REHNE
AİD BAZI MESELELERİ HAVİDİR.
Rehnin
İnikadının Ve Lüzumunun Şartları :
Rehne
Dahil Olup Olmayan Şeyler :
Rehnin
Fesh Edilip Edilememesi :
Râhinin,
Mürtehinin Veya Rehnin Taaddüdü :
Âriyet
Alınıp Verilen Rehinler = Rehn I Mustear ;
REHİNLERE
AİD HÜKÜMLER VE İTİLAFLAR HAKKINDADIR..
Yed-İ
Adlde Ulam Rekinlerin Hükümleri :
Mer.Hunün
Satıl!B Satılamaması :
ŞİRKETLER
HAKKINDA OLUB BİR MUKADDİME İLE DÖRT BÖLÜME AYRILMIŞTIR
Şirketler
Hakkinda Olub Bir Mukaddime İle
ŞİRKETLERE MÜTEALLİK
MESELELERİ MUHTEVİDİR
Şirketlerin
Umumî Mahiyeti, Meşrutiyeti Ve Hikmet-I Teşri İyesi :
Şirket-I
Mülkün Mahiyeti, Taksimi Ve Ahkâmı :
Şirketi
Deyne Ve Müşterek Gayri Müşterek Düyuna Dair Meseleler
Şirketi
İbaheye Dair Meseleler :
Şirketi
Akdih Mahiyeti Ve Taksimi :
Şîrket-İ
Akdin Her Kısmına Şâmil Umumî Şartlar :
Şirketi
Emvale Mahsus Şartlar :
Şirket-Î
Akde Müteallik Bazı Zabıtalar
:
Şirketi
İnanın Şirketi Emval Kısmına Aid Meseleler :
Şirket-İ
İnanl Şirket-İ Amal Kısmına Dair Meseleler :
Şirketi
Vücuhe Müteallik Meseleler :
Sîrketi
Müfavezeye Müteallik Meseleler :
Şirketi
"Vıüzarebenin Mahiyeti Ve Taksimi :
Şirketi
Müzarebenin Sıhhatinin Şartları :
Şirket-!
Müzarebenin Hükmleri :
Malîkilere
Göre Şirketlerin Nevileri :
Maliki
Lere Göre Müzarebede Rebbül'mâl İle Âmilin Haiz Oldukları Haklar :
Müzarebede
Amilin De Şu Gibi Hakları Vardır :
Şeriklerin
Ticaret Malında Ve Şaibede Tasarrufları
:
Şafiî'lere
Göre Şirketi Müzarebe :
Hanbelî'lere
Göre Müzarebenin Sıhhati İçin Şu Gibi Şartlar Vardır :
Hanbelîlere
Göre Şirketlerde Dermeyan Edilen
Şartlar :
Müzareanın Sıhhatine
Aid Şartlar :
Müzareadan
Akîdlerin Sıjret-İ İstifadeleri :
Müzareanın
İnfisahını Sebep Olan Şeyler
Hanbelî'lere
Göre Müzareanın Rüknü. Hükmü, Şeraiti
Zahirîlere
Göre Mügakese = Müsakat. :
MÜŞTEREK
ŞEYLERİN TAKSİMİNE, MUHAYEEYE VE MÜŞTEREK MALLARIN TAMİRATINA
VE SAİR MASRAFLARINA DAİRDİR.
Kısmetin
Rüknüne Ve Keyfiyetine Aid Meseleler :
Kısmet-İ
Cem'e Dair Meseleler :
Kısmet-İ
Tefrika Dair Meseleler :
Kısmetlerde
Cari Muhayyerlikler :
Muhayeeye
= Menfaatlerin Taksimine Aid Meseleler:
Muhayeenîn
Îfraz Ve Mübadele Mahiyetinde Olması :
Muhayeenin
Sureti İfası Ve Feshi :
Müşterek
Malların Tamiratına ".Ve Sair Esarifine Aid Meseleler :
Müşterek
Ve Gayrı Müşterek Irmakların Islahına Dâtr Meseleler ;
MÜLKİYYET
VE TASARRUF HAKLARINA VE ÎHYA-İ MEVAT
ÎLE ISTİYADA AİD KAİDELERE, MESELELERE DAİRDİR.
Cîvariyyet
Muamelelerine Aid Bazı Meseleler :
Hakkı
Mürura Ve Hakkı Mecra Ve Mesile Aid Meseleler :
Mubah
Olan Şeylerin Keyfiyeti İstimlâki :
Mubah
Olan Şeylerin Umumî Hükmleri:
Hakkı
Şirbe Ve Hakkı Şefeye Müteallik Meseleler:
Şafii'lere
Göre Müşterek Ayan Ve Menafi :
İhya-Î
Mevata Müteallik Meseleler:
Arazi-İ
Mevatda Kazılan Kuyuların Ve Akıtılan Suların Ve Dikilen Ağaçların Harimleri :
Malikî'lere
Göre Îhya-İ Mevat :
Şafiî'lere
Göre İhya-İ Mevat :
Hanbelî'lere
Göre İhya-T Mevat :
Zahirî'lere
Göre Îhya-Î Mevat :
Sayd
Ve İstiyada: Dair Hükmler :
Yenilmeleri
Helal Olub Olmayan Av Hayvanları:
Malîkî'lere
Göre Sayd Ve İstiyad :
Şafiî'lere
Göre Sayd Ve İstiyad :
Hanbelî'lere
Göre Sayd Ve Îstîyad :
Zâhirî'lere
Göre Sayd Ve İstiyad :
Mefkuda,
Lakite Ve Lukataya Müteallik Istılahlar
MEFKUDLARA
DAİR MESAİLİ MUHTEVİDİR
Mefkudun
Mahiyeti Ve Hukukî Vaziyeti :
Hâkimin
Mefkut Üzerinde Velayeti Ve Hakkında Bazı Tasarrufları :
Mefkud
İçîn Kayyim Nasb Edilmesi Ve Kayyimin Yapıp Yapamayacağı İşler :
«Hukuku Islâmiyye ve
Istılâhafı fıkhiyye unvanlı eserin İşbu yedinci cil-di; muamelâtı hukukiyyeye
ait bej kitaptan müteşekkildir. Bu kitaplar bu eserin yirmi birinci, yirmi
İkinci, yirmi üçüncü, yirmi dördüncü ve yirmi beşinci kitaplarını teşkil
etmektedir. Şöyîe ki:
(20) nci kitap, vekâletlere dairdir.
(21) ncikitap, rehine müteallik olup bir mukaddime
İle iki bölümü muhtevidir.
(22) nci kitap, şirketler hakkında olup, bir mukaddime ile dört bölüme münkasimdir.
(23) üncü kitap, mefkudlara, (akitlere, lukatalara
aid olup bir mukaddime ife üç bölüme ayrılmıştır.
(24) üncü kitap, hacr ve İkraha aid olup bir
mukaddime İle İki bölümden müteşekkildir.
(25) İnci kitap, gasb ile itlaf hükümlerine dair
olup bir mukaddime İle iki bölümü muhtevidir.
Bu yedinci cildi
teşkil eden kitaplardan yirmi üçüncü kitab müstesna diğer kitaplarda mü nd er
iç mes'eieîer meceKei ahkâmı adliyenin bu husustaki maddelerini ktsmen, aynen
veya kısmen mealen cami olduğu gibi daha birçok lâ-zırnlı ahkâm ve izahatı da
havi bulunmuştur.
Bu kitaplarda bir ki
sun mesailin hikmet-f teşriiyyesine işaret editmtî bir takım hukukî mes'eleler
hakkındaki muhterem müçtehitterimizin yüksek içtihadları, nikatı nazarları en
yüksek nazariyyatı hukukıyyeden olmak üzere kaydedilmiştir. Hak Tealâ
Hazretlerinden muvaffakiyetler niyaz eyleriz.[1]
1 - (Rehin):
Lügatte sabit dâim, payidar demektir. Herhangi bir sebep-den dolayı bir şeyi
mahbûs, mevkuf kılmak manasınadır.
Istüâhı fukahada «Bir malı ondan
tamamen veya kısmen istifası mümkün olan bir hakk-ı malî mukabilinde o hak
sahibinin veya başkasının elinde birrıza mahpus ve mevkuf kılmaktır.» Böyle
hapis edilen mala «Merhun» denildiği gibi «Rehin» de denilir. Cem'i Ruhun,
rihandır.
2 - (Rehin - Rehine): Bir şeyi rehin etmek manasınadır, rnerhun mânasında
müstameldir. Cem'i rehayindir. Rehin bırakmaya «îrham> da denir.
3 - (Râhin):
Rehin veren hakikaten veya hükmen medyun olup rehin veren kimsedir.
4 - (Mürtehİn):
Hak sahibi sıfatiyle rehin alan kimsedir. Bir şey mukabilinde rehin olarak
alıkonulan şeye de «Mürtehen» denir.
5 - (îrtihan):
Bir hakkın istifasını temin için rehin almaktır,
6 - (RebrH sahih): Sıhhat şartlarını cami olan diğer
tâbirile aslen ve vasfen sahih
olan akd-i rehindir.
7 - (Rehn-i fâsid): Aslen sahih olup vasfen sahih olmayan, yani: haddi zatında mün'akid
olup ancak bazı haricî vasıfları itibariyle gayrı rneşrû bulunan rehindir.
Muşai veya meşgulü rehin vermek gibi.
8 - (Kehn-i bâtıl): Aslen sahih olmayan rehindir. Mal olmayan bir şeyi rehin vermek ve
binefsi mazmun olmayan birşey mukabilinde rehin almak gibi.
9 - (Terhin):
Bir malı bir hak mukabilinde rehin vermek, mahpus bulundurmaktır.
10 - (Fekk-i rehn): Rehni İzâle etmek, borcu verip merhunu rehniyetten tahlis etmektir. «Fükuk>,
«îftikâk» kurtarmak manasınadır. «Fikâk» de hem rehni veya esiri kurtarmak
manasınadır, hem de tahüse sebep olan
§ey demektir.
11 - (Tahliye):
Boşaltmak, halâs etmek, bir şeyi kabz
etmek için imkân bahş olmak, yani: Kabza mani olan şeyleri izâle ile kabzı
mümkün olacak bir durumda bulundurmaktır.
12 - (Yedi adil): Adil sayılan kimsenin eli, nezdi, şahsı demektir ki, emanet kendisine
tevdi olunur: Rehin bahsinde adiden
maksad, râhin ile mürte-hinin veya hâkimin emniyet edilip rehnin yanına tevdi ve teslim ettiği âkü kimsedir. Haddi
zatında adaletle muttasıf olsun olmasın.
13 - (Mümatele): Borcu, borcun vâdesini bugün S'arın diye uzatıp durmaktır. Buna
«Metal» de denir. Sahibine de «Mümatil» denir.
14 - (Deyni muaccel): Derhâl verilmesi lâzım olan borçtur. Peşin para ile
alınan bir malın zimmete teâllûk eden semeni
gibi.
15 - (Denyi Müecce): Bir müddetle tecil edilmiş olan borçtur. Bir sene müddetle istikraz
edilen para gibi.
16 - (Deyni hail): Müeccel iken müddeti nihayet bulup hülûl eden borçtur.
17 - (Hakikaten deyn): Borç alınan para bedeli icare gibi.
18 - (Hükmen deyn): Misliyle veya kıymetiyle mezmun olan ayan gibi. Magsub veya bey'i
fâsid ile makbuz bir mal bu kabildendir. [2]
ÎÇÎNDEKÎLER:
REHNÎN RÜKNÜ. REHNÎN İNİKADININ VE LÜZUMUNUN ŞARTLARI. REHNÎN HÎKMET-I
TEŞRÎİYYESI. REHNE DAHÎL OLUP OLMAYAN ŞEYLER. REHNÎN FESH EDÎLÎP EDİLEMEMESİ.
RÂHÎNÎN, MÜRTEHtNÎN VEYA REHNÎN TAADDÜDÜ. MERHUNUN MASRAFLARI. ARÎYET ALINIP
VERÎLEN REHNLER[3]
19 - :
Rehnin rüknü, icap ve kabul ile kabzdır. Şöyle ki: Rehin, râhin ile müstehinin
icap ve kabuliyle mün'akid, mürtehinin veya adlin kabzetmesiyle tamam olur.
Yoksa yalnız icap ile rehin mün'akid olmaz ve icap ile kabulden sonra hakikaten
kabz veya kabz makamına kaim olan tahliye bulunmadıkça rehin lâzım olmaz.
Binaenaleyh râhin,
merhunu mürtehine daha teslim etmeden rücu edebilir. Artık bu rücudan sonra
mürtehinin rehni kabz etmesi muteber değildir.
20 - :
Rehin, mürtehin hakkında bir menfaati mahza olmayıp minvechin muaveze mânasını
mutazammm olduğundan onun hıfziyle mükellef olup telef ve ziyaı takdirinde
alacağı tamamen veya kısmen sâkit olacağından rehini bir-riza kabul etmesi veya
icapda bulunması lâzımdır.
Râhin dahi esasen
rehin vermeğe mecbur olmayıp bidayeten müteberri sayılacağından onun da birriza
icap veya kabulü lâzımdır.
Kabzın lüzumuna
gelince, rehin vermekte râhinin istifadesi olmadığından rehin, bir nevi teberru
mahiyetindedir. Bu cihetle tamamiyeti kabza muhtaçtır. Ve rehin hükmen alacağı
istifa sayılacağından bu cihetle de kabza muhtaçtır. Bir de rehinden asıl
maksad, râhinin borcunu bir an evvel koşmasını temindir. Bu da mürtehinin rehni
kabz etmesiyle kabil olabilir.
Binaenaleyh kabz
lâzımdır. Hattâ akdi rehin esnasında merhunun yedi râ-hinde kalmasa şart
kılinsa akid fâsid olur (Hindiyye).
Bir de terhin edilen
bir mülkün mücerred sened ve hüccetini mürtehine teslim etmek, o mülkü teslim
makamına kaim olmayacağından bununla mer-hun kabz edilmiş sayılamaz (Ali Efendi
fevatası).'
Maamafih bazı fukahaya
göre rehin yalnız icap ve kabul ile mün'akid ve lâzım olur, lüzumu kabza muhtaç
bulunmaz.
21 - :
Rehnin icap ve kabulü, örf ve âdette terhin için kullanılan tâbirlerdir.
Meselâ : Râhin «Bu
şeyi sana borcum mukabilinde rehin ettim!» deyip mürtehin de «Kabul ettim.»
veya «Razi oldum.» veya «Aldım.» dese rehin, mün'akid olur. «Bunu rehin al.», «Bu rehin olsun.» sözleri
de icap sayılır.
22 - :
Rehnin inikadı için rehin lâfzının veya bunun müştakkatmdan bir lâfsın
söylenmesi şart değildir. Rehin hususunda rızaya delâlet eden sair tâbirler
ile de rehin mün'akid olur.
Meselâ: Bir kimse,
satın aldığı bir şeyin parası mukabilinde bayie bir mal verip de «Parasını
verinceye kadar bunu alıkoy.» deyip bayi de ahkoysa o mal, imamı Âzam ile imam
Muhammed'e göre rehin edilmiş olur. Fakat imam Ebû Yusuf ile Eimmei Selâseye
göre bu tâbir ile rehin değil, vedia akdedilmiş olur. Çünkü bu tâbirin rehine
de, iydaa da ihtimâli vardır, îyda ise zamanı icap etmediği cihetle rehinden
daha azdır. Bu itibarla iydain sübûtu iktiza etmiş olur.
23 - : Rehin
teati ile, mükâtebe ile ve dilsizin mahud işaretüe de mün'akid olur.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahısdan şu kadar kuruşa bir saat satm alıp ona bir mal vererek «Saatin
semenini sana verinceye kadar bu malı imsak et.» dese bu mal rehin ediimiş
olur. Bu sözü ile akdi rehin mânasını ityan etmiştir. Ukudda itibar ise
meâniyedir (Bedayi),
Hattâ müşterinin
parasını vermeden satın aldığı şeyi kabs ettikten sonra semeni mukabilinde
bayiine rehin bırakması da caizdir. Fakat böyle satın alınan bir malı müşteri,
daha köbz etmeden semeni mukabilinde terhin edemez. Çünkü bu mal, kablelkabz
kendi sememyle mazmundur, ayrıca rehin ile tazmine mahal yoktur. Beyi,
merasine müracaat!.
(Malikrîere göre
rel-n, bir borcu tevsik için kabz edilen maldır, Maama-fih rehni mücerred icap
ve kabul ile mün'akid ve îâzim olur. Rehnin sıhhati için mürtehinin rehini kabz
etmesi şart değildir ve kabz. rehnin mahiyetine dahil değildir. Şu kadar var
ki, mürtehin, merhunu kabz etmeyi taleb eder, râhin de teslime mecbur olur.
îbni Hacibe göre
rehin, kabzdan evvel sahih olursa da kabz bulunmadıkça tamam olmaz (Muhtasar-i
Ebizziya, Düsûkî).
(Şafiî'lere göre de
rehin, bir malın aynini bir deyin mukabilinde vesika kılmaktır ki, o deynin
Ödenmesi müteazzir olunca bu maldan istifasa cihetine gidilsin. Rehin, icap ve
kabul ile sahih ve kabz ile lâzım olur.
Rehinin lügatte sübût
ve hapis mânasına olduğuna şu hadisi şerif de delâlet eder: ( üj^^ oa.^^Uı^'
> yani: Ölmüş bir müminin ruhu borcu mukabilinde mahbusdur, makamı kerimden
mehcurdur.
Râhin hakkında rehinin
iüzûmu râhinin ikbazına = rehni kabz ettirmesine, kabza izin vermesine veya
mürtehinin kabzına mütevakkıftır. Bu kabza mü-
saade ve bilfiil kabz
ise akdi salâhiyeti olan kimseler tarafından vuku bulmak icap eder. Aksi
takdirde kabz ve ikbaz muteber olmaz. Meselâ: Çocukların, mecnunların
mehcurlann kabz ve ikbazları sahih değildir.
Rehinde iki tarafdan
niyabet = Vekâlet ceryan eder, yani Râhin de mürtehin de kendi yerine
başkasını tevkil edebilir. Ancak mürtehinin- râhini kabza naib tâyin etmesi
caiz değildir. Çünkü kabız ile makbuzun ittihadı mümteni-dir (Tuhfetüîmuhtaç).
(Hanbelî'lere göre de
rehin, deyni ayin ile tevsikadır ki, deyni başka suretle tediye müteazzir
olunca o deynin tamamını veya bir kısmını bu ayinden veya bunun semeninden ahz
etmek mümkün olur.
Rehin, icap ve kabul
ile mün'akid, kabz ve lâzım olur. Şöyie ki: Rehnin râhin hakkında lüzumu,
mürtehinin veya vekilinin veya râhin ile mürtehinin bilittifak tâyin edecekleri
kimsenin rehini kabz etmesine muhtaçtır. Râhinin izni olmadıkça kabz muteber
olmaz ve râhinin izininden sonra da kabz bulunmadıkça rehinde tasartfufatı
nafizdir.
Merhun, akd-i rehinden
evvel mürtehinin elinde gasben veya ariyet veya vedia olarak veya bir akd-i
fâsid ile bulunmuş olsa mücerred bu akd ile rehin, lâzım olur, ayrıca kabza
muhtaç olmaz.
Rehin, muatat tarikile
de mün'akid olur.
Rehin, hak zamanında,
yani: Borcun zimmete taallûku ânında ve hak zamanından sonra akdedüebüir.
Fakat hakdan evvel akdedilemez. Çünkü rehin, hakka tâbidir, ona takaddüm edemez
(Keşşafülkına).
(Zâhirî'lere göre de
rehin, kabz ile tamam olur. Nefsi akidde ~ Rehin akdi esnasında mürtehin
tarafından merhun kabz edilmedikçe rehin caiz olmaz.
Çünkü Kuranı Kerimde buyurulmuştur.
Rehni, bir sikanın -
Adlin yanına bırakmayı şart koşmak caiz değildir. Başkasının kabzı kabz
sayılmaz, Katade, Hakem Ebû Süleyman ve îbni Ebi Leylâ'nın kavilleri de
böyledir. Dâyinden başkasının rehini kabz etmesini ig-tirat, kitabulîahta
bulunmayan bir şart olmakla bâtıldır.
Müdayene akdi
esnasında alınan rehin, muteberdir. Müdayenenin tamamen akdinden sonra verilen
rehin muteber değildir, Râhin bunu dilediği zaman mürtehid istirdad edebilir (ElmuhaUa).
Zâbirî'lerin hukuk
dairesini bu kadar tezyik ederek edillei şeriyenin pek geniş şümulüne infazı
nazar edememeleri, bir kimsenin bir hakkı dilediği zaman teberruan tevsik
etmesinin cevazım ve bir kimsenin saîâhiyettar olduğu bir akdi usûlü dâiresinde
başkasına vekâleten havale edebilmesinin meşruiyetini düşünememeleri istiğraba
şayandır.
Davud-u Zâhirİ'ye göre
rehin, yalnız sefer haline mahsusdur. Seferde borcu yazacak kâtip bulunmazsa
rehin verilebilir. Bu rehin yalnız bey'ide, selemde karzda muayyen bir müddete
kadar istitrat edilebilir. Fakat sair muamelâtta rehin verilmesini şart koşmak
caiz değildir. Çünkü kitabullahda mezkûr olmayan bir şart bâtıldır.
Mücahidde rehinin
yalnız sefer halinde caiz
olacağına kaildir. Çünkü âyeti
kerimesi rehinin cevazını sefer haline hasretmiştir. Bir müddete kadar olan
deyin ise ya bey'i veya selem veya karz suretiyle olur, bunu tecavüz edemez.
Hali hazarda rehin
verilmesi ise bir müddetle mukayyed ve akd zamanında meşrut olmamak üzere caiz
olabilir ki bu, râhin tarafından bir teberru sayılır. Nehi edilmeyen bir şey
ile tetavvü ise güzeldir. Resûli Ekrem, saliallâhü taâlâ aleyhi vesellemin
yirmi sa' arpa mukabilinde zirhini rehin bırakmış olması da bu kabildendir
(Elmuhallâ).
Fakat sair müctehidlere
göre rehin yalnız sefer haline münhasır değildir. Ayeti kerimede seferin zikr
edilmesi galibi ahvale nazarandır. Yoksa rehin hususunda sefer ile hazerin
farkı yoktur.
'Filvaki sefer halinde
borcu tevsika daha ziyade ihtiyaç görülebilir: Misafir, mefkud gibidir, o
halde dâyin, vesikaya muhtaç olur. Hazır ise böyle değildir. Onan hakkında
kalb galib ahvalde mutmain bulunur. Fakat bu nokta-i nazar rehnîn hali hazarda
iştiratına bir mani teşkil etmez (Bedayi, Elmizanül'-kübra). [4]
24 - :
Rehinin sahihen inikadında râhinin ve mürtehinin âkil ve mümeyyiz olması
lüzumu için de kabz bulunması şarttır. Âkidîerin baliğ ve hür olmaları şart
değildir.
Binaenaleyh gayrı
mümeyyiz çocukların, mecnunların rehin ve irtihanları bâtıldır. Mümeyyiz olan
bir çocuğun rehin verip alması ise şahindir. Şu kadar var ki ticarete mezun
olmayan mümeyyiz çocuğun rehin ve irtiham velisinin icazetine mevkuf bulunur.
Ticarete mezun bir
kölenin de rehin ve irtiham caizdir. Çünkü bunlar ticaretin tâbilerindendır
(Bedayi).
25 - :
Merhunun satılmaya salih bir şey olması şarttır. Binaenaleyh, merhunun akd
vaktinde mevcud, mutekavvim makdûrütteslûn, bir mal olması lâzımdır. Fehin
zamanında henüz mevcud olmayan veya vücud ile adem arasında mütereddit bulunan
veya meçhul veya lâşe gibi gay-n mutekavvim olan veya hür insan veya saydıharam
gibi alınıp satılması caiz bulunmayan bir şeyi terhin sahih değildir.
Mekilât, mevzunat ve
meskukât, cinsleri ve hilaf-ı
cinsleri mukabilinde
terhin edilebilir. Bunlar kendi cinsleri
mukabilinde terhin edildikten sonra telef olsalar rehin oldukarı borç
mukabilinde telef olmuş olurlar. Bunların cev detine, ademi cevdetine itibar
olunmaz (Hindiyye).
26 - :
Merhunun mukabili olan hakkın deyn ise bir deyni sahih ve ayn ise binefsihi
mazmun olması şarttır.
Binaenaleyh istikraz
edilen bir meblağ için, magsub bir mal için, makbuz olan bir mebiin semeni
için, bir icarenin bedeli için rehin almak caizdir. Fakat emanet olan bir mal
için, mudarebe ve şirket mallan için rehin caiz değildirler. Çünkü bunlar
mazmun değildirler.
Kazalik : Hakk-ı
şüf'a, hakk-ı kısas gibi asla. mahal olmayan bir şey için rehin almak sahih değildir.
Şayed alınırsa rehin olmayıp emanet
bulunmuş olur. Mürtehinin elinde teaddisi olmaksızın telef olsa asla zaman
lâzım gelmez, Kezalik : Bir mebi, kabz edilmedikçe semeni mukabilinde rehin
almak caiz olmaz.
Çünkü mebi, kabîelkabz
binefsihi değil, kendi semeniyle mazmundur, bâ-yün elinde telef olsa müşteriden
semeni almaya hakkı kalmaz. Artık böyle bir . şey ile mazmun olanın diğer
mütehalif bir şey ile de rnazmûn olması caiz ola-. maz. Fakat mebi kabz
olunduktna sonra semeni mukabilinde bayie bir mal rehin verilebilir. Hattâ
mebiin kendisi de bu semene mukabil terhin edilebilir. Kezalik : Mekfûlünanhın
kendi emriyle müneccezen kefil olan kimseye mal kabilinden olan mekfûlünbih
mukabilinde rehin vermesi caizdir. Velevki kefil, mekfûlünbihi mekfûîünlehe
vermiş olmasın. Fakat kefalet, binnefsden dolayı kefile rehin vermek caiz
değildir. Çünkü bu halde mekfûlünbihin rehnden istifası kabil değildir. Mal
hakkındaki kefaleti muallâkada da şartın vücudundan evvel rehin verilmesi sahih
değildir. Zira kefalet bil'mal henüz hulul etmemiştir. Bilâ emir kefaletten
dolayı da rehin verilmesi sahih değildir. Çünkü bu halde kefilin mekfûlünanha
müracaata hakkı yoktur ki onun mukabilinde rehin alabilsin (Hindiyye,
MecmaüTenhür).
27 - :
Râhinin hakkiyle merhunun meşgul olmaması şarttır. Meşgul o!-ur-sa akdi rehn,
fâsid olur.
Meselâ : Yemişli ağacı
yemişsiz olarak veya bir yeri üzerindeki
ağaçlar dahil olmaksızın veya mülk bir tarlayı üzerindeki ekinler
müstesna olarak terhin etmek sahih değildir. Çünkü bu halde merhunu müstakilen
kabz muhaldir. Fakat bunlar terhin edilip de üzerlerindeki muttasıl şeylerden
sükût edilse onlar da beraberce rehn edilmiş olur.
Kezalik : Bir kimse
içerisinde kendisine ait eşya bulunan bir hanesini terhin ve teslim etse rehin
sahih olmaz. Haneyi bu eşyadan tahliye ettikten sonra teslif etmesi lâzım
gelir.
Amma başkasının
hakkiyle meşgul olması rehnin cevazım ihlâl etmez. Binaenaleyh bir kimse
hanesini içinde başkasının eşyası bulunduğu halde terhin
edebilir. Bunlar kendi eşyası yanında
vedia olduğu gibi mürtehinin yanında da vedia olur.
Kezalik : Râhin,
hanesinin içinde bulunan kendi eşyasını mürtehine evvelâ vedia verip sonra da
bu haneyi terhin ederek o eşya ile beraber teslim ey-leşe rehin veteslim sahih
olur (Haniyye, Ankaravî, Reddilmuhtar).
28 - : -Akdi rehnin şarta muallâk veya müstakbel
zamana muzaf olmaması şarttır. Çünkü
rehn ile irtihan, ifa ve istifa mânasını mütezammin olduğundan bey'e
benzerler. Bey'in şarta taliki ve müstakbele izafesi sahih olmadığından rehnin
talik ve izafesi de sahih olmaz (Bedayi).
29 - :
Mukabilinde rehin verilecek hakkın terhin zamanında mevcud olması şarttır.
Binaenaleyh mâdûm, melhuz bir borç mukabilinde rehin verilmesi sahih değildir.
Meselâ: Bir kimse, borcunu ödedikten sonra dâyine hitaben «Borcumdan sana
birşey vereceğim, kaîıp kalmadığını bilmiyorum, belki bir şey kalmıştır, şu
malımı onun mukabilinde sana terhin ediyorum.» deyip dâyin de kabul etse ve bu
borçtan bir şey kalmamış olduğu anlaşılsa bu mal, rehin mahiyetinde bulunmuş olmaz.
Bu halde mürtehinin elinde telef olsa zamanı lâzım gelmez.
Kezalik : Bir kimse,
bir şahsa «Senin bende sabit olacak alacağın mukabilinde bu malımı sana
rehnettim.» deyip o şahıs da kabul etse bu rehin hükmünde olmaz. Çünkü elyevm
sabit veya sebeb-i vücubi mevcud olmayan bir alacak, mâdûm demektir (Haniyye,
Dürerülhükkâm).
30 - :
Rehnin teberru veçhile verilmesi, yajıi: Râhinin rızasına mukarin olması
şarttır. Yoksa dâyinin icbarına mebni yapılan bir rehn muamelesi sahih olmaz.
Hattâ bir kimse, bir malını semeni mukabilinde filân şeyi rehnet-mek Üzere bir
şahsa satsa beyi sahih olur. Fakat o şahıs o şeyi rehn etmekten imtina etse
rehn etmesine cebir olunamaz. Çünkü rehn bir nevi teberrudur. Müteberri hakkında ise cebir
cari olamaz. Şu kadar var ki bu takdirde bayi muhayyer olur, dilerse bu bey'e
rehinsiz olarak razi olur ve dilerse bu bey'i fesh eder. Bâyiin bu
muhayyerliğine «Hıyar-: vasf-ı semen» denilir (Reddi-muhtar).
31 - :
Rehnin vakti kabzda mûşâ bulunmaması şarttır.
Binaenaleyh mûşâın
rehniyeti sahih olmaz. Gerek kabili kısmet olsun ve gerek olmasın ve gerek
şerike ve gerek yabancıya terhin edilsin. Şuyû da gerek mukarin ve gerek târî
bulunsun müsavidir.
Meselâ : Bir hanenin
nısfı şâyiini, bir arsa üzerindeki binayı arsasız ve bir vakıf yer üzerindeki
bağ ve bahçeyi rehn etmek sahih olmaz. Böyle bir terhin muamelesi fâsiddir.
Maamafih şuyûi târî
sebebiyle rehnin fesadına îmamı Azam ile îmam Mu-hammed kail olmuştur. îmam Ebû
Yusuf, bunun fesadına kail değildir. Zira beka ihtidadan esnektir. Binaenaleyh
bir hane tamamen terhine ve teslim edildikten sonra yarısı bilistihkak zabt
ediise îmam Ebû Yusuf'a göre rehn nsid olmaz.
Mûşâın rehniyeti
hakkında Hanefî fukahasının ihtilâfı vardır. Bazılarına Söre bu rehn bâtıldır.
îmam Kerhî bunu ihtiyar etmiştir. Bazılarına göre de fâsiddir. Alâüddm-i
tsbîcabî de buna zâhib olmuştur (Şibli).
32 - : Zarureten sabit olan şuyû ile rehin fâsid
olmaz.
Meselâ : Râhin,
mürtehine iki kumaş verip «Bunun birisini şu alacağına rehin, diğerini de bizaa
= Sermaye olarak al.» deyip mürtehin de bunların ikisini alıp tesellüm etse
rehniyet, bu kumaşların ikisine şayi, yani : Bunlardan her birinin yansı merhun
olmuş olur. Çünkü bu iki kumasdan biri rehin olmak hususunda diğerinden evlâ
değildir (Reddimuhtar).
33 - : Bir
falın tamamı terhin edildikten sonra onu mûşâ değil1, muayyen ve müfrez bir
kısmı, meselâ yansı bilistihkak, zabt edilse bakisinde rehin sahih ve bu kısım
borcun tamamına mukabil rehin olarak mahbus olur. Bu hâki kısım, mürtehinin
elinde telef olsa borcdan-hissesiyle telef olur, yoksa bunun kıymeti borcun
tamamına kâfi olsa da borcun tamamı sâkit olmaz.
Meselâ: Bin lira borç
mukabilinde bin iki yüz lira kıymetinde ki bir hanenin tamamı terhin edilmiş
iken bunun müfrez olan yansım bir müstahik çıkıp zabt etse mütebaki yansı bu
bin lira mukabilinde rehin olarak kalır. Bu bin lira Ödenmeyince bu kısım
rshniyetten çıkmaz. Fakat bu kısım, mürtehinin elinde iken telef olsa borçtan
buna isabet eden beş yüz lira sâkit olur, mütebaki beş yüz lira mürtehin râhine
rücu eder. Çünkü bu hanenin fazla olan kıymeti mürtehinin elinde emanet
bulunmuş olur.
Nitekim bir borç
mukabilinde bir akd ile iki muayyen, müfrez mal terhin edilip birine müstahik
çıktığı takdirde de hükm böyledir (Haniyye, Bezzaziyy6)
34 - :
Vâdedilen bir deyn mukabilinde rehin verilmesi sahihtir. Çünkü mev'ud bir mal,
hacet bakımından mevcud gibi sayılır. Ve insan olan, vadinde hulf etmez. Bu
vâd ekserimev'udu ifaya müfzi olur. Bu cihetle mev'ud deyn, mâdûm sayılmaz.
Böyle bir rehne «Makbuz âlâ sevmirrehn» de denir. Meselâ : Bir kimsenin
vereceğini vâdettiği yüz Ura ödünç mukabilinde bir mal rehin olarak
verilebilir. Bu halde o kimse bu vadini ifaya
mecbur değildir. İfa etmediği takdirde rehin kendisinden istirdat olunur.
Ancak o kimse, muayyen bir miktar meblâğ ödünç vereceğini vâdetmiş oldukdan
sonra aldığı rehin daha o meblâğı vermeden kendisinin veya adlin elinde telef
olsa bakılır : Eğer vâdedilen meblâğ, bu rehnin kıymetine müsavi veya ondan az
ise o kim" se bu meblâğı râhine vermeğe mecbur olur. Amma vâdedilen
meblâğ, rehnin kıymetinden fazla ise o
kimse yalnız rehnin kıymetini zâmin olur, ziyadesinden mes'ul olmaz.
35 - : Ödünç
verilmesi vâdedilip mukabilinde rehin alman meblâğın miktarı malûm bulunmazsa
bunda rivayetler muhteliftir. Bir rivayete göre bu rehin mazmun olmaz. Diğer bir rivayete göre
mürtehin, râhine dilediği miktar da bir meblâğ ikraz etmeğe mecbur olur. Çünkü mürtehin rehni bir miktar, meblâğ
mukabilinde kabz etmiş olmakla bu miktarın beyanı mürtehine ait olur. Meçhulü
ikrarda olduğu gibi.
Böyle vâdedilen
miktarı meçhul bir meblâğ için verilen rehin, mürtehinin elinde telef olsa imam
Ebû Yusuf'a göre mürtehin, rehnin kıymetini baiiğan mâbelâğ râhine zâmin olur.
îmam Muhammed'e göre ise mürtehinin en az bir dirhem miktarı gümüş vermesi
lâzım gelir. Zira vereceği ödüncün bundan daha az olacağı tahmin edilemez.
36 - : Bir
kimse, ödünç vereceği miktarı muayyen meblâğı mukabilinde rehin aldıktan sonra
o meblâğın bir kısmını verip mütebakisini vermekten imtina etse onu vermeğe
icbar edilemez. O rehin, bu verilen miktar mukabilinde merhun olur (Haniyye,
Zeyleî, Hindiyye, Ankaravî).
37 - :
Başkasının malini rizasiyle terhin caizdir. Hattâ bir çocuğun malını babası
veya vâsiyyi muhtarı veya ceddi sahihi kendi borcu mukabilinde terhin edebilir. Bu istihsanen
caizdir. Çünkü bunlar çocuğun malını başkasına vedia vermeğe salâhiyeddar
olduklarından rehin vermeğe de evvelâ bittarik salahiyetli bulunurlar. Zira
vedia telefi hainde mazmun değildir, rehin ise telefi takdirinde deyn le
mazmundur.
Bu terhin, sahih
olduğundan çocuk baliğ olunca borç eda edilmeden rehni istirdat edemez. Belki
«Borcunu ver de rehni kurtararak sahibine red et.» di ye râhine emrolunur. Bu
rehin mürtehinin elinde telef olsa mukabilinde borç-dan ne miktar sâkit olursa o
miktarı râhin çocuğa zâmin olur, ziyadesini zâmin olmaz. Çünkü ziyadesi
mürtehinin elinde emanet bulunmuştur.
Fakat bu borcu çocuk
büyüyüp tediye etse bu tediye ettiği miktarın tama- . miyle rücu eder,
müteberri sayılmaz. Çünkü malını
rehniyyetten tahlis için borcu kazaya muztar bulunmuş olur ve râhin
tarafından borcunu tediyeye de-lâleten memur sayılır (Bedayi, Zeyleî).
Kezalik : Bir kimse
sâğir evlâdının malından kendisi için borç aldığı meblâğ mukabilinde bir
malını terhin ederek onun namına yanında hapis ve imsak edebilir. Bu şahindir.
Fakat vasinin bu terhine salâhiyeti yoktur (Hindiyye).
38 - :
Marazı mevt ile marizin rehin vermesi sahihdir. Şu kadar var ki. vereceği
rehnin kıymeti mukabili olan borçtan ziyade bulunursa bu ziyade teberru
sayılmaz. Rehin telef olunca hem borç sâkit olur, hem de rehnin fazla olan
kıymeti m örteninden'alınır. Bir de marizin rehni sair alacaklıları hakkında
nafiz olmaz. Binaenaleyh borcu terekesinden ziyade olduğu halde vefat etse sair
alacaklıları bu rehni kısmeti guramaya ithâl ederler. Bu mariz, bu suretie
garimlerinden birini diğerlerine tercih etmiş sayılır ki buna salâhiyeti yoktur
(Bezzaziyye, Behcetülfetava).
39 - :
Vakıfların, arazM müliyenin rehin bırakılması caiz değildir. Çünkü bunlar
mal-ı şahsî değildir. Binaenaleyh bilicareteyn tasarruf olunan mevkuf
müsakkafat, müstegallât ve arazi-i emiriye = MÜliyye denilen yerler, borç
mukabilinde terhin edilemez. Vakıa mütevellinin veya ^razi idarelerinin izniyle
bunların vefaen ferağı caiz ise de bu ferağ muamelesi ile rehn arasuv da ismen
fark olduğu gibi hükmen de fark vardır. Şöyle ki: Merhunun telefi takdirinde
borç sâkit olur. Vefaen mefruğ olan böyîe bir akar veya arazinin mefruğunleh
elinde telef olması, meselâ yanması veya sular altında kalıp kendisinden
istifade edilemez bir hale gelmesi takdirinde ise borç sâkit olmaz. Ve bu gibi
vakıf bir akar veya arazi ferağ edilmeyerek emlâk-i sırf e gibi terhin edilse
bunun hükmü olmaz. Râhin, bu merhunu daha borcunu vermeden geri alabilir ve
geri almadan bunlar mürtehinin elinde telef olsa mukabilinde borç sâkit olmaz
(Abdürrahif fetavası, Dürerülhükkâm).
Malikî'lere göre de
rehinlerin inikadı, cevaz ve ademi cevazı hakkında şu gibi meseleler mevcuddur.
(1) : Rehnin
sıhhati için râhinin ehliyeti bey'i haiz olması, rehnin nefazı için de râhinin
fükelîef, reşid bulunması şarttır. Binaenaleyh mümeyyiz çocuğun, sefihin,
kölenin rehinleri mün'akid olursa da lâzım olmaz, velilerinin icazetine mevkuf
bulunur. Mecnunun, gayrı mümeyyiz çocuğun İse bey'i sahih olmadığından rehni de
sahih olmaz.
(2) : Rehn,
deyn mukabilinde alınır, muayyen bir ayin veya muayyen bir aynin menfaati
mukabilinde rehin alınamaz.
Meselâ : Bir kimsenin
satın aldığı bir haneye belki bir müstahik çıkar diye bayiinden rehin alması
sahih değildir.
Kezalik : Bir kimsenin
isticar ettiği muayyen bir hayvan bilistihkak zabt edildiği takdirde kendisine
aynen getirip teslim eylemesi için" mucirden rehin alması sahih olmaz.
(3) :
Mukabilinde rehin verilecek hakkın filhâl veya âtiyen mevcud bulunması
lâzımdır. Binaenaleyh zimmette hâlen mevcud bir borca rehin verilmesi caiz
olduğu gibi cu'le, meselâ: Kaçmış bir, hayvanı bulup getiren kimseye verileceği
deruhde edilen bir paraya rehin vermek de caizdir.
(4) : Rehin,
mubayaa veya karz akdi esnasında meşrut bulunursa muteber olur ve illâ rehin,
bu bâtıl teberrudur, riayeti icap etmez.
(5) : Borcu
borç mukabilinde terhin caizdir. Şöyle ki: îki kimseden her birinin diğerine
borcu olsa bunlardan biri, kendi alacağını kendi borcu mukabilinde diğerine
rehin verebilir. Elverir ki rehin olacak deynin müddeti, rehin verilecek deynin
müddetine müsavi veya ondan eb'ah olsun. Bu, şarttır. Re-
hin olacak deynin
müddeti daha yakın veya muaccel olursa terhin caiz olmaz. Bu, selef sayılır.
Selem mebhasine müracaat!.
(6) : Bir kimsenin
bir şahsa, o şahsın da başka bir zata borcu olsa o şahıs, bu kimsedeki
alacağını o zata terhin edebilir. Ö şart ile ki, bu borcun vesikasını =
Müdayene senedini o zata verip bunun kabzına işhadda bulunsun. Bu muamele
yapılırken mürtehin ile medyunun bir arada
bulundurulması bir şartı kemaldir, yoksa rehinin sıhhati buna mütevakkıf
değildir.
(7) : Bir
rehnin borç miktarından fazla olan kıymetini de mürtehinin ri-zasiyle başka bir
borç mukabilinde terhin etmek caizdir. Rehin bir yedi eminde ise mürtehinîn
değil, o eminin rizasi şarttır.
Meselâ : Bir kimse,
bin lira kıymetinde olan bir hanesini altı yüz lira borcu mukabilinde terhin
ettikten sonra mütebaki dört yüz lira kıymetini de mürtehinin rizasiyle
başkasına olan bir borcuda rehin gösterebilir. Bu borçların müddetleri müsavi
olsun olmasın. Bu fazlayı mürtehine olrm diğer bir borcuna da rehin verebilir.
Fakat şu şart ile ki mürtehine olan ikinci borcun müddeti, birinci borcun
müddetine müsavi olmalı, ondan s.z veya çok olmamalı. Çünkü tarihi mukaddem
olan borç için rehin satılınca diğer borç da Ödenir. O borç daha müddeti
gelmeden tacil edilmiş olur ki' bu bir selef demektir. Birinci borç, bir
beyiden dolayı ise bu halde beyi ile selef cem olmuş olur, karzdan dolayı ise
karşılıklı iki selefi intaç eder ki, doğru değildir.
(8) : Muşâın
bey'i, hibesi, vakfı sahih olduğu gibi terhini de caizdir. Meselâ akar, uruz,
hayvan gibi bir malın hissesi bir borç mukabilinde rehin verilebilir. Bu maî,
gerek temamen medyuna ait olsun ve gerek olmasın. Bu ma hn tamamı râhine ait
ise mürtehin bunun tamamına vaz-ı yed eder. Tâ ki re hinde râhinin eli cevelân
ederek rehniyyeti ibtâl etmesin. Fakat bu malın bir kısmı başkasına ait ise
mürtehin yalnız rehin verilen hisseyi ihraz ile iktifa eder.
Râhin, hisse-i şayiasını
terhin edeceğinden dolayı şerikinden istizana mecbur değildir. Çünkü bu
terhinde şerikine zarar yoktur. Zira o. râhin yerine mürtehin ile beraber
tasarrufta bulunur. Onun hissesine rehinin taallûku yoktur. Şu kadar var ki
şerikinden istizan etmesi, hatırına riayet için mendubdur.
Bu, îbni Kasım'a
göredir. Eşheb'e göre böyle hisse-i şayia terhin edildiği takdirde şerikden
istizan vâcibdir. Çünkü rehin, diğer hisse-i şayianın derhal-satılmasına mani
oîur. îbni Kasım'a göre ise mani.oîmaz.
(9) : Müşterek
bir maldaki bir hisse-i şayia terhin edilince bakılır : Bu maî kabili taksim ise şerik, kendi
hissesini râhinin izniyle ifraz ettirerek onun izni olmaksızın satıp müşteriye
teslim edebilir.-Rehin veren şerikin hissesi-ae bu
ifraz edilen kısmın münferiden satılmasından dolayı
noksan âriz olursa tamamının
satıldığı takdirdeki fazla fark ne ise onu râhin olan şerik, diğer şerikten
alır. Bu alacağı fazla miktar,
mürtehinin alacağı cinsden
değilse o da rehin
olur. Alacağı cinsinden olunca bundan borç ödenir. Meğer ki yerine başka bir
rehin daha verilsin.
(10) : Akdi
rehne münafi şarta mukarin olan irtihan bâtıldır.
Meseîâ : Rehni râhinin
elinden mürtehinin kabz etmemesi veya borcun zamanı hulul edince rehnin
satılmaması şart edilse rehin mün'akid olmaz,
(11) :
Mürtehin, rehni daha kabz etmeden râhin ölse veya iflâs veya tecen-nün etse
veya marazı mevt ile mariz olsa rehin bâtıl olur.
Kezalik : Mürtehin,
râhinin merhunda ikamet etmesine veya merhunu ica-reye vermesine izin verse rehin
bâtıl olur. Velev ki râhin merhunda ikamet etmesin, merhunu icareye vermesin.
Borç rehinsiz kalmış olur.
(12)
:Mürtehin, rehni râhine veya râhinin izniyle başkasına mutlak'surette, yani:
Bir müddet sonra rehniyyete iadesi meşrut veya bu hususda bir örf mevcud
olmaksızın iare etse rehin bâtıl olur. Fakat rehnin bilâhare rehniyyete iadesi
şartiyle iare edilmesi rehni1 iptal etmez (Şerh-i Ebü'berekât).
Şafii'lere göre de
rehnin şeraiti ve saire hakkında şu gibi meseleler vardır:
(1) : Râhin
ile mürtehinin mutlakuttasarruf, yani : Teberrua ehil olma şarttır.
Binaenaleyh bir kimse
velisi bulunduğu bir çocuğun veya mecnunun veya sefilin malını rehin veremez
ve bunların namına rehin alamaz. Meğer ki bir zaruret bulunsun veya bunların
mallarını semeni müeccel olarak satmaya lüzum görülsün.
(2) :
Merhunun satılmaya salih ayin olması şarttır.
Binaenaleyh menfaati
terhin sahih değildir. Çünkü menfaat, şeyen fe'şe-yen telef olur.
Kezalik : Deyni terhin
de sahih değildir. Zira deyne kabzdsn evvel vusuk yoktur. Kabzdan sonr ada deyn
olarak kalmaz. Ancak merhunun itlafından dolayı mutlifin zimmetine terettüb
eden bedeli, merhuna mukabil rehnolur. Râ-hiıi mütlifi bundan ibra edemez.
(3) :
Mernûnünbihin bir lâzım deyin olması şarttır.
Velev ki bu deyin, zekât veya menfaat kabilinden olsun. Şöyle ki:
Verileceği vakti hulul eden bir bir zekât borcu mukabilinde rehin verileceği
gibi bir ecirin zmmetine taallûk eden amel mukabilinde, de rehin verilebilir.
Çünkü bu amel, rehnin satümasiyle istifa edilebilir. Fakat icareye verilen bir
ayin mukabilinde rehin alınamaz. Zira merhunu satarak semeninden bu ayni istifa
etmek kabil olmaz.
(4) : Müşai
- Bir maldan hisse-i şayiayı şerike de
başkasma da rehin vermek şahindir. Bunun kabzı, tamamını kabz suretiîe olur.
Müşâ, akar ise bu rehin şerikin iznine muhtaç olmaz, menkûl ise muhtaç olur.
Şerik isin vermediği halde mürtehin, rehnin şerikin elinde bulunmasına razi
olsa rehn icaiz olur, şerik kabz
hususunda mürtehinin naibi sayılır. Şerik buna da izin vermezse hâkim bir adi
ikame eder,o müşterek ma'ı şerikler namına olarak o adle tevdi eyler.
(5) : Akdi
rehinde rehnin muktezasına mutabık veya akdi rehn için maslahata muvafık veya
garezden hali bir şart dermeyan edilse akdin sıhhatine mani olmaz. Mürtehinin
sair alacaklılara takaddüm edeceğini veya akdi rehne işhad edilmesini veya
merhunun ancak şu kadar yemesini şart koşmak gibi.
Fakat mürtehine muzir,
râhine nafi bir şart dermeyan edilse şart da. rehin de bâtıl olur. Borcun
vakti hulul edince rehnin salmamasını veya değer fiatinden fazlaya satılmasını
şart koşmak gibi.
Bilâkis mürtehine
faideli, râhine zararlı bir şart dermeyan edilse şart bâtıl olacağı gibi ezhar
olan kavle göre rehin de bâtıl olur. Mürtehinin merhun-dan bir miktar ile veya
bir zaman ile takyid etmeksizin istifadesini şart koşmak gibi.
(6) :
Semere, nitac = Dul gibi rehnin zevaldi vücuda gelirse bunların ria merhun
olması şart edilse şart da akd de fâsid olur. Çünkü bunlar filhâl ma-durndur,
meçhuldür.
(7) : Bir
deyin mukabilinde bir rehin verildikten sonra başka bir rehin da-1 ha
verilebilir. Bu caizdir, velev ki rehinlerin cinsleri mütefavit bulunsun. Fakat
mürtehinin kabz etmiş olduğu bir rehin başka bir deyin mukabilinde de terhin
edilemez, imam Şafiî'nin kavli cedidine göre bu caiz değildir. Velev ki bu her
iki borca kâfi olsun. Çünkü bu halde bu rehnin vesika olmak kıymeti azalmış
olur.
(8) : Vedia
gibi emaoet bir mal mukabilinde rehin alınması sahih olmadığı gibi müstear
veya rıağsub bir ayin mukabilinde de terhin sahih değildir. Çünkü emanetler
zaten mezmun değildirler, Müstear ve magsub bir ayni ise merhunun semeninden
istifa kabiî değildir. Maamafih magsub bir malı sahibine derhal reddetmek icap
eder.
(9) : Fiîhâî
sabit olmayan bir deyn mukabilinde rehin vermek sahih de^ Sildir. İstikraz
edilecek bir para veya satın alınacak bir malın semeni veya zevcenin müstakbel
nefekası mukabilinde şimdiden rehin vermek gibi. Çünkü rehin, bir hak
mukabilinde bir vesikadır, bu hakka takaddüm edemez.
(10) :
Borcun hululü zamanında merhunun mürtehine satılmış olması şart kılmsa beyi de
terhin de fâsid olur. Çünkü böyle talik edilen bir beyi ve tevkit edilen bir
rehinfâsiddir, sahih olamaz. O halde bu merhun; borç müddetinin hululüne kadar
emanet sayılır, çünkü bu bir rehn-i fâsiddir, hululünden sonra İse mazmun olur,
zira bunun hakkındaki beyi, fâsiddir (Tuhfetülmuhtaç).
Hanbelî'lere göre de
rehinlerde şu şartlar carîdir :
(1) : Akdi
rehin, müneccez olmalıdır. Binaenaleyh rehnin bir şarta taliki sahih değildir.
(2) : Râhin,
bey'i ve şırası sahih olacak bir kimse olmalıdır. Binaenaleyh büâizin mehcurun
rehni sahih değildir.
(3) : Râhin,
rehnin maliki olmalı veya onu terhine maliki tarafından mezun bulunmalıdır.
Meselâ : Bir kimse, isticar veya istiare suretiyle menafiine malik olduğu bir
haneyi mucirinin veya muirinin izniyle rehin
verebilir.
(4) : Rehin,
hakka mukarin veya hakdan sonra verilmelidir. Binaenaleyh henüz zimmete taallûk
etmeyen bir borç mukabilinde rehin verilmesi sahih değildir,
(5) : Rehin,
cinsen, kadren ve sıfaten malûm bir ayin olmalıdır. Deyin ve menfaat rehin
olamaz.
(6) : Akdi
rehnin iktiza ettiği hususlar hakkındaki şart, sahihdir. Rehni mürtehinin veya adlin satmasını şart
koşmak gibi. Fakat akdi rehnin iktiza etmediği veya rehne münafi olan
hususlardaki şart. sahih değildir.
Maamafih bu şartın fesadına mebni akdi rehin de fâsid olmuş olmaz.
Rehnin menafimin mürtehine aid olmasını veya rehni mürtehinin kabz etmesini
veya borcun hululü zamanında rehnin satılmamasını veya rehnin mürtehince
mazmun olmasını şart koşmak gibi.
(7) : Muşaı
şerike de başkasına da terhin sahihdir. Bir müşa'daki hisse-i şayianın yalnız
bir kısmını terhin de caizdir. Rehn verilen muşa, akar gibi gayrı menkûl
olunca râhin, bu merhun ile mürtehinin arasını tahliye eder, velev-kİ şeriki
hazır bulunmasın ve izin vermesin. Çünkü bu tahliyeden dolayı şerike bir
zarar'lâhik olmaz. Bu muşa, elbise, hayvanat gibi menkûl olup şerik ile
mürtehin bunun kendilerinden birinin veya başkasının elinde bulunmasın arazi
olurlarsa caiz olur. Razi olmazlarsa hâkim bunu bir şahsın eline emaneten veya
bir ücretle testim eder. Çünkü mürtehinin kabzı vacibdir. Bu kabz ise muşa
hakkında münferiden mümkün değildir. Artık vacib olan kabza vesile olsun diye
bu veçhile muamele lâzım gelir. Hâkim bu müşaı icareye de verebilir. Zira bunda
şerik ile mürtehin için masiahat vardır (Keşşafülkına, Neylülme-arib).
Zâhirî'îere göre de
rehnin cevaz ve ademi cevazında şu gibi
meseleler vardır:
(1) :
Satılması caiz olan her şeyin terhini caizdir. Satılması caiz olmayan şeylerin
terhini ise caiz değildir. Çünkü rehin, mürtehm için mümatale vukuuna karşı
bir vesikadır, bununla intisaf = îstifa-i hak kabil olur. Bu ise ancak
satılabilecek bir şeyde mümkün olur,
(2) : Bir
malı satın alıp semeni mukabilinde bayiine rehin bırakmak caiz
değildir. Böyle bir beyi, mefsuhdur. Şu
kadar var ki, bayi semeni peşin olarak satmış ise semeni alıncaya kadar mebii
elinde tutabilir.
(3) : Bir
borç akdi esnasında sahih bir surette terhin edilen bir mal, bilâhare
yapılacak ikinci bir borçdan dolayıda terhin edilemez, terhin edilse ikinci
akid bâtıl olur. Çünkü rehin birinci akid hakkında sahih olmuştur, artık onu
başka bir akde nakil caiz olmaz.
(4) :
Dinarlar, dirhemler matbu - Meşkûk olsunlar olmasınlar rehin ola-.-bilirler. Bu
caizdir, imam Malik'e göre bunlar matbu olmayınca terhin edilemezler,
(5) : Bir
borç mukabilinde verilen rehnin tamamına veya bir kısmına bir müstahik zuhur
etse rehniyyet de, müdayene akdi de bâtıl olur. Çünkü râhin ile mürtehin
müdayeneyi rehnin sıhhatine meb ni akdetmişlerdir. Artık bu rehin sahih
olmayınca o müdayene de asla sahih olmaz.
(6) : Bir
cemaat kendilerine ak ,bir mal-ı müştereki bir şahsa terhin etseler veya bir
şahıs bir malını bir cemaate birden terhin eylese bu cemaatten herhangi bir
ferd kendi hissesine düşen borcu ödese onun o rehindeki hakkı, rehin olmaktan
çıkar, diğer şeriklerin hisseleri rehin olarak kalır.
Kezalik : O bir şahıs
cemaatten bazılarına borcunu ödese bunların hakk-ı irtihanları sâkit olur,
bunların hisselerine rehinden isabet eden kısmı, râhine rücu eder. Diğer şeriklerin
hisseleri kendi miktarlarına rehin olarak kalır. Çünkü bunlardan her birinin
kendine mahsus hükmü vardır. Nitekim Kuranı Kerimde: Duyurulmuştur. Yani:
Herkesin kazancı kendisinedir ve bir yük. sahibi başkasının yükünü taşımaz.
(7) : Müşaı,
yani bir'mal-ı müşterekdeki hissei şayiayı terhin caizdir. Taksimi kabil olsun
olmasın, terhin edecek şerikin yanında bulunsun bulunmasın müsavidir. îki
şerikin bir maîa vazıyedleri nasıl.caiz ve muteber ise mürtehin ile diğer
hissedarın vazıyedleri de öylece caiz ve muteberdir.
Her maîm kabzı kendi
haline göre kabil olur. Menkûlâttan olan bir şeydeki kabz. onu vaz-ı yed ile
kendi yanma nakl ile olur. Hane, arazi gibi nakii kabiî olmayan bir şeydeki
kabz da onu zabtına itlâk-ı yed ile olur. Müşâ olan bir şeyde mürtehinin kabzı,
o şeydeki hissesine râhinin şerikiyle beraber olan kabzı gibi o'muş olur.
aralarında fark yoktur. Eğer müşâda kabz sahih olmazsa onda şeriklerin de
kabız bulunmamış olmaları lâzım gelir. Öyle olunca da o mal rnahme bulunur,
onun üzerindeki bir kimsenin eli bulunmamak iktiza eder. Bu ise bir emirdir ki,
bunu din de ıyan da tekzib eder. Çünkü bunda şeriklerin tasarrufu mülk ile
tasarrufta bulunmaları dinen caizdir, bu müşâın birer müddetle şeriklerin
elinde bulunması veya bunu bilittifak bir kimsenin yanına bırakmaları da
müşahede ile sabit hallerdendir. Âyet-i Kerimede de buyuruîmuştur. Bu nazmı
kerimdeki rehin mutlaktır, müşâ tahsis edilmemiştir. Eğer bunu terhini caiz
olmasaydı Hak Taâlâ Hazretleri bunu
istisna ederdi. Osmanülbetti, îbni Ebi Leylâ, îmam Malik, İmam Şafiî ve saire
de buna kaildirler. îmamı Âzam üe ashabına göre ise müşâı terhin caiz değildir.
Hanefiyye, iki insanın
şayian malik oldukları bir malı bir kimseye terhin etmelerini caiz görmemiş
oldukları halde bir kimsenin iki kimseden bir sefeka = Bir akd ile istikraz
eylediği bir borç mukabilinde bir malım, meselâ bir arsasını bu iki kimseye
terhin etmesini caiz görmemişlerdir. Bu ise bilâ.delil farktır, tenakuzu
müstelzimdir (Elmuhallâ).
Hanefiyyenin ise bu
hususdaki noktai nazarları şöyledir: Rehnin mUcebi, raürtehinin alacağını
alıncaya kadar rehni elinde rrüstakillen rehniyyet üzere haps ve imsak
ede-bümesidir. Halbuki müşâın rehniyyeti caiz olsa mürtehin, şerik olmayınca
merhunu bir gün kendis bihükrnirrehn imsak edecek bir gün de râhine veya
râhinin şerikine iade eyleyecektir. Mürtehin, şerik olduğu takdirde de
merhunu. bir gün bihükrnirrehn, bir gün de bihükmü'mülk elinde bulunduracaktır.
Bu halde merhun sanki bir gün rehnedümiş, bir gün de reh-nedilmemiş gibi oiur.
Maamafih rehinden
maksad. mürtehinîn alacağını lâyıkiyîe tevsiktir. Hal-bu l;i müşaiyyet buna
mânidir. Çünkü müşâı iştira hususunda1 nasın rağbeti azdır, satılmasına lüzum
görülünce müşkilât yüz gösterir, mürtehin bunun tasarrufunda da aleleksear
müşkülâta maruz kalır. nazmı keriminde ise rehinler makbuz olmakla mukayyed
bulunmuştur. Bu makbuziyet, mutlak olduğundan kemaline masrufdur, müşaiyyet bu
kefaîe münafidir.
Hanefice de deyin bir,
sefka bir oldukdan sonra mürtehin olacak kimselerin müteaddid olması rehnin
sıhhatine mani olmaz. Binaenaleyh bir kimse bir kaç kimseden müşterek oldukları
bir parayı istikraz etse bu para mukabilinde bir malını bu kimselere terhin
edebilir. Zâhirîyye mezhebinin pek mutaas-sıb bir imamı olan îbni Hazmın buna
muhalif isnadatta bulunması, Hanefi mezhebini güzelce tetkik etmediğine
delâlet eder. Müteaddid kimselerin şayian malik oldukları bir malı bir şahsa
terhin etmeleri ise matlûp olan kabzın kemaline mani olmayacağından caiz
görümüştür. Artık tenakuz iddiasına ve sa-ireye mahal yoktur.[5]
40 - :
Rehnin meşruiyeti kitap ile, sünnet ile, icma-ı ümmet ve kıyası fukaha ile
Sabittir. Rehin, hem sefer, ve hem de ikamet halinde alınıp verilebilir.
Müsaferet halinde daha ziyade ihtiyaca ve ihtiyata binaen rehn muamele
si mutad
olduğundan ayeti kerimes bu itiyadı
galib olan
hale nazaran sefer
halinde rehn alınmasını âmir bulunmuştur. Yoksa ikamet halinde de rehin
alınmasına mani değildir. Resûli Ekrem sallallâhü taâîâ aleyhi vesellem
efendimiz, Medinei münevverede hali ikametinde bir yehudiden veresiye aldığı
bir miktar zahire mukabilinde mübarek zırhını terhin buyurmuştu. Nebiyyi
alişan efendimiz, bu suretle hali ikamette de velev gayrı neslimden olsun
rehin mukabilinde bir mal almanın cevazını göstermiş, başkalarına yük olmaktan
ise rehin mukabilinde veresiye mal almayı tercih buyurmuş, bu hususda da
ümmetine iktisadî, ahlâkî bir ders vermiştir. Bu hâdise ise o Resulü Ekremin
dünya emvaline tama' etmiyerek ne kadar muttekıya-ne bir halde yaşamış olduğuna
bir şahid bulunmuştur.
Maamafih rehin
muamelesi, Ötedenberi milletler arasında carî ola gei-miştir. Peygamberi zîşan
efendimiz ise bu muameleyi menetmerniş, belki naşı bu muamele üzerine takrir
buyurmuştur. Bu cihetle de rehnin meşruiyeti hakkında ümmeti merhumenin icmaı
tahakkuk etmiştir.
Rehin, teminat kabilin
dendir. Bunda hem dâyine, hem de medyuna yani hem mürtehine, hem de râhine ait
faideler vardır. Mürtehin, rehin hakkirda ki emri ilâhiye imtisâlinden dolayı
sevaba nail olur. Ve aldığı rehin sebebiyle hakkından emin olur,
müsterihülkaîb bulunur, medyun olan râhinin muma-talesi, imkân ve iflâsı
yüzünden alacağının zayi olacağı endişesinden kurttur. Râhine gelince bunun
rehinden istifadesi daha ziyadedir. Çünkü insaniar vakit vakit borç para almak,
veresiye mal almak mecburiyetinde kalırlar. İnan bu sayede haysiyetini,
şerefini muhafaza eder, iktisadî menfaatlerini tenine muvaffak olur. Fakat ço
kkere teminat vermedikçe bu babdaki ihtiyacın; izale edemez. Binaenaleyh rehin
sayesinde bu ihtiyacını bertaraf eder. Bu sayede hem ödünç almış, hem de rehin
verdiği malı, mezhebi Hanefiye nazaran mürtehinin zamanında bulundurmuş olur,
rehnin telefi takdirinde kıymeti nis-betinde borcundan kurtulur. Hâsılı rehin
bir vesikadır. Bununla borç tevsik edilmiş olur.
Bir şeyi tevsik ve
tekide medar olan şeye «Vesika» denir. Cem'i vesaiktir (Hindiyye, Zeyîeî,
Elmuhallâ). [6]
41 - :
Beyide zikredilmeksizin dahil olan müştemelât, rehinde dahi dahil olduğu gibi
bir arsa rehn edildikte Üzerindek bilcümle ağaçlariyle meyvala-n ve sair
dikilmiş, ekilmiş şeyleri de sarahaten zikredilmese bile rehne dahil olur.
Meselâ : Bir kimse
üzerinde ağaç, meyva veya ekin bulunan bir arsennı rehin verse bu ağaç ile
saire de rehne dahil olur. Çünkü bunlarsız rehin cari olmaz. Relini tashih için
bunlar dahil olurlar. Ve illâ arsa, râhinin mülkü ile meşgul bulunmuş olur.
Meşgulü ise şagılsiz olarak terhin caiz değildir (T=n-kih-iHâmidî).
42 - :
[Merhundan mütevellid ziyada asıl merhun ile beraber merhun olur.
Meselâ : Merhunun
südü, yünü, yavrusu, meyvası gibi mütevellid neması râhine ait olup merhum ile
beraber mürtehinin elinde rehnolarak kalır. Bu nema helak olsa mazmun
olmaksızın helak olmuş olur. Çünkü bu ziyada tebaan merhundur. Tâbi olan bir
şeyin ise aslin mukabili olan şeyden hissesi olamaz. Asıl rehin helak olub bu
nema baki kalsa borç asılın yevmi kabzindeki kıymetiyle bu nemanın fekki rehn
zamanındaki kıymetine taksim olunur. Asıla isabet eden borç sâkit olur, nemaya
isabet eden miktar ile de rehin fekke-dilir.
Meselâ : Borç miktarı
doksan, asıl rehin kıymeti de doksan, nemanın kıymeti de otuz lira olsa,
nemamn kıymeti, asıl rehnin üçde birine müsavi bulunmuş olur. Bu halde borcun
dörtte üçü olan (67) lira (50) kuruş asıl rehnin hissesi olmakla onun
telefiyle bu miktar sâkit olur. Borcun dörtte biri olan (22) lira (50) kuruş da
nemanın hissesi olacağından râhin, bu (22) lira (50) kuruşu vererek nemayı
rehniyetten kurtarır, borcunu tamamen ödemiş olur.
43 - :
Rehinde büyümek, semizlemek gibi fasıl olan ziyade-i muttasıle-i mütevellide
asıl rehin hükmündedir. Ondan ayrılamaz. Rehin arsa üzerine yapılan bina gibi
ziyade-i muttasıle-i gayr-i mütevellide ile merhun akar ve hayvanın ücretleri
gibi ziyade-i münfesile-i gayrı mütevellide İse asıl rehn ile beraber merhun
olmaz. Binaenaleyh bunları râhin, mürtehinden alabilir.
44 - :
Mürtehin rehnîn nemasını, meselâ merhun bağın mahsulünü râhinin rızası,
ibahesi olmaksızın istihlâk etse bunu râhine zâmin olur. Merhunun doğacak
yavrusu veya yavrusunun yavrusu da bu nema kabilindendir, mürtehinin elinde
rehn olarak kalır. Borç asılın yevm-i terhinindeki, yavruların da rehni fek
zamanındam kıymetlerine taksi molunur (Hindiyye).
45 - : Bir
rehn, râhin ile mürtehinin rizalariyle
başka bir rehne tebdil edilebilir.
Meselâ : Bir kimse
borcu olan yüz lira mukabilinde bir halısını rehin bırakmış iken bilâhare bir
saat getirib «Bunu rehn olarak ai.» dese mürtehin de halıyı reddedip saati alsa
yüz lira mukabilinde bu saat merhun olur, halı rehn olmaktan çıkar. Fakat
mürtehin saati kabz etmedikçe hah râhine reddedilsin edilmesin rehin olmakta
devam eder. Kezalik : Saati kabz ettiği halde halıyı reddetmedikçe de halı
rehniyette kalmış, saat emanet bulunmuş olur. Mecel-le'de bu kabul edilmiştir.
Fakat diğer bir kavle
göre mürtehin ikinci rehni kabz edince birinci rehin, rehnyetten çıkar, velev
ki râhine henüz reddedilmemiş olsun (Mecmaül enhür, Hindiyye, Bezzaziyye).
46 - : Rehn akdedildikten sonra râhinin veya
kefilinin veya hariçden birinin merhunu tezyid etmesi caizdir. Yani Bunlardan biri akdedilen rehn baki iken ona
başka bir malı da rehin olarak ilâve edebilir. Bu sahihdir. Bu ziyade de asıl
akde mültehik olur, â gibi olur. Bu iki malın mecmuu, Ünde merhun bulunur.
asıl akd bu iki mal
Ü2erine yapılmış zamanında mevcud olan borç
Meselâ : Bir kimse,
istikraz ettiği yüz lira mukabilinde yüz lira kıymetinde bir saatini rehn
bırakdıkdan sonra bir de elli lira kıymetinde bir yüzüğünü ilâveten rehin
verse bu ikisi yüz lira mukabilinde terhin edilmiş olur. Binaenaleyh bu
rehinlerden biri telef olsa borç bununla baki rehne bir nisbet dairesinde
taksim edilerek telef olana isabet eden miktar, borçdan sâkit olur.
Meselâ saat telef olsa
borcun üçde ikisi sâkit olup yüzüğe tekabül eden . üçde biri kalır. Rehinlerin
kabz edildikleri gündeki kıymetlerine itibar olunur.
Borcun bir kısmı
tediye edildikden sonra ikinci rehin verilse bu, birinci rehin ile beraber
mütebaki borç mukabilinde rehn olmuş olur. Ve borcun ta-mamı tediye edilmedikçe
bu rehinlerden hiç biri fek edilemez.
47 - :
Mukabilinde rehin alınan bir borcun miktarı yine o rehne mukabil olmak üzere
mürtehin tarafından tezyid edilebilir. Bu halde o rehin o iki borç mukabilinde
merhun bulunur. Bu iki borç nev'an müttehid olsun olmasın müsavidir. Çünkü rehnîn
kıymeti boredan noksan ve-ziyade olmasına nazaran reh-rıi tezyide lüzum
görülebileceği gibi borcu tezyide de hacet görülebilir.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsa olan yüz lira borcu mukabilinde iki yüz lira kıymetindeki bir
saatini rehin olarak teslim ettikten sonra yine bu saate mukabil olmak üzere o
şahısdan elli lira daha ödünç alsa bu saat yüz elli liraya mukabil rehin olmuş
olur.Binaenaleyh bu saat telef olsa her iki borç da sâkit.olur. Yalnız borcun
biri cdense saat rehniyetten çıkmış olmaz.
Bu mesele, îmam Ebû
Yusuf'a göredir. Mecellede de bu kabul edilmiştir. Fakat imamı Âzam ile imam
Muhammed'e göre bir rehin mukabilinde borcu tezyid sahih değildir, bu rehnîn
ziyade edilen miktara şümulü olamaz. Çünkü bu ziyade şuyûu icap eder. Rehnin
bir kısmı birinci borca, bir kısmı da ikinci borca mukabil olmak lâzım gelir,
rehinde ise şüyu meşru değildir. Bu halde birinci borç tediye edilince merhun
rehin olmaktan kurtulur (Hida/e, înâye)
(Malikî'lere göre
terhin edilen hayvanın üzerinde terhin zamanında mevcud yünü ve rehn verilen
cariyenin rahminde mevcud yavrusu ve hurma ağacının yanında mevcud fesîîesi
rehne dahil olur. Fakat rehnin gailesi: meselâ südü, semeresi, doğan yavrusu,
anların balı, akarın veya hayvanın kira bedeli gibi şeyler rehne dahil olmaz.
Meğerki bunların rehne dahil olması meşrut olsun. O zaman bunlar da dahil
olurlar (Şerhi Ebilberekât).
(Hanbelî'lere göre de
merhun yerlerde hüdayı nabit suretiyle olsun olmasın tenebbüt ederi şeyler
rehne dahil olur. Çünkü bunlar merhunun nemasur
Bir borç mukabilinde
rehni tezyid sahihdir, fakat bir rehin mukabilinde borcu tezyid sahih değildir.
Meselâ : Bir borç mukabilinde bir mal terhin ediîdikden sonra başka bir mal de
terhin edilebilir. Çünkü bu, bir tevsikadır. Fakat bir kimseden istikraz edilen
yüz lira mukabilinde bir mal rehin verildikten sonra o kimseden tekrar borç
alman elli lira mukabilinde de o malı rehin göstermek sahih olmaz. Çünkü o mal
merhundur, rehniyetle meşguldür. Meşgul ise artık işgal edilemez
(Keşşafülkına, Müntehel'iradat). [7]
48 - :
Mürtehin, bizzat rehni feshedebilir. Çünkü rehin onun hakkında lâzım değildir.
Onu hapis etmek hakkına maliktir, bu hakkım iskat edebilir. Binaenaleyh
mürtehin, akdi rehni feshederek merhunu
râhine bu fesh üzerine reddedince merhun rehin olmaktan çıkar, artık
râhinin elinde telef olsa mukabilinde boredan bir şey sakit olmaz.
Fakat rehin, bâdelfesh
râhine reddedilmedikçe mazmun olmaktan çıkmaz, mürtehirin elinde telef
mukabilinde borç sâkit olur. Zira mücerred feşh-i akd ile rehin bâtıl olmaz
(Ankaravî, Hindiyye).
49 - :
Râhin, mürtehinin rızası olmadıkça makbuz olan rehni feshede-mez. Çünkü bu
rehne mürtehinin hakk-ı hapsi taallûk etmiştir, râhin bunu kendi kendine iskat
edemez. Fakat henüzmakbuz olmayan bir rehin hakkındaki akdi fesh edip merhunu
dâyinine vermekten imtina edebilir.
Bir de râhin. terhin
hususnda-hiyarı şart ile muhayyer bulunursa bu muhayyerliği esnasında akdi
rehni mürtehinin rızası olmaksızın feshedebilir. Şa-yed, rehn, bu muhayyerlik
esnasında mürtehinin elinde telef olursa mürtehin muhayyer olur, dilerse bu
rehni mukabili olan alacağım mahsub eder, onunla mazmun tutar ve dilerse bu
rehnin kıymetini tazmin eder. Alacağı olduğu gibi râhinin zimmetinde kalır
(Bezzaziyye).
50 - : Râhin
ile mürtehin, akd'i rehni kendi rizalariyle bilittifak feshedebilirler.
Maamafih bu halde de mürtehin, o rehn mukabilindeki alacağım râ-hinden istifade
edinceye kadar merhunu yanında hapsedebilir. Ve merhun yi' ne o alacağına
karşılık bulunur, Merhun mürtehinin elinde mevcud, borç da râhinin zimmetinde
sabit oldukça merhundan rehn hükmü sâkit olmaz. Fakat mürtehin, alacağını
râhine hibe ederse veya bu alacağından râhini ibra eylerse artık rehni yanında
hapis edemez.
51 - : Akd-i
rehin, bazen bir muamele zımnında münfesih olur.
Meselâ : Mürtehin
merhunu râhinin emriyle başkasına kiraya verip teslim etse icare sahih olub
akd-i rehn münfesih olur.
Kezalik : Râhin,
mürtehinin izniyle merhunu ahere icar ve teslim etse akdi rehn münfesih olur.
Kezallk : Râhin, merhunu
mürtehine satsa akd-i rehn münfesih olur. Hattâ bundan srjnra bu bey'i ikalede
bulunsalar bile rehniyyet avdet etmez. Meğer ki, yeniden bitterazi akdi rehnde
bulunsunlar (Hamevi. Ibni Nüceym fetavâsı)
(Malikî'lere göre
râhin, henüz mürtehin tarafından kabz edilmemiş olan merhunu satsa beyi caiz,
rehn münfesih olur. Fakat kabz edildikten sonra satsa bakılır : Eğer borcdan
aza satmış veya borç beyiden münbais uruz kabi linden olup daha müddeti hulul
etmeden satmış olsa mürtehin bu bey'i red edebilir. Fakat râhinin semeni borca
kifayet ettiği veya kifayet etmediği hal de bakiyyesini râhin ikmâl eylediği,
borç da mutlaka ayin veya karzdan münbais araz bulunduğu takdirde mürtehin bu
satış muamelesini red edemez.
Bir de mürtehin,
rehnin satılmasına icazet verires alacağı rehnin seme ninden teaccül eder,
borca kifayet etmezse mütebâkisiyle de râhine müraca-atte bulunur (Muhtasar-ı
Ebizziya, Şerh-i Ebilberekât).
(Şafiî'lere göre de
mürtehin tarafından kabz edilen rehnde mürtehinin iz ni olmadıkça râhinin
bey'i, vakıf, başkasına terhin gibi mülkü izale edecek tasarruflarda bulunmaya
hakkı yoktur. Ancak râhin musir olduğu takdirde re-, hin bırakmış olduğu köle
veya cariyesini azad edebilir. Ezhar olan kavle göre bu itak muamelesi nafiz
olur.Bunun azad edildiği gündeki kıymeti râhinin rehin olarak mürtehine teslim
etmesi icap eder.
Fakat râhin fakir ise
bu itak muamelesi nafiz olmaz. Hattâ bilahare borcu eda olunsa da yine nafiz
olmaz. Çünkü bu muamele, maniin vücuduna meb-ni lâğv bulunmuştur.
Kezalik : Borç hallolsa
veya icare müddetinin inkizasından evvel hulul edecek olsa râhinin merhunu
icareye vermesi de nafiz olmaz (Tuhfetüİmuhtaç)
(Hanbelî'îere göre de
râhin, merhunu ya mürtehine veya mürtehinin izniyle başkasına icar veya iare
etse rehnin lüzumu yine devam eder. bununla mürtehinin kabzı fâsid olmaz. Şu
kadar var ki, iare takdirinde merhun müsteîr üzerine mazmun olur, bu müsteîr
ister merhun olsun ve ister başkası olsun. Çünkü ariyetler mazmundur.
Makbuz olan bir
rehinde râhinin hibe ,vakıf, bey'i, başkasına terhin, mehr veya talâka bedel
itası gibi tasarrufları sahih olmaz. Çünkü bunlar, mürtehinin vesikadaki
hakkını iptal eder. Bundan itak meselesi müstesnadır. Bu ma-âttahrim nafizdir,
velevki râhin mu'sir olsun. Râhin mu'sir ise azad ettiği merhun köle veya
cariyenin azad ettiği gündeki kıymetini rehnolmak üzere vermeğe mecbur olur.
Fakat mu'sir olup
bilâhare müşir olsa bakılır : Eğer borcun vakti henüz hulul etmemiş ise
kendisinden azad ettiği rakikin kıymeti alınarak rehin yerine konulur. Vakti
hulul etmiş ise râhinden yalnız borcunu Ödemesi ta!eb olunur. Mürtehin, râhinin
tasarruflarına izin verse rehniyyet bâtıl olur (Keşşefülkına).
Kütüb-i fıkhiyyemizde ve Mizanülkübra'da
yazıldığı Üzere imamı Azam ile îmam Ahmed'e göre merhunun it akı her halde nafiz
olur. Fakat tmamı Azama göre merhun olan rakik, mevlâsı mu'sir olunca mürtehin
için kıymeti hususunda kazanç sahasına atılır. Mevlâsı musir olunca da oriun
kıymetine düşen borç miktarını rehin olarak mürtehine vermesi lâzım gelir.
Mezheb-i Hanbelî'ye nazaran mevlâ mu'sir olunca azad edilen rakik istisa ile
mükellef olmaz. Yani : Kıymeti miktarına göre borcu ödemek için kazanç sahasına
atılması icap etmez.
Merhun olan sair
mallarda râhinin tasarrufu caiz olmadığı halde köleler, cariyeler hakkında
caiz, nafiz olması, İslâm Hukukunun hürriyyete, insanları esaretten kurtarıp
hürriyete kavuşturmaya ne kadar hadim olduğunu göstermektedir. Vakıa Şeriat-ı
îslâmiye, kendi müntesiblerini rakikler, esirler hakkında daima şefkat ve
merhamet göstermeğe teşvik etmekte, bunları azad etmeği ibadet ve kurbet
saymaktadır.)
(Zahirî'lere göre de
rehin ölse, telef olsa, bozulsa, köle olup kaçsa, cariye oiup efendisinden
gebe kalsa veya azad edilse veya rahin satsa veya birisine hibe veya tasadduk
etse veya mehr verse bütün bunar nafiz olub rehin bâtıl = Münfesih olur.
Mukabili olan borç alâhalihi kalır, râhin bu rehne muka-, bil bedel olarak
başka rehin vermeke mükelef olmaz. Çünkü bu hususda bir emri şer'î yoktur.
Zimmetler ise esasen beriedirler. Meğer ki adem-i beraeti hakkında Kuran'dan
veya hâdisden bir nas bulunsun. Râhin ise malında ta-sarrufdan menediiemez.
Meğer ki râhinin borcunu vermesi için başka malı bulunmasın. Bu takdirde
itakı, hibesi, sadakası bâtıl olur. Nitekim bir hâdis-i şerif rde
buyurulmuştur. Fakat bey'i ve mehr vermesi yine bâtıl olfaz (Elmuhallâ). [8]
49 - :
Râhinin, mürtehinin veya rehnin müteaddit olması caizdir. Şöyle ki: Bir borç
mukabilinde müteaddit malları bir akd ile veya tezyit suretiyle terhin caiz
olduğu gibi müteaddit kimselere olan borç mukabilinde de bir malı bir akd ile
terhin caizdir.
Kezafik : Müteaddit
kimselerin bir malı borçları mukabilinde bir kimseye veya müteaddit kimselere
bir akd ile terhin etmeleri caizdir. Nitekim aşağıdaki meselelerde izah
edilmiştir. Tezyid-i rehn için (46) inci meseleye müracaat!.
50 - : Bir
medyunun iki dâyinine bir malını bir safka = Akd ile rehin vermesi caizdir. Bu
dâyinler, gerek o deyinde müşterek olsunlar ve gerek olmasınlar. Bu bir rehin
o iki deynin mecmuu mukabilinde merhun olmuş olur. Bu iki deynin ikisi de
ödenmedikçe rehn olmaktan kurtulmaz. Çünkü bir safka üe yapılmış, borcun
rnecmuuna izafe edilmiştir.
Bu rehin, kabili
taksim ise dâyinlerden her biri o rehin aissesine düşeni bizzat hıfz eder. Şâyed
dâyinlerden biri kendi hissesini bizzat hıfz etmez, diğer dâyinin elinde
bırakır da onun elinde telef olursa İmamı Azama göre bu hissesini zaman-ı gasb
ile zâmin olur. Bunu başkasına vermekle müteaddi sayılır.
Fakat bu rehin kabili
taksim olmazsa bunu dâyinler ya münavebeten hıfz ederler, her biri kendi
nöbetinde diğerinin adli = Emini mesabesinde bulunur. Yahud birisin izniyle
diğeri bu rehni yanında muhafaza eder.
Medyun, bu dâyinlerden
birine borcunu ödeyince rehnin tamamı diğer dâyinin yanında kalır. Şayed bu
rehin, bu mürtehinîerin yanında iken telef olsa vakti kabzdaki kıymeti
mürtehinîerin alacakları nisbetinde mazmun olur.
51 - : Bir
kimsenin iki veya daha ziyade şahısda olan alacağı için bunlardan bir akd ile
bir rehin alması caizdir. Bu rehn bu alacakların mecmuuna mukabl merhun olmuş
olur. Bu rehin o borçlular arasında müşterek olsun olmasın. Yalnız birine aid
olursa diğerlerine nazaran bir rehn-i müstear oîmuş olur.
Binaenaleyh bu
medyunlardan biri borcunu tediye etse de rehnin bir kısmını tahlis edemez. Şu
kadar var ki böyle râhinîerden biri borcunu verdikden sonra rehin. ,mürtehinin
elinde telef oîsa o rehnin kıymetinden o borca, isabet eden miktarı mürtehinden
geri alır.
52 - : Rehni
birriza tebdil caizdir. Şu kadar var ki mürtehin ikinci rehni kabz edib
birinci rehni râhine reddetmedikçe birinci rehin rehniyetten
çıkmaz. Reddedence ikinci rehin, merhun olur (Hindîyye).
53 - :
Dâyin, medyurtdan rehin aldığı gibi o medyunun kefilinden de bilâhare ayrıca
rehn alsa da bu iki rehinden her bîri borca kâfi bulunduğu halde ikinci rehin
telef olsa borcun yarısı sâkit olur. Fakat îmanı" E bû Yusuf'a isnad
edilen diğer bir kavle göre eğer kefil, birinci rehinden -haberdar değilse bu ikinci rehnin telef
oîmasıyle borcun tamamı sâkit'olur. Demek ki bu takdirde" bu rehin, o
borcun tamamına müstakilleri, münferiden terhin edilmiş sayılıyor (Hindiyye).
54 - : Bir
medyun bir malını iki dâyinine veya bir dâyinin başka başka alacakları
mukabilinde ayrı ayrı akidler ile terhin eylese akidler fâsid olur. Hattâ bir
malın yarısını borcun bir nektarına karşı
rehn ettikten sonra diğer yansını da oborcun mütebaki miktarı için rehn
eylese şuyû husule gelmiş ola cağından her iki akid de fâsil olmuş olur. Bu
takdirde bu rehin, mürtehinih elinde
emanet sayılır, telefi takdirinde mürtehne zaman lâzım gelmez. Meğer ki
kendisinden iadesi istenildiği halde iadeden .imtina etmş olsun, o halde
mer-hunun kıymetini zamanı gasb. ile zâmin olur.
Kezalik : Bir mal iki
dâyine bir akd ile terhin edilmekle beraber her birinin rehinden olan hissesi
tasrih edilse, meselâ bu malın üçde ikisi bir borç, üç . de biri de diğer borç
mukabilinde terhin edildiği söylense akdi rehn fâsid olur (Hülâsa, Hindiyye,
Ankaravî).
(Maliki'lere göre
evvelce de yazmış olduğumuz veçhile bir mal bir borç mukabilinde rehin
verildikten sonra boredan zaid kıymeti de diğer, bir borç mukabilinde rehin
gösterilebilir. Binaenaleyh bir mal evvelâ bîr borç sonra da başkasına olan
diğer1 bir borç mukabilinde terhin edüdikde bakılır: İkinci borcun müddeti daha
evvel hulul edince bu rehin, kabili kısmet ise iki horc arasında taksim olunur.
Evvelâ birinci borç için kifayet edecek miktarı verilir, mütebakisi de ikinci
borca tahsis edilir. Meğer ki mütebakisi ikinci boredan ziyade olsun, o halde
bu rehinden ikinci borca kifayet miktarı verilir, rehnin bakiyyesi temamen
birinci borç mukabilinde rehn olarak kalır.
Fakat merhun kabili
kısmet değilse satılır, semeninden her iki borç birlikte ödenir. Birinci
boredan fazlaya satılamıyacağı takdirde ise bu borcun zamanı hulul edinceye
kadar satümaz.
Birinci borcun müddeti
daha evvel hulul edince de rehin, kabili taksim ise taksim olunur, değilse
satılır, evvelâ birinci borç, sonra da bakıyyesinden ikinci borç ödenir. iki
borcun zamanı müsavi olunca da merhun satılır, taksim cihetine gidilmez. Çünkü
bu taksim,.çok kere noksan bir semen ile satılmaya müeddi olur.[9]
55 - Mürtehin, merhunu bizzat hıfz edeceği gibi
emin olan zevcesi, oğlu gibi iyaline ve müfaveze veya inan suretiyle şerikine
veya aylık veya senelik ücretle isticar etmiş olduğu emin hizmetçisine hıfz
ettirebilir.
Kezalik : Bir kadın
aîmiş oiduğu rehni kocasına hıfz ettirebilir. Binaenaleyh merhun bunlardan
birinin yanında telef olsa zaman lâzım gelmez. Fakat bunlardan başkasının yanında
hıfz ettirilse telefi takdirinde mürtehine zaman-ı gasb lâzım gelir.
Bazı fukâhaya-göre
merhunu muhafaza edecek emin, mürtehinin iyai inden bulunmalıdır, yani : Onunla
beraber bir yerde sakin olmalıdır. Bu şarttır. Bi-, naenaleyh mürtehin, merhunu
iyalinden bulunmayan bir emine hıfz ettirir de merhun zayi olursa mürtehine
zaman-ı gasb lâzım gelir. Mecelle'de bu kavle İtibar edilmemiştir.
56 - :
Merhunun muhafazasına mahsus kira ve bekçi ücreti gibi masrafları mürtehine
aittir. Velev ki bu masraflar merhunun kıymetinden fazla olsun ve- merhun
gerek mürfehinin ve gerek adlin elinde bulunsun. Çünkü merhunun muhafaza
menfaati mürtehine aiddir. Hattâ merhunun muhafazası için râhinin mürtehine
ücret vermesi şart edilse buna itibar olunmaz. Zira merhu-nu hıfz etmek
mürtehin üzerine zaten vacibdir, bu rehn onun elinde kendi malı
menzilesindedir.
57 - :
Merhunun aynini ibka veya menafiini islâh için yapılacak masraflar râhine
aiddir. Meselâ: Merhun hayvanın yemi ve suyu, çoban ücreti, merhun akarın
tamiri, merhun bahçenin sulanması, merhun hurma ağaçlarının telkihi =
Aşılanması ve otlarının ayıklanması, merhun değirmen harkının temizlenmesi
gibi masraflar râhine lâzım gelir. Çünkü merhun da, onun menafii de esasen
râhinin mülküdür.
Merhunun vergisi, öşrü,
haracı da râhine aiddir. Çünkü
bunlar mülkün meunetidirler.
58 - :
Merhun hayvanın firarı halinde mürtehinin etine iadesi ücreti mürtehine aid
olacağı gibi bu hayvanın
hastalıklarından ve yaralarından dolayı muaceles de mürtehine aiddir. Şu
kadar v£r ki, merhunun kıymeti borcdan fazla olursa bu fazla mürtehinin elinde
emanet olacağından buna isabet eden iade ücreti râhine lâzım gelir.
Meselâ : Borcun
miktarı on lira. hayvanın kıymeti ise otuz lira olup iadesi için üç lira sarf
edilse bunun bir lirasını mürtehin, iki lirasını da râhin verir. Çünkü emanet
miktarı merhunun üçde ikisine muadildir (Haniyye, Lisanülhük-kâm).
59 - : Râhin
ile mürtehinden birisi diğerine aid olan masrafı kendi kendine, yani: Hâkimin
veya başkasının emri olmaksızın yapsa bunu teberruan yapmış olur, diğerinden
isteyemez. Çünkü bir kimse, başkasına aid bir masrafı onun emri veya hâkimin
izni olmaksızın yaparsa müteberri sayılır.
Fakat râhin ile
mürtehinden biri diğerine aid bir masrafı onun emriyle yaparsa ona rücu
edebilir. Kezalik : Bunlardan biri kendisine aid masrafı yapmaktan kaçınmakla
diğerinin müracaatı üzerine hâkim ona rücu etmek üzere, yani: Onun için bir
borç olacağını tasrih ederek kendi malından yapmak için bu müracaat edene izin
verirse bu, yapacağı masrafı ondan alabilir. Masraf-dan kaçman, gerek hazır ve
gerek gaib olsun müsavidir.
Bu mesele, îmam Ebû
Yusuf'a göredir. îmamı Azama göre kaçman, hazır ise hâkimin bu hükmü onun
hakkında muteber olmayacağından üzerine yapılacak masraf ile rücu edilemez.
Çünkü hazır olanı hükimin hacre salâhiyeti yoktur, bu babdaki izni nafiz olsa
onu hacretmiş olur (Zeyleî, Reddimuhtar).
60 - :
Mürtehin, râhinin imtinaına binaen hâkimin izniyle merhuna m* î rafda bulunsa
bu masraf bedelini almak için de rehni elinde hapsedebilir. V? bu merhun
mürtehinin elinde telef olup kıymeti
borç ile bu masrafa tekabül eylese hem borç, hem de bu masraf bedeli sâkit
olur.
Fakat diğer bir kavle
göre mürtehin, yaptığı masraf bedelini istifa için bu merhunu hapis edemez
(Bezzaziyye, Hindiyye. Reddimuhtar. Mecelle).
'Malikî'lere göre
mürtehin, merhuna yaptığı infaktan dolayı râhine rücu eder. Bu râhinin
zimmetinde ayrıca bir borç olur, merhun bu borç mukabilinde de rehin olmuş
olmaz. Asıl bürc ödenince merhun rehniyyetten çıkar. Mürtehin, bu infakından
dolayı alacağı hususunda râhinin diğer alacaklılarından beri olur. Meğer ki
râhin, merhunun nafakası için de rehin olacağını tasrih etmiş olsun (Serh-i
Ebilberekât).
(Şafiî'lere görede
merhunun aynini İpkaya sebep olan meuneti merhunun mâliki üzerine lâzım gelir.
Râhin, mürtehinin hakkını muhafaza için bu menû-neti vermeğe mecburdur.
Merhunun hıfzına, su verilmesine, kurutulmasına ajd ücretler de bu meûnet
kabiîindendir (Tuhfetülmuhtaç).
(Han bel i'ler e göre
de merhunun taamına, kisvesine meskenine, muhafazasına, tedavisi ücretine,
saky ve telkihine, teçhiz ve tekfinine aid bütün masrafları râhine aiddir.
Maamafih râhin, merhunun müdavaU.ıa cebr edilemez.
Mürtehin, râhine rücu
"etmek için Tahinden istizana kadir olduğu halde istizan etmeden merhuna
infakda bulunsa müteberri sayılır. Çünkü istizan, etmemekle tefritte bulunmuş
olur. Rücuda muaveze mânası vardır. Bu cihet'e sair muavezat gibi izin ve
rızaya muhtaç bulunur (Neylül'mearib). [10]
61 - : Bir
kimse, başkasının mahra ondan ariyet alarak onun izniyle kendi borcu
mukabilinde rehin verebilir. Buna «Rehni müstear? denir. Bu rehni sahibi bir
şey ile takyid etmeyip mutlak surette vermiş olunca müsteir. bunu dilediği veçhile az çok bir borç mukabilinde
terhin edebilir.
Fakat bir kimse
başkasının malını izni olmaksızın birisine rehin verirse gasıb olmuş olur. Bu
takdirde mal sahibi akdi rehni Tesh ederek merhunu istirdat edebilir. Bu rehin,
mürtehinin elinde telef olmuş veya istihlâk edilmiş olunca sahibi muhayyerdir,
bunu dilerse râhine ve dilerse mürtehine tazmin ettirir (Haniyye, Hindiyye).
62 - : Rehin
verilmek üzere istiare olunan malın terhin edilmesine sahibi - Şu kadar kuruş
veya şu cins mal mukabilinde veya filân
şahsa ve yahut filân beldede rehin ver - diye mukayyeden izin verse müsteir
bunu ancak
vechiie terhin
edebilir. Sahibinin kayd ve şartına muhalefet edemez. Meselâ şu kad?r kuruştan
ne fazla, ne de noksan bir borç mukabilinde rehin veremez. Çünkü muîr, kendi
mülâhazasına göre malının terhin edilmesini bu gibi bir kayd ile takyid
etmiştir, ona muhalefete râhinin hakkı yoktur. Ezcümle tâyin edilen miktardan
fazla bir borç mukabilinde terhin edilmesi, borcun vaktiyle verilemeyeceğinden
dolayı merhunun rehniyyette fazla kalmasını intaç ede-biîir. Noksan miktar bir
borca karşılık olarak terhin edilmesi de merhunun telefi takdirinde yalnız borç
miktariyle mazmun olacağından, tâbr-i aharla muîr o malının tam kıymetini
râhinden alamayacağından muîrin zararını müs-telzim olur.
63 - : Bir
kimse başkasından istiare ettiği malı, müîrin dermeyan ettiği kayd ve şarta
muhalif surette terhin etse gasıb sayılır. Bu halde muîr muhayyerdir, dilerse
akd-î rebne icazetverir ve dilerse bunu râhinin huzurunda mür-tehinden dâva
ederek akd-i rehnifesh üe.merhunu istirdad eder. Bu mal telef olduğu takdirde
de misliyâttan ise mislini, kiyemiyyattnn ise kıymetini dilerse müsteire ve
dilerse mürtehine tazmin ettirir. Mürtehine tazmin ettirince o da bununla rahme
rücu eder, hem bunu,, hem de asıl alacağını ondan tamamen istifa eyler:
64 - :
Rehn-i müstear, râhinin elinde terhinden evvel de muîrin itlâk ve takyidi
veçhile terhin edildikten sonra emanet hükmünde bulunur. Şu kadar var ki, böyle rehin verilmiş olduğu
müddetçe borç mukabilinde mazmun bulunur.
Binaenaleyh bu rehin,
mürtehinin elinde telef olsa kıymeti miktarı borç sâkit olur. Ma! sahibi, yani
muîrde bu rehin mukabilinde boredan ne miktar sâkit oîmu olursa yalnız o
kadarını müsteirden alabilir. Fazlasını alamaz. Çünkü o, yine emanet
bulunmuştur.
65 - :
Râhin, rnüstear olan rehni fekketmekden âciz olmakla muîr. râhinin borcunu
odese rehnin helaki takdirinde borcun ne miktarı sakıt olacaksa o miktar ile
müsteire rücu edebilir. Fazlasiyle edemez.
Meselâ : Râhin, yüz
lira kıymetinde olan rehn-İ müsteârı muîrin izniyle iki yüz lira miktarı borcu
mukabilnde terhin etmiş olsa muîr, bu iki yüz lira borcu ödeyince müsteire
ancak rehnin kıymeti ulan yüz lira ile rücu edebilir.
Mürtehin, alacağını
alıp rehni muîre teslim etmekten imtina edemez, bunu kabule icbar edilir
(Kadihan, Mecelle» Dürerülhükkâm).
(Malikî'lere göre de
rehn için başkasının mahra istiare caizdir. Müsteîr borcunu ödemezse bu rehn
satılıp semeninden borç Ödenir. Bu halde muîr, bu-oun istiare günündeki
kıymetiyle müteire rücu eder. Borcu ödeme için satıldığında kıymeti daha fazla
olsa bu fazla miktar müsteîre aid olur. Müsteİr, bu rehni vaktiyle selef
tarikiyle satın almış gibi sayılır.
muîr, müsteîre o malîn
terhin günündeki kıymetiyle göre de borç için satıldığı gündeki kıymetiyle rücu
ey
Meselâ : Borç yüz Ura
olduğu halde rehin yüa elli liraya satılsa yüz elli lira ile rücu edilir.
Bilâkis yüz elli Ura olduğu halde merhun yüz liraya satılsa rriüsteîrin muîre
yüz lira vermesi lâzım gelir» velevki onun terhin veya istiare günündeki kıymeti
daha fazla veya daha noksan olsun (Şerh-i Kebîr, Düsûkî).
Şafiî'lere göre de
rehin vermek için başkasının malını ariyet almak caizdir. Bu müstear mal, bir
kavle göre rehin verildikden sonra da ariyet hükmünde olarak mazmun bulunur.
Ezhar olan diğer bir kavle göre ise badetter-hin mazmun oimaz. Şöyle ki: Bu
mal, râhinin etinde telef olsa bunu zâmin olur. Çünkü o müsteirdir. Fakat
mürtehinin elinde telef olsa ne râhine, ne de mürtehine zaman lâzım gelmez.
Zira mürtehin emindir. Bu halde borç râhînin zimmetinden sükût etmiş olmaz.
Bir mal, rehin
verilmek için ariyet ahnaeağı zaman borcun cinsini, miktarını, sıfatını ve
mürtehinin kim olduğunu söylemek şarttır. Çünkü bunlara göre garez ihtilâf
eder, muîr ona göre malını iare eder.
Müstear rehni mürtehin
kabz ettikten sonra artık sahibi istirdada kıyam edemez. Çünkü aksi takdirde
rehin almakta bir faide bulunmamış olur.
Borcun vakti hulul
ettiği halde tediyesi cihetine gidilmezse müstear rehnin satılması için muîre
müracaat olunur. Borcu ödemeyip malını kurtarmazsa o mal hâkim tarafından
satılır, muîr de bu mal ne ile satılmış ise onunla müsteire rücu eder
(Tuhfetülmuhtac).
Hanbeİî'lere göre de
merhunun müstear bir mal olması caizdir. Bu halde merhun telef olsa bunu yalnız
müsteîr zâmin olur. Çünkü ariyetler mutlaka mazmundur (Keşşaf ülkına).
(Zâhirî'lere göre ise
bir kimse, kendi borcu için ne bir yabancının ve ne de zevcesinin veya büyük,
küçük evlâdının bir malım terhin edemez. Mal sahibinin ister rızası olsun,
ister olmasın. Çünkü merhunu irtihandan çıkarmak caiz oîmaz, ancak ya râhinin
mülkünden çıkmasıyle veya helâkıyle, veya rehin zamanındaki isminin değişeceği
veçhile istihaleye uğramasiyle veya mukabilinde terhin edildiği hakkın
ödenmesiyle rehniyyetten çıkar. Artık râhin için ariyet verilen bir n>al
hakkında bütün bunları başkasının iltizam etmesi bir şarttır ki bu,
kitabullahda mezkûr değildir. Binaenaleyh bu iltizam bâtıl-dır. Malını terhin
için ariyet verecek bir şâhıs, o malı dilediği vakit istirdad edebilir. Çünkü
onun hakkında rehinlere mahsus hükm carî oîmaz (Elmu-hallaâ). [11]
İÇİNDEKİLER:
SAHİH REHİNLERİN HÜKMLEBİ. FÂSÎD VEYA
BÂTIL REHİNLERİN
HÜKMLERl. RÂHÎN İLE MÜRTEHÎNÎN MERHUNDA
TASARRUFLARI. YED-1 ADLDE
OLAN REHİNLERİN
HÜKMLERl MEHUNUN SATÎÎJP SATILMAMASI. REHİNLERE
AÎD İHTİLÂFLAR. [12]
66 - : Bir
rehin sahihen akdedilince mürtehin, alacağını istifa edinceye kadar merhunu
elinde haps ve imsake müstahik olur, ve râhin vefat ederse mürtehin sair
garimlerden ehak olarak merhundan ilk evvel kendisi alacağını istifa eder.
Merhun borca kifayet etmezse mürtehin, râhiniri sair terekesine müracaat ederek
başka alacaklılar var ise onlar ile beraber terekeden alacağı nisbetinde hisse
alabilir. Merhundan fazîa bir şey kalırsa o da râhinin vârislerine veya sair
garimlerine aid bulunur.
Hâsılı mürtehin,
râhinin hayatmd amerhuna râhinin sair alacaklılarından ehak olduğu gibi
vefatından sonra da ehaktır (Bedayi, Mecmaül'fetâvâ).
67 - :
Rehinler, fekkedilebiUr. Bir rehnin fekkedilmesi, borcun râhin tarafından veya
vârisleri ve yahut teberruan başkaları tarafından Ödenmesiyle veya mürtehinin
rahim borcundan ibra veya alacağını ona hibe edip onun da kabul etmesiyle
husule gelir.
68 - : Bir
kimse, bir şahısdaki müteaddit alacaklarının her biri mukabilinde başka bir
rehin almış bulunsa her rehn hakkında mukabil olduğu borca göre muamele
yapılır. Bir rehnin mukabili olan borç verilince o rehin, rehin olmaktan
çıkar, diğer borçlara karşılık olarak tevkif edilemez. Artık bu rehin hakkında
mürtehin ile râhinin sair garimleri müsavi bir vaziyette bulunurlar.
69 - :
Rehnin mevcudiyeti, karşılığı olan borcun râhinden mutaîebesi-ne mani olmaz.
Borç, muaccel ise derhal ve müeccel ise vakti gelince onu râhinden istemeğe
mürtehinin salâhiyeti vardır. Bu halde râhine borcunu vermesi için emir
olunabilir. Meğer ki râhin, merhunun salimen mevcud olduğunu itiraf etmesin. O
halde merhunun - ihzarı masrafa muhtaç değişe hâkimin emriyle - mahkemeye
ihzar edilmesi lâzım gelir. Fakat masrafa muhtaç ise râhin taleb ettiği
takdirde mürtehine merhunun telef olmadığına dair yemin teklif eder.
70 - :
Evvelâ borç tediye edilmedikçe rehnin râhine iadesi icap etmez. Çünkü rehin,
vesikadır. Borcun tediyesinden evvel iadesi icap etse onun vesikalığı iptal
edilmiş olur.
71 - :
Rehin, borcun tamamına tekabül eder, bir kısmının Ödenmesiyle rehnin kısmen
iadesi lâzım gelmez, belki borcun bakiyyesi de tamamen ödenmedikçe mürtehin,
rehnin bir kısmını iadeye mecbur olmaz, yine tamamını hapse salâhiyeti vardır.
Fakat mürtehin isterse rehnin bir kısmını veya tamamını râhine reddedebilir.
72 - :
Terhin edilen iki şeyden her biri için borcdan bir miktar tâyin edilmiş olursa
o miktarın tediyesi halinde ona mukabil olan rehnin râhine iadesi Lâzım gelir.
Meselâ : Borç alman
yüz lira mukabilinde bir hali seccade ile bir saat, bir akd ile rehn ve teslim
edilip halı için yetmiş, saat için de otuz lira tayin edilmiş bulununca râhin
yetmiş lirayı verince ona mukabil olan seccadeyi, otuz lirayı verince de saati
istirdad edeblir.
Fakayt bu iki rehinden
herbiri için böyle borcdan bir miktar tâyin edilmiş olmazsa borcun tamamı
verilmedikçe bunları geri almaya râhinin hakkı olamaz.
73 - :
Rehnedilmesine mutlak surette izin verilmiş olan müstear bir reh-ni tahlis ile
kendisine teslim etmek için muîrin, müsteîr olan râhine emretmeğe salâhiyeti
vardır. Amma iare br vakt ile mukayyed bulunmuş olursa vakti hulul etmedikçe,
mûîr rehni kurtarıp kendisine aide etmesi için müsteiri muahaze edemez.
74 - :
Rehni, müstearin rehniyyeti, ne muîrin,
ne müsteîrin ve ne de mürtehinin vefatiyle bâtıl olmaz. Binaenaleyh bu
rehin, mukabili olan borç tamamen ödenmedikçe rehniyyetten kurtulamaz. Çünkü
buna muîrin rizasiyle mürtehinin hakkı taallûk etmiştir (Kadıhan).
75 - :
Müsteîr olan râhin müflisen - Asla malı olmaksızın vefat etse rehn-i müstear;
mürtehinin elinde hali üzere merhun olarak kalır, bu rehn, karşılığı olan borç
tamamen ödenmedikçe mürtehinden alınamaz.
Ve bu rehn, muîrin rizası olmadıkça da satılamaz. Çünkü bu rehin, onun
mülküdür. O, bu rehnin yalnız hapsine razı olmuştur, satılmasına razı
olmamıştır. Fakat rmi-îr, bunu satıp bununla borcu ödemek isterse bakılır: Eğer
bu rehnin parası borca yetişirse mürtehinin rizasına bakmaksızın satabilir.
Yetişmezse mürtehinin rızası olmadıkça satamaz. Zira ilerde rehnin kıymetinin
artması veya borcun tamamını muîrin Ödemesi melhuzdur (Dürrümuhtar, Hindiyye).
76 - : Rehni
ariyet veren, borcu terekesinden daha çok olduğu halde va-fat etse râhine kendi
malından borcu ödeyerek bu müstear rehni tahlis' ile sahibine reddetmek, üzere
emrolunur. Eğer râhin, yoksulluğu yüzünden borcunu
tediyeden aciz bulunursa o rehn hali
kahr. Su kadar var ki, muîrirj vâris'ı üzere
mürtfehinin elinde merhraı olarak
Muîrm garimleri bu
rehnin satılmasını isterlerse bakılır : Semeni mürtehinin alacağına kifayet
ederse mürtebinin rızasına bakmaksızın satabilirler, kifayet etmezse mürtehinin
rizası olmaksızın satamazlar (Durrümuhtar).
77 - :
Müsteîr olan râhin, fakri sebebiyle borcunu ödemekten aciz olduğu takdirde
muîr, o borcu kendi malından mürtehine vererek onu rehniyyet-ten tahîis
edebilir. üVFaîr, malım kurtarmak için bu borcu vermeğe mecbur olduğundan
mütebcrri sayılmaz. Belki bu rehnin mürtehin elinde helaki takdî; rinde borcdan
ne miktar sâkit oîacak idiyse o miktar ile müsteîre rücu eder.. Fazlasında
müteberri olur (Mirat-i Mecelle).
78 - :
Mürtehinin elindeki rehin, taaddisi ve taksiri olmaksızın teîef olsa yevm-i kabzmdaki kîymeti miktarı
borcdan sâkit olur. Rehnin kıymeti noksan olunca borcun mütebaki kısmım da
mürtehin alır. Rehnin kıymeti zaid olunca ziyade miktarı mürtehinni elinde
emanet bulunmuş olacağından bunu zâmin olmaz. Amma taaddisi veya taksiri
bulunursa bu ziyadeyi de zâmin olur. Rehnin kıymeti borca müsavi olunca da
mukabilinde borcun tamamı sâkit olur.
Kezaîik ; Mürtehinin
elinde iken rehne noksan âriz olsa bakılır: Eğer aynine âriz olmuş ise bu
noksan sebebiyle rehnin kıymetinden eksilen miktar nisbetinde borç sâkit olur.
Fakat bu noksan-ı es'ar itibariyle merhunun kıymetine âriz olmuş İse bundan
dolayı borcdan bir şey sâkit olmaz (Hindiyye).
79 - :
Merhun. mürtehinin elinde telef
oldukdan sonra ona bir müstahik zuhur etse muhayyer olur. Dilerse bu merhunun
bedelini râhine tazmin ettirir. Çünkü râhin gasib bulunmuştur: Bu takdirde
râhin zâmin olduğu şey ile mürtehine rücu edemez. Ancak râhinden bu merhunun
yevmi terhinindeki kıymeti nisbetinde borç sâkit olur. Çünkü râhin, bu merhuna
zamaniyle malik olmuş olur. Müstahik dilerse bu merhunun bedelini mürtehine
tazmine ettirir. O da bununla râhine rücu eder, bundan başka alacağım da
râhinden ayrıca isteyip istifa eder' Zira râhin tarafından tağrir edilmiş, rehn
elinden çıkmıştır (Haniyye, Bezzaziyye).
80 - : Bir
kimse,, iki şahsa olan borcu için bir rehin vermiş olsa her iki şahsa olan
borcunu temamen tediye etmedikçe bu rehini tahlis edemez. Birine oîan borcunu
tamamen tediye etse bu rehn, diğer alacaklının yanında yine iki borca mukabil
merhun olarak kalır. Bu halde rehin, bunun yanında telef olsa iki borç
nisbetinde mazmun olur. Alacağını istifa etmiş olan dâyin, alacağından rehnin
telefi sebebiyle ne miktar sâkit olması iktiza ederse onu râhine red eylemesi
lâzım gelir. Fakat ikinci dâyinin taaddisi veya taksri yüzünden telef olsa bu
dâyin, bu rehnin misliyyattan ise mislini ve kıyemiyattan ise itlaf günündeki
kıymetini zâmin olur. Bu takdirde rehnin yevm-i kabızdaki kıymeti, itlafı
günündeki kıymetinden ziyade ise bu ziyade miktar kendi kendine telef olmuş
gibi sayılarak iki borç nisbetinde mazmun olur.
Meselâ : Bir altın
saat, iki dâyine yüzer lira alacakları mukabilinde terhin edilip birinin
alacağı oian yüz lira tediye edilmekle saat diğer dâyinin yanında kalıp taksir
yüzünden zayi olmakla zaman-ı gasb lâzım gelse bakılır: Eğer saatin terhin
zamanındaki kıymeti iki yüz, zayi olduğu samandaki kıymeti de iki yüz veya daha
ziyade ise ikinci dâyin, bu kıymeti zâmin olur, yüz lirasını alacağına mahsub
eder, yüz lirasını veya daha fazlasını da râhine verir. Birinci dâyine bir şey
lâzım gelmez. Fakat bu saatin kıymeti terhin = Kabz 2a-manında iki yüz elli,
şayi olduğu zaman iki yüz lira ise ikinci dâyin, bu iki yüz lirayı zaman-ı gasb
ile zâmin olmakla beraber elli lirayı da birinci dâ-yün ile nısfıyyet üzere
zamanı rehn ile zâmin olurlar. Bu ziyada âfet-î. sema-viyye üe telef olmuş gibi
sayılır. Binaenaleyh birinci dâyinin kabz etmiş olduğu yüz liradan yirmi beş
lirasını râhiae iade etmesi icap eder.
te renin Binaenaleyh
râhin vefat edince bakılır: Vârisleri mükellef kimseler Iseonun
zım gelir. Amma
vârisler çocuk veya mecnun gibi gayrı mükellef iseler veya mükellef olup da
gaib, yani: sefer müddetinden uzak bir yerde iseler müteveffa râhinin vasiyyi
muhtarı veya vasiyyi mensubi mürtehinin izniyle rehni semeni misliyle satar,
bununla borcu tediye eder. Fakat mürtehin. razi veya rehnin semeni borca kâfi
olmadıkça, rehin satılamaz. Çünkü rehnin semeni borca kifayet etmediği
takdirde ileride kıymetinin artması mülâhazasüe bu rehni sattırmakdan imtinaa
mürtehinin hakkı vardır.
Mürtehin vefat edinde
de rehin, onun varisleri yarunda yır.c rehn olarak kalır (Bezzaziyye, Mecelle,
Dürerülhükkâm).
üikî'lere göre de
rehnîn başlıca hükmü, mürtehinin hakkını r^hindon istifa etmesi ve bu istifa
zamanına kadar rehni elinde hapis edebilmesidir. Kâhin borcunu ödemek için
rehni satmaktan imtina ederse hâkim, satar.
Râhin gaib oîub borç
ile rehin sabit olunca da-hâkim» rehni satar, velev-ki râhinin rehinden başka
bir mahnı satmak evlâ olsun. Çünkü mürtehinin hakkı rehnin aynine taalluk
etmiştir.
Kâhin refeni satmaktan
imtina etmekle hâkim tarafından hapis, darb edilemez, tehdit de edilemez.
Bir şahsın borcuna
mukabil oîan bir rehin, o şahsın elinde kıymeti borcdan fazla olduğu halde
telef olsa bakılır: Eğer o rehin, kabili ihfa bir şey olup telef olduğuna dair
beyyine buunmazaa o'mürtehin olan şahs, bunun ta-
mam kıymetini zâmin
olur. Fakat kabili ihfa bir şey olmaz veya olduğu halde telefine dair beyyine
bulunursa bu telefden dolayı mürtehme hiç bir şey lâzım gelmez, bunun mukabilinde
borç da sâkit olmaz.
Kabili ihfa olan bir
mal. iki şahsa terhin edildiği halde birinin elinde iken telef olsa da bu teîef
hakkında beyyinesi bulunmasa elinde bulunan şahsın alacağı mukabilinde telel
olmuş olur, f azasını ikinci mürtehine zâmin olmaz. Çünkü bu vaziül'yed olan
rnürtehin emindir. Bu halde ikinci mürtehin râhine müracaat eder, alacağını
ondan ister alır veya kendisine başka bir rehin verilir.
Bir kimse, bir alacağı
mukabilinde libas gibi bir malın yarısını rehin aîdı-ğı halde o malın tamamını
kabz etse de o mal elinde telef olsa bunun kıymetinin yarısını zâmin olur,
yansı hakkında mütemen bulunur.
Borcun bir kısmı
tediye edilse veya râhine hibe veya tasadduk edilse de karşılığı olan rehin,
müteaddit olsa bile yine tamamen mütebaki borç mukabilinde rehin olarak kalır.
Çünkü rehinlerden her biri, her cüz'ü; borçların her biri ve her cüz'ü
mukabilinde rehindir. Maamafih olabilir ki, fiatlerinde noksanlık vukua gelir,_
rehnin bir kısmı mütebaki borca kifayet etmez. Rehnin bir kısmı büistihkak
zabt edildiği takdirde de bakiyyesi borcun tamamı mukabilinde rehin olarak
kalır.
Mürtehin, elinde
bulunan rehnin telef olduğunu veya sirkat edildiğini veya ihtirak ettiğim iddia
etse bakılır: Eğer rehin; silâh, siyab, huîiyyat gibi ihfa-sı kabil şeylerden
olduğu halde mürtehinin bu iddiasına beyyinesi bulunmazsa veya bir şahidi
olduğu halde yemin etmezse bu rehni zâmin olur. Yani; Bunun imsliyyattan ise
mislini ve kıyemiyyattan ise irtihan edildiği veya zıyaı iddia olunduğu gündeki
kıymetini râhine öder. Velev ki borç ödenmiş veya râhine hibe edilmiş olsun.
Velev ki mürtehinin beraeti evvelce meşrut bulunsun. Çünkü bu beraet, bir şeyi
vücubundan evvel ıskat demektir ki, muteber olmaz. Ancak eşhebe göre böyle'bir
şart mevcud olunca mürtehine zaman lâzım gelmez.
Fakat rehin,
mürtehinin değil, eminin elinde bulunmuş ise veya rehin, meyva ve ekin gibi
olub mevzıları olan ağaçta veya tarlada bırakılmış ise veya rehin, mürtehinin
elinde olduğu halde akar, köle gibi kabili ihfa bulunmayan bir şey ise veya
mürtehinin iddiasına beyyinesi mevcud ise veya rehnin bulunduğu yer yanıp
rehnin de kısmen muhterik olduğu görülüb bilinmekte bu- ' lunmuş ise mürtehine
zaman lâzım gelmez. Velev ki râhin, bu hallerde de mürtehine zamanın sübûtunu
şart koşmuş olsun.
Maamafih mürtehin,
iddia ettiği bu telef veya ziya veya ihtiraktan dolayı tahlif de olunur.
Bunların ketm ve setr edilmeyip telef, zayi veya muhterik olduklarına dair
yemin eder, yeminden kaçınır ise hapis edilir, hapis uzayınca iddiası diyaneten
kabul olunur, kabili ihfa olmayan rehinden dolayı kendisine yine zaman lâzım
gelmez (Muhtasarı Ebizziya, Şerh-i Ebilberekât, Düsûkî).
(Şafiî'lere göre de
rehnin hükmü, borcun tediyesine kadar mürtehinin reh-ne müstahik olmasıdır.
Şöyle ki: Rehin kabz ile lâzım olunca onu yanında tutmak hakkı mürtehine ait
olur. Ancak râhinin intifa etmesi için icab eden yerlerde rehn muvakkaten
râhine verilir. Rehnin fekki, râhinin borcundan herhangi bir veçhile beri
olmasiyle husule gelir. Borcdan bir miktarı baki oldukça rehin, münfek olmaz.
Meğer ki mürtehin razi olsun.
Maamafih bir borç
mukabilinde merriun olan bir tereke, mürtehinin fes-hiîe münfesih olarak
rehniyyetten çıkmaz. Çünkü rehin, ölünün zimmetinin borcdan beraeti maslahatı
içindir, bu maslahat ihlâl edilemez.
Merhun mürtehinin
elinde emanettir. Kabili ihfa olsun olmasın bunun âfet-i semaviyye ile telef
oîmasile rehniyyet bâtıl olur, fakat borcdan bir şey sakıt olmaz. Mürtehine
taaddisi bulunmadıkça zaman lâzım gelmez. Nitekim vediada da hükm böyledir.
Borcun vakti hulul
ettiği halde tediyesi cihetine gidilmese veya rehnin bozulmasından korkulsa
rehnin satılması lâzım gelir. Rehn satılınca semeninden en evveî mürtehinin
alacağı verilir. Çünkü onun hakkı sair alacaklılardan ev-, vel rehne taallûk
etmiştir.
Rehni mürtehinin
izniyle Tahin veya vekili satar. Mürtehin izin vermezse hâkim, mürtehine «Ya
izin ver veya râhini alacağından ibra et.» diye emreder. Bilâkis rnürtehin
satılmasını istediği halde râhin, rehnin satılmasından kaçınsa hâkim, kendisine
«Ya borcunu ver veya rehni sat.» diye emreder. Râhin bu kaçınmasında ısrar
ederse, hâkim, mürtehinin zararını def için rehni satarak borcu öder.
Rehin verilen bir köle
veya bir hayvan kısas veya diyeti müsteîzim olacak surette bir ecnebi hakkında
cinayette bulunsa bu rehne ilk evvel mecniyyünaleyhın hakkı taallûk eder,
artık bu rehin hakkında kısas icra edilse veya bu rehin diyetten dolayı satılsa
rehniyyeti bâtıl olur. Meğer ki satıldığı takdirde semeninden fazla bir şey
kalsın.
Mecniyyünaleyhın hakkı
bu rehnin şahsına taallûk etutiği halde mürtehinin hakkı yalnız buna değil,
râhinin zimmetine de taallûk eder, bu cihetle mür-tehinin hakkı herhalde
mahfuzdur. Binaenaleyh mecniyyünaleyhin hakkı takdim olunur. Çünkü rehnin
şahsiyeti mürtehine tahsis edilse mecniyyünaleyhin hakkını istifaya muhal
kalmamış olur (Tuhfetülmuhtaç).
(Hanbeîî'lere göre de
mürtehin, kabz etmiş olduğu rehin üzerinde bir hakk-ı hapsi, bir imtiyazı
vardır. Fakat rehn henüz kabzedümeden râhin vefat etse vârisleri kabza izin
vermeğe mecbur olmazlar. Fakat izin vermek istedikleri takdirde bakılır: Eğer
müteveffanın- başka borcu yok ise vârislerinin bu İzne salâhiyeti olur, fakat
başka borcu da bulunursa vârisleri rehni mürte-
hine tahsis edemezler.
Çünkü bu takdirde mürtehinin lüzûm-u hakkından evvel terekeye sair
alacaklıların da hakları taallûk etmiştir. Bir,
de rahmin başka malı bulunmazsa zekâtım merhundan çıkarıp verebilir. Veîev ki
mürtehin izin vermesin. Çünkü zekât, bu merhunun aynine taallûk etmiş olur.
Nasıl ki cinayet işleyen merhun bir kölenin vereceği diyet de
Rehin, telef olsa
yerine başka rehin vermeğe rahim mecbur oîmaz, Eehin,
mürtehinin taaddisi ve taksiri olmaksızın telef olsa mürtehin Fakat
rehn, mürtehinin taaddisi veya taksiri neticesinde telef olursa
Gaib oîan bir râhinin hükmü,
hasır olup borcunu Ödemekten imtina eden bir râhinin hükmü gibidir, Binaenaleyh
bu haîde hâkim, rehn satarak borcu tahin
ile mürtehinden biri vefat etse, vârisleri yerine kaim olur.
(Zahirîlere göre de
rehin, jorariehmin elinde borcunu istifa edinceye kadar mahbus bulunur. Râhin,
borcunun bir kısmını verse bunun mukabilinde rehnin bir kısmını istirdad
edemez. Çünkü rehnin tamamı borcun tamamı mukabilinde terhin edilmiştir.
Borcun bir'kısmının sükutiyle rehnin bir kısmından
Mürtehin, rehnin
bozulmasından korkarsa hâkime müracaat ederek o ren-ni sattırması vacib olur.
Hâkin), rehin satınca semenim gaîb ise râhin namına tevkif eder, borcun zams.iu
hulul etmiş ise mürtehine alacağını bundan verir, Hâkime müracaat kabil olmayan
bir yerde mürtehin. bu rehni satabilir.
Bir malın siyama meydan
Vermez. Bu bir teavün kabiîinden âyet: kerimesi bunu Batıktır. Rehnin semeni,
rehinden başkadır. Rehin, merhun hakkında akd edilmiştir, semeni hakkında
değil. Binaenaleyh bu semen, râhinin sair emvali gibi bir
Kâhin veya mürtehin
vefat-edince rehin bâtıl olur, Rehni mürtehin vefat edince rahme, râhin vefat
edince vârislerine reddetmek lâzım gelir. 'Müeccel olan borç, muaccel olur.
Rehnin semenine mürtehin, sair garimlerdert ehak
Rehin; mürtehinin
hakkıdır, vefat edince vârislerine, garimlerien intikâl etmez. Çünkü yalnız
emval mevrûs olur, emanetler vekâletler, vasiyetler gibi emval kabilinden
olmayan haklar mevrûs olmaz.
Eâhin ölünce de rehin
bâtıl olur.-Çünkü mürtehin, râhin ile akd-i rehnde bulunmuştur, vârisleriyle
değil Rehin telef olunca mukabili olan borç alâha; lihi kalır, sâkit olmaz. Ebû
Sevr, Ebû Süleyman da buna kaüdir.
Bir taifeye göre rehn,
teîef olunca mukabilinde borç tamamen sâkit olur, Borcun miktarı, rehnin
kıymetinden gerek fazla ve gerek noksan olsun, râhin ile mürtehinden biri
diğerine bir şey zâmin olmaz. Hasen-i Basrî, tbrahimi Ne-haî, Şüreyh, Şâbî,
Zühri, Katade buna kaildirler (Elmuhallâ).
82 - : Rehni
fâsid ile kabz edilen mal, boredan mukaddem teslim ve tesellüm edilmiş olunca
rehn-i sahih ile kabz edilen mal hükmünde olur. Şöyle ki: Bir kimse, bir
şahısdan istikraz edeceği bir meblâğ mukabilinde o şahsa bir malım fâsiden
terhin edib sonra da o şahıs bu meblâğı o kimseye itâ etse de badehu bu rehin
mürtehinin elinde telef olsa kıymeti miktarı borç sâkit olur. Ve mürtehin bu
rehne râhinin gerek hayatında ve gerek vefatında sair alacaklılarından ehak
bulunur. Yığ sHİlin borcunu tamamen ödemedikçe bu- rehni fesadına mebni
istirdada kıya demez.
83 - :
Rehn-i fasidin kabzı borca takaddüm etmezse hakkında rehn-i sahih hükmü carî
olmaz. Bir kimsenin istikraz ve kabz ettiği bir para raukabi-.linde bilâhare
bir malını fâsiden terhin etmesi gibi. Bu takdirde akd-İ rehn fesh edilince
mürtehin alacağını alıncaya kadar bu rehni hapis edemez. Ve râhin vefat edince
mürtehin bu rehne râhinin sair alacaklılarından ehak ol-mas (Hindiyye,
Ankaravî).
84 - :
Rehn-i' bâtıl ile kaba edilen .mal, mürtehinin veya adlin elinde sırf
emanettir. Binaenaleyh taaddisi-veya takâiri bulunmaksızın telef olsa mukabilinde
borç sâkit olmaz, kabz edene zaman lâzsm gelmez. Ye bu rehni râhin dileaıgı
saman olursa, kıymetini
zamanı gasb ile sâmirs olur (CamiüTmusuleyn, Reddimuhtar).
(Malikî'lere göre de
bir malın meçhul bir müddetle veresiye satılması gibi fâsid bir beyi'den veya
borç alınan ceyyid bir para yerine redî para yerilmesi gibi fâsid bir karzdan
dolayı rehin verilmesi meşrut olmakla bunun lüzumu zannedilerek terhin edilen
mal, geri alınabilir, velev ki mebi telef olmuş-olsun. Bu, bir rehn-i fâsiddir.
Şu kadaî var ki, böyle bir lüzum olmadığı hslâ& bu rehin verilse de sonra
mebi telef olsa o rehin müşteri üzerine lâzım gelen misli veya kıymet
mukabilinde rehn olarak kalır (Şerh-i Ebiiberekât, Düsûkî).
(Şafiî'lere göre
fâsiden akd edilen rehinlerde zamanın lüzumu ve adem-ı
Râhln, mürtehinin imi bulunmadıkça rehni
başkasına terhin edemez. Bu terhin bâtıldır. Birinci mürtehin, bunu dâva ederek
istirdad edebilir, tkinci mürtehinin elinde telef olsa misliyyattan ise
mislini, kıyemiyyattan se kıymetini tazmin ettirir ve bu bedcî rehin yerine
kaim olur (Reddimuhtar).
86 - :
Mürtehin de râhinin izni olmaksızın rehni başkasına terhin edemez. Edecek oisa
râhin, bunu birinci mürtehinin huzurunda ikinci mürtehinden dâ~ m ederek
istirdad ederek birinci mürtehinin yanında rehniyyette ibka eder. Bu rehin
ikinci mürtehinin elinde telef olmuş olsa râhin muhayyer oîur, bunu İilerse
birinci ve dilerse ikinci mürtehine tazmin ettirir. Birinci mürtehine tazmin
ettirirse onun yapmış olduğu bu terhin nafiz olur. Çünkü bu zaman ile 3 rehne
malik olmuş bulunur. îkinci mürtehine tazmin ettirirse ö da birinci mürtehine
rücu eder, ondan hem alacağını, hem de bu rehnin zâmin olduğu bedelini alır
(Reddimuhtar, Hindiyye).
87 - :
Râhin, mürtehinin izniyle rehni başkasına terhin ve teslim edebilir. Bu halde
evvelki rehin bâtıl, ikinci rehin sahih olur. Bundan sonra merhun ikinci
mürtehinin elinde telef olsa birinci mürtehinin alacağından bir şey sâ-kit
olmaz.
Mürtehin dahi râhinin
izniyle rehni başkasına terhin ve teslim edebilir. Bu takdirde birinci rehin bâtıl,
ikinci rehin bir rehni müstear kabilinden olarak sahih olur. Şu kadar var ki,
râhinin izni bir şart ile, bir^ayd ile mukayyed ise mürtehinin ona riayet etmesi lâzım gelir (Kindiyye).
88 - :
Mürtehin, râhinin rızası olmaksızın rehni satsa bu, bir bey-i fuzûlî
kabilinden olur. Binaenaleyh râhin muhayyerdir, dilerse bu bey'i fesh eder,
dilerse icazet şartlan mevcud olduğu halde icazet vererek bu bey'i ten- , fiz
eîyer. Fesh takdirinde bakılır: Satılan rehn mevcud ise râhin onu müşterinin
elinden alarak yine rehn olmak üzere mürtehine teslim eder, telef olmuş ise
râhin onun kıymetini isterse müşteriye ve İsterse mürtehine tazmin ettirir.
89 - :
Râhinin izniyle mürtehinin rehni satması sahih ve nafizdir. Hattâ râhin
mürtehine «Rehni tellala ver satsın da hakkını al.» demekle mürtehin tellala
verip elinde merhun telef olsa mürtehine zaman lâzım gelmez.
Kezalik: Hehnm
fesadından korkulur da hâkime müracaat mümkün bulunmazsa mürtehin rehni
satabilir (Lisanül'bükkâm, Dürerül'hükkâm).
90 - : Râhin
«Filân güne kadar borcumu ödemezsem rehnî satıp semeninden alacağını al.» diye
mürtehini tevkil etse de o günde borcunu ödeye-mese mürtehin o rehni satarak
alacağını istifa edebilir. (Ali Efend fetavası). Fakat râhin, mürtehinin rızası
olmaksızın rehni satamaz, satacak olsa nafiz olmaz, mürtehinin hakk-ı hapsine
halel gelmez bu bey'in nefazı mürtehinin iznine mevkuf bulunur. Fakat borç
Ödenirse veya mürtehin râhini ibra ederse
veya bu bey'e icazet
verirse bey'i nafiz olur, rehin rehniyyetterı çıkar, mürtehinin rehni teslim
etmesi lâzım gelir.
İcazet tadirinde borç
hali üzere kalır, satılan merhunun semeni bu borç mukabilinde rehin olur, velev
ki henüz müşteriden kabs edilmiş olmasın. Her ne kadar mebiin semeni kabz
edilmedikçe deyn olub iptidaen rehn edilmezse de tebean rehn edilebilir. Esah
olan kavle göre bu semenin rehn olmasını icazet zamanında şart koşmaya da
lüzum yoktur.
Amma mürtehin bu bey'e
icazet vermezse müşteri muhayyer olur. Dilerse rehnin fekkine kadar belker,
dilerse hâkime müracaat ederek bu bey'i fesh ettirir. Mebiin merhun olduğuna
evvelce muttali bulunmuş olsun olmasın müsavidir. Bunu kendisi fesh edemez
(Haniyye, Hindiyye).
91 - : Râhin
ile mürtehinden her biri diğerinin izniyle rehni başkasına ariyet verebilir,
sonra her biri onu rehniyyete iade edebilir,
Müsteîr, rehne vaz-ı
yed edince rehin mürtehinin zamanından çıkar, artık müsteîrin elinde telef
olsa mukabilinde mürtehinin alacağından bir şey sâ-kit olmaz. Çünkü rehnin
mazmun olması, mürtehinin kabzı itibariyledir, kabz ise mün'kazi olmuşdur.
Fakat bu merhun
rehniyyette baki olduğundan mürtehinin bundaki hakkı berdevamdır. Zira iare bir
akd-i lâzım olmadığından akd-i rehni İptal etmez. Binaenaleyh müsteîrin elinde
iken râhin vefat edip bir takım alacaklıları bulunsa bu merhuna mürtehin sair
alacaklılardan ehak olur. Bu hususda idâ da iare hükmündedir (Hindiyye,
Haniyye, MecmaüTenhür).
92 - : Râhin
ile mürtehinden biri diğerinin izniyle merhunu başkasına kiraya verse veya hibe
veya bey' etse merhun rehn olmaktan çıkar, yeniden akd yapılmadıkça rehniyyete
avdet etmez.
îcare suretinde
bedel-i icar râhine aid olur. Fakat mürtehin merhunu râhinin izni olmaksızın
bir kimseye icar etse ücret kendisine aid olursa da tiyb olmaz. Bu halde merhun
müstecirin elinde telef olsa mürtehin bunu zaman-ı gasb ile zâmin olur.
93 - :
Kâhin, mürtehinin izni olmaksızın merhunu başkasına kiraya verse mürtehin
muhayyer olur, dilerse icazet verir, o halde rehn bâtıl, bedel-i icare râhine
aid olur ve dilerse muhayyer olmayıp merhunu rehniyyete iade eder.
94 - : Râhin,
rehni mürtehine icar edip icare namına yeniden kabz bulunsa rehn bâtıl olur.
Artık icare müddeti esnasında bu mecur telef olsa emanet olarak telef olmuş
olur, mukabilinde mürtehinin alacağı sâkit olmaz.
95 - :
Mürtehin, merhunu râhine iydâ veya iare edebilir. Meselâ : merhun araziyi
ziraat etmek veya merhun hanede âriyeten oturmak için bunları râhine iare
edebilir. Bu takdirde rehn mürtehinin zamanından çıkar, râhinin elinde telef
olursa boredan bir şey sâkit olmaz. Fakat merhun yine rehniyyet-
te baki olduğundan
râhin vefat etse mürtehin, bu merhuna râhinin sair alacaklılarından yine ehak
olur, mürtehin hakkını tamajnen almadıkça bu reh ne başkaları müdahale edemez.
Amma râhin, merhunu
mürtehine icar edemez. Ederse akd-i rehn bâtıl olur. (Döter, MecmaüTenhür,
Dürrümuhtar).
96 - :
Mürtehin, râhinin izin ve ibaresiyle rehni istimal eder, meyva ve süd gibi
hâsılatını alabilir. Hattâ bu istimal zamanında merhun tam emanet mahiyetini
ahr. Telef olursa mukabilinde borç sâkit olmaz. İstimalden sonra telef olursa
yine samanı rehn ile mazmun olur. Bu istihlâk edilen hâsıîatin mukabilinde
borcdan bir §ey sâkit olmaz. Ancak istikraz edilen bir meblâğ mukabilinde
verilen rehnin hâsılatından roukriz olan rnürtehinin istifade etmesi, akd-i
rehn esnasında şart kılınırsa bu, bir nevi ribâ olacağından mekruh görülmüştür.
Fakat böyle şart kılınmamış olunca bilâhare rahmin izniyle bunlardan istifade
etmekte dlyâneten bir beis yoktur (Hindiyye, Ebüssuûd).
râhinin izni olmadıkça
rehinden istifade edemez. Meselâ ; Merhun hanenin içinde oturamaz, bahçe ise
meyvasmi alıp yiyemez, hayvan ise südünden veya rükûbundan istifade edemes,
kitap ise mütalâada bulunamaz. Çünkü mürtehinin hakkı merhunu hapisden
ibarettir, ondan intifa değildir. Şu kadar var ki. bu istifadeden dolayı
mürtehine .bir ücret lâzım gelmez. Velev ki merhus, müaddün liristiglâî
bulunmuş olsun. Ancak bu veçhile istimal ile rehn telef olursa veya kıymetine
noksan gelirse mürtehin bunları zâmin olur. Meselâ; Mürtehinin bilâizin râkib
oduğu hayvan bu rükûb halinde telef olsa tam kıymetini tasmin etmesi lâzım
gelir,, (Mecmaül'enhür, Ten-virûlfebsâr).
97 - :
Evvelce de beyan olunduğu üzere asıl rehn ile beraber ondan mü-tevellid ziyade
de merhun olacağından bunların mecmuu deyne mukabil bulunur. Yani : Borç asi
rehnin yevnri kabzmdaki kıymetiyle bu
ziyadenin yevm-i istihlakindeki kıymeti mukabilinde mazmun olur. Binaenaleyh
asıl merhun mürtehinin elinde telef Gİsa borcdan buna mukabil olan miktarı
sâkit, olur, ziyadeye mukabil olan miktarı sâkit olmaz, belki mürtehin bu
ziyadeyi rehn olarak elinde tutar.
Meselâ : On lira
mukabilinde terhin edilen sekiz lira kyımetindeki bir koyunun iki Ura
kıymetinde bir kuzusu teveîlüd etmiş bulunsa bu koyunun te-lefiyle borcdan
sekiz lira sukut eder, kuzu mukabilinde iki lirası kalmış olur. Bu kuzu da
telef olsa veya istihlâk edilse o iki lira da sâkit olur.
98 - : Fakat
mürtehin telef olmuş olsa Kuranım Juymetine
kuzuyu rahmin izniyle kesip yemiş, sonra da
koyun koyunun kıymetine isabet eden
sekiz Ura sâkit olur. eden mütebaki iki
lirayı ise mürtehin râhinden alabilir. Çünkü bu kuzuyu her ne kadar mürtehin
yemiş ise de râhnin izniyle yemiş olduğundan bunu râhin itlaf etmiş sayılır
(Ebüssuûd, Ankaravi).
99 - :
Mürtehinin izni olmadıkça râhin dahi rehinden intifa edemez. Bu intifa rehne
muzir olsun olmasın. Çünkü rehnin hükmü, hapistir. Bu intifa ise hapse
münafidir Şerh-i mecma*).
100 - :
Mürtehn, başka yere gideceği zaman yolda emniyet mevcud olup râhin tarafından
menedümemiş olunca rehrıi beraber götürebilir. Velev ki götürmesi meunete
muhtaç olsun. Bu meunet = Masraf mürtehine aid olur.'
Bu mesele, İmamı Azama
güredir, İmameyne göre ne mürtehin, ne de adi, rebni başka "yere
götüremezler. Hattâ deniliyor kî; Merhuhun rehn edildiği beldede hıfzı râhin
tarafından şart koşulmuş olsa bu şart, bazı fukahaya göre muteberdir, bazı
fukahaya göre de muteber değildir (LisanüThükkâm, Anka-ravî, Reddirriuhtar).
101 - :
Râhin; rehnin nemasından, menafimden mürtehinin istifadesine izin verdikten
sonra bundan dönebilir. Fakat râhin, her ne zaman mürtehi-ni bu istifadeden
ır.enederse mürtehinin müstakbei bir izin ile bu istifadeye mezun olduğunu
söyler, mürtehin de bunu kabul ederse artık borç verilinceye kadar mürtehin
bundan istifade edebilir. Meselâ : Merhun hanede oturabilir (Hindiyye).
(Maliki1 lere
göre*râhin. merhunda tasarrufatta bulunamaz, merhun üzerinde eîinin cevelâm
caiz olmaz, bu rehniyyete münafidir (Şerh-i Kebîr). îmam Maîik'e göre mürtehin,
akar ve arazi kabilinden olan bir rehnin menfaatini bir müddet için kendisine
aid olmayı şart koşabilir. Bu şart hayvan ile elbisede ve uruzda ise mekruhtur (Elmuhallâ).
(Şafiî'lere göre
râhin, merhunun kıymetini azaltmıyacak surette merhun-dan intifa edebilir, buna
hakkı vardır, Meselâ : Merhun hayvana şehir içinde binebilir, merhun hanede
ikamet edebilir. Bu intifa için merhunun mürtehin-den istirdadına hacet
görülürse istirdad edilir. Mürtehin de rahim töhmeti) görürse bu istirdadına
işhatda buiunur.
Râhin. merhunun
üzerine bina yapamaz, ağaç dikemez. Bunları yapacak olsa borcun zamanı hulul
etmedikçe bunlar sökülüp atüamaz. Borcun zamanı gelince bakılır: Eğer bunlar
ile meşgul arsanın kıymeti borca kifayet etmez de bunlar kaldırılınca arsanın
kıymeti artacak olursa borcu tamamen Ödemek için bunların kal-u ref'i vücuben
lâzım geîir. Meğer ki râhin borcunu başka malından tamamen ödesin
(Tuhfetüi'muhtaç).
(Hanbelî'lere göre
mürtehinin izni olmadıkça râhin, mürtehinden intifa edemez, meselâ: Merhunu
icareye veremez, istihdam edemez. Mürtehin izin verince de bundan bilâhare rücu
edebilir.
Borcun henüz vakti
hulul etmiş olmayınca râhin. merhun yer üzerine ağaç
dikebilir. Çünkü
borcun tediye zamanına kadar bu yerin menfaatini tatil etmek, malı tazyi
demektir ki, bundan nehî olunmuştur. Fakat borcun zamanı hulul etmiş ise râhin,
ya borcunu hemen vermeğe veya merhunu satmaya mec bur olacağından bu ağaç
dikmeğe mahal yoktur (Keşşafülkma). îmam Ah-med'e ve tshak'a göre mürtehin,
merhunun südünden istifade edebilir (E3-muhallâ).
Zâhirî'lere göre
rehnin menafii terhinden evvel olduğu gibi yine râhine aiddir. Merhun hayvanın
südü ve rükûbu da böyledir. Meğer kî râhin bu hayvana infakda bulunmasın. O
halde mürtehin yapacağı infak mukabilinde bu hayvanın südünü alır, üzerine
râkib olabilir, mukabilinde alacağı sâkit olmaz.
Râhin, merhunu kiraya
verebilir, zuhura gelecek semerelerinden yiyebilir, cariyesi ise istifraş
edebilir, akar ise içinde oturabilir, hayvan ise yününü alabilir. Çünkü merhun
rehn sebebiyle râhînin mülkünden çıkmış değildir. Artık râhin kendi malından
intifadan menedilemez. Elverir ki merhun, mür-tehinin elinde bulunmasın, onu
rizası olmadıkça veya borç ödenmedikçe râ-hinin mülkünden çıkarmaya salâhiyeti
bulunmasın.
Mürtehin ise râhînin
rizası olmadıkça merhundan istifade edemez. Nitekim bir hâdis-i s.erfde buyurulmuştur: Yani:
Sizin kanlarınız ve mallarınız sizlere
haksız yere-helâl olmaz, haramdır (El-muhallâ).
[13]
102 - :
Râhin ile mürtehin, rehni emniyet ettikleri bir kimseye tevdi etmek üzere
mukavele edip o kimse de razı olarak kabz etse sahih ve bu kabz ile rehin tamam
olur. Bu kimseye «Adî» denir.
103 - :
Adlin eli, mürtehiıtin eli gibidir.
Binaenaleyh adi,
mürtehin makammakaim olub rehni mürtehn gibi hıfz eder. ehin, bu adlin elinde
telef olsa rnürtehinin elinde telef olmuş gibi olur. Adlin taaddüdü de caizdir
(Muhit, Hindiyye).
104 - :
Adlin eli bir bakımdan da rahmin eli gibidir.
Meselâ: Merhunun râhin
yanında gasben bulunduş olduğu tahakkuk etse adlin elinde de gasben bulunmuş
sayılır. Binaenaleyh bu merhun adlin elinde telef oldukdan sonra tnüstahikki
zuhur etse muhayyer olur. Bunun bedelini dilerse râhine ve dilerse acile tazmin
ettirir. Adle tazmin ettirince o da bununla râhine rucu eder, rnürtehine rücu
edemez (Ebüssufid).
105 - :
Rehin akdedilirken merhunu müntehinin kabz etmesi şart edilmiş olsa da badehu
râhin ile mürtehin ittifak ederek rehni yedi adle vaz edebilirler. Bunların bu
ittifakları akd-i rehnde terazileri gibidir. Çünkü iptida-i
akdde adlin mürtehin
makamına kaim olması caiz olduğundan bekaen de ca izdir (Muhît-i Serahsî).
106 - :
Merhunun yed-i adle vaz edilmesi akd zamanında şart edilmeyip bilâhare merhun
mürtehin ile râhinin rizalariyle yedi adle tevdi edilse o merhunu yalnız mürtehin,
râhinin rizası olmaksızın adîden alabilir. Fakat râhin, mürtehinin İzni
olmadıkça alamaz. Çünkü mürtehin, merhunu zaten kendi elinde tutmaya
salâhiyeti olmakla bunu muvakkaten tevdi etmiş olduğu adiden geri alabilir.
Fakat râhinin borcunu ödemedikçe rehni mürtehinden almaya salâhiyeti
olmadığından adiden de almaya salâhiyeti olamaz (Reddimuhtar).
107 - :
Mürtehin, rehni henüz kabz etmeden râhin adi tâyin edilemez.
Kezalik : Kefilin
vereceği rehne mekfûlünanh adi olamıyacağı gibi mekfû-lünanhın vereceği rehne
de kefili adi tâyin edilemez.
Kezalik : Müdaribin
rehnine rebbülmâl, rebbülmâlin rehnine müdarib a'dl nasb edilemez.
Kezalik : Şirketi
raufaveze ve şirket-i inan ile şerik olanlardan birisinin bu ticaret borcu için
vereceği rehne diğer şerik adi tâyin edilemez. Yani: Akd edilen rehn bunlardan
birinin adi sıfatiyle kabz eyîemesiyle tamam olmaz, Çün kü bu suretlerin
hepsinde de birinin eli diğerinin eli gibidir, rehin başka bir ele teslim
edilmiş sayılamaz.
Fakat merhun, icab ve
kabul ile akdden sonra raürtehin tarafından kabz edilse de badehu bunlardan
birine teslim edilse rehnin sıhhatine halel gelmez (Hindiyye, Dürerülhükkâm).
108 - :
Akd-i rehin esnasında merhunun kendisine tevdi meşrut olan adi, borç baki
cldukca rehni râhinin rizası olmadıkça mürtehine, mürtehinin rizası olmadıkça
da râhine veremez. Verirse istirdad eder. Çünkü bu dehne hem râhinin, hem de
mürtehinin hakkı taallûk etmektedir. Daha istirdad etmeden rehin telef olsa
adî, onun misliyyattan ise mislini, kıyemiyyattan ise kıymetini zâmin olur.
Zira kendi mezuniyetinin haricine çıkmakla taaddide bulunmuştur.
Adlin bu suretle
tazmin edeceği şey kabz edildikten sonra râhin Ue mürtehinin yine, ittifakıyle
bu adlin veya sair bir adlin yanına bırakılır. Bunlar ittifak edemezlerse müracaat
edecekleri hâkim tarafından bir yed-i adle teslim edilir. Bilâhare borç râhin
tarafından verilince adlin tazmin etmiş olduğu bedel kendisine aid olur, bunu
kimin elinde ise ondan ister alır (Hindiyye).
109 - :
Merhunu muhafaza etmekte olan adi vefat edince vârisleri kendi yerine kaim
olamazlar. Râhin ile mürtehin, o rehni birriza başka bir adle veya
hinin lecek bâtıl
kendilerinden birine
tevdi ederler. Bu hususda ittifak edemezlerse mürtemüracaatı üzerine hâkim
tarafından bir yed-i adle veya adaletçe müteadle muadil görülünce mürtehinin
eline teslim edilir. Birinci adi rehni satmaya vekil bulunmuş olsa bunun ysrine
ikame ediadl, bu vekâleti haiz bulunmuş olamaz. Çünkü vekâlet, vekilin
vefatiyle olur (Hindiyye,
Tatarhaniyye).
110 - : Adi
merhunu emin olan bir kimsenin yanma tevdi edebilir. Fakat zaruret bulunmadıkça
emin olmayan kimseye tevdi edemez. Ederse telefi zarnan-î gasb ile zâmin olur (Haniyye,
Ankaravî}-Şafıî'lere göre de râhin ile mürtehin rehni hilittifak başkasının yanma
vaz
(Hanbeîflere göre de
râhin ile mürtehin merhunu bir başkasının yanma vaz edebilirler. Bunun bir kişi
olması caiz olduğu gibi müteaddid olması da caizdir. Bayie adi tâyin edilen
kimsenin erkek, kadın, müslim, gayrı müsîim olması âa caizdir. Fakat
caizüttasarruf olmayan bir kimsenin, meselâ bir çocuğun veya bir sefihin
yanına vaz etmeleri caiz değildir. Bunlar mürtehinin vekili sayılamazlar,
bunların rehni gabz etmeleri muteber olmaz.'
îki kişinin yanma vaz
edilmesi meşrut bir rehn, bir kişinin yanma vaz edilemez ve bunlardan biri
rehni yalnız basma hıfz edemez, birlikte hıfz etmeleri icab eder. Bunlardan
biri rehni diğerine teslim etse telefi takdirinde yansını zâmin olur.
Kezalik : Adi, rehni
râhin ile mürtehin me.vcud olduğu halde başka bir -şahsın yanına hıraksa da telef
olsa bunu adî ile o şahıs zâmin olur.
Adi, rehni iade
ettiği, mürtehin ile râhin de bunu almaktan imtina etmediği halde hâkim, bu
rehni bir eminin yanma bıraksa telefi takdirinde bunu hâkim ile o emin
birlikte zâmin olurlar. Çünkü hâkim, bunu müstahikleri bulunduğu halde
başkasının yanma def etmekle taaddide bulunmuş olur. Emin de başkasının malım
muktezi bulunmaksızın ahz ettiği için taaddide bulunmuş sayılır (Keşşafülkına). [14]
111 - :
Râhin ile mürtehinden birisi diğerinin
izin ve rızası olmadıkça rehni satamaz.
Hattâ râhin borcu ödemek için rehni alıp satmak istese mürtehin ona razi
olmayabilir Çünkü borcunu alıncaya kadar rehni hapis etmeğe salâhiyeti vardır.
(Tenkih-i Hamidî, Hindiyye).
112 - : Mürtehin, rahmin izni olmaksızın merhunu
satsa füzûlen satmış olur. Râhin dilerse icazet verir ve dilerse bey'i
fesheder, merhunu yine mür-tehine iade eder. Merhun müşterinin elinde telef
olmuş olsa artık bey'e icazet verilemez. Bu takdirde râhin. onu dilerse müşteriye
ve dilerse mürtehine tazmin ettirir (Dürerülhükkâm).
113 - :
Mukabilinde rehin verilmiş olan bir borcun Ödenecek zamanı hu-
îûl ettiği haîde râhin
bunu ödemekders imtina etse müracaat vukuunda hâkim tarafında «Borcunu öde»
diye râhine emr olunur. Râhin borcu ödemez, rehnin satılmasından da kaçınırsa
hâkim, rehni hakikî kıymetiyle satarak semeninden borcu mürtehine öder.
114 -
:Maamafih rehin, borç cinsinden ise mürtehin, alacağını bundan alabilir, bunda
rahmin ması veya hâkimin kazası iktiza etmes (Haniyye).
imtina ederse rehni saüp borcunu
Ödeyinceye kadar hâkim tarafından hapis olunur. Yoksa bu rehni hâkim sata-mas.
Çünkü medyun olan hürrü. hecir caiz değildir. îmarneyrae göre isesabik meselede
beyan olunduğu üzere hâkim, rehni bizzat satabilir. Çünkü böyle bir medyunun
hacri imameyne göre caizdr. müracaat
eder. Hâkim de ya bizzat satar veya^.satması için mürtehine isin
verir. Siyleru isteyebilir.
Zira rehne malik bilinmezse mürtehin o rehve bulunursa râhin muhayyer olur, mebii rehniyyete iade eyle?
rehni mürtehin, gaib
oîan râhinin veya de
mezkûr icazet şartları da mercızd
» bey'e icazet verir,
dilerse bey'i fesh em
mebi telef olmuş bulunursa mürtelnm onun
115 - : Eehn
olan bağ ve bostanın meyva ve sebze gibi zevaid-i mütevel-Üdasi yetişse tele?
olmalarından korkulsun korkulmasın bunlar hazır ise râiunin, gaib ise hâkimin
izn ve rey'ile satılabilir. Fakat bunları râhinin veya hâkimin izni olmadıkça
mürtehin satamaz. Çünkü mürtehin, rehni ve zevaidini hapse müstahiktir, bunları
satmaya hakkı yoktur. Meğer ki hâdise hâkim bulunmayan bir yerde vücuda gelsin
veya hâkimin reyini istihsâle mübaşeret takdirinde aradan günler geçerek
zevaidin bozulub telef olması muhakkak bulunsun, o halde mürtehin bunları
kendi kendine satabilir.
116 - :
Fakat râhinin iznini veya hâkimin reyni istihsâl mümkün olduğu halde bunlar
temin edilmeksizin mürtehin tarafından satılacak olsa mürtehine zaman lâzım
gelir. Râhin muhayyer olur. Bunları dilerse mürtehine ve diler.se müşteriye
tazmin ettirir. Çünkü mürtehin gasıb, müşter ide gasıbül'gasıb sayılır.
118 - : Mürtehin, merhun olan bağ ve bostanın
meyvasını, sebzesini hâkimin emri olmaksızın toplayıp hıfz edebilir. Çünkü bu
muamele merhunu muhafaza mahiyetindedir. Merhunu muhafaza ise mürtehinin
hakkıdır. Şu kadar var ki, mürtehin bunları toplarken bağa ve ağaçlara noksan
vermemek lâzımdır. Noksan verirse bu noksan miktarı alalacağmdan sâkit olur.
119 - :
Râhin, vakt-i edası hulul etmiş olan borcunu ödemek için rehni satmaya
mürtehini veya adli veya vekâlete ehl olan diğer bir şahsı veya bunlardan
ikisini veya her üçünü tevkil edebilir, bu şahindir. Çünkü râhin, rehni bizzat
satabileceği gibi buna başkasını da vekil tâyin edebilir. Artık râhin, bu
vekili mürtehinin rizası olmaksızın vekâletten azl edemez. Bu vekâlet, gerek
akd-i rehn zamanında şart edilmiş ve gerek akdden sonra icra kılınmış olsun
müsavidir. Çünkü buna r örteninin hakkı taallûk etmiştir. Kezalik mürtehin de
bunu azl edemez. ZK-ı onu vekil tâyin eden, mürtehin değildir (Hidaye,
Haniyye).
120 - :
Rehni satmaya tt Tki3, borcun vakt-i edasının hululüne izafetle caiz olduğu
gibi müneccezen de > aiz olur. Vekâletletle satılan rehnin semeni de yine
merhun olur. Binaenaleyh bu semen, mürtehinin veya adlin elinde iken telef olsa
bunun mikdarınca borç sâkit olur (Şerh-i Mecmâ*)-
121 - :
Rehni satmaya vekil olan kimse, bunu bizzat satabilir, bunun için hâkimin
reyini istihsâle hacet yoktur. Merhun gerek menkûl ve gerek gayrı menkûl olsun.
Bunun semeni bu vekilin elinde veya müşterinin müflisen vefa-tiyîe zimmetinde telef
olsa mürtehinin elinde telef olmuş gibi sayılır, mukabi li olan borç bu semen
nisbetinde sâkit olur.
Kezalik : Rehni
satmaya vekil olan adi, onu sattıkdan sonra semeninin elinde telef olduğunu
iddia etse tasdik olunur. Zira onun eli yed-i emanettir. Bu semen, mürtehin
üzerine telef olarak mukabilinde alacağı sâkit olur (Dürrehül-hükkâm).
122 - :
Rehni satmaya vekil olan kimse, borcun vakt-i edası hulul edince rehni satarak
semenini mürtehine teslim eder, ondan evvel satamaz. Satarsa nafiz olmaz. Vakti
hulul ettiği halde satmakdan imtina ederse rehni satmak üzere râhine cebr
olunur. O da satmaktan kaçınır inad ederse hâkim satar ve eğer râhinin
varisleri gaib bulunursa rehni satmak üzere vekile cebr olunur. İnad ederse
hâkim satar. Cebrin keyfiyeti, vekili hâkimin bir kaç gün hapsetmesinden
ibarettir.
Râhinin veya
mürtehinin vefatiyle veya tecennün etmesiyle bu vekil vekâletten mün'azil
olmaz. Fakat vekil ölürse veya ifakati ümid edilemez bir halde tecennün ederse
vekâlet bâtıl olur, hükmü kalmaz (Hindiyye, Ibni Nüceym).
123 - :
Merhunu satmaya vekil olan adle bu hususda cebr edilip ediîemi-yeceği tafsilâta
tâbidir. Şöyle ki: Bu vekâlet, akdi rehn zamanında meşrut ise vekil, merhunu
satmaya mecbur olur, bilâhare icra kılınmış ise mecbur olmaz. Bu, îmam Ebû
Yusuf'a göredir. îmam Muhammed'e göre ise bu ikinci takdirde de vekil, rehni
satmaya mecburdur. Esah olan da budur. Mecellede de bu kabul edilmiştir
(Muhît-i Burhanî). [15]
124 - : Dâyin ile medyun rehn verilmiş olup olmadığında ithilâf etseler söz, rehni inkçr edenindir.
(Eşbah).
125 - :
Rahin ile mürtehin, merhumun ibraz edilen mal olup olmadığında ihtilâf etseler
söz, mürtehinindir. Çünkü kabız olan, odur (Reddimuhtar-.
126 - : Râhin, şu kadar borcu mukabilinde meselâ:
Yüz lira kıymetli bir terhin ve teslim ettiğini dâva ve beyyine ile isbat etmekle mürtehinin elli lira
kıymetinde bir saat ibraz ederek rehnin bundan ibaret olduğunu iddia ey-îese bu
sözü râhin tarafından tasdik edilmedikçe kabul olunmaz (Hindiyye).
127 : Râhin, meselâ «Şu saati rehn ve teslim
etmiştim.», mürtehin de «Şu bileziği rehn ve teslim etmiştin.» diye ihtilâf ve
beyyine ikame etseler bakılır: Eğer bu saat ile bilezik mürtehinin elinde
mevcud ise mürtehinin beyyinesi tercih olunur. Amma saat ile bilezik telef
olmuş ve bileziğin kıymeti saatin kıymetinden ziyade bulunmuş ise râhinin
beyyinesi müreccah olur.
128 -
Mürtehin, meselâ «Şu saat ile şu bileziğin ikisini de rehn ve teslim
etmiştin.» diye dâva, râhin de yalnız saati terhin ve teslim etmiş olduğunu
iddia eylese söz, râhinindir. Mürtehinin beyyinesi tercih olunur. Çünkü ziyade
beyyinesi evlâdır (Haniyye).
129 - :
Mürtehin, kabz etmiş olduğu merhunu râhine reddettiğini dâva, râhin de bu reddi
inkâr etse söz, maâl'yemin râhinin olur. Çünkü râhni, mürtehinin zamandan
beraetini münkirdir.
130 - :
Mürtehin, rehni badelkabz râhine reddetmekle onun elinde telef
pldu&unu iddiaf
râhin de mürtehinin elinde iken telef olduğunu dâva etse söz, maâFyemin râhinin
olur, çünkü reddi münkirdir ve râhinin beyyinesi tercih olunur. Çünkü râhinin
beyyinesi ziyadeyi müsbittir. Yalnız mürtehin beyyine ikame ederse o da kabul
olunur (Reddimuhtar, Bezzaziyye).
131 - : Mürtehin, rehnin daha kabz edilmeden râhinin elinde telef olduğunu,
râhin de kabz ettikten sonra mürtehinin elinde telef olduğunu iddia ey-îese
söz, mürtehinindü-. Zira zamanı münkirdir. îkisi de beyyine ikame etse râhinin
beyyinesi tercih olunur. Çünkü ziyadeyi müsbittir (Hindiyye, Bezzaziyye).
132 - : Rehn beyyinesi, vedia
beyyinesine, beyi beyyinesi ve hibe
İle kabz beyyinesi de rehn. beyyinesine tercih olunur.
Binaenaleyh medyun,
dâyine vermiş olduğu bir malı rehn olarak verdiğini dâva, dâyin de o malı
kendisine medyun hibe etmekle kabz eylediğini iddia eylese dayının beyyinesi tercih olunur.
133 - :
Eâhin, meselâ: yüz lira borcu olduğu halde bir malını terhin ettikten sonra bu
malı yalnız, elli lira mukabilinde terhin etmiş olduğunu iddia, mürtehin de tam
yüz lira mukabilinde rehin vermiş olduğunu dâva etse söz, maâl'yemin
râhinindir. Çünkü borcun tamamına rehin vermiş olduğunu münkirdir, (Haniyye).
134 - : Bir
mal terhin edildikten sonra râhin, o malı meselâ: Yüs lira mukabilinde rehin
vermiş olduğunu, mürtehin de elli lira mukabilnde terhin edildiğini İddia
eylese rehn mevcud, kıymeti de yüz lira ise tehalüt carî olur. ikisi de yemin
ederse rehn râhine red olunur. Tehalüfden evvel rehn telef olsa söz;
mürtehinindir. Çünkü mürtehin, ziyade borcun sukutunu münkirdir (Haniyye),
135 - :
Mürtehin ile rehni bey'e vekil olan adî, meselâ: Yüzyirmi lira mukabilinde merhun olan bir
malın yüz liraya satıldığını iddia, râhin de yüz liradan fazlaya satıldığını
dâva etse söz, adi ile mürtehinindir. Çünkü ziyadeyi münkirdirler. Râhinin
beyyinesi tercih olunur. Amma râhin, bu bey'i inkâr Ue rehnin bu vekil elinde
telef olduğunu iddia edip rehnin kıymeti de borca müsavi olsa söz, râhinin
olur.
136 - : Merhunun meselâ : Yüz liraya satıldığını
râhin, doksan liraya satıldığını vekil, seksen liraya satıldığını da
mürtehin iddia ettikde bakılır: Eğer
seksen lirayı mürtehin kabz etmiş ise söz, mürtehinindir, râhinden yirmi lira
daha alabilir. Fakat beyyine ikame etseler râhinin beyyinesi tercih olunur.
Çünkü ziyadeyi müsbittir.
137 - :
Rehni satmaya vekil, rehni meselâ: Yüz liraya satıp bunu mür-tehine verdiğine
dair beyyine ikame ettiği halde râhin de merhunun satılma-
yıp vekilin elinde
telef olduğuna beyyine ikame etse râhinin beyyinesi kabul olunmaz.
138 - : Bir
kimse, bir şahisdan istikraz etmiş olduğu meselâ: Yüz lira .mukabilinde yine
yüz lira kıymetli bir malını terhin ve bunu satmaya o şahsi tevkil etmiş
olmakla mürtehin bulunan o şahıs bu malı meselâ : Elli liraya sattığını iddia,
râhin olan kimse de «Hayır bu malı satmadın, elinde telef oldu.» diye dâva etse
bakılır: Eğer mürtehin, iddiasına beyyine ikEime ederse kabul olunur, ikame
edemezse râhin, mürtehinin o malı sattığını bilmediğine tahlil olunur. Yemin
ederse bu borç sâkit olur (Haniyye).
139 - :
Hâhİn ile mürtehin, rehnin taksir neticesinde zayi olup olmadığında ihtilâf,
etseler, râhin taksir iddiasını ısbât edemezse
mürtehin, taksiri olmadığı hususunda yeminiyle tasdik olunur, rehnin
kıymeti borcdan ziyade ise bu ziyade kendisinden istenilemez (AU Efendi
fetavası).
140 - :
Dâyin, medyunun resûli vasitasiyîe kendisine gönderilmiş olan rehni kabz
ettiğini inkâr edip de medyun bunu isbat edememekle rehni resû-iinden taleb
etse, resûli de «Ben senin emrinle götürüp dâyne verdim,» dese resul yeminiyle
tasdik olunur. Çünkü medyunun emini bulunmuştur (Abdür-rahim fetavası).
141 - :
Râhin gaib olub rehn yed-i adîde bulunmakla mürtehin, bu adlin rehni satmaya
vekâleti bölündüğünü iddia, adi de bu vekâleti inkâr etse mürtehinin ikame
edeceği beyyine kabul olunur.
142 - :
Rehni satmaya vekil olan adi, rehnin semenini kabz ile mürtehi-nirs teslim
ettiğini iddia, mürtehin de inkâr etse söz, yeminiyle adlin olur. Çünkü adi,
emindir. Bu halde mürtehinin aiacağı sâkit olur.
143 - ;
Râhin, borcun edası vakti henüz hulul etmediğini iddia, mürte-hindd hululünü
dâva, etse söz, mürtehinlndii'. Zira borcun tecili, mürtehinden müstefad olur.
Fakat vekil tarafından
satılması, müstakbel bir zamana izafe edûen bir rehn hakkında ihtilâf edüib
mürtehin, meselâ: O zamanın şu ay bağında hululünü iddia, râhin de daha
sonraki ay başında hulul edeceğini dermeyan etse söz, râhinin olur, Çünkü
vekili satmaya taslit etmek, râhin tarafından müstefad olur.
144 - :
Mürtehin, «Rehn bana bir aralık iare edilmişti, bu iare hükmiyle istimal
ettiğim zamanda telef oldu, binaenaleyh mukabilinde alacağım sâkit
olmamıştır.» diye iddia, râhin de bu istimalden evvel veya sonra telef olduğunu
ve binaberin borcun sâkit olduğunu dâva
etse söz, mürtehinindir. Çünkü zamanı
münkirdir. Râhinin de beyyinesi tercih olunur (Haniyye, Anka-ravî).
145 - :
Mürtehin, merhunun telef olduğunu iddia, râhin de inkâr etse mürtehinin
beyyinesi kabul olunur. Beyyinesi
bulunmazsa yeminiyle tasdik olunur. Binaenaleyh mukabilinde borç sâkt olur.
Rehnin kıymeti fazla olsa mürtehin bunu zâmin olmaz (Tenkih).
146 - :
Râhin, telef olan merhunun meselâ: Yüz lira kıymetinde olduğunu, mürtehin de
seksen lira kıymetinde bulunduğunu iddia etse söz, mür-tehinindir. îkisi de
beyyine ikame etseler râhinin beyyinesi,
ziyadeyi müsbit olduğu için tercih olunur (Mülteka, Tenkih).
Rehnin telefi, rehnin
intifaa salih olmayacak bir hale gelmesiyle olur.
147 - :
Medyun, şöyle bir malım rehin vermiş olduğunu mürtehinin inkârına mukarin dâva
ettiği halde şâhidleri «Râhinin kendilerince meçhul bir şeyi terhin ve teslim
ettiğini gördüklerine» şehadet etseler bu sehadetleri makbul olmaz. Fakat
medyunun bu iddiası üzerine şâhidleri «Mürtehinin rehn olarak bir mal aldığım
iki ar ettiğine» şehadet edib bunu tarif ve tavsif edemese-ler bu sehadetleri
makbul olur. Bu halde bu malın neden ibaret olduğunu beyana mürtehin mecbur
olur, bunda söz, mürtehinindir (Hindiyye).
148 - :
Medhun, rehin verdiğini inkâr, dâyin de medyunun rehin verdiğini iddia etse
bakılır: Eğer mürtehin «Şu malı rehn olarak kabul ve kabz ettim.» diye iddiada
bulunursa dâvası mesmu olur. Amma râhine karşı beyyine ikame edip de merhunu
kabz eylediğini söylemezse dâvası sahih olmaz. Çünkü rehnin tamamiyyeti kabza
muhtaçtır.
149 - : Râhn
ile mürtehin, merhun daha kabz edilmemiş iken mürtehin tarafından rehnin kabz
edildiğinde tasaddukda bulunsalar bu da
kabz hükmündedir. Artık râhin bu ikrariyle muahaze olunur. Hattâ şahidler «Rehni mürtehinin kabz ettiğini râhin ikrar
etti.» diye şehadette bulunsalar bu şeha-detleri makbul olur. «Kabz ederken
gördük.» demelerine hacet yoktur. Veİev ki bu dâva esnasında merhun râhinin
elinde bulunsun. Bu, kabzı isbata manî olmaz. Çünkü onun elinde âriyeten
bulunmuş olabilir (Ankaravî).
150 - :
Râhin, merhunun kıymeti kendisine ayıb âriz olmadan evvel meselâ: Yüz lira idi
diye dâva, mürtehin de bundan az olduğunu iddia etse râhinin beyyinesi tercih
olunur.
Kezalik: Râhin,
merhunu selim ve kıymeti şu kadar olarak teslim ettiğini dâva, mürtehin de maib
ve kıymeti ondan noksan olarak teslim ettiğini iddia etse râhinin beyyinesi
müreccah olur.
151 - :
Merhun helak olduktan sonra mürtehin, merhunun kıymeti borç miktarından az
olduğunu iddia, râhin de merhunun kıymetinin borca müsavi
dâva etse mürtehinin
beyyinesi tercih olunur.
152 - : Rehn
için bir malı iare eden kimse, bu malın rehniyyetden daha fekkedilmeden helak
olduğunu dâva, râhin olan müsteîr de bu ,malın fek edil-dikden sonra helak
olduğunu iddia etse o mûîr olan kimsenin beyyinesi tercih olunur.
Kezalik: Muir, müstear
malın terhin edildikten sonra helakini dâva, müs-tair de daha terhin edilmeden
helak olduğunu iddia eylese nıuirin beyyinesi tercih olunur.
153 - :
Râhin, mürtehinin alacağını aidıkdan sonra yanında rehnin helak olduğunu dâva,
mürtehin de alacağını alıp rehni red etmiş bulunduğunu iddia eylese râhinin
beyyinesi tercih olunur.
154 - :
Haricde iki kimse, bir malın iştira ve irtihanı hususunda ihtilâf -da
bulunsalar bakılır: Eğer ikisi de tarih beyan etmezse iştira beyyinesi tercih
olunur. Jtrtihan hakkındaki beyyinede tarih zikr edildiği halde iştira
bey-yinesinde zikr edilmese rehn beyyinesi müreccah olur.
Kezalik : îrtihan
beyyinesindeki tarih mukaddem, iştira beyyinesindeki tarih muahhar olsa yine
rehn beyyinesi tercih olunur.
155 - : Bir
mala vaziülyed olan kimse, tarih beyan etmeksizin rehniyyet üzere beyyine
ikame, haricden biri de bilâ tarih iştira beyyinesi- ikame etse rehn beyyinesi
müreccah olur.
Zilyed'in sabık bir
tarih beyaniyle ikame edeceği rehn beyyinesi de haricin muehher tarihli iştira
beyyinesine tercih olunur.
Fakat haricin iştiraya
dair beyyines indeki tarihi mukaddem, ziFyedin rehn hakkındaki tarih müehher
olursa iştira beyyinesi tercih olunur.
156 - :
Zil'yed, iştira üzerine tarih beyan ile beyyine ikame ettiği gibi hariç de ayni
tarihde irtihanda bulunmuş olduğuna beyyine ikame etse iştira beyyinesi tercih
olunur.
157 - : îki
kimseden her biri berhayat bir şahsa aid bir malın yalnız kendisine rehn
edilmiş olduğunu iddiada bulunsa bakılır: Eğer bu mal bu iki kimseden yalnız
birinin elinde ise ona terhin edilmiş olduğuna hükmedilir. Diğer tarih beyan
etse de bakılmaz. Çünkü zilyedin kabzı bu malın kendisine evvelce terhin
edilmiş olduğuna delildir. Meğer ki züyed olmayan, o malın kendisine daha evvel
tarhın ve teslim edilmiş olduğunu isbat etsin.
Fakat bu mal o iki
kimsenin meân elinde veya râhinin elinde ise o iki kimseden hangisinin beyan
ettiği terhin tarihi mukaddem ise onun için hükm olunur. Yalnız birisi beyan
ederse onun lehine hükm olunur. Hiç biri tarih beyan etmez veya beyan
ettikleri tarih müsavi bulunursa rshniyyet iddiaları red olunur. Zira bir malın
iki şahsa bîr ânda başka başka terhin edilmesi muhaldir. Bu halde o rehn,
telef olsa emaneten telef olmuş olur. Çünkü böyle bâtıl bir rehnin hükmü yoktur
(Ebüssuûd, Dürerülhükkâm).
158 - : îki
kimseden her biri, bir müteveffaya aid bir malın yalnız kendisine terhin
edilmiş olduğunu iddia etse bakılır: İkisi de irtihan ve kabz hakkında tarih
beyan eder de birinin tarihi mukaddem bulunursa onun için hükm olunur. Fakat
hiç biri tarih beyan etmez veya beyan ettikleri tarih müsavi olur, rehn de
yalnız birisinin elinde bulunursa onun elinde bırakılır. Bunun kabz-ı yedi,
sabıkıyetine delildir. Amma ikisinin de elinde bulunmaz da meselâ rahinin
terekesi arasında bulunursa bu merhun İmamı Âzam le imam Mu-harmnede göre o iki
kimsenin arasında nısfiyyet üzere hükm olunur. Çünkü râhînûı mevtinden sonra
her birinin maksadı rehnin satılıp semeninden alacağının istifa edilmesidir.
Bu ise şirketi kabildir, bunda müaşiyyet bahis mevzuu değildir (Şerh-i Mecma',
Reddinıuhtar, Dürerülhükkâm). [16]
1 - (Hâli) : Duvar, çit, tahta perde,
Cem'i; Hitandır.
2 - (Hacim) : Bir şeyin çevresinde bulunan
yer = Saha ki o şeyin hukuku ve merafıki cümlesindendir. Bu yerde
sahibinden başkasının tasarruf etmesi
haram ve memnu olduğu cihetle buna «Harîm» denilmiştir.
3 - (Hakk-ı mecra) : Bir yerden sulan
akıtmak, kehrizi geçirmek salâhiyetidir. Buna «Hakk-ı mesil» de denir.
4 - (Hakk-H mürur) : Bir yoldan, bir yerden
gelip gitmek salâhiyetidir.
5 - (Hakk-ı şirb) : Ekin ve hayvan sulamak
için su ile intifa etmek nöbetine müstahik olmaktır.
Şirb kelimesi, lügatte
hayvan ve cemad için rakid veya carî olan bir sudan hisse manasınadır.
6 - (Kakk-! şefe) : İnsanların ve hayvanların
bir sudan ahb içmeğe müstahik olmasıdır. Şefe, lügatte dudak demektir. Burada
şefeden maksad, harareti defetmek, taâra pişirmek, temizlik yapmak için
kullanılması iktiza eden sudan ibarettir.
7 - (İbza) : Bir kimsenin kân tamamen
kendisine aid olmak üzere başkasına sermaye vermesidir. Bu sermayeye «Bizaa»
bunu veren kimseye «Müb-zi\ bunu alan şahsa da «Müstehzi'» denilir. Bu halde
rihbin tamamı sermaye sahibine aid olur.
Bir şahsa kârın tamamı
kendisine aid olmak üzere sermaye vermek suretiyle yapılan bir akd ise bir
«Karz» muamelesidir.
8 - (İhya) : îmar demektir ki araziyi
hayat-ı namiye sahibi kılmak, yani: Onu ziraate elverişli bir hale getirmektir.
9 - (ArarJ-l mevat) : Danislâmda bir kimsenin mülkü veya vakfı ve
bir kasabanın veya karyenin mer'ası veya baltalığı veya mezarlığı olmadığı
halde
aksai ümrandan uzak
bulunur. Şöyle ki Kasabanın veya kariyenin en kenarındaki hanelerden
cehirüssavt olan kimsenin sadası işidilmiyecek kadar uzak olur.
10 - (Kanat) : Yerde su isâle edecek künk ve
kârizdir. Cem'i: Kanevat ve kanadır. Süngüye de kanat denir.
11 - (Kısmet)
ı Taksim etmek, bir şeyi bölmek demektir. Yani : Müte-addid kimselerin bir
şeydeki hisse-i şayialarım bir mikyas ile tâyin ve tahsis etmektir. Mesel:
Mekilâttaki hisse-i şayia keyl ile, mezruattaki şayi hisse zira' ile temyiz ve
ifraz edilir.
Kısmetler, kısmet-i
ayan, kısmet-i menafi namiyle ikiye ayrılır. Ayan hakkındaki kısmetler de
kısmet-i cemi', kısmet-i tefrik nevilerine ayrılır. Ve bu kısmet-i cemi' ile
tefrikden her biri kısmet-i riza, kısmet-i kaza nevilerine ayrılır.
12 - (Kısmet-i ayan) : Menkûl veya gayrı menkûl ayinlerdeki şayi haklan tâyin ve tahsis
etmekten ibarettir.
14 - (Kssprset-i cemi') : Müşterek ayinlerin kısımlara bölünerek bunların
ferdinde şayi olan hisselerin birer kısmında cemi' edilmiş olmasından ibarettir.
Üç kimse arasında müşterek olan otuz koyunu onar onar üçe taksim gibi ki
hisseler onar koyunda cem edilmiş olur.
13 - (Kısmet-! menâfi') : Müşterek îenfaatleri tâyin ve tahsis den ibaret
olup kıyemiyyatta carî bulunur. Bu halde ayinleri baki olup kendileriyle intifa
mümkün olur. Müşterek bir hanede şeriklerin muayyen vakitlerde mü-navebeten
ikamet etmeleri gibi.
15 - : (Kısmet-i tefrik) : Bir müşterek aynin taksim olunub her cüz'ün-de şayi
olan hisselerin birer kurunda tâyin edilmesinden ibarettir. Bir arsanın ikiye
taksimi gibi. Buna «Eismet-i ferd» de denir.
16 - (Kssrî-,i rıza) : Şeriklerin" kendi rizalariyle yaptıkları kısmettir ki, ya kendi
aralarında birriza taksim ederler veya hepsinin birriza müracaatiyle hâkim
taksim eyler.
17 - {K(smeî-i
kaza) : Şeriklerden basılarının
talebi üzerine hâkim tarafından cebren ve hükmen yapılan taksimdir.
18 - (Kelâ) : Ot, saki olmayan ve nabit olunca yerlere serilen
nebattır ki, ağaçlara şâmil olmaz. Mantar dahi üt hükmündedir. Deve dikeni
denilen otun saki .= sapı, kök ile dallar arasındaki kısmı olup bir derece
yerden yükseldiği için fukahaca ot sayılmayıp ağaç sayılmıştır.
19 - (Marre)
: Ammeye aid yollardan mürur ve ubur edenlerdir.
20 - (Muftayee)
: Menfaatleri taksimde nibaret olup zamanen ve mekâ-nen mühayee nevilerine
ayrılır. Meselâ: Müşterek bir hanede bir ay bir seri- " kin, bir ay da diğer şerikin oturması
«Zamanen mühayee» dir. Bu hanenin bir kısmında bir şerikin, diğer kısmında da
diğer şerikin oturması da mekânen mühayeedir.
21 - (Merafık)
: Lügatte mirfek'in cem'i olup dirsek manasınadır. Istı-lahda bir şeyin
tetümmatından, müşternelâtından olup kendisine ihtiyaç görülen şeyler
demektir. Bir hanenin su yolları gibi.
22 - (Müsennat) : Sinur, su bendi, su harklarının kenarlarıdır. Cem'i : Müsenneyatdir.
23 -
(ftflüsâkat) : Bir tarafdan eşcar,
diğer tarafdan da terbiye ve İska olmak, hâsıl olan meyva, semere de aralarında
bir nisbet dairesinde taksim edilmek üzere yapılan bir nevi şirkettir. Buna «Muamele
filesraar» da denir. Yonca gibi, üzüm çubukları gibi bir seneden ziyade yerde
kalan nebatat, eş-cardan maduddur.
24 - (Müzârea')
: Bir tarafdan arazi, diğer, taraf dan da amel, yani: Ziraat olup hâsılat
aralarında müşaen taksim olunmak üzere yapılan bir nevi şirkettir. Müzârea'ya
muhabere, münakale de denir.
'
Müzârea', zeri'
maddesinden alınmıştır. Zeri' ise lügatte tohum ekmek manasınadır. Buna
«Ziraat» de denir."Tohum ekene «Zarf», tohum ekilecek yere «Mezrea»
denilmektedir.
25 -. (Re'süi'maî) : Sermaye, bir ticaret, bir şirket için kullanılan asıl mal
26 - (Rîbh) :
Faide, kâr, demektir. Meselâ: Yüz kuruşa alınan bir mal, yüz on kuruşa satılsa
bu on kuruş ribh olmuş olur. Cem'i: Erbahdır. îrbah da bir maldan kâr temin
etmektir.
27
-
(Sayd) : Av, av avlamak = Istıyad,
avcılık etmek.
28 - (Şirket) Lügatte ortaklık, ortak olmak manasınadır.
îstüahda bir şeyin birden yizade kimselere ihtisası ve o kimselerin o şey ile
imtiyazı demektir. Maamafîh şirket tâbiri, böyle bir ihtisasa sebeb olan akd-i
şirket yerinde de rnütearefdir.
Şirket sahihlerinden
her birine şerik, müşterik ve müşârik denir. Şirketin sermayesi olan mala da
mal-i müşterek, mal-i müşterekünfîh' denilir. Ortaklığa da «îştirâk» tâbir
olunur.
Şirketler başlıca
§irket-i mülk, şirket-i akd ve girket-i ibahe kısımlarına
ayrılır.
29 - (ŞlrkeH mülk) : Bir malın birden ziyade kimselere esbab-ı temellük-den biriyle
muhtes olmasıdır ki, ihtiyarî ve gayrı ihtyarî
nevîerine ayrılır. Şöyle ki: İştira, ittihab, kabul.vasiyyet gibi
şerklerin fiilleryle sabit olan şirket, bir şirket-î ihtiyariyedir. Tevarüs
gibi veya malların birbirinden koîaylik-la*tefrik edilemeyecek surette ihtilâli
gibi bir sebeble vücuda gelib şeriklerin 'fiilleriyle, sabit o'mayan şirket de
bir şirket-i gayrı ihtiyariyyedir. Bir hanede veya birbirine karışmış olan bir
miktar zahirede iki kimsenin hisse sahibi olması gibi ki bunlara şerik,
müteşârik, hissedar denilir.
30 - (ŞirkeH akd) : iki veya daha ziyade kimseler arasında bir akd ile, yani: bir icab
ve kabuî ile husule gelen şirkettir ki, kazanılacak bir kâr aralarında
müşterek olmak üzere yapılır.
Şirket-i akd, şirket-i
inan, şirket-i müfaveze kısımlarına ayrılır. Bunlardan her biri de şirketi
emval, şirket-i amal ve şirketi vucuh nevilerine mün-kasim olur.
31 - (ŞirkeM
tbaha) : Mubah-olan şeyleri, Yani:
Muhrez bulunmayan sular, hüdayı nabit otlar ve av hayvanları gibi filasü
kimsenin mülkü olmayan şeyleri ahz ve ihraz ile temellük hususunda âmmenin müteşârik olmasından . ibarettir.
32 - (ŞirkeM inan) : Ticaret gibi bir maksadla iki veya daha ziyade kimse tarafından
sermaye konularak akd edilen bir şirkettir. Bu şirkette şeriklerin arasında
müsavat-ı tamme meşrut bulunmaz. .Meselâ: Birinni sermayesi bin, diğerinin
sermayesi beş yüz lira olabilir. '..
'İnan, zuhur
manasınadır, dizgin mânasını da müfittir. Bu şirkete inan denilmesi, ya bazı
mallarda şirketin zuhur etmesinden veya bu şirket 'sebebiyle ticaretin dizgini
elde edilmiş olmasından dolayıdır.
Şöyle de deniliyor'
ki; Bir hayvana râkib olan, onun dizginini bir eliyle tutar, diğer eliyle de
başka amelde bulunabilir. Bu şirkette de
şeriklerden her ' biri, sermayenin bir kısmında inan-ı tasarrufu
gerilime havale eder, bazısında etmez. Bu cihetle buna bu ad verilmiştir.
33 - (Şirket-i müfaveze) : Şerikler arasında hem sermayenin miktarı ve hem de
ribhden hisseleri mütesavi bir halde buîunub hiç birinin fazla ticarete
elverişli,malı bulunmamak üzere akd edilen bir şirkettir. •
İmamı Azarn ile imam
Muhammed'e göre bu şirkette şeriklerin tasarrufa-tî da müsavat üzere olmak
şarttır. Binaenaleyh şeriklerden birinin ahb satabileceği bir şeyi diğerleri
de ahb satabilmelidirler. Bu halde bir müslüman, bir gayrı müslim ile şirketi
müfavezede bulunamaz. Çünkü bir gayrı müsiim, şa-rab, hinzir gibi şeyleri alıb
satabileceği halde bir müslim ahb satamaz.
îmanı Ebû'Yusuf'a
göre-tasarruf atta müsavat §art değildir.
Müfaveze suretiyle
şirketi akd edenlere «Müfavizin denir.
Müfaveze lâfzi ya
tefvizden müştakdir Müsavat mânasını ifade eder, şerikler, ticaret malîarmm
hepsinde birbirine bütün tasarrufati tefviz ettiği cihetle buna bu ad
veriSmişir. Ve yahud intişar ve zuhur mânasını müfid olan fevz ve feyezan
lâfzından rne'huzdur. Bu şiiket, bütün tasarrufatta zuhur ve intişar üzere
-mebni olduğundan bu namı almıştır.. Ve ihtimâl ki böyle bir şirket, feyz ve
berekete vesile olacağı cihetle böyle tesmiye edilmiştir.
34 - (Şirket-! «nwâf) : Bir şirkettir ki şerikler, ortaya sermaye olarak
bir miktar mal koyub ya birlikde veya ayrı
ayrı veya bu ciheti şart etmeksizin alıb satmada bulunurlar, hâsıl oian.
kârı da aralarında bir nisbet dahilinde
taksim ederler.
35 - (Şirksfî âmâ!) : Bir şirkettir ki şerikler, kendi amellerini = Çalışmalarını sermaye
edih başkalarından iş taahhüd ve iltizam ederler,, husule gelen kazancı da
aralarında taksimde bulunurlar. Buna «Şirket-i ebdan», «Şirket-i sanayb,
«Şirket-i takabbül» de denilir.
İki mimarın, iki terzinin' veya bir
mimar ile bir boyacının ortak olmaları gibi.
35 - (ŞirkeM yücuh) ; Birden ziyade kimselerin sermayeleri olmadığı halde kendi itibariyle
veresiye mal alıb satmaları ve ribhini aralarında taksim etmeleri suretiyle akd
edilen bir şirkettir. Buna «Şirket-i mefalis» de denilir.
Bu şirket, vecahet ve
itibar sahihleri tarafından akd edileceği cihetle «Şirket-i vücuh»,
sermayeleri bulunmadığı cihetle de «Şirket-i mefalis» adını* almıştır.
36 - (Şirketi müzabere) Bir tarafdan sermaye, diğer tarafdan say' ve amel
olmak üzere akd edilen bir nevi şirkettir. Sermaye sahibine «RabbüTmal» amile
de «Müzaribs- denilir.
37 - (ŞîrkeM
ayin) : Muayyen, .mevcud,
iştiraki kabil olan bir maldaki
ortaklikdan ibarettir. îki kimsenin satın almış oldukları bir hanedeki ortaklıkları
gibi.
38 - (ŞirkeH
deyn) : İki veya daha ziyade kimseye aid oiub bir sebeb-den dolayı bir
şahsın zimmetinde sabit olan alacakdaki ortaklıkdan ibarettir, îki kimsenin
satmış oldukları müşterek bir malîarmm semeninden dolayı müşterinin zimmetindeki alacaklarındaki iştirakleri
gibi. Böyle bir alacağa «Deyn-i
müşterek» denir. Müttehid bir sebebden dolayı olmaksızın'medyunun zimmetinde
bir şahsa veya müteaddid şahıslara aid olan borçlara da «Deyn-i gayrı müşterek»
denilir.
39 - (ŞirkeM ihtiyariye) : Şeriklerin fiilleriyle husule gelen iştiraktir. îki kimse
tarafından ortak olarak alınan bir hanedeki şirket gibi.
40 - (ŞîrkeM cebriye) : Şeriklerin fiilleriyle değil, başka bir sebeble
husule gelen şirkettir. Tevarüs ile veya birbirinden temyizi güç malların
kendi kendilerine karışmalariyle husule gelen iştirak gibi.
41 - (Tahcîr) : Arazinin etrafına başkaları tarafından el konulmaması için taş ve saire
vazetmekdir.
42 - (Tekabbül) : Kabul etmek, bir işi teahhüd ve iltizam eylemekdir. Bir hanenin yapılmasını, bir
libasın dikilmesini deruhde etmek gibi. [17]
İÇİNDEKİLER :
ŞİRKETLERİN UMUMİ MAHÎYETÎ, MEŞRUİYETİ VE HlKMET-I TEŞRÎÎYESÎ, ŞÎRKET-Î MÜLKÜN.
MAHÎYETÎ, TAKSÎMÎ VE AHKÂMI, MÜŞTEREK AYANIN KEYFlYET-I TASARRUFU ŞÎRKET-I
DEYNE VE MÜŞTEREK VE GAYRI MÜŞTEREK DÜYUNA DAtR MESELELER. MÜŞTEREK DÜYUNUN
HUKMLERÎ. ŞlRKET-I ÎBAHEYE DAÎR MESELELER, ŞÎRKET-Î AKDÎN MAHİYETİ VE TAKSÎMl.
ŞÎRKET-I AKDlN HER KISMINA ŞÂMİL UMUMÎ ŞARTLARI. ŞÎRKET-I EMVALE MAHSUS ŞARTLAR.
ŞlRKET-I AKDE MÜTEALLİK BAZI ZABITALAR.
ŞÎRKET-1 ÎNANIN
ŞÎRKET-Î EMVAL KISMINA AÎD 'MESELELER. ŞİRKETİ İNANIN ŞÎRKET-Î AMAL KISMINA
DAÎR MESELELER. ŞÎRKET4 VÜCUHE MÜTEALLİK MESELELER. ŞÎRKET-Î MÜFAVEZEYE MÜTEALLİK
MESELELER. ŞÎRKET-I MÜZAREBENÎN MAHÎYETÎ VE TAKSÎMÎ. ŞÎKET-I MÜZAREBENÎN
SIHHATİNİN ŞARTLARI. ŞÎRKET-Î MÜZAREBENÎN HUKMLERI. MEZAHlBÎ SAÎREYE AlD
MESELELER. [18]
43 - :
Alelıtlak şirket, lügatte en az iki nasibin, iki hissenin birbirinden temeyyüz
etmeyecek surette karışması veya veya karıştırılma sidir. Hukuk bakımından
şirket ise bir malda, bir amelde, bir ribihde veya bir mal ile amelde ve ribhde
en az iki kimsenin ya ihtiyarî veya gayrı ihtiyarî bir surette ortak
olmalarıdır.
Şirketler, ıstılah
kısmında da görüldüğü üzere şirket-i mülk, şirket-i iba-he, şirket-i akd
kısımlarına ayrılır. Şirket-i akd de başlıca şirket-i inan, şirket-i müfaveze,
şirket-i vücuh, şirket-i müdarebe nevilerine ayrılmıştır. Nitekim sırasiyle
izah edilecektir.
44 - :
Şirketlerin meşruiyeti, kitabulîah ile, sünnet-i nebeviyye ile icma-ı ümmet ile
sabittir. Nitekim bir âyeti kerimede onlar terekenin
üçde birinde
ortakdırlar). buyurulmuştur. Bu bir şirket-i mülk meselesi de-mekdir.
âyeti celilesi de
kadîm tarihdenberi insanlar arasında şirketlerin mevcudiyetini ve bir çok
ortakların birbirinin hukukuna tecavüz ettiklerini natık bulunmaktadır.
Evet., Buyurulmuş
oluyor ki: Mallannı karıştırmış olan bir çok ortaklar* dan .bazısı» bazısının
hukukuna tecavüz eder durur, ancak
iyman edib salih
emellerde bulunanlar
müstesna, bunlar ise ne kadar azdırlar.
Resûli Ekrem,
sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz, meb'us oldukları zaman da nas arasında
şirket muameleleri carî bulunuyordu. Naşı bu muameleler üzerine bırakmış,
bunları menetmeyib takrir buyurmuştu.
Hattâ peygamberi sişan
efendimiz, vaktiyle Saib îbni Şureyk adında bir zat ile ortak bulunmuşlardı.
Saib, Mekke-i Mükerremenin fethi günü huzuru nebevîyeye gelerek: Yâ ResûlaîIah
Beni tanıdınız mı?, diye sormuş,'Resûli 'efham efendimiz hazretleri de müdara eder,
ne de mücadelede bulunurduk. (Mebsut-ı serahsî) Diğer bir rivayete göra Resüli
Ekrem Hasretleri şöyle merhaba
kardeşime, ortağıma. Ne de
mücadelede bulunurdu. Ey Saib! Sen cahiliyet devrinde bir takım işler yapa?
îdin ki, senden kabul edilmezdi,, bugün ise o işler senden kabul edilir.
Ya"ni: Onlar, islâmiyet nazarında birer meşru ameldir (Fethülkadir).
Velhasıl : Şirket
muameleleri, kadîm asırlarda olduğu gibi a sn saadetten samanımıza kadar da
büâinkâr cereyan ederek bu" hususda bir teamül takar-
45 - :
Şirketlerin hikmeH teşriiyyesirıe gelince bu da zahirdir iirketîeı, veraset
gibi bir sebeble gayrı ihtiyarî olarak vücuda DJğer bir, kısım şirketler de
medenî, içtimaî, ihtiyaçlar, zaruretler bilihtiyar teşkil edilmektedir.
Usûli dairesinde yapılan
meşru şirketler, şüphe yok ki pek fal Bir
çok işler vardır ki, Öyle bir İki şahsın servetiyle, mesaisiyle meydana gelmez.
Nice muazzam müesseseler vardır ki, bir çok- kimselerin müşterek
sermayeleriyle, çalışmalariyle vücuda gelebilmişlerdir,
Maamafih bazı kimseler
vardır ki, sermaye sahibi oldukları halde çalışmak kabiliyetinden mahrumdur.
Bilâkis bir kısmı kimselerde vardır, ki, çalışmaya kabiliyetli oldukları halde
sermayeye malik değildirler, İşte bu gibi kimseier arasında bir taraf dan
sermaye, diğer tarafdan amel olmak üzere şirketler akd edilmesi de hem her iki
tarafın, hem de içtimaî hey'etin menfaatleri icabından bulunur.
Hâsüı metin, müstakim,
mütebassir kimseler arasında meşru surette teessüs edecek şirketlerden ferdler
de, cemiyetler de pek çok müstefid olurlar.
Bir hâdis-i şerif de
:buyurulmuştur. Yani: Allah Tealâ buyurur ki: Biri diğerine hiyanet etmedikçe
ben iki şerikin üçüncüsüyüm, fakat hangisi arkadaşına hiyanet edince ben
aralarından çıkarım. Yani: Onları yardımdan, muvaffakiyetten mahrum bırakırım.
Bu hâdis-i şerif,
şöyle de rivayet edilmiştir : yani:
Allah Tealânın yed-i inayeti, iki şerik üzerindedir, bunlardan biri arkadagına
hiyanet etmedikçe. Fakat biri diğerine hiyanet etti mi, yed-i inayetini onlardan
kaldırır, onları muvaffakiyetten mahrum bırakır. (Ebû Davûd. Dare Kutnî).
Velhâsıl : Meşru
surette devam eden şirketlerin faideleri, lüzumları bediini olduğundan
bunların meşrûiyyetindeki hikmeti daha ziyade tavzihe hacet yokdur. [19]
46 - :
Şirket-i mülk, - Istılah kısmında da yazıldığı üzere - esbab-ı te-mellükden bir
sebeble veya malların halt ve ihtilâtı
ile husule gelen bir işti-râkdir ki, ihtiyari ve cebrî 'kısımlarına ayrıldığı
gibi şirketi ayn, şirket-i deyn kısımlarına da ayrılır.
Meselâ : iki kimse,
bir malı satın alsalar o mal aralarında müşterek olur.
Kezalik : Bir kimsenin
bir altım başkasının o cinsinden olan iki altını ile karîşib da temyizi kabil
olmasa aralarında cebrî olarak bir şirketi ayn vücuda gelir. Bu halde bu
altınların ikisi zayi olsa kalan bîr altının üçde biri bir altın sahibine, üçde
ikisi de iki altın sahibine aid olur. Çünkü bu üç altının her birinde ikili
birli olarak atalarında bir şirket vücuda gelmiştir (Mecelle, Mec-maül'enhür).
47 - : Müteaddid
vedüerin vediayı hıfzdaki igtirâkları, bu şirket-i ihtiya-riyyedir. Amma bir
haneye rüzgârın esib de düşürmüş olduğu bir libas o hane sahihleri arasında bir
şirketi cebriyye kabilinden olarak müşterek bulunur (M ecmaüTenhür).
48 - : Bir
kimse, müstakilen malik olduğu birmalda keyfe
mayeşa = Dilediği gibi tasarruf edebüeceği gibi müteaddid kimseler de
müştereken malik oldukları bir malda biiittifak diledikleri veçhile tasarruf
edebilirler. Meselâ: Müşetreken malik oldukları bir haneyi biiittifak
satabilirler veya başkasına hibe veya vakf edebilirler.
49 - : Bir
müşterek hanede, sahihleri mümkün ise birlikde sakin olabilirler, biri
diğerine mani olamaz. Fakat birinin rızası olmadıkça diğeri o haneye yabancı
bir şahsı ithâl edemez, ması olmayan şerikin bunu men'e hakkı vardır (Tenkih-i
Hâmidî).
50 - : Bir
müşterek mülkde hissedarlardan biri, dîğer-erinin sarahaten veya del&leten
olan izniyle müstakiîîen tasarruf edebilir, meselâ: Onu satabilir, icareye
verebilir. Fakat kendisine izin veren hissedara muzir olacak veçhile tasarrufda bulunamaz.
Meğer ki bu tasarrufa da serahaten hin vermiş olsun (Kadıhan).
51 - :
Hissedarlardan bîri, diğerine «Hisseni bana sat, kiraya ver veya benim hisemi
al, isticar et.» diye cebredemez. Çünkü bu gibi muamelelerde riza şarttır.
Fakat bir müşterek kabili kısmet bulunup hissedar da gaib de-gelse değil
hissedar bu mülkü cebren ve kayhen taksim ve kabili kısmet de-giîse muhayee
ettirebilir (Mecelle Tankih.),
52 - :
Şirketi mülk ile müşterek olan malların hasılatı, hissedarlar arasında
hisselerine gdre taksim olunur. Binaenalyh bir müşterek hayvanın sü-dünden,
yavrularından veya yününden hissedarların birine hissesinden fazla bir şey cart
edilse sahih olmaz. Meselâ: Bir hanenin üçte biri bir şahsın, üçte ikisi de
diğer bir şahsıo olduğu halde bu hanenin bedeli icarını yan yarıya almayı şart
kılmış olsalar bu şart, muteber olmaz Asi müîkdeki nisbet; buna münafidir.
53 - :
Hayvanların yavruları, müîkiyyette analarına tâbidir. Binaenaleyh birinin atı,
başkasının kısrağına aşsa hasıl olan yavrusu kısrak sahibine aid olur.
Kezalİk: Birinin dişi*
diğerinin erkek güvercinleri bulunsa .yavruları dS-şi güvercin sahibine aid
bulunur (Hindiyye).
54 - :
Şirket'i müîkde şeriklerden her bîri, diğerinin hissesinde ecnebi dir. Yoksa
şirket akdde olduğu gibi bîri diğerinin vekili değildir.
Binaenaleyh
müteşariklerden birinin izni olmadıkça diğeri onun hissesinde tasarruf edemez.
Meselâ; Müşterek bir hayvanı sahiplerinden biri, diğe rinin izni olmaksızın
kiraya veremez, iare edemez. Hayvan, müstecirin veya müsteîrin elinde telefolsa
diğeri ona hissesne tazmin ettirebilir.
Kezalik: Müşterek
beygire binip veya yük yükletip giderken beygir telef olsa diğerinin hissesini
tazmn eder.
Kazalik: Müşterek
beygiri bir müddet istimal etmekle hayvan zebun olub fiatine noksan gelse
diğerinin noksan ı kıymetten hissesini zâmin olur. Çünkü zilyed olan şerik,
düğer şerikin hissesine nazaran mustevda hükmündedir. Müs-tevda ise sahibinin
izni olmaksızın vediayı başkasına icar ve iare ve istimal edemez.
Fakat müşterek hane
bundan müstesnadır. Şöyle ki bu hane, sükna hususunda ve içerisine girip
çıkmak gibi sükenanın tâbilerînden olan ahvalde sahiplerinden her birinin vechf
kemal üzere mülkü mahsusimiş gibi itibar olunur.
Binaenaleyh bunlardan
biri, diğerinden izin almaksızın bu halde bir müddet sakin o!sa kendi müstakil
mülkünde sakin olmuş gibi sayılır. Bu cihetle ortağının hissesi için ücret
vermesi icab etmez. Çünkü bunu mülk tevi-îiyle istimal etmiş olur. Meğer ki
şeriki çocuk veya vakf veya beytüi'mal olsun. O takdirde şerikine aid hissenin
ecri mislini vermesi lâzım gelir (Ten-kih- Hamdı, Mirati Mecelle).
55 - :
Müşterek hanede hazır olan sahibiyle gaib olan sahibinin hissele-ri.
birbirinden müfrez, yani: Usuline tevfikan taksim edilmiş olursa hazır olan sahibi, gaibin
hissesinde oturamaz. Ve hâkimin izni olmaksızın başka sına kiraya veremez. Şu
kadar var ki, boş durmakla harab olmasından korkutursa kayfiyet hâkime
bildirilir. Hâkim de o müfrez hisseyi
kiraya verib bedelini gaib için saklar (Hizanetül müftîn).
56 - :
Müşterek bir mülkde hazır olan şerikin gaib olan şerik muzir olmayacak veçhile
kendi hissesi mikdannea intifama gaibin rızası var sayılır.
Meselâ: Müşterek
hadım, gün aşın istihdam edilebilir. Buna delâleten riza vardır (Reddîmuhiar).
57 - :
Müstimilinin istimaliyle muhtelif olan müşterek mülkden hazır o-îan şerikin
hissesi kadar intifama gaib şerikin delâleten rizası bulunamaz.
Meselâ : Müşterek
elbiseyi sahiplerinden bîri, diğerinin serahaten rızası bulunmadıkça giyemez.
Ve müşterek şerikeîerden biri, diğer şerikin gıyabında binemez. Fakat yük
taşımak, çift sürmek gibi müstamüinin ihtüâfiyle fuhtelif olmayan işlerde
hisses kadar istimal edebilir (Hindiyye).
58 - : Hanede sükena, müstamilinin istimaliyle
ihtilâf etmez.
Binaenaleyh maksum
olmayıp yarı yarıya müşterek bulunan bir hanenin sahiplerinden biri gaib oisa
diğeri muhayyerdir; Dilerse o haneden yalnız hissesi kadar intifa eder, Meselâ:
Orada altı ay kendisi oturur, altı ay da şeriki namına onu terk eder. Bu
takdirde gaib olan şerik de hissesini istifa etmiş sayılır, bilâhare gelince
ayrıca hır müddet oturmaya düstahik olmaz. Ve edilirse hazır olan şerik o
haneden aleddevam, yani; Hissesinden daha ziyade intifa eder, meselâ: Gaib
şerikin zuhuruna kadar orada oturur, elverir ki bu hal, o haneye muzir olmasın.
Bu takdirde galib olan şerik de gelince o kadar müddet bu hanede durabilir,
hakkı muhfuz bulunmuş olur.
Mahaza hazır şerikin
dairesi halkı kalabalık bulunursa gaibin serahaten izni olmadıkça bu hanede
oturamaz. Zira bu halde hane, müstemilinin istimaliyle ihtilâf eden şeyler
kabilinden olur.
Gayrı meşhur bir
rivayete göre hazır olan hissedar, müşterek honeniiı yarısında, meselâ: Harem
ve selâmlık daireleri var ise dâima harem daire sinde oturur» selâmlık
dairesini boş bırakır (Haniyye, Dererüîhükâm).
59 - :
Müşterek bir ayinde muhayee, yani menafi taksim carî olur. Şöyle ki:
Şeriklerden bazıları, husumette
bulunarak muhayee talebinde bulunursa
muhayee carî ve muteber olur.
Binaenaleyh
birmüşterek hanede hazır bulunan sahihlerinden biri, diğerinin hissesi için
ücret vermeksizin bir müddet müstakillen otursa diğeri o müddet için kendi
hissesinin ücretini isteyemez veya kendisinin o kadar müddet oturmasını talep
edemez, velevki bu hane muaddün lilistiglâl olsun. Çünkü şeriklerden her
birinin ikameti mülk tevilime müsteniddir. Muhayee ise husumetden sonra
muteberdir. Şu kadar var ki diğer şerik, hane kabili taksim olduğu takdirde
taksim edilmesini isteyebilir veya bundan sonra muteber olmak üzere muhayee
yapılmasını taieb edebilir.
Fakat müşterek hane
sahiplerinden biri gâib bulunursa geldiğinde o da o hanede o kadar müddet sakin
olabilir. Bu mesele, imam Muhammed'den mervidir. Fukahayı kiram, bunu istisan
etmiştir. Fetva da bunun üzerinedir.
Şayed bu hane sahiplerinden
biri yetim veya vakf olursa hissesinin ecri mislini o hanede sakin olan
şerikden almaya müstahik olur (Feyziyye, Red dimuhtar).
60 - :
Müşterek bir malı sahiplerinden biri, başka bir şahsa kiraya ve-rib ücretinin
tamamım aldıkda bakılır: Eğer diğer sahipleri, icazet şartları mevcud olduğu halde bu kiraya
icazet verirlerse bu ücretden hisselerini hükmen alabilirler, ve eğer icazet
vermez veya icazet şeraiti mevcud bulunmaz i-se bu hisselerini hükmen
alamazlar. Çünkü bu mucir olan şerik, gasib mesabesindedir. Menafii gasb ise
lâzimüzzaman değildir.Şu kadar var ki, bu hisseler, o şerike tıyb olmaz, bunu
şeriklerine vermesi veya tasadduk
eylemesi diyanet muktezasıdır.
Fakat o mal, muaddün
lilistiglâl ise veya diğer şerikler çocuk veya vakf veya beytül'mâî ise
hisselerinin ecri mislini kiraya veren şeriklerden alırlar. Ve eğer ecri
müsemma, ecri misilden ziyade ise bu ziyadeyi de red veya tasadduk etmek
diyaneten lâzımdır (Reddimuhtar, Tenkih-i Hâmidî).
61 - :
Müşterek haneyi hazır olan sahibinin kiraya
verib ücretinden kendi hissesini alması, gaib şerikin hissesini de hıfz etmesi
caizdir. Binaenaleyh gaib gelince bu hissesini o hazır şerikden alır (Tenkih).
62 - :
Şeriklerden birinin hissesi, diğerinin elinde vedia hükmündedir. Binaenaleyh
bunu razi olmadığı kimseye idâ, iare,
icar, terhin edemez.
Edib de o mal, telef
olsa müşarikinin hissesini zâmin olur (Tenkih,
Bezza-ziyye).
63 - :
Hissedarlardan biri, kendi hissesini şerikine satabileceği veya hibe, vasiyet,
bedeli icar gibi bir tarik ile mülkünden çıkarabileceği gibî şerikinden izin
almaksızın başkasına da satabilir. Şerikinin yalnız bazı hususlarda hakk-ı şüf
ası vardır.
Fakat müşareket, halt
veya ihtilât suretiyle husule gelse, meselâ: iki kısım buğday birbirine
karışdırılsa şeriklerden biri, müşarikinin izni olmadıkça bu maldaki hissesini
başkasına satamaz. Çünkü bu takdirde şerikler, bu mahlut mâlin her birine,
meselâ: Her danesine şayian malın değildirler. Belki her daneye karışmadan
evvel hangisi malik ise kanşdıktan sonra da yine a, müstakillen malikdır. Ancak
bu halt ve ihtilât neticesinde bir şirket husû Le gelmişdir. Binaenaleyh
şeriklerden biri, kendi hissesini başkasına satınca bu hisseyi şerikinin
hissesiyle mahlut olmaksızın müşteriye teslime muktedir olamaz. Bu halde bu satış
muamelesi, şirikinin iznine mütevakkıf bulunur (Mecmaaül'enhür).
64 - :
Müşterek bağ ve bahçe sahiplerinden biri gaib olunca diğeri onları timar ve
muhafaza ile husûîe gelen meyvalardan kendi hissesini ahz ve istiklâk eder,
gaibin hissesini de satıb semenini tevkif eyler. Yahud meyvala-nn tamamını
satıb gaibin semeninden hissesini
saklar. Gaib gelince muhayyerdir: Dilerse bu satış muamelesine razi olur,
semenden hissesini alır, dilerse razi olmayıb meyvaîardan hissesini şerikine
tazminettirir. Bu şerik onların haracını vermiş ise muteberri sayılır. Çünkü
hâkime müracaat etmeksizin kendi kendine hareket etmiş, gaibin borcunu emri
olmaksızın ödemiş olur (Kadihan,, Reddimuhtar).
65 - :
Müşterek araziyi müşariklerden biri, diğerlerinin izniyle ve aralarında
müşterek tohum ile ekse hâsüat aralarında müşterek olur.
Müşariklerden biri,
diğerlerinin izniyle kendi tohumunu ekse hâsılatı yalnız kendisine aid olur.
Bu, bir iare muamelesi demektir. Bu yüzden, araziye noksan hasıl olsa bunu
tazmin lâzım gelmez.
Müşariklerden biri,
diğerlerinin izinleri olmaksızın müşterek tohumu ekse diğerlerinin tohumdan
hisselerini zâmin olur. Araziye noksan âriz olmuş olursa ondan da diğerlerinin
hisselerini ödemesi iktiza eder,
66 - : Müşterek arazi sahiplerinden biri,
diğerlerinin izinleri olmaksızın kendi tohumıyle ziraatte bulunsa bakılır: Eğer
ekilen şeyler yetişmiş veya yetişmeğe
yaklaşmış ise diğerlerinin âdeti belde üzere mahsulâttan sülüs veya rubu' gibi
bir hisse almaya salâhiyetleri olmaz. Velev ki arazi, kiraya verilmek için
tâyin edilmiş bulunsun. Çünkü bu şerik, kısmen kendi mülkünden intifa
etmiştir. Şu kadar var ki, bu takdirde ziraatle araziye noksan gelmiş olursa
diğerleri, kendi hisselerine düşen noksanı bu müşarike tezmin ettirebilirler.
Mahazara diğer şerikler, çocuk veya vakf veya
beytül'mal olursa on lara ecri misi verilmesi de lâzım gelir.
67 -
Yukarıdaki mesele veçhile ekilen ekin, eğer yetişmiş olduğu halde henüz idrâke yaklaşmamış
bulunursa diğer şerikler, hazır olunca bu ekil mi§ araziyi aralarında
hisselerine göre taksim edebilirler. Bu ekini eken şerikin nasibinde kalan
miktar, hali üzere bırakılır, diğer şeriklerin hisselerinde kalan miktar,
koparılabilir. Bu sebeble araziye noksan gelmiş ise bundan dolayı da sair
şeriklerin hissesini tazmin lâzım geîir. Çünkü diğer şeriklerin hisseleri gasb
edilmiş demektir.
Ve ekilen şeyler,
henüz bitmemiş ise diğer şerikler, muhayyerdirler; Ya ekinin yetişmesine kadar
bekler, sonra biter ekinleri kopartırlar ve yahut îmam Ebû Yusuf'a göre tohumun
mislini vererek bu ekinlere iştirak vechi üzere temellük ederler. Bu yüzden
araziye noksan âriz olmuş ise bunu da tazmin ettirebilirler. Meğer ki bu
arazi, arazi-i emiriyyeden olsun. O halde Türkiyedeki arazi kanununa göre
noksanı arzi tazmin ettirmeğe diğer şeriklerin hakkı yoktur {Camiül-füsûleyn,
Tenkih-i Hamidî, Dererül-hükkâm).
68 - :
Müşterek arazi sahiplerinden bazısı gaib oldukda bakılır: Eğer o arazide
ziraaün noksanı erzi mucib olmayıp erze nafi' olacağı bilinirse hazır olan
şerik, o arabinin tamamını ekebilir. Çünkü bu vechüe ziraate gaibin delâleten
izni vardır. Bu halde gaib olan şerik gelince o da bu arazinin tamamından ve o
nisbet dahilinde zipaatte bulunabilir.
Meselâ: Arazi, hazır
ile gaib olan şerik arasında münasafeten müşterek bulunmuş ise gaib gelince o
da hazır şerikin ziraatte bulunmuş olduğu müddet miktarı ekin ekebilir.
Fakat ziraatin o
araziye noksan vereceği veya ziraatın terk edilmesi, o araziye nafi, onun
kuvvetlenmesini mucib olacağı malûm olursa o arazinin ekilmesine gaib şerikin
delâleten izni bulunmuş olmaz.
Binaenaleyh bu halde
hazır oîan şerik, o arazinin hiç bir miktarını ekemez. Buna muhalif olan kavi,
doğru görülmemektedir.
Şâyed hazır oîan
şerik, o arazinin tamamını ekdirirde oraya noksan â-riz olursa gaib oîan şerik
geldikde ona noksan arzden hissesini tazmin etti-
Bu tafsilât, hazır
olan şerikin hâkime müracaat etmemiş olduğu takdirdedir. Amma hâkinıe müracaat
ederse her halde öşür veya mukasama' suretiyle haracı erz zayi olmamak için o
arazinin tamamını ekmek için kendisine hâkim izin verir. Bu halde gaib gelince
noksanı erz dâvasında bulunamaz (C&miül'füsûleyn, Bahrirâik,
Dürerülhükkâm).
Arazi-i emiriyye de
ise kanun-i mahsus hükmü carî olur.
69 - : irsen
intikal eden arazide vârislerden bazısı, müşterek olan tohumu diğerlerinin
veya çocuk iseler varislerinin izniyle ekse hasılatı hepsinin arasında
müşterek olur. Fakat içlerinden birisi, kendi tohumunu veya onların izinleri
olmaksızın müşterek tohumu ekse mahsulâtı kendisinin olur. Bu halde diğer
vârislerin tohumdan hisselerinin mislini ve ziraatle azariye noksan arız olmuş
ise bundan da sair vârislerin hisselerini zâmin olur (Ten-kib, Reddimuhtar).
70 - : Varislerden bîri, diğerlerinin izinleri
oîmaksuın terekeden kab-lelkısme bir mikdar para veya sair bir mal alıb bununla
alış verişte bulunsa zararı yalnız kendisine aid olur, kâr ettiği surette bundan sair
vârisler alamazlar. Bu kâr, îmam Ebu Yusuf'a göre o vârise tıyb olur.
Çünkü o vâris, bu kâra bir zaman mukabilinde malik olmuştur. îmamı Âzam ile
îmam Mu-hammed'e göre tıyb olmaz, bunu tasadduk etmes îiâzım gelir. Zira kârın
tıyp olması mülk ile zamana mübtenidir. Mülk işe taaddi üe husule gelmez.
Taad-di esbabı mülkden değildir, belki zamanı edâ ânında vakt-i gaâba istinaden
mülk husule gelir. Müstenid ise minvechin, sabit, minveehin gayrı sabittir.
Binaenaleyh tam bir müik bulunmadığından kâr, o vârise tıyb olmaz (Hida-ye,
GayetüTbeyan).
71 - : Bir
veya müteaddid ölülerin vârisleri bunların terekelerini taksim etmeyib de onda
amel ederek miktarını çoğaltsalar bakılır: Eğer birinin kesbi, diğerlerinin
kesbleriııden temeyyüz edilmeyecek bir halde ise kazanç aralarında bisseviye
taksim edilir, biri diğerinden ziyade hisse alamaz. Fakat asi terıkedeki
hisseleri âlâhaliha feraiz mucabince müşte-rek olur (Hâ-midiyye). [20]
72 - :
Birden ziyade kimselerin bir veya müteaddid şahıs zimmetinde olan ve birbirine müsavi vaya
mütefavit miktarda alacakları, hakikaten veya.hükmen bir sebebden naşi
olursa bu alacak, o kimselerin aralarında Sirket-î mülk ile müşterek bir
deyn olur. Fakat bir sebebden naşi olmazsa müşterek bir deyn olmaz. Nitekim
aşağıdaki meselelerden tevazzuh edecek-dir (DüiTümuhtar).
73 - : Bir
müteveffanın terk ettiği ayan, kendi vârisleri veya musaieh-lerî arasında
hisselerine göre müşterek olduğu gibi başkası zimmetinde olan alacağı da
bunların beyninde hisselerine göre müşterek olur. Çünkü bu alacak, sebeb-i
vahîd olan irsden veya vasiyetden. dolayıdır.
74 - :
Müşterek bir malı itlaf eden kimsenin zamanen deyni olan meblâğ, o malın
sahibleri arasında hisselerine göre müşterek olur. Çünkü sebeb-i deyn,
müttehitdir ki, o da itlâfdan ibarettir. ' .
75 - :
Müteaddid kimseler aralarında müşterek
olan şu kadar meblağ: veya mekilâttan, mevzunattan veya adediyyat-ı
mütekaribeden bir şeyi bir şahsa veya müteaddid şahıslara birlikte borç
verseler bu borç, o kimseler beynin müşterek bir alacak olur. Çünkü bu alacak
bir sebebden, yani: Kan muamelesinden münbaisdir.
Binaenaleyh bu
kimselerden biri, bu alacakdan kendi hissesini veya bir kısmını kabz etse
diğerleri de müşterek olub bundan hisselerini alabilirler (Hidaye).
Fakat bu kimseler, bir
şahsa başka başka paralar ve saire borç verseler her biri başka bir alacaklı olur
.Bunlar o kimseler arasında müşterek olmaz. Zira borcun sebebi olan ikraz
muamelesi, müteaddiddir, velevki bu borçların hepsine dair bir sened verilmiş
olsun (Feyziyye).
76 - :
Müşterek bir mal, bir sefka ile, yani :.Bir akd ile satüıb da sahihlerinden
hiç birinin hissesi, satış ânında zikr ve tesmiye edilmese bundan dolayı
müşteri zimmetinde olan alacakları bir müşterek deyn olur.
Amma satış ânında her
birinin satılan şeyin semeninde olan hissesinin miktarı veya nev'i tesmiye ve
tâyin kıhnsa, meselâ: «Birinin hissesi şukadar diğerinin hisseside bukadar
kuruş ve yahut birinin hissesi hâlis meskukât, diğerinin hissesi de mağşuş
meskukât» diye hisseleri tefrik ve temyiz edilse bayiler, mebiinsemeninde
müteşarik olmayıb her biri başka bir alacaklı olur. Çünkü tesmiyeye tefik, bayiler hakkında sefkayı
tefrik gibidir (Nihaye),
Kezalik : Şeriklerden
biri, şayi hissesini bir şahsa sattıktan sonra diğeri de hisse-i şayiasını
ayrıca t'r akd ile yine o şahsa satsa bunun semeninde ortak olmayıb her biri
başka bir alacaklı olur. Çünkü bu deynler, ayrı ayrı sebebler ile vacip
olmuştur.
77 - :
Müşterek bir mal, şerikler tarafından
malum bir ücretle ve bir îefka ile bir şahsa kiraya veriîib hiç
birisinin hissesi icar ânında zîkr ve tes-niye edilmese bu şerikler, o ücretle
hisselerine göre ortak olurlar.
78 - : îki
kimse, müstakilleri malik oldukları birer malı bir safka ile bir şahsa satıb
semeninden hisselerini satış ânında zikr ve tesmiye etmeseler o şahıs
zimmetindeki alacakları aralarında müşterek olur.
Meselâ : Birinin bin
kuruş kıymetinde bir atı, diğerinin de bes yüz kuruş kıymetinde bir kısrağı
olub ikisini birlikte şu kadar kuruşa satsalar bu meblâğ, bunların arasında bu
hayvanların kıymetleri nisbetinde müşterek
bir alarak olur, bunun
üçde ikisi at sahibine, üçte biri de kısrak sahibine verilir.
Fakat herbiri kendi
hayvanına şu kadar kuruş semen tesmiye ederse her biri başka bir alacaklı olub
hayvanların mecmu-i esmanı bir müşterek deyn olmaz.
Kezalik : îki kimse
,birer mallarını bir şahsa başka başka sefkaîer ile satsalar veya kiraya
verseler bedeli müşterek bir deyn olmayıb her biri başka bir alacaklı bulunmuş
olur. Çünkü sefkalar müteaddiddir.
79 - : İki
kimse, bir şahsın borcunu onun emriyle olan kefaletleri hasebiyle aralarından
müştereken olan bir maldan tediye etseler mekfûlünanh olan o şahısdaki bu
alacakları aralarında müşterek olur (Hindiyye).
80 - : Bir
kimse, borcunu ödemek üzere iki şahsa emr edib onlar da bu borcu tediye
ettiklerinde bakılır: Eğerbunu
aralarında müşterek olan bir maldan
vermişler ise o kimsede olan alacakları bir müşterek borç olur. Fakat
aralarında müşterek olmayan bir maldan ödeyib de her birinin hissesi hakikaten
mütemeyyiz bulunursa bu alacak, müşterek bir deyn olmaz. Mücer-red birlikde
ödemiş olmaları, bu alacağın müşterek olmasını icab etmez (Hindiyye).
81 - : Bir
deyn, müşterek olmayınca dâyinlerden her biri, kendi alacağını medyundan
ayrıca taleb ve istifa edebilir ve her birisi ne kabz ederse kendi alacağına mahsub eder, diğer
alacaklı bundan hisse alamaz, velevki medyunun başka malı bulunmasın. Çünkü
medyum berhayat olunca borçları mallarına değil zimmetine taallûk eder. Medyun
ise berhayat oldukça nefsine velayeti bulunacağından mahcur olmadıkça
garimlerinden bazılarının alacaklarını tercihan tediye edebilir (Hindiyye, Tenkih). [21]
82 - : Bir
deyn, müşterek olunca dâninlerden her biri kendi hissesini medyundan taleb ve dâva edebilir,
hepsinin birlikte dâva etmeleri icab etmez.
Binaenaleyh
dâyinlerden biri, değerlerinin gıyabında hâkime müracaat ile hissesini
medyundan taîeb etse vermesi için hâkim tarafından emr olunur. Şu kadar var
ki, bumüşterek deynden dâyinlerin biri her ne miktar ve ne cins kabz ederse bu
da diğer dâyinler ile aralarından müşterek olur. Makbuz, gerek deynin misli
olsun ve gerek ondan edna veya âlâ bulunsun. Ma-'amafih bu halde kabız olmayan
dâyin, muhayyerdir: Dilerse hissesiyle kabız olan dâyine müracaat eder ve
dilerse makbuzu kabıza terk ile hissesini medyundan ister.
Fakat müşterek dâyinîerden
biri, kabz ettiği kendi hissesi elinde kazara '.elef olsa veya bu hissesini
medyuna hibe veya medyunu bundan ibra etse, diğer dâyin, hissesini o şerikine
tazmin ettiremez. Be!ki medyundan is
83 - :
Dâyinlerden biri mü-fter-ek deyndeki hissesini ahb da sarf ve istin-lâi etse
şeriki muhayyer olur: DUerse ona bu müstehîek makbuzda olan his sesini tazmin
ettirir, kabız, onu yılnız kendi hissesine mahsub edemez, ve dilerse bu
makbuzu kabıza terk ile kendi hissesini medyundan taleb eder,
Meselâ : iki kimse
arasında münaisefeten müşterek olan bin kuruş alacak-daa birisi hissesi olan
beş yüz kuruşu medyundan ahb sarf ve istihlâk etse şeriki dilerse iki yüz elli
kuruşu ona tazmin ettirir, medyunun zimmetinde kalan b«ş yüz kuruş da
aralarında yine müşterek olur. Ve dilerse tazmin ectir-meyib medyunun
zimmetindeki beş. yüz kuraş yalnız kendisine aid oîur (Beria-yi. Hİndiyye). '
84 - :
Varislerden biri, deyni müşterekdeki hissesi mukabilinde cinsi hilaf'2a bir
mal üzerine sulh olsa diğer dâyin muhayyer olur: Dilerse bedeli suliü
mu&alâha yapan şerikine terk ederek medyundan kendi,hissesini taleb eder ve
dilerse şerikinin yaptığı musalâhaya muvafakat eyler. Bu takdirde bu şerik,
muhayyerdir: Dilerse bedeli sulhden müşarikine isabet eden miktarı <:ca
teslim eder ve dilerse deynden müşarikinin hissesine isabet eden nuk-tan ona
tediye eyler (Dürerülhükkâm, MecmaürenhÜr).
85 - :
Müşterek dâyinlerden biri, müşterek deynden bir şey kabz etme-yib yalnız
hissesine bedel medyundan bir mata1 satın alsa diğer dâyinler, sa-tın alan
dâyin razi olmadıkça o matada müşarik olmazlar. Çünkü bu müşteri, o cetaa bu
deyn sebebiyle değil, belki akdi şira sebebiyle malik olmuştyr.\ Akdi şira ile binefsihi
mülkiyyeti raüâbittir.
Bu halde diğer
dâyinler muhayyerdirler:'Dilerlerse bu mataın semenin-deo kendi hisselerini bu
müşteri oîan âkylne tazmin ettirirler. Çünkü bu metaa aid =emenln bir, kısrm
kendilerine aîddir. Ve dilerlerse hisselerini medyundan isterler; Amma bu
şerikler, o metaı müştereken almak hususunda ittifak «erlerse o meta,
aralarında müşterek olur. Medyunun zimmetinde kalan mütebaki deyn'de yine
aralarında müşter-ak bulunur (Hindiyye).
86 - :
Dâyinterden biri, yukarıdaki meseleler veçhile müşterek deynden bir -ücdarım
veya tamamını gerek kabz et-Jn ve gerek kendi hissesine bedel bir rai satın
alsın ve gerek alcca^ı mukabilinde bir mal üzerine medyun 2e sulh olsun diğer
dayinl?r hersurette muhayyerdirler; Dilerlerse şeriklerinin1 bu ıruamelesini
muciz olurlar, hisselerini mevcud ise aynen ve muüstehkk ise bedeîen ondan alırlar.
Ve dilerierse muciz olmayıb hisselerini medyundan isterler, Şayed medyundaki alacakîan - onun iflâsı
sebebiyle - batarsa hissesini kabz etmiş olan dâyine rücu öderler. Mukaddema
muciz olmamaları, rücua mani olmaz. Çünkü diğer dâyinlerin bu kabza riza
göstermeleri, medyunun zimmetindeki baki hisselerin kendilerine salim kalması
içindir. Bu hisseler, salim kalmayınca hakkı müracaatları avdet eder.
Bu iflâs meselesi,
imarneyne göredir. îmamı Azama göre iflâs, ancak medyunu müflisin vcfatiyle
tahakkuk eder. Medyun vefat etmedikçe iflâsından dolayı diğer dâyinlerin,
hissesini alan şeriklerine bu müracaatîeri caiz olmaz (Mecelle şerhi: Aüf
Efendi).
87 - :
Dâyinlerden biri, müşterek deyndeki hissesine bedel medyunu ücret iîe istihdam
veya medyunun bir malını isticar etse diğerleri muhayyer olurlar, dilerlerse ücretten kendi
hissesine isabet edeni ona tazmin ettirir ve dikirse hissesini medyundan ister
(Hİndiyye).
88 - :
Dâyinlerden biri, müşterek deynde olan hissesini medyundan alıb da elinde
kazara telef olsa şeriklerinin bu makbuzda olan hisselerini gâmln olmaz, bu dâyin yalnız
kendi hissesini istifa etmiş olur.
Medyunda kalan alacak da diğer şeriklere aid olur (Hindiyye).
89 - :
Müşterek dâyinîerden bîri, deynden kendi hissesi için medyundan aldığı rehn,
telef olsa şerikleri muhayyer olurlar. Dilerlerse medyuna müracaat ederler ve
dilerlerse mürtehin olan şerike kendi hisselerini tazmin ettirirler.
{Meselâ: Yan yarıya
müşterek olan borcun miktarı yüz lira oîub da iki dâyinden biri kendi hissesi için
almış olduğu elli liralık bir rehn telef olsa bu müşterek alacağın yarısı sâkit
utacağından diğer dâyin, muhayyer olur. dilerse bu rehinden kendi hissesine
dü>c-n yirmi beş lirayı o rnürtehîne tazmin ettirir, bu halde mütebaki elli
lira aralarında müşterek olur ve dilerse hissesi oîan elli lirayı tamamen,
medyundan isteyib alır.
90 - :
Dâyinîerden biri, müşterek deyndeki
hissesi için medyundan kefil aldığı veya hissesini bir kimse üzerine havale
ettiği surette kefilden veya muhal ünaleyhden ahz ve kabz edeceği meblâğda diğer dâyin, dilerse
kendisine mügarik oîur, mütebaki deyn yine aralarında müşterek kalır. Ve
dilerse kendi hakkının tamamım medyundan ister alır.
91 - :
Müşterek dâyinlerden biri, mü§terekdeyndeki kendi hissesini ta mamen veya kısmen
medyuna hibe etse veya medyunun zimmetini ondan ibra eylese hibesi veya ibrası
sahih olur, deynin o miktarı hemen sukut eder. Bu vahib veya mübri olan dâyin,
şerikinin hissesini zâmin olmaz. Çünkü
bir §ey kabz ve istifa etmiş, değildir.
92 - :
Müşterek bir deynde dâyinlerden biri, medyunun bir malını itlaf etmekle bu mal, kendisinin alacağına
zamanen takas edilse şeriki muhayyer olur, dilerse ondan hissesini alabilir.
Çünkü takas ile müşterek deynin bir mik-darı kabz edilmiş demekdir, ve dijerse
tam hissesini medyundan ister.
Fakat müşterek deynin
medyun zimmetinde sübutundan mukaddem olan bir sebeble dâyinlerden birinin
medyuna borcu olub da bu borç, dâyinin müşterek deyndeki hissesiyle takas
edilse müşariki ona hissesini tazmin ettiremez. Zira bu takdirde dâyn,
müşterek deyni kabz etmiş olmaz ki, şeriki kendisine hissesini tazmin
ettirebilsin (Hidaye, Kifaye, Ebüssuûd).
93 - :
Dâyinlerden biri, diğerlerinin izni olmaksızın - hiç birinîn akdi-le vacib olmayan - müşterek bir
alacağı, meselâ: Tevarüs ettikleri muaccel bir deyni tamamen veya kısmen tecil
ve tehir edemez. Böyle bir tecil, ne
kendi hissesinde ve ne de şerikinin hissesinde sahih olmaz. Zira böyle bir
tecil, ya şerikinin hakkında tasarrufdur veya deynin kableîkabz taksimi
demekdir ki, bunlar caiz değildir.
Bu mesele, imamı Âzam
ile imam Muhammed'e göredir, imam Ebû Yusuf'a göre bu tecil, sahihdir
(Nihaye).
94 - : Bir
deyn, şeriklerden birinin akdile, meselâ: îdanesiyle vacib olmuş olsa bakılır:
Eğer bunlar şirketi inan ile şerik iseler idaneye mübaşeret eden şerikin bu
deyni tecili sahih olur (Bahrirâik).
Bir de şeriklerden
biri, müşterek deynin şu kadar müddet müeccel olduğunu ikrar ettiği halde
diğerleri inkâr eylese ikrar edenin hissesinde ikrarı bi-littifak sahih olur
(Nihaye).
95 - : Bir
malı müştereken satın almak, müşterilerin birbirine kefaletini mütezammin
değildir. Binaenaleyh bir kimse, iki
şahsa bir akd ile bir mal satsa her birinden alacak hissesini başka
bayka taleb eder. Müşteriler, birbirine kefil olmadıkça birinin borcu
diğerinden mutalebe olunamaz.
Bir malı müştereken
isticar, istikraz, havale, itlaf da bu hükmdedir.
Meselâ : Bir kimse,
bir malını iki şahsa bir akd ile kiraya verse her birinden hissesini ayrıca
ister alır', bu şahıslar birbirine kefil olmadıkça biri diğerinin hissesiyle
mutalebe olunamaz (Dürerülhükkâm). [22]
96 - : Bir
kimsenin daire-i ihrazına dahil bulunmayan sular, otlar, ateşler, sahradaki av
hayvanları, cibal-i mübahedeki hüdayi nabit ağaçlar,- sahib-siz yerlerdeki
hüdayi nabit ağaçların meyvalan nas arasında
şirket-i ibahe ile
müşterek olub bunlardan istifade etmeleri kendilerine mubahtır. Nitekim aşağıda izah edilecektir.
Fakat böyle bir suyu,
otu, ateşi, av hayvanını, ağacı veya meyvayı bir kimse kendi tesebbübiyle elde
ettiği veya yetiştirdiği takdirde ona müstakil-len malik olacağından onun
rizası olmadıkça bundan başkasının istifade etmesi mubah olmaz.
97 - : Yer
altından akıp giden sular, kimsenin mülkü değildir. Binaenaleyh bunlarda nas,
ibahe suretiyle müşterekdir. Meselâ: Bir kimse, hanesinde bir kuyu kazsa
çıkacak sudan istifade edebilir. Onun yanındaki hane sahibi de kendi hanesinde
bir kuyu kazıyarak suyundan müstefid olabilir. Velev ki bunun neticesinde
komşusunun kuyusundan su çekilsin. Çünkü yer altındaki sular, kimsenin mülkü
değildir ki, bunun çekilmesine sebeb olan şeye mani olabilsin (Haniyye,
Tenvir).
98 - :
Muayyen bîr şahsın sayf ve ameliyle kendisi için çıkarılmış olmayıb nasm
intifa etmesi için vücuda getirilmiş olan kuyular, nas arasında şirketi ibahe
ile müşterek ve mubah olan şeylerdendir.
Herkesin intifaı için,
yollarda ve menzühanelerde kazılmış olan kuyular, bu cümledendir.
99 - :
Bilumum denizler ve sahibi bulunmayan göller, nas arasında müşterekdir.
Bunlardan herkes, âmmeye zarar vermeyecek suretle istifade edebilir, Meselâ:
Kendi tarlasına cedvel açabilir.
Fakat bir kimse, kendi
çiftliğine suları çevirib büyük bir göl şeklinde daire-i ihrazına alsa bunda
başkaları müşterek olmaz (Reddimuhtar,
Tahtavî).
100 - : Bir kimsenin
mülkünde bulımmayıb âmmeye mahsus olan nehirler, yani: Mukasamaya ve bir
cemaatin mülkü olan mecralara dahil olmayan ırmaklar da nas arasında şirket-i
ibahe ile müşterek ve mubah şeylerdir. Binaenaleyh bunlardan da âmmeye zarar
vermemek şartiyle herkes istifade
edebilir (Bence).
Nîl, Fırat, Dicle,
Tuna, Tunca, Şattül'arab gibi nehirler, bü cümledendir (Reddimuhtar, Zeylei).
101 - :
Memelûk olan, yani; Mukasamaya dahil oîub bir cemaatin mül-kündeki mecralara
dahil bulunan nehirler iki nevidir. Birinci nevi; o nehirlerdir ki, suları
şerikler arasında müteferrik ve münkasim olur, fakat onların arazisinde
tamamen mahv olmayıb bakiyyesi âmmeye mubah olan mefa-zelere, kırlara akar
gider. Bu kabilden olan nehirler, minvechin âmm olduğundan bunlara da «Nehr-i
âm» denilir, bunlarda da gayrı memlûk
nehirler «ibi süf'a cari olmaz.
Itkinci nevi; nehr-i
hasdır ki, suyu mahdud kimselerin arazisinde müteferrik ve münkasim olur, bu
arazinin nihayetine varınca mahy olub, kıriara men fezi bulunmaz- Bu nevi nehirlerde
şüf'a carî olur (Dürerülhükkâm).
102 - :
Sahîbsiz yerlerde hüdayi nabit olan otlar, nas
arasında şirketi ibahe Üe müşterek ve mubah olduğu gibi bir kimsenin
mülkünde sebebiyyeti olmaksızın hüdayî nabit olan otlar da böyle müşterek ve
mübahdır. Bü otların kablelihraz bey'i bâtıldır (Netice).
Amma bu hususda o
kimsenin îesebbübü olsa, şöyle ki; Arazisini saky etse, yahud etrafına hendek
çevirmek gibi bir veçhile înbat için idad ve te-hiyye eylese veya ot için sürse
o arazîde hâsıl olan nebatat, kendisinin malı olur, başkaları onun izni
olmaksızın bu nebatatdan bir şey alamazlar, alıb da istihlâk etseler bedelini
zâmin olurlar (Hindfyye).
103 - :
Cibal i mübahedeki, yani: Kimsenin yedi temellüküne geçmemiş oîan dağlardaki
hüdayi nabit ağaçlar da nas arasında müşferek ve mubahtır. Binaenaleyh bu
ağaşîan herkes kesib istimal edebilir.
104 - : Bir
kimsenin mülkünde hüdayi nabit olan ağaçlar, kendisinin mülküdür. Bunda
şirketi ibahe yoktur, kendisinin izni oîmadıkca bu. ağaçları baş-itaları
îhtitabda bulunamaz, bulunacak olsalar zâtnin olurlar, sahibi bunların Kaimen
kıymetierini tazmin ettirebilir. Gasb mebhasine müracaat!.
105 - : Bir
kimse, kendisinin mülkündekî veya yedi tasarrufunda bulunan arazideki veya
kendisinin dikmiş olduğu bir ağacı aşılasa aşı kaleminden süren filizler,
kendisinin mülkü olduğu gibi meyvaları da kendisinin mülkü olur. Binaenaleyh onun izni olmaksızın
başkaları bu filizleri ve bu rneyvaları alamazlar. Alırlarsa zâmin olurlar.
Fakat bu kimse, mrcerred bu aşılamasiy-!e ağacın nefsine malik olamaz.
106 - : Bir
kimse, bir karye ahalisinin merasındaki veya başkasınu müs-takilîen veya
kendisiyle müştereken mülkündeki bir ağacı-aşılasa aşı kaleminden süren
filizlere ve meyvalara malik olur. Bu üç
surette - bir kavle göre - bu ağaca da temellük etmiş bulunur. Bu evelki
iki takdirde bu aşılayan kimse, o ağacın gayrı maktu olarak Ipymetini ve
üzerinde aşılamadan evel insanların
yemelerine salih meyvalan var ise onların da kıymetini zâmin olur. Son üçüncü
takdirde ise ağacın bulunduğu yer, taksim olunarak bu ağaç aşılayanın hissesine
isabet ederse febihâ, diğer şerikin
hissesine isabet ederse aşılamalar kal' olunur (Zahriyye, Ebüssuüd
fetâvâsı).
107 - : Bir
kimse, nefsi içün ektiği tohumun her türlü hâsılatına malik olur, velevki
ektiği tarla başkasının olsun. Şu kadar var ki tohumu tarla sahi binin izni
olmaksızın ekmiş ise sahibi, hâsılatı her ne zaman isterse kal' ettirebilir ve
bu ziraatle arazisine ârtz olan noksanı kıymeti de tazmin ettirebilir, fakat
hâsılatı ahz «demez.
Tohum, başkalaryle
müşterek oba onlara yalnız bu tohumdaki hisselerini vermek lâzım geîir,
hâsılata onlar da iştirak edemezler (Zeyleî. Tenkihi Hâ-midî).
108 - : Bir
kimsenin arazisine nehrin veya selin getirdiği çamur, onun mülküdür, başkaları
buna taarruz edemez. Bunda iştirak yoktur. Fakat nehrin cibaî-i mübaheden bir
kimsenin arazisine getirdiği çalı, çırpı, ağaç o kimsenin mülkü olmaz, bunu
herkes alabilir. (Dürerülhükkâm).
109 - : Av,
nas arasında müşterek ve avlamak mübahdır. Binaenaleyh herkes, kırlarda veya
başkalarının arazisi dahilinde av avlayabilir. Arazi sahibi ava müdahale
edemeî. Şu kadar var ki, avlamağın mubah olması için başlıca iki şart vardır:
Birisi, bu avlamak âmmeye roozir olmamalıdır. Söyle ki; Avcılık, hayvanların
nüfürini ve insani arın havf ve îztirabını mudb olursa bundan menediîû*. Diğeri
de avlamak; telehhi için, eğlenmek için olmamalıdır. Bir istifade maksud
olmayıb da müeerred telehhi için olursa mü-
Bir de deniliyor ki:
Av avlamayı bir hirfet ve sanat ittihaz
etmemelidir, bu halde mubah olmaz. Av avlamak ile iştigal insana gaflet
getirir. Nitekim bir
hâdis-i şerif de: (Hindiyye,
Abdülhalim). [23]
110 - : Şirketi akd, iki veya daha ziyade
müteşarikler arasında asi ile ribh hakkında yapüan bir akd-i mahsusdan
ibaretdir. Asldan maksad, sermaye olacağı gibi amei ve itibar da olabilir.
Binaenaleyh şirketler: Şirketi emval, şirketi amal, şirket vücuh kısımlarına
ayrılırlar. Bunlardan her biri de
şirketi inan veya şirketi müfaveze nevilerine ayrılırlar. Nitekim ileride izah
edüecekdir,
111 - :
Şirket-i akdin rüknü, lâfzan ve manen icab ve kabuldür.
Meselâ: Bir kimse, bir
şahsa «Şu kadar lira sermaye üe ahz ve itâ etmek üzere seninle şerik oldum.»
deyib o şahıs da «Kabul ettim.» dese îâfzen icab ve kabul Üe bir şirketi emval
mün'akid olur.
Ve eğer birisi
diğerine meselâ: Bin lira verib «Bunun üzerine sen de bin Ura koy ve mal satın
al, her ne kâr hâsıl olursa aramızda yan yarıya müşterek olsun.» deyib diğeri
de onun dediği gibi yapsa manen kabulde bulunmuş olmakla yine bir şirketi
emval, mün'akid olur.
112 - :
Şerikler, ortaya sermaya olmak üzere bir miktar mal fcrnia birlikde veya ayrı
ayrı ve yahud mutlaka, yani: Birlikde veya aynıca! ması şart edilmeksizin alış
veriş etmek ve hâsıl olacak ribhi
bir nisbet dairesinde
taksim eylemek üzere şirket akd ederlerse ket-i emval olur.
Şerikler, yalnız
amellerini - çalışmalarını sermaye edib de dan 15 tekabbül, yani: Teahhüd ve
iltizam ederek hâsıl olacak kisbi, jt!c reti aralarında taksim etmek üzere
şirket akd ederlerse bu da bir ne-amel olur. Buna «Şirket-i eb'dan, şirket-i
sanayi ve şirket-i tekabbüa i-ie-nir. Nitekim iki terzinin veya bir terzi ile
bir boyacının şerik olmalar;xc büdendir. işlerinin ve dükkânlarının ayrı ayrı
olması ,bu şirkete maisidir.
Ve eğer şerikler,
sermayeleri olmadığı halde mücerred kendi itiiziT-7 le veresiye mal aîıb
satarak husule gelecek kârı beyinlerinde taksin
üzere şirket akd etmiş olurlarsa bu da bir şirket-i vücuh olmuş olur.Etikete
«Şirketi mefalis» de denilmiştir.
113 - ;
Şerikler, aralarında müsavat-i tamme şart etmeksizin şiâtac etmiş bulunurlarsa
bununla bîr şirket-i inan, vücuda gelmiş olur.
Meselâ: iki şerikden
biri bin, diğeri iki bin lira sermaye vaz' edü=2? yen cins malları ahb satmak
ve kârı aralarında sermayelerine göre üL:rl olmak üzere tevzi etmek üzere bir
şirket akd etseler bu, bir şirketi ûe"~ ve şirket-i emvalde dahil bulunur.
114 - :
Şerikler, aralarında malca, tasarrufça ve kârca tam olmak üzere şirket akd
ederek sermaye-i şirket olabilecek bilumum c şirkete idhaî etmiş olsalar bir
şîrket-i müfaveze vücuda gelmiş olur. de şeriklerin sermayeleri ve ribhden
hisseleri mütesavi bulunur.
Meselâ: Bir kimse
vefat edib de sermaye-i şirket olabilecek ları bulunmayan oğulları,
babalarından kendilerine kalan bütün maye ittihaz ederek her türlü veya bir
nevi mal ahb satmak ve kârınlarında müsavat üzere taksim etmek şartiyle
şirket-i müfaveze akd edasi
Fakat böyle tam bir
müsavat üzere şirket vukuu nadirdir. Hattâ pilden biri bir aralık sermaye-i
şirket ittihazına elverişli bir mal elde ete meselâ: Kendisine bir lira hibe
edilse aralarındaki şirket-i müfaveze, şansa müsavat zail olduğundan şirket-i
inana münkalib olur. [24]
115 - :
Şirketi akdin her kısmı vekâleti mutazammmdir. Şöyle teflerden her biri tasarrufda, yani alıb satmakda ve
ahardan ücretle bül etmekde diğerinin
vekilidir. Eğer bu vekâlet bulunmasa diğerinin mülküne bir mah idhâl edemez. Bu
vekâlet sebebiyledir rik
tahsil ettiği şeyin meselâ yarısını bitarikü'asâle nefsi için, diğer yansını
da bitarikiTvekâle şeriki için tahsil etmiş olur.
Binaenaleyh vekâletde
akl ve temyiz şart olduğu gibi alelumum şirketlerde de şeriklerin âkil ve
mümeyyiz' olmaları şarttır.
Vekâlet sahih olmayan
hususlarda şirket de sahih olmaz, tstiyad, ih-titab gibi (Tahtavî).
116 - :
Şirketi müfaveze, vekâleti mütazammin olduğu gibi kefaleti de mütazammindir.
Bir şerik üzerine ne kadar borç lâhik olursa diğer şerik, bunun cümlesini
kefalet hasebiyle zamin olur. Bu cihetle müfayizle-rin kefalete de ehiyetleri
şarttır. Binaenaleyh çocuklar, mümeyyiz olsalar da şirketi müfaveze akd
edemezler (Bedayi).
117 - : Şirketi inart, yalnız vekâleti mütazammin
olub kefaleti mütazammin değildir. Binaenaleyh şirketi inan akd edilirken
kefalet zikr edilmediği takdirde şerikler birbirinin kefili olmuş olmazlar. Bu
şirket, müsavat iktiza etmediğinden kefalete hacet yoktur. Bunun içindir ki
mezun olan çocuklar, matuhlar da şirketi inan akd edebilirler.
Fakat kefalete eni
olan şerikler, şirketi inanın hiyniakdinde birbirine kefil olmalarını zikr
etmiş olurlarsa yekdiğerinin kefili olurlar. (Bahrirâik).
118 - :
Şirketlerin her birinde şerikler arasında rihbin ne cihetle taksim edileceğini
tâyin şarttır. Bu cihet, mübhem ve meçhul kalırsa şirket, fâsid olur. Çünkü
şirketde makudünaleyh, ribhdir, m akudun aleyhin meçhuliystî ise akdin fesadın
mucibdir. Bu halde ribh, herkesin sermayesine göre taksim edilir (Hindiyye,
Kefevî).
119 - :
Şerikler arasında taksim olunacak rihbin hassaları; msf, sülüs, rubu
gibi cüz'i şayi olmak şartdır.
Binaenaleyh
şeriklerden birine ribhden maktuan şu kadar meblâğ verilmek üzere bir mukavele
yapılsa şirket, fâsid olur. Çünkü o miktar meblâğdan ziyade ribh hâsıl olmamak
ihtimâli vardır. Bu halde diğer şerikler, ribhden mahrum kalarak şirket,
mün'kati olur (Bedayi, MecmaüT enhür). [25]
120 - : Şirketi emvaled sermayenin nukud kabilinden
olması şarttır. Bu nukudun bir cinsden olması şart değildir. Biri altın,
diğeri gümüş sikke olabilir.
Ribh olan nikel
sikkeler de Örfen nükud sayılır. Çünkü bunlar" da esman olarak tedavül
eder. Bütün Eimme-i Hanefiyye buna kaildir. Fakat bir rivayete göre bu, İmam
Muhammed'e göredir. Müftabîh olan da budur, îmaıru Azam ile İmam Ebû Yûsuf e
göre böyle fulus sikkeler resul' mal olamazlar. Çünkü bunların kıymetleri vakit
vakit tebeddül eder de uruz kabilinden olurlar. (Fuhüstanî, Mecmaül'enhür).
«Rayiç olan evrakı
nakdiyye de nikel sikkeler mesabesindedir.»
121 - :
Sikke halinde olmayan altın ve gümüş ile alış veriş yapılması nas arasında
müteamil olunca bunlar da nükud hükmünde olurlar. Müteamil olmayınca uruz
hükmünde olarak sermaye olamazlar. Nitekim zamanımızda müteamil değildir.
«Nukre» eridilmiş olan
altın ve gümüştür. «Tibr» ise madenden çı-karıhb da henüz sinaet = Kuyumculuk
görmeyen altın ve gümüşdür ki, bunlara «Gayrı mazrub» denir (Kuhüstanî,
Mecmaül'enhür).
122 - :
Sermayenin ayin olması şarttır. Deyn, yani: Nasın zimmetlerinde olan alacak
sermaye-i şirket olamaz.
Meselâ: İki kimse, başkası
zimmetinde olan alacaklarını sermaye ittihaz edib de onun üzerine şirket akd
edemezler. Hattâ birinin sermayesi ayn, diğerinin sermayesi deyn olsa şirket
yine sahih olmaz. Çünkü deyn, medyundan başkasına temlik edilemez. Ve. deyn
istifa edilmedikçe bununla alış veriş ederek kazanmak mümkün olamaz.
Sermaye olan malın
jkdi şira vaktinde gaib olmaması da şarttır. Fakat bunun akdi şirket samanında
gaib bulunması şirkete zarar vermez (Bahrirâik, Keddimuht r).
123 - : Uruz ya akar gibi nükuddan sayılmayan
mallar üzerine şirket akdi sahih olmaz, ya/i: Bunlar sermaye-i şiTket olamaz.
Meğerki iki kimse, böyle nükud kabilinden olmayan mallarını sermaye-i şirket
etmek istediklerinde her biri malının yansını diğerine satıb da bunlar da şirket-i
mülkle iştirakleri hâsıl oldukdan sonra bu müşterek malları üzerine inan veya
mufaveze yoliyle akdi şirket etsinler, bu caizdir. Aksi takdirde şeriklerden
her biri, zâmin ve malik olmadığı bir malın ribhine müstahik olur ki bu, doğru
değildir.
124 - : îki kimse, misliyatdan olan bir nevi
mallarını, meselâ: Birer miktar buğdaylarını birbirine karıştırıp da
aralarında şirket-i mülk hâsıl oldukdan sonra işbu mahlut malı sermaye ittihaz
ederek onun üzerine akd-i şirket edebilirler.
Bu misliyyat,
minvechin semendir. Şu cihetleki, bunlar zimmette deyin olmak üzere sabit
olarak mukabilinde mal alınabilir. Ve minvechîn uruzdur. Çünkü bunlar akdde tâyin ile taayyün eder.
Artık iki şibih ile amel olunarak birbirine karıştırıldığı suretde semen,
karıştırılmadığı takdirde uruz sayılmıştır. (Mecmaürenhür).
125 - : Bir neviden olmayan şeylerin, meselâ:
Buğday ile arpanın birbirine karıştınlmasiyle şirket-i mülk vücuda gelirse de
şirketi akd vücuda getirilemez (Reddimuhtar).
Misliyattan olmayan
adediyyatı mütefavide gibi kiyemiyyattan olan mâlların birbirine
karıştınlmasiyle de akdi şirket sahih olmaz (Mecmaül'enhür).
126 - : Şirketlere nazaran menfaatler uruz gibjdir.
Uruz, sermaye-i şirket olamayacağı gibi menafi de sermaye-i şirket olamaz.
Binaenaleyh bir
kimsenin beygiri, diğer bir şahsın da eğertakımı veya çuvalları olub da bunları
icar ile hâsıl olan ücreti beyinlerinde taksim etmek üzere şerik olsalar,
şirket fâsid olub elde edilen ücret, beygir sahibine aid olur. Eğertakımı veya
çuvallar beygire tâbi olmakla sahibi ücretten hisse alamayıb ancak baliğen
mâbelâğ eğerinin veya çuvallarının ecri mislini alır.
Fakat iki kimseden
biri kendi hayvaniyle, diğeri de meselâ kendi çuvallariyle amel etmek üzere yük
naklini takabbül ve taahhüdde iştirak etseler bu, sahih olur. Bu halde ücreti
aralarında şart ettikleri veçhile taksim ederler. (Bahrirâik, Hindiyye).
127 - ; Bir
kimsenin hayvanı üzerine bir şahıs emtiasını yükleyerek gezdirib satmak ve bu
emtianın ribhi aralarında müşterek olmak üzere şirket akdetseler fâsid olur.
Çünkü bunlardan birinin re'sül'mâli arazdır, diğerinin re'sül'mâli de
menfaatidir. Bu halde hâsıl olan kâr, emtia sahibine aid bulunur. Çünkü bu kâr,
onun emtiasının bedelidir. Hayvan sahibi de emtia sahibinden hayvanının ecri
mislini alır. Zira hayvan sahibi hayvanına bilâbedel yük yükletilmesine razi
bulunmamıştır.
128 -
: Şirket hususunda hane, dükkân, sefine de hayvan hükmündedir.
Binaenaleyh bir kimse, başkasının
dükkânında emtiasını satıb da ribhi beyinlerinde müşterek olmak üzere şerik
olsalar şirket, fâsid olur. Emtianın ribhi sahibine aid olub dükkân sahibi de
dükkânının ecri mislini alır. (Kadıhan).
129 - : Bir
kimse, ineğini veya tavuklarını besleyib hâsılatı aralarında müşterek olmak
üzere bir şahsa verse bu şirket, fâsid olur. Bu halde hâsılat, inek veya tavuk
sahibine aid olub o şahıs da alefinin bedeline ve amelinin ecri misline
müstahik bulunur. (DürerüThükkâm). [26]
130 - : Amel,
takvim ile mütekavvim olur, yani:
îş, tâyini kıymet ile kıymetlenir ve bir şahsın ameli, diğer şahsin
ameline nisbetle daha kıymetli olabilir.
Meselâ: Şirkei-i inan
ile şerik olan iki kimsenin sermayeleri miite-savi ve ikisinin dahi alettesavi
amel etmesi meşrut olduğu halde birine ribhden fazla hisse itası şart kılınsa
caiz olur. Çünkü birisi ahz ve itada daha mahir ve ameli ziyade ve daha faideli
olabilir.
Hâsılı ücret, amelin
bedelidir. Şerikler ise amel hususunda mütefa-yit olabilirler. Binaenaleyh
birinin ribhden hissesi fazla kabul edilebilir. Bu, bir istihsan neticesidr.
Kıyasa nazaran amelleri ve sermayeleri müsavi olunca ribhden hisseleri de
müsavi olmaktır. Aksi takdirde fala alan, zâmin olmadığı bir şey, yani:
Yapmadığı. fazla amel mukabilinde ribh almış olur. İmam Züferin kavli böyledir.
Fakat sair eimmeye göre bu fazla mikdar, bir ribh değildir, belki amelin
bedelidir. Çünkü ribİL kendisiyle re'sülmâl arasında mücaneset iktiza eder.
Burada ise mücsne-set yoktur. Zira re'sülmâl; ameldir, ribh ise maldır. Bu
halde bu, bir rîbfe değil, bir bedeldir. (Mecmaül'enhür).
131 - : Ribhe istihkak, mal ile veya amel ile
olduğu gibi bazen t-man ile de o!ur. Çünkü zamanı amel, yani: îş takabbül ve
.taahhüd Etmek, bir nevi ameldir.
Meselâ: Şirketi
müzarebede ribhe rebbülmâl mâliyle, müzarib de ameliyle müstahik olur. Sanayi
sahihlerinden biri, yanma bir şakird aM> da takabbül ve taahhüd eylediği
işleri alacağı ücretin msfiyle veya sülü-süyle ona gördürse caiz olub iş
sahihlerinden alman ücretin nısfına veya sülüsüne o şakird ameliyle müstahik
olduğu gibi üstad da ücretin diğer nısfına veya sülüsüne iş sahibine karşı
ameli zâmin ve müteahhid oîzs-siyle müstahik olur. (Dürer, Bahrirâik).
132 - : Bir
kimse, dükkânına erbabı sanayiden birini koyub ve takabbül ve taahhüd
eylediği işleri ona gördürüb de hâsıl olacak ücreti aralarında yan yarıya
taksim etmek üzere şirketi sanayi = Şirketi aael akd eyleseler istihsanen caiz
olur. Nasm bu veçhile teamülü bilânekir carîdir. Bu halde dükkâna konulan sahibi sanat da iş
takabbül edebüi. Çünkü aralarındaki şirket, vekâleti mutazammmdır. Ücreti yine
aralana-da müşterek olur. Dükkân sahibi onu iş takabbül etmekden menetse şirket,
caiz olmaz. Dükkân sahibinin yarım hisseye istihkakı ancak ameli
zâmin ve müteahhid olmasiyledir. Maamafih
bu nısıf hisseye istihkakı zımmında dükkânın menfaatine de nail olmuş, dükkân
muattal olmakdan kurtulmuş olur.
(Tatarhaniyye).
133 - :
Yukarıda yazılı üç amrdan, yani: Maldan, amelden ve zamandan biri bulunmazsa
ribhe istihkak husule gelmez.
Meselâ: Bir kimse, bir
şahsa hitaben: «Sen kendi malınla ticaret et de ribhi aramızda müşterek olsun.»
deyib o şahıs da kabul etse bununla şirket husule gelmiş olmaz. Binaenaleyh o
kimse, hâsıl olacak ribhden hisse alamaz. {Dürer. Gurer).
134 - : Bir
kimse, bir şahsa «Bana şu kadar para ödünç ver de alış veriş yapayım, kâr
aramızda şu nisbette müşterek olsun-.» deyib o şahıs da bu parayı ödünç verse
kârın tamamı o kimsenin olur. O şahıs bun dan hisse alamaz. Çünkü müstakriz,
kabz eylediği borç paraya malik olur, bunda mukrizin mülkü kalmaz, bunda ameli
ve zamanı da bulunmadığın^ dan bunun nemasına müstahik olmaz. (Hidaye).
135 - :
Şirketi inanda iki şerikin sermayeleri müsavi olduğu halde birinin amel ettiği
halde ribhin sülüsünü alacağı, diğerinin ise amel etmediği halde .ribhin
sülüsanını alacağı me'şrut olsa bu amel. etmeyecek şerik, bu ziyade ribhe
müstahik olmaz. Belki ribh aralarında sermayelerinin miktarına göre taksim
edilir. Zira bu ziyadeye tekabül edecek bir mal, bir amel veya zaman yokdur.
(Dürerürhükkâm).
136 - :
Ribhe istihkak, akdi şirket zamanında irad edilen meşru şarta göredir, bilâhare
yapılacak işe göre değildir.
Binaenaleyh amel
etmesi meşrut olan şerik, ameî etmese bile amel
etmiş gibi sayılır,
amel etmemesi şirketin, infisahını icab etmez.
Miselâ: Şirketi sahihe
ile- şerik olan iki kimsenin ikisi dahî amel etmek üzere şart edilmiş olduğu
halde yalnız birisi amel edib de diğeri - hastalığı veya müsaferetı gibi bir
özre ve yahud özürsüz yere amden - amel etmese bile şerikler, birbirinin vekili
olduğundan şerikinin ameî etmesiyle kendisi dahi amel etmiş gibi sayılarak kâr
aralarında şart eyledikleri veçhile taksim olunur.
Fakat amelden kaçınan
şerik, arkadaşına: «Ben seninle şirketle amel etmiyeceğim = Ben seninle ortak
olarak çalışmayacağım» dese arkadaşının yalnız çalışarak, kazanacağı kâra
ortak olamaz. Çünkü şerikin o sözü:
«Şirketi fesh eyledim.» demektir. Dürrümuhtar).
137 - :
Şirketi inan veya şirketi müfaveze ile şerik olanlar, birbirinin eminidir.
Şirket malları üzerindeki elleri birer yedi emanettir.
Binaenaleyh her birinin
elinde şirketin malları vedia hükmündedir, taaddisi ve taksiri olmaksızın
birisinin elinde mali şirket telef olsa şerikinin hissesini zâmin olmaz.
Meselâ: Şeriklerden
biri, diğerinin izniyle şirket malini vapur ile başka bir memlekete götürmekte
İken vapur gark olub o mal telef olsa kendisine mes'uiiyet teveccüh etmez.
Bu şeriklerden biri,
mali şirketin kısmen veya tamamen yanında telef olduğunu veya bunu şerikine
def ve teslim eylediğini iddia etse sözü meâl'yemin kabul olunur. (Feyziyye,
Mecmaül'enhür).
138 - :
Şirketi inan tarikiyle olan şirketi emvalde sermaye şerikler arasında
mütesaviyen veya mütefazılan müşterek olur. Amma birinden yalnız sermaye,
diğerinden de yalnız amel olmak üzere şirket akde-dilirse bakılır: Eğer ribhi beyinlerinde müşterek olmak üzere
mukavele yapılmış ise bu şirket, müzarebe olur. Nitekim ileride görülecekdir.
Ve eğer ribhin tamamen âmile aidiyeti kabul edilmiş ise bu, karz olur. Ve eğer
ribhin tamamen sermaye sahibine aid olması şart edilmiş ise o sermaye, amilin elinde bizaa, amil .de müstabzi olur. Müstabzi ise vekil-i müteberri
hükmüne olduğundan kâr ve bilâtaaddin vuku bulacak ziyan tamamen mal sahibine
aid olur.
Mübzi vefat edince
bizaa münfesih olur. Müstebzi bu vefata gerek vakıf olsun ve gerek olmasın (Bedayi,
Hindiyye).
139 - :
Şeriklerden biri ölse veya cünuni mutbik ile mecnun olsa şirketi akd, münfesih
olur. Çünkü şirket vekâleti mütezammindir. Vefat veya cünun halinde ise vekâlet
kalmaz. Bu cihetle bu infisah, bir azl-i hükmî mesabesinde olduğundan bunda
şerikin vefatına veya mecnun olmasına diğer şeriklerin ıttılaı şart değildir.
Şu kadar var ki, şerikler ikiden ziyade olduğu surette şirketin infisahı
yalnız fevt veya mecnun olan şerik hakkında olub diğerleri arasında şirket yine
devam eder. (Mecmaürenhür, Dürerül'hükkâm).
140 - :
Şeriklerden birinin şirketi inkâr
etmesiyle veya diğerine «Seninle amel etmem» demesiyle ve şeriklerden
birinin hacr edilmesiyle veya sermayenin tamamen zayi olmasiyîe veya
şeriklerden yalnız birinin sermayesinin daha halt ve şira bulunmadan evvel
telef olmasiyîe ve muvakkat olan şirket müddetinin nihayet bulmasiyle akdi
şirket, münfesih olur.
Şirketi mülk ise
şeriklerden birinin vefatiyle münfesih olmaz. Belki müşterek mülk, berhayat
olan şerik ile vefat eden şerikin vârisleri arasında yine müşterek oiur.
(Bahrirâik, Reddimuhtar).
141 - : Şeriklerden birinin feskiyle şirket
münfesih olur. Fakat bu feshi diğer şerikin bilmesi şarttır. Çünkü bu, bir azli
kasdî mesabesindedir. Binaenaleyh birinin fesh ettiği diğerinin malûmu
olmadıkça şirket devam eder. (Tatarhaniyye).
142 - :
Şerikler, şirketi fesh edib de mevcud nükud birinin, zimmetler de olan alacak
da diğerinin, yahud mevcud nükud birinin, d'ıkkâ-nindaki emtia ve zimmetlerdeki
alacak da diğerinin olmak üzere iktisam etseler kısmet, sahih olmaz. Çünkü
alacak haddizatında madûm olduğundan kablelkabz taksimi sahih değildir. Bu
suretde mevcud nükuddan veya şirketin uruzundan biri ne kabz ederse diğeri de
ona ortak olur. Zimmet lerdeki alacak da aralarında hisselerine göre müşterek
kalır.
143 - :
Şirketlerden biri, şirket mallarından bir miktarını alıb da imâl ederken diğer
şerikin ayn veya deyn kabilinden olan hissesini mü-cehhilen vefat etse, yani:
Ne yaptığını, nereye bıraktığım ve ne olduğunu kimseye bildirmemiş olsa
şerikinin bu maldaki hissesi terekesinden istifa olunur. (Kmye, Bahrirâik). [27]
144 - :
Şirketi inaır, şirketi müfavezeden şu beş veçhile ayrılır:
(1) :
Şirket-i inan ile şerik olanların sermayeleri mütesavi olmak şart değildir,
birinin sermayesi diğerinin sermayesinden daha ziyade olabilir.
(2) :
Şirket-i inanda şeriklerden her birisi bU'cümle nakidlerini. sermayeye salih
mallarını sermayeye idhal etmeğe mecbur değildir. Mallan mn mecmuu veya bir miktarı
üzerine şirket akd edebilirler. Bu cihetle sermayelerinden fazla sermaye-i
şirket olabilecek mallan, meselâ: Nakidleri bulunabilir. .
(3) :
Şirketi inan ile şeriklerin sermayeleri kıymetçe mütefavit, muhte-lifülcins
dahi olabilir. Bin altın ile dört bin gümüş lira gibi. Müfaveze de ise
sermayeler muhtelif ül'cins olunca kıymetleri müsavi olmak şarttır.
(4) :
Şirketi inanda rihbin müsavat üzere taksimini mukavele caiz olduğu gibi
mütefazılan taksimim mukavele de caizdir.
(5) :
Şirketi inan, umum ticaret üzerine akd olunabileceği gibi hasse-ten bir nevi
ticaret, meselâ: Zahire alış verişi üzerine de akd olunabilir. Müfavezede ise -
bir kavle göre - umum ticaret üzerine yapılabilir, bir nevi ticaret üzerine
yapılamaz. (Hindiyye, Dürerülhükkâm).
145 - : Şirketi sahibede rihbin ne veçhile taksimi şart edilirse şer'i şerife muvafık olunca - her halde o şarta riayet
olunur.
Şeriklerin satın
aldıkları emtianın taksimi arzu edildikde bu emtia için iştira vaktindeki
kıymet takdir ve tâyin olunarak kâr dahi o nisbet üzere taksim edilir.
(Bahrirâik).
Şirket-i faside de ise
ribh ve faide sermayelerin miktarına göre taksim olunur. Şeriklerden birine
fazla verilmesi şart edilmiş olsa ona itibar olunmaz. Çünkü bu halde tesmiye
sahih olmayacağından tefazul şartı bâtıl olur, mal aralarında şirket-i mülk ile
müşterek kalır. Şirket-i mülkde ise ribh ve hâsılat hissedarların hisselerine
göre taksim edilir.
Şirket-i faside de
sermaye yalnız bir tarafa aid olursa ribhin tamamı bu sermaye sahibine aid
olur, diğeri yalnız ecri misline müstahik bulunur. Bu şirkette hiç bir
tarafdan sermaye bulunmazsa ribh, yalnız âmilin olur., (Mecmaül'enhür,
Reddimuhtar).
146 - : Bir
şirket malında taaddi ve taksir
bulunmaksızın husule gelen zarar ve ziyan her halde sermayelerin miktarına
göre münkasim olur; diğer veçhile şart edilse ona itibar olunmaz. Çünkü bir hâdis-i şerif'de «Kibh şart
olunduğu üzeredir, zarar ve hasar ise iki mülk miktarına göredir.» diye
buyurulmuştur. (Mecmaül'enhür).
147 - : Sermayeler gerek müsavi ve gerek mütefazil
olsun, şerikler kân aralarında sermayelerinin miktarına göre taksim etmek üzere
şart etseler sahih olur ve kâr ile ziyan aralarında şart ettikleri veçhile
sermayelerinin miktarına göre taksim olunur. Bu surette gerek ikisinin dahi
amel etmesi şart olunsun ve gerek yalnız birinin amel etmesi şart kılınsın müsavidir.
Şu kadar var ki, yalnız birisinin amelde bulunması meşrut olduğu takdirde onun
elinde diğerinin sermayesi bizaa hükmünde olur, o sermayenin kâr ve ziyanı
sermaye sahibine aid bulunur. (Reddimuhtar).
148 - : Şeriklerin sermayeleri mütesavi olduğunu
halde birine ribh-' den fazla hisse meselâ: Ribhin sülüsanı şart edilse
bakılır: Eğer ikisinin de alesseviyye
amel etmesi meşrut ise şirket, sahih ve şart muteber olur. Çünkü onun amelde
mehareti daha ziyade olabilir. Ve Eğer yalnız birisinin amel etmesi veya
birisinin daha çok çalışması meşrut oîub bu amel, ribhden hissesi ziyade olan
şerik üzerine şart edilmiş ise şirket yine sahih ve muteber olur. Bu suretde bu
şerik maliyle sermayenin ribhine, ameliyle de ribhden fazla hisseye müstahik
olur. Şu kadar var ki, hu suretde bunun elinde şerikinin sermayesi malı
müzarebe hükmünde olarak müzarebeye şe-, bih bir şirketi inan ve amel vücuda
gelmiş olur. Ve eğer amel, ribhden,hissesi az olan şerik üzerine şart edilmiş
olursa bu şart caiz olmaz, kâr ve ziyan beyinlerinde sermayelerinin miktarına
göre taksim olunur. Zira kâr eğer
şart ettikleri veçhile taksim olunsa amil olmayan şerikin alacağı faz-layav
maldan ve amel ile zamandan bir şey mukabil olmaz, kâra istihkak ise bu üç
şeyden biriyle olur. (Hindiyye, Dürerürhükkâm).
149 - : Şeriklerin
serniayeleri mütefazil,
meselâ: Birinin sermayesi bin, diğerinin sermayesi iki bin
lira olduğu halde rebhin taksimi aralarında müsavat üzere meşrut bulunsa
sermayesi az olan şerikin sermayesine nisbetle ribhden fazla hisse alması şart
edilmiş olacağından, şeriklerin sermayeleri mütesavi olduğu halde ribhden
birisine fazla şart edilmiş gibi olur.
Binaenaleyh bu akdde
ikisinin yahud ribhden hissesi ziyade, yani: Sermayesi az olan şerikin amel
etmesi şart edilmiş ise caiz ve şart muteber olur. Çünkü bu şerik maliyle
sermayenin ribhine, amelile de ziyade hisseye müstahik olur. Ve eğer yalnız
ribhden hissesi az, yani: Sermayesi çok olan şerikin amel etmesi şart edilmiş
ise bu şart caiz olmayıb, kâr beyinlerinde sermayeleri miktarına göre taksim
olunur. Çünkü bu takdirde bu fazla alınacak ribhe mukabil bir mal, bir amel
veya bir zaman bulunmamış olur.
150 - : Şeriklerden biri meselâ: Bin lira, diğeri
ise beş yüz lira ser maye vaz edib amel bin lirayı yaz eden şerik üzerine,
ribhin çoğu da amel etmeyecek olan şerik için şart edilse şirket, sahih ve şart
muteber olur. (îbni Abidin).
151 - :
Şeriklerin her biri, şirketin malını gerek peşin para ile ve gerek veresiye
olarak az çok beha ile -gabni fahiş olsa da- satabilir, velev ki lehine
şahadeti caiz olmayan bir kimseye satsın. Çünkü birbirine karşı bu hususda
vekâleti haizdirler. Bu babda şirket-i inan ile şirket-i nıü-faveze müsavidir.
.(Reddimuhtar, Dürerürhükkâm).
152 - : Şeriklerden hangisi olursa olsun elinde
şirketin sermayesi mevcud olduğu halde peşin para ile veresiye mal satın
alabilir, bu ticaret muktezasıdır. Fakat gabni fahiş ile mal iştira edemez-,
edecek olsa almış olduğu kendisinin olur, şirketin olmaz. Nitekim şıraya vekil
olan hakkında da hükm böyledir. (Velvaliciyye).
153 - : Şeriklerden biri, elinde şirketin sermayesi
kalmamış olun-, ca şirket için mal iştira edemez, ederse o mal kendisinin olur.
Çünkü o mal şirket namına alınmış olsa onun bedelini kısmen diğer şerikin
vermesi lâzım gelecekdir. Halbuki o şerik bunu iltizam etmemiştir. Şayed bu
alınan male ortak olmak isterse o zaman aralarında müşterek olur.
(Reddimuhtar).
154 - :
Şeriklerden biri, ticaretleri cinsinden olmayan bir şeyi şirketin parusiyle
/eya kendi parasiyle satın alsa o mal kendisinin olur, şeriki ondan hisse
almaz. Çünkü bunu almaya vekâleti haiz değildir. Fakat birisinin elinde
şirketin sermayesi varken ticaretleri cinsinden olan bir malj kendi parısiyle
satın alsa yine şirketin olur. Zira bu malın iştirası hususunda şeriki namına
vekil mesabesinde bulunmuştur, onu bu mala kısmen hakkı taalluk etmiştir.
Meselâ: Kumaşçılık
etmek üzere akdi şirket eden iki kimseden biri kendi parasiyle bir at alsa
kendisinin olub şeriki o ata hissedar olamaz. Amma elinde şirketin sermayesi
varken bir kumaş alsa şirketin olur. Ve alırken, «Ben bu kumaşı kendim için
alıyorum, şerikimin bunda hissesi yokdur.» diye işhad etse bile müfid olmayıb o
kumaş şerikiyle beyinlerinde müşterek olur.
Fakat şerikine
hitaben: «Ben bu malı kendim için alacağım» deyib o da «Peki» dese ondan sonra
alınca kendisinin olur. (Haniyye, Bahrirâik).
155 - :
Şirket-i inanda hufcuk-u akd, ancak şeriki âkide aiddir. Nitekim sırf
vekâletde de böyledir.
Binaenaleyh
şeriklerden birinin satın aldığı malı kabz ile semenini ödemek yalnız onun
üzerine lâzım gelir. Bu cihetle şirketi inanda birinin satın aldığı malın
semeni ancak ondan mutalebe olunub şerikinden mutalebe olunamaz. Zira şirketi
inan, kefaleti mutazammın değildir. Fakat şirketi inanda kefalet de zikr
edilmiş olursa o suretde semen her ikisinden de istenilebilir.
156 - :
Şirketi inanda şeriklerden birinin emvali şirketten sattığı malın semenini
kabz etmek ve bu hususda mahkemeye müracaatla husumette bulun.nak ancak onun
hakkıdır. Çünkü âkid odur. Bu cihetle müşteri semeni iiğer şerike verse yalnız
semeni kabız olan o şerikin hissesinden beri olub ikid olan şerikin hissesinden
beri olmaz. Ve yine bu cihetledir ki, âkid >lan şerik, sattığı malın semenini kabza
ahar kimseyi tevkil etse şeriki onu azl edemez. Zira âkidin başkasını kabzı
semene tevkil etmeğe hakki vardır.
Amma şirketin
mallarından birini bey ve gira veya icare için şeriklerden birinin tevkil
ettiği saksı diğer şerik azledebilir. Çünkü bunlara şeriklerden her birinin
bizzat mübaşerete hakkı olduğun dan'birinin bu hu-susdaki vekilini diğeri azle
müstahik bulunur. (Kadıhan, Reddimuhtar).
152 - :
Satılan şeyi ayıbından dolayı red, hukuk-u akiddendir.
Binaenaleyh şirketi
inanda şeriklerden birinirr satın aldığı malı diğeri kadîm ayıbından dolayı
reddemez. Ve, şeriklerden birinin mali şirketten sattığı mal, ayıbı kadîminden
dolayı diğer şerike red olunamaz. Fakat satan şerike red olunabilir, hükme
muhtaç değildir. Bu hususda o şerikin aybı ikran da muteberdir.
158 - : Akid
olan şerik, peşin olarak sattığı malın semenini şerikinin rizası olmaksızın da
tecil edebilir. Fakat âkid olmayan şerik, tecil ederse kendi hissesinde bile
caiz olmaz. Imameyne göre ise, yalnız kendi hissesinde caiz olur. (Mebsut,
Mecelle şerhi: Atıf Efendinin).
159 - :
Şeriklerden her biri, şirketin malını bir kimseye vedia olarak bırakabilir ve
ibza edebilir, yani: Kâr sermaye sahibine aid olub âmil meccanen çalışıb
sermaye sahibi için kâr elde etmek üzere mali şirketi bi-zaa voliyle başkasına
verebilir. Ve müzarebeye de verebilir. Çünkü müza-rebe, şirketi emvalin
dûnündedir, bu şirket, müzarebeyi de tazammün eder.
160 - :
Şeriklerden her biri, şirket namına akdi icarede bulunabilir: Meselâ: Şirketin
mallarını hıfz için dükkân tutabilir, ve şirketin maliyle şirket namına
ticarette bulunmak üzere ecir isticar edebilir. Çünkü bunlar tüccar arasında
mûtaddır.
Fakat bu şeriklerden
biri, değer şeriklerin izinleri olmadıkoa mali şirketi temyizi müteazzir veya
müteassir olacak bir surette kendi malına ka-nşdıramaz. Veya başka bir şahs ile
şirketi inanda veya müfavezede bulunamaz. Böyle yapar da şirketin malı zayi
olursa şeriklerinin hisselerini zâmin olur. (Hulûsa, Bahrirâik}.
161 - :
Şeriklerden biri, diğerinin sarihan izni olmadıkça mali şir-ketden başkasına
ikraz edemez. Çünkü karz, ibtidaen teberrudur. Şeriklerden birinin teberrua
salâhiyyeti yoktur. Bu hususda şirketi inan ile mü-faveze arasında fark mevcud
değildir. Amma şirket için istikraz edebilir. Zira istikraz, ticaret ve
mübadele, mesabesindedir. (Bahrirâik, Reddimuhtar).
162 - :
Şeriklerden biri, şirket İçin ne miktar para istikraz ederse şerikinin de
büiştirak borcu olur. Şu kadar var ki, şirket, bir şirketi inan ise mukriz, bu
parayı yalnız müstakriz olan şerikden taleb eder, müfaveze ise müstakrizin
şerikinden de taleb edebilir.
Maamafih bir kavle
göre şirketi inan ile şerik olanlar, şirket namına istikrazda bulunamazlar,
velevki birbirine istikraz için serahaten izin vermiş olsunlar. Çünkü
istikraza tevkil, bâtıldır. (Kadıhan, Bahrirâik).
163 - :
Şirket-i inan ile şeriklerden her biri, diğerine «Reyinle amel et.» veya
«Dilediğini yap.» diyerek şirket işini birbirinin reyine tefviz etseler her
biri tevabii ticaretten olan şeyleri yapabilir. Şöyle ki: Mal-i şirketi,
şirketin borcuna mukabil terhin edebilih Şirketin alacağı için rehin
alabilir, şirketin malı ile sefer
edebilir, şirketin malını kendi maliyle karıştırabilir ve başka kimse ile
şirket-i inan akd edebilir. (Dürrümuhtar).
164 - :
Şirket-i inan ile veya şirket-i müfaveze ile şeriklerden biri, diğer şeriklerin
sarih izinleri olmadıkça şirkete aid bir malı
itlaf veya ivazsız olarak başkasına temlik veya vakf tesis edemez.
Meselâ: Bir kimse,
şerikinin sarih izni olmadıkça «Mücerred reyinle amel et.» demesine mebni
şirketin malından bir kimseye ikraz ve hibe edemez. Hibe ederse şeriki
hakkında nafiz olmaz. Ancak ekmek, et, meyva misilli cüz'î şeylerin hibesi
bundan müstesnadır. Bunların ihda edilmesi mûtaddır. (Zahire, Hindiyye).
165 - :
Şeriklerin mezun oldukları hususlardan bazılarını bir şerikin ortaklarından
nehiy etmesi muteberdir.
Binaenaleyh iki
şerikden biri, diğerini «Mali şirketle ahar diyare gitme» yahud «Veresiye mal
satma» diye nehiy etmiş iken, diğeri dinlemeyib ahar diyara gitse yahud
veresiye mal satsa vâki olan zarardan şerikinin hissesini zâmin olur. Başka
diyara gidib de kâr temin etse bu kâr, hasse-ten kendisinin olur. Çünkü gasıb
mesabesinde, bulunmuştur. Veresiye mal sattığı surette ise satan şerikin kendi
hissesinde beyi, nafiz, bu satışı nehiy .etmiş olan şerikin hissesinde ise
beyi, iznine mevkufen mün'akid olur. Eğer - şeraiti icazet mevcud olduğu halde-
izin verirse kâr aralarında müşterek olur, izin vermezse mebi kaim ise
hissesinde beyi fesh edebilir. Me-bi telef olmuş ise hissesini satan şerikine
tazmin ettirebilir. Ve bu surette o malın kârı hassaten satan şerikin olur
(Bahrirâik, Reddimuhtar).
166 - :
Şirket-i inanın muamelelerinde şeriklerden birinin borç ikrar etmesi, bunu
münkir olan diğer şerike sirayet etmez. Şöyle ki: O dey-nin ancak kendi akd ve
muamelesi ile olduğunu ikrar etmiş ise tamamım kendisinin ödemesi lâzım gelir.
Zira âkid odur. Hukuk-u akd ise âkide aid-dir. Ve eğer şerikiyîe birlikde icra
eylediği muameleden.dolayı bu borcun husule geldiğini ikrar etmiş ise kendi
hissesi miktarını ödemesi lâzım gelir. Ve eğer yalnız şerikinin yapmış olduğu
bir muameleden dolayı bir borç husule
geldiğini ikrar eylemiş ise ne kendisine, ne de şerikine bir şey lâzım gelmez.
Çünkü başkası aleyhine olan ikrar, bâtıldır. Bu husus-da ikrar edilecek ayn de
deyn hükmündedir. Meselâ: Şirketi inan ile şeriklerden biri, şirketin malinden
olmak üzere elinde bulunan bir meta
hakkında «Bu filân kimsenin malıdır.» diye ikrar eylese şerikine sirayet etmez,
yalnız kendi hissesi hakkında nafiz olur. (Reddimuhtar).
167 - :
Şeriklerden biri, umuru şirket için gece olmadan avdet ederek ailesi arasında
beytutet edebileceği mesafeden uzak bir mahale şerikinin nehyi olmaksızın -
gittikde mekûlât ve kira gibi masraflarını şirketin malından alır. Yani: Bu
masraflar, kâr var ise kârdan* yok ise re' sülmâlden tesviye edilir.
(Hindiyye. Tehzib, Hizânetüi'muftîn). [28]
168 - :
Şirket-i amal ki, iş takabbül etmek üzere akd edilen bir şir ketten
ibarettir, bu şirkette müşterek ecirler
müstecirler tarafından ta-leb ve teklif
olunan amelin ifasını teahhüd ve iltizam etmiş bulunurlar.
Bu ecirler, ameli =
Yapılacak işleri müsavat üzere müteahhid ve zâmin olmak şartiyle şirket akd
edebilecekleri gibi amelin meselâ: Sülüsü nü biri, sülüsamnı da diğeri ifa
etmek şartiyle de akd-i şirketde buluna bilirler.
îmanı Züfer'den bir
rivayete göre bu şirketi amal caiz değildir. Çünkü ribhde şirket, re'sülmâlde
şirket üzerine ibtina eder. Bu şirket-i amalde ise şeriklerin aslı şirkete
mevzu malları yoktur. Artık böyle asi olmayınca" temyiz nasıl tasavvur
olunur? İmam Şafiî'nin kavli de böyledir.
Buna cevaben deniliyor
ki: Bu şirketdsn maksud, tevkil suretiyle mal tahsil etmekdir. Bu ise tevkil
kabul etlen hususlardandır. Binaenaleyh caiz olur. (Mecmaül'enhür).
169 - :
Şirket-i amalde amelin ve mekânın
ittihadı şart değildir.
Binaenaleyh bir terzi, bir kunduracı ile şirket-i amalde' bulunabilir.
İmam Züfer'e göre amel ile mekânın
ittihadı şartdır. Çünkü aksi tak dirde birinin tekabbül ettiği ameli ifadan
diğerleri aciz bulunmuş olurlar. İmam Malikin kavli de böyledir. Bize göre bu
şirketin sıhhati vekâlet itibariyledir. Bir ameli tekabbül ise sahilidir,
müvekkil üzerine bilfiil amel lâzım değildir, bu ameli ücretle ikame
edebilir. (Mecmaüî'enhür).
170 - : Şirket-i amalde müddet tâyini şart
değildir. Ancak tekabbül edilecek
işlerin helâl olması şartdır. Aksi takdirde şirket vücuda gelmiş olmaz.
Meselâ: Mısır'da
olduğu gibi ücretle cenazeye ağlamak için şirket akd edenlerden biri ağlayarak
para alsa diğerleri bunda müşterek olmaz. Çün-kü bu, esasen helâl değildir.
171 - :
Şeriklerden her biri iş tekabbül ve teahhüd edebilir. Çünkü şirket, vekâleti
mutazammındır. Biri tekabbül edib de diğeri amel etmek de caizdir. Şu kadar
var ki, ameli meşrut olan şerikin tekabbül etmemesi meşrut olmamalıdır. Meşrut
olursa caiz olmaz. Bu, şirketin muk-
tezasına münafidir.
Şirketi sanayi ile
şerik olan iki terzinin biri metaı kabul ile kesib biçmek, diğeri de dikmek
üzere mukavele yapsalar bu da caiz olur. Elve rir ki birinin ameli tekabbül
etmemesi sarahaten şart edilmiş olmasın. Bu şart ile şirket akdi caiz değildir.
Çünkü tekabbül etmemesi meşrut olan şerikden vekâlet nefiy edilmiş olur. (Reddimuhtar,
Mecelle şerhi: Atıf Efendinin).
172 - :
Şirketi amalde iş tekabbül etmek hususunda, şerikler birbirinin vekilidir.
Velevki o işe bizzat ehil olmasın. Maamafih şirketi amâüc inan ^ısraı, deruhde edilen amelin zamanı hususunda
şirketi müfavezs hükmündedir. Binaenaleyh birinin tekabbül ettiği işin ifası,
eğer bizzat önün üzerine şart edilmemiş ise hem bihukmiFasale kendisine, hem de
bi-hükmil'kefale şerikine lâzım gelir. Bu cihetle şeriklerden birinin tekabbül
eylediği işin ifasını müstecir, her hangisinden dilerse taleb eder vs
şeriklerden her biri o işi ifaya mecbur olur. Birisi, «Bu işi şerikim tekabbül
etmiş ben karışmam.» diyemez. Meğer ki şeriklerden birinin bizzat ameli şart
kılınmış olsun. (Dürerülhükkâm).
173 - :
Şirketi amal ile şerik olanların birinden bir kimse, meselâ: Dikilmek üzere
sana şöyle bir kumaş verdim.» diye dâva ettiği halde iiğer şerik bu kumaşı
ve ücretini aldığmı ikrar etse bu ikrar, ..diğer şerik hakkında da muteber
olur. Çünkü bu hususda şirketi müfaveze ile şerikler gibidirler.
Kezalik : Yapılan işin
ücretini müstecirlerden alız ve kabz hususunda da şirketi amalin inan kısmı,
müfaveze hükmündedir.
Binaenaleyh
şeriklerden her biri. ameli gerek bizzat teahhüd etmiş olsun ve gerek olmasın,
müstecirden ücretin tamamını taleb edebilir, favüt şart edilse yine caiz olur.
Meselâ: Şerikler mütesaviyen amel etmek Müstecir dahi hangisine verse borcundan
kurtulur. (Bahrirâik, MecmaüT enhür).
174 - :
Şeriklerden biri, tekabbül ettiği işi bizzat ifaya mecbur değildir, bunu dilerse
kendisi yapar ve dilerse şerikine veya başka birine yapdırır. Fakat müstecir,
bizzat onun yapmasını şart koşarsa o halde kendisinin yapması lâzım gelir.
(HindiyyeV
175 - : Şirketi amalin inan kısmında şerikler,
kazanacakları kârı aralarında şart ettikleri veçhile taksim ederler. Yani: Mütesaviyen taksim etmek
üzere şart etmişler ise müsavat üzere taksim ederler. Ve eğer mütefazılan,
yani: Meselâ sülüs ve süîüsan veçhile taksim üzere şart etmişler ise ikili
birli qlarak .taksim ederler. Hattâ amelde tesavi, kârda teve kazancı ikili
birli olarak taksim eylemek üzere şart etseler caiz olur. Çünkü birisi sanatda
daha mahir ve ameli daha iyi olabilir. Maamafih ma hir olmasa da böyle bir
şart, şahindir. (Bahrirâik, Reddimuhtar).
176 - :
Şerikler, ameli zâmin olduklarından dolayı
ücrete müsta: hik olurlar.
Binaenaleyh biri mariz
olmak veya bir tarafa gitmek veya boş durmak gibi bir veçhile işlemeyib de
yalnız şeriki işlese hâsıl olan kisb ve ücret yine şart etdikîeri veçhile
taksim olunur. (Bahrirâik).
177 - :
Şeriklerden birinin sun'iylenıüstecerünfîh telef veya sakat olsa bunu bütün
şerikler zâmin olurlar. Müstecir, hasar ve ziyanı şeriklerden her hangisine
dilerse tazmin etdirir ve bu ziyan,
şerikler arasında miktarı zamana göre taksim olunur.
Meselâ: îki kimse, bir
işi münasefeten tekabbül ve teahhüd etmek şartiyle akdi şirket etmişler ise
aralarında ziyan dahi yarı yarıya taksim olunur. Ve eğer sülüs ve sülüsan
veçhile amel tekabbül ve teahhüd etmek üzere akdi şirket etmişler ise ziyanı
dahi ikili birli olarak taksim olunur, hilâfına olan şart ve mukavele muteber
değildir. (Hindiyye).
Vuku bulan ziyan,
şeriklerin sun'iyle olmayıb mümkünüttaharrüz bulunmamış ise şeriklere
bilittifak zaman lâzım gelmez. Mümkünüttaharrüz bulunmuş ise îmam-ı Azama göre
yine zaman icab etmez. îcare mebha sine de müracaat!.
178 - :
Tekabbülde ve amelde müteşarik olmak üzere
hammalla-rın şirket akd etmeleri şahindir...
Meselâ: İki hammal,
bir yükün naklini deruhde edib bunu yüklenerek arkalariyle gotürseîer ücrete
münasıfeten mürtahik olurlar. Fakat yalnız amelde müteşarik olmak üzere
han-malların şirket akd etmeleri fâ-siddir. Çünkü şirketi amal, asi işi
tekabbülden ibaretdir. Bunda ise tekabbül bulunmamışdır. (Bahrirâik,
Hindiyye).
179 - :
Dükkân birinin, alât ve edevat da diğerinin olarak iki kimse amel tekabbül
etmek üzere şirket akd etseler sahih olur.
Meselâ: İki terziden
birinin dükkânı, diğerinin de alât ve edevatı bulunmakla birlikde terzilik
işlerini kabul etmek üzere şirket akd etseler caiz olur. Fakat birinin yalnız
dükkânı veya alât ve edevatı buhmub amel etse diğeri tarafından olmak üzere
şirket akd etseler fâsid olub âmilin kazancı yalnız kendisine aid bulunur,
diğeri dükkânının veya alât ve edevatının ecri mislini alır. Çünkü şirketi
amalde makudun&leyh ameldir. Bunda ise birinden amel, diğerinden ayin
bulunmuşdur. (Bahrirâik, Reddimuhtar).
180 - :
Birinin meselâ: Bir esteri, diğerinin de bir devesi ohib da bunlar bir hamule
naklini mütesaviyen tekabbül ve teahhüd etmek üzere şirketi amal akd etseler sahih olur, hâsıl olan kisb
ve ücret aralarında münasefeten taksim
olunur. Deve yükünün
ziyade olmasına bakılmaz, Çünkü şirketi amalde şerikler
zamanı amel ije bedele müstahik olurlar.
Amma bunlar, âmâli
tekabbül üzerine akdi şirket etmeyib de ester ve deveyi aynen icar etmek ve
hâsıl olan ücreti aralarında taksim eylemek üzere şerik olsalar şirket, fâsid
olub ester ve deveden hangisi ne miktar ücretle kiraya verilirse bu ücret
müstakillen sahibine aid olur. Çünkü yalnız onun malının menfaatidir. Fakat
diğeri tahmil ve naklde ona yardım etmiş ise bu amelinin ecri mislini alır, bu
ecri misi, îmam Ebû Yûsuf £ göre ücretin yansını tecavüz etmez, İmam Muhammed'e
göre ise baliğen' mabelâğ lâzım gelir. (Hindiyye, Reddimuhtar).
181 - : Bir
kimse, kendisinin iyalinde bulunan, yani: Yiyeceği, giyeceği gibi lâzım
mesarifini tesviye eylediği oğlu ile birlikde olarak icrayı sanatda bulunsa
kazancının kâffesi, o kimsenin- olur, oğlu muin sayılır, babasından ecri misi
alamaz.
Bir kimsenin iyalinde
bulunan zevcesi veya kardeşi hakkında da hükm böyledir.
Nitekim bir kimse,
ağaç gars ederken iyalinde bulunan oğlu, ona yardım etse veya ağacı tamamen
oğlu dikse o ağaç o kimsenin olur, oğlu ona müşarik olmaz (Ankaravî fetâvâsı).
182 - :
Babasının iyalinde olmayıb başka hanede yaşayan bir kimsenin kazanacağı mallar
kendisinindir, buna babası haksız yere müdahale edemez.
Kezalik : Oğlun veya
kardeşin veya zevcenin kendisine mahsus ayrıca "bir sanatı olub onunla
para kazansa bu kazancı kendisine aid olur. Nitekim bunlara irsen veya sair
bir suretle isabet eden mal da müstakiller. kendilerine aiddir.
Kezalik : Üç ,dÖrt
kardeş bir aile halinde yaşayıb biri diğerinin iyalinde olmayarak babalarından
kalan mallan tenmiye etseler kazançları aralarında müsavat üzere müşterek olur,
çalışmaların d aki, reylerindeki ihtilâfları nazarı itibara alınmaz. (Hindiyye,
Reddimuhtar, Tenkih-i Hâ-midî, Dürerül'hükkâm). [29]
183 - :
Şirketi inan kabilinden olan bir şirketi vücuhde şeriklerir satın aldıkları
mallarda alettesavi hissedarı olmaları şart değildir. Fakat
şirketi müfaveze kabilinden olan bir
şirketi vücuhde şeriklerin bu mallarda müsavat üzere hissedar olmaları
şarttır.
Meselâ: Şirketi inan
kısmında şeriklerin aldıkları bir mal, araîann-da nısfiyyet üzere olabileceği
gibi ikili birli de olabilir. Müfaveze kısmında ise hisselerin mutlaka müsavi
olması lâzımdır.
Maamafih şirketi
vücuh, bir nevi ticaret üzerine olabileceği gibi bütün ticaretler üzerine de
olabilir. Evvelkisine «Şirketi vücuh-i hassa», ikincisine de «Şirketi vücuh-i
âmme» denilir. (Mecmaül'enhür, Reddimuhtar).
184- :
Şirketi vücuhde şeriklerin ribhe istihkakları, satın aldıkları malların
kendilerine teveccüh edecek zamanına müsteniddir. Bu malların semenini
şeriklerin tazmin etmeleri bu mallardaki hisselerine göre olur, çünkü garamet,
ganimete göredir. Binaenaleyh her şerik, bu malların ne miktarını zâmin ise
ribhine de o nisbette müstahik olur.
Meselâ: îki kimse
satın aldıkları bir malın sülüsü birinin, sülüsanı da diğerinin olmak, semenini
de o veçhile zâmin bulunmak üzere şirket akd etseler ribhin de sülüsü birinin,
süiüsanı da diğerinin olur. Eğer birine satın alınan maldaki hissesinden fazla
ribh şart edilse şirket, sahih olub şart, lâğv bulunur. Binaenaleyh kazanç, o
maldaki hisselerine göre taksim edilir.
Şöyle ki: Aldıkları
eşyanın aralarında yan yanya olmasını şart ederlerse kâr dahi yan yarıya olur.
Ve eğer ikili birli olmak üzere şart ederlerse ribh dahi ikili birli olur.
Amma aldıkları eşyanın nisfiyyet üzere olması meşrut olduğu halde ribhin sülüs
ve sülüsan veçhile taksimini şart etseler bu şarta itibar olunmayıb ribh
aralarında münasafeten taksim olunur. (Velvaliciyye).
185 - :
Şirketi vücuhde zarar ve ziyan da her halde şeriklerin satın aldıkları maldaki
hisselerine göre taksim olunur. Başka türlü şart edilse lâğv olur, akdi şıraya
gerek birlikde mübaşeret etsinler ve gerek yalnız birisi mübaşeret eylesin.
Meselâ : îki şerik,
alış verişlerinde mutazarrır oldukları suretde eğer satın aldıkları mal,
aralarında nisfiyyet üzere olmak şartiyîe akdi şirket etmişler ise bu 2arar ve
ziyan dahi aralarında müsavat üzere taksim olunur. Ve eğer o malda sülüs ve
sülüsan nisbetinde hissedar olmak şartiyîe akdi şirket etmişler İse zarar ve
ziyan dahi ikili birli olarak taksim olunur. Bu zararın başka türlü taksimini
şart etmiş olsalar ona itibar olunmaz. Zarar ettikleri malı gerek birlikde
satın alsınlar ve ^erek yalnız birisi şirket için satın almış olsun. Çünkü her
biri bu hususda diğerinin vekilidir.
(Hindiyye, Dürerül'hükkâm). [30]
186 - :
Müfavizlerden biri üzerine ticaret, gasb veya kefalet gibi bir sebeble lâzım
gelen şey, diğeri üzerine de lâzım gelir. Çünkü bunlar birbirinin
kefilidirler. Binaenaleyh birinin
ikrarı, kendi hakkında nasıl nafiz îse şeriki hakkında da böylece
nafizdir. Ve biri borç ikrar ettikde mü-karrünleh 'her hangisinden dilerse
isteyebilir. Beyi, şira, icare gibi şirket carî olan muamelâttan dolayı
müfavizlerden birine her ne türlü borç teveccüh eder ise diğerine de teveccüh
eder.
Fakat müfavizlerden
biri, lehinde sehadeti esiz olmayan bir şahıs için. meselâ: Zevcesi veya oğlu
lehine bir şey ikrar eyiese bu ikrar, kendi hakkında nafiz olursa da şeriki
hakkında nafiz olmaz. İmam-ı Azam'ın kavli budur, ezhar olan da bundan
ibarettir. îmameyne göre ise bu ikrar. şeriki hakkında da nafiz olur.
187 - :
Müfavizlerden biri için ticaret ev emsaliyle sabit olan şeyi; diğeri de
mutalebe ve kabz edebilir. Zira aralarında bir vekâlet carîdir.
Binaenaleyh müfavizleiden
biri, satın aldığı şeyi ayıbından dolay; bayiine red edebileceği gibi diğeri,
de red edebilir... Nitekim bunlardan birinin sattığı şey. ayıbından dolayı
kendisine red olunabileceği .gibi diğerlerine de red olunabilir. .
Kezaîik :
Müfavizlerden birinin sattığı malı, müşteriye; teslim etmesi kendisinden taleb
olunacağı gibi şerikinden de taleb olunabilir. Ve bunlardan birinin ahere icar
ettiği şirket malının icare bedelini kendisi taleb edeceği gibi. şeriki de
taleb edebilir. (Bahrirâik).
188 - :
Müfavizlerden birinin aldığı'mal, şirket carî olan emvalden olunca şirket için
alınmış olur. Velevki kendisi için aldığına işhadda bulunsun. Çünkü şirketi
müfavezenin muktezası müsavat olup müfavizlerden her biri tasarrufda diğerinin
makamına kaimdir. Bu cihetle birisinin iştirası, hepsinin birlikde iştirası
gibidir. Bundan iki mesele müstesnadır. Söyle ki: Müfavizîerden biri kendisine
ve elıl ve iyâline mahsus aldığı mekûlâ ve elbise ve oturmak için iştira ve
isticar ettiği hane ve sair havaic-i z-arüriyye yalnız kendisinindir, şerikinin
bunda hakkı yoktur. Bu istihsanen- sabittir. Çünkü bunlar müfavezenin
muktezasmdan istisnai bir haldedir. Fakat bayi veya mucir, bunların semenini de
bihasbelkefale diğer şerikden taleb edebilir.
Kezalik: Müfavizlerden
biri, şerikine hitaben meselâ: «Şu haneyi bilhassa kendim için almak
isterim» deyip, şeriki de «Evet.., kendin içir. al.» dedikden sonra satın alsa bu hane kendisinin
olur. Fakat böyle bir muamele neticesinde müfavizlerden birinin sermayesi
diğerinin sermayesinden noksan kalırsa aralarındaki şirketi müfaveze, şirketi
inana mün-kalib olur. (Bahrirâik, Velvaliciyye).
189 - :
Müfavezenin şirketi emval kısmında şeriklerin miktarı sermayeleri ve ribhden
hisseleri mütesavi olmak şart olduğu gibi birinin ser-maye-i şirketten fazla
sermaye-i şirket olabilecek malı, yani: Nükudu vc-va nükud hükmünde olan emvali
bulunmamak da şarttır. Bu şartlar, mü-favezede ibtidaen şart olduğu gibi intihaen
de şarttır. Her ne zaman birinin bu kabil malı artsa veya eksilse şirketi
müfaveze, şirketi inana mün-. kalib olur.
Amma birinin sermaye-i
şirketten fazla sermaye-i şirket
olmayacak, malı-, yani: Uruzu veya akarı yahud ahar kimse zimmetinde alacağı
veya kendisine irsen intikâl edib nasın zimmetlerinde bulunan matlûbatı bulunsa
müfavezeye zarar vermez. Böyle bir alacak, kabz ve istifa edilmedikçe madum
mesabesindedir. (Bedayi, Hizanetül'müftîn).
'
190 - :
Şirketi amalde şeriklerin her biri, herhangi bir isi tekabbül ve iltizam
edebilmek ve alesseviyye ameli zâmin ve müteahhid olmak, ve faide ile zararda,
vediada mütesavi ve birine şirket sebebiyle ne terettüb ederse diğeri ona kefil
bulunmak üzere şirket akd etseler bu, bir şirketi müfaveze olur. Bu şirkette
feriklerin malda, sanatta müsavi, mekânen müttehid olmaları şart değildir.
Deruhde ettikleri şeyleri her ikisinin bîrden imâl etmeleri de lâzım değildir.
Bir terzi ile bir marangozun iştiraki gibi. Ancak kazanacakları kârın
aralarında münasafeten müşterek olması lâzımdır. Bu suretde her hangisinden
olursa olsun ecîr ve dükkân ücreti mutalebe olunabilir ve kendilerinden bir
şahıs bir meta' dâva edib de birisi ikrar etse bu ikrar, şeriki hakkında da
nafiz olur, velevki .şeriki inkâr etsin. (Hindiyye, Dürrümuhtar}.
191 - :
Şirketi amalin cevazı için başlıca iki şart vardır. Biri, yapılacak iş
haddizatında -helâl olmalıdır. Diğeri .de yapılacak işde tevkil caiz ve bu işin
yapılmasından dolayı ücrete istihkak hâsıl olmalıdır. Binaenaleyh sirkat gibi,
tese'ül gibi şeylerde iştirak caiz olmaz. (Abdürrahîm fe-tâvâsi)
192 - :
Mükellef iki kimse, veresiye mal alıp satmak ve satın alınan mal ile semeni ve
kân aralarında yan yarıya müşterek bulunmak ve her biri diğerine maîen kefil
olmak üzere şirket akd etseler, şirketi vü-cu'hun müfaveze kısmı vücuda
gelmiş-oltir; müfaveze lâfzını tasrifte lüzum kalmaz.
Fakat şirketi vücuh,
yukarıdaki veçhile takyîd edilmeyib alelitlâk zikr olunursa taarüfe nazaran
şirketi inarra münsarif olur. (Bahrirâüâ
193 - :
Şirketi müfaveze akdi iki suretle olur: Biri, yalnız müfaveze lâfzının
söylenmesiyle olur, velevki söyleyenler, bunun mânasını bil-mesinler.
Meselâ: îki kimseden
biri «Seninle mal alib satmak hususunda aidi müfavezede bulunuyorum deyib
diğeri de-bunu kabul etse şirketi müfa-veze vücuda gelir. Müfavezenin bütün
şartlarını dermeyan etmeleri icab etmez. Diğeri de müfavezenin bütün şeraiti,
yani: Muktezayati tâdâd olunmak suretiyle vücuda gelir. Velev ki müfaveze
lâfzı söylenmesin.
Fakat müfavsze lâfzı
söylerrmeksizin veya onun bütün şeraiti olunmaksızın alelıtlak şirket akd
olunursa bu, şirketi inandan ibaret olur. (Hindivye).
194 - : Müfavezeye aid şartlardan
birisi bulunmaz veya bilâhare zail olursa müfaveze, şirketi inan
olur.
Meselâ : Şirketi
emvalde müfavizîerden birinin eline irs, hibe, veya vasiyet tarikiyle bir mal
geçse bakılır: Eğer nükud gibi sermaye-i şirket olabilecek bir mal ise
sermayede tesavi şartı fevt olacağından müfaveze inana münkalib olur. Amma uruz
ve akar ve duyûn gibi sermaye-i şirket olmayan mal ise müfavezeye zarar vermez.
Fakat düyundan bir miktarı olsun istifa edilirse müfaveze, şirketi inana
münkalib olur. (MecmaüTen-hür, Reddimuhtar).
195 - :
Şirketi müfavezede şart olan şeylerin tamamı, şirketi inanda şart değildir.
Sermayede tesavi gibi. Fakat şirketi inanın sıhhati için şart olan şeylerin
mecmuu, müfavezenin sıhhati için de şarttır. Bunlar altıdır. Şöyle ki:
Şerikler âkil ve mümeyyiz olmalıdırlar, sermaye ayin olmalıdır, sermaye nükud
kabilinden olmalıdır. Makudünaleyh vekâleti ka-bi! olmalıdır. Hâsıl olan ribh.
malû m ÜT miktar olmalıdır. Şeriklere verilecek ribh. nısıf veya nıbu' gibi
cüz'i şayi bulunmalıdır. (115 - 119)
uncu meselelere de müracaat!.
196 - :
Şirketi inan ile şerik olanlar,
tasarrufça her ne yapabilirler ise müfavizler de onu yapabilirler.
Meselâ : Şirketi inan
ile şerik olanlar gibi müfavizîerden her biri de şirketin malını peşin veya
veresiye olarak az ve çok beha ile satabilir, ve bu mal ile peşin veya veresiye
mal satın alabilir. Bunlardan biri şirketin umuru için başka diyara gitse
masrafını şirketin malından alabilii ve bunlardan her biri şirketin malını idâ
ve ibza edebilir, müzarebeye de verebilir.
Fakat şirketi müfaveze
ile şerik olanların her yapabilecekleri tasarrufu, şirketi inan ile şerik
olanlar yapamazlar.
Meselâ : Müfavizierden
biri, şerikinin izni olmaksızın şirket namına
diğer şahıs ile şirketi inan akd edebilir. Bu muamelesi kendi
hakkında nafiz olduğu gibi diğer müfaviz
hakkında da nafiz olur. Halbuki şirketi inan ile şeriklerden biri diğerinin
izni olmadıkça başkasiyle şirketi inan veya müfaveze akd edemez.
Kezalik :
Müfavizierden biri rehin alabilir, rehin verebilir, rehn ve irtihanı ikrarda
bulunabilir. Şirketi inan ile şerik olanlardan biri ise -şeriklerinin izin ve
muvafakati olmadıkça - bunları yapamaz (Hindivye, Dü-r er ÜT hokkam). [31]
197 - :
Müzarebe, bir şirketi ribhdir, bir tarafdan sermaye, diğer tarafdan sây ve amel
olmak üzere yapılan bir nevi şirke.tdir ki, sermaye, tamamen bir veya müteaddid
kimselere aiddir, bu sermayeyi çalışıp ten-miye etmek de diğer bir kimseye
aiddir. Elde edilecek kâr ise aralarında bir nisbet dahilinde müşterek bulunur.
Sermaye sahibine
rebbüTmal, âmile = Çalışacak şahsa da «Müzarib» denilir.
Müzarebeye mukaraze,
kiraz da denilmiştir. Çünkü mal sahibi bu ma'j katı' ve ifraz ederek âmile
teslim eder.
Şayed sermaye ile kâr
bir tarafa aid olub diğer taraf için yalnız amel meşrut olursa bu akde «Bizaa»
denir ki, bu da caizdir.
Bilâkis sermaye bir zata
aid olub bunun ribhi tamamen âmile tahsis edilirse bu halde sermaye, âmile
ikraz edilmiş olur. Bundan, sermaye sahibi bir şey alamaz.
198 - :
Müzarebenin rüknü, müzarebeye delâlet eden bir lâfz île icab ve kabulden ibarettir.
Meselâ : Sermaye sahibi
müzaribe hitaben: «Şu sermayeyi al, kân aramızda yarı yarıya yahud ikili birli
taksim olunmak üzere müzarebe-ten say' ve amel et» dese yahud: «Şu paralan al,
sermaye et, ribhi beynimizde şu nisbetîe müşterek olsun.» demek gibi müzarebe
mânasını ifade eder bir söz söylese, müzarib dahi kabul eylese aralarında
müzarebe mün'akid olur.
Mükareze, muamele,
iâfzları da müzarebe yerinde kullanılabilir. Ma! sahibi «Şu malı mükarezeten
al, ticarette bulun, kân münasafeten aramızda müşterek olsun.» deyib diğeri
de: Aldım veya razi oldum veya ka- bul
ettim gibi bir şey söylese müzarebenin rüknü tamam
olmuş olur. (Bedayi, Hindiyye).
199 - :
Müzarebe, müzarebe-i mutlaka, müzarebe-i mukayyede m-miyle iki kısımdır. Müzarebe-i
mutlaka; zaman mekân ve bir nevi tica ret ile ve bayi ile müşteriyi tâyin ile
nıukayyed olmayan müzarebedt. Müzarebe-i mukayyede ise zaman ile veya mekân ile
veya bîr nevi ticaret ile veya bunların ikisiyle veya mecmuiyle takyid olunan
müzarebedir.
Meselâ: «Filân vakit
veya filân yerde ve yahud filân cins mal al sa; ve yahud filân kimseler ile
veya filân belde ahalisiyle alış veriş et.» denilse müzarebe-i mukayyede ölür. .
200 - :
Müzarebenin takyidi, akdi şirket zamanında olabileceği p bi akdden sonra da
olabilir, Müzaribin bu kayda riâyeti lâzımdır. Çii:-kü müzarebe, tevkildir,
tahsisde ise faide vardır. Zira ticaret mekâcli-nn, vakitlerin, metalarm,
şahısların ihtilâfiyle muhtelif olur. Şu kacr var ki, bu takyid, müfid,_ olmalıdır.
Ve şirketin sermayesi uruza tahrî edilmemiş bulunmalıdır. Ve illâ kayda riâyet
lâzım gelmez.,
Meselâ: Sermaye
sahibi: «Satın alacağın emtiayı peşin para ile si> ma.» dediği halde
müzarib, o emtiayı veresiye satacağı bir beha ile peşin paraya satabilir.
Çünkü bu «satma» sözü, müfid değildir.
Kezalik : Sermaye
uruza tahvil edilmiş ise artık rebbülmal müz£T-bi takyid edemez. Velev ki kaydı
müfid olsun. Zira bu tahvilden sona rebbüTmal, müzaribi azle salâhiyettar
olmadığından takyid ve tahsise salâhiyeti yoktur. (Bahrirâik, Mecmaüî'enhür, Dürrü muhtar).
201 - :
Rebbül'mal ile müzarib, müzarebenin mukayyed olub d-madığm'da ihtilâf etseler
bakılır: Eğer daha tasarruf vaki olmamış & söz, rebbül'mâlindir. Tasarruf
vaki olmuş ise söz. meâl'yemin itlâk idi-asmda bulunan müzaribindir. Çünkü
müzarebede asi olan, itlâkdır. fe gisi beyyine ikame ederse kabul olunur.
Rebbül'mal ile müzarib başia başka nevi ile takyid iddiasında bulunsalar,
meselâ: Birisi kumaş, diffr-ri ise erzak alıb satmak hususunda şirket akd etmiş
olduklanm idia eylese söz, rebbül'mâlindir. Çünkü ikisi de tahsis üzerine
ittifak .etmiştir. Bu hususdaki izin ise rebbül'malden müstefad bulunmuş
olacağa-dan söz onundur. Bu halde beyyine müzaribindir. Zira o, kendisine teveccüh"
edecek zamanı bu suretle nefye muhtacdır. (Bahrirâik, MecmasT enhür,
Reddimuhtar). [32]
202 - : Müzarebenin
sıhhati için - aşağıdaki meselelerde
gösterildiği üzere - yedi şart
vardır. Bu şartlardan biri bulunmayınca müzarebe fâsid olur.
203 - :
Rebbül'malin tevkile, müzaribin de ifa'i vekâlete ehliyetleri şarttır. Binaenaleyh âkidlerin
ehliyeti, yani: .Akil ve baliğ olmaları
veya hud' ticarete mezun, gayn baliğ,
mümeyyiz bulunmaları lâzımdır.
(Dürer),
204 - :
Re'sül'mâlin esmandan ayrr olması, yani: Serrnaye-i şirket olabilecek altın,
gümüş paralar ile sair rayiç meskukât kabilinden buma! bulunması şarttır.
Binaenaleyh uruz,
akar, mekiiât, mevzunat ile nasın veya müzaribin zimmetindeki alacak
müzarebede re'sülmâl olamaz. Fakat rebbüTmal. uruzdan bir şey verib de, «Bunu
sat semeniyle müzarebeten amel et.» deyib müzarib de. kabul ve kabz ederek o
malı satıb bedeli olan nükudu sermaye edinse müzarebe sahih olur.
«Filânın zimmetinde
alacağım olan şu kadar kuruşu kabz et, onu müzarebe voliyle kullan» deyib
müzarib de kabul etse sahih olur. Çünkü kabz edilirken bir deyn, ayn
olacağından re'sülmâl olmaya sa^ lih olur.
Yedi eminde veya
zamanda bulunan bir mal da re'sülmal olabilir. Birisinin elinde vedia veya
magsub bulunan nükud gibi.
Müzarebede sermayenin
muşa olması da caizdir. Rebbül'mal tarafından müzaribe meselâ: tki bin lira
teslim edilerek bunun yansı sana Ödünç olsun, diğer yarısı ile de müzarebeten
amel et, kâr aramızda yan yarıya müşterek olsun.» deyip o da kabz ve kabul etse
müzarebe sahih olur. (Reddimuhtar).
205 - :
Re'sülmalin âkidler indinde malûm olmasi şarttır. Bu malû-nıiyyet, ya tesmiye
ile olur: «Şu kadar yüzlük altını sana müzarebe için verdim.» demek gibi. Veya
işaret ile olur: Elinde bulunan altınlara işaret ederek «Bunları sana müzarebe
için verdim.» demek gibi. (MecmalüTeıv hür).
206 - :
Ribhin şayi olması, yani: Âkidlerin ribhden hisseleri nısıf, sülüs gibi bir
cüz'ü şayi olarak tâyin edilmesi şarttır.
Binaenaleyh rebbül'mal
ile müzaribden birine ribhden muayyen bir miktar şart edilse, meselâ: «Ribhden
evvel emirde yüz lira rebbüTroâle veriîib mütebakisi de aralarında msfiyyet
üzere taksim edilsin.» diye nıukavele yapılsa müzarebe fâsid olur. Çünkü bu yüz
liradan fazla ribh olma yabilir. O halde müzarebe, mün'kati olmuş olur.
(Velvaliciyye, MecmaüT enhür).
207 - :
Re'sülmâlin müzaribe teslim edilmesi şarttır. Çünkü tesiûı edilmedikçe
müzaribin amel etmesi kabil olamaz.
Binaenaleyh sermayenin
müzaribe teslimi şartı ihlâl edilerek rebbüT mâlin müzarib ile birlikde ameli
şart edilse müzarebe fâsid olur.
Fakat rebbül'mâlin
müzarib ile beraber çalışması şart edilmediği halde müzarib kendisine teslim
edilmiş olan sermayenin bir miktarını reb-bül'mâle kendi rizasiyle verse bu,
bir istiane kabilinden olarak caiz olur. (Dürer., Velvaliciyye, Bahrirâik).
208 - :
Rebbül'mâl ile müzaribin ribhden hisselerinin miktarı akdi müzarebe zamanında
malûm bulunması şarttır.
Binaenaleyh âkidlerin
ribhden hisseleri nısıf, sülüs gibi bir cüz'ü şayi olarak tâyin edilmek
lâzımdır. Çünkü müzarebede makudünaleyh ribh-dir. Makudunaleyhin cehaleti ise
akdin fesadını icab eder. (Dürer).
209 -
Müzaribe verilecek hissenin ribhden olması şartdır. Binaenaleyh bu hissenin
yalnız re'sülmâîden ve yahud bir miktarı re1sülmâlden, bir miktarı da ribhden
verilmesi mukavele edilse müzarebe fâsid olur. (Tahtavî).
210 - :
RebbüVmâî ile müzarib, akd-i müzarebenin sıhhat ve fesadında ihtilâf etseler
söz, sıhhatini iddia edenindir. Çünkü ukudda sıhhat,
asidir.
(Dürrümuhtar). [33]
211 - :
Müzarib, emindir, onun elindeki sorrnayo kısmen vedia hükmündedir. Sermayede
tasarruf etmesi husufunda rebbül'mâlîn
akilidir kâr ederse onda şerik olur, taaddisi ve taksiri olmnknzın
sermaye tele! olursa zâmin olmaz. Fakat mukavele şeraitine muhalefet ederse
gâsıb sayılır. Ribh kendisine aid olur. (Mülteka).
212 - :
Müzarebe-i mutlakada müzarib, müzarib,
mücerred akdi müzarebe ile müzarebenin levazım ve teferruatından olan
işleri yapmağa mezun olur. Çünkü bunların hepsi de tüccarın yapmakta olduğu umurdandır. (Mecmaürenhür.)
Şöyle ki: Evvelâ:
Satıb kâr etmek için mal satın alır. Fakat gabni fahiş ile mal satın alsa
kendisi için almış olur, müzarebe nisabına dahil olmaz. Sâyed müzarib iki kimse
olursa yalnız birisi satın alamayıb birlikte iştira etmeleri lâzım gelir.
Binaenaleyh birisi diğerinin izni olmaksızın satın alsa malın yansını zâmin
olub kâr ve zararı kendisine aid olur. (Velvaliciyye).
tianiyen : Gerek peşin
para ile ve gerek veresiye olarak az ve çofc beha ile mal satabilir. Fakat
tacirler arasında Örf ve âdet olduğu mertebe mühlet verebilir, yoksa
beynettüccar maruf olmayan uzun müddet ile mal satamaz. Bir de rebbül'mâl peşin
para ile satmasını emr etmiş olursa artık veresiye satamaz. (Reddimuhtar
tekmilesi).
Müzarib, müzarebe malım rebbül'mâle de satabilir. Salisen
; Müzarib, sattığı malın "semenini havaleten kabul edebilir. Çünkü bu veçhile
havale tacirler arasında âdetdir.
Râbian : Müzarib,
başkasını bey' ve şiraya ve kabz ile husumete tevkil edebilir. Bu da
tacirlerin âdetleri cümlesindendir. (Hindiyye).
Hâmisen : Mali
nıüzarebeyi ida ve rebbül'mâle veya başkasına ibza edebilir. Müzarebe için rehn
ve irtihanda bulunabilir, icar ve isticar edebilir, meselâ: İş görmek için
ecirleri ve eşyayı başka yere götürmek için nakil vasıtalarını isticarda
bulunabilir.
Sâdisen : Alış veriş
etmek üzere berren ve bahren ahar beldeye gidebilir, bu müzarebenin
muktezasıdır. Meğer ki rebbül'mâl gitmesini şart koşmuş olsun (Dürrümuhtar,
Reddimuhtar).
213 - :
Müzarebe-i mutlakada mali müzarebeyi müzarib kendi maliyle karıştırmaya ve
müzarebeye vermeğe mücerred akd-i müzarebe ile mezun olmaz. Fakat
müzariblerin müzarebe mallarım
kendi mallariyle karıştırmaları
âdet olan beldede ise -müzarebe-i mutlakada - müzarib ona da mezun bulunur.
{Hindiyye, Tatarhaniyye).
214 - : Müzarebe-i
mutlakada rebbül'mâl,
müzaribe hitaben: «Reyinle amel et.» diyerek müzarebe umurunu
onun re'yine tefviz etmiş olsa müzarbi her halde, yani: Adet olsun olmasın
müzarebe malım kendi maliyle karıştırmağa
ve müzarebeye vermeğe mezun
olur, buna delaleten izin vardır. Amma
müzarebe malından hibe ve ikraz etmeğe ve sermayeden ziyade borç altına
girmeğe bu surette dahi mezun olmayıb bunların yapılabilmesi rebbül'mâlin
serahaten izin vermesine mevkufdur.
Kezalik : Sermaye
kamilen uruza tahavvül eyledikten sonra müzarib, şu kadar para ile veresiye bir
mal iştira edemez, ederse hasseten kendisinin olur. Ve bu halde o uruzu ıslâh
veya başka bir mahalle nakl için de istidanede bulunamaz. îstidane eder de sarf
eylerse müteberri sayılır. (Mecmaül'enhür, Reddimuhtar).
215 - :
Müzarib, serahaten veya delâleten izne mebni kendi maliyle müzarebe malını
karıştırdığı surette hâsıl olan ribh, sermayeleri miktarına, göre taksim
edilir, yani: Müzaribin kendi sermayesinin kârı kendisine aid olur. Müzarebe
malının kârı da rebbül'mâl ile aralannda şart ettikleri veçhile taksim edilir.
(Tatarhaniyye).
216 - :
Müzarib, rebbül'mâlin serahaten izniyle sermayeden ziyade olarak veresiye mal
alsa borç da bu mal da ikisi arasında şirketi vü-cuh ile müşterek olur. Asıl
müzarebe malının ribhi ise yine beyinlerin de şart ettikleri veçhile taksim
edilir, müzarebenin mucebi tagayyür etmez. (Kuhüstânî, Reddimuhtar).
217 - :
Müzarebe-i sahihada müzarib, müzarebe işiyle bulunduğu beldeden sabahleyin
hareket edib de akşama kadar hanesine avdet edemeyeceği başka bir yere giderse
maruf masarifini müzarebe malinden alır. Çünkü nefsini bu uğurda haps ve tahsis
etmiş olacağından bu sebeple kendisinin ve hizmetçisinin nafakasına müstahik
olur. Fakat müzarebe fâsiden akd edilmiş olsa müzarib bu nafakaya müstahik
olmaz, bunu kendi malından ödemek lâzım gelir. Çünkü bu takdirde müzarib; şerik
değil, ecirdir. Kezalik: Rebbül'mâl, müzaribe iane için sefere çıksa' kendisinin,
hizmetçisinin ve hayvanının nafakaları müzarebe malından lâzım gelmez.
(Mecmaürbahreyn, Heddimuhtar tekmiîesi).
218 - :
Müzarebe-i mukayyedede rebbül'mâlin kendisine müfid olan kayd ve şartı ne ise
müzaribin ona riayet etmesi lâzım gelir. Meselâ: Filân yerde, filân vakitde
veya filân cins emtia ile ticaret edilmesi meşrut olunca müzarib bunun hilâfına
haraket edemez. Bu gibi kaydlar, müfiddir. Zira ticaret, mekânların,
vakitlerin, metalann ihtilaliyle muhtelif olur.
Bu gibi takyidîer,
sermaye-i şirket nakden mevcud bulundukça muteberdir, yalnız akd zamanına
münhasır değildir. (Dürer., DürerüThük-kâm).
219 - :
Müzarib, rebbül'mâl tarafından verilen mezuniyetin haricine çıkar, müfid olan
kayd ve şarta muhalefet ederse gâsib olur, Çünkü bu hareketile başkasının malına
taaddide bulunmuştur. Bu halde müzaribin ettiği alış verişin kâr ve zararı
kendisine aid olur ve müzarebe malı vifaka avdetden evvel telef olursa onu
zâmin ulur. Fakat alış veriş yapmadan eski hale dönerse zaman zail olub
müzarebe akd-i evvel ile aîâ-haliha devam eder. (MecmatiTenhür).
maliyle filân mahalle gitme.» ya-müzaribi nehy etmiş iken müzarib
buîüTmâl, « hud «Veresiye mal satma.»
na muhalefet ederek mal-i müzarebe ile o
mahalle gidib bu. malı bilâ ta-addin telef olsa ve ya'hud veresiye mal satıb da
parası batsa müzarib bu malı zâmin olur.
221 - :
Rebbül'mâl, müzarebeyi bir vakt ile tevkit etti de o vaktin geçmesiyle
müzarebe münfesih olur. İnfisah tarihine kadar şirketin zimemi nasda olan
alacağı - az çok ribh bulunduğu takdirde - müzarib tahsile mecburdur. Çünkü bu
halde müzarib bir ecir mesabesindedir, alacağı ribh mukabilinde bu tahsil ile
müvazzefdir. Fakat tahsili lâzım gelen duyûn içinde ribh bulunmazsa müzarib bu
düyunu tahsüe mecbur olmaz. Belki bunu kabz ve tahsil için rebbül'mâli tevkil
etmesi lâzım gelir. Zira âkid, müzaribdir, hukuk-u akd kendisine râcidir.
(Kâfi, Bahrirâlk, Dürrü-muhtar).
222 - : Rebbül'mâl müzaribi azl edebilir. Çünkü
müzarib bir vekil mesabesindedir. Fakat onu azl edince bu azli ona bildirmesi
lâzım gelir. Binaenaleyh kendisinin azline vakıf oluncaya kadar müzaribin vaki
olacak tasarrufatı muteber olur. Müzarib azline vakıf olunca da vekâleti nihayet
bulur, artık elindeki nükudda tasarruf edemez. Amma elinde nü-kuddan başka mal
bulunursa onu satıb nakde tebdil edebilir. Fakat bununla tekrar mal alamaz,
rebbül'mâl, elde bulunub re'sül'mâlin hilafı olan malı kıymeüyle kabul ederse
bu takdirde müzarib o malı satamaz.
Rebbül'mâlin vefatı
takdirinde de müzarib, bir kavle göre bu vefat-dan haberdar olmadıkça mün'azil
olmaz. Diğer bir kavle göre ise haberdar olsun1 olmasın mün'azil olur, bu bir
azl-i hükmîdir.
Müzarib de kendisim
azl edebilir. Çünkü müzarebe.iki taraf hakkın-da da lâzım olmayan akdlerdendir.
(Haniyye, MinehüT gaffar, Mecelle şerhi: Atıf Efendinin).
223 - :
Müzarib ancak amel mukabilinde ribhe müstahik olur. Amel ise ancak akd ile
mütekavvim olur. Binaenaleyh müzarebs-i sahihe akdinde müzaribe ne miktar şart
edilmiş ise ona göre rihhden hisse alır.
Ribhin bir kısmı bir
ecnebiye şart edilmiş olsa bakılır: Eğer o ecnebinin ameli meşrut ise bu ribhe
müstahik olur, meşrut değilse müstahik olmaz, belki onun hissesi rebbül'mâle
aid olur. Böyle1 bir şart, müzarebenin sıhhatine halel vermez. (Dürer.,
Reddimuhtar).
224 - :
Rebbül'mâlin ribhe istihkakı sermaye olarak verdiği mal iledir.
Binaenaleyh müzarebe-i
fâsidede ribhin mecmuu ona aiddir. Bu halde müzarib, ""rebbül'mâlin
eciri menzilesinde olub ondan ecri mislini alır Çünkü müzarebenin fesadına
mebni ribh tesmiyesi bâtıl olmuştur. Muzarib ise meccanen amele razi değildir.
Şu kadar var ki. bu ecri misi, akd zamanında şart eyledikleri miktarı tecavüz
edemez. Zira bu miktara razi olmuştur, ve ribh yoksa ecri misle de müstahik
olmaz. Bu îmam Ebû Yû-süf'e göredir, Mecelle'de de bu kabul edilmiştir. Fakat
îmam Muham-med'e ve Eimme-i Selâseye göre ribh olsun olmasın müzarib bu halde
ba-Hğen mûbelâğ ecri misline müstahik olur. (Mecmuaüî'enhür).
225 - :
Müzarebe malından bir miktarı bilâ taaddin telef olsa evvei emirde ribhden
mahsub olunub re'sül'mâle sirayet ettirilmez. Çünkü ribh tâbidir. Re'süî'mâl
ise asîdir. Telef ise tâ-bie münsarif olur. Müzaribin ta addisi takdirinde ise
kendisine zaman teveccüh eder.
Ve eğer telef olan
miktar, ribhirr miktarını tecavüz edib de re'sül1 mâle sirayet ederse müzarib
onu zâmin olmaz. Bu ziyan gerek müzaribin ameliyle olsun ve gerek olmasın. Zira
müzarib, emindir. Elverir ki taad-dişi ve taksiri bulunmasın. Bu hususda
müzarebenin sahih oîmasiyle fâsid olması arasında fark yokdur, zaman lâzım
gelmez, bu malın telef olması hususunda müzaribin sözü kabul olunur, o
emindir.
Bu ademi fark, İmam-ı
Azam'a göredir. Zahirürrivaye olan da budur. îmameyne göre ise müzarebe fâsid
olunca bu mal, mazmun bulunur. (Mec-maül'enhür).
226 - :
Müzarebede zarar ve ziyan, ribhin miktarım tecavüz ettiği veya asla ribh
bulurrmadığı takdirde, rebbüî'mâle aid olur. Hattâ zarar ve ziyanın müzarib ile
rebbül'mâl arasında müşterek olması veya bunun kamilen müzaribe aid bulunması
şart edilse bu şarta itibar olunmaz ve bununla akdi müzarebe fâsid olmaz. Çünkü
fâsid şartlar, müzarebeyi ifsâd etmez. (Dürer., Mecinaül'enhür).
227 - :
Müzarebe şu on sebebden biriyle münfesih olur. di Rebbül'mâlin vefatı. (2)
Müzaribin vefatı, (3t Rebbül'mâlin cünû-nu mütbik ile cinneti, (4) Müzaribin bu
veçhile cinneti, (5) Rebbüî'mâle sefeh veya hacr sebebiyle mehcuriyyet
tereyani, (6) Bu halin müzaribe tereyani. (7) Müzarebe muvakkat olub vaktin
geçmesi, (8) Rebbül'mâlin rnüzaribî azl etmesi, (9) Müzaribin istifa etmesi,
(10) Daha tasarruf vuku bulmadan sermayenin telef olması. (Reddimuhtar tekmiîesi).
228 - :
Müzarib vefat veya tecennün etse bakılır: Eğer müzarebe mali; uruz halinde olub
da rebbüî'mâî, re'sül'mâli nakd olarak ister de o uruzu kıymetiyle kabulden
imtina ederse müzahirin vasisi, o uruzu sa tıb nakde tahvil ederek rebbül'mâlin
re'sül'mâüni ve ribhden hissesini kendisine verir.
Bilâkis rebbül'mâl
vefat eder de mali müzarebe nakid halinde bulunursa artık müzarib, vârislerin
izinleri olmadıkça bu nakidde tasarruf edemez. Ve eğer uruz halinde ise müzarib
onu rebbül'mâlin beldesinde satarak nakde tahvil eder, başka uruz mukabilinde
satacak olsa bunu da satarak nakde tahvil etmesi lâzım gelir. Ve re'süî'mâl ile
ribhden hisselerini vârislere verir. (Dürrürnuhtar tekmile).
229 - :
Müzarib, mücehhilen ölse, yani: Müzarebe malının ne olduğunu, nerede kaldığını
bildirmeksizin vefat etse müzarebenin re'sül' mâli terekesinden tazmin edilir.
Bu halde vârisleri, «Mali müzarebeyi mü-verrisimiz rebbül'mâle red etmiş idi.»
diye iddia etseler beyyinesiz kabul edilmez.
Müzarib, medyun olduğu
halde vefat etti de eğer mali müzarebe maruf ise rebbül'mâl, re'sül'mâline ve
bunun ribhinden hissesine ehakk olur, bunlara sair alacaklılar müdahale
edemezler. (Hindiyye, Reddimuhtar). [34]
(Malikî'lerce şirketler,
şirketi irs, şirketi ganimet, şirketi mubayaa, şirketi zimem, şirketi inan,
şirketi amel, şirketi vücuh, şirketi cebir, şirketi müfaveze, şirketi müzarebe
namiyie ön nev'e ayrılır. Bunlara dair sırasiyle mücmelen malûmat verilecektir.
(1) Şirketi
irs, vârislerin bir ayne malikiyyette miras yoliyle içtima etmeleridir.
(2) Şirketi
ganimet, islâm askerlerinin cihad
neticesinde elde etmiş oldukları ganimet mallarının mülküyetinde içtima
etmeleridir.
(3) Şirketi
mubayaa, iki veya daha ziyade kimsenin bir malı, meselâ: Bir haneyi satın almak
hususunda içtima etmeleridir.
Bu üç nevi şirkete
Hanefî fukahası, «Şirketi mülk adını vermişlerdir. Bu üç nevi şirketin hükmüne
gelince Malikî'lere göre bu şeriklerden hiç biri, ortaklarının izni olmadıkça
bu mallarda tasarrufda bulunamaz, tasarrufda bulunursa bir kavle göre gâsıb
gibi olur, diğer bir kavle göre olmaz.
Binaenaleyh
şeriklerden biri aralarında mülken müşterek bir yeri ekse veya orada bina yapsa
evvelki kavle göre ekinleri kopanlır. binası hadm edilir. îkinci kavle göre ise
bunlar hali üzere terk edilir. Bunları yapan şerik, bu yerden diğer şeriklere
aid hisselerin kirasını verir, kendisi de bu şeriklerden o binanın hisseleri
nisbetinde kıymetini almaya müstahak olur. Çünkü bunu şirket şübhesinden dolayı
bina etmiştir.
Kezâlik: Bir binanın
alt katına biri, üst katma da diğeri malik olmak üzere iki kimse, bir hanede
müşterek olsalar da üst kat sahibi, bir kat daha bina etmek istese buna müsaade
edilmeyebilir. Meğerki yapılacak bina, alt kata ne hâlen ve ne de âtiyen muzîr
bulunmasın. Bu hu-susda ehli hibreye müracaat edilir.
Kezalik : Bir kaç
kimse arasında müşterek olan bir hane yıkılmakla bunlardan biri tamirini
istediği halde diğerleri imtina etseler, tamirini isteyen şerik, bunu tamir
ederek masrafını istifa edinceye fcadar bütün, varidatına müstevli olabilir.
Badehu bu varidatı hisseleri nisbeünde iktisam ederler. Nitekim diğer şerikler,
masrafdan hisselerine- düşen mikT tan verdikleri takdirde de hükm böyledir.
Şirketi mubayaada
sermaye, altın veya gümüş sikke olacağı gibi bir tarafdan nakid, diğer tarafdan
uruz veya her iki tarafdan da uruz olabilir, cinsleri müttefik olsun olmasın.
Şirkette sermaye ittihaz edilen uruzun akd-i şirket zamanındaki kıymetine
itibar olunur. Meselâ: İki şerikden biri bin altın, diğeri de bin altın
kıymetinde uruz sermaye vaz etse aralarında şirket, nisfiyyet üzere tesis
edilmiş olur.
Fakat bir tarafdan
altın, diğer tarafdan gümüş para sermaye ittihaz edilemez. Çünkü bu halde sarf
ile şirket, içtima etmiş olur. Şâyed böyle bir sermaye ile amel edilecek olsa
şeriklerden her biri kendi re'sül'mâlinl alır, kâr da her on dinara bir dinar
ve her on dirheme bir dirhem verilmek üzere taksim edilir. Zarar takdirinde de
bu nisbet nazara alınır.
(4) Şirketi
zimem, iki kimsenin gayrı muayyen bir şeyi zimmetlerine terettüb edecek semeni
müeccel ile, yani : Veresiye olarak satın slıb her biri diğerine kelif olmak,
sonra, da o şeyi satıb eîde edecekleri
kârını aralarında iktisam eylemek üzere yapdıkları bir akdi şirkettir.
En şirket, caiz
görülmemekdedir. Maamafih bu şirket akd edilerek deruhde edilen iş görülmüş
olunca şerikler, ittifak etmiş oldukları veçhile kârdan hisselerini
alırlar. .
(5) Şirketi
inan, iki veya daha ziyâde kimsenin bir ticaret hususunda iştirak etmeleridir,
bir veçhile ki bunlardan biri diğerinin izni olmadıkça ta^arrufda
bulunamayacakdır, sanki her biri, diğerinin' inanını - Dizginini elinde
tutmuş, onun hareketini kendisi tanzim eîmekde bulu-nmuş-dur. Binaenaleyh
birisi diğerinin izni olmaksızın tasarrufda bulunsa izni olmayan şerik bunu
red- edebilir.
Şâyed şeriklerden
birinin mutlak suretde tasarrufu salâhiyyeti olub diğerlerinin olmamak üzere
iştiratda bulunsalar bu, fâsid olur. Zahir olan budur. Bunun tasarrufu mukayyed
olan şerik hakkında şirketi inan, tasarrufu mutlak bulunan şerik hakkında da
şirketi jnüfaveze olacağına kail olanlar da vardır.
(6) Şirketi
amel, iki veya daha ziyade sanat
ehlinin birükde amel
edib amellerinin ücretini amelleri
nisbetinde iktisam etmek üzere akdi şirketde bulunmalarıdır. Şu şart ile ki,
sanatları terzilik, dokumacılık, demircilik veya marangozluk gibi müttehid
bulunsun. Binaenaleyh terzi ile
demircinin veya marangoz ile dokumacının iştirakleri sahih değildir. Fakat iki
saniden birinin sanatı diğerinin sanatına mütevakkıf bulunursa bunların iştiraki
şahindir. Dezine dalıp inci çıkaracak kimsenin onu bindirib onun için imsak'
edecek olan kayık sahibiyle iştiraki gibi. Kezalik: İki kimsenin kırları,
madenleri, kuyuları veya nehirleri kazımak, bina yapmak, tuğla, .kiremit
işleriyle uğraşmak, dağlardan taşları kesib çıkarmak için şirket akd etmeleri
caizdir. Şu şart ile ki, her ikisi de bir mevzide çalışmalarına devam etsinler.
Çünkü böyle el işleri hakkında müşarik olanların başka başka mevzilerde
çalışmaları caiz değildir. Bu şirkete «Şirket-i eb'dan» da denilmişdir.
(7) Şirketi
vücuh, vecahet, şöhret ve şan sahibi olan bir zatın veca-hetdsn mahrum,
şöhretsiz, raeşhul bir şans ile ittifak edib bu şahsa aid ticaret mallarını
satmayı deruhde ederek mukabilinde
kârdan bir hisse almasından ibaretdir.
Bu şirket de
Malikî'lerce memnudur. Çünkü o zatın vçcaheti, naşı kendisine itimada ve
kendisinden iştiraya sevk eder, bu suretle nas tağrir edilmiş olabilir. Şâyed
böyle bir şirket muamelesi fiilen vuku bulmuş olursa o vecih olan zat, yalnız
ecri misline müstahik olur. Bu vecihden o malı satın alan da dilerse onu bu
vecihe red ve dilerse semerliyle im-sâk eyler.
(8) Şirketi
cebir, bir meta' hakkında ticaretde bulunmayı itina etmiş olan bir tacirin
huzurunda o metaı ticaret maksadiyle iştira eden kimseye o tacirin cebren
iştirak edebilmesidir. Bu babda bir Örf vardır. Maamafih bu hususda üçü metaa,
üçü de onu satın alan kimseye aid olmak üzere altı şart vardır., Şöyle ki: . .
(1) Meta,
satılışı âdeten olan bir çarşıda satın alınmalıdır.
(2) Bu meta,
raücerred ticaret için alınmalıdır. Hane eşyası veya sak-sanılmak için alınırsa
bunda başkasının hakkı olamaz.
(3) Bu
ticaret, satın alındığı beldede olmalıdır. O meta, onunla başka yere sefer
edilmek üzere alınırsa onda şirkete icbar edilemez.
(4)
Tacir, metaın iştirası zamanında çarşıda
hazır bulunmalıdır.
(5) Tacir,
bu satılan metaın tacirlerinden bulunmalıdır.
(6) Tacir,
iştira zamanında bir şey söylememiş olmalıdır. Maamafih müşteri «Ben bu malı nefsim için alıyorum, başkasiyle
ortak olmayı istemem,
her kim fiatini artırıb almak isterse alsın.» dese iştirake mecbur edilemez.
(9) Şirketi
müfaveze, iki veya daha ziyade
kimsenin vaz etdikîeri mallar
ile ticaretde bulunmak hususunda ortak olmalarıdır. Şu veçhile ki: Her birinin
kendi re'sül'mâli miktarınca kârdan bilâ tefavüt hissesi olacakdır. Ve
şeriklerden her biri diğerine mutlak suretde tasarruf hür-riyeti verecekdir. Ve
her biri diğerinin gerek huzurunda ve gerek gıyabında dilediği gibi alış
verişde, icar ve isticarda bulunacakdır.
Bu şirket, muhtelif
neviler hakkında akd edileceği gibi bir nevi eşya hakkında da akd edilebilir.
Fakat bazı zevata göre eşyanın nevileri taad-düd etmeyince bu, müfaveze değil,
şirketi inan olmuş olur.
İmam Malik
Hazretlerinin «Müfaveze nedir, bilmem.» dediği ve bu cihetle bunun cevazına
kail olmadığı rivayet olunmaktadır.
(10) Şirketi
müzarebe, bu bir akdi tevkildir ki: Sermaye sahibinin bir şahsa ticaret edib
kârını aralarında müşaen iktisam etmek üzere mikdan malûm veya örfen nakid
yerinde carî bir mal vermesinden ibaretdir.
Nakid yerine ticaret
malı veya hayvanveya hububat verilirse mü zarebe fâsid olur. Bu halde kânn
hepsi de sermaye sahibine aid olur, nitekim zarar da ona aiddir. Amil olan
şahıs ise sermaye kâr temin etmiş olsun olmasın ecri misline müstahik olur.
Bununla beraber eğer kâr mev-cud ise bu şahıs, bir sermaye misilli bir nakdin
âdete nazaran temin edeceği kârından, müzarebe-i sahihe takdirinde alacağı
mikdar nisbetin-de bir hisseye de müstahik olur.
Müzarebe malı, âmil elinde gayrı mazmundur.
Binaenaleyh tefrit, kendi kendine telef olursa zamanı lâzım gelmez. [35]
Müzarebede rebbül'mâle
aid haklar, şunlardır :
(1)
Rebbürmâl âmilin deniz seferinde bulunmasını veya geceleyin
sefere çıkmamasını
şart koşabilir. Bu şarta ademi riâyet, âmilin aleyhinde zamanı mucibdir. Meğer
ki sefere çıkmasında zaruret görülsün, ve geceleyin bir kafile halinde sefere
çıkılsın, bu halde zaman îâzım gelmez,
Bir de denize çıkılıp
veya geceleyin sefer edilib de mal yağma edilse veya denizde gark olsa tazmini
lâzım gelmez. Fakat yaş isabet etmekle veya karanlıkda bir ağaca çarpmakla
ticaret malı telef olsa zaman lâzım gelir.
Kezaîik : Telef,
muhalefet zamanında vuku bulmalıdır ki, zamanı mucib olsun. Deniz seferinden
veya geceleyin müsaferetten sonra mal telef olsa zamanı lâzım gelmez.
(2)
Rebbül'mâl, muayyen bir metam - Kârı az olduğundan veya arar edeceğinden dolayı
- satın alınmamasını âmil üzerine şart koşabilir. Amil, buna muhalefet ederse
malı zâmin olur.
(3)
Rebbül'mâl, âm'l? daha ticaret
maliyle iştigâle başlamamış olduğu bir
halde o mal ile sefere çıkmadan menedebilir.
Binaenaleyh âmil,
sefere çıkar da mal
zayi olursa bunu tazmin etmesi lâzım gelir.
(4)
Rebbül'mâi, müzarebe malından bir şeyi
değer fiatiyle nasm aldığı gibi satın alabilir. Fakat bundan noksan bir fiatle
satın alsa sahih olmaz, bunda âmil için zarar vardır.
(5)
Rebbül'mâî. müzarebe malına başkasını ortak etmekden âmili menedebilir. Binaenaleyh
âmil, bilâ izin böyle bir harekkde hulumıb da mal zayi olsa bunu zâmin olur.
(6)
Rebbül'mâl, ticaret malını
veresiye satmakdan veya re'sül'mâl-de başkasiyle müzarebe akd
etmekden âmili menedebilir. Amil, rebbül'-mâlin izni olmaksızın böyle bir muamelede
bulunsa müzarebe, fâsid, âmil de ecri misline müstahik olur.
(7)
Rebbül'mâl, mali müzarebeyi değersiz,
nâbemehal bir yere ekin. ekmek,
ağaç dikmek için sarf etmekden âmili menedebilir. Amil, muhalefet ederek böyle
bir tasarrufda bulunursa.akd, fâsid olur. Ekinler yağma edilse, çalmsa âmil
üzerine zaman lâzım gelir.
(8)
Rebbül'mâl, kendi maliyle
iştigaline mani olacağı
takdirde başkasının malını da müzarebe için almakdan âmili menedebilir. [36]
(1) Âmil,
bir vakt ile mukayyed olmaksızın ameli ticaretde bulunur. Binaenaleyh
rebbül'mâl, bu amel zamanım
tevkit etse müzarebe
fâsid olur.
(2) Amil,
çarşıda ve pazarda müstemirren mevcud olan şeyleri satın alabilir. Binaenaleyh
rebbül'mâl, bazen bulunur, bazen bulunmaz bir şeyin alınmasını şart koşsa
müzarebe fâsid olur. '
(3) Amil,
ticaret malını peşin para ile satın aîıb peşin para ile satar, rebbül'mâl,
veresiye satmasını şart koşamaz, koşarsa akd-i müzarebe fâsid olur. Âmil.
müzarebe için müeccel semen ile bir meta satın alamaz, yelevki rebbül'mâl iziir
versin. Şâyed satın alırsa semenini
zâmin olur, aldığı malın kân da, zararı da kendisine teveccüh eder.
(4) Âmil,
müzarebe malı ile ticaret eşyasını satın alıb satar, rebbül'mâl, buna karışamaz, Rebbül'mâl,
âmilin izni 'olmaksızın satacak olsa nafiz olmaz, âmil bunu red
edebilir.
(5) Âmil,
şirket sermayesini zâmin olmamak üzere ahz ve kabz eder. RebbüTmâl, sermayenin
büâ tefrit helaki takdirinde âmilin zâmin olacağı şart etss akd, fâsid
olur. Fakat âmilin ihmâl ve taaddisi halinde zayi olacak
sermayenin tazmini için âmilden kefil, alınması, akde zarar vermez.
Bu beş hakka muhalefet
takdirinde akd, fâsıd . olacağından âmil, yalnız kraz-i misle, yani: Kâr mevcud
ise ondan hisse-i misliyyesîne müs-tahik olur.
(6) Âmil,
amelde münferid bulunur. Rebbül'mâlin bu ameîe vaz-î yedi meşrut
olursa, akd. fâsid olur, âmil ecri mislini alır.
(7) Amil,
ticaret muktezasmdan olmayan bir amel ile mükellef tutulamaz. Aksi takdirde
akd, fâsid olur. Ticaret kumaşını elbise dikib satmayı şart koşmak gibi.
Müzarebe maliyle ekin ekilmesini şart koşmak da böyledir. Çünkü ekin ekmek,
ticaretten başkadır.
(8) Amil ile
başkası müzarebe malında müşarik
olmaz. Mal sahibi böyle bir şart dermeyan ederse müzarebe fâsid olur.
(9) Âmil,
müzarebe malım kendi maliyle
karışdırmaya mecbur değildir. Rebbül'mâl, bunu şart koşsa kad, fâsid
olur;
(10) Amil, ticaret malım dilediği yerde ve
zamanda satabilir. Rebbül'mâl, «Filân
beldeye varınca» veya «Filân zamanda» satılmasını şart etse akd, fâsid olur.
(11) Âmil,
ticaret mr mı dilediği kimselere satabilir.
Rebbül'mâl, muayyen bir şahsa satırdım veya ondan almasını şart etse
akd, fâsid olur.
(12) Âmil,
rebbül'm 1 ile müşavere etmeksizin tasarrufta bulunabilir.
Bu müşavere şart
edilse müzarebe fâsid olur.
Bu son yedi hakka
muhalefet halinde, âmil, kâr veya zarar olsun olması lâzım geldiği halde
onlardan böyle bir şey işidilmezse veya o mal,
Maliki'lere göre
şeriklerden biri, şirket malının afeti semavlyye veya ticaretteki hasar ile
telef olduğunu iddia ettiği halde diğer şerik bunu inkâr ederek telef ve hasar
vâki olmayıb o malın saklanıldığını dermeyan eyîese bakılır : Eğer telef ve
hasar iddiasında bulunan şerikin kizbine karineler kaim bulunursa, meselâ:
Telef hususuna bir cemaatin muttali olmasın ecri misline müstahik olur
daima râic, râcıh
bulunursa ve yahud böyle bir karine mevcud olmazsa bu hallerin hepsinde de söz,
münkirindir. Müddeinin kizbîne karineler kaim olunca malı zâmin olur. Karain
kaim olmayınca, yani: Ne beyyine ve nede delil bulunmayınca telef ve hasar
vukuuna dair müddei tahlif .olunur.
(Elmüdevvenetül'kübra, Şerh-i
Kebîr, Elfıkh fiîmezahibiTerbaa). [37]
(Şafiî'lere göre
şirketi mülkden başka caiz olan yalnız şirketi inan ile şirketi müzarebedir,
diğer şirketler bâtıldır. Meselâ: Şirketi müfaveze eaiz değildir. Kıyas
müktezası da budur. Çünkü bu şirket meçhûîülcins şeyler hakkında vekâleti,
kefaleti mütazammındır. Bunlar ise alelinfirad caiz değildir, binaenaleyh
indeliçtima da evleviyyetle caiz olamaz.
Eimme-i Hanefîyyeye
göre müfavezenin cevazı istihsan tarikiyle kabul edilmiştir. Bu cevaz, hadis-i
şerifile sâbitdir, yani şirketi müfavezede bulununuz, çünkü onun bereketi pek
çoktur. (Hi-daye).
Şafiî'lerce şirketi
inanın sıhhati için şu gibi şartlar vardır:
(1) Akdi
şirketde kullanılan îâfz, şeriklerden birinin veya her ikisinin tasarrufda
bulunmasına izni müfid olmalıdır. Meselâ: her biri, şerikine hitaben: «Bu maîı
şirket kıldık, bununla alâsebiîitticare alış
verişde bulunmak için tasarrufa izin verdim.» demelidir. Diğeri de
«Kabul etdim.» diye mukabelede bulunmalıdır.
(2)
Şerikler; reşid, baliğ, hür, gayrı mükreh olmalıdır. Binaenaleyh sefih ile,
mecnun ile, çocuk ile, mezun olmayan rakik
ile mükreh ile akdi
şirket, sahih değildir.
(3)
Re'sül'mâl, nükuddan veya sair
misilliyyatdan olmalıdır. Ticaret uruzu = Eşyası ise sermaye olamaz. Meğer ki
bu uruza bitarikışşuyu bey' en temellük etsinler.
(4)
Şeriklerin sermaye olan malları, kablelakd birbirinden ayrılmayacak suretde
karışdınlmış bulunmalıdır. Bir kavle göre akdi şirketden sonra birbirine
kanşdirıldığı takdirde de şirket, sahih olur. Diğer bir kavle göre ise saîıih
olmaz. Bu halde şeriklerin akdi şirketi iade etmeleri lâzım-
(5)
Şeriklerin sermayeleri müttehid olmalıdır. Birinin koyduğu sermaye altın,
diğerinin ki gümüş olsa akd, sahih olmaz. Fakat re'sül'mâlde ve amelde tesavi
şart değildir. Birinin re'süî'mâli, diğerinin re'sül'mâlin-den az olabilir,
ameldeki ziyadelik ise teberru sayılır. Binaenaleyh kâr da, hasar da
sermayelerin mikdarına göre taksim olunur.
Meselâ: Birinin
sermayesi bin, diğerinin sermayesi de beş yüz lira oisa biri kârın üçde
ikisini, diğeri de üçde birini alır. Bundan ziyade veya noksan meşrut olsa
akd, fâsid olur, her biri kendi sermayesindeki amelinin ecri misline müstahik
olur.) [38]
(Şafiî'lere göre
şeriklerin tasarrufları hususunda şu gibi ahkâm caridir :
(1)
Şeriklerden her birinin
ticaret malında tasarrufları,
maslahatla mukayyetidir, şöyleki: Şeriklerden her biri, ticaret malında
maslahata uygun suretde tasarruf da. bulunabilir. Diğer şeriklere rnünir
olacak suretde tasarrufda bulunamaz.
Meselâ: Şeriklerden
hiç biri, ticaret malını veresiye veya beldesinde tedavül etmeyen bir nakd ile
veya kendi beldesindeki nakidden kıymeti düşkün bir nakd ile satamaz. Çünkü
bunda diğer şeriklerin maslahatına zarar vardır. Satarsa şeriklerinin
hisselerinde beyi-muamelesi sahih ol-mr.7. Bunu müfteriye teslim etmiş olunca
zâmin olur. Kendi hissesi hakkında ise beyi muamelesi, bir kavle göre sahih
olur, diğer bir kavle göre sahih olmaz.
(2)
Şeriklerden biri. ticaret malını âdete
nazaran nas arasında vâki
chnayacak bir gabni kesir iie satamc7. Ve diğer şerikler izin vermedikçe
t;caret maliyle bir zaruret olmaksızın
müsaferetde bulunamaz.' İzin vermedikleri
takdirde o malı zâmin bulunur.
(3)
Şeriklerden biri. elindeki ticaret malını
bir şahsa satmak için o pahs ile ittifak ettiği halde o malı semeni
mislinden daha fazla bir bedel ile alan zuhur etse şeriklerinin maslahatına
riayet için o ittifakı bozması icsb eder.
(4)
Şeriklerden biri, ticaret malım şartı hiyar iîe saldığı halde daha müddeti
hiyar. bitmeden o malı fazla bir fiatle alan zuhur etse evvelki :?kdi bey'i fesh etmesi teâyyün eder.
Çünkü şeriklerinin menfaatleri bundadır.
(5) Her
şerik, şirketin malları hakkında emindir. Kâr ve zarar hususunda, bu malların
bir kısmım şerikine red ettiğini iddia hususunda sözü tasdik olunur. Fakat
ticaret malının telef olduğunu iddia etse bakılır: Eğer bir sebeb beyan
etmeksizin veya sirkat gibi hafi bir sebeb beyan ederek iddiada bulunursa bilâ
yemin tasdik olunur. Amma yangın gibi bir sebebi zahir iddia ederse yangının
zuhuruna ve mal-i ticaretin bu yangın esnasında yandığına beyyine ikame
etmedikçe sözü tasdik olunmaz. Yangının zuhuru malum olduğu halde ticaret
malının bu esnada yandığı malûm bu lunmazsa yeminiyle tasdik olunur.) [39]
(Eimme-i Şafüyyeye
göre müzarebe, bir akddir ki: Bir kimsenin bir şahsa ticaret için - ribhden her
birinin muayyen bir hissesi olmak üzere mal vermesini iktiza eder. Buna
«Kiraz» da denir.
Müzarebenin
Şafiî'lerce şu gibi şartlan vardır:
(1) Sermaye
sahibi iie âmilin tasarrufa ehl olmaları şartdır. Binaenaleyh, çocukların,
mecnunların, mükrehlerin, füzûlîlerin
müzarebe akdleri sahih değildir.
(2) Âmilin
amelde müstakil, tasarrufda mün'ferid olması şartdır.
Binaenaleyh o-nunla
beraber başkasının da çalışması şart edilse akd fâsid olur. Amil. rebbüTmâlin
izniyle re'sül'mâli başka bir şahsa müzare-beye verib kendisi çekilse bu akd,
sahih olub kendisi mün'azil bulunur KezaliK Âmil, başkasiyle amelde ve kârda
şeriki olmak üzere akdi müza-rebede bulunsa râcih olan kavle göre bu akd, fâsid
olub evvelki akd. sahih olarak kalır. İkinci müzarib, yalnızca amelde bulunsa
kârın tamamıni rebbüTmâl alıb bu ikinci müzarib de ecri misline müstahik olur.
Birinci müzarib ise kârdan bir şey alamaz. Her ikisi de amelde bulunsa birinci
müzarib, ameli nisbetinde kârdan hisse alır, bakisi rebbül'mâle aid olur.
İkinci müzarib de birinci müzaribden ecri mislini alabilir. İkinci müzarib,
birincisine yalnız yardım maksadiyle çalışmış olursa bir şeye müstahik olmaz.
(3) Âmilin
yapacağı işin alış veriş gibi ticaret umurundan olması şartdır.
Binaenaleyh sınaî
işler üzerine yapılan müzarebe fâsiddir. Dokumacının pamuk alıb onunla bez
dokuyarak satması gibi. Bu, bir mahdud ameldir. Bu, ecir vasıtasiyle temin
edilebilir.
(4) Âmilin
amelinde !ıür olması şartdır.
Binaenaleyh
rebbüFmâlin âmili tazyik etmesi sahih değildir. Muayyen bir metanı alınmasını
veya vücudu ender bulunan bir şeyin alınıb sa tılmasını veya muayyen bir şahısdan
satın alınmasını ve yahud muayyen Mr şahısdan başkasına satılmamasmı şart
koşmak gibi. Bu halde akd fâsid olur. Fakat ticaretin cinsini veya nev'ini
tâyin, zarar vermez. «İpekli kumaş veya Bursa kumaşı al sat.» denilmesi gibi.
(5) Amelin
malûm bir müddet ile mevakkat olmaması şartdır. Binaenaleyh bir sene müddetle
müzarebe akd edilse fâsid olur. Çünkü böyle tevkit, ticaret gayesine
muhalifdir.
Fakat «Seninle
müzarebede bulundum, br seneden sonra bir şey sa-tm alma.» denilse bu, sahih
olur. Çünkü bu, müzarebeyi müddetle tak-yid değildir, belki bir seneden sonra
satın almayı menidir.
(6) Ribhin âkidlere muhtes olması şartdır.
Binaenaleyh ribhden
başkalarına bir hisse verilmesi meşrut olsa mi-zarebe fâsid olur. Yalnız
âkidlerin kölelerine bir hisse verilmesi meşn; olsa akde zarar vermez. Köleye
meşrut olan bu hisse, efendisine veriİEE-si meşrut olan hisseye zam olunur.
(7) Kârdan
âkidlere aid hisselerin nısıf, sülüs gibi bir eüz'i şayi olarak muayyen olması
şartdır. Akidlerden birine kârdan muayyen mikria: bir şeyin verilmesini şart
koşmak sahih değildir. Çünkü bundan 2iyade ki* hâsıl olmaması melhuzdur. O
halde diğer taraf kârdan mahrum kalnui olur.
(8)
Müzarebede sermayenin muayyen altın veya gümüş sikke ölme ve cinsiyle mikdarınm
malûm bulunması şartdır.
Binaenaleyh altın ve
gümüş parçalariyle veya ticaret eşyasiyle tî gayrı muayyen bir mal ile müzarebe
akd edilmesi sahih değildir. (Tui-fetüTmuhtaç, Mezahibi'erbaa).
Hanbelî fukahasına
göre şirketler iki kısımdır. Biri şirketi maldır Bu, İki veya daha ziyade
kimsenin bir mala veya bir malın menfaatine 'm. hibe veya iştira gibi bir
sebebîe müstahik olmalarından ibaretdir. Diğerde şirketi ukuddur ki, bu da iki
veya daha ziyade kimsenin tasarrufda k tima etmeleridir ki, şirketi inan,
şirketi eb'dan, şirketi vücuh, şirketi mi faveze ve şirketi müzarebe namiyle
beş kısma ayrılır. Şöyle ki:
(1) Şirketi
inan, iki veya daha ziyade kimsenin vaz' ettikleri mallan: tenmîyesine
beraberce çalişıb husule gelecek kârı aralarında şart koşdui-lah veçhile taksim
etmek üzere iştirak etmeleridir.-
Bunların böyle vaz
ettikleri mallan içlerinden birisi çalişıb teninim etmesi üzere iştirak
etmeleri de bu kabildendir. Şu kadar var ki bu dirde bu çalışacak şerike vaz
ettiği sermayeye aid kârdan fazla bir ;r verilmesi lâzım gelir ki bu fazla,
çalışmasına mukabil olsun. Şayed yalnız
sermayesi mikdannca kâr verilmesi şart kılınsa bu, bir ibza me;r leşi olarak
sahih olmaz. Çünkü bu, başkasının malında ücretsiz yere ça-Uşmakdır.
(2) Şirketi
eb'dan, iki veya daha ziyade sanatkârın bedenleriyle çalışarak kazanacakları
kârı aralarında şart etdikîeri veçhile taksim etme üzere iştirak etmeleridir.
Bu da caizdir, sanatları gerek müttehid olsc ve gerek olmasın. îstiyad, ihütab
gibi mübahati temellük hususunda işt: râk de şirketi eb'dan sayılır.
(3) Şirketi
vücuh, iki veya daha ziyade kimsenin itibarlarına îtimden veresiye mal satın
alıb satarak kârını aralarında şart koşmuş oldukları veçhile yan yarıya veya
ikili birli nisbetinde taksim etmek üzere akdi şirketde bulunmalarıdır. Bu da
sahih bir şirketdir. Satın alacakları .şeylerin cinslerini, mikdarlannı,
kıymetlerini tâyin etmiş olsunlar olmasınlar müsavidir.
(4) Şirketi
müfaveze, malları istismar hususunda iştirâkdir ki, şeriklerden her biri
diğerini beyi ve şira, müzarebe hususlarına tevkil eder, ve her biri, diğerine
bu mallar ile sefere çıkmak, bunları rehin vermek, bunların mukabilinde rehin
almak, bunları veresiye satmak gibi hususları tefviz eyler. Ancak lukata
bulmak, hazine keşfetmek gibi nadir kazançları bu şirkete idhâl etmeleri sahih
olmaz.
(5) Şirketi
müzarebe, bir kimsenin bir şahsa ticaret edib kân aralarında nıüşaen taksim
edilmek üzere muayyen bir mikdar madrub nükud vermesidir. Başkasının yanında
vedia olan böyle bir mal da müzarebe için tahsis edilebilir.
Müzarebenin hükmü,
ahvalin ihtilâfına göre tebeddül eder. Şöyle ki: Müzarebe, evvel emirde
emanetdir, vekâîetdir. Çünkü âmil, rebbül'mâlin izniyle malında vekâleten
tasarrufda bulunmuş olur. Bu halde mal elinde emanet bulunur. Kâr hâsıl olunca
da akdi müzarebe, bir şirket haline geîir, zira iki taraf bu kârda müşterek
bulunur. Müzarebe fâsid olunca da icareye münkalib olur. Çünkü âmil bu halde
ecri mislini alır. Amil, rebbül'mâlin emrine muhalefet edince ds gâsıb hükmünde
bulunur. Bu halde rebbüi'mâle hem re'sül'mâli, hem de kârı red eder, kendisi
amelinden dolayı bir şeye müstahik olmaz. Çünkü gâsıbın hükmü böyledir.
Müzarebenin rüknü,
müzarebeyi müş'ir olacak veçhile icab ve kabuldür. Müzarebe, kiraz, muamele ve
emsali tâbirler ile de yapılabilir. Bunda teati de kâfidir. Şöyle ki: Âmil,
kabul ettim demeksizin sermayeyi alıb amele başlasa müzarebe sahih olmuş olur,
Müzaribin haiz olduğu
haklara gelince: Müzarib, ticaret malını murabaha, müsaveme gibi muhtelif
satış şekilleriyle alıb satabilir, bu mal hak-kmda iyda, terhin, irtihan,
havale gibi muamelelerde bulunabilir. Bu mal ile yol emin olunca sefere
çıkabilir. Bu ticaret malını veresiye satabilir, £âyi olunca zâmin olmaz. Meğer
ki mevsuk olmayan veya kendisince mec-huî bulunan bir şahsa satmış olsun.
Amil, müzarebe malını
müzarebe için başkasına verse bakılır: Eğer rebbül'mâün izni ile vermiş İse
sahih olur, ve eğer izni olmaksızın vermiş ise fâsid olur. Maîikîlerce de
böyledir.
Müzarih, müzarebe
malını başkasına ikraz edemez, bu malı kendi malına veya başkasının malına
kanşdıramaz, bu mala başkasını müşarik kılamaz.
Müzarebede re'sül'mâle
hasar âriz olsa, meselâ: Çalınsa veya bir âfeti semaviyye ile telef olsa bu
hasar kârdan telâfi edilir. Bundan sonra bir şey kalırsa taksim olunur Malikî'lerce de böyledir. [40]
Müzarebede re'süî'mâl,
malûm olmalıdır.
Binaenaleyh bir kese
içindeki bir mikdar gayrı malûm bir para sermaye ittihaz edilse müzarebe sahih
olmaz. Çünkü bu meçhuliyyetden dolayı kâr da nizaa müeddi olur.
(2)
Re'süî'mâl hazır olmalıdır. Binaenaleyh gaib veya zimmetde sabit olan bir'mal,
sermaye olamaz. Fakat maî sahibi, âmile hitaben: «Filânds veya serde olsn
alacağımı al onunla müzarebede bulun.» derse sahih olur. Çünkü bu halde müzarebe
malın kabzına talik edilmiş olur. Müzarebeyı
talik ise sahihdir.
(3)
Re'süî'mâl. hükümet tarafından mazrub,
mehtum altın veya gümüş para olmalıdır.
Binaenaleyh altın veya gümüş parçaları, ticaret eşyası ve fülûs denilen bakır paralar ve emsali müzarebede
sermaye olamaz. Velevki fülûs paralar rayiç bulunsun.
(4) Amilin
kârdan hissesi nısıf, rülüs gibi şayi bir suretde tâyin edilmelidir. Bu
veçhile tâyin edilmezse müzarebe fâsid olur, âmil ecri mislini alır.
Ribhin tamamen
rebbül'mâle aid olması şart edilirse bu. bir ibza Bilâ ücret tevkil olur.
Ribhin lamamı âmile
tahsisi edilirse bu da bir karz oîur, kân tamamen âmil alır, hasar suretinde
de âmil zârnin olur, velev ki rebbüFmâl, âmile zaman lâzım gelmeyeceğini
dermeyan etmiş olsun, bu karan muk-tezasıdır. [41]
Şirketlerde dermeyan
edilen şartlar şöylece üç kısımdır: (1) Sahih şartlardır. Bunlar üzerine bir
zarar terettib etmez ve akd bunlara mütevakkıf bulunmaz. Ticaret malını şu
kadar semen ile satma.yi, filân mekânda ticaret etmeyi, ticaret mahle'seferde
bulunmamayı ve emsalini şart koşmak gibi ki, hepsi de sahihdir, bunlarda zarar yoktur. Meselâ: Müzarebenin bir müddetle takyidi
muteberdir. Bu müddet-den sonra artık alış veriş yapılamaz.
(2) Fâsid
şartlar. Bunları akdi şirket iktiza etmez. Şirketi meselâ: Bir sene müddetle
fesh etmemeyi yalnız re'süî'mâl ile satmayı, satın alman malı satana satmamayı
şart koşmak gibi ki, bu, şartlar üzerine akdin fesadı terettüb etmez, bu
şartlar ile amel de olunamaz.
Kezalik : Müzarebe
hususunda böyle bazı şartlar vardır ki lâğvdur, müzarebenin sıhhatine mani
olmaz. Re'sül'mâldeki zararın âmile aid olması, âmiiin yalnız muayyen
kimselerden alış veriş etmesi, müzarebeyi iki tarafın bir müddet için fosh
edememesi gibi şartlar bu kabildendir.
Meselâ: Sermayenin
ziyaı halinde zamanı âmil üzerine şart edilmesi nafiz olamaz. Çünkü bu,
müzarebenin mahiyetine münafidir. Emin, zâ-min olamaz. Meğer ki taaddide
bulunsun.
(3)
Üzerlerine akdin sıhhati terettüb eden şartlardır. Bunlarda şeriklerin şirkete
ehliyetleri, şeriklerin sermayelerinin ve kârdan hisselerinin malûm olması, bu
sermayelerin hazır ve hisselerinirr müşaen muayyen bulunması gibi.
Yukarıda müzarebenin
yazılmış olan şartları bu cümledendir.
Bir müzarebe,
bu gibi şartlarının bulunmamasından dolayı
fâsid olunca kârın tamamı ve
haşarat sermaye sahibine aid olur, âmil de ecri misline müstahik olur. Velevki
bu sermaye ile bir kâr temin edilmiş olmasın. (Keşşafülkına, Mezahibierbaa). [42]
(1)
Zâhiriyye fukahasına göre şirket bir beyi' mahiyetindedir-. Şeriklerden her
biri, kendi malını kısmen diğerine satmış, bu suretle bu malda ortak olmuş
olurlar.
Mücerred şirketi
eb'dan, batıldır. Ne bir hizmetde, ne bir talim hususunda ve ne de bir el
işinde şirket akdi caiz değildir. Çünkü herkesin kazancı kendisine aiddir.
Ancak inkisamı kabil olmayan bir iş için isticar edilen kimseler, o işi
birlikde görünce alacakian ücret, her birinin ameline göre aralarında taksim edilir.
Bir duvarı birlikde yapmak, bir libası birlikde dikmek, gibi.
(2) Şirket,
ancak ayam emvalde caizdir. Şöyle ki: Ticaret için şeriklerden biri bir mikdar
mal, diğeri de o neviden bir mikdar mal koyarak bunları birbirinden temyiz edilemeyecek suretde
karıştırırlar, sonra bu ir al ile satın
alacakları şeyin kârı aralarında sermayeleri nisbetinde mü$-
terek olur. Zarar
ettikleri takdirde onu da bu nisbetde tehammül ederler. Fakat sermayelerini
birbirine katmamış oldukları takdirde her birinin satın aldığı şeyin kârı da,
zaran da kendisine aid olur. Böyle karıştırmadıkları takdirde mallara müşaen
malik olamayacakları cihetle bunların kârları da, zararları da kendilerine
müşaen aid olamaz.
(3)
Şeriklerden birine malının mikdarından ziyade olarak kârdsn hisse verilmesi
veya kendisine zarardan- hisse çıkarılmaması veya içlerinden birinin çalışıb
diğerlerinin çalışmaması şart edilirse helâl olmaz. Bu, bâtıldır, merduddur.
Her şerik sermayesine göre kârdan hisse alır, çalışmaya iştirak eder, zarara
ortak olur.
Fakat böyle şart
edilmeksizin birisi tstevvüan yalnız çalışsa veya şeri-
Şâyed, bunlardan biri,
beyan olunan şarta mebni çalışırsa kâr ve hasar itibariyle bu misillü amele
aid ecri misle müstahik olur. Kendisinin tıyb-i nefsiyle olmayan amelinden
başkalarının iğtinamı bir taaddidir. Mü-
(4)
Şeriklerden biri meselâ: Altın para, diğeri ise gümüş para veya
meta ve emsali bir
şeyi sermaye ittihaz etse caiz olmaz. Meğer ki bunları satarak sermayenin
hepsini de altın veya gümüş para etsinler veya her bîri diğerine kendi
sermayesinin istenilen mlkdarını satarak bunda ortak olsunlar. Re'sül'mâl
böyle aralarında kabili temyiz olmayacak suret-de mahlut bulunmazsa şirket caiz
oîmaz.
(5) Müslimin
zimmî ile müşareketi caizdir. Şu kadar var ki, bir inüs-
lüman için aîıb
satması caiz olan şeyler neler ise zımmî de onları ahb satmalıdır, başka
şeyler satması caiz olmaz.
Resûli Ekrem
Hazretleri, ehli Hayber ile muamelede bulunmuş, onlar ile şirketi müzârea ve
müsakât akd etmişdir.
(6) İki
kimse arasında satmak üzere satftı almış oldukları eşya bulunduğu haîde
bunlardan biri satmakdan imtina etse, diğeri bnıru satmaya eebr edebilir. Çünkü
bunun üzerine akdi şirketde bulunmuşlardır. Fakat satmak için alınmamış olursa
bu cebr car! olmaz.
(7) İki
kimse arasında müşterek arazi
bulunduğu halde biri bunun
imarım istemese bu
imara cebr olunamaz. Belki o arazi aralarında taksim olunur, dileyen kendi
hissesini imar eder. Fakat
iki kimse arasında bir hane veya bir değirmen veya kabili kısmet olmayan başka
bir şey bulunsa bunu ıslaha cebr olunur. Çünkü Resûli Ekrem, sallallâhü taâlâ
aleyhi veseîlem efendimiz, kâa-i emvali dehiy buyurmuşlardır.
(Kitabül'muhallfi). [43]
İÇİNDEKİLER :
MÜZAREANIN MAHİYETİ, RÜKNÜ, HÜKMÜ VE SIFATI. MÜZAREANIN SIHHATİNE AÎD ŞARTLAR.
MÜZAREADAN AKİDLERÎN SURETİ İSTİFADELERİ, MÜZAREANIN İNFİSAHINA SEBEB OLAN
ŞEYLER.
MÜSAKATIN MAHİYETİ,
MÜSAKATIN ESBABI İNFİSAHI. MEZAHt Bİ SAÎREY.E ÂİD MESELELER. [44]
230 - :
Müzarea bir nevi şirketdir ki, bir tarafdan arazi verilir, diğer tarafdan da
amel, yani: Ziraat yapılır. Hâsılatı aralarında nısıf, veya sülüs, sülüsan gibi
birer cüz'ü şayi suretiyle taksim olunur.
Müzareamn meşrûiyyeti,
sünneti nebeviyye ile sâbitdir. Resûli Ekrem Efendimiz, Hayber ahalisiyle mahsulâtın
yansı üzerine müzareada bulunmuşlardı. Buna nasın ihtiyacı vardır.'-îmameynin
kavli böyledir. Müfta-bih olan da budur. Binaenaleyh bunlar ukudu
sahibedendir." Fakat îmamı Azama göre ukudi sahibeden değildir. Arazi
sahihleri dilerse âmili bir bedel mukabilinde isticar edebilir. Bir rivayete
göre Resûli Ekrem Hazretleri müzareadan nehiy ve müvacere ile emr etmiş,
bu rnüvacerede beis
231 - :
Bunlar da araziden, tohum ile amelden ve ziraatde kullanılacak hayvaret
mutasavverdir. Şöyle ki:
(1) Arazi
ile tohum bir tarafdarr, amel ile hayvanat da diğer tarafdan olur. Bu müzarea
sahihdir. Çünkü bunda amel üzerine isticar yapılmış
(2) Arazi
ile tohum ve hayvan, bir tarafdan, amel da diğer tarafdan olur. Bu da sahihdir.
Arazi sahibi ksndi Eetiyie iş görmek iuere âmili isticar etmiş olur. .
(3) Arazi
bir tarafdan, amel ile tohum, hayran da diğer tarafdan olur.
Bu da sahihdir. Çünkü
bu takdirde tohum sahibi, rnahsulâtdan malûm bir cüz'ü mukabilinde araziyi
isticar etmiş olur.
Müzareada amelden
maksad, ekinlere aid işlerdir. Tohumu tarlaya nakl ile ekmek, araziyi suvarmak,
mezruatı muhafaza etmek, ekinleri biçmek, harman etmek gibi.
Bir kimse, ekmiş
olduğu tarlasını daha mezruat kemale ermeden su vermek, muhafaza etmek gibi
amellere muhtaç olursa bunu müzarea yo-liyle başkasına verebilir, bu caizdir.
(4) Arazi
ile hayvan bir tarafdan, amel ile tohum da diğer taraf dan olur. Bu müzarea,
fâsiddir.
(5) Arazi
ile amel bir tarafdan, tohum ile hayvan da diğer taraf dar; olur. Bu da
fâsiddir.
(6) Arazi
ile tohum ve amel bir tarafdan, hayvan da diğer tarafdan olur,. Bu da fâsiddir.
(7) Arazi
ile amel ve hayvan bir tarafdan, tohum da diğer tarafdan olur. Bu da fâsiddir.
Çünkü bu son dört suretde sahih bir isticar mahiyeti yoktur. (Dürrümuhtar,
Reddimuhtar). '
232 - : Akdi
müzareanın rüknü ise icab ve kabuldür. Şöyle ki: Arazi sahibi, âmile = Yani
çiftçiye hitaben: «Bu yeri hasılatından şu kadar hisse almak üzere sana müzarea
veçhile verdim.» deyip âmil de «Kabul etdim.» veya «Razi oldum.» dese, yahud
rizasına delâlet eder bir söz söylese aralarında müzarea mün'ak'd olur.
Kezalik: Evvelâ
çiftçi, yer sahibine «Ben senin arazinde müzarea veçhile amel edeyim.* deyib
sonra da yer sahibi buna razi olsa yine müzs-rea mün'akid olur. (Dürer).
233 - : Müzareanın hükmüne gelince bu da hâlen
mülkü menfaat de, meâlen de, hasılat da, şirketdir.
Müzareamn sıfatı da
âkidlerden tohum sahibi olmayan taraf hak kında akdi müzareanın ukudi lâzimeden
olmasıdır.
Binaenaleyh akdden
sonra tohum sahibi olmayan taraf, tohum sahibinin rızası olmadıkça akdi
müzareayı fesh edemez. Meğer ki bir özrü bulunsun.
Meselâ: Medyun olub da
müzareaya verdiği arazisinden başka satarak borcunu ödeyecek malı bulunmazsa
müzareayı fesh edebilir.
Tohum sahibi olan
taraf hakkında ise tohum henüz ekilmemi; olunca akdi müzarea, gayrı lâzimdir,
bunu fesh edebilir. Çünkü tohumun telef olması ihtimâline mebni ekmeğe icbar
edilemez. {Dürerülhükkâm). [45]
234 - :
Müzareanın sıhhati için sekiz şart vardır. Bu şartlardan biri bulunmazsa
müzarea fâsid olur. Aşağıdaki meseleler bu
şartlan göstermektedir. .
235 - :
Müzareada âkidlerin ehliyeti, yani:
Akil olmaları şandır. Çünkü ehliyeti haiz olmayan kimselerin hiç.bir
akdi sahih değildir. Fakat âkidlerin baliğ olmaları şart değildir. Binaenaleyh
mezun olan. âkil bir çocuk da
akdi müzareada bulunabilir.
236 -
:'Müzareada bir sene, iki sene gibi ziraate kâfi bir müddetin zikr ve tâyin
edilmesi şartdır. Aksi takdirde müzarea abes yere yapılmış olur.
237 - :
Müzareada tohum .kimin tarafından verileceğinin
beyan olunması sartdir. Çünkü bunun meçhuliyyeti nizaa müeddi olur. .
238 - :
Müzareada ne ekileceğinin tâyini, yahud çiftçi her ne dilerse ekmek -'izere
tamimi şartdır. Çünkü melhuz menfaat ve âmile aid. ücret, tohuma göre tebeddül
eder. Ve bazı tohumlar yere zarar vereceğinden buna arazi sahibinin razi
olması lâzım gelir. Amma tohum mikdarı-nm malûm olması şart değildir. Zira
tohumun mikdarı. arazinin büinme-siyle malûm olur.
Bir de tohum yer
sahibi tarafından verilirse bu müzareanın sıhhati için bunun cinsini beyan icab
etmez. Çünkü bu halde müzarea, ekmeden evvel zaten malûm değildir, ektikten
sonra ise ücret. - çiftçinin alacağı hasılat - malûm bulunmuş olur.
239 - :
Müzareada âkidlerin mahsulâtdan hisselerinin cüz'ü şayi olarak tâyini
şartdır. Şöyle ki: Tohum, arazi sahibine aid ise hini akdde çiftçinin
hasılatdan olmak üzere hissesinin nısıf, sülüs gibi bir cüz'ü şayi olarak tâyin
edilmesi lâzımdır. Eğer hissesi böylece tâyin edilmezse ve yahud hasılatdan
başka bir şey verilmek üzere tâyin edilirse ve yahud hasılatdan şu kadar kile
diye kat'î suretde, tâyin olunursa müzarea sahih olamaz. Çünkü bu veçhile
ücret tesmiyesi, müzarea mahiyetine münafidir. Bilâkis tohum sahibi çiftçi
olduğu takdirde de arazi sahibinin mahsulâtdan hissesinin bir cüz'i sâyi
suretiyle tâyin edilmesi icab eder. Böyle olmadıkça âkidlerin hisseleri,
ücretleri sahih suretde tâyin edilmiş olamaz.
240 - :
Müzareada arazinin ziraate elverişli
olması şartdır. Çünkü maksud, bu halde husule gelir. Arazi, çorak veya taşlık
olarak ziraate sa-lih olmadığı takdirde ise müzarea fâsid olur.
241 - : Müzareada
ekilecek arazinin çiftçiye teslim edilmesi şandır. Çünkü
çiftçinin amelde bulunabilmesi
bu teslime mütevakhfchr Hattâ arazi sahibi ile âmilin
birlîkde amel etmeleri gibi teslimi ihlil edecek bir şart bulunsa müzarea
fâsid olur.
Müzarea neticesinde
hasılat meydana gelince bu haclatc
âkidîerin şirketi = Şerik sayılmaları'
şartdır. Çünkü müzarea ibdidaer.
icare, intihaen şirket mahiyetindedir. Binaenaleyh hasüatda şirketi;: ka: ına
müeddi oîan her şart, müzareayı ifsad eder. (Hindiyye, Dürer.maül'enhür). [46]
243 - :
Sahih bir müzareada âkidler hâsılatı aralarında yaprr. oldukları şarta göre
taksim ederler. Münasefeten veya. ikili birli taksin gibi. Hâsılat olmazsa
çiftçi bir şey alamaz. Çünkü çiftçi, hâsılatdan bir mik dara bir şirket
hasebiyle müstahik olur, hâsılat olmayınca şirket telur-mamış olur.
(Reddimuhtar).
244 - :
Müzareada hâsılat, çiftçinin elinde emanetdir. Binaenaleyh bu hâsılat, onun
sun'u olmaksızın telef olsa kendisine zaman lâzıır. gelmez. Müzarea velev ki
fâsiden akd edilmiş olsun. Fakat onun sun'iyle veya taksiriyle telef olursa
arazi sahibinin hissesini zâmin olur.
Meselâ: Çiftçi,
araziye su vermeği gayrı mûtad bir suretde anien terk veya tehir etmekle
mezruat kurursa bunların bu su vermeği teri: et-diği gündeki nabiten kıymetini
zâmin olur. Eğer bunların kıymeti ye-' ise o arazi bir kerre ekilmiş olduğu bir
kerre de ekilmemiş bulunduğu lale kıymet takdir olunur, ikisinin arasındaki
fazla farkı zâmin olur.
245 - :
Fâsid bir müzareada hâsılat, kamilen tohum sahibinin olar. Çünkü bunlar onun
mülkünün nemasıdır. Arazi sahibi ise arazisinin ecri mislini alır. Çünkü tohum
sahibi onun arazisinin menfaatlerini akdi İkiâ ile istifa etmişdir. Bu ecr-i
misi, îmamı Azam ile İmam Ebû Yûsüf'e gire ecri müsemmayı tecavüz edemez. Arazi
sahibi bu mikdara razı olmuştır. îmam Muhammed'e göre ise baîiğan mâbelâğ ecri
misi lâzım gelir. Zira fesâd halinde tesmiye lâğvdır. (Mecmaül'enhür).
Ve eğer tohum sahibi,
arazi sahibi olub da diğeri çiftçi ise bu çiftçi, ecri misi alır. Bu ecir, akd
zamanında meşrut olan mikdarı tecuz edemez. Bu mikdar tesmiye edilmemiş ise
baliğan mâbelâğ ecr-i misi lâzım gelir. (AbdtiThalîm fetâvâsı.) [47]
246 - :
Müzarea, beş sebebden biri vücuda gelince münfesih olur.
Şöyle ki:
(1) Müzarea,
âkidlerden birinin vefatı halinde bâtıl ve münfesih olur.
Çünkü müzarea, icare
mahiyetindedir. îcare ise mal sahibiyle
müstecir-den birinin vefatiyle bâtıl olur.
(2) Müzarea,
tohum sahibinin özürsüz yere de olsa daha tohum saçılmadan fesh etmesiyle
münfesih olur.
(3) Müzarea,
bazı azare mebni fesh edildikde münfesih olur.
Meselâ: Yer sahibinin
borcu zuhur edib bu yerin satılmasına lüzum gorüîdükde bakılır: Eğer daha
ekilmemiş ise müzara fesh olunarak yer satılır. Ve eğer ekilmiş de henüz
bitmemiş ise yine müzarea fesh edilebilir. Maamafih bu suretdeki feshden
dolayı bazı fukahaya göre rizaya veya kazaya ihtiyaç vardır. Fesh takdirinde
tohum, çiftçinin olunca îmam Ebû Yûsüf'e göre yer sahibi bu tohumu zâmin olur.
îmam Muhammed'e göre ise bir kerre
ekilmiş, bir kerre de ekilmemiş olarak takvim edilir, tohumun vücuda getirdiği
ziyade mikdan /âmin olur.
Fakat tohum, tenebbüt
etmiş olursa artık müzarea fesh edilerek yer hemen satılamaz. Çünkü buna
müzariin hakkı taallûk etmişdir. Meğer ki kendisi buna icazet versin.
(Dürrümuhtar).
(4) Çiftçi
hastaîansa veya sefere gitmek istese veya başka bir sanata girmek arzusunda
bulunsa müzareayı fesh edebilir. (Dürrümuhtar).
(5) Çiftçi
hain olub hâsılatı çalmasından korkuîursa diğer taraf müzareayı fesh edebilir
ve onun feshiyle müzarea münfesih olur. (Reddimuhtar). [48]
247 - :
Müsakat, bir taraf dan escar, yani: Bir seneden ziyade yerde kalan nebatat,
diğer tarafdan da ıslâh ve tenmiye olmak vs bunlardan maksud olan meyva, yaprak
veya saire aralarında bir nisbet dahilinde taksim edilmek üzere yapılan bir
nevi şirketdir.
Binaenaleyh ^ıüsakat,
müsmîr olsunlar olmasınlar ağaçlar hakkında yapılabileceği gibi asmalar,
yoncalar gibi bir seneden ziyade devam eden nebatat hakkında da yapılabilir.
248 - :
Müsakatda şurût, hükm, ve fukahayı kiramın ihtilâfı bakıcından müzarea gibidir
Şöyle ki: Müzareada aranılan şartlar, meselâ: Akidlerin âkil olmaları müsakatda
da aranır. Ancak müsakatda müddeti
tâyin şart değildir. Müsakat, müddet
tâyin edilmeksizin de sahih olur. Çünkü meyvalann ve emsalinin yetişmeleri için
malûm vakitler vardır. Ekinler ise böyle değildir.
Müsakat, imameyne ve
Eimme-i Selâseye göre şahindir, müftabih olan da budur. Fakat İmamı Azam'a göre
bâtıldır. (Mecmaül'enhür).
249 - :
Sahih bir müsakatda âkidler, aralarında şart etdikleri veçhile meyvaları ve
saireyi taksim ederler. Fâsid bir müsakatda ise hâsıl olan meyva ve saire
tamamen ağaçların sahibine aid olur. âmil 'de ecri misil alır. Meselâ: Akdi
müsakatda meyvalann husule geleceği bir zaman tesmiye edildiği halde meyvalann
husulü bu müddetden teehhür etse aka fâsid olmuş olur. Çünkü' bu halde tesmiye
edilen müddetde hata edildiği-tebeyyün eder, artık âmil. ecri misline müstahik
olur. (Mecmaül'enhür).
250 - : Müsakat, her iki taraf hakkında da lâzım
bir akddir. Bir mu-sakat ancak şu altı sebebden biriyle münfesih olur:
(1-2)Akidlerden birinin vefatı, (3) Müsakat müddetinin nihayet bulması. (4)
Ağaçların bîlistihkak zabt edilmesi. (5) Müsakatı bir özüre mebni iki tarafdan
birinin'fesh etmesi, (6) Müsakat hakkında iki tarafın ikalede bulunması.
Şu kadar var ki,
meyvaları daha ham iken ağaçlann sahibi vefat etse meyvalar yetişinceye kadar
müsakat baki kahb âmil işine devam eder; müteveffanın vârisleri ona mâni
olamazlar. Çünkü aksi takdirde âmil. iz-rar edilmiş olur.
Bilâkis, âmil vefat
etse yine müsakat istihsanen devam eder. vârisi onun makamına kâim olur,
dilerse meyvalar yetişinceye kadar işine devam eder. ağaçların sahibi ona mani
olamaz. Zira bunda iki tarafın menfaati vardır.
251 - :
Müsakat akdinden sonra meyvalar daha ham
iken ağaçlann ?ahibi vefat etmekle âmil, zararım iltizam ederek işine devam
etmek istemese vârisler muhayyer olurlar. Şöyle ki: Dilerlerse âmil ile
bilittifak ham meyvaları meşrut veçhile aralarında iktisam ederler. Ve dilerlerse ham meyvalardan âmilin
hissesinin kıymetini vererek meyvalann
tamamını kendileri alırlar. Ve dilerlerse meyvalar yetişinceye kadar hâkimin
izniyle masraf ederek sonra tamamiyle âmile müracaat ederler. Şu kadar var ki
bu masraf, âmilin meyvalardan hissesinin kıymetini tecavüz edemez. fTahtavî.
Reddimuhtar).
252 - :
Müsakat akdinden sonra âmil vefat etmekle vârisleri işe devam etmekden imtina
etseler amele icbar edilemezler. Bu halde ağaçlann sahibi muhayyer olur. Şöyle
ki: Dilerse ham meyvaları vârisler ile meşrut veçhile
iktisam ederler, dilerse vârislerin
ham meyvalardan hisselerinin kıymetini
verir ve dilerse kendisi hâkimin izniyle
meyvalar yetişinceye kadar maruf mikdar para sarf ederek sonra bu parayı
vârislerden alır. Şu kadar var ki bu para, vârislerin meyvalardan alacakları
hisselerin kıyme-, tini tecavüz edemez. (Dürer,
Reddimuhtar).
253 - : Akdi
müsakatdan sonra ağaçların sahibiyle âmil vefat edib meyvalar henüz ham bir
halde bulunsa yukarıda beyan edildiği üzere âmi lin vârisleri muhayyer olur.
Şayed bunlar bununla uğraşmakdan imtina ederlerse eşcar sahibinin vârisleri
yukarıda yazıldığı veçhile muhayyer bulunur. Bu iki takdirde dz vârisler
müverrislerinin yerine kaim olmuş olurlar. fTahtavî Reddimuhtar). [49]
(1)
Malikl'lere göre müzarea hakkında üç kavi vardır: Birincisi, mü-zarea ekin
ekilmedikce gayn lâzim bir akddir. Çünkü bu, bir şirketdir. Şirket ise akd ile
lâzim olmaz. İkincisi, müzarea akd ile lâzım olur. Süh-nun ile tbni Macişun
buna kaildir. Zira müzareada icare mahiyeti galib-dir. Binaenaleyh mücerred akd
ile lâzım olur. Üçüncüsü, müzarea kendisine bir amel munzem olduğu takdirde
lâzim olur. (Düsûkî).
(2)
Müzareanın rüknü, akd-i müzareada müstamel tâbirlerdir. Hükmü-de şeraitini camı
olduğu takdirde cevazdır. Ziraat ise haddizatında bir farzı kifayedir.
İnsanların, hayvanların buna ihtiyacı vardır.
(3)
Müzareanın sıhhati içirr dört şart vardır. Şöyle ki:
(A) Arazi şer'an memnu
bir şey ile kiralanmamış olmalıdır. 'Arazinin tohum mukabilinde olarak
müzareaya verilmesi gibi.
(B) Şeriklerin kârda
mütesavi olmalan, yâni: Her biri kendi re'sül'-mâline göre hâsilatdan şayian
bir hisse almalıdır,
(O) Şeriklerden her
biri, tohumu diğerinin tohumiyle kanşürmalı, bunları birbirinden temyiz
edilemeyecek bir hale getirmelidir. Bazı zatlara göre bu, şart değildir.
(D) Şeriklerden her
birinin tohumu, diğerinin tohumiyle cins ve sınıf itibariyle mütemasil
bulunmalıdır. Binaenaleyh birisi meselâ: Buğday, diğeri arpa koyacak olsa
şirket fâsid olur, her birisi kendi tohumunun hâsılatını alır, kendisine aid
masrafdan fazla bir şey sarf etmiş olursa bununla şerikine rücu edemez. Bazı
zevata göre bu şart da lâzım değildir.
4 - :
Malikîlere göre caiz olan müzarea, şu veçhile yapılır:
Evvelâ: Ekilecek
araziye bîr icare kıymeti takdir edilir, bu kıymet nükuddan veya hayvanatdan
veya uruzi ticaretden olur. Sonra o arazide çalışacak şahsın ameline ve
kullanacağı arazi âletine bir kıymet takdir edilir, tohum da ikisi arasında
münasefeten müşterek bulunur. Bunun neticesinde husule gelecek kâr, bu
kıymetler nisbetinde sahiblerine verilir.
Mese-â: Yerin kira
kıymeti elli lira, amel ile âletlerin kıymeti de elli lira olsa müzareayı
yapan iki tarafın her birine kârın yansı aid olur. (Şâyed birisi fazla
sunmasını şart koşsa müzarea fâsid olur.) [50]
(Malikîlere göre yerde
biten nebatat ve eşcar beş kısma ayrılır. Bunların bir kısmında müsakat caiz
değildir, diğer dört kısmında müsakatm cevazı için bazı şartlar vardır. Şöyle
ki:
(1) Kısım, sabit asîı olub kendisinden semere
toplanıldığı halde o asıl uzun bir zaman devam eder. Hurma, incir, zeytin,
portakal, üzüm ağaçları gibi. Bu kısımda müsakatm sıhhati için iki şart
vardır. Birincisi, bu akaçlar üzerinden bir zaman gsçîb müsakat akd edildiği
senedeki semere vermeğe salih bir hale gelmiş veya semeresi üzerinde bulunmuş
olmalıdır, îkincisi de akd zamanında semere mevcud ise bu. henüz körpe olub
salâhı zahir olmamış bulunmalıdır. Salâhı zahir olsa ağaç bakılmskdan nüstağni olmuş olur. Her meyvanm salâhı, kendisine göredir.
Meselâ; Hurmanın salâhı kızarmasiyle sair meyvalann salâhı da halâvetiyle
teay-yün eder.
(2) 'Kısım,
sabit aslı olduğu halde devsürüîecek
semeresi bulunmaz. Ilgın, çam, söğüt ağaçları gibi. Bu kısımda müsakat sahih
olmaz.
(3) Kısım,
sabit aslı olmayıb devşürülecek semeresi bulunur. Karpuz, kavun, hıyar, bamya,
şeker kamışı gibi. Bu kısımda müsakatm sıhhati şu be~ sartm vücuduna
mütevakkıfdır, birincisi: Kesildikden sonra tekrar semere vermemelidir. Soğan,
turp, havuç, marul gibi. TekraT verirse müsakat sahih olmaz. Birsim, keras,
tere, şehtere gibi. İkincisi: Sahibi bunları tamamivle suvarmakdan, bunlara
hizmetden aciz bulunmalıdır. Üçüncüsü: Sahibi başkasiyle müsakat akd etmediği
takdirde bunlann zayi ola--cadından korkmalıdır. Dördüncüsü: Ağaca benzemesi
için yerden zuhur edib görülmelidir. Beşincisi: Salâhı zahir olmuş olmalıdır.
Bu şartlar bulunmazsa bu kısımda müsakat sahih olmaz.
(4) Kısım,
sabit aslı ve devsürüîecek semeresi olmayıb yaîmz çiçeği ve kendisiyle intifa
olunur yapraklan bulunur. Gül, yasemin gibi. Bu da birinci kısım hükmündedir.
Bunlarda sahibinin bunları suvarmak, tımar
etmekden aciz
bulunması §art değildir.
(5) Kısım,
yaş yeşilliklerdir ki, semereleriyle değil, kendileriyle inti- ' fa kasd
olunur. Bunlar iki nevidir. Birinci nevi, kökünden kopanlıb halefi kalmayan
sebzelerdir. Soğan, sarmısak, turb gibi. İkinci nevi; kendisi kopanlıb kökü,
aslı kalan sebzelerdir, maydanos, baldırıkara otu gibi. Bu dördüncü kısım da
üçüncü kısım hükmündedir. Bunda da müsakatm sıhhati için ayni şartların
bulunması lâzımdır.
Müsakatda eşcar ve
nebatat sahibiyle âmilin hisselerine mahsus şartlar ise şunlardır: Her birinin
hissesi sülüs, rubu gibi bir cüz'ü muayyen olmalıdır. Bütün ağaçların
semeresinde müstevıyen şayi olmalıdır. Bir taraf için miktan muayyen bir hisse
tâyin edilmelidir, yirmi kile veya filân ağacın semeresi gibi. (Şerh-i
Muhammedilhirşî, Mezahibi'erbaa). [51]
(Müzareada arazi ile
tohum bir tarafdan, amel de diğer tarafdan olur. Arazi bir tarafdan, tohum ile
amel de diğer tarafdan olursa buna «Muhabere» denir.
Müzarea da, muhabere
de Şafiî'lerce memnudur. Çünkü bir yeri, on-dan çıkacak ekinler mukabilinde
tecir sahih değildir. Bunda garer vardır, yani: Bunun âkibeti meçhuldür, insan
aldanmış olabilir. Arazinin menfaatini icareye vermek suretiyle tahsil
mümkündür.
Binaenaleyh bu habdaki
memmıiyyete, fesada rağmen bir müzarea akd edilerek amel vâki olsa mahsulât
arazi sahibine aid olur, âmil de mesaisinin ve yere sarf etdiği şeyin ücretine
müstahik bulunur.
Fakat diğer bir kavle
nazaran müzarea, Şafiî'lerce»de müsakata tebe-an caiz görüîmüşdür. [52]
(1) îmam Şafiî'ye göre reşid, muhtar olan kimselerin müsakatı sa-hihdir.
Bir maslahat görülürse çocuk, mecnun, sefih namına velisi, beytüV mâl namına
veliyyüi'emr, vakf namına mütevelli akd-i müsakatda bulunabilir.
(2) Müsakat,
İmam Şafii'nin kavl-i âhırına göre yaîniZ nurms ve hakkında carîdir, kadîm
kavine göre ise sair meyva ağaçlann-da da carîdir.
(3) Müsakat,
meyva ağaçlanna ve bunlann 'semTesine münhasir olmakla beraber bu ağaçlara
tâbi sayılacak boş arazide de "bu ağaçlara bean müsakat carî ölür mu? Bu
meselede ihtilâf vardır. İmame/S6» Im£un
Ahmed'e, îbni Ebî
Leylâ'ya göre böyle bir müsakat, caizdir. îmam Şafiî ile Zâhirî'Ier ise
müsakatı semerelerden başkası hakkında caiz görmemişlerdir. İmam Malike göre
de arazi, semerelere tâbi, semereler ise ekser bulunursa bu arazinin müsakata
duhûlünde beis yokdur.
Maamafih Şafiî
fukahasının beyanım göre hurma veya üzüm ağaçlan arasında ekinsiz boş arazi
bulunsa bu arazi hakkındaki müzarea, bu ağaçlar hakkındaki müsakata tebean
sahih olur. Elverir ki, âmil, mütte-hid olsun, yani: Müsakatı kabul eden ânil,
müzareada bulunan âmilden başkası olmasın ve ağaçlan münferiden i=ka ile
arazide münferiden ziraat yapılması güç bulunsun. Bu iki şart tahakkuk edince
rnüsakat ile mü-zareamn bir akd ile yapılması caiz olur.
(4)
Hüzaz =
Ağaçların meyvalarını kesib devşürmek, âmil üzerinedir. Bu arazi sahibi
üzerine şart edilse müsakat münfesih olur.
Hurma ağaçlannı budaklamak, islâh etmek, İska etmek de âmile aiddir.
Fakat bu ağaçların etrafına çit yapmak âmile lâzirc gelmez. Çünkü bu, semerelerin
ziyâdeliğine tesir edecek amellerden değildir.
(5) Amil
vefat edince bakılır: Eğer terikesi mevcud ise müsakat devam eder,
terikesinden bu temin edilir, Terikesi mevcud değilse rebbül' mâl. onun
amelinin ücretini vârislerine teslim eder, akd-i müsakat fâsid olur.
(6) Müsakat,
bunu ifadan acz ile de münfesih olur. Amil, amelini itmam etmeden kaçıb gaib
olsa veya hastaUnsa veya haps edilerek rebbül' mâl müteberrian lâzım gelen
amelleri itmam etse âmilin istihkak] meşrut veçhile baki kalır. Fakat böyle
yapmayıb hâkime müracaat ederse hâkim. onun yerine amelde bulunacak bir şahsı
isticar eder. Elverir ki müsaiat ile âmilin gaib olması sabit, ihzarı müteazzir
olsun.
(7)
Müsakatda arazi sahibi ile âmilin husule
gelecek semerelerde müşaen müşterek
olmaları, ve her birinin hissesinin -tâyin edilmesi şart-dır. Bu semereden
üçüncü bir şahsa bir hisse verilmesini şart koşmak sahih değildir.
(8)
RebbüPmâl ile âmil, semereden ne mikdar üzerine müsaîcst akd edilmiş olduğunda
ihtilâf'etseler, ikisi tehalüfde bulunarak müsakatı fesh ederler, âmil amelinin ücretine müstahik olur[53]
(1)
Müzareanın rüknü icab ve kabuldür. «Bu tarîaj'i sana hâsılatının yansı
.mukabilinde müzareaya verdim.», «Kabul etdim.» sözleri gibi. Lâfzen kabul
bulunmaksızın amele başlanılması da kabul sayılır.
(2) Müzarea,
bir akd-i caizdir, lâzim değildir. Her iki taraf bunu fesh edebilir. Velev ki
tohum yere ekilmiş olsun. Eğer bu halde yer sahibi müzareayı fesh ederse âmile
amelinin ücretini vermesi lâzim gelir.
(3) Akd-i
müzareanın sıhhati için şunlar şartdir:
Âkidler ehil
olmalıdırlar. Binaenaleyh mecnunların, gayrı mümey yiz çocukların müzarea
akdleri sahih değildir.
Tohumun cinsi ve
mikdan malûm olmalıdır. Binaenaleyh tohum meçhul veya müteredded olursa akd
sahih olmaz.
Ekilecek yer ve onun
mesahası malûm. olmalıdır:
Ekilmesi istenilen
tohumun nev'i malûm bulunmalıdır. Yer sahibi âmile hitaben: «Eğer arpa eker
isen sana hâsılatının onda biri, buğday eker isen sana yansı olsun», dese sahih
olmaz, bunda cehalet vardır.
Şeriklerden her
birinin hâsilatdan hissesi nısıf, sülüs gibi şayi olmalıdır. Şâyed
birine.muayyen bir mikdar, meselâ: Şu kadar kile buğday diye şart kılınırsa
akd, fâsid olur. Nitekim yer sahibi hâsılatdan tohumu mikdanm alıb mütebakisi
aralarında taksim edilmek şart kılınsa yine sahih; olmaz.
(4)
Müzareada arazi ile tohum veya bunlar ile beraber hayvan bir ta-rafdan, amel de
diğer tarafdarr olur. Tohumun yer sahibine aid olması, sahih olan kavle göre
şart değildir. Binaenaleyh, bir tarafdan yalnız arazi, diğer tarafdan da
tohum, hayvan, amel olabilir.
(5) Müzarea
fâsid olunca ekin. tohum sahibinin olub üzerine âmilin ecri misli lâzım gelir.
Şâyed tohum âmile aid bulunursa âmil, arazinin ücreti mislim sahibine zâmin
olur.
(6)
Müzareada hâsılatdan hükümet namına bir hisse alınacak olsa bu babdaki Örfe
göre hareket olunur. Şöyle ki: Arazi
sahibinden alınması mütearef ise ondan alınır, âmilden alınması âdet ise
âmilden alınır. Meğer ki bunun hilâfına bir şart bulunsun, o halde şarta
ittiba olunur.
Nitekim bir kasaba
ahalisinden istenilen vezaifi hükümet onların mallarına göre tevzi edilir. Bu
vezaif = Tekâlif, ekinler veya ağaçlar üzerine vaz edilmiş ise bunlann
sahihlerinden alınır, müstecirlerden alınmaz, meğer ki müsteeirierin vermesi
meşrut bulunsun. Bu tekâlif, mutlak suretde vaz edilmiş ise bu babdaki âdete
ittiba olunur). [54]
(1)
Hanbelî'lere nazaran müsakat iki suretle olabilir. Birisi: Bir kimse,
arazisini üzerinde hurma veya sair msyva ağaçlan dikilmiş olduğu hal-de bir
şahsa semeresinden nısıf, sülüs gibi bir cüz'ü şayi mukabilinde müsakat için
verir. Diğeri de bir kimse, arazisini ve dikilmemiş ağaçlarım bu arazi üzerine
dikib yetişdirmek ve bu ağaçlardan veya bunların raeyvala-rından malûm bir
cüz'e müstahik olmak üzere bir şahsa müsakat için teslim eder. Bu ikinci kısma
bilhassa «Münasebe, mügarese» adı verilmiştir.
(2) Müsakatın sıhhati için şu gibi şartlar vardır
: Ağacın yenilecek semeresi olmalıdır.
Ağacın saki olmalıdır.
Karpuz, kavun gibi saki olmayan ekinler hakkında müsakat sahih olmaz. Bunların
hakkında müzarea şahindir.
îki tarafın hisseleri
cüz'i şayi suretiyle müteayyen olmalıdır. Birinin hissesi kat'î suretde beyan
olunur, meselâ yüz kilo hurma veya şu kadar para denilirse müsakat sahih olmaz.
Çünkü buna müsavi bir semere husule gelmemesi muhtemeldir.
Hakkında müsakat
yapılacak ağaç, sahibinin ve âmilin - görmekle veya vasfı beyan edilmekle -
malûmları bulunmalıdır.
Ağaçlar arasında
muayyen bir ağacın semeresi âmile tahsis ve şart kılınmamış olmalıdır. Çünkü o
ağacın semeresi vücuda gelmeyebilir.
Bu beş şart bulunmazsa
müsakat, fâsid olur.
(3) Henüz
meyva verecek çağa gelmemiş olan küçük ağaçlar hakkında da müsakat şahindir.
Şu şart ile ki müsakat müddeti, bu ağaçların galibi hale nazaran meyva
verecekleri zamana kadar devam etmelidir.
(4)
Müsakatda müzarea gibi bir akd-i gayrı lâzimdir. Âkidlerden her biri bunu
dilediği vakit fesh edebilir. Amil, semere zuhurundan sonra mü-sakatı fesh etse
bu semere, akd zamanında şart edildiği veçhile aralarında müşterek olur. Bu
ağaçların bakım müddeti henüz hitam bulmamış ise âmil bunlara bakar, akdi fesh,
bu halde îüzûm-i ameli refetmez.
Müsakatı ağaçların
maliki fesh etdiği takdirde ise üzerine âmilin amelinin ecri misli lâzım gelir.
(5) Müsakat,
gayrı lâzım bir akd olduğundan bir müddet ile tevkiti meşrut değildir. Müsakat
için bir müddet tâyin edilib de bu müddetde semere husule gelmese âmil bir
şeye müstahik olmaz. (Neylül'meârib, Mezahib-i erbaa). [55]
(1)
Zâhirî'lere nazaran ekinleri, dikilen şeyleri çoğaltmak güzeldir. Bunlar
sahibini cıhaddan meşgul kılmadıkça sevaba vesiledir. Nitekim Sa-hilı-i
Buharî'de münderic bir hâdis-i şerif de: bûyunılmuşdur. Yani: Her hangi bir
müsîüman, bir ağaç diker veya bir ekin eker de ondan bir kuş veya bir insan
veya bir hayvan yerse bununla o müsîüman için bir sadaka sevabı
vücuda gelmiş olur.
Vakıa yine Sahih-i
Buharî'de mezkûr bir hâdis-i şerifde bu vurulmuş dur. Yani: Bir kavmin hanesine
ekin âleti dahil oldu mu o araya zillet de dahil olur. Fakat bu, mezmum,
zelilâne bir ziraat hakkındadır ki sahihlerini cıhaddan, mukaddesatı
müdafaadan, ve sair terakki esbabını tedarükden meşgul kılar.
«Vakıa yalnız
ekincilikle iştigal edib de yurdun müdafaasını temin edecek mesaiden, vesaiti
teminden bihaber olan cemiyetler, başka milletlerin mağlubu olarak ekdikleri
yerler de ellerinden çıkar, esaret zilletine mahkûm olurlar. Binaenaleyh bir
cemiyet efradı yalnız ziraatle meşgul olamaz, yurdlarının muhtaç olduğu sair
şeyleri de müesseseleri de temine çalışmaları icab eder.» «Buharı Şerh-i
Aynî'de denildiğine göre: Bu zillet hududda ikamet edib de müdafaa gayretini ihmâl
edenler hakkındadır. Yoksa ziraat de haddi zatında memduhdur, ihzariyle
mükellef olduğumuz müdafaa kuvveti esbabından maduddur. Mâhaza Mısır'da
olduğ:ı gibi bazı arazi mutasarrıfları bir takım iktaât sahiblerinin,
derebeylerinin ağır teklifleri, vergileri altında pek zelilâne bir halde
yaşamaktadırlar.yukarıdaki hâdis-i şerif, bu hale de bir mucize kabilinden
olarak vaktiyle işaretj mütazammın bulunmuşdur.»
(2)
Zâhirî'lere göre ekilecek araziyi nükud veya uruz gibi bir bedel
mukabilinde kiralamak caiz değildir, bu
hususda nehy-i nebevi vardır. Belki arazinin ekilmesi hususunda şu üç suretden
biri iltizam edilir:
(A) Bir kimse, kendi
arazisini kendi aletleriyle, kendi yardımcılariy-le ve kendi tohum ve
hayvaniyle eker.
(B) Bir kimse, kendi
arazisisinin ekilmesini bir şey almaksızın başkasına ibahe eder.
(C) Bir kimse,
arazisini kendi tohumiyîe, hayvaniyle ve âvân ve âlâtı ile ekecek başka bir
şahsa mahsulâtın bir cüz'i mukabilinde verir. Bu halde arazi sahibi, hasılatın
nısf, sülüs gibi bir cüz'i şâyiine müstahik olur, mütebakisi de eken şahsa aid
bulunur. Şâyed hiç hâsılat olmazsa arazi sahibi bir şeye müstahik olmaz.
Tohumun, hayvanın,
âletin veya yardımcının arazi sahibi tarafından tedarik edilmesini şart koşmak,
caiz değildir, bununla akd fâsif olur. Fakat arazi sahibinin ekinciye tohu
mveya para borç vermesi veya tetevvü-an yardım etmesi caizdir, güzeldir. Çünkü
bu,.bir hayırdır. Birr-ü takva üzerine bir teavündür.
(3) Arazi
sahibi ile ekinci, araziye muayyen bir şey ekmek üzere bir-riza ittifak
ederlerse bu güzeldir, bir şey tâyin etmezlerse daha güzeldir. Fakat muayyen
bir şeyin ekilmemesini şart koşarlarsa bu, bir şartı fâsid ve akdi fâsid olur.
Meğer ki arazi sahibi, arazisine veya ondaki ağaçlara
muzır olacak bir şeyin ekilmemesini şart
koşsun, bu vacibümaye bir şarttır. Çünkü bunun hilafı fesaddır, ekinleri
ihlâkdir. Kur'anı mübinde ise buyurulmuştur. Binaenaleyh bu, kitabullahda
bu-unan t(ir şartdır, bu cihete sahihdir, lâzimdır.
(4)
Müzareayı mayyen bir müddete kadar akd etmek helâl değildir. Bu mutlak suretde
akd edilir. Bilâhare iki tarafdan her
hangisi dilerse ameli terk edebilir ve hangisi vefat ederse muamele bâtıl olur.
Fakat ber-hayat olan taraf ile vefat eden tarafın vârisleri müzareanm devamını
bir-riza iltizam ederlerse müzarea devam eder.
(5) Ekin
ekildikden sonra arazi sahibi, veya âmil
müzareaya nihayet vermek isteyebilir, bu caizdir. Fakat ekinlerin intifa
edilecek bir hale gelmesine kadar âmilin veya vârislerinin bunlara hizmet
etmesi lâzım gelir. Çünkü bu maksadla akd yapümışdır. Aksi takdirde mal izaa,
hars ifade edilmiş olur. Bundan ise nehiy vârid olmuştur.) [56]
(1) Bir
kimse, bir arzi beyzayı.= Ekinden, ağaçdan hâlî boş bir yen ağaç dikmek üzere
bir şahsa-vermek istese bu, yalnız iki vecihden biriy--le caiz olur, Şöyle ki:
Ya bütün ağaçları ve lâzım gelen şeyleri kendisi hazırlayarak yalnız bunlan
ekmek, timar etmek üzere bir şahsı muayyen bir müddetle ve muayyen Mr ücretle
isticar eder. Bu ücret, o yerin mu-
. ayyen. tefrik edilmiş
veya muayyen muşa bir parçası da olabilir.
Ve yahud ağaçları ve
sair lâzım gelen şeyleri âmil hazırlar ve hiz-metde bulunur. Yer sahibi
kendisine bululardan nısıf, sülüs, rubu gibi muayyen bir cüz'ün verilmesini
teahhüd eder. Bu daha güzeldir, bunda bir müddet tâyin edilmez. Müzueada carî
olan hükmler bunda da carî olur.
(2) Dikilen
şeyler ile henüz intifa edilecek zaman olmadan âmil, mü-gareseden çıkmak istese
çıkabilir. Bu halde dikmiş olduğu şeylerin tamamım alabilir. Yer sahibi
mügareseden âmili çıkararak is,tediği takdirde de hükm böyledir.
İntifa ve nema
zamanına kadar akd devam etdiği takdirde âmil, ma-kudunaleyh olan şeyi alır, bu
onun hakkıdır.
(3) Bir
kimse, her hangi bir ağacı = Saki üzerine kaim olub seneden seneye semere
veren bir nebatı dikmek, timar etmek, suvarmak ve semere hâsıl olunca bundan
muayyen bir senim almak üzere bir şahs ile akdi şirkotde bulunabilir. Bu
caizdir. Buna «Muamele fissimar» denir.
Bu muameleyi îmamı
Azam ile îmam Züfer tecviz etmemiş, imameyn ile Eimme-i Selâse, Evzaî, Ebû
Süleyman, îbrri Ebi Leylâ, Süfyanı Sevrî tecviz etmişlerdir. (Elmuhallâ). [57]
İÇİNDEKİLER:
KISMETİN TARİH, SEBEBİ, MEHASÎNİ VE MEŞ-RUÎYYETİ. KISMETİN RÜKNÜNE VE
KEYFİYETİNE AÎD MESELELER. KISMETİN ŞARTLARI. KISMETİN NEVİLERİ. KISMETİ CZM'E
DAİR MESELELER, KISMETİ TEFRİKA DAİR MESELELER. I-1ISMETİN" HÜKMLERİ.
KISMETLERDE CARÎ MUHAYYERLİKLER. KISMETİN FESH VE İKALESÎ. MUHAYEE =
MENFAATLERİN TAKSİMİNE AİD MESELELER. MUHAYEENİN İFRAZ VE MÜBADELE MAHİYETİNDE
OLMASI. MUHAYEENİN SURETİ İFASI VE FESHİ.
MÜŞTEREK MALLARIN
TAMİRATINA VE SAİR MASRAFLARINA AİD MESELELER. MÜŞTEREK VE GAYRİ MÜŞTEREK
IRMAKLARIN İSLAHINA DAİR MESELELER. SAİR
MEZHEBLERE GÖRE KISMET LAHİKA:
KUR'A HAKKINDA KISMETİN TARİFİ,
SEBEBİ, MEH ASİNİ VE MESRUÎYYEYİ: [58]
254 - :
Kısmet, İstılah kısmında da yazıldığı üzere şayi hisseleri tâ-yh etmektedir..
Yani: Kile, terazi, arşın gibi bir mikyas ile hisseleri birbirinden temyiz ve
ifraz eylemekdir (Hİnidiyye).
255 - :
Kısmetin sebebi, şeriklerin kendilerine mahsus hisselerden istülâl veçhile
intifa etmek talebinde bulunmalarıdır.
Kısmetin mehasirri ise
şeriklerden her biri kendi mülkünde dilediği veçhile tasarrııfda bulunabilib
diğer şeriklerin tesirinden, su'i idaresinden ve -jntizac edememekden halâs
bulmaktadır.
256 - :
Kısmetin meşruiyyeti, kitab ile sünnet İle, icma-i ümmet ile akli ielüler ile
sâbittir. âyeti kerimesi bunu göstermek dedir.
Resûli Ekrem,
sallallâhü taâlâ aleyhi vessellem efendimiz,
ganimet mallarım sahabe-i kiramı arasında taksim etmiş,
bir hadis-i şerifüe: Her hak
sahibine hakkını, hissesini ver» diye vârid olmuş dur.
Bir çok müşterek
malların iştirak halinde kalması, sahihlerinin zararına, muhafazalarının
suubetine müeddi olacağı cihetle onların taksini aklen de lâzimdir. Binaenaleyh
bu taksimin cevazı hakkında ümmetin îc-ma'ı da mün'akid olmuşdur. [59]
257 - :
Kısmetin rüknü, bir fiildir ki, onunla nasibler arasında ifraz ve temyiz husule
gelir.
Kısmetin keyfiyetine
gelince bu, maksumun ihtilâfına göre ölçmek, tartmak, saymak gibi muhtelif
olur. Şöyle ki: Müşterek mal, eğer mekilât-dair ise keyl = Ölçmek ile,
mevzunatdan ise vezn ile, adediyyatdan ise aded ile ve zeriyyatdan ise zira'
ile taksim olunur.
258 - :
Hissedarlar arasında hisselerine göre yapılan taksim, he: halde sahihdfr.
Kısmeti kazada birine hissesinden kıymetçe ziyade hisse vermek sahih değildir.
Kısmeti rızaya gelince, taksim edilen mal, emval: ribsviyyeden ise birine
hissesinden fazla hisse vermek yine sahih değildir. Fakat emvali ribeviyyedan
değilse sahihdir. (Dürrümuhtar).
259 - : Arsa
ve arazî, zeriyyatdan olduklarına mebni zira' ile taksim olunurlar. Fakat bunların
üzerindeki ağaçlar, binalar kıymet takdiriyle taksim edilir. Bu halde ağaç
veya bina bir hisseye isabet etse diğer hisse sahibine mümkün ise arsadan
kıymetçe onlara muadil olacak kadar fazla yer verilir, mümkün değilse nükud ilâve, edilir. İmam Mu-hammed'in
mezhebi böyledir. (Hindiyye).
260 - : Bir
konağın taksiminde bir hissenin ebniyyesi diğer hissenin ebniyyesine nisbetle
daha kıymetli olduğu takdirde mümkün ise diğer hisseye arsadan kıymetçe ona
muadil olacak kadar fazla yer verilir. Mümkün değilse kıymeti fazla olan
hissenin kıymetçe fazlalığına mukabil nükud ilâve edilir. Çünkü sureterr
müsavat = Muadelet mümkün olmayınca manen müsavata itibar lâzım gelir. Bu,
îmam Muhammed'e göredir, fetva da
bunun üzerinedir. îmamı Azama göre yer mesaha ile taksim olunur.
Hissedarlardan birinin nasibi ecved-veya binayı havi olursa diğerine müsavatı
temin edecek mikdar para verir. Bu halde para kısmete za-rureten dahil olmuş
olur. îmam Ebû Yûsüf'e göre ise bina bulunduğu takdirde yerin, tamamı kıymet
itibariyle taksim olunur. Çünkü bu halde tâdil, kısmet ile olmayınca müteazzir
bulunur. (Mecmaürenhür).
261 - : İki
kimse arasında müşterek olub kabili kısmet bulunan bir,
hanenin fevkanisi
birine, tahtanisi de diğerine verilmek istemişe hem fev kani, hem de tahtani
takvim olunarak kıymetleri itibariyle
taksim olunurlar. Çünkü beyinlerinde tâdil, ancak bu suretle kabil
olur. (Reddînmh-tar).
Bu, îmam Muhammed'e
göredir, müftabih olan da budur.
262 - : Bir
hane veya bahçe taksim olunacak olunca kassam olan zat, evvelâ: Taksim edeceği
şeyi kâğıt üzerine tasvir, hissedarların hisselerini de kayd etmelidir.
Saniyen: Arsasını zira' ile mesahada bulunma-lıdır. Bununla beraber arsanın
kıymetini tesbit lâzım gelir. Arsamn parçaları arasında - maliyyeti takvim ile
bilineceğinden - kıymetçe tefavüt bulunabilir. Salisen : Ebniyyesinin
mesahasını ve kıymetini takdir etmelidir. Rabian sahihlerinin hisselerine göre
tesviye ve tâdil etmelidir. Hâ-misen
: Mümkün ise her hisseyi
yekdiğerine taallûku kalmamak üzere hakkı tarik, hakkı şirb ve hakkı mesîli ile
ifraz etmelidir. Sâdisen: Hisseleri birinci, ikinci ve üçüncü diye tesmiye
etmeli, ve badehu kur'a kâğıdını tertib ile ashabının esamisi bu kâğıt üzerine
yazıldıkdan ve yazı ha-ricden okunmayacak mertebe bükülüb kapandıkdan ve bir
kaba kanşdm-lıp vazetdikden sonra kur'a çekilmelidir. Bu kur'a vacib değilse de
tatyi-bi kulübe hadim, töhmetden beri olmakla müstahsendir. (Dürrümuhtarl.
Birinci hisse, ibtida
ismi çıkanın, ikincisi de saniyen ismi çıkanın, üçüncü hisse de sâlisen ismi
çıkanın olur. Üçden ziyade hisse var ise yine, bu tertib üzere yürür.
Kassam tâyin edilecek
zatların- âdil, emin, kısmete âlim olması şart-dır. (Ebüssuûd).
263 - :
Tekâlifi emiriyye, eğer bir mahaldeki nüfus-i ahaliyi muhafaza için ise o tekâlif,
oradaki adedi ruus üzerine taksim olunur. Kadınlar, çocuklar tevzi defterine
idhâl edilmezler, temettü vergisi gibi. Ve eğer muhafâzai emlâk için ise mikdan
mülk üzerine taksim olunur. Kadınlar da, çocuklar da mülklerine göre bu vergi
ile mükellef tutulurlar. Müsakkafat vergisi gibi. Çünkü garamet, ganimete
göredir. Mazarrat, menfaat mukabelesindedir. (Reddimuhtar, Tenkih-i Hâmidî). [60]
264 - : Kısmetin sıhhati için maksumun ayn olması
şartdır.
Binaenaleyh müşterek
bir deynin kabz edilmedikçe taksimi sahih o: maz, ve]evki kendisiyle beraber
bir ayn da taksime idhâl edilsin. Çünkü deyn, medyunun zimmetinde hükmen
mevcud, hakikaten madûm olmakla ifrazı kabil değildir. Badelkabz ise deyn, ayn
haline münkalib olmuş olacağından bunun taksimi kabildir.
Meselâ: Bir
müteveffanın müteaddid kimseler zimmetinde alacağı olmakla Zeydde olan alacak
filân vârisin, Amrda olan alacak da filân vâr-sin, diye taksim edilse sahih
olmaz. Bu suretde vârislerden biri, ne tahsil ederse diğer vârisler de ona
müşarik olurlar.
Terekeden evvelâ ayan,
sonra da duyûn taksim edilse yalnız ayan hakkındaki taksim sahih oîur.
(Zâhîre).
265 - : Hisselerin
temyiz ve ifraz olunması şsrtdır.
Meselâ: Müşterek bir
yığın buğday sahihlerinden biri, diğerine «Sen yığının şu tarafını al, bu
tarafı benim olsun.» deyib o da razi olsa taksim husule gelmiş olmaz. Buğday
rnisliyyatdan olduğu cihetle kile ile taksim edilmesi ve her şerike hissesi
mikdannm verilmesi, lâzımdır. Maamafib buğday, rebevî mallardan olduğu için.mücazefeten
taksimi sahih değildir.
266 - :
Maksum, kısmet zamanında şeriklerin mülkü olmak şartdır. Binaenaleyh maksum iki
kimseye mevkuf bulunsa taksimi sahih olmaz.
Kezalik : Kısmetdcn
sonra maksumun mecmuuna bir müstahik çıksa bâtıl olacağı gibi maksumum nısıf,
sülüs gibi bir cüz'ü şâyiirre müstahik çıkınca da kısmet bâtıl olub maksumun
tekrar taksimi lâzım gelir..
Kezâîik: Bir hissenin
mecmuuna müstahik çıksa kısmet bâtıl olub mü-.tebâki hisseler, hissedarlar
arasında müşterek olur.
Yalnız bir hissenin bir
muayyen mikdanna yahud bir şayi cüz'ine müstahifc çıksa o hisse sahibi,
muhayyer .olur: Dilerse kısmeti fesh eder ve dilerse fesh etmeyib noksan
mikdariyle diğer hissedarlara rücu eder.
Meselâ: Yüz altmış
arşın bir arsa münasafeten ikiye taksim, olunduk-dan sonra bir hissenin nısfına
biri müstahik çıksa o hisse sahibi, dilerse kısmeti fesh eder ve dilerse
hissesinin dörtde biriyle şerikine rücu eder, yâni: Onun hissesinden yirmi
arşın mahalli alır.
Şu kadar var ki, bazı
hissenin bilistihkak zabt edilmesi, mütebaki hisselerde aybı muris olmazsa
kısmeti fesh lâzım gelmez.
Meselâ: Yüz koyun
münasafaten taksim edilib de bir şerike isabet eden koyunlardan on lira
kıymetinde bulunan bir koyun bilistihkak zaht olunsa bu hissedarın beş lira ile
diğer hissedara müracaat etmesi lâzım gelir. Yoksa fehs iddiasında bulunamaz.
(Hindiyye).
Taksim edilen
hisselerden her birinin muayyen mikdanna müstahik çıksa bakılır: Eğer bu mikdarlar müsavat üzere ise
kısmet fesh o.lunmaz. Ve eğer birinin hissesi az, diğerinin hissesi ise çok
bulunsa ancak ziyade mikdara itibar olunur ve yalnız birinin hissesinden bir
muayyen mikdara müstahik çıkmış gibi olur. Binaenaleyh bu bilistihkak zabt
edilen ziyade mikdar kimin hissesine isabet etmiş ise yukarıdaki vech ile
muhayyer olub dilerse kısmeti fesh; eder ve dilerse noksan mikdariyle şerikine
rücu eder. Bu babdaki tafsilât için «Dürerül'hükkânua müracaat!.
267 - :
Kısmeti kazada taleb şartdır. Taksim kendisine nafi olacas hissedarlardan
birisi tarafından olsun taleb vâki olmadıkça hâkim tarafından cebren kısmet
sahih olmaz. Zira kısmeti kazanın
sebebi, talebdir. (D ürer).
268 - :
Kısmeti rizada kısmet nafiz ve lâzım olmak için mütekasim-lardan her birinin
rızası şartdır. Çünkü kısmet, mübadeleyi mütezammm-dır. Mübadele ise tarafların
terazisine mütevakkıfdır.
Binaenaleyh
mütekasımlardan biri gaib olsa kısmeti riza, lâzım olmaz. Bundan
yalnız misliyyat m stesnadır.
Kezalik: İçlerinden
biri çocuâ veya mecpun bulunsa velisi veya vâsisi onun makamına kaim olur. Ve
eğer velisi veya vasisi yok ise hâkimin emrine mevkuf olur. Ve-hâkim tarafından
velayet altında bulunan çocuk veya mecnun için bir vasi nasb olunarak onun
marifetiyle taksim yapılır. (LisanüThükkâm, Mecmaül'enhür).
269 - :
Kısmetin gerek kaza ve gerek riza tarikiyle olsun âdilâne olması şartdır. Yani:
Hisseler, sahibinin istihkaklarına göre tâdil olunarak hiç birinde noksanı
fahiş bulunmaması lâzımdır.
Binaenaleyh kısmetde
gabni fahiş dâvası istima' olunur. Çünkü kısmetin: cevazının şartı muadeledir.
Muadele bulunmayınca nakzı icab eder. Fakat maksumünlehün olanlar, haklarını
istifa eylediklerini ikrar etdik-den sonra gabni fahiş dâvasında bulunurlarda
istima' olunmaz, tenakuzda bulunmuş olurlar.
Bir kavle göre kısmet,
riza tarikiyle yapılmış ise gabni fahiş iddiası istima' ve bundan dolayı kısmet
fesh edilemez. Bunda tağrir yoktur, tara-zi-i tarafeyn vardır. Fakat
Maksûmünlehlerden biri galat dâvasında bulunsa, yani: Kısmet zamanında
kendisine isabet etmiş olan hissenin sehven diğer hissedara teslim edildiğini
iddia etse bu dâva sahih olur, bunu ikrar İle veya beyyine ile isbat lâzım
gelir. îki hissedar da beyyine ikame etse hariç olan müddeim'n beyyinesi râcih
olunur. (Kefevî, Dürrümuhtar, Reddimuhtar).
270 - :
Fuzûlî suretde yapılan bir kısmet, maksûmünlehin, veya naibinin kavlen veya
fiilen icazetine mevkufdur. Çünkü tevkil sahih olan herhangi bir akid füzûlen
yapıldığı takdirde icazete tevakkuf eder. Kısmet de tevkil sahih olan
akdlerdendir.
Meselâ: Bir kimse,
müşterek olan bir malı kendi kendine taksim etse nafiz olmaz. Fakat sahibleri
«Pekâlâ» diye kavîen icazet verseler veya müfrez hasselerinde tasarrufrmüllâk
ile, yani: Beyi, icar gibi temellük levazımından olan bir veçhile tasarrufda
bulunsalar kısmet, sahih ve nafiz olur. (Fetâvâ-i Hayriyye).
271 - :
Hissedarlardan bazısı kısmet isteyib de diğer bazısı kısmet-den imtina ettiği
takdirde müşterek mal, eğer kabili kısmet ise hâkim, onu cebren taksim eder. Ve
eğer kabili kısmet değilse kısmet talebinde bulunan şerikin talebine bakmayıb o
malı taksim eylemez.
272 - :
Kabili kısmet olan mal, taksime salih ve kabiliyyetli olan müşterek maldır ki,
o maldan kablelkısma maksud olan menfaat, kısmet ile şeriklerin cümlesi veya
bazısı hakkında fevt olmaz. Böyle olmayan bir mal ise kısmeti gayrı kabildir.
Meselâ: yalnız
erkeklere veya yalnız kadınlara mahsus olan bir ham-mam, kabili kısmet
değildir. Çünkü taksim edilse artık hammam olarak kullanılamaz, Fakat bir
tarafı erkeklerer diğer tarafı kadınlara mahsus ^olub da iki kimse parasında
münasefeten müşterek olan bir hammam, kabili kısmetdir.
Kezalik: Harem ve
selâmlık dairelerini müştemil olan bir konak da iki kimse arasında yarı yarıya
müşterek olsa birine selâmlık, diğerine de harem dairesi verilmek suretiyle
taksim edilebilir.
Kezalik: Bir hanenin meselâ
onda biri bir şahsın, onda dokuzu da diğer bir şahsın olub onda dokuz hisse
sahibi bundan kablelkısme intifa edebilib diğeri edemese yine taksim
edilebilir.
Kezalik: Bir hanenin
meselâ yarısı bir şahsın, yansı da beş şahsın olub bu beş şahıs, kendi mürrferid
hisseleriyle intifa edemeyecekleri cihetle bu hisselerinin birbirine zam
edilerek müşaen tefrik edilmesine ra-zi olsalar bu hane de taksim edilebilir.
(Bedayi, Dürerül'hükkâm). [61]
273 - : Bîr
kısmet, ya sahih veya bâtıl olur. Ve bir kısmet ya ayanda veya menafide
yapılır, ayanda yapılan bir kısmet de ya kısmeti cemiden veya kısmeti
tefrikden ibaret bulunur. Şöyle ki:
Meşru usûl ve şeraiti
dairesinde yapılan bir kısmet, şahindir. Fâsid şurûta mukarin olan bir kısmet
de bâtıldır.
Sonra haricde mevcud
şeyler hakkında yapılan bir kısmete kısmet fü'ayan denilir. Bu, ya müşterek
ayinler, yani: Müteaddid ve müşterek şeyler ortakların hisselerine göre
kısımlara bölünerek her ferdinde şayi. olan hissele birer kısmında cem' edilir.
Üç kimse arasında müsavat üzere müşterek olan otuz koyunu onar onar üçe taksim
gibi. Buna kısmet-ı cemi» denir. Yahud müşterek bir ayin şeriklerin hisselerine
göre taksim olunub her cüz'ünde şayi olan hisseler, birer kısmında taayyün
eder. Yarı yarıya müşterek olan bir arsanın ikiye taksimi gibi. Buna da
«Kısmet-i tefrik» veya Kısmet-i ferd» denilir.
Kısmet-i menafia
gelince bu da müşterek bir şeydeki menafiin cinsiyle mübadelesinden ibaretdir.
Müşterek bir hanede hissedarların muayyen müddetlerle ayn ayrı ikamet etmeleri
veya bunu kiraya verib kira bedelini münavebeten ahz eylemeleri gibi.
274 - :
Kısmet-i cem' ile kısmet-i tefrikden her biri de kısmet-İ riza ile kısmet-i
kaza nevilerine ayrılır. Şöyle ki: Müşterek mülk sahibîerinin rizalariyle icra
olunan bir kısmet, kısmet-i rizadır. Bu halde o mülk bunların arasında ya
kendi marifetlerîyle taksim olunur veya hepsinin riza-siyle hâkim tarafından
taksim edilir.
Müşterek,mülk
sahihlerinden bazısının talebi üzerine hâkim tarafından cebren yapılan bir
kısmet de kısmet-i kazadır, Bu kısmet,' bizzat hâkim tarafından yapılabileceği
gibi hâkimin tâyin edeceği bir kassam tarafından da yapılabilir. Çünkü taksim,
hakikaten kaza =-= hükm değildir İri, bunda hâkimin mübaşereti lâzim gelsin. Bu
bakımdandır ki, bazı fuka-ha, hâkimin bu kısmet mukabilinde ücret almasını caiz
görmüşdjir.
Ücretin mikdan, taksim
olunan malın kırkda birine müsavidir. Bu ücret İmamı Azam'a göre şeriklerin
adedi rüûsuna göre, imameyne göre ise hisselere göre verilir. (Dürrümuhtar).
Hülâsede ve vehbaniyye
gibi bir kısım kütüb-i fıkhıyyede ise taksim, hükm cinsinden olmakla bundan
dolayı ücret alınması caiz görülmemiş-dir.
275 - :
Şerikler arasında çocuk veya mecnun
bulunursa kısmet, emr-i hâkime mütevakkıf olur. Meğer ki velisi veya
vasisi diğer şerikler ile beraber kısmetine razı olsunlar. (Hindiyye).
276 - :
Kısmet, gerek misliyyatdan ve gerek kıyemiyyatdan olsun bir cihetle ifraz ve
temyiz bir cihetle de mübadele =-= Bir hissenin diğer hisse ile değişdirümesi
demekdir.
Meselâ: îki kimse arasında
münasefeten müşterek olan bir kile buğdayın her habbesinde her birinin nısıf
hissesi olduğu halde mecmuu kısmat-i'cemi" k bilinden olarak iki müteşavi
kısma taksim ile bir kısmı birine, diğer -cismi da diğerine verildikde her
biri kendisinin nısıf hissesini ifraz ve diğer nısfını da aharın nısıf
his.-esiyle mübadele etmiş olur.
Kezalik: İki kimse
arısında yan yanya müşterek olan bir arsanın her cüz'ünde her birinin şayian
yarım hissesi olduğu halde bu arsayı kıs-met-i tefrik ile ikiye taksim etseler
her biri kendi yarım hissesini aharın yarım hissesiyle mübadele etmiş olur.
277 - :
Hayvanat ve uruz gibi kıyemiyyatdan olan şeylerde mübadele ciheti ifraz
cihetine râcihdir. Meklllât, mevzunat gibi misliyyatda ise ifraz ve temyiz
ciheti mübadele cihetine galib ve râcihdir. Çünkü bunların eb'azı arasında
tefavüt yokdur. Mübadele ise ya şeriklerin rizalan veya hâkimin hükmü ile
olabilir.
Binaenaleyh
misliyyatdan olmayan müşterek ayanda şerik olanlardan birisi, aharin gıyabında
ve onun izni olmaksızın kendi hissesini ahz edemez. Ahz edecek olsa diğer şerik
gelince bu ayinleri tekrar taksim ettirebilir. Misliyyatda ise şeriklerden her
biri, diğerlerinin gıyabında ve onun izni olmaksızın kendi hissesini ahz
edebilir. Zira kendi hakkının aynini ahz etmiş olur. Fakat gaibin hissesi
kendisine teslim olunmadıkça kısmet tamam olmuş olmaz. Bu halde - biîittifak
taksim yapılmadan - gaibin hissesi telef olsa şerikinin kabz etmiş olduğu hisse
aralarında müşterek olur. (Aynî, Mecmaül'enhar).
278 - :
Mekilât ve mevzunat ile ceviz, yumurta gibi adediyyatı mti-tekaribe hep
misliyyaldandır. Bunlarda şeriklerden biri,
kendi hissesini diğerinin gıyabında izni olmaksızın alabilir. Fakat el
işi olan avani gibi ihtilâfı sanat hasebiyle muhtelif ve mütefavit olan
mevzunat, kıyemîdir. Çünkü bımlırda her veçhile mümaselete riâyet kabil
değildir.
Bir de arpa ile
karışık buğday gibi cinsinin hilafiyle birbirinden temyiz ve tefrik
olunamayacak suretde mahlut olan bir misli, kıyemiyyatdaa sayılır. Sabunlar
dahi kıyemîdir, meğer ki, her birindeki yağ, müsavi olsun, (îmadiyye).
279 - : Bir
cins çuha gibi ve bir fabrika mamûlâtı olan bezler gibi efradı arasında tefavüt
olmayıb da «Arşını şu kadar kuruşa» diye satılan zer'iyyat, mislidir.
Bir cinsden olsun
olmasın hayvanlar ile kavun, karpuz; hiyar gibi efradı arasında kıymetçe
tefavüt bulunan adediyyatı mütefavite kıyemıy yatdandır.
Kezalik: Bir cinsden
ve bir hattat tarafından yazılmış bulunsa dahi yazma kitablar, kıyemîdir. Çünkü
aralarında az çok fark bulunur. Bir cinsden
olub bir tarzda matbu bulunan basma kitablar ise mislidirler. (Dürerül'hükkâm). [62]
280 - : Yüz
adet koyun, deve gibi cinsleri müttehid
olan müşterek ayanda kısmet-i riza carî olduğu gibi kısmet-i kaza da carî
olur. Yanı: Şeriklerden yalnız bazısının talebi üzerine hâkim onları hükmen ve
cebr ren taksim eyler. Bu müşterek ayan, gerek hububat gibi misliyyatdan olsun
ve gerek yumurta gibi adeyyatı mütekaribeden olsun ve gerek hayvanat gibi
kıyemiyyatdan olsun. Hayvanatın dişisiyle erkeği ise bu hususda müsavidir.
Çünkü insanların gayrisinde zihayat mahlûkatın erkeği ile dişisi bir cins
sayılır.
281 - :
Cinsleri müttehid olan misliyyatın
efradı beyninde büyük bir fark ve tefavüt olmadığından kısmeti şeriklerden hiç
birine zarar vermez, her biri hakkını almış ve her birinin tamamiyyeti mülkü
husule gelmiş olur.
Meselâ: îki kimse
arasında müşterek olan bir mikdar buğday, hisselere göre taksim olundukda her
biri kendi hakkını istifa ederek kendi hissesine isabet eden buğdaya müstakillen
malik olur.
Şu kaaar altın
külçenin ve bu kadar gümüş veya bakır külçenin taksimi de bu kabildendir.
Kezalik: Şu kadar aded
yumurta veya ceviz ve bir cinsden, yani: Bir nevi iplikden bir tarz üzere
dokunmuş olan şu kadar pastal çuha ve bu kadar top bez de bu cümledendir.
282 - : Müttehidül'cins olan kıyemiyyatın efradı arasında kıymetçe fark ve tefavüt varsa da
pek cüz'î olmak hasebiyle yok hükmünde olduğundan bunlar dahi - yukarıda
yazıldığı üzere - kabil-i kısmet sayıl-rmşdır. Bunlar da bir nevi misliyyat
kabilindendir.
Meselâ: İki kimse
arasında müşterek olan beş yüz koyun veya şu kadar inek veya deve hisselerine
göre taksim olundukda her biri hakkını ayniyle almış gibi olur. Bu taksim ile
her şerik, kendi hakkının kısmen aynini almış, kısmen de hakkım şerikinin
hakkiyle mübadele etmiş sayılır.
283 - : Muhtelif cinslerde, yani: MuhtelifüPcins olan müşterek ayanda kısmeti riza carî olursa da
kısmeti kaza cari olmaz: Çünkü bu kıs-metle hisseler temyiz edilmiş olmaz. Zira
muhtelif cinsler birbirinden zaten mümtazdır. Belki bu kısmet, bir muaveze
demekdir. Muavezede ise şefiklerin rızaları şartdır.
Binaenaleyh muhtelif
cinsler, gerek misliyyatdan olsun ve gerek ki-yemiyyatdan olsun şeriklerden
yalnız birinin veya ekserisinin talebi üzerine hâkim tarafından cebren kısmeti
cemi ile taksim edilemez. Belki bunlardan her bir cins, kabili kısmet ise
şerikler arasında ayrı ayrı taksim olunur.
Meselâ: Hissedarlardan
birine şu kadar kile buğday, ona mukabil diğerine de şu kadar kile arpa, veya
birine şu kadar koyun, diğerine de bu kadar deve veya inek yahud birisine bir
kılıç, diğerine de bir eğer takımı ve yahud birine bir hane, diğerine de bir
dükkân verilmek suretiyle kısmeti kaza caiz olmaz. Velev ki her birine
verilecek cinsin kıymeti diğ3-rine verilecek cinsin kıymetine müsavi bulunsun.
Fakat şerikler,
kendileri razi oldukları takdirde meşruh vech üzere kısmeti riza caiz olur.
Çünkü bu, kendi haklarıdır. Birbirleri üzerinde kalan haklarım iskat
edebilirler. (Fethül'kadir, Dürer).
284 - :
Müteaddid konaklar, dükkânlar, ve çiftlikler,
" muhtelifül' cins sayılıb bunlar cebren kısmeti cemi ile taksim
olunamazlar. Velevki bir kasabada, bir mahallede bulunsunlar.
Meselâ: Müteaddid
konaklardan biri müşariklerden birine, diğeri de diğer müşarike itâ ile kısmeti
kaza caiz olmaz. Belki bunların her biri âti-yen beyan olunacağı üze-e kısmeti
tefrik ile taksim olunabilirler.
Bu, İmamı Azama
göredir. îmameyne göre konaklar bir şehirde bulunursa bunlarda kısııeti cemi,
hâkimin reyine müfevvezdir, hâkim böyle bir kısmeti eslâh gö' ürse taksim eder.
Küçük haneler birt
irine muttasıl olursa kısmeti cemi ile taksimleri kazaen caiz olur ve illâ
tfmaz. Odalarda ise kısmeti cemi ile kazaen taksim her halde caizdir, bir
mahallede bulunmaları şart değildir. Çünkü bunlardaki tefavüt azdır. Dürer:,
(Düierül'hükkâm). [63]
285 - : Bir
müşterek aynin tefrik ve teb'izi sahiplerinden hiç birine muzir olmayıb
kısmetden evvelki menfaatin husûli mümkün bulunursa o ayin, kabili kısmetdir,
kısmeti tefrik ile taksim olunabilir, gerek misliyyatdan ve gerek
kıyemiyyatdan olsun, ve gerek mülk ve gerek vafcf bulunsun.
Meselâ: İki kimse
arasında bir mülk arsa, müşterek oîub da taksim olundukça her kısmında ebniye
yapılır, ağaç dikilir, kuyu kazınır, bu vechile arsadan kablelkısma maksud olan
menfaat baki olursa bu arsa hükmen taksim olunabilir.
Kezalİk: Bir konağın
selâmlık ve harem daireleri başka başka birer menzil olmak üzere tefrik ve
taksim olundukda konakdan maksud olan sükna menfaati fevt olmaz ve şeriklerden
her biri müstakillen bir yer sahibi olursa bunda da kısmeti kaza carî olur.
Bunun sahihlerinden biri, kısmet isteyib de diğeri imtina etse hâkim bunu
cebren taksim eder. Çünkü kısmetde menfaat tekemmül eder. (Dürer).
286 -
Müşterek bir aynin tefrik ve teb'izi şeriklerden birine nafi, diğerine hissei
az olmakla muzir, yani: Maksud menfaati müfevvit olub da menfaati olan şerik,
kısmet isterse hâkim onu hükmen taksim eder. Çünkü bu şerik, kendi mülkünün
tekmil menfaatini taleb etmiş bulunur.
Meselâ: Müşterek bir
hanede şerik olanlardan birinin hissesi az olub da badettaksim onda sükna ile
intifa olunamayacak olduğu halde hissesi çok olan şerik şerik kısmet istese
hâkim onu kazaen taksim eder. Fakat hissesi az olan şerikin talebiyle bu kısmet
yapılamaz. Zira bu halde o, bir müteanniddir. kendisine nef'i olmayan bir şey
ile uğraşmakdadır.
Fakat diğer bir kavle
göre bunlardan her birinin talebiyle bu kısmet yapılabilir. (Ham'yye,
Mecmaül'enhür).
287 - :
Müşterek icareteynli bir akarın taksim edilebilmesi için bu taksim, vakf hakkında
enfa olmalıdır ve hissedarlardan her birine isabet edecek hisse ile intifa
mümkün bulunmalıdır. Ve bu taksime mütevellinin izni lâhik olmalıdır.
Arazi-i emiriyyenin
taksim edilebilmesi için de hissedarlardan her biri, bu araziden kableltaksim
olan menfaat ile badettaksim de faidelene-bilmelidirler. (Fetâvâ-i Cedide,
DürerülTıükkâm).
288 - :
Tefrik ve teb'izi sahihlerinden her birine muzir, yani: Mak sud menfaati
müfevvit olan bir müşterek ayinde kısmeti kaza carî olmaz. Çünkü bunda faide
değil, zarar msvcuddur.
Meselâ: Müşterek bir
değirmen taksim olunsa artık değirmen olarak istimal olunamaz. Bu cihetle
bundan maksud olan menfaat fevt olur. Binaenaleyh şeriklerden birinin talebi
üzerine kazaen taksim edilemez. Fakat birriza taksim olunabilir. Zira hak
kendilerinindir, kendi ihtiyaçlarını kendileri daha iyi takdir ederler.
Hammam, kuyu, kanat,
küçük oda ve iki hane arasındaki hait dahi böyledir.
Bir hayvan, bir araba,
bir eğer, bir cübbe veya bir yüzük taşı gibi yarmağa,'kırmağa muhtaç olan uruz
da bu kabildendir, hiç birinde kısmeti kaza carî olmaz. (Dürrümuhtar).
Bir kavle göre böyle
bir malı şerikler kendi aralarında birriza taksim edebilirlerse de hâkime
müracaat etseler hâkim yine taksim etmez. Çünkü hâkimlerin böyle muzir,
faidesiz şeyler ile meşgul olmaları caiz görülemez.
289 - : Bir müşterek kitabın şerikler arasında
evrakını taksim caiz olmadığı gibi Mcbsutu Serahsi gibi müteaddid cüdlere
ayrılmış olan bir kitabın cild becild taksimi de caiz olmaz. Zira bu suretde
bunlar itlaf edilmiş olur. Binaenaleyh bunlarda cebren kısmet carî olamaz.
Bunlarda mu-hayee yapılır veya bunlar satılarak semenleri taksim edilir.
(Reddimuh-tar, Hindiyye).
290 - : İki veya
daha ziyade kimseler arasında mülken müşterek
olub da başkasının
duhule salâhiyyeti olmayan tarikin biri kısmetini is-teyib de diğeri imtina
etdiği takdirde bakılır: Eğer badelkısma her birine birer tarik kalacak ise
taksim edilir, kalmayacak ise cebren kısmet yapılamaz. Meğer ki her birinin
başka başka çıkar tariki bulunsun, o takdirde yine taksim yapılabilir.
(Hindiyye, Tatarhaniyye). .
291 - :
Müşterek mesil de müşterek tarik, gibidir. Şeriklerden biri .kısmet isteyib de
diğeri imtina etse bakılır; Eğer kısmetden sonra her birine suyunu akıtacak
yer kalırsa yahud her birinin mesil ittihaz edecek başka yeri bulunursa cebren
taksim carî olur ve illâ olmaz. Zira bu tak-d'rde hane mesiîsiz kalarak
menfaati muattal olur. (Mebsut).
292 - : Bir
kimse, hakkı müruru baki kalmak üzere mülkü olan tariki sarabileceği gibi iki
kişi arasında müşterek olan bir akann taksiminde müşterek tarikin rakabes.s
yani: Mülkiyyeti birinde kalmak, diğerinin de yalnız hakk-ı müruru bulunmak
üzere kısmet de caizdir. (VelvaÜciyye, Ankaravî), "
293 - : Bir
hanenin iki kısma taksiminde iki hisse arasındaki «hâiti» duvarı h'ssedarlar
beyninde müşterek olarak bırakmak caiz olduğu gibi birinin mülkü olmak üzere
kısmet de caizdir. Bu halde bu duvara diğerlerinin kirillerini koymağa hakkı
bulunması şart edilse bu şart, taamüle binaen caiz olur. (Hamevî). [64]
294 - :
Kısmet tamam oldukdan sonra hissedarlardan her biri kendi hissesine
müstakilleri malik ve o hissede dilediği gibi tasarrufa sahib
ölür, birinin hissesinde artık diğerinin
alâkası kalmaz.
Binaenaleyh iki kimse
arasında müşterek olan bir hane tamamen taksim olunub da birinin hissesine
hanenin ebniyesi, diğerinin hissesine o hanenin halı arsası isabet etse arsa sahibi
o arsada kuyu kazar, kâriz yapar, ebniyye inşa edib dilediği kadar yüksek
çıkar ve bu ebniye, kadîm eb-niyenin havasını veya güneşini kapasa bile bu
kadîm ebniye sahibi mani olamaz. Çünkü bir kimse bir arsaya malik olunca onun
havasına da malik olur. Müftabih olan budur. Eğer bu gibi zarar bahanesiyle bir
kimse mülkünde tasarrufdan merredilse hiç bir malikin kendi mülkünde tasarruf
edememesi lâzım gelir. Hattâ bunun içindir ki îmamı Azam'a göre hiç bir kimse
kendi mülkünde tasarrufdan men edilemez, velev ki başkasına muzir olsun.
Fakat «Naşiri Saffar»a
ve bir çok meşayihi isiâmiyyeye göre bir arsa sahibi komşusunun havasını veya
güneşini sed edecek suretde bina yapamaz, komşunun bunu men'e hakkı vardır.
Maamafih yapılacak şeyin, meselâ kârizin komşuya zararı beyyini olmamak
şartdır. Eğer fahiş bir suretde zararı olursa bu veçhile tasarrufdan sahibi
men olunur. İmam Ebû Yû-süfe göre mutlaka zarar vukuu men'e kâfidir. (Mecelle,
Dürerül'hükkâm).
295 - :
Arazi taksiminde o arazi üzerindeki dikilmiş ağaçlar ve,çiftlik taksiminde
üzerindeki ağaçlar ile binalar zikr edilmeksizin taksime dahil olurlar. Yani;
Ağaçlar ve binalar kimin hissesinde
bulunursa onun mülkü olur. Taksim vaktinde zikr ve^ tasrihe hacet
yokdur. «Cemi-i Hukuk ve Cemi-i Merafiks ile denilmek gibi bir tâbiri umumî ile
bunları ithâle de hacet yokdur. (Ankaravî).
Fakat yalnız eşcar ve
ebniyenin taksiminde yeri kısmete dahil olmaz. (Dürerül'hükkâm).
296 - :
Gerek arazi ve gerek çiftlik taksiminde
arazi üzerindeki ekinler ve ağaçlarda
bulunan meyvalar zikr ve tasrih edilmedikçe taksime dahil olmayıb yine
müşterek kalır. Taksim ânında gerek cem-i hukukiyle veya cemi-i merafikıyle
denilmek gibi bir umumî tâbir irad olunsun ve gerek olunmasın. Çünkü bunlar
arazinin hukuku, merafiki cümlesinden değildir. Nitekim harman edilmiş
ekinler, toplanılmış meyvalar da bu taksime.dahil olmaz. Arazinin satılmasında
da hükm böyledir, üzerindeki ekinler, meyvalar satışa dahil olmaz. Kısmet de
bir nevi satış muamele-sidir,
(Hindiyye).
297 - :
Maksumun, yani: Taksim edilen maldan
müfrez hissenin Kmcavir arazA'ie olan hakk-ı tarik ve hakk-ı mesili zikr
ve tasrih olunmasa bile her halde taksime dahil olur. Yani; Bunlar kimin
hissesinde vâki
olursa onun hukukundan
olur, hini kısmetde gerek cemi-i hukukiyle denilsin ve gerek denilmesin.
Meselâ: Müşterek bir
konağın selâmlık tarafı Zeyd'e, harem tarafı da Amr'e verilib selâmlık
tarafının. komşu bahçesinden hakk-ı mesili bulunsa bu hakk-ı mesil de yalnız
Zeyd'e aid olur. Velevki bu husus, kısmet ânında tasrih edilmesin. (Zahire).
298 - : Kısmet zamanında bir hissenin diğer hissede tariki veya mesili olması şart
edilse bu şarta riayet edilir. (Ebüssuûd). Çünkü meşru olan şarta
bikaderil'imkân riayet lâzımdır.
299 - : Bir
hissenin diğer hissede tariki olub da hini kısmetde ib-kası şart edilmemiş olsa
bakılır: Eğer o hisseye aid tarikin başka tarafa sarf ve tahvili kabil ise sarf
ve tahvil edilir. Kısmet vaktinde gerek cemi-i hukukiyle denilmiş olsun ve
gerek olmasın. Ve eğer o tarikin başka tarafa sarf ve tahvili mümkün olmamakla
beraber hini kısmetde «Cemi-i hukukiyle veya Cemi-i merafikiyle senindir.»
denilmiş ise o tarik, kısmete dahil olarak hali üzere ibka olunur. Zira
kısmetden matlub olan tekmil menfaat bu veçhile husule gelir. Amma tasrih
edilmemiş ve cemi-i hukukiyle gibi bir umumî tâbir ilâve olunmamış ve kısmet
ânında bu hissenin tariki olmadığı bilinmemiş ise kısmet fesh olunur.
(Hindiyye, Beh-cetül'fetâvâ).
Bu hususda mesil de
ayniyle tarik gibidir. Zira bu halde kısmetden maksud olan, hisselerin
birbirinden alâkasının kesilmesi iken tarikin veya mesilin başka cihete
tahvili ile bu maksudun husulü mümkün olmayınca kısmet, muhtel ve fâsid olur.
Artık feshden sonra her hissedarın kendisine tarik açabileceği veçhile tekrar
taksim yapılır. (Ebû Süud-i Mısri).
300 - : îki
kimse arasında müşterek bir hanede başka bir şahsın tariki olub da hane
sahibleri o haneyi taksim edecek olduklarında tarik sahibi bu taksime mani
olamaz. Fakat hane sahibleri de haneyi taksim et-diklerinde o tariki hali üzere
bırakırlar.
Bu hanenin meselâ iki
sahibiyle bir de tarik sahibi ittifak ederek bu hane ile beraber o tariki de
satsalar bakılır: Eğer bu tarik, yalnız bir şalısın mülkü ise semeni yalnız o
şahsa aid olur. Ve eğer bu tarikin rakabesi üçünün arasında müşterek, yani:
Üçünün de mülkü ise yalnız târikin semeni üçünün arasında taksim' olunur.
Şöyle ki: Bu tarikdeki hisseler malûm ise semeni bu hisselere göre tevzi
olunur. Malûm, değilse bu/şeriklerin adedine itibar olunur. Çünkü bu tarike
ihtiyaçları Şâyed bu tarikin
rakabesi hane sahiblerinin olub dftr şahsın o ta-rikden yalnız hakk-ı müruru
bulunsa her biri o tar semeninden hakkını alır, bunun semeni yalnız hane
sahiblerine aid olmaz. Şöyle ki: Hane müşetemelâtiyle beraber bir kerre hakk-ı
mürur ile ve bir kerre de hakk-ı mürursuz olarak takvim olunur, iki kıymet
arasındaki fazla, hakk-ı mürur sahibinin olur, bakisi de hane sahiblerine
verilir.
Meselâ: Bir hane
tarikiyle beraber bin liraya satılıb yalnız hanenin kıymeti bin liraya, hakk-ı
mürur ile beraber kıymeti ise dokuz yüz liraya müsavi olsa aradaki fazla semen
olan yüz lira, hakk-ı mürur sahibinin olur. (Dürerürhükkâm'a müracaat!.)
301 - :
Mesil dahi kısmen tarik gibidir. Binaenaleyh bir müşterek hanede başka bir
şahsın hakk-ı mesili olsa o haneyi sahibleri taksim edince mesili hali üzere
terk ederler, bu taksime mesil sahibi mani olamaz.
Eğer müşterek haneyi
sahibleri mesil sahibi ile bilittifak satarlarsa bu hakk-ı mesilin semeni
sahibine aid olur. Amma mesilin rakabesi hane sahblerinin olub da o şahsın
yalnız hakk-ı mecrası bulunsa bunları bilittifak satdıklan takdirde bu mecra
sahibinin hakk-ı mecrası meccanen sâ-kit olur. Hanenin semeninden hisse
alamayacağı gibi artık hakk-ı mecrası da kalmaz. (Haniyye, Behce).
302 - : Bir
konağın havlisinde başka bir şahsın menzili olub da bu menzil sahibi o havliden
mürur eder olduğu halde konak sahibleri konağı taksim edecek olduklarında
menzil sahibi taksime mani olamaz. Fakat onlar da konağı taksim etdiklerinde
konağın havlisinden menzilin kapısı arzında ona bir yol terk ederler. Tâ ki,
oradan tarik-ı âmme veya hasse çıkıb gidebilsin.
Şâyed menzil sahibinin
o havlinin muayyen bir mahallinde bir tariki var ise bu tarik, hali üzere
kendisine terk edilir. (Haniyye).
303 - : İki
kimse taksim olunan bir konağın iki kısmı arasında bir hâit veya bir direk olub
bu hâit veya direk bir hissedarın mülkü olmaK üzere taksim edilmekle bir kısmın
diğer hâit veya direk üzerindeki kirişleri uçları, kablelkısma müşterek olan
bu hâit veya direk üzerinde bulunduğu suretde bakılır: Eğer kısmet zamanında o
kirişlerin bu müşterek hâit veya direk üzerinden kaldırılması şart edilmiş ise
kirişler, bu hâit veya direk sahibinin talebiyle ref edilir. Ve illâ ref
edilemez. Velevki bu kirişler, kısmetden evvel hassaten birinin bulunmuş
olsun. (Reddi-muhtar).
304 - : Bağ
ve bahçe gibi arazi taksim edilib de bir kısmında bulunan ağaçların dalları
diğer kısmın üzerine sarkmış olduğu suretde bakılır: Eğer kısmet zamanında o
dalların kesilmesi şart edilmiş ise kesilirler ve eğer şart edilmemiş veya
ibkası şart edilmiş ise o dallar kesdirüemez. Çünkü o ağaçların sahibi bunlara
o dallar ile beraber müstahak ol-muşdur. (Hindiyye).
305 - : Bir
mahalde hakk-ı mürura malik olan kimsenin o mahalde kapı açmağa da hakkı
vardır. Binaenaleyh bir tariki hasda hakkı müruru olana bir müşterek hane
taksim olundukda hissedarlardan her biri o ta-rika kapı ve pencere açabilir. O
tarikin sair sahihleri buna mani olamazlar. Çünkü bu şeriklerden her birinin o
tarikden mürura hakkı vardır.
306 - :
Kabili kısmet olan bir müşterek mülk hissedarlarından biri kendisi için diğer
hissedarların izni olmaksızın bir bina yapsa o hissedarların talebi üzerine bu
bina kaldırılır. Çünkü müşterek bir hissede şeriklerden biri, diğerlerinin
izni olmaksızın bina yapamaz, ağaç dikemez.
Böyle bir bina
yapüdıkdan sonra hissedarlardan biri, kısmet talebinde bulunsa taksim yapılır.
Bu halde o bina banisinin hissesini isabet ederse febiha. Ve eğer diğer
hissedarların hissesine isabet ederse bu hissedar, o binayı hedm ve ref, etdirebilir;
velev ki bu binaya evvelce izin verilmiş Olsun. Çünkü bu izin, kendi hissesini
bani veya garis olan şerikine iare mahiyetinde bulunmuşdur.
Eğer bu hissedar, o
binayı veya ağacı şerikinin izni olmaksızın yapmış veya dikmiş olurda bunların
kaldırılması, koparılması yüzünden şerikine aid hissenin kıymetine noksan âriz
olmuş bulunursa bunları vücuda getiren hissedar, bu noksanı da o şerikine
zâmin olur. (Dürrümuhtar, Kari-j Hirîaj'e fetâvâsı, Mecelle). [65]
307 - : Kısmetlerde hiyan şart, hiyan
niyet, hıyarı ayıb,
hıyarı gabrr, hiyan istihkak ve akdi fuzûli hakkında hiyan icazet
caridir.
Binaenaleyh müşterek
ve muhtelif cinslerin taksiminde şeriklerden her hangi biri hiyan şart hiyan
ayıb veya saire ile muhayyer olabilir.
Meselâ: Hissedarlardan
biri, şu kadar kile buğday ve ona mukabil diğeri bu kadar kile arpa yahud biri
şu kadar koyun ve ona mukabil diğeri bu kadar inek almak üzere müşterek malları
birriza aralarında taksim et-diklerinde bu şeriklerden birisi veya her biri şu
kadar gün muhayyer oV-inak üzere şart dermeyan edebilir. Artık o müddet
zarfında muhayyel olan şerik, dilerse kısmeti kabul ve dilerse fesh eder.
Nitekim bey'ide de böyle bir muhayyerlik carîdir.
Kezaîik:
Hissedarlardan birisi, mali maksumdan hissesine düşen kısmı kableikjsma
görmemiş ise gördükde hiyarı rüyet ile muhayyer olur, dilerse .kısmeti fesh ve
dilerse kabul eder.
Şeriklerden her biri,
kendi hissesini kısmen bayi olmakla beraber kısmen de müşteri vaziyetinde
olduğundan bu vaziyet bakımından hiyan rüyete malik olur.
Kezalik:
Hissedarlardan birisinin hissesi ayıblı çıksa muhayyer olur, dilerse bu hisseyi
kabul eder, dilerse red eder.
308 - :
Şeriklerden biri, kendisine
isabet eden hisseyi başkasına satdıkdan sonra kadîm
ayıbiyle kendisine red edilse bakılır: Eğer hâkimin hükmiyle red edilmiş ise
kendisi de hiyan ayb ile kısmeti fesh edebilir. Amma rizasiyle kabul etmiş ise
kısmeti fesh edemez.
309 - :
Cinsleri müttehid oîan kryemiyyatin
birriza taksiminde de hiyan şart, hiyarı rüyet ve hiyarı ayib carîdir. Fakat
bunların kazaen taksiminde hiyan rüyet ile hiyarı şart carî değildir. Çünkü
hâkim, kısmete cebr edebileceği cihetle hissedarların bunlar iie
muhayyerliğinde faide yokdur.
Meselâ: Müşterek olan
yüz koyun sahihleri beyninde hisselerine göre rizalariyle taksim olundukda eğer
birisi şu kadar gün muhayyer olmak üzere şart eylemiş ise o müddet zarfında
kısmeti kabul edib etmemekde muhayyer olur. Ve eğer şeriklerden bazısı t>u
koyunların tamamını veya bunlardan hissesine isabet edenleri henüz; görmemiş
ise gördükde muhayyer olur.
Kezalik: Birisinin
hissesine isabet eden koyunların kadîm ayıhları zuhur etse muhayyer olub
dilerse bu hisseyi kabul ve dilerse red eyler. Ve-levki bu kısmet kazaen
yapılmış olsun.
310 - :
Şeriklerden birisinin hissesine
düşen mütteludülcins veya
muhtelifülcins maksumun bazısı ayıblı çıkdıkda bakılır: Eğer kabz vuku bulmamış
ise dilerse mecmuunu red eder, yalnız bazısını red edemez. Meğer ki şerikler
razi olsunlar. Ve eğer kabz bulunmamış ise tefrikinde zarar bulunmayınca
yalnız ayıblı olanı red eder, diğer şeriklerin rızaları olmadıkça cümlesini
birden red edemez. Amma tefrikmda zarar bulunursa mecmuunu birden red edebilir.
Mecmuunu birden kabul edince şerikin^ den bir şey taleb edemez.
Beyi'de hiyarı aybi
ibtâl eden haller, kısmetde de ibtâl eder. Beyi mebhasine müracaat!.
(Mecelle, Dürerürhükkâm).
311 - :
Cinsleri müttehid olan misliyyatın taksiminde hiyan şart ve hiyarı rüyet
yokdur. Çünkü bu taksimde ifraz ciheti galibdir. Bununla her şerik, kendi
hissesinin sureten ve manen aynini almış olur. Fakat bunlarda hiyarı ayib
carîdir.
Meselâ: İki kimse
arasında müşterek olan bir yığın buğday taksim olundukda gu kada^ gün muhayyer olmak şartı muteber
olmaz ve şeriklerden biri, hissesine isabet eden buğdayı görmemiş ise gördükde
muhay-ver olmaz. Amma şeriklerden birine bu buğday yığınının üst tarafından,
diğerine de alt tarafından verilib de alt tarafı çürük çıksa sahibi muhayyer
olur, dilerse kabul eder, dilerse red eyler. (Hindiyye). [66]
312 - : Kısmetin tamamı, kur'alarm kamilen
çekilmesiyle olacağı gibi şeriklerden her birinin hissesini bilâ kur'a birriza
kabz eylemesiyle de olabilir.
,Kezalik: Hâkimin
hükmiyle, yani: Hisseleri tesviye ve ilzam etmesiyle olabileceği gibi şeriklerin
bir zatı tevkil edib her birine hissesini ilzam etmesiyle de olabilir.
313 - :
Kısmet sahihen tamam oldukdan sonra artık ondan ne hissedarlar, ne de
vefatlarından sonra vârisleri rücu edemezler. Fakat sahih olmayan bir
kısnıetden rücu olunabilir.
Meselâ: Tevliyet ve
süknası vâkıfın evlâdına meşrut olan vakıf bir hane kabili kısmet olmakla
evlâddan iki kimse, bu haneyi aralarında taksim etseler bilâhare bunlardan
biri bu kısmeti nakz edebilir. Çünkü bu gibi vakıf yerlerin mevkufünaleyhim
arasında taksimi sahih değildir. (Bence, Reddimuhtar).
314 - :
Kısmet esnasında meselâ: Kurcaların çoğu çıkıb da en az ikisi kalmış olduğu halde hiss s darlar dan biri rücu
edecek olsa bakılır. Eğer kısmeti rıza ise rücu edebilir. Çünkü bu kısmetde
hisselerin tefrik ve temyizi, hissedarların rizalarına mütevakkıfdır. Ve eğer
kısmeti kaza ise şeriklerden hiç biri rücu edemez,-velevki henüz hiç bir kur'a
çekilmiş olmasın. Zira hâkimin bu taksime cebren salâhiyyeti vardır, rücu faide
vermez. (Hiiîdiyye, Reddimuhtar).
315 - :
'Kısmetde ikale caizdir. Binaenaleyh hissedarlar, kendi ri-zalariyle veya
hâkimin kazasiyle kısmet yapıldıkdan sonra bunu kendi ri-zalariyle fesh ve
ikale ederek maksumu evvelce olduğu gibi aralarında müşterek bırakabilirler.
(Hindiyye).
316 - :
Kısmetde gabni fahiş olduğu bilâhare tebeyyün etse kısmet, fesh olunarak
âdilâne taksim yapılır.
Meselâ: tki şerikden
birisinin hissesine birriza veya bilkaza yüz lira kıymet takdir edilmiş iken bu
hissenin elli lira kıymetinde olduğu şahadetle veya diğer şerikin ikrariyle
veya yemininden nükûliyle zahir olsa yapılmış
olan kısmet, fesh edilir. Çünkü kısmetin âdilâne olması şartdır. Bir hissede
galat vukuuna veya hududunda muhalefet vukuuna veya bir hissenin teslim edilib
edilmediğine dair dâvalar da muteberdir. Bu gibi dâvalarda bizzat kassamlann
şahadetleri de makbuldür.
317 - :
Vârislerin arasında terekenin taksiminden sonra müteveffanın borcu zuhur etse
kısmet, fesh olunur. Çünkü deyn, irsden mukaddemdir, velev ki dâyin, bu
kısmete riza göstermiş olsun. Şu kadar var ki, vârisler borcu kendi rizalariyle
eda ederlerse veya müteveffanın borcuna kâfi başka malı zuhur ederse veya
alacaklı alacağından vârisleri ibra ederse artık kısmeti feshe mahal kalmaz.
Badelkısme
mûsalih.veya başka vâris zuhur ettiği takdirde de kısmet, 'fesh edilebilir.
(Dürer., Ankaravî). [67]
318 - :
Menfaatleri taksimden ibaret olan muhayee, mekillât, mev-zunat, gibi
misliyyatda carî olmayıb yalnız ktyemiyyatda carî olur, o şart ile ki ayinleri
baki olduğu halde kendileriyle intifa mümkün ola. Misliyyatda ise ayinleri
baki olduğu halde kendileriyle intifa mümkün değildir.
319 - :
Muhayee, iki nevidir. Biri: «Zamanen mııhayee> dir. Diğeri de «Mekânen
muhayee»dir. Şöyle ki: İki kimse, aralarında müşterek araziyi bir sene biri,
diğer sene de diğeri ekmek veya kiraya vermek veya müşterek bir hanede bir sene
biri, diğer sene de diğeri oturmak veya ona kiraya vermek üzere muhayeede
bulunsalar zamanen muhayee vücuda
gelmiş olur.
Bilâkis müşterek
arazinin yansında biri, diğer yarısında da diğeri zi-raatde bulunmak veya
hanenin bir tarafında biri, diğer tarafında da diğeri ikamet etmek üzere
muhayeede bulunsalar mekânen muhayee husule gelir.
Müşterek iki hanenin
birisinde biri, diğerinde de diğeri oturmak veya bunları kiraya vermek üzere
yapılan muhayee de mekânen muhayee kabilindendir. (Fuküstânî).
320 - :
Şerikler, rauhayeenin zamanen veya mekânen yapılmasında ihtilâf etseler, han
zatların beyanına göre hâkim, zamanen muhayeeye cebr edebilirse de mekânen
muhayeeye cebr edemez, bu caiz değildir.
Vakıa mekânen muhayee,
zamanen muhayeeden daha âdilânedir. Çünkü bunda şeriklerden her biri müşterek
mallarından aynı zamanda intifa ederler. Fakat zamanen muhayee, mekânen
muhayeeden ekmeldir. Zira
bunda şeriklerden her
biri müşterek malın tamamından intifa ederler.
321 - : Bir
müşterek hayvanı sahibleri bü'münavebe meselâ: Altışar ay kullanmak üzere
zamanen muhayee caiz olduğu gibi iki müşterek hayvandain birini bir şerik,
diğerini de diğer şerik binmek veya yük taşıtmak suretiyle kullanmak üzere
muhayee de caizdir. Bu muhayee, imamey-ne göre hem rizaen, hem de kazaen
caizdir. îmamı Âzam'a göre binmek üzere muhayee rizaen caiz ise de kazaen caiz
değildir. Çünkü binmek râ-kiblerin tefavütiyle mütefavit olur, tesviye tahakkuk
edemez. (Hidaye, Âb-dül'halîm, fetâvâsı).
322 - :
Müşterek bir hayvanın istiğlâl -= Kiraya vermek üzere mu-hayeesi bilittifak
caiz değildir. Bunda madeieti temin mümkün değildir. Fakat iki müşterek
hayvanda istiğlâl üzere muhayee, imameyne göre caizdir.
Kezalik: îki kimse
arasında müşterek iki libasdan birini bir şerikin, diğerini de diğer şerikin
giymesi üzere muhayee de imameyne göre caiz bulunmuşdur. (Ebüssuûd,
Reddimuhtar).
323 - : Ayan
üzerine muhayee caiz değildir. Çünkü menfaatleri se-riüzzevâl olduğundan
onlarda muhayee müstahsen görülmüşdür. Ayinler ise devam edib taksimi kabil
olduğundan bunlarda muhayee zarureti yokdur.
Meselâ: Müşterek
ağaçların meyvalan, müşterek hayvanların südleri ve yünleri ayandan olmakla
müşterek ağaçlardan bir mikdarının meyva-sım şeriklerden biri, diğer mikdannın
meyvasım da diğeri devşirmek ve müşterek koyunlardan bir sürünün südünü ve
yününü biri, diğer sürünün südünü ve yününü de diğeri almak üzere muhayee
yapsalar sahih olmaz. Belki bu hâsılat yine aralarında müşterek olur. Bunun
için çare. şeriklerden biri, bu hâsılatdan diğer şerikin muayyen bir
müddctdekî hissesini satın alır, bu müddetden sonra kendi muayyen hissesini de
o diğer şerike satar. Bu suretle her biri bir muayyen müddetle o hâsılatın
mecmuundan istifade etmiş olur. (Ebussuûd, Mecmaül'errhür, Dürrümuhtar. [68]
324 - :
Muhayee, minvechin ifraz ve minvechin mübadeledir. Maamafih zamanen muhayeede
mübadele ciheti galibdir. Şöyle ki: Bir hissedarın
kendi nöbetindeki hissei menfaati, diğer hissedarın nöbetinde-ki hissei
menfaatiyle mübadele edilmiş olur. Bu cihetle zamanen muhayce icare
hükmündedir. Binaenaleyh zamanen muhayeede şu kadar gün veya şu kadar ay gibi
bir müddet zikr ve tâyin olunmak lâzımdır ki, muhayee fâsid olmasın.
325 - :
Mekânen muhayeede ifraz ciheti gaUbdir. Şöyle ki: îki hissedarın, meselâ: Bir
müşterek konakda olan menfaatleri şayi, yani: O konağın her cüz'üne şâmil iken
muhayee ile iki hissedardan birinin menfaati o konağın bir kıt'asında,
diğerinin menfaati de diğer kıt'asında cem" edilmiş olur. Binaenaleyh
mekânen muhayeede müddet zikr ve tâyini lâzım değildir. Çünkü bu muhayeede
menafim mekânı malûm olduğundan menafi de malûm bulunmuş olur, ayrıca müddet
tâyinine ihtiyaç yokdur. <înaye, Dürer.).
326 - :
Gerek zamanen ve gerek mekânen muhayeede hissedarlar
ihtilâf etdikleri
takdirde aralarında kur'a çekilerek hangisinin evvel intifa edeceği veya
hangisine hangi kısmın aidiyyeti tâyin edilmelidir. Hissedarların kalblerini
tatyib için hâkimin böyle kur'a çekmesi evlâdır. Maamafih hâkim bunları
kur'asiz da tâyin edebilir. (Hindiyye, Reddimuhtar).
327 - :
Müşterek ve müteaddid şeylerin sahihlerinden biri muhayee isteyîb de diğeri imtina etdikde
bakılır: Eğer o müşterek şeyler, cins-'eri müttehid ayan gibi müttefikül'menfaa
iseler muhayeeye cebr olunur. Ye eğer muhtelifürcins ayan gibi
muhtelifül'menfaa iseler muhayeeye
cebr olunmaz.
Meselâ: Bir mevzide
bulunan iki müşterek haneden birisinde şeriklerden biri, diğerinde de diğeri
oturmak veya bunlardan birinin gailesini biri, diğerinin gailesini de öbürü
almak üzere ve yahud iki müşterek hayvandan birini biri, diğerini de öteki
şerik kullanmak üzere şeriklerden biri muhayee isteyib diğeri imtina eylese
muhayeeye cebr olunur. (Abdül-halim).
328 - : Bir
veya iki hayvanın gailesinde muhayee bitterazi olsa da caiz değildir.
Bir veya iki müşterek
hayvanda amanen veya mekânen bilkaza mu-hayeenin-cevazı imameyne göredir, îmami
Azam'a göre bu hayvanlarda cebren muhayee caiz değildir. Çünkü bunların
istimali râkiblerinin ihtilâfına göre muhtelif olur. Bazı râkib hayvana zahmet
vermediği halde diğer bazısı cehaletinden dolayı hayvanı güzel istimale kadir
olamaz. (Dürer., Mecmaürenhür). Mecelle'de imameynin kavli alınmışdır.
329 - : îki
şerikden biri müşterek bir hanede oturub diğeri de yine müşterek hammamı
kiraya vermek yahud biri müşterek hanede oturub diğeri müşterek araziyi kendi
hisabına ekmek üzere bitterazi muhayeede bulunmaları caiz ise de biri bu
veçhile muhayeeden imtina ederse muhayee yapılamaz. Çünkü bunlar muhtelifül
cins, muhtelifül menfaa şeylerdir. (Dürerürhükkâm).
330 - :
Taksimi kabil olan müşterek bir mal sahihlerinden biri kısmet, diğeri ise
muhayee talebinde bulunsa kısmet hakkındaki taîeb, tercih olunur. Çünkü
menfaati istimal hususunda kısmet, muhayeeden daha kuvvetlidir.
(Netayicül'efkâr).
Bu müşterek malın
sahihlerinden hiç biri kısmet talebinde bulunmadığı halde içlerinden biri
muhayee isteyib de diğerleri imtina etseler hâkim tarafından muhayeeye cebr
olunur. Şâyed muhayeeden sonra bir kısmı kısmet talebinde bulunursa muhayee
fesh olunarak taksim yapıür. (Hidaye, Hindiyye).
331 - :
Taksimi kabil olmayan bir müşterek malın sahiblerinden biri muhayee isteyib de
diğeri muhayeeden imtina etse muhayeeye cebr olunur. Meğer ki bu muhayee,
tatili mülkü mucib olsun, o takdirde cebr olunamaz.
Meselâ: Bir tarik, iki
kimse arasında müşterek olub birinin mülküne iysal decek başka tarik bulunmasa
bu tarik hakkında., muhayee yapılamaz {Mecmaül'enhür, Mecelle şerhi: Atıf
Efendinin.)
332 - :
Sefine, değirmen, han, hammam, kahve han gibi kiraya veri-lib ücretle müntefi
olduğu müşterek akarlar, taliblerine kiraya verilib ücretleri hissedarlar
arasında hisselerine göre taksim olunur. Hissedarlardan biri, hissesini kiraya
vermekden kaçınsa muhayeeye cebr olunur. Çünkü bir hissedar, yalnız kendi
hissesini kiraya veremez. Fakat birinin nöbetinde gailesi, yani kira bedeli
ziyade olursa bu ziyade hissedarlar beyninde taksim olunur. Zira bu akarda
gaîle fazlası, hissedarlar arasında müşte-rekdir. (Ankaravî, HâmMiyye).
333 - :
îstimâl üzere yapılan muhayeede hissedarlardan her biri zş-manen muhayeeden
sonra kendi nöbetinde müşterek akarın ve mekSnen muhayeeden sonra kendi hissesine
isabet eden parçayı bizzat istimal edebileceği gibi başkasına icar ile
ücretini kendisi için ahz da edebilir, şeriki bundan hisse alamaz. Çünkü her
hissedarın nöbetinde menafi kendi mülkünde hadis olmuş olacağından bu menafii
başkasına temlike salâhiyyeti vardır. Bu temlikin muhayeede şart edilib
edilmemesi müsavidir.
Bu, Şemsül Eimmetis
Serahsîye göredir. Mecelle'de de ihtiyar edilmiştir. Diğer bir kavle göre
sükna üzerine muhayeede kiraya vermek şart edilmemiş bulunursa icar cihetine
gidilemez (Tatarhaniyye, Abdülhalim-fetâvâsı).
[69]
334 - : Muhayee, ya ibdidaen menafi ve istimal
üzerine veya ibti-daen istiğlâl üzerine yapılır. îbtidaen menafi ve istimal
üzerine muhayee yapıldıkdan sonra hissedarlar kendi nöbetlerini kiraya verib de
birinin nöbetinde kira bedeli ziyade
olsa diğer hissedar o ziyadeye ortak olamaz. Çünkü bu veçhile muhayeede
hissedarlar arasında muadele hâsıl olduğundan bilâhare husule gelecek ziyade
bu muadeleye zarar vermez.
Amma ibtidaen îstiğlâl
üzere muhayee yapılmış olunca bakılır: Eğer yalnız bir müşterek hanenin
kirasını bir ay biri ve bir ay da diğeri almak üzere muhayee yapılmış ise
fazlası müşterek olur. Fakat iki haneden birinin gailesini biri, diğerinin
gailesini de diğeri almak üzere muhayee yapılmış ise bunlardan bir hanenin
gailesi ziyade olunca diğer hissedar ona müşarik olmaz. Çünkü hane bir olunca
şerikler bu müşterek haneden bir zamanda menfaati istifa etmeyib aietteakub
istifa ettikleri için bu karz gibi itibar olunur, yani: Bir şerik bir ayın
gailesinden kendi hissesini diğer şerike - bu .şerikin diğer aydaki
hissesinden istifa etmek üzere ödünç
vermiş sayılır. Bu halde ödünç mikdan istifa edilince bakisi müşterek olur. Bu
muhayeede muadele ancak bu suretle tahakkuk eder.
Amma hane iki olunca
menafiin istifa zamanı müttehid olmakla onda ifraz ve temyiz ciheti râcihdir.
Bu halde her hissedarın kendi mukadder me-nafiinde husule gelen ziyade
kendisine aid olur. (Hidaye, Kâfi, Fethül'mu-în).
335 - :
Hissedarlar, kendi aralarında bitterazi zamanen veya mekâ-nen muhayee yapdıkdan
sonra bu muhayeeyi yalnız birisi fesh edebilir, ve-levki bir özre mebni
olmasın. Fakat hissedarlardan biri, kendi nöbetini veya kendi
hissesini:başkasma kiraya vermiş olursa kira müddeti nihayet bin-madıkca diğer
hissedarlar muhayeeyi fesh edemezler. Çünkü bu mecura müstecirin hakkı taallûk
etmişdir, müstecir razi olmadıkça bu fesh yapılamaz. (Tatarhaniyye).
336 - :
Hâkimin hükmiyle yap'lmış olan bir muhayeeyi hissedarlardan yalnız biri,
satmak gibi bir özür bulunmadıkça fesh edemez. Çünkü fesh etse hâkime
müracaatla muhayee iade edilebileceğinden bu feshde faide yokdur.
Fakat hissedarlardan
biri, hissesini satmak veya taksim eylemek iste dikde muhayeeyi fesh edebilir.
Arama müşterek malı mücerred eski haline iade etmek üzere sebebsiz yere
muhayeeyi fesh edecek olsa feendisine
hâkim müsaade etmez,
(Tatarhaniyye).
337 - :
Hissedarlardan birinin veya hepsinin vefatiyle muhayee bâtıl olmaz. Belki
muhayee vâris'-îr arasında devam eder. Çünkü bu muhayee hissedarlardan veya
vârislerden birinin talebiyle iade edileceğinden bâtıl olmasında faide yokdur.
(Hidaye). [70]
338 - :
Eşhas arasında veya eşhas ile evkaf beyninde müşterek olan bir mülk tamir ve
termime muhtaç olunca sahihleri hisselerine göre büiş-tirâk tamir ederler.
Çünkü garamet, ganimete göredir.
Hissedarlardan biri,
diğerinin izniyle kendi malından kadri maruf para sarf ederek müşterek mülkü
şirket hesabına tamir etse şerikinin hissesine masrafdan ne isabet ederse onu
şerikinden alır. Şerikin bu isabet edecek mîkdarı ödeyeceğini dermeyan etmiş
olmasına hacet yokdur. (Hülâsa.
339 - :
Tamire muhtaç olan müşterek mülkün sahihlerinden biri gaib olub da diğeri onu
tamir etmek isteyince hâkimden izin alır. Bu izin o gaib şerikin izni makamına
kaim olur. Binaenaleyh masrafdan hissesiyle o gaibe rücu eder. (Hülâsa).
340 - : Bir
kimse, şerikinden veya hâkimden izin istihsâl etmeksizin müşterek mülkü kendi
kendine tamir etse müteberri sayılır, masrafını kısmen şerikinden alamaz. O
mülkün gerek kısmeti kabil olsun ve gerek olmasın. (Tenkih-i Hâmidi.
341 - : Bir
kimse, kabili kısmet olan büyük konak ve han gibi müşterek bir malı şerikinin
imtinauıa rağmen kendisi hodbehod.tamir etse müteberri olur, şerikine tamir
masrafından hissesiyle rücu edemez. Bu kimse, şerikinin bu imtinaına rnebni
hâkime müracaat etse hâkim, tamire c'ebı edemez. Çünkü bu cebir, şerikin
zararına badi, hakk-ı mülkiyyetine bir nevi tecavüzdür. Şu kadar var ki, o kimse
de kendini zarardan kurtarmak isterse o malın cebren taksimim taieb edebilir,
kısmetden sonra kendi hissesinden dilediğini yapar. (Terkih-i Hâmidî).
342 - :
Diğermen, ha zararım, duvar gibi kabili kısmet olmayan müşterek bir mülk
tamire muhtaç olub sahihlerinden bir kimse, tamir etmek istediği halde şeriki
imtina etse tamire icbar edilemez. Belki o kimse hâkimin izniyle kendi
tarafından kadri maruf para sarf ederek tamir eder ve masrafdan şerikinin
hissesine icabet eden para, kendisinin ondan alacağı
olur. Bu müşterek mülkünü kiraya verib
ücretinden alacağını istifa edebilir. Fakat hâkimden istizan etmeksizin tamir
etmiş olursa sarf etdiği kadri marufa bakılmayıb ancak tamiratın tamir
vaktindeki kıymetinden şerikinin hissesine isabet eden mikdarı o müşterek
mülkü kiraya vermek suretiyle ücretinden istifa edebilir.
Meselâ: O mülk,
tamirden evvel bin lira, tamirden sonra da bin yüz lira kıymetinde bulunsa
aradaki yüz lira tamiratın kıymeti olur. Tamir eden şerik, diğer şerike bundan
hissesine isabet eden mikdar ile rücu eder. Bilfarz bunlar bu mülkde
münasefeten müşterek bulunsalar, bu yüz lira-nın yansiyîe rücu edilir, fazla
masraf, teberru sayılır.
Şayet sarfiyyat, bu
kıymetden az bulunursa zahir olan kavle göre bu sarfiyyatın yarısiyle rücu
edilir. Diğer bir kavle göre masraf yapan şerik, bu farka malik olacağından
bunun yarısını şerikine temlik etmek için vâki tamirat kıymetinin yarısiyle
rücua müstahik olur. (Hamevî, Dürerül'hük-kânı).
343 - :
Değirmen, hammam gibi kabili kısmet olmayan müşterek bir mülk bükülliyye
yıkılıb veya yanıb da sırf arsa kaldığı halde sahihlerinden biri taina etmek
isteyib de diğeri imtina etse binaya cebr olunamaz. Çünkü bir zarar, kendi
misliyle izale edilemez ve bir insan kendi mülkünün slâhına icbar edilemez. Bu
halde arsa kabili kısmet ise sahihlerinden birinin talebine binaen taksim
olunur. (Hamevî, Ankaravî).
344 - :
Fevkanisi birinin, tahtanisi de diğerin
mülkü olan ebniye münhedim veya muhterik- olsa her biri kemafissabık
ebniyesini yapar, biri diğerine mani olamaz. Fevkanî sahibi, tahtanı sahibine:
«Sen ebniyye ni yap ki, üzerine ben de ebniyyemi yapayım.» deyib de tahtan!
sahibi imtina etse buna hapis ile veya darb ile cebir olunamaz. Belki fevkani
sahibi, hâkimden izin alarak tahtanı ve
fevkanî ebniyyeyi inşa etse tahtanı sahibini - masrafdan hissesini verinceye
kadar - tahtanîde tasarrufdan, meselâ orada ikametden men eder. Bu halde bu
tahtanî kısmı, fevkanî sahibinin elinde rehin gibi olur. (Ankaravî).
Şâyed tahtanî sahibi,
bunu hadm ederse binaya cebr olunur. Fakat fevkanî sahibi, kendi ebniyyesini
hadm ederse binaya cebr olunamaz. Çünkü fevkaninin vücudu, bekası tahtanîye
rhütevakkıfdır, tahtanînin mevcu-diyyeti, devamı ise fevkaniye mütevakkıf
değildir. (Bedayi).
345 - : îki
komşu arasında münasefeten müşterek bir duvar üzerinde iki tarafın köşk ve
kiriş uçları gibi hamuleleri olduğu halde duvar münhedim olub duvarın enli olmamasından dolayı arsası
kabili taksim bulunmasa da brinin imtinaı üzerine diğeri hâkimden bilistizan
bina eylese şeriki masrafının yarısını tediye edinceye kadar o duvar üzerine
hamule vaz'ından menedilebilir.
Duvar münhedim olmayıb
da şerikler onu müttefikan hadm etmişler ise hükm yine böyledir. Hâkimden izin
almaksızın bina edildiği takdirde masrafa bakılmaz. Binanın inşa vaktindeki
mebniyyen kıymetinin yarısı istifa edilinceye kadar imtina eden şerik,
hamulesini vaz etmekden menedüebilir.
346 - :
Münhedim olan duvarın arsası enli olub da îedeıtaksim her şerik, kendi
hissesine ebniyyesinin hamulesini vazedebilecek bir halde bulunsa taksim
cihetine gidilir. Bir şerik, bu cihete gitmeyib de duvarı bı na etse masrafını
müteberri olur. Çünkü bu veçhile binaya muztar değildir. (Hülâsatül'fetâvâ,
Reddimuhtar).
347 - : İki
hane arasındaki müşterek duvar, münhedim olub da birinden diğerinin makarrı
nisven olan mahalli görünüyor olduğu cihetle birinin sahibi bu duvarı
müştereken bina etmek istediği halde diğerinin sahibi imtina eylese binaya cebr
olunmaz. Bu halde duvarın arsası kabili kısmet ise bittaleb taksim olunur,
kabili kısmet değilse tahtadan yahud sair bir şeyden biliştirâk aralarında
b:"r sütre ittihaz etmeleri için ledet-taleb hâkim tarafından cebr olunur.
(Haniyye).
Bu münhedim duvar, iki
hane sahibi arasında müşterek olmayıb yalnız b;rinin mülkü olduğu cakdirde de
bn hükmdedir. (Ali Efendi fetâvâsı).
348 - : İki
komi arasında müşterek olan duvara vehn gelib de yıkılmasından korkulma ila
biri yıkdırılmasım istediği halde diğeri imtina etse bilİFiirâk hadm etmemeleri
üzerine cebr olunur.
Böyle inhidama mail
ıMr duvar, iki kimse arasında müşterek olmakla beraber bu duvar üzerinde
yalnız birisinin hamulesi bulunmakla diğeri: «Hamuleni kaldır, duvarı hadm
edelim, inhidamiyle birimize mazarratı olmasın.» diye tenbih ve işhadda
bulunsa da badehu hamule sahibi hamulesini kaldırmayıb duvar münhedim olarak
tenbih eden şerike zarar verse bu zararının yarısını hamule sahibine tazmin
etdirebilir. (Haniyye).
349 - : İki
çocuk veya iki vakf arasında müşterek
olan bir akar. tamire muhtaç olub da hali üzere ibkası çocuklara veya
vakı'flara muzir olduğu halde iki vasiden veya iki mütevelliden biri, tamir
etmek isteyib de diğeri imtina eylese vesayetden ve tevliyyetden azl olunarak
yerine tamir edecek başka bir vasi ve mütevelli nasb olunur. Vasi veya müteveüi
hâkimden istizan etmeksizin tamir ederse müteberri olur.
Meselâ: İki çocuğun
haneleri beyninde bir müşterek duvar olub da bu duvarın yıkılmasından
korkuîarak birinin vasisi, tamir etmek istediği halde diğerinin vasisi imtina
eylese hâkim tarafından bir emin zat gönderilerek bakılır: Eğer duvarın hali
üzere terki takdirinde çocuklar hakkın da zarar tahakkuk edeceği malûm olursa
imtina eden vasiye diğer vasi ile müştereken çocukların malından o duvan tamir
etmek üzere cebr olunur. Bir vasi veya mütevelli, çocuğun veya vakfın mutazarrır
olmasına razı olamaz.
350 - : İki
vakf beynindeki müşterek olan bir hane, velevki kabili kısmet olsun tamire muhtaç olub
da mütevellilerden biri tamir etmek istediği halde diğeri imtina eylese
vakfın malından tamir etmek üzere hâkim canibinden kendisine cebr
olunur. Fakat diğer mütevelli, bunu hod-behod tamir ederse müteberri sayılır.
Çünkü bu hususda muztar bir va-ziyetde bulunmuş değildir.
351 - : Bir
hane vakıf ile mülk beyninde müşterek olub da tamir-siz terki, mülke muzir
olduğu halde vakfa muzir bulunmasa mütevelli tamire cebr olunamaz. Bilâkis
vakfa muzir olsa mütevelli imtina edince cebr olunur. Vakıfda gaile mevcud
olmasa mütevelli hâkimin izniyle vakf için istidane edib tamire sarf eder.
fHayriyye, Reddimuhtar).
352 - İki kimse arasında bir hayvan müşterek olub
da şeriklerden biri onu beslemekden imtina etmekle diğeri hâkime müracaat
eylese hâkim, imtina eden şerike: «Ya hisseni sat veya müştereken hayvanı besle.»
diye emr eder. Çünkü aksi takdirde müracaat eden şerik, mutazarrır olacakdır.
Maamafih hâkim, bu müracaat eden şerike
hayvanı besleyib hissesini bilâhare almak üzere izin de verebilir. Fakat
bu şerik, hayvanı hodbehod beslerse müteberri olur. "(Tatarhaniyye.
Hindiyye, Reddimuhtar) [71]
353 - : Nîl
ve Fürat gibi memlûk olmayan nehirlerin geriy ve ıslahı, yani: Hafri,
ayıklanması beytül'mâl üzerinedir. Çünkü bunlar, âmme maslahatı
icablarındandır. Fakat beytül'mâlde bu gibi işlere sarf edilecek para bulunmazsa
bunları ayıklamak nasa bir vazife olur. Bundan imtina ederlerse kendilerine
cebr olunur. Zira zararı âmini def için buna ihtiyaç vardır. Buralarda bizzat
çalışarak takımdan olmayan zengin kimseler, bunun meaarifini vermekle mükellef tutulurlar. (Zeyleî,
Reddimuhtar).
354 - :
Memlûk olan müşterek nehirlerin ayıklanması, bunların sa-hibleri, yani: O
nehirlerden hakk-ı şirbleri olanlar üzerine lâzım
gelir. Yoksa hakk-ı şefe ashabı bunların hafri ve ıslahı meunetine
teşrik edilemez. Çünkü bunların rakabeleri, hakk-ı şirb ashabına aiddir.
Hakk-ı ş°fe ashabı ise gayrı mahduddur ve mücerred ibahe tarikiyle bunlardan
istifadeye müstahikdirler.
(Reddimuhtar, Mecmaül'enhür).
355 - :
Hakk-ı şirb, sahihlerinden bazıları müşterek nehri hafr ve ıslah etmek
istedikleri halde bazıları bundan kaçınsalar bakılır: Eğer bu nehir, minvechin
âmm ise bu kaçınanlara sairleriyle biliştirâk ayıklamai üzere cebr olunur,
yoksa ayıklanması beytüPmâle aid olmaz. Çünkü bunun menfaati bu şeriklere
aiddir.
Fakat, bu, bir nehri
hass ise ayıklamak isteyenler, hâkimin izniyle o nehri ayıklayıb imtina eden
şeriki - masrafdan hissesine düşen mik-darı verinceye kadar - o nehirden hakk-ı
şirb ile intifadan menederler
İmam-ı Âzam ile imam
Ebû Yûsuf e göre şeriklerden birinin imtins-ma mebni diğerleri hâkimden izin
almaksızın hafr ve ıslahda bulundukları takdirde de hükm böyledir, o şeriki
menedebilirler. İmam Muham-med'e göre ise hâkimin izni olmaksızın hafr ve
ıslahda bulunurlarsa mü-teberri olacaklarından imtina eden şeriki intifadan
menedemezler. Müf-tabih olan da budur. (Hidaye, Reddimuhtar).
356 - :
Hakk-ı şırb ashabının kâffesi. malik oldukları müşterek nehri ayıklamakdan
imtina etseler bakılır: Eğer bu nehir, bir nehri âmm ise ayıklamak üzere
kendilerine cebr olunur, ve eğer hass ise cebr olunamaz Çünkü bunîsnn menfaati
yalnız bunlara râci ve ıslahını terkden
müte-veîlid zarar da kendilerine müteveccih olacağı cihetle icbara lüzum yoldur.
Maamafih müteehhir fukahadan "bazılarına göre bu halde de cebr olunur.
(Hizane, Reddimuhtar).
357 - :
Gerek Fürat, Dicle gibi memlûk olmayan ve gerek memlûk olan nehri âmmm
kenarında bir kimsenin yeri olub da su içmek vs nehri ıslah etmek gibi
ihtiyaçlar için başka yol bulunmasa âmme o yerden mürur edebilir, sahibi bu
mürura mani olamaz. Çünkü bu suretle zararı hass iltizam edilerek zararı âmm
defedilmiş olur. {Camiül'füsûleyir
358 - :
Müşterek nehirlerin gerek âmm olsun ve gerek olmasın me-uneti, hafr ve ıslahı
masrafı yukarıdan başlar ve ibtida cümle hissedarlar bu masrafda müşarik olurlar
ve en üst tarafdaki hissedarın arazisinden ^içildikde İmam-ı Azama göre o
hissedar halâs olur, ondan sonraki kısmın merafikine iştirak etmez. Çünkü o
kısımda onun faidesi yokdur. Müfta-bih olan budur. îmameyne göre ise bu gibi
nehirlerin mesarifinde başdan sonuna
kadar bütün şerikler ortak olurlar. Zira üst tarafdaki hissedar, faz-.3 suyunu
aşağıya akıtmağa mecburdur.
İmamı Azama göre
sırasiyle nehrin aşağısına kadar inilir. Yani: bunun mesarifinden evvelâ
birinci şerik, sonra ikinci şerik daha sonra üçün-" cü şerik ilâah'rihi
halâs olur. Zira garamet, ganiteme göredir.
Meselâ: On kimse
arasında müşterek olan bir ırmak ayıklanacak
oldukda en üst tarafdaki hissedarın arazisi nihayetine kadar olan
parçaya aid mesarif, cümlesinin üzerine lâzım gelir. Sn üst tarafdaki şerikin
me-sarifi cümlesinin üzerine lâzım gelir. Ve bu üst tarafdaki şerikin kendi
arazisinin mabadinde menfaati kalmayacağı cihetle o, beri olub andan sonraki
mesarif dokuzu üzerine lâzım gelir. Bu ikincisinin arazisi dahi geçildikçe o
da beri olub ondan sonraki masraflar sekizi üzerine taksim edilir. Sonra bu
siyak üzere gidilir ve en aşağıdaki hissedar cümlesinin masrafında müşarik
olarak en sonra kendi hissesini yalnız kendisi yapar. Çünkü o hissedar, bu
ıslahat kendi arazisine kadar devam etmedikçe bu nehirden müstefid olamaz. Bu
cihetle en yukarıdaki hissedarın masrafı hepsinden az ve en aşağıdaki
hissedarın masrafı da cümlesinden ziyade olur. 'Reddimuhtar, Mecmaül'enhür),
359 - :
Nehri âmden hark ve cedvel ile su alan köy ahalisi bu nehri tathir ve ıslah
eder de bir kariyenin hark ve cedvelinin ağzına vâsıl olunca artık bu nehrin
mütebaki mesarifinden kurtulurlar, arazilerinin müntehasına kadar
bu nehri başkalariyle birlikde ayıklamaya mecbur bulunmazlar.
360 - :
Müşterek kârizi veya bir evde bulunan çeşme veya abdestlik gibi suları müşterek
şeylerin mecrasını ayıklatmak meuneti, - müşterek nehirlerin aksine olarak -
aşağıdan başlar. Çünkü kâriz veya çeşme sahibi bunların aşağıdaki mecrasına
muhtaçdır.
Binaenaleyh
yukarıdakiler, en aşağıdaki hissedarın arsasmdaki kâriz veya mecra mesarifinde
iştirak ederler, ve ondan yukarı çıkıldıkda o hissedar masrafdan kurtulur.
Zira onun kirli sulan yukarıdaki yerlere cereyan etmez. Artık bu veçhile birer
birer kurtularak en yukarıdaki hisse-iar, kendi hissesini yalnızca olarak
yapar, bu veçhile en aşağıdaki hisse-iarm masrafı hepsinden az olur.
(Reddimuhtar).
361 - :
Tariki hassın tamiri de -kâriz gibi aşağıdan başlar ve ağzı, yani: Tariki
hassın medhali aşağı, müntehaai <3a yukarı ad ve itibar olunur.
Binaenaleyh tariki
hassın ağzında bulunan hisseajr yalnız kendi Lisesine aid olan tamir
mesarifine ortak olur, kendisinin hanesi, saha-i mül
geçüdikde o tamirden halâs olur. Çünkü bu
yolun ağzındaki hissedarın, endi hissesinden yukarı bulunan kısımdan intifaa
hakkı yokdur, hattâ o ısma mürur bile edemez. Bu yolun müntehasında bulunan
hissedar ise ıer birinin mesarifine iştirak etdikden başka kendi hissesini de
yalnız ;endisi yapar. (Hindiyye, Dürerül'hükkâm).
362 - :
Tariki hâssın tamiri, rakabe'sine malik olanlar üzerine lâzım
jelir, yoksa o
tarikden mücerred hakk-ı müruru bulunanlar üzerine lâzım ;elmez, bunlar onun
tamirine iştirak etmezler. Zira meunet, etbaa değil, ısul üzerine vacibdir.
(Hindiyye, Hayriyye, Mecelle-i ahkâm-ı adliyye). [72]
1 - : Maliki
fukahasınca kısmetler kısmet-i muhayee, kısmet-i terazi ve kısmet-i kur'a
namiyle üç nevidir. Şöyle ki:
(A) Muhayee,
kısmeti menafi demektir ki, müşterek bir köleyi şeriklerin meselâ birer ay
nöbetle istihdam etmeleri veya müşterek bir hanede birer sene oturmaları gibi.
îki köleden her birini
bir şerikin istihdam etmesi veya iki haneden her birinde bir şerikin ikamet
eylemesi de bu kabildendir.
Müşterek bir hayvan
veya köle gibi şeylerin teceddüd eden gailelerinde muhayee caiz, değildir.
Bunlar bir inzibat altında bulunmazlar. Fakat kiralan malûm, muttarid olan
hayvanların, hanelerin veya değirmenlerin kiraları hakkında muhayee caizdir.
Muhayee, teceddüd ve
tahavvül etmesi itibariyle bir nevi icare gibidir.
(B) :
Kısmet-i terazi, şeriklerin aralarındaki müşterek mallan birriza taksim
etmeleridir. Bu mallar mütemasil ve mütehalii olabilirler. Bu taksimin tâdil
ve takvimden sonra" yapüıb yapılmaması müsavidir. Bu taksim, gabından
dolayı reddedilemez. Meğer ki bir takvim = Hisselere kıymet takdiri
neticesinde yapıîıb aradan çok zaman geçmemiş olsun. Bu halde kısmet, gabından
dolayı reddedilebilir.
Kısınet-i terazi,
iriinveehin beyi' gibidir, minvechin de hakları temyiz mesabesindedir, beyide
carî olmayan tesamüh bu kısmetde carî olur.
(C) :
Kısmet-i kur'a, bu, şeriklerin m&şaen müşterek oldukları şeylerdeki
haklarını temyiz ve ifraz mahiyetindedir, yalnız mütecanis veya mütemasil olan
şeylerde carî olur, mui£elif şeylerde carî olmaz.
Meselâ: Bir mikdar
buğday veya bir sığır ile bir manda hakkında bu kısmet carî olabiür. Fakaî^ir
hayvan ile bir mikdar buğday arasında carî olamaz.
kur'ada hakları ifraz için bir kasımın
bulunması kâfidir. îki olması ise eftaldir. Fakat maksumun eczasını tâdil,
kıymetlerini takvim ve tâyin edecek olan mukavvimin müteaddid olması lâzımdır.
Kassamın ücreti
şeriklerin adedine göre tevzi edilir, hisselerin mik-darma göre değil, çünkü az
hisselerin temyiz ve ifrazındaki zahmet da çok hisselerin temyiz ve ifrazındaki
zahmet gibidir. Maamafih kassam olan* zat, beytül'mâlden bir ücret almamakda
ise şeriklerden ücret alması mekruhtur. Çünkü bu, mekârimi ahlâka münâfîdir.
Beytül'mâl'den ücret aldığı takdirde ise şeriklerden ayrıca ücret alması
haramdır.
Kısmet-i kur'a, gabn
vukuu takdirinde fesh edilebilir.
3 - : Akar,
siyab, hayvan gibi şeylerin taksimi
kıymetlerine göre yapılır, bahçede bulunan muhtelif ağaçlar hakkında yapılan
kısmet gibi. Meğer ki maksumun efrad ve eczası arasında ihtilâf bulunmasın o
halde aded ile, mesaha ile, keyl veya vezn ile taksim yapılır.
4 - :
Müteaddid kimseler, bir takım köylere veya
hanelere veya arazi ile su menbalarma müştereken malik olmakla
içlerinden bazıları bunlardaki hisselerinin bir yerde cem edilmesini, bazıları
da her birindeki hisselerinin kendilerine
ayrı ayrı taksim edilib verilmesini
istese bakılır. Eğer bunlar birbirine yakın, mevkileri bakımından nas
arasında müsavi olub aralarında büyük
bir ihtilâf mevcud değilse her birinin hisseleri bir yerde cem edilmek üzere
tefrik ve taksim edilir. Fakat bunlar muhtelif olursa, meseli: Arazi ile su
menbalan muhtelif olub araziyi İska hususunda menbalarm kuvvetleri mütefavit
bulunursa bunlar ayrı ayrı taksim edilerek her birindeki hisseler ayrıca tâyin
edilir.
5 - :
Müşterek su mecralarının taksimi için şeriklerden hiç birine eebr olunamaz.
Çünkü suyun bir mecradan akması, rüzgâr veya mahallin yüksekliği ve alçaklığı
sebebiyle kuvvetli olabilir, taksimi takdirinde ise her hak sahibine hakkı
kemaliyle verilmiş olamaz. Fakat bunlarda da birriza kısmet caizdir.
6 - : Az bir yer, meselâ küçük bir hane
müteaddid kimseler arasında müşterek olub da bunun taksimi takdirinde hiç biri
hissesinden istifade etmeyecek olsa da şeriklerden velev birinin: talebi
üzerine taksimi cihetine gidilir.
7 - : Miras veya şira suretiyle iki kimse
arasında bir mal, meselâ arazi müşterek olduğu halde bunlardan biri gaib
bulunmakla diğeri kadıya müracaat ederek kısmet talebinde bulunsa kadı, bunu
aralarında tafc-sim ederek gaibin hissesini ayırır.
8 - : bit
müteveffanın bütün vârisleri çocuklardan ibaret bulunsa bunlara mevrûs olan
terekeyi bunların vasileri bizzat taksim edemez.
Bu taksimi çocuklar
hakkında hayırlı gördüğü takdirde ancak kadı yap;. bilir. (Elmüdevvenetürkübra,
Muhtasar-i Ebizziya şehr-i kebiri). [73]
1 - :
Şafiî'lere göre de müşterek olan mallan ya mükellef olan şe-rikler kendi
aralarında birriza taksim ederler veya bu taksime birini vekil tâyin ederler
ve yahud veliyyüremr veya onun nasb edeceği kimse tai-simde bulunur. Hattâ şeriklerden
bazıları gaib olsa da veliyyüTemrin di-îbi taksimde bulunabilir.
Binaenaleyh taksimler
birriza oîacağı gibi bilkaza da olabilir. Ve diğer bir itibar iJe taksimler,
kısmeti ecza, kısmeti tâdil, kısmeti red namiy-le üç neve ayrılır. Şöyle ki:
(A) :
Kısmet-i ecza, buna kısmet-i müteşabihat da denir. Hububat de-rahim, yağlar
gibi misliyyatm, ebniyesi müttefik olan, yani: İki canibde-ki odaları, sofaları
birbirleriyle mütenazır bulunan konakların ve eczası müteşabih olan arazi ile
kumaşların taksimi bu kabildendir.
Bu kısmetde icbar
carîdir, şeriklerden biri bu kısmetden imtina ederse kendisine cebr olunur,
hisseleri müsavi olsun olmasın. Bu halde hisseler tâdil edilir, şeriklere
hisseleri kur'a keşide edilmek suretiyle verilir.
Kısmeti ecza, beyi mahiyetinde
değil, ifraz mahiyetindedir. Bu cihetledir ki şerikler kendi aralarında velev
ribevî bir malda cüzafen taksim yapabilirler, birine böyle birriza taksim
neticesinde fazla hisse verilse riba hükmünde olmaz. Çünkü riba yalnız akdde
mutasavverdir, bu işe ifraz kabilindendir.
(B) :
Kısmet-i tâdil, şeriklerin sehimleri kıymetlerine göre tasnif ve tâyin edilmek
suretiyle yapılan bir taksimdir. Eczasının kıymetleri, inbs-tındaki kuvvet ve
suyundaki kurbiyyet hasebiyle muhtelif olan arazide bu kısmet carîdir.
Hisselerin kıymetde mütesavi olmaları, eczada müsavi olmaları haline ilhak
olunur. Artık bu kısmetden imtina eden
şerik bu kısmete icbar edilir. Ezhar olan, budur. Ancak böyle bir malın ceyyid olan parçası
ile redi olan parçasını ayrı ayrı taksim etmek kabil bulunursa bu kısmeti
tâdil cihetine icbar edilemez. Bunlar, ecza itibariyle taksimi mümkün olan
başka başka yerler mesabesinde bulunmuş olur.
Kısmet-i tâdil,
Zâhir-i mezhebe göre beyi mesabesindedir.
(C) Kısmeti red, bu iki şerikden birinin diğerine
müşterek maldan başka hisseler arasında tevazünü temin için - bir mal red ve
itâ etmesi suretiyle oJan taksimdir.
Meselâ: Müşterek mülk
bir tarlanın bir canibinde kuyu veya ağaç olub da kısmetleri mümkün
bulunmamakla şeriklerden biri diğerine bir mikdar
para vererek bu tarlayı taksim etseler bu bir kısmeti red olmuş olur. Şöyle ki:
Böyle bir tarla
birfarz iki kısma ayrılmakla kuyu veya ağaç yalnız bir kısımda kalsa da bu
kısımlardan her birinin kıymeti bin lira, kuyunun veya ağacın kıymeti de yüz
lira olsa bu kuyu veya ağaç kendi hissesinde kalan §erikin diğerine elli lira
vermesi lâzım gelir.
Kısmeti red, beyi'
mahiyetindedir, bunda cebir carî değildir. Bu kis-metde şeriklerin kur'a keşide
eyledikden sonra lâfzen rizalan şartdır. Esah olan kavle göre bunda mücerred
kur'a kâfi değildir.
2 - : îmam
Şafiî'ye göre bir hane veya bir oda bazı kimseler arasında müşterek olmakla
bunlardan biri kısmet istese bakılır: Eğer buna bu kısmet neticesinde az çok
intifa edecek bir şey isabet edecek ise taksim yapılır, velev ki arkadaşları
bu taksimi kerih görsünler. Fakat ite
buna, ne de başkalarına bir menfaat hâsıl olmayacak ise taksim yapılmaz.
3 - :
Müşterek mal, nefis bir cevher veya pek kıymetli bir sevb gibi bir şey olub da
taksiminde büyük zarar bulunursa veya küçük bir ham-mam gibi olub taksimi
takdirinde kendisinden maksud olan menfaat zail olursa bunu şerikler kendi
rizalariyle aralarında taksim edebilirler. Fakat bunu taksim için hâkime
müracaat etseler hâkim, bu müracaatı icabet etmez. Belki bu taksim neticesinde
o maldan matiûb menfaat bilküliyye fevt olursa hâkim onları bu taksimden men
eder. Çünkü böyle bir taksime kalkışmak
bir sefeh eseridir.
4 - :
Veliyyül'emrin nasb edeceği kassamm
erkelc, hür, âdil, mükellef, müslim, ilmi misaheye vâkıf olması
lâzımdır. Çünkü kassanılık da hâkimlik gibi velayeti, ilzamı mütazammındır.
İlmi mesahadan maksad,
mikdarlara âriz olan meçhulatı adedîyye-nin bilinmesi yollarını bildiren bir
ilimdir ki, hisabdan bir kısımdır.
Kısmetde takvime,
hisselerin kıymetlerini tâyine lüzum görülürse kassamm ki kişi olması icab
eder. Çünkü takvim, iki kişi ile sabit olur. (Kitabül'üm, TuhfetüTmuhtaç). [74]
1- : Hanbelî
fukahasma göre kısmet, nasiblerin - Hisselerin bazısını bazısından temyiz ve ifraz
demekdtr ki, kısmeti terazi ve kısmeti icbar namiyle iki nevidir. Şöyle ki:
(A) :
Kısmeti terazi, şeriklerin birriza yapdıkları kısmetdir. Müşterek bir malın
taksimi, zararı mucib olub kıymetinin noksanlanmasina mÜ-eddi olursa bunda
yalnız kısmeti terazi cari olur. Küçük bir henenin veya hammamın veya bir
ağacın veya bir hayvanın veya bir tarafında veya kuyu bulunan bir arsanın taksimi gibi.
Böyle bir malı
şerikler kıymetlerine göre birriza taksimde bulunurlarsa bu bir beyi
mahiyetinde olarak kendisinde beyi ahkâmı cereyan eder.
Şerikler taksime razi
olmaz da içlerinden t:ri bunun satılmasını ister, diğerleri ise bundan imtina
eylerse hâkim, bunu satarak semenini hisselerine göre taksim eyler. Esah olan
kavil budur.
(B) : Kısmeti icbar,
taksiminde şeriklerden hiç birine zarar olmayan ve birine bir ivaz verilmesini
icab etmeyen müşterek bir malda carî olan taksimdir. Bu kısmet, mekillâtda,
mevzunatda, geniş hanelerde, bostanlarda carîdir. Bunlarda ağaçlar yere tebean
kısmete dahil olur. Bu nevi kısmet, beyi' mahiyetinde değildir, şeriklerden
biri kısmetden imtina etse buna hâkim cebr eder.
2 - :
Hâkimin kısmete icbar ile hükm edebilmesi için üç şart vardır. Birinci şart,
şeriklerin maksuma malik oldukları beyyine ile sabit olmalıdır.
îkinci şart, taksimde
zarar bulunmadığı hâkimin indinde sabit bulunmalıdır.
Üçüncü şart, maksumun
ayninde şeriklerin nasiblerini başka bir ivaz verilmeksizin tâdil imkânı
hâkimin indinde sabit olmalıdır. Bu üç şart bulunmayınca hâkim tarafından
kısmete cebr edilemez.
3 - : Menafii taksim hususunda icbar carî
değildir. Esah olan budur. Çünkü muhayee, bir'hakkı diğer bir hak ile
muavezedir. Mümtenî ise muavezeye cebr edilemez. Fakat şerikler, menafii
birriza taksim edebilirler, yani: Müşterek malda zamanen veya mekânen
muhayeede bulunabilirler. -
Meselâ; Müşterek bir
hanede bir müddet bir şerik, bir müddet de diğer şerik oturabilir. Bu caizdir,
müddet tâyin edilsin edilmesin, fakat lâzım değildir, her biri bundan rücu
edebilir. Çünkü bu; ariyet mesabesindedir.
Hakkında muhayee
yapılan hayvanın nafakası, her şerikin nöbetinde kendisine aiddir. Çünkü bu
muhayeeye razi olmuşlardır.
4 - :
Şerikler, kendi aralarında bizzat mukasamada bulunabilirler veya bir
kassam tâyin edebilirler. Çünkü hak kendilerinindir, nasıl ittifas ederlerse
caizdir. Hâkimden bir kassam tâyin etmesini de taleb edebilirler. Bu halde
şeriklerin arasındaki münazeayı kesmek için hâkimin kassam tâyin etmesi icab
eder.
5 - : Hâkimin tâyin edeceği kassam, müslim,
âdil, mükellef, kısmete kadir olmalıdır ki, maksud husule gelsin. Kassamın
ücreti şerikler arasında mülklerinin mikdarına göre tevzi olunur,
6 - :
Şeriklerin mücerred kur'a ile yapacakları taksim, caiz ve lâzımdır. Bundan rücu
edemezler.
Kezalik: Şeriklerden
biri, diğerine taksimde bulunmayı birriza havale edib o da bilâkur'a
mukasamada bulunsa bu mukasama, şeriklerin birbirinden bedenen aynlmasiyle lâzım olur.
7 - : Şeriklerden
birinin hissesinde evvelce muttali olmadığı bir ayıb zuhur etse kısmeti fesh ile hissesini
imsak beyninde muhayyer olur. Hissesini imsak edince bu aybın erşmı = Bedelim
ahz eder. Kendisinde gabni fahiş bulunursa mukasama bâtıl olur.
8 - :
Şeriklerden her biri, badelkısme: «Şu benim hissemdir.» diye ihtilâfda bulunsa
diğerinin iddiasını nefiy üzerine yemin eder, bunun neticesinde kısmet
bozulur.
Kezalik; Müşterek bir
yer taksim edilerek yolu yalnız bir şerikin hissesine isabet edib de diğer
şerikin hissesi için menfez = Tarik kalmasa kısmet bâtıl olur. (NeyLül'meârib). [75]
1 - : Zahirî
fukahasına göre mümkinüttaksim olan her müşterek halcda kısmet caizdir.
Bunlarda bihasebilimkân kısmet yapılır. Resûli Ekrem, sallallâhü taâlâ aleyhi
vesellem efendimiz âdilâne kısmet yapar, son ) rabbi!. Bu, benim daire-i
kudretimde bulunan bir taksimdir, artık senin malik ve kadir olub benim malik
ve kadir olamayacağım bir kısmetden dolayı beni levm buyurma.
Kısmetden imtina eden
şerik, buna icbar olunur. Çocuk, mecnun veya gaib olan şerik için de hakkını
ayırtacak vekil tâyin edilir.
2 - :
Müşterek maldan, meselâ: Bir terekeden hissesini ahz eden her kimse
için farzdır ki, bunun taksiminde hazır bulunan kariblerine, yetimlere, fakirlere tiyb'î nefsiyle bir mikdar atiyyede
bulunsun. Çocuğun, mecnunun veya gaibin
namına da velisi böyle bir mikdar atiyyede bulunur." âyeti kerimesi
bunu
natıkdır.
«Sair bir kısım
müctehidlere göre bu âyeti kerimedeki emir, üedbe
mahmuldür veya bu
hükm, Tnensuhdur.»
3 - : Kabili
kısmet olmayan müşterek malın menafii şerikler ara-smda taksini olunur veya
kendisi satılır. Fakat şeriklerden biri hissesini şerikine veya şeriklerine
satmaya cebr edilemez.
4 - :
Şerikler arasında başka, müşterek mal bulunmayınca küçük olsun olmasın hane,
hammam, sevb, inci ve saire taksim olunur. Ancak mushaf-ı şerif taksim
olunamaz, bir re's hayvan da taksimden müstesnadır. Bunlar şerikler arasında
müşterek olarak kalır, bunları kiraya verib ücretini iktisam edebilirler veya bunlardan
kendileri malûm müddetlerle biFnıünavebe istifade ederler.
5 - :
Müşterek mallar, müteferrik eşyadan ibaret olub şeriklerden biri kendi
nasibinin tamamını bu eşyanın birinden veya bunun bir nev'in-den kur'a ile
çıkarılmasını istese bununla hükm edilir, şerikleri bunu istesinler
istemesinler müsavidir. Bütün şerikler ittifak etmedikçe nevilerden her biri,
meselâ bir hane, bir akar hepsinin arasında taksim edilmez.
6 - :
Kısmetde şeriklerden birine bir akarın aşağısını, diğerine de yukarısını vermek
caiz değildir. Çünkü hava, arsanın dunûndadır. Hava temellük olunamaz. Havaya
malik olacak kimse, arsa sahibinin bir çok icraatını, meselâ: Kendine aid
duvarın ve sathın yükseltilmesini menede-bilecektir. Bu gibi şurut ve takyidat
ise kitabullah'da mezkûr değildir. Ki-tabullah'da bulunmayan bir şart ise
bâtıldır.
7 - :
Müşterek bir malda şeriklerden birinin kendi kendine infazı hükmde bulunması,
meselâ: O malı veya ondaki hissesini satması, sadaka vermesi, bunun hakkında
ikrarda bulunması, bunu terhin eylemesi helâl değildir. Çünkü bu, başkasının hakkında tasarruf demekdir. Kısmet
zamanında kendisine hangi cüz'ün isabet edeceği meçhuldür. Binaenaleyh bu gibi tasarruflar., ebediyyen
feshe mahkûmdur, velev ki bilâhare o mal taksim edilib de tasarrufun kendi
hissesine isabet etmiş olduğu anlaşılsın. (Kitabül'muhallâ). [76]
Kur'a, lûgatta bir
malın âlâsı, güzidesi demekdir. Develerin burunlarına basılan damgaya da kur'a
denir. Hukuk bakımından kur'a; bazı şeylerin veya müşterek malların iki veya
daha ziyade kimse arasında taksim ve tevzii için yapılan bir ameîiyye-i
mahsusadır ki, bir kaç türlü olabilir.
Meselâ: Bir arsa veya
bir mikdar hayvan üç kimse arasında müsavat üzere müşterek bulunsa bunlar üç
kısma ayrılır. Bunlar için birinci, ikinci, üçüncü kısım diye müsavi kıt'ada üç
parça kâğıt yazılır, bu kâğıtlar bir zarf içine konulur, üç şerikden biri bu
zarıa elini sokarak bu kâğıtlardan birini alır, bu kâğnda yazılı kısirn
kendisine aid olur. İkinci şerik de böyle yapar, geri kalan üçüncü kâğıtdaki
kısım da üçüncü şerik na-nuna teayyün etmiş olur.
Şâyed böyle bir
maldaki hisseler mütefavit olub meselâ: Bir arsanın nısfı bir şerikin, sülüsü
diğer bir şerikin, südüsi de üçüncü bir şerikin olsa bu arsa müsavi altı
hisseye ayrılır, şeriklerin isimleri de birer müsavi kâğıda yazılarak bir zarfa
konulur. Bu kâğıtlardan biri zarfın içinden çe-kilib alınır, bilfarz ilk evvel
nısıf hissenin sahibine aid isim çıksa bu arsanın birinci,' ikinci ve üçüncü
muttasıl hisseleri buna aid olur. Sonra sü-düs hisse sahibinin ismi çıksa
arsamn dördüncü hissesi de buna aid olub mütebaki beşinci ve altıncı muttasıl
hisseler de sülüs sahibi için teayyün etmiş
bulunur.
Bilâkis evvelâ: Südüs
sahibinin ismi çıksa arsanın birinci hissesini alır. Sonra sülüs sahibinin ismi
çıksa bu da arsanın ikinci ve üçüncü muttasıl hisselerini alır, mütebaki üç
hi-rse de nısıf sahibi için teayyün eder.
Şeriklerden hangisinin
ilk evvel kur'ayı keşide edeceği ya kendi taraflarından tesbit edilir veya
kassamm re'yine bırakılır veya bu kur'a keşidesi bir şahsa havale olunur.
'(Kamus, Tuhfetül'muhtaç, Haşiye-i Şirvâ-nî, ve saire). [77]
İÇİNDEKİLER :
MÜLKLERÎN HÜKMLERİNE AÎD BAZİ KAİDELER. CÎV ARİYET MUAMELELERİNE AİD BAZI
MESELELER. YOLLARA AİD MESELELER. HAKK-I MÜRURA, HAKK-I MECRAYA VE MESİLE AİD
MESELELER. MUBAH OLAN ŞEYLERİN KEYFİYYETİ İSTİMLÂKİ MUBAH OLAN ŞEYLERİN UMUMÎ
HÜKMLERİ. HAKK-I ŞİRB VE HAKK-I ŞEFEYE MÜTEALLİK MESELELER. ÎHYA-İ MEVATA MÜTEALLİK
MESELELER. ARAZİ-İ MEVATDA KAZILAN KUYULARIN VE AKITILAN SULARIN VE DİKİLEN
AĞAÇLARIN HAKİMLERİ. SAYD-LARA VE İSTİYADA DAİR HÜKMLER, YİYİLMELERÎ HELÂL OLUB
OLMAYAN AV HAYVANLARI.
MÜLKLERİN HÜKMLERİNE
AİD BAZI KAİDELER : [78]
363 - : Her
kimse kendi müstakil mülkünde, yani: Rakabesine veya menfaatine malik olduğu
şeyde başkasına sararı fahiş bulunmamak şar-tiyle dilediği gibi tasarrufda
bulunabilir, Meselâ: Mülk hanesini
dilerse satabilir, uhde-i tasarrufundaki tarlayı dilerse başkasına ferağ edebilir.
Bu hususda muhtardır, başkası onu böyle bir tasarrufa cebr edemez. Meğer ki
tasarrufa icbar için bir zaruret tahakkuk etsin.
364 - : Bir
kimsenin mülküne başkasının hakkı taallûk ederse bu hak, o kimseyi bu.mülkünde
istiklâl üzere tasarrufdan meneder.
Meselâ: Fevkanisi
birinin, tahtanisi de diğerin mülkü olan ebniyye, fevkani sahibinin tahtanide
hakk-ı kararı vardır, tahtani sahibinin de fevkanide hakk-ı sakfi, yani:
Güneşden, yağmurdan, teseftür ve tahaffuz hakkı mevcûddur. Binaenaleyh birisi,
diğerinin izni olmadıkça ona muzir olabilecek bir şey yapamaz ve kendi
binasını yıkamaz, yıkar da bu yüzden diğeri de yıkılırsa bunun kıymetini zâmin
olur. Fakat bilfarz tahtani muh-terik veya kendi kendine münhedim olursa sahibi
bunu binaya cebr olunamaz. Çünkü bunda taaddisi yokdur. (MinehüTgaffar,
Camiüi'fusûleyn).
365 - :
Şeriklerden biri, diğerinin müşterek kapıdan işlemesine mani olamaz.
Binaenaleyh fevkani ile tahtanimn sokak kapısı bir ve müşterek olduğu takdirde
ikisinin sahiblsri o kapıyı müştereken istimal ederler, biri diğerini girib
çıkmadan menedemez. Aksi takdirde onun menafii muattal olur. (Muinürhükkâm).
366 - : Bir
yere malik olan, o yerin mafevkına da, mâtahtına da malik olur. Meğer ki
mafevki veya matahtı başkasının mülkü bulunmuş olur.
Binaenaleyh bir kimse,
mülkü olan arsada - başkasına zaran fahiş olmamak şartiyle - istediği ebniyyeyi
yapmak ve dilediği kadar çıkmak ve zeminini kazıyarak mahzen yapmak ve dilediği
kadar derin kuyu kazmak gibi tasarrufata muktedir olur, başkasının havasına ve
kuyusumyı sularının çekilmesine sebep olacak diye bu gibi tasarruflar
menedilemez. (Haniyye, Ali Efendi fetâvâsı),
367 - : Bir
kimse, hanesinde kadîmen mevcud olmayıb ahiren ihdas eylediği odasının
saçağını - rizası olmadıkça komşusunun
hanesi üzerine uzata.maz. Çünkü bu başkasının mülkünde tasarruf demekdir. Binaenaleyh
uzatırsa o hane üzerine gelen mîkdarı, hane sahibinin talebiyle kati' olunur.
Velev ki haneye muzir olmasın. (Ali Efendi fetâvâsı).
368 - : Bir
kimsenin bahçesindeki ağacın dallan komşusunun hanesi yahud bağçesi veya
tarlası üzerine uzamış olsa o dallan mümkün ise bağlayıb geri çekdirmek iîe
havasını tefriğ etdirmeğe komşusunun salâ-hiyyeti vardır. Fakat o dallar kaim
olmakla bağlayıb geri çekdirmek mümkün olmazsa komşusu, onları kesdirmek
suretiyle kendi havasını tefriğ et-direbilir. O kimse bundan imtina ederse
hâkime müracaat edilir.
Şâyed bu dallan bizzat
komşu keserse bakılır: Eğer hâkimin kesdire-ceği yerlerden kesmiş bulunursa
kendisine zaman lâzım gelmez. Şu kadar var ki, kesmek mâsrafiyle o kimseye
müracaat edemez. Fakat sahibine faideli olacak yerlerden kesmemiş olursa zâmin
olur. Zira bu takdirde ağaç sahibinin menfaatini zaruretsiz yere fevt etmiş
oiur. (Haniyye).
Amma ağacın dalları
komşunun mülküne uzamamış olduğu suretde gölgesi komşunun bahçesindeki
mezru.ata muzirdir diye ağaç kesilemez. Çünkü bu ağaç, sırf sahibinin mülkünde
bulunmuşdur. (îmadiyye).
369 - : Hiç
bir kimse kendisinin rakabeten veya menfaaten malik olduğu şsyde tasamıfdan men
olunamaz.
Meselâ: Bir kimsenin mülkünde
kazdığı kuyuyu komşusu: «Benim kuyumun suyunu çekib aldı.» diye menedemez.
«Fetâvâyı cedide).
Kezalik: Bir kimsenin
tapu ile mutasarrıf olduğu arsada hükümetin izniyle bina etmiş olduğu değirmeni
yakınında değirmeni' olan bir şahs: «Benim değirmenime kesad verirsin.» diye
sed etdiremez. (Ali Efendi fetâvâsı).
Fakat bir kimsenin
kendi mülkünde tasarrufu, başkasının zararı fahişine sebebiyyet verirse bu
tasarrufdan istihsanen men olunabilir. İmam Ebû Yûsuf'un kavli böyledir.
Müftabih olan da budur. Mecelle'de de bu kabul edilmişdir. Kıyas bakımından ise
men olunamaz. Zira o kimse kendi halis mülkünde mutasarnfdır. Zahirüddin, İbni
Hümam gibi bir kısım fukaha da bunu tercih etmişlerdir. (Fethül'kadir,
Dürrümuhtar). [79]
370 - : Her
kimse, müstakillen malik olduğu duvar
üzerine dilediği kadar çıkabilir ve istediği şeyi yapabilir, pencere açabilir.
Şâyed bu pencere komşusunun
bahçesine nazır olursa komşusu da kendi
bahçesi içinde duvar yapmak perde tesis etmek gibi bir suretle bu nazarete manı
olabilir.
Binaenaleyh bir
kimseyi mülkünde bu veçhile tasarrufdan zararı fahiş olmadıkça komşusu
menedemez.
371 - :
Binaya zarar veren, yani: Binaya zaaf getiren ve binanın inhidamına sebeb
olan, yahud havayici asliyyeyi, yani: Sükna gibi binadan maksud olan menfaati
asliyyeyi meneden, meselâ: Ziyayı bilkülliyye sed eyleyen şeyler, zararı
fâhişdir.
Binaenaleyh bir kimse,
komşusunun duvarına bitişik olarak muzahra-fat için çukur kazıyarak o duvara
vehn ve zarar verib çimento ve kireç gibi şeyler ile bu zararı izâle mümkün
olsa bu veçhile zararı izâle etmesine emr olunur, mümkün olmazsa veya bu
veçhile izâleden imtina etse çukurun kaldırılmasına emr edilir. (Tenkih-i
Hâmidî).
372 - : Zararı fahiş, ne veçhile olursa olsun def
etdirilir.
Meselâ: Bir hanenin
ittisalinde müahharen demirci dükkânı veya değirmen yapılıb da demir döğmekden
veya değirmenin dönmesinden o hanenin binasına vehn gelse ve yahud fırın ihdas
ile tütünün çokluğundan veya bezirhane ihdas ile kerih rayihasından o hanede
oturulamayacak mertebe sahibi müteezzi olsa bunlar zararı fahiş olmakla bu
zararlar ne suretle olursa olsun def ve kale etdirilir. (Ankaravî, Tahtavî).
Kezalik: Bir kimse,
bir camii şerif kurbinde salhane ihdas edib kesilen hayvanların revs ve
levsinin râyihasından cemaat müteezzi olsa ledel' müracaat hâkim o salhaneyi
işletmekden o kimseyi men eder. (Ali Efendi fetâvâsı).
Kezalik: Bir kimse,
hanesinde aleddevam dibagat sanatı icra edib de komşuları müteezzi olsalar men
olunur. Fakat bu sanatı nadiren icra edecek olsa men olunmaz. (Dürrümuhtar).
373 - : Bir
kimse, başkasının hanesine muttasıl arsasında hark ihdas ederek değirmenine su
icra etmekle hanenin duvarına vehn gelse, yahud bir kimse, komşusunun duvarının
dibinde bulunan kendi arsasın^ da mezbele bina ve oraya süprüntü ilka etmekle
duvar çürüse duvar sahibi zararını def etdirir.
Kezalik: Birinin
hanesi kurbinde başkasının ihdas eylediği harmann tozlan gelmekle o hanede
oturulamayacak mertebe sahibi müteezzi olsa bu zararı def etdirebilir.
Kezalik: Birinin
harman yeri kurbinde diğeri bir mürtefi bina ihdas île harmanın rüzgârını sed
eylese zararı fahiş olmakla ref etdirilir.
Kezalik: Bir kimsenin
hanesindeki kâriz, yanlıb komşusunun hanasi-ne cereyan etmekle zararı fahşi
olsa komşusunun dâvası üzerine o kârizın tamir ve İslahı lâzım gelir. (Mecelle,
Ali Efendi fetâvâsı),
374 - : Bir
hanenin havasım veya nazaretini kesmek, yahud bir haneye güneşin girmesini
menetmek gibi havayici asliyyeden olmayan me-nafüne mani olmak, zararı fahş
sayılmaz. Fakat ziyayı bilkülliyye sed etmek, zararı fahşdır. Binaenaleyh bir
kimse bir bina ihdas ile komşusunun kadimden beri bir pencereli olan odasının
penceresini sed edib de oda içinde yazıb okunamayacak mertebe karanlık olsa
zararı fahş olmak la defetdirilir, kapısından ziya alsın denilemez. Çünkü
odanın kapısı so-ğukdan ve sair sebeblerden dolayı kapamağa muhtaç olur. Başka
tarafdan pencere açsın da denilemez. Zira bu, sahibi için bir zarardır ve
hanesini başka bir şekle ifrağ demekdir.
Ve eğer odanın iki
penceresi olub da birisi yukarıdaki veçhile bina ihdasîyle kapatılmış olsa bû,
zararı fahiş sayılmaz. Çünkü bu halde menfaati asliyye fevt olmuş sayılamaz.
375 - :
Mutbah, kuyubaşı ve hanenin avlusu gibi makam nisvan olan mahallin görünmesi,
zararı fahiş sayılır. Bahçede bulunub kadınlara mahsus olan mutbah ve kuyu başı
da bu hükmdedir.
Binaenaleyh bir
kimsenin hanesinde ihdas eylediği penceresinden yahud muhdesen inşa eylediği
binanın penceresinden bitişik komşusunun, yahud sokak aşırı hanesi bulunan bir
kimsenin makam nisvan olan mahalli görünür olsa bu zararın ref'iyle emr olunur.
O kimse de kadınlar gö-rürrmeyecek suretde ve kendi mülkünde duvar veya tahta
perde yapıp bu zararı defetmeğe mecbur olur. Amma behemahal penceresini duvar
ile sed etmek üzere cebr olunamaz.
Nitekim çitden
yapılmış bir duvann aralığından komşusunun makar-rı nisvan olan mahalli görünür
olsa o aralıkları sed etmek üzere duvann sahibine hâkim tarafından emr olunur.
Fakat bu duvarı yıkıb da yerine tam kapalı bir duvar yapması için cebr
olunamaz. Çünkü zaruretler kendi mikdarîarmca takdir olunurlar. Duvarın
aralıklarını seddetmekle zarar mürtifi olur.
376 - :
Birinin hanesinde insan boyundan yüksek bir yerde penceresi olub da ihtimâl ki
merdiven vaz'iyle komşusunun makarn nisvan olan mahalline bakar diye o
pencereyi komşusu şeddetdiremez. (Tenkih-i Hami dî)'
377 - :
Bahçe ve selâmlık odaları makarn nisvan sayılmaz. Çünkü makam nisvan kadınların asla müstağni olamayacakları mahallerdir.
Binaenaleyh bir
kimsenin hanesinden komşusunun makam nisvan olan mahali görünmeyib yalnız
bahçesi ve yahud selâmlık ciheti görünmekle komşusu, mücerred aralıkda
kadınlar bahçeye ya selâmlığa çıkdık da haneden görünmekle «Bahçeme veya
selâmlığıma olan nazaretini kes.» diyemez. Hattâ bir kaç sene sonra komşu, o
selâmlık odalarında nisvan ikame etdikde mücerred: «Selâmlık odalarım kadîm,
senin penceren isd hadis olub o odalarda nisvan iskân ve harem ittihaz
etdiğimden zararını defet.» diye o kimseye cebr edemez. Zira onun makarn nisvan
olması, pencerelerden sonradır. (Behçetüî'fetâvâ).
378 - : Bir
kimse, bahçesindeki meyva ağacına çıkdıkda komşusunun makam nisvan olan
mahalli görünür olsa çıkacağı gaman tesettür etmeleri için bunu komşusuna
ihbar etmesi lâzımdır. îhbar etmediği tak-, dirde hâkim, onu o ağaca bilâîhbar
çıkmakdan meneder. (Camiürfusûleyn)
379 - : İki
kimse arasında müşterek olan konağı taksim etdiklerin-de birinin hissesine
isabet eden mahalden diğerinin veya her birinin hissesinden aharın makam
nisvan olan mahalli görünür olsa
aralarında müştereken bir sütre ittihaz etmeleri için hâkim tarafından
emr olunur. (Ali Efendi fetâvâs:).
380 - : Bir
zararı kadîmden biri mevcud olursa şahsî bir menfaatin siyaneti için menedilemez. Binaenaleyh bir kimse, kendi mülkünde meşru bir suretde tasarruf
etmekde iken başkası onun yanında bina ihdasiyle kendisi mutazarrır olsa
zararını ancak kendisi defetmek lâzım gelir.
Meselâ: Bir hanenin
kadîmi pencerelerinden bir şahsın muhdes hanesinin makarn nisvan olan mahalli
görünür olsa bu muhdes hane sahibi mazarratını dilerse kendisi defeder, yoksa
kadîm hane sahibinden mazarratın defini iddiaya salâhiyyeti yokdur.
Nitekim bir kimse,
demirci dükkânına muttasıl arsasında bir hane ihdas eylese «Demir darbından
haneme fahiş zarar terettüb ediyor.» diye dükkânı kapatdıramaz.
Kezaiik : Bir kimse,
eskiden beri harman yeri olan bir mahallin kur-binde biri hane ihdas etdikde
«Harmanın tozu hanem üzerine geliyor.» diye harman sahibine «Burada harman
döğme.» diyemez.
Fakat âmmeye aid olan
bir zarar, kadîm olsa da menedilir. Meselâ: Bir hanenin çirkefi kadîmden beri
tariki âmme aka gelmiş olsa da bu menedilir. Herkesin o yoldan gidib gelmeğe
hakkı olduğundan bu meni talebe salâhiyyeti vardır. (Mecelle, Dürerül'hükkâm).
381 - : Bir
menzilin kadîmi, yani: Atik pencerelerinden komşusunun hali arsası
görünüyorken menzil muhterik oldukda evvelâ: Komşusu o arsada hane ihdas etse,
sonra da o menzili sahibi vaz'ı kadîmi üzere bina eylese de evvelki minval
üzere açdığı pencereden o muhdes hanenin makarn nisvan olan mahalli görünür
olsa bu mazarratı hane sahibi, def etmek lâzım gelir, atik menzil sahibine
«Nezaretini kes.» diye cebr edemez.
382 - : Bir
kimsenin hanesinde ihdas eylediği pencereler ile komşusunun makam nisvan olan
mevzileri beynin komşusunun bir yüksek
odası bulunmakla makarn nisvan olan mahalli o pencerelerden görünmez iken
komşusu o odayı yıkmakla veya oda yıkılmakla o pencerelerden komşusunun makarn
nisvan olan mahalli görünür olsa komşusu, «Mücerred pencereler muhdes idi,
onun" için nazaretini kes, yahud pencereleri kapat.» diyemez, belki
mazarratını kendisi def, etmek lâzım gelir. (Behcetül'fetâ-vâ'î
383 - :
Müşterek hâiti - Duvarı sahihlerinden biri, diğerinin izni olmadıkça
yükseltemez ve üzerine köşk ve saire yapamaz.
Bunlar ahare gerek muzır olsun ve gerek olmasın. Çünkü kısmen başkasının
mülkün^ de tasarrufda bulunmuş olur.
Fakat birisi, kendi
arsası üzerine oda bina etmek üzere müşterek duvar üzerine kiriş vaz'edecek,
yani: Kirişlerin uçlarını o duvar üzerine bindirecek olsa müşarifcj ona mani
olamaz. Zira meıfi takdirinde kirişi koymak isteyenin o duvardaki menfaati fevt
olmuş olur. Lâkin o ne kadar kiriş vaz'edecek ise müşarikinin de o kadar kiriş
vaz'ına hakkı olacağından duvar ne kadar kiriş vaz'ına mütehammil ise ancak
onun yarısı kadar kiriş vazedilip ziyadeye tecavüz edemez.
Eğer o duvar üzerinde
fü'asıl ikisinin de müsavat üzere kirişleri olduğu halde biri kendi
kirişlerini artıracak olsa ahari menedebilir. (An-karavî, Tenkih,
Tatarhaniyye).
384 - :
Müşterek duvar sahihlerinden biri, o duvar üzerindeki kirişlerin mahallerini
sağa sola ve aşağıdan yukarıya değişdiremez. Bu, duvara zarar verir. Amma
kirişlerin uçları yüksekde iken indirib de duvarn daha aşağısına vaz'edebilir.
Çünkü duvann aşağısı yük kaldırmağa daha mütehammildir. Maamafih bu da duvara
muzir olsa caiz olmaz. (Kadıhan, Tenkih-i Kâmidî).
385 - : Bir
kimsenin su kuyusu kurbinde, yani: Necasetin suya tesir edeceği mertebe
yakınında komşusu bir kenef veya kâriz - Çirkef mecrası yapıb da o kuyunun
suyunu ifsâd eylese zararı def etdirilir. Ve bir veçhile zararını def kabil
olmaz ise o kenef veya kâriz kapatdınlır.
Kezalik: Kadîm bir su
yolunun yanında birinin yapdığı kârizin çirke-fi suya vâsıl olarak zararı
fahişi olub da kapatılmasından başka bir suretle zararını def kabil olmasa o
kâriz kapatdırılabilir. (Mecelle, Dürerül' hükkâm, Ali Efendi fetâvâsı).
(Zahirî'lere göre de
herkes kendi duvarında istediği pencereyi, kapıyı açabilir. Ve bunu yıkabilir,
komşusu buna mani olamaz. Komşusuna denilir ki, kendi hakkında nefsini
setredccek şeyi bina et. Yoksa bir kimse, kendi mülkünde başkasının nefine
müraat için tasarrufdan menedüemez. Böyle bir meni' büyük bir zarardır, Ancak
bir kimse, başkasının ahvaline izni olmaksızın ittilâa kıyam edemez, meselâ
eğilib hanesi içine bakamaz, bu memnudur, bundan men'i vâcibdir. Şu-kadar var
ki bir kimseye helâl değildir ki, kendi duvarına komşusunun bir ağaç, meselâ
bir kalas koymasına mani olsun. Kendisi izin vermezse cebren konulabilir.
Maamafih duvar sahibi, ağaç sahibine haber vermek şartiyle bu duvarını istediği
zaman yıkabilir. (Elnıuhallâ). [80]
386 - : Bir
tariki âmmin iki tarafında hanesi olan kimse, birinden diğerine geçmek için
veliyyül'emrin müsaadesi olmadıkça feijprü inşa edemez, etmeğe teşebbüs etse
mani olunur. Bu men'e herdesin hakkı vardır.
Kezalik: Bir kimse,
değirmenine su akıtmak \%in tariki âmm üzerine hark ihdas etmek istese men olunur. (Ali Efendi
fetâvâsı).
Daha inşa olunmadan
menedilmeyib de inşa tamam olsa bakılır: Eğer yoldan gidib gelenlere zararı yok
ise hadm olunmaz. Bu İmam Muham-med'e göredir. Sair bazı fukahaya göre yine
hadm olunur. Fakat zararı var ise bilittifak hadm edilir.
Tariki hassda ise bu
gibi şeyler, muzir olsun olmasın diğer şeriklerin izinleri olmadıkça ihdas
olunamaz. (Dürer).
Maamafih, tariki âmm
üzerine yapılmış olan köprülerde, şahnişînler-de hakk-ı karar olmaz.
Binaenaleyh bervechi bâlâ tarik âmm üzerine inşa olunan köprü münhedim oldukda
sahibi tekrar bina edecek olsa yine men-edilebilîr.
Fakat tariki hasda
vâki kadîm bir şahnişin münhedim olsa yine ke-mâkân bina edilir, komşular mani
olamaz. (Hindiyye).
387 - :
Tariki âmm üzerindeki alçak çıkıntılar ve alçak şahnişin gibi gidib gelenlere
zararı fahişi olan şeyler, kadîm olsalar bile refetdirilir. Çünkü tariki âmm
dahi kadîmdir. Ondaki hak, hiç bir sebeble tağay-yür eylemez. (Hindiyye, Ali
Efendi).
388 - : Bir
kimse, tariki âmm veya hassın kenarında vâki hanesini tamir edecek oldukda bu
yoldan gelib geçenlere zarar vermemek şartiyle yolun bir tarafında çabukça
çamur yapıp binasına, sarf edebilir. AncaK bunu günlerce yol üzerinde bırakması
caiz değildir. (Tatarhaniyye).
389 - : Bir kimsenin mülkü, rızası olmaksızın elinden alınamaz. Ancak tarik,
cami ve su yolu gibi âmme menfaatleri için rızasına bakıl-mayıb veliyyül'emrin
emriyle ve değer behasi tediye edilmek şartiyle satın alınabilir. (Haniyye,
Ebüssuûd fetâvâsı).
390 - : Bir
kimse, tariki ânımın fazla olan kısmını gelib geçenlere muzır olmadığı suretde
hükümet tarafından satın alarak hanesine ilhak edebilir. Fakat ihtiyaçdan fazla
olmayan kısmını satmak caiz değildir. (Haniyye).
391 - :
Tariki âmme kim olursa olsun müceddeden ve müteaddid olarak kapı açabilir.
Çünkü bundan kimse mutazarrır olmaz. Böyle bir ta-rikden herkesin gidib gelmeğe
de hakkı vardır.
392 - :
Tariki hassda hakk-ı müruru olan kimse o tarike kapı açabilir. Fakat kadîmen
tariki hassa kapısı olmayan kimsenin o tarikde hakk-ı müruru olmadığından
binasından o tarika kapı açmağa hakkı yokdur. Meğer ki o tariki hass
sahihlerinin rızalarım istihsâl etsin. (Bahrirâik.)
393 - : Tariki hass,
onda hakk-ı müruru olanların mülki
müşterekidir. Binaenaleyh tariki hass ashabından her biri, sükna icabatmdan
oka şeyleri orada yapabilir.
Meselâ: O yolda
abdest alabilir, o yoldan arabalarını
geçirebilir, o yolun kadîmden
beri süprüntü dökmeğe mahsus yerine süprüntüsünü dökebilir. Fakat
sükna cümlesinden olmayan şeyleri orada yapamaz.
Binaenaleyh bunlardan
biri, sairlerinin izinleri olmadıkça, gerek mu-zir olsun ve gerek olmasın o
tarikde böyle bir şey ihdas edemez, menohi-nur. Şâyed ihdas eder de bu yüzden
birisi telef olursa kendi hissesinden maadasını zâmin olur. Çünkü bunu ihdas
etmekle kendi mülkiyle başkasının mülkünü işgal etmişdir. (Tenkih,
Camiürfusûleyn).
394 - :
Tariki hass ashabından biri, o tarikin sair sahihleri razı oı-madikca bilâhare
bina edeceği hanesinin damlasını o tarike akıdamaz. Kadîm bahçesinde yeniden
hane bina etmesi gibi. Maamafih bunların rizs-ları bir ibaha demekdir,
müeahharen bundan rücu da edebilirler. (Cevafcırül'fetâvâ).
395 - : Bir
kimse, tariki hasda olan kapısını sed etse veya hanesi yıkılıp bir müddet
oradan gidib gelmeği terk eylese bilâhare o kapıyı tekrar açabilir ve kendisi
oradaki hanesini satsa müşteri dahi o kapıyı tekrar açabilir. Çünkü müşteri
bayi makamına kaim olmuş olur. (İmadiyye. Behce).
396 - :
Tariki âminden mürur edenlerin kesreti izdihamdan nâşi ta riki hassa girmeğe
haklan vardır. Binaenaleyh bir tariki hass ashabı beyinlerinde bilittifak o
tariki hassı satamazlar ve aralarında taksim ve hanelerine ilhak edemezler ve
ağzını kapayamazlar. Çünkü bu tarikde âmm.~ nin de bir nevi hakkı vardır. Şu
kadar var ki, tariki hassadaki bir hac: satılsa ona tebean sahibinin o
tarikdeki hissesi müşteriye intika
etmiş olur. (Tenkih, Ankaravî, Camiül'fusûleyn). [81]
397 - :
Hakk-ı mürurda ve hakk-ı mecra ile mesilde kıdeme itibar olunur, yani: Bazı
kimselerin bir yerden geçip gitmek hakkı veya, sularının bir yerden akıp
gitmesine istihkakı var ise bunlar kadîmden olageî-dîği üzere terk ve ibka
olunurlar. Çünkü kadîm olan şey, hali üzere ibki olunur, hilâfına delil
olmadıkça tağyir olunamaz.
Meselâ: Bir cihete
vakf edilmiş olan bir dükkânın başka bir cihete mevkuf bulunan bir arsada kadîmden beri hakk-ı müruru
bulunsa bu arsa mütevellisi bundan sonra o dükkâna bu arsadan gelib
gidilmesini men-edemez. (Hayriyye).
Amma şer'i şerife
muhalif olan bir kadîme itibar yokdur. Yani: fil' asıl nâmeşru olarak yapılmış
olan şey, kadîm olsa da ona itibar olmayıb zararı fahişi var İse izâle olunur.
Meselâ: Bir hanenin
çirkefi ezkadîm tariki âmme carî olagelse ve gidib gelenlere zararı olsa
kadîme itibar olumnayıb zararı def etdirilir. (Mecelle).
Bu hakların hem
kıdemine, hem de, hudûsüne delil bulunsa hudüs ciheti tercih olunur.
398 - : Bir
kimsenin mülk veya vakıf arsasından veya uhde-i tasarrufundaki tarlasından bir
şahsın hakk-i müruru, meselâ: Hanesine
gelib gitme hakkı bulunsa o kimse, bu şahsı veya bundan o haneyi satın akacak
kimseyi mürur ve uburdan menedemez.
Bir hakk-ı mürur,
inkâr eylese söz, meal'yemin münkirin olub bu hakkı beyyine ile_isbat lâzım
gelir. (Mecelle, Tenkih-İ Hâmidî).
399 - :
Mübihin, yani: Kendi malından başkasının büâivaz intifa etmesine ruhsat veren
kimsenin bu ibahesînden riicua
salâhiyyeti vardır. Çünkü ibahe, teberrüdur, teberruat ise gayrı
lâzımdır. Ve bir zarar, izin ve riza ile lâzım olmaz.
Binaenaleyh bir kimse,
hakk-ı müruru olmadığı halde mücerred sahibinin izniyle bir arsadan bir müddet
mürur etse bilâhare sahibi dilerse onu bu mürurdan menedebilir. Bu arsa satılsa
müşterisi de bu mene salâ-hiyyatdar olur. Meğer ki o kimsenin bu müruru o
arsanın satıldığı zaman şart edilmiş
olsun. (Behcetül'fetâvâ).
400 - :
Hakk-ı mücerred, ibtâl ile bâtıl olur. Binaenaleyh birinin arsasından muayyen
bir memerde = Güzsrgâhda yalnız hakk-ı
müruru olanr kimsenin izniyle o arsa sahibi o memer üzerine bina ihdas etse o
kimsenin bu mürur hakkı sâkit olur, artık arsa sahibiyle bu hususa dair
muhâsamaya hakkı kalmaz.
Kezalik: Bir arsada
hakk-ı müruru olan kimse, «Ben hakk-ı mürurumu ibtâl ve iskât etdim.» dese
bununla da o mürur hakkı sâkit olur, artık bu kimsenin o arsadan geçmeğe hakkı
kalmaz.
Fakat mülkiyyet hakkı,
hukuku mücerredden olmamakla mücerred ibtâl ile bâtıl olmaz. Meselâ: Bir kimse,
mülk arazisini, uzun bir müddet ziraat ve istimal etmeyib terk eylese o arazi,
arazi-i mevatdan sayılarak başkası tarafından ihyaya kıyam edilemez.
401 - :
Birinin arsasından veya hanesinden başka bir kimsenin harkı veya su yolu
bihakkın carî olagelirken arsa veya hane sahibi veya bunların müşterisi
«Bundan sonra bunları buradan akıtmam.» diye menede-mez. Ve bunlar ıslah ve
tamire muhtaç oldukda - mümkün ise - sahibi mecraya girerek bunları tamir ve
ıslah eder. Amma o arsaya veya haneye girilmedikçe tamir mümkün olmadığı halde
sahibi arsasına veya hanesine girmeğe izin vermez ise hâkim tarafından
kendisine: «Ya arsana, veya hanene girmek üzere izin ver ve yahud sen onu kendi
malınla tamir et.» diye cebr olunur. (Ebülleyş, Tenkili, Behce).
402 - : Bir
hanenin yağmur sulan kadîmden beri bihakkın komşu sunun hanesine veya avlusuna
akmakda bulunsa komşusu bilâhare buna mani olamaz, meselâ: «Bundan sonra yağmur
sularım akıtmam, başka bir mecra bul. diyemez. Fakat hakkı olmayınca buradan
çamaşır ve abdest sularını akıtamaz. (Hindiyye, Feyziyye).
403 - : Bir
tarikin kenarında bulunan hanelerin damlaları, az -kadîm o tarike mansab ve
oradan alt tarafında vâki bir arsa içinden carî olagelmiş bulunsa arsa sahibi
arsasmdaki kadîm mesili seddedemez, sed-dederse hâkim tarafından şeddi
kaldırılarak kadîm vaz'ma irca olunur. Çünkü kadîm kıdemi üzere terk olunur.
404 - : Bir
kimse, hakk-ı mesili olmadığı .-takdirde muhdes
veya kadîm odasının veya abdesthanesinin damlasını başkasının hanesine,
arsasına akıtamaz. Gerek muzir olsun ve gerek olmasın. Çünkü başkasının mülkünde izni olmaksızın
tasarruf yapılamaz.
405 - : Bir
hanede minelkadîm hakk-ı mesili olan kimseye aid bir gârizi, hane sahibi veya o
hanenin müşterisi kemafissabıh akmakdan men-edemez.
406 - : Bir
kimsenin hanesi içinden başka bir şahsın bihakkın carî olan kârizi dolub veya
yarılıb da hane sahibine zarar-ı fahişi olsa gârizin sahibi bu zararı defe
mecbur olur. Fakat gârizden akan evsahm haneye iyras etdiği tahribatı tamire
mecbur değildir. Çünkü bir kimse kendi mülkünde komşusu mutazarrır olsa da
tasarrufda bulunabilir. {Hindiyye, Ten-kih-i Hâmidî). [82]
407 - : Bir
şeye temellükün sebebleri üç nevidir:
Birincisi; beyi, hibe,
hediye, tasadduk gibi bir mülkü bir malikden bir bedel mukabilinde veya
meccanen başkasına nâkîl olan bir muameledir. Gasb da bir sebebi temellükdür.
Çünkü gâsib, bir zaman mukabilinde magsuba malik olur.
ikincisi: îrs gibi bir kimsenin diğer
kimseye halef olmasıdır. Çünkü vâris,
müverrisinin terikesine müverrisine halef olmak yoliyle malik olur.
Üçüncüsü: Maliki
olmayan mubah bir şeyi istilâdır, yani: Ele geçir-mekdir, İstilâ temellükü
asaleten müsbitdir.
Arazi-i mevatı ihya
etmek de bu üçüncü kısma dahildir. (Dürrü muhtar, Reddimuhtar).
408 - :
Mubah şeyleri istilâ iki nevidir: Biri, istilâ-i hakikîdir ki, mubah olan şeye
hakikaten el koymakdır. Irmakdan kab ile su almak, avı tutmak, mubah olan otlan
toplamak gibi, İkincisi, istilâ-i hümîdir ki, yağmur suyu birikdirmek için bir
kab koymak, ve av için tuzak kurmaK gibi istilânın sebebini hazırlamakla olur.
(Eşbah).
409 - : Bir
kimse, mubah olan bir şeyi müstakillen
ihraz ederse ona müstakillen malik olur. Meselâ: Bir kimsenin desti veya
fıçı gibi bu kab ile nehirden aldığı su, o kab içinde muhrez ve mahfuz olmakla
o kimsenin malı olur, başkasının ondan intifaa salâhiyyeti olamaz. Binaenaleyh
bu suyu sahibinin izni olmaksızın başkası alır, istihlâk ederse zâmin olur.
Yani: O kabı su ile doldurmasına emr olunur. Çünkü su, misliyyatdandır.
(Reddimuhtar, Ebüssuûd).
410 - :
İhrazın husûli için kasda mukarin olması lâzımdır. Binaenaleyh bir kimse,
yağmur suyu almak kasdiyle bir mahalle bir
kab koydukda o kab
içinde toplanan yağmur suyu o kimsenin malı olur.
Kezalik: Su
birikdirmek için inşa olunan havuz veya sahrençdeki su, sahibinin malıdır, buna
başkası müşareket edemez. Amma bir kimsenin su almak kasdi olmaksızın bir
mahalle bırakmış olduğu kab içinde biriken yağmur suyu kendisinin malı olmaz,
bu mubah bir sudur, bunu başka bir kimse alıb istihlâk edebilir. (Kuküstânî,
Reddimuhtar).
411 - : Suyu
ihrazda arkası kesilmek şartdır.
Binaenaleyh içinde su sızan kuyudaki su muhrez olmaz. Bu kuyu bir şahsın mülkünde
bulunsun bulunmasın müsavidir. Bu cihetle sahibi ibahe etmeksizin diğer kimse
öyle bir kuyuda sızıb da toplanan suyu alıb istihlâk eylese kendisine zaman
lâzım gelmez ve mevcud ise istirdad edilmez. Çünkü kuyu kazılmadan mukaddem su
mevcud ve böyle yer altındaki sular gayrı memlûk olduğundan kuyu sahibi
mücerred kuyuyu kazmakla bu suya malik olmuş olmaz, (Mecelle).
412 - : Suyu
mütetabiül'vürud olan, yani: Bir tarafdan ne kadar su çıkarsa diğer tarafdan o
kadar su giren havuzlardaki su da muhrez değildir. Binaenaleyh bir kimse»
bundan alacağı suya malik olur.
Kezalik: Bir kimseye
mahsus olan bir ırrnakdaki su da muhrez değildir. Bir kimse bu su ile tarlasını
suîarsa zaman lâzım gelmez. (Turî).
413 - :
Cibali mübahedeki hüdayı nabit olan ağaçlan kim olursa olsun iktitaf edebilir.
Ve mücerred iktitaf ile, yani: Toplamakla onlara malik olur, bunları bağlamak
şart değildir.
Kezalik: Bir kimse,
hüdayı nabit otları toplasa veya biçip demet etse onları ihraz etmiş olur.
Binaenaleyh onları başkalarının almaya salâ-hiyyeti olamaz. (Mecelle, Hindiyye,
Reddimuhtar). [83]
414 - :
Mubah şeyler ile herkes intifa edebilir. Fakat bu intifa, başkalarına zarar
vermemek ile meşrutdur.
Meselâ: Herkes av
avlayabilir, herkes denizlerden, âmmeye aid ırmaklardan istifade edebilir,
fakat bunlardan intifa ederken başkasının ekinlerini bozsa veya suyu taşırıb
halka zarar verse veya ırmağın sularını büsbütün kesse bundan menolumır.
415 - : Mubah olan şeyleri ahz ve ihraz etmekden
bir kimse başkasını menedemez. Elverir ki bu ahz ve ihraz, bir kimsenin
hukukunu ihlâl etmesin.
Meselâ: Bir kimse,
âmmeye mahsus bir nehirden kendi bahçesine su ceib edebilir. Elverir ki başkasının
rizası olmaksızın mülkünden giçirme-sin. (Hindiyye).
416 - : Bir
kirasenin mülkünde, meselâ tarlasında kendisinin teşeb-bübü olmaksızın hüdayi
nabit olan otlar, kablelihraz mübahdır, o kimse bunları alanların elinden geri
alamaz. Şu kadar var ki o kimse, kendi mülküne
başkalarını girmekden menedebilir.
(Tatarhaniyye, Reddimuhtar).
417 - : Bir
kimsenin cibali mübaheden toplayıb da orada bırakdığı otları, odunları başkası
ahz edemez. Zira onları ihraz etmişdir. Binaenaleyh ahz edecek olsa o kimse
istirdad edebilir. İstihlâk edilmiş olunca da tazmin etdirebilir.
Kezalik: Cibaîi
mübahede ve hamisiz vadilerde ve mer'alardaki sa-hibsiz ağaçların meyvalannı
kim olursa olsun devşirebilir.
(Hindiyye).
418 - : Bir
kimse, birini kırdan, yani: Kimsenin mülkü altında bulunmayan yerlerden odun
veya ot toplamak yahud av tutmak için isticar etse o ecirin toplayacağı odun,
ot veya tutacağı av, o müstecir olan kimsenin olur. (Mecelle).
419 - : Bir kimse, kendi mülkünde ateş yaksa
başkalarını mülküne duhul ile o ateşden intifa etmekden menedebilir. Amma bir
kimsenin mülkü olmayan sahrada biri ateş yaksa sair nas onunla intifa edebilir.
Söyle ki; onunla ısınabilir, rubasını kurutabilir, ziyasında bir şey dikebilir,
ve ondan kandilini yakabilir, ateş sahibi bu veçhile intifaa mani olamaz.
Çünkü bu ateş beynennas müşterekdir. Fakat ateş sahibinin izni olmadıkça bir
kimse o ateşden bir kor veya bir odun alamaz. Zira bunlar sahibinin yedi
ihrazına dahildir. Meğer ki bunların bir kıymeti bulunmasın. (Reddimuhtar,
Dürerül'hükkâm). [84]
420 - :
Herkes; hava ile, ziya ile intifa eylediği gibi denizler ve büyük göller ile
de - başkalarına mazarrat vermemek şartiyle - intifa edebilir, kendisi ^bundan
menedilemez.
Kuküstanî'nin'beyanına
göre başkaianna mazarratı olsa bile denizler ile intifadan menoiunamaz.
(Ebüssuûd, Reddimuhtar).
421 - :
Memlûk olmayan nehirlerden herkesin hakk-ı şirbi, ve hakk-ı şefesi
vardır. Herkes bunlardan arazisini suvarabilir. Ve arazisini suvarmak ve
değirmen inşa etmek üzere cedvel ve hark açabilir. Fakat sa-ireye mazarratı
olmamak şartdır. Binaenaleyh âmmeye aid ırmaklardan cedvel ile su alınırken
taşırıb da halka zarar verse, yahud ırmağın bütün suyunu cedveiden akıtıb da alt
tarafına su geçmez olsa, veya su azalarak kayıkların, seyrine mani olsa bundan
menoîunur. (Haniyye, Hindiyye).
422 - :
Memlûk olsunlar olmasınlar denizlerin göllerin muhrez olmayan sularında bütün
insanların ve hayvanların hakk-ı şefesi, yani: Su içme haklan vardır.
(Kuküstânî).
423 - :
Memlûk nehirlerin, yani: Memlûk mecralara dahil olan suların hakk-ı şirbi,
yani: Ekin ve hayvan sulamak için o sulardan intifa etmek nöbetine istihkak,
bu suların ashabına aiddir. Bunlardan başkalarının yalnız hakk-ı şefeleri
vardır. Hakk-ı şefe, bunların sahiblerini mutazarrır etmeyeceğinden ona
müsaade olurrmuşdur.
Binaenaleyh bir
cemaate mahsus olan nehirden, yahud birinin harkından veya kanatından = Yer
altında bulunan su mecrasından yahua kuyusundan hiç bir kimse bilâ izin
arazisini sulayamaz. Fakat hakk-ı şefesi olmak hasebiyle o nehirden su
içebilir. Ve hayvanlarının çokluğu sebe-siyle nehrin veya harkın veya kanatın
tahribinden korkulmazsa hayvanlarını da götürüb sulayabilir. Ve bir de desti
ve fıçı gibi kab ile su hanesine ve bahçesine götürebilir. (Hindiyye,
Mecmaül'enhür).
424 - : Bir
camaat, kendilerine mahsus bir ırmakdan arazisini su-, lamak için bir şahsa
izin verdikleri halde içlerinden yalnız birisi gaib veya çocuk bulunsa bu
izine mebni araziyi sulamak caiz olmaz.
İzinsiz suvarıldığı
takdirde suyun zamanı lâzım gelmez. Çünkü sular ihrazdan evvel kimsenin mülkü
olmadığından bunun itlafı mucibi zaman değildir. Fakat böyle bir hareket
tekerrür edince faili veliyyül'emrin emriyle hapis suretiyle teüib olunabilir.
(Reddimuhtar.)
425 - : Bir
kimsenin mülkü içinde suyu mütetabiül'vürud. olan = Arkası kesilmeyen bir havuz
veya bir kuyu ve yahud bir nehir olduğu halde su içmek veya hayvanı sulamak
isteyen kimseyi mülküne duhulden menedebilir. Lâkin o mülkün kurbinde, yani:
Bir milden ziyade uzak olmayan bir mahalde başka içecek mubah su bulunmazsa
mülk sahibi, ya o kimseye su çıkarmağa ve yahud girib de su alması için ruhsat
vermeğe mecburdur. Su çıkarmadığı takdirde o kimsenin cebren girib de su almaya
hakkı vardır. Fakat başkasının mülküne bu girmek, selâmet şartiy-ledir, yani:
Havuzun veya kuyunun veya nehrin kenarını bozmak gibi bir zarar vermemekle
meşrutdur. (Hindiyye, Mecmaürenhür).
426 - :
Müşterek bir nehirde hissedar olan kimse, diğer hissedarların izni olmadıkça
ondan diğer bir nehir, yani: Cedvel veya hark açamaz ve bu nehir üzerine
değirmen ve dolab kuramaz ve kadîm nöbetini - Muayyen hissesini tebdil ve
tezyid edemez ve kendi hark ve cedvelinin ağzını genişleteni ez ve müteferrik vakitlerdeki hakk-ı şirbini şeriklerinin izinleri olmadıkça bir vakitde
cem' eyleyemez. Ve kendi nöbetini o nehirden hakk-ı şîrbi olmayan diğer
arazisine sevk edemez. Çünkü ileride diğer
şeriklerin zararlarına olarak bir hak iddiası ihtimâl dahilindedir.
Böyle bir nehrin üst
tarafında bulunanlar, aşağı tarafında bulunan şeriklerin izinleri, olmadıkça
kendi arazilerini sulamak için nehri muvakkaten bükülliyye kapatamazlar.
Velevki böyle yapılmadıkça arazilerini su-' lamak kabil olmasın.
Bu şeylere hissedarlar
riza verseler sonra kendileri ve yahud vefatlarından sonra vârisleri rücu edib
hakk-ı şirbi kadîm vaziyetine irca edebilirler, çünkü bu riza, bir iare
mesabesindedir. îâreden ise rücu caizdir. (Hindiyye, Mülteka, Reddimuhtar,
Feyziyye, Mecelle)..
(Zâhirî'lere göre
memlûk olan bir nehrden şirb hakkı, evvelâ onun yukarı tarafında bulunanlara
aiddir. Bunlar ihtiyaçlarını istifa etmedikçe aşağı tarafda bulunanların hakk-i
şirbi olamaz. (Elmuhallâ). [85]
1 - : Bazı
şeyler, beynennas müşterek, mübahül istimaldir. Meselâ
Kibrit, zirft, mumya,
neft yağı gibi bir ameliyye neticesi olmaksızın meydana çıkan bir kısım
madenler, sular ve otlar gibi ayanı müşlerekeden-dir, bunların hakkında tahcir
veya ikta' jje ihtisas sabit olmaz. Her kim bunlardan hacet, mikdan bir şeyi
ilk evvel elde ederse o mikdar kendisine aid olur. Bunlara «Meadini zahire»
denir.
2 - : Nîl, Fürat gibi vadi suları ve dağlardaki
sular miyahı mübahe dendir. Bunlarda nâs
müsavidir, bunları bir şahsın tahcirde bulanması veya bunları
veliyyül'emrin bir şahsa ikta' etmesi caiz değildir. Bu suların veya bunların
yollarının darlığına rağmen nas izdihamda bulunsa es-bak olan takdim olunur, ve
illâ aralarında kur'a keşide edilir.
Böyle miyahı mübaheden
nas, arazilerini sulamak istedikleri haldi bu onlara dar gelse onların yukarıda
bulunanları tercih olunur, onların arazileri sulanmadıkça diğerlerine sıra
gelmez, velevki aşağıdakilerin ekinleri helak olsun. Fakat aşağıdaki arazi
sahibi bu suların bulunduğu yeri daha evvel ihya etmiş bulunursa o mukaddem
olur. Çünkü bu su, kendi mülkünün neması bulunmakdadır.
3 - : Altın,
gümüş, bakır, demir, akik gibi bir ameliyye neticesinde meydana çıkarılan
madenlerin yerleri mücerred bunları kazmakla, bu hususdaki bir ameliyye
sebebiyle bir kimsenin mülküne dahil olmaz. Ez-har olan budur.
Fakat bir kimsenin
ihya etdiği arazi-i mevatda böyle bir maden zuhur etse o kimse bunlara malik
olur. Çünkü bunlar o ihya edilen yerin cezasından sayılır. Bunlara «Meâdin-i
bâtına» denir.
4 - : Bazı
menfaatler de nas arasında müşterekdir, mübahdır, bunlardan herkes istifade
edebilir. Umumî yollardan istifade edilmesi gibi.
Meselâ: Turuku
asliyyeden herkesin geçib gelmeğe hakkı vardır. Çünkü bu yollar, bunun için
vaz'edilmişdir. Böyle bir tarikde istirahat için veya bir muamelede bulunmak
için oturmak caizdir. Elverir ki gidib gelenlere darlık verilmesin. Bu yolda
oturmak veya alış veriş gibi bir muamelede bulunmak için veliyyül'emrin izni
şart değildir. Bu oturmak için veliyyül'emrin veya valilerin bir ücret
almaları da caiz değildir. Eğer bu caiz olsa arazi-i mevatı satmak da caiz
olmak lâzım gelir, halbuki buna kail olan yokdur.
5 - : Umumî
bir tarikin müsaid bir kenarında alış veriş gibi bir muamele için oturan kimse,
muamelesini terk ederek oradan ayrılsa veya başka bir tarafa intikâl etse
oradaki hakkı nihayet bulur. Fakat avdet etmek üzere ayrılsa hakkı nihayet
bulmaz. Meğer ki bu ayrılışı uzun sürsün de kendisiyle muamelede bulunanlar,
kendisinden kesilib başkalariy-le muameleye başlamış olsunlar.
6 - : Umumî tarikden bir mevzii iki kimse
birden işgale başlayıp da
her ikisine müstenid olmamakla münazeada bulunsalar, aralarında is-lâmiyyet
gibi bir medarı tercih bulunmayınca kur'a keşide edilmesi icab eder. Bir kavle
göre de veliyyül'emr, bunlardan birini kendi içtihadına göre tercih eyler.
7 - : Nasa
fetva vermek veya kur'an okutmak veya dinî bir ilmi tedris etmek için bir
mescidin bir tarafını aleddevam işgal edib duran zat da umumî tarikin bir
kenarını muamele için işgal eden kimse gibidir.
Fakat bir mescidin bir
mahallinde daima namaz kılmak için veya hadis, vaaz dinlemek için oturub duran
kimse, o mahalle başkalarından daha haklı değildir. Zaten bir mescidin daima
bir yerinde namaz kılmak, matlûb değildir, belki bunun hakkında nehiy vârid
olmuşdur.
Ancak bir kimse, namaz
için durduğu yerden abdest tazelemek gibi bir hacete mebnî avdet etmek üzere
ayrılsa o namaz için oraya olan ihtisası, esah olan kavle nazaran zail olmaz.
(NihayetüTmuhtaç). [86]
427 - : Bir
kimse, veliyyül'emrin izniyle arazi-i mevatdan bir yeri ihya ve imar etse
bil'icma ona malik olur. îmameyne göre bu mâlikiyye-tin husûli izine mütevakkıf
değildir. (Tatarhaniyye).
Veliyyül'emr veya
vekili, bir kimseye arazi- mevatdan bir yeri temellük etmeyib mücerred intifa
etmesi için ihyasına izin verse o kimse mezun olduğu veçhile o yerde tasarruf
eder, amma o yere malik olmaz. (Hin-dîyye).
Arazi-i mevat için
ıstılah kısmına müracaat!.
428 - :
Ümrana karib olan yerler, ahaliye mer'a ve harman yeri vî muhtatab = Baltalık
olmak üzere terk olunur ve bu yerlere «Arazi-i metruke» denir..
Bir yerin mevat
sayılması için İmam Ebû Yûsüfe göre ümrandan uzak olması şartdır. İmam
Muhammed'e göre ise ehli ümranın ihtitab, ihtisas gibi bir suretle kendisinden
intifa etmediği bir yer ümrana karib olsa da mevatdan sayılır, bu halde böyle
bir yeri ihya etmek caizdir. tabih olan da budur. Eimme-İ Seiâsenîn kavli de
böyledir. (Tebyîn, Mec-maül'enhür).
429 - :
Veliyyül'emr tarafından ihya edilmek üzere kendisine ikîâ, yani: îtâ edilen
mevata bir kimse mücerred bu iktâ ile malik olmaz. Belki üç sene içinde o
araziyi ihya ederse malik olur. Bu üç sene içinde kendisine taarruz olunmaz.
Fakat bu müddetde ihya etmez de üç sene geçerse artık d kimsenin o yerde bir
gûna hakkı kalmaz. O arazi yine mevat olarak
kalır, ihya için başkasına verilir. fHindiyye).
430 - : Bir
kimse, mevatdan bir kıt'a arazinin bir mikdarını veliy-yül'emrin izniyle ihya
edib de bakisini terk etse yalnız bu ihya etdiği mahallere malik olur, İmam
Muhammed'e göre bakisine malik olmaz. Fakat ihya eylediği arazinin ortasında
bir mikdar mahalli halı kalsa o mahal dahi kendisinin olur. Çünkü dört tarafı
o kimsenin mülküdür, ortadaki mahallin yolu kalmamışdır. İmam Ebû Yûsüfe göre ise
mevatdan bir yerin yarısından ziyadesi ihya edilince bakisi de ihya edilmiş
sayılır. Çünkü ekser için hükmü kül vardır. (Hindiyye, Tatarhaniyye).
431 - : Bir
kimse, arazi-i mevatdan bir yeri ihya etdikden sonra diğer şahıslar gelib dört
tarafdaki yerleri birbiri ardınca ihya etseler o kimsenin yolu en sonra ihya
edenin arazisinden teayyün eder, yani: Onun yolu oradan olur. Çünkü bu son
ihya neticesinde yolsuz kalmışdır. -
Bir mevatın dört
tarafını bir şans veya müteaddid şahıslar bir anda gelib ihya etseler o kimse,
dilediği taraf dan o yolunu tâyin edebilir. (Hindiyye, Dürrümuhtar).
432 - :
Arazi-i mevatı ihya etmek; tohum ekmekle, fidan dikmekle, bina yapmakla
olabileceği gibi natas etmek veya sulamak veya sulamak için hark ve cedvel
açmak ile de olabilir.
Kezalik: Bir kimse,
böyle bir yerin etrafına duvar çekse, veya sel suyundan koruyacak kadar
etrafını yükselterek müsennat yapsa veya orada su çıkıncaya kadar kuyu kazsa o
yeri ihya etmiş olur.' (Hindiyye, Hida-ye. Dürrümuhtar).
433 - : Taş
veya diken veya kuru ağaç dallan vaz'edecek mevatdan olan arazinin dört
tarafını ihata etmek, yahud o arazinin otlarını ayıklamak veya içindeki
dikenleri yakmak ve yahud suya vâsıl olmayacak halde kuyu kazmak o araziyi
ihya demek değildir. Belki bu, bir «Tahcir» dir. (Hindiyye, Şerh-i Mecma')-
Kezalik: Bir kimse,
arazi-i mevatda olan otları veya dikenleri biçse ve o arazinin etrafına vaz'ile
üzerlerine toprak dahi vaz'ile oraya nasın girmesini men eylese de ancak sel
sularına mani olacak veçhile müsen-natmı -« Su arklarlnın iki tarafında olan
kenarları itmam eylese o araziyi ihya etmiş olmaz. Belki yalnız tehcirde
bulunmuş olur. (Molla Miskin).
434 - : Bir
kimse, arazi-i mevatdan bir mahalli tehcir edince o yere üç sene müddetle
başkalarından ehak olur, fakat ona malik olmuş olmaz. Çünkü malikiyyet, ihya
ve imar iledir. Binaenaleyh o kimse, üç seneye kadar ihya etmezse hakkı
kalmaz, o yer ihya edilmek üzere veliyyü emrin emriyle başkasına verilebilir.
Zira bu araziye müslümanlann haklan teallûli etmişdir, bundan öşür veya haraç
alınmak suretiyle istifade olunacakdır, bu maksadın husûli için başkasına
verilmesi lâzım gelir. (Mec-maül'enhür).
435 -
Tehcir, veliyyül'emrin izniyle
olabileceği gibi izni olmaksızın da olabilir. Meselâ: Bir kimse,
arazi-i mevatda su çıkmayacak derecede bir kuyu kazsa tehcirde bulunmuş olur.
Tehcire «îhticar» da
denir ki, bir şeyin etrafına taş ve emsali bir mania vaz'eylemek demekdir.
436 - : Bir
kimse, veliyyül'emrin izniyle arazi-i mevatda tam kazdığı bir kuyuya malik
olur. Bu halde bu kuyunun her tarafından kırkar arşın havalisine de malik
bulunur: Fakat bu kuyunun suyuna muhrez bir hale getirmedikçe malik olamaz, bu
kuyudan başkalarının su almasını men-edemez. (Mecelle, Dürerül'hükkâm). [87]
437 - :
Arazi-i mevatda veliyyüremrin izniyle kazılan bir kuyunun harimi, yani:
Havlisinin hukuku her tarafdan kırkar arşındır ki, mecmuu yüz altmış arşın
eder. Arşından maksad ise ziraül'âmmedir. Bu, her kabzası dört parmakdan
ibaret olmak üzere altı kabzeden ibaretdir. Böylece bir harime ihtiyaç vardır.
Çünkü böyle bir harim bulunmadıkça kuyudan istifade kabil olmaz. îmameyne göre
izin bulunmadığı takdirde de hükm böyledir.
Zaif bir kavle göre
böyle bir kuyunun her tarafdan harimi, onar arşındır. (Macmaürenhür).
438 - :
Arazi-i mevatdan olan bir yerdeki gözlerin, yani: O yerden çıkarıhb da suyu yer
yüzünde carî olan menbaların harimi, her tarafdan beş yüz arşındır.
(Dümimuhtar).
Menbaların harime
ihtiyacı, kuyulardan ziyadedir. Menbalardan suyu ekinlere kavuşdurabilmek için
fazla harime ihtiyaç görülür.
Harimlerin mikdan, bir
hadis-i şerif ile sâbitdir. îmam Malik ile İmam Şafii'ye göre harimde Örf
muteberdir, bunun mikdarı arzin salâbeti ve ademi salâbeti cihetiyle tebeddül
edebilir. (Mecmaül'enhür).
439 - :
Arazi-i mevatda veliyyül'emrin izniyle hafr edilib her vakit ayıklanmaya muhtaç
olmayan büyükçe bir nehrin iki tarafdan harimi, o nehrin yansı kadardır ki, iki
tarafındaki harimlerinin mecmuu, o nehrin enine müsavi olur. Dicle ve Fürat
gibi büyük bir nehirden bir cedvel halinde hafr edilerek arzi mevatdan
geçirilen büyükçe bir nehir gibi. Böyle bir nehir, arasıra temizlenerek
çamurları harice atılmak için
böyle bir harime
muhtaçdır. Bu mikdar, îmam Ebû Yûsüf'e göredir. Müf-tabih olan da budur. îmam
Muhammed'e görç böyle bir nehrin harimi, her tarafından enine müsavi bulunur.
İmamı Âzam'a göre ise bu gibi nehirlerin harimi yokdur. Kuyular ile gözlerin
harimi, kıyasa muhalif olarak nas ile sabit bulunmuşdur. (Zeyleî, Kifaye,
Mecmaül'enhür). ,
440 - :
Arazi-i mevatda bilizin kazılıb her vakit ayıklanmaya muhtaç olan, küçük bir
nehrin, yani: Harkların ve cedvellerin ve bir de yer altındaki kanatın
halimleri, ayıklanacakları vakit
taşlarını ve çamurlarını atmak için lüzum görülecek mikdarda yerdir.
Böyle bir harim bulunmadıkça bunlardan istifade edilemez. (Kuhüstânî).
441 - : Suyu
yer yüzünde carî olan kanatın harimi, imameyne göre uyuni fevvare, yani: Gözler
gibi her tarafdan beş yüz arşındır. (Mecmaül enhür).
442 - :
Arazi-i mevatda veliyyül'emrin izniyle dikilen ağacın harimi her tarafdan beşer
arşındır. Ağacın meyvasıni toplayıb yere koymak için böyle bir harime ihtiyaç
vardır. Binaenaleyh bu mesafe derununde başkası ağaç dikemez, tasarrufda
bulunamaz. (Dürrümuhtar).
443 - :
Kuyuların harimi, kuyular gibi sahihlerinin mülküdür, başkası onda bir veçhile
tasarruf edemez. Binaenaleyh bir kimse, diğerinin hariminde kuyu kazarsa
kapatdınlır.
Menbaların,
nehirlerin, kanavatın, eşcarın harimleri de bu vech üzeredir. Meselâ: Bir
kimseye aid nehrin harimme başkaları ekin ekmek istese o kimse onları
menedebilir. (Bence, Mecmaül'enhür).
444 - :
Arazi-i mevatdaki bir kuyunun harimi kurbinde başkası da veliyyüremrin iziniyle
bir kuyu kazarsa bu kuyunun da sair üç cihetden kırkar arsın harimi olur. Amma
evvelki kuyunun harimi olan cihete tecavüz edemez. Çünkü evvelkinin o harime
malikiyyeti mesbukdur. (Dürrümuhtar).
445 - : Bir
kimse, bir kuyunun harimi haricinde veliyyüremrin emriyle kuyu kazıb da
evvelki kuyunun suyu bu ikinci kuyuya gitse bu ikinci kuyu sahibine bir şey
lâzım gelmez. Çünkü bilizin kuyu kazmasiyle ta-addide bulunmamış dır, yer
altındaki sular ise kimsenin mülküne dahil değildir.
Nitekim bir kimse,
başkasının dükkânı yanında dükkân açıb da evvelki dükkânın alış verişine kesad
âriz olsa ikinci dükkân kapatılamaz ve sahibinden zarar ve ziyan namına bir şey
istenemez. (Dürer., Dürrümuhtar).
446 - :
Başkasının arsası içinden cereyan eden harkın iki tarafından suyu tutacak
kadar kenarları hark sahibinindir ve iki tarafından kenarları mürtefi ise bu
mürtefi yerler de yine hark sahibinindir. Eğer kenarları mürefi olmayib da
üzerinde gerek arsa sahibinin ve gerek hark sahibinin dikilmiş ağaçları olmak
gibi birinin zilyed olduğuna dair bir delil bulunmazsa o halde bu yerler, arsa
sahibinindir. Çünkü başkasının arsasında vâki harkın İmamı Âzam'a göre harimi
yokdur.
Fakat hark sahibi de
harkını ayıklayacağı vakit, çamurunu iki tarafa atmaya hakkı vardır, arsa
sahibi buna mani olamaz. Meğer ki çamurlar fahiş mikdarda fazla bulunsun.
(Tebyin, Mecmül'enhür).
447 - : B:r
kimse, kendi mülkünde kazdığı kuyu için mümkün ise kendi mülkünde dilediği
kadar harim tahsis edebilir. Fakat bu kuyunun başkası mülkünde harimi yokdur.
Binaenaleyh komşusu dahi onun yarun-da ve kendi mülkünde diğer bir kuyu hafr
edebilir. O kimse: «Benim kuyumun suyunu cezb eder.» diye komşusunun kendi
mülkünde kuyu kazmasına mani olamaz. Çünkü hetkes kendi mülkünde tasarrufa
müstahak dır. (Dürer., Muhiti Burhanı). [88]
1 - : Arzi
mevat, herhangi bir veçhile bir kimsenin daire-i ihtisasında bulunmayan, hali
yerdir. İhtisas ise imaret ile, yani: Bina yapmak, ağaç dikmek, su akıtmak gibi
bir sebeple husule gelir. Böyle bir imaret, munderis olsa da yine yeri ihya
etmiş olanın mülkünde kalır. Meğer ki bu indirasdan sonra uzun bir müddet
geçsin. O halde bu yeri başkası kendi mülkü olmak üzere yeniden ihya edebilir.
2 - :
İmarete yakın olan bir yerdeki sahibsiz araziyi ihya etmek ve-liyyül'emrin
iznine mütevakkıftır. Fakat imarete uzak bulunan yerlerdeki araziyi ihya
etmek, izne mütevakkıf değildir.
3 - : Bir
yeri ihya eden kimse, o yerin harimine de malik olur, yani: Odun kıracak,
hayvan otlatacak mikdar o yerin etrafındaki sahaya da temellük eder.
4 - :
VeliyyüTemr, arazi-i mevatdan bir yeri bir kimseye bir vergi mukabilinde iktâ =
îtâ edebilir. Bu iktâ, bir ihya değildir, bu bir temliki mahzdır. Bu kimse
burasını satabilir, hibe veya vaki edebilir. Burası kendişinden mevrus olabilir;
İhya ise bir yeri iktâdan sonra tamir etmekle husule gelir.
5 - : Bir
yere ihtisas sahihlerinden olan ihya, şu yedi şeyden biriyle vücuda gelir: (1)
Tefciri ma', kuyu kazmak, göz açmak, nehir yarmak gibi. (2) Yerin sahasından
kendisini kaplamış olan sulan
çıkarmak. (3) Üzerinde bina yapmak. (4) Üzerine ağaç dikmek, (5) Yeri natas ederek ekmek. (6)
Yerden ağaçları kesib gidermek. (7) Yerin' taşlarını kırarak düzeltmek.
6 - :
Mücerred hâit = Duvar yapmakla, tehcir ile ihya husule gedmez. Meğer ki ihya
edilecek yerin civarındaki ahali arasında bunun ihya sayılması hakkında bir
âdet carî olsun.
7 - : Mücerred otları hayvanlara otlatmak veya
hayvanların veya nasın içmeleri için kuyu kazmak ihya sayılmaz. Fakat bir
kimse, böyle bir kuyu kazarken bunu mülkiyyet üzere kazdığını beyan ederse bu
da ihya sayılır. (Minehül'celil, Şerh-i Kebîr, Düsûkî). [89]
1 - : Mevat,
bir müslim veya zimmî tarafından asla imareti cihetine gidilmemiş olan
sahibsiz yerdir. Böyle bir yer, darıislâmda ise buna her hangi müslim ihya
ederse malik olur. Veliyül'emrdan istizan ise mes-nundur. Ve eğer ahali-i zimme
aid bir beldede ise buna da her hangi zimmî ihya ederse malik olur. Bu beldede
müslümanların bulunmalarına mani olmadıkları takdirde bir müslim de bunu ihya
edebilir.
2 - : İhya,
temellüke sebebdir. haberi sahihi bunu
natıkdır. Diğer bir haberi sahihde de: buyurulmuşdur. Yani: Her kim Ölmüş bir yeri diriltirse
onun için orada bir sevab vardır. Ve oradan rızklarını araşdıranlann
yiyecekleri şeyler de o kimse için bir sadakadır. Bütün bunlar, yer yüzünü imar
etmenin, iyiliğe çalışmanın dini islâmda ne
kadar kıymetli bir hareket olduğunu göstermektedir.
3 - :
Sahibsiz bulunan bir yerin evvelce mamur bulunduğu bilinirse bu yer malikine
aid olur. Bunun maliki bilinmezse bakılır: 'Eğer orası bir imareti islâmiyye
ise zayi bir mal mesabesinde olur, veliyyül'emr, o yerin sahibi zuhur edinceye
kadar orasını dilerse satıb semenini saklar veya beytül'mâl namına istikraz
eder. Malikinin varlığı ümit edilmezse
beytül'mâle aid olur, veliyyüremr, orasını birine iktâ edebilir.
Ve eğer orası bir
imareti cahüiyye ise - ezhar olan - o, ihya ile tahtı temellüke girebilir.
(Nihayetül'muhtaç). [90]
1 - : Mevat,
harab, münderis olan yerdir ki, oraya ya hiçbir kimse malik olmamış, orada
imaret eseri bulunmamış olur. Veya kendisinde çekilmiş nehirler, münderis
olmuş binalar gibi mülk ve imaret eseri bulunursa da buraya vaktiyle kimin
malik olduğu bilinmez bir halde bulunur. Ve yahud kendisinde ka-dîm veya karib
cahüiyye mülkü asarından bir şey mevcud bulunmuş olur.
îşte böyle bir yeri
her kim ihya ederse buraya malik olur, velevki zimmî olsun, velev ki
veliyyül'emrin izni istihsâl edilmiş bulunmasın.
2 - : Bir
yeri ihya eden, oradaki altın, gümüş, bakır gibi camid madenlere de malik
olur, bunlar o yere tâbidir. Fakat oradan cereyan eden madenlere malik olmaz,
bunlar kimsenin mülküne girmez, orada
zuhur eden hazineye de malik olmaz. Çünkü bu, o yerin eczasından değildir,
belki oraya mevdu bulunmuşdur.
3 - : Her
kim, av, inci, mercan, odun, meyva, bal, an gibi mubah o^an sahibsiz bir şeye
ilk evvel vaz'iyed ederse ona malik olmuş olur. Böyle bir şeye iki kimse bir
anda vaz'iyed etseler aralarında taksim olunur.
4 - : İhya-i
mevat ya onun bunun gelib geçmesine mani olacak bir duvar yapmakla veya ekin
ekilebilmesi için lâzım görülen suyu akıtmak-In veya kuyu kazmakla veya
maniaları gidererek ağaç dikmekle husule gelir. (NeylüTmeârib). [91]
1 - : Her hangi
bir yerin maliki bulunmaz ve o yerin devri islâm-da imâr edilmiş olduğu
bilinmez ise o yer, onu ilk elde ederek ihya eden müslümana aid olur.
Veliyyüremrin izni olsun olmasın. Velevki o yer, şehirlerde haneler arasında
bulunsun. İmam Şafiî'nin, Ebû Sevir'in, Ebû Süleyman'ın kavilleri de böyledir.
2 - : îhya,
bir yerdeki otlan, ağaçlan ihya niyyetiyle koparıb atîn akdır, veya o yerde
bir ırmakdan, kuyudan veya gözden su celb etmek-dir. Veya o yerde ekin ekmek
veya ağaç dikmek için oraya toprak nakl etmek, oradaki taslan koparmakdır ve
yahud üzerinde bina yapmak üzere bir hazîre vücuda getirmektir.
3 - : Bir
kimse bir yerde sakiyye = Küçük ark açsa, veya kuyu ve-va cesme kazsa bunun
muayyen harimi olmaz, belki başka bir kimse, bu sakivyeye. bu kuyuya veya
çeşmeye muzır olacak, suyunu celb edecek bir yerde hafriyyatda bulunamaz. Bu yerin bundan başka harimi yokdur. Çünkü
bir kimse bir yere malik olunca oradaki suya da malik olur, artık
onun bu malını haksız yere alız etmek
caiz olmaz.
Zahirîlere göre, bir
kimsenin- arazisinden çıkan gümüş, altın, bakır, iemir, kalay madenleri
kendisine aiddir, yakut, zümrüd, billur, tûz gibi şeyler de arazi sahibine
aiddir vefatında vârislerine intikâl eder, bunlar-da veliyyül'emrin ve
başkasının hakkı olamaz. îmamı Âzam'ın, İmam Şafiî'nin, Ebû Süleyman'ın kavli
de böyledir. İmam Malik'e göre bu halde o yer, veliyyül'emre, yani: Amine-i
müslimine aid olur. (KitabüPmuhallâ). [92]
448 - :
Sayd, insandan tevehhüş eden yabani hayvandır ki, bir vec-Mle elde edilir,
kendisine lisanımızda «Av» denilir, eti yenilir olsun olmasın, ve ister esasen
mütevehhiş bulunsun ve ister bilâhare tevehhüş etmiş olsun. Bu cihetle arslan,
kaplan, tilki gibi hayvanlar avdan madut olduğu gibi bilâhare tevehhüş edib
insanlardan kaçman deve, sığır da avdan maduddur.
Av hayvanını avlamaya
istiyad denildiği gibi «Sayd» da denir. İstiyadın meşruiyyeti; kitab ile,
sünnet ile, icma-i ümmet ile ve edü-ie-i akliyye ile sâbitdir. (Haniyye,
Hülâsa).
449 - :
Sayd, gerek mızrak, tüfek, kılıç, biçak gibi âlâtı carihe ile ve gerek ağ ve
tuzak gibi şeyler-ile yapılabileceği gibi muaîlem keîb gibi azılı hayvanlar ve
muallem doğan,,pars, tavşancıl, atmaca, çakır kuşu gibi yırtıcı kuşlar ile de
yapılabilir.
Yırtıcı hayvanlardan
arslan, ayı, hınzir, hidae = Düîengeç müstesnadır. Bunlar av hususunda kabili
tâlim olma-dıkl arın dan bunlar âlet-i sayd olamazlar. Bunların avladıkları av,
yiyilemez. (Hidaye, Hindiyye, Dürrii-muhtar).
450 - :
Hayvanat-ı ehliyye, ehüyyetden çıkıb mütevehhiş bir hale gelmedikçe sayd
olunamayacağı gibi insan ile me'nüs olan yabani hayvanlar da - malikleri
bulunacağından - sayd olunmaz. Binaenaleyh emsali delaletiyle yabani olmadığı
malûm olan güvercin, yahud ayağında zil bu-lunmasiyle memlûk olduğu anlaşılan
doğan ve boynunda tasması bulunan geyik ve ceylan tutulsa lukata kabilinden
olub sahibi zuhurunda vermek üzere tutan kimsenin onu ilân etmesi lâzım gelir,
yoksa bunlar istiyad ile sâ'idin mülküne dahil olmazlar.
451 - :
Saydın insandan mümteni olması, yani: Ayaklariyle yahud kanadlariyle savuşub
kurtulabilecek halde bulunması lâzımdır. Binaenaleyh kendiliğinden veya
avcının takibiyle sıkışarak çıkamayacağı bir kuyuya düşse saydiyyat halinden
çıkmış olur, artık eti helâl olan böyle bir hayvanı bir kimse, kuyuya inib
boğazlamak veya diri olarak dışarıya çıkarmak mümkün iken kuyuda yaralayarak
öldürse yenilmesi helâl olmaz. (Hindiyye, Mecmaürenhür).
452 - : Her
kim bir avı istiyad kasdiyle saydiyyat halinden" çıkarsa onu tutmuş ona
malik olmuş olur.
Meselâ: Bir kimse, bir
geyiği kovalayıb bir kuyuya düşürse o geyiğe malik olur.
Kezalik: Bir kimse,
bir hayvanım kaçıb kurtulamayacak suret ie ya-raladıkdan sonra başka bir şahs
da o hayvanı tutub öldürse o hayvana o kimse malik olmuş olur. (Hindiyye).
453 - : Av,
tutanındır. Bu tutmak ise ya hakikî suretde olur. Bir kimsenin kurşun atıb
telef etdiği bir ava vez'i yed etmesi gibi. Veya hükmî suretde olur. Bir
kimsenin avlamak maksadiyle kurduğu tuzağa bir avın gelib tutulması gibi.
Binaenaleyh bir kimse, bir ava atıb -da onu kaçıb kurtulamayacak suretde cerh
etse ona malik olur, velev ki yaşayabilecek bir halde bulunsun. (Reddimuhtar).
Amma bir avı hafi£ce,
yani: Kaçıb kurtulabilecek suretde cerh etmekle malikiyyet husule gelmez,
başka bir şahs onu vurmakla veya diğer bir suretle tutsa ona malik olur.
Kezalik: Bir kimse,
bir avı "vurub düşürdükden sonra o avı kalkıb kaçarken diğer bir şahıs
ahz ile istimlâk edebilir. Zira onu saydiyyatdan
çıkaran, bu şahısdır.
Bir hadis-i şerif'de: buyurulmuşdur. (Mecmaürenhür).
454 - : îki
avcının kurşunlan birden ava isabet etse o av ikisi ara-sında yan yarıya
müşterek olur, velevki biri diğerinden evvel kurşunu atmış olsun. Çünkü ava
temellük hususunda hali remye değil, hali isabete itibar olunur.
Kezalik: îki kimse,
muallem kelblerini salıverib de ikisi bir ava isabetle onu saydiyyat halinden
birlikde çıkarsalar o av, bu iki kimse arasında müşterek olur. Ve eğer her
biri birer av tutsa her birinin tutduğu av, sahibinin olur. (Dürerürhükkâm).
455 - : îki
avcı muallem kelblerini salıverib de biri avı düşürmüş, diğeri de öldürmüş olsa
bakılır: Eğer evvelkisinin kelbi onu kaçıb kurtulamayacak hale getirmiş ise o
av, onun olur. Çünkü onu saydiyyatdan çıkaran budur.
Fakat birinci kelb, o
avı düşürmüş ise de onun hiç bir tarafı sakatlanmamış olduğu halde ikinci kelb
gelib yetişib birinci kelbden evvel üzerine binerek o avı öldürse o, müstakülen
ikinci kelb sahibinin olur. (Hindiyye, MecmaüTenhür).
456 - : Bir
kimsenin harkında veya cedvelinde avlamaksızın tutulamaz olan balıklan diğer
bir şahs sayd eylese onlara temellük etmiş olur. Çünkü bu balıkları o kimse
değil, bu şahs ihraz ile hali saydiyyatdan çi-karmışdır. Şu kadar var ki o
kimse, kendi mülkünde bulunan harkına veya cedveline başkasını girmekden
menedebilir. (Hindiyye).
457 - : Bir
kimse, su kenarında balık tutmak için bir yer tehiyye ederek oraya balıklar
gelib de su az olarak bu balıklar avlamağa muhtaç olmaksızın toplanabilir olsa
o kimse bu balıklara malik olur. Çünkü bun-lan hükmen ihraz etmiş sayılır.
Artık bunları başkası alsa zâmin olur. Amma o mahalde suyun çokluğundan dolayı
balıkların tutulması avlamağa muhtaç olsa bu balıklar o kimsenin olmaz,
bunlara başkaları sayd ile temellük edebilir. (Hindiyye).
458 - : Bir
kimse, hanesine giren bir avı tutmak için hanesinin kapısını kapatsa o ava
malik olur. Bu, bir ihraz demekdir, Amma hane sahibi avı ihraz için kapısını
kapamadığı takdirde ona malik olamayacağından o ava başka bir şahs tutarsa
malik olur.
459 - : Bir
kimse, sayd kasdiyle veya bir şeye niyyet etmeksizin bir mahalle ağ ve tuzak
gibi avlamağa mahsus bir şey vaz etmiş olsa tutulacak av, kendisinin malı
olur. Çünkü bunların vaz'ı, esasen istiyad içindir, bu, bir ahz-i hükmî
sayılır.
Fakat bir kimse, ağım
mücerred kurutmak maksadiyle bir mahalle, serib de ona bir av tutuluverse buna
malik olmaz, bu, av avlamak sayılmaz.
Nitekim bir kimsenin
arazisindeki çukura düşen avı diğer bir şahs ahz etse ona malik olur. Amma o
arazi sahibi, o çukuru sayd için kazmış ise o ava başkalarından ehak olur.
460 - : Bir
kimse, yabani bir hayvana mücerred bahçesinde veya hanesinde yuva yapmış veya
yumurtlamış olmakla malik olmaz, başka bir şahs onun yumurtalarım veya
yavrularını alıverse o kimse bunlan istir-dad edemez. Meğer ki bunlar elini
uzatıb alabileceği derecede o kimseye yakın bulunsun. Bu takdirde yumurtalara
ve yavrulara o kimse malik bulunur.
Kezalik: Bir kimse,
bahçesini, yabani hayvanlar gelib yumurtlamak ve yayrulamak için tehiyye etmiş
olsa gelib yumurtlayan ve yavrulayan hayvanların yumurtaları, yavruları kendisinin olur, başkası bunlan
alaraaz. (Hindiyye).
461 - : Bir
kimsenin bahçesinde kendiliğinden gelib mekân ittihaz eden arıların yapdığı
bal, o bahçenin menafimden sayılarak o kimsenin maiı olur. Buna başkası taarruz
edemez, yalnız beytül'mâle, bahçe, arazi-i öşriyyeden ise bu balın öşrünü
vermesi lâzım gelir. (Tatarhaniyye).
462 - : Bir
kimsenin bal kovanında toplanmış bulunan arılar, mali muhrez sayılır.
Binaenaleyh bunlar da, bunların balları da o kimsenin malıdır. Fakat bir
kimsenin bahçesinde gelib mekân ittihaz eden arılar, mü-cerred bununla o
kimsenin malı olmuş olmaz, bunları başkası da alabilir, (Hindiyye).
463 - : Bir
kimsenin kovanından çıkan oğul arısını başkası hanesine konmakla veya kendisinin
kovanında toplamakla ahz etse o kimse, is-tirdad edebilir. Bu, av mânâsına
değildir. (Ankaravî, Mecelle, Dürerül* hükkâm). [93]
464 - :
Berhayat olarak yakalanan bir av hayvanı, usulü dairesinda boğazlanmadıkca
etini yemek helâl olmaz. Berhayat olarak yakalanamayan bir av hayvanının etini
yemenin helâl olması için de beşi avcıya, beşi avı tutacak hayvana, beşi de ava
aid olmak üzere on beş şart vardır. Şöyle ki:
(1) : Avcı, zekâta, yani: Hayvanı şer'an yiyilecek halde
boğazlamaya ehil olmalıdır. Bu da hayvanı boğazlamaya aklı yeter olmakla ve
hakikaten veya kendi iddiasmca müvahhid bulunmakla olur.
Binaenaleyh âkil olan
bir müslümanm veya kitabînin avlad]ğı hayvan yiyilebiiir. Fakat âkil
bulunmayan çocuğun, mecnunun, mecusinin, mürteddin veya putperestin berhayat
olmayarak avladığı hayvanın eti helâl değildir, yiyilemez!.
(2) : Av
hayvanını, meselâ: Av köpeğini bizzat avcı ava salıvermiş olmalıdır.
Binaenaleyh av hayvanı kendi kendine avcının elinden boşamb avı yakalayarak
öldürürse eti yeyilemez.
(3) : Av
hayvanını salıveren avcıya saydı helâl olmayan kimse muşa reket etmemiş
olmalıdır. Binaenaleyh bir müslim ile mecusînin salıver dikleri av hayvanları
avı birlikde tutub cerh ve kati etseler bu avın eti
yeyilemez.
(4) : Avcı,
av hayvanını salıverirken besmele-i şerîfeyi amden terk etmemiş olmalıdır.
Binaenaleyh bir avcı, bu halde besmeleyi amden terk etse salıverdiği hayvanın
tutub cerh ve kati edeceği avın eti yiyilemez.
Nisyanen terk edilen
besmele-i şerife ise hükmen mevcud sayılır.
(5) : Avcı,
av hayvanını ava gönderdikde bu gönderdiği zaman ile o hayvanın avı yakaladığı
zaman arasında başka bir iş ile iştigal etmemiş olmalıdır. Binaenaleyh başka
bir işde bulunursa badehu yakalanacak hayvanın eti helâl olmaz.
(6) : Av
hayvanı, muallem olmalıdır. Bir av köpeğinin muallem olması, tutduğu av
hayvanlarım birbiri peşine üç defa yememesiyle teay-yün eder. Bir doğanın
muallem bulunması da geriye çağrıldığı zaman hemen icabet ederek geri
dönmesiyle husule gelir, avı yemesi muallemÜ-ğine mani değildir.
(7) : Av
hayvanı, ava sevk edildiği zaman hemen gidivermelidir, tâ ki onun istiyadı bu
sevka izafe edilebilsin.
Binaenaleyh bu sevka
rağmen bir mikdar durub veya başka bir şey ile iştigal edib de badehu ava giderek
onu yaralıyarak Öldürürse eti yiyilemez.
(8) : Av
hayvanına avda kullanılması helâl olmayan başka bir hayvan iştirak etmemiş olmalıdır. Binaenaleyh av hayvanına muallem olmayan bir kelb veya mecuskıin
köpeği iştirak ederek birlikde avlasalar eti helâl olmaz.
(9) : Av
hayvanı, avı cerh ederek öldürmüş olmalıdır. Bu cerh ise zekâtı şer'î makamına
kaimdir, velevki kan çıkmasın. Zekât ise kam ihraç ile tathir mânasını
mütezamrmndır.
Binaenaleyh av köpeği,
avı yaralayıb da boğsa zahiri rivayete göre eti helâl olmaz.
Kezaük: Atılan ok avı
yaralamayıb mücerred ezmek suretiyle öldürse eti yiyilemez.
(10) : Av
hayvanı olan kelb, avdan hiç bir şey yememiş olmalıdır. Binaenaleyh yiyecek
olsa muallem olmadığı anlaşılmış olacağından o avın eti yiyilemez.
(11) : Av,
haşeratdan = Hevamdan olmamalıdır. Binaenaleyh akreb, çiyan, yılan, fare,
keler, zübab, köstebek, sülük, hünfesa gibi hayvanların etleri yiyilemez,
bunlar hebais d endirler.
(12) : Av,
benatül'ma' denilen su hayvanlarından olmamalıdır. Su köpeği, su hinziri gibi.
Bunlardan balık, yılan balığı, sazan balığı müstesnadır, bunların etleri
yiyilebilir.
(13) : Av,
kanadlan veya kevaimi ile kaçmağa gayrı muktedir olmamalıdır.
Binaenaleyh kaçıb
kurtulamayacak bir halde bulunan bir av hayvanı, savdiyyet halinden çıkmış
olur. Artık üzerine saldırılan hayvan tarafından cerh ve kati edilse eti helâl
olmaz.
(14) : Av,
nabiyle, yani: Azı dişiyle veya mihlebiyle, yani: Yırtıcı tır-nağiyle
nıütekavvi olmamalıdır.
Binaenaleyh köpek,
arslan gibi azı dişi olub da âdeten yırtıcı ve kapıp kaçıncı olan hayvanların
etleri helâl olmadığı gibi doğan ile kerkes kuşu da mihleb sahibi oldukları
için etleri helâl değildir.
(15) : Av,
kendisini avcının yetişib daha boğazlamaya iktidarı tahakkuk etmeden fevt
olmalıdır. Binaenaleyh avcı, av daha berhayat iken ka-vuşub onu besmele ile
kesmeğe muktedir olduğu halde bu kesmeği terK etmekle hayvan aldığı yaradan
dolayı ölse veya kendisini av köpeği yara-layıb öldürse eti helâl olmaz. Çünkü
asıl zebhi şer'îyi ikame ve icra müm kün olunca halefiyle iktifa caiz olmaz.
(Hindiyye, Şerh-ül Mecma, Reddi-nıuhtar). [94]
1 - : Bir
takım hayvanlar zekât =- Tezkiye bulunmadıkça eti yiyi* lemez. Zekât «=
Tezkiye, lûgatde kssmek ameliyyesini tamam etmek manasınadır. Şer'an
zekât, berrî hayvanın İbabesine, yatıl:
Etinin yiyilebil-meşinin helâl olmasına kendisiyle tevassiiî olunan sebeb
demekdir, hayvanı üsuli dairesinde boğazlamak gibi.
2 - :
Zekât = Tezkiye, üç nevidir. İkisi, ünsî
veya vahşî hayvan larda yapılan zebh ile nehrden ibaretdir. Zebh, hayvanı
boğazından kes-m efedir, nehr ise deve gibi bir hayvanı göğsündeki kılâde
yerinden bo* ğazlamakdır. Üçüncüsü de elde edilemeyen, vahşî hayvanlarda yapılan ukurdan, yani: Bunları
silâh ile veya mualiem av hayvaniyle cerh1 suretiyle öldürmekdir. Cerh,
hayvanın kanım akıtmakla tahakkuk eder, velev ki derisi yarılmasın.
3 - : Bir
tezkiyenin sıhhati için kesilen hayvanın hulkumiyle^ iki vedecinin tamamen
kesilmesi şartdır. Hulkum, nefesin mecrası olan kasaba = Boğazdır. Vedec de
boğazın iki safhasında bulunan iki damardır ki, bunlara şah daman denilir.
4 - : Saydı
berride cerh lâzımdır, yani: Her hangi
uzvundan bir mikdar kan çıkarılması şartdır
Saydı bahride cerh ve saire şart değildir. Çünkü bunların meytesini -de
yemek helâldir.
5 - :Avın
mütevahhiş olması şartdır.
Deve, sığır, gibi bir
hayvan, kaçıb vahşi hayvanlara iltihak etse mü-cerred cerh ile eti helâl olmaz.
6 - :
Maallem hayvan, avladığı avın etinden yese de - meşhur olan kavle göre - o avın
eti helâl olmakdan çıkmaz, yine yiyilebilir.
7 - :
Avcının avı görmesi veya avın bulunub bulunmadığını bilmesi §art değildir.
Mağarada veya ormanlık veya kayalık bir yerde saklı bir av dahi, saldıran
mualiem hayvan tarafından cerh edilerek öldürülse eti helâl olur.
Kezlik: Avcı, avlamak
istediği hayvanın mübahül'ekl olduğunu zan-netdiği halde nev'ini yanlış tahmin
etse, meselâ: Tavşan zannetdiği av, ceylân zuhur etse yine eti yiyilir.
Fakat avcı, avın
haramül'ekl olduğunu zannetmiş olduğu halde cerh ve kati edilen av, hilafı
zuhur eylese eti yiyilemez. Çünkü bu takdirde 'bunu tezkiye maksadiyle
avlamamışdır. Bu maksadla ava silâh atmış veya mualiem hayvanı saldırmış
değildir.
8 - : Avcı,
müteaddid avlara silâh atarken veya av hayvanını saldırırken bunlan hepsini avlamak
niyyetinde bulunsa veya hiç böyle bir niy-yetde bulunmasa bunlardan hangisi
avlansa eti yiyilebilir. Fakat muayyen
birine niyyet etdiği halde başkası avlansa
bunun eti helâl olmaz. Çünkü bir avın helâlü'ekl olması için şart olan
niyyet, bu hayvan hakkında bulunmamış dır.
9 - :
Avladığı hayvanın eti yiyilir kimse ile yiyilmez olan kimse bil-iştirak bir ava
silâh atsalar veya mualiem hayvanı saldırsalar da bu avın eti yiyiîmez. Çünkü
bir şeyde muhrim ile gayrı muhrim içtima etse muh-rim ciheti'gaiib gelir.
Nitekim muaîlem hayvan ile gayn mualiem hayvanın birlikde cerh. ve kati
etdikleri av hakkında da hükm böyledir.
10 - : Avcı, cerh edilen avı takib etmekde teenni
göstermiş olsa bu avın eti yiyilemez. Meğer ki onu daha ölmeden kavuşub
kesmeğe' kadir olamayacağı hakkında zamı-ı galibi bulunsun.
11 - :
Tezkiyeye niyyet vâclb olduğu gibi zebh ve nehr ânında veya cerh için silâhını
veya av hayvanını istimal zamanında «Tesmiye» de bu< lunmak da vâcibdir.
Tesmiyeden maksad, (Bismillah Allah-ü Ekber) demekdir. Ahsen olan budur.
Maamafih yalnız (Bismillah) veya (Allah-ü Ekber) veya (Lâ havle velâ kuvvete
illâ billâh) veya (Subhanallah) veya (Lâ ilahe illallah) denilmesi de kifayet
eder. Bunların hepsi de tesmiyedir.
12 - : Deve
gibi boynu uzun olan hayvanlar, nehr suretiyle boğaz lanır, bir zaruret
bulunmadığı halde nehr suretiyle boğazlanmazsa - meşhur olan kavle göre - eti
yiyilmez.
Bilâkis koyun ve hangi
bir kuş bir zaruret olmaksızın nehr suretiyle boğazlansa eti yiyilmez, velevki
sehven vâki olsun.
Zaruretden maksad ise
hayvanın bir çukura düşüb de başka türlü ke« silmesi kabil olmamak veya kesecek
âletin bulunmaması gibi şeylerdir.
13 - : Bir
saydı müteaddid kimseler görüb her biri bunu ahza kadir olduğu halde
içlerinden birisi daha çabuk davranıb elde etse buna
kendisi malik olur.
14 - : Bir
av, avcının veya müşterinin elinden kaçıb da vahşi hayvanlara lâhik oldukdan
sonra onu başka birisi avlasa ona malik olur o. evvelki avcıya veya müşteriye
aid olmaz. Meğer ki evvelce ünsiyyetü bir hale gelmiş olsun. Bu halde ikinci
avcı buna malik olamaz.
Böyle bir hayvanın
üzerinde hulliyyatdan bir şey bulunsa bu tia ikinci avcıya aid olmaz, lukata
mesabesinde bulunur.
15 - : Bir kimse, bir av hayvanı tarafından veya
atılan bir silâh ile cerh edilib ölmek üzere bulunan bir avı görür de
boğazlamaya kudreti olduğu halde boğazlamaz da bu av, aldığı cerhden ölürse
meyte mesabesinde olur, etini yemek kimseye helâl olmaz. Bu halde ona tesadüf
eden kimse, bu avın kıymetini avcıya zâmin olur.
Boğazlamaya kudret ise
kesmeğe vâkıf ve kesecek âlet mevcud olmakla tahakkuku eder. Nitekim bir
kimse, yanında bulunan bir vesikayı imha edib de bu yüzden bir hakkın ziyama
meydan verse bu hakkı zâmin olur.
Kezalik: Yanında fazla
taam veya su bulunan kimse, bunları muztar olan bir şahsa veya bir hayvana
vermeyib de onun telef olmasına sebebiy-yet verse onun insan ise diyetini,
hayvan ise kıymetini zâmin olur. Çünkü cemiyyet efradı arasında nefsleri,
malları hıfz için bu gibi muvasat bir vecibedir. (Şerh-i Muhammedil'hırgî, Hâşiye-i
Aliyyil'adevî). [95]
1 - : Sayd
için kelb de, yırtıcı hayvanlar da kullanılabilir. Bunların muailem olması
şartdır. Bir yırtıcı .hayvanın muallem olması, sahibi salıverince gitmekle ve
menedince gitmeyib durmakla ve tutduğu avdan yememekle malum olur. Ezhar olan,
bir hayvanın muallem sayılması için yemeyi terk etmesi şarttır. Bu hal tekerrür
etmelidir ki muallem olduğuna zan hâsıl olsun.
2 - : Bir av
hayvanı, »muallem olduğu zahir oldukdan sonra tutduğu avın etinden yiyecek
olsa o avın eti yiyilemez, helâl değildir, ezhar olan da budur, o hayvamn
yeniden talimi şart olur.
3 - : Bir av
hayvanı, üzerine saldırdığı ava yüklenerek ağırlığiyU avı öldürse - ezhar olan
kavle göre - o av helâl olur, eti yiyilebiîir.
4 - : Avcı,
av hayvanlarından birini kasd edib silâhını atdığı halde başkasına isabet etse
- esah olan kavle göre - helâl olur.
5 - :
Muallem kelb ile av, avcının gözünden gaib oldukdan sonra
sv ölü olarak bulunsa haram olur.
Kezalik: Av hayvanı,
avı cerh etdikten sonra av gaib olub da bilâhare ölü olarak bulunsa - ezhar
olan kavle göre - haram olur.
6 - : Bir
kimse, bir ava onu elinde zabt etmesiyle
veya onu ölecek bir halde cerh etmesiyle veya kanadını kırmasiyle veya sayd
için kurduğu tuzağa düşmesiyle mâlik olur. Malik olurrca da onun boşanıb
kaç-masiyle, veya esah olan kavle göre onu kendisinin salı vermesiyle ondaki,
mülkiyyet hakkı zail olmaz.
7 - : Bir
kimsenin güvercini, başkasının burcuna çıkıb gitse reddi lâzım gelir.
Güvercinler birbirine karışıb da temyizi çetin olsa bunların bu halde
satılması, veya üçüncü bir şahsa bağışlanması sahih olmaz. Şâ-yed satılır da
adedleri malum, kıymetleri müsavi olursa bey'i, sahih olur (Minhaçüttalibîn). [96]
1 - : Sayd,
masıd manasınadır ki, av demekdir. Tab'an mütevehhiş, hemen elde edilmesi gayrı
makdur, helâl olan her hangi hayvan, avdır.
tstiyad ise mübahdır,
lehv ve eğlence tarikiyle olması mekruhdur, başkalarının ekinlerine, mallarına
zarar vermek suretiyle yapılması haramdır.
Av, mekûîâtm
efdalidir. Ziraat de müktesabâtın efdalidir. Sanayiin eîdali de hiyatatdir.
2 - : Bir av
etinin helâlü'ekl olması için şu gibi şartlar vardır:'
(A) : Avcı, av
vasıtasını istimal etdiği zaman tezkiyeye ehl olmalıdır, yani: Keseceği hayvanların yiyilmesi şer'an helâl
bulunmalıdır; Binaenaleyh bir mecusînin avlayacağı saydi berrînin ekli
müslümanlarca helâl değildir.
(B) : Av âleti, kılıç,
biçak gibi cerh edecek bir halde bulunmalıdır veya muallem kelb veya şahin
gibi cerh eder sairbir hayvan olmalıdır. îmam Ahmed'e göre simsiyah olan bir
kelb ile istiyad caiz değildir. Bunda şey-tan£ bir fıtrat vardır. îbni Ömer ile
Mücahid'e göre ise istiyad, yalnız kelb ile olur, sair muallem hayvanlar
ile-olamaz.
(C) : Av âleti, istiyad kasdiyle kullanılmalıdır.
Binaenaleyh bir av hayvanı ava salıverilirken avlamak kasdı bulunmasa veya av
görülmeden av hayvanı salıverilse veya muallem hayvan kendi kendine gidib avı
Öldürse bu avın eti helâl olmaz.
(D) : Muallem hayvan ava karşı salıverilirken
veya silâh atılırken tesmiye - îsmullahı zikr bulunmalıdır. Velev sehven
tesmiye terk edilirse avın
eti helâl olmaz.
3 - :
Havada, ağaçda veya duvar üzerinde bulunan bir av, istiyad kasdiyle atılan bir
şeyin isabetiyle ölü olarak aşağıya düşse eti helâl olur. Çünkü onun ölümü
kendisine isabet eden bir cerhden dolayı olmuş olur.
Fakat av, atılan bir
silâh üzerine suya düşse veya yukarıdan aşağıya düşüb kendisini bir şey çiğnese
de bunlar kendisi gibi bir hayvanı öldürecek bir halde bulunsa bu avın eti
helâl olmaz.
Kezalik: Keskin
zehirli bir demir ile öldürülmüş bir avın eti de yiyi-lemez. Çünkü bu zerhin
tesiriyle ölmüş olması muhtemeldir. (Neylül'me-ârib). [97]
1 - :
Tevehhüş edib kaçan, avlanmaksızın elde edilmesine kudret bulunmayan her hangi
kara hayvanı sayd sayılır.
Böyle bir hayvanın
tezkiyesi; ok, kılıç, bıçak gibi tesir eden bir şeyin atılmasiyle olur. Böyle
bir şeyin isabetiyle hemen öîüb de diri olarak tu-tulmasa başka tezkiyeye mahal
kalmayıb eti yiyilebilir. Hattâ diri olarak tutulduğu halde serian ölmek
vaziyetinde bulunsa yine tezkiye -= Boğaz-lanmaksjzın da eti yiyilebilir. Şu
kadar var ki, boğazlamak güzeldir. Fakat serian Ölmeyecek bir halde mecruh ise
boğazlanmayınca eti helâl olmaz.
2 - : Kitabî
olmayan gayrı müslimin veya çocuğun kesdiği veya avladığı hayvanın ve haksız
yere alman bir âlet ile avlanan avın eti yiyile-mez.
Kezalik: Üzerine amden
veya nisyanen ism-i ilâhi zikredilmeyen bir hayvanın eti de yiyilemez.
Bir kitabî, zikr
etdiği ismullah ile Hazreti Meşini kasd etse de bu kas-dine bakılmaz, zikr
etdiği ismullah kâfi görülerek kesdiği veya avladığı hayvanın helâl olduğuna
kail oluruz. Atâ'mn, Leysin, Sevrî'nin, Ebû Ha-nife'nin, Şafiî'nin, Ebû
Süleyman'ın = Yani: Davud-i Zâhirî'nin kavilleri de böyledir. îmam Malik ise
kitabîlerin kesdikleri hayvanların etlerim yemeyi kerih -görmüşdür.
3 - :
Herhangi av, taş ile veya yırtıcı bir hayvanın çarpmasiyle ve saire ile
yaralanıb da daha ölmeden, yani: Henüz bakıyye-i hayatı mevcud iken elde
edilerek besmele ile zebh edilse eti helâl olur.
4 - : Bir
cemaat, bir ava silâhlarını atdıkları halde içlerinden yalnız birisi veya
cümlesi besmelede bulunmuş olsa bakılır: Eğer hepsinin veya yalnız besmeleyi
okuyanın atdığı silâh ile av ölmüş ise eti yiyilir. Fakat besmeleyi okuyan
zatın silâhı isabet etmeyib de diğerlerinin silâ hiyle ölmüş olursa eti yiyilmez.
Maahaza hepsi de
besmeleyi okuyub hepsinin de silâhı ava isabet etmiş olursa ava hepsi de malik
olur. Fakat bazılarının silâhı ava isabet etmezse veya bazıları tesmiyede
bulunmuş olmazsa bunlar ava malik olamaz.
5 - : Bir
kimse, bir ava silâhını atıb da bjr uzvunu kendisinden koparıp atsa bakılır:
Eğer hayvan derhal ölürse veya kendisi elde edilmeden ölecek olursa kendisi de
o kopmuş uzvu da yiyilir. Fakat avcı kendisi-, ne yetişib de henüz kesilmiş bir
hayvanın yaşayabileceğinden ziyade yaşayabilecek bir halde bulunursa tezkiyesi
yapılır, kendisi helâl olur, kopmuş olan uzvunu yemek ise helâl olmaz. Çünkü
bu takdirde o uzuv hakkında tezkiye bulunmamış olur.
6 - : Bir
kimse, bir vahşi hayvanı veya su avını hayyen veya mü-zekkâ olarak elde etse
ona sair emvali gibi malik olur. Bu hayvan, tevahhuş ederek kırlara veya
denize avdet etmiş olsa da yine o kimsenin mülkünde kalır, onun rizası
olmadıkça başkasına helâl olmaz. Bunların doğuracağı yavruları da o kimseye
aiddir.
7 - : Av,
kendisini evvelce yaralayana aiddir. Bilâhare bunu başkası da yaralayarak
öldürse bunun mislini evvelki yaralayan avcıya zâmin olur. Çünkü onun mülküne
taaddide bulunmuşdur.
8 - : Av hayvanının
muallem olması lâzımdır. Bu hayvan, avladığı avın etinden yemeye kadir olduğu
halde hemen yemeyîb -de bir müddet dursa da badehu yiyecek olsa etin bakiyyesi
helâl olur. Çünkü bu halde o. avı, kendisini salıveren avcı namına avladığı
anlaşılır. Bilâhare yemesi ise açlıkdan dolayı olmuş olabilir. Nitekim tutduğu
hayvanin etinden avcı kesib verdiği takdirde de bunu yemesinden dolayı muallem
olmakdan çıkmaz, etin bakiyyesi yine helâl olarak kalır.
9 - :
Simsiyah veya iki gözünün üzerinde birer beyaz nokta bulunan bir kelbin
öldürdüğü av eti yiyilemez, haramdır. Böyle bir hayvanı ne av için ve ne de
başka bir şey için tutmak helâl değildir.
10 - : Gayrı
muallem hayvanın avlayıb Öldürdüğü avın eti helâl olmadığı gibi ava
kendiliğinden saldıran muallem veya gayrı muallem bir hayvanın tutub öldürdüğü
avın eti de helâl olmaz. Meğer ki av, henüz ba-kiyyei ruhu mevcud iken elde
edilib usulü dairesinde boğazlansın, o halde eti yiyilir.
(Elkitabül'muhallâ). [98]
yirmi
ikinci kitabın sonu
Meflnıdlara,
lakttlere, lukatalara müteallik mesaili muhtevi olnb bir mukaddime ile üç
bölüme avrılmışdrr. [99]
1 - (Mefkud)
: Mekânı, hayat ve mematı bilinmeyen gaib kimsedir. Buna «Gavbet-i münkatıa ile
gaib» namı da verilir. Böyle bir kimseye hem beldesinden aynlıb tagayyüb etmiş
olması, hem de alâkadarlar tarafından araştırılması münasebetiyle «Mefkud»
denilmiştir. Çünkü mefkud, fa-kid tâbirleri lügat itibariyle gaib etmek, madûm
olmak ve araştırmak mânalarını ifade eder. «Fakd» lâfzından müştakdirler.
2 - (Fıkdan)
: Fukûd kelimeleri de fakd gibi gaib etme, gaib olma, bâdelvücud madûm olmak
mânalarını ifade eder, mukabilleri: Vücud, vicdandır.
3 - (İfkad)
: Bir şeyi gaib ettirmek manasınadır. Gaib olan bir şeyi araştırmaya da
«îftikad, tefekkud» denilir.
4 - (Lakıt)
: Lügatte melkut mânasına olarak mutlaka yerden kaldırılmış şey demektir.
Bilâhare menbuz veled, yani: Atılmış çocuk mânasında istimali şayi olmuştur.
Çünkü yere atılan şeyler, adete nazaran yerden kaldırılır. Himayeye lâyik bir
şey ise himaye edilir. Bir yere atılan çocuk da oradan kaldırılacağı cihetle
kendisine - meali hali itibariyle - lakit namı verilmiştir. Bir şeye âkibetine
göre ad verilmesi lügatte şâyidir. Yaş üzüme hamr, ölecek bir halde bulunan bir
zihayata meyyit ismi verilmesi gibi. Lakit
ıstılahta: Ehli tarafından bir yere atılmış diri veya ölü çocuk demektir.
5 -
(tltikat) : Bir çocuğu atılmış olduğu yerden alıb kaldırmak dır
Onu alıb kaldırana «Mültekit, lâkit»
denilir.
6 - (Menbuz) : Bazı zevata göre hemen doğmasını
müteakib bir yere atılmış bulunan çocukdur. Lakit ise böyle değildir. Lakit,
kendi mesa-lihini, meselâ: Yiyip içmesini bizzat idareden âciz bir halde olarak
bulunan herhangi erkek veya kız çocuğudur.
7 - (Lukata) : Lügatte alıb kaldırmak mânasına
olan lakit lâfzından mehuzdur. Gaib olmuy, düşürülmüş bir mala da - hasbel'âde
ahniD saklanıldığı cihetle - lukata namı verilmişdir.
Lukata tâbiri, aza da
çoğa da şâmil bir ismi cemidir. Lâfzan cem'i: «LukataUdır.
Lukata, «Canlı ve
cansız iytifc mal», «Maliki bilinmeyen sâkit mal» veya «Yolunu şaşırmış
hayvan», «Ziyaa maruz herhanvi masum bir mal» diye tarif olunmuşdur. Bunlar
binnetice müttehiddirler.
Lukatayı kaldıran
kimseye: Lâkit, mültekit denildiği gibi bu yoldaki harekete de iltikat denir.
Bu cihetle lukatayı: «Zayi olan bir şeyi temellük için değil, sahibi namına
hıfz için alıb kaldırmaktır» diye de tarif etmişlerdir. Bu, ayni zamanda iltikatm
da tarifidir.
8 - (Dal) : Yolunu şaşırmış insan demektir. Gaib
olmuş, yerinden uzak düşmüş itik hayvana da bilhassa «Dalle» namı verilir. [100]
İÇİNDEKİLER :
Mefkudun mahiyeti, vaziyeti hukukiyyesi, hâkimin mefkud üzerinde velayeti ve
hakkında bazı tasarrüfleri. Mefkud için kay-yim nasb edilmesi, ve kayyimin
yapıp yapamayacağı işler, Mefkudun malından kimlere nafaka verilebileceği.
Mefkudun vefatına hükm edilmesi ve bu hükmün netayici hukukiyyesi. Bir
mülâhaza. [101]
9 - :
Mefkud, ikametgâha ve hayatta olub olmadığı bilinmeyen ga-ib kimsedir. Berhayat
olub olmadıtına dair haber alınan bir gaibe ise mefkud namı verilmez. Maamafih
gaib ile mefkud arasında ahkâm itibariyle de fark vardır. Meselâ: Hâkim, gaibin
emvalinde tasarruf ve gaib namına kayy;m tâyin edemez. Mefkud ise bunun
hilâfmadır.
Velhâsıl: Beldesinden
tegayyüb edib de nerede olduğu, yaşayıb ya-şamâdığı bilinmeyen herhangi bîr
şahs, mefkud olduğu gibi esir olarak danharbe götürülüb sağ olub olmadığına
dair haber alınamayan kimse de mefkud hükmündedir.
10 - : Bir
mefkud '.endi nefsi hakkında -diri, başkaları hakkında ise Ölü sayılır. Ea?ka
bir tâbir ile mefkud, kendisine muzir olan ahkâm husu-srnda berhayat sayılu
. Bunlar, mevtinin sübutuna mütevakkıf bulunan hükümlerdir. Malının mirasa konulması gibi. Bilâkis
kendisine faideli, başkasına muzir olan ahk^m hususunda ise ölü sayılır.
Bunlar da hayatının sübutuna tevakkuf eden hükmlerdir. Başkasına vâris olmak
gibi. Çünkü mefkudun hayatı bir hücceti dâfia olan istishab tarikile sabittir,
yani: Mefkudun hayatı evvelce sabit olduğundan bunun zevaline bir delil bulunmadıkça
bekasiyle hükm olunur.
Binaenaleyh mefkud,-
bu veçhile berhayat sayıldığından başkaları onun aleyhine olarak bazı hukuka
nail olamazlar.
Fakat istishab, bir
hücceti müsbite olmadığı, yani: Evvelce sabit ol-nayan bir şeyin sübutu için
bir delil teşkil etmediği cihetle de mefkud, bu asîe istinaden başkaları
aleyhine olarak tevarüs gibi bir takım haklara kail olamaz.
Filhakika mefkudun
berhayat addedilmesi, evvelce hayatı sabit bilâhare
vefat edip etmediğinin meşkûk bir halde bulunmasından ileri gelmektedir. Bu
cihetle mefkudun tahtı temellük ve tasarrufunda bulunan emvali ve sair bir kısım
şahsî hakları kendisinin hakikaten veya hükmen vefatı tarihine kadar siyanet
altında bulunur.
Fakat böyle zarureten
sabit olan şeylerin kendi mikdarlarınca takdir olunması da hikmet ve maslahat
icabatındandır. Binaenaleyh bu husus-da tatbik sahasını tevsi etmek, mefkudu
kemafissabık kat'î surette berhayat sayarak kendisinin sabık haklarından başka
yeniden bir takım haklara da nailiyetini kabul etmek doğru olamaz.
Mahaza «Beka ihtidadan
esheldir», «Bekaerc tecviz edilen bir takım şeyler ibtidaen tecviz edilemez»
tarzındaki kavaidi külliyyeye nazaran mefkudun kendi emvali üzerindeki sabık
haklarının bekasını kabul etmek icab ederse de kendisinin mefkudiyeti halinde
tevarüs gibi bir tarik ile başkasının zararına olarak yeniden bir takım haklara
nailiyeti kabul edilemez.
Şu da malûmdur ki,
irse istihkak, kat'î bir sebebe istinad eder. O -da vâris olacak şahsın kat'î
surette berhayat bulunmasiyle kabil olur. Mefkudun ise hayatı kati surette
malum olmadığı cihetle mefkudiyyetinden sonra vefat eden kimselere vâris
olması tecviz edilemez.
Maamafih mefkudun
tevarüsü tecviz edildiği takdirde bir çok kerre irs muameleleri, teşevvüşleri
mucib olur, daha yakın vârislerin haklarının ziyama sebebiyyet verir, hakikati
ketm suretiyle bazı tezvirat ikaına müeddi olabilir. Şöyle ki:
Evvelâ: Hükm zamanına
kadar mefkudun ne tarihden itibaren vefat etmiş addolunacağı kat'î surette
kesdirilemeyeceğinden o zamana kadar mefkud hakkında birhayat nazariyyesi
bizzarure kabuî edileceği cihetle bu müddet zarfında vefat edecek bazı
kimselerin terekesinden mefkuda bir hisse ifraz edilebilecektir. Halbuki
müehharen zuhur eden bir beyyineye binaen mayize ircaı hükm ile mefkudun daha
evvel vefat etmiş olması tahtı hükme alınabileceği ihtimâl dairesindedir. Bu
halde mefkudun hisse-i irsiyyeye müstahik olmadığı tezahür ederek bu suretle
hakikaten vâris olacak kimseierin izrarı cihetine gidilmiş olduğu tahakkuk
eder, buna meydan vermek ise elbetöe tasvibe şayan olamaz.
Saniyen: Mefkudun
vefatına hükm tarihine kadar başkalarına tevarüs etmesi tecviz edildiği
takdirde devamı hayatı meşkûk olan bir kimse, hayatı kat'iyyen malûm olan
sair'vereseye, müzahim olacakttr. Böyle bir muamelenin muvafık görülemeyeceği
ise bedihîdir.
Salisen : Mefkudun
tevarüsü kabul edildiği takdirde çok kerre bir müteveffanın terekesine kendi
akrabasından olmayan veya karabetleri kendisine binnisbe yakin bulunmayan
eşhasın mefkud vasıtasiyle tevarüs etme-
leri ıcao eaer ki, bu
aa naKKaniyyete muvafık görülemez.
Rabian : Mefkudun daha
evvel vefat etmiş olduğuna efradı ailesi veya sair akribası herhangi bir
suretle muttali oldukları halde mücerret başkasından mirasa nail olmasını
temin maksadiyle bunu ketm edebilirler. Bu, her zaman ihtimâl dahilindedir. Bu
yüzden vârislerin mütezarrır olacakları ise aşikârdır.
Velhâsıl: Mefkudun
başkalarına tevarüs etmesi adalete mukarin olamaz. Bu bususda asıl yapılacak
muamele, mefkudun vâris olabileceği kimselerden birinin vefatı halinde mefkut
namına - hayatta bulunduğu takdirde - isabet edecek hissenin ihtiyaten tevkif
edilmesidir. Bu hususda mezâhibi selâse fukahası müttefikdirler. Hanbelî
mezhebinde de asıl olan budur.
(Mahaza Hanbeîî
mezhebine mensub bazı fukahaca mefkudun tevarüs hakkına malikiyyeti kabul
edilmiş-dir. Bu hususa dair aşağıda bazı tafsilât görülecektir.)
11 - :
Mefkudun kendi nefsi hakkında berhayat sayılması esasına aşağıdaki gibi
meseleler teferru eder:
12 - :
Mefkudun vefatına hükm edilmedikçe malları vârisleri arasında taksim edilemez.
Çünkü verese, müverrislerinin emvaline vefatından sonra müstahak olurlar.
Mefkudun ise vefatı malûm değildir. Şu kadar var ki vârisler, ellerinde bir
miktar menkûl emval bulunduğu halde mefkudun vefatını iddia etseler hâkim,
yalnız bu emvali aralarında taksim edebilir. Çünkü veresenin sözü, ellerinde
bulunan bu mallar hakkında muteberdir.
Kezalik vârisler,
mefkudun vefatını bilikrar ona aid bir deyinden veya bir vediadan hisselerini
almak isteyib de borçlu ile müstevda da mefkudun vefatını itiraf etseler
hâkim, bunları da verese beyninde taksim edebilir.
Mahaza bundan akaret
müstesnadir. Akar böyle ikrar ile taksim olunamaz.
13 - :
Mefkudun evvelce yapmış olduğu akdi kare, mefkudiyetile münfesih olmaz. Çünkü
icare mucir ile müstecirden birinin vefatiyle münfesih olur, mefkud ise
berhayat s ayılmak da dır.
14 - : Mefkudun
medyunu zimmetinde, mûdei veya müzaribi elinde bulunan mallarını beytül'mâl
emini hıfz için alamaz, velevki mefkuda vâris olacak bir kimse bulunmasın.
Nitekim bu mallan mefkuda vâris olacak kimselerde bunlardan isteyib alamazlar.
Meğer ki bunların hıyanetleri zahir olsun, o zaman hâkim bu malları alarak
emin bir kimseye tevdi edebilir.
15 - :
Mefkudun vefatı hakikaten veya hükmen sabit olmadıkça refikası başkasiyle
evlenemez. Çünkü mefkudun hayatiyle zevciyyet hakkı na raalikiyyeti evvelce
yakinen sabit, müahheren vefatiyle zevciyyetin zevali ise meşkûkdür. Yakinen
sabit olan bir şey ise şek ile zâü olmaz.
16 - : Mefkudun başkaları hakkında meyyit
sayılması esasına da şu gibi meseleler, müteferri olmaktadır:
17 - :
Mefkud, başkasına vâris olamaz. Şu kadar var ki berhayat olduğu takdirde nail
olacağı hissei irsiyye ihtiyaten tevkif edilir. Bilâhare berhayat olduğu
anlaşılırsa bu hisseyi alır, anlaşılmazsa bu hisse şâir vârislere verilir.
Meselâ: Mefkudun
babası vefat ederek mefkud ile beraber iki oğlunu daha terk edecek olsa
terekesi üç müsavi sehime aynlıb iki sehimi mev-cud bulunan iki oğla verilir,
diğer bir sehmi de mefkud namına hıfz edilir. Bilâhare mefkud zuhur ederse bu
sehme müstahik olur, zuhur etme-yib de vefatına hükm edilirse o bir seÜIifl
dahi diğer iki oğla verilir.
Bu suretde mefkudun
vefatına her ne kadar babasının vefatından sonra hükm ediliyorsa da mefkud,
miras hususunda mefkudiyyeti zamanından itibaren vefat etmiş sayıldığından
babası o zamanda berhayat bu-lunmuşdur.
18 - :
Mefkudun vârislerinden olacak bir kimse, mefkudun berhayat olduğunu biliddia
bir terekeden hisse-i irsiyyesini taleb edecek olsa bu iddiası dinlenemez.
Çünkü mefkudun berhayat olduğunu iddia etmekle kendisinin mefkuda aid terekede
hakkı olmadığını itiraf etmiş olur. Bir terekede hakkı olmayan kimsenin ise o
terekeye müteallik bir husumete salâhiyyeti olamaz.
19 - :
Mefkud, - berhayat olduğuna nazaran - bir kimsenin veresesinden bulunub da
diğer vârislerinden bazılarını hecb ettiği, yani: Mi-rasdan kısmen veya tamamen
mahrum bırakacak bir derecede bulunduğu takdirde bakılır: Eğer hecbi hirman
ile hacr ediyor, yani irsden tamamen mahrum bırakıyor ise hecb edilen vârise
terekeden hiç bir şey verilmez. Fakat hecb-i noksan ile hecb ediyor ise hecb
edilen vârise, iki nasibin ekalli verilir.
Şöyle ki: Bir kimse
vefat edib de bir mefkud oğliyle iki kızını, bir de oğlunun oğlunu terk edecek
olsa iki kızma terekesinin sülüsanı değil, nısfı verilir. Çünkü mefkud,
bunları hecbi noksan ile hecb etmiş olur, diğer f da mefkud namına tevkif edilib müteveffanın
hafidine bir şey verilmez. Zira mefkud berhayat olunca bu hafidi hecbi hireman ile hecb eder.
Fakat bilâhare
jjftsfkûdun vefatı hükmen sabit olunca tevkif ©dilen nısıf hisseden iki kıza -
terekenin mecmuuna nazaran - bir südüs daha verilerek hisseleri sülüsana
çıkarılır, mütebaki bir sülüs de mezkûr hafide verilir.
20 - :
Mefkud, berhayat olarak zuhur etmedikçe namına yapılan vasiyete- müstahik
olamaz. Şöyle ki: Bir mefkud için bir şey vasiyet etmiş olan kimse vefat etse o
şey, mefkudun hali tebeyyün edinceye kadar mevkuf tutulur. Musînih vefatı
zamanında berhayat olduğu sabit olursa mefkud o vasiyet edilen şeye müstahik
olur, sabit olmayıb bilâhare vefatına hükm edilirse mevkuf bulunan şey,
(müşabih) mûsinin veresesine iade edilir. Çünkü bu halde mefkud, musîden evvel
vefat etmiş sayılır. (Mebsût, Bedayî, Hindiyye, Reddimuhtar). [102]
21 - :
Hâkimin mefkud hakkında velayeti
carîdir. Mahaza hâkim, mefkudun menkûl ve gayrimenkul mallarım satamaz. Çünkü
hâkimin ga-ib üzerindeki velayeti, onun yalmz hukukunu hıfza münhasırdır, onun mallarını satmak ise bu
hıfza münafidir. Meğer ki o malların bozulmasından, ziyamdan korkulması gibi bir mülci bulunsun, bu takdirde hâkim,
bu malları satarak bedelini mefkud namına hıfz eder. Fakat böyle bir saik
bulunmadığı hal-de satacak olsa mefkud zuhur edince bu. mallan müşteriden
istirdada müstahik olur.
Mefkud namına hissel
irsiyye olarak tevkif edilen akar ve saire hak kında da hükm böyledir. Bunlar,
ziyamdan korkulmadıkça satılmaz, şâ-yed bunlar beytül'mâl emini tarafından
satılıb da bâdehÛ mefkud zuhur edecek olsa bunları müşteriden istirdad
edebilir. Bu halde müşteri de verdiği semeni, beytül'mâl emininden talebe
müstahik olur.
(Bu mesele, fukahayı
Hanefiyyece böyle olmakla beraber vaktiyle mefkudlarm alelıtlak emvalini
satabilmek için tarafı sultaniden kadılara, beytül'mâl eminlerine salâhiyyet
verilmiş olduğu, EbüssuÛd Efendinin maruzatında mezkûrdur. Bu salâhiyyet,
diğer bir mezhebi fıkhiye göre verilmiştir. Son zamanlarda beytül'mâl
kassamlığı tarafından da mefkudlana alel'umum mallart satılmakda idi.
Binaenaleyh, mefkud bilâhare zuhur edince bu satış muamelesini fesh
ettiremezdi. Çünkü bu muameleyi fesh için kadılar salâhiyetdar değildiler,
meğer ki satış muamelesinde bir ni
fahiş bulunsun, o takdirde mefkud gelince bey-i vâki-i fesh etdirebilirdi.)
22 - :
Hâkim, mefkudun akarını borcunu tesviye için satabilir.
Kezalik mefkud,
evvelce birinden satın almış olduğu menkûl bir malı henüz kabz ve semenini itâ
etmeden tegayyüb etmiş olsa hâkim, o malı satarak bedelinden mezkûr semeni
bayiine itâ edebilir. Fakat o mal, akar olsa veya mefkud tarafından kabz
edilmiş bulunsa satılamaz.
23 - :
Hâkim, mefkudun evvelce borcu mukabilinde rehn olarak bırakmış olduğu bir malı
mürteMnin talebi üzerine satarak semeninden borcunu tesviye edebilir.
24 - :
Mefkudun evvelce satmış ve semenini almış olduğu bir mal, bilistihkak zabt
edilmekle semenin müşteriye iadesi lâzım geldiği tahakkuk etse hâkim, mefkudun
o semen cinsinden olan maliyle o semeni müşteriye tediye edebilir.
25 - :
Hâkim, mefkudun akarını tamir ettirebilir.
Fakat hakimin izni olmadıkça mefkudun akarını, meselâ hanesini mefkudun
vekili tamir edemez, velevki mefkud, bu tamir için evvelce vekiline salâhiyyet
vermiş olsun. Çünkü mefkudun vefatiyle vekâletin zail bulunmuş olması ihtimâl
dahilindedir.
26 - :
Vârisleri mefkud olan bir müteveffanın terekesinden bir kimse bir hak dâva
edecek olsa hâkim, o dâva muvacehesinde dinlenebilmek için müteveffa namına bir
vasi nasb edebilir.
27 - :
Hâkim, mefkudun mallarım hıfz için emin bir kimseyi kayyım tâyin ve mefkudun
nafaka cinsinden olan emvalinden müstahik olanlara nafaka itâ edebilir.
Nitekim bunlar, aşağıda izah edilecekdir. (Haniy-ye, Hindiyye, Dürrümuhtar). [103]
28 -
(Kayyım) : Mefkudun mallarını muhafaza, nâsın zimmetlerinde bulunan
alacaklarını kabz, mefkudun emvalinde usulü dairesinde tasarruf için hâkim
tarafından nasb edilen emin, mutemet kimse demekdir.
Hâkim, kayyimi
mefkudun akrabasından veya haricden olarak tâyin edebilir, bunun tâyin
edilmesini mefkudun vârisleri gerek taleb etsinlei ve gerek etmesinler. Çünkü
hâkim, kendi şahsî işlerini gormekden âciz olan her kimse için bir nazır, bir
hami mevkiindedir. Binaenaleyh mef-
kut hakkında bu
nazırlık salâhiyyetini kayyim nasb etmek suretiyle ifa eder.
29 - :
Kayyim, mefkudun mallannt hıfz eder, ekinlerini, harmanlarını korur, borçlularından ikrar etdikleri matlublannı alır, ziyamdan korkulan mallarını hâkimin
emriyle satar.
30 - :
Kayyim, mefkud hakkında yapdığı bir akidden dolayı tahsili
lâzım gelen bir hakkı dâva edebilir.
Meselâ: Mefkudun bir
akarını kareye verse veya bozulmasından korkulan bîr malını satsa müstecirden
kira bedelini, müşteriden semeni me-bii dâva edib alabilir.
31 - :
Kayyim, mefkudun lehine olan dâvalarda hasm olamaz. Binaenaleyh kayyim,
mefkudun mûdei veya müzaribi elinde bulunan mallarım bunlardan dâva edib alamaz. Çünkü bunların
elleri mefkudua eli mesabesindedir, bunların hıfzında olan bir mal, bizzat
mefkudun hıfzında imiş gibi sayılır. Artık başkasının hıfzına hacet kalmaz. Bu
cihetledir ki, mefkudun evvelce zevcesine veya sair akrabasından birine emanet
bırakmış olduğu bir malı bunlartn ellerinden alınamaz. Nitekim bu malları
mefkudun vefatına hükm edilmedikçe vârisi de, beytül'mâl emini de bunların
ellerinden alamazlar. Şu kadar var ki, hâkim, bir maslahat görürse bu malları
alarak emin bir kimseye,tevdi edebilir.
32 - :
Kayyim, mefkudun başkası elinde bulunan bir akardaki veya uruzdaki hissesini
veya bir kimsenin zimmetinde olan bir alacağını inkâra mukarin dâva edemez.
Çünkü kayyim, ne malikdir, ne de mefkudun naibidir. Belki mefkudun mallarım hıfz
için hâkim tarafından tayin edilmiş bir vekildir. Binaenaleyh bu gibi dâvaları
ikameye salâhiyyeti yokdur.
33 - :
Kayyim, mefkudun aleyhine olan dâvalarda hasım olamaz. Nitekim mefkudun
veresesi veya mallarını hıfz için evvelce tâyin etmiş olduğu vekili de bu
hususda hasım olamaz.
Binaenaleyh bir kimse,
bunlardan biri muvacehesinde mefkuddan bir deyne veya bir şirkete veya bir
nikâh ve talâka, yahud bir vedia ve emsaline müteallik .bir hak taleb edecek
olsa bu dâvası dinlenemez. Çünkü dâvayı bir hasım muvacehesinde ikame edebilir.
Kayyim ise hasım olama2, vereseye gelince bunlar da müverrislerinin vefatından
sonra hasım olabilirler, halbuki müverrisleri olacak mefkud, vefatına hükm
edilinceye kadar berhayat sayılmaktadır. Bu cihetledir ki, mefkudun vefatı
sabit olur veya veresesi tarafından ikrar olunursa o takdirde alacaklılar,
haklarını terekesinden taleb edebilirler.
Şunu da ilâve edelim
ki her ne kadar gait) ile mefkud hakkında gıyaben hükm verilmesi, esasen kabul
edilmemekde ise de bir hâkim, bunlardan birinin lehine veya aleyhine hükm
verilmesini maslahata muvafık görürse bu hususdaki içtihadına binaen bir kayyim
veya bir vekili müseh-har muvacehesinde ikame edilecek dâvayı dinleyerek
hükmünü verebilir. Böyle gıyabî bir hükm nafiz olur. Çünkü bu cihet, içtihada
mevzu, teşkil etmiş bir meseledir.
34 - :
Kayyim, mefkudun vekiline müzahim olamaz.
Binaenaleyh mefkudun
muayyen bir husus hakkında evvelce tâyin etmiş olduğu vekili mevcud olunca o
hususa kayyim müdahale edemez. Hattâ mefkudun bilcümle umurunu rüyet için
evvelce tarafından nasb edilmiş vekili mevcut olunca ayrıca bir kayyim nasb
edilemez. Çünkü müvek kilin gaybubetinden dolayı vekil mün'azil olmaz. Vekil
mevcud olunca da kayyime hacet kalmaz.
35 - :
Mefkudun. vârisleri, hâkim tarafından tâyin edilen kayyime muhalefet ederek
malında tasarrufa kıyam edemezler.
36 - :
Beytül'mâl emini, kayyim tâyin edilmedikçe mefkudun malında tasarruf edemez.
Binaenaleyh mefkudun bir malını hâkimin izni olmaksızın satıb da badehu mefkud
zuhur edecek olsa o malı müşteriden is-tirdad edebilir. Mefkudun vefatı sabit
olduğu takdirde de bu istirdada veresesi müstahik olur.
37 - :
Hiyaneti sabit olan bir kayyim, hâkim tarafından azl edilerek yerine mütemed
bir kimse tâyin edilir. (Tatarhaniyye, Hindiyye, Bah-rirâik, Reddimuhtar). [104]
[1] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/3.
[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/5-6.
[3] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/7.
[4] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/7-10.
[5] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/10-21.
[6] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/10-21.21-22.
[7] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/22-25.
[8] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/25-27.
[9] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/27-29.
[10] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/29-31.
[11] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/31-33.
[12] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/34.
[13] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/34-46.
[14] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/46-48.
[15] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/48-51.
[16] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/51-56.
[17] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/57-62.
[18] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/63.
[19] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/63-65.
[20] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/65-71.
[21] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/71-73.
[22] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/73-76.
[23] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/76-79.
[24] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/79-80.
[25] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/80-81.
[26] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/81-84.
[27] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/84-87.
[28] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/87-93.
[29] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/93-96.
[30] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/96-98.
[31] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/98-101.
[32] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/101-102.
[33] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/103-104.
[34] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/104-109.
[35] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/109-112.
[36] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/112-113.
[37] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/113-114.
[38] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/115.
[39] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/116.
[40] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/117-118.
[41] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/118-119.
[42] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/119-120.
[43] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/121-122.
[44] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/123.
[45] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/123-124.
[46] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/125-126.
[47] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/126.
[48] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/127.
[49] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/127-129.
[50] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/129-130.
[51] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/130-131.
[52] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/131.
[53] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/131-132.
[54] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/132-133.
[55] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/133-134.
[56] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/134-136.
[57] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/136.
[58] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/137.
[59] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/137-138.
[60] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/138-139.
[61] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/139-142.
[62] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/142-145.
[63] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/145-146.
[64] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/146-148.
[65] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/148-152.
[66] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/152-154.
[67] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/154-155.
[68] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/155-156.
[69] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/156-158.
[70] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/159-160.
[71] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/160-163.
[72] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/163-166.
[73] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/166-168.
[74] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/168-169.
[75] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/169-171.
[76] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/171-172.
[77] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/172-173.
[78] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/174.
[79] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/174-176.
[80] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/176-180.
[81] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/180-182.
[82] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/182-184.
[83] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/184-186.
[84] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/186-187.
[85] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/187-188.
[86] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/188-190.
[87] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/190-192.
[88] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/192-194.
[89] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/194-195.
[90] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/195.
[91] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/196.
[92] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/196-197.
[93] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/197-200.
[94] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/200.202.
[95] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/202-204.
[96] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/204-205.
[97] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/205-206.
[98] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/206-207.
[99] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/208.
[100] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/208-209.
[101] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/210.
[102] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/210-214.
[103] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/214-215.
[104] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/215-217.