Haddi
Kazfi Davaya Salahivetdar Olub Olmayanlak :
Kazfîn
Ne Suretle Sabît Olacağı :
Kazflerin
İçtimaiyle Iıaddi Kazfde Tedahül Cereyanı
:
Haddi
Kazfi İskat Eden Bazı Sebebler
HADDİ
HAMK VE HADDİ SKKK HAKKINDADIK
Müskiratın
Mahiyyeti Ve Enval :
Haddi
Hamr İle Haddi Sekrin Mahiyyeti Ve Sekranın Tarifi
Haddi
Hamr İle Haddi Sekrin İcrası İçîn İktiza Eden Şartlar :
Şürbi
Hamrîn Ve Sarhoşluğun Sübutü :
Haddi
Hamr İle Haddi Sekrin Sureti İstifası :
Hadlerde
Velayeti İstifayı Haiz Olanlar :
Haddi
Hamr İle Haddi Sekri Iskat Eden Bazı Sebebler
:
Müskirat
Hakkındaki Had Cezalarının Hikmeti Teşriiyyesi :
Sirkatin
Mahiyveti Ve Nevileri :
Haddî
Sirkat İcrası İçin Sarike Al Şartlar
Meşkukün
Mînhe Müteallik Şartlar :
Müttehid,
Muhtelif Ve Müştekek Sikkatler :
Sirkat
Hadiselerinin Sureti Sübutü :
Sirkati
İsbat İçin Husumete - İkamei Dava Hakkında Malik Olanlar :
Sirkatin
Hükmü Ve Haddi Sirkatin Mahiyyeti :
Haddî
Sirkatî Badel'îcab Iskat Eden Bazı Sebebler
:
SİRKATİ
KÜBHA = YOL KESİCİLİK HAKKINDADIR.
Yol
Kesiciligin Nevileri, Hükümleri :
Yol
Kesiciler Hakkini)Aki Cezanın Hikmeti Teşriiyyesi :
Yol
Kesiciligin Tahakkuku İçin Vücudu İktiza Eden Şartlar:
Yolları
Kesilenlere Aid Şartlar
Maktulun
Leh Olan Mallara Ald Şartlar :
Vol
Kesiciler İle Yolları Kesilenlere Müteallik Şartlar :
Katı
Tarik Cinayetinin Sureti Sübutü
Yol
Kesiciler Hakkındaki Cezaları Kimlerin İkame Edeceği:
Yol
Kesicilere Aid Had Cezalarının Afüv Edilkmi-Yecegı Ve Bu Cezalar Arasında
Tedahül Cereyanı :
Yol
Kescilik Cezasını İskat Eden Şeyler :
ŞER'Î
TÂZİRAT İLE SİYASETE AİDDİK
Ta'zirin
Mahtyyeti Ve Meşrüiyyeti :
Tabirin
Ehemmiyeti Ve Nevileri :
Ta'zir;
İcrası Îçin İcab Eden Şartlar :
Ta'zirlerin
Mücrimlere Göre Mertebeleri :
Ta'ziki Müstelzim
Cüki Mlekin Sı'kkti Sübutu
Ta'ziri
İkameye Salahiyetli Olan Zatlak
Ta'zîrtn
Ne Veçhile Tatbik Edileceği :
Ta
Zir İle Hudud Arasındaki Farklar :
Velayeti
Ceraimin Mahiyyeti Ve Vülâtî Ceraimin Vazifeleri
İhtîsab
Müesseseleri Ve Siyaseti Şer'îyye :
HARB
CİHAD HUKUKUNA VE ESARET MÜESSESELERİNE DAİR OLLB BİK MUKADDİME İLE BEŞ
BÖLÜMDEN MÜTEŞEKKİLDİR.
HARBE
VESAİREYE MÜTEALLİK BİR KISIM ISTILAHLAR
:
HARB
VE CİHAD HUKUKU'NA DAİRDİK.
Harbin,
Cihadın Mahiyeti Ve Cihadın Meşruiyeti Ve Sebebi :
Cihada
Kıyamın Cevazı İçin Vücudu İktiza Eden Şartlar
:
Cihad
İle Mükellef Olup Olmayanlar
Cihad
İçin İsticar Cai Zolub Olmadığı
Cihad Halinde
Veliyyül'emrin Kumandan
Harb
Halinde Veliyyül'emre Ve Gazilere Teveccüh Eden İlk Vecibe
Harb
Halinde Yapılması Ve Katl İmhası Caiz
Olub Olmayanlar :
Dari
İslam İle Rart Harbin Mahiyetleri :
Dabi
Habbe Götürülmesi Muvafık Veya Memnu Oltjb Olmayan Şeyler
Harbe
Terglb Için Verilen Mala Tenfile
İslâmiyet!
Kaîhl Edecek Harbilere Müteallik Meseleler
:
Hakıîde
Verilen Emanın Mahiyeti, Rüknü, Nev't Ve Şartı
:
Haküde Verilen
Emanın Hükmü Ve Kabilî Nakz Olub Olmaması:
Muharib
Bir Düşmanın Hakkında Verilecek Hükmü Kabule Davet Edilmesi :
Hakbilek
İle Yapılacak Misalehalaka Daik
Meselelek:
Harbilerle
Yapılan Müsalehanın Bozulmasına Dair
Bazı Meseleler :
Fethin Mâhiyyetine
Ve Ganimet Mallarının
Taksimine, İdaresine Müteallik
Meseleler :
Esirler
Hakkında Yapılacak Muameleler :
Istilaya,
İstibdada Müteallik Meseleler :
İSLÂM
HUKUNDA BAĞİLERE MÜTEALLIK MESELELERİNE DAİRDİR
Veliyyül'emrln
İtaatinden Çıkanların Aksamı :
Bağllere
Karşı Alınacak Vaziyet :
Bağiler
İle Mi'saleha Ve Onların Nefisleri Ve
Mallakı Hakkında Yapılacak
Muamele :
Ehli
Bağy Tarafından Vuku Bulacak Cinayetler :
Bagiler
Tarafından Mansub Hâkimlerin Verecekleri
Hükümler :
İSLÂM
HUKUKUNDA ZİMMİLERE VE
MÜSTE'MÎNLERE MÜTEALLİK
MESELELERE DAİRDİR.
Zimmetin
Mahiyeti, Akdi Zimmetin Rüknü Ve Nevileri :
Ehu
Zîmmettn İkametgâh Ve Vergi İtibarîyle Aksamı
:
Ehli
Zimmetin Hiayet Etmekle Mükellef Oldukları Bazı Hususlar :
Zimmeti
Iskat Edib Etmeyen Haller
İstimanın Mahiyyeti,
Müste'mînlerin Aksamı :
Muste'mınlekın
Zimmeti Kabul Etmeleri :
Mı
Ste'mınleke, Yapılacak Yakdımlak :
Müste'mînlebtn
Vapacaklakı Cinayetler :
Müste'minlerin
Casuslukda Bulunmaları :
Mustemınlerın Akidlerı,
Malları Ve Terekeleri Hakkında Yamlacak
Muameleler :
648 - :
Makzuf, vakti kazfde ya ber hayat bulunur veya bulunmaz. Ber hayat bulunursa
haddi kazfi dâvaya bizzat kendisi salâhiyet-dar olur, başkası bu dâvayı ikame
edemez, makzuf gerek hazır olsun ve gerek gaib olsun. Şayed makzuf, bu dâvayı
ikame etmeden veya ikame edib de henüz had istifa edilmeden vefat edecek olsa
artık kendi usul ve füruundan hiçbir kimse bu dâvayı takib edemez. Çünkü haddi
kazf, mak-zufun bir mülkü, bir hakkı şahsîsi değildir ki varislerine intikal
etsin.. Bedayî.
649 - :
Makzuf, kazfi dâva ve isbat için yerine başkasını tevkil edebilir. Şu kadar var
ki, haddi kazfin istifası ânında kendisinin bizzat hazır bulunması lâzımdır.
Çünkü had ânında kazifi tasdik etmesi melhuz olduğundan gıyabında ha icrası
ihtiyata muvafık olamaz.
Fakat imam Ebu Yûsüf'e
göre bu hususda vekâlet, esasen caiz değildir. Dâvayı bizzat makzufun takib
etmesi lâzımdır. Bedâyi, Hindiyye.
650 - :
Makzufun kazf zamanında ber hayat bulunmadığı takdire gelince haddi kazfi dâva
ve isbata salâhiyet, yalnız usul ve' füruuna «ud olur.. Velev ki makzuf ile bunların
arasında herhangi bir maniaya meb-ni veraset carî olmasın. Çünkü bu takdirde
kazf ile âr, ölüye lâhik olma-yıb aralarındaki cüz'iyyat ve ba'ziyyete binaen
usul ve
füruuna lâhik olur. Binaenaleyh
bu ân kendilerinden
kaldırmak iğin irs yolile değil, belki asaleten kazf dâvasına
salahiyetli bulunurlar. Bedayî, Hidaye.
651 - :
Makzuf olan ölünün babası, babasının
babası haddi kazf hakkını dâva
edebileceği gibi oğlu, kızı veya oğlunun oğlu, kızı da dâva edebilir. Fakat bu
ölünün anasının babası, anasının anası dâva edemez.
ölünün kızlarının
evlâdına gelince bu husüsda ihtilâf vardır. îmamı Âzam ile îmam Ebu Yûsüf'e
göre bunların da dâvaya salâhiyetleri vardır. Çünkü ölü İle bunların arasında
da mânayı vilâd mevcuddur, bunlar da anaları vasıtasiyje Ölüye müntesib
oldukları cihetle yapılan kazfden bunlara da âr lâhik olur. Fakat İmam
Muhammed'e göre bunların dâvaya salâhiyetleri yokdur. Zira bunlar kendi
babalarına nisbet edilirler, anaları tarafından dedelerine nisbet edilmezler.
Bir de tmam Muhammed'e
göre kati veya ihtilâfı din gibi bir se-beble mirasdan mahrum olan bir asi veya
fer'in de bu dâvayı ikameye hakkı olamaz. Bedayi.
652 - : ölü
bulunan bir makzufun kardeşlerine,
amcalarına, dayılarına, halalarına gelince
bunların haddi kazfi
dâvaya salâhiyetdar
olmadıkları hariefîlerce bil'ittifak
kabul edilmektedir. Çünkü bunlar ile
meyyit arasında cüz'iyyet ve ba'ziyyet bulunmadığı cihetle
kazf, bunlara ne sureten, ne de manen mütenavil bulunmaz. Bedayi.
653 - : Haddi
kazfi dâva edecek olan usul veya füru
hakkında tertibe'riayetin lüzum
ve ademi lüzumu meselesine gelince bu
hususla îmamı Âzam ile îmameyne göre tertibe riayet lâzım değildir. Bina onaleyh bunlardan meyyite daha
yakın olan mevcud iken daha
uzak olan, dâva ikame edebilir.
Meselâ : müteveffanın
oğlu var iken oğlunun oğlu bu hakkın istifasını istiyebilir. imam Züfer ise
tertibin lüzumuna kaildir, ona göre bunlardan karib olan mevcud iken baid olan
dâvaya salâhiyetdar olamaz. Bedayî.
654 - :
Makfuzun her halde muhsan olması şart ise de onun ber hayat bulunmadığı takdirde kazf dâvasında bulunabilmeleri için usul ve füruunun muhsan olmaları şart
değildir.
Binaenaleyh makzuf
olan ölü; müslim, afif bulunmuş olduğu halde onun babası veya oğlu gayri müslim,
gayri afif bulunsa da haddi kazf
dâvasına salahiyetli bulunur. Çünkü bu kazfden dolayı bir ân kâmil, lâhik olmuş
olur.
Bu, îmamı Âzam ile
îmameyne göredir. İmam Züfere £Öre bunların da muhsan bulunmaları lâzımdır.
Zira muhsen olmayanların şahıslarına ibtidaen müteveccih bir kazf, haddi
müstelzim olmadığı cihetle bunların usul ve füruundan birine aid, bu cihetle
kendilerine manen müteveccih bir kazf de haddi icab etmez. Beday müctehidlere
göre de haddi kazf hakkı, makzuf e aiddir. Binaenaleyh varislerine intikal
eder.
Malikîîere göre bir
kimse, kendi hakkında vuku bulan kazfden dolayı haddi kazfi ikame edebilir.
Velev ki. kendisine isnad edilen şev. haddi zatında vaki olmuş bulunsun. Çünkü
o, hâ-tmen afif olmasa da zahiren afifdir. Ve
kendisi o fazihavı sotr ile memurdur.
Ber hayat bir kimse
hakkındaki kazfden dolayı omm biîfi'l varisi olacak şahıs da haddi kazfi istifa
edebilir.
Bir ölü hakkındaki
kazfden dolayı da onun fiirımndan. usulünden veya asabatından olan kimselerden'
her biri, haddi kazfi taleb edebilir. Çünkü bu yüzden hepsine de âr lâhik
olmu.şdur. Velev ki bilfi") vâris bulunmasınlar. Makzuf tarafından haddi
kazfi istifaya vasiy tayin edilmiş olan kimse de bu haddi ikame edebilir.
Şerhi Ebîl'berckât, Haşi-yei Düsukî.)
Şafiîlere göre de
haddi kazf hakkı, makaufıın varislerine hissei irsiyyeleri nisbetindo mevrus
olur. Binaenaleyh makzuf,. bu hakden dolayı kazif ile
bîr bedel mukabilinde musalehnda
bulunabileceği gibi
varisleri de bulunabilir. Bu halde bedel,
aralarında hissei irsiyyeleri ile mütenasib bir surette taksim edilir.
Kitabül'üm, Tuhfetül'mubtac. Demek ki, bu bedel, manevî bir zarar mukabilinde
bir nevi tazminat mesabesinde olarak varislere de intikali kabil bulunmuşdur.
(Hanbelîlere göre de
bir Ölüye muhsan olsun olmasın'- kazf eden şahıs hakkında o ölünün muhsan olan
varisinin, velev zevç veya zevce olsun talebi üzerine haddi kazf icra
edilebilir. Fakat varis, köle veya gayri müslim olmak gibi bir sebcble gayri
muhsan bulunursa onun talebiyle haddi kazf istifa edilemez.
Bir ölü hakkındaki
kazfden dolayı icab eden haddi kazf hakkı, onun bütün varisleri için sabit
olur. Bunlardan bazıları kazifi afüv etseler de diğerleri için yine haddi kazf
kamilen icra edilir. Çünkü kazf yüzünden bunlardan her birine alel'infirad âr
îâhik olmuş olur. Keşşa-fül'kina.)
(îmam Şafiîye göre
kazf dâvasının vekil tarafından takib edilmesi caiz olduğu gibi haddi kazfin
de yalnız vekil muvacehesinde istifa edilmesi caizdir. Çünkü haddi kazf, .
müşarünileyhe göre hukuki şahsi yy eteden, olduğu cihetle sair şahsî haklar
gibi bu da vekil marifetiyle isbat ve istifa edilebilir. Bedayî.)
(îbni Ebî Leylâya göre
gaib, meyyit hükmündedir. Binaenaleyh bir gaib hakkındaki kazfden dolayı usul
ve füruunun dâvaya salâhiyetleri vardır. Bedayî.)[1]
655 - : Bir
şahsa kazf edildiği ya ikrar ile veya beyyine ile sabit olur. İkrar, kazifin yapmış olduğu kazfi hâkimin huzurunda bir kerre itiraf etmesinden ibaretdir. Bu takdirde
hâkim, kendisine- bu isnadını
usulen dört erkek, âdil şahid ile isbat etmesini emr eder. Kazif, bu dört şahidden
biri olamaz. Çünkü o, müddeî mevkiinde bulunmakdadır.
Kazif, bu isnadını
usulü dairesinde isnat ederse, hakkında haddi kazf icra edilemez, makzuf
hakkında haddi zina lâzım gelir. îspat edemediği takdirde kazif haddi kazfe
müstahik olur. Bedayî, Dürri Muhtar.
656 - :
Kazif, yapdığı zina isnadım ispat için beyyine ikame edebilmesi hususunda
kendisine mühlet
verilmesini isterse bakılır :
eğer şahidlerinin şehir dahilinde bulunduklarını iddia
ederse o gün mahkeme
dağılmadan ihzar etmesi için kendisine müsaade
edilir, fakat kendisinin
tegayyüb etmesine meydan verilmez. Şahidler, gaib veya şehir haricinde
bulundukları takdirde ise kazife mühlet verilmez. Böyle bir mühlet, setri
mendub olan bir hailenin teşhirine meydan verebileceği cihetle maslahata
muvafık değildir.
Bu, İniıtmı Âzam'a
göredir. İmameyne göre kazife iki veya üç £Ün kadar bir mühlet verilir ve
kendisinden kefil alınır, tâ ki kendisine teveccüh eden bir cezadan ıbu sayede
kurtulabilsin. Bcdayi, Ilaniyye.
657 - : Kazif,
hakkında haddi kazf
icra edildikden sonra
vaki olan iddiasında sadık olduğunu bilâhare ikame
edeceği bir beyyine ile isbat edebilir. Bu takdirde haddi kazf
sebebiyle kendisine arız olan ch-liyyeti
şahadetden mahrumiyet hali, zail olur. Fakat bu beyyine ile artık makzuf
hakkında haddi zina, icra edilemez.
Çünkü kazif hakkındrı haddi kazf, ikame edilmiş olmakla kazf mânâsı tekarrür etmişdir. Bedayî, Hindiyye.
658 - :
Beyyineye gelince bu
da kazifin kazfi
inkârı takdirinde makzuf un veya
yerine kaim olan kimsenin ikame edeceği en az İki erkek,
âdil şahid tarafından kazfin vukuuna
hâkim huzurunda »ahade1. edilmesidir.
Bu takdirde hâkim,
şahidlerden kazfin nıahiyyelini, keyfiyyetini, yani: nasıl bir lâfz ile
kazf_edildiğini istizanda bulunur. Meğer ki şahadetlerinde zina lâfziyle
kazfin vukuunu tasrih etmiş olsunlar.
Sahicilerin adaletleri
malûm değilse hâkini, tezkiyelerine emr eder, badettezkiye haddi kazf icrasına
hükm eyler. Bu tezkiye esnasında kazif, mevkuf bulunur. Bedayi, Fethülkadîr.
659 - :
Kazfi isbat hususunda kadınların erkekler ile beraber şahadetleri muteber
olmadığı gibi şahadet aleşşehade ve kitabüikadıdo muteber değildir. Çünkü
hadler, şübheden hali olmayan şeyler ile istifa edilemez. Dürri Muhtar.
660 - : Haddi kazfde tekadümi ahde bakılmaz. Çünkü bu husus-, da şahsî bir dâva
bulunmadıkça şahadeti hisbe yoîiyie şahadetde bulunmak usulü carî değildir.
Binaenaleyh şahidlerin vaktiyle gelib kazf hususunda şahadetde bulunmamış
olmaları, haklarında bir
töhmet teşkil etmez. Bilâhare
vuku bulan bir dâva üzerine mahkemeye
celb edilerek şahadetde bulunmaları kabul olunur. Mebsut,
Fethül'kadir.
661 - :
Kendisine kazf edilmiş olduğunu dâva eden kimse, bu hu-susdaki iddiasını isbat
-için ikame edeceği şahidlerin şehr dahilindi' bulunduklarını dermeyan
ederse hâkim, kazif
olduğu iddia edilen
yalısı muvakkaten mahikemede ahkor,
bir tarafa savuşmamasını kendisim1 tenbih eder. Yoksa onu hakikaten
habs etmez. Çünkü
hah.,, bir ıik;: betdir. Ukubet
ise mücerred dâva ile ikame edilemez. Binaenaleyh müddeî, o gün şahidleri
mahkemeye getirebilirse dâva cereyan eder. petiıv-mezse o şahsın sebili tahliye
edilir. Bedayî,
662 - :
Makzuf olduğunu iddia eden kimse, hu hususda
beyyinosi bulunmadığını veya şahidlerin şehr haricimle
bulumlukkırrnı if;u!e etdiği takdirde
kazif olduğu iddia edilen şahıs, serbest
bırakılır, kendisin-den kefil de alınmaz, kendi arzu ederse kefil verebilir.
Bu, bü'iema dir.
Bu mesele, İmamı
Âzam'a göredir. Imameyne göre müddeaaley'. olan kazifden - nefsini teslim
hususunda - üç gün için İtefü alınabilir. Çünkü bu suretle müddeaaleyhin
mahkemeye ihzar edilmesi temin edilmiş olur.
Bu babda İmameynin
noktai nazarları şudur: Madem ki hududda muvakkaten habs carîdir, kefalet de
evlâ bittarik carî olmak lâzım gelir, imamı Âzam'a göre ise kefalet, istîsak
içinpır. Hududda asıl olan İS3 bikaderü'imkân def ve iskatdır. Binaenaleyh bunu
kefalet suretiyle tevsik etmek îcab etmez. Bu hususdaki habsden maksad ise
muvakkaten bir nezaret altında bulundurmakdan ibaretdir, yoksa hakikaten bir
habsden ibaret değildir. Mebsut, Bedayî.
663 - :
Müddeî makamında bulunan makzuf,
bir âdil şahid ikame edib de ikinci
şahidinin -hazır bulunduğunu bil'ifadc
ikamesi için mühlet istese hâkim,
kazifi iki ve nihayet üç gün kadar tevkif eder.
Bu mesele de îmamı
Âzam'a göredir. Imameyne göre kazifin nefsi hakkında kefil alınarak kendisi
serbest bırakılır. Çünkü -bununla maksad hâsıl olur. Bedayî, Muhiti Burhanı.
664 - :
Kazfe şahadet edenler,
bunun mekâmndaveya zamanında ihtilâf etseler şahadetleri îmamı Âzam'a göre kabul olunur. Çünkü mekân
ve zamanın ihtilâfı, kazfin ihtilâfım icab etmez, kazf, söz kabilinden olduğu
cihetle bir kazfin iki mekânda, iki zamanda
tekrar edilmiş olması caizdir. Fakat İmameyne göre bu şahadet, kabul
edilemez. Zira bunlar başka başka kazfler olrpakto. müttehid bulunmamış, hiç
birinin hakkında, iki şahid içtima etmemiş olur.
605 - :
Makzuf, tahlif edilemez.
Binaenaleyh kazif,
makzuf un zinada bulunmamış olduğuna dair yo-min etmesini talebde bulunamaz. Bu
yemin teklifi zakldir. Çünkü yeminden nükûKikrar sayılır. Halbuki bir şahıs,
zinada bulunduğunu sarahr. ten ikrar etse bile bundan rücuu muteberdir. Mebsut,
Bedayî.
606 - :
Makzuf, kazf iddiasını inkâra mukarin beyyine ile isbat edemediği takdirde kazif
o yemin verdirebilir mi?. Bu mesele, müetehid-ler arasında ihtilaflıdır. İmam
Kerhînin beyanına nazaran bu hususda Hanefî fukahasına göre istihlâf carî
olmaz. Çünkü bu babda hakkullah galibdir. Hakkullahda ise istihlâf carî
değildir.
Maahaza Hanefî
imamlarından zahinirrivaye olmak üzere nakl edilen bir kavle göre bu hususda
istihlâf caizdir, kazif yeminden nükûl ederse hakkında haddi kazf, diğer bir
rivayete göre de ta'zir icra edilir. Bedayî.
«(îmanı Şafiî de kazif
hakkında istihîâfm cereyanına kaildir. Çünkü müşarünileyhe göre haddi kazf, sırf
hukuk-ı ibaddan olduğu cihetle - sair hukuki ibadda olduğu gibi bunda da -
istihlâf cereyan eder. Fakat sair hadlerde istihlâf bü'ittifak caiz değildir.
Zira onlarda ikrardan rücu, sahihdir, yemin verdirmekde bir faide yokdur. Haddi
kazfde ise ikrardan rücu, bâtıldır. Binaenaleyh istihlâf, müfid olmuş olur.
Bedayî.)
(îmam Mâlike göre de
kazifden kefil alınmaz. Çünkü müşarünileyhe göre hududda, kısasda kefalet carî
olmaz.) [2]
667 - :
Haddi kazf, kazifin muayyen uzuvlarına müteferrik bir surette ve mutavassıt
bir halde yapılır. Haddi zinanın tatbiki hususundaki şerait vetakyidat, haddi
kazfde de tamamen nazara alınır. Maahaza haddi kazf, haddi zinadan daha hafif
bir tarzda icra edilir. Had esnasında kazifin üzerindeki kürk gibi kalın
libasından başkası çıkarılmaz. Çünkü kazf eürmü, zina cinayetine nisbetle
hafifdir ve kazifin isnadında sadık olmak ihtimali de vardır. Bedayî, Bahr.
668 - :
Haddi kazfi tatbik için tayin edilecek memurun âkil, darb usulüne vâkıf olması
lâzımdır. Çünkü yapılacak darbeler, celdeler ne mahkûmu Öldürecek, cerihadar
edecek derecede şiddetli olacak, ne de mahkûmu müteellim etmeyecek derecede
hafif bulunacakdır. Kazif ayakda
durdurulacak, darbeler, hemen kaldırılıb temdid edilmeyecekdir. Kazife-nin ise
oturur halde bulunması lâzımdır. Çünkü bu vaziyet, onun setrine elverişlidir.
Bedayî, Dürer. [3]
669 - :
Haddi kazfde tedahül cereyan eder. Yani: müteaddid kazf-lerden dolayı yalnız
bir had ile iktifa edilebilir ki bu hale «tedahül fil1 kazf» denilir. Şöyle ki:
Bir kimse, bir şahsa
veya ıbir cemaate bir lâfz ile veya başka başka Jâfzlar ile kazfde bulunacak
olsa bunlardan dolayı hakkında yalnız bir haddi kazf, icra edilir. Makzufların
hepsi birden müdafaa.ve muhakemede gerek hazır bulunsunlar ve gerek
bulunmasınlar. Çünkü haddi kazf. hukuki âmmeye teallûk etdiği cihetle bu gibi
ukubetlerde tedahül carî v..-bir had icrasiyle matlûb olan zecr ve men hâsil
olabilir.
670 - : Bir
kimse, bir şahsa veya bir cemaate kazf edib de bunlardan dolayı hakkında had
icra edildikden sonra tekrar başka birisim: kazfde bulunacak olsa hakkında
bü'ittifak tekrar haddi kazf, lâzım gelir. Çünkü bu takdirde birinci had ile
inzicar gayesi hâsıl olmadığı anlaşılır.
Evvelki şahsa veya
cemaate ayrı bir zina isnadiyle kazfde bulunduğu takdirde de hüküm böyledir.
671 - : Bir
şahıs hakkında müteaddidhadleri icab
eden muhtelif
hudud esbabı = cerâim
içtima etdiği takdirde bu esbab ve ağrazın ihtilâfına mebni tedahüli ceraim
usulü tamamen carî olmaz. Çünkü bunlardan birinin tatbikiyle maksad temin
edilmiş olamaz. Bu halde bakılır: eğer bunların içinde şahsî hukuk ile
alâkadar olan bir had var ise ilk evvel o had icra edilir, Bundan sonra
hukukullaha âmme hukukuna müteallik olan diğer hadlerin icrasına imkân var ise
onlar da alelusul icra edilir, imkân bulunmadığı takdirde ise onlar bizzarure
sakıt olurlar.
Maahaza hukukullaha
müteallik hadlerden birisinin istifa edilmesi, diğerlerinin iskatını müstelzim
olacak bir mahiyetde ise bu ıskatı temin için o bir haddin ikamesiyle iktifa
olunur.
Demek oluyor ki, bu
suretle cerâimin içtimai halinde cezaların tedahülü kısmen temin edilmekdedir.
Bu esas üzerine
aşağıdaki-meseleler, tefemi eder :
672 - : Bir
şahıs hakkında kazfden, sirkatden, zinadan ve şürbi hamrden dolayı darb
suretiyle had icrası lâzım gelse evvelâ: haddi kazf icra edilir. Çünkü bu hadde
hakkı şahsî teallûk etmekdedir. Badehu ve-liyyül'emr; muhayyerdir, dilerse evvelâ haddi sirkati ve dilerse haddi zinayı ikame eder, daha sonra da haddi
hamri tatbik eder. Çünkü haddi kazfi istifadan sonra hukukullahdan olan
mütebaki üç haddin ikamesi mümkün bulunmuşdur. Şu kadar var ki, haddi sirkat
ile haddi zina, ki-tabullahın nassiyle ve sünnetle sabit olduğundan takdim edilir, haddi hamr ise
içtihada ve haberi ahada müstenid bir icma ile sabit olduğu cihetle tehir
olunur.
Maamafih bu hadler;
mütevaliyen ikame edilmez, belki birinin tesiri zail oldukdan sonra diğerine
sıra gelir. Tâ ki helake nıüeddî olmasın Bu intizar müddetinde mahkûm, mevkuf
bulunur.
673 - : Bir
şahıs hakkında kazfden, sirkatden ve sürbi hamrden dolayı darb suretiyle had,
gayri meşru mukarenetden dolayı da recm cezası lâzım gelse evvelâ: haddi kazf
icra edilir, badehu sirkat edilen mal, tazmin etdirilir, daha sonra recm icra
edilerek diğer had iskat edilmiş olur. !
674 - : Bir
şahıs hakkında kazfden, sirkatden ve şürbi hamrden dolayı darb suretiyle had,
gayri meşru mukarenetden dolayı da recm cezası lâzım gelse evvelâ: haddi kazf
icra edilir, badehu sirkat edilen mal, tazmin etdirilir, daha sonra recm icra
edilerek diğer had iskat edilmiş olur.
Kezalik bir şahıs
hakkında meselâ: haddi kazf, haddi sirkat, haddi zina, haddi sekr ile kısas
cezası lâzım gelse evvelâ: haddi kazf icra edilir
675 - : Bir
şahıs hakkında kısasen kati cezasiyle halisen hukukul-lahdan olan haddi sekr,
haddi zina gibi cezalar içtima edecek olsa kati cezası - kul hakkı olduğundan -
istifa edilir, diğer cezalar, istifanın teazzürüne mebni sakıt olur.
Kazfden dolayı
hakkında had cezası verilen şahsın artık şahadeti makbul olmaz, velev ki
tövbekar olsun. Çünkü hakkında had icra edilmekle yalancı olduğu tescil
edilmiş olur. Şu kadar var ki'diyanet = iba-dât hususu müstesnadır, bu babdaki
ifadeleri kabul edilebilir..
Sair esbabdan dolayı
haklarında had icra edilmiş olan kimseler ise şahadet hususunda ve-diğer
hükümlerde gayri mahdud kimselerden farklı değildirler. Bahri Raik, Dürri
Muhtar, Reddi Muhtar, Bedayî.
«(Malikîîere göre de
kazfin tekerrüriyle veya makzufun müteaddid olmasiyle haddi kazf tekerrür
etmez. Şöyle ki: bir kimse, bir şahsa veya bir cemaate defat ile kazfde
bulunsa hakkında yalnız bir had lâzım gelir.
Meselâ: bir cemaate
hitaben: «Hepiniz zanisiniz» veya «ey zanîler* dese veya her birine bir
meclisde veya başka başka meclislerde «ey zani» dese veya «fülân ve fülân
zanidir» diyecek olsa hakkında bir haddi kazf cezası lâzım gelir. Fakat bu had
icra edildikden sonra tekrar sarahaten veya gayri sarih olarak kazfde toulunsa,
meselâ: «ben yalan söylemiş değilim* veya «ben sadıkım» diye kazfında musib
olduğunu işrab eyîese veya başkasına kazfde bulunsa tekrar hadde müstahik olur.
Kazif, haddin icrası
esnasında kazfini tekrar yapsa evvelki celdeler ilga edilerek yeniden had icra
edilir. Fakat evvelki celdelerin az bir mik-dan kalmış, ise bunlar ikmal
edilerek, yeniden had icrasına başlanılır. Şerhi Ebil'berekât.)
(imam Şafiîden bir
kavle ve İmam Ahmed ibni Hanbeîe göre bir kimse, müteaddid şahıslara bir söz
ile kazf etse hakkında bir had lâzım gelirse de başka başka lâfızlar ile kazfde
bulunacak olsa (bunların her birinden dolayı ayrı ayrı haddi kazf icrası lâzım
gelir. Çünkü bu had, hukuki şahsiyedendir. Bir şahsın hakkı istifa edilmekle
diğerlerinin hakları istifa edilmiş olmaz.)
(Hanbelîlere göre bir
kimse, bütün bir belde ahalisine veya kendilerinin mecmuundan zina vuku
mutasavver bulunmayan bir cemaate kazfde bulunsa bundan dolayı hakkında had
icra edilmeyib yalnız ta'zir eczası lâzım gelir. Çünkü bu halde kazifin
yalancı olduğu zahir olacağından makzuf olanlara âr lâhikolmaz. Keşşafül'kına.)
(Yapılan bir kazfden
dolayı hemen tövbe etmelidir. Çünkü kazf büyük bir günahdır. Makzufun kazfden
haberi yok ise bu tövbenin kabulü için bu kâzfi makzufe haber vermek şart
değildir. Hattâ bazı zevata göre bunu haber vermek haramdır. Zira bununla
makzuf müteessir edilmiş olur. Fakat makzuf bundan haberdar ise yapılan tövbe
kendisine haber verilebilir, bu bir- tarziye demekdir. Gıyaben yapılan bir
kazf, bir gıybet de bir zulümdür, bundan töbe etmekle beraber makzııfım ve gıybet
edilen kimsenin hakkında hayırlı duada da bulunmalıdır ki bu, bir nevi tazminat
sayılır.
Maahaza yukarıda da
yazıldığı üzere hakkında had icra edilen kazifin töbe etse de artık şahadete
ehliyeti kalmaz. Çünkü kur'anı, mübinde buyurulmuştür. yani: iffetli,
muhsanattan bulunan kadınlara zina isnad eden, soma dört şahid getirerek bu
isnadlarını isbat etmeyen kimselere seksen değnek vurun ve bunların
şahadetlerim ebediyen kabul etmeyin. Ve fâsık olan onlardır. Ancak bundan sonra
tevbe edib hallerini ıslah edenler müstesna, bunlar fâsık olmakdan kurtulurlar.
İmam Mâlik ile îmam
Şafiîye göre bu gibi kaziflerin badettevbe şahadetleri makbul olur. Bu iki
muhterem müetehide göre, âyeti kerimedeki istisna, kavli şerifine racidir.
Eimmei Hanefiyyeye göre ise nazmı celüine müteveccihdir. Bidayetülmüctehid,
TuMe, Keşşafül'kına.) [4]
676 - :
Hadleri badelvücub iskat eden sebeblere «nnüskitati hu-dud, denir ki, müteaddid
envai vardır. Ezcümle haddi kazfi iskat hususunda aşağıda yazıb sebebler vardır:
677 - :
Makzufun kazifi tasdik etmesi. Bu takdirde haddi kazf, sakıt olur. Çünkü makzuf, kendisine
isnad edilen ân kabul etmiş, kazi-fin doğru söylediğini itiraf eylemiş bulunur.
678 - :
Makzufun kazifi ikrarında tekzib etmesi. Şöyle ki: makzuf, mahkemede kazfi
ikrar eden şahsa karşı: «hayır, sen bana kazf etmedin* dese kazifden had sakıt
olur. Çünkü kazifi tekzib edince nefsini de kazf dâvasında tekzib etmiş olur.
Haddi kazf icrası içinse dâva şartdır.
679 - :
Makzufun kazf hakkındaki beyyinesini .tekzib etmesi. Şöyle ki, makzuf
tarafından dâva bulunmadıkça esasen şahidlerin ifadelen dinlenemez- Dâva vuku
buldukdan sonra makzufun kendi şahidlerini kendisinin tekzib etmesi İse dâvayı
takibden vazgeçmek demekdir. Artık had icrasına imkân kalmaz.
680 - :
Makzufun kazifi tasdik etdiğine dair kazifin beyyine ikame etmesi. Bu hususta
iki erkeğin şahadeti kâfi olduğu gibi bir erkekle
iki kadının
şahadetleri de kâfidir. Çünkü bu babdaki beyyine; haddi isbat için değil,
iskat için ikame edilmiş olacakdır. Hadler ise şübheli bir beyyine ile de sakıt
olur. Binaenaleyh bu hususda şahadet aleşşehade, kitabül'kazı liel'kazî'de
makbuldür.
681 - :
Kazfe şahadet edenlerin kazadan soma, imzadan =-- hükmi ifadan evvel
şahadetlerinden rücu etmeleri. Bu takdirde de had icra edilemeyib sakıt olur.
Çünkü bunların rücuu, sıdka da kizbede muhtemel olduğundan şübhe iras eder.
Şübhe ise haddi istifaya manidir. Kaz? hakkındaki ikrardan rücu ise muteber
değildir. Hukuki ibadda ise ikrardan riicu, sahih olamaz.
682 - : Makzufun
haddi kazf icrasından mukaddem vefatı veya ihsandan mahrum kalması. Şöyle ki:
badel'hükm henüz had icra edilmeden makzuf ölse veya ateh getirse veya tecennün
etse yahut liaynihî haranı bir mukarenetde bulunsa artık kazif hakkında had
icra edilemez. Çünkü had icrası ânında vücudu icab eden şartlar, bu halde
tamamen mev-cud bulunmamış olur. Bedayl
«(Hanbelüere göre de
haddi kazf şu dört sebebden biriyle sakıt olur. Makzufun kazifi afüv etmesi,
kazifi tasdik etmesi, kazifin iddiasına beyyine ikame etmesi, kazifin liande
bulunması. NeylüTmeârib.)
(imam Mâlike göre
makzufun ikame etdiği şahidleri tekzib etmesi muteber değildir. Çünkü bu
takdirde had, bilbeyyine sabit ve vacibül'is-tifa olduğundan bunu ibtal etmesi
caiz olmaz.) [5]
İÇİNDEKİLER: Müskiratın
mahiyyeti ve envai, müskiratın hükümleri = cezaları. Haddi hamr ile haddi
sekrin mahiyyeti ve sekrânın tarifi. Haddi hamr ile haddi sekrin icrası için
ikiiza eden şartlar, tjürbi hanı-rin ve sarhoşluğun sübutu. Haddi hamr ile
haddi sekrin sureti istilası. Hadlerde velayeti istifayı haiz olanlar. Haddi
hamr ile haddi sekri ıskat eden bazı sebepler. Müskirat hakkındaki hadlerin
hikmeti teşriiyyesi. [6]
683 - : Müskir, yiyilmesiyle veya içilmesiyle
insana sarhoşluk veren şeydir. Cem'i: müskiratdır.
Müskirat, camid ve
mayi olmak itibariyle iki nev'e ayrıldığı gibi me' külât ve meşrubatdan olmak
itibariyle de iki nev'e ayrılır.
(1) : Câmid
veya me'külâtdan madud müskirat; afyon,
benk, esrar gibi nebatatdan olub insana fütur, uyku veren, aklı bozan
şeylerdir.
(2) : Mayi
veya meşrabatdan sayılan müskirat; içilmeleriyle insana sekr veren bir kısım
mayiatdır ki, üzümden, hurmadan vesair mey-valardan, buğday,
arpa gibi hububatdan südlerden vesaireden istihsal edilir.
684 - : Yaş
üzümden istihsal edilen, müskirat, başlıca beş türlüdür. Bunlar hamr ile
bazik, müselles, munassef, buhtec denilen müskir
mayilerden ibaretdir.
Hamrın tortusundan
takdir suretiyle istihsal edilen ve «arak» adını alan rakı da buhtec
hükmündedir.
Bazik ile munassafada
«tılâ» denildiği vakidir.
Kuru üzümden yapılan
müskirat da başlıca «nakîı zebîb» ile «nebi zi zebib» den ibaretdir.
Hurmadan yapılan
müskirat da başlıca üç türlüdür ki, ıbunlar da «nebizi temr» ve «nakîı temr»
ile «seker» denilen mayilerden ibaretdir. Bu müskiratın mahiyetleri için
ıstılâhat kısmına müracaat!.
685 - :
Karışık olarak azca pişirilmiş olan hurma ile kuru üzüm suyuna «halitan» denir. Iştidad etsin etmesin. îstidad edib müskir bir hale geldiği takdirde
«nakî» hükmünde olur.
Hububatdan ve sair
meyvalardan, şekerden, baldan vesair şeylerden istihsal edilen mayi müskirat da
başka başka isimler aldıkları halde hükmen müttehiddirler. [7]
686 - :
Afyon, benk, esrar, iazla zaferan, haşîş envaından gönco gibi camid olan
müskirat, aklı izale veya ifsad etdiği, vücude mazarratlar iras eylediği
cihetle bunların müskir olacak mikdarım yemek şer'an mutlaka memnu - haramdır.
Az bir mikdarına gelince bunu da zevk v-j telehhî maksadiyle kullanmak caiz
değildir.
Maahaza bu camid
müskirat, haddi zatında nebatat kabilinden olub mubah edviyeden madud
bulunmakla bunları bil'ihtiyar istimal etmekle sarhoş olan kimseler hakkında
ta'zîr cezası lâzım gelirse de had icab etmez. Bunların tedavi maksadiyle az
bir mikdarda kullanılmasından mü-tehassıl sarhoşluk ise ma'füv olduğundan
ta'ziri de mucib olmaz ve bu sarhoşluk halindeki tasarrufata da itibar olunmaz.
Şafiî fukahasından
bazılarına göre afyon gibi camid müskiratı istimal eden bir şahıs, bundan zecr
için ta'zir olunur. Fakat bu hususdaki itiyadı, bunları istimale ilca edecek
bir hale gelmiş, yani: bunları istimal etmemek, hayatına tesir edecek bir renk
almış bulunursa o zaman ta'ziv cihetine gidilmez, belki o şahıs için lâzım
gelir ki tedricen azaltarak veya yerine başka mubah bir şey ikame ederek
kendisine zarar vermiye-cek bir suretde bu itiyadını terke çalışsın.)
687 - : Mayi
halindeki müskirata gelince bunlardan hamrin azı da çoğu da sekr versin vermesin kat'iyyen
haram olub haddi müstelzim bulunur. Bu hususda müctehidler arasında tam bir
ittifak vardır. Çün-kübunun her cür'ası, başka bir zevk vücude getirerek çok
içilmesine saik olur. Maahaza bu husudaki memnuiyet, sarih naslar ile takrir
ve tes-bit edilmişdir.
Diğer mayi müskiratdan
bazik, münassaf, buhtec, seker, nakîı zebib de galeyan edib müşted olunca hamr
gibi memnu bulunur. Binaenaleyh bunların da azını ve çoğunu istimal caiz
değildir. Şu kadar var ki bunların istimali, sekr vermedikçe haddi müstelzim
olmaz. Bu, Hanefiyyeye göredir.
«(Eimmei selâseye göre
bunların istimal edilmesi, herhalde haddi müstelzim olur, sekr vermiş olsun
olmasın. Çünkü her sekr veren şey. hamrden maduddur. Ve çoğu sarhoşluk veren
şeyin azı da haramdır. Nitekim bir hadisi şerifde buyurulmuşdur. Diğer bir
hadisi şerifde de diye varid olmuşdur. Binaenaleyh bunlar da ayni hükme
tabidirler. Hıdaye, TuhfetüTmuhtaç.)
688 - :
Müselles, nebizi temr, nebizi zebîb, halitan ile pişirilmiş olsun olmasın,
bal, incir, buğday, arpa, dan nebizleri = şurublan galeyan ve iştidad etseler
de müskir bir hale gelmedikçe ve telehhî kasdiyle içilmedikçe mübahdırlar.
Fakat bunlar, miiskir bir hale, gelince bunların yalnız sekr V3rmeyecek
mikdarını bedene kuvvet vermek maksadiyle içmek, İmamı Âzam ile İmam Ebu Yûsuf
e göre caizdir. Sekr veren mikdarını içmek ise memnu - haram olduğundan haddi
müstelzim olur. Bunların sekr vereceği zannedilen mikdarını içmek de memnudur,
velev ki sekr vermesin.
imam Muhammed'e göre
bunlar, sarhoşluk verecek bir hale gelince artık bunların azım da çoğunu da
içmek herhalde memnu oiur. Müfta bih olan da budur. Şu kadar var ki, azını
içmek ta'ziri mucib olursa da sarhoşluk vermedikçe haddi müstelzim olmaz.
Mebsut, Hidaye.
«(Eimmei selâseye göre işe bu halde bunların
azını da çoğunu da içmek haddi icab eder. Çünkü haddi zatında müskir olan
birşeyin azı da, çoğu da, çiği de, bişirilmişi de şer'an memnu ve hamrden
maduddur. Ş;ı kadar var ki, tmam Ahmed ibni Hanbele göre böyle bir mayiin
içilmesinden dolayı had vurulabilmesi için bunun çok mikdarının sarhoşluk vereceği
malûm bulunmak lâzımdır. Bunu içmiş olan şahıs, bunun sarhoşluk vereceğini
bilmemiş olduğunu ifade ederse tasdik olunur. Neyül'me-arib.
689 - : Bir hamre su karıştırıldığı takdirde
bakılır: eğer su hamrden az veya ona müsavi ise bunun içilmesi, sarhoşluk
versin vermesin haddi müstelzim olur. Fakat
su galib ise sarhoşluk vermedikçe haddi müstelzim olmaz. Çünkü bu halde
o mayi, hamr adım ve mahiyyetini ga-ib etmiş olur. Fakat haddi zatında nâpâk ve
memnu olmakla şâribi, me-suliyetden, ta'zirden kurtulamaz.
Bu mesele de eimmei
Hanefiyyeye göredir. Sair müctehidlere göre ise bu halde de had lâzım gelir.
690 - : Hamrin tortusu, Hanefiyyeye göre hamr
hükmünde değildir.
Binaenaleyh bu tortuyu
İçmek, halâl olmamakla beraber sekr vermedikçe haddi icab etmez. Çünkü bu
tortu, her ne kadar eczai hamrden halı değilse de galibiyet tortu cihetindedir,
hükm ise galibe göredir. Bunun içindir ki, bu tortuya hamr ismi verilmez.
Bedayî, Dürri Muhtar. Hin-diyye.
«(Eimmei selâseye göre
bu tortuyu içmek de haddi müstelzimdir. Zira bir katre hamr bile haddi icab
eder. Bu tortunun içinde ise birçok hamr katreleri ulevcuddur.)
691 - : Hamr
veya sair müskir mayiat, iştidad etdikten sonra bi-şirilmekle üçde ikisi gidecek
olsa yine memnuİyetden kurtulamaz. Çünkü
tekarrür eden bîr memnuiyet ™ hürmet, bîşirilmekle mürtefi olmaz. Racİh
görülen kavi, budur. «(Zahirîlere
göre de çoğu sarhoşluk veren bir şeyin bir noktası bili-hamrdir. Bunların
temellükü de, satılması da, içilmesi de, istimali de herkese haramdır. Hamr
vesaire gibi bütün müskiratın çiği do, ar,ı veya çoğu gitsin gitmesin bişmişi
de bu hususda müsavidir îmanı Mâlikin. Şa-fiînin, Ahmed ibni Hanbelin, Ebu
Süleymanm ve başkalarının kavli de böyledir. Elnıuhallâ.) [8]
692 - :
Hamr, ıstılah kısmında da yazılı olduğu üzere: «bişiril-meksizin kendi kendine
kaynayıp kabaran, kuvvetlenib müskir bir hale gelen yaş üzüm suyudur. Köpüğünü
atmış olsun olmasın.
Bu tarif, imameyn ile
sair müetehitlere göredir. İmamı Âzam'a göre böyle bir üzüm suyu, köpüğünü
atmadıkça had hususunda hamr sayılmaz. Çünkü hamrin hükümleri kat'îdir.
Binaenaleyh şübhe ile sabit olmaz. Köpüğünü attı mı şübhe zail olur. Galeyan
ve iştidad = kuvvetlenme İse bil'icma şartdir. Bunlar bulunmadıkça hamriyyet
meydana gelmez.
Hamra nâsın örfünde ve
etıbba ıstılahınca «şerab» adı verilir. Fakat şerab, lûgatde içilen herhangi
bir mayi demekdir, müskir olsun olmasın. Fukaha ıstılahınca ise «içilmesi
sarhoşluk veren herhangi bir mayi mâ nâsınadır. Cem'i eşribe»dir.
693 - :
Hadkli hamr, «az veya çok mikdarda bil'ihtiyar hamr içilmesinden dolayı
tatbiki icab eden ukubetdir, sekr vermiş olsun olmasın. Buna «haddi şürb» de
denir.
Bu ukubet, hür ve
hürre hakkında seksen, rakik hakkında da kırk celde - değnekdir. Bedayî,
Hidaye.
Bu, Hanefîler ile
Mâlikîlere göredir.
«{îmarn Şafiî ile
îmanı Ahmedden bir rivayete göre bu ukubet, hü" ve hürre hakkında kırk,
rakik hakkında yirmi celdeden ibaretdir.)
Hürriyet şerefine
nail, bu sayede daha ziyade faziletkâr olmak fırsatına mâlik oîan bir insanın
bu nimetlere karşı bir takdirsizîik nişanesi olmak üzere müskirat kullanması,
bu nimetlere nailiyet esbabından mahrum bulunan rakiklere nisbetle hakkında
cezanın iki kat olmasu müstelzim bulunmuşdur.
694 - :
Haddi sekr, «hamrden başka müskir meşrubatdan birinin bil'ihtiyar içilmesinden
husule gelen sarhoşlukdan dolayı tatbiki icab eden ukubetdir ki mikdan, haddi
hamr gibidir.
Sekr ise müskiratdan
birinin kullamlmasiyle dimağa yükselen buharların tesirinden mütehassil bir
haleti mahsusadır ki, buna lisanımızda «sarhoşluk» denir.
Haddi icab eden sekr,
hezeyana, lâkırdıların
ekseriyetle ihtilâtma sebeb
olacak derecedeki sarhoşlukdur. Bu derece sarhoş olan şahsa nâa arasında
«sekran = sarhoş»
denilir.
Bu, îmameynin
kavlidir. Müfta bih olan da budur. İmamı Azam Hazretlerine göre haddi müstelzim
olan sekr, kadını erkekten ve yeri gökten fark edemeyecek derecede olan
sarhoşlukdur. Mebsut, Reddi Muh tar.
«(îmam Mâlik Hazretlerine
göre sekran, kullandığı bir müskirdeıı dolayı güzel ile çirkinin arasını tefrik
edemeyecek bir hale gelmiş olan kimsedir ki, yanında hüsn ile. kubh müsavi
görülür.)
(İmam Şafiî ile İmam
Ahmet hazretlerine göre de sekran, müskirattan birini istimal dolayısiyle
âdeti hilâfına olarak sözlerinde karışıklıktık zuhura gelmiş olan kimsedir.) [9]
695 - : Hamr
içen veya sair müskirattan birini içmekle
sekran olan bir şahıs hakkında had cezası tatbik edilebilmesi için
aşağıda yazılı altı şartın mevcudiyeti lâzımdır.
696 - : Âkil
ve baliğ olmalıdır.
Binaenaleyh çocuklar
ile mecnunlar hakkında haddi şürb carî olmaz.
697 - :
Nâtık olmalıdır.
Binaenaleyh dilsizler
hakkında haddi şürb icra edilemez. Çünkü halleri şubhe tevlit1 etmekten hali
değildir. Söyleyecek olsalar belki haddi is-kat edecek birer sebeb dermeyan
edebilirlerdi.,
698 - :
Müslim olmalıdır. Binaenaleyh
harbî, müste'min ve zimmî hakkında haddi hamr ve haddi sekir tatbik edilemez.
Fakat Hasan ibni Ziyad'dan rivayet edilen bir kavle göre zimmî hakkında da bu
hadler tatbik edilebilir. Çünkü sarhoşluk, esasen her dinde memnudur.
699 - :
Müskirat, dari adilde kullanılmış olmalıdır.
Binaenaleyh dari
harbde veya dari bağîde müskirattan birini kullanmış olan bir müslüman, dari
adle gelince hakkında had icra edilemez. Çünkü bu halde hâdise, veliyyül'emnn
hâkimiyeti haricinde vuku bulmuş olur.
700 - :
Müskiratın memnuiyetina hakikaten veya hükmen muttali olmalıdır.
Binaenaleyh dari
harbden henüz dari isîâma gelib islâmiyet! kabul eden bir kimse hakkında
kullanacağı bir müskirden dolayı hemen had cezası verilmez. Fakat öteden beri
dari islâmda bulunan bir müslüman, bu hususda mazur değildir. Çünkü dari
islâmda bulunmakla müskiratın haram olduğuna hiç olmazsa hükmen muttali
sayılır.
701 - :
Muhtar olmalıdır. Binaenaleyh
ikrah ile veya boğazda taam tıkanıb kahb da su bulunmamak gibi bir ıztırar ile
müskiratdan <birini içerek sekran olan şahıs hakkında had lâzım gelmez.
Meğer ki ıztırar mikdarmdan fazlasını içmiş bulunsun.
702 - :
Tekadümi ahd bulunmamalıdır.
Binaenaleyh hâdisede
tekadüm bulunursa artık had icra edilemez. Bu husustaki tekadüm müddeti, sekr
rayihasının zevali ile tahakkuk eder. Meğer ki hadiseye şahid olanlar,
mahkemeye gelinceye kadar mesafenin uzaklığı sebebiyle sekr rayihası zail
olmuş bulunsun. Bu halde rayihanın bulunması, şahadeti tahammül zamanında
aranır, şahadeti eda zamanında aranmaz.
Bu tekadüm meselesi,
İmamı Âzam ile îmam Ebu Yûsuf e göredir, îmam Muhammed'e göre tekadümi ahd, bu
hususdaki ikrar ve itirafın sıhhatine mani oimaz. Binaenaleyh vaktiyle müskirat
kullanmış olan bir şahıs, bu hareketini gidib mahkemede ikrar etse hakkında had
icra edilebilir, sarhoşluk asarının zevaline bakılmaz. Mebsut, Hidaye, Bedayi.
«( Eimmei selâseye göre de tekadüm ile
haddi şürb sakıt olmaz.) [10]
703 - : Bir
şahsın hamr İçtiği veya müskir
içkilerden herhangi birini kulianib sarhoş olduğu ya ikrariyle veya
beyyine ile sabit olur. Şöyle ki: bu hususta ikrardan maksat, bir kimsenin hamr
içtiğim veya sair müskirattan herhangi birini içerek sarhoş olduğunu gelip
mahkemede itiraf etmesinden ibaretdir. Şu kadar var ki bir kimsenin sarhoşluk
halinde vukubuîan ikrarına itibar olunmaz. Çünkü bu sarhoşluğun mubah bir şey
istimaliyle veya ikrah suretiyle husule gelmiş olması melhuzdur.
Beyyineye gelince bu
da en az iki âdil, erkek şahid tarafından bir şahsın hamr içdiğine veya
müskiratdan birini içerek sarhoş olduğuna dair mahkemede vukubuîan şahadet demekdir.
704 - :
Şahidler, hamr içildiğine veya sarhoşluğa şahadet edince hâkim, kendilerinden
istizahda bulunur. Meselâ: hamrin
ne olduğunu, nasıl, ne vakit,
nerede içildiğini şahidlerden sorar. Çünkü içilen şeyin şer' an memnu olub
olmadığı, hâdisede tekadümi ahd bulunub ibulunmadığı ve hâdisenin nerede
İrtikâb edildiği bu suretle tebarüz eder. Bununla beraber hâkim, şahidleri
tezkiyeye havale eder, kendilerinin zahir olan adaletleriyle iktifa etmez.
Aleyhin şahadet olunan şahsı da bu tezkiye esnasında tevkif eder.
Şahidler, içilen
müskir hakkında veya hâdisenin vukuu zamanında ihtilâf ederlerse şahadetleri
kabul olunmaz.
705 - :
Müskiratdan birini İçmiş olduğuna dair aleyhinde şahadet vukubulan şahıs, bu
müskiri mükrehen içmiş olduğunu iddia etse de hadden kurtulamaz. Meğer ki bu
iddiasını beyyine ile isbat etsin.
706 - : Bir kimse hakkında ikrar veya beyyine
bulunmadıkça mü-oot red kendisinde müskiratdan birinin rayihası bulunmakla had
icra edilemez.
«(Yalnız imam Mâlike
göre bu rayihanın vukuuna binaen had icra edilebilir. Şu kadar var ki. bunun
müskir rayihası olduğu şahadetle anlaşılmalıdır. Bu müskir, ister nebîz olsun,
ister başka bir şey olsun müsavidir.)
707 - :
Haddi zatında müskiratdan sayılmayan herhangi bi:- mayii İçmesinden dolayı her
nasılsa sarhoş olan kimse hakkında had lâzım gelmez. Bal şerbeti gibi. Bedayî,
Fethülkadîr, Bahri Raik.
«(Şafiîlere göre bir
cemaat, mahiyeti meçhul meşrubatdan birini İçmek üzere toplanıb da bunu
içdikleri halde içlerinden yalnız birisi sarhoş olsa - o. mayiin müskir olduğu
bununla teayyün edeceğinden - hepsinin hakkında had lâzım gelir.) [11]
708 - : Haddi
hamr ile haddi sekr, haddi zinadan
hafif, haddi kazifden şiddetlice bir
tarzda değnek ile icra edüir, mahkûmun izarindan kendisini başından ayağına kadar setr eden
entari gibi libasından başka elbisesi
üzerinden çıkarılır. Kadınların" kürk gibi kalınca elbisesinden başkası
Üzerlerinden çıkarılmaz.
709 - : Had
icra edilirken mahkûmun itlafına veya cerihadar olmasına meydan verilmemeğe
dikkat edilir ve kendisinden sarhoşluk hali zail olmadıkça had icra edilemez.
Çünkü bu hadden maksad, te'dib ve zeor'dir. Sarhoşluk halinde yapılan bir had
ise bu gayeyi temin edemö2:
710 - :
Haddi hamrde ve haddi sekrde tedahül carîdir. Şöyle ki: bir kimse müteaddid
defalar müskirat kullanmış olsa bunlardan dolayı hakkında yalnız bir had icra
edilir. Fakat had yapıldıkdan sonra tekrar kullanırsa tekrar hadde müslahik
olur. Çünkü bu takdirde o bir had
ile halini ıslah
etmemiş, matlûb olan inzicar
vüeude gelmemiş olduğu anlaşılır.
711 - :
Haddi hamr ile haddi sekr hakkında badessübut afüv ve müsamaha carî olamaz.
Çünkü bu hadler, hukuki ilâhiyyedendir, bunları İskata kimsenin hakkı yokdur.
«(İmam Şafiiye göre haddi hamr ile
haddi sekr, mutedil bîr sevi değnek veya kırbaç ile
yapılabileceği gibi el darbesiyle, elbise etraf i ayakkabıların vurulmasiyle ve toprak
saçılmasiyle de yapılabilir.
Hadlerde istimal
edilecek değnek, ne çok kuru, ne de çok-yaş olma-îıdır, ne pek ince bir ağaç
dalı gibi olmalı, ne de gayri mutedil bir asa halinde bulunmalıdır. Hâsılı
bunun cirmi de, muhkemliği de mutedil bir halde olmalıdır ki, hem mücrime elem
versin, hem de onun helakine mü-eddî olmasın.
Had darbeleri; .yüze,
başa, ölüm tehlikesi olan uzuvlara vurulmaz. Ve mücrim bağlı bir halde
bulundurulmaz.) [12]
712 - :
Şürbi hamr gibi, sirkat gibi esbabı hududi irtikâb eden mükellef şahıslar hakkında
şer'an icab eden hadleri tatbik etmek salâhiyetine «hududda velayeti istifa»
adı verilir. Bu salâhiyet, yalnız ârnme velayetini haiz olan veliyyüremre
aiddir. Çünkü hadler, âmme namına icra edilir. Binaenaleyh âmme hakkında
velayeti haiz olmayan kimseler, bu gibi cezaları ikame ve istifaya salâhiyetdar
olamazlar.
713 - :
Veliyyüremr, hadleri istifa salâhiyetini ya bizzat veya bil' istihlâf istimal
eder. Bu istihlâf ise iki suretle olur.
(1) Tansîs
suretiyle olur ki, istihlâf olunan zatın hadleri ikameye mezun olduğu sarahaten
beyan olunur. Kendilerine verilen menşurlarda hududi ikameye me'zun oldukları
yazılan kadılar gibi.
(2) :
Tevliye suretiyle olur ki, bir zatın büyük bir şehri veya bir iklimi idare için
büyük bir salâhiyeti haiz olmak üzere tayin edilmesiyle olur. Bazı eyaletler
ümerası gibi. Bedayi, Hidaye. [13]
714 - :
Haddi hamr ile haddi sekr denilen şer'î ukubetin vücudi, bir içtimaî hikmet ve
maslahat icablarından olduğu gibi îbunun çokça tatbik edilmemesi de bir hikmeti
âliye muktezası bulunduğundan bunu iskat
edecek bir takım sebebler vardır. Başhcaları aşağıda gösterildiği üzere üçtür:
715 - :
İkrardan rücu ile haddi şürb sakıt olur. Şöyle ki: Bir kimse, hamr içtiğini
veya müskiratdan birini içmekle sarhoş olmuş olduğunu mahkemede ikrar ve
itiraf etdikden sonra henüz hakkında had icra edilmeden bu ikrarından rücu
edecek olsa artık had cezası tatbik edilemez. Çünkü bu rücuunda sadık olması,
ihtimal dahilindedir. İhtimal ise had icrasına manidir.
716 - :
Şahadetden rücu ilede haddi şürb sakıt olur. Şöyle ki: şahitler bir şahsın
hamr içdiğine veya sair müskiratdan birini kullanarak
sarhoş olduğuna şahadet edib de
ibadelhükm, kablel'imza bu şahadetlerinden rücu edecek olsa artık had icra
edilemez.
717 - :
Şahidlerin şahadete ehliyetden mahrum kalmalariyie
de had sakıt olur. Şöyle ki: şahidler, şahadet edib de henüz had icra
edilmeden tecennün etseler, matuh olsalar veya haklarında bir sebeble had
cezası tatbik edilse artık şahadetleri zail olub bununla haddi hamr veya haddi
sekr icrasına imkân kalmaz.
Şahidlerin kablel'had
ölmeleri veya iki şahidden birinin şahadete ehliyetden mahrum kalması
takdirinde de hüküm böyledir. Bedayi, Fethül' kadir, Reddi Muhtar. [14]
718 - :
Bilûmum şer'î had cezalarının icra edilmesi, bütün âmme menfaatlerini,
maslahalarım korumak, bu sayede hem ferdlerin, hem de ferdlerden müteşekkil
cemiyetlerin selâmetini, nezahetini,
refah ve saadetini siyanet etmek
hikmetine müsteniddir. Nitekim bir hadisi şerifdc:
buyurulmuşdur.
Yani : Yeryüzünde
ikame edilen bir haddi şer'î, yer ehli için otuz sabah yağmur yağmasından daha
hayırlıdır.
Binaenaleyh haddi hamr
ile haddi sekrin meşruiyeti de hem ferdlerin, hem de cemiyetlerin hakikî
menfaatlerini korumak hikmet ve maslahatına müstenid bulunmuşdur. Nitekim aşağıda izah edilecekdir.
719 - :
Haddi hamrin sebebi vücubi, hamr demlen müskir mayi-in ibl'ihtiyar içilmesidir.
Haddi şehrin sebebi vücubi de herhangi
müskir bir mayiin bil'ihtiyar içilmesinden husule gelen - veya
gelebilecek olan - sarhoşluk halidir.
Müskirat istimali,
istihsali, bâdii nazarda maddî bir faideyi, muvakkat bir neşeyi mutazammın
olsa bile onun manevî, maddî zararları, daimî âlâm ve ekdarı kat kat ziyadedir.
Mazarratı menfaatine galib olan bir şeyin memnuiyeti ise muktezayı hikmetdir.
Filhakika müskiratın
gerek ferdî ve gerek içtimaî birçok zararları, mahzurları vardır. Nitekim bir
hadisi şerifde
buyurulmuşdur. Yani sarhoşluk veren şeyden kaçınınız, çünkü o, her
şerrin anahtarıdır. Binaenaleyh bundan halkı men ve zecr için had cezası
vazolunmuşdur.
Müskiratın bir kısım
mahzurları şu veçhile hülâsa edilebilir.
(1) :
Müskirat, şahıs hakkında muzirdir. Şöyle ki: içki kulanan-İar, ilk evvel kendi
şahıslarının zararlarına çalışmış olurlar. Çünkü bu
yüzden vücudları erir,
sıhhatleri bozulur, servetleri ellerinden çıkar, kendileri için en büyük bir
nimet olan kıymetli akılları muvakkat bir zaman için olsun haleldar olur.
insan için akü,
hürriyet, vekar ve temkin en büyük birer nimettir, insan bu sayede hukukunu
muhafaza eder, herkesin ihtiramına mazhar olur, her türlü . tasarruf ata ehil
bulunur. Hiçbir insan, velev biran için olsun bu nimetlerden mahrumiyete
tahammül edemez. Halbuki bir sek-ran, aklım güzelce istirrîal edemez, halkın
istihfafına hedef olur, bir çok medenî tasarruflardan hacr edilir, aleyhine,
olan bazı tasarrufları da mücerred kendisine bir ceza olmak üzere nafiz
addolunur. Uhrevî mesuliyeti ise pek büyüktür.
(2) : Müskirat, aile haytı için de muzirdir. Şöyle ki:
içki yüzünden aile hayatında bir
takım geçimsizlik yüz gösterir, ailenin
refahına sarfedilmesi lâzım
gelen servetler, vakitler çok kerre içki yolunda mahvolur ve içki yüzünden bir
takım müzmin hastalıklar vücude gelerek aile efradının hayatına ve dünyaya
gelecek çocuklarının vücutlerine tesir eder, nesi cılız yetişir, aile saadeti
söner gider.
(3) :
Müskirat, cemiyet hayatı için de muzirdir. Şöyle ki : ferdler, mensub oldukları cemiyetlerin-
kuvvetini teşkil eder. Perdlerin serveti, cemiyetlerin yaşamasına
hadim olan malî kuvvetli vücude getirir. İçki. ile hayatım mahveden,
servetini elinden çıkaran bir kimse ise
münte-sib bulunduğu cemiyetin malî ve bünyevî kuvvetine halel vermiş olur.
Maahaza cemiyet
arasında içtimaî âdâb ve ahlâkın, medenî kaya-nîn ve nizamatın hiç bir kimse
tarafından ihlâl edilmemesi bir umdedir. İçkiye mübtelâ olan bir ferd ise
cemiyetin bu umdesine aykırı harektt ederek cemiyet arasında fena bir numune vücude
getirmiş, memleketin kanunlarına, nizamlarına muhalif hâdiselerin tekevvününe
sebebiyet vermiş olabilir.
(4) :
Filhakika müskirat her bakımdan muzirdir.
Ezcümle içki, öldürücü bir zehirdir, insanı tedricî bir suretde-
zehirler, mahveder. Bunu kullananlar, tedricî bir intihara karar vermiş
kimseler mesabesindedirler. İntihar ise dinen, aklen memnudur, insanları bundan
men ve zecre çalışmak lâzımdır.
Vakıa intihar hâdisesi
zuhura geldikden sonra men'ine çalışmak imkânı kalmaz. Artık bundan dolayı
müntehir hakkında ceza tertib edilemez. Müntehirin varislerini veraset
hakkından mahrum bırakmak isteyen bazı milletler var ise de böyle bir ceza
doğru değildir. Bövle bir ceza, müntehir hakkında değil, belki onun bu
hareketinde alâkası olmayan varisleri hakkında tatbik edilmiş olacağından
nısfet ve adalete muvafık dügmez. Fakat
tedricî intihar böyle değildir. Böyle bir intihara cüret eden kimse hakkında
bir ceza tertibi, bu gibi intiharların azalmasına pek iyi yardım edebilir.
Başkasının hayatına,
malına, şerefine tecavüz eden bir ferd hakkında ceza verilmesi, hikmet ve
maslahat icablarından olduğu gibi kendisinin - bir vediatullah olan -
hayatına, malına, şerefine tecavüz eden ve binnetice kendi ailesi efradının
refah ve saadetine ve mensup olduğu cemiyetin nizam ve intizamına zarar ve-
halel veren bir ferd hakkında ceza verilmesi de hikmet ve maslahat muktezası
bulunmuşdur.
Velhâsıl : insan,
mensub olduğu cemiyetin bir cüz'üdür. O cemiyete karşı bir takım vazifeler
ifâsiyle mükellefdir. Binaenaleyh vücudunu zehirlemek, servetini, kıymetli
vakitlerini yok yere zayi etmek suretiyle bağlı olduğu cemiyetin zararına
meydan veren ve uhdesine düşen vazifelerden kaçınan her hangi bir mükellef
insan hakkında bir ceza verilmesi, hem ferdin, hem de âmmenin menfaatleri
icablarındandır.
İşte bu gibi
hikmetlere mebnîdir ki, müskirat kullanan müşlüman-lar hakkında da - hukuki
ilâhiyyeden = âmme maslahatları icabatın-dan olarak - şer'an bir had cezası
mevcud bulunmuş, bununla bu müh-lik ibtilâdan men ve zecr gayesi istihdaf
olunmuştur. [15]
İÇİNDEKİLER
: Sirkatin malıiyeti ve nevileri. Haddi sirkat icrası için sârika, mesrukun
nıinhe, mesrukün fihe ve mesruk mâle aid şartlar. Müttehid» muhtelif ve
müşterek sirkatler. Sirkat hâdiselerinin sureti sübutü. Sirkati isbat için
husumet hakkına mâlik olub olmayanlar. Sirkatin hükmü ve haddi sirkatin
malüyyeti. Haddi sirkati badel-îcab iskat eden sebebler. [16]
720 - : Sirkat, lûgatde başkasının malini gizlice almakdır, mik-darı az olsun olmasın, haddi
icab etsin etmesin.
Ahkâmı şer'iyye
itibariyle sirkatler, iki nev'e ayrılır. Biri sirkati sugra, diğeri de sirkati
kübradır.
Sirkati »uğranın haddi
icâb eden kısmı, ıstılah sırasında da yazılı olduğu üzere «mükellef bir şahsın
en az nisabı sirkat mikdarı, tafih ve mütesariülfcsad olmayan mütekavvim bir
mâli mahfuz bulunduğu yerden gizlice ahb harice çıkarmasıdır ki, kendisinin bu
malde bir hakkı olmadığı gibi bunda bir mülk şübhesi de bulunmaz.
Bu tarifdeki kayidler,
birer kaydi ihtirazıdır ki hükümleri aşağıdaki meselelerden tavazzuh edecekdir.
Sirkati kübraya
gelince bu da kat'ı tarikden = yol kesicilikden ibaretdif. Buna dair altıncı
mebhase müracaat!.
721 - :
Sirkati suğra, ya mübaşereten veya tesebbüben vaki olur. Şöyle ki : bir şahsın
mahalli hırze gizlice girerek çaldığı mâli bizzat ahb dışarıya çıkarması,
mübaşereten sirkatdir. Bir kaç şahsın birden mahalli hırze gizlice girib
aldıkları mali içlerinden birine yükliyerek harice çıkarmaları da tesebbüben
sirkatdir ki, şeraiti mevcud olunca hepsi hakkında haddi müstelzirn olur.
Bu hususda yalnız îmam
Züfer muhalifdir. Müşarünileyhe göre had, yalnız o mali yüklenib dışarıya
çıkaran şahıs, hakkında lâzım gelir. Çünkü mübaşir olan, odur. Fakat İmamı Âzam
ile İmameyne göre o malı yüklenen şahıs, onu arkadaşları namına da yüklenmiş
olur. Zaten sir-katde cari olan âdet de ekseri böyledir, bir şahıs yapdığı
sirkati arkadaşları yardımıyle yapar. Binaenaleyh hepsi de mübaşir hükmünde bulunur.
722 - :
Nisabı sirkat, bir dinar veya halis gümüşden mazrub on dirhem veya kıymetçe bu
mikdar maldir. Bundan az bir geyi
çalmak, haddi sirkati rcab etmez.
«(Nisabı sirkat, imam
Mâlike ve tmam Ahmede göre bir dinarın rub'u veya üç halis dirhemdir. İmam
ŞafÜye göre halis ve mazrub bir dinarın dörtte biri veya kıymetidir. Şu
k&dar var ki çalınan şey, altun olursa mutlaka rub'u dinara müsavi
olmamdır. Binaenaleyh haiz olduğu sanat itibariyle bir dinarın dörtde birinden
daha kıymetli olan bir altun yüzük, sikletce rubu dinara müsavi olmazsa sirkat
edilmesi haddi müstelzim olmaz.
imam Şafiî hazretleri,
dirhemi nazara almıyor. Ona göre meselâ : bir dinar çalındığı gün iki dirheme
müsavi olsa yine bir dinarın kıymetçe dörtde biri mikdarı bir mâlin sirkat
edilmesi, haddi müstelzim olur. Bilâkis bir dinar, kıymetlenerek yüz dirheme
muadil olsa yirmi beş dirheme müsavi olmayan bir mâli çalmak, haddi icab etmez.
Çünkü bu, dinarın dörtde birine müsavi olmama olur. Dirhemler ise metu
mesabesindedir. Bu dinardan maksat ise mazrub sikke halinde bk miskal altundan ibaretdir.
Bazı fukahayö- göre de nisabı sirkat, dört veya kırk dirhemdir.)
723 - :
Çalınan bir mâlin kıymetçe
nisab mikdarına baliğ olub olmadığı, kıymetlere vâkıf olan iki
âdil, erkek şahidin şahadetiyle teay-yün eder. Tafih, yani : hakir olan, örfen
ehemmiyetsiz sayılan, başkaları tarafından alınması hususunda müsamaha
gösterilen şey ise çalınmasından dolayı haddi müstelzim olmaz. Vas otlar, ağaç
üzerindeki-meyvalar gibi.
Bir şeydeki kıymetsizliği, adiliğe, ehemmiyetsizliğe
«tefahet» denir.
724 - :
Hırze gelince bu da bir malin âdet
üzere saklanmasına mahsus mahal
demekdir ki, iki kisma ayrılır.
Birisi «hırz
binefsihi» dir ki, içinde eşya saklanmak üzere hazırlanıp içerisine izinsiz
girilmesi memnu ola.n herhangi bir yerdir. Evler, dükkânlar, çadırlar gibi.
Çuvallar, sandıklar, kasalar da bu hükümdedn.
Diğeri «hırz
bigayrihî» dir ki, esasen eşya saklamak üzere müheyya ve izinsiz girilmesi
memnu olmayıb ancak içerisine konulacak malların yanı başında muhafızı bulunan
herhangi bir yerdir. Muhafızın uyanık veya uyumuş olması müsavidir ve muhafızın
eşyayı görüp koruyabileceği bir mesafede bulunması, hirzm tahakkuku için
kâfidir. Mescidler, yollar, sahralar bu kısım hıralardan sayılır. Bedayî, Bahri
Raik.Bu iki kısım hırze dair hükümler, ileride görülecektir.
725 - :
Eşyanın envaına göre hırz tebeddül
eder mi? Başka bir tabir ile bir nevi için hırz olan
bir mahal, diğer bir nevi için de hırz
sayılabilir mi? Meselâ : zahirenin hıfzına rnahsus bir yer, cevahir ve
nü-kudun muhafazasına da mahal sayılabilir mi- Bu meselede beynelfuka-ha
ihtilâf vardır, imam Kerhînin Hanefî
imamlarından nakline nazaran bir nev'a hırz olan bir yer, bütün nevilere
hırz olabilir. Çünkü bir şeyi
ihraz ve muhafaza eden bir mahal, diğer
şeyleri de muhriz olabilir. * Fakat İmam Tahavî, örf ve âdete itibar ederek
bunun hilâfına kail olmuş, meselâ: «hayvanatın muhafazasına mahsus olan
yerlerde nükud ve cevahir muhafaza edilemez.» demişdir.
c(Eimmei selâaenin
ictihadlan da bu merkezdedir. Bu hususda Örf muteberdir. Hırz, malların
ihtilâfına binaen muhtelif bulunur.)
(Zahirîlere ve ehli
hadisden bir zümreye göre haddi sirkat için hırz şart değildir. Nisab mikdarı
bir mah hırz olmayan bir yerden çalmak da kat'ı yedi icab eder.
Bidayetül'müctehid.)
726 - :
Sirkatin tarifindeki «hufyeden
- gizlice» kaydine nazaran
gaab, ihtilas, intihab, ihtitaf, hiyanet birer cinayet olmakla beraber sirkat
sayılmazlar. Bu tabirlerin mahiyetleri için ıstılahlar kısmına müracaat!.
«(Yalnız lyas Ibni
Muaviyyeye göre ihtilâa = bir mali sahibinin elinden veya ondan gafletinden
bil'istifade alenen süratle kapıp almak, haddi icab eder.
imam Ahmed ibni
Hanbele göre de nisab mikdarına baliğ olan biı ariyeti, bir vediayı inkâr
etmek1 hiyaneti, haddi müstelzimdir.)
727 - :
Tarrariyet, yani : yan kesicilik uyanık bir
kimsenin hıfzetmek istediği bir mâlini gafletinden bil'istifade bir
hiyle ile çalmak, sirkatden maduddur. Bu
babda eimmenin ittifakı vardır.
Bir. kimsenin ceybi,
kesesine nazaran bir harz mahalidir. Fakat ceyb gibi bir yerde mahfuz olmayıb
haricde bulunan bir meblâğı bu suretle çalmak, haddi müstelzim olmaz. Çünkü bu
takdirde bir mali mahali hırz-den çıkarmak, vak'ası vücude gelmiş değildir.
Bedayî, Hindiyye. [17]
728 - :
Sirkat, büyük bir cinayetdir. Bu cinayet,
yalnız masum mallara tecavüze
münhasır kaimayıb çok kerre masum hayatlara da tecavüzle neticelenir,
hammanlarm sönmesine sebebiyet
verir. Binaenaleyh bunun
hakkında - bütün halkça müessir bir ibret teşkil edecek suretde - ağır bir ceza
tatbiki iktiza etmekdedir. Şu kadar var ki, böyle ağır bir cezanın her sirkatden dolayı hemen tatbiki, şarii hakimce mültezem bulunmadığından bunun
yapılabilmesi için bir takım kuyud ve
şürut vardır, ezcümle sarika aid şartlar bervechi âtidir ;
720 - :
Sarikin âkii, baliğ, nâtık ve basîr olması şartdır.
Binaenaleyh
mecnunların, çocukların, dilsizlerin, körlerin yapacakları sirkatlerden dolayı
haklarında had lâzım gelmez. Çünkü mecnunların, çocukların bu hareketleri
cinayetle tavsif edilemez. Dilsizlerin, körlerin halleri ise şübhe İrasından
hâli.bulunmaz. Şu kadar var ki, bun-ar, çaldıkları şeyleri zamin olurlar. Zira
zamanın lüzumu, cinayetin her. veçhile
tahakkukuna tevakkuf etmez. Maahaza bunlar, hallerine göre ta'zir cezasına da
müstahik olurlar.
Bu şarta nazaran
iğlerinde mecnun veya çocuk bulunan bir taife, bir sırkatde bulunacak olsalar
hiçbiri hakKınaa had cezası verilmez. Çünkü bir hâdiseden ibaret olan sirkat,
had cezasına tabi olanlar ile olmayanlar tarafından yapılmadır.
Bu İmamı Âzam ile imam
Züfere göredir. İmam Ebu Yusiife göre iae bakılır: eğer elde edilen mali bizzat
mecnun veya çocuk, mahalli hırzdan çıkarmış ise hiçbiri hakkında had icra
edilemez. Fakat diğerleri çıkarmışlar ise yalnız onların hakkında had lâzım
gelir. Zira sirkat-de âsi olan, çalınan malı mahalli hırzdan harice
çıkarmakdır. Başkalarının yardımları ise tabi mesabesindedir.
730 - :
Sârik, mesrukün minhin şeriki olmamak şartdir. Binaenaleyh aralarında mesrukünminhin ortağı bulunan bir
taife,
bir mali sirkat edecek
olsalar hiçbiri hakkında had lâzım gelmez.
Bu meselede Hanefî
fukahası müttefik dider. Çünkü şirket, sirkat cinayetinin tekemmülüne mani,
şüpheyi daî olduğundan haddin sukutunu müstelzim olur.
Âmmeye aid bir mal
hakkındaki sirkatin haddi icab etmemesi de bu esasa müsteniddir. Zira sârik de
âmmeye dahil, onlar ile beraber mesruk malda müşterek bulunmakdadır. Bu
cihetledir ki, muhtaç olduğu takdirde bu maldan kendisine haceti mikdarınca
bir şey verilmesine müstahak bulunur.
Binaenaleyh böyle bir
sirkat, ta'zir suretiyle cezayı müstelzim olui-sa da had cezasını müstelzim
olmaz.
«(Mali ganaimden ve
beytülmalden yapılan sirkat, İmam Mâlike göre kat'ı yedi.müstelzim olur,
ashabından Abdül'melike göre olmaz, Bi-dayetül'müctehid.)
731 - :
Sârik ile mesrukün minh arasında vilâd,
cüz'iyet veya zî rahmi mahrem olmak suretiyle karabet veya zevciyet bulunmaması
şartdır.
Binaenaleyh bir kimse,
kendi babasının veya anasının veya evlâdının yahut kendi kardeşinin veya
amcasının veya sair bu kabil bir kari-binin veya zevcinin hanesinden ona veya
başkasına aid bir malı çalsa hakkında had lâzım gelmez. Çünkü bunlar birbirinin
hanelerine girmeğe âdeten me'zundurlar, bu cihetle hırz muhter olmuş olur.
Bununla beraber böyle bir sirkat sebebiyle had icra edilecek olsa aralarında
kat'ı rahme müeddî olur. Kat'ı rahn ise haramdır.
Hattâ içlerinde
mesrukün minhin zî rahmi mahremi bulunan bit taife böyle bir sirkatde
bulunsalar İmamı Azama göre hiçbiri hakkında had icra edilemez. İmam Ebu Yusüfe
göre ise yalnız zî rahmi mahrem hakkında had icra edilemeyib diğerleri hakkında
icra edilebilir.
Fakat vilâd tarikiyle
olmayan zî rahmi mahremin başkası hanesinde bulunan bir malini sirkat, haddi
müstelzimdir. Zira bu takdirde hırz. tahakkuk etmiş olur. Bedayî, Hidaye,
Hindiyye.
732 - : Bir kimse, üvey babasının veya üvey
anasının veya oğlunun refikasının veya üvey evlâdının yahut kain
validesinin hanesinden bîr mali
çalsa bakılır. Eğer o mal, kendi babasının veya anasının veya oğlunun veya
zevcesinin ise hakkında bil'itüfak had lâzım gelmez. Çünkü bu takdirde mal
sahibiyle, sârik arasında vilâd veya zevci yy e t bulun muş ve o hanelere
girmeğe sârik, esasen mezun olmakla hırze duhul de tahakkuk etmemiş olur.
Kezalik : babasiyle
üvey annesinin, zevcesiyle üvey evlâdının, oğ-liyle refikasının birükde
Oturdukları başka bir haneden çaldığı takdirde de hüküm böyledir.
Fakat üvey peder ve
valide vesaireden her birinin ayrı ayrı kendilerine mahsus haneleri olduğu
takdirde bunların hanelerinden kendilerine aid olan bir mali sirkat hakkında
ihtilâf vardır. İmamı Azama göre bu sirkat de haddi icab'etmez. Çünkü bunların
birbirini ziyaret etmeğe hakkı vardır. Bu hak ise hırz hususunda şübhe iras
eder. Nitekim âtiyen beyan olunacakdır. Fakat İmam Ebu Yusuf ile İmam
Muhamme-de göre bu sirkat, haddi icab eder. Çünkü bunlar ile sârik arasında
mah-remiyyet var ise de zî rahm olmak suretiyle karabet mevcut değildir. Hadde
mani olan ise bu karabetdir. Mezkûr ziyaret hakkı ise hırzi ihlâl etmez.
Bedayî.
733 - : Zevceynden bîri diğerinin bir malini çalsa hakkında had lâzım
gelmez. İster bir
hanede, ister başka hanelerde oturur olsunlar. Çünkü bunlar biribirinin
hanesine girmeğe, yekdiğerinin mâlinden istifade etmeğe âdeten me'zundurlar.
Sirkat, iddet içinde
vaki olduğu veya badessirka aralarında firkat vukubulduğu takdirde de hüküm
böyledir. Bedayî.
734 - : Aralarında mahremiyet bulunmayan zî rahm kimselerin, biribirinden yapacakları sirkat,
bil'ittifak haddi müstelzimdir. Çünkü aralarında bu derecede bir karabet bulunmayan kimselerin biribirinin hanesine bilâ istizan girmeleri
âdeta muhalifdir. Amca ve dayı kızları gibi. Bedayî.
735 - :
Aralarında yalnız mahremiyet bulunub da zî rahim olmak itibariyle karabet
bulunmayan kimselere gelince bu hususda bazı İhtilâflar mevcuddur. Şöyle ki. Aralarında
reza sebebiyle mahremiyet bu Sunan kimselerin biribirinden yapacağı sirkat, İmamı Âzam ile İmam Muhammede göre haddi
icab eder. Binaenaleyh bir kimse,
süt babasının veya süt anasının yahut süt kardaşınm bir mâlini
hanesinden veya bulunduğu başka bir yerden çalsa hakkında had icra edilir.
Çünkü rezane aaoıt oıan, yaiıuz hurnıeu müeoDedeOir. üu hürmet ik üiw
ıcrasiilrt mam değildir.
jaKat imam üıbu lusüfe göre süt ananın malını fiaıan jaıaa
kınaa. nad icra edilemez, zara Dunların arasında aüeten muDaaeLat vardır,
Dunıar Dirüirının nanesine ısuzansız
girebilirler, biıi üaraesıer 13e boyıe
uegıidır. Umarın bıribırı hanesine istizan etmeksizin girmeıerı orı ve adete
ınuhalııdır. Bedayi.
736 - : Sârikin erkek, hür, müslim ve muhtar
olması şart değildir.
Binaenaleyh aırkatde
bulunan kadınlar, köleler, zimmıler, muıtreA-ler haKKinda da sair şartlar
mevcut olunca had icra edilir.
Cünûni gayri mutbik
ile mecnun olan bir şahsın hali ifakatinde yap nıış olduğu sirkat de hakkında
haddi müstelzim olur. Beclayi.
«(İmam Mâlike göre ana
ile babamn mâlini sirkat, haddi tnüstel-zimdir. Çünkü bunların mallarına
çocuklarının müstahik olmaları şüphesi yokdur.
Kezalik ,: zî rahim
olmak-suretiyle olan karabet, had icrasına mam olmaz.)
(İmam Şafiîye göre
ana, baba ile evlâddan başka akribamn - baa-ka başka yerlerde sakin oldukları
halde - birbirinden sirkatde bulunmaları, haddi mucib olduğu gibi başka başka
hanelerde sakin olan zevç ile zevceden birinin diğerinden bir mali sirkat
etmesi de haddi icab eder. Çünkü bunların arasında ne vüâd, ne de cüz'iyyet
bulunmadığı cihetle biribirinin mâlinden istifade edebilmeleri hususunda bir
şülshe tahakkuk etmiş olamaz. Bedayi
Zevç ile zevce
hakkında imam Mâlikin ve bir rivayete nazaran İmam Ahmed ibni Hanbelin mezhebleri de bu merkezdedir.
imam Şafiîye göre sârikin mükreh olmaması
da sardır. [18]
737 - :
Mesrukun = çalman şeyin mutlak mâl olması, yani : maliyetinde şübhe olmayıb nâsın mal saydığı ve temevvül için sakladığı bir şey bulunması
şartdir.
Binaenaleyh altın,
gümüş, inci, cevahir, demir, bakır, tuoç, kala> gibi şeyleri sirkat, haddi
müstelzim olur. Çünkü bunlar, her veçhile emvalden maduddur.
Fakat mushafı şerifi,
hadis kitablarını veya şiir ve edebe müteallik eserleri sirkat, haddi
raüstelzim olmaz. Çünkü bunlar ile temevvül edilmez. Belki mushafı şerif ile
hadis ki tablan okunmak ve'hakikatlerine vukuf peyda etmek için muhafaza
edilir, başkalarına da tilâvet ve mütalâaları için verilir. Sair eserler ile
de hikem ve emsale vukuf gayesi ta'kib olunur. dkat kıymeti nisab mikdarma baliğ oian yazılmış ve
yasılmamış hısab defterlerim ve emsamıı sırKat, hadüı icab eder. Zira bunları
çal-maitdan maksad, bunların mündencatı degıl, mücerred maldan madud olan
Kağıdiarıdır. Bedayi.
«(imam Mâlik ile imam
Şafiîye göre mushafı şerifi vesair ki tablan sirkatden dolayı had lazım gelir.
ÇünKü ou sirkat, bir mali muiuez hakkında vaki olmuş olur. Şübne yok ki
Kur'amKerim, yalıtmadan evvel beyaz bir halde bulunan sahifeieri ve cildi bir
mali mütekavvım ıdı. binaenaleyh yazıldıkdan sonra da bu mâhyet baki kalmış
olur. Bu itibar iledir Ki, Dunun alım satımı caiz görüimüşdür.)
738 - :
Çalınan şeyin mutlaka mâli mütekavvim olması şartdır.
Binaenaleyh çalınacak bir şarabdan dolayı had lâzım gelmez. Çalan, gerek muslim olsun ve gereK oımasın.
Çünkü şaraD, gayri müshm-, lerce oir mütekavvim mal ise de müslümanlarca
değildir. Bu halde alel1-itlâk bir mali mütekavvim olmamış olur.
Kezalik : hür bir
çocuğu çalmak, haddi müstelzim olmaz. Velev ki, üzerinde kıymetli ziynet eşyası
bulunsun. Zira bu çocuk mâl değildir, o eş/a ise çocuğa tabidir.
Fakat İmam Ebu Yusüfe
göre bu sirkat, haddi müstelzim olur. Zira o eşya haddi zatinde nisab mikdarma
baliğ,ve maksudun bissirkadir.
739 - :
Çalman şeyin haddi zatında memlûk olması şartdır. Binaenaleyh madeninde
bulunan altın, gümüş
vesair cevahir gibi
henüz kimsenin mâlik
olmadığı mubah şeyleri ahz etmek, haddi müş-teizim değildir. Bunlar her ne
kadar mâllerin nefaisinden iseler de memlûk değildirler.
Nebbagin, yani :
ölülerin kefenlerini definlerinden sonra gizlice çalan şahsın hakkında bu
fi'İinden dolayı ta'ziren ceza verilip had icra edilmemesi de bu esasa vesair
bazı şartların bulunmamasına müsteniddir. Zira kefene ölü mâlik olamıyacağı
gibi varisleri de mâlik değildir. Kabir de haddi zatinde bir mahalli hırz
sayılmaz.
Bu, imamı Âzam ile
İmam Muhammede göredir. İmam Ebu Yusüfe göre nebbaş hakkında had lâzım gelir.
Çünkü kabir, ölüye göre bir mahalli hırzdır, insanlar İse hayyen muhterem
oldukları gibi meyyiten de muhteremdirler. Bir zıhayatm libasını çalmak ne ise
bir meyyitin kefenini çalmak da odur. Binaenaleyh bir ölünün kefenini gizlize
almak, bir sirkatden başka değildir.
«(imam Şafiînin
mezhebi de böyledir.)
740 - :
Çalman şeyde sârikin hakkı mâlikiyeti veya
mâlikiyet te'vil veya şübhesi bulunmamak şartdır. Çünkü bu takdirde
sirkat cinayeti tamamen husule gelmiş, sirkatin rüknü olan mâli gayri istihfa
tarikiyle ahz etmek keyfiyeti tamamen tahakkuk etmiş olmaz.
Binaenaleyh bir kimse,
başkasına iare veya terhin etmiş veya ica-reye vermiş olduğu bir mâli o şahsın
mahalli hırzmdan gizlice alacak olsa hakkında sirkat hükmü cereyan etmez. Çünkü
o mâl, haddi zatında kendisinindir.
Kezalik: bir kimse,
kendi evlâdının veya mükâtebinin veya ticarete mezun kölesinin bir malini
gizlice alsa hakkında haddi sirkat, lâzım gelmez. Zira evlâdının mâlinde babası
için te'vili mülk mevcuddur. Mü-kâtebin mâlinde de mevlâsı için mülk gübhesi
vardır. Kölenin mâli ise zaten mevlâsına aiddir.
Kezalik bir kimse,
borçlusundan alacağı meblâğa muadil veya ondan zaid ve ayni cinsden bir meblâğ
sirkat edecek olsa - alacağına iakas vaki olacağından - hakkında haddi sirkat
lâzım gelmez, velev ki, alacağı müeccel bulunsun. Fakat borçlusunun başka
cinsden bir malini sirkat ederse had lâzım gelir, meğe*r ki, «hakkımı istifa
veya hakkıma rehn olmak için o mâli aldım» diye iddia etsin. Bu takdirde had
sakıt olur. Çünkü borcun istifası hususunda beynelfukaha ihtilâf vardır. İşte
bu babdaki ihtilâf, bir şübhe vücude getirmek dedir. Bu şübhe ise haddin sukutu
için kâfidir. Bedayî.
«(îbni Ebî Leylâya
göre bir kimse alacağına mukabil medyunun herhangi cinsden olursa olsun bir
mâlini ahz edebilir. Zira bunların ara-;ında maliyet itibariyle bir mücaneset
vardır.
741 - :
Çalınan mâlin tâfih, hakkında müsamaha carî bir gey olmaması şartdîr.
Binaenaleyh ot, saman,
kamış, alelade odun, kömür gibi şeyleri çalmak, haddi müstelzim olmaz. Çünkü
halk, bunları tafih sayar, bunların alınmasına mümaneati hasasetden addeder.
Kireç, kerpiç,
kiremid, cam bardak, balçıkdan yapılmış desti gibi şeyleri sirkat de haddi
müstelzim değildir. Zira bunlar da tafih sayüır. Fakat odundan yapılan şeyler,
bunun hilâfınadır. Çünkü sanat, odunu tefahetden çıkarır.
Kezalik : saç, abanos,
sandal gibi odundan sayılan şeyler - kendilerinde sanat eseri bulunmasa bile
haddi zatında kıymetli bulunduklarından bunları sirkat, haddi müstelzim olur.
Maahaza bir şeyin tafjh sayılıb sayılmaması hususunda nâsın örfüne
müracaat lâzımdır.
«(Eimmei selâseye göre
kıymeti nisab mikdarına baliğ olan herhangi bir ağaç Parçasını çalmak, haddi
icab eder.
742 - :
Çalınan mâl, her veçhile tecavüzden masun olub sarik için ahz salâhiyeti,
te'vil ve tenavül ibahe şübhesi bulunmamak şartdır. Çünkü had, bir ukubeti
mahzadır. Cinayeti mahzadan dolayı tatbi'i edilir. Gayri masum veya te'vil ve
tenavtiî şübhesine mukarin bir mâli ahz ise bir cinayeti mahza değildir ki,
bundan dolayı bir ukubeti man-zanın tatbik edilmesi tecviz olunsun.
Binaenaleyh dari
harbde bir harbînin mâlini sirkat, haddi icab cL-mediği gibi dari islâmda
bulunan bir müste'minin mâlinin sirkat de - zamanı ve müstelzim olursa da -
haddi müstelzim olmaz. Çür.-kü harbînin mâli, masum değildir. Müste'minin mâli,
muvakkaten masum :s3vde kendisi esasen harbî olduğundan mâlinde şübhei ibahe
mevcuddur. Fakat îmanı Züfere göre müste'menin mâlini sirkat, haddi
müstel-zimdir. Zira onun mâli, dari islâmda muhrez bulunur. Zimmînin masum
olduğu gibi müste'menin mâli de masumdur. Bedayî. «(Eimmei selâsenin
iotihadları da böyledir. )
Kezalik bir müste'men,
dari islâmda bir müslimin veya bir zimmînin bir mâlini çalsa hakkında had
lâzım gelmez. Çünkü o, islâm ahkamını tamamen iltizam etmiş değildir ve bu
mâli ahz etmenin mubah olduğuna kaildir.
Bu mesele, îmamı Âzam
ile tmam Muhammede göredir. İmam Ebu Yusüfe göre müste'men hakkında had lâzım
gelir. Zira dari İslama eman ile girmiş olmakla islâm ahkâmına riayeti iltizam
etmiş bulunur.
«(imam Mâlik ile İmam
Ahmedin ictihadları da böyledir. Muahid-ler de müste'men hükmündedirler.)
Kezalik : hakkında
haddi sirkat icra, edilmiş olan bir sârikin çalmış olduğu mâli diğer birisi
sirkat etse bu ikinci sârik hakkında had lâzım gelmez. Çünkü birinci sârik
hakkında had icra edilmekle bu mâlin mesrukun minh hakkıdna masumiyeti,
mütekavvimiyeti sakıt olmuşdur. Bununla beraber birinci sârikin bu mâle vaz'ı
yedi, sahih bir suretde vaki olmamışdır. Halbuki had icrası için mesrukun
minhin bir yedi sahihe mâlik* olması lâzımdır.
Kezalik : bir kimse,
bir şahsın bir mâlini çahb da hakkında had icra ve o mal sahibine iade
edildikden sonra tekrar o mali o şahısdan çalacak olsa bakılır: eğer o mal,,
tağyire uğramamış ise tekrar had lâzım gelmez. Fakat tağayyüre uğramış, meselâ
: iplik iken dokunub kumaş haliçte getirilmiş ise had lâzım gelir. Çünkü
birinci takdirde o mâlin ilk çahnitıası ve bu yüzden had icra edilmiş olması
ile ismeti sakıt olmuşdur. îkinci takdirde ise o mal, bask al aşmış, yeni bir
ismet = masuniyet kazanmış dır.
Bu mesele, İmamı Âzam
ile îmam Muhammede göredir. îmam Ebu Yusüfden bir rivayete göre her iki
takdirde de tekrar had lâzım peîir. Cttnlril o mal, sahibine iade edilmekle
yeniden bir masumiyyet kesbetmişdir.
«(îmam Safiînin mezhebi de bu veçhiledir.)
743 - :
Çalınan şeyin maksudun bissirka olub haddi icab eden şeylerden bulunması
şartdir.
haddi icab
eden eşyadan bir sev
maksudun bissirka
olarak çalındığı zaman bakılır: eğer
kendisi yalnız başına nisab mikdarı-na baliğ ise veya kendisi bu mikdara baliğ
değilse de kendisine tâbi olan şey ile beraber bu mikdara baliğ ise veya
bunlardan lâalettayin birisi maksud bissirka olub mecmuu bir nisab mikdarına
baliğ bulunuyor ise bu sirkatden dolayı bil'ittifak had lâzım gelir.
Meselâ : içerisi bal
dolu bir kab çahmb da mecmuunun kıymeti nisaba baliğ olsa had lâzım gelir.
Çünkü bu sirkatden maksud olan, baldır, ona tabi olan kabın kıymetiyle nisab
mikdan ikmâl edilmiş olur.
Fakat sirkat ile kasd
edilen şey, infirad halinde haddi icab etme-ven bir şey ise kendisine tâbi
olarak sirkat edilen şey, nisab mikdarına baliğ olsa da - maksud bissirka
olmadığından - haddi icab etmez.
Meselâ : gümüş cildîi
veya mücevherle murassa bir mushafı şerif, mücerred mushafiyetinden dolayı
sirkat edilse sâriki hakkında had lâzım gelmez. Çünkü mesahifi şerifeyi sirkat, esasen haddi mucib değildir.
Kezalik : içerisi
şarab dolu bir kab, mücerred şarabdan dolayı sirkat edilse haddi müstelzim
olmaz, velev ki, o kabın kıymeti nisab mikdarına baliğ olsun. Zira sirkat ile
maksud olan şarabı sirkat, haddi müstelzim değildir.
Bu şart, İmamı Âzam
ile îmam Muhammede göredir. İmam Ebu Yusüfe göre bu şart, muteber değildir.
Binaenaleyh bu suretlerin hepsinde de had lâzım gelir. Çünkü bu suretler de
yalnız cild, yalnız mücevher veya yalnız kab sirkat edilmiş sayılır. Bedayi.
744 - :
Çalınan malın mütesariüTfesad - süratle bozulur bir şey olmaması şartdır.
Binaenaleyh ağaç
üzerinde bulunan veya başka bir- ağaç üzerine asılmış olan hurma, üzüm, nar
gibi taze meyvalan sirkat, haddi icab etmez, velev ki, bunlar, duvarlarla
çevrilmiş bir bahçe içinde, muhafaza altında bulunmuş olsun. Çünkü bu meyvalar,
bu halde mütesariülfesad olub kurumadıkça kemale ermez, bihakkın maldan madud
bulunmaz.
Henüz başaklarında
bulunan buğday ile arpa da ağaç üzerindeki meyva mesabesindedir.
Kezalik : Taze etleri,
taze veya tuzlu balıkları, sütleri, av havvan-larını, kuşları, yiyilmek üzere
hazırlanmış yemekleri sirkat de haddi icab etmez. Zira bunların bir kısmı
süratle bozulur, bir kısmı da dari islâmda mübahülcins olub nâs arasında mâlden sayılmıyacak tâfih
addolunur.
Bir haneden çalının da
daha harice çıkarılmadan kesilen bir hav-van, meselâ : bir koyun hakkında da
hüküm böyledir. Bu halde sârik. o havvanın kıvmetini sahibine zamin ve tazîre
müstahik olur.
Bir seneden diğer bir
seneye kadar kalan kuru mevvalar, bütün hububat, yadlar, ıtrivvat, sirke,
bekmez gibi şeyler, seccade veva sergi haline getirilmiş olan nöstekiler
süratle bozul madik lan ve tafih savıt «(imam Mâlik ile imam Ahmed, mütCsariürfesad olmamak
şartı:;» kabul etmemekdedirler.'îmam Şafiîye göre de mekânı hırzda buluna/i
gerek taze meyvalan ve gerek et, ekmek, sebze gibi şeyleri sirkat, kıymetleri
nisab mikdarına baliğ olunca haddi müstelaim olur. Çünkü sirkat, mahalli hırzdan
mütekavvim olan bir mali gizlice almakdan iba-retdir, bunların maliyetinde ve
tekavvümünde ise şübhe yokdur. Binaenaleyh bunları mahallî hırzdan gizlice
almak, haddi müstelzim bir sirkatden başka değildir. îmam. Ebu Yusuf den de bu
veçhile bir rivayet mev-cuddur.)
745 - :
Çalman şeyin en az nisab mikdarmda bulunması şartd
Binaenaleyh bir nisba mikdarıdnan dûn
olan bir mali çalmak, haddi icab etmez. O şeyin nisab mikdarına baliğ olub
olmadığına sârik, gerşk evvelce vâkıf olsun ve gerek olmasın. Hattâ bir hırzdan
her defasında harice çıkarılan eşyanın lâakal nisab mikdarına müsavi olması da
şart dır.
Meselâ : bir kimse,
bir haneye girib de dokuz dirheme müsabi bir mali harice çıkardıkdan sonra
tekrar o kıymette diğer bir mali de dışa riya çıkarsa hakkında had icra
edilemez. Çünkü bu malların mecmuu nisab mikdarına baliğ ise de her biri nisab
mikdarına baliğ bulunmamışdır.
Kezalik bir kimse, başka başka iki haneden mesela :
cem'an on dirhemlik bir mal çalsa hakkında had lâzım gelmez. Zira bunlar ayrı
ayrı sirkatlerdir ki, hiç birinde nisab bulunmamıştır.
Fakat bir hane içinde
bulunüb müteaddid kimselere aid bulunan nisab mikdarına müsavi bir mali sirkat
edecek olsa had lâzım gelir. Çüri kü bu halde mesrukun minhe değil, sârik ile
kırze bakılır, sârik ise bit. hırz ise müttehiddir.
Kezalik : bir şahsı,
bir haneden çaldığı bir mali daha hanede iken iki parçaya ayırdıktan sonra
harice çıkarsa bakılır : eğer bu mal, par-çalandıkdan sonra nisab mikdarına
baliğ ise haddi icab eder, değilse etmez. Çünkü sirkatin tamamiyeti ânında tam
nisabın mevcudiyeti aranır. Sirkatin tamamiyeti ise hırzdan çıkarmakla tahakkuk
eder. Binaenaleyh hırzdan çıkardıktan aonra parçalayıp da kıymeti nisabdan dûn
bir mik dara düşse yine had lâzım gelir. Zira bu takdirde sirkat, tamam olmuş
olur. Nitekim bundan sonra bilkülliyye zayi ve müstehlek olması da haddi icaba
mani olmaz.
Bir de çalınan eşyanın
nisab mikdarına baliğ olub olmadığı, heir sirkatin vukubulduğu zaman ve mekâna,
hem de had icra edileceği vak te nazaran tayin edilir. Binaenaleyh sirkat
zamanında, yani: eşyamı hırzdan harice çıkarıldığı anda kıymeti nisab
mikdarında olduğu haldf had icrası zamanında bu mikdardan noksan olsa bakılır:
eğer bu nok san, es'arın tebeddülünden münbais ise - zahirürrivayete göre hat
lâzım gelmez. Fakat çalınan malın aynine
arız olan bir kusurdan miite eli id ise hadde mani olmaz. Bedayi, Hidaye.
v- {Hanbelîlere göre
çaldığı şeyin nisab mikdarma baliğ olduğunu sâ-rikin evvelce bilmesi şartdır.
Binaenaleyh alelade bir mendili çaldığı halde bunun bir ucunda nisaba müsavi
bir meblağ bağlı bulunsa veya* çaldığı bir cevherin kıymetçe nisato mikdanndan
dûn olduğunu zan etmiş olsa hakkında had lâzım gelmez. Hattâ bu mezhebe göre
sirkatin haram olduğuna sarikîn vakıf olması da şartdır. Binaenaleyh henüz
müslüman olmuş, veya ehli ilimden mahrum bir muhitde yetişmiş olduğu cihetle
sirkatin haram olduğunu bilmeyen bir sârik hakkında had lâzım gelmez.
Hasanı Basrî ile
Zahirilere ve Haricîlere göre sirkate nisab, esasen şart değildir. Bedayi,
Keşşafülkına, Elmuhallâ.)
746 - :
Çalınan şeyin mutlaka muhrez ve maksudun bilhırz olması şartdır.
Binaenaleyh muhrez
olmayan bir mali sirkat, haddi müstelzim olmaz.
Meselâ: bir hizmetçi,
hizmet etdiği haneden veya bir şahıs, müsafir bulunduğu yerden veya bir amele
içerisine girmeğe me'zun olduğu mahalden bir şey çalsa hakkında had icab
etmez. Velev ki çalınan şey, kapısı kilitli bir oda veya sandık içinde
bulunmuş olsun. Velev ki orada mal sahibi veya muhafızı naim bulunsun. Çünkü o
yerlerin içerisine girilmeğe mezuniyet verilmekle onlar, bu sâriklere nazaran
hirz olmakdan çıkmış, çalınan mal da sureti mutlakada muhrez bulunmamış olur.
Bu esas üzerine
aşağıdaki meseleler de teferru eder:
747 - : Bir
ecir, almaya mezun olduğu bir mali içerisine girmeğe mezun bulunmadığı bir
yerden gizlice çalsa hakkında had lâzım gelmez. Çünkü o mali
almaya mezun olması,
hırze girebilmesi hususunda bir şübhe iras etmiş olur.
748 - : Bîr
kimse, içerisine girmeğe mezun olduğu bir dükkândan, bir haneden, bir hamamdan
veya sair böyle bir mahalden herhangi bir şahsa aid bir mali çalsa hakkında had
icab etmez. Velev ki o mal, sahibinin başı altında bulunmuş olsun. Zira bu
yerlerden her biri binefsihı hırzdir, içerisine girilmeğe izin verilmekle bunlar
hırz olmakdan çıkmış bulunurlar. Fakat mezuniyet verilmediği bir vakitdc,
meselâ: geceleyin bunlardan birine
girilerek sirkat fi'li vücude getirilecek olsa o takdirde had lâzım gelir.
«(îmam Mâlike göre
hammamdan bir malın çalınması, eğer muhafızı mevcut ise haddi icab eder,
mevcud değilse icab etmez.
İmam Şafiîye ve îmam
Ahmedden bir rivayete göre de hammamdan ve emsalinden bir malin sirkat
edilmesi, mutlaka haddi icab eder.
749 - :
Mer'adan hayvanları çalmak, haddi müstelzim değildir, velev ki yanlarında
çobanlan bulunmuş olsun. Çünkü bu hayvanlar, muhrez sayılmaz, bunların mer'aya
bırakılması ihraz için değil, ot otlamaları içindir. Fakat hayvanatı
muhafazalarına mahsus olan ahırlardan, ağıllardan çalmak, haddi müstelzimdir.
Zira bunlar birer mahalli hırzdir.
750 - :
Sahralarda muhafızsız bir halde bırakılmış olan mallan sirkat, haddi icab
etmez. Fakat yanlarında sahipleri veya muhafızları bulunduğu takdirde haddi
müstelzim olur. Çünkü sahralar, bigayrihi hırzdir, buralardaki mallar,
yanlarında muhafızlan bulunduğu takdirde muhrez sayılır.
751 - : Hırzı sirkat, haddi icab etmez. Çünkü hırz,
muhrez bulunmamış olur. thraz ise had icrası için bir şartdır.
Maahaza hırz, muhrez
bulunmadığından bunu çalmak, ihtifaya muhtaç olmayabilir. Ihtifa ise sirkatin
rüknüdür. Bu rükün bulunmadıkça had icra edilemez.
Binaenaleyh bir kimse,
bir hanenin dış kapısını çalsa veya haric-deki Ht çuvalı varmaksızın içindeki
eşya ile birlikte sirkat etse - bunlar, emvali zahireden olmakla - hakkında
had cezası tatbik edilemez. Fakat kapıyı açarak hane içerisindeki bir mali veya
çuvalı yararak içindeki eşyayı çalsa hakkında had icra edilir. Zira bu
takdirde mali muh-rezi sirkat etmiş olur.
752 - : Bir
kimse, bir hırze girib bir mali elde etdiği halde veya o malı harice atıb da
daha kendisi harice çıkmadan yakalansa hakkında had icra edilemez. Çünkü o mala
tamamen vaz'ıyed etmiş, maksad husule gelmiş sayılamaz. Fakat hirzdan çıkıb da
harice atmış olduğu mali aldıkdan sonra derdest edilse hakkında bil'ittifak had
lâzım gelir. Çünkü o mala vaz'ıyedi tahakkuk etmiş olur. Şu kadar var ki, îmam
Züfer-den rivayet edilen bir kavle nazaran bu suretde de ha"d lâzım
gelmez. Zira o kimse bu mali hırzden bizzat alıb harice çıkarmış değildir.
«(imam Şafiîye göre
sârik, daha mahalli hırzdan çıkmadan yakalansa bu halde de had lâzım gelir.
Çünkü mali muhrezi ahz etmekle sirkat fi'lî tamam olmuş oîur. Bundan sonra
mahalli hırzdan çıkması ise sirkat filini ikmal için değil, belki nefsini
kurtarmak içindir.
753 - : Bir
kimse, bir hanenin duvarını delip içeri girmeden elini uzatarak bazı şeyleri
çalsa hakkında had lâzım gelmez. Çünkü mahalli hırza girmiş, hürmeti hırzı hetk
etmiş değildir.
Bu, zahirürrivayeye
göredir. Fakat îmam Ebu Yûsüf'den rivayete göre had lâzım gelir. Zira o kimse,
bir muhrez mali gizlice almış bulunur. Maksad, hırzdan mali almakdır, yoksa
mutlaka hırza girmek değildir. Nitekim sandıklardan, çuvallardan yapılan sirkat
de böyledir.
754 - : Bir
şahıs, mahalli hırz olan bir haneye girip de müteaddid odalarından birindeki
bir mali alarak hanenin sofasına çıkarsa bununla hakkında had lâzım gelmez.
Çünkü hane, müteaddid odalariyle beraber
yalnız bir hırz sayılır. Bianenaleyh mal, tamamen harice çıkarılmadıkça sirkat
tahakkuk etmiş olmaz. Fakat bir sofa dahilindeki odalardan her biri, başka bir
kimseye aid bulunsa bu odaların herhangi birinden sofaya bir malın
çıkarılmasiyle sirkat tahakkuk ederek had lâzım gelir. Zira bu takdirde her oda
hırz sayılır.
755 - : Bir
kimse, kapısı gündüzün dayalı veya açık bulunan bir hane içerisine girerek sirkatde bulunsa hakkında had lâzım gelmez. Fakat geceleyin mürur ve übur
kesildikden sonra kapısı kapalı, fakat kilitlenmemiş bulunan bir haneden yapılacak bir sirkat, haddi müs-
.telzim olur.
756 - : Bir
kimse, gündüzün bir hanenin veya dükkânın kapısını anahtar ile açarak
içerisinden sirkatde bulunsa bakılır:
eğer içerisinde kimse bulunmamış ise had lâzım gelmez. Fakat içerisinde
bir şahıs bulunduğu halde sârik, bunu bilmeksizin sirkatde bulunmuş ise had lâzım gelir. Zira bu
takdirde sirkat, mücahereten değil, hufyeten vaki olmuş, binaenaleyh sirkatin
rüknü bulunmuş olur.
757 - :
Geceleyin yapılacak bir sirkatde ibtidaen gizlilik şart ise de intihaen ıjart
değildir. Fakat gündüzün veya akşam ile yatsı arasında halkın henüz gidib
gelmekde bulunduğu bir zamanda yapılacak bir sirkatde gizlilik, hem ibtidaen ve
hem de intihaen lâzımdır.
Binaenaleyh bir kimse,
bir haneye geceleyin gizlice girerek sahibinin gözü önünde bir malını cebren
alacak olsa hakkında had lâzım gelir, Çünkü bu halde bir mahalli hırze bilâ
mezuniyet girilmiş ve ma! her ne kadar sahibinden gizli olarak alınmamış ise de
halkden gizli ola rak alınmış ve hâdise haricden yardıma koşacak kimselerin
bulunamı yacağı bir vakitde vukua gelmişdir.
Fakat bir kimse, bir
haneye gündüzün gizlice girib de bir mali sa hibinin gözü önünde mugalebeten
alacak olsa hakkında had lâzım gelmez. Zira bu takdirde bidayeten gizlilik
bulunmuş ise de intihaen bulunmamış ve hâdise haricden istimdad mümkün olan
bir zamana müsadif olmuşdur.
758 - : Bir
kimse, kiraya verdiği bir haneden müste'cirinin bir malini çalacak olsa
hakkında had icra edilebilir. Çünkü o hane, miiste'-cirin eli altında
bulundukça bir hırz olub mucirin oraya girmeğe hakkı olamaz.
Bu, İmamı Azama
göredir. Fakat îmam Ebu Yusuf ile İmam Mu-hammede göre had icra edilemez. Zira
o hane, sârikin mülkü olduğun
759 - :
Müste'cir, mucirin hususî
ikametgâhına gizlice girib bir mâlini çaldığı takdirde bil'ittifak
had lâzım gelir. Çünkü müste'cirin o ikametgâha büâ müsaade girmeğe asla hakkı
yokdur.
760 - : Bir
haneye gizlice giren şahıs, elde etdiği eşyayı bir hayvana yükliyerek beraber
harice çıkarsa hakkında had lâzım gelir. Çünkü hayvanın harekâtı, saikine
müzaf olur.
Fakat katar halindeki
bir hayvan veya üzerindeki bir yük çalınacak olsa sârik hakkında had lâzım
gelmez. Bu hayvanların saikleri, kaideleri, râkibleri veya raileri bunların
muhafızı sayılmaz. Bunların asıl maksadlan muhafaza değil, sevk etmekden,
otarıb gütmekden ve kât'ı mesafeden ibaretdir.
«(Eimmei selâseye göre
bu halde had lâzım gelir. Çünkü bu hayvanların saikîeri, kaidleri, raileri,
râkibleri bunların muhafızı saymr. Bu takdirde hırz bigayrihi bulunmuş olur.)
761 - :
Hanelerin sathı da mahalli hırz sayılır.
Binaenaleyh damlardan
rıisab mikdarı bir malı gizlice sirkat etmek, haddi icab eder. Mebsut,
Fethül'kadîr, Bedayî, Dürri Muhtar, Hindiyye.
«(Zahirîlere göre
haddi sirkat için hırz şart değildir, her nereden olursa olsun çalınan az çok
bir mal haddi sirkati müstelzim olur. El-muhallâ'). [19]
762 - : Mearukun minhin sirkat edilen mallar üzerinde bir yedi sahihe sahibi olması
şartdar.
Binaenaleyh bir kimse,
bir mali sahibinin veya kendisine vedia veya ariyet bırakılmış olan kimsenin
veya ıiidzaribin veya mürtehinin veyahut satın almak üzere bulunan şahsın
nezdinden sirkat edecek olsa hakkında had lâzım gelir. Çünkü bunlardan her
birinin eli, bir yedi sahihadır.
Kezalik : mağsub veya
mesruk olan bir mali gâsıbın veya herhangi bir sebeble hakkında had sakıt olmuş
olan bir sârikin nezdinden sirkat etmek haddi müstelzim olur. Çünkü bu mallar,
gâsıb ile sârıkm zamanında bulunurlar, bunları sahihlerine vermekle mükellef
di rîer. Bu cihetle bunların elleri bu mallar hakkında birer yedi zaman, birer
yedi sahihadır.
Fakat hakkında had
icra edilmiş olan bir sârikin yed'i, bir yed-i sahiha değildir. Binaenaleyh
mesruk malı ondan sirkat, haddi icab etmez. Nitekim bu mesele evvelce
mufassalan yazilmışdır.
«(îmam Mâlike göre
mali mesruku sârikden sirkat, her iki halde de haddi müstelzimdir.
(îmam Şafiîye göre mağsub malı sirkat, haddi
icab etmez.)
763 - :
Mearukun minh ile sârik arasında vilâd,
cüziyyet veya zî rahmi mahrem olmak üzere –karabet zevciyyet bulunmaması gartdır. Nitekim bu hususdaki
meselelerde sârika >id şartlar sırasında mufassalan yazılmışdır. Bedayi,
Hindiyye. [20]
764 - :
Sirkatin dari adilde vuku bulmuş olması şartdır.
Binaenaleyh dari
harbde veya dari bağîde bulunan islâm tacirleri veya esirleri arasında
vukubulacak bir sirkat, haddi icab etmez. Çünkü sirkat, veliyyüremrin velayet
ve kazası bulunmayan bir yerde yapılmış olur.
Kezalik : harb
sahasında ehli adi ordusundan bazı erler, ehli bağî ordusuna şebhun ederek
bağîlerden bazılarının mallarım çalsalar ve bilâkis bağîlerden bazıları, ehli
adil ordusuna gizlice baskın vererek bazı kimselerin mallarını çalacak olsalar
haklarında bilâhare had icra edilemez. Çünkü hâdise veliyyül'emrin velayeti
tamamen carî olmayan bir yerde vuku bulmuştur. Bununla ehli bağyin emvali hakkında
ademi ismet şübhesi vardır. Ehli bağyin sirkati de kendilerince bir te'vile,
bir ibahe itikadına müsteniddir. Had ise şübhe ile, te'vil ile sakıt olur.
Fakat ehli adilden bir
kimse, dari adildeki herhangi bir insanın küfrüne kail ve kanını, mâlini
müstehil olarak bir mâlini sirkat edecek olsa hakkında had' lâzım gelir. Çünkü
böyle mücered bir ibahe itikadına itibar olunmaz. Böyle bir şeye itibar
olunması, hadleri İskata, mezalimi irtikâba sebebiyet verir. Bedayi.
765 - :
Sirkatin kıtlık seneleri haricinde vuku bulmuş olması şartdır.
Binaenaleyh kaht
bulunan bir zamanda, bir yerde yapılacak bir sirkat, zamanı, ta'zîr cezasını
müstelzim olursa da haddi müstelzim olmaz. Çünkü zaruret halinde başkasının
malinden - bilâhare tazmin etmek üzere - zaruret mikdarı tenavül edilmesi mubah
hükmünda bulunur. Sârikin bu cüreti de ilcai. zaruretle olmuş olabilir. BÖyle
bir ihtimal ve şüphe ile de had icra edilemez. Bu hal,. cezayı tahfif edecek
sebeblerden sayılır.
«(Hanbelî fukahasının
beyanlarına göre kıtlık senesinde sârik, satın alinacak şey veya satın alacak
para bulamadığı takdirde yapacağı bir sirkat, hakkında haddi icab etmez. Yine
Hanbelî ulemasından bazılarının beyanına nazaran da eğer mal sahibi böyle bir
senede sârika lâzım olan malı - velev yüksek bir fiyatla olsun - satmayacak
olursa bu malı sirkat etmesi, haddi icab etmez. Diğer bir rivayete göre de
böyle bir zamanda bir kimsenin nefsini helâkden kurtaracak mikdarda
bir malı çalmayı, haddi mucib olmaz,
bundan ziyadesini çalmak, haddi mucib olur. Kegşafül'kına.) [21]
766 - :
Başka başka kimselere aid olduğu halde bir mahalli hırz-de bulunan mallar
hakkındaki sirkatlere- «müttchid sirkatler» denir. Bu malların mecmuu, rüsab
mikdanna baliğ olunca sarık hakkında haddi müstelzim olur. Velev ki, hiçbiri
müstakillun nisab mikdarında bulunmasın.
Meselâ- : bir şahıs,
hırz teşkil eden bir hailedeki Dİr iki odaya de-faatla girib başka kimselere
aid ve mecmuu nısab mikdarına baliğ bazı eşyayı sofaya çıkarıb da badehu
mecmuunu birden harice çıkarsa bu, bir müttehid sirkat olacağı cihetle bundan
dulayı hakkında had lâzım gelir.
767 - :
Gerek bir kimseye ve gerek başka başka kimselere aid olub muhtelif hırzlarda
bulunan mallar hakkındaki sirkatlere de «muhtelif sirkatler» denilir.
Bunlardan hiçbiri, sirkat nisabına baliğ olmadığı takdirde haddi'icab etmez,
velev ki, mecmuu, nisab mikdarına ma'zi-yadetin baliğ olsun. Nitekim misali,
nisabı sirkat hakkında verilen malumat arasında geçmişdir.
768 - : Birkaç şahsın birlikde yapmış
oldukları sirkatlere dü
«müşterek sirkatler» denir. Şöyle ki :
bir taif? bir haneye gizlice girib de odalardaki eşyayı müteferrikan hanenin
saaanına çıkardıkdan sonra mecmuunu birden alıb dışarıya çıkarmalar her
birinin hissesine nisab mikdarı isabet ekliği takdirde haklarında had icra edilir.
Bu gibi eşhas
arasındaki teavün ve iştirak, sirkat cinayetine cüretlerini artıracağı cihetle
haklarında bir zecr olmak üzere had icrası, hikmeti cezaiye icablarmdandır.
Fakat her bir kısım
eşyayı, diğerlerinin yardımı bulunmaksızın müstakillen harice çıkarsa
kendisinin çıkardığı bu mal, nisab mikdarına baliğ olmadıkça hakkında had
lâzım gelmez.
«(imam Mâlike göre
eğer yapılan bir sirkat, teavüne ihtiyaç gösterir bir suretde ise bu sârikler
hakkında had lâzım gelir, velev ki her birine isabet eden mikdar, nisab
mikdarına baliğ olmasın.)
(imam Ahmede göre de
bu sirkatlerden dolayı mutlaka had lâzım gelir. Teavüne ihtiyaç görülsün
görülmesin. Kereste gibi ağır bir şeyi sirkatle elbise gibi hafif, bir şahsın
yalnızca dışarıya çıkarılabileceği bir şeyi sirkat arasında fark yokdur.
769 - : Bir
hanenin duvarım iki şahıs delib
de bunlardan biri haneye
girerek elde etdiği bir mali harice çıkardıkdan sonra bunu her ikiai birlikde
yüklenib götürmüş olsa
bakılır: eğer hangisinin
haneye
girdiği malûm ise asıl
sârik o olmuş olur. Binaenaleyh had onun hakkında yapılır. Diğeri ise bu
cinayete yardım etmiş olacağından hakkında yalnız ta'zir lâzım gelir.
Fakat haneye
hangisinin girdiği teayyün etmezse hiçbiri hakkında had yapılamaz. Çürük sârik,
meçhul kalmış olur. Bu halde haklarında yalnız ta'zir cezasiyle iktifa olunur.
770 - : Yalnız bir şahıs sirkat için bir haneye
girib de elde et-diği malı haricdeki arkadaşına atmakla o da bu malı asla hiç
biri hakkında had lâzım gelmez. Çünkü hane dahilindeki şahıs, bu mala tamamen
vaz'ı yed etmiş sayılamayacağı gibi
haricdeki şahıs da bu man hırzdan bizzat çıkarmış değildir.
771 - : Bir
haneye gizlice giren bir şahıs, elde
etdiği eşyayı haricdeki arkadaşının eline teslim etse İmamı Azama göre hiç
biri hakkında had lâzım gelmez, aricdeki şahıs, elini hane içerisine sokmuş olsun
olmasın. Fakat îmameyne göre haneye girmiş olan şahıs hakkında had lâzım gelir;
Haricdeki şahıs hakkında ise elini haneye sokmamış ise had lâzım gelmez. Çünkü
haricdeki şahsın eli, dahildeki şahsın eli makamına kaim bulunmuş sayılır.
Şayed haricdeki elini
hırz olan haneye sokarak eşyayı arkadaşının elinden almış bulunursa aralarında
bir sirkati müştereke vücude gelmiş olacağı cihetle her ikisi hakkında da imam
Ebu Yusüfe göre had lâzım gelir. Bedayî, Zeyleî.
«(Eimmeİ selâseye göre
iki kişi bir hanenin duvarını delib de birisi içeriye girerek elde etdiği
eşyayı dışarıdakine teslim etse veya ona atsa had, yalnız içeriye girmiş olan
şahıs hakkında lâzım gelir, .dışarıdaki hakkında lâzım gelmez.) [22]
772 - : Haddi icab eden herhangi bir sirkat
hâdisesi, ya ikrar ile veya beyyine ile sabit olur.
Sirkati ikrar, sirkat
yapan mükellef bir şahsın bu cürmünü bizzat itiraf etmesi demekdir. Bİr şahsın
kendi aleyhine yalan yere ikrarda bulunması müsteb'addir. Bir şahıs,
başkalarına karşı müttehem olsa da kendi nefsi hakkında müttehem olmaz.
Binaenaleyh - îmamı Âzam ile imam Muhammede göre - sârikin bu cürmünü bir defa
ikrar etmesi kâfidir. Fakat imam Ebu Yusüfe göre iki defa, muhtelif iki
mec-lisde ikrar etmedikçe hakkında had icra edilemez.
«(imam Mâlik ile imam
Şafiîye göre de bir ikrar kâfidir. Fakat İbni Ebi Leylâ ile imam Ahmede göre
iki defa ikrar lâzımdır. Elmiza-nül'kübra, Elbedayi.)
733 - : Bir
şahıs, bir kimsenin meselâ : yüz lira çaldığını ikrar etdikden sonra bu
ikrarından dönerek: «Hayır, vehm etmişim, diğer kimseden yüz lira çaldım» dese
hakkında had icra edilemez. Çünkü birinci ikrarından rücu etmekle tenakuzde
bulunmuşdur Tenakuz ise şüb-he iras etmek hususunda rücu mesabesindedir.
Fakat o iki kimseden
her Diri, kendisinden sirkat edildiğine dair olan ikrarı tasdik etdiği takdirde
o şahsa yüz lira tazmin ettirebilir. Zira tenakuz ve rücu ile mal hakkındaki
İkrar, zail olmaz.
774 - : Sirkat hakkında cebren vuku bulan ikrar, muteber değildir.
Binaenaleyh bir şahıs,
vukubulan darbe, tehdide, habse, aç bırakılmak gibi bir suretle ta'zibe binaen
sirkatde bulunduğunu ikrar etse buna itibar olunmaz.. Çünkü bu gibi hajler,
ikrarın ciddiyetine münafidir.
Maahaza müteehhir
fukahadan bazı zatlara göre ikrah ile vukubulan sirkat ikrarı, muteberdir.
Zira zamane hırsızlarının tav'an ikrarda bulunmaları müsteb'addir.
775 - :
Sirkat hususundaki beyyine, züküret,
adalet, asalet ile muttasıf, en
az iki mükellef kimsenin sirkat vukuu hakkında yapacakları şahadetten
ibarettir.
Binaenaleyh bu hususda
kadınların, suihal eshabmm ve başkalarının şahadetlerine mebni şahadette
bulunanların şahadetleriyle haddi sirkat icra edilemez. Çünkü bunların
şahadetlerinde şübhe vardır. Hadler ise şübhe ile sakıt olurlar.
Maahaza kadınların had
hususunda şahadetleri muteber değilse de mal hakkında muteberdir. Binaenaleyh
çalınan mal hakkında kadınların erkekler ile beraber şahadetleri kabul olunur.
Hattâ bu mal hususunda şahadet üzerine şahadet de makbuldür. Bedayî, Hindiyye.
776 - :
Hâkim, şahidlerden iddia edilen sirkatin mahiyyetini, keyfiyyetini istizanda bulunur,
şahidlerin adaletini tetkik eder, şahidler tezkiye edilmedikçe had icra
edilemez. Çünkü had, telâfisi kabil olmayacak
bir cezadır. Şu kadar var ki, tezkiye esnasında sârik, habs edilir. Zira
sirkatle müttehem olduğundan firar etmesi melhuzdur.
Şahidler tezkiye
edildiği halde mesruhun minh gaib bulunsa had yine icra edilemez.
777 - :
Haddi sirkatin şahadetle sübutü için şahadet âmnda husumete salâhiyeti bulunan
bir kimsenin hazır bulunması lâzımdır.
Binaenaleyh mal
sahibinin veya muda1, mürtehin gibi yedi zaman ashabından birinin huzurunda
olmaksızın yapılan şahadet, kabul edilemez. Çünkü çalındığı söylenilen mâlin,
sârikden başkasına aid olduğu taayyün etmek lâzımdır.. Bu taayyün ise husumetle
vücude gelir. Şukadar var ki, bunların gıyabında şahadet vaki olsa
sirkatle müttehem şahis, habssediür. Zira yapılan şahadet, sârik
hakkında bir töhmet iras
eder. Töhmete binaen
habs ise bir emri İhtiyatî olarak caizdir. Mebsut.
«(İbni Ebi
Ley laya göre had-icra edilebilmesi için me'srukun minhin hazır
bulunması lâzım değildir,
onun gıyabında da icra edilebilir.)
778 - :
Mesrukun mmh hazır olduğu halde şahidler tegayyüb veya vefat etseler İmamı Azama
göre had icra edilemez. Fakat diğer
bir kavle göre icra edilebilir. İmam Ebu Yusuf de buna kaildir.
779 - : Haddi sirkat hususunda bir şahadetin kabul
edilebilmesi iğin tekadünıi and bulunmaması da icab eder.
Tekaddümi ahd, bir
hâdisenin vukuundan itibaren bir müddetin mü rür etmeyidir ki, bu, bazı.
husumetlerde dâvanın niyetine, şahadetin ia-timaına bir mania teşkil eder. Buna
«tekadümi zaman» da denir.
Bu müddetin mikdarı
hakkında nluhtelif kaviler vardır. Bunun, asgarî haddi, altı ay veya bir ay
veya üç gündür, imamı Azamdan bir rivayete nazaran bunun takdir ve tayini
veliyyüTemrin rey'ine muhav-veldir.
Binaenaleyh sirkat
hâdisesinden bir müddet geçtikden sonra bazı kimseler gehb de sirkate
şaiıadetde bulunsalar şahadetleri, had hususunda kabul edilmez. Çünkü tekadümi
ahd, gübhe tevlıd etdiğinden bu gibi hadlere mütealük şahadetleri ibtal eder.
Şu kadar var ki bu şahadet ile asıl sirkat, sabit olacağından çalman şeyin
tazmini lâzım gelir. Bu hususd veliyyül'emr veya naibi, kendi kanaati t ammesi
ne göre muamele yapar. Eğer zanm galibi, nıuttehemin sirkat etdiği ve çalman
malın da yanında bulunduğu hususunda lekanür ederse müttehem hakkında bir
ta'zir mahiyetinde olarak bazı cezalar tertib edebilir. Mebsut, Bedayî, Reddi
Muhtar.
780 - :
Mesrukun minhin mechuliyeti de ikrar ve şahadetin had hususunda kabulüne
manidir. Meselâ : Bir şahıs, mesrukun minhin gıyabında: «Ben bu malı çaldım,
amma bunun kime aid olduğunu bilmiyordum» veya «kime aid olduğunu haber
vermem» dese hakkında had icra edilemez.
Kezalik : şahidler :
«Bu şahıs şu malı çalmışdır, fakat bu malın kime aid olduğunu bilmiyoruz»
deseler şahadetleri makbul olmaz. Çünkü mesrukun minhin gaybubeti kabuli
şahadete mani olduğundan nıec-huliyeti bitarikil'evla mani olur.
«(îmam Şafiıye göre de
böyle bir ikrar vukubulunca hemen had icra edilemez, belki gaib olan mesrukun
minhin huzuruna intizaren sâri-kin hapsi cihetine gidilir. Mebsut.)
781 - :
Şahidler, bir şahıs hakkında: «Bu, fülân kimseden meselâ: yüz üra çaldı» diye
şahadet etdikleri halde hablel'kaza bu şahadetlerinden rücu ederek «Hayır, şu
diğer kimseden yüz lira çaldı» diye şahadetde bulunsalar bununla haddi sirkate
de, zamane de hükm olunamaz. Çünkü hükümden evvel şahadetden rücu ve şahadetde
tenakuz, had ile ve mal ile hükme manidir.
782 - :
Şahidlerin doğrudan doğruya sirkate şahadet etmeyib yalnız sirkat edilen mali
sârikin ahz etmiş olmasına şahadet etmeleri mendubdur. Çünkü had icrasına
sebebiyet vermeksizin çalınan mâlin zuhuruna hizmet edilmesi, evlâdır. Hattâ
mal sahibinin de bu veçhile dâva ikamesi, nıüstahsen görülmektedir. Mebsut. [23]
783 - :
Çalman malın sahibi, sirkati isbat için husumet hakkına malık olduğu gibi
mudeî, müsteirî, mürtehini, mezaribi, gasıbı, sevmi-şira tarikiyle kabızı da bu
hakka mâlikdirler. Bu hususda Hanefî imamları arasında hilaf yokdur. Yalnız
bunların husumetıyle had icra edi-lib ed.lemiyeceği hususunda ihtilâf vardır.
İmamı Azam ile İmameyne göre bunların husumeüyle sirkat sabit olacağı gibi had
de icra edilebilir, imam Züfere göre ise bunların husumetleri, had hususunda
muteber değildir. Çünkü bunların yedlerı, asıl mal sahibinin eli gibi birer
yedi sahihe değildir, bunlar yalnız çalman mali sahibine red için zamandan
kurtulabilmeleri için husumet hakkında mâlik bulunmuşlardır. Maahaza bunların
bu husumet haklan kabul edilmediği takdirde bunların ellerindeki o malları
sirkat etmeğe bir takım eşhasın cüretleri artmış olur. Bedayî.
«(İmam Şafiîye göre
asıl mal sahibi hazır bulunmadıkça bunların husumetleri, ne çalınan malin
istirdadı, ne de had icrası hususunda muteber değildir. Bedayi,)
784 - :
Mesrukun minh vefat edince varisleri
husumet hakkına mâlik olurlar, velev
ki, çalınan maldan hisselerine düşen mikdar, nisab mikdanndan dûn olsun. Fakat
içlerinden "biri gaib bulunursa hazır bulunanlar, haddi icra
ettiremezler. Bedayî, Bahr.
785 - :
Sârik, husumet hakkına mâlik
değildir. Şöyle ki bir sahîiin çaldığı mal, kendisinden sirkat
edilse had icrası veya
o malın istirdadı için husumet
hakkım haiz olmaz. Çünkü onun eli bir yed-i sahihe, yani : bir
yed-i mülk, bir yed-i zaman değildir.
Mesruku ondan almak, bir lûkatayı yoldan kaldırmak mesabesinde bulunur.
Bu takdirde o malın sahibi de - bu ikinci sârika karşı - had icrası için husumet
hakkına mâlik olamaz. Zira o mal, kendisinin elinden sirkat edilmiş değildir.
Şu kadar var ki, diğer bir rivayete nazaran birinci sârik, henüz hakkında had
icra edilmemiş ise mesruku istirdad için ikinci sârik
aleyhine dâva ikame edebilir. Çünkü bu mali
bil'istirdad sahibine red nadden halâs olabilmesi ihtimal dahilindedir.
Fakat hakkında had icra
edilmiş ise artık husumete salâhiyeti kalmamış olur. Zira had ile zaman içtima
edemiyeceği cihetle bu halde .nesruku sahibine reddetmek mecburiyeti kazaiyesi
kalmamıştır ki, bu-:iun için dâvaya salâhiyeti bulunsun.
Maahaza bir sârikin
çaldığı mâli hakkında had icra edilse de salibine reddetmesi, diyaneten vacib
olduğundan bu maksadla husumete mâlik olabilmesi de caiz görülebilir. Bedayî,
Mebsut,
«(İmam Mâlike ve İmam
Ahmedden bir rivayete göre haddi sirkatin icra edilebilmesi, herhalde mesrukun
minhin husumetine mütevakkıf değildir. ElmizanüTkübra.) [24]
786 - :
Sirkatin iki hükmü vardır, biri nefse, diğeri de mâle te-ıllûk eder. Nefse
taallûk eden hadoUr. Mala taallûk eden de mesrukun istirdadı ve telefi takdirinde
tazmin etdirilmesidir.
Haddi sirkat ise
şeraiti mevcut ve usulü dairesinde sabit bir hırsızlık hâdisesinden dolayı
hırsız hakkında kat'ı uzuv suretiyle yapılacak bir ukubetdir. Şöyle ki :
sirkat hâdisesi sabit olunca badelhüküm sarikin sağ eli bileğinden kesilir, bu
hadden sonra tekrar sirkatte bulunacak olursa sol ayağı da mafsalından
kesilir. Şayed bundan sonra yine sirkatde bulunsa artık âzasından hiç biri
kesilmez.. Belki salahı hali zahir oluncaya kadar hapis suretiyle ta'zir
olunur. Çünkü aksi takdirde sarikin her veçhile nefsini ihlâk cihetine
gidilmiş olur. Bu hadden tnurad ise ihlâki nefs değildir. Hattâ kesilen
uzuvlar, yaranın tevessü ve sirayetine mani olmak için zeyt ile veya sair bir
yağ ile usulen dağlanır, sârikin helakine meydan verilmemeğe çalışılır.
Bu mesele, Hanefiyye
ve İmamı Ahmedden bir rivayete göredir. Mebsut, Bedayî.
«(İmam Mâlike ve İmam
Şafiî ile İmam Ahmedden diğer bir rivayete göre sârikin evvelâ sağ eli, ikinci
sirkatinde sol ayağı, üçüncü sirkatinde sol eli, dördüncü sirkatinde de sağ
ayağı kesilir. Şayed yine sirkatde bulunacak olsa artık hapsiyle iktifa
olunur. Şu kadar var ki, ve-liyyül'emr, defi fesad için lüzum görürse bu sâriki
siyaseten öldürebilir.
Şafiî fukahası
diyorlar ki : sirkat hâdisesinden sonra sârikin sağ eli bir âfet ile veya bir
cinayet dolayısiyle veya zulmen kesilib düşecek olsa veya çolak olub da
kesildiği takdirde nezfi dem ile helakinden kor-kulsa artık had sakıt olur,
diğer eli veya ayağı kesilmez. Çünkü muayyen bir uzva, yani : sağ ele tallûk
eden hakkı kat', bu uzvun fevtiyle sakıt olur.
Zahirîlere göre
beşinci defaki sirkatden dolayı sârik mutlaka kati olunur.
Bazı fukahaya göre de
haddi sirkatden dolayı târiklerin yalnız parmaklarının kesilmesiyle iktifa
olunur. Haricîlere göre ise sârikin eli omuz başından, «menkibinden» itibaren
kesilir.
Kesilen uzvun
dağlanması, Şafiî mezhebine nazaran uzvu kesilen şahsa aid bir hakdır.
Binaenaleyh dilerse buna mani olabilir. Buna «hasm» denir. Bidayetül'müctehid,
Elmuhallâ, El'muğnî.)
787 - : Sârikin
sol eli çolak bulunsa veya sol eli veya bu elinin baş parmağı veya sair iki
parmağı kesilmiş olsa artık ne sağ eli, ne de sol ayağı hadden kesilemez. Çünkü kesildiği takdirde
cinsi menfaat, fevt olur, yani
: sârik, min vechin ihlâk edilmiş bulunur.
Sârikin sağ ayağının
parmakları kesilmiş olduğu halde ayakda durmaya ve yürümeğe muktedir bulunsa
sağ eli hadden kesilebilir. Aksi takdirde kesilemez.
788 - :
Haddi sirkatde tedahül carîdir. Şöyle ki : bir şahıs, müteaddit defalar
sirkatde bulundukdan sonra bunların mecmuundan veya bazısından dolayı
aleyhine vukubulan husumete mebni
mahkemece usulen bir eli kesilse bu ceza, bütün o sirkatlere mukabil bir
ceza olmu olur. Artık o şahsın bu sirkatlerden dolayı başka bir uzvu kesilemez. Çünkü bir cinsden - mahza hukuki
ilâhiyeden - olan hadlerin sebeb-leri içtima edince bunlardan birinin icrasiyle
iktifa olunur.
Esasen bu gibi
hadlerin icrasiyle takib edilen gaye, hikmeti teşri-iyye,, zecr ve men'den ve
ibreti müessire vücude getirmekden ibaretdir. Bu gaye ise bu bir haddin
icrasiyle husule gelmiş olacağından ikinci, üçüncü hadlerin icrasına -- ademi
faide mülâhazasına binaen - lüzum görülmez. Mebsut, Bedayi.
789 - :
Haddi sirkat, badessübut afüv edilemez. Şöyle ki : veliy-yül'emr tarafından had
icrası hususunda emir sâdır ve hüküm ita edil-dikden sonra mesrukun minh,
sâriki afüv edecek olsa buna itibar olunmaz. Çünkü bu ceza, sırf
hakkullah - hakkı âmme olarak tatbik edilecektir. Bu,
mesrukun minhin hakkı değildir ki, bunu afve salâhiyeti olsun. Bedayî.
790 - :
Haddi sirkati ikame edecek zat, veliyyül'emr ile onun tarafından hadleri ikameye me'zun bulunan
hâkimlerdir. . Binaenaleyh
bunlardan başkası bu haddi ikame edemez.
Şayed bir kimse,
hakkında had icra edilmesine henüz hüküm verilmemiş olan mahbus bir sârikin
sağ elini amden" kesecek olsa hakkında kısas lâzım gelir. Fakat had
icrasına hüküm verildikden sonra kesse, hakkında kısas lâzım gelmezse de -
veliyyül'emrin salâhiyetine tecavüz etmiş olacağı cihetle - te'dibe müstahik
olur.
«(imam Şatnye göre bir
mevlâ, kendi memlükü hakkında icab eden lıadlerı ıname edeoıhr.
Hakimler, geoe
kadınlar ile hasta insanlar ve kendilerinde telefleri-rinı nıucıo olacak
arızalar Dulunan gaiıısiar hakkında had icrasını te'hir edeniL-i' ve haddi son
derece soguK veya sıcak günlerde de icra etmezler, ı^unkü had icrasından matuad, itlafı nefa
değildir. Bedayi.)
791 - :
gahnan malın istirdadı ve tazmini meselesine gelince Dır üirkaı naoısesi usuıen
saoıt oıüugu naiue uam şeraitin aaemı mevcuaı-yt'iıne Dinaen lıaa icrasına
imnan bulunmasa mearult malın her naide istirdadı lazım geür. 'rulet olmuş veya
ıtıaf ednnııs. olduğu takdırüe de .Lüzmım icaD eder. Sarık haküınüa aa ayrıca
haps suretiyle veya sair uır veçhile tazıren ceza verilir.
ban«. hakkında had icra
edildiği suretde ise salman mal, mevcut ise yine sahibine red edilir. Çünkü
herkes, kendi malına . başkasından daha haklıdır. Fakat bu mal, sarikuı- elinde
had icrasından evvel veya sonra zayi olmuş, ise artık bunu tazmin lâzım gelmez.
Zira bir sirkat hakkında kat'ı uzuv ile zaman içtima etmez. Kat'ı uzuv, esasen
sirkat cinayetine tekabül eden kâfi bir cezadır. Nitekim âyeti celilesı de bunu göstermektedir. Yani :
Hırsız erkek ile hırsız kadının, kazandıklarına bir ceza ve Allah Teâlâ
tarafından - ibret ve intibaha medar - bir ukubet olmak üzere ellerini kesiniz.
Allah Tealâ azizdir, hakimdir bu gibi hükümlerinde bir nice hikmetler ve maslahatlar
vardır.
Görülüyor ki, bu âyeti
celilede kat'ı yede ceza namı veriliyor, ceza ise kifayet üzere mübteni olur.
Eğer buna zamanda zam edilecek olsa kat'ı uvuz, kâfi bir ceza olmamak lâzun
gelir.
Maamafih sârik, zaman
ile mükellef olsa mali mesruka, sirkat ânından itibaren malik olmuş olur. Çünkü
zaman, temellüke tekabül et-mekdedir. O halde sirkat, sârikin kendi mülkünde
vaki olmuş, olacağından hakkında had icrasına mahal kalmamak lâzım gelir.
Çalınan mali sârikin
istihlâk etmiş olması takdirinde de -- zahi-rürrivayeye nazaran - hüküm böyledir. Mebsut, Bedayi.
792 - :
Çalınan bir malı sârikden başkası istihlâk etmiş olsa bil-ittifak zamin olur.
Sârik, çaldığı malı
başka bir şahsa satmış veya başka bir yechilû temlik etmiş olsa bu malı mevcut
ise sahibi istifdad edebilir. Bu halde o şahıs da vermiş olduğu semen ile
sârika rücu edebilir. Şayed o mal, telef olmuş ise artık ne sârika ne de o
şahsa zaman' lâzım gelir. Çünkü sârik hakkında had icra edilmekle zaman sakıt
olmuşdur. Fakat o şahis, bu çalınan malı istihlâk etmiş bulunursa bedelini
mesrukun mirine zamin olur, kendisi de vermiş olduğu semen ile sârika rücu edebilir.
793 - :
Müctemi sirkatlerden dolayı sârik hakkında bir had icra edilmiş olduğuna
nazaran çalınan malların tazminine gelince eğer malları çalınan kimselerin
hepsi tarafından vuku bulan bir dâva neticesinde bu had icra edilmiş ise
hepsine karşı tazmin hakkı sakıt olur. Fakat bunlardan yalnız bir ikisinin
husumetiyle bu ceza tatbik edilmiş ise bunlara karşı zaman hakkı sukut eder,
bunda ittifak vardır.
Husumetde
bulunmayanlara gelince, imamı Azama göre bunların da tazmin hakları sakıt olmuş
olur. Çünkü bunlardan birinin huzur ve husumeti, hepsinin huzur ver husumeti
mesabesindedir, hepsi de husu-.metde bulunsa yine kesilecek, bir elden başka
değildir. Binaenaleyh hepsi birlikde husumetde bulunduğu takdirde sârika zaman
lâzım, gelmiye-ceği gibi içlerinden birinin husumeti takdirinde de zaman lâzam
gelmez.
îmam Ebu Yusuf ile
îmam Muhammede göre ise bunların mallarını sârikin tazmin etmesi lâzım gelir.
Zira bunlar, had icrasını taleb etmedikleri cihetle mallarının sukutuna razı
olmuş sayılamazlar.
Bu mesele, çalınan
malın helaki takdirindedir. Mevcudiyeti takdirinde ise her halde sahiblerine
reddedilmesi icab eder. Çünkü had cezası, zamana münafi ise de redde münafi
değildir. Bedayî, Haniyye.
794 - :
Çalınan mal, tegayyür etmişse bakılır eğer kıymetine noksan arız olmuş gibi bir suretle
tegayyür etmiş ise sârik hakkında had
icra edilmesi, bu malın sahibine reddine mani olmaz. Şu kadar var ki, noksan
tazmin edilmez. Fakat bu tegayyür ile çalınan malaziyadelik arız olmuş, meselâ kumaş, iken elbise yapılmış, buğday iken un
haline getirilmiş ise artık had icra edildiği takdirde bu malın sahibine reddi
lâzım gelmez. Çünkü bu tegayyür ile o mal, tebeddül etmiş sayılır. Mes-ruk
malın böyle sınaî bir suretde tebeddülü ise badelehâd zamana mü-nafidir. .
Maahaza o mal, esasen
başkasına aid olduğundan bununla sârikin intifa etmesi, diyaneten halâl olmaz.
Mebsut, Bedayi.
795 - :
Çalman mal, sârikin yanında iken doğrusu yavrusiyle beraber mesrukun
minhe reddedilir. Çünkü yavru,
o maldan mütevellit bir ziyadedir. Daha doğmadan reddi
lâzım geldiği gibi doğdukdan sonra da reddi lâzım gelir.
Çalınan mal, en az
nisab mikdarı altın veya gümüş olub da bunlardan huliyyat veya evani = kab,
zarf yapılmış olduğu takdirde ise îmamı Azama göre hem had, hem de sahibine red
lâzım gelir. Fakat İmameyne göre tekavvümi sanatden dolayı red lâzı mgelmez.
Amma çalınan şey,
bakır olub da bundan kab yapılmış olsa bakılır: Eğer veznen satılır ise hüküm
yine böyledir ve eğer adeden satılır ise bü'ittifak reddi lâzım gelir. Mebsutı
serahî, Tatar Haniyye.
mütevemmü ise sirkat
etmiş olduğu malı, helak olsa da filhal tazmin etmekle mükellef olur. Had ile
bu hak sakıt olmaz. Fakat fakir ise helak ve müstehlek olan mesruk malı ne
hâlen ve ne de âtiyen tazmin ile mükeüef olmaz. Elmizanülkübra.)
(imam Şafiîye göre
sârik, istihlâk etdiği mesruk malı tazmin ile mükellefdir. Böyle bir sârik
hakkında hem had icra edilir, hem de kendisine istihlâk etmiş olduğu mesruk
mal tazmin ettirilir. Çünkü sârik, hem Cenabı Hakkı, hem de mesrukun minhe
karşı cinayetde bulunmuş-dur. Bu cihetle hem haddin vücübune, hem de zamanın
lüzumuna sebebiyet vermiş bulunmaktadır.)
(Hanbelî mezhebine
nazaran da sârik, çalınan malı mevcud ise iade eder, değilse kıyemiyyatdan ise
kıymetini, misîiyyatdan ise mislim za-min olur. Hattâ sirkat dolayısiyle tahrib
etdiği hırz mahallini de tamire mecburdur. Kat'ı uzuv ve hasm ameliyesi ücreti
de kendisine aiddir Hâsılı kat ile zaman içtima eder. Sârik, zengin oîsun, fakir
olsun, eli kesilsin kesilmesin çaldığı malı İadeye ve telefi takdirinde tazmine
ve kıvmetine noksan iras edecek bir şeyde bulunmuş olunca bu noksan mikdannı
da.red ve itava mecburdur. KeşşafüTkına, Elmuğni.) [25]
796 - : Sânkm
kablelhad ikrarından rücu
etmesiyle had sakıt olur. Fakat bu halde çaldığını
itiraf etmiş olduğu malı tazmin etmesi
lâzım gelir. Çünkü sârıkın bu rücuu,
haddi iskat hususunda muteber ise de
başkasının malını ibtal hususunda muteber değildir.
797 - :
Sirkatle müttehem olan şahıs, inkârına
mukarin mesrukun minhin talebiyle
istihlâf edildiği halde yeminden imtina etse hakkında had lâzım gelmez.
Fakat çalman şeyi zamin olur.
798 - :
Sârik, badel'ikrar mülkiyet iddiasında
bulunsa, yani : mesruk malın kendisine aid olduğunu
dermeyan etse bununla had sakıt olur. Hattâ iki şahıs, bir malı müştereken çaldıklarım ikrar etdikden sonra birisi had icrasından evvel veya sonra ikrarından rücu ederek: «Biz bu malı çalmadık, bu mal
bize veya bana aiddir» dese her ikisinden de had sakıt olur. Çünkü böyle
birisinin ikrardan rücuiyle sirkatin müştereken vuku hususunda bir şübhe
vücude gelmiş olur. Had ise şübhe iie
sakıt olur.
799 - : îki şahısdan biri «Biz bu malı fülân kimseden birlikdc.
çaldık>ı diye ikrar, diğeri ise bunu tekzib ile : «Hayır, biz Öyle bir şey çalmadık» diye
inkâr eylese tmamı Azama göre yalnız mukir hakkında had lâzım gelir, diğeri
hakkında lâzım gelmez, imam Ebu Yusüfe göre İse
ikisinin hakkında da had icra
edilemez. Çünkü ikrar, birsirkati
müştereke hakkındadır. Bu sirkat ise inkârı vâkıâ raebni sabit
olmamıs-rtır.
800 - :
Mftsrukun minhin sâriki ikrarında tekzib etmesi de hadd:
iskat eder. Şöyle ki :
mal sahibi : «sârik yalan söylüyor,
benim malımı çalmış değildir» dese sârikden
had sakıt olur.
Çünkü had icrası
için husumet lâzımdır.
Mal sahibi, sâriki
tekzib edince husumet
kalmamış.
olur.
801 - :
Sârikin çaldığı malı henüz mahkemeye
tevdi edilmeden sahibine reddetmesi
de haddi iskat eder. Bu, imamı Âzam ile
imam Muhammede göredir, imam Ebu Yusüfe göre bu red ile had sakıt olmaz. Fakat badel'murafaa red ile
haddin sakıt olmayacağında ittifak
vardır.
802 - :
Sirkat hakkında şahadet vuku buldukdan
sonra sârik kaçacak olsa bakılır
: eğer derhal yetişilip elde
edilirse hakkında had icra edilir. Fakat derhal elde edilemezse artık had
icrası için takib edilmez.
Yukarıda da yazılı
olduğu üzere her sirkat hâdisesinden dolayı hemen had .cezasının tatbik
edilmesi, hikmeti şer'iyye bakımından pek mültezem değildir. Bu cihetle hâkim
tarafından sârika ikrarından rücu etmesini işrab edecek t^azı sözler söylenmesi
mendubdur ki, buna (telkini rücu) d^nir.
Bir sârik hakkında
haddin sukutu ise onun cezadan büsbütün kurtulması demek değildir. Nitekim
ta'zirat mebhasinde bu cihet görüle-cehdir.
803 - :
Mesrukun minhin sirkat şahidlerini tekzib etmesi de haddi iskat eder. Şöyle
ki : mal sahibi : «bu
şahidler yalan yere şahadet etdiler» dese artık had sakıt olur, icrasına imkân
kalmaz.
804 - : Sârikin
çaldığı mala kablelhüküm bir
veçhile temellük etmesi de haddi
müskıttır.
Meselâ : çalınan malı.
sahibi daha aleyhine had ile hükmedilmeden sârika satsa veya hibe etse artık
had icrasına mahal kalmaz. Çünkü bu halde husumet araâan kalkar, sarık o mala
tarihi kabzından itibaren mâlik olmuş gibi bir şübhe husule, bununla da had
sukut eder.
Şayed böyle bir satış
veya hibe hükümden sonra, imzadan evvel vaki olsa imamı Âzam ile imam Muhammede
göre hüküm yine böyledir. Çünkü imzaya - icra ve infaza iktiran etmeyen bir
kaza - hüküm natamam bir kazadır. Fakat imam Ebu Yusüfe göre bu takdirde had
sakıt olmaz. Çünkü had icrası hususunda hüküm verilmiş bulunnıakda-dır. Bedayî,
Mebsut, Bahri Raik.
«(Eimmei selâseye göre
sârik, çaldığı mala şira, hibe irs gibi bir sebeble temellük etse de hakkında
icab eden had sakıt olmaz. Bu temellük, gerek murafaadan evvel ve gerek sonra
olsun. Çükü bu cinayetle hududı ilâhiyyeye tecavüz edilmiş, had icrasına
Hakkullah, hakkı[26]
İÇİNDEKİLER :
Yol kesiciliğin - kat'ı tarikin mahiyyeti, nevileri, hükümleri, yol kesiciler
hakkında cezanın hikmeti tesrii yy esi. Yol kesiciliğin tahakkuku için viipudü
iktiza eden şartlar : yol kesicilere ve yollan kesilenlere aid şartlar. Maktu
un leh olan matlara ve maktuun fih olan mahalle aid şartlar. Yol kesiciliğin
sureti sübutü. Yol kesiciler hakkındaki cezalan kimlerin ikame edeceği. Yol kesicilere
aid had cezalarının afüv edilemİyeceğî ve bu cezalar arasında tedahül
cereyanı. Yol kesiciliğin cezalarını ıskat eden şeyler. [27]
805 - : Yol
kesicilik, dari islâmda
müslümaniarın veya zimmîle-rin mallanın ellerinden tegaltüben ve
mücahereten almak, hayatlarına
kaad efmek, halkı korkuya düşürmek için bir takım kimselerin
veya kuvvet ve şevket sahibi bir şahsın yolları lutmasıdır ki, bu yüzden
halk, gidip gelmekden çekinerek
yollar kesilmiş olur.
Buna «kat'ı tarik ve hırabe» denir.
Nâsın mallarım böyle
mugalebe suretiyle ellerinden almak üzere yol kesicilik eden şahsa da «katıı
tarih», «muharib» adı verilir. Cem1» «kuttar tarik» dir.
Bu veçhile yollan
kesilen kimselerden her birinex «maktuun aleyh • denildiği gibi alman mala da
«maktuun leh» denir. Bu hâdisenin cereyan etdiği yere de «maktuun fih»
denilir.
806 - :
Yolcuların mallarım gizlice
aşırıp kaçan, meselâ
kafilenin arkasını takib edib elde edebileceği bir malı gizlice alarak savuşan
şahıslar, yol kesicilerden sayılmazlar, bunlar kuvvete mâlik değil, çapulculuk
ile me'lûf, mukabele göreceklerini anlar anlamaz kaçmaya mecolan kimselerdir ki,
bunların bu hareketleri, ihtilas ve intihâb kabi-ündendir. Binaenaleyh bunların
haklarında alelade sârikler gibi muamele yapılır. Bedayî.
807 - : Yol
kesiciîik cinayetinin tahakkuku için - tarifinden de anlatıldığı üzere - buna
cüret ede kimselerin bir cemiyet halinde mü-teaddid olmaları behemehal lâzım
değildir. Bu cinayet, kaviyyüşşekîme bir şahıs tarafından da vücude
getirilebilir.
Kezalik : bu cinayetin
icrası için her halde silâh istimal edilmesi de lâzım değildir. Bu hususda
silâh ile sopa, taş vesaire müsavidir. Çünkü bunların her biriyle yol kosicilik
hâdisesi tahakkuk edebilir.
808 - : Yol
kesicilik hususunda canilerin hür olmalariyle köle olmaları arasında fark
yokdur. Çünkü bu cinayet, köleler tarafından da yapılabilir.
Kezalik : bu cinayeti
irtikâb hususunda mübaşirler ile mütesebbib-ler bir hükümdedirler. Zira bu
maksad ile toplanan eşhasdan bir takımının, bu cinayete mübaşereti,
diğerlerinin kuvveti, yardımı, melce' vazifesini görmesi sayesinde kabil
olabilir. Binaenaleyh bu hususda müba-birler ile mütesebbibler ayni cezaya'tabi
olurlar. Aksi takdirde yol kesicilik için meydana verilmiş, bir takım muzır
eşhas, cezadan kurtulmuş olur Bcdâyî.
«(Safîlere göre yol
kesicilere iane eden, onların cemiyetini arttıran kimseler yol kesicilerden
sayılmazlar. Bunlar yalnız habs ile, nefy ile veya sair bir suretle ta'zir
olunurlar. Bu cihet, veliyyüremrin reyine mu-havveldir.
Kuttaı tarikde kuvvet
ye şevket bulunması lâzımdır. Fakat bu kuvvet ve şevket bir emri'nisbîdir.
Küçük bir cemaate karşı kuvveti, müsavi, veya faik olmakla yol kesici sayılan
bir taife, büyük bir kafileye karşı yol kesicilerden sayılmıyabilir. Şöyle ki :
büyük bir kafile halkı, muktedir oldukları halde mukavemet göstermeyib de
kendilerinden kuvvetsiz olan ve mukavemet görecekleri takdirde galebeleri
umulmayan bir eşkıya güruhuna soyulacak olsa o güruh hakkında kuttaı tarik
ahkâmı carî olmaz. Çünkü bu halde kafile, kendi kuvvetini zayi etmiş, tefritde
bulunmuş, kendisine nisbetle kuvvet ve şevketi dûn olan kimselere soyulmuş
olur. TuhfetüTmuhtac.)
(Hanbelîlere göre ise
yol kesicilere muiin ve müsaid olanlar, onlara kafilenin halini keşf edib
bildirenler, onlar ile bir hükümdedirler. Binaenaleyh bir katil hâdisesi vuku
bulmuş ise onlar da mübaşirlerle birlik-de kati olunurlar. Keşşafül'kına.) [28]
809 - : Yol kesilik cinayeti, muhtelif suretlerle
yapılabilir. Bunların başhcaları şu dört nev'e aynlmışdır:
(1) : Yolcuları yalnız ihafe ve tedhiş etmek
suretiyle olur.
(2) : Yolcuların yalnız mallarını soymak suretiyle
yapılır.
(3) : Yolcuları yalnız öldürmek suretiyle olur.
(4) : Solcuların hem mallarını almak, hem de
kendilerini öldürmek suretiyle yapılır. Bedayî.
810 - : Yol
kesiciliğin hükümlerine gelince'bu da iki nevidir : nefse müteallik hükümler,
mala müteallik hükümler. Bunlar, aşağıdaki meselelerde görülecektir. Burada
yol kesicilerin hakkındaki cezayı âmir
olan âyeti kerimeyi kaydedeceğiz : Meali
âlisi : Allah Tealâ ile ve onun peygamberiyle muharebe eden. yer yüzünde fesada
koşan, yani yol kesicilikde bulunan kimselerin cezalan, ancak öldürülmeleri veya
asılmaları veya her biri bir yandan olmak üzere elleriyle ayaklarının kesilmesi
ve yahut yer yüzünden sürülmeleridir. Bu ceza, onlar için dünyada bir
rüsvaylıkdir, onlar için ahretde ise büyük bir azab vardır. Meğer ki onlar,
kendilerine zaferyâb olmanızdan - onları elde etmenizden evvel tövbe etsinler;
Biliniz ki, Allah Tealâ kusurları sötr edicidir. Rahimdir.
Yol kesicilik
.ibadullaha karşı büyük bir tecavüz olduğundan bu, Allah Tealâ ve Resuli
Ekremine karşı bir muharebe sayılmış, bunun ne büyük bir cüret ve cinayet
olduğuna.işaret buyunılmuşdur.
811 - :
Yolcuları yalnız ihafe ve tedhiş suretiyle yol kesicilik edenlerin cezaları,
ta'zir suretiyle darbden ve kendilerini ölünceye veya töv-ve edib şahıslarında,
süleha siması zahir oluncaya kadar nefy etmekden ibaretdir. Bu nefyden murad,
bazı fukahaya göre tağribdir - başka bir beldeye sürmekdir. Bazı fukahaya göre
de habs etmekdir.
812 - : Yol
kesicilerin nefy. edilebilmeleri, yukarıda yazılı âyeti kerime ile sabitdir.
Fukahai kiramın bu nefy hakkındaki akvali ise şu veçhile hülâsa edilebilir :
(1) : Bu
nefyden murad, yol kesicilerin kati ve salb edilmeleridir. Çünkü bu muzir
şahıslar, ancak bu veçhile yer yüzünden hakikaten nefy ve tard edilmiş,
çıkarılıb sürülmüş olurlar.
(2) : Bundan
murad, yol kesicilerin bulundukları yerden başka bir islâm beldesine
'gönderilmeleri, teb'id edilmeleridir.
(3) : Bu
nefiden murad, yol kesicilerin dari islâmdan uzaklaşdınl-maları, onları dari
islâmdan çıkararak tard edilmeleridir. Buna
Hasen ibni Ziyad kail olmuşdur.
3u üç kavi, pek
muvafık görülmemektedir. Çünkü birinci kavi, âyeti kerimedeki tevzii ceza
usulüne muhalifdir. ikinci kavi, bir caninin zararım bir islâm beldesinin
başından kaldırıb diğer bir İslâm beldesinin başına tevcih etmek gibi bir
mahzuru müstelzimdir. Üçüncü kavi ise bir müslüroanı dari harbe teb'id ile
küfre maruz bırakmakdır ve onu ehli is-lâma karşı harbi vaziyetine koymak
tehlikesine baisdir. Bu ise caiz değildir. Bu cihetle bu kavi, sahih
olamaz."
(4) : Bu
nefyden murad, habsdir. Şöyle ki: daha kimseyi öldürmeden ve kimsenin malini
elinden almadan yakalanan yol kesiciler,
tövbe edib de kendilerinde
simai saühîn zahir oluncaya kadar bulundukları beldede habs edilirler. Bu habs
ile habis hane müstesna olmak üzere bütün yer yüzünden nefy edilmiş olurlar.
Lisanı arabda bu gibi habislere dünyadan ihraç, yer yüzünden nefy adı
verildiği vardır, örfi nâs buna gahiddir.
işte âyeti celîledeki
nefy cezasını Hanefî fukahası bu hapis ile tefsir etmek dedir ier. îmam
Nehaî'den de böyle bir rivayet vardır.
(5) : Bu
nefiden murad, yol kesiciyi başka bir beldeye götürüp orada habs etmekdir.
İmam MâHk Hazretleri buna kaildir. Bedayî, Bahri Raik.
813 - :
Yolcuların yalnız mallarını soymak suretiyle yol kesicilik edenlerin cezalan,
her birinin sağ eliyle sol ayağını mafsallarından kes-mekdir. Şu kadar var ki,
bunlardan birinin vaktiyle sol eli kesilmiş veya çolak bulunmuş., yahut bu
elinin baş parmağı veya sair iki
parmağı noksan olmuş, olsa artık sağ eli kesilmez.
Kezalik : sağ ayağı
kesilmiş veya. topal bulunmuş olursa sol ayağı kesilemez. Çünkü bunlar da
kesilecek olsa menfati hayatiyesi büsbütün muhtel olur. Bu veçhile olan ceza
ise öldürmek için değil, zecr içindir.
Maahaza haklarında bu
veçhile ceza verilen yol kesiciler, elde etmiş oldukları malları da mevcut ise
sahiplerine iade etmekle mükellef olurlar. Ve yolculardan birini cerh etmişler
ise bundan dolayı da ayrıca zaman ile mahkûm edilirler. Fakat telef olmuş veya
itlaf edilmiş olan mallan tazmine mecbur olmazlar. Zira had ile zama metim a etmez.
814 - :
Yolcuları yalnız öldürmek suretiyle yol kesicilik edenlerin cezaları da hadden
katilden ibaretdir. Hattâ bunlardan
yalnız birinin bir yolcuyu öldürmesi, had bakımından hepsinin öldürmesi
gibidir. Binaenaleyh hepsinin de hakkında had icra edilir.
815 -:
Yolcularm hem mallarını almak, hem de kendilerini öldürmek suretiyle yol
kesicilik yapanların cezaları hususunda veUyyülemr muhayyerdir: dilerse
bunların evvelâ el ve ayaklarını keser, sonra da kendilerini kati veya salb
eder, dilerse yalnız kati ve'salb eder, dilerse yalnız katle ile veya salb ile
iktifa eyler.
Bu, îmamı Azama
göredir. îmameyne göre bu suretde katı' lâzım gelmez, yalnız hadden kati ile
iktifa olunur. Çünkü mali ahz ile kati hâdisesi bir cinayetdir, yani ; kat'ı
tarik cürmünden ibarfetdir. Binaenaleyh mukabili de bir ukubetdir, bundan
ziyade olamaz. Kat'ı uzuv ile katli nefs ise iki ukubetdir.
Maahaza bu hâdisede
iki cinayet bulunmuş olsa da birinin cezası, diğerinin cezasına dahil bulunmuş
olur. Bir de hadden maksud olan zecr, kati ile hâsıl olacağından kat'a lüzum
kalmaz. Şu kadar var ki, îmam
Ebu Yusüfden bir rivayete göre bu suretde behemehal salb lâzımdır. Bu salb, ya
hadden katilden evvel veya sonra yapılır.
816 - :
Salbin şekli şöyledir: Evvelâ yere amudî suretde bir ağaç dikilir, sonra bunun
tepesine doğru ufkî şekilde bir ağaç rabt edilir, badehu aalb edilecek şahsın
elleri tepedeki ağaca, ayakları da onun altındaki ağaca bağlanır. Mashıb
evvelce kati edilmemiş ise karnı veya sol memesi ölünceye kadar bir mızrak ile
yarılır ve üç gün kadar bu halde bırakılır, nihayet defn edilmesi için ehline
müsaade olunur.
Mukatele esnasında
Öldürülen yol kesiciler, gasl edilirlerse de bunların kendilerine ihanet,
başkalarına da zecr ve ibret için namazları kılınmaz. Fetva bu veçhiledir.
Fakat başka bir veçhile elde edildikten sonra hadden veya kısasen kati
edilecek müsiüman yol kesiciler, hem gasl edilir, hem de cenaze namazları
kılınır. Mebsutı Serahsî, Fethül'kadîr. Bedayî, Hlndiyye.
«(Malikllere göre
veliyyüt emr, dört nevi yol kesiclllk hâdisesinden dolayı muhayyerdir. Şöyle
ki:
(1) : Bir
yol kesici, yalnız yolcuları ihafe etmekle iktifa etmiş olur. Bu halde
veliyyÜl'emr, kati, salb, kat'ı uzuv, nefy cezalarından birini tertib hususunda muhayyer olur.
(2) : Yol
kesici, yolcuların yalnız mallarını ahz etmiş olur. Bu suretde veliyyüPemr,
yalnız kat!, salb ve kat'ı uzuv hususlarında muhayyer olur ,nefiy hususunda
muhayyer olmaz.
(3) : Yol
kesici, yolculardan birini öldürmüş olur. Bu takdirde ve-liyyÜTemr, yalnız kati
ile salb hususunda muhayyer olur, bunlardan birini tercih eder, kat'ı uzuv ve
nefiy hususlarında muhayyer olmaz. Bunları ihtiyar edemez. Velhâsıl :
veliyyüremr, bu esas dahilinde içtihadına göre hareket eder. Meselâ : yol
kesici, rey ve tedbir sahibi olur da mücerred bir eliyle bir ayağının
kesilmesi, şerre masruf olan rey ve tedbirinin zararından âmmeyi
kurtaramıyacağı melhuz bulunursa bunun kati ve salbini iltizam eder. Bilâkis
yalnız kuvvet ve batş sahibi olub kolunun kuvvetiyle iş görebilecek takımdan
bulunursa bunun da bir eliyle bir ayağının kesilmesini tercih eder.
(4) : Yol
kesici, yukarıda, yazılı cinayetlerden1 hiçbirini yapmamış, katil'hâdisesi
vücude gelmemiş olur. Bu takdirde de veliyyüremr, hafif olan cezayı ihtiyar
ederek darb ve nefiy ile iktifa eder. Elmizanülkübra, Şerhi Ebü'berekât,
Hagiyei Düsukl.)
(Şafiîlere göre bir
yol kesici, hem katilde hem de mâli ahzde bulunduğu takdirde evvelâ kati
edilir, sonra gasl ve telkin edilib namazı kılınır, daha sonra da kefenli
olarak salb olunur, üç gün üç gece asılı bırakılır.
Bu salb cezası,
cinayetin vuku bulduğu yerde yapılmalıdır. Meğer ki orada mürur ve ubur ederek
bu manzaradan ibret alacak kimseler az bulunsun, o halde oraya yakın bulunan
münasib bir yerde yapılır.
Yol kesici, kati
edilmedikçe salb olunmaz. Çünkü aksi halde kendisine ziyade ta'zib edilmiş
olur. Fakat diğer bir kavle göre yoi kesici, nai-ka ibret olmak üzere diri
olarak biraz müddet salb edilir, badehu indirilerek kati-olunur. Zira salb,
bir ukubet olduğundan caninin halı hayatında yapılması daha muvafıkdır.
Şunu da ilâve edelim
ki bu kati, Şafiîlere nazaran min vechin had ise min vechin de kısaadır. Hattâ
esah görülen bir kavle göre bunda Kısas mahiyeti daha galibdir. Çünkü bir
hadisede hakkullah ile hakkı ibad içtima edipçe acizlerine binaen hakkı ibad,
hakkullahdan mukaddem istifa olunur.
Fakat diğer bir kavle
göre de bunda had mahiyeti daha galibdir. Zira bu kati. atiiv ile s;mi olmaz ve
bunu müstakillen veliyyÜl'emr istifa eder.
Bu katilde kısas
mahiyeti galib bulunduğu esası üzerine şu meseleler teferrü etmektedir:
(1) : Bir
yol kesici, yolcular arasında bulunan oğlunu veya bir köleyi veya bir zimmîyi
öldürse bundan dolayı kati edilmez, belki bunların diyet veya kıymetini
vermekle mükellef olur.
(2) :
Bir yol kesici, yolculardan bir masumüddemi öldürdükden sonra daha kati edilmeden
vefat etse malinden maktul için hür ise diyet verilmesi, köle ise kıymetinin
ödenmesi lâzım gelir.
(.3) : Bir
yol kesici, müteaddid kimseleri öldürmüş olsa bunlardan ilk öldürdüğü şahıs namına
kendisi de öldürülür, diğerleri için de malından diyet verilmesi lâzım.gelir.
(4 ) : Bir
yol kesici, birim öldürdükten sonra daha elde edilmeden tövbe etse hakkında
katil cezası sakıt olmaz, yani: yapmış olduğu katil, kısası icab etmiş ise
hakkında behemehal kısas icra edilir. Meğer ki ve-liyyi cinayet tarafından afüv
edilsin.
îmam Şafiîye göre yol
kesici hakkındaki nefiy, iki mânâya muhtemeldir, birisi : yolcuları öldürmek
veya onların mallarını almak suretiyle yol kesicilik yapmış oldukları halde
elde edilememiş olan kimselerin bir beldeden bir beldeye kaçıp durmakda
bulunmalarıdır ki, ele geçirilinceye kadar takib edilirler, elde edilince de
hadden cezaları verilir. İkincisi de : yolcuları yalnız ihafe etmekle kalmış
olan ve hükümetin korkusiyle bir yerden diğer bir yere kaçıp duran yol
kesicilerin tutulub ta'zîren habs edilmeleridir. Bunlar da elde edilinceye
kadar takibden kurtulamazlar. Kitabül'üm, Tuhfe 'muhtac.)
(Hanbelîlere göre de bir yol kesici hakkında
aldığı bir inaldan dolayı kat'ı uzuv cezası verileceği zaman bakılır: eğer sağ
eli veya sol ayağı mâdum veya çolak veya bir kısas için kesilmeğe mahkûm ise
yalnız bunlardan mevcut olanı kesmekle iktifa olunur, diğerinden kat'ı cezası
sakıt olur. Ve eğer sol eli madum İse yalnız sol ayağı kesilir, artık eli
kesilmez. Bilâkis'sağ eli madum ise sağ ayağı kesilmez, yalnız sol ayağı
kesilir.
Şayed bir yol kesici,
bir eliyle bir ayağı kesilmek suretiyle ceza gördükden sonra tekrar bir daha
bir kimsenin malını alacak olsa artık diğer eliyîe ayağı kesilmez, belki aldığı
malı mevcud ise iade eder, değilse bedelini zamin olur. Nitekim kati edilmesi
lâzım gelen bir yol kesici, daha kati edilmeden vefat etse öldürmüş olduğu
şahsın diyeti malından istifa edilir. Elmuğnî, Keşşafül'kına.).
(Zahirîlere göre yol
kesici hakkındaki katil cezası, boynunu kılıç ile vurmak suretiyle yapılır.
Kat'ı uzva gelince defada eliyle ayağı birden kesilmez, belki yalnız bir eli
veya bir ayağı kesilir, bunun sağ veya sol olması müsavidir. Elmuhallâ.) [29]
817 - : Yol
kesicilik, büyük bir cinayettir, âmmenin selametine münafi, fevkalâde
mahzurları müstelzimdir. Bu cihetle bunun cezası da o nisbetde ağır, İbretbahg
bulunmuşdur. Hattâ Kur'anıâzimde kat'ı tarik cinayetine «muharebetullah»
denilmişdir. Çünkü imdada koşacak kimselerden mahrum olarak uzak kırlarda,
sahralarda yolculuk edenler, hıfzı ilâhîye dayanarak yollarına devam ederler.
Binaenaleyh onlar ile muharebe ve mukatelede bulunan, onların mallarını
ellerinden almaya çalışan yol kesiciler, Haktaalâ Hazretlerine karşı harbe
cüret etmig gibt olurlar. Bu cüretin cezası ise elbette ağır olsa gerekdir.
Şüphe yok ki
insanların hayatlarına, uzuvlarına verilen kıymet ve ismet, kendilerinin
istikamet ve fazilet dairesinde yagamaları, hak ve hakikate hizmet etmeleri,
halkın hukukuna, ammenin selâmetine tecavüzden müstenib bulunmaları
takdirindedir. Aksi takdirde bu kıymet ve ismet zail olur.
işte hırsızlar da, yol
kesiciler de istikametden ayrılarak halkın hukukuna tecavüz ettikleri, içtimaî
hayatı tehlikeye düşürdükleri için bu kıymet ve ismet nimetinden mahrum kalmaya
müstahik olmuşlardır.
Bazan bir ferdin
sıhhat ve hayatını korumak için bazı uzuvlarının kesilmesine ihtiyaç hasıl
olur. Cemiyetin hayatım, refahım sıyanet ise bir ferdin hayatım sıyanetden daha
lüzumludur. Binaenaleyh cemiyetin hayatını tehlükeye bırakan bir takım muzir
eghasm izalei vücudu vesair suretle
cezalandırılması, medeniyet âleminde zalimane, tecavüzkârâne hareketlerin
zuhurunu azaltmak, fesada müstaid olanlara bir dersi ibret vermek ve binnetice
âmmenin selâmetini, huzurunu temin etmek hikmet ve maslahatına müstenid
bulunmuşdur. [30]
818 - : Yol
kesicilik mahiyyetinin tahakkukiyle bu hâdiseden dolayı hadsuretiyle ceza tertib
edilebilmesi için bazı şartların vücudüne lüzum vardır. Bu şartlar, yol
kesicilere, yolları kesilenlere, maktuun
leh olan mallara, yol kesicilik hâdisesinin cereyan etdiği yere ve yol
kesiciler ile yolları kesilenlerin her ikisine aid olmak üzere beş nev'e
ayrılır. Bunlardan yol kesicilere aid olan şartlar, aşağıdaki veçhiledir:
819 -: Yol
kesicilerin âkil, baliğ, nâtık olmaları şartdır. Binaenaleyh mecnun, çocuk veya dilsiz olanlar hakkında bu
hâd seden dolayı had cezası lâzım gelmez. Hattâ baliğ olan yol kesiciler arasında
bir tane de mecnun veya çocuk bulunsa hiçbiri hakkında had cezası verilmez.
Çünkü kat'ı tarik, bir hadiseden, yol kesicilerin umumiyle kaim bir cinayetden
ibaretdir. Buna iştirak edenlerden birinin veya bir takımının bu cezaya
ehliyeti bulunmadığı takdirde kendilerinden bu ceza sakıt olacağı cihetle bu
hal, şeriklerine de sirayet eder, hâdisede had cezasını müstelzim bir illeti
tâmme bulunmamış olur ve hiç olmazsa bir şübhe tahaddüs eyler, bununla da.
şer'î hadler sukut eder.
Maahaza hâdisede
alınmış bir mal var ise sahibine iade edilmesi lâzım gelir ve bir katil var
ise katili, âkil ve baliğ olduğu takdirde maktulün velîsi tarafından kısasen
kati etdirilir veya afüv edilir.
Bu mesele, imamı Âzam
ile imam Muhammede ve îmanı Züfere göredir, imam Ebu Yusuf den ise şöyle
mervîdir; Eğer bu hâdiseye bilfiil çocuk veya mecnun mübaşeret etmiş ise hüküm
böyledir. Fakat buna âkil ve baliğ olanlar mübaşeret etmişler ise çocuk ile
mecnundan maadası hakkmda had cezası tertib edilir.
820 - : Yol
kesicilerin müslim veya zimmî olmaları şartdır. Binaenaleyh dari islâmda
bulunan müste'menlerin yol keşi eslik de bulunmaları haklarında had cezasını
müstelzim olmaz. Şu kadar var ki elde etdikleri mallan sahihlerine iade
etmeleri ve masumüddem bir kimseyi Öldürmüşler ise kendilerinin de kısasen
öldürülmeleri lâzım gelir. Fakat diğer bir kavle göre müste'menler hakkında da
had cezası tatbik edilebilir.
821 - : Yol
kesicilerin erkek olmaları şartdır.
Binaenaleyh müteaddid
kadınlar, birleşerek yol kesicilikde bulunsalar veya erkek olan yol kesicilere
iştirak etseler bu kadınlar hakkında - kısas ve zeman gibi şahsî cezalar tertıb
edilebilirse de - had cezası tertib edilemez. Çünkü yoi kesicilik, mugalebe ve
mu kat ele voliyle halkın gıdı D gelmesine mani olmak, muharib bir vaziyet
alarak yollan kesmek demeKdir. Bu gibi hareketler ise car! olan âdete nazaran
kadınlardan tahakkuk etmez, onların kalbleri rakik, bünyeleri zaifdir. Bu
cihetledir ki onlar, ehli harbden madud olamazlar.
Bu mesele,
zafcirürrivayeye göredir. Fakat diğer bir rivayete göre kat'ı tarik hususunda
kadınlar ile erkekler müsavidirler. Nitekim sair aer'i hadlerde de müsavi
bulunmakdadırlar.
Kadınlar ile bir ukde
yol kesici ukde bulunan erkeklere gelince : bunların haltlarında da imamı Azam
ile imam Muhammede göre had icra ediıemez, ister kadınlar ile beraber kat'ı
tarik hadisesine bilfiil müDaşe-ret etraıg olsunlar, ister olmasınlar. Zira
haddın sebebi vücubı, bir şeyden iDaretdır ki o da yol kesiciiik hadisesidir.
Bu hadise, yol kesicilerin bir kısmı hakkında haddi icab etmeyince diğerleri
hakkında da icab etmez. Maamafih araya bir şübhe girmiş olur. Had ise şübhe
ile sukut eder.
imam JEbu Yusufe göre
ise bu hâdiseden dolayı erkekler hakkında had icra edilir, ister hâdiseye
kadınlar ile beraber bilfiil mübaşeret etmiş olsunlar, ister olmasınlar. Çünkü
kadınlar, muharib sayılmadık lan için onların haklarında bu had lâzım
gelmiyorsa da erkekler, muharib olduklarından onların haklarında bu haddin vücubüne
bir mani yokdur. Fetva da bunun üzerinedir. Mebsut, Bedayî, Haniyye, Reddi
Muhtar.
(Eimmei selâseye göre
yol kesicilikde bulunan kadınlar ile erkeklerin arasında fark yokdur.
Binaenaleyh yol kesicilerin arasında buîunub onlann yapdıkiarı katil cinayetine
muvafakat eden kadınlar da hadden fcati edilirler. Elmizanürkübra.) [31]
822 - :
Yolları kesilen kimselerin müslüman veya zimmî bulunmaları şartdir.
Binaenaleyh bunlar,
tamamen müste'men bulunurlarsa kendilerine kargı yapılan yol- kesiciiik, had
suretiyle cezayı müstelzim olmaz. Çünkü müste'menler esasen harbîdirler,
darül'harb ahalisinden bulunmakdadır-lar, onlann mallan mutlaka masum değildir,
onların ismetinde gübhe vardır, dari harbe avdet edince bu ismet zail olur. Şu
kadar var ki, bunlar dari islâmda bulundukça amana nail olacakları cihetle
ellerinden alınan mallarını kendilerine iade etmek ve nefislerine tecavüz
edilmiş ise diyetlerini vermek icab eder, bununla beraber bu hâdiseye cüret
edenler, yolları korkunç bir hâle
getirmiş, müslümanlann müste'menlere verdikleri emanı ihlâl etmiş olacakları
cihetle ayrıca ta'zîre, habse de müsta hik olurlar.
Büyük bir kafilenin
bir kısmım yalnız müste'menler teşkil edib de yol kesiciiik hâdisesi yalnız
kendilerine müteveccih bulunmuş olduğu takdirde de hüküm böyledir.
Fakat bir kafile
araaında bazı müste'menlerin bulunması, başkaları hakkında vukubulan katil veya
ahzi malden dolayı haddin lüzumuna mani olmaz. Çünkü bu takdirde müste'menlerin
kafile arasında bulunması, haddin sükutu iğin bir şübhe husule getirmez.
Bedayi.
823 - : Yolları kesilmig olan kimselerin elleri
birer .yedi sahihe olmak gartdır.
Yani : ellerinde
bulunan mallar, ya kendilerinin olmalıdır veya iare, vedia, gasb gibi bir
suretle kendilerinin emanetinde, zamanında bulunmalıdır. Böyle olmazsa had
lâzım gelmez. Cezasını görmüş olan bir sâ-rikin elindeki sirkat malini ahz
etmek gibi. Bedayi.
«(Hanbelîlere göre
mağsub mal, gâsıbın elinde mazmun olmadığı cihetle bunu gâsıbın elinden almak,
haddi müstelzim olmaz. Çünkü bu malı gâsıbdan alan kimse, muharib sayılmaz.
KeşşafüTkınâ.) [32]
824 - :
Maktuun leh olan malların mütekavvim, masum, başkasının hakkı ahzinden biri,
yol kesicilerin mülkü olmagdan ve mülkü olmak te'vil ve şübhesinden hâli, bir
muhafızın tahtı hıfzında muhrez birer mal olması şartdır.
Binaenaleyh meyte gibi
mütekavvim olmayan veya harbîlere aid ulan veya içinde yol kesicilerden birinin
oğluna veya kölesine aid mal bulunan, yahut tenavülüne adeten müsaade edilen
veya yol kesicilerin de şirketi müfave2e veya saire suretiyle kısmen hisseleri
bulunan veya kır da sahibsiz bırakılan bir malı yol kesiciiik suretiyle elde
etmek, haddi müstelzim olmaz. Maahaza bu malları mevcut ise aynen, müstehlek
is<? bedelen sahiblerine iade etmek icab eder. Bedayi.
825 - :
Maktuun leh olan mâlin nisab mikdarına baliğ olması şart-dır.
Binaenaleyh yol
kesicilerden her birine nisab mikdarından noksan düşen bir maldan dolayı had
lâzım gelmez.
826 - :
Hanefî fukahasının ekserisine göre sirkatin nisabı ile kat'ı tarikin nisabı
birdir ki, o da mazrub on dirhemden veya bu kıymetde bir maldan ibaretdir.
Yalnız Hanefiyyeden Hasaft ibni Ziyada göre kat'ı tarikin nisabı, en az yirmi
dirhem veya bu kıymetde bir maldır. Çünkü yol kesiciiik hâdisesinde iki uzvun
kesilmesi lâzım gelir, bu halde nisabın da iki kat olması lâzımdır. Bedayî.
(îmam Mâlike göre kat'ı tarih hâdisesinde
nisab şart değildir. Binaenaleyh nisabi sirkatden daha az bir malı ahz etmek
de haddi icab eder. Çünkü bu ceza, mtfharibliğin bir neticesidir.
Elmizanülkübra.)
(Şafiîlere ve
Hanbelîlere göre nisab şartdır ve bu nisab, nisabı sirkate müsavidir. Hattâ bu
zatlara göre yol kesicilerin elde ettikleri malların mecmuu bir nisab
mikdarına baliğ oldu mu, haddi icab eder, velev ki her birine bir nisab mikdarı
isabet etmesin. Elmuğnî.) [33]
827 - : Yol
kesicilik hâdisesinin vuku bulduğu yerin bir dari islâm olması şartdır.
Binaenaleyh dari
harbdeki müslümanlar arasında vuku bulursa haddi icab etmez. Çünkü haddi
ikameye salâhiyetdat; olan veliyyül'emr-dir, onun ise dari harbde velayeti
yokdur. Bu haddi bilâhare dari islâm-da da İkame edemez. Zira bu hâdise, hini
vukuunda haddın vücubi için bir sebeb olarak münakid olmamışdır.
828 - : Yol
kesicilik hâdisesinin şehir haricinde vuku bulması şart-dır. Şöyle ki: bu
hâdise, şehirlerden mesafei sefer uzak bulunan sahralarda vuku bulmalıdır,
Diğer bir rivayete göre bu hâdise, ümrandan en az üç mil ötede vaki olmalıdır.
Şehirler içinde veya köyler arasında yahut biribirine yakın şehirler beyninde
vuku bulursa bundan dolayı îma-mı Âzam ile İmâm Muhammede göre had lâzım
gelmez. Gerek bu hâdise, gündüzün ve gerek geceleyin yapılsın ve gerek silâh
istimal edilmiş olsun ve gerek olmasın. Çünkü buralarda hükümetin kuvveti
mevcut, imdad yetişmesi kabildir. Binaenaleyh buralarda yol kesicilik edenler.
âdı hıısıziar mcsabcsindetlirkr, darb ve habs suretiyle te'dib olunurlar, elde
etdikleri mallar kendilerinden alınarak müstahiklerine verilir, itlaf etmiş
oldukları mallar da kendilerine tazmin etdirilir.
Fakat îmam Ebu Yusüfe
göre bunların haklarında da kuttaı tarik hükümleri cari olur. Çünkü vücube
sebep olan kat'ı tarik hâdisesi, ba halde de tahakkuk etmiş bulunur.
imam Ebu Yusüfden bir
rivayete göre de şehir dahilinde gündüzün silâh ile yol kesicilik edenler
hakkında had cezası ikame edilir. Silâhsız olarak sopa vesaire ile yol
kesicilik edenler hakkında had ikame ediU-mez. Fakat şehir dahilinde geceleyin
yapılan yol kesicilik, her halde haddi icab eder, gerek silâh bulunsu ve gerek
bulunmasın. Zira geceleyin imdad vukuu nadir olduğundan bu halde silâh ile sopa
vesaire müsavidir. Müftabih olan da budur.
Bazı zevatın beyanına
nazaran Hanefiyye arasındaki bu ihtilâf, âdetin tebeddülünden neş'et etmişdir.
imamı Âzam zamanında şehir ahalisi daima silâhlı bir halde bulundukları
cihetle o zamanda şehirlerde yo! kesicilik
hâdisesi-müsteb'ad bulunmuşdur. İmam Ebu Yusuf zamanında ise ahali silâhlı bir
halde gezmek usulünü terk etmişdir. Bedayi.
«(imam Mâlikden bir
rivayete göre istigasede bulunamıyacak her hangi insanın bir malini elinden
cebren alan bir şahıs, muharıbdir, yol kesicidir.)
(İmam Şafiîye göre de
kat'ı tarik cinayeti; şehirlerde, köyler arasında, biribirine yakın şehirler
beyninde de tahakkuk edebilir. Şafiîlere göre gavsin - imdadın fikdanı şu gibi
suretlerden biriyle olur :
(1) :
Ümrandan, hükümet kuvvetinden uzak bulunulması.
(2) :
Hükümet kuvvetinin zayif bulunmuş olması.
(3) :
Eşkiyanın bir haneyi basıb silâhlarını teşhir ile hanedekilerin istimdadına
mani olmaları. Bu halde o eşkiya, o hane sahiblerine karşı yol kesici hükmünde
bulunmuş olurlar. Tuhfe.)
{Hanbelîlere nazaran
da yol kesicilik cinayeti; hem sahralarda, hem denizlerde, hem de binalar
dahilinde tahakkuk edebilir. Bu husus-da silâh kullanılmasiyle taş, asa gibi
şeylerin kullanılması müsavidir. Elverir ki bu cinayet, mücahereten vaki olsun.
Binaenaleyh bir şehir dahilinde imdad yetişmiyecek bir mevzide alenen vuku
bulan bîr sirkat hâdisesi, bir yol kesicilik demekdir. Eîmuğni.)
(Zahirilere göre de yolculara
karşı mükâbir, korkunç olan, yollai-da fesada çalışan her şahıs, muharibdir,
yol kesicidir. Bu cinayet; silâh ile de, silâhsız da, gece de gündüzün de
yapılabilir ve şehirde de, kırda da, hane veya rnescid içinde- de
vükubulabilir. Yol kesicilerin müteaddid butunub bulunmaması, kendilerine
birini reis tayin edib etmemeleri de müsavidir. Hâsılı, yollara korku bırakan,
gidib gelenlere karşı muharib vaziyetini alan, nefisleri öldüren, malları ahz
eden, şahısları yaralayan, namusları hetk etmek suretiyle halkı korkutan her
şahıs, muharibdir, kat'ı tarikdir. Çünkü bu hususda âyeti kerîme mutlakdır, bir
veçhile mu-hasses değildir. Elmuhallâ.) [34]
829 - : Yol
kesicilerin ayni kafile efradından bulunmamaları şartdır.
Binaenaleyh bir kafile
efradından bazıları, diğerlerinin mallarım ahz edecek olsalar haklarında kuttaı
tarik hükümleri carî olmaz. Çünkü kafile, bir hane mesabesindedir. Kafile
halkının malları hakkında - birbirine karşı - hırz mevcud bulunmamış olur. Bu
halde bunların hakkında alelade sârikler, gâsıblar ahkâmı cereyan eder. Bedayi.
830 - : Yol
kesiciler ile yolları kesilenlerden hiçbiri arasında zîrah-mi mahrem olmak
suretiyle bir karabet bulunmaması şartdır.
Binaenaleyh böyle bir
karabet bulunursa hiçbiri hakkında had lâzım gelmez. Çünkü kafile, bir hane,
bir mahalli hırz mesabesindedir. Bu cihetle bunların malları biribirine karşı
birer mali muhrez hükmündü bulunmamış olur. Bu halde bir şahıs, aralarında zî
rahmi mahremi bu* lunan bir kafile ahalisinden birinin malini alınca kendi
karibinin hanesinden bir malı çalmış £ibi olur. O mal, gerek karibinin olsun
ve gerek olmasın. Bu sirkat ise haddi icab etmez.
Maahaza aralarında
böyle karabet bulunan kimseler, âdete nazaran biribirinin mâline karşı müsaid,
müsamahakâr bir vaziyetde bulunurlar. Had cezasının sebebi ise aralarında
müttehiddir ki, o da kat'ı tarik hadisesidir. Bu cihet ise bir şübhe İras
edeceğinden had icrasına mani olur. Fakat şahsî haklar var ise onlar istifa
olunur. Bedayî, Muhiti Burhanı. [35]
831 - : Yol
kesicilik cinayeti iki suretle sabit olur: ikrar, beyyine. Şöyle ki: bu hâdise,
hâkim huzurunda sahih.bir husumet, bir dâva vuku halinde ya ikrar ile veya
beyyine ikamesiyle sabit olur.
Binaenaleyh yol
kesiciler, hâkimin huzurunda bu cinayetlerini itiraf ederlerse veya inkâr edib
de bu hareketleri şahidlerin şahadetleriyle sabit olursa haklarında lâzım
gelen ceza tertib edilir.
832 - : Yol
kesiciliği ikrar hususunda İmamı Âzam ile îmam Mu-hammede göre bir kerre ikrar
kâfidir. Fakat îmam Ebu Yusüfe göre en az iki kerre ikrar lâzımdır, imam Ahmed
Ibni Hambelin kavli de böyledir.
833 - : Yol
kesicilik hususunda şahidlerin lâakal iki erkek olması ve her ikisinin de
hâdiseyi muayene etmiş olduklarına veya yol kesicilerin ikrarda bulunduklarına
şahadet etmeleri icab eder. Biri muayeneye, diğeri de ikrara şahadet etse
şahadetleri muteber olmaz.
Kezalik : şahidler,
hâdisesinin kendileri veya arkadaşları hakkında vuku bulduğuna şahadet etseler şahadetleri
yine kabul olunmaz.
Bu hususda hâkimin
ilmi, esbabı sübutiyyeden değildir. Mebsut, Bedayi. [36]
834 - :
Kuttaı tarik hakkında icab eden had ve ta'zir cezasını ikame etmek salâhiyeti,
veliyyül'emr ile onun tayin edeceği hâkimlere aid-dir.
Binaenaleyh bu
cezaları ne yolları kesilmiş olanlar, ne de maktullerin velîleri ikame
edemezler. Belki bunu bizzat veliyyülemr veya onun naibleri bulunan hâkimler
ikame ederler. Gerek mal sahiblerile maktullerin velileri, bu cezaların
ikamesini taleb etsinler ve gerek etmesinler. Çünkü bu cezalara hakkullah, âmme
mesalihi teailûk etmişdir, bunların herhalde bu veçhile ikamesi lâzım gelir.
835 -: Yol
kesicilerin elleriyle ayaklarının kesilmesine ve kendilerinin Öldürülmesine
hükmedildikden sonra bunlar daha habishanede iker. bir kimse, veliyyüremrin
veya naibinin iznini istihsal etmeksizin bunlardan birinin elini kesse veya
birini öldürse ta'zire müstahik olur. Fakat hakkında kısas ve diyet gibi bir
ceza lâzım gelmez. Çünkü eli kesilen veya öldürülen şahsın zaten hâkim
tarafından kanı ihlâl, uzvunun hürmeti iskat edilmişdir. O kimse, her ne kadar
veliyyül'emrin reyini istihsal et meden böyle bir hareketde bulunduğundan
dolayı ta'zire lâyık olursa da nefsel'emr itibariyle haddi ikameden başka bir
şey yapmamışdır. O kimse, islâm cemaatinden bir ferddir, veliyyüremir ise
cemaati müslimî-nin mümessilidir.
" Binaenaleyh o
kimsenin bu fi'li, bu haddi istifa hususunda veliyyüremrin fi'li mesabesinde
bulunmuş olur da hakkında kısası, diyeti müstelzim bulunmaz.
Bu hâdisede mahkûmun
yalnız eli kesilmiş olsa hâkim tarafından da hakkında katilden ibaret olan
bakîyyei had ikmal edilir.
836 - : Yol
kesicilik töhmetiyle mahbus bulunan bir şahısı kendisine isnad edilen cürüm
daha sabit olmadan bir kimse amden öldürse bu kimse hakkında kısas lâzım gelir,
velev ki bilâhare o cürüm beyyine ile sabit olsun. Çünkü hâkim tarafından
deminin hılline hükmedilmedikce o şahsın ismeti, hürriyeti hayatiyyesi mücerred
töhmet ile mürtefi olmaz. Bu halde o yol kesicinin artık hılli demine, yani,:
kati edilmesine hüküm vermeğe lüzum kalmaz. Zira mahal, fevt'olmuşdur. Bu
takdirde beyyine-nin vücudiyle ademi müsavidir. Şu kadar var ki, bu müttehem
şahısı ve-livyi maktul, yani : o şahsın yolda öldürmüş olducu kimsenin velîsi,
öl-dürece kohırsa hakkında kısas lâzım gelmez. Çünkü bu takdirde kendisine aid
olan bir hakkı istifa etmiş olur. Elverir ki bu hâdise sabit bulunsun.
837 - :
Yolcular, kendilerine tecavüz eden yol kesicilerden bazılarını öldürecek
olsalar üzerlerine bir sev lâzım gelmez. Çünkü bıı suretle kendi havatlannı,
mallarını müdafaada bulunmuş olurlar.
Fakat bir yol kesici,
gördüğü müdafaa üzerine kaçıb da terk
edildiği takdirde kendilerine karşı kat'ı tarike kadir olamayacağı - bir mevzie
eritdiği halde takib edilerek kafile halkı tarafından kati edilecek olsa
katilleri Üzerine diyet lâzım gelir. Zira bu halde kati fi'li, yolcuların
havatlannı veya mallarım müdafaa maksadına müstenid bulunmamış ahır. Mebsut,
Bedayi, Hîndiyye.
c(Eimmei selâseye, Ebu
Süleymana, Zahirîlere göre de yol kesicilerin cezalarını yalnız veliyyüremr
ikame eder. Veliyyüddem = kafilede kati edilen yolcunun velîsi, bunu bizzat
ekame edemez. Bunda iki hak, hakkullah ile veliyyi maktulün hakkı içtima etmiş
olur. Hakkullah ise kazaya ehakdır .onun alacağı edaya evlâdır. Veliyyül'emr, katıı tariki kati veya salb edince veliyyi maktulün hakkı kısası
diyete münkalib olur. VelivyüFemr yol kesiciyi öldürmeyib de elini veya
ayağım kesse veya lefy etse veliyiy maktul,
muhayyer olur, dilerse onu kati eder, dilerse ondan diyet alır ve dilerse onu
afüv eyler. Elmuhallâ.) [37]
838 - :
Kat'ı tarikden dolayı icab eden haddi şer'î, afüv edilemez, bundan sulh ve ibra
da caiz olmaz. Bu cezadan herhangi bir şahsın vas-geçmeğe salâhiyeti yokdur.
Binaenaleyh hadden
tatbiki icab eden kat', katil veya salb cezası behemehal istifa olunur. Bunu
yollan kesilmiş olan kimseler ile maktullerin velileri gerek afüv ve terk
etsinler ve gerek etmesinler. Hattâ bu ,cinayet, alelusul sabit öîdukdan sonra
bunun icab eden cezasını veliyyül-emr de terk ve iskat edemez. Çünkü buna
hukuki âmme teallûk etmis-dir. Böyle bir hakkı ise hiçbir kimsenin bir veçhile
ibtal ve İskata salâhiyeti olamaz. Bedayî, Hidaye.
839 - :
Müteaddid defalar vol kesicilikde bulunarak muhtelif kimselerin mallarım almış
olan şahıslar, bu cinayetlerinin birinden dolayı mahkemece teslim edilerek
hadden sağ elleriyle sol ayakları kesilecek olsa artık diğerlerinden dolayı
muahaze olunmazlar, müstahik oldukları cezalar arasında bir tedahül bulunmuş
olur.
Yol kesicilik ile sair
hudud esbabı içtima etdiği takdirde de hüküm böyledir.
Meselâ : bir şahıs,
yol kesicilikde bulunduğu gibi zinada, şürbi hamrde, sirkatde de bulunmakla
bunların birinden dolayı kati edjjlecek olsa artık diğerlerinden dolayı ne
kendisine celde vurulur, ne de bir uzvu kesilir. Çünkü bunlar, hukuki
ilâhiyyeden olduğu cihetle müsamaha esasına müstenid buîunmuşdur.
Maahaza kati, ağır bir
cezadır, bununla matlûb olan red ve zecr gayesi husule gelir. di£er cezalar da
buna dahil olarak tedahülü müczat hâdisesi tahakkuk etmiş olur. Mebsut, Bedayi.
«(îmam Şafiîye göre bu
cezalar, arasında tedahül cari olmaz. Bunlardan her biri sırasivîe istifa
olunur. Zira bu cümlelerden her biri müstakil bir cinayet olduğundan her biri
için ayrıca bir had icab eder. Tuhfe.) [38]
840 - : Yol
kesicilik cinayetinde bulunanlar hakkında icab eden had cezasını iskat edecek
şeyler şunlardır :
(1) :
Yolları kesilmiş olan kimselerin, yol kesicilerin İkrarlarını tekzib etmeleri.
Şöyle ki : bir şahıs, kat'ı tarikde
bulunduğunu ikrar etdiği hald: yolu kesilmiş olan kimse : «Hayır, yalan yere
ikrar ediyor, böyle bit şey vuku bulmamışdır» diyecek olsa artık had icra
edilemez.
(2) : Yol
kesicilerin ikrarlarından rücu etmeleri. Bu takdirde şüb-heye mebni haklarında
had icra edilemez. Fakat ikrarları,
haklarında kısası veya zemanı mali icab etmiş, iae bununla mahkûm olurlar.
Çünkü bunların bu ikrarlarında rücu etmeleri, eşhasın hukukuna teallûk eden bu
gibi şeyleri iskat edemez.
(3) :
Yolları kesilmiş olan kimselerin, ikame edilen beyyineyi tekzib etmeleri.
Şöyle ki, bu kimseler, ikame edilen
şahidlerin yalan yere şahadetde bulunduklarım dermeyan etseler artık had
cezası tertib edilemez.
(4) : Yol
kesicilerin yolculardan elde etdikleri mallara herhangi bir suretle malik
olmaları. Şöyle ki : bunlar, bu mallara hâdisenin mahkemeye intikalinden evvel
veva sonrabeyi, hibe veya tevarüs gibi bir suretle mâlik olsalar artık had
icrasına mahal kalmaz.
(5) : Yol
kesicilerin tövbekar olmaları. Şöyle ki : bunlar, daha elde edilmeden bu
caniyane hareketlerinden peşiman olub âtiyen bir daha böyle bir hareketde
bulunmamaya azm edecek olsalar artık haklarında ioab eden had sakıt olur.
Binaenaleyh evvelce yapmış oldukları cerhden, katilden, ahzi malden dolayı
hukuki umumiyye namına mesul olmazlar. Maamafih bu hususda tövbelerinin kabule
savan görülebilmesi için yolculardan almış oldukları mallan da mevcud ise
aynen, değilse bedelen sahiblerine iade etmeleri lâzımdır. Çünkü bu tövbeleri,
şahsî hakları iskat edemez.
Acaba bu malları iade
etmeseler haklarında had icra edilebilir mi? Bu hususda iki kavi vardır. Bir
kavle göre had sakıt olmaz. Diğer bir kavle, eöre sakıt olur. Racih olan da bu
kavidir.
Maahaza bir takım vol
kesiciler, bir zaman yolcuların mallarını almış iken bilâhare daha elde
edilmeden bu mesleklerini terk ile uzun bir müddet aileleri arasında ikamet
etmiş bulunsalar artık haklarında had - iflHhsanen - ikame edilemez. Çünkü
tekadümi ahd, haddi istifaya manidir.
ibni Zevd» vp.nmakda oldueu yol kesiciîiei
terk ederek t&ib . Bunun üzerine imam AH - radıvallahü tealâ anh -
Basm-daki valisine şöyle yazmışdır: Haris ibni Zeyd, yol kesicilerden idi, terk
ederek ondan vaz geçmişdir, artık ona hayırdan başka suretle tariz
edü-miyecekdir. Mebsutı Serahsî. Bedayî. Bu gibi kimâeierin hakkında cezanın
terk edilmesi, emsalinin tövbekar olarak salâhı hal kesb etmelerine saik
olabilir.
841 - :
Tövbe etmekle şahsî hakların sukut etmiyeceği esasına şu meseleler de tefemi
eder :
(1) : Yol
kesicilikden tövbe edenler, yolculardan
birini öldürmüg oldukları
takdirde veliyyi maktule teslim edilirler. Veliyyi maktul, dilerse kendilerini
afüv eder, dilerse lâzım gelen kısas veya diyet hakkını is-fi eyler. Şöyle ki :
bunlar, maktulü silâh ile öldürmüşler ise kendiler. de kısasen kati edilin
Sılandan sayılmayan sopa gibi bir şey ile öidür-, müşler ise âkileleri üzerine, âkileleri yok
ise yalnız kendileri üzerine diyet itası lâzım gelir.
(2) :
Tövbekar olan yol kesiciler, evvelce yolcuların hem mallanın almış, hem
içlerinden bazılarını öldürmüş, hem de bazılarım cerh etmiş bulunsalar bu halde
almış oldukları mallar ile yapmış oldukları
katil cinayetinden dolayı yukarıda yazılı muameleye tabi olurlar. Cerh cinayetine
gelince bundan dolayı da haklarında
kabil ise kısas icra edilir yani : mümaselet ve müsavat mümkün olduğu
takdirde cerhe bedel kendilerinde de cerh vücude getirilir, kabil değilse
yapmış oldukları cerhin iktiza eden diyetini vermeleri lâzım gelir, Meğer ki
mecruh veya varisleri kendilerini afüv etsinler.
Hâsılı : yol
kesicilerin yaptıkları cerh cinayetinden dolayı haklarında kat' ve katiî gibi
muayyen bir haddi şer'î yokdur. Belki bundan dolayı hakkı şahsî olarak ya kısas
veya diyet lâzım gelir.
(3) : Tövbe
eden yol kesiciler, evvelce yolcuların hem mallarını almış, hem de içlerinden
bazılarını cerh etmiş, yahut mallarını almayıb yalnız bazılarını cerhde bulunmuş
oldukları takdirde de hüküm, sabık veçhiledir. Yani : malları sahihlerine iade
etmeleri ve cerhden dolayı da afüv vuku bulmadığı suretde kısasa veya diyet
itasına mahkûm olmaları icab eder.
(4) : Yol
kesiciler, bazı yolcuları ihafe için cerh edib de daha kimsenin malım almadan
ve hiç bîr kimseyi öldürmeden elde edilmekle tev bekâr olsalar haklarında
hadden ceza tertib edilmez. Şu kadar var ki cerh hâdisesinden dolayı haklarında
afüv vaki olmazsa kısas veya diyet lâzım gelir, yapmış oldukları korkutma cürmünden
dolayı da ta'zîr kabilinden olarak habs edilirler.
Fakat vol kesiciler,
yolculardan birinin mâlini aldıkdan sonra veya havatına kıvdıktan sonra hükümet
tarafından elde edildiklerini mütea-kib tevbe etseler buna itibar olunmaz.
Binaenaleyh haklarında icab eden haddi ser'î, sakıt olmayacağından tatbik
edilir. Çünkü bu halde tevbe-lerinin samimiyetine hükm edilemez. Bedayî, Muhiti
Bürhanî, Bahri Raik.
«(Malikîlere göre de
bir vol kesicinin tevbekâr sayılması için şu gibi kaviler vardır :
(1) : Bir yoî
kesicinin.-tövbesi, vol kesiciliği terk etmekle" hâsıl olur, Velev ki
hükümete gelib dehalet etmiş olmasın.
(2) :
Silâhını bırakıb hükümete tâyıan gelerek teslim.olmasiyle husule gelir
(3) : Yol
kesiciliği bırakıb hanesinde İkamet etmek ve komşularına görünüb durmakla olur
Şerhi Ebil berekâ. [39]
İÇİNDEKİLER
: Ta'zirin mahiyeti ve meşruiyeti. Ta'zirin ehemmiyeti ve nevileri. Ta'zir
icrası İçin icab eden şartlar. Ta'zirlerin müc rimlere nazaran mertebeleri.
Ta'ziri müstelzim cürümler. Ta'ziri müs-telzim cürümlerin sureti sübutu.
Ta'ziri ikameye selâhiyetli olan zatlar. Ta'zirin ne veçhile tatbik edileceği.
Ta'zir ile hudud arasındaki farklar. Velayeti cerâimîn mahiyyetj ve vülâti
cerainün vazifeleri. Ihtfcab müesseseleri ve siyaseti şer'iyye. [40]
842 - : Ta'zir kelimesi - ıstılah kısmında da
yazıldığı üzere -?-Jûgatde men, red, icbar, tahkikr, te'dîb mânalarını ifade
etdiği gibi nus-ret, iane, takviye, tevkir, ta'zim mânalarını da ifade eder.
Hukuk bakımından
ta'zir : «hakkında muayyen bir ukubet, bir haddi şer'î mevcud olmayan
cürmlerden dolayı tatbik edilecek te'dib ve ceza» demekdir.
Bu kelimenin lûgavî
mânalariyle ıstılah! mânası
arasındaki münasebet ise hafî
değildir. Çünk,ü ta'zîr, müessir bir ibret teşkil ederek ba'şkalarını cürümlere
mücaseretden men edeceği
gibi mücrimleri de tekrar cürme
mücaseretden men eder.
Diğer bir itibar ile
ta'zir, haklarına tecavüz edilen veya mazlum mevkiinde bulunan kimselere karşı
bir yardım, bir takviye mahiyetinde tecellî eder.
Diğer bir itibar ile
de ta'zir, mücrimleri zulümden, denaet ve ma'-siyyetden men ile tehzibi ahlâka
nail, vekar ve nezahete mazhar eder.
işte bu gibi
mülâhazalara mebni bir kısım cezalara «ta'zir» adı verilmiştir. Cem'i :
«ta'zirât» dır.
843 - :
Ta'zirin meşruiyeti, kitab ile, sünneti nebeviyye ile ve Ic-mai ümmet ile
sabitdir. Resuli Ekrem - sallallahü aleyhi vesellem - Efendimiz, birisine «ey
muhannes» dive tahkirde bulunan bir şahsı ta'zir etmişdi, diğer bir şahsı da
bir töhmetden. dolayı ta'zir olmak üzere habs buyurmuşdu, Zeyleî. [41]
844 - : Ta'zîr, islâm hukuku bakımından bir ceza,
bir te'dib ve tehzib, bir siyaseti şer'iyye mahiyetinde tecellî eder. Ta'zirin
dairesi pek geniş, ehemmiyeti pek
büyük, lüzumu pek aşikârdır.
Cemiyet hayatında bî
nihaye cürümler = günahlar, ma'siyyetler, memnu hareketler ve kusurlar vücude
gelebilir. Bunların bir kısmı hakkında muayyen, mahdud bir cezai şer'î yokdur,
bir kısmı hakkındaki şer'î, muayyen cezalar da bazı şeraitin bulunmamasına
mebni sukut edebilir. Halbuki herhangi bir cürmün, muzir bir hareketin
mukabilinde bir ceza, bir mania bulunmaması içtimaî hikmete münafîdir.
Binaenaleyh islâm
hukuku, bu husuadaki pek geniş ceza ahkâmını m ta'zir namı altında muhtevi
bulunmuş, bunun takdirini ve tatbikini âmme riyasetini haiz olan ülül'emrin ve
onların naibleri olan hâkimler ile sair bir kısım devlet memurlarının rey ve
içtihatlarına tevdi ve tef-'viz eylemişdir.
845 - :
Ta'zir unvanı altındaki cezaların nevilerine gelince bunlar da başlıca şu on
yedi kısma ayrılır:
(1) : Mücerred
ilâm. Bu, hâkimin mücrime «Sen şöyle
yapmışsın» veya «Sen şöyle yapıyor muşsun» diye ihtar etmesidir.
Bu ihtar, hâkimin
mücrime gönderilecek emini vasıtasiyle de yapılabilir.
(2) :
Biccelb ilâm. Bu, hâkim
tarafından mücrim mahkemeye celb ve davet edilerek kendisine
«Sen şöyle yapmışsın, veya yapıyor-muşsun» tarzında bilmüvacehe
yapılan ihtardır.
(3) : Vaiz
ve nasihat. Bu,
hâkim tarafından mücrime
intibahını calib olacak suretde verilen öğütden ibaretdir.
(4) : Sert
yüz göstermek, meclisden çıkıb gitmek. Bu, hâkimin mücrime abusâne bir çehre
ile bakmasından ve kendisinden münfail olduğunu gösterir bir suretde meclisi
terk etmesinden ibaretdir.
(5) : Tekdir
ve tevbih. Bu, hâkim tarafından
mücrimi azarlamadan ve kendisine sert
lâkırdı soylemekden ibaretdir.
(6) :
Muvakkat habs. Bu, mücrimin ıslahı haline medar olmak üzere muayyen bir müddet
habs ve tevkif edilmesi demekdir.
(7) :
Müebbed habs. Bu, mücrimin fesadını def için Ölünceye kadar habs edilmesi
demekdir.
(8) : Gayri
muayyen habs. Bu, müddeti meçhul olub
mücrimin halini ıslah edeceği zamana
kadar olan habs demekdir. Buna «habsi
meçhul» de denir.
Habs suretiyle ta'zir
cezası, mücrimi resmî habishanelerden birine koymak suretiyle olabileceği gibi
kendi hanesinde tevkif ve ikamete memur etmek suretiyle de olabilir.
Habs müddetini takdir
ve tayin ise hâkimin reyine muvaf£ezdi>. Cinayetler ve hacr mebhaslerine de
müracaat!.
(9) : Nefy
ve tağrib. Bu, mücrimin bir müddet bulunduğu beldeden başka bir beldeye
uzaklaştırılmasından ibaretdir. Bu müddeti tayin, hâkime aiddir.
Ömerübnül'hattab
hazretleri, bazı kadınları fitneye düşürmesi mel-; huz bulunan «Nasr ibni
Haccac» adındaki hüsn ve cemale mâlik bir
genci Medineimünevvereden nefy etmiş, bu mübarek beldeyi ondan tathire
lüzum gördüğünü söylemişdi. Maamafih
Hazreti Ömer, başka bir şahsımişdi, hu şahıs Rûm diyarına iltihak ederek
irtidad etnıişdir. Bundan haberdar olan Hazreti
Ömer : bundan sonra kimseyi nefy etmem) fitne
için
demişdir. İmam Ali
Hazretleri de tagrib kâfidir) demişdir.-
Bedayi.
Binaenaleyh nefy ve
tagrib hususunda ihtiyatla hareket edilmesi lâzımdır. Bir müslümanı bir islâm
beldesine nefy etmek mahzurlu görüldüğünden onu ecnebi bir memlekete nefy
etmek ise asla caiz görülemez. (228) inci sahifeye de müracaat!.
«lîmam Şafiîye göre
ta'zir tarikiyie olan nefy müddeti, hur hakkında b:r sineden, rakik hakkında
da altı aydan noksan olmak lâzımdır.)
(10) :
Teşhir. Bu, mücrimin yüzünü karaltarak veya kendisini bîr merkebe tersine
bindirerek şehir içinde dolaştırmak suretiyle olur. Yapılan cürmün bir münadî
tarafından haika ilân edilmesi de bu kabildendir. Sirkat gibi, yalan yere
şahadet gibi fazihaları irtikâb eden şahısları halka ilân etmeğe «tecris» adı
da verilmişdir.
Tecris. bir nevi
teşhir ve tefzih demekdir. Maamafih hâdiselerin bir adamı tecribedîde,
kaviyyürrey bir hâle getirmesine de «tecris» denilir.
(11) :
Ukubetler ile tehdid. Bu, bir mücrime ıslahı hal etmediği takdirde muhtelif
ukubetlere maruz
bırakılacağını İhtar etmekdir.
(12) :
Velâyetden - mo'muriyetden azl. Bu, resmî veya gayri resmî vazifesini
suiistimal eden bir memurun, bir hâkimin, bir valinin meni uriyetden az! ve
men edilmesi demekdir,
(13) : Kulak
bükmek. Bu, mücrimin te'dib ve intihabı
için kulağını çekib bükrnekden ibaretdir.
(14) : Darb
= dayak
Bu. mücrimin el ile veya bir değnek ile dö-ğülmesinden ibaretdir.
Değnekle döğmenin mikdarı, imamı Azama göre üçden nihayet otuz dokuz darbeye
kadardır. îmam Ebu Yusüfe göre hur
hakkında üçden doksan beş veya doksan dokuz, rakik hakkında da üçden otuz dokuz
darbeye kadardır.
İmamı Âzam Hazretleri,
rakikler hakkındaki haddi, imam Ebu Yusuf Hazretleri de hürler hakkındaki
haddi mikyas tutmuşdur. Fukahai
kiram, bir hadisi şerife mebni ta'zir darbelerini had darbelerinden biraz
noksan olarak kabul etmiş bulunuyorlar.
Fukahadan bazıları,
îmam Ebu Yusuf Hazretlerinin reyini tercih etmişdir. Fakat ceza hususunda mücrimin
lehine hareket edilmesi, ihtiyata daha muvafık olduğundan imamı Âzamin re'yi
mütüni fıkhiyye-ye dahil ve daha müreccah bulunmakdadır. Bedayi.
«(imamı Mâlike göre bu
ta'zir darbelerinin mikdarı, Imamül'müs-limînin, ve onun naibi olan hâkimlerin
reylerine muhavveldir, bir maslahat görülürse had mikdarından = yüz değnekden
fazla da olabilir. Düsukî.
(Ibni Ebi Leylâya göre
ta'zirin en çoğu yetmiş beş değnekdir. El-muhallâ.)
(İmam Şafiîye göre
bunlar, hür hakkında kırkdan, rakik hakkında da yirmiden noksan olmalıdır. Bir
kavle göre de yirmi darbeden nok> san olmalıdır. Tuhfetül'muhtac.)
(imam Ahmede göre de
bu darbelerin mikdarı, ondan ziyade olamaz. Nitekim bir hadisi şerifde = Bir
kimseye hududı ilahiyyeden olan had
müstesna olmak üzere - on
değnekden fazla vurulamaz)
buyuruhnuşdur.
Ancak bu hususda bazı
müstesnalar vardır. Şöyle ki müşterek veya başkasiyle evli olan cariyesine veya
zevcesinin veya evlâdının cariyesine veya^ bir meyteye tekarrüb eden şahsa
doksan dokuz değnek vurulur. Ramazanı şerifde gündüzün içki kullanan şahıs
hakkında da had ile beraber ta'zir olarak yirmi değnek vurulur. Keşşafülkına.)
(Zahirîlere ve Leys
ibni Sa'de göre de ta'zir suretiyle darbın en çoğu on değnekdir, bundan ziyade
olamaz. Elmuhallâ.)
Hanefîlerİn eazimine
göre darb ile olan ta'zirin haddi asgarîsi, hâkimin reyine muvaffezdir. Bu,
iki veva bir darbeden ibaret de olabilir.
Dayak cezası,
insanların haysiyetine, izzeti nefsine münafi görülebilir. Fakat cezaların
hepsinde de bu hal mevcuddur. Filhakika insanların izzeti nefsini rencide
etmemek, müslümanlıkda bir esasdır. Fakat cemiyet arasında bir takım fena
şeyleri irtikâb ederek halka kötü bir numune olan, bu suretle izzeti nefsini
kendi eliyle imhaya çalışmış bulunan mütecaviz bir şahsı dayak ile ıslaha
çalışmak, âmmenin selâmeti için kabulüne ihtiyaç görülen brr çaredir.
Kabiliyetler, ma'siyyetler, mü-tefavit olduğundan hâkim, hikmet ve maslahata
göre hareket eder, kanaat getirdiği bir ihtiyaca mebni dayak suretiyle ta'zir
cihetine gideı. buna ba^an pek ziyade lüzum görülebilir.
Maamafih imam
Serahsîye göre safı' = sille vurmak suretiyle ta -zir, caiz değildir. Bir
şahsın kafasına veya boynuna açık el ile vurmak, istihfafın en son derecesidir,
bundan ehli kıble siyanet olunur. Zeyleî, Reddül'muhtar. Hudud mebhasine de
müraceat!.
(15) : Kati.
Bu da fesadı itiyad edib, başka suretle münzecir olmayan herhangi bir şeririn öldürülmesinden ibaretdir. Buna
«hadden kati» de denir ki, memleketde fesada sa'y eden herhangi bir
şahsın emri veliyyilemr ile siyaseden kati edilmesi demekdir.
(16) : Hedmi
beyt. Bu, her türlü fesadı itiyat eden şerir bir şahıs üzerine bulunduğu
odayı yıkmakdan ibaretdir.
'içerisinde memnuatdan
biri irtikâb edilen bir hanenin hakkı hürmet ve masuniyeti sakıt olacağından
ledel'maslaha ve (ayyüremrin emriyle içine girilmesi ve zaruret ânında hednı
edilmesi caizdir. Nitekim bir takım şakilerin tahassun etdikleri yerler,
ledel'icab top ile veya saire ile yıkdırılmışdır.
(17) : Nakdî
ceza. Bu, mücrimden bir mikdar para almakdan ibaretdir. Bu
para muhafaza edilir, halini ıslah ederse mücrime iade edilir,
etmezse âmme masalihine sarf olunur.
Para almak suretiyle
ta'zîrin cevazına yalnız İmam Ebu Yusuf kaü olmuşdur. Sair müetehidler buna
kail değildirler. Kat'ı uzuv suretiyle ta'zir caiz olmadığı gibi mücrimin
emvalini elinden almak, itlaf etmek suretiyle de ta'zir caiz görülmemekdedir.
Bu zevat, böyle bir ta'zir usu-liyle halkın emvaline bir takım kimselerin
musallat olmalarına yol açılmış olabileceğim dermeyan ediyorlar. Mebsut, Fethül'kadir,
Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.
«(Hanbelî fukahası da
diyorlar ki, ta'zir, mal ahziyle, bir mali itlaf ile olamaz. Bu hususda
istinad edilecek bir emri şer'î yokdur. Maamafih ta'zir, te'dib içindir.
Te'dib ise itlaf suretiyle olamaz.
Hanbelîlere göre bir
ta'zir usulü daha vardır ki, o da müteezzî olacağı anlaşılan bir mücrimin
başındaki saçları tıraş etdirmekden ibaretdir. Mücrimin bundan müteezzî
olması, hakkında intibahı mucib bir ceza mahiyetinde bulunur. Keşşafül'kına.)
(Şafiîlerce mücrimin sakalını
tıraş etmek suretiyle ta'zir caiz görülmüyor. Şafiî ve Hanbelî fukahasınca
kabul edilmiş olan ta'zir nevilerinden biri de mücrimi diri olarak salb
etmekdir. Bunun müddeti üç günden ziyade olamaz. Mücrim bu müddet içinde
yemeden, içmeden ve ima ile namaz kılmadan men edilemez.
Şafiîierden diğer bir
kavle göre bu mücrim, namazlarım ima ile değil, bilâ ima kılabilir, buna
muhalefet olunamaz. Tuhfetül'muhtac.) [42]
846 - : Ta'zir; bir cezadan ve bir te'dibden ibaret
olduğu için bu hususda hür ile rakik, erkek ile kadın, müslim ile zimmî, baliğ
ile gayri baliğ müsavidir. Şu kadar var ki, gayri baliğin mümeyyiz olması lâzımdır.
Binaenaleyh ta'zir
yapılabilmesi için aşağıda yazılı olduğu veçhile başlıca iki şart vardır:
847 - :
Ta'zir olunacak şahsın âkil olması
şartdır. Binaenaleyh mecnunların
hakkında ta'zir yapılamaz.
Çünkü onların fi'lleri esasen
cürmden madud değildir.
848 - : Ta'zir olunacak şahsın baliğ ve hiç
olmazsa aabiyyi mümeyyiz olması şartdır.
Baliğ ve âkil plan bir
mücrim hakkında tatbik edilecek ta'zire «uku-beten 'tazir» denir ki bu,
mükellef bir şahıs tarafından irtikâb olunub da şer'an muayyen bir cezası
bulunmayan bir cürümden dolayı bir ceza olarak yapılan ta'zirdir. Mümeyyiz
çocuk hakkındaki ta'zire de «te1-diben ta'zjr» denilir. Istılah kısmına
müraceat!.
849 - :
Mümeyyiz olmayan çocuklar, yapacakları
her hengi bir fi'lin neticesini, mesuliyetini tasavvur
ve idrakden âciz bulundukları cihetle onların fi'lleri cürüm sayılmaz.
Binaenaleyh ta'ziri müstelzim olmaz. Mebsut, Bedayî.
«(Fıkhı Hanbelîde
deniliyor ki : nâsa saldıran veya gayri meşru mukarenetleri itiyad eden veya
sair bazı gayri meşru hareketlerde bulunan mecnunlar, bu gibi hallerden vaz
geçmelerini mümkün mertebe temin için darb edilebilirler. Bu darb, bir ukubet
maksadiyle değil, bir inzicar maksadiyle yapılır.
«Bazı mecnunların
darüşşifalarda darb suretiyle cinnet halinden kurtulmalarına çalışıldığı
malûmdur.»
'Mükellefler hakında
haddi icab eden fi'ller, mümeyyiz çocuklar hakkında ta'ziri müstelzim olur.
Kezalik namaz gibi,
oruç gibi dinî vazifelerini ifaden veya yazı, ilim, sanat gibi şeyleri
öğrenmeden kaçınan mümeyyiz çocuklar müna-sib bir veçhile ta'zir edilebilirler.
Keşşafül'kma.)
Bir hadisi şerifde
buyurulmuştur. Yani : çocuklarınıza yedi
yağlarına girince namaz kılmaları için emr ediniz, on yaşlarına girince de
onları namaz kılmamalarından dolayı düğünüz.
Bu döğmek ise te'dib
ve tehzib tarikiyledir, ukubet tarikiyle değildir. Çünkü ukubet, cinayet iktiza
eder. Çocukların fi'lleri ise cinayetle mevsuf olmaz. Bedayi. [43]
850 -
Hâkimler, ta'zir hususunda hem
cürümlerin mahiyetlerini, hem de mücrimlerin mevkilerini, istidatlarını,
mükerrer ceraim ashabından olub olmadıklarını nazarı dikkate alırlar.
Filhakika pek hafif
cürümler ile ağır cürümlerin cezaları müsavi olamıyacağı gibi her nasılsa
kendilerinden bir cürüm, bir kusur zuhur etmiş olan namu-s ve fazilet, mürüvvet
ve diyanet sahibi olan kimselerin cezalariyle bir takım sefih, ceraime
münhemik, mürüvvetden ve izzeti nefsd'en mahrum kimselerin cezaları da müsavi
olamaz. Çünkü ceza vermekden asıl maksad, zecr ve inzicardan, mücrimin
intibahına, ıslahı haline hizmet etmekden ibaretdir. Nâs ise bu gibi hususlarda
mütefavet kabiliyetde bulunurlar. Bazı kimseler, en cüz'î bir tekdirden, bir
ihtar* dan pek ziyade sıkılırlar, büyük bir mahcubiyet ve nedamet his ederek
hallerini İslaha muvaffak olurlar. Bir takım kimseler ise en ağır hakaretlerden,
çok mühim cezalardan bile matlûp derecede müteessir olmazlar.
Binaenaleyh ta'zir
cezaları, hâkimlerin ictihadlarına havale edilmi§-dir. Beşeriyetin o garib
haleti ruhiyyesini göz önünde bulundurmaya mecbur olan hâkimlerin verecekleri
ta'zir cezalarında mücrimlerin hallerini, cürümlerin mahiyetlerini nazardan
uzak bulundurmamaları hikmet ve maslahat muktezasıdır.
851 - : Fukahai kiramdan bazılarının beyanına
göre ta'zirler, şahıslara nazaran şu dört mertebeye ayrılır :
(1) :
Eşrafül'egraf hakkındaki ta'zirdir ki,
mücerred ilâm -suretiyle
yapılır.
(2) : Eşraf
hakkındaki ta'zirdir ki, bilvasıta ilâm
suretiyle veya mahkemeye celb edilerek muvaceheten ihtar suretiyle yapılır.
(3) : Evsatı
nâs hakkındaki ta'zirdir ki, hem mahkemeye bil'celb ihtar suretiyle, hem de
habs suretiyle yapılabilir.
(4) : Ehissa
hakkındaki ta'zirdir ki, hem mahkemeye bil'celb ihtar suretiyle, hem de habs
ve darb suretiyle yapılabilir. Istılahat kısmına müracat!..
852 - : Yukarıdaki mertebelere riayet edilmesi,
gerek hukuki ilâ-hiyyeye ve gerek halkın hukukuna karşı büyük bir cüret
gösterilmemesi takdirindedir. Fakat ulemadan, şürefadan, ekâbirden sayılan
zatlardan büyük bir ma'siyyet, sâdır olduğu veya darb've şetm gibi mürüvvete
münafi, şerefi izaleye bais, nâsın hukukuna raci bir cürmü zuhur etdiği
takdirde haklarında başka suretle de ta'zîr icrası lâzım gelir. Zey-lei,
Bedayî. [44]
853 - :
Ta'sirin tarifinden de anlaşıldığı veçhile hakkında şer'an mukadder bir had,
muayyen bir ukubet bulunmayan herhangi bir ma'-siyet, her hangi bir cürüm,
ta'ziri müstelzim olur. Bu ma'siyet ve cürüm, ister âmme
haklarına, maslahatlarına ve ister hassa haklarına müteallik olsun. Başka bir tabir
ile bunlar, ister Allah Tealânın hukukuna ve ister insanların hukukuna karşı
irtikâb edilmiş bulunsun. Herhangi dinî bir vazifeyi bilâ maziretin terk etmek
gibi. Ve her hangi bir insana haksız yere fi'l ile veya sıdk ve kizbe
mütehammil bir kavi ile eza ve cefada bulunmak gibi. Bedayî.
Şafillere ve Hanbelîlere göre bir
cürümden dolayı ta'zir icra edilebilmesi için ocürüm mukabilinde keffaretde
bulunmamalıdır. Keffare-Li icab eden bir cürümden dolayı ayrıca ta'zir lâzım
gelmez. Maahaza Şafiîlerce bazı ma'siyyetler vardır ki, mukabillerinde keffaret
bulunduğu halde yine ta'ziri müstelzim olurlar. Müzahir veya ramazan gününde
saim bulunan bir müslimin refikasiyle mücameatde bulunması gibi.
Tuhfetül'muhtac.}
854 - :
Ta'ziri müstelzim cürümler pek çokdur. Bahusus bir ceza kanununun başlıca muhteviyatım teşkil edecek
olan aşağıdaki cürümler, mahiyyetlerine göre muhtelif
derecelerde ta'ziratı müstelzim olur.
855 - :
«Mukaddes zatlar hakkında fena tefevvühatdan, mübarek makamlara karşı hürmete
münafi harekâttan, şer'î hükümler ile mizaha cür'etden münbais cürümler.»
Meselâ : enbiyai
izamdan, sahabei kiramdan, sadâtdan, veya ulema ve sulehadan bir zat hakkında
fezahati İisaniyyede bulunulması, veya bir mâbed duvarının nâpak bir şey ile
kirlendirilmesi, yahut bir ibadet vecibesiyle istihzaya cüret gösterilmesi,
mücaseri hakmda darb ile, habs ile, veya her ikisiyle veya daha başka bir
suretle ta'ziri müstelzim olur. Haniyye, Feyziyye, -Ali Efendi Fetvaları.
856 - : «Diyanete,
ahlâka, umumî âdaba
muhalif hareketlerden ileri gelen
cürümler.»
Meselâ : Ramazanı
şerifde bilâ mazeretin alenen nakzi siyam eden mukim bir mü.slüman ta'zire
müstahik olur.
Kezalik : afyon gibi,
esrar gibi mükeyyefatdan birini istimal ederek nâs arasında sarhoş bir halde
görülen veya çıplak gezmek gib: bir suretde. âmmenin terbiyesine, huzuruna
münafi çılgınlıklarda bulunan kimseler hakında ta'zir icra edilir. Hindiyve.
857 - :
«Halk arasında işaa edilen
bid'atlerden mütevellid cürümler.»
Mübtedün haline
bakılır: Eğer itikadı küfre müeddî değilse islâm hukukundan tamamen müstefid
olur. Şu kadar var ki, bid'atini halk arasında neşre çalışır da bu hareketine
nihayet vermezse bundan dolayı hakkında ta'zir icra edilir. Fakat itikadı küfre
müeddî ise islâm camiasından tamamen hariç kalır. Gulati. Revafiz gibi.
Reddül'muhtar.
858 - :
«Veliyyüremrin meşru emirlerine, tevcihlerine, islâm hükümetinin rahatı âmmeyi
temin için mevzu kanunlarına,
nizamnamelerine muhalefetten mütehassil cürümler.»
Meselâ : veliyyül'emr
tarafından usulü dairesinde bir kimseye tevcih edilen bir ciheti kabul etmeyib
bu yüzden bir fesad zuhuduna sebe-'biyet verenler, habs ve nefy gibi ta'zir
cezalarına müstahik olurlar.
Kezalik : muhik olan
bir veliyyülemrin aleyhinde şeref ve şanını kıracak yalanlar neşrine çalışan ve
halkın rahatına sebeb olan nizamatı haleldar etmek için nâsı fitne ve fesada
sevk eden kimseler aiyaseten katil suretiyle ta'zire müstahik olurlar.
Kezalik : onu on bir
buçukdan ziyadeye muamele ile akçe verilmi-ye, diye veliyyül'emr tarafından
sâdır olmuş bulunan bir emre rağmen ziyadesiyle muamele yapanlar, zecr ve men
ile ta'zîre istihkak kazanmış olurlar. Netice, Abdurrahim Fetvaları.
859 - :
«Hâkimlere vesair devlet memurlarına karşı haksız yere vuku bulan hürmete
münafi veya hakaret ânıiz harreketlerden, sözlerden ve bir vazife ehlinin
vazifesini ifa etmesine mani olmakdan mütevellid cürümler.»
Meselâ : iki şahıs,
ayni lâfızlar ile müşatemede bulunsalar, meselâ: biri diğerine habis demekle o
da «Sensin» dese aralarında takas hâsıl olur, artık biribiri aleyhine ta'zir
iddiasına kalkışamazlar. Fakat böyle bir müşateme mahkemede hâkimin huzurunda
vuku bulsa aralarında takas husule gelmez, belki mahkemeye karşı ihtirama
münafi hareketde bulunduklarından dolayı ikisi de ta'zir olunur.
Kezalik : Bir muvazzaf
hatibi hutbe okumakdan ve nâsı cuma namazından men'e kıyam eden şahıs hakkında
ta'zir lâzım gelir. Hindiy-ye, Feyziyye.
860 - :
Mürafaai meşrua zımnında mahkemenin
dâvetine ademi icabetden husule gelen cürümler.»
Meselâ : vuku bulan
davete rağmen nafakaya müteallik bir şer'î murafaa için mahkemeye gitmekden
imtina eden veya başkasının gitmesine mani olan kimse, ta'zire müstahik olur.
Şu kadar var ki, bu hu-susdaki temerrüdü hâkim inindinde sabit olmak lâzımdır.
Ali Efendi Fetavâsı.
861 - :
Yalan şahidlik ve muhbirlikden ve yalan yere yemin et-raekden münb'aia
cürümler.»
Meselâ ber hayat olan
bir kimsenin vefatına dair bir mahkemedo yalan yere şahadetde bulunan şahıs,
ta'ziren teşhir edilir.
Bu, İmamı Azama
göredir. İmameyne göre böyle bir gahıs, teşhirden sonra habs ve darb ile de
ta'zir olunur. Bedayî, Reddi Muhtar.
862 - :
Resmî' makamlara hakikat hilâfına ihbarda,
gamazlıkda, curnalcılıkda bulunmakdan mütevellid cürümler.»
Meselâ : onun bunun
hakkında bazı cürümler isnadiyle zabıtaya gammazlıkda bulunan kimse, bundan men
ve şediden ta'zir olunur. Bunu itiyad etdiği takdirde kati bile olunabilir.
Ali Efendi Fe tavası.
863 - :
«Memuriyet nüfuz ve vazifesini suiistimalden ileri gelen cürümler.»
Meselâ : Devlet malım
ihtilâsda bulunan bir memur, vazifesinden tard edilerek hakkında başka türlü
ta'zir de yapılabilir.
Kezalik : idaresine
memur olduğu halka bed muamelede bulunan bir kimse, ta'zir ile vazifesinden azl
edilir.
Kezalik : uhdesine
havale edilen hizmetlerde hükümete hiyanet eden, bu hususda ahalinin zulmen
akçelerini ahb duran, hâkim tarafından yapılan tenbihlerden mütenebbih olmayıb
mezalimi âdet edinen bir memur da - fesada saî olduğu cihetle - veliyyüFemrin
emriyle ta'ziren kati edilebilir. Hindiyye.
864 - :
«Salâhiyyet ve me'zuniyet hilâfına sıfatı resmiyye gösterilerek sahtekârlıkda bulunmakdan mütevellid cürümler.»
Meselâ : tahsildarlık
sebebiyle bir köy ahalisinden sahte makbuz mukabilinde vergi toplamış olan bir
şahısdan almış olduğu akçeler istir-dad edilmekle beraber hakkında ta'ziren
ceza da tertib edilir.
Kezalik : haiz
olmadığı bir sıfatı, bir nisbeti kendisine izafe ederek bu yüzden başkasının
hakkını istihfaf eyleyen, meselâ : seyadetle alâkası olmadığı halde şürefaya
mahsus alâmeti takınarak seyadet iddiasında bulunan bir kimse, habs suretiyle
ta'zire müstahik olur. Behcetül'fe-tava.
865 - : «Rişvet alıb vermekden ibaret cürümler.»
Meselâ : Her hangi bir
işi terviç için rişvet alan bir memur ile rişvet veren şahıs, ta'zire müstahik
olacağı gibi hâkimlere vesaireye rişvet vasıtası olub halkın haklarını ibtala
çalışan kimseler «de şiddetli bir ta'zir ile uzun müddetli bir habs cezasına
müstahik olurlar. Abdurrahim Fe-tavâsı.
866 - : «Devletin aleyhine, âmmenin zararına
çalışmakdan, cemiyet hayatıı.ı
'.alükeye c işürmekden,
casusluk yapmakdan mütevellid cürümler.
Meselâ : harbîler
zahire, barut gibi şeylerin satılması veliyyül'-emr tarafından men edildiği
halde bunları satmaya cüret eden kimseler, zecr ve ta'zire müstal -k olurlar.
Kezalik : islâm
ticaret gemilerinin denize açıldığını ve teveccüh etdiği semti korsanlara veya
harb zamanında düşmanlara haber vermeği itiyad eden bir zimmî hakkında kati
suretiyle ta'zir cezası verilebilir.
Kezalik : halkın odun
ihtiyacına tahsis edilmiş olan cibali mübahe-deki ormanları yakan kimseler de
ta'zir edilirler.
Kezalik : harbîlere
casusluk eden, onların önlerine düşüb islâm beldelerini bastıran kimseler de
veliyyül'emrin emriyle kati edilirler. Behce, Abdurrahim fetvaları.
«(Küffare casusluk
eden bir müslim, Ibni Ukayle göre ta'ziren kati edilebilir. Kadıya göre bu
casus, Zülhey'e ise hakkında unf ile muamele yapılır. Başkası ise ta'zir
olunur. Hanbelîlere göre bu hususda veliyyül-emr, siyaset tarikine sülük eder,
hazm ve ihtiyatda bulunur. Keşşafül'-kına.)
867 - : «Umuma tahsis edilmiş olan yerleri
işgalden münbais cürümler.»
Meselâ : Bir köy halkı
için mezarlık olmak üzere tahsis edilen bir mahalde kendileri için bina
yapanlar, ta'zire müstahik olurlar, yapdık-ları binalar da kaldırılır,
868 - : «Halk
arasında fesada say etmekden mütevellid cürümler.»
Meselâ : tehdidini
ikaa kadir olub da bazı kimseleri, onu bunu öldürmeğe veya onun bunun
mallarını sirkat ve gasbe cebren sevk etmek-de bulunan bir şahıs, tekerrür eden
bu cürümlerinden dolayı siyeseten katil suretiyle ta'zire müstahik olur. Ali
Efendi.
Kezalik : hür
insanları idlâl ederek harice satan kimseler, bunu itiyad etmiş oldukları
takdirde ta'ziren katle, itiyat etmemiş oldukları takdirde de habs ve darb
cezasına müstahik olurlar.
Kezalik : muhabbet
vesaire için en'am veya bazı havas okuyarak büyü yapmaya cüret eden ve bu
suretle bazı ailelerin inhüâline, bazı kimselerin mutazarrır olmalarına,
çalışanlar da bu hareketlerinden nedamet izhar etmeden derdest edilseler -
âmme zararlarını izale hikme^ tine mebni - ta'ziren kati edilebilirler. Behce.
869 - : «Devletin meskukatını taklid ve tağyirden, kalbazanlık-dan mütevellid
cürümler.»
Meselâ : Meşkûk ve tam
altunları kırkıp nâs arasında neşre çalışanlar, şıaüecıı ta zır ne uzun
muaaette haDse musıaniK oiuriar.
üezalık : tur zamanca
muayyen Dir mıkdar üzerine rayıo olan altınların veaaır akçelerin bu miKüardan
ziyaaeye anz ve itası, veııyyür-emr taralından men edilmiş iken Duna
munalefetde bulunulması, şıudet-h ta'ziri müstelzim olur. Behce.
Kezaiik ; bakırdan
kuruş ve saire yapıp bunları temvihle ağartan ve üzerlerine hükümet sikkesi
elfazını darb ederek «meşkuk gumüa.-dür» diye halkı aldatan kimseler hakkında
şedid bir ta'zir ile medıd bir habs lâzım gelir. Netice,
870 - :
«Halka hiyle ve tezvir etmekden ve bir takım resmî evrakı, veaaiki, ilâmları
tahrif eylemekden mütevellid cürümler.»
Meselâ : Namaz, oruç
gibi dinî vazifelerin vaktinde yapılmaması için halka gayri meşru telkinatda
bulunan bir kimse, şedid bir ta'zire müstahik olur.
Kezaiik : bir
mahkemeden verilmiş olan bir ilâmda bazı tahrifler vücude getiren, sahte mühür
tatbik eden bir kimse, şiddetli bir suretde ta'zir edilerek salâhı hali zahir
oluncaya kadar habs ve zecr edilir, Tatar Haniyye, Abdurahim.
871 - :
«İstifası hükümete aid olan bir hakkı alâkadar olanların kendi kendilerine
istifaya kıyam etmelerinden münbais cürümler.»
Meselâ : Vuku bulan
bir kazfden dolayı icab eden haddi kazfi bizzat makzuf, istifa edecek olsa
ta'zire müstahik olur. Meğer ki, kazifi mahkemeye tevdi etmesi mümkün olmayacak
bir mevkide bulunmuş olsun. Kaaıyye, Hindiyye.
872 - : «Hiyleli iflâsdan, dolandırıcılık
dan, mümataîadan mütevellid
cürümler.»
Meselâ : bir şahsın
mücerred alacaklılarını mutazarrır etmek üzere kendisini hilafı hakikat olarak
müflis bir halde göstermesi «hiyleli iflâs» dan ibaretdir. İşte böyle bir
hiyleye tevessül eden herhangi bir gahıa, ta'zire müstahik olur.
Kezaiik : mümatıl
olan, yani : borcunu vaktinde vermek istemeyen her hangi bir şahıs da
alacaklının talebiyle habs edilebilir. Böyle bir mumatilin habs edilmesine mani
olmak isteyenler de ta'ziren habse müstahik olurlar. Şu kadar var ki,
mümataiamn sübutu lâzımdır.
Bir mumatilin fakrı
hali sabit olursa sebili tahliye edilir. Yüsri. borcunu vermeğe iktidarı
anlaşılırsa borcunu Ödeyinceye kadar habsi devam eder.
Medyun, fakrı hali,
iflâsı hakkında, dayin de onun yesari hakkında beyyine ikame edecek olsa
dayinin beyyinesi tercih olunur. Bedayi,
Camiül'füsuleyn, Ali
Efendi, Hacr ve ikrah mebhasine de mmaceat!..
873 - :
«Alış verişe vesair muamelâta fesad kanşdirmakdan mü-tevellid cürümler.»
Meselâ : sattığı bir
malın aybını saklayan, icare ve nikâh gibi mu amelelerde tedlisde, hakikate
muhalif beyanatda bulunan kimseler, ta'-s;re müstahik oi ,rlar.
Kezaiik : ihtisab
nazırının ~ alâkadar memurların narh vazetmiş olduğu emteayı ziyade fiyatla
satanlar, ta'zire müstahik olurlar. Hattâ bey ve şırada vesair muamelelerde
halka zarar ve nizamı memlekete halel vermek müstemirren âdetleri olub fesada
saî bulundukları sabit olan kimslerin ta'ziren kati edilmeleri de caizdir.
Tatarı Haniyye, Ibnİ Nüceym Fetavâsı.
874 - : Zimmîlere, muahidlere eza ve muahede
ahkâmını ihlâlden münbais cürümler.»
Meselâ : bir zimmîye
seb ve şetm eden veya bir müste'meni öldüren veya bir islâm devletinin yapdığı
muahedeye rağmen gayri müslim bir milletin memleketine giderek gasb ve gâretde
bulunan herhangi bir müslüman, muhtelif derecelerde ta'zir cezasına müstahik
olur.
Muahede hükümlerine
muhalefet, islâm hukukunca bir gadirdir. Gadirden ve sureten, mâ'nen gadre
müşabih umurdan taharruz ise bir vecibedir, işte bu vecibeyi ihlâl, bir
ma'siyyetolduğundan ta'ziri müs-telzim olur, muahidlerden bu veçhile alınan
malların da kendilerine iadesi lâzım gelir. Siyeri Kebir, Reddül'muhtar.
875 - : «Tegailübden, şekavetden münbais sürümler.»
Meselâ :
mütegallibeden bir şahıs, bir kimseyi haksız yere zincir? vursa veya habs etse
habse ve ta'zire müstahik olur.
Kezaiik : şakavetle
meşhur olan bir şahıs, halini ıslah edinceye kadar habs olunur. Bulunduğu
beldede müikü mevcud ise fesadından âciz kaian halkın müracaatı üzerine nefyi
cihetine gidilmez, belki şerrini izale için habsi ile iktifa edilir. Hindiyye,
Reddi Muhtar.
876 - :
«Halkın parasını ellerinden almak için kumar gibi, şu'-bedebazlık gibi memnu -
haram vasıtalara müraceatden mütevellid cürümler.»
Meselâ : -fıkhı Şafiî
ve Hanbelîde beyan olunduğu üzere - kumar oynayanlar veya lehviyyat kabilinden
şeyler ile veya yalanlardan müteşekkil güldürücü hikâyelerle veya yılan gibi
zehirli hayvanları elde tutmakla yahut ateşe vesaireye atılmak gibi
şu'bedebazhkla para kazanmaya
çalışanlar, ta'zire müstahik
olurlar.
877 - :
«Sersericesine yaşayıb halka mütemadiyen eza vermekden münbaia cürümler.»
Meselâ : Sözleriyle,
fiillerile, hattâ sui nazarlariyle halka daima eza vermekle maruf olan
kimseler, bu hallerine nihayet vermedikleri takdirde ıslahı hal edinceye kadar
habs edilirler.
«(Bunların nafakaları,
Hanbelî fukahasının beyanına nazaran bu habs müdaetince beytülmal tarafından
temin edilir. Maliki fukahasına göre de kendilerinin nafakalarına kâfi malları
bulunmadığı takdirde beytülmal tarafından infak edilirler. Şayed beytülmalde
de bunu temine kâfi bir şey bulunmazsa bunların nafakaları zengin olan
müslümanlar tarafından temin edilir. Velev ki o müslümanlar, bu mücrimlerin
beldeleri ahalisinden olmasınlar. Çünkü müslümanlar, bir cesed
mesabesinde-dirler, bunların bîr uzvu müteellim olunca diğer uzuvları da bu
teellüme = bu acıya iştirak eder.
878 - :
«Emniyeti suiistimalden, hiyanetden münbais cürümler.* Meselâ : Kendisinetevdi edilen bir emaneti ketm veya
tağyir eden
kimse, ta'zire
müstahik olur.
Kezalik.: bir vakıf
müessesesinin emvalini suiistimal eden bir mütevelli, ta'zire müstahik olub
vazifesinden azl olunur.
879 - :
«Teşhiri silâhdan, darb ve mudarebe hâdiselerinden müte-vellid
cürümler.»
Meselâ : Bir kimseye
karşı kati veya cerh kasdiyle kamasını veya bir silâhını teşhir ederek hücum
eden bir şahıs ta'zir suretiyle habs ve darbe müstahik olur.
Kezalik : kendi
babasını veya herhangi bir kimseyi döğen şahıs, şedid bir ta'zire istihkak
kazanmış olur.
Kezalik : biribirini
döğen, iki şahısdan ikisi hakkında da ta'zir lâzım gelir. Bu döğmeler,
mütefavit olacağından bunların arasında takaj hâsıl olmaz. Bu ta'zir ibtida, bu
döğmeye ilk başlamış olan şahıs hakkında tatbik edilir. Hidaye, Dürrül'muhtar,
Ali Efendi Fetavâsı.
880 - :
«ikraha mukarin memnu fiilleri irtikâbdan münbais
cürümler.»
Meselâ : Bir şahıs,
tehdidini ikaa muktedir bir kimsenin, meselâ : bir hükümdarın cebir ve ikrahına
mebni birisini haksız yere öldürse mücbir kısasa, o şahıs da ta'zire müstahik
olur.
Mükreh olarak gayri
meşru mukarenetde bulunan bir şahıs hakkında da ta'zir lâzım gelir. Çünkü
birşahıs, kendi canım kurtarmak için başkasının hayatına, namusuna tecavüz
edemez. Şu kadar var ki, ikrah, onun hakkında esbabı muhaffifeden olmakla
cezası ta'zire inhisar eder. Mebsut,
Tatar Haniyye.
881 - : «Suya,
taama_ zehir veya müskir bir madde
katmakdan, ilâç yerine zehir vermekden mütevellid cürümler.»
Meselâ : bir kimseyi
öldürmek maksadiyle taamına zehir katan veya bir kimsenin malım elinden almak
için içeceği balşerbetine sarhoşluk veren bir şey ilâve eden şahıs, şiddetli
bir ta'zire müstahik olur aldığı bir mal var ise o da elinden alınır, kendisi
de salâhı zahir oluncaya kadar habs olunur. Abdurrahim fetavâsı.
882 - : «Iskatı cenîn hâdiselerinden mütevellid
cürümler.» Meselâ : bir gebe kadını
döğüb veya korkutup da kendisinden henüz hilkati belirmemiş, muzga halinde bir
et parçasının düşmesine sebebiyet veren şahıs, şiddetli bir suretde ta'zir ve
habs ile te'dib olunur. Abdurrahim.
Şayet düşen parça,
hilkati belirtmiş bir ceninden ibaret bulunursa, bunun sukutuna sebebiyet veren
şahıs hakkında ta'zirden başka «gur-re» denilen nakdî ceza da lâzım gelir.
Iskatı cenîn bahsine de müraceat!.
Kezalik : ebelik
iddiasında olan bir kadın, kadınlara iskatı cenîn için deva verib iskatı cenine
sebeb olduğundan başka bazı kadınların da helakine sebeb olub bu şeni füli
mutad etmekle nâsa zararı olsa bu fi'-linden veHyyüremrin emriyle zecr ve men
olunur, itaat etmezse tediH bir emri meşru olur. Mecmuai cedide.
883 - :
«Kısas ve diyeti müstelzim olmayacak
bir veçhile vukua gelen kati ve cerh
cinayetlerinden münbais cürümler.»
Meselâ : Kendi
kölesini kati eden kimse, şiddetli bir ta'zire müstahik olub zindanın en fena
yerinde habs edilir.
884 - : «Kati hâdiselerinde gösterilen
muavenetlerden ileri gelen cürümler.»
Meselâ : bir kaç
kimse, bir şahsı kati etdikleri halde bazı kimseler, bu cinayete tamamen
iştirak etmeyib bu canilere muavenetde bulunsalar şedid bir ta'zire ve
salâhları zahir oluncaya kadar habse müstahik olurlar. Abdurrahim Fetavâsı.
885 - :
Başkasının eşyasını, ebniyesini istihlâk ve ihrakdan, ölülerin kefenlerini
soymakdan, ölüleri kabirlerinden çıkanb yakmakdan münbais cürümler.»
Meselâ : bir kimsenin
hanesini veya ekinlerini yakan şahıs hakkında hem zaman, hem de ta'zir lâzım
gelir.
Kezalik : mevtanın
kefenlerini soyan kimseler, imamı Azama göre ta'zir suretiyle
cezalandırılırlar. .
Kezalik : bir köyde
hastalık olmakla veya «cazu oldu» diyerek ölüleri mezardan çıkanb yakan
kimseler, şedid ta'zir ile habs cezasına müstahik olurlar. Abdurrahim
fetavâsı'. t
Ancak bir kasaba
makberesinde zuhur edib mazarratı görülen tevatüren sabit olan - cazuyı
kabrinden çıkararak başını kesmekde ve eğer zaran bununla da mündefi olmazsa
yakmakda bir beis görülmemiş dir. Ebussuud fetavâsı.
886 - :
«Kadınları, kızları iğfalden, kaçırmakdan ibaret cürümler.»
Meselâ : bankasının
karısını bil'iğfal hanesinden çikarıb kaçıran veya başkasına tezvic eden veya
başka bir memleKete gönderen şahıs, salâhı hali zahir oluncaya veya ölünceye
kadar habs suretiyle ta'zir olunur.
Kezalik . bir kadını
veya bir kızı hanesinden cebren kaçıranlar da bu veçhile şiddetli bir ta'zire
müstahik olurlar. Kaçırılan kadın veya. kız, iade edilmedikçe veya ölmedikçe
bunları kaçıranların habisden çıkmalarına müsaade edilemez. Hindiyye, Ali
Efendi. Hanbelîlere göre de
kadınlara, erkeklere delâlet eden kavadlar, şiddetli bir darb suretiyle ta'zir
teşhir olunurlar.
887 - :
«Gayri meşru nikâhlardan,
mukarenetlerden ve şeni fii.-lerden münbais Cürümler.»
Meselâ : Kendisine
nikâhı caiz olmayan, kocası başka bir diyarda bulunan bir kadın ile teehhül
eden bir erkek, ta'zire müstahik olur, araları da tefrik olunur. Behce.
Kezalik : bir müslüman
kadını, bir gayri müslim ile evlense araları tefrik ve kendileri şiddetle
ta'zir olunur. Ali Efendi Fetavâsı.
Kezalik : Behîmeye,
meyteye tekarrüb eden kimseler, ve birbiriyle sihakda bulunan kadınlar ta'zire
müstahik olurlar. Ali Efendi.
Kezalik : haddi icab
etmeyen bir fi'li şeni - bir livata, iki tarafın muvafakatiyle vaki olduğu
takdirde her ikisi hakkında da şedid bir ta'-ziri müstelzim olur. Hattâ bu gibi
mukarenet cürümlerinden dolayı verilecek ceza, darb suretiyle olan ta'zirlerin
son haddine kadar tatbik edilmesiyle olur.
Bu hadisede cebir
bulunduğu takdirde yalnız mücbir olan taraf hakkında bu veçhile ta'zirt cezası
tertib edilir. Böyle bir hareketi itiyad eden bir şahsın siyaseten katli de
caizdir. Netice Behce.
888 - :
«Mevzii töhmetde bulunmakdan, mazînnai töhmet olmak-dan mütevellid
cürümler.»
Töhmet, müttehemin
haline veya bazı karinelerin, delillerin mevcudiyetine göre zaaf veya kuvvet
kesbeder.
îsnad edilen töhmet,
sabit olmadıkça müttehem hakkında kazaen bir muamele yapılamazsa da ta'zir carî
olur, habs ve kefalete rabt gibi bazı idarî ve ihtiyatî tedbirler alınabilir.
Binaenaleyh feseka
meclisinde bulunan bir kimse, bil'fi'1 fişka iştirak etmese de ta'zire
müstahik olur.
Kezalik : kati ile
veya sirkat ile veya bu gibi diğer bir cinayetle müttehem olan eşhas hakkında
habs suretiyle ta'zir icra edilir. Bahr. Reddi Muhtar.
889 - : «Nâ
tamam kalmış bazı memnu fiillerden mütevellit cürümler.»
Meselâ : sirkat
maksadiyle bir hanenin duvarını delerek veya bir kapının kilidini açarak
içeriye girib de bir takım eşyayı toplamış olduğu halde derdest edilen bir
mücrim hakkında habs ve darb suretiyle ta'zir icra edilir. Hattâ bu gibi sirkat
hâdiselerinde dayak ile yapılacak ta'zir, son haddine kadar tatbik edilir.
Çünkü haddi mucib sebeblere müşabih olan ta'zîr esbabı, ta'zirin o hususdaki en
çok mikdarını müstelzim olur.
Nehb ve garet
cürümleri hakkında da hüküm böyledir. Reddi Muhtar. Abdurrahim Fetavâsı.
Sirkat bahsine de müraceat!.
890 - : «Hicab âver tarizlerden, harf
endazlıklardan münbais cürümler.»
Meselâ : halkın çoluk
çocuğuna taarruzdan hali olmayan ve ona buna şetmeden herhangi bir şahıs,
şiddetli bir ta'zire müstahik olacaŞı gibi onun bunun hakkında afif
olmadıklarını israb edecek suretde ta'-rizlerde, kinayelerde bulunan kimse de
ta'zire müstahik olur. Haniyye, Hindiyye.
891 - :
«Eghas hakkında lisanen veya kitabetle vuku bulan se'o ve şetimden, şer'an
haram, örfen ardan madud olan herhangi bir fi'li ihtiyarîyi isnaddan ve halka
eza veren sair memnu ef'al ve akvalden
mütevellid cürümler.»
Meselâ : salih,
mürüvvet sahibi bir kimseye : kâfir, musrik, veya sârik diyen şahıs, ta'zire
müstahik olur.
Kezalik : babasına
kavlen veya filen eza eden veya evlâdına seb ve şetm eyleyen veya çocuklarına
şarab içiren bir şahıs ta'zire müstahik olur.
Kezalik : onu bunu
gıybet eden veya elleriyle, gözleriyle, kaslariyle yaptığı işaretlerle halkı
müteezzî eyleyen kimseler, ta'zire lâyık olurlar. Şu kadar var ki, gıybetden
dolayı ta'zir icrası, gıybet edijen kimsenin bundan haberdar olub dâvada
bulunmasiyle meşrutdur.
Kezalik : bir kimse
hakkında seb ve şetmi havi olarak yazdığı bir varakayı bir mahalle ta'lik veya
bir vasıta ile halk arasında neşr eden şahıs hakkında ta'zir ile beraber
istifai kusur lâzım gelir.
Kezalik : bir müslüman
veya zimmîye : «Fâcir, fâcire» diyen veya muhsen olmayan bir müslümana veya
zimmîye «Zanî, zaniye»
diyen kimae, darb suretiyle
ta'zir olunur. Hattâ bu darb, bu nevi ta'zirin haddi âzami olan otuz dokuz
veya yetmiş dokuz darbeye kadar gidebilir.
Kezalik : bir zimmîye
lanet eden veya haksız yere sille vuran kimse de ta'zire müstahik olur.
Hindiyye, Fethülkadir, Dürri Muhtar.
«(Hanbelîlere göre :
zimmîye kazf = zina isnad eden bir müslim hakkında ta'zir lâzım gelir. Bu
ta'zir, hakkullah olduğundan zimmînin iskatiyle de sakıt olmaz.
802 - : «Seb
ve şetmi, ezayi mucib sözlerin nida veya isnad suretiyle istimalinden münbais
cürümler.»
Şöyle ki : her lisanda
bir takım tabirler vardır ki, bunlar seb vo şetmi müstelzimdir. Ezcümle :
şerir, zalim, hain, habis sefih, muhan nes, me'bun, fahişe, kahbe, lûtî,
deyyus, karteban, ibni fâcire, ibni fâ-sika, bire kahbe, bire fâcire,
haramzade, zaniyeier me'vası, hırsız yatağı, kâfir oğlu, zındık, mübtedî,
rafızî, yahudi, nasranî, adüvvullah putperest, bînamaz, yalancı şahid, lâşey,
ebleh, nees, nâpâk, köpek, hınzır, şeytan, akilürriba, şaribülhamr tabirleri
bu kabildendir.
Binaenaleyh bu
tabirlerin bir şahıs hakkmda nida - hitap suretiyle istimaliyle isnad
suretiyle istimali müsavidir, mücarisi hakkında ta'ziri icab eder.
Meselâ : bir kimseye
hitaben «ey zalim!, ey fâcir!.» denilmesiyle «sen zalimsin, sen fâcîrsin»
denilmesi arasında fark yokdur.
Şu kadar varki, ayak
takımı sayılan bazı eşhas, kendi aralarında köpek, hınzır, çingene gibi
tabirleri biribirine isnad etmekden çekinmezler. Bu yüzden bir âr duygusiyle
müteezzî olmazlar. Artık onlardan biri hakkında bu son tabirlerden birini*
kullanmak, ta'ziri müstelzim ol mıyabilir. Bu hususda örf de nazara alınır,
bazı sözler, bir kavmin örfünde seb ve aetm sayıldığı halde diçer bir kavmin
örfünce sayılmiya-bilir. Fethülkadir, Hindiyye, Abdurrahim.
893 - : «Zevciyet hukukuna ademi riayetden husule
gelen cürümler.»
Meselâ : zevcesini
haksız yere döğen veya zevcesine «kahve» diye şetm eden veya kendisine hayzi
veya nifası halinde tekarrüb eyleyen bir kimse, ta'zire müstahik olur.
Kezalik : kocasının
meşru emirlerine itaatsizlik eden, kocasının rızası hilâfına olarak bilâ
zaruretine harice çıkan veya icab eden tahareti ifadan veya tezeyyünü
ittihazdan kaçınan bir kadm da ta'zire lâyık olur Zeyleî, Ali Efendi Fenavâsı.
894 - : «Zaruretsiz yere halkın
esrarını hetk veya bir fahişeyi, yani : müstehcen bir hâdiseyi işaa etmekden
mütevellid cürümler.»
Meselâ : fışkı kaplı
olan bir şahsa «fâsık» diyen kimse, ta'zirt; müstahik olur, ta'zirden kurtulmak
için o kimsenin fışkını isbat etmek istese
beyyinesi dinlenilemez. Çünkü halkın fışkını zaruretsiz yere teşhir caiz
değildir. Maahaza iddia edilen fısk, tcvbe ile mürtci.. ohnusj da, olabilir.
Artık bu hususdaki cerhi mücerred, makbui olamaz.
Şu kadar var ki,
ta'ziri icab eden fena bir hâdise, âdabı utnumiyoye münafi, âmmenin zararına
raci olur da bu muayyen 'hâdiseyi isbatda âmmenin menfaati bulunursa bunun
hakkındaki beyyine, dinlenilir ve bu babdaki cerh, bir cerhi mücerred sayılmaz.
Fethül'kadir, Reddi Muhtar, Hindiyye. [45]
895 - : Ta'ziri ica beden cürümler, sair
hukuki ibadda old-ığu gibi ikrar ile, beyyine ile ve
yeminden nükû' İle sabit olacağı gibi hâ--kinıin ıtUlaiyle de sabit olabilir.
Meselâ : bir şahıs,
ta'ziri müstelzim bir cürmü, meselâ yalan yere şahadetde bulunmuş olduğunu
itiraf etse ta'zire müstahik olduğu sabit olur.
896 - :
Ta'zir hususunda iki erkeğin şahadeti kâfi olduğu gibi bir erkek ile iki
kadının şahadetleri de kâfi olur. Bu hususda şahadet aleş-şehade de caizdir.
Kadının kadıya mektubu da muteberdir.
Kezalik : hukuki
ilâhiyyeye müteallik bir hususdan dolayı icab eden bir ta'zirde müddeî = muhbir
de şahid sifatiyle dinienilebilir.
Maahaza hukuki
ilâhiyyeye aid bir ta'zir hususunda âdiî bir zatın şahadeti de kâfi
görülebilir. Çünkü bu, ihbar kabilindendir. Hukuki ibad-da ise muhbir, müddei
makamında olduğundan kendisinin şahadeti caiz olamaz. Bedayî, Nehri Faik.
897 - :
Ta'ziri mucib bir hareketde bulunduğu iddia edilen şahsın bu hususda kendisine
teklif edilen yeminden imtina etmesi, o hareketde bulunduğunu "itiraf
demekdir. Şu kadar var ki, ta'ziri müstelzîm hâdise, hukuki, ilâhiyyeye aid ise
bunda müttehem, istihlâf olunamaz
898 - :
Ta'zir için yemin lâzım gelen hususda hâkim, «senin üzerinde iddia edilen
hakkı tazirin bulunmadığına yemin et» diye mütte-heme emr eder. Müttehem de o
veçhile yemin eder. Yoksa : «Ben fülân kimse hakkında şöyle demedim, meselâ :
ona fâsik diy hitab etmedim» diye yemin etmez. Zira dediği söz, doğru ve
binaenaleyh ta'ziri gayri calib olduğu
halde bunu isbatdan âciz bulunmuş olabilir.
899 - :
Hâkimin ıttılaına gelince bu da ta'ziri müstelzim bir cür-me hâkimin bizzat
vâkıf olmasından ibaretdir. Şu kadar var ki, bu cür-mün hukuki ilâhiyyeye = âmme
masalihine müteallik olması lâzımdır. Hukuki ibade müteallik cürümlerde ise
şahsî dâva lâzım geldiğinden hâkim, muttali olduğu böyle bir.cürümden dolayı
kendi kendine ta'zir icrasına kıyam edemez, Mebsut, Fethül'kadîr,
Redül'muhtar. [46]
900 - :
Ta'ziri icab eden bir cürüm, gerek hukuki
ilâhiyyeye ve gerek hukuki eşhasa müteallik olsun bundan dolayı tatbik
edilecek ta'-zir cezasını ikame ve istifa salâhiyeti, ilk
evvel veliyyüremre, sonra *da
onun naibleri olan hâkimler ile «vülâti
cerâim - vülâti
mezalim» denilen memurlara aiddir. Şu kadar var ki, hukuki ilâhiyyeye
müteallik olub henüz irtikâb edilmekde bulunan bir ma'siyetden dolayı münasfb, hikmete muvafık, fesada gayri bais
bir tarz ile ta'zirde bulunmaya her rnüslüman salâhiyetdardır. Çünkü bu, maruf
ile emr, münkirden neby, fesadı izale kabilinden bir vecibedir. Böyle bir
fûnalığı def ve izaleye her müslim, n*-ru hakim tarafından mezundur.
'hadisi şerifi buna bir delildir.Haşiyei
Şilbî.
901 - : Bir
kimse, kendi zevcesiyle veya maharimindon biriyle veya bir ecnebiyye ile bir
şahsın gayri meşru bir halde mücameatde
bulunduklarım görünce sayha ile veya darb ile bu fâzihaya
mani olması İcab eder. Hattâbu suretle mani
olamadığı takdirde bu cinayete birriza mücaseret
eden şahsı Öldürebilir, bundan
dolayı kendisine bir zaman lâzım gelmez, bu maktule -- karabetleri
var ise - varis de olabilir. Elverir ki bu cinayet, ikrar ile veya beyyine ile
sabit olsun. Maa-mafih kendi zevcesiyle
veya mahremiyle birriza
yapılan gayri meşru mücameatden dolayı zani ile zaniyeyi
sayha veya darb etmeksizin de öldürebilir. Bahri Raik, Reddi Muhtar.
902 - :
Ta'ziri müstelzim bir cürüm ve ma'siyet, icra edilib bitmiş olduğu takdirde
artık efradın ta'zir icracına kıyama
salâhiyetleri kalmaz. Bu salâhiyet, yalnız veîiyyül'emr ile naiblerine
aid olur. Çünkü yapılıb bitmiş olan bir cürüm hakkında efradın nehy ve izalesi
mutasavver değildir. Bu hususda mahza ta'zir vazifesi kalır ki, bu da
arktiğimiz gibi- yalnız veîiyyül'emr ile naiblerine aiddir. Hattâ bu halde
halkı ta'zire kıyam eden kimsenin salahiyetli makam tarafından ta'zir; lâzım
gelir. Fethül'kadir, Hîndiyye.
903 - : Hukuki eşhasa müteallik cürümlerden dolayı icab eden ta'zire gelince: bunu ikame etmek
salâhiyeti de yalnız veîiyyül'emr ile naiblerine aid bulunmakdadır. Çünkü böyle
şahsî haklardan dolayı dâva bulunmadıkça ta'zir cihetine gidilemez. Dâva ise
ancak resmî \bir makama ikame
edilebilir.
Maafaaza ta'zir
keyfiyetini, tarafeynin
muvafakatiyle hakeme tov di etmek de caiz görülmüşdür. Zeyleî,
Şilbî.
Bir de bir kimse,
mücrimin emir ve nzasiyle hakkında ta'zirde bu
lunsa artık bu ta'zir
hâkimin yapacağı ta'zir yerine kaim
olur. Bahr1 Raik.
904 - :
îsaei edeb ve hacet zamanında mevlânın memlûkünü, zevcin zevcesini, muallimin
talebesini te'dib maksadiyle ve hafif bir tarzda ta'zire salâhiyeti kabul
edilmişdir. Bu hususdaki ta'zir, bir vecibe değil, belki icrası mubah bir
salâhiyet olduğundan selâmet şartiyle mukayyed-dir.
Binaenaleyh bir kimse,
kendi memlûkünü, veya zevcesini veya talebesinden birini te'dib ve ta'zir
fahiş suretde döğecek olsa ta'zire müs-tahik olur ve bunun neticesinde döğülen
zevce veya talebe ölse diyet itası da lâzım gelir, ihtiyat, bunu muktezîdir.
Bu mesele, îmamı Âzam ile İmam Şafiîye
göredir.
«(İmam Mâlike göre bir
baba veya bir muallim, çocuğu galibi ahvale nazaran te'dib ve ıslah maksadiyle
döğer, binaenaleyh bu döğme neticesinde çocuk ölse bundan dolayı üzerine diyet
zaman lâzım gelmez. Minehül'celîl.)
(Şafiîlere göre
dayakla ikame edilen bir ta'zir neticesinde mücrim ölse diyetim veliyyül'ernr
zamin olur. Çünkü bu ta'zir, te'dib içindir itlaf için değildir. Telef vuku
bulunca ta'zirin fevkine çıkılmış olduğu anlaşılır. Şer'i şerifde ise hiç bir
kimse için muhabat yoktur, bu hususda ahadi nâs ile İmamül'müslimîn müsavidir.
Yine Şafiîlere göre
bazı kimseler hakkındaki ta'zir, bir fitneyi mu-cib olacak gibi ise
veliyyül'emr, ondan sarfı nazar edebilir. Hattâ maslahat, bu ta'zirin terk
edilmesinde görülürse bunu terk vacib olur. Tu-fetül'muhtac, Haşiyei Şirvanî.) [47]
905 - : Ta'zir meselesi, esasen veîiyyül'emr ile
naiblerinin takdirine, içtihadına bağlı bir meseledir.
Meselâ :- bir hâkim,
bir mücrim hakkında kanaatine, içtihadına göre hareket eder, mücrimin halini,
cürrnün mahiyetini nazara alarak on göre ta'zirin muhtelif nevilerinden yalnız
birini veya bir ikisini birlik -de tatbik eder. Şayed ta'zir, dayak suretiyle
yapılacak ise darbelerin, adedi, bu hususunda tayin edilen azamî haddi tecavüz
edemez. Fakat bu darbeler, hudud darbelerinden daha şiddetlice olur,
906 - : Darb suretiyle ta'zirde şiddet, iki
suretle tasavvur olun-makdadır.
Şöyle ki : bazı
fukahaya göre bu darbeler, mücrimin yalnız bir uzvuna, meselâ : yalnız
arkasına vurulur, azasına tefrik edilmez. Meğer ki, darbelerin mikdarı, son
haddine baliğ olsun veya hepsinin bir uzva vurulmasiylf. tt-lef vukuundan
korkutsun. O zaman tefrik cihetine gidilir. Bir mücrime ptu2 dokuz değnek
vurulması
Diğer bazı fukahaya
göre de bu ta'zir darbeleri, mücrimin - yüzü, kafası, ve tenasül uzuv gibi
muhataralı âzası müstesna olmak üzere - muhtelif uzuvlarına vurulur. Şu kadar
var ki, bu, hududdaki darbelerden binnisbe daha ziyade elem verecek bir halde
bulunur. Çünkü hu-dudda yalnız zecr değil, teklifi zünüb mânası da vardır.
Ta'zir ise mü-cerred zecr ve men için yapılır. Bu gayenin husulü ise ta'zir
darbelerinin şiddetlice olmasiyle temin edilebilir.
907 - :
Darb suretiyle olan
ta'zirde mücrimin üzerinden
yalnız kürk - içi pamuklu hırka - gibi kalın elbisesi çıkarılır ve
kendisi ayak-da olarak döğülür.
Bazı zatlara göre bu
darbelerin adedi, bir siyaset muktezası olmak üzere yüzden ziyade de olabilir.
Her halde adalet dairesinde olması lâzımdır.
908 - :
VeliyyiU'emr veya naibi tarfından
hakkında ta'zir veya had icra edilen şahıs, bu yüzden vefat etse demi
heder olmuş olur. Çünkü bu zevat, bu vecibeyi ifa etmekle mükellefdirler,
bunların bu husus-daki mükellefiyet
ve memuriyeti, selâmetle
mukayyed değildir.
Bu, İmamı Âzam ile
imam Mâlike ve İmam Ahmed ibni Hanbele göredir-. Fethül'kadir, Bahri Raik,
Tebyînüt' hak ayık.
«(İmam Şafiîye göre bu
vefat takdirinde ta'ziri îfâ eden zat, diyet-itasına mecbur olur. Nitekim
yukarıda da tasrih edilmiştir.)
(lr:am Mâlik ile İmam
Ahmede göre darb suretiyle ta'zirde mücrim, oturmuş bir halde bulunur.
Elmuğni.) [48]
909 - : Ta'zir ile hudud arasındaki başlıca
farklar, şunlardan ibare tdir:
(1) : Ta'zir
cezasını tatbik, bunun nev'ini, mikdarmı tayin veliy-yül'emrin reyine
müfavvezdir. Bunu dilediği ve münasib gördüğü veçhile tertib eder. Hudud ise
mukadderdir^ muayyendir. Bunlarda ziyade ve noksan cari olamaz.
(2) :
Ta'zir, bir te'dib olmak üzere mümeyyiz çocuk hakkında da tertib edilebilir,
hudud ise edilemez.
(3) :
Ta'zir, şübhe ile sakıt olmaz, bazı
karinelere ve alâmetlere mebni icra edilebilir. Hudud ise
şübhe ile sakıt olur.
(4) :
Ta'zir, müruri zaman ile sakıt olmaz. Hudud ise sakıt olur.
(5) :
Ta'zirde erkekler ile beraber kadınların da şahadetleri makbuldür. Şahadet
aleşşehade ve kitabülkadî ilel'kadî de makbuldür. Hududda ise bunlar makbul
değildir.
(6) :
Ta'ziri müstelzim hâdiseye şahadet edenler, tezkiyeye havale edildikleri
takdirde müttehem habs edilemez. Çünkü habs, zaten ta'zircen iuaretdir.
Bınaenaleyn henüz cürm sabit olmadan müttehemin habsı muvaiiK olamaz, rluaudda
ise müttehem teznıye esnasınaa nabs edilebilir,
(7) ; Hukuki
ibade aid ta'zirlerde mücrimden kefil alınması, bil-ittifak caizdir. Meselâ :
hakkında darb ile veya şetm ile tecavüz olunan kimse, bu hâdiseyi isbat için beyyine ikame
edeceğini dermeyan etse müttehem üç güne kadar kefalete rabt edilebilir. Çünkü
eşhasın hukukunda tevsik için kefalet carîdir. Hudud hususunda ise ketıt
alınması müetehidler arasında ihtilâtiı bir meseledir.
(8) : Hukuki
ibade müteallik bir ta'zir, tevbe ile sakıt olmazsa 6? mücerred hukuki
ilâhiyyeye raci bir ta'zir, tevbe ve nedamet ile sakıt
olabilir.
(9) :
Ta'ziri müstelzim cürümlerden dolayı, sulh ve ibra cereyan edebilir. Şöyle
ki cürüm, hakkullaha müteallik ise hâkim, mücrimin
halini nazara alır, mürüvvet ve diyanet sahibi bir zatdan her nasılsa böyle bir ma'siyet sâdır olduğuna
muttali olunca yalnız ilâm veya nasihat ile iktifa eder, fazla ta'zir
hususunda müsamaha gösterir, o ma'siyet, tekerrür etmedikçe habs ve darb gibi
bir veçhile ta'zir cihetine gitmez.
İşte bu, bir nevi afüvdür.
Cürm, hukuki ibade
müteallik ise bu takdirde bundan mutazarrır, müteezzî olan kimse muhayyerdir,
dilerse mücrimi afüv edebilir veya onunla bir bedel mukabilinde veya bilâ bedel
musalehada, ibrada bulunabilir. Çünkü bu, bir cürmi şahsî olduğundan bundan
mutazarrır, müteessir olan kimsenin kendi hakkını iskat etmeğe veya - manevî
bir zarar mukabilinde maddî tazminat kabilinden olmak üzere - bir riza bir
bedel alarak dâvasından vaz geçmeğe salâhiyeti vardır. Ve bu cihetle ta'zir
hakkı, kısas ve saire gibi mevrus olur.
(10) :
Ta'zir hususunda şefaat kabul edilebilir.
Hududda ise ge-faat caiz değildir. VelivyüTemr, şefaate, mebni had
ikamesini terk .edemez.
(11) : Hukuki
ibade müteallik ta'zir hakkındaki
ikrardan rücu, sahih değildir. Çünkü bu ikrara hakkı şahs! tallûk
etmişdir. Hududı hâ-lisede ise ikrardan rücu, şahindir.
(12) : Darb
suretiyle yapılan ta'zirde darbelerin adedi binnisbe az, şiddeti ziyadecedir. Hududda
ise bilâkis darbelerin adedi ziyade, gidişti
noksandır.
(13) :
Ta'zir cezası, veliyyüremr ile büyük ümera ve hükkâm tarafından tatbik
edilebileceği gibi valii ceraim tavafından da tatbik edilebilir. Kezalik
zevç, zevcesi hakkında
ve mevlâ, memîûkü
hakkında ve her müslüman, bilfil yapıldığını gördüğü bir ma'aiyetden
dolayı usulü dairesinde ta'zirde bulunabilir. Hudud ise yalnız veliyyül'emr
ile hâkimler tarafından ve büyük salâhiyeti haiz olan ümera tarafından tatbik
edilir.
(14) : Hukuki
ibade müteallik ta'zir cezalarında tedahül carî değildir. Binaenaleyh bir
kimse, bir şahıs veya müteaddid şahıslar hakkında ta'ziri müstelzim kavlen
veya fi'len mükerrer cürümlerde bulunsa bunlardan dolayı ayrı ayrı ta'zirlere
müstahik olur. Hududda ise tedahül carîdir. Bedayî, Reddül'muhtar.
«(Hanbelîlere göre
ta'zirler, mutlaka hukuki ilâhiyyedendir. Binaenaleyh ta'zirlerde tedahül
cereyan eder. Şöyle ki : mahza hukukuüa-ha müteallik ma'siyeüer, teaddüd edince
- bunların nevileri müttehid olsun olmasın - yalnız bir ta'zir ile iktifa
olunur. Bir ecnebiyyeyi de-feat ile takbil etmek veya bir ecnebiyyeyi takbü,
diğer bir ecnebiyyeyi de lems etmek gibi.
Hukuki ibade aid
cürümlere gelince bu cürümlerde de muhtelif olsun olmasın ve ta'zir hakkına
mâlik olanlar, müteaddid bulunsun bulunmasın yine bir ta'zir ile iktifa
edilebilir. Bir şahsa veya bir cemaate müteaddid defalarda bir lâfz ile veya
bir defada müteaddid lâfızlar ile şetm etmek gibi. Çünkü ta'zirden maksud olan
te'dib, bu bir ta'zir ile hâsıl olabilir.
Ta'zirlerin afüv ile
sukut edib etmiyeceği meselesi ise Hanbelî fu-kahası arasında ihtilaflı
bulunmuşdur. Keşşafül'kma.) [49]
910 - : Velayeti ceraim; halk arasında tahaddüs eden
cürümler, yolsuz hareketler hakkında idarî, siyasî bazı zecri tedbirler ittihazına me'zuniyet ve salâhiyetdir ki,
buna «velayeti mezalim» de denir.
Velayeti**ceraimi
deruhde. eden zata «valii ceraim, valü mezalim» unvanıverilmişdir. Bu gibi
zevatın memur oldukları müesseseye «divanı mezalim» namı verilir. Bu zevat, bir
nevi müddeiumumiler, müstantik-ler,
zabıta memurları mesabesi
ndedirler.
911 - : Velayeti ceraim ashabının bağlıca
vazifeleri, şu veçhile hülâsa
edilebilir :
(1) : Kazf
ile, halka seb ve şetm ile müttehem şahıslar hakkında tahkikat icrası ve bu
hususda bazı kimselerin isticvab ve istintakı
ve icabına göre tevkifat ve tahliyei sebil icrası.
(2) : Fuhş
ve sirkat gibi bir cürüm ile müttehem olanların ahva-rinlere ve delillere nazaran töhmetin
kesbedeeeğİ kuvvet ve zaafa göre muameleye müsaraat ve ona göre' zecrî
tedbirler ittihazına kıyam.
(3) : Mürim
görülenleri- hallerini tahkik ve keşf, şübheleri katı ve izale için --
ihtiyaten tevkif.
(4) : Töhmetin kesbettiği kuvvete binaen
cinayetlerini itiraz etmeleri için müttehemleri darb suretiyle ta'zir.
(5) :
Şer'î hadlerin icrasiyle
münzecir olmayan mükerrer ceraim erbabını - hallerini ıslah edinceye
kadar habs.
(6) : Töhmetin anlaşılmasına medar olmak için
müttehemlere ağır ca yeminler tevcih.
(7) : Mücrimleri
muahaze ederek samimî
suretde tevbekâr olma-larına sayü
gayret.
(8) : Hâkim
huzurunda şahadetleri muteber olmayacak kimselerin bile adetleri çok olunca
malûmatlarına müracaat.
(9) :
Aralarında mücadele ve muhasame zuhur eden eşhası muhakeme ve müatebeye kıyam,
aralarını ıslaha ikdam, çirkin hareketlerde bulunan eşhası teşhir vesaire.
912 - :
Bir kısım vülâti mezalim de vardır ki, salâhiyetleri daha vasidir. Bunların
kadrleri celîl, emirleri nafiz, mevkileri pek yüksek bulunur. Bunlar, devlet
memurlarının, meselâ valilerin, beytülmal memurlarının ve sair devlet
işlerinde müstahdem olanların
ahvalini, icraatını tedkik ve teftişe
çalışırlar, bunların yolsuz hareketlerini tashihe, haksız yere aldıkları
şeyleri sahiplerine redde, kanunların ve divanların hükümlerine riayet
etmelerine temine ikdam ederler,
bir mütezallim, bir müşteki bulunsun bulunmasın.
Velhâsıl : valii
ceraimin vazifeleri, kazaî olmakdan ziyade idarî, ahlâkî ve siyasîdir.
El'ahkâmüssultaniyye. [50]
913 - : îslâm hukuki cezaiyye teşkilâtında bir de
«ihtisab =' his-be» memurluğu vardır ki,
buda bir nevizabıtai belediyye ve ahlâkivye mahiyyetindedir. Bu memuriyeti haiz
olan zata : «Muhtesib» denir. Sıfatı
memuriyetine de «velayeti hisbe» adı
verilir ki, vazifeleri pek mü-tenevvidir.
914 - :
Muhtesibler, menşurlarında yazılmadıkça hükme salâhi-yetdar olamazlar, yalnız idarî,
içtimaî, iktisadî bir takım işlere ve meselâ
: alış veriş muamelelerine,
fırtınalı ve gayri miisaid zamanlarda
gemilerin denizlere açılmamasına, veya bu gibi nakil vasıtalarına
isti-ablarmdan ziyade yük yüklenilmemesine nezaret eder, terk edildiği zahir
olan maruf ile emr, irtikâb edildiği görülen münkeratdan nehy vaz. fesini ifaya
çalışırlar.
915 - :
Muhtesibler vesair bazı idare
âmirleri Örfe nazaran
uir takım tedbirler ittihaz ederler ki, bunların bu husuadaki
ictihadlarına birer «içtihadı örfî» namı verilir.
916 - : îhtisab müessesei, ahkâmı kaza ile
velayeti mezalim ah kâmı arasında bir vasıta vücude getirmiş bulunur.
Muhteşiblerin mevkii,
hâkimlerin mevkii gibi hükümden, nısfetden = temini adaletden ibaret değildir.
Belki memleket dahilinde nizâm ve intizamın bozulmamasına, memnuat ve
muharremat denilen şeylerin irtikâb edilmemesine nezaretden, rehberden
ibaretdir.
917 - :
Muhtesibler, bilhassa borç hususunda gösterilen münuı-talelere, yolları ihlâl
edecek inşaata, alış verişlerdeki hiyleye, tedlîst meydan vermemeğe çalışırlar,
zahir olan münkeratdaı muharremat: şer'İyyeden dolayı ta'zir icra ederler.
918 - :
Muharrematı şer'iyye, başlıca şu iki kısma ayrılır :
(1) :
Nefislerin ve beşerî şehvetlerin icrasına mütemayil bulunduğu bir kısım
memnuatı şer'iyyedir ki, .bunların hakkında dünyevî uku betler, ta'zîıier vaz
ve tayin olunmuşdur, Gayri meşru mukarenetler gibi.
(2) :
insanların icrasından tab'an müteneffir bulundukları menv nuatdır ki, bunların
hakkında - dünyevî müeyyideye lüzum görülmediği cihetle yalnız uhrevî vaîd mevcuddur. Habais denilen
nâpâk şeyleri yemek gibi.
919 - :
Siyasete gelince bu, fukahanın ıstılahınca ta'zirden, yani haddin dününde
bulunan te'dib ve cezadan ibaretdir ki, icabına göre dayak ile, habs ile
vesaire ile yapılır. Bu halde siyaset ile tâ'zir müteradif demekdir. Bu cihetledir ki, «Kitabı
ta'zir, ahkâmı siyasetiyyesi
müte-keffiidir» denilmişdir.
Maahaza siyaset, bir
noktai nazara göre de ta'zirden eamdır. Meselâ : ta'zir, mutlaka bir cürm
mukabilinde tatbik edilir. Siyaset ise ba-zan bir cürm mukabilinde olmaksızın
da tatbik edilebilir. Mücrim olmayan bir şahsın mücerred âmme masalihi
mülâhazasiyle bulunduğu beldeden başka bir beldeye nefy ve nakl edilmesi gibi.
tşte siyasetin bu eam
olan mahiyyetine nazarandır ki, siyaset mefhumu, fıkıh kitablarında:
«veliyyüTemrin raiyyei üzerindeki emir ve nehyi», «âdaba, mesaliha, intizamı
emvale riayet için mevzu kanun», «insanları dünya ve ahiretde necatlerine badi
olacak bir yola irşad iÜ beşeriyetin salâhına çalışmak.» diye tarif olunmuşdur.
920 - :
Beşeriyetin salâh ve intizamı için şeriati islâmiyyenin kabul ve iltizam
etdiği bir kısım yüksek ahkâma «siyaseti şer'iyye» denimişdir.
Diğer bir itibar ile
siyaseti şer'iyye, şer'i mugallazdan, yara ; hikmet ve maslahata nazaran
muamelât ve ukubatda bir şiddet iltizam et-mekden ibaretdîr. Fesad erbabı
hakkında veliyyül'emrin tatbikine şer' an me'zun olduğu kati ve şiddetli
ta'zirat gibi.
Meselâ : gayri meşru
mukarenetde bulunan bir şahıs hakkmda dayak ile nefy cezası, mezhebi Hanefiye
nazaran cem. edilemez. Fakat maslahat icab ederse siyaseten cem edilebilir.
Kzalik : Bir kimseyi
döğmek suretiyle öldüren şahıs hakkında kısas cezası lâzım gelmez. Fakat bu
suretle onu bunu öldürmeği itiyad et-miğ .olan şerîr bir gahis, şer ve fesadını
izale için siyaseten idam edilebilir.
921 - :
Siyaset mefhumu, islâm hukukunda ve siyaseti şer'iyyeye dair yazılmış
kitaplarda bir itibar ile «siyahtı âdile» «siyaseti zâlime», kısımlarına, diğer
bir itibâr üe de «siyaseti âmme»,
«siyaseti hassa» kısımlarına
ayrılmışdır. Bunların mahiyyetieri için ıstılah kısmına müra-ceatl.
Hak Tealâ
Hazretlerinin kulları için vaz ve tayin buyurmuş olduğu şer'î ahkâmın heyeti
umumiyesi «siyaseti âmme» den ibaretdir.
Nehb ve garet gibi,
fisk ve fücur gibi memnuata mükerreren cüret edenlerin kahr ve tedmir edilmesi
de «siyaseti hassa» dan maduddur.
922 - :
Siyaseti şer'iyyeyi tatbik, yalnız veliyyül'emre mahsus değildir, hâkimler de
bunu indel'icab tatbike salâh iye tdardır lar.
Binaenaleyh bir hâkim,
zina ile müttehemi habs, sirkat ile mütte-henıi darb ve müttehemlere yemin
tevcih edilebilir.
Kezaük : bir hâkim,
müttehemlerin habsierini temdid, mücrimlerin cez&larını teşdid, fesad ile
müştehir eşhas hakkında beyyineye lüzum görtilmeksizin ta'zirat suretiyle ceza
tertib edebilir.
Maahaza hâkimler,
mezuniyetleri nisbetinde siyaset işlerine nezaret ve siyasetle hükm
edebilirlerse de siyasti âmmeye karışamazlar, yani : bütün bir cemiyetin salâh
ve intizamı, müdafaası için mültezem umumî ahkâmın tertib ve tatbikine
salahiyetli bulunmazlar. Bu husus yalnız âmme riyasetini haiz bulunan makama,
veüyyüremre aiddir. Bahri, Raik, Ei'ahkâmüssultaniyye, Keşşafi
ıstılâhatilfünun.
Yedinci hitabın sonu[51]
Harbe, Cihada, Esarete
vesaireye aid ıstılahları havidir. [52]
1 - (Abık) :
Efcndisiiıdentemerrüderı kaçan, efendisinden bir korkusu, meşakkati işlerden
bir endişesi olmaksızın mücorred havasına te-baiyyetle itaat, dairesinden çıkan
köledir.
Mevlâsı tarafından
icar, îdâ, veya İare edilmiş olduğu kimsenin nez-dinden firar eden köle de abık
hükmündedir.
Bir rakikin böyle bir
suretle temerrüden firar etmesine de «ibak > denir.
2 - (Abd) : Köle, hürriyetden
mahrum, başkasının mülküne dahil olan
erkek insan demekdir. Cem'i abîddir.
Kulluk demek olan
«ubudiyyet» esasen tezellül ve huzuı müftddir. Hürriyetini gaib etmiş olan
şahıs da tezellül ve huzua maruz, efendisine inkiyada mecbur olacağından bu münasebetle
kendisine abd = kul denilmişdir.
3 - (Abdi mahcur) : Münakehat ve muavezat gibi tasarruflardan men edilmiş olan köledir.
Böyle bir kölenin yapacağı nikâh, bey-ve şira, karz ve rehn mevlâsının icazeti
lâhik olmayınca bâtıl olur.
4 - (Abdi me'zun) : Alel'itlâk ticaretde bulunmasına veya bir bedel mukabilinde azad
olması için kazanç sahasına atılmasına sarahaten veya delâleten müsade olunan
köledir. «Me'zunı kebîr» ve «me'zunı
sa-gîr» kısımlarına ayrılır.
Mevlâsı tarafından :
«Bana şu kadar meblâğ te'diye etmek üzere hürsün» denilen bir köle, kabulüne
mütevakkıf olmaksızın delâleten kesbe me'zun olur. Binaenaleyh o meblâğı
kazanıb meviâsına verince azad olur. Hattâ o meblâğı mevlâsının bilâ mani elini
uzadtb alabileco ği bir yere bırakmasiyie de azad olur. Buna «tahliye» denir
ki, maniaları kaldırmak demekdir.
5 - (Abdi
me'sur) : Düşmana esir düşmüş olan köledir.
6 - (Abdi dal)
: Kasde mukarin olmaksızın yolunu gaib
ederek mevâsınm ikametgâhına gidemeyen memlûkdur.
7 - (Alic) : Güçlü, kuvvetli, iri, yarı, iş ehli, nefsini
müdafaaya, tecavüzleri defe kadir kimsedir. Cem'i : uluedur.
8 - (Anve)
Kahr ve galebe demekdir. Kahren vuku bulan bir fothe «anveten feth» denir.
Maahaza bu kelime, ezdaddandir. îtaat ve inkiyad mânâsında da kullanılır. Bu halde
de anveten feth, sulh ve nfk ile feth demek olur.
9 - (AîV) : Azad
olmû; veya azad edilmiş olan köle veya cariye
demekdir. Cem'i : utekadır. Maamafih
azadlı cariyeye «atika» da denir ki cem'i : ataikdir.
Atik kelimesi, esasen kerîm, cemil olan
veya zaman, mekân veya, rütbe itibariyle kidemli bulunan şey demekdir. Azaldı
kimsede hürriy-yet şeref ve mekrümetine nail olacağı cihetle «atîk» namını
almışdır. [53]
10 - (Bağı) : Muhik olan bir veliyyül'emre veya naibine karşı bir te'vile, yani : kendisince doğru
görülen bir delîle istinaden isyan ederek itaat dairesinden çıkan, bununla
berber müslümanların katlini, mallarının müsaderesini, zürriyetlerinin esir
edilmesini halâl görmeyen men-nea = kuvvet sahibi müslimdir. Cem'i :bugatdır.
Bağîlerin heyeti umu-miyesine «ehli
bağ», «fiei bağiyye» namı da verilir.
11 - (Bağy) : Lûgatde mutlaka taleb ve kesb manasınadır.
Sair mânalara da gelir. Sonra örfi lûgavîde
: cevr ve zulm gibi icrası halal olmayan bir şeyi istemek mânasında
iştihar etmiştir. Bu kelimenin zulm, teaddî fesade sa'y.
fücura inhimak, hak'dan udul mânâlarında kullanılması
da bu itibar iledir.
Fıkıh ıstılahınca Bagy
: «veliyyüremrin dairei itaatinden bir te'vile mebni haksız yere çıkarak
tegallübde bulunmak» demekdir.
12 - (Bedeli rakabe) : Memîûkün = köle veya cariyenin şahsı makamına kaim olan kıymeti veya nefsi
mukabilinde itasını deruhte ettiği rtk veya kitabet akçesidir.
13 - (Bîa) :
Hıristiyanlara aid kilisedir. Cem'i biya'dır.
14 - (Berazîn) : Acem atlarına verilen isimdir. Müfredi
«birzevn» dir. Lûgatde «üzerine semer
vurulan ata» birzevn denir. Dişisine de'birzevne» denilir. Kulakları sarkık ve
sülpük olduğu için künyesi
Ebül'ahtar» dır. [54]
15 - (Cariye)
: Bir kimsenin memlûkesi olan genç veya ihtiyar kadındır. Cem'i cevarîdir.
Cariye, esasen denizde cereyanı itibariyle sefine
manasınadır. Cariyeler de efendilerinin emir ve hizmetleri dairesinde hareket
edecekleri cihetle bu namı almışlardır. Maamafih hür kadınlara.da «cariye»
itlak edildiği vakıdir. Vakıflar gibi menfaati âmme hakkında devam eden bir
sadakaya da «sadakai cariye» denilir.
I6 - (Cihad)
: Lûgatde cehde, yani : vusu ve takati bezi etm?k manasınadır, cehd etmek, bir
işde mübalâğa göstermek, herhangi bir hususda ziyadesiyle çalışmak mânasına da
gelir.
istilanda cihad : «Hnk
yolunda vukubulacak muharebelerde gerek nefs ile, gerek mal ve lisan ile ve
gerek sair vasıtalarla çalışarak viîsu ve takati sarf etmek» den ibaretdir.
«Mücahede» de çalışmak ve cenk etmek manasınadır. Nefsiyle veya harbîlerle
mücahede ve muharebede bulunan bir müslümana da «mücahid» denir.
17 - (Ceyşl) En azdört yüz nefer süvari ve piyadeden müteşekkil
bir askerî kıt'a demekdir. Gerek veliyyüTemre ve gerek gazilere aid' bulunsun.
Cem'i cüyuşdur. On iki bin kişilik
bir kuvvet, bir «ceyşi azîm» sayılır. Bu kadar vidana ziyade kuvveti haiz olan
büyük ordulara «askeri azîm) adı
verilir.
18 - (Cüiul) : Asker, çeri, muavin manasınadır. Bir tanesi : cün-dî, cem'i : cünud, ecnaddır.
19 - (Cuul) :
Hizmet mukabilinde verilen ücrotdir. Abıkı
= mev-lâsından kaçmış olan rakiki
mevlâsına - mâlikine reddetmek üzere
bil'-işhad derdest eden kimsenin bu hizmeti
mukabilinde müstahik olduğu ücrete de cuuî denir.
20 - (Cimi ale.lcihad) : Gazada bulunmak üzere ahnıb verilen ücrettir.
Cihadına yardım olmak üzere mücahidlere verilen atîyeye de cuul
denilmişdir. Sulh mukabilinde verilen bir nevi
tazminat mânasında da müstameldir. Ceîle, ciale de cuul manasınadır. [55]
21 - (Dari
islâm) : Müslümanların eli altında, hâkimiyeti dairesinde
bulunan yerlerdir ki, ehli islâm, oralarda emn ve eman içinde yaşarlar.
22 - (Dar! adi) : Bir
veliyyüremrin riyaseti, adalet ve hâkimiyeti dairesinde bulunan herhangi bir
islâm beldesi demekdir.
23 - (Dari
bajçy) : Bağîlerin İdaresi ve hâkimiyeti altında bulunan bir islâm beldesi demekdir.
24 - (Dari aman) : îslâm ordusu tarafından feth olunub içinde ehli
zimmet ikamet etdirilen beldedir ki, bu, islâm hükümetinin himayesi ve
hâkimiyeti altında bulunacağından dari İslama mülhakdır.
25 - (Dari
harb)
: Ehli islâm ile aralarında müvadaa ve musaleha bulunmayan gayri
müslimlcrin ülkesidir.
26 - (Dari
zimmet) : Müslümanların ahd ve
emanını» himayesini kabul etmiş olan gayri müslimlere
mahsus yerlerdir. Vaktiyle muhta-riyyeti idareye nail olan bir kısım eyaletler,
bu kabilden bulunmuşdu.
27 -
(Dariırrultlc) :
Mürtedlerden müteşekkil bir
taifenin istilâ ederek
hâkimiyetleri dairesi altına aldıkları yerlerdir.
28 - (Deyr)
: Nasaranın mâbedlerine verilen bir isimdir. Cem'i: «edyar» dır. Yahut deyr,
Nasranîlerin manastırlarından ibaretdir.
Bu halde keliseden başka olmuş olur.
29 - (Derb) : Lûgatde büyük sokak, mahalle, kale kapusu
veya herhangi bir geniş kapı demekdir. Cem'i «dirab» ve «dürub» dur.
'örfen derbend,
yani : dari harbin medhalidir ki, burası
dari islâm ile dari harb arasında bir hattı fasıl teşkil eder.
30 - (Din) :
Taat, âdet, tarik, alâmet, şan, ceza, mükâfat mânalarını ifade eder.
Istılahda : Allah Tealâya ubudiyet
tariki demekdir. Dindar olana
«mütedeyyin» denir. «Diyanet».de emanet, istikamet, itaat, dinî ahkâma riayet
demekdir.
Dinler, başlıca şu iki
kısma ayrılır :
(1) : Hakikî
dinlerdir ki, bunlar
büyük peygamberler tarafından insanlara tebliğ edilmiş olan
ilâhî dinlerdir. Bunlara ulviyetlerine binaen «semavî dinler» de denilir.
Bunların ahırı ve ekmeli, dini celili islâmdır.
(2) : Bâtıl
veya muharref dinlerdir ki, bunlar insanlar tarafından vaz'edilmiş veya
bilâhare tebdil Ve tağyir kılınmış olmakla birer ilâhî din olmak mahiyetinden
mahrumdurlar. İslâmiyet haricinde kalan dinler, bu kısma dahildirler.
31 - (Dini islâm). : Bütün peygamberlerin hâtemi ve efdal ve eşrefi olan Muhammed
Mustafa, aleyhisselâtü vesselam efendimizin Allah Tealâ hazretleri
tarafından bütün insaniyet
âlemine tebliğine memur olduğu dini mübîndir ki,
ahkâmı celîlesi, bütün beşeriyete
müteveccihidir, ve ilâ kıyamissaa bakidir. [56]
32 - (Eman) :
Korkusuzluk, asûdelik, endişeden berî olmak manasınadır. Mukabili «havf»
dır. «Emen», «emene», «imn» kelimeleri
de eman ile müradifdir. Korkusuz, endişeden berî, hayatı mahfuz kimseye de «emin»,
«amin» denilir. Maamafih
mutemed, gadr ve
hiyançtden berî, mevsuk ve başkasına itimad eder kimseye de «emin» ıtlak
olunur.
Bu aileden olarak «emanet» kelimesi de bir zatın emin ve mutemed olması mânasına geldiği gibi emin
bir zatın uhdesine tevdi edilen şey
mânasına da.gelir. «Emaneti eda etdi» denir ki, kendisine tevdi edilmiş olan
şeyi sahibine iade eyledi, demekdir.
Harb ıstılahınca eman
«emniyete nailiyeti hakkında düşmana verilen söz veya yapılan işaret» den
ibaretdir. «îstiman» de eman istemek ve emana nail olmak demekdir.
33 - (Enianı sarih) : Bİr kimseye karşı «sana eman verdim», siz eminsiniz», «size bir zarar yokdur» gibi
bir tabir ile verilen emandı
34 - (Eman bilkitabe) : Ehli harbe emanname gönderilmek suretiyle verilen
emandır. Şu kadar var ki, bu emannameyi gönderen zatn emin, müslüman, diğer
şeraiti haiz bir kimse olduğu malûm olmalıdır. Bu, beyyine ile bilinmedikçe
eman tahakkuk etmiş olmaz.
36 - (Eman bilkinaye) : Emanı işrab ve ifham eden bir tabir bir işaret ile
verilen emandır. «Geliniz», «korkmayınız» diye hitab edilmesi gibi ki bu
veçhile kendilerine hitab edilen şahıslar, bunun eman olduğuna zahib
bulundukları takdirde emana nail olmuş olurlar.
Parmakla semaya doğru
işaret edilmesi de bu kabildendir. Bu işaret : «Sen gökleri yaradanm hakkiyçin
benden eminsin» veya: «Sana gökleri yaratan ilâhül'alemînin zimmetini, ahd ve
emanım veriyorum.» gibi bir mânayı işrab eder.
36 - (Emanı
mutlak) : Müddet ile tahdid edilmeyen
emandır.
37 - (Emanı muvakkat) : Muayyen bir
müddetle verilen emar-dır. Bu eman, müddetin nihayet bulmasiyle hitama? erer.
Bir kaleyi muhasara eden bir islâm kumandanının o kale içindeki düşmana
vermiş, olduğu on, on beş günlük bir eman bu kabildendir.
38 - (Emanı müebbed) : Bu «müvadaa ve musaleha»
demekdir. iki tarafın biribirine karşı harb etmemek üzere silâhlarını
terk etmeleri ile vücude gelir. Muharib bir kavmin akdi zimmeti kabul etmesi de
bu kabildendir.
39 - (Emanı has) : Müslümanlardan şeraitini cami olan herhangi bir ferdin düşmandan
herhangi muayyen bir şahsa veya bir taifeye vermiş olduğu emandır.
40 - (Emanı âm) : Bütün muharib düşmana verilen umum! bir emandır. Bu, bir mühadenet ve
musaleha mahiyetindedir. Binaenaleyh
bu emanı vermek salâhiyeti, yalnız veliyvüTemr ile naibine aiddir.
41 - (Emanname -
kitabüTeman) : Eman verildiğini müş'ir olan vesikadır.
42 - (Ehli
emanet) : Hiyanetden berî, itimada
şayan olan zatdır.
43 - (Ehli adi) : Adaletle
muttasıf zevat. Buğatın
mukabilidir
44 - (Ehlİ
bağy) :
Bağıların heyeti
mecmuasından ibaretdir.
45 - (Emir) : Kumandan, veliyyi emir tarafından bir
hususa, meselâ : askerî sevk ve
idareye, muharebe işlerine bakmaya tayin edilen başbuğ. Buna «emirülceyş» denilir.
46 - (Esir) : Muharebede diri olarak elde edilen mukatillerden Herhangi bir şahısdır. Cem'i
: üsera, üsârâdır,
47 - (Esaret) : Bir muharebe
neticesinde veya başka bir veçhile mağlûbiyet eseri olarak düşman eline
düşmek, hürriyyetden mahrum
kalmak halidirCDuk^bili hürriyetdir. [57]
48 - (Faris) : Atlı,
süvari demekdir. Herhangi bir.ata rakib bulunan islâm mücahidi.
49 - (Feda = fida) ; Düşmandan alınan esirleri
bir mal ile veya
islâm esirleri ile
mübadele etmekdir.
Fida lâfzı, lûgatde
ata, bezi, işar ve bedel vermek mânalarını ifade eder.
50 - (Feth) : Bir beldeyi, bir ülkeyi ya sulh ile veya
kahr ile ele geçirmekdir. Bu kelime esasen kapalı bir şeyi açmak, bir işgali
gidermek manasınadır, hem maddiyatda, hem de maneviyatda kullanılır. Kapıyı
feth etmek, kalbleri feth etmek gibi.
51 - (Füttuh) : Açmak, açılmak manasınadır. Zafer, nusret, kü-şayişi hatır, hakayiki keşf ve
izhar mânalarında da müstameldir. Cem'i: fütuhatdır.
52 -
(Füzulül'ganaim) : Ganimetmallarımn tayin ve tevziinden sonra bakiyye kalan az bir mikdar
maldan ibaretdir ki, fakirlere tevzi olunur. [58]
53 - (Ganim) : Harb vakasında mukatil olarak ha2ir bulunup
ganimete nail olan muzaffer islâm .mücahidi demekdir. Cem'i: ganimin.
54 - (Ganimet -
magnem) : Harbîlerden muharebe
esnasında veya muharib iki ordunun tekabülü sırasında gazilerin kuvveti ile
kahren alınan maldır. Cem'i ganaim, megânimdir.
55 - (Ganaimi
me'Iûfe) : Harb esnasında düşmandan
kahren alınan menkul mallardır.
56 - (Ganaimi gayri me'lûfe) : Harb
sebebiyle düşmandan kahren veya sulhen alınan gayrimenkul mallardan, ytıni,
düşman topraklarından ibaretdir.
57 - (Ganaimi halise) : Enfal denilen ganimet mallardır ki, mücahid
askerlerden bir kısmına tenfil suretiyle tahsis edilmiş bulunur. Tenfil lâfzına
müraeeat!.
58 - (Ganaimi maksııine) : Boşde biri beytülmâle alındıkdan sonra, mütebakisi
ganim ler arasında hisselerine göre tayin ve tevzi olunan ganimet mallardır.
59 - (Gamıimi gayri maksııme) : Düşmandan i£tinam olunub da henüz ganimler
arasında taksim ve
tevzi edilmemiş olan
mallardır.
60 - (Gadr)
: Hıyanet, naksi ahd, muahede ahkâmını bozmak manasınadır.
61 - (Gaza
- gazv) : Harb
makmasiyle düşmana doğru yönelmek,
sefere çıkmak, gayri müslinıler İle cenk etmekdir. Müfredi: gazve m'i : gazevatdır.
62 - (Gulûl) :
Ganaimden çalmak, ganimet
mallarından kablel-kısme hıyanet
yoliyle bir şey almak demekdir. [59]
63 - (Hecin) : Babası arab atı, anası acem atı olan
feresdir. Ba* bası arab, anası cariye olan veya babası anasından hayirli
bulunan şahsa da «Hecin» denir.
Hanbelî fukahasma göre
feresi hecin, hem anası hem de babası feresi arabî olmayan atdır. Mukrif gibi.
64 - : (Itarb = muharebe) : Mukatele, düşman ile cenk etmek. Cem'i : Hurub,
muharebatdır. Cengâver, bahadır kimseye de «harb» denir. Mihreb, mihrab
kelimeleri de şiddetli harb eden bahadır kimse demekdir. Hatiblerin, camii
şerifde hutbe okudukları makama da mihrab denilir. Güya ki şeytan ile, hava ve
heves ile muharebe edilecek, nâ-sın diyanetini, ahlâkını siyanet ve müdafaaya çalışacak mevkidir.
Muharebe, hirab,
îeharüb, ihtirab. kelimeleri de biribiriyle cenk ve ki-tal edib savaşmak
manasınadır.
65 - (Harbi)
: Ehli islâm ile aralarında muvadea ve musaleha bulunmayan gayri müslimlere
aid ülke ahalisinden her biri, müennesi: har-biyyedir.
66 - (Hamule)
: Yük çeken deveye, at ve saireye itlâk
olunur. Üzerinde yük bulunsun, bulunmasın.
Nâsın eza ve cefasına
tahammül eden kimseye de «hamul» denir.
67 - (Hürriyyet) : Esaretden beri, insanî hukuka
tamamen mâlik olmak halidir. Başkasının mülkü olmakdan azade, insanî haklara
tamamen sahib olan kimseye «hür,, denir. Cem'i ahrardır.
Esasen başka şeyler
ile ihtüâtdan beri, halis olan şeye
«hür» denilir. Binaenaleyh memlûk olmayan bir şahıs da başkalarının kaydi esaretinden
halas bulmuş olacağı cihetle hür namını almıştır.
68 - (Ilamîs) : Büyük ordu demekdir.
Vaktiyle ordular : mukaddime, kalb,
meymene, meysere, saka namiyle beş kısımdan müteşekkil olduğu
cihetle hamîs adını alrmşdır. [60]
69 - (Itak) : rab atlarının güzel, cevad olan kısmıdır.
Müfredi : «atik» dir. Azadlı kul. Cem'i
: utekadır. Kadîm, nefis, kerim, cemil mânalarım da ifade eder.
70 - (I'tak) : Azad etmek, yani
: memlûkde şer'î bir kuvvet, bir ehliyet ve mâlikiyyet kudreti ispat
eylemekdir.
Başka bir tarif ile :
memlûk üzerindeki malikiyet hakkını vechi mahsus ile iskat etmekdir ki, memlûk
bununla hürriyete kavuşur, velayete, şahadete, sair tasarrufata ve kendi
üzerinde başkalarının tasarrufunu defa kudret bulmuş olur.
I'tak tabiri, esasen
kuvvet ihdas etmek manasınadır. Memlûkiyeti iskat edilen bir şahıs, bilcümle hukukî
tasarrufata kudret bulmuş olacağından bu İskata «ı'tak» denilmişdir.
71 - (I'takı
sarih) : Itka mevzu, sarih lâfızlardan biriyle
yapılan ıtkdır. Seni ıtk etdim, seni azad etdim gibi.
72 - (I'takı
vacib) : Katiden, zihardan,
yeminden, nakzı siyamdan nâş,i
keffaret olarak yapılması icab eden
73 - (I'tiiki
mendub) : Livechillah yapılan ıtkdır.
74 - (I'takı
mubah) : Bir veçhe niyyet
edilmeksizin yapılan ıtkdır.
75 - (I'talu
mahzur) : Gayri meşru bir vech iğin,
meselâ : esnam namına yapılan ıtkdır.
76 - (Ttakı
cebri) : Malikinin rızasına bakılmaksızın hâkimin hükmiyle bir rakikin
azad edilmesinden ibaretdir.
77 - (Itk): Azad etmek, memlûkde şer'î bir kuvvetin, bir ehliyetin
ve salâhiyet kudretinin sübutü.
Başka bir tarif ile :
mevlâınm memiûkü üzerinde olan malikiyet hakkının vechi mahsus ile sukutundan
ibarettir ki. memlûk bu sayede azad olarak hürriyete kavuşur.
Maamafih ıtk kelimesi,
i'tak mânasına da müstameldir. Masdarı : atk, atak, atakedir.
78 - (itki muallâk) : Bir şarta talik suretiyle vukubulan ıtkdır. Bir kimsenin
kölesine «şu işi yapar isen hürsün» demesi gibi ki, köle o işi yapınca azad olur.
79 - (itki müneccez) : Bir şarta muallâk veya bir zamana muzaf olmaksızın derhal vuku bulan
ıtkdır. Bir kimsenin memîûküne hitaben «seni azad etdim» demesi gibi kib
ununla köle derhal hürriyetine kavuşur.
80 - (itki muzaf) : Bir zamana, bir vaktin girmesine veya çıkmasına izafe edilen
ıtkdır. «Sen gelecek ayın başında hürsün» denilmesi gibi ki, o ayın başında
ıtk hâdisesi vücude gelir.
81 - (itle alâ mâl) : Bir köle veya cariyenin kitabet suretiyle olmaksızın cins ve
mikdarı malûm bir mal veya muayyen bir hizmet mukabilinde azad edilmesidir.
Buna «ıtk-alâ cu'l» de denir.
82 - (Itk-ı
kül)
: Bir köle cariyeyi tamamen azad
etmelidir. Bir mevlânın müstakillen malik olduğu kölesine «seni
azad etdim» demesi gibi.
83 - (Itk-ı
cüzü)
: Bir memlûkün lâalettayin bir cüz'ünü azad et-mekdir. Bu halde imamı
Azama göre mu'tik, o cüzü ile ne mikdar kasd etdiğini beyana mecbur olur. «Itk-ı
ba'z» hakkında da hüküm böyledir. îki gerikden birisinin kendi hissesini azad
etmesi de ıtk-ı ba'z kabilinden-dir.
84 - (Itk-ı
sehm) : Bir memlûkün tayin edilmeksizin bir
sehmini azad etmekdir ki, bu halde îmamı Azama göre altıda biri, tmameyne göre
tamamı azad edilmiş olur.
86 - (Itk-ı
mübhem) :
Müteaddid memlûklerden
lâalettayin birini veya birkaçını azad
etmekdir.
86 - (Itk-ı
müşterek) : iki veya daha ziyade kimsenin mâlik oldukları
bir rakiki azad etmeleridir.
87 - (Itkname) : Azad
edilmiş olan köle veya cariyeye azad edildiğini nâtık olmak üzere verilen
vesikadır. [61]
88 -
(îbahiyyet) :
Muharrematın mubah olduğuna kail
Olmak veya bazı ibadetlerin sakıt
olduğunu iddiaya cüret göstermekdir. Böyle
bir iddiada bulunan taifeye «ibahiyye» denir. Bunlardan her birine de «ibahî»
denilir.
89 - (îman) : İnanmak, itikat etmek, Dini islâmda kat'iyyen sabit
olub «zaruriyyatı diniyye» denilen esasları, hükümleri kalben tasdik ve iz'an
etmekdir. Bu veçhile musaddik olan zata da «mü'min» denir.
90 - (tlhad) : Hak yolundan
yüz çevirib küfür cihetlerinden birine meyi
etmekdir. Sahibine «mülhid» denir,
gerek küfrünü saklasın, gerek
saklamasın ve gerek evvelce üluhiyyet
ve risaleti tasdik etmiş bulunsun ve gerek bulunmasın. Binaenaleyh
ilhad- mefhumu, nifak, İr-tidad, inkârı mahz mefhumlarından daha
şümullüdür.
91 - (trtidad) : Lûgatde dönmek, rücu
etmek manasınadır. Is-tılahda: dini islâmdan badelkabul
dönmekdir, yani esasen müsiüman olan veya bilâhare islâm
dinini kabul etmiş bulunan bir şahsın muahha-ran dönüb başka bir dine intisab
etmesi veya hiç bir din ile
mukayyed bulünmayıb inkârı mahza sapması demekdir. Bu hale «riddet» de
denir ki, esasen hakkı edadan imtina mânasını müfiddir. Böyle bir ha-reketde
bulunan, yani: dini celîliislâmı terk eden şahsa da «mürted» ad] verilir.
92 - (İhraz) : Bir malı harz denilen mahfuz bir mahalle vaz etmek, manasınadır.
Düşmandan alman bir mal, ahz
edenlerin mahfuz olan ülkesine idhal edilmekle ihraz
edilmiş olur.
ihraz lâfzı, maddî
veya manevî bir şeyi kazanıb elde etmek mânasında da müstameldir: İhrazı
ganaim, ihrazı zafer gibi.
93 - (İmaret) : Beylik,
kumandanlık.
94 - (İmaret alelcihaıi) : Harb için kumandan tayin edilmesi bu kumandanlık makamı. Bu imaret iki
kısımdır: Biri «imareti hassa; dır ki,
yalnız orduyu idareye, harb işlerini tedvire maksur bulunan ima retdir. Diğeri
«İmareti âmme» dir ki, harbi jdare, ganimet mallarını taksim, müsaleha akdi
gibi bütün cihadişlerine şâmil olan imaretdir.
95 - (İgare) : Bir malı başkasından .cebren ve
alenen çabukça almak demektir. Buna
«şebhum», «çapul» da denir.
96 - (İstilâd)
: Cariyeyi ümmülveled kümakdır. Şöyle ki : mevlâ, cariyesinin kendi firaşından
doğurduğu veya hâmil bulunduğu çocuk hakkında «bu, bendendir» diye ikrar ve
itirafda bulunsa istilâdda bulunmuş, çocuğu kendi nesebine ilhaketmiş olur.
97 - (îsti'razül'ceyş) : Kumandanın orduyu teftiş ve müşahede etmek istemesi, resmi geçit
yapdırılması.
98 - (Istinzal) : Muharib bir düşmandan teslim
olmasını, hakkında verilecek herhangi
bir hükme muvafakat etmesini istemekdir. Buna «inzal» de denir.
Bizzat düşmanın kendi
hakkmdaböyle bir muamele yapılmasını istemesi de bu kabildendir.
99 - (İstilâ) :
Lûgatde mutlaka galebe, tefevvuk
manasınadır. Istılahda: bir kavmin emvalini veya ülkesini diğer bir
kavmin bil'gale-be elde etmesi demekdir:
100 - (tstirdad) : Verilen şeyi geri almak
istemek, başkasının eline geçen bir malı, bir mahalli geri almak.
101 - (İstîlhak) : Cariyeden doğan çocuğun
nesebini iddia etmekdir. Şöyle ki : bir
mevlâ, istifraş etmiş olduğu cariyesinin
doğurduğu çocuk hakkında «bu, bendendir» diye ikrar etse istilhakda
bulunmuş, o çocuğu kendi nesebine ilhak etmiş olur.
102- (îstirkak) : Bir
şahsın köle veya cariye olmasını istemek, bir kimseyi rakik ittihaz etmek.
103 - (İstis'â) : Memlûkün sa'yini, iktisabda bulunmasını
isteinek, kendisini çalişdırmakdır. Kitabete kesilen veya kısmen azad
edilen bir kölenin bedeli kitabeti veya mütebaki kısmına aid kıymeti Ödeyebilmek
iğin ücretle bir işde çalıştırılması, bir istis'âdır.
Kölesinin say'
etmesini - kazanç sahasına atılmasını isteyen kimseye «müstes'ı», say' etmesi
istenilen köleye de «rnüstesâ» denir. Mü-ennesi «müstes'at» dır.
104 - (İsmet)
: Men etmek, hıfz etmek, mâlin, canın mahfuziye-tîni müstelzinı bir vasfı
mahsus. Ma'siyetlerden maattemekkün ictinab melekesi.
305 - (ismeti mukavvime) : Şahsî bir masuniyetdir ki, buna tecavüz edilmesi
kısas veya tazminatı maliyyeyi icap eder.
106 - (İsmeti
müessime) : Bir masuniyeti şahsiyedir
ki, buna tecavüzde bulunmak,
günahı müstelzim olur.
107 - (Kitabet)
: Mevlâ ile memlûkü arasında muaveze tarikiyle carî olan bir akiddır. Buna
«mükâtebe» de denir.
Başka bir tarif ile
memlûkü min cihetilyed halen ve min cihetir-rakabe istikbalen azad etmekdir.
Yani : memlûkü deruhte etdiği bedeli tediyesi ânında azad olmak üzere hâlen
hürriyeti tasarrufiyeye, hakkı temellüke nail kılmakdır ki, memlûk bu sayede
kendi hisabına iktisab-da bulunur, kitabet bedelini tediye edince rıkdan
kurtulur.
108 -
(Kitabeti salım i') : Şeraitini
cami olan mükâtebedir ki; cinai malûm, mikdan muayyen ve kat'î bir
bedel üzerine yapılmış olur.
109 - (Kitabeti faside) : Şartı faside mukarin olan mükâtebedir ki, fasiden
münakid olur. Meselâ : iki taksitde
ellişer liradan yüz lira verilmek ve
bir taksit zamanında verilmediği takdirde on
lira daha tediye edilmek
şartiyle yapılan bir kitabet, bu kabildendir ki, bu bedeli tediye halinde ıtk
tahakkuk eder.
110 - (Kitabeti bâtıla) : Inikad şartlarını cami olmıyan mükâtebedir ki,
bununla kitabet ahkâmı sabit olmaz. Teslimi makdur olmayan veya meyte gibi
maldan sayılmayan bir bedel mukabilinde yapılan kitabet, bu kabildendir.
111 - (Kitabeti müştereke) : iki kimsenin müştereken mâlik oldukları bir köle
veya cariye hakkında bir akd ile yapdıklan mükâtebedir.
112 - (Kitabeti
sıks) : Bir memlûkün bir kısmını, meselâ nısfını
kitabete kesmekdir.'
113 - (Kitabî)
: Esas itibariyle semavî bir Öine, münzel bir kitabe mu'tekid bulunan gayri
müslim kimse demekdir. Müennesi : «kita-biyye»
dir. Ummumuna «ehli kitab» denilir.
Yahudiler ile İsevîler bu cümledendir.
114 - (Küfr)
: Esasen sotr ve ihfa manasınadır. Istılahda: Allah Tealâmn varlığını veya
birliğini, yahut şerayii ilâhiyyeden veya enbiya ve mürselîn hazeratından
herhangi birisini inkâr etmekdir.
115 - (Kenîse) : Esasen Yahudiler ile Hıristiyanların mabetlerine verilen bir isimdir.
Bu isim, muahharan hıristiyan mabetlerine tahsis edilmiştir. Cem'i :
kenaisdir.
116 - (Kura) i At, deve,
katır, hımar, fil ve üzerine yük yüklemeğe ahşdırılmış olan öküz gibi
hayvanatdır. Cem'i : ekarî'dir. [62]
117 - (Kın) : Rakik =
köle ve cariye demekdir. Müennesi «kın-ne» dir. BazMarınca da km, alınıb
satılması caiz olmayan köle demekdir. Müdebber gibi.
118 - (Kısmeti îda) : Gaiîimet mallarını dari
harbde gazilere se-himleri nisbetinde muvakkaten tevzi etmekdir ki, bunları
gaziler, kendi vasıtalariyle dari İslama çıkararak hepsini
tekrar bir yerde cem ederler,
sonra bunlar aralarında yeniden kısmet ganimet suretiyle
taksim edilir.
119 - (Kısmeti
ganimet) : Muharebede düşmandan alman malların dari islâmda gaziler
arasında kat'î surette olarak taksim ve
tevzi edilmesidir. Buna «kısmeti mülk» de denir..
120 -
(Kıtal = mukatele): Muharebe ve
muhasame demekdir. Bünyesi
kıtale mütehammil olduğu halde mukateleyı: mübaşir veya mü-teheyyi olan kimseye
«mukati denilir. [63]
121 - (Lehak)
: Yetişmek, idrâk etmek,
bir taifeye gidib katılmak, iltihak edib tabi olmak. «Lühuk»
da bu mânayadır.
Yetişib tabi olana, da
«lâhik».mülhak denilir.
122 - (lika) : Görmek, yetişmek, müsadif olmak, istikbal etmek
demekdir. «Tilka» da hiza, muvazi manasınadır.
[64]
123 - (Maiuşr)
: Yağmur sulariyle araziyi haraciyye haricindeki dere, kuyu, çeşme sularıdır.
Bir kimsenin velayeti altında bulunmayan
deniz suları da bu kabildendir.
124 - (Mai
haraç) : Seyhun,
Ceyhun, Dicle, Fırat
nehirleriyle Arab olmayan kavmler tarafından vaktiyle kazınıb bilâhare
müslüman-ların ellerine geçmiş olan nehirlerdir.
Bu, îmam Ebu Yusüfe
göredir. Çünkü bu ırmaklar üzerine köprü
kurulur, bu suretle himaye altında bulunurlar. Fakat İmamı Muhamraede göre
bunlar, kimsenin himayesi altında olmayan denizler mesabesinde olmakla raiyahı
uşriyyeden sayılırlar. Araziyi hariciyye dahilindeki çekmeler, kuyu suları da
mai haracdır.
125 - Ma'reke) : Harb meydanı
demekdir. Cem'i maarik'dir.
126 - (Magazi) : Gazve mânasına magzâ veya magzat kelimelerinin
cem'idir. Bu tabir, ekseri gazilerin menakıbı mânasında kullanılır. Siyer ve şehname gibi.
127 - (Magnem) : Ganimet
demekdir. Cem'i maganimdir.
128 - (Meded) : Muharebe meydanındaki mücahidlere yardıma koşub iltihak eden cemaat demekdir.
Cem'i «emdad»
dır. Bu kelime, esasen yardım, nusrat ve cemaat manasınadır. Me*dedres
olmaya «im-dad», yardım istemeğe de
«istimdad» denir.
129 - (Melheme) : Büyük kıtal
vak'ası ve harb sahası demekdir. Harb sahalarına «mevatînül'harb» denih'r.
130 - (Men) : Esirler
bir lûtf olarak meccanen salıvermek, düşmanın dari harbe dönüb gitmesine bilâ
bedel müsaade etmekdir. Bu kelime, esasen lûtf ve ihsan, kat ve minnet
mânalarına da gelir. Ve bir mikyası
mahsusdur.
131 - (Menea)
: Kuvvet, cemaat. Bu kelime, hem isim, hem maa-dar, hem de maiin cem'i
olabilir. Cem olduğuna göre : «bir şahsın hâmisi ve aşireti olan kimseler»
demek olurki, o §ahsa başkalarının tecavüz etmelerine mani olurlar.
En az on ve bir kavle
göre dört kişiden müteşekkil bir kuvvete mâlik olan kimseye «zî menea»,
«sahibi menea» denir. «Meneaİ mümtenia» da kuvvetli, şevketli menea sahibi
demekdir.
132 - (Mâsumuddem) : Kısası müstelzim bir cinayetde bulunmamış olan herhangi bir müslim
veya zimmî demekdir.
133 -
(Mahkunüddem) : Hayatı mahfuz, katli
memnu olan kimsedir. Mukabili «mübahüddem» dir.
134 -
(Mühderüddem) : Kanı heder olub kısası, diyeti müstelzim
bulunmayan şahıs demekdir. Dari harbde gayri müslimler arasında bulunan ve
onlara atılan kurşunla telef edilen bir müslim gibi.
135 -
(Mübareze) : Biri bîrinin dengi
sayılacak iki muharibin harb meydanına
atılarak mukabele ve mukateleye ikdam etmeleri
demekdir.
136 -
(Müraveza) : Düşman ile müzakere ve
mükâlemede, mükâ-lemei sulhiyyede bulunmak demekdir. Bu kelime, lûgatde : müdara etmek, bir kimseyi bir hud'a ile
veya kahr suretiyle ikna eylemek manasınadır.
137 - (Müvadea) : Mütareke
demekdir. Müsaleha ve müsalemet yerinde
de kullanılır. Bu lâfız, esasen
terk mânasına olan «vedı»
den mehuzdur. Bu cihetle muharebeyi terke müvadea denilmiş oluyor.
138 -
(Mütareke) : Düşman ile sulh
yapmak1-, üzere mukateleyi muvakkaten
terk etmekdir.
139 - (Muhaede) : Harbe nihayet veren iki muharib kavm arasında
yapılan bir mukaveleden, cenki terke aid bir teahhüdden ibaretdir.
140 -
(Muahedenaıne = Kitabülmuahede) : Sulh
şeraitini bildiren ve iki muhasım
tarafından bil'kabul imza edilen müsaleha vesikası demekdir. Buna «ahdname» de
denir. Maamafih ahdname tâbiri, daha
ziyade bir taraf dan verilen ahd ve emam müş'ir vesikaya itlâk olunmaktadır.
141 - (Mühadenet -
hüdne) : Harbîler ile bir bedel mukabilinde olsun
olmasın müsaleha akd demekdir. Bu kelimeler, esasen sükûn, rahat, asayiş
mânalarını ifade eder. Bu münasebetle âleme sükûn veren, fitne teskin eden
sulha da muhadenet denümişdir.
143 - (Müsaleha = sulh) : Barışmak, iki muharib tarafın harbe nihayet verib
bir muahede yapması demekdir. Esasen bir fesadın zevaî bulmasına: «salâh»
denir. Mukateleye nihayet vererek niza ve fesadı bertaraf edeceği cihetle
muhasemeyi terk sulh ve müsaleha deiülmişdir Buna «müsalemet» de denir.
143 -
(Mücahede) : Muharebe, Savaş, nefsi
emmare ile muharebe ve mücadelede bulunub ona ağır, meşakkatli gelen, fakat
şer'an matlûb olan şeyleri tahmil eylemekdir. Bu yolda hareket edene «mücahid»
denir:
144 - (Muasker) : Ordugâh =
askerlerin tahaşşiid etdiği,
toplandığı, mevzi demekdir.
145 - (Müfadatı
üsera) : iki
muharib kavmin esirlerim müteka" bilen mübadele etmeleridir.
146 - (Mürtezika) : Eshabı dîvandır. Yani : dîvanı askerîde mu kayyed olub kendilerine
beytülmalden münasib mikdar ataya tahsis edil miş olan ehli cihaddır.
Zamanımizdaki muvazzaf, ihtiyat erleri gibi.
147 - (Mütetavvia) : Divanı
askerîden hariç olub mahza haku-zası için cihada iştirak eden müslim
şehir, köy ve badiye ahalisidir. Bunlara gönüllü efrad denir.
148 - (Miyere) : Kumaş, mata, taam gibi şeylerdir.
149 - (Müsle)
: Başkalarına ibret olmak için
burnunu, kulağını vesair bazıuvuzlarını kesmek, gözlerini oyarak
kendisini çirkin bir şekle sokmak
gibi bir suretle düşmana ukubetde buiunmakdır.
ibret alınacak ukubete
«mesule» denir. Cem'i : mesülâtdır.
150 - (Mürtes)
: Saffı harbde yaralanıb henüz teslimi ruh etme den ma'reke haricine nakl
edildikden ve biraz yiyib igdikden veya konuşdukdan veya uyudukdarı veya ilâç
kullandıkdan veya aklı başında olarak üzerinden bir namaz vakti geçdikden sonra
terki hayat eden islâm mücahidi demekdir ki, hakkında tamamen şehid hükümleri
cari değildir.
Mürtes kelimesi,
esasen zafiyeti, eskiyib işe yaramaz bir hâle gelmeyi ifade eden «res» den
alınnuşdır. Masdarı : irtisasdır.
151 - (Müslim) :
Dini islâm ile mütedeyyin olan zatdır.
152 - (Müste'min : Hem eman isteyen, hem de eraana
nail olan şahıs demekdir. Bu kelime,
ismi meful sıgasiyle «müs'temen» diye de okunabilir. Bu takdirde kendisine
eman verilmiş kimse mânasını ifade eder. Buna «amin» de denilir.
Fıkık ıstılahınca müste'min:
başka bir milletin ülkesine eman ile - müsaade ile - dahil olan kimse
demekdir. Gerek müslim olsun ve gerek zimmî veya harbî bulunsun.
153 - (Mecus)
: Ateşe tapan, nur ile zulmeti iki halik, iki hayır ve ger menbaı tanıyan
müşrik bir. kavmdir. Mecus mezhebine mensub olan* şahsa «mecusî» denir.
154 - (Mukrib) : Anası arab
atı, babası da acem atı olan beygirdir. Babası köle, anasu hurretül'asl olan
şahsa da lûgatde: mukrif denilir.
155 - (Memlûk)
: Bir kimsenin alel'ıt.lak mülküne dahil
olan şey demekdir. Müennesi : memlûkedir. Mali memlûk, arazii memlûke gibi. Fakat bu tabir, bilhassa bir kimsenin
mülkünde bulunan köle ve cariye gibi erkeğe de, dişiye de şâmildir.
156 - (Mevlâ.) : Efendi, seyyid, yani : azad edilmemiş bir
köle veya cariyenin sahibi mânasında
müstameldir. Esasen «memlûkünü azad
etmiş olan zat ve azad edilmiş bulunan köle» manasınadır. Cem'i : me-v alîdir.
Mevlâ kelimesi,
lûgatde nasır, seyyid, asabe, komşu, amca zade, ve-liyyül'emr mânalarım ifade
eder. Azad edenle azad edilen kimseler arasında velâ, tenasur, ve teavün carî
olacağından bu münasebetle hem memlûkünü azad eden mâlike, hem de azad edilen
memlûke «mevlâ».denilmiş oluyor. Aralarım fark için azad edene «mevlai âlâ»
azad edilene de «mevlâi esfel» denilir.
157 - (Mu'tik) : Mülkünde
bulunan köle veya cariyeyi azad etmiş olan kimsedir.
158 - (Mu'tak) : Mevlâsı
tarafından azad edilmiş olan
köledir. Müennesi: «mu'teka»
dır.
159 -
(Müdebbir) :
Memlûkünün itkim kendisinin vefatına ta1-lik etmiş, yani : «ben
öldüğüm zaman azad ol» demiş olanmevlâ demekdir.
160 - (Mütlebber): Azad olması mevtasının vefatına
muallâk bulunan köle demekdir. Müennesi
: müdebberedir.
161 - (Müstevleüe) : Ümmülveled, yani : gocuğunun nesebi mâlikinden sabit olan cariye
demekdir. O mâlik, kendisinin ister1 tamamına ve ister bir kısmına mâlik olsun
ve kendisinin gerek hakikaten ve gerek hükmen mâliki bulunsun. Mevlânin
babası, cariyenin hükmen mâlikidir. Mevlâsının fİraşinden ikrarına mukarin
olarak çocuk doğurmuş olan cariyeye «ümmülveled» denir ki, cem'i
: ümmehatlÜ'evlâddtr.
162 -
(Miikâtib) : Memlûkünü
kitabete kesmiş olan mevlâ
demekdir.
163 - (Makâteh) : Mevlâsiyle
akdi kitabetde bulunmuş
olan köledir. Müennesi mükatebedir.
164 - (Mükâtebetül'vasî') : Vasinin fahtı vesayetindeki yetime aid memlûkü kitabete kesmesi demekdir
ki, caizdir.
165 - (Miikâtebei me'zun) : Ticarete me'zun olan bir memlûkü kitabete kesmekdir ki, caizdir. Şu
kadar var ki bumemlük, borçlu bulunduğu,
takdirde garimler kitabeti reddedebilirler.
166 - (Mükâiebetüt'mükâteb) : Kitabete
kesilmiş bir kölenin kendi,
memlûkünü kitabete kesmesi
demekdir ki bu,
muvazene kabilinden olduğu
cihetle caizdir.
167 - (Mukâtebetiissagîr) : Henüz baliğ
olmayan bir rakikin kitabete kesilmesi demekdir ki bakılır: eğer âkil, yani :
kitabetin ne olduğunu müdrik,, alış verişe müstait ise kitabet, sahih olur, değilse sahih olmaz. [65]
168 - (Necin) : Yıldız
demekdir. Bir zamanlar yıldızların tulûiy-le vakitler tayin edilegeldiği
cihetle hulul eden vakitlere ve vakti hulul eden borçlara, vazifelere mecaz
tarikiyle necm denilmişdir. Binaealenyh islâm hukukunda: bir
borcun-taksitlerini ödemek için hulul eden muayyen vakte ve vakti hulul eden
muayyen borca ve bilhassa mükâtebin
mevtasına te'diyesini deruhte ettiği bedeli kitabetin her taksitine necm denilir.
169 - (Nefer) : Uçden ona
kadar olan ere ıtiak olunur. Mutlaka cemaat ve
nefs manâsında da müstameldir.
170 - (Nefl
= nafile) :
Lûgatde ziyade manasınadır. Gazilere tahsis edilen emval de sehinılerinden ziyade olduğu için bu namı al-mışdır. Nitekim
farizalar üzerine zaid olan ibadetlere de «nafile» deniî-mişdir. Neflin cem'i
olan «enfal» lügat itibariyle mutlaka ganaim manasınadır.
171 - (Nefîr) : Lûgatde cemaat mânasınadıı; istilanda :
canlanna, mallarına, çoluk ve çocuklarına saldırmak üzere düşmanın
gelmek-de olduğundan bir beldede bulunan halkın haberdar edilmesidir ki, bu
halde o belde ahalisinden muktedir olan müslümanlar üzerine cihad, farz olur.
Cem'i : enfardır.
Gazaya çıkılmasını
ilân ve talep eden kimseye «müstenfîr» denir. Harbe sürüklenib götürülenlere de
«nefr» adı verilir.
172 - (Nefiri has) : Muharebe için yalnız bir kısım efradın seferber haline gelmesi
demekdir. Bu, kısmen seferberlik halidir. Bu, fazla kuvvet cem'ine lüzum
görülmediği takdirde iltizam edilir.
Meselâ : hududdan
birinde zuhur eden bir harb hâdisesini bertaraf etmek için o sahada bulunan
islâm kuvveti kifayet etdiği takdirde diğer efradın silâh altına celbine lüzum
görülmez,
173 - (Nefiri âm) : Harb mıntakasında bulunan bütün
efradın harb için seferber haline gelmesi demekdir ki buna, düşmanın bir
islâm beldesine bağteten hücum etdiği ve bu düşmanı bir kısım islâm kuvvetlerinin
defedemiyeceği takdirde müracaat olunur ve bunun dairesi ihtiyaca göre genişler, islâm
âleminin bikaderıl'imkân şark ve garbine kadar yayılır. Bu, umumî bir
seferberlik demekdir.
174 - (Nifak) : Bir kimsenin
zahiren müsüm göründüğü halde kalben küfür
mesleklerinden birine merbut bulunmasıdır. Böyle bir şahsa «münafık» denilir.
175 - (Nakza ahd) : Muahede ahkâmını bozmak, verilen sözde durmamakdır. Muahedeyi fesh ve
nakz etmeğe «nebzi ahd»
da denir. Nebz kelimesi lûgatde:
ilka, i'lâm, az bir şey mânasına da gelir.
176 - (Neşeme) :
Nefs, insan ve her şeyin
ihtidası manasınadır, istilanda:
azad edilmek üzere satın alınan
rakabe demekdir. Cem'i:
nesemdir. Binaenaleyh azad edilmek için
alınmış olan rakabeyi i'tak etmeğe
«ıtkunneseme» denilir.
Vasîninmusî namına bir köle ahb azad etmesi gibi.
177 - (Nusret) : Yardım, avn
ve inayet, imdat manasınadır. Yardım istemeğe de «intişar» denir. [66]
178 - (Bâcil)
: Yaya, piyade demekdir. Deve, katır, merkeb gibi düşmanı terhib ve tedhiş
edemiyecek hayvanlara rakib olanlar da - ganimetlerden hisse almak hususunda -
râcil sayılırlar.
179 - (Râhile) : Esasen binek deve demekdir. Gerek erkek ve gerek dişi olsun. Mutlaka
binek hayvan mânasında da müstameldir.
180 - (Ribat) : Serhadde düşmanın hücumu melhuz bulunan mevzide
mahza islâm yurdunu muhafaza ve müdafaa maksadiyle ikamet etmek mânasını ifade
eder. Esasen ribat, müdavemet demekdir. Herhangi bir şeyi rabt ve zabt için
kullanılan ip, bağ ve at sürüsü mânâsına da gelir. Hududda bağlı bulunan süvari
atlarına «ribatülhayl» denilmesi, bu münasebetledir, imarethanelere,
tekkelere, yolcular için yapılmış olan kârbansaraylara da «ribat» namı
verilmişdir.
Islâmı takviye,
rnüslümanları düşmanlarının şerrinden siyanet ve muhafaza maksadiyle serhadde
ikamet etmeğe «mürabita» denir. Bu maksatla hududda aleldevam ikamet eden islâm
mücahidlerine de «mü-rabitîn» denilir.
181 - (Hiddet) : İslâm dininden dönmek, küfre
düşmekdir. «îr-tidad» tâbirine
müracaat!.
182 - (Rik) : Lûgatde
kulluk = ubudiyet demekdir. Istüahda : bir vasfı hükmidir ki, insan bununla
temellüke mahal olur. Diğer bir tarif
ile rık, esir edilen ehli harb hakkında sabit olan manevî bir sıfat-dır ki, bu
yüzden hürriyetlerini gaib etmiş olurlar.
183 - (Raldk) : Köle,
cariye demekdir. Bire de birden
ziyadeye de itlak olunur. Cem'İ : erikkadır.
Esir olanlara
düşdükleri zaaf ve rikkatden dolayı rakik denilmişdir. Dari harbden alman
esirler, rakik sayılırlar ise de bunlar dari İslama id-hal edilerek ihraz
edilmedikçe memlûkiyetle muttasıf olmazlar. Demek oluyor ki, bunlardaki rık,
memlûkiyetden ayrılmış oluyor.
184 - (Rakabe) : Köle ve cariye demekdir. Cem'i : rikab, raka-bat ve rükubdur. Esasen boyun
ve boyun kökü demek olan rakabe, esirlerin boyunlarına kemend takıhb ahz
edilmesi münasebetiyle şahısdan kinaye olarak kullanılmıştır.
Yahut cüz'ün adını, külle vermek kabilinden bir mecazdır. Maamafih her şeyin
zatına, aslına da «rakabe» denilmesi şayidir. «Rakabei vakf» gibi.
Köle veya cariyeyi
azad etmeğe, memlûkün boynundaki esaret halkasını çözüp gidermeğe de «fekki
rakabe» denilir.
185 - (Razh) :
Harbde hizmetleri görülen
kadınlara, çocuklara, kölelere ve
zimmîlere ganimet mallarından verilen
bir mikdar maldır ki-, mükatiHerin sehimlerinden noksan olur. Bu mikdarı tayin, veliy-yül'amre aiddir.
Razh kelimesi, lûgatde
az bir şey vermek ve az bir mikdarda verilen şey manasınadır. Kendileri
mukatil ve mücahidlerden madud olmadıkları halde harbde bazı hizmetleri
görüldüğünden dolayı ganimet mallarından razh namiyle. birer mikdar mal alan
kimselere de «ehli razh» denilir. [67]
186 - (Say* =
siaye) : Memlûkün rıkdan kurtulması için mal
ka-zanmasıdır. Meselâ : mükâtebin bedeli kitabeti
te'diye edebilmesi için çahşıb durması bir aiayedir.
Say' lâfzı, lûgatde
mutlaka amele, iş görmeğe, bir şeye çalışmaya bir maksad uğrunda koşup durmaya
ıtlak olunur. Jurnalcilik mânâsında da müstameldir. Fıkıhda: sadakaları
tahsile memur olan .zata «sâî» denilir. Cem'i : süatdır.
187 - (Siayei mülk) : Kazancı rnevlâsınm mülkü
sayılan memlû-kün say' etmesidir. Müdebber gibi ki, bunun kazancı mevlasıria
aiddir.
188 - (Siayei zaman) : Kazancı mevlâsmm mülkü
sayılmayan ve yalnız kendi borcunu ödemek için çalışan memlûkün say1 etmesidir.
Mü-kâteb gibi ki bu, efendisine karşı
yalnız zamin olduğu bedeli
kitabeti te'diye için say' eder. ürnmi veledin siayesi de bu
kabildendir.
189 - (Seby
= siba) : îstirkak,
esir alma manasınadır. Esir alınan şahıs mânasına da gelir. «Mesbiy» gibi. Bu
tabir, ekseri ehli harbin esir alınan çoluk çocukları hakkında kullanılır.
Müfredİ, eem'İ müsavidir.
190 - (Sebîy) :
Mutlaka esir manasınadır. Muharebede
düşman tarafından diri olarak elde edilen her hangi bir kadın veya çocuk
mânasında kullanılır. Cem'i :
sebayâdır.
Böyle kadınlardan,
çocuklardan ibaret olan itbaa «süruh» adı verilir.
191 - (Seleb) : Bir
kimsenin üzerindeki elbisesi, silâhı, parası ve râkib olduğu hayvan ile bunun
üzerindeki eşyasıdır. Başka hayvan ile onun üzerindeki emvali, selebden
sayılmaz.
Seleb, meslûb
mânasında kullanılır, cem'i: eslâbdır.
192 - (Seriyye) : Dörtden
veya yüzden dört yiize kadar olan asker müfrezesi demek dır. Cern'i : serayadır.
Seriyye lâfzı, ya
geceleyin yürüyüş demek olan «sera» dan veya nefis şey demek olan «seriy» den,
yahut müntehab mânasına olan iştira» dan ahnmişdır.
Seriyyeleri teşkil
eden erler, ekseri geceleyin yürüyüb gündüzleri saklandıkları veya bahadır,
güzide efraddan seçildikleri için bu namı almışlardır.
193 - (Siyr) : Siyretin
cem'idir. Siyret ise esasen tarikat, haslet, heyet ve bir nevi hareket
mânalarını ifade eder. Maahaza siyer tabiri, müverrihler tarafından en ziyade
peygamberi zîşan efendimizin evsaf ve
menakıbinden, yüksek mücahedelerinden bahis olan kitablara verilen bir
unvandır. Bu itibar ile «Kitabüssiyer»- tarihin hususî bir şubesi mesabesinde
bulunmuş olur.
Hukuk kitablarında
cihada aid mebahis ve ahkâmı ihtiva eden kısma «kitabülcihad» denildiği gibi
«kitabüssiyer» de denilir.
194 - (Silin) : Sulh
mânâsına barışmak demekdir, müsalemet gibi.
Silm tabiri, müslümanlık, emn ve
selâmet mânâsına da gelir. Buna «selm» de denir.
195 - (Sügur) : Serhad, derbend ağızları, düşmanın hücumundan
korkulacak açık mevziler demekdir. Müfredi:
«9uğr» dur ki, lûgatde dağınık, müteferrik şey mânasına
gelir.
196 - (Seıarâ) rahiblerinin
nâsdan inkıta ve inzivası için tesis edilm: lerdir. Cem'i sevamîdir. Bunların hakkında bîa hükmü
197 - (Saıuuiı;) : aıhû ırkına mensub, ehli kitabdan veya abedei evsandan bir taifedir.
Maamafih bir dinden diğer bir dine donen her şahsa da «saibî» denilmişdir.
Cem'i : sabiûndur.
108 - (Sahibül'mekasim) :Ganimet mallarını
mücahidler arasında tayin ve tevzia memur olan zatdır, «kassamı ganaim» demekdir. [68]
199 - (Şebhun) : Gece
baskını, düşmana geceleyin çapulda bulunmak,
igare.
200 - (Şehid)
: Allah yolunda yapılan bir muharebe esnasında veya ehli bağy ile veya yol
kesiciler ile mukatele sırasında haksız yere öldürülen ve baliğ ve tâhir
bulunan herhangi bir müslimdir ki bu, hem dünya, hem de ahıret ahkâmı
itibariyle şehid olduğundan kendisine «şehidi hükmî» denir. Bir de «şehidi
hakikî» vardır ki, bu da garik, harik veya garib olarak ölen, veya tahsili
yolunda veya zatülcenb gibi bir hastalık
neticesinde terki hayat eden her hangi
bir müslümandır. Bunlar şehid sevabına nail olacakları cihetle yalnız
ahret ahkâmınca şehid sayılırlar. Fakat dünya ahkâmınca şehid olmadıklarından
gasl edilmeksizin defn olunmazlar.
Şehid tabiri, huzur
mânasına olan şuhuddan veya şahadetden
me nuzdur. Hak yolunda hayatını feda eden bir mücahid, bu şerefli ölün
sayesinde Hak Tealâ hazretlerinin manevî huzuruna nail olacağı veya r mücahidin
şu şanlı Ölümünde melâikei kiram hazır bulunacağı cihetU kendisine şehid unvanı
verilmişdir.
201 - (Şiar)
: Alâmet, parola. Muharebe zamanlarında biri birin tanıyıb bilmek için
askerlerin kendi aralarında tayin
etdikleri alâmeı ve tabirdir. Ashabı
kiramın bir çok muharebelerde şiarları,
«emit emi = öldür öldür» kelimesi
idi. Düşmanı kahr ve tenkile muvaffakiyetleri ne tefe'ül için bunu şiar ittihaz
etmişlerdi. İnsanların gömleğine ve mut laka bedenine temas eden libasına ve at
kısmının çuluna da şiar denh".[69]
202 - (Te'min = i'timan) : Bir kimseyi
bir şey üzerine emin kıl mak manasınadır. Te'min kelimesi, birisine eman
vermek, bir şahsı enn ve eman kılmak mânasında da kullanılır.
203 - (Tedbir)
: Bir i'takdır ki bunun vukuunu mevlâ kendisini efatına ta'lik etmiş olur.
Esasen tedbir, işlerin âkibetlerini düşünerek cabma göre hareketde
buluroftakdır. Bu münasebetle bir kimsenin ahi-etde mesûbata nailiyet için
hayatının sonuna ta'liken yapmış olduğu taka da tedbir denilmişdir.
204 - (Tedbiri mutlak) : Mevlânın alel'ıtlak mevtine rabt edilmiş »lan
tedbirdir. «Ben Öldüğüm zaman sen hürsün» denilpsesi gibi.
205 - (Tedbiri mualiak) : Bir şarta rabt edilmiş olan tedbirdir. (Sen şu işi yapar isen
müdebbersin» denilmesi gibi.
206 - (Tedbiri mukayyed) : Mevlânın bir vasf ile mukayyed olan vefatına merbut
tedbirdir. «Ben bu hastalığımdan ölürsem sen hürsün-lenilmesi gibi.
207 - (Tedbiri muzaf) : Bir vaktin duhulüne veya hurucuna iza-e edilen
tedbirdir. «Sen gelecek ayın ihtidasından itibaren müddebber-rin» denilmesi
gibi.
208 - (Tahriri
rakabe) : Köleyi veya cariyeyi azad etmekdir.
Hâ-isen livechillah, yani : mahza rızayı
hak için vuku bulan ıtklarda istimali galibdir.
Tahrir lâfzı, esasen
tahlis mânasını ifade eder. Memlûkü esaretden kurtarmak, kendisinde hürriyeti
isbat edeceği cihetle i'taka tahrir denilmişdir.
209 - (Tenfu)
Veliyyür emrin veya emîrin gördüğü
lüzuma meb-ni fazla bir sehm bir atiyye
veya muayyen bir para vermek üzere müahidleri harbe tergîb ve teşvikde
bulunmasıdır. Bu veçhile gazilere tahsis ve ita edilen mallara da «enfal»
denir. Müfredi «nefl» dir.
210 - (TenfİIi
has) : Veliyyül'emr tarafından harbe tergîb ve teşvik için bir kısım
gazilere fazla sehm veya bazı şeyler tahsis ve ita edilmesidir.
211 - (Tenfili
) :
Bütün gazilere karşı vuku bulan tenfildir.
212 -
(Tesaffuhi ceyş) : Mücahidler için muzir olacak eşhasdan ordunun tasfiye
edilmesi demekdir.
213 - (Talîa) : Casus. Düşmanın ahvaline muttali olub mensub olduğu tarafa haber vermek üzere
gönderilen şahısdır.
214 -.(Talik) : Sebili
tahliye edilmiş esirdir. Cem'i :
tulekadır. [70]
215 - (Velâ) : Bir karabeti hükmiyyedir ki, irse sebeb
olmaya -alih bulunur. Esasen velâ, tasarruf, muavenet,
muhabbet demek olub kurb mânâsına
olan «vely» kelimesinden ahnmışdir.
216 -
(Vel&i nafiz) ; Muüki malûm olan memlûk hakkındaki ve-îâdır.
217 - (Velâi
mevkuf) : Mu'tiki taayyün etmeyen
memîûk hakkındaki velâdır.
218 -
(Velâi ataka) : Mevlâ ile
memlûkü arasında ıtk
neticesi olarak vücude gelmiş bir velâdan, bir tenasurdan ibaretdir ki,
mu'tak, bir cinayet işlediği takdirde diyetini mevlâsı verir, vefat edib
derecesi mukaddem varis bırakmayınca da
mirasına mevlâsı nail
olur.
Velâi ataka, memlûkün
hürriyet nimetine nailiyeti dolayısiyle ta-haddüs etdiğinden buna «velâi nimet»
de.denilir.
Memlûkünü azad eden
kimseye de «mevlâl'atake», «meviâl'atîk» adı verilir.
219 - (Velâi
müvalât) : Nesebi meçhul olan bir şahsın şeraiti dahilinde
başka bir şahıs ile akd etmiş olduğu bjr velâdan, bir tenasur rabıtasından ibaretdir.
Bu velâye talib olan mechulünneseb şahsa
«mev-lâi esfel», bunu kabul eden kimseye de «mevlâi âlâ», «mevlelmüvalât» namı verilir.
Müvalât tabiri, esasen
velâyetden mel'huz olub muvasele, müsade-ka, tenasur mânalarını ifade eder. [71]
220 - (Ye's) :
Ümitsizlik, arzu edilen şeye, meselâ:
zafere naili-yetden ümidi kesmek demekdir.
221 - (Yevm)
: Gün, mutlaka vakit, güneşin tulûundan
gurubu na kadar olan müddet. Şer'an ikinci fecrin tulûundan güneşin gurubuna
kadar olan vakitdîr. Cem'i: eyyamdır. [72]
222 - (Zerarî) : Zevceler ile
çocuklardan ibaretdir. Müfredi: «zür-riyet»dir. Bu lâfız, lûgatde nesle, oğul
ile kıza ve mecazen babaya itlâk olunur. Bir cem'i de: zürriyatdır.
223 - : (Zafer)
: Düşman üzerine galebe etmekdir. Bu kelime, esasen bir şeye pençe atmak,
tırnak takmak manasınadır. Fevz ve necat, maksada vusul mânâsında da
kullanılır.
224 - : (Zendeka): Vücudı ilâhiyi inkâr, Cenabı hakka şerîk isbat,
hasrı veya hikmeti iiâhiyyeyi ademi tasdik mânâlarında müstameldir, sahibine
«zındık» denir. Cem'i: zenadık ve.zenadıkadır.
Bazı zevata göre
zındık; hem dinsiz olan, hem de dehrin bekasına, emval ve ezvacın iştirakine
kail bulunan şahısdır.
225 - (Zimmet) : Lûgatde ahd, eman, zaman, hak mânâlarını
ifade eder. Ahdi bozmak, zemmi mucib olduğu için ahde zimmet denümis,-dir.
Cem'i: zimemdir.
îslâm zimmetini, ahd
ve emanını haiz bulunan gayri müslimîere «ehli zimmet» denir. Bunların
erkeklerinden her birine «zimnıî», kadınlarından her birine 5e «zimmiyye»
denilir. Esasen harbî bulunan bir şahsın veya bir cemaatin islâm ahd ve emanım,
yani: tabiiyyetini kabul etmesine de «akdi zimmet» ıtlak olunur. [73]
İÇİNDEKİLER
: Harbin, cihadın mahiyyeti ve cihadın meşruiyeti ve sebebi. Cihadın hikmeti
teşriiyyesi. Cihada kıyamın cevazı için vücu-di iktiza eden şartlar, Cihad ile
mükellef olub olmayanlar. Cihad için isticar caiz olub olmadığı. Cihad halinde
veliyyüremrin kumandan tayini ve tavsiyeleri. Harb halinde veliyyül'emre ve
gazilere teveccüh eden iîk vecibe. Harb halinde yapılması ve kati ve imhası
caiz olub olmayanlar. Dari islâm il dari harbin mahiyyetleri. Dari harbe
götürülmesi muvafık veya memnu olub olmayan şeyler. Harbe tergib için verilen
mala y- tenfile müteallik meseleler. Islâmiyeü kabul edecek harbîlere müteallik
meseleler. Harbde verilen emanın mahiyeti, rüknü, nev'i ve şartı. Harbde
verilen emanın hükmü ve kabili nakz olub olmaması. Mu-harib bir düşmanın
hakkında verilecek hükmü kabule davet edil-yetine ve ganimet mallarının
taksimine müteallik meseleler. Esirler hakkında yapılacak muameleler.
İstilâya, istirdada aid meseleler. [74]
226 - :
Harb, düşman ile
savaşta bulunmak, muharebe
ve mu-katele meydanına atılmakdır. Istılah kısmına
müracaat!.
Cihadda «Allah
tealânın dini yolunda vuku bulacak muharebelerde gerek nefs ile ve gerek mal ve
lisan; ile ve gerek sair vasıtalar ile çalışarak elden gelen gayreti sarf
etmekdir.
Bu tarife nazaran bir
müslim için hak yolunda bir harbe bilfiil ig-tirâk etmek", bir cihad
olacağı gibi gazilere mal ile veya rey ile muavenet etmek, onların
yiyeceklerini, içeceklerini hazırlamak, yaralıların tedavisine bakmak, islâm
ordusunun sevadını = kalabalığını artırmak da bir cihaddır.
İslâm hukukunda cihada
aid mebahis ve ahkâmı ihtiva eden kısma: kitabülcihad, kitabüssiyer,
kitabülmeğazî adı verilir. Çünkü islâm
hukukunun bu kısmında cihadın şerait ve ahkâmına, gazilerin evsafına,
menakibıne,, muhariblere karşı olan
hasletlerine ve muharebelerde kib
edecekleri yollara müteallik mesail,
bahis mevzuu bulunmakdadır.
227 - : Dini
tslâmda cihad, bir farizadır. Bunun rneşr -bulla! ile, sünneti nebeviyye ile, ümmetin icmaı
ile sabitdir. da bir çok dinî
deliller vardır. Kur'anı mübînin şu.âyütı
celîlesi de bu cümledendir:
(1) Meali
âlisi: kendilerine karşı harb açılan müslümanlara zulme uğradıkları için
cihada mezuniyet verilmiştir. Allah Tealâ da onlara nus-ret etmeğe elbette
kadirdir. O müslümanlar ki, «Rabbimiz Allah Tealâ-dır» demelerinden başka bir
sebeb yok iken haksız yere yurtlarından çıkarılmışlardır.
(2) Meali
âlisi: sizinle mukatelede bulunanlar ile de Allah yolunda muharebe ediniz,
fakat haksız yere tecavüz etmeyiniz, çünkü Allah Teaiâ mütecavizleri sevmez.
(3) Meali
âlisi: ve onlar ile cihad ediniz, tâ ki bir fitne olmasan ve din tamamiyle Allah
için olsun. Ve eğer onlar o kötü hareketlerine - nihayet verirlerse şübhe yok
ki, Allah Tealâ onların yapacaklarını gö rücüdür, lâyık oldukları mükâfatı verir.
Meali âlisi: Eğer
ahdlerinden sonra yeminlerini bozar ve
dininize ta'n ederlerse siz de o küfür sergerdelerine karşı harb açınız.
Şübhe yok ki, onların yeminleri yokdur. Belki bu harb sebebiyle şu fena
hareketlerin nihayet verirler.
Meali âlisi:
Müşrikler, sizinle bütün harb etdikleri gibi siz de onlara Kargı umumen harb
ediniz ve biliniz ki Allah Teaiâ, mütu-kiler iie beraberdir.
Resuli Ekrem, sallallahü tealâ aleyhi
vesellem efendimiz, bazı gaza larında güneşin guruba meyelânına kadar intizarda
bulunur. Sonra da ashabı kiramı arasında kıyam ederek: «Ey nâs! Düşmanın
muvacehesini temenni etmeyiniz, Allah Tealâdan afiyet temenni ediniz. Fakat
düşmana mülâki olunca da sabr ediniz ve biliniz ki, cennet, şübhesiz kılıçların
gölgesi altındadır.» diye buyurur,
daha sonra da şöyle dua ederdi:
Meali münifi: Ey
kitabı indiren," bulutlan yürüten, fırkaları hezimete uğratan Allahım!. O
düşmanları inhizama uğrat, bizlere de o düşmanlara karşı iıusrat ihsan buyur.
Sahihi Buharı ve Müslim.»
228 - :
Cihadın sebebi meşruiyetine gelince bu da aleyhlerine ei-had ilân edilecek
kimselerin ehli İslama karşı harbî, yani: mubarib bir düşman vaziyetinde
bulunmalarıdır. Bu, Hanefiyyeyî
göredir.
«(İmam Şafüye göre
cihadın sebebi, hasmın hakikî bir dinden mahrum bulunmasıdır.) [75]
229- :
Cihadın meşruiyeti, birçok hikmetlere maslahatlara müs-teniddir. Ezcümle
cihadın meşru bulunması, haksız tecavüzlerin men'i-ne, içtimaî hayatın selâmet
ve saadetine, beşeriyetin hıîkatindeki gayenin tahakkukuna hizmet hikmetini
mutazammındır. Şöyle ki:
Esasen harb, insanları
öldürmekden, mamureleri yıkıb yakmak-dan ibaret olduğu için islâm nazarında
bizatihi güzel bir hareket değildir. Ve sulh ve salâh dairesinde yaşamak
mümkün oldukça harb cihetine gidilmesi iltizam edilemez. Bu cihetledir ki,
usuli fıkıhda «cihad li-zatihî hasen bir vecibe değildir, belki ligayrihî
hasendir» denilmigdir.
Fakat beşeriyet, bir
çok ihtirasların, bâtıl akidelerin zebunu bulunmazdadır. Mealiye meyyal olması
lâzım gelen nüfusı beşeriyye, bir nice muzlim fikirlerin, gayri meşru
emellerin kurbanı olarak hak ve hakikatten mahrum kalıyor, kendileri için
Jnümkin olan meâlîye'lrtikadan nazarlarım men, ederek derin bir dalâlet
çukuruna düşmekden kurtulamıyor, işte böyle ihtiraslara zebun, meâliye düşmen,
hak ve hakikat-den b! haber, mezalime mü oh emik olan bir takım gafil insanları
uyandırmak, onların tecavüzlerini men etmek ve kendilerini ebedî saadete
eriştirmek içindir ki cihad, meşru bulunmuşdur.
230 - :
Vaktiyle islâm dininin teessüsüne mani olan, bu ilâhî dinin mübarek
naşirlerine karşı olanca kin ve gayz ile hareket ederek onları sevgili
yurdlarmdan uzaklaşmaya mecbur eden bir kısım gafil insanlara kargı vaîz ve nasihat,
hakimane mücadele faide vermeyince silâha sanlmakdan başka bir çare
kalmamışdı. Cihad hakkında ilk nazil olan
âyeti kerîme âyeti celîlesidir. Bu cihet'e hicreti
nebeviyyenin birinci
senedinden itibaren cihada ruhsat verilmedir. Bu ruhsat ise muktezayı
hikmetdir. Nitekim:
âyeti celîleai, bu
hakikati nâtıkdır.
Yani: eğer nâsm bir
kısmını diğer bir kısmı ile Allah Tea-ft'nm def ve tenkil etmesi olmayacak olsa
idi muhakkak manastırlar, kiliseler, havralar ve içlerinde Cenabı - Haklan ismi
akdesi çok zikr edilen mes-cidler yıkılırdı. AUah Tealâ, kendisinin dinine
yardım edecek kimselerr:
elbette nusrat verccekdir. Şübhe yok ki
AİIah Tealâ, kendisinin dinine yardım edecek kimselere elbette nusrat
verecekdir. Şübhe yok ki Allah Tealâ, her halde kavidir, azizdir. Ona bir şey
mümaneat edemez.
231 - :
Demek ki cihad, başka bir suretle
siyanet ve müdafaası kabil olmayan
mukaddes bir hakkı, âmmeye aid bir
varlığı muhafaza ve himaye için meşru kıhnmışdır. Yoksa haklara riayet eden,
sulh ve salâh dairesinde yaşamayı iltizam eyleyen, beşeriyetin hakikî hürriyet ve saadetini ihlâle çalışmayan insanlara karşı muharebeye kıyam edilmesi,
müslümanlığın kabul ve tavsiye etdiği bir esas değildir. Nitekim «onlar sulha
meyi ederlerse sen de ona meyi et ve Allaha itimad eyle.
Çünkü her halde
işiden, bilen ancak odur.» mealindeki: âyeti kerîmesi, bu hakikati pek güzel
aydınlatmakdadır.
232 - :
Müslümanlıkda kuvvet ihzarı, harb
vasıtalarının mümkia olduğu kadar mükemmel bir halde vücude getirilmesi de
mutluka harbe atılmak maksadına müstenid değildir. Belki görünür görünmez düşmanların
cüretlerini kırarak harb gibi bir hailenin meydana gelmesine mani olmak, sulh
ve salâhın devamını temin eylemek hikmetine mübte-nidir. Nitekim: «onlar için her hangi bir kuvvetden ve bağlı atlardan gücünüz
yetdiğini hazırlayınız. Bununla hem Allanın
düşmanını korku-dursunuz, hem de kendi düşmanınızı, hem de onlardan başkalarını ki, onları siz
bilmezsiniz, Allah Tealâ bilir ve Allah yolunda her ne sarf ederseniz size
mukabili verilir ve siz zulme uğradılmazsınız.» mealindeki nazmı celîli, bu hakikâti nâtık
bulunmakdadır.
233 - : Görülüyor
ki, beşeriyetin bir vahdet ve uhuvvet dairesinde ve mesud birhalde yaşamasını
istihdaf eden dini islâm, sulh ve salâhı esaslı bir umde olarak kabul
etmişdir. Fakat islâm hayatına vuku-bulan taarruzlara karşı müdafaada
bulunulmasını da pek ulvî bir vazife
olarak kabul etmekdedir.
Maahaza beşeriyeti
asıl yaradılışındaki yüksek bir gayeye isal ve muhteris cemiyetlerin musammem
veya kaviyyen melhuz tecavüzlerini ibtal için bir hakkaniyyet dairesinde harb
sahasına ilk evvel atılmak da bazan müslümanlar için bir vecîbe teşkil eder.
Böyle bir hareket, sathî bir bakışla bir tecavüz mahiyetinde görülebilirse de
bu, hakikaten bir tecavüz değil, belki pek tebcile şayan bir gayeye hizmet,
gayri meşru ihtirasların zuhuruna haylûlet ve islâm ruhunun necabet ve
şehameti-ni siyanet hikmetine müsteniddir.
234 - : Şunu
da ilâve edelim ki, dini islâm,
cihanşümul bir dindir, kendi müntesiblerinin tam bir istiklâl dairesinde
yaşamalarını bir gaye
bilir, bu cihetle harbe müteallik bir kısım ahkâmı muhtevi bulun-muşdur. Çünkü
böyle bir gayeyi istihdaf eden ve beşeriyetin harb ve cidale meyyal olan haleti
ruhiyyesini nazara alan yüksek bir din, harbe aid ahkâmı nazardan uzak
bulunduramaz. Kendi nıüntesiblerini in-delicab cihad ile, müdafaai nefs ile
mükellef tutmayan bir din, onların mahkûmiyetine, başka milletlerin esareti
altına düşmelerine meydan vermiş olur.
Binaenaleyh harb
hakkında bir takım hükümlerin mevcud bulunmağı, zarurîdir. Elverir ki bu
hükümler, insanî ve ahlâkî bir takım ku-yud ve şürut ile mukayyed olsun.
işte islâm hukukunun
harbe müteallik olan hükümleri, bu matlûb kuyud ve şürutu tamamen camidir.
Nitekim aşağıdaki meseleler, bu hakikati
tenvir edecekdir. [76]
235 - : Müslümanların cihad sahasına atılmaları
için şu üç şartın vücudüne lüzum vardır;
(1) :
Düşman, dini İslama olan daveti kabulden imtina etmelidir. Binaenaleyh düşman,
bu daveti kabul ederse aradan harbilik sıfatı
zail ve cihaddan
beklenilen en yüksek gaye hâsıl olmuş olacağından muharebeye mahal kalmaz.
(2) :
Müslümanlar ile düşmanları arasında ahd.ve eman bulunmamış olmalıdır.
Binaenaleyh ahd
ve eman olunca harb
edilmesi caiz olmaz.
(3) :
Müslümanlarda cihada kâfi şevket
ve kuvvet -bulunmalıdır.
Binaenaleyh harb için
kâfi derecede kuvvet ve şevket mevcut olduğu zannedilmezse muharebeye teşebbüs
caiz olmaz. Çünkü bu takdirde kendi
nefislerini tehlükeye atmış olurlar. Hindiyye. [77]
236 - : Cihad, esasen bütün müslümanlara - bazı vasıfları haiz oldukları takdirde -
teveccüh eden bir vecibedir. Şu kadar var ki, bütün müslümanlann bir cihada
bilfi'l iştirak etmeleri daima kabil olamaz ve buna daima ihtiyaç da görülmez.
Binaenaleyh' bu
vecibe, bir kısım müslümanlar tarafından ifa edilince diğerlerinden sakıt
olur. Çünkü cihad ile istihdaf edilen gaye, is-iâm kuvvetinin bir kısmiyle
temin edildiği takdirde mütebakisinin harbe iştirak etmesine hacet kalmaz. Bu
cihetledir ki, islâmiyetiı bidaye-t-inde de bir çok gazvelere yalnız birer
seriyye, birer muayyen kuvvet i'zamiyle iktifa olunmuşdur.
Maahaza muharebenin
aldığı şekle, harb sahasının gösterdiği vüs ate göre cihad
vecibesi taayyün eder, ya bir farzı kifaye veya bir farzı ayn mahiyetini
alır. Nitekim aşağıdaki
meseleler, bunları göstermek-dedir.
237 - :
Cihad için nefiri hâs vuku bulduğu, yani: bir kısım ef-rad seferber hâline
getirildiği takdirde cihad bir farzı kifaye mahiyetinde bulunur. Artık bu
vecibe, müslümanlann bir kısmı tarafından ifa edilince diğerlerinden sakıt
olur. Meselâ hududdan birinde zuhur eden bir harb hâdisesini bertaraf etmek
için o sahada bulunan islâm kuvveti kifayet etdiği takdirde diğer efradın
silâh altına celbine lüzum görülmez. Bilâkis cihad için nefiri âmme lüzum
görüldüğü, yani: harb mm-takasında ve civarında bulunan bütün efradın harb
içirt seferber haline getirildiği takdirde cihad, bir, farzı ayn mahiyetini kesbetmiş
olur. Cihad, harbe sahne olan beldedeki ve bunlar kifayet etmediği suretde.
bunlara aledderecat mütecavir bulunan beldelerdeki bütün rnüsiümanlara bir
vecibe olarak teveccüh eder.
238 - :
Cihad ile mükellef olanlarda aranılan evsafa gelince-o da bunların harbe
kadir, arızalardan beri bulunmalarından ibaretdir.
Binaenaleyh çocuklar,
ihtiyarlar, zaiflar, hastalar, körler, topallar, nafakadan, yani: zad ile
rahileden mahrum olanlar, cihad ile mükellef olmazlar.
Rahüenin - binek
hayvanın lüzumu, mesafei sefer denilen en az on sekiz saatlik bir yere
gidilmesi haline mahsusdur. Daha yakın bir mesafe için rahile, şart değildir.
«(îmam Ahmede göre
nafakadan maksad, gazaya iştirak edeceK şahıs ile gıyabında ailesine kifayet
edecek mikdar maldır.)
239 - :
Nefiri has halinde kölelere, kadınlara, ebeveyni iezi olmayan kimselere,
alacaklıları ve kefilleri muvafakat etmeyen ve rehni bulunmayan bir takım
borçlulara ve bulundukları beldede fakahetleriyii teferrüd eden âlimlere
muharebeye bilfiil iştirak vecibesi teveccüh etmez. Çünkü köleler,
efendilerinin hizmetleriyle muvazzaf dır la.'. Kadınlar ise bünyeleri harb
şedaidini iktihama gayri müsaiddir. Bununla beraber evli olanları kocalarının
hukukuna riayetle mükellefdirler.- Ana babanın emirlerine itaat ise evlâd için
bir farzı ayndir. Şu kadar yar ki, nefiri âm olmasa da veliyyül'emr, bir şahsın
her halde cihada iştirak etmesini emr ederse itaat etmesi vacib olur. Velev ki
ebeveyni razı'olmasın. Zira bu halde veliyyül'emre itaat, ebeveyne itaatden daha
ziyade vacibdir. Başka bir tabir ile bu halde veliyyül'emr, itaat edilmeğe anadan
babadan ehakdır.
Ödeme zamanı hulul
etmiş veya etmekde bulunmuş olan borçlulaı ise
bu hakkı zamanında ödeyib
alacaklıları, kefilleri mutazarrır etme
mekle mükellef di rler. Şu kadar var ki, daini gaîb ve borca kâfi mali mev-cud
olan bir medyun, vefatı halinde terikesinden borcunu ödemek üzere birini vasî
tayin etdikden sonra gazaya iştirak edebilir. Çünkü bu takdirde alacaklının hakkı mahfuz bulunmuş olur.
Bulunduğu beldede
teferrüd eden bir âlimin ilm sahasındaki hizmeti ise harbe bilfi'I
iştirakinden beklenilen hizmetden daha mühim, daha nafidir. Binaenaleyh bunlar
harb vazifesinden müstesna bulunurlar.
240 - :
Nefiri âm halinde kölelerde, kadınlarda, borçlularda, âlimlerde, hattâ savaşa
kadir olabilecek çocuklar da cihad ile mükellef olurlat. Velev ki efendileri, kocaları, alacaklıları, ana
ve babaları razı olmasınlar. Çünkü bu halde cihada iştirak, bir farzı
ayrı mahiyetini almış olur. Düşmanın savletini el birliğiyle durdurmak
zarureti tahakkuk etmiş bulunur.
Umumî haklara riayet
vazifesi, hususî haklara riayet vazifesine tekaddüm eder, zararı âmmı
def için zararı hâs ihtiyar olunur. Bedayî, Reddül'muhtar. [78]
241 - : Harb halinde cihad işleri için isticar.caiz
değildir. Çünkü bunlar, bir vecibe olduğundan bunların ifası için ücrt
alınamaz.
Binaenaleyh bir kimse,
kendi yerine muharebede bulunmak üzen; bir şahsı muayyen veya «şu harbin
nihayetine kadar» diye gayri muayyen bir müddetle isticar etse icare muteber
olmaz. Artık o şahıs, muharebede bulunacak olsa elde edilen ganaimden kendisi
müstefid olur, müsteciri müstefid olamaz. Velev ki ganaimden alınacak' seninin
müs te'cire aid olması, şart edilmiş olsun.
Kezalik: bir müslim,
kumandanın: «Şu düşmanı öldür, sana şu kadar ücret vereyim» demesi üzerine o
düşmanı öldürse tayin edilen ücrete
müstahik olmaz.
,
242 - : Bir
müslim, harb esnasında siper kazımak, istihkâm yapmak gibi cihaddan sayılan
işlerde bulunsa ücrete müstahik olmaz. Fakat harb haricinde olarak bu gibi
şeyleri yapanlar, ücrete müstahik olurlar. Zimmîler ise her iki halde de ücret
alabilirler. Çünkü onlar, cihad ile mükellef değildirler.
243 - :
Cihad işleri için harb halinde ne beytül'malden, ne de sev-vet sahihlerinden
ücret almak bir müslim için'caiz değildir.
Çu kadar var ki,
islâm ordusunda kuvvet ve kesret
gayri mevcud, beytülmalde-mücahidleri idare ve iaşe edecek emval,
mefkud bulunduğu takdirde halkın ücretle asker tedarük etmesi veya bu maksadla
veliyyülemrin halk-dan bir mikdar para alması caizdir.
Zenginlerin kendi tîbi nefsleriyle gazilere yardım olsun
diye nakden muave-netde
bulunmaları ve bu veçhile cihada mâlen iştirak etmiş olmaları ise müstahsendir,
gerek beytülmalde mal bulunsun ve gerek bulunmasın. Siyeri Kebîr, ReddüI1
muhtar. [79]
244 - :
Harbe lüzum görülüb de bir cihete bir ordu veya bir se-riyye gönderileceği
takdirde veliyyül'emrin ilk yapacağı şey, bunların Üzerlerine bir emir -
kumandan tayin etmekdir. Çünkü askeri sevk ve idare, raiyyeye nezaret, orduda
ittifak ve ittihadı temin, iktiza eden ahkâmı tenfiz için bir emîre ihtiyaç
vardır, her hâdisede veliyyül'emre müracaat edilmesi müteazzirdir.
245 - : Harb
için tayin edilen kumandan makamına
«imare alel-cihad» denir ki, imareti hassa, imareti âmme kısımlarına
ayrılır..imareti hassa, yalnız harb işlerini tedvife maksurdur. İmareti âmme
ise harbi İdareye, ganimet mallarını taksime, müsaleha akdine vesaireye şâmildir.
Istılah kısmına müracaat!.
Harb, cüret ve
şecaate, hüsni tedbire, ganaimi taksim hususunda hıfz ve amenete, hi'sab ve
kitabete mütevakkıf dır. Bu cihetle veliyyül-emr, bu iki ciheti bir zat
uhdesine tefviz edebileceği gibi başka başka zatların uhdelerine de tefviz
edebilir. Bu babda ehliyyet ve ihtisas 'aranır.
Şayed veliyyül'emr,
ganimetlerin taksimini emiri harb ile emiri kısmet olmak üzere tayin edeceği
iki zatın uhdesine tevdi ederse bu husus-da bunlardan biri müstakillen hareket
edemez, taksimi birlikde yapmaları icab eder.
246 - :
Kumandan tayin edilecek zatın âdil, müdebbir, harb siyasetine vâkıf, muharebe usulüne
aşina, halâl ve harama âlim, şefkat ve şecaatle muttasıf, lâubaliyâne bir
tarzda mehlekelere atılmalıdan müe tenib
olması lâzımdır. Çünkü bu gibi evsafı haiz olmayan bir kimsenin kumandan tayin
edilmesiyle bu tayinden beklenilen
faideler hâsıl -olamaz.
247 - :
Harbe kumandan tayin edilen zat, talialarla = casuslarla, tasaffuhi ceyş ile =
orduyu muzir eşhasdan tasfiye ile ve isti'razı ceyş ile =
orduyu teftiş ve müşahede ile meşgul olmak icab eder.
248 - :
İslâm ordusunda livalar, re'yetler,
yani sancaklar ile âlemler
bulunur. Livalar, veliyyül'emre, re'yetler de kumandanlara mahsusdur. Orduda
«şiar» ittihazı da mendubdur. Yani:-Jıer fırkanın kendisine mahsus bir
alâmeti, bir parolası bulunur. Istılah kısmına müracaat!
249 - :
Kumandanlara ve orduya karşı yapılacak tavsiyelere gelince veliyyül'emr, tayin
edeceği emîre evvelâ ittika tavsiye eder, yani; gerek kendi nefsi hakkında, ve
gerek kumandası altımda bulunacak erler hakkında güzelce hareket ve muamele
etmesini, harb halinde âdilâne davranarak Öldürülmesi caiz, imhası muvafık
olmayan, şeylere tecavüzden sakınmasını ihtarda bulunur ve daha icab eden
emirleri verir.
İmaret, azîm bir
emanetdir. Bunu ancak müttekî olan zatlar ikame edebilir.
Veliyyül'emr, sonra
emîrin vuku bulan emirlerine, nehylerine itaat etmelerini orduya, seriyye
efradına tavsiye ve ihtar eder.
250 - :
Emîr, veliyyüremrin naibidir. Veliyyüremre itaat, bir vecîbe olduğu gibi onun
naibine itaat de bir vecibedir. Hattâ efrad, emî-nn emr ve nehy etdiği şeylerin
faideli olub olmadığını idrâk edemeselet bile itaat etmeleri icab eder. Çünkü
böyle içtihada mahal olan her hangi bir
hususda veliyyül'emre ve naibine
itaat lâzımdır. Meselâ:
emîr, orduyu teşkil eden saka,
meymene, meysere vesaire gibi tecemmu'lara, hitaben «hiç birinin harb
halinde diğerine yardım İçin bulunduğu nok tayı terk etmemesini tenbih edecek
olsa bu tecemmulann yerlerinden kımıldanmamaları lâzım gelir. Velev
ki bîr tecemmua düşmanın galebesinden korksunlar,
251 - :
Emîrin emr ve nehy etdiği şeyin bir ma'siyet veya helaki mucib, gayri muvafık
İpir hareket olduğu herkesçe müsellem bulunursa o halde kendisine itaat icab
etmez. Çünkü halika ma'siyeti müstelzim olan hususlarda mahlûka itaat edilmesi
caiz değildir. «Mafevkin kanuna muhalif emirlerine ittiba olunmaz» düsturu da
malûmdur. Maamafih böyle ma'siyeti müstelzim bir emr ve nehy halinde de sabr ve
tahammül edilerek emîr üzerine huruç ve tahakkümden müeanebet lâzım gelir.
252 - :
Emirülceyş, kendisinin meşru bir emr veya nehyine mu-halefetde bulunmuş olan
bir mücahidi hemen te'dibe kıyam etmez. Belki bir daha böyle hareket etmemesi
için kendisine nasihat verir. Şayei o mücahid, bir özre mebni olmaksızın ikinci
bir muhalefetde daha bu lunursa o zaman te'dib eder.
Özür hususunda
mücahid, yeminiyle tasdik edilir. Zira te'dibden kurtulmasını müstelzim olacak
bir şeyin vukuunu iddia etmiş olur. Mu ayyen hasrm bulunmayan bir müddeî ise
yeminiyle tasdik olunur. Bu halde sıdka ihtimali olan bir haberi yemin ile
te'kid etmiş olacağından tedibden kurtulması lâzım gelir. Siyeri kebîr, Bedayî,
Hindiyye. [80]
253 - : Müslümanhkda cihadın gayesi, ülkeler
fethetmek, başka
milletler üzerine hâkimiyet tesis eylemek
gibi şeyler değildir. Belki - yu kanda da işaret edildiği üzere beşeriyeti hak
ve hakikatden haberdar ederek bir vahdet ve uhuvvet dairesinde cem ile ebedi
bir saadete k'a-vuşdurmakdan ibaretdir.
Binaenaleyh gayri
müslim düşmanlar ile harb edecek olan veliyyüremrin ve gazilerin ilk
vecibeleri, düşmanları bu gayeyi kabule davet etmekdir.
254 - : Kendileriyle harb edilecek gayri müslimlei
şu iki halden hâli olamaz:
(1) : Dİnİ
islâmdan evvelce haberdar bulunmuş. olurlar. Kt,-ndi muhitlerinde islâmiyete
dair malûmat, şayi ve davet vaki bulunmuş olur. Bu halde bunlar ile harbe
başlamadan evvel kendilerini islâmiyet! kabule davet etmek icab etmez. Çünkü
bu davet vecibesi, evvelce yapılmış demek olmakla kendilerinde bir mazeret
şübhesi bile kalmamışdır. Bu veçhile olan davet, «daveti hükmiyye»
kabilindendir. Bu davet, müs-. lümanların düşmanlarını dini İslama davet
etmekde olmalarının ve ne gibi bir maksadla harb etdiklerinin şark ve garbe
yayılmış olması demekdir.
Maahaza belki icabet
ederler diye bir kerre dalıa davet edilmeleri evlâdır. Bunu kabul etmedikleri
takdirde cizye vererek islâm ahdini, himayesini iltizam etmeleri kendilerine
ihtar olunmalıdır. Meğer ki bu davet ve ihtar, müslümanların hakkında harb
bakımından bir zarar ve mahzuru, meselâ: harb için elverişli vaktin gaib
edilmesini müstelzim olsun. Bu halde davete, ihtara lüzum görülmeksizin harbe
mübaşereı olunabilir.
(2) : Dini
islâmdan evvelce haberdar, bulunmamış olurlar. Bu takdirde bunların ilk evvel
islâmiyeti kabule davet edilmeleri icap eder. Tâ ki islâm ordusunun ulvî
maksadına vâkıf, onların öyle maddî bir menfaat uğrunda harb etmediklerine
muttali olsunlar. Bu dâvett. de «dâ veti hakikiyye» denir'. Bu davet, ekseri
muhasara esnasında, yani: düşmanı ihata etmek, tazyika başlamak zamanında
yapılır.
255 - :
Dini islâmdan evvelce haberdar olmayan bir
milleti daveti hakikiyye
suretiyle islâmiyete davet etmeğe,
lüzum vardır. Çünkü cihaddaki kudsî gayenin husulü vaiz ve nasihatle,
güzel mücadele île kabil oldukça
bu hususda kılıç istimali muvafık olmaz.
Filhakika cehalet
içinde yaşayan, ilâhî bir, dinin davetinden bihaber bulunan bîr millet, bu
hususda bir dereceye kadar mazur sayılabilir. İşte bunların bu babdaki
mazeretlerini bii'külliyye kesib atmak, haklarında hücceti ilâhiyyeyi ikmal
etmek için guzzatı müslimîn tarafından dini İslama davet edilmeleri bir vecibe
teşkil eder.
256 - : Dini
islâmı kabule davet edilenler, bu daveti katul ederlerse islâm camiasına girmiş
olurlar, kendileriyle harbe mahal kalmaz. Fakat bu daveti kabul etmedikleri
takdirde bir mikdar cizye vererek islâm zimmetini, islâm himayesini kabul
etmeleri kendilerine teklif olunur. Bu zimmeti kabul ettikleri suretde yine
harbe meydan kalmaz, kendileri de dari islâm ahalisinden sayılırlar, muamelât
hususunda müslü-manların lehine ve aleyhine cereyan eden hükümler, onların da
lehine ve aleyhine olarak cereyana başlar, malları ve canları müslümanlarm
malları ve canları gibi mahfuz kalır. Şayed bu ikinci şıkkı da kabul etmezlerse
artık mücahitler, hakka tevekkül ve nusratı ilâhiyyeyt itimad ederek kemali
sabr ve metanetle ma'rekeye atılarak cihada mübaşeret ederler.
257 - :
Gayri müslim bir düşmari,
müslümanlarm yurduna ansızın hücum eder
de kendilerini dini İslama davet, vaktin ziyaivle cüretlerinin tezayüdüne bâis
olacağı melhuz bulunursa artık davete
vesaire-ye bakılmaksızın savaşa mübaşeret olunur. Çünkü
bu halde harb, bir müdafaai meşrua mahiyetinde bulunacağından icrası
te'hir olunamaz.
258 - :
Cihad sahasına atılan mücahidlerden berhayat
kalanlar, «gazi», düşman silâhiyle terki hayat edenler de «şehid» unvanı
mefharetini ihraz ederler, bu mübarek şehidlerin feyzi şehadetle tetahhur eden
na'şları, gasle muhtaç olmaksızın defn edilir.
Saffı harbde yaralamb
harb sahası haricinde terki hayat eden bir islâm mücahidi de «mürtes»
namım'alır, bunun hakkında şeh:d ahkâmı her veçhile carî olmadığından mübarek
naşı, gasl edilmeksizin defr. olunmaz. Istılah kısmına da müracaat!.
259 - :
islâm mücahidleri için icabı hâle göre
biri biririn imdadına koşmak da bir vecibedir. Meselâ: dari harbe
gönderilmiş olan bir seriyye, düşman tarafından islâm serhaddine veya bir islâm beldesine hücum edildiğini haber alınca
zannı galibine göre hareket ed^r. Eğer o serhadde veya beldede bulunan
islâm kuvvetleri, oraları
müdafaa edebilecek bir halde zannedilirse seriyye, yoluna devam
ederek dari harbde cihad ile iştigal
eder. Fakat müdafaa edemiyecekleri ve kendilerine başka tarafdari yardım
edilemiyeceği zannedilirse seriyye, daıi harbde-ı çıkarak dindaşlarının
imdadına koşar. Çünkü bu halde müslümanlara yardım, bir farzı ayn olur. Ve
defi zarar, celbi menfaatten mukaddem bulunur.
260 - :
Dar harbde muhtelif
cebhelerde bulunan iki seriyyeden biri.imdada muhtaç olduğu gibi
bir tarafdan da bir islâm serhaddine veya beldesine hücum vuku bulmuş ve
imdada ihtiyaç görülmüş olsa diğer seriyye, eğer kuvveti kâfi ise iki kısma
ayrılarak her iki tarafın imdadına koşar. Fakat böyle iki kısma ayrıldığı
takdirde hiç bir tarafın düşmanına mukavemet edemiyeceği zannedilirse
tamamen dari harbdeki öbür seriyyenin
imdadına koşar, onu kurtarmaya çalışır, kuvvetini beyhude yere iki parçaya
ayırmaz. Hududdaki müslümanlarm imdadına sair islâm kuvvetlerinin koşmaları
mümkün olduğundan bu halde seriy-veye imdad ciheti tercih olunur. Meğer ki
imdada muhtaç olan o seriy-ve, dari islâm ordusuna serhadden daha yakın
bulunsun. Bu takdirde serhaddeki
müslümanlarm imdadına koşulması tercih edilir.
Şayed seriyye
ile serhad ahalisinin
vaziyetleri, muavenete ihtiyaç ,: ve
havf hususunda müsavi bir halde zannedilirse o diğer seriyye, kendisine daha
yakın olan tarafın imdadına koşmayı-tercih eder. Zira kendilerine akreb olan seriyyenin düşmanı, kendilerinin
en yakın düşmanı demekdir. Siyeri kebîr,
Mebsut, Bedayî, DürrüTmuhtar, Hindijye. [81]
261 - :
Senenin her hangi bir ayında cihada başlanılması caiz olduğu gibi düşmanın
mukavemetini kırmak, zaferi, temin etmek için harn vasıtalarından'hangi birini
kullanmak da caizdir.
Binaenaleyh
«eşhürülhurüm» denilen Receb, Zilka'de, Zilhicce
ve Muharrem aylarında harbe başlanılabilir. Ve harbde her nevi silâh kullanılabilir.
Bu cihetle müslümanlar, harbde kendi taraflarından,icad edilmiş olan silâhları
kullanabilecekleri gibi başka milletler tarafından icad edilen silâhları da
istimal edebilirler. nazmı
celîli, müslümanları alel'ıtlak kadir oldukları kuv-' âyetleri ihzar etmekle
mükellef tutmaktadır. Bunun içindir ki,
vaktiyle müslümanlar, ordularında gerek, arablarm ve gerek acemlerin icad ve istimal etmiş oldukları
kavsleri ~ yaylan istimal etmişlerdir.
Bu kavsler, şu veçhile
bir taksime tabi bulunmakdadır: Kavsler,
iki kısımdır: kavsi arabî, kavsi farisî.
Kavsi arabî de iki
kısımdır: kavsi Hicarî, kavsi Vasıtî. Kavsi farisî de İki kısımdır: kavsi
yeddir ki, el ile atılır. Kavsi ki, ayak
ile atılır.
Bu kısımların her biri, zamanların ve
mekânların ihtilâfına göre müteaddid nevilere ayrılmış, bunlara
dair kavsnameler te'lif edilmişdir-.
262 - :
Müslümanlar, kendilerinin icad etmemiş oldukları kavsi farisiyi kullanmamalıdırlar. Bu, eski
İran mecûsîlerine aid bir silâhdır» diyenlere
karşı şöyle eevab verilmişdir:
«Mancınık dahi müslümanlann icad etmiş olduğu bir harb âleti
değildir, bunu sair milletler icad etmiş, harblerde kullanmışlardır. Bununla beraber bu âlet,
taifin muhasarası esnasında tarafı nebeviden istimal edilmişdir.»
«Kezalik: harblerde
hendek kazımak da eski Iran mecûsîlerine
aid bir âdet iken bu da Hendek gazvesinde Resuli Ekrem Efendimiz tarafından kabul buyurmuştur.
Velhâsıl: silâh
hususunda harb usulüne ve harb icablarına riayet edilmesi lâzımdır.
263 - Harb
halinde düşmanın kal'aları,
müstahkem mevkileri, mezralariyı tegcereleri - görülen lüzumebni -
mancınık ile, yakıcı, maddeler ile, su ile vesair vasıtalar ile tahrib ve imha
edilebilir. Çünkü harb icablarından olarak hayatlarına kasdedilmesi caiz olan
kimselerin yurdlarma, mallarına kasdedilmesi de evleviyetie caiz bulunur. Böy le
bir hareketin tecviz edilmemesi, harbin zarurî olan icablartna muhalif,
düşmanın fırsat buldukça yapacağı bu gibi hareketlerine mukabelei bilmişi!
imkânını eâlib, zaferin tecellîsine mani olabilir. Şu kadar var ki, mahsur bir
karanın veya bir beldenin içerisinde kadınlar, çocuklar, bazı mtiaüm esirler,
tacirler bulunabileceği cihetle bu yerlerin başka vasıtalar ile elde edilmesi
kabil bulundukça mancınık, top, su gibi vasıtalar ile tahribine kıyam
edilmemesi icap eder. Dürri Muhtar, Reddi Muhtar, Be-dayî.
«(Maliki fuk ah asının
beyanına göre düşmana karşı zehirli vok, süngü kull anılması, atılması
naramdır. Cihadm memnu alındandır. Düşmanın içeceği şarab destilerine zehir
katılması da kerîhdir. Muhammedi Hırgî.)
264 - :
îslâm ordusu tarafından iğtinam edilmesi
melhuz olan mezreaîarm, müsmir ve gayri müsmir ağaçların yok yere
kesilmesi,, ya-kıhb yıkılması lâzım gelir. Aksi suretde hareket edilmesi bir
isaetdir.
Maahaza bu veçhile
tahrib ve imha yüzünden katilleri caiz olmayan bazı kimseler öldürülmüş, bazı
ekinler, ağaçlar mahvedilmiş bulunsa, bundan dolayı diyet vesaire namiyle
tazminat itası lâzım geımez. Çünkü hâdise, dari harbde mühderüddem = kam heder
olan kimseler arasında ve gayri mütekavvim mallar hakkında vaki olmugdur.
265 - : Dari
harb ahalisinden oldukları halde katilleri şer'an ha-lâl olmayan kadınlardan,
çocuklardan herhangi biri her nasılsa müca-hidler tarafından kati edilmiş
bulunsa bunlar da mühderüddem olmuş olurlar.
Çünkü harbî bulunmaları, mühdirdir, yani: hakkı
hayatlarını mübtildir.
Şunu da ilâve edelim
ki, Hazreti Ömer (radıyallahü tealâ anh) iie bazı zevata göre düşmanı ateş ile
yakmak ve düşmana ateş atmak caiz değildir. Diğer bazı zatlara göre de eğer
ibtid düşman bu veçhile hareket ederse müslümanlann da bilmukabele böyle
hareket etmeleri caiz olur. (tmam Şafiîye göre düşmanın meakıIİ, yani:
iltica edecek müstahkem mevkileri var ise, haneleri, ağaçları vakılabilir, yok
ise bunları yakmak kerihdir.)
266 - :
Düşman efradı, esir etdikleri bazı müslümanları veya islâm çocuklarını siper
ittihaz etmiş olsa yine kendilerine karşı tilâh istimali, tüfenk atılması caiz
olur. Bu halde islâm mücahidleri, siper ittihaz edilen müslümanları değil,
belki onların arkalarında saklanan düşman efradını kasdederek harbe devam ederler.
Bunun neticesinde bazı müslümanlann şahadetine sebebiyet vermiş olsalar da
bundan dolayı ra-cih olan kavle nazaran üzerlerine ne diyet, ne de keffaret lâzım gelir. Çünkü cevazı şer'î,
zamana münafidir. Bir vecibenin ifası, garamata karin olamaz. Aksi takdirde
bıy vecibenin ifası sekteye uğrar, bu
yüzden düşman istifade ederek islâm ordusunun galibiyetine mani olabilir, umumun
menafii için bu hususî zararlar iltizam edilmiş olur
267 - :
îslâm ordusunda -görülecek bir menfaat ve maslahat-1, mebni - gayri müslimlerin
de bulunarak harbe iştirak etmeleri caizdu. Şu kadar var ki bunlar, islâm
bayrakları altında hareket etmelidirler.
Tâ ki haklarında islâm kumandanlığının hükmü galib olsun.
Müslümanlar da -
kendileri için bir maslahat mevcut olduğu tak dirde - gayri müslimlerin
kendi aralarında yaptıkları muharebelerde iki tarafdan birine yardım
edebilir. Fakat bir maslahat mevcud olmadığı
takdirde gayri müsiimlere: aid bir ordunun kuvvetini, sevadım teksir etmeleri
lâik değildir. Siyari Kebîr, Bedayî.
268 - : Dari
harbde düşmana karşı igare - şebhun
= çapul da caizdir.
Binaenaleyh düşmana
karşı gündüzün veya geceleyin baskın yapılarak silâhları vesair mallan
ellerinden alınabilir. . Bu, harb icablann-dandır. Bu gibi şeyler hakkında ganaim
ahkâmı cereyan eder.
269 - : Harb
halinde mübareze de caizdir.
Maamafih bir islâm mücahidinin
mübareze sahasına atılabilmesi için iki şart vardır. Birisi: bu mübariz; şeci, zî necdet, hasmını
yeneceğine kani bulunmalı. Aksı
halde mübarezeden menedilir. ikincisi
bu mübariz, askerin kumandanı
olmamalıdır. Çünkü müdebbir bir
kumandanın fıkdanı, askerin inhiza-mına
müeddî olur.
Maamafih imamı Âzam
hazretlerine göre ilk evvel bir müslünıaı tarafından düşmana mübareze teklif
edilmez. Zira her hangi bir şalın mübarezeye davet, onun hakkında bir nevi
hususî bir tecavüz ve teaddî sayılabileceğinden buna islâm adalet ve mürüvveti
müsaid değildir.
270 - :
Mübareze için veliyyülemrdfn, kumandandan
istizâne lüzum yoktur. Çünkü
harb halinde buna delâleten izin vardır. Fakat ku mandan mübarezeyi men etmiş
bulunursa artık bir mücahidin kendi kendine mübarezeye kıyam etmesi caiz
olmaz, bü sarahat karşısında artık delâletin hükmü kalmaz.
(Şafiîlere göre mübareze için her halde emîrin
sarahaten müsaadesi lâzımdır.)
271 - :
Düşmanın gayzini arttırmak
için içlerinden bazı mühim
maktullerin başlarını başka bir yere götürerek teşhir etmekde bir beis
yokdur. Bununla o
maktullerin şerlerinden kurtulmuş olduğuna
dair herkesçe bir kanaat husule gelmiş olur.
272 - : Kıtale
mübaşeret eden veya müteheyyi
ve müstaid bulunan her düşman eri kati edilebilir.
Harb nihayete erib
zafer- elde edildikten sonra müslede oulunmart, yani: başkalarına ibret olsun,
diye düşmanın burnunu, kulağın; ve sair bazı uzuvlarını kesmek, gözlerini
oyarak kendisini çirkin bir şekle sokmak, memnudur.
273 - : İslâm mukatilleri, yani:
düşman île harb eden mücahid-ler, iki sınıfa ayrılır:
(1)
Mürtezikadır ki, bunlar ashabı divandır.
Yani: divanı askerîde
mukayyed olub kendilerine beytülmaîden münasib mikdar
ataya tahsis edilmiş olan ehli cihaddır. Zamammızdaki
muvazzaf ve ihtiyat erleri gibi.
(2) :
Mütetavviadır ki, divanı askerîden hariç olub mahza Hak rı-zasiyçin cihada
iştirak eden müslim şehir, köy ve badiye ahalisidir. Bunlara «gönüllü
efrad» denir.
Kadınlar ile çocuklar,
bilfi'l mukateleye iştirak etseler debün yelerîndeki zaafa mebni - mukatil
sayılmazlar.
274 - : Harb
esnasında kadınları, çocukları, şeyhi fanî denilen ihtiyarları, körleri,
mefluçları, matuhları,
kötürümleri, sağ eli
kesilmiş olanları, savmialarında yaşayan veya dağ başlarında gezib
dolaşan ra-hibleri, nâs ile ihtilât etmeyen kenîse hademesini öldürmek caiz
değildir. Çünkü bunlar, harb ve kital ehli değildirler.
Fakat bunlardan biri
harbe bilfiil iştirak eder veya harbe teşvikde bulunur veya harb işlerinde
reyinden istifade olunacak bir vaziyetde görülürse o takdirde öldürülebilir.
275 - :
Harb esnasında öldürülmeleri caiz olmayanları harbden sonra da öldürmek caiz değildir.
Meğer ki evvelce harbe iştirak etmiş veya teşvikde bulunmuş olsunlar. Şu kadar
var ki, çocuklar ile matuh lar bu hususda da müstesnadırlar. Bunlar evvelce
harbe iştirak etmiş olsalar da harb bitdikden sonra artık öldürülmezler, velev
ki müslüman-lardan bir çok kimseleri şehid etmiş bulunsunlar. Çünkü esirleri
öldürmek, bir ukubet maksadına müsteniddir. Bunlar ise ukubet ehlinden değildirler. Harb
esnasında kati edilmeleri ise
ukubet nıaksadiyle değil,
belki bilfiil vaki olan serlerini def
maksadına mebnîdir.
Maahaza gerek harb
esnasında ve gerek harb sonunda katilleri caiz olmayan eşhasdan her hangi
birini öldürmek, kendileri islâmiyeti kabul etmemiş veya kendilerine eman
verilmemiş ise - zamanı icab etmez, bu yüzden katile diyet gibi, keffaret gibi
bir ceza teveccüh etmez. Zira dari harb ahalisinden bulunan bu gibi şahısların
kanları masum ve mütekavvim değildir. Şu kadar var ki, bunları öldürmek bir
ma' siyet demek olacağından bundan dolayı katilin taib ve müstağfir olması
icab eder.
276 - : Harb
neticesinde elde edilen bir "beldedeki
katilleri gayri oaiz eşhas, imkân mevcud ise dari İslama nakl edilir,
dari harbde bırakılmazlar. Meğer ki
bırakılmalarında bir zarar, nakillerinde
bir faide melhuz olmasın.
Elde edilen emtia ve
esliha ile hayvanat dahi kabil ise dari İslama nakl edilir, değilse emtia ve
kesüdikden sonra hayvanat yakılır, silâhlar da kabil iso yakılır, değilse
kırılarak parçaları toprakda gizledilir. Bun-İardan düşmanın hiç bir veçhile istifadesine
meydan bırakılmaz.
Bu veçhile hareketin
cevazı, imamı Âzam'ın içtihadına göredir. Mebsut, Bedayî, Hindiye.
«(imam Mâlike göre
düşmandan alman hayvanatı öldürüb yakmak, müsîe sayılır. Müsle ise şer'an
memnudur. Resuli Ekrem'in düşman hayvanatını öldürdüğü rivayet olunmamışdır. Bidayetül'müctehid.
İmam Şafiî ile imam
Ahmede göre de düşmandan elde edilen emtia ve saire gibi malları mâlikinden
başkasının kırmak, kesmek, yakmak suretiyle imha etmesi caiz değildir.) [82]
277 - :
Müslümanların eli altında hâkimiyeti dairesinde bulunan ) erler birer
dari islâmdır ki, ehli islâm, oralarda
emn ve eman içinde yaşayarak vazifei diniyelerini ifaya muktedir bulunurlar.
Müslümanlar ile
aralarında müsaleha ve müvadea bulunmayan gayri müslimlerin hâkimiyeti altında
bulunan yerler de birer dari harbdir. Bunların gayri müslim ahalisinden her
birine «harbî» denilir.
278 - : Bîr
dari harbin dari islâm haline gelmesi için yalnız bir şart vardır ki, o da o
darde islâm ahkâmının icra edilmeğe başlamasından ibaretdir. Velev ki içinde
onun eski gayri müslim ahalisinden bazıları mukim bulunsunlar, velev ki o dar,
dari İslama muttasıl bulunmasın.
Binaenaleyh islâm
mücahidleri, gayri müslimlere aid bir ülkenin herhangi bir beldesini feth
ederek içinde cuma, bayram vesaire gibi islâm ahkâmını icraya başlasalar o
belde bir dari İslama tahavvül etmiş olur. Bu hususda bütün hanefî müctehidleri
müttefikdirler.
279 - :
Bir dari islâmın - Allah
Tealâ muhafaza buyursun - bir
dari harbe tahavvülü, İmamı Azam'a göre şu üç şartın tahakkukuna mütevakkıf
dır:
(1) :
Dari harbe muttasıl
olmalıdır.
(2) :
içerisinde şirk ahkâmı icra edilmelidir.
(3) : İçinde
evvelki eman ile emîn bir müslim veya zimmî kalma-nıış olmalıdır.
Evvelki emandan
maksad, müslim için islâmiyeti cihetiylo, zimmî için de akdi zimmeti sebebiyle
islâm hükümetinin kuvvetine müstenid olarak
sabit bulunan emniyet ve
selâmetdir.
Bu üç şart tahakkuk
etmedikçe bir belde veya bir ülke dari harb sayılamaz.
Bu kavle göre bir
islâm beldesi, mücerred ehli harbden birinin galebe ve istilâsiyle veya
ahalisinin bil'irtidad ahkâmı küfrü icra etmesiyle veya içindeki ehli zimmetin
nakzı ahd ederek tegallübde bulunmasiy-le dari harbe inkılâb etmiş olmaz. Meğer
ki mezkûr üç şartın üçü de tahakkuk etsin. Bedayi, Tenvir.
280 - :
Yukarıda yazılı üç şartın tahakkukiyle dari harbe tahav-vül eden bir islâm
beldesi, tekrar islâm mücahidleri tarafından feth ve ı'stirdad edilince evvelki hükmüne rücu eder. Yani: arazisi
öşriyye ise yine öşriyye, haraciyye ise yine, haraciyye olur. Kadim
ahalisi, kablel-kisme avdet edince
mallarını meccanen alırlar1, taksimden sonra gelince de yalnız
kıymetleriyle alabilirler.
281 - :
İmameyne göre her
hangi bir islâm beldesinde
ahkâmı küfr icra edilmeğe başlandığı, yani: harbî bulunan nâfizülhükm
bir hükümdarın istilâsına maruz kaldığı takdirde dari harb haline gelmiş olur.
Çünkü bir darin bir dari harb olması; gayri müsljmlerin meneası, kuvveti, ordusu
itibariyledir. Bunları da
nâfizülhükm olan hükümdarları va hükümetleri temsil eder.
Binaenaleyh hükümdarı
harbî olan her hangi bir ülke, bir dari harb bulunmuş olur. Velev ki diri
is'âma muttasıl olsun. Müfta bin olan da "budur. Nitekim bir fetvada şöyle
denilmişdir:
cBilâdi islâmiyyeden
bir beldenin civarında vaki karyelerde müte-mekkin olan zimmîler, itaati
veliyyül'emrden bilkülliyye huruç edib bazı bilâdi islâmiyyeye istilâ ve
müslimîn ile muharebe için temekkün ve te-hayyüz eyleseler bu taifenin
karyeleri çer'an darülharb olub haklarında harbî ahkâmı carî olur. Mecmuai cedide,
Dürer, DürrüTmuhtar, Hindiyye. (Şafiî fukahasının beyanına nazaran dari islâm
şöylece uç kısımdır : Müslümanların
ikamet etdikleri beldeler.
(2) : Müslümanların
feth edib eski
ahalisini içerisinde hii
cizye mukabilinde iskân eyledikleri
beldelerdir. Bunların arazisi,
gerek kendilerine temlik edilsin ve
gerek edilmesin. İslâm hükümetinin istilâsı altında bulunması kâfidir.
(3) :
Evvelce müslümanların ikamet edib bilâhare
gayri jzıüslinr îerin zabt
etdikleri beldelerdir. Müslümanların bu beldelere olan kadîm istilâları,
bunlarda dari islâm olmak hükmünün
istimrarı için kâfidir.
Demek oluyor ki: bir
belde bir kerre dari islâm oldu rnu, artık on-üan sonra mutlaka, yani: gerek
bilâhare oraya gayri müslimler, müstevli olsunlar ve gerek olmasınlar ve orada
müslimlerin ikametine gerek müsaade etsinler ve gerek etmesinler orası, dari,
küfr, dari harb hükmünde olamaz. Tuhfetül'muhtac.) [83]
282 - : Müslümanlara karşı
düşmanın harb kuvvetini
arttıracak şe'yleri dari harb ahalisine satmak, muvafık değildir.
Binaenaleyh müslüman
tacirlerin silâh, demir, zimmî köle gibi şeyleri dari harbe götürüb satmaları
kerihdir. Böyle bir hareket, müslü-manların aleyhine olmak üzere düşmana bir
yardım demekv.3v Bu cihetledir ki, dari islâma gelmiş olan bir harbînin silâh
satın almasına meydan verilmez. Şayed satın almış olsa dari harbe götürmesine
müsaade edilmez. Dari islâm getirmiş olduğu bir silâhı istibdal etmek istediği
takdirde de bakılır: eğer bu iki silâh biri birine muadl ise veya tebdilen
alacağı silâh daha aşağı ise bu istibdale müsaade edilir, aksi halde müsaade
edilmez.
283 - : Kura' denilen at, deve gibi yük hayvanlarım
da dari harbe satmak için götürmek muvafık değildir. Nakl vesaitinden bulunmayan
koyun, keçi gibi hayvanlar, küra'dan sayılmaz. Binaenaleyh bu gibi hayvanları
tüccarın dari harbe götürmesi caizdir.
284 - : Tüccarın
«meyere» denilen kumaş, mata, taam
gibi şeyleri - müslümanların ihtiyaçlarından fazla olduğu takdirde - dari harbe
çıkarıb satmalarında bir beis yoktur. Bu husus, asırlardan beri tacirler
arasında carî bir âdet hükmünü almışdır. Müslümanların ticaret maksadiyle dari
harbe gidib gelmeleri de münker bir hareket görülme-mişdir. Hattâ deniliyor ki: bazı emtia, edviye
vesaire gibi şeyler, dari harbde
bulunmakdadır, bunlara müslümanların ihtiyacı vardır. Halbuki müslümanlar, kendi
ülkelerindeki şeyleri dari harb ahalisinden men-ettikleri takdirde onlar da mukabelei
bilmisilde bulunacaklardım. Böyle bir
hal ise âmme maslahatına muhaîifdir. Binaenaleyh bazı şeylerin dari harbe
götürülüb satılması, ruhsatı şer'İyeye iktiran etmişdir. Maahaza kat'î bir
lüzum görülmedikçe dari harbe gidilmemesi
izzeti nefsi ve dini muhafaza
noktai nazarından - efdal görülmektedir.
285 - :
Muharebede bir düşman kalesinin
muhasarası esnasında mahsur düşmana
me'kûlât ve saircden hiçbir şey satılamaz. Çüiıkü böyle bir satış, düşmana
iane olacağından harb maksadına münafi bulunur.
286 - :
Ta'zimi vacib, istihfafı han.ım olan şeyleri dari harbe götürmek de memnudur.
Meğer ki muhafazaları hakkında îam bir emniyet mevcud olsun.
Binaenaleyh dari harbe
azimet edecek islâm mücahidlerinin yanlarında mesahifi şerifeyi, hadis ve
fıkıh kitablarını bulundurabilmeleri içii. büyük bir kuvvet teşkil etmeleri
lâzımdır. Bir seriyyeden, küçük bir müfrezeden ibaret olan mücahidler, bunları
beraber götürmemelidirler. Zira bunların düşman eline düşerek istihfafa maruz
kalmaları melhuzdur.
287 - :
islâm mücahidlerinin kadınlar ile beraber dari harbe sefer edebilmeleri için
de bakılır:;eğer mücahidler, bir ceyşi azîm İse yanlarında bazı kadınların
bulunmasında mahzur yokdur.
Bu kadınların yaşlı kadınlardan ve cariyelerden müteşekkil olmaları
evlâdır. Bunlara askerin yemeklerini
pişirmek, çamaşırlarını yıkamak gibi şeylerden dolayı ihtiyaç görülebilir.
Fakat mücahidler, bir seriyyeden ibaret
iseler yanlarında kadın bulunduramazlar.
Çünkü bu kadınların düşman eline düşmeleri tehlikesi melhuzdur.
288 - :
Sügurda = düşman
sınırlarında, düşmanın hücumundan korkulacak yerlerde ikamet eden
mücahitler, serhadlerde aleddevam ikamet edib mürabit namını alan islâm
kahramanları, yanlarında ailelerini1 beraber bulundurabilirler. Şu şart ile ki,
yüz gösterecek düşmanı defa veya bu halde ailelerini islâm toprağına çıkarmaya
kadir bulunsunlar.
Serhadlerde tevattun
eden ahalii islâmiyye, oralarda müslümanları düşmanlarının şerrinden siyanet ve
muhafaza maksadiyle ikamet ettikçe mürabitlerden sayılırlar. Bedayî, Tenvir,
Reddül'muhtar. Ribat ve mürabit kelimeleri için ıstılahlar kısmına müracaat!. [84]
289 - :
Veliyyül'emr veya emîr,
lüzum görürse fazla
bir sehm, bir atiyye veya muayyen
bir para vermek üzere mücahidleri harbe ter-gib ve teşvikde bulunabilir. Buna
«tenfil» denir. Bu veçhile verilen mala da «nefl» denilir. Cem'i: «enfal» dir.
290 - :
Tenfil iki kısımdır: Biri: tenfili hâsdır ki, bir kısım gazilere aid
bulunur. Bu veçhile tenfilin harb esnasında veya harb ibtida-sında yapılması,
mendubdur. Fakat düşmanın inhizamından veya ganimetlerin ihraz edilmesinden,
sonra yapılması, caiz değildir. Çünkü bu takdirde diğer gazilerin selimlerine
tecavüz edilmiş olur.
Diğeri: tenfili âmdır
ki, bütün gazilere karşı yapılmış olur. Bunda da iki suret vardır:
Birinci suret:
veliyyül'emr canibinden gazilere hitaben: «Her kim ne elde ederse kendisinin
olsun» diye tahsis veçhile olur. Bu halde her gazi, elde edeceği mala, esire
derhal temellük eder, bunun humsi - beş-de biri alınmaz.
İkinci suret:
veliyyülemr tarafından: «her ne elde ederseniz sizin olsun» diye teşrik veçhile
yapılır. Bu, caiz değildir. Çünkü bu takdirde piyade ile süvarinin şehmleri
karışır, taksim meselesi nizaı mucib, maksada münafi olabilir.
291 - :
«Her mücahid, harb
sahasında öldüreceği
düşmanın se-lebine ~ elbisesine, silâhına, parasına nail
olsun» tarzında vaki olacak tenfil de
tenfili âmmın birinci suretine dahil olacağından caizdir.
Binaenaleyh böyle bir
emre mebni herhangi bir muharib düşman neferini kati eden bir mücahid, onun
selebden madud emvaline mâlik olur. Buna diğer gaziler iştirak edemezler.
292 - :
.Ganaimden veya «ra'zh» denilen
atayadan nasibi olabilecek her şahıs, tenfil dairesine dahil
olabilir.
Binaenaleyh bir
kumandan, ordusuna hitaben: «her kim düşmanın şöyle göyle bir malını elde
ederse onun meselâ dörtde birine mâlik olsun» diye tenfilde bulunsa- buna
kadınlar, çocuklar, köleler, zimmîler de dahil olmuş olurlar.
293 - : Bir
kumandan, ordusuna hitaben: «Her kim
düşmandan birini öldürse selebine malik olsun» diye tenfilde bulundukdan
sonra ordusuna imdad için dari islâmdan diğer bir askerî kuvvet gelib iltihak
etse bakılır: eğer kumandan, bu kuvvei askeriyyenin de kumandanı ise yapmıg
olduğu tenfil, bunlara da şâmil olur ve illâ şâmil olmaz.
294 - : Elde
edilecek şeyin fazlasiyle tenfil edildiği takdirde bakılır: Eğer tenfilden
makâad, yalnız mal elde etmek ise o fazlanın verilmesi lâzım gelmez. Fakat maliyetden
başka bir şey ise verilmesi lâzım gelir. Şöyle ki:
Veliyyül'emr, «Her kim
düşmandan, meselâ: on bin kuruş iğtinam ederse kendisine yirmi bin kuruş
verilecektir.» demiş olsa iğtinam halinde bu fazla olan on bin kuruşun ganime
verilmesi lâzım gelmez. Çünkü böyle bir tenfilde umummüslümanlar için bir
faide melhuz değildir.
Fakat: «Her kim
düşmanın bir neferini esir ederse kendisine onunla beraber on bin kuruş
verilecekdir» denilse bu şarta riayet edilmek lâzım gelir. Zira bir neferin
elde edilmesi, düşman kuvvetine tesir edebileceğinden bunun mukabilinde fazla
mal verilmesinde umum için bir faide melhuzdur.
295 - : Meçhul
iie tenfi! caiz, mikdarını
tayin voliyyüi'einrc aid-dir.
Binaenaleyh
veliyyül'omr: «Her kim düşmandan bir .şey elde öderse kendisine ondan bir
parça veya bir mikdar verilecektir., dese igtirıam halinde bu parçanın veya
mikdarın tayini reyine muhavvel bulunmuş olur.
296 - :
Veliyyül'emr: «Her kim bir düşman neferini Öldürürse se-lebine mâlik olsun»
demekle esirler arasında bulunan bir şahıs, düşmanın bir neferini öldürse bakılır: eğer ganaimin taksim veya
bey'inden evvel Öldürmüş ise maktulün selebi, ganaime dahil olur ve eğer
taksim veya beyiden sonra öldürmüş ise bu seleb, o esirin mevlâsma aid bulunur.
297 - : Veliyyül'emr
: «Şu düşman alicini mübarizini kim Öldürürse
selebine mâlik olsun» demekle bir
mücahid, o mübarizi
vurub atından düşürdükden ve kendisini yakalayıb İslâm ordusuna
getirdikden sonra o vuruşun tesiriyle bu mübariz Ölecek olsa selebi o mücahide
aid olur, Meğer ki bu mübariz, sair ganaim ile beraber mücahidler arasında
taksim edildikden sonra ölsün. Bu takdirde selebi, o mücahide aid olmaz.
Alic; güçlü, kuvvetli,
iş ehli, nefsini müdafaaya kadir kimse demek olduğundan esirlerin mübadelesinde
ve vasıflar nazara alınır.
298 - : Veliyyüremr, mücahidlere
hitaben: Sizden bir
kimse bir düşman neferini öldürürse seîcbİ kendisinin olsun» diye
tanfilde bulunmakla iki kimse birlikde bir düşman neferini Öldürecek olsalar
selebine müştereken müstahik olurlar. Çünkü bu veçhile olan tenfil. umum muvacehesinde
vaki ve mutlaka düşmanı tenkile teşvik
maksadına mübte- . nidir.
299 - :
Tenfilden evvelce haberdar olmak şart
değildir. Binaenaleyh tenfil hitabesinden haberi olmayan bir mücahid, matlûb
fiili vücude getirecek olsa tahsis edilmiş olan atiyye vesaireye müstahik
olur. Çünkü veliyyüTemrin hitabelerini işitmek, defi zarar hususunda şart ise
de celbi menfaat hususunda şart bulunmamaktadır.
300 - :
Mücahidlerden bazılarına daha ziyade atiye verilmek üzere yapılan tenfil,
muteberdir. Çünkü atiyyenin mikdarı, iktiham edilecek külfet ve meşakkate göre
tebeddül eder.
Binaenaleyh: Düşmanın
şu istihkâmlarına ilk girecek mücahide on bin, ikinci olarak girecek mücahide
beş bin, üçüncüsüne de üç bin kuruş verilecekdir» denilse mücahidler, bu tertib
üzere atiyye.ve müstahik olurlar.
301 - :
Muayyen bir şahsı kati için yapılan tenfil, diğer şahısların katillerine
şamil değildir.
Binaenaleyh: düşmanın şu
kumandanını
Öldüren mücahid
için şu
kadar verilecekdir» denilse düşmanın ba^ka bir kumandanım öldüren kimse
bu ikrumiyyeye müstahik olmaz.
302 - :
Bir mücahid, düşman
tarafında bulunarak onunla
beraber harb eden bir müslümam öldürse selebine müstahik olamaz. Şöyle ki: islâm kumandanı,
«Her mücahid, Öldüreceği düşmanın selebine mâlik oisun* demekle bîr mücahid,
düşman tarafında bulunan muharib bir islâm
erini Öldürse onun
selebine müstahik olamaz.
Çünkü o müslim, bu vaziyetde mübahüTkaU ise de onun
malları ganaimden sayılmaz. Fakat o seleb, harbîlere aid olub da bu müslim ere
ariyet olarak verilmiş ise ganaime dahil ve binaenaleyh katiline aid olur.
303 - :
Tenfilİ yapan ikramiyye verilmesini ilân eden kumandan vefat edib yerine ordu
arasından bir zat, ittifakı ârâ ile
kumandan ittihaz edilse yapılmış olan tenfil, zail olmaz. Çünkü ikinci
kumandan, birinci kumandanın naibi demekdir. Meğer ki bu ikinci kumandan, o
tenfiü ibtal ve bunu askerler arasında ilân etsin. O zaman bu tenfilin hükmü
kalmaz, bunu bizzat evvelki kumandan ibtal etmiş gibi olur. Zira naibin
muamelâtı asle racidir. Siyeri kebîr, Mebsut, Hindiye, Reddül' muhtar.
«(Bazı zevata göre
tenfil, yalnız beytül'male aid olan humsdan = beşte birden caiz olur. imam
Mâlik buna kaildir. Bazı zevata göre de yalnız bu humsun beşde birinden
yapılabilir. Bu, İmam Şafiînin muhtarıdır. Bazı zatlara göre de bütün ganaimin
yalnız üçde birinden veya dörtte birinde yapılabilir, fazlasiyle tenfil
olamaz.)
(İmam Şafiîye göre iki
muharib saf arasından ilerleyerek mübare-ze yoliyle düşmanı tepeleyen bir
mücahid. o düşmanın selebine mâlik olur. Çünkü bu mücahid, bu mübareze
tarikiyle fazla meşakkate katlanmış, nefsini muhataraya atmış olacağı cihetle
bu selebe müstahik ol-muşdur.)
(İmam Ahmede göre de
katil olan mücahid, maktulün selebine müstahik olur.) [85]
304 - : Bir
düşmanın islâmiyeti kabul
etmesi, kendisiyle harbin devamına manidir. Şöyle
ki: müslümanlarca harbden cihaddan
asıl gaye, kelimetullahı i'lâdır.
Yani: dini tevhidi
tamimden ibaretdir. Bu gaye temin edildikden sonra artık savaşın
devamına lüzum kalmaz.
Binaenaleyh muharib
bir düşman, dini ilâhiyi kabul edince islâm camiasına girmiş, nefsi de, malı da
masunîyyet kazanmış olur.
305 - :
Bir şahsın veya bir zümrenin dini işlâmı kabul etmiş olmasına
hükmedilebilmesi, şu üç tarikden birisiyle olabilir.
(1) : Nas
tarikidir. Bir harbînin dini islâmi kabul etdiğini sarahaten ikrar ve itiraf
etmesi gibi.
(2) :
Delâlet tarikidir. Bir harbînin müslümanlar ile beraber cemaatle namaz kılması
gibi. Çünkü bu heyet üzere namaz kılınması, dini is-lâma mahsusdur. Binaenaleyh
bu veçhile namaz kıian bir şahsın - imamı Azama göre - imaniyle hükmolunur.
«(imam Şafiîye göre
bununla imanına hükmolunamaz. Nitekim münferiden namaz kılması da böyledir.)
(3) :
Tebaiyyet tarikidir: Bir çocuğun anasına, babasına veya bulunduğu dara tebean
müslüman sayılması gibi. Bedayî. Bu esaslar üzerine aşağıdaki meseleler,
teferru' eder:
306 - : Gayri
hakikî dinlerden, mezheblerden her
hangi birine menaub olan bir
kavm, daha beldeleri müslümanlar tarafından zapt ve feth olunmadan islâmiyeti
kabul etmiş olsa artık
ne canlarına, ne de mallarına tecavüz olunamaz.
307 - : Bir
harbî, dari harbde islâmiyeti kabul" edib de daha da-ri islâma hicret
etmeden bulunduğu! belde müslümanlar tarafından zapt edilecek olsa kendi
elindeki menkul malları tamamen kendisine aid olur, bunlar «feyi» olarak zapt
edilemez. Bunlar, onun ismeti nefsine tebean masum bulunur. Bir müslümana veya
bir zimmîye vedia olarak bırakmış olduğu menkul mallan hakkında da hüküm
böyledir. Çünkü mudei-nin, eli, min vechin kendi eli demekdir. Bunların her
biri ise masumdur, elleri de birer yedi muhteremedir.
Fakat bir harbîye
vedia olara* bırakmış olduğu malları, imamı Azama göre feyi olarak zabt
edilebilir. Zira harbî, maaumüddem olmadığından onun eli de bir yedi ismet,
bir yedi muhtereme değildir.
308 - :
Dari harbde islâmiyeti
kabul eden bir
harbînin oradaki gayrimenkul
mallarına gelince bunlar, İmamı Âzam ile
imam Muham-mede göre feyi - mali ganimet kabiündendir.
Filvaki bu mallarla
dilediği gibi tasarruf edebileceği cihetle bunlar da min vechin elinde
sayılabilir. Fakat bu kabil mallar, haddi zatında binefsihî mahfuz olub
bilfiil elde bulundurulması kabil olmadığından sahibine tabi olmayacağı cihetle
bunlar da ismeti emval usulü sabit olmaz.
Bir de böyle akar
kabilinden olub dari harbde bulunan mallar, bulunduğu ülke ahalisinin elinde,
sultasında ve dari harbden bir parça mesabesinde bulunmuş olacağından bunların
feyi olmaması, düşmana bir nevi yardım- demekdir ki, tecviz edilemez.
Maahaza imam Ebu
Yûsüf'e göre bu hususda menkul mallar ile gayri menkul mallar müsavidirler.
«(îmam Şafiînin
içtihadı da bu veçhiledir.)
309 - : Dari
harbde ihtida eden bir harbînin
gayri baliğ evlâdı, kendisine tebean müslüman sayılırlar.
Büyük evlâdiyle zevcesi ise kendisine dince tâbi olamayacakları cihetle feyi
kabilinden bulunurlar.
310 - : Bir harbî, islâmiyeti kabul etdikden sonra
dari islâma gelse, badehu vatanı olan dari
harb, müslümanlar tarafından zapt olunsa orada bulunan menkul ve gayri
menkul mallan feyi olmuş olur. Çünkü dari
harbi terk etmiş olmakla
oradaki malları evvelce elinden çıkmış, onlardan alâkası kesilmiş
bulunur.
Fakat bir müslüman
veya zimmiye vedia olarak bırakmış olduğu malları yine kendisine aiddir. Dari
harbde kalmış olan küçük çocukları da kendisine tebean müslüman sayılacağından
bunlar da istirkakdan masun bulunurlar.
311 - :
Bir harbî, dari
islâma gelib girdikden
sonra islâmiyeti kabul edib de sonra mensub olduğu dari harb,
müsîümanlar tarafından zabt edilse orada bulunan bütün emval ve evlâdı ve zevcesi
feyi oimuş olur. Çünkü dari harbden çıktığı zaman kendisi masumünnefs bulunmadığı
cihetle emval ve evlâdı kendisine tebean masumiyeti haiz bulunmamışlardır. Vakiâ badehu
islâmiyeti kabul etmekle
kendisi masuniyyet ve masumiyyet
kesbetmiş ise de bu hal, iki darin tebayünü zamanına müsadif olmuşdur.
Tebayüni dareyn ise tebeiyyetin sübutüns
manidir. Binaenaleyh küçük çocukları da kendisine tebaiyyetle müslüman
olmuş olmazlar. İhtilâfı dar, şer'î hükümlerde tebaiyyete manidir.
312 - : Bir
çocuk, harbî bulunan ebeveyninden biriyle veya
her ikisiyle beraber esir
edilecek olsa onların
dinîne tabi bulunmuş
olur. Gerek dari harbden çıkarılmış
olsunlar ve gerek
olmasınlar. Bilâhare ebeveyni
vefat etse de o çocuk - bizzat islâmiyeti kabul edinceye kadar - yine
ebeveynine tabi bulunur. Onların
vefatiyle bu tebaiyyet munkati olmaz. Çünkü tebaiyyetde hükmün bekası için
aslın bakasi şart değildir.
313 - : Bir çocuk
anasile babasından biriyle olmaksızın esir edilerek dari harbden dari islâma çıkarılmış olsa dari
islâma tebeiyyetle müslüman sayılır, ihtilâfı dara mebni ebeveynine tabi olmaz.
Bu halde tebeiyyet, ebeveynden dara intikal etmiş olur.
314 - :
Evvelâ ana ile babadan "biri dari islâmda islâmiyeti kabul edib de badehu
kendisi esir edilerek dari harbden çıkarılmış olan bir çocuk, o müslüman olan
ana ve babaya tebean islâmiyeti haiz bulunur. Çünkü bu takdirde ihtilâfı dar,
bertaraf olmuş olur.
315 - : Bir
harbî, islâmiyeti kabuî edib de henüz dari harbde iken bir müslim tarafından
amdtn veya hata tarikiyle Öldürülecek olsa bu katil üzerine yalnız keffaret
lâzım gelir, kısas ve diyet icab etmez. Çünkü maktul, düşman bir kavme mensub
bulunmuşdur. Bu, imamı Azama göredir, imam Ebu Yûsüf'e göre hata suretinde
diyet iktiza eder. «(İmam
Şafiîye göre hata suretinde diyetle beraber keffaret de lâzım gelir. Amd
suretinde ise kısas icab eder.)
316 - :
Mücahidlerin muhasara etdikleri bir belde ahalisinden bir kısmı; islâmiyeti
kabule mail, bir kısmı
da yurdlarında kalmak üzere akdi zimmete talib olursa bakılır: eğer o
beldede islâm ahkâmını icraya, baş gösterecek düşmanları tenkile kadir bir
islâm kuvveti bırakılması mümkün ise ahalinin bu arzuları
is'af edilir. Fakat bu cihet müm-kin değilse yalnız islâmiyeti kabul etmek isteyenlerin
arzuları is'af edilir ve kendileri beldelerinde bırakılır. Zira müslümanlar,
kendi yurdların-dan çıkarıhb başka taraflara gitmeğe icbar edilemez. Zimmeti
"kabul etmek isteyenler ise dari İslama çıkmaya muvafakat etmezlerse arzulan is'af edilmez. Çünkü bu halde
bunların talebleri zimmet talebi değil, bir sulh talebi demekdir. Sulh ise bir maslahat bulunduğu takdirde
kabul edilir.
317 - :
Mücahidlerin muhasara etdikıeri
bir belde ahalisi,
islâmiyeti kabul edib
kendi aralarında bir
mikdar islâm kuvvetinin bırakılmasını rica
ettikleri takdirde bakılır:
eğer aralarında bırakılacak
islâm kuvveti, kendi kendilerine muharebeye kadir, melhuz düşman harekâtını
tenkile muktedir görülürse bırakılması
caiz olur. Eğer kendileri buna
bizzat muktedir olmayıb da islâmiyeti kabul eden o belde ahalisinin birlikde
hareketine muhtaç bulunurlarsa o ahalinin de islâm ordusunun çekilıb
gitmesinden sonra irtidad ederek o kuvvete saldırmalarından korkulmazsa yine
bırakılması caiz olur. Bu suretde ken dilerine bir emir tayin edilerek
aralarında islâm ahkâmının cereyanı temin edilmiş olur. Fakat irtidadlarından
korkulursa aralarında o islâm kuvvetinin bırakılması - onları
tehlükeye atmak demek olacağından - caiz olmaz. Siyeri Kebîr, Mebsut, Bedayi. [86]
318 - : Muharib
düşmana iktizasına göre
eman verilebilir. Bu eman, emniyete nailiyeti hakkında düşmana verilen söz
veyahut yapılan işaret demekdir. Binaenaleyh
emanın rüknü, emana
delâlet eden şeylerdir. Bu bakımdan eman, şu üç nev'e ayrılır: (Emanı sarih), «Sana eman verdim, sen
eminsin» denilmesi gibi. (Eman bilkinaye», «Geliniz, korkmayınız» denilmesi veya parmakla semaya doğru işaret
edilmesi gibi. (Eman bilkitabe) emanname gönderilmesi gibi. Istılahat kısmına
müracaat!.
319 - : Eman
hâdisesi, bazan kendi kendine tahakkuk eder.
Ezcümle bir müslimin dari harbde kendisiyle evlenib dari İslama
çıkarmış olduğu bir kitabiyye, emana nail bulunmuş olur, kendisine ayrıca eman
verilmeğe lüzum yokdur. Çünkü bir müslim
ile evlenmiş olmakla zimmeti kabul etmiş bulunur.
320 - : Her
hangi bir lügat ile verilen eman
muteberdir. Velev ki kendisine
eman verilen şahıs, bu lügate muttali olmasın.
Elverir ki bu söylenilen sözü işitmiş olsun.
Düşmana anlayabileceği
bir lügatle hitab edilmemesi, eman veren tarafa müteveccih bir noksandır.
Bundan dolayı diğer tarafın emandan mahrum edilmesi, bir gadr demek olacağından
caiz görülemez. Ömer-übnül Hattab Hazretleri tarafından kumandanlarına
gönderilen bir mek-tubda bu cihet ihtar olunmuştur.
Maahaza emana
hakkullah, teallûk etmekdedir. Allah Tealâ ise bütün lügatlere âlimdir.
Düşmanın söylenilen lügate muttali olub olmadığı ise bize nazaran bir batınî
emirdir. Binaenaleyh buna hükümleri talik etmek, gayri mümkündür. Sebebi zahirî
ise bu hususta kâfidir. O da eman için kullanılan sözün işidilmiş olmasıdır.
321 - :
Emanlar, müddet itibariyle
(emanı muvakkat), (emanı mutlak), (emanı müebbed) nevilerine ayrılır. Kendilerine eman verilenlerin muayyen,
mah'dud olub olmamaları
itibariyle de (emanı
haa), (emanı âm) nevilerine ayrılmışdır. Istılahlar kısmına müracaat!
322 - :
Emanlar, bazan bir şart ile mukayyed olur. Böyle şart mukarin olan bir eman,
mücerred kavi ile sabit olur, şartın tahakkukuna tevakkuf etmez. Bu hususda
mefhumı şart, bir hüccet değildir.
Meselâ,: bir düşman
neferi: «Bana eman veriniz, size şu kadar düşman kuvvetinin bulunduğu yeri
göstereyim» deyib de bunun üzerine kendisine eman verildiği halde gelib
gösterdiği yerde o kuvvet mevcut bulunmasa yine kendisi eman dairesinde
bulunmuş olur. Bu halde evvelki emin bulunduğu mahalle gönderilir. Şayed orası
fethedilmiş ise dari harbden diğer bir emin olacağı mahalle i'zam edilir.
«Yanınıza gelib
müslüman olmak üzere bana eman veriniz.» denildiği takdirde de hüküm böyledir.
Şöyle ki: kendisine bu veçhile eman verilen bir harbî, aldığı müsaade üzerine
islâm ordugâhına geldiği halde islâmiyeti kabulden imtina etse kendisine
tecavüz olunamaz, belki evvelce emin bulunmuş olduğu mahalle gitmesine müsaade
olunur.
Fakat «islâmiyeti
kabul etmediği takdirde emanda olmayacağı» evvelce şart edilmiş bulunur da
buna rağmen islâmiyeti kabulden nükûl ederse feyi olarak müslümanların arasında
kalmaya mecbur tutulur.
Kezalik: bir harbîye
«hiyanetde bulunmaması veya müslümanlara yol göstermesi veya silâhlarını
saklamayıb teslim etmesi» gibi bir şart ile eman verildiği halde bu şarta
riayet etmese kendisine verilen eman, zail ve hakkında harbî ahkâmı carî olur.
323 - : Düşmana eman verecek olanlarda
aranılan şart ise
şunlardan ibaretdir:
(1) : Eman
veren zatlar, müslim
olmalıdırlar. Binaenaleyh gayri
miislimîer, müslümanlar namına eman veremezler. Velev ki islâm müca-hidleri
arasında bulunarak düşman aleyhine harbe iştirak etmiş olsunlar. Çünkü
bunların hüsnüniyetle hareket
etdiklerine, müslümanların
maslahatlarına riayet eylediklerine
itimad olunamaz. Meğer
ki eman vermeleri için kendilerine bir müslirn
tarafından enir edilmiş olsun,
o takdirde eman verebilirler.
(2) : Eman
verenler, âkil olmalıdırlar. Binaenaleyh
mecnunların, şuurları muhtel kimselerin verecekleri eman bâtıldır. Çünkü bu eman, hatarlı bir şeydir. Bunun üzerine
mesalih de, mefasid de terettüb edebilir. Bu halde bunları güzelce
anlayabilmek, avakıbına nazar edebilmek için fazla bir akla malikiyet lâzımdır.
(3) : Baliğ
olmalıdırlar. Binaenaleyh çocukların
verecekleri eman, muteber değildir. Çünkü
bulûğdan evvel akıl tekemmül
etmiş olamaz ve baliğ olmayanlar,
bir takım ahkâm ile mükellef bulunmazlar. Artık riayetiyle mükellef olamayacakları bu
gibi şeylere müdahale
etmemeleri iktiza eder. Meğer ki cihada me'zun bulunsunlar. O takdirde eman verebilirler.
Fakat İmam Muhammede
göre mürahik olan gayri baliğler, cihada mezun bulunsunlar, bulunmasınlar eman
ita edebilirler. Çünkü bunlar, îmana ehil olduklarından emana da ehildirler,
verecekleri bir emanda bir mahzur görülürse veliyyül'emr tarafından telâfisi
kabildir. Bedayi.
«(İmam Mâlik ile İmam
Ahmedin İctihadları da bu veçhiledir.)
324 - : Eman
itası hususunda hürriyet şart değildir. Binaenaleyh harbe mezun olan müslim bir
köle de düşmana eman verebilir.
Gayri mezun bir kölenin eman verib vermemesi meselesi
ise müetehidler arasında ihtilaflı bir mevzudur.
Bütün bu meseleler, müslümanlıkda
kölelerin insanî ve siyasî hukukuna ne kadar riayet edildiğini göstermekdedir.
325 - : Eman
verebilmek için erkek olmak da şart değildir. Binaenaleyh islâm kadınlarının da
eman vermeleri sahihdir. Çünkü akıllı
bir kadın, eman verilmesindeki hikmet ve maslahatı takdirden âciz değildir.
Kendisi de icabı halinde cihada iştirake ehildir.
«(Maliki fukahasmdan
Suhnûn'a göre kadınların verecekleri eman, veliyyüT emrin iznine mevkuf dur.
Mâcişuna göre de efraddan herhangi birinin vereceği eman, veliyyüremrin iznine
mevkuf bulunur.)
326 - : Dari
harbde bulunan müslim bir
tacir veya esirin veya orada islâmiyeti. kabul edib
duran her hangi bir şahsın müslümanlar namına eman vermesi muteber değildir. Çünkü
bunlar, dari harbde
bulundukça serbest harekete mâlitf
değildirler. Bunlar, islâm
ordusunun vaziyetine muttali olamazlar. Bunlar, düşmanın menfaatine âlet
olma. ve kendi şahsî menfaatleri
düşüncesiyle hareket etmekle müttehem bulunabilirler.
327 - : Asıl
emanın şartına gelince bu da verilecek emamn bir hikme'. ve maslahata müstenid
olmasından ibaretdir.
Meselâ: İslâm
ordusunda bazı noksanlar mevcut, düşman ise kuvvetli oîup harbe devam
edebilecek bir tarzda mücehhez bulunduğu takdirde vaki olacak talebe mebni
kendisine eman verilir, bundan İstifade edilerek noksanları ikmale fırsat elde
edilmiş olur. Bu bir muvakkat mütareke demekdir.. . Böyle bir faideye müstenit olmaksızın herhangi
bir müslüman tarafından verilmiş olan eman, veliyyül'emr tarafından usulü
dairesinde nakz edilebilir. Ve mafevkinin emrini, müsaadesini almaksızın böyle
fa-idesiz bir eman vermeğe müsareat eden zat, bunun memnu bîr hareket olduğunu
bildiği takdirde te'dib olunabilir. Çünkü bu hareketiyle isaeti edebde
bulunmuş, bu cüretiyle siyasete ve tedbiri imarete halel vermiş olur. Maahaza
verdiği eman, yine sahihdir.
328 - : Bir
müslümanın bir islâm zümresinin bir maslahata müstenid olarak düşmana vermiş olduğu emana, aşağıda bildirileceği veçhile bütün
müslümanlar tarafından riayet edilmesi icab eder. Bu da islâm hükümetinin
millî hâkimiyet esasına
istinat etmesinin bir neticesidir.
Malûm olduğu üzere
islâm cemiyetinde her ferdin büyük bir kıymeti, mühim bir salâhiyeti vardır.
Binaenaleyh herhangi bir ferdin verdiği bir emana bütün o cemiyet efradının
riayet etmeleri, mütekabil bir vecibedir. Yine bu millî hâkimiyet umdesine
müsteniddir ki, emr vefat etmekle kendisinin tayin etmiş olduğu memurlar,
mün'azil olmazlar. Zira veliyyül'emr, millet efradının bir vekili, bir
mümessilidir, onun tayinleri millet namınadır. Artık kendisi vefat edince -
müvekkilleri olan efradı millet mevcud olduğundan - tayin etmiş olduğu memurlar,
mün'azil olmayıb vazifelerine devam ederler.
Bir hadisi şerifds:
Duyurulmuştur. Yani: müslümanlar kanları - kısas ve diyet hususlarında -
müsavidir. Onların en azı veya en aşağı tabakadaki ferdi bile onların ahd ve
emanına müsareat eder, onlar gibi ahd ve eman itasına müsta-hiît bulunur.
Bu hadisi nebevi,
müslümanları'n arasında azlık çokluk itibariyle, içtimaî mevki itibariyle
müsavatı ihlâl edecek bir fark bulunmadığını, bir müslümanın rakîk bile olsa
sair müslümanlar arasındaki millî hâkimi-yetden hissedar bulunacağını göstermektedir.
Siyeri Kebîr, Fethüî'kadir, Hindiyye.
329 - :
Efradı müslimîn tarafından verilecek bir emanın sahih olması, hikmeti
ictimaiyye ve menfaati âmme bakımından da müvafıkdır. Çünkü bu eman, bazan
telâfisi kabil olmayan bir lırsatın elden çıkarılmasına mani, büyük bir
menfaatin husulünehâdim olabilir.
Meselâ: mahsur
düşmanlardan bir salısın bir mücahide hususî su-retde müracaat ederek: «Eğer
bana şimdi cman verirsen size kalemizin zaif tarafını gösteririm» veya «kale kapılarının
açılmasını temin ederim» demesi üzerine kendisine verilecek eman, bu kabilden
olabilir. Artık vereceği bir eman ite böyle bir menfaat temin eden bir
müoahid, mü-ateb olmamak lâzım gelir.
330 - :
Veliyyül'emr tarafından: «-Herhangi
mücahidin düşmana vereceği eman
bâtıldır» diye ilân edilmiş olduğu halde buna rağmen mü-cahidlerde.n biri, bir
düşmana eman verecek olsa
bu eman yine muteber olur. Çünkü mücahid
için sabit olan velayeti eman,
veliyyül'emrin nehy etmesiyle zail olmaz ve böyle bir eman muteber
olmadığı takdirde buna binaen kendisini
dairei emanda gören düşmana gadr
edilmiş olur. Şu kadar var ki, bir mücahidin böyle bir men ve ilâna
rağmen düşmana eman vermeğe cüret etmesi, büyük bir isaet olacağından âmiri tarafından
teMib ve habs olunabilir.
Fakat veliyyül'emr
tarafından düşmana hitaben: «Size mücahidler-den herhangi birinin vereceği eman
muteber değildir» diye ilân edilmiş olursa artık verilecek emana riayet lâzım
gelmez. Zira bu takdirde ve-ı ileeeh ı-nuniarm nakz edileceği, evvelce ilâm
edilmiş olacağı cihetle gadr hıyanet mütesavver değildir. Siyeri Kebîr, Hidaye.
Hindiyye. [87]
331 - :
Emanın hükmü, muharib düşman hakkında emniyetin sü-butüdür. Çünkü eman mefhumu,
bunu nıüş'irdir. Eman Hasındaki mak-sad, bundan ibaretdir.
Binaenaleyh
kendilerine eman verilen kimselerin ne kendileri Öldürülür, ne de çoluk
çocukları esir alınabilir, ne de mallarına, namuslarına tecavüz olunabilir.
Bunun hilâfına hareket, islâm ahkâmınca büyük bîr ma'siyet teşkil eder ve
zamanı mucib olur. Zira emana nail olan bir düşmanın nefsi masum, mallan
mütekavvim olmuş olur. Şöyle ki: İmam Muhammedin beyanına göre müslümaniardan
bir zat, harbî bulunan gayri müsMm bir taifeye eman vermiş olduğu halde bundan
haberdar ulmayan sair bir kısım müslümanlar, baskın yaparak onların mallarını
ahz, bazı erkeklerini kati, bazı kadınlarım da esir ederek badelkısme
is-.tifraş edecek olsalar, emandan haberdar olunca o malları ve kad'.nları iade
etmeleri ve Öldürdükleri erkeklerin diyetlerini ve istifraş. etdikleri
kadınların da mehrlerini vermeleri lâzım gelir.
Bu kadınlar, üç hayız
görünceye kadar iade edilmezler. Bu
müddet içinde bir yedi adle
tevdi olunurlar. Bu yedi adi, erkek olamaz, belki yaşlı, emin bir kadın olur.
Şayed vaki olan istifraş neticesinde çocuklar doğacak olurlarsa bunlar
babalarına tebean bilâ bedel hür olmuş bulunurlar.
332 - : Ehli
ve ayali namına eman istihsal eden bir harbînin zevcesi ve nafakalarını
verdiği büyük ve küçük oğlu ve kızı emana nail ol muş olur. Fakat nafakasını
bizzat kendisi temin eden büyük oğlu ile nafakasını kocası
temin eden büyük kızı
bu emandan müstefid
olamaz. Çünkü bu halde bunlar, ehl ve iyalden sayılmazlar. Hindiyye.
333 - :
Düşman hükümdarı veya kumandanı tarafından elçi
olarak islâm ordugâhına
veya ülkesine gelen
her şahıs, emindir.
Çünkü harb ve sulh ancak elçi vasıtasiyle temin edilebilir. Bunların emin
bulunmaları lâzımdır. Fakat bir şahsın elçi sayılması için mücerred kendisinin ifadesi kâfi değildir,
belki bu hususda bir vesika ibraz etmesi lâzım gelir.
334 - : Sefaret için olduğu gibi ticaret için de
islâm ordugâhına kabul edilen harbîler,
emana nail bulunmuş olurlar. Fakat bunlar ordunun bazı noksanlarına veya
düşmandan saklanılması icab eden bazı hallerine muttali olub da bunları
müslümanlann zararına olarak düşmana
haber vermelerinden korkulurs kendileri göz hapsine alınır, bir muhafızın nezaretinde
bulunur, dari harbe
avdetlerine muvakkaten müsaade edilmeyebilir. Şayed harbin
vaziyetine nazaran bunların firar etmelerinden endişe edilirse muvakkaten habisleri de
caiz olur. Fakat bilâhare tahliyei sebilleri cihetine
gidüince her veçhile emniyet içinde bulunmalarına dikkat olunur ve emin
olacakları mahalle kadar i'zam edilirler.
Meselâ: bunlar, islâm'
ordusiyle beraber bir gemi içinde bulunsalar sebilleri tahliye yapılınca
denizde hangi bir hâlî veya tehîükeli bir adaya çıkarılmazlar. Belki emin
olacakları bir mahalle çıkarılırlar ve kendilerine kifayet edecek kadar bir
mal da verilir, icab ederse emin olacakları yere kadar götürülmeleri için
kendilerine bir kuvvet de terfih edilir.
335 - :
Emanın kabili nakz olub
olmaması meselesine gelince: esasen eman, gayri lâzım bir akd
mahiyetindedir. Bunun cevazı, bir hikmet ve
maslahata müsteniddir.
Binaenaleyh verilmiş olan
bir emanin maslahata münafi
olduğu anlaşılınca bunu veliyyül'emr, usulü dairesir.-de nakz edebilir. Şöyle
ki: eman, bir emanı muvakkat ise bu. nakza hacet kalmaksızın müddetin
geçmesiyle nihayet bulur, yeniden muhasenıat imkânı hâsıl olur. Şu kadar var
ki, kendisine bu veçhile eman verilmiş olan bir şahıs, dari islâmda bulunmakda
iken müddet nihayet bulsa kendi me'menine r- emin bulunacağı yere dönüb
gidinceye kadar hakkında eman hükmü devam eder. Fakat eman, bir emanı mutlak ise bunu nakz etmek iki
tarik İle olabilir.
Birincisi: Doğrudan
doğruya veliyyül'emr tarafından nakz edilmek tarikjdir. Şu kadar var ki, ahde
hiyanet edilmiş olmamak İçin nakz keyfiyetinin kendilerine evvelce haber
verilmesi, badehu muharebeye başlanılması lâyıkdır.
İkincisi de bir mahsur
kale veya belde ahalisinin dari İslama gelib istiman etdikleri halde bunu
veliyyül'emrin nakz etmesi tarikidir. Bu takdirde gadrden ihtiraz için
veliyyül'emrin şu yolda muamele yapması lâyık görülmekdedir.
Veliyyül'emr, bu
veçhile müracaat edenleri evvelâ islâmiyeti Kabule davet eder, bunu kabul
etmedikleri takdirde islâm zimmet ve himayesini kabul etmelerini teklifde
bulunur. Bunu da kabul etmedikleri su-retde kendilerini me'menlerine iade edib
badhu harbe başlar. Fakat bunlar, kendi yurtlarına, kendi me'menlerine
avdetden imtina ederlerse o zaman veliyyül'emr, bunlar için bir müddet tayin
eder, bu müddet hitamına kadar avdet etmezlerse delâleten zimmeti iltizam
etmiş sayılırlar, artık kendi yerlerine dönmelerine müsaade edilmez.
338 - : Bir
düşman, kendi meneasiyle, istinad etdiği kuvvet ile beraber dari İslama gelmesi
için eman dileyecek olsa veliyyüremr muhayyer olur, bir mahzur görmezse eman
verir, fakat bir mahzur görürse eman vermez. Çünkü meneasiyle beraber dari
İslama veya.is'âm ordugâhına gelecek bir düşmanın sui kasdinden emniyet hâsıl
olmayabilir.
337 - :
islâm askerleri tarafından ses işidüemeyecek kadar uzak bir mesafede ve kendi
kuvvetleri arasında bulunan bir düşman
neferi, müslümanların bulundukları tarafa silâhsız olarak gelib de' ses işidile-cek bir mesafeden eman
dilediği takdirde emana nail olmuş olur, artık kendisi feyi addedilemez.
Fakat islâm ordusunun
arkasında veya sağ, sol cenahlarında silâhlı olarak dolaşmakda görülen bir
düşman, eman için gelmekde olduğunu söylese de sözüne itibar olunmaz. Çünkü
kendisinin bu vaziyeti, casusluğuna, sui kasdine delildir.- Binaenaleyh
hakkında esir muamelesi yapılabilir. Siyeri Kebîr,. Mebsut. [88]
338 - :
Veliyyül'emr veya naibi olan zat, harb esnasında vaziyete, icabı hâle göre
hareket eder, düşmana eman verebileceği gibi
hakkında verilecek herhangi bir hükme razı olmasını teklif de edebilir.
Bu, biristinzaldir, düşmanın teslim olmasını, hakkında verilecek hükmü kabul etmesini kendisinden istemekdir.
339 - :
Istinzal, iki suretle olur:
Birinci suret: Hak
Tealâ'nın hükmüne nüzul etmelerini, yani haklarında hükmi ilâhî veçhile
muamele olunmasına razı obualarını düşmandan istemekdir.imam Ebu Yûsuf'un
içtihadına göre bu veçhile istinzal, caizdir. Çünkü muharib düşmanlar
hakkındaki hükmi ilâhî, esasen malûm bu-lunmakdadır. Binaenaleyh düşman bu
talebi kabul ederse veliyyül'emr muhayyer olur. Dilerse bunların mükatillerini
öldürür, kadınlar ile çocuklar gibi gayri muhariblerini esir alır, dilerse
hepsini esir alır ve dilerse hepsini zimmete, ahd ve emana nail eder.
Fakat bu veçhile
istinzal, imam Muhammede göre caiz değildir. Zira bir muayyen düşman hakkında
hükmi ilâhînin neden ibaret olduğu bizce malûm olmadığından ne veçhile muamele
yapılacağı bilinemez.
Maahaza Allah Tealâ'mn
ve 'peygamberinin hükmü üzere yapılacak bir ahd ve emanın bilâhare bozulması, daha
büyük bir cüret olabileceğinden tevakki edilmesi iktiza eder.
Şu kadar var ki
istinzal talebi, düşman tarafından vuku bulduğu takdirde veliyyül'emr, bu
düşmanı islâmiyete davet eder. icabet ederlerse ahrarr muslinimden olarak
canları da, malları da tecavüzden kurtulur, imtina ederlerse kati ve esir
edilemezler, belki haklarında ehli zimmet muamelesi yapılır. Artık dari harbe
dönüb yeniden muhasema-ta başlamalarına müsaade edilemez.
ikinci suret - : Ehli
islâmdan bir zatın vereceği hükme nüzul etmelerini, o hükmü kabul eylemelerini
düşmandan taleb etmekdir. Düşman bu teklife razı olduğu takdirde bakılır: eğer
o zat, muayyen ise birinci suretde beyan olunan şıklardan biriyle hükm eder.
Muayyen değilse veliyyül'emr haklarında hükm etmek üzere münasib birini tayin
eder veya bizzat kendisi müsîümanların menfaatlerine en muvafık göreceği
veçhile hükm eyler. Nitekim zamanı saadetde Benî Kureyza gazvesinde tarafı
nebeviden «Sa'd ibni Muaz Hazretleri hakem tayin bu-yurulmuşdu.
340 - :
Müaaleha için sabık mesele veçhile hüküm vermek üzere tayin edilecek zatın
âkil, âdil, aalih, kazfden dolayı gayri mahdud, müs-lim bir erkek olması
lâzımdır. Tayin edilecek hakem, kadın olursa katiden başka bir veçhile vuku
bulacak hükümleri caiz olur.
Bazı rivayetlere nazaran
bu hususda tayin edilecek şahıs; fâsik, mahdud veya zimmî olsa da hükmü caiz
olur.
341 - :
Düşman, kendilerinin intihab edecekleri bir kimsenin hükmüne razı olacaklarını
dermeyan ederse bakılır: eğer lâzım gelen vasıfları haiz bir kimseyi hakem
intihab ederlerse onun vereceği hüküm muteber olur. Fakat tayin edecekleri
kimse, bu vasıfları haiz bulunmazsa hükmü
caiz olmayacağından başka birini intihab etmeleri kendilerine teklik olunur. Bu
teklife rağmen ir.tihubdan imtina ederiers,' veliyyül' emr, gadr şaibesinden
tevakki için kendilerini evvelce emin bulundukları yerlerine iade eder, bu
mükâlcme için dari İslama cman ile gelmiş sayılacakları cihetle kendilerine bir
güne tecavüz olunamaz. Muhiti Sc-rahsî, Bedayi, Hindiyye. [89]
342 - Harbî
denilen gayri müslim düşmanlar ile lüzumunda muharebede yapılacağı gibi
indel'icab mütareke, müraveze mükâlemei sulhiyye ve müsaleha da yapılabilir.
Müsaleha gibi uzun
müddetli akdlerde muahedename tanzimi de şer' an mültezimdir. «Hüdeybiyye
müsalehanamesi» bunun pek mükemmel bir nümunesidir. Müteakib asırlardaki
muahedenamelcrde kısmen bu numuneye uygun bir tarzda tanzim edilmiştir.
Kitabül'muahede
denilen bu vesikalar, müsaleha şeraitini ihtiva eder. iki muhasim tarafın
imzalarını muhtevi bulunur.
343 - :
Müsalehanın rüknü, muahede, müsaleha, sulh. rnüsale-met, müvadea mühadenet gibi
muharebeye hitam verildiğini miiş'ir olan tabirlerden ibarettir. Bu kelimeler
için ıstılah kısma müracaat!
Müsalehanın şartı ise
bir maslahat ve zaruretin tahakkukudur. Şöyle ki: Müslümanlarca sulh ve salâh dairesinde yaşamak, esasen
bir umdedir. Fakat bu, kabil olmadığı takdirde istihdaf edilen ulvî bir gayeye
vusul kabil oluncaya kadar muharebe ve müeahedeye devam etmek iktiza eder. Şu
kadar var ki: bazan bu gayeye vusul, muvakkat bir zaman için müşkil veya
müteazzir görülebilir, islâm ordusunun vaziyeti düşmanı tenkile, takib ettiği
gayeyi tamamen elde etmeğe gayri kâfi bulunabilir, işte böyle bir sırada
düşman tarafından vaki olacak bir sulh teklifinden istifade edilmesi pek
muvafık olacağı gibi icabında böyle bir teklif, müslümanlar tarafından da
dermevan edilebilir- Matıâ bizzat veliy-yüTemr muharib bir düşman ile veya o
düşmandan bir fırka ile müsaleha yapabileceği gibi" müslümaniarrian bir
zümrede görecekleri lüzuma binaen kendilerini alâkadar eden bir hnrb sahasında
düşman ile sulha karar verebilir. Çünkü sulh, maslahat v<* menfaat esasına
istinad el-mekdedir. Bu esas, mevcud olunca münaltMıa yapılmasında bir mahzur
kalmaz. Nitekim vaktiyle salâhiyetleri vasi olan kumandanlar, mensub oldukları
merkezlerin reyini istihsal etmeksizin muharib düşman ile sulha karar
veregelmislerdir.
«(Şafiîlere göre de
bütün ayri müstimler ile veya bir iklimde bulunan gayri müslimler ile muahede akdi
veliyyül'emV ile onun
naibine mahsusdur. Fakat bir
belde hakkında veya bir iklimin bir kısmı hakkında görülecek maslahata mebni
müsaleha akdine o iklimin valisi de salâhiyetdardır. Şu kadar var ki, mümkin
olduğu takdirde veliyyülemr den istizan etmesi icab eder.)
354 - :
Yapılacak bir musalehadan dolayı müslümanların düşmandan cu'l = bir mikdar
harb tazminatı almaları caiz olduğu gibi bilâkis müslümanlann da ıztırar
halinde düşmana böyle bir mikdar tazminat vermeleri caiz olur. Çünkü bununla
düşmanın şerri filhal def edilmiş, ileride nıüsîümanların harb edebilmeleri
için bir istidad elde edilmeğe çalışılmış olur. Binaenaleyh bu da bir nevi mal
ile, can ile müca-hede sayılır.
345 - :
Düşmandan alınacak tazminatı ilâhiyye,1' eğer keii di taraflarından elçileri vasıtasiyle
gönderilmiş olursa bu, cizye mahiyetinde
olarak tamamen beytülmale vaz olunur. İslâm ordusunun düşmanı harb sahasında
sıkıştırması neticesi olarak istihsal
edilmiş bulunursa ganimet emvalinden sayılarak ona göre muamele yapılır.
346 - : Müsaleha, ya
bir müddetle mukayyed
olur veya müebbed bir suretde yapılır. Bu cihetle müsaleha,
ya bir emanı muvakkat veya bir emanı müebbed mahiyetinde olacağından
bunu bizzat veliyyül' emr ve naibi olan zat yapabileceği gibi harbi idareye
tayin edilmiş olan emir de yapabilir. Çünkü harbe mezuniyet, harbin
tabilerinden olan hususlara da mezuniyeti müstelzimdir.
Fakat veliyyüTemr,
kumandanlarını sulh yapmakdan, zimmet akd etmekden sarahaten men etmiş olursa
artık kumandanlar, bunu .yapamazlar. Şayed bu men'a rağmen bir kumandan,
düşman ile sulhde veya akdi zimmetde bulunub da badehu keyfiyeti veliyyüremre
inha etse bakılır: eğer veliyyüremr, muvafık görüb de razı olursa sulh ve akdi
zimmet, tenfiz olunur. Ve eğer razı olmayıb başka bir veçhile muamele
yapılmasını emr, düşman da bunu kabul ederse o veçhile muamele yapılmasını
emr, düşman da bunu kabul ederse o veçhile hareket edilir. Fakat düşman bu
vechi kabul etmezsehali-sabık avdet eder. Şu kadar var ki, düşman bu sulh veya
akdi zimmetden evvelki vaziyetini almadıkça kendisine hemen harb açılmaz.
347 - :
Müsaleha müddeti görülen
lüzuma göre uzun veya kısa
olabilir. Bu cihet, veliyyül'emrin içtihadına, görülen lüzumun derecesine
tabidir.
«(Şafiî fukahasına
göre fazla bir zaruret görülmediği takdirde dört aylık müsaleha = mütareke
yapılması caizdir. Zaruret halinde ise yapılacak müsalehalar, nihayet
Hüdeybiyye muahedesine müsavi bir müddetle olmalıdır ki bu müddet, meşhur olan
kavle nazaran on senedir. Maahaza lüzum görülürse bu müsaleha müddeti, yine
onar sene olmak üzere yeni akidlerle temdid edilebilir.)
348 - :
Müsalehanm hükmüne gelince: Bu da iki tarafın kıtale nihayet verib biri birinin
canına, malına, evlâd ve iyaline tecavüz et-mekden vaz geçmelerinden, bir emn
ve eman içinde yaşamalarından iba-retdir. Artık hiç bir müalüman, ehli islâm
ile muvadeada buiunan bir kavmin hukukuna tecavüz edemc2, Şayed bazı
müslümanlar, kendi baslarına o kavmin memleketine gidib oradan bir mali veya
bir kadım kah-ren ahz ile dari İslama çıkarsalar bunlara mâlik olamazlar.
Binaenaleyh bir kimse bu kadını onlardan satın alacak olsa ona mâlik
olamayacağı cihetle onu istifraş etmesi hâlâl olmaz.
349 - :
Müslümanlar ile müsaleha yapmış olan bir milletin efradından bir taife,
nuislümanlar ile aralarında müsaleha bulunmayan diğer bir milletin ülkesine gidib
orada ikamet etseler
müslümanlar, bu ikinci millet ile
harbe başladıkları takdirde o taifeye tearruz edemezler. Onlar kendi
ülkelerinde imiş gibi eman içinde bulunurlar, kendi ülkelerinden çıkmış olmakla
müsalehanm bahşettiği emandan
mahrum kalmış olmazlar.
350 - : Müslümanlar, kendileriyle müsaîeha yapmış
oldukları kavmin eman verdiği diğer bir kavmin hukukuna da tecavüz edemezler.
Şöyle ki: mü>lümanlar ile müsaleha yapmış olan bir milletin ülkesine diğer
bir milletin efradından herhangi bir şahıseman ile girdikten sonra oradan
çıkarak eman istihsal etmeksizin dari İslama girecek olsa kendisine tearruz
olunamaz. Bilâkis müaaleha yapmış olan milletin bir ferdi gibi emanda bulunur.
Çünkü müsaleha yapmış olan milletin ülkesine eman ile girmiş olmakla âdeta
onların efradından bulunmuş gibi olur.
Fakat bu şahıs,
müslümanlar ile sulh yapmış olan milletin ülkesinden çıktıkdan sonra kendi
memleketine avdet eder, bilâhare islâm memleketine gelecek olursa bu emandan
müstefid olamaz, hakkında harbi muamelesi carî olur.
351 - : Biri birinden esir almamak veya esirleri
öldürmemek şar-tiyle yapılan müsaleha, hükmüne
riayet olunur. Meğer ki
düşman bu şarta riayet etmesin, o İaman müslümanlar mukabelei bilmisilde bulunabilirler,
352 - : Rehn
teatisi suretiyle yapılan müsaleha
hükmüne riayet icab eder. Şöyle ki: islâm hükümeti, bu hacet görüldüğü takdirde
rehn almak ve rehn vermek suretiyle müsalehaya muvafakat edebilir: Fakat
düşmanın rehn olarak elde edeceği müslümanlara
suikasd etmesi melhuz olursa bunların rehn
verilmesi caiz olmaz. Bu
hususda veliyyül'-emr, zanni galibine göre hareket eder.
Nitekim bir mühim iş
için dari harbe gönderilecek sefirler hususunda da bu veçhile hareket olunur.
Yani: haklarında suikasd'edileceği melhuz ise gönderilmelerinden sarfınazar
edilir. Hattâ bu halde- sefir tayin edilecek,
zat, gitmekden imtina
ederse kendisine veliyvül'emr tarafından cebr edilemez. Fakat
zannı galibe nazaran böyle bir tehlüke melhuz değilse gitmesiiçin cebr
edilebilir. Çü.nkü âmmenin menfaati bunu icab eder.
353 - :
Müsalih bir düşman, kendi elinde rehn olan müslümanla-ri kati etse müslümanlarm
da kendi ellerinde rehn olan gayri müslim-leri kati etmeleri caiz olmaz.
Velevki müsaleha esnasında böyle bir şart dermeyan etmiş olsunlar. Çünkü böyle
bir şart, bâtıldır. Müslümanların ellerindeki rehinler, dari islâmda eman
dairesinde bulunurlar, düşmanın gadrına karşı mukabeieten gadrda bulunmak, islâm
şiarına münafidir Şu kadar var ki, bu halde veliyyül'emr - âtiyen beyan
olunacağı üze remüsalehayı nakz edebilir.
354 - :
Müsalehalarm sıfat ve mahiyetine gelince bunlar, bu itibar ile gayri lâzım,
nakza muhtemil birer akidden ibaretdir, iki taraf-dan her biri bunu usulü
dairesinde nakz edebilir.
Bir müsalehanm devam
edebilmesi için ya bunun bekası, her iki taraf için faideli olmalı veya bundan
müstefid olan taraf, kendi kahir kuvvetiyle bunun devamını temin edebilmelidir.
Aksi takdirde, müsalehalarm bekasım temin edecek bir kat'î müeyyide mevcud
değildir.
Ancak müslümanlık,
kendi mensublarına verdiği dinî, ahlâkî bir terbiye ile müslümanlarm müsaleha
ahkâmına pek ziyade riayet etmelerini temin etmişdir. Bir âyeti kerîmedebuyurulmuşdur
ki, sebebsiz yere nakzı ahd edenler hakkında büyük bir tehdidi mutazammındır.
Bir hadisi şerifde de:
Duyurulmuştur ki, ehli
islâmın yapdıkları şartlara, ahdlere riayet etmeleri lüzumunu göstermekdedir.
Diğer bir hadisi nebevide üeah'dlerde
vefa vardır, hiyanet
yokdur) buyurulmuşdur. Yani: ahdler, mukaveleler vefadan, yerine getirilmekden
ibaretdir, gadr ve hiyanetden ibaret değildir.
Hazreti Ömer'in:
dediği de malûmdur. Yani: şart, insana pek ziyade mâlikdir, hâkimdir. İnsar.
yapdiğı şartın, verdiği sözün hükmü altında bulunur, onu ibka etmesi icab eder.
«Gadr mukabilinde
vefa, gadra gadr ile mukabeleden hayırlıdır», «Emaneti sana tevdi edene teslim
et, sana hiyanet etseler de sen hıyanetle mukabelede bulunma.» vecizeleri
müslümanllkda birer ahlâkî düsturdur.
355 - : Bir
müsalehanm nihayet bulması, ya müddetinin nihayet bulmasiyle veya iki tarardan
birinin veya her ikisinin fesh ve nakz etnesiyle vlicude gelir. Şöyle ki:
Eğer bir müsaleha,
muvakkat bir zaman iğin addedilmiş ise bu zamanın hitam bulmaaiyle sulh, nakza
muhtaç olmaksızın nihayete ermiş evvelki hal avdet eylemiş olur. Bu halde
müalümanîar, o müsalih kavme karşı hemen harb açabilirler. Şu kadar var ki, bu
muvakkat mü-salehaya binaen muahid millete mensub'olub da dari İslama gelmiş bulunan
şahıslar hakkında bu müddetin bitmesi üzerine hemen harbî muamelesi yapılamaz.
Belki bunlar kendi me'menlerine avdet edinceye kadar emin bulunurlar. Çünkü
bunlara tearruz, gadr ve tagrîri îham eder, bundan taharruz ise müslümanlarca
bir vecibedir.
356 - :
Muvakkat olan bir müsaleh&nın müddeti hitam bulduğu halde düşman: «Eğer
bize kargı harb açarsanız elimizde rehnleri veya esirleri öldürürüz» diye
tehdide kalkışacak olsalar da yine kendilerine karşı harb açılması caiz olur.
Çünkü bu takdirde - sulh müddeti hitama ermiş olduğundan - münakid bir muahede
nakz edilmiş olmayacak-dır. Belki düşman tarafındaıüslâm hukukuna bir tecavüz
vuku bulmuş olacakdır. Maamafih bu tehdide mebni harbden vaz geçmek, bazan
müs-lümanlar hakkında rehnlerin veya esirlerin öldürülmelerinden daha vahim
neticeler tevlid edebilir. Siyeri Kebîr, Mebsut. Hindiyye, Reddi Muhtar. [90]
357 - : Bir
müsaleha, muvakkat olsun olmasın bunun nakz edil mesi ya sarahat veya delâlet
tarikiyle olur.
Sarahaten nakz,
muahedenin bozulduğunu şifahen veya tahriren bil dirmekle olur.
Delâleten nakz da
muahede ahkâmına muhalif hareketle vücude gelir.
368 - :
Mütareke veya müsalehayı veya ahd ve emanı fesh ve izaleye dair düşman
tarafından gönderilen tahrirata «kitabünnakz» denir. Bunun düşman hükümdarı
veya salahiyetli kumandan tarafından gönderildiği sabit olmadıkça mealiyle amel
ve düşman üzerine hücum olunamaz. Bu yoldaki bir mektub, musanna olabileceği
cihetle bunun beyyine ile sübutü lâzımdır. Bu hususda iki müslim, iki zimmî
veya iki harb! şahid olabilir.
359 - :
Müsalehayı fesh etmeğe «nebzi ahd» de denir. Nebzi ahd hususunda müslümanlar,
hikmet ve maslahata, ileai zarurete göre hareket ederler. Şayed nebzi ahde
lüzum görülürse keyfiyetin veliyyÜl-emr tarafından muahid olan milletin
hükümdarına evvelce tebliğ edilmesi icab eder. Şayed müsaleha, o milletden
alınan bir bedel mukabilinle muayyen bir müddet için akd edilmiş ise o bedelin
mütebaki müddte aid olan kısmım da kendilerine iade etmek lâzım gelir.
Maamafih bu tebliğ ve
ilâm üzerine düşman hükümeti, fesh hâdisesini memleketlerinin her tarafında
ilân ve muahedeye binaen tahrib ve tahliye etmiş oldukları kal'aları tamir,
dağılmış olan askerî kuvvetleri müstahkem mevkilerine celb edinceye kadar bu
düşman ile muhasamata başlanılması - gadrdan taharruz İçin - müslümanlarca
caiz görülmez. Böyle bir hareket, kendilerini dairei emanda gören bir kavme
karşı harb açılmış gibi addolunur.
460 - :
Müsalih bir düşmanın, elinde rehn olarak bazı müslümanlar bulunduğu halde
görülen bir maslahata binaen müsalehayı nakz etmek istenüse bakılır: eğer
müsalehamn bozulması halinde bu müslü-manların öldürülecekleri melhuz ise nakz
cihetine gidilmez. Müsaleha, gerek muvakkat ve gerek müebbed olsun. Fakat böyle
bir korku melhuz olmaz, rehnleri kurtarmak kabil olur veya rehnler evvelce
dari harbde vefat etmiş bulunur veya kendileri ölüm tehlükesini göze alarak
buna rıza gösterirlerse o zaman müsalehamn nakzı caiz olabilir.
«(Eimmei selâseye göre
müslümanlarm yapdıkları muahedelere her halde vefa ve riayet etmeleri lâzımdır.
Bunu müddetinden evvel bozmaları caiz olamaz. Meğer kî düşmanın sulhu bozacak
bir hıyanetinden korkulsun, yani: muahid olan düşman tarafından böyle bir hıyanet
emaresi zahir olsun.)
461 - :
Müsalih bulunan düşman hükümeti tarafından dari islâ-ma bir eşkiya çetesi
gönderilib yolların kesilmesi gibi haller, sulhu delâleten bozmak demekdir.
Şayed müsalih kavme
mensub bir düşman çetesi, hükümetlerinin izni olmaksızın gelib de islâm
diyarında yol kesiciliğe cüret edecek olsa bakılır: Eğer bunlar, menea sahibi
olmayan bir kaç kişiden ibaret İseler bunların bu hareketleri delâleten nakzı
ahd demek olmaz. Binaenaleyh bu cüretlerine nihayet verdikleri takdirde haklarında
harbî muamelesi yapılmaz.
Fakat bunlar, menea
sahibi bir cemaat olub da hükümdarlarının ve memleketleri ahalisinin izinleri
olmaksızın bu yol kesicilik cinayetine teşebbüs etmiş bulunurlarsa yalnız kendi
haklarında müsaleha ahkâmı bozulmuş olur.
Binaenaleyh bunların
haklarında harbî muamelesi yapılarak kati veya esir edilmeleri caiz olur.
Çünkü bu hareketleriyle kendi haklarında müsaleha ahkâmının nakzına sebebiyet
vermiş olurlar.
462 - :
Düşman, nakzı ahd etdiği takdirde müslümanlar, kendi ellerinde rehîne bulunan
kimseleri kati etmezler. Belki bunların sebille-rini tahliye ederler. Erkek
iseler me'menlerine isal edilirler. Kadın ve çocuk takımından iseler ehillerine
teslim olunurlar.
463 - : Dari
harbde bulunan bazı müalümanlar, gadren kati edilecek olsalar veliyyül'emr,
maslahata göre hareket eder. Şöyle ki: muvafık görürse muahedeyi - düşman
tarafından vaki olan bu hıyanete binaen - bozarak harbe başlar, dilerse
maktullerin diyetlerini atmakla iktifa eder. Şayed düşman taraf, katilleri
teslim ile maktullerin diyetlerini tediye şıklarından her birini kabul ederse
veliyyül'emr, yine muhayyer olur. Dilerse katilleri alarak - kısasen değil,
muharib olduklarına binaen - öldürür veya -kendilerini istirkak eder. Ve
dilerso diyetlerini almak cihetini iltizam eder. Gerek istirkak edilen katiller
ve gerek alınacak diyetler,
maktullerin varislerine aid
bulunur.
Düşman tarafından
bilmukabele verilmiş rehnler mevcud olduğu takdirde ise bunlar, hür kimseler
işe dari harbe iadelerine müsaade olunur, rakik kimseler ise iadelerine
müsaade olunmaz. Belki dari islâm-da satıhb semenleri dari harbe gönderilir.
Çünkü düşman, müslüman-ların verdikleri rehnleri müslümanlara aynen iade
etmedikleri halde onların verdikleri rehnleri müslümanların aynen iade etmeleri,
büyük bir vehn ve za'f eseri sayılabilir. Meğer ki bunların böyle
satılmalarında müslümanların aleyhine olarak bir mahzur bulunsun. O zaman
ayne:ı iadeleri cihetine gidilir.
464 - :
Düşman tarafından mukabeleten verilmiş olan rehinler, cevahir vesaire gibi eşya
ve emtia kabilinden şeyler olduğu takdirde ve-liyyül'emr, bu rehinleri
beytülmalde hıfz etdirir. Düşman, maktul rehn-lerin diyetlerini verdiği halde
veliyyül'emr, bunları hemen düşmana iade etmez, belki diyetleriyle bunların
kıymetlerini nazara alır. Diyetlerin mikdarı ziyade ise bu rehnleri iade eder.
Fakat bunların kıymetleri fazla ise iadesine müsaade etmez. Tâ ki düşman, bu
hususda islâm hükümetine tarziye versin. Zi.-a hemen iade takdirinde
müslümanların vehnleri, manevî zararları iki kat olmuş olur. Şöyle ki: düşman,
hem müslümanların rehnlerini kati etmiş, hem de verdiği diyetlerden daha
kıymetli olan kendi rehnlerini kurtarmış bulunur, Siyeri kebîr,
Velva-liciyye, Bahri Raik, Tatar Haniyye.
[91]
465 - :
Feth, bir beldeyi veya bir ülkeyi ya sulh ile veya kahr ile ele geçirmekdir.
Binaenaleyh bir yeri feth, ya sulhen veya anveten, yani: kahren vücude gelir.
İslâm ordusu, harb
veya ibrazı besalet neticesinde zaferyâb olub bir düşman beldesini feth edince
veliyyüremr fethin vaziyetine, müslü-manların menfaatlerine göre muamele yapar.
466 - :
Müslümanlar, bir yeri sulh yoliyle feth etdikleri takdirde hem o zamandaki veliyyül'emrin, hem de ondan
sonra veliyvül'emr olacak
zatların o sulh şartlarına riayet etmeleri icab eder.. Bunlarda» hiç tiiri o
şartları tağyir edemez. Hilâfına hareket, nakzı ahd mesabesindedir. Bu halde o
yer, sulh yapan kavmin elinde mülkü olarak kalır, böyle bir yerin arazisi
üzerine sulh şeraitinden olarak bir vergi konulacak olursa sulan nazara ahmr.
Eğer suları haraç sularından ise haraç üzerine, öşr sularından ise öşr üzerine
sulh yapılır.
Yağmur, dere, kuyu,
çeşme suları «mai öşr», arab olmayan kavm-lerin açmış oldukları nehrler de «mai haraç» sayılır.
467 - :
Anveten fethe gelince, yani: harbîlere aid bir belde islâm kuvvetinin
satvetiyle islâm mücahidlerinin eline kahren düşünce veliyyül'emr, muhayyer
olur. Şöyle ki: o beldeyi dilerse gayri müslim ahalisi elinde bırakır,
kendilerine de sair ganimet mallarından barınabilecekleri mikdarda mal terk
eder, kendilerinden cizye, arazilerinder. de haraç almakla iktifa eyler.
Nitekim Ömer-übniU'Hattab hazretler. ' sevadı Irak hakkında böyle yapmışdır. Ve
dilerse o ahaliyi çıkanb yerlerine haricden gayri müslim ahali celb ederek
iskân eder. Bu halde o belde arazisi, «haraciyye» olur. Yahut o belde ahalisini
- kendi rıza-lariyle - islâmiyeti kabul etdikleri takdirde yine yurdlarında
ibka ede: veya orasını- tamamen ganimlçr arasında taksim eyler. Nitekim Re-suli
Ekrem (sallallahü tealâ aleyhi vesellem) efendimiz hazretleri, Hay-ber
arazisini böyle taksim buyurmuşdu. Veya kısmen ganimlere taksim, kısmen de
beytülmalin masarifine karşılık olarak hükümeti islâ nıiyye namına ibka eder.
Bu veçhile ahaliye ita veya ganimler arasında taksim edilen arazi de «arazii öşriyye»den olmuş olur.
Maamafih veliyyül'emr,
dilerse o belde arazisini ne mücahidler, ne de başkaları arasmda taksim etmeyi ilel'ebed bütün müslünıanlar namına muhafaza
eyler. Bu suretde o belde arazisi, «arazii memleket», arazii havz» namını alır. Sahibleri varis
bırakmaksızın vefat eden arazi dahi beytülmale intikal edeceğinden «arazii
memleket» den olur. Sonraları bu gibi araziye «arazii emiriyye», «arazii
mitUyye» adı verilmişir. Bunlardan alınan vergiler, beytül'male nazaran emvali
haraciyye-den, ekincilere nazaran da bir nevi ücretden, bedeli iacreden
maduddur. Siyeri Kebîr, Dürrül'muhtar.
İslâm hukukunda
vergiler bahsine de müracaat!. «(İmam Mâlik Hazretlerine göre anveten feth
edilen arazi, ganimler arasında taksim edilmez. Belki vakf olur. Haracı
müslümanların ci-had gibi, mescidler, köprüler gibi mesalihine sarf edilir.
Meğer ki veliyyül'emr, bunların taksimini maslahata muvafık görsün o zaman taksim
edilebilir.)
(İmam Şafiî
Hazretlerine göre de bu gibi arazii
meftuhe, sair ga-naim gibi beş kısma ayrılır.
Bunların bir kısmı beytülmale. (Zahiriyyeye
göre de feth olunan arazinin de sair ganaim mallan gibi beşde biri hükümet
namına alınarak beşde dürdü nıiicahidlere taksim olunur. Mücahidlerden biri
kendi hissesini kendi arzusiyle tent ederse bu hisse veliyyül'emr tarafından
müslümanlar için tevkif edilir, diğer mücahidler yine kendi hisselerini alırlar. Klmuhallâ.)
468 - :
Harbîlerden muharebe esnasında, veya muharib iki ordunun tekabülü sırasında
gazilerin kuvvetleriyle kahren alınan mallara. v ganimet» adı verilir. Cem'i:
ganaimdir.
Ganaim mallan şöylece
üç kısma ayrılır:
(1) :
Ganaİmi gayri me'lûfedir ki, bunlar kahren veya sulhen alınan gayri menkul
mallardan, yani: düşman arazisinden ibaretdir. Bunların hakkında yapılacak
muamele de (467) nei meselede gösterilmişdir.
(2) :
Ganaimi me'lûfedir ki,
harb esnasında harbîlerden
kahren alınan menkul
mallardan ibaretdir. Bunların
yalniz beşde biri beytüt-mâle,
mütebakisi de ganimlere
yani: harbde mukatil
olarak hazır bulunub ganimete nail olan muzaffer islâm mücahidlerine aiddir.
Mücahidlerin dari
harbde düşman denizlerinden çıkardıkları balık emsali şeyler ile karada elde
etdikleri av hayvanları, madenler, hazineler de bu kabil ganaimden sayılır.
Mücahidlerden bir
zümrenin dari islâm ile dari harb arasında bulunan korkunç bir mevzideki
ormandan veliyyül'emrin izniyle kesib dari İslama İdhal etdikleri keresteler
ve sair ağaçlar da bu kabil ganimet lerden maduddur. Çünkü o mevzi, dari harb
hükmündedir.
Fakat buradan
veliyyül'emrin izniyle mancınık veya gemi gibi bir şey yapılmak için
kesecekleri ağaçlar, ganaimden sayılmaz. Bu husus-da veliyyül'emrin
maksadına göre muamele olunur.
(3) :
Ganaimi hâlisadır ki,
mücahidlerden bazılarına
tenfil sure^ tiyle tahsis
edilmiş bulunan bir
kısım ganimet mallarından
ibaretdir. Cu mallara «enfal» de denir. Tenfil bahsine müracaat!.
469 - : Ganaim,
diğer bir itibar ile de «ganaimi maksume», «ganaimi gayri maksume» kısımlarına
ayrılır. Şöyle ki: bcşde biri beytül-nıâle alınıb da mütebakisi ganimlere
hisseleri nisbûtinde verilen ganimet malları, ganaimi maksume adını alır,
düşmandan iğtinam olunub da henüz gazilere tevsri edilmemiş olan ganimet
malları da ganaimi gayri maksumeden
ibaretdir.
470 - :
Ganimler, ganimet mallarına ne vakit mâlik olurlar?. Bu mesele, müctehidler
arasında bir ihtilâf mevzuu teşkil etmişdir. Şöyle ki:
İmamı Azama göre bu mallar, dari İslama
çıkarılmadıkça bunların üzerinde
mücahidlerin hakları sabit olmaz. Bu malların mücahidler trrafından İstilâ edilmesi, bunların üzerinde
hem yedi muhafıza, hem de yedi nâkile isbat etmekle tahakkuk eder. Halbuki
bunlar, dari harbde bulundukça yedi nâkile tahakkuk etmiş olamaz. Bu malları
düşmanın istirdadı ihtimal dahilindedir.
Bir de bu malların
dari harbde taksim edilmesi, mücahidlerin bunlar ile uğraşmalarına, düşmanın
bu yüzden fırsat bularak hücuma kalkışmasına sebebiyet verebilir.
Binaenaleyh bunların
dari harbde taksimi caiz olamaz. Meğer ki bu taksim için bir lüzum görülsün,
veliyyül'emr, böyle bir ietihadda bulunsun. O zaman taksimleri caiz ve muteber
olur.
«(Eimmei selâseye göre
ise mücahidler, ganime! mallarına dan harbde vaz'i yed etdikleri andan itibaren
mâlik olurlar. Binaenaleyh bu mallar, mücahidlere dari harbde taksim olunabiür.
Zahirîlere göre de böyledir.
Elmuhallâ.)
471 - :
Ganimet mallarım dari İslama nakl için hükümeti islâ-miyyenin müstakil vesaiti
mevcud olmadığı takdirde bunlar gaziiere sehmieri nisbetinde muvakkaten tevzi
edilir. Buna «kısmeti ida'», «kısmeti hami ve nakl» denir. Gaziler, bu malları
kendi vasıtalariyle dari İslama çıkararak hepsini tekrar bir yerde toplarlar.
Soma bunlar kendilerine kat'i suretde taksim edilir. Bu da bir «kısmeti
ganimet* bir «kısmeti müik»dür.
472 - :
Veliyyül'emr, ganimet mallarını dari İslama bir ücret mukabilinde nakl
etmeleri için gazilere cebr edebilir mi, edemez mi?. Bu, ihtilaflı bir
meseledir. Bir kavle göre cebr edemez. Çünkü bir kimsenin vesaiti
nakliyyesinden rızası olmaksızın icare suretiyle istifade etmek caiz değildir.
Diğer bir kavle nazaran cebr edebilir. Zira bu, âmme menfaatleri
icablarındandır. Zararı âmmı def için zararı hassa tahammül edilir.
473 - :
Mücahidlerin ganimet mallarına dari harbden itibaren mâlik olub olmamaları
üzerine şöyle bir kısım meseleler teferrü' eder:
(1) :
Gaziler, kısmetden evvel ganimet mallarından
bir şey satamazlar. Çünkü henüz bunlara mâlik olmamışlardır. Fakat veliyyül'emr, bir maslahat görürse satabilir.
(2) :
Gaziler, ganimet malları içinde
me'kûlât ve meşrubat kabilinden
olarak bulunan şeylerden dari harbde ibahe
suretiyle müstefit! olabilirler.
Fakat bunları kendilerine mal olmak
üzere alamazlar.
Kezaiik: bir hacet
görüldüğü takdirde silâh, at, elbise gibi ganimet mallarından da muvakkaten
istifade edebilirler. Badehu bunları taksime idhal için ganimet malları
arasına iade etmeleri ieab eder.
(3) :
Gazilerden bir kısmı kısmetden evvel dari harbde vefat etse ganimet mallarından
varislerine bir şey verilmez. Fakat bu mallar, dari İslama çıkarıldıkdan sonra
kablel'ki3me vefat etse hissesi varislerine intikâl eder.
Bunlar, İmamı Azamın
içtihadına göredir.
«(imam Şafiî ile
saireye göre düşmanın hezimeti istikrar etdikden sonra gazi vefat ederse
hissesi varislerine intikal eder. Velev ki gana-im henüz dari İslama çıkarılmış
olmasın.)
474 - :
Ganimet mallarının kimlere verileceğine gelince: bu malların humsu beşde biri,
fakirlere, yoksul yetimlere,
parasız kalmış yolculara
sarf edilmek üzere beytülmale
ayrılır. Mütebaki dört kısmı da
mücahidlere tevzi olunur. Şöyle ki:
biltıil harbe iştirak etmiş olan
üıücahidler, bu mallardan sehm hisse
alacakları gibi bunlara muavenet için hazır bulunan erler ve
harb sahasında bulundukları
halde hastalık gibi bir arızaya mebni harbe iştirak edememiş olan islâm neferleri de bundan
hisse alırlar.
Hattâ ganimet malları
henüz dari İslama çıkarılmadan mücahidlere iltihak eden ve «meded» namını alan
erler de İmamı Azama göre bu mallardan hisse almaya nıüstahik olurlar. Çünkü
bunların hepsi de harb sahasında hazır bulunarak mükateleye müteheyyi bulunmuş,
islâm kuvvetinin mehabetini tecelli etdirmisdir.
475 - : Bir
dari harbde biribirine mülakat edib de aralarında fi'-len veya bü'kuvve imdad
keyfiyeti carî olan müteaddid islâm kuvvetleri, ganimetlere müştereken nıüstahik olurlar, aksi takdirde olamazlar.
Şöyle ki: veliyyül'emr
tarafından bir dari harbe gönderilen'iki se-riyyeden = askerî kıt'a veya
müfrezeden her biri müstakillen hareket ederek başka başka karalardan ganaim
elde etdikleri halde henüz dari İslama çıkarmadan o dari harbde biribirine
mülâki olsalar ganaimhı mecmuundan müştereken sehm almaya nıüstahik olurlar.
Çünkü bunların bu hareketleri, muayyen bir düşmanı zaafa düşürmüş olacağından
her biri diğerinin mededresi mesabesinde sayılır.
476 - :
iki dari harbe
gönderilen, iki seriyyeden her
biri, ayn ayrı ganaim elde etdikden sonra bu iki
dari harbin birinde biribirine mülâki olub da orada yeniden
zuhur eden bir düşman hareketini birlik-de tenkil ve bunun neticesi olarak bir
mikdar ganaim daha ahz ederek ganimet mallarının mecmuunu beraberce dari İslama çıkaracak olsalar bu malların tamamına müştereken
müstahik olurlar. Zira bunları müşterek
mesaî sayesinde ihraz etmiş bulunurlar.
Fakat iki seriyyeden
biri, diğerine - elde etdiği ganaimi daha dari İslama çıkarmadan - dari harbde
mülâki olub badehu kendisi de müteveccih olduğu tarafda muzaffer olarak ayrıca
ganaim ahz ve dari İslama ihraç edecek olsa mülâki olduğu seriyyenin -
mededresî sayılarak - ganaimden hisse
almaya müstahik olur. Amma
diğer seriyye. kendisinin
- mededresi sayılamayacağından - aldığı ganaimden hin-se almaya müstahik olmaz.
477 - : Bir
dari harbde başka başka yerleri feth için gönderilen sei iyyelerden her biri
müstakillen elde etdiği ganaimi dari harbde b:-ıibirine mülâki olmaksızın dari
ialâma çıkaracak olsa hiç biri diğerinin elde etmiş olduğu ganaimden sehm
almaya müstahik olmaz. Çünkü bunlar müstakillen hareket etmiş, hiçbiri
diğerinin mededresi bulunmamışdır,
Müteaddid dari
harblere gönderilmiş ve elde etdikleri ganaimi ayrı ayrı olarak dari İslama
çıkarmış olan seriyyeler hakkında da hüküm böyledir. Velev ki bunlar, dari harbin
birinde rehküzer olmak dolayısiy-le mülakat etmiş olsunlar. Zira muhtelif dari
harblerdeki düşmanlardan birinin makhuriyyeti diğerinin makhuriyetîne bâdı
olmayıb bilâkis bazan kuvvetlenmesine bais olacağından bu seriyyeler, birbirine
yardım
etmiş sayılamazlar.
478 - :
Ganimet mallarından müstahik olanlara ne nisbetde hisse verileceğine gelince:
Hanefî müctehidlerine göre râcil = piyade olanlara birer, fâris = süvari
olanlara da ikişer sehm verilir. Kumandan olan zatda mücahidlerden bir ferd
gibi sehm alır.
«{Eimmei selâseye göre
süvari olan mücahidlere üçer sehm verilir.)
(Zahiriyyeye göre
ganimet mallarının beşde dördü harbde veya ' ganimeti ihrazda hazır bulunanlara
tevzi edilir. Ata râkib olanlara üçer sehm, piyadelere, deveye, himara, katıra
râkib olanlara birer sehm verilir, îmam Mâlik ile İmam Şafünin ve Ebu
Süleymatun kavileri de böyledir, tmam Ahmede.göre ata râkib olanlara üçer;
deveye râkib olanlara ikişer, başkalarına da birer sehm verilir. Elmuhallâ.)
479 - :
Herhangi bir ata râkib olan bir islâm mücahidi, fâris sayılır. Bu hususda
«ıtak» denilen arab atlariyle «berazîn» denilen acem atları ve anası arab atı,
babası acem atı olub «mukrSf» adını alan atlar ile babası arab atı, anası acem
atı olub «hecin» denilen atlar arasında sehm itası bakımından bir fark yokdur.
Bunların bir kısmı daha süratle koşduğu halde bir kısmı da yol, meşakkatine
daha ziyade dayanıklıdır, hepsi de rakibi için mühim hizmetlerde
bulunacağından sahihlerinin fazla hisse almalarını temin etmiş olurlar.
Istılah kısmına da müracaat!.
«fHanbelî fukahasımn
beyanına göre «feresi hecîn» hem anası, hem de babası feresi arabî olmayan
atdır. Mukrif de böyledir.)
480 - :
Harbe atlı olarak iştirak etdiği halde daha ganimet elde edilmeden râkib olduğu
atı telef olan bir mücahid dahi fâris sayılarak ona göre hisse alır.
481 - : Bir
mücahid, râkib olduğu atını dari harbde satacak olsa bakılır: ganaim elde
edildikden sonra satmış ise süvari ganaim henüz elde edilmeden satmış ise
piyade sayılır.
482 - : iki
mücahid, müştereken mâîik oldukları bir at
ile dari harbe girib ona münavebe ten râkib olarak harbe iştirak etmiş olsalar ganimden hisse almak hususunda
ikisi de piyade sayılır. Çünkü bunlardan
hiç biri diğerinin izni olmaksızın bu ata râkiben harb etmek salâhiyetini haiz bulunmamışdır.
Fakat iki mücahidden
her biri, münasafaten mâlik olduğu iki at-dan muayyen birine diğerinin
rızasiyle binerek dari harbe duhul ve harbe iştirak edecek olsa ikisi de
ganaimden süvari sehmine müstahik olur. Şu kadar var ki, bunlar dari harbe
gîrdikden sonra böyle bir ittifakda bulunurlarsa her biri piyade sayılır. Zira
dari harbe ilk girdikleri zaman hiç biri müstakillen süvari olarak harb etmek
kudretini haiz bulunmuş değildir.
483 - :
Gazilerin piyade mi,
süvari mi sayılacakları, Hanefiyye ye göre ederb» demlen noktayı,
yani: dari harbin medhali olub dari islâm
ile dari harb arasında bir hattı fasıl teşkil eden yeri tecavüz
etmek-den'itibaren teayyün eder.
Bilâhare at tedarük etseler de
süvari sayılamazlar.
"(İmam Şafiîye
göre bir gazinin piyade veya süvari olması, harbe iştirak etdiği zamandan muteber olur. Tenvirül'ebsar.)
484 - :
Harbde hizmetleri görülen
kadınlara, çocuklara, kölelere,
zinımîlere ganimet mallarından bir mikdar şey verilir. Buna «razh» denilir. Bunun mikdarı, gazilerin
hisselerinden noksan olur. Bunun mik-cîarını tayin, veliyyül'emre aiddir.
Fakat islâm ordusunun
takib edeceği yolları göstermek, düşman arazisi dahilinde kılavuzluk etmesi
gibi mühim hizmetlerde kullanılan bir zimmîye verilecek mal, bir nevi ücret
olacağından bâligen ma beleg verilir, velev ki gazilerin alacakları ganimet
şetimlerinden fazla olsun. Reddi Muhtar.
«(İmam Ahmede göre
müslümanlar ile beraber harbe İştirak eden bir gayri roüsh'm de müslümanlar
gibi ganimetden hisse alır. Binaenaleyh kendisine piyade ise bir, feresi hecîn
üzerine râkib ise iki, atık denilen arab atı üzerine râkib ise üç sehm
verilir.)
(Zahiriyycye göre
müsîümanlann gazvelerinde gayri müslimler hazır bulunmazlar. Hazır bıılunub
harbe iştirak «tseler de kendilerine ganaimden ne sehm, ne de' nefl namiyle
bir şey verilmez. Şayed yol göstermek üzere bir- müşrikin rehberliğine zaruret
hâsıl olursa ganimetden başka muayyn bir
mal mukabilinde isticar edilir.
E'muhallâ.l
485 - :
Muaskerde, yani ordugâhda,
askerin tahaşşüd etdiği, toplandığı
mevzide bulunub ticaretle iştigal eden kimselere - harbe ig-tirâk .etmedikçe -
ganimet ve razh namiyle bir şey verilmez. Çünkü bunlar, esasen kendi
menfaatlerine hizmet etmiş, ordunun kuvvetini tezyid, ordunun gayesini temin
maksadiyle hareket etmekde bulunmamışlardır.
486 - : Ganimet mallarının tayin ve tevziinden
sonra bakiye kalrn az bir mikdar mal, ganimlerin çokluğu cihetiyle kendilerine
taksim ve itası müstakim
olmayınca veliyyül'emr tarafından
fakirlere tevzi olunur, beytülmale konulmaz. Bu mâla «f üzülür
ganaim» adı verilir.
487 - :
Ganimet mallarını taksime memur olub «sahibi mekasim», «emîri kısmet» adını
alan zat, ganaimin satılıb badehu esmanının taksim edilmesini münasib görürse o
veçhile muamele yapılır. Çünkü bazan ga-ı.imet mallarının aynlarını taksim müteazzir olur. Bunu
takdir edecek zat, emiri kısmetdir.
488 - : Bir
kumandan, bir beldeyi feth etdikden sonra elde etdiği ganaimi yeliyyüremrin
müsaadesi olmadıkça mücahidler arasında taksim edemez. Çünkü bu ganaimin sahihlerine terk edilmesi melhuzdur.
Fakat düşman beldesi
feth edilmediği halde kendisinden bir mikdar ganaim elde edilmiş olsa
kumandan, bu ganaimin beşde birini bey-tülmal namına ayırıb mütebakisini
mücahidler afasında taksim edebilir. Çünkü bu takdirde - ganaim sahiblerine
terk ve iade edilemeyeceği cihetle - bundan başka türlü yapılacak muamele
yokdur. Binaenaleyh kumandan, salâhiyeti haricine çıkmış sayılma/.. Meğer ki
veliy-yül'emr, ganaimi taksimden kendisini sarahaten men etmiş olsun. O halde
böyle bir taksime de salâhiyeti kalmaz.
489 - :
Ganimet mallarından bir şeyi çalmak, bu mallardan daha taksim edilmeden hıyanet voliyle bir
şey almak, büyük bir cürümdür. Buna «gulûl» denir ki, şiddetle memnudur.
490 - :
Ganimlerden biri, ganimet mallarından bir şeyi itlaf etss İmamı Azama göre bunu
zamin olmaz. «îmam Şafiîye göre zamin olur. Siyeri Kebîr, Fethül'kadir, Mebaut,
Hindiyye, Reddül'muhtar. [92]
491 - : Harb
neticesinde kahren elde edilen esirler hakkında veliyyül'emr, muhayyerdir. Bu hususda müsîümanlann menfaatlerine göre hareket ederek dilerse bu
esirlerin mukatil olan takımını kati
edib maddei fesadı bilkülliyye ortadan kaldırır, dilerse bunların
serlerini def için yalnız istirkakiariyle, yani: köle ve cariye edilmeleriyle
iktifa eder, dilerse islâm zimmetinde, ahd ve emamnda olmak üzere hepsine
hürriyet verir ve dilerse bunları islâm esirleri ile mübadeled
bulunur. Bundan yalnız Arab
müşriklerinin erkekleri müstesnadır. Onların istirkakı.
zimmete kabulü caiz değildir. Onlar
islâmiyyeti kabul etmekle kati arasında muhayyer bırakılırlar.
«itmam Şafiîye göre
Arab müşriklerinin de istirkakı
caizdir.) (Bazı müctehidlere göre
alel'itlak esirleri öldürmek
caiz değildir. Hattâ Hasen îbni
Muhammedittemîmî, bu hususda nahabei kiramın ic-maını hikâye etmekdedir.
Icvzaî de demişdir ki
esirler arasında bulunan ekinciler öldürülmez. Hazı^ti Ömer, mücahidlere
gönderdiği mektubunda: «Haddi tecavüz etmeyiniz, hiyanetde bulunmayınız,
çocukları öldürmeyiniz, ekinciler hak-kında Allahdan korkunuz.» buyurmuşdur.
Hasanı Baariye göre de
esirler, dari harbde, düşmanı terhib için Öİdürülebilirse de dari islâmda
öldürülemez. Böyle bir hareket kerîhdir.
Hammad ibni Süleymana
göre esirler dari harbde dahi muharebeye nihayet verildiği, silâhlar elden
bırakıldığı takdirde öldürülemez, bu mekruhdur.
Bu gibi fukahai kiram,
nazmı celili ile istidlal ediyor,-mukatele
hitam buldukdan sonra katle cevaz verilmediğine kani bulunuyor. Ve bu halde
esirleri kati, bunların rakabelerine teallûk eden müslümanların hakkını
ibtalden başka bir semere vermeyeceğini ileri sürüyorlar. Bidayetül'müctehid,
Elmuğnî.)
492 - :
Esirleri kati etmenin cevazına kail olan müetehidini kiramın da bu hususda
istinad etdikleri müteaddid deliller vardır. Bu zevata göre esirler hakkında
hüküm vermeksalâhiyeti, velîyyüremre aid-dir. Veliyyüremr, bu hususda maslahat
ve hikmete göre hareket eder.
Vaktiyle harb
esirlerini bazı milletler; işkencelerle öldürürler, hiç birini yaşatmazlardı.
Benî İsrail'de bu usul carî idi. Bazı milletler de esirleri pek meşakkatli
işlerde kullanır, onları insanlık hukukundan bil-külliye iskat ederlerdi. Eski
Mısırlılar ile Romalılarda olduğu gibi.
tşte islâmiyyet, esaret
müessesesini bu halde buldu. Fakat onu bu şekilde bırakmadı, belki mümkün
olduğu kadar ıslaha çalıştı, esirler hakkında işkence yapılmasını, onların ac
veya güneşe maruz bırakılarak ta'zib edilmesini şiddetle men etdi, esirlerin de
insan olduğunu, onların da bir takım haklara mâlik bulunduğunu ilân ederek
kendilerine şefkat ve merhametle muamele yapılmasını tavsiyede bulundu,
esirlerden köle veya cariye ittihaz edilenlerin azad edilerek hürriyete
kavuşdurulmala-rım büyük bir taat saydı.
Bir hadisi şerifde:
«Ellerinizin altında "bulunan köleler ve cariyeler hakkında Ailah
Teilâ'd?n korkunuz» buyurulmuştur. Diğer bir hadisi şerifde: «Mâlik olduğunuz
köle ve cariyelerinize zulüm etmeyiniz, onlara takatleri fevkindeki işleri
yüklemeyiniz, siz ne yer, ne içer ve ne giyinir iseniz onlara da ondan yedirib
içiriniz, giydiriniz.» meâlindedir.
Fakat bu esirler
hakkında muhtelif akvamın hareket tarzlarını tebdil etmek kabil olamayacağından
bu hususda hal ve zamanın icablarına göre muamele ve bilmişi mukabele yapılması
çok kerre iktiza eder.
Farz edilsin ki bir
düşman millet, müslümanlardan aldığı esirleri idam ediyor veya i sür kak ederek
ebediyen hürriyetden mahrum bırakıyor. Şimdi bu halde müslümanların o
düşmandan alacakları esirler hakkında îdam ve istirkak yollarına gitmekden
dinen memnu bulunmaları, içtimaî ve aiyasî hayat bakımından muvafık olabilir
mi?.
Binaenaleyh umum
beşeriyetin temayülâtını, ihtirasatını nazara alan ve cihanşümul bir siyaset
takib eden islâmiyyet de kendi müntesib-lerinin hayat! mücadelede
muvaffakiyetlerini temin için esirler hakkında bir takım ahkâm vaz etmiş, bu
hususda en büyük salâhiyeti - hikmet ve maslahata göre hareket etmesi icab
eden - veliyyüremre, islâm hükümetine tevdi eylemişdir.
Esirlerin
rakabelerinde mücahidlerin hakları ise kısmetden sonra te-karrUr eder,
kısmetden evvel tekarrür etmiş bulunmaz. Esirlerin katileri ise kısmetden
evvel caiz ise de kısmetden sonra caiz değildir. Bu halde mÜslümanlarm hakkını
ibtal iddiası da doğru olamaz. Maahaza bir takım esirler de vardır ki, onları
öldürmek bizce esasen caiz değildir. Nitekim aşağıdaki meselelerde
görülecektir.
493 - :
Müslümanların ellerine esir düşmeden evvel islâmiyyeti kabul eden her hangi bir
düşman neferi, elde edilince ne kati ve ne de istirkak edilir, Şu kadar var ki,
esir düşdükden sonra islâmiyeti kabul etse yine katli caiz olmazsa da istirkakı
caiz olur. Çünkü esir edilir edilmez rak abesi ne gazilerin hakları teallûk
etmişdir. Binaenaleyh dini is-lânu kabul etmesiyle bu haklar, sakıt olmaz.
494 - :
Harbîlere aid olan köleler, islâm olarak
dari islâma iltica etseler veya
dini islâmı kabul etdikden sonra
bulundukları dari harb, müslümanlar tarafından zabt edilse veya bu köleler,
müslüman olmaksızın çıkıb islâm ordusuna iltihak eyleseler derhal hür olmuş olurlar.
Çünkü mâliklerine rağmen islâmiyyeti kabul veya islâm kuvvetine iltihak etmekle
nefislerini kurtarmaya muvaffak olmuşlardır.
495 -
Düşmandan ahnan esirler hakkında istirkaka karar verilince bunların beşde biri
beytüPmal namına tefrik, mütebakisi de ganimlec arasında hisselerine göre
taksim ve tevzi olunur. Artık böyle taksim edilen esirleri ne veÜyyül'emr, ne
de başkaları kati edemez. Bu halde bunların dari islâm ahalisinden olmaları
tekarrür ederek kendileri masu-mÜddem
bulunmuş olurlar. Bunlara «mahkunüddem» de denir ki hayatları mahfuz, katileri
memnu kimseler demekdir.
Dari harbde
islâmiyyeti kabul eden kimse «mahkunüddem» olduğu gibi her hangi müslim ile
zimmî müebbeden, müste'min de muvakkaten
496 - :
Mücahiellerden bîri, henüz esir edilen bir düşman muharibini daha kısmet
yapılmadan dari harbde veya dari
islâmda öldürse hakkında ta'zir cezası tatbik edilir. Şu kadar var ki bu
esir, taksimden evvel masumüddem
olmadığından bunu katilden dolayı diyet,
keffaret ve kıymet lâzım gelmez. Ta'zir cezasının lüzumu ise hilafı
salâhiyet ha-reketden münbaişdir. Çünkü
böyle bir esiri öldürmek salâhiyeti
yalnız veliyyül'emre aiddir. Meğer ki bu kati, müdafaai nefs için vuku
bulmuş olsun. O takdirde ta'zir cezası da lâzım gelmez.
497 - : Harb
kumandanları da elde ettikleri esirleri kati edemezler. Böyle bir hareket,
veliyyül'emrin salâhiyetine, gâniminin hukukuna bir tecavüz teşkil eder.
Fakat bir kumandan,
eide edilen esirlerin isyaniyle islâm askerleri üzerine
hücum etmelerinden veya düşman kuvvetlerinin gelip
bunları kurtaracağından ihtimali galib ile korkarsa
katileri cihetine gidebilir.
Çünkü bu kati, âdeta
harb halindeki bir kati kabilinden olacağı cihetle
kendi salâhiyeti haricinde sayılmaz,
498 - : Seby
edilen - yani esir alman kadınlar ile «zerarî» denilen çoluk çocukları
Öldürmek de bil'ittifak caiz değildir. Bunİar velev ki Arab müşriklerinden
olsunlar. Bunların haklarında yalnız istirkak usulü carî olur. Kuhustanî.
«Zahirîlere göre dari
harbden aeby olunan çocukları bir bedel mukabilinde olsun olmasın dari harbe
iade etmek halâl değildir. Çünkü onlara müsltimanlar mâlik olmakla haklarında
islâm hükmü lâzım olmuştur, artık onlar ile evlâdı müslimîn müsavidir.
Elmuhallâ.)
499 - :
Mücahidlerin dari harbden
istilâ suretiyle elde etdikleri kadınlar, dari
İslama getirilince harbî bulunan
kocalarından mübane olurlar,
aralarında nikâh kalmaz. Fakat bu kadınların kocaları da esir edilerek dari İslama birlikte çıkarılmış olurlarsa aralarındaki nikâh, münfesih olmayıb devam eder.
Binaenaleyh bu kadınlara mâlik
olan' kimselerin tekarrüb etmeleri caiz olmaz. Bu kadınlar ile
kocalarını esir edib dari İslama çıkaran mücahidlerin başka başka şahıslar
olmalariy-le bir şahıs olması arasında fark yoktur.
500 - :
Sayılacak veya gânimler arasında taksim
edilecek esirlerin arasında biribirinin zî rahmi mahremi olan kimseler
bulunduğu takdirde bakılır: bunlar yaşlı kimseler ise aralarını ayırmakda bir
beis yok-dur. Fakat her ikisi veya yalnız birisi çocuk ise aralarını tefrik
caiz görülemez.
Bir hadisi şerif: «Her
kim vâlid ile veledinin arasını ayırırsa Allah Tealâ da kıyamet gününde onunla
dostlarının arasım ayırır.» meâ-lindedir. Çünkü bunlar, aralarında ünsiyyete,
ülfete ziyade muhtaedır-lar. Aralarını tefrik,
fazla teessürlerine ve bazan
çocukların helakine
badi olabilir. Binaenaleyh buna meydan
verilmesi doğru olamaz.
501 - :
Esirler hakkında men -- bir lûtf olarak meccanen salıvermek caiz midir, değil
midir?. Meselesinde de müetehidler ihtilâf etmişlerdir.
Hanefiyyeye göre men,
caiz değildir. Velev ki esir, islâmiyyeti kabul etmiş olsun. Bu veçhile
muamele, nassa muhalif, düşmanın kuvvetini tezyide hadim, mücahidlerin hukukuna
bir nevi tecavüz demekdir.
«(îmam Mâlike göre de
esiri meccanen ıtlak caiz değildir. İmamül' müsümîn, esirler hakkında
muhayyerdir: içtihadına göre hareket eder. Göreceği maslahata binaen bunları
kablel'taksim ya kati veya bir bedel mukabilinde azad veya cizyeye rabt
veyanut istirkak eder. Kadınlar ile çocuklar hakkında ise yalnız istirkakda
bulunur veya bunları bir fidye mukabilinde azad eder, fakat kati ettiremez.
Şerhi Muhammedi!' hırşî.)
(îmam Ahmede göre de
esirleri meccanen salıvermek caiz değildir. Bunun cevazını gösteren hâdiseler,
neseh vukuundan mukaddemdir.)
(İmam Şafiîye göre
veliyyül'emr, göreceği bir maslahata mebnî esirleri bir bedel mukabilinde
olmaksızın azad edebilir. Nitekim bedr esirlerinden bazıları hakkında böyle
muamele yapılmışdı. Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.)
502 - :
Esirler hakkında fida -
bir mal ile veya islâm
esirleri ile mübadele tarikine tevessül edilib edilememesi meselesi de
müetehidî-ni kiram arasında bir ietihad mevzu olmuşdur.
Esirleri para
mukabilinde azad etmek hususunda Hanefî fukahası-nın muhtelif kavileri vardır.
Meşhur olan kavle nazaran bu, caiz değildir. Para mukabiÜnde düşmanın
kuvvetini tezyide meydan vermek muvafık olamaz. Meğer ki müslümanlar için mala
hacet tahakkuk etsin, o takdirde İmamı Muhammedin beyanına göre caiz olur.
«(îmam Şafiîye göre
büyük bir mal mukabjlinde mübadele caizdir. Bedr esirlerinden bir kısmı birer
mal mukabilinde serbest bırakılmıştı. Mebsut.)
503 - :
Düşmandan alınan esirleri, islâm esirleri mukabilinde salıvermek ki buna
«müfadatı üsera* denir, bu hususda da Hanefiyyenin müteaddid akvali vardır.
Zahiri rivayete nazaran bunun cevazı hakkında müetehidler, müttefikdirler. Fakat
diğer bir rivayete göre
bunun cevazına îmamı Âzam kail değildir. Buna yalnız İmameyn kail olmuşlardır.
«(Eimmei selâsenin
içtihatları da bunun cevazı hakkındadır.) Bu mübadelenin cevazına kail
olan zevata göre' bu suretle müslim esirler, esaretden kurtarılmışolur. Böyle bir hareket ise
gayri müslim esirleri öldürmekden veya istirkak tarikiyle
kendilerinden istifade etmekden
evlâdır.
Bunun cevazına kail
olmayan zatlara göre ise bu mübadele, gayri müslim esirler hakkındaki nassa
muhalifdir. Sonra böyle bir hareketle düşmana yardım edilmiş, müslümanlara
karşı muharib vaziyyet almalarına meydan verilmiş olur.
Müslim esirlere
gelince onların hakkındaki esaret, kendi elimizle vukua gelmiş olmayan bir
ibtilâdır. Bundan halâs için başka çareler düşünmek lâzımdır. Düşmanı kendi
ellerinde tutmak, düşman içinde kalan herhangi bir müslümaru da -yine islâm
kuvvetiyle kurtarmaya çalışmak, müalümanların izzet ve şehametleri
muktezasıdır. MebsuU Serahsî.
504 - : Esir düşen müslümanları para, silâh,
kera' denilen hayvanat ve saire
mukabilinde esaretden kurtarmak, bü'ittifak caizdir. Meb-sut.
505 - :
Düşmandan alınan bir esir, dari islâmda islâmiyeti kabul ettiği takdirde
bununla düşmana esir düşmüş olan bir
müslüman arasında mübadele yapılamaz. Çünkü bunlar, müsiümanhk bakımından müsavi
oldukları cihetle mübadelelerinde bir faide yokdur. Meğer ki bu ihtida eden
esir, kendi rızasiyle bu mübadeleye razı olsun ve gideceği yerde islâmiyeti
muhafaza edebileceğinden emin bulunsun. Siyeri Kebîr, Muhiti Burhanı, Reddi
Muhtar, Hindiyye. [93]
506 - : Gayri müslim kavmler, dari harbde biri
birinden istilâ =' galebe tarikiyle elde etdikleri mallara, esirlere derhal,
yani: bunları daha kendi memleketlerine çıkarıb ihraz etmeden mâlik olur.
Çünkü kendileri için mubah olan bir şeye vaz'ıyed etmiş bulunurlar.
507 - :
Gayri müslim bir kavm, harb neticesinde
müsHimanların mallarından elde etdikîeri şeylere mâlik olurlar. Fakat bu
halde ihraz, yani:o şeyleri kendilerinin mahfuz olan ülkelerine idhai etmiş
olmaları şartdır. Bu malları kendi yurdlarma götürmüş olmadıkça bunlara
mâ-likiyetleri tekarrür etmiş olmaz.
Dari islâmdan kaçıp
dari harbe dahil olan hayvanlara da harbîler mâlik olurlar. Çünkü bu veçhile
vaz'ıyed etmekle istilâ tahakkuk etmiş olur. Tenvirül'ebsar, Reddi Muhtar.
«(tmam Ahmedin
içtihadı da bir rivayete göre böyledir. Fakat îmanı Mâlike ve îmam Şafiîye göre
harbîler, islâm mallarına asla mâlik olamazlar. Zira müslümanlarm malları
ma'sumdur, buna tecavüz şer'an memnudur. Bu gibi şer'î memnuat ile gayri
müslimler de muhatabdırlar. Binaenaleyh bunların böyle masum mallara istilâda
bulunmuş olmaları, haklarında mâlikiyeti ifade etmez. Nasıl ki müsîümanlar da
biri birinin emvaline istilâ ile mâlik olamazlar.)
(Zahirilere göre de
harbîler, müslümanlarm ve zimmilerin mallarına asla temellük edemezler. Meğer
ki sahih bir suretde satın alsınlareya
kendilerine bağışlansın veya zimmîden kendilerine miras kalsın veya dini
islâmca sahih olan sair bir muamele ile bunlara desteres olsunlar.
Binaenaleyh harbîler,
muharebe neticesinde müslümanlardan veya zîmmüerden iğünam edecekleri mallara
mâlik olamazlar. Bunlar, dari harbe götürülmüş olsun olmasın, asıl sahiblerinin
mülkünde kalır. Sa-hibleri ne vakit kadir olurlarsa bu malları istirdad
ederler, velev ki, bilâhare mücahidini islâmiyye eline geçerek aralarında
taksim edilmiş ol-aun. Bunlardan bir mücahide sehm verilmiş ise bu sehm
sahibine red olunur, mukabili o mücahide cemaati müslimîne aid mallardan
ödenir. İmam Safimin kavli de böyledir.
Şayed harbîlerden biri
bu malları müsteshib olarak ticaret için eman ile dari i âlâma gelse bu inallar
elinden bilâ bedel alınıb sahibine red edilir. Elmuhallâ.)
Harbîlerin bu mallara
mâlik olacaklarına kail olan zevat ise diyor lar ki: gayri müslimler, bu gibi
şer'î memnuat ile mükellef değildirler. Binaenaleyh bu mallar, onlara göre
masum sayılamaz. Bu mallar, dari harbe götürülünce sahibsiz kalmış, mubah eşya
-mesabesinde bulunmuş oluyor. Bunları sahihlerinin dari harbe gidib
kurtarmaları ise müteaz-'zir veya müteassirdir. Bu cihetle harbîler mubah bir
mala vaz'ıyed etmiş olacaklarından o mala mâlik bulunmuş olurlar. Inaye, Fethül'kadîr.
508 - :
Gayri müslim bir kavm, harb neticesinde ehli islâmdan veya zimmîlerden hür veya
müdebber, Ümmü veied, mükâteb olan erkekleri veya kadınları esir ederek
memleketlerine idhai edecek olsalar bunlara mâlik olmazlar. Bu hususda bütün
müetehidler, müttefikdirler.
Çünkü islâm nazarında
tamamen hür olan müsîümanlar ile zimmî-ler ve min vechİn hür bulunan müslim
veya zimmî müdebberler ile üm-mi veiedler, mükâteb ve mükâtebeler başkalarının
dairei mülküne dahil olamazlar. Binaenaleyh bunların hakkında İstilâ ve ihraz
ahkâmı cereyan etmez.
Şunu da ilâve edelim
ki, muharib bir kavm, müslümanlarm mallarından, kadınlarından, çocuklarından
bir takımını elde ederek, dari harbe götürmek isteseler bunları o kavmin
elinden almaya çalışmak, bütün müsîümanlar için bir vecibedir. Elde etdikleri
malları dari harbe idhai etmiş bulunurlarsa artık takib edilmezler. Fakat
kadınlar ile çocukları dari harbe idhai etmiş olsalar da takib olunmaları icab
eder. Meğer ki kuvvet ve imkân mevcud bulunmasın.
Esir edilen müslüman
kadınlarf, çocukları kurtarmak için her türlü tehlikeyi göze alıb harbîleri
müstahkem mevkilerine kadar takibde bulunmak, bir azimet tarikidir. Maahaza
vücudu melhuz büyük meha-likden dolayı bu takibin terk edilmesi de ruhsat
dahilinde bulunmak-dadır. Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.
Yukarıda yazılan üç
esas üzerine aşağıdaki meseleler teferrü eder:
509 - : İslâm
mücahidleri, mağlûp edecekleri gayri
müslim, muharib bir kavmin istilâ
yoliyle elinde bulunan diğer gayri müslim
bir kavme mensub olan maliara, esirlere - başka mallarına kıyasen - mâlik
olurlar. Velev ki İslâm hükümeti ile o malların, esirlerin mensub oldukları
kavm arasında müsaleha bulunmuş
olsun. Çünkü bu
takdirde o müsalih kavme gadr edilmiş olmuyor, belki onun elinden
çıkmış, mu-harib kavmin mülküne girmiş olan şeylere bir harb neticesi olarak
vaz' iyed edilmiş, oluyor.
510 - :
îslâro mücahidleri, mağlûb edecekleri muharib
bir düşmanın elinden, vaktiyle
rnüslümanlardan istilâ yoliyle ahz ve memleketlerine idhal etmiş oldukları
malları istirdada muvaffak olunca bakılır: Eğer bu malların eski sahihleri,,
ganaimin taksiminden evvel zuhur ederse bu malları - gerek kıyemiyyatdan ve
gerek misliyyatdan olsun - meccanen ahz edebilirler. Fakat taksimden sonra
zuhur ederse yalnız kıyemiyyatdan olan malları - ganimlere verildiği zamandaki
- kıymetleriyle ahz edebilirler. Misliyatdan olan malları ise ahze mahal
yokdur. Çünkü bunları kendi misilleriyle almakda faide yokdur.
Bu mallar, taksimden
evvel umum gazilere aiddir. Onlar ise müs-lümanların hukukunu müdafaa ve
muhafaza ile mükellef olduklarından bu mallan zuhur eden sahihlerine vermekle
muvazzaf bulunurlar. Fakat taksimden sonra bu mallara muayyen zatların - ganaim
mallarındaki hisselerine mahsuban - hususî hakları teallûk etmiş bulunur. Artık
bu hakları ibtal etmek muvafık olamaz. Şu kadar var ki, her iki tarafın
hukukuna mümkün mertebe riayet için bu malların kadîm sahihlerine bunları
kıymetleriyle almak salâhiyeti verilmişdir. Dürri Muhtar, Reddi Muhtar.
«(imam Şafiî üe Ebu
Sevre göre böyle düşmandan istirdad edilen mallar, her halde eski sahihlerine
verilir. Bunlar ganaime asla dahil olmaz.
imam Zührî ile Amr
ibni Dînar gibi bazı zevata göre ise bu mallar, her halde ganaimden sayıhb eski
sahihlerinin bunlarda bir hakları kalmamış olur. Bidayetül'müctehid.)
551 - : Bir
tacir, muharib bir kavmin istilâ yoliyle elde etmiş olduğu mü s lü man
mallarını satın alarak tekrar islâm ülkesine getirecek olsa bu mallar, o
tacirin elinden istirdad edilemez. Şu kadar var ki eski sahibleri, bu'mallan o
tacirin vermiş olduğu semen ile ahz edebilirler.
Fakat bir tacir, çman
ile dari İslama girmiş olan bir harbînin çal-mış olduğu bir islâm malını dari
harbde satın alarak tekrar islâm memleketine getirecek olsa bu malı eski
sahibi meccanen ahz edebilir. Çünkü bu takdirde harbî, bu malı gadr ve hiyanet
yoliyle elde etmiştir. Buna istilâ tarikiyle mâlik olmuş değildir ki, bunları
tacire satması muteber olsun. Hİndiyye.
512 - : Boğaz harici olan denizler, ne dari
islâm, ne de dari harb sayılır.
Binaenaleyh harbiler,
bu denizlerde elde etdikleri müslüman sefinelerini zabt etseler dari harbe
idhal etmedikçe bunlara malik olamazlar; Bu halde bunları sahibleri her kimin
elinde bulursa meccanen alabilir.
513 - : Dari
İslama girmesine müsaade olunan bir gayri müslim, vaktiyle müslümanlardan istilâ yoliyle elde etmiş
olduğu bir malı dari İslama getirib satacak olsa bu malı eski sahibi istirdad
edemez. Çünkü o gayri müsüme verilen müsaade eman kendisiyle beraber olan mala
da şâmildir. Binaenaleyh bu malı istirdad, verilen emana ademi riayet demek
olacağından caiz olamaz.
514 - : Vaktiyle
bir müslümanın mülkünde
iken harbîler tarafından istilâ edilmiş olan bir
arazi parçası, bilâhare rriücamdler tarafından istirdad olundukda
bakılır: Eğer bu arazi, beşde biri beytül'male aJınıb da geri kalanı mücahidler
arasında taksim edilirse «öşriyye» olur. Gayrı müslimlerin ellerinde
bırakılırsa «haraciyye» olur. Eski sahibi taksimden ve haraciyye olmasına
hükmden evvel zuhur ederse bunu meccanen alır ve bu arazi, kemafissâbık
Öşriyye ise öşriyye .haraciyye
ise haraciyye olarak kalır.
Fakat taksimden veya haraciyye
olmasına hükümden sonra zuhur
ederse bunu ancak o vech İle kıymetiyle
ahz edebilir. Şu kadar var ki, bu arazî üzerine ebniye inşa veya ağaç gars
edilmiş ine artık eski sahibi bunları
sökdürüb yerlerini
kıymetiyle alamaz.
515 - :
İstilâ edilmiş olan arazi,
arazii emîriyyeden olduğu
takdirde de badel'istirdad
kıymetiyle uhz etmek muamelesi
carî olmaz.
Binaenaleyh düşmandan
istirdad olunan ve vaktiyle tapu temes-sükı ile zürraın tasarrufunda bulunmuş
olan bir ârazıi emîriyye, Üzerine haraç vaz' ile hükümet tarafından bazı
kimselere vechi şer'î üzere beyi ve teslim olundukdan sonra o arazinin
kablel'istilâ tapu temessükü ile mutasarrıfı olan kimseler zuhur etseler bu
araziye müdahale edemezler.
516 - : îstilâya uğrayan bilâdı islâmiyyedeki arazii
emîriyye hakkında mülk ahkâmı cereyan eder. Binaenaleyh istilâya maruz kalan
bir islâm beldesindeki müslümanların ellerinde
bırakılan arazii emîriyye,
kendilerinin mülkü hükmünde olub badel'istilâ
vefatlarında varislerine mülkiyyet vechi üzere mevrus olur.
Mülga fetvahanei
âlinin bu hususdaki iki kararı, şu veçhiledir:
(1) : «Bosna
ve Hersek vilâyetlerinin Avusturya ve Macaristan devletine ilhakından sonra
memaliki mezkûredeki arazi hakkında mülk ah-lünıı carî olacağından olvechüe
tevarüs iktiza eder.» Tarihi karar: 13 Receb 1333. Defter sahifesi: 112.
(2) : «ilâm
istiklâlden sonra Bulgaristan'da bulunan arazide mülk hükmü carî olub olvechile
tevarüs edeceği derkâr olmakla olbabda...»
Tarihi karar: Selhi
Şaban 1334. Bulgaristan baş müftiliğinin istifsarı üzerine verümişdir. Defter
sahifesi: 247.
517 - :
Muharib bir düşmanın elinden,
elde etmiş olduğu islâm mallarını kurtarmaya çalışmak,
müslümanlar için - imkân şartiyle - bir vecîbedir.
Fakat böyle bir
düşman, bu mallara istilâ yoliyle mâlik oldukdan sonra islâmiyet veya zimmeti
kabul etse artık bu mallar elinden istirda.i edilemez. Çünkü müslümanların yeni
bir harb neticesinde bu malları is-tirdad etmeleri melhuz bulunduğundan
düşmanın bunlar üzerindeki mâ-likiyet hakkı, şerefi zeval üzere bulunmuş
oluyordu. îslâmiyyeti veya zimmeti kabul etdiği takdirde ise harb ihtimali zail
ve binaenaleyh mülkiyet hakkı mütekarrir olmuş olur. Mebsut.
518 - : Bir
kısım mücahidlerin dari harbde iğtinam etdikleri malları henüz dari İslama
çıkarmadan düşman istirdad edib de badehu diğer bir kısım mücahidler, bunları
tekrar düşmanın elinden alacak olsalar bu mallara bu ikinci kısım mücahidler
müstahik olurlar. Çünkü evvelki mücahidlerin istihkakları henüz tekarrür etmiş
değildi.
Fakat bu mallar,
birinci kısım mücahidler tarafından dari İslama çı-fcarıldıkdan sonra düşman
tarafından istirdad, badehu diğer mücahidler tarafından tekrar iğtinam
edilecek olsa bunları evvelki mücahidlere iade lâzım gelir. Zira onların
istihkakları evvelce tekarrür etmişdir. Hin-diyye.
519 - :
Dari islâmdan dari harbe kaçıb iltihak eden bir
rakika harbîler mâlik olamaz. Binaenaleyh bir tacir, bunu satın alıb
dari islâma idhal etse sahibi bunu meccanen ahz edebilir.
Bu, İmamı Azama
göredir. îmameyne göre bu âbık rakika harbîler mâlik olurlar. Fakat âbık,
kısmen, hür sayılan müdebber, ümmi veled veya mükâteb olsa buna harbîlerin
mâlik olamayacağında ittifak vardır. Hindiyye. Âbık bahsine de müracâat!.
520 - :
Muharib bir düşmanın istilâ yoliyle elde ederek dari harbe idhal etmiş olduğu
bir müslüman köle veya cariye, firar ederefc dari islâma avdet eylese azad
olmuş olur. Çünkü bunlar, dari harbe götürülmekle mâliklerinin mülkünden
çıkmış, müstevlilerin mülküne girmiş olurlar. Bilâhare firar etmekle
nefislerim ihraz, kendilerini esaret kaydinden halâs temig olurlar.
521 - :
İslâm mücahidleri, muzaffer olub da vaktiyle muharib bir düşmanın
müslümaniardan istilâ yoliyle elde ederek dari harbe idhal etmiş olduğu
müdebber, ümmi veled veya mükâteb olan köleleri, cariyeleri istirdad eyleseler
bunları eski efendileri meccanen ahz ederler, gerek
mücahidler arasında ganimet malları
taksim edilmiş olsun ve gerek olmasın. Çünkü bunlar, min vechin hür
olduklarından başkalarının temellüküne mahal değildirler.' Binaenaleyh bunlara
müstevliler, mâlik olamayacakları cihetle bunlar ganaimden sayılamazlar. Şu
kadar var ki bunlar, ganimet malları arasında taksime tabi tutulmuş bulunursa
bunların bedelleri beytülmal tarafından hisselerine isabet etmiş olan mücahidlere
tediye olunur.
522 - : Dari
harbe giren bir islâm seriyyesinin elde ederek dari islâma çıkardığı bazı
şahıslar, kendilerinin müslüman veya zimmî olduklarını ve dari harbe ticaret
için eman İle gitmiş bulunduklarını veya harbîlerin ellerine esir düşdüklerini
- seriyyenin inkârına mukarin - iddia etseler söz seriyyenin ölür. Bu halde o
eşhas için bu iddialarını beyyine ile İsbat etmek lâzım gelir. Isbat ederlerse
sebilleri tahliye edilir. Maa-haza kendilerinde islâm alâmet ve siması müşahade
olunduğu takdirde de tecavüzden kurtulurlar. Şerhi Siyeri Kebîr, Mebsutı
Serahsî, Bedayî, Tatar Haniyye, Hindiyye. [94]
İÇİNDEKİLER :
Bağym mahiyyeti, Veliyyürenırin itaatinden çı-Uunların aksamı. Bağîlere karşı
alınacak vaziyet. Bağîier ile musaleha ve onların ııefsleri ve mallan hakkında
yapılacak muamele. Ehli adi ile ehli bağyiiı tevarüsüne ve ahz ve itlaf
edecekleri emval ve nüfusun zamanına müteallik meseleler. Ehli bağy tarafından
yapılacak cinayetler, Bağî-ler tarafından maıısııb hâkimlerin verecekleri
hükümler. [95]
523 - : Bağy
tâbiri, ıstılah kısmında da beyan
olunduğu üzere - veliyyüremrin dairei itaatinden bir te'viie istinaden haksız
yem rıkarak tegallübde bulunmak, isyankâr bir vaziyet almak mânasını ifade
eder.
Bu halde muhik olan
bir veliyyüTemre veya naibine karşı bir te'viie, yani: kendince doğru görülen
bir delile, bir sebebe mebni isyan ederek itaat dairesinden çıkan, bununla
beraber müslümanların katlini, mallarının müsaderesini, zürriyetlerinin esir
edilmesini halâ! görmeyen me-noa sahibi bir müslümana da «bağî» denilir. Cem'i:
buşat'dır.
524 - :
Yalnız bir şahsın vehyyül'emre karşı tek basma isyankâr bir vaziyet alması
nâdir olduğundan fıkıh kitablarında bağîlere aid mec-seleler, alel'ekser <
babülbugat» unvaniyle zikredilerek cem sîgası ihtiyar
edilmişdir.
Bir de bağîlere aid
meseleler, cihada müteallik meselelere dahil bu-iunduğu cihetle fıkıh
kitablarımızda bağîler hakkındaki mesaili muhtevi kısma «kitabülbugaU
denilmeyib «babül'bugat» denilmekle iktifa edilerek bu hususa işaret
olunmuşdur. Çünkü cihad, yalnız gayri müslimlc-'fı karşı açılan harblerden
ibaret olmayıb herhangi âsi bir kuvvete kar-îi olan hareketler de cihaddan
madud. bulunmuşdur.
525 - :
Bağînin -yukarıdaki tarifinde bulunan kayitleri, biraz tahlil etmek iktiza
eder. Şöyle ki:
(1) :
Tarifdeki «veliyyüTemr»den maksad, ya islâm cemaatinin in-'ihabiyle veya
kendisinin1 kuvvet ve nüfuziyle hâkimiyet
makamını ihraz edib müslümanların bîr emniyet ve selâmet dairesinde yaşamalatı-nı temine
muvaffak olan herhangi bir müslim zat denıekdir.
Halkın toplanıb
idaresi altında emniyetle yus.adikla.ri böyle
bir vv-liyyül'emre karşı - zulüm ve hiyanetden dolayı değil, belki onun makamına
ondan ehak ve evlâ oldukları iddiasiyle, - isyana kıyanı eden biı taife,
bugat'dan sayılır.
Binaenaleyh bu halde-
veliyyüİ'emr tarafından vak; uiueak yardı iv dâvetine, müslümanların icabet
etmeleri, bir vecibe ieşkil eder. Çünki, çıkarılmak istenilen bir fitne, bu suretle bertaraf edilebilir.
icabete kadir olmayanların veya icabet
halinde bir raide vücude gelmeyeceğine kani bulunanların da kendi hanelerine
çekilmeleri, fitneye İş-tirâkden müetenib bulunmaları lâzım gelir..
«(Fıkhı Hanbelîde
deniliyor ki: İmamül'müslimîn. biitün müslürnaiı-ların vekilidir. Bu zat,
kendisini azl edebilir ve kendisini kendisinin arzu siyle müslümanlar da azl
edebilirler. Fakat kendisi arzu etmediği takdir-de müslümanlar tarafından
azledilmesi caiz olmaz. Böyle bir hareket, müslümanlar arasında nifak ve şikak
zuhuruna meydan verebilir. .Şoı-hül'münteha.)
(2) : Tarifdeki «muhik olan
veliyyüİ'emr kaydine
nazaran bağy. ancak, ancak âdil,
muhik olan bir veliyyül'emrin hak olan emirlerine kar şı yapılan bir muhalefet
ve isyandan ibaretdir. Yoksrı bir
veliyyül'cmrin 2Uİümkâr bir hükümdarın haddi zatında hak, meşru olmayan
hareketlerine, emirlerini muhalefet göstermek, bağyden rnaducî değildir. Bu halde veliyyül'emre düşen vazife, gayri
muhik harekâtı, irtikâb edilen mezalimi terk etmekden başka değildir.
Zulümkâr bir
veliyyül'emre karşı isyan vukuu takdirinde müslü-manların kendisine yardım
etmeleri icab etmez. Çünkü böyle bir yardım. zulme müzaheret demek olur.
(3) :
Tarifdeki «bigayri hakkin» kaydi de göaUıiyo!
ki bağy. ancak haksız yere
vukubulan muhalefet ile tahakkuk eder
yoksa bir hak ka dayanan muhalefet, bağy sayılmaz. Binaenaleyh
zalim veya uhdesine düşen vazifelen ifadan âciz bir veliyyül'emre
karsı isyan eden kimse bağî değildir. Belki böyle bir
veliyyüİ'emr. azle müstahik olur. Meğer ki azli bir fitneye badî olsun.
Zulüm ve i'tisafa
karşı bihakkin muhalefet eden bir zümreye - bir faide melhuz olduğu takdirde -
her müslimin yardım etmesi bir vazifedir.
(4) :
Tarifdeki «te'vil» kaydi de gösteriyor ki, bir veliyyüTemre karşı vukubulan
isyan, bir te'viie, yani: sahibince meşru görülen bir delile istinad etmelidir
ki bağyden madud olsun. Böyle bir te'viie müstenid olmadığı takdirde ise başka
bir mahiyet kesbedeı.
(5) :
Tarifdeki «menea» dan makşad ise kuvver, izzet ve cemaatlir. Meneası, yani: kuvveti,
cemaati, hâmisi olmayan herhangi bir şahsın bir veliyyül'emre karşı olan
münferid muhalefeti ise: alelade bir isyan dan ibaret olacağı cihetle hakkında
bugat ahkâmı carî oimaz. Menca için ıstılah kısmına da müracaat!. Mebsu
Serahsi, Bedayî, Hindiyye, Redd! Muhtar.
«(Şafiîlere nazaran
bağyin tahakkuku için bağiler, kendilerine karşı kolaylıkla zafer elde
edilemeyecek derecede şevket sahibi olmalıdırlar. lstinad etdikleri te'vil,
kat'îyül'butlan olmamalıdır. Bu te'vile binaen ve-İiyyül'emre karşı hurucu
tecviz etmiş bulunmalıdır. Aralarında da re'yiy-le hareket edecekleri muta' bir
şahıs bulunmalıdır. Çünkü şevketleri ancak bu şahıs vasıtasiyle vücude gelir.) [96]
526 - : Bir
veliyyül'emre karşı isyan bayrağını kaldırıb dairei ita-atden çıkanlar,
maksadlarınm ve kanatlerinin ihtilâfına nazaran başlıca şu dört kısma ayrılır:
(1) :
Buğatdır. Bunlar, - yukarıda beyan olunduğu üzere - ve-liyyül'emre karşı bir
te'vile binaen haksız yere isyan eden bir islâm züm-residir ki, bu isyanlariyle
beraber müslümanların kanlarını, mallarını ha-lâl ve zürriyetlerinin esir
edilmesini mubah görmezler. Buğatm mukabili ise «ehli adi» dir. Buğatın idaresi
altındaki yerlere «dari bağy», ehli adlin dairei hâkimiyetinde bulunan yerlere
de «dari adi» denir. Istılah kısmına da müracaat!.
(2) :
Kuttaı tarikidir. Bunlar, veliyyül'emrin itaatinden bir te'vilu müstenid olmaksızın çıkarak
yolları kesen, halkın hayatına,
mallarına kasdeden kimselerdir. Gerek menea sahibi olsunlar ve gerek
olmasınlar.
(3) : Kuttaı
tarik mesabesinde olanlardır. Bunlar da veliyyürem-rin itaatinden bir te'vile
müstenid olarak çıkan meneasız bir taifeden ibaretdir.
Bu iki kısma id
hükümler için «islâm hukukunda yol kesicilere müteallik hükümler» mebhasine
müracaat!.
(4) :
Havaricdir. Bunlar, kendilerince hak olan bir te'vile mebni veliyyüremrin küfrüne,
ma'siyetine kail olarak onunla mukatelenin vü-cubünü iddia eden ve kendilerine
muhalif olan müslümanların katlini, mallarının ahzini, zürriyetlerinin esir
edilmesini halâl gören kuvvet ve "menea sahibi bir taifedir. Bunların her
ferdine «haricî* denir.
Haricîler, cumhun
fukahaya ve ehli hadisin ekserisine göre buğat hükmündedirler. Bazı ehli hadise
göre de bunların hakkında mürted ahkâmı cereyan eder.
527 - :
Vaktiyle îmam Ali
(kerremallahü vecheh) hazretlerine karşı hakem meselesinden
dolayı kendi tebeası arasından isyan etmiş ola bir taifeye «havaric» adı
verilmiştir. Bunlara göre her günah, büyük oi-sun, küçük olsun küfür demekdir.
Bu taifeye «sürat, nevasib, haruriyye namları da verilnıişdir.
Hazreti AH, haricîler
hakkında: kardeşlerimiz-üzerimize tecavüz etdiler» demiştir. Bu tabir de
gösteriyor ki haricîler, dairei islâmdan hariç sayılmıyorlar. Belki bunlar,
isyankâr bir ruha mâlik, mübtcdi' sapık bir taifei islâmiyyeden ibaretdir.
Mebsut, Bedayî, Reddi Muhtar, Kesşafül'kına.
«(imam Mâlikin
içtihadına nazaran haricîler evvelâ tövbekar olmaya davet olunurlar. Taib
olmadıkları takdirde küfürlerinden dolayı değil, belki fesadiarmdan yer yüzünü
temizlemek için kati edilirler.) [97]
528 - :
Muhik olan bir veliyyül'emr, bir takım
kimselerin kendi aleyhine isyan
ederek silâh teşhir edeceklerine ve kıtale müteheyyi bulunduklarına vâkıf
olunca bunları derdest etdirerek maksadîarından vazgeçip tövbekar oluncaya
kadar habs etmelidir. Çünkü böyle bir hareket edilmediği takdirde memlekette
bir'fesad ikaına meydan verilmiş olur.
529 - :
Veliyyül'emre karşı isyan edeceklerim
kendi aralarında söyledikleri
halde henüz bövle bir harekete azm etmemiş olan kimselere
veliyyül'emr tarafından derhal taarruz
olunamaz. Çünkü henüz isyan cinayetine azm bulunmamışdır.
Demek ki fi'le iktiran
etmeyen, szm derecesinde bulunmayan, yalnız tasavvur sahasında kalan şeyler,
şer'an takibi müstelzim değildir. Nitekim İmam Ali hazretlerinin haricîler
hakkında iltizam etmiş olduğu tariz hareket, buna bir delil olarak fıkıh
kitablarında uzun uzadıya teşrih edilmek dedir.
530 - :
Veliyyül'emr aleyhine kıyam edecek kimseler, bil'icma ki-tale mübaşeret
etmedikçe kendilerine karsı istimal edilemez. Çünkü bunlar ile yapılacak bir
mukatele, bunların serlerini defetmek
maksadına müsteniddir. Yoksa
bunlar esasen müslüman oldukları
cihetle 'kendilerinin küfrünü def etmek maksadına müstenid değildir. Binaenaeyh
bunların mukateleye başlamak suretiyle serleri
tezahür etmedikçe katilleri muvafık olamaz.
531 - :
Veliyyül'emr aleyhinde bulunan bir taifenin r.ı ak asidin den evvelce haberdar
olmayıb da bilâhare bunların asker topladıklarına veya kital için müteheyyi
olduklarına veya bir beldeyi tegallüben zabt et-diklerine vâkıf olursa bunları
evvelâ adalet ve itaat dairesine, islâm cemaatinin reyine rücua davet eder.
Çünkü bu davete icabet edildiği takdirde fesad bertaraf edilmiş olur. Bu davete icabet edilmediği takdirde ise
fesadlarım def için kendileriyle mücadeleye başlar. Bu veçhile hareket
edilmesi, rnüstahsendir.
Miiahaza
veliyyül'unır, böyle bir dâvetde bulunmaksızın da bu taif< ile kıtale
mübaşeret edebilir. Bunda bir beis yokciur. Zira bunlar dari is-lamda
bulundukları ve kendileri de zaten müslüman oldukları cihetle kendilerine
esasen dâvel baliğ olmuşdur. Bedayî,
Hindiyye.
Hattâ böyle bir
taifenin bilfi'l kıtale mübaşeret etmelerine intizar edilmesi, bazan fırsatın
fevtine, kendilerinin kuvvetlenmesine sebob olacağı cihetle muvafık görülemez.
Onların toplanmalar], kitale mütehey\; bulunmaları, kitale mübaşeret edeceklerine bîr delildir.
«(İmam Şafiîye göre
bağîler, hakikaten kitale mübaşeret etmedikçe kendileriyle harbe başlanıiamaz.
Çünkü hor hangi bir müslüman: müdafaa halinde olmaksızın kati etmek, caiz
değildir.)
532 -
: Veliyyül'eınr, bağîler ile
harbe karar verince - harbîler
ile yapılacak muharebelerde olduğu gibi - her türlü savaş vasıtalarına müracaat
edebilir.
533 - : Bağîler
ve yol kesiciler
gibi fitne ehline
silâh satılması caiz değildir. Çünkü
bu yatış, onların isyanlarına yardım demekdır. Fakat bunlara demir gibi
kendisinden silâh yapılacak
şeyleri satmak caizdir. Zira bunlar, esaslı bir cemiyete
mâlik olamayacakları cihetle bu gibi maddelerden silâh yapılabilecek bir
zaman pek bulamazlar. Hindiyye. Kâfî.
534 - : Ehli
bagyin galebe ve iicasıyle gayri müsîim bir milletin ülkesine iltica eden ehli
adlin, o ülke kuvvetleriyle ehli bağye karşı harb açmaları caiz değildir. Çünkü
bu halde o gayri müslim millet,
hakimiy-yet, mevkiinde bulunacağından bu mülteci müslümanlar, onların bayrakları,
hâkimiyyeti altında kalmış olacaklardır.
Müslümanların başka milletlerin 'hâkimiyeti altında biri biriyle
mücadelede bulunmasına ise dhvjn mesağ yokdur.
[98]
535 - :
Bagîler, müsaleha talebinde bulundukları takdirde bakılır: Eğer bu taleb,
müslümanlar iğin hayırlı görülür, meselâ: bağilerin sulh esnasında âkibett
umun düşünülerek bu
hareketlerinden vazgeçmeleri
melhuz bulunursa kabul edilir ve illâ kabul edilmez.
«(Hanbelîlere göre
de_hağîleı\ kendilerine bir müddet verilmesini isteyince bakılır: eğer bir
müddet intizar edilmesi, bir kayde mebni değilse caiz olur. Fakat vakit
kazanmak, imdad almak veya kuvvetli bir cemaate iltihak etmek gibi bir
menfaate müstenİd ise bu halde kendilerim1 mühlet verilemez. Aksi takdirde ehli
adlin mağlûbiyetine yol açılmış olur. Kesjşafül'kına)
536 - : Bagîler
ile verecekleri bir bedel
mukabilinde müsalehny.ı muvafakat etmek caiz değildir. Çünkü onlar da cemaati muzlimine du-hüdiıier. Onlar ile
para mukabilinde sulh olmak, uhuvveti ialâmîyyeye münafîdir. Bedayî.
537 - : Muvadea ve müsaleha münasebetiyle ehli adi ile bağîler, razı
kimseleri birbirine karşılık olarak rehn verib de bilâhare bağîler, aldıkları rehnlen
öldürecek olsalar ehli adi,
ellerindeki rehnleri bilmukabele
öldürmezler. Belki bu rehnlen bağilerin tenkil edilmelerine veya ta-ib olmalarına
kadar habs ederler. Velev ki iki tarafdan biri gadrde bulunduğu takdirde diğer
tarafın elindeki rehnlen öldürmesi aralarında meyrut bulunmuş olsun. Çünkü
böyle bir şart bâtıldır. Rehnler, müvadea sebebiyle tahtı emana girmiş bulunurlar. Gadre karşı gadr ile mukabele ise islâm şiarına muhalifdir.
538 - :
Bağîler; kuvvetli, meneai mümtenia
deniien bir cemiyete mâlik iseler harb
esnasında bırakdıkları mecruhlar ile firarilerin - ka-çıb o cemiyete
iltihakları melhuz olunca - ehli adi tarafından öldürülmeleri ve kati veya
esir edilmek için takib
edilmeleri cai olur.
Fakat, kendisine iltihak edecekleri bir cemiyet, mevcut değilse mecruhların
öldürülmeleri, firarilerin takib edilmeleri caiz olmaz. Bedayî.
selâsenin ictihadlarına nazaran böyle bir
cemiyetleri mev-cud olsun olmasın bu mecruhlar ile firarilerin öldürülmeleri,
takib edilmeleri caiz değildir.)
539 - : Bağîlerden
alınacak esirler hakkında veliyyüTemr muhayyerdir, dilerse şevketlerini
kırmak, mevcudiyetlerini istisal etmek için cemiyetleri mevcut olan esirleri
öldürür, dilerse ehli bağyin tamamen ta-ib olacakları zamana kadar bu esirleri
habs ile iktifa eyler. Hâsılı bu hu-susda ahsen olan cihet iltizam edilir,
yoksa havai nefse tâbi olarak intikam ve teşeffü sadr maksadiyle hareket
edilmez.
Kendisine iltica ve
kendisinden kuvvet kesb edecekle"! bir cemiyet-den mahrum olan esirler ise
Öldürülmezler.
540 - :
Harbîlerden katli caiz olmayan eşhasın, ehli bağyden do katü
caiz değildir. Binaenaleyh bağîlerin arasında bulunan çocuklar, mecnunlar,
kadınlar, şeyhi fanî denilen ihtiyarlar kati edilmezler. Meğer ki harbe İştirakleri halinde,kati edilmiş
olsunlar.
Harbe bilfi'l iştirak
etmiş olan kadınlar ile ihtiyarlar, esir düşdüklc-ri takdirde de kati
edilebilirler. Zira bunlar bilfi'l muharib bulunmuşlardır. Bedayî.
541 - :
Bağîlerin zürriyetini çocuklariyle kadınlarını seby etmek, yani: esir ederek köle ve cariye
ittihaz eylemek caiz değildir. Çünkü bunlar müslümandırlar. Islâmiyyet ise
ibtidaen İstirkaka manidir.
Fakat ehli adi,
bağilerin kendilerinden istifade ederek birlikde harb
etdikleri gayri müslim bir hükümet
kuvvetlerine galebe çaldıkları takdir de bunların efradını seby edebilirler.
Çünkü bağîlerin bu istianesi, bu harbîler hakkında bir eman teşkil etmez ki,
ehli adlin buna riayeti lâ?;ım, gelsin. Belki bu harbîler, dari İslama mukatil
olarak girmiş olduklarından elde edilince haklarında harbî ahkâmı carî olur.
Ehli zimmet ise bundan
müstesnadır: Şöyle ki: bağîlere iltihak ile. ehli adle karşı harbe cüret eden
zimmîler, bu hareketleriyle nakzı ahd etmiş sayılmazlar. Bağîler, bu isyanları
sebebiyle imanlarını nâkz etmiş olmadıkları gibi bunlara munzam olan zimmîler
de muamelâta müteallik olan islâm ahkâmını iltizam etmiş olmakdan çıkmış
sayılmazlar. Binaenaleyh bu zimmîler hakkında harbî ahkâmı cari olmayıb
bağSler hakkındaki hükümler carî olur. Mebsutı Serahsî.
«(Hanbelîlere göre
ise'bağîler ile birlikde harbe iştirak eden zimmîler ile sair muahid harbîler,
bu hareketleriyle nakzı ahd etmiş olurlar. Binaenaleyh haklarında harbî
muamelesi yapılır. Meğer ki bir şüphe iddiasında bulunsunlar. Meselâ:
bağîlerde müslüman oldukları cihetle onların davetlerine icabetin lüzumuna
kani bulunmuş olduklarım veya onları ehli adiden sandıkları veya haklarında
ikrah vuku bulduğunu der-meyan etsinler. Bu halde bu iddiaları kabul edilir.
Maahaza bunların mal ve cana aid itlaf etdikleri şeyleri tazmin etmeleri lâzım
gelir. Çünkü bunların bu hareketleri, bir şer'î te'vile müsıtenid değildir.
Keşşafülluna.)
542 - : Ehli bağyin kendileriyle müsaleha yapmış
oldukları bir kavm ile ehli adlin muharebeye kıyam etmesi caiz değildir.
Çünkü rae-nea sahibi olan her hangi bir müslimin verdiği eman, yaptığı muahede
bütün müslümanlarca mutaber ve nafizdir. Hattâ bilâhare, bağiler gadr ederek bu
kavini seby edecek olsalar bunlara ehli adlin iştirak etmesi caiz olmaz.
Mebsutı Serahsî.
« (Hanbelîlere göre
bağîlerin kendilerinden istiane, etdikleri harbîlere verecekleri eman, ehli
adice muteber değildir. Binaenaleyh ehli adi, bunların hakkında yine harbî
muamelesi yapar. Fakat kendilerine eman veren bağîlerin bunlara gadr etmemeleri
lâzım gelir. Keşşafül'kma.)
543 - : Bağîler, bir islâm beldesini tegallüben
zabt etdikleri halde diğer bir kısım bağîler de onlar ile mukatelede bulunarak o beldedeki çoluk çocuğu
seby etmeğe cüret gösterseler ahalinin
bu uğurda o bağîler ile harb etmeleri icab eder.
Çünkü müsİümanlann çocukları, re-ffkaları seby edilemez. Bunları kurtarmak
müslümanlar için bir vecîbedir. Mebsut.
544 - :
Silâhım elinden bırakmıyan bir bagî kalt edilebilir. Fakat: «Ben taib oldum»
diye elindeki silâhını bırakan veya:
«Beni bırakınız, işimi bir düşüneyim, belki tövbe ederim veya tâbi
olurum» diye silâhım atan
bir bağîye artık tecavüz olunamaz, istimanda bulunmuş olur. Böyle bir bağı
amden kati edilse şübhei ibaheye mebni katiline kısas lâzım gelmezse de diyet
lâzım gelif., Mebsut.
545 - : Bağîlerin başları kesilerek âfaka nakl ile teşhir edilmesi kerihdir. Çünkü bu, müsle
sayılır. Müsle ise caiz değildir. Meğer ki düşmanın şevketini kırmaya vesile
olsun. Bedayî.
546 - : Bağîlerden
harb esasında alınacak mallara
gelince : bunlar tevkif edilib bilâhare tövbeleri zuhur edince kendilerine iaed edilir. Bir hacet bulunsa
bile bu mallardan istifade edilmez. Yalnız silâhlariyle binek hayvanları bundan
müstesnadır. Ehli adi lüzum görürse bunlardan harb esasında istifade edebilir.
Harb zaruretiyle ehli adlin bile elindeki silâhlar, hayvanlar âmme menafii hamına
alınabileceği gibi bağîlerin de bu kabil mallar alınabilir. Bunların alınıb
istimali lihacetîn vukubulan bir kısmet demektir. Yoksa temlik ve temellük için
değildir. Bedayî.
« (imam Şafiîye göre
bu kabil mallardan da ehli adlin İstifade etmesi caiz değildir. Çünkü bir
müslümamn rızası olmadıkça malinden kimse istifade edemez. Belki bu mallar
saklanır, kendilerinden emniyyet hâsıl olduğu zaman bağîlere iade edilir.)
547 - :
Bağîlerin canlı malları bir hacete mebni harbde kullanıl-mıyacak ise satılıb
bedelleri sahihlerine âtiyen verilmek üzere hıfz edilir. Çünkü bunlar
nafakaya, bakılmaya muhtaç olduğundan bunların satılması sahihleri için daha
nafidir.
548 - : Ehli
adi ile ehli bağyin, askerleri toplanarak harbîlere kargı birlikde hareket etseler,
ihraz edecekleri ganaime bil'iştirâk müstahik olurlar. Çünkü her iki asker de müslüman olub
dinî izaz için müşterek bir halde harbetmişlerdir. Hattâ bu iki askerden yalnız
biri bu ganaimi elde edecek; olsa yine diğeri ona iştirak eder. Zira bunlar biri
birinin müzahiri bulunmuşdur. Şu kadar var ki, bu ganaimin ayrıca beşde birini
yalnız ehli adlin alması lâzım gelir. Çünkü bunu mahalli mahsusuna, sarf edecek
olan, ancak ehli adidir. Mebsut.
549 - : Ehli adlin maktulleri hakkında şehid muamelesi yapılır. Çünkü bunlar harbde zulmen
kati edilmişlerdir. Binaenaleyh gasl edilmeksizin üzerlerine namaz kılımb
kefene elverişli libaslariyle defn olunurlar.
Bağîlerin maktulleri'
ise üzerlerine namaz kılınmak sızın bâdelgasl tekfin ve defn olunurlar. Bedayî.
Diğer bir kavle göre gasl de edilmezler. Çünkü onların gasl edilmeleri,
üzerlerine namaz kılınması onlara kargı bir nevi müvalâtdır. Âdil olan ise ehli
bağye müvalâtdan memnudur. Hasen ibni Ziyad'a göre bu, onların cemaatleri
berdevam olduğuna göredir. Onların cemaatleri kalmayınca âdil olan, onlardan
karibinı gasl ederek üzerine namaz kılabilir, bunda beis yokdur. Mebsut.
«(Hanbclîlere göre
bağîlerden kati olunanlar, hem gasl ve tekfin olunurlar, hem de üzerlerine
namaz kılınır. Çünkü bağy-sebebiyle dairei imlâmdan çıkmış olmazlar. Hattâ
bağîler, ehli bid'atden olmadıkları takdirde fâsik bile sayılmazlar. Belki
te'vülerinde muhtî sayılırlar. Binaenaleyh
başkaları hakkında şahadetleri
de makbul olur.
Ehli adiden şehid
düşenler ise gaal edilmeksizin üzerlerine namaz kılımrve çizmeleri, harb
takınılan çıkarıldıkdan sonra şehid düşdükleri libasları yle defn olunurlar.
KeşşafiU'kına, Elmuğnî.) [99]
550 - :
Menea sahibi olan bir bağî, harb halinde
ehli adiden ve kendi kariblerinden
birini öldürecek olsa bakılır: Eğer
veliyyuTemre karşı isyanında muhik olduğuna musirran kani ise o maktule
varis olabilir. Fakat muhik olduğuna kani olmayıb hareketinin butlanına kail
ise varis olamaz. Çünkü bu takdirde şübhei te'vil bulunmayıb vaki olan katlin
gayri meşru olduğu tahtı itirafında bulunmuş olur.
Bu mesele, îmanu Âzam
ile İmam Muhammed'e göredir. İmam Ebu Yûsüf'e göre her iki vecîhde de' bağî,
vâris olamaz. Zira onun te'vili, fâsiddir. Şu kadar var ki, meneası mevcud
olduğu takdirde bu te'vil, hakkı defi hususunda sahih bir te'vil mesabesinde
sayılır, istihkak hususunda sayılmaz. Binaenaleyh bu te'vil, mirasa istihkakı
hususunda muteber olmaz. Bedayi.
«(imam Şafiînin
içtihadı da bu merkezdedir. Maamafih İmam Şa-fiîye göre âdil de bâğîye vâris
olamaz. Çünkü katil bulunmuşdur. Zey-lel.)
İmamı Âzam ile İmam
Muhammede gelince: bunlara göre bağînin te'vili, hem hakkı defi, hem de
istihkak hususunda muteberdir. Bir ker-re caninin mirasa istihkakı, karabet
sebebiyledir, bu ise mevcuddur. Şu kadar var ki, haksız yere yapılan kati,
mirasa istihkaka bir mania teşkil elmekdedir. Bağînin menoası mevcud olduğu
halde istihlâl te'viliyle katle mübaşeret etmiş olması ise bu maniayı bertaraf
etmekde, miras-dan mahrumiyeti defi hususunda muteber bulunmakdadır.
Bir de bir şahıs
hakkında bir kısım ahkâmın cereyanı için ya iltizam veya ilzam bulunmalıdır.
Bağî hakkında ise bir kere iltizam mevcud değildir. Çünkü o kendisince meşru
olan bir tc'vile binaen bu katlin rnübah olduğuna kail bulunmuş, bunun
hürmetini iltizam etmemişdir. Sonra ilzam da mevcud değildir. Zira mcncası
mevcud olub üzerinde ve-liyyüremrin velayeti .gayri caıî bulunmuşdur.
551 - : Ehli adiden biri harb veya harbe tehayyüz
halinde bulunan bir bağîyi kati veya onun bir malini itlaf etse üzerine zaman
lâzım gelmez. Çünkü bağînin
isyanına binaen şahsının ve malinin ismeti sakıt olmugdur. Bu halde katil,
aralarında karabet mevcut ise maktul olan bağîye vâris olabilir. Zira bu
maktulün ismeti nefsi sakıt olduğu cihetle katli haksız yere vuku bulmuş
değildir.
Fakat bağînin harb
haricinde itlaf edilen emvali tazmin edilir. Çünkü bu emval, bu halde haizi
ismet bulunur. Hidaye, ReddüTmuhtîir.
552 - : Ematı ile dari ad!e dahil olan bir bağîyi
ehli adiden bin amden öldürse diyet itasiyle mahkûm olur. Fakat bu katiden
dolay; ki-sas lâzım gelmez. Çünkü bu bağî hakkında bir şübhei ibahe mevcuddur.
Kısas gibi cezalar ise şübhe ile sakıt olur.
553 - : Ehli
adi, bağîler tarafında olub da kendilerine karşı ceb-he almış, bulunan
babalarım, kardeşlerini vesair zî rahm olan mahremlerini bizzat Öldürmezler.
Böyle bir hareket, karabete münafi olduğundan dinen kerîhdir. Bunların
tenkilini başkalarına havale etmeleri icab eder. Meğer ki müdafaai nefs
zarureti tahakkuk etsin. Maahaza böyle
bir hareket, zamanı, ve irsden mahrumiyeti icab etmez. Reddül'muhtar
554 - : Ehli
adiden bir şahıs, bağîler arasında bulunub da hart esnasında ehli adiden biri
tarafından kati edilse vârisleri diyete müsta hik olmazlar. Çünkü o şahıs,
bağiler arasında bulunmakla kendi kanın heder etmişdir.
565 - : Bir
bağî, kendisi gibi bir bağîyi Öldürdükden sonra bağî ler üzerine galebe
edilecek olsa veliyyül'emr, katil hakkında kısas ile, di yet ile hükm etmez.
Çünkü bağî, mübahüddemdir. Cinayet de veliyyül emrin velâyeü dairesinden
haricde vuku bulmuşdur. Hidaye, Zeyleî.
«(Eimmei selâseye göre
hâdisede kati, amden vuku bulmuş ise ka til de kısasen kati edilir.)
556 - :
Bağîlerin tegallüben idareleri dairesine aldıkları bir islâr beldesi
ahalisinden biri, bu esnada diğer birini amden öldürdükden sor ra o belde
veliyyüTemr tarafından istirdad edilse bakılır. Eğer ahali; hakkında bağîlerin
hükmü henüz cereyan etmeden' istirdad edilmiş is katil hakkında kısas icra
edilir. Ve eğer bağîlerin hükmü cereyan el dikden sonra istirdad edilmiş olursa
kısas icra edilmez. Çünkü bu tat dirde veiiyyüTemrin o belde ahal?si hakkında velayeti münkati bului muş olur. Zeyleî.
557 - :
Bağîler, henüz tahayyüz ve huruç etmeden evvel veya cı miyetleri
dağıldıkdan sonra itlaf etdikleri
malları, akıtdıkları kanla
tazmin ile mükellef olurlar. Çünkü bunlar, bu halde meneadan mahrur. sair
nıüslümanlar gibi dari adi ahalisinden madud bulunurlar.
558 - :
Menea sahibi olanbir bağî, harb halinde ehli adiden bir nin bir malini itlaf
etse bunu zamin olmaz. Çünkü menea mevcud olu ca iki taraf beyninde velayet,
münkati bulunmuş olur. Bu halde isüf
mmpfiy.7.ir
nlrlnpi3nrifl.n bu hakkın vücubı zamanı bir şey'i müf. Maahaza
bir te'vile mebni müslümanlar arasında vuku bulacak bir harb esnasında itlaf
edilen şeylerin, iraka edilen kanların bilâhare tazmin edilmemesi hususunda
sahabei kiramın bir icmaı vardır. Bedayî, Zeyle.
«(İmam"Mâlik ile
tmam Şafiînin kavli ceddine ve Ahmed ibni Han-beldenbir rivayete göre de bu
halde zaman lâzım gelmez. Itlâf edilen şeyleri tazmine kalkışmak, müslümanların
arasında zuhur etmiş olan harbin devamına, sulh ve-salâhın teehhürüne sebebiyet
vereceği cihetle muvafık olamaz.
Fakat îmam Şafiînin
kavli kadîmine ve îmam Ahmedden diğer bir rivayete nazaran bağî, bir canidir.
Onun hakkında meneanın vücudu, ademi vücudu müsavidir. Onun isyanı, hakkında
tahfifi değil, tağlizi müstelzim bulunur. Binaenaleyh itlaf ettiği şeyi
bilâhare tazmin etmesi lâzım gelir. Bedayî, Elmizanürkübra.)
tmam Şafiînin bu
beyanatı, diyanet noktai nazarındanpek muva-fıkdir, eimmei' Hanefiyye de buna
kaildir. Fakat kaza itibariyle carî olan muamele, bunun hilâfınadır. [100]
559 -: Bağîlerin
istilâ edecekleri beldeler ahalisinden toplayacakları zekâtları, örsleri,
harçları bilâhare o beldeleri istirdad eden ve-liyyül'emr, tekrar istifa
edemez. Çünkü veliyyül'emı*, bu vergilere istihkakı, o ahaliyi himaye etmesi
mukabilindedir. İstilâ halinde ise bîr himaye mevcud değildir. Şu kadar var
ki, o ahalinin zekâtlarını tekrar vermeleri evlâdır. Zira zahiri hâle nazaran
bağîler, toplayacakları zekâtları pek de mahalline sarfetmezler.
öşr ise fakirlere
aiddir. BağSler, fakir iseler bu zekât, mahalline sarf edilmiş demek olur.
Haraca gelince: bunun
masrafı da harbîlere karşı cihadda bulunacak olan müslümanlardır. Bağîler ise
müslümanolub ledel'icab harbîlere karşı cihadda bulunabilecekleri cihetle
alacakları haraç, mahalline masruf olmuş sayılır.
Fakat müstakbele aid
bu kabil vergileri yine veliyyüTemr, istifaya bağlar. Çünkü bağîleri tenkil
edince velayeti zahir olub o beldeler ahalisini tekrar himayesi altına almış
bulunur. Hidaye, Bedayî. [101]
560 - :
Bağîlerin tayin etdikleri kadılar, ehli adlin mezhebi üzerine hüküm verdikleri
takdirde hükümleri tenfiz olunur. Çünkü bunları nakzda faide yokdur. Bilâhare
yine ayni veçhile hüküm verilecekdir.
îslâm müctehidlerinden herhangi
birinin kavline mutabık olarak
Verecekleri hüküm
nafizdir. Bu ictihad, diğer bir ictihad ile nakz edilemez.
Fakat bunların
verecekleri hükümler, ne ehli adlin mezhebine ne de diğer muteber mezahibi
ictihadiyyeye tevafuk etmediği takdirde ehli adi tarafından tenfiz edilemez.
561 - :
Bağîlerin kadıları, ehli adlin kadılarına bir husus hakkında bir vesika yazıb
gönderdikleri takdirde bakılır: eğer kendileri âdil ve hâdisede iki âdil
şahidin şahadetiyle hükm edildiği malûm bulunursa bu vesika, kabul ve infaz
edilir ve illâ edilmez. Bedayî, Fethül'kadîf.
«(Hanbelîlere göre de
bagilerin hâkimleri tarafından verilen hükümler, kitab ile sünneti sahihamn
naşsma ve icma gibi edillei şer'iyye-ye muhalif olmadıkça sair hâkimlerin
hükümleri gibi nakz edilemez. Çünkü bunlar, ehli te'vildir, şer'i şerifde
kendisine mesağ bulunan bir te'vil ise kailinin fışkını icab etmez. Binaenaleyh
bunlar, fürua aid ahkâmı fıkhiyyeden birinde muhtî olan fukahaya müşabih
bulunmuş olurlar. Mezhebi Şafiî de bu merkezdedir.
Kezalik: bagilerin
kadılarından biri, bir husus hakkında ehli adlin kadılarından birine bir vesika
yazıb gönderse bunun kabulü ve mukteza-siyle amel edilmesi, caizdir. Elverir ki
bunu gönderen kadı, kazaya ehl olsun.
Şu kadar var ki,
bagilerin gururunu kırmak için bu gibi vesikaların kablel'hükm reddedilmesi
evlâdır. Keşşafül'kma') [102]
İÇİNDEKİLER:
Zimmetin mahiyyetİ, rüknü ve nevileri. Akdi zimmetin şartları. Ehli zimmetin
ikametgâh ve vergi itibariyle aksamı. Akdi zimmetin hükmü, ehli zimmetin
riayet etmekle mükellef oldukları bazı hususlar. Zimmeti işkal edib etmeyen
haller.
Istimânın mahiyeti,
müste*minlerin aksamı. Müslim olan müştekinin ler. Ziınmİ olan müste'minler.
Harbî olan müste'minler. Müste'min-lerüı zimmeti kabul etmeleri. Müste'minlere
yapılaeak yardunlar. Müste'-minlerin yapacakları cinayetler. Müste'minlerîn
casuslukda bulunmaları. Müste' minlerin ak idleri, malları ve terekeleri
hakkında yapılacak muameleler. [103]
562 - : Lûgatde ahd, eman, zeman, hak mânâlarına
gelen zimmet tâbiri, ahd ve emana, zamana kabiliyetli olan mahal mânasında da
müstameldir. «Fülân kimse şu mukaveleyi
zimmetine almış» denilmesi, bu istimale göredir.
Kezalik: «Fülânın
zimmetinde şu kadar ma.Üûbum vardır» denilir ki, onun zemanında şu kadar
alacağım vardır, mânasındadır.
İlmi hukukda zimmet
ile mükellef olan nefs, rakabe, şahsiyyeti hu-kukiyye kasd edilir. «Beraeti
zimmet asidir» denilir ki, şahsın beraeti asidir, mânasını ifade eder. «İnsanın
zimmetine şu vecibe teveccüh eder» denilir ki, zatına, rakabesine teveccüh
eder, demekdir.
Usuliyyuna göre
zimmet, insanlara mahsus manevî bir vasıf dır ki, her insan bu sayede lehine ve
aleyhine olarak bir kısım haklara, vazifelere ahi olur.
İnsanlar, emanete,
ifai vezaife mahal oldukları için «zimmet» denilen bir ehliyyeti hukukiyyeye
mâlik bulunmuşlardır. Bu sayededir ki, her insan için hürriyet, mâlikiyyet,
ismet, yani: şajısî masuniyet haklan sabit olur.
563 - : Akdi
zimmete gelince bu da esasen harbî bulunan bir şahsın veya bir cemaatin islâm
ahd ve emanını, yani: tâbiiyetini kabul etmeşinden ibaretdir.
Akdi zimmetin riiknü
İse kabuli zimmeti müş'ir bir lâfz veya bir fİ'ldir. Bu cihetle akdi zimmet,
iki nevidir.
(1) :
Sarahaten akdi zimmetdir ki, kabuii zimmeti sarahaten ifade eden bir lâfız istimaliyle
olur. «Ben müslümanların ahd ve em anına
girdim» demek gibi.
(2) :
Delâleten akdi zimmetdir ki, zimmeti kabule delâlet eden bir fi'l ve hareket
ile vücude gelir. Dari islâmdan çıkması veya zimmeti kabul etmesi kendisine
teklif edilen birmüste'minin dari islâmda bir sene daha ikamet etmesi gibi kî
bu ikamet, zimmeti kabulüne delildir.
Kezalik: bir
müsle'min, dari islâmda arazü haraciyyeden. bir yeri satın ahb da üzerine haraç
vaz edilse zimmî olmuş olur. Çünkü bu haraç, dari islâmda ikamet
halinemuhtasdır. Muste'min haracı kabul edince dari islâm ahalisinden olmayı
kabul etmiş, binaenaleyh zimmî olmuştur. Fakat daha haraç vereceği vakit
gelmeden o yeri satsa zimmî olmamış olur. Bedayi.
564 - :
Sarahaten veya delâleten islâm tabiiyetini ihraz eden gayri müslimlere
«ehli zimmet» denilmiştir. Çünkü
bunlar bu tabiiyetle müslümanların zimmetine, yani: ahd
ve emanına girmiş, bir kısım haklara mâlik olmuş olurlar.
îşte böylece islâm
zimmetini, ahd ve emanını haiz olan gayri müs-lim bir erkeğe «zimmî», gayri
müsîim bir kadına da «zimmiyye» denilir. [104]
565 - :
Zimmet akdinin müebbed olması şartdır. Binaenaleyh bir vakit ile mukayyet olan
akdi zimmet, sahih olmaz. Çünkü
zimmet, bir müebbed emandır. Akdi zimmet, mal ve canın masuniyeti hususunda
akdi islâmiyetin bir halefi mesabesindedir. Islâmiyeti kabul, ancak müebbed
surette sahih olduğu gibi akdi zimmet de böyle müebbed olduğu takdirde muteber
olur.
566 - :
Zimmet akdinde bulunacak olanların irtidad erbabından olmamaları şarttır. Çünkü
irtidad erbabı, zahiri hale nazaran islâmiyetin mehasin ve fezailim bildikten
sonra dini islâmdan dönmüş kimselerdir. Artık kendileriyle akdi zimmetde
bulunmak da faidesizdir. Böyle bir akid, kendilerinin islâmiyeti kabul
etmelerine vesile olamaz. Binaenaleyh onların haklarında yapılacak muamele,
kendilerinin işlâmiyyete rücu ile harb beyninde muhayyer bırakılmalarıdır.
567 - : Akdi
zimmetin dari islâmda yapılması tecviz edilmeyen bir şeye talik edilmemesi
şarttır.
Binaenaleyh gayri
müslim bir hükümdar, memleketi ahalisi hakkında kati ve salb gibi istediği
muamelâtda bulunmak şarüyle akdi zimmetde bulunmak istese
buna muvafakat edilemez.
Çünkü men'i kabil olan
bir zulmün yapılmasına müsaade etmek,
islâmiyetde memnudur Bununla beraber zimmî, muamelâta raci hususlarda islâm
ahkâmım ii-tizam etmiş olan şahıs demekdir. Dari islâmda yapılması caiz olmayan
,bu gibi fi'Ueri irtikâb edecek olan bir şahıs ise islâm ahkâmını iltizam
etmemiş olur.
568 - : Akdi zimmete talib olan kimselerin Arab
müşriklerinden olmamaları gartdır.
Ehli kitab olanlar,
zimmete kabul edilebileceği gibi mecûsîler de ehli kitaba mülhak sayıldıklarından
zimmete kabul edilebilirler. Bunlar, gerek Arab ırkına mensub olsunlar ve
gerek olmasınlar.
Mecûsîler, Arab
kavminden de olsalar cizyeleri kabul olunur. Bu, onların hakkında istisnaî bir
muamele demekdir. Çünkü sair Arab müşriklerinden cizye kabul edilmez. Bedayî.
Vergiler mebhasine müracaat!.
569 - :
Başka ırklara mensub
müşriklere, putperestlere gelince bunların zimmete kabul edilmeleir
caizdir,
Arab müşrikleriyle
sair kavmlere mensup müşrikler arasında böyle bir fark gözetilmesindeki hikmet
ise şundan İbaretdir: «Bir kısım gayri müslimlerin zimmete kabulü,
kendilerinden yalnız cizye ahnmasiyle iktifa edilmesi, onlardan alınacak böyle
bir vergiye rağbet ve tama'dan dolayı değildir. Belki onları islâmiyete davet,
islâm camiasına celb maksadına müsteniddir. Tâ ki bu akdi zimmet sayesinde
müslümanlar ile ih-tilât ederek islâmiyyetin mehasinini, aklen memduh ve
müstahsen olan ahkâmını görüb düşünsünler, dini islâmm, akıl ve hikmetin iktiza
ve kabul ettiği esaslar üzerine müesses olduğunu müşahede etsinler de bu hal,
kendilerini islâmiyyete saik olsun. Bu maksad ise Arab müşrikleriyle akd
edilecek bir zimmet ile husule gelmez. Çünkü onlar, sırf taklid ehlidirler.
Onlar, yalnız âdete, cahilane bir an'ane.ve düşkündürler. Onlar, cahiliyet
âdetlerinden, babalarım taklidden başka bir şey bilmez, düşünmezler. Belki
onlar, Allah Tealâ'dan başkasına sırf mecnunâne ve mas-haracasına bir tarzda
tapar dururlar. Onlar, islâmiyyetin mehasinini, ahkâmının ulviyyetini teemmül
ve tefekkür ile iştigal etmezler ki bu hal, kendilerini islâm camiasına sevk
etsin.
Binaenaleyh onlara
karşı yapılacak muamelede islâmiyyeti kabul etmedikleri takdirde kuvvet
istimalinden başka değildir. Bedayî, Bahri Raik.
Maahaza islâmiyyet, en
evvel onların kendi muhitlerinde zuhura gelmiş, feyzini ilk evvel o muhitte
neşre başlamış Kur'anı mübîn, onların lisanı üzere nazil olmuş ve bu cihetle
onların hakkında mucizeler daha zahir bulunmuş olduğundan artık o muhitdeki
müşriklerin islâmiyyete karşı husumetkârâne bir vaziyetde devam etmeleri için
kendilerini zahiren olsun mazur gösterebilecek bir cihet yokdur. Binaenaleyh
onların haklarında başka türlü muameleye lüzum kal m armadır.
570 - : Arab
ırkına mensub olub «Sâbiunû
adını alan taifenin zimmete kabuliyle kendilerinden cizye alınıb
alınamaması hususunda ihtilâf vardır, imamı Âzam'a göre bunlar, 2ebûr kitabını
okur, ehli kitab-dan bir cemaat oldukları cihetle zimmete kabul
edilebilirler. îmameyne göre bunlar,
yıldızlara taparlar. Bu cihetle abedei evsan hükmündedir-ler. Binaenaleyh
Arabdan başka bir kavme mensub oldukları
takdirde zimmete kabul ile kendilerinden cizye istifa olunabilir. Fakat
Arab kavmine mensub olunca buna cevaz yokdur. Bedayi.
Rivayete nazaran
«Sâbie» denilen kavm, vaktiyle Nuh aleyhisselâ-mın dinine tâbi imişler.
Maamafih bir dinden diğer bir dine dönen her şahsa da «Sâbiî» denildiği
kaydedilmekdedir. Cem'i «Sâbiûn» dur.
«(îmam Mâlike göre
Arab müşriklerinden zimmetin, cizyenin kabul edilmemesi, alel'itlâk değildir.
Belki bu memnuiyet, yalnız Kureyş kabilesine mensub olan müşriklere
mahsusdur.)
(İmam Şafiîye ve imam
Ahmedden olan iki rivayetin ezherine göre mutlaka abedei evsandan cizye kabul
edilemez. Bunlar, gerek Arab ırkına mensub olsunlar ve gerek olmasınlar. İmam
Şafiîye göre Sâbiî-lerden ve «Sâmire» denilen taifeden cizye kabul edilir.
Muhtasarı Mü-zenî, Elmuğnl) [105]
571 - :
Ehli zimmet, ikametgâh itibariyle dört kısma ayrılırlar:
(1) : Dari
islâmda müslümanlar ile muhtelit bir halde ikamet eden. ehli zimmetdir.
Bunların şahıslarından usulü dairesinde cizye namiyle bir vergi alınacağı gibi
kendilerine temlik edilen araziden de haraç namiyle bir vergi alınır.
VeliyyüFemr tarafından
şehir ittihaz edilen bir yerde zimmîlerin gidib ikamet etmelerine mümaneat
olunamaz. Fakat müslümanlara aid mahallelerde islâm cemaatinin azalmasını
müstelzim olacak kesif bir suretde oturmalarına müsaade edilmesi de münasib
görülemez. Bu halde kendileri iğin hususî mahalleler tahsis edilmesi lâzım
gelir.
(2) : İslâm
mücahidleri tarafından anveten
feth edilen bir belde ahalisinden
olub o beldede ikametlerine veliyyül'emr tarafından müsaade olunan ehli zimmetdir. Bunların da
şahıslarından cizye, arazilerinden
haraç alınır.
(3) : İslâm
hükümeti tarafından sulhen feth olunan bir belde ahalisinden olub o beldede
sulh mucebince ikametlerine müsaade olunan ehli zimmetdir. Bunlardan ve
bunların arazisinden cizye ve haraç namiyle alınacak vergiler, sulh şartlarına
göre teayyün eder.
Meselâ: Bu beldedeki
zengin, fakir ve orta halli eşhasdan her biri, haline göre ya muayyen bir inik
dar cizye vermekle mükellef olur veya heyeti
mecmuası namına mikdarı muayyen, toptan bir cizye istifa edilir. İslâm
hukukunda vergiler mebhasine'müracaat!.
(4) : islâm
ordusu tarafından feth olunan bir beldede haricden celb edilerek iskân
etdirilen ehli zimmetdir. Bunlardan cizye ve haraç namiyle vergi alınır.
Bu gibi bir belde
islâm hükümetinin himayesi ve hâKimiyetİ altıda bulunacağından bu da dari
İslama mülhak olub «dari eman» adını alır. Şerhi Siyari Kebîr, Mebsut, Bedayî. [106]
572 - :
Zimmet, bir nıüebbed eman olduğundan zimmeti kabul eden bir gayri müslim,
hilâfına hareket etmedikçe daima müslümanla-rın ahd ve emanında bulunur,
müalümanlarm lehine ve aleyhine olarak tatbik edilen bir kısım
dünyevî'hükümler, onun da lehine ve aleyhine olarak tatbik edilir. Dari islâmda
bir müslimin malı, canı, namusu ne derecelerde masun ise onun da mali, canı,
namusu o veçhile siyanet altında bulunur.
Binaenaleyh akdi
zimmetin hükmü, malın ve can ile namusun ismetinden ibaretdir. Bu esas üzerine
terettüb eden hükümlerden bir kısmı, aşağıdaki meselelerde mezkurdur.
573 - :
Gayri müslim bir hükümdar, müslümanİarın zimmetini kabul edecek olsa memlûkleri
üzerinde mâlikiyet hakkı, kemakân baki kalır. Nitekim islâmiyyeti kabul ettiği
takdirde de bu mâlikiyyeti mahfuz bulunur. Hattâ memlûkleri bilâhare
islâmiyyeti kabul etseler de yine o hükümdarın bunlar üzerindeki hakkı
mâlikiyyeti zail olmaz. Çünkü bu memlûklerin islâmiyyeti kabul etmeleri,
mâliklerinin hakkı mülkünü iptale sebeb olamaz.
Şâyed bu memlûkler,
bir düşman tarafından esir edilib muahharan islâm mücahidleri tarafından
istirdad edilecek olsalar kablelkısme mâliklerine meccanen reddedilirler.
Kısmet vuku bulduğu takdirde de, mâlikleri bunları kıymetleriyle alabilir.
Zira ehli zimmetin hukukuna riayet, onlara müteveccih zulüm ve adaveti def,
müslümanlar için bir vecibe olduğundan bunun hilâfına hareket olunamaz.
574 - :
islâm hükümeti, müslümanları
siyanet etmekle mükellef olduğu gibi ehli zimmeti de siyanet etmekle
mükellefdir.
Binaenaleyh islâm
mücahidleıi, harbîler tarafından esir edilmiş bulunan zimmîlere tesadüf
etseler, onları mümkün olduğu takdirde kurtarmakla mükellef olurlar. Bu,
müslümanlar için bir vecibedir.
Ehli zimmetin düşman
eline düşen mallarını kurtarmak hususunda da hüküm böyledir.
575 - : Dari
islâmda ehli zimmetden herhangi bir şahsı
haksız yere kati eden kimse hakkında katlin mahiyyetine göre kısas veya
sair cezalar 'tatbik
edilir. Katil, gerek müslim, gerek zirnmî veya müste'min olsun.
576 - :
İslâm ordusunun dari harbden ahz ile dari İslama çıkardığı esirler, ehli
zimmete satılabilir. Çünkü dari İslama çıkarılan gayri müslim esirler, zimmî
mesabesindedirler. Zimmi olan kölelerin, cariyelerin zimmîlere satılması ise
caizdir.
Fakat ebeveyninden hiç
biri yanında bulunmaksızın seby edilen çocuklar, dari İslama tebeiyyetle
müslim sayıldıklarından bunlar, ehli zimmete satılmazlar. Maahaza satılacak
olsa bey, nafiz olur. Şu kadar var ki. bu halde zimnûlerin bunları tekrar
müslümanlara satmaları lâzım gelir.
577 - : Ehli
zimmetin bulundukları yerlerde kadîmden beri mev-cud olan kenîselerine,
bîalerine, sevmealerine, aüşk edelerine taarruz olunamaz. Bunlar, münhdim veya harab olunca vaz'ı
kadîmleri üzere yeniden bina veya tamir edilmelerine mümaneat olunmaz.
Fakat zimmüer, dari
islâmda yeniden kenîseler, bîaler, sevmealar, ateşkedeier ihdas edemezler. Ve
kadîmen mevcud olanların yerlerim de değiştiremezler. Veliyyüremrin gördüğü
lüzuma mebni hedm edilmiş olan kadim
kenîseler vesaire dahi yeniden ihdas edilemez.
Burada kadimden
maksad, bu mabedlerin bulundukları beldelerde müsîümanların fethinden ve
zimmîlerin o beldelerde ikamet etmeleri üzere müsaleha vukuundan mukaddem
mevcud olmaları demekdir.
578 - : Ehli zimmetin
bir karyede veya bîr şehir haricinde mâ-bedleri bulunduğu halde bir çok
evler yapılmakla o karye bir şehir haline gelse veya o şehir haricinde-yapılan
binalar şehre kadar ittisal peyda ederek şehrin bir mahallesi gibi olsa o
mâbedler - sahih olan kavle nazaran -
hali üzere bırakılır, hedmleri cihetine gidilmez.
579 - :
islâm mücahidleri tarafından feth edilen bir belde ahalisi, veliyyül'emr
canibinden zimmete rabt edilerek o beldede ikametlerine müsaade olunsa onlar,
o beldede kenîseler yapmakdan ve şarab, hınzır gibi şeyleri alenî surette
satmakdan menedilmezler. Çünkü bu gibi gayri müslimlik şiarını kendi
yurdlannda izhar etmiş olurlar.
Fakat gayri
müslimlerden bir taife, kendi arzulariyle islâm hükümetine müracaat ederek
,sulh yolivle zimmeti kabul ve haklarında islam ahkâmının cereyanını taleb
ctdikleri takdirde beldeleri islâm beldeleri hükmünde olur. Binaenaleyh
oralarda kadîm mâbedlerine müdahale edilemezse de yeniden mâbedler yapmalarına
müsaade olunamaz.
580 - : Bir
islâm beldesinde vaki bir kenîse hakkında müslümanlar ile zimmiler arasında
ihtilâf zuhur cdib de müslümanlar, o beldenin arıveten feth edilmiş olmasına
mebni bu kenîsenin ibkası caiz olmadığını, zimmîler de sulh voliyle feth
edilib kenîsenin ehli zimmet elinde bırakilmış olduğunu iddia etmekle beraber
tekadümi zamane binaen o beî-denin ne veçhile foth edildiğine dair bir eser
bulunmasa yoz, maalyemîn zimmilerin ulur. Çünkü konîseye zilyed
bulunmaktadırlar.
Hattâ o beldenin
sulhen feth edildiğine dair bir eser bulunduğu gibi anveten feth edildiğine
aid de bir eser mevcud olsa söz, yine zimmî-lerin olur. Zira bu eserler,
mütearızdır.
Fakat bir takım
kimseler, o beldenin sulh ile elde edildiğine, diğer bir takım kimseler de
anveten feth edildiğine dair olan kadîm şahidle-ı-uı şahadetlerine şahadet de
bulunacak olsalar anveten feth hakkındaki .şahadet tercih olunur. Çünkü söz,
zilyedin olduğundan beyyine harice teveccüh eder.
581 - :
Ceziretüİ'arabda ne kenîseler, bîalar, sevmealar, deyrler ibka edilir, ne de
bunların yemden yapılmasına müsaade olunur. Çünkü gayrı müslimlerin
Ceziretüİ'arabda tevattun etmeleri tecviz edilmediğinden mâbed yapmalarına
mahal yokdur.
582 - : Ehli
zimmet, muamelât hususunda müslümanların hukukuna mâlikdirler.
Binaenaleyh
müslümanlar için kendi mülklerinde yapmaları caiz olan her şey, ehli zimmet
için de caizdir. Şu kadar var ki, yapacakları binaları komşularını ziyadan,
havadan mahrum bırakacak derecede yük-seltemezler. Komşularına bu veçhile zarar
vermeleri, memnudur.
583 - :
Zimmîler ile harbî veya müste'min olan
gayri müslimler arasında veraset carî
olmaz.
Binaenaleyh bir
müste'min, dari islâmda bir zimmiye ile evlenib de çocukları dünyaya geldikten
sonra henüz zimmete girmeden ölecek olsa ne zevcesi, ne de çocukları kendisine
vâris olamazlar. Aksi de böyledir. Çünkü ihtilâfı dar, verasete manidir.
Bedayî, Hindiyye, Bahri Râ-ık, Reddi
Muhtar. [107]
584 - :
Ehli zimmet, müslümanların hukukuna riayet ve
indel icab kendilerine muavenet etmekle mütekabilen mükellef oldukları
gibi müslümanlara karşı hürmeti muhil olan hareketlerden ictinab etmekle de
mükeliefdirler.
585 - : Ehli
zimmet, cizyelerini götürüp kendi elleriyle ve kema-İi inkiyad ile beytülmale
tediye etmekle nıükeilefdirler. Bu, İmamı Azama göredir. İmam Ebu Yûsuf
ileîmam Muhammedin ictihadlarına göre bir zimmî, mükellef olduğu cizyeyi naibi
vasıtasiyle de tediye edebilir. Bir maslahat görüldüğü takdirde
îmameynin içtihadları
düsturül'ame: ittihaz edilir.
586 - : Ehli
zimmet, müslümanlarca dinen memnu olduğu gibi kendi itikatlarınca da memnu
bulunan şeyleri dari islâmda irtikâb edemeyecekleri gibi kendilerine mahsus
olan beldelerde de irtikâb etmemekle mükellefdirler. Zina vesair fevahiş hu.
cümledendir.
587 - :
Ehli zimmet, müslümanlar ile beraber muhtelit bir
ha! de bulundukları yerlerde islâm şeairine muhalif olan şeyleri izhar
ve ilnn etmemekle mükellefdirler. Velev ki o şeyler, kendi aralarında caiz bu-lunsun. Zevatı meharim ile
nikâh gibi. Bu esas üzerine
aşağıdaki gibi bir kısım meseleler teferru
588 - :
Zimmîler, ikamet etdikleri islâm
beldelerinde garab gibi hınzır gibi şeyleri izhar etmekden,
bunları alenen alıb satmakdan memnudurlar. Çünkü bunlar kendilerince mubah
olsa da müslümanlarca. Bu hususda. ehli islâmın şeairine riayet etmeleri icab
eder.
589 - : Bir
zimmî bir islâm beldesine alenî
suretde şarab veya lımzir celb etdiği takdirde bakılır :
eğer cahilce, yani bu silji £eyier:n islâm beldelerine geçirilmesinin muvafık
olmayacağını bilmiyorsa veliy-yül'emr, kendisine bunları red ve beldeden
çıkarmasını emr, tekerrürü ha'ir.dc
te'dib olunacağını ihtar eder. Fakat cahil değilse veliyyül'emr, bu;ıları yine
red ederse â,e münasib gördüğü takdirde kendisini darb veya habs ile te'dib
eyler.
Ma.amafih bunları bir
müslüman itlaf edecek olsa kıymetlerini zâ-min olur. Çünkü bunlar, zimmî
hakkında mali mütekavvimdir. Fakat veliyyül'emr, münasib görür de bunları
itlaf eder veya etdirirse zaman lâzım gelmez. Çünkü umumun menfaati namına
velayeti âmmesini istimal etmiş olur.
590 - : Bazı
harbîler, müslümanların
kendilerinden feth ve zabt ederek şehir haline getirdikleri
yerlerde mâbedler inşa etmek ve alenî suretde şarab ve hınzir satmak şartiyle akdi
zimmete talib olsalar müs-Jümanlann böyle bir sulha yanaşmaları münasib olmaz.
Hattâ bu gibi müsalehayi müslümanların
usulü dairesinde nakza
hakları vardır.
591 - : Bir
zimmî, lıamr ve hınzır gibi şeyleri bir gemiye yükleterek Dicle ve Fürat gibi
bir nehr tarikiyle Bağdad, Vâsıt gibi bir islâm beldesinin ortasından geçirecek
olsa buna mümaneat olunmaz.
Kezalik: Bir zimmî,
sahibi olduğu şarablan bir yere götürmek için - başka yolu bulunmadığı cihetle -
bazı islâm şehirlerinin ortasından geçirmek istese bundan men edilmez. Hattâ
veliyyül'emr için münasib-dir ki, bu zimmîye bazı emin kimseleri tefrik etsin.
Tâ ki bu zimmîye bir kimse tarafından taarruz olunmasın, o da bu şarablan
içmeleri melhuz olan eşhasın hanelerine idhal edecek olmasın. Bedayî,
Hindiyye, Bahri Raik. [108]
592 - : Akdi
zimmet, müslümanlar hakkında bir
akdi lâzım olduğundan hiç bir islâm hükümeti, bu
zimmeti red ve nakz edemez ve hiçbir zimmîye islâm olmak
üzere cebrde bulunamaz.
Fîikat bu akd, zimmîler hakkında bir akdi lâzım
değildir. Aşağıda yni'lı dört
halden herhangi birinin vukuu, zimmeti iskat eder:
593 - :
İslâmiyet! kabul atmek, zimmeti Lskat Söyle ki: bir zimmî, dini islârni kabul edince
zimmetden çıkmış, islâm cemaatine iltihak etmig olur.
594 - :
Dari harbe iltihak
etmek, zimmeti nakz der.
Şöyle ki: bir zimmî, ticaret
gibi bîr maksatla olmaksızın bilâ müsaade dari harbe çiKip gitmekle dari harbe
iltihakına hükm olunsa zimmeti sakıt olarak
hakkında mürted ahkâmı cari olur.
Binaenaleyh dari
ısiâmua. bulunan zevcesi kendisinden mübane olur. Dari islâmda bırakdığı
malları varisleri arasında taksim edilir. Fakat esir edildiği takdirde mürted
gibi kati edilmeyib istirkak olunabilir. Tekrar zimmeti kabul etmesi için
kendisine cebr edilemez. Fakat kendisi nadim olursa zimmeti avdet eder.
Dari harbe iltihakına
hükm olunub da dari islâmda bulunan emvali dari islâmdakİ varisleri arasında
taksim olundukdan sonra nadim olarak zimmiyyen dari İslama avdet edecek olan
bir zimmî, vârisleri elinde mevcud olan mallarını tstirdad edebilirse de
müstehlek olan mallarım tazmin etdiremez.
Kezalik: veresesi
bulunmamakla terikesi beytülmal namına zabt edilmiş olduğu takdirde de mevcud
olanları ahz ederse de müstehlek olanları tazmin etdirmeğe kadir olm&a-
595 - :
tslâm beldelerinden birini
tegallüben elde ederek harbe cüret eylemek, zimmet! ıskat ed-v. Bu
suretle hareket edecek zimmîler de ehli
harbe iltihak etmiş ulacakları cihetle
haklarında akdi zimmet sakıt,
harbî ahkâmı carî olur.
596 - : Cizyeyi
kabulden imtina etmek de
zimmeti iskat eder. Şöyle ki:
babasına tobeiyyetle zimmeti haiz olan bir çocuk, büyüyüb de cizyeyi kabulden
imtina edecek olsa babasına tebean kendisine sabit olan zimmeti bozmuş olur.
Fakat bir zimmînin
cizyeyi edadan imtina etmesi, zimmeti nakz sayılmaz.. Çünkü esasen cizyeyi
kabul etmiş olmakla zimmeti haiz bulun-muşdur.
597 - : Akdi
zimmet, mücerretî kavi ile nakz edilmiş
olmaz.
Binaenaleyh bir zimmî,
«Ben ahdi, zimmeti nakz etditm dese bununla zimmetden çıkmış olmaz. Çünkü
zimmet, yalnız fi'l ile münteki/ olur. Zimmetden kavien rücu, sahih değildir.
Kezalik: bir zimmî,
mukaddesatdan birine zebandarzlıkda bulunsa veya bir müslümam amden kati veya
bir müslümanı dininden çıkarmaya veya bir müslimeye tecavüze veya bir müslime
İle akdi nikâha veya müslümanlar aleyhine casusluğa veya yol kesicihğe cüret
edecek olsa bu cinayetlerinden dolayı akdi zimmeti nakz etmiş olmaz. Gayri
müs-lim bulunması, akdi zimmete münafi olmadığı gibi bu cinayetleri de mü-nafi
olmaz. Fakat lehine ve aleyhine olanislâm ahkâmını iltizam etmiş olduğu cihetle
bu fazihalarından dolayı icab eden cezalar, hakkında tatbik edilir. Bedayî,
Hidaye, Reddül'muhtar, Hindiyye.
«(Mâliki fukahasından
îbnül'kasıma göre yukarıda yazılı fazihalar-dan birini iftİkâb eden herhangi
bir zimmî, akdi zimmeti nakz etmiş olur. Gerek bunlar ile akdi zimmetin
bozulması, evvelce şart edilmiş olsun ve gerek olmasın.)
(Şafiîlere göre ehli
zimmet, müslümanlar ile - bir şübheye müs-tenid olmaksızın - mükateleye kıyam
eder veya cizye itasından tegallüben imtina gösterir, yahut haklarında dünyaya
müteallik olan islâm ahkâmının tatbik edilmesine muhalefetde bulunacak
olurlarsa haiz oldukları akdi zimmet sakıt olur.
Fakat bir zimmî, islâm
veya kur'anı mübîn hakkında ta'na, veya Hesuli Ekrem hakkında fena tefevvühe
veya müslümanların noksanlarını ehli harbe ihbara veya bir müslümanı amden
katle veya bir müs-lim hakkında kazfe veya bir müslümanı dininden çıkarmak için
idlâle veya bir müslimeye tecavüze veya bir müslime ile akdi nikâha cüret
edecek olsa - esah olan kavle nazaran - bakdır: eğer bu gibi hallerden dolayı
akdi zimmetin bozulması, evvelce şart edilmiş ise zimmet sakıt olur, şart
edilmemiş ise sakıt olmaz. Maahaza o zimmî hakkında - akdi zimmet sakıt olsun
olmasın - bu fezayihinden dolayı "iktiza eden had veya ta'zir cezası
herhalde tatbik olunur.
Yine Şafiîlere göre
bir zimmî, ahdi zimmeti nakz ile dari harbe iltihak etmek isteyince bundan
menedilmez. Belki dari İslama en yakın olub kendisi için müemmen bulunan bir
dari harbe gönderilir. Şayed kendisi için böyle muayyen bir dari harb mevcud
değilse kendisine emin olacağı bir mahal intihab etmesi teklif olunur, dari
islâmda bir hiyaneti zahir olmadığı cihetle hakkında tecavüz olunamaz. Tuhfetül'muhtaç.)
(Hanbelîlere göre de
bir zimmî, cizyesini Ödemekden veya islâm hükmünü iltizamdan imtina etse veya
Allah Tealâ hakkında yahut Re-suli Ekrem hakkında fena tefevvühatda bulunsa
veya bir müslümana kati suretiyle tecavüz eylese veya bir müslümanı dini
hususunda fitneye düşürmeğe çalışsa veya bir müslimeye zina veya akdi nikâh
ile tecavüze cüret gösterse ve yahut yol kesiciliğe başlasa haiz olduğu ahdi
zimmet müntekiz olur.
Binaenaleyh bu halde
veliyyüremr, muhayyerdir, onun hakkında harb esiri muamelesi yapabilir, malları
da feyi olmuş bulunur. Fakat o zimmînin bu hareketlerinden dolayı zeveesiyle
evlâdının haiz oldukları ahdi zimmet, müntekiz olmaz. Keşşafül'kına, Elmuğnı.) [109]
598 - :
Istiman, eman istemek, emana
naü olmak manasınadır. Bir
şahsın yabancı bir milletin ülkesine
girmesi için o milletin hükümetinden müsaade istemesi,
makamında müstameldir. Bu halde
başka bir milletin ülkesine eman ile, müsaade ile dahil olan kimseye de
«müste'min» denir, gerek müsiim olsun ve gerek zimmî veya harbî bulunsun.
Böyle bir müsaade ve
me'zumyet ile başkasının yurduna giden bir ecnebi; canı, malı ve namusu
hakkında emin, korkudan azade bir halde bulunacağı cihetle kendisine
«müste'min» denilmiş oluyor. Buna «müste'men» de denilir. Bu takdirde
«kendisine eman verilmiş olan kimse»
mânasını ifade eder.
599 - :
Müste'minlerin aksamına gelince bunlar, şöylece dört kısma ayrılır:
(1) : Dari
harbe = bir ecnebi memleketine eman ile, yani: bir mü-saadei mahsusa ile gitmiş
olan müslümanlar.
(2) : Dari
harbe eman ile gitmiş olan zimmîler.
(3) : Dari
İslama eman ile gelmiş olan harbîler.
(4) : Bir
dari harbden diğer bir dari harbe
= bir gayri müsiim ecnebi memleketinden diğer gayri müsiim bir ecnebi memleketine müsaade ile
gitmiş olan gayri müslimler.
Bu dört sınıfa ayrılan
müste'minler hakkında bir takım hükümler carî olur. Bunlara dair sırasiyle
malûmat verilecekdir. [110]
600 - : Bir
müsiim, ticaret gibi bir maksadla bir dari harbe müs-te'min olarak gidebilir.
Böyle bir müste'min, müsafir bulunduğu memleket ahalisinin canına, malına,
namusuna kat'iyyen taarruz edemez. Böyle bir taarruzdan dînen memnudur. Çünkü o
memlekete gitmek için müsaade istihsal etmekle oradakilerin hukukuna hiçbir
veçhile tecavüz etmemeği taahhüd etmiş olur. Bilâhare bunun hilâfına hareket
etmesi bir gadr, bir hıyanet olacağından buna asla cevaz verilemez. Meğer ki o
memleketin hükümdarı veya hükümdariînn müsaadesile ahalisi, o müs-te'minin
hukukuna tecavüz ederek kendisini habs veya malını ahz etsinler. Bu takdirde
verilen ahde muhalefet, o memleket tarafından vuku bulmuş olduğundan müste'min
de bazı hususlarda mukabelei şilde
bulunabilir.
601 - :
Bir müsiim, müste'minen bulunduğu bir gayri müsiim memleket ahalisinin bir malını bey ve
şira veya riba gibi bir tarik ile bir rıza alabilir. Meselâ: birdirhemi birrıza
iki dirhem ile peşin veya veresiye olarak mübadele edebilir.
Kezalik:. dari harbde
fâsjd akidler ile elde edeceği bir maldan bir müste'minin istifade etmesi caiz
bulunur.
Bu, imamı Âzam ile
îmam Muhammed'e göredir, imam Ebu Yû-süfe göre bu gibi muamelât, dari harbde de
caiz değildir. Müşarünileyhe nazaran bir müsiim, nerede bulunursa bulunsun
islâm ahkâmım iltizam etmiştir, ona muhalif olan bir şey yapamaz.
imamı Azam ile imam
Muhammed de diyorlar ki : harbîlerin malları esasen mübahdır. Şu kadar var ki
müste'min, onların hukukuna tecavüz etmemeği deruhte etmişdir. Bu cihetle
onların rızalarını istihsal ederek mallarını elde etdiği takdirde tecavüz ve
hıyanet mevzuı bahs olamaz. Bu halde onların mallarını asıl ibahetine mebni
kendi rızalarıyle ahz etmiş olur, yoksa riba gibi, fâsid akd gibi gayri mos.ru bir tarik ile ahz etmiş olmaz.
602 - : Bir müsiim, müste'min olarak bulunduğu bir
dari harbde birisinin malini gasb veya istikraz suretiyle ahz edecek olsa bunu
her haJde 3ahibine reddetmesi
icab eder. Hattâ bu husıısda
kendisine diyanete n emr olunur. Çünkü
reddetmemek bir gadrdır. Gadre İse diyano-ten mesağ yokdur.
Şayed böyle bir mâli
dari harbden dari İslama çıltarmış bulunsa bu mal, kendisine helâl olmaz.
Binaenaleyh bunu tesadduk etmesi lâzım gelir. Hindiyye, Fethül'kadîr, Reddi
Muhtar. [111]
603 - : Bir zimmî, müste'min olarak bir dari harbde
bulunduğu halde tecavüze veya diğer
bir milletin esaretine duçar olsa kendisini bu halden kurtarmaya -
'bikaderil'imkân - çalışmak, mensub olduğu dari islâm ahalisi için bir vecibe
teşkil eder.
604 - : Bir
zimmînin gidib dari harbe iltihak etmesine - mezhebi Hanefîye nazaran - müsaade
edilemez. Çünkü bu takdirde müslüman-lara karşı adavet ishar
ederek düşmanın kuvvetini
teyyide müslüman-ların ahvalini harbîlere
ihbara cüret etmiş olacağından islâm heyeti içtimaiyesi aleyhine olan böyle bir
harekete meydan verilmez.
Fakat her hangi bîr
zimmî, ticaret veya tahsili sanat gibi bir maksadla müste'min olarak bir dari
harbe gidebilir". Reddi Muhtar. [112]
605 - : Dari
harbe mensub her hangi bir şahsın ticaret veya icrai sanat gibi bir maksadla
dari İslama gelmesine islâm hükümeti tarafından müsaade edilebilir. Fakat
böyle bir müste'minin dari islâmda uzun bir
müddet ikamet etmesine müsaade edilemez. Çünkü uzun bir müddet islâm
beldelerinde ikamet eden bir ecnebinin müslümanlar aleyhine hareket ederek
casuslukda ve saircd'j bulunabilmesi melhuzdur.
606 - : Dari
idama müste'min olarak gelen bir ecnebinin canına, malına, namusuna her veçhile
riayet edilmesi bir vecibedir. Böyle bir müste'min, dari İslâmda bulundukça bir
çok hususlarda zımmî gibi islâm hukukundan ınüstefid olur.
Fakat islâm
hükümetinden imk'-aade aimakaızın Uuri mlâı.ıa sokulan her hangi bir naibi,
müslümanlar tarafından elde edilince hakkındn esir muamelesi yapılabilir.
Meselâ : düşman
sefineleri taifesinden bazıları, iaUm sahillerindeki nehirlerden eu almak üzere
bilâ müsaade islâm topraklarına çıkmakla müslümanlar tarafından yakalansa
cemaati müslimin namına «feyi olmuş olurlar.
607 - : Bir
müste'min refik'asiyle beraber
dari İslama gtilib do bunlardan biri
islâmiyyeti kabul etse
yanlarında bulunan gayri baliğ çocukları da kendisine tebean
islâmiyyeti haiz olur, bali; olan çocukları bu hükümden müstesnadır. Çünkü
bülüğ ile tabiiyet nihayet bulmuş olur.
608 - : Dari
islâmda müste'min olarak bulunan bir ecnebi, isiâmi-yeti kabul etse dari harbde
bulunan küçük çocukları kendisine ıcbean
islâmiyyeti kabul etse dari harbde bulunan
küçük çocukları kendisine tebean
islâmiyyete nail olmuş olmazlar. Çünkü iki darin ihtilâfı, tebeiy-yete minidir.
Meğer ki bu çocuklar da babalarının vefatından evvel dari ıslama çıkıp
gelsinler. O halde ittihadı dâre mebni tybeiyyet 'sabit olur.
609 - : Bir
müste'minin kölesi, dari islâmda islânûyyeti kabul edecek olsa onu müslümanlara
satması lâzım gelir. Çünkü bir müslim, bir gayri müslimin zilleti altında bırakılamaz, bir harbînin
kölesi olarak onunla beraber dari harbe çıkıb gidemez.
610 - : Bir
müste'minin kölesi, dari islâmda zimmeti kabul etdiği takdirde de onu
müslümanlar a veya zimmtlere satması lâzım gelir. Çünkü zimmînin de bir
harbînin kölesi olarak onunla beraber dari harbe çıkıb gitmesine müsaade
edilemez.
Maahaza bir ecnebi,1
istiman ile müslümanların hukukuna linyet etmeyi, onları istihfafda bulunmamayı
iltizam etmişdir. Müslümanları istizlâl etsin diye kendisine eman verilmiş
değildir. Bu veçhile em an verilmesine cevaz yokdur. Binaenaleyh böyle bir
müste'minin müslim veya zımmî bir köleyi dairei malikiyetindc tutmasına müsaade
edilemez.
611 - Dari islâmda borç edinen veya teehhül edib de
zevcesine mehrden borçlu olan bir müste'min, dari harbe çıkıb gitmeden
menedile-bilir. Fakat dari harbde akd edilen bir nikâha ai'd mehrden dolayı
mcııı edilemez. Çünkü dari harbdeki muamelâtın islâm ahkâmına tâbi olmasını
iltizam etmiş değildir.
612 - : Bir
müste'min, dari harbe avdet ederken kendisile beraber getirmiş olduğu her nevi
eşyasını yine beraberinde alıb götürebilir. Çünkü kendisine verilmiş olan eman,
malına da şâmildir.
Fakat dari islâmda
«kura'» denilen hayvanat ile esliha, demir, rakik gibi şeyleri satın alıb dari
harbe götüremez. Zira müslümanların aleyhinde istimal edilebilecek şeylerin,
dari harbe götürülmesine müsaade edilemez.
Kezalik : Kendisiyle
beraber getirmiş olduğu silâh ile mübadele etdiği başka cinsdtn bir silâhı da
dari harbe götüremez. Çünkü silâhlar, cins-ljrine göre başka başka ehemmiyet
kesb edebilir. Fakat kendi silâhiyle mübadele etdiği ayni cinsden müsavi veya
daha dûn bir mahiyette olan bir silâhı darı harbe götürebilir. Bunda bir mahzur
yokdur. Nitekim Hiûr ticaret mallarını da alıp götürebilir. Bedayî, Hindiyye
Reddi Muhtar.
Bu gibi malların dari
harbe çıkarılmasın müsaade edilmemesi, mu-kabelei bilmisli davet edeceği ve
bunun neticesinde bazan müslümanla-rın daha ziyade mutazarrır olmaları
melhuzdur. Bu cihetle Hanefî fır kahası, bu kabil malların harice çıkarılmasını
caiz görmüşlerdir. Meb-sut, Hindiyye, Reddi Muhtar.
«(İmam Şafiînin bir
kavline nazaran düşmanın kuvvetini tezyid edecek olan taam gibi, siyab gibi
sair emtianın da dari harbe çıkarılmasına müsaade edilemez. Mebsut.) [113]
613 - : Bir
müste'min, dari islâmda ya kendi rızasiyle zimmeti kabul eder veya kendisine
verilen müddetten ziyade ikamet etmesiyle zimmeti kabul etmiş olur. Şöyle
ki : dari islâmda bulunan bir müste'min,
ve-liyyüremr veya naibi tarafından : «Eğer dari islâmda meselâ : bir sene veya
şu kadar ay ikamet edersen üzerine cizye vaz1 edilecekdir» diye tenbih
edildiği hp.îde bu kadar müddet ikamet edecek olsa tenbih tarihinden itibaren
zimmeti delâleten kabul etmiş olur. Fakat kendisine böyle bir tenbih
vukuubimadığı halde dari islâmda lâakal bir sene veya iki sene ikamet eden bir
müste'minin zimmeti delâleten kabul etmiş olup olmayacağı hususunda iki kavi
vardır. Bir kavle göre bununla zimmeti kabul etmiş sayılamaz. Diğer kavle göre
ise kablu etmiş sayılır. Evceh olan kavi de budru.
614 - : Dari
islâmda arazii haraciyyeden bir
yeri satın almakla üzerine haraç tarh
edilen bir müste'min, zimmeti kabul etmiş olur. Çünkü haraç, dari islâm
ahkâmındandır. Bunu kabul eden bir
ecnebî, dari isiâm ahalisinden olmayı kabul etmiş demekdir. Binaenaley
kendisine bu veçhile hare itası lâzım gelince gelecek seneden itibaren cizye
vermesi lâzım gelir.
Araziyi Öşriyyeden bir
yeri satın aldığı takdirde de hüküm böyledir. Şu kadar var ki, bu arazi, îmam
Muhammede göre öşriyye olarak kalır. mamı
Azama göre ise harnciyyeye inkılâb eder.
615 - : Bîr
müste'min, satın alnıır olduğu arazij haraciyyeyi. henüz haracı eibawi
olunmadan satsa zimmeti kabul etmiş sanılmaz. Çünkü zimmoü kabulün delili,
nefsi şira değil, belki haracın vüçubidir. Hâdisede iiîu1 henüz haraç vacib
olmnmışdu1.
616 - : Bir
müste.min, arazii haraciyyeden bir yeri isticar ve zer'et-miş olmakla da
zimmeti kabul etmiş sayılmaz. Çünkü haraç, müste'cire değil, aeire .ı:ddir.
Binaenaleyh bu isticar, zimmeti iltizama delâlet etmez. Me£jt ki bu. bir haracı mukaseme olsun.
617 - : Bir
müste'min, bir arzı mukasemeyi iştira ve bunu bir müs-linu' icar, hükümet rîe
haracı mukasemeyi o müslimden istifa etse müse'nıin, zimrıeti kabul etmiş
sayılamaz. Çünkü mücerred iştira, zimmeti iltizına delâlet etmez.
618 - :
Satın aldığı arazii haraciyyenin hâsıltı, bir âfeti semaviyye ile mniıv olan
bir müste'min de zimmete girmiş sayılamaz.
Zira bu takdirde
kendisinden haraç alınamayacağından o araziyi hiç zer'etmenıiş gibi sayılır.
619 - :
Kitabi bulunan bir müste'mine dari islâmda bir müslim veya bir zimmî ile
evlense zimrıeti kabul etmiş olur. Çünkü ikamet itibariyle kocasına tabidir.
Dari islâm ahalisinden biriyle izdivaç etmekle zevcine tebaan dari islâmda
ikameti iltizam etmiş olur. Binaenaleyh artık dari harbe gıımesme müsaade
edilemez.
Fakat tir müste'min,
dari islâmda bir zimmiyye ile evlense zimmeti kauul etmiş olmaz Çünkü zevcesini
boşayarak kendi memleketine avdet eaebilir Binaenaleyh bu izdivaç ile dari
isîâmda ikameti iltizam etmiş ulniaz.
620 - :
Zimmeti kabul eden bir müste'minin artık harbilere iltihak ilinek i.zere dari
harbe gitmesine müsaade edilemez. Fakat avdet etmek hzere ticaret gibi bir
maksad ile dari harbe gitmesine de mümaneat olunamaz. Hindiyye, Siracülvehhac,
Dürri Muhtar. [114]
621 - : Dari
islâmda bulunan bir müste'min, bir çok hususlarda tamamen zimmî hükmündedir.
Çünkü dari islâmda bulundukça müslüman-ların emanını istihsal etmiş,
müslümanların emrini iltizamda bulunmuç-dur. Binaenaleyh hakkında mümkin olan
yardımlar gösterilir, hukukuna asla tecavüz edilemez.
Meselâ : bir
müste'minin malini dari islâmda gerek riba suretiyle ve gerek hâsid akidlerden
biriyle elinden almak caiz olmaz, velev ki kendisi razı olsun.
622 - : Bir
müste'mini dari islâmda miulümanlardan veya zimmî-İerdcn hiç bir kimse eair
edemez. İ-Aakat bir kısım harbîler, istimân suretiyle dari islâma gelib harb
için bir tarafa gitmek üzere iken daha
alamdan çıkmadan menea sahibi bulunan düşmanlarının hücumlarına uğrayacak
olsalar kendilerine müslümanların behemehal yardım eur.rbu lâzım gelmez. Çünkü
müslümanlar, bu müste'minlere karşı yalnız müslü-manlar ile zimmSler tarafından
bir zarar gelmemesini taahhüt etmişlerdir, haricî düşmanlardan da kendilerini
koruyacaklarına söz vermişlerdir.
Fakat islâm hükümetinin
kendilerini müslümanlar ve zimmilcr gibi muhafaza ve siyanet etmesi istimân
sırasında şart kılınmış olursa o îuide kendilerini böyle hücum tiden haricî bir
düşmandan horumaya çalışmak, müslümanlar için bir vecibe olur. Bu suretle iölâm
kuvveti, esir düşen müste'minleri düşmanın clincbn kurtarırsa bui.u,
icm.ıa.ssûbık hüı olarak kalırlar. Malları da istirdad e'dilince kendilerine
kabl&rkısnc rhoeca. nen, badel'kısme kıymetlerile iade edilir.
623 - : Dari
islâmda bulunan müste'minlere müşküât.göstcrilr. bilâkis caiz olan her hususda suhulet
gösterilir.
Binaenaleyh dari
islâmda verilmesi şer'an lâzım gelmeyen bir şeyi müste'minlerden. isteyib almak
caiz değildir. Beytülmakdis gibi bazı mâ-bedleri, makamları riyaret etdirmek
için müste'min bulunan seyyahl; rıhın para alınması bu kabildendir, velev ki bu
hususda bir âdet mevcud Msun.
624 - : Müste'minlcr hakkında eza ve cefayı
müstelzim olacak her Lürlü muamele, dinen memnudur.
Binaenaleyh bir
müste'mini giybet etmek bile haramdır. Çünkü ı:uis te'min, zimmî hükmündedir.
Zimmî ise akdi zimetde bulunmakla nu'vîü' manların lehine olan hükümlere
müstahik olmuşdut. Hattâ «zimmiye zülm, müslümana zulmden daha şediddir.
deniliyor. Zira bu i...lm, iîiüü-lümanların zimnûîere karşı yapdıkları ahde
münafidir. Mebsutı Serahsı. Reddül'muhtar. [115]
625 - : Dari
harbde müste'mîn bulunan iki müslümandan biri «li^e rini öldürse bakılır : Eğer
bu kati, amden vuku bulmuş ise katil hakkında kısas icra edüemiyeceğinden
yalnız kendi malinden diyet vermesi icab eder. Çünkü hâdise, islâm
hükümetinin velayet ve kuvveti
dairesinden haricde vuku bulmuşdur. Bu diyeti âkilenin vermesi lâzım gelmez.
Zira iki dârin tebayününe mebni âkilenin katil ile alâkadar olması mtiteaızir
bulunmuşdur.
Eğer bu kati hâdisesi,
hata tarikiyle vuku bulmuş ise katil hakkının hem diyet itası, hem de keffaret
vecib olur. Çünkü hata yoliylc olan katiden dolayı diyet ile keffaretin viicubi, nas muktezasıdır. Bu husustaki naa
ise dari islâmda vukubulacak bir katli hata ile dari harbde vaki olacak bir
katli hata arasım tefrik etmemektedir.
Dari harbde esir
bulunan bir müslimin, müste'min olan diğer bir müslimi öldürdüğü takdirde de
hüküm böyledir.
Bu mesele, İmamı Azama
göredir. Imameyne göre dari harbde bulunan iki nıüsiirn müste'minden biri
diğerini amden kati etse hakkında kısas lâzım gelir.. Çünkü masum bir müslimi
zulmen, udvanen kati etmiş olur.
«(Einımei selâse
hazeratmın ictihadlan da bu veçhiledir.
626 - : Dari
harbde müste'min bulunan bir müslim, orada esir uuİu-nan diğer bir müslimi veya
isjâmiyyeti kabul etmiş olan bir harbîyi kat! etse hakkında kısas ve diyet
lâzım gelmez. Çünkü esir, ehli harbe tâbi olduğundan ismeti mukavvimesi - malı
veya kısası icab eden masumiyye-ti şahsiyyesi sakıt olmuşdur. Dari harbde
ihtida eden bir harbî ise dari İslama çıkmadıkça ismeti şahsiyyeyi haiz olamaz.
Fakat bu kail, hata
yoliyle vuku bulmuş olduğu takdirde koffaret lâzım gelir. Zira bu hâdisede
maktul, ismeti mukavvimeyi haiz değilsf, de ismeti müessimeyi haizdir. Yani :
tecavüz edilmesi günahı müsteizim olan bir masuniyyeti şahsiyyeye maükdir.
Dari harbde iki müslim
esirden birinin diğerini öldürmesi takdirinde de hüküm böyledir.
«(imam Şafiîye göre
bir müslim müste'minin dari iıarbde islâmiyyeti kabul etıriş olan bir harbîyi
amden kati etmesi kısası; hataen kati etmesi diyeti icab eder. Çünkü masum bir
kan akıtılmışdır. İslâmiyyet, kerameti müsteclib olduğundan âsımiyyet mevcud
bulunmuşdur. Hidaye.)
627 - :
Müste'min olan bir müslim, dari harbde ehli harbden birini kati veya bir malini
itlaf edib de badehu dari İslama gelse bu fi'iindcn dolayı islâm mahkemelerinde
bir zaman itasiyle mahkûm edilemez. Çünkü hâdise dari harbde (salâhiyyeti
kazaiyye haricinde) vuku bulmuşdur. Dari harb ahalisi ise islâm ahkâmını
iltizam etmiş değildir. Nitekim kendileri de memleketlerinde bir islâmı kati
veya bir islâm malini itlaf etseler bu hususda islâm ahkâmım tatbike yanaşmazlar.
Maahaza müsiümanlar,
müste'min olarak bulundukları yerlerde ahalimin canına, malına tecavüzden
dinen memnu oldukları cihetle bunun hilâfına olan hareketleri, manevî
mesuliyeti calibdir. Bu cihetledir ki, bit1 müste'minin dari harbden gasb gibi
bir suretle ahb dari İslama getirccc.Ü1 malları o müste'minden satın almak
kerih görülmüşdür. Zira bu mallar, habîs ve gayri meşru bîr kesb ile elde
edilmişdir. Bunları satın almak, bu gibi gayri meşru muamelelere göz yummak, bu
gibi yolsuz hareketlere halkı teşvik ötmek demekdir.
628 - : Hır
müslim veya zimmî, dari islâmda bir harbîyi kati veya
onun bir uzvunu kat edecek olsa üzerine
kısas lâzım gelmez. Çünkü bu nıukiui, hükmen
harbi'dir. kanında ibahe şübhesi
vardır, ismet hususunda bir
müslime ve bir zimmîye müsavi değildir. Kısas ise müsavat esasına
istinat öder.
Fakat müste'min, dari
islâmda bulundukça mahkumiddem olduğundan amden veya hataen katli veya bir
uzvunun kaı'î takdirinde kacil ve katı üzerine diyet itası lâzım gelir. Bu
diyet ise her hangi bir müslimin diyetine müsavidir.
Müste'min, istihsal
etmiş olduğu eman ile nefsen ve mâlen ismete nail olmuşdur. Bu ismetin heder
olması, caiz olamaz.
629 - : Dari
islâm dr bulunan iki müste'minden biri diğerini amdei; kati etse hakkında kısas
hükmü cari olur. Çünkü aralarında her veçhile müsavat vardır. Ep;er maktulün
yanında varisi mevcut ise kısası isüfa hakkı bu vârise aid bulunur.
630 - : Dari
islâmda bulunan bir müste'min, ukubeti müsteizim bir harcketde bulunsa hakkında
ceza tertib edilmez, meğer ki irtikâb etcuği şey, kati ve kazf gibi hukuki
ibade teallûk etsin.
Binaenaleyh bir
müste'min, dari islâmda bir müslimi veya bir zimmıyi umden kati etse hakkında
kısas hükmü cari olur. Çünkü dari İslama gelmekle islâm hükmünü iltizam
etmişdir.
imam Ebu Yusüfe göre
ukubeti müsteizim ef ali irtikâb eden bir müs-U-'mi:ı hakkında haddi şürbden
başka sair cezalar ikame edilebilir.
631 - : Dari
islâmda bulunan bir müste'min, bîr müslimi amden kntî etse veya yol kesiciiikto
bulunsa veya müslümanların ahvalini tecessüs ederek dari harbe haber verse
veva bîr müslimeye veya zimmiyyeye kerhen tecavüz veya hırsızlıza cüret gösters
kendisine verilmiş olan eman, müntekız olmaz, belki hakkında zimmî muamelesi
yapılır ve dari harbe gidebilecek bir durumda ise dari islâmda daha ziyade
durmasına müsaade edilmez.
632 - : Dari
.islâmda zimmeti kabul eden her hangi bir müste'min, hakkında tamamen zimmi
ahkâmı carî olur.
Binaenaleyh böyle bir
müste'mini amden kati veya cerh eden bir müslim veya zimmî hakkında kısas
cezası tertib olunur. Hidaye, Kifaye, Tenvir, Reddi Muhtar. [116]
633 - : Bir
şahıs hakkında casusluk cezasının tertib edilebilmen için kendisine isnad
edilen bu cürmün beyyine ile sübutü lâzımdır.
Binaenaleyh casusluk
etmekle müttehem b.ir müste'min, bunu inkâr ve" casusluğuna delâlet edib
elinde görülen bir vesikayı yerde bulmuş olduğunu itizar makamında dermeyan
etse hemen casusluğuna hükm ile ?ezası cihetine gidilemez.
634 - : Bir
müste'minin casuslukta bulunduğu kendisinin tavan vuku bulan ikrariyle sabit
olabileceği gibi iki müslimin, iki zimmînm veya
iki harbînin şah adetleri yle de sabit olabilir. Fakat darbe veya habse mebni
vuku bulacak ikrar ile casusluk sabit olmaz. Çünkü ikraha müstenit olan ikrar,
muteber değildir.
635 - :
Mücerred yazı ile casusluk sabit olmaz. Şöyle ki : bir müs-te'minin elinde
kendi yazisiyle yazılmış olub
casusluğunu gösterir olan bir vesika bulunduğu talcdirde habsi cihetine
gidilirse de hemen cezalandırılması cihetine gidilemez.
Çünkü yazı yazıya benzıyebilir.
Binaenaleyh bu halde
lâzım gelen tahkikata başlanır, casusluğu te-.beyyün ederse cezası verilir,
tebeyyün etmezse sebili tahliye edilir. Maa-haza böyle şübheîi bir vaziyetde
bulunan bir şahsın dari islâmda durması muvafık olamayacağından hemen
hudud haricine çıkarılması icab eder.
636 - :
Dari islâmda .bulunan bir müste'minin casusluğu
sabit olsa bununla kendisine verilmiş oJan eman bozulmuş olmaz. Şu kadar var ki bu hareketinden dolayı
hakkında ceza tertib edilebilir. Fakat bi-dayeten müslümanlar aleyhinde
casusluk yapmamak şartiyie istimanda
bulunmuş olan bir harbî, bilâhare
casusluğa cüret ederse .emanı zail olur.
Bu takdirde veliyyüremr, muhayyerdir, dilerse onu feyi olmak üzere esir eder ve
dilerse başkalarına ibret olmak için
salb suretiyle kati eder. Velev ki bu casus aklı başında olan bir şeyhi fanî
olsun.
Bu veçhile casuslukda
bulunan bir müste'mine hakkında da hüküm böyledir. Şu kadar var ki, böyle bir
kadının katli münasib görüldüğü takdirde bu ceza, salb edilmeksizin icra
edilir.
Fakat bu veçhile
casusluğa cüret gösteren bir müste'min, henüz gayri baliğ oldurru takdirde esir
edilerek tevkif edilebilirse de kati edilemez. Çünkü henüz teklif çağma ermiş
değildir. Siyeri Kebir Şerhi. [117]
637 - : Dari
harbde müste'min bulunan bir müslim ile bir harbî arasında bir müdayene veya
gasb muamelesi vuku buldukdan sonra ikisi de dari isiâma gelib bu hususda bir
dâva ikame etseler islâm mahkemeleri bu dâvayı rüyet etmez. Yalnız hasmını
İrza etmesi için müslime diyaneten emir ve tenbih olunur. Çünkü kaza, velayeti
muktezîdir. Hal-.buki idane veya gasb hâdisesi, islâm hükümetinin-dairesi
velayetinden hariç bir mahalde vaki olmüşdur.
Vakıa bir harbî, müste'min olarak dari islâma gelince kendi ef'ali
hakkında islâm ahkâmını iltizam etmiş sayılır ise de im iltizam, istikbaldeki muamelâtına aiddir, mazideki muamelâtına aid değildir.
Böyle bir dâva,
müslimin aleyhine açıldığı halde de bunun istima olunmaması, iki hasım arasında
müsavatı tahakkuk etdirmek hikmetine mebnidir.
Fakat tmam ebu Yusüfe
göre müslimin aleyhine olan böyle bir uâva, istima olunur. Çünkü bir müslim,
nerede bulunursa bulunsun muamelâtı hakkında islâm ahkâmının cereyanını
iltizam etmişdir.
638 - : Dari
islâma müste'min olarak gelmiş iki harbînin evvelce dari harbde vuku bulmuş
olan müdayeneye veya gasabe müteallik dâvaları
da islâm mahkemelerinde rüyet olunmaz.
Fakat iki harbî,
islâmiyeti kabul etmek suretiyle dari islâma gelib de dari harbdeki bir
müdayene veya gasb muamelesinden dolayı islâm mahkemelerinden birinde dâva
ikame etseler hâkim, deyne müteallik dâvayı rüyet eder, gasba aid dâvayı rüyet
etmez. Çünkü deyn, bitterazi sahih bir suretde vaki olub hâlâ zimmetde berdevam
bulnniûşdur. Gasb İse hâkimin salâhiyyeti kazaiyyesi olmayan dari harbde esasen
gayrı masun bulunan bir mal hakkında vuku bulmuşdur. Binaenaleyh böyle
müstehlek bir mâlin zamanile hükm olunamaz.
639 - : Dari
harbde müslim bulunan iki müste'minden veya iki esirden yahut islâmiyyeti kabul
eden iki harbîden bin diğerinin bir malını gasb edipde fcablel'istihlâk ikisi birden dari islâma gelereik bu hususda bir islâm
mahkemesinde dâva ikame etseler hâkim,
magsub malın sahibine reddedilmesine
hükm eder. Çünkü bir kimse,
mevcud olan malana başkalarından ehakdır. Hâkimin vazifesi de hakkı izhara hizmetden
ibaretdir.
640 - : Dari
islâmda vefat eden bir müste'minin yanındaki malları dari harbde veya dari
islâmda bulunan varisleri namına hıfz edilir. Vârisler, verasetlerini beyyine ile isb^t edince bu mallan alırlar. Bu hususda müteveffanın mensub
olduğu memleket hükümdarının mücerred mektubu kâfi değildir. Şayed şahidler,
«bunlardan baska: vârisi bulunduğunu bilmiyoruz» diye gahadetde
bulunurlarsa terike
kendilerinden ihtiyaten kefil alınmak suretiyle varislere teslim edilir.
641 - : Dari
islâmda islümiyyeti kabul eden bir müste'minin vârisi bulunmadığı takdirde
velayeti veliyyüremre, terikesi de beyülmâle aid olur. Binaenaleyh böyle bir
müste'min, hata voliyle öldürüîse diyeti beytül'male aid olur. Amden
öldürüldüğü takdirde ise veliyyülemr muhayyerdir. Dilerse katil hakkında kısas
icra etdirir, tâ ki başkaları da böyle bir katle cüret etmesin, dilerse
katilden - razı olduğu takdirde - beytülmal-için diyet alır. Çünkü bu halde
diyet alınması, müslümanlar iç m daha nafi olabilir. Fakat katili af edemez.
Zira âmmenin hukuki böyle bir afve manidir.
Şövle ki :
veliyyüremrin âmme üzerindeki velayeti, nazariyledir, yani : o âmmenin menfaat
ve maslahatını temin maksadına müsteniddır Âmmenin böyle bir hakkını ı'vezsiz
olarak iskat etmek ise nazar kabilinden değildir.
642 - : Darı
i âlâmda bulunan bir müste'min, bilâhare kendi vatına veya başka bir dari harbe
çıkıb gidecek olunca dari islâmda lunan malları ve nâs zimmetindeki matlûbatı
kemafissâbik kendisine
bulunur. Çünkü bu
mallar hakkında henüz eman bakidir. Binaena-ı bu mallara, taleb vukuunda
kendisine veya vekiline teslim edilir.
Maamafih tekrar dari
harbe giden böyle bir müste'min hakkında rbîlik vasfı avdet etmiş olur.
Binaenaleyh bir harb vuku bulunca idi nefsi ve gerek emvali hakkında harbîlere
mahsus ahkâm cereyan neğe başlar. Şöyle ki : kendisi bir harb neticesinde esir
veya kati İse dari islâmdaki mallan feyi olmuş olur. Şayed bir müslimin veya
ımînin alacağı var ise bu deyn da sukut eder. Çünkü bunlara isbatı
edebilmek, mütalebeye
bağlıdır. Mütalebe imkânı ise zail olmuşdur.
fakat dari harbe avdet
eden böyle bir müste'min, bir harb ve kahr icesi olmaksızın vefat etse veya
kati olunsa dari islâmda bulunan uları ile sair matlûbatı vârislerine intikaİ
eder. Zira bu halde nefsi tğnem olmadığı gibi emvali de ganaimden madud olamaz.
Nitekim bir harb
esnasında derdest edildiği halde kaçıb kurtulacak
emvali yine kendinne
ve badehu vefat edince vârislerine aid olur. feri Kebîr Şerhi, Mebsutı Serahsî,
Fethülkadir, Reddi Muhtar, Hindiye. [118]
[1] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/240-242.
[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/242-245.
[3] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/245.
[4] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye
KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/245-248.
[5] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/248-249.
[6] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/250.
[7] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/250.
[8] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/251-253.
[9] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye
KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/253-254.
[10] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/254-255.
[11] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/255-256.
[12] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/256-257.
[13] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/257.
[14] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/257-258.
[15] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/258-260.
[16] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/261.
[17] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/261-263.
[18] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/263-266.
[19] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/266-275.
[20] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/275-276.
[21] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/276-277.
[22] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/277-278.
[23] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/278-281.
[24] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/281-282.
[25] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/282-286.
[26] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/286-287.
[27] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/288.
[28] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/288-289.
[29] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/289-294.
[30] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/294-295.
[31] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/295-296.
[32] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/296-297.
[33] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/297-298.
[34] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/298-299.
[35] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/299-300.
[36] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/300.
[37] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/300-302.
[38] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/302.
[39] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/302-304.
[40] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/305.
[41] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/305.
[42] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/305-309.
[43] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/310.
[44] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/311.
[45] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/312-323.
[46] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/323.
[47] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/324-325.
[48] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/325-326.
[49] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/326-328.
[50] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/328-329.
[51] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/329-331.
[52] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/332.
[53] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/332-333.
[54] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/333
[55] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/333-334.
[56] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/334-335.
[57] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/335-337.
[58] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/337.
[59] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/337-338.
[60] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/338-339.
[61] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/339-340.
[62] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/340-342.
[63] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/342-343.
[64] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/343.
[65] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/343-347.
[66] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/347-348.
[67] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/348-349.
[68] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/349-351.
[69] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/351.
[70] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/351-352.
[71] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/352-353.
[72] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/353.
[73] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/353
[74] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/354.
[75] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/354-356.
[76] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/356-358.
[77] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/358.
[78] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/358-360.
[79] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/360-361.
[80] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/361-362.
[81] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/362-365.
[82] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/365-369.
[83] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/369-371.
[84] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/371-372.
[85] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/372-375.
[86] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/375-378.
[87] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/378-382.
[88] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/382-384.
[89] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/384-386.
[90] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/386-390.
[91] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/390-392.
[92] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/392-399.
[93] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/399-404.
[94] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/404-409.
[95] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/410.
[96] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/410-412.
[97] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/412-413.
[98] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/413-414.
[99] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/414-418.
[100] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/418-420.
[101] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/420.
[102] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/420-421.
[103] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/422.
[104] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/422-423.
[105] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/423-425.
[106] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/425-426.
[107] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/426-428.
[108] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/428-429.
[109] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/430-432.
[110] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/432.
[111] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/432-433.
[112] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/433.
[113] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/433-435.
[114] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/435-436.
[115] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/436-437.
[116] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/437-439.
[117] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/439-440.
[118] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye KAMUSUBilmen Basım ve Yayınevi :3/440-442.