MUHALEAYA, İLAYA, ZİHARA MÜTEALLÎKDÎR
Mühaleanın Sıhhat Ve Nefazında Aranılan Şartlar :
Talaka Ve Muhaleaya Daîr Vekaletler :
Talâka, Muhaleaya Müteallik Davalar Ve Şehadetlee:
İ'lanın Hükmünü Tptal Eden Şeyler :
L'lanın Sebebi Ve Hakkındaki Ahkâmın Hikmeti Teş-Rüyyesi
:
Ziharin Ehli, Mahalli Ve Şakaiti :
Zihar Hükmünün Nihayet Bulması
Keffaret! Zîhâren Mahiyyetî, Şartı Vücubı Ve Nevileri :
Keffareti Zihâkın Sebebi Vücubî Ve Hikmeti Teşriyyesi :
LİANE, HİVARİ TEFRİKA, IDDETLEKE AİDDİK
Lianın Mahîyyett Ve Keyfîyyeti :
Lîanı Îcab Edib Etmeyen Bazı Sözler ;
Liân Yapılabilmesi Îçin Vücudi İktiza Eden Şartlar:
Lianı Vücubünden Evvel Veya Sonra Iskat Eden Şeyler:
Lian İle Kati Nesebin Şartları :
Lîânın Sebebi Ve Hikmeti Teşkiiyyesî :
Zevç İle Zevce Hakkında Hiyabi Tefrika Sebeb Olup Olmayan
Bazı İlletler :
Înnet Ve Cüb Sebebiyle Olan Tefrikler :
İnnet İle Mecbubiyetden Başka İlletler Sebebiyle Olan
Tefrikler
Bazı İllerden Dolayı Tefrika Hükm Edilebilmenin Hikmeti
Teşrüyyesi :
Zevceynin Suîimtîzaçlarından Dolayı Yapılacak Tefrikler :
Hakemlerin Tayîn Edilmelerindeki Hikmeti Teşriyye :
Îddetin Mahiyyeti Ve Zevç İle Zevcede Cereyan
Îddetîn Sebebi Vucubi Ve Mebde Ve Müntehası
İddetîn Nevileri Ve Müddetleri :
İddetlerîn Teceddüdü, Tedahülü, Tegayyüeü Ve Îstik Alı :
Îddetîn İnkizasının Malümiyyeti :
İddet Hususunda Gayrî Müslîmeler :
NESEBE VE HİZANEYE AİD OLUB BİR MUKADDİME İLE ÎKÎ BOLÜME
AYRILMIŞDIR
Neseb Île Hîzaneye Aid Istılahlar :
Nesebin Ve Fîraşîyyettn Sübutü Mertebeleri :
Sair Mezhebine Göre Sabit Olub Olmayan Bazı Nesebler :
Neseblerin Esbabı Sübutiyyesi Ve Beyyîneuîrtn
Tercihi :
Hızanenin Mahiyyeti Ve Kîymet Ve Ehemmiyeti :
Hızaneye Kimlerin Müstahîk Oldukları :
Men Lehülhazanenin Evsaf Ve Şeraiti :
Hızane İçin Ücretîn Lüzum Ve Ademi Lüzumu :
Hızane Ve Çocuk Hakkındaki İhtilâflar, Dâvalar
NAFAKALARA
MÜTEALLİK HÜKÜMLERİ MUHTEVİ OLUB İKİ BÖLÜME AYRILMIŞDIR.
NAFAKAYA AİD ISTILAHLAR VE UMUMt ZABITALAR İLE
Nafakaya Müteallik Bazı Umumî Zabıtlar
Zevciyyet Nafakasına İstihkakın Şartları :
Zevciyyet Nafakasının Bibrıza Veya Bilkaza Takdir:
Zevcîyyet Nafakasını İtadan Zevcin Halî Aczi :
Gaib Zevçler Üzerine Takdir Edilecek Nafakalar :
Zevcin İflası Ve Nafakadan Dolayı Hapsi :
Zevciyet Nafakasının Sukutunu Îcab Eden Haller:
Nüşuz Sayılıb Sayılmayan Haller :
Zevcelerin Hadimlerine Atd Nafakalar :
Nafakaya Müteallik Zevceynin Ihtilâfları
Îddet Nafakasına Müteallik Meseleler :
İÇİNDEKİLER : Muhaleanın mahiyyeti, kısımları, rükünleri ve sebebi. Mulıalennın sılıhat ve nefazında aranılan şartlar. Muhaleaya ald bedeller. Muhalealariıı hükümleri. Talâka ve muhaleaya müteallik vekâletler, dâvalar ve şahadetler.
İ'lânm mahiyyeti ve rüknü, i'lâda kullanılan tâbirler, t'lâııuı nevi'-leri, şartları. İ'lâıun hükmü ve hükmü ibtal eden şeyler. keffa-retin mahiyyeti. İ'lânm sebebi ve hakkındaki ahkâmın hikmeti teşriy-yesi.
Ziharıit mahiyyeti ve rüknü. Ziharın ehli, mahalli ve şeraiti. Zihar-da şart omııyan şeyler. Zihann hükmü ve bu hükmün nihayet bulması. Zihardaki keffaretin malüyyeti, şartı vüeubi, nevüeri ve vakti edası. Keffareti ziharın sebebi vücubi ve hikmeti teşrüyyesi.
Muhaleamn mahij'yeti, kısımları, rükünleri ve sebebi :
294 - : Muhalea = hulû, nikâh rabıtasını elfazı mahsusadan bi-rile izale etmekdir ki, bir bedel mukabilinde olub olmamak itibariyle iki kısma ayrılır.
Halı' lâfzı gibi hulu'da maddî ve manevî rabıtaları izale hususunda istimal olunur. JJeselâ : bir libası çıkarmaya, nez1 etmeğe halı' ve hulıı denildiği gibi Bir. zevciyyet ilgisini veya bir hâkimiyet salâhiyetin nez ve izaleye de halı ve hulu' denilir. Ancak hulu' ve muhalea lâfızları nez ciyyet rabıtasını izale hususunda birer ıstılahı mahsus bulunmuşdur.
Zevç ile zevce, aralarındaki fazla ilgiden dolayı birbirinin libası mesabesinde bulunduğundan bu manevî libası üzerlerinden nez' eden bir muamelei şer'iyyeye hulu' namı verilmiş oluyor.
295 - : Hulû muamelesi, muhalea, mübaree, hulû, ihtilâ lâfızla-rile akdedilebileceği gibi bey1 ve şira lâfizlarile de akd edilebilir.
Meselâ : Bir kimse, zevcesine «Nefsini mehrin mukabilinde, sana bey etdim» deyib zevce de «İştira etdim» dese muhalea mün'akid olur. Fakat yalnız, bey, ve yalnız iştira lâfızlarıle hulû tamam olmaz.
296 - : Muhalea, ekseri iki mazi sıgasiyle akd edilir.
Meselâ : Bir kimse, zevcesine «Seni şu kadar meblâğ mukabilinde hulû etdim» deyib zevcesi de «kabul eyledim» dese muhalea tahakkuk eder.
297 - : Muhalea emir sıgasiyle de münakid olur. Şöyle ki : Bir kimse, zevcesine «Nefsini şu kadar meblâğ mukabilinde hul1 et» deyib zevce de «Hul' etdim» dişe muhalea tamam olur. Çünkü emir sıgasiyle vekâlet tahakkuk eder de zevcenin «Hul' etdim» sözü icab ve kabul makamına kaim olur. Fakat zevç, bedel zikretmeksizin «Nefsini benden hul' et» veya mutlak olarak «Nefsini mal mukabilinde hul et» dediği halde zevce «Şu kadar meblâğ mukabilinde hul etdim» dese zevç, tekrar «Hui etdim» veya «icazet verdim» demedikçe muhalea tamam olmaz. Zira bu suretde bedel hakkında tevkil bulunmamıştır.
298 - : Muhalea, istifham sıgasiyle de tahkik kasd edildiği takdirde mün'akid olur.
Meselâ : Zevç, zevcesine «Nefsini benden şu kadaı* kuruşa hul' ettin mi» deyib zevce de «Hul' etdim» dese bakıhr : Eğer zevç, bu sözile muhaleayı- tahkika - Hakikaten vücude getirmeğe niyyet etmiş ise hul' vaki olur. Amma müsavemeye, hul'ı talebe niyyet etmiş ise zevcenin sözünü müteakib «Kabul etdim» demedikçe muhalea mün'akid olmaz.
299 - : Bir kimse, zevcesine «Seni şu kadaı* bedel üzerine hul' etdim» deyib zevce de «Razı oldum» veya «icazet verdim» dese muhalea akd edilmiş olur. Amma yalnız «evet» dese akd edilmiş olmaz.
Nitekim zevce «Beni şu kadar bedel üzerine boşa» deyib zevç de «evet» dese bununla talâk vaki olmaz. Çünkü bu, bir mücerred veidden ibaretdir.
300 - :Bir kimse, zevcesine «Seni hul' ederim» deyib zevce de «Yaptın = etdin» dese o kimse, tekrar «yaptım - etdim» demedikçe muhalea tahakkuk etmez.
301 - : Ivez = bedel mukabilinde olan hul'un rüknü, icab ve kabulüdür. Binaenaleyh kabul bulunmadıkça hul' mün'akid, firkat vaki olmaz. Çünkü bu hulu', bir müaveze akdi olduğundan kabule muhtacdır.
Fakat ıvez mukabilinde olmıyan hulû', kabule muhtaç değildir. Şöyle ki : Bir kimse, zevcesine hitaben bir bedel zikretmeksizin talâk niyye-tiyle «Seni hulû' etdim» veya «Seninle muhalea oldum» dese derhal talâkı bain vaki olur. Velev ki zevce kabul etmesin. Çünkü bu halde hulû', mücerred bainen tatlik demek olduğundan kabule muhtaç olmaz.
302 - : Muhaleaya tevessül edilmesinin başlıca sebebi, zevç ile zevceden birinin veya her ikisinin nüşuzüdür, sut imtizacıdır, geçimsizliğidir.
Zevcin nüşuzü, zevcesine bakmayıb cefa etmesi veya zevcesini kerih görmesidir. Zevcenin nüşuzü de zevcine isyan muhalefet etmesi veya onu kerih görmesidir.
303 - : Zevç ile zevce arasında şikak ve nifak zuhur edib de aralarında güzel imtizaç ve ittifak mümkün olmadığı Takdirde zevç için talâk île muhaleadan birini ihtiyar etmek caiz olur.
Maamafih muhalea suretinde eğer nüşuz, suiimtizac, zevç cihetinde ise muhalea için bir bedel alması, kazaen caiz ise de diyaneten halâl değildir. Ve eğer zevce cihetinden ise zevcin mehr namına verdiği şeyden ziyade muhalea bedeli alması, kazaen caiz olursa da diyaneten mekruh-dur. Suiimtizac, her iki tarafdan olduğu takdirde de zevç için muhalea-r den dolayı bir bedel almak mubahdır.
Nüşuza müstenid olmaksızın yapılan muhalealar da hükmen muteberdir; Hindiyye, Bedayi, Netayicünnazar.
« (Malikflere göre muhalea, bir ıvez mukabilinde yapılan talâkdan ibaretdir. Meselâ : Bir kadm, kocasına «Beni mehrimm mukabilinde tat-lik et» veya «Benimle muhalea ol» veya «Muhalea oldum» diyib zevci de «Seni mehrin mukabilinde tatlik etdim» dese bainen talâk vaki' olur, ve o ıvezi vermesi, meselâ mehrini kabz etmiş ise iade eylemesi zevce üzerine lâzım gelir. Muhaleade ıvez, zevcenin gayrı tarafından da demlide edilebilir.
Maamafih muhalea, ivezsiz olarak da hulû' lâfzile yapılabilir.
Muhalea, hâkim vasıtasile olsun olmasın yapılabilir.
Nüşuz, zevce canibinden olunca muhalea bedelf, mehrden ziyade bir mikdarda da olabilir, bunda mekruhiyet yokdur. Fakat haksız yere bedel almak caiz değildir. Binaenaleyh xbir kimse, zevcesini haksız yere döver veya ona haksız yere söger de kadın kendisinden bu zararı gidermek için bir bedel mukabilinde muhalea olursa bu bedeli bilâhare istirdad edebilir. Bu hususda bu zararın vukuunu başkalarından işitmiş olan iki erkeğin şahadeti kifayet eder. Zevcenin yeminiyle bir erkek şahidin şetia-deti de kâfidir.
Bainen boşanmış bir zevce hakkında yapılan muhalea bedeli de istirdad olunur. Çünkü zaten beynunet husule gelmiş olduğundan bu mu-haleaya ihtiyaç yokdur. Muhtasarı Ebizziya, Düsukî.
(Şafiîlere göre hulû'da asi olan kerahetdir. Binaenaleyh bir erkeğin bir hacet bulunmaksızın zevcesile muhaleada bulunması mekruh olduğu gibi bir kadının da bir zaruret bulunmaksızın kocasından kurtulmak için malını bezi etmesi mekruhdur. Amma aralarında nifak ve şikak zuhur eder de ıslahı kabil olmazsa veya şarta muallâk üç talâk bulunur da bundan halâsa çare bulmak istenilirse muhalea tarikine tevessül,erimesinde kerahet bulunmaz.
Kadın Kocam beni mutazarrır etdiği için kenSisile muhaleaya mecbur kaldım» diye verdiği bedeli istirdad için dâvada bulunamaz. Şu kadar var ki, bir erkek için de halâl olmaz ki, muhaleaya mecbur etmek için
refikasının zararına hareket etsin, meselâ ona bed muamelede bulunub dursun.
Şafiîlercc de sahih olan kavle göre hul, talâkdır, fesih değildir. Bununla talâkların adedi azalmış olur.
Muhaleanın meşruiyeti. Âyeti celîlesiyle sabit, ve bu babda icma, mün'akiddir. Sahabei kiramdan Sabit ibni Kays, zevcesinin talebi üzerine onu mehr olarak almış olduğu bir bahçesi mukabilinde emri nebeviye binaen tatlik etmişdi. Islâmda ilk yapılan muhalea budur. Tuhfetül muhtaç, Elmezahibül'erbea.)
(Hanbelîlere göre de muhalea, şeraiti dahilinde caizdir. Bir kadın, kocasını kötü ahlâkından veya diyanetindeki noksanından veya za'fı halinden dolayı kerih görüp de hakkına riayet edemiyerek günaha girmesinden korkarsa bir bedel mukabilinde muhaleada bulunabilir. Bu halde hulû', mübahdır. Bu takdirde kocası için de bu muhaleaya muvafakat etmek, mesnundur. Meğerki kocasının kendisine meyi ve muhabbeti bulunsun. O halde kadın için sabr- ederek zevciyyeti idare etmek müsta-hab olur. Böyle bir sebeb bulunmaksızın yapılan bir muhalea ise vaki olmakla beraber mekruhdur. Zulüm ve tazyik neticesinde vukubulan bir muhalea ise bâtıldır. Verilen bedel, istirdat olunur. Şöyle ki: Bir kimse, gadr etmek, haksız yere döğmek, veya nafakaya, kasme aid haklarını men eylemek suretiyle zevcesini hul'a sevk etmiş olsa hulû' muteber olmaz, verilen bedeli hul'un da iadesi îâzım gelir.
Hanbelî fukahasına göre muhalea ivezsiz sahih olmaz. Çünkü ıvez, leanm bir rüknüdür. Bunu terk etmek sahih olmaz. Binaenaleyh ivezsiz olarak muhalea yapılınca ne hulû, ve ne de talâk vaki olmaz. Şu kadar v&r ki, üçden noksan olan bir talâk lâfzile veya talâk Hiyyetine mu-karin bulunan ivezsiz bir muhalea ile yalnız talâkı ric'î vaki olur. Elmuğ-nî, NeylüTmearib, Keşşafül'kma)
(Zührîye, Ataya, Davudi Zahirîye göre nüşuz bulunmadığı takdirde- yapılan muhalea, sahih olmaz. Çünkü bu, abes olduğundan gayri meşrudur. Gayri meşru bir şey ise merduddur. Elmizanülkübrâ.)
(Zahiriyyeden ibni Hazm diyor ki: Muhalea zevç ile zevcenin nza: larile yapılır. Kadın, kocasının hukukuna riayet edemiyeceğinden veya zevcinin kendisine buğz edib hakkını yerine getiremiyeceğinden korkarsa istediği bir mal mukabilinde nefsini muhalea voliyle birrıza kurtarabilir. Başka sebebîe, meselâ zevcin cebr ve tazyikiyle yapılan bir muhalea, bâtıldır. Verilen bedel, geri alınır. Talâk bâtıl olur. Zevç zulm etmek-' den menedilir. Elmuhallâ.)[1]
304 - : Bir muhaleanm muteber olması için nikâhın sıhhati şarttır.
Binaenaleyh nikâhı fâsidden dolayı muhalea akdi muteber Çünkü iki taraf, mütarekeye mecbur olduğundan ıvez ile talâkı istihsale mahal yokdur. Kuhüstanî.
305 - : Muhaleada zevcin talâka ehliyeti, zevcenin de talâka ma-halliyeti şarttır.
Binaenaleyh mecnunların, matuhların, çocukların muhaleası nıün'-akid olmadığı gibi ecnebiyye, muhtelia ve bainen mutedde hakkında da hulû muteber olmaz. Amma riciyyen mutedde hakkında muhalea sahihdir.
306 - : Muhalea bedelinin lüzumunda zevcenin baliğ, âkil, muha-leanın mânâsına vâkıf olması şarttır.
Binaenaleyh bir kimse, sefih bulunan zevcesini bir bedel mukabilinde boşasa veyahut bir kadın, mânasını bilmediği halde mücerred kocasının telkini üzerine «Muhalea oldum» dese talâk vaki olur, fakat bedel lâzım gelmez.
307 - : Sagîr veya sagîrenin babası, bunların namına muhaleada bulunamaz.
308 - : Fâsid bir şart ile akd edilen bir muhaleada şart bâtıl ve hulû caiz olur. Hakkı hızaneyi iskat şartı gibi.
309 - : Muhaleada ikrah vaki oldukda bakılır: Eğer zevce hakkında ise talâk vaki olur, lâkin bedeli muhalea lâzım gelmez. Çünkü bedelin lüzumu rızaya mütevakkıfdır. Zevç hakkında ise talâk vaki olub bedel lâzım gelir.
310 - : Muhalea, zevç hakkında talâkı zevcenin kabulüne talik demektir.
Binaenaleyh zevç, «muhalea» veya «hul' etdim» diye icabda bulunsa zevcesinin kabulünden evvel rücu edemez.
Kezalik : Zevcin icabı kablelkabul meclisden kalkıp gitmesiyle bâtıl olmaz. Fakat zevcenin kabulden evvel kıyamiyle bâtıl olur.
311 - : Muhalea, zevce hakkında muaveze sayılır. Binaenaleyh icab zevce tarafından olduğu takdirde kocasının kabulünden evvel rücu edebilir.
Kezalik : Zevç ile zevceden birinin meclisi terk etmcsile bu icab bâtıl olur.
312 - : Muhaleayi zevcin bir şarta talik veya bir vakte izafe etmesi sahihdir.
Meselâ : Bir kimse, zevcesine «Fülân yere gider isen şu kadar meblâğ mukabilinde seninle muhalea etdim» yahut «Gelecek ayın ibi.idasın-dan itibaren seninle muhalüm* diye icabda bulunabilir şartın tahakkuku ve vaktin hululünden sonra kabul zevceye aid olur, ondan evvelki kabul muteber değildir. Çünkü şp.rla muallâk olan İcab kableş-şart mâdum olduğundan kabul kendisine tekaddüm edemez. İzafet de talik hükmündedir.
313 - : Muhaleada zevce, icab ve kabulden hiç birini şarta talik veya bir vakte izafe edemez, bu caiz değildir.
314 - : Zevcenin gıyabında zevcin muhaleası sahihdir. Binaenaleyh zevce, muahaleayi haber aldığı meclisde muhayyerdir, dilerse kabul eder ve dilerse red eyler.
Fakat zevcin gıyabında zevcenin muhaleası sahih değildir.
Meselâ Bir kadın, kocasmın gıyabında «Ben şu kadar meblâğ mukabilinde kocam ile hul' oldum» veya «Nefsimi tatlik etdim» deyib kocası da bundan haberdar olduğunda icazet verse hul' caiz ve talâk vaki olmaz. Fakat icab anında birisi fuzulen kabul edib de muahharan kocası da icazet verse hul', tamam olur. Mebsut. Tatar Haniyye.
315 - : Mûhakada zevç için şartı hıyar, sahih olmadığı halde zevce için sahihdir. Hıyar müddeti üç günden fazla olabilir.
Binaenaleyh bir kadın, üç gün veya daha ziyade, bir müddet muhayyer olmak üzere zevcile muhalea yapabilir.
316 - : Muhaleada hıyarı rüyet sabit olmaz. Fakat muhalea bedelinde aybi fahiş bulunduğu takdirde hıyarı ayıb sabit olur. Aybı yesîr ise mafüvdür.
Aybı fahiş,, bedeli hul'ı ceyadetden vösatete ve vesatetden redaet haline tenzil* eden kusurdur.
317 - : Zevce, muhalea ânında «Eğer muhalea bedelini şu kadar güne kadar tediye etmezsem hulû' bâtıl olsun» dedikden sonra o müddet içinde bedeli tediye ederse hulû', sahih, etmediği takdirde bâtıl olur.
318 - : Bedeli nefi ile yapılan bir muhalea da sahihdir. Binaenaleyh bîr kimse, zevcesine «Nefsini benden bilâedel hûl et» deyib zevce de «Hûlu* etdim» demekle zevç, kabul eylese bilâ bedel talâkı bain vaki olub biri birinin zimmetindeki hukukdan beraet sabit olmaz.
Kezalik : Bir kimse, bedel zikretmek sizin talâk niyetiyle zevcesine «Seni hulû' etdim» dese zevcesinin kabulüne tevakkuf etmeksizin bedelsiz olarak talâkı bain vaki olur, bununla zevciyyet hukukuna müteallik bir şey sakıt olmaz.
Şu kadar var ki, zevç, bununla talâka niyyet etmediğini ifade ederse hem kazaen hem de diyaneten tasdik olunur. Çünkü hulû', lâfzı kinayatdan olduğu cihetle hem talâka, hem de talâkdan başkaya ihtimali vardır. Hindiyye, Bence, Bahri Raik, Dürri Muhtar.
(Malikılere göre muhalea yapacak olan zevcin mükellef olması şart tır. Velev ki, sefih olsun. Çünkü sefihin bilâıvez talâkı sahih olduğundan ıvez mukabilinde talâkı evvelâ bittarik sahih olur.
Kezalik: Marazı mevt ile mariz olan bir zevcin muhaleası da nafizdir. Bu marazından vefat edince zevcesi kendisine varis olur. Velev ki iddeti bitmiş, ba$ka kocaya varmış olsun. Fakat bu maraz esnasında zevcei muhteliası vefat etse kendisi ona varis olamaz. Çünkü kendi elindeki bir şeyi kendisi iskat etmişdir. Fakat zevcenin marazı mevtinde muhaleayı kabul etmesi caiz değildir. Buna rağmen muhaleada bulunsa talâk nafiz olur, aralarında tevarüs cari olamaz.
Kezalik: Bir kimse, velayeti icbarı altında bulunan kızı hakkında mehri veya sair bir malı mukabilinde muhalea yapabilir. Muhtasarı Ebiz-ziya, Düsukî.)
(Şafiîlerce de rrmhaleada zevcin talâka ehil olması şarttır. Binaenaleyh talâkı sahih* olmayan kimsenin, meselâ sefehinden dolayı mahcur olan bir şahsın hul'ı sahih olmaz.
Muhaleayı kabul veya iltimas eden zevcenin veya ecnebinin de malında mutlakuttasarruf olması şarttır. Binaenaleyh sefehinden veya rık-kindan dolayı mahcur olanın muhalea için bedel iltizam etmesi sahih olmaz. Meselâ : bir mahcur sefihe, şu kadar meblâğ üzerine muhaleada bulunsa veya kocası, «Seni şu kadar meblâğ üzerine boşadım» diyib o da kabul etse, ric'iyyen mutallâka olur, bedelin zikri, lâğv bulunur. Velev ki velisi izin versin. Çünkü bu sefinenin bedeli iltizama ehliyeti yok-dur. Şu kadar var ki bunun da hu]û' kabulü muteberdir. Kabul etmediği takdirde talâk vaki olmaz. Çünkü zevcin kullandığı tabir, kabulü muktazidir. Meğer ki zevç, hulû ile talâka niyet etsin, zevcenin kabulünü kalben iltimas etmiş bulunmasın. Bu halde yine ric'iyyen talâk vaki olur. Tuhfetül'muhtac.)
(Hanbel'lere göre de muhaleanm yedi şartı vardır. Şöyle ki :
(1) : Zevç, talâkı sahih olan kimselerden bulunmalıdır. Böyle bir kimse muhalea için baliğ veya mümeyyiz olan bir müslimi veya zimmî-yi tevkil edebilir.
(2) : Muhaleada bedeli verecek kimse, teberüa ehl olmalıdır.
(3) : Muhalea, müneecezen yapılmalıdır. Şarta talik edilen bir mu-•halea sahih değildir. «Bana şu kadar meblâğ bezi eder isen seni huT et-dim» denilmesi gibi.
(4) : Hulû, zevcenin tamamı hakkında yapılmalıdır. Zevceyi hitaben «Seni hulû etdim» veya gıyabında «Zevcemi hulû etdinı» denilmesi eîbi.
(5) : Muhalea, yemini talâkT, - meselâ üç talâk hakkındaki bir taliki - iskat için bir hiyle, bir mahlas ittihaz edilmelidir.
(6) : Muhalea, hul'a mevzu tabirinden birile yapılmalıdır. Bir veya iki talâk lâfzile yapılırsa talâkı ric'î vaki olur.
(7) : Hulû' ile mücered talâka niyyet edilmemelidir. Bu şerait, tamam olunca hulû, bainen fesh olmuş olur. Bununla talâkın adedi azalmış mış. olmaz. Neylül'meraib.)[2]
319 - : Mehr olması caiz olan her şeyin hul'a, talâka bedel olması da caizdir. Mehr bahsine müracat!.
320 - : Hulû' ve talâk bedellerinin tecili sahih olduğu gibi tecili de sahihdir. Te'cil müddetinin hasad vakti gibi bir müstedrek cehalet ile meçhul olması, tecilin sıhhatine mani değildir. Fakat rüzgârın esme-si veya fülânın ölmesi veya seferden gelmesi gibi bir fahiş cehaletle meçhul olduğu takdirde te'cile itibar olunmayıb bedelin hâlen edası lâzım gelir.
321 - : Bir kadın, muhalea ânında mevcut olmayıb da âtiyen vü-cude gelecek bir şey üzerine, meselâ : O sene içinde ağaçlarının vereceği semeresi veya akarının hâsıl olacak gailesi veya kendisinin kazanacağı mal üzerine kocasile muhaleada bulunsa kabz etmiş olduğu meh-rini kocasına red etmesi icab eder. Tesmiye etdiği şey, vücude gelsin gelmesin. Çünkü muhalea zamanında madum olduğundan muaveza ak-dile istihkak hâsıl olmaz.
322 - : Bir kimse, zevcesini vasfı malûm bir hayvan üzerine hul' etse hulû' caiz ve tesmiye olunan hayvanın orta hallisini vermek lâzım olur. Maamafih zevce,, muhayyerdir, dilerse o hayvanı ve dilerse onun kıymetini verir. Lâkin hayvanın vasfı zikr edilmezse talâk vaki olub zevcenin nikâh ile müstahik olduğu şeyleri kocasına red eylemesi iktiza eder.
Vasıfları malûm elbise, mekilât, mevzunat da muhalea bedeli olabilir.
223 - : Mütekavvim olmayan bir mal üzerine yapılan muhaleada bedel lâzım olmıyacağı gibi zevcenin mehrini zevcine red ve iade etmesi de iktiza etmez.
Binaenaleyh hamr, hınzır gibi halâl olmayan bir bedel mukabilinde yapılan muhalea ile talâk vaki olursa da bir ıvez lâzım gelmez.
324 - : Muhalea bedelini muhalea meclisinde kabz şart değildir. Nitekim iskatat üzerine münakid olan sair muavezatda da hüküm böyledir. Zahire.
325 - : Zevcenin müstevfn olan mehrini iade veya düğün masrafını red etmesi, yahut zevciyyet haklarından bir şey taleb etmemesi veyahut iki tarafın biri, birinden bir şey islomomosi partiyle muhalea akd olunabilir.
326 - : Bedeli muhalea, zevcenin elinde helak olduğu veya bil-istih-kak zabt edildiği takdirde misliyyatdan ise mislini veya kıyemiyyatdan ise kıymetini kocasına zamin olur. Yoksa muhalea bâtıl olmaz. Diirer.
327 - : Bir kadın, kocasından almış olduğu bilûmum eşyayı kocasına iade etmesi üzerine muhalea olduğu halde o eşyayı evvelce birine satmış veya hibe ve teslim etmiş olmakla iadesi müteazzir bulunsa o eşyanın kıyemiyyattan ise kıymetlerini, misliyyattan ise misillerini koca* eına vermesi lâzım gelir. Hindiyye.
328 - : Muhaleadan sonra bedeli hul'i tezyid, sahih değildir, Binaenaleyh ziyade edilen bedel, lâzım gelmez. Çünkü makudün aleyhin helakinden sonra bedelini arttırmak, bâtıldır. Hindiyye.
329 - : Bir kadın, kendisine şu kadar meblâğ vermek üzere koca-sile mehri ve iddet nafakası üzerine muhtelia olsa hulû', sahih ve kocası üzerine o meblâğı vermek lâzım olur. Nitekim bir kadın, mehrinin bir kısmını kendisine edâ etmek üzere mada mehri mukabilinde muhalea olsa bu kısmı zevcinden isteyib almaya müstahik olur. Yoksa bu kısım dahi muhalea hükmünce sakit olmaz. Mecmuai,cedide, Hindiyye.
330 - : Bir kadın, naf aaki iddeti üzerine hul* olduğu halde nâşize olarak iddet içinde şer'î meskeninde oturmasa kocası, o nafaka bedelini bu kadından isteyeblir. Meğer ki oturmaması takdirinde kocasının bu nafaka bedelini istememesini şart koşmuş olsun.
Kezalik : iddet nafakası üzerine muhalea vukuundan bir kaç gün sonra zevç ile zevce arasında nikâh tecdıd edilse zevç, iddetin bakiyye-sine aid nafakayı bu zevcei muh teli asından istemeğe müstahik olur, Bahri Raik.
331 - : Bir kadın, iddeti hayz ile olmak itikadile nafakai iddeti ve mehri üzerine muhalea oldukdan sonra hamli zahir olsa hamlini vaz' edinceye kadar kocasından nafakai iddetini taleb edebilir. Ali Efendi fetavası.
332 - : Bir kadın, zevcile mehri ve nafakai iddeti ile çocuğuna üç veya sektz on sene kadar kendi malından infak etmek üzere muhaleada bulunsa hulû, sahih ve bıi şarta riayet lâzım olur.
Binaenaleyh kadın, çocuğunu kocasına bırakarak infakdan kaçınırsa kocası, nafakanın kıymetini ondan alabilir.
Kezalik : Çocuğu bir müddet infak ve imsak etdikden sonr" henüz müddet tamam olmadan bu infakdan imtina etse kocası, müddetin bakiyesine aid naafka bedelini isteyib alabilir. Kadın dahi çocuğun kisveini kocasından istiyebilir. Meğer ki kisve dahi muhalea bedeline idhal edilmiş olsun.
333 - : Bir kadın, çocuğunu bulûğu vaktine kadar imsak etmek üzere hul' olsa bakılır : Eğer çocuk, kız ise hul\ sahih otur. Amma oğlan ise babasının terbiyesine muhtaç olacağından hul', sahih olmaz.
Hindiyye,
334 - : Bir kadın, çocuğunu imsak etmek üzere hulû' oldukdan sonra başka birile evlense çocuğu babası alır, velev ki anasının yanında kalmasında ittifak etmiş olsunlar. Bu halde çocuğun babası, müddetin bakiyyesi için imsake aid ecri misi ile bu kadına rücu edebilir. Hindiyye.
335 - : Bir kadın, mu'sire olduğu halde çocuğunu kendi malından beslemek = infak etmek üzere hûV olsa çocuğun malı bulunmadığı takdirde nafakasını babasından isteyib cebren alabilir. Bu halde muhalea bedeli olan nafaka, bu kadının zimetinde borç olarak kalır.
Hindiyye.
336 - : Bir kadın, çocuğunu yaşadiğı müddetçe infak etmek üzere hul' 'olsa müddetin cehaletine mebni şart, muteber olmaz. Bu halde kabz etmiş olduğu mehrini kocasına red etmesi lâzım gelir. Hindiyye.
337 - : Bir kadın, çocuğunu nezdinde imsak etmek üzere muhalea oldukda bakılır Eğer imsak müddeti tayin edilmiş ise hulû', sahih olur ve illâ olmaz. Çocuk, gerek sütden kesilmiş olsun ve gerek olmasın. Hindiyye.
Diğer bir kavle göre çocuk, henüz sütden kesilmemiş ise hulû, sahih ve imsak müddeti, rezâ' müddeti olan iki seneye mahmul olur. Tatar Haniyye.
338 - : Bir kadın, çocuğunu iki sene emzirmek üzere kocasile muhaleada bulunsa o müddet içinde çocuğa süt vermeğe mecbur olur. «Ben mu'sireyim = fakireyim, bilâ ücret süt vermem» diye imtinaa kadir olmaz. Abdurahim fetâvâsı. Şayet süt vermekden imtina eder veya iki seneden evvel çocuk vefat eylerse rezam kıymetini zevcine zamin olur. Bahri Raik.
339 - : Bir kadın, çocuğuna süt vermek üzere muhalea oldukdan sonra kocasile başka bir şey üzerine müsaleha akd edecek bulunsa sulh'e sahih olur. Fethülkadir.
340 - : Bir kadın, kocasile mehri ve gebe bulunduğu çocuğu do-ğurdukdan sonra iki sene emzirmesi üzerine hulû' olsa caiz olur. Bu halde gebe bulunmadığı bilâhare zahir olursa veya çocuk doğdukdan sonra hemen ölürse kadının reza = emzirme kıymetini kocasına Ödemesi lâzım gelir.
Çocuk, bir müddet sonra Ölürse mütebaki emzirme müddetine reza' kıymetini ödemek lâzım gelir. Kadm, vefat etdiği takdirde de reza kıymeti terikesinden istifa olunabilir.
Fakat kadın, kendisinin veya çocuğunun vefatı halinde üzerine bir şey lâzım gelmiyeceğini muhalea esnasında şart koşmuş bulunursa ba-del'vefat kocası bir şey talep edemez. Hindiyye.
341 - : Bir kadın, mehrini çocuğuna veya bir ecnebiye vermek üzere kocasiyle hul' olsa muhalea caiz ve mehri zevcine ait olur. Binaenaleyh çocuğun veya ecnebinin mehri talebe hakkı olamaz. Hindiyye.
342 - : Bir kimse, küçük çocuğu kendi yanında kalniiik üzere zev-cesile muhaleada bulunsa hulû' sahih, şart bâtıl olur. Çünkü çocuğun terbiye ve hizanesi validesine aid olduğundan bu hakkı babasile anası /btal edemezler. Hindiyye.
343 - : Bir kimse, mükellefe olan kızının veya bir ecnebiyyenin kocasiyle bunların mehri veya nafakası mukabilinde muhalea yapsa bak» Ur : Eğer bu kız veya ecnebiyye buna icazet verirse hulû' caiz ve mehr ve nafaka sakıt olur. Amma icazet vermediği gibi o kimse de mehri veya nafakayı zamin olmaz ise hulû" caiz ve talâk vaki olmaz. Zamin olduğu takaırde ise icazete muhtaç olmaksızın talâk tahakkuk eder. Bu halde o kadın, medhulün biha ise mehrinin tamamını, değilse yarısını Kocasından alır, kocası da bu mehr ile o kimseye rücu eder. Hindiyye.
Şayet o kimse, bilâ emr mehr veya nafakayı zamin olur da kadın dahi muahharan icazet verirse artık mehr ve afakasile ne kocasına, ne de o kimseye rücu edemez. Çünkü icazeti lahika, vekâleti sabıka hükmündedir. Mebsut.
544 - : Muhalea bedeli hakkında rehn ve kefalet itası caizdir. Bahri Raik. (Mâlikîlere göre muhalea bedelinin halâl olması şarttır. Binaenaleyh hamr hınzır, mağsubiyeti. mesrukiyeti malûm olan herhangi bir mal, hul'a bedel olamaz. Şayed böyle bir şey mukabilinde muhalea yapılırsa talâkı bain vaki, bedel batıl olur. Bedel, kısmen haram olduğu takdirde de hüküm böyledir. Zevç, hiçbir şey alamaz.
Muhaleada bedelin muhakkakulvücud olması şart değildir. Binaen aleyh bir hayvanın karnındaki yavrusu mukabilinde muhalea yapılabilir. Bilâhare yavru zuhur ederse zevç onu alır, zuhur etmezse bir şey isteyemez. Bainen talâk vaki olmuş olur.
Bedeli muhaleanın malûmülvasf olması da şart değildir. Binaenaleyh lâalettayin bir mikdar kumaş veya bir at vermek üzere hulû' yapılabilir. Bu halde bunların orta hallisini vermek icab eder.
Bedeli muhalleanm makdurütteslim olması da şart değildir. Binaenaleyh kaçmış bir hayvan veya henüz salâhı belirmemiş bir ekin üzerinj hul' yapılabiliı İleride bunları teslim mümkün olmasa da talâkı bain vaki olmuş olur.
Zevcenin hamli müddetine aid nafakası üzerine veya çocuğunun hı-zanesi zevcine aid olmak üzere de hulû yapılabilir. Şu kadar var ki, kadın, nafakasını tedarükden âciz bulunursa bunu kocası .tedarik eder. Bu, kadının zimmetinde bir borç olur.
Hızane hususnda da zevç, çocuğu sıyanete kadir olmaz veya çocuğun anasından ayrılmasından dolayı mutazarrır olacağından korkulur-sa talâk vaki olmakla berber hızne bİl'ittifak sakıt olmaz.
Bir muyyen muhaiea bedelinin başkasına aidiyeti bilâhare tebey-yün etse hûl' sahih olmaz. Velev ki- sahibi icaset versin. Muhtasarı Ebiz-ziya, Elmezahibüi'erbea.)
(Şafiîlere göre de muhalea bedelinde,,-ş.u gibi jartlar vardır:
(1) : Bedel, maksud olmalı, yani : Bir kıymeti maliyeyi haiz bulunmalıdır. Eğer böyle bir kıymeti haiz olmazsa talâk, ric'î olarak vaki olur.
Nafakai iddet, hakkı hazane, çocuğu bir müddet İrza' veya infak dahi birer, mali maksud sayıldığından bunların mukabilinde hulû', sa-hihdir.
(2) : Bedel, zevç cihetine raci olmalıdır. Binaenaleyh bir kadm, kocasından başka bir kimse zimmetindeki alacağından o kimseyi ibra etmek üzere kocası tarafından tatlik edilse bununla beynunet hâsıl olmayıb yalnız ric'iyyen talâk vücude gelir.
(3) : Bedel, malûm olmalıdır. Meçhul olursa mehri misi mikdan bir mal mukabilinde bainen talâk vaki olur. Bedelin lâalettayin bir hayvan, meselâ bir deve veya libas olması gibi. Bedel, kısmen meçhul olduğu takdirde de hüküm böyledir. Meçhul bir alacakdan ibra mukabilinde yapılacak talâk ise hiç muteber değildir. Meselâ : Bir kimse, zimmetindeki meçhul bir boredan ibra edilmesi mukabilinde zevcesini tatlik etse bununla talâk vaki olmaz. Çünkü bu takdirde beraet tahakkuk etmiyece-ğinden muallâkun aleyh bulunmamış olur.
(4) : Bedel, mevcud ve makdurütteslim olmalıdır. Binaenaley bedel, gayri mevcud olursa mehri misi mukabilinde beynunet husule gelir. Bedelin mağsub veya teslimi gayri kabil olması halinde de hüküm böyledir.
(5) : Bedel, halâl bir şey olub fâsid bulunmamalıdır. Binaenaleyh bedel, hamr, lunzir gibi bir şey olursa talâkı bain vaki olur, zevcenin zevcine mehri misli mikdarı bir şey vermedi lâzım gelir.
Bedel, şu kadar meblâğ ile şu kadar hamr gibi kısmen sahih, kısmen fasid olduğu takdirde de zevce üzerine o sahih kısım ile beraber mehri misli mikdarı bir mal lâzım gelir. Tuhfe, ElmezahibüTerbea.) (Hanbelîlere göre de muhaîea bedelinin halâl bir mal olması şart-dır. Bedel, halâl olmaz, iki taraf da buna vâkıf bulunursa hulû' tahakkuk etmez. Fakat bedelin haram bir mal olduğuna iki taraf muttali bulunmamış olursa hulu', sahih olur. O malın kıymetini veya halâl olarak" misli mevcud ise mislini kadının kocasına vermesi lâzım gelir.
Bedeli hul'un malûm olması şart değildir. Binaenaleyh bir hanede bulunan gayri muayyen meta' üzerine muhalea yapılsa hulû" sahih olur. Hanede bulunan az çok eşya zevce verilir. Şayed hanede hiç bir şey bulnmazsa zevç, meta ıtlak olunacak az bir şey müstahik olur.
Bedeli hul'un mevcud olması da şart değildir. Belki vücudüne intizar olunan bir mâdum da bedel olabilir. Bir hayvanın karnındaki yavrusu, bir ağacın vereceği meyvası gibi. Yavru zuhur etmezse kadının bir mal verib kocasını razı etmesi iktiza eder. Aralarında terazi hâsıl olmazsa zevce üzerine kocasına yavru adı verilecek bir şey .vermek lâzım gelir.
Bedelin tavsif edilmesi de şart değildir. Meselâ : vasfı beyan olun-mıyan bir at veya bir libas mukabilinde hulû' yapılabilir. Bu halde aşağı halde bir at veya libas verilmesi lâzım gelir.
Bir hanenin muayyen bir müddet süknası veya bir gocuğun muayyen müddetle emzirilmesi veya infak edilmesi mukabilinde muhalea şahindir.
Hanbeiî fukahasına göre hulû'daki ıvez, mehr ve bey'deki ıvez gibidir. Binaenaleyh muhalea bedeli, mekîlât ve mevzunattan olunca zevcin zemanına girmez ve zevç, kabz etmedikçe bunlar da tasarrufda bulunamaz. Fakat bunlardan başka olunca zevcin zemânlna girer ve zevcin bunlarda kablelkaoz tasarrufu sahih olur. Elmuğnî. Mağsub veya merhun bir mal mukabilindeki bir muhalea ise sahih değildir, bununla talâk vaki olmaz. Elmezahibül'erbea.)
(Zahiriyyeye göre muhalea bedelinin malûm bir mal veya muayyen bir hizmet olması lâzımdır. Meçhul veya gayri muayyen mallar, hizmetler muhalea bedeli olamaz. Elmuhall.)[3]
345 - : Yapılan bir muhalea üzerine aşağıdaki meselelerde gösterilen hükümler, semereler terettüb eder.
346 - : Muhalea ile bir talâkı bain tahakkuk eder. Ve nîyye't indinde üç talâk sabit olur. Zevce üzerine de deruhde ettiği hulû' bedeli lâzım geür. İki niyyet edildiği takdirde ise yalnız bir talâk vaki olur. Hindiyye, Şihabüddin.
347 - : Bedel lâzım olmıyan hallerde hulû1 veya bey maddesile akdedilen muhalea ile talâkı bain vaki olur. Tekarrübden sonra talâk maddesile münakid muhalea ile do talâkı ric'î tahakkuk eder.
Nitekim zevcenin mehrinden başka deyninden kocasının zimmetini ibra veya zevcin zimmetindeki deynini bir müddetle te'hir etmesi üzerine yapılan tatlîk ile de talâkı ric'î sabit olur. Hindiyye.
348 - : Hulû.' ve mübarree, zevç ile zevcenin filhal kaim nikâha müteallik birbirindeki bütün haklarını iskat eder.
Binaenaleyh muhaleadan, mübarreeden sonra zevce, mehrini ve maziye aid mukadder nafakasını zevcinden isteyemiyeceği gibi zevç de kamilen veya kısmen vermiş olduğu mehr ve nafakayı zevceden istirdat edemez. Velev ki tekarüb vuku bulmuş olmasın.
Kezalik : Bir kimse, mehr tesmiye etmeksizin tezevvüc ettiği bir kadınla tekarrübdon evvel muhaleada bulunsa zikre muhtaç olmaksızın müt'a sakıt olur.
Beyi ve şira lâfızlarile münakid bir muhalea da bu hükümdedir. Hindiyye, Mecmaül'enhür.
349 - : Hulû, ve mübaree ile sabık bir nikâha aid haklar, sakıt ol-mıyacağı gibi nikâha müteallik olmayan sair haklar da sakıt olmaz.
Binaenaleyh zevç ile zevceden hiçbirinin diğeri üzerine dâvaya hakkı olmamak üzere muhalea ve mübaree akd edildikten sonra biri, diğerinden nikâha müteallik olmayan bir cihetden veya sabık nikâhdan dolayı şu kadar alacağı olduğunu iddiada bulunsa dâvası sahih olur. Meğer ki hulû' ve mübaree esnasında o alacakdan dahi ibrayı şart etmiş olsunlar. Hindiyye, Zahire, Bahri Raik.
350 - : Muayyen bir mal mukabilinde yapılan muhalea ve müba-reeden dolayı zevç, yalnız o muayyen mala müstahik olur. Artık hiçbiri diğerinden (348) inci mesele veçhile mehr namına bir şey İsteyemez.
351 - : Hulû','mübaree ve talâk alâ mal ile meşrut olmadıkça id-det nafakasından ve çocuk nafakasile rezaından beraet vaki olmaz. Meşrut olduğu takdirde ise beraet tahakkuk eder. Şu kadar var ki, sükna-dan beraet sahih olmadığı gibi müddet tayin edilmedikçe çocuk nafakasından beraet dahi sahih olmaz.
Binaenaleyh süknadan veya müddet tayin edilmeksizin çocuk nafakasından beraet şartile muhalea akd edilse talâk, vaki olub beraet sabit olmaz. Çünkü süknaya hakkuliah taallûk otdiğinden bunu iki taraf İskata salahiyetli olamaz. Müdetin cehaleti ise münazaayı mucib olaca-ğınlan beraetin sıhhatine manidir.
Şu kadar var ki, süknanın meunetinden beraet, sahihdir. Bu halde zevcenin kendi hanesinde veya istikra odoccği bir hanede iddetini ikmal etmesi lâzım gelir. Hindiyye, Zeyleî, Bcdayi.
352 - : Muhalea esnasında nafakadan ibra caiz ise de muhaleadan evvel ve sonra ibra caiz değildir.
Binaenaleyh bir kadın, hulû'dan sonra kocasını nafakai iddetinden ibra etse bu ibra, caiz olmaz. Çünkü nafaka, şey'en feşey'en vacib olacağından henüz vacib olmayan bir şeyi müstakillen iskat, muteber olamaz. Muhalea esnasında ise bu ibra, iskatı zımnî kabilinden olacağı cihetle muteber olur.
Kezalik : adının iddet nafakasını kabz etmiş olduğuna diar ikrarı da muteberdir.
353 - : Bir kimse, zevcesine hitaben «Ben senin nikâhından" beri oldum» dese kabule muhtaç olmaksızın talâkı bain, vaki olub bununla nikâha müteallik bir şey sakıt olmaz.
Fakat «Şu kadar bedel üzerine berî oldum» derse zevcenin kabulüne tevakkuf eder, bu, bedel mukabilinde talâk demek olduğundan zevce bu bedeli kabul etmedikçe talâk tahakkuk etmez. Reddi Muhtar.
354 - ; Bir kadın, zevcine hitaben «Üzerindeki hakkımdan talâkım üzerine seni ibra etdim» deyib zevci de kabul ederek o meclisde onu tatlik etse, vaki ve beraet hâsıl olur. Red.
355 - : Muhaleadan sonra zevç ile zevceden biri, iddetin inkıza-sından evvel vefat etse diğeri ona varis olamaz. Çünkü her biri, muhalea akdine muvafakatle hakkını ibtale razı olmuşdur. Hidaye, Bahri Raik.
356 - : Bir kimse, marazı mevtinde sıhhatde bulunan zevcesile bir bedel üzerine hul' olsa o bedel mukabilinde hulû' vaki olub badehu mez bure mirasa müstahik olmaz. Çünkü firkat, kendisinin kabulile vaki olmuşdur. Mebsut.
357 - : Zevcenin maarzı mevtinde vuku bulacak muhalea, malının sülüsünden muteberdir.
Binaenaleyh bir kadın, marazı mevtinde bir bedel üzerine zevcile muhalea oldukda bakılır: Eğer medhulün bina olub da iddeti içinde vefat ederse zevç, muvazaa tâhmetini def için hissei irsiyyesiyle bedeli hulû' ye sülüs maldan ekalli ahz eder. Amma kadın, medhulün biha bulunmaz veya ıddetten sonra vefat eder ise zevç, bedeli hul' ile sülüs maldan ekalle müstahik olur.. Çünkü bu takdirde veraset, cari değildir. Dür-ri Muhtar.
« (Muhalea; îmam MâliKe, Sevriye, ve İmam Şafünin ezheri akvaline ve îmam Ahmedin bir kavline göre talâkı baindir. İmam Şafiînin bir kavline ve imam Ahmedin esahhı akvaline göre de fesihdir, bununla talakın adedi noksan olmaz.
Muhalea, gerek talâk ve gerek fesih olsun ric'ate münafidir. Yalnız Saîd ibni Müseyyeb ile Zührîye göre zevç, muhayyerdir. Dilerse bedeli hul'i alır, artık ric'ate müstahik olmaz, dilerse bu bedeli red ederek ric'-atde bulunabilir. İmam Şafiî ile imam Ahmede göre muhalea ve mübaree ile mehr vesaire sakıt olmaz.
Binaenaleyh muhaleada bulunan kadın, medhulün biha ise tam mehre, değilse nısıf mehre miistahik olur. Mehr tesmiye edilmemiş ise müt'a icab eder. Müstakbel nafaka da sakıt olmaz.
Mahaza Hanbelî mezhebine göre bir kadın, kocasile nafakai iddeti mukabilinde muhalea yapabilir. Şu kadar var ki kadın, gebe olmalıdır. Olmadığı takdirde iddet nafakasına müstahik olamıyacağından nafakası mukabilinde muhalea olamz.
Şafiî mezhebine göre de nafaka, muhaleaya bedel olamaz. Çünkü muhtelia olan kadına nafaka lâzım gelmez. Binaenaleyh böyle bir nafaka üzerine muhalea yapılsa mehri misi nisbetinde bir mal lâzım gelir.
Hanbelîlere göre bir kadın, marazı mevtinde mirasından ekser bir bedel mukabilinde kocasile muhaleada bulunsa hulû', muteber olur, varisleri mirasdan ziyade mikdar ile kocasına rücu edebilirler.
imam Mâlikden bu babdaki bir kavle göre zevç, ıvezin tamamına müstahik olur. Bir kavle göre de kadının hul'ı misli nazarı tibare alınır.
imam Şafİîye göre de eğer mehri misli mukabilinde muhalea yapmış ise caiz olur. Bu mikdardan zaid bulunursa ziyade mikdar, terikesinin sülüsünden muteber olur. Elmuğnî.)
(Zahiriyyeye göre hulû', bir talâkı ric'îdir." Meğer ki üç talâk İle yapılsın veya üçüncü bir talâk olsun veya zevcei muhtelia, medhulün biha bulunmasın. Aksi takdirde zevç, iddet içinde müracaat ederek zev-ciyyet rabıtasını idame edebilir. Kadın, razı olsun olmasın. Şu kadar var ki, bu takdirde kadın, vermiş olduğu muhalea bedelini İstirdad edebilir.
Maamafih bir zümreye göre hulû', ancak veliyyül'emrin iznile caiz olur. Elmuhallâ.) [4]
358 - : Talâka ve muhaleaya tevkil caizdir. Bu hususdaki vekâlet, meclis ile mukayyed bulunmaz. Elverir ki azl bulunmasın.
Zevç ile zevcenin muhalea için bir şahsı vekil tayin etmeleri de caizdir.
359 - : Bir kimse, zevcesini tatlik için bir şahsı tevkil etdiği halde onu bizzat kendisi tatlik etse iddeti içinde o şahıs da ayrıca tatlik edebilir. Fakat iddetin inkızasım müteakib nikâh tecdid edilse artık vekilin talâkı vaki olmaz.
360 - : Bir kimse bir şahsa hitaben «ister isen zevcemi tatlik için vekilimsin» deyib o şahıs da o meclisde istese vekâlet münakid olur. Fakat istemeksizin meclisden kıyam ederse vekâlet tahakkuk etmez.
361 - : Bir talâka vekil olan, iki talâk ika etse, İmam Azama gqre asla talâk vaki olmaz. Imameyne göre yalnız bir talâk vaki olur.
362 - : Bir kimsenin «Zevcemi tatiik et» diye tevkil etdiği şahıs, üç talâk ile tatiik etse bakılır : Eğer o kimse, üç talâka niyyet etmiş ise talâk vaki olur. Niyyet etmemiş ise, imamı Azama göre asla talâk vaki olmaz. Imameyne göre yalnız bir talâkı ric'î vaki olur.
363 - : Talâkı ric'îye vekil olan, talâkı bainde bulunsa bir talâkı ric'î vaki olur. Bilâkis bir talâkı baine vekil olan, talâkı ric'îde, bulunsa bir talâkı bain tahakkuk eder.
364 - : Bir şahsın lâalettayin zevcelerini tatlike vekii olan kimse, bunlardan lâalettayin birini tatiik etse yalnız onun hakkında talâk vaki olur. Bu talâk, zevcelerden'diğerlerine sarf edilemez.
365 - : Bir kimse, bir şahsa hitaben «Fülân kadım tezevvüc edersem tatiik et» deyib badehu tezevvüc etse o şahsın tatliki sahih olur.
366 - : Bir kimse, ecnebi bir kadına «Sen şu işi yapar isen boş ob deyib kocası da buna icazet verdikden sonra kadın o işi yapsa hakkında talâk vaki olur. Icazetden evvel yaparsa talâk vaki olmaz. Fakat ica-zetden sonra tekrar yaparsa talâk tahkkuk eder.
Bu, talâkı fuzuliye icazet demekdir. Lâkik icazet ise sabık vekâlet hükmündedir. "
367 - : Talâka vekil olan kimse, bir mal mukabilinde muhalea yapsa bakılır: Eğer zevce medhulün biha değilse hulû', sahih olur. Medhu-iün biha ise sahih olmaz. Çünkü bu suretde beynunet hâsıl olacakdır. Bu ise zevç hakkında müracaat salâhiyetini men edeceği cihetle muzirdir. Duhulden evvel talâk ise zaten beynuneti icab edeceğinden bu tevkil ile o zarara esasen razı bulunmuştur.
368 - : Hul'a vekil olan, muhalea bedelini kabza da vekil olmuş olmaz. Binaenaleyh mezun olmadıkça bu bedeli kabzi edemez.
369 - : Alelıtlak - bedel zikr edilmeksizin - hul'a vekil olan, az veya çok bir bedel mukabilinde hulû' yapabilir. Bilâ bedel yapamaz.
Bu, imamı Azama göredir. Imameyne göre zevcenin mehri mislinden az bir bedel mukabilinde hulû' yapamaz.
370 - : Hul'a vekil olan kimse; şu kadar meblâğ mukabilinde kendisi zamin olmak üzere muhaleada bulunabilir. Velev ki zeman hakkında zevcenin bir emri bulunmasın. Bu halde vekil, bu meblâğ ile zevceye rii-cu edebilir. Velev ki kendisi bunu henüz zevce eda etmiş olmasın.
Fakat vekil,-zamin olmadıkça bedeli hulû' kendisinden taleb edilemez. Çünkü muhaleada hukuki akd, men lehülakde *raci'dir, vekile raci değildir.
371 - : Bir kadın, kocasına, hitaben «Şu ^iin bc'ni yu kadar meblâğ mukabilinde hulû' et» dese» bu, tevkil olmuş olur. Binaenaleyh bilâhare bu sözünden rücu ederek kocasını bundan men edebilir.
372 - : Talâka vekil olan kimse, vekâlete henüz muttali olmadan tatlikde bulunsa talâkı nafiz olmaz.
373 - : Talâka vekil olan, başkasını tevkil edemez. Binaenaleyh tevkil edeceği bir şahsın veya herhangi bir fuzulinin
kendi huzurunda yapacağı talâka icazet vermesi muteber olmaz.
374 - : Sünnet veçhile tatlike vekil olan kimsenin sünnete muhalif suretde yapacağı tatiik, muteber değildir. Hayz haline müsadif olacak tatiik gibi.
375 - : Bir kimse, zevcesinin emri talâkını veya muhaleasını iki şahsa tefviz etdiği halde bunlardan yalnız birisi tatlikde bulunsa talâk vaki olmaz. Çünkü bu veçhile olan tefviz ve tevkil, her ikisinin fi'line talik mesabesindedir. Binaenaleyh birisinin fi'lile muallâkun aleyh vücude gelmiş sayılamaz.
376 - : Vekil, müvekkilinin tayin etdiği bedelden az bir bedel ile muhalea akd edecek olsa müvekkili müciz olmadıkça hulû' vaki olmaz. Bahri Raik, Dürri Muhtar, Hindiyye, Haniyye.
(Mezahibi selâseye göre de talâkda, hulû'da tevkil caizdir. Zahi-riyye fukahası ise buna kail değildirler. Nitekim tefviz bahsinde beyan olunmuştur.) [5]
377 - : Talâkın esbabı sübutiyyesi, ikrar ile beyyinedir. Binaenaleyh bir kadın, talâk iddiasında bulunmakla kocası «Evet ben seni tatiik etdim» diye itirafda bulunsa aralarında talâk tahakkuk eder. İnkârına mukarin kadın beyyine ikame etse yine talâk sabit olur.
Kezalik : Bir kimse, bir kadına hitaben «Ben seni tatiik etdim» veya «Sen benden mutallâkasm» dese bununla aralarında nikâh bulunmuş olduğunu ikrar etmiş ve müfarekat vukua gelmiş olur.
378 - : Bir kimse, zevcesini meselâ : üç ay mukaddem boşamış olduğunu ikrar etse bakılır : Eğer onu bu tarihden sonra tezevvüc etmiş ise talâk vaki olmaz. Fakat daha evvel tezevvüc etmiş ise talâk vaki olur. Şu kadar var ki, zevcesi böyle üç ay mukaddem tatiik vukuunu tasdik ederse iddeti, talâk vukuu tarihinden başlamış olur. Tasdik etmeyib tekzib ederse iddeti, bu ikrar zamanından başlar.
379 - : Bir kimse, mehr tesmiye ederek tezevvüc etdiği bir kadına duhul etdikden sonra onu duhulden evvel boşamış olduğunu ikrar etse bununla talâk vaki ve mehri müsemmanın yarısı lâzım olur. Bu ta-ladan sonraki duhulden dolayı da mehil misi icab eder.
380 - : Bir kimse, zevcesini Üç talâk ile boşadığını, sonra da kab-lettahlü yine tezevvüc eylediğini ikrar zevcesi ise talâkıinkâr veya tahlil vukuunu iddia eylese araları tefrik olunur. Zevce de duhul vaki olmamış ise nısıf mehre, vaki olmuş ise tam mehr ila nafakai iddete müsta-hik olur. Hindiyye.
381 - : Talâk bir şarta talik edildikden, meselâ : Zevcinin rızasi olmaksızın zevcesinin fülân yere gitmesine rabt olundukdan sonra zevce, zevcenin rızası olmaksızın o yere gitdiğini dâva, zevç ise izni ile gitmiş olduğunu iddia edib ikisi de beyyine ikame edecek olsa zevcenin beyyinesi
racih olur.
382 - : Bir müteveffanın varisleri, o müteveffanın zevcesini bai-nen tatlik etmiş olmakla onun varis olamıyacağına, zevce de talâkın ric'î olub iddetin devamına mebni varis olacağına beyyine ikame etse varislerin beyyinesi racih olur.
383 - : Bir müteveffanın varisleri, müteveffanın zevcesini kablel-vefat boşamış olduğuna, zevcesi de onun vefatına kadar menkuhesi bulunduğuna beyyine ikame etse varislerin beyyinesi tercih olunur. Çünkü bu beyyine, inkâra karşı talâk vukuunu müsbitdir.
384 - : Zevce, tarih beyan ederek veya etmiyerek talâk vukuuna, zevç de tarih beyan etmeksizin nikâha beyine ikame etse zevcenin beyyinesi racih olur.
385 - : Bir erkek, bir kadını şu kadar zaman mukaddem nikâh etdiğine, kadın da o tarihden sonra talâk vukuna beyyine ikame etse badının beyyinesi mürecceh olur.
386 - : Bir erkek, bir kadım şu târihde nikâh etdiğine, kadın da o tarihden mukaddem talâk vukuuna beyyine ikame etse erkeğin beyyi-nesi tercih olunur.
387 - : Bir erkek, bir kadını fülân tarihde nikâh etdiğine, kadın da o tarihde talâk vukuuna beyyine ikame etse kadının beyyinesi racih olur.
388 - : Bir kadın, zevcinin hali sahuvda = aklı başında iken irtidad etmesiyle aralarında beynunet vukuuna, zevç de kendisinden riddetin hali sekirde vuku bulduğuna beyyine ikame edecek olsa zevcin beyyinesi müreccah olur. EttarikatülVazıha.
389 - : İhtida etmiş olan bir kadın, zimmî olarak vefat eden kocasından miras taleb ederek vefatından sonra ihtida etmiş olduğunu iddin, varisler de vefatdan evvel ihtida etmiş olduğunu müdafaaten dermeyaı1 etseler söz, varislerin olur. Kadın için İddiasını beyyine ile İsbat lâzım gelir. İbni Nüceym.
390 - : Bir kadın, zevcinden üç talâk ile mutallâka olduğunu dâva etmekle zevci, bu kadını tahlilden sonra tekrar tezevvüc etdiğini ve kendisinin bu veçhile ikrarı dahi bulunduğunu dâva ve inkâra mukarin beyyine ikame eylese aralarında zevciyyet muamelesi cari olur. Netice.
391 - : Bir erkek ile evlenen bir kadın hakkında başka bir erkek zuhur edib de "Sen benim zevcenisin diye iddia etmekle kadın "Sen beni bainen boşamış idin" diye beyyine İkame eylese bu idia, def edilmiş olur. Feyziyye.
392 - : Bir kadın, bir erkek ile izdivaç ettiğini ve duhulden sonra tatlik edildiğini bil'İddia mehr talebinde bulunduğu halde beyyine ikamesinden âciz kalsa o erkeğe yemin verdirebilir. Netice.
393 - : Muhaîea vukuu da zevç ile zevcenin tesadükile sabit olacağı gibi beyyine ile de sabit olur.
Meselâ : Bir kimse, zevcesile on beş bin kuruş üzerine muhalea yapmış olduğunu zevcesinin inkârına mukarin dâva etmekle iki şahıs bu dâvaya müttefiküllâfz velmeal şehadetde bulunsalar muhalea sabit olur. îki şahidden biri, on bes bin, diğeri de on' bin kuruş üzerine muhülea yapılmış olduğuna şahadetde bulunsa on bin kuruş hakkında şahadetleri makbul olur.
Fakat zevç, on bin kuruş üzerine muhaleayı iddia etdîği takdirde bu veçhile ziyadeye şahadet, makbul olmayıb mücerred zevcin ikrarına binaena talâk vaki olur. Bahri Raik.
394 - : Zeyc, bir bedel mukabilinde muhalea vukuunu iddia, zevce de inkâr etse zevcin ikrarına mebni evvelki «neselede olduğu gibi bainen talâk vaki olup bedel hususunda söz zevcenin, beyyinede zevcin olur. Çünkü zevce bedeli münkirdir. Dürri Muhtar. Reddi Muhtar.
395 - : Bir kadın, kocasının inkârına mukarin bir bedel mukabilinde muhalea yapıldığını bilâ beyyine iddia eylese bununla hulü' sabit talâk vaki ve ikrar eylediği bedel lâzım olmaz. Çünkü zevce, talâkı ikaa muktedir olmadığından mücerred bu iddiasile talâk vaki olmıyacağından bizzarure bedel de lâzım gelmez. Bilâ bedel muhalea iddiasında bulunduğu takdirde de hüküm, böyledir. Dürri Muhtar.
396 -: Bir kadın, muhaleayı da'va, zevci de inkâr etmekle iki sahiden biri, muhaleanın 'meselâ on bin, diğeri de sekiz bin kuruş üzerine vukuuna şahadet eylese bununla muhalea sabit olmaz. Bahri Raik.
397 - : Kadın, muhalleanın sıhhatini, kocası da fesadını iddia etse söz, kocasının olur.
Meselâ : Zevce, zevcenin muhalea hususundaki icabını meclisde ka-ul etmiş olduğunu beyan ile muhaleanın sıhhatini dâva, zevci de bu abulün meclisden kıyamdan sonra vukuunu iddia eylese - muhaleayı ıünkir bulunmuş olacağından - söz zevcin olur. Hindiyye.
398 - : Zecv, muhaleada istisna veya şart bulunduğunu iddia, zev-e de bunu tekzib etse söz, zevcin olur. Fakat iki kimse, zevcin bilâ is-isna veya bilâ şart hulû' veya tatlik etmiş olduğuna şahadet ederler-ıe zevcin sözü kabul olunmaz. Şu kadar var ki şahidler «Biz ondan hulû' /eya talâk lâfzından başka bir şey işitmedik» derlerse yine söz, zevcin jlub zevcesile beyinleri tefrik olunmaz. Meğer ki zevcden bedeli kabz ?tmek gibi huîû' ve talâkın sıhhatine delâlet eder bir şey görülmüş olsun. Bezzaziyye.
399 - : Bir kadın, kocasile bir bedel üzerine hulû' oldukdan son-«Kocam beni muhaleadan evvel üç talâk ile veya bainen boşamiş olduğundan hul'un ademi sıhhatine nıebni verdiğim bedelin istirdadı matlûbumdur» diye dâva ve beyyine ile müddeasını isbat eylese vermiş olduğu bedeli geri alabilir. Hindiyye.
Aralarında neseb, reza, sıhriyyet gibi bir sebeble hürmet bulunmuş mahalli hafa da tenakuz, dâvanın sıhhatine, beyyinenin kabulüne mani olmaz. Mebsutı Serahsî.
400 - : Bir mecnunun zevcesi «Kocam sıhaht halinde İicen benimle muhalea yapdı» diye beyyine ikame edib zevcin velîsi veya ifakatinden sonra kendisi dahi .Tiuhaleamn cinnet halinde vukuuna beyyine ikame iylese zevcenin beyinesi tercih olunur. Hindiyye.
401 - : Muhaieadan sonra zevç ile zevce, kabulün tav'an veya ker'hen vukunda ihtilâf etseler söz, ma*al'yemin zevcin olur. Reddi Muhtar.
402 - : Zevce, mutallâka olduğunu beyyinesiz dâva ve mehrile idde t nafakasını taleb, zevç de hulu' vukuunu iddia eylese söz, mehî1 hakkında zevcenin, nafaka hakkında zevcin olur. ÇÜnkü mehr, dâvadan evvel sabit olduğundan sukutunu iddia makbul değildir. İddet nafakası ise evvelce vacib olmadığından zevcenin bilâ beyyine istihkak iddiasına itibar olunmaz. Dürri Muhtar, Carniürfüsuleyn.
403 - : Muhaleanın vukuu beyyine ile sabit oldukdan sonra zevç «Ben zevcem İle muhalea olmuşdum. Fakat onu bilâhare tekrar tezevvür. etdim» diye müdafada bulunsa dâvası mesmu olur.
404 - : Muhalea bedeli hakkında ziyadeyi müsbit olan beyyine, tercih olunur.
Meselâ : Zevç ile zevce, muhaleadan sonra bedelin mikdarında ih-ti-lâf edib zevç, on bin, zevce de sekiz bin kuruş idi diye iddia etse söz, zevcenin olub zevcin beyyinesi müreccah bulunur. Mebsut.
405 - : Zevç ile zevce, muhaleadan sonra hulû' bedelinin cinsinde ya nev'İnde veya mikdarında, yahut vasfında ihtilâf etseler söz, zevcenin olub beyyine zevce teveccüh eder.
Nitekim zevce, muhaleanın bedelsiz olarak yakılmış olduğunu iddia etdiği takdirde de bedeli münkr olduğundan - söz, kentlisinin olub zevcin beyyinesi tercih olunur. Bahri Raik,
406 - : Muhalea bedelindn cinsinde veya nev'inde ihtilâf eden şa-hidlerin şahadetleri makbul olmaz. Meselâ : Şahitlerden biri nükud, diğeri de uruz mukabilinde muhalea akdedildiğine şahadet etse bununla hulû' sabit olmaz. Çünkü müd-dei, hangisini iddia etse diğerini tekzib etmiş olur. Mebsutı Hul-vanî.
« (MaMkîlere göre zevç ile zevce, talâkda bedelin mevcut olduğunda veya olmadığında ittifak etdikleri halde talâkın adedinde ihtilâf etseler, meselâ: Zevce üç talâk ile zevç de bir talâk ile tatliki iddiada bulunsa söz, yeminile zevcin olur. Şayed yeminden nükûl ederse yemin edinceye kadar hapis edilir. Hapis müddeti uzarsa diyaneten tasdik olunur. Yoksa zevce tahlif olunmaz. Çünkü talâk, zevcin nükûlü takdirinde zevcenin yemin etmesile sabit olmaz.
Zevç, muhalea iddiasında bulunduğu halde zevce bilâ ıvez talâk dâ-ve etse zevce tahlif olunur. Üzerine ıveîs lâzım gelmeksizin mübane olur.
Kezalik : Zevceyn, hulû'da ittifak etdikleri halde bedelin mikJsrm-da veya cinsinde ihtilâf edib zevç, fazla bir mikdar veya başka bir cins iddiasında bulunsa zevce talhif olunur. Yemin edince mübane olur. Kendisinin iddia etdiği bedeli zevcine vermesi İcab eder. Zevce yeminden nükûl ederse zevç tahlif olunur. Yemin edince iddia etdiği mikdara veya cinse müstahik olur. Şayed o da yeminden nükûl ederse yine zevcenin iddia etdiği bedel taayyün eder. Şerhi Ebil'berekât, Haşiyei Düsûkî..
(Şafiîlere göre de zevç, bir bedel mukabilinde talâkı idciia, zevce ise meccanen talâk yapıldığını maalyemîn iddia etse bilâ ıvez mübane olur. Çünkü asi olan, zimmetinin beraetidir. Fakat zevç, iddiası üzerine bir şahid İkame edib kendisi de yemin ederse ıveze müstahik olur.
Zevce, hulu' iddia etdiği halde zevç inkâr eylese zevç, yeminile tasdik olunur. Zira asi olan hul'un ademidir. Fakat zevce, iki erkek şahid ikame ederse mübane olur. Zeci kendisinden bir bedel isteyemez. Çünkü muhaleayı münkir bulunmuştur.
Muhalea yapanlar, bedelin cinsinde veya mikdarında ihtilâf edib hiç birinin beyyinesi bulunmasa veya beyyineleri müteariz olsa tehalüfde bulunurlar. Bunun üzerine beynunet hâsıl olur, zevcenin zevcine yalnız mehri misli nisbetinde bir mal vermesi icab eder. Tuhfetürmuhtac.)
(Hanbelîlere göre zevç ile zecve, muhalea vukuunda müttefik oldukları halde ıvezdn mikdarmda veya cinsinde veya vasfında veyahut te'cil ve hululünde ihtilâf etseler söz, zevcenin olur. İmamı Âzam ile îmam Mâlikin kavli de böyledir. Fakat îmam Ahmedden diğer bir kavle göre söz, zevcin olur. Elmuğnî.) [6]
407 - : l'lânın mahiyyeti,. ıstılah kısmındaki tarifinden de anlaşılmış olduğu üzere zevcin zevcesine tekarrüb etmemek için yaptığı yemini mahsusdur. Bu yemin, i'lânm rüknünü teşkil eder. Şöyle ki:
t'lânın rüknü, zevce ile mücameatden nefsi men'e delâlet eden ve Allah Tealâya kasem ile veya talâk ve ıtak gibi külfeti müstelzim bir şeye talikan yemin ile müekked olan ve muayyen veya müebbed bir müddetle mukayyed veya müddetle gayri mukayyed bulunan bir tâbirden ibaretdir.
Binaenaleyh bir kimse, zevcesine hitaben «Vallahi ben seninle dört ay mücameatde bulunmıyacağım» veya «Vallahi ben seninle miicame-atde bulunmıyacağım» yahut «Ben seninle mücameatde bulunursam şu kölem azad olsun» dese i'lâ, münaki dolmuş olur.
408 - : İ'lâ Allah Tealânm mukaddes zatına kasem ile yapılabileceği gibi kendisine örfen kasem edilen sıfatı ilâhiyyeden her hangi birisine kasem ile de yapılabilir.
Meselâ : İ'lâ için «Vallahi, billahi» diye yemin edilebileceği gibi, «Celâlullaha veya azemetullaha veya kibriyayı ilâhiyye kasem olsun» diye de yemin edilebilir. Fakat «Allah Tealânın ilmine veya gazabına veya sehatine kasem olsun» diye yemin edilemez. Çünkü bunlara yemin edilmesi hususunda bir örf mevcud değildir.
409 - : Fukaraya bir iki kuruş vermek gibi ehemmiyetsiz bir meblâğa veya nefse ağır gelmiyecek olan iki rekât gibi bir namaza talik suretiyle yapılacak olan bir i'lâ, muteber değildir.
Meselâ : Bir kimse, zevcesine tekarrüb ederse iki rekât namaz kılmaya yemin etse bununla i'lâ, vücude gelmez.
410 - : Hİç bir yemine mükarin olmaksızın mücerred bir müddet zevce tekarrüb etmemek ile de i'lâ tahakkuk etmez. Çünkü bu halde i'lâ-nın rüknü olan yemin bulunmamış olur, Bedayi, Hindiyye, Dürri Muhtar.
« (Malikîlere göre de i'lâ, hem Hak Tealâ Hazretlerinin ismi zatına veya zatî ve manevî sıfatlarından birine kasem ile yapılabileceği gibi talâk ,ıtak, oruç, sadaka gibi bir şeye talik suretiyle olan yemin ile do yapılabilir. MinehüTcelıl.)
(Şafiîlere göre de i'lâ, ya Hak Tealâ hazretlerinin ismi celîlile veya muayyen sıfatlarından birine kasem ile veya talâka, ıtaka, veya dört aydan evvel münhal olmaları, yani : yapılıb bitirilmeleri kabil olmayan bir savım veya hacce talikan yemin ile tahakkuk eder.
Meselâ : «Bu ayın veya bu aydan sonraki ayın orucunu tutayım» diye yemin edilse i'lâ, münakid olmaz, fakat beş ay sonraki bir ayın orucunu tutmaya yemin edilirse i'lâ vücude gelir. Tuhfetül'muhtaç.)
(Hanbelî fukahasmdan bir kavle göre i'lâ, yalnız Hak Tealânm mübarek ismine veya sıfatlarından birine kasem ile vücude gelir, nezr ile, talâka veya ıtaka talik ile vücude gelmez.
Meselâ : Bir kimse zevcesine «Sana tekarrüb edersem kölem azad olsun deyib de badehu tekarrübde bulunsa kölesi azad olar. Fakat dört ay geçdiği halde tekarrübde bulunmasa i'lâ, tahakkuk etmiş olmaz. Diğer bir kavle göre tahakkuk eder. Eîmuğnî.)
(Zahiriyye mezhebine göre de bir kimse, zevcesine mukarenet et-miyeceğine veya onunla bir hanede, bir firaşda birleşmiyeceğine veya ona fenalık yapacağına dair Allah Tealâya veya onun sair mübarek isimlerinden birine yemin edecek olsa ilâda bulunmuş olur. Bu yemm, gerek ^gazab halinde olsun ve gerek olmasın ve bu yeminde ister istisna bulunsun ve ister bulunmasın ve bu yemin, gerek bir vakit ile mukayyed olsun ve gerek olmasın müsavidir. Elmuhallâ.) [7]
411 - : İ'lâya aid tabirler, mahiyetlerine göre sarih, sarih mecrasına carî ve kinaî olmak üzere üç nev'e ayrılır; Şöyle ki:
(1) : 1'lâda sarih tabir, vikadan - cinsî mukarenetden men'i nefsi sarahaten ifade eden herhangi bir lâfızdır. Mücameat lâfzı gibi.
Meselâ: Bir kimse, zevcesine "Vallahi seninle dört ay mücameatde bulunmayacağım" dese niyyete muhtaç olmaksızın i'lâ vücude gelmiş olur.
(2) : î'lâda sarih mecrasına cari tabir, mücameatden men'i nefs hususunda istimali örfen münfehim olan herhangi bir sözdür. Tekarrüb, kırban, vetıy, mübazea, ve bikr hakkında iftizaz lâfızları gibi.
Meselâ: Bir kimse, zevcesine hitaben "Sana kırban edersem üzerime hac vacib olsun" dese bununla niyyete muhtaç olmaksızın İ'lâ ta-hakuk etmiş olur. Çünkü zevceye izafe edilen kırban ile, tekarrüb ile örfde mücameat kasd edilir.
Cenabetden-dolayı zevcesinde iğtisal etmiyeceğine dair olan yemin de bu hükümdedir.
Bu iki nev'e dahil lâfızlardan biri zikr edildiği halde bununla i'iâ kasd edilmediği ifade edilse diyaneten tasdik edilebilirse de kazaen tasdik edilemez. Çünkü hilafı zahirdir.
(3) : I'lâda kinaî talbir, vakadan men'i nefsi müstakillen müfid ol-mayıb hem vikae, hem de başka şeye ihtimali bulunan herhangi bir sözdür. Mes etmem, ityan etmem, isabet etmem, gaseyanda bulunmam, sana dahil olmam, onun basile benim başım içtima etmez, onunla beiaber bir yatakda yatmam, onun yatağına yanaşmam, ona elbette fenalık ederim, benim cildim onun vücudüne dokunmayacakdır denilmesi gibi.
Bu sözlerden herhangi birile i'lânın tahakkuku için niyyete ihtiyaç vardır. İlâya niyyet bulunmadıkça i'lâ vücude gelmez. Binaenaleyh zevç, bu gibi bir sözile i'lâ kaadetmediğini söylerse hem diyanetten hr;m de kazaen tasdik olunur. Çünkü zahiri hal, kendisini mükezzâb değildi*:.
412 - : Aşağıdaki tabirlerde kinayatdan sayılıruşdır :
(1) : Bir kimse, zevcesine «Sen bana 'haramsın» deyib de bununla i'îâya niyyet etse veya hiçbir şeye niyyet etmemiş bulunsa bununla i'lâ tahakkuk eder.
Zahirürrivayeye göre böyledir. Fakat bu tabirin talâkda istimali hakkında bir hadis örf mevcud olunca bununla derhal bir talâkı bain vücude gelir, i'lâ hakkındaki niyyete kazaen bakılmaz. Fetva bu veçhiledir. ^
(2) : «Ben sana haramım», «Ben nefsimi sana haram kıldım», cSen bana muharrernesin», «Ben seni kendime haram kıldım» sözlerile de talâka niyyet edilirse bainen talâk vücude gelir. Bunlardan hangi birile üç talâka niyyet edildiği takdirde de üç talâk tahakkuk eder. Fakat mü-cerred tahrime niyyet edilirse veya hiç bir şeye niyyet edilmemiş, olursa i'lâ vücude gelir. Meğer ki bir hadis örf, mevcud olsun.
(3) : Bir kimse, zevcesine hitaben Sana tekarrüb edersem sen .bana haramsın» dese bununla da i'lâ vücude gelir. Bununla talâka niyyet edilirse tekarrübü müteakib talâk tahaıkikuk eder. Tekarrüb bulunmazsa i'lâ müddetini müteakib beynunet husule gelir.
Bununla i'lâya niyet edildiği takdirde îmamı Azama göre derhal, imameyne göre hürmetin sübutu tekarrübün vüçudine muallâk olduğu cihetle - tekarrübden sonra ilâ müddeti başlamış olur.
(4) : Bir kimse «Zevcelerim bana haramdırlar» deyip bununla talâka niyyet etmese i'lâ tahakkuk eder. Bu halde 'bunlardan binine aradan dört ay geçmeden tekarrüb ederse hepsinin haikkında yemin sakıt
.olur, keffaret vermesi icab eder. Çünkü tahrim hepsine izafe edilmiştir. Bu tekarrüb ile yemin inhilâl eder.
Fakat hiç birine tekarrüb etmeksizin dört ay mürur ederse hepsi de birer bain talâk ile mutallâka olurlar. Zira ilânın hükmü hepsinin hakkında birden sabit olmuşdur.
(5) : Bir kimse «Her halâl bana haramdır» dese eğer talâka niyyet etmiş ise zevceleri boş olur. Eğer talâka niyyet etmemiş ise bu tahrim, Örf ve âdete nazaran me'kûlâ-t ve meşrubata inhisar eder, bu sözü müteakib bir şey yer veya içerse yemininde hânis olub üzerine keffaret lâzım gelir.
îmam Züfere göre ise, bu sözü müteakib hemen hânis olur. Çünkü bu söz, teneffüs gibi, göz açıp kapama gibi her halâl fi'le şâmildir.
Maahaza bu söz ile hem zevcelerin, hem de sair şeylerin hürmeti kasdedilmiş olursa bu tahrim, hepsine teveccüh. eder. Bunlardan herhangi biri vukua gelirse keffaret lâzım gelir. Zira bu tabir, bunların hepsine şâmildir. Fakat bununla muayyen bir şey kasd edildiği idüia edilirse hem diyaneten hem de kazaen tasdik olunur. Çünkü bu tâbirin umumiyeti örfe nazaran metruktür.
(6) : Bir kimse, zevcesine hitaben «Sana tekarrüb edersem üzerime yemin» veya «Keffaret lâzım gelsin» dese bununla i'lâ tahakkuk eder.
Kezalik : Bir erkeğin zevcesine «Ben senden muliyim» veya «Ben sana i'lâ etmiş bulunuyorum» demesile de i'lâ vücude gelir.
Bu tabirler, sarinden maduddur. Zevç, bunu yalan yere söylediğini iddia etse diyaneten tasdik olunursa da kazaen tasdik olunmaz. Çiinkü haberde asi olan sıdkdır. Bedayi, Hindiyye, Reddi Muhtar. [8]
413 - :
i'lâ, bir vaktin zikr edilib edilmounesi, ve- vaktin malûm bulunub bulunmaması itibarile İ'lâi
müebbed,
i'lâi muvakkat, i'lâi meçhul veya mutlak nevilerine ayrıldığı gibi bir şart ile muallâk veya bir vakte muzaf olub olmaması bakımından da i'lâi müneccez, i'lâi muallâk, i'lâi muzaf nevilerine ayrılır. Nitekim aşağıdaki meselelerde görülecektir.
414 - : Bir kimse, te'bide delâlet eden bir kayıd ile mukayyed olarak. i'lâda bulunsa, meselâ : zevcesine hitaben «Ben vallahi sana ebediyyen tekarüb etmiyeceğim» dese derhal müebbed surette bir i'lâ' tahakkuk etmiş olur.
«Kıyamete kadar tekarrüb etmem», denilmesi de bu kabildendir. Çünkü bu gibi sözler, te'bid maksadile söylenir.
«Ben ber hayat oldukça, «Sen ber hayat oldukça», «Ben Ölünceye kadar», «Sen ölünceye kadar», «Ben senin kocan oldukça», «Sen Ivıüm karım oldukça» sözleri de te'bidi müfiddir.
415 - : Bir kimse, hür olan zeccesi hakkında dört aydan, cariye olan zevcesi hakkında iki aydan eksik olmamak üzere muayyen bir vakit ile mukayyed olarak i'lâda bulunsa, meselâ «Ben zevceme beş ay tekarrüb etmiyeceğim» diye yemin etse bir muvakkat i'lâ vücude gelmiş olur.
Dört ay içinde vücude gelmiyeceği âdeta nazaran malûm olan bir hâdise tayini suretile yapılan i'lâlar da bu kabildendir.
Meselâ : Receb ayında bulunan bir kimsenin zevcesine hitaben «Sana Muharrem ayı gelinceye kadar tekarrüb etmem» diye yemin etmesi ve henüz doğmuş bir çocuğun siidden kesileceği zamana kadar tekarrüb edilmiyeceğine dair yemin edilmesi, birer i'lâi muvafckatdır.
416 - : Bir kimse, mutlak suretde, yani: te'bid ve takyide gayri mukarrin bir veçhile i'lâda bulunsa, meselâ zevcesine hitaben «Vallahi ben sana tekarrüb etmem» dese bip i'lâi meçhul vücude gelmiş olur. Bu meçhul i'lâda, müebbed i'lâ hükmündedir, derhal hıün'akid olur, hükmü devam eder.
417 - : Ademi tekarrüb bir şarta ta'lik edilince bir i'lâi muallâk vücude gelir.
Meselâ : Bir kimse, zevcesine «Sen fülân haneye ayak basarsan vallahi sana tekarrüb etmem» veya «Sana dört aya kadar tekarrüb edersem üzerime gu kadar gün oruç, tutmak vacib olsun» dese bir muallâk i'lâda bulunmuş olur.
Bu i'lâ, şartın vukuundan itibaren başlar.
418 - : Ademi tekarrüb, bir vakte izafe edilince de bir i'lâi muzaf tehakkuk eder.
Meselâ : Bir kimse, gelecek ayın ihtidasından itibaren zevcesine tekarrüb etmiyeceğine yemin etse, bir i'lâi muzafda bulunmuş olur. Bu i'lâ da o vaktin girmesinden itibaren başlar, i'lâ, yemin olduğundan bunun şarta ta'liki ve zamana izafesi sahih bulunmuşdur.
419 - : İ'lâi müneccez, i'lâi muallâk ile i'lâi muzafın mukabilidir, ki, yemin vukuundan itibaren başlar.
Meselâ : Bir kimse, zevcesine hitaben «Vallahi ben sana tekarrüb etmiyeceğim» diye yemin etse bu yemin ânından itibaren i'lâ bağlamış olur. Bedayi, Hindiyye, Bahri Raik. [9]
420 - :
l'lânın inikadı için bazı şartlar vardır. Şöyle ki : .
(1) : Mulî = i'lâ yapan zevç, âkil ve baliğ
olmalıdır.
Binaenaleyh çocukların, mecnunların yapdıkları i'lâlar, muteber olmaz. Çünkü bunlar tatlike ehil değildirler.
(2) : İ'lâ, menkuhe hakkında yapılmalı veya mülki nikâha izafe edilmelidir.
Binaenaleyh ecnebiyye, cariye, bainen mu'tedde hakkında yapılacak, i'lâ muteber olmaz. Şu kadar var ki böyle bir yemini müteakib müddet içinde tekarrüb bulunduğu takdirde keffareti yemin veya ceza lâzım gelir.
Fakat ric'iyyen mu'tedde hakkında i'lâ, muteberdir. Daha iddet nihayet bulmadan i'lâ vuku bulub da bundan itibaren hurre hakkında dört, cariye bulunan zevce haküunda iki ay bilâ tekarrüb geçerse diğer bir talâk daha vaki ve beynunet sabit olur. Fakat dört veya iki aydan mukaddem talâkı rüc'înin iddeti nihayet bulursa i'lâya mahal kalmaz.
Kezalik : Ecnebiyye hakkında nikâhına izafetle yapılan i'lâ da muteberdir.
Meselâ : Bir kimse «Eğer fülân kadım tezevvüc edersem vallahi ona tekarrüb etmem» diye yemin etse i'lâ, münakid olur. Binaenaleyh o kadınla evlenir de nikâhdan sonra dört ay içinde mücameatde bulunmazsa i'lâ hükmü carî olur.
(3) : Mukarenetden nefsi men hakkında müddet, ya tayin edilme-yib mutlak bırakılmalı veya hurre hakkında en az dört ay, cariye hakkında da lâakal iki ay olmaldır.
Binaenaleyh bu müddetden az bir vakit hakkındaki yemin ile talâkı müstelzim bir i'lâ vücude gelmez. Şu kadar var ki, bu vakit içinde tekarrüb vukubulursa yalnız yeminden dclayı keffaret veya tayin edilen ceza lazım gelir. Yoksa bu vaktin tekarrübsüz geçmesile beynunet tahakkuk etmez.
(4) : İ'lâ, yalnız cihazı tenasül voliyle tekarrüb hakkında olmalıdır. Binaenaleyh başka bir uzva tekarrübden nefsi men etmeği ifade
eden herhangi bir yemin ile i'lâ vücude gelmez. Çünkü bu takdirde i'lâ nın rüknü bulunmamış olur.
(5) : İ'lâda nefsi men etmek hususu, yalnız tekarüb hakkında olmalıdır. Aksi takdirde i'lâ münakid olmaz.
Meselâ : Bir kimse «Zevceme tekarrüb eder veya onu yatağıma davet eyler isem benden boş olsun» dese bununla i'lâda bulunmuş olmaz. Çünkü bu halde zevcesini yatağına davet ederek yemininde hanis, yani : zevcesi kendisinden ric'iyyen boş olur. Sonra iddeti içinde ona tekarıüb-le ric'atde bulunabilir. Artık üzerine başka bir şey lâzım gelmez.
(6) : l'lâda zevce ile başkasının arası cem edilmemiş olmalıdır. Meselâ : Bir kimse, zevcesile beraber cariyesine veya bir ecnebiyeye
tekarrüb etmiyecegine yemin etse bununla i'lâ vücude gelmez. Çünkü bu halde üzerine bir şey lâzım gelmeksizin yalnız zevcesine tekarrüb etmesi mümkündür. Yemin ise ikisi hakkındadır.
(7) : İ'lâ, mekân ile mukayyed bulunmamış olmalıdır.
Meselâ : Fülân hanede veya fülari beldede tekarrüb edilmiyeceğine yemin edilse onunla i'lâ tahakkuk etmez. Çünkü başka bir yerde tekarrüb mümkündür.
(8) : Şart ve ceza, yani : talik suretile yapılan i'lâda mahlûfftu aley = yani: şart, külfeti müstelzim ve bir şeyi yapmak veya yapmamak için yemin edene kuvvet verebilecek işlerden sayılır olmalıdır.
Meselâ : Bir kimse, zevcesine hitaben «Eğer sana tekarrüb edersem şu kölem azad olsun» veya «Pülân refikam boş olsun» veya «Bsytul-lahı gidib ziyaret etmek üzerime vacib olsun» veya «Bana keffarcti ye-rainde bulunmak lâzım gelsin» gibi. bir suretle yeminde bulunsa i'lâ tahakkuk eder. Çünkü bunlardan1 her biri, yemin edeni tekarriibden men edebilecek bir müeyyide mahiyetindedir.
Fakat «Eğer tekarrüb edersem iki rek'at namaz kılayım» veya «Üzerime gaza etmek vacib olsun» denilse bununla i'lâ vücude gelmez. ÇÜnkü bu kadar bir namaz, nefse ağır gelmiyeceğinden halif için mah-lûfün aleyhi yapmaya bir mania teşkil etmez. Gazaya gelince buna yemin edilmesi mütearef değildir. Hac ile oruç ise bunun hılâfinadır.
Bu mesele, imamı Âzam ile imam Ebu Yusüfe göredir. Fakat îmam Muhammede göre alel'itlak namaza yemin ile de i'lâ tahakkuk eder. Çünkü namaz, nezr ile vacib olur.
421 - : Mulî, mukarenetden âciz- bir şahıs ise bakılır : Eğer aczi maraz ve habs gibi zevali umulan bir arızadan dolayı ise i'lâsı sahih. olur. Fakat mecbubiyyet gibi zevali umulmıyan bir sebebden dolayı İse muteber olmaz. Çünkü bu, müstahil olan bir şeyi terk üzerine yemindir.
422 - : I'lâmn sıhhatinde hürriyet, şart değildir. Binaenaleyh kölelerin i'lâlan da muteberdir. Şu kadar var ki, kölelerin mala merbut i'lâlan sahih olmaz.
Meselâ : Bir köle «Zevceme tekarrüb edersem bir rekabe azad edeyim» veya «Şu kadar sadaka vereyim» dese i'lâ vücude gelmiş olmaz. Çünkü köleler, esasen malikiyyet salâhiyetini haiz değildirler. Hattâ bunların yerine başkası teberrüan birer rekabe azad edecek veya sadaka verecek olsalar yine i'lâ mün'akid olmaz.
Fakat Aîlah Tealâ Hazretlerine kasem etse veya «Üzerime hac etmek» veya «Oruç tutmak vacib olsun» diye yemin etse i'lâ mün'akid olur. Yemininde sebat ederse beynunet vücude gelir. Sebat etmeyih ha-nis olursa Allah Tealâya kasem suretinde oruç tutmakla keffaretde bulunur. Talik suretinde de üzerine yemin etdiği hac veya oruç lâzım gelir.
423 - : l'lânın sıhhati için her halde islâmiyet şart değildir. Binaenaleyh gayri müslimlerin bazı i'lâlan da mün'akid olur. Şöyle
ki : Bir zimmî «Eğer zevcesine tekarrüb ederse zevcesi boş olsuna veya «Kölesi azat olsun» diye yemin etse i'lâ tahakkuk eder. Çünkü zimmîler de talâka, itaka ehildirler. Bu hususta bütün fukahai hanefiyye nıüt-tefikdir.
Fakat «Zevcesine tekarrüb ederse üzerine hac, sadaka veya oruç vacib olsun» diye yemin etse i'lâ.vücude gelmez. Çünkü zimmîler, hac, sadaka veya oruç gibi kurubata ehil değildirler. Bu hususda da ittifak vardır.
Amma zevcesine tekarrüb etmiyeceğine dair Allah Tealâya kasem ederse i'lâ tahakkuk eder mi, etmez mi hususunda ihtilâf vardır, imamı Azama göre bu suretde de i'lâ vücude gelir. Çünkü bu hususdaki naslar umumîdir. Zimmîler de ismi ilâhînin hürmetine mu'tekiddirler, bu ismi celîlin hetk edilmesinden korkarlar. Bunun içindir ki, dâvalarda kendilerine müslümanlar gibi yemin tevcih edilir. Binaenaleyh bu kasem su-retile de haklarında i'lâ mün'akid olur. Şu kadar var ki, bu veçhile yemine riayet etmedikleri takdirde kendilerine keffaret lâzım gelmez. Çünkü keffarete ehil değildirler.
Imameyne göre ise böyle kasem suretiyle haklarında İ'lâ mün'akid olmaz. Çünkü gayri müslimler, keffarete ehil olmadıklarından onların Allahü Azimüşşâna olan yeminleri mün'akid değildir. Bahri Raik, Hin-diyye.
(Malikîlere göre mûlinin müslim, mükellef, vikae iktidarı mutasavver olmak şarttır. Binaenaleyh gayrimüslimlerin, çocukların mecbub, hasiy, inniyn, tenasül uzvu maktu, şeyhi fanî olanların i'lâlan mün'akid olmaz. Şu kadar var ki, gayri müslimler, i'lâ hususunda islâm mahkemelerine müracaat ederlerse haklarında i'lâ hükmü tatbik edilir.
Sefihin, marizin, dilsizin, haramdan sarhoş olan şahsın i'lâlan mün'akid olur.
İ'lâ müddeti, meşhur olan kavle göre hür hakkında dört aydan, köle hakkında da iki aydan ziyade olmalıdır. Tam dört ay veya iki ay tayin edilen bir müddetle i'lâ tahakkuk etmez. Diğer bir kavle göre tahakkuk eder.
Mutallâkai ric'iyye hakkında dahi i'lâ carîdir. Hattâ bir kimsa, ric'-iyyen nıu'teddesine hitaben «Kendisine müracaat etmiyeceğine» dair.yemin edib de henüz iddet bitmeden aradan bilâ rücu dört ay geçse i'lâ tahakkuk eder, bu kadın hakkında başka bir iddete muhtaç olmaksızın bir talâk daha vücude gelir.
Tekarübden men'i nefs, çocuğun terbiyesi, ıslahı maksadına müste-nid olmamalıdır. Olursa i'lâ tahakkuk etmez.
Binaenaleyh bir kimse, çocuğunu bizzat emzirmekte bulunan zevcesine hitaben, çocuğun salâhına, neşv ve nemasına hizmet maksadile «Çocuğu sütden kesinceye kadar seninle mücameatde bulunmıyacağım» diye yemin etse bununla i'lâ vücude gelmez. Velev ki aradan bilâ tekarrüb dört aydan ziyade bir müddet geçsin. Minehül'celil, Şerhi Ebü'berekâft, Düsukî.)
(Şafiîlere göre de kölelerin, sekran olanların i'lâlan muteber olduğu gibi gayri müslimlerin i'lâlan da muteberdir.
Kezalik : Hasiylerin, innetden veya marazdan dolayı vikâ'dan âciz olanların da i'lâlan sahihdir. Çünkü bunların tekarrüb edebilmeleri me'-muldür. Fakat mecbubun i'lâsı muteber değildir.
Kezalik : Retka veya karna olan zevceler hakkında i'lâ cari olmaz. Zira kendi halleri tekarrübe zaten manidir.
l'lânın müddeti tayin edilirse dört aydan velev bir lâhza olsun zaid olmak lâzım gelir. Bundan az bir müddetde i'lâ tahakkuk etmez. Şafiîye göre i'lâ müddeti, müslim veya zimmî olan ahrar İle köleler hakkında müsavidir. Bu hususda zevcelerin hürre veya cariye, müslime ile zâmmiyye, kebire ile sagîre olmaları arasında fark yok-dur.
îmam Ahmed ile Davudi Zahirînin mezhebleri de bu veçhiledir.
l'lânın in'kiadı için gazab halinde bulunması ve izrar kasdine mu-karin olması §art değildir, imam Ahmedin kavli de böyledir. Tuhfetül'-muhtac.)
(Hanbelî fukahası da diyorlar ki : l'lâda islâmiyet şart değildir. i'lâ müddeti ya zikr edilmemeli veya bir te'bid kaydine mukarin olmalı, yahut dört aydan ziyade olmalıdır. Binaenaleyh dört aydan veW bir lâhza fazla bir zaman geçmedikçe i'lâ tahakkuk etmez.
î'lâ, cihazı tenasül hakkında olmalı, kendisine mukarenet edilmiye-ceğine dair yemin edilen kadın da fil'haî zevce bulunmalıdır. Binaenaleyh cariye veya ecnebiyye hakkındaki yemin ile i'lâ mün'akid olmaz. Velev ki bilâhare izdivaç vuku bulsun. Fakat zevciyyet haline izafe edilir de meselâ : «Fülâneyi tezevvüc edersem ona tekarrüb etmem» diye yemin olunursa bununla i'lâ mün'akid olur.
Binaenaleyh tezevvücden sonra i'lâ müddeti içinde tekarrüb vuku bulmazsa talâk vücude gelir. Elmuğnî.)
(Nehaî, Katade gibi bazı.fukahaya göre i'lâ müddeti, gayri mukadderdir. Bu hususda müddetin azı çoğu müsavidir. Hattâ bir gün için tekarrüb edilmiyeceğine yemin ile de i'lâ mün'akid olur, müteakiben bilâ tekarrüb dört ay geçince i'lâ hükmü tahakkuk eder, Bedayî.) [10]
424 - : l'lânın hükmü, aşağıdaki meselelerden tavazzuh edeceği veçhile ya zevç ile zevce arasında beynunet vukuudur. Veya keffareti yeminin lüzumudur, yahud talik suretiyle iltizam edilen cezanın lazım gelmesidir.
425 - : l'lâda. bulunan, yemininde sebat ederse i'lâ müddetinin hitamı ânında bir talâkı bain vücude gelir. Yemininde hanis olduğu, yani : zevcesine müddet içinde rücu eylediği takdirde de kasem suretiyle yaptığı i'lâdan dolayı üzorine keffareti yemin, talâk, itak, sadaka gibi bir cezaya rabt suretiyle yaptığı i'lâdan dolayı da o ceza lâzım gelir.
426 - : İ'lâ neticesinde vuku bulacak talâkı bain; müddete tâbidir, müddetin ittihadile müttehid, taaddüdile müteaddid olur.. Söyle ki :
Bir kimse, zevcesine hitaben «Vallahi ben sana tekarrüb etmiye-ceğim» diye yemin edib de bu müddet geçtiği halde tekarrübde bulunmasa bir talâk vücude gelir. Sonra nikâhı tecdid ederek yine dört ay tekarrübde bulunmasa bir talâk daha vücude gelir. Hattâ bu birinci ve ikinci talâkdan sonra araya zevci ahar da girmiş bulunsa, i'lâ yine sukut etmez. Çünkü zevce hakkındaki i'tisâf tekerrür etdiğinden ceza da tekerrür eder.
Bu, İmamı Âzam ile Imameyne göredir, imam Züfere göre talâkın vahdet ve teaddüdü, müddetin değil, yeminin vahdet ve tekerrürüne tabidir. Binaenaleyh yukarıdaki misale göre müddetin bir kerre hit&mi-le bir talâk vaki oldu mu, artık nikâhı tecdidden sonra tekarrüb bulunmamakla bir talâk daha vaki olmaz. Çünkü yemin müteaddid değildir.
427 - : Allah Tealâya kasem suretiyle olan bir yeminden dolayı keffaretin vahdet ve teaddüdü, bu yeminin vahdet ve teaddüdüne tâbidir.
Binaenaleyh bir kimse, zevcesine hitaben «Ben sana vallahi tekarrüb etmiyeceğim .vallahi tekarrüb etmiyeceğim, vallahi tekarrüb etmiyeceğim» diyecek olsa bakılır: Eğer bunlar İle jnüstakillen birer i'lâ kasdetmeyib de mücerred bir i'lâyı tekrar kasd etmiş ise i'lâ da, keffa-ret de müttehid olur. Çünkü bu gibi sözlerin tekrar maksadile söylendiği mütearefdir. Şayed bununla tekrar kasd edilmemiş olursa i'lâ müddetinin bilâ tekarrüb geçmesile yine bir talâk vücude gelir, fakat müddet, içinde tekarrüb vuku bulursa üç keffaret icab eder.
Bu, İmamı Âzam ile Imameyne göredir. îmam Züfere göre bu, hem talâk, hem de keffaret itibarile üç i'lâdır. Binaenaleyh dört ay bila tekarrüb mürur edince hemen bir talâk vaki olur, bunu müteakib de diğer bir talâk, bunu takiben de diğer bir talâk vücude gelir. Müddet içinde tekarrüb vuku bulduğu takdirde ise üç keffaret icab eder. Çünkü yemin, müteaddid bulunnıuşdur.
428 - : l'lânın müddeti, evvelce beyan olunduğu üzere i'lâi mü-neccez de yemin ânından, i'lâi muallâk da şartın vukuundan, İ'lâi muzaf da izafe edilen vaktin hululünden itibaren başlıyacağı gibi istisnayi havi bir i'lâda da müstesna olan zamanı müteakib başlar. Şöyle ki :
Bir kimse, zevcesine hitaben «Vallahi sana bir sene tekarrüb etmiyeceğim bir gün müstesna» dese derhal i'lâ müddeti başlamaz, belki o sene içinde bir gün tekarrüb eder ve senenin hitamına kadar da en az dört ay kalmış bulunursa tekarrüb gününün gurubundan itibaren i'lâ vücude gelir ve illâ i'lâ-tahakkuk etmez.
Kezalik : «Sana bir sene tekarrüb etmiyeceğim bir defa müstesna» veya «Sana bir defadan başka bir sene tekarrüb etmem» diye yemin edildiği surette de bir defa tekarrübden sonra seneden henüz dört aywel daha ziyade bir müddet kalmış ise tekarriibü müteakib i'lâ vücude jejmiş olur.
Sene zikredilmek sizin «Sana tekarrüb etmem bir gün müstesna» I diye yemin edildiği takdirde de tekarrüb vuku bulmadıkça i'lâ vücude gelmez. Tekarrüb vuku bulunca da bir müebbed i'lâ vücude gelmiş olur. (Çünkü müstesna olan günün mabadı için bir gaye yokdur.
429 - : Bir kimse, iki zevcesine hitaben «Vallahi size - ikinize tekarrüb etmem» dese her ikisi hakkında da derhal i'lâda bulunmuş olur. Binaenaleyh ikisine de tekarriıb etmeksizin aradan dört ay geçince her biri hakkında bir talâkı bain vücude gelir. Müddet içinde ikisine de tekarrüb ederse i'lâ bâtıl olub bir keffareti yemin icab eder. Fakat müddet içinde yalnız birine tekarrüb ederse keffaret lâzım gelmez. Çünkü yemin, her ikisine mukarenet hakkındadır. Amma tekarrüb etdiği kadın hakkında i'lâ bâtıl olursa da diğeri hakkında i'lâ hâli üzere baki kalır. Çünkü mahlûfün aleyh -olan mukarenet kısmen bulunmuşdur. Bedayi, Hindiyye.
« (Edmmei selâseye göre i'lâ müddetinin mürurunu müteakib hemen talâk tahakkuk etmez. Belki mulî, zevcesine rücu ile onu ric'iyyen tatlik arasında muhayyer olur. Bunlardan birini iltizam etmezse hâkim, kendisini bunlardan birini kabule icbar eder. Yine imtina ederse hâkim, aralarım bir talâkı rie'î ile ayırır.
İmam Ahmedden diğer bir rivayete göre hâkim, talâka hükm edemez, belki zevci habs ve tazyik eder, tâ ki ya rücuda veya talâkda bulunsun, imam Şafiîden de bu veçhile bir kavi mervîdir.
Mulî üzerine vacib olan talâk, bir talâkı ric'îden ibaretdir. Bunu ister mûlı ika etsin, ister hâkim ika etsin müsavidir.mam Ahmedden bir rivayete göre de hâkim tarafından ika edilecek talâk ile beynunet vukua gelir. Çünkü talâkı ric'î ile zarar mühdefl olmaz.
Mekhulden, Zuhrîden ve.Ebubekr tbni Abdirrahmandan mervî olduğuna göre de ilâ neticesinde bir talâkı ric'î tahakkuk eder. Minehül'ce-İîl, Tuhfetül'muhtaç, Elmuğni, Bedayi.)
(Zahiriyye mezhebine göre hâkim, i'lâda bulunan şahsı huzuruna celb ederek zevciyyet münasebetinde bulunmasını emr ve kendisine yemininden itibaren dört ay müddet tayin eder. Kadın, bunu gerek taleb etmiş veya buna razı olmuş bulunsun ve gerek bulunmasın. Mûlî, bu müddet içinde zevcesine mukarenetde bulunursa artık kendisine bir şey yapılmaz. Fakat imtina ederse bu müddetin nihayetini müteakib hâkim, kendisine ya rücuda bulunması veya kadını boşaması için kötekle cebr eder, ölmedikçe bundan kurtulamaz. Meğer ki mücameatden âciz bulunsun. O takdirde İisanen rücu etmesini, kadınla güzel muaşeretde bulunmasını veya onu boşamasını hâkim, kendisine emr eder. Fakat hâkim talâka hükm edemez, hükm ederse muteber * olmaz, ELmuhallâ.) [11]
430 - : l'lâyı inhilâle uğratan, i'lânın hükmünü tamamen veya kısmen, yani : hem bir ve hem de hins hususunda veyahut yalnız bir hususunda ibtal eden şeyler, aşağıdaki meselelerde görüleceği veçhile vaktin müruru, üç talâkın vukuu, mahlûfün aleyhin fevti ve müddet içinde fey' = rücu vukuudur.
431 - : Muvakkat olan bir i'lâ, vaktin geçmesile tamamen bâtıl olur. Bu müddet, gerek dört aydan ziyade olsun gerek olmasın.
Binaenaleyh mûlî, bu müddet içinde tekarrübde bulunursa kendisine keffaret lâzım gelir. Bulunmazsa müddetin mürurüe beynunet tahakkuk eder, artıık i'lâ, İnhilâle uğrayıp hiç hükmü kalmaz. Yani : bundan sonra nikâh tecdid edilib de tekarrüb vuku bulsa keffaret lâzım gelmez, tekarrüb vukuibulmaksızın dört ay geçse beynunet vuku bulmaz. Çünkü bir vakit ile muvakkat olan şey, o vaktin vücude gehnesüe nihayete erer.
432 - : Mutlak veya müebbed olan bir i'lâ, mücerred vaktin mü-rurile bâtıl olmaz. Bu müddet, bilâ tekarrüb geçince beynunet husule gelir, badehu nikâh tecdid edilir de yine bir i'lâ müddeti bilâ tekarrüb geçerse tekrar beynunet tahaikkuk eder.
433 - : Üç talâk vukuile i'lâ kısmen bâtıl olur. Şöyle ki:
Bir kimse, zevcesini müebbed bir i'lâdan sonra üç talâk ile tatlik etse veya kadın hakkında bu i'lâden dolayı üç talâk tahakkuk etse de tahlilden ve nikâhı tecdidden sonra bilâ rücu dört ay daha geçse artık beynunet vaki olmaz. Fakat tekarrüb vuku bulursa keffareti yemin lâzım gelir.
Bu, îmamı Âzam ile Imameyne göredir. Çünkü filhal kaim olan bir mülki nikâha aid üç talâkın istifa edilmesile yemin inhilâle uğramış olur. İmam Züfere göre bu halde tahlilden, nikâhı tecdidden sonra da i'lânın hükmü tamamen devam eder, aradan bilâ tekarrüb dört ay geçince yine beynunet vücude gelir. Mezkûr talâkların istifa edilmiş olmasile yemin bâtıl olmuş olmaz.
434 - : Müöbbed i'lâdan dolayı dört ayın bilâ rücu geçmesile beynunet hââıl oldukdan sonra zevce, iddetini müteakib başkasile izdivaç ve bilâhare ondan da iftirak edib de tekrar mûlî ile tecdidi nikâhda bulunsa i'lânın hükmü ıbil'ittifak tamamen avdet eder. Şu kadar var ki, hu i'lânın hükmü, îmamı Âzam ile İmam Efou Yuaüfe göre yeniden üç talâk ile, İmam Muhammede göre de baki kalan iki talâk ile avdet et-mig olur. Çünkü bu iki zata göre ikinci zevcin mukareneti, üç talâkı hedm ve izale efdiği gibi bir ve iki talâkı da hedm eder. İmam Muhammede göre ise bir ve iki talâkı hedm etmez.
435 - :
Mutlak veya müebbed suretde yapılan i'lâdan sonra müddetin bilâ riicu geçir
esile beynunet hâsıl olub da nikâh tecdid edilmeksizin henüz iddet baki iken
dört ay daha mürur edecek olsa artık başka bir talâk vaki olmaz. Çünkü bu iddet
içinde zevcin tekarrübe salahiyeti yokdur ki, bunu terle etmiş olmasından
dolayı zalim sayılarak hakkında ceza tekerrür etsin.
Amma mûlî, müddet
içinde zevcesini bainen tatlik ve badehu tezev-vüc edib de bu müddet bilâ rücu
geçecek olsa bu kadın, sabık i'lâya mebni bir talâk ile daha mübane olur.
Kezalik : Bainen
'boşadıkdan sonra tezevvüc etmeyib de henüz iddet içinde iken i'iâ müddeti
bilâ rücu geçecek olsa yine bir talâkı bain tahakkuk eder. Çünkü i'iâ, ibane
ile bâtıl olmaz.
Bu mesele, İmamı Âzam
ile İmameyne göredir. îmam.Züfere göre bu ikinci talâk tahakkuk etmez.
436 - : İ'iâ, i'tak veya talâk gibi mahlûfun
aleyhin fevt olmasile de bâtıl olur.
Meselâ : Bir kteıse,
zevcesi hakkında «Eğer ona takarrüib edersem,-fülân kölem azad olsun» veya
«Fülân refikası boş olsun» deyib de badehu o kölesi veya o refikası ölse veya
köle satılsa, o refika da. tatlik edilerek iddeti nihayet bulsa artık müddetin
bilâ rücu geçmesile beynunet tahakkuk etmez.
Fakat daiha tekarrüb
vuku bulmadan o satılmış köle, mûlînîn mülküne bir veçhile tekrar girse
i'lânın hükmü avdet eder, bilâ tekarrüb,, müddetin geçmesile beynunet hâdisesi
vücude gelir. Çünkü ceza, filhal kaim olan mülk ile tekayyüd etmez.
§ayed bu köle, mûlînin
mülküne tekarriıbden sonra avdet ederse artık i'lânın hükmü avdet etmez. Çünkü
i'iâ, tekarrüb ile bâtıl olmuş, yani : inhilâle uğramış olur.
437 - :
İ'lânın hükmü, müddet içinde vuku bulacak fey' ile de bâtıl olur.
Fey den maksad,
mûlînin mûlâ anha olan zevcesine i'iâ müddeti içinde fi'len veya kavlen rücu
etmesidir. Binaenaleyh fey'in vakti, i'iâ müddeti esnasıdır.
Fi'len rücu, mücameate
muktedir olan bir mûlînin zevcesine cihazı tenasülünden bilfi'l tekarrübde
bulunması suretile müracaat etmesi de-mekdir.
Böyle filenmüracaate
muktedir olan bir mûlînin kavlen mürecati kifayet etmez.
Kavlen rücu,
aralarında i'iâ bulunan zevç ile zevceden birine veya her ikisine ait bir aczi
hakikîden dolayı bil'fiil tekarrüb müteazzir olduğu takdirde zevcin zevcesi
hakkında «Rucu etdim», «î'lâyı ibtal efdim» demek gibi bir tabir ile müracaat etmesidir. Böyle
kavlen rücua İşhad edihnesi müstahsendir. Çünkü ileride ihtilâf vukuuna meydan
verilmemiş olur.
438 - :
î'lâda kavlen rücunun kifayeti için göylece üç şart vardır:
(1) : Zevç
ile zevceden birinde mücameate mani olacak derecede bir aczi hakikî
bulunmalıdır. Meselâ : Zevceynden biri mukarenete mani bir derecede hasta olsa
veya zevç, mecbub veya zevce, retka veya mücameate mütehammil olamıyacak
derecede çocuk olsa veya kadın ile kocası arasında dört ay içinde mülakat
kabil olmayacak derecede bir mesafe bulunsa veya zevce nâşize olub kocasından
gizlense veya zevç bak-sız yere veya zevce haklı veya haksız yere mahbus olarak
içtimaları kabil bulunmasa kavlen rücu kifayet eder ve illâ etmez.
(2) : Aczi hakikî, illâ zamanım tamamen muhit
olmalıdır. Binaenaleyh i'lâ müddeti çıkmadan aciz zail olsa fi'len rücu lâzım
gelir, kavlen rücu
bâtıl olmuş olur.
Kezalik : İ'lânın
bidayetinde fi'len rücua müsait bir zaman bulunduğu hâlde bu veçhile rücu
yapılmayıb da bilâhare aciz vücude gelse kavlen rücu kifayet etmez. Çünkü bu
takdirde zevç, zevcesinin hukukuna evvelce tecavüz etmiş olacağı cihetle
muahharan tahaddüs eden acizden dolayı mazur sayılmaz.
(3) : Kavlen
rücu vaktinde zevciyyet kaim olmalıdır. Binaenaleyh mûlî, zevcesini bainen
tatlik etdiği takdirde artık idde-
ti içinde kavlen rücuu
kifayet etmez. Binaenaleyh nikâh tecdid edilme-yib de'i'lft müddeti bilâ rücu
mürur edince i'lâdan dolayı beynunet tahakkuk eder.
439 - :
Kavlen rücu için aczi hükmî kifayet etmez. Zevcin hac için ihrama girmiş olması gibi.
Çünkü bu takdirde mûlî, 'bilfiil rücua kadirdir. Bundan imtinaı takdirinde
zevcesine gadr etmiş olur.
Vakıa ihram sebebile
bir hakkullah tahakkuk etmigdir, buna riayet de lâzımdır. Fakat bilcümle
hakkullahdan dolayı hakkı ibad sakıt olmaz. Çünkü Hak Tealâ ganîdir, abd ise
nıuhtaedır.
Bu, İmamı Azam ile
İmameyne göredir. İmam Züfere göre aczi hükmî takdirinde de kavlen rücu kifayet
eder. Çünkü usuli şeriate nazaran aczi hükmî, aczi hakikî gibidir. Nitekim
halvetin sıhhati hususunda manii hakikî ile manii şer'î = hükmî müsavidir.
440 - :
Fi'len fey - rücu ile i'lânın hükmü tamamen bâtıl olur. Binaenaleyh müddet
içinde fi'len rücu vuku bulunca mûlî,
hanis
olarak üzerine
keffaret lâzım gelir, yemin de zail olarak artık beynunet vukuuna mahal
kalmaz. _
441 - :
Kavlen = fey rucu ile i'lânın hükmü kısman bâtıl olur. Şöyle ki: Mûlî, böyle
kavlen rücuundan dolayı yemininde bar olmakdan çıkmış sayılır. Artık müddetin bilâ
tekarrüb geçmesile bey-nunet husule gelmez. Fakat bilâhare tekarrüb vuku
bulursa keffareti yemin lâzım gelir. Mûlî, keffaret bakımından hanis bulunmuş
olur. Böyle kavlen rücu, 'hanis ölmakdan kurtulmak hususunda muteber değildir.
442 - Zevç
ile zevce, rüeuun vukuunda ihtilâf etseler henüz müddet çıkmamış ise söz,
rüeuun vukuunu iddia eden zevcin olur. Çünkü rücua henüz kadirdir, zahiri hal
lehine şahadet eder. Fakat müddet çıkmış ise söz, rücuu inkâr eden
zevcenindir. Zira bu takdirde zahiri hal, zevcenin lehine şahiddir.
443 -
îrtidad ile i'lânın hükmü bâtıl olmaz. Binaenaleyh
mûlî, bil'irtidad darı harbe iltihak, sonra da islâmiye-te avdetle nikâhı
tecdid eylese i'lânın hükmü devam eder. Ziharda da hüküm böyledir. Çünkü gayri
müslimlik, i'lânın, zihann inikadına ibti-daen mani olmadığından bekaen de mani
olmaz. Zira beka, ihtidadan esheldir.
Bu mesele, tmami Azama
göredir, imam Ebu Yûsuf e göre ilâ da, zihar da bu irtidad ile sakıt olur.
Çünkü gayri müslimlik, i'lâ ile zihann sıhhatine ibtidaen mani olduğundan
bekaen de manidir. Bedaî, Bahri Raik, Hindiyye.
« (Malikîlere göre
i'lânın inhilâli aşağıdaki suretlerden birile olabilir:
(1) : Itkına
yemin edilen rakabenin herhangi bir sebeple mûlî-nin mülkünden çıkmasile i'lâ,
münhal olur. Şöyle ki:
Bir kimse «Zevceme
tekarrüb edersem şu kölem azad olsun» dedikten sonra o köle, ölse veya satılsa
i'lâ zail olur. Şu kadar var ki, mûlî, bundan sonra da tekarrübden imtina
ederse kendisine ledettaleb bir müddet verilmeksizin talâka hükm edilerek
kadının mutazarrır olmasına meydan verilmez.
Fakat i'lâ, muvakkat
veya müebbed olup da köle, irsden başka bir vechiîe mûlînin mülküne avdet
ettiği ve i'lâ müddetinden henüz dört aydan ziyade bir vakit de bulunduğu
takdirde i'lâ, avdet eder. îrs yo-liyle kölenin avdeti ise cebri olduğundan
i'lânın avdetine sebep olmaz.
(2) :
Talâkına yemin edilen kadının zevali zevciyetile de i'lâ, münhal olur. Meselâ:
Bir kimse «Zeynefo adındaki zevcesine tekarrüb ederse İffet namındaki refikası
boş olsun» diye yemin edib de badehu iffeti müneccezen boşayarak iddeti
nihayet bulsa artık i'lâ çözülmüş olur. Fakat iffeti tekrar tezevvüc ederse
bakılır: Eğer i'lâ, müebbed ise veya muvakkat olub da henüz dört aydan ziyade
bir müddet mevcud ise Zeyneb hakkındaki i'lâ avdet eder. Amma iffeti üç talâk
ile boşadıkdan sonra badettefhlil tekrar tezevvüc ederse i'lâ avdet etmez.
Çünkü talâk, mahlûfün biha hakkında' gayesine ermişdir.
Şayed i'lâdan sonra Zeynebi üç talâk ile
bogayıb da zevci ahardan sonra tekrar tezevvüc eder, iffet de nikâhı altında
bulunmuş olursa i'lâ yine avde tetmiş olur.
(3) : Keffareti
yemin intâcil edilmesi ile de i'lâ münhal olur. Şöyle ki : Bir kimse, zevcesine
tekarrüb etmiyeceğine dair Allah Tealâya kasem suretile veya nezri mutlak
suretile yemin edib de badehu i'lâ müddeti geçmeden keffareti yeminde bulunsa
i'lâ zail olur.
Yukarıda yazılan üç
suretden birile i'lâ inhilâle uğradılmadığı takr dirde bizzat zevce veya cariye
olan zevcenin efendisi, fey = rücu talebine müstahik olur.
Bu feyden maksad,
zevceye halâl bir zamanda cehazı tenasülünden mukarenetdir. Zevce, bir bikr
olduğu takdirde iftizaz = izalei bikr de lâzımdır. Hayz halinde mukarenet,
haram olduğundan bununla i'îâ, münhal olmaz.
Zevç ile zevceden
birinde mukarenete aklen, adeten veya şer'an mâni' - cüb, retak, habs, maraz,
hayz, ihram gibi bir hal bulunsa bakılır : Eğer mahlûfün bih = kendisine and
içilen şey, talâkı bain, muayyen rakabenin i'takı veya ismullah veya nezri
mutlak ise i'lâmn in hilâli için tatük, i'tak veya keffareti yemini ita lâzım
gelir. Amma talâkı ric'î, gayri muayyen bir rakabeyi itk veya muayyen bir
sadaka veya âtiye aid bir oruç gibi filhal keffareti kabil ve nafi olmayan bir
şey ise i'lâmm inhilâli için kavlen rücu icab eder. Yâni' : mûlî için bu halin,
zs-valini müteakib mukarenetde bulunacağına dair vaidde bulunmak lâzım gelir.
(4) : Zevce
İ'lâdan dolayı rücua aid mütalebe hakkını iskat edip kocasının mukarenet
etmemesine razı olsa da bilâhare bu hakkını yine ta-leb edebilir.
Taleb vukunda î'îâ
müddeti geçmiş ise hâkim, ric'iyyen talâka hükm eder. Zevç de iddet içinde
i'lâyı inhilâle uğratmak şartile müracaatde bulunabilir. Fakat böyle bir
inhilâl bulunmazsa müracaat, mülga olub kadm, üçüncü âdetini görmeğe başlayınca
beynunet hâsıl olur, başkasile evlenebilir. Minehül'celîl, Ebülberekât).
fŞafiîlere göre de
i'lânın devamı ve inhilâli şu veçhiledir :
(1) : Müddet
içinde mukarenet vuku bulursa yemin
münhal ve i'lâ fevt olur. Mukarenet bulmadan müddet nihayet bulursa rücu
ile talâkı taleb hakkı .yalnız zevceye aid olur. Zevce, sagîre veya mecnune
olursa bulûğ ve ifakatine intizar olunur. Zevcenin velîsinin veya efendisinin
rau-talebeye hakkı yokdur. ,
(2) : Mutlak
i'lâ -müdeti, menkûhe hakkında i'lâ vukundan, ricivyen mutallâka hakkmda ric'at
tarihinden, mürtedde hakkında irtidadın zevali ânından, sagîre ve marîza hakkında da
çocukluğunun ve hastalığın zevalinden itibaren cereyana başlar. Dört ay
tekarrüb bulunmaksızın tam olunca zevç, tatlik ile rücu beyninde muhayyer
bırakılır.
(3) :
Mukarenete mani olub nikâhı ihlâl etmeyen
oruç, ihram gibi şer'î ve maraz, cünûn, habs gibi hissî bir mania zevç
tarafında bulunsa i'lâ müddetinin cereyanına mani olmaz. Çocukluk, hastalık
gibi hissî bir mania zevce tarafında bulunduğu takdirde ise müddetin cereyanına
mani olur. Bu mania zail olmadıkça i'lâ müddeti cereyana başlamaz. Nüşuz hali
de böyledir.
(4) : Maraz,
cünûn gibi hissî bir mania, zevce de i'lâ müddeti esnasında tahaddüs etse
müddetin cereyanını kat ve izale eder, zevalini mü-teakib müddet yeniden
başlar. Diğer bir kavlegöre de mütebaki müddet bu zevali müteakib devama
başlar.
Zevcede bulunan veya
bilâhare tahaddüs eden hayz, nifas, nafile oruç gibi şer'î manialar, İ'lâ
müddetinin cereyanına bir mani teşkil etmez. Fakat esah olan kavle nazaran
ihram, farz namaz ve zevcin İznile^ olan iti-kâf, bu müddetin cereyanını men ve
kat eder.
(5) :
Zevcede mukarenete mani bir-maraz veya hayz, nifas, ihram, farz oruç gibi
bir hal bulundukça zevcinden rücu veya talâkı isteyemez.
(6) : Zevç,
müddet içinde rücu edebileceği gibi müddetin hitamından sonra da rücu edebilir.
Çünkü zevç, dört aym geçmesini müteakib muhayyer olacağından dilerse Hâsından
rücu eder, dilerse rücu etmiyerek talâka razı olur.
(7) : Zevcde
mukarenetden mutazarrır olacak suretde
maraz gibi bir tabiî mani bulunursa kavlen rücuda bulunmakla mütaleb olur.
Kavlen rücu «Kaadir olduğum zaman mukarenetde bulunacağım» demek gibi bir
tarzda yapılır. Bu veçhile zevç, nedametini izhar etmiş, zevcesine bir nevi
tarziye vermiş, yapmış olduğu ezadan vaz geçmek istediğini göstermiş olur.
Fakat zevcde ihram
gibi, farz oruç gibi bir manii şer'î bulunursa asıl mezhebe göre kavlen rücu
etmesi kifayet etmez. Bu halde zevcesini tatlik etmesi kendisinden istenilir.
(8) : Zevç,
i'lâdan sonra zevcesine mukarenet ederek yemininde hâ-nis olunca bakılır : Eğer
talâk ve itak gibi bir şeye talik suretile yemin etmiş ise o şey tahakkuk eder.
Ve eğer ismi ilâhiye kasem suretiyle yemin etmiş ise kendisine keffareti yemin
lâzım gelir. Ve eğer hac, oruç, sadaka gibi kurubattan bir şeye yemin etmiş
ise o şeyi ifa ile keffareti yemin arasında muhayyer olur. Tuhfetül'muhtaç.)
(Hanbelî fukahasma
gelince bu zevata göre de mutlak i'lâ müddeti, vemin zamanından başlar, hâkimin
müddet tayinine muhtaç olmaz. Aradan bilâ tekarrüb dört ay geçtiği takdirde -
evvelce beyan olunduğu üzere - zevcenin talebile hâkim, zevce rücuda
bulunmasını ve bundan imti-nâı takdirinde zevcesini boşamasını eiîır eder.
Zevç, bundan da imtina edince 'hakim talâka hükm eder;
(1) : Hâkimin
yapacağı talâk, bir talâkı ric'îdir. Zevç iddet içinde müracaat edebilir.
Maamafih hâkim muhayyerdir. Dilerse iki veya üç talâk ile de hükm edebilir.
Zira hâkim, talâk hususunda zevcin makamına kaim olmuş, onun salâhiyetine malik
bulunmuş olur. Hâkim, dilerse feshe de hükm edebilir. Fesh halinde talâkın adedleri tenakus
etmemiş olur.
(2) : î'lâ
yapan da müddet içinde mukarenete mani habs gibi; ihram gibi bir özür bulunsa
müddetin cereyanına mani olmaz. Fakat zevce de çocukluk, maraz, habs, gaybubet,
nüşuz, cünun, nifas, ihram, farz iti-kâf ile siyam gibi mukarenete mani bir
özür bulunsa bakılır : Eğer bu Özür, i'lânın mebdeinde mevcut ise müddet, bu
özrün zevalinden itibaren başlar. Amma müddet esnasında arız olmuş ve yemin
edilen müddetten henüz dört aydan fazla bir vakit kalmış ise i'lâ müddeti, bu
özrün zevalinden itibaren yeniden başlar, geçmiş günler hisaba dahil olmaz.
Dört ay veya daha noksan bir vakit kalmış olduğu takdirde ise i'lânın hükmü sakıt
olur. Hayz hali ise i'lâ müddetinin cereyanına asla mani değildir.
(3) : i'lâ
müddeti nihayet bulduğu halde zevcede hayz gibi, ihram gibi mukarenete mani bir
Özür bulunsa bunun zevaline kadar rücu ve talâk talebine hakkı olamaz. Fakat
maraz gibi, ihram gibi veya mazur görülecek habs gibi mukarenete mani bir özür
zevç canibinde bulunsa fil-hal kavlen rücu ile memur" olur. Edasından âciz
bir borcdan dolayı veya haksız yere vuku bulan habs, bu kabildendir. Haklı yere
olan habs halinde ise fi'len rücu lâzımdır, kavlen rücu kifayet etmez. Aksi
takdirde talâk cihetine gidilmez.
(4) : î'lâ
müddeti nihayet bulduğu halde mûlî, başka bir beldede bulunsa bakılır : Eğer
yolda emniyet var ise ya zevcenin yanına gelmesi veya zevcesini yanma
götürmesi kendisine teklif olunur. Böyle yapmazsa talâk cihetine gidilir.
Fakat yol korkunç bir halde olur veya kendisinde fi'len fey'e mani bir özür
bulunursa lisanen rücu lâzım geHr.
(5) : Zevce, rücu veya talâk hakkını istemeyib de kocasını af etse
bu hakkı bir rivayete göre sakit olur. Diğer bir rivayet ve ihtimale göre sakıt
olmaz. Çünkü isteyiş, zararı def içindir. Zarar teceddüd ve tevali edince bu
hak da devam eder. Binaenaleyh kadın, tou affından rücu edebilir. Nitekim af
edilen nafakadan rücu da bu kabildendir.
(6) : Zevç,
i'lâdan sonra rücuda bulunsa bakılır : ilâ, kasem suretile yapılmış ise
keffaret lâzım -gelir. Ekser ehli ilmin içtihadı bu vechi-dir. Diğer bir kavle
göre keffaret lâzım gelmez. Hasanı Basrînin kavli de
böyledb.
t'lâ, itka veya talâka
talik suretile yapılmış ise mukarenet vukuile muallâkun aleyh olan ıtk veya
talâk tahakkuk eder. Şayet i'lâ, bir nezr veya sadaka, savm, salât, hac gibi
taat üzerine talik suretile yapılmış ise i'lâ yapan, rücudan sonra muhayyer
olur, dilerse bunları ifa eder,ve dilerse keffareti yemin ile iktifa eyler.
Çünkü bu, licac ve gazabdan mün-bais bir nezrden ibaret olduğundan bunun hükmü
bu veçhiledir. Elmuğnî. Keşşaf ül'kına.) [12]
444 - :
riâdan dolayı icab eden keffaret, bir keffareti yeminden iba-retdir. Bu kefaret
ise alel'itlak bir rakabe - köle veya cariye azad etmek veya on fakiri it'am
veya rksa eylemekden, bunlardan aciz halinde de üç gün muttasıf oruç tutmakdan
ibaretdir.
« (Eimmei selâseye
göre bu orucda ittisal ve tevali şart değildir.)
445 - : On
fakire it'am veya iksa kâfi olduğu gibi bir fakire on gün it'am etmek de
kâfidir.
Bu it'am,fakirleri
sabahlı ve akşamlı doyurmak suretile olur. Bu hu-susda katıksız sade buğday
ekmeğile it'am da kâfidir.
On günlük taamın
bedelini bir günde on fakire veya on günde bir fakire vermek de caizdir. Bir
sadakai fıtr, bir günlük taama muadildir. Yani : her günlük taamın bedeli,
buğdaydan yarım sa', arpadan bir sa'dır. Bunların kıymetini vermek de kifayet
eder. Bir sa'dan murad, bin kırk dirhem mikdarıdır.
446 - : Kisvenin aşağı mikdarı, bedenin tamamını
setr eder ve orta haili kimselere münasib olub üç aydan ziyade dayanabilen bir
parça li~ basdır.
Bu, îmam Âzam ile
In>am Ebü Yusüfe göredir. İmam Muhammede göre bedeni üryan sayılmayacak
derecede setr eden, kendisile namaz kılı-nabilen bir parça libasdan ibaretdir.
Kadınlara verilecek libas ile beraber bir de hımar - baş örtüsü bulunmalıdır.
Çünkü "kadınların başları avrettir, açık olduğu halde namaz kılamazlar.
447 - :
Keffareti yeminin masrafı, zekâtın masrafı gibidir.
Binaenaleyh zekât
kimlere verilebilirse keffareti yemin de onlara verilebilir. Bunlar ise
ihtiyaçlarından başka nisab mikdarı mala, yani : en az yirmi mıskal altına
veya,iki yüz dirhem gümüşe veya bunların kıymetçe muadillerine malik
bulunmıyan müslim fakirlerdir.
448 - :
Yemin edenin yesar ve fakirlik halleri, hanis olduğu zamana göre değil,
keffareti eda edeceği zamana nazaran muteber olur.
Binaenaleyh bir kimse,
yemininde hanis olduğu zaman rakabe azad etmeğe veya it'am veya iksaya kadir
olduğu halde keffareti eda zamanında bunlardan âciz bulunsa keffaretini oruç
ile eda eder.
Bilâkis hanis olduğu
zaman fakir iken keffareti eda zamanında rakabe tahririne veya it'am ve iksaya
kadir olsa oruç ile keffaretde bulunması kifayet etmez.
(imam Şafiîye göre bu
hususda yemin eden şahsın hanis olduğu zamandaki vaziyeti nazara alınır.
Keffaret vereceği zamana itibar olunmaz.)
449 - : Oruç
ile keffaretin cevazı için bu oruç müddetince acz devam etmelidir. Şayed henüz
üç gün oruç tamam olmadan rakabe tahririne veya ifam ve iksaya kudret hâsıl
olsa oruç ile keffaret, kifayet etmez.
450 - :
Yemine muhalif hareketle hanisiyyet husule gelmedikçe keffaret yapılamaz. Bu
muhalefetden evvel yapılan keffaret; bir kurbet, bir sadaka sayılırsa da
kefaret yerine kaim olamaz. Çünkü keffaret, bir raa1-siyyet ve cinayetin af ve
setri içindir. Hanisiyyetden mukaddem ise böyle bir ma'siyyet tahakkuk etmiş
değildir.
{îmam Şafiîye göre mal
ile olan keffaret, hanisiyyetden mukaddem de verilebilir.)
451 - :
Halâli tahrim, bir nevi yemindir.
Binaenaleyh bir kimse,
halâl olan bir şeyi kendisine haram kılsa, meselâ : «Şu malım, şu elbisem veya
şu cariyem veya fülânın şu malı şu mülkü bana haram olsun» dese de bilâhare o
şeyi ibahede bulunsa, yani : onu kendisine mubah kılmaya kalkişsa üzerine
keffareti yemin lâzım gelir. Çünkü bu suretle yemin, mün'akid olub o şey
ligayrihi haranı olmuş olur. (îmam Şafiîye göre bu suretle yemin mün'akid
olmaz. Çünkü bu. kalbi mevzu demekdir. Binaenaleyh bundan dolayı keffareti
yemin lâzım gelmez. Şu kadar var ki, bundan zevceler ile cariyelerin haram
kılınmaları müstesnadır.) Bedayi, Kenz şerhi Aynî, Dürri Muhtar, Reddi Muhtar,
Hindiyye. [13]
452 - :
î'lânın sebebi, çok kerre zevç ile zevce arasında zuhur eden bürudetden,
huşunetden, sui imtizacdan ibaretdir: Bu bakımdan i'lâ mek-ruhdur, mezmumdur,
uhrevî mes'uliyeti calibdir.
Fakat i'îâ hâdisesi,
meselâ çocuğunu henüz emzirmekte bulunan bir zevcenin - yeniden çocuğa
kalmasından korkması veya mücameatden tab'an müctenib bulunması gibi bir sebebe
mebni - rızasına mükarin o-lursa mekruhiyyet kalmaz.
î'lâ, bazan da bir tecrübei nefs
maksadına müstenid bulunur. Şöyle Bir
kimse, zevcesinden her nedense iftirak etmek emelinde bulunur, bu iftiraka
taahmmül edib edemiyeceğini anlamak için bir müddet mu-karenetde bulunmıyacağına
yemin eder, bu müddet esnasında hem muka* renetin maslahata muvafık olub
olmıyacağını düşünmeye müsaid bir vakit bulur, hem de zevcesine olan
temayülâtının derecesini anhyarak ona göre kararım verir.
riânın ahkâmına
müteveccih olan hikmeti tesriiyyeye gelince i'lâ, haddi zatında zevcenin
hukukuna bir tecavüz demekdir. Bu cihetle bir nevi zulümdür. Bu zulmün cezasız
kalması, dairesinin tevessüüne meydan verir, bir takım kimselerin böyle bî
insafâne hareketlerde bulunmalarına cür'etbaş olur. Binaenaleyh i'lâda bulunan
şahıs, yaptığı yemîne riayet etmediği takdirde keffaretle veya deruhde etdiği
cezanın tahak-kukiîe müateb olur. Yemininde sebat ederek refikasının zararına
meydan verdiği takdirde de nikâh nimetinden mahrum kalır, zevcesile aralarında
beynunet hâsıl olarak kadın zulümden kurtulur.
Fukahai kiramın
beyanatına nazaran i'lâ, zamanı cahiliyetde bh muaccel talâkı bain idi. Şeriati
islâmiyye, bunu müeccel bir talâkı bain kılmış, zevciyyet rabıtasının hemen
çözülmesine müsaade etmeyib dört ay gibi her veçhile işin neticesini düşünmeye
kâfi bir müddet ile takyid etmişdir.
Diğer bir rivayete
göre i'lâ müddeti zamanı cahiliyetde bir veya iki sene idi. Kadınlar bu uzun
müddet içinde muallâk bir halde kalır, ne zevciyyet münasebetinden müstefid
olur, ne de serbestisine kavuşarak başka birisile zevciyyet tesis edebilirdi.
Şeriati islâmiyye ise
kadınların bu yüzden pek mutazarrır olacaklarını nazara almış, i'lâ müddetini
dört aya hasr ederek bu mezmum hareket için bir mania vücude getirmiş, bununla
beraber hem yeminlerin kıymet ve ehemmiyetini korumak, hem de kadınların
hukukunu siyanet etmek hikmet ve
maslahatını istihdafda bulunmuşdur. [14]
453 - :
Ziharin mahiyyeti, ıstılah kısmında da yazıldığı üzere : Bir kimsenin kendi
zevcesini veya onun rakabesini veya nısf, sülüs gibi bir uzvı şayiini kendisine
nikâhı müebbeden haram bulunan bir kadına veya anın bakılması caiz olmayan bir
uzvuna teşbih etmesi demekdir ki, böyle bir teşbihde bulunan şahsa «Müzahir»,
kendisine teşbih edilen kadına da «müzaherün biha» denilir.
454 - : Ziharin rüknü, ziharı sarahaten veya delâleten icab eden her hangi bir tabirdir
ki, buna «müzaherün bih) denir.
Meselâ! «Sen bana veya
bence anamın arkası gibisin», «Ben sana1 müzahirim», «Ben sana zihar etdinı»,
«Senin rakaben kız kardeşimin zah-ri =
arkası gibidir» tabirleri sarihdir.
Sen bana anamın
batnı" veya "fahzi" veya "uzvı tenasülü gibisin"
tabirleri de sarih tabirlere mülhakdır.
"Sen bana anam
gibisin", "Sen bana anam gibi haramsın" sözleri de kinayatdan
olub zihare delâlet eden tabirlerdendir.
455 - : "Sen
bana haramsın" sözü, İmamı Azam ile İmam Ebu Yusüfe göre zihardan kinaye
olabilir. Yani: Bununla zihara niyyet edilirse zihar tahakk'uk eder. Fakat
İmam Muhammede göre bununla zihar vücude gelmez. Çünkü bunda halftl, harama
teşbih edilmiş değildir. El-bedayî.
"(Malikilere göre
zihar, zevceyi veya cariyeyi veya bunlardan birinin her hangi uzvunu haram
olan bir şeyin zahrine veya sair bir cüz' üne benzetmekdir. Bu tarife göre
cariyeler hakkında da zihar carîdir.
Ziharda kullanılan
tabirler, sarih ile kinaye kısınlarına ayrılır. Ne-seben, rızaen veya
musareheten veya mülâaneten nikâhı müebbed suret-de haram olan bir kadının
zahrine teşbih, sarihdir. Nikâhı müebbeden haram olan bir kadının zahrinden
başka bir uzvuna veya herhangi bir ecnebiyyenin veya erkeğin zahrine yapılan
teşbih de kinaye kısmına dahildir.
Ziharı sarih, talâka
sarf edilemez. Yani : Bununla yalnız talâk kasd edildiği iddia edilse de meşhur
olan kavle göre tasdik edilmeyib yine zihar tahakkuk etmiş olur. Fakat kinaye
kısmile talâk kasd edildiği, iddia olunsa hem diyaneten hem de kazaen tasdik
olunur.
«Sen bana validem
gibisin», «Sen benim validemsin» tabirleri de ki-nayet kısmmdandır. Bunlar ile
keramet ve ihtiram, şefkat veya ihanet itibarile teşbih kasd edilirse zihar
tahakkuk etmez. Muhtasarı Ebizzi-ya, Şerhi Muhammedi Hırs'.)
«Şafiîlere göre zihar,
zevceyi veya onun cismi, nefsi, bedeni gibi bir uzvunu nikâhı müebbeden haram
olan herhangi bir kadına veya onun cismi, nefsi, bedeni, zahri gibi bir uzvuna
teşbih etmekdir.
Göz, baş, ruh gibi
uzuvlara yapılan teşbih ile zihar kasd edilmedikçe zihar tahakkuk etmez. Çünkü
bunlar ile alelekser keramet ve ihtiram kasd edilir. «Sen benim validem
gibisin» sözü deböyledir. Bununla hiçbir şeye niyyet edilmediği takdirde ne
talâk ne de zihar vücude gelmez. Çünkü asi olan, hürmet ve keffaretin ademidir.
Ecnebiyyeye,
mutallâkaya, mülâaneye, hürmeti muvakkate ile haram olan kadına ve herhangi
bir erkeğe teşbih, lâguvdur, bununla zihar vücude gelmez. Tuhfetürmuhtac.)
(Hanbelîlere göre de
zihar, zevceyi veya onun herhangi sabit bir uzvunu müebbeden veya muvakkaten
nikâhı haram olan bir kadın veya o kadimn sabit bir uzvuna veya herhangi bir
erkeğe veya onun sabit bir uzvuna teşbih demekdir.
Saç, diş, tırnak, kan,
arak, gözyaşı gibi bir şeye teşbih ise zihar değildir. Çünkü bunlar, gayri
sabitdir. Zevce teşbih de böyledir. Keşşafül'kına'.)
(Zahiriyyeye göre
zihar, yalnız zahr = arka tabirini zikr ile ve yalnız valideye lâakal iki defa
teşbih ile tahakkuk eder. Başka herhangi bir uzvu, herhangi bir şahsın bir
uzvuna teşbih ile zihar vücude gelmez. El-muhallâ.) [15]
456 - :
Zihârm ehli, şeraitini cami olan zevcdir. Zihârın mahalli de
zevcdir.
Zihârm şeraitine
gelince bunlar da müzahire, müzaherün minhâya. müzâherün bihaya ve müzaherün
bihe aid olmak üzere şunlardır :
(1) : Müzahir, hakikaten veya hükmen âkil, baliğ,
müteyakkız olmalıdır.
Binaenaleyh
mecnunların, matuhların, medhuşjerin, mübersemlerin, mugmaaleyhlerin,
naimlerin, gayri baliğlerin ziharları muteber değildir. Çünkü zihar, muzir
tasarruflardan olduğu cihetle bunların bu gibi tasarrufları sahih olmaz. Bu
hususdaki hürmet hükmü,bunlara şâmil bulunmaz.
Fakat muhtînin,
mükrehin, ve bil'ihtiyar müskiratdan birini kullanarak sarhoş olan şahsın
ziharı muteberdir. Çünkü bunlar, 'bükmen âkil ve müteyakkizdirler.
(2) :
Müzahir, müslim olmalıdır. Çünkü bu hususdaki
nassi şer'î müslümanlara muhtesdir. Zihar ile muvakkat bir hürmet sabit
olub kef-faret ile nihayet bulur. Bir gayri müslim ise keffarete ehil değildir.
(3) : Müzahir, erkek olmalıdır.
Binaenaleyh bir kadın,
kocasına karşı zi'harda bulunsa, meselâ : «Sen bana validemin zahri gibisin»
dese bu, lâğv olur. Bununla ne hürmet ne de keffaret lâzım gelir, müfta bih,
olan budur.
Fakat İmam Ebu Yusüfe
göre buunla zihar vücude gelir. Aralarında mücameat vuku bulursa zevceye
keffareti zihar eder. Haflen îbni Zi-yad'e göre de zevce hakkında yalnız
keffareti yemin lâzım gelir.
(4) :
Müzaherün minha, zevce olmalı ve teşbih onun ya tamamına veya nısım, rubu,
sülüs gibi bir cüz'i şayiine veya re's, rakabe gibi şahsiyet yerinde kulanılan
bir uzvuna aid bulunmalıdır.
Meselâ : Bir kimse,
zevcesine hitaben «Sen bana anamın arkası gibisin» dese müzahir olacağı gibi
«Senin bağın» veya «Yarın validemin arkası gibidir» dediği takdirde de müzahir
olmuş olur.
Fakat «Senin elin veya
ayağın validemin arkası gibidir» dese bunun la zihar vücude gelmiş olmaz.
Ric'ıyyen mutedde de
zevce hükmündedir. Anrnıa bâinen mütedde hakkında
zühar cari olamaz. Çünkü beynunet ile zaten hürmet sabit olduğundan zihar ile
tahrime mahal yoktur. Cariye ile ecnebiyye de böyledir.
(5) :
Müzaherün biha olan kadınlar. Müzahire nazaran nikahlan ne-seb rezâ, veya
musaheret sebebile müebbeden haram olan takımdan olmalıdır.
Binaenaleyh neseben
veya rezaan validelerile kain validelere, evlâdın zevcelerine, kız kardeşlere,
halalara, teyzelere teşbih ile zihar tahakkuk eder. Fakat zevcenin kız
kardeşine, selâsen mutallâkaya veya bir mecusiyyeye teşbih ile zihâr vücude
gelmez. Çünkü bunlardaki hürmeti nikâh; müebbed değildir, muvakkatdir, kabili
zevaldir.
Kezalik : Birkimse,
zevcesini kendi babasının veya oğlunun mezniy-yesine teşbih etse İmam Ebu
Yusüfe göre müzahir olur. Çünkü bu kadının nikâhı kendisine müebbeden
haramdır. Fakat İmam Muhammede göre müzahir olmaz. Zira bu kadının hürmeti
mahalli ictihaddır. Nitekim kim kimse, zevcesini kendi mezniyyesinin validesine
veya kızına teşbih etdiği suretde de zihâr vücude gelmez. Çünkü bu da mahalli
ictihaddır, müzaherün biha olan bu kadın, müzahire müebbeden haram sayılmayabilir.
Şafiiyyeye göre de zina ile hürmeti musahere sabit olmayacağı malûmudur.
(6) :
Müzaherün biha, nisa cinsinden olmalıdır.
Binaenaleyh bir kimse
zevcesini kendi babasının veya oğlunun arkasına veya herhangi bir uzvuna
teşbih etse bununla zihar vücude gelmez. Çünkü zihar hakkındaki nas, nisa
hakkında varid olmuşdur.
(7) : Müzaherün biha, müzahir için bakılması caiz olmayan zahr, batn, fahiz gibi bir uzuv
olmalıdır.
Binaenaleyh bir kimse,
zevcesini kendisine nikâhı müebbeden haram olan kadınlardan birinin meselâ
yüzüne, eline veya başına benzetse bununla zihar vücude gelmiş olmaz.
(8) :
Müzaherün bih olan söz, kinaî tabirlerden olunca bununla zi-hare niyyet edilmiş
olmalıdır. Şöyle ki :. sarih tabirler ile olan ziharda niyyete ihtiyaç yokdur.
Meselâ Bir kimse, zevcesine «Sen bana
validemin zahri gibisin» dese bununla myyete muhtaç olmaksızın zihar tahakkuk
eder. Hattâ bununla keramet ve ihtirama, talâka veya i'lâya niyyet edilmiş
olsa da yine zihar vücude gelir. Çünkü bu tabir, ziharda sa-rihdir.
Kezalik : Bununla
evvelce yapılmış olan bir zihr kasd edildiği iddia edilse diyaneten tasdik
edilirse de kazaen tasdik edilmez.
Fakat «Sen bana
validem gibisin» veya «Sen bana validem misillisin» denilse bu, niyyete muhtaç
olur. Çünkü bu, bir kinaî tâbirdir.
Binaenaleyh zevç,
bununla zihâre niyyet etmiş olunca müzahir olur. Talâka niyyet etmiş ise talâk
vücude gelir. Yemine niyyet etmiş ise i'lâ tahakkuk eder. Mücerred kadr ve
menzilte niyyet etmiş ise lâğv olub âdeta «Sen bence anam gibi muhteremsin»
denilmiş olur.
Teşbih edatım hazf ile
Sen benim anamsın», «Sen benim kızımsın» veya «hemşiremsin» denilmesi de
böyledir. Şu kadar var ki zevceye bu veçhile hitab edilmesi, tahrimen
mekruhdur.
(9) : «Sen
bana validem gibisin» kinaî tabiriyle hiçbir şeye niyyet edilmediği takdirde bu
söz, lâğv olur. Bununla zihar vücude gelmez.
«Sen bana validem gibi
haramsın» tabiri ise mutlaka tahrimi müstel-zimdir. Bunun tayin için zevcin
niyyetine müracaat olunur. Bununla talâka veya zihare niyyet edilince o
veçhile talâk veya zihar sabit olur. I'lâya niyyet edilmiş olunca da i'Iâ
tahakkuk eder, hiçbir şeye niyyet edilmemiş olunca yine zihar vücude gelir.
Elbedayi, Hindiyye, Dürri Muhtar, Reddi Muhtar, FethüTkadîr.
(Yukarıdaki meseleler, Hanefiyyeye göredir,
imam Mâlike ve Za hiriyyeye göre bir cariyenin mevlâsı da cariyesi hakkında
zihara ehildir. Bu cihetle cariye de müzaherün minha olabilir.
Eimmei selâseye göre
de bil'ihtiyar sekrânın ziharı muteberdir. Fakat imam Şafiîye göre muhtîin,
mükrehin ziharı sahih değildirîmam Ahmed'e göre de mükrehin ziharı muteber
olmaz. Ebu Sevr ile Münzir'in kavilleri de böyledir.
imam Mâlik'e göre
müzahirin müslim olması şart değildir. Fakat imam Şafiî ile imam Ahmede göre
talâkı sahih olan her zevcin zihan da sahihdir. Binaenaleyh gayri müslimlerin
talâkları muteber olduğundan ziharları da muteberdir. Zira bu hususdaki nas,
mutlâkdır, gayri müs-limler ise hurumat kabilinden olan şerayi ile
mükellefdirler, onların da i'tak ve it'am suretiyle keffaretde bulunmaları
sahihdir.
Eimmei selâseye göre
de kadın, müzahir olmaz. Fakat Zührî ile Ev-za'îye göre kadın da böyle bir
teşbih yapınca müzahir olmuş olur.
Eimmei selâseye
nazaran kadın, müzahir olamayacağından böyle bir teşbihde bulunmasından dolayı
kendisine keffaret de lâzım gelmez. Fakat imam Ahmedden diğer bir kavle göre
bu halde kadına keffareti yemin lâzım gelir. §u kadar var ki, kadına rızasile
tekarrüb bulunmadıkça bu keffaret icab etmez. Tekarüb ikraha mukarin olursa
veya tekarrüb-den evvel talâk veya mevt vuku bulursa yine keffarete mahal
kalmaz. Mâlikiyyeden tbnül'kasıma ve imam Ahmedden diğer bir rivayete göre
müzaherün binanın nisa cinMnden olması şart değildir. Babamn veya sair bir
erkeğin veya bir meytenin veya bir behimenin arkasına teşbih ile de zihar
vücude gelir. Fakat imam Ahmed'den diğer bir rivayete göre bununla zihar vücude
gelmez. Ekseri ulemanın kavülleri de böyle-dir. Elmuğnî.) [16]
457 - :
Müzahirin hür olması şart değildir.
Binaenaleyh müslim
olan kölelerin de ziharları sahihdir. Çünkü zi-harda tahrim vardır. Köleler ise
tahrime ehildirler.
458 - : Ziharda zevcenin hurre olması şart
değildir. Binaenaleyh tamamen
cariye olan bir zevce hakkında zihar carî olacağı gibi müdebbere, Ümmi Veled
veya mükâtebe olan zevce hakkında da zihar carî olabilir.
459 - :
Zihârın ikrahdan, hezilden hâlî olması şart değildir. Binaenaleyh mükrehin,
hâziün ziharları da sahihdir.
460 -
Zihârda tekellüm şart değildir.
Binaenaleyh müstebîn
olan kitabetle ve dilsizin malûm olan işaretiyle de zihâr tahakkuk edebilir.
461 - :
Zihârın şartı hıyardan hâlî olması şart değildir. Binaenaleyh şartı hıyar ile,
meselâ : zevcenin üç gün muhayyer olması şartiyle yapılan bir zihârda
muteberdir.
462 - :
Zihârın her halde müneccez olması şart değildir. Binaenaleyh ziharda tenciz,
carî olduğu gibi talik, tevkit, zercıane veya mülki nikâha izafe, de carî
olabilir.
Meselâ : Bir kimse,
zevcesine «Sen fülân yere gider isen bence validem gibisin» dese bu şartın
vücudu ânından itibaren zihâr vücude gelir.
Kezalik : «Sen gelecek
ayın ilk gününe kadar bana validemin arkası gibi haramsın» deae o müddete
mahsus olmak üzere zihar tahakkuk eder.
Kezalik : «Sen
yarından» veya «gelecek aydan itibaren validemin zahri gibisin» dese o andan
itibaren zihar husule gelir.
Kezalik : Bir erkek,
"bir ecnebiyye hakkında «Ben seni tezevvüc edersem bana validemin zahri
gibi haramsın» deyib badehu onunla ev-lense zihar sabit olur.
463 - :
Allah Tealânm meşiyyetine talik edilen zihar, münakid olmaz .
Meselâ': Bir kimse,
zevcesine «Sen bana inşallah anam gibi haramsın» dese bununla zihâr tahakkuk
etmez. Elbedayi, Elbahrülrâik, Hindiyye, Dürri Muhtar.
« (Sair mezahibi
fıkhiyyemize göre de müzahirin hür olması şart de ğildir. Kezalik zevcenin
hurre olması da şart değildir. Ezcümle fıkhı Hanbelîde deniliyor kî : Kebîre
olsun sagîre olsun, müslime olsun zim-miyye bulunsun, tekarriibu mümkün olsun
olmasın her zevce hakkında zihar, sahihdir. imam Mâlik ile imam
Şafiininkavleride böyledir. Ebu Sevre göre ımıkareneti mümkün olmayan - retka
gibi - bir zevce hakkında zihâr, sahih değildir.
Mâlikîlere göre
mukarenetden âciz olan mecbud, hısıy,
şeyhi fâni gibi kimselerin zihâra ehl
olub olmamalarında ise iki kavi vardır.
îmam Şafiiye göre
zihâr için mülki nikâhın filhal sabit olması şarttır. Binaenaleyh mülki nikâha
izafe suretiyle olan bir zihâr, sahih olmaz.
imam Şafiî ile imam
Ahmede. göre de zihânn meşiyyeti ilâhiyyeye taliki muteber değildir.
Maükîlerce de
başkasının meşiyyetine talik edile» zihar, o meşiy-yetin vücudüne tevakkuf
eder. Meşiyyet bulunmazsa veya meşiyyetin vukuu bilinmezse zihar hükmü carî
olmaz. Elmuğnî, Şerhi Ebil'berekât, Düsukî.) [17]
464 - :
Ziharın hükmü, aşağıdaki meselelerde görüleceğiüzere zevç ile zevce arasında
keffaret vukuuna kadar mücameatin ve şehvetle lems ve takbil gibi istimtam
hürmeti ve zevcenin münasebatı zevciyyenin devamım talebe selâhiyetdar
olmasıdır..
465 - :
Müzahir, keffaretde bulunmadıkça müzaherün minha olan zevcesine tekarrübde ve
ondan istimtada bulunamaz. Bu, dinen memnudur.
Zevce içinde zevci
müzahirini keffaret verinceye kadar kendisiyle mücameat ve istimtada
bulunmakdan meii etmek icab eder.
466 - :
Müzaherün minha olan kadın, zevci keffaretde bulunmadığı takdirde mahkemeye
müracaatle zevcinin keffaret vererek zevcî münasebetlere devam veya kendisini
tatlik etmesini isteyebilir. Bu halde hâlde hâkim, müzahire keffaret vererek
zevcesiyle münasebâta devam etmesini veya onu boşanmasım emreder. Kabul etmediği suretde evvelâ habs ile,
sonra da darb ile cebirde bulunabilir.
Müzahir, keffaretde
bulunduğunu iddia ederse tasdik olunur. Meğer ki kizb ile maruf bulunsun.
467 - :
Müzahir, keffâretden mukaddem tekarrübde, istimtada bulunacak olsa bu
hareketinden dolayı taib ve müstağfir olması ve keffaretde bulunmadıkça bir
daha o yolda hareket etmemesi icab eder.
468 - : Bir
kimse, müteaddid zevcelerine bir lâfz ile veya müteaddid lâfızlar ile bir
meclisde veya muhtelif meclislerde zihârda bulunsa üzerine zevceleri adedince
keffaret lâzım gelir.
Kezâlik : Bir kimse,
bir zevcesine müteaddid lâfızlar ile bir meclisde ziharda bulunsa üzerine yine
o mikdarda keffaret lâzım gelir. Çünkü tahrim, teaddüd etmiş olur. Meğer ki
diğer lâfızlar ile birinci ziharı kas-detmiş, onu haber vermek istemiş olsun. O
halde yalnız bir keffaret icab eder.
469 - :
Zihâr, talâkın adedlerini azaltmaz ve müddet uzasa da bey-nuneti icab etmez.
Çünkü zihar, mülkün zevalini müstelzim değildir.
Binaenaleyh zihardan
sonra talâk, muhalea, i'lâ yapılabilir ve zevç ile zevceden herhangisi vefat
etse diğeri kendisine vâris olur. Bedayi. Hindiyye, Haniyye.
« (Eimmei selâseye
göre de müzahir, keffaretde bulunmadıkça zevcesine tekarrüb edemez. Tekarrüb
ederes ayrı keffaret lâzım gelmez. Fakat Said tbni Cübeyr'den, Zührîden,
Katade'den rivayet olunduğuna göre bu müzahire iki keffaret lâzım gelir. Bazı
zevata göre de bu halds keffaret büsbütün sakıt olur. Çünkü keffaret;
tekarrübden evvel lâzımdır. Evvelce tekarrüb vuku bulunca keffaretin vakti fevt
olmuş olur.
imam Mâlike ve imam
Şafiînin kadîm kavline ve Hanbelî mezhebinin zahirine nazaran meclis teaddüd
etsin etmesin, te'kid veya istinaf kasd edilmiş olsun olmasın bir zevce
hakkında mükerreren vuku bulan zihar ile yalnız bir keffaret lâzım gelir. Şu
kadar var ki keffâretden sonra yine zihar vuku bulursa bundan dolayı da ayrıca
keffaret lâzım gelir. imam
Safiye göre müteaddit zevceler hakkında bir lâfz ile vuku bulan zihardan
dolayı da yalnız bir keffaret icab eder.
Katade'ye göre
zihardan sonra kadın vefat ederse müzahir olan kocası keffaretde bulunmadıkça
varis olamaz. Elbedayi, Elmuğnî.) [18]
470 - :
Zihârın hükmü, keffaret ile nihayet bulur.
Binaenaleyh keffaret
yapıldıkdan sonra tekarübe mani olan hürmet, zail olmuş olur.
471 - :
Ziharın hükmü, zevç ile zevceden birinin vefatile de nihayet bulur. Artık
keffarete lüzum kalmaz. Çünkü bu halde hükmi zihârın mahalli fevt olmuş olur.
Bir şeyin bekası ise mahalsiz tasavvur olunamaz. Demek ki, mücerred zihar ile
keffaret her halde icab etmiyor.
472 - :
Zihânn hükmü, muayyen vaktin çıkmasiyle de nihayet bulur.
Şöyle ki : zinârlar,
ya mutlak veya muvakkat olur. Mutlak olan ziharın hükmü yalnız keffaret ile
veya mevt ile nihayet bulur. Muvâkkat olan ziharın hükmü ise vaktin çıkmasiyle
de nihayet bulur. Artık keffarete lüzum kalmaz.
Meselâ : Bir kimse,
zevcesine «Sen bana bir gün» veya «bir ay» veya «bir sene validem gibisin»
dese muvakkat bir suretde ziharda bulunmuş olur. Bu takdirde o muayyen vaktin
çıkmasiyle ziharın hükmü biter, keffarete lüzum kalmaksızın zevcî münasebâta
mübaşeret olunabilir. Çünkü zihar, yemin mesabesindedir. Yeminde tevkît carî
olduğundan zihârda da carî olur.
473 - :
Mülki nikâhın talâk gibi bir sebeble zevalinden dolayı ziharın hükmü bâtıl
olmaz.
Binaenaleyh müzahir,
zevcesini bainen tatlik, badehu tekrar tezev-vüc etse zihânn hükmü yine
cereyana başlar, keffaret bulunmadıkça tekarrüb caiz olmaz.
Kezalik : Müzahir,
cariye olan zevcesini satın almakla nikâhı zail olsa yine hakkındaki zihar
hükmü devam eder, keffaret bulunmadıkça aralarında mukarenet caiz olamaz.
Bedayi, Bahri Raik, Hindiyye.
(tmam Mâlike, imam Ahmede ve Ataya göre de
ziharın hükmü vefat ile nihayete erer. Fakat Tavus'a, Mücahide, Şa'bî, ile
Zührî'ye, Ka-tade'ye göre mücerred zihâr ile keffaret lâzım gelir. Çünkü zihar,
bir münker sözdür, bu cihetle keffareti müstelzimdir.
İmam Şafiîye göre
müzahir, zihârdan sonra talâka müsait olacak kadar bir vakit geçer de
zevcesinden ayrılmazsa keffaretle mükellef olur. Çünkü bu kadar bir vaktin
geçmesi geçmesi bir avd = bir mukarenet mesabesindedir.
imam Şafüye göre de
zihârda tevkit muteberdir. Fakat diğer bir kavlüne göre tevkit bâtıl olub zihâr
teebbüd etmiş olur. Çünkü zihâr, talâka müşabihtir. Talâkın tevkite ihtimali
olmadığı gibi ziharın da ihtimali yoktur. İmam Mâlikin mezhebi de bu
veçhiledir, imam Şafiînin başka bir kavline göre de bu, esasen zihar sayılmaz.
Hanbelî kitablarında
deniliyor ki: müzahir, zevcesini tatlik, badehu tezevvüc etse kefaret
vermedikçe kendisine mukarenette bulunamaz. Talâk gerek üçden az olsun ve
gerek olmasın, Ata'nın kavli de böyledir. İmam Şafiînin ise bu hususda üç kavli
vardır. Üçüncü kavline nazaran eğer beynunet, üç talâk ile hâsıl olmuş ise
tezevvücden sonra zihârm hükmü avdet etmez ve illâ eder.
Malikîlerin kavilleri
de bu veçhiledir. Şöyle ki : bir veya iki talâk-dan sonra tecdidi nikâh bulunsa
zihar avdet eder. Velev ki zevci sani bulunmuş olsun. Fakat üç talâk ile veya
üçüncü talâk ile tatlikden sonra badettahül nikâh tecdit edilse zihâr avdet
etmeyib münhal olur. Ee-dayî, Elmuğnî, Şerhi Muhammedi Hırşî.)
(Zahiriyyeye göre
keffareti zihâr, ne müzahirin ne de müzaherün anhanın mevtiyle ve talâk vukuile
sakıt olmaz. Müzahir Ölünce vasiyet etmiş olsun olmasın bu keffaret, re'si
malinden ifa edilir. Çünkü bu, düyuni ilâhiyyedendir. Bu cihetle bu, düyuni nâs
üzerine mukaddemdir. Elmuhallâ.) [19]
474 - :
Keffareti ziharın mahiyyeti, zihar vukundan sonra zevciy-yet münasebetinin
devam edebilmesi için rakabe azad etmek veya muayyen bir müddet oruç tutmak
veyahut fukaraya itamı taamda bulunmak suretiyle yapılacak bir vecîbeden
ibaretdir.
475 - :
Keffareti ziharın şartı vücubı ise kudretdir. Şöyle ki: bu keffaret, evvelâ
r"akabe azad etmek suretiyle yapılır. Buna kadir olmayan bir müzahir, iki
ay oruç tutar, buna da muktedir olmayan müzahir, altmış fakire ifamı taamda bulunur. Bunların hiçbirine
kudreti olmayan bir müzahere ise bu keffaretin vücubi teveccüh etmez. Çünkü
kudret bulunmayınca fî'lin vücudi müstehil olur.
476 - : Keffareti
ziharın nevileri, rekabe tahrir etmekden, iki ay oruç tutmaktan veya altmış
fakire sabahlı ve akşamlı itamı taamda
bulunmakdan ibaret olmak üzere üçdür/
Nitekim aşağıdaki meselelerde tafsilâtı görülecektir.
477 - : Bir
müzahir, rakabe, yani: köle veya cariye azad etmeğe muktedir ise keffaret
niyyetiyle bir rakabe azad eder. Bu
rakabenin müslim, baliğ olub olmaması
müsavidir. Elverir ki,
kendisinden mak-sud olan menfaatin cinsi, külliyen fevt olacak derecede
şahsında bir kusur bulunmasın. Bu cihetle âmâ olan, velâ ya'kil bir halde
mecnun bulunan veya iki ayağı veya iki eli kesilmiş olan rakikler keffaret
için
kifayet etmez.
Kezalik müdebbereler,
ümmi veledler, kitabet bedelini kısmen ödemiş olan mükâtebler de keffaret için
kâfi değildirler. Çünkü bunların zaten hürriyete istihkakları vardır.
478 - : Rakabe
azadında kadir olmayan bir müzahir, iki ay muttasıl oruç tutar. Bu oruç, ay
başına tesadüf ederse hilâle itibar olunur. Tesadüf etmezse altmış günden
ibaret bulunur. Bu günler, mukim olan bir müzahir hakkında Ramazanı şerife ve
menhî olan günlere müsadif olmamalıdır.
479 - :
Oruca da muktedir olmayan bir müzahir,
altmış fakire sabahlı, akşamlı olarak taam yedirir. Bu taamın katık ile
beraber buğday ekmeği olması müstahsendir.
Maahaza yalnız buğday ekmeği olması da kâfidir. Fakat arpa veya darı
ekmeği olduğu takdirde katık da bulunmalıdır.
Bir fakire bu veçhile
altmış gün taam yedirmek de kifayet eder,
480 - :
Keffaret için ibahe suretiyle ifamı taam, caiz olduğu gibi altmış fakire birer
sadakai fıtır mikdarı şey temlik etmek de caizdir. Bu şey, yarım sa' buğday
veya bir sa' arpa olabileceği gibi bunların bu mikdar unları, kavtları veya
kıymetleri de olabilir.
Bir fakire bu msbette
altmış gün ibahede veya temlikde bulunmak da kâfidir. Fakat bir fakire altmış
günlükN taam birden ibahe veya temlik edilecek olsa yalnız bir günlük taam
yerine kaim olur.
481 - : Yüz
yirmi fakire bir günde bir defa taam yedirilse kifayet etmez. Bunlardan en az.
altmış fakire bir defa daha taam yedirmek icab eder. Velev ki bir günde olsun.
Çünkü herhalde fakirlerin iki vakit itam edilmesi lâzımdır.
Bu iki vakit, sabahlı
ve akşamlı olabileceği gibi yalnız sabahları veya akşamları da olabilir.
Elverir ki, her fakire iki sabah veya iki akşam yemek yedirilmiş olsun.
Bir fakire sabahleyin
zeval vaktine kadar iki defa yemek yedirmek de yetişir.
482 - :
Keffaret de ibahe ile temlikin beynini cem etmek de caizdir. Binaenaleyh altmış
fakire bir sabah veya akşam yemek yedirilmesi, bir sabah veya akşam yemeğinin
de bedelen verilmesi kifayet eder,
483 - :
Keffaret hususunda yesar ve i'sarın vücudu keffaretin yapılacağı vakte göre taayyün eder. Meselâ:
müzahir, zihar zamanında zengin iken tekfir = keffareti eda
zamanında fakir bulunsa oruç ile kef-faretde bulunması kifayet eder. Aksi
takdirde kifayet etmez.
484 - : Keffaretin masrafı, zekâtın masrafı
gibidir. Binaenaleyh usul ve fürua, memlûklere, zevç veya zevceye vuku bulacak
ibahei taam veya temlik ile keffaret eda edilmiş olmaz.
Meselâ: bir kimse,
keffaret akçesini kendi babasına veya kölesine veya zevcesine veremez. Çünkü bu
keffaretin nef'i maddîsi yine kendisine ait bulunmuş gibi olur.
Bu mesele, imam Ebu
Yûsüf'e göredir. Zahiririvaye de bu veehile görüldüğünden muteber olan budur.
485 - tmamı
Âzam ile îmamı Muhammed'den. bir rivayete göre, harbîlere, müste'minlere
keffaret için yapılan ibahe veya temlik kifayet etmez. Fakat zimmîlere yapılan
ibahe ve temlik kifayet eder.
486 - : Hür
olan bir müzahirin emriyle yerine başkası fakirlere ifamda bulunabilir. Fakat
böyle bir müzahirin emriyle başkasının re-kabe azad etmesi, îmam Ebu Yûsüf'e
göre caiz ise de îmamı Âzam ile İmam Muhammed'e göre caiz değildir. Amma bu
müzahirin emriyle bir bedel mukabilinde başkasının rekabe azad etmesi bil'ittifak caizdir. El-bedayi,
Reddül'muhtar, Hindiyye.
« (îmam Mâlik ile İmam
Şafiîye ve îmam Ahmedden bir kavle göre zihârdan dolayı azad edilecek
rekabenin müslim olması şartdır. îmam Ahmedden diğer bir rivayete göre bunun
zimmî olması da kâfidir. Ata ile Nehainin ve Sevrî ile Ebu Sevr'in kavileri de
böyledir.
İmam Şafiîye ve îmam
Ahmedden zahir olan rivayete göre ifam suretiyle olan keffaretde temlik
lâzımdır. Vacib olan mikdarı ibahe kifayet etmez. Ve yine bu iki zata göre
mutlaka altmış fakire temlik lâzımdır. Bundan az olamaz. Her fakire ifam =
temlik edilecek şey; buğdaydan bir müd, arpadan veya hurmadan yarım sa'dır.
Ata ile Evzaînin kavileri de böyledir. İfam suretinde tetabu lâzım değildir.
Keffaretin masrafı
hususunda İmam Şafiî ile İmam Ahmedin kavi ieri de îmam Yûsuf'un yukarıda
yazılı kavli gibidir. îmam
Şafiî ile îmam Ahmedden bir kavle göre müzahir olan bir köle yalnız oruç tutmak
suretiyle keffaretde bulunur. îmam Ahmedden diğer bir kavle göre köle,
efendisinin iznile mal ile de keffaretde bulunabilir. Evzaî'nin, Ebu Sevr'in
mezhebleri de böyledir.
Keffaret hususunda
müzahirin zengin veya fakir olması, îmam Mâ-lik'e göre de keffaretin yapılacağı
vakte göre taayyün eder. Hanbelî fukahası diyorlar ki, keffaretde ezheri
rivayete göre vücub haline itibar olunur. Binaenaleyh müzahir, vücub halinde
zengin bulunsa rekabe tahririnin vücubî tekarrür eder. Sonra fakir olmasiyle
sakit olmaz. Bilâkis vücub halinde fakir bulunsa oruç icab eder, badehu zengin
olmasiyle rekabe azad'etmesi icab etmez.
İkincibir
rivayete nazaran hallerin ağlâzına itibar olunnr. Yani: Vücubi zamanından keffareti eda
zamanına kadar olan müddet içinde. i'taka kudret bulunursa keffaret için
i'takdan başkası kifayet etmez, îmam Şafiînin ikinci bir kavli de böyledir. Bu
zatın üçüncü bir kavline göre de itibar, eda haletinedir. Elmugnî.)
(Zahiriyye mezhebine
göre oruç ile keffaretde bulunması icab eden bir şahıs, bilâhare oruç tutmakdan
âciz kalsa artık i'tak ve ifam suretiyle keffaretde bulunamaz. Muahharan oruç
tutmaya kadir' olunca iki ay muttasıl oruç tutar. Buna muktedir olmaksızın
ölürse bu orucu onun namına velîsi tutar. Elmuhaîlâ.) [20]
487 - : Keffareti zihârın edası, gerek rekabe
azad etmek ve gerek oruç tutmak ve gerek ifamı taamda bulunmak suretiyle olsun.
Her halde avuddan, yani: münasebeti zevciyye icrasına mübaşeretden mukaddem
olmalıdır.
Binaenaleyh böyle bir
arizuda bulunan müzahir evvelâ köffaretde bulunur, sonra nıukarenete ikdam
eder.
488 - : Oruç
ile keffaret esnasında müzahir,
müzaherün minha olan zevcesine geceleri de tekarrüb edemez. Kasden veya
nisyanen te karrübde veya şehvetle mes ve takbii gibi devaiî tekarrüfcde
bulunacak olsa oruca yeniden başlaması icab eder.
Kezâlik bir özre mebni
olsun olmasın tetabüa muhalif olarak iftarda bulunsa yine orucu yeniden
tutmaya başlamak lâzım gelir. Fakat Unutarak yiyip içmek oruca münafi
olmadığından keffarete de mani olmaz.
489 - :
İtamı tam suretiyle olan keffaret esnasında vaki olacak tekarrüb veya devaiî
tekarrüb, ifamın istinafını = yeni bağdan yapılma» sim icab etmez. Bedayi,
Hindiyye, Dürri Muhtar.
{Malikîlere göre
kefaret tamam olmadıkça müzahir, zevcesine tekarrüb, ondan istimta edemez,
yalnız kendisine bakabilir. Binaenaleyh it'am esnasında mukarenet yapılırsa
istinaf lâzım gelir, yani : yeniden altmış fakire it'am icab eder. İmam Şafiîyc
ve îma.m Ahmedden bir kavle göre ise icab etmez.
Maahaza Malikîlere
göre it'am suretiyle olan keffaret, münasebeti zevciyye vukuundan sonra da
yapılabilir. İmam Ahmedden bunu muk-tezi bir kavi rivayet olunmuşdur.
Keffaretden mukaddem
telezzüzde, meselâ lems ve takbil gibi bazı hareketlerde bulunmak, İmam Mâlik
ile îmanı Şafiîden ve İmam Ah-meden birer kavle göre lâbeisdir. Bunun hürmeti
iddia olunamaz.
Kezalik : oruç ile
keffaret yapılırken geceleyin vuku bulacak mu-karenetle İmam-ı Mâlike, îmam-ı
Ahmede ve Sevrîye göre tetabu', mün-kati olur, yeniden iki ay oruç tutmak lâzım
gelir. Fakat İmam Şafiîye ve İmam Ahmedden diğer bir kavle göre tetabu',
kesilmiş olmaz.
İmam Mâlike, İmam
Ahmede ve îmanı Şafİînin kadîm kavline naza ran oruç ile kefaret esnasında bir
Özre, meselâ: korkunç bîr hastalığa mebni iftar edilse yalnız mütebaki günleri
ikmal İcab eder. Özürsüz yere iftar edildiği takdirde ise istinaf lâzım gelir.
Fakat İmam Şafiînin cedit kavline nazaran iftar, bir özre müste-nid olsa da
yine tetabu', mün-kati olur. Çünkü kendi filile iftar etmiş bulunur. Sefer için
iftar etmesi gibi. Elmuğnî.)
(Zahiriyyeye göre de
müzahir, i'tak veya oruç suretiyle keffaretde bulunmadıkça zevcesine tekarrüb
edemez. Hattâ onun bir uzvuna temas-da bile, bulunamaz. Şayed böyle bir
hareketde bulunsa keffareti itmam edinceye kadar bir daha böyle hareketde
bulunmadan kaçınır. Fakat it'am ile keffaret takdirinde keffaretden mukaddem
tekarrüb haram değildir. Elmuhallâ.) [21]
490 - :
Keffareti zihârın sebeoi, ya zihardır veya avddir, yani : zevciyyet
münasebetinin devamına azimdir veyahut zihâr ile avdin mec-muudur. Şöyle ki :
Zihârdan dolayı erkek,
zevcesinin hukukuna tecavüz etmiş, onu zevciyyet haklarından kısmen olsun
mahrum Bırak mis. dır. Bu, bir gadirdir. Bu gadre derhal nihayet vermek
lâzımdır. Buna nihayet vermek ise keffaretin vücudine mütevakkıfdır.
Binaenaleyh bu bakımdan bizzat zi-har, bu keffaretin vücubine bir sebebdir.
Avde gelince müzahir,
bir mâ'siyet irtikâb etmiş, zevcesinden istifade etmek hakkını elinden
çıkarmadır. Bilâhare bu mâsiyete nihayet
verib zevcesinden
istifadeye azm edince kendisine teveccüh eden keffaret vecibesi, tahakkuk
etmiş oluyor. Binaenaleyh bu bakımdan da avd, keffaret için müstakil bir sebeb
olmuş oluyor.
Zihâr ile avd'dan her
biri böyle birer itibar ile keffarete sebeb olunca her ikisinin sebeb olacağı
evleviyyetde kalır. Cumhurun kavli da böyledir.
« (Şafiîlerin bu
hususda üç kavileri vardır. Şöyle ki keffaretin sebebi, avddir. Avdden maksad
ise ya tekarrübdür veya tekarrübe azm-dir veya zihârı müteakib zevceyi tahtı
nikâhda tutub, kendisinden firkat imkânı zamanında müfarekat etmemekdir. Bu
son kavi, daha kuvvetli sayılmaktadır. Bir kere avd bulundu mu artık keffaret
lâzım gelir. Badehu firkat vukuiyle keffaret sakıt olmaz.
Ziharı muallâkda
zevceyi nikâhda tutmak suretiyle olan avd, şartın vukuundan itibaren başlar.)
491 - :
Keffareti ziharm hikmeti teşriiyyesine gelince : zihar, esasen mezmumdur,
uhrevî mesuliyeti calibdir, kizbi manızdan ibaret cahilane bir
hareketdir. Nitekim âyeti
celîlesi bunu nâtıkdır.
Yani zevceleri
hakkında ziharda bulunanlar, bilmelidirler ki zevceleri kendilerinin anaları
değildir. Anaları ancak kendilerini doğurmuş olanlardır. Onlar her halde
çirkin, yalandan ibaret bir söz söylemiş oluyorlar. Maamafih Allah Tealâ.af
edicidir, setr edicidir. Bu sözlerinden nedamet edib rücu etdikleri, keffaretde
bulunarak tevbekâr oldukları takdirde de afvi ilâhîyye mazhar olacaklardır.
Zihâr, cahiliyet
devrelerinde bir nevi talâk idi ki, bir şahıs, zevcesini sevmez ve onun
başkasiyle evlenmesini de istemezse hakkında ziharda bulunurdu. Artık o kadın,
ne koca sahibesi bulunurdu, ne de başkasiyle evlenmeğe salahiyetli olabilirdi.
Yüksek islâm şeriatı, bu itisafa nihayet vermiş, zihâr ile filhal zevciyyetin
zevalini kabul etmiş, bununla yalnız zevcî münasebetin icrasını haram kılmış,
fıkhı tabiriyle mahal hakkındaki tahrimi, münasebeti zevciyyeden ibaret olan
bir fi'lin mu-vakakten tahrimine tahvil etmişdir. Bu muvakkat tahrimin nihayet
bulması ise keffaret vecibesinin ifasına lihikmetin merbut bulunmuşdür. Çünkü
müzahir, bu hareketinden dolayı bir bir te'dibe, bir cezaya müstahik olmuş, ve
bu gibi gayri lâyık hareketlerin genişlenmesine mani olacak bir müeyyideye
lüzum görülmüşdür.
Maahaza her müslüman,
Allah Tealânm hükmüne itaat etmeyi kabul etmiş, gerek Aîlahü âzimüşşanın ve
gerek umum mahlûkların hukukuna riayet eylemeyi deruhte eylemişdir. Bu ahde
muhalif bir hareket ise her müslüman için derhal töbeyi icab eder. Zihar ise
bu ahde bir
muhalefet demekdir.
Zira müzahir, bu hareketiyle Hak Tealâmn halâl kıldığına haram hükmünü vermiş,
zevcesine ve zevcesini kendisine teşbih etdifi mahremine hakaret etmiş,
hürmetde kusur etmiş, cemiyet arasında fena bir numune getirmiş, âmmenin
intizam ve ahengine münafi bir hâdiseye sebeb olmuşdur.
Binaenaleyh müzahir,
bir tevbeye muhtacdır. Keffaret ise tevbenin mütemmimidir, tövbenin haricî bir
nişanesidir, maddî ve manevî zararın bir nevi tazmini demekdir.
Evet., müzahir,
keffaret verince tövbesini izhar etmiş, bu hareketinden mutazarrır, müteessir
olanlara bir nevi tarziye vermiş oluyor. Bahusus rekabe azad edildiği takdirde
cemiyetin bir ferdi, hürriyyetine ka-vuşdurulmuş, âmmeye karşı bu veçhile bir
cemile gösterilmiş olacakdır.
Fukaraya it'am
suretiyle yapılacak bir keffaret ile de yine cemiyet hayatına hizmet edilerek
âmme hukukunu müteessir eden fena bir ha-rketden dolayı âmmeye bir tarziye
verilmiş olacakdır.
Oruç ile yapılan keffaret
ile de müzahir; halini ıslaha, ahlâkını teh-zibe çalışmış, cemiyete nafi bir
uzuv olacağım göstererek yapdığı gayri lâyık bir muameleden dolayı nedametini
isbat etmiş bulunacakdır.
Velhâsıl keffaret, bir
cezadır, bir nedamet alâmetidir ve bir nevi tâ-tadir, bir ma'siyyetîn elîm
neticelerinden kurtulmaya bir vesiledir. İşte bu gibi hikmetlere, maslahatlara
mebnî de meşru bulunmuştur. Keffaret için riâ ile cinayet bahsine de müracaat! [22]
İÇİNDEKİLER :
ilanın mahiyyeti ve keyfiyyeti. Lianı İcab edib et-miyen bazı sözler. Iiânın
evsafı. Iâânın şartları, liândan evvel lâfzın sü-butü. lianı iskat eden şeyler.
Lianm hükmü. lian ile nesebi kat etmenin şartlan. lianm sebebi ve hikmeti
teşriiyyesi.
Zevç ile zevce
hakkında hiyan tefrika sebeb olub olmayan illetler, tn-net ve cüb sebebiyle
olan tefrikler. Innet ile mecbudiyetden başka illetler sebebiyle olan
tefrikler. Bazı illetlerden dolayı tefrika hüküm verilebil-raesinin hikmeti
teşriiyyesi. Zevceynin sui imtizaçlarından dolayı yapılacak tefrikler.
Hakemlerin tayinlerindeki hikmeti teşrüyye.
tddetin mahiyeti ve
zevç ile zevcede cereyanı. Iddetin vücubünün sebebi ve mebde' ve müntehasi.
Iddetin nevileri ve müddetleri, tddetlerin teceddüdü, tedahülü, tegayyürü ve
intikali, tddetin inkızasının malûmiy-yeti. Zeyi - müddeti hayz, iddet
hususunda, gayri müslimeler. tddetin ahkâmı. İddetin hikmeti teşriiyyesi. [23]
492 - :
Lian, lân maddesinden alınmıştır. Lân ise tard, îb'ad, nefrin manasınadır. Bu
maddeden telâun, mülâanede söğüşmek, bir birine îâ-net okumak demekdir. Yine
ayni maddeden ll'tian da bir şahsın kendi nefsini beddua etmesi, meselâ :
şöyle yapmış ise hakkında lanet hân olması demektir. Maamafih han lâfzı,
lanetin cem'i de olabilir.
Fıkıh ıstılahınca lian
«yemîn ile müekked, lân ve gazab lâfızlarına makrun olarak zevç ile zevce
tarafından - aşağıdaki mesele veçhile - yapılan dörder şahadetden ibaret» dir
ki, zevç hakkında haddi kazf ma-makamına, zevce hakkında da haddi zina makamına
kaim olur. Kazf ise şetm etmek, zina isnat eylemek manasınadır. Hudud bahsine
müracaat!
493 - : Bir
kimse, zevcesine zina isnad etse veya çocuğunun nesebini kendisinden nefy
eylese indettaleb hâkimin huzurunda toplanarak evvelâ zevç «zevcesine zina
isnadı» veya «zevcesinin doğurduğu çocuğun nesebini kendisinden nefy hususunda
sadıklardan olduğuna» dört defa eş-hedü billâh diye şahadet eder, beşinci
defada «Eğer zina isnadında» veya «çocuğun nesebini nefy hususunda kâziblerden
ise Allah Tealânın laneti üzerine olsun» diyerek her defasında zevcesine
işaretde bulunur.
Sonra zevce de
«Zevcinin kendisine zina isnadında» veya «çocuğunun nesebini nefy hususunda
kâziblerden olduğuna» dört defa eşhedü billâh diye şehadet eder, beşinci defada
«eğer zevci zina isnadında» veya «çocuğun nesebini neyf hususunda sadıklardan
ise üzerine Allah Tealâ'nın gazabı olsun» diye bed duada bulunur.
494 - : Bir
kimse, zevcesine hem zina İsnadı ve hem de çocuğunun nesebini nefy suretiyle
kazefde bulunmuş, meselâ "Sen zaniyesin, bu doğurduğun çocuk da benden
değildir" demiş olursa şu veçhile liân yapılır.
Evvelâ zevç:
"Eşhedü billâh ben bu zevceye zina isnadında ve çocuğunun nesebini nefy
hususunda sadıklardanım " diye dört defa şahadet eder, beşincf defa da!
"Eğer bu zina isnadında ve bu nesebi nefy hususunda kâziblerden ise
üzerine Allah'ın laneti olsun" diye kendisine lanet okur.
Sonra da kadın
"Eşhedü billâh bu kocam bana zina isnadında ve çocuğumun nesebini nefy
hususunda kâzibterdendir" diye dört defa şehadet eder. Beşinci olarak da
"Eğer zevci kendisine zina isnadında ve çocuğunun nesebini nefy hususunda
sadıklardan ise kendi üzerine Allah'ın gazabı olsun"der.
Bu veçhile mülâaneyi
müteakib hâkim tarafından beyinlerinin tefrikine karar verilir. Nitekim atiyen tafsilâtı
görülecekdir.
495 - : Liân
icrası için taleb vukuunda hâkim, bir hata eseri olarak ilk evvel zevceye
sonra da zevce Han yapdırsa zevcin Hanından sonra zevceye tekrar lian
yapdırması muvafık olur. Maahaza mülâane bu ve hile iade edilmeyib tefrika hükm
edilse - ictihad mahallî oldğundan- hüküm, nafiz olur.
(Zevcİfi Hanında
lanet, zevcenin liaründa da gazab taoırleri Kullanılıyor. Bunun sebebini beyan
için. Mâliki kitablarmda deniliyor ki Zevç. bu lian ile zevcesini veya
çocuuğunu kendi ailesinden teb'id etdiği için onun hakkında lanet okumak
nıünasib bulunuyor. Kadın ise kötü hareketiyle kocasını igzab etmiş olacağı
cihetle onun da üzerine gazab ile dua etmesi uygun bulunmuşdur. Binaenaleyh
aksini iltizam kifayet etmez.
İleride de işaret
olunacağı üzere Malikîîere göre gayri müslimler arasında Han icrası mecburî
değildir. Bunlar Handan imtina ederlerse cebi olunmazlar, belki bu hususda
kadınlar, kocalarına üzüntü verdiklerinden dolayı te'dib olunurlar ve kendi
milletlerinin hâkimlerine red edilirler. Bu hâkimler, kendi dinlerine göre
karar verirler, hükümlerine müdahale edilmez. Fakat Hane muvafakat ederlerse
hıristiyan kadınları keni-selerinde, Yahudi kadınları bîalerinde, mecusî
kadınları da âteşkedele-rinde lianda bulunur. Muhtasarı ^bîzziya, EbüFberekât, Düsûkî.)
(Şafiî kitablannda da
deniliyor ki : zina fazihası, kazf cürmünden daha çirkindir. Bu cihetle
zevcenin şahadetinde gazab, zevcin şahadetin-, de de lanet zikredilmektedir.
Çünkü azab ile intikam mânasına olan gazab, rahmetden uzaklık mânasına olan
lânetden daha ağırdır.
Şafiî fukahası
diyorlar ki: lian, mekân ve zaman itibariyle tağliz olunur. Yani: lian için
alakadarlarca en şerefli bir mekân, bir zaman in-tihab edilir. Meselâ :
Müslümanlar için cuma günü ikindiden sonra bir cami minberi önünde lian
yapılır. Zimmîlerin lianları da havralarında, kiliselerinde, ateşkedelerinde
icra edilir. Tuhfetül'muhtac.
Lian esnasında
sulâhadan hiç olmazsa dört zat da hazır bulunmalıdır. Bütün bunlara riayet
edilmesi, Han hâdiselerini azaltmak, yalan yere liane tevessülden halkı men
etmek, islâm şiarını izhar eylemek gibi maslahatları mutazammındır.)
(Hanbelî fukahası da
diyorlar ki: Lian, hâkimin veya onun makamına kaim olan bir zatın huzurunda
yapılır. Kadın Han esnasında hazır değilse kocası onun adını, nesebini tasrih
eder.
Lian esnasında
müslümanlardan bir cemaatin • bulunması müstahab -dir. Ebül'hattaba göre Hanın
tazim edilen bir mekânda, bir zamanda yapılması da müstahabdir. Bu zamandan
maksad, ikindiden sonra olan zamandır. Elmuğnî.) [24]
496 - : Bir
erkek, zevcesine «Ey- zaniye!» ve^a. «Sen zina etdin» veya «Ben senin zina
etdiğini gördüm» dese Hanı mucib bir kazifde bulunmuş olur. Zevce hakkındaki
bu kazif, haddi değil. Hânı icab eder. Zevcesine böylece kazif eden bir
erkeğin, liândan imtina ederse taleb vukuunda lian edinceye kadar habsi lâzım
gelir.
497 - : Bir
kimse, zevcesine «Ey zaniye kızı zaniye = rosbu kızı rosbu» dese hakkında hem
Hân, hem de haddi kazif lâzım gelir. Çünkü zevceye kazif, Hânı, kain valideye,
kazif de haddi müstelzimdir.
Bu halde her ikisi bu
haklarını talep ederlerse evvelâ had cezası icra dilir, artak h'âne ehliyet
kalmaz. Fakat yalnız zevce hakkım taleb ederse yalnız lian yapılır, badehu
validesi de hakkını isterse o zaman had
de İcra edilebilir.
Kazif zamanında
zevcenin validesi ber hayat değilse liân ile haddi taleb hakkı zevceye aid
olur. Bu takdirde evvelâ had icra edilir, Hâne mahal kalmaz. Meğer ki zevce
evvelâ liân talebinde bulunmuş olsun.
498 - : Bir
kimse, müteaddit zevcelerine bir lâfz ile veya ayrı ayrı lâfızlar ile kazif de
bulunsa bakılır : Eğer o kimse Hâne ehil isel bu zevcelerinden her biri için
ayrıca Hâne tabi olur. Liâne ehil değilse yalnız bir haddi kazif lâzım gelir.
Çünkü haddi kazifde tedahül carîdir.
O kimse, liâna ehil
olduğu halde zevcelerinden bazıları üâne ehil olmasa yalnız bu ehil
olmayanlardan dolayı Hân lâzım gelmez.
499 - : Bir
kimse, bir gahsı zevcesiyle mücameatde bulunur bir halde gördüğünü
söylese bununla kazifde bulunmuş sayılmaz. Zevcenin müstekreh olarak veya bir sabî
ile mücameatde bulunduğunu söylediği
takdirde de kazif olmuş olmaz.
Bir erkeğin zevcesine
«Sen haram bir suretde mücameatde bulundun» veya «haram olarak vatıy edildin»
demesi de liânı icab etmez. Çünkü bu halde kadına zina isnadı, tahakkuk etmiş
olmaz.
500 - : Bir
kimse, zevcesinin çocuğu hakkında «Bu çocuk zinadandır» veya «Bu çocuk benden
değildir» dese nesebi nefy etmek suretiyle liânı mucib bir kazifde bulunmuş
olur. Fakat zevcesine «Bu çocuğu sen doğurmadın» dedi takdirde Uân lâzım
gelmez. Şu kadar var ki, vilâdeti ikrar eder veya kabile, vilâdete şahadetde
bulunur da badehu «Bu benim oğlum değildir» derse liân lâzım gelir. Zira bu hal
de kazif, tahakkuk, etmiş bulunur.
501 - : Bir
kimse, zevcesinin hamli hakkında «Bu hamil, benden değildir» dese bu söz,
imamı Azama göre liânı icab etmez. Çünkü bu hamlin filhal mahiyyeti meçhul ve
bir rîhden, bir intifandan ibaret olması melhuzdur. Fakat İmameyne göre bu nefy
tarihinden itibaren altı aydan evvel çocuk dünyaya gelirse liân lâzım gelir.
Altı aydan ekserde gelirse liân icab etmez. Çünkü bu takdirde çocuğun kazif
zamanında mevcudiyeti müteyakken sayılma
Amma «Sen zina
etmişsin, gebe bulunuyorsun» denilmesi bil'ittifak liâm mucibdir.
502 - : Bir
erkeğin zevcesine «Sen eğer gebe isen zaniyesin» demesi haklarında liânı icab
etmez. Çünkü kazfin şarta ta'liki caiz değildir. Bedayi, Bahri Raik, Hindiyye.
(Eimmei selâseye göre bir kimse, muhsan
olan zevcesine kazifde bulunsa hakkında had lâzım gelir ve fışkına hükm
olunur, şahadeti reddedilir .Meğer ki bir beyyine ikame etsin veya kendisi liân
talebinde bulunsun.)
Had için hudud
mebhasine müracaat!
(Maliki fukahasından
bazılarına göre bir kimse, zevcesine hitaben zina etdiğini görmüş olduğunu
tasrih veya çocuğunun nesebini nefy etmeksizin mücerred «Sen zina etdin» dese
veya «Ey zaniye!..» diye söylese bundan dolayı had ve liân icab etmez.
Mâlikîlere göre hamlin
nesebini nefiy, sahilidir. Bunun için muayyen bir müddet yokdur. Elmuğnî,
Ebüîberekât.)
(îmam Şafiîye göre de
hamli nefy etmekden dolayı liân icra edilerek neseb kat edilebilir, imam
Ahmede göre ise vaz'ı hamilden evvel liân yapılıb
yapılamıyacağına dair iki vecih vardır. Bir veçhe göre liân yapılamaz. Çünkü
çocuk henüz tahakkuk etmemisdir.
Elmuğnî'de deniliyor
ki : Bir kimse, zevcesine «Ey zaniye!» demekle zevce de «Ben seninle zina
etdim» dese ikisine de had lâzım gelmez. Çünkü kadın, bu söziyle kocasını,
tasdik etmiş olur. Böyle bir kerre ikrar etmesi ise zevce hakkında haddi icab
etmez. Şafiîlere göre ise bununla zevç hakkında had lâzım gelir. Zira zevcenin
bu mukabelesi, onu tasdik değil, belki örfe nazaran reddir.
Kezalik ; Zevç «Ey
zaniye!.» demekle zevce de «Sen benden daha zanîsin» dese ikisine de had lâzım
gelmez. Ebu Sevre, ashabi re'ye göre zevcenin bu sözü, kazif değildir, imam
Şafiîye göre de kaHf niyyetiyle söylenmemiş ise kazif sayılmaz. Fakat Kadı'ya. Eb'-
Kasımı Hırkî'ye göre bununla zevce hakkında had lâzım gelir. Çünkü zevcine
kazifde bu-lunmuşdur. Zevç hakkında ise had lâzım gelmez. Zira zevcesi
kendisini tasdik etmişdir.
Kezalik Zevç «Ey
zaniye!.» demekle zevce «Belki zanî sensin» dese her biri diğerine kazf etmiş
olur. Binaenaleyh her birine haddi kazif lâzım gelir. Şu kadar var ki, zevç bu
haddi iddiasına beyyine ikame etmekle veya liânda bulunmakla iskat edebilir.
Fakat zevce beyyine ikame etmedikçe kendisinden haddi iskat edemez. Muğnî.)
(Zahİriyyeye göre bir
kimse, zevcesine mutlaka zina isnad etse veya adım tasrih ettiği bir şahıs ile
zinada bulunduğunu iddia eylese hâkim, o kimse ile zevcesini talebleriyle
mukayyed olmaksızın mahkemeye celb ederek istizahda bulunur. Hâkim, evvelâ
zevcden iddiasına beyyine ister, beyyine ikame ederse zevce hakkında haddi icra
eder, beyyine ikame edemezse üâne davet eder. Zevç liânda bulununca
kendisinden had sakıt olur. Ldânda bulunmazsa hakkında haddi kazif icra edilir.
Hâkim, zevcin iltiâ-nım müteakib zevceye iltiânda bulunmasını enir eder. Zevce
de liânda bulununca hadden kurtulur, nikâhları münfesih olur. Elmuhallâ.) [25]
503 - :
liân, bir vecibedir. Zevç ile zevceden
herhangi biri, kazif vukuundan dolayı mülâane talebinde ısrar ederse hâkim, liân icrasına mecbur olur.
Şöyte ki : zevce liân talebinde bulunduğu takdirde hâkim, zevce cebr eder, ya
liânda veya nefsini tekzibde bulunmadıkça kendisini habisden çıkarmaz.
Bilâkis zevç liân
talebinde bulunduğu halde zevce imtina etse hâkim tarafından habs edilir.
Liânda veya isnad edilen fazihayi ikrarda bulunmadıkça habiftden çıkarılamaz.
504 - :
L,iânın af ve ibraya, sulhe ihtimali yokdur. Çünkü liân, zevç canibinde kazif
yerine, zevce canibinde haddi zina makamına kaimdir.
Bunlarda ise afuv,
ibra, sulh carî değildir.
Binaenaleyh kadın,
kocasını murafaadan evvel af etse veya onunla bir mal üzerine musalehada
bulunsa bu, muteber olmaz. Musaleha takdirinde bedeli sulhu red ederek liân
dâvasında bulunabilir.
505 - :
Liân, tekadümi zaman ile sakıt olmaz.
Binaenaleyh zevce,
liân idiasını terk etdiği halde bilâhare tekrar iddiada bulunsa dâvası «mesmu
olur. Çünkü bu, kendi hakkıdır. Hak ise te-kadüm ile sukut etmez.
506 - :
Liânda niyabet carî değildir.
Binaenaleyh zevç ile
zevceden birinin bir şahsı,Hâne vekil tayin etmesi sahih olmaz. Çünkü liân,
had menzilesinde ye min vechin şahadet veya yemin mahiyetinde olduğundan niyabete
ihtimali yokdur. Şu ka-.dar var ki, zevce kendisine, kazif edildiğini beyyine
ile isbat için birisini tevkil edebilr.
Bu, imamı Âzam ile
İmam Muhammede göredir, imam Ebu Yusüfe göre bu tevkil de caiz değildir.
Bedayî, Hindiyye, Reddi Muhtar.
(İmam Şafiîye göre
lian, bir vecibe değildir. Esasen zevce kazfin-den dolayı haddi kazif lâzım
gelir. Zevce hakkında da isnad edilen fazi-hadan dolayı, vaki ise haddi zina
icab eder. Şu kadar var ki, bunlar liân yoliyle bu hadlerderi kurtulabilirler.
Çünkü liân takdirinde tearuz vaki olur, iki tarafdan hiç birinin sıdkı tebarüz
etmemiş olacağından hiçbiri hakkında had icrasına imkân kalmaz. Velhâsıl :
ilândan imtina, habsi icab etmez ve liân talebi yalnız zevce aid bir hak
olduğundan yalnız zevcenin talebiyle liân yapılamaz. Bedayi.)
(Mâlikîlere göre zevç,
liândan, nükûl edib sonra hadden evvel lianda bulunmak istese bu talebi kabul
edilir. Yalnız îbni Rüşde göre kabul edilmez. Çünkü zevcin liândan nükûlü,
kazfi ikrar demekdir. Bu ikrarından rücuu ise caiz değildir.
Bilâkis zevce, liândan
nükûl etdikden sonra liân talebinde bulunsa bu talebi kabul edilmez. Çünkü bu
nükûle zevcinin hakkı teallûk etmişdir, artık bundan zevce rücu edemez. Yalnız
Ibni Rüşde göre zevcenin bu talebi kabul edilir. Zira zevcenin bu nükûlü, zinayı
ikrai* demekdir. Bu ik rardan rücu ise caizdir. Muhtasarı Ebizziya, Muhammedi
Hırsının şerhi, Aliyyi Adevînin haşiyesi.) [26]
507 - : Liân
icra edilebilmesi için kazif ile makzufe, yalnız kazi-fe, yalnız makzufe, nefsi
kazfe aid olmak üzere - aşağıdaki meselelerde yazılı olduğu üzere - bazı
şartlar vardır. Bu şartlar bulunmadıkça liân yapılamaz.
508 - : Zevç
ile zevceden her biri, şahadet ve yemine ehil, yani âkil, baliğ, hur, müslim,
natık, kazifden dolayı evvelce gayri ınahdud bulunmalıdır. Çünkü Uân, lâ'net
ve gazebe makrun, yemin ile müekked şa-hadetden ibaretdir. Binaenaleyh
şahadete, yemîne her ehil olan, liâne de ohildir. Bunlara ehil olmıyaniar ise
liâne de ehil değildirler.
Bu halde âkil ile mecnuna,
mecnun ile âkile arasında, baliğ ile gayri baliğe ve baliğe ile gayri baliğ
arasında, hür ile cariye ve hürre ile memlûk arasında, müslim ile gayri
müslime ve gayri müslim ile ihtidat eden zevcesi arasında, nâtık ile ahres
arasında, kazifden dolayı mahdud ite gayri mahdude ve mahdude ile gayri mahdud
arasında mülâane carî olamaz.
509 - : Zevç
ile zevce arasındaki nikâh, bir nikâhı sahih olmalıdır. Duhul bulunsun
bulunmasın. Binaenaleyh bir kimse, nikâhı fâsid ile almış olduğu bir kadına
kazifde bulunsa liân lâzım gelmez. Çünkü fâsid bir nikâh, hakikaten nikâh
değildir.
510 - :
Zevceyn arasındaki nikâh, beynunet ile veya mevt ile zail ol mamış olmalıdır.
Binaenaleyh bir kimse, bainen veya üç talâk ile boşa-dığı zevcesine kazifde
bulunsa liân lâzım gelmez. Çünkü beynunet ile zev-ciyyet zail olmuşdur.
Kezalik : bir kimse,
zevcesine vefatından sonra kazifde bulunsa lian icab etmez. Zira mevt ile
zevciyyet nihayet bulmuşdur.
Fakat bir kimse,
ric'iyyen boşadığı zevcesine iddeti içinde kazifd; bulunsa liân lâzım gelir.
Çünkü talâkı ric'î, zevciyyeti derhal ibtal etmez.
511 - :
Kadın ile kocası arasında kazifden sonra beynunet vücude gelmemiş olmalıdır.
Binaenaleyh bir kimse, zevcesine kazf etdikden sonra aralarında beynunet
vücude .gelse bundan dolayı liân ve had lâzım gelmez. Çünkü liân, zevceyn
arasında cari olur. Hâdisede ise zevciyyet zail olmuşdur. Hadde lâzım gelmez.
• Zira kazif, ecnebiyye hakkında vuku bulmaimşdır.
Fakat bir kimse
zevcesine; «Zevciyyetden mukaddem zina etmiş» olmakla kazifte bulunsa liân carî
olur. Çünkü kazif anında zevciyet kaimdir.
512 - : Liân
yapılmasına zevç ile zevce veya bunlardan yalnız birisi talib olmalıdır.
Binaenaleyh taleb
bulunmadıkça hâkim, hâdiseyi bizzat
takib edemez.
513 - :
Makzuf bulunan zevce, kendisine isnad edilen zinayı münkir bulunmalıdır. Şayed
ikrar ederse hakkında had lâzım gelir,
liâne mahal kalmaz.
514 - :
Kendisine kazif edilen zevce, zinadan afif bulunmalıdır. Afif olmadığı veya
yanında babası gayri maruf çocuğu
bulunduğu takdirde liân ve had
icab etmez. Yalnız îmam Ebu Yûsüf'e göre kendisi ne şübhe ile mukarenet edilmiş olan bir kadın
hakkındaki kazif de Hânı, haddi icab eder. Çünkü bu mukarenet, iffeti izale
etmez.
515 - : Liân
icra edilebilmesi için zina ile kazif, cizazı tenasül hakkında vukubulmalıdır.
Bu, makzufün fihe aid bir şart&tr.
516 - :
Zevce hakkındaki kazif, sarih veya sarih mecrasına carî bir tâbir ile
yapılmalıdır. Nitekim kısmen evvelce beyan olunmuşdur. Bu da makzufün bine aid
bir şart demekdir.
517 - :
Kazif, darı islâmda yapılmış olmalıdır.
Binaenaleyh zevce
frakında dari harbde yapılmış olan bir kazif den dolayı had ve liân carî olmaz.
518 - : îsnad edilen zina hakkında beyyine gayri
mevcud olmalıdır.
Binaenaleyh zevç,
iddiasına muvafık dört sahici ikame edebilirse liâ-ne hacet kalmaz, bu halde
zevce hadde müstahik olur.
Zevç, eğer evvelce
kazifde bulunmamış, ise şahidlerden biri olabilir. Bu şehadetden dolayı
müttehem olamaz. Çünkü âdete nazaran bir erkek, kendisine şeyn verecek bir
fazihayi yalan yere iddiada bulunmaz, belki setre çalışır. Bedayi, Hindiyye,
Reddi Muhtar, Dürer. (İmam Mâlik'e göre liân, iki müslim, rakik zevç ile zevce
arasında carî olur, fakat iki gayri müslim zevç ile zevce aarsmda carî olmaz.
Yalnız zevç, müslim olduğu halde zevcesi kitabiyye bulunsa nefyineseb suretiyle
olan kazifden dolayı bu kadın da üâne tabi olur.
Malikîlere göre bir
kimse, mücameate mütehammil sagîr zevcesine zina isnad etse, yani : onu zina
eder bir halde gördüğünü iddia eylese kendisine liân teveccüh eder. Bu Hândan
sonra zevciyyet, yine devam eder. Şu kadar varcki, bu liân ile hadden kurtulmuş
olur. Fakat mücameate mütehammil bir yaşda bulunmayan zevce hakkındaki kazif,
ne liânı ne de haddi icab etmez. Çünkü, bu kazfin mahzı kizb olduğu malûm olmakla
bundan dolayı zevceye bir âr lâhik olmuş olmaz.
Bir kimse, bainen
boşarnış olduğu kadına iddeti içinde kazifde bulunsa aralarında liân carî
olur. Fakat bu kadına iddetinden sonra mutlaka zina etmiş olmasiyle veya
iddeti içinde zina etmiş olmasiyle kaaifde bulunsa had lâzım gelir, liân carî
olmaz. Şerhi Ebil'berekât, Elmuğnî.)
(îmam Şafiîye göre
liân, şahadet lâfziyle yapılan yeminlerden iba-retdir. Binaenaleyh yemîne her
ehl olan, liâne de ehildir. Velev ki şahadete ehil olmasın. Bu cihetle liân,
iki rekikin, iki ahresin, iki gayri müsli-min arasında carî olabilir. Bu
husysda ahresin kitabeti de işaret hükmündedir.
Yine İmam Şafiîye göre
vefat etmiş olan zevce hakkındaki kazif de liânı icab eder. Bu liân, onun kabri
üzerinde yapılır. Fakat zevciy-yetden mukaddem bir tarihe izafe edilen kazifden
doiayi had lâzım gelir. Liân lâzım gelmez. Bedayi.
Elmuğnî'de deniliyor
ki : Eimmei selâseye göre bir kimse, zevcesine aralarında beynunet hâsıl
oldukdan sonra hali zevciyyete izafetle kazifde bulunsa bakılır : Eğer o
kadının nesebi nefy edilmek istenilen çocuğu mevcut ise aralarında liân carî
olur, mevcut değilse had lâzım gelir, liân carî olmaz.
Yine Elmuğnî'de
deniliyor ki: İmam Şafiî ile îmam Ahmed'e göre nikâhı fasidden mütevellit çocuk
dolayısiyle de liân carî olur. Çünkü bu çocuğun nesebi lâhik olacağından
nefyine ihtiyaç görülür.
Aralarında nikâhı
fasit bulunan bir erkek ile bir kadın iîüanda bulununca aralarında bir veçhe
göre müebbeden tahrîm sabit olur. Çünkü bu, bir sahih liândır. Diğer bir veçhe
göre tahrim sabit olmaz. Zira aralarında firkat, bu iltiân ile hâsıl olmuş
değildir. Belki sahih bir nikâhın mevcut olmamasından ileri gelmişdir.
îmam Şafiîye göre
zevcesine kazif eden zevcin bu hususda şahadeti makbul değildir. Çünkü bir
gayz neticesi olarak böyle bir şahadete kıyam etmekle müttehem bulunur. Töhmet
ihtimali ise şahadete manidir. Bedayî.)
(îmam Ahmedden bir
rivayete göre liân, her mükellef olan zevç ile zevce arasında carî olabilir.
Bunların ikisi de ister müslim, âdil, gayri mahdud bulunsun ve ister gayri
müslim, fâsik, kazifden dolayı mahdud bulunsun ve gerek birisi müslim, âdil
bulunduğu halde diğeri bulunmasın müsavidir. Said îbni Müseyyebin mezhebi de
böyledir.
îmam Ahmedden diğer
bir rivayete- göremÜ3İim, âdil, hür, kazifden dolayı gayri mahdud olmıyan zevç ile
zevce arasında liân carî olmaz. Züh-rîden de böyle mervîdir,
Kezalik zevceynden
biri gayri mükellef olunca da aralarında liân cereyan etmez.
Hanbelî fukahasma göre
bir kimse, bir ecnebiyyeye kazif etdikden sonra onunla evlense hakkında liân
carî carî oîmayıb had lâzım gelir. Çünkü kazif, o kadının ecnebiyye olduğu
haline müsadif olmuşdur.
Kezalik : bir kimse,
teehhül etdiği bir kadma nikâhdan evvelki bir zamana izafetle kazifde bulunsa
yine had lâzım gelir. Liân carî olmaz; Gerek çocuk bulunsun ve gerek
bulunmasın. îmam Mâlik ile Ebu Sevr'in kabil de böyledir. îmam Şafiîye göre ise
eğer çocuk mevcud değilse liân carî olmaz. Fakat aralarında çocuk mevcud ise bu
hususda iki vecih vardır.
Hanbelîlere göre
zevcenin talebi bulunmadıkça kendisine kazif etmiş olan zevci hakkında ne had
ikame edilir, ne de liân carî olur. Çünkü bu taleb, zevcenin hakkıdır. Hattâ
zevce, mecnun veya mahcur olsa bu hakkı velîsi taleb edemez.
Kezalik : çocuk olan
bir zevcenin velîsi ve cariye olan bir zevcenin mevlâsı, zevç hakkında ta'zir
icrasını da taleb edemez. Çünkü bu, teşeffii sadr için sabit olan bir' hakdır. Bu hususda başkası
buna müstahik olanın makamına kaim olamaz.
Şayed zevç, zevcesinin
talebi bulunmaksızın liân yapılmasını istese bakılır: Eğer nefy edilmesi matlûb
bir neseb mevcud değilse veya herhangi bir sebeble, meselâ: beyyine ikamesi
veya ibra suretiyle had sakıt olursa liân yapılmasına mesağ bulunmaz. Ekseri
ehli ilmin kavli de bu merkezdedir. Yalnız Şafiiyyeden bazı zatlara göre bu
halde de firas.1 izale için liân carî olabilir. Sahih olan, bunun hilafıdır.
Çünkü zevç, talâk yoîiyle firaşı izaleye kadirdir.
Fakat nesebini nefy
etmek matlûb olan bir çocuk mevcut olduğu takdirde zevç de "liân talebi
hakkına mâlik olur.
Hanbelî fukahasına
göre zevce, hakkında vukubulub liânı icab eden herhangi bir kazf hususnda
kazifin basîr olmasiyle âma olması arasında fark yokdur. imam Şafiînin kavli de
böyledir. Fakat İmam Mâlike ve Yahyel'ensarîye göre kazif, ya rüyete müstenid
olmalı veya hamli inkâr suretiyle bulunmalıdır ki, liân lâzım gelsin. Elmuğnî.)
(Zahiriyyeye göre liân
hususunda zevç ile zevce; gerek hür ve gerek rakik olsunlar, gerek ikisi de
müslim veya birisi müslim dğeri kitabiy-ye veya ikisi de kitabî bulunsun
müsavidir.
Kezalik zevceynin
kazfinden veya zinadan dolayı mahdub olub olmamaları, aralarında duhul
bulunmuş olub olmaması, ve her ikisinin ve yahut yalnız birisinin âma veya
fâsik bulunub bulunmaması, v§ isnad edilen zina fazihasınm rüyete müstenid
olub olmaması müsavidir. Hâkim, herhelde hâdiseyi takib eder, taleb vukuu şart
değildir. Elmuhallâ.)
(Eimmei selâseye göre
liân icra edilebilmesi için kazf in herhalde ce-hazı tenasül hakkında ohnası
şart değildir. Makûs cihet hakkındaki kezif de liânı müstelzim olur. Elmuğnî.) [27]
519 - : Liân
icrasına hâkim tarafından karar verilebilmesi için kaz-fin sübutü lâzımdır. Bu
sübut, ya ikrar ile veya beyyine ile olur. Şöyle ki
Zevcenin kazif
iddiasını zevç, ikrar ve itiraf eder veya inkârı takdirinde zevce en az âdil
erkek şahadetiyle. isbat edebilirse liân ikame edilir.
,
Bu hususda kadınların
şahadetleri ve şahadet üzerine şahadet ve kadının kadıya mektubu muteber
değildir. Çünkü hudud mesabesinde bulunan liân, şübhe ile bertaraf olur.
520 - :
Zevce, kazif hakkında şahid ikame etdikden sonra zevç, kendisini zevcesinin
tasdik, zinayı ikrar etmiş olduğunu iki erkek veya bir erkek ile iki kadımn
şahadetleriyîe İsbat etse had de, ilân da sakıt olur.
Zevç ile zevcenin
beyyineleri bulunmadığı takdirde biribirini istin-lâfda bulunamazlar. Hindiyye. [28]
521 - :
Kazifden sonra zevç ile zevceden biri veya her ikisi tecen-nün veya irtidad
etse veya dilsiz kalsa veya birine kazif edib de hakkında haddi kazif icra
edilse veya zevce haram' bir suretle vatiy olunsa veya aralarında beynunet
vukua gelse lian sakıt olur, had de lâzım gelmez. Hattâ beynunetden sonra
nikâhı tecdid etseler de liân
yapılamaz. Çünkü sakıt olan, .avdet etmez.
Binaenaleyh bir kimse,
zevcesine «Ey zaniye sen bainsin» veya «üç talâk ile boşsun» dese ne liân ne de
had lâzım gelir. Çünkü zina isnadı, zevciyyet haline müsadif olmuş, badehu
talâk ile beynunet vukua gelmiş-dir.
Fakat «Sen üç talâk
ile boşsun ey zaniye» dese liân lâzım gelmezse de had lâzım gelir. Zira kazif,
beynunetden sonra âdeta bir ecnebiyye hakkında vaki olmuş olur.
522 - :
Kazifden sonra vaki olacak talâkı ricl ile üân sakıt olmaz. Meğer ki liân
ikamesinden evvel iddetin geçmesiyle beynunet husule
gelsin
523 : -
Liânı vi&eubünden sonra iskat eden her şey, liânın badel'icra
hükmünü de ibtal eder.
Meselâ : zevç ile
zevceden biri, mülâaneden sonra tecennün etse veya nefsim tekzib eylese artık
liânın hükmü kalmaz, nikâhları hâli üzere devam eder. Şu kadar var ki, zevç,
nefsini tekzib etdiği takdirde hadde müstahik olur. Bedayi, Hindiyye, Dürri
Muhtar.
« (Fıkhı Hanbelîde
deniliyor ki: zevç, zevcesine kazf edib de badehu Hândan evvel veya liânı
itmamdan evvel vefat etse liân sakıt olub çocuk var ise kendisine lâhik ve
zevcesi varis olur. Zevce, kendi liânını ikmalden sonra, zevcesinin Hânından
evvel vefat edince de hüküm böyledir. Bu hususda fukaha, müttefikdirler. Ancak
imam Şafiîye göre yalnız zevcin Haniyle beynunet hâsıl, tevarüs sakit, çocuğun
nesebi müntefi olur. Zevce iltiânda bulunmazsa hakkında thad lâzım geür.
Elmuğnî.) [29]
524 - :
Liânın hükmü, - aşağıdaki meseleler veçhile - mukarenet ve istimtam haram
olması, tefrik ile beynunet husule
gelmesi, nesebin kat'edilmesidir.
525 - : Zevç
ile zevce mülâanede bulunmakla
aralarında hemen mukarenet ve istimtaın hürmeti tekarrür eder, fakat aralarında
hemen firkat hâsıl olmaz. Bu halde zevç, zevcesini bainen tatHk etmelidir.
Etmezse hâkim tarafından tefrika hükmedilmesi lâzım gelir.
Binaenaleyh tefrik
vaki olmadıkça zevciyyet ahkâmı carî, zevcin talâkı, zihan, i'lâsı muteber ve
aralarında tevarüs carî ölür. 55evc, nefsini tekzib ederse aralarında nikâhı tecdide lüzum
görülmeksizin mukarenet de caiz olur.
Fakat İmam Züfere göre
mücerred liân yapılmakla firkat vaki olur. Hükme ihtiyaç görülmez.
526 - :
Telâunda tekerrür carî değildir.
Binaenaleyh bir kimse,
zevcesine defeat ile kazifde bulunsa hakkında yalnız bir liân lâzım gelir.
527 - :
Liânı müteakib vuku bulacak tefrik ile bir talâkı bain tahakkuk eder. Çünkü
zevcin sebebiyet verdiği firkatler, talâk kabilinden-dir. Bununla mülki nikâh,
bilkülliyye" zail olur. Zevç veya zevce, nefsini' tekzib etmedikçe
zevciyyeti iade caiz olmaz.
Bu, İmamı Âzam ile
îmam Muhammede göredir. Fakat İmam Ebu Yusüfe, İmam Züfer ile Hasan îbni
Ziyad'a göre bu tefrik ile bir hürmeti müebbede vücude gelir. Artık zevciyyeti
iade asla caiz olmaz.
528 - :
Hâkim, zühul ederek daha liân tamam olmadan tefrika hükm etse bakılır: eğer zevç
ile zevceden her biri liânın büyük bir kısmını, meselâ : dörtdde üçünü
yapmışlar ise tefrik nafiz olur. Çünkü ekser için hükmi kül vardır ve bu hükm,
ictihad mahallinde vaki olmuş olur. Fakat daha liânın ekserisi yapılmamış ve
yahut zevç ile zevceden yalnız birisi
tamamen liânda bulunub da henüz diğeri iltiânda bulunmamış ise tefrik nafiz
olmaz.
529 - :
Çocuğun nesebim nefy etmek suretiyle olan kazifden dolayı liân icra edilince
hâkim, «Bu çocuğu validesine ilzam etdim, bunu zevcin nesebinden çıkardım»
diyerek çocuğun nesebini zevcden kat ile validesine ilhak eder. Fakat liân
icra edilmedikçe nesebin kat'ına hükm edilemez.
Binaenaleyh kazif,
lianı icab edecek veçhile mün'akid olmazsa veya liân, badelvücud bir veçhile
sakıt olursa veya liânı icab etdiği halde zev-ceyn, mülâaneyi terk ederlerse
çocuğun nesebi münkati olmaz.
Meselâ bir kimse, zevcinden doğan çocuğun nesebini
nefy edib zevcesi de kendisini tasdik eylese bununla o çocuğun nesebi münkati
olmaz. Çünkü bu takdird liân icrası müteazzir olur. Liân müteazzir olunca onun
hükmü olan nefyi neseb de müteazzir bulunmuş olur. Zevç ile zevcenin nesebi
nefiy hususundaki tesadükuna itibar olunmaz. Çünkü neseb, çocuğun hakkıdır.
530 - :
Çocuğun uluku, liân carî olamıyacak bir zamana müsadif olduğu takdirde de
muahharan vukubulacak liân
ile nesebi münkati olmaz.
Meselâ : Zevce, uluk
zamanında kitabiyye veya cariye olub da ihtida, etdikden veya azad edildikden
sonra hamlini vaz eylese artık vuku bulacak bir nefy ile çocuğun nesebi kat'
edilemez. Çünkü ulûk zamanında Hâne ehliyet bulunmamışdır. Nesebi kat' etmek
ise liânın hükmüdür.
531 - :
Hamlin nesebi, vilâdetinden evvel kat' edilemez. Çünkü hamli nefiden dolayı
imamı Azama göre liân lâzım gelmez ki, bu tarik ile nesebi kat' etmek mümkün olsun.
îmameyne göre de neseb
ile sabit olan irs gibi hükümler, hami için değil, evlâd için sabit olur. Hami
ise infisal etmedikçe evlâd adını alamaz.
532 - : Liân
neticesinde nesebi kat' edilen çocuk ile liânda bulunan zevç arasında tevarüs
ve nafaka hükümleri cereyan etmezse de sair neseb ahkâmı cereyan eder.
Binaenaleyh bunların
biribirine şahadetleri, zekât vermeleri, biribi-riyle evlenmeleri caiz olmaz.
Ve o kimse, bu çocuğu amden kati edecek olsa hakkında kısas cezası tatbik
edilmez ve bu kimse ber hayat oldukça bu çocuğun nesebini başka bir şahıs
iddia edemez. Velev ki çocuk, kendisini tasdik etsin. Çünkü o kimsenin hayatda
bulundukça nefsini tekzib ederek, çocuğun nesebini kendisine ilhak etmesi
me'muldür. Çocuk da bu sayede bir lekeden kurtulmuş olur.
Fakat o kimsenin
vefatından sonra yaşı müsaid olan bir şahıs, bu çocuğun nesebini iddia
edebilir. Zira artık tekzibi nefs ihtimali kalma-mışdır. Şu kadar var ki o
şahıs, bu çocuğun zinadan mütevellid olduğunu dermeyan etmemelidir, ederse
nesebi kendisinden sabit olmaz. Sübu-ti neseb bahsine de müracaat!
533 - : Liân
yapıldıkdan sonra daha tefrika hüküm vermeden hâkim azl edilse veya vefat etse
lâhik hâkim, yeniden liân icrasını emreder. Hindiyye, Bedayi, Bahri Raik.
"(tmam Mâlik ile
İmam Şafii'ye göre liân ile hürmeti müebbede sabit olur, zevceyn, nefislerini
tekzib etseler de zevciyyeti iade caiz olmaz. Hanbelîlerce de zahirî mezheb
böyledir.)
{îmam Şafiîye göre de
daha zevce iltiânda bulunmadan yalnız zevcin Haniyle firkat vücude gelir.
Çünkü liân zevce muhtesdir. Hattâ zevç, cariye bulunan zevcesine Hândan sonra
bir veçhile mâlik olsa kendisine tekarrüb edemez.
îmam Şafi'ye göre
hamlin nesebini kat' caiz olduğu gibi vilâdetine kadar intizar da caizdir.
Elmuğnî, Tuhfe.)
(Hanbeli fukahasma
göre firkat, zevç ile zevcenin liâniyle hâsıl olur. Birinin liânı kifayet
etmez. Aralarını hâkimin tefrik etmesine lüzum var mıdır, yok mudur? Bu
hususda iki rivayet vardır. Bir rivayete göre mücerred müîâane ile firkat
hâsıl olur, hükme muhtaç olmaz.
îmam Mâlik ile Ebu
Sevr'in, Davudi Zahirî'nin, İbnd Münzirin kavileri de böyledir. Liân iîe
husule gelen firkat, fesindir.
Hanbelîlere göre zevç,
iltiânda bulunduğu halde zevce bulunmasa hakkında had İâzım gelmez, zevaiyyet
hali üzere kalır. Hasenin, Evzaînin, ashalbı re'yin kavileri de böyledir. Fakat
Şa'bî ile İmam Mâlike ve îmam Şafiîye göre hakkında had lâzım gelir.
lltiândan imtina eden
zevce hakkında Hanbelî fukarasının muhtelif kavileri vardır. Bir kavle göre
habs edilir, iltiânda veya dört defa ikrarda bulununcaya kadar habsden
çıkarılmaz. Diğer bir kavle göre se-bilî tahliye edilir. Maahaza her ikisi de
liânda bulunmadıkça neseb mün-kati olmaz. Bütün ehli ilmin kavli de bu
veçhiledir. Yalnız îmanı Şafiîye göre mücerred zevcin Mâniyle firkate ve kat'ı
nesebe hükm olunur.
Yine Hanbelî
fukahasına göre bir kimse, zevcesini muayyen bir şahıs ile zina etmekle itham
etse her İkisine de kazifde bulunmuş olur. O halde zevcesdyle mülâanede
bulunursa her ikisine aid kazifden dolayı had sakıt olur. Gerek lian esnasında
o şahsın adını zikr etmiş olsun ve gerek olmasın. Fakat liânda bulunmazsa
her.ikisi de fcazfin muktezasını istemeğe müstahik olur. Ve her hangisi
isterse önün için o kimse hakkında had icra edilir. Talebde bulunmryan için
had icra edilmez. îmam Mâlikin kavli de böyledir. Şu kadar var ki, liân ile o
şahsa aid had hakkı1 sakit olmaz. Hartbelî fukaıhasmdan bazılarına göre de bu
kazf, yalnız zevceye müteveccih bulunmuş olur. Binaenaleyh bundan dolayı
başkasına taleb ve had hakkı teallûk etmez. Elmuğnî)
(Zahiriyye mezhebine
göre de mücerred Mân ile müebbed hürmet vü-cude gelir. Velev ki, bilâhare zevç,
nefsini tekzib etsin.
Liânda bulunan zevce,
gebe ise hamlinin nesebi de kocasından nefy edilmiş olur. Gerek Mânda söylenmiş
olsun ve gerek olmasın. Şu kadar var ki zevç, hamMn nesebini ikrar ederse bu
neseb kendisine lâhik olur. Bundan dolayı hakkında had lâzım gelmez. Çünkü hamM
ikrar, zinanın vukuuna mani değildir. Hattâ zevce, yapılan firkat hususunda
zevcini tasdik edib «hami ondan değildir» diye kocasının ikrarını kabul etmese
hakkında had lâzım gelir, çocuğun nesebi müntefi olmaz.
KezaMlk : Bu kazif ve
ikrardan sonra henüz Mân vuku bulmadan Çocuk doğacak olsa zevç, kendisinden
haddi iskat için yine Mânda bulunabilir. Fakat çocuğun nesebi artık
kendisinden asla müntefi olmaz. El-muhallâ.) [30]
534 - : liân
yapüdıkdan sonra tefriki müteakib nesebdn kat'edil-mesine hüküm verilmesi için
aşağıdaki meselelerde beyan olunan şartların tahakkuku lâzımdır.
535 - : Nesetâ
nefiy suretiyle olan kazif, vilâdet zamanına müsadif olmalıdır.
Şöyle ki : zevç,
zevcesinin doğurduğu çocuğun kendisinden olmadığını aradan tehnde = tebrik
zamanı göçmeden iddia etmelidir.
Tehnie müddeti, bir
iki ve İmamı Azamdan bir rivayete göre yedi günden ibapetdir. Fakat zevç, vuku
bulan tehnieyi kabul eder ve çocuk için âdet veçhile vilâdet eşyasını almiya
bağlarsa artık nefyine hakkı kalmaz, çocuğun nesebini delâleten ka'bul etmiş
olur.
İmamı Azamdan düğer
bir rivayete görö (bu nefy için muayyen bir müddet yokdur. Elverir ki kabule
delâlet eder bir şey bulunmasın. Çünkü nefyi neseb, teemmüle muhtaç bir
şeydir. Bunun için teemmüle müsait bir zaman ister. Bu teemmül ise eşhasın
ahvaline göre İhtilâf eder. Bu hususda bir vakit tayini müteazzârdir.
Binaenaleyh âdete nazaran tehnie ve teemmüle müsaid bir vakit geçmedikçe nefy
etmek sahih olur.
îmameyne göre bu
hususda nifas müddetinin ekseri olan kırk gün tayin edilmiştir. Zira nafas,
vilâdet eseridir. Vilâdet eseri devam etdikce de nefyi neseb caiz olur.
536 - : Zevç,
gaib olduğu takdirde vilâdete ittılaı ânından itibaren yukarıdaki mesele
veçhile ahkâm carî olur. Maahaza îmam Ebu Yu-süfden bir rivayete göre gaib,
fisatöen, yani : çocuğun sütden kesilmesinden evvel çıkıp geMrse nifas
müddetine müsavi bir müddet içinde nesebi nefy edebiMr, fisalden sonra geMrse
artık nefy edemez,
imam Ebu Yusüfden
diğer bir rivayete göre de nifas müddetinden sonra haberdar olursa iki sene
tamamına kadar nesebi nefy edebilir. Bu takdirde de nefy müddeti için reza
müddeti nazara alınmış oluyor.
Şunu da ilâve edeMm
ki, bu çocuğun doğmasiyle vaHdesinin mehri teekküd etmiş olur. Meselâ : bir
kimse, bir kadın ile gıyaben evlenib de daha rüyet ve mükarenet vuku bulmadan
bir çocuk vücude gelmekle nesebi nefy edilse aralarında Mân cereyan eder, çocuk
validesine ilhak edilir, o kadın da mehrinin tamamına müstahik olur.
537 - :
Çocuğun nesebi, ne sarahaten ve ne de delâleten kabul edilmemiş olmalıdır. Aksi takdirde
kat'ma imkân bulunmaz.
Meselâ : Zevç,
zevcesinin doğurduğu çocuk hakkında «Bil benîm çocuğumdur» veya «bu çocuk
bendendir» dese onun nesebini sarahaten kabul etmiş olur. Yapılan tebrik ve
tekmeyi kabul etdiği veya buna kargı sükûtta bulunduğu takdirde de nesebi
delâleten kaibul etmiş sayılır. Çünkü âkil olan bir kimse, kendisine aid
olmıyan bir çocuk hakkındaki tebriki kabul etmiyeceği gibi buna karşı sükût da
etmez.
538 - :
Doğan çocuk, tefrika hüküm zamanında ber hayat olmalıdır, ğer ber hayat
olmazsa nesebi kat' edilemez.
Binaenaleyh bir kimse,
zevcesinin doğurduğu çocuğun nesebim vefatından sonra nefy edecek olsa
aralarında Man carî olabiMr. Fakat neşet kat' edilemez. Çünkü neseb, mevt ile
tekarrür eder, artık inkıtaa ihtimali kalmaz. Nesebin inkıtaı, Mânın
levazımından değildir, mücerred kazifden dolayı Man cereyan eder.
îmam Ebu Yusüfden bir rivayete göre bu
halde liâne de mahal kalmaz. Çünkü müoerred nefyi veled suretiyle olan
kazifden maksad, nesebin kat' edilmesidir. Bu maksad, müteazzir olunca artık
Hânın bekasında bir faide kalmamış olur.
539 - :
Çocuklar, tev'em dseîer her birinin nesebi nefy edilmelidir. Birinin nesebi
kabul edildiği takdirde diğerlerinin de nesebleri kabul edilmiş, olur, artık
kat'a imkân kalmaz.
Meselâ : bîr kimse,
zevcesinin bir batında doğurduğu iki çocukdan birini ikrar, diğerini nefy
edecek olsa bakılır: eğer ilk doğan çocuğu ikrar ederse her iki çocuğun nesebi
sabit ve Mân lâzım olur. Çünkü birinci çocuğun nesebini kabul, diğerinin
nesebini de kabul demekdir. Zira hami, birdir. İkinci çocuğun nesebini inkâr
etmek, ikrardan rücu demek olur. Halbuki neseb hakkındaki ikrardan rücua
ihtimal yokdur.
Liâna gelince bu,
ikrar edilen bir nesebden sonra nefyi neseb suretiyle vaki olan bir kazifden
münbaisdir.
Bilâkis o kimse, ilk
doğan çocuğun nesebini nefy, ikinci çocuğun nesebini ikrar ederse yine her iki
çocuğun nesebi sabit olur. Çünkü ikinci çocuğun nesebini ikrar etmekle nefsini
tekzib etmiş olur. Bu halde yalnız hadde müstahik olur, liâne mahal kalmaz.
Çünkü toir kazifden dolayı had ile liân dctima edemez.
540 - :
Nesebi nefy edilen iki tev'emden biri, Hândan evvel Ölse veya öldürülse artık
ikisinin de nesebi kat' edilemez. Çünkü
meyyitin nesebi kesüemiyeceğinden sağ kalan çocuğun nesebi de kesilemez. 2üra
bunlar, tev'emdirler.
541 - :
Nesebin sübutüne şer'an hükm edilmemiş olmalıdır. Şer'-an mahkûm bissübut olan
bir neseb, kat' edilemez. Şöyle ki :
Bir kimse, zevcesinin
doğurduğu çocuğun nesebini nefy edib de aralarında daha liân cereyan etmeden
bir ecnebi bu çocukdan dolayı o kadına kazifde bulunmakla hakkında had icra
edilecek olsa çocuğun nesebi o kimseden sabit bulunmuş olur, artık kat'ı
nesebe imkân kalmaz, liân da sakit olur. Çünkü hâkim, kazif olan ecnebiye had
vurmakla onu tekzib etmişdir. Bu tekzib ise çocuğun sübuti nesebine hüküm demekdir.
Sübutüne hükm edilen bir neseb ise artık kat1 edilemez. Bu ecnebi hakkındaki
had ile kadının iffeti tezahür etmiş olacağı cihetle liân© de artık hacet
kalmaz. Bedayi, Bahri Raik, Hindiyye.
« (imam Mâlike göre
nefyi neseb, vaz'ı hamli müteakiib muaccelen vaki olmalıdır. Zevç, hamli
bildiği halde nefy etmeyib zevcesine tekar-rübde bulunsa veya bilâ özür- nefiy
keyfiyetini tehir ederse artık nesebi nefide bulunamaz. Bedayî.)
(İmam Şafiîye göre
nesebi nefy için muayyen fcir müddet yokdur. Bu, fevridir. Çünkü nesebi fevren
nefy etmemek, delâleten kabul demekdir. Zevç, nefye kadir olduğu halde nefy
etmeyib sükût edince artık nef-ye hakkı kalmaz, imam Ahmedin kavli-de böyledir.
îmam Şafiîye nazaran
avamdan bir şahsın bu fevrîlik meselesindeki cehaleti, bir mazeret teşkil eder.
Ataya, Mücahide göre
zevç, nesebi muterif olmadıkça dilediği vakit nefy edebilir. Ebubekire göre de
bu, Öyle iki üç gün gibi bir müddetle mukayyed değildir, belki âdetin
cereyanına tâbidir. Meselâ : tevellüd geceleyin vuku bulsa sabah olub da nâsın
dağılacakları zamana kadar nefiy müddeti devam eder. Fakat zevç, vuku bulan
tehnîe ve dua hakkında âmin hân olursa neseb, kendisinden bil'ittifak sabit
olur. Elmuğnî, Bedayî.
Şafiîlerce iki
tev'emden yalnız birinin nesebini nefy etmek, sahih değildir. Meğer ki
vilâdetleri arasında en az altı ay bulunsun. Çünkü bir rahimde iki erkeğin
nutfesinden birer, çocuğun bir müddet içinde tekevvün etmesi, âdeti
ilâhiyyenin cereyanına muhalifdir. Rahim, ihbal kuvvetini haiz bir nutfeyi
ihtiva edince ağzı nıünsed olur, artık başka nut-feyi kabul edemez.
Tuhfetülnıuhtac.) [31]
542 - :
Liânın sebebi, zevcin, zevcesine yabancılar hakkında haddi icab edecek bir
veçhile - kazf etmesidir. Bu kazf, zevcin, zevcesine ya zina isnad etmesi veya
zevcesinin doğurduğu çocuğun nesebini nefy eylemesi suretiyle olur. Böyle bir
kazfî müteakib zevç ile zevceden herhangi biri mahkemeye müracaat ederek liân
yapılmasını isteyebilir.
Fakat liân husus jr.da
ihtiyata riayet edilmesi lâzımdır. Bazan bu gibi kazif hâdiseleri, bir gazab ve
ihtiras neticesi olarak zuhura gelebilir. Bu takdirde liân tarikine gidilmesi,
hâdisenin şüyuuna meydan verilmesi, asla muvafık olamaz.
işte bu ihtimale mebnîdir ki, liân
hususunda fevkalâde ihtiyata riayet edilmiş, hiçbir muamelede carî olmıyan dört
defa şehadete lüzum gösterilmiş ve
yalancı olan zevç hakkında Allah Tealânin laneti, yalancı olan zevce hakkında
da Cenabı Hakkın gazabı davet edilerek her müminin ruhunu titretecek,
kendisini yalan yere şehadetde bulunmadan men edebilecek bir yemin usulü kabul
olunmuşdur.
Hattâ liân için
mahkemeye müracaat vuku bulunca hâkim, evvelâ zevce nasihat verir, kendisini
tövbeye davet eder, yalan yere şahadetde, yeminde bulunmadan tahzir ederek
kendisine ahiret azabını hatırlatır. Sonra da zevceye ayni suretde nasihat
vererek yalan yere yemin etmemesini, ahıret azabına nazaran dünyevî cezanın
pek hafif bulunduğunu kat'î bir lisan ile ihtar eder. Hâkimin bu veçhile
hareket etmesi, müs-tahsendir.
Bütün bu Öğütlere, bu
tahzirlere rağmen iki taraf, liân icrasında musir olursa artık hakim için
mül&ane yapılmasına müsaadeden başka çare kalmaz.
« (Malikî fukahası
diyorlar^ki: lüzumsuz yere liânda bulunmak, bir gocuğun nesebini nefy etmek,
muvafık olamaz. Meselâ: çocuğun başkasına benzemesi, mukarenet zamanında azî vukuu
veya inzal vaki olmaması, yahut tenasül cihazı yoliyle mukarenet yapılmamış
bulunması, nesebi nefy etmek için bir sebeb teşkil etmez.)
(Şafiî fukahası da
diyorlar ki: bir zina hâdisesinden dolayı zevce veya zevceye veya bir ecnebiye
teveccüh edecek başka bir zarar melhuz olmadığı takdirde tatlik ile iktifa
edilmesi, hâdisenin setredilerek şüyuu-na meydan verilmemesi, evlâdır.
Hattâ bir kimse,
zevcesinin zinasına muttali olduğu halde doğurduğu çocuğun kendisinden olub
olmamasını ihtimal dahilinde görürse mücerred bununla kazifde bulunması,
nesebi nefy etmesi caiz olmaz. Çünkü iki ihtimal, müsavi olduğundan çocuğun
firaşı sahihe istinadı müreccahdır. Bu halde - sahih kavle nazaran - kazif de,
liânda haram olmuş olur.. Çünkü talâk İle müfarekat temin edilebilir,
hâdisenin şuyuiyle alâkadarların mutazarrır olmasına meydan verilmiş olmaz,
Kezalik : bir erkek,
kendisinin akim olduğunu zannederek buna istinat ile nesebi nefy iddiasında
bulunması caiz değildir. Çünkü birçok akim sanılan kimselerin üıbale muvaffak
oldukları vakidir.
Amma bir erkek,
zevcesinin zinakâr olduğunu kat'iyyen bilir veya bir takım karinelere,
vesikalara mebni müekked bir zan ile zan ederse o halde kazf ile Hâne tevessül
edebilir. Çünkü bu takdirde firaşı tathire, nesebi siyanete; kendisini ardan
vikayeye muhtaç bulunur. Halbuki her zaman 'beyyîneye destres olamaz.
Kadına gelince o da
kocasının isnad etdiği zinadan berî olduğu takdirde kendisinden ve ailesinden
âri def için taleb vaki olunca telâunde bulunmalıdır. Böyle olmadığı takdirde
liânda bulunması icab etmez.)
(Hanbelîlere göre de
her vakit kazfe, liâne tevessül edilmesi caiz değildir. Bunlara göre kazif üç
nev'e ayrılır. Birincisi: vacıbdir. Şöyle ki: bir kimse, zevcesini kendisine
tekarrüb etmemiş olduğu bir tuhr esnasında başkasiyle zina eder bir halde
görecek olursa bu kadından idde-tinin nihayet bulmasına kadar itizal eder.
Kadın, o gayri meşru muka-renetden itibaren en aa altı ayda bir çocuk doğurursa
bu çocuğun nesebini kat' için kazif, vacdb olmuş olur. Çünkü bu halde çocuğun
zinadan hâsü olduğu yakin mesabesinde bulunur. Bunun nesebi nefy edilmezse
kendisine veya sair kariblerine varis olur, kendisinin evlâdiyîe, mehari-miyle
ihtilâtda bulunur. Bu ise caiz değildir. İkincisi
: caizdir. Şöyle ki : bir kimse, zevcesinin zina ettiğini görür veya zina
etdiği kendince sabit bulunur veya zinada bulunduğunu emin bir şahısdan işidir
veyahut zinası halk arasında şüyu bulur, bununla beraber arada bir çocuk
bulunmaz veya bulunursa da zinadan hâsıl olduğu anlaşılmaz, tşte bu halde
kazif, caizdir. Maamafih bu halde sükût edilmesi de caiz, belki efdal ve
ehseiıdir. Çünkü bu takdirde zevç, talâka tevessül ederek hem kadını hem de
kendi nefsini setr etmiş olur.
Üçüncüsü : haramdır.
Bu ise yukarıdaki iki kısmın haricinde olarak zevceler ve ecnebiler hakkında
yapılan kazifdir. Bu, kebairden sayılan bir seyyiedir. Elmuğnî.)
543 - :
Liânın hikmeti teşrüyyesine gelince bu da, yukarıdaki be-yanatdan da
anlaşıldığı üzere kazif suretiyle lâhik olan âri def etmek, şerefsiz veya
iffetsiz bir refik veya refikadan halâs olmak, gayri meşru çocukların
iltihakından aileleri sıyanetde bulunmak, zevciyyet hukukuna vukubulan
tecavüzden dolayı kati bir ayrılış ile bir nevi ceza ter-tib eylemek, başkaları
hakkında da müessir bir ibret, bir mania teşkil edivermek gibi şeylerdir.
Gayrimeşru çocukları
aileler arasına sokmıya cüret eden kadınlar hakkında dinen büyük, tahzirler
mevcut olduğu gibi meşru çocukların neseplerini nefy eden erkekler hakkında da
pek büyük teîıdidler vardır. «Hak Tealâ Hazretlerinin böyle bir erkekden
ihticab edeceği, yani: o erkeği nazarı rahmetinden uzaklaştıracağı ve onu
evvelin ve 'aharîn muvacehesinde risva edeceği» bir hadisi şerifde beyan
buyurulmuşdur.
Filhakika zina
fazihası, ne kadar büyük bir cinayet ise afif bir şahsa zina isnadı da o kadar
ağır bir cinayetdir. Böyle bir isnada haksız yere maruz kalan bir şahıs,
arlanır, cemiyet arasında mevkii müşkilleşir. Binaenaleyh bu ân kendisinden
gidermek için bir ser'î çareye tevessül etmesi lâzım gelir ki, o da liân
tarikidir.
Bunun aksine olarak
bir kadının iffetden. mahrumiyeti, gayri meşru bir çocuk dünyaya getirmesi ise
kocasına karşı en büyük bir cinayetdir., Allah Tealâya karşı da pek büyük bir
ma'siyetdir. Artık bir erkek, böyle bir cinayetin ağırlığı altında hayatını
idameye kadir olamaz, bundan kurtulmaya ve kendi ailesi arasına gayri meşru bir
çocuğun sokulmasına mani olmıya olanca kuvvetiyle çalışmak ister. Halbuki bu
fazihayi isbat edecek beyyineden mahrum bulunur, yapmış olduğu ka-zifden dolayı
da hadde müstahik görülür. Binaenaleyh böyle elnn bir durumda da bir erkek
İçin liâne tevessülden başka çare bulunmaz.
Diğer bir bakımdan da
bir kazif, ya doğrudur, vakıa mutabıkdır, ya değildir. Eğer doğru ise bundan
dolayı liân icrası, kadın hakkında bir cezadır, kadın bu tarik ile nikâh
nimetinden mahrum kalır, şerefini kaybeder, yapmış olduğu fazihanın bir nevi
dünyevî azabına kavuşmuş olur.
Bu hâdise, başkaları
için de bir müessir ibret dersi teşkil etmiş olur.
Bilâkis bu kazif,
doğru değilse liân icrası* zevç hakkında manevî mesuliyeti müstelzim olacağı
gibi onun hakkında dünyevî bir ceza mahiyetinde de tebarüz eder. Çünkü bu
yüzden kendisini teşhir etmiş, zev-ciyyet nimetinden mahrum kalmış olacaktır.
Bu elîm âkibet ise zevciy-yet hukukuna aykırı hareketlerde bulunacak sair
kimseler için de bir müeyyid mania mahiyetinde bulunmuş olur.
Velhasıl : liân
icrasının meşruiyeti, daha böyle bir nice mühim maslahatlara, hikmetlere
müteveccih bulunmuşdur. Elverir ki, yerinde istimal edilsin. [32]
544 - : Bir
takım illetler, arızalar vardır ki, bunlardan birinin zevcde veya zevcede
mevcudiyeti veya sonradan tahaddüsü halinde diğer tarafın hiyan tefrik ile
muhayyer olub olamıyacağı islâm hukukunda mühim bir mebhas teşkil eder.
Muhayyer olduğu takdirde dilerse buna razı olarak nikâhı idame eder, dilerse
razı olmayıb mahkemeye müracaat ederek usulü dairesinde tefrik kararı alır.
Nitökim ileride görü-lecekdir. Bu illetlerin başlıcaları ise şunlardır :
(1) : Kara;
kadının tenasül cehazında bulunub kendisine mukarenete manî olan bir kemikdir.
Böyle cehazı tenasülünde bulunan bir ke-mikden dolayı kendisine tekarrüb kabil
olmayan kadına da «karna» denilir..
(2) : Retak;
tenasül cehazında tenebbüt edib mücameat mahallini kapayan bir et parçasıdır.
Cehazı tenasülünde zuhur eden et parçasından dolayı mücameat mahalli kapalı
olan kadına da «retka» denir. Bahri
Raikde retkanm tarifi, kamaya verilmişdir.
(3) : Af el;
tenasül cehazının haricinde zuhur edib
mukarenete mani olan bîr bezden
ibaretdir. Kendisinde böyle bir mania bulunan kadına da «afla» denilir.
Minhetül'halikde afla
ile karna bir gösteriimişdir.
(4) : Fetk;
meni mecrasiyle bevl mecrası veya kubül ile dübür arasındaki inhırakdan
ibaretdir. Buna «ifza» da denir. Elmuğni.
(5) : înnet-
inanet; ademi iktidar denilen arızadır ki,
erkeğin reculiyyet uzvu mevcut olduğu halde mücameate muktedir olmaması
halidir. Bu uzuv, gerek intişar etsin ve gerefk etmesin. Böyle tekarrübe muktedir olmayan erkeğe de
«inniyn» denir.
înnet, ihtiyarlık,
mütemadiyen aklî mesaî, dimağın fazla faaliyeti, ziyade havf ve haya, şiddetli
şevk ve şetaret, âşıkane hayalâıt ve tasav-vürat, çokça mukarenet, istimta
bilyed, taharet ve nezafetden mahrumiyet, nefret ve istikrahı mucib hâlât,
asabî âfet, tenasül uzvunun fena teşekkülü gibi sebeblerden neşet eder ki, her
birinin kendisine göre tedavi usulü vardır. Meselâ : ikinci ve üçüncü sebebden
mütehassil innetin izalesi için fikir ve zihnin istirahati, son sebebden
münbais innetin ref'i için de fennî ameliyat vesaire lâzımdır. Ancak ihtiyarlık
dolayısiyle hâsıl olan innetin zevali kabil görülmemektedir.
Sihir yüzünden innete
mübtelâ olanlar da vardır.
Seyyibe tekarrüb
edebildiği halde bikre tekarrüb edemiyen veya bazı nisaya mukarenete muktedir
olduğu halde diğer nisaya mukarenete kadir olamıyan bir erkek, tekarrüb
edemediği kadına nazaran inniyn sayılır. Yalnız haşefe kısmını idhale kadir
olan bir erkek, inniyn sayılmaz.
(6) :
Hisa; hâdimlik hali, yani
: erkeklik uzvu mevcud
olduğu< halde husyelerin çıkarılmış olmasıdır: Bu halde bulunan
erkeğe «hasıy» denilir.
Husyelerin
bulunmaması, gerek kesilmek ve gerek çekib çıkarılmak suretiyle olsun
müsavidir. Bir hasiy, âleti tenasülü münteşir olmadığı takdirde inniynden
maduddur. Fakat husyesi bulunmamakla beraber erkeklik uzvu münteşir olan
kimse, inneyn hükmünde değildir.
Fen. sahihlerinin
beyanına göre husyeler, nıenevî maddenin kaynağıdır. Husyeleri çıkarılmış olan
bir erkek, erkeklikden mahrum, tenasül vazifesini ifadan âciz olur.
Validesinin rahmindeki bdr ceninin, husyeleri karnının içindedir, doğdukdan
sonra dışarı çıkar, husyelerinin hiçbiri çıkmıyan veya biri çıkıb da diğeri
mahallinde kalan hilkat garibleri-ne tesadüf olunmuşdur. Husyelerden yalnız
birinin ftulunmaiması, innet ve akamete bais ve mukarenete mani olmaz.
(7) : Cüb,
erkeklik uzvile beraber husyelerin
kesilmiş bulunması halidir. Bu halde bulunan bir erkeğe «mecbub» denir. Yalnız erkeklik uzvu kesilmiş olan
veya tenasül âleti düğme gibi pek ufak bulunan şahıs da mecbub saydır.
Mecbübiyet, bazan
ıhilkî olur. Tenasül âletinden mahrum olarak doğan garaibi hilkate nadiren
tesadüf olunur. Bazan da hayvanat tarafından ısırılma, koparılana gibi bir
sebepten dolayı ânz olur. Husyeleri olduğu halde tenasül âleti düğme
mesabesinde bir et parçasından ibaret olan mecbublar, delk ve temas suretiyle
ihbale kadir olabilirler ki, bunlar, bu cihetle akîm sayılmazlar.
(8) : Şekz
şekkâziyyet; mücameat ve muhaletadanevvel mıt-fenin nüzuliyle erkeklik -uzvunun
intişar edememesi halidir. Zevcesini kendisine cezb ederetmez hablel'muhalete nutfesi
nüzul edib badehu mukarenet için
reculiyyet uzvu münteşir olmıyan kimseye de «şekkâz» denir ki, bu da inniyn
demekdir. Fakat inukarenet edebildiği halde nutfesi nüzul etmeyen kimse, inniyn
sayılmadığından bundan dolayı muhayyerlik sabit olmaz.
Etıbbanın beyanına
göre nutfenin çıkmaması, bevl mecrasının ya te-şennüc halinden veya meniyi
kazîbe isal eden mecranın kapanmasından ıjeri gelir. Bu garip haletin muhtelif
dereceleri vardır. Dimağın aledde-vam bir şey ile iştigali, kuvvei akliyyenin
ıbozgunluğu, istimna 'bilyed demlen muzir, menhiyün anh âdet, bu hastalığı
husule getiren sebebîer-dendir.
(9) : Cünun
= cinnet; bir ihtilâli aklîdir ki işlerin, sözlerin akıl dairesinde cereyanını çok kere men eder.
Cinnet, İmam Ebu
Yusüfe göre senenin ekserisinde devam ederse «cünunı mutbik» adını alır. Bunun
dûnundeki cinnete de «cünunı gayri mutbik» adı verilir.
Bu halde mecnunlar,
iki kısma ayrılır; Biri «mecnunı mutbak» dir ki, cinneti bütün vakitlerini
ihata eder. Diğeri de «mecmını gayri mutbak» dir ki, kâh mecnun olur kâh
ifakat bulur.
(10) :
Hunuset, bir şahısta hem tenasül uzvunun, hem de erkeklik âletinin mevcut
olması halidir. Bu halde bulunan şahsa «hünsa» denir. Erkeklik dişilik
cihetinden hangisinin galib olduğu bilinmediği, yani her iki uzuvdan bir anda
tebevvül etdiği takdirde kendisine «hünsai müş-kü» denilir. Mukabili «hünsai
vazıh» dır. Bunun hali tebeyyün etmedikçe nikâhın sıhhatine hükm olunamaz.
Erkeklere mahsus bevl
mevziinden tebevvül eden hünsa, erkek, kadınlara aid bevil mahallinden
tebevvülde bulunan ıhünsa da kadındır. Çünkü herhangi uzvundan tebevvül ederse
onun uzvu aslî olduğu diğerinin ise bir ânzai aybiyyeden ibaret bulunduğu
anlaşılır. Her iki uzvundan tebevvül etdiği suretde ise sabıkı muteber olur.
Binaenaleyh bunların nikâhları caizdir. Şu kadar var ki, erkek olan hünsa,
mücameate kadir olamazsa innîn ıhükmünde bulunur.
(Hanbelî fukahası
hünsai müşikil hakkında ihtilâf etmişlerdir. Hırkfye göre bu hususda hünsanm
sözüne müracaat olunur. Eğer kendisinin erkek olub tabiatinin kadınlara meyyal
bulunduğunu ifade ederse kadınlar ile evlenebilir. Bilâkis kendisinin kadın
olub« tab'ının erkeklere meyi etmekde olduğum söylerse erkek ile evlenebilir.
Çünkü bu, batın! bir hal olub buna vukuf ancak kendisinin ifadesiyle mümkün
olur.
Miras ve diyet
cihetine gelince kendi hakkında mirasını veya diyetini azaltacak suretde
ikrarı makbuldür. Fakat (bunları arttıaracak suretde ikrarı kabul olunmaz.
Çünkü kendisi bu hususda müttehem sayılır.
Böyle bir hünsânın
imamet, velayeti nikâh hususunda ve başkası üzerine bir hak isbat ebmiyecek
şeylerde de sözü kabul olunur.
Böyle bir hünsa, bir
kadınla veya erkekle evlendikden sonra dönüb de hilafım iddia etse evvelce
evlendiği cinsin gayriyle izdivacı hususunda sözü makbul olmaz. Çünkü nefsini
tekzib etmiş, hem erkek ile hem de kadın ile evlenmeği icab edecek bir hali
iddiada bulunmuş olur. Şu kadar var ki, evvelce bir kadın ile evlenib de sonra
«Ben kadınım, erkek değilim» derse bu ikrarına mebni nikâhı münfesih olur,
mehrin sukutu hususunda sözü makbul olmaz.
Bilâkis erkek ile
evlenib de sonra «Ben erkeğim, kadın değilim» derse nikâhın feshi hususunda
sözü makbul olmaz. Çünkü bu halde kendi lehine, başkasının aleyhine ikrarda
bulunmuş olur.
Hanbelî fukahasından
Ebubekre göre böyle bir hünsa, hali tebeyyün edinceye kadar kimse ile
evlenemez. İmam Şafiînin mezhebi de böyledir, îmam Ahmedden de böyle bir
kavlin mensus olduğu mervîldir. Çünkü böyle bir şahıs, kendisi için nikâhı
ibahe edecek bir şeyin vücu-düne müstahik değildir. Elmuğnî.)
(11) :
Cüzam, bedenin içerisinde sevdanın intişarından mütehaddis bir illetdir ki,
âzamn mizaç ve heyetini ifsad, mahv ve sukutunu intaç eder, arız olduğu uzuv, evvelâ kızarır,
sonra kararır, daha sonra koparak dökülür. Her uzuvda tahaddüs edebilirse de
en ziyade yüzde zuhur eder. Sahibine «meozum» denir.
(12) :
Beres; mizacın fesadından naşi 'bedenin zahirinde zuhur eden şiddetli bir
beyazlikdır ki, âzamn demeviyyetini izâle eder, kendisiyle teşe'üm olunur bîr illetdir.
Sahibine «ebres» denilir.
(13) :
Emrazı zühreviyye, tenasül uzvunda vesair azada zuhur ediıb sahibinin
maluliyetine ve çok kere helakine sebebiyet veren bîr taklm korkunç
illetlerdir.
Lahika :
Zührevî illetlere dair
bazı tıb kitablarında münderic olan malûmatın hülâsası şöyledir :
Malûm olduğu üzere
zühre, seyyarelerden büyük, parlak bir yıldızdır. Vaktiyle bazı cahil kullar,
bunu bir hüsn ve aşk ilahesi sanmışlardı.
Esatire göre zühre,
güya denizlerin lâtif mevcelerindetı yaradılmış, fakat hiffeti meşreble,
iffetden mahrumiyetle lekeli bulunmuş pek güzel bir kadın imiş, sonra göklere
kadar yükselmiş, parlak bir yıldız halinde görünmeğe başlamışdır!.
İşte emrazı
zühreviyye, bu muhayyel kadına mensub illetler imiş!. Bu illetler, alelekser
iffete münafi münasebetlerden münbais olmakda-dır. Bu cihetle bunlar,
seriüzzeval bir zevkin ne kadar vahîm neticeleri müstelzun olduğuna işaret için
böyle zahiren güzel, fakat hakikatde iffet şerefinden mahrum, muhayyel bir
şahsiyete nisbet edilmiştir. Başlıca şu üç kısma ayrılırlar:
«Kurhai basîta»,
yumuşak sangîr denilen hastalıkdır. Etibba-mn beyanatına göre bu hastalık,
mevziî olub emrazı züihreviyyenin en hafif ve en seriüzzevalidir. Kana geçib
bedenin her tarafına yayılmaz, çok kere
tenasül azasında bulunursa da vücudun sair taraflarında da zuhur edebilir.
Bununla aşılanan uvuz, bir gün sonra kızarır, bir mayi oradaki beşereyi
kaldırır, bir kabarcık peyda olur, üçüncü gün mayi tamamen bir cerahat haline
münkalib olur. Beşinci ve altıncı gün artık sangir denilen kurha vücude gelmiş
olur. Altı ve nihayet sekiz hafta içinde kamilen şifa bulursa da yerinde bir
çukurluk, bir nişane terk eder. Bazan nezafetsizlik, fena tedavi neticesi
olarak bir takım ihtilâtlara sebep olabilir ki, bu halde gittikçe azar, büyür
«kurhai âkile» adını alır ve tedavisi uzun bir müddet sürer.
«Hiritatülbevl -
belsoğukluğu» bevl mecrasını örten ince deriye arız olub sirayetini müteakib
iki ve nihayet beş gün içinde alâmetleri ve eserleri zuhur eden bir
hastalıkdır. Bu illet de mevziî ise de veha-meti, kurhai basdtadan daha
ziyadedir. Bazan bir umumi maraz halini alarak sahibinin- maluliyetine,
hattâ senelerce devam
ederek Ölümüne sebeb olabilir. Bu
illet, yalnız tenasül uzuvlarına münhasır kalmayıb sair azaya da, meselâ : göze
ve nadiren ağıza, buruna da intikal ile hastayı görmek nimetinden mahrum
edebilir. Ve kana da karışarak bezlerde, vücudun oynak yerlerinde zuhur ederek
bunları hareketden mahrum bırakır. Bunun neticesinde de her iki husyede
iltihab hâsıl olub, erkeğin innet ve akametine sebep olu? ki, artık çocuk
vücude getirmez. Tenasül uzvunun mahv ve istîsaline bais olduğu da vardır.
Vaktiyle tedavi edildiği takdirde birkaç hafta içinde bertaraf olabilirse de
yolunda tedavi edilmediği takdirde birkaç sene devam eder.
«Daül'efrenc =
frengi», zührevî marazların en vahimi olub, umumî ve daimîdir. Kan vasıtasiyle
azanın ve ensicenin tamamına ya-yıhr, ciltde bir takım döküntülere, damarlarda
iltihabla da sebebiyet verir. Bedenin ensicesini derince bozar, asarı
mâdâmeHıayat devam eder. Husule getirdiği tezahürat ve avarıza binaen «birinci
devir» «ikinci devir», «üçüncü devir» adiyle üç devreye ayrıldığı gibi kesbî,
irsî ve hablî olmak üzere de üç nev'e ayrılır.
(1) : «Kesbî
daül'efrenc», bir şahsa doğrudan doğruya
başkasından sirayet yoliyle ânz olan frengi hastalığıdır. Sirayetinin
sebebi, çok kere gayri meşru mukarenetle mes ve takbil gibi şeylerdir.
(2) : «İrsî
daül'efranc», bu hastalıkla malûl olan bir baba veya anadan evlâdına intikâl
eden frengi illetidir.
(3) : «Hablî
daül'efrenc», rahmi mâderdeki, ceninden validesine intikâl eden frengi
âfetidir. Şöyle ki, babasındaki illet, evvelâ cenîne sirayet eder, ceninden de
anasına intikâl eder. Bazan. çocukdaki illet, validesine sirayet etmediği
halde süd anasına sirayet eder.
Daül'efrenc, kabili
şifadır. Her devresinde teşfiyesi ve hiç olmazsa vehamet ve sirayetinin tâdil
ve izalesi mümkün ise de vaktiyle tedavisine müsareat edilmemesi, bir takım
vaihim neticelerin zutıuruna sebebiyet verir.
Zatürrie, yılancık,
verem dahi mezkûr illetler gibi sarî marazlardan sayılmaktadır. Tafsilâtı tıb
kitablarında mündericdir. [33]
545 - :
Zevcedeki tekarrübe mani illetlerden dolayı
zevç, hıyarı tefrika mâlik
olmaz. Bu illetler, yukarıda yazıldığı üzere kara, retak, afel'den ibaretdir.
Fakat bu ayıblardan
salim olan bir kadın, zevcinde bulunub tekarrübe mani olan illetlerden dolayı
hiyarı tefrik hakkına mâlik olur. Bu illetler de cüb, innet, hısa, hunuset,
şekkâziyyetdir.
546 - :
Karn, retak gibi tekarrübe mani arızalardan salim olan mükellef bir kadın,
kocasının cüb ve İnnet gibi mukarenete mani bir illet ile malûl olduğuna
nikâhdan sonra muttali oldukda hâkime müracaat ederek tefrikini taleb edebilir.
Fakat kendisine mücameate mani bir illet bulunan kadın, kocasmdaki o kabil bir
aybdan dolayı tefrikini talebe
müstahik olmaz. Çünkü zaten kendisindeki bir maniadan dolayı muka-reneti kabil
bulunmamadır.
547 - :
Kendisine izdivacdan sonra zevci tarafından bir defa olsun tekarrüb edilmiş
olan salim, mükellef bir kadın, kocasında
ahiren hadis olan tekarrübe mani bulunan.,bir ayıbdan dolayı hakkı
hiyara mâlik olmaz. Çünkü hiyarı tefrikin sübutu, bir "defadan ibaret
olmak üzere kazaen vacib olan tekarrübün bulunmamasından münbaisdir. Bu tekarrüb
mevcud olunca zevcenin kazaen sabit bir hakkı fevt olmamış olur. Fakat böyle
bir tekarrüb, kadının hakkını diyaneten iskat etmez. Bu hususda kadının mutazarrır olmasına meydan
verilmemesi, talebi takdirinde mufarekate muvafakat edilmesi kocası için
diyaneten bir vecibedir. Bedayi, Bahri Raik.
548 - :
Hakkı Myar, her akid itibariyle teceddüct etdiğinden evvelki akiddeki
tekarrüb, ikinci bir akiddeki tekarrüb hakkım ibtal etmez.
Binaenaleyh bir kadın,
tekarrübden, tevlidden sonra kendisini bai-nen boşayan kocasiyle nikâhı tecdid
etse de bu kerre kocası mukarenete kadir olmasa inniyn olmuş olacağından bu
kadın içîn muhayyerlik hakkı sabit olur. Bahri Raik.
549 - :
Nikâhdan evvel zevcin innetden maada meebubiyyet gibi tekarrübe mani bir aybına
muttali veya nikâhdan sonra innet ve meebubiyyet gibi herhangi bir aybına razı
olan zevcenin hakkı hıyarı sakıt olur.
Fakat nikâhdan evvel innete ıttıla, muhayyerliği iskat etmez.
Binaenaleyh bir kadın,
mecbub olduğuna vâkıf bulunduğu bir er-cek ile evlense nikâhdan sonra bu
sebepden dolayı tefrikini isteyemez.. Jünkü mecbubun tekarrübe kadir
olamayacağı mliteyakken olduğu halde kadının onunla evlenmeğe muvafakat etmesi,
onun bu haline razı olduğuna delildir.
Lâkin innetine vâkıf
olduğu bir şahıs île evlense nikâhdan sonra tefrikini isteyebilir. Zira bazı
nisaya tekarrübden âciz olan bir şahsın diğer nisaya tekarrüibü kabil ve
innetin zevali me'muldür. Bu halde zevcin tekarrübe muktedir olamıyacağı
müteyakken olmadığı cihetle 'kadının bu izdivaca muvafakati, kocasının o
haline razı olduğuna yakinen delâlet etmez. Bahri Raik.
550 - : Bir
kadın, kocasmdaki tekarrübe mani bir iHetden dolayı tefrikim istemek üzere
hâkime müracaat etdikde bakılır: Eğer illet, cüb gibi zevali kabil değilse
te'cilde bir faide mutasavver olmadığından hâkim, zevcesini bainen boşamasını
zevce emr eder. Imtinaı takdirinde zulmü def için derhal aralarını tefrike
hükm eyler.
Fakat illet, innet
gibi kabili zeval ise hâkim, zevci vakıa zamanından, yani: muhasama tarihinden
ve şayet mukarenete muktedir olamayacak halde marîz ise ifakat vaktinden ve
ihrama girmiş ise ihlâl ânından itibaren bir sene müddetle te'cil ve <bu
müddet içinde tedavide bulunmasını kendisine tenbih eder. Zevç, te'cili gerek
istesin ve gerek istemesin.
Bu te'cil esnasında
zevç veya zevce az ve çok bir müddet tekarrübe mani olacak derecede hasta olur
veya zevce gaybubet, meselâ hacce azimet ederse bu suretle geçen müddet, hisaba
idhal edilmez. Amma zevcin gaybubeti, hacce azimeti, zevcenin hayz günleri ve
Ramazanı şerif günleri hisaba idhal edilir.
Zevç, habs edilib de
zevcesiyle halvetde bulunmaları mümkün olmadığı takdirde habs müddeti mühlete
dahil olmaz. Kadın dahi bir hak do-layısiyle habs edildiği halde kocasiyle
halvetde bulunmaları mümkün ise habs müddeti mühlete dahil olur ve illâ olmaz.
Bu müddet içinde illet
zail olursa artık tefrika mahal kalmaz. Amma zail, meselâ bir defa olsun
tekarrübkaibil olmadığı Ve zevç, talâka razı olmayıb zevce de tefrik talebinde musir
olduğu takdirde hâkim, aralarını tefrika hükmeder.
Fakat zevç, tatlik
veya hâkim, tefrike hükm etmedikçe mücerred zevcenin nefsini ihtiyar etmesiyle
firkat vaki olmaz.
Hâkimin te'cilinden
sonra, zevç bir müddet daha te'cilini istese zevcenin rızası olmadıkça hâkim,
buna iltifat etmez. Çünkü te'cil müddetinin hitamiyle zevcenin tefrik hakkı
sabit olduğundan rızası bulunmadıkça bu hakkın te'hiri caiz olmaz. Zevce razı
okluğu takdirde ise bilâhare rücu
ederek firkati ihtiyarda bulunabilir. Bu rıza, gerek hâkimin huzurunda ve
gerek haricde izhar edilsin müsavidir. Mebsut, Bedayi, Bahri Raik, Hindiyye.
551 - :
înnîne verilen mühlet, bazı fukahaya göre bir senei şem-siyyedir ki, senei
kameriyyeden on bir gün ziyadedir. Hülâsa'nın
beyanına nazaran müfta bi'h olan da budur. Çünkü bu, ihtiyata daha
muva-fıkdır. Fusuli erbeanın tamamen zuhuru, bir senei şemsiyye zarfında kabildir.
Bu müddet, muhtelif beşerî tabiatlerüzerinde tesiratı âdiyest meş-hud olan dört
mevsimi tamamen müştemildir.
?
Fakat sair fukahaya
göre bu mühlet müddeti, bir senei kameriyyeden ibaretdir ki, üç yüz kırk beş
gündür. Bu kavi, zâhirürrivayeye mutabık olduğundan sahih ve muteber
bulunmaktadır.
Te'cil, ay esnasına
müsadif olunca bil'ittifak eyyama itibar olunur.
Ademi iktidar hali,
bazan -bir arızî illetden, bazan da aslî, hılkî bir âfetden münibais olur.
Binaenaleyh inneti illetden fark ve temyiz için dört faslı cami bulunan bir
mühlete ihtiyaç görülmüşdür.
552 - :
Hâkimden başkasının te'cili muteber değildir. Te'cilden sonra hâkim, azl
edilse veya vefat etse hâkimi lâhik, mezkûr te'cil üzerine muamelesini bina
edib yeniden te'cilde bulunmaz. Verilecek te'cilin tarihi kayd ve bu hususa
işhad edilir, Hindiyye.
553 - :
Te'cilden evvel veya te'cilin hitamında zevç, inkâra mu-karin tekarrübünü iddia
etse taihkik edilir. Eğer zevce seyyib ise söz, maalyemîn zevcindir. Çünkü bu
halde zahiri hal, zevcin lehine şahiddir. Binaenaleyh artık te'cil ve tefrike
mahal kalmaz. Fakat vakıanın bidayetinde zevç, ademi tekarrübünü ikrar veya
yeminden nükûl ederse te'cil olunur. Ve te'cil hitamında ikrar veya yeminden
nükûl ederse zevce tah-yir edilir.
Amma zevce bikr ise
söz bilâ yemîn zevcenindir. Çünkü bekâreti, kendi iddiasını müeyyiddir.
Bekâretin sübutu, vak'anın bidayetinde ise zeyc, te'cil edilir, vak'anın
hitamında ise zevce tahyir edilib firkati ihtiyar etdiği takdirde tefrike hükm
olunur.
554 - :
Zevcenin bekâretinde veya retka, karha olduğunda ihtilâf olundukda bir kadına
muayene etdirilir. Fakat iki kadına muayene et-dirilmesi itmi'nani kalbi
temin edeceğinden ahvetdir. Şayed
muayene eden kadınlardan bazıları zevcenin bekâretine, diğerleride
seyyib olduğuna şahadet etseler başka kadınlara gösterilmesi icaib eder.
Zevcin mecbubiyetinde
ihtilâf edilince de emîn bir erkeğe muayene etdirilir. Çünkü zaruret halinde
avret mahalline bakılması mubah olur. Bahri Raik.
555 - :
Zevcinin ademi tekarrübünü inkârına mukarin iddia eden kadın, seyyib bulunmakla
bekâretinin »evci tarafından değil, belki mukarenet bulunmaksızın başka bir
sebeble zail olduğunu dermeyan etse buna itibar olunmayıb söz, zevcinin olur.
Çünkü bu müdafaa, hilafı zahirdir. Bahri Raik.
556 - :
Halveti sahihadan sonra innet sebebiyle kocasından tefrik edilen bir kadın,
bainen mutallâka sayılır. Binaenaleyh
iddet bekler, tam mehrine müstahik olur. Fakat böyle'bir halvet vuku bulmamış
ise iddet lâzım gelmez. Mehr tesmiye edilmiş ise yarısına, tesmiye edilmemiş
ise müt'aya müstahik olur. Hindiyye.
557 - :
Kocasından innet gibi bir sebeble tefrik edilmiş olan kadın, tekrar onunla
izdivaç akdinde bulunsa artık o illetden dolayı tefrik talebinde hakkı olamaz.
Çünkü onun bu haline razı olmuş bulunur. Bahri Raik.
558 - : Cub,
innet ve ademi kefaet sebebiyle tefrikde velînin hasra
rasb olunması caizdir.
Çünkü vekâlet carî olan her hususda velînin hasm nasb olunması sahihdir. Bu
hususlarda ise vekâlet carî olur.
Binaenaleyh bir
matuhun innetinden dolayı zevcesi tefrikini taleb eylese velîsi muvacehesinde
bir sene müddetle te'cil olunur.
Kezalik : bir
mecnunenin zevci inniyn olsa velîsinin talebi üzerine badettecil beynleri
tefrik olunabilir.
Velî, zevcenin innete
veya meCbubiyyet haline razı olmuş olduğuna veya mecbubiyyet haline akidden
evvel muttali bulunduğuna dair bey-yine ikame etse tefrik cihetine gidilemez.
Beyyinesi bulunmayınca zevcenin tahlifini taleb* edebilir. Zevce yeminden
nükûl ederse yine tefrike hükm edilemez. Fakat yemîn ederse hükm dilir. Bahri
Raik.
559 - : Mecnun olan inniynin te'cil olunub
olunmıyacağı hakkında iki kavi vardır. Bir kavle göre te'cil olunmaz. Çünkü
te'cil, tekarriib bulunmadığı takdirde tefrik içindir. îimiynin firkati ise
talâkdir. Halbuki mecnun talâka mâlik değildir. Sahih olan bu kavidir.
Diğer kavle göre
mecnun da bir sene te'cil olunur. Çünkü bu müddet içinde mücanıeati mümkündür.
Fakat hali ifakatine intizar olunmaz.
560 - : inniyn olan zevç, çocuk ise bulûğuna
intizar olunur, tn-niyn veya mecbub olan şahsın zevcesi çocuk ise onun da
bulûğu zamanına intizar lâzım gelir. Çünkü kocasının bu haline bulûğundan
sonra razı olması melhuzdur. Bahri Raik.
561 - : Bir
cariyenin kocası inniyn veya mecbub olsa hıyarı tefrik hakkı kendisine değil,
mevlâsına aid olur. Binaenaleyh mevlâsı bu hâle razı olunca cariye tefrik
talebinde bulunamaz. Bu, imamı Azama göredir. îmam Ebu Yûsüf'e göre. ise bu
muhayyerlik cariyenin hakkıdır. Bahr.
562 - : Bir
kadın, mecbub olduğunu bilmeksizin bir erkek ile ev-lenib sonra bir çocuk
doğurmakla o erkek, bu çocuğun nesebini bil'iddia bu hususda bir hükm istihsal etse bile kadın muhharan
muttali olduğu meobubiyet halinden dolayı tefrik talebine müstahik olur. Çünkü
bu halde nesebin lüzumu, mücameatin vukuunu müştekim olmaz. Hindiyye.
563 - : Bir
mecbubun zevcesi tefrikden sonra iki seneye
kadar hir çocuk dogursa nesebi sabit olursa da yapılan tefrik, bâtıl
olmaz. Zira mecbubdan nesebin sübutü, sahk voliyle vuku bulan inzal itibariyledir.
Tefrik ise mevcud olan mecbubiyetden dolayıdır.
Fakat bir inninin
zevcesi badettefrik mezkûr müddet içinde çocuk dogursa inıîiyn tekarrub iddia
etdiği takdirde yapılmış olan tefrik, bâtıl olur. Çünkü inniyn hakkında nesebin
sübutiyle ademi innet, zahir olduğundan innetin vücudine mübtenî olan tefrik
bâtıl olmuş olur. Hindiyye.
564 - :
Zevce, tefrikden sonra kocasının
tekarrübünü ikrar etse veya bu ikrarı beyyine ile sabit olsa yapılan
tefrik, bâtıl olmaz. Çünkü yalan söylemesi ihtimaline mebni hükmü ibtal etmek
istemesiyle müt-tehem bulunur.
Fakat tefrikden evvel
ikrar etmiş olduğu tefrikden sonra iki şahidin şahadetiyle sabit olursa vaki
olan tefrik, bâtıl olur. Bahri Raik.
565 - :
Teehhül etdiği kadına bir defa olsun tekarrub edemiyen ihtiyar bir şahıs dahi
înniyn hükmündedir. Binaenaleyh kendisine tefrik talebi vukuunda bîr sene
mühlet verilir.
Erkeklik uzvu mevcut
olduğu halde mukarenete kadir olamayan hıssiy, hünsâ, gekkâz dahi tamamen
inniyn sayılır ve binaenaleyh ayni hükme tabi olurlar. Bahri Raik, Hindiyye.
(Eimmeî selâseye göre de innetden ve
mecbubiyetden dolayı zev-cenin mufarekat talebine hakkı vardır.
(Mâlikîlere göre bir
erkek, hâzır veya gâib olub da zevcesine mu-kareneti bir müddet terk etmekle
kadını mutazarrır etse, veya mütemadiyen ibadetle meşgul olub da zevcesine
tekarübde bulunmasa, veya bir yanlışlıkla, meselâ pıçak tutunurken erkeklik
uzvunu kesse, veya lezzeti nisayı izale edeceği kendisince malûm veya meşkûk
olan bir ilâcı velev bir illet için içse bu yüzden mutazarrır olan refikası,
mufarekatini talebe müstahik olur. Bu haldezevc, talâka muvafakat etmezse
kâkim, müfarakate 'hükm eder.
Hâkim, zevcin en az
bir seneden ve diğer bir kavle göre üç seneden ziyade gaybubeti takdirinde
tefrika derhal hükm edebilir. Diğer hususlardan dolayı da muvafık görürse zevce
bir mikdar mühlet verebilir. Fakat zevcin, zevcesini mutazarrır etmek
istediğini anlarsa derhal tefrika hükm eder. Şerhi Muhammedil'nırşı, Hâsiyei
Aliyyil'adevî.)
(gafillere göre de
erkekde akdi nikâhdan sonra hadis olan mecbubiyetden dolayı zevcesi mutazarrır
olacağından muhayyer olur. Evvelce tekarrüb
bulunsun bulunmasın. Fakat tekarrübden sonra hâsıl olan in-netden nâgi muhayyer
olmaz. Çünkü inniyyetin zevali me'mul ve sabık tekariibe binaen zevcin
mukarenete iktidarı malûmdur.
Ezberi rivayete
nazaran hünsai vazıhın zevcesi muhayyer olmaz. Çünkü ihünsâdaki sükube veya
sil'ai zaide = fazla ur nikâh ile maksud olanı fevt etmez. Diğer bir kavle
nazaran muhayyer olur. Zira tabiat
bundan teneffür eder.
Zevcenin retka veya
karna olmasından dolayı da kocası tefrik talebine salahiyetli bulunur. Kadın
bu maniayı izaleye icbar olunamaz. Şu kadar var ki, kendi arzusiyle izale edib
mukarenet mümkün olursa artık kocasının muhayyerliği kalmaz. Bu illetlerden
dolayı tefrik, hükme muhtacdır. Çünkü bunların sübutü, ziyade nazar ve
içtihada mütevakkıf dır.
tnnetden dolayı
yapılan tefrik, îmam Mâlike göre talâkdan madud-dur. Çünkü bu, ademi
tekarüıbden dolayı bir firkat olduğundan talâk-dır. Fakat îmam Şafiî ile imam
Ahmede göre bu, talâk sayılmaz. Zira bu, aybdan dolayı sabit bir hıyar
olduğundan feshden ibaretdir. Elmuğ-
nî, Nihayetülmuhtac.)
(Hanbelîlere göre
zevç, kendisinin innetine zevcesinin nikâhdan evvel muttali bulunduğunu iddia
ve beyyine ile isbat veya zevcesi ikrar etse artık tefrik için te'cil caiz
olmaz, imam Şafiînin kavli cedidine göre, yine te'cil lâzım gelir. Çünkü bir
nikâhda inniyn olan diğer bir nikâhda inniyn olmıyabilir.
Kadın, kocasının
İnnetine nikâlıdan sonra mutali olub da sükût etse hakkı hıyarını iskat etmiş
olmaz. Belki murafaa için müracaati gününden itibaren te'cil olunur. Bunda
ihtilâf yokdur. Fakat bir kere razı oldu mu artık talebe hakkı kalmaz.
Bir zevceye mukarenet,
diğerine karşı innetin tahakkukuna mani değildir. Yalnız îbni Ukayle göre böyle
bir erkek, artık inniyn olmak-
dan çıkmış olur.
Hasiy olan bir erkek,
zevcesine tekarrüb edemez bir halde ise te'cil olunur. Tekarüb edebiliyorsa zevcesi
muhayyer olmaz.
Inniynin zevcesinden
doğacak çocuğun nesebi, innîynden sabit olur. Çünkü innîynden çocuk yapabilecek
bir halde inzal imkânı vardır.
Retkâ, karna, afla
veya fetkâ zuhur eden 'bir kadının kocası için 'hıyarı fesh sabit olur. Çünkü
bu halde mukarenet için birer manii hissî bulunmuş olur. Elmuğnî, Keşşafülkma.)
(Zahiriyyeye göre
innet, feshi mucib değildir. Binaenaleyh bir kimse, nikâh etdiği kadına
mukarenet edemediği takdirde araları hâkim tarafından asla tefrik edilemez ve
kendisine bir müddet mühlet de verilemez. Gerek bir defa mukarenetde bulunmuş
olsun ve gerek olmasın. Böyle bir erkek, muhayyerdir, dilerse zevcesini boşar,
dilerse nikâhında tutar. Ebnufeallâ.) [34]
566 - : Cüb
ve innetden başka -«ükahdan evvel mevcud veya nikâhdan sonra hadis olan
herhangi bir illetden dolayı zevç ile zevceden hiçbiri için hakkı hiyar sabit
olmaz.
Bu mesele, imamı Âzam
ile imam Ebu Yusüfe göredir, imam AH ile îbni Mesud (Radıyallahü teâlâ anhüma)
nın nıezhebleri de böyledir. Ömer îbni AbdiPAziz, îbni Ebî Leylâ, Evzaî gibi
büyük müctehidler de buna kaildirler.
Fakat imam Muhammede
göre zevcedeki ayblardan dolayı zevci muhayyer olmaz. Çünkü bu ayba razı
olmadığı takdirde talâk ile zev-ciyyet münasebetini kat' ederek kendisine lâhik
olacak bir zararı def edebilir. Lâkin kadın, talâka mâlik olmadığından
kocasında bulunan ve bîlâ zarar bir arada ikametleri mümkün olmıyan beres,
cüzam, cünûn gibi her illetdendolayı hiyarı tefrika mâlik olur.
imam Muhammedin bu
kavli, bazı fukaha tarafından ahz olunduğu gibi 16 Cemadel'ûlâ 1534 tarihinde
fetvahanei âli hey'eti te'lifiyyesince de ihtiyar olunarak o babda bir irade
istihsal edilmişdi.
567 - : imam
Muhammedin beyan olunan kavline nazaran: bir kadın, cüzam, beres, ileti
züihreviyye gibi bilâ zarar birlikde
ikamet mümkün olmayan illetlerden birinin kocasında vücudüne nikâhdan
sonra muttali olsa veya nikâhdan sonra kocasında böyle bir illet tahaddüs etse
muhayyer olur. Dilerse bu hâle razı olarak onunla ikameti, zevciyye-tin devamım
ihtiyar eder. Bu takdirde hakkı ıhiyan sakıt olur. Ve dilerse ihâkime
müracaatle tefrik talebinde bulunur.
Mevcud illetin zevali ümid
olunursa hâkim, tefriki bir sene tecil eder. Bu müddet içinde illet zail olursa
artık tefrika mahal kalmaz. Amma zail olmadığı ve zevç dahi bizzat tatlika
razı olmayıb kadın da talebinde musir bulunduğu takdirde hâkim, tefrika hükm
eder. İyi olması umulmıyan böyle bir hasta-hkdan dolayı ise derhal tefrika
ihükm edilebilir.
Fakat körlük,
sağırlık, topallık gibi ayblardan birinin zevcde bulunması, bilittifak tefriki
müstelzim olmaz.
568 - : Yine
îmam Muhammede göre akdi nikâhdan sonra zevç tecennün etse zevcesi muhayyer
olur. Bu halde; hâkime müracaatle ayrılması istese hâkim, ayrılmayı bir sene
müddetle te'cil eder. Çünkü hadis bir cinnet, kabili zeval olmakla innet
(hükmündedir. Binaenaleyh bu müdet içinde cinnet zail olursa tefrika mahal
kalmaz. Amma zail olmadığı, kadın da tekrar hâkime müracaatle ayrılmasını
istemekte musir bulunduğu takdirde hâkim aralarını tefrika hükm eder.
569 - : Bir
kadın, kocasının zevali kabil olmayan bir cünunı aslî ile mecnun olduğuna akdi
nikâhdan sonra muttali olsa talebiyle araları derhal tefrik olunur. Çünkü cünûnı aslî, cüb
mesabesindedir, tecilde fai-de yokdur. Şu kadar var ki bir kadın, kocasının
cünununa nikâhdan evvel muttali veya nikâhdan sonra tahaddüs eden cinnetine
razı olursa artık tefrik hakkına mâlik olamaz.
570 - :
Zevcenin muhayyer olduğu yerlerde hıyarı fevrî değildir. Binaenaleyh dâvayı bir
müddet tehir veya dâvayı ikameden sonra
bir müddet terk
edebilir. Çünkü bir insan, her vakit dâvayı ikameye, husumeti takibe kudret
bulamaz. Fakat dâvadan sonra hâkim tarafından tahyir olunduğu meclisde nefsim
ihtiyar etmezse muhayyerliği sakıt olur.
571 - :
Nassen veya delâleten riza, hakkı kıyarı ibtal eder. Nassen riza, iskatı hiyan
sarahaten 'beyan veya bu yolda carî olan
bir tabiri istimal
etmekden ibaretdir. Delâleten riza da tahyirden sonra kadının kocasiyle ikamete
razı olduğuna delâlet eder bir fi'lde bulunmasıdır.
Meselâ : kocası
tecennün eden bir kadın, hâkimin tahyirinden evvel veya sonra «Ben hakkı
hıyarımı iskat etdim, nikâhımızın devamına razı oldum» veya «Ben kocamı ihtiyar
etdim» dese nassen rizada bulunmuş olur.
Kezalik : tahyirden
sonra hakkı hiyarını istimal etmeksizin meclisi hükümden çıksa veya kocasına
itaat ederek onunla müzaceada bulunsa nikâhın devamına delâleten razı olmuş
olur.
Fakat kadının
tahyirden evvel kocasiyle ikamet ve müzaceada ve bu misilli münasebetlerde
bulunması, delâleten riza' sayılmaz. Velev ki, te'cil müddeti geçmiş olsun.
Çünkü te'cilden sonra kocasiyle bu gibi muamelâtda bulunması, onu ihtiyar
etdiğine delâlet edeceği gibi onun halini ihtibar ve imtihan etdiğine de
delâlet edeceğinden bu ihtimale binaen mezkûr muamelât, riza'ya delil olmaz.
572 - : Bir
aybdan dolayı husumetin teveccühü ve dâvanın mes-muiyyeti için o aybm evvelce
sübutu lâzımdır. Evvelce de işaret olunduğu üzere kadınların muttali
olabilecekleri bazı uyubı nisadan dolayı kadınların muayenesine, sözüne müracat
olunur. Aybın sübutı ve husumetin teveccühü için yalnız bir kadının muayenesi
ve ihbarı kabul olunabilir. Fakat en az iki kadının muayenesi ve ihbarı
ihtiyata muvafıkdır. Amma etibba gibi ihtisas erbabından başkasının anlıyamıyacağı
dahilî emraz vesaire gibi ayblardan dolayı her 'halde etibbamn kavline müracaat
olunur, Ayblann.sübutiyle husumetin teveccühü için yalmz bir âdil tabibin
ihbarı kâfidir. Aded ve şahadet lâfzı şart değildir. Maamafih iki âdil, müslim
tabibin muayenesi ve ihbarı daha ziyade itmi'nan bahş olacağından evlâdır.
Bedayi, Hindiyye, Bahf, Reddi Muhtar.
« (Eimmei selâseye göre kadın, kocasındaki cüzam, beres ve cünundan ibaret üç aybdan
dolayı hiyarı tefrike mâlik olacağı gibi erkek de zevcesindeki cüzam, beres,
cünun, kam, retak'dan ibaret beş aybın her birinden dolayı muhayyer olur.
Dilerse, nikâhı idame eder, dilerse talâka tevessül eder ve dilerse hâkime
müracaat ederek tefrik hakkında bir hüküm alır.
Zührî'ye, Şüreyha, Ebu
Sevr'e göre de zevce, her aybmdan dolayı red edilebilir. Elmuğnî, Ebülberekât.)
(Şafiîlere göre
yukarıda yazılı illetlerden biri dolayısiyle niuhay-yer olan zevç ife zevceden
herhangi biri, ayrılmayı ihtiyardan evvel vefat etse diğeri kendisine vâris
olur. Ve muhayyer olan taraf, hakkı hıyarını istimal etmedikçe aralarında
talâk ikaı caiz bulunur. Fakat hakkı hıyarım istimal etti mi artık aralarında
talâk, i'lâ, zihar, Han, miras gibi ahkâm carî olmaz. El'üm.)
(Hanbelîlerin bu
hususdaki kavileri de şu veçhiledir :
(1) : Zevç ile
zevceden Iherhangi biri diğerini cinnet, cüzam veya beres ilietiyle malûl bulsa
kendisi için hıyacı fesh hakkı sabit olur.
(2) :
Zevceynden her biri diğerinde kendisinde
bulunmıyan muayyen ayblardan birini bulsa her ikisi için de muhayyerlik
sabit olur. Ebres olan bir erkeğin zevcesini mecnune veya meczume bulması gibi
Meğer ki mecbub olan bir erkek, zevcesini retka bulsun. O ihalde istim-taa
yalnız birinin hali bir mani teşkil etmiyeceğinden hiçbiri için muhayyerlik olmamak lâyıkdır.
Her birinde ayni ayb
bulunan, zevç ile zevce hakmda ise iki vecih vardır. Bir veçhe göre ikisi de
muhayyer olmaz. Diğer bir veçhe göre ikisi de muhayyer olur.
(3) : Kadın
ile kocasından birinde akdi nikâhdan sonra böyle bir ayb tahaddüs etse
Hırkı'nin, ifadesinden zahir olduğuna göre yine hıyar sabit olur. Diğer bir
veçhe göre ise sabit olmaz. imam. Mâlikin mezhebi de böyledir. Çünkü bu, akdin
lüzumundan sonra ma'kudün aleyhde hâ-, dis olmuş bir aybdır. Mebîde« hadis olan
ayba müşabih bulunmuş olur. Şafiî fukahasına göre ise bakılır: Eğer zevcde
hadis olmuş ise zevce için muhayyerlik sabit olur. Zevcede hadis olmuş ise bir
kavle göre zevç için muhayyerlik sabit olursa da diğer bir kavle göre sabit
olmaz. Çünkü zeve, isterse boşayabilir, zevce ise boşayamaz.
Maahaza bu gibi
ayblardan dolayı muhayyerliğin sübutü için bu ayba akd zamanında vâkıf ve
akidden sonra razı bulunmamak şartdır. Aksi takdirde muhayyerlik olamaz.
(4) : Hıyarı
fesh, terahî veçhile sabit olur. Muhayyer olanın rızasına delâlet edecek bir
söz, bir hareket vuku bulmadıkça sakıt olmaz. Fakat Kadı'ya ve İmam gafiînin
mezhebine göre bu hıyar, fevrîdir. Ayba muttali oldukda sonra imkân mevcud
iken fesh tehir edilirse bu hak, bâtıl olur.
(5) : Bu ayıblardan dolayı nikâhı fesh etmek, hâkimin hükmüne muhtacdır. Çünkü müctehedün
fîha olan bir meseledir. Nitekim innet-ten, nafakanın teazzüründen dolayı olan
feshler de böyledir.
(6) : Bu
ayblardan dolayı yapılacak feshlerde iki hal mutasavverdir. Şöyle ki:
Bu fesh, ya duhulden
evvel olur. Bu halde zevceye mehr lâzım gelmez. Fesh, gerek zevç ve gerek
zevee tarafından olsun, tmam Şafiînin kavli de böyledir.
Veya bu fesh, duhulden
sonra olur. Bu halde zevce mehri müsem-masına ve bir kavle göre mehri misline
müstahik olur. tmam Şafiîye göre de vacib olan, mehri misidir.
Bu takdirde zevç,
kendisini tagrîr etmiş olan bir şahıs var ise ona bu mehr ile rücu edebilir.
Esah olan, budur. İmam Mâlikin mezhebi de böyledir, tmamı Azama ve İmam
Şafiînin cedid kavline nazaran rücu edemez. Çünkü zevç, duhul ile bu mehrin
bedelini istifa etmiş sayılır.
Böyle nikâhı fesh
edilen bir kadına nafaka ve sükna lâzım gelmez. Çünkü bu fesh, bir beynunetdir.
Zevcin ric'ate hakkı yokdur. Meğer ki kadın yüklü olsun, o zaman iddet
nafakasına müstahik olur. Süknâya istihkakı hususunda ise iki rivayet vardır.
(7) : Bir
çocuğun velîsi veya bir cariyenin mevlâsı, bunları mezkûr ayblardan biriyle
müsab bulunan bir şahıs ile evlendiremez. Şayed bilerek evlendirirse nikâh,
sahih olmaz. Bilmeksizin evlendirirse - bildiği zaman - nikâhı fesh etdirmesi
icab eder. Bu nikâhın esasen sahih olmaması da muhtemeldir.
(8) : Bir
velî, büyük olan mevliyyesini rızasını istihsal etmeksizin bir ayıblı şahıs ile
evlendiremez. Böyle bir kadın da ayiblı bir şahıs ile evlenmek istediği
takdirde velîsi - bir veçhe göre - buna mümaneat edebilir. Çünkü böyle bir hal,
çok kere şikak ve adavete müfzî olur da bundan velî de, ailesi de mutazarrır
olabilir. Elmuğnî.)
(Malikîlere göre
beharül'ferc, yani : tenasül cehazımn mukarenet halinde fena koku neşretmesi,
ve mücameat halindeki haraet, yani : gaitin zuhur etmesi, feshi mucib
ayıbîardandır. Fakat .ağız kokusu, yatağa işemek, veya raücameat ânında zuhur
eden bevl veya rîh, feshi müstelzim. olmaz.
Han-belîlere göre de
selisülbevl, istitlâkı gait, başka tabir İle ishali daim, istihaze, tenasül
uzuvlarındaki kuruhü seyyale, fena ağız kokusu, başdaki fena kokulu taslaklık,
aevceynden birinin hünsai vazıh olması halleri, feshe sebebiyet verecek
ayıbîardandır. Elmezahibül'erbea.)
(Zahiriyye mezhebine
gelince buna göre yukarıda kayd edilen ayıblardan dolayı zevç ile zevce için
muhayyerlik sabit olmaz. Binaenaleyh nikâh, sahihan münakid oldukdan sonra zevç
ile zevceden birinde hadis olan cüzam, beres, cünûn gibi herhangi bir ayıbdan
dolayı feah edilemez. Nitekim, nefekanın, kisvenin, mehrin ademinden ve zevcin
mef-kudiyetinden veya zevç ile zevceden birinin gayrimeşru mukarenetde
bulunmasından dolayı da nikâh, fesh edilemez. Zevç isterse talâka tevessül
edebilir. Elmuhallâ.) [35]
573 - : Bazı
illetlerden dolayı nikâhın fesh ve izale edilib edilememesi hususunda
müctehidîni kiramın başlıca dört zümreye ayrılmış olduğu yukarıdaki meslelerden
anlaşılmaktadır. Bu husudaki ihtilâfın menşei ve her zümrenin hikmeti teşri itibariyle
noktai nazarı şu veçhile hülâsa edilir :
(1) : inci
zümreye nazaran : Zevç ile zevceden hiçbiri,
diğerinde bulunan herhangi bir illetden, bir arızadan dolayı muhayyer
olmaz. Çünkü bu gibi şeyler, nikâhın sıhhatine esasen mani değildir. Binaenaleyh
bunlardan dolayı nikâhı izaleye kıyam etmek, doğru olamaz. Zevç isterse talâka
tevessül edebilir. Ve zevç ile zevce kendi aralarında birnza talâk ve hulû
voliyle müfarekatde bulunabilirler. Fakat bu hususda sabr ye tahammül
gösterilerek zevciyetin devamına çalışmak evlâdır. Zahiriyye fukahası, bu
zümreyi temsil etmekdedirler.
(2) : inci
zümreye nazaran: bir erkek, zevcesindeki illetlerden dolayı muhayyer olmaz.
Fakat bir kadın, kocasında bulunub bilâ zarar bir-likde ikametleri mümkün
olmayan bir kısım illetlerden dolayı muhayyer olur. Çünkü erkek, dilerse
talâka tevessül edebilir. Kadın ise böyle değildir. Binaenaleyh bir kadın,
kocasını inniyn veya macbub görürse nikâhını fesh etdirebilir. Çünkü bu halde
nikâhdan maksud olan gaye fevt olmuş olur. Kocasının bu haline kadının tahammül
etmesi daima kabil olamaz. O halde kadının zarardan vikayesi için muhayyer
olması lâzım gelir.
Kezalik : kadın,
kocasmdaki cüzam, beres gibi bilcümle muzir, sirayeti melhuz illetlerden
dolayı muhayyer olur. Zira bu gibi illetlere tutulmuş erkekler ile zevciyyeti
idame çok kere pek müşkil olur., hastalığın sirayetinden korkulur, bu
hastalıklardan tabiat, teneffür eder.
Madem ki, innetden
dolayı kadın muhayyer oluyor, cinnet 'gibi, cüzam ve beres gibi illetlerden
dolayı da muhayyer olması evleviyyetde kalır. Çünkü bu illetler yüzünden
zevceye lâhik olacak zarar, innet yüzünden arız olacak zararın fevkindedir. O
halde bunlardan dolayı zevcenin tefrik hakkına mâlik olması, hikmet
muktezasıdir. tmam Muhaanmed ile diğer bazı fukaha da bu ikinci zümreyi teşkil
etmekdedirler.
(3) : üncü
zümreye nazaran : kadın, kocasmdaki
innet ve mec-bubiyetden dolayı muhayyer olur. Fakat sair illetlerden dolayı
muhayyer olmaz. Erkek ise zevcesindeki hiçbir illetden dolayı hakki hiyara müstahik
olmaz. Çünkü erkek, tatlik salâhiyetini haizdir, lüzum görürse talaka tevessül
edebilir, onun hakkında muhayyerliğe lüzum yokdur. Kadına gelince bu,
kocasmdaki innetden, mecbubiyetden ziyade mutazarrır olur, nikâhdan maksud
olan gayeyi tamamen elde etmiş olamaz. Beşerî ihtiyaçları, temayülleri,
kendisini bu nikâhdan kurtulmaya saik, olur. Halbuki kendisi tatlike
salahiyetli değildir. Buhalde kadının tefrik hakkına malikiyyeti, maslahat ve
hikmet muktezasıdır.
Sair illetlere gelince
bunlardan dolayı kadının muhayyer olması da muvafık değildir. Çünkü bu
illetler, akdi nikâhdan matlûb olan nefsi temkine, aile teşkiline tamamen mani
değildir. Teehhülden asıl gaye, bir aile tesis etmek, zevç ile zevce arasında
bir-tesanüt, bir teavün vücude getirmekdir. Şevki takdir ile böyle bir illete
tutulan zevç veya zevcenin haline acımak, kendisine yardım etmek, insaniyet ve
meveddet muktezasıdır. Buna rağmen ayrılış yoluna gidilmesi, bîçare bir malûl
veya malulenin daha ziyade müteellim olmasına sebebiyet verecekdir ki, böyle
bir hareket, insanî duyguları elbette rencide eder.
Zevç ile zevce
arasında tekarrüb ve tevellüd vukuu, nikâhın seme-ratmdan sayılır. Bu semeratın
vücude gelmemesi, asıl nikâhın izale edilmesini icab etmez. Bunun içindir ki,
tekarrübe muktedir olmayan bir erkeğin veya akım bulunan bir kadının nikâhı da
sahih olarak münakid olur.
Bazı hastalıklardan
tabiatlerin teneffür edeceği ve bunların sirayet ihtimali doğrudur. Fakat
bunlardan her halde feshi nikâh suretiyle firar edilmesi lâzım gelmez. Meczum
hakkındaki bir hadisi şerifden böyle bir mâna çıkarılması doğru değildir.
Bu gibi malullerin
yanlarına gidilmesi, kendilerine bakılması mü-bahdır. Hattâ bu gibi
zavallıların hizmetlerinde bulunacak kimselerin sevaba nail olacakları
şüphesizdir.
Resuli Ekrem,
sallâllahü tealâ aleyhi vesellem efendimiz, ihtiraz ve tevekkül hususunda
ümmetine siai emri beyan için baza» meczum i!e müsafehada bulunmadığı halde
bazan da bir arada team tenavül buyururlardı.
Filhakika insan,
mümkün mertebe bu gibi malûllerden tevakkide bulunmalıdır. Fakat bütün bütün de
vâhimeye kapılarak böyle bir bedbahta karşı inkisarı hatırını mucib olacak
suretde müteneffirâne bir muamelede bulunmamalıdır. Çünkü böyle bir hal,
insanların ahlâkı fâzı-lasına uygun düşmez. Böyle bir ayıbdan dolayı tarafı
Nebeviden nikâhın feshi iltizam buyurulmuş olduğuna dair olan bir rivayet ise
usulü dairesinde sabit değildir. Fethül'kadirde beyan olunduğu üzere bunun
râvile-ri arasında metruk, meçhul kimseler vardır.
Nikâhı beyî
muamelesine kıyas etmek de doğru değildir. Çünkü be-yîde iki tarafın maksadı
maldır. Nikâhda maksadı aslî ise mal değildir. Binaenaleyh bazı ayıblardan
dolayı veya mebîin görülmemiş olmasından dolayı akdi bey'i fesh caiz olabilir.
Fakat insanî bir münasebet ve muka-renet tesisine hâkim olan nikâhın feshi
hususunda böyle bir cevaz gösterilmesi muvafık olamaz.
Kadında bulunan karn,
retak gibi arızalar, fennî ameliyat neticesinde bertaraf edilebilir. Diğer
hastalıkların bir kısmı da bir tedavi neticesinde zail olabilir.
Velhasıl : malûl bir
şahıs da cemiyet arasında yaşamak hakkına mâlikdir. Böyle bir zavallı, cemiyet
hayatından bilkülliye tecrit edilemez. Bir insana mensub olduğu cemiyet
arasında en yakın olan ferd ise kendi zevci veya zeveesidir. Artık bîçare bir
malûl veya mâlûleyi kendisine en yakın olan ferd de terk ederse hâli ne olur. ?
Böyle bir iptilâ
karşısında bulunan bir aile efradı için takdirlere en şayan vazife, sabır ve
tahammül dairesinde hareket ederek, içlerinde bulunan illetli bir ferdin daha
ziyade müteellim olmasına sebebiyet vermemek ve bu insanî vazifeden dolayı
manevî mükâfata leyakat kesbet-miş olmakla müteselli bulunmakdır.
İşte bazı illetlerden
dolayı nikâhın fesh edilmemesini hikmet ve maslahata daha uygun gören bu
üçüncü zümreyi de İmamı Âzam ile îmam Yusuf vesâir bazı müctehidler, teşkil
etmektedirler.
(4) : üncü
zümreye nazaran bir kadın, kocasmdaki innetden, cüb-den, cüzamdan, beres ile
cinnetden dolayı muhayyer olacağı gibi bir erkek de zevcesindeki retakden,
karnden, cüzamdan, beres ile cünûndan dolayı muhayyer olur. Çünkü bu gibi
illetler, Elmuğnî'de beyan olunduğu veçhile ya mukarenete mani olur veya
mukarenete mani olacak bir nefret uyandırır. Bununla beraber mecnunun
.cinayetinden, diğer illetlerin de sirayetinden korkulur. Bu cihetle bunlar,
mukarenet için birer manii hissî -mesabesinde bulunmuş olur.
Filvaki bu gibi
illetler, zevciyyet hukukunu, istifaya 'hissen ve teb'an manidir. Ezcümle
beresden dolayı tarafı nebeviden nikâhın fesh edildiği mervîdir. Demek ki
beres, mensusün aleyh bulunmuş oluyor. Bu halde cüzam ile cünun da berese
mülhak bulunmuşdur. Çünkü menatı hükümde müşterekdirler, bunlardan da tabiat,
nefret eder.
Kitabül'üm'de
deniliyor ki : zevç ile zevceden birinde, cüzam, beres veya zevcede retak, karn
bulunursa diğeri için 'hakkı hiyar sabit olur. Zira ilm ehli, tıbba ve
tecrübeye müsteniden diyor ki cüzam veya beres hastalığı çok kere sirayet eder.
Bu hastalık tab'an münafereti müstelzim olduğundan zevceyn arasında mücameatin
vukuuna mani olur. Böyle bir hastadan doğan çpcukda da bu hastalık ekseri zuhur
eder. Hattâ bu çocuk salim olsa bile onun zürriyetinde tesiri görülür.
Cünûn ile habl -
fesadı akl de zevciyyet hukukuna riayeti ihlâl eder. Bazan bir mecnun, bir
mahbul, arkadaşına saldırır, çocuğunu öldürmeğe kıyam eder. Artık nikâhdan
matlûb gaye fevt olur.
Şüphe yok ki selîm
tabiatler, bu gibi malûller ile mücaleset ve mu-
karenetden teneffür
eder. Bu tabiî teneffür : arslandan
firar etdiğin gibi cüzamhdan firar et) hadisi
şerifîle de müeyyed
bulunmakdadır. îzdivacdan maksud olan mukare-net ve husuli evlâd gayesi, bu
teneffüre mebnî fevt olur. Ve bu illetler, bazan evlâd ve ensaba da sirayet
eder. Bu, fenne sabit bir hakikatdir.
Şu da muhakkak ki,
kâinatda hiçbir şey, bizzat müessir değildir. Bütün tabiat zerrelerinde mevcud
olan muhtelif, tabiî hassalar, yedi meşiy-yetin, kudreti fâtıranın hükmü
altındadır. Şu kadar var ki, sanii âlem olan Allah Teaiâ Hazretleri, bir takım
kevnî hâdiselerin zuhurunu birer adî sebebe rabt etmiş olduğundan bu misillû
marazların, illetlerin sirayet sebebiyle tahaddüs edebileceği istibâd
edilemez.
Fen ehlinin «kanuni
tabiat» dedikleri bu keyfiyete lisanı şeriatde «Süneni ilâhiyye» ıtlak olunur
ki, bu süneni eelîlenin - hilafı takdir olunmadıkça - hükümleri tebeddül ve
tehallüf etmez. Nitekim nazmı
kerîmi de bunu naükdir.
Binaenaleyh mezkûr
illetlerden her biri, takdiri ilâhîye müstenid olarak -. şeraiti mevcud olunca -
diğer şahsa sirayet eder. Sirayet etmemesi mukadder olduğu suretde ise
bizzarure kimseye bir mazarrat veremez. -Nitekim malûl bir şahsın iki
çocuğundan veya iki refikasından biri ondaki illete tutulduğu halde diğeri
bundan asiâ müteessir olmamış bulunur. Bunun bir mukavemet kuvvetini haiz ve o
illetin sirayetine se-beb olan hüveynatın tesirine mani bir mizaç ve tabiate
malik bulunması ise şübhe yok ki yine Allah Tealânm takdir ve meşiyyetine
müsteniddir.
Nihayetül'muhtacda
beyan olunduğu üzere cüzam, beres
gibi illetler, bazan muaşirlere evlâda,
nesle sirayet eder. Hadisi itikadım
nefy içindir. Yoksa bunların takdiri ilâhiye müstenid olrak sirayetini nefye
delâlet etmez. Binaenaleyh hadisi
şerifi sahihdir. İşte
mezkûr illetlerden dolayı feshi nikâha kail olan bu dördüncü zümreyi de eimmei
selâse ile diğer bazı ullema teşkil etmekdedirler. [36]
574 - : Zevç
ile zevce arasında nifak ve şikak zuhur edib de her
ikisi veya yalnız birisi mahkemeye
müracaat edib keyfiyeti haber verince hâkim, meseleyi tahkik eder. iki tarafa
veya haksız görülen tarafa nasihat verir ve icabına göre ta'zirde bulunur.
Fakat zevcin muvafakati olmaksızın talâka hükm edemez.
575 - :
Zevceyn arasında nifak ve şikakdan dolayı
mahkemeye müracaat edildiği ve mesele tedkik ve istizaha muhtaç
bulunduğu takdirde hâkim canibinden iki zat hakem tayin edilebilir. Hakemler
ıslahı beyne çalışır. Fakat zevcin vekâletini haiz olmadıkça talâka hüküm veremezler.
576 - : Bir erkek, zevcesinin hukukuna riayet
etmediği, meselâ: kendisini haksız yere döğdüğü veya tahkir etdiği takdirde
kadın, keyfiyeti hâkime arz edebilir. Bu halde keyfiyet, ikrar veya beyyine
ile sabit olurda hâkim, ö erkeği ta'zir ve zevciyyet hukukuna riayet etmesini
kendisine emr eder. Fakat mücerred bununla aralarım tefrika karar vermez. Bedayi, Hindiyye, Dürer.
« (Yukarıdaki
mes'eleler, Hanefiyyeye göredir. Şafiî mezhebindeki esah görülen rivayete
nazaran da zevç ile zevcenin nifak ve şikakdan dolayı tayin edilen hakemler,
zevcin vekâletini haiz olmadıkça aralarını tefrika karar veremezler.)
(Hanbelî mezhebinde
ise hakemlere dair iki kavi vardır. Bir kavle göre hakemler, zevç ile zevcenin
vekilleri mesabesinddirler, onların izin-lri olmadıkça aralarını ayıramazlar.
Ata'nın mezhebi de böyledir. Diğer bir kavle göre hakemler, hâkimdirler,
münasib gördüklerini yapabilirler. Gerek bir ıvez mukabilinde ve gerek ıvezsiz
olarak zevceynin tefrikine karar verebilirler. Onların tevkiline, rızasına
muhtaç bulunmazlar. Bu kavi, imam Ali Hazretleri ile İbni Abbas'dan ve
Evzaî'den mervidir.
Hakemler, tayin
edüdikden sonra zevceynden biri tegayyüb etse bakılır : hakemler, vekil telâkki
edildiği takdirde reylerini imza edebilirler. Çünkü vekâlet, müvekkilin
gaybubetiyle bâtıl olmaz. Fakat hâkim, telâkki edildikleri takdirde
hükümlerini. imza edemezler. Çünkü bu halde zevceynden her biri, mahkûmun aleyh
olacakdır. Gaib hakkında kaza ise caiz değildir.
Hakemlerin âkil,
baliğ, âdil, müslim, erkek olmaları lâzımdır.
Gerek vekil ve gerek hâkim telâkki olunsunlar. Bir kavle göre hür olma
arı da lâzımdır. Şafiî mezhebi de böyledir. Elmuğnî.)
(Zahiriyye mezhebine
göre de hakemler, zevç ile zevcenin arasını ayırmaya salâhiyetdar değildirler.
Belki gördükleri halleri 'hâkime inha ederler. Tâ ki hâkim, zâlim olan tarafı
men etsin, alınması lâzım gelen hakkı istihsal eylesin. Elmuhaîlâ.)
(Mâlikî mezhebine
gelince bunda tafsilât vardır. Şöyle ki
(1) : Bir
kadın, kocasından zarar gördüğünü, meselâ kocasının
kendisiyle konuşmadığını, kendisinden yüz
çevirdiğini, kendisini elem verecek bir tarzda doğduğunu veya kendisine
hakaretde, seb ve setimde bulunduğunu bil'iddia bunu hâkimin huzurunda beyyine
ile isbat etse nefsini tatlik hususunda muhayyer olur. Meşhur olan kavle göre
bu zarar, velev ki tekerrür olmasın.
Binaenaleyh kadm,
dilerse nefsini bir bain talâk ile tatlik edebilir. Çünkü zarar ve zirar
memnudur. Fakat bir talâkdan ziyade tatlik edemez. Çünkü maksad bir talâk ile
hâsıl olur.
Fakat bir erkeğin
teserri veya tekrar tezevvüe etmesi veya zevcesini bazı dinî vecibelerini ifa
için te'dibde bulunması, kendisine verilmiş bir hak olduğundan bundan dolayı
zevce İçin muhayyerlik sabit olmaz.
(2) : Zevç
ile zevce, aralarında suiimtizaç- yüz gösterdiği takdirde hâkime müracaat
etmeksizin kendi aralarında matlûb evsafı haiz karib-lerinden veya
yabancılardan bir zatı bil'ittifak hakem tayin edebilir-ler. Böyle tayin edilecek
bir hakemin usulü dairesinde vereceği hüküm, nakz edilemez.
Mahcur olan zevceyn
hakmda velîlerinin veya hâkimin bu evsafı haiz yabancı bir zatı veya her
ikisine ayni derecede karabeti olan bir kimseyi hakem tayin edebileceğinde ise
iki kavi vardır. Birine göre tayin edebilirler, diğerine göre tayin edemezler,
maahaza tayin ettikleri takdirde hakemin hükmü nafiz olur.
(3) : Zevç
ile zevce, tayin etdikleri hakemleri azl ile yerlerine başkalarım ikame
edebilirler. Fakat evvelki hakemler, işe vaz'ı yed edib de zevceynin
vaziyetlerini hakkiyle keşf ve hüküm itasına azm etmiş olunca azilleri caiz
olmaz, zevceynden hiçbirinin rücuuna itibar olunamaz. Şu kadar var ki, zevç ile
zevce, zevciyyetin bekasına, hallerini ıslaha muvafakat ederlerse artık hakemlerin tefrike hükm etmeleri muvafık
olmaz.
(4) : Kadın,
nikâhın bekasını temenni etmekle beraber hâkime mü-racat ederek kocasının
taaddisinden, meselâ: kendisini yajağından hecr veya kendisine darb ve şetm
etdiğinden şikâyetde bulunsa kocasının taad-disi, ikrariyle veya beyyine ile
sabit olunca hâkim, va'z ve nasihatle ve müfid olmadığı takdirde mübrih = pek
şiddetli olmıyan bir darb ile zevci men ve zecr eder.
(5) : Zevç
ile zevceden her birinin diğerine taaddî ve tecavüzü sabit olduğu suretde
hâkim, her ikisi hakkında öğütler verir, kabul etmedikleri takdirde mübrih
olmaksızın darbde bulunur. Taaddîleri beyyine ile sabit olmadığı suretde ise
yalmz öğüt vermekle iktifa eder.
(6) : Kadın,
kocasının kendisine teaddî ve zarar iras etdiğini iddia ve mükerreren iştikâde
bulunduğu halde müddeasmı isbatdan âciz-kalsa hâkim, kendisini salih komşular
arasında bulunmuyor ise öyle komşular arasında iakân eder.
Zevceynden her biri,
diğerinin taaddî ve zararını dâva ve mükerreren bessi şekva edib de isbatı
müddeadan âciz kaldığı suretde de ayni muamele yapılır.
(7) :
Hâkim, kadım salih
komşular arasında1 iskân etdiği
halde yine iş tavazzuh etmeyib de hangi tarafda kusur bulunduğu anlaşılmazsa
biri zevcin, diğeri de zevcenin ehl ve ekaribinden olmak üzere iki hakem tayin
eder. Çünkü karibler, hakikati ahvale vâkıf, ıslahı beyne daha münasib ve
zevceynin kalblerini tatmine, düşüncelerini ibraz etmelerine daha ziyade
hadimdir.
Binaenaleyh
kariblerden hakem tayin edilecek kimseler bulunduğu halde ecânibden nasb
olunacak hakemlerin talâk ve muhaleaya aid hü kümleri nakz olunur.
Fakat zevceynin
ehlinden hakem nasb olunacak kimse bulunmazsa ecânibden iki kimse tayin
olunur.. Yalnız birinin ehlinden hakem nasb olunacak kimse bulunduğu takdirde
ise onunla beraber bir yabancı nasb edilir. Diğer bir ziyarete göre adalet ve
müsavatı temin için bu halde her iki hakemin de ecânibden intihabı iktiza eder.
Hakemlerin - ekabir
veya ecânibden olmakla beraber - Vnmşu-lardan intihabı mendubdur.
(8) :
Hakemlerin erkek, reşid, âdil, nüşuz hükümlerine vâkıf, hükm edeckleri husus
hakkında fakih olmaları şartdır.
Binaenaleyh
kadınların, çocuklar ile mecnunların, fâsik veya sefih olanların, nüşuz hükmüne
gayri vâkıf ve hükm edecekleri hususun rae-selei şer'iyyesine gayri muttali
bulunanların talâka veya nikâhı ibkaya aid hükümleri bâtıldır. Şu kadar var ki
fakih olmıyan hakemler, ulema ile bilmüşavera onların talim ve irşadı
dairesinde hükm ederlerse hükümleri nafiz olur.
(9) : ilk
evvel zevç ile zevcenin aralarım her ne veçhile mümkün ise ıslaha çalışmak, hakemîerce bir
vecîbedir. Şöyle ki : zevceyn arasında
ülfet ve güzel "muaşeretin temini maksadiyle hakemlerden her biri, hangi
tarafın hakemi ise onu yanına celb ederek sui imtizaçlarının sebeb-Ierini
sorar, diğer tarafdan husulünü istediği
bir haceti var ise onun husulüne
çalışacaklarım söyler ve lâzım gelen müessir öğütlerde bulunur.
(10) : Zevç
ile zevcenin aralarını ıslah müteazzir olduğu takdirde bakılır: Kötülük =
isaet, eğer zevcde ise'hakemler, bilâ ıvez, yani : zevceden bir mal almaksızın
£aîâka hükm ederler. Ve eğer zevcede ise - Maliki eimmesinden bazılarının
kavline nazaran - mevcud nikâhı idameye karar verirler. Meğer ki zevç, muhale
a arzusunda bulunsun. Veya zevcenin zevciyle yaşıyamıyacağı malûm olsun. O halde
münasib bir bedel mukabilinde muhalea yaparlar.
Amma kötülük, her
ikisinde bulunursa veya keyfiyet meçhul kalıb da tevazzuh etmez ve bu hal ile
beraber zevce, zevciyle ikamete razı olmazsa hakemler, kendi içtihadlarına
tabi olub ya bir bedel mukabilinde veya bedelsiz olarak talâka hükm ederler.
(11) :
Hakemlerin, şeraitini cami olarak verecekleri talâk hükmü, zevç ile zevcenin
rızalarına mütevakkıf olmaksızın nafiz olur ve bu talâk, beynunetle muttasıf
bulunur. Velev ki bir ıveze mukarin olmasın.
(12) : Hakemler,
hükümden sonra keyfiyeti kendilerini nasb ve" irsal eden hâkime ihbar etmeğe
mecburdurlar. Bunun üzerine hâkim, vaki olan hükmü bilâ terahî imza eder,
yani :
«sizin hükm etdiğiniz şey ile hükm etdim» diyerek hakemlerin hükmünü tenfiz eder. Yoksa bu hükmü nakz etmesi ve ona
muarezada bulunması caiz olmaz.
(13) :
Hakemler, talâkdan sonra asıl bedelde ihtilâf
ederek biri, talâkın ıvez mukabilinde olduğunu, diğeri de ıvez
mukabilinde olmadığını idia etse zevce, ıvezi iltizam etmedikçe zevcine talâk
lâzım gelmez. Belki yeniden hakem
tayini icab eder.
Fakat hakemler, ıvezin
mikdarında ihtilâf etdiği suretde hul'i misle itibar olunur. Yani : öyle bir
kadının muhaleâ olabileceği bir ıvez mukabilinde talâk vaki olur. Şu kadar var
ki, bu ıvez ziyadeyi idda eden hakemin beyan etdiği mikdardan fazla olursa
yalnız bu mikdar lâzım gelir. Ve azı idia eden hakemin kail olduğu mikdardan
dûn bulunursa bu mikdar icab eder,
Ivezin sıfat ve
cinsinde ihtilâf bulunduğu suretde de hükm, bu minval üzeredir. Muhtasarı
Ebİzziya, Şerhi Ebil'berekât, Haşiyei Düsukî, Minehülcelîl, Şerhi
Muhammedirhırsî. [37]
577 - : Zevç
ile zevce arasında nifak, şikak, geçimsizlik zuhuru halinde beyinlerini ıslah
için münaaib iki zatın hakem tayin edilmesi, şübhe yok ki aile hayatının
devamına hizmet edeceği cihetle pek muva-fikdır. Bu hikmete mebnîdir ki
Kur'anıkerîmde buyurulmuşdur..
Yani : zevç ile zevce
arasında bir açıklık, imtizaçsızhk vukuundan korkarsanız bir hakem zevcin
kariblerinden, bir hakem de zevcenin ka-riblerinden gönderiniz, aralarını
bulmaya memur ediniz - bunlar, ıslah kasdinde bulunurlarsa Allah Tealâ
aralarını ıslah ve telife muvaffakiyet ihsan buyurur. Şüphe yok ki, Allah
Tealâ alimdir, habîrdir, Herkesin hareketini, maksadını bilir, dilediğim
tevfikine nail eder.
Malûmdur ki, güzel
idare ve imtizaçdan mahrum bir aile, mesud bir hayata nail olamaz. Bütün
günleri niza ve şikak île geçen bir zevç ile bir zevce arasındaki zevciyyet
rabıtasının devamından içtimaî bir faide beklenemez. Fakat aile hayatında ara
sıra görülecek bazı huşunet-li hallereden dolayı hemen zevciyyet ilgisinin
çözülmesine meydan vermek de maslahata muvafık değildir. Beşeriyet hasebiyle
zevç ile zevce arasında bazan baş gösteren bir niza ve cidalin bilâhare bir
muhabbet ve imtizaca mübeddel olduğu daima görülen şeylerdendir. Bahusus işin
sonunu güzelce teemmül ve muhakeme edebilecek bir halde bulunmıyan bazı
kadınların bir infiale tebeiyyeüe irtikâb etdiklen fena hareket ve muaşeretden
dolayı muahharan nedamete duçar oldukları pek çok gö rülmektedir.
Binaenaleyh bekası
matlûb olan zevciyyet rabıtasının hemen böyle bir vesile ile inkıtaa uğramasına
ve bazı bed tînet kimselerin aile arasına fesad düşürmesine meydan vermemek
için hâdiseyi hakemler havale etmekden daha muvafık bir çare olamaz. Ancak bu
hakemlerin lüzum gördükleri takdirde talâka, muhaleaya hüküm verebilmeleri de
muvafık mıdır? Hakemlerde esasen böyle bir salâhiyet var mıdır?. îşte bu cihet,
müctehidler arasında ihtilâfı mucib olmusdur.
Evvelce de beyan
olunduğu üzere hakemler, Hanefî ve Zahiriye imamlarına ve îmam-ı Şafiî ile îmam
Ahmedden birer kavle nazaran yalnız ıslahı beyne memurdurlar. Tefrika hükm
etmeğe salâhiyetleri yokdur. Fakat Malikî imamlarına göre hakemler, bu
salahiyeti haizdirler. Kendilerine «hakem» denilmesi de bu salâhiyeti haiz
olduklarını ig-rab etmektedir.
Mâlikîlerin bu kavli,
zamanimızm hayat tarzlarına daha mülâim görüldüğünden bir aralık Türkiyede
hukuki aile kararnamesinin (130) uncu maddesi, bu kavle göre tanzim edilmişdi.
Mülga meşihat
dairesinde münakid bir encümen tarafından (Usuli muhakematı şeriyye)
kararnamesine ilâve edilmesi istenilen bazı maddelerden biri de Mâlikîlerin bu
kavli üzere tanzim edilmiş olduğundan o zaman bunun esbabı mucibe lâyihasında
yazmış olduğum mütalea arasında şöyle denilmişdi :
«Vakıa nikâh, mühim
bir akdi şer'îden ibaret olub içtimaî saadete bâis, eltafi ilâhiyyeden madud
bulunduğundan bunu idameye çalışmak, insanların umumî menfaatleri
icablarındandır. Fakat aile hayatında bazan öyle bir hal tahaddüs eder ki,
artık zevciyyeti devam etdirmek kabil olamaz. Bütün günleri niza ve şikak ile
geçen ve verilen müessir nasihatlerden asla müstefid olmayan kimseler arasında
zevciyyet rabıtasının devamından ferdî ve içtimaî bir faide beklenemez. Hele
erkek, talâka ehliyeti haiz olduğundan böyle bir hal vukuunda talâka tevessül
ederek kendisini zehrâlûd bir yaşayışın elîm tazyiklerinden kurtarabilir. Fakat
kadınlar bu ehliyete mâlik
olmadıklarından böyle bir hâle maruz bulunacak bir zevcenin ne kadar mügkilât
içinde kalacağı beyandan müstağnidir. Hattâ bu babdaki hayatî ilcaatdan dolayı
bazı kadınlar, bir takım gayri meşru çarelere baş vuruyor, ve nüşuz halinde
devam ederek rabkai nikâhdan kurtulmak için kocaları hakkinda diyanet ve
insaniyetle te'lifi kabil olmayan gayri sahih isnadlara cüret gösteriyorlar.
İşte bu gibi müessif
hallerin artmasına meydan vermemek için -bu hususda eimei Mâlikiyye hazeratınm
ekvali veçhile amel edilmesi muhitimizin bugünkü içtimaî ahvaline nazaran
hikmet ve maslahate daha muvafık görüldüğünden on ikinci madde o veçhile tanzim
kılınmışdır.»
Velhâsıl : kat'î lüzum
görüldüğü takdirde şeraiti dairesinde hakem tayini usulünden istifade edilmesi,
aile hayatı pek faidelr görülmektedir. [38]
578 - :
Iddet; vefat veya müfarekatden sonra baki kalan nikâh asarının inkızası için
şer'an muayyen olan bir ecel bir müddet de-mekdir ki, bu müddet nihayet
bulmadıkça zevç veya zevce başkasiyle ve bazı ahvalde biribiriyle tekrar
evlenemezler.
Bu tarifden de
anlaşılacağı üzere iddet, hem erkekde, hem de kadında carî olabilir. Fakat
kadınlarda cereyam asıldır. Binaenaleyh iddet mebhasinde verilecek tafsilât,
kadınlara mahsus iddetlere aid ola-cakdir. Erkeklere aid olan iddetler ise şu
veçhile hülâsa edilebilir:
(1) : Bir
erkek, boşadığı kadının iddeti bitmedikçe hemşiresini veya teyzesini, halasım
tezevvüc edemez. Çünkü bunların
nikâhda cem edilmeleri caiz değildir. Iddet içinde ise eseri nikâh, bakîdir.
(2) : Bir
erkek, dört zevcesinden birini boşasa onun iddeti nihayet bulmadıkça beşinci
bir kadınla evlenemez.
(3) : Bir
erkek, hurre olan zevcesini tatlik etse iddeti bitmedikçe bir cariye ile
evlenemez.
(4) : Bir
erkek, üç talâk ile boşadığı kadın ile iddeti, nihayet bu-lub tahlili şer'î
bulunmadıkça tecdidi nikâh edemez.
(5) : Bir
müslim erkek, bir -mültecide ile veya bîr veseniyye veya mecusiyye ile
evlenebilmek için bunların müslüman olmalarına intizar etmek lâzım gelir.
(6) :
Zinadan gebe kalmış olan bir kadınla evlenmiş olan bir erkeğin, o kadına
hamlini vaz etmedikçe tekarrüb etmesi halâl olmaz. Meğer ki o hami,
kendisinden olsun.
(7) : Bir
erkek, dari harbden seby olunmuş bir kadınla evlense veya ona mâlik olsa o
kadına bir hayz görmedikçe ve zatüHıayz olmadığı takdirde bir ay geçmedikçe
tekarrübedemez.
(8) : Bir
erkek, dari harbden dari islâma ihtida ederek muhaceret-de bulunan yüklü bir
kadmıhamlini vaz etmedikçe tezevvüc edemöz. Be-dayî, Bezzaziyye, Hindiyye,
Dürer.
işte bu gibi muvakkat
bir müddetle vuku bulacak bir intizara «iddeti rical» adı verilmişdir.
Şunu da ilâve edelim
ki, iddetin mikdarı hususunda kadınların canibine itibar olunur, erkeklerin
canibine itibar olunmaz.
Binaenaleyh hur olan
erkekler ile memlûkler arasında iddet bakımından fark yokdur. Belki hur olan
kadınlar ile cariye, müebbere, mü-kâtebe, ümmi veled olan kadınların iddetleri
arasında fark vardır. Nitekim aşağıda beyan olunacakdır.
(Zahiriyyeye göre
iddet hususnda hurre ile câriye ve saire müsavidir. Aralarında talâk ve vefat
iddetleri itibariyle bir fark yokdur. Diğer müctehidlerin bu hususdaki
akvaline ileride işaret edilecekdir.) [39]
579 - :
iddetin vücubine sebeb, duhul İle veya halvet ile veya mevt ile teekküd eden
nikâhı sahihdir veya gibhi nikâhdır veya şübhei nikâh ile mukarenetdir. Ummi
veledde şibhi nikâh vardır. Nikâhı fâsidde de şübhei nikâh mevcuddur.
Binaenaleyh duhul veya
halvet ile teekküd etmeyen bir sahih nikâhın talâk ile veya fesh ile
zevalinden veya duhulden evvel nikâhı fâsid ile zevcin vefatından dolayı iddet
lâzım gelmez. Nitekim aşağıda beyan olunacakdır.
Kezalik : mezniyye
için iddet yokdur. Onu bir müddet beklemeksizin tezevvüc caizdir. Şu kadar var
ki, gebe kalmış ise hamlini vaz edinceye kadar mücameati caiz olmaz. Gebe
olmadığı takdirde de bir hayz beklemek suretiyle istibra, zevç için mendubdur.
(imam Şafiînin kavli ceddine göre tekarrübden
evvel boşanan kadına mücerred halveti sahiha bulunmuş olmasından dolayı iddet
lâzım gelmez. Elimığnî.)
580 - :
Nikâhı sahihde iddete nazaran gerek halveti sahiha ve gerek halveti faside
tekarrüb hükmündedir. Nikâhı fâsid ise böyle değildir. Çünkü nikâhı fâsidde
tekarrüb halâl değildir ki, tekafrübe vesile olan halvet, tekarrüb makamına
kaim olsun, tddetin vücubünün sebebi veya şartı ise tekarrüb veyaalel'itlâk
halvetdir.
Binaenaleyh fâsiden
nikâh olunan bir kadın, tekarrübden evvel mütareke veya fesh voliyle
kocasından tefrik edilse iddet beklemeğe mecbur olmaz. Çünkü bu halde istibrai
rahime lüzum yokdur ki, iddet lâzım gelsin.
581 - :
tddetin mebdeine gelince bu; talâk, vefat veya fesh ve mütareke hâdiselerinden
birinin vukuu ânıdır. Bu andan itibaren iddet, vâ-cibürriâye olarak bağlar.
Binaenaleyh bir
kadının iddeti, kocasının vefatı veya kendisini bo-sadığı günden itibaren
başlayrb devam eder. Velev ki bu hâdiseden haberdar bulunmuş olmasın. Çünkü
iddet, muayyen bir müddetden ibaret olduğundan bunun geçmesine zevcenin
ittılâı şart değildir. Mecma-ül'enhür.
582 - :
tddetin müntehası da muayyen müddetlerin
geçip nihayet bulmasiyle veya vaz'ı hami ile tekarrür eder. Buesaslar üzerine
aşağıdaki meseleler teferrü eder.
583 - :
Talâk veya vefat iddetinin mebdei, ayın gurresine müsadif olursa hilâllere ve
ayın esnasına tesadüf ederse günlere itibar olunur.
Binaenaleyh ikinci
takdirde hayz görmeyen bir mutallâka, doksan gün, kocası öîüb gebe bulunmıyan
bir kadın da yüz otuz gün iddet bekler. Çünkü bu takdirde günlere itibar
olunması, iddet müddetinin artmasını icab edeceğinden ihtiyata daha
muvafıkdır.
Bu mesele,* îmamı
Azama göredir. îmameyne göre birinci ay, son aydan ikmal edilir. Aradaki
aylarda hilâllere itibar olunur. Çünkü iddet-lerde ehille, asıldır. Bedayi.
584 - :
îddetin mebdei, ayın ilk gününde meslâ : ikindi vaktine tesadüf etse yine
hilâllere itibar olunur. Bugünün geçmiş saatlerin, son ayın ilk gününden ikmal
etmek icab etmez. Hindiyye.
585 - : Bir kimse, zevcesini boşadığı halde bunu
bir müddet sak-layıb da badehu ikrar eylese muvazaa töhmetini def için ikrarı
vaktinden itibaren iddet lâzımgelir. Bu suretde kadın, kocasını tasdik eder ve
geçmiş müddet, iddet zamanını doldurmuş bulunursa bu kadına nafaka ve kisve
lâzım gelmez. Amma kocasını tekzib eder, yani : talâkın iddia edildiği zamana
isnadını inkâr eyler veya boşamanın vukuuna muttali olmadığını ifadede
bulunursa ikrar vaktinden itibaren iddet nafakasına ve kisveye müstahik olur.
Dürri Muhtar.
586 - : Bir
kadın, kocasının vefatını haber ahb da vefatının vaktinde şek eylese mevtini
teyakkun etdiği vakitden itibaren iddet
bekler, Çünkü iddet hususunda ihtiyat ile amel olunur. Mecmaurenhür.
587 - : Bir
kimse, zevcesini boşayıb da muahharan inkârına nıuka-rin talâkı beyyine ile
isbat olunarak tefriklerine hükm edilse talâk vaktinden itibaren iddet lâzım
gelir, yoksa hüküm vaktine itibar olunmaz. Tenvirül'ebsar.
588 - : Bir
kimse, zevcesini bainen boşamış olduğu halde bir müddet beraber ikamet etse
bakılır: Eğer talâkın vukuunu nâs arasında ikrar etmişisetalâk ânından
itibaren iddet başlamış olur. Amma münkir bulunmuş ise iddet o andan itibaren
başlamış olmaz.
Kezaük muhalea vukuunu nâsa beyan ve buna işhadda
bulunduğu takdirde iddet, muayyen müddetin geçmesiyle nihayet bulmuş olur, ve
illâ nihayet bulmaz. Dürri Muhtar.
589 - : Bir
kimse, iki zevcesinden tayin etmeksizin biriniboşayıb da sonra bunlardan
hangisini boşamış olduğunu beyan etse bu beyan vaktinden itibaren iddet lâzım
gelir. Yoksa boşamanın vukuu zamanına itibar olunamaz. Hattâ o kimse, bu
beyandan evvel ölse zevcelerinden her birine üç hayzi ikmal etmek şartiyle
vefat iddeti lâzım gelir. Dür.
590 - :
Nikâhı fâsidden dolayı icab eden iddet, mütareke veya tefrik ânından itibaren
başlar. Şayed hâkimin fesh ve tefriki, kadının hayz haline müsadif olursa
iddetin mebdei, bu hayzin hitamından
muteber olur. Çünkü iddeti istikmal için üç kâmil hayz lâzımdır.
Fâsid bir nikâhdan
dolayı iddetin lüzumu, yalnız rahmi istibra içindir. Bu istibra ise feer ne
kadar bir hays ile hâsıl olursa da ihtiyaten üç hayz gurmek icab eder. Bedayi,
Reddi Muhtar.
591 - : Bir
kimse, fâsid bir akd ile tezevvüc ve tekarrüb etmiş olduğu bir kadım gıyabında
kavlen terk etse veya kendisi vefat eylese kadının iddeti bu terk veya vefat
tarihinden başlamış olur. Hindiyye.
((Hanbelî fukahası diyorlar ki : Şühur ile
iddet bekliyen bir kadın, mufarekat vuku bulduğu saatden itibaren iddet
bekler. Meselâ : gecenin veya gündüzün yarısında mufarekat vukubulsa o vakitden
itibaren misline kadar iddet bekler. Ehli ilmin ekserisi buna kaidir. Yalnız
Ebu Abdülâh tbni Hamide göre iddetler, saatler ile hisab edilmez, belki gündüz
ile gecenin evvellerine bakılır. Binaenaleyh gündüzün yapılan bir talâkda o
günün akşamından itibaren iddete başlanılır. Bilâkis geceleyin vukubulan
talâkda bu geceyi takib eden gündüzün evvelinden itibaren iddet hisab ediür.
imam Mâlikin kavli de böyle böyledir. Çünkü satleri hisabda meşakkat vardır.
Elmuğnî.)
(Zahiriyyeye göre gebe
olmayan bir mutallâka veya müteveffa an-ha, kendisine yetişen talâk veya vefat
haberinden itibaren iddet bekler Gebe bulunan bir müteveffa anha ise kocasının
vefatı tarihinden itibaren iddete başlamış olur. Elmuhalîâ.) [40]
592 - : İddetin nevileri, hayz ile, şühur ile ve
hamli vaz ile olmak üzere üçdür. Bazan da eb'adüTeceleyne, yani : talâk ile
vefat iddetlermden hangisi daha uzun ise ona riayet olunur.
İddetlerin müddetleri
ise muhtelif bulunur. Nitekim aşağıdaki meselelerden tafsilâtı anlaşılacakdır.
593 - :
Iddet, ya hayz ile olur. Şöyle ki: sahih bir akd ile men-kuhe olub tekarrübden
veya sahih veyafâsid halvetden sonra kocasından ric'iyyen veya bainen talâk
ile veya ademi kefaet gibi bir sebebe mebni fesh ve tefrik ile ayrılan ve hâmil
ve iyas sinnine vasıl ve ha-yizden kesilmiş bulunmayan hur kadınların iddet
müddeti, üç hayzi kâmildir. Carijıe olan zevcelerin hayz ile olan iddetleri
ise tam iki hayzdir.
Binaenaleyh talâk veya
fesh ve mütareke, hayz haline müsadif olursa bu hayze itibar olunmayib bundan
başka hurre için tam üç, cariye için de tam iki hayz müddeti beklemek icab
eder. Çünkü hayz, tecezzi etmez. Bedayi, Bahri Raik.
(tmam Ahmede göre de
böyle bir hurre üç hayz ile, cariye olan zevce de iki hayz ile iddet bekler,
imam Mâlik ile tmam Şafiîye göre ise böyle bir hurre üç tuhr ile, cariye de iki
tuhr ile iddet bekler. Talâkın vuku bulduğu tuhr de iddete mahsub edilir.
Bu gibi hurre olan
kadınların iddeti âyeti celîlesiyle sabitdir.
«Kuru1» lâfzı, «kur» lâfzının cem'idir. Bu lâfz, hem hayz hemde
tuhr mânasına gelir. Binaenaleyh
Hanefiyye, hayz mânasını, Mâlikîyye ile Şefiiyye de tuhr = temizlik hali
mânasını iltizam etmişlerdir.
İmam Ahmed dahi tuhr
mânasını iltizam etmiş iken bilâhare rü-cu etmiş ve demişdir kî : Ben kur'un
tuhr mânâsına olduğuna kail idim, sonra ekâbirin kavline rücu etdim, şârii
mübînin lisanında kur'un tuhr mânasında istimali bir mevzide mahud değildir.
Keşşafül-kma.)
(Mâlikîlerin
müteahhîrlerinden bazı fukahaya göre hayz gören bir kadının iddeti, üç ay
tamamından evvel - üç tuhr ile - nihayet bulsa ihtiyaten üç ay tamamına kadar
intizar eder. Bu müdet bitmedikçe baş-kasiyle evlenemez. Çünkü kadınların ayda
bir defadan ziyade âdet görmeleri nadirdir. Erameliyyatürâmme.)
(Zahiriyyeye göre de
kuru'dan murad, tuhrlardır. Medhıılün biha olub hayz gören bir mutallâkanın
iddeti, hür.olsun olmasın üç tuhr-dur. Talâkın vukuu bulduğu tuhr, bir saatdeiı
az da olsa yine iddete mahsub edilir. Bunlardan sonra iki tuhrı kâmil ile iddet
nihayet bulur. Elmuhallâ.
Yalnız Ztihrîye göre
bu az olan tuhr, iddete mahsub edilmez, ayrıca tam üç tuhr beklemek lâzım
gelir. Elmuğnî.)
594 - :
îddet, ya şuhur ile olur. Şöyle ki : sahih bir nikâh ile menkuhe olan ve
yaşının büyük veya küçük olmasından dolayı zatülhayz ol-mayıb da tekarrübden
veya sahih veya fâsid halvetden sonra kocasından talâk ile veya fesh ve tefrik
ile ayrılan hur bir kadın, talâk veya tefrik tarihinden itibaren üç ay iddet
bekier. Bu halde cariye olan bir zevce de bir buçuk ay intizarda bulunur.
Buluğ çağına
girdikleri halde henüz hayz görmeyen kadınlar hakkında da hüküm böyledir.
Fakat evvelce hayz
görmüş olan genç bir kadın, bir sene veya daha ziyade bir müddet âdetden
kesilirse sinni iyasa vâsıl olmadıkça üç hayzini ikmal edinceye kadar iddet
beklemeğe mecbur olur." Bu kadına «mümteddetüttuhr» denilir ki, hayz
görmüş olduğu halde gebelik-den veya iyasdan nâşi olmaksızın bir arıza
sebebiyle âdeti mürtefi olmuş kadın demekdir. Bu da iddet hususunda hayz gören
kadınlardan sayılır.
Binaenaleyh iftirakdan
sonra bir veya iki hayz görüp de badehu tuh-ru îmtidad eden böyle bir kadın,
sinni iyasa kadar bekler, üç hayzi ikmal edemezse iyasın başlangıcından
itibaren üç ay iddet bekler.
Fakat mercuh olan bir
kavle göre de mümteddettüttuhr olan böyle bir kadın, iftirakden itibaren dokuz
ay beklemekle idîletini bitirmiş olur. Dürrülmünteka.
595 - :
îyas, muayyen bir yaşa yetîşib âdet görrnekden büsbütün kesilmek hâlidir. Bu
halde bulunan kadına da «âyise» denir.
îyas müddeti hakkında
ihtilâf vardır. Müftabjjj görülen bir kavle göre elli beş senedir. Bu yaşdaki
bir kadın, herhangi bir ırka mensub olursa olsun ayise sayılır.
Şu kadar var ki hayiz,
en az altı ay kadar bilâ fasıla kesilmiş olmalıdır. Bu müddet, gerek bu elli
beş senenin son aylarına ve gerek eli beş seneyi müteakib aylara müsadif olsun
müsavidir.
Îyas çağının, elli,
altmış, yetmiş olduğuna kail olanlar da vardır. Hiç hayz görmeden otuz yaşına
kadar giren bir kız çocuğunun da ayise olacağına hükm edilebileceği mervîdir.
Fakat zahirürrivayeye naearan sinni iyas için muayyen bir mikdar yokdur. Belki
bir kadın; kavm ve kablece, kuvvet ve zafca kendi emsalinin hayzden kesileceği
bir yaşa yetişince iyas çağma girmiş, olur. Bu ise ictihad ile bilinir.
596 - : Akdi sahih ile menkulle olub tekarrübden
veya halvetden
sonra kocasından talâk
ile veya fesh ile ayrılan ve iftirakden evvel iyas çağına yetişmiş bulunan hur
kadınların iddet müddetleri, iftirak tarihinden itibaren Üç aydır. Cariyelerin
iddetleri de bir buçuk aydır. Çünkü ay, kabili tecezzîdir.
597 - :
Nikâhı sahih ile menkuhe olub gebe bulunmayan kadınların kocaları vefat edince
dört ay on gün iddet beklemeleri lâzım gelir. Gerek aralarında tekarrüb ve
halvet vuku bulmuş olsun ve gerek olmasın. Ve kendileri gerek hayz görür
takımdan bulunsun ve gerek bulunmasın. Bu on günden maksad, cumhura göre geceli
ve gündüzlü olmak üzere on gündür.
Bu müddet, cariye olan
zevceler hakkında iki ay beş günden iba-retdir. Bedayi, Dürer, Dürri Muhtar.
« (Eimmei selâsenin
mezhebleri de bu müteveffa anha hakkında böyledir. Yalnız îmam Mâlikden bir
kavle göre bu müddet için en az bir hayz bulunması lâzımdır. Elmuğnî.)
(Sinni iyas hakkında
sair müctehidlerinde muhtelif akvali vardır. Ezcümle îmam Ahmedden bir
rivayete göre iyas çağının mebdei, ellinci senedir. Diğer bir rivayete göre de
Arab ırkına mensub olmayan kadınlar elli yaşlarında, Arab kadınları ise -tabiatleri
daha kuvvetli olduğundan - aitmiş yaşlarında ayîse olurlar.
İmam Şafiîden de iki
rivayet vardır. Birine göre kadınların artık hayz görmiyecekleri müteyakken
olan bir yaşa vâsıl olan bir kadın ayise olmuş olur. Bu, bazılarınca altmış iki
yaşdan İbaretdir. Diğer rivayete göre her kadın hakkında mensub olduğu aşiret
kadınlarının ayîse oldukları müddet nazara alınır. Fakat sahih olan şudur ki,
bir kadın, elli yaşma girer de âdeti veçhile gördüğü hayzi, sebebsiz olarak kesilirse
. âyise olmuş olur. Ancak elli yaşından sonra yine âdeti veçhile dem görmeğe
başlarsa bu, sahih olan kavle göre hayz sayılır, kadın ayise olmakdan çıkar.
Altmış yaşından sonra dem görürse artık hayz sayılmaz, dem görmeyen kadınlar
gibi ay hesabiyle iddet bekler. Elmuğnî.)
(Maliki mezhebine göre
sebebsiz olarak veya bir hastalığa mebnî âdetten kesilen genç, -
mümteddetüttuhr - bir kadın, iddetin lüzumu tarihinden itibaren gebelik
şüphesini izale için istibraen dokuz ay intizar eder. Bu müddet, hayzsiz bir
halde geçince üç ay daha bekler, bununla iddetini ikmal etmiş olur. Hattâ
bilâhare bir sebeple başka bir iddete muhtaç olursa yalnız üç ay iddet bekler.
Meğer lii bu iddet esnasında âdet görmeğe başlasın, o halde iddeti üç tuhre
intikal eder. Bu intizar esnasında yalnız bir veya iki hayz görecek olursa son
hayzden itibaren eb'adüleceleyne tabi olur. )
Eimmei Hanefiyyenin
(480) inci meselede yazalı mümteddetüttuhr hakkındaki ictihadları, ihtiyata
daha muvafık ise de, zaman itibariyle mahzurdan salim değildir, iyas çağına
erinceye kadar başkasiyle evlenmeğe salâhiyeti olmayan öyle genç bir kadının
bazı hayatî müşkilâta ma ruz kalacağı ve bunun iddet nafakası vermeğe mecbur
olacak kocasının da büyük bir külfeti iktihama mecbur bulunacağı bedmîcür.
Maahaza nafakanın devamını temin için kendilerinin mümteddetüttuhr olduklarım,
iddia edecek kadınlar da bulunabilir. Halbuki bu hususda Maliki eimmesinin
ictihadları bu gibi mahzurlardan hâlidir. Bunun içindir ki, Hanefî fukahasından
bazı eâzım, bu veçhile ifta edilmesi reyinde bulunmuşlardır. Daha muvafıkı,
mümkün ise de bu hususda Maliki hâkiminin hükmünü istihsal etmektedir.
Dürrül'münteka.
Bir aralık Türkiye
mahakimi şer'iyyesinde tatbik edilmek üzere böyle bir madde tanzim edilmişdi.
598 - :
İddet, ya vaz'ı hami ile olur. Şöyle ki : nikâhı sahih ile men-kuhe olub gebe
iken kocası vefat eden veya kocasından talâk ile veya feshile ayrılan herhangi
bir kadının iddeti, vaz'ı hami ile nihayet bulur, Velevki vaz-ı hami hemen
vefatı veya iftirakı müteakip vuku bulsun Çünkü hamli vaz etmek, iddetden asıl
maksud olan beraeti rahime yakinen delildir.
Yalnız îmam Ebu Yusüfe
göre bir gayri mürahik çocuğun zevcesi olan kadın, bu çocuuğn vefatında gebe
bulunurlarsa bunun iddeti, dört ay on gün ile nihayet bulur. Çünkü bu hamlin
çocukdan olmayıb gayri meşru olacağı malûmdur. Binaenaleyh bunu doğurmakla
iddeti bitmiş olmaz. Fakat bu kadın, kocası olan çocuğun vefatından sonra gebe
kalsa iddeti bil'itifak dört ay on günden ibaret bulunur ve her iki takdirde de
neseb sabit olmaz. Çünkü çocuğun evlâdı olmak, âdeten müstehildir. Bedayi,
Dürri Muhtar.
599 - :
Müteaddid çocuğa yüklü bir kadının iddeti, son çocuğun doğmasiyle sona erer.
Çünkü çocuğu doğurmakla beraeti rahim
hâsıl olacağı için âdet nihayet bulur. Halbuki rahimde diğer bir çocuk bulundukça
rahimin beraeti hâsıl oîmuş olmaz 'ki, iddet hitam ersin.
Çocuğun kısmı âzami
zuhur edince tamamen doğmuş hükmünde olarak zevcin müracaat ve talâk
hakkımünkati olur. Şu kadar var ki, bu halde bulunan bir kadının başkasiyle
izdivaç akdi İhtiyaten halâl olmaz.
600 - :
Sıkıt vaki oldukda bakılır: eğer tamamen veya kısmen hilkati müstebîn ise
vaz'ı hami hükmünde bulunur. Böyle değilse onunla iddet, münkati olmaz. Çünkü
bu halde vaz'ı hami vukuu meşkukdür. Şek ise, iddetin inkizasına münafidir.
Binaenaleyh kadın,
boşanmış olub da hayz görmekde ise hayz ile, hayzden kesilmiş veya iyas çağına
ermiş ise ay ile ve kocası ölmüş ise şühur ve eyyam ile iddet bekler.
601 - : Bir
müteddenin çocuğu rahminde Ölse dışarıya çıkarılmadıkça veya kendisi iyas
yaşına girmedikçe iddeti nihayet bulmasa gerek-dir. Dürri Muhtar.
602 - :
Yukarıda (483) üncü meselede işaret olunduğu üzere doğacak çocuğun nesebi
sabit olmasa bile doğmasiyle iddet nihayet bulur.
Meselâ : zinadan gebe
kalmış bir kadın, biriyle izdivaç edib de sop.-ra tatlik edilse gocuğu
döğurmasiyle iddeti nihayet bulur. Bu çocuğun zinadan olması, akdi nikâh
ânından itibaren altı aydan az bir müddetde doğmasiyle taayyün eder. Bedayi,
Reddi Muhtar.
« (Eimmei selâseye
göre de kocası vefat eden bir kadın, hamlini vaz edince iddeti derhal nihayet
bulur. Bu, İbni Mesud Hazretleriyle ona tabi olanların reyidir. Amel de bunun
üzerinedir. Fakat İmam Ali ile îbni Abbas Hazretlerine ve bu iki zata tabi
olanlara göre bu kadın, eb'adül'eceleyne riayet eder. Binaenaleyh dört ay on günden
evvel çocuğunu doğurursa bu müddeti ikmal etmedikçe iddeti nihayet bulmaz,
Me-zahibi Erbea.)
(İmam Şafiînin bir
kavline göre hilkati müstebîn olmayan sıkıt, kadınlara gösterilir. Diğer bir
kavline göre bu sıkıt, sıcak suya atılır. İnhi-lâlederse çocuk olmadığı
anlaşılır. înhilâl etmezse çocuk olduğu teaytin eder. Bedayi.)
(Zahiriyyeye göre de
vaz'ı hami ile iddet biter. îddet bekleyen bir muta!lâk anın hamli, gerek
kendisini boşamış plan kocasından olsun ve gerek zinadan veya ikrahdan
mütehassü bulunsun müsavîdir. Fakat çocuk, validesinin rahminde Ölecek olsa
dışarıya tamamen çıkarılmadıkça iddet bitmez. Velev ki yalnız bir parmağı
çıkmamış olsun.)
603 - :
îddet, bazan da eb'adül'eceleyn ile, yani : iki müddetin hangisi daha uzun ise
onunla olur. Şöyle ki :
Talâkı far ile
boşanmış olan, yani, kocasının marazı mevtinde bainen tatlik edilmiş bulunan
bir kadın, henüz iddeti hitam bulmadan kocası vefat etse eb'adül'eceleyne tabi
olur. İçinde üç hayz bulunan dört ay on gün ile iddet bekler. Şayed üç hayzi
ikmal etmeden bu müddet geçse hayzleri ikmal edinceye kadar iddeti uzar. Çünkü
talâkı farda zevce varis olacağından eseri nikâh, kısmen baki sayılır. Bedayi.
« (îmam Ahmedin
mezhebi de böyledir. Fakat îmam Mâlik ile imam Şafiîye ve îbni münzire göre bu
halde de beklenilen iddet ikmal edilir, iki müddetin en uzağına riayet edilmez.
Zira vefat zamanında zevciyyet, mevcut bulunnmmısdır. Elmuğnî.)
604 - :
Şibhi nikâh ile veya şübhei nikâh ile vuku bulan tekarrüb-. lerden dolayı lâzım
gelen iddete gelince bu hususda aşağıdaki hükümler carîdir :
Şibhi nikâhdan maksad,
azad edilen ümmi veledin halidir. Şübhei nikâh ile tekarübden maksad da nikâhı
fâsid ile menkuhe olan veya sehven kocasından baskasiylezifaf edilen bir kadın
hakkındaki cinsî muka-renetdir. İste bunlardan dolayı.da iddet lâzım gelir.
Şöyle ki :
Ümmi veled bulunan bir
cariyenin mevlâsı vefat etse veya bu cariye mevlâsı tarafından azad edilse
bakılır : Eğer âdet görmekde ise üç hayz
ile, âdet görmeyen takımdan ise üç ay müddetle iddet bekler. Gebe ise çocuğunu
doğurunca iddetden çıkar.
Şübhei nikâh ile
kendisine tekarrüb edilen bir kadın da iftirakı ve fesh ve mütarekeyi müteakib,
âdet gören kadınlardan ise üç hayz ile, âdet görmeyen kadınlardan ise üç ay ile
ve gebe ise hamlini vaz etmeltf-le iddet bekler.
605 - :
Şübhei nikâh ile vetıy edilen bir kadın,
kendisine tekarrüb eden şahsın vefatı takdirinde de - henüz iftirak
vaki olmamış ise - yine ya hayz ile veya üç ay müddetle veya hamlini vaz
etmekle id-detini ikmal eder. Yoksa gebe olmadığı halde dört ay on gün iddet
bek lemez. Çünkü nikâhı fâsidde, hakikaten bir nikâh mevcud ve zevciy-yet
sabit değildir ki, bundan dolayı iddeti vefat, lâzım gelsin. Bedayi.
« (İmam Şafiîye göre
ümmi veled için iddet lâzım gelmez. Belki bir hayz ile istibra kifayet eder.
Bedayi)
(Mâlikîlere göre
nikâhı fâsidden dolayı aralan tefrik olunan kadınlar için sahih nikâh ile
menkuhe bulunan kadınların iddetleri ne müsavi bir müddet intizar lâzım gelir.
Şu kadar var ki nikâhı fâsid, bilerek meharimden birini tezevüc gibi haddi
müskit değilse bu intizara «ia-tibra» denir ve bilmeyerek tezevvüc gibi haddi
nıüskıt ise «iddet» adı verilir. Düsukî.)
(îmam Şafiî ile İmam
Ahmede göre nikâhı fâsid veya şübhei nikâh ile mevtue olan kadınlann
iddetleri, mutallâkaların iddetleri gibidir.
Kezalik : îmam Ahmede
göre mezniyyenin iddeti de şübhe ile mev-tuenin iddeti gibidir. Bu zatdan diğer
bir rivayete göre mezniyyenin iddeti bir hayz ile ist ibradan ibaretdir. îmam
Mâlikin kavli de budur.
İmam Şafirye göre ise
mezniyye için iddet lâzım gelmez. Çünkü iddet, nesebi hıfz içindir. Zinadan
hâsıl çocuğun nesebi ise zâniye lâhik olmaz.
Buna cevaben deniliyor
ki : mezniyye, başkasiyle idd#tden evvel evvel evlenirse zuhur edecek çocuğun
kocasından mı, yoksa zanîden mi ol-duğnda iştibah hâsıl olur. Bu halde neseb,
hıfz edilmiş olmaz. Buna meydan vermemek için iddet lâzım gelir. Elmuğnî.) [41]
606 - :
İddet bekliyen bir mutallâkanın kocası vefat etse bakılır : Eğer riciyyen mutallâka
ise talâk iddeti, münhedim olub yeniden vefat iddeti beklemesi lâzun gelir.
Çünkü talâkı ric'î, iddet baki oldukça zev-ciyyetin zevalini mucib olmayıb
zevcin vefatı, bu zevali mucib ve iddeti vefatı müstebrîm olur. Amma bainen
veya selâsen mutallâka ise yeniden lâzım
gelmez. Belki beklemekde olduğu iddeti ikmal eder. Çünkü zevciy-yet, talâkı
bain ile zail olmuşdur.
« (Eimmei selâsenin
kavileri de bu veçhiledir. Elmuğnî.)
607 - : Bir
kimse, kendi bainen muteddesini nikâhı sahih ile tekrar tezevvüc etdikden
sonra henüziddeti hitam bulmadan tekarüb ve hal-vetden evvel yine tatlik etse
yeni bir mehr lâzım ve tecdidi iddet vacib olur. Çünkü iddet içinde nikâhın
eseri baki olduğundan evvelki akiddeki tekarrüb, ikinci akidde de hükmündedir.
Fakat bir kimse, nikâhı
sahih ile menkuhesmi bainen boşayıb idde ti içinde fâsid nikâh ile tezevvüc
etdikden sonra henüz iddeti hitam bulmadan kablettekarrüb boşasa yeniden mehr
ve iddet lâzım gelmez. Çünkü bu suretde tekarrüb caiz olmadığından iddeti
tecdide sebep yok-dur.
608 - : Bir
muteddeye birşübhe ile tekarrüb vuku bulsa sebebip:n tecdidine binaen diğer bir
iddet daha vacib olur.
Meselâ : Bir kimse,
bainen boşadiğı zevcesine ric'iyyen muteddeye kıya sen halâl olur zanniyle
iddeti içinde tekarrüb etse veya bir şahıs başkasının mu'teddesini bilmiyerek
nikâh edib de tekarrübden sonra araları tefrik edilse yeniden iddet icab eder.
609 - : Bir
mu'tedde için yukarıdaki mesele veçhile tecdidi iddet lâzım gelen yerlerde iki
iddet tedahül eder. Yani birinci iddet, nihayet buldukdan sonra ikinci iddetin
sebebinden itibaren noksan kalan mikdarı ikmal olunur. Yoksa birinci iddetin
hitamından sonra ikinci iddete başlamak iktiza etmez. Çünkü iddet, ecelden =
müddetden ibaretdir. Ecelde ise tedahül carîdir.
Meselâ : iddet
bekliyen bir kadın, bir hayz gördükden sonra şübhe ile vatiy olunub da iki hayz
daha görse birinci iddeti nihayet bulur. Bundan sonra bir hayz daha görünce
diğer iddeti de nihayet bulur. Ve evvelce hayz görmemiş ise üç hayz ile her
iki İddeti hitama erer. Ve eğer bu mu'tedde, ay hesabiyle iddet beklemekde ise
yine o suretle iddetini ikmal eder.
610 - :
Tedahül eden iddetler, bir neviden
olatrileceği gibi başka başka nevilerden de olabilir. Meselâ : kocası
Ölmüş bir kadın, iddeti içinde bir şüphe ile vatiy edilse vefat iddetinden
dolayı dört ay on gün, bu vatiyden dolayı da üç hayz ve ayise ise üç ay iddet
beklemeğe mecbur olur. Bu halde henüz dört ay ongun hitam bulmadan sebebinden
itibaren üç hayz görse veya üç ay nihayet bulsa da bu esnada dört ay on gün de
bitmiş bulunsa her iki iddet nihayete ermiş olur. Bunlardan yalnız birisi
noksan kalınca yalnız onu ikmal lâzım gelir.
« (gafiîlere göre
iddet, bir cinsden ve bîr şahısdan olunca tedahül eder. Tuhr ile veya şuhur ile
olan iki iddet gibi. Kezaük : başka
başka cinsinden olan iki
iddet, bir şahısdan olunca 'kavli esahha göre tedahül eder. Biri tuhr ile
diğeri hami ile olan iddetler gibi. Fakat iki iddet, iki şahısdan dolayı icab
edince bunların arasında tedahül carî olmaz Her birini ayrıca ikmal lâzım
gelir. Bir mu'tedde hakkında başkasımn şübhe ile veya fâsid nikâh ile
tekarrübünden dolayı lâzım gelen diğer bir iddet gibi. Tuhfetül'muhtac.)
(Hanbelî fukahasına
göre de boşanan veya kocası vefat eden bir kadın, daha iddeti bitmeden
başkasiyle evlenerek aralarında tekarrüb vuku bulsa beynleri tefrik olunur. Bu
halde birinci iddeti ikmal eder. Sonra ikinci bir iddet beklemeğe başlar, bu
iddetler arasında tedahül car! olmaz.
Bu kadın, iki iddetin
hitamından sonra ikinci kocasiyle yeniden evlenebilir. Fakat İmam Ahmedden
diğer bir rivayete göre bu kadın, o koncaya artık müebbeden haram olmuş olur.
Çünkü o, bir hakkı vaktinden evvel ta'cil etmekle hirmaniyle muateb bulunur.
îmam Mâlikin kavlile
İmam gafiînin kavli de böyledir. îmam Şafiî-nin cedid kavline nazaran bu kadın,
birinci iddeti bitirdiktan sonra ikinci kocasiyle nikâhını tecdid edebilir,
bundan men edilmez. Zira bunun te-karrübiyle neseb, kendisinden sabit olur.
Elmuğnî.)
611 - :
İddetlerin tegayyürüne gelince bu da şu veçhile olur :
Bir kimsenin nikâhında
bulunan bir cariye, evvelâ tatlik, badehu azad edilse bakılır : Eğer ric'iyyen
tatlik edilmiş ise iddeti, hür. kadınların iddetine tebeddül eder. Nitekim
evvelâ mevlâsı tarafından azad, sonra da kocası tarafından tatlik edildiği
takdirde de hüküm böyledir.
Fakat evvelâ bainen
tatîik edilmiş ise azad edilmekle iddeti tegayyür etmez. Çünkü beynunet ile
zevciyyet zail olmuş, i'tak hâdisesi nk haline müsadif bulunmuşdur.
« (îmam Şafiîye göre
her iki takdirde de iddet, tegayyür eder. Zira iddetde asi olan kemaldir.
Noksan ise rık arızasından dolayıdır. î'tak vu ku bulunca bu arıza zail olmuş
olur. Bedayi.)
612 - : Bir
ümmi veled, menkulle veya mu'tedde olduğu halde mevlâsı vefat etse bundan
dolayı kendisine iddet lâzım gelmez.
Çünkü bu halde mevlâsımn müstefreşesi değildir.
Bu kadını evvelâ
mevlâsı azad, sonra da kocası tatlik edecek olsa üzerine hur kadınlar gibi
iddet lâzım gelir. Çünkü talâk, onun hürriyeti zamanına müsadif bulunmuş olur.
Fakat evvelâ kocası tatlik, badehu mevlâsı azad etse bakılır : eğer talâkı
ric'î ise hurre gibi ve eğer talâkı bain ise cariye gibi iddet bekler. Bu
takdirde de iddeti tegayyür etmez.
Şayed iddeti nihayet
buldukdan sonra mevlâsı vefat ederse bundan dolayı üç hayz ile iddet lâzım
gelir. Zira zevcin iddeti bitince mevlâsımn firaşına avdet etmiş bulunur.
Nitekim bir ümmi
veledin kocaya varmadan mevlâsı vefat edince de üç hayz ile iddet beklemesi
icab eder. Çünkü bu halde mevlâsının firaşın* da bulunub onun vefatiyle
hürriyetine tamamen kavuşmuş, olur. Be-dayi.
613 - :
Âdetlerin intikali de ya aylardan hayzlere veya hayzlerden aylara tebeddül
etmesi suretiyle olur. Meselâ: bir gocuk, ay hesabiyle id-det beklemekde iken
henüz üç ay tamam olmadan âdet görmeğe başlasa iddeti hayze münkalib olub
yeniden üç hayzi kâmil beklemesi lâzım gelir. Fakat üç ayın tamamından sonra
âdet görmeğe başlasa yemden iddet lâzım gelmez. Çünkü bu âdet ile evvelce
zevatülhayzden olduğu te-beyyün etmiş olmaz. Dürrül'muhtar.
« (Eimmei selâseye
göre alelekser kadınların âdet görecekleri bir çağa, meselâ : on beş yaşına
girdiği halde âdet görmeyen bir kadın, icab edince ay hesabiyle iddet bekler.
Ancak İmam Ahmedden diğer bir rivayete göre böyle bir kadın, bir sene müddetle
iddet bekler. Çünkü bunun gebe olması, bu sebeble âdet görmemesi melhuzdur.
Elmuğnî.)
614 - : Bir
âyise, üç ay ile iddetini ikmal etmeden dem görmeğe başlasa iddeti hayze
intikal eder/yeniden hayz ile iddet bekleğe mecbur olur. Şu kadar ki, bunun
âdet veçhile zuhuru ve bir halis dem olması lâzımdır. Görülen dem, bulanık
veya yeşilimtrak bir şey ise hayz sayılmaz. Bu, fesadı menbite hami edilir.
Muhtar ve müftabih olan, budur.
Fakat bu müddetin
geçmesinden sonra hayz görmeğe başlarsa, ra-cih olan kavle nazaran hayz ile
iddetini istifaya mecbur olmaz. Bu halde başka birile evlenmiş ise bu demin
zuhuru, bu ikinci nikâha zarar vermez. Çünkü iyas halinin tahakkuku için demin
mevt zamanına kadar kesilmesi meşrut olduğuna delîl yokdur. Şu kadar varki, bu
kadın ileride bir iddete muhtaç olursa hayz ile iddet beklemesi icab eder.
Yoksa bu hal, mazideki ahkâmın nakzım mucib olmaz. Dürri Muhtar.
Maahaza sinni iyas
için bir had kabul edildiğine nazaran bu hadden sonra görülecek dem, hayzden
sayılmaz, binaenaleyh iddetin intikaline bais olmaz. Nitekim emsalinin âdet
görmesi mutad ohmjran bir sagîreniiı göreceği dem de hayz değildir. Bedayi.
« (Mâlikîlere göre
hayzden kesilen bir kadın, - yukarıda yazıldığı Üzere - şuhur ile iddet
beklemekde iken âdet görmeğe-başlasa ekrabül-eceleyn ile iddetini ikmal eder.
Yani: ikinci ve üçüncü hayzin vukuiyle hayzden hali olarak yeniden bir senenin
müruruna intizar eder, bunlardan hangisi evvel vücude gelirse iddeti onunla
nihayet bulur. Şerhi Ebü'-berekât.)
(Elmuğnîde deniliyor
ki : kadınların hayz görecekleri sinnin en azı, dokuz yaşdır. Bundan evvel
görülecek kan, demi hayz sayılmaz. Çünkü bu kan, sıhhat halinde üç defa
tekerrür etmelidir. Dokuz yağdan evvelse böyle bir tekerrür vuku bulmaz.)
615 - :
Zatüıhayz olan bir mu'tedde, bir veya iki hayz ile iddet bek-ledikden sonra
ayise olsa iddeti hayzden eşhure intikal eder, yeniden üç ay iddet bekler.
Çünkü şühur = aylar, hayzden bedeldir, bir iddetde asi ile bedelin içtimai caiz
olmaz. Bedayi.
616 - :
iddeti içinde gebe kaldığı anlaşılan bir
müteveffa anhanın iddeti, şuhurdan vaz'ı hamle intikal etmez. Belki vefatdan
dolayı şuhur ile iddet bekler. Ve hami, bir şübhe ile tekarrübden münbais ise
bundan dolayı da vaz'ı hami ile ayrıca iddet beklemesi lâzım gelir. Amma zinadan
ileri gelmiş ise başka iddet lâzım gelmez. Çünkü zina, iddeti mucib değildir.
Fakat talâkdan veya
feshden dolayı1 iddet bekleyen bir kadının ta-lâkdan veya feshden sonra iddet
içinde kocasından veya başkasından gebe kaldığı anlaşılsa hamlini vaz
etmedikçe iddeti nihayet bulmaz. Zira talâka aid iddetden maksud, istibrai
rahimdir. Vaz'ı hami ise istibrada asidir. Vefata aid iddet ise hem bu maksada,
hem de teessüf ve tehazzün izharı hikmetine müstenid olduğundan bunda aşl olan,
şühurdur. Bedayi, Reddül'muhtar.
«Fıkhı Hanbelîde
deniliyor ki •: iddet bekleyen bir kadının üç hayz gö'rdükden sonra gebe olduğu
anlaşılsa bakılır : Eğer üçüncü hayzin hitamından itibaren daha altı ay
geçmeden hamlim vaz ederse iddeti, vaz'ı hami ile bitmiş olur, evvelce gördüğü
kanın bir demi hayz olmadığı ani* şıîmış olur. Fakat en az altı ay geçtikden
sonra hamlini vaz ederse iddeti hayz ile bitmiş olur. Bu hami, hadis olmuş
olacağından nesebi, o kadının zevci muttallikma lâhik olmaz. Elmuğnî.) [42]
617 - : Bir
iddetin nihayet bulmuş olduğu, aşağıdaki meselelerde beyan olunduğu üzere kavi
ile ve muayyen günlerin nihayet bulmasiyle malum olacağı gibi fi'l ile de malûm
olur. Elverir ki, zahiri hal, mükez-zib olmasın.
618 - : Kadınlar, iddetîerinin nihayet bulduğunu ihbar hususnda
emmedirler. Yemîn ile sözleri tasdik olunur. Meğer ki zahiri hal, kendilerini
tekzib etsin.
Meselâ: şühur ile
iddet beklemekde olan hur bir ayise, üç aydan ve bir müteveffa anha dört ay on
günden evvel iddetinln nihayet bulduğunu haber verse tasdik olunmaz.
619 - : Hayz
ile âdet beklemekde bulunan bir kadın, imamı Azama göre en az altmış ve
îmameyne göre otuz dokuz gün geçtikden sonra ide-tinin hitam bulduğunu haber
verse kocasının inkârı halinde yeminiyle tasdik olunur. Fakat bundan evvel
haber verse tasdik olunmaz. Çünkü bu müddetden evvel üç hayz görmek kabil
görülmemektedir.
Bu müddet, cariye olan
kadın hakkında tmamı Azamdan bir kaT]e göre en az kırk, diğer bir kavle göre
otuz beş, îmameyne göre de yirmi bir gündür. Bu müddetden evvel de tasdik
olunmaz. Bedayi, Djini Muhtar.
(Maliki mezhebinde bu hususa dair on iki kavi
vardır. Bir b^ göre hayz ile iddet bekleyen bir hurrenin doksan günden evvel
iddsünin hitam bulduğuna dair olan sözü kabul olunmaz. Çünkü ekser olan, kadınların
ayda bir âdet görmeleridir. Ameliyyatı âmme.)
620 - : Bir
kadın, nüfesa olduğunu, yani : çocuk doğurduğunu mü-teakib boşanıb iddete
başlasa da sonra iddetinin nihayet bulduğunu iddia eylese İmamı Azamdan bir
rivayete göre seksen beş, diğer bir rivayete göre de yüz günden, îmam Ebu
Yusüfe göre altmış îmam Muhammede göre
de elli bir gün bir saatden az da tasdik maz.
Bu mu'tedde, cariye
olduğu takdirde imamı Azama göre a veya yetmiş beş günden, imam Ebu Yusüfe göre
kırk yedi günden. Muhammede göre de otuz altı gün ile bir saatden evvel tasdik
Bedayi.
621 - : Bir
mu'tedde, iddetinin münkazi olabileceği bir müddet eec-dikden sonra biriyle
izdivacda bulunsa bu fi'liyle iddetinin bitmiş olduğunu bildirmiş olur. Hattâ
bilâhare iddetinin henüz nihayet bulmamış ol. duğunu iddia etse bu ddiası ne
ilk kocası, ne <ie ikinci kocası hakkında tasdik olunmayıb ikinci nikâh,
caiz bulunmuş olur. Çünkü bu kadar bir müddetin geçmesinden sonra
başkasiyle izdivaca ikdam etmesi,
iddetî-nin inkızasına delildir. Bedayi.
622 - : Hayz ile iddet bekleyen bir kadın, son hayzini on gün ile ikmal ederse
hayzin kesilmesi âmndan itibaren iddeti bitmiş, başkasiyle evlenmeğe me'zuniyet
kazanmış olur, velev ki henüz igtisâlde bulunmuş olmasın. Fakat hayzini on
günden azda ikmal ederse mücerred haran kesilmesiyle iddetini bitirmiş olmaz.
îgtisâl etmedikçe veya tam bir namaz vakti geçmedikçe iddet .içinde sayılır.
Binaenaleyh başkasiyle evh-mesi memnu ve ric'iyyen mu'tedde ise hakkında
müracaat sahih olur. Hidaye.
623 - :
Müstehaze olub da, yani : bir hastalık
sebebiyle kendisinden istihaza denilen bir kan seyelân etmekde bulunub da hayz
ile jddet bekliyecek bir kadının âdeti malûm ise âdetine itibar olunur.
Meselâ : her ayın
iptidasında yedi gün âdet gördüğü bilinirse üçüncü ayın yedinci gününün
hitamında gusl etmekle veya bir namaz vakti geçmekle âdeti nihayete ermiş olur.
Fakat bu kadın
mütehayyire ise, yani : tuhru mümted olub da ayda veya iki, üç ayda bir
gördüğü hayz günlerini unutmuş bulunursa bunun her tuhru için iki ay ve üç
hayzi için de bir ay takdir edilir. Binaenaleyh yedi ayın hitamında iddeti nihayet
bulmuş olur. Bedayi, Dürri Muhtar, Hindiyye.
« (Mâlikîlerin meşhur
olan kavilerine göre müstehaze, hayz kaniyle istihaze kanının arasım rayiha,
renk, veya çokluk itibariyle temyiz edebilirse iddeti üç tuhr ile biter. Fakat
bunların arasını temyiz edemezse iddeti bir seneden ibaret olur. Bu hususda
hurre ile cariye arasında fark yokdur. Şerhi Muhammedil'nırşî.)
(Şafiîlere göre
mütehayyire olmayan bir müstehaze, hurre olsun olmasın hayz ve tuhr
hususundaki âdetine red olunur. Yani : istihazeden evvel âdeti kaç günden
ibaret ise ona göre iddeti hisab edilir. Mütehayyire olduğu takdirde ise
filhal üç ay iddet bekler. Diğer bir kavle göre ise ayise olacağı günden
itibaren üç ay iddet bekler. Çünkü bundan evvel müddeti müteyakken bir suretde
hayz görmesi kabildir. Tuhfetül'-muhta'c.)
(Hanbelîlere göre de
bir mtistehazei mübtedee, yani: henüz iddet görmek haline gelmiş,
mümteddetüddem genç bir kadın, talâkdan, tef-rikden dolayı hurre ise üç, cariye
ise iki ay iddet bekler. Fakat muayyen âdeti olan veya demi hayz ile demi
istihazeyi temyiz edebilen bir müstehaze hakkında âdeti veya temyizi veçhile
amel olunur. Mselâ : âdeti her ayın evvelinden yedi gün olsa hilâl itibariyle
iki ay ile üçüncü ayın evvelinden yedi gün iddet bekler, bu müddetin geçmesiyle
iddeti nihayet bulur. Çünkü bu müddet içinde üç hayzin geçmesi, âdet hasebiyle
tahakkuk eder. Keşşafül'kma.)[43]
624 - :
Hanefîlere göre hayzin en az müddeti üç, en çok müddeti de on gündür.
Binaenaleyh bir hayz, üç günden az, on günden ziyade olamaz.
Tuhr halinin en az
müddeti on beş gündür. En çok müaaeti ise muayyen değildir.
Nifas haline gelince
bunun en azı îmamı Azama göre yirmi beş, îmam Ebu Yusüfe göre on bir gündür. En
çok müddeti ise 'kırk gündür.
(İmam Mâlike göre hayzin ekalli için bir had yokdur.
Bu, bir saat ve bir defa olabilir. Ekserisi ise on beş gündür. İki hayzin
arasındaki tuhr müddeti hakkında ise İmam Mâlikden muhtelif rivayetler vardır.
Sekiz, on, on beş, on yedi gün olmak üzere rivayetler mevcud olduğu gibi bu
hususda itimad edilecek malûm bir vakit yokdur da denil-mişdir.)
(İmam Şafiî ile İmam
Ahmede göre hayzin ekalli bir gün, bir gece, yani yirmi dört saatdir. Ekseri
ise on beş gündür. Tuhrun en azı İmam Şafiîye göre on beş, İmam Ahmede göre on
üç gündür. En çoğu için ise bir had yokdur.
Nifas haline gelince
Mâiikîlerle İmam Şafiîye göre bunun az müddeti için bir had yokdur. Haddi
azamîsi ise altmış gündür. İmam Ahmede göre kırk gündür, bundan evvel kan
kesilse de bu kırk gün tamam olmadıkça kocasımn kendisine tekarrübü İmam
Ahmede göre caiz olmaz. Diğer eimmeye göre bilâ kerahetin caiz olur.
Bedayetül'müctehid, Elmi-zanül'kübra, Rahmetül'ümme fî ihtilâfireimme.) [44]
625 - : Bİr
müslümanın nikâhı altında bulunan bir müslime ile bir kitabiyye iddet hususunda
müsavidirler. Binaenaleyh hur olan kitabiyye-ler hakkında hur olan müslimeîer
gibi, rakik olan kitabiyyeler hakkında da müsîim olan cariyeler gibi iddet
lâzım gelir. Bedayi.
626 - : Bir
zimmînin nikâhmdaki zimmiyye hakkında firkatden veya vefatden dolayı iddet
lâzım gelmez. Meğer ki dinlerinde iddet kabul edilmiş olsun. Çünkü gayri
müslimler, bu gibi hususlarda kendi itikad-lan üzerine terk edilirler. hadisi
şerifi bunu âmirdir. Fakat böyle bir kadın, gebe bulunursa hamlini vaz edinceye kadar beklemesi lâzım
gelir. Hamlini vaz etmedikçe başkasiyle izdivaç edemez. Çünkü nesebi sabit olan
hamlin hakkına riayet lâzımdır.
Bu mesele, îmamı Azama
göredir. îmameyne göre zimmiyyeler hakkında da herhalde iddet lâzım gelir.
Çünkü bunlar da dari islâm ahali-dîndendir. Bunların hakkında bir kısım islâm
ahkâmı carî olduğu gibi bu iddet hükmü de carî olur. Bedayi.
(Eimmei selâseye göre
de müslimin nikâhında bulunan bir gayri müslime için' talâkdan veya vefatdan
dolayı herhalde iddet lâzım gelir ve bunların iddetleri müslimelerin iddetleri
gibidir. Hattâ Malikî fuka-hası diyorlar ki: bir müslimin mutallâkası bulunan
bir kitabiyyeye iddet lâzım geleceği gibi bir zimmînin mutallâkası olub bir
müslim tarafından tezevvüc edilecek bir kitabiyye için de iddet lâzım gelir.
Fakat Malikîlere göre
gayri müslimin metrukesi olan bir gayri müs-îimeye iddet beklemesi için taarruz
olunamaz. Meğer ki islâm mahkemesine tehakümde bulunsunlar. Şerhi
Muhammedil'hırsî.) [45]
627 - :
İddet içinde bulunan kadınlar hakkında bir takım hükümler cereyan edşr.
Ezcümle mu'tedde olan bir kadın, kocasından başka* siyle evlenemez. Çünkü iddet
içinde nikâhın eseri bakidir. Fakat başka oir mani yok ise kocasiyle tekrar
evlenebilir.
628 - :
Mu'tedde hakkında ecnebi bir şahsın hıtbede bulunması da caiz değildir. Gerek
ric'iyyen veya bainen talâkdan ve gerek vefatdan dolayı mu'tedde bulunsun.
Çünkü iddet İçinde zevcin nikah hakkı tamamen
veya kısmen bakîdir.
629 - :
Talâkdan dolayı iddet bekleyen bir kadın hakkında nikâh raaksadiyle bir şahsın
tarizde bulunması, yani : onunla evlenmek istediğini işrâb eylemesi caiz
değildir. Fakat vefat iddeti esnasında teehhül etmek isteyen bir erkeğin
ta'rizi caizdir. «Sen faideli bir kadınsın» veya «ben münasib bir kadınla
evlenmek istiyorum» denilmesi gibi.
Mutallâka hakkındaki
ta'riz, zevci mutallik ile muarriz arasına adavet düşürür. Vefat halinde ise
bu adavet, mutasavver değildir. Bir de talâkdan dolayı iddet bekleyen bir kadm,
kocasının hanesinde ikamet edeceğinden bu cihetle de onun hakkında ta'rize pek
imkân yokdur.
630 - :
Mu'teddelerden bazıları için beyti iddetden - içinde iddet beklenilen haneden
harice çıkmak caiz değildir. Şöyle ki: sahih bir ni-kâhdan dolayı iddet bekleyen bir mutallaka, hur,
baliğ, âkil rnüslim olunca iddet beklediği haneden bir
zaruret tahakkuk etmedikçe ne gündüzün/ne de geceleyin harice çıkmaz. Gerek
ric'iyyen ve gerek bainen boşanmış olsun. Ve zevci mutallâkı, kendisine gerek
izin versin ve gerek vermesin. Çünkü bu
hususa Hakkullah - âmme
mesalihi teallûk etmiş bulunur.
Kocası vefat etmiş
olan bir mu'tedde ise geceleri beytüTiddetden Çikamazsa da gündüzleri
çıkabilir. Çünkü bunun nafakası kendisine aid-dir. Bazı hacetlerini temin için
hanesinden dışarıya çıkmaya lüzum görülür.
631 - :
Nafakai iddeti mukabilinde rmıhalea yapmış olan bir kadın, iddeti içinde -
bazı fukahaya göre - harice çıkamaz. Çünkü nafakasını kendi ihtiyariyle ibtal
ve iskat etmişdir. Fakat diğer bazı fukahaya göre geceleri çıkamazsa da
gündüzleri çıkabilir. Zira bu kadın, müteveffa anha mesabesindedir.
« (Hanbelîlere göre
gerek talâkdan ve gerek vefatdan dolayı iddet bekleyen kadınlar, ihtiyaçları
için gündüzün harice çıkabilirler. Bedeviy-yeler de Hazariyyeler gibidirler. Şu
kadar var ki, bedeviyyeler, aşiretleri rihlet edince kendileri de beraber
rihlet ederler. Çünkü Bâdiyede yalnız başlarina ikamet edemezler. Elmuğnî.)
632 - :
Gündüzleri harice çıkmaya mezun olan mu'teddelerin geceleri iddet bekledikleri
hanelere dönüp başka yerlerde gecelememeleri
lâzım gelir.
683 - : Bir
mu'teddenin içinde ikamete mecbur olduğu mesken, kocasından müfarekatden evvel
sakin olduğu mahaldir. Gerek kocası orada sakin bulunur olsun ve gerek
olmasın. Bu mesken, vefat eden bir kocaya aid ise mu'tedde yine orada kendi
hissesine isabet edecek kısımda iddetini çıkarır ve nâ mehrem olan varislerden
tesettür eder.
Fakat beytül'idde,
harab olub yıkılmasından korkulur veya orada eşyanın ziyamdan havf edilir veya
kira ile tutulmuş olub da vefat iddetini orada çıkarabilmek için kirasını
temin gayri kabil bulunur veya vefat halinde isabet eden hisse, ikamete gayri
kâfi olursa mu'teddenin oradan çıkarak mümkün ise civarındaki bir yerde
iddetini ikmal etmesi caiz olur. Çünkü bu mesken, bir hakkullah olarak ibadet
tarikiyle icab et-mişdir. İbadetler ise özürler ile sâkit olur.
634 : Sahih
nikâhdan dolayı bainen veya selâsen boşanmış olan bir kadın, iddeti içinde
beytül'iddetden çıkarak başka bir yere sefer edemez. Ve kendisini boşamış olan
kocası, alıb başka yere müsaferetde bulunamaz. Çünkü bu talâk ile zevciyyet
zail olmuşdur.
Kezalik : ric'iyyen
boşanmış olan bir mu'tedde de ne kendi mahre-nüyle ne de kocası ile beraber -ric'at
bulunmadıkça- sefere çıkamaz, Velev ki farizai hacci eda için olsun. Zira
iddetin vakti muayyendir. Buna riayet edilmeyince telâfisi kabil olamaz.
Farizai hac ise böyle değildir, îmam Züfere göre, zevç, mu'teddei ric'iyyesini
alıb mesafei sefer bir yere nakl edebilir. Çünkü iddet içinde zevciyyet
kaimdir. Yahut bu muhterem imama göre, bu müsaferet, delâleten bir ric'at
demekdir.
635 - : Bir
kadın, müsaferet esnasında boşansa veya kocası vefat etse bakılır: eğer kendi
beldesine üç günden az, gideceği yere de üç gün veya daha ziyade bir mesafe var
ise iddetini beklemek için beldesine avdet eder. Aksi takdirde gideceği yere'
gider, beldesine dönmez. Talâk, gerek ikamete elverişli bir mevkide vuku bulsun
ve gerek kır gibi bir yerde vuku bulsun müsavidir.
Şayed talâkın vuku
bulduğu yer, bir mağaradan veya nefsi için, mali için emin olamayacağı, bir
mevziden ibaret olub da kendi beldesine üç günlük ve gideceği yere de üç veya
daha ziyade günlük bir mesafede bulunsa kadın, muhayyer olur. Dilerse geri
döner, dilerse yoluna devam eder. Kendisiyle beraber gerek, mahremi bulunsun ve
gerek bulunmasın. Böyle avdet veya yoluna devam halinde ikamete elverişli
yakın bir yer bulursa orada da ikamet edib iddetini ikmal edebilir.
636 - : Bir
kadın, vatanından ayrıhb başka bir beldede veya ikamete elverişli bir mevzide
iken tatlik edilse iddetini bitirinceye kadar orada ikamet eder. îddetini ikmal etdikden, sonra da
yamnda mahremi bulunmadıkça oradan çıkmaz. Velev ki seferi hac için yurdundan
ayrılmış olsun.
Bu, îmamı Azama
göredir, tmameyne göre yanında mahremi var ise seferine devam edebilir.
« (Hanbelî fıkıh
kitablarında «Elmuğnî'de deniliyor ki: bir kadın, hac için veya kocasımn
izniyle muvakkat bir yere gitmek için yola çık-dıkdan sonra kocası vefat etse
bakılır: eğer vatanına yakın ise, yani: kasrı salata müsaid, -meselâ: en az on
sekiz saatlik bir mesafe ayrılmamış ise iddetini çıkarmak için avdet eder.
Fakat vatamndan daha fazla uzaklaşmış ise geri dönmeyib yoluna devam eder.
İmam Mâlike göre de
kadın, henüz ihrama girmemiş ise avdet eder. İmam Şafiîyye göre de kadın,
beldesinin binalarından ayrılmış ise muhayyerdir. Dilerse avdet eder, dilerse
yoluna devam eyler. Çünkü kocası, kendisine bu sefer için müsaade vermişdir.)
637 - .
Nikâhı fâsidden dolayı iddet bekleyen bir kadın, beytül-iddetden harice
çıkabilir. Çünkü fâsid bir nikâh, bu çıkmaya mani olamayacağı cihetle ondan
dolayı icab eden. iddet de buna mani olamaz. Meğer ki zevç, nesebinin siyaneti
için bu huruca mani olsun. O zaman buna riayet icab eder.
638 - :
Kocası vefat eden veya kocası tarafından tatlik edilen bir cariye, gerek ümmi
veled ve gerek müdebbere veya mükâtebe olsun beyti iddetden harice çıkabilir.
Çünkü bunlar, nikâh halinde bile kocalarının hanelerinde mütemadiyen ikamete
mecbur değildirler. Böyle bir mecburiyet, mevlâlarınm hizmet
haklarını ibtal eder. Meğer ki mevlâ-lan, kendileri için bir menzil tehiyye
ederek iddetlerini orada ikmal etmelerini istesin. O takdirde de buradan
çıkamazlar. Böyle bir cariye iddeti içinde azad edilirse mütebaki müddet için hurre hükmü
cereyan eder.
639 - :
Mu'tedde olan bir sagîre, beytül'iddetden harice çıkabilir. Çünkü gebe olması
muhtemel değildir, ve hakkullah ile de mükellef bu-lunmamakdadır. Şu kadar var
ki, ric'iyyen boşanmış ise kocasının izni olmadıkça çıkamaz. Çünkü zevciyyet,
henüz bakidir.
Mecnune de bu
hükümdedir. Ancak mecnuneyi kocası
harice çık-makdan herhalde men edebilir. Çünkü onun gebe olması kabildir.
640 - Kitabiyye olan bir mu'tedde de beytül'iddetden
dışarıya çıkabilir. Çünkü o, ibadât kabilinden olan şerayi ile muhatab
değildir. Fakat kocası isterse - nesebini iştibahdan siyanet mülâhazasiyle -
onu harice çıkmakdan men edebilir.
Böyle bir kitabiyye,
iddeti esnasında müslüman olsa mütebaki müddeti bir müslime gibi ikmal eder.
641 - : Bazı mu'teddeler için nafaka ve sükna
tedarüki zevç üzerine lâzım gelir. Ve iddet içinde zuhur eden veya doğan bir
kısım çocukların nesebleri sabit olur. Nafaka ve neseb bahislerine müracaat!.
642 - : îddet bekleyen bir kadın ihdadda bulunur.
Şöyle ki: Bainen mutallâka veya müteveffa anha olan bir kadın, iddet içinde
bulundukça ziynetden imtina eder,
süslenemez, siyah renkli bile olsa ipek li elbise giyemez, eline kına koyamaz,
bir özrü bulunmadıkça gözüne sürme çekemez, başmi sık tarak ile tarayamaz,
güzel kokular kullanamaz. Huliyyat ile bezenemez. Hattâ kendisinden ayrılmış
olan kocası, kendisine hidadı terk etmesini emr ve tenbih etse de mu'tedde
bunu terk edemez. Çünkü buna hakkullah taallûk etmekdedir.
Şu kadar var ki böyle
bir mu'tedde, bir zarurete mebni sürme çekebilir, başına yağ sürebilir, başka
robası yok ise ziynet için giyineceği renkli libasını giyebilir. Çünkü zaruret
mevzileri umumî hükümlerden müstesnadır. Elverir ki, bunlar ile tezeyyün
kasdinde bulunmasın.
643 - :
Kocası ölmüş bir kadın için ihdad, tezeyyünü terk bir vecibedir, îddeti
çıkıncaya kadar tezeyyünden kaçınarak kocasının hâtırasına hürmet ve riayetde
bulunmuş olur. Bainen ve selâsen mutallâka hakkında da ihdad lâzım gelir. Nikâh
nimetinin zevaline teessüf, hak-kullaha riayet için bununla mükellefdir.
« (İmam Mâlike ve
îmanı Şafiîden bir kavle ve Ata ile Rebîa'ya göre bainen mutallâka için ihdad
lâzım değildir. Çünkü bu mu'tedde için kocasının hâtırasına riayet ve teessüf
bahis mevzuu olamaz. Elmuğnî, Elbedayi.)
644 - :
Mu'teddei ric'iyye, hidad ile = terki ziynet ile mükellef değildir. Çünkü bu
iddet içinde zevciyyet, tamamen zail olmuş sayılamaz. Hattâ bu halde kocasının
kendisine ric'ati me'mul ise tezeyyün etmesi mendubdur.
645 - :
Hidadın yücubı için mu'teddenin baliğ, âkil, müslim olması, zail olan nikâhın
da bir nikâhı sahih bulunması şartdır.
Binaenaleyh sagîre,
mecnune, kitabiyye ve nikâhı fâsidden dolayı mu'tedde olan kadınlar için hidad
lâzım gelmez. Çünkü hidad, bir bedenî ibadet demekdir. Çocuklar, mecnunlar,
gayri müslimler ise bu ibadetle mükellef değildir. Nikâhı fâsid ise zaten
izalesi matlûb olduğundan bundan dolayı izharı teessüfe mahal yokdur. Fakat
iddet içinde sagîre baliğ olur, mecnune ifakat bulur, kitabiyye ihtida ederse
mütebaki mÜd-detde hidade riayet ederler. (îmam
Şafiî ile îmam Ahmede göre sagîreye, kitabiyyeye de hidad vacibdir. Çünkü hidad,
iddet ahkâmmdandır. Bunlara da iddet lâzım geldiğinden hidad da lâzım geür.
Bedayi, Mugnl)
646 - :
Mevlâsı vefat eden veya mevlâsı
tarafından azad edilen ümmi veled üzerine de hidad lâzım değildir. Çünkü
ümmi veled hakkındaki iddet, bir nikâhı sahihden değil, bir nikâhı fâsidden
mütehassil bir iddet mesabesindedir.
647 - :
Hidad için hürriyet şart değildir.
Binaenaleyh kocası
vefat eden veya kocasından bainen boşanan bir cariye, müdebbere, ümmi veled
veya mükâtebe hakkında da hidad icab eder ve bu hidad, iddet müddetince devam
eyler.
(imam Ahmede göre de
hidad, talâk veya vefat gününden itibaren başlar, iddet günlerinin nihayet
bulmasiyle sâkit olur. Velev ki, kadın bundan haberdar bulunmamış olsun.
Fakat imam Ahmedden
diğer bir kavle göre kadın, talâkdan veya vefatdan haberdar olmaz, bunlar
beyyine ile de sabit bulunmazsa iddet, haber gününden başlar. Binaenaleyh hidad
da o günden muteber olur. Elmuğnî.)
648 - : iddet içinde tevarüs carî olabilir. Şu
kadar var ki, bu hu-susda aşağıdaki şartların tahakkuku lâzımdır.
(1) :
Mu'tedde, irse ehl olmalıdır. Bu emliyetde varis olacak şahsı memlûk, katil,
mürted olmamasından ibaretdir. Çünkü memlûk, mür-ted kimseye varis olamayacağı
gibi katil de maktule varis olamaz, irs bahsine müracaat!.
(2) : irse
ehliyet, talâk vaktinden mevt vaktine kadar devam etmelidir.
Binaenaleyh bainen
talâk vaktinde memlûke veya kitabiyye olan bir kadın, bilâhere iddeti içinde
azad edilse veya ihtida eylese de zevç mutallâkma varis olamaz.
Kezalik: talâk
vaktinde müslime olub iddeti içinde irtidad ve badehu islâmiyyete avdet eden
bir mu'tedde de kendisini boşamış olan kocasına, varis olamaz.
(3) :
Mu'tedde ile zevci .mutallıkı arasında dîn ve dâr ittihadı bulunmalıdır.
Binaenaleyh bir müslim
ile bir kitabiyye arasında veraset carî olamayacağı gibi başka başka dari
harblerde ikamet eden gayri müslim bir erkek ile gayri müslim zevcesi arasında
da tevarüs carî olmaz.
(4) :
Verasete nailiyet için mahalliyet bulunmalı, yani : terike, müteveffanın
teçhiz ve tekfini, borçları gibi hacet asliyyesinden zaid olmalıdır.
(5) : Vefat
zamanında iddet henüz nihayet bulmamış olmalıdır. Binaenaleyh iddetin
inkızasmdan sonra sabık zevç ile zevceden biri vefat etse diğeri varis olmaz.
Bu, âmmei fukahaya göredir.
(Ibni Ebî Leylâya göre
kadın, iddeti çıksa bile başkaaiyle evlen-medikce vefat eden zevci müfarikine
varis olabilir. Bedayi.)
649 - :
Talâkı ric'îye aid iddet içinde zevç ile zevceden biri vefat etse diğeri ona
varis olur. Talâka zevcenin gerek rızası bulunmuş okun ve gerek olmasın ve
talâk, gerek sıhhat halinde ve gerek marazı mevt halinde vuku bulmuş
olsun. Çünkü ric'iyyen talâkdan sonra
iddet nihayet bulmadıkça zevciyyet her veçhile kaim sayılır. Bunun içindir ki,
hür bir müslimin ric'iyyen boşadığı bir kadın, memlûke veya kitabiyye olub da
iddeti içinde hürriyete veya islâmiyyete nail olsa vefat vukuunda aralarında
tevarüs carî olur.
650 - : Uç
talâka veya bir talâkı baine aid iddet içinde zevç ile, zevceden biri vefat
etse bakılır: eğer bu talâk, zevcin hali sıhhatinde vuku bulmuş ise hiç biri
diğerine varis olamaz. Gerek zevcenin rızası bulunmuş olsun ve gerek olmasın.
Zevcin marazı mevtinde
zevcenin rızasile vuku bulmuş olduğu takdirde de hüküm böyledir. Fakat
zevcenin rızası bulunmamış olunca zevce, zevcine varis olur. Zevç, zevcesine
varis olamaz. Çünkü zevç, marazı mevtinde bu talâkı yapmakla kadını irsden
mahrum bırakmak gayesini takib etmiş, onun bu marazı mevt vesilesiyle tahakkuk
eden veraset hakkım ibtal eylemiş sayıhrf Binaenaleyh bu hakkı ibtal edecek
olan bir talâk hâdisesi -bu bakımdan- keen lem yekûndur.
(îmam Şafiîye göre
zevce, gerek razı olsun ve gerek olmasın varis olamaz. Çünkü irse istihkak,
mevt zamanında nikâhın mevcudiyetine bağlıdır. Bu zamanda ise nikâh, mevcud
bulunmamışdır. Bedayi.)
651 - : Bir
kimsenin hali sıhhatinde hıyarı bulûğunu ihtiyar etmesiyle veya zevcesinin
kızını veya validesini şehvetle takîril gibi hürmeti mucib bir hareketde
bulunmasiyle husule gelen beynunete aid iddet esnasında kendisi veya zevcei
mu'teddesi vefat etse aralarında veraset carî olmaz.
Fakat bu hallerden
biri o kimsenin marazı mevtinde vuku bulub da badehu kendisi vefat etse
'zevcesi iddeti içinde varis olur. Zevcesi vefat etdiği takdirde ise kendisi
vâris olamaz. Çünkü bu mahrumiyete kemlisi sebebiyet vermişdir.
« (îmam Şafiîye göre ikisi de varis olamaz.
Bedayi.)
652 - : Hali
sıhhatinde müfarekat sebebine mübaşeret eden bir kadın, iddeti içinde vefat
edecek olan kocasına varis olamaz. Kendisi vefat ettiği takdirde de kocası
kendisine varis olamaz. Fakat bu mübaşeret, kadının marazı mevtine müsadif
olursa kocası kendisine varis olabilir.
Meselâ: bir zevce,
baliğ olduğunda hakkı hiyarını istimal ederek nefsini ihtiyar etse veya ademi
kefaetden dolayı zevcinden ayrılsa veya zevcinin oğlu ile veya babasiyle
birrıza veya mükreheten mücameatde bulunmak veya bunlardan birini şehvetle
Öpmek gibi bir sebeble müba-ne olsa veya menkûhe olan bir 'cariye, azad
edilmekle hiyarı itkim istimal eylese bakılır: eğer bu hâdiseler, zevcenin
sıhhati halinde vaki olmuş ise iddeti içinde vuku bulacak vefatdan dolayı
kocasiyle aralarında tevarüs'carî olmaz. Hattâ böyle bir hâdise, zevcin marazı
mevtine müsadif olsa mu'tedde bulunan bu zevce, yine varis olamaz. Çünkü
müfa-rekate kendisi sebebiyet vermiştir.
Fakat bu hâdiseler,
zevcenin marazı mevtinde vaki olmuş olsa henüz .iddeti nihayet bulmadan vefat
edince kocası kendisine vâris olur. Çünkü aralarındaki müfarekate kocası değil,
kendisi sebebiyet vermekle kendisi fâr bulunmuş sayılır.
Kezalik: zevce, marazı
mevtinde irtidad edib de sonra iddeti içinde vefat eylese kendisine kocası
vâris olur. Çünkü irse kocasının hakkı te-allûk etdiği bir sırada böyle bir
müfarekate sebebiyet vermiş olmakla fâr,
yani: kocasını mirasdan mahrum
bırakmak gayesini takib etmiş sayılır.
Amma halı sıhhatinde
irtidad eden bir kadına vefatında kocası va: ris olamaz. Aksi takdirde ise
zevce varis olabilir. îrtidad bahsine de müracaat!
653 - : Bir
kimse, marazı mevtinde zevcesini tatlik ve hastalığı iki seneden ziyade devam
edib de vefatından bir ay sonra zevcesi bir çocuk doğurursa bu kadın, o kimseye
varis olamaz. Ve ondan almış olduğu iddet nafakasının altı aylığını da red
etmesi lâzım gelir. Çünkü hami müddeti, iki seneden ziyade olamaz. Bu suretde
kadının hali salâha hami edilir. Hayz ile iddetini ikmal etdikten sonra
bagkasiyle izdivaç ederek ondan gebe kalmış ve hami müddetinin ekalli olan
altı ayda çocuğu dünyaya getirmiş olduğuna hükm edilir.
Bu mesele, imamı
Âzam'a göredir, imam Ebu Yûsüfe göre bu kadın, o kimseye varis olur. Çünkü bu
kadına bir nikâh şübhesiyle müka-renet vuku bulmuş olması melhuzdur. Bu halde
hamlini vaz etmedikçe iddeti nihayet bulmuş olmayacağından vefatı iddet
zamanına müsadif bulunmuş olur. Artık nafakanın iadesi de lâzım gelmez.
654 - : Bîr
kimse, marazı mevtinde zevcesine talâkı tefvizde bulun-mug, yani: «enirin
elindedir» veya «nefsini ihtiyar et» veya «nefsini ba-inen veya üç talâk ile
boşa» demiş olmakla zevce, nefsini ihtiyar ve tatlik etse artık varis olamaz.
Kezalik: bir kimse,
marazı mevtinde zevcesini talebine binaen bai-nen boşasa veya kendisiyle
muhalea yapsa yine aralarında irs carî olmaz. Çünkü bu suretlerde kadın, kendi
hakkını birihtiyar ıskat etmiş olur. Fakat kadın, kendisini ric'iyyen
boşamasını istediği halde kocası marazı mevtinde bainen boşayacak olsa kadın
varis olur. Zira bu takdirde hakkının sukutuna razı olmuş sayılmaz.
655 - : Verasete nailiyyet için marazı mevtin
vefat ânına kadar devam etmesi lâzımdır. Aksi takdirde veraset carî olamaz.
Meselâ marazı mevt ile
marîz sanılan bir kimse, zevcesini* bainen boşayıp da sonra iyi olsa da
bilâhare hastalığı nüks ederek evvelki hâline avdet, daha sonra da vefat etse
iddet beklemekde olan zevcesi kendisine vâris olmaz.
Bu, İmamı Azama
göredir. Çünkü bir aralık sıhhat bulunca hastalığının bir marazı mevt olmadığı
anlaşılmış olur. îmam Züfere göre ise vâris olur. Zira marazı hali, talâk
zamaniyle mevt zamanını muhit bu-lunmuşdur. Artık aradaki inkıtaa itibar
olunmaz.
656 - :
Şarta muallâk talâklar neticesinde tevarüs carî olub olmayacağı hususunda
aşağıdaki ihtimallere göre hüküm tebeddül eder.
(1) : Ta'lik de, şart da sıhhat halinde vuku
bulursa tevarüs carî olmaz.
Meselâ: bir kimse,
hali sıhhatinde zevcesine hitaben «sen fülân yere gider isen benden bainen boş
ol» deyib zevce de o kimsenin hali sıhhatinde o yere gitmekle bainen boş olsa
bilâhere iddet içinde her hangisi vefat etmekle diğeri ona, zevciyyet
itibariyle varis olamaz.
(2) : Ta'lik
de, şart da zevcin marazı mevtine müsadif olsa zevce vâris olur. Meğer ki
muallûkun aleyh olan şart, zevcenin fi'iinden ibaret bulunsun.
Meselâ: bir kimse,
nıarazj mevtinde zevcesine hitaben «fülân şahıs bu haneye gelirse sen benden
bainen boş ol» deyib o şahıs da o kimsenin marazı mevtinde o haneye gelse
talâk tahakkuk eder. Sonra iddet çıkmadan vefat edence.de zevcei mutallâkası kendisine vâris olur. Fakat
zevcesine hitaben «sen fülân şahsı bu haneye kabul eder isen bainen
mutallâkasm» demiş, kadın da o şahsı haneye kabul etmiş bulunursa varis
olamaz. Çünkü bu takdirde zevce, beynunete bU'ihtiyar meydan vermekle hakkının
sukutuna razı bulunmuş olur.
(3) : Ta'lik
sıhhat halinde, şart marazı mevtte vuk,ubulacak olsa bakılır: eğer şart, bir
emri semavî - bir hâdisei kevniyye ise veya herhangi bir yabancının bir fi'li
ise zevcenin varis olmasına mani olur. Çünkü zevç, bu ta'liki hali sıhhatinde
yapmış olduğundan far sayılmaz. Bu, imamı Âzam ile Imameyne göredir. İmam
Züfere gÖre_ ise bu halde zevce vâris olur. Zira şarta muallâk olan bir talâk,
şart ânında müneccez gibidir, zevç zevcesini âdeta marazı mevtinde boşamış gibi
sayılır.
Fakat bu şart, zevcin
alelıtlak herhangi bir fi'H ise zevcenin vâris olmasına bil'ittifak mani olmaz.
Binaenaleyh bu kadın, o zevcine iddeti içinde vefat edince varis olur. Çünkü
zevç, bu şartı marazı mevtinde vü-cude getirmekle far olmuş sayılır.
Şâyed bu şart,
zevcenin bir fi'li ise bakılır: eğer yapılmaması kabil ve caiz olan bir fi'l
ise bunun marazı mevtde vukuu, zevcenin varis olmasına mani olur. Çünkü bunu
bil'ihtiyar iltizam etmişdir. Fakat bu şart, yiyib içme gibi, içine girilmesi zarurî
bir meskene girme gibi, farz namaz ve oruç gibi, ana ve baba ile konuşma gibi
terki kabil ve caiz olmayan bir fi'l ise bunu zevcenin yapıp iltizam etmesi,
mirasdan mahrumiyetine sebeb olmaz. Çünkü zevce, bu hususda muztardır. Bununla
hakkının sukutuna razı olmuş sayılmaz.
Bu, İmamı Âzam ile
İmam Ebu Yûsüf'e göredir. İmam Muhammede göre bu takdirde de kadın vâris
olamaz. Zira zevç, zevcesinin hakkını marazı mevtinde ibtale mübaşeret etmiş
değildir.
(4) : Ta'lik
hali sıhhate, talâk ise bir şartı ademinin tahakkukuna binaen marazı mevt
haline müsadif olduğu takdirde de veraset carî olabilir. Şöyle ki:
Bir kimse, zevcesine
meselâ; «Eğer ben senin bulunduğun beldeye gelmezsem benden bainen» veya «üç
talâk ile boş ol» deyib de badehu o beldeye gitmeden vefat etse zevcesi
kendisine vâris olur. Çünkü o kimse, vefatı ânında marîz sayılır ve talâk bu
maraz haline müsadif bulun-mış olur.
Bilâkis zevcesi vefat
etse kendisi de ona varis ohu\ Zira' vefat, zev-ciyjetin kıyamı zamanına
müsadif olmuş ve muallâkun aleyhin ileride ifası da mümkün bulunmuş olduğundan
talâk vuku bulmuş sayılmaz.
Kezalik: bir kimse,
zevcesine «sen şu beldeye gelmezsen benden üç talâk boş ol» dediği halde henüz
zevcesi o beldeye gitmeden kendisi vefat etse zevcesi vâris olur. Çünkü vefat
zamanında zevciyyet kaim ve o beldeye gitmek imkânı mevcut bulunmuşdur. Fakat
bu kadın, vefat ederse o kilise vâris olamaz. Zira bu kadın, firkate sebebiyet
vermiş olmadığı cihttle fâr sayılmaz.
Kezaîik: bir kimse,
zevcesine «seni boşamazsam benden üç talâk boş ol» diyib de badehu boşamadan
vefat etse zevcesi vâris olur. Çünkü mu-alâkun aleyhin vukuu, yani: boşamak
hâli, marazi mevt sayılan vefat halinde tahakkuk etmekle üç talâk marazı mevte
müsadif olmuş bulunur. Fakat bu ta'likden sonra zevce vefat ederse zevç vâris
olamaz.
«Senin izerine
evlenmezsem üç talâk boş ol» denildiği suretde de hüküm, bu nesele veçhiledir.
(5) : TaHk
maraz halinde, şart ise sıhhat halinde vuku bulsa veraset carî olrmz. Meselâ:
bir kimse, pek hasta iken zevcesine «sen fülân şahıs ile konuşır isen bainen
boş ol» deyib de şifa buldukdan sonra bu şart tahakkuk, badehu kendisi vefat
etse zevcesi ve zevcesi vefat etse kendisi vâris ola-naz. Çünkü arada sıhhat
bulunca o hastalığın bir marazı mevt olmadı^ anlaşılmış, âdeta ta'lik de, şart
da hali sıhhatde vuku bulmuş gibi olur. îlbedayi, Elbahrürraik, Dürri Muhtar,
Hindiyye. Marazı mevt hin ikrar mebhasine müracaat!. [46]
657 - :
Kocası vefat eden veya kocasından badeddühul boşanan bir kadının iddet namiyle
bir müddet bekleyerek başkasiyle izdivaç edememesi bir vecibedir. Bu vecibeye
riayet edilmesi, bir kere bir emri teab-büdîdir. Hakimi mutlak olan şârii
mübînin herhangi bir hikmet ve maslahata mebnî muhtelif müddetler ile emr ve
tayin etmiş olduğu bu id-dete riayet edilmesi, bir ubudiyyet vazifesidir, velev
ki, biz bunun ledün-niyatıru idrak etmeyelim.
Maahaea iddetin
hikmeti teşriiyyesi, bizce de bilkülliye hafi değildir. Ezcümle «iddetin ilk
gayei teşriiyyesi; istibradan, rahmin hamilden berî olub olmadığını anlamakdan
ibaretdir» denilebilir. Bu, bir vecîbei hukukiyedir. Bundan başka iddet, nikâh,
nimetinin zevalinden dolayı teessüf ve teessür izhar etmek, zevciyyetin kadrine
riayet ve iti nada bulunmak ve bazı hallerde zevciyetin iadesi için teemmül ve
tefekkür müsaid bir müddet vücude getirmek gibi içtimaî, ahlâkî gayeleri temutazammındır.
Filhakika iddet, bir
vecibe olmasa kadın, evvelki kocasından gebe olduğu halde bilmeksizin
başkasiyle evlenmeğe müsareat edebilir. Bu. suretle de nesebce iştibah hâsıl
olur, zuhur edecek çocuğun nesebden mü-rebbiden mahrum kalarak zayi olmasına
sebebiyet verilmiş olabilir Bununla beraber zevciyyet hayatının kıymeti takdir
edilmeyerek zevcen ha-tırai ihtiramı ihlâl edilmiş, olur. Halbuki bir müddet
intizar edildiği takdirde bu gibi elîm akıbetlere meydan kalmaz. •
Şu kadar var ki,
boşanmış veya kocası ölmüş bir kadının hamlini vaz etmesini müteakib başkasiyle
izdivaca salahiyetli bulunmasa, iddet-den asıl maksad olan istibrai rahim
keyfiyetinin anlaşılmış folmasma mebni haklarında bir kolaylık göstermek
hikmetine müstenid Jsulunmuşdur.
Maamafih yukarıda da işaret
edilmiş olduğu üzere îmam Ali ile îb-ni Abbas (radıyallâhü tealâ anhüm)
Hazretlerinin ictdhadlar/na nazaran kocası ölmüş bir kadın, daha dört ay on günü
ikmal etmemiş olunca vaz'ı hami ile iddetinı bitirmiş olamaz, bu müddeti ikma^
etmesi icab eder. Çünkü bu halde her ne kadar beraeti rahim gayesi'tahakkuk etmiş
olursa da müteveffanın hatırasına hürmet ve akribasının hatıralarına riayet
için böyle bir müddet intizara lüzum vardır. Velhâsıl: gerek kadınlara ve gerek bazı hallerde
erjeklere aid olan iddet meselesinin meşruiyetinde daha böyle bir nice
hkmetler, maslahatlar mevcuddur. Bu hususa riayet edilmesi, gerek huftuk ve
gerek ah-lâk bakımından mühim bir vazifedir. [47]
1 -
(Neseb) : Esasen bir beldeye veya bir
kabileye veya bir mesleğe olan nisbet ve izafe demekdir.
Neseb tabiri, karabet
mânasında istimal edilegelmişdir. Bu halde, reseb: «baba ve ana cihetlerinden
olan iştirak ve ittisal» den ibaretdir. Maahaza neseb, ekseri, baba cihetinden
olan karabetde kullanılır. Bu cihetle neseb, iki nevidir: Nesebbittûl, nesebbil'arz.
2 - (Neseb bittûl = amudî neseb) : Babalar ile ve babaların ilâ nihaye
babalariyle oğullar ve oğulların ilânihaye oğulları arasındaki ittisaldir.
3 - (Neseb
bilarz - ufkî neseb): Erkek kardeşler
ile bunların oğulları ve amca
oğulları arasında olan ittisalden ibaretdir,
4 - (Nisbet)
kelimesi, hem neseb mânasına gelir, hem de bâzı zevat veya mütecanis eşya
arasındaki muayyen hususiyetlere, mikdarlara itlâk olunur.
iki şey arasındaki
nıümaselet ve müşakeleye de «münasebet» denir. «întisab» da bir şahsın diğer
bir şahsa veya bir mahalle veya bir mesleğe olan merbutiyet ve alâkası
demekdir,
5 -
(Dı've) : Henüz doğmuş veya henüz rahmi mâderde bulunmuş olan bir çocuk
hakkında «bu, bendendir»
veya «bu benim çpcu-ğumdur» diye ikrar ve itirafda
bulunmakdır.
6 - (Deıy)
: Nesebi başkasından salbit olub bir şahıs tarafından
ebenni olunan, yani: evlâd ittihaz edilen
çocukdur ki, o şahsın evladı olmuş olmaz. Cem'i: ed'iyadır. O şahsa «mütebenni»
bu çocuğa da hem deıy», hem de «mütebennâ» denilir.
7 -
(Tebennî) : Nesebi başkasından sabit
olan bir çocuğu kendisine evlâd edinmektir. Bu çocuğa «mütebennâ» ve «deıy»
adı verilir. Te-[bennîde bulunan şahsa da «mütebenni» denilir.
8 -
(Firaş = firaşiyyet) : Bir kadının sahibi olan bir şahıs için
doğurmağa teayyün etmiş olmasıdır. O sahib, ya zevç veya mâlik = seyyiddir.
Böyle bir erkeğe
«müstefriş», Öyle bir kadına da «müstefreşe» denir.
Firaş, dört kısma
ayrılmışdır:
9 - (Firaşı
kavi): Menkûhenin ve ric'iyyen
mu'tedde olan kadının firasıdır.
10 - (Firaşı mütevassıt) : Ummi veledin firaşıdır.
11 - (Firaşı akva) : Talâkı bainden dolayı iddet beklemekde
olan kadının firaşıdır.
12 - (Firaşı
zaîf) : Henüz istîlâd edilmemiş olan
cariyenin firaşıdır. Ummi veled ve müstevlede için i'tak mebhasine müracaat!
13 -
(Kizane = îhtizan):
Lûgatde kucağa almak, besleyib büyütmek üzere yanında
bulundurmak, kuşun yumurtaları kanatları altına alarak üzerlerine basması
mânâsına gelir.
Istüahda «çocuğu
salâhiyetdar olan kimsenin muayyen müddeti içinde imsak ve terbiye etmesi»
demekdir.
Mecnun, matuh gibi
çocuk hükmünde bulunan âciz kimseleri salahiyetli şahısların hıfz ve terbiye
etmeleri, bunların yiyeceklerine, içeceklerine bakmaları, nezafetlerini,
istirahatlerini teinin çalışmaları, kendilerini muzir şeylerden siyanete kıyam
etmeleri de hizane demekdir.
14 -
(RebbüThazane) : Hizane hakkına mâlik
olan kimsedir. Buna (hâzin, hâzine, men lehül'hazane de denir. Hizaneye tâbi
olan çocuğa da mahzun, mahzune» adı verilir.
15 -
(Ulûk) : Bir şeye ilgili olmak. İki şey
arasındaki sadakat veya husumet. Gebe kalmak. Rahim gibi oğlan yatağı denilen
mahal.
«Alûk» da arzu ve süt
manasınadır. Ölüme, ve dâhiyeye de alûk ve alûka denir. «Alâka» da bir şeye
muhabbet veya husumet suretiyle olan merbutiyetdir. [48]
İÇİNDEKİLER :
Nesebin jmahiyeti ve sübutünün hikmeti teşriiy-yesi. Hami - gebelik müddeti.
Nesebin ve firaşiyetİn sübutî mertebeleri. Sabit olacak nesebler. Sabit
olmayacak nesebler. Sair mezheblere öre, sabit olub olmayan bazı nesebler.
Nesebe aid İddialar. Neseblerin esbabı sübutîyesi ve beyyinelerin tercihi.
16 - :
Neseb, yukarıda da yazıldığı üzere «baba ve ana cihetlerinden olan iştirak ve
ittisal» demekdir. Meselâ 'bir şahıs ile onun babası veya oğlu arasında böyle
bir ittisal vardır ki, bu bir neseb alâkasıdır. Maahaza, neseb, hukuk
bakımından baba cihetinden olan karabete, mer-butiyete mahsusdur.
Nitekim: âyeti
kerîmesinde de buna işaret buyurulmuştur.
Yani : Allah Tealâ o
hâliki zîşandır ki, sudan*^ su ile tahmir edilen bir maddei asliyyeden nev'i
beşeri yaratmış, onu iki kısma ayırmışdrr. Bir kısmı neseb sahihleri olan
erkeklerdir ki, nesebler kendilerine nisbet olunur. Bir kısmı da musaherete
vesile olan kadınlardır ki, sıhriyyet onlar ile husule gelir. Evet,.
Rabbüî'âlemîn olan Hak Tealâ Hazretleri nihayetsiz kudret sahibidir, böyle bir
maddeden muhtelif uzuvları, müte-bayin tabiatleri yaratmaya kadirdir. îşte
beşeriyet, bunun bir canlı mükemmel nümunesidir.
17 - : Nesebin hikmeti teşriiyyesine gelince bu,
içtimaî hayatın bir zarurî neticesidir. Beşerî silsilenin bir intizam ve
nezahet dairesinde temadisi, ferdler arasında şefkatin, teavün ve tesanüdün
tecellisi, medenî bir muhitin vücude gelmesiyle ailevî, iktisadî terakkilerin
temerküz edebilmesi, yurda samimî bir ruh ile merbutiyet husulü bütün neseblerin
sübutü sayesinde kabil olabilmişdir. Bunun içindir ki, neseblerin sü-butü,
beşeriyet hakkında bir rahmeti ilâhiyye bulunmuş, ve bu rahmet, lisanı kur'an
ile imtinan makamında beyan Duyurulmuş, beşeriyetin hay-vanatdan bu veçhile de
temayüzü tebarüz eylemişdir.
Binaenaleyh neseblerin
güzelce muhafazasına itina edilmesi lâzımdır. Neseblerin ziyadan vikayesini
temin için bu hususda ihtiyal - çare aramak tecviz edilmiş, ihtiyata
riayet,rnatlûb bulunmuşdur.
Maahaza sabit olması
lâzım gelen bir nesebi nefy ve inkâr, ne kadar menfur, günahkârâne bir hareket
ise sabit olmaması lâzım gelen bir nesebi benimsemek, aile hayatına yabancı bir
şahsın sokulmasına meydan vermek de o kadar makduh, nefrete şayan bir
hareketdir. [49]
18 - :
Neseblerin sübutü için tahdit edilen müddetler vardır. Şöyle ki, bir çocuğun
hami müddeti en az altı aydır. Bu, nâdir olsa da vaki dir. Hamlin galib olan
müddeti ise dokuz aydır. En son müddeti de iki senedir.
Binaenaleyh bir çocuk
altı aydan evvel doğub yaşayamaz. Bir çocuk validesinin rahminde iki seneden
ziyade de kalamaz. Bu, Hanefiy-yeye göredir.
(Eimmei selâseye göre
hami müddetinin ekalli altı ay, ekseri de dört senedir/ Vakıa bir çocuğun dokuz
aydan ziyade validesi rahminde kalması pek nâdirdir, fakat vâkidir. Neseb
hususunda ise ihtiyal ve ihtiyat lâzım olduğundan bu müddet kabul edilmişdir.
îmam Ahmedden diğer
bir rivayete göre hami müddetinin ekseri iki senedir, imam Sevrînin, Leysin
mezhebleri de böyledir. Abbad ibni Av-vama göre beş senedir. Zührî'ye göre de
hami müddeti altı, yedi şene devam edebilir.
Bir kısım fükahanin
beyanına nazaran bazı kabilelerde ve ezcümle «Benî Aclan» kabilesinde çocuklann
iki veya üç, dört sene kadar validelerinin rahminde kaldıkları müşahede ve
kayd olunmuşdur.)
Sayda gibi bazı
yerlerde bir kısım çocukların valideleri rahminde böyle uzun bir müddetle âdeta
bir uyku devresine tâbi tutulabilmekde oldukları da rivayet edilmektedir.
Tasviriefkâr
gazetesinin 13 Birineiteşrin 1943 tarihli nüshasindaki bir yazıya göre,
Adana'da bir öğretmenin on altı aylık çok gürbüz, zinde bir çocuğu dünyaya
gelmişdir. Tıb tarihinde ilk defa kaydedilen bu çocuğun omuzlarında arslan
yelesi gilbi kıl demetleri bulunmuşdur. «îl-ker» adını alan bu çocuk 80 santim
boyunda 7 kilo ağırhğinda imiş. El1 uhdetu alerrâvî.
Tababet alemindeki
tecrübelere, müşahedelere nazaran hami müddetinin bir seneden fazla
olamayacağı beyan olunmakdadır ki, bu ekseriyete, galib ahvale göre bir hüküm
demekdir. [50]
19 - : Bir
çocuğun nesebi, herhalde kendisini doğuran kadından sabit olur. Bunda şüphe
yokdur. Velev ki bu doğurma, meşru bir münasebet neticesinde olmasın.
Fakat bir çocuğun
nesebinin bir erkekden sübutü için anasiyle o erkek arasında firaşiyet
bulunmalı, o kadın bu erkeğin ya nikâhı sahih ile veya kısmen bu hükümde
bulunan bir nikâhı fâsid ile menkûhesi ol-malı veya aralarında mülki yemîn ile
veya ma'zeret teşkil edecek bir şüphe ile mukarenet husule gelmiş bulunmalıdır.
20 - : Bir
kadının firaşiyeti, nikâhı sahihile menkuhe ise mücer-
red akdi nikâh ile
sabit olur, nikâhı fâsid ile menkuhe ise tekarrüb vuku bulmadıkça tahakkuk
etmez. Binaenaleyh sahih bir
nikâhda hamlin mebdei; vakti akidden, fâsid bir nikâhda ise tekarrüb
vukuundan muteber olur.
Bu mesele, imam
Muhammede göredir. Müfta bih olan da budur, imamı Âzam ile imam Ebu Yûsuf e
göre nikâhı fâfcidde de hamlin mebdei, akd tarihinden muteberdir.
21 - :
Cariyelerin firaşiyeti, kendilerine efendilerinin mukarenet-de bulunduklarını
ikrar etmekle saibit olur.
Binaenaleyh nikâh
edilmiş olan kadınlar, mu'tedde olsalar da fira-şiyyete sahib olacakları gibi
efendileri tarafından istifraş edilmiş olan cariyeler de firaşiyyete sahib
bulunmuş olurlar. Fakat mezniyyeler, fi-raşiyyeti haiz olamazlar.
22 - :
Firaşiyyet, kuvvet ve za'f itibariyle firaşi kavî, firaşi ek-va, firaşi
mütevassıt, firaşi zaif namiyle dört mertebeye ayrılır. Şöyle-ki:
(1) :
Menkuhe veya ric'iyyen mu'tedde olan kadınların firaşları birer «firaşi kavî»
dir. Böyle bir kadının akdi nikâhı ânından itibaren altı ayda veya daha ziyade
bir müddetde doğuracağı çocuklann nesebleri kocasından bilâ dı've sabit olur.
Liân yoluna tevessül edilmedikçe nefy edilemez.
(2) : Bâinen
talâkdan veya liân ile 'ilâdan dolayı kocalarından ayrılarak iddet beklemekde
bulunan kadınların firaşları da birer «firaşi ekva»dır. Binaenaleyh böyle bir
kadının iddeti içinde doğuracağı çocuğun nesebi, kocasından bilâ dı've sabit
olur, artık liân tarikiyle vesaire ile nefy edilemez.
(3) :
Ümnıehatı evlâd adını alan cariyelerin firaşları da birer «firaşi mütevassıt
»dır. Böyle bir cariyenin doğuracağı çocuğun nesebi, dı've-ye muhtaç olmaksızın
efendisinden sabit ve liâne muhtaç olmaksızın mü-cerred nefy ile münkati olur.
Fakat bu nesebin sübutüne hâkim tarafından hükm edilmiş veya aradan uzun bir
müddet geçmiş bulunursa artık nefy edilmesi caiz olmaz.
Bir de böyle bir
nesebin bilâ dı've sabit olabilmesi için cariyenin istifragı, efendisine halâl
bulunmuş olmalıdır. Kitabete kesilmiş veya iki kişi arasında müşterek bulunmuş
olursa çocuğunun nesebi bilâ dı've sabit olmaz.
iştirak suretinde
şeriklerden her ikisi de çocuğun nesebini iddia ederse ikisinden de sabit ve
çocuk her ikisine de vâris olur. Çünkü birini diğerine tercihe medar yokdur.
Nesebi siyanet ise bir lâzimei haya-tiyyedir.
(4) : Efendileri tarafından istifraş, olunub henüz
istilâd edilmemiş, yani: doğurdukları çocukların nesebleri kabul edilerek
kendileri ümme-hatı evlâd kılınmamış olan cariyelerin firagları da birer
«firaşı zaif»dir. Bu takdirde dı've bulunmadıkça neseb sabit olmaz. Dı've vuku
bulunca da cariye, ümmi veled sıfatını kazanarak artık firaşı, bir firaşı
mütevassıt haline girmiş olur. istif raş edilen müdebbere hakkında da hüküm
böyledir.
23 - : Bir
kimse için tekarrüb etdiği cariyesinden doğan çocuğun nesebini nefy etmek,
diyaneten caiz değildir. Bu nesebi itiraf ve kabul etmek, icab eder. Bedayî,
Bahr, Hindiyye.
«Hanbelîlere göre bir
kimse, temellük etdiği bir cariyeye kazifde bulunsa liân lâzım gelmez, bu
cariyeyi gerek istifraş etmiş olsun ve gerek olmasın. Ve bu kazifden dolayı had
de lâzım gelmez, yalnız ta'zir icab eder. Bu kadın, bir çocuk doğurduğu
takdirde bakılır: Eğer o kimse, bu cariyeye tekarrüb ettiğini itiraf etmezse
çocuğun nesebi kendisine lâhik OÎmaz ve bunu nefy etmeğe de muhtaç bulunmaz.
Fakat tekarrüb ettiğini itiraf ederse cariye kendisinin müstefreşesi olmuş
olur ve tekarrüb gününden itibaren hami müddetinde doğacak çocuğun nesebi
kendisinden sabit olur, başkaca ikrara lüzum kalmaz, imam Mâlik ile imam
Şa-fîînin mezhepleri de böyledir. Hattâ o kimse, bu cariyeye tekarrüb etdiği
halde azilde bulunduğunu, yani: nutfesini cihazı tenasüle akıtmayıb dışarıya
ifraz eylediğini iddia etse de buna iltifat olunmaz.
Fakat imam gafi'den
bir kavle göre o kimse, istibra iddiasında bulunursa kavli kabul olunur ve
cariyesinden olan çocuğun nesebini liân tarikiyle nefy edebilir. Çünkü
kendisinden nesebinin sübutüne razı olmayınca zevcesinden doğan çocuğa müşabih
bulunmuş olur. Elmuğ nî.) [51]
24 - : Bir
kadm, akdi nikâhdan itibaren en az altı ayda veya daha ziyade bir müddet içinde
çocuk doğursa nesebi kocasından sabit
olur. Aralarında ister mukarenet bulunmuş olsun ister bulunmasın, ve kocası
nesebi ister itiraf etsin, ister sükût eylesin. Elverir ki aralarında hami
müddetine müsait bir zaman evvel mukarenet ve içtima vukuu, velev ki harikulade
bir veçhile imkân dairesinde bulunsun.
Meselâ : Şarkda
bulunan bir erkek, garbde bulunan bir kadın ile gıyaben evlendikten sonra
müsaid bir müdeti müteakib kadın bir çocuk doğurursa nesebi o erkekden sabit
olur. Bu hususda ihtiyat ve içtima imkânı naazn itibare alınır. Erkek dilerse
bu nesebi Hân voliyle nefy edebilir. Hindiyye.
25 - :
Medhulün biha olmayan bir zevce, boşanıb da talâkdan itibaren henüz altı ay
geçmeden bir çocuk doğursa nesebi sabit olur. Elverir ki akdi nikâhdan
itibaren en az altı ay geçmiş olsun. Fakat altı ay tamam oldukdan sonra
doğurursa nesebi sabit olur.
26 - :
Ric'iyyen boşanmış bir kadın, «iddetim fülân ay» veya «bundan şu kadar gün
evvel nihayet buldu» diye iddet olmaya
elverişli bir zaman geçdiğini söylemiş iken bir çocuk doğursa nesebi yine kocasından sabit olur. Velev ki talâkdan
itibaren bir çok seneler geçmiş olsun. Çünkü bu kadının mümteddetüttuhr olması
melhuzdur. Hattâ bu halde çocuğun doğması, tam iki sene veya daha ziyade bir
müddet geç-dikden sonra ise bu, zevcin ric'atde bulunduğuna delâlet eder.
Hâdiselerin en yakın vakitlere izafesi aslıdır. Binaenaleyh ric'iyyen mu'tedde-nin
hamli, yeni bir mukarenete hamJ
olunarak müracaat sabit olmuş olur. Kâfi.
Fakat iki seneden
evvel ise zevcin ric'at etmiş olduğuna hükm edilemez. Çünkü bu takdirde ulûkun
talâkdan mukaddem olması, ihtimal dlhilindeir.
27 - :
Bâinen mu'tedde olan baliğ bir kadın, iddet olmaya kâfi bir zaman mürurunu müteakib
iddetin nihayet bulduğunu
söylememiş ise talâk vaktinden itibaren iki sene geçmeksizin doğuracağı çocuğun
nesebi kocasından sabit olur. Fakat tam iki sene geçmiş ise bir rivayete göre
neseb yine sabit olursa da dir^r bir rivayete göre sabit olmaz. Meğer ki bu
suretde zevç «bu ço~ at bendendir» diye dı'vede bulunsun. O halde neseb sabit
olur. Kadın, kendisini gerek tasdik etsin ve gerek etmesin. Bu takdirde zevcin
şübhe ile mukarenetde bulunmuş olması, ihtimal dahilindedir.
28 - :
Yukarıdaki meseledeki hüküm, vefatından dolayı iddet bekleyen baliğ kadınlar
hakkında da carîdir. Velev ki medhulün biha bulunmasınlar.
Binaenaleyh böyle bir
mu'tedde Ölüm vaktinden itibaren iki seneden az da çocuk doğursa nesebi
müteveffadan sabit olur. Şayed iddetinin nihayet bulduğunu ikrar eder de
badehu altı aydan az da çocuk doğurursa nesebi de sabit olur, ikrara itibar
olunmaz. Fakat altı aydan sonra doğurursa nesebi sabit olmaz.
Nitekim ikrardan sonra
altı ay geçmemiş olduğu halde vefatdan itibaren tam iki sene geçmiş olduğu
takdirde de neseb sabit olmaz. Bahri Raik.
29 - : Sabık
meseleler veçhile bir mu'tedde, iddet olmaya kâfi bir zaman geçdikten sonra
talâk veya vefata aid iddetin nihayet bulduğunu ikrar etmiş iken bir çocuk
doğursa bakılır : Eğer ikrar ânından itibaren altı ay geçmemiş ise neseb sabit
olur. Fakat altı ay veya daha ziyade bir müddet geçmiş ise neseb sabit olmaz.
Çünkü bu takdirde çocuğun ikrar tarihinden sonra vücude gelmesi kabildir.
Şu kadar var ki bu
mesele, mu'teddenin zatülhayz olduğuna göredir. Ayîse olmak üzere iddet
bekleyen bir kadının üç ay ile iddetinin nihayet bulmuş olduğunu ikrar etmiş
olması ise bu ikrardan itibaren altı ay veya daha ziyade bir müddet sonra
doğuracağı çocuğun sübutı nesebine mani olamaz. Belki ric'iyyen veya bainen
tatlik edilen böyle bir kadının tarihi talâkdan itibaren iki seneden ekalde
doğuracağı çocuğun nesebi her halde sabit olur. Çünkü bu takdirde kendisinin
ayîse değil, müm-teddetüttuhr olduğu anlaşılmış, iddetinin inkızası hakkındaki
ikrar ve itirafı keenlem yekûn bulunmuş olur.
Talâkdan dolayı iddet
bekleyen kadınlar hakkındaki bu hükümler, sair firkat sebeblerinden dolayı
mu'tedde olan kadınlar hakkında da carîdir. Bahri Raik.
30 - : Bir
kimse, zevcesini halveti sahihadan sonra boşayıb dişine mukarenetde
bulunmadığım iddia etse bu kadına
iddet ve tam mehr lâzım gelir. Kadın, o kimseyi gerek tasdik etsin ve gerek
etmesin. Bu halde o kimsenin ric'at iddiası, kabul olunmaz. Fakat kadın, henüz
iddetinin nihayet bulduğunu itiraf etmeksizin talâkdan itibaren iki seneden
ekalde çocuk doğurursa nesebi sabit ve zevcin ric'at iddiası sahih olmuş olur.
Çünkü bu çocuğun vücudu, talâkdan evvel mukarenet vuku bulmuş olduğuna hami
edilir. Hindiyye.
31 - :
Mürahik olan bir çocuğun zevcesi, akdi nikâhdan itibaren en az altı ayda çocuk
doyuracak olsa nesebi o mürahikden sabit olur. Çünkü böyle bir zevcin
mukareneti kabildir.
32 - :
Duhulden sonra boşanan bir mtirshika,
iddetinin inkizasını ikrar ve gebe olduğunu iddia etmeksizin talâkdan itibaren
dokuz aydan ekalde çocuk doğurursa nesebi sabit olur. Fakat dokuz ay
tattjamında veya daha sonra doğurursa nesebi sabit t>Imaz.
Bu mesele, imamı Âzam
ile imam Muhammede göredir. Talâk, ister ric'î ve ister bain olsun, imam Ebu
Yusüfe göre ise bakılır : talâk; bain ise iki seneve kadar, ric'î ise -yirmi
yedi aya kadar neseb sabit olur, iddetin son gününde mukarenet vukuuna hami
edilir.
33 - :
Kocası ölmüş olan bir mürahika, vefat tarihinden itibaren on av on pünden ekalde
çocuk do&urursa nesebi, imamı Âzam ile îmam Muhammede eröre sabit olur. Bu
müddetten ekserde doğurursa sabit olmaz. Fakat îmam Ebu Yusüfe sröre iki
seneye kadar neseb sabit olın. Nitekim baliğe hakkında da hüküm bövledir.
Şâyed bu mürahika, dört
ay on gün sonra iddetinin inkızasını ikrar edib de badehu en az altı ayda çocuk
doğurursa artık nesebi müteveffa kocasından sabit olmaz.
34 - :
Medhulün biha olmıyan bir mürahika, boşandıkdan sonra altı aydan ekalde çocuk
doğurursa nesebi sabit olur. Bundan ziyade bir mtid-detde doğurursa sabit
olmaz. Çünkü bu takdirde ulûk,. ıbunun kocasına yabancı olduğu bir zamana
müsadif olmuş olur.
35 - : Bir
mtirahika, gebelik iddiasında bulunmayıfo boşandıkdan sonra üç ayı müteakib
iddetinin nihayet bulduğunu ikrar eylediği halde bilâhare çocuk doğuracak olsa
bakılır: eğer ikrar vaktinden itibaren altı aydan ekalde doğurmuşsa neseb sabit
olur, fakat altı ayda veya daha sonra doğurmuş ise sabit olmaz.
Fakat böyle bir
mtirahika, gebelik iddiasında bulunmuş olursa sü-buti neşeb hususunda baliğe
hükmünde bulunmuş olur. Çünkü bu iddiası, bulûğunu ikrar demekdir. Böyle bir
ikrar ise makbuldür. Bahri Raik.
36 - : Bir
kimse «fülân kadın ile evlenirsem benden boş olsun» diye yemin etmiş olduğu
halde bilâhare o kadınla evlense derhal talâk ta hakkuk eder. Buna rağmen o kadın, bu evlenme tarihinden
itibaren tam altı ayda bir çocuk doğurursa nesebi sabit ve kadın hükmen
medhultin tû-ha sayılarak mehre müstahik olur. Çünkü bu hâdisede teehhül,
talâkın şartı bulunmusdur. Meşrut ise şartı takib eder. Bu cihetle sari,
mes-rutdan hissedilemiyecek derecede de olsa mukaddemdir. Binaenaleyh hami, şart zamanına, yani :
evlenme halinde müsadif sayılır. Kâfi
Fakat kadın, bununla
muhsanivvet vasfım ihraz etmiş olmaz. $a-yed bu hâdisede çocuk altı avdan bir
gün mukaddem veva bir pÜn sonra doğacak olursa nesebi sabit olmaz. Çünkü bu
takdirde ulukÛn tam evlenme zamanına müsadif olmadığı zahirdir. Kadın ise
ffavri medhulün biha olduğundan mu'tedde değildir. Binaehalevh nesebin bîlâ
dı've sübu-tüne medar olacak bir ihtimal bulunmaz. Dürri Muhtar.
37 - : Bir
ümmi veled, mevlâsmın i'tak veva vefatına metni azad edildiği tarihden itibaren
iki seneye kadar bir çocuk doğurursa
nesebi mevlftsmdan sabit olur. Hîndivye.
38 - : Bir
ümmi veled, nikâhı fâsid ile kocasının tekarrübünden sonra en az altı avda
bir çocuk doenırursa nesebi bu
VnMwnndan sabît olur. Mevlâ, bu çocuğun nesehinî kendisine ilhak edemez.
Hindivve.
39 - : Hami
iddiası sahihdir. Binaenaleyh bir kimse, earivesinİTi hâmil olduğu çocuğun
kendisinden olduğunu iddia etse bu
iddiada/n ttiba-ren meselâ altı ay veya on ay sonra doğacak çocuğun nesebi
kendisinden sabit olur.
40 - : Sabit
olan bir neseb. nefv ile Tniintpfî olmaz. Fakat evvelce neyf edilen bir neseb,
bilâhare dıVe ile sabit olabilir.
Binaenaleyh bir kimse,
meselâ: cariyesinin doğurduğu çocuk hakkında «bu, bendendir» dese çocuğun
nesebi kendisinden sabit olmuş olur. Artık bilâhare «bu, benim çocuğum
değildir.» diyemez. Fakat evvelâ: «bu, çocuk benden değildir» deyib de bilâhare
«hayır 'bendendir» dese nesebi kendisinden sabit olur. Bedayî, Bahri Raik,
Hindiyye. [52]
41 - :
Nikâhın akdinden veya mukarenetden itibaren hami müddetine müsaid olmayan bir
zamanda doğacak çocukların nesebleri sabit olmaz.
Binaenaleyh bir
kimsenin sahih bir nikâh ile menkûhesi olan kadın, vakti akidden ve fâsid bir
nikâh ile menkûhesi olan kadın da mukarenet zamanından itibaren daha altı ay
geçmeden bir çocuk doğursa nesebi o kimseden sabit olmaz.
Kezalik : tev'em olan
iki çocukdan biri, altı aydan azda, diğeri de bir gün sonra doğacak olsa yine
nesebleri sabit olmaz. Meğer ki o kimse, dı'vede bulunsun. Yani : <bu
çocukların zinadan olduğunu söylemeksizin kendisinden olduklarını iddia etsin,
o takdirde nesebleri sabit olur.
42 - :
Kendisine idet lâzım gelmeyen her hangi bir mutallâkanm talâkan itibaren en az
altı ayda veya daha sonra doğuracağı çocuğun nesebi sabit olmaz. Çünkü bu
takdirde ulûkun talâkdan sonra vuku muhtemeldir.
43 - : Bir
kadın, hilkati müstebîn = belirmiş bir cenin düşürse bakılır: eğer nîkâhdan
itibaren dört ay tamamında düşürmüş ise nikâh caiz, neseb sabit olmuş olur.
Fakat dört aydan velev bir gün evvel düşürmüş ise nikâh caiz, neseb sabit
olmuş olmaz. Çünkü bu takdirde hamlin nikâhdan evvel olduğu anlaşılmış olur.
Hindiyye.
44 - :
Mukarenete gayri mütehammil ibir yaşda 'bulunan bir sagîrîn zevcesinden doğan
çocuğun nesebi sabit olmaz. Maahâza bu zevceye bu hami müddetince sarf edilmiş
olan zevciyyet nafakası istirdat edilemez. Fakat bu kadın, bu çocuğu başka bir
kocasından edindiğini ikrar ederse altı avhk nafaltavı iade etmesi lâzım gelir.
Çünkü bu müddet içinde başkasının mu'teddesi sayılmış olur.
45 - :
Nikâhı fâsidden dolayı neseb sabit olursa da nikâhı bâtıl dan dolayı sabit
olmaz. Binaenaleyh bir kimse, meselâ: üç talâk ile bo-şadığı kadınla
kablettahlîl nikâhı tecdid etse doğacak çocukların nesebleri o kimseden sabit
olur. Bu nikâhın sahih olmadığına gerek muttali olsunlar ve gerek olmasınlar.
Bu, İmamı Azama göredir. Çünkü bu nikâh, müşarünileyhe göre bir
fâsid nikâhdir. Fakat
bunun ademi sıhhatine muttali iseler imameyne göre neseb
sabit olmaz. Zira bu halde nikâh, bu iki muhterem imama nazaran bâtıl bulunmuş
olur. Hindiyye.
46 - : Bir
kimse, mehariminden biriyle bilerek veya bilmiyerek ev-lense bundan doğacak
çocukların nesebleri, îmamı Azama
göre sabit olur, İmameyne göre sabit
olmaz. Çünkü bu nikâh, İmamı Azama göre fâsid, İmameyne göre bâtıldır.
47 - : Bir
gayri müslim, bir müslime ile evlenecek olsa bundan doğacak çocukların
nesebleri sabit olmaz, iddet de lâzım gelmez. Çünkü bu evlenme, bü'ittifak
bâtıldır. Muharremat bahsine müraceat!..
48 - : Bir
mu'teddeden doğan çocuğun nesebi,
nikâhı şahinden mümkinüsübut 'bulundukça nikâhı fâsidden sabit olmaz. Şöyle ki
: boşanan veya kocası ölen
bir kadın iddeti içinde
başkasiyle evlenib de sonra bir
çocuk doğurursa bakılır : Eğer ilk kocasının
boşamasından veya vefatından itibaren iki seneden ekalde ve ikinci
kocasının nikâhından itibaren altı aydan ekal veya ekserde doğurmuş ise
çocuğun nesebi ilk kocasından sabit olur. Fakat talâk veya vefatdan itibaren
iki seneden ekserde, ikinci nikâhdan itibaren de en az altı ayda doğurmuş ise
bu neseb, ikinci kocadan sabit olur. Çünkü nesebin sahih nikâhdan is-batı böyle
müteazzir olunca onu fâsid
nikâhdan isbat etmek, zinaya hamiden
evlâ olur.
Şayed talâkdan veya
vefatdan itibaren iki seneden ekserde ve ikinci nikâhdan itibaren altı aydan
ekalde doğurmuş olursa nesebi hiç birinden sabit olmaz. Meğer ki dı've
bulunsun.
Bu halde ikinci zevç,
idetin vücudüne muttali bulnmamış ise bu ikinci nikâh, İmamı Âzam ile îmam
Muhammede göre bir nikâhı sahih hükmünde bulunmuş olur. İmam Ebu Yusüfe göre
ise olmaz. Fakat kadının mu'tedde olduğuna muttali ise 'bu ikinci nikâh,
bü'ittifak fâsid olmuş olur.
49 - : Bir
kadın, başka bir beldede bulunan kocasının vefatı, hilafı hakikat olarak şayi
olmakla muayyen iddeti bekleyib, sonra diğer biriyle evlenerek bunun
mukarenetinden itibaren en az altı ayda veya daha sonra çocuk doğuracak olsa İmamı
Azama göre bu çocuğun nesebi birinci kocasından sabit olur, kadın da ona iade
edilir. Çünkü firaşı sahih sahibi olan, bu ilk kocadır. Fakat imameyne göre bu
nikâhın böyle fesadı tahakkuk edince kadın, ilk kocasına iade edilirse de
çocuğun nesebi ikinci kocaya aid olur. Zira vuku bulan şayia, ikinci koca
hakkında bir mazeret teşkil eder. İmamı Azamın da bilâhare bu kavli ihtiyar
etdiği mervîdir. Fetva da bu veçhiledir.
(Eimmei- selâsenin,
Sevrînin, İbni Ebî Leylânın, Ehli Hicazın kavleri de bu veçhiledir. Elmugnî.)
50 - :
Ütikat ile neseb sabit olmaz.
Binaenaleyh bir kimse,
herhangi bir sebeble sokağa veya mâ'bed. hammam, kuyu başı gibi bir yere
bırakılmış, anası, babası meçhul bir çocuğu
ziyadan siyanet için ahb beslemiş olsa mücerred bununla aralarında neseb sabit
olmaz veraset de carî olamaz. Meğer ki o kimse «bu, benim evlâdımdır» diye
dı'vede bulunsun. Lâkît mebhasine müracaat!
51 - :
Tebennî ile de-neseb sabit olmaz.
Binaenaleyh mütebennî,
bu çocuğa erkek ise kendi kızını tezvic ede bilir, kız ise onu kendisine veya
kendi oğluna alabilir.
Evlâd ittihaz edilen
böyle bir çocuğun zevcei mutallâkası veya müteveffa anhası ile mütebennî
arasında iddetden sonra nikâh da caiz olur.
Tebennî edilen çocuğun
nafakası hizane ücreti mütebennîye aid olmaz. Bu çocuk ile mütebennî arasında-
nıahremiyyet vücude gelmez.
Fakat bir kimse,
mechulünneseb olan, yani: nesebi hiçbir kimseden sabit ve malûm bulunmayan bir
çocuk hakında «bu, benim evlâdımdır» deyib yaşı da ona baba olmasına müsaid
bulunsa nesebi kendisinden sabit olur. Çocuk, gerek kendisini tasdik etsin ve
gerek etmesin. Şu kadar var ki, çocuk, mümeyyiz, nefsinden ta'bire kadir ise
bu ikrarı tasdik etmelidir. Etmezse nesebi sabit olmaz. İkrar mebhasine de
müracaat!..
Bu mechulünenseb, o
kimsenin kölesi olduğu takdirde de nesebi sabit olub bu iddia üzerine derhal
azad olmuş bulunur. Hindiyye, Bez-zaziyye.
52 - : Zina ile de neseb sabit olmaz.
Binaenaleyh
mezniyyeden doğan çocuğun nesebi, bir firaşi sahih sahibi, yani : kadının meşru
kocası veya mevlâsı var ise ona aid olur, amma zâniye aid olmaz.
Meselâ : evli bir
kadın, zinada bulundukdan sonra en az altı ayda bir çocuk doğursa veyahut
çocuk doğuran kadına «Sen zina etdin, bu çocuk başkasmdandır» veya
«fülândandır» diye kocası kazifde bulunsa çocuğunun nesebi, kocasından sabit
olur, Zâniden sabit olmaz. Kadın ile zani bu zinayı itiraf etsinler,
etmesinler müsavidir. Kocası bunu istemezse liân yoliyle nefy edebilir. Zani
ise liânda bulunan koca, ber-hayat bulundukça, bu çocuğun nesebini iddia
edemez. Çünkü koca, belki nefsini tekzib ederek çocuğun nesebini kendisine
ilhak eder, çocuk da bu sayede gayrimeşru sayılmakdan, zayi olmak tehlikesinden
kurtulur. Fakat zevcin nefsini böyle tekzib etmeksizin vefatından sonra zani
de çocuğun nesebini zinaya nisbet etmeksizin . «bendendir» diye iddia edebilir.
Bu halde neseb, kendisinden sabit olur. Hindiyye, Reddi Muhtar.
53 - :
Kocası olmayan bir mezniyyeden doğan
çocuğu zâııi, zinaya nisbet etmeksizin
«bu, benim evlâdımdır»
diye kendisine ilhak edebilir; Fakat «bu, benim zinadan mütevellid çocuğumdur»
derse bununla neseb sabit olmaz. Çünkü
böyle bir neseb, çocuk için mada-melhayat hacalet âver bir şaibe
teşkil eder. Zina fezahatile ilgisi bulunmayan bir masum ise böyle ebedî bir âr
ve hicav altında bırakılamaz.
54 - : Bir
kadın, zinada bulunub da müteakiben zâni ile veya başka biriyle teehhülden
itibaren daha altı ay geçmeden bir
çocuk doğursa nesebi sabit olmaz. Meğer ki teehhül eden şahıs, zinaya nisbet
etmeksizin «bu, benim çocuğumdur» diye iddiada bulunsun. Bu takdirde neseb
sabit ve aralarında tevarüs carî olur. Ilindiyye.
55 - : Bir kimse, mechulünneseb bir
çocuk hakkında «bu, benim fülân hür kadın ile zinamdan mütevellid
çocuğumdur» diye iddia, kadın da o kimseyi tasdik etse nesebi, ikisinden de
sabit olmaz. Meğer ki bir kabile, o çocuğun o kadından doğduğuna şahadet
etsin. Bu takdirde nesebi' yalnız o kadından sabit olur. Mebsuti Serahsî, Hindiyye.
56 - : Bir
kimse, bir kadının elinde bulunan bir'çocuk hakkında «bu, benim senden nikâhdan
mütevellid çocuğumdur» diye iddia, kadın da «bu, zinadan mütevellid çocuğumdur»
diye mukabelede bulunsa nesebi o kimseden sabit olmaz. Fakat kadın bilâhare
«Evet., bu senin nikâhından hâsıl çocuğundur» diye itirafda bulunsa nesebi her
ikisinden de sabit olur.
Kezalik : çocuk o
kimsenin elinde ise yine nesebi kendisinden sabit olur. Hindiyye.
57 - : Bir
kimse, bir çocuk hakkında «bu, benim fülân kadın ile olan gayri meşru
mukarenetimden hâsıl evlâdımdır» diye ikrar, kadın ise «hayır bu nikâhımızdan
mütevellid evladımızdır» diye iddia etse çocuğun nesebi, o kimseden sabit
olmaz. Meğer ki bilâhare kadını tasdik etsin. Hindiyye. Bu meseleler, Hanefî
mezhebine göredir. [53]
« (Ehnmei selâseye
göre zevç ile zevcenin mümkün olan içtimaları ânından itibaren hami müddeti
geçmedikçe, başka bir tâbir ile zevceyn arasında müddeti hami içinde içtima
kabil olamayacak derecede bir bu"di mesafe bulundukça neseb sabit olmaz.
Harikulade bir suretle içtima ihtimali muteber değildir.
Binaenaleyh aralarında
bu veçhile içtima imkânı bulunmayan bir şarklı
ile garplı arasındaki gıyaben akd edilen bir nikâhdan sonra zuhur edecek
çocuğun nesebi sabit olamaz.
Nitekim bir kimse, bir
kadını meselâ hâkimin huzurunda nikâh ve yine hâkimin huzurunda derâkab tatlik
etse bu kadından ileride do ğacak çocuğun nesebi sabit ve bunun doğmasiyle
iddet münkazi olmaz.
Maliki fukahası
diyorlar ki : nesebin sübutü için manii şer'î gibi manii aklî, manii âdi de
bulunmamalıdır. Mesafenin uzaklığı ise bir manii adîdir. Biı halde neseb,
müntefî olur.)
(Zahiriyyeye göre akdi
fâsid ile tezevviiv veya temellük edilen kadından doğan çocuğun nesebi, bu
fesada muttali olmayan zevce veya mütemellike lâhik olursa da muttali olan zevce
veya mütemellikle lâhik olmaz. Fesada vâkıf olan şahıs, bu mukarenetden dolayı
âhir olacağından hadde müstahik olur. Bu halde çocuk, yalnız anasına lâhik
olur. Nitekim mezniyye hakkında da hüküm böyledir. Elmuhallâ.)
(Elmuğnî'de yazıldığı
üzere neseb hususunda Hanbelî fukasamn ak-vali şu veçhiledir :
(1) :
Bir kadın, kocasının talâk veya
vefatından itibaren dört seneye kadar bir çocuk doğursa iddeti
bununla biter, çocuğun nesebi de sabit olur. Meğer ki bu müddet içinde
başkasiyle evlenmiş veya vatıy olunmuş veya iddeti hayz ile bitmiş veya başka
bir çocuk daha doğurmuş olsun.
Şayed bu kadın,
iddetinin hayz ile İnkızasını ikrar edib de sonra en az altı ayda bir çocuk
doğursa bunun nesebi zevce lâhik olmaz.
Bu mesele, îmamı Azama
göre böyle olduğu gibi imam Ahmed ile İbni Şüreyha göre de böyledir. Fakat İmam
Mâlik ile İmam Şafiîye göre bu kadın başkasiyle evlenmemiş veya aradan dört
sene - ve Mâli-kiyyedendiğer bir kavle göre beş sene - geçmemiş ise çocuğun
nesebi zevce lâhik olur.
(2) : Boşanmış
veya kocası ölmüş bir kadın, iddeti içinde başka birisiyle evlenerek sonra bir
çocuk doğuracak olsa şu dört ihtimalden hâli olamaz. :
Birinci ihtimal :
çocuk, birinci kocadan mümkinüssübut olur, ikinci kocadan olamaz. Şöyle ki :
birinci kocanın ayrılışından dört sene içinde, ikinci kocanın tekarrübünden
altı aydan azda doğmuş olur. Bu halde nesebi, birinci kocaya lâhik olur. Ve bu
çocuğun doğmasiyle birinci kocadan iddet nihayet bulur, kadın ikinci kocası
için üç hayz veya tuhr ile iddet bekler
İkinci ihtimal :
çocuk, ikinci zevcden mümkinüssübut olur, birinci zevcden olmaz. Şöyle ki:
birinci zevcin müfarekatinden itibaren dört sene sonra, ikinci zevcin
mukarenetinden itibaren en az altı aydan dört sene içinde doğmuş olur. Bu halde
nesebi ikinci zevce lâhik olur. ve kadının iddeti bu ikinci zevcden nihayet
bulur, birinci zevcine aid iddeti ikmal eder.
Üçüncü ihtimal :
çocuk, her iki zevceden de mümkinüssübut olur. Şöyle ki : birinci zevcin
müfarekatinden itibaren dört sene içinde ikinci zevcin mukarenetinden itibaren
en az altı ayda doğmuş olur. Bu halde çocuk, kaiflere gösterilir. Bunlar
çocuğun nesebini bu iki zevcden hangisine ilhak ederlerse neseb ondan sabit
olur, ve ondan iddet nihayet bulur. Kadın diğer zevci için iddet bekler.
Şayed kaifler, çocuğun
hangi zevce aidiyyetini kestiremez veya her ikisinden olmadığına kail olur veya
kaif bulunmazsa kadın, hamlini vaz etdikden sonra üç hayz veya tuhr ile iddet
bekler. Çocuğa gelince bunun nesebi, Ebubekre göre zayi olur, Ebu Abdillâk
ibni Hamide göre çocuğun bulûğuma intişar olunur, baliğ olunca dilediğine
intisab-da bulunabilir.
Kaifler, çocuğu her
iki zevcede ilhak ederlerse nesebi her ikisinden de sabit olur. Bu halde
müktezai mezhebe nazaran kadının iddeti her iki kocasından da nihayet bulmuş olur.
Kaif; ferasetiyle,
cismanî alâmetler delaletiyle nesebleri tâyine kadir olan şahısdır. Cem'i :
kafedir. Hanefîlerce kaiflere itibar olunmaz.
Dördüncü ihtimal :
çocuğun nesebi, her iki zevcden de mümkinüssübut olmaz. Şöyle ki : birinci
zevcin müfarekatinden itibaren dört seneden ekserde, ikinci zevcin
mukarenetinden itibaren altı aydan ekalde doğmuş olur. Bu halde bunların hiç
birine nesebi lâhik olmaz ve bu takdirde çocuğun doğmasiyle her iki zevce ait
iddet nihayet bulmaz. Artık kadın, birinci iddeti itmam eder, ikinci iddete de
yeniden başlar. Vaz'i hami ile başka birisinin mukarenetinden mütehassil bir
iddet nihayet bulmuş olur.
(3) : Bir
mu*tedde, başkasiyle izdivaç edecek olsa bakılır: eğer her ikisi de iddete ve
izdivacın hürmetine vâkıf iseler ımıkarenetleri zina mahiyetinde olmuş olur.
Binaenaleyh haklarında haddi zina icab eder. Kadın mehre müstahik olmaz,
nesebden zevce lâhik bulunmaz. Eğer her ikisi de iddete ve hürmete vâkıf
değilse had müntefi, mehr vacib, neseb sabit Dİur. Yalnız kadın vâkıf olduğu
takdirde hakkında had lâzım gelir. Neseb sabit olur, mehre müstahik olamaz.
Bilâkis kadın vâkıf olmadığı halde yalnız zevç vâkıf olsa hakkında had lâzım,
üzerine mehr vermesi vacib olur, neseb sabit olmaz. Çünkü bu izdivaç, zevatı
meharim ile nikâha müşabih olub bil'ittifak bâtıldır.
(4) : Bir
mutalâka, henüz iddeti nihayet bulmadan ve talâkdan itibaren dört sene
geçmeden bir çocuk doğursa nesebi, zevci mutallika lâhik olur, Han
bulunmaksızın nefy edilemez. Talâkı bâinden itibaren dört seneden ekserde
doğuracak olsa neseb, Hâne muhtaç olmaksızın müntefî olur. Çünkü ulükun vukuu,
firaşin zevalinden sonra olmuş olur.
Talâk, ric'î olduğu
takdirde iddetin inkızasından itibaren dört seneden ekserde tevelîüd edecek
çocuğun nesebi de bu hükümdedir.
Fakat ric'iyyen
mutallâkamn, talâkdan itibaren dört seneden ekserde, iddetin inkızasmdan
itibaren dört seneden ekalde doğuracağı çocuğun nesebi hakkında iki rivayet
vardır. Bir rivayete göre bu neseb, zevci mutallika lâhik olmaz. Çünkü ulûk,
talâkdan sonra vuku bulmuş olur. Diğer rivayete göre lâhik olur. Zira
mutallâkai ric'iyye, zevce hükmündedir.
(5) : Bir
mutallaka, başka kocaya vardıkdan sonra doğuracağı çocuğun evvelki kocasından
olduğunu iddia etse bakılır: eğer iddetin inkızasından sonra kocaya varmış
veya bainen talâkdan itibaren dört sene geçmiş ise çocuğun nesebi, ilk
kocasına lâhik olmaz. Bu çocuk, bu kadının ikinci evlenmesinden itibaren altı
aydan azda doğmuş ise nesebi ikinci zevce de lâhik olmaz, her ikisinden de
müntefî olur. Çünkü bu neseb, hiçbirisinden mümkinüsübut değildir. Fakat altı
aydan ekserde doğmuş ise nesebi, ikinci kocadan sabit olur.
Şâye bu çocuk,
talâkdan itibaren dört seneden ekalde ve ikinci ni-kâhdan itibaren altı aydan
ekserde doğub da iddetin nihayet bulub bulmadığı bilinmezse çocuk kaiflere
gösterilir. Bunlar, çocuğu birinci zevce ilhak ederlerse ikinci zevcden Hâne
muhtaç olmaksızın neseb müntefî olur. Bilâkis ikinci zevce ilhak ederlerse
birinci zevcden neseb müntefî olur. Bu halde ikinci zevcin bu çocuğu Han
tarikiyle nefy edib edemiye-ceğine dair İki rivayet vardır.
(6) : Bir
kimse, kocası bulunmayan bir kadına bir şüphe ile mukare-netde bulunsa
doğuracağı çocuğun nesebi kendisinden sabit olur. İmam Şafiînin kavli de
böyledir. İmam Ahmed demişdir ki: kendisinden had sâkit olan her kimseye
mukarenetinden hâsıl olacak çocuğun nesebi lâhik olabilir. Böyle bir kimse,
mukarenetinin hüline mu'tekid bulunmuş-dur. Artık nikâhı fâsidde olduğu gibi
neseb, kendisine lâhik olabilir. Bu, zina yoliyle olan mukarenetden ayrılır.
Çünkü zânî, tekarrübünün hılline mu'tekid değildir.
(7) ; Bir
kadına şübhe ile mukarenet vuku bulmakla çocuk doğ^ırun-caya kadar kocası
kendisinden i'tizalde bulunsa bakılır: eğer bu mukarenet, zevcin tekarrüb
etmemiş olduğu bir tuhr haline müsadif olmuş ve mukarenetden itibaren en az
altı ay tamamında tevelîüd vuku bulmuş ise çocuğun nesebi, mukarenetde bulunan
şahsa lâhik olur, zevcden Hane muhtaç olmaksızın müntefî bulunur. Şu kadar var
ki, o şahıs bu mukareneti inkâr
ederse bilâ yemîn tasdik olunur. O halde çocuk, zevce la hık olur. Çünkü çocuk,
münkire İlhak edilemez. Nesebin kat'ı hususunda zevcin davası da kabul olunmaz.
Fakat bu mukarenet,
zevcin tekarrübde bulunmuş olduğu bir tuhr haline müsadif olmuş, çocuk da her
ikisinden olabilecek bir müddetde dünyaya gelmiş ise nesebi zevce lâhik olur.
Zira çocuk esasen firaşe aid-dir. Bu halde ise firaşdan tevelîüd mümkün
bulunmuşdur.
Şayed zevç, çocuğun o
şahısdan olduğunu iddia edecek olursa hanbelî fukahasından bazılarına göre
çocuk, kaiflere gösterilir. Kaifler onu hangisine ilhak ederlerse nesebi ondan
sabit olur. Fakat kaifler bulunmaz veya kendilerine iştibah hâsıl olur veya o
şahıs mukareneti münkir bulunursa çocuğun nesebi zevce lâhik olur. Zira
nesebin lûhûkunu iktiza eden sebeb, zevç tarafında mütehakkakdır.
(8) : Gebe
olan mutallâka,hamHni vaz etdikden sonra henüz altı ay geçmeden bir çocuk daha
doğursa bu çocuğun nesebi de zevci mutal-lıkla lâhik olur. Çünkü bunların
tev'em=bir hami oldğu anlaşılmış olur. Fakat aralarında altı aydan ziyade bir
müddet bulunursa sebebi zevce lâhik olmaz, Hâne muhtaç olmaksızın müntefi olur.
Zira bu çocuk, zevciyyetîn zevalinden ve iddetin inkızasından sonra tekevvün
etmiş olur.
(9) : Bir
mutallaka, hayz ile iddetini ikmal edib de son hayzinden itibaren henüz altı ay
geçmeden bir çocuk doğursa sebebi, zevci mutallika lâhik olur. Bu halde
çocuğun inkızai iddetden evvel tekevvün etmiş olduğu ve görülen demin bir demi
hayz olmadığı anlaşılır. Fakat altı ay geçdikden sonra doğurursa nesebi lâhik
olmaz.
Şafiî fukahasının
ekserisine göre bu halde de neseb lâhik olur. 'Çünkü çocuğun zevci mutallikden
olması imkân dahilindedir. Neseb ise ımıtan ne sabit olur.
Buna cevaben deniliyor
ki: imkân, zevciyyetin» ve iddetin bekası halinde nazara alınır. Bunlardan
sonra mücerred imkân, nesebin lû-hukı için kifayet etmez. Belki nefyi neseb
hususunda imkân ile İktifa edilir.
(10) : Bir
mutallâkamn iddeti, şuhur ile münkazi olub da badehu talâkdan itibaren dört
sene İçinde bir çocuğu dünyaya gelse nesebi, zevci mutalikden sabit olur.
Çünkü bu halde kadının ayîse olmadığı tebey-yün eder. Gebe olduğuna münafîbir
hal bulunmuş olmaz.
(11) : Bir
kimse, zevcesine hitaben "sen zina etmedin, fakat doğurduğun bu çocuk
benden değildir" dese bunun zevcesine kazf etmiş olmaz, çocuğun nesebi
kendisinden hükmen sabit olur. Şu kadar var ki, kendisi istizah olunur. Eğer
zinadan oldğunu söylerse hakkında Han lâzım gelir. Fakat çocuğun kendisine
hulkan ve hilkaten benzemediğini kasd etmiş olduğunu ifade ederse söz
kendisinin olur, zevcesinin kazf iddiasına bakılmaz.
(12) : On
yaşından aşağı bir kocaya zevcesinden doğan çocuğun nesebi lâhik olmaz. Fakat
on yaşındaki bir kocaya lâhi'k olur.
Kbubekre göre baliğ olmadıkça kendisine
nesebi lâhik olmaz. Çünkü çocuk nut-feden tekevvün eder. Baliğ
olmayan bir kimsenin nutfesi
nüzul etmez.
(13) : Tenasül uzvu ve husyeleri kesilmiş kimseye zevcesinden doğacak çocuğun nesebi
lâhik olmaz. Çünkü bundan inzal ve îlâc mü&-tehildir. Bütün ilim enlinin
kavli böyledir. Yalnız husyeleri kesilmiş olduğu takdirde de hüküm
böyledir. Zira bu halde de menî nüzul etmez. Haııbelî fukahasından
bazılarına göre bu halde neseb lâhik olur. Çünkü bundan îlâc = idhal
mutasavverdir, rakik bir mayi, nazil olabilir. Yalnız uzvi tenasüh* kesilmiş olan kimseye
ise çocuğun nesebi lâhik olabilir. Zira
bu halde müsahaka suretiyle nutfenin nüzulü mümkündür.
Şafiî fukahasımn bu
hususda ihtilâfları vardır. İbnül'lebbâne göre bu iki suretde indelcüınhur
neseb lâhik olmaz.
(14) :
Mücameat vuku bulmaksızın mücerred tenasül cihazına idhal edilen menî ile
lezzet hâsıl, nutfelerin ihtilâtı vaki olmayacağından mücerred bununla neseb
sabit olmaz. Bunun hilâfına kimse kail olmamışdır. Elmuğnî.) [54]
58 - : Bir
kimse menkûhesinin yanında bulunan bir çocuk hakkında «bu, benim oğlumdur»
veya kızımdır, sen bunu benim
nikâhımda iken doğurdun» diye iddia, kadın da «hayır bu, benim evvelki kocam dandır,
sen beni bu çocuğu doğurdukdan sonra tezevvüc etdin» diye mü-dafada bulunsa
söz, o kimsenin olur.
Bilâkis bir kimse,
menkûhesinin nezdinde olmayıb kendisinin nezdin-de bulunan bir çocuk hakkında
«bu, benim senden başka zevcemden doğmuş çocuğumdur» dîye dâva, menkûhesi de
«hayır bu benim senden mütevellid çocuğumdur» diye iddia eylese söz yine o kimsenin
olub menkû-hesibeyyinesiz tasdik olunmaz. Hindiyye.
59 - : Bir
çocuk zevç ile zevcenin elinde bulunduğu halde zevç «bu, senin evvelki kocandan
hâsıl çocuğundur» deyib zevce ise «hayır bu benim senden mütevellid
çocuğumdur» diye iddiada bulunsa çocuğun nesebi bu zevcden sabit olur.
Hindiyye.
60 - : Bir
kadın, elinde bulunan bir çocuk hakkında «bu, benim başka kocamdan hâsıl
oğlumdur» diye dâva, kocası da«hayır bu, benim başka zevcemden mütevellid
oğlumdur» diye iddiada bulunsa aralarında nikâh zahir ise ikisinin de sözü
kabul edilmez, çocuğun nesebi ikisinden de sabit olmuş olur. Fakat aralarında
nikâh zahir değilse söz kadının olur. Çocuk, tekellüme kadir ve nefsinden
tâbire muktedir olduğu takdirde ise bunlardan hangisini tasdik ederse nesebi
ondan sabit olur. Hindiyye.
61 - : Bir
erkek ile bir kadının ellerinde bulunan bir çocuk hakkında erkek «bu, benim
başka kadından mütevellid oğlumdur» diye dâva, kadın da «hayır bu, benim başka
erkekden hâsıl oğlumdur» diye iddia etse çocuğun nesebi, her ikisinden de sabit
olur.
Bu, aralarında nikâh,
zahir olduğu takdirdedir. Nikâh, zahir değilse aralarında nikâh vukuuna hükm
edilir. Hindiyye.
62 - : Bir
kimse, bir çocuk hakkında bu, benim
oğlumdur «veya «kızımdır» diye iddia etdikden sonra vefat edib de çocuğun
validesi olduğu ve müslim, hurretül'asl bulunduğu maruf bulunan bir kadın
çıkıb «o kimse benim zevcim idi, bu çocuk da onun firaşmdan hâsıl evlâdım-dır»
diye iddiada bulunsa çocuğun nesebi o kimseden sabit ve validesiy-le beraber o
kimseye vâris olur.
Fakat bu kadın
vâlideliği veya hürriyeti veya o kimsenin vefatı ânında müslime bulunmuş olduğu
meçhul bulunursa kendisi vâris olamaz.
63 - : Bir
mu'teddei vefat, hâmil olmadığını söyleyib de ertesi gün hâmil bulunduğunu
iddia etse söz, kendisinin olur. Fakat vefatdan itibaren dört ay on gün
geçdikden sonra «hâmil değilim» deyib
de badehu «ben hâmilim» derse sözü kabul olunmaz. Meğer ki vefatdan itibaren altı aydan azda
çocuk doğursun. Bu halde sözü oîunub iddetinin inkı-zası hakkındaki ikrarı, bâtıl
ve çocuğun nesebi müteveffadan sabit olur. Hindiyye.
64 - : Hami
müddeti hakkında söz, zevcenindir. Şöyle ki : bir kimse, menkûhesinin
doğurduğu bir çocuk hakkında «bu, benim
nikâhımdan hâsıl delildir, çünkü
nikâhımız henüz üç veva dört ay mukaddem akd edilmisdir» diye bilâ
beyyine iddia, menkûhesi ise «hayır nikâhımız altı ay veya bir sene mukaddem
akd edilmişdi» diye. müdafaada bulunsa, söz, bilâ yemîn menkuhenin olub çocuğun
nesebi sabit olur.
Bu, Tmamı Azama
göredir. îmameyne göre kadına yemin teveccüh eder. Müfta bih olan da budur.
Sâyed her ikisi de
nikâhın üç veya dört ay mukaddem akdedilmiş olduğunda mütesadık bulunsalar
neseb sabit olmaz. Fakat bu tesadük-dan sonra nikâhın tevellüdden lâakal altı
ay mukaddem akdedildiğine oeyyine
ikame edilecek olursa kabul olunur. Bu beyyineyi ikame eden, gerek çocuğun
validesi veya sair bir karibi olsun, ve gerek büyüdükden sonra bizzat kendisi
olsun müsavidir. Hindiyye.
65 - : Bir
kadın, nikâh tarihinden itibaren hami müddetinden ekal-de, meselâ beş ay içinde
bir çocuk doğurmakla kocası; nesebi mudb bir sebeb dermeyan ederek «bu çocuk
benim evlâdımdır» diye iddia, kadın da «hayır bu, zinadandır» diye müdafaada
bulunsa bir rivayete göre söz, zevcin olur. Diğer bir rivayete göre de söz,
zevcenindir. Fakat bu çocuk, iki seneden ekserde doğmuş olursa böyle bir
ihtilâf takdirinde söz her halde zevcin olur. Hindiyye.
66 - : Bir
erkek, bir kadına hitaben «şu çocuk
aramızdaki nikâhı şahinden hâsıl evladımızdır.» diye dâva, kadın da «hayır bu
bizim nikâhı fâsidden mütevellid evladımızdır» diye iddia etse çocuuğn nesebi,
/ikisinden de sabit olmuş olur.
Bunun aksine iddiada
bulundukları takdirde de hüküm böyledir. Şu kadar var ki, fesadı iddia eden
zevç olunca kendisinden fesadın vechi sorulur, araları tefrik edilir. Bu
tefrik, mehr ve nafaka hususunda talâkdan madud -bulunur. Hindiyye.
67 - : Dı've
- neseb iddiası, dört kısma ayrılır :
(1) : Dı'vei nâkihdir. Bu, sahih veya fasid
suretde nikâha sahih olanın neseb idiasıdır.
(2) : Dı'vei istîlâdır. Bu, bir kimsenin kendi
mülkünde iken Eebe olan bir cariyesinden doğan çocuğun nesebini iddia
etmesidir. Velev ki bu iddia zamanında mülkivet zail olmuş olsun.
(3) : Di'vei
tahrirdir. Buna «dı'vei mülk» de denir. Bu da başkasının mülkünde iken gebe
olan bir cariveden doean çocuğun nesebini bu cari-yeve bilâhare istırâ pîbi bîr
sebeble mâlik olan kimsenin iddia etmesidir. Bu iddia zamanında malikiyyet
bulunmalıdır. Bununla mümkin olan yerlerde neseb sabit olur.
(4) : Dı'vei sübheî mülkdür. Bu. mülk sübhesîne
mebni bir coeueun nesebini iddia etmekden ibaretdir. Evlâdın cariyesinden doğan
çocuğun nesebini iddia ffibi.
Bu dıVenin sahih
olabilmesi için ulûk vaktinden dı've vaktine kadar mülk te'vili ve temellük
velâveti mevcud olmalı ve cariye bir mülkden diğer bir mülke nakle mahal
bulunmalıdır.
68 - :
Dı'vei nâkih, sair dıVelerden evlâdır. Dı'vei istilâd da dı'vei tahrirden ve dı'vei
şübheden mukaddemdir. tahrir de dı'vei
şübheye müreccahdır.
Meselâ : dı'vei
îstilâd île dı'vei tahrir içtima etse dıVei îstimd tercih olunur. Meğer ki
dı'vei tahrir daha mukaddem vaki olmuş olsun Hindiyye.
Bu esas üzerine
aşağıdaki meseleler vesaire tefemi eder :
69 - : Bir
kimse, başkasına satıb teslim eylediği cariyesinden ba'-iel'bey' altı aydan
ekserde ve iki seneden ekalde doğacak çocuğun nesebini iddia etse nesebi
kendisinden sabit olmaz. Meğer ki müşteri tasdik etsin. Bu halde yalnız
müşteri dı'vede bulunsa dı'vesi sahih olur. Bu dı'-venin bir dı'vei istilâd
olması icab eder. Bununla çocuk, hurrüTasl jlur. Bunun üzerinde müşterinin
hakkı velâsı olamaz.
70 - :
Yukarıdaki mesele veçhile altı aydan sonra doğan çocuğun nesebini hem bayi, hem
de müşteri birlikde veya müteakiben iddia etseler yalnız müşterinin dı'vesi
sahih olur. îki seneden ekserde doğan çocuğun nesebini bayi iddia etse müşteri
tasdik etmedikçe sabit olmaz. Tasdik edince de neseb sabit olursa da bununla
satış muamelesi bozulub cariye ümmülveled olmuş olmaz. Çocuk yine müşterinin mülkü olarak kain-.
Hindiyye.
71 - : Bir
kimsenin başkasına sattığı cariyesi, satış vaktinden itibaren altı aydan azda
bir çocuk doğurmakla o kimse, bunun nesebini iddia etse veya kendisinin bu
hususdaki ikrarına iki şahid şehadetde bulunsa çocuğn nesebi kendisinden sabit
ve cariye ümmü veled olub satış muamelesi bozulur. Semenin müşteriye iadesi
lâzım gelir. Çünkü bu, bir dı'vei i stil addır.
Bilâkis bu çocuğun
nesebini müşteri iddia edecek olsa bu neseb kendisinden sabit, cariye de
kendisinin ümmi veledi olmuş olur. Zira müşterinin bu iddiası, bir dı'vei
tahrirdir. Bununla çocuk üzerinde velâ hakkına malik bulunur.
Fakat her ikisi de
böyle bir iddiada birlikde bulunacak olursa bayiin dı'vesi tercih olunur.
Aletteaküb iddia etdikleri takdirde ise sabık olan, mürecah olur. Hindiyye.
72 - :Bir
kimse, cariyesini kölesine tezviv edib de cariye, altı ay veya daha ziyade bir
müddet sonra bir çocuk doğursa nesebi köleden sabit olur. Köle nefy etse de bu
neseb, müntefi olmaz. Şayed o kimse «bu çocuk bendendir» diye dı'vede bulunsa
bu, caiz ve neseb kendisinden sabit olmaz. Su kadar var ki, çocuk, bu ikrara
mebni azad olur. Cariye de kendisinin ümmi veledi olmuş olur. Fakat çocuk,
altı aydan mukaddem
dünvaya srelirse nesebi
köleden sabit olmaz.
Bu takdirde o kimse, bunun nesebini iddia ederse
kendisinden sabit olub nikâhın fesadına hükm edilir.
73 - : Bir
kimsenin grebe olarak satın aldıeı ve daha doyurmadan basVamna sat.tıeı
carivesinden doeacak cocupım nesebini o kimsenin babası iddiada bulunsa bu
iddiası sahih olmaz. Çünkü ne ulûk ve ne de iddia zamanında mülk bulunmamışdır.
74 - : Bir kimsenin hâmil olarak satın aldığı
cariyesinden çocuğun nesebini babası iddia, o kimse de tekzib etse bu iddiası
olmaz. Çünkü ulûk, oğlunun mülkünde bulunmamışdir.
75 - : Bir
kimsenin cariyesinden doğan çocuğun nesebini o kimse, sonra da onun babası
iddia etse veya birlikde iddiada bulunsalar o kimsenin iddiası evlâ bulunmuş
olur. Çünkü o, bir dı'vei istilâddır. Diğeri ise bir dı'vei şübhedir.
76 - : Köle,
mükâteb veya gayri müslim bulunan bir şahıs, hür ve müslim bulunan oğlunun
cariyesinden doğan çocuğun nesebini iddia etse dı'vesi sahih olmaz. Fakat bir
müslim, gayri müslim bulunaa o?. lunun cariyesinden mütevellid çocuğun nesebini
iddia etse sahih olur
Kezalik: ikisi de
gayri müslim bulunsa dı've sahih olur. Velev M milletleri muhtelif bulunsun.
77 - : iki
kimse arasında müşterek olan bir cariyeden doğan m. cuğun nesebini bu
şeriklerden yalnız biri iddia etse nesebi ondan sabit olur. Cariye kendisinin
ümmi veledi olmuş olacağından şerikine zatoin olur. Fakat çocuğun kıymeti
namına şerikine bir şey zamin olmaz.
78 - :
Müteaddid kimseler arasında müşterek olan bir cariyeden doğan çocuğun nesebini
bu şeriklerden her biri iddia etse nesebi hep. sinden sabit olur. Velev ki
hisseleri mütef avit bulunsun. Cariye ise bun-ların hisseleri nisbetinde ümmi
veledleri olmuş olur.
Bu, imamı Azama
göredir, imam Ebu Yûsuf e göre bir neseb, nihayet iki kimseden, imam Muhammede
göre de üç kimseden sabit olabilir, ziyadeden sabit olamaz. Hindiyye, Haniyye.
79 - : Bir
kimse, bir çocuğun nesebim başkasına nisbet ve izafe etdikten sonra kendisine
ilhak etmek iddiasında bulunsa bu iddiası mes. mu olmaz. Fakat hıukarrün leh
olan şahıs, bu nesebi kabulden imtina ederek o kimseyi tekzib ederse o kimsenin
bilâhare bu iddiası Imamey-ne göre mesmu olur. Ali Efendi fetâvâsı.
80 - : Bir
kimse, zevcesine hitaben «sen bu çocuğu doğurmadın belki iltikat etdin» veya
«başkasından istiare eyledin» deyib zevcesi de «hayır bu, benim senden hâsıl
olan çocuğumdur» dese zevcenin bu iddi-ası, beyyinesiz kabul edilmez. [55]
81 - : Bîr
kimsenin nesebi ya ikrar ile veya beyyine ile sabit olur. ikrar da sarih ile
îmâ kısımlarına ayrılır. Binaenaleyh bir kimse, söz
söylemeğe kadir olduğu halde söz
söylemeksizin îmâ tarikiyle mcc-hulünneseb bir çocuğun nesebini itiraf eylese
bununla nesebi kendisinden sabit olur.
82 - : ikrar
ile nesebin sübutu, şu şartların vücudüne
mütevakkıfdır :
(1) : Mukir; mükellef, yani: âkil ve baliğ
olmalıdır.
(2) : Mukir,
babalık iddiasında bulunmuş ise, mukarrün lehin babası olacak bir yaşda,
oğulluk iddiasında bulunmuş ise, mukarrün lehin oğlu olabilecek bir yaşda
bulunmalıdır.
Zahiri hal, mukirri
mükezzib olursa neseb sabit olamaz.
(3) : Mukarrün
leh, başkasından sabitünneseb bulunmamış olmalıdır.
(4) :
Mukarrün leh, sahih ibareye mâlik, başka tâbir ile nefsinden tâbire kadir ise
mukirri tasdik etmelidir.
(5) : ikrara
muhalif beyyine bulunmamış olmalıdır.
(6) : Mukir,
ikrariyle başkasına nesebi tahmilde bulunmamış olmalıdır. Bulunursa ikrarı, kendisiyle
mukarrün leh hakkında muteber olursa da başkaları
hakkında muteber olmaz. Kardaşhk, amcalık, dayılık ikrarları gibi.
Meselâ : elli
yaşındaki âkil bir kimse, otuz yaşındaki nesebi meçhul bir şahıs hakkında «bu,
benim oğlumdur» diye ikrar, o şahıs da «evet., bu, benim babamdır» diye tasdik
etse, aralarında neseb sabit olur. Velev ki, mukimin sair oğulları veya babası
bu nesebi kabul etmesinler.. Çünkü mukir, bu ikrariyle nesebi bizzat kendisine
tahmil et-mişdir. Artık bu ikrar, hem mukir ile mukarrün leh hakmda ve hem .
de. sairleri hakkında muteberdir. Bu halde mukir veya mukirrin babası vefat
etse mukarrün leh, bunlara şair vârisler ile beraber varis olur.
Fakat bir kimse, bir
şahıs hakkında «bu, benim kardaşımdır» veya «amcamdır» diye tasdike mukarin
ikrar etdiği halde mukarrin babası veya kardeşleri bunu kabul etmeseler bu
ikrar, yalnız mukir ile mukarrün leh hakkında muteber olur. Başkalarına
sirayet etmez. Çünkü bu suretde o şahsın nesebi mükırre değil, mukirrin
babasına veya dedesine tahmil edilmiş olur.
Binaenaleyh böyle bir
mukarrün leh, ledelhace mukirden hah" hayatında nafaka almaya müstahik
olabilir. Amma mukir vefat etse bu mukarrün leh, sair verese ile beraber vâris
olamaz. İkrar Mebhasmda (89) uncu mes'eleye müracaat!
83 - : Bir
kimse, hali sıhhatinde mâlik olduğu mechulünneseb bir köle hakmda marazı mevt
ile mariz iken «bu, benim oğlumdur» diye ikrarda bulunsa nesebi kendisinden sabit olarak
köle derhal azad olur. Velev ki, başka malı bulunmasın. Velev- ki, kölenin
kıymetini muhit olacak derecede borcu bulunsun. Kölenin sa'y etmesi, yani: bu
borcu Ödemek için kazanç sahasına atılması lâzım gelmez.
Köle hakkındaki temellük
ile ikrar, mukirrin marazı mevtine müsadif oiduğu takdirde de yine neseb sabit
olarak köle azad olur. Şu kadar var ki, bu halde mukirrin başka malı yok ise
köle, imamı Azama göre kıymetinin siilüsanı nisbetinde sa'ye mecbur olur.
îmameyne göre ise, nail olacağı miras mikdarı müstesna olmak üzere bütün
kıymeti nisbetinde sa'ye mecbur bulunur.
Mukirrin sülüsi mali,
kölenin kıymetine müsaid olduğu takdirde, ise köle, îmamı Azama göre mukirre
varis olur, sa'ye muhtaç olmaz, îmameyne göre ise köle, hem varis olur, hem de
kendisine isabet edecek miras mikdarı müstesna olmak üzere bütün kıymeti
nisbetinde sa'ye muhtaç olur. Hindiyye.
84 - :
Nese.b hakmdaki ikrardan rücu, sahih değildir. Binaenaleyh bir çocuğun nesebini
bir kimse veya onun varislerinden herhangi
biri tasdik etse bilâhare bundan rücuu, faide vermez.
85 - : Zevç
ile zevcenin firaşinden hâsıl çocuğun nesebini nefy hususunda bunların ittifak
ve te^adükü kifayet etmez. Çünkü neseb, çocuğun hakkıdır. Bu, ancak Hân tarikiyle nefy edilebilir. Zevceynin bu hususdaki ittifakları, bu hakkı
ibtal edemez.
86 - :
Neseb, beyyine ile de sabit olur. Şöyle ki
: bir kimse, nesebi başkasından bilbeyyine sabit olmayan bir çocuğun
nesebini inkâra mukarin iddia eylese bunu iki erkek veya bir erkek ile iki kadın
şahidin şahadetleriyle isbat edebilir.
87 - :
Ric'iyyen veya bâinen talâkdan veya vefatdan dolayı iddet bekleyen bir kadın,
iki sene içinde bir çocuk doğurub da zevci muttalikı veya müteveffa kocasının
vârisleri, çocuğun vilâdetini inkâr edecek olsalar bakılır: eğer zevç, evvelce
hamli ikrar etmiş veya hamlin vücudu zahir bulunmuş ise, vilâdet hakkında söz,
îmamı Azama göre kadınındır. Velev ki, iddiasına bir kabile şahadetde
bulunmasın. Aksi takdirde mücerred
iddiası makbul olmaz. Bu halde îmamı Azama göre vilâdete iki erkeğin veya bir
erkek ile iki kadının şahadet etmeleri lâzım gelir. Böyle bir beyyine ikame
edilince artık zevcin, veya vârislerin bu tevellüdü inkâr etmeleri, yani : «Senin doğurduğun çocuk, bu değildir» demeleri
kabul olunmaz.
îmameyne göre ise,
hamlin vücudu evvelce ikrar edilmiş veya zahir bulunmuş olsa da vilâdetin
vukuu sabit olmaz. Belki müslim, hür, âdil olan kabilenin veya erkeğin
şahadetine lüzum görülür. Dürri Muhtar.
88 - Kadınların şahadetleri, çocuğu tayin hususunda
hüccet olmaz. Meğer ki başka bir karine bulunsun. Şöyle ki: zevç veya varisi, çocuğun tevellüdünü itiraf
etmekle,' beraber doğan çocuğun ibraz
edilen çocuk olduğunu kabul ctmeyib inkâr eylerse bu çocuk, mücerred kabilenin
şahadetile taayyün etmez. Meğer ki hamlin zuhuru veya zevcin itirafı veya
firasiyetin kıyamı gibi bir müeyyide bulunsun.
Bu meselede mücerred
kabilenin şehadetinin kifayet edeceğine kail olanlar da vardır. Reddi Muhtar.
89 - : Neseb
dâvası,'bir hasım muvacehesinde isbat edilir. Şöyle ki : bir şahıs, ölmüş bir
kimsenin oğlu veya babası veya kızı
ve yahut anası
olduğunu iddia etse bu dâvasını mahkemede müteveffanın vârisi veya garımi veya
medyunu veya mûsalehi muvacehesinde beyyine ile isbat eder. Bu neseb iddiasiyle
beraber gerek başka bir mal, meselâ miras Veya nafaka iddiasında bulunsun ve
gerek bulunmasın müsavidir.
Fakat bir kimse, başka
birisi hakkında kardeşlik, amcalık, torun-luk gibi bir şey iddiasında bulunursa
bakılır : Eğer miras ve nafaka gibi bir mal sebebiyle bu iddiada bulunuyorsa,
hasım muvacehesinde (Jâvası mesrmı olur ve kardeşliğe, amcalığa vesaireye hükm
edilir. Bu hüküm, sair kardeşler, amcalar ve saire hakkında da muteber olur.
Amma böyle bir mal sebebiyle iddiada bulunmuyorsa beyyinesi mesmu, uhuvvet
vesaireyi isbat mümkün olamaz. Velev ki, müddeaaleyh bu uhuvveti mukir olsun.
90 - Neseb hususunda tesamü ile şahadet caizdir.
Şöyle ki : biv kimse, bir şahsın nesebine dair yalan yere içtimaları tasa^/vur
olunmayan bir cemaatden malûmat edinmiş olsa bu malûmata binaen onun nesebine
şahadet edebilir.
Bu, îmamı Azama
göredir. îmameyne göre bir kimse, iki âdil şahsın kendisine vermiş oldukları
habere binaen de nesebe şahadetde bulunabilir. Fetfa da bu veçhiledir.
91 - :
Beyyine ile sabit olan neseb, bütün nâs
hakmda muteberdir. Binaenaleyh
bu neseb, artık başkasından sabit olamaz. Ve bu neseb, başkalarına karşı
herhangi bir hususdan dolayı tekrar isbata muhtaç bulunmaz.
92 - : Neseb
hususunda nesebi sabit olacak şahsın
nef i ciheti iltizam olunur.
Binaenaleyh müslim ile
gayri müslim arasında müşterek olan bir cariyeden doğan çocuğun nesebini her
ikisi de iddia etse müslimin iddi-. ası tercih olunur, şerikine nısıf ukru
zamin olur.
Kezalik : bir hür ile bir köle arasında müşterek olan
bir cariyeden doğan çocuğun nesebini ikisi de iddia etse hürrün iddiası
müraccah olur. Velev ki hür, gayrı müslim, köle ise müslim olsun. Çünkü çocuk
hürriyetini bizzat iktisab edemez. Fakat ileride islâmiyyeti bizzat kabul,
edebilir.
Kezalik : bir lâkît
hakkında müslim bir köle «bu, müstefresem olan fülân cariyeden doğmuş.
oğlumdur» diye dâva, hür bir zimmî de «bu, benim zevcem fülâneden mütevellid
oğlumdur» diye iddia eylese çocuğun nesebi, hür olan zimmi lehine hükm olunur.
Çünkü aksi takdirde çocuk köle olmuş olur. Hindiyye.
Bütün bu meseleler,
müslümanhkda hürriyete ne kadar kıymet verildiğini göstermektedir.
93 - : Baliğ
ve âkil olan bir kimse, bir erkek ile bir kadın- aleyhine dâva açarak, «ben
bunların oğluyum» diye iddia, başka bir erkek ile kadın da «hayır bu kimse
bizim oğlumuzdur» diye dâva edecek olsalar o kimsenin beyyinesi tercih olunarak nesebi
iddia etdiği şahıslardan sabit olur.
Hattâ bu kimse, gayri
müslim, meselâ Nasranî olub da bir Naa-ranî ile bir Nasraniyyenin oğlu olduğuna
dair iki müslim şahid ikame bir müslim ile bir müslime ise, «hayır bu bizim
oğlumuzdur» diye bey-yine ikame edecek olsalar yine bu kimsenin beyyinesi
tercih olunur. Fakat bu kimsenin ikame edeceği şahidler gayri müslim olduğu
takdirde müslim ile müslimenin beyyineleri evlâ olur.-Bu suretde o kimse, islâmiyyeti
kabule icbar edilir. Şu kadar var ki, imtinaı-halinde - mürted sayılarak -
öldürülmez. Hindiyye.
94 - : Nesebi meçhul bir çocuğun bünüvveti hakında
zilyet! He hariç beyyine ikame etse zilyedin beyyinesi tercih olunur..
Ve hangi zevcesinden doğduğunu tayin ve o veçhile beyyine etmiş olunca çocuğun
nesebi o zevcesinden de sabit olmuş olur. Velev ki zevcesi inkâr etsin. Nitekim
bu veçhile beyyineyi zevce İkame etdiği takdirde de çocuğun nesebi hem kendisinden,
hem de kocasından sabit olur. Velev ki
kocası inkâr etsin.
95 - : Bir
kimse, kendi elinde bulunub tekellüm,
yani : kendi nefsinden tabire kadir
olmayan mechulünneseb bir çocuk hakkında «bu, benim oğlumdur» diye iddiada bulunsa nesebi kendisinden sabit olur. Başka bir şahıs bu veçhile
iddiada bulunduğu takdirde de nesebi o şa-hısdan istihsanen sabit olur. Zilyed
olan o kimse, bu müddeîyi gerek tasdik
ve gerek tekzib etsin müsavidir.
Fakat bu çocuğun
nesebini z\dyed ^e diğer bir şahıs birlikde dâva etse zilyed tercih olunur.
Amma müteakiben dâva etseler neseb, sabıka lâhik olur. Hindiyye.
96 - : Bir
kimse, elinde bulunan nesebi meçhul bir çocuk hakkında «bu, benim oğlumdur»
diye bilâ beyyine neseb iddiasında bulunduğu halde haricden başka birisi «hayır bu, benim oğlumdur» diye beyyine ikame
eylese neseb, bu haneden sabit olur. Velev ki zilyed; hür ve müslim, hariç ise
sümnıî veya köle bulunsun.
97 - ; Bir
fakir kimse, bir şahıs aleyhine dâva açarak «bu, benim oğlumdur, nafakamı
versin» diye beyyine ikame, o şahıs'da «hayır bu, benim değil, fülân kimsenin babasıdır» diye o kimsenin inkârına mu-karin beyyine
ikame eylese o fakir kimsenin beyyinesi
veçhile hükm edilerek müdeaaleyhin beyyinesi ibtâl edilir.
98 - : Bir
kimse, bir şahıs aleyhine «bu, benim fülân müteveffa zevcemden mütevellid
oğlumdur» diye o kadının terikesinden miras ta-leb, müddeaaleyh de «hayır ben
fülân kimesnenin zevcesinden mütevellid oğluyum» diye o kimesnenin inkârına mukarin iddia
eylese miras beyyinesi tercih edilerek
müddeaaleyhin nesebi, bu müddeîden sabit olmuş olur..
99 - : Bir
kadın, bir çocuk hakkında «bu, fülânenin çocuğudur» diye şahadetde bulunub da
şahadet her hangi bir sebeble kabul edilmediği cihetle bilâhare «bu, benim
çocuğumdur» diye iddia eylese ikame
edeceği beyyinesi kabul olunnjaz. Fakat
çocuk büyür de «evet., ben o 'kadının evlâdıyım» diye beyyine ikame ederse
nesebinin o kadından sü-butüne hükm edilir. Bahr, Bedayi, Hindiyye,.
Bezzaziyye.
« (Aşağıdaki
meseleler, Hanbelî fukahası tarafından nesebe dair beyan olunan mesail
cümlesindendir :
(1) : Bir
çocuğun nesebini bir erkek ile herhangi bir kadın iddia edecek olsa nesebi
ikisinden de sabit olabilir. Çünkü bu iki iddia arasında munafat yokdur. Bu
erkek ile o kadın arasında nikâhı sahih ile veya şüphei nikâh ile mukarenet
bulmuş olması mümkündür.
(2) : Zevç
ile zevce, çocuğu nefy suretiyle mülâanede
bulunduk-dan ve nesebin kat'ına hüküm verildikden sonra zevç, nefsini
tekzib edecek olsa bakılır : eğer nesebi nefy edilen çocuk ber hayat ise veya
ber hayat ohnayıb çocuğu ber hayat ise nesebleri o zevce lâhik olur. Hiçbiri
ber hayat değilse, nesebleri lâhik olmaz. Binaenaleyh aralarında tevarüs
cejeyctn etmez. Çünkü neseb, mevt ile münkati olacağından istilhakı sahih
olmaz.
Maahaza imam Ahmede
göre çocuğun nesebi lâhik plur. Gerek ber hayat olsun ve gerek olmasın ve gerek
zengin bulunsun ve gerek bulunmasın.
İmam Şafiî ile Ebu
Sevr'in kavileri de böyledir.. Sevrîye göre ise zevç, ber hayat olmayan böyle
bir çocuğu istilhakda bulununca bakılır
Eğer mal terk etmiş
ise nesebi lâhik olmaz. Çünkü mal için istilhak -iüûiaı neseb, vaki olmuş,
oıur. fakat mal terk etmemiş ise iahiK
olur.
(3) : imam
Ahmede göre, hamlin nesebini istilhak, sanın değildir, Binaenaleyh Dunu neti de
sanıh oımaz. günkü henüz manıyyetı teuyymı etmemişdır.
*'akat imam Şafiîye
göre hamlin nesebini nefi, caiz olduğundan istilhakı da caizdir, istilhak
edilince de bir daha nefy edilemez. Nitekim vaz'ı hamilden sonraki istilhak
hakkında da hüküm böyledir.
(4) : Nesebi
meçhul bir lekîtin nesebini iki kimse bilâ beyyine iddia edecek olsa bunlar
kaiflere gösterilir. Kaifler, çocuğu bu müddeî-lerden birine ilhak
edebilecekleri gibi ikisine de ilhak edebilirler. Bu takdirde bu çocuk,
onlardan her birinden ayrıca bir evlâd mirasına müs-tahik olur. Fakat bu iki
müddeî yalnız bir baba mirasına müstahik olurlar; Ebu Sevr'in kavli de
böyledir.
İmam Şafiîye göre
kaifler, çocuğu müddeîlerden yalnız birine ilhak edebilirler. Her ikisine
ilhak etmek isterlerse sözleri sakit, yalanları zahir olub çocuğun nesebiyle
her ikisine de hükm edilemez. Nitekim iki valideye ilhak etdikleri takdirde de
hüküm, böyledir.
Buna cevaben deniliyor
ki : bir kadının rahminde iki erkek nut-fesinin içtimaiyle bundan bu çocuğun
tekevvün etmesi caizdir. Fakat bir çocuğun iki kadın nutfesinden tekevvüni
mümkin değildir. El-muğnî.
Bazı etibbanın
beyanına göre bir mebîz ancak bir hüveynei me-neviyyeye teslim olur.
Binaenaleyh bir kadının nutfesinde maddei hayatiyye, iki erkeğin nutfesindeki
maddei hayatiyye ile imtizaç ederek bir insan tevellüdüne sebeb olamaz. Olsa
olsa bunun neticesinde galatı tabiat denilen, meselâ : iki başlı bulunan bir
çocuk vücude gelebilir. Şu da ilâve ediliyor ki: rahime ilkah, bir hafta içinde
müteaddid defa vuku bulur. Bu halde bir hafta zarfında bir veya müteaddit
kimselerden bir kadın iki veya daha ziyade çocuğa gebe kalabilir. Bir nutfedeki
hüvey-natı meneviyye dahi müteaddit günlerde inkişaf ederek birer hamle sebeb
olabilir. Rahmin insidadı, nihayet bir hafta teehhür edebilir, ondan ziyade
edemez. Bu insidaddan sonra vaz'ı hami vaki olmadıkça artık rahim, başka bir
nutfeyi cezb ederek tfıamle mahal olamaz.
Müctehidler arasında
ilmi tıbba da pek güzel âşinâ olan İmam Şafiî Hazretlerinin bu babdaki
ifadeleri ise iddet bahsinde sebk et-mişdir.
(5) : Bir
lâkitin nesebini İkiden ziyade kimse iddia etdiği takdirde de sabık mesele
veçhile muamele carî olur. Binaenaleyh
böyle bir çocuğu kaifler, meselâ: Uç, dört erkeğe ilhak edecek olsalar
nesebi hepsinden de sabit olur. Bu husus, îmam Ahmed ibni Hanbelden mensusdur.
Ebu Abdillâh ibni Hamide göre bu çocuk, nihayet iki kimseye ilhafe edilebilir.
Çünkü bu husus, bir eser ile sabitdir, ona iktisar etmesi lâ zım gelir. Kadıya
göre de üç kimseden ziyadeye ilhak edilemez.
Buna cevaben deniliyor
ki, iki kimseye ilhakı icab eden hal, ikiden ziyadede de mevcuddur. Artık böyle
ikiye, üçe kasr etmek tehakküm demek olur. Elmuğnî.
(6) : İki
kadın, bir çocuğun nesebini iddia edince
bakılır: Eğer her ikisinin de
bu hususda dı'vesi muteber değilse iddiaları
mesmu1 olmaz. Ve eğer yalnız birisinin dı'vesi muteber ise münferid bir
müddeî mesabesinde'bulunarak neseb kendisine
lâhik olur.. Ve her ikisinin de
dı'vesi muteber ise ikisinin de beyyinesi
dinlenir. Beyyineleri yok ise
ikisi de çocuk ile beraber kaiflere
gösterilir. Bu halde ikisi de beyyine ikame etse veya kaifler çocuğu ikisine
de ilhak eylese çocuğun nesebi ikisinden de sabit olur. Nitekim erkekler hakkında da hüküm böyledir.
(7) : İki
kadından biri bir oğlan, diğeri de bir kız doğurmuş olduğu halde her biri kızı
değil, oğlanı doğurmuş olduğunu iddiada
bulunsa iki ihtimalden hâli olamaz.
Birinci ihtimal: Bu
iki kadın ile bu iki çocuk kaiflere gösterilir. Çocuklardan her bir kafenin
ilhak edeceği kadına lâhik olur.
İkinci ihtimal : Bu
kadınların sütleri etibba ve eshabı vukuf tarafından muayene edilir. Çünkü
erkek çocuğu doğuran kadının südiyle kız çocuğunu doğuran kadının südü tabiatce
ve sikletce mütefavetdir. «Erkek çocuğa aid süt ağır, diğerinin südü ise hafifdir»
denilmekdedir.
Şayed böyle iki kadın,
iki oğlan veya iki kız hakkında münazaada bulunacak olursa yine kaiflere
gösterilmeleri lâzım gelir. Elmuğnî..
(8) : İki
erkek, bir kadına bir tuhr halinde nesebin lûhukuna sebeb olacak veçhile
mukarenetde bulunmakla bir çocuk doğsa da nesebinin her ikisinden olması
mümkün bulunsa bunların kaiflere gösterilmeleri lâzım gelir. Kaifler, çocuğun
nesebini hangisine ilhak ederse neseb ondan sabit olur.
İki kimsenin müşterek
bir cariyelerine ayni tuhr içinde mukarenetde bulunmaları, bir kadına kocasımn
mukarenet etdiği tuhr halinde diğer bir erkeğin de bir şübhe ile mukarenet
etmesi, iki kimsenin birer nikâhı fâsid ile tezevvüc etdikleri bir kadına bir
tuhr halinde tekarrüb etmeleri, bir tuhr halinde zevcinin tekarrübünden sonra
tatlik edilib mu'tedde bulunan bir kadma ayni tuhr içinde başka bir erkeğin bir
fâsid nikâh ile tekarrüb etmesi, mevlâsı tarafından bir tuhr içinde tekarrüb
edilen t»r cariye satılmakla müşterisi tarafından ayni tuhr içinde
kablel'istibra mukarenetde bulunulması halleri de bu cümleden-
dir. Eİmuğnî. Demek ki
Hanbelîlere göre nikâhı sahih, tercihe medar olmuyor.
(9) : Bir
lâkitin nesebini iki kinişe, bilâ beyyine iddia etdjği halda kaifler bulunmasa
veya kaiflerce işkâl vaki olsa veya sözleri müteariz bulunsa veya sözlerine
itimad edilmiyecek bir halde bulunsalar bu iki müddeîden biri, mücerred çocuğun
suretindeki bir alâmeti söylemesi sebebiyle tercih edilemez. Bu halde neseb,
hiç birinden sabit olmaz, Çünkü idiaları, mütearizdir. Bunlardan hiç biri bir
hüccete mukarin değildir.
Bu mesele, Ebubekire
göredir. Fakat İmâm Ahmedin bir kavline ve Ebu Abdillah ibni Hamide göre bu
çocuk baliğ olunca bu . müddeî-lerden hangisine intisabda bulunursa nesebi
ondan sabit olur. îmam Şâfiînin kavli cedidi de böyledir. Kavli kadimine göre
çocuğun temyiz yaşma kadar intizar olunur. Çünkü insan, tab'an karibine meyi
eder, başkasına meyi etmez. Maahaza bu çocuk, mechulünnesebdir, ikrara ehil
olduğu bir halde ikrar eder, mukarrünleh de kendisini tasdik ederse nesebi
ondan sabit olur. Nitekim müddeînin münferid olduğu takdirde de hüküm böyledir.
Buna cevaben deniliyor
ki : bir kimsenin karibine meyi etmesi, onun karabetine muttali oldukdan sonra
vaki olur. Meylin sebebi, bu ıtüîâdır. İnsan; bazan kendisine ihsan edene,
bazan da ahlâkça en güzel veya malca en ziyade olana temayül gösterir.
Binaenaleyh nesebe delâlet hususunda meylin tesiri kalmaz, ikrara gelince bu
da her vakit halâl olmaz. Çünkü babasından başkasına intisab iddiasında bulunan
şahsa tarafı nebeviden lanet olunmuşdur. Böyle bir meçhulün neseb ise
babasının kim olduğunu kestiremez ki, bu ikrar ve tasdiki caiz olsun.
Maahaza bu intisaba
kail olanlara nazaran lâkît, bu müddeîlerden birine intisabda bulunsa da sonra
bundan nesebini nefy ederek diğer müddeîye intisabda bulunsa veya her ikisine
<}e intisabım nefy eylese bu riefiy iddiası artık kabul edilemez. Çünkü
evvelki ikrar ve tasdikiyle nesebi sabit olduğundan artık rücuu kaıbul
olunamaz. Nitekim nesebi iddia eden tek bir kişi olduğu takdirde de tasdikten
sonra nefy ve inkâr, muteber olmaz.
Fakat lâkit, bu
müddeîlerden böyle birine intisab etdikden sonra diğer müddeî, beyyine ikame
edecek olsa bu beyyine ile amel olunub, intisab bâtıl olur. Çünkü beyyine,
kaiflerin kavlini bile ibtal eder. Küflerin kavli ise intisabdan mukaddemdir.
Binaenaleyh intisabdan sonra kaifler tarafından diğer müddeîye nesebi ilhak
edilse intisab yine bâtıl olmuş olur. Çünkü kaiflerin sözleri, beyyine gibi
intisabdan daha kuvvetlidir. Elmuğnî.) [56]
İçindekiler :
Hızanenin mahîyyetî ve kıymet ve ehemmiyeti. Ebeveynin ilk vazifeleri.
Htzaneye kimlerin müstahik oldukları. Rabbül-hızanenin evsaf ve şeraiti. Hızane
müddeti. Hızanenin mekânı. Hızane için ücretin lüzum ve ademi lüzumu. Hızane ve
çocuk hakkındaki ihtilâflar, dâvalar. [57]
100 - : Hızane
kelimesi, îûgatde cenb yan mânâsına
olan «hızn» lâfzından alınmıştır.
Bir kimsenin meûnetini, terbiyesini deruh-de etmek, bir şeyi kucaklamak,
bir şeyi bir şeye zam ve ilâve eylemek mânâlarını ifade eder. Bu münasebetle
bir Validenin veya ekribadan herhangi bir kadının veya erkeğin bir çocuğu
himayesi altına alarak hıfz ve terbiye etmesine de hızane adı verilmişdir.
islâm hukul'.unda
hızane - ıstılah kısmında da yazıldığı üzere - çocukları veya çocuk hükmünde
olan mecnun, matuh gibi âcizleri salahiyetli olan kimselerin hıfz ve terbiye
etmeleri, onların yiyeceklerine ve içeceklerine bakmaları, nezafetlerini, istir
ah atlerini temine çalışmaları, kendilerim muzir şeylerden korumaları demekdir.
101 - : Malûmdur ki, çocuklar
büyük bir aciz içinde dünyaya gelirler. O hükümdeki şahıslar da
büyük bir aciz içinde yaşarlar. Bunlar senelerce bakılmaya muhtacdırlar.
Bunları himaye ve siyanet etmek beşeriyetin hayatî, fıtrî, dinî
bir vazifesidir. Bahusus
çocukların güzel bakılmaları, güzel terbiye edilmeleri, insaniyyete
lâyık âdab ve fe-zail ile muttasıf bir hale getirilmeleri büyük bir
vecîbedir. İşte bu cihetle hızanenin büyük bir kıymet ve ehemmiyeti vardır.
Hızane müessesesini güzelce temin ve idame etmek, medenî bir cemiyet için pek
mühim, pek f aideli bir gayedir.
Binaenaleyh islâm
hukukunda bu hususa dair pek mühim esaslar vardır. Ezcümle ana ile babanın
mütekabil vazifeleri, hakları tayin edil miş, her iki tarafın biri birini
mutazarrır etmeksizin çocuklarının nesv-ü nemasına, terbiyesine nasıl çalışmakla mükellef oldukları hem ahlâk, hem de hukuk bakımından tesbit
olunmuşdur. [58]
102 - : Bir
baba, çocuğunu muayyen bir müddet için hazına adı
nı alan bir
mürebbiyeye tevdi etmekle mükellefdir. Bu müddet içinde çocuğun nafakasını, süt
ana ücretini ve bazı hallerde hazine ücretini vermesi icab eder.
103 - : Bir
baba, hızanesi kendisine teveccüh eden çocuğunu yanına alıb, beslemekle
terbiyesini temine çalışmakla mükellefdir. Bu halde kendisi de çocuğu sabık
hazinesinden cebren almaya
müstahik olur.
104 - : Bir
baba, kazanç çağına ayak basan erkek çocuğunu bir yan'ate, bir ticarete veya
ücretli bir hizmete tevdi ve kazancından nafakasına sarf edebilir.
Baba, mübzir olursa
çocuğun kazancı bir yedi emine tevdi olunur. Nitekim sair emval ve
emlâki hakkında da hüküm böyledir.
105 - : Bir
ana, bir mani yok ise, çocuğunu hızanesi altına alarak beslemekle diyaneten
mükellefdir, fakat hükmen mükellef
değildir. Meğer ki kendisinden başka çocuğa bakabilecek kimse
bulunmasın. Nitekim sair hazineler için de hızane, mecburî bir vazife,
değildir. Bunlar çocuğu yanlarına alıb terbiye etmekden kaçınırlarsa, cebr olunmazlar. Fakat çocuğun hazinesi, teayyün ederse, yani çocuğun bir hazmeden başka hazinesi olacak
kimse bulunmazsa veya onun aşağısmdaki hâzineler de hızaneyi kabul etmezlerse o
zaman, o muayyen hâzine, hızaneyi kabule mecbur olur. Meğer ki yabancı bir
şahıs ile evli olmak bir mania bulunsun.
106 - : Bir
ana, çocuğuna süd vermeğe icbar edilemez. Çünkü bundan mutazarrır, zaafa duçar
olabilir. Bununla beraber validelerin
çocuklarına süt vermeleri lüzumu, müftabih bulunmuşdur. Bu, mürüvvet ve diyanet
muktezasidır. Zevç ile zevce, nikâha aid maslahatları müştereken deruhde
etmelidirler ki, nikâhdan maksud olan
faideîer tahakkuk etsin. Reza'
da bu Maslahatlar cümlesindendir. Şu
kadar var ki, bundan imtina etdikleri takdirde cebr olunamazlar. Meğer ki başka
süt verecek bir kadın bulunmasın.
107 - : Bir
çocuğun anasiyle babası arasında zevciyyet kaim oldukça anası, vereceği süt
mukabilinde ücrete müstahik olmaz.
Çünkü dinayeten mükellef olduğu bir
vazifeyi yapmış olur. Çocuğun
siyanet edilmesi ise kendisinin de menfaati ıcablarmdandır.
Valide, ric'iyyen
mu'tedde olduğu takdirde de hüküm böyledir. Fakat bainen mu'tedde olduğu
suretde iki kavi vardır. Birine nazaran yine ücrete müstahik olmaz. Çünkü
mu'tedde bulundukça iddet nafakası alacağından artık bu nafaka ile ücreti
reza, cem edilemez. Diğer kavle nazaran alabilir. Zira beynunet ile zevciyyet
zail olmuşdur.
108 - : Bir çocuğun anasiyle babası arasmda
iddetin hitamiyle müfarekat tekarrür edince anası
ücreti rezaa müstahik olur. Fakat çocuğun babası, ücretsiz veya daha az bir
ücretle süt ana bulduğu takdirde çocuğun validesine reza ücreti vermesi lâzım
gelmez, babası fazla ücret vermekle izrar edilemez. Şu kadar var ki, tedarük
edeceği mürzia, çocuğa anasının yanında süt verir, onu anasından ayıramaz.
Bedayi, Dürri Muhtar.
« (Malikî ve Şafiî
fukahası diyorlar ki : bir baba için çocuğunun tedibine bakmak, çocuğunu
mektebe veya bir san'ate teslim etmek bir vecîbedir. Mevkii' yüksek olan bir
baba, çocuğunu her halde mektebe verir; âdî sanatlere vererek mutazarrır
edemez.
Şafiî fuRahasından
Mâverdînin ifadesine nazaran şerif, içtimaî mevkii yüksek olan bir baba,
çocuğunu âdî bir sanate verib mutazarrır edemez. Çünkü çocuğun hakma riayet
etmesi lâzımdır. Bu hususları çocuğun validesine havale edemez. Zira kadınlar
bu gibi şeyleri teminden âcizdirler. Tuhfetül'inuhtac.)
(Malikîlere göre bir
kadın, şerife ise, yani : yüksek bir aileye men-sub olub kendi işlerini bizzat
kendisi görmez, hizmetçi kullanır takımdan ise, çocuğuna süt vermeğe cebr
edilemez. Böyle bir hareket, âdete muha lifdir. Fakat kadın, aşağı tabakadan
ise cebr edilebilir. Bedayi.)
(İmam Şafiî ile imam
Ahmede göre bir kimse, çocuğunu dilediği bir süt anaya verebilir. Meğer ki
validesi, bizzat süt vermek istesin. O halde başkasından eîıak olur. Velev ki
bir ecri misi talebinde bulunsun ve aralarında zevciyyet gerek kaim olsun ve
gerek mutallâka bulunsun ve gerek şerife bulunsun ve gerek bulunmasın.
Şaifî fukahasına göre
bir kimse, kendi zevcesini çocuğuna süt vermek için isticar edemez. Çünkü
zevcenin menafii kendisine aiddir. Bu menafiin
bir kısmı hakkında onu isticar etmesi caiz
değildir.. El-
muğni.)
(Hanbelîlere göre bir
mutallâka, çocuğuna bir ecri misi mukabilinde süt vermek istediği halde zevci
mutallıkı, çocuğu başka süt anaya teslim etmek isteyince bakılır : Eğer bir
ecri misi ile veya daha ziyade bir bedel ile teslim edecek ise buna müsaade
olunmaz. Fakat çocuğa te-berrüan veya ecri mislinden noksan bir ücretle süt
verecek kimse var ise o halde zahiri mezhebe nazaran çocuğu validesinden
alabilir. El-muğnî.)
(îbni Ebî Leylâ ile
Hasan ibni Şaline göre bir erkek, zevcesini çocuğuna süt vermeğe cebr
edebilir. Ebu Sevrin kavli de böyledir.)
(Zahiriyyeye göre de
bir kadın için hurre olsun, cariye olsun, za-tüzzevc bulunsun bulunmasın
çocuğuna süt vermesi bir vecibedir. Velev ki, yüksek bir aileye mensub olsun,
buna cebr olunur. Meğer ki mutallâka bulunsun. O halde zevci mutallikinden
olan çocuğuna süt vermeğe mecbur değildir. Bu çocuğa babası bir süt ana
tedarük eder. Şü kadar var-ki,
çocuk başkasının memesini kabul etmediği takdirde validesi ir-zaına mecbur
olur. Ko.cası razı olsun olmasın.
Kezalik : Çocuğun
babası ölür veya iflas eder veya mefkud bulunursa validesi yine İrza ma mecbur
olur. Şayed validesinin südü bulunmaz veya süt vermesi kendisine muzir
bulunursa başka bîr süt ana te darük edebilir. Bilâhare ber hayat olub mah
mevcut ise babasına reza ücretiyle müracaate müstahik olur. Elmuhallâ.) [59]
109 - .
Çocukların hızaneleri, bazı vakitlerde kadınlara, bazı vakitlerde de erkeklere
aid olur. Şu kadar var ki, hızane de asi,plan kadınlardır. Binaenaleyh hızane
hakkı, evvelâ kadınlara teveccüh eder. Çünkü onlar daha şefkatlidirler.
Çocukların terbiyelerine ve onları yanlarında tutmaya daha ehildirler. Bu hak,
sonra da erkeklere müteveccih olur. Zira yaşları bir dereceye kadar ilerleyen,
çocukların sıyanet ve himayesine, mesalihini ikameye erkekler daha ziyade
muktedir bulunurlar.
110 - : Bir
çocuğun hızanesi, evvelâ validesine aiddir, validesi bulunmaz veya hakkı
hızanesi bir veçhile zail olursa bu hak, şu tertib üzere sair kadınlara
teveccüh eder : Ananın anası, ananın anasının anası.. babanın anası, babamn
anasının anası, ana baba bir kız kardeş, ana bir kız kardeş, baba bir kız
kardeş. Ana baba bir kız
kardeşin kızı, ana bir kız kardeşin
kızı, ana baba bir teyze, ana bir teyze, baba bir teyze, baba bir kız kardasın
kızı. Ana baba bir er kardasın kızı, ana bir er kardasın kızı, baba bir er
kardasın kızı, ana baba bir amme, ana
bir amme, baba bir amme, ananın ana baba bir halası, ana bir halası, baba bir
halası. Sonra.bu tertib üzere ananın ammeleri, babanın ammeleri.
İmam Muhammed ile imam
Züfere ve İmamı Azamdan bir rivayete göre teyzeler, baba bir kız kardeşden ve
ondan sonrakilerden mukaddemdirler. Hattâ îmam Züf ere göre teyzeler babamn
validesinden de mukaddemdirler. Çünkü teyzeler, valide mesabesindedirler.
Velhâsıl : Bu
kadınlardan mukaddemi var iken muahharına hızane hakkı teveccüh etmez, Meğer ki
mukaddemin bu hakkı, lâzım gelen şeraiti cami olmadığından dolayı sakıt olsun.
111 - :
Kadınlardan hızane sahibesi bulunmadığı takdirde hızane hakkı, miras tertibî
üzere asabata intikâl eder. Şöyle ki : bir çocuğun hızanesi, evvelâ babasına,
sonra babasının babasına ve babasının babasının babasına aid olur. Bunlardan
sonra da sırsiyle şunlara teveccüh eder : Ana baba bir erkek kardaş, baba bir
erkek kardaş, ana baba bir er kardasın oğlu, baba bir er kardasın oğlu. Ve
bunların bu veçhile oğullan, ana baba bir amca, baba bir amca. ana baba -bir
amca oğlu, baba bir amca oğlu, babanın ana baba bir amcası babanın baba bir
amcası, dedenin ana baba bir amcası, dedenin batta bir amcası.
112 - :
Asabatdan kimse bulunmadığı veya bulunub
da şeraitini cami olmadığı takdirde çocuğun hızanesi, şu tertib üzere
mahrem olan zGvil'erhâme teveccüh
eder :
ananın babası, ana bir erkek .kardaş, ana tir ^adaşın oğlu, ana bir amca, ana bir dayı,
baba bir dayı, ana bir dayı
113 - ;
Amca oğullarının kız çocukları
hakkında hızaneye salâhiyetleri yokdur. Çünkü bunlar, mahrem
değildirler; Şu kadar var ki, bir kız çocuğunun amcası oğlundan başka asabesİ
ve yukarıdaki meselede yazılan mahrem akribası bulunmadığı takdirde
hâkim, münasibini araştırır, bunu emin
ve salih görürse çocuğu kendisine teslim eder, görmezse emniyetli, müslüman
bir kadının yanına tevdi eder. Zira bu halde veiâyet, hâkime aid
olacağından maslahat icabına riayetde bulunur.
114 - : Bazı
fukahaya. göre mevlel'atakanm hakkı
hızanesi yokdur. Fakat diğer bazı fukahaya göre erkek olan çocuk, başka
asabası bulunmayınca mevlel'atakesine tevdi edilir. Çünkü mevlel'atake, asaba-tm sonudur. Buna nazaran kız çocuğu da
kadın bulunan mevlâtülataka-ya tevdi olunur.
115 - :
Dereceleri müsavi müteaddid hızane sahibleri içtima edince onların en salihi,
sonra en vera'lisi, sonra da en yaşlısı tercih olunur.
116 - :
Hızane sahibinin hakkı, bir
veçhile sakıt olunca hızans hakkı onun dûnundeki kimseye
aid olur.
Meselâ : ayni derecede
bulunan müteaddid hâzinelerden her biri, çocuğa yabancı olan bir erkek ile evli
bulunsa, hepsinin de hızane hakkı sakıt bulunur. Başka, rabbülhazane
bulunmadığı takdirde de hâkim, çocuğu bunlardan münasib göreseğine tevdi
edebilir. Çünkü bunlardan her biri bu halde çocuğa karşı ecnebi kadınlar
mesabesinde bulunmuş olur
117 - : Bir
maniaya mebni zail olan hızane hakkı, o maniin zevâ-liyle avdet eder.
Meselâ : çocuğa
yabancı olan bir şahıs ile evlenmekle hakkı hıza-neden mahrum kalan bir kadın,
bilâhare bu şahsın vefatı veya bainen tatliki halinde tekrar b.u hakka mâlik
olur.
118 - :
Çocukların hızane hususunda bulûğdan evvel ihtiyare salâhiyetleri yokdur.
Binaenaleyh bir
çocu'k, hızanesi için anasiyle babasından veya ak-ribasından birini tercih ve
ihtiyar edemez. Belki hızanesi kime ai.i işe cnun yanına tevdi edilir. Çocuğa
böyle bir muhayyerlik vermekde bir hik met ve maslahat yokdur. Bedayı',
Hindiyye, Reddi Muhtar. « (MalikÜere göre hızane tertibi şöyledir :
Ana, ananın ilânihaye
anaları, ana baba bir teyze; ana bir teyzı ananın teyzesi, ananın ammesi,
babanın anası, babanın anasının ilâniha ye analan, babanın babasının anası,
baba, kız kardeş, babanın kız kardeşi = amme, babamn babasının kız kardeşi,
babanın teyzesi, ana baba bir erkek kardasın kızı, ana bir erkek kardasın kızı,
baba bir erkek kardasın kizı, ana baba bir kız kardasın kızı, ana bir kız
kardasın kızı, baha bir kız kardasın kızı, bunlardan sonra da hızane hakkı,
vasıyye teveccüh eder. Vasiy,. gerek muhtar ve gerek mensub olsun sair
.asabatdan mukaddemdir. Vasıyden sonra da hızaneye şunlar, sırasiyle müstahik
olurlar. Erkek kardaş, kardasın oğlu, buna valide cihetinden olan dede takdim
olunur. Amca, amca oğlu. Bunlardan yakın olan, uzak olana takdim edilir./ Daha
sonra hızane hakkı, mu'tika ve mu'tikin nesebden asa-basına aid olur.
Bir mertebede bulunan
hızane sahihleri içtima edince eslâhı takdim olunur. Şerhi Ebüberek;ât,
Kitabülfıkıh AlelmezahibiPerbea.)
(Şaflüere göre
hızaneye müstahik olanlar, şu üç halden hâli olamazlar :
(1) :
Akribadan erkekler ile kadınlar içtima eder. Bu halde hızane hakkı, evvelâ
anaya, sonra; ananın ilânihayet analarına teveccüh eder. Şu kadar var ki
bunların vâris olmaları şartdır. Binaenaleyh ananın öa basının anası
hızaneye müstahik olamaz. Çünkü o, vâris değildir. Bunlardan sonra hızane hakkı,
babaya, babanın anasına, babanın anasının ilânihaye analarına teveccüh eder.
Bunların da vârislerden olmaları şarttır. Binaenaleyh babanın validesinin
babasının validesi hazine olamaz. Zira bu da vâris değildir.
Bu dört derece
sahihleri, yani : ana ile onun anaları, baba ile onun anaları mevcud olmayıb da
akribadan sair erkekler ile kadınlar içtima edince evvelâ kadınlar, sonra da
erkekler derecei karabetlerine göre sırasiyle hîzaneyi haiz olurlar.
Meselâ : bir çocuğun erkek kardeşleriyle kız
kardeşleri ve teyzele- ammeleri içtima etse evvelâ kız kardaşları, saniyen
erkek kardeşleri, salisen teyzeleri, daha sonra da ammeleri hizanesine
müstahik olurlar. Bunlar, karabetçe müsavi olunca aralarında kur'a' atılır.
(2) :
Akribadan yalnız kadınlar içtima ederler. Bu halde hızane tertibi şöyle olur : Ana, ananın
anaları, babamn analan. kız kardeş tev-ze, kız kardeşin kızı, erkek kardeşin
kızı, amme, teyzenin kızı. ammenin Vıza, amcanın kızı, dayının kızı,'bunlardan
sakik = ana baba bir olanlar. olmıvanlara, baba bir olanlar da ana bir olanlara
takdim olunur. îmam Safilnîn kadîm kavline nazaran kız kardeşler ve teyzeler,
ceddelere takdim edilir.
(3) : Ekribadan yalnız erkekler içtima ederler. Bu halde
hızane tertibi, §u veçhile olur: Baba, babanın, babası, ana baba bir erkek
kar-deg, baba bir erkek kardeş, ana bir erkek kardeş, ana baba bir veya baba
bir erkek kardeşin oğlu, ana baba bir amca, baba bir amca, ana baba bir amca
oğlu, baba bir amca oğlu. Şu kadar var ki, amca oğluna müştehat olan kız çocuğu
teslim edilmez. Çünkü bu, gayri mahremdir. Bu takdirde çocuk, bir sikaya,
meselâ amcası oğlunun kızına teslim jdi-lif. Amcası oğlu da buna muavenet eder.
Şaf illerden
bazılarına göre babalar ile dedelerden başka asaba tın hakkı hızaneleri yokdur.
Mecnune olan bir
kadının validesiyle kızı bulunsa validesi kızma, kızı da cedelerine takdim
olunur. Mukarenete mütehammil genç vs evli bir çocuğun hızanesi hususunda ise
kocası, başkaları üzerine takdim ^di-lir. Tuhfetülmuhtac, Elmuğnî,
Elmezahibül'erbea.)
(Hanbelîîere göre de
hızane tertibi, şu veçhiledir: Ana, ananın anası, ananın anasının anası, baba,
babanın ilânihaye anaları, ced, ceddin anaları, ana baba bir kız kardeş, ana
bir kız kardeş, baba bir kız kardeş, ana baba bir teyze, ana bir teyze, baba
bir teyze, ana baba bir amme, ana bir amme, baba bir amme, ananın teyzeleri,
babanın teyzeleri, babanın ammeleri, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin
kızları, amcaların kızları, ammelerin kızları, ananın amcalarının kızları,
babanın amcaları kızları. r Bunlardan evvelâ ana baba bir olanlar, sonra ,ana
bir olanlar, daha sonra da baba bir olanlar hızaneye müsta-hik olurlar.
Kız çocuğu üzerinde
amca oğlunun, ve babamn amcası oğlunun hakkı hızanesi yokdur. Çünkü bunlar
mahrem değildirler. Süt yoliy-le mahrem olanlar da hızaneye müstahik olmazlar.
Elmezahibül'erbea.)
Zevil'ermame gelince
bu hususda imam Ahmedden iki kavi rivayet olunmuşdur. Bir kavle göre bunlar,
hızane hakkına asla mâlik değildirler. Asabatdan kimse bulunmayınca çocuğun
muhafazası hâkime intikâl eder. Diğer kavle göre asabatdan kimse bulunmayınca
dayı, ana bir kardeş, ananın babası, kız kardaşm oğlu gibi zevil'erhamdan
bulunanlar da hızaneye müstahik olurlar. Bu kavi, evlâdır. Çünkü bunlar ile
çocuk arasında karabet mevcuddur, tevarüs carî olabilir. Elmuğnî.)
(Zahiriyyeye gelince,
bunlara göre de erkek ve kız çocuklarının fehm ve temyiz ile, sıhhati cism ile
baliğ olacakları zamana kadar hı-zanelerine anaları başkalarından daha haklıdır.
Anaları gerek hurre ve gerek cariye olsun ve başkasiyîe gerek evli bulunsun ve
gerek bulun-' masın. Ve çocukların babaları, bulundukları beldeden başka bir
yere gerek- rıhlet eylemiş olsun ve gerek olmasın. Cedde de
valide demekdir. Bir valide, dinî ve dünyevî hususlarda emîne değilse
çocuğu hakkında din ve dünya itibariyle ahvet olan men lehülhızaneye bakılır.
Velîler, salâhı halde müsavi oldukları takdirde evvelâ valideler ile ceddebr,
sonra babalar ile cedler, sonra erkek ve kız kardeşler, daha sonra ak-rebiyyet
itibariyle diğerleri hızaneye müstahik olurlar. Gayri müslim olan analar,
müslim olan çocukları hakkında reza müddeti içinde hıza-ne hakkına mâlik
olurlar. Bu çocuklar, reza'dan müstağni olub fehim ça-gına varınca hızaneleri
analarında sakıt olur. Fâsikalar hakkında da hüküm böyledir. Elmuhalla.) [60]
119 - :
Hızaneye müstahik olanlardan yalnız kadınlarda, yalnız erkeklerde ve her
ikisinde aranılacak bazı evsaf ve şerait vardır. Aşağıdaki meseleler, bunları
göstermektedir.
220 - :
Hâzine olacak kadın, çocuğun zatı rahmi mahremi olmalıdır.
Binaenaleyh amice ve
amme kızlarının, dayı ve teyze kızlarının esasen hakkı, hızaneleri yokdur.
Çünkü bunlar, çocuğa mahrem değildirler.
Kezaük : süt
valideler, süt kardeşler de hızane hakkına mâlik olamazlar. Zira buular mahrem
iseler de zatürrahm değildirler
221 - :
Hâzine, çocuğa yabancı olan bir şahıs ile evlenmemiş ve çocuğa buğz edecek
kimseler ile bir arada ikamet etmekde bulunmamış olmalıdır.
Binaenaleyh bir
çocuğun anası veya sair bir hâzinesi, bir yabancı ile evlenince hakkı hızanesi
sakıt olur. Gerek duhul bulunsun- ve gerek bulunmasın. Çünkü aksi takdirde
çocuk, zillete ve i'tisaaf maruz kalabilir. Fakat çocuğun zî rahmi mahremi
olan bir şahıs ile, meselâ amca-siyle evlenmiş olursa hakkı hızanesi sakıt
olmaz.
Kezalik : babası ölmüş
bir çocuğun anası, yabancı, yani : çocuğun neseben mahremi olmayan bir kimse
ile evlendiği halde bu çocuğu - malından nafakası için sarf etmeyib - kendi
yanında meccanen besleyeceğini deruhde etdiği takdirde bu çocuğu bir mal
mukabilinde imsak ve terbiye etmek isteyen vesîsine tercih olunur. Zira bu
suretde çocuğun malı ikba edilmiş olur.
Hızane hususunda
çocuğun menfaati gözönünde tutulmak, ona göre fetva vermek hikmet ve maslahat
muktezasıdır. Çok kere bir üvey baba, refikasının hatırına riayet veya nzai
ilâhîyi isticlâb için bir çocuğa ekribasmdan daha iyi bakabilir ve çocuğun
karibine verilmesinde bazı ahlâkî, ailevî mahzurlar melhuz olabilir. Bu halde
çocuğu validesin-defe almak, caiz olmaz. Reddi Muhtar.
122 - : Hâzine, hurre olmalıdır.
Binaenaleyh cariyeler,
müdebbere veya ümmi veled olsalar da hızaneye müstahik olmazlar. Çünkü hızane,
bir nevi velâyetdir. Bunlar ise velayete ehil değildirler ve efendilerinin
hizmetlerile meşgul bulunurlar.
Mükâtbenin kitabetden
mukaddem doğurmuş olduğu çocuğu hakkında hüküm böyledir. Bu gibi cariyelerin
çocukları rakik iseler hızane ve himayeleri mevlâlarına aid bulunur. Babaları
gerek hur olsun ve gerek olmasın. Bu çocukların valideleri câriye, kendileri
hür oldukları takdirde ise hızaneleri hür olan akribalarına.aid olur.
Validelerinin mev-lâiarına aid olmaz.
123 - :
Hâzine, müslime veya zimmiyye olmalıdır. Binaenaleyh harbi yy elerin,
mürteddelerin bir müslirn veya zimmî
hakkında hızaneye
istihkakları yokdur. Mürtedde, dari harbe iltihak etmiş olsun olmasın.
Fakat bir müslim çocuk
için kitabiyye bulunan bir zimmiyye hâzine olabilir. Bu hakkın sübutü için
ihtilâfı din, mani değildir. Çocuk hakkındaki şefkate bu ihtilâf mani olmaz. Şu
kadar var ki, böyle bir çocuk, zimmiyye bulunan hâzinesinin yanında aklı
kesinceye, edyanı teakkul edecek bir çağa gelinceye kadar bırakılır. Aklı
kesince ondan alınır, tâ ki gayri müslimlerin ahlâk ve etvariyle tahallûk
etmesin. Bu müddetin yedi yaşla takyidi münasib görülmektedir.
Kezalik : Müste'men
olan harbîler arasında da hizane hakkı carî olur.'
124 - :
Çocuğun babası mu'sir olub sair mahremlerden biri tarafından bakılması
meccanen deruhde edildiği takdirde
hâzin?, .ücret istemeksizin çocuğu kabul etmelidir. Binaenaleyh bu
halde hâzine, ücret isterse çocuğu yanına cebren alamaz.
125 - :
Rabbülhızane olacak erkek, asabadan veya mahrem olan zevil'erhamdan olmalıdır.
Binaenaleyh asabadan ve mahrem rahim
sa-hiblerinden bulunmıyan erkekler, hızaneye müstahik olamazlar.
126 - : Asabadan bulunan erkek ile hizanesinde
bulunacak çocuk arasında din ittihadı bulunmalıdır.
Binaenaleyh müslim bir
çocuk hakkında gayri müslim bulunan erkek kardeşinin ve emsalinin hakkı
hızanesi olamaz. Çünkü ihtilâfı dip, ta'sibe manidir. Bu halde gayri müslim bir
çocuğun biri müslim, diğeri gayri müslim iki kardeşi bulunsa hızanesi gayri
müslim olan kardeşine aid olur.
127 - :
Men lehülhazane, âkil, baliğ, emîn,
hiyanetden beri, çocuğu siyanete kadir bulunmalıdır.
Binaenaleyh
çocukların, mecnunların, matuhların ve
sui ahlâk sahibi olub emin
olmıyanların, yani : fisk ve fücur ile
me'lûf olan, çocuğun ziyama meydan verecek bir halde Ötede beride dolaşıb
duran kimselerin hızaneye istihkakları olamaz.
Kezalik : çocuğun
hayatına veya mallarına hiyanetde bulunacak kimselerin ve çocuğu evde bırakarak
dışarıda kabilelik, deilâklik, gas-salelik, mugaııniyyelik gibi işlerle
mütemadiyen meşgul olan kadınların, işrete mübtelâ olmak gibi bir sebeble
çocuğu yalnız bırakıb ziyama bais olacak erkeklerin hızaneye hakları olamaz. Bu
takdirde çocuğun bp.şka men lehülhızanesi bulunmadığı takdirce hâkim tarafından
emin, sika, munsıf bir kadının nezdine tevdi edilmesi iktiza eder Hindiyye,
Bahri Raik, Dürri Muhtar.
(Malikîlere göre
hızaneye istihkakın şartlar, şunlardır :
Men lehülhızane; âkjl, reşid, hıffeti akilden biri, mahzunenin idaresine kadir,
mahzuneyi 'içinde hıfz edecek bir mekâne mutasarruf, dînen emîn, sarı
hastalıklardan salim, gayri mahrem bir zevcin
medhu-lün bihası olmakdan hâli olmalıdır.
Men lehülhızane, erkek
ise yanında çocuğa bakacak zevcesi, cariyesi veya hâdimesi gibi bir kadın
mevcud ve kendisi mukarenete müte-hamil olan mahzuneye nazaran mahrem
bulunmalıdır.
Binaenaleyh
mecnunların, mübzirlerin, hafifül'akl olanların, âciz, şeyhuhet sinnine vâsıl
olub yanlarında çocuğa bakacak kimseleri bulunmayanların, müştehat olan bir
çocuğu içinde tutacak mekâna rauta-tarruf olmayanların, fâsik olub müskirat
kullanan veya zina île müş-tehir bulunan veya cüzam, beres gibi âhat ile musab
olan kimselerin hızaneye istihkakları yokdur. Velev ki, çocukda da bu hastalık
bulunsun. Çünkü ikisinin içtima ve inzimamiyle hastalığın artmasından korkulur.
Men lehülhızane, inkâr
vukuunda emîn, sui ahlâkdan berî olduğunu isbat edebilmelidir.
Men lehülhızanede
islâmiyyet şart değildir. Bir müslim çocuğa gayri müslim hâzm veya hâzinesinin
şarab içirmesinden veya hınzır eti ye-.dirmesinden korkulursa bu, iki
müslümamn nezaret ve murakabesine tevdi edilir. Kendisinden çocuk
nez' edilmez. Bu hususda kitabiyye ile mecusiyye arasında
fark yokdur.
Müştehat bir çocuğun
amcası oğlu, emîn olsa da hizanesine müs-tahik olmaz. Çünkü mahremi değildir.
Meğer ki validesiyle teehhül etmiş olsun. Şerhi Muhtasarı Ebizziya, Elmezahibül'erbea.)
(Şafiîlere göre de
hızaneye istihkakın şartlan, şunlardır: Men lehülhızane; âkil, hür, müslim, afif, emîn, ve mümeyyiz
olan mahzunun beldesinde mukim, çocuğun mahremi olmayan bir erkek ile
gayri mütezevvic, kendisine elem verib
çocuk ile iştigale mani olacak arızalardan ve cüzam, beres gibi sirayeti melhuz
hastalıklardan salim olmalıdır.
Binaenaleyh
mecnunların, rakiklerin, müslim çocuklara nazaran gayri müslimlerin, namazı
terk sebebiyle de olsa fâsiklerin ve herhangi bir işde hain olanların hızaneye
istihkakları yokdur.
Hâzine, mahzunun
mahremiyle, meselâ: amacasiyle evlense onun rızasile hakkı hızanesini muhafaza
eder. Kezalik: hane işlerini tedbir edib başkaları vasitasiyle gördüren bir
hâzinenin bizzat iş görmemesi de hakkı hızanesini iskat etmez. Tuhfetül'muhtac,
Elmezahibül'erbea.)
(Hanbelîlere göre de
hızane hususunda şu şartlar aranır:)
Men lehülhızane, âkil,
hür ve müslim çocuğa nazaran müslüman olmah, âma ve zaifülbesar olmak gibi bir
suretle âciz veya ebres, ec-zem bulunmamalı. Çocuğun mahremi olmayan bir erkek
ile evli olmamalıdır. Aksi takdirde hakkı hızanesi sakıt olur. Rakikin,
fâsikin yabancı ile evli bulunan kadının hızaneye salâhiyeti yokdur. Hızaneye
mani olan hal zail olunca hızane hakkı avdet eder. Neylülmârib, Elmezahibül'erbea.) [61]
128 - :
Kadınlara aid hızane müddeti, çocukların erkek olub of-madıklarına göre
tebeddül eder. Şöyle ki: erkek bir çocuk, kendi başına yiyib içecek, istincada
bulunabilecek bir hâle gelinceye kadar hâzinesi olan kadının yanında bulunur,
bu müddetden sonra velîsine iade edilir. Bu müddet, bazı zatlara göre yedi,
bazı zatlara göre de sekiz veya dokuz seneden ibaretdir. Müfta bih olan, yedi
senedir.
Kız çocuğuna gelince
bu da validesinin veya ceddesir.in yanınau âdet görünceye ve İmam Muhammedden
bir rivayete göre müştehat •oluncaya kadar bırakılır. Müfta bih olan da budur.
Sair hazinelerin yanında da müştehat oluncaya kadar kalır. Müştehat olmanın mebdei
dokuz yağdır. On bir yaşındaki bir kız ise her halde müştehat sayılır.. Erkek
çocuklar ile kız çocukları arasındaki bu fark ise şundan neşet etmekdedir:
Erkek çocuklar, kendi
işlerini kendileri yapabilecek bir cağa ayak basınca tedibe, ricalin ahlâkile
tehaîlûka, ilm ve sanat tahsiline muhtaç olurlar. Bu hususları temine ise babaları,
dedeleri daha ziyade muktedirdirler. "Kız çocukları ise böyle
değildirler. Onlar kadınlara mahsus âdab ile tehaîlûka, ev işlerini teallüme,
daha şefkatli, emîn bir nezaret altında bulunmaya muhtacdırlar. Bu cihetleri
temine ise valideleri daha muktedirdirler. Şu kadar var ki, âdet görmeğe veya
büîûğ çağına yaklaşmaya başlayınca babalarının, dedelerinin siyanet ve
himayelerine
daha ziyade ihtiyaç
görülür. Binaenaleyh bu halde onlara iadeleri icab
eder.
129 - : Ana
ile ceddeden başka hâzinelere gelince gerek erkek
ve gerek kız çocukları
kendi başlarına yiyib içebilecekleri,
elbiselerini giyebilecekleri vakte kadar onların hızanelerinde
bırakıhdar. Sonra ba-balarına veya sair velîlerine iade edilirler.-Bu müddet,
kızlar hakkında dokuz yaş ile, yani : müştehat devresinin mebdei ile mukayyed
demek-diı^ Çünkü bu kabil hâzinelerin bu
çocukları istihdama velayetleri olmadığından bunların te'diblerini
hakkiyle temin edemezler, bu yüzden bir
mesuliyete maruz kalmaları melhuzdur. Binaenaleyh bunları babalarına veya sair
velîlerine iade etmeleri lâzım gelir.
130 - :
Erkeklere aid hızane istihkakı
müddetine gelince erkek çocuklar, baliğ oluncaya kadar
babalarının, dedelerinin vesair
velîlerinin hızanesi altında bulunurlar. Sonraki âkil, emîn, güzel
idareye mâlik bulunurlarsa istedikleri
yerde ikamet edebilirler. Şu kadar var ki, babalarından, dedelerinden
ayrılmamaları müstahsendir.
Fakat bu erkek
çocuklar, mecnun, matuh, gayri me'mun bir halde baliğ olurlarsa sebilleri
tahliye edilmez. Babalarının veya sair velîlerinin yanında kalmaya mecbur
tutulurlar.
131 - : Kız
çocukları, hâzinelerinden alındıkları
tarihden itibaren baliğe
oluncaya kadar her halde babalarının veya dede, kardeş gitfi sair velîlerinin
yanında bulunmaya mecburdurlar. Baliğe olunca da bakılır : eğer bikr oldukları
halde me'mune, ,güzel reye mâlike iseler istedikleri yerde sakin olabilirler.
Fakat bu vasıflan haiz olmayıb kendilerinden korkulacak bir halde iseler serbest bırakılmazlar. Kocaya varıncaya
kadar babalarının veya sair emin velîlerinin yanında ikamete mecbur
tutulurlar. Çünkü bunların ahlâk ve
âdabını sıyanet ve kendilerini ecanibin enzan ihtirasından muhafaza için
babalarının vesair velîlerinin himayesinde bulunmalarına ihtiyaçları vardır.
Bunlar seyyib
oldukları takdirde ise babalarının, dedelerinin yanında bulunmalarına cebr
ediİemez. Şu kadar var ki, bunlardan ayrılmamaları r üstahsendir. Nefisleri
hakkında gayri me'mune iseler bunlar da babalarının ve dede, amca gibi sair
mahrem velîlerinin yanında ikamete mecbur olurlar, sebîlleri tahliye edilmez.
Bunların babaları veya sair mahrem velîleri gayri emîn, sui ahlâk ile muttasıf
oldukları takdirde ise, bunlar hâkim tarafından emîn, sika kadınların
yanlarına tevdi edilirler. Hindiyye, Düri Muhtar, Reddi Muhtar.
(Malikîlere göre hızane müddeti, erkek
çocuklar için vilâdetleri tarihinden baliğ oluncaya kadardır. Kız çocukları
için de kocaya varıb medhulün biha oluncaya kadar devam eder. Binaenaleyh bir
erkek çocuğunun hızanesi validesinin yanında baliğ oluncaya kadar devam edib
badehu sakıt olur. Kızların zifafları da validelerinin hanelerinde yapılır,
velev ki babaları razı olmasın. Muhtasarı Ebizziya şerhi, Muhamme-dil'hırşî.
(Şafülere göre de
mecburî olan hızane müddeti, çocuğun sinni temyizine kadardır. Bir çocuk,
mümeyyiz bir hâle gelince babasiyle anası arasında muhayyer olur, hangisini
ihtiyar ederse onun yanında kalır. Kezalik : anasiyle dedesi arasında veya sair
karibleri araâında ve babasiyle ana bir kız kardeşi veya teyzesi arasında
muhayyer olur, bunlardan birini ihtiyar etdikden sonra diğerini de ihtiyar
edebilir. Bu ihtiyarı tekerrür de edebilir. Şayed hiç birini ihtiyar etmezse
aralarında kur'a keşide edilir.
Kız çocuğu, validesini
ihtiyar ederse daima onun yanında kalır. Babasını ihtiyar ederse validesini
ziyaretden men edebilir. Bu (halde validesi gelib çocuğunu âdet veçhile ziyaret
edebilir. Hasta olursa validesi tarafından babasının hanesinde ve razı olmazsa
kendi hanesinde bakılır.
Erkek çocuk,
validesini ihtiyar edince geceleri validesinin, gündüzleri de babasının
yanında ikamet eder. Tâ ki talim ve terbiyesine babası bakabilsin. Eîmuğnî,
Elmezahibül'erbea.)
(Hanbelîlere gelince
bunlara göre erkek ve kız çocukları için hızane müddeti, yedi senedir. Yedi
yaşma baliğ olan bir erkek çocuk, ana-siyle babasının ittifakları halinde
bunlardan herhangi birinin yanında kalabilir. Münazaaları takdirinde ise bu
çocuk muhayyer olur. Şu kadar var ki, çocuğun bu ihtiyarı, kendisinin serbest
bırakılarak terbiyesine müsamaha gösterileceğine mebnî olmamalıdır. Bu
ihtiyarın böyle bir rağbete müstenid olduğu anlaşılırsa buna bakılmaz, çocuk
eslâh olanın yanında kalmaya mecbur olur.
Erkek bir çocuk,
babasını ihtiyar edince gece ve gündüz onun yanında kalır, anası gelib
kendisini ziyaret etmekden men edilemez. Hasta olunca da validesi hanesinde
,bakmaya daha haklı olur.
Fakat bir erkek çocuk,
anasını ihtiyar ederse geceleri onun yanında, gündüzleri de babasının yanında
bulunur. Tâ ki babası ona sınaat ve kitabet tâlim etsin, tedibine kıyam
edebilsin.
Çocuk, bu ihtiyarım
tebdil ve tekrar edebilir. Hiç birini ihtiyar ed-mesşe veya her ikisini de
ihtiyar ederse aralarında kur'a atılır. Bilâhare birini ihtiyar ederse ona red
edilir.
Kız çocuğuna gelince,
bunun yedi yaşma yetişdikden sonra bulûğ ve zifaf zamanına kadar babasının
yanında bulunması lâzım gelir. Velev ki, validesi teberrüan hızanesini deruhde
etsin. Çünkü hızaneden garez, hıfzdır, buna da babası daha muktedirdir.
Bir kız çocuğu,
babasının yanında bulununca gece ve gündüz kendisiyle beraber kalır. Validesi
gelib ziyaret etmekden men edilemez.
Kezalik: bir kız
çocuğu validesinin yanında olunca gece ve gündüz onunla beraber bulunur,
babası gelib ziyaret etmekden men olunamaz.
Babasının hanesinde
hasta olan bir kız çocuğu, validesi tarafından bu hanede bakılır. Elverir ki,
aralarında zevciyyet kaim değilse halvet vuku bulmasın.
Muhayyer olan bir
çocuğun babası, gaib veya hızaneye gayri ehl bulunursa bu muhayyerliği asabası
ile validesi arasında carî olur. Validesi mevcut olmadığı tadirde de ceddesi
validesi makamında bulunur. Elmuğnt, Elmezahibül'erbea.
(Zahiriyyeye göre de,
âkil olarak baliğ olan erkek ve kız çocukları nefislerine mâlik olub
istedikleri yerde ikamet edebilirler. Fakat işret kullanmak, yabancılar ile
ihtilâl ederek perde beyrûn bir halde bulunmak gibi ma'siyyetlere düşmekden
emin bulunmazlarsa babaları veya sair asabeden velîleri veya hâkim veya
komşuları bunları men ederek kendilerine nezaret edebilecekleri bir yerde
ikamet etdirebilirler.
Bir erkek veya kız çocuğunun
hizmetine anası veya babası muhtaç bulunursa bu çocuklar başka bir yere çıkıb
gidemezler. Gerek raü-teehhil bulunsunlar ve gerek bulunmasınlar. Ana İle
babanın hakları, zevç ile zevcenin haklarından daha vacibdir. Ebeveynin hakları
tazyi' edilemez. Elmuhallâ.) [62]
132 -:
Hizanenin mekânı, esasen zevç ile zevcenin ikamet etmek-de bulundukları
mahaldir. Binaenaleyh zevciyyet kaim oldukça çocukları kendi yanlarında
bulunur.
133 - : Bir
kimse, çocuğunu alıb başka bir yere götürmek istese hazinesi buna mani
olabilir. Bu hâzine, çocuğun gerek validesi olsun ve gerek olmasın. Çünkü aksi
takdirde hâzinenin hakkına tecavüz edilmiş olur. Fakat hâzinesinin yabancı bir
kocaya varması gibi bir sebeble babasına intikâl eden çocuğu, hâzinesinin bu
hakkı avdet edinceye kadar babası başka bir yere götürebilir.
134 -:
Boşanmış veya kocası ölmüş olan bir hâzine, iddeti içinde Çocuğu babasının veya
sair velîsinin izni olmadıkça başka bir beldeye alıb götüremez. İddeti nihayet
bulunca da bakılır: eğer çocuğu götüreceği belde, kendisinin vatanı olub
nikâhlarının evvelce akd edilmiş olduğu bir mahal ise buna mümaneat olunamaz.
Fakat vatanı olmayan veya vatanı olduğu halde nikâhı orada akd edilmemiş
bulunan bir mahal ise mümaneat olunabilir.
Meselâ: iddeti bitmiş
olan bu mutallâka, esasen Edirneli olduğu
halde" nikâhı
Bursa'da akd edilmiş ye ahiren İstanbul'da ikamet etmek de bulunmuş ise
çocuğunu İstanbuldan alıb Edirneye veya Bursaya götürmeğe salahiyetli olamaz.
Şu kadar var ki, çocuğun bulunduğu belde ile nakl edilmesi istenilen belde
arasındaki mesafe, babasmm bir gun içinde giderek çocuğu görmesine v» daha gece
olmadan menziline dönmesine mani olmıyacak kadar yakın ise buraya nakline
mümaneat olunamaz.
Fakat zahir olan bir
kavle göre müteveffa anha hakkında hâkimin içtihadına müracat edilir. Hâkim,
maslahata muvafık görürse nakle müsaade eder ve illâ etmez.
135 - :
Köyler hakkındaki hüküm de beldeler hakkındaki hüküm gibidir. Şu kadar var ki,
bir ihâzıne, kendi yurdu olub nikâhının
akd edilmiş bulunduğu bir ıköyden başka köylere
gocuğunu nakl. edemez. Velev ki o köy,
bulundukları beldeye yakın olsun. Çünkü çocuk, köyde ,ahîâk ve terbiye
itibariyle mutazarrır olabilir.
136 - : Bir
müslimin veya zimmînin menkûhesi,
çocuğunu alıb bir darı harbe nakl
edemez. Velev ki kendisinin vatanı olub nikâhları orada akd edilmiş olsun.
Fakat zevç ile zevce, müste'min oldukları takdirde bu nakl caizdir.
137 - :
Anadan başka hâzineler, çocuğu babasının veya sair erkek men lehülhızanesinin
izni olmaksızın hiç bir yere nakl edemezler. Velev ki nakl etmek istedikleri
yer, kendilerinin vatanları ve nikâhlarının
akd edilmiş olduğu bir mahal olsun. Çünkü çocuğun babas^yle . bunların arasında akd yokdur ki, orada ikametlerine razı olduğu
farz edilsin.
138 - : Baba
veya sairvelîler, hızanesi nihayet
bulmuş olan çocuğu alıb başka bir beldeye nakl edebilir.
139 - :
Hızanesi hitam bulan çocuğu validesine göndermeğe babası veya sair velîsi
icbar edilemez. Validesi istediği zaman
gidib çocuğu görebilir. Kendisi de bundan men edilemez.
140 - : Bir
kimse, zevcesiyle ikamet etdikleri
beldede doğmuş olan çocuğunu
daha çocuk iken alıb başka bir beldeye götürdükten sonra zevcesini boşasa
bakılır : Eğer çocuğu validesinin
izniyle alıb götürmüş ise bunu validesine iade etmeğe mecbur olmaz. Validesi
isterse gidib bihakkilhazane alabilir. Fakat validesinin rızası olmaksızın ahb
götürmüş ise indettaleb validesine getirib vermeğe mecbur olur.
141 - : Bir
kimse, zevcesini çocuğu ile beraber ikamet etdikleri beldeden başka bir beldeye
nakl edib de orada zevcesini boşasa çocuğu validesine vermeğe mecbur olur.
Hindiyye, Bedayi, Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.
"Malikîlere göre
hazîne, çocuğu babasının veya sair velîsinin bulunmadığı bir belaeye ikamet ve
tavattun etmek üzere alıb götüremez. Meğer ki, götüreceği mahallin mesafesi
yirmi dört fersahdan az olsun, o halde hazanesi sakıt olmaz.
Kezalik: hâzine,
çocuğu mücerred ticaret ve tenezzüh gibi bir mak-sadla sukut etmez. Maahaza
böyle bir nakil İçin hem yolda, hem de gidilecek mahalde emniyet bulunması
şartdir.
Velîlere gelince hür
bir baba veya sair bir velî, ikamet ve tavattun için en az yirmi dört fersah
uzak bulunan bir mahalle intikâl ederse çocuğu hâzinesinden alabilir. Velev ki
çocuk daha pek küçük olsun. Elverir ki hâzinesinden başkasının memesini de
kabul eder bulunsun. Bu -halde hâzinenin hakkı sakıt olur. Meğer ki o da
beraber bu intikale razı olsun. O takdirde hızanesi sakıt olmaz.
Kezalik: velî, ticaret
için veya başka bir hacet için başka bir beldeye intikâl ederse veya tavattun
için gitdiği mahal yirmi dört fersahdan yakın bulunursa hâzinenin hakkı sakıt
olmaz. Binaenaleyh çocuk elinden alınamaz.
Velî, yapılacak
seferin tavattun maksadına müstenid olmadığına dair hâzineyi istihlâf edebilir.
Hâzine de yapılacak seferin bir seferi ikamet olub bir seferi ticaret ve saire
olmadığına dair velîye yemîn verdi-rebilir. Muhtasarı Ebizziya şerhi,
Elmezahibül'erbea.)
(Şafiîlere göre,
hâzine veya velî bir hacet veya ticaret için sefere çıkarsa avdet edinceye
kadar çocuk, makim olanın elinde kalır. Çocuk, mümeyyiz ise muhayyerdir,
dilediğinin yanında kalır. Fakat ikamet ve tevattun için sefere çıkarsa çocuk,
asabadan olan karibine tâbi olur. Bu karib, gerek müsafir ve gerek mukim olsun,
eîverir ki hâzinenin bulunduğu beldede çocuğun asabasından başka mukim biri
bulunmasın, bulunursa çocuk, yine bu mukim ile müsafirden birinin yanında
kalmak hususunda muhayyer olur.
Meselâ: çocuğun
babası, hâzinesi olan anasının beldesinden başka bir beldeye tevattun için intikâl
edib de dedesi, hâzinenin bulunduğu yerdemukim bulunsa çocuğu babası ahb
götüremez. Meğer ki çocuk, mümeyyiz olub da babasını ihtiyar etsin. Dede ile
kardeş, kardeş ile amca hakkında da hüküm böyledir.
Maahaza çocuğun alınıb
götürülebilmesi için hem yolda, hem de götürülecek mahalde emniyet bulunmak
şartdır. Emniyet bulunmazsa hızanesine mukim olan validesi daha haklı olur.
Mezahibi Erbea, Tunfe.)
(Hanbelîlere gelince
bunlara göre ana ile babadan biri, muvakkat bir hacet için sefere çıkacak olsa,
çocuk mukim olanın yanında kalır. Fakat başka bir beldeye ikamet için azimet
ederse bakılır: Eğer yol veya gidilecek belde korkunç ise, mukim olan baba veya
ananın hızanesi evlâ olur. Gidilecek yolda ve beldede emniyet mevcudu olduğu
takdirde ise hızaneye ehak olan, babadır. Gerek mukim olan o olsun ve gerek
olmasın. Meğer ki iki belde arasında bir günde gidib gelmek kabil olacak
derecede bulunsun. O halde validenin hızane hakkı mahfuz kalmış olur.
Ana baba, ayni beldeye
intikal edecekleri takdirde ve validenin hızanesi hâli üzere kalır. Diğer
hızane sahihleri hakkında da hüküm böyledir.
Kezalik: çocuğuL
babası, hâzinesini mutazarrır ed-ib çocuğunu alinden almak maksadiyle başka
beldeye intikâl etdiği takdirde de hâ?yıe-nin hakkı sakıt olmaz. Elmuğnî,
Elmezahibül'erbea.) [63]
142 - : Bir
çocuğun hâzinesi, validesi olub babasının zevcesi veya ric'iyyen rau'teddesi
ise hızane için ücrete müstahik olmaz. Çünkü bu halde zevciyyet nafakası devam
eder ve kadın çocuğuna bakmaya di-yaneten mecbur bulunur. Amma bainen
mutallâkası ise bir rivayete göre ücrete müstahik olmazsa da diğer bir
rivayete göre müstahik olur. Gerek iddeti nihayet bulmuş olsun ve gerek
olmasın. Çünkü bu talâk ile zevciyyet tamamen zail olmuş demekdir.
143 - : Bir
çocuğun validesinden başka men lehülhazanesj, hızane ücretine müstahik olur.
Bu ücret, çocuğun malı var ise ondan, yok ise babasının veya sair men aleyhi
nnef ek asının mâlinden verilir. Bu ücret, çocuğun nafakasile reza ücretinden
başkadır.
144 - : Hâzinenin meskeni var İse çocuk için
ayrıca mesken ücreti takdir edilmez.
Fakat hâzinenin meskeni yok ise çocuğun mâlinden ve mu'sir ise babasının
veya sair men aleyhinnefek asının mâlinden mesken ücreti de takdir olunur.
Çocuk hadime muhtaç ise bunu da babasının tedarük etmesi lâzım gelir.
145 - :
Çocuğun malî olmadığı gibi babası da fakir olub validesi çocuğu nreccanen
terbiyeden imtina etmekle kendisinden sonra gelen mehariminden biri, meselâ
amme - halası, meccanen hıfz ve terbiyesini
deruhde- eylese çocuk bu müteberriaya meccanen verilir.
Fakat öyle bir
müteberri bulunmadığı takdirde çocuğun imsak ve terbiyesine anası mecbur olub
ücreti babasının zimmetine borç olarak terettüb eder.
146 - :
Çocuğun mâli bulunub da babası fakir olduğu takdirde yabancı bir müteberriaya
verilmesi lâzım gelmez. Belki çocuk, kendi mâlinden ecri mislile hâzinesine
verilir.
147 - :
Çocuğun mâli olmayıb babası zengin olduğu suretde validesi, gerek yabancı ve
gerek mehariminden olan müteberriaya tercih olunur. Kendisine icab eden hızane
ücreti verilfr. Çünkü çocuk hakkında validesi daha şefkatli, daha faidelidîr.
148 -: Çocuk
da, babası da zengin olsa veya babası fakir olduğu halde çocuk zengin bulunsa
bu halde mehariminden olan müteberria, Ueselâ halası tercih olunarak çocuk
kendisine meccahen verilir. Çünkü bu takdirlerde hızane ücreti yalnız çocuğun
mâlinden verilecekdif. Bu
mâli sıyanet ise
lâzımdır.
Müteberr-iaya verilen
çocuğu validesi ara sıra gidib jörebilir.
149 - : Bir
hâzine, çocuğun hızane hususundaki hakkını ibtal edemez.
Binaenaleyh bir kadm,
çocuğunu' kocasının yanında bırakmak şar-tiyle muhaleada bulunsa hulû' sahih,
bu şart ise bâtıl olur. Bü halde çocuğun başka hâzinesi bulunmadığı takdirde
onu kabule mecbur tutulur. Fakat bir hâzine, kendi hakkını ibtâl etdiği, çocuğu
da onun dûnûnde-ki hazine kabul eylediği takdirde cebre lüzum-kalmaz. Hindiyye,
Bezza-ziyye, Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.)
« (Mâlikîlere göre men
lehülhazane için ücret lâzım gejmez. Bu, gerek valide olsun ve gerek olmasın.
Şu kadar var ki bir ana, fakir ise çocuğundan hızane namına değil, nafaka
olarak bir şey alabilir. Mah-zune gelince buna da fakir ise babası tarafından
nafak verilir, hâzinesi bu nafakayı alıb çocuğa sarf eder. Çocuğu yemek
için'vakıt vakit babasının hanesine götürmesi lâzım gelmez. Maahaza hazma
fakir ise sük-nası çocuğun babası tarafından temin edilir.
(Şafiîlere göre men
lehülhazane, her halde ücrete müstahik olur. Bu ücret, reza ücretinden
başkadır. Binaenaleyh bir çocuğun mürziasi, validesi olub ücret taleb ederse bu
ücret, mevcut ise çocuğun mâlinden, mevcud değilse babasının veya sair men
aleyhinnefekasının mâlinden verilmek lâzım gelir. Bu ücret, hâzinenin hâline
göre takdir edilir.)
(Kanbelî fukahasma
göre de hâzineler, her halde hızane ücretine müstahik olurlar. Bir çocuğun
hızanesine validesi, muteber rie. olanlardan ehakdır. Şu kadar var ki bir
valide hızaneyi kabule cebr olunmaz. Maama-fih bu hakkı iskat etdikden sonra
tekrar taleb edebilir.
Bir kadın, bir çocuğun
reza ve Lızanesi için isticar edilse bunlar bir akd ile lâzım gelir. Akdde
yalnız reza zikr edilse buna tebean hızane de lâzım olur. Fakat yalnız hızane
için isticar edilse buna tebean reza !âzım gelmez. Elmuğnî, Elmezahibül'erbea.) [64]
150 - : Hızane
hakkı, iki tarafın tesadükîle sabit olacağı gibi bey-yine ile de sabit olur.
151 - Bir kadın, bir erkeğe hitaben yanında bulunan
bir çocuk hakkında "bu, benim kızımdan doğmuş oğlundur, anası ölmüşdür,
hı-zanesi sebebiyle yanımdadır, nafakasını bana ver" diye dâva, erkek de
"evet., doğrusun, fakat bunun anası ber hayat olub hanemde mukimdir,
çocuğu bana ver" diye İddiada bulunsa bu müdafaası, hâkimin huzurunda
tebarüz edib validesi çocuğu almaya kıyam etmedikçe çocuk alın-ıb o ertkeğe
verilmez.
152 - : Bir
kimse, çocuğunun ceddesi müvecehesinde ihzar etdiği bir kadına işaretle
"bu kadın, senin kızındır, bu çocuk da bu kadından doğmuş oğlumdur"
diye dâva, cedde ise "bu kadın benim kızım değildir. Bu çocuğun anası olub
benim kızım bulunan kadın vefat et-mişdir" diye İddia eylese söz, o kimse
ile o kadının olub çocuk kendilerine verilir. Çünkü onların arasında bu
tesadük İle zevciyyet kaim bulunmuş olur.
153 - : Bir
kimse, zevcesi muvacehesinde "bu çocuk benim oğlumdur, sened mütevellid
ohnayıb başka zevcemden doğmuşdur" diye dâva, zevcesi de "hayır bu,
benim oğlumdur, babası sen değilsin" iddia eylese, o çocuğun - hilafı
beyyine ile sabit olmadıkça - her ikisinin de çocuğu olduğuna hükm edilir.
154 - : Bir
kadın, bir erkek muvacehesinde "bu yanımda bulunan çocuk, benim ölmüş
kızımdan doğmuş oğlundur" diye bilâ beyyine dâva, o erkek de "hayır
bu, başka zevcemden mütevellid oğlumdur" diye iddia eylese söz, bu
erkeğin olur. Çocuk o kadından alınarak bu erkeğe teslim edilir. Çünkü bu
erkek, o kadının hızane hakkını münkir bulunmuş olur.
155 - : Bir
çocuğun babası, mutallâkası olan zevcesinin başkasile evlenmiş olduğunu
bil'iddia çocuğu almak istediği halde bu kadın, bunu inkâr eylese söz,
kendisinin olur.
Kezalik: Bir kadın,
zevci tayin etmeksizin evlenmiş ise de bilâhare ondan da boşanmış bulunduğunu
dermeyan etse yine söz, kendisinin olur,. Lâik olan, her iki takdirde de
istihlâf edilebilmesidir.Fakat muayyen bir şahısdan boşanmış olduğunu ifade
ederse sözü kabul olunmaz. Çünkü bu takdirde o şahsın tasdikına ihtiyaç vardır.
Hindiyye, Bedayi, Dürrı Muhtar, Reddi Muhtar.
Beşinci Kitabın Sonu[65]
İÇİNDEKİLER
: Nafakaya aîd ıstılahlar. Nafakaya müteallik ban umumi zabıtalar. Zeveiyyet
nafakası. Zevciyyet nafakasına İstihkakın şartları. Zevciyyet nafakasının
birrıza veya bil'kaza takdiri. Zevciyyet nafakası vermekden zevcin hali aczi. Gaib
zevçler üzenine takdir edilecek nafakalar. Zevcin iflâsı ve nafakadan dolayı
hapsi. Nafakaya aid kefaletler. Nafakadan ibra Ve sulh. Zevciyyet nafakasının
sukutunu icab eden haller. Nüşuz sayihb sayılmayan haller. Zevce&erin
hadimlerine aid nafakalar. Nafakaya müteallik zevceynin ihtilâfları. İddet
nafakasına müteallik meşaleler. [66]
1 - :
(Nafaka) : Lûgatde çıkmak,
gitmek, sarf etmek mânâlarım ifade eder. Ve bir insanın ıyaline sarf ve infak
etdiği şeye denir. F\kıh ıstılahmca :
taam, kisve, sükna ile bunlara tâbi olan şeylerden ibaret-dir. Örfen yalnız
taama ıtlak olunur. Bu itibar iledir ki, diğerleri nafaka üzerine atf olunarak
: nafaka, kisve ve sükna denilir. Cem'i
nefakat ve nifakGır. Nafaka tabiri sadaka yerinde de kullanılır.
2 - :
(înfak) : Nafaka vermek, bir
mâli bir mahalle sarf etmek demekdir.
4 - :
(Men aleyhinnafaka) : Nafaka
vermesi icab eden kimsedir ki, buna «münfik» de denir.
5 - : (Nafakai marziyye) : Nafaka alacak kimse ile nafaka verecek
kimsenin aralarında birrıza tayin etdikleri
nafakadır. Böyle, bitte-razî nafaka tayinine «rızaen takdir» denir.
6 - : (Nafakai makziyye) : Nafakaya müstahik olan şahsın mü-raceati
üzerine hâkim tarafından tayin olunan nafakdir. Bu suretle nafaka tayin
edilmesine «kazaen takdir» denilir.
(Men lehünnefaka) : Nafaka almaya müstahik olan kimse-
7 - : (Kadri maruf nafaka) : taktirin fevkinde, israfın dününde bulunan
nafakadır ki, herkesin hâline göre mutedil bir halde takdir
olunur.
8 - : (Cinsi nafaka) : Nükud ile et, etmek, un, yağ ve melbusat
gibi şeylerdir. Sair uruz, akar, hayvanat, esası beyt = hane eşyası ise nafaka
cinsinden olmayan mallardandır.
9 - : (Kisve) : Libas, giyilecek gey demektir.
10 - :
(Sükna) ; İkametgâh, yani : menzil,
hane, oda gibi içinde oturulacak
mahaldir. Böyle bir mahalde
oturtmağa da «iskân» denir.
11 - :
(Sahibi maide) : Hanesindeki taamından men lehünnefaka-sınin kifayet mikdan
tenavülü mümkün olan kimsedir.
12 - : (Yesar) :
Yüsürden me'tiuz olub istiğna, zenginlik demekdir. Sahibine «musir» denir.
13 - :
(î'sar) : Usurden alınmış olub iftikar,
fakirlik demekdir. Sahibine «mu'sir» denilir.
14 - :
(Hâmil) : Gebe olan kadındır. Gebe olmayan kadına da «hâil» denir.
15 - :
(Tebvie) : Cariyenin efendisi veya efendisinin ehl.ve ıyali tarafından
istihdam edilmeyib kocasına hanesinde
teslim edilmesi demekdir.
16 - :
(Nâşize) : Kocasının hanesinden izni olmaksızın çıkıb kendisini kocasından
haksız yere men eden kadındır. Bu çıkış, hakikaten olabileceği gibi hükmen de
olabilir.
17 - :
(Istimta) : Faidelenmek, istifraş etmek mânâsında müstameldir.
18 - :
(Karabet) : Yakınlık, hısımlık demekdir. îki kısma ayrılır: Biri «karabeti
vilâdet» dir ki, usul ile füru' arasındaki karabetdir. Diğeri «karabeti gayri
vilâdet» dir ki, sair akriba arasındaki karabetdir. Karabeti gayri vilâdet de
iki türlüdür. Biri «karabeti muharrime» dir ki, nikâhı tahrim eden karahetdir.
Kardeşlerin, amcaların, dayıların karabetleri gibi.. Diğeri «karabeti gayri
muharrime» dir ki, nikâhı haram kılmayan karabetdir. Amca, hala, dayı, teyze
çocukları arasındaki karabetler gibi.
19 - : (Havas!) : Usul ve füru takımından olmayan
akriba demekdir. Kardeşler, amcalar,
dayılar ve sair karibler gibi. Babalar, dedeler, analar, nineler ise
usuldendir. Oğullar, kızlar, torunlarda fürudan ibaretdir.
20 - :
(Şakık) : Liebeveyn, yani, ana baba bir demektir. Ana baba dir erkek
kardeşe «ehi şakik», ana baba bir kız kardeşe «uhti şakika» liebeveyn amcaya da
«ammi şakık» denilir. [67]
21 - :
Nafakalar, hükmen birer vecîbedir. Nafakaların sebebleri ise zevciyyet, karbet,
mülkden ibaretdir. Bu vecîbenin hikmeti
teşriiy-yesi de teavün ve tenasure hukukî bir mahiyet vermek, aralarında birer
hususî alâka bulunan bir kısım
kimselerin ihtiyaçlarını tatmin etmek, içtimaî hayatın bekasına hizmetde
bulunmak gibi şeylerdir.
22 - : Kadınların nafakaları kocalarına lâzım
gelir. Kadınlar, gerek mu'sir ve gerek musir olsunlar.
23 - : Zevceler ile çocuk bulunan evlâdın
nafakaya istihkakları için men
aleyhinnefakanın yesâri şart değildir. Bu nafakayı tedarük etmesi lâzım gelir.
Tedarük edemezse zimmetine teallûk etmek üzere isti-dane tarikiyle bu nafaka
temin edilir.
Sair kimselerin
nafakaları ise men aleyhi nnef ak anın yesârile meş-rutdur. Bu yesârdan maksad,
yesâri fıtiradır. Yani : sadaka almasını haram kılacak mikdardır ki, havayici
asliyyeden başka en az iki yüz dirhem gümüş tutarı bir maldır. Velev ki namı olmasın.
24 - : Erkek evlâdın nafakaya istihkakı için
fakir, hur, gayri baliğ olması şartdır.
Binaenaleyh musir veya
kesbe mani arızalardan hâli olarak baliğ veya başkasının kölesi olan evlâd,
nafakaya müstahik olmaz. Şu kadar var ki, nafi ulum tahsiline ikdam eden erkek
evlâd, baliğ olsa da fakir olunca nafakası babasına vacib olur. Babası onu
tahsilden men edemez. Elverir ki rüşd sahibi olsun.
Kız evlâde gelince
bunların da fakir ve hür olmaları şarttır. Bunlar da bulûğ ve kesbe istidad
şart değildir. Binaenaleyh baliğe olsalar da kesbe icbar edilemezler.
25 - : Usulün nafakaya istihkakları için mu'sir
olmaları şartdır. Kesbe kadir olmaları şart değildir.
Bir kimse, anasile
babasından yalnız birinin nafakasını temine kadir olsa anasının nafakası
takdim olunur.
26 - :
Zevil'erhamın nafakaya istihkakı
için kadın iseler fakire bulunmaları,
erkek iseler hem fakir, hem de sagîr bulunmaları şarttır.
Binaenaleyh
zevil'erhamdan kesbe kadir olan baliğ erkekler nafakaya müstahik olmazlar.
Meğer ki rüşd sahibi olub ulutni nafia tah-silile meşgul olsunlar.
Kezalik :
Zevatül'erhamdan olub zengin bulunan veya muallime-Hk, kabilelik gibi bir
mesleğe, bir sanate sâlik veya sair bir suretle kazanca kadir olan bir kadın
da nafakaya müstahik olmaz.
27 - :
Zevcelerin, babalar ile anaların nafakaları takdir olunmasa
da Iâ2im gelir. Fakat
bunlardan başka kimselerin nafakaları bırrıza ve-. ya bilkaza takdir
olunmadıkça lâzım gelmez. Binaenaleyh bunlar,
men aleyhinefakanm mâlinden bir şey bizzat alamazlar.
28 - :
Zevcelerin nafakaları farzı ve takdir edilince borç mahiyetini alır. Bilfiil
istidane = borç alma lâzım
değildir. Başkalarının nafakaları
ise mücerred farz ve takdir edilmekle
borç olmaz. Bunlar da bilfi'l istidane
şartdır.
29 - :
Zevcelerden başkalarının mukadder nafakaları,
tahsil edil-meklsizin bir ay geçse sakıt olur. Fakat bir aydan az bir
müddet geçmekle sakıt olmaz.
Meselâ : bir kimse,
kendisi için takdir etdirmiş olduğu ayhk bir nafakayı oğlundan bir ay almamış
bulunsa bu aya mahsus nafaka sakıt olur, artık bunu isteyib alamaz.
30 - :
İhtilâfı dîn, zevce ile usul ve füruun nafakalarına mani olmazsa da sair
akribanm nafakaya istihkaklarına manidir. Bu ihtilâf, yalnız müslümanlar ile
gayri müslimler arasında muteberdir. Firakı,is-lâmiyye arasında ihtilâfı din
mevcud olmadığı gibi sair edyan erbabı'
arasında da bu ihtilâf nazara alınmaz,
31 - :
İhtilâfı dâr ve inkıtaı ismet, nafakaya manidir. Binaenaleyh dari islâmda foulunan zimmîler ile
ecnebî tabiiyetini haiz
olan sair gayri müslimler arasında
nafaka mükellefiyeti carî değildir.
Kezalik : dari İslama
müslim olarak gelen bir ecnebî için de dari harbde kalan zevcesfnin nafakai
iddetini vermek lâzım gelmez.
32 - :
Havaici asliyye ve zaruriyyeden olan
şeylerin mevcudiy-yeti, yani : mesken, lüzumlu ev eşyası, kışlık ve yazlık
elbise, lüzumlu silâh ve kitab, bir aylık veya bir senelik erzak gibi maişet
icablarındarv, olan şeylerin bulunması, bir yesâr, bir' zenginlik teşkil «tmez.
Binaenaleyh bunlara mâlik olan bir kimse de nafakaya müatahik olabilir.
Ha-vaici asliyyeden fazla şeyler ise yesârdan sayılır, gınayı müstelzim olur.
Velev ki nafaka cinsinden bulunmasın. Bu halde bunlara mâlik olanlar men
lehünnefaka olamazlar. Bundan zevceler müstesnadır.
33 - :
Hâkimin nafakayı farz ve takdir etmesi, müstakar değildir, hal ve zamanın
icabına göre mikdarı tezyid veya tenzil edilebilir.
34 - :
Hâkim, nafakayı esnafen takdir ile nükud olarak takdir hususunda muhayyerdir;
Nafakanın esnafından maksad; ekmek, un,
su, tuz, odun, yag, mum, sabun, tarak gibi maişet için lâzım gelen ve âdet
icablarından bulunan şeylerden ve elbise ile meskenden ibaretdir.
35 - :
Hâkim, nafakaları nafaka verecek kimseye kolaylığı mucib Olacak veçhile farz ve
takdir eder. Meselâ : nafakayı men
aleyhinna-falta; gündelik ile çalışanlardan ise günlük, haftalık
ile çalışanlardan ise haftalık, tüccardan ise aylık, ekincilerden ise
senelik olarak farz ve takdir eder.
36 - : Hâkim fcüyükler için her altı ayda bir,
çocuklar için de her dört ayda bir kat elbise takdir eder.
37 - : İlet*
lehünnefakanın hakkı, men aîeyhinnefakamn hacr edilmesiyle salcıt olmaz.
Binaenaleyh müflis bir medyunun mahcuriyeti müddetinde dahi zevcesinin vesair
kariblerinin nafakaları mâlinden temin edilir.
38 - :
Nafakalar, min vechin sıladır, atiyyedir. Binaenaleyh men lehünnefakanın
muaccelen - peşin olarak almış olduğu nafakanın ba-kiyyesi, vefatı halinde
terikesinden istirdad edilemez.
39 - : Bir
kimse, herhangi şahsm infakına mecbur ise
o şahsın vefatından teçhiz ve tekfinini ihzara da mecbur olur. Hidaye,
Hindiyya, Bedayi, Dürri Muhtar, Reddi Muhtar. [68]
40 - :
Zevcenin taam, kisve, meskenden ibaret olan nafakası, âti-yen beyan olunacak
şerait dahilinde yalnız zevcine aiddir. Başkası,bu nafakayı vermeğe teşrik
edilemez. Velev .ki zevç, fakir veya gaib olsun zevce de ister fakir ve ister
ganî bulunsun ve gerek medhulün biha olsun ve gerek olmasın. Kezalik
: gerek müslime ve gerek
kitabiyye olsun Çünkü, nafaka, zevcin hanesinde ve itaati dairesinde zevcei;in
nefsini habs etmesine mukabildir. Ve nafakanın kifaye mikdarı da olması
şer'an muktezîdir. Bu husüsda ise bu zevceler arasında fark yokdur.
41 - : Gayri
müsiim milletler arasında kendi dinlerine
muvafık olarak akd edilen nikâhlar üzerine de zevciyyet nafakası
lâzım gelir. Velev ki, nikâhları
şahidsiz olarak akd edilmiş olsun. Hattâ islâm tebea-smdan bir gayri müsiim,
mensub olduğu dînin müsaadesin? binaen me hariminden bir kadınla evlenib de bu
kadın islâm mahkemesi müraenat-le nafaka istese, hâkim tarafından nafaka takdir
edilir. Haniyye.
42
- : Dari islâmda
müste'min olarak bulunan bir r^ayri müsîim,
islâm tâbiiyyetini
haiz bir gayri müsümeyi tezevvüc etse, nafakası üzs-rine lâzım gelir. Hattâ
tekarrübden sonra talâk vuku bulsa iddet nafakası dahi icab eder. Mebsut.
43 - :
Zevce, nafakasını ya temkin veya temlik suretiyle istifa eder. Şöyle ki :
Zevç, maide sahibi bulunursa zevcesi ondan kifayet mikdarı tenavül eder ve
Kisvesi cinsinden kocasının mâlına desteres olunca izni olsun olmasın kisvesini
ondan istifa eyler, bu halde zevce başkaca nafaka takdirini taleb edemez.
Fakat zevç, sahibi
madde olmadığı, zevce de onunla beraber bir-likde yemeğe razı bulunmadığı
takdirde onun talebi üzerine kadri maruf nafakası hâkim tarafından takdir
olunur ve ledelhace born olmasına müsaade edilir.
Zevç, "maide
sahibi ohuaikla beraber zevcesine eza ve cefa etdiği ve kendisini infakdan
imtina eylediği takdirde de hüküm böyledir. Bahri Raik, Mecmaül'enhür.
44 - : Zevce
nafakasının taamca esnafı : ekmek veya un, tuz, yağ, mum, sabun, odun
ve yıkanmak, çamaşır yıkamak, abdest almak için su ve saire gibi maişet için
lâzım gelen şeylerdir.
Zevce kisvesinin
esnafı da çarşaf, entari, don, gömlek, baş örtüsü, müstakil yatak gibi
şeylerdir. Hanenin döşemesiyle sair levazım ve edevatı da nafakadan sayılır.
Fakat kahve, tütün,
yemiş gibi havaici aslryyeden olmayan şeyler ve kına, sürme gibi tezyinata
müteallik bulunan* şeyler ve tabib ücreti, edviye bedeli gibi* şeyler nafakadan
sayılmadığından bunları verib ver-ımemekde zevç, muhtardır. Hindiyye, Dürri
Muhtar.
45 - : Taam
gibi elbise hususunda da zaman, mekân, âdâtı
câriye ve zevç ile zevcenin halleri nazarı itibare alınır. Her altı
ayda mevsimlerin tebdiîile ihtiyaç teceddiid edeceğinden zevce için birer kat
kiş-lık ve yazlık libas veya bunların, takdir olunarak kıymetleri verilir.
Maa-mafih kisveye bedel birruza nükud takdir olunarak o yolda hüküm lâhik olsa
da bilâhare zevce, bundan rücu ederek aynen kisvesini isteyebilir.
46 - :
Nafaka* namına verilen kisve, diğerinin verileceği vakit hulul etmeden fersude
olsa bakılır : eğer mutad üzere
kullanıldı&ı halde fersude olmuş ise başkasını vermek lâzım gelir. Amma
mutad hilâfına istimalden*dolayı fersude olmuş ise vakti gelmedikçe başkasını
vermek icab etmez. Nitekim zavi olduğu veya çalındığı takdirde de hüküm böyledir.
Hindiyye, Dürri Muhtar.
47 - :
Nafaka için verilen kisve, müddetden sonra baki
kaîdık-da bakılır : Eğer ber mutad giyildiği halde fersude olmams ise
başkasını vermek lâzım gelmez. Amma
hiç giyilmemiş veva ehvanen giyilmiş olmasından dolayı fersude olmamış
ise vakti hululünden başkasını vermek icab eder.
48 - :
Zevcenin kendi mâlinden elbisesini,
mefruşatı vesair leva zimi tamamen
mevcud bulunsa dahi bunları kullanmayıb başkasını* ihzar etmesini zevcinden
isteyebilir. Yoksa bunların mevcudiyetine
meb-ni zevç, bu kabil nafakayı vermekden vareste olamaz. Çünkü zevce, zengin
olsa danafakası zevcine aiddir. Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.
49 - :
Süknaya gelince bu da zevç ile zevcenin halleriJe mutena-sib ve mârufa muvafık
suretde tedarük edilir. Şöyle ki :
şerefli, zengin bir zevce için müstakil bir hane tahsisi lâzım gelir. Orta
halli bir zevce için de meraifikile, yani : matbah ve halâsiyle beraber
müstakil, kilitli bir oda tahsis edilir. Fakir bir zevce için de matbahı ile
halâsı müşterek kilidli bir oda, meskeni şer'î olabilir.
50 - :
Zevcenin meskeni, canı ve malı hakkında emîn, içinde ko-çasiyle istimtaa kadir
olabileceği bir halde bulunmalıdır.
51 - :
Zevcenin meskeni, salih komşular arasında tedarük edilmelidir. Zevcenin dîn
ve dünya maşlahatlerine ianeye ve kocasının zulmünü men'e kadir, salih
komşular arasında bulunmayan bir
mesken, meskeni şer'î sayılmaz.
52 - :
İçinde kuyu veya sahrınç bulunmaması bir
menzilin bir meskeni şer'î olmasına bir mani teşkil etmez. Elverir kî
zevç, sair ha-vaic ile beraber suyu o menzilde ihzar etsin.
53 - :
Zevcenin meskeninde rızası olmadıkça
zevcinin akribası ikamet
edemez. Fakat zevcin cariyesi, ummi veledi veya diğer zevcesi/iden olub
mukareneti fehme muktedir bulunmayan küçük evlâdı ikamet edebilir. Zevce
bunları ikametlerine mani olamaz.
54 - : Zevce,
meskeninde kendisinin ehl ve müteallik atından bir kimseyi veya evvelki
kocasından oV'î.n küçük evlâdım zevcinin rızası ol-tmadıkca bulunduramaz. Hane
gerek zevcin mülkü olsun've- gerek tarafından icare veya iare suretiyle
tedarük edilmiş bulunsun müsavidir.
55 - :
Zevce, kendi hanesini, kerdisînin ikametine tahsis edilmek üzere zevcine kiraya
verebilir. Zevç, bu halde kira bedelini vermekden kaçmamam.
56 - : Bir
kadının ikameti için vaktiyle isticar etmiş olduğu hanenin kira bedeli,
kendisinden istenir. Velev ki bilâhare kocası da orada ke'ndisiyle beraber
ikamet etsin. Çünkü hukuki akd, âkide aiddir.
57 - : Bir
kadınla kocası bîr hanede gasben
birlikde oturmuş olsalar Ücret,
kocası üzerine lâzım gelir. Fakat kadın, gasb etmiş olduğu bir hanede
kocasiyle beraber otursa mağsubün minh, ücreti dilerse kadından ve dilerse
oturduğu tarihden itibaren kocasından taleb edebilir. Bedayî, Hi^divve, Bahr,
Reddi Muhtar.
« (MaüVîîere göre de
zevdyyet nafakası, taam, kisve ve süknadan ibaretdir. Şöyle ki
(1) : Taam
hususunda âdete bakılır. Bunun esnafı âdete
göre takdir edilir, kadri kifayeden fazla istenilemez Çocuğuna süt veren bir
zevcenin nafakası, kendisine kuvvet verecek derecede artırılır.
(2) : Zevce
için içmesi, nezafeti, cenabetden tahareti ve elbisesini, kablarını, yıkaması
vesaire için su bedeli takdir edilir. îcab eden yimek takımı ve saire de
tedarük olunur. Fakat helva, meyve
gibi havayic-den zaid şeyler takdir edilmez.
(3) :
Zevceye ilâç parası, tabib ücreti verilmesi hususunda iki kavi vardır.
Metinlerdeki kavle nazaran bunları vermek zevce lâzım gelmez. Diğer bir kavle
göre de zevç üzerine bir vecibedir ki, zevcesini* ona hali sıhhatinde takdir
edilen nafaka kıymetiyle tedavide bulunsun. Kabile ücreti hakkında da
böyle iki kavi vardır. Zahir olan, bu ücretin zevce aid olmasıdır, velev ki
boşanmış olsun.
(4) : Zevç
ile zevcenin hallerine göre senede iki defa zevceye kisve takdir olunur. Şu
kadar var ki, bir kisve, eskiyerek
giyinmeğe elverişli olmayan bir hale gelmedikçe diğerini vermek icab etmez.
Zevceye ehlini ziyaret
ve düğünlere iştirak için ipekli .kumaşlardan yapılmış elbise tedarüki lâzım
gelmez. Bazı fukahaya göre zevce eğer zengin bir aileye mensub ise emsali
kadınların bezenecekleri veçhile kendisine elbise tedarüki icab der. Çünkü
aksi takdirde kadın, âdete nazaran mutazarrır olur.
İstimali mutad olan
sürme, yağ, kına, tarak gibi şeyleri de tedarük lâzımdır. Zira zevce, bunları
terk edince mutazarrır olur.
(5) :
Meskene gelince bunun da lâzım gelen
merafik ve menafii tnüstemil olması lâzımdır. Maahaza zevce, vazîa =
aşağı tabakadan olub mevki sahibesi değilse kocasının ekribasile beraber bir
hanede ikamet-den imtina edemez..Şerefli, mehri zaid olan bir zevce de
kocasının ak-ribasile birlikte oturmavı evvelce bir şart olarak kabul etmiş
olunca bu ikametden kacmamaz. Su kadarvar ki, bu halde zevç ile zevce için hususî
bir oda bulunmalıdır ve bu kariblerin zevceve fena muameleleri sabit
olmamalıdır. Aksi takdirde vazîa da, şerîfe de kocasının akribasile beraber
ikametden imtina edebilir.
(6) : Zevç
ile zevceden bîrinin vanmda Micük bir conifhı bulunsa diğeri bunu meskeninde
beraber bulundurmamdan imtina
edebilir. Fakat zevç. bun?, evvelce muttali bulunduğu halde zifafda
bulunsa artık imtina edemez. Çocuğun ererek başka hâzini bulunsun ve cerek
bulunmasın. Amma KİfaffJan sonra muttali
olduğu takdirde imtina ftomıüpın başka hâzini bulunmasın. Muhtasarı
Ebîzziya, Elme-zahibüTerbea.)
(Şafiîlere göre de
zevcenin nafakası, kocasına lâzım gelir. Şöyle ki:
(1) : Taam
İle kisve, zevcin haline, mesken ise zevcenin haline göre tedarük edilir.
Çünkü taam ile kisve, temlik suretiyle olur. Bir kimse ise kudretinin haricindeki bir şeyi
temlik edemez, ikametgâh
ise mü-cerred intifa için tedarük edilir, bunda temlik bahis mevzuu değildir. Binaenaleyh
zevcenin intifa edeceği bir halde bulunması icab eder.
(2) :
"Zevcenin taamca nafakası, kocası
mu'sir ise bir n;üd, mûsii ise iki müd mikdarıdır. Bir müd, yüz yetmiş
bir dirhem ile bir dirhemin yedide üçüne veznen müsavidir.
Bir zevcin mu'sir
olması, asla malı olmamak veya mevcut malı, emsaline nazaran yapabileceği
müddeti hayatına tevzi edildiği takdirde gayri kâfi bulunmak suretiyle teayyün
eder.
Tevzi edilecek mal,
her güne bir müdden ziyade isabet etdiği halde iki müdden noksan bulunsa bir
buçuk müd nafaka ile hükın olunur. Fakat bu ziyade mikdar, iki müdde baliğ
olunca sahibi musir sayılır, zevcesine yevmiye iki müd nafaka vermekle
mükellef olur.
Hâsılı taam nafakası,
bu veçhile hububat halinde takdir olunur. Zevceye kifayet edib etmiyeceğine
itibar edilme'z. Çünkü zevce, basan hasta olur, bazan herhangi bir sebeble
yemek yemeğe kadi^ olamaz, Bu veçhile takdir edilecek nafakasında dilediği gibi
tasarruf eder. Meğer ki kocasiyle beraber yemek yemeğe muvafakat etsin. O
halde böyle müd ile nafaka takdirine hacet kalmaz.
(3) : Zevç,
takdir edilen nafakayı dane halinde verir.
Maamafih bunun öğüdülmesi, hamur yapdırılması, pişirilmesi de zevce
aiddir. Velev ki zevce, bunları bizzat itiyad eden takımdan olsun. Bu
nafakanın un veya ekmek halinde verilmesi, veya kıymetinin verilmesi kifayet etmez.
Zevce bunları kabule mecbur değildir.
(4) : Zevç,
zevcesine muayyen hububatdan başka et, peynir, sebze, yağ, bal gibi şeyleri de
tedarük eder. Ve zevcesine itiyad etmiş
ise meyve, kahve, tütün gibi şeyleri ve kışın yiyilmesi mutad olan balık
ve-saireyi ve âşurada mutad olan helvayı da temin eder. Bunlardan başka
zevcenin içmesi, nezafeti, kocasının mukarenetinden igtisali, abdest almaşı, için lâzım gelen suyu, yemek
pişirmek için iktiza eden maddeleri zamanın haline göre tedarük etmek, nezafet için icab eden
sabun ve mutad veçhile hamam ücretini yermek de zevç ioin bir vecibedir. Fakat
zevç, tezyinata aid şeyleri, ilâç parasını, tabib ücretini tedarük etmekle
mükellef değildir.
(5) : Zevce,
müterakim nafakasını kocasından veya onun naibinden nükud veya eşya olarak
alabilir. Fakat müstakbel nafakasına bede! olarak hiç birinden nükud isteyib
alamaz. Fakat buğday yerine ekmek
veya buğday danesi
yerine un alabilir. Çünkü bu veçhile itiyaz, ribayi müstelzim olur.
(6) :
Kisveye gelince zevç, kendi haline ve zamanın, âdetin, mevsimlerin ihtilâfına
göre zevcesine kifayet edecek tarzda her
altı ayda bir kat elbise vermekle mükellefdir. Bu elbise altı aydan evvel velev
bilâ taksir eskiyecek olsa yenisini vermek icab etmez.
Meskenin mutad olan
sergisi de kisveye tâbidir.
(7) :
Meskene gelince bu da zevcenin haline göre tedarük edilir. Bu, gerek zevcin
mülkü olsun ve gerek kira ile tutulmuş olsunmüsavi-dir. Tuhfetül'muhtac,
Mezahibi Erbea.)
(Hanbelîlere göre de
zevcelerin nafakaları taam, kisve, meskenden ibaret olmak üzere üç nev'e
ayrılır. Şöyle ki :
(1) : Zevç,
zevcesinin nafakası için emsaline kâfi olacak mikdar ekmek, katık, tedarük eder. Haftada
iki defa birer rıtlı irakî, yani : Takriben yüz yirmi dokuz dirhem mikdan et verir, nafakayı nakden veya hububat olarak vermek icab eder. Maamafih böyle bir şey üzerine terazide
bulunmaları da sahihdir. Bu teraziden
bilâhare rücu etmeleri de caizdir.
Bir kadın, kocasiyle
beraber ikamet ederek birlikde yemek yerse ayrıca nafaka takdir ve itasına
müstahik olmaz.
(2) : Nafaka
mikdarı, eşhasa göre tebedül eder. Fakat
Kadı'ya göre nafaka mikdarı muayyendir, azlık ve çokluk itibariyle muhtelif olmaz. Gerek musir ve gerek
mu'sir için vacib olan nafaka, her gün iki rıtl ekmekdir. Bunlar ancak cevdet
ve ademi cevdet gibi vasıf itibariyle ihtilâf eder. Çünkü musir ile nıu'sir,
me'kûlâtın mikdarında. bünyenin mâbihükıyamında müsavidirler. Bunlar, yalnız cevdet itibariyle muhtelif bulunurlar.
(3) :
Zevceye gıdası ve nezafeti hususunda muhtaç olduğu şeyler ve içmesi, abdest
alması ve gusl etmesi için kâfi mikdar
su tedarük edilir. Fakat
telezzüz ve istimtaına aid ve cisminin tezyin ve ıslahına müteallik şeyleri tedarük etmek,
zevci için bir vecibe değildir. Bunlar, zevceye aid şeylerdir. Tabib ücreti,
ilâç parası gibi. Şu kadar var ki, bir erkek, zevcesinin tezeyyün etmesini
isterse veya zevcesindeki kerih
gördüğü bir rayihanın izalesini arzu ederse bu hususda vücudüne lüzum
ıgörülecek şeyleri ihzar etmesi icab eder.
(4) : Zevce,
aldığı nafakayı istediği gibi sarf eder. Bundan meselâ sadaka verebilir,
başkasına bağışlayabilir, borç verebilir. Elverir ki bedenine zarar verecek,
kendisini aç bırakacak bir veçhile tasarruf etmesin. Böyle muzir bir veçhile
tasarruf edemez. Çünkü bu, zevcin de hukukuna tesir eder.
(5) : Zevceye her sene ihtidasında hâline göre bir kat
elbise verilir. Çünkü adet olan budur. Elbise bu müddet iğinde emsali veçhile
es-kıyecett olursa başka bir kisve daha verilmesi icab eder. Artık başka
verilmez.
Zevce, aldığı kisveyi
kendisine muzir olacak veya kendisinin tesettürünü, tecemmülünü ihlâl edecek
suretde başkasına satamaz tesadduk edemez.
(6) :
Zevceye haline göre bir mesken de tedarük edilir. Bu mesken için iktiza eden
sergi ve sairenin ihzarı da icab eder. Elmuğnî, EL-mezahi büi'erbea.)
(Dört mezhebden hiç
birine göre kadınlar, kocalarının nafakalarını vermekle hiç bir halde mükellef
olmazlar. Yalnız zahiriyye mezhebine göre zengin olan bir kadın, kendi nefsinin
nafakasını teminden âciz bulunan kocasının nafakasını vermekle mükellef olur.
Bilâhare zevci zengin olsa da bu nafaka ile kendisine rücu edemez. Çünkü
nafaka biribiri-ne varis olacak kimseler arasında caridir. Zevce ise varis
olacaklardan biridir. Şu kadar var ki, köle olan veya nafaka vermeğe muktedir
evlâdı veya babası bulunan fakir bir şahsın nafakası, zevcesine teveccüh etmez.
Elmuhallâ.) [69]
58 - : Bir
kadının kocasından nafaka almaya müstahik- olabilmesi, agağıdaki meselelerde
yazılı şartların vücudüne mütevakkıfdır.
59 - : Zevcenin nafakaya istihkakı için kocasiyle
aralarındaki nikâh, sahih olmalıdır.
Binaenaleyh fâsid ve
bâtıl nikâhlardan dolayı nafaka lâzım gelmez. Şayed nafaka verildikden sonra
nikâhın fesad veya butlanı te-beyyün etse bu nafaka istirdad olunabilir. Çünkü
nafaka, zevci namına nefsini habs etmesine mukabil bir hakdır. Fâsid veya
batıl' nikâhlardan dolayı ise böyle bir hahsi nefs lâzım gelmez ki, nafakaya
istihkak bulunsun.
60 - : Zevce, haddi zatında mukarenete mütehammil
olmalıdır.
Bu tahammül müddeti
için muayyen bir zaman yokdur Bu, zevcelerin hallerine göre tebeddül eder.
Fakat zevce, mukarenete mütehammil olduğu halde kocası çocukluğundan dolayı
mücameate kadir bulunmasa teslimi nefis bulunduğu takdirde yine nafakaya
müstahik olur.
61 - :
Zevce, nefsini kocasına teslim etmiş olmalıdır.
Binaenaleyh bir kadın,
kocasının talebine rağmen haksız yere hanesine gelmez, veya nâgize olarak
hanesinden çıkar giderse nafakaya müstahik olmaz. Nitekim ileride tafsüen beyan
olunacaktır.
62 - :
Zevce, mülakat ve mukarenete mani
olacak bir suretle habs
edilmemiş olmalıdır.
Binaenaleyh bir kadın,
velev ki zuimen bu veçhile mahbua olursa kocasından nafaka almaya müstahik
olmaz. Fakat kocasınır; alacağından dolayı habs edilirse nafakayı müstahik
olur.
63 - : Zevce, zifafdan evvel mukarenete mani
olacak veçhile kendi ailesi arasında hasta bulunmamış olmalıdır.
Binaenaleyh bu veçhile
hasta olan ve araba veya aedye gibi bir vasıta ile nakli mümkün ve zevci tâlib
iken zevcinin hanesine nakilden imtina eyleyen bir kadın, zevcinden nafaka
almaya müstahik olmaz. Fakat zevcinin hanesine nakilden sonra pek ağır bir
suretde hasta olsa da nafakaya müstahik olur.
64 - :
Zevce, başkası tarafından gasb edilmemiş olmalıdır. Binaenaleyh gasb edilen bir
kadının nafakası, kocasına lâzım gelmez.
65 - :
Zevce, hac farizasını ifa iç:n sefere çıkmamış olmalıdır. Binaenaleyh bir
kadın, herhangi bir mahremiyle beraber böyle bir
sefere çıkmış olursa
kocasından nafaka almaya müstahik olmaz. Şu kadar var ki, kocasiyle beraber
çıkarsa yalnız hazer = ikamet nafakasına müstahik ohır. Mütebaki şeyleri,
meselâ vesaiti nakliye ücretini kendisi temin eder. Nafile hac için kocasiyle
beraber müsaferet etdiği takdirde de yalnız nafakai hazere müstahik olur.
66 - :
Zevce, cariye ise tebvie bulunmuş olmalıdır. Binaenaleyh hususî bir meskende
kocasına teslim edilmeyen bir cariye, kocasından nafaka almaya müstahik olmaz.
67 - ;
Zevce, hürmeti musahereyi mucib bir hareketde bulunmamış olmalıdır.
Binaenaleyh bir kadın,
meselâ zevcinin oğluna veya babasına nefsini tâyiaten teslim edecek olsa
firkat vaki olacağından nafakaya istihkakı kalmaz.
Talâkı ric'îden dolayı
iddet içinde iken böyle bir hareketde bulunan bir zevce hakkında da hüküm
böyledir. Fakat talâkı bainden veya bilâ talâk fesinden dolayı mu'tedde olan
bir kadın, iddeti esnasında kocası hakkında hürmeti musahereyi mucib böyle bir
fi'li tâyiaten irtikâb ederse bununla nafakai iddeti sakıt olmaz. Çünkü bu
fi'linden evvel zaten firkat vaki olmuşdur.
68 - :
Zevce, irtidad suretiyle firkate sebebiyet vermemiş olmalıdır.
Binaenaleyh bir kadın,
menkulle veya mu'tedde iken irtidad etse nafakası sakıt olur. Böyle fcir
mürtedde, iddet içinde iken tâib olub is-lâmiyyete rücu etse de nafakası avdet
etmez. Çünkü sebebiyet vermiş olduğu
firkat ile nafakasını iptal etmiştir. Fakat bilahare islâmi-yyete rücu ederek
tecdidi nikâh ve nefsini teslim vuku bulursa yeniden nafakaya müstahik olur.
69 - :
Zevce, vefat iddetile mu'tedde bulunmamış olmalıdır.
Binaenaleyh bir
kadının kocası vefat ederse iddeti içinde terikesin-den nafakaya istihkakı
olamaz. Nitekim ileride de beyan olunacaKdır. Bedayi, Heosut, Hincüyye, Dürri
Muhtar, Iteddi Muhtar.
« (Malikilere göre de
zevciyyet nafakasına istihkakın şartları şunlardır:
(1) : Zevç
baliğ, zevce de mukarenete mütehammil bir yağda olmalıdır.
(2) : Zevç
veya zevce, hali'nez'e gelmiş bir veçhile hasta bulunmamış olmalıdır.
(3) : Zevce
veya zevcenin veliyyi mücbiri, zifaf icrasına talib bulunmuş olmalıdır.
Bu üç şart, duhulden
evvel aranır. Bunlar bulundu mu nafaka, va-cibül'eda olur. Velev ki duhul
bulunmasın.
(4) : Zevce,
duhulden sonra nefsini kocasına temkinden imtina etmez bir halde olmalıdır.
(5) : Zevce,
retak, karn gibi nikâh ayıblarmdan salim bulunmalıdır.
Binaenaleyh kendisinde
böyle bir ayb bulunan bir kadın, kocasından nafaka almaya müstahik olamaz.
Meğer ki kocası, bu ayıba muttali olub onunla vetı'den başka bir suretle
mütelezziz olsun.
Bazı Maükî fukahasına
göre evvelki üç şart, duhulden sonra da muteberdir. Onlar bulunmadıkça duhulden
sonra da- nafaka lâzım gelmez.
Yukarıdaki şartlar
tahakkuk edince musir olan zevcin zimmetine nafakanın vücubü teveccüh eder.
Velev ki nafaka hakkında taleb ve hüküm bulunmasın. Bu halde zevce, geçmiş
günlere aid nafakasını da isteyebilir.)
(Şafiîlere göre de şu
şartlar, nazara alınır:
(1) : Zevç,
çocuk veya deli olduğu takdirde zevcesi velîsine teslim edilmiş olmalıdır.
(2) : Zevce, nefsini kocasına temkin
etmeli, yani: kocasiyle mü-karenete
müstaid ve razı olduğunu kocasına hatırlatmalıdır.
Zevce, çocuk veya deli
bulunursa bu hatırlatmak vazifesi velîsine teveccüh eder.
(3) : Zevce,
vet'e mutehemmil bulunmalıdır. Eğer mukarenete gayri mütehammil bir halde
küçük bulunursa nafakaya müstahik olmaz. Kocası gerek baliğ ve gerek sagîr
olsun.
(4) : Zevce,
nâşize bulunmamış olmalıdır.
(5) :
Zevce, taİKi baınüen aolayi mu'tedde bulunmamış olmalıdır.
Böyle mu'tedde bulunursa nafakası sakıt olur.
Meğer ki geue bulunsun.
(6) : Zevce,
kocasının vefatından dolayı mu'tedde bulunmamış olmalıdır. Bulunursa nafakası
kesilir.)
(Hanbeli fukahasına
göre de şu şartlar aranır :
(1) : Zevç
ile zevce arasındaki nikâh, sahih olmalıdır. Binaenaleyh nikâh, tasid olunca
nafaka lâzım gelmez. Fakat bu fasid nikâhdan sabi-tünneseb hami zuhur ederse yine nafaka lâzım gelmez mi?. Bü hu-susda iki vecih
vardır. Şöyle ki: bir veçhe göre yine nafaka icab etmez. Çünkü nafaka, hâmile
aiddir. Hâmil ise bir meşru zevce değildir. Diğer bir veçhe göre nafaka, hamle
aiddir. Binaenaleyh bu halde zevç üzerine nafaka lâzım gelir. Nitekim çocuğa da
doğdukdan sonra nafaka vermesi icab eder.
(2) : Zevce,
yaşlı olub kendisine mukarenet mümkün olmalıdır. Binaenaleyh bir zevce,
mukarenete gayri mütehammil bir yaşda
küçük bulunursa
nafakaya müstahik olmaz.
Sevrîye göre bu da
nafakaya müstahik olur. Çünkü mukarenetin teazzürü, kendisinin fi'lile
değildir. Bu, bir maraz mesabesinde olub na-kafanın vücudüne mani olmaz.
(3) : Zevce,
nefsini kendisine lâyık olan herhangi bir hanede veya -mekânda tam bir temkin
ile kocasına bezi etmiş olmalıdır.
Binaenaleyh bir kadın,
nefsini kocasından bizzat veya velîsi marifetiyle men ederse veya akidden
sonra nefsini bezi etmeksizin ve bir taleb de vuku bulmaksızın sâkit bir halde
vakit geçirilirse nafakaya istihkak hâsıl olmaz. Velev ki kocasiyle uzun bir
müddet bir arada ikamet etmiş olsun.
Fakat bir kadın,
nefsini kocasına teslim edince nafakaya müstahik olur. Velev ki bilâhare
nîukareneti, bir özre, meselâ hastalığına, zaifliği-ne veya retka bulunmasına
mebni müteazzir olsun.
(4) : Zevce,
nâşize bulunmamış olmalıdır.
(5) ; Zevce,
kendi haceti için kocasının izni
olmaksızın bir yere müsaferet etmemiş olmalıdır. Fakat kadın, hac farizasını
ifa için mah-remıyle beraber sefere çıkarsa nafakası sakıt olmaz. Velev \i
kocasının izni olmasın.
(6) :
Zevce, başkasının mukarenetinden dolayı
mu'tedde bulunmamış olmalıdır.
Binaenaleyh şüphe ile
vuku bulan bir mukarenetden dolayı iddet bekleyen bir kadın, zevcinden nafaka
almaya müstahik olmaz.
(7) : Zevç ile zevce arasına bir hail, haylûlet ederek
mukareneti gayri kabil bir hale getirmemiş olmahdır.
Binaenaleyh* zevce,
veya nafaka ve mehrden dolayı zevç, habs edilerek aralarında vuslat ve
mukarenet kabil olmasa nafaka sakıt olur. Şu kadar var ki, zevç, musir olduğu
halde nafakayı vermekden muma-teleten imtina etmekle habs edilse nafaka sakıt
olmaz. Çünkü bu takdirde zevç, zevcesine zulm etmiş olur. Elmuğnî, Elmezahibül'erbea.)
(Zahiriyye mezhebine
gelince buna nazaran her zevç, kendisinin haline göre zevcesine nafaka
vermekle mükellefdir. Her zevce, akdi nikâh-dan itibaren nafakaya, kisveye,
meskene, hane mefruşatına mü&ahik ıplur. Büyü'k ve kocasiyle bir hanede
mukim olsun olmasın. Kezalik : fakire, gayri nâşize bulunsun bulunmasın. Bütün
bu haller mü savidir. Elmuhallâ.) [70]
70 - :
Zevciyyet nafakası, zevç ile zevce arasında
bırrıza veya hâkime müraceatle bilkaza tayin ve takdir edilebilir. Şöyle
ki :
Nafaka, zevç ile
zevcenin esnafen veya nakden muayyen bir şey
üzerine terazisi ile
veya zevcenin müracaatı üzerine hâkimin kazası ile
lâzımül'eda bir borç
olmuş olur. Çünkü nafaka, min cihetin sıla -
atiye olduğundan iki
tarafın rızası veya hâkimin kazası ile teeyyüd ederse sakıt olmaz.
Filhakika nafaka, bir
sahih akdi nikâhı müteakib vacib ve zevce, nefsini teslimden imtina etmedikçe
kocası tarafından infak edilmeğe müstahik olur. Ancak nafakanın rıza ile veya
kaza ile takdirinin lüzumu, zevç zimmetinde deyn olması ve zamanın geçmesiyle
sakıt olmaması içindir. Çünkü bu suretle takdir olundukdan sonra zevce, kendi
. malinden nefsine infak etse de bilâhare mefruz nafakasını kocasından
isteyebilir. Velev ki kocasına rücuu şart edilmiş olmasın. Zira nafaka takdir
ile teekküd eder, zevcenin mülkü olur. Mebsut, Reddi Muhtar.
71 - : Rıza
ile veya kaza ile takdir edilen nafaka, bilâhare es'â-rın tegayyürü veya ösr ve
yüsr itibariyle zevceynin hallerinin tebeddülü veya kadrikifayeden .ziyade
veya noksan takdir edilmiş olduğunun ber nehci şer'î tahakkuku üzerine yine
birrıza veya biİkaza tezyid veya tenkis edilebilir. Çünkü nafakanın kifaye
mikdarı olması lâzımdır.
Filhakika bazı hallere
göre nafakanın artinlıb eksiltmesi lâzım gelir. Çünkü nafaka, anbean vacib
olub es'ann, evkatın, mevzilerin, tabiat-Jerin, âdetlerin ve i'sar ile yesarın
ihtilâfiyle muhtelif olur ve takdinleki ihatanın tashihi iktiza eder.
72 - : Zevce
için i'sar nafakasiyle hükm olundukdan sonra zevç
ile zevceden biri veya
her ikisi yesar kesb etmekle zevce, muhadder nafakasının tezyidini taleb etse
müstakbel zamane aid olmak üzere nafakasını artırmak icab eder. Amma yesâr
hali uruzundan sonra taleb vukuuna kadar geçecek müddet için fazla bir şey
taleb ve takdir olunamaz.
Bilakis yesâr
nafakasiyle hükm olundukdan sonra zevceynden biri veya her ikisi i'sare - fakri
hâle duçar olub da zevç, mukadder nafakanın tenzilini taleb eylese gelecek
zamana aid olmak üzere nafakanın mikdarı - birinci takdire göre orta bir
dereceye, ikinci takdire göre ıfakir nafakası derecesine - tenzil olunur. Bahri
Raik, Dürri Muhtar.
73 - : Bir
kadın, gaib bulunan kocası üzerine kadri marufdan ziyade nafaka takdir
etdirmiş olsa kocası gelince bu nafakanın marut jnikdardan fazlasını
vermemeğe kadir olur. Ali Efendi fetâvası.
74 - :
Nafaka, ta'cil ile, yani : peşin verilmekle muaccel olur, artık istdrdad
edilemez.
Binaenaleyh bir
nafakai inarziyye veya makziyye, zevce tarafından istifa olundukdan sonra
henüz müddet tamam olmadan elinde ay-sıen mevcud veya müstehlek iken vefat veya
talâk vuku bulsa bu nafa^ ka ne aynen ve ne de bedelen geri alınamaz. Velev ki
tekarrüb vuku bulmuş olmasın. Çünkü nafaka, hibe mesabesinde olduğundan -
teslimi za-, onanında zevciyyetin kıyamına mebni bilâhare - rücuu mümteni ve
mevt ile istirdad hakkı münkati olur.
Meselâ : zevç, bir
senelik nafaka ve kisveyi peşin olarak teslim et-dikden sonra henüz sene tamam
olmadan zevce vefat etse bu nafakanın mütebaki günlere isabet eden kısmı terikesinden
alınamaz. Belki bu ınafaka, mevcud ise vârislerine intikâl eder.
Nafaka, zevcin babası
tarafından teslim edilmiş olduğu takdirde de hüküm 'böyledir. Hindiyye,
Cevhere.
75 - : Bir
zevç hazır olduğu halde zevcesine bizzat infakdan imtina veya kifayet
etmiyecek mikdar nafaka itasiyle iktifa etmekle zevcesi hâkime müracaat eylese
hâkim, zevcin huzurunda iki tarafın bey-yine ile veya ihbar ile tahakkuk eden
hâllerine göre yemvi hükümden itibaren nafaka takdir eder ve tayin edeceği
müddetler için nafakanın peşin verilmesini zevce emr eyler..Yoksa nafakanın
verilmesini bu müddetlerin hitamına ta'lik edemez.
Binaenaleyh her ay
için şu kadar nafaka takdir edildikde birinci ay hakkında müneccez olub
nafakanın o ay başında verilmesi lâzım gelir. Diğer aylar hakında da muzaf
olub her ayın hulûliyle teneccüz ederek o veçhile peşin verilmesi icab eder.
76 - : Zevç
ile zevcenin güzel muaşeretde bulunarak birlikde ıteayyüs etmeleri mendubdur..
Hattâ müracaat vukuunda hâkim tarafından
bu cihetin zevceyne tavsiyesi ve güzelce imtizaç ve idareleri hususunda-
kendilerine nasihatde bulunulması münasibdir.
Fakatzevc, in-f akdan imtina ve bu babda mümatele izhar ederse zevcenin
sabık mesele veçhile nafaka talebine salâhiyeti vardır. Hattâ zevce, zevcinin
infak-dan imtinamı beyyine ile isbata muhtaç değildir. înfakı inkâr etdiği takdirde
söz, maalyemîn zevcenindir. Bahri Raik, Reddi Muhtar,
77 - :
Nafaka takdirinin sıhhatinde
zevcenin talebi şart olduğu gibi ihzarı
mümkün olduğu takdirde zevcin huzuru da garttır.
Binaenaleyh zevç,
meşakkatsiz olarak hüküm meclisine celbi mümkün olduğu halde cslb edilmese
yapılacak nafaka takdiri, sahih ve zevç üzerine lâzım olmaz. Reddi Muhtar.
78 - :
Nafaka takdirinde zevç İle zevcenin halleri nazara alınır. İkisi de zengin ise
ağniya .nafakası, ikisi de fakir ise fukara nafakası, ikisi de orta halli ise
mutavassıtüThal kimselerin nafakaları mikdarı lâzım gelir. Biri fakir, diğeri
ganî ise nafaka da mutavassıt olur. Yani : Zevce, zengin olduğu suretde icab
edecek nafakanın dününde ve fakir bulunduğu takdire göre lâzım gelecek
nafakanın fevkinde olmak üzere takdir «olunur. Bu halde fakir olan zsvc ise
iktidarı nisbetinde nafakavermekle mükellef olub zevcesi ziyadesini taleb
etdiği takdirde bu ziyade mıkdar, hali yesârine ta'lik olunarak zevcin
zimmetinde borç olur.
Zevceler, müteaddid ve
halleri muhtelif olduğu takdirde
de zevç ile her birinin hali başka başka nazarı itibare alınmak iktiza eder.
Dürrİ ıMuhtar, Reddi Muhtar.
79 - :
Zevcenin i'sar ve yesâri, kendi emvali zatiyyesİ itibarîyle [olabileceği gibi
mensub olduğu aileni, meselâ babasının i'sar ve yesari itibariyle de olabilir.
80 - :
Hâkim, nafakayı, menaleyhinnefekanın haline münasib müddetlerle takdir eder.
Meselâ : tacirler için
aylık, yevmiye ile çalışan sanat sahihleri İçin gündelik, ücretlerini haftadan
haftaya alan amele ve sanayi ashabı için haftalık, ziraat erbabı için senelik
olarak takdir ve işbu her müddete aid nafakanın peşin verilmesini emr eder.
Maahaza bu müdet
ciheti, hâkimin reyine muhavveldir. Şu kadar var ki, zevç, bu yazılı minval
üzere tayin edilecek müddetleri kabul et-miyebilir. Meselâ : ziraat erbabından
olduğu halde nafakayı haftadan haftaya vereceğim beyan ederse hilâfına cebr
olunamaz. Çünkü mak-sad, zevce kolaylık göstermekdir. Reddi Muhtar.
81 - :
Nafaka, aylık olarak takdir olunduğu halde zevç, aydan aya nafakayı vermekde bulunmadığı
gibi zevce de nafakasını günden güne almak istese zevç, her günün nafakasım
ondan evvelki günün akşamında tesviyeye mecbur olur. Hindiyye.
Fakat zevç, her ayın
nafakasını muntazaman verdiği halde zevce, her günün nafakasını ayrıca almak
istese müteannif ve kocasının izra-rını kasid olacağından bu arzusuna iltifat
olunmaz. Reddi Muhtar.
82 - :
Hâkim, nafakayı asnafen takdir ite havaicm kıymetlerine göre nakden takdir
arasmdamuhayyerdir. Şu kadar var ki, havaici za-ruriyye, mütenevvi ve mütefavit
ve aynen takdiri nizaı gayri da/î olacağından nakden takdiri, mütearef ve
müstahsendir.
Zevç ile zevcenin de
kendi aralarında nafakayı böyle iki suretden birile birrıza takdirleri,
şahindir.
83 - :
Nafaka, nükud olarak takdir edildikde zevceye lâzım ge-Jen havâic ve eşyayı
çarşıdan alıp getirmek ve bedellerini mukadder nafakadan ödemek zevç üzerine lâzım gelir. Ve bu nafakanın bakiyyesi sevoeye aid bulunur.
Fakat zevcin satın akna hususunda hiyaneti zahir olursa lâzım gelen eşya ve
erzakı ya zevce, satın alır veya eminine aldırır. Mintehülhâlık.
84 - :
Hâkimin nafakayı takdiri, bir hükümdür. Velev ki hüküm ve kazayı müş'ir bir söz
bulunmasın. Binaenaleyh bu hüküm bir
müddetin müruriyle nihayet bulmaz.
Meselâ : hâkim, şehrî
bin kuruş nafaka takdir etse bir şehrin geçmesiyle bu takdir, hitam bulmaz.
Belki zevciyyet kaim oldukça devam eder. Meğer ki es'arin tegayyürü gibi hükmün
devamına mani bir hal, tahadüs etsin.
Nitekim .nafaka hükmen
takdir edildikden sonra zevceyn, birlikde yiyib içmelerinde ittifak etseler bu
ittifak tarihinden itibaren sabık farz ve takdir zail olur. Nafaka, rıza ile
takdir edilmiş olduğu takdirde de hüküm böyledir.
Bu yoldaki ittifaka,
yani : bir kimsenin ehl ve ıyaline bizzat infak-da bulunmasına (temvîn)
denjlir. Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.
85 - :
Zevce, mukadder ve makbuz olan nafakasına mâlikdir.
Binaenaleyh bu
nafakada hibe ve sadaka gibi tasarruflarda bulunabilir. Hattâ ıbir kadın, bu
nafakasını istifa etdikden sonra kendi mal-larile veya başkasının ianesile
teayyüş etmiş olsa dahi o nafakayı kocası istirdad edemez. Reddi Muhtar.
86 - : Zevce,
mukadder nafakasının bir mikdarını taktir = kanaat ederek artırsa dahi diğer
müdet için takdir edilen nafakanın verilmesi yine lâzım gelir. Nitekim israf
ederek vaktinden evvel bitirdiği
takdird de r-Mdetİ hulul etmedikçe başka
nafakaya müstahik olmaz. Sirkat ve helak
kuu takdirinde de hüküm böyledir.
Şu kadar r ki, zevce,
takdir olunan nafaka ve kisveyi taktir ve tasarruf ederse kocası», hâkime
müraceatle mefruz olan nafakayı nefsine sarf ve kisveyi telebbüs etmesini
zevceye emr ettirebilir. Çünkü zevcenin bu yoldaki hareketi, sıhhatine muzir ve
binnetice kocasının hukukunu muhil olabilir. Haniyye, Dürri Muhtar, Reddi
Muhtar.
« (MâlikOere göre de
nafakanın takdirinde yalnız zevcin değil, bal-zsvc ile zevcenin halleri nazara
alınır, ona göre nafaka takdir edilir.
Nafakanın esnafen
takdiri asıldır. Fakat zevce razı olursa beldenin es'r.rma göre nakden takdir
de caiz olur.
Nafaka, zevcin
kazancına göre gündelik, haftalık, aylık, altı aylık ve senelik olarak takdir
olunur.
Zevcin zevcesinde
alacağı olsa nafakasına mahsub edebilir. Meğer hi bu mahsub, zevceye muzir
olsun, yani : onun nafaıkasız kalmasını intaç etsin.
Zevcenin nafakası,
rıza ve kazaya muhtaç olmaksızın vacibül'eda bf mahiyette bulunur. Binaenaleyh
rıza veya kaza ile takdir bulunmaksı-ızm geçen günlerin nafakalarını da zevce
isteyib alabilir.)
(Şafiîlere göre de nafakanın
lüzumu, zevcin zimmetinde deyn olması, iki tarafın rızasına veya hâkimin
kazasına tevakkuf etmez. Binaenaleyh mürur eden günlerin nafakaları da
zevcenin müracaatı üzerine hüküm altına alınabilir.
Zevç, zevcesinin
nafakasını, her günün fecrinden itibaren vermek le mükellef olur. Taleb
vukuunda mümataîede bulunursa âsim olur.)
(Hanbelîlere göre de
zevciyyet nafakası rıza ve kazaya muhtaç olmaksızın vacibül'eda bulunur.
Zeve, zevcenin
nafakasını her gün güneşin tulûımu müteakib teda-rük etmeğe 'mecburdur. Çünkü
ilk ihtiyaç vakti budur. Fakat nafakayı bil'ittifak te'hir veya ta'cil
edebilirler. Meselâ : Bir aylık veva bir senelik nafakayı peşin veya bir
müddet sonra vermek üzere ittifak edebilirler. Çünkü bu hak, kendilerine
aiddir.
Zevceyn, aralarında
ittifak edemezlerse vacib olan mikdarm takdiri ve elbisenin kifaye mikdarmda
tayini için hlfkimin veya naibinin icthadma müracaat olunur.
Nafaka, zevç ile
zevcenin bulundukları beldenin ekmeğinden, katığından hallerine göre kifaye
mikdarmda olarak takdir olunur.
Zevç, zevcesine icab
eden nafakayı tedarük etmediği veya kifayet mikdarmdan noksan verdiği takdirde
zevce, kocasının malinden - izni -olsun olmasın - icab eden nafaka mikdarını
alabilir.
Bir kadın, gaib olan
kocasının malından kendi nafakasına ya bizzat veya hâkimin emrile bir mikdar
sarf etdikden sonra kocasının evvelce vefat etmig olduğu zahir olsa fazla sarf
etdiği mikdar, mirasına ■mahsub edilir.
îmanı Şafiî ile
Ebül'âliyenin, Muhairaned ibni Şîrîn ile ibni Mün-zirin kavülleri de böyledir.
Elmuğnı, Minhac, Mebsut, Bedayî, Mecmaül' enhür.) [71]
87 - : Zevç,
fakir olsa da iktisaba = kazanmaya muktedir oldukça bil'iktisab zevcesine
infak etmesi lâzım gelir. Lâkin bil'iktisab infak-dan dahi âciz kalıb da
zevcesi nafakasını isterse hâkim, zevcin zimmetinde borç olmak üzere hüküm
gününden itibaren nafaka takdir eder. Ve kocası namına, veresiye mal almak veya
istikraz etmek suretiyle borç edinmesi için zevceye izin verir.
Zevce, nafakası takdir
edildikden sonra gerek kendi mâlinden nefsine îhfak edeceği ye gerek nafakası
"için hâkimin emriyle veya emri ol-ımaksızm borç alacağı şey ile kocasına
hali yüsrinde rücu edebilir.
Şu kadar var ki,
hâkimin emri olmaksızın borç alacağı suretde, dain, alacağını yalnız zevceden
ve bade vefatiha terikesinden ister, zevce müracaat edemez. Amma hâkimin
emriyle borç aldığı takdirde dain, men aleyhinnefaka takımından olmayınca
alacağını dilerse zevceden ve dilerse zeveden istifa eder. Zevceden istifa
etdiği takdirde o c|a bununla zevcine müraceate müstahik bulunur.
88 - :
Mu'sire olan bir zevce, sabık mesele
mucebince hâkim tarafından isüdaneye = borç olmaya mezun kılındıkda
zatüzzec olmadığı takdirde nafakası, ebeveyninden veya sair mehariminden kime
aid ise indettaleb onun o zevceye ikrazda bulunması lâzım gelir. Ve bu kimse,
Rainiz zevce hali yüsrinde müraceat edebilir. Şayed ikrazdan kaçınırsa hâkim
tarafından cebr veledel'iktiza habs olunur.
Fakat böyle bir kadın,
bu mezuniyetden sonra, kocası namına olduğunu sarahaten beyan veya niyyet
ederek yabancı bir şahısdan bpre alacak olursa o şahıs, bu alacağını dilerse o
kadından ve dilerse onun kocasından isteyebilir.
Zatüzzevc olmavan
fakir bir kadının nafakası, musir bulunan eka-ribinden kimlerin üzerlerine
lâzım geleceği, usul ve fürû vesairenin nafakalarına aid bölümde görülecekdîr.
89 - : Bir
kadın, sabık mesele veçhile istidane ederken
kocası namına istıdane erdiğini tasrih veva nivvet ederse dain, o
kadına, da. onun kocasına da müraceat edebilir. Amma bu veçhile tasrih veya niyet
oulunmazsa yalnız kadına* kadın da
kocasına müraceatde bulunabilir. Seve, niyyeti inkâr ederse söz, kendisinin
olur. Dürri Muhtar, Reddi 'Muhtar.
90 - :
îstidane vukuu hakkında zevcenin kavli
mücerredi, kabul olunamaz.
Binaenaleyh dain, borç
alman nafakayı zeveden taleb etdikde zevç, idanoyi inkâr eylese mücerred
zevcesinin İkrarı ve dainin tasdikiyle Ü-ızam olunamaz. Zevcin terikesinden
taleb vukuu takdirinde de hüküm böyledir. Bu babda mücerred hâkimin istidane
ile emr etmiş olduğunun sübutü kifayet etmez. BeBci iatidanetıin hakikaten
vukuunu isbat etmek lâzım gelir.
91 - :
Zevcin zevciyyet nafakasını vermekden âciz bulunması, nikâhın feshim müstelzim
olmaz. Hindiyye, Dürri Muhtar, Reddi Muhtar. (Mâlikîlere göre zevciyyet nafakası, zevcin zimmetine
müteret-tib bir boredur. Velev ki zevç; "fakir olsun, velev ki nafakanın
mikdarı rıza ile veya kaza ile takdir edilmiş bulunmasın.
Fakat bir erkek,
zevcesinin nafakasını vermezse zevcesinin talebi ve aşağıdaki şartların
tahakkuku halinde araları tefrik olunur. Şöyle ki:
(1) : Zevç,
zevcesinin hal ve istikbale aid taam ve kisvesini teminden âciz olmalıdır. Bu
halde nikâh, fesh edilebilir. Fakat müterakim nafakayı vermekden, aciz, nikâhın
feshini müstelzinı olmaz. Bu, zimmetinde bîr borç olarak kain*.
(2) : Zevce,
zevcinin fakrına, infaka muktedir olmadığına nikâhın akdi zamanında muttali
bulunmamış olmalıdır. Aksi takdirde fesh, talebine hakkı olamaz.
(3) : Zevç,
nafakayı itadan aczini iddia etdiği halde bunu isbat edememiş olmalıdır.-Bu
halde hâkim, talâka derhal hükm eder. Fakat aczini isbat ederse hâkim, kendi
ictihacfiyle bir mühlet tayin eder. Bu müddet hitamında talâka hükm eyler.
Mühlet esnasında maraz, habs gibi bir ânza vuku bulursa bu mühlet, temdit
edilir.
(4) : Zevç,
«ben musirim. Fakat iiifokdan imtina ediyorum» diye iddiada bulunsa bir kavle
göre habs edilir, diğer bir kavle göre talâka hükm edilir. Hiç ceyab vermediği
takdirde de hâkim, fevren talâka hükm
eder.
(5) : Mu'sir
olduğunu iddia eden bir zevcin mali zahirîsi mevcud olunca zevcesinin nafakası
bu malinden cebren ahz olunur. Zevcin mâli, nafakayı bir dereceye kadar temine
kâfi görülünce talâka hükm edilmez. Velev ki zevce, zengin bulunsun. Bu
takdirde iki tarafın hâline bakılmaz. Minehülcelîl, ElmuğmV)
(Şafülere göre de bu
hususta şu gibi hükümler caridir:
(1) : Zevç, nafakanın edna mikdarrm vermekden âciz olunca
bakılır : eğer zevce, bu hale sabr ederse nikâhları fesh edilmez*. Takdir edilecek
nafaka, zevcin zimmetinden borç olur. Zevce, bunu ileride kocasından hali
yüsrinde tahsil eder. Bundan mesken ile hadim müstesnadır Bunlar bu halde sakıt
olmuş olurlar.
Fakat zevce, bu hâle
sabr etmezde hâkime müracaat ederse nikâhları fesh edilir. Şöyle ki: hâkim, üç
gün mühlet verir, dördüncü günün sabahında nikâhın feshine karar verir veya
nikâhı fesh etmesi iğin zevceye emr eder. Muhakkem de hâkim mesabesindedir.
Şayed zevcenin
bulunduğu yerde hâkim ve muhakfeem bulunmazsa bizzat zevce, üç gün mühlet
verir, dördüncü gününün sabahında nikâhı fesh eder. Amma zevç, !bu mühletten
evvel nafakayı teslim ederse artık fesk caiz olmaz.
(2) : Zevc,
ımu'sirlere lâyık bir mikdarda nafaka vermeğe kadir ol--duğu halde bunu
vermekden imtina etse fesh cihetine gidilmez. Çünkü bu halde nafakanın hükmen
istihsali mümkündür.
(3) : Zevcin
akar ve emlâki veya başka bir yerde sair emvali bulunduğu halde bunların yakın
bir -müddetde bey' ve ihzarı kolay bulunmasa bu hal, zevcin hali hazırdaki
i'sarından_ dolayı nikâhın fesh edilmesine mani olmaz. Fakat böyle bir mal,
mesafei kasrdan dûn bir yerde bulunur da ihzarı kolay olursa bundan nafakanın
tedariki emr olunur, fesh cihetine gidilmez.
(4) : Hal ve
müstakbel nafagasını vermekden acz, nikâhın feshini müstelzim olursa da
müterakim nafakayı edadan veya meskenin teva-bii olan mefruşat ve yemek takımı
gibi şeyleri tedarükden ve hadimin nafakasını itadan acz, feshi müstelzim
olmaz.
(5) : Zevcin
fakrı haline evvçjce ıttıla ve rıza, bilâhare fes1" hakkının sübutüne
mani olmaz. Çünkü nafaka, hayatın zaruriyyatındândır. Bir müddet için nafaka
tedarükinde'n âciz görülen bir kimse,
bilâhare nafaka tedarüküne kadir olabilir. Binaenaleyh zevcenin bu hale rızası,
böyle bir ümide mebni olabileceğinden bu hakkının ıskatını icaî? etmes. Minhac,
Elmuğnî, Mezahibi Erbea.)
(Hanbelî fukahasının
bu hususdaki akvali de şöyledir :
(1) : Zevç,
i'sar nafakasını, yani : taam, kisve, süknadan ibaret olan zevciyyet
nafakasının en aşağı mikdarını vermekden âciz kalınca zevce muhayyer olur.
Dilerse zevciyyetîn devamım ihtiyar eder. Bu halde i'sar mıafakası, zevcin
zimmetine bir deyn olarak teveccüh eder. Şu kadar var kî, zevç, bu halde
nefsini zevcine temkine ve zevcinin meskeninde nefsini habse mevbur olmaz. Ve
dilerse derhal nikâhın feshini ihtiyar
eder. Zevceninbu ihtiyarı, fevrî değildir. İsterse üç gün mühlete lüzum
kalmaksızın nikâhın feshini iltizam eder, isterse bir müddet son ra bu fesh
cihetine gider. Maahaza zevce, zevciyetin devamını ihtiyaı etmiş olsa dahi
bilâhare rücu edere/k feshi iltizam edebilir.
(2) : Zevç, tacir, sanatkâr veya yakın bir zamanda
şifa bulacağı ümit edilir bir halde hasta olûb da az bir müddet nafakayı
tedarükdan âciz kalsa bununla hemen fesh
cihetine gidilmez. Zevcenin bir müdde* intizarda bulunması icab eder.
(3) : Zevcin
fakri haline zevcenin evvelce muttali
bulunmamış olması, şart değildir. Hattâ zevce, akd zamanında zevcin fakrine
razı olsa veya nafaka almayacağım şart kılsa da bilâhare nafakanın
teazzü-ründen dolayı fesh hakkına mâlik olur. tmam Şafiînin kavli de
böyle-ledir. Çünkü nafaka, günden
güne teceddüd etdiğinden fesh hakkı da
böyle teceddüd eder. Artık zevcenin henüz vacib olmayan bir hakkı ıskat etmesi
sahih olmaz.
Fakat îmam Ahmedin
zahiri kelâmına ve İmam Mâlike göre zevce, bu suretlerde nikâhı feshe müstahik
olmaz. Zira kocasının bu aybma ra zı bulunmuşdur.
(4) :
Nafakai maziyeyi itadan aciz, nikâhın feshini müstelzim olmaz.
Kezalik : zevç,
zevcesinin ekmeğini tedarük etdiği halde kıtlığını, meskenini ve hadiminin
nafakasını tedarük edemese yine nikâhları fesh edilmez. Belki katık vesaire
bedeli, zevcin zimmetine mütrettib bir deyn olur. Kadıya göre bunlar, zevaid
kabilinden olduğu cihetle zevcin zimmetinde sabit olmaz.
(5) :
Nafakayı vermekden âciz kalan bir zevcin bir şahıs zimmetinde alacağı bulunsa
bakılır : eğer bunu istafaya kadir ise nikâh fesh edilmez, fakat kadir değilse
fesh edilir. Çünkü bu takdirde bu mu'sir
olmakdan kurtulmuş olamaz. Elmuğnî, Elmezahibül'erbea.)
(Zahiriyyeye göre
zevç, zevcesinin nafakasını ya zulmen veya aczinden dolayı temin etmese de
zevce, nefsini zevcinden men edemez. Çünkü zevce, her ne kadar zulme uğrarsa da
zevcinin müstahik olduğu bir hakkı men'e salâhiyeti yokdur. İsterse intisafda
bulunabilir.
Bir kadın,
nafakasının, kisvesinin, mehrinin verilmesinden dolayı nikâhı fesh etdiremez.
Müstahik olduğu nafaka mikdarmı bulabilirse kocasının malinden bizzat alabilir.
Eimuhallâ.)
(Ataya, Zührîye, İbni
Şübrümeye göre de zevcin nafakayı veremez bir halde olmasından dolayı zevcesi
muhayyer olmaz, Çünkü nafaka da sair borçlar gibi zevç üzerine lâzım gelen bir
hakdır. Artık bundar. acz ile nikâh, fesh edilemez. Şu kadar var ki, bu halde
zevcesinin meşru kazanç şahsına atılmasına müsaade eder. Elmuğnî.) [72]
92 - : Bir
kimse, zevcesini nafaka bırakmaksızın
terk ile ihtifa veya sefer müddetince
= en az on sekiz saat uzak veya
daha yakın bir mahalle giderek tegayyü'b eder veya mefkud olursa hâkim, zevcenin
zevciyyet hakkında ikame edeceği beyyine üzerine hüküm gününden itibaren kadri
maruf nafaka takdir eder. Veledel'hâcs zevci namına
istida-nede bulunması için zevceye izin verir.' Istidaneden maksad.. bir
kavla göre zevcenin ileride parasını kocasından, almak üzere nafakasına aid
şeyleri veresiye almasıdır. Diğer bir kavle göre de zevcenin nafakasına aid
meblâğı başkasından istikraz etmesidir. Bir kadın, nafakasını böyle istidane
suretiyle tedarük edemezse kazanç yoluna tevessül edebilir. Bu halde kazanı'b
nefsine sarf edeceği şeyleri hâkimin emriyle kocası üzerine bir borç olarak,
kâyd edebilir. Buna da muktedir olamazsa her gün için tese'ülde bulunabilir. Bu
suretle de, elde edeceği şeyleri nafakasına sarf ile bunu hâkimin emrile kocası
üzerine borç olarak tesbit edebilir. Reddi Muhtar.
93 - :
Hâkim, gaib bir zevç üzerine nafaka takdir etmeden evvel, nafaka talebinde bulunan
zevceye «zevcinin nafaka terk etmedeğine ve eVan nâşize ve iddeti geçmiş
mutallâka olmadığına dair» yemin verdirir Bu zevcin hukukunu siyanet içindir.
Buna (yemini istizhar) denir*
94 - : Zevci
gaib olan bir zevceye nafaka takdiri için zevcin menzilinde, veya mestevdei -
kendisine emanet bırakdığı kimse elinde veya medyunu zimmetinde nafaka
cinsinden mallan bulunmak lâzım değildir. Zevce de zevcinin nafaka terk
etmediğini beyyine ile isbata muhtaç
olmaz. Şu kadar var ki. gaib zevcin malı olmadığı takdirde zevciyyetin (92) nci
meselede yazıldığı üzere beyyine ile sübutü iktiza eder. Maa-mafih bu beyyine
üzerine hâkim, yalnız nafaka takdir eder, 7evciyvetin sübutüne hükm edemez.
Binanaleyh bilâhare zevç hâzır oidukdp, bakılır: eğer nikâhı ikrar ederse
mukadder nafakayı vermesi icab eder. Ve eğer inkâr ederse zevce tarafından
zevciyyetin yeniden isbatı lâzım gelir, îsbat edemezse söz nıaalyemîn zevcin olur. Zevce o nafakayı borç
müstevdein elinde ve medyunun
zimmetinde bulunan mala taarruzdan men için kabul olunur. Reddi Muhtar.
95 - : Gaib
bir zevcin zevcesi yamnda taam ve nükud gibi nafaka cinsinden malı bulunursa
hâkimin nafaka takdir edebileceği
hallerde zevce, bu maldan. nafakası için kifayet mikdarı bizzat alabilir. Amma
başkasının, yani: müstevdei veya müzaribi etinde veya medyunu âmme tinde bu
kabil malı bulunursa, müsteyde' veya müzarib veya medyun da bu zevce aid kendi
yedinde veya zimmetinde o malın bulunduğnu ve zev-ciyyeti ikrar ederse veya
bunlarda-n birinf veya her ikisini inkârı halinde zevce? bunları beyyine ile
isbat eyler ise hâkim, yemin istizhardar eonra
o maldan verilmek üzere zevceye hüküm gününden itibaren nafaka takdir eder.
Şu kadar ki vedîa var
ise takdim olunur. Çünkü vedianın helaki takdirinde zeman lâzım gelmiyeceğinden
tercihan bundan nafaka takdiri, .gaibin nef ini mutazammmdır. Meğer ki medyunun
firar veya inkâr ve yahut ilânı iflâs etmesinden korkulsun. O takdirde nafakayı
deynden takdir evlâdır. Bedeli icare de deyn kabilindendir. Hindiyye,
Dürrül'mün-teka, Reddi Muhtar.
96 - :
Yukarıdaki mesele veçhile nafaka takdir
edildikden sonra müstevde', vediayı zevceye
ita etdiğini bilâhare iddia etse
sözü kabul olunur. Amma medyun, borcunu zevceye verdiğini iddia
etse zevce ikrar etmedikçe bilâ beyyine
sözü makbul olmaz. Hindiyye.
97 - : Müstevde', vediayı veya zevciyeti inkâr veya
vediayı gaib zevce iade etmiş olduğunu iddia etse kendisine zevcenin talebile
yemin verdirilemez. Reddi Muhtar.
98 - :
Müstevde', veya medyun, gaib zevcin
zevcesine şu kadar müddete kâfi
nafaka terk etdiğine veya bu kadını boşamıs., iddeti de nihayet bulmuş
olduğuna dair beyyine ikamesinde bulunsa bu beyyine, müstevdein elinde ve
medyunun; zimetinde bulunan
mala taarruzdan men için kabul
olunur. Reddi Muhtar.
99 - : Zevciyyet, müstevdein veya medyunun
ikrarile kabul edilmiş olduğu suretde gaib zevç, gelib de nikâhı inkâr ve
kadının beyyine ile isbatdan izharı aczi üzerine yemîn eylese vediayı dilerse
bu kadından ve dilerse müstevde'den taleb ve ahz eder. Amma borcu yalnız medyundan
alır. Medyun da kadına rücu eder. Hindiyye.
100 - Gaib
zevç gelib de nafakasını müstevde'
veya medyundan almış olan zevcesini evvelce boşamış ve iddeti bitmiş olduğunu
iddia ve isbat etse makbuzu olan malı zevcesine ve bu hale muttali olduklarını
isbat etdiği takdirde müstevde'
veya medyununa tazmin
etdirebilir. Amma isbat edemediği takdirde müstevde' veya medyun zevciyeti
bilib de talâkı bilmediklerine yemin ederlerse kabul olünub zemandan beri olurlar. Hindiyye.
101 - :
Müstevde', vediayı hâkimin emri
olmaksızın nafakası için
mudiin zevcesine, teslim etse zamin
olur. Fakat hâkimin emrile
teslim ederse zamin olmaz. Mûdâ,
vediayı zevcesinin nafakasına
sarf etmemesini müstevdee tenbih etmiş olsa da buna itibar olunmaz. Ha-niyye.
102 - :
Nafaka, zevcenin medarı hayatı olduğu için gaibin müs-tevdei yanında veya
medyunu zimmetindeki nafaka cinsinden olan malından bilkaza takdir olunur.
Hattâ zevcin gaygubetinden evvel kazaen takdir
edilmiş olan nafakai maziyede zevcin gaygubetinden sonra bu maldan bilkaza
istifa olunabilir. Çünkü vediada, deynde nafaka ile hüküm caiz ve bu cevazın
tarikinde ihtilâf carî olduğundan bu hususda mazi ile müstakbel müsavi olur.
Halbuki zevce, vediadan veya deynden nıehrini taleb etse hâkim, bununla hükm
etmez. Zira nafaka tafcdirin-deki hikmet ve maslahat, bunda mevcud değildir.
Bedayî.
103 - : Bir vakfın gallesindeki istihkak da vedîa
ve deyn hük-tnündedir.
Binaenaleyh gaib
zevcin bir vakıf gailesinde istihkakı
olduğunu mütevelli, ikrar etse bundan zevcesi için nafaka takdir olunabilir.
Reddi Muhtar.
104 - : Gaib
zevcin müstevdei yedinde olub nafaka cinainden bulunmayan mallarından zevcesi
için nafaka takdir olunmaz ve nafakanın teazzüründen dolayı beynleri de tefrik
edilemez. Mefkud mebhanesine de
müraceat!..
« (Mâlikîlere göre gaib zevç hakkında şu gibi
hükümler carîdir :
(1) :
Nafakanın vücubi hususunda gaib, hazır hükmündedir. Elve rir ki zevce, kocasına nefsini
temkine müheyya bulunmuş olsun. Bu halde zevcenin talebile hâkim, nafakai
mislini takdir eder. Bu takdir hâkim
bulunmadığı yerlerde cemaati müslimîne aid bulunur,
(2) : Gaibin
zevcesine aid nafaka, bir kimsenin elinde bulunan vediasından veya zimmetinde
olan alacağından istifa olunabilir. Zevce, indel-inkâr bu vediayı veya deyni
isbat edebilir. Hattâ bu hususda bir şahid ile zevcenin yemini de kifayet eder.
(3) : Gaibin
zevcesi, nafakası takdir edilince: «nafakaya müstahik olduğuna, zevcin
kendisine nafaka terk etmediğine ve bu nafakayı verecek bir kefil bulunmadığına»
yemin eder. Alacağı bu nafaka için kendisinden ihtiyaten bir kefil istenilmez.
Bilâhare zevci gelir de bunun nafakaya müstahik olmadığını, meselâ : Nâşize bulunduğunu beyyine ile isbat ederse
aldığı nafakayı istirdada müstahik olur.
(4) : Bir
kadın, sefere çıkacak olan kocasından nafakasını isteyebilir. Şöyie ki: zevç,
eğer mutad veçhile bir sefere çıkacak
ise kadın, ibu sefer müddetine aid nafakasının peşin verilmesini taleb
edebilir. Fakat mu'tadın fevkinde bir fesere çıkacağı iddia edildiği
takdirinde mü-tad sefer müddetine tekabül edecek nafakanın muaccelen verilmesini, bundan fazla günlerin
nafakası için de kocasının bir kefil
götürmesini mütalebede bulunabilir.
(5) : Gaib
zevcin mali, nafaka cinsinden olmak iktiza etmez. Akar kabilinden olsa da
nafaka için satılabilir.
(6) : Zevç;
gaib olub nafaka tahsili müteazzir olunca bakılır : eğer zevç, yakın ve malûm
bir yerde gaib ise zevcesini infak etmesini, aksi takdirde talâka hükm
edileceğini hâkim, kendisine ihbar eder. Fakat öşrü sabit olduğu halde
bulunduğu yer bilinmezse hâkim, bir mik-dar mühlet verir. Bu mühlet hitamına
kadar zuhur etmezse hâkim, talâka hükm eder. Zevce gerek medhulün biha olsun ve
gerek olmasın. Zevç, iddet içinde zengin olursa ricat edebilir. Ehnuğnî, Şerhi
Erbil'-berekât.)
(Şafiîlere göre de
gaib zevç hakkında şu hükümler carîdir :
(1) : Gaib
olan zevcin mekânı malûm, zevce de nefsini temkine müheyya olunca hâkim,
indettaleb keyfiyeti zevce ilâm eder ve gelmesi kabil olan zamana, kadar
intizar edilir. Zevç, bir özre mebni olmaksızın gelmezse hâkim, onun aleyhine
zevciyet nafakasını, takdir eder. Bu* halde bu nafaka, gaib zevcin bir malı
mevcud ise ondan alınır, mevcud değilse
hâkim, zevceye istidane için izin verir. Zevce, bilâhare bununla zevcine rücu eder.
(2) : Zevcin
mekânı meçhul olunca hâkim, mümkün mertebe aras-dırır. Zuhur etmezse hazır
malinden zevciyet nafakası takdir eder
ve zevceden sarf edeceği nafaka mukabilinde bir kefil alır. Çünkü bu halde
zevcin vefat veya zevcesini bainen tatlik etnüş olması melhuzdur.
Bu kefalet, bir
kefaleti deyn değil, belki "bir kefaleti ihzardan iba-retdir ki, zevcenin
nafakaya ademi istihkakı tebeyyün edince kendisini kefil, ihzar eder. Elmuğnî,
Tuhfetühnuhtac, Ehnezahibül'erbea.)
(Hanbelîlerin de bu
husuda kavulleri şu veçhiledir :
(1) :
Zifafdan evvel gaib olan bir zevcin zevcesi için nafaka takdir edilemez. Meğer ki hâkim tarafından zevcenin nefsirii teslime müstaid bir halde bulunduğu
ilâm edilsin. O halde zevç, gelir de bizzat* veya gelmez de kendisine
tesellümü caiz bir şahıs vasıtasiyle bilvekâle zevcesini teslim alırsa üzerine
nafaka takdir edilmez. Fakat zevç; gelmez, vekil de göndermezse hâkim, zevcin gelib zevcesini tesellüm edebilecğİ bir vakitden itibaren nafakasını
takdir eder.
(2) :
Duhulden sonra gaib olan bir zevç üzerine her halde nafaka takdir edilebilir.
Müterakim nafakai maziyede, müstakbel nafakayı da kefalet caizdir. Velev ki
takdir edilmiş olmasın. Binaenaley bir kimse, «ben şu kadımn nafakasına fülânın
zevcesi oldukça kefilim» dese nafakai mislini zamin olmuş olur.
(3) : Gaib
zevcin mali bulunursa zevcesinin nafakası bundan ve rilir. Bu mal, satılması
kabil uruz. veya akar olsa hâkim, bunu
satar semeninden nafakayı günden güne tediye eder. Fakat gaibin asla mah
bulunmazsa veya bulunurda satılması
müteazzir olursa vo zevce için
borç almak gibi bir tarik ile nafakayı temin de mümkün olmazsa ka-dm, nikâhını
fesh ettirebilir. Hattâ feshden sonra kocasının mali zuhur etse de art»k
mutemed kavle göre buna itibar olunmaz. Bu fesh, zevcenin talebile ya hâkim
tarafından veya hâkimin emrile zevce tarafmdar, yapılır. Bu, bir firkatdir,
bunda ricat carî olmaz. İmam Şafiînin, îbn; Münzirin kavulleri de böyledir.
Elmuğnî, Keşsafül'kma, Elmezahibür-erbea.)
Eimmei Hanefiyyenin
noktai nazarlarına göre nikâh; büyük bir ni-metdir, ehemiyetli ve daimî bir
rabıtadır. Bunu nafakanın teazzürü gibi bir arızaya mebni izale ve ibtal etmek
muvafık olamaz. Zaten mehr ve nafakayı vermeğe, sair zevciyyet hukukunu ifaya
muktedir olmayanların teehhül ederek menkuhelerini izrar eylemeleri haramdır.
Güzel ahlâk sahibleri, bu cihetleri güzelce düşündükden sonra teehhül ederler.
Bu halde infakdan aciz dolayısiyle iftiraka pek nadiroİarak ihtiyaç
hissedilir. Bu gibi nadir hâdiseler ise umumî esasları ihlâle sebeb olamaz.
Maahaza bu fesh ciheti
kabul edilse bazı kadınların bir kötü tel-kinata kapılarak nafakalarının
teazzürü foehanesiyle zevciyyet rabıtasını izaleye çalışacakları ve bilâhare
bu yüzden bir sefalet ve nedamete duçar olacakları da müsteb'ad değildir.
Hanefîlerin bu noktai
nazarları, ahlâkı fâzıla ashabı hakkında hikmet, ve maslahaat pek muvafıkdır.
Fakat zamanımızda insanların ahlâkı, münasebetleri tebeddül etmiş, zevciyyet
hukukuna riayet edenler azalmış, kadınların bir müddet nafakasız kalmalarından
bir takım İçtimaî mahzurlar tevellüd edeceği şübhesiz bulunmuşdur. Bu bakımdan
da Hanbelî mezhebi, asrın maslahatına daha uygun- görülmüadür. Bunun içindir
ki mülga Fetvahanei âli heyeti te'lifiyesi tarafından (23-Re-fciülâhır 1334)
tarihinde Hanbelî mezhebine tevfikan «zevç, gaib olarak nafakanın tahsili
müteazzir olduğu takdirde zevcenin talebiyle kadı nikâhı fesh eder» diye bir
madde tanzim edilerek iradesi istihsal edilmişdi.
Nafakanın teazzüründen
dolayı nikâhın feshine kail olan müctehid-ler, bu hususda Hazreti Ömer ile
Hazreti Alinin (radıyallahü tealâ an-ıhüma) ordu âmirlerine göndermiş oldukları
mektublardan istidlal et-mekdedir. Bu mektublarda deniliyordu ki «Askerlere emr
ediniz, ya zevcelerinin nafaaklanm göndersinler veya onları boşasmlar.»
Bu İstidlale cevaben
Hanefî fukahası diyorlar ki âyeti kerimesi, nafaka vermekden âciz olan bir
zevcin hali yüsrine intizar edilmesini sarahaten nâtıkdir. Mezkûr mektublara
gelince islâm askerleri, nafaka vermekden âciz değildiler. Çünkü onların
ailelerinin nafakaları beytülmâle aid olduğundan ini nafakaya islâm hükümetinin
temin ve irsal etmesi iktiza ederdi. Şu kadar var ki, Hazreti Faruk ile Hazreti
Aliyyil'mürtezâ, kocalarının uzun bir müddet gaybubetlerinden dolayı
kadınlarının fitneaye duçar olabilecekler.ni mülâhaza
buyurdukları cihetle onların
kalblerini" tatyib edecek şeyleıi göndermelerine lüzum görmüşlerdir. [73]
105 - : Men lehünnefaka için sabit olan 'hak, men
aleyhinnefaka-larından mukaddemdir.
Binaenaleyh medyum
müflisin mahcuriyeti müddetinde de zevcesi tgibi üzerine nafakası lâzım gelen
kimseler, malinden infak olunurlar. Çünkü nafaka, havaici asîiyyeden olduğu cihetle
bir kimsenin kendi nafakası, garimlerinin haklarından mukaddem olduğu gibi
zevcesinin, sigar evlâdiyle zevi I'er hamının nafakaları da mukaddemdir.
106 - : Men
aleyhinnefakanın usuli havaicinden olan maları, nafaka için satılamaz. Çünkü
bir kimsenin usuli havaici, başkalarının haklarından mukaddemdir.
Binaenaleyh bir
kimsenin alelade meskeni veya bir iki kat elbisesi, levazımı beytiyyesi,
zevcesinin vesairenin nafakaları için satılamaz. Meğer ki bunlar, kıymetli
olu'b da semenlerinden haline munasiblerim tedarük kabil olsun. O halde
satılarak semeninden mütebakisi nafakaya sarf edilir.
107 - : Bir
kimse, nafaka cinsinden başka emvali var iken nafakadan olan borcunu edadan
imtina etse zevcesinin talebile hacr olunabilir. Bu halde o kimse, bu mallarını
satarak bu nafakaya aid borcunu' ödemezse hâkim, o malları satarak bu 'borcu
öder. Şu kadar var ki, medyun hakkında ehven olandan başlanır, meselâ evvelâ
uruzu, badehu akarı satılır.
108 - Zevç,
gaib bulunursa nafaka için emvali satılamaz. Eakat hazır olubda zevcesine
infakdan ve mukadder nafakasını itadan imtina ederse habs ve nafaka için
malları hacz olunabilir.
109 - :
Yesari sabit olub nafakayı temerrüden
vermediği cihetle habs edilen bir zevç, zevcesinin rızası olmadıkça
habsden çıkarılamaz.
110 - :
Zevç, nafaka için mahbus kaldığı müddetçe de zevcesinin nafakası üzerine lâzım
gelir. Bu halde zevce, bilâhare zevcine rücu etmek üzere hâkimin emrile borç
olarak nefsine infakda bulunabilir. Yoksa zevcinin habsile nafakası sakıt
olmaz.
111 - : Hakikaten
mû'sir olan bir zevç, zevcesinin
nafakasından dolayı habs edilemez. Fakat mu'sir olduğu malûm olmazsa
hâkim, nafaka vermesini, aksi takdirde habs edileceğini kendisine ihtar eder.
Bu halde zevce, defeat ile müraceat ederek
nafakasını vermediğinden dolayı habsini isterse hâkim, zevci habs eder.
112 - :
Zevcesinin rıza ye kaza ile mukadder nafakasını vermek-den kaçman bir zevç,
sabık mesele veçhile gınası sabit olmadıkça habolunamaz. I'sarı hakkındaki sözü
yeminiyle kabul olunur. Bodayî, Bahr, Hindiyye, Dürri Muhtar.
« (Eimmei saireye göre
de zevcesinin nafakasını muktedir olduğu halde vermekden imtina eden bir kimse,
zevcesinin talebile habs edilir ve bu habs ile zevcesinin nafakası sakıt
olmayıb devam eder. [74]
113 - : Kaza ile veya rıza ile takdir edilmiş bir
nafakaya kefalet caizdir.
Binaenaleyh -bir
kimse, kefil olduğu mefruz nafakayı zâmin olur. Fakat zevç, tegayyüb edecek
olmadıkça gayri mefruz = gayri mukadder nafakaya kefalet caiz değildir.
114 - : Bir
kadın, hâkime müraeeatle kocasının tegayyüb edeceğinden bilhabs gelecek aylar
nafakası için kendisinden kefil alınmasını istedikde bakılır: Eğer kocasımn tagayyüb ve müsaferet müddeti bir sene ise veya hac
yolculuğu gibi malûm ve muayyen ise kocası, bu müddete aid nafaka için kefil
vermeğe istihsanen mecbur olur. Fakat malûm ve muayyen değilse yalnız bir aylık
nafaka için kefilverib ziyade müddet için kefil vermeğe mecbur olmaz. Nafaka,
gerek mefruz olsun ve gerek olmasın.
115 - : Zevç, nafakai mefruzeden müterakim mikdarı vermeden başka bir memlekete
gidecek olsa zevcesinin hâkime müraceatile talebine mebni kefil vermeğe mecbur
olur.
116 - :
«Nikâh baki oldukça» veya «zevceyn hayatda bulundukça» yahut «zevciyyet mevcud oldukça» tabirlerile
yapılan bir kefalet, ebede, yani :
nikâhın devamı müddetine masruf olur. Velev kis«edeb» lâfu zikr edilmesin. Hattâ bu
suretlerin hepsinde kefalet, talâkdan sonra idetin nihayetine kadar da devam eder.
Nitekim «her aylık, her senelik nafakaya kefilim» denildiği suretde de hüküm
böyledir. Fakat bir senelik veya altı aylık gibi muayyen bir müddete aid
nafakaya kefalet, yalnız o müddet içindeki nafakaya mahsus ve binaenaleyh
kefil, yalnız bu müddete ait nafakayı zâmin olur.
117 - : Zevç, gaib kocasının müstevdei elindeki veya medyunu zimmetindeki
mâlinden hükmen nafaka ahz
edeceği takdirde hâkim, zevcin hukukunu muhafaza makasadına
binaen zevceden yalnız me'huzu olannafaka
mikdarı hakkında ihtiyaten kefil alabilir. Çünkü zevcenin naşiz£ ve iddeti geçmiş
mutallaka olması veya nafakasını peşin
olarak almış bulunması melhuzdur.
Binaenaleyh zevç,
geldikde nafakayı vermiş olduğunu beyyine ile isbat veya zevce yeminden nükûi
ederse almış olduğu mali dilerse zevceden ve dilerse kefilden isteyebilir. Velev
ki kefil, yeminden nükûl etittiesin. Lâkin zevce, ikrar ederse yalnız
kendisinden istenilir. Yemin ettiği suretde ise hiç birinden istenemez ve bu
suretde kefil taiüıf olun-pnaz.
118 - : Bir
kimse, zevcesine infakda bulunmasını bir sahsa emr etse o şahıs, sarf edeceği
kadri maruf nafaka bedelini o kimseden ve-, bade vefatihi terikesinden isteyib
alabilir. Velev ki o kimse «masrafını
ben vereyim» diye rücuu şart koşmuş olmasın.
Fakat bir kimse, kendi
mâlinden başkasının menkûhesini emri olmaksızın bir müddet teberüen infakda
bulunsa bilâhare ondan nafaka namına bir şey almaya müstahik olmaz.
119 - :
Tezevvüc şartı veya kasdi ile yapılan infak, zemam mu" ciddir.
Binaenaleyh bir kimse,
başkasının mu'teddesine bedel'idde tezevvüc şartiyle veya örf ve âdetin
delâletime nazaran tezevvüc etmek kasdile infakda bulunsa bu infak masrafını bu
mu'teddeye tazmin ettirebilir. Bilâhare tezevvüc vuku 'bulsun bulmasın. Çünkü
böyle bir infak ile mükellef bulunmamışdır. Haniyye, Bahri Raik,
Minhetül'hâlik, Reddi Muhtar, Ali Efendi fetâvâsı,
« (Mâlikîlere göre,
evvelce de işaret olunduğu üzere sefere çıkacak bir kimseden zevcesi, nafakası
için cebren kefil alabilir. Hali hazerds ise mukarrer nafakaya zevç ile
zevcenin rızalariyle kefil verilmesi sahih ve lâzımdır.)
(Şafiîlere göre de
zevce, müterakim nafakası için kocasından kefil isteyebilir. Fakat müstakbel
nafakası hakkında zevcini ledel.icab i^ar için kefil taleb edebilirse de borcun
edası için kefil taleb edemez. I
(Hanbelîlere göre de
zevcenin hem müterakim nafakai maziyesı için, hem de nafakai müstakbelesi için
kefalet sahihihdir. Velev ki nafakası takdir edilmiş olmasın. Elmuğnî,
Elmezahibül'erbea.) [75]
120 - :
Mukadder nafakanın maziye aid kısmı tamamen ibrayı kabildir.
Binaenaleyh bir kadın,
zevcini zimmetinde kazaen veya rızaen bore olan müterakim nafakai maziyesinden
ibra etse bu nafaka sakıt olur. 'Hibe suretinde de hüküm böyledir. Çünkü borcu
hibe dahi ibra demek-dir. Bedayi.
121 - :
Müstakbele aid mukadder nafakanın yalnız ibtidası ginçte olan kısmı ibrayı
kabildir, mütebakisi kabili ibra değildir.
Meselâ : aylar ile
takdir olunan nafakanın müstakbele aid kısmı ibra olundukda yalnız ihtidası
diihul etmiş olan aya isabet eden kısım hakkında ibra, sahih olur. Hattâ zevce,
«bir senelik nafakadan ibra et-dim» dese de yine yalnız bir aylık nafakadan zevcT berî olur. Çünku
diğer aylar girmedikçe nafakası
vacib olmayacağından ibrası muteber
olmaz.
Her gün, her sene, her
altı ay için takdir edilen nafaka hakkında da hüküm böyledir. Bu suretlerin
hepsinde de ibra edilen- kısmın ibtidası ,dühul etmiş bulunmak şartdır. Dürri
Muhtar.
122 - : Gayri mefruz nafakadan ibra sahih
değildir.
Binaenaleyh bir kadın,
henüz takdir olunmayan nafakasından kocasını ibra etse, meselâ : «Ben senin
zevcen oldukça sen nafakamdan be-rîsin» dese bununla hakık nafkası sakıt olmaz.
Bahri Raik.
123 - Zevç ile zevce, nikâh esnasında bir nevi nafaka üzerine, meselâ : nafakanın bilâ
takdir verilmesi, yahut yalnız kışlık elbise ita-eı hakkında mukavelede bulunsalar
buna riayete mecbur olmazlar. Binaenaleyh muahharan takdiri ve yazlık itası
istenilebilir. Çünkü nafakadan
kabielfarz ibra sahih olmadığı gi'bi henüz vacibül'eda olmayan bir şey hakkında
mukavele de muteber değildir.
Dürri Muhtar Redd; Muhtar.
124 - :
Nafakadan sulh, caizdir. Bu sulh,
aşağıdaki meselelerde yazılı olduğu üzere bitarikittakdir ve
bitarikilmuaveze olmak üzere iki kısma ayrılmışdır.
125 - : Nafakadan
nükud veya nafaka cinsinden
sair bir şey üzerine vaki olan bir sulh, nafakayı takdir kabilindendir, muaveze
değildir, bu nafaka, gerek mefruz oİ3un ve gerek olmasın. Bahri Raik, Reddi Muhtar.
126 - :
Takdir tarikiyle olan sulhun devam ve istikrarı lâzım gelmez, bunun ileride
tezyid ye tenkisi caiz olur. Meselâ : sulhen takdir edilen meblâğ, esasen
gayri kâfi veya bilâhare galai es'ar hâsıl olsa zevcenin talebi üzerine kifaye
mikdarına iblâğ edilebilir. Bu mikdarın ademi kifayeti veya galâi es'asın
husulü beyyine ile sabit olabileceği gibi zevcin ikrariyle veya yeminden nükûlü
ile de sabit olur.
Fakat zevç, sulhen
teayyün eden mikdarı edaya muktedir olmadiğı-ğını beyan ederse iddiası mesmu
olmaz. Çünkü bu miktarı iltizam etmesiyle vaki beyanı arasında tenakuz
bulunmuş olur. Meğer ki ademi iktidarı, bilâhare tahakkuk veya es'arın
tegayyürü ile daha az bir mik-darm nafakaya kifayet edeceği tebeyyün etsin. O
takdirde mezkûr mik-dar, kadri kifayeye tenzil olunabilir. Dürri" Muhtar,
Reddi Muhtar.
127 - : Sulh,
nafaka cinsinin hilafı üzerine akd olundukda bakılır eğer nafakanın
kazaen veya rızaen takdirinden evvel
ise nafakayı takdir kabilinden olüb sabık mesele veçhile tezyid ve tenkisi
caiz olur. Amma takdirden sonra ise muaveze kabilinden olub mezkûr takdiri
mübtil ve tezyidile tenkisi gayri caiz olur. Bahri
Raik, Reddi Muhtar.
Kisveden sulh hakkında
da bu iki mesele hükümleri carîdir.
128 - : Zevç
ile zevce, bırrıza şehrî şu kadar meblâğ nafaka takdiı îtdikden sonra
henüz aydan bir vakit geçmeden başka
bir şey üzeri-ıe sulh olsalar bakılır:
eğer bedeli sulh, muayyen veya gayri muayyen
bu kadar ölçek un gibi
nafaka cinsinden bir şey ise bu sulh, nafaka takdiri kabilinden olur. Amma
elbise ve emsali bir şey ise muaveze itibar olunur.
Ayın çıkmasından sonra
gayri muayyen şu kadar dakik veya emsali bir şey üzerine sulh vaki olduğu
takdirde ise bedelin meclisde zev ceye teslimi lâzım ve aksi takdirde sulh
bâtıl olur. Çünkü bu suretde müddetin geçmesine mebni nafaka, kablessulh
zimmete müterettib bir borç olur. Bu halde borç ile borç mübadele edilmiş
olacağından meclisde bedeli kabz lâzım gelir. Bahri Raik, Nitekim nükud üzerine
vaki olan bu veçhile bir sulh hakkında da hüküm böyledir.
129 - :
Muaveze tarikiyle vuktfbulan sulhde bedelin muayyen ve malûm olması lâzımdır.
Binaenaleyh nafakai
mefruzeden, meselâ orta derecede bir hane veya orta halli bir inek üzerine
yapılacak bir sulh, caiz olmaz. Amma henüz kazaen veya nzaen tekarrür etmeyen
nafakadan musalehada bedelin bu -veçhile cehaleti sulhu ihlâl etmez.
130 - :
Takdirden evvel nafakadan bir ayn üzerine sulh yapıhb da sonra o ayn
bil'istihkak zabt edilse zevce, o aynının
misliyyatdan ise mislini ve kiyemiyyatdan ise kıymetini kocasından
ister. Fakat takdirden sonra olduğu suretde sulh, münfesih olur.
Meselâ : zevceyn, bir
senelik mefruz nafakadan bir elbise üzerine sulh olub da elbise zevceye teslim
olundukdan sonra bil'istihkak zabt olunsa sulh, münfesih ve zevce, nafakai
mefruzesini kocasından istemeğe müstahik olur. Bahri Raik.
131 - : Bir
kadın, müstahik olduğu zevciyyet nafakasından ziyade bir mikdar üzerine sulh
oldukda bakılır : eğer ziyade, gabnı yesîr mik-darı ise, sulh sahih olur. Fakat
gabnı fahiş derecesinde ise yalnız fazlası bâtıl olub kifaye mikdarı
hakkındaki bâtıl olmaz. Dürri
Muhtar, Reddi Muhtar.
132 - :
Nafaka borcu, istidaneden evvel kabili sukut
olduğu cihetle sair borçlardan zaifdir. Binaenaleyh bir kimsenin
zevcesi zimmetindeki matlûbatı ile o zevcesinin »ıafakası arasında o kimsenin
rızası munzam olmadıkça tekas vaki olmaz.
Fakat bir kimse, zevcesi zimmetindeki alacağını, zevcesinin nafakasile
rnehrine mahsub etdirebilir. Meb-sut,
Hindiyye. [76]
133 - : Kaza
veya rıza ile takdir
edilmeksizin geçen günlerin nafakası sakıt olur. Çünkü nafaka, min
vechin sıladır, atiyyedir. Binaenaleyh hâkim, bu günlere aid nafakayı hüküm altına alamaz. Hattâ zevç,
bu günlerin nafakası mukabilinde bir şey vermeğe razıolsa itası lâzım ve sulh
olsa sahih olmaz. Zira lâzım olmayan bir şeyi iltizam, muteber değildir.
Zimmetinde vacib olmayan bir şeyden sulh de caiz değildir.
Bu halde hâkimin
kazası veya iki tarafın rızası; ancak müstakbel nafaka hakkında, yani : kaza
veya rızanın vukuu ânından itibaren icab edecek nafaka hususunda muteber ve
lâzımürriaye olur. Şu kadar var ki, Hanefî fukafaasından bazılarına göre zevce,
nafakaya müstahik olduğu tarihden itibaren henüz bir ay geçmeden bu hakkını
talebde bulunursa bugünlere aid nafakasını alabilir. Çünkü müddet, az olunca
hakkını iskat etdiğine delâietetmez. Dürrüknünteka, DtirrüTmuhtar.
Bu kavi, kadınların
haklarını daha ziyade koruduğundan vaktile heyeti te'lifiye tarafından bu,
tercih edilerek buna göre bir madde tanzim kilınmışdı. Zira nafaka, min vechin
sıla ise de min vechin ıvezdir. Bir kadının nafaka takdir etdirmeğe kıyamı,
bazı manialara mebni bir kaç günler teehhür edebilir. Günü gününe mahkemeye
müracaat kabil Dİmıyabilir. Artık bu teehhür, hakkının sukutuna razı olduğuna
delâlet etmez.
134 - :
Hâkimin kazası veya iki tarafın rızası ile takdirden evvel geçen müddetin nafakası,
müstedane olsa da sakıt olur.
Binaenaleyh zevce, bu
müddet içinde nafakası için kendi mâlinden sarf etdiğişeyleri veya başkasından
borç olduğu meblâğı zevcinden isteyemez. Zevci gerek hazır bulunmuş olsun ve
gerek olmasın. Hindiy-ye.
137 - : Bir
kimse, zevcesi hakkında geçen şu kadar müddet için zimetinde şu kadar borç
olduğunu ikrar etse bu ikrarı, nafakai mefru-zeye haini olunarak mezkûr
nafakayı vermesile- ilzam olunur. Şu kadar var ki zevce, sual edilmeksizin bu
nafakanın mefruze olmadığını itiraf ve tasdik ederse kocası, vakî olan bu
ikrarile muaheze olunamaz.
136 - :
Müterakim nafaka, müstedane = borç
alınmış olmadıkça zevç ile zevceden birinin vefatile sakıt olur. Çünkü, bir
nevi hibe mesabesinde olduğundan kablelkabz vefat ile bâtıl olur. Fakat kaza
ve rıza ile takdir edilmiş olan müterakim mikdar, zevcin zimmetinde borç olub
zeyceynden birinin vefatı ile sakıt olmaz. Binanaleyh zevce, bu mikdarı vefat
eden kocasının terikesinden isteyebilir. Kendisi vefat etdiği takdirde de
vârisleri bunu zeycden isteyib alabilirler. Bu nafaka, gerek isti-dane edilmiş
olsun ve gerek olmasın.
137 -
Müterakim zevciyyet nafakasının talâk ile sukutunda ihtilâf vardır. Sahih
olan, sakıt olmamakdır, gerek borç alınmış olsun ve gerek olmasın. Kadınların
hukukunu muhafaza ve nafakayı iskat mak-
sadiyle tevessül
olunacak hiyle tarikini
ted için bu kavi,
racih. bulun-mugdur.
138 - : Bir
kadın, temvîn tarikiyle = kocasının sofrasında yamak suretiyle infaka razı
olunca nafakası hakkında evvel yapılmış olan farz ve takdir,, sakıt olur.
139 - :
Zevcenin müterakim nafakası, hâkimin emriyle borç alınmış olmayınca nüşuzile
sakıt olur.
Meselâ : borç
almaksızın üç aylık nafaka, teraküm etdikden sonra, dördüncü ayda nâşize olsa
işlemiş olan işbu üç aylık nafakası sakıt olur. Hattâ muahharan nüşuzunu terk
etse de bu nafakayı isteyemez. Çünkü sakıt olan, avdet etmez. Fakat nüşüz ile
asıl farz ve takdir bâtıl olmayacağından zevce, nüşuzünü.terk etdiği günden
itibaren evvelce takdir olunan nafakası tekrar işlemeğp başlar, yeniden farz ve
takdire hacet kalmaz. Reddi Muhtar.
140 - :
Nafakaya istihkak için aranılan şartlardan herhangi birinin bulunmamasıyle ya
nafaka bidayeten lâzım gelmez veya icab eden nafaka sakıt olur. Hiddetin veya
hürmeti musahereyi mucib bir halin tehad düsÜ gibi. Nitekim yukarıda tafsilâtı
geçmişdir.
« (Makilere göre de
aşağıdaki sebeblerden dolayı zevciyyet nafakası sakıt olur. Şöyle ki :
(1) : Zevcin
Ösri halile nafaka sakıt olur. Zevce, medhulün biha ol-eun olmasın. Zevç,
bilâhare zengin olsa da zevcesi, o ösr zamanına müsadif nafakasını isteyemez.
Velev ki bu nafaka,, bir Mâliki hâkimi tarafından farz ve takdir edilmiş
olsun. Bir erkek mu'sir' bulundukça zevcesi nafaka talebinde bulunamaz.
(2) : Bir
kadın, kocasile beraber yiyib içdiği takdirde başka nafakaya müstahik olamaz.
Bu halde evvelce takdir edilmiş Olan nafakası sakıt olur. Bu hususda taam ile
kisve arasında fark yokdur. Zevç, kisveyi temin etmiş olunca kisve hakkındaki
takdir de sakıt olur.
(3) :
Zevcenin nüşuzile nafakası sakıt olur.
Binaenaleyh bir kadın,
zevcini kendisine takarrübden veyakendi-siîe istimtadan men etse bu men
günlerine aid nafakası sakıt olur.
Kezalik : bir kadın,
kocasının izni olmaksızın mahali itaatinden çt-kıb da kocası veya kocasının
resulü veya hâkim tarafından men ve reddi kabil bulunması nafakasısakıt olur.
Meğer ki bu halde gebe bulunsun. Bu takdirde nafakaya müstahik olur. Çünkü bu
halde nafaka, hami için verilmiş olur.
Kezalik : bir kadın, farizai haccı eda için sefere
çıkmış olsa hazer nafakasına
müstahik olur. Meğer ki sefer nafakası daha az olsun. O takdirde bundan
başkasına müstahik olmaz.
(4) :
Zevcenin zimmetindeki bir borcdan dolayı habs edilmesile nafakası sakıt olmaz.
Nitekim kendisinin bir
alacağından dolayı zevcini habs etdirmesile de nafakası sukut etmez.
Çünkü ihtimal ki, zevci musir olduğu halde malini gizlemişdir.
(5) : Zevç,
zengin iken bir aralık fakir düşse yalnız1 bu fakirlik zamanına müsadif nafaka
sakıt olur, zenginliği zamanına aid nafaka sakıt olmaz. Tekrar zengin olunca bu
nafakayı zevcesi isteyebilir. Gerek takdirdir edilmiş olsun ve gerek olmasın.
Elmuğnî, Mezahibi Erbea.) „
(Şafiîlere göre de şu
gibi sebeblerden dolayı nafaka sakıt olur :
(1) :
Zevcenin nüşuzünden dolayı nafakası sukut eder. Binaenaleyh bir kadın, kocasını
mes ve takbil gibi istimtadan ve
ukarenetden men ederse veya kocasının
iznini istihsal etmeksizin meskeninden çıkar giderse veya kocasından
başkasının bir işini görmek için sefere çıkarsa nafakası sakıt olur.
Fakat inhidamından
korkulur bir haneden çıkmak veya ehlini ıya-dete gitmek veya zevç ile beraber
veya zevcin işi için iznile sefere çıkmış bulunmak, nüşuzü icab etmeyeceğinden
nafakamn sukutunu müs-telzim olmaz.
(2) : Kocasının men'ine rağmen
nafile oruç tutan veya bir farzı
müvessaı, yani : başka bir zamanda da
ifası caiz bulunan bir farizayı ifaya kıyam eden bir kadının nafaksı sakıt
olur. Çünkü bu hususda kocasının emrine imtisal etmesi lâzımdır.
(3) : Nâşuz
müddetince nafaka sakıt olur, nüşuzun
terk edilmesile avdet eder. Yalnız
nüşuze mebni bir mevsime mahsus kisve sakıt olunca bunun bir daha verilmesi
lâzım gelmez. Elmuğnî, Mezahibi Erbea,}
(Hanbelîlere göre de
zevciyyet nafakasının sakıt olup olmayacağına dair şu gibi meseleler vardır :
(1) :
Zevciyyet nafakası, zevcin vefatile sakıt olur. Velev, ki zevce hâmil bulunsun.
(2) :
Nafaka, nüşuz ile sakıt olur. Nüşuzün zevalinden itibaren tekrar lâzım
gelir. Fakat tekarrür etmiş olan bir nafaka, nüşuz ile sakıt olmaz.
(3) :
Şeraiti dairesinde tahakkuk edib zimmete
terettüb eden bir nafaka, bir
borç olmuş olacağından artık sakıt olmaz.
Binaenaleyh bir
kadının kocası tarafından bir özre mebni olsun olmasın terk edilmiş olan
nafakası, kocası zimmetinde borç olarak kalır. Gerek hüküm altına alınmış
bulunsun ve gerek bulunmasın. İmam
Mâlik ile îmam Şafiînin ve ezher olan rivayete göre İmam Ahmedin mezhebleri
böyledir. Fakat imam Ahmedden diğer bir rivayete göre bu nafaka, hâkim
tarafından hüküm altına alınmış olmayınca sakıt olur. Nitekim ekarib nafakası
da böyledir.
Maziye aid olub
vaktinde istifa edilmemiş bulunan bir nafakadan vaktin geçmesile istiğna hâsıl
olmuş demekdir.
(4) : Nâşize
olan bir kadın, gebe olunca yine nafakası sakıt olur mu?.. Bu hususda Hanbelî
fukahasınm iki noktai nazarı vardır. Birine göre nafaka, hamle aiddir.
Binaenaleyh validesinin nüşuzile sakıt olmaz. validesine verilir. Diğerine göre
nefaka, hâmile aiddir. Binaenaleyh nü-şuzüne binaen sakıt olur. Elmuğnî,
Elmezahibül'erbea.) [77]
141 - : Bir
kadının kocasına itaati icab eden hususlarda itaatden imtina etmesi,
meselâ : meşru bir sebeb olmaksızın
kocasının izni yok iken hanesini terk edib anasının, babasının veya sair bir
kimsenin hanesine gitmesi bir nüşuzdur. Kezalik
: hane mülk veya kira ile kendisinin olub da başka bir ikametgâha naklini
taleb etmeden kocasını hanesine girmekden men etmesi de bir nüşuzdur. Çünkü bu
da hükmen kocasının evinden çıkmak demekdir. Böyle bir nüşuz devam 'etdikce de
kadın, np'akaya müstahik olmaz.
Fakat kadın, hanesinin
lüzumundan bahisle başka bir haneye nak lini taleb etdiği hale kocası imtina
ederse bundan sonra kocasını hanesine girmekden men etmesi nüşuz sayılmaz.
Dürri Muhtar.
142 - : Bir
kadın kocasının tehiyye etdiği meskeni şer'iye gitmekden kaçınır, yahut
'kocasının men'ine, ademi icazetine rağmen sanat icra sile meşgul olarak gece
ve gündüz hanesinden çıkar giderse nâşize olur. Dür.
143 - : Bir
kadın, kendi hanesinde iken kocasına nefsini temkinden imtina etse nâşize
olur. Fakat kocasının hanesinde iken mücerred nefsini temkinden men etmesiyle
nâşize olmaz. Çünkü bu halde kocasının galebe ederek meşru emirlerini
zevcesine kabul etdirmesi mümkündür. Hindiyye, Reddi Muhtar.
144 - ; Bir
kadın, kendisinin mahremi olub
kocasının göndermiş olduğu bir kimse ile kocasının hanesine gitmekden imtina
ederse nâşize olur. Fakat kocasının hanesine nakl için gönderdiği bir yabancı
ile gitmekden imtina ederse nâşize olmaz.
145 - : Bir
kadın, mehrini istifa etdiği halde kocasiyle beraber gideceği mahalle
azimetden kalınırsa nâşize olur. Fakat mehrini istifa etmemiş olduğu takdirde
nâşize olmaz. Bu hususda zevcenin medhulün bi-ha olub olmaması müsavidir.
İmadiyye, Bahri Râik.
146 - : Bir
kadın, kocasının mücerred târiki salât olmasından dolayı yanında ikametden
veya kocasının tekarrübü idrak edemiyecek derecede küçük olan evlâdiyle
beraber bir menzilde sakin olmakdan imtina etse nâşize olur. Hindiyye.
147 - : Bir
kadın, mehri muaccelini tamamen istifa
etdiği veya mehri tamamen müeccel olduğu veya mehrini kocasına Kamilen hibe veya mehrinden kocasını ibra eylediği ve
şer'i mesken de müheyya bulun duğu halde zifafdan imtina etse nâşize olur.
Fakat bir kadın, velev
rızasiyle zifaf oldukdan sonra muaccel mehrini istifa için nefsini temkinden
imtina ve kocasının hanesini terk etmekle nâşize olmaz. Çünkü bu imtinaı,
bihakkındır. Binaenaleyh bu hal ile beraber nafakaya müstahik olur. Zira iki
hakdan birini taleb, diğerinin sukutunu icab etmez. Mebsut, Hindiyye, Dür.
148 - : Bir
kadın, kocasının müsrifi harab 'olan veya mağsub bulunan hanesinde ikamet
etmemesinden dolayı nâşize olmaz.
Kezalik : dari harbde
veya mülhid kimselerin sakin bulundukları mahallede ikamet etmemesinden nâşi
nâşize sayılmaz. Haniyye, Reddi Muhtar.
149 - : Bir
kadın, ebeveyninin veya akribasımn
hanesinde kocasının iznile ikamet eder oldukça
nâşize olmayıb nafakaya müstahik
olur.
Kezalik : kocasının
taleb etmemesine mebni babasının hanesinde ikamet etmekde olan bir kadın için
akdi nikâh tarihinden itibaren nafa-faka verilmesi lâzım gelir. Çünkü 'bu halde
zevce, nefsini kocasının evine gidib orada habs etmekden mümteni bulunmuş
delildir. Belki kocası, bunu taleb etmemesine mebni hakkını iskat etmiş olur.
Bu iskat ise zevcenin nafak hakkını ibtal edemez.
Zevcin bu ikamete izin
verib vermediğinde ihtilâf olunsa söz, zevcenindir. Dürri Muhtar, Reddi
Muhtar.
150 - : Bir
ıkadın, kocasının hanesinden çıkmadıkça, onun izni olmaksızın bankasının
çocukunu bir ücretle emzirdiğinden
dolavı nâsize olmaz. Velev ki kocası esrafdan olsun. Su kadar var ki kocası,
kendi hukukuna halel iras edeceği cihetle bu yoldaki icarevi fesli
ettirebilir. Hatta bir erkek zevcesini sabık kocasından olan çocuğunu bile emzirmek-den men edebilir.
Dürri Muhtar.
151 - : Bir
kadın, namaz veya nifas, havas hallerinde de nafakava müstahik olur. Çünkü
bövle bazı zamanlarda istimta imkânının zevali, nafakanın lüzumuna manî olmaz.
Hindiyye.
152 - : V\k,
zihar hallerinde de nafakaya istihkak devam eder. Çünkü bu hallerde de
habsi'nefs hakkı kaim, teslimi nefs mevcud ve zevcin istimtaı kabildir.
Elbedayi.
153 - : Bir kadın; retka, karna veya istimtaa mani bir maraza
mübtelâ veya yadının
büyüklüğünden dolayı tekarrübü gayri kabil olsa da nafakaya müstahik olur. Bu
manialar, gerek kocasmm hanesine nakilden evvel ve gerek sonra arız olsun
müsavidir. Çünkü bunlar ile ihtibas ve istinas fevt olmaz. Matuhe ile nefsi
kocasına temkinden hak-sız yere men
edilmeyen mecnune de bu hükümdedir. Hindiyye, Reddi
Muhtar.
154 - : Bir
erkek, zevcesinin veya başkasının bir alacağından dolayı habs edilse veya
firar etse veya hacce gitse veya tekarnibe gayri muktedir bir
halde hasta, innîn veya mecbub bulunsa
zevcesinin nafakasını vermeğe yine mecbur olur. Çünkü zevç tarafından vukubulan bir sebebden nâşi ihtibas ve istimtaın fevt olması, zevcenin nüşuzünü ve binaenaleyh
nafakasının suktunu müstelzim olmaz.
Hindiyye, Bahri Raik.
155 - : Bir
kadın, nüşuzünü terk etdiği tarihden itibaren tekrar
zevciyyet nafakasına
müstahik olur. Velev ki nüşuzünü terk etmesi, kocasının gıyabında
olsun.
Meselâ : Nâşize olan
bir kadın, kocasının başka bir mahalle mü-şarefet etdiğinden sonra hanesine
avdet etse nâşize olmakdan çıkmış olub tekrar nafakaya istihkak kazanmış olur.
Çünkü mani zail olunca memnu avdet eder. Mebsut, Reddi Muhtar.
156 - : Bir
kadın, kocasmm hanesinde bulundukça ademi nüşuz hakkında söz, yeminiyle
kendisinin olur. Binaenaleyh bir erkek, zevcesinin filhal veya maziye aid
nüşuzünü iddia etdiği haldebeyyine île is-bat edemese söz, ademi nüşuzü
hakkında zevcesinin olur. Dürri Muhtar.
157 - :
Nüşuze şahadet olundukda bakılır : eğer
şahidler, zevcin mehri muacceli vermiş olduğunu ve zevcenin kocası hanesinde bulunmadığını ifade ederlerse şahadetleri makbul ve
nafaka sakıt olur, Amma yalnız zevcenin ademi itaatine şahadet ederlerse şahadetleri makbul olmaz. Çünkü bu suretle
nüşuz, tahakkuk edemez. Reddi Muhtar.
158 - :
Nafaka, esnafen takdir olundukda zevce, lâzım gelen taamları pişirip izhar
etmekden imtina ederse cebr olunamaz. Eğer eşraf kızlarından ise kocası üzerine
aşçı tutmak veya pişmiş taam izhar etmek lâzım gelir. Fakat kendi hizmetini
kendi görür takımdan ise zevç. aşçıtutmaya ve hazır yemek tedarüküne mecbur
olmaz. Meğer ki zevce, malûl olub da yemek pişirmeye muktedir olmasın. Bahri
Raik.
159 - : Yemek
ve ekmek pişirmek, elbise yıkamak oda süpür-mek gibi umun beytiyyeyi tesviyeye
zevceler diyaneten mecburdurlar. Velev ki benatı eşrafdan olsunlar. Hattâ bir
erkek, hansinde yiyilecek taamları pişirmek için zevcesini isticar etse icare
sahih ve zevcenin ücret alması caiz olmaz. Çünkü diyanetin vacibül'icra olan
bir iş mukabilinde ücret istifa halâl değildir. Bahri Raik, îcare mebhasine de
müra-ceat!..
Bir mütalea :
Cemiyet halinde
yaşayan ve birer medenî rabıta ile "birbirine, bağlı bulunan insanların intizamı
hayatı, bakai mevcudiyeti, bir takım karşılıklı vazifelerin icrasına
mütevakkıfdır. Bu vazifeler, esasen iki kısma ayrılır. Bir kısmı, hukukî
vazifelerdir ki, her halde icrası mecburîdir. Diğer (kısmı ise ahlâkî
vazifelerdir ki, icrası mecburî değildir. Bu kısmın kuvvei tediyyesi, sırf,
dinî vicdanîdir. Bunlara riayet edilmemesi, şer'an ta'zirî, kanunun
müdahalesini müstelzim olmaz. Fakat bu hal, şer'i enver nazarında mezmum,
milletin umumî vicdanında makduh olduğundan sahibi yüksek hasletlerden mahrum
sayılır.
işte bütün bir içtimaî
manzume arasında cereyan eden bu iki kısım vezaifin en geniş tecelligâhı, aile
hayatıdır.
Meselâ : aile reisi
bulunan bir erkek için zevcesinin mehrini vermek, nafakasını tedarük etmek, bir
kadın için de bîr şer'î mani mevcud olmayınca kocasının hanesinde bulunmak,
'kocasının meşru emirlerine itaat etmek birer hukukî vazifedir. Bu vazifeleri
ifaya şer'an, kanunen bir mecburiyet vardır.
Bir erkek için
refikasiyle pek ziyade hüsni nıuaşeretde bulunmak, kendisi ne kadar zengin,
refikası da ne derece fakir bir aileve mensub olursa olsun onu kendi sofrasına
alarak birlikde teavvüşde bulunmak, bir kadın için de umun beytiyyesini bizzat
idare etmek, çocuğunu emzirmek birer ahlâkî vazifedir. Vakıa bunlara riayet,
hukukan mecburî olmayabilir. Fakat insanlann.asiî ahîâkan yüksekliği, vicdanen
nezaheti bu gibi ahlâkî vazifelere riayetleri derecesile'mütenasiben mümkeşif
o-lur. Çünkü hukukî vazifeler, mecburî olduğundan bunların yapılması, o kadar
bir meziyyet sayılamaz. Asıl meziyyet, asıl vicdanî fazilet ve kemal, İKtiyare
bağlı vazifelerin yapılması halinde tebarüz eder, sahihi için birer şeref ve
şan vesilesi olur.
Ezcümle birkadın için
yemek pişirmek, çamaşır yıkamak, tahta, silmek, kendi elbisesini kendisi
dikmek, çocuğunu emzirmek, kocasına karşı mücamelede bulunmak, kocasının
yükünü tahfife çalışmak öyle birer ahlâkî vazifedir .ki, bir kadın için
bunlardan daha faideli bîr şeref tasavvur olunamaz;
Hiç bir kadın, servet
ve şâmânına.mensub olduğu ailenin içtimaî mevkiine bakarak bu gibi müstahsen
vazifeleri görmekden kaçınmama-hdır.
Resuli Ekrem,
sallallahü aleyhi vesellem efendimiz, Aliyyülmürteza ile Fatımatüzzehra
arasında işleri taksim ederek lıane haricine aid vazifeleri Hazreti Aliye,
hane içinde vazifeleri de Cenabı Zehraya tahsis buyurmuşlardı. Bütün islâm
muhadderatının seyyidesi olan Fatim.atüzzehra Hazretleri bu vazifeleri ifadan
imtina etmemişlerdi. îşte islâm hanımları için en ulvî bir imtisal numunesi...
Ana baba için lâzımdır
ki, ileride birer hane sahibesi olacak olan kızlarını bu gibi ev işlerini
güzelce görebilecek bir suretde yetişdirip terbiye etsinler.
Vakıa babasının,
anasının veya kocasının serveti sayesinde bu gibi vazifeleri bizzat ifadan
müstağni olacak kadınlar bulunabilir Fakat düşünmelidir ki, âlemin şüunâtı
muhtelif suretlerle tecellî eder, kaderin garip cilveleri zuhuruna gelir, pek
zengin olanlar, bir günde fakir düşebilirler, bugün başkalarını istihdam
edenler,yarın başkalarına hizmet etmeğe mecbur bir hale maruz kalabilirler.
Hâsılı cahilane
birgurura, atalete, gâfilâne bir zevk ve sefa emeline, müsrifâne bir
tezeyyünat hevesine meclûb olan kızlar, kadınlar için bir azda istikbali
düşünmek, ilerideki sadetlerini temin edecek esbabı hazırlamaya çalışmak lâzım
gelir.
İste kadınların ifasiyle
diyaneten mükellef oldukları bir takım ailevî vazifeler, bütün bu gribi
gayeleri temin hikmetine müsteniddir. Bu vazifeleri ifa etmeği büyük bir şeref
telâkki.etmelidir. Mesud, mütesanid aileler, ancak bu sayede teessüs ed?r,
payidar olur. Ve minallahittevfik. [78]
160 - :
Mu'sır = fakir bulunan bir erkek üzerine zevcesinin hadimine aid nafaka lâzım
gelmez. Fakir musir = zengin olan kimseye zevcesinin memlûk veya memlûkesi
bulunan hadimin nafakasını vermek lâzım gelir. Bu hadim, velev ki hizmete
muktedir olduğu halde henüz çocuk bulunsun.
161 - : Bir
kadının iki veya daha ziyade hadimi
bulunsa kocası bunlardan yalnız birisinin nafakasını vermekle mükellef
olabilir. Mütebaki hadimleri hanesinde bulundurmak d an imtina edebilir. Meğer
ki bu zevcesinden bir çok çocukları bulunub da birden ayade hadime muhtaç
bulunsunlar. O halde birden ziyade hadimin
nafakalarını vermek icab eder.
Bif kimse, şerefli bir
aileye mensub veya malûl bulunan
zevcesini yemek pişirmekle mükellef
tutmayıb da onun taamını kendisinin aşçısı vasıtasiyle temin ederse hadiminin
nafakasını vermeğe mecbur olmaz.
163 - : Bir
erkek, hadim veya hâdimeye mâlik
olmayan zevcesi için hadim tedarüküne mecbur
değildir. Şu kadar
var ki, bu halde zevcesinin
muhtaç olduğu şeyleri çarşıdan
getirmesi kendisine lâzım
gelir.
164 - : Bir
kimse, zezcesinin hadimini istihdam
edebilir. Bu hadim, o kimseye veya zevceye hizmetden imtina ederse nafakası o
kimseye lâzım gelmez. Çünkü hadime verilen nafaka, hizmet mukabilinde-dir.
165 - :
Zevcenin hadimine verilecek nafaka, maruf veçhile hadime kifayet edecek
mikdarda bulunur. Hadimin nafakası, katık itibariyle zevcenin nafakasına muadil
olmak lâzım gelmez.
Hadimin elbisesi de
vakte ve zaman ile mekâna göre âdet hasebiyle muhtelif bulunur.
166 - : Bir
zevce küçük olsun büyük olsun, alelade veya cesîm bir hane içinde yalnız ikamet
etmekden tevahhuş eder bir halde bulunursa kendisine bir munise tedarük etmesi,
kocası üzerine lâzım gelir. Fakat salih komşular arasında, küçük bir hanede
ikamet edib kendisine havf ve dehşet arız olmıyacağı malûm olan bir zevce için
munise tedarüki icab etmez. Bedayi, Bahri Raik, Hindiyye, Dürri Muhtar.
(Mâlikîlere göre zevç,
musir olduğu gibi zevce de musire olub bizzat hizmet etmezse veya zevç, mevki
sahibi, olub zevcesinin bizzat hizmet etmesi münasib görülmezse zevcesine bir
veya lüzumuna göre nıü-teaddid hadim tedarüki icab eder. Aksi takdirde zevce,
hanesi işlerini bizzat görür. Kocası da müsaid zamanlarda kendisine yardım
eder.
Dikiş gibi, nakış
işleme gibi şeyler, hane umurundan sayılmadığından bunları yapmak zevce
üzerine lâzım gelmez.
Zevcin de, zevcenin de
hadimi bulunsa zevce, kendi hadiminin hizmetini iltizam edebilir. Meğer ki
şühud ile sabit ıbir töhmet şaibesi bulun sun. Elmuğnî, Elmezahibül'erbea.)
(Şafiîlere göre de
zevce, hurre olub bizzat hizmet görür takımdan olmayınca hadime müstahik olur.
Velev ki kocası mu'sir bulunsun. Aksi takdirde hizmetçiye müstahik olmaz. Meğer
ki hasta veya pek yaşlı bulunsun.
Hadimin zevceye
bakması caiz olacak kimselerden tedarüki şart-dır. Cariye ve sabî gibi.
Elmezahibül'erbea.)
(Hanbelî fukahasına
göre de hasta olan veya kadr ve şeref sahibi bir aileye mensub olub da bizzat
hizmetde bulunur takımdan olmayan bir zevce için kira veya şira ile bir hadim
tedarüki, kocası üzerine lâzım gelir.
Hadim; ya Kadın, ya zî
rahmi mahrem veya gocuk ve yahut mem- - erkekükden mahrum olmalı, yani :
zevceye bakıb hizmet etmesi halâl olan takımdan bulunmalıdır. Hadimin kitabiyye
olması da, sahih olan veçhe göre caizdir. Çünkü ehli kitabi istihdam mübahdır.
Zevç ile zevce,
zevceye aid, meselâ*: onun memlûkesi olan bir cariyenin hizmetine muvafakat
edebilir. Fakat zevç, «ben bunun hizmetine razı değilim, başka hadim tedarük
ederim» diyebilir. Elverir ki hizmete saüh bir hadim tedarük edebilsin.
Zevce, «ben, kendime
hizmet eder, hizmetçinin ücretini kendim alırım diyemez. Çünkü ücreti vermek,
zevce aiddir. Hadim tedarükl, zevcin hukukuna hizmet eder, zevcenin de kabrini
yükseltir, rcfahiyetini artırır. Zevcenin bizzat hizmeti ise bu maslahatlere
münafidir.
Bilâkis zevç, «ben
sana 'bizzat hizmet ederim» dese zevcesi kabule mecbur olmaz. Çünkü kadın,
hadim vasıtasile ihtişamda bulunur. Kocasının hadim vazifesini görmesi ise
kadrini tenzil eder. Diğer bir bakımdan da zevcenizi buna razı olması
gerekdir. Zira bununla kifayet husule gelir.
Zevç, hadimin
nafakasını en az bir mu'sir zevcenin nafakası nispetinde vermekle mükellefdir.
Elmuğnî, Elmezahibürerbea.) [79]
167 - :
Zevciyyet iddiasında bulunan bir kadın, bu iddiasını inkâra mukarin beyyine
ile isbat etse şahidleri alel'usul tezkiye edilerek adaletleri tahakukuk ve
hükme iktiran etmedikçe kendisi için nafaka takdir olunmaz. Şu kadar var ki, kadın,
kablelhükm nafakanın takdirini isterse hâkim, bu talebi muvafık gördüğü
takdirde mukayyeden hüküm vererek «sen müddeaaleyhin zevcesi isen sana her ay
şu kadar nafaka farz ve takdir etdim» der ve 'buna işhad eder. Bundan sonra
şahidier, tezkiye olunur da nikâh ile hükm olunursa kadın, bu nafakai mefruzeyi
başkasından borç alarak almış ise kocasından taleb edebilir.
168 - : Bir kadın, bir erkek hakkında zevciyyet
iddiasında bulunduğu halde bu dâvası ikrar ile veya beyyine ile sabit olmasa
nafaka namına aldığı bir şey var ise iadesi lâzım gelir.
169 - :
Zevç ile zevce, mefruz nafakanın mikdarında veya cinsinde ihtilâf etdikde söz,
maalyemîn zevcin olur. Beyyine zevcenindir. Bu ihtilâlf, zevcin yeminîle
halledilerek iddia etdiği nafaka «mikdarı, mazi için teayyün edince bakılır:
Eğer bu mikdar, filhal nafakaya kâfi ise hali üzere cari olur. Amma kâfi
değilse zevcenin talebile haddi kifayeye iblâğ" olunur. Mebsut, Hindiyye.
170 - : Zevç, takdir edilen nafakanın az olduğuna
dair zevcenin ikrarına, zevce de bu nafakanın çok olduğuna dair zevcin ikrarına
beyyine ikame edecek olsa zevcin beyyinesi tercih olunur. Ettarikatülva-zıha.
171 - :
Nafakanın kaza veya rıza ile takdir kılındığı tarihin meb-
deinde ihtilâlf
olundukda söz, zevcin olub zevcenin Deyyinesi tercih olunur.
Meselâ : zevce, beş ay
mukaddem bitterazi şehrî bin kuruş nafaka takdir edilmiş olduğunu dâva, kocası
da bu nafakanın üç ay mukaddem takdir edilmiş bulunduğunu iddia' etse zevce,
isbatdan âciz kaldığı takdirde söz, yeminile kocasının olur. Çünkü ziyadesi
münkirdir. Bahri Raik.
172 - :
Zevcin resulü, nafakayı zevceye teslim etdiğini iddia etdiği halde zevce bunu
tesellüm etdiğini inkâr eylese söz, yeminile zevcenin olur. Çünkü zevcin resulü, kendisinin naibidir. Mücerred
«teslim etdim» demesi, zevce hakkında makbul olmaz. Nitekim zevce, nafakasını taleb, etdikde zevç, vermiş
olduğunu iddia, zevce de inkâr etse söz, maal yemîn zevcenin olur. Mebsuti Serahsî.
173 - : Bir kimse, zevcesine âdeten mehre mukabil ita olunabilir bir mal verdikden
sonra bunu mehremahsuben verdiğini dâva,
zevcesi de nafakasına mahsuben- verdiğini iddia eylese söz, zevcin olur.
Çünkü temlik cihetini beyanda söz, mümellikindir. Amma bir mikdar yemiş gibi âdeten mehre
mukabil verilemeyecek bir şey verib de
sonra mehre mahsuben verdiğini iddia etse sözü kabul olunmaz.
Mebsut, Hindiyye.
174 - : Bir
kimse, zevcesine gönderdiği
elbiseliğin veya nükudun nafaka namına olduğunu iddia, zevce de hediyye
olduğunu ifade etse söz, maalyemîn zevcin olur.
Fakat zevce,
müddeaaına beyyine ikame ederse kabul olunur. Şu kadar var ki, ikisi de
'beyyine ikame ederse zevcin beyyinesi tercih olunur. Çünkü zevcin beyyinesi,
zevcenin hakkından zimmetinin ferağım müsbitdir. Her biri diğerinin ikrarı
üzere beyyine ikamesinde bulunduğu takdirde de hüküm böyledir. Mebsut, Haniyye.
175 - : Bir
kimse, yaptırdığı elbiseyi zevcesinin giyinmesiyle fer-: sudeleşib mahv
oldukdan sonra mehre mahsuben
yaptırmış olduğunu iddia, zevcesi de vacib kisve namına yapdırmış olduğunu müdafaaten dermeyan etse söz,
malyemîn zevcenin olur. Fakat elbise henüz mevcud iken bu veçhile ihtilâf
vukuunda söz, zevcindir. Bu takdirde zevce, nafakası namına icab eden
kisvesini kocasından isteyebilir.
176 - :
Zevç, mu'sir olduğunu, zevce de zevcin musir bulunduğunu iddia etse söz,
maalyemîn zevcin oîur. Fakat her ikisi de beyyine ikamesinde bulunsa zevcenin
beyyinesi tercih olunur.
Zevç ile zevce, bu
müddealanm tabat edemedikleri takdirde
hâkim, zevcin yesarini tahkike mecburf olmaz.
Maamafih tahkik etmesi hasendir. Hindiyye.
177 - :
Zevcin yesari, şahadet voliyle sabit olabileceği gibi ihbar tarikiyle de sabit
olabilir. Şu kadar var k, bu babda'en az ki muhbiri adlin ihbarı lâzımdır.
Maahaza yesar
hususunda sema ile şahadet ve ihbar kabulolunmaz, Hindiyye.
178 - :
Zevç, badel'îsar mu'sir olduğuna, zevce de sabık tarih be-yanile zevcin musir
bulunduğuna beyyine ikame etse zevcin
beyyinesi racih olur. Ettarikatülvazıha.
« (Hanbelî fukahasma
göre zevce, nefsini kocasına teslim etdiğini ve binaenaleyh nafakaya müstahik
olduğunu kocasının inkârına muka-rin iddia etse söz, yeminile kocasının olur.
Teslimin müddetinde ihtilâf edildiği, meselâ zevce, nefsini bir senedenberi,
kocası da bir aydanberi teslim etdiğini iddia eylese yine söz, yeminile
kocasının olur. Kitabülfıkh alelmezahibü"erbea.) [80]
179 - :
Nikâhı sahih ile menkuhe iken ric'iyyen veya bainen tatlik veya cüb ve innet
yahud ademi kefaet gibi bir sebeble kocasından tefrik olunan bir kadının
mu'tedde bulundukça kadri maruf nafakası, yani: taam ve mesken ile iddetin
imtidadı halinde kisvesi sabık kocası üzerine lâzım gelir. Bu hususda talâkı
bainin üçden az olub olmaması ve mu'ted-denin gebe buiunub 'bulunmaması
arasında fark yokdur, çünkü riciyyen mu'tedde iddetin inkızasma kadar mülki
nikâh, kemakân kaim, bainen mu'tedde de iddet evinde oturmaya mecbur olub
nafakasını kazanmaya kudretden mahrum olduğundan nafakaya müstahik olur. Her
ne kadar cüb, innet ve ademi kefaet suretlerinde zevcenin veya velîsinin
ta-lebile firkat vuku bulmuş olacaksa da bu taleb, haksız yere olmadığından
nafakanın ibtal ve iskatmı icab etmez.
180 - :
Nikâhı fâsidden dolayı badettakarrüb tefrik olunan bir kadının nafaka ve
süknası, kocası üzerine lâzım gelmez. Çünkü böyle bir
adın, kocasının talebi
bulunmadıkça beyti iddetde nefsini habse mec-" olmadığından ve zaten fâsid
bir nikâh ile de meşru sureîde bir zev--\yyet rabıtası teessüs etmiş bulunmadığından bu kadın,
nafakaya müstahik olmaz.
Maahaza iddet hali,
nikâh halinin nazîridir. Nikâhı fâsıd ile menkû-he, nafaka ve süknaya müstahik
olmadığından nikâhı fâsidden doîajı mu'tedde olan bir kadın da bunlara müstahik
olamaz. Elbedayi.
181 - : Bir
kimse, zevcesinin inkârına mukarin
nikâhın fesadım badettekarrüb iddia etmekle araları tefrik edilse kadın,
iddet nafaka ve
sükntisına müstahik
olur. Çünkü zevcin bu ikrarı, bir hücceii kasıra ol-duğndan zevcenin hakkına
tesir edemez.
182 - : Zevç
tarafından talâk veyafesh tarikile vuku bulan firkat, bir nıa'siyet sebebiyle
olsun olmasın zevcesi için iddet nafakasını müstelzim olur. Başka bir şahıs
tarafından vukunasebebiyet verilen firkatler de bu hükümdedir. Gerek ma'siyet
tarikiyle olsun ve gerek olmasın.
Fakat zevce canibinden
firkat vukubuldukda bakılır : eğer bu firkat, ma'siybi. kabilinden bir sebebe
müstenid değilse yine iddet nafakası lâzım gelir, amma müstenid ise süknadan
başka nafaka lâzım gelmez.
Meselâ : bir zimmiyye,
ihtida edib de kocasının islâmiyeti kabul den imtinaı üzerine aralarında firkat
vuku bulsa iddet nafakası lâzım gelir.
Kezalik : bir şahıs,
meselâ üvey validesi hakkında tekarrüb veya şehvetle takbil gibi hürmeti
müsahereyi mucib bir fi'lde bulunmakla bu kadınla kocası arasında bu yüzden
firkat vuku bulsa bu kadın, yine iddet nafakasına müstahik olur.
Fakat irtidad eden
veya kocası ihtida edib de kendisi veseniyye veya mecusiyye. olduğu halde
islâmiyeti kabulden imtina eyîiyen ve bu sebeble kocasından tefrik edilen bir
k&dm için süknadan başka nafaka lâzım gelmez. Mebsut, Dürri Muhtar.
183 - : Bir
kadının üç talak ile boşanmış olduğunadair şahadet vuku buldukda hâkim,
şahidleri tezkiyeden mukaddem bu kadınla tekarrüb ve halvetde bulnmakdan
kocasını men eder. Ve bu men'i temin için bu zevce, kocasının hanesinde ise
yamna emin bir kadın, ikame eyler. Bü ikame edüecek kadının nafakası,
beytülmal canibinden ödenmek lâzım
gelir. Zevce, talâkı gerek iddia etsin ve gerek etmesin. Ve ister inkâr etsin
ve ister bilmem desin fark yokdur.
184 - :
Sabık meselede zevce, kocasından nafaka istedikde bakmr: eğer medhulün biha ise
iddet müddeti mikdarmca kadri maruf nafaka takdir olunur. Ve ledettezkiye
şahidlerin adaletleri tahakkuk edince hâkim, bu nafakayı, iddet nafakası
olarak ibka eder. Amma şahidler tezkiye edilmezlerse sabık farz ve takdir
ibtal olunacağı gibi bu takdire binaen
zevcenin makbuzu olan nafaka da kendisinden istirdad olunur. Çünkü bu suretde
zevce, kocasından memnu bulunmuş olduğundan bu nafakayı haksız yere almış olur.
Jdeğer ki kocası, nafakayı farz ve takdir edilmeksizin ibahe voliyle vermiş
olsun.
Fakat bu kadın,
medhulün biha değilse kendisine nafaka takdir olunamaz. Zira bu kadına iddet
lâzım gelnıiyeceğinden iddetnafakasma müs tahik olamıyacağı gibi kocasından men
edilmiş bulunduğuna mebni nikâh nafakasına da müstahik olamaz.
185 - : Yukarıdaki mesele veçhile iddet mikdarı nafaka takdir olunduSdan sonra
şahidlerin tezkiyeleri uzayıb da iddet müddeti nihayet bulsa artık başkaca
nafaka takdir olunamaz. Çünkü, kadın, mutalla-ka farz edilse iddeti geçmiş,
menkûhe sayılsa kocasından men edilmiş olacağından nafakası yakinen sakıt
oimuşdur.
186 - : Taam
pişirmek den imtina eden bir mu'tedde hakkında menkûhe hakkındaki hükümler
carîdir. Binaenaleyh eşraf kızlarından olmadığı veya maluliyetine binaen yemek
piişrmeğe gayri muktedir bulunmadığı takdirde kocası, icab eden taamı
pişmiş olarak ihzara mecbur olmaz.
187 - : Kaza
veya rıza ile nafaka takdir edilmeksizin iddet müddeti nihayet bulsa veya daha
nihayet bulmadan zevç ile zevceden biri vefat etse nafaka, sakıt olur. Velev
ki zevce tarafından borç alınmış olsun. Çünkü riayeti daha ziyade lâzım olan
nikâh nafakası, kablelfarz müddetin müruru veya vefat vukuu ile sakıt olub
zevce için taleb hakki sabit olmadığı cihetle iddet nafakası da bitarikilevlâ
sakıt olur, mu'tedde için mütalebe hakkı sabit olmaz. Mebsut.
188 - : Rıza
veya kaza ile takdir olunan bir iddet nafakası, kavli muhtara göre tediyesi
lâzım bir borç olur. Velev ki mu'tedde, bilfi'l is-tidane etmiş olmasın.
Binaenaleyh mu'tedede, bu nafakayı iddetinin mürurundan sonra da kocasından
isteyib alabilir. Bu nafakadan müterakim mikdar, hâkimin emriyle borç alınmış
ise iddetin inkızasmdan evvel veya sonra zevç ile zevceden birinin vefatiyle
de sakıt olmaz.
189 - :
îddet nafakası tamamen veya kısmen tesviye olundukdan sonra iddetin
inkızasından evvel zevceynden biri vefat etse makbuz olan nafaka, istirdad
olunamaz. Belki zevcenin vefatı takdirinde mevcud iseler vârislerine mevrus
olur.
190 - Bir
kadın başka bir yerde bulunan kocası tarafından tatük edilse kocasının nafaka cinsinden
olan mallarından kifaye mikdarı alarak iddetinin inkızasına kadar nefsine
infak edebilir.
191 - Zevç
ile zevce arasında iddetin nihayet bulub bulmadığına dair ihtilâf olunsa söz,
yeminile zevcenin olur. Binaenaleyh iddetinin nihayet bulmadığını iddia edii.ce nafakaya müstahik olur. Fakat hâkimin huzurunda
yeminden nükûl ederse nafakava müstahik olmadığım ikrar etmiş olur.
192 - :
Zevç, mu'tedde olan zevcesinin inkızai iddeti ikrar eylediğine beyyine ikame
etse kabul olunarak nafakadan beri olur. Çünkü ikrarın beyyine ile sübutü,
bilmuayene sübutü gibidir. Mebsut. Şu kadar var ki, iddetin inkızasına müsaid
bir müddetin geçmiş olması şarttır. Zahiri hal, mükezzim olmamalıdır.
193 - : Bir
mu'tedde, hamil olduğunu zevci mutallıkımn inkârına
mukarirı iddia etse
söz, kendisinin olub talâk ânından itibaren iki seneye kadar nafaka alabilir.
Bu'halde kabilenin muayenesine veya hamlin zuhur ve inkişafı için bir müddet
intizara hacet yokdur. Şayed mezkûr müddet geçer de yüklü olmadığı tebeyyün
etdiği halde mu'tedde: «Ha yiz görmediğini ve kendisinin gebe olduğunu zan
eylediğini ifade ederse makbuzi olan nafaka kendisinden istirdat
olunamaz. İbni Nüceym, Dürri Muhtar.
Şayed bu kadın «ben
yüklü olduğumu zannetmiştim, halbuki ben mümteddettüttuhr bulunuyorum» diyib
kocası da «sen gebelik iddiasında bulundun, bunun ekser müddeti ise iki
senedir.» dese buna iltifat olunamaz. O kadına üç hayiz görünceye veya iyas
sinnine baliğ olub badehu üç ay geçinceye kadar nafaka vermek lâzım gelir.
Reddi Muhtar.
194 - : Bir mu'tedde gebe olduğunu iddia
edipte zevci mutallikı, tekzîb ederek
ileride gebe olmadığı tebeyyün ettiği
takdirde nafakayı reddetmek şartiyle kendisine inf akda bulunsa bu şart,
bâtıl olduğundan muteber olmaz.
Binaenaleyh bu
mu'teddenin gebe. olmadığı tebeyyün etse makbuz olan nafakayı tazmine mecbur
olmaz. Reddi Muhtar,
195 - :
Yukarıdaki mesele, bir mu'tedde, iddet nafakasını uzun bir müddet aldıkdan
sonra füîân tarihden itibaren iddeti nihayet bulub gebe olmadığını ikrar etse
iddetin inkızasından- sonra almış olduğu nafakayı zevcine zamin olur. Reddi
Muhtar.
196 - :
Zevcenin ademi inkızai iddete aid ifadesi, kocasının nafakadan başka
cihetlerdeki hukukuna tesir edemez. Binaenaleyh bir erkek, boşamış olduğu
zevcesinin iddeti nihayet bulduğunu, İnkızai iddete müsaid bir müddet sonra
ifade etse, o zevcesinin cem'i caiz
olmayan me-haliminden binle, meselâ : hemşiresile evlenebilir.
197 - : Bir
kimse, kendi mu'teddesile iddet nafakasından sulh olsa bakılır: eğer iddet,
hayz ile olursa, müddetin cehaletine mebni sulh, caiz olmaz. Çünkü tuhrun =
temizlik halinin imtidadı muhtemeldir. Hâmil de zatülhayz hükmündedir.
Fakat iddet, aylar ile
olursa sulh caiz olur. Binaenaleyh böyle bir mu'tedde ile üç ay veya dört ay
nafaka verilmek üzere sulh yapılabilir. Dürri Muhtar.
198 - : Bir
muteddenin nafakaya istihkakı için,
vefatdan dolayı değil, talâk veya feshden dolayı iddet beklemesi ve
kendisinin hurre veya tebvie edilmiş cariye bulunması ve nüşuz halinden berî
olması şartdır.
Binaenaleyh kocası vefat
eden kadın için asla iddet nafakası lâzım gelmez.
Gerek hâmil olsun ve gerek olmasın. Bu halde müteveffanın sair varislerine
isabet eden mallardan izinleri munzam olmadıkça zevcesinin taamına, kisvesile
süknasına bir şey sarf ve tahsis edilemez. Çünkü nafaka, mehr gibi defaeten
vacib olmayıb iddetin müruru hasebiyle şey'en feşeyen vacib olur. Zevcin vefatı
halinde ise terikesi, varislerine intikal edeceğinden veresenin mallarından
nafaka verilmesi caiz olamaz.
Nikâhı fâsid ile
menkûhe iken kocasının vefatından dolayı mu'tedde olan kadın hakkında, da hüküm
böyledir.Çünkü nikâhı sahih ile menkûhe, vefat nafakasına müstahik olmayınca
fâsid nikâh ile menkûhe, evlâ bittarik müstahik olamaz. Bedayi.
Kezalik : tebvie
edilmemiş bir cariye, zevciyyet nafagasma müstahik olmadığı gibi mu'tedde
olunca da iddet nafaaksma müstahik olmaz.
Kezalik : nâşive"
olduğu halde ric'iyyen veya bainen boşanan veya boşandıkdan sonra nâşize olan,
yani : özürsüz yere beyti iddetden çıkan kadına da nüşuzü müddetince nafakası lâzım
gelmez. Fakat nüşuzünü terk ederek beyti iddete avdet edince avdet tarihinden
itibaren nafakaya müstahik olur. Çünkü iddet nafakası, habsi nefse mukabil,
ıveze müşabih bir sıladır. Binaenaleyh nefsi habsden imtina, nafakanın lüzumuna
mani olur. Bu maniin zevali takdirinde ise memnu olan nafaka avdet eder.
Mekaut, Bedayi.
Borcu.istifa gibi bir
sebebe mebni haklı yere habs olunan veya hacce azimet eden bir mu'teddenin
nafakası, kendisini boşamış olan kocası üzerine lâzım gelmez. Beyti iddet için
hidad mebhasine müra-ceat!..
Bu meseleler, bütün
Hanefî mezhebine göredir.
(Maîikîlere göre de
iddet nafakası hakkında şu gibi hükümler carîdir :
(1) :
Ric'iyyen mutallâka, gebe olsun olmasın,
kocasının izni olmaksızın beyti iddetden çıksın
çıkmasın iddet nafakasına
müstahik olur. Fakat iddeti içinde kocası vefat ederse iddeti, vefatiddetine
intikal ederek nafakası sakıt olur. Bu halde yalnız hakkı süknası sakıt olmaz.
Meğer ki sükna,kocasının indlkü olmayıb icare ile tedarük edilmiş olsun.
(2) : Bainen
mutallâka, hâmil olmayınca siiknadan başka nafakaya müstahik olmaz. Fakat
iddeti bitinceye kadar süknaya
müstahik olur. Gebe olduğu takdirde ise üç nevi nafakaya, yani : taama, süknaya
ve zamanı hulul etmiş ise kisveye müstahik olur. 6u nafaka, haddi zatın da hami
içindir. Onun tevellüdüne kadar lâzım gelir. Bu nafaka, beyti iddetden
çıkmasiyle sakıt olmaz.Şayed bu mu'teddenin daha hâmlini vaz etmeden kocası
vefat etse nafakası sakıt olur. Yalnız hakkı süknası, hamlini vaz edinceye
kadar devam eder. Bu halde mesken, gerek kocasının mülkü olsun Ve gerek icare
ile tedarük edilmiş bulunsun müsavidir.
Mesken hususnda hail
olan mu'teddei baine hakkında da hüküm böyledir. Böyle bir mu'tedde süknaya
müstahikdir. Bu hak, kocasının hayatında zimmetine teallûk etmiş olacağından
mevtile sakıt olmaz. Bu sükna ücreti, terikesinin re'sül malinden ödenir.
(3) : Bir mu'tedei baine, gebe olduğunu iddia etse de süknadan başka nafakaya-
müstahik olmaz. Meğer ki gebe olduğu, hamlin hareketiyle zahir olsun. Bu zuhur
ise gebelikden itibaren ancak dört ay sonra kabil olur. Hami zuhur
edincenafaka, hamlin ihtidasından itibaren hisab edilir.
Bazı zatlara göre
vaz'ı hami vaki olmadıkça nafaka verilmez. Vaki olunca mebdeinden itibaren
hisab edilir.
(4) :
Kocasının vefatından dolayı idet bekleyen bir kadın, gebe olsun olmasın
nafakaya müstahik olmaz. Şu kadar ki,
kocasının mülkü olan bir meskende ikamet etmekde ise iddetinin inkızasına kadar
süknaya müstahik olur.
(5) : Malikî
mezhebine nazaran bainen boşanmış olan kadınlar, iddet nafakasına müstahik
olmadıkları cihetle bunların imtidadı tuhr id-diasile nafaka almalarına
mahal yokdur. Ric'iyyen mu'tedde olan bir kadın da
mümtedettüttuhr olduğu bahanesile uzur bir müddet nafaka olmaya teşebbüs
etdiği takdirde bainen tatlik olunabilir. Binaenaleyh ric'iyyen
mu'tedelerin de fazla nafaka olmak için iddet ile telâubde bulunmalarına
meydan müsaid değildir. Elmuğnî, Elmezahibül'erbea.)
(Şafiîlerce de iddet
nafakası hakkında şu gibi hükümler vardır
:
(1) :
Mu'teddei rie'iyye, hurre olsun, cariye
olsun, gebe bulunsun bulunmasın, iddet
nafakasına müstahik olur. Fakat böyle
bir mu'ted-deye gebe bulunması zannile verilen fazla nafaka, hilafı zahir
olunca is-tirdad olunabilir.
(2) : Bainen
mutallâka, gece olmayınca nafakaya müstahik olmaz. Çünkü bunun
üzerinde, kocasının sultası
kalmamıştır. Fakat gebe bulunursa hamlini
vaz edinceye kadar
nafakaya müstahik olur. Şu kadar var ki, beyti iddetden
hâcetsiz yere çıkacak olursa nafakası
sakıt olur.
(3) : Gebe
olduğunu biliddia nafaka almış olan bir mn'teddei ba-inenin gebe olmadığı
bilâhare zahir olsa bu nafakayı zamin olur.
(4) : Kocası
vefat eden bir kadın, gebe olsa da süknadan başka nafakaya müstahik olmaz.
Fakat bir kimse, gebe olan zevcesini bainen bo-şayıb da henüz iddeti bitmeden
vefat etse bu îddet, olduğu gibi devam eder, nafaka kesilmez. Çünkü bu kadının,
iddeti, vefat iddetine müntakil olmaz. Talâkı ric'î ile mu'tedde ise böyle
değildir.
(5): Şübhe ile veya nikâhı fâsid ile jnukarenetden dolayı
mu'ted-de olan bir kadın, gebe olsa da nafakaya müstahik olamaz. Tuhfe,
El-mezahibürerbea.)
(Hanbelîlere göre de
iddet nafakası hakkında şu gibi hükümler carîdir :
(1) :
Ric'iyyen mü'tedde, zevce gibi nafakaya müstahik olur. Yalnız nezafetine
müteallik şeylere müstahik olamaz. Çünkü istimtaa müstaid bir halde değildir.
(2) : Bâinen
mutalâka veya muhtelia bulunan veya nikâhı fesh edilen bir kadın, nafakaya
müstahik olmaz. Fakat gebe bulunduğu takdirde nafakaya müstahik olur. Çünkü
hami, zevcin çocuğudur. Buna infak lâzımdır. Buinfak ise validesine infak ile
mümkün olabilir. Binaenaleyh reza' ücreti lâzım olduğu gibi bu nafaka da lâzım
olur.
Böyle bir kadın, gebe
olmadığı halde süknaya müstahik olmaz mı? Bu hususda iki rivayet vardır. Birine
göre müstahik olur. Nitekim İmam Mâlik ile îmam Şafiînin ve Medinei Münevvere
fukahasmın kavulleri de böyledir. İkinci rivayete göre müstahik olmaz. Zahiri
mezheb olan da budur. Ata, Tavus, Ikrime, Davudun kavulleri de ix5yledir.
Fakat gerek Hanefiyeye ve gerek îbni Şübrüme ile îbni Ebî Leylâya ye Sevrîye
göre her halde mutallâkalara iddetleri içinde nafaka ve sükna lâzım gelir. Talâk,
gerek ric'î ve gerek bain olsun müsavidir.
(3) : Bir
muhtelia, kocasını hamlinin nafakasından ibra etmiş olsa ne kendisine ve ne de
sütden keseceği zamana kadar çocuğuna nafaka verilmesi lâzım gelmez.
(4) : Bâinen
mu'tedde olan bir kadın, gebe olduğunu iddia etse kendisine üç ay nafaka
verilir. Sonra kabilelere gösterilir. Çünkü üç aydan sonra hami anlaşılabilir.
Hâmil olmadığı hayz ile veya kabilelerin ifade-lerile anlaşıldığı takdirde
nafakası kesilir. Bu halde verilmiş olan nafaka, bir kavle göre kendisinden
istirdat edilebilir. Diğer bir kavle göre istir-dad edilemez.
(5) : Bâinen
mu'teddenin gebe olduğu bilâhare anlaşılırsa iddetin bidayetinden itibaren
nafakaya istihkakı bulunmuş olur.
(6) : Lian
voliyle kocasıtndan ayrılmış olan kadına da nafaka ve sükna verilmesi lâzım,
gelmez. Meğer ki hâmil bulunsun. Fakat hamlinin nesebi de nefy edilmiş ise yine
nafaka lâzım gelmez.
(7) :
Kocasının vefatından dolayı iddet bekleyen bir kadın, hâmil olmayınca nafakaya
da, süknaya da müstahik olmaz. Çünkü mevt ile nikâh zail olmuştur. Fakat hâmil
bulunursa bir rivayete göre nafakaya ve
süknaya müstahik olur. Çünkü kocasından hâmildir, âdeta kocasından hayatında
iken ayrılmış gibi bulunur. Diğer bir rivayete göre müstahik olmaz. Zira
kocasının mali varislerine intikal etmişdir. Eaah olan da budur. Elmuğnî,
Elmezahibürerbea.) [81]
[1] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye
KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/267-271.
[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/271-275.
[3] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen
Basım ve Yayınevi:2/275-280.
[4] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen
Basım ve Yayınevi:2/280-283.
[5] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/283-285.
[6] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/285-290.
[7] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/290-291.
[8] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/291-293.
[9] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/293-294.
[10] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/294-298.
[11] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/298-300.
[12] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/300-308.
[13] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/444-445.
[14] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/309-310.
[15] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/310-312.
[16] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/312-314.
[17] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/314-316.
[18] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/316-317.
[19] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/317-318.
[20] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/318-321.
[21] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/321-322.
[22] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/322-324.
[23] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/325.
[24] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/325-327.
[25] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/327-329.
[26] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/329-330.
[27] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/330-334.
[28] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/334.
[29] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/335.
[30] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/335-338.
[31] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/338-341.
[32] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/341-344.
[33] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/344-349.
[34] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/349-354.
[35] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/355-359.
[36] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/359-362.
[37] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/362-366.
[38] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/366-368.
[39] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/368-369.
[40] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/369-371.
[41] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/371-377.
[42] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/377-381.
[44] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/381-383.
[45] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/383-384.
[46] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/385-393.
[47] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/394.
[48] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/395-396.
[49] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/ 397.
[50] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/398.
[51] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/398-400.
[52] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/400- 404.
[53] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/404-407.
[54] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye
KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/407-412.
[55] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/412-416.
[56] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/416-424.
[57] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/425.
[58] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/425.
[59] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/425-428.
[60] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/428-432.
[61] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/432-435.
[62] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/435-438.
[63] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye
KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/438-441.
[64] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/441-442.
[65] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/442-443.
[66] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/444.
[67] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/444-445.
[68] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye
KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/446-448.
[69] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/448-454.
[70] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/454-458.
[71] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/458-463.
[72] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/463-466.
[73] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/467-472.
[74] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/472-473.
[75] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/473-474.
[76] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/474-476.
[77] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/476-480.
[78] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/480-484.
[79] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/484-486.
[80] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/486-488.
[81] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi:2/488-494.