir şey hediye etmek üzere va­ki olan akidden sonra kalblettefcarrüb talâk vuku bulsa yalnız on bin kuruşun yansı lâzım gelir. Çünkü bir şey hediye olarak verildiği takdir­de mehri müsemıma on bin kuruştan ibaret olacağından müsemma, nün küllü'vücuh fâsid olmuş olmaz.

468 - : Müt'a üç kiBimdır :

(1)  : Vacibdir ki, ıbilâ mehr nikâh olunan kadın için   tekarrübden evvel talâk vukuunda verilen müt'adır. Böyle bir kadına    «Mütevvize»

denir.

(2) : Müstahabdır ki, mehr tesmiye olunsun olunmasın tekarrüb­den sonra tatlik olunan zevce için verilen müt'adır. Zevç,   kendisile bir ülfet ve ünsiyyet âşiyanesi tesis ve kendisinden intifa etmiş olduğu zev­cesini talâka sebebile tenfîr ve tevhiş etmiş olacağından edası cavib olan mehrden başka böyle bir müt'a. itasile hatırım tatyib etmesi müstahsendir.

(3) : Mubahtır ki, mehr tesmiyesile nikâhı akd    edilen bir kadın için kablet'tekarrüb talâk vukuunda verilen müt'adır. Bu, ne vacib ve ne de müstahabdır. Çünkü bu kadın, henüz kendisinden intifa olunmadı­ğı halde mehrin yansına nail olacağından kendisine aynca müt'a veril­mesi iktiza etmez. Bahri Raik, Dürri Muhtar, Mücmaün'nehr, Dürer.

« (Malikîlere göre müt'a, mendubdur. Bunun vacib bir kısmı yok­tur.)

(Şifiîlere göre zevç tarafından vuku bulan her firkatten dolayı mu-tallâkaya müt'a verilmesi vacibdir. Yalnız kendisine mehr tesmiye edilip de tekarrübden evvel tatük edilen zevce bundan müstesnadır, ona müt'a verilmesi vacib değildir.)

(Hanbelîlere göre müt'anm âlâsı bir hadimdir, ednası kendisile ka­dının namaz kuması caiz olacak halde bulunan bir- kisvedir. Şu kadar var ki, bunu zevç dilerse artırır, kadm da dilerse tenkis edebilir.

Müt'a, zevcin yesar ve ı'sanna göre taayyün eder. Şafiiyyenin bir kavli de böyledir. Diğer bir kavle göre müt'a hususunda zevcenin hali muteberdir. Çünkü mehrde zevcenin hali muteber olduğundan onun ma­kamına kaim olan müt'ada da zevcenin haline itibar olunması icab eder. Diğer bir kavle göre herhangi bir mal, mehr olabileceği gibi müt'a da olabilir.)

(Zahiriyyeye göre her mutallâka için müt'a itası vacibdir. Binaen­aleyh zevcesini bir, iki veya üç talâk ile boşayan her sahi», muta vermekle mükelleftir, duhul bulunmuş, mehr tesmiye edilmiş olsun olmasın. Hâkim, müt'a itasına cebr edebilir.

Mut'a zevcenin hakkıdır, vefat ederse vârislerine intikâl eder. Zevç vefat ederse zimmetinde bir borç olup terikesinden istifa olunur.

Müt'a, zevcin haline göre tebeddül eder. Kendisinin ve ailesinin yiye­ceklerinden fazla serveti olan bir şahsın mutallâkasma bir hadim ver­mesi lâzım gelir. Kendisile ailesinin yiyeceklerinden fazla serveti olmadı­ğı takdirde otuz dirhemi irakî vermesi icaib eder. Fakir olan bir şahıs için de yalnız takatine göre bir şey vermesi lâzım gelir, velev ki bir-dir­hem olsun.

Zevcin ric'iyyen mutallâkasma ricat etmesi, bu müt'ayı iskat itmez. ETmuğnı. El'muhailâ,) [63]

 

Mehre Müteallik İhtilaflar, Davaları :

 

469  - : Beynezzevceyn nikâh kaim iken veya talâk vaki olduktan sonra mehri mü sem m anın mıkdarında ihtilâf olunup da zevç, zevcesi mi-silİû kadınlar için mehr olması mütearef olan bir şey iddia ettiği takdir­de söz, maal'yemîn zevcin olur, gerek tekarrüb veya halvet bulunsun ve gerek bulunmasın. Çünkü zevceyn, mehr tesmiye edildiğinde ittifak et­tikleri cihetle mehri misli tahkime lüzum yoktur. Belki ziyadeyi münkir olduğu için söz, zevcindir.

Tekarrübden, halvetten evvel talâk vukuu takdirinde ise zevcin id­dia ettiği mikdar, tansıf olunur.

Mikdannda ihtilâf olunan mehrin nükuddan oimasile mekîlât, mev-zûnat ve mezrûattan zimmete teallûk eder malumülvasf deyn veya bir ayn olması arasında fark yoktur.

Bu mesele, îmam Ebu Yusüfe göredir, tmamı Azama göre zevç ile zevce, mehrin mikdannda ihtilâf edib de hiç biri müddeasım isbat ede­mediği takdirde mehri misi, tahkim olunur, mehri misi, hangi tarafın lehine şehadet ederse söz, maal'yemîn onun olur.

470  - : Zevceyn, mehrin - altın, gümüş, arpa, buğday gibi - cinsinde veya - Türkiye, Mısır altım gibi - nev'inde, yahut- cevdet ve redaet gibi - vasfında ihtilâf eylese bakılır: E£or müsemma. ayn ise söz, zevcindir. Amma deyn ise tesmiyei mehnloki ihtilaf hükmünde olur.

471  - : Zevceyn, uruz vesaire misiliû ayn kabilinden, olan mehrin aslında tesaduk ettikleri halde zevcin elinde helak olduktan sonra kıy­metinde veya vezninde ihtilâf etseler söz. zevcin olur.

472  - : Zevccynden birinin vefatındım sonra varislerile berhayat olan taraf arasında ber vechi muharrer nıolırin aslı veya mikdarı hak­kında ihtilâf tahaddüs etse her ikisinin hayatındaki ahkâm cari olur.

Binaenaleyh ihtilâf, tesmiyei    mehrde ise mehri misi, lâzım   gelir.

Mikdarı mehrden olduğu takdirde berhayat ise söz zevcindir, berhayat değilse varislerindir.

473 - : Zevç ile zevcenin vefatlarından sonra varisleri arasında ihtilâf zuhur ettikte bakılır: Eğer ihtilâf, tesmiyei merhde ise mehri misi ile hükm olunur. Amma mikdarı mehr hakkında ise - mehr olması mütearef olmayan bir şeyi iddia etmedikçe - söz, zevcin varislerinin olup itiraf ettikleri mikdar, İâzım gelir.

474  - : Mehrde ziyade beyyinesi, müreccahdır.

Binaenaleyh zevce, mehrinin meselâ: On bin, zevç ise beş bin ku­ruş olduğunu iddia etse zevcenin beyyinesi tercih olunur.

475  - : Mehrde ibra beyyinesi müreccahdır.

Binaenaleyh zevç, mehrden ibra edildiğini, zevce ise mehrin el'an mevcudiyetini ve bu hususta zevcin İkrarda bulunmuş olduğunu iddia eylese zevcin ikame edeceği ibra beyyinesi tercih olunur.

476 - : Zevç, cihet tayin etmeksizin göndermiş  olduğu nükud ile et'ime ve emtiayı ariyet veya mehre mahsub olarak gönderdiğini dâva, zevce dahi hediye olduğunu iddia eylese yiyilmek için tehiyye edilen şey­ler gibi hediyye olması mütearef olmayan mevadda söz, maalyemîn zev­cindir. Çünkü zevç, mümellik olduğundan   ciheti temlike daha vâkıftır. Fakat her ikisi de beyyine ikame edecek olursa zevcemin beyyinesr ter­cih olunur. Beyyine bulunmadığı takdirde zevç yemin ederse zevce gön­derilen eşyayı mevcut ise red ederek mehrini istiyebilir. Ziyaı takdirin­de ise mehre mahsub edilir.

Amma hediyye olması mütearef olan şeyler hakkında söz, maalye­mîn zevcenindir. Zira bu suretle zahiri hal, zevci mükezzibdir.

477 - : Zevç, zevcesine bazı emtia gönderip zevce veya babası da ıvez olarak zevce bazıeşya ihda, ettikten sonra zevç, gönderdiği emtianın ariyet idiğini biFiddia yemîn eâerek o emtiayı istirdat eylese zevce veya babası da ıvez olarak verdiği hediyyeleri istirdat edebilir, gerek ıvez ol­duğunu sarahaten beyan etiniş olsun ve gerek olmasın.

478 - : Vefat eden zevç ile zevcenin mehr tesmiye etmiş oldukları beyyine ile veya varislerin tesadükile sabit olsa zevcenin varisleri sabit olan mehri zevcin terikesinden tamamen alabilirler. Şu kadar var ki bu hüküm, zevç ile zevcenin bir andaveya zevcin mukaddem vefat ettiği ya­hut bunlardan hangisinin mukaddem vefat eylediği bilinmediği takdir-dedir.Zevce mukaddem vefat ettiği takdirde ise mehrinden zevcine isa­bet edecek mikdar, sakıt olur.

479 - : Bir kimse, marazı mevtinde tezevvüc ettiği takdirde bakı­lır: Eğer1 mehri müsemma, zevcenin mehd-  misline müsavi veya ondan dun ise zevce bu mehri varislerin icazetlerine muhtec olmaksızın terike-sinden alabilir. Amma mehri müsemma, mehri mislinden ziyade ise faz­lası hakkında vasiyet hükmü cereyan eder.

Binaenaleyh zevcin başka varisi bulunmaz veya bulunur da vefatın­dan sonra icazet verirlerse zevce bu fazlayı ahz eder. Amma icazet ver­medikleri takdirde bu fazla bâtıl olur.

480 - : Bir kimse, bir kadını şu kadar   mehr iie tezevvüc ettiğini hali sıhhatinde veya marazı mevtinde ikrar ettikten sonra vefat edip de badehu kadın dahi tasdik eylese butasdiki,   muteber ve kendisi mirasa müstahik olur. Şu kadar var ki ikrar, marazı   mevtte olduğu takdirde mehri müsemma, mehri mİ3İden ziyade ise fazlası bâtıl olur. Meğer ki varisler, icazet versinler. Ankaravî.

481 - : Bir kimse, bir kadını şu kadar mehr ile tezevvüc ettiğini marazı mevtinde ikrar vebadehû inkâr edip kadın da kendisini nikâh hu­susunda tasdik eylese bu tasdiki sahih olur. Gerek hali hayatında ve ge­rek vefatından sonra tasdik etsinmüsavidir. Binaenaleyh bu kadın, meh­ri müsemmayı ahze ve hissei irsiyyesini talebe müstahik olur. Şu kadar var ki varisler, nikâhı inkâr ettikleri   takdirde mehri misli mikdarmdan fazlasını alamaz.

482 - : Mehri misi mikdarı, düyunı sıhhate   müsavidir. Fakat bu mikdardan ziyadesi üzerine düyunı sıhhat, mukaddemdir.

Binaenaleyh terikesi düyuna müstağrak olan bir kimse, maraza mevtinde evlense bakılır: Eğer mehri müsemma, zevcenin mehri misline müsavi ise sair garimler, zevce ile beraber alacakları rüsbetinde bu meh-ri iktisam ederler, velev ki zevceye teslim edilmiş olsun. Amma mehri mislinden ziyade ise fazlasına yalmz düyunı sıhhat ashabı müstahik olur. Ankaravî.

483 - : Bir kadın, marazı mevtinde nefsini mehri mislinden aza tez-vic etse vefatından sonra velîleri o mikdarı mehri misline iblâğ ettire­mezler.

484 - : Bir kadın, kocasında alacak mehri olmadığını marazı mev­tinde ikrar etse bu ikrarı, sahih olmaz. Ankaravî, Hindiyye, Bedayî, Mec maurinehr, Reddi Muhtar.

« (Matökî mezhebine nazaran zevceyn, daha duhul veya talâk veya. mevt ile firak bulunmadan mehrin mikdannda veya sıfatında ihtilâf et­seler, regid-iseler kendilerine, değilseler velîlerinfr yemîn tevcih olunur. Her ikisi de yemîn ederse veya her ikisi de yeminden nükûl eylerse ni­kâh, bir talak ile fesh edilir. Biri yemin edip diğeri nükûl ederse yemin edenin dâvasile hükm olunur.

Bu mesele, iki tarafın beldelerince mutad, mütearef bir mehr iddia

ettikleri takdirdedir. Fakat birinin iddiası, mütearefe benzer olduğu hal­de diğerinin iddiası mütearefe uygun olmasa söz, maalyemîn iddiası mü­tearefe benzer olanıdır. Bu, yeminden nükûl ederse diğeri tahlif olunur, yemin edince lehine hükm olunur, nikâh fesh edilmez.

İki taraf, kabled'dühul mehrin cinsinde veya nev'inde ihtilâf edince de nikâh mutlaka fesh edilir, yemin edip etmemeleri arasında fark yok­tur. Meğer ki birinin sözüne diğeri razı olsun, o takdirde fesh cihetine gidilmez.

Zevceyn, baded'dühul mehrin mikdarında veya sıfatında ihtilâf edip beyyineleri bulunmasa söz, maallyemîn zevcin olur. Yeminden nü­kûl ederse zevce tahlif edilir, onun dâvasile hükm olunur. Zevce de nü­kûl ederse zevcin lehine hükm edilir.

Zevceyn, baded'dühul mehrin cinsinde ihtilâf etseler her ikisine de yemîn tevcih olunur. Biri yemin edip diğeri nükûl ederse yemin edenin lehine hükm olunur. îkisi de yemin eder veya yeminden nükûl eylerse mehri misi, lâzım gelir.

Zevç ile zevce veya bunlardan birile diğerinin varisi veya her ikisi­nin varisleri talâkdan sonra mehrde ihtilâlf etseler bunun hükmü de baded'dühul zevceyny arasındaki ihtilâf hükmü gibidir. Şu kadar var ki bu ihtilâf, talâktan sonra, dühuldan evvel mehrin cinsinde vaki olsa ve iki taraf yemin etse veya yeminden nükûl eylese mehri mislin yarısı vacib olur.)

(Şafiîlere göre zevceyn, veya velüeri veya varisleri mehr tesmiye edilip edilmediğinde veya mehrin mikdannda veya cinsinde veya sıfatın­da veya müeccel olup olmadığında ihtilâf etseler bakılır: Eğer hiçbir ta­rafın beyyinesi yok ise veya beyyineleri olub mütenakız bulunsa iki ta­rafa yemin tevcih olunur. Zevcin tahlifi takdim edilir. Bunlardan biri ye­minden nükûl ederse diğerinin müddeasile hükm olunur.)

(Hanbelüere göre zevç ile zevce veya zevç ile çocuk olan zevcenin velîsi veya her ikisinin varisleri mehrin mikdannda veya ayninde veya cinsinde veya sıfatında ihtilâf etseler bakılır: Eğer iki taraftan birinin beyyinesi var ise ona göre hükm olunur. Beyyineleri yok ise söz, zevcin veya varisinin olur. Çünkü bunlar, münkir mevkiindedirler.

Zevç ile zevce veya zevcenin varisi mehrin kabz edilip edilmediğin­de ihtilâf etseler söz, maâîyemîn mehrin kabzını inkâr eden zevcenin ve­ya varisinin olur.

Mehr tesmiye edilip edilmediğinde ihtilâf vukuunda da hüküm böy­ledir. ElmezahibÜl'erbea.) [64]

 

Cihaza Müteallik Meseleler Ve Dâvaları:

 

485 - : Mehr, menkûhenin malı olup onda dilediği gibi tasarrufa salâhiyeti vardır. Binaenaleyh onunla cihaz yapmaya ne kooası ve ne de ebeveyni tarafından cebr olunamaz. Çünkü zevç ile zevceden her biri müstakilen ehliyeti hukukiyeyi haiz, tam bir tasarruf hürriyetine mâlik­tir, her biri kendi malında keyfe mâ yeşâ tasarrufta bulunabilir. Fakat hiçbiri diğerinin malında rızası munzam olmadıkça haksız yere tasar­rufa salâhiyettar olamaz.

Vakıa zevç ile zevce, birizdivaç rabıtasile birbirine bağlıdır, her biri diğerinin servetinden, refahiyet ve saadet esbabından müstefid ola­bilir. Lâkin bununla beraber birbirinin mallarında bir hukukî müşareke­ti haiz değildir.

işte mehr de zevcenin müstakil bir hakkıdır, bunu istediği cihete sarf edebilir, bununla cihaz eşyası tedarik etmediğinden dolayı zevcine karşı mesul olmaz.

486 - : Zevç, verdiği mehre gayri lâyık bir cihaz ile veya bilâ cihaz zevcesinin zifaf olmasından dolayı bir şey mütalebeye veya tesmiye edi­len mehrin mikdarını tenzile müstahik olamaz. Velev ki çok cihaz emeli-le ziyade mehr tesmiye etmiş olsun. Çünkü nikâhtan maksat, mal değil­dir.

Hattâ bir kimse, kain pederinin: «Şu kadar meblâğ mehri muaccel verirsen kızımı şu kadar cihaz eşyası ile sana veririm» demesine binaen o mikdar mehr verdiği halde kain pederi tezvicden sonra vereceğini söy­lemiş olduğu mikdarda cihaz eşyasını vermese o kimse, o kıza muaccel olarak mehri mislinden ziyade verdiği meblâğı istirdat edemez. Hindiy­ye, Abdurrahim fetvası.

487  - : Bir kimse, rızasile kocaya verdiği büyük kızının mehri mu­accelini kocasından alarak onunla satın aldığı cihaz eşyasını mezbûreye teslim etse kocası*bunu inkâra kıyam edemez. Çünkü bir baba, kızının ci hazım satın almaya örfen ve âdeten mezundur. Kız, cihazın kendi malın­dan satın alındığını gerek bilsin ve gerek bilmesin. Hattâ kız, babasının bu yoldaki teçhizine icazetten imtina edemez. Reddi Muhtar. Ankaravi

488 - : Bir kimse, kendi malından kebire kızı için cihaz namına te-darük ettiği şeyleri mezbûreye teslim etmeden vefat etse sair varisleri bu eşyadan irs hissesi alabilirler. Çünkü bu hibe kabilinden olduğu ci­hetle kabzdan mukaddem tamam olmaz. Fakat bu eşyayı hali sıhhatinde kızına teslim etse bilâhare kendisi, vefatından sonra da sair vârisleri is­tirdada, iktisama kadir olamazlar. Meğer ki bu misillû eşyamn cihaz ola^ rat verilmesi örfi galip olmasın.

Marazı mevtinde teslim ettiği takdirde ise varise temlik olacağın­dan sair varislerin icazetlerine mevkuf olur. Hindiyye, Reddül'muhtar.

489 - : Bir kimsenin sagîre kızı için iştira eylediği eşya, mezbûre-nin malı olur. Gerek sıhhat veya marazı mevt Tıalinde teslim etsin ve ge­rek asla tesüm etmesin. Çünkü şagîre, kendisi için babasının satın almasile o eşyaya kabletteslim malik olur. Hattâ babası, bu eşyanın se­menini eda etmeden vefat etse bayi, terikesine müracaat eder, sair va­risler, bunu sagîrenin hissesine mahsup edemezler. Reddül'muhtar.

490 - : Bir sagîre, babasının ve anasının malından hali sigar ve ki-berinde i'mal ve ihzar ettiği bilcümle cihaz eşyasını anasımn vefatından sonra babası kendisine teslim etse diğer kardeşleri, valideleri cihetinden bu eşyadan irs hissesi istiyemezler. Hindiyye.

491 - : Bir valide, kızına babasının    eşya ve emtiasından alelade bazı şeyleri cihaz olarak teslim ettiği   halde babası, bilerek sükût etse zifafdan sonra bunları istirdad edemez.

Kezalik : Bir valide, kızının cihazına babasının malından mutad veç­hile sarf ettiği halde babası, bilerek sükût eylese bunları muahharan tazmin ettirmeğe kıyam edemez. Hindiyye, Reddi Muhtar.

492 - : Eşrafdan olan bir kimse, kocaya verdiği kızına cihaz na rama verdiği bazı eşyamn ariyet olduğunu bilâhare dâva, kız da hibe ve temizlik olduğunu iddia etse ariyet olduğunu isbat lâzım gelir, iki ta­raf da müddeasını isbat edemediği takdirde söz, kızındır.

Fakat evsatı nasdan olan, yani: O mikdar cihaz verebilecek takım­dan olmıyan bir kimse, bu veçhile ariyet iddiasında bulunduğu halde beyyine ile isbattan izharı acz etse yemimle tasdik olunur.

Babasımn vefatından sonra kız ile sair varisleri arasından veya kı­zın vefatından sonra babasile sair varisler beyninde, yahut her ikisinin vefatlarından sonra vârisleri meyanında bu minval üzere tahaddüs ede­cek ariyet ve temlik iddiası hakkında da mümkün böyledir. Haniyye.

493 - : Teçhiz hususunda valide de peder hükmündedir. Binaenaleyh yukarıdaki meseledeki tafsilât, kendi malından kızım

teçhiz eden valide hakkında da caridir. Tenvir, Ali Efendi ve Abdurra­him fetvaları.

494 - : Bir kimse, kızını ona olan borcundan teçhiz.ettiğini beyan, kız dahi kendi malından teçhiz    edildiğini iddia eylese söz, o kimsenin olur. Hindivye.

495 - : Mehr ve cihaz, zevcenin hakkıdır. Şayet bir kimse, bir ka­dını babasına şu kadar meblâğ hibe etmek üzere tezevvüc etse bu meb­lâğ, mehr olmaz, o kimse de bu hibeye mecbur tutulamaz.

Binaenaleyh kadın, mehri misline müstahik olur. O kimse de mez­kûr meblâğı hibe ve teslim etmiş olursa, vahib olacağından rücua kadir bulunur.                                                                 .

Fakat bir kimse, bir kadım mezbûre namına olarak babasına şu ka­dar meblâğ hibe etmek üzere tezevvüc   eylese bu meblâğ, mehr olmuş olur. Binaenaleyh hibeden sonra daha tekarrüb bulunmadan talâk vaki olsa o kimse, bu meblâğın yansile o kadına rücu edebilir. Çünkü bu tak­dirde vahib, o kadın olmuş, hibe onun tarafından yapılmış olur. Hindiy-ye. (Malikîlere göre mehr ve cihaz, zevcenin mahdır. Vefat ederse vâ­rislerine mevrus olur.

Bir kadın, aldığı mehr ile cihaz tedarikine mecburdur. Şu kadar var ki, bu mecburiyet, şu üç şart ile mukayyetidir

(1) : Zevce, mehrini kableddühul kabz etmiş bulunmalıdır. Kablel-kabz duhul bulunursa cihaz lâzım gelmez. Meğer ki baded'dühul teçhiz, meşrut ve mütearef olsun.

(2) : Cihaz için mehrden başka bir gey tesmiye edilmemiş veya ci­haz için mehrden başka bir şey verilmesi mütearef bulunmamış olma­lıdır. Ve illâ cihazın bu şey ile tedariki lâzım gelir.

(3) : Mehr, ayn = nükud kabilinden olmalıdır. Ticaret eşyası ve­ya mekîlâttan, mevzunattan bir şey  veya hayvan olursa - mutemed olan kavle göre - bunları cihaz için satmak lâzım gelmez. Mezahibi, Er-bea.)

(Hanbelîlere göre de mehr ve cihaz zevceye aiddir. Fakat bir kim­se, kendi kızım kocaya verirken mehrinm tamamen veya kısmen kendi­sine ait olmasını şart koşabilir. Meselâ : On bin kuruş mehrin tamamını veya nısfım kendisine şart kılsa bu on l>in kuruş mehr olmuş olur. Bunu kızınm malından kendisi için ahz etmiş sayılır. §û_ kadar» var ki, o kimse, temellüke ahil olduğu halde bu mehri temellük niyetile kabz etmedikçe buna malik olamaz. Fakat babadan başka velîlerin dermeyan edecekleri böyle bir şarta itibar olunmaz. Tesmiye sahih olup hepsi de zevceye aid bulunur. Keşşafül'kma.)

(Zahiriyyeden îbni Hazm diyor ki: Mehr, tamamen zevcenin hak­kıdır. Zevze, ne mehrinden ve ne de sair mallarından cihaz tedarüküne mecbur değildir, imam Şafiînin kavli de böyledir. înıam Mâlike göre eğer mehr, dirhem ve dînar kabilinden ise zevce, bundan kendisine el­bise ve tezeyyün edecek huliyyat tedarük etmeğe mecburdur. Mehrden borcunu ödeyemez, meğer ki nihayet üç dirhm kadar az bir borç olsun, Mehr, huliyyat kabilinden ise zevcenin bununla zevcine karşı bezenmesi lâzım gelir. Siyab kabilinden ise bunları da kocasının huzurunda giyme­ğe mecbur olur. Fakat mehr, hayvanat, arazi, hane veya taam kabilin­den ise zevce, bunlarda istediği gibi tasarrufta bulunabilir, bunların hak­kında re'yi carî olmaz. Elmuhallâ.) [65]

 

Zevç İle Zevce Arasında Hane Eşyasına Müteallik Davalar :

 

496 - : Zevç ile zevce, aralarında   zevciyyet kaim olsun olmasın, sakin oldukları hane derûnundaki eşyada ihtilâf etseler bakılır:   Eğer bu eşya yalnız zevce veyahut her ikisine, salih = elverişli ise zevcenin beyyinesi tercih olunur. Çünkü zahiri hal, kendisini mükezzibdir. Her iki si de beyyineden âciz kaldıkları takdirde söz, maalyemîn zevcindir. Zira zahiri hal, lehine şahiddir.

Amma yalnız kadınlara salih ise zevcenin beyyinesi müreccahtır. İkisi de beyyine ikamesinden izharı acz ettikleri takdirde söz, maalye-min zevcenindir. Meğer ki zevceynden biri, diğerine salih olan eşyanın samı veya bayii bulunsun. O halde söz, mutlaka maalyemîn onundur.

Hane, gerek zevcin ve gerek zevcenin mülkü olsun, aralarında fark yoktur. Haniyye, Hindiyye, Mecelle.

497 - ; Zevç ile zevceden biri vefat ettikten sonra   varislerile ber-hayat bulunan taraf arasında bu veçhile ihtilâlf zuhur ettiği surette vâ­risler, müverrislerinin makamına kaim olur. Şu kadar var ki, iki taraf, muharrer minval üzere müddealarını ispattan izharı aciz ettikleri tak­dirde ikisine de salih olan eşya hakkında söz, maalyemîn hayatta olanın­dır. Çünkü bunun vaz'ı yedi, varisin vaz'ı yedinden mukaddemdir. Sabkı yed ise tercih sebeplerdendir.

Zevceynin ikisi de vefat etmiş oldukları takdirde her ikisine elveriş­li şeylerde söz, maalyemîn zevcin varislerinindir. Mebsut, Mecelle.

498 - : Bir kimse ile zevceleri arasında sakin oldukları hane için­deki eşyada ihtilâf zuhur ettikte nazar olunur: Eğer zevceler bir odada ikamet etmekte iseler kadınlara salih olan eşya hakkında söz, kendile­rinin olup bu eşyaya alesseviyye müstahik olurlar. Amma her biri müs-takillen bir odada ikamet etmekte ise her kadının odasındaki eşya hak­kındaki ihtilâf, kendisile zevci arasında sabık mesele veçhile hallolunur. Bu eşyaya diğer kadınlar, bilâ beyyine müşari olamazlar. Çünkü bunlar­dan birinin odasındaki eşyaya, diğerleri     vaziatül'yed  değildirler. Ha-niyye.

499 - : Bir kadın, bir mataı kocasından   satın aldığını iddia etse beyyine ile isbat etmesi lâzım gelir. îsbat edemezse o mata, kocasının olur. Haniyye.

500 - : Zevç ile zevce, içinde oturdukları hanede ihtilâf ederek her biri, kendi mülkü olduğunu iddia eylese söz, zevcin olup zevcenin beyyi­nesi tercih olunur. Çünkü zevce manen haricdir. Haniyye.

501 - : Zevç, hali marazında zevcesini tatlik ve badehu vefat edip de her ikisine salih eşya hakkında varislerile zevcesi arasında ihtilâf ta-hadüs eylese bakılır  : Eğer iddetin inkızasmdan sonra vefat etmiş ise

söz, varislerindir. Çünkü bu halde zevce, ecnebî olmuş ve vaz'ı yedi kal­mamıştır. Amma iddetin inkızasından evvel vefat etmiş ise, söz zevce­nindir. Zira bu suretle zevce, varis olacağından ecnebî sayılmaz. Haniy-,

502 - : Zevcin varisleri, zevcin hali sıhhatinde zevcesini üç talâk ile boşamış olduğunu bil'iddia her ikisine saüh olan eşyayı almak iste­dikte bakılır: Eğer zece, zevcinin kendisin faoşamış olduğunu bilmedi­ğine yemin ederse eşya hakkında söz, zevcenin olur. Amma yeminden nükul eder veya varisler beyyine ile tnüddealarını isbat eylerse söz, onla rın olur. Mebsut.Haniyye.

503 - : Zevç ile zevcenin mesaîleri neticesi olarak hâsıl olan mal, ne  kadar çok olursa olsun zevcindir. Çünkü kadın, zevcinin İyalinde, idaresinde bulunduğundan ona muavenet etmiş'olur. Amma zevce, müstakillen kendi namına kazancda bulunursa mesaîsinin mahsulü kendisi­ne ait olur. Ali Efendi fetevası. [66]

 

Nikaha Müteallik Davalar

 

504  - : Nikâh hakkındaki bir iddia, ya ikrar veya beyyine ile sa­bit olur.

Nikâhta ikrar, nikâhın hâlen veya sabıkan mevcut olduğunu iddia ve itiraf etmekten ibarettir. Nikâh da beyyine de nikâhın halen veya sa­bıkan mevcut bulunmuş olduğuna dair ikame edilen şahadet demektir.

Aşağıdaki meseleler : Bu iki esasa müsteniddir.

505 - : .Mükellef olan bir erkek ile bir kadın,    hâkimin huzurnda nikâh üzerine ittifak eder, yani : Biri birinin zevç ve zevcesi olduğunu ik­rar ve itirafda bulunursa hâkim, onunla hükm eder. Reddi Muhtar.

506 - : Bir erkek, bir kadına hitaben: «Ben seni dünkü gün te-zevvüc etmedim mi?» deyip kadın da «Evet» dese bu, ikrar mahiyetinde olarak bununla nikâh vukuu itiraf edilmiş olur.

507  - : Talâk, hulû, zihar, îlâ taleb ve iddiasında bulunmak, nikâhı ikrar demektir.

Meselâ: Bir kadın, bir erkeğe hitaben «Beni tatlik et» dese veya bir erkek, bir kadına hitaben «Ben senin hakkında îlâda bulunmuşum» dese nikâhı ikrar etmiş olur.

Kezalİk: Bir kadın bir erkeğe: «Ben senin zevcenim» diye iddia, erkek de ona cevaben «Sen boşsun» dese nikâhı ikrar etmiş, kadın da mutallâka bulunmuş olur.

508  - : Bir kimse, bir kadını şu kadar mehr mukabilinde tezev-vüç etmiş olduğunu hali sıhhatinde veya marazı mevtinde ikrar, bade­hu inkâr edip kadın da bu ikrarı mukırrin   hayatında veya vefatından sonra tasdik eylese aralarında nikâh sabit, mehre ve mirasa istihkak hâsıl olur. Şu kadar var ki ikrar, marazı mevte müsadif olub da söyleni­len mehr, mehri misilden zaid bulunursa fazla mikdarı lâzım gelmez. Tercihi Beyyinat.

509 - : Bir kadın, hali sıhhatinde veya marazı mevtinde bir kimse­nin zevcesi olduğunu ikrar, badehu inkâr edip o kimse de bu kadının bu ikrarını hali hayatında tasdik etmiş bulunsa nikâh sabit olur. Fakat ve­fatından sonra tasdik ederse nikâh sabit olmaz. Bu, îmamı Azama göre­dir, îmameyne göne sabit olur

510 - : Bir kadın, nikâhını iddia eden şahsı tekzib edip de bade ve-fatihi mirasını dâva eylese mirasa müstahik olur. Fakat bir erkek, irien-kûhesi olduğunu iddia eden kadım tekzib edib de bade vefatihâ nikâhını bil'iddia miras talebinde bulunsa dâvası makbul olmaz. Çünkü kadının vefatile iddet lâzım gelmiyeceğınden nikâh, münkati olur. Tekmilei İbni Âbidin.

511 - : Bir kadın, nikâhını iddia eden iki şahıstan birile dünkü gün evlendiğini ve badehu diğerile bir senedenberi evli olduğunu ikrar eylese evvelki ikrar ettiği şahsın zevcesi olduğuna hükm olunur. «Her ikisiyle de evlendim, sununla dünkü gün, berikiyle de bir seneden beri» diye ikrar ettiği surette de hüküm böyledir.

Bu kadının ikrarına şahadet vuku takdirinde dahi herhangi şahsın nikâhını mukaddem ikrar ettiği şahidlerden sorularak hangisinin nikâ­hını evvelce ikrar ile söze başlamış ise onun menkuhesi .olduğuna hükm edilir. Haniyye.

512  - : Nikâhta istihlâf carîdir.

Binaenaleyh iki taraftan.biri, nikâhı iddia ettiği halde isbat ede-mese münkir olan taraf, tahlif olunur. Çünkü nikâh şahadet ile sabit olan haklardan olduğu cihetle kendisinde istihlâf cereyan eder.

Kezalik: Nikâhı ikrar dâvasında da istihlâf caridir. Bahri Raik. Dürer.

513 - : Bir kadın zevcinin nikâhını bil'inkâr başkasile izdivaç et­tiği  halde zevç, şahidlerinin vefatına binaen nikâhı beyyine ile isbat-tan izharı acz eylese bu kadını istüılâfda bulunamaz. Çünkü bu hususta mezburenin ikrarı, ikinci zevç aleyhine muteber olamayacağından ye­minden nükulü de muteber olamaz. Belki ikinci zevç tahlif olunur. Ye­min ederse husumet, münkati olur. Nükûl ederse birinci nikâhı ikrar et­miş olur. Bu halde yemin kadına teveccüh eder. Yemin ederse birinci ni­kâh  sabit  olmaz, amma nükûl ederse nikâh sabit olup birinci zevcin menkuhesi olduğuna hükm olunur. Haniyye.

514  - : Nikâhı inkâr, fesh ve talâkdan madud değildir. Binaenaleyh bir kadın, bir kimsenin mankûhesi olduğunu iddia edib o kimsede bü'inkâr mücered nikâh hakkında tahlif olunsa bu kadın, baş kasile izdivaç edemez. Çünkü bu iddiasında sadık olunca nikâhı müddea-leyhin inkârile bâtıl olmaz, Bu halde o kimsenin «Bu benim zevcem de­ğildir, eğer zevcem ise bainen boş olsun» diye tahlif edilmesi veya hâkim tarafından «Beyninizi tefrik ettim» diye hükm olunması lâzımdır. Bahri Raik, Tekmile.

515  - : Istinkâh, nikâhı dâvaya manidir.

Binaenaleyh bir kimse, bir kadının nikâhına talib olduktan sonra «Bu kadın, benim menkuhemdır» diye davaya kalkıgsa tenakuz vukuuna mebni dâvası mesmu olmaz. Gurer.

516 - : Bir kimse, kendi menkûhesi olduğunu ikrar etsin diye bir kadınla müsalehada bulunsa sulh caiz, mal vacib ve bu muamele bidaye-ten akdi nikâhdan madud ve binaenaleyh şahidlerin huzuruna muhtaç olur. Bahri Raik.

517  - : Bir kimse, bir kadının nikâhım inkâr ettikden sonra iddia­da bulunsa ikame edeceği nikâh beyyinesi kabul olunur. Çünkü nikâh, red ile merdud olmaz. Dürri Muhtar, Tekmile.

518 - : Bir kimse, menkûhesi ©lduğunu bil'iddia  mehrini mütale? bede bulunan bir kadını tekzib ederek aralarında nikâh olmadığını beyan etikten sonra mezbûdenin müddeasını isbat etmesi üzerine nıehri muka­bilinde muhalea olmuş olduklarını iddia eylese beyyinesi makbul olur. Çünkü nefyi halden, nefyi mâzî lâzım gelmeyeceğinüen.iki ifadesi ara­sında tenakuz bulunmuş olmaz.

519 - : Bir kimse, zatüzzevc olmıyan bir kadının nikâhını dâvadan sonra inkârına mükarin sulh olsa mühalea kabilinden olarak bu sulh, sahih olur. Şu kadar var ki, g kimse bu dâvasında sadık değilse bedeli sulh, kendisine tîyb olmaz.

Fakat kadın, zatüzzevc olduğu takdirde sulh sahih, iddet vacib ve zevcile tecdidi nikâh etmeleri lâzım olmaz.

Nitekim nikâhı iddia eden kadın olduğu takdirde de yapacağı sulh, sahih olmaz. Çünkü kadının bu davasını terk etmesi, firkat sayılırsa kendi canibinden vaki olmuş olacağından ivaza müstahik olmaz, firkat sayılmazsa zû'muna binaen nikâhı baki ve dâvası alâ hâlihâ kaim olaca­ğından ivaza tekabül edecek bir şey bulunmaz. Dürri' Muhtar tekmilesi, Dürer.

520 - : Bir bikri baliğa, velîsi tarafından kocaya verildikten sonra zevç «Haberi nikâh sana vasıl olduğunda sükût ettin» diye dâva, raez-bure de «Reddettim» diye iddia eyîese tav'an tekarrüb bulunmamış ise söz, maalyemîn mezbûrenin olur. Çünkü zevcin iddia ettiği cevazı akdi münkirdir. Her ikisi de beyyine ikame edecek olsa mezbûrenin beyyinesi tercih olunur. Zira bunun beyyinesi, sükût üzerine ziyade olan reddi müsbitdir.

Amma bikri baliğa, «Nikâhı reddettim» diye dâva, zevç dahi «Ha­yır icazet vermiştin» diye iddia eylese bu takdirde zevcin beyyinesi ter­cih olunur. Çünkü ziyadeyi, yani : lüzumu akdi müsbitdir. Bu babda mezbûrenin sükût ettiğine dair velîsinin ikrarı, sahih olmaz. Bedayi, Dü­rer, Reddi muhtar,

521 - : Bir kadın, velisi' tarafından iznile tezvic edildiğini dâva, zevcin varisleri de inkâr eyîese söz, kadının olur.    Çünkü bir müslimin, yani: velinin nafiz olmayacak bir akde kıyam etmemesi asıldır.

Amma izni olmaksızın tezvic edildiğini itiraf etmekle beraber indel'-ittüa nikâha razı olmuş olduğunu iddia eylese söz, varislerin olur. Bi­naenaleyh, bu takdirde müteveffaya vâris olamaz. Şu kadar var ki, iddia­sı nefsül'emre muvafık ise kendisine diyaneten iddet lâzım gelir, ve id-dia-i vaknna binâen iddetin inkızasmdan evvel başkasile izdivacına mü­manaat olunur. Reddi Muhtar.

522 - : Bir kadın, kendisi baliğ olduğu   halde rızası alınmaksızın babası tarafından tezvic edilmiş olduğunu iddia, zevç ise bulûğ iddiası­nı inkâr eylese kadının beyyinesi tercih .olunur.

523 - : Bir kadın, baliğe olduğunu bil'beyan babası tarafından ya­pılan nikâhı red ettiğini, babası da gayri baliğe iken nikâh edildiğini id­dia etse kadının beyyinesi tercih olunur.

524 - : Bir kimse, bir kadın hakkında zevciyyet   beyyinesi ikame, kadın da başka bir şahsın zevcesi olduğuna dair beyyine ikame edecek olsa, o kimsenin beyyinesi tercih olunur. Meğer ki o şahıs zevciyyet id­diasında bulunsun. O takdirde kadının beyyinesi müreccah olur.

525  - Bir kimse, bir kadının nikâhım bil'iddia   beyyine ikame et­mekle kadın da o kimsenin inkârına mükarin kendi hemşiresile müteeh-hil bulunduğuna dair beyyine ikame edecek olsa hâkim, müddeaaleyha-mn nikâhına hükm eder, garibenin nikâhına hükm etmez. Şu kadar var ki hâkim, o kimseye hitaben «Seninle bu kadının hemşiresi arasında ni­kâh var mıdır?. Onunla aranızda firkat vaki olmuş mudur?..» diye so-O kimse de «Hayır aramızda firkat vaki olmamıştır» derse müddealeyha ile olan nikâhlarını iptal eder. Fakat «Ben onu boşamıştım, iddetinin ni­hayet bulduğunu da bana    söylemişti» diye müddeaaleyhanın inkârına rağmen müdafaada bulunsa müddeaaleyhanın nikâhına hükm edilir. Bi­lâhare hemşiresi hazır olup da nikâhı itiraf, talâkı inkâr eylese o kimse­nin talâkı ikrar ettiği andan itibaren mutallâka olmuş olur. Sair. meha-rim hakkında da hüküm böyledir.

526 - Bir kimse, bir kadın hakkında «Bu benim zevcenidir, benden evvel fülân şahsın zevcesi idi, bunu boşadı, iddeti nihayet bulduktan son­ra ben aldım» diye iddia, kadın da «Hayır beni o şahıs boğamadı» diye in­kâr etse söz, o kimsenin olur, kadının sözü kabul edilmez. Hatta o şahıs gelip bu kadının tasdikine mükarirı zevciyyet iddiasında bulunsa dahi söz, yine o kimsenindir. Diğer tarafın iddiasını beyyine ile isbat etmesi lâzım gelir.

527  - Yevmi kati, tahtı hükme dahil olduğu halde yevmi mevt da­hil olmaz.

Binaenaleyh bir müteveffanın kati edildiği gün, vârisleri tarafından beyine ile isbat edildikten sonra, bir kadın, muahhar bir tarih beyanile bu müteveffanın menkûhesi olduğunu isbat etmek istese beyyinesi mes-mu olmaz. Fakat vârisler, müverrislerinin vefatı gününü beyyine ile is­bat ettikden sonra bir kadın, muahhar bir tarih beyanile nikâh iddiasın­da bulunsa beyyinesi kabul ve nikâhının sübutüne hükm olunabilir. Yevmi nikâh,, da tahtı kazaya dahil olur. Tekmile.

528 - iki kimse, bir müteveffatm nikâhını dâva ve bilâ tarih bey­yine ikame ettikte aralarında nikâhın vukuile hükm olunur. Çünkü bu suretle vuku bulan dâvadan maksad, miras ve sübutu nesebdir. Bunla­rın ise iki gahısdan sübutı mümkündür.

Binaenaleyh tekarrüb vuku bulmuş olsun olmasın her ikisi üzerine birer nısıf mehr lâzım ve her ikisi bir zevç mirasına nail ve çocuk bu­lunduğu takdirde nesebi her ikisinden sabit olur. Hattâ bilâhare bu ço­cuk vefat etse her iki müddeî bir baba mirasına nail ve bunlar vefat eylese çocuk her birinden kamilen bir oğul mirasına müstahik olur - Çünkü iki beyyineden birini diğerine tercihe medar yoktur.

Davacılardan yalnız biri tarih beyan ettiği veya her ikisinin beyan et­tikleri tarih, müsavi bulunduğu takdirde de hüküm böyledir. Bu suret­te ikrar ile vaz'ı yed, tercihe medar değildir.

Fakat iki müddîden birinin beyan ettiği tarih, mukaddem olursa o-mın' beyinesi tercih olunur. Tekmile.

529 - Nikahda fesad beyyinesi, sıhhat beyyinesi üzerine müreccah-dır. Çünkü hilafı zahirdir. Bu halde söz, sıhhati iddia eden tarafın olur.

Meselâ : Zevç ile zevceden biri nikâhın şahidler huzurunda akd edil­diğini iddia ettiği halde diğeri inkâr eylese"söz, şahidlerin mevcudiyetini iddia edenin olur.

Kezalik : Vekil, nikâh zamanında şühudun bulunduğunu iddia, mü­vekkili ise inkâr eylese söz, vekilin olur. Şu kadar var ki, müvekkilin in­kârına mebnî hürmet, sabit ve zevcesile beyinlerini tefrik lâzım olur Çünkü bu inkâr, hürmetin sübutunu ikrardır.

Birinci surette münkir, zevç olunca hüküm yine böyledir. Haniyye, Hebsut.

530 - İki müddeîden birinin akde, diğerinin • ikrarı akde mütedair ikame ettiği beyyinelerden hiçbiri diğerine mürecceh değildir. Fakat bu iki beyyinenin tehatüründen - sukutundan sonra müddeîlerden biri, ka dinin kendi menkûhesi bulunduğunu badet'tehatür   ikrar etmiş olduğu­nu beyyine ile isbat ederse onun nikâhile hükm olunur. Bahri Raik.

531 - İki kimse, bir kadının nikâhını dâva ettikde alettertib aşağı­daki suretler veçhile beyyinleri tercih ve nikâh ile hükm olunur  :

(1) : İki müddeîden her biri beyyine ikame ettikde hangisinin beyan ettiği tarih, mukaddem ise onun beyyinesi tercih olunur. Velev ki kadın, diğerinin nezdinde bulunsun. Çünkü tarihin mesbukiyeti, sarahat kabi­linden olup delâlet naesâfcesinde bulunan vaz'ı yede fâikdir.

(2) : Müddeîler, tarih beyan etmeksizin beyyine ikame ettikde ka­dın, hangisinin yanında ise onun beyyinesi tercih olunur. Velev ki diğe-rile aralarında, tekarrüb vuku bulmuş olsun. Zira vaz'ı yed, akdin vücu-düne delildir.

Yalnız biri tarih beyan ettiği veya beyan ettikleri tarih, müsavi ol­duğu surette de hüküm böyledir.

(3) : Davacılar, bilâ tarih beyyine ikame ettikde kadın ile hangisi­nin arasında tekarrüb vuku bulmuş ise. onun beyinesi tercih olunur. Ve­lev ki bu kadın diğerini tasdik etsin. Çünkü iki tarafın hah salâha hami olunarak tekarrüb, akdin mosbukiyyetine delil sayılır.

Yalnız biri tarih beyan ettiği veya beyan ettikleri tarih, müsavi bu­lunduğu surette de hüküm böyledir.

(4) : Miiddeîler,bilâ tarih beyyine ikame ettikde kadın, hangisini tasdik  eder veya  tasdik etmiş olduğu beyyine ile tahakkuk eyler ise onun menkûhesi olur. Çünkü beyineleri müsavi olduğundan sakit olub iki tarafın tesadlikuna binaen hükm olunur.

Yalnız biri tarih beyan ettiği veya beyan ettikleri müsavi oîdğu su­rette de hüküm böyledir.

Yalnız biri tarih beyan ettiği veya beyan ettikleri tarihler müsavi olduğu surette de hüküm böyledir.

(5) : İki davacıdan her biri beyyine ikame edib de yalnız birisi ta­rih beyan etse onun beyyinesi tercih olunur. Meğer ki sabık suretler veç­hile başka bir medarı tercih bulunsun, Kadının diğer taraf nezdinde bu­lunması gibi.

(6)  : Müddetlerden hiçbiri beyyine ikame etmediği halde kadın, bi­rini tasdik etse onun menkûhesi olur. Çünkü iki tarafın tesadükile nikâh sabit olur. Fakat bilâhare.diğeri beyyine ikame ederse onun menkuhesi olduğuna hükm olunur. Çünkü beyyine, bir hücceti müteaddiyc oldu­ğundan bir hüceti kasıra olan ikrardan evlâdır.

(7) : İki müddeîden yalnız biri beyyine ikame etmekle onun zevce­si olduğuna hükm edilse artık diğerinin bilâhare ikame edeceği beyyine ile hükm olunamaz.  Zira evvelki beyyine hükmün inzimamile teekküd etmiş olur. Meğer ki muahharan beyyine ikame eden tarafın beyan et-tîği tarih, mukaddem olsun.

(8) : iki müdeîden her biri tarih beyan etmeksizin birlikde beyyine ikame edip de sabık suretler veçhile tercihe medar bir şey bulunmasa her ikisinin beyyinesi sakit olur. Çünkü nikâh, iştiraki kabul etmediğinden iki zevcin bir zevcede içtimai, müteazzirdir. Binaenaleyh, hâkim tarafın­dan araları tefrik olunur. Şayed her ikisi de tekaçrüb etmiş ise üzerleri­ne birer nısıf mehr lâzım gelir. Fakat tekarrüb etmemiş oldukları takdir­de hiçbirine bir şey lâzım gelmez.

Her iki davacının beyan ettiği akd tarihi müsavi olduğu surette de hüküm böyledir. Tekmile, Cevhere, Tercihi Beyyinat. [67]

 

Nikâha Daik Şahadetler 

 

532  - Nikâhı isbat hususunda nisabı şahadet, adi olmak üzere iki erkek veya bir erkekle iki kadındır. Küdurî.

533  - Nikâhı İddia eden şahsın lehine usul ve füruunun şahadet­leri kabul olunmazsa da aleyhine kabul olunur.

Meselâ : Nikâhı iddia eden erkeğin oğlu, akdi nikâha .dair şahadet­te bulunsa şahadeti kabul olunmaz. Fakat nikâhı inkâr eden kadının oğ­lu, nikâhın vukuuna şahadette bulunsa kabul olunur. Bedayî.

534  - Nikâha vekîl olan kimse, vekâletini zikr etmeksizin nikâha şahadet etse şaahdeti sahih olur. Netice.

535 - Bir kimse, bir erkek ile bir kadının bir menzilde sakin ve işi ezvac ile müteayyiş, yani  karı ile koca arasındaki yaşayış ve inbisat veçhile müteayyiş ve münbasit olduklarına muttali olsa nikâhlarına şa­hadeti caiz olur. Haniyye.

536  - Nikâhda icaba şahadet, kabule şahadeti mutazammındır.

Binaenaleyh şahidler, yalnız bir tarafın icabına, meselâ : Fülân kim­senin kızını tezvic ettiğine şahadet edib de diğer tarafın kabul ettiğini beyan etmeseler şahadetleri kabul olunur. Dürer.

537 - İki gahidden biri nikâha, diğeri tezvice şahadet etse şahadet­leri kabul olunur. Çünkü bu iki lâfız, mânaca müttehiddir.

Kezalik: Şahidlerden biri «Müddeaaleyha müddeînin zevcesidir» de­diği halde diğeri «zevcesi idi» diye şahadet etse veya bu suretle kadının ikrarına şahadet eyleseler şahadetleri makbul olur. Dürer, Şürünbülâîî.

538 - Müdeî, tezevvüc ettiğini iddia etmeksizin «müddeaaleyha be­nim menkûhemdir» diye dâva ettiği halde şahidler, tezevüc ettiğine şa­hadet etseler ve bilâkis müddeî, tezevüc ettiği halde şahidler menkûhesi-dir» diye şahadette bulunsalar şahadetleri makbul olur. Çünkü nikâh kadının zevce elması için muayyen bir sebeb olduğundan bunun zikriîe terki müsavidir. Ankaravî.

539 - Müddei, «Şu kadar mehr ile tezevvüc ettiğim cihetle müd­deaaleyha benim menkûhemdir» diye dâva ettiği halde şahidleri yalnız menkuhesi olduğuna şahadet edib o kadar mehr ile tezevvüc ettiğini zikr etmeseler şahadetleri makbul olup mehr-i misi, lâzım gelir. Şu kadar var ki mehri misi, müddeinin beyan ettiği mehri müsemmadan zaid olur­sa fazlası ile hükm olunamaz. Tekmile.

540 - Nikâha şahadet edenler, mehrin    mikdarmda ihtilâf etseler dahi şahadetleri makbul ve mehrin ekalli lâzım olur. Davacı; ister zevç, ister zevce olsun ve davacı gerek ekseri ve gerek ekalli iddia etsin.

Meselâ : On bin kuruş mehr ile nikâh akd edilmiş olduğu iddia edü-diği halde şahidlerden biri on bin, diğeri on beş bin kuruş mehr ile akdi . nikâha şaahdet etse ön bin kuruş mehr ile nikâh sabit olur. Çünkü her iki şkhid, on bin kuruşda muttefikdirler. Nikâhda mal, tabi olduğundan hükmi aslîyi tağyir edemez. Ve davacı ekalli iddia etmesîle şahidlerini tekzib etmiş sayılmaz. Zîra caizdir ki, asıl mehri müsemma, ekalden ibaret iken sonra mikdarı arttırılmıştır. Dürer, Şürünbülâlî.

541 - Müddeî, tarih beyan etmeksizin nikâh dâvasında bulunduğu halde şahidler, bilâ tarih edai şahadette bulunsalar    şahadetleri kabul olunur. Fakat müddeî, tarih beyan etmediği halde şahidler beyan ederek, meselâ: «Müddeî, müddeaaleyhayı fülân tarihde tezevvüc etti» diye ifa­yı şahadette bulunsalar şahadetleri kabul olunmaz.  Çünkü bu surette şahidler, ziyadeye şahadet etmiş olacaklarından müddeî, kendilerini tek­zib etmiş olur. Ankaravî.

542 - Müddeî, müddeaaleyhayı velîsinin tezvic ettiğini dâva ettiği halde ikame eylediği şahidlerden biri, mezbûrenin nefsini bizzat tezvic ettiğine, diğeri de velîsi tarafından tezvic edildiğine şahadet etse tenaku­za binaen şahadetleri kabul olunmaz. Fakat müddeî, mezbûrenin nefsini bizzat tezvic ettiğini mezkûr şahadetten sonra iddia edib şahidleri de o veçhile edai şahadetde bulunsalar şahadetleri kabul olunur. Çünkü bu su-retde dâva ile şahadet arasını tevfik mümkün olduğundan tenakuz mev-cud değildir. Tezevüc, tekerrürü kabil olduğundan kadın evvelce velîsi tarafından tezvic olunmuş iken muahharan bizzat nefsini tezvic etmiş olabilir. Ankaravî.

543 - Şahidler, akdi nikâhın zaman veya mekânında ihtilâf etseler şahadetleri makbul olmaz. Nitekim ikrar ve inşada ihtilâf ettikleri ya­ni Birisi akdi nikâha şahadet ettiği halde diğeri ikrarı nikâha şaha­dette bulunduğu takdirde de hüküm böyledir.

Fakat her iki şahid, ikrarı nikâha şahadet ettikleri takdirde ikrarın zaman ve mekânında ihtilâf etmeleri -şahadetlerinin kabulüne mani ol­maz. Tekmile, Ankaravî.

544 - Nikâh dâvasında - usulü veçhile - şahadet aleş/şahade ca­izdir. Çünkü erkekler ile beraber kadınların şahadetlerile sabit olan her şey, şahadet üzerine şahadet ile de sabit olur. Ankaravî.

545 - Nikâhda tefsir ve tasrih etmeksizin şöhretle, tesamu ile şa­hadet caizdir. Şöyle ki : bir kimse, bir nikâhın vukuuna şöhret tarikile veya adi olmak üzere en az iki erkeğin veya bir erkek iie iki kadının ih barile muttali olsa hâkimin huzurunda sureti ittılamf beyan etmeksizin o nikâha şahadet edebilir. Fakat şöhrete veya   tesamüa mebnî şahadet ettiğim beyan ederse şahadeti bâtıl olur.

Mehr, neseb, tekarrüb, mevt, kaza, aslı vakf hakkında da şöhret ve tesamu ile şahadet makbuldür. Çünkü bunların esbabını nâsdan hususî bazı kimseler muayene edebilirler. Eğer bu babda şöhret ve. tesamu ile şahadet kabul olunmasa harece badî ve bunlara müteallik olub asırlanr inkırazına kadar devam edecek bir takım hükümlerin, hakla Fin muttaliy-yetine müeddî ölür. Haniyye, Dürer.

546 - Bir hâdisenin şöhret bulması, iştihar etmesi iki ilevidir : Birisi: «iştiharı örfî» dir ki, bir1 şeyin kizb üzere toplanmaları tasav

vur olunamıyan bir ceaatden işidilmesile vücude gelir. Bu, bir tevatür meselesidir.

Diğeri : «îştiharı şer'î» dh\ki, bü da bir şeyin vücudünİi en az iki âdil erkeğin veya bir âdil erkek ile iki âdil kadının bilâ istişhad şahadet lâfzile kalbe kanaat verecek surette haber vermelerile husul geîir.

işte nikâh, mehr, neseb gibi hususlara bu iki nevi iştihardan her­hangi binle muttali olan kimse, bu hususlar hakkında doğrudan doğru­ya'şahadetde bulunabilir. Şahadet mebhasine de müracaat. [68]

 

Kasme Müteallik Meseleler

 

547 - Bir erkek, zevceleri hakkında kasme riayet etmekle mükei--lefdir. Şöyle ki: Yed-i iktidarında olan sterde, sohbet ve müvaneset hu­susunda'refikalarına karşı adalete, müsavata riayet eder, bunların ara­sında müsavat üzere birer veya ikişey veya daha ziyade $in ve peçe tayin ederek her biri ile kendi nevbetinde sohbet ve ünsiyyet etmek için beyhutetde bulunusi.

Tayin edilecek müddetin pek uzun olmaması evlâdır. Çünkü müdde­tin uzaması, istinas ve defi vahşet hikmetine dayanan k asm in vticubü-ııe münafidir. Meğer ki zevceler razı olsunlar.

548  - Kasm nevbetinin bidayetini ve mikdarını   tayin etsmek hak­kı zevce aiddir. Çünkü menkûheler, müsavata müstahikdirler, müsavatın tarikini tayine müstahik değildirler.

549 - : Zevç, nebet tayin etmeden zevcelerinden    birinin yanında bir müddet bulunmuş olur da diğer zevcesi dâva ederse hâkim, badema aralarında müsavata riayet etmesini zevce emr eder, evvelce geçen gün­ler heder olub hisaba dahil olmaz. Su kadar var ki zevç, vaktile müsavata riayet etmediğinden-dolayı asim olur».

Şayed zevç, emirden sonra yine müsavata riayet etmezse edebde isa-et etmig, haram olan-bir işi yapmış olacağı cihetle kendisi habisden bag-ka bir tarik ile tazir olunur. Çünkü habs, kasihdeh matlûb olan sohbet ve müvaneseti müfevvitdir.

550 - : Zevç, zevcelerinden birinin nevbetinde     diğerinin nezdine gidemez. Ve nevbetinin gayrinde kendisine tekarüb edemez. Fakat liha-cetin gündüzün diğerinin yanma gitmekde ve hasta olduğu suretde gece­leyin iyadetinde bulunmakda beis yokdur. Hattâ hastalığı şiddetli olursa vefat veya kesbi ifakat edinceye kadar yanında kalabilir..

551 - : Zevcelerden biri kendi nevbetini ortağına veya ortakların­dan muayyen birine hibe-ve terk edebilir. Çünkü kasm, kendi hakkı ol­duğundan bunu dilerse istifa eder, dilerse terk eder. Fakat muahharan bundan rücu ederek nevbetini yine  taleb  edebilir.  Zira kasm,  günden güne hâsıl olacağından henüz hâsıl olmıyan bir hak, iskat ile sakıt ol­maz ve ibahe ettiği bir şeyde devam etmesi mübîhe lâzım gelmez.

552  - : Zevcelerden birinin nevbetini arttırmak için mehrini ten­kis veya vereceği bir malı kocasının ahz etmesi, caiz değildir. Çünkü bu, bir nevi rişvetdir, diğer zevcenin hakim ibtale müeddî olur.

Kezalik: Nöbetini kendisine terk etmesi için zevcelerden birinin diğerine bir mikdar mal vermesi ve bu maksada binaen zevç tarafından zevcelerinden birine bir mikdar mal verilmesi veya mehrini arttırılması caiz değildir. Bu suretlerde verilen mal, istirdat olunur.

553 - : Zevcin murazile kasm, sakit olmaz.

Binaenaleyh zevç, zevcelerinden birinin nöbetinde hastalanıp ya­nında kalır ise ifakat buldukdan sonra diğerlerinin yanında da o mik­dar kalması lâzım gelir.

Şayed zevç, zevcelerinden halî bir hanede hastalanıp kalmış ise her zevcesini kendi nöbetinde yanına davet eder.

554 - : Kasm hususunda   zevcelerin bikri ile seyyibi, tazesi  ite yaşlısı, eskisi ile yenisi, müslimesile kitabiyyesi, zindesile marizası, ken­disinden korkulmıyan mecnunesiyle âkilesi, hâiz ve nüfesâsile tahiresi müsavidir. Çünkü kasmin sebebi vücudu olan nikâhda bunlar müsavi­dirler. Ve bu hususdaki şer'î deliller, bunların aralarını fals ve tefrik etmemektedir.

Yalnız bu hususda cariye olan zevcelerin hakları, hurre olan zev­celerin haklarının yarısına muadildir. Binaenaleyh zevç, hurrei müslimc veya hurrei zimmiyye olan zevcesine iki gün iki gece, cariye olan zev­cesine de bir gün bir gece tahsis eder. Bu hususda tam cariye ile mükâ-tebe ve mtidebbere ile ümmi veled, müsavidir.

555 - : Müsaferetde kasm carî değildir.

Binaenaleyh bir kimse, istediği zevcesile müsaferet, meselâ : hac farizasını eda için Hicaza azimet edebilir. Çünkü olabilir ki zevç, bunlar­dan herhangi birinin şahsî ahvalinden dolayı müsaferetini mahzurdan salim görmez ve olabilir ki zevç, meselâ : iki zevcesinden birinin müsa­feretde bulunmasını muvafık gördüğü halde diğerinin ikametini ve ha­nesinde kalarak emtiasını muhafaza eylemesini münasib görür. Fakat böyle bir maslahat bulunmadığı takdirde beynlerinde kur'a- keşidesi ev­lâdır. Zira bu veçhile hem zevcelerinin kalblerini tatyib, hemde birine kalben mütemayil olmak töhmetini kendisinden def etmiş olur.

Zevç, istishab ettiği zevcesile beraber seferden avdet edince diğer zevcesi yanında müsaferetindeki müddet mikdan kalması icab etmez. Çiinkü müsaferet müddeti, zayi olmuş olacağından hisaba dahil olmaz.

556 - : Kasme riayet, beytutet ve sohbet ve müvaneset gibi elde olan umurda bir vecibedir. Yoksa muhabbet ve mücameat gibi husus­larda bir vecibe değildir. Çünkü muhabbet, bir meyli kalbidir. Mticameat ise neşata mübtenîdir. Bunlar ise elde olmadığından bunlarda müsavatı temin kabil olamaz.

Maahaza takbil ve tekarrüb gibi bütün istimtaatta müsavatı gözet­mek müstahabdır.

557 -  :  Menkuheier arasında  gündüzleri   müvanesetde   müsavatı tammeye riayet lâzım değildir. Binaenaleyh, zevç, zevcelerinden birinin yanında gündüzün diğerinden daha çok kalabilir.

558 - : Zevcin her gece zevceleri yanında münayebeden beytutet etmesi vacib değildir. Bazı geceler de hiç birinin nezdinde beytutet et­mek sizin münferid kalabilir.

559 - : Bir kimse, yalnız bir zevcesi olduğu halde daima ibadet ve taatle meşgul bulunsa bazı zamanlarını bu kadının sohbet ve bey-tutetine tahsis etmesi kendisine emr olunur. Bu babda muayyen bir va-

kit tayin edilemez, ara sıra beytutet kâfidir. Çünkü müteaddit zevct-si olan bir kimse, bunlardan yalnız birinin yanında beytutet ettiği tak­dirde diğerlerinin gayzlerini tahrik etmiş olacağından aralarında müsa­vatı temine mecbur olur. Lâkin müteaddit zevceleri bulunmadığı suret­te bu hal mevcut olmaz, ve ahyanen beytutette bulunması zevcesinin gayzini müstelzim bulunmaz.

560 - : Nafaka hususunda kasm, muteber değildir. Çünkü na­faka, zevç ile zevcenin hallerine göre takdir olunur. Zevcelerin fakr ve gına itibarile halleri mütefavit olunca r,afakalarının, da mütefavit olması iktiza eder.

Nafaka takdirinde yâlnız zevcin hâlini nazarı itibare alan fukahaya göre nafaka hususunda da kasme riayet icab eder.

561 - : Naşize olan zevcenin kasimde hakkı yoktur, Çünkü zev­cinin dairei itaatinden çıkmasile hakkım İskata razı olmuş olur. Mebsut, Bedayî, Fethül'kadîr, Bahri Raik, Reddi Muhtar.

 (Maükîîere göre de kasm; baliğ, âkil, hazır olan her zevç için bîr vecibedir.. Bu hususda hür ile rakik, mükarenete muktedir olan ile olmıyan müsavidir. Mariz olan bir zevç dahi bir menzilden diğerine in­tikâl edebilecek bir halde ise kasm ile mükellef olur. Fakat intikâl ede­meyecek bir halde ise zevcelerinden dilediğinin nezdinde kalabilir.

Sefere çıkacak olan bir erkek, zevcelerinden hangisini daha elveriş­li görürse istishab edebilir. Yalnız hac ve cihad seferi gibi kurbetden - ibadetten madud olan seferler müstesna, bunlarda kur'a keşide edil­melidir. Çünkü bu kurbetden her zevce' müstefid olmak ister, bu sefer, müsahhayi '- kıskanmayı müstelzim bulunur. Muhabbet ve mücameat hususunda ise kasme riayet vacib değildir.

Bir kadının nevbettni kendisinden gerek zevci ve gerek ortakların­dan herhangi biri satın alabilir. Zevç, satın aldığı takdirde bunu diğer zevcelerinden herhangi bir hakkında istimal edebilir. Ortaklardan birj. satın aldığı takdirde de kendisi buna müstahik olur. Minehül'celîL)

(Şafiîlerce de kasme riayet bir vecîbedir, imam Şafiîninbir kavli­ne göre kasm hususunda hürre olan zevce ile cariye olan zevce müsa­vidir. Şafiîlerin diğer bir kavline göre bu hususda cariyenin hakkı, hur-renin hakinin yarısı kadardır. Üçüncü bir kavle göre kasm hususunda bikr olan cariyenin hakkı dört, seyyib olan cariyenin hakkı da iki gece­dir. Elmuğrî.)

îmam Şafiîye göre geceleri sanat ve hırfetle meşgul olan bir kimse, zevceleri arasında gündüzün kasme riayet eder. Reddi Muhtar.

(Hanbelîlerce de kasme riayet, lâzımdır. Hattâ bir kimsenin zev­celeri başka başka beldelerde bulunsalar bunların arasında adalete ria­yet etmesi icab eder. Şöyle ki; Ya gaib bulunan zevcesinin sırasında yanına gider veya bir mani yok ise onu yanına celb eder. Bir mani yok . iken gelmekten kaçınırsa nâgeze olur.

Kasm, böyle iki beldede icra edilecek ise müddeti; beldelerin uzak­lığına, yakınlığına göre birer aydan artık veya eksik olarak tayin edilir, imam Ahmede göre zevç, kasm müddetini, hazır bulunan zevce­lerinin rızaları olmadıkça birer geceden ziyade olarak tayin edemez. Ka­dıya göre ikişer veya üçer gece olarak tayin edebilirse de bundan ziya­de tayin edemez, imam Şafiînin mezhebi de böyledir. Ortaklardan biri kendi nevbetihi zevcine veya zevcinin iznile ortak­larına veya onlardan birine hibe edebilir. Bu halde mevhubün leha bu hibeyi kabulden imtina edemez. Çünkü kendisinden istimtaa zevcinin zaten hakkı vardır. Buna ortağının, hasımca müzahamesi mani olmak-da idi, bu mani zail olunca zevcinin hakkı avdet etmiş olur.

Bu kasm nöbeti, zevce hibe edildiği takdirde zevç, bunu diğer zev­celerinden herhangi birine tahsis edebilir. Çünkü bunda mütebaki zev­celeri için bir zarar yoktur. Elmuğnî.)

(Eimmei selâseye göre zevç, yeni zevcesile bikr ise yedi ve seyyib ise üç gün ziyade beytutef eder. Bu günler, hisaba idhal edilmez. Bundan sonra zevceleri arasında müsavatı, temine riayet eder. Çünkü kadîm zevcesile aralarında ötedenberi ülfet ve müvaneset hâsıl olmuştur. Hal­buki yeni tezevvüc ettiği kadmla beyinlerinde ülfet ve ünsiyet mevcut olmayıp bir nevi nefret ve tevahhuş mevcut olduğundan bir müddet kendisile müsahabet ve münaneset ederek bu hali izale etmek lâzıftıdir. Tâ ki ülfet ve ünsiyetce kadîm zevceye müsavi olsun. Şu* kadar var ki, bikrin erkekden tevahhuşu daha ziyade olacağından istinas husulü için kendisile yedi gece beytutete lüzum görülmüştür. Seyyib ise evvelce er­keğe müsahib bulunmuş olduğundan muahhar zevcile istinas için üç gece kâfidir. Elmûğnî, Elmebsut.)

Buna cevaben Hanefî fuhakası diyorlar ki : Müsavatı teminin se­bebi vücubi, zevcin nikâhı altında zevcelerinin istimaldir. Bu sebep ise nefsi akd iie hâsıl olur. Eğer kasm hususunda iki zevceden birini diğe­rine tafdil ve tercih etmek lâzım gelse idi, kadîm zevceyi tercih etmek icab ederdi. Çünkü üzerine başka kadın geldiğinden dolayı bunun tara­fında nefret ve tevahhuş daha ziyadedir. Evet., şüphe yok ki bu hal, hasbel'âde kadîmenin gayzini mucibdir ve şüphe yok ki kadîm, sabık hizmetine mebnî hürmete daha ziyade şayandır. Nitekim denilmiştir.

Bu hususdaki bir hadisi şerife gelince bundan maksad, bidayetdir, ziyade müddet değildir. Binaenaleyh zevç, zevcelerinin arasında müsa­vatı teminmek şartiu; ka.smc yeni zevcesinden başlar, omin yanında ne mikdar beytutet ederse muahharan diğer zevceleri nezdinde de o ka­dar beytutetde bulunur. Mebsuti Serahsî. [69]

 

Zevceynin Mütekabil Hakları Ve Vazifeleri :

 

562 - : Zev£ ile zevcenin bir takım .karşılıklı hakları ve vazife­leri vardır. Bunların bir kısmı, aslî haklar, vazifelerdir ki, bunlara ria­yet kazaen lâzım gelir. Diğer bir kısmı da fer'î haklar, vazifelerdir ki, bunlara riayet de ahlâkan ve diyaneten icab eder. Bunların başlıcaları şunlardır :

(1) : Zevç, zevcesinin mehrini,    nafakasını vermekle mükellef ol­duğu gibi zevce de zevcinin meşru olan emirlerine itaatle mükellefdir.

(2) : Zevç ile zevce arasında sadakat, emniyet, meveddet, muave­net, ihtiram, iffet ve şerefi muhafaza gibi güzîde hasletlerin mevcudiye­ti bir vecibedir.

(3) : Zevç, zevcesile kavlen ve fi'len güzelce muaşeret ve muame­lede bulunmaya, zevce de bilmukabele zevcine hürmetkar olarak onun haysiyetini, mallarını siyanet etmeğe diyaneten mecburdur.

(4) : Zevç ile zevceden her biri diğerinden meşru bir dairede intifa ve istimta hakkına mâlikdir. Binaenaleyh zevç, hayz ve nifas gibi arızî hallerden hâli bulunan zevcesinden istimta talebinde bulunabileceği gibi zevcenin de zevcinden istimta mütalebesine salâhiyeti vardır. Hattâ zev­cin bir defa olsun mukareneti hükmen lâzım ve birden ziyade mükarene-ti de hüsni muaşeretten madud olub nikâhı idame edeceği cihetle diya­neten vacibdir. înnîn bahsine müracaat!

(5)  : Mehri. tamamen müeccel olan veya    tamamen veya kısmen muaccel olub da o veçhile istifade bulunan bir kadın, kocasının meskeni şer'î olan hanesinde (ikamete ve rızası olmadıkça harice     çıkmamağa mecburdur. Şu kadar var ki bir kadın, yanında mahremlerinden biri bu­lunmak şartile hac farizesini eda için sefere azimet edebilir. Velev ki, kocası razı olmasın.  Çünkü zevcin hakkı, farzı ayn üzerine tekaddüm edemez.

Kezalik : Bir kadın, başkaları üzerinde olan hakkını zevcinin izni olmasa bile gidip alabilir.

Kezalik : Bir kadın, babası müzmin veya marazı mevt ile marîz olub da bakacak kimsesi bulunmadığı takdirde kocasının izni olmasa bile gidib bakabilir. Velev ki babası gayri müslim olsun. Şu kadar var ki, gaybubeti müddetinde nafakası kocası üzerine lâzım gelmez.

(6) : Zevç, zevcesinin  ebeveynini gece yatmamak  üzere haftadan haftaya gelmekden ve gelemedikleri takdirde   zevesini cuma günlerinde onları veya evvelki kocasından  olan evlâdını  gidib ziyaret    etmekden menedemez.  Çünkü ziyaret etmemek,  kafi rahinıo' müed'di olacağından caiz değildir.

 (7) :  Bir hâdise zuhurunda zevç,  bizzat istiftadan istinkâf ettiği takdirde zevce, bilâ izin gidib istiftada bulunabilir.

Zevç, dinî meseleleri kendisine talim edemediği takdirde zevcesinin taallüm için ara sıra ilim meclisine gitmesine izin vermesi lâzımdır.

(8) : Bir erkek,  zevcesini   yabancıları ziyarete  ve düğünlere  gitmekden men edebilir.  Menahi mahallerine gitmesine mezuniyet verirse ikisi de ma'siyeti irtikâb etmiş bulunur.

(9) : Zevç, zevcesini  nafile  oruç    tutmakdan,- nafile gece. namazı kılmakdan, nafile hac için sefere çıkmakdan men edebilir.  Çünkü zev­cin haki, nafileden ve farzı kifayeden mukaddemdir.

(10) : Zevç, zevcesinin ona buna teberrüan hizmetde bulunmasını ve kazanç talebi için ve taayyün etmiş olsa bile ebelik ve gassalelik için hanesinden çıkmasını men edebilir. Çünkü nafakası zevci üzerine vacib olduğundan zevce, kesb ve ticaretde bulunmakdan, müstağnidir ve baş­kasının hizmetile meşgul olması, zevcin zararım müstelzimdir.

(11) : Zevç, velayeti tedib hakkına mâlikdir, zevcesini gayri meşru, meselâ : iffete münafî hareketinden dolayı şer'î müsaade dairesinde te­dibe müstahikdir. Bu te'dib; öğüt vermek, tekdir etmek veya hafif, gay­ri mübirh bir suretle döğmek gibi bir veçhile yapılır. Şöyle ki  : İtaati lâzım gelen hususlarda zevcine itaat etmiyerek nâşeze namını alan bir kadın, te'dibe lâik olur, bu te'dib için tedricî bir suretde ve hakimane bir tarzda hareket edilir.

Meselâ : Bir erkek, nâşize olan refikasına evvelâ : rifk ve mülâ-yemetle öğüt verir, mütenassih olmasa firaşinden uzaklaşdıracağmı kor­kutma makamında bildirir, bu da faide vermezse kendisini tıraşından bilfül uzaklaşdırır. Veya firaşma aldığı halde kendisile konuşmayı terk eder. Bunun üzerine de nüşuzünü bırakmazsa cerhi ve fazla elemi mucib olmıyacak bir tarzda kendisini doğer. Bu muamelelerin hiçbiri faide vermeyince de aralarını ıslaha çalışmak için kendi aileleri efradından münasib birer hakem tayin edilmesini temine çalışır.

(12) : Zevcin zevcesini tedib hakkı, onun yalnız nüşuz haline mün­hasır değildir. Hayz ve nifasdan veya cünüblükden temizlenmiyen veya sair dinî vecibelerini ifa etmiyen veya sair muharrematdan birini irti-kâbdan çekinmeyen bir kadını da ta'zir maksadile tedibe zevcinin salâ­hiyeti-vardır.

Bir erkek, zevcesini münasib görmediği tavr ve hareketinden zecr ve rayihasından müteezzî olduğu şeyleri yiyib içmekden, kullanmakdan men edebilir.

Fakat vaki olan te'dib ve ihtar üzerine nüşuzünü veya sair yolsuz hareketlerini terk ile iaat dairesine dönen bir kadın hakkında da mücer-red inad saikasile veya eziyet vermek maksadile hecr ve darbde bulunmak caiz ve sabık seyyiesinden dolayı serzenigde bulunmak muvafık ol­maz. Böyle bir hareket, Kur'anı Kerîmin nassı mübnîile memnudur. Nü-şuz ve ta'zîr meselelerine de müracaat!

(13) : Bir kadın, kamilen veya kısmen muaccel olan mehrini ta­mamen istifa edinceye kadar zevcini zevciyyet hukukundan men edebilir. Hattâ kadının bu suretle vukubulan men'ine binaen kocası, vermiş ol­duğu mehr mikdarım istirdad edemez.

Kezaîik : Bir kadın, mehri müecceli bilâhare kocası tarafından ta­cil edilmiş olunca da bunu istifa edinceye kadar kocasına itaatden imti­na edebilir. Lâkin kocası, mehri muacceli ifadan mukaddem tekarrüb edeceğini şart ederse bu şart, sahih olur.

(14) : Mehri muaccelini garimine havale eden. bir kadın, bu meh­rini garım istifa edinceye kadar kocasını zevciyyet haklarından men ede­bilir.

(15) : 'Mehr, kısmen veya tamamen müeccel olduğu takdirde zev­ce, ne ecelin hululünden evvel ve ne de sonra zevcini zevciyyet huku­kundan men edemez. Akİdden sonra olan te'cil de hini  akiddeki te'cil hükmündedir. Şu kadar var ki, kısmen müeccel olduğu suretde muaccel kısmı istifa edinceye kadar men'e müstahik olur.

(16) : Bîr kimse, mehri meselâ  Bir sene müeccel olmak üzere tezevvüc ettiği kadınla bu müddetin hitamından mukaddem mehr namı­na bir şey vermeksizin zifaf olmak istiyebilir. Gerek akd zamnında bu müddetten mukaddem zifaf olacağını şart koşmuş olsun ve gerek olma­sın. Fakat imam Ebu Yusüfe göre bunu şart koşmayınca zifafa müsta­hik olmaz. Fethül'kadîr, Bahri Raik, Hindiyye.

563 - : Bir kadın, kocasının gideceği yere kendisile beraber git­meğe mecbur mudur?.. Bu mesele izaha muhtacdır. Şöyle ki: Bu husus-da fukahayı kiramın kavülleri, şu dört surete irca edilebilir :

(1) : Zevç, mehri muaccelini verdikden sonra zevcesini,  rızası ol­sun olmasın, mesafei seferden dûn bir mahalle, meselâ : şehirden köye veya köyden şehire götürebilir. Çünkü bu, gurbetden sayılmaz. Bu, bir mahalleden diğer bir mahalleye nakl kabilindendir. Minehül gaffar.

(2) : Zevç,  mehri muaccelini veya tacili  mütearef olan mikdarı mehrj verdikden sonra zevcesini, rızası olsun olmasın, istediği beldeye götürebilir. Mehrin tamamı müeccel olduğu suretde de hüküm böyledir. Zâhirürrivaye bu veçhiledir. Hidaye, Ankaravî, Camiül'füsuleyn.

(3) : Zevç, mehrini tammen vermiş olsa dahi zevcesini, rızası ol­madıkça zamanımızda başka memlekete götüremez.  Çünkü gurbet, za­rardan halî değildir.  Ev/elce erkeklerde salâhı hal, galib  olduğundan zevciyyet hukukuna riajet eder, zevceleri hakkında zulüm ve i'tisafda bulunmazlardı. Zamanımızda ise böyle değildir. Kadın, kendi kavm ve kabilesi arasında bulundukça kocasından emin olabilir. Lâkin başka memlekete nakl edilince iş başkalaşır, kadın garibetüd'diyar olur, ica­bında sığınacak bir kimse bulamaz. Bu suret, müftabih görülmektedir. Ankaravî, Reddi Muhtar.

(4) : Zevç, müeccel ve muaccel mehri tamamen eda etiği, kendisi de emîn bulunduğu takdirde zevcesini istediği beldeye götürebilir. Fakat mehrin tamamım eda etmedikçe veya kendisi emîn bulunmadıkça zev­cesini rızası olmaksızın ahar diyara götüremez. Tenvirül'ebsar.

Müteahhir fukahamızdan îbni Abidîn merhum diyor ki: Bu husus­da zevcin hali nazara alınır, zevç; eğer emîn, yani: zevciyyet hukukuna riayetkar olmaz da kendisine eza ve cefada bulunmak veya malını elin­den almak gibi bir maksadla zevcesini başka bir memlekete nakletmek isterse bu takdirde zahirrürivaye veçhile fetva vermek caiz olmaz. Çün­kü yakinen,biliriz ki, İmamı Âzani-da bu naklin cevazına kail değildir.

Fakat olabilir ki, garibüddiyar bir kimse, diyarı gurbetde kendisi gibi bir garibetüddiyar ile evlenir de o diyarda kolaylıkla maişetini te­min edemez. Kendisi emin olduğu halde zevcesini kendi beldesine veya sair bir memlekete nakl etmeğe lüzum görür. Bu takdird ise zahirürri-vaye veçhile amelden udul edilemez. Reddülmuhtar.

Velhâsıl : bu, düşünülecek hukukî, içtimaî bir meseledir. Bugün ha­yat mübarezesinde bulunmıya mecbur olan erkekler, maişetlerini, şeref ve haysiyetlerini temin maksadile her tarafa can atmakda, ticaret, sa­nat, memuriyet gibi birer maişet vesilesile gurbet illerini ihtiyara mec­bur kalmaktadırlar. Şimdi böyle bir ıztırar saikasile bulundukları belde lerden ayrılan erkeklere zevcelerinin refakat etmemesi, aile teşkilinden beklenilen gayeye elbette tevafuk edemez.

Bununla beraber zamanımızda kocalarının himayelerinden mahrum kalacak bir takım kadınların ahlâkını, tarzı hayatını düşünmek de icab etmektedir. Bir kadının kocasına refakatden istinkâf ederek kendi ba şma memleketinde kalmasındaki mahzur, zevcine refakatinden tevellüd edeceği melhuz mahzurlardan daha mühimdir.

Binaenaleyh hastalık gibi, yollarda emniyetin kat'î suretde fıkdanı gibi meşru bir mani bulunmadıkça kadınların kocalarına refakat etme­leri daha muvafık görülür.

« Hanbelî fıkhına aid «Neylülmeârib» adındaki kıymetli bir eser­de yazılı olduğu üzere zevç ile zevce arasındaki ülfet ve inzimama «îş-retünnisa» denilmekdedir. Bu kitabda da beyan olunduğu üzere zevç ile zevceden her birinin diğeriîe maruf veçhile güzel muaşeretde bulunması lâzımdır. Bunlar biribirile güzelce sohbet etmekle, biribirine eziyet ve­recek şeylerden geçinmekle, biribirinin hakkında kadir oldukça mumalalada bulunmamakla,    birbirine karşı minnet,  kerahet, göstermemekle mükellef di rler.

Maatnafih zevcin haki, zevcenin hakkından daha büyükdür. Nite­kim Kuram Kerîmde Duyurulmuştur. Zevç, zevcesini hanesinden çıkmakdan men edebilir. Veiev ki ebe­veynini ziyaret ve ıyadet için olsun veya cenazelerinde hazır bulunmak için olsun. Meğer ki haneden çıkmaya kat'î bir lüzum görülsün.

Kezalik: Bir erkek, refikasını sarhoşluktan men edebilir. Veley ki, refikası zimmiyye olsun.

Kezalik : Zevç, zevcesini hayizden ve nifasdan dolayı gusle icbar edebilir. Zevcenin bu hususda nıüslime veya zimmiyye olmasile hurre veya cariye olması müsavidir. Su parası zevce aiddir.

Kezalik : Zevç, müslim ve baliğ olan zevcesini cenabetden dolayı gusle icbar edebilir. Zimmiyye hakkında ise iki rivayet vardır. Birine göre icbar edebilir. Diğerine göre icbar edemez. İmam Mâlikin kavli de böyledir. Çünkü mukarenet, gusle mütevakkıf değildir. Bu hususda İmam Şafünin de iki kavli vardır.

Bir erkek, refikası hakkında gayur olmalıdır. Fakat ifrata sapma-malıdır. Tâ ki, bu ifratdan dolayı kadına kötülük isnad edilmesin. Erkek içinMâyık olan, kerih görse de refikasını imsak etmekdir.

Hür olan bir kadın hakkında nikâh tamam olub taleb vuku bulun­ca nefsini teslim için kocasının hanesine gitmek vacibdir. Meğer ki he­nüz istimtaı gayri kabil çocuk veya marîz veya hac için ihram halinde bulunsun. Veyahut kendi hanesinde, kendi beldesinde ikamet ettirilmesi meşrut olsun.

Bir kadın, vakıa kocasının hamirini yoğurmaya, ekmeğim pişirme­ğe, hanesini temizlemeğe, kuyusundan suyunu çekmeğe ve bu gibi sair hizmetlerini görmeğe hükmen mecbur değildir. Fakat evlâ olan, bu gibi hususlarda âdetin cereyamna bakmakdır, kadınların yapmaları âdet olan hizmetleri yapmakdan kaçınmamaktır. Zaten bir kadının bu gibi hizmetleri nefsi için yapması, kendisine aiddir. Meğer ki kendi nefsine bizzat hizmet eder takımdan olmasın.)  Nafa bahsine de müracaat: [70]

 

Gayrî Müslîmlerîn Nikâhları  :

 

564 - : Müslümanların aralarında caiz olan her nikâh, ehli zim­met arasında da caizdir. Yani : Müslümanların nikâhlarında    aranılan şartları cami olarak zimmîler arasında akd edilen bir nikâh, islâm hu-kukunc sahih ve nafiz olmuş olur.

565 - : Müslümanların aralarında bazı şartların  bulunmamasın­dan dolayı caiz olmayan bir nikâh, zimmîlerin aralarında    itikadlarına uygun olarak akd edilmiş olunca haklarında caiz olur.  Bâdel'islâm bu halde bırakılırlar.

Bu, imamı Âzam ile imameyne göredir. İmam Züfere göre bu ni­kâh, zimmîler hakkında da.caiz olmaz.

566  - : Müslümanların aralarında hürmeti    mahalden dolayı ha­ram olan bir nikâh, gayri müslimlerin aralarında vaki olunca İmamı Azama göre caiz olur. Sair Irak meşayihine göre caiz olmayıp fâsiden münakid bulunur.

Yukarıdaki üç esas üzerine aşağıdaki meseleler teferru eder :

567 - : Bir zimmî bir zimnıiyyeyi - cevazına mu'tekid oldukları halde - şahidsiz olarak tezevvüc edecek olsa nikahlan caiz olur. Hattâ bilâhare ikisi de islâmiyyeti kabul etse yine nikâhları fesh edilmez, de­vam eder.

islâmiyyeti kaimi etmedikleri halde birisi veya her ikisi hâkime müracaatla haklarında islâm hükmü veçhile muamele yapılmasını istese de yine araları tefrik olunmaz.

568 - : Bir  gayri müslim,   kendilerince caiz     görüldüğü veçhile mahremlerinden birile, Meselâ  : Validesile, kızile veya kız kardeşile ev-le^nmiş bulunsa bu evlenme, aralarında sahih  olmuş olur. Bu,  İmamı Azama göredir. Esah olan da budur,    imameyne göre ise, bu evlenme, fâsiddir.

Zimmîler hakkında üç talâk ile mutallâkayı tahlilden evvel nikâh, mahremlerin arasım cem ve dördüncü zevce üzerine beşinci bir kadın­la izdivaç da bu hükümdedir. Fakat bu nikâhdan dolayı aralarında te­varüs cereyan etmiyeceğinde icma vardır.

Bunlardan biri veya her ikisi islâmiyeti kabul edince aralan bilicma tefrik olunur, müsîüman olmadıkları halde mürafa için her ikisi kadıya müracaat ederse yine araları tefrik olunur. Yalnız birisi müracaat et-diği takdirde ise imamı Azama göre araları tefrik edilmez, imameyne göre edilir.

569 - : Bir zimmî, evvelki mesele veçhile nikâhı altında bulunan mahremini üç talâk ile boşayıp da kadın, tefrik talebinde bulunsa ara­ları bil'icma tefrik olunur, r^tekim zevcesîle muhaîea yapdıkdan sonra akdi tecdid etmeksizin beraber .ikametde bulundukları halde de araları tefrik edilir.  Çünkü bainen talâkdan sonra mukarenet, bütün edyanca haramdır.

570 - : Bir zimmî, diğer bir zimmînin mu'teddesile izdivacda bu­lunsa bunun cevazına mu'tekid oldukları takdirde kendilerine   taarruz olunmaz. Hattâ bilâhare bunlardan biri veya her ikisi müsîüman olarak murafaada bulunsa da yine nikâhları ibka edilir. Bu, İmamı Azama gö­redir, sahih olan da budur.

Fakat bir zimmî, bir müslimin mu'teddesi olan bir kitabiyye ile böyle iddeti içinde izdivaç edecek olsa nikâhları bil'icma fâsid olacağın­dan araları tefrik olunur.

511 - : Bir kitabiyyenin zevci müsîüman olsa nikâhları hali üze­re devam eder. Fakat bilâhare irtidad etse aralarında beynunet vaki olur.

572 - : Bir gayri müslimin zevcesi islâmiyyeti kabul etse kendi­sine de islâmiyyeti kabul etmesi teklif olunur. Kabul ederse nikâhları alâhalihî kalır, kabul etmezse araları tefrik olunur. Bu tefrik,    imamı Âzam ile imam Muhammede göre talâk sayılır. Bu halde kadın, medhü-lün biha ise tam mehrine, değilse nısıf mehrine müstahik olur.

573 - : Mecusî olan zevç ile zevceden biri müsîüman olsa diğerine islâmiyyeti kabul etmesi teklif olunur,.  Kabul ederse nikâhları devam eder, kabul etmezse araları tefrik olunur. Velev ki zevç, mümeyyiz sabî olsun.  Mümeyyiz sabiyye de böyledir, bunlar gayri    mümeyyiz olunca temyiz çağlarına kadar intizar olunur.

Fakat diğer taraf mecnun bulunsa islâmiyyet, ebeveynine teklif olu­nur. Hangisi müsîüman olursa çocuğu kendisine tabî olarak nikâhı baki kalır. Ebeveyni bulunmazsa kazinin nasb edeceği vasî huzurunda tefrik­lerine karar verilir.

Şayet zevç, müslümanlığı kabul ettiği halde zevcesi mecusiyye iken yahudiyyeti veya nasraniyyeti kabul etse nikâhları olduğu gibi devam eder.

İslâmiyyeti ademi kabulden dolayı vuku bulan tefrik, zevcin imti-. namdan dolayı ise talâk sayılır, zevcenin imtinamdan münbais ise talâk sayılmaz. Çünkü kadınlar tarafından tatlik carî değildir. Mebsut,  Fet-hüTkadîr, Reddi Muhtar, Hindiyye, Kadıhan.

îrtidad, istiman, talâk mebhaslerine de müracaat!. "(Maliki mezhebine göre şukarıda yazılı ve hanefî mezhebine aid üç esas üzerine olan nikâhlardan hiçbiri, gayri müslimler hakkında is­lâm hukuku bakımından sahih değildir. Bunların kendi aralarındaki bilumum nikâhları, islâm nazarında fâsiddir. Çünkü bu nikâhlar, müs-lümanlarca muteber olan şeraiti çok kere cami bulunmazlar, cami bu­lunsalar da müslümanlarea meçhuldür.

O halde müslümanlar, bu gibi nikâhlarda hazır bulunmamalı ve bu gibi nikâhlara şahadet etmemelidirler. Maahaza islâm hâkimleri, bu ni­kâhları fesh etmeyib hali üzere bırakırlar. Velev ki zevç ile zevce bilâ­hare müsîüman olsunlar. Artık bu nikâhların fasid sayılmasından mak-sad, müslümanları bu gibi nikâhlarda hazır bulunmadan, bu nikâhlara şahadet etmeden men etmekdir.

Gayri müslim zevç ile zevce birlikde müsîüman olsalar veya aletteakub müslüman oldukları halde bunların islâmiyyeti kabul etlikleri­ne bir anda muttali olsak nikâhları üzere bırakılırlar. Aralarında duhul vukubulmuş olsun olmasın. Meğer ki, aralarında neseb, raza, sıhriyyet itibariyle bir mahremiyyet bulunsun veya nikâhları iddet iğinde veya üç talâkdan sonra tahlil bulunmaksızın akd edilmiş olsun. O takdirde araları tefrik olunur. Minehülcelit.

.(Şafiî mezhebine göre de gayri müslimlerin kendi aralarındaki ni­kâhlarına tariz olunmaz. Fakat gerek nikâh ve gerek sair bir hususda bir müslim ile bir zimmî, islâm mahkemesine murafaa iğin müracaat ederse aralarında islâm ahkâmı veçhile hükm edilmesi icab eder.

îki zimmî veya bir zimmî ile bir muahid, islâm mahkemesine mü­racaat ettiği takdirde - ezheri rivayete göre - yine islâm ahkâmı veç­hile hükm edilmesi lâzım gelir. Fakat diğer bir kavle göre bu ikinci tak­dirde hâkim muhayyerdir, dilerse hükm eder ve dilerse hükm etmez. Çünkü onlar, islâm ahkâmını tamamen iltizam etmiş olmadıkları için aralarında tekevvün eden bir dâvayı hallü fasla bir mecburiyet yokdur.

Maahaza müslümanların aralarında takrir edilen hususlar, gayri müslimlerin arasında da müsKimanlığı kabul edince takrir edilir. Bilâkis müslümanların takrir edilmedikleri, hususlarda gayri müslimler dahi müslüman olunca takrir edilmezler. Belki bunların ibtali icab eder. Bı: esas üzerine §u gibi meseleler teferru eder :

(1) : Velîsiz veya şahitsiz olarak izdivacda bulunmuş olan bir zim­mî ile bir zimmiyye, müslümanlığı kabul etseler nikâhları üzere ibka edilirler. Çünkü müslümanlarca fesada sebeb olan ademi velî ve ademi şühud hali, murafaa zamanında münkazi olmuşdur. Artık bundan dolayı akdi ibtale hacet yokdur. Fakat bunlar, birbirinin zî rahmi mahremi bu­lunduğu takdirde aralan tefrik olunur.

(2) : Nikâhı altında iki kız kardeşi cem eden bir gayri müslim aleyhine nafaka takdiri için islâm mahkemesine müracaat edilse islâm ahkâmına razı olmadıkça nafaka ile hükm edilmez, kendilerinden i'raz edilir. Fakat islâm ahkâmına razı olunca bu iki zevcesinden birini ihti­yar etmesi o gayri müslim zevce emr olunur.

(3) : Gayri müslimlerin nikâhlarını fâsid mi, değil mi diye tedkik ve tefehhüs etmek, evceh olan kavle göre, müslümanlara ait bir vazife değildir. Çünkü müslümanların nikâhlarında olduğu gibi gayri müslim­lerin nikâhlarında da asi olan, sıhhatdir. Tuhfetül'muhtac.)

(HanbeİÎ mezhebine göre gayri müslimlerin nikâhlarının hükmü, müslümanların nikâhlarının hükmü gibidir. Binaenaleyh bu nikâhların üzerine mehr, nafaka, kasm, talâk, zihar, îlâ, tahlil ve ihsan gibi hü­kümler sabit ve carî olur.

Gayri müslimlerin kendi itikadlarına uygun olarak akd ettikleri nikâhları, islâm hukukuna nazaran fâsid olsa da - murafaa için islâm hâkimine müracaat edilmedikçe - hâli üzere terk edilir. / Gayri müslimler, akdi nikâhdan evvel müslümanlara müracaat eder­lerse nikâhları islâm ahkâmı dairesinde akdedilir. Akidden sonra müs­lim veya gayri müslim olarak müracaat ettikleri takdirde ise yapmış oldukları akdin keyfiyetine taarruz olunmaz. O akd hakında müslüman­ların nikâhlarında.carî olan şartların mevcud bulunmuş olub olmadığı­na itibar edilmez. Şu kadar var ki, bu takdirde onlar neseb, raza gibi bir sebeple filhal haram olan bir nikâh üzerine temkin ve takrir edile­mezler.

Meselâ : Böyle bir zimmî, kendi hemşiresi gibi neseben veya kain validesi gibi müsahereten mehariminden birini veya başkasının mu'ted-desini veya zinadan henüz gebe bulunan bir kadım veya tahlil bulun­maksızın kendi mutallâkai selâsesini tezevvüc etmiş bulunsa araları tef­rik edilir, bu hal üzere bırakılmaz. Bu tefrik, duhulden evvel vukubulur-sa mehr lâzım gelmez. Bu halde akdin hiçbir eseri olamaz. Duhulden sonra vukubulursa akd şübhesinden ve itikaddan dolayı mehri mils, lâzım gelir.

Gayri müslim bulunan zevç ile zevce, bjrlikde, def'ai vahidede is-lâmiyeti kabul etseler nikâhları hâli üzere kalır. Çünkü bu takdirde ara­larında din ihtilâfı bulunmamış olur.

Kezalik : kitabiyyenin kocası islâmiyyeti kabul etse nikahlan hâlî üzere kalır. Çünkü kitabiyyeyi bir müslimin ibtidaen tezevvücü caizdir, istimrar ise evlâdır. Beka, ihtidadan esheldir. Fakat bir gayri müslimin nikâhında bulunan bir kitabiyye müslüman olsa henüz duhul vaki ol­mamış ise hemen nikâh, münfesih olur ve bu talâk sayılmaz. Emma du­hul vaki olmuş ise iddetin nihayetine kadar intizar olunur. Bu iddet için­de zevç de müslüman olursa nikâhları hâlî üzere bırakılır. Müslüman olmadığı takdirde ise zevcenin islâmiyyeti kabul etmiş olduğu tarihden itibaren fesh vukuu- tebeyyün etmiş olur. Çünkü firkatin sebebi, din ihtilâfıdır. Bu ihtilâf ise o tarihden itibaren vücude gelmiştir. Bu husus­da icma vardır.

âyetleri de bu hususda birer kat'î delildir. Elmuğnî.) [71]

 

ÜÇÜNCÜ KİTABIN SONU

 

DÖRDÜNCÜ KİTAB

 

Müfarekata      Talâka Ve Feshi Nikâha müteallik Olup

Üç Bölüme Ayrılmıştır : [72]

 

(BİRİNCΠ    BÖLÜM)

 

MÜFAREKATA AİD ISTILAHLARI VE NİKAHIN  FESHİNE,

TALÂKA DAİR BİR KISIM HÜKÜMLERİ MUHTEVİDİR.

 

İÇİNDEKİLER: Müfarekata aid ıstılahlar: talâk ile feshin mahi­yetleri ve farkları. Talâkdan madud olmayan feshler, Talâkın rüknü, ne­vileri. TaTâkta müstağmel tâbirler. Talâkın şartlan, talâkın ehli, bir mütalâa, talâkın mahalli ve adedi. Lahika: Üç talâk meselesi. Talâkın sıfatı şeriyyesi ve hikmeti teşrüyyesi. Talâka ahliyetin zevce aidiye-tindeki zaruret. Talâkı ric'înîn mahiyyeti, hükmü ve kavlen, filen vu­kuu. Rücu hakkının inkıtaı. Talâkı hainin mahiyeti ve hükmü. Talâk­ların birbirine Iuhuku. Talâkların şarta taliki ve bu talikin şeraiti Ta­lâk da şartın teaddüt ve tekerrürü. Talâkda şartların tahakkuk edib et­memesi üzerine terettüb edecek neticeler. Talâkda istisna suretile olan şartlar. Talâkda şarta talikin subutu. Zamana, mekâna izafe edilen ta­lâklar. Başkasına tefviz edilen talâklar. [73]

 

Müfarekata Aîd Istılahlar :

 

1 - (Müfarekat) : Lûgatde iki şeyin, iki kişinin birbirinden ayrıl­ması, iftirak eylemesi manasınadır. Fıkıh ıstılahınca «zevciyyet rabıta­sının çöziilmesile zevç ile zevcenin    birbirinden    ayrılması»   demektir. Cem'i : müfarekatdır.

Zevceynin birbirinden ayrılması ya talâk ile veya nikâhı fesh ile vukubulur. Müfarekat tabiri ise bunların ikisine de şâmildir. Bu husus-da «firkat» tabiri de müstameldir.

Talâka, feshi nikâha aid meseleler, islâm hukukunda alelekser «Ki-tabüttalâk» unvanı altında toplanılmıştır.

2 - (Fesh) : Lûgatde zafiyet, cehl, rey ve tedbiri ifsad, bir şeyi elden atmak, bir akdi ve ahdi bozmak, azayı yerinden ayırmak gibi bânaları ifade eder. Nikâh istılâhınca fesh: «Zevcin sebebiyeti olmaksızın yalnız zevce tarafından vukuuna sebebiyet verilen, yahut zevç tarafın­dan vuku bulmakla beraber aynı sebebin zevce tarafından da vukuu mümkün bulunan müfarekat» dir.

3  - (Talâk)   : Lûgatde boşanmak, hissî veya manevî bir kayıtdan kurtulmak manasınadır. Hem masdar, hem de tatlik mânasına isim ola­rak kullanılır. Fıkıh ıstılahınca: «Akdi nikâhı lâfzı mahsus ile filhal ve­ya fîlmeal ref ve izale etmek» dir.

Bu tarifden anlaşıldığı üzere talâklar, talâkı ric'ı ve talâkı bain kı­sımlarına ayrılır.

4  - (Tatlik) : Zevceyi  boşamakdan,   aradaki zevciyyet rabıtasını usulü dairesinde izale etmekden ibaretdir.

5 - (Talâkı ric'î) : Zevceye tekarrübden    sonra vaki olub  sara­haten veya işareten üç adedine veya bir i'vaza mukarin olmiyan ve bey-nunete delâlet eder bir vasf ile mevsuf ve bir şeye teşbih dilmiş bulun-mıyan talâkdir. Gerek sarih lâfızlardan ve gerek talâkı ric'îyi  müstel-zim kinevî lâfızlardan birile vaki olsun.

6 - (Ricat - Rücu) : Lûgatde bir şeyi reddetmek, geri dönmek ve döndürmek manasınadır. Nikâh ıstılahınca  : «Talâkı ric'îden sonra idde^ içinde henüz baki olan nikâhı kavlen veya fi'len istidame etmek» den ibaretdir ki, bu suretle zevciyyet rabıtası ibka ve idame edilmiş olur.

7 - (Ric'ati kavliyye) : Hususî lâfızlardan birile yapılan rücudur. Bu lâfızlar, ya sarih veya kinaî bulunur. «Sana müracaat ettim», «Sen benim zevcenisin» denilmesi gibi.

8 - (Ric'ati fi'liyye) : Hanefiyyeye  göre   hürmeti    müsahereyi icab eden fi'llerden birile vuku bulan rücudur. Talâkı ric'îden sonra iddet içinde vuku bulacak tekarrüb veya şehvetle muanaka gibi.

9 - (Talâkı bain) : Zevceye     tekarrübden evvel vaki olan veya tekarrübden sonra beynuneti ifade eder kinaî bir lâfız ile ika edilen veya sarih bir lâfız ile yapılıp da sarahaten veya işareten üç adedine veya bir i'vaza mukarin bulunan veya beynunete delâlet eder bir vasıf ile tavsif veya bir şeye teşbih olunan talâkdır.

Bâin, beynunetten isimdir. Beynunet ise ayrılmak manasınadır, fir­kat gibi.

10 - (Beynuneti suğra) : Bir veya iki talâkı bâin ile vücude ge­len müfarekatdır.

11 - (Beynuneti kübra) : Alel'itlak üç  talâk ile vücude   gelen müfarekatdir. Buna «Beynuneti kat'iyye» de denilir.

12 - (tbane) : Bain olarak yapılan tatlikdir.

13 - (Mübane) : Talâkı bain ile tatlik edilmiş olan kadındır. Kezalik   Bunlardan başka mahremlerini  seneden seneye gidib zi­yaret etmeğe zevcenin hakkı vardır.

14 - (Hürmeti hafife) : Bir veya iki talâk ile husule gelen hür-metdir ki, buna «hürmeti sugra», «beynuneti sugra» da denir.

15 - (Hürmeti  galize) : Hurre  hakında üç,  cariye  hakkında iki talâk ile husule gelen hürmetdir ki, buna «Hürmeti kübra», «Beynuneti kübra», «Beynuneti mugallâza» da denilir.

16 - (Tahlil) : Hürmeti galizeyi izale  ederek evvelki zevç için nikâhı tecdidin halâl olmasına vesile olan bir muameledir ki, buna «hül­le» de denir.

17 - (Muhallil)  : Beynuneti  kübradan ve iddetden sonra mutal-lâkanın nefsini tezvic etdiği ikinci kocasıdır. Bu kadının kendisini boşa-mış olan evvelki kocasına da «muhallelün leh» denilir. Hil husulüne se-beb olan ikinci bir nikâh İle tekarrüb de tahlil muamelesinden ibaretdir.

18  - (Mutaİlik) : Zevcesini boşayan erkekdir.

19  - (Mutallâka) : Kocasından boşanmış olan kadındır.

20  - (Mutallakai ric'iyye) :. Kocasından talâkı  ric'î ile boşanmış olan kadındır.  (Mutallakai baİne)   : Zevcinden talâkı bâin ile ayrılmış olan kadındır.

22  - (Talâkı sünnî)  : ttabı müstevcib olmayacak    suretde vuku bulan talâkdır. «Sünniihasen» ve «Sünnii ahsen» kısımlarına ayrılır.

23  - (Sünnii hasen) : Medhulün biha olan zevceyi esnasında te­karrüb vuku bulmamış olan bir tuhr halinde bir ric'î talâk ile boşamak ve iddetinin nihayetine kadar tuhr hallerine ve âdetten kesilmiş bir ka­dın ise aylara tevzian birer daha boğamakdır ki, üç talâk adedi, böyle müteferrikan tamamlanmış olur.

Cariyeler hakkında bu veçhile, yapılacak iki talâk da ayni hüküm­dedir.

24  - (Sünnii ahsen) : Medhulün biha olan zevceyi içinde muka-renet bulunmayan bir tuhr halinde bir talâkı ric'î ile boşamakdır ki: iddeti nihayet buluncaya kadar bir daha tatlik edilmiş olmaz.

25 - (Talâkı bid'î) : itabı müstevcib olacak suretde yapılan ta-lâkdır ki, zevceyi ya hayz halinde veya kendisine mukarenet vuku bul­muş olan bir tuhr içinde birden ziyade olmak üzere boşamaktan iba­rettir.

Bir tuhr içinde defaten veya müteferrikan birden ziyade yapılan talâklar bu kabildendir.

1 Bid'î talâklarda mezmum, menhî olmakla beraber vakidir.

26 - (Talâkı sarih) : Sarih lâfızlardan birile yapılan talâkdır ki, vukuu niyete muhtaç bulunmaz. Gerek ric'î ve gerek bain olsun.

27  -  (Talâk n i İkin ay e)   :  Kinevî tabirlerden biriyle yapılan talâ­kadır.

28  - (Elfazi sarihai talâk)   :  Yalnız karı boşamakda1    müstamel olan lâfızlardır. Boşamak, tatlik etmek gibi.

29 -  (Elfazı .kinaye! talâk) : Talâka mevzu olmadığı halde hem talâkda müstamel,  hem de başka mânalara muhtemil olan lâfızlardır. Bırakmak, terk etmek gibi.

30  - (Talâkı müneccez) : Bir şeye talik ve, izafe edilmeksizin he­men ika edilen talâkdır.

31 -  (Talâkı muallâk) :  Bir şeye talik suretile yapılan talâkdır. «Şu işi yaparsan boş ol» denilmesi gibi. Buna yemîn bittalâk» da denir.

32  -  (Talâkı muzaf)  : Bir zaman izafe edilen talâkdır.   «Yarın­dan itibaren boş ol» denilmesi gibi.

33 - (Talâkı fâr) : Bir kimsenin marazı mevtinde yapmış olduğu talâkdır ki, zevcesinin mirasa nailiyetinden firar etmek gayesini takib etmiş olur.

34  -  (Talâkı fuzulî)  : Asîl veya vekîl olmayan bir şahsın yaptı­ğı talâkdır. «Fülânın zevcesi boş olsun» denilmesi gibi.

35  - (Talâk alâ mal) : Bir mal mukabilinde yapılan boşama ha­disesidir.

36 - (Tefvizi talâk): Zevcin talâkı zevcesine-, temlik ve havale et­mesi veya talâkı vekiline veya resulüne veya zevcesinin velîsine tevdi eylemesidir ki, üç kısma ayrılır

37 -  (Tefvizi mutlak) :  Bir vakit ile mukayyed olmayan'tefviz­dir. Zevcin zevcesine hitaben «Nefsini taüik et» demesi gibi.

38  - (Tefvizi mukayyed)   : Bir zaman ile takyid edilmiş olan tef­vizdir. «Nefsini yarın boşa» denilmesi gibi.

39  - (Tefvizi âm) : Umum evkatı gösterir bir zarfı zamane mu-karin olarak yapılan tefvizdir. «Ne vakit dilersen nefsini tatlik et» de. nilmesi gibi.

40 - (Şartı hakikî) : Kendi üzerine nefsel'emrde veya nazarı şe-ri'de başka bir şeyin vücudu tevakkuf eden şartıdır ki, bu bulunmadıkça c şey hakındaki hüküm, sahih olmaz. Nikâha nazaran şahidlerin vücudu gibi.

41 - (Şartı ca"î) : Mükellef tarafından üzerine bir tasaruf, sara­haten veya defâleten talik edilmiş, olan şarttır. Şöyle ki, bu şart ya eda­tı ile yapılır, bir kimsenin zevcesine hitaben «Fülân yere gider isen boşol» demesi gibi ki, o yere gidildi mi talâk hükmünün şartı bulunmuş olur. Bu şart, tahakkuk etmedikçe talâk vaki olmaz.

Yahut bu şart, edatı şartdan halî olub kelimei şartı muntazammın bir halde bulunur. Bir kimsenin refikasına hitaben «Fulân yere gittiğin­de benden boşsun» demesi gibi ki, «giden isen» mânası mütezammındır. Bu ikinci surette «delâleten şart» namı da verilir.

Şartı ca'lîler, bir de «şartı taliki ve şartı takyidi namile iki kısma ay­rılmıştır.

42 - (Şartı taliki) : Bir cümlenin mazmununun husulünü diğer bir cümlenin mazmununun husulüne  rabt etmektedir. Rabt  olunan cümle­ye  «muallâk» bişşart»,  merbutun aleyh    olan cümleye  de «muallâkün aleyh» veya sadece «şart»,denilir.

Muallâkün aleyh olan şart, alâ hataril'vücud olur. Yani : henüz ma-dum olduğu halde âtiyen vücude gelebileceği me'mul bulunursa talik keyfiyeti tahakkuk eder ve illâ etmez.

43 - (Şartı takyidi) : Edatı şart zikr edilmeksizin asıl akdi bir ka-yıd ile takyid etmekten ibaretdir. Takyid olunan şeye  «meşrut»,  «mu-kayed bişşart», o kaydeş de «şart» denilir. .Bu şart alelekser «üzerine», «şartile» lâfızlarile ifade edilir ve sahih, fasid kısımlarına ayrılır.

44  - (Hulu - muhalea)  : Mülki nikâhı zevcenin kabulüne talikan elfazı mahsusadan birile izale etmekdir.

Muhalea, ivaz mukabilinde olup olmamak itibarile iki kısımdır. Alel-itlâk hulu denildiği vakit şer'an bir hakikati örfiyye olanak ivaz mukabi­lindeki muhaleaya masruf olur.

45  - (Hiyarı tefrik)  : Zevcenin müfarekat hususunda muhayyerli­ği, yani : bazı sebeblerden dolayı nikâhı    ref ve izale edib etmemekdc muhtar bulunması demektir.           

46  - (ilâ) : Lûgatde yemin etmek manasınadır, istilanda «zevce­ye tekarrüb etmemek üzere yapılan yemindir ki, üç kısma ayrılır.

İlâ, yapan zevce «mulî», îlâ olunan zevceye de «mûlâ minha» denir.

47 - (îlâi muvakkat) : Dört ay, sekiz ay gibi bir müddetle mukay-yed olan üâdır.

48 - (tlâyi müebbed) : Ebediyyen tekarrüb etmemek üzere yapı­lan ilâdır.

49 - (tlâî meçhul) : Muayyen bir müddetle veya müebbed kaydüc takyid edilmeksizin yapılan îlâdır. «Yemin olsun ki ben sana yakınlık et-miyeeeğim, yani : seninle mücameatde bulunmıyacağım» denilmesi gibi.

50 - (İlâdan fey) : Zevce hakkında yapılan ademi tekarrüb yemi­ninden rücu etmektir ki, fi'len ve bazı ahvalde kavlen vukubulur.

51 - (Bir) : Lûgatde sevab, hayır, lûtf, ihsan, ibadet, taat, doğru sözlü olmak mânalarını ifade eder. istilanda «yemininde    sadık bulun­maktadır.»

Lûtf ve ihsan sahibine ve yemininde sadık olana da «bar» denir. Cem'i: ebrardır.

Baba ve anaya hizmet ve ihsanda bulunmaya da «Birri vâlideyn» denir. Mukabili «ukuk»dur ki, hukuka adem-i riayetden, hukuku zayi etmekten ibarettir.

52 - (Hins) : Günah manasınadır. Yapılan bir yemine riayet etme-yib hilâfına hareket etmek mânasında müstameldir. Yemine riayet et­meyip hilâfına iltizam eden şahsa da «hanis» denir.

53 - (Zihar - müzahere)  : Lûgatde iki şey arasında bir mutaba­kat ve mümaselet vücude getirmek mânasındadır. Arka mânasına olan zehr'den me'huzdür. Nikâh ıstılahınca zihar: «Zevcin zevcesini neseb, re-za veya müsaheret suretile müebbeden mahremi olan bir kadının kendi­since bakılması caiz olmıyan arkası, karnı, uyluğu gibi bir uzvuna teşbih eylemesidir.

Zevcenin rakabesini veya nısf, sülüs gibi bir cüz'i şayiini mezkûr uzuvlardan birine teşbih de bu kabildendir. Bu, helâli harama teşbih de­mek olduğundan mezmumdur.

Bu teşbihe «zihar» denilmesi, bunun alel'ekser zahre - arkaya iza­fetle yapılması ve zahrler arasında sair âzadaa ziyade müşabehet bulun­ması itibariledir. Zahr kelimesi, çok kere teeddüben batın ve cehazı te­nasül yerinde kullanılmış olur.

54 - (Müzahir) : Zevcesini mehariminden birinin arkası, sırtı ve­ya karnı gibi bir uzvuna teşbih eden şahısdır. Hakkında bu veçhile teşbih yapılan zevceye  «müzaherün minha»  denildiği  gibi zihar da müstamel tabirlerden her birine de «müzaherün biha» denilir.

55 - (Uan) : Lûgatde lânetlegmek, yani : iki kişinin birbirine lanet nefrn edivermesi demektir. Buna, «Mukâane, tefâun, iltian» da denir.

Istilahta «Zevç ile zevcenin hâkim huzurunda şcr'î usulüne tevfikan dörder defa şehadette bulunduktan sonra lanet ve gazab okumalarıdır.

56 - (Irfdet) : Lûgatde sayı mânasına   olan adeddon mo'huz olub ladad, ıhsa, müddet mânalarını ifade eder. istilanda: «bir erkeğin veya bir kadının müfarekatden sonra muayyen bir müddet, baskasile izdivaç cdemeyib terebbus ve intizarda bulunması demekdir. Bu itibar ile «idde-U rical» ve «iddeti nisa» kısımlarına ayrılır. Fakat iddet tabiri mutlak olarak zikr edilince alelekser iddeti nisaya hami olunur.

Böyle bir müddet intizara «i'titad» denildiği gibi bu intizarda bulu­nan kadına da «mu'tedde» denilir. Ve böyle bir kadın, talâkın nevilerine göre «mu'teddei ric'iyye», «muteddei baine» namını alır.

57 - (Mebtute) : Zevcinden üç talâk ile ayrılmış olan kadındır. He­nüz iddet içinde bulunan böyle bir kadına «muteddei mebtute» adı veri­lir.

58 - (Tedahuli iddeteyn) : İddet beklemekde iken bir şübheye meb-ni vetıy edilen bir kadın hakkında yeniden lâzım gelen iddetin evvelki id-detile karışması demekdir.

59 - (Hîdad - ihdad) : Kocasından vefat veya talâkı bain ile ayrıl­mış olan mükellef, müslim bir kadının iddeti içinde tezeyyyn ve tetay-yübden ictinab etmesi demekdir.

60 - (Hayz) : Lûgatde akmak, cereyan manasınadır.   Fıkıh ıstıla-hınca «kadınlardan» velâdet sebebile olmaksızın sıhhat hallerinde ve mu­ayyen vakitlerde rahim yolile akıb gelen cibillî bir kandır.

Diğer bir itibar ile hayz, evsafı muayyen bir kan sebebile husule ge­len ve bu kanın muayyen müddetince devam edib bir kısmı dinî ve ailevî vazifelerin, tasarrufların icrasını tehire uğratan şer'î bir mania­dır.

61  - (Nlfas) : Velâdet, çocuk doğurma    halidir. Bü halde zuhur eden kana da nifas denilir. Bu halde bulunan bir kadına da «nüfesa» adı verilir.

62  - (tstihaze) : Kadınlardan bir hastalık sebebile zuhur eden ve rahimden başka bir yerden gelib tenasül    cihazı yolile seyelân eden' bir kandır. Bulûğ yaşından evvel ve iyas yaşından sonra gelen kânlar da is-tihazeden madutdur.

Kendisinden böyle bir kan gelen kadına «müstehaze» denir.

63 - (Mümteddetuödem)   : Kendisinden    mütemadiyen kan gelib akan kadındır. Böyle bir mümteddetüddem, kendisinin ayda veya iki üç ayda bir gördüğü hayiz günlerini  unutmuş    bulunursa «mütehavyire^> adını alır. Hayiz görmeğe başlanmış olduğu halde gebelikten veya iyâs-tan dolayı olmaksızın bir arızaya mebni uzun bir müddet âdetten kesilen bir kadına da «Mümteddetüttuhr» denir. [74]

 

Talâk   Île   Feshin    Mahiyetleri Ve  Aralarındaki Farklar :

 

64 - : Talâk ile feshi nikâh, mahiyetterindeki müşterek evsafa na­zaran «zevciyyet rabıtasını izale etmek» den ibaretdir. Mümeyyiz vasıf­lan itibarile ise aralarında - aşağıda işaret edildiği veçhile - bazı fark­lar vardır.

65 - : Zevç tarafından yapılan firkatler, birer talâkdır.

Kezalik : zevç tarafından vukuuna sebebiyet verilib zevce tarafın­dan vukuna sebebiyet verilmesi mümkün olmıyan firkatler de birer ta-İâkdır. Meselâ : Zevcin zevcesini bizzat boşaması bir talâk olduğu gibi zev­cin inniyn. olması sebebile. hâkim tarafından vukubulan tefrik de bir ta= lâkdır.

Meselâ Zevcin tefvizine binaen zevce tarafından ihtiyar edilen mü-\ farekat de bir talâkdır. Çünkü bu tefviz bulunmadıkça zevcenin nefsini tatlika salâhiyeti olamaz.

66 - : Zevcin sebebîyeti olmaksızın yalnız zevce tarafından vücu-de getirilen müfarekatler birer    fesih olduğu gibi zevç tarafından vuku  bulmakla beraber ayni sebeble zevce    tarafından da vücude getirilmesi mümkün bulunan müfarekatler de birer fesindir.

 Meselâ : Bir kadının nikâhı noksam mehrden veya ademi kefaetden dolayı velîsinin müracaatile hâkim tarafından izale edilse bununla bir fe­sih hâdisesi vücude gelmiş olur.

Kezalik : Zevç ile zevceden biri, diğerinin usul ve fumundan binle hürmeti müsahereyi mucib bir muamelede bulunarak aralannda firkat vuku bulsa bununla da bir fesih tahakkuk eder.

Kezalik : şahidsiz akid yapılmasından veya hurre üzerine cariyenin nikâh edilmesinden münbais bir fesaddan dolayı vuku bulacak müfare-kâtler de birer t esindir.

Binaenaleyh gerek talâklar ile ve gerek bu fesihler ile zevciyyet ra­bıtası ref ve izale edilmiş olur.

67 - : Talâkların âtiyen de beyan olunacağı üzere hurelere nazaran üç, cariyelere nazaran da iki olmak   üzere bir adedi vardır. Yani  : bir kimse, hür olan zevcesini müteferrikan veya bir defada olarak üç talâk ile, cariye olan zevcesini de iki talâk ile tatlik edebilir. Her talâkda bu üç veya iki talâkdan biri azalmış olur.

Meselâ : Bir kimse, hür olan menkuhesini bir defa boşayıb tekrar alabilir, ikinci bir defa daha boşayıp yine tekrar alabilir. Fakat üçüncü bir telâk ile bir daha boşadı mı artık alamaz. Meğer ki tahlili şer'î bu­lunsun. Fesihde ise böyle değildir. Bununla talâkın adedi azalmaz. Bina­enaleyh bir kimse, kendi sile zevcesi arasında şahitlerin bulunmaması gi­bi bir sebebden dolayı nikâh fesh edilip de badehu aralarında usulü dai­resinde nikâh tecdit edilse üç talâk hakkına malik olur.

68 - : Bir kimse, bir veya iki talâk ile boşadığı hür zevcesini id­deti içinde tekrar tatlik edebilir. Çünkü iddet içinde zevciyyet minvec-hin kaimdir. Fakat kendisinden ifesih suretile ayrılmış olan kadını id­deti içinde tatlik edemez. Yani : alelitlâk nikâhı fesh edilib iddet bekle­mekde olan bir kadın, talâka mahal olamaz. Fesh, gerek hürmeti mü-ebbedeyi mucib bir selbebden dolayı olsun ve gerek olmasın.

Bu mesele bir kaidei umumiyedir. Şu kadar vari, zevç ile zevce­den birinin dari harbe iltihak etmeksizin irtidadı veya zevcin ihtidası üzerine kitabiyye olmayan gayri muslini zevcenin ihtadan imtinaı aebebile aralarında hâsıl olan firkat, fesihden ibaret olduğu halde bununla mahal-üyeti talâk, mürtefi ve binaberin zevcin talâkı ikaı mümteni olmaz. Bu iki mesele, mezkûr umumî kaideden müstesnadır.

69 - : Celî bir sebebe müstenid olan fesihler, hâkimin hükmüne muhtaç olmaksızın tahakkuk eder. Hafî bir sebebe istinad eden fesih­ler ise hâkimin hükmüne muhtacdır.

Meselâ : Akdi njkâhda fesadı icab eden bir sebeb bulunur veya zevç ile zevce arasında hürmeti müsamereyi mucib bir sebeb vücude gelir ve­ya-zevce-hıyarı itka malik bulunursa aralarında hâkimin hükmüne ihti­yaç görülmcksizin mütareke suretile fesh tahakkuk eder. Çünkü bunlar hissen malûm olacak aşikâr sebeblerdir.

Fakat hiyarı bulûğdan veya kefaetin ademinden veya mehrin nok­sanından dolayı akdi nikâhı fesh etmek, herhalde hâkimin hükmüne mü-tevakkıfdır. Çünkü bunlar, his ile bilinecek keyfiyetlerden olmayıb birer hafî emir bulunmakdadır. Mebsut, Bahsi Raik, Dürri Muhtar, Hindiyye.

« (Eimmei selâseye göre de bazı firkatler talâk, bazıları da fesh sa-,yılır. Fesihlerin bazıları da talâk mahiyetindedir, bunlar ile talâkın adedi

azalmış olur.

Meselâ : Malikîlere göre bir nikâh, başka mezheblere göre sahih olduğu halde kendi mezheblerince fâsid bulunsa bu nikâh, bir talâk olmak

Üzere fesh olunur. Bununla talâkın adedi azalmış olur. Velîsiz akd edilen bir nikâh gibi. Fakat bütün mezheblerce fâsid olan bir nikâh hakkındaki fesh, talâkdan madud değildir. Başkasının menkûhesile veya muteddesile yapılan nikâh gibi. Ridde hâdisesi Malikîlerce kavli meşhua göre talâkı baindir. Şafiî-lere, Hanbelîlere göre ise feshdir. Mezahibi erbea irtidat bahsine de mü­racaat!.. [75]

 

Talâkdan Madud Olmayan Fesîhler :

 

70 - : Talâklara dair ileride malûmat verilecekdir. Biz burada fes­hi icap edip talâkdan madud bulunmıyan bazı hususatı muhtasaran be­yan etmekle iktifa edeceğiz. İleride   bunlara müteallik de bazı malûmat verilecekdir.

71 - : Babasından veya babasının babasından   başka velîleri tara­fından tezviz edilen bir çocuğun bilâhare hıyarı bulûğunu istimal eyle­mesi üzerine tefrikine hükm edilse bununla nikâh münfesih olur.

72 - : Zevç ile zevceden biri diğerine tamamen veya kısmen mâlik olacak olsa aralarındaki nikâh, münfesih olur. Bu mesele, rekikler hak­kında mütesavverdir.

Kezalik : Bîr kadının arabiyyürasl zannile tezevvüv etdiği erkek ute

kadan zuhur etmekle nefsini ihtiyar etmesine mebni tefrikine hükm edil se bununla da nikâh münfesih olur.

73 - : Bir müslimenin zevci irtidad etse aralarındaki nikâh derhal münfesih olur, beynleri hükme muhtaç olmaksızın tefrik edilir.

Kezalik : bir müslimin nikâhı altında iken irtidat eden kadının nikâ­hı da müftabih görülen kavle göre münfesih olur. îrtidad bahsine müra­caat!...

74 - : İhtida eden bir gayri müslimin müşrik, meselâ : mecusî bulu­nan zevcesi ihtidadan imtina etse aralarında nikâh münfesih' olur.

Kezalik : bir müslimin nikâhında bulunan bir kitabiyye, mecuoiye-ti kabul etse aralarındaki nikâh, münfesih olur.

75 - : Hürmeti rezaı mucib bir sebebin tahaddüsünden dolayı ni­kâh münfesih olabilir.

Meselâ : Bir kimsenin büyük zevcesi, henüz hali rezada bulunan di­ğer zevcesini emzirse arlarındaki nikâh, münfesih olur.

Kezalik : bir kimsenin bilfarz nikâhındakİ iki çocuğa, haricden bir kadın süt verse bunlar, biribirinin süt kız kardeşleri olacakları cihetle bir nikâhda cemleri gayri caiz ve binaenaleyh nikâhları münfesih olur.

76  - : Hürmeti müsahereyi müstelzim bir sebebin tahaddüsünden dolayı da nikâh, münfesih olabilir.

Meselâ : Bir kimse, kayın validesini bilerek veya bilmiyerek nikâh edib de vetiy eylese refikasile aralarındaki nikâh, münfesih olur.

Kain validesine şübhei mülk veya şübhei nikâh ile tekarrüb etmesi veya kain validesini bu şübhelere mebni şehvetle takbij eylemesi de bu hükümdedir.

Kezalik : bir kimse, üvey kızına bu şübhelerden birine mebni müka-ranette bulunsa veya onu şehvetle mes veya takbil eylese refikasile ara­larındaki nikâh, münfesih olur.

Kezalik : Bir kimse , üvey anasına şübhei mülke veya şübhei nikâ­ha mebn mukarenetde bulunsa veya onu şehvetle takbil eylese o kimse­nin babasile o kadın arasında nikâh, münfesih olur.

Kezalik : bir kimse, oğlunun zevcesi hakkında şübhei nikâha veya şübhei mülke binaen yukarıdaki muamelelerden birini yapsa bu kadın ile oğlu arasındaki nikâh, münfesih olur.

Böyle kadınlardan birinin tenasül cehazına şehvetle nazar da mez­kûr muameleler kabilindendir.

77 - : Efendisi tarafından birine tezvic edilmiş olan bu cariye azad edilince hiyari itkini istimal ederek nefsini ihtiyarda bulunsa nikâhı mün fesih olur. Bu cariyenin tam  memlûke olmasile müdebbere, mükâtebe veya ümmi veled olması arasında fark yokdur. Fethül'kâdir, Bahri Raik, Redi Muhtar, Kadanan, Hindiyye. [76]

 

Talakın Rüknü, Nevileri Ve Talâkda Müstamel Ta­birler :

 

78 - : Talâkın rüknü, yani : talâk hâdisesini vücude getiren tabiri §er'î, akdi nikâhı sarahaten veya kinayeten ref ve izaleye delâlet eden lâ­fızdır. Seni boşadam, seni terk etdim, gibi.

Innet gibi bir sebebden dolayı hâkimin «Beyninizi tefrik etdim» de-, mesi talâka delâlet eden bir lâfız olduğu gibi dilsizin işareti mahsusasıda böyle bir lâfz hükmündedir.

Fakat mücerred talâka niyet etmekle ve,ya «Zevceni boşadm mı?» sualine karşı sükût etmekle veya baş eğmekle talâk vaki olmaz. Çünkü bu halde talâkın rüknü bulunmamış olur.

79 - : Talâklar, telâki ric'î ve talâkı bain namile iki nevidir. Bunla­ra dair ileride tafsilât verilecekdir.

80 - : Talâkda müstamel tabirler, sarih ile kinaye kısımlarına ay­rılır.

Talâkda sarih olan tabirler, alelekser talâkda kullanılan lâfızlardır ki, bunlar kat'iyyül'müfad olduklarından bunlar ile niyyete ve karineye muhtaç olmaksızın kaazen talâk vaki olur, velev ki zevcin ağzından gir kasde mükarin olmaksızın çıkmış veya manası, muktezası zevç indinde meçhul bulunmuş olsun. «Seni tatlik ettim» denilmesi gibi.

81 - : Talâkda kinaî tabirler, esasen talâka mevzu olmayıb hem ta­lâkda hem de başka mânalarda kullanılabilecek lâfızlar olduğundan bun­lar ile niyet bulunmadıkça veya gazab hali veya müzafierei talâk hali gi­bi bir karine mevcud olmadıkça talâk vaki olmaz. «Senden müfarekat et­dim» denilmesi gibi.

Ancak kinayelerin bir kısmı vardır ki, talâkdaki istimallerinin galib olmasına mebni nâs arasında marufiyet kesb etmiş olduğundan bunlar, sarih hükmündedirler. Binaenaleyh bunlar ile niyete vesaireye muhtaç olmaksızın talâk tahakkuk eder. «Sen bana haramsın» denilmesi gibi.

82  - : Talâk da kinaî lâfızlar, üç nevidir :

Birincisi : talâka ihtimalleri olduğu gibi zevce tarafından vuku bu­lan talâkı talebin reddine de ihtimalleri bulunan lâfızlardır: «Kalk, çık, git» lâfızları gibi. Bunların «Seni boşadım kalk, git» mânasına ihtimali olduğu gibi «kalk, git, aramızdaki niza bertaraf olsun» mânasına olarak redde de ihtimali vardır.

tkîncisi : hem talâka hem de tekdir ve şetme ihtimali olan lâfızlar­dır. «Sen bainsin» tabiri gibi. Şöyle ki : bain lâfzı beynunetden alınmışlar dır. Beynunet ise infisal ayrılık manasınadır. Bu halde «Sen bainsin» tabirinin hem vuslatı nikahdan munfasılsın» mânasına, hem de «Hayır­dan bensin» mânasına ihtimali vardır.

Üçüncüsü:. Yalnız talâka salih olup redde, tekdire ihtimali bulun-mıyan lâfızlardır. «Iddet bekle», «Rahimini temizle» tabirleri gibi.

83 - : Kinaî lâfızların istimali ânında üç hal, mütesavverdir: Rıza hali, gazab hali, müzakerei talâk hali.

Hali riza, zevcin hiddetli olmadığı ve zevcesile aralarında talâka da­ir bir müzakere cereyan etmediği haldir.

Hali gazab, zevcin hiddeti, dargın bulunduğu haldir.

Hali müzakerei talâk, zevç ile zevce arasında talâka dair bir mü­zakere cereyan eylediği haldir.

84 - : Riza halinde üç nevi kinaî lâfızların herhalde birile talâk vu­kuu, niyete mütevakkıfdır. Niyet bulunmadıkça talâk vaki olmaz. Çünkü bulâfızların talâkdan başka bir şeye de ihtimalleri vardır.

Sarih hükmünde olup niyyete muhtaç olmayan bir kısım kinaî lâfız­lar ise bundan müstesnadır.

Gazab halinde birinci ve ikinci nevi kinaî lâfızlardan birile talâk vu­kuu, niyete muhtacdır. Lâkin üçüncü nevi kinaî lâfızlardan birile talâk vukuu, niyete muhtaç değildir. Çünkü bu nevi lâfızlar, yalmz talâka sa-lihdir, başka bir mânaya da ihtimalleri yar ise de redde ihtimalleri-yok -dur. Bu halde kelâmın zahirinden talâk ciheti tercih edilir, zevç bunun hilafını iddia ederse zahiri hal kendisini tekzib edeceğinden kazaen tasdik olunmaz.

Müzakerei talâk halinde ise birinci -nevi lâfızlar ile talâkın vukuu, niyyete tevakkuf eder. İkinci ve üçüncü nevi lafızlar ile talâkın vukuu niyete muhtaç bulunmaz. Çünkü birinci nevin hem talâka, hem de red ve teb'îde ihtimali olduğu gibi. Müzakerei talâk.halinin de hem talâka, hem de redde ihtimali vardır. Binaenaleyh zevç, bununla talâka niyet etmeyib redde niyet etdiğini ifade ederse zahiri hal, kendisini mükezzib olmıyaca-ğı cihetle tasdik olunur.

Velhasıl : birinci nevi, herhalde niyete tevakkuf eder. îkinci nevi, riza ve gazab hallerinde niyete tevakkuf edib müzakerei talâk halinde ni­yete tevakkuf etmez. Üçüncü nevi ise yalnız hali rizada niyete tevakkuf eder, gazab ve müzakerei talâk hallerinde niyete mütevakkıf olmaksızın talâk vaki olur.

85  - : Kendilerile niyyete muhtaç olmaksızın talâkı ric'î vaki   olan bazı tebirler :

(1) : Sen taliksin

(2) : Sen mutallâkasm

(3) : Seni tatlik ettim. Bu üç tâbirden hangi birile niyet bulunsun bulunmasın yalmz bir talâkı ric'î vaki olur. Bunlar ile iki veya. üç talâka veya talâkı baine niyyet, sahih değildir.

(4) : Boş ol

(5) : Talik ol

(6) : Talâkın bana farzdır

(7) : Talâkın ma vacibdir

(8) : Talâkın üzerime lâzımdır.

(9) : Seni boşadım

(10) : en buradan Şama kadar taliksin

(11) : Sen benim ilmimde taliksin

(12) : Sen benim nisabıma taliksin

(13) : Sen benim reyimde taliksin

(14) Talâkını sana hibe etdim.

Bütün bu tâbirler ile de birer talâkı ric'î tahakkuk eder.

(15)   : Sen talâksın. Bununla üç talâka niyyet sahihdir.

(16)   : Talâk üzerime olsun. Bununla örfe binaen bir talâkı ric'î va-olur.

(17)   : Seni tatlik ederim. Halde istimali galib olursa bu müzari siga-le de bir talâkı ric'î vaki olur.

(18)  : Şart ölsım. Bununla da talâkda mutearef olan yerlerde yalnız r talâkı ric'î tahakkuk eder, velev ki üç talâka niyyet edilsin.

(19)   : Birden üçedek boş ol. Bununla iki talâkı ric'î vaki olur.

(20)   : Ey talik

(21) : Ey mutallâka. Bu iki tabir ile şetm kasd etdi-ini zevç, iddia etse kazaen tasdik olunmaz. Bunlar ile de birer talâkı ri-

vaki olur. Fakat zevce evvelce başka bir kocasından boşanmış bulunur ikinci kocası bu sözlerile onu haber verdiğini iddia eylerse tasdik olu-ır.

(22): Sen talâğsın

(23): Sen telâğsın

(24): Sen talaksın

(25) : telâksin. Gibi musahhaf lâfızlar ile de kazaen birer talâkı ric'î vaki ur. Velev ki zevç, bunlar ile zevcesini korkutmuş olduğunu iddia  Şu kadar var ki bu kasdine dair evvelce İşhadda bulunmuş olursa sdik olunur.

86 - : Kendilerine mutearef olmalarına mehni niyyete tevakkuf et-;ksizin talâkı bain, vaki olan bazı kinaî tabirler:

(1) : Sen haramsın

(2) : Sen bana haramsın

(3) : Ben sana hara-im

(4) : Sen bana nâ mahrem oldun

(5) : Bana haram lâzım gelir

(6): zerime haram olsun

(7) : Halâlim haram olsun.

Bu tabirler ile talâka niyet edilsin, edilmesin birer talâkı bain vaki lursa da bunlar ile zihare, ilâya niyyet de sahihdir. Nitekim ileride gö-lecekdir.

87  - : Kendilerile niyyet edilince talâkı ric'î vaki olan bazı kinaî ıbirler:

(1) : İtidad et

(2) : Rahmini istibra et

(3) : Sen birsin

(4) : Sen utlakasın

(5) : Talakının yolunu tahliye ettim

(6) : Talâk üzerine olin

(7) : Talâkını sana ikraz ettim

(8) : Talâkını diledim

(9) : Allah ta­kını diledi

(10) : Allah talâkına hükm etdi

(11) : Talâk sanadır

(12) : Ben senin talâkından beriyim

(13) : Sen fülânın zevcesinden daha taliksin

(14) : Talâkını sana sattım. Bu tabire karşı zevce «Bilâ bedel satın al­dım» derse bir talâkı ric'î tahakkuk eder

(15) : Sen benim zevcem değil­sin

(16) : Ben senin zevcin değilim. Bu iki tabir ile talakı bain vaki ola­cağı Dürer'de, talakı ric'î vaki olacağı da Bahr'den naklen Dürri Muh-tar'da mezkûrdur.

Şunu da ilâve edelim ki : kinaî tabirler ile üç talâka niyyet sahihdir. Bundan yalnız «.İtidad et, rahmini istibra et, sen vahidesin, nefsini ihti­yar et» tabirleri müstesnadır. Bunlar, sarih hükmündedirler. Bunlar ile iki veya üç talâka niyyet edilse de yine birer talâkı ric'î, vaki olur.

87  - : Kendilerile niyyet edilince talâkı bain   vaki olan bazı kinaî tâbirler :

(1) : Sen bainsin

(2) : Sen müıbanesin

(3) : Sen foeriesin

(4) : Seni ibane etdim

(5) : Seni mü'bane kıldım

(6) : Sen şaibesin

(7) : Sen Hali-yesin

(8) : Senden müfarekat etdim

(9) : Seni terk etdim

(10) : Seni teşrih etdim

(11) : Sebilini tahliye etdim

(12) : Talâkını terk etdim

(13) : Benden halâs oldun

(14) : Benden uzak ol

(15) : Benden git mu­radına er

(16) : Aramızda nikâhı fesh etdim

(17) : Beynimizde nikâh yokdur

(18) : Zevzemden başka oldun

(19) : Seni bırakdım

(20) : Kalk

(21) : Çık

(22) : Git

(23) Cehenneme git

(24) : Örtün

(25) : Bağım ört

(26) : Tezevvüc et

(27) : Ehline lâhik ol

(28) : Şimdiden sonra anam ol

(29) : Seni istemem kime ister isen yar

(30) :Hangi yola ister isen git

(31) : Hurre ol

(32) : Azad ol

(33) : Sen hurresin

(34) : Sen azadsın

(35) : Senii'tak etdim

(36) : Bana ecnebiyye ol

(37) : Benim için üzerin­de nikâh yokdur.

(38) : Benim için üzerinde mülk yokdur

(39) : Sen ta­liki bainsin. Bu tabir ile bir ve indeniyye üç talâkı bain vaki olur Ve «bain» lâfzile diğer bir talâka niyyet edildiği takdirde iki talâk tahak­kuk eder.

(40) : Git tezevvüc et

(41) : Git de tezevvüc et. Bu iki son tabir ile niyyet bulunmasa da talâk vaki olacağına dair olan kavi, mercuhdur.

(42) : Dört yol sana açıktır, hangi yolu ister isen tut. Bu son fıkra ilâve edilmedikçe bu son tabir ile talâk vaki olmaz.

(43) : Seni muhalea etdim. Bu tabir ile ivaza mukarin olmayınca bİ-lâ bedel bir talâkı bain vücude gelir.

(44) : Senden geçdim. Bu tabir ile «müfarekat   etdîm» mânasında mutearef olduğu beldede indenniyye bir talâkı bain husule gelir.

(45) : Sen bana hınzır gibisin

(46)  : Sen bana meyte gibisin.

(47) : Sen bana hamr gibisin. Bu son üç tabir ile zihare, i'lâya niyyet de sahih­dir.

88  - : Knulilorüc niyyet   edilse de talâk vnkİ   olmayan bazı tâ­birler :

(1) : Ben senden beriyim

(2) : Ben senin talâkından beriyim

(3) : Talâkından beri oldum

(4) : Talâkından i'raz etdim

(5) : Talâkını sev­dim

(6) : Talâkını arzu etdim

(7) : Talâkına razı oldum

(8) : Seni mu-rad etmem

(9) : Seni ibahe etdim

(10) : Sen bana yaramazsın

(11) ; Benim sana hacetim yokdur

(12) : Seni sevmem

(13) : Benim sana rağ­betim yokdur

(14) : Sana müştehî değilim

 (15) : Seni istemem

(16) : Allah sana mübareketsin

(17) : Ben senden talikim. Talak, zevcenin vas­fı olduğundan zevç, bununla muttasıf olamaz.

(18) : Ben seni tezevvüc etmedim Bu, kizbi mahz olub tashihi kabil olmadığından talâkı mucib ol­maz.

(19) : Vallahi sen benim zevcem değilsin

(20) : Vallahi sen benim zevcem olmadın. Bu gibi nefy üzerine vuku bulan yeminler, maziye tena-vül eder, zevç ise bunda kâzıbdir. Ve yeminler, birer cümlei ihbariyyedir. Talâkı ika ise inşaiyyatdandir.

Talâk ikaına ihtimali olmayan sair lâfızlar ile de talâk vaki olmaz. Velev ki talâka niyyet edilsin. Bahri Raik. Reddi Muhtar. Hindiyye.

(Maliki mezhebine göre talâkda müstamel olan lâfızlar, üç kısma ayrılır :

(1) : Sarih lâfızlardır. Bunlar, talâkda mütearef olub t, 1, k madde­lerinden teşeküî ederler. Bunlar ile talâk vukuu, niyyete muhtaç değildir: «Sen taliksin», «Sen mutalîâkasın», «Seni tatlik etdim», «Beri senden ta­likim», «Talâk bana lâzımdır» tabirleri gibi.

(2) : Zahir olan kinaî lâfızlardır. Bunlar ile de niyyete muhtaç ol­maksızın talâk tahakkuk eder : «Sen bainesin», «Sen vahidei bainesin», «Sen bana meyte gibisin», «San bana dem gibisin», «Sen bana hmzir eti gibisin», Sen bana haramsın» tabirleri gibi.

(3) : Hafî olan kinaî lâfızlardır. Bunlar   ile talâkın vukuu, niyyete mütevakkıftır. Niyyet bulunmayınca talâk tahakkuk etmez  : «Sen hur-resin», «Sen muteddesin», «Sebilini tahliye etdim»,    «Ehline lâhik ol», «Sen benim zevcem değilsin», «Sen bana halâl olmazsın», «Nefsinin ça­resini ara», «Benim senin üzerinde mülküm yokdur»,  «Çık git», «Mun-sarif ol - Savul, savuş», «Ben seni tezevvüc etmedim» tâbirleri gibi.

Zevcen var mıdır?.. Sualine cevaben «Kayır yokdur» sözü de böy­ledir. Bütün bu tabirlerin talâka da, talâkın gayrisine de ihtimalleri var­dır.

Maliki mezhebine nazaran talâkda kullanılan lâfızlardan her binle kaç aded talâk olabileceği tafsilâta tabidir. Bu bakımdan bu lâfızlar, şöy lece baş. nev'e ayrılır :

(1) : Kondilorile yalnız birer talâk vaki olan lâfızlardır, meğer ki ziyadeye niyyet edilsin. Bunlar : «Sen taliksin», «Sen mutalîâkasın», «Seni tatlik etdim»t «Senden müfarakat etdim», «îtidad et» gibi lâfızlardır. Zavce, medhulün biha olsun olmasın.

Zevç, «Îtidad et» lâfzile talâka niyyet   etmediğini söylerse yeminile tasdik olunur.

«Sen taliksin, taliksin, taliksin» sözile de üç talâk vaki olur. Zevce, gerok medhulün biha olsun ve gerek olmasın. Fakat ikinci ve üçüncü «Sen taliksin» sözü birincisini tekid kasd edilmiş olursa yalnız bir talâk tahakkuk eder.

(2) : Kendilerile üçer talâk vaki olan lâfızlardır. Bunlar da zevcin aded hakkındaki niyyetine bakılmaz.  «Sen vahidei  bainesin»,   «Yuların ûoynundadır - yani: sen serbestsin, istediğin yere gidebilirsin» tâbirle­ri gibi.

«Istitar et», «Çık git» tâbirleri de bu hükümdedir. Fakat bu son tâ­birler ile medhulün biha olmayan zevce hakkında yalnız bir talâk vaki olur. Meğer ki ziyadeye niyyet edilsin.

(3) : Kendilerile medhuliîn biha olan zevceler hakkında herhalde ü-çer talâk ve gayri medhulün biha olan zevceler hakkında da bir ve iki ta­lâka niyyet edilmediği takdirde üçer talâk vaki   olan lâfızlardır. Bunlar da «Sen bainesin»,  «Sen haliyesin»,  «Ben  senden bainim»,  Ben  sana haramım», «Sen bana meyte gibisin», «Sen bana dem gibisin», «Sen ba­na haramsın», «Seni nefsine bağışladım», «Seni ehline red etdim» tabir­leri gibi.

Zevç, bu tabirler ile üç talâka niyyet etmediğini iddia etse medhulün biha olan zevcesi hakkında tasdik olunmaz. Fakat raedhulün biha olma­yan zevcesi hakkında yeminile tasdik olunur.

(4) : Kendisile üç talâk vaki olan lâfızdır, meğer   ki bundan ekalc niyyet edilsin. Bu da Sebilini tahliye etdim» tâbiridir. Bu hususda zevce­nin medhulün biha olub olmaması müsavidir.

(5) : Kendilerile bir veya iki talâka niyyet edildiği takdirde birer veya ikişer talâk, adede niyyet edilmediği takdirde üçer talâk vaki olan ve talâka niyyet bulunmadığı takdirde talâkı icab etmeyen lâfızlardır. Bunlar da «Git», «Münsarif ol», «Ben seni tezevvüc etmedim», «Sen hurre sin», «Sen mu'tekasm», «Sen benim zevcem değilsin»,  «Ehline lâik ol» tabirleridir.

Vaki olan suale cevaben «Benim zevcem yokdur» tabiri bu hüküm­dedir. Bu nevide de zevcenin medhulün biha olub olmaması müsavidir. Muhtasarı Ebizziya ve Muhammed Hırşî'nin şerhi).

(Şafiî mezhebine göre de talâkda kullanılan lâfızlar iki kısımdır  :

(1)  :  Sarih olan lâfızlardır ki, bunlar ile talâkın     vukuu kazaen niyyete muhtaç olmaz. Bunlar   :  Talâk,  firak,  serah  kelimclerile bun­ların müştekkatından ibaretdir. Bunlardan her birile bir talâkı ric'î tahakkuk eder, meğer ki iki veya üç talâka niyyet edilsin, o halde o veç­hile talâk husule gelir.

Bu kelimelerin rıza halinde vukuile gazab veya müzakerei talâk ha­linde vukuu müsavidir.

Kezalik : Medhulün biha olmayan zevce hakkında Sen taliksin, sen taliksin, sen taliksin» denilse bununla bir talâk vaki olub ikinci ve üçün­cü talâklara mahal kalmaz.

(2) : Kinaî lâfızlardır ki, bunlardan herhangi birile talâkın vukuu,o niyyete muhtacdır. Niyyet bulunursa bunlar ile birer talâkı rîc'î vucude gelir, meğer ki iki veya üç talâka niyyet edilsin. Bunlar da «Sen bainsin», «Sen beriesin», «Sen benden berî oldun», «Ben senden beriyim», «Sen benden bain oldun», «Ben senden bain oldum», «Git», «Çık», «Benden uzak ol», «Git evlen», «İstediğin ile teehül et», «Sen bainen taliksin», «Sen haliyesin», «Benden boş oldun», «Benim sana hacetim yokdur». «Sana veda etdim», «îtidad et», «Sen baan haramsın», «Elbette talik­sin» gibi tabirlerdir.

Bunlar ile söylenildiği zaman talâka niyyet edilmeyib de badehu niyyet edilse yine talâk vaki olmaz.

Şafiîlerce zevç ile zevce arasında beyyunet vukuu, ivaz mukabilin­de olan talâk ile ve üç talâkm ika edilmesile veya iddetin nihayet bulma, sile tahakkuk eder, yoksa kinaî tabirler ile beynunet husule gelmz.

Şafiîlerce talâkı teşdid etmek de beynuneti icab etmez. Meselâ : sen elbette taliksin», «Sen şedid - veya galiz - bir talâk ile mutâllakasın», «Sen taliksin, boşsun», «Sen taliksin itidad et», «Taliksin benim sana ih­tiyacım yokdur», «Sen taliksin ehline iltihak et», «Sen boşsun Örtün» tabirile yalnız birer talâkı ric'î vücude gelir. İki veya üç talâk kasdedi-Hrse o veçhile talâk1 tahakkuk eder. Fakat bunlar ile ne ziyadeye, ne de esasen talâka niyyet edilmediği söylense bu, kazaen tasdik edilmez, belki yalnız birer talâk vukuuna hükm edilir.

Hadisi nefs ile, yani : kalben yapılan tatlik ile talâk tahakkuk et­mez. Herhalde lâfz veya lâfz makamına kaim bir işaret lâzımdır. Ki-tabül'üm, Tuhfetül'mühtac.

Şafiî fukahası diyorlar ki : 'Kinaî lâfızlar ile talâkın vuku, herhalde niyete mütevakkıf dır. Bu hususda karinei zahireye İtibar yokdur,. delâ­leti hal, nazara alınmaz. Çünkü zevç, herhalde muhtardır, mâfizzamiri, zahiri hâle muhalif olabilir. Elhakayık.)

Buna cevaben hanefî fukahası da diyorlar ki : gazab veya müza­kerei talâk halleri, birer karinei zahiredir, bunlar umun batmadan iba­ret olan niyyetden daha kuvvetli    olarak o lâfızlar ile talâk    kasd ediî-

diğinc delâlet eder. Binaenaleyh bu halde zeve, talâka niyyet etmediği ni iddia etse de zahiri  ha! kendisini mükezzib olacağından iddiası, ka­zaen tasdik edilemez. Fakat diyaneten tasdik edilebilir.

(Hanbelî mezhebine göre de talâkda müstamel tabirler, sarih ilo kinaye kısımlarına ayrılır. Sarih olanlar, talâk lâfzile bundan tasrif odilen tabirlerdir. «Sen taliksin», «Sen mutâllakasın», «Seni tatlik et-d'm» gibi. Bunlar ile niyyete muhtaç olmaksızın birer talâkı ric'î vaki olur. Kinaî tabirlere gelince bunlar da zahir ile hafi nevilerine ayrılır. Kinayatı zahire: «Sen haliyesin», «Sen beriesin», «Sen bainsin», «Sen hürresin», «Dilediğin ile evlen», «Seni itak etdim», «Emrin elindedir» gibi tabirlerdir.

Bu kinayatı zahire ile ne vaki olacağı hakmda ihtilâf vardır. Bir kavle göre bunlar ile talâka niyyet edilince üç talâk, vaki olur. Velev ki, bir talâka niyyet edilsin. Amma talâka hiç niyyet edilmezse bir şey lâ­zım gelmez. Metinlerde meşhurolan kavi, budur. Diğer bir kavle göre bunlar ile neye niyyet edilirse yalnız o vaki olur.

Kinayatı hafiyyede firak, serah lâfızlarile «Çık», «Git», «Sen bir-dn», «Sen benim zevcem değilsin», «îtidad et» «Ehline lâhik ol», «Rah­mimi istibrada bulun», «Benim için sana hacet yokdur», «İhtiyar eU gibi tabirlerdir. Bunların hükmü, kendilerile talâka niyyet edilmeyince talâk vaki olmamakdır. Talâktı niyyet edilib adede niyyet edilmediği takdirde de medhulün biha Hakkında yalnız bir talâkı ric'î, gayri med­hulün biha hakkında da birtalâkı bain vaki olmakdır. Bir talâka veya birden ziyade talâka niyyet edilince de-o veçhile talâk lâzım gelir.

Kinaî lâfızlar ile talâkvukuuiçin iki- şart vardır. Biri, talâka niyyet bulunmalıdır. Diğeri de niyyet, telâffuz edilen kinaye lâfzına mukarin olmalıdır.

Ancak delâleti hal de niyyet makamına kaim olur. Gazab hali. ta­lâk sualine cevab hali gibi. Bu halde zevç, talâka niyyet etmediğini söy­lese diyaneten tasdik olunur, hükmen kabul olunmaz. Esah olan budur. Çünkü delâleti halin hükmi elfaz üzerinde tesiri vardır. Bunun içindir ki, bir lâfz bazan zemme, bazan da medhe hami olunur. Meselâ bir kimse­ye tazim halinde «Ey afif oğlu afif» denilse medh olur, sebbü şetm ha­linde denilse zem ve kazf olur. Elmuğnî, Neylül'mearib, Keşşafül'kına.)

(Zahiriyye mezhebine göre talâkda kullanılan lâfızlar, yalnız talâk, firak, serah lâfızlarile bunların müştekkatıdır. Talâk lâfzında niyyete bakılmaz. Bununla her halde kazaen talâk vaki olur. Diğerlerinde ise niyyet bulunmadıkça talâk vaki olmaz. Zevcin ademi niyyet iddiası, hem kazaen hem de diyaneten tasdik olunur.

Bu üç lâfız ile_ bunların müştekk atından başka tabirler ile ne diya­neten ve ne de kazaen talâk tahakku etmez, niyyet bulunsun bulunmasın. Binaenaleyh "haliye, berie, bain, çık, git, seni ehline bağışladım, yuların boynundadır" ve emsali tabirler ile talâk vaki olmaz.

Arabca bilmiyenler, talâka mevzu mezkur lâfızların mukabil tercü­melerini kullanırlar. Dilsiz ve mariz olanlar da kadir oldukları savt ve işaret ile zevcelerini boşayabilirler. Elverir ki bunları işidib görenler, bunlar ile talâk murad edildiğine yakin hâsıl etsinler.

Zahiriyyeye göre "Entİ talikün - Sen boşsun" sözile iki veya üç talâka niyyet edilmesi, muteberdir, zevce gerek medhulün biha olsun ve gerek olmasın. Elmuhallâ.) [77]

 

Talâk Vukuunun Şartları :

 

89 - : Bir talâkın tahakkuk edebilmesi için başlıca şu gibi şartlar vardır :

(1)   : Zevcin talâka ehil, yani : mükejlef ve müteyakkız olması şart­tır.

Binaenaleyh çocuğun, mecnunun, naimin talâkları vaki olmaz.

(2)   : Zevcenin nikâhı sahih ile menkuhe veya talâka mahal olma­ya salih mutedde bulunması şarttır.

Binaenaleyh bir ecnebiyye hakkında talâk vaki olmıyacağı gibi hür­meti müsahere veya^ademi kefaret gibi bir sebeble nikâhı fesh edilerek iddet beklemekte olan bir kadın hakkında da talâk vaki olmaz.

(3)   : Talâkın bir lâfza mükarin olması şartdır.^ Binaenaleyh mücerred niyyet ile talâk husule gelmez.

(Bu hususda umum müctehidler müttehiddir. Yalnız Zührî demiş-dir ki, zevç t&lâka kalben azm ederse talâk vaki olur. Elmuğnî.)

(4)   : Talâkın istisnadan yani: inşaallah demekten halî olması sart-dır.

Binaenaleyh bir kimse, zevcesine hitaben «Seni İnşaallah boşadım» dese bununla talâk vaki olmaz. Buna «İstisnai tatili» de denir. Çünkü bu istisna, talâka muttasıl olarak zikr edilince talâkın vukuuna mani olur, söylenilen sözü muattal bir hale getirmiş olur. Velev ki zikri, kasde mü­karin ve mânası kailince* malûm olmasın. Ta'liki talâk bahsine de mü­racaat!...

(5)   :Talâkın zevceye hakikaten vej'a manen tevcih ve izafe edilme­si şartdır.

Binaenaleyh bir kimse, zevcesine hitaben «Seni boşadım> veya gıya­bında «Zevcemi boşadım» yahud ismini zikr ederek «Fülâneyi boşadım» dese talâk vaki olur. Çünkü bu suretlerin hepsinde izafet mevcuddur.

Falçat bir kimse, böyle bir izafede bulunmaksızın zevcesine hitaben «Eğer şöyle yaparsan talâk'\ olur» yahut «Benden izinsiz harice çıkma­malısın, çünkü ben talâka yemin etdim» dese bununla talak vaki olmaz

Meğer ki bu kadının talâk ınıkasdetsin. O halde şartın vukuu halinde ta­lâk tahakkuk eder.

Kezalik : Bir kimse zevcesinin telkini üzerine mânasını, yani nikâhı izaleye müeddî birctabir, olduğunu bümiyerek talâk lâfzım telâffuz et­se; yahut yazılı olan tatlikî tabirleri velev zevcesinin muvacehesinde oku­sa veya bunları yazsa, veyahut başkası tarafından hikâye eylese zevce­sini kasd etmedikçe talâk vaki olmaz.

90 - : Talâk zevcenin zatına muzaf olunca vaki olacağı gibi ruh, cesed, rakabe gibi tamam vücudünden tabir olunur bir cüz'üne veya nı­sıf, sülüs gibi bir şayicüz'üne izafetle de vaki'olur.

91  - : Talâk, kabili tecezzi değildir. Talâkın cüz'ünü ziKr, küllünü

zikr gibidir.

Binaenaleyh bir talâkın yarısı veya üçde biri misilli eczasından her­hangi bir cüz'i zikredilse, meselâ: zevceye hitaben «Seni yarım talâk İle boşadım» denilse tam bir talâk vaki olur,

92  - ; Talâk da mükâtsbe, muhatebe mesabesindedir. Binaenaleyh bir kimse, zevcesine   muanven ve mersum bir mektub

yazarak kendisini boşadığmı bildirse mektubu yazdığı andan itibaren ta­lâk vaki olur. Meğer ki «işbu mektubu aldığın zaman» veya «işbu mektu­bum vâsıl oldükda seni boşadım» diye yazmış olsun. O takdirde mektub zevceye vâsıl olmadıkça talâk vaki olmaz. Bedayi, Hindiyye, Dürri Muh­tar.

« (Mezhebi zahiriye nazaran gaibin ika edeceği talâk, zevcesine ba­liğ olmadıkça muteber olmaz, zevcesile aralarında kemafissâbık tevarüs vesair zevciyyet hukuku carî olur, zevce gerek medhulün biha olsun ve gerek olmasın. Talâk da gerek bir ve gerek üç bulunsun. Fakat talâk habe­ri'zevceye tasdik edeceğibir şahıs vasıtaSile veya hükmen kabul.edilecek bir şahadet yolile baliğ olursa bu andan itibaren talâk tahakkuk eder. Şu şart ile ki, bu anda zevce, ya gebe veya kendisine tekarrüb vaki ol­mamış bir tuhr halinde bulunsun. Elmuhallâ.) [78]

 

Talakın Ehlî :

 

93 - : Talâkın ehli; mükellef olan, yani : âkil,   baliğ ve müteyak­kız bulunan zevedir, velev ki gayri müslim bulunsun.

Binaenaleyh çocukların, matuhların, mecnunların, mübersem veya muğmaaleyh olanların ve havf ve hayalarından nâşi medhuş bulunanla­rın, uyuyanların ve zevç olmayanların talâkları vaki olmaz.

Şöyle ki : çocuklar, mürahik bulunsalar da talâkları bâtıldır. Binaen­aleyh badel'bülûğ bu talâklara razı olsalar da hükmü yokdur. Çünkü akl, ehliyeti tasarrufun şartıdır. Bir tasarrufun maslahate muvafık oltıb olmadiği akl ile bilinir. Mecnunlar ise bu idrâk vasıtasından mahrumdur­lar. Fakat mecnunların hali ifakatlerindeki talâkları muteberdir.

Kezalik : bir kölenin zevcesini efendisi, ve bir çocuğun zevcesini ve­lîsi boşayamaz. Çünkü bunlar zevç değildirler. Fakat bir kimse, başkası­nın zevcesini bilvekâle boyaşabilir. Zira vekilin talâkı müvekkilinin ehli­yetine dayanır.

Kezalik : bazı sebeplerden dolayı zevç ile zevce arası, hâkimin hük-mile tefrik edilebilir. Çünkü hâkim, mütehakkak bir zarureti def için ve­layeti âmmesi itibarile bu salâhiyeti haiz bulunur.

94  - : Marizin akh zail olmadıkça taiâkı muteberdir. Çünkü ma­raz, ehliyeti teklifi ıskat etmez. Fakat marizin akh zail olunca talâkı mu­teber olmaz.

95  - : Muhtînin, yani  : başka bir söz söylemek    isterken lisanın­dan bir hata eseri olarak talâk sadır olan zevcin talâkı vaki olur.

Meselâ : Zevcesine hitaben, «Sen insansın» diyecek yerde «Sen talik­sin» dese kazaen talâk lâzım gelir. Çünkü bu söz, sarih olduğundan niy-yete muhtaç değildir. Hâkimler, niyyete değil, istimal edilen lâfızlara gö­re hükm ederler. Fakat zevcin hata iddiası, hakikate mukarin ise diya-neten - kendisile indallah muteber olur.

96 - : Hâzilin, yani : sözünün ne hakikî mânasını ve ne de mecazî mânasını kasd etmeksizin lâtife yapmak isteyen bir zevcin talâkı, hem kazaen hem de diyaneten vaki olur. Çünkü hâzil, talâk lâfzını kasden söylediğinden hükmü, ister istemez kendisine lâzım gelir.

Cahiliyyet devrinde bazı erkekler; zevcelerini boşar, sonra dönüp şaka olarak - lâiben, hâzilen - boşadıklarını iddiada bulunurlardı. Bu­nun üzerine talâk ile mülâabenin ademi cevazı hakkındaki bir nazmı kur'anî nüzul etmişdir.

Fakat hezel yolile yapılan ikrarı talâk ile talâk vaki olmayacağı gibi hâzilen ikrar edileceğine evvelce işhad edildiği takdirde de talâk kazaen vaki olmaz. Zira hezl, kizbin delili olduğundan ikrarın sıhhatine tesir eder.

97 - : Sefihin, yani  : aklı zayıf olan kimsenin talâkı muteberdir, velev ki mahcur olsun. Çünkü talâk gibi feshi kabil, rızaya mütevakkıf olmayan tasarrufatı kavliyye hacr altına alınamaz.

98  - : Dilsizin mahud işaretile talâkı vaki olur, mevtine kadar de­vam etmek şartile. Velev ki ahresiyyeti sonradan arız olsun.

Fakat kitabete muktedir olan dilsizlerin mücerred mahud işaretlerile talâkın vuku bulub bulmayacağında ihtilâf vardır.

99  - Alel'itlâk mükrehin talâkı muteberdir,    ikrah, gerek meşruî bir suretde vuku bulsun ve gerek bulmasın ve ikrah, gerek mülcî derecesinde bulunsun ve gerek bulunmasın. Çünkü ikrah, esasen ihtiyarı ibtal ve izale etmez. Belki mükreh, yaptığı fi'li yine kendi ihtiyarile yapmış olur, kendince iki şerrin ehvenini ihtiyar etmiş olur.

Maahaza talâk, feshi kabil olmayan tasarruflardan bulunduğu ci­hetle bunun vukuunda ikrahın mevcud olub olmaması müsavidir.

Meselâ : zevcesine nafaka vermemek için talâka yemin eden bir kimse, hâkim tarafından vuku bulan cebri şer'îye binaen nafaka verecek olsa talâk vaki olur.

Kezalik : bir kimse, zevcesini gayri meşru suretde vuku bulan bir cebre binaen tatlik etse yine talâk vaki olur.

100  - : Talâka bil'ikrah vekil olan şahsın    tat tiki de muteberdir. Şöyle ki : bir kimse, zevcesini boşamak İçin bir şahsı cebren tevkil*

edib o şahıs da bu ikraha mebnî o kadını tatlik etse talâk,, bil'ittifak vuku bulur. Çünkü bu takdirde mutallik, zevcdir. Vekilin bu tasarrufu müvek­kiline racidir.

Fakat bil'ikrah vuku bulan ikrarı talâk, muteber olmadığı gibi bil' ikrah kitabetle yapılan talâk da muteber değildir.

Binaenaleyh bir kimse, zevcesinin talâkını yazmaya cebr olunsa ya­zacağı mektub ile talâk tahakkuk etmez. Zira m'ükâtebe, bir hacete bir.aen muhatebe makamına ikame edilmiştir. Bu halde ise hacet mevcut değil­dir.

101 - : Mubah bir şey yemesinden veya içmesinden dolayı sarhoş olan bir kimsenin talâkı muteber değildir. Fakat istimali şer'an memnu olan bir şeyi bile bile yemesinden veya içmesinden    dolayı sarhoş olan kimsenin sekir halindeki talâkı muteberdir. Hali sekirden    maksad ise müskir maddenin akla galebe eden neşvesinin tesirilc husule yeleri heze­yandan, kelâmın ihtüâtmdan ibarstdir. Hanefiyyece muhtar ve müfta bih olan da budur. Bahri Raik, Dürri Muhtar, Reddi Muhtar, Hindiyye, Ali Efendi fetavasi.

102  - : Sarhoşluk halinde vuku bulan talâkın muteber olmaması meselesi, izaha muhtacdır. Şöyle ki: sarhoşluk, usuli fıkıhda beyan, olun­duğu üzere ehliyete aid, mükteseb arızalardan olup iki türlü    sebebden neşet eder    :

Biri :mübah tarikile olan, meselâ : bal şerbeti veya ilâç içmekden veya bil'ikrah müskiratdan birini kullanmakdan ileri gelen sarhoşlukdur. Bu türlü sarhoşluk, hastalık ve baygınlık gibi elde olmayan arızalar ka­bilinden sayılarak sahibinin sıhhati tasarruf atın a mâni olur. Bu hususda müctehidlerin ittifakları vardır.

Diğeri : mahzur tarikile olan, yani : memnu olan müskiratdan biri­ni birihtiyar istimalden münbais olan sarhoşlukdur. Bu kısım-ihtiyare müstenid olduğundan sahibinin mükellefiyetine, sıhhati tasarrufatına mam olmaz. Binaenaleyh böyle bir sekranın talâkı vaki olur. Cumhun ule­manın ve ammei sahabenin reyleri böyledir.

Fakat Hazreti Osman - radıyallahu tealâ anhden bir rivayete nazaran sekranın talâkı vaki olmaz. Hanefîlerden îmam Züfer, imam Kerhî, îmam Tahavî İle Muhammed ibni Seleme de bu rivayeti ihtiyar etmişlerdir. Fukahadan Rebîa, Ebu Sevr gibi bazı zevat da buna zahib-dirler. îmarn Şafiî ile imam Ahmcd ibni Hanbelden de bu yolda birer ri­vayet vardır.

Maahaza ulemanın bu ihtilâfı, sarhoşluğun her hangi derecesine şâ­mil midir, değil midir?. Bu cihet, tedkike muhtacdır:

Fethülkadîr sahibine göre fuhakayı kiramın bu hususdaki ihtilâfı, yeri gökden, kadım erkekden ayırd edemiyecek derecede, sarhoş olanlar hakkındadır. Erkekleri kadınlardan tefrik ettikleri halde mücerred nasm güzel gördüğünü çirkin ve çirkin gördüğünü güzel sayacak derecede sar­hoş bulunanlar hakkında değildir. Bunların tasarruflarının sıhhatinde ih­tilâf mevcut değildir.

Hamevî de Müctebadan naklen diyor ki: Sekrİn derecesinde fukaha ihtilâf etmişlerdir. Eğer sarhoş, zemini semadan, ricali nisadan temyiz edemiyecek bir halde bulunan kimse ise şüphe yok ki, bunun bey'i, talâkı, yenlini bâtıldır. Amma teklif ve hitabın teveccühüne kâfi olacak merte­be akıl ve temyizi mevcud olan kimse ise bu, sahî = sarhoşluğu zaii ol­muş şahıs mesabesinde olacağından mezkûr tasarrufları sahih olur.

Fakat Reddül'muhtarda beyan olunduğuna nazaran gerek einimei selâseye ve gerek îmam Ebu Yusuf ile îmam Muhainmede göre sahabei kiram ile bir çok ulemanın yukarıda yazılı ihtilâfları hezeyan eden, yani: sözü muhtelit olan sekran hakkındadır. Binaenaleyh bu derecede sarhoş olan kimselerin sıhhati tasarrufuna kail olmayan zevat, bu derecenin fev­kinde sekran bulunan kimselerin de sıhhati tasarrufuna evlâ bittarik kail bulunmuş olurlar. Fethül'kadîr, Bedayi, Dürri Muhtar.

« Malikîîeı-e göre talâkın ehli yalnız müslim ve mükellef olan kim­selerdir. Binaenaleyh gayri müslimlerin talâkları sahih değildir. Meğer ki islâm hâkiminin hükmüne bil'ittifak müracaat etsinler. Kezalik: ma­rizin bir hezeyan neticesi olarak zevcesini tatlik etmesi, muteber değildir. Şu kadar var ki bu tatlike şuuru îâhık olmadığına dair kendisine yemin tevcih edilir.

Kezalik : hata tarikile olan talâk, ne diyaneten ve ne de kazaen mu­teber değildir. Şu kadar var ki, bunun bir sebkı lisan neticesi olduğu sa-bİt olmalıdır, olmazsa kazaen tasdik olunmaz. Minehul'celîl, Muhtasarı Ebizziya.)

(Şaîbî, Nehaî, Ebu Kılâbeye göre mükrehin talâkı muteberdir. Fa­kat eimmei selâseye göre gayri meşru ikrahlar ile vuku bulacak talâklar muteber olmaz.

Şöyle ki : Maliki fukahasma göre ikrahlar, ya serî veya gayri şen­dir. İkrahı şer'î, gayrın hakkı taallûk eden bir fi'l üzerine icbardır ki, müftabih olan kavle nazaran bununla mutlaka talâk vaki olur.

Meselâ : zevç, zevcesini infak veya ebeveynine İtaat veya borcunu eda etmemek üzere talâka yemin etmiş iken hâkim tarafından zevcesini infaka veya ebeveynine itaate veya borcunu edaya cebr olunsa sabık ye­minine binaen talâk vaki olur. Zevç bunları âdeta bittav'ı verrıza yap­mış sayılır.

İkrahı gayri şer'î ise haksız yere vuku bulan icbardır. Böyle bir ik-ra hile - zahir olan rivayete göre - ne kazaen ve ne de diyaneten talâk vaki olmaz. Bu ikrah, ister mülcî, ister gayri mülcî bulunsun.

Meselâ : bir kimse, «Fülân haneye girmem» diye talâka yemin et­tiği nalde bil'icbar o haneye idhal edilse bununla talâk vaki olmaz.

Malikî fuhakasının beyanına nazaran ikrah, elem verici bir havf ile tahakkuk eder. Mükrehün bihin vukuu hakkında galebei zan kâfidir. Katle, şedid darbe, malı ahz ve itlafa, evlâd ve ahfadı kati ve ta'zîbe, zî mürüvvet bir zatın boynuna sille vurulacağına dair olan tehditler ile ik­rah husule gelir. Fakat yabancıların veya kardeş, amca gibi kariblerin kati ve tâ'zibine dair tehditler ile ikrah tahakkuk etmez.

Mükrehün bih olan fi'lin müneccez, yani : filhâl icrası mültezem olmak şart değildir. Binaenaleyh mücbir, zevce hitaben «Eğer zevceni bo-şamazsan sana bir ay sonra şöyle yaparım* diye tehdid etmekle zevç, bundan korkacak olsa ihrah husule gelmiş olur.

Bir talâka cebr edilen şahıs, üç talâk ika etse yine talâk vaki olmaz. Çünkü ikrah halinde mükrehden sâdır olan söz, mecnundan sudur eden haller mesabesindedir.

Sekrâna gelince : Malikî fukahasmdan bazılarının beyanına nazaran kuvvei mümeyyize sini büsbütün gaîb edib erkeği kadından, yeri gökden fark edemiyecek bir halde bulunan sekranın talâkı vaki olmaz. Fakat esah olan kavle göre sekranın talâkı her halde vaki olur. Minehul'celîl, Dusukî, Kifayetüttâlib ve haşiyesi, Muhammedi Hırşînin şerhi).

(Şafiî fukahasma göre talâkın ehli, mükellef olan zevedir. Gerek müslim olsun ve gerek olmasın. Şafiîlerce ikrah, hissî ve şer'î kısımları­na ayrılır. Bunların hiçbirile talâk vaki olmaz.

Meselâ : bir kimse, zevcesine fülân gecede tekarrüb edeceğine dair talâka yemin ettiği halde o gece zevcesi haiz bulunsa veya kendisine uyku galebe edib bir veçhile izalesine kadir olamasa ademi tekarrübe binaen talâk vaki olmaz. Şu kadar var ki, mezkûr gecede hayızdan veya uyku­dan evvel bir veçhile tekarrübe kudret bulunmaması şarttir.

Şafiiyyeye göre ikrahın husulünde mücbirin tehdit ettiği şeyi fİlhal yapmaya muktedir olması şarttır. Bu iktidar, gerek velayet ve tegallüb-den ve gerek fazla hücum ve savletten neşet etsin.

Mükrehin firar veya başkasından istiane gibi bir tarik ile mücbiri def den âciz kalması ve imtinaı takdirinde mücbirin mükrehünbihi ika edeceğine kanaat getirmesi de şarttır.

îkrah ile beraber ihtiyar karinesi de zahir olursa talâk vaki olur.

Meselâ : bir erkek, iki zevcesinden lâalettayin birini boşamaya cebr olunduğu halde kendisi bunlardan birini tayin etse veya bir talâka cebr edildiği halde üç talâk ile boşasa bu talâk muteber olur. Bunların aksi suretinde de hüküm böyledir.

Kezalik : Zevç, sarih veya talik yolile talâka cebr edildiği halde ki­naye' tariküe veya müneccez olarak talâkda bulunsa yine talâk tahak­kuk "eder. Çünkü bu veçhile yapdığı talâkda ihtiyarı mevcud bulunmuş olur.

Bir şarta muallâk olan talâk, o şartın bü'ikrah vukubulmasiie tahak­kuk etmez.

Kezalik : sârikler, bir şahsa karşı kendilerini bir kimseye haber ver­memek için zevcesinin talâkına yemin etmedikçe salıvermiyeçeklerini ih­tar etseler, bununla ikrah tahakkuk eder. Binaenaleyh o şahıs, bu ye­minden sonra ihbarda bulunsa bununla talâk vaki olmaz.

Fakat o şahıs, bilâ talep yemin etdiği takdirde bilâhare ihbarda bu­lunsa talâk vaki olur. Velev ki yemin etmedikçe kendisini bırakmıyacak-larını bilmiş olsun. Çünkü bu suretde yemine icbar edilmiş olmaz.

Mükrehin talâk ânında tevriyede bulunması, meselâ «tatlik etdim» sözile yalan yere ihbar veya hîssî bir kayıddan itlâk gibi bir şeye niyet etmesi veya talâkın akabinde gizlice «inşallah» demesi şart değildir Hi-lâfen libaz.

Malikî mezhebinde de muhtar olan kavle göre tevriye lâzım gelmez.

Sekrâna gelince : Bu, aklının ihtilâline bü'ihtiyar sebebiyet verdiği cihetle mazur, mer'fuulkalem değildir, ef'alinden dolayı mes'uldür. Fa­kat ilâç istimalinden mütehassil sekir halindeki talâk vaki olmaz. Bu, telezzüz için ihtiyar edilmiş bîr ma'siyyet değildir. KitabüTüm, Nihaye ve haşiyesi.)

(Hanbelî fukahasma göre âkil olan bir gayri müslimin talâkı nafiz­dir. Gerek kitabî olsun ve gerek olmasın. Hanbelîlerce bir kısım ikrahlar muteberdir. Şöyle ki: döğme, boğaz sıkma, hapis, suya saldırma gibi elem verici bir şey ile maalvaid zulmen yapılan ikrah, talâk vukuuna manidir.

Tehdidini ikaa kadir olan şahsın kati gibi, kat'ı uzv gibi, şiddetli darb ve uzun müddet habs gibi, çok bir malı ahz, vatandan ihraç gibi zararı biy^ük* olan bir şe yile tehdit etmesi, ikrahdan maduddur.

Şu kadar var ki, mükreh, vaki olan tehdidin vukuuna gannı galibîle kani, definden âciz, kaçıb saklanabileceğine zannı galibi gayri mevcud bulunmalıdır.

Bir kimsenin evlâdı hakkında vukubulacak ikrah, kendisi hakkında da ikrah sayılır.

ikrah, hâkimiyyet kuvvet ve sultasını haiz bir kimse tarafından ya­pılabileceği gibi sârik, yol kesici gibi bir mütegallib tarafından da yapı­labilir.

Hafif bir darb, bundan sikılıb müteessir olmıyacak kimseler hak­kında ikrah sayılmazsa da mürüvvet ve mevki sahibleri hakkmda'ikrah

sayılır.

Talâk maksadile yapılan sihir de en büyük bir ikrah sayılır. Söy­lediği sözü bilemiyecek derecede meşhur olan kimsenin talâkı vaki ol­maz.

Seb ve setm, ihanet, az bir malı ahz, ikrah sayılmaz. Çünkü bunla­rın zararları azdır.                                                                                

Zevcelerinden gayri muayyen birini tatlik için icbar edilen kinişe bunlardan muayyen birini tatlik etse talâk vaki olmaz. Çünkü icbar, bu muayyene hakkında da tahakkuk etmiş olur. Bunun bü'ihtiyar tatlik edil­diğine delâlet eder bir karine yokdur. Fakat muayyen bir kadını tatlik için mükreh olan kimse, diğer bir kadını tatlik etse talâk vaki olur. Kezalik : bir talâk için mükreh olan şahıs, üç talâk ika etse talâk vaki olur. Çünkü ikrah bu talâklara aid bulunmamıştır.

Sekir meselesine gelince : Hanbelî fukahası diyorlar ki : biîe bile bil'ihtîyar kullandığı haram müşkiratdan binle sarhoş olan kimsenin ta­lâkı vaki olur. Velev ki, bu sarhoş, sözlerinde ve okumalarında kargılık göstersin, kendi eşyasını başkasının eşyasından temyiz edemesin, gökü yerden ve erkeği kadından tefrika kadir olmasın. Hâsılı : sarhoş, akval ve ef'alile muahaza olunur, akla mütevakkıf olan kati, kazf, zina, sirkat, zihar, îlâ, riddet, ihtida, vakf, ariyet, gazb, kabzı emanet gibi hususlarda sahî hükmündedir. Çünkü sarhoş; îfratda bulunmuş, başkalarına zarar verecek veçhile aklını izaleye çalışmış olacağından hakkında bir ukubet olmak üzere bu hareketlerinin hükmü lâzım gelir,.

Mamafih îmam Ahmed ifoni Hanbelden diğer bir rivayete göre böy­le bir sekran, müstakillen yapabileceği hususlarda sahî hükmünde ise de nikâh vesair muavezat gibi müstakillen yapamiyacağı hususlarda mec­nun mesabesinde bulunur.

îmam Ahmedden mervî olan bu ikinci kavi, Hazreti Osman ibni Af-fan ile Ömer ibni Abdü'azizin ve Müzenînin mezheblerine muvafıkdır. Elmuğnî, Kessafürkına.)

(Zahiriyye mezhebine göre müşriklerin talâkları nafiz def'"Eir. Fakat bunların nikâhları ve i'tak, icare, hibe gibi sair tasarrufları caizdir. Mükrehin ve sokranın talâkları da mecnunun talâkı gibi gayrı lâzımdır. Sekrin derecesi ise kâh âkilâne ve kâh gayri âkilâne sözler söylemek su-retile kelâmın ihtilâtıdır. El'muhallâ.) [79]

 

Bir Mütalea :

 

Burada tedkike muhtaç bir mesele daha vardır ki, o da içtimaî mas­lahat bakımından sekramn talkı muteber olmalı mı, olmamalı mı mese­lesidir.

Alel'itlâk sekramn talâkına kail olmayanların noktai nazarlarına göre sekran, muhakemei akliyeden mahrumdur, aile rabıtasını idame ise matlûbdur. Eğer her sarhoşun talâkı muteber olursa bu rabıtayı idame müskillesir, kadınlarda kabahatleri olmadığı halde bu yüzden mutazaz-nr olurlar. Binaenaleyh bu talâkın muteber olmaması, hikmet ve mas­lahata daha muvafık görülür.

Mubah tarik ile olmayan bir sekirden dolayı vuku bulacak bir talâ­kın sıhhatine kail olan zevata göre ise böyle bir sekir, dinen ve ahlâkan bir ma'siyyettir. Bu hal, esbabı mühaffifeden değil, esbabı müşeddideden sayılmalıdır. Nitekim'nazariyatı cezaiye erbabından bir çokları, «sarhoş­luk esasen failin yeddi ihtiyarında bulunan bir sebeble hâsıl olduğundan hiçbir veçhile esbabı mühaffifeden sayılmamak lâzım gelir» mütaleasm-da bulunmuşlardır.

Binaenaleyh sekran, cezaya müstahikdir. Talâkın vukuu da bu ce­zanın bir, nevi tecellîsinden başka değildir. Böyle bir cezanın mevcudiye­ti, bir takım kimseler işretden men eder, sarhoşluk dairesini daraltır, bir takım müskirat mübtelâları için bir intibah vesilesi olur.

Maahaza icabında her hangi bir şahsın bir mahkemeye müracaat ederek talâk zamanında sarhoş bulunduğunu itiraf ve iddia etmesi, nıah-kemeeede bu gibi ahlâkî bir nakisenin bir nevi muafiyet esbabından sa­yılması, mehakimin haiz olması lâzım gelen yüksekliğüe kabili telif ola-maz. Böyle bir iddia, mahkemelere karsı bir istihfaf, öyle bir muafiyet de ayyaşlar hakkında bit" himaye, ahlâkî esaslara karşı da büyük bir te-sahttl mahiyetinde bulunur..

Bir de bu yüzden hilafı hakikat iddialara yol açılacağım düşünmek icab eder. Kalblerinde hasyetullah olmayan bazı eşhasın akılları baş­larında olduğu halde yapmış oldukları talâk hadiselerini «sekir halinde vuku buldu» diye iddia ederek bunun netayicinden kurtulmaya cüret ede­cekleri şüphesizdir.

Kadınların vaziyetlerine gelince vakıa bunların bir kısmı belki bu yüzden mutazarrır olacaklardır. Fakat bu esasın kabul edilmesi, bir çok kadınlar hakkında da bir hürriyet vesilesi, bir halâs çaresi mahiyetinde bulunacaktır.

İşrete müptelâ kimselerin nikâhları altında bulunan kadınlar, ba-zan ne büyük tehlikelere, hücumlara maruz kalırlar. İçtiği küulün tesi-rile ağzından çıkanı kulağı işitmiyen bir kimse, yarın bu yüzden daha büyük bir hâdiseye sebebiyet vererek refikasının hayatına bile kasd ede­bilir. Küul yüzünden şerefini gaib eden, israf ve tebzîre mübtelâ olan bir erkek, çok kere zevcesini mesud edemez. Belki zavallının felâketine se­bebiyet verir durur. Artık böyle bir kocadan kurtulmak için talâk, bir necat vesilesi olmuş olur. Kadının elinden böyle bir vesileyi, bir müey­yideyi ne için almalıdır?...

Maamafih kadın, kocasının bu haline razı ise onun için zevciyeti iade yolu daima açıkdır. Usulü dairesinde nikâhlarını tecdit edebilirler. [80]

 

Talâkın Mahalli :

 

103 - : Talâkın mahallî, yani  : talâkın hükmünü kabule müstaid olan taraf, nikâhı sahih ile menkuhe veya bir veya iki talâkı ric'î veya bain ile mu'tedde olan kadındır.

Bir mutallâka, iddet içinde bulundukça eseri nikâh, baki olub zev-ciyle aralarındaki alâka bilkülliye zail olmamış olacağından talâka ma-halliyeti haiz bulunur.

104 - : Talâk kabilinden olan   müfarekatden dolayı mu'tedde bu­lunan bir kadın da talâka mahaldir.

Meselâ : bir kimse, cüb veya innet sebebile kendisinden tefrik olu­nan zevcesini iddeti içinde boşasa hakkında diğer bir talâk daha vaki olur. Çünkü bu tefrik, talâkdan maduddur.

105 - : Tekarrübden evvel boşanan veya tekarrübden sonra boşa-nıb da ideti nihayet bulan bir zevce, talâka mahal değildir. Çünkü bu tak­dirde zevcenin zevcile olan alâkası külliyen mürtefi ve kendisi tamamen yabancılara mültehik olmuş bulunur.

106 - : Fâsiden nikâh olunan bir kadın da talâka mahal olamaz. Zira bu, hakikaten bir nikâh değildir ki bunu izale" için talâka müra­caat edilebilsin. Fesih ise nikâhın keenlem yekûn olmasına sebeb oldu­ğundan bununla nıahalliyyeti talâk tamamen zail olur. Şu kadar var ki, fâsiden menkuhe hakkındaki talâk, mütarekeden maduddur.

107 - : üç talâkdan dolayı iddet bekleyen bir kadında talâka ma­hal değildir. Çünkü bu halde talâkın meşru adedi nihayet bulmuş olaca­ğından artık talâk ikama imkân kalmaz. Nitekim mücerred tekarrübden dolayı mu'tedde olan kadın da talâka mahal olamaz. Şöyle ki : bir kimse*, bainen boşadığı zevcesine hürmetine muttali olduğu halde iddeti içinde tekarrüb etse ikinci bir iddet lâzım gelib evvelki iddet ile tedahül ederse de bu ikinci iddet içinde vuku bulacak talâk, muteber olmaz.

Meselâ : iki âdet = hayız geçdikden sonra mükarenet vuku bulub da badehu bir âdet daha geçse talâka aid iddet nihayet bulub tekarrüb-den dolayı lâzım gelen iddeti ikmal için iki âdet daha icab eder. Işfr.e bu iki âdete aid müddet içinde vuku bulacak talâka itibar olunmaz.

108 - : Kefaetin ademi veya hürmeti    müsahere gibi bir sebeble tekarrübden sonra nikâhı fesh edilen bir kadın da talâka mahal değildir. Çünkü bu fesh ile zevciyyet tamamen zail olmuş olur. Bedayi, Dürri Muh­tar, Hindiyye.

« (Hanbel fukaliası diyorlar ki: sıhhatinde beynel'müctehidîn ihti­lâf mevcud olan herhangi bir nikâh ile menkûhe olan bir kadın hakkında talâk cereyan eder. Bir kadının velâyetile veya iki fâsikin şahadetüe akd edilen nikâhlar, bainen mu'teddelerin hemşirelerile yapılan nikâhlar, si­gar yolile, veya şahidsiz veya velisiz akd edilen nikâhlar, muhallilleriii yaptıkları nikâhlar, zaniyelerin henüz tövbe etmeden veya iddetleri bit­meden yapdıkları nikâhlar gibi. Nitekim bu gibi bir nikâhın sıhhatine bir hâkim tarafından kendi mezheb ve içtihadına tevfikan hükm edildiği tak­dirde de talâk, bil'ittifak muteber olur ve bu talâklar bain sayılır.

Böyle fâsiden mün'akid nikâhlar hakkında vuku bulan talâklar, hayız haline de müsadif olsa bid'î olmuş olmaz. Çünkü böyle bir nikâhı istidame, caiz değildir.

Fakat batıl bir nikâh ile menkûhe olan bir kadın, talâka mahal old-maz. Bunda icma vardır. Beşinci bir kadınla izdivaç ve iki kız kardeşi nikâhda cem gibi.

Fuzulî bir nikâhla menkûhe olan bir kadın, da icazetten evvel talâka mahal değildir.) [81]

 

Talakın Adedi :

 

109 - : Talâkın adedi, hurreler hakkında üç, cariyeler    hakkında ikidir.

Binaenaleyh bir erkek, hür olan zevcesini müteferrikan veya müc-temian üç talâk ile-ve cariye olan zevcesini iki talâk ile boşayabilir.

Bu halde bir kimse, hür olan zevcesini bir talâk ile boşasa iddeti içinde veya nikâhı tecdidden sonra tekrar iki talâk ile daha boşayabi­lir. Lâkin üç- talâk tamam olunca artık talâka mahal kalmaz. Cariye hak­kında ise iki talâk ile bu mahalliyyet zail olur.

110 - : Uçden ziyade yapılan talâklar ile yalnız üç talâk vaki ve mütebakisi îâğv olur.

Meselâ : bir kimse.zevcesine «Seni üçden dokuza kadar boşadım» veya «Sen benden yüz talâk ile boğ ol» dese bununla yalnız üç talâk ta­hakkuk eder.

111 - : Bir kimse, malik olduğu üç talâkı aşağıdaki suretlere gö­re istimal edebilir :

(1)   : Bir lâfz ile üç talâkı birden yapar. «Seni üç talâk ile boşa­dım» demesi gibi.

(2)   : Evvelâ iki talâk verir, sonra iddet içinde bir talâk daha ve­rir.

(3)   : Evvelâ bir talâk verir, badehu iddet içinde birden veya müte­ferrikan iki talâk daha verir.

(4)   : Evvelâ bir veya iki talâk verir, sonra tecdidi nikâhı mütea-kib bir talâk daha verir.

(5)   : Evvelâ bir talâk verir, badehu tecdidi nikâhı müteakib bir­den veya müteferrikan iki talâk daha verir.

(6)  : Biribiri peşine üç lâfız, ile üç talâk verir. «Seni boşadım, seni boşadım, seni boşadım» gibi. Bu suretde ikinci ve üçüncü talâklar, idde-tin mebdeine müsadif ölmüş olacağından bu, üçüncü surete dahil demek­tir.

112  - : Bir kimse, bir, iki veya üç talâk ile boşamış olduğu zev­cesini iddetinî müteakib başka bir kocaya varıb da onun dühulile lalâk veya vefatından sonra badel'idde tekrar tezevvüc etse yeniden üç talâk hakkına malik olur. Bu halde ikinci zevç, evvelki talâkları hedm = izale etmiş, birinci zevç için yeniden 'bir hüli nikâh vücude gelmiş olur.

Bu mesele, İmamı Âzam ile îmam Ebu Yusuf'e göredir, îbni Abbas ile İbni Ömer'den de böyle mervîdir. Fakat imam Muhammede göre ikinci zevç, üç talâkı hedm ederse de bir ve iki talâkı hedm etmez

(Eimmei selâsenin kavli de böyledir. Hazreti Ömerden, Hazreti Ali ile Obeyyibni Kââbden ve Imran Ibnil'huseynden de böyle mervîdir. ElmezahibüTerbea.)

113 - : Iskatat kabilinden olan şer'î tasarrufların teaddüde kabi­liyetleri olmadığı halde bundan islâm hukukunda talâklar müstesna bu­lunmuştur. Şöyle ki: zevciyyet rabıtasını derâkab inhilâle uğramakdan vikaye için talâkın taaddüdü kabul edilmiştir. Tâ ki lisebebin refikaları­nı boşayıb da sonra peşiman olacak kimseler için bu sayede mâfâtî telâ­fiye imkân bulunsun. Çünkü birinci talâkdan sonra hâsıl olacak nedamet üzerine ric'at veya tecdidi nikâh ile telâfiyi mâfât mümkün olacağı gibi ikinci talâkı müteakib de bu veçhile cebri mâfâta imkân mevcud bulun­muş olur.

Fakat müteferrik ve müetemi bir suretde yapılacak üç talâk ile beynuneti galize sabit olacağından artık, tahlil bulunmadıkça nikâhı tec-did caiz, mâfâtî telâfi kabil olamaz.

Binaenaleyh böyle üç talâka tevessül olunması, ihtiyata münafîdir. Küfranı nimet nişanesidir, adedin meşruiyetindekl hikmete münafîdir, bir hacete müstenid olmadıkça mahzurdan salim değildir. Artık bunun neticesine katlanmak icab eder. Bedayî, Fethül'kadîr, Bahri Raâk, Hin-diyye.

(Şafiîlere göre talâkın adedinde kadınların değil, erkeklerin hali­ne itibar olunur. Binaenaleyh köleler ikişer talâka malikdirler, velev ki zevceleri hurre buhmsun. Hür erkekler de üçer talâka malikdirler, ve­lev ki refikaları cariye olsun. Tuhfetüi'muhtac.)

(Zahiriyyeye göre hürler ile köleler, hürre veya cariye olan zevce­leri hakkında üçer talâka malikdirler. Bu kadınlardan hiç biri müctemian veya müteferrikan üç talâk ile tatlik edilmedikçe beynuneti galıza ile mu-tallâka olmuş olmaz. Binaenaleyh bir veya iki talâkdan sonra tahlile muhtaç olmaksızın kocalarile zevciyyeti iadede bulunabilirler. El'muhal-lâ.) [82]

 

Lahika :

 

114  - : Üç talâk meselesi, bir çok ilmî tedkiklere, münakaşalara mevzu teşkil etmiş olduğundan bu meseleyi aşağıdaki veçhile izaha lü­zum görülmüştür.

115  - : Bir kimse, zevcesine «Enti talikun selâsen  =   Sen üç ta­lâk boğsun» dese bununla üç talâk tahakkuk eder. Zevce gerek medhulün biha olsun ve gerek olmasın.

 (Bu mesele, eimmei erbea ile sair bir çok müctehidlere göredir. Bu, İbni Abbasdan, Ebu Hüreyreden, îbni Ömerden, Abdullah Ibni Ömerden, îbni Mesuddan, Enesden mervîdir. Radıyallâhü tealâ anhüm. Tabiînden vesireden ekseri ehli ilmin kavileri de böyledir.

Ata, Tavus, Said Ibni Cübeyr, Ebüssa'sa ile Amr Ibni Dinar ise bikr hakkında bu üç talâk ile bir talâk vaki olacağına kail bulunmuşlardır.)

(Zahiriyyeye göre de zevç, medhulün biha olmayan zevcesine «Enti talikun selâsen = Sen boşsun üç olarak» dese niyyetine bakılır: Eğer yalnız «Enti talikun = Sen boşsun» sözile üç talâka niyyet etmiş ise üç talâk vaki olur. Fakat bununla bir niyyetde bulunmayıb da badehu cSelâ-sen = üç olarak» dediği zaman üç talâka niyyet etmiş olursa yalnız bir talâk vaki olur, üç talâk vaki olmaz. Çünkü «Enti talikun = sen boşsun» demekle beynunet hâsıl olmuş, «Selâsen = üç olarak» kaydi ise lâğv, mânâsız bir söz olarak kalmış olur.)

116 - : Bir kimse, medhulün biha. olan zevcesine bir meciisde «En­ti talikun, enti talikun, enti talikun =  sen boşsun, sen boşsun, sen boş­sun» dese bakılır: Eğer bu sözlerin her binle ayrıca bir talâka niyyet etmiş ise üç talâk vaki olur, böyle niyyet etmeyib de ikinci ve üçüncü ta­lâklar ile birinci talâkı te'kid etmek istemiş ise yalnız bir talâk vaki olur.

Bu mesele de eimmei erbea ile sair bir çok müctehidlere göredir.

(Zahiriyyeye nazaran «Enti talikun =  sen boşsun» sözile :kı ta­lâka da, üç talâka da niyyet edilebilir. Zevce gerek medhulün biha olsun' ve gerek olmasın.)

117 - : Bir kimse, medhulün biha olmayan zevcesine bir meciisde «Enti talikun, enti talikun, enti talikun  = sen boşsun, sen boşsun, sen boşsun» dese bununla yalnız bir talâkı bain vaki olur. ikinci ve üçüncü talâklar vaki olmaz. Çünkü birinci talâk ile beynunet husule gelir. Diğer­lerinin hükmü kalmaz. Medhulün biha olmayan zevce hakkında iddet lâ­zım gelmiyeceğinden artık talâka mahalliyyet kalmamıştır.

Bu mesele; Hanefîler ile imam Şafiîye, imam Ahmede ve Süfyanı Sevrîye göredir.

« (Evzaîye, Leys Ibni Saide, Malik Ibni Enese, Rebîa îbni Ebî Ab-dirrahman ile îbni Ebî Leylâya göre bununla üç talâk vaki olur.)

118  - : Medhulün biha bulunmayan zevce hakkında harfi atf ile «Enti talikun ve talikun ve talikun = sen boşsun ve boşsun ve boşsun» denilse bununla yalnız bir talâk vaki olur. Bu mesele de imamı Azama ve imam Şafiînin cedid kavline göredir. Çünkü birinci talâk, ikinci talâk­dan evvel ika edilmiştir. Artık başka talâka mahal kalmamışdır. Nite­kim tefrik suretinde de hüküm böyledir. Vakıa «vav» biîâ tertib cem'i iktiza eder, fakat söylenilen talâklardan birinin ilk vukuile    beynunet husule gelmiş, artık cem'e mahal kalmamış olur..

« (imam Mâlik ile imam Ahmede -ve Evzaîye göre ise bununla üç talâk tahakkuk eder. Zira «vav» edatı cem'i muktezîdir, tertibi muktezî değildir. Artık üç talâk birden ika edilmiş, âdeta «enti talikun seiâsen = sen üç talâk boşsun» denilmiş gibi olur. imam Şafiînin kadîm kavli de böyle olduğu mervîdir.)

119 - : işte mezahifoi fıkkiyye, yukarıdaki   meseleler   veçhiledir. Buna muhalif olan sözler ise şâz, muallel, itibara gayri lâyık görülmüş­tür.

Şöyle ki : tmamiyyeye, Ahrned îbni Teymiyye ile kendisinin tâbi-lerine göre bir lâfız ile yapılan üç talâk ile, yani : «Enti talikun selâsen = sen üç talâk ile boşsun» denilmesile yalnız bir talâk vaki olur.

Kezalik : Tavus, Ibni Mükatil, Muhammed Ibni Ishak, Haccac ibni Ertât gibi bazı zatlara göre bir mecliste müteferrik suretde yapılan ya­ni : «Enti talikun, enti talikun, enti talikun = Sen boşsun, sen boşsun, sen boğsun» diye ika edilen üç talâk il ede yalnız bir talâk tahakkuk eder.

Bu iki surette yalnız -bir talâkın vukuuna kail olafî zevatın delilleri şu veçhile hülâsa edilebilir :

(1) : o talâk, iki defadır.) Âyeti kerimesi, üç talâkın birden yapılamiyâcağını göstermektedir.

(2) : Beyhekînin Hmi    Abbasdan ihraç etmiş olduğu bir hadis de gösteriyor ki, sahabei kiramdan «Rükâne» zevcesini bir meclisde üç ta­lâk ile boşamış, sonra bundan pek mahzun olmuş, Resuli Ekrem Hazret­leri, keyfiyetten haberdar olunca «O, ancak bir talâkdır, ister isen zev­cene müracat edebilirsin» diye emretmiş, Rükâne de ric'atde bulunmuş-dur.

(3) : Imamiyyenin    Hazreti   Aliden rivayet etdikleri bir haber de bir meclisde yapılan üç talâk ile yalnız bir talâk vaki olacağını göster­mektedir.

(4) : Üç talâk, liandaki şahadetlere, menasiki hacden olan cemre­lerin atılmalarına ve salâtü selâm iradına dair bir yemine kıyas olunabi­lir. Söyle ki: mülâanede bulunan bir şahıs, dört şahadeti bir lâfız İle ifa etse, yani: «Dört defa şöyle şahadet ederim ki..»    diyecek olsa bu, dört değil, bir şahadet sayılır.

Keza: bir zat, hacde yedi taş parçasını eline alarak bunlar? bir defa­da atacak olsa bu, yedi değil, bir sayılır.

Kezalik : Resuli Ekrem, sallâllahü aleyhi vesellem hazretlerine bin kere salât ve selâmda bulunacağına yemin eden bir zat, «Hazreti Pey­gambere bin kere salât ve selâm olsun» dese bununla bin kere değil, bir kere salât ve selâmda bulunmuş olur, münferid suretde bin kerre salât ve selâmda bulunmadıkça yemininde bâr olmuş olmaz. îşte talâk mese­lesinde de böyledir.

(5) : imam Müslimin, Ebu Davudun, Hâkim ile    Beyhekînin îbni Abbasdan tahric etdikleri bir hadise nazaran    birden yapılan üç talâk Resuli Ekrem ile Hazreti Sıddîkin zamanlarında ve Hazreti Ömerin hilâ­fetinin iîk iki senesinde bir talâk sayılıyordu. Sonra halk, kendileri için tedricî olan talâk hususunda istical gösterdiklerinden Hazreti Ömer, üç talâkın vukuuna hükm edilmesini münasib görmüşdür.

Bu delillere şu veçhile cevab veriliyor :

(1) : nazmı celili, bu maksadı isbat   hususun­da bir nas değildir. Buna istinaden üç talâkın birden ika ediiemiyeceğine zahib olmak muvafık olamaz,. Bu âyeti celîle, ric'î tarikile olan talâkın iki kerre olduğunu, ondan sonra zevceyi ya maruf veçhile nikâhda tut­mak veya onu güzellikle salıvermek vazifesini ihtar buyurmakdadır. Alu-sî tefsirine, El'işfak alâ ahkâmittalâk adlı esere müracaat!.

(2) : Beyhekînin tahric etmiş olduğu Rükâne hadisine gelince bu­nu o veçhile îbni Abbasdan rivayet eden yalnız îkrimedir. Halbuki imam Şafiînin, Ebu Davud ile Tirmizî ve İbni Mâccnin, Hâkim ile yine Beyhekînin birçok sikatdan tahric etdiklerine göre Rükâne, zevcesini üç talâk ile değil, bir talâkı bain ile iboşamış, bununla üç talâka niyyet etmediğim yemimle te'yid eylemiş, bundan dolayı zevcesile nikâhı tecdide mezun bulunmuşdu.

(3) : îmamiyyenin imam Ali Hazretlerinden rivayet  etdikleri ha­bere gelince bu, usulen sabit değildir. Bilâkis bu, bir iftiradır. Ehli beyt-den, bahusus Hazreti Hasen ile Cafer Îbni Muhammedden bunun hilafı mervîdir. Hattâ bu haberi rivayet ederi şahıs, bu iftirasını Küfede Â'me-şin huzurunda itiraf etmişdir.

Beyhekî'nin ve Taberanî'nin rivayet etdikleri üzere imam Hasen Hazretleri hilâfete intihab olunduğu zaman refikası Aişe Bintül'fazl, kendisini tebrik ve tehniye etmekle Hazreti imam, münfeil olmuş. «Emi-rürmüminîn, Hazreti Alinin kati edilmiş olduğundan dolayı şematet mi izhar ediyorsun? Enti talikun selâsen = Sen üç talâk boşsun» diye Aişeyi tatlik etmişdi. Sonra: «Eğer ben tol? hadisi şerifini ceddimden veya pede­rimden işitmemiş olsa idim ric'atde bulunurdum» demiştir. Bu hadisi şe­rif ise üç talâk ile müteferrikan veya birden tatlik edilen bir kadının tah­lil bulunmadıkça kocasına halâl olmayacağını nâtıkdıc. Hazreti Hasenin buna istinadı ise bu hususda Imamiyyenin iddiası hilâfına açıkça bir de­lildir.

Hazreti Ömer de Ebu Musel'eş'arîye    gönderdiği bir    mektubunda Her kim zevcesine «Sen üç talâk boşsun» derse zevcesi üç talâk ile boş olmuş olur.) diye yazmıştı. Bunu muhaddis Ebu Nuaym rivayet etmektedir. El'işfak.

(4) : Üç talâkı liandaki şahadetlere, remyi cemerata ve salâtü se­lâm hakkındaki yemine kıyas etmek ise mahallinde değildir. Çünkü bir lâfz ile yapılan dört şahadetle, bir defada atılan yedi taş parçasile ve bir lâfız ile okunan bin salâtü selâm ile maksad hâsıl olmaz. Yalnız bir talâk ile ise maksad husule gelir, iddetin İnkızasını müteakib beynunet tahak­kuk eder, bu cihetle aralarında bir fark vardır.

Maahaza lian, azîm bir emirdir. Liandaki dört şahadet, dört şahid mesabesindedir. Bu şahadetlerin her biri yemîn ile takviye edilecekdir. Binaenaleyh bunu dört defa tekrara lüzum vardır.

Cemrelerin atılması ve bunun adeti ise bir emri teabbüdîdir. Bunun sim bizce hafidir. Yedi taş parçasını bir defada atmak, ayrı ayrı yedi taş atmak yerini tutamaz.

Salâtü selâm meselesi de mevzu haricindedir. Bin lâfzına mukarin ojan bir salâtü selâm; ne maksada ve ne de örfe nazaran bin salâtü se­lâm sayılamaz.

Bir de bu üç hususda teaddüde riayet edilmesi, ihtiyat muktezası-dır. Talâk ise bunların aksinedir. Talâkda ihtiyat, bir meclisde bir lâfız ile veya müteferrik lâfızlar ile yapılan üç talâkın üç talâk olarak kabul edilmesindedir. üç lâfzını ilga etmek hürmet hususunda riayet edilmesi pek mültezem olan ihtiyat kaidesine muvafık olamaz.

(5) : Ömer tbnül'hattab hazretleri, bir meclisde yapılan Üç talâk ile yalnız bir talâk vuku bulacağı halde bununla üç talâk vukuuna hükm etmiş değildir. Böyle bir şey nasıl tasavvur olunabilir?... Nasıl olur da Hazreti Faruk, bir talâkı üç talâk sayabilir?.. Nasıl olur da kabili ric'at olan bir talâk ile kat'î beynunet husulüne hükm edebilir?..

«Hazreti Önıerin üç t,alâk ile hükm etmesi, bir hükmi şer'î değil, bel­ki üç talâkdan zecr için bir ukubet idi, bir ta'zir mesabesinde idi» de de­nilemez. Böyle bir şey nasıl mülâhaza olunabilir?. Hiç Hazreti Ömer gibi mücessem adalet olan bir zat, meşru olan bir şeyden dolayı ukubetde, ta'zirde bulunabilir mi?.. Hiç halâl olan bir şeyin hürmetine kail olabilir mi?.. Ya onun bilfarz böyle gayri meşru' bir hikmete karşı ashabı kiram sükût edebilirlerim idi?. O ashabı kiram ki, «Yâ Ömer!. Sen doğıu yol­dan çıkarsan seni kılıçlarımızla o yola sevk ederiz» demişlerdi.

O halde tezahür ediyor ki, Cenabı Faruk'un hükmi, bir hükmi şer'î-dir, kitaba, sünnete, icmaı ümmete müsteniddir. îbni Abbasın Hazreti Ömere dair nakletdiği haber, yanlış telâkki edilmiştir. Ibni Abbas Haz­retlerinden rivayet edilen bu haber, şazdır, mualleldir, muhaddislerce mecruhdur. Bu mübarek zat, kendisinden rivayet edilen bu haberin hilâ­fına fetva vermiştir. Nitekim «Elmuğnî» de de mezkûrdur.

Fil'hakika Hazreti Ömer, kendiliğinden böyle bir hükümde bulun­mamıştır. Belki zamanı nebeviden i'tibaren câri olan üç talâk ile kat'î ay­rılık vukuunu sabıkta olduğu gibi imza etmiştir. O halde Ibni Abbas Hazretlerinden rivayet olunan haber hakkında şu gibi mülâhazalar der-meyan edilmiştir:

(1) : Vaktile zevcelerini bir meclisde üç defa bogayan, yani : zev­celerine «Sen boşsun, sen boşsun, sen boşsun» diyen-erkekler, çok kere ikinci ve üçüncü talâk ile birinci talâkı te'kid etmek kasdinde bulunurlar­dı. Binaenaleyh bununla yalnız bir talâk vuku bulurdu. Halbuki bilâhare âdet değişmiş, bu talâklardan her birile ayrıca bir talâk kasd edenler çoğalmış olmakla Hazreti Ömer, bunların haklarında maksatlarına göre üç talâk ile hükm etmişdir ki, zaten zamanı Nebevide de ayni hüküm carî idi.

(2) : Şöyle de denilebilir ki : Ibni Abbas hazretlerinden, rnervî olan haberdeki üç talâkdan maksad, medhulün biha olmayan    zevceler hak kında bir meclisde vuku bulmuş olan müteferrik üç talâkdan ibaretdir ki, bunların birincisi vaki olunca artık diğerlerine mahal kalmaz. Hazreti Ömerin imza etdiği üç talâk ise medhulün biha olan zevceler hakkın­daki üç talâkdan ibaret bulunmuşdur.

Şayed Hazreti Ömer, böyle gayri medhulün biha hakkında üç ta­lâk ile hükm etmiş ise bu kendisinin bir içtihadına müstenıd bulunmuş, böyle bir hâdisede tarafı Nebeviden yalnız bir talâk vukuuna hükm edil­miş olduğunun Hazreti Ömerce sabit bulunmadığından ileri gelmiş de-mekdir. Nitekim bu veçhile ietihadda bulunan bazı müetehidler daha vardır.

(3) : Şöyle de deniliyor : Hazreti Ömer, bu hususda bazı zevat ile istişarede bulunmuş, bunun neticesinde bir nesh vukuu anlaşılmış, böy­le üç talâk ile bir talâk vukuu hakkındaki hükmün bilâhare zamanı Ne­bevide nesh edilmiş 'bulunduğu bir icmaa veya bir habere mebnî tezahür etmiş, bu cihetle Hazreti Ömer, üç talâk vukuuna hükm eylemişdir.

(4) : Şöyle de denilmişdir: Ibni Abbas Hazretlerinden rivayet olu­nan haber, üç talâkın ahdi nebevide bir talâk sayıldığını göstermekdedir. Bu üç talâkın bizzat tarafı nebeviden bir talâk sayıldığını tasrih etme-mekdedir. İhtimal ki bunun böyle bir talâk addedilmesi, bazı sahabei ki­ramın İetihâdlarma göre idi. Hazreti Ömerin içtihadı ise bunun hilâfına tecellî etmişdir. Yoksa Resuli Ekremden mensus olan bir hükmün hilâ­fına Hazreti Ömerin hüküm vermesi mutasavver değildir.

(5) : Şöyle de deniliyor : Uç talâkın ahdi nebevide bir talâk telâk­ki edildiğine dair olan haberi Ibni Abbasdan yalnız Tavus rivayet etmiş­dir. Halbuki Said tbni Cübeyr, Mâlik Ibni Haris, Muhammed Ibni lyâs, Numan îbni Ebî lyas, Mücahid, Atâ, Amr îbni Dînar gibi büyük müe­tehidler, yine îbni Abbasdan bunun hilâfına rivayet etmişlerdir. Bu zat­lar, Ibni Abbasın ecellei ashabından idiler. Tavus ise fâzü,    muhterem, salâhı hal ile muttasıf bir zat olmakla beraber kesirül'hatâ imiş. Artık şüphe yok ki, şu kadar büyük zatların rivayetleri dururken yalnız Tavu­sun rivayetine hüküm bina edilemez.

Filvaki îmam Mâlik ile îmam Şâfiînin ve Ebu Davud ile Beyhekî-nin tahric etdikleri bir hadise nazaran bizzat Ibni Abbas Hazretleri de üç talâk ile beynuneti gaüzenin vukuuna kail olmuş, bununla fetva ver­miştir.

îbni Mâce'nin Said'den tahric ettiği bir hadisde üç talâkın vuku­una Resuli Ekremin icazet vermiş olduğunu nâtık bulunmakdadır.

Hâsılı Tavusun rivayet etdiği haber, ya mevzudur veya münker-dir, müevveldir veya mensuhdur.

(6) : Bir meclisde bir lâfz ile veya müteferrik lâfızlar ile yapılan üç talâk ile beynuneti kübranın vuku bulacağına ehli sünnet ulemasının cumhuru kail bulunmakdadırlar. Bu hususda âdeta bir dcmaı ümmet vaki olmuşdur. Artık bu mesele, içtihada mahal değildir. Buna muhalif olan bir hüküm, nafiz olmaz. Hilâfına kail olanlar, şaz ve ehli sünnetin kavli-ne muhalif, ehli bid'atden madud görülmüşdür. Bütün bunlar, Ahkâmül1-kur'anda, Ruhijl'meanîde, Kütübi Sitte'de, imam Mâlikin Muvatta'ında, Mealimüssünen'de, Fethülkadir'de, Kitabülümde, Elmugnî ile Elmuhallâ'-da vesair fıkıh kitabi arımızda mufassalan yazılı bulunmuşdur.

Filhakika nikâh hakkına malik olan bir mükellef, bunu müteferri­kan izale edebileceği gibi müctemian da izale edebilir, hattâ üç talâkı bir-den yapmak, imam Safîye, Ebu Sevre, ve imam Ahmedden bir rivayete göre haram da değildir. Fakat bu veçhile talâk yapılması, imamı Azama, îmam Mâlike ve İmam Ahmedden diğer bir rivayete göre bid'addir, hür-metden hâlî değildir. Bu cihet Hazreti Ömer'den, Hazreti Aliden, tbni Mesud ile Ibni Ömerden de mervîdir. - Allah Tealâ hepsinden razı oi-sun - Hattâ îbni Ömer Hazretleri, zevcelerini bir meclisde üçer .talâk ile boşayan kimseleri darb suretile ta'ziren cezalandırır idi. Çünkü "böyle üç talâkı birden yapıvermek; ihtiyata münafi, Resuli Ekremin sünnetine muhalif, ma'sıyetden gayri halidir. Bununla beraber muteberdir. Zira bir şeyin ihtiyata münafi, sünnete muhalif, ma'siyeti müstelzem olması, o-nun hükmünün lüzumuna mani olamaz. Nitekim irtidad, en büyük bir ma'siyyeddir, en azîm bir cinayetdir. Bununla beraber hükmünün lüzu­muna, tahakkukuna mani değildir.

Binaenaleyh müctehidîni kiramın cumhuruna göre üç talâk ile her halde hürmeti mugalleza hâsıl olur ve tahlili şer'î bulunmadıkça bu hür­met, mürtefi olmaz. Tahlil için muharremat bahsine müracaat!.. [83]

 



[1] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/3-4.

[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/5.

[3] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/5.

[4] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/5-12.

[5] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/12-14.

[6] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/14-15.

[7] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/15-22.

[8] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/22-27.

[9] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/27-33.

[10] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/33-34.

[11] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/34-36.

[12] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/36.

[13] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/36-41.

[14] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/41-44.

[15] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/44-45.

[16] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/45-47.

[17] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/47-50.

[18] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/50-55.

[19] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/55-58.

[20] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/58-61.

[21] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/61-63.

[22] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/63-65.

[23] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/65-72.

[24] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/72-75.

[25] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/76.

[26] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/76.

[27] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/76-77.

[28] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/77-78.

[29] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/78-81.

[30] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/81.

[31] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/81-82.

[32] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/82-88.

[33] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/88-91.

[34] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/91-92.

[35] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/92-96.

[36] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/96-98.

[37] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/98-100.

[38] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/100.

[39] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/100-102.

[40] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/102-103.

[41] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/103-104.

[42] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/104-106.

[43] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/106.

[44] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/106.

[45] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/106-107.

[46] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/107-111.

[47] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/111-112.

[48] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/112.

[49] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/112-114.

[50] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/115.

[51] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/115-117.

[52] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/117-118.

[53] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/118-121.

[54] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/121-124.

[55] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/124-128.

[56] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/128-130.

[57] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/130-132.

[58] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/132-135.

[59] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/135-138.

[60] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/138-139.

[61] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/139-140.

[62] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/140—142.

[63] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/142-144.

[64] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/144-147.

[65] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/147-150.

[66] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/151152.

[67] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/152-158.

[68] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/158-160.

[69] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/160-165

[70] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/165-169.

[71] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/169-173.

[72] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/174.

[73] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/174.

[74] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/174-180.

[75] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/180-182.

[76] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/182-183.

[77] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/184-192.

[78] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/192-193.

[79] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/193-200.

[80] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/200-201.

[81] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/201-202.

[82] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/202-204.

[83] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/204-210.