Haddi Kazfi Davaya Salahivetdar Olub Olmayanlak : 4

Kazfîn Ne Suretle Sabît Olacağı  : 5

Haddi Kazfin Sureti İcrası : 6

Kazflerin İçtimaiyle Iıaddi Kazfde Tedahül Cereyanı  : 6

Haddi Kazfi İskat Eden Bazı Sebebler 7

DÖRDÜNCÜ MEBHAS. 8

HADDİ HAMK VE HADDİ SKKK HAKKINDADIK.. 8

Müskiratın Mahiyyeti Ve Enval : 8

Müskiratın Hükümleki Cezaları 9

Haddi Hamr İle Haddi Sekrin Mahiyyeti Ve Sekranın Tarifi 10

Haddi Hamr İle Haddi Sekrin İcrası İçîn İktiza Eden Şartlar : 10

Şürbi Hamrîn Ve Sarhoşluğun Sübutü : 11

Haddi Hamr İle Haddi Sekrin Sureti İstifası : 11

Hadlerde Velayeti İstifayı Haiz Olanlar : 12

Haddi Hamr İle Haddi Sekri Iskat Eden Bazı Sebebler   : 12

Müskirat Hakkındaki Had Cezalarının Hikmeti Teşriiyyesi : 12

(BEŞİNCİ  MEBHAS) 13

HADDİ SİRKAT HAKKINDADIR. 13

Sirkatin Mahiyveti Ve Nevileri : 13

Haddî Sirkat İcrası İçin Sarike Al Şartlar 14

Mesrura Aıd  Şartlar 16

Meşkukün Mînhe Müteallik Şartlar  : 20

Meşkukün Flhe Aîd Şartlak. 20

Müttehid, Muhtelif Ve Müştekek Sikkatler  : 21

Sirkat Hadiselerinin Sureti Sübutü  : 22

Sirkati İsbat İçin Husumete  -   İkamei Dava Hakkında Malik Olanlar : 23

Sirkatin Hükmü Ve Haddi Sirkatin Mahiyyeti : 23

Haddî Sirkatî Badel'îcab Iskat Eden Bazı Sebebler  : 25

(ALTINCI MEBHAS) 26

SİRKATİ KÜBHA  = YOL KESİCİLİK HAKKINDADIR. 26

Yol Kesiciliğin Mahiyeti  : 26

Yol Kesiciligin Nevileri, Hükümleri : 27

Yol Kesiciler Hakkini)Aki Cezanın Hikmeti Teşriiyyesi : 29

Yol Kesiciligin Tahakkuku İçin Vücudu İktiza Eden Şartlar: 29

Yolları Kesilenlere Aid Şartlar 30

Maktulun Leh Olan Mallara Ald Şartlar : 30

Maktulun Fihe Aid Şartlar 31

Vol Kesiciler İle Yolları Kesilenlere Müteallik Şartlar : 32

Katı Tarik Cinayetinin Sureti Sübutü. 32

Yol Kesiciler Hakkındaki Cezaları Kimlerin İkame Edeceği: 32

Yol Kesicilere Aid Had Cezalarının Afüv Edilkmi-Yecegı Ve Bu Cezalar Arasında Tedahül Cereyanı : 33

Yol Kescilik Cezasını İskat Eden Şeyler : 33

ÜÇÜNCÜ BOLÜM... 34

ŞER'Î TÂZİRAT İLE SİYASETE AİDDİK.. 34

Ta'zirin Mahtyyeti Ve Meşrüiyyeti  : 34

Tabirin Ehemmiyeti Ve Nevileri : 35

Ta'zir; İcrası Îçin İcab Eden Şartlar : 37

Ta'zirlerin Mücrimlere Göre Mertebeleri  : 37

Ta'ziri Müstelzim Cürümler  : 37

Ta'ziki  Müstelzim  Cüki Mlekin   Sı'kkti  Sübutu. 43

Ta'ziri İkameye Salahiyetli Olan Zatlak. 43

Ta'zîrtn Ne Veçhile Tatbik Edileceği  : 44

Ta Zir İle Hudud Arasındaki Farklar : 44

Velayeti Ceraimin Mahiyyeti Ve Vülâtî Ceraimin Vazifeleri 45

İhtîsab Müesseseleri Ve Siyaseti Şer'îyye : 46

SEKİZİNCİ  K İ T A B.. 47

HARB CİHAD HUKUKUNA VE ESARET MÜESSESELERİNE DAİR OLLB BİK MUKADDİME İLE BEŞ BÖLÜMDEN MÜTEŞEKKİLDİR. 47

MUKADDİME.. 47

HARBE VESAİREYE MÜTEALLİK BİR KISIM ISTILAHLAR  : 47

( A ) 47

(B) 47

( C ) 48

( D ) 48

(E) 49

( F ) 49

(G) 50

( H ) 50

( I ) 50

( İ) 51

(K ) 52

(L) 53

(M) 53

( N ) 55

( R) 55

( S ) 56

( Ş) 56

( T) 57

( V ) 57

( Y ) 58

(Z) 58

BİRİNCİ BÖLÜM... 58

HARB VE CİHAD HUKUKU'NA DAİRDİK. 58

Harbin, Cihadın Mahiyeti Ve Cihadın Meşruiyeti Ve Sebebi : 58

Cihadın Hikmeti Teşrüyyesi : 59

Cihada Kıyamın Cevazı İçin  Vücudu İktiza  Eden Şartlar  : 60

Cihad İle Mükellef Olup Olmayanlar 60

Cihad İçin İsticar Cai Zolub Olmadığı 61

Cihad  Halinde  Veliyyül'emrin  Kumandan. 61

Tayini Ve Tavsiyeleri : 61

Harb Halinde Veliyyül'emre Ve Gazilere Teveccüh Eden İlk Vecibe. 62

Harb Halinde Yapılması Ve Katl İmhası  Caiz Olub Olmayanlar : 63

Dari İslam İle Rart Harbin Mahiyetleri : 65

Dabi Habbe Götürülmesi Muvafık Veya Memnu Oltjb Olmayan Şeyler 66

Harbe Terglb Için Verilen Mala Tenfile. 67

Müteallik Meseleler : 67

İslâmiyet! Kaîhl Edecek Harbilere Müteallik Meseleler  : 68

Hakıîde Verilen Emanın Mahiyeti, Rüknü, Nev't Ve Şartı  : 70

Haküde  Verilen  Emanın   Hükmü Ve  Kabilî Nakz Olub Olmaması: 71

Muharib Bir Düşmanın Hakkında Verilecek Hükmü Kabule Davet Edilmesi   : 72

Hakbilek İle Yapılacak  Misalehalaka Daik Meselelek: 73

Harbilerle Yapılan Müsalehanın  Bozulmasına Dair Bazı Meseleler : 75

Fethin  Mâhiyyetine  Ve Ganimet  Mallarının Taksimine,  İdaresine Müteallik Meseleler  : 76

Esirler Hakkında Yapılacak Muameleler   : 79

Istilaya, İstibdada  Müteallik Meseleler   : 82

İKİNCİ BÖLÜM... 84

İSLÂM HUKUNDA BAĞİLERE MÜTEALLIK MESELELERİNE DAİRDİR.. 84

Bağyın Mahiyeti  : 84

Veliyyül'emrln İtaatinden Çıkanların  Aksamı  : 85

Bağllere Karşı Alınacak Vaziyet : 86

Bağiler İle Mi'saleha Ve Onların  Nefisleri Ve Mallakı  Hakkında   Yapılacak  Muamele   : 86

Ehli Aol İle Ehlt Kağy'ın Tevarüsüne Ve Ahz Ve İtlaf Edecekleri Emval Ve Nüfusun Zamanına Mi Teallîk Meseleler   : 88

Ehli Bağy Tarafından Vuku Bulacak Cinayetler : 89

Bagiler Tarafından Mansub  Hâkimlerin Verecekleri Hükümler  : 89

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM... 90

İSLÂM HUKUKUNDA  ZİMMİLERE  VE  MÜSTE'MÎNLERE MÜTEALLİK   MESELELERE  DAİRDİR. 90

Zimmetin Mahiyeti, Akdi Zimmetin Rüknü Ve Nevileri : 90

Akdi Zimmetin Şartları  : 90

Ehu Zîmmettn İkametgâh Ve Vergi İtibarîyle Aksamı  : 91

Akdi Zimmetin Hükmü   : 92

Ehli Zimmetin Hiayet Etmekle Mükellef Oldukları Bazı Hususlar : 93

Zimmeti Iskat Edib Etmeyen Haller 94

İstimanın  Mahiyyeti,  Müste'mînlerin Aksamı   : 95

Müslim Olan Müste'mînler  : 95

Zımmı Olan Muste'mevler  : 95

Harbi Olan Müste'minler : 96

Muste'mınlekın Zimmeti Kabul Etmeleri  : 96

Mı Ste'mınleke, Yapılacak Yakdımlak : 97

Müste'mînlebtn Vapacaklakı Cinayetler  : 98

Müste'minlerin Casuslukda Bulunmaları : 99

Mustemınlerın   Akidlerı,    Malları   Ve   Terekeleri Hakkında    Yamlacak    Muameleler  : 99


Haddi Kazfi Davaya Salahivetdar Olub Olmayanlak :

 

648 - : Makzuf, vakti kazfde ya ber hayat bulunur veya bulun­maz. Ber hayat bulunursa haddi kazfi dâvaya bizzat kendisi salâhiyet-dar olur, başkası bu dâvayı ikame edemez, makzuf gerek hazır olsun ve gerek gaib olsun. Şayed makzuf, bu dâvayı ikame etmeden veya ikame edib de henüz had istifa edilmeden vefat edecek olsa artık kendi usul ve füruundan hiçbir kimse bu dâvayı takib edemez. Çünkü haddi kazf, mak-zufun bir mülkü, bir hakkı şahsîsi değildir ki varislerine intikal etsin.. Bedayî.

649 - : Makzuf, kazfi dâva ve isbat için yerine başkasını tevkil edebilir. Şu kadar var ki, haddi kazfin istifası ânında kendisinin bizzat hazır bulunması lâzımdır. Çünkü had ânında kazifi tasdik etmesi melhuz olduğundan gıyabında ha icrası ihtiyata muvafık olamaz.

Fakat imam Ebu Yûsüf'e göre bu hususda vekâlet, esasen caiz de­ğildir. Dâvayı bizzat makzufun takib etmesi lâzımdır. Bedâyi, Hindiyye.

650 - : Makzufun kazf zamanında ber hayat bulunmadığı takdire gelince haddi kazfi dâva ve isbata salâhiyet, yalnız usul ve' füruuna «ud olur.. Velev ki makzuf ile bunların arasında herhangi bir maniaya meb-ni veraset carî olmasın. Çünkü bu takdirde kazf ile âr, ölüye lâhik olma-yıb aralarındaki cüz'iyyat ve ba'ziyyete binaen usul  ve  füruuna lâhik olur. Binaenaleyh  bu ân  kendilerinden kaldırmak   iğin irs  yolile değil, belki asaleten kazf dâvasına salahiyetli bulunurlar. Bedayî, Hidaye.

651 - : Makzuf olan  ölünün babası, babasının babası haddi  kazf hakkını dâva edebileceği gibi oğlu, kızı veya oğlunun oğlu, kızı da dâva edebilir. Fakat bu ölünün anasının babası, anasının anası dâva edemez.

ölünün kızlarının evlâdına gelince bu husüsda ihtilâf vardır. îmamı Âzam ile îmam Ebu Yûsüf'e göre bunların da dâvaya salâhiyetleri var­dır. Çünkü ölü İle bunların arasında da mânayı vilâd mevcuddur, bunlar da anaları vasıtasiyje Ölüye müntesib oldukları cihetle yapılan kazfden bunlara da âr lâhik olur. Fakat İmam Muhammed'e göre bunların dâva­ya salâhiyetleri yokdur. Zira bunlar kendi babalarına nisbet edilirler, ana­ları tarafından dedelerine nisbet edilmezler.

Bir de tmam Muhammed'e göre kati veya ihtilâfı din gibi bir se-beble mirasdan mahrum olan bir asi veya fer'in de bu dâvayı ikameye hakkı olamaz. Bedayi.

652 - : ölü bulunan bir makzufun  kardeşlerine, amcalarına, da­yılarına,  halalarına  gelince   bunların   haddi   kazfi  dâvaya  salâhiyetdar olmadıkları    hariefîlerce   bil'ittifak   kabul   edilmektedir.    Çünkü  bunlar ile meyyit arasında  cüz'iyyet ve  ba'ziyyet bulunmadığı    cihetle     kazf, bunlara ne sureten, ne de manen mütenavil bulunmaz.  Bedayi.

653 - : Haddi kazfi  dâva  edecek olan usul veya   füru  hakkında tertibe'riayetin   lüzum ve ademi    lüzumu meselesine gelince bu husus­la îmamı Âzam ile îmameyne göre tertibe riayet lâzım değildir.    Bina onaleyh bunlardan meyyite daha yakın  olan mevcud iken  daha     uzak olan, dâva ikame  edebilir.

Meselâ : müteveffanın oğlu var iken oğlunun oğlu bu hakkın isti­fasını istiyebilir. imam Züfer ise tertibin lüzumuna kaildir, ona göre bunlardan karib olan mevcud iken baid olan dâvaya salâhiyetdar ola­maz. Bedayî.

654 - : Makfuzun her halde muhsan olması şart ise de onun ber hayat bulunmadığı  takdirde kazf dâvasında bulunabilmeleri     için usul ve füruunun muhsan olmaları şart değildir.

Binaenaleyh makzuf olan ölü; müslim, afif bulunmuş olduğu hal­de onun babası veya oğlu gayri müslim, gayri afif bulunsa da  haddi kazf dâvasına salahiyetli bulunur. Çünkü bu kazfden dolayı bir ân kâmil, lâhik olmuş olur.

Bu, îmamı Âzam ile îmameyne göredir. İmam Züfere £Öre bun­ların da muhsan bulunmaları lâzımdır. Zira muhsen olmayanların şa­hıslarına ibtidaen müteveccih bir kazf, haddi müstelzim olmadığı ci­hetle bunların usul ve füruundan birine aid, bu cihetle kendilerine ma­nen müteveccih bir kazf de haddi icab etmez. Beday müctehidlere göre de haddi kazf hakkı, makzuf e aiddir. Binaenaleyh varislerine intikal eder.

Malikîîere göre bir kimse, kendi hakkında vuku bulan kazfden dolayı haddi kazfi ikame edebilir. Velev ki. kendisine isnad edilen şev. haddi zatında vaki olmuş bulunsun. Çünkü o, hâ-tmen afif olmasa da zahiren afifdir. Ve  kendisi o fazihavı sotr ile memurdur.

Ber hayat bir kimse hakkındaki kazfden dolayı omm biîfi'l varisi olacak şahıs da haddi kazfi istifa edebilir.

Bir ölü hakkındaki kazfden dolayı da onun fiirımndan. usulünden veya asabatından olan kimselerden' her biri, haddi kazfi taleb edebilir. Çünkü bu yüzden hepsine de âr lâhik olmu.şdur. Velev ki bilfi") vâris bulunmasınlar. Makzuf tarafından haddi kazfi istifaya vasiy tayin edil­miş olan kimse de bu haddi ikame edebilir. Şerhi Ebîl'berckât, Haşi-yei Düsukî.)

Şafiîlere göre de haddi kazf hakkı, makaufıın varislerine hissei irsiyyeleri nisbetindo mevrus olur. Binaenaleyh makzuf,. bu hakden dolayı kazif  ile   bîr bedel  mukabilinde  musalehnda   bulunabileceği  gibi varisleri de bulunabilir. Bu halde bedel, aralarında hissei irsiyyeleri ile mütenasib bir surette taksim edilir. Kitabül'üm, Tuhfetül'mubtac. Demek ki, bu bedel, manevî bir zarar mukabilinde bir nevi tazminat me­sabesinde olarak varislere de intikali kabil bulunmuşdur.

(Hanbelîlere göre de bir Ölüye muhsan olsun olmasın'- kazf eden şahıs hakkında o ölünün muhsan olan varisinin, velev zevç veya zevce olsun talebi üzerine haddi kazf icra edilebilir. Fakat varis, köle veya gayri müslim olmak gibi bir sebcble gayri muhsan bulunursa onun talebiyle haddi kazf istifa edilemez.

Bir ölü hakkındaki kazfden dolayı icab eden haddi kazf hakkı, onun bütün varisleri için sabit olur. Bunlardan bazıları kazifi afüv et­seler de diğerleri için yine haddi kazf kamilen icra edilir. Çünkü kazf yüzünden bunlardan her birine alel'infirad âr îâhik olmuş olur. Keşşa-fül'kina.)

(îmam Şafiîye göre kazf dâvasının vekil tarafından takib edil­mesi caiz olduğu gibi haddi kazfin de yalnız vekil muvacehesinde is­tifa edilmesi caizdir. Çünkü haddi kazf, . müşarünileyhe göre hukuki şahsi yy eteden, olduğu cihetle sair şahsî haklar gibi bu da vekil marife­tiyle isbat ve istifa edilebilir. Bedayî.)

(îbni Ebî Leylâya göre gaib, meyyit hükmündedir. Binaenaleyh bir gaib hakkındaki kazfden dolayı usul ve füruunun dâvaya salâhi­yetleri vardır. Bedayî.)[1]

 

Kazfîn Ne Suretle Sabît Olacağı  :

 

655 - : Bir şahsa kazf edildiği ya ikrar ile veya beyyine ile sabit olur. İkrar,  kazifin yapmış olduğu kazfi  hâkimin huzurunda bir kerre itiraf etmesinden   ibaretdir. Bu   takdirde   hâkim,   kendisine- bu isnadını usulen dört erkek,  âdil    şahid ile isbat    etmesini emr eder. Kazif, bu dört şahidden biri  olamaz.    Çünkü o, müddeî mevkiinde bulunmakdadır.                                             

Kazif, bu isnadını usulü dairesinde isnat ederse, hakkında haddi kazf icra edilemez, makzuf hakkında haddi zina lâzım gelir. îspat ede­mediği takdirde kazif haddi kazfe müstahik olur. Bedayî, Dürri Muh­tar.

656 - : Kazif, yapdığı zina isnadım ispat için beyyine ikame ede­bilmesi   hususunda   kendisine   mühlet verilmesini  isterse bakılır   :  eğer şahidlerinin şehir dahilinde bulunduklarını    iddia    ederse o gün  mah­keme dağılmadan    ihzar etmesi    için kendisine  müsaade  edilir,   fakat kendisinin tegayyüb etmesine meydan verilmez. Şahidler, gaib veya şehir haricinde bulundukları takdirde ise kazife mühlet verilmez. Böy­le bir mühlet, setri mendub olan bir hailenin teşhirine meydan verebi­leceği cihetle maslahata muvafık değildir.

Bu, İniıtmı Âzam'a göredir. İmameyne göre kazife iki veya üç £Ün kadar bir mühlet verilir ve kendisinden kefil alınır, tâ ki kendisine te­veccüh  eden bir cezadan ıbu sayede kurtulabilsin.   Bcdayi,  Ilaniyye.

657 -  : Kazif,   hakkında   haddi   kazf   icra   edildikden   sonra   vaki olan iddiasında sadık olduğunu bilâhare  ikame  edeceği  bir beyyine   ile isbat edebilir. Bu takdirde haddi kazf sebebiyle kendisine arız  olan ch-liyyeti şahadetden mahrumiyet hali, zail olur. Fakat bu beyyine ile ar­tık makzuf hakkında haddi  zina, icra edilemez. Çünkü kazif hakkındrı haddi kazf, ikame edilmiş olmakla kazf mânâsı  tekarrür etmişdir. Be­dayî, Hindiyye.

658 - : Beyyineye  gelince  bu  da  kazifin  kazfi  inkârı  takdirinde makzuf un veya yerine kaim olan kimsenin ikame edeceği en az İki  er­kek,  âdil şahid tarafından  kazfin  vukuuna  hâkim   huzurunda  »ahade1. edilmesidir.

Bu takdirde hâkim, şahidlerden kazfin nıahiyyelini, keyfiyyetini, yani: nasıl bir lâfz ile kazf_edildiğini istizanda bulunur. Meğer ki şaha­detlerinde zina lâfziyle kazfin vukuunu  tasrih etmiş olsunlar.

Sahicilerin adaletleri malûm değilse hâkini, tezkiyelerine emr eder, badettezkiye haddi kazf icrasına hükm eyler. Bu tezkiye esnasında ka­zif, mevkuf bulunur. Bedayi, Fethülkadîr.

659 - : Kazfi isbat hususunda kadınların erkekler ile beraber şa­hadetleri muteber olmadığı gibi şahadet aleşşehade ve kitabüikadıdo mu­teber değildir. Çünkü hadler, şübheden hali olmayan şeyler ile istifa edi­lemez. Dürri Muhtar.

660 -  : Haddi kazfde tekadümi  ahde bakılmaz.  Çünkü bu husus-, da şahsî bir dâva bulunmadıkça şahadeti hisbe yoîiyie şahadetde bulun­mak usulü carî değildir. Binaenaleyh şahidlerin vaktiyle gelib kazf hu­susunda şahadetde  bulunmamış  olmaları,   haklarında  bir  töhmet  teşkil etmez. Bilâhare vuku bulan bir  dâva üzerine mahkemeye celb edilerek şahadetde bulunmaları kabul olunur.  Mebsut,  Fethül'kadir.

661 - : Kendisine kazf edilmiş olduğunu dâva eden kimse, bu hu-susdaki iddiasını isbat -için ikame edeceği şahidlerin şehr dahilindi' bu­lunduklarını  dermeyan  ederse   hâkim,   kazif  olduğu  iddia   edilen  yalısı muvakkaten  mahikemede   ahkor,   bir   tarafa      savuşmamasını   kendisim1 tenbih eder. Yoksa  onu hakikaten  habs  etmez.  Çünkü  hah.,,  bir ıik;: betdir. Ukubet ise mücerred dâva ile ikame edilemez. Binaenaleyh müd­deî, o gün şahidleri mahkemeye getirebilirse dâva cereyan eder. petiıv-mezse o şahsın sebili tahliye edilir. Bedayî,

662 - : Makzuf olduğunu iddia eden kimse, hu hususda  beyyinosi bulunmadığını veya şahidlerin şehr haricimle bulumlukkırrnı  if;u!e etdiği takdirde kazif olduğu iddia edilen şahıs,  serbest bırakılır, kendisin-den kefil de alınmaz, kendi arzu ederse kefil verebilir. Bu, bü'iema dir.

Bu mesele, İmamı Âzam'a göredir. Imameyne göre müddeaaley'. olan kazifden - nefsini teslim hususunda - üç gün için İtefü alınabi­lir. Çünkü bu suretle müddeaaleyhin mahkemeye ihzar edilmesi temin edilmiş olur.

Bu babda İmameynin noktai nazarları şudur: Madem ki hududda muvakkaten habs carîdir, kefalet de evlâ bittarik carî olmak lâzım ge­lir, imamı Âzam'a göre ise kefalet, istîsak içinpır. Hududda asıl olan İS3 bikaderü'imkân def ve iskatdır. Binaenaleyh bunu kefalet suretiyle tev­sik etmek îcab etmez. Bu hususdaki habsden maksad ise muvakkaten bir nezaret altında bulundurmakdan ibaretdir, yoksa hakikaten bir habs­den ibaret değildir. Mebsut, Bedayî.

663 - : Müddeî makamında bulunan  makzuf, bir  âdil şahid ika­me edib de ikinci şahidinin -hazır     bulunduğunu  bil'ifadc  ikamesi  için mühlet istese hâkim, kazifi iki ve nihayet üç gün kadar tevkif eder.

Bu mesele de îmamı Âzam'a göredir. Imameyne göre kazifin nefsi hakkında kefil alınarak kendisi serbest bırakılır. Çünkü -bununla mak­sad hâsıl olur. Bedayî, Muhiti Burhanı.

664 - : Kazfe  şahadet  edenler,  bunun  mekâmndaveya   zamanın­da ihtilâf etseler şahadetleri  îmamı Âzam'a göre kabul olunur. Çünkü mekân ve zamanın ihtilâfı, kazfin ihtilâfım icab etmez, kazf, söz kabi­linden olduğu cihetle bir kazfin iki mekânda, iki zamanda  tekrar edil­miş olması caizdir. Fakat İmameyne göre bu şahadet, kabul edilemez. Zi­ra bunlar başka başka kazfler olrpakto. müttehid bulunmamış, hiç birinin hakkında, iki şahid içtima etmemiş olur.

605 - : Makzuf, tahlif edilemez.

Binaenaleyh kazif, makzuf un zinada bulunmamış olduğuna dair yo-min etmesini talebde bulunamaz. Bu yemin teklifi zakldir. Çünkü yemin­den nükûKikrar sayılır. Halbuki bir şahıs, zinada bulunduğunu sarahr. ten ikrar etse bile bundan rücuu muteberdir. Mebsut, Bedayî.

606 - : Makzuf, kazf iddiasını inkâra mukarin beyyine ile isbat edemediği takdirde kazif o yemin verdirebilir mi?. Bu mesele, müetehid-ler arasında ihtilaflıdır. İmam Kerhînin beyanına nazaran bu hususda Hanefî fukahasına göre istihlâf carî olmaz. Çünkü bu babda hakkullah galibdir. Hakkullahda ise istihlâf carî değildir.

Maahaza Hanefî imamlarından zahinirrivaye olmak üzere nakl edi­len bir kavle göre bu hususda istihlâf caizdir, kazif yeminden nükûl ederse hakkında haddi kazf, diğer bir rivayete göre de ta'zir icra edi­lir. Bedayî.

«(îmanı Şafiî de kazif hakkında istihîâfm cereyanına kaildir. Çün­kü müşarünileyhe göre haddi kazf, sırf hukuk-ı ibaddan olduğu cihetle - sair hukuki ibadda olduğu gibi bunda da - istihlâf cereyan eder. Fa­kat sair hadlerde istihlâf bü'ittifak caiz değildir. Zira onlarda ikrardan rücu, sahihdir, yemin verdirmekde bir faide yokdur. Haddi kazfde ise ikrardan rücu, bâtıldır. Binaenaleyh istihlâf, müfid olmuş olur. Bedayî.)

(îmam Mâlike göre de kazifden kefil alınmaz. Çünkü müşarüniley­he göre hududda, kısasda kefalet carî olmaz.) [2]

 

Haddi Kazfin Sureti İcrası :

 

667 - : Haddi kazf, kazifin muayyen uzuvlarına müteferrik bir su­rette ve mutavassıt bir halde yapılır. Haddi zinanın tatbiki hususundaki şerait vetakyidat, haddi kazfde de tamamen nazara alınır. Maahaza had­di kazf, haddi zinadan daha hafif bir tarzda icra edilir. Had esnasında kazifin üzerindeki kürk gibi kalın libasından başkası çıkarılmaz. Çünkü kazf eürmü, zina cinayetine nisbetle hafifdir ve kazifin isnadında sadık olmak ihtimali de vardır. Bedayî, Bahr.

668 - : Haddi kazfi tatbik için tayin edilecek memurun âkil, darb usulüne vâkıf olması lâzımdır. Çünkü yapılacak darbeler, celdeler ne mah­kûmu Öldürecek, cerihadar edecek derecede şiddetli olacak, ne de mah­kûmu müteellim etmeyecek derecede hafif bulunacakdır.  Kazif ayakda durdurulacak, darbeler, hemen kaldırılıb temdid edilmeyecekdir. Kazife-nin ise oturur halde bulunması lâzımdır. Çünkü bu vaziyet, onun setrine elverişlidir. Bedayî, Dürer. [3]

 

Kazflerin İçtimaiyle Iıaddi Kazfde Tedahül Cereyanı  :

 

669 - : Haddi kazfde tedahül cereyan eder. Yani: müteaddid kazf-lerden dolayı yalnız bir had ile iktifa edilebilir ki bu hale «tedahül fil1 kazf» denilir. Şöyle ki:

Bir kimse, bir şahsa veya ıbir cemaate bir lâfz ile veya başka başka Jâfzlar ile kazfde bulunacak olsa bunlardan dolayı hakkında yalnız bir haddi kazf, icra edilir. Makzufların hepsi birden müdafaa.ve muhake­mede gerek hazır bulunsunlar ve gerek bulunmasınlar. Çünkü haddi kazf. hukuki âmmeye teallûk etdiği cihetle bu gibi ukubetlerde tedahül carî v..-bir had icrasiyle matlûb olan zecr ve men hâsil olabilir.

670 - : Bir kimse, bir şahsa veya bir cemaate kazf edib de bun­lardan dolayı hakkında had icra edildikden sonra tekrar başka birisim: kazfde bulunacak olsa hakkında bü'ittifak tekrar haddi kazf, lâzım ge­lir. Çünkü bu takdirde birinci had ile inzicar gayesi hâsıl olmadığı an­laşılır.

Evvelki şahsa veya cemaate ayrı bir zina isnadiyle kazfde bulundu­ğu takdirde de hüküm böyledir.

671 - : Bir şahıs hakkında müteaddidhadleri icab  eden muhtelif

hudud esbabı = cerâim içtima etdiği takdirde bu esbab ve ağrazın ih­tilâfına mebni tedahüli ceraim usulü tamamen carî olmaz. Çünkü bun­lardan birinin tatbikiyle maksad temin edilmiş olamaz. Bu halde bakı­lır: eğer bunların içinde şahsî hukuk ile alâkadar olan bir had var ise ilk evvel o had icra edilir, Bundan sonra hukukullaha âmme hukuku­na müteallik olan diğer hadlerin icrasına imkân var ise onlar da alelusul icra edilir, imkân bulunmadığı takdirde ise onlar bizzarure sakıt olurlar.

Maahaza hukukullaha müteallik hadlerden birisinin istifa edilmesi, diğerlerinin iskatını müstelzim olacak bir mahiyetde ise bu ıskatı temin için o bir haddin ikamesiyle iktifa olunur.

Demek oluyor ki, bu suretle cerâimin içtimai halinde cezaların te­dahülü kısmen temin edilmekdedir.

Bu esas üzerine aşağıdaki-meseleler, tefemi eder :

672 - : Bir şahıs hakkında kazfden, sirkatden, zinadan ve şürbi hamrden dolayı darb suretiyle had icrası lâzım gelse evvelâ: haddi kazf icra edilir. Çünkü bu hadde hakkı şahsî teallûk etmekdedir. Badehu ve-liyyül'emr; muhayyerdir,   dilerse evvelâ haddi sirkati ve dilerse  haddi zinayı ikame eder, daha sonra da haddi hamri tatbik eder. Çünkü haddi kazfi istifadan sonra hukukullahdan olan mütebaki üç haddin ikamesi mümkün bulunmuşdur. Şu kadar var ki, haddi sirkat ile haddi zina, ki-tabullahın nassiyle ve sünnetle sabit    olduğundan takdim edilir, haddi hamr ise içtihada ve haberi ahada müstenid bir icma ile sabit olduğu ci­hetle tehir olunur.

Maamafih bu hadler; mütevaliyen ikame edilmez, belki birinin tesi­ri zail oldukdan sonra diğerine sıra gelir. Tâ ki helake nıüeddî olmasın Bu intizar müddetinde mahkûm, mevkuf bulunur.

673 - : Bir şahıs hakkında kazfden, sirkatden ve sürbi hamrden dolayı darb suretiyle had, gayri meşru mukarenetden dolayı da recm ce­zası lâzım gelse evvelâ: haddi kazf icra edilir, badehu sirkat edilen mal, tazmin etdirilir, daha sonra recm icra edilerek diğer had iskat edilmiş olur. !

674 - : Bir şahıs hakkında kazfden, sirkatden ve şürbi hamrden dolayı darb suretiyle had, gayri meşru mukarenetden dolayı da recm ce­zası lâzım gelse evvelâ: haddi kazf icra edilir, badehu sirkat edilen mal, tazmin etdirilir, daha sonra recm icra edilerek diğer had iskat edilmiş olur.

Kezalik bir şahıs hakkında meselâ: haddi kazf, haddi sirkat, haddi zina, haddi sekr ile kısas cezası lâzım gelse evvelâ: haddi kazf icra edilir

675 - : Bir şahıs hakkında kısasen kati cezasiyle halisen hukukul-lahdan olan haddi sekr, haddi zina gibi cezalar içtima edecek olsa kati cezası - kul hakkı olduğundan - istifa edilir, diğer cezalar, istifanın teazzürüne mebni sakıt olur.

Kazfden dolayı hakkında had cezası verilen şahsın artık şahadeti makbul olmaz, velev ki tövbekar olsun. Çünkü hakkında had icra edil­mekle yalancı olduğu tescil edilmiş olur. Şu kadar var ki'diyanet = iba-dât hususu müstesnadır, bu babdaki ifadeleri kabul edilebilir..

Sair esbabdan dolayı haklarında had icra edilmiş olan kimseler ise şahadet hususunda ve-diğer hükümlerde gayri mahdud kimselerden fark­lı değildirler. Bahri Raik, Dürri Muhtar, Reddi Muhtar, Bedayî.

«(Malikîîere göre de kazfin tekerrüriyle veya makzufun müteaddid olmasiyle haddi kazf tekerrür etmez. Şöyle ki: bir kimse, bir şahsa ve­ya bir cemaate defat ile kazfde bulunsa hakkında yalnız bir had lâzım gelir.

Meselâ: bir cemaate hitaben: «Hepiniz zanisiniz» veya «ey zanîler* dese veya her birine bir meclisde veya başka başka meclislerde «ey zani» dese veya «fülân ve fülân zanidir» diyecek olsa hakkında bir haddi kazf cezası lâzım gelir. Fakat bu had icra edildikden sonra tekrar sarahaten veya gayri sarih olarak kazfde toulunsa, meselâ: «ben yalan söylemiş de­ğilim* veya «ben sadıkım» diye kazfında musib olduğunu işrab eyîese veya başkasına kazfde bulunsa tekrar hadde müstahik olur.

Kazif, haddin icrası esnasında kazfini tekrar yapsa evvelki celdeler ilga edilerek yeniden had icra edilir. Fakat evvelki celdelerin az bir mik-dan kalmış, ise bunlar ikmal edilerek, yeniden had icrasına başlanılır. Şerhi Ebil'berekât.)

(imam Şafiîden bir kavle ve İmam Ahmed ibni Hanbeîe göre bir kimse, müteaddid şahıslara bir söz ile kazf etse hakkında bir had lâzım gelirse de başka başka lâfızlar ile kazfde bulunacak olsa (bunların her bi­rinden dolayı ayrı ayrı haddi kazf icrası lâzım gelir. Çünkü bu had, hu­kuki şahsiyedendir. Bir şahsın hakkı istifa edilmekle diğerlerinin hakla­rı istifa edilmiş olmaz.)

(Hanbelîlere göre bir kimse, bütün bir belde ahalisine veya kendile­rinin mecmuundan zina vuku mutasavver bulunmayan bir cemaate kazf­de bulunsa bundan dolayı hakkında had icra edilmeyib yalnız ta'zir ec­zası lâzım gelir. Çünkü bu halde kazifin yalancı olduğu zahir olacağın­dan makzuf olanlara âr lâhikolmaz. Keşşafül'kına.)

(Yapılan bir kazfden dolayı hemen tövbe etmelidir. Çünkü kazf bü­yük bir günahdır. Makzufun kazfden haberi yok ise bu tövbenin kabu­lü için bu kâzfi makzufe haber vermek şart değildir. Hattâ bazı zevata göre bunu haber vermek haramdır. Zira bununla makzuf müteessir edilmiş olur. Fakat makzuf bundan haberdar ise yapılan tövbe kendisine haber verilebilir, bu bir- tarziye demekdir. Gıyaben yapılan bir kazf, bir gıybet de bir zulümdür, bundan töbe etmekle beraber makzııfım ve gıy­bet edilen kimsenin hakkında hayırlı duada da bulunmalıdır ki bu, bir nevi tazminat sayılır.

Maahaza yukarıda da yazıldığı üzere hakkında had icra edilen ka­zifin töbe etse de artık şahadete ehliyeti kalmaz. Çünkü kur'anı, mübinde buyurulmuştür. yani: iffetli, muhsanattan bulunan kadınlara zina isnad eden, soma dört şahid getirerek bu isnadlarını isbat etmeyen kimselere seksen değnek vurun ve bunların şahadetlerim ebediyen kabul etmeyin. Ve fâsık olan onlardır. Ancak bundan sonra tevbe edib hallerini ıslah edenler müstesna, bunlar fâsık olmakdan kurtulurlar.

İmam Mâlik ile îmam Şafiîye göre bu gibi kaziflerin badettevbe şa­hadetleri makbul olur. Bu iki muhterem müetehide göre, âyeti kerimede­ki istisna, kavli şerifine racidir. Eimmei Hanefiyyeye göre ise nazmı celüine müteveccihdir. Bidayetülmüctehid, TuMe, Keşşafül'kına.) [4]

 

Haddi Kazfi İskat Eden Bazı Sebebler

 

676 - : Hadleri badelvücub iskat eden sebeblere «nnüskitati hu-dud, denir ki, müteaddid envai vardır. Ezcümle haddi kazfi iskat husu­sunda aşağıda yazıb sebebler vardır:

677 - : Makzufun kazifi tasdik etmesi. Bu takdirde haddi  kazf, sakıt olur. Çünkü makzuf, kendisine isnad edilen ân kabul etmiş, kazi-fin doğru söylediğini itiraf eylemiş bulunur.

678 - : Makzufun kazifi ikrarında tekzib etmesi. Şöyle ki: mak­zuf, mahkemede kazfi ikrar eden şahsa karşı: «hayır, sen bana kazf et­medin* dese kazifden had sakıt olur. Çünkü kazifi tekzib edince nefsini de kazf dâvasında tekzib etmiş olur. Haddi kazf icrası içinse dâva şartdır.

679 - : Makzufun kazf hakkındaki beyyinesini .tekzib etmesi. Şöy­le ki, makzuf tarafından dâva bulunmadıkça esasen şahidlerin ifadelen dinlenemez- Dâva vuku buldukdan sonra makzufun kendi şahidlerini ken­disinin tekzib etmesi İse dâvayı takibden vazgeçmek demekdir. Artık had icrasına imkân kalmaz.

680 - : Makzufun kazifi tasdik etdiğine dair kazifin beyyine ika­me etmesi. Bu hususta iki erkeğin şahadeti kâfi olduğu gibi bir erkekle

iki kadının şahadetleri de kâfidir. Çünkü bu babdaki beyyine; haddi is­bat için değil, iskat için ikame edilmiş olacakdır. Hadler ise şübheli bir beyyine ile de sakıt olur. Binaenaleyh bu hususda şahadet aleşşehade, kitabül'kazı liel'kazî'de makbuldür.

681 - : Kazfe şahadet edenlerin kazadan soma, imzadan =-- hük­mi ifadan evvel şahadetlerinden rücu etmeleri. Bu takdirde de had icra edilemeyib sakıt olur. Çünkü bunların rücuu, sıdka da kizbede muhte­mel olduğundan şübhe iras eder. Şübhe ise haddi istifaya manidir. Kaz? hakkındaki ikrardan rücu ise muteber değildir. Hukuki ibadda ise ikrar­dan riicu, sahih olamaz.

682 - : Makzufun haddi kazf icrasından mukaddem vefatı veya ih­sandan mahrum kalması. Şöyle ki: badel'hükm henüz had icra edilmeden makzuf ölse veya ateh getirse veya tecennün etse yahut liaynihî haranı bir mukarenetde bulunsa artık kazif hakkında had icra edilemez. Çün­kü had icrası ânında vücudu icab eden şartlar, bu halde tamamen mev-cud bulunmamış olur. Bedayl

«(Hanbelüere göre de haddi kazf şu dört sebebden biriyle sakıt olur. Makzufun kazifi afüv etmesi, kazifi tasdik etmesi, kazifin iddiasına bey­yine ikame etmesi, kazifin liande bulunması. NeylüTmeârib.)

(imam Mâlike göre makzufun ikame etdiği şahidleri tekzib etmesi muteber değildir. Çünkü bu takdirde had, bilbeyyine sabit ve vacibül'is-tifa olduğundan bunu ibtal etmesi caiz olmaz.) [5]

 

DÖRDÜNCÜ MEBHAS

 

HADDİ HAMK VE HADDİ SKKK HAKKINDADIK

 

İÇİNDEKİLER: Müskiratın mahiyyeti ve envai, müskiratın hüküm­leri = cezaları. Haddi hamr ile haddi sekrin mahiyyeti ve sekrânın tari­fi. Haddi hamr ile haddi sekrin icrası için ikiiza eden şartlar, tjürbi hanı-rin ve sarhoşluğun sübutu. Haddi hamr ile haddi sekrin sureti istilası. Hadlerde velayeti istifayı haiz olanlar. Haddi hamr ile haddi sekri ıskat eden bazı sebepler. Müskirat hakkındaki hadlerin hikmeti teşriiyyesi. [6]

 

Müskiratın Mahiyyeti Ve Enval :

 

683  - : Müskir, yiyilmesiyle veya içilmesiyle insana sarhoşluk ve­ren şeydir. Cem'i: müskiratdır.

Müskirat, camid ve mayi olmak itibariyle iki nev'e ayrıldığı gibi me' külât ve meşrubatdan olmak itibariyle de iki nev'e ayrılır.

(1) : Câmid veya me'külâtdan madud müskirat;  afyon, benk, es­rar gibi nebatatdan olub insana fütur, uyku veren, aklı bozan şeylerdir.

(2) : Mayi veya meşrabatdan sayılan müskirat; içilmeleriyle insa­na sekr veren bir kısım mayiatdır ki, üzümden, hurmadan vesair mey-valardan,  buğday,  arpa gibi  hububatdan  südlerden vesaireden istihsal edilir.

684 - : Yaş üzümden istihsal edilen, müskirat, başlıca beş türlü­dür. Bunlar hamr ile bazik, müselles, munassef, buhtec denilen müskir

mayilerden ibaretdir.

Hamrın tortusundan takdir suretiyle istihsal edilen ve «arak» adı­nı alan rakı da buhtec hükmündedir.

Bazik ile munassafada «tılâ» denildiği vakidir.

Kuru üzümden yapılan müskirat da başlıca «nakîı zebîb» ile «nebi zi zebib» den ibaretdir.

Hurmadan yapılan müskirat da başlıca üç türlüdür ki, ıbunlar da «nebizi temr» ve «nakîı temr» ile «seker» denilen mayilerden ibaretdir. Bu müskiratın mahiyetleri için ıstılâhat kısmına müracaat!.

685 - : Karışık olarak azca pişirilmiş olan hurma ile kuru üzüm suyuna «halitan»  denir. Iştidad etsin etmesin.  îstidad edib müskir bir hale geldiği takdirde «nakî» hükmünde olur.

Hububatdan ve sair meyvalardan, şekerden, baldan vesair şeylerden istihsal edilen mayi müskirat da başka başka isimler aldıkları halde hük­men müttehiddirler. [7]               

 

Müskiratın Hükümleki Cezaları

 

686 - : Afyon, benk, esrar, iazla zaferan, haşîş envaından gönco gibi camid olan müskirat, aklı izale veya ifsad etdiği, vücude mazarrat­lar iras eylediği cihetle bunların müskir olacak mikdarım yemek şer'an mutlaka memnu - haramdır. Az bir mikdarına gelince bunu da zevk v-j telehhî maksadiyle kullanmak caiz değildir.

Maahaza bu camid müskirat, haddi zatında nebatat kabilinden olub mubah edviyeden madud bulunmakla bunları bil'ihtiyar istimal etmekle sarhoş olan kimseler hakkında ta'zîr cezası lâzım gelirse de had icab etmez. Bunların tedavi maksadiyle az bir mikdarda kullanılmasından mü-tehassıl sarhoşluk ise ma'füv olduğundan ta'ziri de mucib olmaz ve bu sarhoşluk halindeki tasarrufata da itibar olunmaz.

Şafiî fukahasından bazılarına göre afyon gibi camid müskiratı is­timal eden bir şahıs, bundan zecr için ta'zir olunur. Fakat bu hususdaki itiyadı, bunları istimale ilca edecek bir hale gelmiş, yani: bunları istimal etmemek, hayatına tesir edecek bir renk almış bulunursa o zaman ta'ziv cihetine gidilmez, belki o şahıs için lâzım gelir ki tedricen azaltarak ve­ya yerine başka mubah bir şey ikame ederek kendisine zarar vermiye-cek bir suretde bu itiyadını terke çalışsın.)

687 - : Mayi halindeki  müskirata gelince  bunlardan hamrin  azı da çoğu da sekr versin vermesin kat'iyyen haram olub haddi müstelzim bulunur. Bu hususda müctehidler arasında tam bir ittifak vardır. Çün-kübunun her cür'ası, başka bir zevk vücude getirerek çok içilmesine sa­ik olur. Maahaza bu husudaki memnuiyet, sarih naslar ile takrir ve tes-bit edilmişdir.

Diğer mayi müskiratdan bazik, münassaf, buhtec, seker, nakîı zebib de galeyan edib müşted olunca hamr gibi memnu bulunur. Binaenaleyh bunların da azını ve çoğunu istimal caiz değildir. Şu kadar var ki bunla­rın istimali, sekr vermedikçe haddi müstelzim olmaz. Bu, Hanefiyyeye göredir.

«(Eimmei selâseye göre bunların istimal edilmesi, herhalde haddi müstelzim olur, sekr vermiş olsun olmasın. Çünkü her sekr veren şey. hamrden maduddur. Ve çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır. Ni­tekim bir hadisi şerifde buyurulmuşdur. Diğer bir hadisi şerifde de diye varid olmuşdur. Binaenaleyh bunlar da ayni hükme tabidirler. Hıdaye, TuhfetüTmuhtaç.)

688 - : Müselles, nebizi temr, nebizi zebîb, halitan ile pişirilmiş ol­sun olmasın, bal, incir, buğday, arpa, dan nebizleri = şurublan galeyan ve iştidad etseler de müskir bir hale gelmedikçe ve telehhî kasdiyle içilmedikçe mübahdırlar. Fakat bunlar, miiskir bir hale, gelince bunların yal­nız sekr V3rmeyecek mikdarını bedene kuvvet vermek maksadiyle içmek, İmamı Âzam ile İmam Ebu Yûsuf e göre caizdir. Sekr veren mikdarını içmek ise memnu - haram olduğundan haddi müstelzim olur. Bunların sekr vereceği zannedilen mikdarını içmek de memnudur, velev ki sekr vermesin.

imam Muhammed'e göre bunlar, sarhoşluk verecek bir hale gelince artık bunların azım da çoğunu da içmek herhalde memnu oiur. Müfta bih olan da budur. Şu kadar var ki, azını içmek ta'ziri mucib olursa da sarhoşluk vermedikçe haddi müstelzim olmaz. Mebsut, Hidaye.

 «(Eimmei selâseye göre işe bu halde bunların azını da çoğunu da iç­mek haddi icab eder. Çünkü haddi zatında müskir olan birşeyin azı da, çoğu da, çiği de, bişirilmişi de şer'an memnu ve hamrden maduddur. Ş;ı kadar var ki, tmam Ahmed ibni Hanbele göre böyle bir mayiin içilme­sinden dolayı had vurulabilmesi için bunun çok mikdarının sarhoşluk ve­receği malûm bulunmak lâzımdır. Bunu içmiş olan şahıs, bunun sarhoş­luk vereceğini bilmemiş olduğunu ifade ederse tasdik olunur. Neyül'me-arib.

689  - : Bir hamre su karıştırıldığı takdirde bakılır: eğer su hamr­den az veya ona müsavi ise bunun içilmesi, sarhoşluk versin vermesin haddi müstelzim olur. Fakat  su galib ise sarhoşluk vermedikçe haddi müstelzim olmaz. Çünkü bu halde o mayi, hamr adım ve mahiyyetini ga-ib etmiş olur. Fakat haddi zatında nâpâk ve memnu olmakla şâribi, me-suliyetden, ta'zirden kurtulamaz.

Bu mesele de eimmei Hanefiyyeye göredir. Sair müctehidlere göre ise bu halde de had lâzım gelir.

690  - : Hamrin tortusu, Hanefiyyeye göre hamr hükmünde değil­dir.

Binaenaleyh bu tortuyu İçmek, halâl olmamakla beraber sekr ver­medikçe haddi icab etmez. Çünkü bu tortu, her ne kadar eczai hamrden halı değilse de galibiyet tortu cihetindedir, hükm ise galibe göredir. Bu­nun içindir ki, bu tortuya hamr ismi verilmez. Bedayî, Dürri Muhtar. Hin-diyye.

«(Eimmei selâseye göre bu tortuyu içmek de haddi müstelzimdir. Zi­ra bir katre hamr bile haddi icab eder. Bu tortunun içinde ise birçok hamr katreleri ulevcuddur.)

691 - : Hamr veya sair müskir mayiat, iştidad etdikten sonra bi-şirilmekle üçde ikisi gidecek olsa yine memnuİyetden kurtulamaz.  Çün­kü tekarrür eden bîr memnuiyet    hürmet, bîşirilmekle mürtefi olmaz. Racİh görülen kavi, budur. «(Zahirîlere göre de çoğu sarhoşluk veren bir şeyin bir noktası bili-hamrdir. Bunların temellükü de, satılması da, içilmesi de, istimali de her­kese haramdır. Hamr vesaire gibi bütün müskiratın çiği do, ar,ı veya ço­ğu gitsin gitmesin bişmişi de bu hususda müsavidir îmanı Mâlikin. Şa-fiînin, Ahmed ibni Hanbelin, Ebu Süleymanm ve başkalarının kavli de böyledir. Elnıuhallâ.) [8]

 

Haddi Hamr İle Haddi Sekrin Mahiyyeti Ve Sekranın Tarifi 

 

692 - : Hamr, ıstılah kısmında da yazılı olduğu üzere: «bişiril-meksizin kendi kendine kaynayıp kabaran, kuvvetlenib müskir bir hale gelen yaş üzüm suyudur. Köpüğünü atmış olsun olmasın.

Bu tarif, imameyn ile sair müetehitlere göredir. İmamı Âzam'a göre böyle bir üzüm suyu, köpüğünü atmadıkça had hususunda hamr sayıl­maz. Çünkü hamrin hükümleri kat'îdir. Binaenaleyh şübhe ile sabit ol­maz. Köpüğünü attı mı şübhe zail olur. Galeyan ve iştidad = kuvvetlen­me İse bil'icma şartdir. Bunlar bulunmadıkça hamriyyet meydana gelmez.

Hamra nâsın örfünde ve etıbba ıstılahınca «şerab» adı verilir. Fakat şerab, lûgatde içilen herhangi bir mayi demekdir, müskir olsun olmasın. Fukaha ıstılahınca ise «içilmesi sarhoşluk veren herhangi bir mayi mâ nâsınadır. Cem'i eşribe»dir.

693 - : Hadkli hamr, «az veya çok mikdarda bil'ihtiyar hamr içil­mesinden dolayı tatbiki icab eden ukubetdir, sekr vermiş olsun olmasın. Buna «haddi şürb» de denir.

Bu ukubet, hür ve hürre hakkında seksen, rakik hakkında da kırk celde - değnekdir. Bedayî, Hidaye.

Bu, Hanefîler ile Mâlikîlere göredir.

«{îmarn Şafiî ile îmanı Ahmedden bir rivayete göre bu ukubet, hü" ve hürre hakkında kırk, rakik hakkında yirmi celdeden ibaretdir.)

Hürriyet şerefine nail, bu sayede daha ziyade faziletkâr olmak fır­satına mâlik oîan bir insanın bu nimetlere karşı bir takdirsizîik nişanesi olmak üzere müskirat kullanması, bu nimetlere nailiyet esbabından mah­rum bulunan rakiklere nisbetle hakkında cezanın iki kat olmasu müstel­zim bulunmuşdur.

694 - : Haddi sekr, «hamrden başka müskir meşrubatdan birinin bil'ihtiyar içilmesinden husule gelen sarhoşlukdan dolayı tatbiki icab eden ukubetdir ki mikdan, haddi hamr gibidir.

Sekr ise müskiratdan birinin kullamlmasiyle dimağa yükselen bu­harların tesirinden mütehassil bir haleti mahsusadır ki, buna lisanımızda «sarhoşluk» denir.

Haddi icab eden  sekr,  hezeyana,  lâkırdıların ekseriyetle ihtilâtma sebeb olacak derecedeki sarhoşlukdur. Bu derece sarhoş olan şahsa nâa arasında «sekran  =  sarhoş»  denilir.

Bu, îmameynin kavlidir. Müfta bih olan da budur. İmamı Azam Hazretlerine göre haddi müstelzim olan sekr, kadını erkekten ve yeri gökten fark edemeyecek derecede olan sarhoşlukdur. Mebsut, Reddi Muh tar.

«(îmam Mâlik Hazretlerine göre sekran, kullandığı bir müskirdeıı dolayı güzel ile çirkinin arasını tefrik edemeyecek bir hale gelmiş olan kimsedir ki, yanında hüsn ile. kubh müsavi görülür.)

(İmam Şafiî ile İmam Ahmet hazretlerine göre de sekran, müski­rattan birini istimal dolayısiyle âdeti hilâfına olarak sözlerinde karışık­lıktık zuhura gelmiş olan kimsedir.) [9]

 

Haddi Hamr İle Haddi Sekrin İcrası İçîn İktiza Eden Şartlar :

 

695 - : Hamr içen   veya sair  müskirattan birini  içmekle  sekran olan bir şahıs hakkında had cezası tatbik edilebilmesi için aşağıda yazılı altı şartın mevcudiyeti lâzımdır.

696 - : Âkil ve baliğ olmalıdır.

Binaenaleyh çocuklar ile mecnunlar hakkında haddi şürb carî olmaz.

697 - : Nâtık olmalıdır.

Binaenaleyh dilsizler hakkında haddi şürb icra edilemez. Çünkü hal­leri şubhe tevlit1 etmekten hali değildir. Söyleyecek olsalar belki haddi is-kat edecek birer sebeb dermeyan edebilirlerdi.,

698 - : Müslim olmalıdır. Binaenaleyh harbî, müste'min ve zimmî hakkında haddi hamr ve haddi sekir tatbik edilemez. Fakat Hasan ibni Ziyad'dan rivayet edilen bir kavle göre zimmî hakkında da bu hadler tatbik edilebilir. Çünkü sar­hoşluk, esasen her dinde memnudur.

699 - : Müskirat, dari adilde kullanılmış olmalıdır.

Binaenaleyh dari harbde veya dari bağîde müskirattan birini kul­lanmış olan bir müslüman, dari adle gelince hakkında had icra edilemez. Çünkü bu halde hâdise, veliyyül'emnn hâkimiyeti haricinde vuku bul­muş olur.

700 - : Müskiratın memnuiyetina hakikaten veya hükmen mutta­li olmalıdır.

Binaenaleyh dari harbden henüz dari isîâma gelib islâmiyet! kabul eden bir kimse hakkında kullanacağı bir müskirden dolayı hemen had cezası verilmez. Fakat öteden beri dari islâmda bulunan bir müslüman, bu hususda mazur değildir. Çünkü dari islâmda bulunmakla müskiratın haram olduğuna hiç olmazsa hükmen muttali sayılır.

701 - : Muhtar olmalıdır. Binaenaleyh ikrah ile veya boğazda taam tıkanıb kahb da su bulun­mamak gibi bir ıztırar ile müskiratdan <birini içerek sekran olan şahıs hakkında had lâzım gelmez. Meğer ki ıztırar mikdarmdan fazlasını iç­miş bulunsun.

702 - : Tekadümi ahd bulunmamalıdır.

Binaenaleyh hâdisede tekadüm bulunursa artık had icra edilemez. Bu husustaki tekadüm müddeti, sekr rayihasının zevali ile tahakkuk eder. Meğer ki hadiseye şahid olanlar, mahkemeye gelinceye kadar me­safenin uzaklığı sebebiyle sekr rayihası zail olmuş bulunsun. Bu halde rayihanın bulunması, şahadeti tahammül zamanında aranır, şahadeti eda zamanında aranmaz.

Bu tekadüm meselesi, İmamı Âzam ile îmam Ebu Yûsuf e göredir, îmam Muhammed'e göre tekadümi ahd, bu hususdaki ikrar ve itirafın sıhhatine mani oimaz. Binaenaleyh vaktiyle müskirat kullanmış olan bir şahıs, bu hareketini gidib mahkemede ikrar etse hakkında had icra edi­lebilir, sarhoşluk asarının zevaline bakılmaz. Mebsut, Hidaye, Bedayi. «( Eimmei selâseye göre de tekadüm ile haddi şürb sakıt olmaz.) [10]

 

Şürbi Hamrîn Ve Sarhoşluğun Sübutü :

 

703 - : Bir şahsın hamr İçtiği veya müskir    içkilerden herhangi birini kulianib sarhoş olduğu ya ikrariyle veya beyyine ile sabit olur. Şöyle ki: bu hususta ikrardan maksat, bir kimsenin hamr içtiğim veya sair müskirattan herhangi birini içerek sarhoş olduğunu gelip mahkeme­de itiraf etmesinden ibaretdir. Şu kadar var ki bir kimsenin sarhoşluk halinde vukubuîan ikrarına itibar olunmaz. Çünkü bu sarhoşluğun mu­bah bir şey istimaliyle veya ikrah suretiyle husule gelmiş olması mel­huzdur.

Beyyineye gelince bu da en az iki âdil, erkek şahid tarafından bir şahsın hamr içdiğine veya müskiratdan birini içerek sarhoş olduğuna da­ir mahkemede vukubuîan şahadet demekdir.

704 - : Şahidler, hamr içildiğine veya sarhoşluğa şahadet edince hâkim, kendilerinden istizahda bulunur.  Meselâ:  hamrin  ne  olduğunu, nasıl, ne vakit, nerede içildiğini şahidlerden sorar. Çünkü içilen şeyin şer' an memnu olub olmadığı, hâdisede tekadümi ahd bulunub ibulunmadığı ve hâdisenin nerede İrtikâb edildiği bu suretle tebarüz eder. Bununla beraber hâkim, şahidleri tezkiyeye havale eder, kendilerinin zahir olan adaletleriyle iktifa etmez. Aleyhin şahadet olunan şahsı da bu tezkiye esnasında tevkif eder.

Şahidler, içilen müskir hakkında veya hâdisenin vukuu zamanında ihtilâf ederlerse şahadetleri kabul olunmaz.

705 - : Müskiratdan birini İçmiş olduğuna dair aleyhinde şahadet vukubulan şahıs, bu müskiri mükrehen içmiş olduğunu iddia etse de had­den kurtulamaz. Meğer ki bu iddiasını beyyine ile isbat etsin.

706 -  : Bir kimse hakkında ikrar veya beyyine bulunmadıkça mü-oot red kendisinde müskiratdan birinin rayihası bulunmakla had icra edi­lemez.

«(Yalnız imam Mâlike göre bu rayihanın vukuuna binaen had icra edilebilir. Şu kadar var ki. bunun müskir rayihası olduğu şahadetle an­laşılmalıdır. Bu müskir, ister nebîz olsun, ister başka bir şey olsun mü­savidir.)                                                

707 - : Haddi zatında müskiratdan sayılmayan herhangi bi:- ma­yii İçmesinden dolayı her nasılsa sarhoş olan kimse hakkında had lâzım gelmez. Bal şerbeti gibi. Bedayî, Fethülkadîr, Bahri Raik.

«(Şafiîlere göre bir cemaat, mahiyeti meçhul meşrubatdan birini İç­mek üzere toplanıb da bunu içdikleri halde içlerinden yalnız birisi sar­hoş olsa - o. mayiin müskir olduğu bununla teayyün edeceğinden - hepsinin hakkında had lâzım gelir.) [11]

 

Haddi Hamr İle Haddi Sekrin Sureti İstifası :

 

708 - : Haddi hamr ile haddi  sekr, haddi zinadan hafif,  haddi kazifden şiddetlice bir tarzda değnek ile icra edüir, mahkûmun izarindan   kendisini başından ayağına kadar setr eden entari gibi libasından başka elbisesi  üzerinden çıkarılır. Kadınların" kürk  gibi kalınca elbise­sinden başkası Üzerlerinden çıkarılmaz.

709 - : Had icra edilirken mahkûmun itlafına veya cerihadar ol­masına meydan verilmemeğe dikkat edilir ve kendisinden sarhoşluk ha­li zail olmadıkça had icra edilemez. Çünkü bu hadden maksad, te'dib ve zeor'dir. Sarhoşluk halinde yapılan bir had ise bu gayeyi temin edemö2:

710 - : Haddi hamrde ve haddi sekrde tedahül carîdir. Şöyle ki: bir kimse müteaddid defalar müskirat kullanmış olsa bunlardan dolayı hakkında yalnız bir had icra edilir. Fakat had yapıldıkdan sonra tekrar kullanırsa tekrar hadde  müslahik  olur.  Çünkü bu takdirde o bir had ile  halini  ıslah  etmemiş,  matlûb olan inzicar vüeude   gelmemiş  olduğu anlaşılır.

711 - : Haddi hamr ile haddi sekr hakkında badessübut afüv ve müsamaha carî olamaz. Çünkü bu hadler, hukuki ilâhiyyedendir, bunları İskata kimsenin hakkı yokdur. «(İmam Şafiiye göre haddi  hamr ile  haddi  sekr,  mutedil bîr sevi değnek veya kırbaç ile yapılabileceği gibi el darbesiyle, elbise etraf i  ayakkabıların vurulmasiyle ve toprak saçılmasiyle de  yapılabilir.

Hadlerde istimal edilecek değnek, ne çok kuru, ne de çok-yaş olma-îıdır, ne pek ince bir ağaç dalı gibi olmalı, ne de gayri mutedil bir asa halinde bulunmalıdır. Hâsılı bunun cirmi de, muhkemliği de mutedil bir halde olmalıdır ki, hem mücrime elem versin, hem de onun helakine mü-eddî olmasın.

Had darbeleri; .yüze, başa, ölüm tehlikesi olan uzuvlara vurulmaz. Ve mücrim bağlı bir halde bulundurulmaz.) [12]

 

Hadlerde Velayeti İstifayı Haiz Olanlar :

 

712 - : Şürbi hamr gibi, sirkat gibi esbabı hududi irtikâb eden mü­kellef şahıslar hakkında şer'an icab eden hadleri tatbik etmek salâhiye­tine «hududda velayeti istifa» adı verilir. Bu salâhiyet, yalnız ârnme ve­layetini haiz olan veliyyüremre aiddir. Çünkü hadler, âmme namına ic­ra edilir. Binaenaleyh âmme hakkında velayeti haiz olmayan kimseler, bu gibi cezaları ikame ve istifaya salâhiyetdar olamazlar.

713 - : Veliyyüremr, hadleri istifa salâhiyetini ya bizzat veya bil' istihlâf istimal eder. Bu istihlâf ise iki suretle olur.

(1) Tansîs suretiyle olur ki, istihlâf olunan zatın hadleri ikameye mezun olduğu sarahaten beyan olunur. Kendilerine verilen menşurlarda hududi ikameye me'zun oldukları yazılan kadılar gibi.

(2) : Tevliye suretiyle olur ki, bir zatın büyük bir şehri veya bir iklimi idare için büyük bir salâhiyeti haiz olmak üzere tayin edilmesiy­le olur. Bazı eyaletler ümerası gibi. Bedayi, Hidaye. [13]

 

Haddi Hamr İle Haddi Sekri Iskat Eden Bazı Sebebler   :

 

714 - : Haddi hamr ile haddi sekr denilen şer'î ukubetin vücudi, bir içtimaî hikmet ve maslahat icablarından olduğu gibi îbunun çokça tatbik edilmemesi de bir hikmeti âliye  muktezası bulunduğundan bunu iskat edecek bir takım sebebler vardır. Başhcaları aşağıda gösterildiği üzere üçtür:

715 - : İkrardan rücu ile haddi şürb sakıt olur. Şöyle ki: Bir kim­se, hamr içtiğini veya müskiratdan birini içmekle sarhoş olmuş olduğu­nu mahkemede ikrar ve itiraf etdikden sonra henüz hakkında had icra edilmeden bu ikrarından rücu edecek olsa artık had cezası tatbik edile­mez. Çünkü bu rücuunda sadık olması, ihtimal dahilindedir. İhtimal ise had icrasına manidir.

716 - : Şahadetden rücu ilede haddi şürb sakıt olur. Şöyle ki: şa­hitler bir şahsın hamr içdiğine veya sair müskiratdan birini kullanarak sarhoş olduğuna şahadet edib de ibadelhükm, kablel'imza bu şahadetle­rinden rücu edecek olsa artık had icra edilemez.

717 - : Şahidlerin şahadete ehliyetden mahrum   kalmalariyie  de had sakıt olur. Şöyle ki: şahidler, şahadet edib de henüz had icra edil­meden tecennün etseler, matuh olsalar veya haklarında bir sebeble had cezası tatbik edilse artık şahadetleri zail olub bununla haddi hamr veya haddi sekr icrasına imkân kalmaz.

Şahidlerin kablel'had ölmeleri veya iki şahidden birinin şahadete eh­liyetden mahrum kalması takdirinde de hüküm böyledir. Bedayi, Fethül' kadir, Reddi Muhtar. [14]

 

Müskirat Hakkındaki Had Cezalarının Hikmeti Teşriiyyesi :

 

718 - : Bilûmum şer'î had cezalarının icra edilmesi, bütün âmme menfaatlerini, maslahalarım korumak, bu sayede hem ferdlerin, hem de ferdlerden müteşekkil cemiyetlerin  selâmetini, nezahetini, refah ve   sa­adetini siyanet etmek hikmetine müsteniddir. Nitekim bir hadisi şerifdc:

buyurulmuşdur.

Yani : Yeryüzünde ikame edilen bir haddi şer'î, yer ehli için otuz sabah yağmur yağmasından daha hayırlıdır.

Binaenaleyh haddi hamr ile haddi sekrin meşruiyeti de hem ferd­lerin, hem de cemiyetlerin hakikî menfaatlerini korumak hikmet ve maslahatına müstenid    bulunmuşdur. Nitekim    aşağıda izah edilecekdir.

719 - : Haddi hamrin sebebi vücubi, hamr demlen müskir mayi-in ibl'ihtiyar içilmesidir. Haddi şehrin sebebi   vücubi de   herhangi   müs­kir bir mayiin bil'ihtiyar içilmesinden husule gelen - veya gelebilecek olan - sarhoşluk halidir.

Müskirat istimali, istihsali, bâdii nazarda maddî bir faideyi, mu­vakkat bir neşeyi mutazammın olsa bile onun manevî, maddî zararları, daimî âlâm ve ekdarı kat kat ziyadedir. Mazarratı menfaatine galib olan bir şeyin memnuiyeti ise muktezayı hikmetdir.

Filhakika müskiratın gerek ferdî ve gerek içtimaî birçok zararları, mahzurları vardır. Nitekim bir hadisi şerifde 

buyurulmuşdur. Yani  sarhoşluk veren şeyden kaçınınız, çünkü o, her şerrin anahtarıdır. Binaenaleyh bundan halkı men ve zecr için had cezası vazolunmuşdur.

Müskiratın bir kısım mahzurları şu veçhile hülâsa edilebilir.

(1) : Müskirat, şahıs hakkında muzirdir. Şöyle ki: içki kulanan-İar, ilk evvel kendi şahıslarının zararlarına çalışmış olurlar. Çünkü bu

yüzden vücudları erir, sıhhatleri bozulur, servetleri ellerinden çıkar, kendileri için en büyük bir nimet olan kıymetli akılları muvakkat bir zaman için olsun haleldar olur.

insan için akü, hürriyet, vekar ve temkin en büyük birer nimettir, insan bu sayede hukukunu muhafaza eder, herkesin ihtiramına mazhar olur, her türlü . tasarruf ata ehil bulunur. Hiçbir insan, velev biran için olsun bu nimetlerden mahrumiyete tahammül edemez. Halbuki bir sek-ran, aklım güzelce istirrîal edemez, halkın istihfafına hedef olur, bir çok medenî tasarruflardan hacr edilir, aleyhine, olan bazı tasarrufları da mücerred kendisine bir ceza olmak üzere nafiz addolunur. Uhrevî mesu­liyeti ise pek büyüktür.

(2) : Müskirat,  aile haytı için de muzirdir.  Şöyle ki:  içki  yüzün­den aile hayatında bir takım geçimsizlik yüz gösterir, ailenin    refahına sarfedilmesi    lâzım gelen    servetler,    vakitler çok kerre    içki yolunda mahvolur ve içki yüzünden bir takım müzmin hastalıklar vücude gelerek aile efradının hayatına ve dünyaya gelecek çocuklarının vücutlerine te­sir eder, nesi cılız yetişir, aile saadeti söner gider.

(3) : Müskirat, cemiyet hayatı için de muzirdir. Şöyle ki  : ferdler, mensub oldukları cemiyetlerin- kuvvetini teşkil  eder.  Perdlerin serveti, cemiyetlerin yaşamasına hadim olan malî kuvvetli  vücude  getirir. İçki. ile hayatım mahveden, servetini elinden çıkaran bir kimse ise    münte-sib   bulunduğu   cemiyetin malî ve bünyevî   kuvvetine halel vermiş olur.

Maahaza cemiyet arasında içtimaî âdâb ve ahlâkın, medenî kaya-nîn ve nizamatın hiç bir kimse tarafından ihlâl edilmemesi bir umdedir. İçkiye mübtelâ olan bir ferd ise cemiyetin bu umdesine aykırı harektt ederek cemiyet arasında fena bir numune vücude getirmiş, memleketin kanunlarına, nizamlarına muhalif hâdiselerin tekevvününe sebebiyet vermiş olabilir.

(4) : Filhakika müskirat her bakımdan muzirdir.    Ezcümle içki, öldürücü bir zehirdir, insanı tedricî bir suretde- zehirler, mahveder. Bu­nu kullananlar, tedricî bir intihara karar vermiş kimseler mesabesindedirler. İntihar ise dinen, aklen memnudur, insanları bundan men ve zec­re çalışmak lâzımdır.    

Vakıa intihar hâdisesi zuhura geldikden sonra men'ine çalışmak imkânı kalmaz. Artık bundan dolayı müntehir hakkında ceza tertib edilemez. Müntehirin varislerini veraset hakkından mahrum bırakmak isteyen bazı milletler var ise de böyle bir ceza doğru değildir. Bövle bir ceza, müntehir hakkında değil, belki onun bu hareketinde alâkası olma­yan varisleri hakkında tatbik edilmiş olacağından nısfet ve adalete mu­vafık dügmez.                           Fakat tedricî intihar böyle değildir. Böyle bir intihara cüret eden kimse hakkında bir ceza tertibi, bu gibi intiharların azalmasına pek iyi yardım edebilir.

Başkasının hayatına, malına, şerefine tecavüz eden bir ferd hak­kında ceza verilmesi, hikmet ve maslahat icablarından olduğu gibi ken­disinin - bir vediatullah olan - hayatına, malına, şerefine tecavüz eden ve binnetice kendi ailesi efradının refah ve saadetine ve mensup olduğu cemiyetin nizam ve intizamına zarar ve- halel veren bir ferd hakkında ceza verilmesi de hikmet ve maslahat muktezası bulunmuşdur.

Velhâsıl : insan, mensub olduğu cemiyetin bir cüz'üdür. O cemiye­te karşı bir takım vazifeler ifâsiyle mükellefdir. Binaenaleyh vücudunu zehirlemek, servetini, kıymetli vakitlerini yok yere zayi etmek suretiy­le bağlı olduğu cemiyetin zararına meydan veren ve uhdesine düşen va­zifelerden kaçınan her hangi bir mükellef insan hakkında bir ceza veril­mesi, hem ferdin, hem de âmmenin menfaatleri icablarındandır.

İşte bu gibi hikmetlere mebnîdir ki, müskirat kullanan müşlüman-lar hakkında da - hukuki ilâhiyyeden = âmme maslahatları icabatın-dan olarak - şer'an bir had cezası mevcud bulunmuş, bununla bu müh-lik ibtilâdan men ve zecr gayesi istihdaf olunmuştur. [15]

 

(BEŞİNCİ  MEBHAS)

 

HADDİ SİRKAT HAKKINDADIR.

 

İÇİNDEKİLER : Sirkatin malıiyeti ve nevileri. Haddi sirkat icrası için sârika, mesrukun nıinhe, mesrukün fihe ve mesruk mâle aid şart­lar. Müttehid» muhtelif ve müşterek sirkatler. Sirkat hâdiselerinin su­reti sübutü. Sirkati isbat için husumet hakkına mâlik olub olmayan­lar. Sirkatin hükmü ve haddi sirkatin malüyyeti. Haddi sirkati badel-îcab iskat eden sebebler. [16]

 

Sirkatin Mahiyveti Ve Nevileri :

 

720 - : Sirkat,  lûgatde başkasının   malini gizlice   almakdır, mik-darı az olsun olmasın, haddi icab etsin etmesin.

Ahkâmı şer'iyye itibariyle sirkatler, iki nev'e ayrılır. Biri sirkati sugra, diğeri de sirkati kübradır.

Sirkati »uğranın haddi icâb eden kısmı, ıstılah sırasında da yazılı olduğu üzere «mükellef bir şahsın en az nisabı sirkat mikdarı, tafih ve mütesariülfcsad olmayan mütekavvim bir mâli mahfuz bulunduğu yer­den gizlice ahb harice çıkarmasıdır ki, kendisinin bu malde bir hakkı olmadığı gibi bunda bir mülk şübhesi de bulunmaz.

Bu tarifdeki kayidler, birer kaydi ihtirazıdır ki hükümleri aşağıdaki meselelerden tavazzuh edecekdir.

Sirkati kübraya gelince bu da kat'ı tarikden = yol kesicilikden ibaretdif. Buna dair altıncı mebhase müracaat!.

721 - : Sirkati suğra, ya mübaşereten veya tesebbüben vaki olur. Şöyle ki : bir şahsın mahalli hırze gizlice girerek çaldığı mâli bizzat ahb dışarıya çıkarması, mübaşereten sirkatdir. Bir kaç şahsın birden mahal­li hırze gizlice girib aldıkları mali içlerinden birine yükliyerek harice çı­karmaları da tesebbüben sirkatdir ki, şeraiti mevcud olunca hepsi hak­kında haddi müstelzirn olur.

Bu hususda yalnız îmam Züfer muhalifdir. Müşarünileyhe göre had, yalnız o mali yüklenib dışarıya çıkaran şahıs, hakkında lâzım gelir. Çünkü mübaşir olan, odur. Fakat İmamı Âzam ile İmameyne göre o ma­lı yüklenen şahıs, onu arkadaşları namına da yüklenmiş olur. Zaten sir-katde cari olan âdet de ekseri böyledir, bir şahıs yapdığı sirkati arka­daşları yardımıyle yapar. Binaenaleyh hepsi de mübaşir hükmünde bu­lunur.

722 - : Nisabı sirkat, bir dinar veya halis gümüşden mazrub on dirhem veya kıymetçe bu mikdar  maldir. Bundan az bir geyi çalmak, haddi sirkati rcab etmez.

«(Nisabı sirkat, imam Mâlike ve tmam Ahmede göre bir dinarın rub'u veya üç halis dirhemdir. İmam ŞafÜye göre halis ve mazrub bir dinarın dörtte biri veya kıymetidir. Şu k&dar var ki çalınan şey, altun olursa mutlaka rub'u dinara müsavi olmamdır. Binaenaleyh haiz olduğu sanat itibariyle bir dinarın dörtde birinden daha kıymetli olan bir al­tun yüzük, sikletce rubu dinara müsavi olmazsa sirkat edilmesi haddi müstelzim olmaz.

imam Şafiî hazretleri, dirhemi nazara almıyor. Ona göre meselâ : bir dinar çalındığı gün iki dirheme müsavi olsa yine bir dinarın kıy­metçe dörtde biri mikdarı bir mâlin sirkat edilmesi, haddi müstelzim olur. Bilâkis bir dinar, kıymetlenerek yüz dirheme muadil olsa yirmi beş dirheme müsavi olmayan bir mâli çalmak, haddi icab etmez. Çünkü bu, dinarın dörtde birine müsavi olmama olur. Dirhemler ise metu mesabesindedir. Bu dinardan maksat ise mazrub  sikke halinde bk miskal altundan ibaretdir. Bazı fukahayö- göre de nisabı sirkat, dört veya kırk dirhemdir.)

723 - : Çalınan bir   mâlin   kıymetçe  nisab  mikdarına baliğ   olub olmadığı, kıymetlere vâkıf olan iki âdil, erkek şahidin şahadetiyle teay-yün eder. Tafih, yani : hakir olan, örfen ehemmiyetsiz sayılan, başka­ları tarafından alınması hususunda müsamaha gösterilen şey ise çalın­masından dolayı haddi müstelzim olmaz. Vas otlar, ağaç üzerindeki-meyvalar gibi.

Bir şeydeki   kıymetsizliği, adiliğe, ehemmiyetsizliğe «tefahet» denir.

724  -  : Hırze gelince bu da bir malin  âdet üzere     saklanmasına mahsus mahal demekdir ki, iki kisma ayrılır.

Birisi «hırz binefsihi» dir ki, içinde eşya saklanmak üzere hazırla­nıp içerisine izinsiz girilmesi memnu ola.n herhangi bir yerdir. Evler, dükkânlar, çadırlar gibi. Çuvallar, sandıklar, kasalar da bu hükümdedn.

Diğeri «hırz bigayrihî» dir ki, esasen eşya saklamak üzere mühey­ya ve izinsiz girilmesi memnu olmayıb ancak içerisine konulacak mal­ların yanı başında muhafızı bulunan herhangi bir yerdir. Muhafızın uyanık veya uyumuş olması müsavidir ve muhafızın eşyayı görüp ko­ruyabileceği bir mesafede bulunması, hirzm tahakkuku için kâfidir. Mescidler, yollar, sahralar bu kısım hıralardan sayılır. Bedayî, Bahri Raik.Bu iki kısım hırze dair hükümler, ileride görülecektir.

725 - : Eşyanın envaına göre hırz   tebeddül eder   mi?  Başka bir tabir ile bir nevi için hırz olan bir mahal,  diğer bir nevi için de hırz sa­yılabilir mi? Meselâ : zahirenin hıfzına rnahsus bir yer, cevahir ve nü-kudun muhafazasına da mahal sayılabilir mi- Bu meselede beynelfuka-ha ihtilâf vardır, imam Kerhînin Hanefî   imamlarından nakline nazaran bir nev'a hırz olan bir yer, bütün nevilere hırz olabilir.  Çünkü bir şeyi ihraz ve muhafaza eden bir mahal, diğer şeyleri de muhriz olabilir. * Fa­kat İmam Tahavî, örf ve âdete itibar ederek bunun hilâfına kail olmuş, meselâ: «hayvanatın muhafazasına mahsus olan yerlerde nükud ve ce­vahir muhafaza edilemez.» demişdir.

c(Eimmei selâaenin ictihadlan da bu merkezdedir. Bu hususda Örf muteberdir. Hırz, malların ihtilâfına binaen muhtelif bulunur.)

(Zahirîlere ve ehli hadisden bir zümreye göre haddi sirkat için hırz şart değildir. Nisab mikdarı bir mah hırz olmayan bir yerden çalmak da kat'ı yedi icab eder. Bidayetül'müctehid.)

726 - : Sirkatin  tarifindeki   «hufyeden   -   gizlice» kaydine naza­ran gaab, ihtilas, intihab, ihtitaf, hiyanet birer cinayet olmakla beraber sirkat sayılmazlar. Bu tabirlerin mahiyetleri için ıstılahlar kısmına mü­racaat!.

«(Yalnız lyas Ibni Muaviyyeye göre ihtilâa = bir mali sahibinin elinden veya ondan gafletinden bil'istifade alenen süratle kapıp almak, haddi icab eder.

imam Ahmed ibni Hanbele göre de nisab mikdarına baliğ olan biı ariyeti, bir vediayı inkâr etmek1 hiyaneti, haddi müstelzimdir.)

727 - : Tarrariyet, yani  : yan kesicilik  uyanık bir    kimsenin hıfzetmek istediği bir mâlini gafletinden bil'istifade bir hiyle ile çalmak, sirkatden maduddur. Bu  babda eimmenin ittifakı  vardır.

Bir. kimsenin ceybi, kesesine nazaran bir harz mahalidir. Fakat ceyb gibi bir yerde mahfuz olmayıb haricde bulunan bir meblâğı bu suretle çalmak, haddi müstelzim olmaz. Çünkü bu takdirde bir mali mahali hırz-den çıkarmak, vak'ası vücude gelmiş değildir. Bedayî, Hindiyye. [17]

 

Haddî Sirkat İcrası İçin Sarike Al Şartlar 

 

728 - : Sirkat, büyük bir cinayetdir. Bu cinayet,  yalnız  masum mallara tecavüze münhasır kaimayıb çok kerre masum hayatlara da te­cavüzle neticelenir, hammanlarm    sönmesine  sebebiyet    verir.  Binaen­aleyh bunun hakkında - bütün halkça müessir bir ibret teşkil edecek suretde - ağır bir ceza tatbiki iktiza etmekdedir. Şu kadar var ki, böy­le ağır bir cezanın her  sirkatden dolayı hemen tatbiki, şarii   hakimce mültezem bulunmadığından bunun yapılabilmesi için bir takım    kuyud ve şürut vardır, ezcümle sarika aid şartlar bervechi âtidir ;

720 - : Sarikin âkii, baliğ, nâtık ve basîr olması şartdır.

Binaenaleyh mecnunların, çocukların, dilsizlerin, körlerin yapacak­ları sirkatlerden dolayı haklarında had lâzım gelmez. Çünkü mecnun­ların, çocukların bu hareketleri cinayetle tavsif edilemez. Dilsizlerin, körlerin halleri ise şübhe İrasından hâli.bulunmaz. Şu kadar var ki, bun-ar, çaldıkları şeyleri zamin olurlar. Zira zamanın lüzumu, cinayetin her. veçhile tahakkukuna tevakkuf etmez. Maahaza bunlar, hallerine göre ta'zir cezasına da müstahik olurlar.

Bu şarta nazaran iğlerinde mecnun veya çocuk bulunan bir taife, bir sırkatde bulunacak olsalar hiçbiri hakKınaa had cezası verilmez. Çünkü bir hâdiseden ibaret olan sirkat, had cezasına tabi olanlar ile olmayanlar tarafından yapılmadır.

Bu İmamı Âzam ile imam Züfere göredir. İmam Ebu Yusiife göre iae bakılır: eğer elde edilen mali bizzat mecnun veya çocuk, mahalli hırzdan çıkarmış ise hiçbiri hakkında had icra edilemez. Fakat diğer­leri çıkarmışlar ise yalnız onların hakkında had lâzım gelir. Zira sirkat-de âsi olan, çalınan malı mahalli hırzdan harice çıkarmakdır. Başkaları­nın yardımları ise tabi mesabesindedir.

730 - : Sârik, mesrukün minhin şeriki olmamak şartdir. Binaenaleyh aralarında  mesrukünminhin ortağı   bulunan bir  taife,

bir mali sirkat edecek olsalar hiçbiri hakkında had lâzım gelmez.

Bu meselede Hanefî fukahası müttefik dider. Çünkü şirket, sirkat cinayetinin tekemmülüne mani, şüpheyi daî olduğundan haddin sukutu­nu müstelzim olur.

Âmmeye aid bir mal hakkındaki sirkatin haddi icab etmemesi de bu esasa müsteniddir. Zira sârik de âmmeye dahil, onlar ile beraber mesruk malda müşterek bulunmakdadır. Bu cihetledir ki, muhtaç oldu­ğu takdirde bu maldan kendisine haceti mikdarınca bir şey verilmesine müstahak bulunur.

Binaenaleyh böyle bir sirkat, ta'zir suretiyle cezayı müstelzim olui-sa da had cezasını müstelzim olmaz.

«(Mali ganaimden ve beytülmalden yapılan sirkat, İmam Mâlike göre kat'ı yedi.müstelzim olur, ashabından Abdül'melike göre olmaz, Bi-dayetül'müctehid.)

731 - : Sârik  ile mesrukün minh arasında vilâd, cüz'iyet veya zî rahmi mahrem olmak suretiyle karabet veya zevciyet bulunmaması şartdır.

Binaenaleyh bir kimse, kendi babasının veya anasının veya evlâ­dının yahut kendi kardeşinin veya amcasının veya sair bu kabil bir kari-binin veya zevcinin hanesinden ona veya başkasına aid bir malı çalsa hakkında had lâzım gelmez. Çünkü bunlar birbirinin hanelerine girmeğe âdeten me'zundurlar, bu cihetle hırz muhter olmuş olur. Bununla bera­ber böyle bir sirkat sebebiyle had icra edilecek olsa aralarında kat'ı rah­me müeddî olur. Kat'ı rahn ise haramdır.

Hattâ içlerinde mesrukün minhin zî rahmi mahremi bulunan bit taife böyle bir sirkatde bulunsalar İmamı Azama göre hiçbiri hakkında had icra edilemez. İmam Ebu Yusüfe göre ise yalnız zî rahmi mahrem hakkında had icra edilemeyib diğerleri hakkında icra edilebilir.

Fakat vilâd tarikiyle olmayan zî rahmi mahremin başkası hane­sinde bulunan bir malini sirkat, haddi müstelzimdir. Zira bu takdirde hırz. tahakkuk etmiş olur. Bedayî, Hidaye, Hindiyye.

732 -  : Bir kimse, üvey babasının veya üvey anasının veya oğlu­nun refikasının veya üvey evlâdının yahut  kain  validesinin  hanesinden bîr mali çalsa bakılır. Eğer o mal, kendi babasının veya anasının veya oğlunun veya zevcesinin ise hakkında bil'itüfak had lâzım gelmez. Çün­kü bu takdirde mal sahibiyle, sârik arasında vilâd veya zevci yy e t bulun muş ve o hanelere girmeğe sârik, esasen mezun olmakla hırze duhul de tahakkuk etmemiş olur.

Kezalik : babasiyle üvey annesinin, zevcesiyle üvey evlâdının, oğ-liyle refikasının birükde Oturdukları başka bir haneden çaldığı takdirde de hüküm böyledir.

Fakat üvey peder ve valide vesaireden her birinin ayrı ayrı kendi­lerine mahsus haneleri olduğu takdirde bunların hanelerinden kendile­rine aid olan bir mali sirkat hakkında ihtilâf vardır. İmamı Azama gö­re bu sirkat de haddi icab'etmez. Çünkü bunların birbirini ziyaret etme­ğe hakkı vardır. Bu hak ise hırz hususunda şübhe iras eder. Nitekim âtiyen beyan olunacakdır. Fakat İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhamme-de göre bu sirkat, haddi icab eder. Çünkü bunlar ile sârik arasında mah-remiyyet var ise de zî rahm olmak suretiyle karabet mevcut değildir. Hadde mani olan ise bu karabetdir. Mezkûr ziyaret hakkı ise hırzi ihlâl et­mez. Bedayî.

733 -  : Zevceynden bîri diğerinin bir malini  çalsa hakkında  had lâzım  gelmez.  İster  bir  hanede, ister başka hanelerde oturur olsunlar. Çünkü bunlar biribirinin hanesine girmeğe,  yekdiğerinin mâlinden  isti­fade etmeğe âdeten me'zundurlar.

Sirkat, iddet içinde vaki olduğu veya badessirka aralarında firkat vukubulduğu takdirde de hüküm böyledir. Bedayî.

734  - : Aralarında  mahremiyet bulunmayan zî rahm  kimselerin, biribirinden yapacakları sirkat, bil'ittifak  haddi    müstelzimdir.    Çünkü aralarında bu  derecede bir karabet  bulunmayan kimselerin    biribirinin hanesine bilâ istizan girmeleri âdeta   muhalifdir.   Amca ve dayı kızları gibi. Bedayî.

735 - : Aralarında yalnız mahremiyet bulunub da zî rahim olmak itibariyle karabet bulunmayan kimselere gelince bu hususda bazı İhti­lâflar mevcuddur. Şöyle ki. Aralarında reza sebebiyle mahremiyet bu Sunan kimselerin biribirinden yapacağı  sirkat, İmamı Âzam ile   İmam Muhammede göre  haddi  icab eder. Binaenaleyh bir kimse,  süt babası­nın veya süt anasının yahut süt kardaşınm bir mâlini hanesinden veya bulunduğu başka bir yerden çalsa hakkında had icra edilir. Çünkü rezane aaoıt oıan, yaiıuz hurnıeu müeoDedeOir. üu hürmet ik üiw ıcrasiilrt mam değildir.

jaKat imam üıbu  lusüfe göre süt ananın malını fiaıan jaıaa kınaa. nad icra edilemez, zara Dunların arasında aüeten muDaaeLat var­dır, Dunıar   Dirüirının nanesine ısuzansız girebilirler,   biıi üaraesıer 13e boyıe uegıidır. Umarın bıribırı hanesine istizan etmeksizin girmeıerı orı ve adete ınuhalııdır. Bedayi.

736  - : Sârikin erkek, hür, müslim ve muhtar olması şart değil­dir.

Binaenaleyh aırkatde bulunan kadınlar, köleler, zimmıler, muıtreA-ler haKKinda da sair şartlar mevcut olunca had icra edilir.

Cünûni gayri mutbik ile mecnun olan bir şahsın hali ifakatinde yap nıış olduğu sirkat de hakkında haddi müstelzim olur. Beclayi.

«(İmam Mâlike göre ana ile babamn mâlini sirkat, haddi tnüstel-zimdir. Çünkü bunların mallarına çocuklarının müstahik olmaları şüp­hesi yokdur.

Kezalik ,: zî rahim olmak-suretiyle olan karabet, had icrasına mam olmaz.)

(İmam Şafiîye göre ana, baba ile evlâddan başka akribamn - baa-ka başka yerlerde sakin oldukları halde - birbirinden sirkatde bulun­maları, haddi mucib olduğu gibi başka başka hanelerde sakin olan zevç ile zevceden birinin diğerinden bir mali sirkat etmesi de haddi icab eder. Çünkü bunların arasında ne vüâd, ne de cüz'iyyet bulunmadığı cihetle biribirinin mâlinden istifade edebilmeleri hususunda bir şülshe tahak­kuk etmiş olamaz. Bedayi

Zevç ile zevce hakkında imam Mâlikin ve bir rivayete nazaran İmam Ahmed ibni Hanbelin   mezhebleri de bu merkezdedir. imam Şafiîye göre sârikin mükreh olmaması da sardır. [18]

 

Mesrura Aıd  Şartlar

 

737 - : Mesrukun = çalman şeyin mutlak mâl olması, yani : ma­liyetinde şübhe  olmayıb nâsın   mal saydığı ve  temevvül için sakladığı bir şey bulunması şartdir.

Binaenaleyh altın, gümüş, inci, cevahir, demir, bakır, tuoç, kala> gibi şeyleri sirkat, haddi müstelzim olur. Çünkü bunlar, her veçhile em­valden maduddur.

Fakat mushafı şerifi, hadis kitablarını veya şiir ve edebe müteallik eserleri sirkat, haddi raüstelzim olmaz. Çünkü bunlar ile temevvül edil­mez. Belki mushafı şerif ile hadis ki tablan okunmak ve'hakikatlerine vukuf peyda etmek için muhafaza edilir, başkalarına da tilâvet ve mü­talâaları için verilir. Sair eserler ile de hikem ve emsale vukuf gayesi ta'kib olunur. dkat kıymeti nisab mikdarma baliğ oian yazılmış ve yasılmamış hısab defterlerim ve emsamıı sırKat, hadüı icab eder. Zira bunları çal-maitdan maksad, bunların mündencatı degıl, mücerred maldan madud olan Kağıdiarıdır. Bedayi.

«(imam Mâlik ile imam Şafiîye göre mushafı şerifi vesair ki tab­lan sirkatden dolayı had lazım gelir. ÇünKü ou sirkat, bir mali muiuez hakkında vaki olmuş olur. Şübne yok ki Kur'amKerim, yalıtmadan ev­vel beyaz bir halde bulunan sahifeieri ve cildi bir mali mütekavvım ıdı. binaenaleyh yazıldıkdan sonra da bu mâhyet baki kalmış olur. Bu iti­bar iledir Ki, Dunun alım satımı caiz görüimüşdür.)

738 - : Çalınan şeyin   mutlaka mâli    mütekavvim olması şartdır.

Binaenaleyh çalınacak  bir şarabdan dolayı had lâzım gelmez.  Ça­lan, gerek muslim olsun ve gereK oımasın. Çünkü şaraD, gayri müshm-, lerce oir mütekavvim mal ise de müslümanlarca değildir. Bu halde alel1-itlâk bir mali mütekavvim olmamış olur.

Kezalik : hür bir çocuğu çalmak, haddi müstelzim olmaz. Velev ki, üzerinde kıymetli ziynet eşyası bulunsun. Zira bu çocuk mâl değildir, o eş/a ise çocuğa tabidir.

Fakat İmam Ebu Yusüfe göre bu sirkat, haddi müstelzim olur. Zi­ra o eşya haddi zatinde nisab mikdarma baliğ,ve maksudun bissirkadir.

739 - : Çalman şeyin haddi zatında memlûk olması şartdır. Binaenaleyh   madeninde  bulunan   altın,  gümüş   vesair cevahir gibi

henüz kimsenin mâlik olmadığı mubah şeyleri ahz etmek, haddi müş-teizim değildir. Bunlar her ne kadar mâllerin nefaisinden iseler de mem­lûk değildirler.

Nebbagin, yani : ölülerin kefenlerini definlerinden sonra gizlice ça­lan şahsın hakkında bu fi'İinden dolayı ta'ziren ceza verilip had icra edil­memesi de bu esasa vesair bazı şartların bulunmamasına müsteniddir. Zira kefene ölü mâlik olamıyacağı gibi varisleri de mâlik değildir. Ka­bir de haddi zatinde bir mahalli hırz sayılmaz.

Bu, imamı Âzam ile İmam Muhammede göredir. İmam Ebu Yusü­fe göre nebbaş hakkında had lâzım gelir. Çünkü kabir, ölüye göre bir mahalli hırzdır, insanlar İse hayyen muhterem oldukları gibi meyyiten de muhteremdirler. Bir zıhayatm libasını çalmak ne ise bir meyyitin kefenini çalmak da odur. Binaenaleyh bir ölünün kefenini gizlize al­mak, bir sirkatden başka değildir.

«(imam Şafiînin mezhebi de böyledir.)

740 - : Çalman şeyde sârikin hakkı mâlikiyeti  veya    mâlikiyet te'vil veya şübhesi bulunmamak şartdır. Çünkü bu takdirde sirkat cina­yeti tamamen husule gelmiş, sirkatin rüknü olan mâli gayri istihfa ta­rikiyle ahz etmek keyfiyeti tamamen tahakkuk etmiş olmaz.

Binaenaleyh bir kimse, başkasına iare veya terhin etmiş veya ica-reye vermiş olduğu bir mâli o şahsın mahalli hırzmdan gizlice alacak olsa hakkında sirkat hükmü cereyan etmez. Çünkü o mâl, haddi zatın­da kendisinindir.

Kezalik: bir kimse, kendi evlâdının veya mükâtebinin veya ticare­te mezun kölesinin bir malini gizlice alsa hakkında haddi sirkat, lâzım gelmez. Zira evlâdının mâlinde babası için te'vili mülk mevcuddur. Mü-kâtebin mâlinde de mevlâsı için mülk gübhesi vardır. Kölenin mâli ise zaten mevlâsına aiddir.

Kezalik bir kimse, borçlusundan alacağı meblâğa muadil veya on­dan zaid ve ayni cinsden bir meblâğ sirkat edecek olsa - alacağına iakas vaki olacağından - hakkında haddi sirkat lâzım gelmez, velev ki, alacağı müeccel bulunsun. Fakat borçlusunun başka cinsden bir ma­lini sirkat ederse had lâzım gelir, meğe*r ki, «hakkımı istifa veya hakkı­ma rehn olmak için o mâli aldım» diye iddia etsin. Bu takdirde had sa­kıt olur. Çünkü borcun istifası hususunda beynelfukaha ihtilâf vardır. İşte bu babdaki ihtilâf, bir şübhe vücude getirmek dedir. Bu şübhe ise haddin sukutu için kâfidir. Bedayî.

«(îbni Ebî Leylâya göre bir kimse alacağına mukabil medyunun herhangi cinsden olursa olsun bir mâlini ahz edebilir. Zira bunların ara-;ında maliyet itibariyle bir mücaneset vardır.

741 - : Çalınan mâlin tâfih, hakkında müsamaha carî bir gey ol­maması şartdîr.

Binaenaleyh ot, saman, kamış, alelade odun, kömür gibi şeyleri çalmak, haddi müstelzim olmaz. Çünkü halk, bunları tafih sayar, bun­ların alınmasına mümaneati hasasetden addeder.

Kireç, kerpiç, kiremid, cam bardak, balçıkdan yapılmış desti gibi şeyleri sirkat de haddi müstelzim değildir. Zira bunlar da tafih sayüır. Fakat odundan yapılan şeyler, bunun hilâfınadır. Çünkü sanat, odunu tefahetden çıkarır.

Kezalik : saç, abanos, sandal gibi odundan sayılan şeyler - ken­dilerinde sanat eseri bulunmasa bile haddi zatında kıymetli bulun­duklarından bunları sirkat, haddi müstelzim olur. Maahaza bir şeyin tafjh sayılıb sayılmaması hususunda nâsın  örfüne  müracaat lâzımdır.

«(Eimmei selâseye göre kıymeti nisab mikdarına baliğ olan her­hangi bir ağaç Parçasını çalmak, haddi icab eder.

742 - : Çalınan mâl, her veçhile tecavüzden masun olub sarik için ahz salâhiyeti, te'vil ve tenavül ibahe şübhesi bulunmamak şartdır. Çünkü had, bir ukubeti mahzadır. Cinayeti mahzadan dolayı tatbi'i edilir. Gayri masum veya te'vil ve tenavtiî şübhesine mukarin bir mâli ahz ise bir cinayeti mahza değildir ki, bundan dolayı bir ukubeti man-zanın tatbik edilmesi tecviz olunsun.

Binaenaleyh dari harbde bir harbînin mâlini sirkat, haddi icab cL-mediği gibi dari islâmda bulunan bir müste'minin mâlinin sirkat de - zamanı ve müstelzim olursa da - haddi müstelzim olmaz. Çür.-kü harbînin mâli, masum değildir. Müste'minin mâli, muvakkaten masum :s3vde kendisi esasen harbî olduğundan mâlinde şübhei ibahe mevcuddur. Fakat îmanı Züfere göre müste'menin mâlini sirkat, haddi müstel-zimdir. Zira onun mâli, dari islâmda muhrez bulunur. Zimmînin masum olduğu gibi müste'menin mâli de masumdur. Bedayî. «(Eimmei selâsenin iotihadları da böyledir. )

Kezalik bir müste'men, dari islâmda bir müslimin veya bir zim­mînin bir mâlini çalsa hakkında had lâzım gelmez. Çünkü o, islâm ah­kamını tamamen iltizam etmiş değildir ve bu mâli ahz etmenin mubah olduğuna kaildir.

Bu mesele, îmamı Âzam ile tmam Muhammede göredir. İmam Ebu Yusüfe göre müste'men hakkında had lâzım gelir. Zira dari İslama eman ile girmiş olmakla islâm ahkâmına riayeti iltizam etmiş bulunur.

«(imam Mâlik ile İmam Ahmedin ictihadları da böyledir. Muahid-ler de müste'men hükmündedirler.)

Kezalik : hakkında haddi sirkat icra, edilmiş olan bir sârikin çal­mış olduğu mâli diğer birisi sirkat etse bu ikinci sârik hakkında had lâ­zım gelmez. Çünkü birinci sârik hakkında had icra edilmekle bu mâlin mesrukun minh hakkıdna masumiyeti, mütekavvimiyeti sakıt olmuşdur. Bununla beraber birinci sârikin bu mâle vaz'ı yedi, sahih bir suretde vaki olmamışdır. Halbuki had icrası için mesrukun minhin bir yedi sa­hihe mâlik* olması lâzımdır.

Kezalik : bir kimse, bir şahsın bir mâlini çahb da hakkında had icra ve o mal sahibine iade edildikden sonra tekrar o mali o şahısdan çalacak olsa bakılır: eğer o mal,, tağyire uğramamış ise tekrar had lâ­zım gelmez. Fakat tağayyüre uğramış, meselâ : iplik iken dokunub ku­maş haliçte getirilmiş ise had lâzım gelir. Çünkü birinci takdirde o mâlin ilk çahnitıası ve bu yüzden had icra edilmiş olması ile ismeti sakıt ol­muşdur. îkinci takdirde ise o mal, bask al aşmış, yeni bir ismet = masu­niyet kazanmış dır.

Bu mesele, İmamı Âzam ile îmam Muhammede göredir. îmam Ebu Yusüfden bir rivayete göre her iki takdirde de tekrar had lâzım peîir. Cttnlril o mal, sahibine iade edilmekle yeniden bir masumiyyet kesbetmişdir.

«(îmam Safiînin  mezhebi de bu veçhiledir.)

743 - : Çalınan şeyin maksudun bissirka olub haddi icab eden şeylerden bulunması şartdir.

 haddi icab  eden eşyadan bir sev   maksudun     bissirka olarak çalındığı zaman bakılır: eğer kendisi yalnız başına nisab mikdarı-na baliğ ise veya kendisi bu mikdara baliğ değilse de kendisine tâbi olan şey ile beraber bu mikdara baliğ ise veya bunlardan lâalettayin birisi maksud bissirka olub mecmuu bir nisab mikdarına baliğ bulunuyor ise bu sirkatden dolayı bil'ittifak had lâzım gelir.

Meselâ : içerisi bal dolu bir kab çahmb da mecmuunun kıymeti ni­saba baliğ olsa had lâzım gelir. Çünkü bu sirkatden maksud olan, bal­dır, ona tabi olan kabın kıymetiyle nisab mikdan ikmâl edilmiş olur.

Fakat sirkat ile kasd edilen şey, infirad halinde haddi icab etme-ven bir şey ise kendisine tâbi olarak sirkat edilen şey, nisab mikdarına baliğ olsa da - maksud bissirka olmadığından - haddi icab etmez.

Meselâ : gümüş cildîi veya mücevherle murassa bir mushafı şerif, mücerred mushafiyetinden dolayı sirkat edilse sâriki hakkında had lâzım gelmez. Çünkü mesahifi şerifeyi  sirkat, esasen haddi mucib değildir.

Kezalik : içerisi şarab dolu bir kab, mücerred şarabdan dolayı sir­kat edilse haddi müstelzim olmaz, velev ki, o kabın kıymeti nisab mik­darına baliğ olsun. Zira sirkat ile maksud olan şarabı sirkat, haddi müs­telzim değildir.

Bu şart, İmamı Âzam ile îmam Muhammede göredir. İmam Ebu Yusüfe göre bu şart, muteber değildir. Binaenaleyh bu suretlerin hep­sinde de had lâzım gelir. Çünkü bu suretler de yalnız cild, yalnız mücev­her veya yalnız kab sirkat edilmiş sayılır. Bedayi.

744 - : Çalınan malın mütesariüTfesad - süratle bozulur bir şey olmaması şartdır.

Binaenaleyh ağaç üzerinde bulunan veya başka bir- ağaç üzerine asılmış olan hurma, üzüm, nar gibi taze meyvalan sirkat, haddi icab et­mez, velev ki, bunlar, duvarlarla çevrilmiş bir bahçe içinde, muhafaza altında bulunmuş olsun. Çünkü bu meyvalar, bu halde mütesariülfesad olub kurumadıkça kemale ermez, bihakkın maldan madud bulunmaz.

Henüz başaklarında bulunan buğday ile arpa da ağaç üzerindeki meyva mesabesindedir.

Kezalik : Taze etleri, taze veya tuzlu balıkları, sütleri, av havvan-larını, kuşları, yiyilmek üzere hazırlanmış yemekleri sirkat de haddi icab etmez. Zira bunların bir kısmı süratle bozulur, bir kısmı da dari islâmda mübahülcins olub  nâs arasında mâlden sayılmıyacak tâfih addolunur.

Bir haneden çalının da daha harice çıkarılmadan kesilen bir hav-van, meselâ : bir koyun hakkında da hüküm böyledir. Bu halde sârik. o havvanın kıvmetini sahibine zamin ve tazîre müstahik olur.

Bir seneden diğer bir seneye kadar kalan kuru mevvalar, bütün hububat, yadlar, ıtrivvat, sirke, bekmez gibi şeyler, seccade veva sergi haline getirilmiş olan nöstekiler süratle bozul madik lan  ve  tafih savıt «(imam Mâlik ile imam Ahmed, mütCsariürfesad olmamak şartı:;» kabul etmemekdedirler.'îmam Şafiîye göre de mekânı hırzda buluna/i gerek taze meyvalan ve gerek et, ekmek, sebze gibi şeyleri sirkat, kıy­metleri nisab mikdarına baliğ olunca haddi müstelaim olur. Çünkü sir­kat, mahalli hırzdan mütekavvim olan bir mali gizlice almakdan iba-retdir, bunların maliyetinde ve tekavvümünde ise şübhe yokdur. Binaen­aleyh bunları mahallî hırzdan gizlice almak, haddi müstelzim bir sirkat­den başka değildir. îmam. Ebu Yusuf den de bu veçhile bir rivayet mev-cuddur.)

745 - : Çalman şeyin en az nisab mikdarmda bulunması şartd Binaenaleyh bir nisba mikdarıdnan dûn olan bir mali çalmak, haddi icab etmez. O şeyin nisab mikdarına baliğ olub olmadığına sârik, gerşk evvelce vâkıf olsun ve gerek olmasın. Hattâ bir hırzdan her defasında harice çıkarılan eşyanın lâakal nisab mikdarına müsavi olması da şart dır.

Meselâ : bir kimse, bir haneye girib de dokuz dirheme müsabi bir mali harice çıkardıkdan sonra tekrar o kıymette diğer bir mali de dışa riya çıkarsa hakkında had icra edilemez. Çünkü bu malların mecmuu nisab mikdarına baliğ ise de her biri nisab mikdarına baliğ bulunmamışdır.                                     

Kezalik  bir kimse, başka başka iki haneden mesela : cem'an on dirhemlik bir mal çalsa hakkında had lâzım gelmez. Zira bunlar ayrı ayrı sirkatlerdir ki, hiç birinde nisab bulunmamıştır.

Fakat bir hane içinde bulunüb müteaddid kimselere aid bulunan nisab mikdarına müsavi bir mali sirkat edecek olsa had lâzım gelir. Çüri kü bu halde mesrukun minhe değil, sârik ile kırze bakılır, sârik ise bit. hırz ise müttehiddir.

Kezalik : bir şahsı, bir haneden çaldığı bir mali daha hanede iken iki parçaya ayırdıktan sonra harice çıkarsa bakılır : eğer bu mal, par-çalandıkdan sonra nisab mikdarına baliğ ise haddi icab eder, değilse et­mez. Çünkü sirkatin tamamiyeti ânında tam nisabın mevcudiyeti aranır. Sirkatin tamamiyeti ise hırzdan çıkarmakla tahakkuk eder. Binaenaleyh hırzdan çıkardıktan aonra parçalayıp da kıymeti nisabdan dûn bir mik dara düşse yine had lâzım gelir. Zira bu takdirde sirkat, tamam olmuş olur. Nitekim bundan sonra bilkülliyye zayi ve müstehlek olması da had­di icaba mani olmaz.

Bir de çalınan eşyanın nisab mikdarına baliğ olub olmadığı, heir sirkatin vukubulduğu zaman ve mekâna, hem de had icra edileceği vak te nazaran tayin edilir. Binaenaleyh sirkat zamanında, yani: eşyamı hırzdan harice çıkarıldığı anda kıymeti nisab mikdarında olduğu haldf had icrası zamanında bu mikdardan noksan olsa bakılır: eğer bu nok san, es'arın tebeddülünden münbais ise - zahirürrivayete göre hat lâzım gelmez. Fakat çalınan malın aynine arız olan bir kusurdan miite eli id ise hadde mani olmaz. Bedayi, Hidaye.

v- {Hanbelîlere göre çaldığı şeyin nisab mikdarma baliğ olduğunu sâ-rikin evvelce bilmesi şartdır. Binaenaleyh alelade bir mendili çaldığı hal­de bunun bir ucunda nisaba müsavi bir meblağ bağlı bulunsa veya* çal­dığı bir cevherin kıymetçe nisato mikdanndan dûn olduğunu zan etmiş olsa hakkında had lâzım gelmez. Hattâ bu mezhebe göre sirkatin haram olduğuna sarikîn vakıf olması da şartdır. Binaenaleyh henüz müslüman olmuş, veya ehli ilimden mahrum bir muhitde yetişmiş olduğu cihetle sirkatin haram olduğunu bilmeyen bir sârik hakkında had lâzım gelmez.

Hasanı Basrî ile Zahirilere ve Haricîlere göre sirkate nisab, esasen şart değildir. Bedayi, Keşşafülkına, Elmuhallâ.)

746  - :  Çalınan şeyin mutlaka muhrez ve maksudun bilhırz olma­sı şartdır.

Binaenaleyh muhrez olmayan bir mali sirkat, haddi müstelzim ol­maz.

Meselâ: bir hizmetçi, hizmet etdiği haneden veya bir şahıs, müsafir bulunduğu yerden veya bir amele içerisine girmeğe me'zun olduğu ma­halden bir şey çalsa hakkında had icab etmez. Velev ki çalınan şey, ka­pısı kilitli bir oda veya sandık içinde bulunmuş olsun. Velev ki orada mal sahibi veya muhafızı naim bulunsun. Çünkü o yerlerin içerisine girilme­ğe mezuniyet verilmekle onlar, bu sâriklere nazaran hirz olmakdan çık­mış, çalınan mal da sureti mutlakada muhrez bulunmamış olur.

Bu esas üzerine aşağıdaki meseleler de teferru eder:

747 - : Bir ecir, almaya mezun olduğu bir mali içerisine girmeğe mezun bulunmadığı bir yerden gizlice çalsa hakkında had lâzım gelmez. Çünkü  o mali  almaya  mezun  olması,  hırze  girebilmesi  hususunda bir şübhe iras etmiş olur.

748 - : Bîr kimse, içerisine girmeğe mezun olduğu bir dükkândan, bir haneden, bir hamamdan veya sair böyle bir mahalden herhangi bir şahsa aid bir mali çalsa hakkında had icab etmez. Velev ki o mal, sahi­binin başı altında bulunmuş olsun. Zira bu yerlerden her biri binefsihı hırzdir, içerisine girilmeğe izin verilmekle bunlar hırz olmakdan çıkmış bulunurlar. Fakat mezuniyet verilmediği bir vakitdc, meselâ:  geceleyin bunlardan birine girilerek sirkat fi'li vücude getirilecek olsa o takdirde had lâzım gelir.

«(îmam Mâlike göre hammamdan bir malın çalınması, eğer muha­fızı mevcut ise haddi icab eder, mevcud değilse icab etmez.

İmam Şafiîye ve îmam Ahmedden bir rivayete göre de hammam­dan ve emsalinden bir malin sirkat edilmesi, mutlaka haddi icab eder.

749 - : Mer'adan hayvanları çalmak, haddi müstelzim değildir, ve­lev ki yanlarında çobanlan bulunmuş olsun. Çünkü bu hayvanlar, muh­rez sayılmaz, bunların mer'aya bırakılması ihraz için değil, ot otlamaları içindir. Fakat hayvanatı muhafazalarına mahsus olan ahırlardan, ağıllar­dan çalmak, haddi müstelzimdir. Zira bunlar birer mahalli hırzdir.

750 - : Sahralarda muhafızsız bir halde bırakılmış olan mallan sir­kat, haddi icab etmez. Fakat yanlarında sahipleri veya muhafızları bu­lunduğu takdirde haddi müstelzim olur. Çünkü sahralar, bigayrihi hırz­dir, buralardaki mallar, yanlarında muhafızlan bulunduğu takdirde muh­rez sayılır.

751 -  : Hırzı sirkat, haddi icab etmez.   Çünkü hırz,  muhrez bu­lunmamış olur. thraz ise had icrası için bir şartdır.

Maahaza hırz, muhrez bulunmadığından bunu çalmak, ihtifaya muh­taç olmayabilir. Ihtifa ise sirkatin rüknüdür. Bu rükün bulunmadıkça had icra edilemez.

Binaenaleyh bir kimse, bir hanenin dış kapısını çalsa veya haric-deki Ht çuvalı varmaksızın içindeki eşya ile birlikte sirkat etse - bun­lar, emvali zahireden olmakla - hakkında had cezası tatbik edilemez. Fakat kapıyı açarak hane içerisindeki bir mali veya çuvalı yararak için­deki eşyayı çalsa hakkında had icra edilir. Zira bu takdirde mali muh-rezi sirkat etmiş olur.

752 - : Bir kimse, bir hırze girib bir mali elde etdiği halde veya o malı harice atıb da daha kendisi harice çıkmadan yakalansa hakkında had icra edilemez. Çünkü o mala tamamen vaz'ıyed etmiş, maksad husu­le gelmiş sayılamaz. Fakat hirzdan çıkıb da harice atmış olduğu mali aldıkdan sonra derdest edilse hakkında bil'ittifak had lâzım gelir. Çün­kü o mala vaz'ıyedi tahakkuk etmiş olur. Şu kadar var ki, îmam Züfer-den rivayet edilen bir kavle nazaran bu suretde de ha"d lâzım gelmez. Zi­ra o kimse bu mali hırzden bizzat alıb harice çıkarmış değildir.

«(imam Şafiîye göre sârik, daha mahalli hırzdan çıkmadan yaka­lansa bu halde de had lâzım gelir. Çünkü mali muhrezi ahz etmekle sir­kat fi'lî tamam olmuş oîur. Bundan sonra mahalli hırzdan çıkması ise sir­kat filini ikmal için değil, belki nefsini kurtarmak içindir.

753 - : Bir kimse, bir hanenin duvarını delip içeri girmeden elini uzatarak bazı şeyleri çalsa hakkında had lâzım gelmez. Çünkü mahalli hırza girmiş, hürmeti hırzı hetk etmiş değildir.

Bu, zahirürrivayeye göredir. Fakat îmam Ebu Yûsüf'den rivayete göre had lâzım gelir. Zira o kimse, bir muhrez mali gizlice almış bulunur. Maksad, hırzdan mali almakdır, yoksa mutlaka hırza girmek değildir. Nitekim sandıklardan, çuvallardan yapılan sirkat de böyledir.

754 - : Bir şahıs, mahalli hırz olan bir haneye girip de müteaddid odalarından birindeki bir mali alarak hanenin sofasına çıkarsa bununla hakkında had lâzım gelmez. Çünkü hane,  müteaddid odalariyle beraber yalnız bir hırz sayılır. Bianenaleyh mal, tamamen harice çıkarılmadıkça sirkat tahakkuk etmiş olmaz. Fakat bir sofa dahilindeki odalardan her biri, başka bir kimseye aid bulunsa bu odaların herhangi birinden sofaya bir malın çıkarılmasiyle sirkat tahakkuk ederek had lâzım gelir. Zira bu takdirde her oda hırz sayılır.

755 - : Bir kimse, kapısı gündüzün dayalı veya açık bulunan bir hane içerisine girerek  sirkatde bulunsa    hakkında had lâzım    gelmez. Fakat geceleyin mürur ve übur kesildikden sonra   kapısı kapalı,   fakat kilitlenmemiş bulunan bir haneden    yapılacak bir sirkat,     haddi müs-

.telzim olur.

756 - : Bir kimse, gündüzün bir hanenin veya dükkânın kapısını anahtar ile açarak içerisinden sirkatde bulunsa bakılır:  eğer içerisinde kimse bulunmamış ise had lâzım gelmez. Fakat içerisinde bir şahıs bu­lunduğu halde sârik, bunu bilmeksizin sirkatde  bulunmuş ise had lâ­zım gelir. Zira bu takdirde sirkat, mücahereten değil, hufyeten vaki ol­muş, binaenaleyh sirkatin rüknü bulunmuş olur.

757 - : Geceleyin yapılacak bir sirkatde ibtidaen gizlilik şart ise de intihaen ıjart değildir. Fakat gündüzün veya akşam ile yatsı arasın­da halkın henüz gidib gelmekde bulunduğu bir zamanda yapılacak bir sirkatde gizlilik, hem ibtidaen ve hem de intihaen lâzımdır.

Binaenaleyh bir kimse, bir haneye geceleyin gizlice girerek sahi­binin gözü önünde bir malını cebren alacak olsa hakkında had lâzım gelir, Çünkü bu halde bir mahalli hırze bilâ mezuniyet girilmiş ve ma! her ne kadar sahibinden gizli olarak alınmamış ise de halkden gizli ola rak alınmış ve hâdise haricden yardıma koşacak kimselerin bulunamı yacağı bir vakitde vukua gelmişdir.

Fakat bir kimse, bir haneye gündüzün gizlice girib de bir mali sa hibinin gözü önünde mugalebeten alacak olsa hakkında had lâzım gel­mez. Zira bu takdirde bidayeten gizlilik bulunmuş ise de intihaen bu­lunmamış ve hâdise haricden istimdad mümkün olan bir zamana mü­sadif olmuşdur.

758 - : Bir kimse, kiraya verdiği bir haneden müste'cirinin bir malini çalacak olsa hakkında had icra edilebilir. Çünkü o hane, miiste'-cirin eli altında bulundukça bir hırz olub mucirin oraya girmeğe hakkı olamaz.

Bu, İmamı Azama göredir. Fakat îmam Ebu Yusuf ile İmam Mu-hammede göre had icra edilemez. Zira o hane, sârikin mülkü olduğun

759 - : Müste'cir,  mucirin hususî ikametgâhına  gizlice  girib bir mâlini çaldığı takdirde bil'ittifak had lâzım gelir. Çünkü müste'cirin o ikametgâha büâ müsaade girmeğe asla hakkı yokdur.

760 - : Bir haneye gizlice giren şahıs, elde etdiği eşyayı bir hay­vana yükliyerek beraber harice çıkarsa hakkında had lâzım gelir. Çün­kü hayvanın harekâtı, saikine müzaf olur.

Fakat katar halindeki bir hayvan veya üzerindeki bir yük çalına­cak olsa sârik hakkında had lâzım gelmez. Bu hayvanların saikleri, kaideleri, râkibleri veya raileri bunların muhafızı sayılmaz. Bunların asıl maksadlan muhafaza değil, sevk etmekden, otarıb gütmekden ve kât'ı mesafeden ibaretdir.

«(Eimmei selâseye göre bu halde had lâzım gelir. Çünkü bu hay­vanların saikîeri, kaidleri, raileri, râkibleri bunların muhafızı saymr. Bu takdirde hırz bigayrihi bulunmuş olur.)

761 - : Hanelerin sathı da mahalli hırz sayılır.

Binaenaleyh damlardan rıisab mikdarı bir malı gizlice sirkat et­mek, haddi icab eder. Mebsut, Fethül'kadîr, Bedayî, Dürri Muhtar, Hindiyye.

«(Zahirîlere göre haddi sirkat için hırz şart değildir, her nereden olursa olsun çalınan az çok bir mal haddi sirkati müstelzim olur. El-muhallâ'). [19]

 

Meşkukün Mînhe Müteallik Şartlar  :

 

762  - : Mearukun minhin sirkat edilen  mallar üzerinde bir yedi sahihe sahibi olması şartdar.

Binaenaleyh bir kimse, bir mali sahibinin veya kendisine vedia ve­ya ariyet bırakılmış olan kimsenin veya ıiidzaribin veya mürtehinin ve­yahut satın almak üzere bulunan şahsın nezdinden sirkat edecek olsa hakkında had lâzım gelir. Çünkü bunlardan her birinin eli, bir yedi sahihadır.

Kezalik : mağsub veya mesruk olan bir mali gâsıbın veya herhangi bir sebeble hakkında had sakıt olmuş olan bir sârikin nezdinden sir­kat etmek haddi müstelzim olur. Çünkü bu mallar, gâsıb ile sârıkm za­manında bulunurlar, bunları sahihlerine vermekle mükellef di rîer. Bu cihetle bunların elleri bu mallar hakkında birer yedi zaman, birer yedi sahihadır.

Fakat hakkında had icra edilmiş olan bir sârikin yed'i, bir yed-i sahiha değildir. Binaenaleyh mesruk malı ondan sirkat, haddi icab et­mez. Nitekim bu mesele evvelce mufassalan yazilmışdır.

«(îmam Mâlike göre mali mesruku sârikden sirkat, her iki halde de haddi müstelzimdir.

 (îmam Şafiîye göre mağsub malı sirkat, haddi icab etmez.)

763 - : Mearukun minh ile sârik arasında vilâd,     cüziyyet veya zî rahmi mahrem olmak üzere –karabet zevciyyet    bulunmaması gartdır. Nitekim bu hususdaki meselelerde sârika >id şartlar sırasında mufassalan yazılmışdır. Bedayi, Hindiyye. [20]

 

Meşkukün Flhe Aîd Şartlak 

 

764 - : Sirkatin dari adilde vuku bulmuş olması şartdır.

Binaenaleyh dari harbde veya dari bağîde bulunan islâm tacirleri veya esirleri arasında vukubulacak bir sirkat, haddi icab etmez. Çünkü sirkat, veliyyüremrin velayet ve kazası bulunmayan bir yerde yapılmış olur.

Kezalik : harb sahasında ehli adi ordusundan bazı erler, ehli bağî ordusuna şebhun ederek bağîlerden bazılarının mallarım çalsalar ve bi­lâkis bağîlerden bazıları, ehli adil ordusuna gizlice baskın vererek bazı kimselerin mallarını çalacak olsalar haklarında bilâhare had icra edile­mez. Çünkü hâdise veliyyül'emrin velayeti tamamen carî olmayan bir yerde vuku bulmuştur. Bununla ehli bağyin emvali hakkında ademi is­met şübhesi vardır. Ehli bağyin sirkati de kendilerince bir te'vile, bir ibahe itikadına müsteniddir. Had ise şübhe ile, te'vil ile sakıt olur.

Fakat ehli adilden bir kimse, dari adildeki herhangi bir insanın küfrüne kail ve kanını, mâlini müstehil olarak bir mâlini sirkat edecek olsa hakkında had' lâzım gelir. Çünkü böyle mücered bir ibahe itika­dına itibar olunmaz. Böyle bir şeye itibar olunması, hadleri İskata, me­zalimi irtikâba sebebiyet verir. Bedayi.

765 - : Sirkatin kıtlık seneleri haricinde vuku bulmuş olması şartdır.

Binaenaleyh kaht bulunan bir zamanda, bir yerde yapılacak bir sirkat, zamanı, ta'zîr cezasını müstelzim olursa da haddi müstelzim olmaz. Çünkü zaruret halinde başkasının malinden - bilâhare tazmin etmek üzere - zaruret mikdarı tenavül edilmesi mubah hükmünda bu­lunur. Sârikin bu cüreti de ilcai. zaruretle olmuş olabilir. BÖyle bir ih­timal ve şüphe ile de had icra edilemez. Bu hal,. cezayı tahfif edecek sebeblerden sayılır.

«(Hanbelî fukahasının beyanlarına göre kıtlık senesinde sârik, sa­tın alinacak şey veya satın alacak para bulamadığı takdirde yapacağı bir sirkat, hakkında haddi icab etmez. Yine Hanbelî ulemasından bazı­larının beyanına nazaran da eğer mal sahibi böyle bir senede sârika lâ­zım olan malı - velev yüksek bir fiyatla olsun - satmayacak olursa bu malı sirkat etmesi, haddi icab etmez. Diğer bir rivayete göre de böyle bir zamanda bir kimsenin nefsini helâkden kurtaracak mikdarda bir malı çalmayı, haddi mucib olmaz, bundan ziyadesini çalmak, haddi mucib olur. Kegşafül'kına.) [21]

 

Müttehid, Muhtelif Ve Müştekek Sikkatler  :

 

766 - : Başka başka kimselere aid olduğu halde bir mahalli hırz-de bulunan mallar hakkındaki sirkatlere- «müttchid sirkatler» denir. Bu malların mecmuu, rüsab mikdanna baliğ olunca sarık hakkında haddi müstelzim olur. Velev ki, hiçbiri müstakillun nisab mikdarında bulunmasın.

Meselâ- : bir şahıs, hırz teşkil eden bir hailedeki Dİr iki odaya de-faatla girib başka kimselere aid ve mecmuu nısab mikdarına baliğ bazı eşyayı sofaya çıkarıb da badehu mecmuunu birden harice çıkarsa bu, bir müttehid sirkat olacağı cihetle bundan dulayı hakkında had lâzım gelir.

767 - : Gerek bir kimseye ve gerek başka başka kimselere aid olub muhtelif hırzlarda bulunan mallar hakkındaki sirkatlere de «muh­telif sirkatler» denilir. Bunlardan hiçbiri, sirkat nisabına baliğ olmadı­ğı takdirde haddi'icab etmez, velev ki, mecmuu, nisab mikdarına ma'zi-yadetin baliğ olsun. Nitekim misali, nisabı sirkat hakkında verilen ma­lumat arasında geçmişdir.

768 -  : Birkaç şahsın birlikde  yapmış    oldukları    sirkatlere dü «müşterek sirkatler» denir. Şöyle ki  : bir taif? bir haneye gizlice girib de odalardaki eşyayı müteferrikan hanenin saaanına çıkardıkdan sonra mecmuunu birden alıb dışarıya çıkarmalar her birinin     hissesine  nisab mikdarı   isabet ekliği   takdirde haklarında had icra edilir.

Bu gibi eşhas arasındaki teavün ve iştirak, sirkat cinayetine cüret­lerini artıracağı cihetle haklarında bir zecr olmak üzere had icrası, hikmeti cezaiye icablarmdandır.

Fakat her bir kısım eşyayı, diğerlerinin yardımı bulunmaksızın müstakillen harice çıkarsa kendisinin çıkardığı bu mal, nisab mikdarı­na baliğ olmadıkça hakkında had lâzım gelmez.

«(imam Mâlike göre eğer yapılan bir sirkat, teavüne ihtiyaç gös­terir bir suretde ise bu sârikler hakkında had lâzım gelir, velev ki her birine isabet eden mikdar, nisab mikdarına baliğ olmasın.)

(imam Ahmede göre de bu sirkatlerden dolayı mutlaka had lâzım gelir. Teavüne ihtiyaç görülsün görülmesin. Kereste gibi ağır bir şeyi sirkatle elbise gibi hafif, bir şahsın yalnızca dışarıya çıkarılabileceği bir şeyi sirkat arasında fark yokdur.

769 - : Bir hanenin  duvarım iki şahıs  delib  de     bunlardan biri haneye girerek elde etdiği bir mali harice çıkardıkdan sonra bunu her ikiai  birlikde   yüklenib götürmüş  olsa bakılır:  eğer  hangisinin  haneye

girdiği malûm ise asıl sârik o olmuş olur. Binaenaleyh had onun hak­kında yapılır. Diğeri ise bu cinayete yardım etmiş olacağından hakkın­da yalnız ta'zir lâzım gelir.

Fakat haneye hangisinin girdiği teayyün etmezse hiçbiri hakkında had yapılamaz. Çürük sârik, meçhul kalmış olur. Bu halde haklarında yalnız ta'zir cezasiyle iktifa olunur.

770  - : Yalnız bir şahıs sirkat için bir haneye girib de elde et-diği malı haricdeki arkadaşına atmakla o da bu malı asla hiç biri hak­kında had lâzım gelmez. Çünkü hane dahilindeki şahıs, bu mala tama­men vaz'ı yed etmiş sayılamayacağı gibi     haricdeki şahıs da bu man hırzdan bizzat çıkarmış değildir.

771 - : Bir haneye gizlice giren bir şahıs,  elde etdiği eşyayı ha­ricdeki arkadaşının eline teslim etse İmamı Azama göre hiç biri hak­kında had lâzım gelmez, aricdeki şahıs, elini hane içerisine sokmuş ol­sun olmasın. Fakat îmameyne göre haneye girmiş olan şahıs hakkında had lâzım gelir; Haricdeki şahıs hakkında ise elini haneye sokmamış ise had lâzım gelmez. Çünkü haricdeki şahsın eli, dahildeki şahsın eli ma­kamına kaim bulunmuş sayılır.

Şayed haricdeki elini hırz olan haneye sokarak eşyayı arkadaşının elinden almış bulunursa aralarında bir sirkati müştereke vücude gelmiş olacağı cihetle her ikisi hakkında da imam Ebu Yusüfe göre had lâzım gelir. Bedayî, Zeyleî.

«(Eimmeİ selâseye göre iki kişi bir hanenin duvarını delib de bi­risi içeriye girerek elde etdiği eşyayı dışarıdakine teslim etse veya ona atsa had, yalnız içeriye girmiş olan şahıs hakkında lâzım gelir, .dışarı­daki hakkında lâzım gelmez.) [22]

 

Sirkat Hadiselerinin Sureti Sübutü  :

 

772  - : Haddi icab eden herhangi bir sirkat hâdisesi, ya ikrar ile veya beyyine ile sabit olur.

Sirkati ikrar, sirkat yapan mükellef bir şahsın bu cürmünü bizzat itiraf etmesi demekdir. Bİr şahsın kendi aleyhine yalan yere ikrarda bu­lunması müsteb'addir. Bir şahıs, başkalarına karşı müttehem olsa da kendi nefsi hakkında müttehem olmaz. Binaenaleyh - îmamı Âzam ile imam Muhammede göre - sârikin bu cürmünü bir defa ikrar et­mesi kâfidir. Fakat imam Ebu Yusüfe göre iki defa, muhtelif iki mec-lisde ikrar etmedikçe hakkında had icra edilemez.

«(imam Mâlik ile imam Şafiîye göre de bir ikrar kâfidir. Fakat İbni Ebi Leylâ ile imam Ahmede göre iki defa ikrar lâzımdır. Elmiza-nül'kübra, Elbedayi.)

733 - : Bir şahıs, bir kimsenin meselâ : yüz lira çaldığını ikrar etdikden sonra bu ikrarından dönerek: «Hayır, vehm etmişim, diğer kimseden yüz lira çaldım» dese hakkında had icra edilemez. Çünkü bi­rinci ikrarından rücu etmekle tenakuzde bulunmuşdur Tenakuz ise şüb-he iras etmek hususunda rücu mesabesindedir.

Fakat o iki kimseden her Diri, kendisinden sirkat edildiğine dair olan ikrarı tasdik etdiği takdirde o şahsa yüz lira tazmin ettirebilir. Zi­ra tenakuz ve rücu ile mal hakkındaki İkrar, zail olmaz.

774  - : Sirkat hakkında cebren vuku bulan ikrar,     muteber de­ğildir.

Binaenaleyh bir şahıs, vukubulan darbe, tehdide, habse, aç bırakıl­mak gibi bir suretle ta'zibe binaen sirkatde bulunduğunu ikrar etse bu­na itibar olunmaz.. Çünkü bu gibi hajler, ikrarın ciddiyetine münafidir.

Maahaza müteehhir fukahadan bazı zatlara göre ikrah ile vukubu­lan sirkat ikrarı, muteberdir. Zira zamane hırsızlarının tav'an ikrarda bulunmaları müsteb'addir.

775 - : Sirkat hususundaki  beyyine,  züküret,     adalet,  asalet ile muttasıf, en az iki mükellef kimsenin sirkat vukuu hakkında yapacak­ları şahadetten ibarettir.

Binaenaleyh bu hususda kadınların, suihal eshabmm ve başkaları­nın şahadetlerine mebni şahadette bulunanların şahadetleriyle haddi sir­kat icra edilemez. Çünkü bunların şahadetlerinde şübhe vardır. Hadler ise şübhe ile sakıt olurlar.

Maahaza kadınların had hususunda şahadetleri muteber değilse de mal hakkında muteberdir. Binaenaleyh çalınan mal hakkında kadınla­rın erkekler ile beraber şahadetleri kabul olunur. Hattâ bu mal hususun­da şahadet üzerine şahadet de makbuldür. Bedayî, Hindiyye.

776 - : Hâkim,  şahidlerden iddia edilen  sirkatin  mahiyyetini, keyfiyyetini istizanda bulunur, şahidlerin adaletini tetkik eder, şahidler tezkiye edilmedikçe had icra edilemez. Çünkü had,  telâfisi kabil olma­yacak bir cezadır. Şu kadar var ki, tezkiye esnasında sârik, habs edilir. Zira sirkatle müttehem olduğundan firar etmesi melhuzdur.

Şahidler tezkiye edildiği halde mesruhun minh gaib bulunsa had yine icra edilemez.

777 - : Haddi sirkatin şahadetle sübutü için şahadet âmnda hu­sumete salâhiyeti bulunan bir kimsenin hazır bulunması lâzımdır.

Binaenaleyh mal sahibinin veya muda1, mürtehin gibi yedi zaman ashabından birinin huzurunda olmaksızın yapılan şahadet, kabul edi­lemez. Çünkü çalındığı söylenilen mâlin, sârikden başkasına aid olduğu taayyün etmek lâzımdır.. Bu taayyün ise husumetle vücude gelir. Şukadar var ki, bunların gıyabında şahadet    vaki olsa    sirkatle    müttehem şahis,  habssediür. Zira yapılan şahadet,  sârik  hakkında  bir töhmet  iras

eder. Töhmete binaen habs ise bir emri İhtiyatî olarak caizdir. Mebsut.

«(İbni  Ebi  Ley laya göre had-icra edilebilmesi için me'srukun minhin hazır bulunması  lâzım  değildir,  onun gıyabında  da  icra edilebilir.)

778 - : Mesrukun mmh  hazır olduğu     halde şahidler     tegayyüb veya vefat etseler İmamı Azama göre had icra edilemez. Fakat    diğer bir kavle göre icra edilebilir. İmam Ebu Yusuf de buna kaildir.

779 -  : Haddi  sirkat hususunda bir şahadetin  kabul   edilebilmesi iğin tekadünıi and bulunmaması da icab eder.

Tekaddümi ahd, bir hâdisenin vukuundan itibaren bir müddetin mü rür etmeyidir ki, bu, bazı. husumetlerde dâvanın niyetine, şahadetin ia-timaına bir mania teşkil eder. Buna «tekadümi zaman» da denir.

Bu müddetin mikdarı hakkında nluhtelif kaviler vardır. Bunun, as­garî haddi, altı ay veya bir ay veya üç gündür, imamı Azamdan bir ri­vayete nazaran bunun takdir ve tayini veliyyüTemrin rey'ine muhav-veldir.

Binaenaleyh sirkat hâdisesinden bir müddet geçtikden sonra bazı kimseler gehb de sirkate şaiıadetde bulunsalar şahadetleri, had husu­sunda kabul edilmez. Çünkü tekadümi ahd, gübhe tevlıd etdiğinden bu gibi hadlere mütealük şahadetleri ibtal eder. Şu kadar var ki bu şaha­det ile asıl sirkat, sabit olacağından çalman şeyin tazmini lâzım gelir. Bu hususd veliyyül'emr veya naibi, kendi kanaati t ammesi ne göre mua­mele yapar. Eğer zanm galibi, nıuttehemin sirkat etdiği ve çalman ma­lın da yanında bulunduğu hususunda lekanür ederse müttehem hak­kında bir ta'zir mahiyetinde olarak bazı cezalar tertib edebilir. Mebsut, Bedayî, Reddi Muhtar.

780 - : Mesrukun minhin mechuliyeti de ikrar ve şahadetin had hususunda kabulüne manidir. Meselâ : Bir şahıs, mesrukun minhin gı­yabında: «Ben bu malı çaldım, amma bunun kime aid olduğunu bilmi­yordum» veya «kime aid olduğunu haber vermem» dese hakkında had icra edilemez.

Kezalik : şahidler : «Bu şahıs şu malı çalmışdır, fakat bu malın kime aid olduğunu bilmiyoruz» deseler şahadetleri makbul olmaz. Çün­kü mesrukun minhin gaybubeti kabuli şahadete mani olduğundan nıec-huliyeti bitarikil'evla mani olur.

«(îmam Şafiıye göre de böyle bir ikrar vukubulunca hemen had icra edilemez, belki gaib olan mesrukun minhin huzuruna intizaren sâri-kin hapsi cihetine gidilir. Mebsut.)

781 - : Şahidler, bir şahıs hakkında: «Bu, fülân kimseden mese­lâ: yüz üra çaldı» diye şahadet etdikleri halde hablel'kaza bu şahadetlerinden rücu ederek «Hayır, şu diğer kimseden yüz lira çaldı» diye şahadetde bulunsalar bununla haddi sirkate de, zamane de hükm olu­namaz. Çünkü hükümden evvel şahadetden rücu ve şahadetde tenakuz, had ile ve mal ile hükme manidir.

782 - : Şahidlerin doğrudan doğruya sirkate şahadet etmeyib yalnız sirkat edilen mali sârikin ahz etmiş olmasına şahadet etmeleri mendubdur. Çünkü had icrasına sebebiyet vermeksizin çalınan mâlin zuhuruna hizmet edilmesi, evlâdır. Hattâ mal sahibinin de bu veçhile dâva ikamesi, nıüstahsen görülmektedir. Mebsut. [23]

 

Sirkati İsbat İçin Husumete  -   İkamei Dava Hakkında Malik Olanlar :

 

783 - : Çalman malın sahibi, sirkati isbat için husumet hakkına malık olduğu gibi mudeî, müsteirî, mürtehini, mezaribi, gasıbı, sevmi-şira tarikiyle kabızı da bu hakka mâlikdirler. Bu hususda Hanefî imam­ları arasında hilaf yokdur. Yalnız bunların husumetıyle had icra edi-lib ed.lemiyeceği hususunda ihtilâf vardır. İmamı Azam ile İmameyne göre bunların husumeüyle sirkat sabit olacağı gibi had de icra edilebilir, imam Züfere göre ise bunların husumetleri, had hususunda muteber değildir. Çünkü bunların yedlerı, asıl mal sahibinin eli gibi birer yedi sahihe değildir, bunlar yalnız çalman mali sahibine red için zamandan kurtulabilmeleri için husumet hakkında mâlik bulunmuşlardır. Maahaza bunların bu husumet haklan kabul edilmediği takdirde bunların ellerin­deki o malları sirkat etmeğe bir takım eşhasın cüretleri artmış olur. Bedayî.

«(İmam Şafiîye göre asıl mal sahibi hazır bulunmadıkça bunların husumetleri, ne çalınan malin istirdadı, ne de had icrası hususunda mu­teber değildir. Bedayi,)

784 - : Mesrukun  minh vefat edince varisleri husumet    hakkına mâlik olurlar, velev ki, çalınan maldan hisselerine düşen mikdar, nisab mikdanndan dûn olsun. Fakat içlerinden "biri gaib bulunursa hazır bu­lunanlar, haddi icra ettiremezler. Bedayî, Bahr.

785 - : Sârik, husumet hakkına mâlik     değildir.  Şöyle ki   bir sahîiin çaldığı mal, kendisinden sirkat edilse  had icrası  veya   o  malın istirdadı için husumet hakkım haiz olmaz. Çünkü onun eli bir yed-i sa­hihe, yani   :  bir yed-i mülk, bir yed-i zaman değildir.  Mesruku ondan almak, bir lûkatayı yoldan kaldırmak mesabesinde bulunur. Bu takdir­de o malın sahibi de - bu ikinci sârika karşı - had icrası için husu­met hakkına mâlik olamaz. Zira o mal, kendisinin elinden sirkat edilmiş değildir. Şu kadar var ki, diğer bir rivayete nazaran birinci sârik, henüz hakkında had icra edilmemiş ise mesruku istirdad için ikinci sârik aleyhine dâva ikame edebilir.  Çünkü bu mali  bil'istirdad sahibine red nadden halâs olabilmesi ihtimal dahilindedir.

Fakat hakkında had icra edilmiş ise artık husumete salâhiyeti kal­mamış olur. Zira had ile zaman içtima edemiyeceği cihetle bu halde .nesruku sahibine reddetmek mecburiyeti kazaiyesi kalmamıştır ki, bu-:iun için dâvaya salâhiyeti bulunsun.

Maahaza bir sârikin çaldığı mâli hakkında had icra edilse de sa­libine reddetmesi, diyaneten vacib olduğundan bu maksadla husumete mâlik olabilmesi de caiz görülebilir. Bedayî, Mebsut,

«(İmam Mâlike ve İmam Ahmedden bir rivayete göre haddi sirka­tin icra edilebilmesi, herhalde mesrukun minhin husumetine mütevak­kıf değildir. ElmizanüTkübra.) [24]

 

Sirkatin Hükmü Ve Haddi Sirkatin Mahiyyeti :

 

786 - : Sirkatin iki hükmü vardır, biri nefse, diğeri de mâle te-ıllûk eder. Nefse taallûk eden hadoUr. Mala taallûk eden de mesrukun istirdadı ve telefi takdirinde tazmin etdirilmesidir.

Haddi sirkat ise şeraiti mevcut ve usulü dairesinde sabit bir hır­sızlık hâdisesinden dolayı hırsız hakkında kat'ı uzuv suretiyle yapıla­cak bir ukubetdir. Şöyle ki : sirkat hâdisesi sabit olunca badelhüküm sarikin sağ eli bileğinden kesilir, bu hadden sonra tekrar sirkatte bulu­nacak olursa sol ayağı da mafsalından kesilir. Şayed bundan sonra yi­ne sirkatde bulunsa artık âzasından hiç biri kesilmez.. Belki salahı hali zahir oluncaya kadar hapis suretiyle ta'zir olunur. Çünkü aksi takdir­de sarikin her veçhile nefsini ihlâk cihetine gidilmiş olur. Bu hadden tnurad ise ihlâki nefs değildir. Hattâ kesilen uzuvlar, yaranın tevessü ve sirayetine mani olmak için zeyt ile veya sair bir yağ ile usulen dağ­lanır, sârikin helakine meydan verilmemeğe çalışılır.

Bu mesele, Hanefiyye ve İmamı Ahmedden bir rivayete göredir. Mebsut, Bedayî.

«(İmam Mâlike ve İmam Şafiî ile İmam Ahmedden diğer bir riva­yete göre sârikin evvelâ sağ eli, ikinci sirkatinde sol ayağı, üçüncü sir­katinde sol eli, dördüncü sirkatinde de sağ ayağı kesilir. Şayed yine sir­katde bulunacak olsa artık hapsiyle iktifa olunur. Şu kadar var ki, ve-liyyül'emr, defi fesad için lüzum görürse bu sâriki siyaseten öldürebilir.

Şafiî fukahası diyorlar ki : sirkat hâdisesinden sonra sârikin sağ eli bir âfet ile veya bir cinayet dolayısiyle veya zulmen kesilib düşecek olsa veya çolak olub da kesildiği takdirde nezfi dem ile helakinden kor-kulsa artık had sakıt olur, diğer eli veya ayağı kesilmez. Çünkü muay­yen bir uzva, yani : sağ ele tallûk eden hakkı kat', bu uzvun fevtiyle sakıt olur.

Zahirîlere göre beşinci defaki sirkatden dolayı sârik mutlaka kati olunur.

Bazı fukahaya göre de haddi sirkatden dolayı târiklerin yalnız parmaklarının kesilmesiyle iktifa olunur. Haricîlere göre ise sârikin eli omuz başından, «menkibinden» itibaren kesilir.

Kesilen uzvun dağlanması, Şafiî mezhebine nazaran uzvu kesilen şahsa aid bir hakdır. Binaenaleyh dilerse buna mani olabilir. Buna «hasm» denir. Bidayetül'müctehid, Elmuhallâ, El'muğnî.)

787 - : Sârikin sol eli çolak bulunsa veya sol eli veya bu elinin baş parmağı veya sair iki parmağı kesilmiş olsa artık ne sağ eli, ne de sol ayağı hadden kesilemez.  Çünkü kesildiği  takdirde  cinsi     menfaat, fevt olur, yani : sârik, min vechin ihlâk edilmiş bulunur.

Sârikin sağ ayağının parmakları kesilmiş olduğu halde ayakda dur­maya ve yürümeğe muktedir bulunsa sağ eli hadden kesilebilir. Aksi takdirde kesilemez.

788 - : Haddi sirkatde tedahül carîdir. Şöyle ki : bir şahıs, mü­teaddit defalar sirkatde bulundukdan sonra bunların mecmuundan ve­ya bazısından dolayı aleyhine  vukubulan husumete  mebni   mahkemece usulen bir eli kesilse bu ceza, bütün o sirkatlere mukabil bir ceza olmu olur. Artık o şahsın bu sirkatlerden dolayı başka bir uzvu   kesilemez. Çünkü bir cinsden - mahza hukuki ilâhiyeden - olan hadlerin sebeb-leri içtima edince bunlardan birinin icrasiyle iktifa olunur.

Esasen bu gibi hadlerin icrasiyle takib edilen gaye, hikmeti teşri-iyye,, zecr ve men'den ve ibreti müessire vücude getirmekden ibaretdir. Bu gaye ise bu bir haddin icrasiyle husule gelmiş olacağından ikinci, üçüncü hadlerin icrasına -- ademi faide mülâhazasına binaen - lüzum görülmez. Mebsut, Bedayi.

789 - : Haddi sirkat, badessübut afüv edilemez. Şöyle ki : veliy-yül'emr tarafından had icrası hususunda emir sâdır ve hüküm ita edil-dikden sonra mesrukun minh, sâriki afüv edecek olsa buna itibar olun­maz. Çünkü bu ceza, sırf hakkullah  -  hakkı âmme olarak tatbik edi­lecektir. Bu, mesrukun minhin hakkı değildir ki, bunu afve salâhiyeti olsun. Bedayî.

790 - : Haddi sirkati ikame edecek zat, veliyyül'emr ile onun ta­rafından hadleri  ikameye me'zun  bulunan    hâkimlerdir.  . Binaenaleyh bunlardan başkası bu haddi ikame edemez.

Şayed bir kimse, hakkında had icra edilmesine henüz hüküm veril­memiş olan mahbus bir sârikin sağ elini amden" kesecek olsa hakkında kısas lâzım gelir. Fakat had icrasına hüküm verildikden sonra kesse, hakkında kısas lâzım gelmezse de - veliyyül'emrin salâhiyetine tecavüz etmiş olacağı cihetle - te'dibe müstahik olur.

«(imam Şatnye göre bir mevlâ, kendi memlükü hakkında icab eden lıadlerı ıname edeoıhr.

Hakimler, geoe kadınlar ile hasta insanlar ve kendilerinde telefleri-rinı nıucıo olacak arızalar Dulunan gaiıısiar hakkında had icrasını te'hir edeniL-i' ve haddi son derece soguK veya sıcak günlerde de icra etmez­ler,  ı^unkü had icrasından matuad,  itlafı nefa  değildir.  Bedayi.)

791 - : gahnan malın istirdadı ve tazmini meselesine gelince Dır üirkaı naoısesi usuıen saoıt oıüugu naiue uam şeraitin aaemı mevcuaı-yt'iıne Dinaen lıaa icrasına imnan bulunmasa mearult malın her naide istirdadı lazım geür. 'rulet olmuş veya ıtıaf ednnııs. olduğu takdırüe de .Lüzmım icaD eder. Sarık haküınüa aa ayrıca haps suretiyle veya sair uır veçhile tazıren ceza verilir.

ban«. hakkında had icra edildiği suretde ise salman mal, mevcut ise yine sahibine red edilir. Çünkü herkes, kendi malına . başkasından daha haklıdır. Fakat bu mal, sarikuı- elinde had icrasından evvel veya sonra zayi olmuş, ise artık bunu tazmin lâzım gelmez. Zira bir sirkat hakkında kat'ı uzuv ile zaman içtima etmez. Kat'ı uzuv, esasen sirkat cinayetine tekabül eden kâfi bir cezadır. Nitekim  âyeti celilesı de bunu göstermektedir. Yani : Hırsız erkek ile hırsız kadının, kazandıklarına bir ceza ve Allah Teâlâ tarafından - ibret ve intibaha medar - bir ukubet olmak üzere ellerini kesiniz. Allah Tealâ azizdir, hakimdir bu gibi hükümlerinde bir nice hikmetler ve mas­lahatlar vardır.

Görülüyor ki, bu âyeti celilede kat'ı yede ceza namı veriliyor, ceza ise kifayet üzere mübteni olur. Eğer buna zamanda zam edilecek olsa kat'ı uvuz, kâfi bir ceza olmamak lâzun gelir.

Maamafih sârik, zaman ile mükellef olsa mali mesruka, sirkat ânından itibaren malik olmuş olur. Çünkü zaman, temellüke tekabül et-mekdedir. O halde sirkat, sârikin kendi mülkünde vaki olmuş, olacağın­dan hakkında had icrasına mahal kalmamak lâzım gelir.

Çalınan mali sârikin istihlâk etmiş olması takdirinde de -- zahi-rürrivayeye nazaran - hüküm  böyledir. Mebsut, Bedayi.

792 - : Çalınan bir malı sârikden başkası istihlâk etmiş olsa bil-ittifak zamin olur.

Sârik, çaldığı malı başka bir şahsa satmış veya başka bir yechilû temlik etmiş olsa bu malı mevcut ise sahibi istifdad edebilir. Bu halde o şahıs da vermiş olduğu semen ile sârika rücu edebilir. Şayed o mal, telef olmuş ise artık ne sârika ne de o şahsa zaman' lâzım gelir. Çünkü sârik hakkında had icra edilmekle zaman sakıt olmuşdur. Fakat o şahis, bu çalınan malı istihlâk etmiş bulunursa bedelini mesrukun mirine zamin olur, kendisi de vermiş olduğu semen ile sârika rücu edebilir.

793 - : Müctemi sirkatlerden dolayı sârik hakkında bir had icra edilmiş olduğuna nazaran çalınan malların tazminine gelince eğer mal­ları çalınan kimselerin hepsi tarafından vuku bulan bir dâva neticesin­de bu had icra edilmiş ise hepsine karşı tazmin hakkı sakıt olur. Fakat bunlardan yalnız bir ikisinin husumetiyle bu ceza tatbik edilmiş ise bun­lara karşı zaman hakkı sukut eder, bunda ittifak vardır.

Husumetde bulunmayanlara gelince, imamı Azama göre bunların da tazmin hakları sakıt olmuş olur. Çünkü bunlardan birinin huzur ve husumeti, hepsinin huzur ver husumeti mesabesindedir, hepsi de husu-.metde bulunsa yine kesilecek, bir elden başka değildir. Binaenaleyh hep­si birlikde husumetde bulunduğu takdirde sârika zaman lâzım, gelmiye-ceği gibi içlerinden birinin husumeti takdirinde de zaman lâzam gelmez.

îmam Ebu Yusuf ile îmam Muhammede göre ise bunların malla­rını sârikin tazmin etmesi lâzım gelir. Zira bunlar, had icrasını taleb etmedikleri cihetle mallarının sukutuna razı olmuş sayılamazlar.

Bu mesele, çalınan malın helaki takdirindedir. Mevcudiyeti takdi­rinde ise her halde sahiblerine reddedilmesi icab eder. Çünkü had ceza­sı, zamana münafi ise de redde münafi değildir. Bedayî, Haniyye.

794 - : Çalınan mal, tegayyür etmişse bakılır eğer   kıymetine noksan arız olmuş gibi bir suretle tegayyür etmiş ise sârik    hakkında had icra edilmesi, bu malın sahibine reddine mani olmaz. Şu kadar var ki, noksan tazmin edilmez. Fakat bu tegayyür ile çalınan malaziyadelik arız olmuş, meselâ  kumaş, iken elbise yapılmış, buğday iken un haline getirilmiş ise artık had icra edildiği takdirde bu malın sahibine reddi lâzım gelmez. Çünkü bu tegayyür ile o mal, tebeddül etmiş sayılır. Mes-ruk malın böyle sınaî bir suretde tebeddülü ise badelehâd zamana mü-nafidir.                                                      .

Maahaza o mal, esasen başkasına aid olduğundan bununla sârikin intifa etmesi, diyaneten halâl olmaz. Mebsut, Bedayi.

795 - : Çalman mal, sârikin yanında iken doğrusu yavrusiyle be­raber  mesrukun  minhe  reddedilir. Çünkü  yavru,   o   maldan  mütevellit bir ziyadedir. Daha doğmadan reddi lâzım geldiği gibi doğdukdan sonra da reddi lâzım gelir.

Çalınan mal, en az nisab mikdarı altın veya gümüş olub da bun­lardan huliyyat veya evani = kab, zarf yapılmış olduğu takdirde ise îmamı Azama göre hem had, hem de sahibine red lâzım gelir. Fakat İmameyne göre tekavvümi sanatden dolayı red lâzı mgelmez.

Amma çalınan şey, bakır olub da bundan kab yapılmış olsa bakılır: Eğer veznen satılır ise hüküm yine böyledir ve eğer adeden satılır ise bü'ittifak reddi lâzım gelir. Mebsutı serahî, Tatar Haniyye.

mütevemmü ise sirkat etmiş olduğu malı, helak olsa da filhal tazmin etmekle mükellef olur. Had ile bu hak sakıt olmaz. Fakat fakir ise he­lak ve müstehlek olan mesruk malı ne hâlen ve ne de âtiyen tazmin ile mükeüef olmaz. Elmizanülkübra.)

(imam Şafiîye göre sârik, istihlâk etdiği mesruk malı tazmin ile mükellefdir. Böyle bir sârik hakkında hem had icra edilir, hem de ken­disine istihlâk etmiş olduğu mesruk mal tazmin ettirilir. Çünkü sârik, hem Cenabı Hakkı, hem de mesrukun minhe karşı cinayetde bulunmuş-dur. Bu cihetle hem haddin vücübune, hem de zamanın lüzumuna sebe­biyet vermiş bulunmaktadır.)

(Hanbelî mezhebine nazaran da sârik, çalınan malı mevcud ise iade eder, değilse kıyemiyyatdan ise kıymetini, misîiyyatdan ise mislim za-min olur. Hattâ sirkat dolayısiyle tahrib etdiği hırz mahallini de tami­re mecburdur. Kat'ı uzuv ve hasm ameliyesi ücreti de kendisine aiddir Hâsılı kat ile zaman içtima eder. Sârik, zengin oîsun, fakir olsun, eli kesilsin kesilmesin çaldığı malı İadeye ve telefi takdirinde tazmine ve kıvmetine noksan iras edecek bir şeyde bulunmuş olunca bu noksan mikdannı da.red ve itava mecburdur. KeşşafüTkına, Elmuğni.) [25]

 

Haddî Sirkatî Badel'îcab Iskat Eden Bazı Sebebler  :

 

796 -  : Sânkm  kablelhad ikrarından  rücu etmesiyle  had     sakıt olur. Fakat bu halde çaldığını itiraf etmiş olduğu malı tazmin    etmesi lâzım gelir. Çünkü sârıkın  bu rücuu, haddi iskat hususunda    muteber ise de başkasının malını ibtal hususunda muteber değildir.

797 - : Sirkatle müttehem olan şahıs,  inkârına mukarin mesru­kun minhin talebiyle  istihlâf edildiği halde yeminden imtina etse hak­kında had lâzım gelmez. Fakat çalman şeyi zamin olur.

798 - : Sârik, badel'ikrar mülkiyet iddiasında    bulunsa,     yani   : mesruk malın kendisine aid olduğunu dermeyan etse bununla had sakıt olur. Hattâ iki şahıs, bir malı müştereken  çaldıklarım ikrar    etdikden sonra birisi  had icrasından evvel  veya sonra ikrarından  rücu ederek: «Biz bu malı çalmadık, bu mal bize veya bana aiddir» dese her ikisinden de had sakıt olur. Çünkü böyle birisinin ikrardan rücuiyle sirkatin müş­tereken vuku hususunda bir şübhe vücude  gelmiş olur. Had ise şübhe iie sakıt olur.

799  - : îki şahısdan biri   «Biz bu malı fülân kimseden birlikdc. çaldık>ı diye ikrar, diğeri ise bunu tekzib ile  : «Hayır, biz Öyle bir şey çalmadık» diye inkâr eylese tmamı Azama göre yalnız mukir hakkında had lâzım gelir, diğeri hakkında lâzım gelmez, imam Ebu Yusüfe göre İse  ikisinin  hakkında da  had  icra edilemez.  Çünkü ikrar, birsirkati müştereke hakkındadır. Bu sirkat ise inkârı vâkıâ raebni sabit olmamıs-rtır.                                                

800 - : Mftsrukun minhin sâriki ikrarında tekzib etmesi de hadd:

iskat eder. Şöyle ki : mal sahibi  : «sârik yalan söylüyor, benim malımı çalmış değildir»  dese  sârikden  had  sakıt  olur.  Çünkü  had  icrası   için husumet  lâzımdır.  Mal  sahibi,  sâriki   tekzib  edince  husumet  kalmamış.

olur.

801 - : Sârikin çaldığı malı  henüz mahkemeye tevdi     edilmeden sahibine reddetmesi de haddi iskat eder. Bu,   imamı Âzam ile imam Muhammede göredir, imam Ebu Yusüfe göre bu red ile  had sakıt ol­maz. Fakat badel'murafaa red ile haddin sakıt olmayacağında    ittifak vardır.

802  -  : Sirkat  hakkında şahadet vuku     buldukdan  sonra     sârik kaçacak  olsa bakılır  :  eğer derhal yetişilip elde edilirse hakkında had icra edilir. Fakat derhal elde edilemezse artık had icrası için takib edil­mez.

Yukarıda da yazılı olduğu üzere her sirkat hâdisesinden dolayı he­men had .cezasının tatbik edilmesi, hikmeti şer'iyye bakımından pek mültezem değildir. Bu cihetle hâkim tarafından sârika ikrarından rücu etmesini işrab edecek t^azı sözler söylenmesi mendubdur ki, buna (tel­kini rücu) d^nir.

Bir sârik hakkında haddin sukutu ise onun cezadan büsbütün kur­tulması demek değildir. Nitekim ta'zirat mebhasinde bu cihet görüle-cehdir.

803 - : Mesrukun minhin sirkat şahidlerini tekzib etmesi de had­di iskat eder. Şöyle ki  : mal sahibi  :  «bu şahidler yalan yere şahadet etdiler» dese artık had sakıt olur, icrasına imkân kalmaz.

804  - : Sârikin  çaldığı  mala kablelhüküm bir veçhile     temellük etmesi de haddi müskıttır.

Meselâ : çalınan malı. sahibi daha aleyhine had ile hükmedilmeden sârika satsa veya hibe etse artık had icrasına mahal kalmaz. Çünkü bu halde husumet araâan kalkar, sarık o mala tarihi kabzından itibaren mâlik olmuş gibi bir şübhe husule, bununla da had sukut eder.

Şayed böyle bir satış veya hibe hükümden sonra, imzadan evvel vaki olsa imamı Âzam ile imam Muhammede göre hüküm yine böyle­dir. Çünkü imzaya - icra ve infaza iktiran etmeyen bir kaza - hüküm natamam bir kazadır. Fakat imam Ebu Yusüfe göre bu takdirde had sakıt olmaz. Çünkü had icrası hususunda hüküm verilmiş bulunnıakda-dır. Bedayî, Mebsut, Bahri Raik.

«(Eimmei selâseye göre sârik, çaldığı mala şira, hibe irs gibi bir sebeble temellük etse de hakkında icab eden had sakıt olmaz. Bu te­mellük, gerek murafaadan evvel ve gerek sonra olsun. Çükü bu cina­yetle hududı ilâhiyyeye tecavüz edilmiş, had icrasına Hakkullah, hakkı[26]

 

(ALTINCI MEBHAS)

 

SİRKATİ KÜBHA  = YOL KESİCİLİK HAKKINDADIR.

 

İÇİNDEKİLER : Yol kesiciliğin - kat'ı tarikin mahiyyeti, nevi­leri, hükümleri, yol kesiciler hakkında cezanın hikmeti tesrii yy esi. Yol kesiciliğin tahakkuku için viipudü iktiza eden şartlar : yol kesicilere ve yollan kesilenlere aid şartlar. Maktu un leh olan matlara ve maktuun fih olan mahalle aid şartlar. Yol kesiciliğin sureti sübutü. Yol kesiciler hakkındaki cezalan kimlerin ikame edeceği. Yol kesicilere aid had ce­zalarının afüv edilemİyeceğî ve bu cezalar arasında tedahül cereyanı. Yol kesiciliğin cezalarını ıskat eden şeyler. [27]

 

Yol Kesiciliğin Mahiyeti  :

 

805 - : Yol kesicilik,  dari  islâmda  müslümaniarın veya zimmîle-rin mallanın ellerinden tegaltüben ve mücahereten almak,     hayatlarına kaad  efmek,  halkı korkuya düşürmek  için bir takım  kimselerin     veya kuvvet ve şevket sahibi bir şahsın yolları lutmasıdır ki, bu yüzden halk, gidip  gelmekden  çekinerek   yollar  kesilmiş  olur.   Buna   «kat'ı   tarik ve hırabe» denir.

Nâsın mallarım böyle mugalebe suretiyle ellerinden almak üzere yol kesicilik eden şahsa da «katıı tarih», «muharib» adı verilir. Cem1»  «kuttar tarik» dir.

Bu veçhile yollan kesilen kimselerden her birinex «maktuun aleyh • denildiği gibi alman mala da «maktuun leh» denir. Bu hâdisenin cere­yan etdiği yere de «maktuun fih» denilir.

806 - : Yolcuların  mallarım   gizlice   aşırıp   kaçan,   meselâ  kafile­nin arkasını takib edib elde edebileceği bir malı gizlice alarak savuşan şahıslar, yol kesicilerden sayılmazlar, bunlar kuvvete mâlik değil, çapul­culuk ile  me'lûf,  mukabele göreceklerini  anlar anlamaz kaçmaya mecolan kimselerdir ki, bunların bu hareketleri, ihtilas ve intihâb kabi-ündendir. Binaenaleyh bunların haklarında alelade sârikler gibi mua­mele yapılır. Bedayî.

807 - : Yol kesiciîik cinayetinin tahakkuku için - tarifinden de anlatıldığı üzere - buna cüret ede kimselerin bir cemiyet halinde mü-teaddid olmaları behemehal lâzım değildir. Bu cinayet, kaviyyüşşekîme bir şahıs tarafından da vücude getirilebilir.

Kezalik : bu cinayetin icrası için her halde silâh istimal edilmesi de lâzım değildir. Bu hususda silâh ile sopa, taş vesaire müsavidir. Çünkü bunların her biriyle yol kosicilik hâdisesi tahakkuk edebilir.

808 - : Yol kesicilik hususunda canilerin hür olmalariyle köle ol­maları arasında fark yokdur. Çünkü bu cinayet, köleler tarafından da yapılabilir.

Kezalik : bu cinayeti irtikâb hususunda mübaşirler ile mütesebbib-ler bir hükümdedirler. Zira bu maksad ile toplanan eşhasdan bir takı­mının, bu cinayete mübaşereti, diğerlerinin kuvveti, yardımı, melce' va­zifesini görmesi sayesinde kabil olabilir. Binaenaleyh bu hususda müba-birler ile mütesebbibler ayni cezaya'tabi olurlar. Aksi takdirde yol ke­sicilik için meydana verilmiş, bir takım muzır eşhas, cezadan kurtulmuş olur Bcdâyî.

«(Safîlere göre yol kesicilere iane eden, onların cemiyetini arttıran kimseler yol kesicilerden sayılmazlar. Bunlar yalnız habs ile, nefy ile ve­ya sair bir suretle ta'zir olunurlar. Bu cihet, veliyyüremrin reyine mu-havveldir.             

Kuttaı tarikde kuvvet ye şevket bulunması lâzımdır. Fakat bu kuv­vet ve şevket bir emri'nisbîdir. Küçük bir cemaate karşı kuvveti, mü­savi, veya faik olmakla yol kesici sayılan bir taife, büyük bir kafileye karşı yol kesicilerden sayılmıyabilir. Şöyle ki : büyük bir kafile halkı, muktedir oldukları halde mukavemet göstermeyib de kendilerinden kuvvetsiz olan ve mukavemet görecekleri takdirde galebeleri umulma­yan bir eşkıya güruhuna soyulacak olsa o güruh hakkında kuttaı tarik ahkâmı carî olmaz. Çünkü bu halde kafile, kendi kuvvetini zayi etmiş, tefritde bulunmuş, kendisine nisbetle kuvvet ve şevketi dûn olan kim­selere soyulmuş olur. TuhfetüTmuhtac.)

(Hanbelîlere göre ise yol kesicilere muiin ve müsaid olanlar, onlara kafilenin halini keşf edib bildirenler, onlar ile bir hükümdedirler. Bina­enaleyh bir katil hâdisesi vuku bulmuş ise onlar da mübaşirlerle birlik-de kati olunurlar. Keşşafül'kına.) [28]

 

Yol Kesiciligin Nevileri, Hükümleri :

 

809  - : Yol kesilik cinayeti, muhtelif suretlerle yapılabilir. Bunla­rın başhcaları şu dört nev'e aynlmışdır:

(1)  : Yolcuları yalnız ihafe ve tedhiş etmek suretiyle olur.

(2)  : Yolcuların yalnız mallarını soymak suretiyle yapılır.

(3)  : Yolcuları yalnız öldürmek suretiyle olur.

(4)  : Solcuların hem mallarını almak, hem de kendilerini öldürmek suretiyle yapılır. Bedayî.

810 - : Yol kesiciliğin hükümlerine gelince'bu da iki nevidir : nef­se müteallik hükümler, mala müteallik hükümler. Bunlar, aşağıdaki me­selelerde görülecektir. Burada yol kesicilerin    hakkındaki cezayı âmir olan âyeti kerimeyi kaydedeceğiz : Meali âlisi : Allah Tealâ ile ve onun peygamberiyle muharebe eden. yer yüzünde fesada koşan, yani yol kesicilikde bulunan kimselerin ceza­lan, ancak öldürülmeleri veya asılmaları veya her biri bir yandan olmak üzere elleriyle ayaklarının kesilmesi ve yahut yer yüzünden sürülmele­ridir. Bu ceza, onlar için dünyada bir rüsvaylıkdir, onlar için ahretde ise büyük bir azab vardır. Meğer ki onlar, kendilerine zaferyâb olmanızdan - onları elde etmenizden evvel tövbe etsinler; Biliniz ki, Allah Tealâ kusurları sötr edicidir. Rahimdir.

Yol kesicilik .ibadullaha karşı büyük bir tecavüz olduğundan bu, Allah Tealâ ve Resuli Ekremine karşı bir muharebe sayılmış, bunun ne büyük bir cüret ve cinayet olduğuna.işaret buyunılmuşdur.

811 - : Yolcuları yalnız ihafe ve tedhiş suretiyle yol kesicilik eden­lerin cezaları, ta'zir suretiyle darbden ve kendilerini ölünceye veya töv-ve edib şahıslarında, süleha siması zahir oluncaya kadar nefy etmekden ibaretdir. Bu nefyden murad, bazı fukahaya göre tağribdir - başka bir beldeye sürmekdir. Bazı fukahaya göre de habs etmekdir.

812 - : Yol kesicilerin nefy. edilebilmeleri, yukarıda yazılı âyeti ke­rime ile sabitdir. Fukahai kiramın bu nefy hakkındaki akvali ise şu veç­hile hülâsa edilebilir :

(1) : Bu nefyden murad, yol kesicilerin kati ve salb edilmeleridir. Çünkü bu muzir şahıslar, ancak bu veçhile yer yüzünden hakikaten nefy ve tard edilmiş, çıkarılıb sürülmüş olurlar.

(2) : Bundan murad, yol kesicilerin bulundukları yerden başka bir islâm beldesine 'gönderilmeleri, teb'id edilmeleridir.

(3) : Bu nefiden murad, yol kesicilerin dari islâmdan uzaklaşdınl-maları, onları dari islâmdan çıkararak tard edilmeleridir. Buna    Hasen ibni Ziyad kail olmuşdur.

3u üç kavi, pek muvafık görülmemektedir. Çünkü birinci kavi, âye­ti kerimedeki tevzii ceza usulüne muhalifdir. ikinci kavi, bir caninin za­rarım bir islâm beldesinin başından kaldırıb diğer bir İslâm beldesinin başına tevcih etmek gibi bir mahzuru müstelzimdir. Üçüncü kavi ise bir müslüroanı dari harbe teb'id ile küfre maruz bırakmakdır ve onu ehli is-lâma karşı harbi vaziyetine koymak tehlikesine baisdir. Bu ise caiz de­ğildir. Bu cihetle bu kavi, sahih olamaz."

(4) : Bu nefyden murad, habsdir. Şöyle ki: daha kimseyi öldürme­den ve kimsenin malini elinden almadan yakalanan yol kesiciler,  tövbe edib de kendilerinde simai saühîn zahir oluncaya kadar bulundukları beldede habs edilirler. Bu habs ile  habis hane müstesna olmak üzere  bütün yer yüzünden nefy edilmiş olurlar. Lisanı arabda bu gibi ha­bislere dünyadan ihraç, yer yüzünden nefy adı verildiği vardır, örfi nâs buna gahiddir.

işte âyeti celîledeki nefy cezasını Hanefî fukahası bu hapis ile tef­sir etmek dedir ier. îmam Nehaî'den de böyle bir rivayet vardır.

(5) : Bu nefiden murad, yol kesiciyi başka bir beldeye götürüp ora­da habs etmekdir. İmam MâHk Hazretleri buna kaildir. Bedayî, Bahri Raik.

813 - : Yolcuların yalnız mallarını soymak suretiyle yol kesicilik edenlerin cezalan, her birinin sağ eliyle sol ayağını mafsallarından kes-mekdir. Şu kadar var ki, bunlardan birinin vaktiyle sol eli kesilmiş ve­ya çolak bulunmuş., yahut bu elinin baş parmağı   veya sair iki parmağı noksan olmuş, olsa artık sağ eli kesilmez.

Kezalik : sağ ayağı kesilmiş veya. topal bulunmuş olursa sol ayağı kesilemez. Çünkü bunlar da kesilecek olsa menfati hayatiyesi büsbütün muhtel olur. Bu veçhile olan ceza ise öldürmek için değil, zecr içindir.

Maahaza haklarında bu veçhile ceza verilen yol kesiciler, elde et­miş oldukları malları da mevcut ise sahiplerine iade etmekle mükellef olurlar. Ve yolculardan birini cerh etmişler ise bundan dolayı da ayrı­ca zaman ile mahkûm edilirler. Fakat telef olmuş veya itlaf edilmiş olan mallan tazmine mecbur olmazlar. Zira had ile zama metim a etmez.

814 - : Yolcuları yalnız öldürmek suretiyle yol kesicilik edenlerin cezaları da hadden katilden ibaretdir.    Hattâ bunlardan yalnız birinin bir yolcuyu öldürmesi, had bakımından hepsinin öldürmesi gibidir. Bi­naenaleyh hepsinin de hakkında had icra edilir.

815 -: Yolcularm hem mallarını almak, hem de kendilerini öldür­mek suretiyle yol kesicilik yapanların cezaları hususunda veUyyülemr muhayyerdir: dilerse bunların evvelâ el ve ayaklarını keser, sonra da kendilerini kati veya salb eder, dilerse yalnız kati ve'salb eder, dilerse yalnız katle ile veya salb ile iktifa eyler.

Bu, îmamı Azama göredir. îmameyne göre bu suretde katı' lâzım gelmez, yalnız hadden kati ile iktifa olunur. Çünkü mali ahz ile kati hâ­disesi bir cinayetdir, yani ; kat'ı tarik cürmünden ibarfetdir. Binaena­leyh mukabili de bir ukubetdir, bundan ziyade olamaz. Kat'ı uzuv ile katli nefs ise iki ukubetdir.

Maahaza bu hâdisede iki cinayet bulunmuş olsa da birinin cezası, diğerinin cezasına dahil bulunmuş olur. Bir de hadden maksud olan zecr, kati ile hâsıl olacağından kat'a lüzum kalmaz. Şu kadar var ki, îmam Ebu Yusüfden bir rivayete göre bu suretde behemehal salb lâ­zımdır. Bu salb, ya hadden katilden evvel veya sonra yapılır.

816 - : Salbin şekli şöyledir: Evvelâ yere amudî suretde bir ağaç dikilir, sonra bunun tepesine doğru ufkî şekilde bir ağaç rabt edilir, ba­dehu aalb edilecek şahsın elleri tepedeki ağaca, ayakları da onun altın­daki ağaca bağlanır. Mashıb evvelce kati edilmemiş ise karnı veya sol memesi ölünceye kadar bir mızrak ile yarılır ve üç gün kadar bu halde bırakılır, nihayet defn edilmesi için ehline müsaade olunur.

Mukatele esnasında Öldürülen yol kesiciler, gasl edilirlerse de bun­ların kendilerine ihanet, başkalarına da zecr ve ibret için namazları kı­lınmaz. Fetva bu veçhiledir. Fakat başka bir veçhile elde edildikten son­ra hadden veya kısasen kati edilecek müsiüman yol kesiciler, hem gasl edilir, hem de cenaze namazları kılınır. Mebsutı Serahsî, Fethül'kadîr. Bedayî, Hlndiyye.

«(Malikllere göre veliyyüt emr, dört nevi yol kesiclllk hâdisesinden dolayı muhayyerdir. Şöyle ki:

(1) : Bir yol kesici, yalnız yolcuları ihafe etmekle iktifa etmiş olur. Bu halde veliyyÜl'emr, kati, salb, kat'ı uzuv, nefy cezalarından    birini tertib hususunda muhayyer olur.

(2) : Yol kesici, yolcuların yalnız mallarını ahz etmiş olur. Bu su­retde veliyyüPemr, yalnız kat!, salb ve kat'ı uzuv hususlarında muhay­yer olur ,nefiy hususunda muhayyer olmaz.

(3) : Yol kesici, yolculardan birini öldürmüş olur. Bu takdirde ve-liyyÜTemr, yalnız kati ile salb hususunda muhayyer olur, bunlardan birini tercih eder, kat'ı uzuv ve nefiy hususlarında muhayyer olmaz. Bunları ihtiyar edemez. Velhâsıl : veliyyüremr, bu esas dahilinde içti­hadına göre hareket eder. Meselâ : yol kesici, rey ve tedbir sahibi olur da mücerred bir eliyle bir ayağının kesilmesi, şerre masruf olan rey ve tedbirinin zararından âmmeyi kurtaramıyacağı melhuz bulunursa bu­nun kati ve salbini iltizam eder. Bilâkis yalnız kuvvet ve batş sahibi olub kolunun kuvvetiyle iş görebilecek takımdan bulunursa bunun da bir eliyle bir ayağının kesilmesini tercih eder.

(4) : Yol kesici, yukarıda, yazılı cinayetlerden1 hiçbirini yapmamış, katil'hâdisesi vücude gelmemiş olur. Bu takdirde de veliyyüremr, hafif olan cezayı ihtiyar ederek darb ve nefiy ile iktifa eder. Elmizanülkübra, Şerhi Ebü'berekât, Hagiyei Düsukl.)

(Şafiîlere göre bir yol kesici, hem katilde hem de mâli ahzde bu­lunduğu takdirde evvelâ kati edilir, sonra gasl ve telkin edilib namazı kılınır, daha sonra da kefenli olarak salb olunur, üç gün üç gece asılı bırakılır.

Bu salb cezası, cinayetin vuku bulduğu yerde yapılmalıdır. Meğer ki orada mürur ve ubur ederek bu manzaradan ibret alacak kimseler az bulunsun, o halde oraya yakın bulunan münasib bir yerde yapılır.

Yol kesici, kati edilmedikçe salb olunmaz. Çünkü aksi halde kendi­sine ziyade ta'zib edilmiş olur. Fakat diğer bir kavle göre yoi kesici, nai-ka ibret olmak üzere diri olarak biraz müddet salb edilir, badehu indi­rilerek kati-olunur. Zira salb, bir ukubet olduğundan caninin halı haya­tında yapılması daha muvafıkdır.

Şunu da ilâve edelim ki bu kati, Şafiîlere nazaran min vechin had ise min vechin de kısaadır. Hattâ esah görülen bir kavle göre bunda Kısas mahiyeti daha galibdir. Çünkü bir hadisede hakkullah ile hakkı ibad içtima edipçe acizlerine binaen hakkı ibad, hakkullahdan mukad­dem istifa olunur.

Fakat diğer bir kavle göre de bunda had mahiyeti daha galibdir. Zira bu kati. atiiv ile s;mi olmaz ve bunu müstakillen veliyyÜl'emr is­tifa eder.

Bu katilde kısas mahiyeti galib bulunduğu esası üzerine şu mesele­ler teferrü etmektedir:

(1) : Bir yol kesici, yolcular arasında bulunan oğlunu veya bir kö­leyi veya bir zimmîyi öldürse bundan dolayı kati edilmez, belki bunla­rın diyet veya kıymetini vermekle mükellef olur.

(2) : Bir  yol kesici,  yolculardan bir  masumüddemi     öldürdükden sonra daha kati edilmeden vefat etse malinden maktul için hür ise di­yet verilmesi, köle ise kıymetinin ödenmesi lâzım gelir.

(.3) : Bir yol kesici, müteaddid kimseleri öldürmüş olsa bunlardan ilk öldürdüğü şahıs namına kendisi de öldürülür, diğerleri için de ma­lından diyet verilmesi lâzım.gelir.

(4 ) : Bir yol kesici, birim öldürdükten sonra daha elde edilmeden tövbe etse hakkında katil cezası sakıt olmaz, yani: yapmış olduğu katil, kısası icab etmiş ise hakkında behemehal kısas icra edilir. Meğer ki ve-liyyi cinayet tarafından afüv edilsin.

îmam Şafiîye göre yol kesici hakkındaki nefiy, iki mânâya muhte­meldir, birisi : yolcuları öldürmek veya onların mallarını almak suretiy­le yol kesicilik yapmış oldukları halde elde edilememiş olan kimselerin bir beldeden bir beldeye kaçıp durmakda bulunmalarıdır ki, ele geçiri­linceye kadar takib edilirler, elde edilince de hadden cezaları verilir. İkincisi de : yolcuları yalnız ihafe etmekle kalmış olan ve hükümetin korkusiyle bir yerden diğer bir yere kaçıp duran yol kesicilerin tutulub ta'zîren habs edilmeleridir. Bunlar da elde edilinceye kadar takibden kurtulamazlar. Kitabül'üm, Tuhfe 'muhtac.)

 (Hanbelîlere göre de bir yol kesici hakkında aldığı bir inaldan do­layı kat'ı uzuv cezası verileceği zaman bakılır: eğer sağ eli veya sol aya­ğı mâdum veya çolak veya bir kısas için kesilmeğe mahkûm ise yalnız bunlardan mevcut olanı kesmekle iktifa olunur, diğerinden kat'ı cezası sakıt olur. Ve eğer sol eli madum İse yalnız sol ayağı kesilir, artık eli kesilmez. Bilâkis'sağ eli madum ise sağ ayağı kesilmez, yalnız sol ayağı kesilir.

Şayed bir yol kesici, bir eliyle bir ayağı kesilmek suretiyle ceza gördükden sonra tekrar bir daha bir kimsenin malını alacak olsa artık diğer eliyîe ayağı kesilmez, belki aldığı malı mevcud ise iade eder, değil­se bedelini zamin olur. Nitekim kati edilmesi lâzım gelen bir yol kesici, daha kati edilmeden vefat etse öldürmüş olduğu şahsın diyeti malından istifa edilir. Elmuğnî, Keşşafül'kına.).

(Zahirîlere göre yol kesici hakkındaki katil cezası, boynunu kılıç ile vurmak suretiyle yapılır. Kat'ı uzva gelince defada eliyle ayağı birden kesilmez, belki yalnız bir eli veya bir ayağı kesilir, bunun sağ veya sol olması müsavidir. Elmuhallâ.) [29]

 

Yol Kesiciler Hakkini)Aki Cezanın Hikmeti Teşriiyyesi :

 

817 - : Yol kesicilik, büyük bir cinayettir, âmmenin selametine münafi, fevkalâde mahzurları müstelzimdir. Bu cihetle bunun cezası da o nisbetde ağır, İbretbahg bulunmuşdur. Hattâ Kur'anıâzimde kat'ı ta­rik cinayetine «muharebetullah» denilmişdir. Çünkü imdada koşacak kimselerden mahrum olarak uzak kırlarda, sahralarda yolculuk edenler, hıfzı ilâhîye dayanarak yollarına devam ederler. Binaenaleyh onlar ile muharebe ve mukatelede bulunan, onların mallarını ellerinden almaya çalışan yol kesiciler, Haktaalâ Hazretlerine karşı harbe cüret etmig gibt olurlar. Bu cüretin cezası ise elbette ağır olsa gerekdir.

Şüphe yok ki insanların hayatlarına, uzuvlarına verilen kıymet ve ismet, kendilerinin istikamet ve fazilet dairesinde yagamaları, hak ve hakikate hizmet etmeleri, halkın hukukuna, ammenin selâmetine teca­vüzden müstenib bulunmaları takdirindedir. Aksi takdirde bu kıymet ve ismet zail olur.

işte hırsızlar da, yol kesiciler de istikametden ayrılarak halkın hu­kukuna tecavüz ettikleri, içtimaî hayatı tehlikeye düşürdükleri için bu kıymet ve ismet nimetinden mahrum kalmaya müstahik olmuşlardır.

Bazan bir ferdin sıhhat ve hayatını korumak için bazı uzuvlarının kesilmesine ihtiyaç hasıl olur. Cemiyetin hayatım, refahım sıyanet ise bir ferdin hayatım sıyanetden daha lüzumludur. Binaenaleyh cemiyetin hayatını tehlükeye bırakan bir takım muzir eghasm izalei vücudu vesair suretle cezalandırılması, medeniyet âleminde zalimane, tecavüzkârâne hareketlerin zuhurunu azaltmak, fesada müstaid olanlara bir dersi ib­ret vermek ve binnetice âmmenin selâmetini, huzurunu temin etmek hik­met ve maslahatına müstenid bulunmuşdur. [30]

 

Yol Kesiciligin Tahakkuku İçin Vücudu İktiza Eden Şartlar:

 

818 - : Yol kesicilik mahiyyetinin tahakkukiyle bu hâdiseden   do­layı hadsuretiyle ceza tertib edilebilmesi için bazı şartların vücudüne lü­zum vardır. Bu şartlar, yol kesicilere, yolları kesilenlere, maktuun    leh olan mallara, yol kesicilik hâdisesinin cereyan etdiği yere ve yol kesici­ler ile yolları kesilenlerin her ikisine aid olmak üzere beş nev'e ayrılır. Bunlardan yol kesicilere aid olan şartlar, aşağıdaki veçhiledir:

819 -: Yol kesicilerin âkil, baliğ, nâtık olmaları şartdır. Binaenaleyh  mecnun, çocuk veya dilsiz olanlar hakkında bu hâd seden dolayı had cezası lâzım gelmez. Hattâ baliğ olan yol kesiciler ara­sında bir tane de mecnun veya çocuk bulunsa hiçbiri hakkında had ce­zası verilmez. Çünkü kat'ı tarik, bir hadiseden, yol kesicilerin umumiyle kaim bir cinayetden ibaretdir. Buna iştirak edenlerden birinin veya bir takımının bu cezaya ehliyeti bulunmadığı takdirde kendilerinden bu ce­za sakıt olacağı cihetle bu hal, şeriklerine de sirayet eder, hâdisede had cezasını müstelzim bir illeti tâmme bulunmamış olur ve hiç olmazsa bir şübhe tahaddüs eyler, bununla da. şer'î hadler sukut eder.

Maahaza hâdisede alınmış bir mal var ise sahibine iade edilmesi lâ­zım gelir ve bir katil var ise katili, âkil ve baliğ olduğu takdirde maktu­lün velîsi tarafından kısasen kati etdirilir veya afüv edilir.

Bu mesele, imamı Âzam ile imam Muhammede ve îmanı Züfere gö­redir, imam Ebu Yusuf den ise şöyle mervîdir; Eğer bu hâdiseye bilfiil çocuk veya mecnun mübaşeret etmiş ise hüküm böyledir. Fakat buna âkil ve baliğ olanlar mübaşeret etmişler ise çocuk ile mecnundan maa­dası hakkmda had cezası tertib edilir.

820 - : Yol kesicilerin müslim veya zimmî olmaları şartdır. Binaenaleyh dari islâmda bulunan müste'menlerin yol keşi eslik de bulunmaları haklarında had cezasını müstelzim olmaz. Şu kadar var ki elde etdikleri mallan sahihlerine iade etmeleri ve masumüddem bir kim­seyi Öldürmüşler ise kendilerinin de kısasen öldürülmeleri lâzım gelir. Fakat diğer bir kavle göre müste'menler hakkında da had cezası tatbik edilebilir.

821 - : Yol kesicilerin erkek olmaları şartdır.

Binaenaleyh müteaddid kadınlar, birleşerek yol kesicilikde bulunsalar veya erkek olan yol kesicilere iştirak etseler bu kadınlar hakkında - kısas ve zeman gibi şahsî cezalar tertıb edilebilirse de - had cezası tertib edilemez. Çünkü yoi kesicilik, mugalebe ve mu kat ele voliyle hal­kın gıdı D gelmesine mani olmak, muharib bir vaziyet alarak yollan kes­mek demeKdir. Bu gibi hareketler ise car! olan âdete nazaran kadınlar­dan tahakkuk etmez, onların kalbleri rakik, bünyeleri zaifdir. Bu cihet­ledir ki onlar, ehli harbden madud olamazlar.

Bu mesele, zafcirürrivayeye göredir. Fakat diğer bir rivayete göre kat'ı tarik hususunda kadınlar ile erkekler müsavidirler. Nitekim sair aer'i hadlerde de müsavi bulunmakdadırlar.

Kadınlar ile bir ukde yol kesici ukde bulunan erkeklere gelince : bun­ların haltlarında da imamı Azam ile imam Muhammede göre had icra ediıemez, ister kadınlar ile beraber kat'ı tarik hadisesine bilfiil müDaşe-ret etraıg olsunlar, ister olmasınlar. Zira haddın sebebi vücubı, bir şey­den iDaretdır ki o da yol kesiciiik hadisesidir. Bu hadise, yol kesicilerin bir kısmı hakkında haddi icab etmeyince diğerleri hakkında da icab et­mez. Maamafih araya bir şübhe girmiş olur. Had ise şübhe ile sukut eder.

imam JEbu Yusufe göre ise bu hâdiseden dolayı erkekler hakkında had icra edilir, ister hâdiseye kadınlar ile beraber bilfiil mübaşeret et­miş olsunlar, ister olmasınlar. Çünkü kadınlar, muharib sayılmadık lan için onların haklarında bu had lâzım gelmiyorsa da erkekler, muharib olduklarından onların haklarında bu haddin vücubüne bir mani yokdur. Fetva da bunun üzerinedir. Mebsut, Bedayî, Haniyye, Reddi Muhtar.

(Eimmei selâseye göre yol kesicilikde bulunan kadınlar ile erkek­lerin arasında fark yokdur. Binaenaleyh yol kesicilerin arasında buîunub onlann yapdıkiarı katil cinayetine muvafakat eden kadınlar da hadden fcati edilirler. Elmizanürkübra.) [31]

 

Yolları Kesilenlere Aid Şartlar

 

822 - : Yolları kesilen kimselerin müslüman veya zimmî bulunma­ları şartdir.

Binaenaleyh bunlar, tamamen müste'men bulunurlarsa kendilerine kargı yapılan yol- kesiciiik, had suretiyle cezayı müstelzim olmaz. Çünkü müste'menler esasen harbîdirler, darül'harb ahalisinden bulunmakdadır-lar, onlann mallan mutlaka masum değildir, onların ismetinde gübhe vardır, dari harbe avdet edince bu ismet zail olur. Şu kadar var ki, bun­lar dari islâmda bulundukça amana nail olacakları cihetle ellerinden alı­nan mallarını kendilerine iade etmek ve nefislerine tecavüz edilmiş ise diyetlerini vermek icab eder, bununla beraber bu hâdiseye cüret edenler, yolları korkunç    bir hâle getirmiş, müslümanlann müste'menlere verdikleri emanı ihlâl etmiş olacakları cihetle ayrıca ta'zîre, habse de müsta hik olurlar.

Büyük bir kafilenin bir kısmım yalnız müste'menler teşkil edib de yol kesiciiik hâdisesi yalnız kendilerine müteveccih bulunmuş olduğu takdirde de hüküm böyledir.

Fakat bir kafile araaında bazı müste'menlerin bulunması, başkaları hakkında vukubulan katil veya ahzi malden dolayı haddin lüzumuna mani olmaz. Çünkü bu takdirde müste'menlerin kafile arasında bulun­ması, haddin sükutu iğin bir şübhe husule getirmez. Bedayi.

823 -  : Yolları kesilmig olan kimselerin elleri birer .yedi sahihe ol­mak gartdır.

Yani : ellerinde bulunan mallar, ya kendilerinin olmalıdır veya iare, vedia, gasb gibi bir suretle kendilerinin emanetinde, zamanında bulun­malıdır. Böyle olmazsa had lâzım gelmez. Cezasını görmüş olan bir sâ-rikin elindeki sirkat malini ahz etmek gibi. Bedayi.

«(Hanbelîlere göre mağsub mal, gâsıbın elinde mazmun olmadığı cihetle bunu gâsıbın elinden almak, haddi müstelzim olmaz. Çünkü bu malı gâsıbdan alan kimse, muharib sayılmaz. KeşşafüTkınâ.) [32]

 

Maktulun Leh Olan Mallara Ald Şartlar :

 

824 - : Maktuun leh olan malların mütekavvim, masum, başkası­nın hakkı ahzinden biri, yol kesicilerin mülkü olmagdan ve mülkü olmak te'vil ve şübhesinden hâli, bir muhafızın tahtı hıfzında muhrez birer mal olması şartdır.

Binaenaleyh meyte gibi mütekavvim olmayan veya harbîlere aid ulan veya içinde yol kesicilerden birinin oğluna veya kölesine aid mal bulunan, yahut tenavülüne adeten müsaade edilen veya yol kesicilerin de şirketi müfave2e veya saire suretiyle kısmen hisseleri bulunan veya kır da sahibsiz bırakılan bir malı yol kesiciiik suretiyle elde etmek, haddi müstelzim olmaz. Maahaza bu malları mevcut ise aynen, müstehlek is<? bedelen sahiblerine iade etmek icab eder. Bedayi.

825 - : Maktuun leh olan mâlin nisab mikdarına baliğ olması şart-dır.

Binaenaleyh yol kesicilerden her birine nisab mikdarından noksan düşen bir maldan dolayı had lâzım gelmez.

826 - : Hanefî fukahasının ekserisine göre sirkatin nisabı ile kat'ı tarikin nisabı birdir ki, o da mazrub on dirhemden veya bu kıymetde bir maldan ibaretdir. Yalnız Hanefiyyeden Hasaft ibni Ziyada göre kat'ı tarikin nisabı, en az yirmi dirhem veya bu kıymetde bir maldır. Çünkü yol kesiciiik hâdisesinde iki uzvun kesilmesi lâzım gelir, bu halde nisa­bın da iki kat olması lâzımdır. Bedayî. (îmam Mâlike göre kat'ı tarih hâdisesinde nisab şart değildir. Bi­naenaleyh nisabi sirkatden daha az bir malı ahz etmek de haddi icab eder. Çünkü bu ceza, mtfharibliğin bir neticesidir. Elmizanülkübra.)

(Şafiîlere ve Hanbelîlere göre nisab şartdır ve bu nisab, nisabı sir­kate müsavidir. Hattâ bu zatlara göre yol kesicilerin elde ettikleri mal­ların mecmuu bir nisab mikdarına baliğ oldu mu, haddi icab eder, velev ki her birine bir nisab mikdarı isabet etmesin. Elmuğnî.) [33]

 

Maktulun Fihe Aid Şartlar

 

827 - : Yol kesicilik hâdisesinin vuku bulduğu yerin bir dari islâm olması şartdır.

Binaenaleyh dari harbdeki müslümanlar arasında vuku bulursa haddi icab etmez. Çünkü haddi ikameye salâhiyetdat; olan veliyyül'emr-dir, onun ise dari harbde velayeti yokdur. Bu haddi bilâhare dari islâm-da da İkame edemez. Zira bu hâdise, hini vukuunda haddın vücubi için bir sebeb olarak münakid olmamışdır.

828 - : Yol kesicilik hâdisesinin şehir haricinde vuku bulması şart-dır. Şöyle ki: bu hâdise, şehirlerden mesafei sefer uzak bulunan sahra­larda vuku bulmalıdır, Diğer bir rivayete göre bu hâdise, ümrandan en az üç mil ötede vaki olmalıdır. Şehirler içinde veya köyler arasında ya­hut biribirine yakın şehirler beyninde vuku bulursa bundan dolayı îma-mı Âzam ile İmâm Muhammede göre had lâzım gelmez. Gerek bu hâdi­se, gündüzün ve gerek geceleyin yapılsın ve gerek silâh istimal edilmiş olsun ve gerek olmasın. Çünkü buralarda hükümetin kuvveti mevcut, imdad yetişmesi kabildir. Binaenaleyh buralarda yol kesicilik edenler. âdı hıısıziar mcsabcsindetlirkr, darb ve habs suretiyle te'dib olunurlar, elde etdikleri mallar kendilerinden alınarak müstahiklerine verilir, itlaf etmiş oldukları mallar da kendilerine tazmin etdirilir.

Fakat îmam Ebu Yusüfe göre bunların haklarında da kuttaı tarik hükümleri cari olur. Çünkü vücube sebep olan kat'ı tarik hâdisesi, ba halde de tahakkuk etmiş bulunur.

imam Ebu Yusüfden bir rivayete göre de şehir dahilinde gündüzün silâh ile yol kesicilik edenler hakkında had cezası ikame edilir. Silâhsız olarak sopa vesaire ile yol kesicilik edenler hakkında had ikame ediU-mez. Fakat şehir dahilinde geceleyin yapılan yol kesicilik, her halde had­di icab eder, gerek silâh bulunsu ve gerek bulunmasın. Zira geceleyin imdad vukuu nadir olduğundan bu halde silâh ile sopa vesaire müsavi­dir. Müftabih olan da budur.

Bazı zevatın beyanına nazaran Hanefiyye arasındaki bu ihtilâf, âde­tin tebeddülünden neş'et etmişdir. imamı Âzam zamanında şehir ahali­si daima silâhlı bir halde bulundukları cihetle o zamanda şehirlerde yo! kesicilik hâdisesi-müsteb'ad bulunmuşdur. İmam Ebu Yusuf zamanında ise ahali silâhlı bir halde gezmek usulünü terk etmişdir. Bedayi.

«(imam Mâlikden bir rivayete göre istigasede bulunamıyacak her hangi insanın bir malini elinden cebren alan bir şahıs, muharıbdir, yol kesicidir.)

(İmam Şafiîye göre de kat'ı tarik cinayeti; şehirlerde, köyler ara­sında, biribirine yakın şehirler beyninde de tahakkuk edebilir. Şafiîlere göre gavsin - imdadın fikdanı şu gibi suretlerden biriyle olur :

(1) : Ümrandan, hükümet kuvvetinden uzak bulunulması.

(2) : Hükümet kuvvetinin zayif bulunmuş olması.

(3) : Eşkiyanın bir haneyi basıb silâhlarını teşhir ile hanedekilerin istimdadına mani olmaları. Bu halde o eşkiya, o hane sahiblerine karşı yol kesici hükmünde bulunmuş olurlar. Tuhfe.)

{Hanbelîlere nazaran da yol kesicilik cinayeti; hem sahralarda, hem denizlerde, hem de binalar dahilinde tahakkuk edebilir. Bu husus-da silâh kullanılmasiyle taş, asa gibi şeylerin kullanılması müsavidir. Elverir ki bu cinayet, mücahereten vaki olsun. Binaenaleyh bir şehir da­hilinde imdad yetişmiyecek bir mevzide alenen vuku bulan bîr sirkat hâ­disesi, bir yol kesicilik demekdir. Eîmuğni.)

(Zahirilere göre de yolculara karşı mükâbir, korkunç olan, yollai-da fesada çalışan her şahıs, muharibdir, yol kesicidir. Bu cinayet; silâh ile de, silâhsız da, gece de gündüzün de yapılabilir ve şehirde de, kırda da, hane veya rnescid içinde- de vükubulabilir. Yol kesicilerin müteaddid butunub bulunmaması, kendilerine birini reis tayin edib etmemeleri de müsavidir. Hâsılı, yollara korku bırakan, gidib gelenlere karşı muharib vaziyetini alan, nefisleri öldüren, malları ahz eden, şahısları yaralayan, namusları hetk etmek suretiyle halkı korkutan her şahıs, muharibdir, kat'ı tarikdir. Çünkü bu hususda âyeti kerîme mutlakdır, bir veçhile mu-hasses değildir. Elmuhallâ.) [34]

 

Vol Kesiciler İle Yolları Kesilenlere Müteallik Şartlar :

 

829 - : Yol kesicilerin ayni kafile efradından bulunmamaları şart­dır.

Binaenaleyh bir kafile efradından bazıları, diğerlerinin mallarım ahz edecek olsalar haklarında kuttaı tarik hükümleri carî olmaz. Çünkü ka­file, bir hane mesabesindedir. Kafile halkının malları hakkında - birbi­rine karşı - hırz mevcud bulunmamış olur. Bu halde bunların hakkında alelade sârikler, gâsıblar ahkâmı cereyan eder. Bedayi.

830 - : Yol kesiciler ile yolları kesilenlerden hiçbiri arasında zîrah-mi mahrem olmak suretiyle bir karabet bulunmaması şartdır.

Binaenaleyh böyle bir karabet bulunursa hiçbiri hakkında had lâ­zım gelmez. Çünkü kafile, bir hane, bir mahalli hırz mesabesindedir. Bu cihetle bunların malları biribirine karşı birer mali muhrez hükmündü bulunmamış olur. Bu halde bir şahıs, aralarında zî rahmi mahremi bu* lunan bir kafile ahalisinden birinin malini alınca kendi karibinin hane­sinden bir malı çalmış £ibi olur. O mal, gerek karibinin olsun ve gerek olmasın. Bu sirkat ise haddi icab etmez.

Maahaza aralarında böyle karabet bulunan kimseler, âdete nazaran biribirinin mâline karşı müsaid, müsamahakâr bir vaziyetde bulunurlar. Had cezasının sebebi ise aralarında müttehiddir ki, o da kat'ı tarik ha­disesidir. Bu cihet ise bir şübhe İras edeceğinden had icrasına mani olur. Fakat şahsî haklar var ise onlar istifa olunur. Bedayî, Muhiti Burhanı. [35]

 

Katı Tarik Cinayetinin Sureti Sübutü

 

831 - : Yol kesicilik cinayeti iki suretle sabit olur: ikrar, beyyine. Şöyle ki: bu hâdise, hâkim huzurunda sahih.bir husumet, bir dâva vuku halinde ya ikrar ile veya beyyine ikamesiyle sabit olur.

Binaenaleyh yol kesiciler, hâkimin huzurunda bu cinayetlerini itiraf ederlerse veya inkâr edib de bu hareketleri şahidlerin şahadetleriyle sa­bit olursa haklarında lâzım gelen ceza tertib edilir.

832 - : Yol kesiciliği ikrar hususunda İmamı Âzam ile îmam Mu-hammede göre bir kerre ikrar kâfidir. Fakat îmam Ebu Yusüfe göre en az iki kerre ikrar lâzımdır, imam Ahmed Ibni Hambelin kavli de böyledir.

833 - : Yol kesicilik hususunda şahidlerin lâakal iki erkek olması ve her ikisinin de hâdiseyi muayene etmiş olduklarına veya yol kesicile­rin ikrarda bulunduklarına şahadet etmeleri icab eder. Biri muayeneye, diğeri de ikrara şahadet etse şahadetleri muteber olmaz.

Kezalik : şahidler, hâdisesinin kendileri veya arkadaşları hakkında vuku bulduğuna şahadet etseler şahadetleri yine kabul olunmaz.

Bu hususda hâkimin ilmi, esbabı sübutiyyeden değildir. Mebsut, Bedayi. [36]

 

Yol Kesiciler Hakkındaki Cezaları Kimlerin İkame Edeceği:

 

834 - : Kuttaı tarik hakkında icab eden had ve ta'zir cezasını ika­me etmek salâhiyeti, veliyyül'emr ile onun tayin edeceği hâkimlere aid-dir.

Binaenaleyh bu cezaları ne yolları kesilmiş olanlar, ne de maktulle­rin velîleri ikame edemezler. Belki bunu bizzat veliyyülemr veya onun naibleri bulunan hâkimler ikame ederler. Gerek mal sahiblerile maktul­lerin velileri, bu cezaların ikamesini taleb etsinler ve gerek etmesinler. Çünkü bu cezalara hakkullah, âmme mesalihi teailûk etmişdir, bunların herhalde bu veçhile ikamesi lâzım gelir.

835 -: Yol kesicilerin elleriyle ayaklarının kesilmesine ve kendile­rinin Öldürülmesine hükmedildikden sonra bunlar daha habishanede iker. bir kimse, veliyyüremrin veya naibinin iznini istihsal etmeksizin bunlar­dan birinin elini kesse veya birini öldürse ta'zire müstahik olur. Fakat hakkında kısas ve diyet gibi bir ceza lâzım gelmez. Çünkü eli kesilen ve­ya öldürülen şahsın zaten hâkim tarafından kanı ihlâl, uzvunun hürmeti iskat edilmişdir. O kimse, her ne kadar veliyyül'emrin reyini istihsal et meden böyle bir hareketde bulunduğundan dolayı ta'zire lâyık olursa da nefsel'emr itibariyle haddi ikameden başka bir şey yapmamışdır. O kimse, islâm cemaatinden bir ferddir, veliyyüremir ise cemaati müslimî-nin mümessilidir.

" Binaenaleyh o kimsenin bu fi'li, bu haddi istifa hususunda veliy­yüremrin fi'li mesabesinde bulunmuş olur da hakkında kısası, diyeti müstelzim bulunmaz.

Bu hâdisede mahkûmun yalnız eli kesilmiş olsa hâkim tarafından da hakkında katilden ibaret olan bakîyyei had ikmal edilir.

836 - : Yol kesicilik töhmetiyle mahbus bulunan bir şahısı kendi­sine isnad edilen cürüm daha sabit olmadan bir kimse amden öldürse bu kimse hakkında kısas lâzım gelir, velev ki bilâhare o cürüm beyyine ile sabit olsun. Çünkü hâkim tarafından deminin hılline hükmedilmedikce o şahsın ismeti, hürriyeti hayatiyyesi mücerred töhmet ile mürtefi olmaz. Bu halde o yol kesicinin artık hılli demine, yani,: kati edilmesine hüküm vermeğe lüzum kalmaz. Zira mahal, fevt'olmuşdur. Bu takdirde beyyine-nin vücudiyle ademi müsavidir. Şu kadar var ki, bu müttehem şahısı ve-livyi maktul, yani : o şahsın yolda öldürmüş olducu kimsenin velîsi, öl-dürece kohırsa hakkında kısas lâzım gelmez. Çünkü bu takdirde kendisi­ne aid olan bir hakkı istifa etmiş olur. Elverir ki bu hâdise sabit bulun­sun.

837 - : Yolcular, kendilerine tecavüz eden yol kesicilerden bazıla­rını öldürecek olsalar üzerlerine bir sev lâzım gelmez. Çünkü bıı suretle kendi havatlannı, mallarını müdafaada bulunmuş olurlar.

Fakat bir yol kesici, gördüğü müdafaa üzerine kaçıb da  terk edildiği takdirde kendilerine karşı kat'ı tarike kadir olamayacağı - bir mevzie eritdiği halde takib edilerek kafile halkı tarafından kati edilecek olsa katilleri Üzerine diyet lâzım gelir. Zira bu halde kati fi'li, yolcuların havatlannı veya mallarım müdafaa maksadına müstenid bulunmamış ahır. Mebsut, Bedayi, Hîndiyye.

c(Eimmei selâseye, Ebu Süleymana, Zahirîlere göre de yol kesicile­rin cezalarını yalnız veliyyüremr ikame eder. Veliyyüddem = kafilede kati edilen yolcunun velîsi, bunu bizzat ekame edemez. Bunda iki hak, hakkullah ile veliyyi maktulün hakkı içtima etmiş olur. Hakkullah ise kazaya ehakdır .onun alacağı edaya evlâdır. Veliyyül'emr,  katıı tariki kati veya salb edince veliyyi maktulün hakkı kısası diyete münkalib olur. VelivyüFemr yol kesiciyi öldürmeyib de elini veya ayağım    kesse veya lefy etse veliyiy maktul, muhayyer olur, dilerse onu kati eder, dilerse ondan diyet alır ve dilerse onu afüv eyler. Elmuhallâ.) [37]

 

Yol Kesicilere Aid Had Cezalarının Afüv Edilkmi-Yecegı Ve Bu Cezalar Arasında Tedahül Cereyanı :

 

838 - : Kat'ı tarikden dolayı icab eden haddi şer'î, afüv edilemez, bundan sulh ve ibra da caiz olmaz. Bu cezadan herhangi bir şahsın vas-geçmeğe salâhiyeti yokdur.

Binaenaleyh hadden tatbiki icab eden kat', katil veya salb cezası behemehal istifa olunur. Bunu yollan kesilmiş olan kimseler ile maktul­lerin velileri gerek afüv ve terk etsinler ve gerek etmesinler. Hattâ bu ,cinayet, alelusul sabit öîdukdan sonra bunun icab eden cezasını veliyyül-emr de terk ve iskat edemez. Çünkü buna hukuki âmme teallûk etmis-dir. Böyle bir hakkı ise hiçbir kimsenin bir veçhile ibtal ve İskata salâ­hiyeti olamaz. Bedayî, Hidaye.

839 - : Müteaddid defalar vol kesicilikde bulunarak muhtelif kim­selerin mallarım almış olan şahıslar, bu cinayetlerinin birinden dolayı mahkemece teslim edilerek hadden sağ elleriyle sol ayakları kesilecek olsa artık diğerlerinden dolayı muahaze olunmazlar, müstahik oldukları cezalar arasında bir tedahül bulunmuş olur.

Yol kesicilik ile sair hudud esbabı içtima etdiği takdirde de hüküm böyledir.

Meselâ : bir şahıs, yol kesicilikde bulunduğu gibi zinada, şürbi hamrde, sirkatde de bulunmakla bunların birinden dolayı kati edjjlecek olsa artık diğerlerinden dolayı ne kendisine celde vurulur, ne de bir uz­vu kesilir. Çünkü bunlar, hukuki ilâhiyyeden olduğu cihetle müsamaha esasına müstenid buîunmuşdur.

Maahaza kati, ağır bir cezadır, bununla matlûb olan red ve zecr ga­yesi husule gelir. di£er cezalar da buna dahil olarak tedahülü müczat hâdisesi tahakkuk etmiş olur. Mebsut, Bedayi.

«(îmam Şafiîye göre bu cezalar, arasında tedahül cari olmaz. Bun­lardan her biri sırasivîe istifa olunur. Zira bu cümlelerden her biri müs­takil bir cinayet olduğundan her biri için ayrıca bir had icab eder. Tuhfe.) [38]

 

Yol Kescilik Cezasını İskat Eden Şeyler :

 

840 - : Yol kesicilik cinayetinde bulunanlar hakkında icab eden had cezasını iskat edecek şeyler şunlardır :

(1) : Yolları kesilmiş olan kimselerin, yol kesicilerin İkrarlarını tekzib etmeleri. Şöyle ki : bir şahıs, kat'ı tarikde bulunduğunu ikrar etdiği hald: yolu kesilmiş olan kimse : «Hayır, yalan yere ikrar ediyor, böyle bit şey vuku bulmamışdır» diyecek olsa artık had icra edilemez.

(2) : Yol kesicilerin ikrarlarından rücu etmeleri. Bu takdirde şüb-heye mebni haklarında had icra edilemez. Fakat    ikrarları, haklarında kısası veya zemanı mali icab etmiş, iae bununla mahkûm olurlar. Çünkü bunların bu ikrarlarında rücu etmeleri, eşhasın hukukuna teallûk eden bu gibi şeyleri iskat edemez.

(3) : Yolları kesilmiş olan kimselerin, ikame edilen beyyineyi tek­zib etmeleri. Şöyle ki, bu kimseler, ikame edilen    şahidlerin yalan yere şahadetde bulunduklarım dermeyan etseler artık had cezası tertib edi­lemez.

(4) : Yol kesicilerin yolculardan elde etdikleri mallara herhangi bir suretle malik olmaları. Şöyle ki : bunlar, bu mallara hâdisenin mah­kemeye intikalinden evvel veva sonrabeyi, hibe veya tevarüs gibi bir su­retle mâlik olsalar artık had icrasına mahal kalmaz.

(5) : Yol kesicilerin tövbekar olmaları. Şöyle ki : bunlar, daha el­de edilmeden bu caniyane hareketlerinden peşiman olub âtiyen bir daha böyle bir hareketde bulunmamaya azm edecek olsalar artık haklarında ioab eden had sakıt olur. Binaenaleyh evvelce yapmış oldukları cerhden, katilden, ahzi malden dolayı hukuki umumiyye namına mesul olmazlar. Maamafih bu hususda tövbelerinin kabule savan görülebilmesi için yol­culardan almış oldukları mallan da mevcud ise aynen, değilse bedelen sahiblerine iade etmeleri lâzımdır. Çünkü bu tövbeleri, şahsî hakları is­kat edemez.

Acaba bu malları iade etmeseler haklarında had icra edilebilir mi? Bu hususda iki kavi vardır. Bir kavle göre had sakıt olmaz. Diğer bir kavle, eöre sakıt olur. Racih olan da bu kavidir.

Maahaza bir takım vol kesiciler, bir zaman yolcuların mallarını al­mış iken bilâhare daha elde edilmeden bu mesleklerini terk ile uzun bir müddet aileleri arasında ikamet etmiş bulunsalar artık haklarında had - iflHhsanen - ikame edilemez. Çünkü tekadümi ahd, haddi istifaya manidir.

 ibni Zevd» vp.nmakda oldueu yol kesiciîiei terk ederek t&ib . Bunun üzerine imam AH - radıvallahü tealâ anh - Basm-daki valisine şöyle yazmışdır: Haris ibni Zeyd, yol kesicilerden idi, terk ederek ondan vaz geçmişdir, artık ona hayırdan başka suretle tariz edü-miyecekdir. Mebsutı Serahsî. Bedayî. Bu gibi kimâeierin hakkında ceza­nın terk edilmesi, emsalinin tövbekar olarak salâhı hal kesb etmelerine saik olabilir.

841 - : Tövbe etmekle şahsî hakların sukut etmiyeceği esasına şu meseleler de tefemi eder :

(1) : Yol kesicilikden tövbe edenler, yolculardan    birini öldürmüg oldukları takdirde veliyyi maktule teslim edilirler. Veliyyi maktul, diler­se kendilerini afüv eder, dilerse lâzım gelen kısas veya diyet hakkını is-fi eyler. Şöyle ki : bunlar, maktulü silâh ile öldürmüşler ise kendiler. de kısasen kati edilin Sılandan sayılmayan sopa gibi bir şey ile öidür-,   müşler ise âkileleri üzerine, âkileleri yok ise yalnız kendileri üzerine di­yet itası lâzım gelir.

(2) : Tövbekar olan yol kesiciler, evvelce yolcuların hem mallanın almış, hem içlerinden bazılarını öldürmüş, hem de bazılarım cerh etmiş bulunsalar bu halde almış oldukları mallar ile yapmış    oldukları katil cinayetinden dolayı yukarıda yazılı muameleye tabi olurlar. Cerh cina­yetine gelince bundan dolayı da haklarında    kabil ise kısas icra edilir yani : mümaselet ve müsavat mümkün olduğu takdirde cerhe bedel ken­dilerinde de cerh vücude getirilir, kabil değilse yapmış oldukları cerhin iktiza eden diyetini vermeleri lâzım gelir, Meğer ki mecruh veya varis­leri kendilerini afüv etsinler.

Hâsılı : yol kesicilerin yaptıkları cerh cinayetinden dolayı hakla­rında kat' ve katiî gibi muayyen bir haddi şer'î yokdur. Belki bundan dolayı hakkı şahsî olarak ya kısas veya diyet lâzım gelir.

(3) : Tövbe eden yol kesiciler, evvelce yolcuların hem mallarını al­mış, hem de içlerinden bazılarını cerh etmiş, yahut mallarını almayıb yalnız bazılarını cerhde bulunmuş oldukları takdirde de hüküm, sabık veçhiledir. Yani : malları sahihlerine iade etmeleri ve cerhden dolayı da afüv vuku bulmadığı suretde kısasa veya diyet itasına mahkûm olma­ları icab eder.

(4) : Yol kesiciler, bazı yolcuları ihafe için cerh edib de daha kim­senin malım almadan ve hiç bîr kimseyi öldürmeden elde edilmekle tev bekâr olsalar haklarında hadden ceza tertib edilmez. Şu kadar var ki cerh hâdisesinden dolayı haklarında afüv vaki olmazsa kısas veya diyet lâzım gelir, yapmış oldukları korkutma cürmünden dolayı da ta'zîr ka­bilinden olarak habs edilirler.

Fakat vol kesiciler, yolculardan birinin mâlini aldıkdan sonra veya havatına kıvdıktan sonra hükümet tarafından elde edildiklerini mütea-kib tevbe etseler buna itibar olunmaz. Binaenaleyh haklarında icab eden haddi ser'î, sakıt olmayacağından tatbik edilir. Çünkü bu halde tevbe-lerinin samimiyetine hükm edilemez. Bedayî, Muhiti Bürhanî, Bahri Raik.

«(Malikîlere göre de bir vol kesicinin tevbekâr sayılması için şu gi­bi kaviler vardır :

(1) : Bir yoî kesicinin.-tövbesi, vol kesiciliği terk etmekle" hâsıl olur, Velev ki hükümete gelib dehalet etmiş olmasın.

(2) : Silâhını bırakıb hükümete tâyıan gelerek teslim.olmasiyle hu­sule gelir

(3) : Yol kesiciliği bırakıb hanesinde İkamet etmek ve komşularına görünüb durmakla olur Şerhi Ebil berekâ. [39]

 

ÜÇÜNCÜ BOLÜM

 

ŞER'Î TÂZİRAT İLE SİYASETE AİDDİK

 

İÇİNDEKİLER : Ta'zirin mahiyeti ve meşruiyeti. Ta'zirin ehem­miyeti ve nevileri. Ta'zir icrası İçin icab eden şartlar. Ta'zirlerin müc rimlere nazaran mertebeleri. Ta'ziri müstelzim cürümler. Ta'ziri müs-telzim cürümlerin sureti sübutu. Ta'ziri ikameye selâhiyetli olan zatlar. Ta'zirin ne veçhile tatbik edileceği. Ta'zir ile hudud arasındaki farklar. Velayeti cerâimîn mahiyyetj ve vülâti cerainün vazifeleri. Ihtfcab mües­seseleri ve siyaseti şer'iyye. [40]

 

Ta'zirin Mahtyyeti Ve Meşrüiyyeti  :

 

842 -  : Ta'zir kelimesi - ıstılah kısmında da yazıldığı üzere -?-Jûgatde men, red, icbar, tahkikr, te'dîb mânalarını ifade etdiği gibi nus-ret, iane, takviye, tevkir, ta'zim mânalarını da ifade eder.

Hukuk bakımından ta'zir : «hakkında muayyen bir ukubet, bir had­di şer'î mevcud olmayan cürmlerden dolayı tatbik edilecek te'dib ve ce­za» demekdir.

Bu kelimenin lûgavî mânalariyle ıstılah! mânası  arasındaki  mü­nasebet ise hafî değildir. Çünk,ü ta'zîr, müessir bir ibret teşkil ederek ba'şkalarını  cürümlere  mücaseretden  men  edeceği  gibi  mücrimleri de tekrar cürme mücaseretden men eder.

Diğer bir itibar ile ta'zir, haklarına tecavüz edilen veya mazlum mevkiinde bulunan kimselere karşı bir yardım, bir takviye mahiyetinde tecellî eder.

Diğer bir itibar ile de ta'zir, mücrimleri zulümden, denaet ve ma'-siyyetden men ile tehzibi ahlâka nail, vekar ve nezahete mazhar eder.

işte bu gibi mülâhazalara mebni bir kısım cezalara «ta'zir» adı ve­rilmiştir. Cem'i : «ta'zirât» dır.

843 - : Ta'zirin meşruiyeti, kitab ile, sünneti nebeviyye ile ve Ic-mai ümmet ile sabitdir. Resuli Ekrem - sallallahü aleyhi vesellem - Efendimiz, birisine «ey muhannes» dive tahkirde bulunan bir şahsı ta'­zir etmişdi, diğer bir şahsı da bir töhmetden. dolayı ta'zir olmak üzere habs buyurmuşdu, Zeyleî. [41]

 

Tabirin Ehemmiyeti Ve Nevileri :

 

844  - : Ta'zîr, islâm hukuku bakımından bir ceza, bir te'dib ve tehzib, bir siyaseti şer'iyye mahiyetinde tecellî eder. Ta'zirin dairesi pek geniş, ehemmiyeti pek büyük, lüzumu pek aşikârdır.

Cemiyet hayatında bî nihaye cürümler = günahlar, ma'siyyetler, memnu hareketler ve kusurlar vücude gelebilir. Bunların bir kısmı hak­kında muayyen, mahdud bir cezai şer'î yokdur, bir kısmı hakkındaki şer'î, muayyen cezalar da bazı şeraitin bulunmamasına mebni sukut ede­bilir. Halbuki herhangi bir cürmün, muzir bir hareketin mukabilinde bir ceza, bir mania bulunmaması içtimaî hikmete münafîdir.

Binaenaleyh islâm hukuku, bu husuadaki pek geniş ceza ahkâmını m ta'zir namı altında muhtevi bulunmuş, bunun takdirini ve tatbikini âmme riyasetini haiz olan ülül'emrin ve onların naibleri olan hâkimler ile sair bir kısım devlet memurlarının rey ve içtihatlarına tevdi ve tef-'viz eylemişdir.

845 - : Ta'zir unvanı altındaki cezaların nevilerine gelince bun­lar da başlıca şu on yedi kısma ayrılır:

(1)  :  Mücerred ilâm.  Bu, hâkimin mücrime     «Sen şöyle  yapmış­sın» veya «Sen şöyle yapıyor muşsun» diye ihtar etmesidir.

Bu ihtar, hâkimin mücrime gönderilecek emini vasıtasiyle de ya­pılabilir.

(2) : Biccelb ilâm. Bu, hâkim    tarafından    mücrim     mahkemeye celb ve davet edilerek  kendisine   «Sen şöyle  yapmışsın,  veya yapıyor-muşsun» tarzında bilmüvacehe yapılan ihtardır.

(3) : Vaiz ve  nasihat.  Bu,  hâkim  tarafından  mücrime  intibahını calib olacak suretde verilen öğütden ibaretdir.

(4) : Sert yüz göstermek, meclisden çıkıb gitmek. Bu, hâkimin müc­rime abusâne bir çehre ile bakmasından ve kendisinden münfail oldu­ğunu gösterir bir suretde meclisi terk etmesinden ibaretdir.

(5) : Tekdir ve tevbih.  Bu, hâkim tarafından mücrimi  azarlama­dan ve kendisine sert lâkırdı soylemekden ibaretdir.

(6) : Muvakkat habs. Bu, mücrimin ıslahı haline medar olmak üze­re muayyen bir müddet habs ve tevkif edilmesi demekdir.

(7) : Müebbed habs. Bu, mücrimin fesadını def için Ölünceye ka­dar habs edilmesi demekdir.

(8) : Gayri muayyen habs. Bu, müddeti meçhul    olub mücrimin halini  ıslah edeceği zamana kadar olan habs demekdir. Buna     «habsi meçhul» de denir.

Habs suretiyle ta'zir cezası, mücrimi resmî habishanelerden birine koymak suretiyle olabileceği gibi kendi hanesinde tevkif ve ikamete me­mur etmek suretiyle de olabilir.

Habs müddetini takdir ve tayin ise hâkimin reyine muvaf£ezdi>. Cinayetler ve hacr mebhaslerine de müracaat!.

(9) : Nefy ve tağrib. Bu, mücrimin bir müddet bulunduğu belde­den başka bir beldeye uzaklaştırılmasından ibaretdir. Bu müddeti ta­yin, hâkime aiddir.

Ömerübnül'hattab hazretleri,   bazı kadınları fitneye   düşürmesi mel-; huz bulunan «Nasr ibni Haccac» adındaki hüsn ve cemale mâlik bir   gen­ci Medineimünevvereden nefy etmiş, bu mübarek beldeyi ondan tathire lüzum gördüğünü söylemişdi. Maamafih Hazreti Ömer, başka bir şahsımişdi, hu şa­hıs Rûm diyarına iltihak ederek irtidad etnıişdir. Bundan haberdar olan Hazreti Ömer : bundan sonra kimseyi nefy etmem) fitne için

demişdir. İmam Ali Hazretleri de tagrib kâfidir)  demişdir.- Bedayi.

Binaenaleyh nefy ve tagrib hususunda ihtiyatla hareket edilmesi lâzımdır. Bir müslümanı bir islâm beldesine nefy etmek mahzurlu gö­rüldüğünden onu ecnebi bir memlekete nefy etmek ise asla caiz görü­lemez. (228) inci sahifeye de müracaat!.

«lîmam Şafiîye göre ta'zir tarikiyie olan nefy müddeti, hur hak­kında b:r sineden, rakik hakkında da altı aydan noksan olmak lâzımdır.)

(10) : Teşhir. Bu, mücrimin yüzünü karaltarak veya kendisini bîr merkebe tersine bindirerek şehir içinde dolaştırmak suretiyle olur. Ya­pılan cürmün bir münadî tarafından haika ilân edilmesi de bu kabil­dendir. Sirkat gibi, yalan yere şahadet gibi fazihaları irtikâb eden şahıs­ları halka ilân etmeğe «tecris» adı da verilmişdir.

Tecris. bir nevi teşhir ve tefzih demekdir. Maamafih hâdiselerin bir adamı tecribedîde, kaviyyürrey bir hâle getirmesine de «tecris» de­nilir.

(11) : Ukubetler ile tehdid. Bu, bir mücrime ıslahı hal etmediği takdirde   muhtelif   ukubetlere   maruz bırakılacağını  İhtar  etmekdir.

(12) : Velâyetden - mo'muriyetden azl. Bu, resmî veya gayri res­mî vazifesini suiistimal eden bir memurun, bir hâkimin, bir valinin me­ni uriyetden az! ve men edilmesi demekdir,

(13) : Kulak bükmek. Bu,   mücrimin te'dib ve intihabı için kula­ğını çekib bükrnekden ibaretdir.

(14) : Darb =  dayak   Bu. mücrimin el ile veya bir değnek ile dö-ğülmesinden ibaretdir. Değnekle döğmenin mikdarı, imamı Azama göre üçden nihayet otuz dokuz darbeye kadardır. îmam Ebu Yusüfe    göre hur hakkında üçden doksan beş veya doksan dokuz, rakik hakkında da üçden otuz dokuz darbeye kadardır.

İmamı Âzam Hazretleri, rakikler hakkındaki haddi, imam Ebu Yu­suf Hazretleri de hürler hakkındaki haddi mikyas tutmuşdur. Fukahai kiram, bir hadisi şerife mebni ta'zir darbelerini had dar­belerinden biraz noksan olarak kabul etmiş bulunuyorlar.

Fukahadan bazıları, îmam Ebu Yusuf Hazretlerinin reyini tercih etmişdir. Fakat ceza hususunda mücrimin lehine hareket edilmesi, ih­tiyata daha muvafık olduğundan imamı Âzamin re'yi mütüni fıkhiyye-ye dahil ve daha müreccah bulunmakdadır. Bedayi.

«(imamı Mâlike göre bu ta'zir darbelerinin mikdarı, Imamül'müs-limînin, ve onun naibi olan hâkimlerin reylerine muhavveldir, bir mas­lahat görülürse had mikdarından = yüz değnekden fazla da olabilir. Düsukî.

(Ibni Ebi Leylâya göre ta'zirin en çoğu yetmiş beş değnekdir. El-muhallâ.)

(İmam Şafiîye göre bunlar, hür hakkında kırkdan, rakik hakkın­da da yirmiden noksan olmalıdır. Bir kavle göre de yirmi darbeden nok> san olmalıdır. Tuhfetül'muhtac.)

(imam Ahmede göre de bu darbelerin mikdarı, ondan ziyade ola­maz. Nitekim bir hadisi şerifde = Bir kimseye  hududı ilahiyyeden olan had müstesna olmak üzere - on değnekden fazla vurulamaz)  buyuruhnuşdur.

Ancak bu hususda bazı müstesnalar vardır. Şöyle ki müşterek veya başkasiyle evli olan cariyesine veya zevcesinin veya evlâdının ca­riyesine veya^ bir meyteye tekarrüb eden şahsa doksan dokuz değnek vurulur. Ramazanı şerifde gündüzün içki kullanan şahıs hakkında da had ile beraber ta'zir olarak yirmi değnek vurulur. Keşşafülkına.)

(Zahirîlere ve Leys ibni Sa'de göre de ta'zir suretiyle darbın en ço­ğu on değnekdir, bundan ziyade olamaz. Elmuhallâ.)

Hanefîlerİn eazimine göre darb ile olan ta'zirin haddi asgarîsi, hâ­kimin reyine muvaffezdir. Bu, iki veva bir darbeden ibaret de olabilir.

Dayak cezası, insanların haysiyetine, izzeti nefsine münafi görüle­bilir. Fakat cezaların hepsinde de bu hal mevcuddur. Filhakika insan­ların izzeti nefsini rencide etmemek, müslümanlıkda bir esasdır. Fakat cemiyet arasında bir takım fena şeyleri irtikâb ederek halka kötü bir numune olan, bu suretle izzeti nefsini kendi eliyle imhaya çalışmış bu­lunan mütecaviz bir şahsı dayak ile ıslaha çalışmak, âmmenin selâmeti için kabulüne ihtiyaç görülen brr çaredir. Kabiliyetler, ma'siyyetler, mü-tefavit olduğundan hâkim, hikmet ve maslahata göre hareket eder, ka­naat getirdiği bir ihtiyaca mebni dayak suretiyle ta'zir cihetine gideı. buna ba^an pek ziyade lüzum görülebilir.

Maamafih imam Serahsîye göre safı' = sille vurmak suretiyle ta -zir, caiz değildir. Bir şahsın kafasına veya boynuna açık el ile vurmak, istihfafın en son derecesidir, bundan ehli kıble siyanet olunur. Zeyleî, Reddül'muhtar. Hudud mebhasine de müraceat!.

(15) : Kati. Bu da fesadı itiyad edib, başka suretle münzecir ol­mayan herhangi  bir şeririn öldürülmesinden ibaretdir.     Buna   «hadden kati» de denir ki, memleketde fesada sa'y eden herhangi bir şahsın em­ri veliyyilemr ile siyaseden kati edilmesi demekdir.

(16) : Hedmi beyt. Bu, her türlü fesadı itiyat eden şerir bir şahıs üzerine bulunduğu odayı  yıkmakdan ibaretdir.

'içerisinde memnuatdan biri irtikâb edilen bir hanenin hakkı hür­met ve masuniyeti sakıt olacağından ledel'maslaha ve (ayyüremrin em­riyle içine girilmesi ve zaruret ânında hednı edilmesi caizdir. Nitekim bir takım şakilerin tahassun etdikleri yerler, ledel'icab top ile veya sa­ire ile yıkdırılmışdır.

(17) : Nakdî ceza. Bu, mücrimden bir mikdar para almakdan iba­retdir.  Bu   para   muhafaza   edilir, halini ıslah ederse mücrime iade edi­lir, etmezse âmme masalihine sarf olunur.

Para almak suretiyle ta'zîrin cevazına yalnız İmam Ebu Yusuf kaü olmuşdur. Sair müetehidler buna kail değildirler. Kat'ı uzuv suretiyle ta'zir caiz olmadığı gibi mücrimin emvalini elinden almak, itlaf etmek suretiyle de ta'zir caiz görülmemekdedir. Bu zevat, böyle bir ta'zir usu-liyle halkın emvaline bir takım kimselerin musallat olmalarına yol açıl­mış olabileceğim dermeyan ediyorlar. Mebsut, Fethül'kadir, Dürri Muh­tar, Reddi Muhtar.

«(Hanbelî fukahası da diyorlar ki, ta'zir, mal ahziyle, bir mali it­laf ile olamaz. Bu hususda istinad edilecek bir emri şer'î yokdur. Maa­mafih ta'zir, te'dib içindir. Te'dib ise itlaf suretiyle olamaz.

Hanbelîlere göre bir ta'zir usulü daha vardır ki, o da müteezzî olacağı anlaşılan bir mücrimin başındaki saçları tıraş etdirmekden iba­retdir. Mücrimin bundan müteezzî olması, hakkında intibahı mucib bir ceza mahiyetinde bulunur. Keşşafül'kına.)

(Şafiîlerce mücrimin sakalını tıraş etmek suretiyle ta'zir caiz gö­rülmüyor. Şafiî ve Hanbelî fukahasınca kabul edilmiş olan ta'zir nevile­rinden biri de mücrimi diri olarak salb etmekdir. Bunun müddeti üç günden ziyade olamaz. Mücrim bu müddet içinde yemeden, içmeden ve ima ile namaz kılmadan men edilemez.

Şafiîierden diğer bir kavle göre bu mücrim, namazlarım ima ile de­ğil, bilâ ima kılabilir, buna muhalefet olunamaz. Tuhfetül'muhtac.) [42]

 

Ta'zir; İcrası Îçin İcab Eden Şartlar :

 

846 -  : Ta'zir; bir cezadan ve bir te'dibden ibaret olduğu için bu hususda hür ile rakik, erkek ile kadın, müslim ile zimmî, baliğ ile gay­ri baliğ müsavidir. Şu kadar var ki, gayri baliğin mümeyyiz olması lâ­zımdır.

Binaenaleyh ta'zir yapılabilmesi için aşağıda yazılı olduğu veçhile başlıca iki şart vardır:

847 - : Ta'zir olunacak  şahsın âkil olması şartdır. Binaenaleyh mecnunların   hakkında  ta'zir  yapılamaz.   Çünkü  onla­rın fi'lleri esasen cürmden madud değildir.

848  - : Ta'zir olunacak şahsın baliğ ve hiç olmazsa aabiyyi mü­meyyiz olması şartdır.

Baliğ ve âkil plan bir mücrim hakkında tatbik edilecek ta'zire «uku-beten 'tazir» denir ki bu, mükellef bir şahıs tarafından irtikâb olunub da şer'an muayyen bir cezası bulunmayan bir cürümden dolayı bir ce­za olarak yapılan ta'zirdir. Mümeyyiz çocuk hakkındaki ta'zire de «te1-diben ta'zjr» denilir. Istılah kısmına müraceat!.

849 - : Mümeyyiz  olmayan çocuklar,   yapacakları  her  hengi  bir fi'lin neticesini, mesuliyetini tasavvur ve idrakden âciz bulundukları ci­hetle onların fi'lleri cürüm sayılmaz. Binaenaleyh ta'ziri müstelzim ol­maz. Mebsut, Bedayî.

«(Fıkhı Hanbelîde deniliyor ki : nâsa saldıran veya gayri meşru mukarenetleri itiyad eden veya sair bazı gayri meşru hareketlerde bu­lunan mecnunlar, bu gibi hallerden vaz geçmelerini mümkün mertebe temin için darb edilebilirler. Bu darb, bir ukubet maksadiyle değil, bir inzicar maksadiyle yapılır.

«Bazı mecnunların darüşşifalarda darb suretiyle cinnet halinden kurtulmalarına çalışıldığı malûmdur.»

'Mükellefler hakında haddi icab eden fi'ller, mümeyyiz çocuklar hak­kında ta'ziri müstelzim olur.

Kezalik namaz gibi, oruç gibi dinî vazifelerini ifaden veya yazı, ilim, sanat gibi şeyleri öğrenmeden kaçınan mümeyyiz çocuklar müna-sib bir veçhile ta'zir edilebilirler. Keşşafül'kma.)

Bir hadisi şerifde buyurulmuştur. Yani  : çocuklarınıza yedi yağlarına girince na­maz kılmaları için emr ediniz, on yaşlarına girince de onları namaz kıl­mamalarından dolayı düğünüz.

Bu döğmek ise te'dib ve tehzib tarikiyledir, ukubet tarikiyle de­ğildir. Çünkü ukubet, cinayet iktiza eder. Çocukların fi'lleri ise cinayet­le mevsuf olmaz. Bedayi.     [43]                            

 

Ta'zirlerin Mücrimlere Göre Mertebeleri  :

 

850 - Hâkimler, ta'zir hususunda   hem  cürümlerin mahiyetle­rini, hem de mücrimlerin mevkilerini, istidatlarını, mükerrer ceraim as­habından olub olmadıklarını nazarı dikkate alırlar.

Filhakika pek hafif cürümler ile ağır cürümlerin cezaları müsavi olamıyacağı gibi her nasılsa kendilerinden bir cürüm, bir kusur zuhur etmiş olan namu-s ve fazilet, mürüvvet ve diyanet sahibi olan kimsele­rin cezalariyle bir takım sefih, ceraime münhemik, mürüvvetden ve iz­zeti nefsd'en mahrum kimselerin cezaları da müsavi olamaz. Çünkü ceza vermekden asıl maksad, zecr ve inzicardan, mücrimin intibahına, ıslahı haline hizmet etmekden ibaretdir. Nâs ise bu gibi hususlarda mütefavet kabiliyetde bulunurlar. Bazı kimseler, en cüz'î bir tekdirden, bir ihtar* dan pek ziyade sıkılırlar, büyük bir mahcubiyet ve nedamet his ederek hallerini İslaha muvaffak olurlar. Bir takım kimseler ise en ağır haka­retlerden, çok mühim cezalardan bile matlûp derecede müteessir olmaz­lar.

Binaenaleyh ta'zir cezaları, hâkimlerin ictihadlarına havale edilmi§-dir. Beşeriyetin o garib haleti ruhiyyesini göz önünde bulundurmaya mecbur olan hâkimlerin verecekleri ta'zir cezalarında mücrimlerin hal­lerini, cürümlerin mahiyetlerini nazardan uzak bulundurmamaları hik­met ve maslahat muktezasıdır.

851  - : Fukahai kiramdan bazılarının beyanına göre ta'zirler, şa­hıslara nazaran şu dört mertebeye ayrılır :

(1) : Eşrafül'egraf hakkındaki  ta'zirdir  ki,  mücerred ilâm    -sure­tiyle yapılır.

(2) : Eşraf hakkındaki ta'zirdir ki,  bilvasıta ilâm suretiyle veya mahkemeye celb edilerek muvaceheten ihtar suretiyle yapılır.

(3) : Evsatı nâs hakkındaki ta'zirdir ki, hem mahkemeye bil'celb ihtar suretiyle, hem de habs suretiyle yapılabilir.

(4) : Ehissa hakkındaki ta'zirdir ki, hem mahkemeye bil'celb ih­tar suretiyle, hem de habs ve darb suretiyle yapılabilir. Istılahat kısmı­na müracat!..

852  - : Yukarıdaki mertebelere riayet edilmesi, gerek hukuki ilâ-hiyyeye ve gerek halkın hukukuna karşı büyük bir cüret gösterilmeme­si takdirindedir. Fakat ulemadan, şürefadan, ekâbirden sayılan zatlar­dan büyük bir ma'siyyet, sâdır olduğu veya darb've şetm gibi mürüv­vete münafi, şerefi izaleye bais, nâsın hukukuna raci bir cürmü zuhur etdiği takdirde haklarında başka suretle de ta'zîr icrası lâzım gelir. Zey-lei, Bedayî. [44]

 

Ta'ziri Müstelzim Cürümler  :                               

 

853 - : Ta'sirin tarifinden de anlaşıldığı veçhile hakkında şer'an mukadder bir had, muayyen bir ukubet bulunmayan herhangi bir ma'-siyet, her hangi bir cürüm, ta'ziri müstelzim olur. Bu ma'siyet ve cü­rüm, ister  âmme  haklarına,  maslahatlarına ve  ister hassa     haklarına müteallik olsun. Başka bir tabir ile bunlar, ister Allah Tealânın huku­kuna ve ister insanların hukukuna karşı irtikâb edilmiş bulunsun. Her­hangi dinî bir vazifeyi bilâ maziretin terk etmek gibi. Ve her hangi bir insana haksız yere fi'l ile veya sıdk ve kizbe mütehammil bir kavi ile eza ve cefada bulunmak gibi. Bedayî. Şafillere ve Hanbelîlere göre bir cürümden dolayı ta'zir icra edi­lebilmesi için ocürüm mukabilinde keffaretde bulunmamalıdır. Keffare-Li icab eden bir cürümden dolayı ayrıca ta'zir lâzım gelmez. Maahaza Şafiîlerce bazı ma'siyyetler vardır ki, mukabillerinde keffaret bulundu­ğu halde yine ta'ziri müstelzim olurlar. Müzahir veya ramazan günün­de saim bulunan bir müslimin refikasiyle mücameatde bulunması gibi. Tuhfetül'muhtac.}

854 - : Ta'ziri müstelzim cürümler pek çokdur. Bahusus bir ceza kanununun başlıca  muhteviyatım teşkil  edecek  olan  aşağıdaki  cürüm­ler, mahiyyetlerine göre muhtelif derecelerde ta'ziratı müstelzim    olur.

855 - : «Mukaddes zatlar hakkında fena tefevvühatdan, mübarek makamlara karşı hürmete münafi harekâttan, şer'î hükümler ile mizaha cür'etden münbais cürümler.»

Meselâ : enbiyai izamdan, sahabei kiramdan, sadâtdan, veya ule­ma ve sulehadan bir zat hakkında fezahati İisaniyyede bulunulması, ve­ya bir mâbed duvarının nâpak bir şey ile kirlendirilmesi, yahut bir iba­det vecibesiyle istihzaya cüret gösterilmesi, mücaseri hakmda darb ile, habs ile, veya her ikisiyle veya daha başka bir suretle ta'ziri müstelzim olur. Haniyye, Feyziyye, -Ali Efendi Fetvaları.

856  - : «Diyanete,  ahlâka,  umumî  âdaba  muhalif  hareketlerden ileri gelen cürümler.»

Meselâ : Ramazanı şerifde bilâ mazeretin alenen nakzi siyam eden mukim bir mü.slüman ta'zire müstahik olur.

Kezalik : afyon gibi, esrar gibi mükeyyefatdan birini istimal ede­rek nâs arasında sarhoş bir halde görülen veya çıplak gezmek gib: bir suretde. âmmenin terbiyesine, huzuruna münafi çılgınlıklarda bulunan kimseler hakında ta'zir icra edilir. Hindiyve.

857 - : «Halk arasında işaa edilen  bid'atlerden  mütevellid cü­rümler.»                                                                                      

Mübtedün haline bakılır: Eğer itikadı küfre müeddî değilse islâm hukukundan tamamen müstefid olur. Şu kadar var ki, bid'atini halk arasında neşre çalışır da bu hareketine nihayet vermezse bundan dolayı hakkında ta'zir icra edilir. Fakat itikadı küfre müeddî ise islâm camia­sından tamamen hariç kalır. Gulati. Revafiz gibi. Reddül'muhtar.

858 - : «Veliyyüremrin meşru emirlerine, tevcihlerine, islâm hü­kümetinin rahatı âmmeyi temin için mevzu kanunlarına,  nizamnamele­rine muhalefetten mütehassil cürümler.»

Meselâ : veliyyül'emr tarafından usulü dairesinde bir kimseye tev­cih edilen bir ciheti kabul etmeyib bu yüzden bir fesad zuhuduna sebe-'biyet verenler, habs ve nefy gibi ta'zir cezalarına müstahik olurlar.

Kezalik : muhik olan bir veliyyülemrin aleyhinde şeref ve şanını kıracak yalanlar neşrine çalışan ve halkın rahatına sebeb olan nizamatı haleldar etmek için nâsı fitne ve fesada sevk eden kimseler aiyaseten katil suretiyle ta'zire müstahik olurlar.

Kezalik : onu on bir buçukdan ziyadeye muamele ile akçe verilmi-ye, diye veliyyül'emr tarafından sâdır olmuş bulunan bir emre rağmen ziyadesiyle muamele yapanlar, zecr ve men ile ta'zîre istihkak kazan­mış olurlar. Netice, Abdurrahim Fetvaları.

859 - : «Hâkimlere vesair devlet memurlarına karşı haksız yere vuku bulan hürmete münafi veya hakaret ânıiz harreketlerden, sözler­den ve bir vazife ehlinin vazifesini ifa etmesine mani olmakdan müte­vellid cürümler.»

Meselâ : iki şahıs, ayni lâfızlar ile müşatemede bulunsalar, meselâ: biri diğerine habis demekle o da «Sensin» dese aralarında takas hâsıl olur, artık biribiri aleyhine ta'zir iddiasına kalkışamazlar. Fakat böyle bir müşateme mahkemede hâkimin huzurunda vuku bulsa aralarında ta­kas husule gelmez, belki mahkemeye karşı ihtirama münafi hareketde bulunduklarından dolayı ikisi de ta'zir olunur.

Kezalik : Bir muvazzaf hatibi hutbe okumakdan ve nâsı cuma na­mazından men'e kıyam eden şahıs hakkında ta'zir lâzım gelir. Hindiy-ye, Feyziyye.

860 - : Mürafaai meşrua zımnında mahkemenin    dâvetine ademi icabetden husule gelen cürümler.»

Meselâ : vuku bulan davete rağmen nafakaya müteallik bir şer'î murafaa için mahkemeye gitmekden imtina eden veya başkasının git­mesine mani olan kimse, ta'zire müstahik olur. Şu kadar var ki, bu hu-susdaki temerrüdü hâkim inindinde sabit olmak lâzımdır. Ali Efendi Fetavâsı.

861 - : Yalan şahidlik ve muhbirlikden ve yalan yere yemin et-raekden münb'aia cürümler.»

Meselâ ber hayat olan bir kimsenin vefatına dair bir mahkemedo yalan yere şahadetde bulunan şahıs, ta'ziren teşhir edilir.

Bu, İmamı Azama göredir. İmameyne göre böyle bir gahıs, teşhir­den sonra habs ve darb ile de ta'zir olunur. Bedayî, Reddi Muhtar.

862 - : Resmî' makamlara hakikat hilâfına ihbarda,  gamazlıkda, curnalcılıkda bulunmakdan mütevellid cürümler.»

Meselâ : onun bunun hakkında bazı cürümler isnadiyle zabıtaya gammazlıkda bulunan kimse, bundan men ve şediden ta'zir olunur. Bu­nu itiyad etdiği takdirde kati bile olunabilir. Ali Efendi Fe tavası.

863 - : «Memuriyet nüfuz ve vazifesini suiistimalden ileri gelen cürümler.»

Meselâ : Devlet malım ihtilâsda bulunan bir memur, vazifesinden tard edilerek hakkında başka türlü ta'zir de yapılabilir.

Kezalik : idaresine memur olduğu halka bed muamelede bulunan bir kimse, ta'zir ile vazifesinden azl edilir.

Kezalik : uhdesine havale edilen hizmetlerde hükümete hiyanet eden, bu hususda ahalinin zulmen akçelerini ahb duran, hâkim tarafın­dan yapılan tenbihlerden mütenebbih olmayıb mezalimi âdet edinen bir memur da - fesada saî olduğu cihetle - veliyyüFemrin emriyle ta'­ziren kati edilebilir. Hindiyye.

864 - : «Salâhiyyet ve me'zuniyet hilâfına sıfatı resmiyye göste­rilerek  sahtekârlıkda bulunmakdan mütevellid  cürümler.»

Meselâ : tahsildarlık sebebiyle bir köy ahalisinden sahte makbuz mukabilinde vergi toplamış olan bir şahısdan almış olduğu akçeler istir-dad edilmekle beraber hakkında ta'ziren ceza da tertib edilir.

Kezalik : haiz olmadığı bir sıfatı, bir nisbeti kendisine izafe ederek bu yüzden başkasının hakkını istihfaf eyleyen, meselâ : seyadetle alâka­sı olmadığı halde şürefaya mahsus alâmeti takınarak seyadet iddiasın­da bulunan bir kimse, habs suretiyle ta'zire müstahik olur. Behcetül'fe-tava.

865 - :  «Rişvet alıb vermekden ibaret cürümler.»

Meselâ : Her hangi bir işi terviç için rişvet alan bir memur ile rişvet veren şahıs, ta'zire müstahik olacağı gibi hâkimlere vesaireye rişvet va­sıtası olub halkın haklarını ibtala çalışan kimseler «de şiddetli bir ta'zir ile uzun müddetli bir habs cezasına müstahik olurlar. Abdurrahim Fe-tavâsı.

866 -  :  «Devletin aleyhine, âmmenin zararına çalışmakdan, cemiyet hayatıı.ı   '.alükeye c işürmekden,  casusluk  yapmakdan     mütevellid cürümler.

Meselâ : harbîler zahire, barut gibi şeylerin satılması veliyyül'-emr tarafından men edildiği halde bunları satmaya cüret eden kimseler, zecr ve ta'zire müstal -k olurlar.

Kezalik : islâm ticaret gemilerinin denize açıldığını ve teveccüh et­diği semti korsanlara veya harb zamanında düşmanlara haber vermeği itiyad eden bir zimmî hakkında kati suretiyle ta'zir cezası verilebilir.

Kezalik : halkın odun ihtiyacına tahsis edilmiş olan cibali mübahe-deki ormanları yakan kimseler de ta'zir edilirler.

Kezalik : harbîlere casusluk eden, onların önlerine düşüb islâm bel­delerini bastıran kimseler de veliyyül'emrin emriyle kati edilirler. Behce, Abdurrahim fetvaları.

«(Küffare casusluk eden bir müslim, Ibni Ukayle göre ta'ziren kati edilebilir. Kadıya göre bu casus, Zülhey'e ise hakkında unf ile muamele yapılır. Başkası ise ta'zir olunur. Hanbelîlere göre bu hususda veliyyül-emr, siyaset tarikine sülük eder, hazm ve ihtiyatda bulunur. Keşşafül'-kına.)

867  - : «Umuma tahsis edilmiş olan yerleri işgalden münbais cü­rümler.»

Meselâ : Bir köy halkı için mezarlık olmak üzere tahsis edilen bir mahalde kendileri için bina yapanlar, ta'zire müstahik olurlar, yapdık-ları binalar da kaldırılır,

868  - : «Halk  arasında fesada say etmekden mütevellid cürüm­ler.»

Meselâ : tehdidini ikaa kadir olub da bazı kimseleri, onu bunu öl­dürmeğe veya onun bunun mallarını sirkat ve gasbe cebren sevk etmek-de bulunan bir şahıs, tekerrür eden bu cürümlerinden dolayı siyeseten katil suretiyle ta'zire müstahik olur. Ali Efendi.

Kezalik : hür insanları idlâl ederek harice satan kimseler, bunu iti­yad etmiş oldukları takdirde ta'ziren katle, itiyat etmemiş oldukları tak­dirde de habs ve darb cezasına müstahik olurlar.

Kezalik : muhabbet vesaire için en'am veya bazı havas okuyarak büyü yapmaya cüret eden ve bu suretle bazı ailelerin inhüâline, bazı kimselerin mutazarrır olmalarına, çalışanlar da bu hareketlerinden ne­damet izhar etmeden derdest edilseler - âmme zararlarını izale hikme^ tine mebni - ta'ziren kati edilebilirler. Behce.

869  -  :  «Devletin meskukatını taklid   ve tağyirden, kalbazanlık-dan mütevellid cürümler.»

Meselâ : Meşkûk ve tam altunları kırkıp nâs arasında neşre çalı­şanlar, şıaüecıı ta zır ne uzun muaaette haDse musıaniK oiuriar.

üezalık : tur zamanca muayyen Dir mıkdar üzerine rayıo olan al­tınların veaaır akçelerin bu miKüardan ziyaaeye anz ve itası, veııyyür-emr taralından men edilmiş iken Duna munalefetde bulunulması, şıudet-h ta'ziri müstelzim olur. Behce.

Kezaiik ; bakırdan kuruş ve saire yapıp bunları temvihle ağartan ve üzerlerine hükümet sikkesi elfazını darb ederek «meşkuk gumüa.-dür» diye halkı aldatan kimseler hakkında şedid bir ta'zir ile medıd bir habs lâzım gelir. Netice,

870 - : «Halka hiyle ve tezvir etmekden ve bir takım resmî ev­rakı, veaaiki, ilâmları tahrif eylemekden mütevellid cürümler.»

Meselâ : Namaz, oruç gibi dinî vazifelerin vaktinde yapılmaması için halka gayri meşru telkinatda bulunan bir kimse, şedid bir ta'zire müstahik olur.

Kezaiik : bir mahkemeden verilmiş olan bir ilâmda bazı tahrifler vücude getiren, sahte mühür tatbik eden bir kimse, şiddetli bir suretde ta'zir edilerek salâhı hali zahir oluncaya kadar habs ve zecr edilir, Tatar Haniyye, Abdurahim.

871 - : «İstifası hükümete aid olan bir hakkı alâkadar olanların kendi kendilerine istifaya kıyam etmelerinden münbais cürümler.»

Meselâ : Vuku bulan bir kazfden dolayı icab eden haddi kazfi biz­zat makzuf, istifa edecek olsa ta'zire müstahik olur. Meğer ki, kazifi mahkemeye tevdi etmesi mümkün olmayacak bir mevkide bulunmuş ol­sun. Kaaıyye, Hindiyye.

872  - : «Hiyleli iflâsdan, dolandırıcılık dan,     mümataîadan müte­vellid cürümler.»

Meselâ : bir şahsın mücerred alacaklılarını mutazarrır etmek üze­re kendisini hilafı hakikat olarak müflis bir halde göstermesi «hiyleli iflâs» dan ibaretdir. İşte böyle bir hiyleye tevessül eden herhangi bir gahıa, ta'zire müstahik olur.

Kezaiik : mümatıl olan, yani : borcunu vaktinde vermek isteme­yen her hangi bir şahıs da alacaklının talebiyle habs edilebilir. Böyle bir mumatilin habs edilmesine mani olmak isteyenler de ta'ziren habse müstahik olurlar. Şu kadar var ki, mümataiamn sübutu lâzımdır.

Bir mumatilin fakrı hali sabit olursa sebili tahliye edilir. Yüsri. borcunu vermeğe iktidarı anlaşılırsa borcunu Ödeyinceye kadar habsi devam eder.

Medyun, fakrı hali, iflâsı hakkında, dayin de onun yesari hakkın­da beyyine ikame edecek olsa dayinin beyyinesi tercih olunur. Bedayi,

Camiül'füsuleyn, Ali Efendi, Hacr ve ikrah mebhasine de mmaceat!..

873 - : «Alış verişe vesair muamelâta fesad kanşdirmakdan mü-tevellid cürümler.»

Meselâ : sattığı bir malın aybını saklayan, icare ve nikâh gibi mu amelelerde tedlisde, hakikate muhalif beyanatda bulunan kimseler, ta'-s;re müstahik oi ,rlar.

Kezaiik : ihtisab nazırının ~ alâkadar memurların narh vazetmiş olduğu emteayı ziyade fiyatla satanlar, ta'zire müstahik olurlar. Hat­tâ bey ve şırada vesair muamelelerde halka zarar ve nizamı memlekete halel vermek müstemirren âdetleri olub fesada saî bulundukları sabit olan kimslerin ta'ziren kati edilmeleri de caizdir. Tatarı Haniyye, Ibnİ Nüceym Fetavâsı.

874  - : Zimmîlere, muahidlere eza ve muahede ahkâmını ihlâlden münbais cürümler.»

Meselâ : bir zimmîye seb ve şetm eden veya bir müste'meni öldü­ren veya bir islâm devletinin yapdığı muahedeye rağmen gayri müslim bir milletin memleketine giderek gasb ve gâretde bulunan herhangi bir müslüman, muhtelif derecelerde ta'zir cezasına müstahik olur.

Muahede hükümlerine muhalefet, islâm hukukunca bir gadirdir. Gadirden ve sureten, mâ'nen gadre müşabih umurdan taharruz ise bir vecibedir, işte bu vecibeyi ihlâl, bir ma'siyyetolduğundan ta'ziri müs-telzim olur, muahidlerden bu veçhile alınan malların da kendilerine iade­si lâzım gelir. Siyeri Kebir, Reddül'muhtar.

875 - :  «Tegailübden, şekavetden münbais sürümler.»

Meselâ : mütegallibeden bir şahıs, bir kimseyi haksız yere zincir? vursa veya habs etse habse ve ta'zire müstahik olur.

Kezaiik : şakavetle meşhur olan bir şahıs, halini ıslah edinceye ka­dar habs olunur. Bulunduğu beldede müikü mevcud ise fesadından âciz kaian halkın müracaatı üzerine nefyi cihetine gidilmez, belki şerrini iza­le için habsi ile iktifa edilir. Hindiyye, Reddi Muhtar.

876 - : «Halkın parasını ellerinden almak için kumar gibi, şu'-bedebazlık gibi memnu - haram vasıtalara müraceatden mütevellid cü­rümler.»

Meselâ : -fıkhı Şafiî ve Hanbelîde beyan olunduğu üzere - ku­mar oynayanlar veya lehviyyat kabilinden şeyler ile veya yalanlardan müteşekkil güldürücü hikâyelerle veya yılan gibi zehirli hayvanları elde tutmakla yahut ateşe vesaireye atılmak gibi şu'bedebazhkla para ka­zanmaya    çalışanlar,     ta'zire müstahik olurlar.

877 - : «Sersericesine yaşayıb halka mütemadiyen eza vermekden münbaia cürümler.»

Meselâ : Sözleriyle, fiillerile, hattâ sui nazarlariyle halka daima eza vermekle maruf olan kimseler, bu hallerine nihayet vermedikleri tak­dirde ıslahı hal edinceye kadar habs edilirler.

«(Bunların nafakaları, Hanbelî fukahasının beyanına nazaran bu habs müdaetince beytülmal tarafından temin edilir. Maliki fukahasına göre de kendilerinin nafakalarına kâfi malları bulunmadığı takdirde bey­tülmal tarafından infak edilirler. Şayed beytülmalde de bunu temine kâ­fi bir şey bulunmazsa bunların nafakaları zengin olan müslümanlar ta­rafından temin edilir. Velev ki o müslümanlar, bu mücrimlerin beldele­ri ahalisinden olmasınlar. Çünkü müslümanlar, bir cesed mesabesinde-dirler, bunların bîr uzvu müteellim olunca diğer uzuvları da bu teellüme = bu acıya iştirak eder.

878 - : «Emniyeti  suiistimalden,  hiyanetden münbais  cürümler.* Meselâ  : Kendisinetevdi edilen bir emaneti ketm veya tağyir eden

kimse, ta'zire müstahik olur.

Kezalik.: bir vakıf müessesesinin emvalini suiistimal eden bir mü­tevelli, ta'zire müstahik olub vazifesinden azl olunur.

879  - :  «Teşhiri silâhdan, darb ve mudarebe hâdiselerinden müte-vellid cürümler.»

Meselâ : Bir kimseye karşı kati veya cerh kasdiyle kamasını veya bir silâhını teşhir ederek hücum eden bir şahıs ta'zir suretiyle habs ve darbe müstahik olur.

Kezalik : kendi babasını veya herhangi bir kimseyi döğen şahıs, şedid bir ta'zire istihkak kazanmış olur.

Kezalik : biribirini döğen, iki şahısdan ikisi hakkında da ta'zir lâ­zım gelir. Bu döğmeler, mütefavit olacağından bunların arasında takaj hâsıl olmaz. Bu ta'zir ibtida, bu döğmeye ilk başlamış olan şahıs hak­kında tatbik edilir. Hidaye, Dürrül'muhtar, Ali Efendi Fetavâsı.

880  - :  «ikraha mukarin  memnu  fiilleri irtikâbdan  münbais  cü­rümler.»

Meselâ : Bir şahıs, tehdidini ikaa muktedir bir kimsenin, meselâ : bir hükümdarın cebir ve ikrahına mebni birisini haksız yere öldürse mücbir kısasa, o şahıs da ta'zire müstahik olur.

Mükreh olarak gayri meşru mukarenetde bulunan bir şahıs hak­kında da ta'zir lâzım gelir. Çünkü birşahıs, kendi canım kurtarmak için başkasının hayatına, namusuna tecavüz edemez. Şu kadar var ki, ikrah, onun hakkında esbabı muhaffifeden olmakla cezası ta'zire inhisar eder. Mebsut,   Tatar   Haniyye.

881 - :  «Suya,  taama_ zehir veya müskir bir madde  katmakdan, ilâç yerine zehir vermekden mütevellid cürümler.»

Meselâ : bir kimseyi öldürmek maksadiyle taamına zehir katan veya bir kimsenin malım elinden almak için içeceği balşerbetine sar­hoşluk veren bir şey ilâve eden şahıs, şiddetli bir ta'zire müstahik olur aldığı bir mal var ise o da elinden alınır, kendisi de salâhı zahir olunca­ya kadar habs olunur. Abdurrahim fetavâsı.

882 - :  «Iskatı cenîn hâdiselerinden mütevellid cürümler.» Meselâ  : bir gebe kadını döğüb veya korkutup da kendisinden he­nüz hilkati belirmemiş, muzga halinde bir et parçasının düşmesine se­bebiyet veren şahıs, şiddetli bir suretde ta'zir ve habs ile te'dib olunur. Abdurrahim.

Şayet düşen parça, hilkati belirtmiş bir ceninden ibaret bulunursa, bunun sukutuna sebebiyet veren şahıs hakkında ta'zirden başka «gur-re» denilen nakdî ceza da lâzım gelir. Iskatı cenîn bahsine de müraceat!.

Kezalik : ebelik iddiasında olan bir kadın, kadınlara iskatı cenîn için deva verib iskatı cenine sebeb olduğundan başka bazı kadınların da helakine sebeb olub bu şeni füli mutad etmekle nâsa zararı olsa bu fi'-linden veHyyüremrin emriyle zecr ve men olunur, itaat etmezse tediH bir emri meşru olur. Mecmuai cedide.

883 - : «Kısas ve diyeti müstelzim    olmayacak bir veçhile    vukua gelen kati ve cerh cinayetlerinden münbais cürümler.»

Meselâ : Kendi kölesini kati eden kimse, şiddetli bir ta'zire müs­tahik olub zindanın en fena yerinde habs edilir.

884  - : «Kati hâdiselerinde gösterilen muavenetlerden ileri gelen cürümler.»

Meselâ : bir kaç kimse, bir şahsı kati etdikleri halde bazı kimseler, bu cinayete tamamen iştirak etmeyib bu canilere muavenetde bulunsa­lar şedid bir ta'zire ve salâhları zahir oluncaya kadar habse müstahik olurlar. Abdurrahim Fetavâsı.

885 - : Başkasının eşyasını, ebniyesini istihlâk ve ihrakdan, ölü­lerin kefenlerini soymakdan, ölüleri kabirlerinden çıkanb yakmakdan münbais cürümler.»

Meselâ : bir kimsenin hanesini veya ekinlerini yakan şahıs hakkın­da hem zaman, hem de ta'zir lâzım gelir.

Kezalik : mevtanın kefenlerini soyan kimseler, imamı Azama gö­re ta'zir suretiyle cezalandırılırlar.   .

Kezalik : bir köyde hastalık olmakla veya «cazu oldu» diyerek ölü­leri mezardan çıkanb yakan kimseler, şedid ta'zir ile habs cezasına müs­tahik olurlar. Abdurrahim fetavâsı'. t

Ancak bir kasaba makberesinde zuhur edib mazarratı görülen tevatüren sabit olan - cazuyı kabrinden çıkararak başını kesmekde ve eğer zaran bununla da mündefi olmazsa yakmakda bir beis görülmemiş dir. Ebussuud fetavâsı.

886 - : «Kadınları, kızları iğfalden, kaçırmakdan ibaret     cürüm­ler.»

Meselâ : bankasının karısını bil'iğfal hanesinden çikarıb kaçıran veya başkasına tezvic eden veya başka bir memleKete gönderen şahıs, salâhı hali zahir oluncaya veya ölünceye kadar habs suretiyle ta'zir olu­nur.

Kezalik . bir kadını veya bir kızı hanesinden cebren kaçıranlar da bu veçhile şiddetli bir ta'zire müstahik olurlar. Kaçırılan kadın veya. kız, iade edilmedikçe veya ölmedikçe bunları kaçıranların habisden çık­malarına müsaade edilemez. Hindiyye, Ali Efendi. Hanbelîlere göre de kadınlara, erkeklere delâlet eden kavadlar, şid­detli bir darb suretiyle ta'zir teşhir olunurlar.

887  - :  «Gayri meşru nikâhlardan,  mukarenetlerden ve şeni fii.-lerden münbais Cürümler.»

Meselâ : Kendisine nikâhı caiz olmayan, kocası başka bir diyarda bulunan bir kadın ile teehhül eden bir erkek, ta'zire müstahik olur, ara­ları da tefrik olunur. Behce.

Kezalik : bir müslüman kadını, bir gayri müslim ile evlense arala­rı tefrik ve kendileri şiddetle ta'zir olunur. Ali Efendi Fetavâsı.

Kezalik : Behîmeye, meyteye tekarrüb eden kimseler, ve birbiriyle sihakda bulunan kadınlar ta'zire müstahik olurlar. Ali Efendi.

Kezalik : haddi icab etmeyen bir fi'li şeni - bir livata, iki tarafın muvafakatiyle vaki olduğu takdirde her ikisi hakkında da şedid bir ta'-ziri müstelzim olur. Hattâ bu gibi mukarenet cürümlerinden dolayı ve­rilecek ceza, darb suretiyle olan ta'zirlerin son haddine kadar tatbik edilmesiyle olur.

Bu hadisede cebir bulunduğu takdirde yalnız mücbir olan taraf hakkında bu veçhile ta'zirt cezası tertib edilir. Böyle bir hareketi itiyad eden bir şahsın siyaseten katli de caizdir. Netice Behce.

888 -  :  «Mevzii töhmetde bulunmakdan, mazînnai töhmet olmak-dan mütevellid cürümler.»

Töhmet, müttehemin haline veya bazı karinelerin, delillerin mevcu­diyetine göre zaaf veya kuvvet kesbeder.

îsnad edilen töhmet, sabit olmadıkça müttehem hakkında kazaen bir muamele yapılamazsa da ta'zir carî olur, habs ve kefalete rabt gibi bazı idarî ve ihtiyatî tedbirler alınabilir.

Binaenaleyh feseka meclisinde bulunan bir kimse, bil'fi'1 fişka işti­rak etmese de ta'zire müstahik olur.

Kezalik : kati ile veya sirkat ile veya bu gibi diğer bir cinayetle müttehem olan eşhas hakkında habs suretiyle ta'zir icra edilir. Bahr. Reddi Muhtar.

889 - : «Nâ tamam kalmış bazı memnu fiillerden mütevellit cü­rümler.»

Meselâ : sirkat maksadiyle bir hanenin duvarını delerek veya bir kapının kilidini açarak içeriye girib de bir takım eşyayı toplamış olduğu halde derdest edilen bir mücrim hakkında habs ve darb suretiyle ta'zir icra edilir. Hattâ bu gibi sirkat hâdiselerinde dayak ile yapılacak ta'zir, son haddine kadar tatbik edilir. Çünkü haddi mucib sebeblere müşabih olan ta'zîr esbabı, ta'zirin o hususdaki en çok mikdarını müstelzim olur.

Nehb ve garet cürümleri hakkında da hüküm böyledir. Reddi Muh­tar. Abdurrahim Fetavâsı. Sirkat bahsine de müraceat!.

890  - : «Hicab âver tarizlerden, harf endazlıklardan münbais cü­rümler.»

Meselâ : halkın çoluk çocuğuna taarruzdan hali olmayan ve ona buna şetmeden herhangi bir şahıs, şiddetli bir ta'zire müstahik olacaŞı gibi onun bunun hakkında afif olmadıklarını israb edecek suretde ta'-rizlerde, kinayelerde bulunan kimse de ta'zire müstahik olur. Haniyye, Hindiyye.

891 - : «Eghas hakkında lisanen veya kitabetle vuku bulan se'o ve şetimden, şer'an haram, örfen ardan madud olan herhangi bir fi'li ihtiyarîyi isnaddan ve halka eza veren sair memnu ef'al ve    akvalden mütevellid cürümler.»

Meselâ : salih, mürüvvet sahibi bir kimseye : kâfir, musrik, veya sârik diyen şahıs, ta'zire müstahik olur.

Kezalik : babasına kavlen veya filen eza eden veya evlâdına seb ve şetm eyleyen veya çocuklarına şarab içiren bir şahıs ta'zire müsta­hik olur.

Kezalik : onu bunu gıybet eden veya elleriyle, gözleriyle, kaslariyle yaptığı işaretlerle halkı müteezzî eyleyen kimseler, ta'zire lâyık olurlar. Şu kadar var ki, gıybetden dolayı ta'zir icrası, gıybet edijen kimsenin bundan haberdar olub dâvada bulunmasiyle meşrutdur.

Kezalik : bir kimse hakkında seb ve şetmi havi olarak yazdığı bir varakayı bir mahalle ta'lik veya bir vasıta ile halk arasında neşr eden şahıs hakkında ta'zir ile beraber istifai kusur lâzım gelir.

Kezalik : bir müslüman veya zimmîye : «Fâcir, fâcire» diyen veya muhsen olmayan bir müslümana veya zimmîye  «Zanî,  zaniye»  diyen kimae, darb suretiyle ta'zir olunur. Hattâ bu darb, bu nevi ta'zirin had­di âzami olan otuz dokuz veya yetmiş dokuz darbeye kadar gidebilir.

Kezalik : bir zimmîye lanet eden veya haksız yere sille vuran kim­se de ta'zire müstahik olur. Hindiyye, Fethülkadir, Dürri Muhtar.

«(Hanbelîlere göre : zimmîye kazf = zina isnad eden bir müslim hakkında ta'zir lâzım gelir. Bu ta'zir, hakkullah olduğundan zimmînin iskatiyle de sakıt olmaz.

802 - : «Seb ve şetmi, ezayi mucib sözlerin nida veya isnad su­retiyle istimalinden münbais cürümler.»

Şöyle ki : her lisanda bir takım tabirler vardır ki, bunlar seb vo şetmi müstelzimdir. Ezcümle : şerir, zalim, hain, habis sefih, muhan nes, me'bun, fahişe, kahbe, lûtî, deyyus, karteban, ibni fâcire, ibni fâ-sika, bire kahbe, bire fâcire, haramzade, zaniyeier me'vası, hırsız ya­tağı, kâfir oğlu, zındık, mübtedî, rafızî, yahudi, nasranî, adüvvullah putperest, bînamaz, yalancı şahid, lâşey, ebleh, nees, nâpâk, köpek, hın­zır, şeytan, akilürriba, şaribülhamr tabirleri bu kabildendir.

Binaenaleyh bu tabirlerin bir şahıs hakkmda nida - hitap sure­tiyle istimaliyle isnad suretiyle istimali müsavidir, mücarisi hakkında ta'ziri icab eder.

Meselâ : bir kimseye hitaben «ey zalim!, ey fâcir!.» denilmesiyle «sen zalimsin, sen fâcîrsin» denilmesi arasında fark yokdur.

Şu kadar varki, ayak takımı sayılan bazı eşhas, kendi aralarında köpek, hınzır, çingene gibi tabirleri biribirine isnad etmekden çekinmez­ler. Bu yüzden bir âr duygusiyle müteezzî olmazlar. Artık onlardan bi­ri hakkında bu son tabirlerden birini* kullanmak, ta'ziri müstelzim ol mıyabilir. Bu hususda örf de nazara alınır, bazı sözler, bir kavmin ör­fünde seb ve aetm sayıldığı halde diçer bir kavmin örfünce sayılmiya-bilir. Fethülkadir, Hindiyye, Abdurrahim.

893 - :  «Zevciyet hukukuna ademi riayetden    husule     gelen cü­rümler.»

Meselâ : zevcesini haksız yere döğen veya zevcesine «kahve» diye şetm eden veya kendisine hayzi veya nifası halinde tekarrüb eyleyen bir kimse, ta'zire müstahik olur.

Kezalik : kocasının meşru emirlerine itaatsizlik eden, kocasının rı­zası hilâfına olarak bilâ zaruretine harice çıkan veya icab eden tahareti ifadan veya tezeyyünü ittihazdan kaçınan bir kadm da ta'zire lâyık olur Zeyleî, Ali Efendi Fenavâsı.

894 - :  «Zaruretsiz yere  halkın  esrarını  hetk  veya bir fahişeyi, yani  : müstehcen bir hâdiseyi işaa etmekden mütevellid cürümler.»

Meselâ : fışkı kaplı olan bir şahsa «fâsık» diyen kimse, ta'zirt; müstahik olur, ta'zirden kurtulmak için o kimsenin fışkını isbat etmek istese beyyinesi dinlenilemez. Çünkü halkın fışkını zaruretsiz yere teş­hir caiz değildir. Maahaza iddia edilen fısk, tcvbe ile mürtci.. ohnusj da, olabilir. Artık bu hususdaki cerhi mücerred, makbui olamaz.

Şu kadar var ki, ta'ziri icab eden fena bir hâdise, âdabı utnumiyoye münafi, âmmenin zararına raci olur da bu muayyen 'hâdiseyi isbatda âmmenin menfaati bulunursa bunun hakkındaki beyyine, dinlenilir ve bu babdaki cerh, bir cerhi mücerred sayılmaz. Fethül'kadir, Reddi Muh­tar, Hindiyye. [45]

 

Ta'ziki  Müstelzim  Cüki Mlekin   Sı'kkti  Sübutu

 

895 -  : Ta'ziri ica beden cürümler, sair hukuki    ibadda    old-ığu gibi ikrar ile, beyyine ile ve yeminden nükû' İle sabit olacağı gibi hâ--kinıin ıtUlaiyle de sabit olabilir.

Meselâ : bir şahıs, ta'ziri müstelzim bir cürmü, meselâ yalan yere şahadetde bulunmuş olduğunu itiraf etse ta'zire müstahik olduğu sabit olur.

896 - : Ta'zir hususunda iki erkeğin şahadeti kâfi olduğu gibi bir erkek ile iki kadının şahadetleri de kâfi olur. Bu hususda şahadet aleş-şehade de caizdir. Kadının kadıya mektubu  da muteberdir.

Kezalik : hukuki ilâhiyyeye müteallik bir hususdan dolayı icab eden bir ta'zirde müddeî = muhbir de şahid sifatiyle dinienilebilir.

Maahaza hukuki ilâhiyyeye aid bir ta'zir hususunda âdiî bir zatın şahadeti de kâfi görülebilir. Çünkü bu, ihbar kabilindendir. Hukuki ibad-da ise muhbir, müddei makamında olduğundan kendisinin şahadeti caiz olamaz. Bedayî, Nehri Faik.

897 - : Ta'ziri mucib bir hareketde bulunduğu iddia edilen şah­sın bu hususda kendisine teklif edilen yeminden imtina etmesi, o hare­ketde bulunduğunu "itiraf demekdir. Şu kadar var ki, ta'ziri müstelzîm hâdise, hukuki, ilâhiyyeye aid ise bunda  müttehem,  istihlâf olunamaz

898 - : Ta'zir için yemin lâzım gelen hususda hâkim, «senin üze­rinde iddia edilen hakkı tazirin bulunmadığına yemin et» diye mütte-heme emr eder. Müttehem de o veçhile yemin eder. Yoksa : «Ben fülân kimse hakkında şöyle demedim, meselâ : ona fâsik diy hitab etmedim» diye yemin etmez. Zira dediği söz, doğru ve binaenaleyh ta'ziri    gayri calib olduğu halde bunu isbatdan âciz bulunmuş olabilir.

899 - : Hâkimin ıttılaına gelince bu da ta'ziri müstelzim bir cür-me hâkimin bizzat vâkıf olmasından ibaretdir. Şu kadar var ki, bu cür-mün hukuki ilâhiyyeye  =  âmme masalihine müteallik olması lâzımdır. Hukuki ibade müteallik cürümlerde ise şahsî dâva lâzım geldiğinden hâ­kim, muttali olduğu böyle bir.cürümden dolayı kendi kendine ta'zir ic­rasına kıyam edemez, Mebsut, Fethül'kadîr, Redül'muhtar. [46]

 

Ta'ziri İkameye Salahiyetli Olan Zatlak 

 

900 - : Ta'ziri icab eden bir cürüm, gerek hukuki  ilâhiyyeye ve gerek hukuki eşhasa müteallik olsun bundan dolayı tatbik edilecek ta'-zir cezasını ikame ve istifa salâhiyeti,  ilk  evvel veliyyüremre,     sonra *da onun naibleri  olan hâkimler ile  «vülâti  cerâim   -   vülâti  mezalim» denilen memurlara aiddir. Şu kadar var ki, hukuki ilâhiyyeye müteallik olub henüz irtikâb edilmekde bulunan bir ma'siyetden dolayı  münasfb, hikmete muvafık, fesada gayri bais bir tarz ile ta'zirde bulunmaya her rnüslüman salâhiyetdardır. Çünkü bu, maruf ile emr, münkirden neby, fesadı izale kabilinden bir vecibedir. Böyle bir fûnalığı def ve izaleye her müslim, n*-ru hakim tarafından mezundur. 'hadisi şerifi buna bir delildir.Haşiyei Şilbî.

901 - : Bir kimse, kendi zevcesiyle veya maharimindon biriyle veya bir ecnebiyye ile bir şahsın gayri  meşru bir halde mücameatde bulunduklarım görünce sayha  ile  veya darb ile bu  fâzihaya  mani  ol­ması İcab eder.  Hattâbu suretle  mani  olamadığı  takdirde bu  cinayete birriza  mücaseret  eden şahsı   Öldürebilir,   bundan  dolayı  kendisine  bir zaman lâzım gelmez, bu maktule -- karabetleri var ise - varis de ola­bilir. Elverir ki bu cinayet, ikrar ile veya beyyine ile sabit olsun. Maa-mafih  kendi  zevcesiyle  veya  mahremiyle  birriza  yapılan  gayri   meşru mücameatden dolayı zani ile  zaniyeyi  sayha veya darb  etmeksizin  de öldürebilir. Bahri Raik, Reddi Muhtar.

902 - : Ta'ziri müstelzim bir cürüm ve ma'siyet, icra edilib bit­miş olduğu takdirde artık efradın ta'zir icracına kıyama    salâhiyetleri kalmaz. Bu salâhiyet, yalnız veîiyyül'emr ile naiblerine aid olur. Çünkü yapılıb bitmiş olan bir cürüm hakkında efradın nehy ve  izalesi  muta­savver değildir. Bu hususda mahza ta'zir vazifesi kalır ki, bu da ark­tiğimiz gibi- yalnız veîiyyül'emr ile naiblerine aiddir. Hattâ bu halde halkı ta'zire kıyam eden kimsenin salahiyetli makam tarafından ta'zir; lâzım gelir. Fethül'kadir, Hîndiyye.

903  - : Hukuki eşhasa müteallik   cürümlerden dolayı icab  eden ta'zire gelince: bunu ikame etmek salâhiyeti de yalnız veîiyyül'emr ile naiblerine aid bulunmakdadır. Çünkü böyle şahsî haklardan dolayı dâ­va bulunmadıkça ta'zir cihetine gidilemez. Dâva ise ancak  resmî \bir makama ikame edilebilir.

Maafaaza ta'zir keyfiyetini,  tarafeynin muvafakatiyle  hakeme  tov di etmek de caiz görülmüşdür. Zeyleî, Şilbî.

Bir de bir kimse, mücrimin emir ve nzasiyle hakkında ta'zirde bu

lunsa artık bu ta'zir hâkimin yapacağı ta'zir yerine  kaim olur.  Bahr1 Raik.

904 - : îsaei edeb ve hacet zamanında mevlânın memlûkünü, zev­cin zevcesini, muallimin talebesini te'dib maksadiyle ve hafif bir tarzda ta'zire salâhiyeti kabul edilmişdir. Bu hususdaki ta'zir, bir vecibe değil, belki icrası mubah bir salâhiyet olduğundan selâmet şartiyle mukayyed-dir.

Binaenaleyh bir kimse, kendi memlûkünü, veya zevcesini veya ta­lebesinden birini te'dib ve ta'zir fahiş suretde döğecek olsa ta'zire müs-tahik olur ve bunun neticesinde döğülen zevce veya talebe ölse diyet itası da lâzım gelir, ihtiyat, bunu muktezîdir. Bu mesele, îmamı Âzam ile İmam Şafiîye göredir.

«(İmam Mâlike göre bir baba veya bir muallim, çocuğu galibi ah­vale nazaran te'dib ve ıslah maksadiyle döğer, binaenaleyh bu döğme neticesinde çocuk ölse bundan dolayı üzerine diyet zaman lâzım gel­mez. Minehül'celîl.)

(Şafiîlere göre dayakla ikame edilen bir ta'zir neticesinde mücrim ölse diyetim veliyyül'ernr zamin olur. Çünkü bu ta'zir, te'dib içindir itlaf için değildir. Telef vuku bulunca ta'zirin fevkine çıkılmış olduğu anlaşılır. Şer'i şerifde ise hiç bir kimse için muhabat yoktur, bu husus­da ahadi nâs ile İmamül'müslimîn müsavidir.

Yine Şafiîlere göre bazı kimseler hakkındaki ta'zir, bir fitneyi mu-cib olacak gibi ise veliyyül'emr, ondan sarfı nazar edebilir. Hattâ mas­lahat, bu ta'zirin terk edilmesinde görülürse bunu terk vacib olur. Tu-fetül'muhtac, Haşiyei Şirvanî.) [47]

 

Ta'zîrtn Ne Veçhile Tatbik Edileceği  :

 

905  - : Ta'zir meselesi, esasen veîiyyül'emr ile naiblerinin takdi­rine, içtihadına bağlı bir meseledir.

Meselâ :- bir hâkim, bir mücrim hakkında kanaatine, içtihadına gö­re hareket eder, mücrimin halini, cürrnün mahiyetini nazara alarak on göre ta'zirin muhtelif nevilerinden yalnız birini veya bir ikisini birlik -de tatbik eder. Şayed ta'zir, dayak suretiyle yapılacak ise darbelerin, adedi, bu hususunda tayin edilen azamî haddi tecavüz edemez. Fakat bu darbeler, hudud darbelerinden daha şiddetlice olur,

906  - : Darb suretiyle ta'zirde şiddet, iki suretle tasavvur olun-makdadır.  

Şöyle ki : bazı fukahaya göre bu darbeler, mücrimin yalnız bir uz­vuna, meselâ : yalnız arkasına vurulur, azasına tefrik edilmez. Meğer ki, darbelerin mikdarı, son haddine baliğ olsun veya hepsinin bir uzva vurulmasiylf. tt-lef vukuundan korkutsun. O zaman tefrik cihetine gidi­lir. Bir mücrime ptu2 dokuz değnek vurulması

Diğer bazı fukahaya göre de bu ta'zir darbeleri, mücrimin - yüzü, kafası, ve tenasül uzuv gibi muhataralı âzası müstesna olmak üzere - muhtelif uzuvlarına vurulur. Şu kadar var ki, bu, hududdaki darbeler­den binnisbe daha ziyade elem verecek bir halde bulunur. Çünkü hu-dudda yalnız zecr değil, teklifi zünüb mânası da vardır. Ta'zir ise mü-cerred zecr ve men için yapılır. Bu gayenin husulü ise ta'zir darbeleri­nin şiddetlice olmasiyle temin edilebilir.

907 - : Darb  suretiyle   olan  ta'zirde  mücrimin   üzerinden   yalnız kürk - içi pamuklu hırka - gibi kalın elbisesi çıkarılır ve kendisi ayak-da olarak döğülür.

Bazı zatlara göre bu darbelerin adedi, bir siyaset muktezası olmak üzere yüzden ziyade de olabilir. Her halde adalet dairesinde olması lâ­zımdır.

908 - : VeliyyiU'emr veya naibi tarfından    hakkında ta'zir veya had icra edilen şahıs, bu yüzden vefat etse demi heder olmuş olur. Çün­kü bu zevat, bu vecibeyi ifa etmekle mükellefdirler, bunların bu husus-daki  mükellefiyet ve  memuriyeti,  selâmetle  mukayyed değildir.

Bu, İmamı Âzam ile imam Mâlike ve İmam Ahmed ibni Hanbele göredir-. Fethül'kadir, Bahri Raik, Tebyînüt' hak ayık.

«(İmam Şafiîye göre bu vefat takdirinde ta'ziri îfâ eden zat, diyet-itasına mecbur olur. Nitekim yukarıda da tasrih edilmiştir.)

(lr:am Mâlik ile İmam Ahmede göre darb suretiyle ta'zirde müc­rim, oturmuş bir halde bulunur. Elmuğni.) [48]

 

Ta Zir İle Hudud Arasındaki Farklar :

 

909  - : Ta'zir ile hudud arasındaki başlıca farklar, şunlardan iba­re tdir:

(1) : Ta'zir cezasını  tatbik,  bunun nev'ini,  mikdarmı tayin veliy-yül'emrin reyine müfavvezdir. Bunu dilediği ve münasib gördüğü veç­hile tertib eder. Hudud ise mukadderdir^ muayyendir. Bunlarda ziyade ve noksan cari olamaz.

(2) : Ta'zir, bir te'dib olmak üzere mümeyyiz çocuk hakkında da tertib edilebilir, hudud ise edilemez.

(3) : Ta'zir, şübhe ile sakıt olmaz,  bazı karinelere  ve  alâmetlere mebni icra edilebilir. Hudud ise şübhe ile sakıt olur.

(4) : Ta'zir, müruri zaman ile sakıt olmaz. Hudud ise sakıt olur.

(5) : Ta'zirde erkekler ile beraber kadınların da şahadetleri mak­buldür. Şahadet aleşşehade ve kitabülkadî ilel'kadî de makbuldür. Hu­dudda ise bunlar makbul değildir.

(6) : Ta'ziri müstelzim hâdiseye şahadet edenler, tezkiyeye havale edildikleri takdirde müttehem habs edilemez. Çünkü habs, zaten ta'zircen iuaretdir. Bınaenaleyn henüz cürm sabit olmadan müttehemin habsı muvaiiK olamaz, rluaudda ise müttehem teznıye esnasınaa nabs edi­lebilir,                                                                 

(7) ; Hukuki ibade aid ta'zirlerde mücrimden kefil alınması, bil-ittifak caizdir. Meselâ : hakkında darb ile veya şetm ile tecavüz olunan kimse,  bu hâdiseyi isbat için beyyine ikame edeceğini dermeyan etse müttehem üç güne kadar kefalete rabt edilebilir. Çünkü eşhasın huku­kunda tevsik için kefalet carîdir. Hudud hususunda ise ketıt alınması müetehidler arasında ihtilâtiı bir meseledir.

(8) : Hukuki ibade müteallik bir ta'zir, tevbe ile sakıt olmazsa 6? mücerred hukuki ilâhiyyeye raci bir ta'zir, tevbe ve nedamet ile sakıt

olabilir.

(9) : Ta'ziri müstelzim cürümlerden dolayı, sulh ve ibra cereyan edebilir. Şöyle ki  cürüm,  hakkullaha müteallik ise hâkim, mücrimin halini nazara alır, mürüvvet ve diyanet sahibi bir zatdan her    nasılsa böyle bir ma'siyet sâdır olduğuna muttali olunca yalnız ilâm veya na­sihat ile iktifa eder, fazla ta'zir hususunda müsamaha gösterir, o ma'­siyet, tekerrür etmedikçe habs ve darb gibi bir veçhile ta'zir    cihetine gitmez. İşte bu, bir nevi afüvdür.

Cürm, hukuki ibade müteallik ise bu takdirde bundan mutazarrır, müteezzî olan kimse muhayyerdir, dilerse mücrimi afüv edebilir veya onunla bir bedel mukabilinde veya bilâ bedel musalehada, ibrada bulu­nabilir. Çünkü bu, bir cürmi şahsî olduğundan bundan mutazarrır, mü­teessir olan kimsenin kendi hakkını iskat etmeğe veya - manevî bir zarar mukabilinde maddî tazminat kabilinden olmak üzere - bir riza bir bedel alarak dâvasından vaz geçmeğe salâhiyeti vardır. Ve bu ci­hetle ta'zir hakkı, kısas ve saire gibi mevrus olur.

(10) : Ta'zir hususunda şefaat kabul edilebilir.    Hududda ise ge-faat caiz değildir. VelivyüTemr, şefaate, mebni had ikamesini terk .ede­mez.

(11) : Hukuki ibade müteallik ta'zir hakkındaki     ikrardan rücu, sahih değildir. Çünkü bu ikrara hakkı şahs! tallûk etmişdir. Hududı hâ-lisede ise ikrardan rücu, şahindir.

(12) : Darb suretiyle yapılan ta'zirde darbelerin adedi binnisbe az, şiddeti ziyadecedir. Hududda ise bilâkis darbelerin adedi ziyade, gidişti

noksandır.

(13) : Ta'zir cezası, veliyyüremr ile büyük ümera ve hükkâm ta­rafından tatbik edilebileceği gibi valii ceraim tavafından da tatbik edi­lebilir.  Kezalik  zevç,  zevcesi  hakkında  ve  mevlâ,  memîûkü     hakkında ve her müslüman, bilfil yapıldığını gördüğü bir ma'aiyetden dolayı usu­lü dairesinde ta'zirde bulunabilir. Hudud ise yalnız veliyyül'emr ile hâkimler tarafından ve büyük salâhiyeti haiz olan ümera tarafından tat­bik edilir.

(14) : Hukuki ibade müteallik ta'zir cezalarında tedahül carî de­ğildir. Binaenaleyh bir kimse, bir şahıs veya müteaddid şahıslar hak­kında ta'ziri müstelzim kavlen veya fi'len mükerrer cürümlerde bulun­sa bunlardan dolayı ayrı ayrı ta'zirlere müstahik olur. Hududda ise te­dahül carîdir. Bedayî, Reddül'muhtar.

«(Hanbelîlere göre ta'zirler, mutlaka hukuki ilâhiyyedendir. Bina­enaleyh ta'zirlerde tedahül cereyan eder. Şöyle ki : mahza hukukuüa-ha müteallik ma'siyeüer, teaddüd edince - bunların nevileri müttehid olsun olmasın - yalnız bir ta'zir ile iktifa olunur. Bir ecnebiyyeyi de-feat ile takbil etmek veya bir ecnebiyyeyi takbü, diğer bir ecnebiyyeyi de lems etmek gibi.

Hukuki ibade aid cürümlere gelince bu cürümlerde de muhtelif ol­sun olmasın ve ta'zir hakkına mâlik olanlar, müteaddid bulunsun bulun­masın yine bir ta'zir ile iktifa edilebilir. Bir şahsa veya bir cemaate müteaddid defalarda bir lâfz ile veya bir defada müteaddid lâfızlar ile şetm etmek gibi. Çünkü ta'zirden maksud olan te'dib, bu bir ta'zir ile hâsıl olabilir.

Ta'zirlerin afüv ile sukut edib etmiyeceği meselesi ise Hanbelî fu-kahası arasında ihtilaflı bulunmuşdur. Keşşafül'kma.) [49]

 

Velayeti Ceraimin Mahiyyeti Ve Vülâtî Ceraimin Vazifeleri

 

910  - : Velayeti ceraim; halk arasında tahaddüs eden cürümler, yolsuz hareketler hakkında idarî, siyasî bazı zecri tedbirler    ittihazına me'zuniyet ve salâhiyetdir ki, buna «velayeti mezalim» de denir.

Velayeti**ceraimi deruhde. eden zata «valii ceraim, valü mezalim» unvanıverilmişdir. Bu gibi zevatın memur oldukları müesseseye «divanı mezalim» namı verilir. Bu zevat, bir nevi müddeiumumiler, müstantik-ler,  zabıta memurları  mesabesi ndedirler.

911  - : Velayeti ceraim ashabının bağlıca vazifeleri, şu    veçhile hülâsa edilebilir :

(1) : Kazf ile, halka seb ve şetm ile müttehem şahıslar hakkında tahkikat icrası ve bu hususda bazı kimselerin isticvab ve istintakı  ve icabına göre tevkifat ve tahliyei sebil icrası.

(2) : Fuhş ve sirkat gibi bir cürüm ile müttehem olanların ahva-rinlere  ve delillere nazaran    töhmetin   kesbedeeeğİ kuvvet ve zaafa göre mua­meleye müsaraat ve ona göre' zecrî tedbirler ittihazına kıyam.

(3) : Mürim görülenleri- hallerini tahkik ve keşf, şübheleri katı ve izale için -- ihtiyaten tevkif.

(4)  : Töhmetin kesbettiği kuvvete binaen cinayetlerini itiraz etme­leri için müttehemleri darb suretiyle ta'zir.

(5) : Şer'î  hadlerin  icrasiyle  münzecir  olmayan mükerrer  ceraim erbabını - hallerini ıslah edinceye kadar habs.

(6)  : Töhmetin anlaşılmasına medar olmak için müttehemlere ağır ca yeminler tevcih.

(7)  : Mücrimleri  muahaze  ederek  samimî  suretde  tevbekâr olma-larına sayü gayret.

(8) : Hâkim huzurunda şahadetleri muteber olmayacak kimsele­rin bile adetleri çok olunca malûmatlarına müracaat.

(9) : Aralarında mücadele ve muhasame zuhur eden eşhası muha­keme ve müatebeye kıyam, aralarını ıslaha ikdam, çirkin hareketlerde bulunan eşhası teşhir vesaire.

912  -  : Bir kısım vülâti mezalim de vardır ki, salâhiyetleri daha vasidir. Bunların kadrleri celîl, emirleri nafiz, mevkileri pek yüksek bu­lunur. Bunlar, devlet memurlarının, meselâ valilerin, beytülmal memur­larının ve sair devlet işlerinde  müstahdem olanların ahvalini,  icraatını tedkik ve teftişe çalışırlar, bunların yolsuz hareketlerini tashihe, hak­sız yere aldıkları şeyleri sahiplerine redde, kanunların ve divanların hü­kümlerine riayet etmelerine temine ikdam ederler,  bir  mütezallim,  bir müşteki bulunsun bulunmasın.

Velhâsıl : valii ceraimin vazifeleri, kazaî olmakdan ziyade idarî, ahlâkî ve siyasîdir. El'ahkâmüssultaniyye. [50]

 

İhtîsab Müesseseleri Ve Siyaseti Şer'îyye :

 

913 -  : îslâm hukuki cezaiyye teşkilâtında bir de «ihtisab =' his-be»  memurluğu vardır ki, buda bir nevizabıtai belediyye ve ahlâkivye mahiyyetindedir. Bu memuriyeti haiz olan zata :  «Muhtesib» denir. Sı­fatı memuriyetine de «velayeti hisbe»  adı verilir ki, vazifeleri pek mü-tenevvidir.

914 - : Muhtesibler,  menşurlarında     yazılmadıkça hükme  salâhi-yetdar olamazlar, yalnız idarî, içtimaî, iktisadî bir takım işlere ve me­selâ  :  alış veriş muamelelerine, fırtınalı ve gayri miisaid    zamanlarda gemilerin denizlere açılmamasına, veya bu gibi nakil vasıtalarına isti-ablarmdan ziyade yük yüklenilmemesine nezaret eder, terk edildiği za­hir olan maruf ile emr, irtikâb edildiği görülen münkeratdan nehy vaz. fesini ifaya çalışırlar.

915 - : Muhtesibler  vesair  bazı idare  âmirleri   Örfe  nazaran   uir takım tedbirler ittihaz ederler ki, bunların bu husuadaki ictihadlarına birer «içtihadı örfî» namı verilir.

916  - : îhtisab müessesei, ahkâmı kaza ile velayeti mezalim ah kâmı arasında bir vasıta vücude getirmiş bulunur.

Muhteşiblerin mevkii, hâkimlerin mevkii gibi hükümden, nısfetden = temini adaletden ibaret değildir. Belki memleket dahilinde nizâm ve intizamın bozulmamasına, memnuat ve muharremat denilen şeylerin irtikâb edilmemesine nezaretden, rehberden ibaretdir.

917 - : Muhtesibler, bilhassa borç hususunda gösterilen münuı-talelere, yolları ihlâl edecek inşaata, alış verişlerdeki hiyleye, tedlîst meydan vermemeğe çalışırlar, zahir olan münkeratdaı muharremat: şer'İyyeden dolayı ta'zir icra ederler.

918 - : Muharrematı şer'iyye, başlıca şu iki kısma ayrılır  :

(1) : Nefislerin ve beşerî şehvetlerin icrasına mütemayil bulundu­ğu bir kısım memnuatı şer'iyyedir ki, .bunların hakkında dünyevî uku betler, ta'zîıier vaz ve tayin olunmuşdur, Gayri meşru mukarenetler gibi.

(2) : insanların icrasından tab'an müteneffir  bulundukları menv nuatdır ki, bunların hakkında - dünyevî müeyyideye lüzum görülme­diği cihetle  yalnız uhrevî vaîd mevcuddur. Habais denilen nâpâk şey­leri yemek gibi.

919 - : Siyasete gelince bu, fukahanın ıstılahınca ta'zirden, yani haddin dününde bulunan te'dib ve cezadan ibaretdir ki, icabına göre da­yak ile, habs ile vesaire ile yapılır. Bu halde siyaset ile tâ'zir müteradif demekdir.   Bu cihetledir  ki, «Kitabı  ta'zir, ahkâmı  siyasetiyyesi müte-keffiidir» denilmişdir.

Maahaza siyaset, bir noktai nazara göre de ta'zirden eamdır. Me­selâ : ta'zir, mutlaka bir cürm mukabilinde tatbik edilir. Siyaset ise ba-zan bir cürm mukabilinde olmaksızın da tatbik edilebilir. Mücrim olma­yan bir şahsın mücerred âmme masalihi mülâhazasiyle bulunduğu bel­deden başka bir beldeye nefy ve nakl edilmesi gibi.

tşte siyasetin bu eam olan mahiyyetine nazarandır ki, siyaset mef­humu, fıkıh kitablarında: «veliyyüTemrin raiyyei üzerindeki emir ve nehyi», «âdaba, mesaliha, intizamı emvale riayet için mevzu kanun», «insanları dünya ve ahiretde necatlerine badi olacak bir yola irşad iÜ beşeriyetin salâhına çalışmak.»  diye tarif olunmuşdur.

920 - : Beşeriyetin salâh ve intizamı için şeriati islâmiyyenin ka­bul ve iltizam etdiği bir kısım yüksek ahkâma «siyaseti şer'iyye» denimişdir.

Diğer bir itibar ile siyaseti şer'iyye, şer'i mugallazdan, yara ; hik­met ve maslahata nazaran muamelât ve ukubatda bir şiddet iltizam et-mekden ibaretdîr. Fesad erbabı hakkında veliyyül'emrin tatbikine şer' an me'zun olduğu kati ve şiddetli ta'zirat gibi.

Meselâ : gayri meşru mukarenetde bulunan bir şahıs hakkmda da­yak ile nefy cezası, mezhebi Hanefiye nazaran cem. edilemez. Fakat maslahat icab ederse siyaseten cem edilebilir.

Kzalik : Bir kimseyi döğmek suretiyle öldüren şahıs hakkında kı­sas cezası lâzım gelmez. Fakat bu suretle onu bunu öldürmeği itiyad et-miğ .olan şerîr bir gahis, şer ve fesadını izale için siyaseten idam edi­lebilir.

921 - : Siyaset mefhumu, islâm hukukunda ve siyaseti şer'iyyeye dair yazılmış kitaplarda bir itibar ile «siyahtı âdile» «siyaseti zâlime», kısımlarına, diğer bir itibâr üe de «siyaseti âmme»,    «siyaseti    hassa» kısımlarına ayrılmışdır. Bunların mahiyyetieri için ıstılah kısmına müra-ceatl.

Hak Tealâ Hazretlerinin kulları için vaz ve tayin buyurmuş olduğu şer'î ahkâmın heyeti umumiyesi  «siyaseti âmme» den ibaretdir.

Nehb ve garet gibi, fisk ve fücur gibi memnuata mükerreren cüret edenlerin kahr ve tedmir edilmesi de «siyaseti hassa»  dan maduddur.

922 - : Siyaseti şer'iyyeyi tatbik, yalnız veliyyül'emre mahsus de­ğildir, hâkimler de bunu indel'icab tatbike salâh iye tdardır lar.

Binaenaleyh bir hâkim, zina ile müttehemi habs, sirkat ile mütte-henıi darb ve müttehemlere yemin tevcih edilebilir.

Kezaük : bir hâkim, müttehemlerin habsierini temdid, mücrimle­rin cez&larını teşdid, fesad ile müştehir eşhas hakkında beyyineye lü­zum görtilmeksizin ta'zirat suretiyle ceza tertib edebilir.

Maahaza hâkimler, mezuniyetleri nisbetinde siyaset işlerine neza­ret ve siyasetle hükm edebilirlerse de siyasti âmmeye karışamazlar, ya­ni : bütün bir cemiyetin salâh ve intizamı, müdafaası için mültezem umumî ahkâmın tertib ve tatbikine salahiyetli bulunmazlar. Bu husus yalnız âmme riyasetini haiz bulunan makama, veüyyüremre aiddir. Bahri, Raik, Ei'ahkâmüssultaniyye, Keşşafi ıstılâhatilfünun.

Yedinci hitabın sonu[51]

 

SEKİZİNCİ  K İ T A B

 

HARB CİHAD HUKUKUNA VE ESARET MÜESSESELERİNE DAİR OLLB BİK MUKADDİME İLE BEŞ BÖLÜMDEN MÜTEŞEKKİLDİR.

 

MUKADDİME

 

Harbe, Cihada, Esarete vesaireye aid ıstılahları havidir. [52]

 

HARBE VESAİREYE MÜTEALLİK BİR KISIM ISTILAHLAR  :

 

( A )

 

1 - (Abık) : Efcndisiiıdentemerrüderı kaçan, efendisinden bir kor­kusu, meşakkati işlerden bir endişesi olmaksızın mücorred havasına te-baiyyetle itaat, dairesinden çıkan köledir.

Mevlâsı tarafından icar, îdâ, veya İare edilmiş olduğu kimsenin nez-dinden firar eden köle de abık hükmündedir.

Bir rakikin böyle bir suretle temerrüden firar etmesine de «ibak > denir.

2  - (Abd)   : Köle, hürriyetden mahrum, başkasının  mülküne da­hil olan erkek insan demekdir. Cem'i abîddir.

Kulluk demek olan «ubudiyyet» esasen tezellül ve huzuı müftddir. Hürriyetini gaib etmiş olan şahıs da tezellül ve huzua maruz, efendi­sine inkiyada mecbur olacağından bu münasebetle kendisine abd = kul denilmişdir.

3 - (Abdi mahcur) : Münakehat ve muavezat gibi tasarruflardan men edilmiş olan köledir. Böyle bir kölenin yapacağı nikâh, bey-ve şira, karz ve rehn mevlâsının icazeti lâhik olmayınca bâtıl olur.

4 - (Abdi me'zun) : Alel'itlâk ticaretde bulunmasına veya bir be­del mukabilinde azad olması için kazanç sahasına atılmasına sarahaten veya delâleten müsade olunan köledir. «Me'zunı kebîr» ve  «me'zunı sa-gîr» kısımlarına ayrılır.

Mevlâsı tarafından : «Bana şu kadar meblâğ te'diye etmek üzere hürsün» denilen bir köle, kabulüne mütevakkıf olmaksızın delâleten kesbe me'zun olur. Binaenaleyh o meblâğı kazanıb meviâsına verince azad olur. Hattâ o meblâğı mevlâsının bilâ mani elini uzadtb alabileco ği bir yere bırakmasiyie de azad olur. Buna «tahliye» denir ki, mania­ları kaldırmak demekdir.

5  - (Abdi me'sur)  : Düşmana esir düşmüş olan köledir.

6 - (Abdi dal) : Kasde mukarin  olmaksızın  yolunu gaib  ederek mevâsınm ikametgâhına gidemeyen memlûkdur.

7 - (Alic)  : Güçlü, kuvvetli, iri, yarı, iş ehli, nefsini müdafaaya, tecavüzleri defe kadir kimsedir. Cem'i : uluedur.

8  -  (Anve) Kahr ve galebe demekdir. Kahren vuku bulan bir fothe «anveten feth» denir. Maahaza bu kelime, ezdaddandir. îtaat   ve inkiyad mânâsında da kullanılır. Bu halde de anveten feth, sulh ve nfk ile feth demek olur.

9  - (AîV) : Azad   olmû;    veya azad edilmiş olan köle veya cariye demekdir. Cem'i  : utekadır. Maamafih azadlı cariyeye «atika» da denir ki cem'i : ataikdir. Atik kelimesi, esasen kerîm, cemil olan veya zaman, mekân veya, rütbe itibariyle kidemli bulunan şey demekdir. Azaldı kimsede hürriy-yet şeref ve mekrümetine nail olacağı cihetle «atîk» namını almışdır. [53]

 

(B)

 

10  - (Bağı) : Muhik olan bir veliyyül'emre veya naibine     karşı bir te'vile, yani : kendisince doğru görülen bir delîle istinaden isyan ede­rek itaat dairesinden çıkan, bununla berber müslümanların katlini, mal­larının müsaderesini, zürriyetlerinin esir edilmesini halâl görmeyen men-nea = kuvvet sahibi müslimdir. Cem'i :bugatdır. Bağîlerin heyeti umu-miyesine  «ehli bağ»,  «fiei bağiyye»  namı da verilir.

11 - (Bağy)  : Lûgatde mutlaka taleb ve kesb manasınadır. Sair mânalara da gelir. Sonra örfi lûgavîde  : cevr ve zulm gibi icrası halal olmayan bir şeyi istemek mânasında iştihar etmiştir. Bu kelimenin zulm, teaddî fesade  sa'y.   fücura   inhimak, hak'dan udul mânâlarında kullanıl­ması da bu itibar iledir.

Fıkıh ıstılahınca Bagy : «veliyyüremrin dairei itaatinden bir te'vile mebni haksız yere çıkarak tegallübde bulunmak»  demekdir.

12 - (Bedeli rakabe) : Memîûkün  =  köle veya cariyenin  şahsı makamına kaim olan kıymeti veya nefsi mukabilinde itasını deruhte et­tiği rtk veya kitabet akçesidir.

13  - (Bîa)   : Hıristiyanlara aid kilisedir. Cem'i biya'dır.

14 - (Berazîn)  : Acem atlarına verilen isimdir. Müfredi «birzevn» dir. Lûgatde  «üzerine semer vurulan ata»  birzevn denir. Dişisine  de'birzevne» denilir. Kulakları sarkık ve sülpük    olduğu için    künyesi  Ebül'ahtar» dır. [54]

 

( C )

 

15 - (Cariye) : Bir kimsenin memlûkesi olan genç veya ihtiyar kadındır. Cem'i cevarîdir.                                                   Cariye, esasen denizde cereyanı itibariyle sefine manasınadır. Ca­riyeler de efendilerinin emir ve hizmetleri dairesinde hareket edecek­leri cihetle bu namı almışlardır. Maamafih hür kadınlara.da «cariye» itlak edildiği vakıdir. Vakıflar gibi menfaati âmme hakkında devam eden bir sadakaya da «sadakai cariye» denilir.

I6 - (Cihad) : Lûgatde cehde, yani : vusu ve takati bezi etm?k manasınadır, cehd etmek, bir işde mübalâğa göstermek, herhangi bir hususda ziyadesiyle çalışmak mânasına da gelir.

istilanda cihad : «Hnk yolunda vukubulacak muharebelerde gerek nefs ile, gerek mal ve lisan ile ve gerek sair vasıtalarla çalışarak viîsu ve takati sarf etmek» den ibaretdir. «Mücahede» de çalışmak ve cenk etmek manasınadır. Nefsiyle veya harbîlerle mücahede ve muharebede bulunan bir müslümana da «mücahid» denir.

17  - (Ceyşl) En azdört yüz nefer süvari ve piyadeden müteşek­kil bir askerî kıt'a demekdir. Gerek veliyyüTemre ve gerek gazilere aid' bulunsun. Cem'i cüyuşdur. On iki bin kişilik bir kuvvet, bir «ceyşi azîm» sayılır. Bu kadar vi­dana ziyade kuvveti haiz olan büyük ordulara «askeri azîm)  adı verilir.

18  - (Cüiul) : Asker, çeri, muavin manasınadır. Bir tanesi  : cün-dî, cem'i  : cünud, ecnaddır.

19 - (Cuul) : Hizmet mukabilinde verilen ücrotdir. Abıkı  =  mev-lâsından kaçmış olan rakiki mevlâsına  - mâlikine reddetmek üzere bil'-işhad derdest eden kimsenin bu hizmeti  mukabilinde müstahik olduğu ücrete de cuuî denir.

20 - (Cimi ale.lcihad) : Gazada bulunmak üzere ahnıb verilen üc­rettir. Cihadına yardım olmak üzere mücahidlere verilen atîyeye de cuul denilmişdir.  Sulh   mukabilinde verilen  bir nevi  tazminat mânasında da müstameldir. Ceîle, ciale de cuul manasınadır. [55]

 

( D )

 

21  - (Dari islâm) :  Müslümanların eli altında, hâkimiyeti daire­sinde bulunan yerlerdir ki, ehli islâm, oralarda emn ve eman içinde ya­şarlar.

22  - (Dar! adi)  : Bir veliyyüremrin riyaseti, adalet ve hâkimiyeti dairesinde bulunan herhangi bir islâm beldesi demekdir.

23  - (Dari bajçy)   : Bağîlerin İdaresi ve hâkimiyeti  altında bulu­nan bir islâm beldesi demekdir.

24  - (Dari aman) :  îslâm  ordusu tarafından feth olunub içinde ehli zimmet ikamet etdirilen beldedir ki, bu, islâm hükümetinin hima­yesi ve hâkimiyeti altında bulunacağından dari İslama mülhakdır.

25 -  (Dari harb)  : Ehli islâm ile aralarında müvadaa ve musaleha bulunmayan gayri müslimlcrin ülkesidir.

26  - (Dari zimmet) : Müslümanların ahd ve emanını» himayesini kabul etmiş olan gayri  müslimlere  mahsus yerlerdir.  Vaktiyle  muhta-riyyeti idareye nail olan bir kısım  eyaletler,  bu  kabilden  bulunmuşdu.

27 -  (Dariırrultlc) : Mürtedlerden  müteşekkil  bir  taifenin     istilâ ederek hâkimiyetleri dairesi altına aldıkları yerlerdir.

28 - (Deyr) : Nasaranın mâbedlerine verilen bir isimdir. Cem'i: «edyar» dır. Yahut deyr, Nasranîlerin manastırlarından ibaretdir.    Bu halde keliseden başka olmuş olur.

29 - (Derb)   : Lûgatde büyük sokak, mahalle, kale kapusu veya herhangi bir geniş kapı demekdir. Cem'i «dirab» ve «dürub» dur.

'örfen derbend, yani  : dari harbin medhalidir ki, burası dari islâm ile dari harb arasında bir hattı fasıl teşkil eder.

30 - (Din) : Taat, âdet, tarik, alâmet, şan, ceza, mükâfat mâna­larını ifade eder. Istılahda   : Allah Tealâya ubudiyet tariki  demekdir. Dindar olana «mütedeyyin» denir. «Diyanet».de emanet, istikamet, itaat, dinî ahkâma riayet demekdir.

Dinler, başlıca şu iki kısma ayrılır  :

(1) : Hakikî dinlerdir  ki,  bunlar  büyük  peygamberler  tarafından insanlara tebliğ edilmiş olan ilâhî dinlerdir. Bunlara ulviyetlerine binaen «semavî dinler» de denilir. Bunların ahırı ve ekmeli, dini celili islâmdır.

(2) : Bâtıl veya muharref dinlerdir ki, bunlar insanlar tarafından vaz'edilmiş veya bilâhare tebdil Ve tağyir kılınmış olmakla birer ilâhî din olmak mahiyetinden mahrumdurlar. İslâmiyet haricinde kalan din­ler, bu kısma dahildirler.

31 - (Dini islâm). : Bütün peygamberlerin hâtemi ve efdal ve eş­refi olan Muhammed Mustafa, aleyhisselâtü vesselam efendimizin Allah Tealâ   hazretleri  tarafından  bütün  insaniyet   âlemine   tebliğine   memur olduğu dini  mübîndir ki,  ahkâmı celîlesi, bütün beşeriyete  müteveccihi­dir, ve ilâ kıyamissaa bakidir. [56]

 

(E)

 

32 - (Eman) : Korkusuzluk, asûdelik, endişeden berî olmak ma­nasınadır. Mukabili «havf» dır.  «Emen», «emene», «imn» kelimeleri de eman ile müradifdir. Korkusuz, endişeden berî, hayatı mahfuz kimseye de   «emin»,   «amin»  denilir.  Maamafih  mutemed,  gadr  ve     hiyançtden berî, mevsuk ve başkasına itimad eder kimseye de «emin» ıtlak olunur.

Bu aileden olarak  «emanet» kelimesi de bir zatın emin ve  mute­med olması mânasına geldiği gibi emin bir zatın uhdesine tevdi edilen şey mânasına da.gelir. «Emaneti eda etdi» denir ki, kendisine tevdi edil­miş olan şeyi sahibine iade eyledi, demekdir.

Harb ıstılahınca eman «emniyete nailiyeti hakkında düşmana ve­rilen söz veya yapılan işaret» den ibaretdir. «îstiman» de eman istemek ve emana nail olmak demekdir.

33 - (Enianı sarih) : Bİr kimseye karşı «sana eman verdim», siz eminsiniz»,  «size bir zarar yokdur»  gibi  bir  tabir ile verilen  emandı

34 - (Eman bilkitabe) : Ehli harbe emanname gönderilmek sure­tiyle verilen emandır. Şu kadar var ki, bu emannameyi gönderen zatn emin, müslüman, diğer şeraiti haiz bir kimse olduğu malûm olmalıdır. Bu, beyyine ile bilinmedikçe eman tahakkuk etmiş olmaz.

36 - (Eman bilkinaye) : Emanı işrab ve ifham eden bir tabir bir işaret ile verilen emandır. «Geliniz», «korkmayınız» diye hitab edilmesi gibi ki bu veçhile kendilerine hitab edilen şahıslar, bunun eman olduğuna zahib bulundukları takdirde emana nail olmuş olurlar.

Parmakla semaya doğru işaret edilmesi de bu kabildendir. Bu işa­ret : «Sen gökleri yaradanm hakkiyçin benden eminsin» veya: «Sana gökleri yaratan ilâhül'alemînin zimmetini, ahd ve emanım veriyorum.» gibi bir mânayı işrab eder.

36  - (Emanı mutlak) : Müddet ile tahdid edilmeyen emandır.

37 - (Emanı muvakkat) :  Muayyen bir müddetle verilen emar-dır. Bu eman, müddetin nihayet bulmasiyle hitama? erer. Bir kaleyi mu­hasara eden bir islâm kumandanının o kale içindeki düşmana vermiş, olduğu on, on beş günlük bir eman bu kabildendir.

38 - (Emanı müebbed) : Bu «müvadaa ve musaleha»  demekdir. iki tarafın biribirine karşı harb etmemek üzere silâhlarını terk etmeleri ile vücude gelir. Muharib bir kavmin akdi zimmeti kabul etmesi de bu kabildendir.

39 - (Emanı has) : Müslümanlardan şeraitini cami olan herhangi bir ferdin düşmandan herhangi muayyen bir şahsa veya bir taifeye ver­miş olduğu emandır.

40 - (Emanı âm) : Bütün muharib düşmana verilen umum! bir emandır. Bu, bir mühadenet ve musaleha mahiyetindedir.    Binaenaleyh bu emanı vermek salâhiyeti, yalnız veliyvüTemr ile naibine aiddir.

41  - (Emanname - kitabüTeman)   : Eman verildiğini müş'ir olan vesikadır.

42  - (Ehli emanet) : Hiyanetden berî, itimada şayan olan zatdır.

43  - (Ehli adi)   :   Adaletle  muttasıf  zevat.  Buğatın  mukabilidir

44  - (Ehlİ bağy)   :  Bağıların heyeti  mecmuasından  ibaretdir.

45 - (Emir)  : Kumandan, veliyyi emir tarafından bir hususa, me­selâ  : askerî sevk ve idareye, muharebe işlerine bakmaya tayin edilen başbuğ. Buna «emirülceyş»  denilir.

46  - (Esir) : Muharebede diri olarak elde edilen    mukatillerden Herhangi bir şahısdır. Cem'i : üsera, üsârâdır,

47  - (Esaret)  : Bir muharebe neticesinde veya başka bir veçhile mağlûbiyet eseri olarak  düşman eline  düşmek,     hürriyyetden mahrum kalmak halidirCDuk^bili hürriyetdir. [57]

 

( F )

 

48  - (Faris)   : Atlı, süvari demekdir. Herhangi bir.ata rakib bu­lunan islâm mücahidi.

49 - (Feda = fida)   ; Düşmandan alınan esirleri bir mal ile veya

islâm esirleri ile mübadele etmekdir.

Fida lâfzı, lûgatde ata, bezi, işar ve bedel vermek mânalarını ifade eder.

50 - (Feth)  : Bir beldeyi, bir ülkeyi ya sulh ile veya kahr ile ele geçirmekdir. Bu kelime esasen kapalı bir şeyi açmak, bir işgali gider­mek manasınadır, hem maddiyatda, hem de maneviyatda kullanılır. Ka­pıyı feth etmek, kalbleri feth etmek gibi.

51  - (Füttuh)   :  Açmak, açılmak  manasınadır. Zafer,  nusret, kü-şayişi hatır, hakayiki keşf ve izhar mânalarında da müstameldir. Cem'i: fütuhatdır.

52  - (Füzulül'ganaim) :  Ganimetmallarımn tayin ve   tevziinden sonra bakiyye kalan az bir mikdar maldan ibaretdir ki, fakirlere tevzi olunur.  [58]                                                    

 

(G)

 

53 - (Ganim)  : Harb vakasında mukatil olarak ha2ir bulunup ga­nimete nail olan muzaffer islâm .mücahidi demekdir. Cem'i: ganimin.

54 -  (Ganimet - magnem) : Harbîlerden muharebe esnasında ve­ya muharib iki ordunun tekabülü sırasında gazilerin kuvveti ile kahren alınan maldır. Cem'i ganaim, megânimdir.

55  - (Ganaimi me'Iûfe) : Harb esnasında düşmandan kahren alı­nan menkul mallardır.

56 - (Ganaimi gayri me'lûfe) :  Harb sebebiyle düşmandan kah­ren veya sulhen alınan gayrimenkul mallardan, ytıni, düşman toprakla­rından ibaretdir.

57 - (Ganaimi halise) : Enfal denilen ganimet mallardır ki, mücahid askerlerden bir kısmına tenfil suretiyle tahsis edilmiş bulunur. Tenfil lâfzına müraeeat!.

58 - (Ganaimi maksııine) : Boşde biri beytülmâle alındıkdan son­ra, mütebakisi ganim ler arasında hisselerine göre tayin ve tevzi olunan ganimet mallardır.

59 - (Gamıimi gayri maksııme) : Düşmandan i£tinam olunub da henüz ganimler arasında  taksim  ve  tevzi  edilmemiş  olan  mallardır.

60 - (Gadr) : Hıyanet, naksi ahd, muahede ahkâmını bozmak manasınadır.

61 - (Gaza   -   gazv)  : Harb makmasiyle    düşmana doğru yönel­mek, sefere çıkmak, gayri müslinıler İle cenk etmekdir. Müfredi: gazve m'i  : gazevatdır.

62 -  (Gulûl) :  Ganaimden   çalmak,   ganimet   mallarından   kablel-kısme hıyanet yoliyle bir şey almak demekdir. [59]

 

   ( H )

 

63 - (Hecin)   : Babası arab atı, anası acem atı olan feresdir. Ba* bası arab, anası cariye olan veya babası anasından hayirli bulunan şahsa da «Hecin» denir.

Hanbelî fukahasma göre feresi hecin, hem anası hem de babası fe­resi arabî olmayan atdır. Mukrif gibi.

64 - : (Itarb = muharebe) : Mukatele, düşman ile cenk etmek. Cem'i : Hurub, muharebatdır. Cengâver, bahadır kimseye de «harb» denir. Mihreb, mihrab kelimeleri de şiddetli harb eden bahadır kimse demekdir. Hatiblerin, camii şerifde hutbe okudukları makama da mih­rab denilir. Güya ki şeytan ile, hava ve heves ile muharebe edilecek, nâ-sın diyanetini, ahlâkını siyanet ve  müdafaaya çalışacak    mevkidir.

Muharebe, hirab, îeharüb, ihtirab. kelimeleri de biribiriyle cenk ve ki-tal edib savaşmak manasınadır.

65 - (Harbi) : Ehli islâm ile aralarında muvadea ve musaleha bu­lunmayan gayri müslimlere aid ülke ahalisinden her biri, müennesi: har-biyyedir.

66 - (Hamule) : Yük çeken deveye, at ve saireye itlâk    olunur. Üzerinde yük bulunsun, bulunmasın.

Nâsın eza ve cefasına tahammül eden kimseye de   «hamul» denir.

67 - (Hürriyyet) :  Esaretden beri, insanî hukuka tamamen mâ­lik olmak halidir. Başkasının mülkü olmakdan azade, insanî haklara ta­mamen sahib olan kimseye «hür,, denir. Cem'i  ahrardır.      

Esasen başka şeyler ile ihtüâtdan beri,  halis olan şeye «hür» de­nilir. Binaenaleyh memlûk olmayan bir şahıs da başkalarının kaydi esaretinden halas bulmuş olacağı cihetle hür namını almıştır.

68  -  (Ilamîs)   : Büyük ordu demekdir. Vaktiyle ordular : mukad­dime,  kalb, meymene, meysere,  saka  namiyle beş kısımdan müteşekkil olduğu cihetle hamîs adını alrmşdır. [60]

 

( I )

 

69  - (Itak) : rab atlarının güzel, cevad olan kısmıdır. Müfredi  : «atik» dir. Azadlı kul. Cem'i : utekadır. Kadîm, nefis, kerim, cemil mâ­nalarım da ifade eder.

70  - (I'tak) : Azad etmek, yani  : memlûkde şer'î bir kuvvet, bir ehliyet ve mâlikiyyet kudreti ispat eylemekdir.

Başka bir tarif ile : memlûk üzerindeki malikiyet hakkını vechi mahsus ile iskat etmekdir ki, memlûk bununla hürriyete kavuşur, ve­layete, şahadete, sair tasarrufata ve kendi üzerinde başkalarının tasar­rufunu defa kudret bulmuş olur.

I'tak tabiri, esasen kuvvet ihdas etmek manasınadır. Memlûkiyeti iskat edilen bir şahıs, bilcümle hukukî tasarrufata kudret bulmuş ola­cağından bu İskata «ı'tak» denilmişdir.

71  - (I'takı sarih)  : Itka mevzu, sarih lâfızlardan biriyle yapılan ıtkdır. Seni ıtk etdim, seni azad etdim gibi.

72  - (I'takı vacib) : Katiden, zihardan, yeminden,    nakzı siyam­dan nâş,i keffaret olarak yapılması icab eden

73  - (I'tiiki mendub)   : Livechillah yapılan ıtkdır.

74  - (I'takı mubah) : Bir veçhe niyyet edilmeksizin yapılan ıtkdır.

75  - (I'talu mahzur) : Gayri meşru bir vech iğin, meselâ : esnam namına yapılan ıtkdır.

76  - (Ttakı cebri) :  Malikinin rızasına  bakılmaksızın hâkimin hükmiyle bir rakikin azad edilmesinden ibaretdir.

77  - (Itk): Azad etmek, memlûkde şer'î bir kuvvetin, bir ehliye­tin ve salâhiyet kudretinin sübutü.

Başka bir tarif ile : mevlâınm memiûkü üzerinde olan malikiyet hakkının vechi mahsus ile sukutundan ibarettir ki. memlûk bu sayede azad olarak hürriyete kavuşur.

Maamafih ıtk kelimesi, i'tak mânasına da müstameldir. Masdarı : atk, atak, atakedir.

78 - (itki muallâk) :  Bir şarta talik  suretiyle vukubulan ıtkdır. Bir kimsenin kölesine  «şu işi yapar isen hürsün»  demesi gibi ki,  köle o işi yapınca azad olur.

79 - (itki müneccez) : Bir şarta muallâk veya bir zamana muzaf olmaksızın derhal vuku bulan ıtkdır.  Bir kimsenin memîûküne  hitaben «seni azad etdim» demesi gibi kib ununla köle derhal hürriyetine kavu­şur.

80 - (itki muzaf) : Bir zamana, bir vaktin girmesine veya çık­masına izafe edilen ıtkdır. «Sen gelecek ayın başında hürsün» denilme­si gibi ki, o ayın başında ıtk hâdisesi vücude gelir.

81 - (itle alâ mâl) : Bir köle veya cariyenin kitabet suretiyle ol­maksızın cins ve mikdarı malûm bir mal veya muayyen bir hizmet mu­kabilinde azad edilmesidir. Buna «ıtk-alâ cu'l» de denir.

82  - (Itk-ı kül)   : Bir köle cariyeyi  tamamen azad etmelidir. Bir mevlânın müstakillen malik olduğu kölesine  «seni  azad etdim»  demesi gibi.

83  - (Itk-ı cüzü)  : Bir memlûkün lâalettayin bir cüz'ünü azad et-mekdir. Bu halde imamı Azama göre mu'tik, o cüzü ile ne mikdar kasd etdiğini beyana mecbur olur. «Itk-ı ba'z» hakkında da hüküm böyledir. îki gerikden birisinin kendi hissesini azad etmesi de ıtk-ı ba'z kabilinden-dir.

84  - (Itk-ı sehm)   : Bir memlûkün tayin edilmeksizin bir sehmini azad etmekdir ki, bu halde îmamı Azama göre altıda biri, tmameyne gö­re tamamı azad edilmiş olur.

86 - (Itk-ı  mübhem)   :   Müteaddid    memlûklerden lâalettayin  bi­rini veya birkaçını azad etmekdir.

86  - (Itk-ı müşterek)   : iki veya daha ziyade kimsenin mâlik ol­dukları bir rakiki azad etmeleridir.

87  - (Itkname)   : Azad edilmiş olan köle veya cariyeye azad edil­diğini nâtık olmak üzere verilen vesikadır. [61]

 

( İ)

 

88  - (îbahiyyet)  :   Muharrematın mubah   olduğuna  kail     Olmak veya bazı ibadetlerin  sakıt olduğunu iddiaya cüret göstermekdir.  Böy­le bir iddiada bulunan taifeye «ibahiyye» denir. Bunlardan her birine de «ibahî» denilir.

89  - (îman) : İnanmak, itikat etmek, Dini islâmda kat'iyyen sa­bit olub «zaruriyyatı diniyye» denilen esasları, hükümleri kalben tasdik ve iz'an etmekdir. Bu veçhile musaddik olan zata da «mü'min» denir.

90  - (tlhad) : Hak  yolundan yüz çevirib küfür cihetlerinden bi­rine meyi  etmekdir. Sahibine  «mülhid»   denir,  gerek küfrünü  saklasın, gerek saklamasın ve gerek   evvelce  üluhiyyet   ve risaleti   tasdik   etmiş bulunsun ve gerek bulunmasın.  Binaenaleyh  ilhad- mefhumu, nifak, İr-tidad, inkârı mahz mefhumlarından daha şümullüdür.

91  - (trtidad) :  Lûgatde   dönmek, rücu  etmek   manasınadır.   Is-tılahda: dini islâmdan badelkabul dönmekdir,  yani  esasen müsiüman olan veya bilâhare islâm dinini kabul etmiş bulunan bir şahsın muahha-ran dönüb başka bir dine  intisab  etmesi  veya hiç bir din  ile   mukayyed bulünmayıb inkârı mahza sapması demekdir. Bu hale «riddet» de denir ki, esasen hakkı edadan imtina mânasını müfiddir. Böyle bir ha-reketde bulunan, yani: dini celîliislâmı terk eden şahsa da «mürted» ad] verilir.

92  - (İhraz) : Bir malı harz denilen mahfuz bir mahalle vaz et­mek,  manasınadır.  Düşmandan alman bir mal,  ahz edenlerin   mahfuz olan ülkesine idhal edilmekle ihraz edilmiş olur.

ihraz lâfzı, maddî veya manevî bir şeyi kazanıb elde etmek mâna­sında da müstameldir: İhrazı ganaim, ihrazı zafer gibi.

93  - (İmaret)   : Beylik, kumandanlık.

94 - (İmaret alelcihaıi) : Harb için kumandan tayin edilmesi  bu kumandanlık makamı. Bu imaret iki kısımdır:  Biri «imareti hassa; dır ki, yalnız orduyu idareye, harb işlerini tedvire maksur bulunan ima retdir. Diğeri «İmareti âmme» dir ki, harbi jdare, ganimet mallarını tak­sim, müsaleha akdi gibi bütün cihadişlerine şâmil olan imaretdir.

95 - (İgare)   : Bir malı başkasından .cebren ve alenen    çabukça almak demektir. Buna «şebhum», «çapul» da denir.

96 - (İstilâd) : Cariyeyi ümmülveled kümakdır. Şöyle ki : mevlâ, cariyesinin kendi firaşından doğurduğu veya hâmil bulunduğu çocuk hakkında «bu, bendendir» diye ikrar ve itirafda bulunsa istilâdda bu­lunmuş, çocuğu kendi nesebine ilhaketmiş olur.

97 - (îsti'razül'ceyş)   :  Kumandanın orduyu teftiş ve     müşahede etmek istemesi, resmi geçit yapdırılması.

98 - (Istinzal)   : Muharib bir düşmandan teslim olmasını,    hak­kında verilecek herhangi bir hükme muvafakat etmesini istemekdir. Bu­na «inzal» de denir.

Bizzat düşmanın kendi hakkmdaböyle bir muamele yapılmasını is­temesi de bu kabildendir.

99 - (İstilâ)   :  Lûgatde  mutlaka  galebe,  tefevvuk     manasınadır. Istılahda: bir kavmin emvalini veya ülkesini diğer bir kavmin bil'gale-be elde etmesi demekdir:

100 - (tstirdad)  : Verilen şeyi geri almak istemek, başkasının eli­ne geçen bir malı, bir mahalli geri almak.

101 - (İstîlhak)  : Cariyeden doğan çocuğun nesebini iddia etmek­dir. Şöyle ki  : bir mevlâ, istifraş etmiş olduğu cariyesinin    doğurduğu çocuk hakkında «bu, bendendir» diye ikrar etse istilhakda bulunmuş, o çocuğu kendi nesebine ilhak etmiş olur.

102- (îstirkak)   :  Bir şahsın köle veya cariye olmasını istemek, bir kimseyi rakik ittihaz etmek.                                                            

103  - (İstis'â)   :  Memlûkün sa'yini, iktisabda    bulunmasını  isteinek, kendisini çalişdırmakdır. Kitabete kesilen veya kısmen azad edi­len bir kölenin bedeli kitabeti veya mütebaki kısmına aid kıymeti Öde­yebilmek iğin ücretle bir işde çalıştırılması, bir istis'âdır.

Kölesinin say' etmesini - kazanç sahasına atılmasını isteyen kim­seye «müstes'ı», say' etmesi istenilen köleye de «rnüstesâ» denir. Mü-ennesi «müstes'at» dır.

104 - (İsmet) : Men etmek, hıfz etmek, mâlin, canın mahfuziye-tîni müstelzinı bir vasfı mahsus. Ma'siyetlerden maattemekkün ictinab melekesi.

305 - (ismeti mukavvime) : Şahsî bir masuniyetdir ki, buna te­cavüz edilmesi kısas veya tazminatı maliyyeyi icap eder.

106  - (İsmeti müessime) :   Bir masuniyeti  şahsiyedir  ki,     buna tecavüzde bulunmak, günahı müstelzim olur.

107 - (Kitabet) : Mevlâ ile memlûkü arasında muaveze tarikiyle carî olan bir akiddır. Buna «mükâtebe» de denir.

Başka bir tarif ile memlûkü min cihetilyed halen ve min cihetir-rakabe istikbalen azad etmekdir. Yani : memlûkü deruhte etdiği bedeli tediyesi ânında azad olmak üzere hâlen hürriyeti tasarrufiyeye, hakkı temellüke nail kılmakdır ki, memlûk bu sayede kendi hisabına iktisab-da bulunur, kitabet bedelini tediye edince rıkdan kurtulur.

108  - (Kitabeti  salım i')  :   Şeraitini  cami olan     mükâtebedir   ki; cinai malûm, mikdan muayyen ve kat'î bir bedel üzerine yapılmış olur.

109 - (Kitabeti faside) : Şartı faside mukarin olan mükâtebedir ki, fasiden münakid olur. Meselâ  : iki taksitde ellişer liradan yüz    lira verilmek ve bir taksit zamanında verilmediği takdirde on     lira     daha tediye edilmek şartiyle yapılan bir kitabet, bu kabildendir ki, bu bedeli tediye halinde ıtk tahakkuk eder.

110 - (Kitabeti bâtıla) : Inikad şartlarını cami olmıyan mükâte­bedir ki, bununla kitabet ahkâmı sabit olmaz. Teslimi makdur olmayan veya meyte gibi maldan sayılmayan bir bedel mukabilinde yapılan kita­bet, bu kabildendir.

111 - (Kitabeti müştereke) :  iki  kimsenin müştereken mâlik ol­dukları bir köle veya cariye hakkında bir akd ile yapdıklan mükâtebedir.

112  - (Kitabeti sıks)   : Bir memlûkün bir kısmını, meselâ nısfını kitabete kesmekdir.'

113 - (Kitabî) : Esas itibariyle semavî bir Öine, münzel bir kita­be mu'tekid bulunan gayri müslim  kimse demekdir. Müennesi : «kita-biyye» dir. Ummumuna «ehli kitab»  denilir. Yahudiler ile    İsevîler bu cümledendir.

114 - (Küfr) : Esasen sotr ve ihfa manasınadır. Istılahda: Allah Tealâmn varlığını veya birliğini, yahut şerayii ilâhiyyeden veya enbiya ve mürselîn hazeratından herhangi birisini inkâr etmekdir.

115 - (Kenîse) : Esasen Yahudiler ile Hıristiyanların mabetleri­ne verilen bir isimdir. Bu isim, muahharan hıristiyan mabetlerine tah­sis edilmiştir. Cem'i : kenaisdir.

116  - (Kura)   i At, deve, katır, hımar, fil ve üzerine yük yükle­meğe ahşdırılmış olan öküz gibi hayvanatdır. Cem'i  : ekarî'dir. [62]

 

(K )                                       

 

117  - (Kın)  : Rakik   =   köle ve cariye demekdir. Müennesi «kın-ne» dir. BazMarınca da km, alınıb satılması caiz olmayan köle demekdir. Müdebber gibi.

118 - (Kısmeti îda)   : Gaiîimet mallarını dari harbde gazilere se-himleri nisbetinde muvakkaten tevzi etmekdir ki, bunları gaziler, kendi vasıtalariyle dari İslama çıkararak  hepsini  tekrar bir yerde cem eder­ler,  sonra bunlar  aralarında  yeniden kısmet ganimet  suretiyle  taksim edilir.

119  - (Kısmeti ganimet)   : Muharebede düşmandan     alman mal­ların dari islâmda gaziler arasında kat'î surette olarak  taksim ve tevzi edilmesidir. Buna «kısmeti mülk» de denir..

120  - (Kıtal   =   mukatele):  Muharebe  ve   muhasame     demekdir. Bünyesi kıtale mütehammil olduğu halde mukateleyı: mübaşir veya mü-teheyyi olan kimseye «mukati denilir. [63]

 

(L)

 

121 - (Lehak) : Yetişmek,  idrâk  etmek,  bir  taifeye gidib  katıl­mak, iltihak edib tabi olmak. «Lühuk» da bu mânayadır.

Yetişib tabi olana, da «lâhik».mülhak denilir.

122  - (lika) : Görmek, yetişmek, müsadif olmak, istikbal etmek demekdir. «Tilka» da hiza, muvazi manasınadır. [64]

 

(M)

 

123 - (Maiuşr) : Yağmur sulariyle araziyi haraciyye haricindeki dere, kuyu, çeşme sularıdır. Bir kimsenin  velayeti altında bulunmayan deniz suları da bu kabildendir.

124  - (Mai haraç)   : Seyhun,  Ceyhun,    Dicle,  Fırat     nehirleriyle Arab olmayan kavmler tarafından vaktiyle kazınıb bilâhare müslüman-ların ellerine geçmiş olan nehirlerdir.

Bu, îmam Ebu Yusüfe göredir.  Çünkü bu ırmaklar üzerine köprü kurulur, bu suretle himaye altında bulunurlar. Fakat İmamı Muhamraede göre bunlar, kimsenin himayesi altında olmayan denizler mesabesin­de olmakla raiyahı uşriyyeden sayılırlar. Araziyi hariciyye dahilindeki çekmeler, kuyu suları da mai haracdır.

125  - Ma'reke)  :  Harb meydanı  demekdir.  Cem'i  maarik'dir.

126  - (Magazi) : Gazve mânasına magzâ veya magzat kelimeleri­nin cem'idir. Bu tabir, ekseri gazilerin menakıbı mânasında    kullanılır. Siyer ve şehname gibi.

127  - (Magnem)   :  Ganimet  demekdir.  Cem'i  maganimdir.

128  - (Meded) : Muharebe meydanındaki    mücahidlere    yardıma koşub iltihak eden cemaat demekdir. Cem'i   «emdad»  dır. Bu kelime, esasen yardım, nusrat ve cemaat manasınadır. Me*dedres olmaya    «im-dad», yardım istemeğe de «istimdad» denir.

129  - (Melheme)  : Büyük kıtal vak'ası ve harb sahası demekdir. Harb sahalarına «mevatînül'harb» denih'r.

130  - (Men)   : Esirler bir lûtf olarak meccanen salıvermek, düş­manın dari harbe dönüb gitmesine bilâ bedel müsaade etmekdir. Bu ke­lime, esasen lûtf ve ihsan, kat ve minnet mânalarına da gelir. Ve    bir mikyası mahsusdur.

131 - (Menea) : Kuvvet, cemaat. Bu kelime, hem isim, hem maa-dar, hem de maiin cem'i olabilir. Cem olduğuna göre : «bir şahsın hâ­misi ve aşireti olan kimseler» demek olurki, o §ahsa başkalarının teca­vüz etmelerine mani olurlar.

En az on ve bir kavle göre dört kişiden müteşekkil bir kuvvete mâ­lik olan kimseye «zî menea», «sahibi menea» denir. «Meneaİ mümtenia» da kuvvetli, şevketli menea sahibi demekdir.

132 - (Mâsumuddem) : Kısası müstelzim bir cinayetde bulunma­mış olan herhangi bir müslim veya zimmî demekdir.

133  - (Mahkunüddem) : Hayatı mahfuz, katli memnu olan kim­sedir. Mukabili «mübahüddem» dir.

134  - (Mühderüddem)  : Kanı heder olub kısası, diyeti müstelzim bulunmayan şahıs demekdir. Dari harbde gayri müslimler arasında bu­lunan ve onlara atılan kurşunla telef edilen bir müslim gibi.

135  - (Mübareze) : Biri bîrinin dengi sayılacak  iki muharibin harb meydanına atılarak mukabele ve mukateleye ikdam etmeleri  de­mekdir.

136  - (Müraveza) : Düşman ile müzakere ve mükâlemede, mükâ-lemei sulhiyyede bulunmak demekdir. Bu kelime, lûgatde  : müdara et­mek, bir kimseyi bir hud'a ile veya kahr suretiyle ikna eylemek mana­sınadır.

137  - (Müvadea) : Mütareke  demekdir. Müsaleha ve müsalemet yerinde de kullanılır.  Bu lâfız, esasen terk  mânasına olan  «vedı»  den mehuzdur. Bu  cihetle  muharebeyi terke müvadea denilmiş oluyor.

138  - (Mütareke) : Düşman ile sulh yapmak1-, üzere    mukateleyi muvakkaten terk etmekdir.

139  - (Muhaede) : Harbe nihayet veren iki muharib kavm ara­sında yapılan bir mukaveleden, cenki terke aid bir teahhüdden ibaretdir.

140  - (Muahedenaıne   =   Kitabülmuahede)   : Sulh şeraitini  bildi­ren ve iki muhasım tarafından bil'kabul imza edilen müsaleha vesikası demekdir. Buna «ahdname» de denir.  Maamafih ahdname tâbiri, daha ziyade bir taraf dan verilen ahd ve emam müş'ir vesikaya itlâk    olun­maktadır.

141 - (Mühadenet -  hüdne)   : Harbîler ile bir bedel mukabilinde olsun olmasın müsaleha akd demekdir. Bu kelimeler, esasen sükûn, ra­hat, asayiş mânalarını ifade eder. Bu münasebetle âleme sükûn veren, fitne teskin eden sulha da muhadenet denümişdir.

143 - (Müsaleha = sulh) : Barışmak, iki muharib tarafın harbe nihayet verib bir muahede yapması demekdir. Esasen bir fesadın zevaî bulmasına: «salâh» denir. Mukateleye nihayet vererek niza ve fesadı bertaraf edeceği cihetle muhasemeyi terk sulh ve müsaleha deiülmişdir Buna «müsalemet» de denir.

143  - (Mücahede) : Muharebe, Savaş, nefsi emmare ile muharebe ve mücadelede bulunub ona ağır, meşakkatli gelen, fakat şer'an matlûb olan şeyleri tahmil eylemekdir. Bu yolda hareket edene «mücahid» denir:

144  - (Muasker)  : Ordugâh   =   askerlerin tahaşşiid etdiği,    top­landığı, mevzi demekdir.

145  - (Müfadatı üsera)   :  iki muharib kavmin esirlerim müteka" bilen mübadele etmeleridir.

146 - (Mürtezika)  : Eshabı dîvandır. Yani   : dîvanı askerîde mu kayyed olub kendilerine beytülmalden münasib mikdar ataya tahsis edil miş olan ehli cihaddır. Zamanımizdaki muvazzaf, ihtiyat erleri gibi.

147  - (Mütetavvia) :  Divanı askerîden hariç olub  mahza  haku-zası için cihada iştirak eden müslim şehir, köy ve badiye ahalisidir. Bun­lara gönüllü efrad denir.

148  - (Miyere) : Kumaş, mata, taam gibi şeylerdir.

149 - (Müsle) :  Başkalarına ibret olmak  için  burnunu, kulağını vesair bazıuvuzlarını kesmek, gözlerini oyarak kendisini    çirkin bir şek­le sokmak gibi bir suretle düşmana ukubetde buiunmakdır.

ibret alınacak ukubete «mesule» denir. Cem'i : mesülâtdır.

150 - (Mürtes) : Saffı harbde yaralanıb henüz teslimi ruh etme den ma'reke haricine nakl edildikden ve biraz yiyib igdikden veya konuşdukdan veya uyudukdarı veya ilâç kullandıkdan veya aklı başında olarak üzerinden bir namaz vakti geçdikden sonra terki hayat eden is­lâm mücahidi demekdir ki, hakkında tamamen şehid hükümleri cari de­ğildir.

Mürtes kelimesi, esasen zafiyeti, eskiyib işe yaramaz bir hâle gel­meyi ifade eden «res» den alınnuşdır. Masdarı  : irtisasdır.

151 - (Müslim)  : Dini islâm ile mütedeyyin olan zatdır.

152 - (Müste'min : Hem eman isteyen, hem de eraana  nail olan şahıs demekdir. Bu kelime,  ismi  meful sıgasiyle  «müs'temen» diye  de okunabilir. Bu takdirde kendisine eman  verilmiş  kimse mânasını ifade eder. Buna «amin»  de denilir.   Fıkık  ıstılahınca    müste'min:   başka bir milletin ülkesine eman ile - müsaade ile - dahil olan kimse demekdir. Gerek müslim olsun ve gerek zimmî veya harbî bulunsun.

153 - (Mecus) : Ateşe tapan, nur ile zulmeti iki halik, iki hayır ve ger menbaı tanıyan müşrik bir. kavmdir. Mecus mezhebine mensub olan* şahsa «mecusî» denir.

154  - (Mukrib)  : Anası arab atı, babası da acem atı olan bey­girdir. Babası köle, anasu hurretül'asl olan şahsa da lûgatde: mukrif de­nilir.

155 - (Memlûk) : Bir kimsenin alel'ıt.lak  mülküne dahil olan şey demekdir. Müennesi   :  memlûkedir. Mali memlûk,  arazii memlûke  gibi. Fakat bu tabir, bilhassa bir kimsenin mülkünde bulunan köle ve cariye gibi erkeğe de, dişiye de şâmildir.

156 - (Mevlâ.)  : Efendi, seyyid, yani : azad edilmemiş bir köle ve­ya cariyenin sahibi  mânasında müstameldir. Esasen   «memlûkünü azad etmiş olan zat ve azad edilmiş bulunan köle» manasınadır. Cem'i  : me-v alîdir.

Mevlâ kelimesi, lûgatde nasır, seyyid, asabe, komşu, amca zade, ve-liyyül'emr mânalarım ifade eder. Azad edenle azad edilen kimseler ara­sında velâ, tenasur, ve teavün carî olacağından bu münasebetle hem memlûkünü azad eden mâlike, hem de azad edilen memlûke «mevlâ».de­nilmiş oluyor. Aralarım fark için azad edene «mevlai âlâ» azad edilene de «mevlâi esfel» denilir.

157  - (Mu'tik)   :  Mülkünde  bulunan  köle veya cariyeyi  azad et­miş olan kimsedir.

158  - (Mu'tak)   : Mevlâsı tarafından azad  edilmiş  olan     köledir. Müennesi:   «mu'teka» dır.

159  - (Müdebbir)   :  Memlûkünün itkim  kendisinin     vefatına ta1-lik etmiş, yani : «ben öldüğüm zaman azad ol» demiş olanmevlâ demek­dir.

160 - (Mütlebber):  Azad olması mevtasının vefatına muallâk  bu­lunan köle demekdir. Müennesi : müdebberedir.

161 - (Müstevleüe) : Ümmülveled, yani : gocuğunun nesebi mâli­kinden sabit olan cariye demekdir. O mâlik, kendisinin ister1 tamamına ve ister bir kısmına mâlik olsun ve kendisinin gerek hakikaten ve ge­rek hükmen mâliki bulunsun. Mevlânin babası, cariyenin hükmen mâ­likidir. Mevlâsının fİraşinden ikrarına mukarin olarak çocuk doğurmuş olan cariyeye «ümmülveled» denir ki,  cem'i   :  ümmehatlÜ'evlâddtr.

162  - (Miikâtib) :  Memlûkünü  kitabete kesmiş  olan     mevlâ  de­mekdir.

163  - (Makâteh) :  Mevlâsiyle akdi  kitabetde  bulunmuş  olan kö­ledir. Müennesi mükatebedir.

164  - (Mükâtebetül'vasî')  :  Vasinin fahtı   vesayetindeki    yetime aid memlûkü kitabete kesmesi demekdir ki, caizdir.

165 - (Miikâtebei me'zun)   :  Ticarete me'zun olan bir    memlûkü kitabete kesmekdir ki, caizdir. Şu kadar  var ki bumemlük, borçlu bu­lunduğu, takdirde garimler kitabeti reddedebilirler.

166 - (Mükâiebetüt'mükâteb)   : Kitabete kesilmiş bir kölenin ken­di,  memlûkünü  kitabete kesmesi demekdir  ki  bu,   muvazene  kabilinden olduğu cihetle caizdir.

167 - (Mukâtebetiissagîr)   : Henüz baliğ olmayan bir rakikin ki­tabete kesilmesi demekdir ki bakılır: eğer âkil, yani : kitabetin ne oldu­ğunu müdrik,, alış verişe müstait ise kitabet, sahih  olur, değilse sahih olmaz. [65]

 

( N )

 

168  - (Necin)  : Yıldız demekdir. Bir zamanlar yıldızların tulûiy-le vakitler tayin edilegeldiği cihetle hulul eden vakitlere ve vakti hulul eden borçlara, vazifelere mecaz tarikiyle necm denilmişdir. Binaealenyh islâm hukukunda: bir borcun-taksitlerini ödemek için hulul eden muay­yen vakte ve vakti hulul eden muayyen borca ve bilhassa    mükâtebin mevtasına te'diyesini deruhte ettiği bedeli kitabetin her taksitine  necm denilir.

169  - (Nefer)   : Uçden ona kadar olan ere ıtiak olunur. Mutlaka cemaat ve  nefs  manâsında da müstameldir.

170 - (Nefl   =   nafile)   : Lûgatde    ziyade manasınadır.     Gazilere tahsis edilen    emval de sehinılerinden ziyade    olduğu için bu namı al-mışdır. Nitekim farizalar üzerine zaid olan ibadetlere de «nafile» deniî-mişdir. Neflin cem'i olan «enfal» lügat itibariyle mutlaka ganaim mana­sınadır.

171 - (Nefîr)   : Lûgatde cemaat mânasınadıı; istilanda  :  canlanna, mallarına, çoluk ve çocuklarına saldırmak üzere düşmanın gelmek-de olduğundan bir beldede bulunan halkın haberdar edilmesidir ki, bu halde o belde ahalisinden muktedir olan müslümanlar üzerine cihad, farz olur. Cem'i : enfardır.

Gazaya çıkılmasını ilân ve talep eden kimseye «müstenfîr» denir. Harbe sürüklenib götürülenlere de «nefr» adı verilir.

172 - (Nefiri has) : Muharebe için yalnız bir kısım efradın se­ferber haline gelmesi demekdir. Bu, kısmen seferberlik halidir. Bu, faz­la kuvvet cem'ine lüzum görülmediği takdirde iltizam edilir.

Meselâ : hududdan birinde zuhur eden bir harb hâdisesini bertaraf etmek için o sahada bulunan islâm kuvveti kifayet etdiği takdirde diğer efradın silâh altına celbine lüzum görülmez,

173 - (Nefiri âm) : Harb mıntakasında bulunan bütün    efradın harb için seferber haline gelmesi demekdir ki buna, düşmanın bir islâm beldesine bağteten hücum etdiği ve bu düşmanı bir kısım islâm kuvvet­lerinin defedemiyeceği  takdirde  müracaat olunur ve  bunun dairesi ih­tiyaca göre genişler, islâm âleminin bikaderıl'imkân şark ve garbine ka­dar yayılır. Bu, umumî bir seferberlik demekdir.                                  

174  - (Nifak) :  Bir kimsenin zahiren müsüm göründüğü  halde kalben küfür mesleklerinden birine merbut bulunmasıdır. Böyle bir şah­sa «münafık» denilir.

175 - (Nakza ahd) :   Muahede ahkâmını bozmak,   verilen sözde durmamakdır. Muahedeyi fesh ve nakz etmeğe  «nebzi  ahd»  da    denir. Nebz kelimesi lûgatde: ilka, i'lâm, az bir şey mânasına da gelir.

176 - (Neşeme) : Nefs,    insan ve  her şeyin    ihtidası     manası­nadır,  istilanda:   azad edilmek  üzere  satın alınan  rakabe     demekdir. Cem'i: nesemdir. Binaenaleyh azad edilmek için  alınmış olan rakabeyi i'tak etmeğe  «ıtkunneseme»  denilir. Vasîninmusî namına  bir  köle ahb azad etmesi gibi.

177  - (Nusret)  : Yardım, avn ve inayet, imdat manasınadır. Yar­dım istemeğe de «intişar» denir. [66]

 

( R)

 

178 - (Bâcil) : Yaya, piyade demekdir. Deve, katır, merkeb gibi düşmanı terhib ve tedhiş edemiyecek hayvanlara rakib olanlar da - ganimetlerden hisse almak hususunda - râcil sayılırlar.

179 - (Râhile) : Esasen binek deve demekdir. Gerek erkek ve ge­rek dişi olsun. Mutlaka binek  hayvan mânasında da müstameldir.

180 - (Ribat)  : Serhadde düşmanın hücumu melhuz bulunan mev­zide mahza islâm yurdunu muhafaza ve müdafaa maksadiyle ikamet et­mek mânasını ifade eder. Esasen ribat, müdavemet demekdir. Herhangi bir şeyi rabt ve zabt için kullanılan ip, bağ ve at sürüsü mânâsına da gelir. Hududda bağlı bulunan süvari atlarına «ribatülhayl» denilme­si, bu münasebetledir, imarethanelere, tekkelere, yolcular için yapılmış olan kârbansaraylara da «ribat» namı verilmişdir.

Islâmı takviye, rnüslümanları düşmanlarının şerrinden siyanet ve muhafaza maksadiyle serhadde ikamet etmeğe «mürabita» denir. Bu maksatla hududda aleldevam ikamet eden islâm mücahidlerine de «mü-rabitîn» denilir.

181  - (Hiddet)  :   İslâm dininden  dönmek, küfre  düşmekdir.   «îr-tidad» tâbirine müracaat!.

182  - (Rik)   : Lûgatde kulluk   =   ubudiyet demekdir. Istüahda   : bir vasfı hükmidir ki, insan bununla temellüke mahal olur. Diğer    bir tarif ile rık, esir edilen ehli harb hakkında sabit olan manevî bir sıfat-dır ki, bu yüzden hürriyetlerini gaib etmiş olurlar.

183 - (Raldk)   : Köle,  cariye demekdir. Bire de  birden ziyadeye de itlak olunur. Cem'İ : erikkadır.

Esir olanlara düşdükleri zaaf ve rikkatden dolayı rakik denilmişdir. Dari harbden alman esirler, rakik sayılırlar ise de bunlar dari İslama id-hal edilerek ihraz edilmedikçe memlûkiyetle muttasıf olmazlar. Demek oluyor ki, bunlardaki rık, memlûkiyetden ayrılmış oluyor.

184 - (Rakabe)   : Köle ve cariye demekdir. Cem'i   : rikab, raka-bat ve rükubdur. Esasen boyun ve boyun kökü demek olan rakabe, esir­lerin boyunlarına kemend takıhb ahz edilmesi  münasebetiyle    şahısdan kinaye olarak kullanılmıştır. Yahut cüz'ün adını, külle vermek kabilin­den bir mecazdır. Maamafih her şeyin zatına, aslına da «rakabe» denil­mesi şayidir. «Rakabei vakf» gibi.

Köle veya cariyeyi azad etmeğe, memlûkün boynundaki esaret hal­kasını çözüp gidermeğe de «fekki rakabe» denilir.

185 - (Razh)   :  Harbde hizmetleri görülen  kadınlara,  çocuklara, kölelere ve zimmîlere ganimet mallarından verilen  bir  mikdar    maldır ki-, mükatiHerin    sehimlerinden noksan    olur. Bu mikdarı    tayin, veliy-yül'amre aiddir.

Razh kelimesi, lûgatde az bir şey vermek ve az bir mikdarda veri­len şey manasınadır. Kendileri mukatil ve mücahidlerden madud olma­dıkları halde harbde bazı hizmetleri görüldüğünden dolayı ganimet mal­larından razh namiyle. birer mikdar mal alan kimselere de «ehli razh» denilir. [67]

 

( S )

 

186 - (Say*  = siaye)  : Memlûkün rıkdan kurtulması için mal ka-zanmasıdır.  Meselâ   : mükâtebin bedeli  kitabeti  te'diye  edebilmesi  için çahşıb durması bir aiayedir.

Say' lâfzı, lûgatde mutlaka amele, iş görmeğe, bir şeye çalışmaya bir maksad uğrunda koşup durmaya ıtlak olunur. Jurnalcilik mânâsın­da da müstameldir. Fıkıhda: sadakaları tahsile memur olan .zata «sâî» denilir. Cem'i : süatdır.

187 - (Siayei mülk)   : Kazancı rnevlâsınm mülkü sayılan memlû-kün say' etmesidir. Müdebber gibi ki, bunun kazancı mevlasıria aiddir.

188 - (Siayei zaman)   : Kazancı mevlâsmm mülkü sayılmayan ve yalnız kendi borcunu ödemek için çalışan memlûkün say1 etmesidir. Mü-kâteb gibi  ki bu, efendisine  karşı  yalnız  zamin  olduğu bedeli  kitabeti te'diye için say' eder. ürnmi veledin siayesi de bu kabildendir.

189 - (Seby  =  siba)   : îstirkak, esir alma manasınadır. Esir alı­nan şahıs mânasına da gelir. «Mesbiy» gibi. Bu tabir, ekseri ehli harbin esir alınan çoluk çocukları hakkında kullanılır. Müfredİ, eem'İ müsavidir.

190 - (Sebîy)   :   Mutlaka esir   manasınadır.   Muharebede  düşman tarafından diri olarak elde edilen her hangi bir kadın veya çocuk mâ­nasında kullanılır. Cem'i  : sebayâdır.

Böyle kadınlardan, çocuklardan ibaret olan itbaa «süruh» adı ve­rilir.

191 -  (Seleb)   : Bir kimsenin üzerindeki elbisesi, silâhı, parası ve râkib olduğu hayvan ile bunun üzerindeki eşyasıdır. Başka hayvan ile onun üzerindeki emvali, selebden sayılmaz.

Seleb, meslûb mânasında kullanılır, cem'i: eslâbdır.

192 -  (Seriyye)   : Dörtden veya yüzden dört yiize kadar olan as­ker müfrezesi demek dır. Cern'i   : serayadır.

Seriyye lâfzı, ya geceleyin yürüyüş demek olan «sera» dan veya ne­fis şey demek olan «seriy» den, yahut müntehab mânasına olan iştira» dan ahnmişdır.

Seriyyeleri teşkil eden erler, ekseri geceleyin yürüyüb gündüzleri saklandıkları veya bahadır, güzide efraddan seçildikleri için bu namı al­mışlardır.

193 -  (Siyr)   : Siyretin cem'idir. Siyret ise esasen tarikat, haslet, heyet ve bir nevi hareket mânalarını ifade eder. Maahaza siyer tabiri, müverrihler tarafından en ziyade peygamberi zîşan efendimizin    evsaf ve menakıbinden, yüksek mücahedelerinden bahis olan kitablara verilen bir unvandır. Bu itibar ile «Kitabüssiyer»- tarihin hususî bir şubesi me­sabesinde bulunmuş olur.

Hukuk kitablarında cihada aid mebahis ve ahkâmı ihtiva eden kıs­ma «kitabülcihad» denildiği gibi «kitabüssiyer» de denilir.

194  - (Silin)  : Sulh mânâsına barışmak  demekdir, müsalemet gi­bi. Silm tabiri,  müslümanlık, emn ve selâmet  mânâsına da gelir.  Buna «selm» de denir.

195 - (Sügur) :  Serhad, derbend ağızları, düşmanın hücumundan korkulacak  açık  mevziler demekdir.  Müfredi:   «9uğr»  dur  ki,    lûgatde dağınık, müteferrik şey mânasına gelir.

196  - (Seıarâ) rahiblerinin  nâsdan inkıta ve    inzivası için tesis edilm: lerdir. Cem'i  sevamîdir. Bunların hakkın­da bîa hükmü

197 - (Saıuuiı;) : aıhû ırkına mensub, ehli kitabdan veya abedei evsandan bir taifedir. Maamafih bir dinden diğer bir dine donen her şah­sa da «saibî» denilmişdir. Cem'i : sabiûndur.

108 - (Sahibül'mekasim) :Ganimet mallarını  mücahidler arasın­da tayin ve tevzia memur olan zatdır,  «kassamı ganaim» demekdir. [68]

 

( Ş)

 

199  - (Şebhun)  : Gece baskını, düşmana geceleyin çapulda bulun­mak,  igare.

200 - (Şehid) :  Allah yolunda yapılan bir muharebe   esnasında veya ehli bağy ile veya yol kesiciler ile mukatele sırasında haksız yere öldürülen ve baliğ ve tâhir bulunan herhangi bir müslimdir ki bu, hem dünya, hem de ahıret ahkâmı itibariyle şehid olduğundan kendisine «şe­hidi hükmî» denir. Bir de «şehidi hakikî» vardır ki, bu da garik, harik veya garib olarak ölen, veya tahsili yolunda veya zatülcenb gibi bir has­talık  neticesinde terki hayat eden her hangi  bir müslümandır. Bunlar şehid sevabına nail olacakları cihetle yalnız ahret ahkâmınca şehid sa­yılırlar. Fakat dünya ahkâmınca şehid olmadıklarından gasl edilmeksi­zin defn olunmazlar.

Şehid tabiri, huzur mânasına olan şuhuddan  veya şahadetden me nuzdur. Hak yolunda hayatını feda eden bir mücahid, bu şerefli ölün sayesinde Hak Tealâ hazretlerinin manevî huzuruna nail olacağı veya r mücahidin şu şanlı Ölümünde melâikei kiram hazır bulunacağı cihetU kendisine şehid unvanı verilmişdir.

201 - (Şiar) : Alâmet, parola. Muharebe zamanlarında biri birin tanıyıb bilmek için askerlerin kendi  aralarında tayin etdikleri  alâmeı ve tabirdir. Ashabı kiramın bir çok muharebelerde şiarları,  «emit emi =  öldür öldür» kelimesi idi. Düşmanı kahr ve tenkile muvaffakiyetleri ne tefe'ül için bunu şiar ittihaz etmişlerdi. İnsanların gömleğine ve mut laka bedenine temas eden libasına ve at kısmının çuluna da şiar denh".[69]

 

( T)

 

202 - (Te'min = i'timan)   : Bir kimseyi bir şey üzerine emin kıl mak manasınadır. Te'min kelimesi, birisine eman vermek, bir şahsı enn ve eman kılmak mânasında da kullanılır.

203 - (Tedbir) : Bir i'takdır ki bunun vukuunu mevlâ kendisini efatına ta'lik etmiş olur. Esasen tedbir, işlerin âkibetlerini düşünerek cabma göre hareketde buluroftakdır. Bu münasebetle bir kimsenin ahi-etde mesûbata nailiyet için hayatının sonuna ta'liken yapmış olduğu taka da tedbir denilmişdir.

204 - (Tedbiri mutlak) : Mevlânın alel'ıtlak mevtine rabt edilmiş »lan tedbirdir. «Ben Öldüğüm zaman sen hürsün» denilpsesi gibi.   

205 - (Tedbiri mualiak) : Bir şarta rabt edilmiş  olan tedbirdir. (Sen şu işi yapar isen müdebbersin» denilmesi gibi.

206 - (Tedbiri mukayyed) : Mevlânın bir vasf ile mukayyed olan vefatına merbut tedbirdir. «Ben bu hastalığımdan ölürsem sen hürsün-lenilmesi gibi.

207 - (Tedbiri muzaf) : Bir vaktin duhulüne veya hurucuna iza-e edilen tedbirdir. «Sen gelecek ayın ihtidasından itibaren müddebber-rin» denilmesi gibi.

208  - (Tahriri rakabe)   : Köleyi veya cariyeyi azad etmekdir. Hâ-isen livechillah, yani  : mahza rızayı hak için vuku bulan ıtklarda isti­mali galibdir.

Tahrir lâfzı, esasen tahlis mânasını ifade eder. Memlûkü esaretden kurtarmak, kendisinde hürriyeti isbat edeceği cihetle i'taka tahrir de­nilmişdir.                                                                               

209 - (Tenfu)  Veliyyür emrin veya emîrin gördüğü lüzuma meb-ni fazla bir sehm  bir atiyye veya muayyen bir para vermek üzere müahidleri harbe tergîb ve teşvikde bulunmasıdır. Bu veçhile gazilere tah­sis ve ita edilen mallara da «enfal» denir. Müfredi «nefl» dir.

210  - (TenfİIi has)  : Veliyyül'emr tarafından harbe tergîb ve teş­vik için bir kısım gazilere fazla sehm veya bazı şeyler tahsis ve ita edil­mesidir.

211  - (Tenfili ) :  Bütün gazilere  karşı vuku  bulan tenfildir.

212  - (Tesaffuhi ceyş)  : Mücahidler için  muzir olacak eşhasdan ordunun tasfiye edilmesi demekdir.

213 - (Talîa)   : Casus. Düşmanın ahvaline muttali olub     mensub olduğu tarafa haber vermek üzere gönderilen şahısdır.

214  -.(Talik)   : Sebili tahliye edilmiş esirdir. Cem'i  : tulekadır. [70]

 

( V )

 

215 - (Velâ) :  Bir karabeti hükmiyyedir ki,   irse  sebeb  olmaya -alih bulunur. Esasen velâ, tasarruf,  muavenet,  muhabbet  demek olub kurb mânâsına olan «vely»   kelimesinden ahnmışdir.

216  - (Vel&i nafiz)  ; Muüki malûm olan memlûk  hakkındaki ve-îâdır.

217 - (Velâi  mevkuf) :   Mu'tiki taayyün   etmeyen  memîûk   hak­kındaki velâdır.

218  - (Velâi  ataka) : Mevlâ   ile memlûkü   arasında   ıtk   neticesi olarak vücude gelmiş bir velâdan, bir tenasurdan ibaretdir ki, mu'tak, bir cinayet işlediği takdirde diyetini mevlâsı verir, vefat edib derecesi mukaddem  varis   bırakmayınca   da  mirasına  mevlâsı   nail   olur.

Velâi ataka, memlûkün hürriyet nimetine nailiyeti dolayısiyle ta-haddüs etdiğinden buna «velâi nimet» de.denilir.

Memlûkünü azad eden kimseye de «mevlâl'atake», «meviâl'atîk» adı verilir.

219  - (Velâi müvalât)  : Nesebi meçhul olan bir şahsın şeraiti da­hilinde başka bir şahıs ile akd etmiş olduğu bjr velâdan, bir tenasur ra­bıtasından ibaretdir. Bu velâye talib olan mechulünneseb şahsa  «mev-lâi esfel», bunu kabul eden kimseye de «mevlâi  âlâ», «mevlelmüvalât» namı verilir.

Müvalât tabiri, esasen velâyetden mel'huz olub muvasele, müsade-ka, tenasur mânalarını ifade eder. [71]

 

( Y )

 

220  - (Ye's)   : Ümitsizlik,  arzu edilen şeye, meselâ: zafere naili-yetden ümidi kesmek demekdir.

221 - (Yevm) : Gün, mutlaka vakit, güneşin  tulûundan gurubu na kadar olan müddet. Şer'an ikinci fecrin tulûundan güneşin gurubu­na kadar olan vakitdîr. Cem'i:  eyyamdır. [72]

 

(Z)

 

222  - (Zerarî)  : Zevceler ile çocuklardan ibaretdir. Müfredi: «zür-riyet»dir. Bu lâfız, lûgatde nesle, oğul ile kıza ve mecazen babaya itlâk olunur. Bir cem'i de: zürriyatdır.

223 - : (Zafer) : Düşman üzerine galebe etmekdir. Bu kelime, esa­sen bir şeye pençe atmak, tırnak takmak manasınadır. Fevz ve necat, maksada vusul mânâsında da kullanılır.

224  - : (Zendeka): Vücudı ilâhiyi inkâr, Cenabı hakka şerîk isbat, hasrı veya hikmeti iiâhiyyeyi ademi tasdik mânâlarında müstameldir, sa­hibine «zındık» denir. Cem'i: zenadık ve.zenadıkadır.

Bazı zevata göre zındık; hem dinsiz olan, hem de dehrin bekasına, emval ve ezvacın iştirakine kail bulunan şahısdır.

225 - (Zimmet)  : Lûgatde ahd, eman, zaman, hak mânâlarını ifa­de eder. Ahdi bozmak, zemmi mucib olduğu için ahde zimmet denümis,-dir. Cem'i: zimemdir.

îslâm zimmetini, ahd ve emanını haiz bulunan gayri müslimîere «eh­li zimmet» denir. Bunların erkeklerinden her birine «zimnıî», kadınların­dan her birine 5e «zimmiyye» denilir. Esasen harbî bulunan bir şahsın veya bir cemaatin islâm ahd ve emanım, yani: tabiiyyetini kabul etme­sine de «akdi zimmet» ıtlak olunur. [73]

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

HARB VE CİHAD HUKUKU'NA DAİRDİK.

 

İÇİNDEKİLER : Harbin, cihadın mahiyyeti ve cihadın meşruiyeti ve sebebi. Cihadın hikmeti teşriiyyesi. Cihada kıyamın cevazı için vücu-di iktiza eden şartlar, Cihad ile mükellef olub olmayanlar. Cihad için is­ticar caiz olub olmadığı. Cihad halinde veliyyüremrin kumandan tayi­ni ve tavsiyeleri. Harb halinde veliyyül'emre ve gazilere teveccüh eden iîk vecibe. Harb halinde yapılması ve kati ve imhası caiz olub olmayan­lar. Dari islâm il dari harbin mahiyyetleri. Dari harbe götürülmesi mu­vafık veya memnu olub olmayan şeyler. Harbe tergib için verilen mala y- tenfile müteallik meseleler. Islâmiyeü kabul edecek harbîlere müteal­lik meseleler. Harbde verilen emanın mahiyeti, rüknü, nev'i ve şartı. Harbde verilen emanın hükmü ve kabili nakz olub olmaması. Mu-harib bir düşmanın hakkında verilecek hükmü kabule davet edil-yetine ve ganimet mallarının taksimine müteallik meseleler. Esirler hak­kında yapılacak muameleler. İstilâya, istirdada aid meseleler. [74]

 

Harbin, Cihadın Mahiyeti Ve Cihadın Meşruiyeti Ve Sebebi :        

 

226 - : Harb,  düşman  ile   savaşta bulunmak,   muharebe ve  mu-katele  meydanına atılmakdır. Istılah   kısmına  müracaat!.

Cihadda «Allah tealânın dini yolunda vuku bulacak muharebelerde gerek nefs ile ve gerek mal ve lisan; ile ve gerek sair vasıtalar ile çalışa­rak elden gelen gayreti sarf etmekdir.

Bu tarife nazaran bir müslim için hak yolunda bir harbe bilfiil ig-tirâk etmek", bir cihad olacağı gibi gazilere mal ile veya rey ile muave­net etmek, onların yiyeceklerini, içeceklerini hazırlamak, yaralıların te­davisine bakmak, islâm ordusunun sevadını = kalabalığını artırmak da bir   cihaddır.

İslâm hukukunda cihada aid mebahis ve    ahkâmı ihtiva eden kıs­ma:   kitabülcihad, kitabüssiyer, kitabülmeğazî  adı verilir. Çünkü islâm hukukunun bu kısmında cihadın şerait ve ahkâmına, gazilerin evsafına, menakibıne,, muhariblere  karşı  olan  hasletlerine ve  muharebelerde kib edecekleri yollara müteallik  mesail, bahis mevzuu bulunmakdadır.

227 - : Dini tslâmda cihad, bir farizadır. Bunun rneşr -bulla!   ile, sünneti nebeviyye ile, ümmetin icmaı ile sabitdir. da bir çok dinî deliller vardır. Kur'anı mübînin şu.âyütı  celîlesi de bu cümledendir:

(1) Meali âlisi: kendilerine karşı harb açılan müslümanlara zulme uğ­radıkları için cihada mezuniyet verilmiştir. Allah Tealâ da onlara nus-ret etmeğe elbette kadirdir. O müslümanlar ki, «Rabbimiz Allah Tealâ-dır» demelerinden başka bir sebeb yok iken haksız yere yurtlarından çıkarılmışlardır.             

(2) Meali âlisi: sizinle mukatelede bulunanlar ile de Allah yolunda mu­harebe ediniz, fakat haksız yere tecavüz etmeyiniz, çünkü Allah Teaiâ mütecavizleri sevmez.

(3) Meali âlisi: ve onlar ile cihad ediniz, tâ ki bir fitne olmasan ve din tamamiyle Allah için olsun. Ve eğer onlar o kötü hareketlerine - nihayet verirlerse şübhe yok ki, Allah Tealâ onların yapacaklarını gö rücüdür,  lâyık oldukları  mükâfatı verir.

Meali âlisi: Eğer ahdlerinden sonra yeminlerini bozar ve  dininize ta'n ederlerse siz de o küfür sergerdelerine karşı harb açınız. Şübhe yok ki, onların yeminleri yokdur. Belki bu harb sebebiyle şu fena hareketle­rin nihayet verirler.

Meali âlisi: Müşrikler, sizinle bütün harb etdikleri gibi siz de onla­ra Kargı umumen harb ediniz ve biliniz ki Allah Teaiâ, mütu-kiler iie beraberdir. Resuli Ekrem, sallallahü tealâ aleyhi vesellem efendimiz, bazı gaza larında güneşin guruba meyelânına kadar intizarda bulunur. Sonra da ashabı kiramı arasında kıyam ederek: «Ey nâs! Düşmanın muvacehe­sini temenni etmeyiniz, Allah Tealâdan afiyet temenni ediniz. Fakat düşmana mülâki olunca da sabr ediniz ve biliniz ki, cennet, şübhesiz kılıçların gölgesi altındadır.» diye buyurur,    daha sonra da şöyle dua ederdi: 

Meali münifi: Ey kitabı indiren," bulutlan yürüten, fırkaları hezime­te uğratan Allahım!. O düşmanları inhizama uğrat, bizlere de o düşman­lara karşı iıusrat ihsan buyur. Sahihi Buharı ve Müslim.»

228 - : Cihadın sebebi meşruiyetine gelince bu da aleyhlerine ei-had ilân edilecek kimselerin ehli İslama karşı harbî, yani: mubarib bir düşman vaziyetinde bulunmalarıdır.  Bu,  Hanefiyyeyî  göredir.

«(İmam Şafüye göre cihadın sebebi, hasmın hakikî bir dinden mah­rum bulunmasıdır.) [75]

 

Cihadın Hikmeti Teşrüyyesi :

 

229- : Cihadın meşruiyeti, birçok hikmetlere maslahatlara müs-teniddir. Ezcümle cihadın meşru bulunması, haksız tecavüzlerin men'i-ne, içtimaî hayatın selâmet ve saadetine, beşeriyetin hıîkatindeki gaye­nin tahakkukuna hizmet hikmetini mutazammındır. Şöyle ki:

Esasen harb, insanları öldürmekden, mamureleri yıkıb yakmak-dan ibaret olduğu için islâm nazarında bizatihi güzel bir hareket değil­dir. Ve sulh ve salâh dairesinde yaşamak mümkün oldukça harb cihe­tine gidilmesi iltizam edilemez. Bu cihetledir ki, usuli fıkıhda «cihad li-zatihî hasen bir vecibe değildir, belki ligayrihî hasendir»  denilmigdir.

Fakat beşeriyet, bir çok ihtirasların, bâtıl akidelerin zebunu bulun­mazdadır. Mealiye meyyal olması lâzım gelen nüfusı beşeriyye, bir ni­ce muzlim fikirlerin, gayri meşru emellerin kurbanı olarak hak ve ha­kikatten mahrum kalıyor, kendileri için Jnümkin olan meâlîye'lrtikadan nazarlarım men, ederek derin bir dalâlet çukuruna düşmekden kurtula­mıyor, işte böyle ihtiraslara zebun, meâliye düşmen, hak ve hakikat-den b! haber, mezalime mü oh emik olan bir takım gafil insanları uyan­dırmak, onların tecavüzlerini men etmek ve kendilerini ebedî saadete eriştirmek içindir ki cihad, meşru bulunmuşdur.

230 - : Vaktiyle islâm dininin teessüsüne mani olan, bu ilâhî di­nin mübarek naşirlerine karşı olanca kin ve gayz ile hareket ederek on­ları sevgili yurdlarmdan uzaklaşmaya mecbur eden bir kısım gafil in­sanlara kargı vaîz ve nasihat, hakimane mücadele faide vermeyince si­lâha sanlmakdan başka bir çare kalmamışdı. Cihad hakkında ilk nazil olan âyeti kerîme âyeti celîlesidir. Bu cihet'e hicreti

nebeviyyenin birinci senedinden itibaren cihada ruhsat verilmedir. Bu ruhsat ise muktezayı hikmetdir. Nitekim:

âyeti celîleai, bu hakikati nâtıkdır.

Yani: eğer nâsm bir kısmını diğer bir kısmı ile Allah Tea-ft'nm def ve tenkil etmesi olmayacak olsa idi muhakkak manastırlar, kiliseler, havralar ve içlerinde Cenabı - Haklan ismi akdesi çok zikr edilen mes-cidler yıkılırdı. AUah Tealâ, kendisinin dinine yardım edecek  kimselerr: elbette nusrat verccekdir. Şübhe yok ki AİIah Tealâ, kendisinin dinine yardım edecek kimselere elbette nusrat verecekdir. Şübhe yok ki Allah Tealâ, her halde kavidir, azizdir. Ona bir şey mümaneat edemez.

231 - : Demek ki cihad,  başka bir suretle siyanet ve  müdafaası kabil olmayan mukaddes bir hakkı,  âmmeye aid bir varlığı muhafaza ve himaye için meşru kıhnmışdır. Yoksa haklara riayet eden, sulh ve salâh dairesinde yaşamayı iltizam eyleyen,  beşeriyetin hakikî hürriyet ve saadetini  ihlâle çalışmayan insanlara  karşı muharebeye kıyam edil­mesi, müslümanlığın kabul ve tavsiye etdiği bir esas değildir. Nitekim «onlar sulha meyi ederlerse sen de ona meyi et ve Allaha itimad eyle.

Çünkü her halde işiden, bilen ancak odur.» mealindeki: âyeti kerîmesi, bu hakikati pek güzel aydınlatmakdadır.

232 - : Müslümanlıkda kuvvet ihzarı,  harb vasıtalarının mümkia olduğu kadar mükemmel bir halde vücude getirilmesi de mutluka har­be atılmak maksadına müstenid değildir. Belki görünür görünmez düş­manların cüretlerini kırarak harb gibi bir hailenin meydana gelmesine mani olmak, sulh ve salâhın devamını temin eylemek hikmetine mübte-nidir. Nitekim:  «onlar için her hangi  bir kuvvetden ve bağlı atlardan gücünüz yetdiğini hazırlayınız. Bununla hem Allanın  düşmanını korku-dursunuz, hem de kendi düşmanınızı, hem de  onlardan başkalarını ki, onları siz bilmezsiniz, Allah Tealâ bilir ve Allah yolunda her ne sarf eder­seniz size mukabili verilir ve siz zulme uğradılmazsınız.»   mealindeki nazmı celîli, bu hakikâti nâtık bulunmakdadır.

233 - : Görülüyor ki, beşeriyetin bir vahdet ve uhuvvet dairesin­de ve mesud birhalde yaşamasını istihdaf eden dini islâm, sulh ve sa­lâhı esaslı bir umde olarak kabul etmişdir. Fakat islâm hayatına vuku-bulan taarruzlara karşı müdafaada bulunulmasını da pek  ulvî bir va­zife olarak kabul etmekdedir.

Maahaza beşeriyeti asıl yaradılışındaki yüksek bir gayeye isal ve muhteris cemiyetlerin musammem veya kaviyyen melhuz tecavüzlerini ibtal için bir hakkaniyyet dairesinde harb sahasına ilk evvel atılmak da bazan müslümanlar için bir vecîbe teşkil eder. Böyle bir hareket, sat­hî bir bakışla bir tecavüz mahiyetinde görülebilirse de bu, hakikaten bir tecavüz değil, belki pek tebcile şayan bir gayeye hizmet, gayri meşru ihtirasların zuhuruna haylûlet ve islâm ruhunun necabet ve şehameti-ni siyanet hikmetine müsteniddir.

234 - : Şunu da ilâve edelim ki, dini islâm,  cihanşümul bir din­dir, kendi müntesiblerinin tam bir istiklâl dairesinde yaşamalarını bir gaye bilir, bu cihetle harbe müteallik bir kısım ahkâmı muhtevi bulun-muşdur. Çünkü böyle bir gayeyi istihdaf eden ve beşeriyetin harb ve cidale meyyal olan haleti ruhiyyesini nazara alan yüksek bir din, har­be aid ahkâmı nazardan uzak bulunduramaz. Kendi nıüntesiblerini in-delicab cihad ile, müdafaai nefs ile mükellef tutmayan bir din, onların mahkûmiyetine, başka milletlerin esareti altına düşmelerine meydan vermiş olur.

Binaenaleyh harb hakkında bir takım hükümlerin mevcud bulun­mağı, zarurîdir. Elverir ki bu hükümler, insanî ve ahlâkî bir takım ku-yud ve şürut ile mukayyed olsun.

işte islâm hukukunun harbe müteallik olan hükümleri, bu matlûb kuyud ve şürutu tamamen camidir. Nitekim aşağıdaki meseleler, bu ha­kikati  tenvir edecekdir. [76]

 

Cihada Kıyamın Cevazı İçin  Vücudu İktiza  Eden Şartlar  :   

 

235 -  : Müslümanların cihad sahasına atılmaları için şu üç şartın vücudüne lüzum vardır;

(1) : Düşman, dini İslama olan daveti kabulden imtina etmelidir. Binaenaleyh düşman, bu daveti kabul ederse aradan harbilik sıfatı

zail ve cihaddan beklenilen en yüksek gaye hâsıl olmuş olacağından mu­harebeye mahal kalmaz.

(2) : Müslümanlar ile düşmanları arasında ahd.ve eman bulunma­mış olmalıdır.

Binaenaleyh ahd ve  eman olunca  harb  edilmesi caiz olmaz.

(3) : Müslümanlarda  cihada kâfi   şevket  ve  kuvvet -bulunmalıdır.

Binaenaleyh harb için kâfi derecede kuvvet ve şevket mevcut ol­duğu zannedilmezse muharebeye teşebbüs caiz olmaz. Çünkü bu takdir­de kendi  nefislerini tehlükeye atmış olurlar. Hindiyye. [77]

 

Cihad İle Mükellef Olup Olmayanlar  

 

236  - : Cihad, esasen bütün müslümanlara -  bazı vasıfları ha­iz oldukları takdirde - teveccüh eden bir vecibedir. Şu kadar var ki, bütün müslümanlann bir cihada bilfi'l iştirak etmeleri daima kabil ola­maz ve buna daima ihtiyaç da görülmez.

Binaenaleyh' bu vecibe, bir kısım müslümanlar tarafından ifa edi­lince diğerlerinden sakıt olur. Çünkü cihad ile istihdaf edilen gaye, is-iâm kuvvetinin bir kısmiyle temin edildiği takdirde mütebakisinin har­be iştirak etmesine hacet kalmaz. Bu cihetledir ki, islâmiyetiı bidaye-t-inde de bir çok gazvelere yalnız birer seriyye, birer muayyen kuvvet i'zamiyle iktifa olunmuşdur.

Maahaza muharebenin aldığı şekle,  harb  sahasının gösterdiği vüs ate göre cihad vecibesi taayyün eder, ya bir farzı kifaye veya bir farzı ayn   mahiyetini  alır.   Nitekim   aşağıdaki  meseleler,  bunları  göstermek-dedir.                         

237 - : Cihad için nefiri hâs vuku bulduğu, yani: bir kısım ef-rad seferber hâline getirildiği takdirde cihad bir farzı kifaye mahiye­tinde bulunur. Artık bu vecibe, müslümanlann bir kısmı tarafından ifa edilince diğerlerinden sakıt olur. Meselâ hududdan birinde zuhur eden bir harb hâdisesini bertaraf etmek için o sahada bulunan islâm kuvveti ki­fayet etdiği takdirde diğer efradın silâh altına celbine lüzum görülmez. Bilâkis cihad için nefiri âmme lüzum görüldüğü, yani: harb mm-takasında ve civarında bulunan bütün efradın harb içirt seferber haline getirildiği takdirde cihad, bir, farzı ayn mahiyetini kesbetmiş olur. Ci­had, harbe sahne olan beldedeki ve bunlar kifayet etmediği suretde. bun­lara aledderecat mütecavir bulunan beldelerdeki bütün rnüsiümanlara bir vecibe olarak teveccüh  eder.

238 - : Cihad ile mükellef olanlarda aranılan evsafa gelince-o da bunların harbe kadir,  arızalardan beri   bulunmalarından   ibaretdir.

Binaenaleyh çocuklar, ihtiyarlar, zaiflar, hastalar, körler, topallar, nafakadan, yani: zad ile rahileden mahrum olanlar, cihad ile mükellef olmazlar.

Rahüenin - binek hayvanın lüzumu, mesafei sefer denilen en az on sekiz saatlik bir yere gidilmesi haline mahsusdur. Daha yakın bir mesafe için rahile, şart değildir.

«(îmam Ahmede göre nafakadan maksad, gazaya iştirak edeceK şahıs ile gıyabında ailesine kifayet edecek mikdar maldır.)

239 - : Nefiri has halinde kölelere, kadınlara, ebeveyni iezi olma­yan kimselere, alacaklıları ve kefilleri muvafakat etmeyen ve rehni bu­lunmayan bir takım borçlulara ve bulundukları beldede fakahetleriyii teferrüd eden âlimlere muharebeye bilfiil iştirak vecibesi teveccüh et­mez. Çünkü köleler, efendilerinin hizmetleriyle muvazzaf dır la.'. Kadın­lar ise bünyeleri harb şedaidini iktihama gayri müsaiddir. Bununla be­raber evli olanları kocalarının hukukuna riayetle mükellefdirler.- Ana ba­banın emirlerine itaat ise evlâd için bir farzı ayndir. Şu kadar yar ki, nefiri âm olmasa da veliyyül'emr, bir şahsın her halde cihada iştirak etmesini emr ederse itaat etmesi vacib olur. Velev ki ebeveyni razı'ol­masın. Zira bu halde veliyyül'emre itaat, ebeveyne itaatden daha ziyade vacibdir. Başka bir tabir ile bu halde veliyyül'emr, itaat edilmeğe ana­dan babadan ehakdır.

Ödeme zamanı hulul etmiş veya etmekde bulunmuş olan borçlulaı ise bu hakkı zamanında  ödeyib alacaklıları,   kefilleri mutazarrır etme mekle mükellef di rler. Şu kadar var ki, daini gaîb ve borca kâfi mali mev-cud olan bir medyun, vefatı halinde terikesinden borcunu ödemek üzere birini vasî tayin etdikden sonra gazaya iştirak edebilir. Çünkü bu tak­dirde  alacaklının hakkı  mahfuz bulunmuş olur.

Bulunduğu beldede teferrüd eden bir âlimin ilm sahasındaki hizme­ti ise harbe bilfi'I iştirakinden beklenilen hizmetden daha mühim, daha nafidir. Binaenaleyh bunlar harb vazifesinden müstesna bulunurlar.

240 - : Nefiri âm halinde  kölelerde,      kadınlarda,      borçlularda, âlimlerde, hattâ savaşa kadir olabilecek çocuklar da cihad ile mükellef olurlat. Velev  ki efendileri, kocaları,  alacaklıları,   ana  ve babaları razı olmasınlar. Çünkü bu halde cihada iştirak, bir farzı ayrı mahiyetini al­mış olur. Düşmanın savletini el birliğiyle durdurmak zarureti tahakkuk etmiş  bulunur. Umumî  haklara   riayet  vazifesi,  hususî haklara   riayet vazifesine tekaddüm eder, zararı âmmı def için zararı hâs ihtiyar olu­nur. Bedayî, Reddül'muhtar. [78]

 

Cihad İçin İsticar Cai Zolub Olmadığı  

 

241  - : Harb halinde cihad işleri için isticar.caiz değildir. Çünkü bunlar, bir vecibe olduğundan bunların ifası için ücrt alınamaz.

Binaenaleyh bir kimse, kendi yerine muharebede bulunmak üzen; bir şahsı muayyen veya «şu harbin nihayetine kadar» diye gayri muay­yen bir müddetle isticar etse icare muteber olmaz. Artık o şahıs, mu­harebede bulunacak olsa elde edilen ganaimden kendisi müstefid olur, müsteciri müstefid olamaz. Velev ki ganaimden alınacak' seninin müs te'cire aid olması, şart edilmiş olsun.

Kezalik: bir müslim, kumandanın: «Şu düşmanı öldür, sana şu ka­dar ücret vereyim» demesi üzerine o düşmanı öldürse tayin edilen ücre­te  müstahik olmaz.                                                      ,

242 - : Bir müslim, harb esnasında siper kazımak, istihkâm yap­mak gibi cihaddan sayılan işlerde bulunsa ücrete müstahik olmaz. Fa­kat harb haricinde olarak bu gibi şeyleri yapanlar, ücrete müstahik olur­lar. Zimmîler ise her iki halde de ücret alabilirler. Çünkü onlar, cihad ile mükellef değildirler.

243 - : Cihad işleri için harb halinde ne beytül'malden, ne de sev-vet sahihlerinden ücret almak bir müslim için'caiz değildir.  Çu  kadar var  ki,  islâm ordusunda kuvvet ve  kesret gayri   mevcud,  beytülmalde-mücahidleri idare ve iaşe edecek emval, mefkud bulunduğu takdirde hal­kın ücretle asker tedarük etmesi veya bu maksadla veliyyülemrin halk-dan bir mikdar para alması caizdir.

Zenginlerin  kendi tîbi nefsleriyle gazilere yardım  olsun   diye  nakden muave-netde bulunmaları ve bu veçhile cihada mâlen iştirak etmiş olmaları ise müstahsendir, gerek beytülmalde mal bulunsun ve gerek bulunmasın. Siyeri Kebîr, ReddüI1 muhtar.       [79]

 

Cihad  Halinde  Veliyyül'emrin  Kumandan             

Tayini Ve Tavsiyeleri :                          

 

244 - : Harbe lüzum görülüb de bir cihete bir ordu veya bir se-riyye gönderileceği takdirde veliyyül'emrin ilk yapacağı şey, bunların Üzerlerine bir emir - kumandan tayin etmekdir. Çünkü askeri sevk ve idare, raiyyeye nezaret, orduda ittifak ve ittihadı temin, iktiza eden ah­kâmı tenfiz için bir emîre ihtiyaç vardır, her hâdisede veliyyül'emre  müracaat edilmesi müteazzirdir.

245 - : Harb için tayin edilen kumandan makamına  «imare alel-cihad» denir ki, imareti hassa, imareti âmme kısımlarına ayrılır..imare­ti hassa, yalnız harb işlerini tedvife maksurdur. İmareti âmme ise har­bi İdareye, ganimet mallarını taksime, müsaleha akdine vesaireye şâmil­dir. Istılah  kısmına müracaat!.

Harb, cüret ve şecaate, hüsni tedbire, ganaimi taksim hususunda hıfz ve amenete, hi'sab ve kitabete mütevakkıf dır. Bu cihetle veliyyül-emr, bu iki ciheti bir zat uhdesine tefviz edebileceği gibi başka başka zatların uhdelerine de tefviz edebilir. Bu babda ehliyyet ve ihtisas 'ara­nır.

Şayed veliyyül'emr, ganimetlerin taksimini emiri harb ile emiri kıs­met olmak üzere tayin edeceği iki zatın uhdesine tevdi ederse bu husus-da bunlardan biri müstakillen hareket edemez, taksimi birlikde yapma­ları icab eder.

246 - : Kumandan tayin edilecek zatın âdil, müdebbir, harb siya­setine vâkıf, muharebe usulüne aşina, halâl ve harama âlim, şefkat ve şecaatle muttasıf, lâubaliyâne bir tarzda mehlekelere  atılmalıdan müe tenib olması lâzımdır. Çünkü bu gibi evsafı haiz olmayan bir kimsenin kumandan tayin edilmesiyle bu  tayinden  beklenilen  faideler hâsıl -ola­maz.

247 - : Harbe kumandan tayin edilen zat, talialarla = casuslarla, tasaffuhi ceyş ile = orduyu muzir eşhasdan tasfiye ile ve isti'razı ceyş ile  =  orduyu teftiş ve müşahede ile meşgul olmak icab eder.

248 - : İslâm ordusunda   livalar,   re'yetler,   yani  sancaklar ile âlemler bulunur. Livalar, veliyyül'emre, re'yetler de kumandanlara mahsusdur. Orduda «şiar» ittihazı da mendubdur. Yani:-Jıer fırkanın kendi­sine mahsus bir alâmeti, bir parolası bulunur. Istılah kısmına müraca­at!

249 - : Kumandanlara ve orduya karşı yapılacak tavsiyelere ge­lince veliyyül'emr, tayin edeceği emîre evvelâ ittika tavsiye eder, yani; gerek kendi nefsi hakkında, ve gerek kumandası altımda bulunacak er­ler hakkında güzelce hareket ve muamele etmesini, harb halinde âdilâ­ne davranarak Öldürülmesi caiz, imhası muvafık olmayan, şeylere teca­vüzden sakınmasını ihtarda bulunur ve daha icab eden emirleri verir.

İmaret, azîm bir emanetdir. Bunu ancak müttekî olan zatlar ikame edebilir.

Veliyyül'emr, sonra emîrin vuku bulan emirlerine, nehylerine itaat etmelerini orduya, seriyye efradına tavsiye ve ihtar eder.

250 - : Emîr, veliyyüremrin naibidir. Veliyyüremre itaat, bir ve­cîbe olduğu gibi onun naibine itaat de bir vecibedir. Hattâ efrad, emî-nn emr ve nehy etdiği şeylerin faideli olub olmadığını idrâk edemeselet bile itaat etmeleri icab eder. Çünkü böyle içtihada mahal olan her han­gi  bir hususda veliyyül'emre  ve naibine itaat  lâzımdır.  Meselâ:   emîr, orduyu teşkil eden saka,  meymene, meysere vesaire gibi tecemmu'lara, hitaben «hiç birinin harb halinde diğerine yardım İçin bulunduğu nok tayı terk etmemesini tenbih edecek olsa bu tecemmulann yerlerinden kı­mıldanmamaları lâzım  gelir. Velev  ki bîr  tecemmua  düşmanın galebe­sinden korksunlar,

251 - : Emîrin emr ve nehy etdiği şeyin bir ma'siyet veya helaki mucib, gayri muvafık İpir hareket olduğu herkesçe müsellem bulunursa o halde kendisine itaat icab etmez. Çünkü halika ma'siyeti müstelzim olan hususlarda mahlûka itaat edilmesi caiz değildir. «Mafevkin kanu­na muhalif emirlerine ittiba olunmaz» düsturu da malûmdur. Maamafih böyle ma'siyeti müstelzim bir emr ve nehy halinde de sabr ve taham­mül edilerek emîr üzerine huruç ve tahakkümden müeanebet lâzım gelir.

252 - : Emirülceyş, kendisinin meşru bir emr veya nehyine mu-halefetde bulunmuş olan bir mücahidi hemen te'dibe kıyam etmez. Bel­ki bir daha böyle hareket etmemesi için kendisine nasihat verir. Şayei o mücahid, bir özre mebni olmaksızın ikinci bir muhalefetde daha bu lunursa o zaman te'dib eder.

Özür hususunda mücahid, yeminiyle tasdik edilir. Zira te'dibden kurtulmasını müstelzim olacak bir şeyin vukuunu iddia etmiş olur. Mu ayyen hasrm bulunmayan bir müddeî ise yeminiyle tasdik olunur. Bu halde sıdka ihtimali olan bir haberi yemin ile te'kid etmiş olacağından tedibden kurtulması lâzım gelir. Siyeri kebîr, Bedayî, Hindiyye. [80]

 

Harb Halinde Veliyyül'emre Ve Gazilere Teveccüh Eden İlk Vecibe  

 

253  - : Müslümanhkda cihadın gayesi,   ülkeler  fethetmek,  başka milletler üzerine hâkimiyet tesis eylemek gibi şeyler değildir. Belki - yu kanda da işaret edildiği üzere beşeriyeti hak ve hakikatden haberdar ederek bir vahdet ve uhuvvet dairesinde cem ile ebedi bir saadete k'a-vuşdurmakdan ibaretdir.

Binaenaleyh gayri müslim düşmanlar ile harb edecek olan veliy­yüremrin ve gazilerin ilk vecibeleri, düşmanları bu gayeyi kabule da­vet etmekdir.

254  - : Kendileriyle harb edilecek gayri  müslimlei   şu iki halden hâli olamaz:

(1) : Dİnİ islâmdan evvelce haberdar bulunmuş. olurlar. Kt,-ndi mu­hitlerinde islâmiyete dair malûmat, şayi ve davet vaki bulunmuş olur. Bu halde bunlar ile harbe başlamadan evvel kendilerini islâmiyet! ka­bule davet etmek icab etmez. Çünkü bu davet vecibesi, evvelce yapıl­mış demek olmakla kendilerinde bir mazeret şübhesi bile kalmamışdır. Bu veçhile olan davet, «daveti hükmiyye» kabilindendir. Bu davet, müs-. lümanların düşmanlarını dini İslama davet etmekde olmalarının ve ne gibi bir maksadla harb etdiklerinin şark ve garbe yayılmış olması demekdir.                                                                      

Maahaza belki icabet ederler diye bir kerre dalıa davet edilmeleri evlâdır. Bunu kabul etmedikleri takdirde cizye vererek islâm ahdini, hi­mayesini iltizam etmeleri kendilerine ihtar olunmalıdır. Meğer ki bu da­vet ve ihtar, müslümanların hakkında harb bakımından bir zarar ve mahzuru, meselâ: harb için elverişli vaktin gaib edilmesini müstelzim olsun. Bu halde davete, ihtara lüzum görülmeksizin harbe mübaşereı olunabilir.

(2) : Dini islâmdan evvelce haberdar, bulunmamış olurlar. Bu tak­dirde bunların ilk evvel islâmiyeti kabule davet edilmeleri icap eder. Tâ ki islâm ordusunun ulvî maksadına vâkıf, onların öyle maddî bir menfaat uğrunda harb etmediklerine muttali olsunlar. Bu dâvett. de «dâ veti hakikiyye» denir'. Bu davet, ekseri muhasara esnasında, yani: düş­manı ihata etmek, tazyika başlamak zamanında yapılır.

255 - : Dini  islâmdan evvelce haberdar  olmayan bir  milleti  da­veti hakikiyye suretiyle  islâmiyete davet etmeğe, lüzum  vardır.  Çünkü cihaddaki kudsî gayenin husulü vaiz ve  nasihatle,  güzel  mücadele île kabil oldukça bu hususda kılıç istimali muvafık olmaz.

Filhakika cehalet içinde yaşayan, ilâhî bir, dinin davetinden biha­ber bulunan bîr millet, bu hususda bir dereceye kadar mazur sayılabilir. İşte bunların bu babdaki mazeretlerini bii'külliyye kesib atmak, hakla­rında hücceti ilâhiyyeyi ikmal etmek için guzzatı müslimîn tarafından dini İslama davet edilmeleri bir vecibe teşkil eder.

256 - : Dini islâmı kabule davet edilenler, bu daveti katul ederlerse islâm camiasına girmiş olurlar, kendileriyle harbe mahal kalmaz. Fakat bu daveti kabul etmedikleri takdirde bir mikdar cizye vererek islâm zimmetini, islâm himayesini kabul etmeleri kendilerine teklif olu­nur. Bu zimmeti kabul ettikleri suretde yine harbe meydan kalmaz, ken­dileri de dari islâm ahalisinden sayılırlar, muamelât hususunda müslü-manların lehine ve aleyhine cereyan eden hükümler, onların da lehine ve aleyhine olarak cereyana başlar, malları ve canları müslümanlarm malları ve canları gibi mahfuz kalır. Şayed bu ikinci şıkkı da kabul et­mezlerse artık mücahitler, hakka tevekkül ve nusratı ilâhiyyeyt itimad ederek kemali sabr ve metanetle ma'rekeye atılarak cihada mübaşeret ederler.

257 - : Gayri  müslim bir düşmari, müslümanlarm  yurduna ansı­zın hücum eder de kendilerini dini İslama davet, vaktin ziyaivle cüret­lerinin tezayüdüne bâis olacağı melhuz bulunursa artık davete  vesaire-ye bakılmaksızın savaşa mübaşeret olunur.   Çünkü  bu halde harb, bir müdafaai meşrua mahiyetinde bulunacağından icrası te'hir  olunamaz.

258 - : Cihad sahasına  atılan   mücahidlerden  berhayat  kalanlar, «gazi», düşman silâhiyle terki hayat edenler de «şehid» unvanı mefha­retini ihraz ederler, bu mübarek şehidlerin feyzi şehadetle tetahhur eden na'şları, gasle muhtaç olmaksızın defn edilir.

Saffı harbde yaralamb harb sahası haricinde terki hayat eden bir islâm mücahidi de «mürtes» namım'alır, bunun hakkında şeh:d ahkâ­mı her veçhile carî olmadığından mübarek naşı, gasl edilmeksizin defr. olunmaz. Istılah kısmına da müracaat!.

259 - : islâm mücahidleri için icabı hâle göre  biri biririn imda­dına koşmak da bir vecibedir. Meselâ: dari harbe gönderilmiş olan bir seriyye, düşman tarafından islâm serhaddine veya bir  islâm beldesine hücum edildiğini haber alınca zannı galibine göre hareket ed^r. Eğer o serhadde veya beldede bulunan islâm  kuvvetleri,  oraları  müdafaa ede­bilecek bir halde zannedilirse seriyye, yoluna devam ederek  dari harb­de cihad ile iştigal eder.  Fakat müdafaa edemiyecekleri  ve kendilerine başka tarafdari yardım edilemiyeceği zannedilirse seriyye, daıi harbde-ı çıkarak dindaşlarının imdadına koşar.     Çünkü bu halde   müslümanlara yardım, bir farzı ayn olur. Ve defi zarar, celbi menfaatten mukaddem bulunur.

260 - : Dar  harbde  muhtelif  cebhelerde  bulunan iki   seriyyeden biri.imdada muhtaç olduğu gibi bir tarafdan da bir islâm serhaddine ve­ya beldesine hücum vuku bulmuş ve imdada ihtiyaç görülmüş olsa di­ğer seriyye, eğer kuvveti kâfi ise iki kısma ayrılarak her iki tarafın im­dadına koşar. Fakat böyle iki kısma ayrıldığı takdirde hiç bir tarafın düşmanına mukavemet edemiyeceği zannedilirse tamamen   dari harbdeki öbür seriyyenin imdadına koşar, onu kurtarmaya çalışır, kuvvetini beyhude yere iki parçaya ayırmaz. Hududdaki müslümanlarm imdadına sair islâm kuvvetlerinin koşmaları mümkün olduğundan bu halde seriy-veye imdad ciheti tercih olunur. Meğer ki imdada muhtaç olan o seriy-ve, dari islâm ordusuna serhadden daha yakın bulunsun. Bu takdirde serhaddeki  müslümanlarm imdadına koşulması tercih edilir.

Şayed  seriyye  ile  serhad ahalisinin vaziyetleri,   muavenete ihtiyaç ,: ve havf hususunda müsavi bir halde zannedilirse o diğer seriyye, ken­disine daha yakın olan tarafın imdadına koşmayı-tercih eder. Zira ken­dilerine  akreb olan seriyyenin düşmanı, kendilerinin en  yakın düşmanı demekdir. Siyeri kebîr, Mebsut, Bedayî, DürrüTmuhtar, Hindijye. [81]

 

Harb Halinde Yapılması Ve Katl İmhası  Caiz Olub Olmayanlar :

 

261 - : Senenin her hangi bir ayında cihada başlanılması caiz ol­duğu gibi düşmanın mukavemetini kırmak, zaferi, temin etmek için harn vasıtalarından'hangi birini kullanmak da caizdir.

Binaenaleyh «eşhürülhurüm»   denilen  Receb, Zilka'de,  Zilhicce   ve Muharrem aylarında harbe başlanılabilir. Ve harbde her nevi silâh kullanılabilir. Bu cihetle müslümanlar, harbde kendi taraflarından,icad edil­miş olan silâhları kullanabilecekleri gibi başka milletler tarafından icad edilen silâhları da istimal edebilirler. nazmı celîli, müslümanları alel'ıtlak kadir oldukları kuv-' âyetleri ihzar etmekle mükellef tutmaktadır.  Bunun içindir  ki,  vaktiyle müslümanlar, ordularında gerek, arablarm ve gerek  acemlerin icad ve istimal etmiş oldukları kavsleri ~ yaylan istimal etmişlerdir.

Bu kavsler, şu veçhile bir taksime tabi bulunmakdadır:  Kavsler, iki kısımdır: kavsi arabî, kavsi farisî.

Kavsi arabî de iki kısımdır: kavsi Hicarî, kavsi Vasıtî. Kavsi farisî de İki kısımdır: kavsi yeddir ki, el ile atılır. Kavsi  ki, ayak ile atılır.

Bu  kısımların her biri,  zamanların ve  mekânların  ihtilâfına  göre müteaddid nevilere ayrılmış, bunlara dair kavsnameler te'lif edilmişdir-.

262 - : Müslümanlar, kendilerinin icad etmemiş oldukları  kavsi farisiyi kullanmamalıdırlar. Bu, eski İran mecûsîlerine aid bir silâhdır» diyenlere karşı şöyle eevab verilmişdir:  «Mancınık  dahi  müslümanlann icad etmiş olduğu bir harb âleti değildir, bunu sair milletler icad etmiş, harblerde  kullanmışlardır.  Bununla beraber  bu âlet,   taifin muhasarası esnasında tarafı nebeviden istimal edilmişdir.»

«Kezalik: harblerde hendek kazımak da eski Iran mecûsîlerine  aid bir âdet iken bu da Hendek gazvesinde Resuli Ekrem Efendimiz  tarafından kabul buyurmuştur.

Velhâsıl: silâh hususunda harb usulüne ve harb icablarına riayet edilmesi lâzımdır.

263 -  Harb  halinde   düşmanın  kal'aları,   müstahkem mevkileri, mezralariyı tegcereleri - görülen lüzumebni - mancınık ile, ya­kıcı, maddeler ile, su ile vesair vasıtalar ile tahrib ve imha edilebilir. Çün­kü harb icablarından olarak hayatlarına kasdedilmesi caiz olan kimse­lerin yurdlarma, mallarına kasdedilmesi de evleviyetie caiz bulunur. Böy le bir hareketin tecviz edilmemesi, harbin zarurî olan icablartna muha­lif, düşmanın fırsat buldukça yapacağı bu gibi hareketlerine mukabelei bilmişi! imkânını eâlib, zaferin tecellîsine mani olabilir. Şu kadar var ki, mahsur bir karanın veya bir beldenin içerisinde kadınlar, çocuklar, bazı mtiaüm esirler, tacirler bulunabileceği cihetle bu yerlerin başka vasıta­lar ile elde edilmesi kabil bulundukça mancınık, top, su gibi vasıtalar ile tahribine kıyam edilmemesi icap eder. Dürri Muhtar, Reddi Muhtar, Be-dayî.

«(Maliki fuk ah asının beyanına göre düşmana karşı zehirli vok, sün­gü kull anılması, atılması naramdır. Cihadm memnu alındandır. Düşma­nın içeceği şarab destilerine zehir katılması da kerîhdir. Muhammedi Hırgî.)

264 - : îslâm  ordusu  tarafından iğtinam   edilmesi   melhuz olan mezreaîarm, müsmir ve gayri müsmir ağaçların yok yere kesilmesi,, ya-kıhb yıkılması lâzım gelir. Aksi suretde hareket edilmesi bir isaetdir.

Maahaza bu veçhile tahrib ve imha yüzünden katilleri caiz olma­yan bazı kimseler öldürülmüş, bazı ekinler, ağaçlar mahvedilmiş bulun­sa, bundan dolayı diyet vesaire namiyle tazminat itası lâzım geımez. Çün­kü hâdise, dari harbde mühderüddem = kam heder olan kimseler ara­sında ve gayri mütekavvim mallar hakkında vaki olmugdur.

265 - : Dari harb ahalisinden oldukları halde katilleri şer'an ha-lâl olmayan kadınlardan, çocuklardan herhangi biri her nasılsa müca-hidler tarafından kati edilmiş bulunsa bunlar da mühderüddem olmuş olurlar.  Çünkü  harbî bulunmaları,  mühdirdir, yani:  hakkı  hayatlarını mübtildir.

Şunu da ilâve edelim ki, Hazreti Ömer (radıyallahü tealâ anh) iie bazı zevata göre düşmanı ateş ile yakmak ve düşmana ateş atmak ca­iz değildir. Diğer bazı zatlara göre de eğer ibtid düşman bu veçhile ha­reket ederse müslümanlann da bilmukabele böyle hareket etmeleri caiz olur.  (tmam Şafiîye göre düşmanın meakıIİ, yani: iltica edecek müstah­kem mevkileri var ise, haneleri, ağaçları vakılabilir, yok ise bunları yak­mak kerihdir.)

266 - : Düşman efradı, esir etdikleri bazı müslümanları veya is­lâm çocuklarını siper ittihaz etmiş olsa yine kendilerine karşı tilâh isti­mali, tüfenk atılması caiz olur. Bu halde islâm  mücahidleri,  siper itti­haz edilen müslümanları değil, belki onların arkalarında saklanan düş­man efradını kasdederek harbe devam ederler. Bunun neticesinde bazı müslümanlann şahadetine sebebiyet vermiş olsalar da bundan dolayı ra-cih olan kavle nazaran üzerlerine ne diyet, ne de  keffaret lâzım gelir. Çünkü cevazı şer'î, zamana münafidir. Bir vecibenin ifası, garamata ka­rin olamaz. Aksi takdirde bıy vecibenin ifası sekteye  uğrar, bu yüzden düşman istifade ederek islâm ordusunun galibiyetine mani olabilir, umu­mun menafii için bu hususî zararlar iltizam edilmiş olur

267 - : îslâm ordusunda -görülecek bir menfaat ve maslahat-1, mebni - gayri müslimlerin de bulunarak harbe iştirak etmeleri caizdu. Şu kadar var ki bunlar, islâm bayrakları  altında hareket etmelidirler. Tâ ki haklarında islâm kumandanlığının hükmü galib olsun.

Müslümanlar da - kendileri için bir maslahat mevcut olduğu tak dirde - gayri müslimlerin kendi  aralarında yaptıkları    muharebelerde iki tarafdan birine yardım edebilir. Fakat bir maslahat mevcud  olma­dığı takdirde gayri müsiimlere: aid bir ordunun kuvvetini, sevadım tek­sir etmeleri lâik değildir. Siyari Kebîr, Bedayî.       

268 - : Dari harbde düşmana karşı igare - şebhun   =   çapul da caizdir.

Binaenaleyh düşmana karşı gündüzün veya geceleyin baskın yapı­larak silâhları vesair mallan ellerinden alınabilir. . Bu, harb icablann-dandır. Bu gibi şeyler hakkında ganaim ahkâmı cereyan eder.

269 - : Harb halinde   mübareze de  caizdir.   Maamafih   bir islâm mücahidinin mübareze sahasına atılabilmesi için iki şart vardır. Birisi: bu mübariz;   şeci, zî necdet,  hasmını  yeneceğine kani bulunmalı.   Aksı halde mübarezeden menedilir.   ikincisi bu mübariz,  askerin kumandanı olmamalıdır. Çünkü  müdebbir bir kumandanın fıkdanı,   askerin inhiza-mına müeddî olur.

Maamafih imamı Âzam hazretlerine göre ilk evvel bir müslünıaı tarafından düşmana mübareze teklif edilmez. Zira her hangi bir şalın mübarezeye davet, onun hakkında bir nevi hususî bir tecavüz ve teaddî sayılabileceğinden buna islâm adalet ve  mürüvveti  müsaid  değildir.

270 - : Mübareze için veliyyülemrdfn, kumandandan  istizâne   lü­zum yoktur. Çünkü harb halinde buna delâleten izin vardır. Fakat ku mandan mübarezeyi men etmiş bulunursa artık bir mücahidin kendi ken­dine mübarezeye kıyam etmesi caiz olmaz, bü sarahat karşısında artık delâletin hükmü kalmaz.

 (Şafiîlere göre mübareze için her halde emîrin sarahaten müsaa­desi lâzımdır.)

271 - : Düşmanın   gayzini  arttırmak   için içlerinden bazı   mühim maktullerin başlarını başka bir yere götürerek teşhir etmekde bir beis yokdur.   Bununla  o  maktullerin  şerlerinden kurtulmuş     olduğuna  dair herkesçe bir kanaat husule gelmiş olur.

272  - : Kıtale   mübaşeret eden veya müteheyyi   ve   müstaid   bu­lunan her düşman eri kati edilebilir.

Harb nihayete erib zafer- elde edildikten sonra müslede oulunmart, yani: başkalarına ibret olsun, diye düşmanın burnunu, kulağın; ve sair bazı uzuvlarını kesmek, gözlerini oyarak kendisini çirkin bir şekle sok­mak, memnudur.

273  - : İslâm mukatilleri,  yani:  düşman île  harb  eden mücahid-ler, iki sınıfa ayrılır:

(1) Mürtezikadır ki, bunlar ashabı divandır.   Yani:   divanı  aske­rîde   mukayyed   olub  kendilerine beytülmaîden münasib  mikdar   ataya tahsis  edilmiş  olan ehli cihaddır.  Zamammızdaki  muvazzaf  ve  ihtiyat erleri gibi.

(2) : Mütetavviadır ki, divanı askerîden hariç olub mahza Hak rı-zasiyçin cihada iştirak eden müslim şehir, köy ve badiye ahalisidir. Bun­lara «gönüllü efrad»  denir.

Kadınlar ile çocuklar, bilfi'l mukateleye iştirak etseler debün yelerîndeki zaafa mebni - mukatil sayılmazlar.

274 - : Harb esnasında kadınları, çocukları, şeyhi fanî denilen ih­tiyarları, körleri, mefluçları, matuhları,     kötürümleri,   sağ  eli   kesilmiş olanları, savmialarında yaşayan veya dağ başlarında gezib dolaşan ra-hibleri, nâs ile ihtilât etmeyen kenîse hademesini öldürmek caiz değil­dir. Çünkü bunlar, harb ve kital ehli değildirler.

Fakat bunlardan biri harbe bilfiil iştirak eder veya harbe teşvikde bulunur veya harb işlerinde reyinden istifade olunacak bir vaziyetde gö­rülürse o takdirde öldürülebilir.

275 - : Harb   esnasında   öldürülmeleri   caiz olmayanları  harbden sonra da öldürmek caiz değildir. Meğer ki evvelce harbe iştirak etmiş veya teşvikde bulunmuş olsunlar. Şu kadar var ki, çocuklar ile matuh lar bu hususda da müstesnadırlar. Bunlar evvelce harbe iştirak etmiş olsalar da harb bitdikden sonra artık öldürülmezler, velev ki müslüman-lardan bir çok kimseleri şehid etmiş bulunsunlar. Çünkü esirleri öldür­mek, bir ukubet maksadına müsteniddir. Bunlar ise ukubet ehlinden de­ğildirler.  Harb  esnasında kati  edilmeleri  ise  ukubet nıaksadiyle   değil, belki  bilfiil vaki olan serlerini def maksadına mebnîdir.

Maahaza gerek harb esnasında ve gerek harb sonunda katilleri ca­iz olmayan eşhasdan her hangi birini öldürmek, kendileri islâmiyeti kabul etmemiş veya kendilerine eman verilmemiş ise - zamanı icab etmez, bu yüzden katile diyet gibi, keffaret gibi bir ceza teveccüh et­mez. Zira dari harb ahalisinden bulunan bu gibi şahısların kanları ma­sum ve mütekavvim değildir. Şu kadar var ki, bunları öldürmek bir ma' siyet demek olacağından bundan dolayı katilin taib ve müstağfir olma­sı icab  eder.

276 - : Harb neticesinde elde edilen bir "beldedeki  katilleri gayri oaiz eşhas, imkân mevcud ise dari İslama nakl edilir, dari harbde bıra­kılmazlar.   Meğer  ki   bırakılmalarında bir   zarar,  nakillerinde  bir faide melhuz olmasın.

Elde edilen emtia ve esliha ile hayvanat dahi kabil ise dari İslama nakl edilir, değilse emtia ve kesüdikden sonra hayvanat yakılır, silâhlar da kabil iso yakılır, değilse kırılarak parçaları toprakda gizledilir. Bun-İardan düşmanın hiç bir veçhile istifadesine meydan bırakılmaz.

Bu veçhile hareketin cevazı, imamı Âzam'ın içtihadına göredir. Mebsut, Bedayî, Hindiye.

«(imam Mâlike göre düşmandan alman hayvanatı öldürüb yakmak, müsîe sayılır. Müsle ise şer'an memnudur. Resuli Ekrem'in düşman hay­vanatını öldürdüğü  rivayet olunmamışdır.   Bidayetül'müctehid.

İmam Şafiî ile imam Ahmede göre de düşmandan elde edilen emtia ve saire gibi malları mâlikinden başkasının kırmak, kesmek, yakmak suretiyle imha etmesi caiz değildir.) [82]

 

Dari İslam İle Rart Harbin Mahiyetleri :

 

277 - : Müslümanların eli   altında  hâkimiyeti dairesinde bulunan ) erler birer dari islâmdır ki, ehli islâm,  oralarda emn ve eman içinde yaşayarak vazifei diniyelerini ifaya muktedir bulunurlar.

Müslümanlar ile aralarında müsaleha ve müvadea bulunmayan gay­ri müslimlerin hâkimiyeti altında bulunan yerler de birer dari harbdir. Bunların gayri müslim ahalisinden her birine «harbî» denilir.

278 - : Bîr dari harbin dari islâm haline gelmesi için yalnız bir şart vardır ki, o da o darde islâm ahkâmının icra edilmeğe başlamasın­dan ibaretdir. Velev ki içinde onun eski gayri müslim ahalisinden bazı­ları mukim bulunsunlar, velev ki o dar, dari İslama muttasıl bulunmasın.

Binaenaleyh islâm mücahidleri, gayri müslimlere aid bir ülkenin herhangi bir beldesini feth ederek içinde cuma, bayram vesaire gibi is­lâm ahkâmını icraya başlasalar o belde bir dari İslama tahavvül etmiş olur. Bu hususda bütün hanefî müctehidleri müttefikdirler.

279 - : Bir  dari islâmın  - Allah  Tealâ  muhafaza buyursun - bir dari harbe tahavvülü, İmamı Azam'a göre şu üç şartın tahakkukuna mütevakkıf dır:

(1) : Dari  harbe   muttasıl   olmalıdır.

(2) : içerisinde şirk ahkâmı icra edilmelidir.

(3) : İçinde evvelki eman ile emîn bir müslim veya zimmî kalma-nıış olmalıdır.

Evvelki emandan maksad, müslim için islâmiyeti cihetiylo, zimmî için de akdi zimmeti sebebiyle islâm hükümetinin kuvvetine müstenid olarak  sabit bulunan emniyet ve  selâmetdir.

Bu üç şart tahakkuk etmedikçe bir belde veya bir ülke dari harb sayılamaz.

Bu kavle göre bir islâm beldesi, mücerred ehli harbden birinin ga­lebe ve istilâsiyle veya ahalisinin bil'irtidad ahkâmı küfrü icra etmesiy­le veya içindeki ehli zimmetin nakzı ahd ederek tegallübde bulunmasiy-le dari harbe inkılâb etmiş olmaz. Meğer ki mezkûr üç şartın üçü de tahakkuk etsin. Bedayi, Tenvir.

280 - : Yukarıda yazılı üç şartın tahakkukiyle dari harbe tahav-vül eden bir islâm beldesi, tekrar islâm mücahidleri tarafından feth ve ı'stirdad  edilince evvelki  hükmüne rücu eder. Yani:   arazisi  öşriyye ise yine öşriyye, haraciyye ise yine, haraciyye olur. Kadim ahalisi, kablel-kisme avdet edince  mallarını meccanen alırlar1, taksimden sonra gelin­ce de yalnız kıymetleriyle alabilirler.

281 - : İmameyne   göre  her  hangi bir   islâm   beldesinde  ahkâmı küfr icra edilmeğe başlandığı, yani: harbî bulunan nâfizülhükm bir hü­kümdarın istilâsına maruz kaldığı takdirde dari harb haline gelmiş olur. Çünkü bir darin bir dari harb olması; gayri müsljmlerin meneası, kuv­veti,  ordusu  itibariyledir.  Bunları   da   nâfizülhükm  olan   hükümdarları va hükümetleri temsil eder.

Binaenaleyh hükümdarı harbî olan her hangi bir ülke, bir dari harb bulunmuş olur. Velev ki diri is'âma muttasıl olsun. Müfta bin olan da "budur. Nitekim bir fetvada şöyle denilmişdir:

cBilâdi islâmiyyeden bir beldenin civarında vaki karyelerde müte-mekkin olan zimmîler, itaati veliyyül'emrden bilkülliyye huruç edib bazı bilâdi islâmiyyeye istilâ ve müslimîn ile muharebe için temekkün ve te-hayyüz eyleseler bu taifenin karyeleri çer'an darülharb olub haklarında harbî ahkâmı carî olur. Mecmuai cedide, Dürer, DürrüTmuhtar, Hindiyye. (Şafiî fukahasının beyanına nazaran dari islâm şöylece uç kısım­dır  : Müslümanların   ikamet   etdikleri beldeler.

 (2) : Müslümanların   feth  edib   eski  ahalisini   içerisinde  hii   cizye mukabilinde iskân eyledikleri  beldelerdir.   Bunların arazisi, gerek   ken­dilerine temlik edilsin ve gerek edilmesin. İslâm hükümetinin istilâsı al­tında bulunması kâfidir.

(3) : Evvelce müslümanların  ikamet edib   bilâhare  gayri   jzıüslinr îerin zabt etdikleri beldelerdir. Müslümanların bu beldelere olan kadîm istilâları, bunlarda dari islâm olmak  hükmünün istimrarı  için kâfidir.

Demek oluyor ki: bir belde bir kerre dari islâm oldu rnu, artık on-üan sonra mutlaka, yani: gerek bilâhare oraya gayri müslimler, müs­tevli olsunlar ve gerek olmasınlar ve orada müslimlerin ikametine ge­rek müsaade etsinler ve gerek etmesinler orası, dari, küfr, dari harb hükmünde olamaz. Tuhfetül'muhtac.) [83]

 

Dabi Habbe Götürülmesi Muvafık Veya Memnu Oltjb Olmayan Şeyler  

 

282 -  : Müslümanlara  karşı  düşmanın  harb   kuvvetini  arttıracak şe'yleri dari harb ahalisine satmak, muvafık değildir.

Binaenaleyh müslüman tacirlerin silâh, demir, zimmî köle gibi şey­leri dari harbe götürüb satmaları kerihdir. Böyle bir hareket, müslü-manların aleyhine olmak üzere düşmana bir yardım demekv.3v Bu ci­hetledir ki, dari islâma gelmiş olan bir harbînin silâh satın almasına meydan verilmez. Şayed satın almış olsa dari harbe götürmesine mü­saade edilmez. Dari islâm getirmiş olduğu bir silâhı istibdal etmek is­tediği takdirde de bakılır: eğer bu iki silâh biri birine muadl ise veya tebdilen alacağı silâh daha aşağı ise bu istibdale müsaade edilir, aksi hal­de müsaade edilmez.

283  - : Kura' denilen at, deve gibi yük hayvanlarım da dari har­be satmak için götürmek muvafık değildir. Nakl vesaitinden bulunma­yan koyun, keçi gibi hayvanlar, küra'dan sayılmaz. Binaenaleyh bu gi­bi hayvanları tüccarın dari harbe götürmesi caizdir.

284  - : Tüccarın  «meyere» denilen kumaş, mata,  taam gibi şey­leri - müslümanların ihtiyaçlarından fazla olduğu takdirde - dari har­be çıkarıb satmalarında bir beis yoktur. Bu husus, asırlardan beri ta­cirler arasında carî bir âdet hükmünü almışdır. Müslümanların ticaret maksadiyle dari harbe gidib gelmeleri de münker bir hareket görülme-mişdir.  Hattâ deniliyor ki: bazı emtia, edviye vesaire gibi şeyler,  dari harbde bulunmakdadır,  bunlara müslümanların  ihtiyacı vardır. Halbu­ki müslümanlar, kendi ülkelerindeki şeyleri dari harb ahalisinden men-ettikleri takdirde onlar da mukabelei bilmisilde bulunacaklardım.  Böyle bir hal ise âmme maslahatına muhaîifdir. Binaenaleyh bazı şeylerin da­ri harbe götürülüb satılması, ruhsatı şer'İyeye iktiran etmişdir. Maahaza kat'î bir lüzum görülmedikçe dari harbe gidilmemesi  izzeti  nefsi ve dini muhafaza noktai nazarından - efdal görülmektedir.

285 - : Muharebede bir  düşman kalesinin muhasarası   esnasında mahsur düşmana me'kûlât ve saircden hiçbir şey satılamaz. Çüiıkü böy­le bir satış, düşmana iane olacağından harb maksadına münafi bulunur.

286 - : Ta'zimi vacib, istihfafı han.ım olan şeyleri dari harbe gö­türmek de memnudur. Meğer ki muhafazaları hakkında îam bir emniyet mevcud olsun.

Binaenaleyh dari harbe azimet edecek islâm mücahidlerinin yanla­rında mesahifi şerifeyi, hadis ve fıkıh kitablarını bulundurabilmeleri içii. büyük bir kuvvet teşkil etmeleri lâzımdır. Bir seriyyeden, küçük bir müfrezeden ibaret olan mücahidler, bunları beraber götürmemelidirler. Zira bunların düşman eline düşerek istihfafa maruz kalmaları melhuz­dur.

287 - : islâm mücahidlerinin kadınlar ile beraber dari harbe se­fer edebilmeleri için de bakılır:;eğer mücahidler, bir ceyşi azîm İse yan­larında bazı kadınların bulunmasında  mahzur  yokdur.     Bu kadınların yaşlı kadınlardan ve cariyelerden müteşekkil olmaları evlâdır.  Bunlara askerin yemeklerini pişirmek, çamaşırlarını yıkamak gibi şeylerden do­layı ihtiyaç görülebilir. Fakat mücahidler,  bir seriyyeden ibaret iseler yanlarında kadın bulunduramazlar.  Çünkü bu  kadınların  düşman eline düşmeleri tehlikesi melhuzdur.

288 - : Sügurda   =  düşman  sınırlarında,   düşmanın  hücumundan korkulacak yerlerde ikamet eden mücahitler, serhadlerde aleddevam ika­met edib mürabit namını alan islâm kahramanları, yanlarında ailelerini1 beraber bulundurabilirler. Şu şart ile ki, yüz gösterecek düşmanı defa veya bu halde ailelerini islâm toprağına çıkarmaya kadir bulunsunlar.

Serhadlerde tevattun eden ahalii islâmiyye, oralarda müslümanları düşmanlarının şerrinden siyanet ve muhafaza maksadiyle ikamet ettik­çe mürabitlerden sayılırlar. Bedayî, Tenvir, Reddül'muhtar. Ribat ve mürabit kelimeleri için ıstılahlar kısmına müracaat!. [84]

 

Harbe Terglb Için Verilen Mala Tenfile

 Müteallik Meseleler :

 

289 - : Veliyyül'emr  veya  emîr,   lüzum  görürse   fazla  bir  sehm, bir atiyye veya muayyen bir para vermek üzere mücahidleri harbe ter-gib ve teşvikde bulunabilir. Buna «tenfil» denir. Bu veçhile verilen ma­la da «nefl» denilir. Cem'i:  «enfal» dir.

290 - : Tenfil iki kısımdır:  Biri:  tenfili hâsdır ki, bir kısım ga­zilere aid bulunur. Bu veçhile tenfilin harb esnasında veya harb ibtida-sında yapılması, mendubdur. Fakat düşmanın inhizamından veya ganimetlerin ihraz edilmesinden, sonra yapılması, caiz değildir. Çünkü bu takdirde diğer gazilerin selimlerine tecavüz edilmiş olur.

Diğeri: tenfili âmdır ki, bütün gazilere karşı yapılmış olur. Bunda da iki suret vardır:

Birinci suret: veliyyül'emr canibinden gazilere hitaben: «Her kim ne elde ederse kendisinin olsun» diye tahsis veçhile olur. Bu halde her gazi, elde edeceği mala, esire derhal temellük eder, bunun humsi - beş-de biri alınmaz.

İkinci suret: veliyyülemr tarafından: «her ne elde ederseniz sizin olsun» diye teşrik veçhile yapılır. Bu, caiz değildir. Çünkü bu takdirde piyade ile süvarinin şehmleri karışır, taksim meselesi nizaı mucib, mak­sada münafi olabilir.

291 - : «Her  mücahid,   harb   sahasında öldüreceği   düşmanın   se-lebine  ~ elbisesine, silâhına, parasına nail olsun»  tarzında vaki olacak tenfil de tenfili âmmın birinci suretine dahil olacağından caizdir.

Binaenaleyh böyle bir emre mebni herhangi bir muharib düşman neferini kati eden bir mücahid, onun selebden madud emvaline mâlik olur. Buna diğer gaziler iştirak edemezler.

292 - : .Ganaimden veya «ra'zh»  denilen atayadan  nasibi  olabile­cek her şahıs, tenfil dairesine dahil olabilir.

Binaenaleyh bir kumandan, ordusuna hitaben: «her kim düşmanın şöyle göyle bir malını elde ederse onun meselâ dörtde birine mâlik ol­sun» diye tenfilde bulunsa- buna kadınlar, çocuklar, köleler, zimmîler de dahil olmuş olurlar.

293 - : Bir kumandan,  ordusuna hitaben:   «Her kim  düşmandan birini öldürse selebine malik olsun» diye tenfilde bulundukdan sonra or­dusuna imdad için dari islâmdan diğer bir askerî kuvvet gelib iltihak etse bakılır: eğer kumandan, bu kuvvei askeriyyenin de kumandanı ise yapmıg olduğu tenfil, bunlara da şâmil olur ve illâ şâmil olmaz.

294 - : Elde edilecek şeyin fazlasiyle tenfil edildiği takdirde ba­kılır: Eğer tenfilden makâad, yalnız mal elde etmek ise o fazlanın ve­rilmesi lâzım gelmez. Fakat maliyetden başka bir şey ise verilmesi lâ­zım gelir. Şöyle ki:

Veliyyül'emr, «Her kim düşmandan, meselâ: on bin kuruş iğtinam ederse kendisine yirmi bin kuruş verilecektir.» demiş olsa iğtinam ha­linde bu fazla olan on bin kuruşun ganime verilmesi lâzım gelmez. Çün­kü böyle bir tenfilde umummüslümanlar için bir faide melhuz değildir.

Fakat: «Her kim düşmanın bir neferini esir ederse kendisine onun­la beraber on bin kuruş verilecekdir» denilse bu şarta riayet edilmek lâ­zım gelir. Zira bir neferin elde edilmesi, düşman kuvvetine tesir edebi­leceğinden bunun mukabilinde fazla mal verilmesinde umum için bir fa­ide melhuzdur.

295 -  : Meçhul  iie  tenfi! caiz,   mikdarını   tayin   voliyyüi'einrc   aid-dir.

Binaenaleyh veliyyül'omr: «Her kim düşmandan bir .şey elde öder­se kendisine ondan bir parça veya bir mikdar verilecektir., dese igtirıam halinde bu parçanın veya mikdarın tayini reyine muhavvel bulunmuş olur.

296 - : Veliyyül'emr: «Her kim bir düşman neferini Öldürürse se-lebine mâlik olsun» demekle esirler arasında bulunan bir şahıs, düşma­nın bir neferini  öldürse bakılır: eğer ganaimin taksim  veya  bey'inden evvel Öldürmüş ise maktulün selebi, ganaime dahil olur ve eğer taksim veya beyiden sonra öldürmüş ise bu seleb, o esirin mevlâsma aid bulu­nur.

297 - : Veliyyül'emr : «Şu düşman alicini  mübarizini  kim  Öl­dürürse selebine mâlik olsun» demekle  bir mücahid,  o  mübarizi  vurub atından düşürdükden ve kendisini yakalayıb İslâm ordusuna getirdikden sonra o vuruşun tesiriyle bu mübariz Ölecek olsa selebi o mücahide aid olur, Meğer ki bu mübariz, sair ganaim ile beraber mücahidler arasında taksim edildikden sonra ölsün. Bu takdirde selebi, o mücahide  aid ol­maz.

Alic; güçlü, kuvvetli, iş ehli, nefsini müdafaaya kadir kimse demek olduğundan esirlerin mübadelesinde ve vasıflar nazara alınır.

298  - : Veliyyüremr,   mücahidlere   hitaben:   Sizden  bir  kimse bir düşman neferini öldürürse seîcbİ kendisinin olsun» diye tanfilde bulun­makla iki kimse birlikde bir düşman neferini Öldürecek olsalar selebine müştereken müstahik olurlar. Çünkü bu veçhile olan tenfil. umum mu­vacehesinde vaki ve mutlaka düşmanı tenkile teşvik  maksadına mübte- . nidir.

299 - : Tenfilden evvelce  haberdar olmak  şart  değildir. Binaenaleyh tenfil hitabesinden haberi olmayan bir mücahid, matlûb fiili vücude getirecek olsa tahsis edilmiş olan atiyye vesaireye müs­tahik olur. Çünkü veliyyüTemrin hitabelerini işitmek, defi zarar husu­sunda şart ise de celbi menfaat hususunda şart bulunmamaktadır.

300 - : Mücahidlerden bazılarına daha ziyade atiye verilmek üze­re yapılan tenfil, muteberdir. Çünkü atiyyenin mikdarı, iktiham edilecek külfet ve meşakkate göre tebeddül eder.

Binaenaleyh: Düşmanın şu istihkâmlarına ilk girecek mücahide on bin, ikinci olarak girecek mücahide beş bin, üçüncüsüne de üç bin kuruş verilecekdir» denilse mücahidler, bu tertib üzere atiyye.ve müstahik olurlar.

301 - : Muayyen bir şahsı kati için yapılan tenfil, diğer şahısla­rın  katillerine  şamil değildir.   Binaenaleyh:   düşmanın  şu  kumandanını

Öldüren   mücahid   için   şu   kadar verilecekdir»   denilse  düşmanın ba^ka bir kumandanım öldüren kimse bu ikrumiyyeye müstahik olmaz.

302 - : Bir  mücahid,  düşman  tarafında  bulunarak   onunla   bera­ber harb eden bir müslümam öldürse selebine  müstahik olamaz. Şöyle ki: islâm kumandanı, «Her mücahid, Öldüreceği düşmanın selebine mâ­lik oisun* demekle bîr mücahid, düşman tarafında bulunan muharib bir islâm  erini  Öldürse  onun  selebine  müstahik  olamaz.   Çünkü  o  müslim, bu vaziyetde mübahüTkaU ise de onun malları ganaimden sayılmaz. Fa­kat o seleb, harbîlere aid olub da bu müslim ere ariyet olarak verilmiş ise ganaime dahil ve binaenaleyh katiline aid olur.

303 - : Tenfilİ yapan ikramiyye verilmesini ilân eden kuman­dan vefat edib  yerine ordu  arasından bir zat,  ittifakı  ârâ ile  kuman­dan ittihaz edilse yapılmış olan tenfil, zail olmaz. Çünkü ikinci kuman­dan, birinci kumandanın naibi demekdir. Meğer ki bu ikinci kumandan, o tenfiü ibtal ve bunu askerler arasında ilân etsin. O zaman bu tenfilin hükmü kalmaz, bunu bizzat evvelki kumandan ibtal etmiş gibi olur. Zi­ra naibin muamelâtı asle racidir. Siyeri kebîr, Mebsut, Hindiye, Reddül' muhtar.

«(Bazı zevata göre tenfil, yalnız beytül'male aid olan humsdan = beşte birden caiz olur. imam Mâlik buna kaildir. Bazı zevata göre de yalnız bu humsun beşde birinden yapılabilir. Bu, İmam Şafiînin muhta­rıdır. Bazı zatlara göre de bütün ganaimin yalnız üçde birinden veya dörtte birinde yapılabilir, fazlasiyle tenfil olamaz.)

(İmam Şafiîye göre iki muharib saf arasından ilerleyerek mübare-ze yoliyle düşmanı tepeleyen bir mücahid. o düşmanın selebine mâlik olur. Çünkü bu mücahid, bu mübareze tarikiyle fazla meşakkate katlan­mış, nefsini muhataraya atmış olacağı cihetle bu selebe müstahik ol-muşdur.)

(İmam Ahmede göre de katil olan mücahid, maktulün selebine müs­tahik olur.) [85]

 

İslâmiyet! Kaîhl Edecek Harbilere Müteallik Meseleler  :

 

304 - : Bir düşmanın  islâmiyeti   kabul   etmesi,   kendisiyle  harbin devamına manidir.  Şöyle  ki:   müslümanlarca harbden   cihaddan  asıl gaye,   kelimetullahı  i'lâdır.   Yani:   dini   tevhidi   tamimden   ibaretdir.   Bu gaye temin edildikden sonra artık savaşın devamına lüzum kalmaz.

Binaenaleyh muharib bir düşman, dini ilâhiyi kabul edince islâm camiasına girmiş, nefsi de, malı da masunîyyet kazanmış olur.

305  -  : Bir şahsın veya bir zümrenin dini işlâmı kabul etmiş ol­masına hükmedilebilmesi, şu üç tarikden birisiyle olabilir.

(1) : Nas tarikidir. Bir harbînin dini islâmi kabul etdiğini saraha­ten ikrar ve itiraf etmesi gibi.

(2) : Delâlet tarikidir. Bir harbînin müslümanlar ile beraber cema­atle namaz kılması gibi. Çünkü bu heyet üzere namaz kılınması, dini is-lâma mahsusdur. Binaenaleyh bu veçhile namaz kıian bir şahsın - ima­mı Azama göre - imaniyle hükmolunur.

«(imam Şafiîye göre bununla imanına hükmolunamaz. Nitekim münferiden namaz kılması da böyledir.)

(3) : Tebaiyyet tarikidir: Bir çocuğun anasına, babasına veya bu­lunduğu dara tebean müslüman sayılması gibi. Bedayî. Bu esaslar üze­rine aşağıdaki meseleler, teferru' eder:

306  - : Gayri  hakikî  dinlerden,     mezheblerden  her  hangi   birine menaub olan bir kavm, daha beldeleri müslümanlar tarafından zapt ve feth olunmadan islâmiyeti kabul etmiş  olsa  artık  ne  canlarına,  ne de mallarına tecavüz olunamaz.

307 - : Bir harbî, dari harbde islâmiyeti kabul" edib de daha da-ri islâma hicret etmeden bulunduğu! belde müslümanlar tarafından zapt edilecek olsa kendi elindeki menkul malları tamamen kendisine aid olur, bunlar «feyi» olarak zapt edilemez. Bunlar, onun ismeti nefsine tebean masum bulunur. Bir müslümana veya bir zimmîye vedia olarak bırak­mış olduğu menkul mallan hakkında da hüküm böyledir. Çünkü mudei-nin, eli, min vechin kendi eli demekdir. Bunların her biri ise masumdur, elleri de birer yedi muhteremedir.

Fakat bir harbîye vedia olara* bırakmış olduğu malları, imamı Aza­ma göre feyi olarak zabt edilebilir. Zira harbî, maaumüddem olmadığın­dan onun eli de bir yedi ismet, bir yedi muhtereme değildir.

308 - : Dari  harbde  islâmiyeti  kabul  eden  bir  harbînin  oradaki gayrimenkul mallarına gelince bunlar,  İmamı Âzam ile imam  Muham-mede göre feyi -  mali ganimet kabiündendir.

Filvaki bu mallarla dilediği gibi tasarruf edebileceği cihetle bun­lar da min vechin elinde sayılabilir. Fakat bu kabil mallar, haddi zatın­da binefsihî mahfuz olub bilfiil elde bulundurulması kabil olmadığından sahibine tabi olmayacağı cihetle bunlar da ismeti emval usulü sabit ol­maz.                                                                                  

Bir de böyle akar kabilinden olub dari harbde bulunan mallar, bu­lunduğu ülke ahalisinin elinde, sultasında ve dari harbden bir parça me­sabesinde bulunmuş olacağından bunların feyi olmaması, düşmana bir nevi yardım- demekdir ki, tecviz edilemez.

Maahaza imam Ebu Yûsüf'e göre bu hususda menkul mallar ile gayri menkul mallar müsavidirler.

«(îmam Şafiînin içtihadı da bu veçhiledir.)

309 -  : Dari  harbde  ihtida eden bir  harbînin  gayri  baliğ  evlâdı, kendisine tebean müslüman sayılırlar. Büyük evlâdiyle zevcesi ise ken­disine dince tâbi olamayacakları cihetle feyi kabilinden bulunurlar.

310 -  : Bir harbî, islâmiyeti kabul etdikden sonra dari islâma gel­se, badehu vatanı olan dari  harb,  müslümanlar tarafından  zapt olunsa orada bulunan menkul ve gayri menkul mallan feyi olmuş olur. Çünkü dari  harbi terk  etmiş olmakla oradaki  malları evvelce  elinden çıkmış, onlardan alâkası kesilmiş bulunur.

Fakat bir müslüman veya zimmiye vedia olarak bırakmış olduğu malları yine kendisine aiddir. Dari harbde kalmış olan küçük çocukları da kendisine tebean müslüman sayılacağından bunlar da istirkakdan ma­sun bulunurlar.

311 - : Bir   harbî,   dari   islâma   gelib   girdikden   sonra islâmiyeti kabul edib de sonra mensub olduğu dari harb, müsîümanlar tarafından zabt edilse orada bulunan bütün emval ve evlâdı ve zevcesi feyi oimuş olur. Çünkü dari harbden çıktığı zaman kendisi masumünnefs bulunma­dığı cihetle emval ve evlâdı kendisine tebean masumiyeti haiz bulunma­mışlardır.  Vakiâ badehu  islâmiyeti   kabul  etmekle   kendisi  masuniyyet ve masumiyyet kesbetmiş ise de bu hal, iki darin tebayünü zamanına müsadif olmuşdur. Tebayüni  dareyn ise tebeiyyetin  sübutüns   manidir. Binaenaleyh küçük çocukları da kendisine tebaiyyetle müslüman olmuş olmazlar. İhtilâfı dar, şer'î hükümlerde tebaiyyete manidir.

312 - : Bir çocuk,  harbî bulunan ebeveyninden  biriyle veya  her ikisiyle  beraber  esir  edilecek  olsa  onların  dinîne  tabi  bulunmuş  olur. Gerek dari  harbden  çıkarılmış  olsunlar  ve  gerek   olmasınlar.   Bilâhare ebeveyni vefat etse de o çocuk - bizzat islâmiyeti kabul edinceye ka­dar - yine ebeveynine tabi bulunur.     Onların vefatiyle bu tebaiyyet munkati olmaz. Çünkü tebaiyyetde hükmün bekası için aslın bakasi şart değildir.

313 -  : Bir çocuk  anasile babasından biriyle olmaksızın esir edi­lerek  dari harbden dari islâma çıkarılmış olsa dari islâma tebeiyyetle müslüman sayılır, ihtilâfı dara mebni ebeveynine tabi olmaz. Bu halde tebeiyyet, ebeveynden dara intikal etmiş olur.

314 - : Evvelâ ana ile babadan "biri dari islâmda islâmiyeti kabul edib de badehu kendisi esir edilerek dari harbden çıkarılmış olan bir ço­cuk, o müslüman olan ana ve babaya tebean islâmiyeti haiz bulunur. Çünkü bu takdirde ihtilâfı dar, bertaraf olmuş olur.

315 - : Bir harbî, islâmiyeti kabuî edib de henüz dari harbde iken bir müslim tarafından amdtn veya hata tarikiyle Öldürülecek olsa bu ka­til üzerine yalnız keffaret lâzım gelir, kısas ve diyet icab etmez. Çünkü maktul, düşman bir kavme mensub bulunmuşdur. Bu, imamı Azama gö­redir, imam Ebu Yûsüf'e göre hata suretinde diyet iktiza eder. «(İmam Şafiîye göre hata suretinde diyetle beraber keffaret de lâ­zım gelir. Amd suretinde ise kısas icab eder.)

316 - : Mücahidlerin muhasara etdikleri bir belde ahalisinden bir kısmı;  islâmiyeti  kabule mail,  bir  kısmı  da yurdlarında kalmak üzere akdi zimmete talib olursa bakılır: eğer o beldede islâm ahkâmını icra­ya, baş gösterecek düşmanları tenkile kadir bir islâm  kuvveti  bırakıl­ması mümkün ise ahalinin bu arzuları is'af edilir. Fakat bu cihet müm-kin değilse yalnız islâmiyeti kabul etmek isteyenlerin arzuları is'af edi­lir ve kendileri beldelerinde bırakılır. Zira müslümanlar, kendi yurdların-dan çıkarıhb başka taraflara gitmeğe icbar edilemez. Zimmeti "kabul et­mek isteyenler ise dari İslama çıkmaya muvafakat etmezlerse  arzulan is'af edilmez. Çünkü bu halde bunların talebleri zimmet talebi değil, bir sulh talebi demekdir.  Sulh ise bir maslahat bulunduğu takdirde kabul edilir.

317 - : Mücahidlerin   muhasara   etdikıeri   bir   belde   ahalisi,   is­lâmiyeti    kabul    edib    kendi    aralarında    bir    mikdar    islâm    kuvveti­nin    bırakılmasını    rica    ettikleri   takdirde   bakılır:     eğer    aralarında bırakılacak islâm kuvveti, kendi kendilerine muharebeye kadir, melhuz düşman   harekâtını   tenkile   muktedir görülürse   bırakılması   caiz   olur. Eğer kendileri buna bizzat muktedir olmayıb da islâmiyeti kabul eden o belde ahalisinin birlikde hareketine muhtaç bulunurlarsa o ahalinin de islâm ordusunun çekilıb gitmesinden sonra irtidad ederek o kuvvete sal­dırmalarından korkulmazsa yine bırakılması caiz olur. Bu suretde ken dilerine bir emir tayin edilerek aralarında islâm ahkâmının cereyanı te­min edilmiş olur. Fakat irtidadlarından korkulursa  aralarında o  islâm kuvvetinin bırakılması - onları tehlükeye atmak demek olacağından - caiz olmaz. Siyeri Kebîr, Mebsut, Bedayi. [86]

 

Hakıîde Verilen Emanın Mahiyeti, Rüknü, Nev't Ve Şartı  :

 

318 -  : Muharib   düşmana     iktizasına  göre   eman  verilebilir.   Bu eman, emniyete  nailiyeti hakkında düşmana verilen söz veyahut yapı­lan işaret  demekdir.  Binaenaleyh  emanın  rüknü,  emana  delâlet eden şeylerdir. Bu bakımdan eman, şu üç nev'e ayrılır:   (Emanı sarih), «Sa­na eman verdim, sen eminsin» denilmesi gibi. (Eman bilkinaye», «Geli­niz, korkmayınız»  denilmesi veya parmakla semaya doğru işaret edil­mesi gibi.  (Eman bilkitabe)  emanname gönderilmesi gibi. Istılahat kıs­mına müracaat!.

319 - : Eman hâdisesi, bazan kendi kendine tahakkuk eder.  Ez­cümle bir müslimin dari harbde kendisiyle evlenib dari İslama çıkarmış olduğu bir kitabiyye, emana nail bulunmuş olur, kendisine ayrıca eman verilmeğe lüzum yokdur. Çünkü bir müslim ile evlenmiş olmakla zimme­ti kabul etmiş bulunur.

320 - : Her hangi  bir  lügat ile verilen  eman  muteberdir.   Velev ki kendisine eman verilen şahıs, bu lügate muttali olmasın.  Elverir ki bu söylenilen sözü işitmiş olsun.

Düşmana anlayabileceği bir lügatle hitab edilmemesi, eman veren tarafa müteveccih bir noksandır. Bundan dolayı diğer tarafın emandan mahrum edilmesi, bir gadr demek olacağından caiz görülemez. Ömer-übnül Hattab Hazretleri tarafından kumandanlarına gönderilen bir mek-tubda bu cihet ihtar olunmuştur.

Maahaza emana hakkullah, teallûk etmekdedir. Allah Tealâ ise bü­tün lügatlere âlimdir. Düşmanın söylenilen lügate muttali olub olmadığı ise bize nazaran bir batınî emirdir. Binaenaleyh buna hükümleri talik etmek, gayri mümkündür. Sebebi zahirî ise bu hususta kâfidir. O da eman için kullanılan sözün işidilmiş olmasıdır.

321 - : Emanlar,   müddet   itibariyle   (emanı   muvakkat),   (emanı mutlak),  (emanı müebbed)   nevilerine ayrılır. Kendilerine eman verilen­lerin  muayyen,  mah'dud  olub     olmamaları  itibariyle  de   (emanı   haa), (emanı âm)   nevilerine  ayrılmışdır. Istılahlar kısmına müracaat!

322 - : Emanlar, bazan bir şart ile mukayyed olur. Böyle şart mukarin olan bir eman, mücerred kavi ile sabit olur, şartın tahakkuku­na tevakkuf etmez. Bu hususda mefhumı şart, bir hüccet değildir.

Meselâ,: bir düşman neferi: «Bana eman veriniz, size şu kadar düş­man kuvvetinin bulunduğu yeri göstereyim» deyib de bunun üzerine kendisine eman verildiği halde gelib gösterdiği yerde o kuvvet mevcut bulunmasa yine kendisi eman dairesinde bulunmuş olur. Bu halde ev­velki emin bulunduğu mahalle gönderilir. Şayed orası fethedilmiş ise dari harbden diğer bir emin olacağı mahalle i'zam edilir.

«Yanınıza gelib müslüman olmak üzere bana eman veriniz.» denil­diği takdirde de hüküm böyledir. Şöyle ki: kendisine bu veçhile eman verilen bir harbî, aldığı müsaade üzerine islâm ordugâhına geldiği hal­de islâmiyeti kabulden imtina etse kendisine tecavüz olunamaz, belki evvelce emin bulunmuş olduğu mahalle gitmesine müsaade olunur.

Fakat «islâmiyeti kabul etmediği takdirde emanda olmayacağı» ev­velce şart edilmiş bulunur da buna rağmen islâmiyeti kabulden nükûl ederse feyi olarak müslümanların arasında kalmaya mecbur tutulur.

Kezalik: bir harbîye «hiyanetde bulunmaması veya müslümanlara yol göstermesi veya silâhlarını saklamayıb teslim etmesi» gibi bir şart ile eman verildiği halde bu şarta riayet etmese kendisine verilen eman, zail ve hakkında harbî ahkâmı carî olur.

323  - : Düşmana eman verecek  olanlarda  aranılan  şart  ise  şun­lardan ibaretdir:

 (1) : Eman  veren  zatlar,   müslim   olmalıdırlar.   Binaenaleyh gayri miislimîer, müslümanlar namına eman veremezler. Velev ki islâm müca-hidleri arasında bulunarak düşman aleyhine harbe iştirak etmiş olsun­lar. Çünkü bunların  hüsnüniyetle  hareket  etdiklerine,     müslümanların maslahatlarına riayet eylediklerine  itimad     olunamaz.   Meğer  ki   eman vermeleri için kendilerine  bir müslirn  tarafından  enir edilmiş  olsun,  o takdirde eman verebilirler.

(2) : Eman verenler,   âkil   olmalıdırlar.   Binaenaleyh   mecnunların, şuurları muhtel kimselerin verecekleri eman bâtıldır.  Çünkü bu eman, hatarlı bir şeydir. Bunun üzerine mesalih de, mefasid de terettüb ede­bilir. Bu halde bunları güzelce anlayabilmek, avakıbına nazar edebilmek için fazla bir akla malikiyet lâzımdır.

(3) : Baliğ olmalıdırlar. Binaenaleyh  çocukların verecekleri  eman, muteber değildir.  Çünkü  bulûğdan evvel  akıl  tekemmül  etmiş  olamaz ve baliğ olmayanlar, bir takım ahkâm ile mükellef bulunmazlar. Artık riayetiyle  mükellef olamayacakları  bu  gibi   şeylere  müdahale   etmeme­leri iktiza eder. Meğer ki cihada me'zun bulunsunlar.  O takdirde eman verebilirler.

Fakat İmam Muhammede göre mürahik olan gayri baliğler, cihada mezun bulunsunlar, bulunmasınlar eman ita edebilirler. Çünkü bunlar, îmana ehil olduklarından emana da ehildirler, verecekleri bir emanda bir mahzur görülürse veliyyül'emr tarafından  telâfisi  kabildir.  Bedayi.

«(İmam Mâlik ile İmam Ahmedin İctihadları da bu veçhiledir.)

324 - : Eman itası hususunda hürriyet şart değildir. Binaenaleyh harbe mezun olan müslim bir köle de düşmana eman verebilir. Gayri mezun bir kölenin eman verib  vermemesi  meselesi  ise müetehidler arasında ihtilaflı bir mevzudur. Bütün bu meseleler, müslümanlıkda kölelerin insanî ve siyasî hu­kukuna ne kadar riayet edildiğini göstermekdedir.

325 - : Eman verebilmek için erkek olmak da şart değildir. Binaenaleyh islâm kadınlarının da eman vermeleri sahihdir. Çünkü akıllı bir kadın, eman verilmesindeki hikmet ve maslahatı takdirden âciz değildir. Kendisi de icabı halinde cihada iştirake ehildir.

«(Maliki fukahasmdan Suhnûn'a göre kadınların verecekleri eman, veliyyüT emrin iznine mevkuf dur. Mâcişuna göre de efraddan herhangi birinin vereceği eman, veliyyüremrin iznine mevkuf bulunur.)

326  - : Dari  harbde bulunan müslim bir  tacir  veya  esirin veya orada islâmiyeti. kabul edib duran her hangi bir şahsın müslümanlar na­mına eman vermesi  muteber değildir.  Çünkü  bunlar,   dari   harbde  bu­lundukça serbest harekete mâlitf  değildirler.  Bunlar,   islâm   ordusunun vaziyetine muttali olamazlar. Bunlar, düşmanın menfaatine âlet olma. ve kendi şahsî menfaatleri  düşüncesiyle  hareket etmekle  müttehem bulunabilirler.

327 - : Asıl emanın şartına gelince bu da verilecek emamn bir hikme'. ve maslahata müstenid olmasından ibaretdir.

Meselâ: İslâm ordusunda bazı noksanlar mevcut, düşman ise kuv­vetli oîup harbe devam edebilecek bir tarzda mücehhez bulunduğu tak­dirde vaki olacak talebe mebni kendisine eman verilir, bundan İstifade edilerek noksanları ikmale fırsat elde edilmiş olur. Bu bir muvakkat mütareke demekdir..             .                                      Böyle bir faideye müstenit olmaksızın herhangi bir müslüman ta­rafından verilmiş olan eman, veliyyül'emr tarafından usulü dairesinde nakz edilebilir. Ve mafevkinin emrini, müsaadesini almaksızın böyle fa-idesiz bir eman vermeğe müsareat eden zat, bunun memnu bîr hareket olduğunu bildiği takdirde te'dib olunabilir. Çünkü bu hareketiyle isaeti edebde bulunmuş, bu cüretiyle siyasete ve tedbiri imarete halel vermiş olur. Maahaza verdiği eman, yine sahihdir.

328 - : Bir müslümanın bir islâm zümresinin bir maslahata müs­tenid olarak  düşmana vermiş olduğu emana,   aşağıda bildirileceği veç­hile bütün müslümanlar tarafından riayet edilmesi icab eder. Bu da is­lâm  hükümetinin  millî  hâkimiyet  esasına  istinat  etmesinin  bir netice­sidir.

Malûm olduğu üzere islâm cemiyetinde her ferdin büyük bir kıyme­ti, mühim bir salâhiyeti vardır. Binaenaleyh herhangi bir ferdin verdi­ği bir emana bütün o cemiyet efradının riayet etmeleri, mütekabil bir vecibedir. Yine bu millî hâkimiyet umdesine müsteniddir ki, emr vefat etmekle kendisinin tayin etmiş olduğu memurlar, mün'azil ol­mazlar. Zira veliyyül'emr, millet efradının bir vekili, bir mümessilidir, onun tayinleri millet namınadır. Artık kendisi vefat edince - müvekkil­leri olan efradı millet mevcud olduğundan - tayin etmiş olduğu me­murlar, mün'azil olmayıb vazifelerine devam ederler.

Bir hadisi şerifds: Duyurul­muştur. Yani: müslümanlar kanları - kısas ve diyet hususlarında - müsavidir. Onların en azı veya en aşağı tabakadaki ferdi bile onların ahd ve emanına müsareat eder, onlar gibi ahd ve eman itasına müsta-hiît bulunur.

Bu hadisi nebevi, müslümanları'n arasında azlık çokluk itibariyle, iç­timaî mevki itibariyle müsavatı ihlâl edecek bir fark bulunmadığını, bir müslümanın rakîk bile olsa sair müslümanlar arasındaki millî hâkimi-yetden hissedar bulunacağını göstermektedir. Siyeri Kebîr, Fethüî'kadir, Hindiyye.

329 - : Efradı müslimîn tarafından verilecek bir emanın sahih olması, hikmeti ictimaiyye ve menfaati âmme bakımından da müvafıkdır. Çünkü bu eman, bazan telâfisi kabil olmayan bir lırsatın elden çıkarıl­masına mani, büyük bir menfaatin husulünehâdim olabilir.

Meselâ: mahsur düşmanlardan bir salısın bir mücahide hususî su-retde müracaat ederek: «Eğer bana şimdi cman verirsen size kalemizin zaif tarafını gösteririm» veya «kale kapılarının açılmasını temin ede­rim» demesi üzerine kendisine verilecek eman, bu kabilden olabilir. Ar­tık vereceği bir eman ite böyle bir menfaat temin eden bir müoahid, mü-ateb olmamak lâzım gelir.

330 - : Veliyyül'emr   tarafından:   «-Herhangi   mücahidin   düşmana vereceği eman bâtıldır» diye ilân edilmiş olduğu halde buna rağmen mü-cahidlerde.n biri, bir düşmana eman  verecek  olsa  bu  eman yine  mute­ber olur.  Çünkü mücahid  için  sabit olan velayeti  eman,  veliyyül'emrin nehy etmesiyle zail olmaz ve böyle bir eman muteber olmadığı takdir­de  buna binaen  kendisini  dairei  emanda gören düşmana  gadr  edilmiş olur. Şu kadar var ki, bir mücahidin böyle bir men ve ilâna rağmen düş­mana eman vermeğe cüret etmesi, büyük bir isaet olacağından âmiri ta­rafından teMib ve habs olunabilir.

Fakat veliyyül'emr tarafından düşmana hitaben: «Size mücahidler-den herhangi birinin vereceği eman muteber değildir» diye ilân edilmiş olursa artık verilecek emana riayet lâzım gelmez. Zira bu takdirde ve-ı ileeeh ı-nuniarm nakz edileceği, evvelce ilâm edilmiş olacağı cihetle gadr hıyanet mütesavver değildir. Siyeri Kebîr, Hidaye. Hindiyye. [87]

 

Haküde  Verilen  Emanın   Hükmü Ve  Kabilî Nakz Olub Olmaması:

 

331 - : Emanın hükmü, muharib düşman hakkında emniyetin sü-butüdür. Çünkü eman mefhumu, bunu nıüş'irdir. Eman Hasındaki mak-sad, bundan ibaretdir.

Binaenaleyh kendilerine eman verilen kimselerin ne kendileri Öldü­rülür, ne de çoluk çocukları esir alınabilir, ne de mallarına, namuslarına tecavüz olunabilir. Bunun hilâfına hareket, islâm ahkâmınca büyük bîr ma'siyet teşkil eder ve zamanı mucib olur. Zira emana nail olan bir düşmanın nefsi masum, mallan mütekavvim olmuş olur. Şöyle ki: İmam Muhammedin beyanına göre müslümaniardan bir zat, harbî bulunan gayri müsMm bir taifeye eman vermiş olduğu halde bundan haberdar ulmayan sair bir kısım müslümanlar, baskın yaparak onların mallarını ahz, bazı erkeklerini kati, bazı kadınlarım da esir ederek badelkısme is-.tifraş edecek olsalar, emandan haberdar olunca o malları ve kad'.nları iade etmeleri ve Öldürdükleri erkeklerin diyetlerini ve istifraş. etdikleri kadınların da mehrlerini vermeleri lâzım gelir.

Bu kadınlar, üç hayız görünceye kadar iade edilmezler.  Bu müddet içinde bir yedi adle tevdi olunurlar. Bu yedi adi, erkek olamaz, belki yaşlı, emin bir kadın olur. Şayed vaki olan istifraş neticesinde çocuklar doğacak olurlarsa bunlar babalarına tebean bilâ bedel hür olmuş bu­lunurlar.

332 - : Ehli ve ayali namına eman istihsal eden bir harbînin zev­cesi ve nafakalarını verdiği büyük ve küçük oğlu ve kızı emana nail ol muş olur. Fakat nafakasını bizzat kendisi temin eden büyük oğlu ile na­fakasını  kocası  temin eden  büyük   kızı  bu  emandan   müstefid   olamaz. Çünkü bu halde bunlar, ehl ve iyalden sayılmazlar. Hindiyye.

333 - : Düşman hükümdarı veya kumandanı tarafından elçi  ola­rak  islâm  ordugâhına  veya  ülkesine   gelen   her   şahıs,   emindir.  Çünkü harb ve sulh ancak elçi vasıtasiyle temin edilebilir.  Bunların emin  bu­lunmaları lâzımdır. Fakat bir şahsın elçi sayılması için  mücerred ken­disinin ifadesi kâfi değildir, belki bu hususda bir vesika ibraz etmesi lâ­zım gelir.

334 -  : Sefaret için olduğu gibi ticaret için de islâm  ordugâhına kabul edilen harbîler, emana nail bulunmuş olurlar. Fakat bunlar ordu­nun bazı noksanlarına veya düşmandan saklanılması icab eden bazı hal­lerine muttali olub da bunları müslümanlann zararına olarak  düşmana haber vermelerinden korkulurs kendileri göz hapsine alınır, bir muhafı­zın  nezaretinde  bulunur,   dari   harbe   avdetlerine  muvakkaten   müsaade edilmeyebilir. Şayed harbin vaziyetine nazaran bunların firar etmelerin­den endişe edilirse  muvakkaten habisleri   de  caiz  olur.  Fakat bilâhare tahliyei sebilleri cihetine gidüince her veçhile emniyet içinde bulunmala­rına dikkat olunur ve emin olacakları mahalle kadar i'zam edilirler.

Meselâ: bunlar, islâm' ordusiyle beraber bir gemi içinde bulunsalar sebilleri tahliye yapılınca denizde hangi bir hâlî veya tehîükeli bir ada­ya çıkarılmazlar. Belki emin olacakları bir mahalle çıkarılırlar ve ken­dilerine kifayet edecek kadar bir mal da verilir, icab ederse emin ola­cakları yere kadar götürülmeleri için kendilerine bir kuvvet de terfih edilir.

335 - : Emanın  kabili   nakz olub  olmaması     meselesine   gelince: esasen eman, gayri lâzım bir akd mahiyetindedir. Bunun cevazı, bir hik­met ve  maslahata müsteniddir.   Binaenaleyh  verilmiş  olan  bir  emanin maslahata münafi olduğu anlaşılınca bunu veliyyül'emr, usulü dairesir.-de nakz edebilir. Şöyle ki: eman, bir emanı muvakkat ise bu. nakza ha­cet kalmaksızın müddetin geçmesiyle nihayet bulur, yeniden muhasenıat imkânı hâsıl olur. Şu kadar var ki, kendisine bu veçhile eman verilmiş olan bir şahıs, dari islâmda bulunmakda iken müddet nihayet bulsa ken­di me'menine r- emin bulunacağı yere dönüb gidinceye kadar hakkında eman hükmü devam eder. Fakat eman, bir emanı mutlak ise bunu nakz etmek iki tarik İle olabilir.

Birincisi: Doğrudan doğruya veliyyül'emr tarafından nakz edilmek tarikjdir. Şu kadar var ki, ahde hiyanet edilmiş olmamak İçin nakz key­fiyetinin kendilerine evvelce haber verilmesi, badehu muharebeye baş­lanılması lâyıkdır.

İkincisi de bir mahsur kale veya belde ahalisinin dari İslama gelib istiman etdikleri halde bunu veliyyül'emrin nakz etmesi tarikidir. Bu takdirde gadrden ihtiraz için veliyyül'emrin şu yolda muamele yapması lâyık görülmekdedir.

Veliyyül'emr, bu veçhile müracaat edenleri evvelâ islâmiyeti Kabu­le davet eder, bunu kabul etmedikleri takdirde islâm zimmet ve hima­yesini kabul etmelerini teklifde bulunur. Bunu da kabul etmedikleri su-retde kendilerini me'menlerine iade edib badhu harbe başlar. Fakat bun­lar, kendi yurtlarına, kendi me'menlerine avdetden imtina ederlerse o zaman veliyyül'emr, bunlar için bir müddet tayin eder, bu müddet hi­tamına kadar avdet etmezlerse delâleten zimmeti iltizam etmiş sayılır­lar, artık kendi yerlerine dönmelerine müsaade edilmez.

338 - : Bir düşman, kendi meneasiyle, istinad etdiği kuvvet ile beraber dari İslama gelmesi için eman dileyecek olsa veliyyüremr mu­hayyer olur, bir mahzur görmezse eman verir, fakat bir mahzur görür­se eman vermez. Çünkü meneasiyle beraber dari İslama veya.is'âm or­dugâhına gelecek bir düşmanın sui kasdinden emniyet hâsıl olmayabi­lir.

337 - : islâm askerleri tarafından ses işidüemeyecek kadar uzak bir mesafede ve kendi kuvvetleri arasında bulunan bir düşman  neferi, müslümanların bulundukları tarafa silâhsız olarak  gelib de' ses işidile-cek bir mesafeden eman dilediği takdirde emana nail olmuş olur, artık kendisi feyi addedilemez.

Fakat islâm ordusunun arkasında veya sağ, sol cenahlarında silâhlı olarak dolaşmakda görülen bir düşman, eman için gelmekde olduğunu söylese de sözüne itibar olunmaz. Çünkü kendisinin bu vaziyeti, casus­luğuna, sui kasdine delildir.- Binaenaleyh hakkında esir muamelesi ya­pılabilir. Siyeri Kebîr,. Mebsut. [88]

 

Muharib Bir Düşmanın Hakkında Verilecek Hükmü Kabule Davet Edilmesi   :

 

338 - : Veliyyül'emr veya naibi olan zat, harb esnasında vaziye­te, icabı hâle göre hareket eder, düşmana eman verebileceği gibi  hak­kında verilecek herhangi bir hükme razı olmasını teklif de edebilir. Bu, biristinzaldir, düşmanın teslim olmasını, hakkında verilecek hükmü  ka­bul etmesini kendisinden istemekdir.

339 - : Istinzal, iki suretle olur:

Birinci suret: Hak Tealâ'nın hükmüne nüzul etmelerini, yani hak­larında hükmi ilâhî veçhile muamele olunmasına razı obualarını düşman­dan istemekdir.imam Ebu Yûsuf'un içtihadına göre bu veçhile istinzal, caizdir. Çünkü muharib düşmanlar hakkındaki hükmi ilâhî, esasen malûm bu-lunmakdadır. Binaenaleyh düşman bu talebi kabul ederse veliyyül'emr muhayyer olur. Dilerse bunların mükatillerini öldürür, kadınlar ile ço­cuklar gibi gayri muhariblerini esir alır, dilerse hepsini esir alır ve di­lerse hepsini zimmete, ahd ve emana nail eder.

Fakat bu veçhile istinzal, imam Muhammede göre caiz değildir. Zi­ra bir muayyen düşman hakkında hükmi ilâhînin neden ibaret olduğu bizce malûm olmadığından ne veçhile muamele yapılacağı bilinemez.

Maahaza Allah Tealâ'mn ve 'peygamberinin hükmü üzere yapılacak bir ahd ve emanın bilâhare bozulması, daha büyük bir cüret olabilece­ğinden tevakki edilmesi iktiza eder.

Şu kadar var ki istinzal talebi, düşman tarafından vuku bulduğu takdirde veliyyül'emr, bu düşmanı islâmiyete davet eder. icabet eder­lerse ahrarr muslinimden olarak canları da, malları da tecavüzden kur­tulur, imtina ederlerse kati ve esir edilemezler, belki haklarında ehli zimmet muamelesi yapılır. Artık dari harbe dönüb yeniden muhasema-ta başlamalarına müsaade edilemez.

ikinci suret - : Ehli islâmdan bir zatın vereceği hükme nüzul et­melerini, o hükmü kabul eylemelerini düşmandan taleb etmekdir. Düş­man bu teklife razı olduğu takdirde bakılır: eğer o zat, muayyen ise birinci suretde beyan olunan şıklardan biriyle hükm eder. Muayyen de­ğilse veliyyül'emr haklarında hükm etmek üzere münasib birini tayin eder veya bizzat kendisi müsîümanların menfaatlerine en muvafık gö­receği veçhile hükm eyler. Nitekim zamanı saadetde Benî Kureyza gaz­vesinde tarafı nebeviden «Sa'd ibni Muaz Hazretleri hakem tayin bu-yurulmuşdu.

340 - : Müaaleha için sabık mesele veçhile hüküm vermek üzere tayin edilecek zatın âkil, âdil, aalih, kazfden dolayı gayri mahdud, müs-lim bir erkek olması lâzımdır. Tayin edilecek hakem, kadın olursa kati­den başka bir veçhile vuku bulacak hükümleri caiz olur.

Bazı rivayetlere nazaran bu hususda tayin edilecek şahıs; fâsik, mahdud veya zimmî olsa da hükmü caiz olur.

341 - : Düşman, kendilerinin intihab edecekleri bir kimsenin hük­müne razı olacaklarını dermeyan ederse bakılır: eğer lâzım gelen vasıf­ları haiz bir kimseyi hakem intihab ederlerse onun vereceği hüküm mu­teber olur. Fakat tayin edecekleri kimse, bu vasıfları haiz bulunmazsa hükmü caiz olmayacağından başka birini intihab etmeleri kendilerine teklik olunur. Bu teklife rağmen ir.tihubdan imtina ederiers,' veliyyül' emr, gadr şaibesinden tevakki için kendilerini evvelce emin bulunduk­ları yerlerine iade eder, bu mükâlcme için dari İslama cman ile gelmiş sayılacakları cihetle kendilerine bir güne tecavüz olunamaz. Muhiti Sc-rahsî, Bedayi, Hindiyye. [89]

 

Hakbilek İle Yapılacak  Misalehalaka Daik Meselelek:

 

342 - Harbî denilen gayri müslim düşmanlar ile lüzumunda mu­harebede yapılacağı gibi indel'icab mütareke, müraveze mükâlemei sulhiyye ve müsaleha da yapılabilir.

Müsaleha gibi uzun müddetli akdlerde muahedename tanzimi de şer' an mültezimdir. «Hüdeybiyye müsalehanamesi» bunun pek mükemmel bir nümunesidir. Müteakib asırlardaki muahedenamelcrde kısmen bu nu­muneye uygun bir tarzda tanzim edilmiştir.

Kitabül'muahede denilen bu vesikalar, müsaleha şeraitini ihtiva eder. iki muhasim tarafın imzalarını muhtevi bulunur.

343 - : Müsalehanın rüknü, muahede, müsaleha, sulh. rnüsale-met, müvadea mühadenet gibi muharebeye hitam verildiğini miiş'ir olan tabirlerden ibarettir. Bu kelimeler için ıstılah kısma müracaat!

Müsalehanın şartı ise bir maslahat ve zaruretin tahakkukudur. Şöyle ki: Müslümanlarca sulh ve salâh dairesinde yaşamak, esasen bir um­dedir. Fakat bu, kabil olmadığı takdirde istihdaf edilen ulvî bir gayeye vusul kabil oluncaya kadar muharebe ve müeahedeye devam etmek ik­tiza eder. Şu kadar var ki: bazan bu gayeye vusul, muvakkat bir zaman için müşkil veya müteazzir görülebilir, islâm ordusunun vaziyeti düşma­nı tenkile, takib ettiği gayeyi tamamen elde etmeğe gayri kâfi buluna­bilir, işte böyle bir sırada düşman tarafından vaki olacak bir sulh tek­lifinden istifade edilmesi pek muvafık olacağı gibi icabında böyle bir tek­lif, müslümanlar tarafından da dermevan edilebilir- Matıâ bizzat veliy-yüTemr muharib bir düşman ile veya o düşmandan bir fırka ile müsa­leha yapabileceği gibi" müslümaniarrian bir zümrede görecekleri lüzuma binaen kendilerini alâkadar eden bir hnrb sahasında düşman ile sulha karar verebilir. Çünkü sulh, maslahat v<* menfaat esasına istinad el-mekdedir. Bu esas, mevcud olunca münaltMıa yapılmasında bir mahzur kalmaz. Nitekim vaktiyle salâhiyetleri vasi olan kumandanlar, mensub oldukları merkezlerin reyini istihsal etmeksizin muharib düşman ile sul­ha karar veregelmislerdir.

«(Şafiîlere göre de bütün ayri müstimler ile veya bir iklimde bu­lunan gayri  müslimler ile muahede  akdi  veliyyül'emV  ile  onun  naibine mahsusdur. Fakat bir belde hakkında veya bir iklimin bir kısmı hak­kında görülecek maslahata mebni müsaleha akdine o iklimin valisi de salâhiyetdardır. Şu kadar var ki, mümkin olduğu takdirde veliyyülemr den istizan etmesi icab eder.)

354 - : Yapılacak bir musalehadan dolayı müslümanların düş­mandan cu'l = bir mikdar harb tazminatı almaları caiz olduğu gibi bi­lâkis müslümanlann da ıztırar halinde düşmana böyle bir mikdar taz­minat vermeleri caiz olur. Çünkü bununla düşmanın şerri filhal def edil­miş, ileride nıüsîümanların harb edebilmeleri için bir istidad elde edil­meğe çalışılmış olur. Binaenaleyh bu da bir nevi mal ile, can ile müca-hede sayılır.

345 - : Düşmandan alınacak tazminatı ilâhiyye,1' eğer keii di  taraflarından elçileri vasıtasiyle gönderilmiş olursa bu, cizye  mahi­yetinde olarak tamamen beytülmale vaz olunur. İslâm ordusunun düş­manı harb sahasında sıkıştırması neticesi  olarak istihsal edilmiş bulu­nursa ganimet emvalinden sayılarak ona göre muamele yapılır.

346  - : Müsaleha,   ya  bir  müddetle  mukayyed  olur  veya  müeb­bed bir suretde yapılır. Bu cihetle  müsaleha,  ya bir emanı muvakkat veya bir emanı müebbed mahiyetinde olacağından bunu bizzat veliyyül' emr ve naibi olan zat yapabileceği gibi harbi idareye tayin edilmiş olan emir de yapabilir. Çünkü harbe mezuniyet, harbin tabilerinden olan hu­suslara da mezuniyeti müstelzimdir.

Fakat veliyyüTemr, kumandanlarını sulh yapmakdan, zimmet akd etmekden sarahaten men etmiş olursa artık kumandanlar, bunu .yapa­mazlar. Şayed bu men'a rağmen bir kumandan, düşman ile sulhde ve­ya akdi zimmetde bulunub da badehu keyfiyeti veliyyüremre inha etse bakılır: eğer veliyyüremr, muvafık görüb de razı olursa sulh ve akdi zimmet, tenfiz olunur. Ve eğer razı olmayıb başka bir veçhile muamele yapılmasını emr, düşman da bunu kabul ederse o veçhile muamele ya­pılmasını emr, düşman da bunu kabul ederse o veçhile hareket edilir. Fakat düşman bu vechi kabul etmezsehali-sabık avdet eder. Şu kadar var ki, düşman bu sulh veya akdi zimmetden evvelki vaziyetini alma­dıkça kendisine hemen harb açılmaz.

347 - : Müsaleha  müddeti  görülen  lüzuma göre  uzun veya kısa olabilir. Bu cihet, veliyyül'emrin içtihadına, görülen lüzumun derecesi­ne tabidir.

«(Şafiî fukahasına göre fazla bir zaruret görülmediği takdirde dört aylık müsaleha = mütareke yapılması caizdir. Zaruret halinde ise yapı­lacak müsalehalar, nihayet Hüdeybiyye muahedesine müsavi bir müd­detle olmalıdır ki bu müddet, meşhur olan kavle nazaran on senedir. Maahaza lüzum görülürse bu müsaleha müddeti, yine onar sene olmak üzere yeni akidlerle temdid edilebilir.)

348 - : Müsalehanm hükmüne gelince: Bu da iki tarafın kıtale nihayet verib biri birinin canına, malına, evlâd ve iyaline tecavüz et-mekden vaz geçmelerinden, bir emn ve eman içinde yaşamalarından iba-retdir. Artık hiç bir müalüman, ehli islâm ile muvadeada buiunan bir kavmin hukukuna tecavüz edemc2, Şayed bazı müslümanlar, kendi bas­larına o kavmin memleketine gidib oradan bir mali veya bir kadım kah-ren ahz ile dari İslama çıkarsalar bunlara mâlik olamazlar. Binaenaleyh bir kimse bu kadını onlardan satın alacak olsa ona mâlik olamayacağı cihetle onu istifraş etmesi hâlâl olmaz.

349 - : Müslümanlar ile müsaleha yapmış olan bir milletin efra­dından bir taife, nuislümanlar ile aralarında müsaleha bulunmayan di­ğer bir  milletin ülkesine  gidib  orada  ikamet  etseler   müslümanlar,  bu ikinci millet ile harbe başladıkları takdirde o taifeye tearruz edemez­ler. Onlar kendi ülkelerinde imiş gibi eman içinde bulunurlar, kendi ül­kelerinden çıkmış  olmakla  müsalehanm  bahşettiği     emandan   mahrum kalmış olmazlar.

350  - : Müslümanlar, kendileriyle müsaîeha yapmış oldukları kav­min eman verdiği diğer bir kavmin hukukuna da tecavüz edemezler. Şöy­le ki: mü>lümanlar ile müsaleha yapmış olan bir milletin ülkesine diğer bir milletin efradından herhangi bir şahıseman ile girdikten sonra ora­dan çıkarak eman istihsal etmeksizin dari İslama girecek olsa kendisi­ne tearruz olunamaz. Bilâkis müaaleha yapmış olan milletin bir ferdi gi­bi emanda bulunur. Çünkü müsaleha yapmış olan milletin ülkesine eman ile girmiş olmakla âdeta onların efradından bulunmuş gibi olur.

Fakat bu şahıs, müslümanlar ile sulh yapmış olan milletin ülkesin­den çıktıkdan sonra kendi memleketine avdet eder, bilâhare islâm mem­leketine gelecek olursa bu emandan müstefid olamaz, hakkında harbi muamelesi carî olur.

351  - : Biri birinden esir almamak veya esirleri öldürmemek şar-tiyle yapılan müsaleha, hükmüne  riayet olunur.  Meğer  ki  düşman bu şarta riayet etmesin, o İaman müslümanlar mukabelei  bilmisilde bulu­nabilirler,

352 - : Rehn teatisi  suretiyle yapılan müsaleha hükmüne riayet icab eder. Şöyle ki: islâm hükümeti, bu hacet görüldüğü takdirde rehn almak ve rehn vermek suretiyle müsalehaya muvafakat edebilir: Fakat düşmanın rehn olarak  elde edeceği  müslümanlara  suikasd etmesi  mel­huz  olursa bunların  rehn  verilmesi   caiz olmaz.   Bu  hususda veliyyül'-emr, zanni galibine göre hareket eder.

Nitekim bir mühim iş için dari harbe gönderilecek sefirler hususun­da da bu veçhile hareket olunur. Yani: haklarında suikasd'edileceği mel­huz ise gönderilmelerinden sarfınazar edilir. Hattâ bu halde- sefir tayin edilecek,  zat,  gitmekden  imtina  ederse  kendisine   veliyvül'emr tarafından cebr edilemez. Fakat zannı galibe nazaran böyle bir tehlüke melhuz değilse gitmesiiçin cebr edilebilir. Çü.nkü âmmenin menfaati bunu icab eder.

353 - : Müsalih bir düşman, kendi elinde rehn olan müslümanla-ri kati etse müslümanlarm da kendi ellerinde rehn olan gayri müslim-leri kati etmeleri caiz olmaz. Velevki müsaleha esnasında böyle bir şart dermeyan etmiş olsunlar. Çünkü böyle bir şart, bâtıldır. Müslümanların ellerindeki rehinler, dari islâmda eman dairesinde bulunurlar, düşmanın gadrına karşı mukabeieten gadrda bulunmak,  islâm  şiarına münafidir Şu kadar var ki, bu halde veliyyül'emr - âtiyen beyan olunacağı üze remüsalehayı nakz edebilir.

354 - : Müsalehalarm sıfat ve mahiyetine gelince bunlar, bu iti­bar ile gayri lâzım, nakza muhtemil birer akidden ibaretdir, iki taraf-dan her biri bunu usulü dairesinde nakz edebilir.

Bir müsalehanm devam edebilmesi için ya bunun bekası, her iki taraf için faideli olmalı veya bundan müstefid olan taraf, kendi kahir kuvvetiyle bunun devamını temin edebilmelidir. Aksi takdirde, müsale­halarm bekasım temin edecek bir kat'î müeyyide mevcud değildir.

Ancak müslümanlık, kendi mensublarına verdiği dinî, ahlâkî bir terbiye ile müslümanlarm müsaleha ahkâmına pek ziyade riayet etme­lerini temin etmişdir. Bir âyeti kerîmedebuyurulmuşdur ki, sebebsiz yere nakzı ahd edenler hakkında büyük bir teh­didi mutazammındır.

Bir hadisi şerifde de: Duyurulmuştur ki, ehli islâmın yapdıkları şartlara, ahdlere riayet etmeleri lüzumunu göstermekdedir.

Diğer bir hadisi  nebevide üeah'dlerde

vefa vardır, hiyanet yokdur) buyurulmuşdur. Yani: ahdler, mukavele­ler vefadan, yerine getirilmekden ibaretdir, gadr ve hiyanetden ibaret değildir.

Hazreti Ömer'in: dediği de malûmdur. Yani: şart, in­sana pek ziyade mâlikdir, hâkimdir. İnsar. yapdiğı şartın, verdiği sözün hükmü altında bulunur, onu ibka etmesi icab eder.

«Gadr mukabilinde vefa, gadra gadr ile mukabeleden hayırlıdır», «Emaneti sana tevdi edene teslim et, sana hiyanet etseler de sen hıya­netle mukabelede bulunma.» vecizeleri müslümanllkda birer ahlâkî düs­turdur.

355 - : Bir müsalehanm nihayet bulması, ya müddetinin nihayet bulmasiyle veya iki tarardan birinin veya her ikisinin fesh ve nakz etnesiyle vlicude gelir. Şöyle ki:

Eğer bir müsaleha, muvakkat bir zaman iğin addedilmiş ise bu za­manın hitam bulmaaiyle sulh, nakza muhtaç olmaksızın nihayete er­miş evvelki hal avdet eylemiş olur. Bu halde müalümanîar, o müsalih kavme karşı hemen harb açabilirler. Şu kadar var ki, bu muvakkat mü-salehaya binaen muahid millete mensub'olub da dari İslama gelmiş bu­lunan şahıslar hakkında bu müddetin bitmesi üzerine hemen harbî mu­amelesi yapılamaz. Belki bunlar kendi me'menlerine avdet edinceye ka­dar emin bulunurlar. Çünkü bunlara tearruz, gadr ve tagrîri îham eder, bundan taharruz ise müslümanlarca bir vecibedir.

356 - : Muvakkat olan bir müsaleh&nın müddeti hitam bulduğu halde düşman: «Eğer bize kargı harb açarsanız elimizde rehnleri veya esirleri öldürürüz» diye tehdide kalkışacak olsalar da yine kendilerine karşı harb açılması caiz olur. Çünkü bu takdirde - sulh müddeti hita­ma ermiş olduğundan - münakid bir muahede nakz edilmiş olmayacak-dır. Belki düşman tarafındaıüslâm hukukuna bir tecavüz vuku bulmuş olacakdır. Maamafih bu tehdide mebni harbden vaz geçmek, bazan müs-lümanlar hakkında rehnlerin veya esirlerin öldürülmelerinden daha va­him neticeler tevlid edebilir. Siyeri Kebîr, Mebsut. Hindiyye, Reddi Muh­tar. [90]

 

Harbilerle Yapılan Müsalehanın  Bozulmasına Dair Bazı Meseleler :

 

357 - : Bir müsaleha, muvakkat olsun olmasın bunun nakz edil mesi ya sarahat veya delâlet tarikiyle olur.

Sarahaten nakz, muahedenin bozulduğunu şifahen veya tahriren bil dirmekle olur.

Delâleten nakz da muahede ahkâmına muhalif hareketle vücude gelir.

368 - : Mütareke veya müsalehayı veya ahd ve emanı fesh ve izaleye dair düşman tarafından gönderilen tahrirata «kitabünnakz» de­nir. Bunun düşman hükümdarı veya salahiyetli kumandan tarafından gönderildiği sabit olmadıkça mealiyle amel ve düşman üzerine hücum olunamaz. Bu yoldaki bir mektub, musanna olabileceği cihetle bunun beyyine ile sübutü lâzımdır. Bu hususda iki müslim, iki zimmî veya iki harb! şahid olabilir.                                         

359 - : Müsalehayı fesh etmeğe «nebzi ahd» de denir. Nebzi ahd hususunda müslümanlar, hikmet ve maslahata, ileai zarurete göre ha­reket ederler. Şayed nebzi ahde lüzum görülürse keyfiyetin veliyyÜl-emr tarafından muahid olan milletin hükümdarına evvelce tebliğ edil­mesi icab eder. Şayed müsaleha, o milletden alınan bir bedel mukabilin­le muayyen bir müddet için akd edilmiş ise o bedelin mütebaki müddte aid olan kısmım da kendilerine iade etmek lâzım gelir.

Maamafih bu tebliğ ve ilâm üzerine düşman hükümeti, fesh hâdi­sesini memleketlerinin her tarafında ilân ve muahedeye binaen tahrib ve tahliye etmiş oldukları kal'aları tamir, dağılmış olan askerî kuvvet­leri müstahkem mevkilerine celb edinceye kadar bu düşman ile muha­samata başlanılması - gadrdan taharruz İçin - müslümanlarca caiz görülmez. Böyle bir hareket, kendilerini dairei emanda gören bir kav­me karşı harb açılmış gibi addolunur.

460 - : Müsalih bir düşmanın, elinde rehn olarak bazı müslüman­lar bulunduğu halde görülen bir maslahata binaen müsalehayı nakz et­mek istenüse bakılır: eğer müsalehamn bozulması halinde bu müslü-manların öldürülecekleri melhuz ise nakz cihetine gidilmez. Müsaleha, gerek muvakkat ve gerek müebbed olsun. Fakat böyle bir korku mel­huz olmaz, rehnleri kurtarmak kabil olur veya rehnler evvelce dari harbde vefat etmiş bulunur veya kendileri ölüm tehlükesini göze alarak buna rıza gösterirlerse o zaman müsalehamn nakzı caiz olabilir.

«(Eimmei selâseye göre müslümanlarm yapdıkları muahedelere her halde vefa ve riayet etmeleri lâzımdır. Bunu müddetinden evvel boz­maları caiz olamaz. Meğer kî düşmanın sulhu bozacak bir hıyanetinden korkulsun, yani: muahid olan düşman tarafından böyle bir hıyanet emaresi zahir olsun.)

461 - : Müsalih bulunan düşman hükümeti tarafından dari islâ-ma bir eşkiya çetesi gönderilib yolların kesilmesi gibi haller, sulhu de­lâleten bozmak demekdir.

Şayed müsalih kavme mensub bir düşman çetesi, hükümetlerinin izni olmaksızın gelib de islâm diyarında yol kesiciliğe cüret edecek ol­sa bakılır: Eğer bunlar, menea sahibi olmayan bir kaç kişiden ibaret İseler bunların bu hareketleri delâleten nakzı ahd demek olmaz. Bina­enaleyh bu cüretlerine nihayet verdikleri takdirde haklarında harbî mu­amelesi yapılmaz.

Fakat bunlar, menea sahibi bir cemaat olub da hükümdarlarının ve memleketleri ahalisinin izinleri olmaksızın bu yol kesicilik cinayetine teşebbüs etmiş bulunurlarsa yalnız kendi haklarında müsaleha ahkâmı bozulmuş olur.

Binaenaleyh bunların haklarında harbî muamelesi yapılarak kati ve­ya esir edilmeleri caiz olur. Çünkü bu hareketleriyle kendi haklarında müsaleha ahkâmının nakzına sebebiyet vermiş olurlar.

462 - : Düşman, nakzı ahd etdiği takdirde müslümanlar, kendi ellerinde rehîne bulunan kimseleri kati etmezler. Belki bunların sebille-rini tahliye ederler. Erkek iseler me'menlerine isal edilirler. Kadın ve çocuk takımından iseler ehillerine teslim olunurlar.

463 - : Dari harbde bulunan bazı müalümanlar, gadren kati edi­lecek olsalar veliyyül'emr, maslahata göre hareket eder. Şöyle ki: mu­vafık görürse muahedeyi - düşman tarafından vaki olan bu hıyanete binaen - bozarak harbe başlar, dilerse maktullerin diyetlerini atmak­la iktifa eder. Şayed düşman taraf, katilleri teslim ile maktullerin di­yetlerini tediye şıklarından her birini kabul ederse veliyyül'emr, yine muhayyer olur. Dilerse katilleri alarak - kısasen değil, muharib ol­duklarına binaen - öldürür veya -kendilerini istirkak eder. Ve dilerso diyetlerini almak cihetini iltizam eder. Gerek istirkak edilen katiller ve gerek  alınacak  diyetler,  maktullerin varislerine aid  bulunur.

Düşman tarafından bilmukabele verilmiş rehnler mevcud olduğu takdirde ise bunlar, hür kimseler işe dari harbe iadelerine müsaade olu­nur, rakik kimseler ise iadelerine müsaade olunmaz. Belki dari islâm-da satıhb semenleri dari harbe gönderilir. Çünkü düşman, müslüman-ların verdikleri rehnleri müslümanlara aynen iade etmedikleri halde on­ların verdikleri rehnleri müslümanların aynen iade etmeleri, büyük bir vehn ve za'f eseri sayılabilir. Meğer ki bunların böyle satılmalarında müslümanların aleyhine olarak bir mahzur bulunsun. O zaman ayne:ı iadeleri cihetine gidilir.

464 - : Düşman tarafından mukabeleten verilmiş olan rehinler, cevahir vesaire gibi eşya ve emtia kabilinden şeyler olduğu takdirde ve-liyyül'emr, bu rehinleri beytülmalde hıfz etdirir. Düşman, maktul rehn-lerin diyetlerini verdiği halde veliyyül'emr, bunları hemen düşmana ia­de etmez, belki diyetleriyle bunların kıymetlerini nazara alır. Diyetle­rin mikdarı ziyade ise bu rehnleri iade eder. Fakat bunların kıymetleri fazla ise iadesine müsaade etmez. Tâ ki düşman, bu hususda islâm hü­kümetine tarziye versin. Zi.-a hemen iade takdirinde müslümanların vehnleri, manevî zararları iki kat olmuş olur. Şöyle ki: düşman, hem müslümanların rehnlerini kati etmiş, hem de verdiği diyetlerden daha kıymetli olan kendi rehnlerini kurtarmış bulunur, Siyeri kebîr, Velva-liciyye,  Bahri Raik, Tatar  Haniyye.   [91]                  

 

Fethin  Mâhiyyetine  Ve Ganimet  Mallarının Taksimine,  İdaresine Müteallik Meseleler  :

 

465 - : Feth, bir beldeyi veya bir ülkeyi ya sulh ile veya kahr ile ele geçirmekdir. Binaenaleyh bir yeri feth, ya sulhen veya anveten, ya­ni: kahren vücude gelir.

İslâm ordusu, harb veya ibrazı besalet neticesinde zaferyâb olub bir düşman beldesini feth edince veliyyüremr fethin vaziyetine, müslü-manların menfaatlerine göre muamele yapar.

466 - : Müslümanlar, bir yeri sulh   yoliyle   feth etdikleri   takdir­de hem o zamandaki veliyyül'emrin,  hem de ondan  sonra veliyvül'emr olacak zatların o sulh şartlarına riayet etmeleri icab eder.. Bunlarda» hiç tiiri o şartları tağyir edemez. Hilâfına hareket, nakzı ahd mesabe­sindedir. Bu halde o yer, sulh yapan kavmin elinde mülkü olarak ka­lır, böyle bir yerin arazisi üzerine sulh şeraitinden olarak bir vergi ko­nulacak olursa sulan nazara ahmr. Eğer suları haraç sularından ise haraç üzerine, öşr sularından ise  öşr üzerine  sulh  yapılır.

Yağmur, dere, kuyu, çeşme suları «mai öşr», arab olmayan kavm-lerin açmış oldukları  nehrler de «mai haraç» sayılır.

467 - : Anveten fethe gelince, yani: harbîlere aid bir belde is­lâm kuvvetinin satvetiyle islâm mücahidlerinin eline kahren düşünce veliyyül'emr, muhayyer olur. Şöyle ki: o beldeyi dilerse gayri müslim ahalisi elinde bırakır, kendilerine de sair ganimet mallarından barına­bilecekleri mikdarda mal terk eder, kendilerinden cizye, arazilerinder. de haraç almakla iktifa eyler. Nitekim Ömer-übniU'Hattab hazretler. ' sevadı Irak hakkında böyle yapmışdır. Ve dilerse o ahaliyi çıkanb yer­lerine haricden gayri müslim ahali celb ederek iskân eder. Bu halde o belde arazisi, «haraciyye» olur. Yahut o belde ahalisini - kendi rıza-lariyle - islâmiyeti kabul etdikleri takdirde yine yurdlarında ibka ede: veya orasını- tamamen ganimlçr arasında taksim eyler. Nitekim Re-suli Ekrem (sallallahü tealâ aleyhi vesellem) efendimiz hazretleri, Hay-ber arazisini böyle taksim buyurmuşdu. Veya kısmen ganimlere tak­sim, kısmen de beytülmalin masarifine karşılık olarak hükümeti islâ nıiyye namına ibka eder. Bu veçhile ahaliye ita veya ganimler arasın­da taksim edilen arazi de  «arazii öşriyye»den olmuş olur.

Maamafih veliyyül'emr, dilerse o belde arazisini ne mücahidler, ne de başkaları arasmda taksim etmeyi  ilel'ebed bütün müslünıanlar na­mına muhafaza eyler. Bu suretde o belde arazisi, «arazii memleket»,  arazii havz» namını alır. Sahibleri varis bırakmaksızın vefat eden ara­zi dahi beytülmale intikal edeceğinden «arazii memleket» den olur. Son­raları bu gibi araziye «arazii emiriyye», «arazii mitUyye» adı verilmişir. Bunlardan alınan vergiler, beytül'male nazaran emvali haraciyye-den, ekincilere nazaran da bir nevi ücretden, bedeli iacreden maduddur. Siyeri  Kebîr,  Dürrül'muhtar.

İslâm hukukunda vergiler bahsine de müracaat!. «(İmam Mâlik Hazretlerine göre anveten feth edilen arazi, ganim­ler arasında taksim edilmez. Belki vakf olur. Haracı müslümanların ci-had gibi, mescidler, köprüler gibi mesalihine sarf edilir. Meğer ki ve­liyyül'emr, bunların taksimini maslahata muvafık görsün o zaman tak­sim edilebilir.)

(İmam Şafiî Hazretlerine göre de bu gibi  arazii meftuhe, sair ga-naim gibi beş kısma ayrılır.  Bunların bir kısmı  beytülmale. (Zahiriyyeye göre de feth olunan arazinin de sair ganaim mallan gibi beşde biri hükümet namına alınarak beşde dürdü nıiicahidlere tak­sim olunur. Mücahidlerden biri kendi hissesini kendi arzusiyle tent ederse bu hisse veliyyül'emr tarafından müslümanlar için tevkif edilir, diğer mücahidler yine  kendi hisselerini alırlar.  Klmuhallâ.)

468 - : Harbîlerden muharebe esnasında, veya muharib iki ordu­nun tekabülü sırasında gazilerin kuvvetleriyle kahren alınan mallara. v ganimet» adı verilir. Cem'i: ganaimdir.

Ganaim mallan şöylece üç kısma ayrılır:

(1) : Ganaİmi gayri me'lûfedir ki, bunlar kahren veya sulhen alı­nan gayri menkul mallardan, yani: düşman arazisinden ibaretdir. Bun­ların hakkında yapılacak muamele de (467) nei meselede gösterilmişdir.

(2) : Ganaimi   me'lûfedir   ki,   harb   esnasında   harbîlerden   kahren alınan  menkul mallardan  ibaretdir.  Bunların  yalniz   beşde biri   beytüt-mâle,  mütebakisi   de   ganimlere  yani:   harbde  mukatil  olarak  hazır bulunub ganimete  nail olan muzaffer  islâm mücahidlerine   aiddir.

Mücahidlerin dari harbde düşman denizlerinden çıkardıkları balık emsali şeyler ile karada elde etdikleri av hayvanları, madenler, ha­zineler de bu kabil ganaimden sayılır.

Mücahidlerden bir zümrenin dari islâm ile  dari  harb arasında bu­lunan korkunç bir mevzideki ormandan veliyyül'emrin izniyle kesib da­ri İslama İdhal etdikleri keresteler ve sair ağaçlar da bu kabil ganimet lerden maduddur. Çünkü o mevzi, dari harb hükmündedir.

Fakat buradan veliyyül'emrin izniyle mancınık veya gemi gibi bir şey yapılmak için kesecekleri ağaçlar, ganaimden sayılmaz. Bu husus-da veliyyül'emrin maksadına  göre  muamele olunur.

(3) : Ganaimi   hâlisadır  ki,  mücahidlerden bazılarına   tenfil   sure^ tiyle  tahsis   edilmiş  bulunan  bir   kısım  ganimet   mallarından  ibaretdir. Cu mallara «enfal» de denir. Tenfil bahsine müracaat!.

469 - : Ganaim, diğer bir itibar ile de «ganaimi maksume», «ga­naimi gayri maksume» kısımlarına ayrılır. Şöyle ki: bcşde biri beytül-nıâle alınıb da mütebakisi ganimlere hisseleri nisbûtinde verilen gani­met malları, ganaimi maksume adını alır, düşmandan iğtinam olunub da henüz gazilere tevsri edilmemiş olan ganimet malları da ganaimi gay­ri   maksumeden ibaretdir.

470 - : Ganimler, ganimet mallarına ne vakit mâlik olurlar?. Bu mesele, müctehidler arasında bir ihtilâf mevzuu teşkil etmişdir. Şöyle ki: İmamı Azama göre bu mallar, dari İslama çıkarılmadıkça bunların üzerinde  mücahidlerin hakları sabit olmaz. Bu malların mücahidler  trrafından İstilâ edilmesi, bunların üzerinde hem yedi muhafıza, hem de yedi nâkile isbat etmekle tahakkuk eder. Halbuki bunlar, dari harbde bulundukça yedi nâkile tahakkuk etmiş olamaz. Bu malları düşmanın istirdadı ihtimal dahilindedir.

Bir de bu malların dari harbde taksim edilmesi, mücahidlerin bun­lar ile uğraşmalarına, düşmanın bu yüzden fırsat bularak hücuma kal­kışmasına sebebiyet verebilir.

Binaenaleyh bunların dari harbde taksimi caiz olamaz. Meğer ki bu taksim için bir lüzum görülsün, veliyyül'emr, böyle bir ietihadda bulun­sun. O zaman taksimleri caiz ve muteber olur.

«(Eimmei selâseye göre ise mücahidler, ganime! mallarına dan harbde vaz'i yed etdikleri andan itibaren mâlik olurlar. Binaenaleyh bu mallar, mücahidlere dari harbde taksim olunabiür. Zahirîlere göre de böyledir.   Elmuhallâ.)

471 - : Ganimet mallarım dari İslama nakl için hükümeti islâ-miyyenin müstakil vesaiti mevcud olmadığı takdirde bunlar gaziiere sehmieri nisbetinde muvakkaten tevzi edilir. Buna «kısmeti ida'», «kıs­meti hami ve nakl» denir. Gaziler, bu malları kendi vasıtalariyle dari İslama çıkararak hepsini tekrar bir yerde toplarlar. Soma bunlar ken­dilerine kat'i suretde taksim edilir. Bu da bir «kısmeti ganimet* bir «kısmeti müik»dür.

472 - : Veliyyül'emr, ganimet mallarını dari İslama bir ücret mu­kabilinde nakl etmeleri için gazilere cebr edebilir mi, edemez mi?. Bu, ihtilaflı bir meseledir. Bir kavle göre cebr edemez. Çünkü bir kimsenin vesaiti nakliyyesinden rızası olmaksızın icare suretiyle istifade etmek caiz değildir. Diğer bir kavle nazaran cebr edebilir. Zira bu, âmme men­faatleri icablarındandır. Zararı âmmı def için zararı hassa tahammül edilir.

473 - : Mücahidlerin ganimet mallarına dari harbden itibaren mâlik olub olmamaları üzerine şöyle bir kısım meseleler teferrü' eder:

(1) : Gaziler, kısmetden evvel ganimet mallarından   bir  şey   sata­mazlar. Çünkü henüz bunlara mâlik  olmamışlardır. Fakat  veliyyül'emr, bir maslahat görürse satabilir.

(2) : Gaziler, ganimet   malları  içinde  me'kûlât ve meşrubat   kabi­linden olarak  bulunan  şeylerden dari   harbde ibahe  suretiyle   müstefit! olabilirler. Fakat bunları kendilerine mal  olmak üzere  alamazlar.

Kezaiik: bir hacet görüldüğü takdirde silâh, at, elbise gibi ganimet mallarından da muvakkaten istifade edebilirler. Badehu bunları taksi­me idhal için ganimet malları arasına iade etmeleri ieab eder.

(3) : Gazilerden bir kısmı kısmetden evvel dari harbde vefat etse ganimet mallarından varislerine bir şey verilmez. Fakat bu mallar, dari İslama çıkarıldıkdan sonra kablel'ki3me vefat etse hissesi varislerine intikâl eder.

Bunlar, İmamı Azamın içtihadına göredir.

«(imam Şafiî ile saireye göre düşmanın hezimeti istikrar etdikden sonra gazi vefat ederse hissesi varislerine intikal eder. Velev ki gana-im henüz dari İslama çıkarılmış olmasın.)

474 - : Ganimet mallarının kimlere verileceğine gelince:   bu mal­ların humsu  beşde biri,  fakirlere, yoksul yetimlere,  parasız  kalmış yolculara sarf  edilmek üzere   beytülmale  ayrılır.   Mütebaki dört kısmı da mücahidlere tevzi  olunur. Şöyle  ki:  biltıil harbe iştirak  etmiş olan üıücahidler, bu mallardan sehm   hisse   alacakları gibi   bunlara mua­venet   için hazır bulunan erler  ve  harb  sahasında  bulundukları   halde hastalık gibi bir arızaya mebni harbe iştirak  edememiş olan islâm ne­ferleri de bundan hisse alırlar.

Hattâ ganimet malları henüz dari İslama çıkarılmadan mücahidle­re iltihak eden ve «meded» namını alan erler de İmamı Azama göre bu mallardan hisse almaya nıüstahik olurlar. Çünkü bunların hepsi de harb sahasında hazır bulunarak mükateleye müteheyyi bulunmuş, islâm kuv­vetinin mehabetini tecelli etdirmisdir.

475 - : Bir dari harbde biribirine mülakat edib de aralarında fi'-len veya bü'kuvve imdad keyfiyeti carî olan müteaddid islâm kuvvetle­ri,  ganimetlere müştereken  nıüstahik olurlar, aksi   takdirde olamazlar.

Şöyle ki: veliyyül'emr tarafından bir dari harbe gönderilen'iki se-riyyeden = askerî kıt'a veya müfrezeden her biri müstakillen hareket ederek başka başka karalardan ganaim elde etdikleri halde henüz dari İslama çıkarmadan o dari harbde biribirine mülâki olsalar ganaimhı mecmuundan müştereken sehm almaya nıüstahik olurlar. Çünkü bun­ların bu hareketleri, muayyen bir düşmanı zaafa düşürmüş olacağından her biri diğerinin mededresi mesabesinde sayılır.

476 - : iki   dari  harbe  gönderilen, iki   seriyyeden   her  biri,   ayn ayrı  ganaim elde etdikden sonra  bu iki  dari harbin  birinde   biribirine mülâki olub da orada yeniden zuhur eden bir düşman hareketini birlik-de tenkil ve bunun neticesi olarak bir mikdar ganaim daha ahz ederek ganimet mallarının mecmuunu beraberce dari  İslama çıkaracak  olsalar bu malların tamamına müştereken müstahik olurlar. Zira bunları  müş­terek mesaî sayesinde ihraz etmiş bulunurlar.

Fakat iki seriyyeden biri, diğerine - elde etdiği ganaimi daha da­ri İslama çıkarmadan - dari harbde mülâki olub badehu kendisi de müteveccih olduğu tarafda muzaffer olarak ayrıca ganaim ahz ve dari İslama ihraç edecek olsa mülâki olduğu seriyyenin - mededresî sayıla­rak  - ganaimden hisse almaya müstahik  olur.   Amma   diğer seriyye. kendisinin -  mededresi sayılamayacağından -  aldığı ganaimden  hin-se almaya müstahik olmaz.

477 - : Bir dari harbde başka başka yerleri feth için gönderilen sei iyyelerden her biri müstakillen elde etdiği ganaimi dari harbde b:-ıibirine mülâki olmaksızın dari ialâma çıkaracak olsa hiç biri diğerinin elde etmiş olduğu ganaimden sehm almaya müstahik olmaz. Çünkü bun­lar müstakillen hareket etmiş, hiçbiri diğerinin mededresi bulunmamışdır,

Müteaddid dari harblere gönderilmiş ve elde etdikleri ganaimi ay­rı ayrı olarak dari İslama çıkarmış olan seriyyeler hakkında da hüküm böyledir. Velev ki bunlar, dari harbin birinde rehküzer olmak dolayısiy-le mülakat etmiş olsunlar. Zira muhtelif dari harblerdeki düşmanlar­dan birinin makhuriyyeti diğerinin makhuriyetîne bâdı olmayıb bilâkis bazan kuvvetlenmesine bais olacağından bu seriyyeler, birbirine yardım

etmiş sayılamazlar.

478 - : Ganimet mallarından müstahik olanlara ne nisbetde his­se verileceğine gelince: Hanefî müctehidlerine göre râcil = piyade olan­lara birer, fâris = süvari olanlara da ikişer sehm verilir. Kumandan olan zatda mücahidlerden bir ferd gibi sehm alır.

«{Eimmei selâseye göre süvari olan mücahidlere üçer sehm ve­rilir.)

(Zahiriyyeye göre ganimet mallarının beşde dördü harbde veya ' ganimeti ihrazda hazır bulunanlara tevzi edilir. Ata râkib olanlara üçer sehm, piyadelere, deveye, himara, katıra râkib olanlara birer sehm ve­rilir, îmam Mâlik ile İmam Şafünin ve Ebu Süleymatun kavileri de böy­ledir, tmam Ahmede.göre ata râkib olanlara üçer; deveye râkib olan­lara ikişer, başkalarına da birer sehm verilir. Elmuhallâ.)

479 - : Herhangi bir ata râkib olan bir islâm mücahidi, fâris sa­yılır. Bu hususda «ıtak» denilen arab atlariyle «berazîn» denilen acem atları ve anası arab atı, babası acem atı olub «mukrSf» adını alan atlar ile babası arab atı, anası acem atı olub «hecin» denilen atlar arasında sehm itası bakımından bir fark yokdur. Bunların bir kısmı daha sürat­le koşduğu halde bir kısmı da yol, meşakkatine daha ziyade dayanıklı­dır, hepsi de rakibi için mühim hizmetlerde bulunacağından sahihleri­nin fazla hisse almalarını temin etmiş olurlar. Istılah kısmına da müracaat!.

«fHanbelî fukahasımn beyanına göre «feresi hecîn» hem anası, hem de babası feresi arabî olmayan atdır. Mukrif de böyledir.)

480 - : Harbe atlı olarak iştirak etdiği halde daha ganimet elde edilmeden râkib olduğu atı telef olan bir mücahid dahi fâris sayılarak ona göre hisse alır.

481 - : Bir mücahid, râkib olduğu atını dari harbde satacak ol­sa bakılır: ganaim elde edildikden sonra satmış ise süvari ganaim he­nüz elde edilmeden satmış ise piyade sayılır.

482 - : iki mücahid,  müştereken mâîik oldukları   bir at  ile  dari harbe  girib ona münavebe ten  râkib olarak harbe iştirak  etmiş olsalar ganimden hisse almak hususunda ikisi de piyade sayılır.  Çünkü bun­lardan hiç biri diğerinin izni olmaksızın bu ata râkiben harb etmek sa­lâhiyetini   haiz bulunmamışdır.

Fakat iki mücahidden her biri, münasafaten mâlik olduğu iki at-dan muayyen birine diğerinin rızasiyle binerek dari harbe duhul ve har­be iştirak edecek olsa ikisi de ganaimden süvari sehmine müstahik olur. Şu kadar var ki, bunlar dari harbe gîrdikden sonra böyle bir ittifakda bulunurlarsa her biri piyade sayılır. Zira dari harbe ilk girdikleri za­man hiç biri müstakillen süvari olarak harb etmek kudretini haiz bu­lunmuş değildir.

483 - : Gazilerin   piyade  mi,   süvari   mi  sayılacakları,   Hanefiyye ye göre ederb» demlen noktayı, yani:  dari harbin medhali olub dari is­lâm ile dari harb arasında bir hattı fasıl teşkil eden yeri tecavüz etmek-den'itibaren teayyün eder.  Bilâhare at tedarük  etseler de süvari sayı­lamazlar.

"(İmam Şafiîye göre bir gazinin piyade veya süvari olması, harbe iştirak etdiği zamandan  muteber olur. Tenvirül'ebsar.)

484 - : Harbde  hizmetleri   görülen  kadınlara,   çocuklara, kölele­re, zinımîlere ganimet mallarından bir mikdar şey verilir. Buna  «razh» denilir. Bunun mikdarı, gazilerin hisselerinden noksan olur. Bunun mik-cîarını tayin, veliyyül'emre aiddir.

Fakat islâm ordusunun takib edeceği yolları göstermek, düşman arazisi dahilinde kılavuzluk etmesi gibi mühim hizmetlerde kullanılan bir zimmîye verilecek mal, bir nevi ücret olacağından bâligen ma beleg verilir, velev ki gazilerin alacakları ganimet şetimlerinden fazla olsun. Reddi  Muhtar.

«(İmam Ahmede göre müslümanlar ile beraber harbe İştirak eden bir gayri roüsh'm de müslümanlar gibi ganimetden hisse alır. Binaena­leyh kendisine piyade ise bir, feresi hecîn üzerine râkib ise iki, atık de­nilen arab atı üzerine râkib ise üç sehm verilir.)

(Zahiriyycye göre müsîümanlann gazvelerinde gayri müslimler ha­zır bulunmazlar. Hazır bıılunub harbe iştirak «tseler de kendilerine ga­naimden ne sehm, ne de' nefl namiyle bir şey verilmez. Şayed yol göster­mek üzere bir- müşrikin rehberliğine zaruret hâsıl olursa ganimetden başka  muayyn bir mal  mukabilinde isticar edilir. E'muhallâ.l

485 - : Muaskerde,  yani  ordugâhda,   askerin  tahaşşüd   etdiği, toplandığı mevzide bulunub ticaretle iştigal eden kimselere - harbe ig-tirâk .etmedikçe - ganimet ve razh namiyle bir şey verilmez. Çünkü bunlar, esasen kendi menfaatlerine hizmet etmiş, ordunun kuvvetini tezyid, ordunun gayesini temin maksadiyle hareket etmekde bulunma­mışlardır.

486 -  : Ganimet mallarının tayin ve tevziinden sonra bakiye kalrn az bir mikdar mal, ganimlerin çokluğu cihetiyle kendilerine taksim ve  itası   müstakim  olmayınca     veliyyül'emr   tarafından  fakirlere tevzi olunur, beytülmale konulmaz. Bu mâla «f üzülür ganaim»  adı verilir.

487 - : Ganimet mallarını taksime memur olub «sahibi mekasim», «emîri kısmet» adını alan zat, ganaimin satılıb badehu esmanının taksim edilmesini münasib görürse o veçhile muamele yapılır. Çünkü bazan ga-ı.imet mallarının  aynlarını taksim müteazzir olur. Bunu takdir   edecek zat, emiri kısmetdir.

488 - : Bir kumandan, bir beldeyi feth etdikden sonra elde etdi­ği ganaimi yeliyyüremrin müsaadesi olmadıkça mücahidler arasında tak­sim edemez.  Çünkü bu ganaimin sahihlerine  terk edilmesi melhuzdur.

Fakat düşman beldesi feth edilmediği halde kendisinden bir mik­dar ganaim elde edilmiş olsa kumandan, bu ganaimin beşde birini bey-tülmal namına ayırıb mütebakisini mücahidler afasında taksim edebi­lir. Çünkü bu takdirde - ganaim sahiblerine terk ve iade edilemeyece­ği cihetle - bundan başka türlü yapılacak muamele yokdur. Binaen­aleyh kumandan, salâhiyeti haricine çıkmış sayılma/.. Meğer ki veliy-yül'emr, ganaimi taksimden kendisini sarahaten men etmiş olsun. O halde böyle bir taksime de salâhiyeti kalmaz.

489 - : Ganimet mallarından bir  şeyi  çalmak, bu mallardan  da­ha taksim edilmeden hıyanet voliyle bir şey almak, büyük bir cürüm­dür. Buna «gulûl» denir ki, şiddetle memnudur.

490 - : Ganimlerden biri, ganimet mallarından bir şeyi itlaf etss İmamı Azama göre bunu zamin olmaz. «îmam Şafiîye göre zamin olur. Siyeri Kebîr, Fethül'kadir, Mebaut, Hindiyye, Reddül'muhtar. [92]

 

Esirler Hakkında Yapılacak Muameleler   :

 

491 - : Harb neticesinde kahren elde edilen esirler hakkında ve­liyyül'emr,  muhayyerdir. Bu hususda müsîümanlann  menfaatlerine gö­re hareket ederek dilerse bu esirlerin mukatil olan takımını kati  edib maddei fesadı bilkülliyye ortadan kaldırır, dilerse bunların serlerini def için yalnız istirkakiariyle, yani: köle ve cariye edilmeleriyle iktifa eder, dilerse   islâm   zimmetinde, ahd ve emamnda olmak  üzere hepsine  hürri­yet verir ve dilerse bunları islâm esirleri ile mübadeled bulunur.  Bun­dan yalnız Arab müşriklerinin erkekleri müstesnadır. Onların istirkakı. zimmete kabulü caiz değildir. Onlar islâmiyyeti kabul etmekle kati ara­sında muhayyer bırakılırlar.

«itmam Şafiîye  göre  Arab müşriklerinin  de istirkakı caizdir.) (Bazı  müctehidlere   göre   alel'itlak  esirleri  öldürmek  caiz   değildir. Hattâ Hasen  îbni  Muhammedittemîmî, bu hususda nahabei kiramın ic-maını hikâye etmekdedir.

Icvzaî de demişdir ki esirler arasında bulunan ekinciler öldürülmez. Hazı^ti Ömer, mücahidlere gönderdiği mektubunda: «Haddi tecavüz et­meyiniz, hiyanetde bulunmayınız, çocukları öldürmeyiniz, ekinciler hak-kında Allahdan korkunuz.» buyurmuşdur.

Hasanı Baariye göre de esirler, dari harbde, düşmanı terhib için Öİdürülebilirse de dari islâmda öldürülemez. Böyle bir hareket kerîhdir.

Hammad ibni Süleymana göre esirler dari harbde dahi muharebe­ye nihayet verildiği, silâhlar elden bırakıldığı takdirde öldürülemez, bu mekruhdur.

Bu gibi fukahai kiram, nazmı celili  ile  istidlal ediyor,-mukatele hitam buldukdan sonra katle cevaz verilmediğine ka­ni bulunuyor. Ve bu halde esirleri kati, bunların rakabelerine teallûk eden müslümanların hakkını ibtalden başka bir semere vermeyeceğini ileri sürüyorlar. Bidayetül'müctehid, Elmuğnî.)

492 - : Esirleri kati etmenin cevazına kail olan müetehidini kira­mın da bu hususda istinad etdikleri müteaddid deliller vardır. Bu ze­vata göre esirler hakkında hüküm vermeksalâhiyeti, velîyyüremre aid-dir. Veliyyüremr, bu hususda maslahat ve hikmete göre hareket eder.

Vaktiyle harb esirlerini bazı milletler; işkencelerle öldürürler, hiç birini yaşatmazlardı. Benî İsrail'de bu usul carî idi. Bazı milletler de esirleri pek meşakkatli işlerde kullanır, onları insanlık hukukundan bil-külliye iskat ederlerdi. Eski Mısırlılar ile Romalılarda olduğu gibi.

tşte islâmiyyet, esaret müessesesini bu halde buldu. Fakat onu bu şekilde bırakmadı, belki mümkün olduğu kadar ıslaha çalıştı, esirler hakkında işkence yapılmasını, onların ac veya güneşe maruz bırakılarak ta'zib edilmesini şiddetle men etdi, esirlerin de insan olduğunu, onların da bir takım haklara mâlik bulunduğunu ilân ederek kendilerine şefkat ve merhametle muamele yapılmasını tavsiyede bulundu, esirlerden köle veya cariye ittihaz edilenlerin azad edilerek hürriyete kavuşdurulmala-rım büyük bir taat saydı.

Bir hadisi şerifde: «Ellerinizin altında "bulunan köleler ve cariyeler hakkında Ailah Teilâ'd?n korkunuz» buyurulmuştur. Diğer bir hadisi şe­rifde: «Mâlik olduğunuz köle ve cariyelerinize zulüm etmeyiniz, onlara takatleri fevkindeki işleri yüklemeyiniz, siz ne yer, ne içer ve ne giyinir iseniz onlara da ondan yedirib içiriniz, giydiriniz.» meâlindedir.

Fakat bu esirler hakkında muhtelif akvamın hareket tarzlarını tebdil etmek kabil olamayacağından bu hususda hal ve zamanın icablarına göre muamele ve bilmişi mukabele yapılması çok kerre iktiza eder.

Farz edilsin ki bir düşman millet, müslümanlardan aldığı esirleri idam ediyor veya i sür kak ederek ebediyen hürriyetden mahrum bıra­kıyor. Şimdi bu halde müslümanların o düşmandan alacakları esirler hakkında îdam ve istirkak yollarına gitmekden dinen memnu bulunma­ları, içtimaî ve aiyasî hayat bakımından muvafık olabilir mi?.

Binaenaleyh umum beşeriyetin temayülâtını, ihtirasatını nazara alan ve cihanşümul bir siyaset takib eden islâmiyyet de kendi müntesib-lerinin hayat! mücadelede muvaffakiyetlerini temin için esirler hakkın­da bir takım ahkâm vaz etmiş, bu hususda en büyük salâhiyeti - hik­met ve maslahata göre hareket etmesi icab eden - veliyyüremre, islâm hükümetine tevdi eylemişdir.

Esirlerin rakabelerinde mücahidlerin hakları ise kısmetden sonra te-karrUr eder, kısmetden evvel tekarrür etmiş bulunmaz. Esirlerin katile­ri ise kısmetden evvel caiz ise de kısmetden sonra caiz değildir. Bu hal­de mÜslümanlarm hakkını ibtal iddiası da doğru olamaz. Maahaza bir takım esirler de vardır ki, onları öldürmek bizce esasen caiz değildir. Nitekim aşağıdaki meselelerde görülecektir.

493 - : Müslümanların ellerine esir düşmeden evvel islâmiyyeti kabul eden her hangi bir düşman neferi, elde edilince ne kati ve ne de istirkak edilir, Şu kadar var ki, esir düşdükden sonra islâmiyeti kabul etse yine katli caiz olmazsa da istirkakı caiz olur. Çünkü esir edilir edil­mez rak abesi ne gazilerin hakları teallûk etmişdir. Binaenaleyh dini is-lânu kabul etmesiyle bu haklar, sakıt olmaz.

494 - : Harbîlere aid olan köleler, islâm olarak  dari  islâma il­tica etseler veya dini islâmı kabul    etdikden sonra bulundukları dari harb, müslümanlar tarafından zabt edilse veya bu köleler, müslüman olmaksızın çıkıb islâm ordusuna iltihak eyleseler derhal hür olmuş olur­lar. Çünkü mâliklerine rağmen islâmiyyeti kabul veya islâm kuvvetine iltihak etmekle nefislerini kurtarmaya muvaffak olmuşlardır.

495 - Düşmandan ahnan esirler hakkında istirkaka karar verilin­ce bunların beşde biri beytüPmal namına tefrik, mütebakisi de ganimlec arasında hisselerine göre taksim ve tevzi olunur. Artık böyle taksim edi­len esirleri ne veÜyyül'emr, ne de başkaları kati edemez. Bu halde bun­ların dari islâm ahalisinden olmaları tekarrür ederek kendileri  masu-mÜddem bulunmuş olurlar. Bunlara «mahkunüddem» de denir ki hayat­ları mahfuz, katileri memnu kimseler demekdir.

Dari harbde islâmiyyeti kabul eden kimse «mahkunüddem» olduğu gibi her hangi müslim ile zimmî müebbeden, müste'min de muvakkaten

496 - : Mücahiellerden bîri, henüz esir edilen bir düşman muha­ribini daha kısmet yapılmadan dari  harbde  veya dari  islâmda öldürse hakkında ta'zir cezası tatbik edilir. Şu kadar var ki bu esir, taksimden evvel  masumüddem olmadığından bunu katilden  dolayı   diyet,   keffaret ve kıymet lâzım gelmez. Ta'zir cezasının lüzumu ise hilafı salâhiyet ha-reketden münbaişdir.  Çünkü böyle bir esiri  öldürmek  salâhiyeti  yalnız veliyyül'emre aiddir. Meğer ki bu kati, müdafaai nefs için vuku bulmuş olsun. O takdirde ta'zir cezası da lâzım gelmez.

497 - : Harb kumandanları da elde ettikleri esirleri kati edemez­ler. Böyle bir hareket, veliyyül'emrin salâhiyetine, gâniminin hukukuna bir tecavüz teşkil eder.

Fakat bir kumandan, eide edilen esirlerin isyaniyle islâm askerleri üzerine  hücum  etmelerinden  veya  düşman   kuvvetlerinin   gelip  bunları kurtaracağından  ihtimali galib  ile korkarsa   katileri   cihetine   gidebilir.

Çünkü bu kati, âdeta harb halindeki bir kati kabilinden olacağı cihetle kendi salâhiyeti haricinde sayılmaz,

498 - : Seby edilen - yani esir alman kadınlar ile «zerarî» deni­len çoluk çocukları Öldürmek de bil'ittifak caiz değildir. Bunİar velev ki Arab müşriklerinden olsunlar. Bunların haklarında yalnız istirkak usulü carî olur. Kuhustanî.

«Zahirîlere göre dari harbden aeby olunan çocukları bir bedel mu­kabilinde olsun olmasın dari harbe iade etmek halâl değildir. Çünkü on­lara müsltimanlar mâlik olmakla haklarında islâm hükmü lâzım olmuş­tur, artık onlar ile evlâdı müslimîn müsavidir. Elmuhallâ.)

499 - : Mücahidlerin  dari   harbden  istilâ  suretiyle elde   etdikleri kadınlar,  dari  İslama getirilince   harbî     bulunan   kocalarından   mübane olurlar, aralarında nikâh kalmaz. Fakat bu kadınların kocaları da esir edilerek  dari İslama birlikte çıkarılmış     olurlarsa aralarındaki   nikâh, münfesih olmayıb devam  eder.     Binaenaleyh bu kadınlara mâlik  olan' kimselerin tekarrüb etmeleri caiz olmaz. Bu kadınlar ile kocalarını esir edib dari İslama çıkaran mücahidlerin başka başka şahıslar olmalariy-le bir şahıs olması arasında fark yoktur.

500 - : Sayılacak veya gânimler  arasında taksim edilecek esirle­rin arasında biribirinin zî rahmi mahremi olan kimseler bulunduğu tak­dirde bakılır: bunlar yaşlı kimseler ise aralarını ayırmakda bir beis yok-dur. Fakat her ikisi veya yalnız birisi çocuk ise aralarını tefrik caiz görülemez.

Bir hadisi şerif: «Her kim vâlid ile veledinin arasını ayırırsa Al­lah Tealâ da kıyamet gününde onunla dostlarının arasım ayırır.» meâ-lindedir. Çünkü bunlar, aralarında ünsiyyete, ülfete ziyade muhtaedır-lar.  Aralarını  tefrik,   fazla  teessürlerine  ve bazan  çocukların   helakine badi olabilir. Binaenaleyh buna meydan verilmesi doğru olamaz.

501 - : Esirler hakkında men -- bir lûtf olarak meccanen salıver­mek caiz midir, değil midir?. Meselesinde de müetehidler ihtilâf etmiş­lerdir.

Hanefiyyeye göre men, caiz değildir. Velev ki esir, islâmiyyeti kabul etmiş olsun. Bu veçhile muamele, nassa muhalif, düşmanın kuvvetini tezyide hadim, mücahidlerin hukukuna bir nevi tecavüz demekdir.

«(îmam Mâlike göre de esiri meccanen ıtlak caiz değildir. İmamül' müsümîn, esirler hakkında muhayyerdir: içtihadına göre hareket eder. Göreceği maslahata binaen bunları kablel'taksim ya kati veya bir be­del mukabilinde azad veya cizyeye rabt veyanut istirkak eder. Kadın­lar ile çocuklar hakkında ise yalnız istirkakda bulunur veya bunları bir fidye mukabilinde azad eder, fakat kati ettiremez. Şerhi Muhammedi!' hırşî.)

(îmam Ahmede göre de esirleri meccanen salıvermek caiz değildir. Bunun cevazını gösteren hâdiseler, neseh vukuundan mukaddemdir.)

(İmam Şafiîye göre veliyyül'emr, göreceği bir maslahata mebnî esirleri bir bedel mukabilinde olmaksızın azad edebilir. Nitekim bedr esir­lerinden bazıları hakkında böyle muamele yapılmışdı. Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.)

502 - : Esirler hakkında fida   -   bir  mal ile  veya islâm  esirleri ile mübadele tarikine tevessül edilib edilememesi meselesi de müetehidî-ni kiram arasında bir ietihad mevzu olmuşdur.

Esirleri para mukabilinde azad etmek hususunda Hanefî fukahası-nın muhtelif kavileri vardır. Meşhur olan kavle nazaran bu, caiz değil­dir. Para mukabiÜnde düşmanın kuvvetini tezyide meydan vermek mu­vafık olamaz. Meğer ki müslümanlar için mala hacet tahakkuk etsin, o takdirde İmamı Muhammedin beyanına göre caiz olur.

«(îmam Şafiîye göre büyük bir mal mukabjlinde mübadele caizdir. Bedr esirlerinden bir kısmı birer mal mukabilinde serbest bırakılmıştı. Mebsut.)

503 - : Düşmandan alınan esirleri, islâm esirleri mukabilinde sa­lıvermek ki buna «müfadatı üsera* denir, bu hususda da Hanefiyyenin müteaddid akvali vardır. Zahiri rivayete nazaran bunun cevazı hakkın­da müetehidler,   müttefikdirler.   Fakat   diğer bir   rivayete   göre   bunun cevazına îmamı Âzam kail değildir. Buna yalnız İmameyn  kail olmuş­lardır.

«(Eimmei selâsenin içtihatları  da bunun cevazı  hakkındadır.) Bu mübadelenin cevazına kail olan zevata göre' bu suretle müslim esirler, esaretden  kurtarılmışolur.  Böyle bir hareket  ise  gayri   müslim esirleri   öldürmekden veya istirkak   tarikiyle   kendilerinden  istifade etmekden evlâdır.

Bunun cevazına kail olmayan zatlara göre ise bu mübadele, gayri müslim esirler hakkındaki nassa muhalifdir. Sonra böyle bir hareketle düşmana yardım edilmiş, müslümanlara karşı muharib vaziyyet alma­larına meydan verilmiş olur.

Müslim esirlere gelince onların hakkındaki esaret, kendi elimizle vu­kua gelmiş olmayan bir ibtilâdır. Bundan halâs için başka çareler dü­şünmek lâzımdır. Düşmanı kendi ellerinde tutmak, düşman içinde kalan herhangi bir müslümaru da -yine islâm kuvvetiyle kurtarmaya çalışmak, müalümanların izzet ve şehametleri muktezasıdır. MebsuU Serahsî.

504  - : Esir düşen müslümanları para,  silâh,  kera'  denilen hay­vanat ve saire mukabilinde esaretden kurtarmak, bü'ittifak caizdir. Meb-sut.

505 - : Düşmandan alınan bir esir, dari islâmda islâmiyeti kabul ettiği takdirde bununla düşmana esir düşmüş  olan bir müslüman ara­sında mübadele yapılamaz. Çünkü bunlar, müsiümanhk bakımından mü­savi oldukları cihetle mübadelelerinde bir faide yokdur. Meğer ki bu ih­tida eden esir, kendi rızasiyle bu mübadeleye razı olsun ve gideceği yerde islâmiyeti muhafaza edebileceğinden emin bulunsun. Siyeri Kebîr, Muhi­ti Burhanı, Reddi Muhtar, Hindiyye. [93]

 

Istilaya, İstibdada  Müteallik Meseleler   :

 

506  - : Gayri müslim kavmler, dari harbde biri birinden istilâ =' galebe tarikiyle elde etdikleri mallara, esirlere derhal, yani: bunları da­ha kendi memleketlerine çıkarıb ihraz etmeden mâlik olur. Çünkü ken­dileri için mubah olan bir şeye vaz'ıyed etmiş bulunurlar.

507 - : Gayri müslim bir kavm, harb neticesinde  müsHimanların mallarından elde etdikîeri şeylere mâlik olurlar. Fakat bu halde ihraz, yani:o şeyleri kendilerinin mahfuz olan ülkelerine idhai etmiş olmala­rı şartdır. Bu malları kendi yurdlarma götürmüş olmadıkça bunlara mâ-likiyetleri tekarrür etmiş olmaz.

Dari islâmdan kaçıp dari harbe dahil olan hayvanlara da harbîler mâlik olurlar. Çünkü bu veçhile vaz'ıyed etmekle istilâ tahakkuk etmiş olur. Tenvirül'ebsar, Reddi  Muhtar.

«(tmam Ahmedin içtihadı da bir rivayete göre böyledir. Fakat îmanı Mâlike ve îmam Şafiîye göre harbîler, islâm mallarına asla mâlik ola­mazlar. Zira müslümanlarm malları ma'sumdur, buna tecavüz şer'an memnudur. Bu gibi şer'î memnuat ile gayri müslimler de muhatabdırlar. Binaenaleyh bunların böyle masum mallara istilâda bulunmuş olmaları, haklarında mâlikiyeti ifade etmez. Nasıl ki müsîümanlar da biri birinin emvaline istilâ ile mâlik olamazlar.)

(Zahirilere göre de harbîler, müslümanlarm ve zimmilerin malları­na asla temellük edemezler. Meğer ki  sahih bir suretde satın alsınlareya kendilerine bağışlansın veya zimmîden kendilerine miras kalsın ve­ya dini islâmca sahih olan sair bir muamele ile bunlara desteres olsun­lar.

Binaenaleyh harbîler, muharebe neticesinde müslümanlardan veya zîmmüerden iğünam edecekleri mallara mâlik olamazlar. Bunlar, dari harbe götürülmüş olsun olmasın, asıl sahiblerinin mülkünde kalır. Sa-hibleri ne vakit kadir olurlarsa bu malları istirdad ederler, velev ki, bi­lâhare mücahidini islâmiyye eline geçerek aralarında taksim edilmiş ol-aun. Bunlardan bir mücahide sehm verilmiş ise bu sehm sahibine red olunur, mukabili o mücahide cemaati müslimîne aid mallardan ödenir. İmam Safimin kavli de böyledir.

Şayed harbîlerden biri bu malları müsteshib olarak ticaret için eman ile dari i âlâma gelse bu inallar elinden bilâ bedel alınıb sahibine red edilir. Elmuhallâ.)

Harbîlerin bu mallara mâlik olacaklarına kail olan zevat ise diyor lar ki: gayri müslimler, bu gibi şer'î memnuat ile mükellef değildirler. Binaenaleyh bu mallar, onlara göre masum sayılamaz. Bu mallar, dari harbe götürülünce sahibsiz kalmış, mubah eşya -mesabesinde bulunmuş oluyor. Bunları sahihlerinin dari harbe gidib kurtarmaları ise müteaz-'zir veya müteassirdir. Bu cihetle harbîler mubah bir mala vaz'ıyed et­miş olacaklarından o mala mâlik bulunmuş olurlar. Inaye, Fethül'kadîr.

508 - : Gayri müslim bir kavm, harb neticesinde ehli islâmdan veya zimmîlerden hür veya müdebber, Ümmü veied, mükâteb olan er­kekleri veya kadınları esir ederek memleketlerine idhai edecek olsalar bunlara mâlik olmazlar. Bu hususda bütün müetehidler, müttefikdirler.

Çünkü islâm nazarında tamamen hür olan müsîümanlar ile zimmî-ler ve min vechİn hür bulunan müslim veya zimmî müdebberler ile üm-mi veiedler, mükâteb ve mükâtebeler başkalarının dairei mülküne da­hil olamazlar. Binaenaleyh bunların hakkında İstilâ ve ihraz ahkâmı ce­reyan etmez.

Şunu da ilâve edelim ki, muharib bir kavm, müslümanlarm malların­dan, kadınlarından, çocuklarından bir takımını elde ederek, dari harbe götürmek isteseler bunları o kavmin elinden almaya çalışmak, bütün müsîümanlar için bir vecibedir. Elde etdikleri malları dari harbe idhai etmiş bulunurlarsa artık takib edilmezler. Fakat kadınlar ile çocukları dari harbe idhai etmiş olsalar da takib olunmaları icab eder. Meğer ki kuvvet ve imkân mevcud bulunmasın.

Esir edilen müslüman kadınlarf, çocukları kurtarmak için her tür­lü tehlikeyi göze alıb harbîleri müstahkem mevkilerine kadar takibde bulunmak, bir azimet tarikidir. Maahaza vücudu melhuz büyük meha-likden dolayı bu takibin terk edilmesi de ruhsat dahilinde bulunmak-dadır. Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.

Yukarıda yazılan üç esas üzerine aşağıdaki meseleler teferrü eder:

509 - : İslâm mücahidleri,  mağlûp edecekleri gayri müslim,  mu­harib bir kavmin istilâ yoliyle elinde  bulunan diğer gayri  müslim  bir kavme mensub olan maliara, esirlere - başka mallarına kıyasen - mâ­lik olurlar. Velev ki İslâm hükümeti ile o malların, esirlerin mensub ol­dukları kavm arasında müsaleha bulunmuş  olsun.  Çünkü  bu  takdirde o müsalih kavme gadr edilmiş olmuyor, belki onun elinden çıkmış, mu-harib kavmin mülküne girmiş olan şeylere bir harb neticesi olarak vaz' iyed edilmiş, oluyor.

510 - : îslâro   mücahidleri,  mağlûb edecekleri   muharib   bir   düş­manın elinden, vaktiyle rnüslümanlardan istilâ yoliyle ahz ve memleket­lerine idhal etmiş oldukları malları istirdada muvaffak olunca bakılır: Eğer bu malların eski sahihleri,, ganaimin taksiminden evvel zuhur eder­se bu malları - gerek kıyemiyyatdan ve gerek misliyyatdan olsun - meccanen ahz edebilirler. Fakat taksimden sonra zuhur ederse yalnız kı­yemiyyatdan olan malları - ganimlere verildiği zamandaki - kıymet­leriyle ahz edebilirler. Misliyatdan olan malları ise ahze mahal yokdur. Çünkü bunları kendi misilleriyle almakda faide yokdur.

Bu mallar, taksimden evvel umum gazilere aiddir. Onlar ise müs-lümanların hukukunu müdafaa ve muhafaza ile mükellef olduklarından bu mallan zuhur eden sahihlerine vermekle muvazzaf bulunurlar. Fakat taksimden sonra bu mallara muayyen zatların - ganaim mallarındaki hisselerine mahsuban - hususî hakları teallûk etmiş bulunur. Artık bu hakları ibtal etmek muvafık olamaz. Şu kadar var ki, her iki tarafın hukukuna mümkün mertebe riayet için bu malların kadîm sahihlerine bunları kıymetleriyle almak salâhiyeti verilmişdir. Dürri Muhtar, Red­di Muhtar.

«(imam Şafiî üe Ebu Sevre göre böyle düşmandan istirdad edilen mallar, her halde eski sahihlerine verilir. Bunlar ganaime asla dahil ol­maz.

imam Zührî ile Amr ibni Dînar gibi bazı zevata göre ise bu mallar, her halde ganaimden sayıhb eski sahihlerinin bunlarda bir hakları kal­mamış olur. Bidayetül'müctehid.)

551 - : Bir tacir, muharib bir kavmin istilâ yoliyle elde etmiş ol­duğu mü s lü man mallarını satın alarak tekrar islâm ülkesine getirecek olsa bu mallar, o tacirin elinden istirdad edilemez. Şu kadar var ki eski sahibleri, bu'mallan o tacirin vermiş olduğu semen ile ahz edebilirler.

Fakat bir tacir, çman ile dari İslama girmiş olan bir harbînin çal-mış olduğu bir islâm malını dari harbde satın alarak tekrar islâm mem­leketine getirecek olsa bu malı eski sahibi meccanen ahz edebilir. Çün­kü bu takdirde harbî, bu malı gadr ve hiyanet yoliyle elde etmiştir. Buna istilâ tarikiyle mâlik olmuş değildir ki, bunları tacire satması mute­ber olsun. Hİndiyye.

512  - : Boğaz harici olan denizler, ne dari islâm, ne de dari harb sayılır.

Binaenaleyh harbiler, bu denizlerde elde etdikleri müslüman sefine­lerini zabt etseler dari harbe idhal etmedikçe bunlara malik olamazlar; Bu halde bunları sahibleri her kimin elinde bulursa meccanen alabilir.

513 - : Dari İslama girmesine müsaade olunan bir gayri müslim, vaktiyle  müslümanlardan istilâ yoliyle elde etmiş olduğu bir malı dari İslama getirib satacak olsa bu malı eski sahibi istirdad edemez. Çünkü o gayri müsüme verilen müsaade eman kendisiyle beraber olan ma­la da şâmildir. Binaenaleyh bu malı istirdad, verilen emana ademi riayet demek olacağından caiz olamaz.

514  - : Vaktiyle  bir  müslümanın     mülkünde  iken  harbîler tara­fından   istilâ edilmiş olan   bir   arazi   parçası, bilâhare   rriücamdler tara­fından istirdad olundukda bakılır: Eğer bu arazi, beşde biri beytül'male aJınıb da geri kalanı mücahidler arasında taksim edilirse «öşriyye» olur. Gayrı müslimlerin ellerinde bırakılırsa «haraciyye» olur. Eski sahibi tak­simden ve haraciyye olmasına hükmden evvel zuhur ederse bunu mec­canen alır ve bu arazi,  kemafissâbık  Öşriyye ise öşriyye  .haraciyye ise haraciyye  olarak  kalır.  Fakat taksimden veya haraciyye  olmasına  hü­kümden sonra zuhur ederse bunu ancak o vech İle  kıymetiyle ahz ede­bilir. Şu kadar var ki, bu arazî üzerine ebniye inşa veya ağaç gars edil­miş ine artık eski sahibi bunları  sökdürüb yerlerini   kıymetiyle  alamaz.

515 - : İstilâ edilmiş   olan   arazi,   arazii  emîriyyeden  olduğu  tak­dirde de  badel'istirdad kıymetiyle   uhz etmek   muamelesi  carî olmaz.

Binaenaleyh düşmandan istirdad olunan ve vaktiyle tapu temes-sükı ile zürraın tasarrufunda bulunmuş olan bir ârazıi emîriyye, Üzerine haraç vaz' ile hükümet tarafından bazı kimselere vechi şer'î üzere beyi ve teslim olundukdan sonra o arazinin kablel'istilâ tapu temessükü ile mutasarrıfı olan kimseler zuhur etseler bu araziye müdahale edemezler.

516 - :  îstilâya uğrayan bilâdı islâmiyyedeki arazii emîriyye hak­kında mülk ahkâmı cereyan eder. Binaenaleyh istilâya maruz kalan bir islâm beldesindeki     müslümanların   ellerinde   bırakılan  arazii emîriyye, kendilerinin mülkü hükmünde olub badel'istilâ    vefatlarında varislerine mülkiyyet vechi üzere mevrus olur.

Mülga fetvahanei âlinin bu hususdaki iki kararı, şu veçhiledir:

(1) : «Bosna ve Hersek vilâyetlerinin Avusturya ve Macaristan dev­letine ilhakından sonra memaliki mezkûredeki arazi hakkında mülk ah-lünıı carî olacağından olvechüe tevarüs iktiza eder.» Tarihi karar: 13 Receb 1333. Defter sahifesi: 112.

(2) : «ilâm istiklâlden sonra Bulgaristan'da bulunan arazide mülk hükmü carî olub olvechile tevarüs edeceği derkâr olmakla olbabda...»

Tarihi karar: Selhi Şaban 1334. Bulgaristan baş müftiliğinin istif­sarı üzerine verümişdir. Defter sahifesi: 247.

517 - : Muharib bir düşmanın elinden,    elde  etmiş olduğu  islâm mallarını kurtarmaya çalışmak, müslümanlar için - imkân şartiyle - bir vecîbedir.

Fakat böyle bir düşman, bu mallara istilâ yoliyle mâlik oldukdan sonra islâmiyet veya zimmeti kabul etse artık bu mallar elinden istirda.i edilemez. Çünkü müslümanların yeni bir harb neticesinde bu malları is-tirdad etmeleri melhuz bulunduğundan düşmanın bunlar üzerindeki mâ-likiyet hakkı, şerefi zeval üzere bulunmuş oluyordu. îslâmiyyeti veya zimmeti kabul etdiği takdirde ise harb ihtimali zail ve binaenaleyh mül­kiyet hakkı mütekarrir olmuş olur. Mebsut.

518 - : Bir kısım mücahidlerin dari harbde iğtinam etdikleri mal­ları henüz dari İslama çıkarmadan düşman istirdad edib de badehu di­ğer bir kısım mücahidler, bunları tekrar düşmanın elinden alacak olsalar bu mallara bu ikinci kısım mücahidler müstahik olurlar. Çünkü evvelki mücahidlerin istihkakları henüz tekarrür etmiş değildi.

Fakat bu mallar, birinci kısım mücahidler tarafından dari İslama çı-fcarıldıkdan sonra düşman tarafından istirdad, badehu diğer mücahid­ler tarafından tekrar iğtinam edilecek olsa bunları evvelki mücahidlere iade lâzım gelir. Zira onların istihkakları evvelce tekarrür etmişdir. Hin-diyye.

519 - : Dari  islâmdan  dari harbe kaçıb iltihak   eden bir  rakika harbîler mâlik olamaz. Binaenaleyh bir tacir, bunu satın alıb dari islâma idhal etse sahibi bunu meccanen ahz edebilir.

Bu, İmamı Azama göredir. îmameyne göre bu âbık rakika harbîler mâlik olurlar. Fakat âbık, kısmen, hür sayılan müdebber, ümmi veled veya mükâteb olsa buna harbîlerin mâlik olamayacağında ittifak vardır. Hindiyye. Âbık bahsine de müracâat!.

520 - : Muharib bir düşmanın istilâ yoliyle elde ederek dari har­be idhal etmiş olduğu bir müslüman köle veya cariye, firar ederefc dari islâma avdet eylese azad olmuş olur. Çünkü bunlar, dari harbe götürül­mekle mâliklerinin mülkünden çıkmış, müstevlilerin mülküne girmiş olur­lar. Bilâhare firar etmekle nefislerim ihraz, kendilerini esaret kaydinden halâs temig olurlar.

521 - : İslâm mücahidleri, muzaffer olub da vaktiyle muharib bir düşmanın müslümaniardan istilâ yoliyle elde ederek dari harbe idhal et­miş olduğu müdebber, ümmi veled veya mükâteb olan köleleri, cariyele­ri istirdad eyleseler bunları eski efendileri meccanen ahz ederler, gerek mücahidler arasında ganimet malları taksim edilmiş olsun ve gerek ol­masın. Çünkü bunlar, min vechin hür olduklarından başkalarının temel­lüküne mahal değildirler.' Binaenaleyh bunlara müstevliler, mâlik olama­yacakları cihetle bunlar ganaimden sayılamazlar. Şu kadar var ki bun­lar, ganimet malları arasında taksime tabi tutulmuş bulunursa bunların bedelleri beytülmal tarafından hisselerine isabet etmiş olan mücahid­lere tediye olunur.

522 - : Dari harbe giren bir islâm seriyyesinin elde ederek dari islâma çıkardığı bazı şahıslar, kendilerinin müslüman veya zimmî olduk­larını ve dari harbe ticaret için eman İle gitmiş bulunduklarını veya har­bîlerin ellerine esir düşdüklerini - seriyyenin inkârına mukarin - iddia etseler söz seriyyenin ölür. Bu halde o eşhas için bu iddialarını beyyine ile İsbat etmek lâzım gelir. Isbat ederlerse sebilleri tahliye edilir. Maa-haza kendilerinde islâm alâmet ve siması müşahade olunduğu takdirde de tecavüzden kurtulurlar. Şerhi Siyeri Kebîr, Mebsutı Serahsî, Bedayî, Tatar Haniyye, Hindiyye. [94]

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

İSLÂM HUKUNDA BAĞİLERE MÜTEALLIK MESELELERİNE DAİRDİR

 

İÇİNDEKİLER : Bağym mahiyyeti, Veliyyürenırin itaatinden çı-Uunların aksamı. Bağîlere karşı alınacak vaziyet. Bağîier ile musaleha ve onların ııefsleri ve mallan hakkında yapılacak muamele. Ehli adi ile ehli bağyiiı tevarüsüne ve ahz ve itlaf edecekleri emval ve nüfusun zamanı­na müteallik meseleler. Ehli bağy tarafından yapılacak cinayetler, Bağî-ler tarafından maıısııb hâkimlerin verecekleri hükümler. [95]

 

Bağyın Mahiyeti  :

 

523 - : Bağy tâbiri,  ıstılah kısmında da beyan olunduğu üze­re - veliyyüremrin dairei itaatinden bir te'viie istinaden haksız yem rıkarak tegallübde bulunmak, isyankâr bir vaziyet almak mânasını ifa­de eder.

Bu halde muhik olan bir veliyyüTemre veya naibine karşı bir te'vi­ie, yani: kendince doğru görülen bir delile, bir sebebe mebni isyan ede­rek itaat dairesinden çıkan, bununla beraber müslümanların katlini, mal­larının müsaderesini, zürriyetlerinin esir edilmesini halâ! görmeyen me-noa sahibi bir müslümana da «bağî» denilir. Cem'i: buşat'dır.

524 - : Yalnız bir şahsın vehyyül'emre karşı tek basma isyankâr bir vaziyet alması nâdir olduğundan fıkıh kitablarında bağîlere aid mec-seleler, alel'ekser < babülbugat» unvaniyle zikredilerek cem sîgası ihtiyar

edilmişdir.

Bir de bağîlere aid meseleler, cihada müteallik meselelere dahil bu-iunduğu cihetle fıkıh kitablarımızda bağîler hakkındaki mesaili muhte­vi kısma «kitabülbugaU denilmeyib «babül'bugat» denilmekle iktifa edi­lerek bu hususa işaret olunmuşdur. Çünkü cihad, yalnız gayri müslimlc-'fı karşı açılan harblerden ibaret olmayıb herhangi âsi bir kuvvete kar-îi olan hareketler de cihaddan madud. bulunmuşdur.

525 - : Bağînin -yukarıdaki tarifinde bulunan kayitleri, biraz tah­lil etmek iktiza eder. Şöyle ki:

(1) : Tarifdeki «veliyyüTemr»den maksad, ya islâm cemaatinin in-'ihabiyle veya kendisinin1 kuvvet ve  nüfuziyle  hâkimiyet   makamını ihraz edib   müslümanların  bîr emniyet ve  selâmet dairesinde yaşamalatı-nı temine muvaffak olan herhangi bir müslim zat denıekdir.

Halkın toplanıb idaresi altında emniyetle yus.adikla.ri böyle bir vv-liyyül'emre karşı - zulüm ve hiyanetden dolayı değil, belki onun maka­mına ondan ehak ve evlâ oldukları iddiasiyle, - isyana kıyanı eden biı taife, bugat'dan sayılır.

Binaenaleyh bu halde- veliyyüİ'emr tarafından vak; uiueak yardı iv dâvetine, müslümanların icabet etmeleri, bir vecibe ieşkil eder. Çünki, çıkarılmak istenilen bir fitne,  bu suretle bertaraf edilebilir. icabete kadir olmayanların veya icabet halinde bir raide vücude gel­meyeceğine kani bulunanların da kendi hanelerine çekilmeleri, fitneye İş-tirâkden müetenib bulunmaları lâzım gelir..

«(Fıkhı Hanbelîde deniliyor ki: İmamül'müslimîn. biitün müslürnaiı-ların vekilidir. Bu zat, kendisini azl edebilir ve kendisini kendisinin arzu siyle müslümanlar da azl edebilirler. Fakat kendisi arzu etmediği takdir-de müslümanlar tarafından azledilmesi caiz olmaz. Böyle bir hareket, müslümanlar arasında nifak ve şikak zuhuruna meydan verebilir. .Şoı-hül'münteha.)

(2) : Tarifdeki  «muhik olan   veliyyüİ'emr kaydine   nazaran  bağy. ancak, ancak âdil, muhik olan bir veliyyül'emrin hak olan emirlerine kar şı yapılan bir muhalefet ve isyandan ibaretdir. Yoksrı bir  veliyyül'cmrin 2Uİümkâr bir hükümdarın haddi zatında hak, meşru olmayan hareketle­rine, emirlerini muhalefet göstermek, bağyden  rnaducî değildir.  Bu hal­de veliyyül'emre düşen vazife, gayri muhik harekâtı, irtikâb edilen me­zalimi terk etmekden başka değildir.

Zulümkâr bir veliyyül'emre karşı isyan vukuu takdirinde müslü-manların kendisine yardım etmeleri icab etmez. Çünkü böyle bir yardım. zulme müzaheret demek olur.

(3) : Tarifdeki «bigayri hakkin»  kaydi  de göaUıiyo!   ki bağy.  an­cak haksız yere vukubulan muhalefet ile tahakkuk eder   yoksa bir hak ka dayanan muhalefet, bağy sayılmaz.  Binaenaleyh  zalim veya uhdesi­ne düşen vazifelen ifadan âciz bir veliyyül'emre karsı  isyan eden  kim­se bağî değildir. Belki böyle bir veliyyüİ'emr. azle müstahik olur. Meğer ki azli bir fitneye badî olsun.

Zulüm ve i'tisafa karşı bihakkin muhalefet eden bir zümreye - bir faide melhuz olduğu takdirde - her müslimin yardım etmesi bir vazi­fedir.

(4) : Tarifdeki «te'vil» kaydi de gösteriyor ki, bir veliyyüTemre kar­şı vukubulan isyan, bir te'viie, yani: sahibince meşru görülen bir delile istinad etmelidir ki bağyden madud olsun. Böyle bir te'viie müstenid ol­madığı takdirde ise başka bir mahiyet kesbedeı.

(5) : Tarifdeki  «menea» dan  makşad ise kuvver,  izzet ve cemaatlir. Meneası, yani: kuvveti, cemaati, hâmisi olmayan herhangi bir şah­sın bir veliyyül'emre karşı olan münferid muhalefeti ise: alelade bir isyan dan ibaret olacağı cihetle hakkında bugat ahkâmı carî oimaz. Menca için ıstılah kısmına da müracaat!. Mebsu Serahsi, Bedayî, Hindiyye, Redd! Muhtar.

«(Şafiîlere nazaran bağyin tahakkuku için bağiler, kendilerine kar­şı kolaylıkla zafer elde edilemeyecek derecede şevket sahibi olmalıdırlar. lstinad etdikleri te'vil, kat'îyül'butlan olmamalıdır. Bu te'vile binaen ve-İiyyül'emre karşı hurucu tecviz etmiş bulunmalıdır. Aralarında da re'yiy-le hareket edecekleri muta' bir şahıs bulunmalıdır. Çünkü şevketleri an­cak bu şahıs vasıtasiyle vücude gelir.) [96]

 

Veliyyül'emrln İtaatinden Çıkanların  Aksamı  :

 

526 - : Bir veliyyül'emre karşı isyan bayrağını kaldırıb dairei ita-atden çıkanlar, maksadlarınm ve kanatlerinin ihtilâfına nazaran başlıca şu dört kısma ayrılır:

(1) : Buğatdır. Bunlar, - yukarıda beyan olunduğu üzere - ve-liyyül'emre karşı bir te'vile binaen haksız yere isyan eden bir islâm züm-residir ki, bu isyanlariyle beraber müslümanların kanlarını, mallarını ha-lâl ve zürriyetlerinin esir edilmesini mubah görmezler. Buğatm mukabili ise «ehli adi» dir. Buğatın idaresi altındaki yerlere «dari bağy», ehli adlin dairei hâkimiyetinde bulunan yerlere de «dari adi» denir. Istılah kısmı­na da müracaat!.

(2) : Kuttaı  tarikidir. Bunlar,  veliyyül'emrin itaatinden  bir te'vilu müstenid olmaksızın çıkarak yolları kesen,    halkın hayatına, mallarına kasdeden kimselerdir. Gerek menea sahibi olsunlar ve gerek olmasınlar.

(3) : Kuttaı tarik mesabesinde olanlardır. Bunlar da veliyyürem-rin itaatinden bir te'vile müstenid olarak çıkan meneasız bir taifeden ibaretdir.

Bu iki kısma id hükümler için «islâm hukukunda yol kesicilere mü­teallik hükümler» mebhasine müracaat!.

(4) : Havaricdir. Bunlar, kendilerince hak olan bir te'vile mebni veliyyüremrin küfrüne, ma'siyetine kail olarak onunla mukatelenin vü-cubünü iddia eden ve kendilerine muhalif olan müslümanların katlini, mallarının ahzini, zürriyetlerinin esir edilmesini halâl gören kuvvet ve "me­nea sahibi bir taifedir. Bunların her ferdine «haricî* denir.

Haricîler, cumhun fukahaya ve ehli hadisin ekserisine göre buğat hükmündedirler. Bazı ehli hadise göre de bunların hakkında mürted ah­kâmı cereyan eder.

527 - : Vaktiyle  îmam  Ali   (kerremallahü  vecheh)     hazretlerine karşı hakem meselesinden dolayı kendi tebeası arasından isyan etmiş ola bir taifeye «havaric» adı verilmiştir. Bunlara göre her günah, büyük oi-sun, küçük olsun küfür demekdir. Bu taifeye «sürat, nevasib, haruriyye  namları da verilnıişdir.

Hazreti AH, haricîler hakkında: kardeşlerimiz-üzerimize tecavüz etdiler» demiştir. Bu tabir de gösteriyor ki haricîler, dairei islâmdan hariç sayılmıyorlar. Belki bunlar, isyankâr bir ruha mâ­lik, mübtcdi' sapık bir taifei islâmiyyeden ibaretdir. Mebsut, Bedayî, Red­di Muhtar, Kesşafül'kına.

«(imam Mâlikin içtihadına nazaran haricîler evvelâ tövbekar olma­ya davet olunurlar. Taib olmadıkları takdirde küfürlerinden dolayı değil, belki fesadiarmdan yer yüzünü temizlemek için kati edilirler.) [97]

 

Bağllere Karşı Alınacak Vaziyet :

 

528 - : Muhik olan bir veliyyül'emr, bir takım  kimselerin  kendi aleyhine isyan ederek silâh teşhir edeceklerine ve kıtale müteheyyi bu­lunduklarına vâkıf olunca bunları derdest etdirerek maksadîarından vaz­geçip tövbekar oluncaya kadar habs etmelidir. Çünkü böyle bir hareket edilmediği takdirde memlekette bir'fesad ikaına meydan verilmiş olur.

529 - : Veliyyül'emre karşı  isyan    edeceklerim  kendi  aralarında söyledikleri halde henüz bövle bir harekete azm etmemiş olan kimselere veliyyül'emr tarafından derhal taarruz olunamaz. Çünkü henüz isyan ci­nayetine azm bulunmamışdır.

Demek ki fi'le iktiran etmeyen, szm derecesinde bulunmayan, yal­nız tasavvur sahasında kalan şeyler, şer'an takibi müstelzim değildir. Ni­tekim İmam Ali hazretlerinin haricîler hakkında iltizam etmiş olduğu ta­riz hareket, buna bir delil olarak fıkıh kitablarında uzun uzadıya teşrih edilmek dedir.

530 - : Veliyyül'emr aleyhine kıyam edecek kimseler, bil'icma ki-tale mübaşeret etmedikçe kendilerine karsı istimal edilemez. Çün­kü bunlar ile yapılacak bir mukatele, bunların serlerini defetmek  mak­sadına müsteniddir.     Yoksa bunlar esasen   müslüman oldukları cihetle 'kendilerinin küfrünü def etmek maksadına müstenid değildir. Binaenaeyh bunların mukateleye başlamak suretiyle serleri  tezahür etmedikçe katilleri muvafık olamaz.

531 - : Veliyyül'emr aleyhinde bulunan bir taifenin r.ı ak asidin den evvelce haberdar olmayıb da bilâhare bunların asker topladıklarına ve­ya kital için müteheyyi olduklarına veya bir beldeyi tegallüben zabt et-diklerine vâkıf olursa bunları evvelâ adalet ve itaat dairesine, islâm ce­maatinin reyine rücua davet eder. Çünkü bu davete icabet edildiği tak­dirde fesad bertaraf edilmiş olur.  Bu davete icabet edilmediği takdirde ise fesadlarım def için kendileriyle mücadeleye başlar. Bu veçhile hareket edilmesi, rnüstahsendir.

Miiahaza veliyyül'unır, böyle bir dâvetde bulunmaksızın da bu taif< ile kıtale mübaşeret edebilir. Bunda bir beis yokciur. Zira bunlar dari is-lamda bulundukları ve kendileri de zaten müslüman oldukları cihetle kendilerine esasen dâvel baliğ olmuşdur.  Bedayî, Hindiyye.

Hattâ böyle bir taifenin bilfi'l kıtale mübaşeret etmelerine intizar edilmesi, bazan fırsatın fevtine, kendilerinin kuvvetlenmesine sebob ola­cağı cihetle muvafık görülemez. Onların toplanmalar], kitale mütehey\; bulunmaları, kitale mübaşeret  edeceklerine bîr delildir.

«(İmam Şafiîye göre bağîler, hakikaten kitale mübaşeret etmedik­çe kendileriyle harbe başlanıiamaz. Çünkü hor hangi bir müslüman: mü­dafaa halinde olmaksızın kati etmek, caiz değildir.)

532  -  :  Veliyyül'eınr,  bağîler ile   harbe   karar verince - harbîler ile yapılacak muharebelerde olduğu gibi - her türlü savaş vasıtalarına müracaat edebilir.

533 -  : Bağîler  ve   yol  kesiciler   gibi   fitne   ehline  silâh  satılması caiz değildir. Çünkü bu yatış, onların isyanlarına yardım demekdır. Fakat bunlara demir gibi kendisinden   silâh   yapılacak   şeyleri  satmak   caizdir. Zira bunlar, esaslı bir cemiyete mâlik olamayacakları cihetle bu gibi mad­delerden  silâh yapılabilecek  bir  zaman  pek bulamazlar.  Hindiyye. Kâfî.

534 - : Ehli bagyin galebe ve iicasıyle gayri müsîim bir milletin ülkesine iltica eden ehli adlin, o ülke kuvvetleriyle ehli bağye karşı harb açmaları caiz değildir. Çünkü bu halde o gayri müslim  millet, hakimiy-yet, mevkiinde bulunacağından bu mülteci müslümanlar, onların bayrak­ları, hâkimiyyeti altında kalmış olacaklardır.  Müslümanların başka mil­letlerin 'hâkimiyeti altında biri biriyle mücadelede bulunmasına ise dhvjn mesağ yokdur. [98]

 

Bağiler İle Mi'saleha Ve Onların  Nefisleri Ve Mallakı  Hakkında   Yapılacak  Muamele   :

 

535 - : Bagîler, müsaleha talebinde bulundukları takdirde bakılır: Eğer bu taleb, müslümanlar iğin hayırlı görülür, meselâ: bağilerin sulh esnasında  âkibett  umun  düşünülerek  bu     hareketlerinden   vazgeçmeleri melhuz bulunursa kabul edilir ve illâ kabul edilmez.

«(Hanbelîlere göre de_hağîleı\ kendilerine bir müddet verilmesini is­teyince bakılır: eğer bir müddet intizar edilmesi, bir kayde mebni değilse caiz olur. Fakat vakit kazanmak, imdad almak veya kuvvetli bir cema­ate iltihak etmek gibi bir menfaate müstenİd ise bu halde kendilerim1 mühlet verilemez. Aksi takdirde ehli adlin mağlûbiyetine yol açılmış olur. Kesjşafül'kına)                                                

536 - :  Bagîler  ile verecekleri   bir bedel mukabilinde   müsalehny.ı muvafakat  etmek caiz değildir.  Çünkü onlar da cemaati  muzlimine du-hüdiıier. Onlar  ile   para  mukabilinde sulh olmak,   uhuvveti ialâmîyyeye münafîdir. Bedayî.

537 -  : Muvadea ve müsaleha    münasebetiyle ehli adi ile bağîler, razı kimseleri birbirine karşılık olarak rehn verib de bilâhare bağîler, al­dıkları  rehnlen  öldürecek olsalar ehli  adi, ellerindeki rehnleri  bilmuka­bele öldürmezler. Belki bu rehnlen bağilerin tenkil edilmelerine veya ta-ib olmalarına kadar habs ederler. Velev ki iki tarafdan biri gadrde bu­lunduğu takdirde diğer tarafın elindeki rehnlen öldürmesi aralarında meyrut bulunmuş olsun. Çünkü böyle bir şart bâtıldır. Rehnler, müvadea se­bebiyle tahtı emana girmiş  bulunurlar. Gadre karşı gadr  ile mukabele ise islâm şiarına muhalifdir.

538 - : Bağîler; kuvvetli,  meneai mümtenia deniien bir  cemiyete mâlik iseler harb esnasında bırakdıkları mecruhlar ile firarilerin - ka-çıb o cemiyete iltihakları melhuz olunca - ehli adi tarafından öldürül­meleri ve kati  veya  esir edilmek  için takib edilmeleri  cai    olur.   Fakat, kendisine iltihak edecekleri bir cemiyet, mevcut değilse  mecruhların  öl­dürülmeleri, firarilerin takib edilmeleri caiz olmaz. Bedayî. selâsenin ictihadlarına nazaran böyle bir cemiyetleri mev-cud olsun olmasın bu mecruhlar ile firarilerin öldürülmeleri, takib edil­meleri caiz değildir.)

539 - : Bağîlerden alınacak esirler hakkında veliyyüTemr muhay­yerdir, dilerse şevketlerini kırmak, mevcudiyetlerini istisal etmek için ce­miyetleri mevcut olan esirleri öldürür, dilerse ehli bağyin tamamen ta-ib olacakları zamana kadar bu esirleri habs ile iktifa eyler. Hâsılı bu hu-susda ahsen olan cihet iltizam edilir, yoksa havai nefse tâbi olarak inti­kam ve teşeffü sadr maksadiyle hareket edilmez.

Kendisine iltica ve kendisinden kuvvet kesb edecekle"! bir cemiyet-den mahrum olan esirler ise Öldürülmezler.

540 - : Harbîlerden  katli   caiz olmayan eşhasın, ehli bağyden do katü caiz değildir. Binaenaleyh bağîlerin arasında bulunan çocuklar, mec­nunlar, kadınlar, şeyhi fanî denilen ihtiyarlar kati edilmezler. Meğer  ki harbe İştirakleri halinde,kati edilmiş olsunlar.

Harbe bilfi'l iştirak etmiş olan kadınlar ile ihtiyarlar, esir düşdüklc-ri takdirde de kati edilebilirler. Zira bunlar bilfi'l muharib bulunmuşlar­dır. Bedayî.

541 - : Bağîlerin   zürriyetini    çocuklariyle  kadınlarını seby   et­mek, yani: esir ederek köle ve cariye ittihaz eylemek caiz değildir. Çünkü bunlar müslümandırlar. Islâmiyyet ise ibtidaen İstirkaka manidir.

Fakat ehli adi, bağilerin kendilerinden istifade ederek birlikde harb etdikleri gayri müslim bir hükümet kuvvetlerine galebe çaldıkları takdir de bunların efradını seby edebilirler. Çünkü bağîlerin bu istianesi, bu har­bîler hakkında bir eman teşkil etmez ki, ehli adlin buna riayeti lâ?;ım, gel­sin. Belki bu harbîler, dari İslama mukatil olarak girmiş olduklarından elde edilince haklarında harbî ahkâmı carî olur.

Ehli zimmet ise bundan müstesnadır: Şöyle ki: bağîlere iltihak ile. ehli adle karşı harbe cüret eden zimmîler, bu hareketleriyle nakzı ahd etmiş sayılmazlar. Bağîler, bu isyanları sebebiyle imanlarını nâkz etmiş olmadıkları gibi bunlara munzam olan zimmîler de muamelâta müteallik olan islâm ahkâmını iltizam etmiş olmakdan çıkmış sayılmazlar. Bina­enaleyh bu zimmîler hakkında harbî ahkâmı cari olmayıb bağSler hak­kındaki hükümler carî olur. Mebsutı Serahsî.

«(Hanbelîlere göre ise'bağîler ile birlikde harbe iştirak eden zimmî­ler ile sair muahid harbîler, bu hareketleriyle nakzı ahd etmiş olurlar. Binaenaleyh haklarında harbî muamelesi yapılır. Meğer ki bir şüphe id­diasında bulunsunlar. Meselâ: bağîlerde müslüman oldukları cihetle on­ların davetlerine icabetin lüzumuna kani bulunmuş olduklarım veya on­ları ehli adiden sandıkları veya haklarında ikrah vuku bulduğunu der-meyan etsinler. Bu halde bu iddiaları kabul edilir. Maahaza bunların mal ve cana aid itlaf etdikleri şeyleri tazmin etmeleri lâzım gelir. Çünkü bun­ların bu hareketleri, bir şer'î te'vile müsıtenid değildir. Keşşafülluna.)

542  - : Ehli bağyin kendileriyle müsaleha   yapmış   oldukları bir kavm ile ehli adlin muharebeye kıyam etmesi caiz değildir. Çünkü rae-nea sahibi olan her hangi bir müslimin verdiği eman, yaptığı muahede bütün müslümanlarca mutaber ve nafizdir. Hattâ bilâhare, bağiler gadr ederek bu kavini seby edecek olsalar bunlara ehli adlin iştirak etmesi caiz olmaz. Mebsutı Serahsî.

« (Hanbelîlere göre bağîlerin kendilerinden istiane, etdikleri harbî­lere verecekleri eman, ehli adice muteber değildir. Binaenaleyh ehli adi, bunların hakkında yine harbî muamelesi yapar. Fakat kendilerine eman veren bağîlerin bunlara gadr etmemeleri lâzım gelir. Keşşafül'kma.)

543  - : Bağîler, bir islâm beldesini tegallüben zabt etdikleri halde diğer bir kısım bağîler de onlar ile  mukatelede bulunarak o beldedeki çoluk çocuğu seby etmeğe  cüret gösterseler ahalinin bu uğurda  o ba­ğîler ile  harb etmeleri   icab eder.   Çünkü   müsİümanlann çocukları,  re-ffkaları seby edilemez. Bunları kurtarmak müslümanlar için bir vecîbe­dir. Mebsut.                                                                 

544 - : Silâhım elinden bırakmıyan bir bagî kalt edilebilir. Fakat: «Ben taib oldum» diye elindeki silâhını bırakan veya:  «Beni bırakınız, işimi bir düşüneyim, belki tövbe ederim veya tâbi olurum» diye silâhım atan bir bağîye artık tecavüz olunamaz, istimanda bulunmuş olur. Böy­le bir bağı amden kati edilse şübhei ibaheye mebni katiline kısas lâzım gelmezse de diyet lâzım gelif., Mebsut.

545 - :  Bağîlerin başları  kesilerek âfaka nakl ile  teşhir edilmesi kerihdir. Çünkü bu, müsle sayılır. Müsle ise caiz değildir. Meğer ki düş­manın şevketini kırmaya vesile olsun. Bedayî.

546  - : Bağîlerden  harb esasında alınacak  mallara gelince : bun­lar tevkif edilib bilâhare tövbeleri zuhur edince  kendilerine iaed edilir. Bir hacet bulunsa bile bu mallardan istifade edilmez. Yalnız silâhlariyle binek hayvanları bundan müstesnadır. Ehli adi lüzum görürse bunlardan harb esasında istifade edebilir. Harb zaruretiyle ehli adlin bile elindeki silâhlar, hayvanlar âmme menafii hamına alınabileceği gibi bağîlerin de bu kabil mallar alınabilir. Bunların alınıb istimali lihacetîn vukubulan bir kısmet demektir. Yoksa temlik ve temellük için değildir. Bedayî.

« (imam Şafiîye göre bu kabil mallardan da ehli adlin İstifade et­mesi caiz değildir. Çünkü bir müslümamn rızası olmadıkça malinden kim­se istifade edemez. Belki bu mallar saklanır, kendilerinden emniyyet hâ­sıl olduğu zaman bağîlere iade edilir.)

547 - : Bağîlerin canlı  malları  bir hacete mebni   harbde kullanıl-mıyacak ise satılıb bedelleri sahihlerine âtiyen verilmek üzere hıfz edi­lir. Çünkü bunlar nafakaya, bakılmaya muhtaç olduğundan bunların sa­tılması sahihleri için daha nafidir.

548 - : Ehli adi ile ehli bağyin, askerleri toplanarak harbîlere kar­gı birlikde hareket etseler, ihraz edecekleri ganaime bil'iştirâk müstahik  olurlar. Çünkü her iki asker de müslüman olub dinî izaz için müşterek bir halde harbetmişlerdir. Hattâ bu iki askerden yalnız biri bu ganaimi elde edecek; olsa yine diğeri ona iştirak eder. Zira bunlar biri birinin müzahiri bulunmuşdur. Şu kadar var ki, bu ganaimin ayrıca beşde biri­ni yalnız ehli adlin alması lâzım gelir. Çünkü bunu mahalli mahsusuna, sarf edecek olan, ancak ehli adidir. Mebsut.

549  - : Ehli adlin maktulleri hakkında şehid  muamelesi yapılır. Çünkü bunlar harbde zulmen kati edilmişlerdir. Binaenaleyh gasl edil­meksizin üzerlerine namaz kılımb kefene elverişli libaslariyle defn olu­nurlar.

Bağîlerin maktulleri' ise üzerlerine namaz kılınmak sızın bâdelgasl tekfin ve defn olunurlar. Bedayî. Diğer bir kavle göre gasl de edilmez­ler. Çünkü onların gasl edilmeleri, üzerlerine namaz kılınması onlara kargı bir nevi müvalâtdır. Âdil olan ise ehli bağye müvalâtdan memnu­dur. Hasen ibni Ziyad'a göre bu, onların cemaatleri berdevam olduğu­na göredir. Onların cemaatleri kalmayınca âdil olan, onlardan karibinı gasl ederek üzerine namaz kılabilir, bunda beis yokdur. Mebsut.

«(Hanbclîlere göre bağîlerden kati olunanlar, hem gasl ve tekfin olunurlar, hem de üzerlerine namaz kılınır. Çünkü bağy-sebebiyle dairei imlâmdan çıkmış olmazlar. Hattâ bağîler, ehli bid'atden olmadıkları tak­dirde fâsik bile sayılmazlar. Belki te'vülerinde muhtî sayılırlar. Binaen­aleyh  başkaları  hakkında şahadetleri de  makbul  olur.

Ehli adiden şehid düşenler ise gaal edilmeksizin üzerlerine namaz kılımrve çizmeleri, harb takınılan çıkarıldıkdan sonra şehid düşdükleri libasları yle defn olunurlar. KeşşafiU'kına, Elmuğnî.) [99]

 

Ehli Aol İle Ehlt Kağy'ın Tevarüsüne Ve Ahz Ve İtlaf Edecekleri Emval Ve Nüfusun Zamanına Mi Teallîk Meseleler   :

 

550 - : Menea sahibi olan bir bağî,  harb halinde ehli adiden ve kendi   kariblerinden birini   öldürecek   olsa bakılır:   Eğer   veliyyuTemre karşı isyanında muhik olduğuna musirran kani ise o maktule varis ola­bilir. Fakat muhik olduğuna kani olmayıb hareketinin butlanına kail ise varis olamaz. Çünkü bu takdirde şübhei te'vil bulunmayıb vaki olan kat­lin gayri meşru olduğu tahtı itirafında bulunmuş olur.

Bu mesele, îmanu Âzam ile İmam Muhammed'e göredir. İmam Ebu Yûsüf'e göre her iki vecîhde de' bağî, vâris olamaz. Zira onun te'vili, fâsiddir. Şu kadar var ki, meneası mevcud olduğu takdirde bu te'vil, hakkı defi hususunda sahih bir te'vil mesabesinde sayılır, istihkak husu­sunda sayılmaz. Binaenaleyh bu te'vil, mirasa istihkakı hususunda mu­teber olmaz. Bedayi.

«(imam Şafiînin içtihadı da bu merkezdedir. Maamafih İmam Şa-fiîye göre âdil de bâğîye vâris olamaz. Çünkü katil bulunmuşdur. Zey-lel.)

İmamı Âzam ile İmam Muhammede gelince: bunlara göre bağînin te'vili, hem hakkı defi, hem de istihkak hususunda muteberdir. Bir ker-re caninin mirasa istihkakı, karabet sebebiyledir, bu ise mevcuddur. Şu kadar var ki, haksız yere yapılan kati, mirasa istihkaka bir mania teş­kil elmekdedir. Bağînin menoası mevcud olduğu halde istihlâl te'viliyle katle mübaşeret etmiş olması ise bu maniayı bertaraf etmekde, miras-dan mahrumiyeti defi hususunda muteber bulunmakdadır.

Bir de bir şahıs hakkında bir kısım ahkâmın cereyanı için ya ilti­zam veya ilzam bulunmalıdır. Bağî hakkında ise bir kere iltizam mev­cud değildir. Çünkü o kendisince meşru olan bir tc'vile binaen bu katlin rnübah olduğuna kail bulunmuş, bunun hürmetini iltizam etmemişdir. Sonra ilzam da mevcud değildir. Zira mcncası mevcud olub üzerinde ve-liyyüremrin velayeti .gayri caıî bulunmuşdur.

551 -  : Ehli adiden biri harb veya harbe tehayyüz halinde bulu­nan bir bağîyi kati veya onun bir malini itlaf etse üzerine zaman lâzım gelmez. Çünkü bağînin isyanına binaen şahsının ve malinin ismeti sa­kıt olmugdur. Bu halde katil, aralarında karabet mevcut ise maktul olan bağîye vâris olabilir. Zira bu maktulün ismeti nefsi sakıt olduğu cihet­le katli haksız yere vuku bulmuş değildir.

Fakat bağînin harb haricinde itlaf edilen emvali tazmin edilir. Çün­kü bu emval, bu halde haizi ismet bulunur. Hidaye, ReddüTmuhtîir.

552  - : Ematı ile dari ad!e dahil olan bir bağîyi ehli adiden bin amden öldürse diyet itasiyle mahkûm olur. Fakat bu katiden dolay; ki-sas lâzım gelmez. Çünkü bu bağî hakkında bir şübhei ibahe mevcuddur. Kısas gibi cezalar ise şübhe ile sakıt olur.

553 - : Ehli adi, bağîler tarafında olub da kendilerine karşı ceb-he almış, bulunan babalarım, kardeşlerini vesair zî rahm olan mahrem­lerini bizzat Öldürmezler. Böyle bir hareket, karabete münafi olduğun­dan dinen kerîhdir. Bunların tenkilini başkalarına havale etmeleri icab eder. Meğer ki müdafaai nefs zarureti tahakkuk  etsin. Maahaza böyle bir hareket, zamanı, ve irsden mahrumiyeti icab etmez. Reddül'muhtar

554 - : Ehli adiden bir şahıs, bağîler arasında bulunub da hart esnasında ehli adiden biri tarafından kati edilse vârisleri diyete müsta hik olmazlar. Çünkü o şahıs, bağiler arasında bulunmakla kendi kanın heder etmişdir.

565 - : Bir bağî, kendisi gibi bir bağîyi Öldürdükden sonra bağî ler üzerine galebe edilecek olsa veliyyül'emr, katil hakkında kısas ile, di yet ile hükm etmez. Çünkü bağî, mübahüddemdir. Cinayet de veliyyül emrin velâyeü dairesinden haricde vuku bulmuşdur. Hidaye, Zeyleî.

«(Eimmei selâseye göre hâdisede kati, amden vuku bulmuş ise ka til de kısasen kati edilir.)

556 - : Bağîlerin tegallüben idareleri dairesine aldıkları bir islâr beldesi ahalisinden biri, bu esnada diğer birini amden öldürdükden sor ra o belde veliyyüTemr tarafından istirdad edilse bakılır. Eğer ahali; hakkında bağîlerin hükmü henüz cereyan etmeden' istirdad edilmiş is katil hakkında kısas icra edilir. Ve eğer bağîlerin hükmü cereyan el dikden sonra istirdad edilmiş olursa kısas icra edilmez. Çünkü bu tat dirde veiiyyüTemrin o belde  ahal?si hakkında velayeti  münkati bului muş olur. Zeyleî.

557 - : Bağîler, henüz tahayyüz ve huruç etmeden evvel veya cı miyetleri dağıldıkdan  sonra itlaf  etdikleri   malları, akıtdıkları   kanla tazmin ile mükellef olurlar. Çünkü bunlar, bu halde meneadan mahrur. sair nıüslümanlar gibi dari adi ahalisinden madud bulunurlar.

558 - : Menea sahibi olanbir bağî, harb halinde ehli adiden bir nin bir malini itlaf etse bunu zamin olmaz. Çünkü menea mevcud olu ca iki taraf beyninde velayet, münkati bulunmuş olur. Bu halde isüf

mmpfiy.7.ir nlrlnpi3nrifl.n bu hakkın vücubı zamanı bir şey'i  müf. Maahaza bir te'vile mebni müslümanlar arasında vuku bulacak bir harb esnasında itlaf edilen şeylerin, iraka edilen kanların bilâhare taz­min edilmemesi hususunda sahabei kiramın bir icmaı vardır. Bedayî, Zeyle.

«(İmam"Mâlik ile tmam Şafiînin kavli ceddine ve Ahmed ibni Han-beldenbir rivayete göre de bu halde zaman lâzım gelmez. Itlâf edilen şeyleri tazmine kalkışmak, müslümanların arasında zuhur etmiş olan harbin devamına, sulh ve-salâhın teehhürüne sebebiyet vereceği cihet­le muvafık olamaz.

Fakat îmam Şafiînin kavli kadîmine ve îmam Ahmedden diğer bir rivayete nazaran bağî, bir canidir. Onun hakkında meneanın vücudu, ademi vücudu müsavidir. Onun isyanı, hakkında tahfifi değil, tağlizi müstelzim bulunur. Binaenaleyh itlaf ettiği şeyi bilâhare tazmin etmesi lâzım gelir. Bedayî, Elmizanürkübra.)

tmam Şafiînin bu beyanatı, diyanet noktai nazarındanpek muva-fıkdir, eimmei' Hanefiyye de buna kaildir. Fakat kaza itibariyle carî olan muamele, bunun hilâfınadır. [100]

 

Ehli Bağy Tarafından Vuku Bulacak Cinayetler :

 

559 -: Bağîlerin istilâ edecekleri beldeler ahalisinden toplaya­cakları zekâtları, örsleri, harçları bilâhare o beldeleri istirdad eden ve-liyyül'emr, tekrar istifa edemez. Çünkü veliyyül'emı*, bu vergilere istih­kakı, o ahaliyi himaye etmesi mukabilindedir. İstilâ halinde ise bîr hima­ye mevcud değildir. Şu kadar var ki, o ahalinin zekâtlarını tekrar ver­meleri evlâdır. Zira zahiri hâle nazaran bağîler, toplayacakları zekâtla­rı pek de mahalline sarfetmezler.

öşr ise fakirlere aiddir. BağSler, fakir iseler bu zekât, mahalline sarf edilmiş demek olur.

Haraca gelince: bunun masrafı da harbîlere karşı cihadda buluna­cak olan müslümanlardır. Bağîler ise müslümanolub ledel'icab harbîle­re karşı cihadda bulunabilecekleri cihetle alacakları haraç, mahalline masruf olmuş sayılır.

Fakat müstakbele aid bu kabil vergileri yine veliyyüTemr, istifaya bağlar. Çünkü bağîleri tenkil edince velayeti zahir olub o beldeler aha­lisini tekrar himayesi altına almış bulunur. Hidaye, Bedayî. [101]

 

Bagiler Tarafından Mansub  Hâkimlerin Verecekleri Hükümler  :

 

560 - : Bağîlerin tayin etdikleri kadılar, ehli adlin mezhebi üze­rine hüküm verdikleri takdirde hükümleri tenfiz olunur. Çünkü bunları nakzda faide yokdur. Bilâhare yine ayni veçhile hüküm verilecekdir.

îslâm  müctehidlerinden  herhangi     birinin kavline   mutabık olarak Verecekleri   hüküm  nafizdir. Bu ictihad, diğer bir ictihad ile nakz edilemez.

Fakat bunların verecekleri hükümler, ne ehli adlin mezhebine ne de diğer muteber mezahibi ictihadiyyeye tevafuk etmediği takdirde ehli adi tarafından tenfiz edilemez.

561 - : Bağîlerin kadıları, ehli adlin kadılarına bir husus hakkın­da bir vesika yazıb gönderdikleri takdirde bakılır: eğer kendileri âdil ve hâdisede iki âdil şahidin şahadetiyle hükm edildiği malûm bulunursa bu vesika, kabul ve infaz edilir ve illâ edilmez. Bedayî, Fethül'kadîf.

«(Hanbelîlere göre de bagilerin hâkimleri tarafından verilen hü­kümler, kitab ile sünneti sahihamn naşsma ve icma gibi edillei şer'iyye-ye muhalif olmadıkça sair hâkimlerin hükümleri gibi nakz edilemez. Çünkü bunlar, ehli te'vildir, şer'i şerifde kendisine mesağ bulunan bir te'vil ise kailinin fışkını icab etmez. Binaenaleyh bunlar, fürua aid ah­kâmı fıkhiyyeden birinde muhtî olan fukahaya müşabih bulunmuş olur­lar. Mezhebi Şafiî de bu merkezdedir.

Kezalik: bagilerin kadılarından biri, bir husus hakkında ehli adlin kadılarından birine bir vesika yazıb gönderse bunun kabulü ve mukteza-siyle amel edilmesi, caizdir. Elverir ki bunu gönderen kadı, kazaya ehl olsun.

Şu kadar var ki, bagilerin gururunu kırmak için bu gibi vesikala­rın kablel'hükm reddedilmesi evlâdır. Keşşafül'kma') [102]

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

İSLÂM HUKUKUNDA  ZİMMİLERE  VE  MÜSTE'MÎNLERE MÜTEALLİK   MESELELERE  DAİRDİR.

 

İÇİNDEKİLER: Zimmetin mahiyyetİ, rüknü ve nevileri. Akdi zim­metin şartları. Ehli zimmetin ikametgâh ve vergi itibariyle aksamı. Ak­di zimmetin hükmü, ehli zimmetin riayet etmekle mükellef oldukları ba­zı hususlar. Zimmeti işkal edib etmeyen haller.

Istimânın mahiyeti, müste*minlerin aksamı. Müslim olan müştek­inin ler. Ziınmİ olan müste'minler. Harbî olan müste'minler. Müste'min-lerüı zimmeti kabul etmeleri. Müste'minlere yapılaeak yardunlar. Müste'-minlerin yapacakları cinayetler. Müste'minlerîn casuslukda bulunmaları. Müste' minlerin ak idleri, malları ve terekeleri hakkında yapılacak mua­meleler. [103]

 

Zimmetin Mahiyeti, Akdi Zimmetin Rüknü Ve Nevileri :

 

562 - :  Lûgatde ahd, eman, zeman, hak mânâlarına gelen zimmet tâbiri, ahd ve emana, zamana kabiliyetli olan mahal mânasında da müs­tameldir.  «Fülân kimse şu mukaveleyi zimmetine almış» denilmesi, bu istimale göredir.

Kezalik: «Fülânın zimmetinde şu kadar ma.Üûbum vardır» denilir ki, onun zemanında şu kadar alacağım vardır, mânasındadır.

İlmi hukukda zimmet ile mükellef olan nefs, rakabe, şahsiyyeti hu-kukiyye kasd edilir. «Beraeti zimmet asidir» denilir ki, şahsın beraeti asidir, mânasını ifade eder. «İnsanın zimmetine şu vecibe teveccüh eder» denilir ki, zatına, rakabesine teveccüh eder, demekdir.

Usuliyyuna göre zimmet, insanlara mahsus manevî bir vasıf dır ki, her insan bu sayede lehine ve aleyhine olarak bir kısım haklara, vazi­felere ahi olur.

İnsanlar, emanete, ifai vezaife mahal oldukları için «zimmet» de­nilen bir ehliyyeti hukukiyyeye mâlik bulunmuşlardır. Bu sayededir ki, her insan için hürriyet, mâlikiyyet, ismet, yani: şajısî masuniyet hak­lan sabit olur.

563 - : Akdi zimmete gelince bu da esasen harbî bulunan bir şah­sın veya bir cemaatin islâm ahd ve emanını, yani: tâbiiyetini kabul etmeşinden ibaretdir.

Akdi zimmetin riiknü İse kabuli zimmeti müş'ir bir lâfz veya bir fİ'ldir. Bu cihetle akdi zimmet, iki nevidir.

(1) : Sarahaten akdi  zimmetdir ki,  kabuii zimmeti  sarahaten ifa­de eden bir lâfız istimaliyle olur.  «Ben müslümanların ahd ve em anına girdim»  demek gibi.

(2) : Delâleten akdi zimmetdir ki, zimmeti kabule delâlet eden bir fi'l ve hareket ile vücude gelir. Dari islâmdan çıkması veya zimmeti ka­bul etmesi kendisine teklif edilen birmüste'minin dari islâmda bir sene daha ikamet etmesi gibi kî bu ikamet, zimmeti kabulüne delildir.

Kezalik: bir müsle'min, dari islâmda arazü haraciyyeden. bir yeri satın ahb da üzerine haraç vaz edilse zimmî olmuş olur. Çünkü bu ha­raç, dari islâmda ikamet halinemuhtasdır. Muste'min haracı kabul edin­ce dari islâm ahalisinden olmayı kabul etmiş, binaenaleyh zimmî olmuş­tur. Fakat daha haraç vereceği vakit gelmeden o yeri satsa zimmî ol­mamış olur. Bedayi.

564 - : Sarahaten veya delâleten islâm tabiiyetini ihraz eden gay­ri   müslimlere   «ehli   zimmet» denilmiştir.    Çünkü  bunlar  bu  tabiiyetle müslümanların zimmetine, yani: ahd ve emanına girmiş, bir kısım hak­lara mâlik olmuş olurlar.

îşte böylece islâm zimmetini, ahd ve emanını haiz olan gayri müs-lim bir erkeğe «zimmî», gayri müsîim bir kadına da «zimmiyye» denilir. [104]

 

Akdi Zimmetin Şartları  :

 

565 - : Zimmet akdinin müebbed olması şartdır. Binaenaleyh bir vakit ile mukayyet olan akdi zimmet, sahih olmaz. Çünkü zimmet, bir müebbed emandır. Akdi zimmet, mal ve canın masu­niyeti hususunda akdi islâmiyetin bir halefi mesabesindedir. Islâmiyeti kabul, ancak müebbed surette sahih olduğu gibi akdi zimmet de böyle müebbed olduğu takdirde muteber olur.

566 - : Zimmet akdinde bulunacak olanların irtidad erbabından olmamaları şarttır. Çünkü irtidad erbabı, zahiri hale nazaran islâmiye­tin mehasin ve fezailim bildikten sonra dini islâmdan dönmüş kimseler­dir. Artık kendileriyle akdi zimmetde bulunmak da faidesizdir. Böyle bir akid, kendilerinin islâmiyeti kabul etmelerine vesile olamaz. Binaen­aleyh onların haklarında yapılacak muamele, kendilerinin işlâmiyyete rücu ile harb beyninde muhayyer bırakılmalarıdır.

567 - : Akdi zimmetin dari islâmda yapılması tecviz edilmeyen bir şeye talik edilmemesi şarttır.

Binaenaleyh gayri müslim bir hükümdar, memleketi ahalisi hak­kında kati ve salb gibi istediği muamelâtda bulunmak şarüyle akdi zim­metde bulunmak  istese  buna  muvafakat  edilemez.  Çünkü  men'i  kabil olan bir zulmün yapılmasına müsaade  etmek, islâmiyetde memnudur Bununla beraber zimmî, muamelâta raci hususlarda islâm ahkâmım ii-tizam etmiş olan şahıs demekdir. Dari islâmda yapılması caiz olmayan ,bu gibi fi'Ueri irtikâb edecek olan bir şahıs ise islâm ahkâmını iltizam etmemiş olur.

568  - : Akdi zimmete talib olan kimselerin Arab müşriklerinden olmamaları gartdır.

Ehli kitab olanlar, zimmete kabul edilebileceği gibi mecûsîler de eh­li kitaba mülhak sayıldıklarından zimmete kabul edilebilirler. Bunlar, ge­rek Arab ırkına mensub olsunlar ve gerek olmasınlar.

Mecûsîler, Arab kavminden de olsalar cizyeleri kabul olunur. Bu, onların hakkında istisnaî bir muamele demekdir. Çünkü sair Arab müş­riklerinden cizye kabul edilmez. Bedayî. Vergiler mebhasine müracaat!.

569 - : Başka  ırklara  mensub  müşriklere,   putperestlere   gelince bunların zimmete kabul edilmeleir caizdir,

Arab müşrikleriyle sair kavmlere mensup müşrikler arasında böy­le bir fark gözetilmesindeki hikmet ise şundan İbaretdir: «Bir kısım gay­ri müslimlerin zimmete kabulü, kendilerinden yalnız cizye ahnmasiyle iktifa edilmesi, onlardan alınacak böyle bir vergiye rağbet ve tama'dan dolayı değildir. Belki onları islâmiyete davet, islâm camiasına celb mak­sadına müsteniddir. Tâ ki bu akdi zimmet sayesinde müslümanlar ile ih-tilât ederek islâmiyyetin mehasinini, aklen memduh ve müstahsen olan ahkâmını görüb düşünsünler, dini islâmm, akıl ve hikmetin iktiza ve kabul ettiği esaslar üzerine müesses olduğunu müşahede etsinler de bu hal, kendilerini islâmiyyete saik olsun. Bu maksad ise Arab müşrikleriyle akd edilecek bir zimmet ile husule gelmez. Çünkü onlar, sırf taklid eh­lidirler. Onlar, yalnız âdete, cahilane bir an'ane.ve düşkündürler. Onlar, cahiliyet âdetlerinden, babalarım taklidden başka bir şey bilmez, düşün­mezler. Belki onlar, Allah Tealâ'dan başkasına sırf mecnunâne ve mas-haracasına bir tarzda tapar dururlar. Onlar, islâmiyyetin mehasinini, ahkâmının ulviyyetini teemmül ve tefekkür ile iştigal etmezler ki bu hal, kendilerini islâm camiasına sevk etsin.

Binaenaleyh onlara karşı yapılacak muamelede islâmiyyeti kabul etmedikleri takdirde kuvvet istimalinden başka değildir. Bedayî, Bahri Raik.

Maahaza islâmiyyet, en evvel onların kendi muhitlerinde zuhura gelmiş, feyzini ilk evvel o muhitte neşre başlamış Kur'anı mübîn, onla­rın lisanı üzere nazil olmuş ve bu cihetle onların hakkında mucizeler da­ha zahir bulunmuş olduğundan artık o muhitdeki müşriklerin islâmiy­yete karşı husumetkârâne bir vaziyetde devam etmeleri için kendileri­ni zahiren olsun mazur gösterebilecek bir cihet yokdur. Binaenaleyh on­ların haklarında başka türlü muameleye lüzum kal m armadır.

570 - : Arab ırkına mensub  olub     «Sâbiunû  adını alan taifenin zimmete kabuliyle kendilerinden cizye alınıb alınamaması hususunda ih­tilâf vardır, imamı Âzam'a göre bunlar, 2ebûr kitabını okur, ehli kitab-dan bir cemaat oldukları cihetle zimmete kabul edilebilirler.  îmameyne göre bunlar, yıldızlara taparlar. Bu cihetle abedei evsan hükmündedir-ler. Binaenaleyh Arabdan başka bir  kavme mensub  oldukları  takdirde zimmete kabul ile kendilerinden cizye istifa olunabilir. Fakat Arab kav­mine mensub olunca buna cevaz yokdur. Bedayi.

Rivayete nazaran «Sâbie» denilen kavm, vaktiyle Nuh aleyhisselâ-mın dinine tâbi imişler. Maamafih bir dinden diğer bir dine dönen her şahsa da «Sâbiî» denildiği kaydedilmekdedir. Cem'i «Sâbiûn» dur.

«(îmam Mâlike göre Arab müşriklerinden zimmetin, cizyenin kabul edilmemesi, alel'itlâk değildir. Belki bu memnuiyet, yalnız Kureyş kabi­lesine mensub olan müşriklere mahsusdur.)

(İmam Şafiîye ve imam Ahmedden olan iki rivayetin ezherine gö­re mutlaka abedei evsandan cizye kabul edilemez. Bunlar, gerek Arab ırkına mensub olsunlar ve gerek olmasınlar. İmam Şafiîye göre Sâbiî-lerden ve «Sâmire» denilen taifeden cizye kabul edilir. Muhtasarı Mü-zenî, Elmuğnl) [105]

 

Ehu Zîmmettn İkametgâh Ve Vergi İtibarîyle Aksamı  :

 

571  -  : Ehli zimmet, ikametgâh itibariyle dört kısma ayrılırlar:

(1) : Dari islâmda müslümanlar ile muhtelit bir halde ikamet eden. ehli  zimmetdir.  Bunların  şahıslarından  usulü dairesinde   cizye namiyle bir vergi alınacağı gibi kendilerine temlik edilen araziden de haraç na­miyle bir vergi alınır.

VeliyyüFemr tarafından şehir ittihaz edilen bir yerde zimmîlerin gidib ikamet etmelerine mümaneat olunamaz. Fakat müslümanlara aid mahallelerde islâm cemaatinin azalmasını müstelzim olacak kesif bir suretde oturmalarına müsaade edilmesi de münasib görülemez. Bu hal­de kendileri iğin hususî mahalleler tahsis edilmesi lâzım gelir.

(2) : İslâm mücahidleri  tarafından  anveten  feth edilen  bir belde ahalisinden olub o beldede ikametlerine veliyyül'emr tarafından  müsa­ade olunan ehli zimmetdir. Bunların da şahıslarından cizye,  arazilerin­den haraç alınır.

(3) : İslâm hükümeti tarafından sulhen feth olunan bir belde aha­lisinden olub o beldede sulh mucebince ikametlerine müsaade olunan eh­li zimmetdir. Bunlardan ve bunların arazisinden cizye ve haraç namiyle alınacak vergiler, sulh şartlarına göre teayyün eder.

Meselâ: Bu beldedeki zengin, fakir ve orta halli eşhasdan her biri, haline göre ya muayyen bir inik dar cizye vermekle mükellef olur veya heyeti mecmuası namına mikdarı muayyen, toptan bir cizye istifa edi­lir. İslâm hukukunda vergiler mebhasine'müracaat!.

(4) : islâm ordusu tarafından feth olunan bir beldede haricden celb edilerek iskân etdirilen ehli zimmetdir. Bunlardan cizye ve haraç namiyle vergi alınır.

Bu gibi bir belde islâm hükümetinin himayesi ve hâKimiyetİ altı­da bulunacağından bu da dari İslama mülhak olub «dari eman» adını alır. Şerhi Siyari Kebîr, Mebsut, Bedayî. [106]

 

Akdi Zimmetin Hükmü   :

 

572 - : Zimmet, bir nıüebbed eman olduğundan zimmeti kabul eden bir gayri müslim, hilâfına hareket etmedikçe daima müslümanla-rın ahd ve emanında bulunur, müalümanlarm lehine ve aleyhine olarak tatbik edilen bir kısım dünyevî'hükümler, onun da lehine ve aleyhine olarak tatbik edilir. Dari islâmda bir müslimin malı, canı, namusu ne derecelerde masun ise onun da mali, canı, namusu o veçhile siyanet al­tında bulunur.

Binaenaleyh akdi zimmetin hükmü, malın ve can ile namusun isme­tinden ibaretdir. Bu esas üzerine terettüb eden hükümlerden bir kısmı, aşağıdaki meselelerde mezkurdur.

573 - : Gayri müslim bir hükümdar, müslümanİarın zimmetini kabul edecek olsa memlûkleri üzerinde mâlikiyet hakkı, kemakân baki kalır. Nitekim islâmiyyeti kabul ettiği takdirde de bu mâlikiyyeti mah­fuz bulunur. Hattâ memlûkleri bilâhare islâmiyyeti kabul etseler de yi­ne o hükümdarın bunlar üzerindeki hakkı mâlikiyyeti zail olmaz. Çünkü bu memlûklerin islâmiyyeti kabul etmeleri, mâliklerinin hakkı mülkünü iptale sebeb olamaz.

Şâyed bu memlûkler, bir düşman tarafından esir edilib muahharan islâm mücahidleri tarafından istirdad edilecek olsalar kablelkısme mâ­liklerine meccanen reddedilirler. Kısmet vuku bulduğu takdirde de, mâ­likleri bunları kıymetleriyle alabilir. Zira ehli zimmetin hukukuna ria­yet, onlara müteveccih zulüm ve adaveti def, müslümanlar için bir ve­cibe olduğundan bunun hilâfına hareket olunamaz.

574 - : islâm  hükümeti,  müslümanları  siyanet etmekle mükellef olduğu gibi ehli zimmeti de siyanet etmekle mükellefdir.

Binaenaleyh islâm mücahidleıi, harbîler tarafından esir edilmiş bu­lunan zimmîlere tesadüf etseler, onları mümkün olduğu takdirde kur­tarmakla mükellef olurlar. Bu, müslümanlar için bir vecibedir.

Ehli zimmetin düşman eline düşen mallarını kurtarmak hususun­da da hüküm böyledir.

575 - : Dari islâmda ehli  zimmetden herhangi  bir şahsı  haksız yere kati eden kimse hakkında katlin mahiyyetine göre kısas veya sair cezalar 'tatbik edilir. Katil, gerek müslim, gerek zirnmî veya müste'min olsun.

576 - : İslâm ordusunun dari harbden ahz ile dari İslama çıkar­dığı esirler, ehli zimmete satılabilir. Çünkü dari İslama çıkarılan gayri müslim esirler, zimmî mesabesindedirler. Zimmi olan kölelerin, cariye­lerin zimmîlere satılması ise caizdir.

Fakat ebeveyninden hiç biri yanında bulunmaksızın seby edilen ço­cuklar, dari İslama tebeiyyetle müslim sayıldıklarından bunlar, ehli zim­mete satılmazlar. Maahaza satılacak olsa bey, nafiz olur. Şu kadar var ki. bu halde zimnûlerin bunları tekrar müslümanlara satmaları lâzım gelir.

577 - : Ehli zimmetin bulundukları yerlerde kadîmden beri mev-cud olan kenîselerine, bîalerine, sevmealerine, aüşk edelerine taarruz olu­namaz.  Bunlar, münhdim veya harab olunca vaz'ı kadîmleri üzere ye­niden bina veya tamir edilmelerine mümaneat olunmaz.

Fakat zimmüer, dari islâmda yeniden kenîseler, bîaler, sevmealar, ateşkedeier ihdas edemezler. Ve kadîmen mevcud olanların yerlerim de değiştiremezler. Veliyyüremrin gördüğü lüzuma mebni hedm edilmiş olan kadim  kenîseler vesaire dahi yeniden ihdas edilemez.

Burada kadimden maksad, bu mabedlerin bulundukları beldelerde müsîümanların fethinden ve zimmîlerin o beldelerde ikamet etmeleri üze­re müsaleha vukuundan mukaddem mevcud olmaları demekdir.

578 - : Ehli  zimmetin  bir karyede  veya bîr şehir  haricinde mâ-bedleri bulunduğu halde bir çok evler yapılmakla o karye bir şehir ha­line gelse veya o şehir haricinde-yapılan binalar şehre kadar ittisal pey­da ederek şehrin bir mahallesi gibi olsa o mâbedler - sahih olan kav­le  nazaran - hali üzere bırakılır, hedmleri cihetine gidilmez.

579 - : islâm mücahidleri tarafından feth edilen bir belde aha­lisi, veliyyül'emr canibinden zimmete rabt edilerek o beldede ikametle­rine müsaade olunsa onlar, o beldede kenîseler yapmakdan ve şarab, hınzır gibi şeyleri alenî surette satmakdan menedilmezler. Çünkü bu gi­bi gayri müslimlik şiarını kendi yurdlannda izhar etmiş olurlar.

Fakat gayri müslimlerden bir taife, kendi arzulariyle islâm hükü­metine müracaat ederek ,sulh yolivle zimmeti kabul ve haklarında islam ahkâmının cereyanını taleb ctdikleri takdirde beldeleri islâm beldeleri hükmünde olur. Binaenaleyh oralarda kadîm mâbedlerine müdahale edi­lemezse de yeniden mâbedler yapmalarına müsaade olunamaz.

580 - : Bir islâm beldesinde vaki bir kenîse hakkında müslüman­lar ile zimmiler arasında ihtilâf zuhur cdib de müslümanlar, o beldenin arıveten feth edilmiş olmasına mebni bu kenîsenin ibkası caiz olmadığı­nı, zimmîler de sulh voliyle feth edilib kenîsenin ehli zimmet elinde bırakilmış olduğunu iddia etmekle beraber tekadümi zamane binaen o beî-denin ne veçhile foth edildiğine dair bir eser bulunmasa yoz, maalyemîn zimmilerin ulur. Çünkü konîseye zilyed bulunmaktadırlar.

Hattâ o beldenin sulhen feth edildiğine dair bir eser bulunduğu gi­bi anveten feth edildiğine aid de bir eser mevcud olsa söz, yine zimmî-lerin olur. Zira bu eserler, mütearızdır.

Fakat bir takım kimseler, o beldenin sulh ile elde edildiğine, diğer bir takım kimseler de anveten feth edildiğine dair olan kadîm şahidle-ı-uı şahadetlerine şahadet de bulunacak olsalar anveten feth hakkındaki .şahadet tercih olunur. Çünkü söz, zilyedin olduğundan beyyine harice teveccüh eder.

581 - : Ceziretüİ'arabda ne kenîseler, bîalar, sevmealar, deyrler ibka edilir, ne de bunların yemden yapılmasına müsaade olunur. Çünkü gayrı müslimlerin Ceziretüİ'arabda tevattun etmeleri tecviz edilmediğin­den mâbed yapmalarına mahal yokdur.

582 - : Ehli zimmet, muamelât hususunda müslümanların huku­kuna mâlikdirler.

Binaenaleyh müslümanlar için kendi mülklerinde yapmaları caiz olan her şey, ehli zimmet için de caizdir. Şu kadar var ki, yapacakları binaları komşularını ziyadan, havadan mahrum bırakacak derecede yük-seltemezler. Komşularına bu veçhile zarar vermeleri, memnudur.

583 - : Zimmîler ile harbî veya  müste'min olan gayri  müslimler arasında veraset carî olmaz.

Binaenaleyh bir müste'min, dari islâmda bir zimmiye ile evlenib de çocukları dünyaya geldikten sonra henüz zimmete girmeden ölecek ol­sa ne zevcesi, ne de çocukları kendisine vâris olamazlar. Aksi de böy­ledir. Çünkü ihtilâfı dar, verasete manidir. Bedayî, Hindiyye, Bahri Râ-ık, Reddi  Muhtar. [107]

 

Ehli Zimmetin Hiayet Etmekle Mükellef Oldukları Bazı Hususlar :

 

584 - : Ehli  zimmet,  müslümanların     hukukuna riayet  ve  indel icab kendilerine muavenet etmekle mütekabilen mükellef oldukları gibi müslümanlara karşı  hürmeti  muhil olan hareketlerden ictinab  etmekle de   mükeliefdirler.

585 - : Ehli zimmet, cizyelerini götürüp kendi elleriyle ve kema-İi inkiyad ile beytülmale tediye etmekle nıükeilefdirler. Bu, İmamı Aza­ma göredir. İmam Ebu Yûsuf ileîmam Muhammedin ictihadlarına göre bir zimmî, mükellef olduğu cizyeyi naibi vasıtasiyle de tediye edebilir. Bir maslahat görüldüğü   takdirde   îmameynin içtihadları   düsturül'ame: ittihaz edilir.

586 - : Ehli zimmet, müslümanlarca dinen memnu olduğu gibi kendi itikatlarınca da memnu bulunan şeyleri dari islâmda irtikâb ede­meyecekleri gibi kendilerine mahsus olan beldelerde de irtikâb etme­mekle mükellefdirler. Zina vesair fevahiş hu. cümledendir.

587 - : Ehli  zimmet, müslümanlar ile  beraber muhtelit   bir   ha! de bulundukları yerlerde islâm şeairine muhalif olan şeyleri izhar ve ilnn etmemekle mükellefdirler. Velev ki o şeyler, kendi  aralarında caiz bu-lunsun. Zevatı meharim ile nikâh gibi. Bu esas üzerine aşağıdaki gibi bir kısım meseleler teferru

588 - : Zimmîler,  ikamet etdikleri  islâm  beldelerinde  garab  gibi hınzır gibi şeyleri izhar etmekden, bunları alenen alıb satmakdan mem­nudurlar. Çünkü bunlar kendilerince mubah olsa da müslümanlarca. Bu hususda. ehli islâmın şeairine riayet etmeleri icab eder.

589 - : Bir zimmî bir islâm  beldesine alenî suretde  şarab  veya lımzir celb etdiği takdirde bakılır : eğer cahilce, yani bu silji £eyier:n islâm beldelerine geçirilmesinin muvafık olmayacağını bilmiyorsa veliy-yül'emr, kendisine bunları red ve beldeden çıkarmasını emr,  tekerrürü ha'ir.dc te'dib olunacağını ihtar eder. Fakat cahil değilse veliyyül'emr, bu;ıları yine red ederse â,e münasib gördüğü takdirde kendisini darb ve­ya habs ile te'dib eyler.

Ma.amafih bunları bir müslüman itlaf edecek olsa kıymetlerini zâ-min olur. Çünkü bunlar, zimmî hakkında mali mütekavvimdir. Fakat ve­liyyül'emr, münasib görür de bunları itlaf eder veya etdirirse zaman lâ­zım gelmez. Çünkü umumun menfaati namına velayeti âmmesini isti­mal etmiş olur.

590 - : Bazı harbîler,  müslümanların kendilerinden  feth  ve zabt ederek şehir haline getirdikleri yerlerde mâbedler inşa etmek ve alenî suretde şarab ve hınzir satmak şartiyle akdi zimmete talib olsalar müs-Jümanlann böyle bir sulha yanaşmaları münasib olmaz. Hattâ  bu gibi müsalehayi  müslümanların  usulü  dairesinde  nakza  hakları vardır.

591 - : Bir zimmî, lıamr ve hınzır gibi şeyleri bir gemiye yükle­terek Dicle ve Fürat gibi bir nehr tarikiyle Bağdad, Vâsıt gibi bir islâm beldesinin ortasından geçirecek olsa buna mümaneat olunmaz.

Kezalik: Bir zimmî, sahibi olduğu şarablan bir yere götürmek için - başka yolu bulunmadığı cihetle - bazı islâm şehirlerinin ortasından geçirmek istese bundan men edilmez. Hattâ veliyyül'emr için münasib-dir ki, bu zimmîye bazı emin kimseleri tefrik etsin. Tâ ki bu zimmîye bir kimse tarafından taarruz olunmasın, o da bu şarablan içmeleri mel­huz olan eşhasın hanelerine idhal edecek olmasın. Bedayî, Hindiyye, Bahri Raik. [108]

 

Zimmeti Iskat Edib Etmeyen Haller 

 

592  - : Akdi  zimmet,   müslümanlar  hakkında bir  akdi   lâzım  ol­duğundan hiç bir islâm hükümeti, bu zimmeti  red ve  nakz edemez ve hiçbir   zimmîye islâm   olmak   üzere   cebrde   bulunamaz.   Fîikat   bu akd, zimmîler  hakkında bir akdi   lâzım  değildir.   Aşağıda  yni'lı dört   halden herhangi birinin vukuu, zimmeti iskat eder:

593  - :  İslâmiyet! kabul atmek, zimmeti Lskat Söyle  ki: bir zimmî, dini islârni kabul edince zimmetden çıkmış, islâm cemaatine ilti­hak etmig olur.

594 - : Dari  harbe  iltihak   etmek,  zimmeti   nakz   der.   Şöyle   ki: bir zimmî, ticaret gibi bîr maksatla olmaksızın bilâ müsaade dari harbe çiKip gitmekle dari harbe iltihakına hükm olunsa zimmeti  sakıt olarak hakkında mürted ahkâmı cari olur.

Binaenaleyh dari ısiâmua. bulunan zevcesi kendisinden mübane olur. Dari islâmda bırakdığı malları varisleri arasında taksim edilir. Fakat esir edildiği takdirde mürted gibi kati edilmeyib istirkak olunabilir. Tek­rar zimmeti kabul etmesi için kendisine cebr edilemez. Fakat kendisi na­dim olursa zimmeti avdet eder.

Dari harbe iltihakına hükm olunub da dari islâmda bulunan emva­li dari islâmdakİ varisleri arasında taksim olundukdan sonra nadim ola­rak zimmiyyen dari İslama avdet edecek olan bir zimmî, vârisleri elin­de mevcud olan mallarını tstirdad edebilirse de müstehlek olan malla­rım tazmin etdiremez.

Kezalik: veresesi bulunmamakla terikesi beytülmal namına zabt edilmiş olduğu takdirde de mevcud olanları ahz ederse de müstehlek olanları tazmin etdirmeğe kadir olm&a-

595 - : tslâm beldelerinden birini    tegallüben  elde ederek  harbe cüret eylemek, zimmet! ıskat ed-v. Bu suretle hareket edecek zimmîler de  ehli harbe iltihak etmiş  ulacakları  cihetle  haklarında  akdi zimmet sakıt, harbî ahkâmı carî olur.

596  - : Cizyeyi  kabulden  imtina etmek   de     zimmeti  iskat eder. Şöyle ki: babasına tobeiyyetle zimmeti haiz olan bir çocuk, büyüyüb de cizyeyi kabulden imtina edecek olsa babasına tebean kendisine sabit olan zimmeti bozmuş olur.

Fakat bir zimmînin cizyeyi edadan imtina etmesi, zimmeti nakz sa­yılmaz.. Çünkü esasen cizyeyi kabul etmiş olmakla zimmeti haiz bulun-muşdur.

597 - : Akdi zimmet, mücerretî kavi ile  nakz edilmiş olmaz.

Binaenaleyh bir zimmî, «Ben ahdi, zimmeti nakz etditm dese bu­nunla zimmetden çıkmış olmaz. Çünkü zimmet, yalnız fi'l ile münteki/ olur. Zimmetden kavien rücu, sahih değildir.

Kezalik: bir zimmî, mukaddesatdan birine zebandarzlıkda bulunsa veya bir müslümam amden kati veya bir müslümanı dininden çıkarma­ya veya bir müslimeye tecavüze veya bir müslime İle akdi nikâha veya müslümanlar aleyhine casusluğa veya yol kesicihğe cüret edecek olsa bu cinayetlerinden dolayı akdi zimmeti nakz etmiş olmaz. Gayri müs-lim bulunması, akdi zimmete münafi olmadığı gibi bu cinayetleri de mü-nafi olmaz. Fakat lehine ve aleyhine olanislâm ahkâmını iltizam etmiş olduğu cihetle bu fazihalarından dolayı icab eden cezalar, hakkında tat­bik edilir. Bedayî, Hidaye, Reddül'muhtar, Hindiyye.

«(Mâliki fukahasından îbnül'kasıma göre yukarıda yazılı fazihalar-dan birini iftİkâb eden herhangi bir zimmî, akdi zimmeti nakz etmiş olur. Gerek bunlar ile akdi zimmetin bozulması, evvelce şart edilmiş ol­sun ve gerek olmasın.)

(Şafiîlere göre ehli zimmet, müslümanlar ile - bir şübheye müs-tenid olmaksızın - mükateleye kıyam eder veya cizye itasından tegal­lüben imtina gösterir, yahut haklarında dünyaya müteallik olan islâm ahkâmının tatbik edilmesine muhalefetde bulunacak olurlarsa haiz ol­dukları akdi zimmet sakıt olur.

Fakat bir zimmî, islâm veya kur'anı mübîn hakkında ta'na, veya Hesuli Ekrem hakkında fena tefevvühe veya müslümanların noksanla­rını ehli harbe ihbara veya bir müslümanı amden katle veya bir müs-lim hakkında kazfe veya bir müslümanı dininden çıkarmak için idlâle veya bir müslimeye tecavüze veya bir müslime ile akdi nikâha cüret edecek olsa - esah olan kavle nazaran - bakdır: eğer bu gibi haller­den dolayı akdi zimmetin bozulması, evvelce şart edilmiş ise zimmet sa­kıt olur, şart edilmemiş ise sakıt olmaz. Maahaza o zimmî hakkında - akdi zimmet sakıt olsun olmasın - bu fezayihinden dolayı "iktiza eden had veya ta'zir cezası herhalde tatbik olunur.

Yine Şafiîlere göre bir zimmî, ahdi zimmeti nakz ile dari harbe il­tihak etmek isteyince bundan menedilmez. Belki dari İslama en yakın olub kendisi için müemmen bulunan bir dari harbe gönderilir. Şayed ken­disi için böyle muayyen bir dari harb mevcud değilse kendisine emin ola­cağı bir mahal intihab etmesi teklif olunur, dari islâmda bir hiyaneti za­hir olmadığı cihetle hakkında tecavüz olunamaz.  Tuhfetül'muhtaç.)

(Hanbelîlere göre de bir zimmî, cizyesini Ödemekden veya islâm hükmünü iltizamdan imtina etse veya Allah Tealâ hakkında yahut Re-suli Ekrem hakkında fena tefevvühatda bulunsa veya bir müslümana kati suretiyle tecavüz eylese veya bir müslümanı dini hususunda fitne­ye düşürmeğe çalışsa veya bir müslimeye zina veya akdi nikâh ile teca­vüze cüret gösterse ve yahut yol kesiciliğe başlasa haiz olduğu ahdi zimmet müntekiz olur.

Binaenaleyh bu halde veliyyüremr, muhayyerdir, onun hakkında harb esiri muamelesi yapabilir, malları da feyi olmuş bulunur. Fakat o zimmînin bu hareketlerinden dolayı zeveesiyle evlâdının haiz oldukları ahdi zimmet, müntekiz olmaz. Keşşafül'kına, Elmuğnı.) [109]

 

İstimanın  Mahiyyeti,  Müste'mînlerin Aksamı   :

 

598 - : Istiman,   eman istemek,   emana   naü   olmak manasınadır. Bir şahsın yabancı bir milletin ülkesine  girmesi için o  milletin  hükü­metinden müsaade  istemesi,  makamında müstameldir. Bu halde  başka bir milletin ülkesine eman ile, müsaade ile dahil olan kimseye de «müs­te'min» denir, gerek müsiim olsun ve gerek zimmî veya harbî bulunsun.

Böyle bir müsaade ve me'zumyet ile başkasının yurduna giden bir ecnebi; canı, malı ve namusu hakkında emin, korkudan azade bir hal­de bulunacağı cihetle kendisine «müste'min» denilmiş oluyor. Buna «müste'men» de denilir. Bu takdirde «kendisine eman verilmiş olan kim­se»  mânasını ifade eder.

599 - : Müste'minlerin aksamına gelince bunlar, şöylece dört kıs­ma ayrılır:

(1) : Dari harbe = bir ecnebi memleketine eman ile, yani: bir mü-saadei mahsusa ile gitmiş olan müslümanlar.

(2) : Dari harbe eman ile gitmiş olan zimmîler.

(3) : Dari İslama eman ile gelmiş olan harbîler.

(4) : Bir dari harbden diğer bir dari harbe   =  bir gayri  müsiim ecnebi memleketinden diğer gayri  müsiim bir ecnebi memleketine mü­saade ile gitmiş olan gayri müslimler.

Bu dört sınıfa ayrılan müste'minler hakkında bir takım hükümler carî olur. Bunlara dair sırasiyle malûmat verilecekdir. [110]

 

Müslim Olan Müste'mînler  :

 

600 - : Bir müsiim, ticaret gibi bir maksadla bir dari harbe müs-te'min olarak gidebilir. Böyle bir müste'min, müsafir bulunduğu mem­leket ahalisinin canına, malına, namusuna kat'iyyen taarruz edemez. Böyle bir taarruzdan dînen memnudur. Çünkü o memlekete gitmek için müsaade istihsal etmekle oradakilerin hukukuna hiçbir veçhile tecavüz etmemeği taahhüd etmiş olur. Bilâhare bunun hilâfına hareket etmesi bir gadr, bir hıyanet olacağından buna asla cevaz verilemez. Meğer ki o memleketin hükümdarı veya hükümdariînn müsaadesile ahalisi, o müs-te'minin hukukuna tecavüz ederek kendisini habs veya malını ahz et­sinler. Bu takdirde verilen ahde muhalefet, o memleket tarafından vu­ku bulmuş olduğundan müste'min de bazı hususlarda mukabelei  şilde bulunabilir.

601 - : Bir  müsiim, müste'minen     bulunduğu bir gayri   müsiim memleket ahalisinin bir malını bey ve şira veya riba gibi bir tarik ile bir rıza alabilir. Meselâ: birdirhemi birrıza iki dirhem ile peşin veya vere­siye olarak mübadele edebilir.

Kezalik:. dari harbde fâsjd akidler ile elde edeceği bir maldan bir müste'minin istifade etmesi caiz bulunur.

Bu, imamı Âzam ile îmam Muhammed'e göredir, imam Ebu Yû-süfe göre bu gibi muamelât, dari harbde de caiz değildir. Müşarüni­leyhe nazaran bir müsiim, nerede bulunursa bulunsun islâm ahkâmım iltizam etmiştir, ona muhalif olan bir şey yapamaz.

imamı Azam ile imam Muhammed de diyorlar ki : harbîlerin malları esasen mübahdır. Şu kadar var ki müste'min, onların hukuku­na tecavüz etmemeği deruhte etmişdir. Bu cihetle onların rızalarını is­tihsal ederek mallarını elde etdiği takdirde tecavüz ve hıyanet mevzuı bahs olamaz. Bu halde onların mallarını asıl ibahetine mebni kendi rızalarıyle ahz etmiş olur, yoksa riba gibi, fâsid akd gibi gayri mos.ru bir tarik ile ahz etmiş olmaz.

602  - : Bir müsiim, müste'min olarak bulunduğu bir dari harbde birisinin malini gasb veya istikraz suretiyle ahz edecek olsa bunu her haJde  3ahibine  reddetmesi  icab eder.   Hattâ bu husıısda kendisine  di­yanete n emr olunur. Çünkü reddetmemek bir gadrdır. Gadre İse diyano-ten mesağ yokdur.

Şayed böyle bir mâli dari harbden dari İslama çıltarmış bulunsa bu mal, kendisine helâl olmaz. Binaenaleyh bunu tesadduk etmesi lâzım gelir. Hindiyye, Fethül'kadîr, Reddi Muhtar. [111]

 

Zımmı Olan Muste'mevler  :

 

603 - :  Bir zimmî, müste'min olarak bir dari harbde bulunduğu halde tecavüze    veya diğer bir milletin esaretine duçar olsa kendisini bu halden kurtarmaya - 'bikaderil'imkân - çalışmak, mensub olduğu dari islâm ahalisi için bir vecibe teşkil eder.

604 - : Bir zimmînin gidib dari harbe iltihak etmesine - mezhebi Hanefîye nazaran - müsaade edilemez. Çünkü bu takdirde müslüman-lara karşı adavet     ishar   ederek   düşmanın kuvvetini teyyide müslüman-ların  ahvalini  harbîlere     ihbara cüret  etmiş  olacağından islâm  heyeti içtimaiyesi aleyhine olan böyle bir harekete meydan verilmez.

Fakat her hangi bîr zimmî, ticaret veya tahsili sanat gibi bir mak­sadla müste'min olarak bir dari harbe gidebilir". Reddi Muhtar. [112]

 

Harbi Olan Müste'minler :

 

605 - : Dari harbe mensub her hangi bir şahsın ticaret veya icrai sanat gibi bir maksadla dari İslama gelmesine islâm hükümeti tarafın­dan müsaade edilebilir. Fakat böyle bir müste'minin dari islâmda uzun bir müddet ikamet etmesine müsaade edilemez. Çünkü uzun bir müddet islâm beldelerinde ikamet eden bir ecnebinin müslümanlar aleyhine hareket ederek casuslukda ve saircd'j bulunabilmesi melhuzdur.

606 - : Dari idama müste'min olarak gelen bir ecnebinin canına, malına, namusuna her veçhile riayet edilmesi bir vecibedir. Böyle bir müste'min, dari İslâmda bulundukça bir çok hususlarda zımmî gibi islâm hukukundan ınüstefid olur.

Fakat islâm hükümetinden imk'-aade aimakaızın Uuri mlâı.ıa sokulan her hangi bir naibi, müslümanlar tarafından elde edilince hakkındn esir muamelesi yapılabilir.

Meselâ : düşman sefineleri taifesinden bazıları, iaUm sahillerindeki nehirlerden eu almak üzere bilâ müsaade islâm topraklarına çıkmakla müslümanlar tarafından yakalansa cemaati müslimin namına «feyi olmuş olurlar.

607 - : Bir müste'min    refik'asiyle beraber dari    İslama gtilib do bunlardan biri islâmiyyeti kabul etse     yanlarında  bulunan gayri  baliğ çocukları da kendisine tebean islâmiyyeti haiz olur, bali; olan çocukları bu hükümden müstesnadır. Çünkü bülüğ ile tabiiyet nihayet bulmuş olur.

608 - : Dari islâmda müste'min olarak bulunan bir ecnebi, isiâmi-yeti kabul etse dari harbde bulunan küçük çocukları kendisine  ıcbean islâmiyyeti kabul etse dari harbde bulunan    küçük  çocukları kendisine tebean islâmiyyete nail olmuş olmazlar. Çünkü iki darin ihtilâfı, tebeiy-yete minidir. Meğer ki bu çocuklar da babalarının vefatından evvel dari ıslama çıkıp gelsinler. O halde ittihadı dâre mebni tybeiyyet 'sabit olur.

609 - : Bir müste'minin kölesi, dari islâmda islânûyyeti kabul edecek olsa onu müslümanlara satması lâzım gelir. Çünkü bir müslim, bir gayri müslimin zilleti  altında bırakılamaz,  bir harbînin  kölesi   olarak  onunla beraber dari harbe çıkıb gidemez.

610 - : Bir müste'minin kölesi, dari islâmda zimmeti kabul etdiği takdirde de onu müslümanlar a veya zimmtlere satması lâzım gelir. Çünkü zimmînin de bir harbînin kölesi olarak onunla beraber dari harbe çıkıb gitmesine müsaade edilemez.

Maahaza bir ecnebi,1 istiman ile müslümanların hukukuna linyet etmeyi, onları istihfafda bulunmamayı iltizam etmişdir. Müslümanları istizlâl etsin diye kendisine eman verilmiş değildir. Bu veçhile em an veril­mesine cevaz yokdur. Binaenaleyh böyle bir müste'minin müslim veya zımmî bir köleyi dairei malikiyetindc tutmasına müsaade edilemez.

611 -  Dari islâmda borç edinen veya teehhül edib de zevcesine mehrden borçlu olan bir müste'min, dari harbe çıkıb gitmeden menedile-bilir. Fakat dari harbde akd edilen bir nikâha ai'd mehrden dolayı mcııı edilemez. Çünkü dari harbdeki muamelâtın islâm ahkâmına tâbi olmasını iltizam etmiş değildir.

612 - : Bir müste'min, dari harbe avdet ederken kendisile beraber getirmiş olduğu her nevi eşyasını yine beraberinde alıb götürebilir. Çünkü kendisine verilmiş olan eman, malına da şâmildir.

Fakat dari islâmda «kura'» denilen hayvanat ile esliha, demir, rakik gibi şeyleri satın alıb dari harbe götüremez. Zira müslümanların aley­hinde istimal edilebilecek şeylerin, dari harbe götürülmesine müsaade edilemez.

Kezalik : Kendisiyle beraber getirmiş olduğu silâh ile mübadele etdiği başka cinsdtn bir silâhı da dari harbe götüremez. Çünkü silâhlar, cins-ljrine göre başka başka ehemmiyet kesb edebilir. Fakat kendi silâhiyle mübadele etdiği ayni cinsden müsavi veya daha dûn bir mahiyette olan bir silâhı darı harbe götürebilir. Bunda bir mahzur yokdur. Nitekim Hiûr ticaret mallarını da alıp götürebilir. Bedayî, Hindiyye Reddi Muhtar.

Bu gibi malların dari harbe çıkarılmasın müsaade edilmemesi, mu-kabelei bilmisli davet edeceği ve bunun neticesinde bazan müslümanla-rın daha ziyade mutazarrır olmaları melhuzdur. Bu cihetle Hanefî fır kahası, bu kabil malların harice çıkarılmasını caiz görmüşlerdir. Meb-sut, Hindiyye, Reddi Muhtar.

«(İmam Şafiînin bir kavline nazaran düşmanın kuvvetini tezyid ede­cek olan taam gibi, siyab gibi sair emtianın da dari harbe çıkarılmasına müsaade edilemez. Mebsut.) [113]

 

Muste'mınlekın Zimmeti Kabul Etmeleri  :

 

613 - : Bir müste'min, dari islâmda ya kendi rızasiyle zimmeti ka­bul eder veya kendisine verilen müddetten ziyade ikamet etmesiyle zimme­ti kabul etmiş olur. Şöyle ki  : dari islâmda bulunan bir müste'min, ve-liyyüremr veya naibi tarafından : «Eğer dari islâmda meselâ : bir sene veya şu kadar ay ikamet edersen üzerine cizye vaz1 edilecekdir» diye ten­bih edildiği hp.îde bu kadar müddet ikamet edecek olsa tenbih tarihinden itibaren zimmeti delâleten kabul etmiş olur. Fakat kendisine böyle bir ten­bih vukuubimadığı halde dari islâmda lâakal bir sene veya iki sene ikamet eden bir müste'minin zimmeti delâleten kabul etmiş olup olmayacağı hu­susunda iki kavi vardır. Bir kavle göre bununla zimmeti kabul etmiş sayı­lamaz. Diğer kavle göre ise kablu etmiş sayılır. Evceh olan kavi de budru.

614 - : Dari islâmda   arazii haraciyyeden bir yeri    satın almakla üzerine haraç tarh edilen bir müste'min, zimmeti kabul etmiş olur. Çünkü haraç, dari islâm ahkâmındandır. Bunu kabul eden bir   ecnebî, dari isiâm ahalisinden olmayı kabul etmiş demekdir. Binaenaley kendisine bu veçhile hare itası lâzım gelince gelecek seneden itibaren cizye vermesi lâzım gelir.

Araziyi Öşriyyeden bir yeri satın aldığı takdirde de hüküm böyledir. Şu kadar var ki, bu arazi, îmam Muhammede göre öşriyye olarak kalır. mamı Azama göre ise harnciyyeye inkılâb eder.

615 - : Bîr müste'min, satın alnıır olduğu arazij haraciyyeyi. henüz haracı eibawi olunmadan satsa zimmeti kabul etmiş sanılmaz. Çünkü zimmoü kabulün delili, nefsi şira değil, belki haracın vüçubidir. Hâdisede iiîu1 henüz haraç vacib olmnmışdu1.

616 - : Bir müste.min, arazii haraciyyeden bir yeri isticar ve zer'et-miş olmakla da zimmeti kabul etmiş sayılmaz. Çünkü haraç, müste'cire değil, aeire .ı:ddir. Binaenaleyh bu isticar, zimmeti iltizama delâlet etmez. Me£jt  ki bu. bir haracı mukaseme olsun.

617 - : Bir müste'min, bir arzı mukasemeyi iştira ve bunu bir müs-linu' icar, hükümet rîe haracı mukasemeyi o müslimden istifa etse müse'nıin, zimrıeti kabul etmiş sayılamaz. Çünkü mücerred iştira, zimmeti iltizına delâlet etmez.

618 - : Satın aldığı arazii haraciyyenin hâsıltı, bir âfeti semaviyye ile mniıv olan bir müste'min de zimmete girmiş sayılamaz.

Zira bu takdirde kendisinden haraç alınamayacağından o araziyi hiç zer'etmenıiş gibi sayılır.

619 - : Kitabi bulunan bir müste'mine dari islâmda bir müslim veya bir zimmî ile evlense zimrıeti kabul etmiş olur. Çünkü ikamet itibariyle kocasına tabidir. Dari islâm ahalisinden biriyle izdivaç etmekle zevcine tebaan dari islâmda ikameti iltizam etmiş olur. Binaenaleyh artık dari harbe gıımesme müsaade edilemez.

Fakat tir müste'min, dari islâmda bir zimmiyye ile evlense zimmeti kauul etmiş olmaz Çünkü zevcesini boşayarak kendi memleketine avdet eaebilir Binaenaleyh bu izdivaç ile dari isîâmda ikameti iltizam etmiş ulniaz.

620 - : Zimmeti kabul eden bir müste'minin artık harbilere iltihak ilinek i.zere dari harbe gitmesine müsaade edilemez. Fakat avdet etmek hzere ticaret gibi bir maksad ile dari harbe gitmesine de mümaneat olu­namaz. Hindiyye, Siracülvehhac, Dürri Muhtar. [114]

 

Mı Ste'mınleke, Yapılacak Yakdımlak :

 

621 - : Dari islâmda bulunan bir müste'min, bir çok hususlarda ta­mamen zimmî hükmündedir. Çünkü dari islâmda bulundukça müslüman-ların emanını istihsal etmiş, müslümanların emrini iltizamda bulunmuç-dur. Binaenaleyh hakkında mümkin olan yardımlar gösterilir, hukukuna asla tecavüz edilemez.

Meselâ : bir müste'minin malini dari islâmda gerek riba suretiyle ve gerek hâsid akidlerden biriyle elinden almak caiz olmaz, velev ki ken­disi razı olsun.

622 - : Bir müste'mini dari islâmda miulümanlardan veya zimmî-İerdcn hiç bir kimse eair edemez. İ-Aakat bir kısım harbîler, istimân sure­tiyle dari islâma gelib harb için bir tarafa gitmek üzere iken  daha alamdan çıkmadan menea sahibi bulunan düşmanlarının hücumlarına uğrayacak olsalar kendilerine müslümanların behemehal yardım eur.rbu lâzım gelmez. Çünkü müslümanlar, bu müste'minlere karşı yalnız müslü-manlar ile zimmSler tarafından bir zarar gelmemesini taahhüt etmişlerdir, haricî düşmanlardan da kendilerini koruyacaklarına söz vermişlerdir.

Fakat islâm hükümetinin kendilerini müslümanlar ve zimmilcr gibi muhafaza ve siyanet etmesi istimân sırasında şart kılınmış olursa o îuide kendilerini böyle hücum tiden haricî bir düşmandan horumaya çalışmak, müslümanlar için bir vecibe olur. Bu suretle iölâm kuvveti, esir düşen müste'minleri düşmanın clincbn kurtarırsa bui.u, icm.ıa.ssûbık hüı ola­rak kalırlar. Malları da istirdad e'dilince kendilerine kabl&rkısnc rhoeca. nen, badel'kısme kıymetlerile iade edilir.

623 - : Dari islâmda bulunan müste'minlere müşküât.göstcrilr.  bilâkis caiz olan her hususda suhulet gösterilir.

Binaenaleyh dari islâmda verilmesi şer'an lâzım gelmeyen bir şeyi müste'minlerden. isteyib almak caiz değildir. Beytülmakdis gibi bazı mâ-bedleri, makamları riyaret etdirmek için müste'min bulunan seyyahl; rıhın para alınması bu kabildendir, velev ki bu hususda bir âdet mevcud Msun.

624  - : Müste'minlcr hakkında eza ve cefayı müstelzim olacak her Lürlü muamele, dinen memnudur.

Binaenaleyh bir müste'mini giybet etmek bile haramdır. Çünkü ı:uis te'min, zimmî hükmündedir. Zimmî ise akdi zimetde bulunmakla nu'vîü' manların lehine olan hükümlere müstahik olmuşdut. Hattâ «zimmiye zülm, müslümana zulmden daha şediddir. deniliyor. Zira bu i...lm, iîiüü-lümanların zimnûîere karşı yapdıkları ahde münafidir. Mebsutı Serahsı. Reddül'muhtar. [115]

 

Müste'mînlebtn Vapacaklakı Cinayetler  :

 

625 - : Dari harbde müste'mîn bulunan iki müslümandan biri «li^e rini öldürse bakılır : Eğer bu kati, amden vuku bulmuş ise katil hakkında kısas icra edüemiyeceğinden yalnız kendi malinden diyet vermesi icab eder. Çünkü hâdise, islâm hükümetinin   velayet ve kuvveti dairesinden haricde vuku bulmuşdur. Bu diyeti âkilenin vermesi lâzım gelmez. Zira iki dârin tebayününe mebni âkilenin katil ile alâkadar olması mtiteaızir bulunmuşdur.

Eğer bu kati hâdisesi, hata tarikiyle vuku bulmuş ise katil hakkının hem diyet itası, hem de keffaret vecib olur. Çünkü hata yoliylc olan kati­den dolayı diyet ile keffaretin   viicubi, nas muktezasıdır. Bu husustaki naa ise dari islâmda vukubulacak bir katli hata ile dari harbde vaki olacak bir katli hata arasım tefrik etmemektedir.

Dari harbde esir bulunan bir müslimin, müste'min olan diğer bir müslimi öldürdüğü takdirde de hüküm böyledir.

Bu mesele, İmamı Azama göredir. Imameyne göre dari harbde bulu­nan iki nıüsiirn müste'minden biri diğerini amden kati etse hakkında kısas lâzım gelir.. Çünkü masum bir müslimi zulmen, udvanen kati etmiş olur.

«(Einımei selâse hazeratmın ictihadlan da bu veçhiledir.

626 - : Dari harbde müste'min bulunan bir müslim, orada esir uuİu-nan diğer bir müslimi veya isjâmiyyeti kabul etmiş olan bir harbîyi kat! etse hakkında kısas ve diyet lâzım gelmez. Çünkü esir, ehli harbe tâbi olduğundan ismeti mukavvimesi - malı veya kısası icab eden masumiyye-ti şahsiyyesi sakıt olmuşdur. Dari harbde ihtida eden bir harbî ise dari İslama çıkmadıkça ismeti şahsiyyeyi haiz olamaz.

Fakat bu kail, hata yoliyle vuku bulmuş olduğu takdirde koffaret lâzım gelir. Zira bu hâdisede maktul, ismeti mukavvimeyi haiz değilsf, de ismeti müessimeyi haizdir. Yani : tecavüz edilmesi günahı müsteizim olan bir masuniyyeti şahsiyyeye maükdir.

Dari harbde iki müslim esirden birinin diğerini öldürmesi takdirinde de hüküm böyledir.

«(imam Şafiîye göre bir müslim müste'minin dari iıarbde islâmiyyeti kabul etıriş olan bir harbîyi amden kati etmesi kısası; hataen kati etmesi diyeti icab eder. Çünkü masum bir kan akıtılmışdır. İslâmiyyet, kerameti müsteclib olduğundan âsımiyyet mevcud bulunmuşdur. Hidaye.)

627 - : Müste'min olan bir müslim, dari harbde ehli harbden birini kati veya bir malini itlaf edib de badehu dari İslama gelse bu fi'iindcn dolayı islâm mahkemelerinde bir zaman itasiyle mahkûm edilemez. Çün­kü hâdise dari harbde (salâhiyyeti kazaiyye haricinde) vuku bulmuşdur. Dari harb ahalisi ise islâm ahkâmını iltizam etmiş değildir. Nitekim ken­dileri de memleketlerinde bir islâmı kati veya bir islâm malini itlaf etseler bu hususda islâm ahkâmım tatbike yanaşmazlar.

Maahaza müsiümanlar, müste'min olarak bulundukları yerlerde aha­limin canına, malına tecavüzden dinen memnu oldukları cihetle bunun hilâfına olan hareketleri, manevî mesuliyeti calibdir. Bu cihetledir ki, bit1 müste'minin dari harbden gasb gibi bir suretle ahb dari İslama getirccc.Ü1 malları o müste'minden satın almak kerih görülmüşdür. Zira bu mallar, habîs ve gayri meşru bîr kesb ile elde edilmişdir. Bunları satın almak, bu gibi gayri meşru muamelelere göz yummak, bu gibi yolsuz hareketlere halkı teşvik ötmek demekdir.

628 - : Hır müslim veya zimmî, dari islâmda bir harbîyi kati veya onun bir uzvunu kat edecek olsa üzerine kısas lâzım gelmez. Çünkü bu nıukiui,  hükmen  harbi'dir.   kanında ibahe şübhesi vardır, ismet hususunda bir müslime ve bir zimmîye müsavi değildir. Kısas ise müsavat esasına istinat öder.

Fakat müste'min, dari islâmda bulundukça mahkumiddem olduğun­dan amden veya hataen katli veya bir uzvunun kaı'î takdirinde kacil ve katı üzerine diyet itası lâzım gelir. Bu diyet ise her hangi bir müslimin diyetine müsavidir.

Müste'min, istihsal etmiş olduğu eman ile nefsen ve mâlen ismete nail olmuşdur. Bu ismetin heder olması, caiz olamaz.

629 - : Dari islâm dr bulunan iki müste'minden biri diğerini amdei; kati etse hakkında kısas hükmü cari olur. Çünkü aralarında her veçhile müsavat vardır. Ep;er maktulün yanında varisi mevcut ise kısası isüfa hakkı bu vârise aid bulunur.

630 - : Dari islâmda bulunan bir müste'min, ukubeti müsteizim bir harcketde bulunsa hakkında ceza tertib edilmez, meğer ki irtikâb etcuği şey, kati ve kazf gibi hukuki ibade teallûk etsin.

Binaenaleyh bir müste'min, dari islâmda bir müslimi veya bir zimmıyi umden kati etse hakkında kısas hükmü cari olur. Çünkü dari İslama gel­mekle islâm hükmünü iltizam etmişdir.

imam Ebu Yusüfe göre ukubeti müsteizim ef ali irtikâb eden bir müs-U-'mi:ı hakkında haddi şürbden başka sair cezalar ikame edilebilir.

631 - : Dari islâmda bulunan bir müste'min, bîr müslimi amden kntî etse veya yol kesiciiikto bulunsa veya müslümanların ahvalini teces­süs ederek dari harbe haber verse veva bîr müslimeye veya zimmiyyeye kerhen tecavüz veya hırsızlıza cüret gösters kendisine verilmiş olan eman, müntekız olmaz, belki hakkında zimmî muamelesi yapılır ve dari harbe gidebilecek bir durumda ise dari islâmda daha ziyade durmasına müsaade edilmez.

632 - : Dari .islâmda zimmeti kabul eden her hangi bir müste'min, hakkında tamamen zimmi ahkâmı carî olur.

Binaenaleyh böyle bir müste'mini amden kati veya cerh eden bir müslim veya zimmî hakkında kısas cezası tertib olunur. Hidaye, Kifaye, Tenvir, Reddi Muhtar. [116]

 

Müste'minlerin Casuslukda Bulunmaları :

 

633 - : Bir şahıs hakkında casusluk cezasının tertib edilebilmen için kendisine isnad edilen bu cürmün beyyine ile sübutü lâzımdır.

Binaenaleyh casusluk etmekle müttehem b.ir müste'min, bunu inkâr ve" casusluğuna delâlet edib elinde görülen bir vesikayı yerde bulmuş olduğunu itizar makamında dermeyan etse hemen casusluğuna hükm ile ?ezası cihetine gidilemez.

634 - : Bir müste'minin casuslukta bulunduğu kendisinin tav­an vuku bulan ikrariyle sabit olabileceği gibi iki müslimin, iki zimmînm veya iki harbînin şah adetleri yle de sabit olabilir. Fakat darbe veya habse mebni vuku bulacak ikrar ile casusluk sabit olmaz. Çünkü ikraha müs­tenit olan ikrar, muteber değildir.

635 - : Mücerred yazı ile casusluk sabit olmaz. Şöyle ki : bir müs-te'minin elinde kendi yazisiyle yazılmış    olub casusluğunu gösterir olan bir vesika bulunduğu talcdirde habsi cihetine gidilirse  de  hemen ceza­landırılması cihetine gidilemez. Çünkü yazı yazıya benzıyebilir.

Binaenaleyh bu halde lâzım gelen tahkikata başlanır, casusluğu te-.beyyün ederse cezası verilir, tebeyyün etmezse sebili tahliye edilir. Maa-haza böyle şübheîi bir vaziyetde bulunan bir şahsın dari islâmda dur­ması muvafık olamayacağından hemen hudud    haricine çıkarılması icab eder.

636 - : Dari  islâmda .bulunan bir  müste'minin     casusluğu  sabit olsa bununla kendisine verilmiş oJan eman bozulmuş olmaz.  Şu kadar var ki bu hareketinden dolayı hakkında ceza tertib edilebilir. Fakat bi-dayeten müslümanlar aleyhinde casusluk   yapmamak şartiyie istimanda bulunmuş olan bir harbî, bilâhare    casusluğa cüret ederse .emanı zail olur.  Bu  takdirde  veliyyüremr,     muhayyerdir,  dilerse onu feyi olmak üzere esir eder ve dilerse başkalarına ibret olmak  için salb suretiyle kati eder. Velev ki bu casus aklı başında olan bir şeyhi fanî olsun.

Bu veçhile casuslukda bulunan bir müste'mine hakkında da hüküm böyledir. Şu kadar var ki, böyle bir kadının katli münasib görüldüğü takdirde bu ceza, salb edilmeksizin icra edilir.

Fakat bu veçhile casusluğa cüret gösteren bir müste'min, henüz gayri baliğ oldurru takdirde esir edilerek tevkif edilebilirse de kati edi­lemez. Çünkü henüz teklif çağma ermiş değildir. Siyeri Kebir Şerhi. [117]

 

Mustemınlerın   Akidlerı,    Malları   Ve   Terekeleri Hakkında    Yamlacak    Muameleler  :

 

637 - : Dari harbde müste'min bulunan bir müslim ile bir harbî arasında bir müdayene veya gasb muamelesi vuku buldukdan sonra ikisi de dari isiâma gelib bu hususda bir dâva ikame etseler islâm mahkeme­leri bu dâvayı rüyet etmez. Yalnız hasmını İrza etmesi için müslime diyaneten emir ve tenbih olunur. Çünkü kaza, velayeti muktezîdir. Hal-.buki idane veya gasb hâdisesi, islâm hükümetinin-dairesi velayetinden hariç bir mahalde vaki olmüşdur.  Vakıa bir harbî, müste'min olarak dari islâma gelince kendi ef'ali hakkında islâm ahkâmını iltizam etmiş sayılır ise de im iltizam,    istikbaldeki    muamelâtına    aiddir, mazideki muamelâtına aid değildir.

Böyle bir dâva, müslimin aleyhine açıldığı halde de bunun istima olunmaması, iki hasım arasında müsavatı tahakkuk etdirmek hikmetine mebnidir.

Fakat tmam ebu Yusüfe göre müslimin aleyhine olan böyle bir uâva, istima olunur. Çünkü bir müslim, nerede bulunursa bulunsun mua­melâtı hakkında islâm ahkâmının cereyanını iltizam etmişdir.

638 - : Dari islâma müste'min olarak gelmiş iki harbînin evvelce dari harbde vuku bulmuş olan müdayeneye veya gasabe müteallik  dâ­vaları da islâm mahkemelerinde rüyet olunmaz.   

Fakat iki harbî, islâmiyeti kabul etmek suretiyle dari islâma gelib de dari harbdeki bir müdayene veya gasb muamelesinden dolayı islâm mahkemelerinden birinde dâva ikame etseler hâkim, deyne müteallik dâvayı rüyet eder, gasba aid dâvayı rüyet etmez. Çünkü deyn, bitterazi sahih bir suretde vaki olub hâlâ zimmetde berdevam bulnniûşdur. Gasb İse hâkimin salâhiyyeti kazaiyyesi olmayan dari harbde esasen gayrı masun bulunan bir mal hakkında vuku bulmuşdur. Binaenaleyh böyle müstehlek bir mâlin zamanile hükm olunamaz.

639 - : Dari harbde müslim bulunan iki müste'minden veya iki esirden yahut islâmiyyeti kabul eden iki harbîden bin diğerinin bir ma­lını gasb edipde   fcablel'istihlâk ikisi    birden dari    islâma gelereik bu hususda bir islâm mahkemesinde    dâva ikame etseler     hâkim,     magsub malın sahibine reddedilmesine    hükm eder. Çünkü bir kimse,    mevcud olan malana başkalarından ehakdır. Hâkimin    vazifesi de hakkı izhara hizmetden ibaretdir.

640 - : Dari islâmda vefat eden bir müste'minin yanındaki mal­ları dari harbde veya dari islâmda bulunan varisleri namına hıfz edilir. Vârisler, verasetlerini    beyyine ile isb^t edince bu mallan    alırlar. Bu hususda müteveffanın mensub olduğu memleket hükümdarının mücerred mektubu kâfi değildir. Şayed şahidler, «bunlardan baska: vârisi bulun­duğunu bilmiyoruz» diye   gahadetde   bulunurlarsa   terike kendilerinden ihtiyaten kefil alınmak suretiyle varislere teslim edilir.

641 - : Dari islâmda islümiyyeti kabul eden bir müste'minin vâ­risi bulunmadığı takdirde velayeti veliyyüremre, terikesi de beyülmâle aid olur. Binaenaleyh böyle bir müste'min, hata voliyle öldürüîse diyeti beytül'male aid olur. Amden öldürüldüğü takdirde ise veliyyülemr mu­hayyerdir. Dilerse katil hakkında kısas icra etdirir, tâ ki başkaları da böyle bir katle cüret etmesin, dilerse katilden - razı olduğu takdirde - beytülmal-için diyet alır. Çünkü bu halde diyet alınması, müslümanlar iç m daha nafi olabilir. Fakat katili af edemez. Zira âmmenin hukuki böyle bir afve manidir.

Şövle ki : veliyyüremrin âmme üzerindeki velayeti, nazariyledir, yani : o âmmenin menfaat ve maslahatını temin maksadına müsteniddır Âmmenin böyle bir hakkını ı'vezsiz olarak iskat etmek ise nazar kabi­linden değildir.

642 - : Darı i âlâmda bulunan bir müste'min, bilâhare kendi va­tına veya başka bir dari harbe çıkıb gidecek olunca dari islâmda lunan malları ve nâs zimmetindeki   matlûbatı    kemafissâbik     kendisine

bulunur. Çünkü bu mallar hakkında henüz eman bakidir. Binaena-ı bu mallara, taleb vukuunda kendisine veya vekiline teslim edilir.

Maamafih tekrar dari harbe giden böyle bir müste'min hakkında rbîlik vasfı avdet etmiş olur. Binaenaleyh bir harb vuku bulunca idi nefsi ve gerek emvali hakkında harbîlere mahsus ahkâm cereyan neğe başlar. Şöyle ki : kendisi bir harb neticesinde esir veya kati İse dari islâmdaki mallan feyi olmuş olur. Şayed bir müslimin veya ımînin alacağı var ise bu deyn da sukut eder. Çünkü bunlara isbatı

edebilmek, mütalebeye bağlıdır. Mütalebe imkânı ise zail olmuşdur.

fakat dari harbe avdet eden böyle bir müste'min, bir harb ve kahr icesi olmaksızın vefat etse veya kati olunsa dari islâmda bulunan uları ile sair matlûbatı vârislerine intikaİ eder. Zira bu halde nefsi tğnem olmadığı gibi emvali de ganaimden madud olamaz.

Nitekim bir harb esnasında derdest edildiği halde kaçıb kurtulacak

emvali yine kendinne ve badehu vefat edince vârislerine aid olur. feri Kebîr Şerhi, Mebsutı Serahsî, Fethülkadir,    Reddi   Muhtar, Hindiye. [118]

 



[1] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/240-242.

[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/242-245.

[3] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/245.

[4] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/245-248.

[5] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/248-249.

[6] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/250.

[7] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/250.

[8] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/251-253.

[9] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/253-254.

[10] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/254-255.

[11] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/255-256.

[12] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/256-257.

[13] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/257.

[14] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/257-258.

[15] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/258-260.

[16] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/261.

[17] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/261-263.

[18] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/263-266.

[19] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/266-275.

[20] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/275-276.

[21] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/276-277.

[22] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/277-278.

[23] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/278-281.

[24] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/281-282.

[25] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/282-286.

[26] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/286-287.

[27] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/288.

[28] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/288-289.

[29] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/289-294.

[30] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/294-295.

[31] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/295-296.

[32] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/296-297.

[33] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/297-298.

[34] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/298-299.

[35] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/299-300.

[36] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/300.

[37] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/300-302.

[38] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/302.

[39] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/302-304.

[40] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/305.

[41] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/305.

[42] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/305-309.

[43] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/310.

[44] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/311.

[45] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/312-323.

[46] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/323.

[47] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/324-325.

[48] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/325-326.

[49] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/326-328.

[50] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/328-329.

[51] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/329-331.

[52] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/332.

[53] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/332-333.

[54] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/333

[55] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/333-334.

[56] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/334-335.

[57] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/335-337.

[58] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/337.

[59] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/337-338.

[60] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/338-339.

[61] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/339-340.

[62] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/340-342.

[63] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/342-343.

[64] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/343.

[65] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/343-347.

[66] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/347-348.

[67] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/348-349.

[68] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/349-351.

[69] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/351.

[70] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/351-352.

[71] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/352-353.

[72] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/353.

[73] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/353

[74] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/354.

[75] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/354-356.

[76] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/356-358.

[77] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/358.

[78] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/358-360.

[79] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/360-361.

[80] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/361-362.

[81] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/362-365.

[82] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/365-369.

[83] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/369-371.

[84] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/371-372.

[85] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/372-375.

[86] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/375-378.

[87] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/378-382.

[88] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/382-384.

[89] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/384-386.

[90] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/386-390.

[91] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/390-392.

[92] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/392-399.

[93] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/399-404.

[94] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/404-409.

[95] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/410.

[96] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/410-412.

[97] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/412-413.

[98] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/413-414.

[99] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/414-418.

[100] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/418-420.

[101] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/420.

[102] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/420-421.

[103] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/422.

[104] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/422-423.

[105] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/423-425.

[106] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/425-426.

[107] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/426-428.

[108] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/428-429.

[109] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/430-432.

[110] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/432.

[111] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/432-433.

[112] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/433.

[113] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/433-435.

[114] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/435-436.

[115] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/436-437.

[116] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/437-439.

[117] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/439-440.

[118] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/440-442.