YİRMÎ BİRİNCİ KİTAP. 1

REHNE AİT ISTILAHLAR: 1

(BİRİNCİ BÖLÜM) 2

REHNE AİD BAZI MESELELERİ HAVİDİR. 2

Rehnin Rüknü : 2

Rehnin İnikadının Ve Lüzumunun Şartları : 3

Rehnin Hikmet’İ Teşriiyesi 9

Rehne Dahil Olup Olmayan Şeyler : 9

Rehnin Fesh Edilip Edilememesi : 10

Râhinin, Mürtehinin Veya Rehnin Taaddüdü : 11

Merhunun Masrafları 12

Âriyet Alınıp Verilen Rehinler = Rehn I Mustear ; 13

(İKİNCİ BÖLÜM) 15

REHİNLERE AİD HÜKÜMLER VE İTİLAFLAR HAKKINDADIR.. 15

Yed-İ Adlde Ulam Rekinlerin Hükümleri : 20

Mer.Hunün Satıl!B Satılamaması : 21

Rehnlere Aid İhtilâflar : 22

YİRMİ İKİNCİ KİTAB.. 25

ŞİRKETLER HAKKINDA OLUB BİR MUKADDİME İLE DÖRT BÖLÜME AYRILMIŞTIR   25

(MUKADDİME) 25

Şirketler Hakkinda Olub Bir Mukaddime İle. 25

(BİRİNCİ     BOLÜM) 27

ŞİRKETLERE  MÜTEALLİK  MESELELERİ   MUHTEVİDİR.. 27

Şirketlerin Umumî Mahiyeti, Meşrutiyeti Ve Hikmet-I Teşri İyesi : 27

Şirket-I Mülkün Mahiyeti, Taksimi Ve Ahkâmı : 28

Şirketi Deyne Ve Müşterek Gayri Müşterek Düyuna Dair Meseleler 31

Müşterek Deynlerin Hükmleri: 32

Şirketi İbaheye Dair Meseleler : 33

Şirketi Akdih Mahiyeti Ve Taksimi : 34

Şîrket-İ Akdin Her Kısmına Şâmil Umumî Şartlar : 35

Şirketi Emvale Mahsus Şartlar : 36

Şirket-Î Akde Müteallik  Bazı  Zabıtalar  : 37

Şirketi İnanın Şirketi Emval Kısmına Aid Meseleler : 38

Şirket-İ İnanl Şirket-İ Amal Kısmına Dair Meseleler : 41

Şirketi Vücuhe Müteallik Meseleler : 42

Sîrketi Müfavezeye Müteallik Meseleler : 43

Şirketi "Vıüzarebenin Mahiyeti Ve Taksimi : 44

Şirketi Müzarebenin Sıhhatinin Şartları : 45

Şirket-! Müzarebenin  Hükmleri  : 46

Malîkilere Göre Şirketlerin  Nevileri : 48

Maliki Lere Göre Müzarebede Rebbül'mâl İle Âmilin Haiz Oldukları Haklar : 49

Müzarebede Amilin De Şu Gibi Hakları Vardır : 50

Şafîîlere Göre Şirketler  : 51

Şeriklerin Ticaret Malında Ve Şaibede Tasarrufları   : 51

Şafiî'lere Göre Şirketi  Müzarebe : 51

Hanbelî'lere Göre Müzarebenin Sıhhati İçin Şu Gibi Şartlar Vardır : 53

Hanbelîlere Göre  Şirketlerde Dermeyan   Edilen  Şartlar : 53

Zahirilere Göre Şirketler : 54

(İKİNCİ BÖLÜM) 54

MÜZAREA İLE MÜSAKATA DAİRDİR.. 54

Müzareanın  Sıhhatine  Aid  Şartlar  : 55

Müzareadan Akîdlerin  Sıjret-İ İstifadeleri  : 56

Müzareanın İnfisahını Sebep Olan Şeyler 56

Müsakatın Mahiteti 56

Malikilere Göre Müzarea : 57

Maliki'lere Göre Müsakat ; 58

Şafiî'lerce Müzarea : 58

Şafiî'lere Göre Müsakat : 58

Hanbelî'lere Göre Müzareanın Rüknü. Hükmü, Şeraiti 59

Hanbelilere Göre Müsakat : 59

Zahirîlere Göre Müzarea : 60

Zahirîlere Göre Mügakese = Müsakat. : 61

(ÜÇÜNCÜ BÖLÜM) 61

MÜŞTEREK ŞEYLERİN  TAKSİMİNE,    MUHAYEEYE VE MÜŞTEREK MALLARIN TAMİRATINA VE SAİR MASRAFLARINA DAİRDİR. 61

Kısmetin Rüknüne Ve Keyfiyetine Aid Meseleler : 62

Kısmetin Şartları : 62

Kısmetin Neviler! : 64

Kısmet-İ Cem'e Dair Meseleler : 65

Kısmet-İ Tefrika Dair Meseleler : 65

Kısmetin Hükmleri : 66

Kısmetlerde Cari Muhayyerlikler : 68

Kısmetin Fesh Ve İkalesi : 69

Muhayeeye =  Menfaatlerin Taksimine Aid Meseleler: 69

Muhayeenîn Îfraz Ve Mübadele  Mahiyetinde Olması : 70

Muhayeenin Sureti İfası Ve Feshi : 71

Müşterek Malların Tamiratına ".Ve Sair Esarifine Aid Meseleler : 71

Müşterek Ve Gayrı Müşterek Irmakların Islahına Dâtr Meseleler ; 73

Malikî'lere Göre Kısmet : 74

Şafiî'lere Göre Kısmet : 75

Hanbelîtere Göre Kısmet : 76

Zâhirîtere  Göre  Kısmet  : 77

Lahika: Kura Hakkındadır: 77

(DÖKDÜNCÜ BÖLÜM) 78

MÜLKİYYET VE TASARRUF HAKLARINA VE ÎHYA-İ  MEVAT ÎLE ISTİYADA AİD KAİDELERE, MESELELERE DAİRDİR. 78

Cîvariyyet Muamelelerine Aid Bazı Meseleler : 79

Yollara Aid Meseleler : 81

Hakkı Mürura Ve Hakkı Mecra Ve Mesile Aid Meseleler : 81

Mubah Olan Şeylerin Keyfiyeti İstimlâki  : 82

Mubah Olan Şeylerin Umumî Hükmleri: 83

Hakkı Şirbe Ve Hakkı Şefeye Müteallik Meseleler: 84

Şafii'lere Göre Müşterek Ayan Ve Menafi : 84

İhya-Î Mevata Müteallik Meseleler: 85

Arazi-İ Mevatda Kazılan Kuyuların Ve Akıtılan Suların Ve Dikilen Ağaçların Harimleri : 86

Malikî'lere Göre Îhya-İ Mevat : 87

Şafiî'lere Göre İhya-İ Mevat : 87

Hanbelî'lere Göre İhya-T Mevat : 88

Zahirî'lere Göre Îhya-Î Mevat : 88

Sayd Ve İstiyada: Dair Hükmler : 88

Yenilmeleri Helal Olub Olmayan Av Hayvanları: 90

Malîkî'lere Göre Sayd Ve İstiyad : 90

Şafiî'lere Göre Sayd Ve İstiyad : 92

Hanbelî'lere Göre Sayd Ve Îstîyad : 92

Zâhirî'lere Göre Sayd Ve İstiyad : 92

YİRMİ ÜÇÜNCÜ KİTAB.. 93

MUKADDİME.. 93

Mefkuda, Lakite Ve Lukataya Müteallik Istılahlar 93

(BİRİNCİ  BÖLÜM) 94

MEFKUDLARA DAİR MESAİLİ MUHTEVİDİR.. 94

Mefkudun Mahiyeti Ve Hukukî Vaziyeti : 94

Hâkimin Mefkut Üzerinde Velayeti Ve Hakkında Bazı Tasarrufları : 96

Mefkud İçîn Kayyim Nasb Edilmesi Ve Kayyimin Yapıp Yapamayacağı İşler : 96

 

 

 

 

«Hukuku Islâmiyye ve Istılâhafı fıkhiyye unvanlı eserin İşbu yedinci cil-di; muamelâtı hukukiyyeye ait bej kitaptan müteşekkildir. Bu kitaplar bu ese­rin yirmi birinci, yirmi İkinci, yirmi üçüncü, yirmi dördüncü ve yirmi beşinci kitaplarını teşkil etmektedir. Şöyîe ki:

(20)  nci kitap, vekâletlere dairdir.

(21)  ncikitap, rehine müteallik olup bir mukaddime İle iki bölümü muhte­vidir.

(22)  nci kitap, şirketler hakkında olup,   bir mukaddime ile dört   bölüme münkasimdir.

(23)  üncü kitap, mefkudlara, (akitlere, lukatalara aid olup bir mukaddime ife üç bölüme ayrılmıştır.

(24)  üncü kitap, hacr ve İkraha aid olup bir mukaddime İle İki bölümden müteşekkildir.

(25)  İnci kitap, gasb ile itlaf hükümlerine dair olup bir mukaddime İle iki bölümü muhtevidir.

Bu yedinci cildi teşkil eden kitaplardan yirmi üçüncü kitab müstesna diğer kitaplarda mü nd er iç mes'eieîer meceKei ahkâmı adliyenin bu husustaki mad­delerini ktsmen, aynen veya kısmen mealen cami olduğu gibi daha birçok lâ-zırnlı ahkâm ve izahatı da havi bulunmuştur.

Bu kitaplarda bir ki sun mesailin hikmet-f teşriiyyesine işaret editmtî bir takım hukukî mes'eleler hakkındaki muhterem müçtehitterimizin yüksek içtihadları, nikatı nazarları en yüksek nazariyyatı hukukıyyeden olmak üzere kaydedilmiştir. Hak Tealâ Hazretlerinden muvaffakiyetler niyaz eyleriz.[1]

 

YİRMÎ BİRİNCİ KİTAP

 

REHNE AİT ISTILAHLAR:

 

1 - (Rehin): Lügatte sabit dâim, payidar demektir. Herhangi bir sebep-den dolayı bir şeyi mahbûs, mevkuf kılmak manasınadır.   Istüâhı   fukahada «Bir malı ondan tamamen veya kısmen istifası mümkün olan bir hakk-ı malî mukabilinde o hak sahibinin veya başkasının elinde birrıza mahpus ve mev­kuf kılmaktır.» Böyle hapis edilen mala «Merhun» denildiği gibi «Rehin» de de­nilir. Cem'i Ruhun, rihandır.

2 - (Rehin - Rehine): Bir şeyi rehin etmek manasınadır, rnerhun mâna­sında müstameldir. Cem'i rehayindir. Rehin bırakmaya «îrham> da denir.

3 - (Râhin): Rehin veren hakikaten veya hükmen medyun olup rehin ve­ren kimsedir.

4 - (Mürtehİn): Hak sahibi sıfatiyle rehin alan kimsedir. Bir şey muka­bilinde rehin olarak alıkonulan şeye de «Mürtehen» denir.

5 - (îrtihan): Bir hakkın istifasını temin için rehin almaktır,

6 - (RebrH sahih): Sıhhat şartlarını cami olan diğer   tâbirile   aslen ve vasfen sahih olan akd-i rehindir.

7 - (Rehn-i fâsid): Aslen sahih olup vasfen sahih olmayan, yani: haddi zatında mün'akid olup ancak bazı haricî vasıfları itibariyle gayrı rneşrû bulu­nan rehindir. Muşai veya meşgulü rehin vermek gibi.

8 - (Kehn-i bâtıl): Aslen sahih olmayan rehindir. Mal olmayan bir şeyi rehin vermek ve binefsi mazmun olmayan birşey mukabilinde rehin almak gibi.

9 - (Terhin): Bir malı bir hak mukabilinde rehin vermek, mahpus bulun­durmaktır.

10 - (Fekk-i rehn): Rehni İzâle etmek, borcu verip merhunu rehniyetten tahlis etmektir. «Fükuk>, «îftikâk» kurtarmak manasınadır. «Fikâk» de hem rehni veya esiri kurtarmak manasınadır,   hem de tahüse sebep olan §ey demektir.

11 - (Tahliye): Boşaltmak, halâs etmek,   bir şeyi kabz etmek için imkân bahş olmak, yani: Kabza mani olan şeyleri izâle ile kabzı mümkün olacak bir durumda bulundurmaktır.

12 - (Yedi adil): Adil sayılan kimsenin eli, nezdi, şahsı demektir ki, ema­net kendisine tevdi olunur:     Rehin bahsinde adiden maksad, râhin ile mürte-hinin veya hâkimin emniyet edilip rehnin yanına  tevdi ve teslim ettiği âkü kim­sedir. Haddi zatında adaletle muttasıf olsun olmasın.

13 - (Mümatele): Borcu, borcun vâdesini bugün S'arın diye uzatıp dur­maktır. Buna «Metal» de denir. Sahibine de «Mümatil» denir.

14 - (Deyni muaccel): Derhâl verilmesi lâzım olan borçtur. Peşin para ile alınan bir malın zimmete teâllûk eden semeni  gibi.

15 - (Denyi Müecce): Bir müddetle tecil edilmiş olan borçtur. Bir sene müddetle istikraz edilen para gibi.

16 - (Deyni hail): Müeccel iken müddeti nihayet bulup hülûl eden borçtur.

17 - (Hakikaten deyn): Borç alınan para bedeli icare gibi.

18 - (Hükmen deyn): Misliyle veya kıymetiyle mezmun olan ayan gibi. Magsub veya bey'i fâsid ile makbuz bir mal bu kabildendir. [2]

(BİRİNCİ BÖLÜM)

 

REHNE AİD BAZI MESELELERİ HAVİDİR.

 

ÎÇÎNDEKÎLER: REHNÎN RÜKNÜ. REHNÎN İNİKADININ VE LÜZU­MUNUN ŞARTLARI. REHNÎN HÎKMET-I TEŞRÎİYYESI. REHNE DAHÎL OLUP OLMAYAN ŞEYLER. REHNÎN FESH EDÎLÎP EDİLE­MEMESİ. RÂHÎNÎN, MÜRTEHtNÎN VEYA REHNÎN TAADDÜDÜ. MERHUNUN MASRAFLARI. ARÎYET ALINIP VERÎLEN REHNLER[3]

 

Rehnin Rüknü :

 

19 - : Rehnin rüknü, icap ve kabul ile kabzdır. Şöyle ki: Rehin, râhin ile müstehinin icap ve kabuliyle mün'akid, mürtehinin veya adlin kabzetmesiyle tamam olur. Yoksa yalnız icap ile rehin mün'akid olmaz ve icap ile kabulden sonra hakikaten kabz veya kabz makamına kaim olan tahliye bulunmadıkça rehin lâzım olmaz.

Binaenaleyh râhin, merhunu mürtehine daha teslim etmeden rücu edebilir. Artık bu rücudan sonra mürtehinin rehni kabz etmesi muteber değildir.

20 - : Rehin, mürtehin hakkında bir menfaati mahza olmayıp minvechin muaveze mânasını mutazammm olduğundan onun hıfziyle mükellef olup telef ve ziyaı takdirinde alacağı tamamen veya kısmen sâkit olacağından rehini bir-riza kabul etmesi veya icapda bulunması lâzımdır.

Râhin dahi esasen rehin vermeğe mecbur olmayıp bidayeten müteberri sayılacağından onun da birriza icap veya kabulü lâzımdır.

Kabzın lüzumuna gelince, rehin vermekte râhinin istifadesi olmadığından rehin, bir nevi teberru mahiyetindedir. Bu cihetle tamamiyeti kabza muhtaç­tır. Ve rehin hükmen alacağı istifa sayılacağından bu cihetle de kabza muh­taçtır. Bir de rehinden asıl maksad, râhinin borcunu bir an evvel koşmasını temindir. Bu da mürtehinin rehni kabz etmesiyle kabil olabilir.

Binaenaleyh kabz lâzımdır. Hattâ akdi rehin esnasında merhunun yedi râ-hinde kalmasa şart kılinsa akid fâsid olur (Hindiyye).

Bir de terhin edilen bir mülkün mücerred sened ve hüccetini mürtehine teslim etmek, o mülkü teslim makamına kaim olmayacağından bununla mer-hun kabz edilmiş sayılamaz (Ali Efendi fevatası).'

Maamafih bazı fukahaya göre rehin yalnız icap ve kabul ile mün'akid ve lâzım olur, lüzumu kabza muhtaç bulunmaz.

21 - : Rehnin icap ve kabulü, örf ve âdette terhin için kullanılan tâbir­lerdir.                                                                  

Meselâ : Râhin «Bu şeyi sana borcum mukabilinde rehin ettim!» deyip mürtehin de «Kabul ettim.» veya «Razi oldum.» veya «Aldım.» dese rehin, mün'akid olur.   «Bunu rehin al.», «Bu rehin olsun.» sözleri de icap sayılır.

22 - : Rehnin inikadı için rehin lâfzının veya bunun müştakkatmdan bir lâfsın söylenmesi şart değildir. Rehin hususunda rızaya delâlet eden sair tâbir­ler ile de rehin mün'akid olur.

Meselâ: Bir kimse, satın aldığı bir şeyin parası mukabilinde bayie bir mal verip de «Parasını verinceye kadar bunu alıkoy.» deyip bayi de ahkoysa o mal, imamı Âzam ile imam Muhammed'e göre rehin edilmiş olur. Fakat imam Ebû Yusuf ile Eimmei Selâseye göre bu tâbir ile rehin değil, vedia akdedil­miş olur. Çünkü bu tâbirin rehine de, iydaa da ihtimâli vardır, îyda ise zamanı icap etmediği cihetle rehinden daha azdır. Bu itibarla iydain sübûtu iktiza et­miş olur.

23 - : Rehin teati ile, mükâtebe ile ve dilsizin mahud işaretüe de mün'­akid olur.

Meselâ : Bir kimse, bir şahısdan şu kadar kuruşa bir saat satm alıp ona bir mal vererek «Saatin semenini sana verinceye kadar bu malı imsak et.» de­se bu mal rehin ediimiş olur. Bu sözü ile akdi rehin mânasını ityan etmiş­tir. Ukudda itibar ise meâniyedir (Bedayi),

Hattâ müşterinin parasını vermeden satın aldığı şeyi kabs ettikten sonra semeni mukabilinde bayiine rehin bırakması da caizdir. Fakat böyle satın alı­nan bir malı müşteri, daha köbz etmeden semeni mukabilinde terhin edemez. Çünkü bu mal, kablelkabz kendi sememyle mazmundur, ayrıca rehin ile tazmi­ne mahal yoktur. Beyi, merasine müracaat!.

(Malikrîere göre rel-n, bir borcu tevsik için kabz edilen maldır, Maama-fih rehni mücerred icap ve kabul ile mün'akid ve îâzim olur. Rehnin sıhhati için mürtehinin rehini kabz etmesi şart değildir ve kabz. rehnin mahiyetine da­hil değildir. Şu kadar var ki, mürtehin, merhunu kabz etmeyi taleb eder, râ­hin de teslime mecbur olur.

îbni Hacibe göre rehin, kabzdan evvel sahih olursa da kabz bulunmadıkça tamam olmaz (Muhtasar-i Ebizziya, Düsûkî).

(Şafiî'lere göre de rehin, bir malın aynini bir deyin mukabilinde vesika kılmaktır ki, o deynin Ödenmesi müteazzir olunca bu maldan istifasa cihetine gidilsin. Rehin, icap ve kabul ile sahih ve kabz ile lâzım olur.

Rehinin lügatte sübût ve hapis mânasına olduğuna şu hadisi şerif de delâ­let eder: ( üj^^ oa.^^Uı^' > yani: Ölmüş bir müminin ru­hu borcu mukabilinde mahbusdur, makamı kerimden mehcurdur.

Râhin hakkında rehinin iüzûmu râhinin ikbazına = rehni kabz ettirmesine, kabza izin vermesine veya mürtehinin kabzına mütevakkıftır. Bu kabza mü-

saade ve bilfiil kabz ise akdi salâhiyeti olan kimseler tarafından vuku bulmak icap eder. Aksi takdirde kabz ve ikbaz muteber olmaz. Meselâ: Çocukların, mecnunların mehcurlann kabz ve ikbazları sahih değildir.

Rehinde iki tarafdan niyabet = Vekâlet ceryan eder, yani Râhin de mür­tehin de kendi yerine başkasını tevkil edebilir. Ancak mürtehinin- râhini kab­za naib tâyin etmesi caiz değildir. Çünkü kabız ile makbuzun ittihadı mümteni-dir (Tuhfetüîmuhtaç).

(Hanbelî'lere göre de rehin, deyni ayin ile tevsikadır ki, deyni başka su­retle tediye müteazzir olunca o deynin tamamını veya bir kısmını bu ayinden veya bunun semeninden ahz etmek mümkün olur.

Rehin, icap ve kabul ile mün'akid, kabz ve lâzım olur. Şöyie ki: Rehnin râhin hakkında lüzumu, mürtehinin veya vekilinin veya râhin ile mürtehinin bilittifak tâyin edecekleri kimsenin rehini kabz etmesine muhtaçtır. Râhinin izni olmadıkça kabz muteber olmaz ve râhinin izininden sonra da kabz bulun­madıkça rehinde tasartfufatı nafizdir.

Merhun, akd-i rehinden evvel mürtehinin elinde gasben veya ariyet veya vedia olarak veya bir akd-i fâsid ile bulunmuş olsa mücerred bu akd ile re­hin, lâzım olur, ayrıca kabza muhtaç olmaz.

Rehin, muatat tarikile de mün'akid olur.

Rehin, hak zamanında, yani: Borcun zimmete taallûku ânında ve hak za­manından sonra akdedüebüir. Fakat hakdan evvel akdedilemez. Çünkü rehin, hakka tâbidir, ona takaddüm edemez (Keşşafülkına).

(Zâhirî'lere göre de rehin, kabz ile tamam olur. Nefsi akidde ~ Rehin ak­di esnasında mürtehin tarafından merhun kabz edilmedikçe rehin caiz olmaz. Çünkü Kuranı Kerimde buyurulmuştur.

Rehni, bir sikanın - Adlin yanına bırakmayı şart koşmak caiz değildir. Başkasının kabzı kabz sayılmaz, Katade, Hakem Ebû Süleyman ve îbni Ebi Leylâ'nın kavilleri de böyledir. Dâyinden başkasının rehini kabz etmesini ig-tirat, kitabulîahta bulunmayan bir şart olmakla bâtıldır.

Müdayene akdi esnasında alınan rehin, muteberdir. Müdayenenin tamamen akdinden sonra verilen rehin muteber değildir, Râhin bunu dilediği zaman mürtehid istirdad edebilir (ElmuhaUa).

Zâbirî'lerin hukuk dairesini bu kadar tezyik ederek edillei şeriyenin pek geniş şümulüne infazı nazar edememeleri, bir kimsenin bir hakkı dilediği za­man teberruan tevsik etmesinin cevazım ve bir kimsenin saîâhiyettar olduğu bir akdi usûlü dâiresinde başkasına vekâleten havale edebilmesinin meşruiye­tini düşünememeleri istiğraba şayandır.

Davud-u Zâhirİ'ye göre rehin, yalnız sefer haline mahsusdur. Seferde bor­cu yazacak kâtip bulunmazsa rehin verilebilir. Bu rehin yalnız bey'ide, selemde karzda muayyen bir müddete kadar istitrat edilebilir. Fakat sair muamelât­ta rehin verilmesini şart koşmak caiz değildir. Çünkü kitabullahda mezkûr ol­mayan bir şart bâtıldır.

Mücahidde rehinin yalnız sefer   halinde   caiz   olacağına   kaildir.   Çünkü âyeti kerimesi rehinin cevazını sefer haline hasret­miştir. Bir müddete kadar olan deyin ise ya bey'i veya selem veya karz sure­tiyle olur, bunu tecavüz edemez.

Hali hazarda rehin verilmesi ise bir müddetle mukayyed ve akd zamanın­da meşrut olmamak üzere caiz olabilir ki bu, râhin tarafından bir teberru sa­yılır. Nehi edilmeyen bir şey ile tetavvü ise güzeldir. Resûli Ekrem, saliallâhü taâlâ aleyhi vesellemin yirmi sa' arpa mukabilinde zirhini rehin bırakmış ol­ması da bu kabildendir (Elmuhallâ).

Fakat sair müctehidlere göre rehin yalnız sefer haline münhasır değildir. Ayeti kerimede seferin zikr edilmesi galibi ahvale nazarandır. Yoksa rehin hu­susunda sefer ile hazerin farkı yoktur.

'Filvaki sefer halinde borcu tevsika daha ziyade ihtiyaç görülebilir: Misa­fir, mefkud gibidir, o halde dâyin, vesikaya muhtaç olur. Hazır ise böyle de­ğildir. Onan hakkında kalb galib ahvalde mutmain bulunur. Fakat bu nokta-i nazar rehnîn hali hazarda iştiratına bir mani teşkil etmez (Bedayi, Elmizanül'-kübra).    [4]                                                                                                      

 

Rehnin İnikadının Ve Lüzumunun Şartları :

 

24 - : Rehinin sahihen inikadında râhinin ve mürtehinin âkil ve mümey­yiz olması lüzumu için de kabz bulunması şarttır. Âkidîerin baliğ ve hür olma­ları şart değildir.

Binaenaleyh gayrı mümeyyiz çocukların, mecnunların rehin ve irtihanları bâtıldır. Mümeyyiz olan bir çocuğun rehin verip alması ise şahindir. Şu kadar var ki ticarete mezun olmayan mümeyyiz çocuğun rehin ve irtiham velisinin icazetine mevkuf bulunur.

Ticarete mezun bir kölenin de rehin ve irtiham caizdir. Çünkü bunlar ti­caretin tâbilerindendır (Bedayi).

25 - : Merhunun satılmaya salih bir şey olması şarttır. Binaenaleyh, merhunun akd vaktinde mevcud, mutekavvim makdûrütteslûn, bir mal olması lâzımdır. Fehin zamanında henüz mevcud olmayan veya vücud ile adem arasında mütereddit bulunan veya meçhul veya lâşe gibi gay-n mutekavvim olan veya hür insan veya saydıharam gibi alınıp satılması ca­iz bulunmayan bir şeyi terhin sahih değildir.

Mekilât, mevzunat ve meskukât, cinsleri ve hilaf-ı   cinsleri   mukabilinde terhin edilebilir. Bunlar kendi cinsleri mukabilinde terhin edildikten sonra te­lef olsalar rehin oldukarı borç mukabilinde telef olmuş olurlar. Bunların cev detine, ademi cevdetine itibar olunmaz (Hindiyye).

26 - : Merhunun mukabili olan hakkın deyn ise bir deyni sahih ve ayn ise binefsihi mazmun olması şarttır.

Binaenaleyh istikraz edilen bir meblağ için, magsub bir mal için, makbuz olan bir mebiin semeni için, bir icarenin bedeli için rehin almak caizdir. Fa­kat emanet olan bir mal için, mudarebe ve şirket mallan için rehin caiz de­ğildirler. Çünkü bunlar mazmun değildirler.

Kazalik : Hakk-ı şüf'a, hakk-ı kısas gibi asla. mahal olmayan bir şey için rehin almak sahih değildir. Şayed alınırsa rehin olmayıp   emanet bulunmuş olur. Mürtehinin elinde teaddisi olmaksızın telef olsa asla zaman lâzım gelmez, Kezalik : Bir mebi, kabz edilmedikçe semeni mukabilinde rehin almak ca­iz olmaz.

Çünkü mebi, kabîelkabz binefsihi değil, kendi semeniyle mazmundur, bâ-yün elinde telef olsa müşteriden semeni almaya hakkı kalmaz. Artık böyle bir . şey ile mazmun olanın diğer mütehalif bir şey ile de rnazmûn olması caiz ola-. maz. Fakat mebi kabz olunduktna sonra semeni mukabilinde bayie bir mal re­hin verilebilir. Hattâ mebiin kendisi de bu semene mukabil terhin edilebilir. Kezalik : Mekfûlünanhın kendi emriyle müneccezen kefil olan kimseye mal kabilinden olan mekfûlünbih mukabilinde rehin vermesi caizdir. Velevki kefil, mekfûlünbihi mekfûîünlehe vermiş olmasın. Fakat kefalet, binnefsden dolayı kefile rehin vermek caiz değildir. Çünkü bu halde mekfûlünbihin rehnden isti­fası kabil değildir. Mal hakkındaki kefaleti muallâkada da şartın vücudundan evvel rehin verilmesi sahih değildir. Zira kefalet bil'mal henüz hulul etmemiş­tir. Bilâ emir kefaletten dolayı da rehin verilmesi sahih değildir. Çünkü bu halde kefilin mekfûlünanha müracaata hakkı yoktur ki onun mukabilinde re­hin alabilsin (Hindiyye, MecmaüTenhür).

27 - : Râhinin hakkiyle merhunun meşgul olmaması şarttır. Meşgul o!-ur-sa akdi rehn, fâsid olur.

Meselâ : Yemişli ağacı yemişsiz olarak veya bir yeri üzerindeki   ağaçlar dahil olmaksızın veya mülk bir tarlayı üzerindeki ekinler müstesna olarak ter­hin etmek sahih değildir. Çünkü bu halde merhunu müstakilen kabz muhaldir. Fakat bunlar terhin edilip de üzerlerindeki muttasıl şeylerden sükût edil­se onlar da beraberce rehn edilmiş olur.

Kezalik : Bir kimse içerisinde kendisine ait eşya bulunan bir hanesini ter­hin ve teslim etse rehin sahih olmaz. Haneyi bu eşyadan tahliye ettikten sonra teslif etmesi lâzım gelir.

Amma başkasının hakkiyle meşgul olması rehnin cevazım ihlâl etmez. Bi­naenaleyh bir kimse hanesini içinde başkasının eşyası bulunduğu halde terhin edebilir. Bunlar kendi eşyası yanında vedia olduğu gibi mürtehinin yanında da vedia olur.

Kezalik : Râhin, hanesinin içinde bulunan kendi eşyasını mürtehine evve­lâ vedia verip sonra da bu haneyi terhin ederek o eşya ile beraber teslim ey-leşe rehin veteslim sahih olur (Haniyye, Ankaravî, Reddilmuhtar).

28  - : -Akdi rehnin şarta muallâk veya müstakbel zamana   muzaf olma­ması şarttır. Çünkü rehn ile irtihan, ifa ve istifa mânasını mütezammin oldu­ğundan bey'e benzerler. Bey'in şarta taliki ve müstakbele izafesi sahih olma­dığından rehnin talik ve izafesi de sahih olmaz (Bedayi).

29 - : Mukabilinde rehin verilecek hakkın terhin zamanında mevcud ol­ması şarttır. Binaenaleyh mâdûm, melhuz bir borç mukabilinde rehin verilme­si sahih değildir. Meselâ: Bir kimse, borcunu ödedikten sonra dâyine hitaben «Borcumdan sana birşey vereceğim, kaîıp kalmadığını bilmiyorum, belki bir şey kalmıştır, şu malımı onun mukabilinde sana terhin ediyorum.» deyip dâyin de kabul etse ve bu borçtan bir şey kalmamış olduğu anlaşılsa bu mal, rehin mahiyetinde bulunmuş olmaz. Bu halde mürtehinin elinde telef olsa zamanı lâ­zım gelmez.

Kezalik : Bir kimse, bir şahsa «Senin bende sabit olacak alacağın mukabi­linde bu malımı sana rehnettim.» deyip o şahıs da kabul etse bu rehin hük­münde olmaz. Çünkü elyevm sabit veya sebeb-i vücubi mevcud olmayan bir alacak, mâdûm demektir (Haniyye, Dürerülhükkâm).

30 - : Rehnin teberru veçhile verilmesi, yajıi: Râhinin rızasına mukarin olması şarttır. Yoksa dâyinin icbarına mebni yapılan bir rehn muamelesi sa­hih olmaz. Hattâ bir kimse, bir malını semeni mukabilinde filân şeyi rehnet-mek Üzere bir şahsa satsa beyi sahih olur. Fakat o şahıs o şeyi rehn etmekten imtina etse rehn etmesine cebir olunamaz. Çünkü rehn bir nevi   teberrudur. Müteberri hakkında ise cebir cari olamaz. Şu kadar var ki bu takdirde bayi muhayyer olur, dilerse bu bey'e rehinsiz olarak razi olur ve dilerse bu bey'i fesh eder. Bâyiin bu muhayyerliğine «Hıyar-: vasf-ı semen» denilir (Reddi-muhtar).

31 - : Rehnin vakti kabzda mûşâ bulunmaması şarttır.

Binaenaleyh mûşâın rehniyeti sahih olmaz. Gerek kabili kısmet olsun ve gerek olmasın ve gerek şerike ve gerek yabancıya terhin edilsin. Şuyû da ge­rek mukarin ve gerek târî bulunsun müsavidir.

Meselâ : Bir hanenin nısfı şâyiini, bir arsa üzerindeki binayı arsasız ve bir vakıf yer üzerindeki bağ ve bahçeyi rehn etmek sahih olmaz. Böyle bir ter­hin muamelesi fâsiddir.

Maamafih şuyûi târî sebebiyle rehnin fesadına îmamı Azam ile îmam Mu-hammed kail olmuştur. îmam Ebû Yusuf, bunun fesadına kail değildir. Zira beka ihtidadan esnektir. Binaenaleyh bir hane tamamen terhine ve teslim edil­dikten sonra yarısı bilistihkak zabt ediise îmam Ebû Yusuf'a göre rehn nsid olmaz.

Mûşâın rehniyeti hakkında Hanefî fukahasının ihtilâfı vardır. Bazılarına Söre bu rehn bâtıldır. îmam Kerhî bunu ihtiyar etmiştir. Bazılarına göre de fâsiddir. Alâüddm-i tsbîcabî de buna zâhib olmuştur (Şibli).

32  - : Zarureten sabit olan şuyû ile rehin fâsid olmaz.

Meselâ : Râhin, mürtehine iki kumaş verip «Bunun birisini şu alacağına rehin, diğerini de bizaa = Sermaye olarak al.» deyip mürtehin de bunların iki­sini alıp tesellüm etse rehniyet, bu kumaşların ikisine şayi, yani : Bunlardan her birinin yansı merhun olmuş olur. Çünkü bu iki kumasdan biri rehin olmak hususunda diğerinden evlâ değildir (Reddimuhtar).

33 - : Bir falın tamamı terhin edildikten sonra onu mûşâ değil1, muayyen ve müfrez bir kısmı, meselâ yansı bilistihkak, zabt edilse bakisinde rehin sahih ve bu kısım borcun tamamına mukabil rehin olarak mahbus olur. Bu hâki kısım, mürtehinin elinde telef olsa borcdan-hissesiyle telef olur, yoksa bu­nun kıymeti borcun tamamına kâfi olsa da borcun tamamı sâkit olmaz.

Meselâ: Bin lira borç mukabilinde bin iki yüz lira kıymetinde ki bir hane­nin tamamı terhin edilmiş iken bunun müfrez olan yansım bir müstahik çıkıp zabt etse mütebaki yansı bu bin lira mukabilinde rehin olarak kalır. Bu bin lira Ödenmeyince bu kısım rshniyetten çıkmaz. Fakat bu kısım, mürtehinin elinde iken telef olsa borçtan buna isabet eden beş yüz lira sâkit olur, mütebaki beş yüz lira mürtehin râhine rücu eder. Çünkü bu hanenin fazla olan kıymeti mür­tehinin elinde emanet bulunmuş olur.

Nitekim bir borç mukabilinde bir akd ile iki muayyen, müfrez mal terhin edilip birine müstahik çıktığı takdirde de hükm böyledir (Haniyye, Bezzaziyy6)

34 - : Vâdedilen bir deyn mukabilinde rehin verilmesi sahihtir. Çünkü mev'ud bir mal, hacet bakımından mevcud gibi sayılır. Ve insan olan, va­dinde hulf etmez. Bu vâd ekserimev'udu ifaya müfzi olur. Bu cihetle mev'ud deyn, mâdûm sayılmaz. Böyle bir rehne «Makbuz âlâ sevmirrehn» de denir. Meselâ : Bir kimsenin vereceğini vâdettiği yüz Ura ödünç mukabilinde bir mal rehin olarak verilebilir. Bu halde o kimse bu vadini ifaya   mecbur değildir. İfa etmediği takdirde rehin kendisinden istirdat olunur. Ancak o kimse, mu­ayyen bir miktar meblâğ ödünç vereceğini vâdetmiş oldukdan sonra aldığı re­hin daha o meblâğı vermeden kendisinin veya adlin elinde telef olsa bakılır : Eğer vâdedilen meblâğ, bu rehnin kıymetine müsavi veya ondan az ise o kim" se bu meblâğı râhine vermeğe mecbur olur. Amma vâdedilen meblâğ,  rehnin kıymetinden fazla ise o kimse yalnız rehnin kıymetini zâmin olur, ziyadesinden mes'ul olmaz.

35 - : Ödünç verilmesi vâdedilip mukabilinde rehin alman meblâğın mik­tarı malûm bulunmazsa bunda rivayetler muhteliftir. Bir rivayete göre bu re­hin  mazmun olmaz. Diğer bir rivayete göre mürtehin, râhine dilediği miktar da bir meblâğ ikraz etmeğe mecbur olur.   Çünkü mürtehin rehni bir miktar, meblâğ mukabilinde kabz etmiş olmakla bu miktarın beyanı mürtehine ait olur. Meçhulü ikrarda olduğu gibi.

Böyle vâdedilen miktarı meçhul bir meblâğ için verilen rehin, mürtehinin elinde telef olsa imam Ebû Yusuf'a göre mürtehin, rehnin kıymetini baiiğan mâbelâğ râhine zâmin olur. îmam Muhammed'e göre ise mürtehinin en az bir dirhem miktarı gümüş vermesi lâzım gelir. Zira vereceği ödüncün bundan da­ha az olacağı tahmin edilemez.

36 - : Bir kimse, ödünç vereceği miktarı muayyen meblâğı mukabilinde rehin aldıktan sonra o meblâğın bir kısmını verip mütebakisini vermekten im­tina etse onu vermeğe icbar edilemez. O rehin, bu verilen miktar mukabilinde merhun olur (Haniyye, Zeyleî, Hindiyye, Ankaravî).

37 - : Başkasının malini rizasiyle terhin caizdir. Hattâ bir çocuğun ma­lını babası veya vâsiyyi muhtarı veya ceddi sahihi kendi borcu   mukabilinde terhin edebilir. Bu istihsanen caizdir. Çünkü bunlar çocuğun malını başkasına vedia vermeğe salâhiyeddar olduklarından rehin vermeğe de evvelâ bittarik salahiyetli bulunurlar. Zira vedia telefi hainde mazmun değildir, rehin ise te­lefi takdirinde deyn le mazmundur.

Bu terhin, sahih olduğundan çocuk baliğ olunca borç eda edilmeden rehni istirdat edemez. Belki «Borcunu ver de rehni kurtararak sahibine red et.» di ye râhine emrolunur. Bu rehin mürtehinin elinde telef olsa mukabilinde borç-dan ne miktar sâkit olursa o miktarı râhin çocuğa zâmin olur, ziyadesini zâ­min olmaz. Çünkü ziyadesi mürtehinin elinde emanet bulunmuştur.

Fakat bu borcu çocuk büyüyüp tediye etse bu tediye ettiği miktarın tama- . miyle rücu eder, müteberri sayılmaz. Çünkü malını   rehniyyetten tahlis için borcu kazaya muztar bulunmuş olur ve râhin tarafından borcunu tediyeye de-lâleten memur sayılır (Bedayi, Zeyleî).

Kezalik : Bir kimse sâğir evlâdının malından kendisi için borç aldığı meb­lâğ mukabilinde bir malını terhin ederek onun namına yanında hapis ve imsak edebilir. Bu şahindir. Fakat vasinin bu terhine salâhiyeti yoktur (Hindiyye).

38 - : Marazı mevt ile marizin rehin vermesi sahihdir. Şu kadar var ki. vereceği rehnin kıymeti mukabili olan borçtan ziyade bulunursa bu ziyade te­berru sayılmaz. Rehin telef olunca hem borç sâkit olur, hem de rehnin fazla olan kıymeti m örteninden'alınır. Bir de marizin rehni sair alacaklıları hakkın­da nafiz olmaz. Binaenaleyh borcu terekesinden ziyade olduğu halde vefat etse sair alacaklıları bu rehni kısmeti guramaya ithâl ederler. Bu mariz, bu suretie garimlerinden birini diğerlerine tercih etmiş sayılır ki buna salâhiyeti yok­tur (Bezzaziyye, Behcetülfetava).

39 - : Vakıfların, arazM müliyenin rehin bırakılması caiz değildir. Çün­kü bunlar mal-ı şahsî değildir. Binaenaleyh bilicareteyn tasarruf olunan mev­kuf müsakkafat, müstegallât ve arazi-i emiriye = MÜliyye denilen yerler, borç mukabilinde terhin edilemez. Vakıa mütevellinin veya ^razi idarelerinin izniyle bunların vefaen ferağı caiz ise de bu ferağ muamelesi ile rehn arasuv da ismen fark olduğu gibi hükmen de fark vardır. Şöyle ki: Merhunun telefi takdirinde borç sâkit olur. Vefaen mefruğ olan böyîe bir akar veya arazinin mefruğunleh elinde telef olması, meselâ yanması veya sular altında kalıp ken­disinden istifade edilemez bir hale gelmesi takdirinde ise borç sâkit olmaz. Ve bu gibi vakıf bir akar veya arazi ferağ edilmeyerek emlâk-i sırf e gibi terhin edilse bunun hükmü olmaz. Râhin, bu merhunu daha borcunu vermeden geri alabilir ve geri almadan bunlar mürtehinin elinde telef olsa mukabilinde borç sâkit olmaz (Abdürrahif fetavası, Dürerülhükkâm).

Malikî'lere göre de rehinlerin inikadı, cevaz ve ademi cevazı hakkında şu gibi meseleler mevcuddur.

(1) : Rehnin sıhhati için râhinin ehliyeti bey'i haiz olması, rehnin nefazı için de râhinin fükelîef, reşid bulunması şarttır. Binaenaleyh mümeyyiz çocu­ğun, sefihin, kölenin rehinleri mün'akid olursa da lâzım olmaz, velilerinin ica­zetine mevkuf bulunur. Mecnunun, gayrı mümeyyiz çocuğun İse bey'i sahih olmadığından rehni de sahih olmaz.

(2) : Rehn, deyn mukabilinde alınır, muayyen bir ayin veya muayyen bir aynin menfaati mukabilinde rehin alınamaz.

Meselâ : Bir kimsenin satın aldığı bir haneye belki bir müstahik çıkar di­ye bayiinden rehin alması sahih değildir.

Kezalik : Bir kimsenin isticar ettiği muayyen bir hayvan bilistihkak zabt edildiği takdirde kendisine aynen getirip teslim eylemesi için" mucirden rehin alması sahih olmaz.

(3) : Mukabilinde rehin verilecek hakkın filhâl veya âtiyen mevcud bulun­ması lâzımdır. Binaenaleyh zimmette hâlen mevcud bir borca rehin verilmesi caiz olduğu gibi cu'le, meselâ: Kaçmış bir, hayvanı bulup getiren kimseye ve­rileceği deruhde edilen bir paraya rehin vermek de caizdir.

(4) : Rehin, mubayaa veya karz akdi esnasında meşrut bulunursa mute­ber olur ve illâ rehin, bu bâtıl teberrudur, riayeti icap etmez.

(5) : Borcu borç mukabilinde terhin caizdir. Şöyle ki: îki kimseden her birinin diğerine borcu olsa bunlardan biri, kendi alacağını kendi borcu mukabi­linde diğerine rehin verebilir. Elverir ki rehin olacak deynin müddeti, rehin verilecek deynin müddetine müsavi veya ondan eb'ah olsun. Bu, şarttır. Re-

hin olacak deynin müddeti daha yakın veya muaccel olursa terhin caiz olmaz. Bu, selef sayılır. Selem mebhasine müracaat!.

(6) : Bir kimsenin bir şahsa, o şahsın da başka bir zata borcu olsa o şa­hıs, bu kimsedeki alacağını o zata terhin edebilir. Ö şart ile ki, bu borcun ve­sikasını = Müdayene senedini o zata verip bunun kabzına işhadda bulunsun. Bu muamele yapılırken mürtehin ile medyunun bir arada   bulundurulması bir şartı kemaldir, yoksa rehinin sıhhati buna mütevakkıf değildir.

(7) : Bir rehnin borç miktarından fazla olan kıymetini de mürtehinin ri-zasiyle başka bir borç mukabilinde terhin etmek caizdir. Rehin bir yedi emin­de ise mürtehinîn değil, o eminin rizasi şarttır.

Meselâ : Bir kimse, bin lira kıymetinde olan bir hanesini altı yüz lira bor­cu mukabilinde terhin ettikten sonra mütebaki dört yüz lira kıymetini de mür­tehinin rizasiyle başkasına olan bir borcuda rehin gösterebilir. Bu borçların müddetleri müsavi olsun olmasın. Bu fazlayı mürtehine olrm diğer bir borcuna da rehin verebilir. Fakat şu şart ile ki mürtehine olan ikinci borcun müddeti, birinci borcun müddetine müsavi olmalı, ondan s.z veya çok olmamalı. Çünkü tarihi mukaddem olan borç için rehin satılınca diğer borç da Ödenir. O borç daha müddeti gelmeden tacil edilmiş olur ki' bu bir selef demektir. Birinci borç, bir beyiden dolayı ise bu halde beyi ile selef cem olmuş olur, karzdan dolayı ise karşılıklı iki selefi intaç eder ki, doğru değildir.

(8) : Muşâın bey'i, hibesi, vakfı sahih olduğu gibi terhini de caizdir. Me­selâ akar, uruz, hayvan gibi bir malın hissesi bir borç mukabilinde rehin ve­rilebilir. Bu maî, gerek temamen medyuna ait olsun ve gerek olmasın. Bu ma hn tamamı râhine ait ise mürtehin bunun tamamına vaz-ı yed eder. Tâ ki re hinde râhinin eli cevelân ederek rehniyyeti ibtâl etmesin. Fakat bu malın bir kısmı başkasına ait ise mürtehin yalnız rehin verilen hisseyi ihraz ile iktifa eder.

Râhin, hisse-i şayiasını terhin edeceğinden dolayı şerikinden istizana mec­bur değildir. Çünkü bu terhinde şerikine zarar yoktur. Zira o. râhin yerine mür­tehin ile beraber tasarrufta bulunur. Onun hissesine rehinin taallûku yoktur. Şu kadar var ki şerikinden istizan etmesi, hatırına riayet için mendubdur.

Bu, îbni Kasım'a göredir. Eşheb'e göre böyle hisse-i şayia terhin edildiği takdirde şerikden istizan vâcibdir. Çünkü rehin, diğer hisse-i şayianın derhal-satılmasına mani oîur. îbni Kasım'a göre ise mani.oîmaz.

(9) : Müşterek bir maldaki bir hisse-i şayia terhin edilince bakılır :   Bu maî kabili taksim ise şerik, kendi hissesini râhinin izniyle ifraz ettirerek onun izni olmaksızın satıp müşteriye teslim edebilir.-Rehin veren şerikin hissesi-ae   bu   ifraz edilen kısmın   münferiden   satılmasından   dolayı   noksan   âriz olursa tamamının satıldığı takdirdeki fazla fark ne ise onu râhin olan şerik, diğer şerikten alır.   Bu alacağı fazla   miktar,   mürtehinin   alacağı   cinsden

değilse o da rehin olur. Alacağı cinsinden olunca bundan borç ödenir. Meğer ki yerine başka bir rehin daha verilsin.

(10) : Akdi rehne münafi şarta mukarin olan irtihan bâtıldır.  

Meseîâ : Rehni râhinin elinden mürtehinin kabz etmemesi veya borcun za­manı hulul edince rehnin satılmaması şart edilse rehin mün'akid olmaz,

(11) : Mürtehin, rehni daha kabz etmeden râhin ölse veya iflâs veya tecen-nün etse veya marazı mevt ile mariz olsa rehin bâtıl olur.

Kezalik : Mürtehin, râhinin merhunda ikamet etmesine veya merhunu ica-reye vermesine izin verse rehin bâtıl olur. Velev ki râhin merhunda ikamet et­mesin, merhunu icareye vermesin. Borç rehinsiz kalmış olur.

(12) :Mürtehin, rehni râhine veya râhinin izniyle başkasına mutlak'suret­te, yani: Bir müddet sonra rehniyyete iadesi meşrut veya bu hususda bir örf mevcud olmaksızın iare etse rehin bâtıl olur. Fakat rehnin bilâhare rehniyye­te iadesi şartiyle iare edilmesi rehni1 iptal etmez (Şerh-i Ebü'berekât).

Şafii'lere göre de rehnin şeraiti ve saire hakkında şu gibi meseleler vardır:

(1) : Râhin ile mürtehinin mutlakuttasarruf, yani : Teberrua ehil olma şarttır.

Binaenaleyh bir kimse velisi bulunduğu bir çocuğun veya mecnunun ve­ya sefilin malını rehin veremez ve bunların namına rehin alamaz. Meğer ki bir zaruret bulunsun veya bunların mallarını semeni müeccel olarak satmaya lüzum görülsün.

(2) : Merhunun satılmaya salih ayin olması şarttır.

Binaenaleyh menfaati terhin sahih değildir. Çünkü menfaat, şeyen fe'şe-yen telef olur.

Kezalik : Deyni terhin de sahih değildir. Zira deyne kabzdsn evvel vusuk yoktur. Kabzdan sonr ada deyn olarak kalmaz. Ancak merhunun itlafından do­layı mutlifin zimmetine terettüb eden bedeli, merhuna mukabil rehnolur. Râ-hiıi mütlifi bundan ibra edemez.

(3) : Mernûnünbihin bir lâzım deyin olması şarttır.   Velev ki bu deyin, zekât veya menfaat kabilinden olsun. Şöyle ki: Verileceği vakti hulul eden bir bir zekât borcu mukabilinde rehin verileceği gibi bir ecirin zmmetine taallûk eden amel mukabilinde, de rehin verilebilir. Çünkü bu amel, rehnin satümasiyle istifa edilebilir. Fakat icareye verilen bir ayin mukabilinde rehin alınamaz. Zira merhunu satarak semeninden bu ayni istifa etmek kabil olmaz.

(4) : Müşai - Bir maldan hisse-i şayiayı   şerike de başkasma da rehin vermek şahindir. Bunun kabzı, tamamını kabz suretiîe olur. Müşâ, akar ise bu rehin şerikin iznine muhtaç olmaz, menkûl ise muhtaç olur. Şerik isin verme­diği halde mürtehin, rehnin şerikin elinde bulunmasına razi olsa rehn   icaiz olur, şerik kabz hususunda mürtehinin naibi sayılır. Şerik buna da izin vermezse hâkim bir adi ikame eder,o müşterek ma'ı şerikler namına olarak o adle tevdi eyler.

(5) : Akdi rehinde rehnin muktezasına mutabık veya akdi rehn için mas­lahata muvafık veya garezden hali bir şart dermeyan edilse akdin sıhhatine mani olmaz. Mürtehinin sair alacaklılara takaddüm edeceğini veya akdi rehne işhad edilmesini veya merhunun ancak şu kadar yemesini şart koşmak gibi.

Fakat mürtehine muzir, râhine nafi bir şart dermeyan edilse şart da. re­hin de bâtıl olur. Borcun vakti hulul edince rehnin salmamasını veya değer fiatinden fazlaya satılmasını şart koşmak gibi.

Bilâkis mürtehine faideli, râhine zararlı bir şart dermeyan edilse şart bâ­tıl olacağı gibi ezhar olan kavle göre rehin de bâtıl olur. Mürtehinin merhun-dan bir miktar ile veya bir zaman ile takyid etmeksizin istifadesini şart koş­mak gibi.

(6) : Semere, nitac = Dul gibi rehnin zevaldi vücuda gelirse bunların ria merhun olması şart edilse şart da akd de fâsid olur. Çünkü bunlar filhâl ma-durndur, meçhuldür.

(7) : Bir deyin mukabilinde bir rehin verildikten sonra başka bir rehin da-1 ha verilebilir. Bu caizdir, velev ki rehinlerin cinsleri mütefavit bulunsun. Fa­kat mürtehinin kabz etmiş olduğu bir rehin başka bir deyin mukabilinde de ter­hin edilemez, imam Şafiî'nin kavli cedidine göre bu caiz değildir. Velev ki bu her iki borca kâfi olsun. Çünkü bu halde bu rehnin vesika olmak kıymeti azal­mış olur.

(8) : Vedia gibi emaoet bir mal mukabilinde rehin alınması sahih olma­dığı gibi müstear veya rıağsub bir ayin mukabilinde de terhin sahih değildir. Çünkü emanetler zaten mezmun değildirler, Müstear ve magsub bir ayni ise merhunun semeninden istifa kabiî değildir. Maamafih magsub bir malı sahibi­ne derhal reddetmek icap eder.

(9) : Fiîhâî sabit olmayan bir deyn mukabilinde rehin vermek sahih de^ Sildir. İstikraz edilecek bir para veya satın alınacak bir malın semeni veya zevcenin müstakbel nefekası mukabilinde şimdiden rehin vermek gibi. Çünkü rehin, bir hak mukabilinde bir vesikadır, bu hakka takaddüm edemez.

(10) : Borcun hululü zamanında merhunun mürtehine satılmış olması şart kılmsa beyi de terhin de fâsid olur. Çünkü böyle talik edilen bir beyi ve tevkit edilen bir rehinfâsiddir, sahih olamaz. O halde bu merhun; borç müddetinin hululüne kadar emanet sayılır, çünkü bu bir rehn-i fâsiddir, hululünden sonra İse mazmun olur, zira bunun hakkındaki beyi, fâsiddir (Tuhfetülmuhtaç).

Hanbelî'lere göre de rehinlerde şu şartlar carîdir :

(1) : Akdi rehin, müneccez olmalıdır. Binaenaleyh rehnin bir şarta taliki sahih değildir.

(2) : Râhin, bey'i ve şırası sahih olacak bir kimse olmalıdır. Binaenaleyh büâizin mehcurun rehni sahih değildir.

(3) : Râhin, rehnin maliki olmalı veya onu terhine maliki tarafından me­zun bulunmalıdır. Meselâ : Bir kimse, isticar veya istiare suretiyle menafiine malik olduğu bir haneyi mucirinin veya muirinin izniyle rehin   verebilir.

(4) : Rehin, hakka mukarin veya hakdan sonra verilmelidir. Binaenaleyh henüz zimmete taallûk etmeyen bir borç mukabilinde rehin verilmesi sahih de­ğildir,

(5) : Rehin, cinsen, kadren ve sıfaten malûm bir ayin olmalıdır. Deyin ve menfaat rehin olamaz.

(6) : Akdi rehnin iktiza ettiği hususlar hakkındaki şart, sahihdir.   Rehni mürtehinin veya adlin satmasını şart koşmak gibi. Fakat akdi rehnin iktiza et­mediği veya rehne münafi olan hususlardaki şart. sahih değildir.   Maamafih bu şartın fesadına mebni akdi rehin de fâsid olmuş olmaz. Rehnin menafimin mürtehine aid olmasını veya rehni mürtehinin kabz etmesini veya borcun hulu­lü zamanında rehnin satılmamasını veya rehnin mürtehince mazmun olmasını şart koşmak gibi.

(7) : Muşaı şerike de başkasına da terhin sahihdir. Bir müşa'daki hisse-i şayianın yalnız bir kısmını terhin de caizdir. Rehn verilen muşa, akar gibi gay­rı menkûl olunca râhin, bu merhun ile mürtehinin arasını tahliye eder, velev-kİ şeriki hazır bulunmasın ve izin vermesin. Çünkü bu tahliyeden dolayı şeri­ke bir zarar'lâhik olmaz. Bu muşa, elbise, hayvanat gibi menkûl olup şerik ile mürtehin bunun kendilerinden birinin veya başkasının elinde bulunmasın arazi olurlarsa caiz olur. Razi olmazlarsa hâkim bunu bir şahsın eline emaneten ve­ya bir ücretle testim eder. Çünkü mürtehinin kabzı vacibdir. Bu kabz ise mu­şa hakkında münferiden mümkün değildir. Artık vacib olan kabza vesile olsun diye bu veçhile muamele lâzım gelir. Hâkim bu müşaı icareye de verebilir. Zira bunda şerik ile mürtehin için masiahat vardır (Keşşafülkına, Neylülme-arib).

Zâhirî'îere göre de rehnin cevaz ve ademi   cevazında şu gibi meseleler vardır:

(1) : Satılması caiz olan her şeyin terhini caizdir. Satılması caiz olmayan şeylerin terhini ise caiz değildir. Çünkü rehin, mürtehm için mümatale vukuu­na karşı bir vesikadır, bununla intisaf = îstifa-i hak kabil olur. Bu ise ancak satılabilecek bir şeyde mümkün olur,

(2) : Bir malı satın alıp semeni mukabilinde bayiine rehin bırakmak caiz değildir. Böyle bir beyi, mefsuhdur. Şu kadar var ki, bayi semeni peşin olarak satmış ise semeni alıncaya kadar mebii elinde tutabilir.

(3) : Bir borç akdi esnasında sahih bir surette terhin edilen bir mal, bi­lâhare yapılacak ikinci bir borçdan dolayıda terhin edilemez, terhin edilse ikin­ci akid bâtıl olur. Çünkü rehin birinci akid hakkında sahih olmuştur, artık onu başka bir akde nakil caiz olmaz.

(4) : Dinarlar, dirhemler matbu - Meşkûk olsunlar olmasınlar rehin ola-.-bilirler. Bu caizdir, imam Malik'e göre bunlar matbu olmayınca terhin edile­mezler,

(5) : Bir borç mukabilinde verilen rehnin tamamına veya bir kısmına bir müstahik zuhur etse rehniyyet de, müdayene akdi de bâtıl olur. Çünkü râhin ile mürtehin müdayeneyi rehnin sıhhatine meb ni akdetmişlerdir. Artık bu re­hin sahih olmayınca o müdayene de asla sahih olmaz.

(6) : Bir cemaat kendilerine ak ,bir mal-ı müştereki bir şahsa terhin et­seler veya bir şahıs bir malını bir cemaate birden terhin eylese bu cemaat­ten herhangi bir ferd kendi hissesine düşen borcu ödese onun o rehindeki hak­kı, rehin olmaktan çıkar, diğer şeriklerin hisseleri rehin olarak kalır.

Kezalik : O bir şahıs cemaatten bazılarına borcunu ödese bunların hakk-ı irtihanları sâkit olur, bunların hisselerine rehinden isabet eden kısmı, râhine rücu eder. Diğer şeriklerin hisseleri kendi miktarlarına rehin olarak kalır. Çünkü bunlardan her birinin kendine mahsus hükmü vardır. Nitekim Kuranı Kerimde: Duyurulmuştur. Yani: Herkesin kazancı kendisinedir ve bir yük. sahibi başkasının yükünü taşımaz.

(7) : Müşaı, yani bir'mal-ı müşterekdeki hissei şayiayı terhin caizdir. Tak­simi kabil olsun olmasın, terhin edecek şerikin yanında bulunsun bulunmasın müsavidir. îki şerikin bir maîa vazıyedleri nasıl.caiz ve muteber ise mürtehin ile diğer hissedarın vazıyedleri de öylece caiz ve muteberdir.

Her maîm kabzı kendi haline göre kabil olur. Menkûlâttan olan bir şeyde­ki kabz. onu vaz-ı yed ile kendi yanma nakl ile olur. Hane, arazi gibi nakii kabiî olmayan bir şeydeki kabz da onu zabtına itlâk-ı yed ile olur. Müşâ olan bir şeyde mürtehinin kabzı, o şeydeki hissesine râhinin şerikiyle beraber olan kabzı gibi o'muş olur. aralarında fark yoktur. Eğer müşâda kabz sahih olmaz­sa onda şeriklerin de kabız bulunmamış olmaları lâzım gelir. Öyle olunca da o mal rnahme bulunur, onun üzerindeki bir kimsenin eli bulunmamak iktiza eder. Bu ise bir emirdir ki, bunu din de ıyan da tekzib eder. Çünkü bunda şe­riklerin tasarrufu mülk ile tasarrufta bulunmaları dinen caizdir, bu müşâın birer müddetle şeriklerin elinde bulunması veya bunu bilittifak bir kimsenin yanına bırakmaları da müşahede ile sabit hallerdendir. Âyet-i Kerimede de buyuruîmuştur. Bu nazmı kerimdeki rehin mutlaktır, müşâ tahsis edilmemiştir. Eğer bunu terhini caiz olmasaydı Hak Taâlâ Hazretleri bunu istisna ederdi. Osmanülbetti, îbni Ebi Leylâ, îmam Malik, İmam Şafiî ve saire de buna kaildirler. îmamı Âzam üe ashabına göre ise müşâı terhin caiz değildir.

Hanefiyye, iki insanın şayian malik oldukları bir malı bir kimseye terhin etmelerini caiz görmemiş oldukları halde bir kimsenin iki kimseden bir sefeka = Bir akd ile istikraz eylediği bir borç mukabilinde bir malım, meselâ bir arsasını bu iki kimseye terhin etmesini caiz görmemişlerdir. Bu ise bilâ.delil farktır, tenakuzu müstelzimdir (Elmuhallâ).

Hanefiyyenin ise bu hususdaki noktai nazarları şöyledir: Rehnin mUcebi, raürtehinin alacağını alıncaya kadar rehni elinde rrüstakillen rehniyyet üzere haps ve imsak ede-bümesidir. Halbuki müşâın rehniyyeti caiz olsa mürtehin, şerik olmayınca merhunu bir gün kendis bihükrnirrehn imsak edecek bir gün de râhine veya râhinin şerikine iade eyleyecektir. Mürtehin, şerik olduğu tak­dirde de merhunu. bir gün bihükrnirrehn, bir gün de bihükmü'mülk elinde bu­lunduracaktır. Bu halde merhun sanki bir gün rehnedümiş, bir gün de reh-nedilmemiş gibi oiur.

Maamafih rehinden maksad. mürtehinîn alacağını lâyıkiyîe tevsiktir. Hal-bu l;i müşaiyyet buna mânidir. Çünkü müşâı iştira hususunda1 nasın rağbeti azdır, satılmasına lüzum görülünce müşkilât yüz gösterir, mürtehin bunun ta­sarrufunda da aleleksear müşkülâta maruz kalır. nazmı ke­riminde ise rehinler makbuz olmakla mukayyed bulunmuştur. Bu makbuziyet, mutlak olduğundan kemaline masrufdur, müşaiyyet bu kefaîe münafidir.

Hanefice de deyin bir, sefka bir oldukdan sonra mürtehin olacak kimsele­rin müteaddid olması rehnin sıhhatine mani olmaz. Binaenaleyh bir kimse bir kaç kimseden müşterek oldukları bir parayı istikraz etse bu para mukabilin­de bir malını bu kimselere terhin edebilir. Zâhirîyye mezhebinin pek mutaas-sıb bir imamı olan îbni Hazmın buna muhalif isnadatta bulunması, Hanefi mez­hebini güzelce tetkik etmediğine delâlet eder. Müteaddid kimselerin şayian malik oldukları bir malı bir şahsa terhin etmeleri ise matlûp olan kabzın ke­maline mani olmayacağından caiz görümüştür. Artık tenakuz iddiasına ve sa-ireye mahal yoktur.[5]

 

Rehnin Hikmet’İ Teşriiyesi

 

40 - : Rehnin meşruiyeti kitap ile, sünnet ile, icma-ı ümmet ve kıyası fukaha ile Sabittir. Rehin, hem sefer, ve hem de ikamet halinde alınıp verile­bilir. Müsaferet halinde daha ziyade ihtiyaca ve ihtiyata binaen rehn muamele

si mutad olduğundan  ayeti kerimes bu itiyadı galib olan

hale nazaran sefer halinde rehn alınmasını âmir bulunmuştur. Yoksa ikamet halinde de rehin alınmasına mani değildir. Resûli Ekrem sallallâhü taâîâ aleyhi vesellem efendimiz, Medinei münevverede hali ikametinde bir yehudiden veresiye aldığı bir miktar zahire mukabilinde mübarek zırhını terhin buyur­muştu. Nebiyyi alişan efendimiz, bu suretle hali ikamette de velev gayrı nes­limden olsun rehin mukabilinde bir mal almanın cevazını göstermiş, başkala­rına yük olmaktan ise rehin mukabilinde veresiye mal almayı tercih buyur­muş, bu hususda da ümmetine iktisadî, ahlâkî bir ders vermiştir. Bu hâdise ise o Resulü Ekremin dünya emvaline tama' etmiyerek ne kadar muttekıya-ne bir halde yaşamış olduğuna bir şahid bulunmuştur.

Maamafih rehin muamelesi, Ötedenberi milletler arasında carî ola gei-miştir. Peygamberi zîşan efendimiz ise bu muameleyi menetmerniş, belki na­şı bu muamele üzerine takrir buyurmuştur. Bu cihetle de rehnin meşruiyeti hakkında ümmeti merhumenin icmaı tahakkuk etmiştir.

Rehin, teminat kabilin dendir. Bunda hem dâyine, hem de medyuna yani hem mürtehine, hem de râhine ait faideler vardır. Mürtehin, rehin hakkirda ki emri ilâhiye imtisâlinden dolayı sevaba nail olur. Ve aldığı rehin sebebiy­le hakkından emin olur, müsterihülkaîb bulunur, medyun olan râhinin muma-talesi, imkân ve iflâsı yüzünden alacağının zayi olacağı endişesinden kurttur. Râhine gelince bunun rehinden istifadesi daha ziyadedir. Çünkü insaniar va­kit vakit borç para almak, veresiye mal almak mecburiyetinde kalırlar. İnan bu sayede haysiyetini, şerefini muhafaza eder, iktisadî menfaatlerini tenine muvaffak olur. Fakat ço kkere teminat vermedikçe bu babdaki ihtiyacın; iza­le edemez. Binaenaleyh rehin sayesinde bu ihtiyacını bertaraf eder. Bu sa­yede hem ödünç almış, hem de rehin verdiği malı, mezhebi Hanefiye nazaran mürtehinin zamanında bulundurmuş olur, rehnin telefi takdirinde kıymeti nis-betinde borcundan kurtulur. Hâsılı rehin bir vesikadır. Bununla borç tevsik edilmiş olur.

Bir şeyi tevsik ve tekide medar olan şeye «Vesika» denir. Cem'i vesaiktir (Hindiyye, Zeyîeî, Elmuhallâ). [6]

 

Rehne Dahil Olup Olmayan Şeyler :

 

41 - : Beyide zikredilmeksizin dahil olan müştemelât, rehinde dahi da­hil olduğu gibi bir arsa rehn edildikte Üzerindek bilcümle ağaçlariyle meyvala-n ve sair dikilmiş, ekilmiş şeyleri de sarahaten zikredilmese bile rehne da­hil olur.

Meselâ : Bir kimse üzerinde ağaç, meyva veya ekin bulunan bir arsennı rehin verse bu ağaç ile saire de rehne dahil olur. Çünkü bunlarsız rehin cari olmaz. Relini tashih için bunlar dahil olurlar. Ve illâ arsa, râhinin mülkü ile meşgul bulunmuş olur. Meşgulü ise şagılsiz olarak terhin caiz değildir (T=n-kih-iHâmidî).

42 - : [Merhundan mütevellid ziyada asıl merhun ile beraber merhun olur.

Meselâ : Merhunun südü, yünü, yavrusu, meyvası gibi mütevellid nema­sı râhine ait olup merhum ile beraber mürtehinin elinde rehnolarak kalır. Bu nema helak olsa mazmun olmaksızın helak olmuş olur. Çünkü bu ziyada teba­an merhundur. Tâbi olan bir şeyin ise aslin mukabili olan şeyden hissesi ola­maz. Asıl rehin helak olub bu nema baki kalsa borç asılın yevmi kabzindeki kıymetiyle bu nemanın fekki rehn zamanındaki kıymetine taksim olunur. Ası­la isabet eden borç sâkit olur, nemaya isabet eden miktar ile de rehin fekke-dilir.

Meselâ : Borç miktarı doksan, asıl rehin kıymeti de doksan, nemanın kıy­meti de otuz lira olsa, nemamn kıymeti, asıl rehnin üçde birine müsavi bulun­muş olur. Bu halde borcun dörtte üçü olan (67) lira (50) kuruş asıl rehnin his­sesi olmakla onun telefiyle bu miktar sâkit olur. Borcun dörtte biri olan (22) lira (50) kuruş da nemanın hissesi olacağından râhin, bu (22) lira (50) kuru­şu vererek nemayı rehniyetten kurtarır, borcunu tamamen ödemiş olur.

43 - : Rehinde büyümek, semizlemek gibi fasıl olan ziyade-i muttasıle-i mütevellide asıl rehin hükmündedir. Ondan ayrılamaz. Rehin arsa üzerine ya­pılan bina gibi ziyade-i muttasıle-i gayr-i mütevellide ile merhun akar ve hayvanın ücretleri gibi ziyade-i münfesile-i gayrı mütevellide İse asıl rehn ile beraber merhun olmaz. Binaenaleyh bunları râhin, mürtehinden alabilir.

44 - : Mürtehin rehnîn nemasını, meselâ merhun bağın mahsulünü râ­hinin rızası, ibahesi olmaksızın istihlâk etse bunu râhine zâmin olur. Merhu­nun doğacak yavrusu veya yavrusunun yavrusu da bu nema kabilindendir, mürtehinin elinde rehn olarak kalır. Borç asılın yevm-i terhinindeki, yavrula­rın da rehni fek zamanındam kıymetlerine taksi molunur (Hindiyye).

45 - : Bir rehn, râhin ile mürtehinin rizalariyle   başka bir rehne tebdil edilebilir.

Meselâ : Bir kimse borcu olan yüz lira mukabilinde bir halısını rehin bı­rakmış iken bilâhare bir saat getirib «Bunu rehn olarak ai.» dese mürtehin de halıyı reddedip saati alsa yüz lira mukabilinde bu saat merhun olur, halı rehn olmaktan çıkar. Fakat mürtehin saati kabz etmedikçe hah râhine reddedilsin edilmesin rehin olmakta devam eder. Kezalik : Saati kabz ettiği halde halıyı reddetmedikçe de halı rehniyette kalmış, saat emanet bulunmuş olur. Mecel-le'de bu kabul edilmiştir.

Fakat diğer bir kavle göre mürtehin ikinci rehni kabz edince birinci re­hin, rehnyetten çıkar, velev ki râhine henüz reddedilmemiş olsun (Mecmaül enhür, Hindiyye, Bezzaziyye).

46  - : Rehn akdedildikten sonra râhinin veya kefilinin veya hariçden bi­rinin merhunu tezyid etmesi caizdir. Yani  Bunlardan biri akdedilen rehn ba­ki iken ona başka bir malı da rehin olarak ilâve edebilir. Bu sahihdir. Bu ziyade de asıl akde mültehik olur, â gibi olur. Bu iki malın mecmuu, Ünde merhun bulunur.

asıl akd bu iki mal Ü2erine yapılmış zamanında mevcud olan borç

Meselâ : Bir kimse, istikraz ettiği yüz lira mukabilinde yüz lira kıyme­tinde bir saatini rehn bırakdıkdan sonra bir de elli lira kıymetinde bir yüzü­ğünü ilâveten rehin verse bu ikisi yüz lira mukabilinde terhin edilmiş olur. Bi­naenaleyh bu rehinlerden biri telef olsa borç bununla baki rehne bir nisbet dairesinde taksim edilerek telef olana isabet eden miktar, borçdan sâkit olur.

Meselâ saat telef olsa borcun üçde ikisi sâkit olup yüzüğe tekabül eden . üçde biri kalır. Rehinlerin kabz edildikleri gündeki kıymetlerine itibar olunur.

Borcun bir kısmı tediye edildikden sonra ikinci rehin verilse bu, birinci rehin ile beraber mütebaki borç mukabilinde rehn olmuş olur. Ve borcun ta-mamı tediye edilmedikçe bu rehinlerden hiç biri fek edilemez.

47 - : Mukabilinde rehin alınan bir borcun miktarı yine o rehne mukabil olmak üzere mürtehin tarafından tezyid edilebilir. Bu halde o rehin o iki borç mukabilinde merhun bulunur. Bu iki borç nev'an müttehid olsun olmasın müsa­vidir. Çünkü rehnîn kıymeti boredan noksan ve-ziyade olmasına nazaran reh-rıi tezyide lüzum görülebileceği gibi borcu tezyide de hacet görülebilir.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsa olan yüz lira borcu mukabilinde iki yüz li­ra kıymetindeki bir saatini rehin olarak teslim ettikten sonra yine bu saate mukabil olmak üzere o şahısdan elli lira daha ödünç alsa bu saat yüz elli liraya mukabil rehin olmuş olur.Binaenaleyh bu saat telef olsa her iki borç da sâkit.olur. Yalnız borcun biri cdense saat rehniyetten çıkmış olmaz.

Bu mesele, îmam Ebû Yusuf'a göredir. Mecellede de bu kabul edilmiştir. Fakat imamı Âzam ile imam Muhammed'e göre bir rehin mukabilinde borcu tezyid sahih değildir, bu rehnîn ziyade edilen miktara şümulü olamaz. Çünkü bu ziyade şuyûu icap eder. Rehnin bir kısmı birinci borca, bir kısmı da ikin­ci borca mukabil olmak lâzım gelir, rehinde ise şüyu meşru değildir. Bu hal­de birinci borç tediye edilince merhun rehin olmaktan kurtulur (Hida/e, înâye)

(Malikî'lere göre terhin edilen hayvanın üzerinde terhin zamanında mev­cud yünü ve rehn verilen cariyenin rahminde mevcud yavrusu ve hurma ağa­cının yanında mevcud fesîîesi rehne dahil olur. Fakat rehnin gailesi: meselâ südü, semeresi, doğan yavrusu, anların balı, akarın veya hayvanın kira bede­li gibi şeyler rehne dahil olmaz. Meğerki bunların rehne dahil olması meşrut olsun. O zaman bunlar da dahil olurlar (Şerhi Ebilberekât).

(Hanbelî'lere göre de merhun yerlerde hüdayı nabit suretiyle olsun olma­sın tenebbüt ederi şeyler rehne dahil olur. Çünkü bunlar merhunun nemasur

Bir borç mukabilinde rehni tezyid sahihdir, fakat bir rehin mukabilinde borcu tezyid sahih değildir. Meselâ : Bir borç mukabilinde bir mal terhin ediî­dikden sonra başka bir mal de terhin edilebilir. Çünkü bu, bir tevsikadır. Fa­kat bir kimseden istikraz edilen yüz lira mukabilinde bir mal rehin verildik­ten sonra o kimseden tekrar borç alman elli lira mukabilinde de o malı rehin göstermek sahih olmaz. Çünkü o mal merhundur, rehniyetle meşguldür. Meş­gul ise artık işgal edilemez (Keşşafülkına, Müntehel'iradat). [7]

 

Rehnin Fesh Edilip Edilememesi :

 

48 - : Mürtehin, bizzat rehni feshedebilir. Çünkü rehin onun hakkında lâ­zım değildir. Onu hapis etmek hakkına maliktir, bu hakkım iskat edebilir. Bi­naenaleyh mürtehin, akdi rehni feshederek merhunu   râhine bu fesh üzerine reddedince merhun rehin olmaktan çıkar, artık râhinin elinde telef olsa muka­bilinde boredan bir şey sakit olmaz.

Fakat rehin, bâdelfesh râhine reddedilmedikçe mazmun olmaktan çıkmaz, mürtehirin elinde telef mukabilinde borç sâkit olur. Zira mücerred feşh-i akd ile rehin bâtıl olmaz (Ankaravî, Hindiyye).

49 - : Râhin, mürtehinin rızası olmadıkça makbuz olan rehni feshede-mez. Çünkü bu rehne mürtehinin hakk-ı hapsi taallûk etmiştir, râhin bunu ken­di kendine iskat edemez. Fakat henüzmakbuz olmayan bir rehin hakkındaki akdi fesh edip merhunu dâyinine vermekten imtina edebilir.

Bir de râhin. terhin hususnda-hiyarı şart ile muhayyer bulunursa bu mu­hayyerliği esnasında akdi rehni mürtehinin rızası olmaksızın feshedebilir. Şa-yed, rehn, bu muhayyerlik esnasında mürtehinin elinde telef olursa mürtehin muhayyer olur, dilerse bu rehni mukabili olan alacağım mahsub eder, onunla mazmun tutar ve dilerse bu rehnin kıymetini tazmin eder. Alacağı olduğu gibi râhinin zimmetinde kalır (Bezzaziyye).

50 - : Râhin ile mürtehin, akd'i rehni kendi rizalariyle bilittifak feshe­debilirler. Maamafih bu halde de mürtehin, o rehn mukabilindeki alacağım râ-hinden istifade edinceye kadar merhunu yanında hapsedebilir. Ve merhun yi' ne o alacağına karşılık bulunur, Merhun mürtehinin elinde mevcud, borç da râhinin zimmetinde sabit oldukça merhundan rehn hükmü sâkit olmaz. Fakat mürtehin, alacağını râhine hibe ederse veya bu alacağından râhini ibra eyler­se artık rehni yanında hapis edemez.

51 - : Akd-i rehin, bazen bir muamele zımnında münfesih olur.

Meselâ : Mürtehin merhunu râhinin emriyle başkasına kiraya verip tes­lim etse icare sahih olub akd-i rehn münfesih olur.

Kezalik : Râhin, mürtehinin izniyle merhunu ahere icar ve teslim etse akdi rehn münfesih olur.

Kezallk : Râhin, merhunu mürtehine satsa akd-i rehn münfesih olur. Hat­tâ bundan srjnra bu bey'i ikalede bulunsalar bile rehniyyet avdet etmez. Meğer ki, yeniden bitterazi akdi rehnde bulunsunlar (Hamevi. Ibni Nüceym fetavâsı)

(Malikî'lere göre râhin, henüz mürtehin tarafından kabz edilmemiş olan merhunu satsa beyi caiz, rehn münfesih olur. Fakat kabz edildikten sonra sat­sa bakılır : Eğer borcdan aza satmış veya borç beyiden münbais uruz kabi linden olup daha müddeti hulul etmeden satmış olsa mürtehin bu bey'i red edebilir. Fakat râhinin semeni borca kifayet ettiği veya kifayet etmediği hal de bakiyyesini râhin ikmâl eylediği, borç da mutlaka ayin veya karzdan mün­bais araz bulunduğu takdirde mürtehin bu satış muamelesini red edemez.

Bir de mürtehin, rehnin satılmasına icazet verires alacağı rehnin seme ninden teaccül eder, borca kifayet etmezse mütebâkisiyle de râhine müraca-atte bulunur (Muhtasar-ı Ebizziya, Şerh-i Ebilberekât).

(Şafiî'lere göre de mürtehin tarafından kabz edilen rehnde mürtehinin iz ni olmadıkça râhinin bey'i, vakıf, başkasına terhin gibi mülkü izale edecek ta­sarruflarda bulunmaya hakkı yoktur. Ancak râhin musir olduğu takdirde re-, hin bırakmış olduğu köle veya cariyesini azad edebilir. Ezhar olan kavle gö­re bu itak muamelesi nafiz olur.Bunun azad edildiği gündeki kıymeti râhinin rehin olarak mürtehine teslim etmesi icap eder.

Fakat râhin fakir ise bu itak muamelesi nafiz olmaz. Hattâ bilahare bor­cu eda olunsa da yine nafiz olmaz. Çünkü bu muamele, maniin vücuduna meb-ni lâğv bulunmuştur.

Kezalik : Borç hallolsa veya icare müddetinin inkizasından evvel hulul edecek olsa râhinin merhunu icareye vermesi de nafiz olmaz (Tuhfetüİmuhtaç)

(Hanbelî'îere göre de râhin, merhunu ya mürtehine veya mürtehinin izniy­le başkasına icar veya iare etse rehnin lüzumu yine devam eder. bununla mür­tehinin kabzı fâsid olmaz. Şu kadar var ki, iare takdirinde merhun müsteîr üzerine mazmun olur, bu müsteîr ister merhun olsun ve ister başkası olsun. Çünkü ariyetler mazmundur.

Makbuz olan bir rehinde râhinin hibe ,vakıf, bey'i, başkasına terhin, mehr veya talâka bedel itası gibi tasarrufları sahih olmaz. Çünkü bunlar, mürtehi­nin vesikadaki hakkını iptal eder. Bundan itak meselesi müstesnadır. Bu ma-âttahrim nafizdir, velevki râhin mu'sir olsun. Râhin mu'sir ise azad ettiği merhun köle veya cariyenin azad ettiği gündeki kıymetini rehnolmak üzere vermeğe mecbur olur.

Fakat mu'sir olup bilâhare müşir olsa bakılır : Eğer borcun vakti henüz hulul etmemiş ise kendisinden azad ettiği rakikin kıymeti alınarak rehin yerine konulur. Vakti hulul etmiş ise râhinden yalnız borcunu Ödemesi ta!eb olunur. Mürtehin, râhinin tasarruflarına izin verse rehniyyet bâtıl olur (Keşşefülkına).

 Kütüb-i fıkhiyyemizde ve Mizanülkübra'da yazıldığı Üzere imamı Azam ile îmam Ahmed'e göre merhunun it akı her halde nafiz olur. Fakat tmamı Azama göre merhun olan rakik, mevlâsı mu'sir olunca mürtehin için kıymeti hususunda kazanç sahasına atılır. Mevlâsı musir olunca da oriun kıymetine düşen borç miktarını rehin olarak mürtehine vermesi lâzım gelir. Mezheb-i Hanbelî'ye nazaran mevlâ mu'sir olunca azad edilen rakik istisa ile mükellef olmaz. Yani : Kıymeti miktarına göre borcu ödemek için kazanç sahasına atıl­ması icap etmez.

Merhun olan sair mallarda râhinin tasarrufu caiz olmadığı halde köleler, cariyeler hakkında caiz, nafiz olması, İslâm Hukukunun hürriyyete, insanla­rı esaretten kurtarıp hürriyete kavuşturmaya ne kadar hadim olduğunu gös­termektedir. Vakıa Şeriat-ı îslâmiye, kendi müntesiblerini rakikler, esirler hakkında daima şefkat ve merhamet göstermeğe teşvik etmekte, bunları azad etmeği ibadet ve kurbet saymaktadır.)

(Zahirî'lere göre de rehin ölse, telef olsa, bozulsa, köle olup kaçsa, cari­ye oiup efendisinden gebe kalsa veya azad edilse veya rahin satsa veya biri­sine hibe veya tasadduk etse veya mehr verse bütün bunar nafiz olub rehin bâ­tıl = Münfesih olur. Mukabili olan borç alâhalihi kalır, râhin bu rehne muka-, bil bedel olarak başka rehin vermeke mükelef olmaz. Çünkü bu hususda bir emri şer'î yoktur. Zimmetler ise esasen beriedirler. Meğer ki adem-i beraeti hakkında Kuran'dan veya hâdisden bir nas bulunsun. Râhin ise malında ta-sarrufdan menediiemez. Meğer ki râhinin borcunu vermesi için başka malı bu­lunmasın. Bu takdirde itakı, hibesi, sadakası bâtıl olur. Nitekim bir hâdis-i şe­rif rde buyurulmuştur. Fakat bey'i ve mehr vermesi yine bâtıl olfaz (Elmuhallâ). [8]

 

Râhinin, Mürtehinin Veya Rehnin Taaddüdü :

 

49 - : Râhinin, mürtehinin veya rehnin müteaddit olması caizdir. Şöyle ki: Bir borç mukabilinde müteaddit malları bir akd ile veya tezyit suretiyle terhin caiz olduğu gibi müteaddit kimselere olan borç mukabilinde de bir malı bir akd ile terhin caizdir.

Kezafik : Müteaddit kimselerin bir malı borçları mukabilinde bir kimseye veya müteaddit kimselere bir akd ile terhin etmeleri caizdir. Nitekim aşağı­daki meselelerde izah edilmiştir. Tezyid-i rehn için (46) inci meseleye müra­caat!.

50 - : Bir medyunun iki dâyinine bir malını bir safka = Akd ile rehin vermesi caizdir. Bu dâyinler, gerek o deyinde müşterek olsunlar ve gerek ol­masınlar. Bu bir rehin o iki deynin mecmuu mukabilinde merhun olmuş olur. Bu iki deynin ikisi de ödenmedikçe rehn olmaktan kurtulmaz. Çünkü bir safka üe yapılmış, borcun rnecmuuna izafe edilmiştir.

Bu rehin, kabili taksim ise dâyinlerden her biri o rehin aissesine düşeni bizzat hıfz eder. Şâyed dâyinlerden biri kendi hissesini bizzat hıfz etmez, diğer dâyinin elinde bırakır da onun elinde telef olursa İmamı Azama göre bu hisse­sini zaman-ı gasb ile zâmin olur. Bunu başkasına vermekle müteaddi sayılır.

Fakat bu rehin kabili taksim olmazsa bunu dâyinler ya münavebeten hıfz ederler, her biri kendi nöbetinde diğerinin adli = Emini mesabesinde bulunur. Yahud birisin izniyle diğeri bu rehni yanında muhafaza eder.

Medyun, bu dâyinlerden birine borcunu ödeyince rehnin tamamı diğer dâ­yinin yanında kalır. Şayed bu rehin, bu mürtehinîerin yanında iken telef ol­sa vakti kabzdaki kıymeti mürtehinîerin alacakları nisbetinde mazmun olur.

51 - : Bir kimsenin iki veya daha ziyade şahısda olan alacağı için bun­lardan bir akd ile bir rehin alması caizdir. Bu rehn bu alacakların mecmuuna mukabl merhun olmuş olur. Bu rehin o borçlular arasında müşterek olsun ol­masın. Yalnız birine aid olursa diğerlerine nazaran bir rehn-i müstear oîmuş olur.

Binaenaleyh bu medyunlardan biri borcunu tediye etse de rehnin bir kıs­mını tahlis edemez. Şu kadar var ki böyle râhinîerden biri borcunu verdikden sonra rehin. ,mürtehinin elinde telef oîsa o rehnin kıymetinden o borca, isabet eden miktarı mürtehinden geri alır.

52 - : Rehni birriza tebdil caizdir. Şu kadar var ki mürtehin ikinci reh­ni kabz edib birinci rehni râhine reddetmedikçe birinci rehin  rehniyetten  çık­maz. Reddedence ikinci rehin, merhun olur (Hindîyye).

53 - : Dâyin, medyurtdan rehin aldığı gibi o medyunun kefilinden de bi­lâhare ayrıca rehn alsa da bu iki rehinden her bîri borca kâfi bulunduğu halde ikinci rehin telef olsa borcun yarısı sâkit olur. Fakat îmanı" E bû Yusuf'a isnad edilen diğer bir kavle göre eğer kefil, birinci rehinden   -haberdar değilse bu ikinci rehnin telef oîmasıyle borcun tamamı sâkit'olur. Demek ki bu takdirde" bu rehin, o borcun tamamına müstakilleri, münferiden terhin edilmiş sayılıyor (Hindiyye).

54 - : Bir medyun bir malını iki dâyinine veya bir dâyinin başka başka alacakları mukabilinde ayrı ayrı akidler ile terhin eylese akidler fâsid olur. Hattâ bir malın yarısını borcun bir nektarına karşı   rehn ettikten sonra diğer yansını da oborcun mütebaki miktarı için rehn eylese şuyû husule gelmiş ola cağından her iki akid de fâsil olmuş olur. Bu takdirde bu rehin,   mürtehinih elinde emanet sayılır, telefi takdirinde mürtehne zaman lâzım gelmez. Meğer ki kendisinden iadesi istenildiği halde iadeden .imtina etmş olsun, o halde mer-hunun kıymetini zamanı gasb. ile zâmin olur.

Kezalik : Bir mal iki dâyine bir akd ile terhin edilmekle beraber her biri­nin rehinden olan hissesi tasrih edilse, meselâ bu malın üçde ikisi bir borç, üç . de biri de diğer borç mukabilinde terhin edildiği söylense akdi rehn fâsid olur (Hülâsa, Hindiyye, Ankaravî).

(Maliki'lere göre evvelce de yazmış olduğumuz veçhile bir mal bir borç mukabilinde rehin verildikten sonra boredan zaid kıymeti de diğer, bir borç mukabilinde rehin gösterilebilir. Binaenaleyh bir mal evvelâ bîr borç sonra da başkasına olan diğer1 bir borç mukabilinde terhin edüdikde bakılır: İkinci borcun müddeti daha evvel hulul edince bu rehin, kabili kısmet ise iki horc arasında taksim olunur. Evvelâ birinci borç için kifayet edecek miktarı veri­lir, mütebakisi de ikinci borca tahsis edilir. Meğer ki mütebakisi ikinci bore­dan ziyade olsun, o halde bu rehinden ikinci borca kifayet miktarı verilir, reh­nin bakiyyesi temamen birinci borç mukabilinde rehn olarak kalır.

Fakat merhun kabili kısmet değilse satılır, semeninden her iki borç bir­likte ödenir. Birinci boredan fazlaya satılamıyacağı takdirde ise bu borcun zamanı hulul edinceye kadar satümaz.

Birinci borcun müddeti daha evvel hulul edince de rehin, kabili taksim ise taksim olunur, değilse satılır, evvelâ birinci borç, sonra da bakıyyesinden ikin­ci borç ödenir. iki borcun zamanı müsavi olunca da merhun satılır, taksim cihetine gidil­mez. Çünkü bu taksim,.çok kere noksan bir semen ile satılmaya müeddi olur.[9]

 

Merhunun Masrafları

 

55 -  Mürtehin, merhunu bizzat hıfz edeceği gibi emin olan zevcesi, oğ­lu gibi iyaline ve müfaveze veya inan suretiyle şerikine veya aylık veya se­nelik ücretle isticar etmiş olduğu emin hizmetçisine hıfz ettirebilir.

Kezalik : Bir kadın aîmiş oiduğu rehni kocasına hıfz ettirebilir. Binaena­leyh merhun bunlardan birinin yanında telef olsa zaman lâzım gelmez. Fakat bunlardan başkasının yanında hıfz ettirilse telefi takdirinde mürtehine zaman-ı gasb lâzım gelir.

Bazı fukâhaya-göre merhunu muhafaza edecek emin, mürtehinin iyai inden bulunmalıdır, yani : Onunla beraber bir yerde sakin olmalıdır. Bu şarttır. Bi-, naenaleyh mürtehin, merhunu iyalinden bulunmayan bir emine hıfz ettirir de merhun zayi olursa mürtehine zaman-ı gasb lâzım gelir. Mecelle'de bu kavle İtibar edilmemiştir.

56 - : Merhunun muhafazasına mahsus kira ve bekçi ücreti gibi masraf­ları mürtehine aittir. Velev ki bu masraflar merhunun kıymetinden fazla ol­sun ve- merhun gerek mürfehinin ve gerek adlin elinde bulunsun. Çünkü mer­hunun muhafaza menfaati mürtehine aiddir. Hattâ merhunun muhafazası için râhinin mürtehine ücret vermesi şart edilse buna itibar olunmaz. Zira merhu-nu hıfz etmek mürtehin üzerine zaten vacibdir, bu rehn onun elinde kendi ma­lı menzilesindedir.

57 - : Merhunun aynini ibka veya menafiini islâh için yapılacak masraf­lar râhine aiddir. Meselâ: Merhun hayvanın yemi ve suyu, çoban ücreti, mer­hun akarın tamiri, merhun bahçenin sulanması, merhun hurma ağaçlarının telkihi = Aşılanması ve otlarının ayıklanması, merhun değirmen harkının te­mizlenmesi gibi masraflar râhine lâzım gelir. Çünkü merhun da, onun menafii de esasen râhinin mülküdür.

Merhunun vergisi, öşrü, haracı da râhine aiddir.   Çünkü bunlar   mülkün meunetidirler.

58 - : Merhun hayvanın firarı halinde mürtehinin etine iadesi ücreti mür­tehine aid olacağı gibi bu hayvanın   hastalıklarından ve yaralarından dolayı muaceles de mürtehine aiddir. Şu kadar v£r ki, merhunun kıymeti borcdan fazla olursa bu fazla mürtehinin elinde emanet olacağından buna isabet eden iade ücreti râhine lâzım gelir.

Meselâ : Borcun miktarı on lira. hayvanın kıymeti ise otuz lira olup iadesi için üç lira sarf edilse bunun bir lirasını mürtehin, iki lirasını da râhin verir. Çünkü emanet miktarı merhunun üçde ikisine muadildir (Haniyye, Lisanülhük-kâm).

59 - : Râhin ile mürtehinden birisi diğerine aid olan masrafı kendi ken­dine, yani: Hâkimin veya başkasının emri olmaksızın yapsa bunu teberruan yapmış olur, diğerinden isteyemez. Çünkü bir kimse, başkasına aid bir masra­fı onun emri veya hâkimin izni olmaksızın yaparsa müteberri sayılır.

Fakat râhin ile mürtehinden biri diğerine aid bir masrafı onun emriyle ya­parsa ona rücu edebilir. Kezalik : Bunlardan biri kendisine aid masrafı yap­maktan kaçınmakla diğerinin müracaatı üzerine hâkim ona rücu etmek üzere, yani: Onun için bir borç olacağını tasrih ederek kendi malından yapmak için bu müracaat edene izin verirse bu, yapacağı masrafı ondan alabilir. Masraf-dan kaçman, gerek hazır ve gerek gaib olsun müsavidir.

Bu mesele, îmam Ebû Yusuf'a göredir. îmamı Azama göre kaçman, hazır ise hâkimin bu hükmü onun hakkında muteber olmayacağından üzerine yapı­lacak masraf ile rücu edilemez. Çünkü hazır olanı hükimin hacre salâhiyeti yoktur, bu babdaki izni nafiz olsa onu hacretmiş olur (Zeyleî, Reddimuhtar).

60 - : Mürtehin, râhinin imtinaına binaen hâkimin izniyle merhuna m* î rafda bulunsa bu masraf bedelini almak için de rehni elinde hapsedebilir. V? bu merhun mürtehinin elinde telef olup   kıymeti borç ile bu masrafa tekabül eylese hem borç, hem de bu masraf bedeli sâkit olur.

Fakat diğer bir kavle göre mürtehin, yaptığı masraf bedelini istifa için bu merhunu hapis edemez (Bezzaziyye, Hindiyye. Reddimuhtar. Mecelle).

'Malikî'lere göre mürtehin, merhuna yaptığı infaktan dolayı râhine rücu eder. Bu râhinin zimmetinde ayrıca bir borç olur, merhun bu borç mukabilin­de de rehin olmuş olmaz. Asıl bürc ödenince merhun rehniyyetten çıkar. Mür­tehin, bu infakından dolayı alacağı hususunda râhinin diğer alacaklılarından beri olur. Meğer ki râhin, merhunun nafakası için de rehin olacağını tasrih etmiş olsun (Serh-i Ebilberekât).

(Şafiî'lere görede merhunun aynini İpkaya sebep olan meuneti merhunun mâliki üzerine lâzım gelir. Râhin, mürtehinin hakkını muhafaza için bu menû-neti vermeğe mecburdur. Merhunun hıfzına, su verilmesine, kurutulmasına ajd ücretler de bu meûnet kabiîindendir (Tuhfetülmuhtaç).

(Han bel i'ler e göre de merhunun taamına, kisvesine meskenine, muhafaza­sına, tedavisi ücretine, saky ve telkihine, teçhiz ve tekfinine aid bütün masraf­ları râhine aiddir. Maamafih râhin, merhunun müdavaU.ıa cebr edilemez.

Mürtehin, râhine rücu "etmek için Tahinden istizana kadir olduğu halde is­tizan etmeden merhuna infakda bulunsa müteberri sayılır. Çünkü istizan, et­memekle tefritte bulunmuş olur. Rücuda muaveze mânası vardır. Bu cihet'e sair muavezat gibi izin ve rızaya muhtaç bulunur (Neylül'mearib). [10]

 

Âriyet Alınıp Verilen Rehinler = Rehn I Mustear ;

 

61 - : Bir kimse, başkasının mahra ondan ariyet alarak onun izniyle ken­di borcu mukabilinde rehin verebilir. Buna «Rehni müstear? denir. Bu rehni sahibi bir şey ile takyid etmeyip mutlak surette vermiş olunca müsteir.   bunu dilediği veçhile az çok bir borç mukabilinde terhin edebilir.

Fakat bir kimse başkasının malını izni olmaksızın birisine rehin verirse gasıb olmuş olur. Bu takdirde mal sahibi akdi rehni Tesh ederek merhunu istirdat edebilir. Bu rehin, mürtehinin elinde telef olmuş veya istihlâk edilmiş olunca sahibi muhayyerdir, bunu dilerse râhine ve dilerse mürtehine tazmin et­tirir (Haniyye, Hindiyye).

62 - : Rehin verilmek üzere istiare olunan malın terhin edilmesine sahibi - Şu kadar kuruş veya şu cins mal mukabilinde   veya filân şahsa ve yahut filân beldede rehin ver - diye mukayyeden izin verse müsteir bunu ancak

vechiie terhin edebilir. Sahibinin kayd ve şartına muhalefet edemez. Meselâ şu kad?r kuruştan ne fazla, ne de noksan bir borç mukabilinde rehin veremez. Çünkü muîr, kendi mülâhazasına göre malının terhin edilmesini bu gibi bir kayd ile takyid etmiştir, ona muhalefete râhinin hakkı yoktur. Ezcümle tâyin edilen miktardan fazla bir borç mukabilinde terhin edilmesi, borcun vaktiyle verilemeyeceğinden dolayı merhunun rehniyyette fazla kalmasını intaç ede-biîir. Noksan miktar bir borca karşılık olarak terhin edilmesi de merhunun telefi takdirinde yalnız borç miktariyle mazmun olacağından, tâbr-i aharla muîr o malının tam kıymetini râhinden alamayacağından muîrin zararını müs-telzim olur.

63 - : Bir kimse başkasından istiare ettiği malı, müîrin dermeyan ettiği kayd ve şarta muhalif surette terhin etse gasıb sayılır. Bu halde muîr muhay­yerdir, dilerse akd-î rebne icazetverir ve dilerse bunu râhinin huzurunda mür-tehinden dâva ederek akd-i rehnifesh üe.merhunu istirdad eder. Bu mal telef olduğu takdirde de misliyâttan ise mislini, kiyemiyyattnn ise kıymetini dilerse müsteire ve dilerse mürtehine tazmin ettirir. Mürtehine tazmin ettirince o da bununla rahme rücu eder, hem bunu,, hem de asıl alacağını ondan tamamen istifa eyler:

64 - : Rehn-i müstear, râhinin elinde terhinden evvel de muîrin itlâk ve takyidi veçhile terhin edildikten sonra emanet hükmünde bulunur.   Şu kadar var ki, böyle rehin verilmiş olduğu müddetçe borç   mukabilinde mazmun bu­lunur.

Binaenaleyh bu rehin, mürtehinin elinde telef olsa kıymeti miktarı borç sâkit olur. Ma! sahibi, yani muîrde bu rehin mukabilinde boredan ne miktar sâkit oîmu olursa yalnız o kadarını müsteirden alabilir. Fazlasını alamaz. Çünkü o, yine emanet bulunmuştur.     

65 - : Râhin, rnüstear olan rehni fekketmekden âciz olmakla muîr. râhi­nin borcunu odese rehnin helaki takdirinde borcun ne miktarı sakıt olacaksa o miktar ile müsteire rücu edebilir. Fazlasiyle edemez.

Meselâ : Râhin, yüz lira kıymetinde olan rehn-İ müsteârı muîrin izniyle iki yüz lira miktarı borcu mukabilnde terhin etmiş olsa muîr, bu iki yüz lira borcu ödeyince müsteire ancak rehnin kıymeti ulan yüz lira ile rücu edebilir.

Mürtehin, alacağını alıp rehni muîre teslim etmekten imtina edemez, bu­nu kabule icbar edilir (Kadihan, Mecelle» Dürerülhükkâm).

(Malikî'lere göre de rehn için başkasının mahra istiare caizdir. Müsteîr borcunu ödemezse bu rehn satılıp semeninden borç Ödenir. Bu halde muîr, bu-oun istiare günündeki kıymetiyle müteire rücu eder. Borcu ödeme için satıl­dığında kıymeti daha fazla olsa bu fazla miktar müsteîre aid olur. Müsteİr, bu rehni vaktiyle selef tarikiyle satın almış gibi sayılır.

muîr, müsteîre o malîn terhin günündeki kıymetiyle göre de borç için satıldığı gündeki kıymetiyle rücu ey

Meselâ : Borç yüz Ura olduğu halde rehin yüa elli liraya satılsa yüz elli lira ile rücu edilir. Bilâkis yüz elli Ura olduğu halde merhun yüz liraya sa­tılsa rriüsteîrin muîre yüz lira vermesi lâzım gelir» velevki onun terhin veya istiare günündeki kıymeti daha fazla veya daha noksan olsun (Şerh-i Kebîr, Düsûkî).

Şafiî'lere göre de rehin vermek için başkasının malını ariyet almak ca­izdir. Bu müstear mal, bir kavle göre rehin verildikden sonra da ariyet hük­münde olarak mazmun bulunur. Ezhar olan diğer bir kavle göre ise badetter-hin mazmun oimaz. Şöyle ki: Bu mal, râhinin etinde telef olsa bunu zâmin olur. Çünkü o müsteirdir. Fakat mürtehinin elinde telef olsa ne râhine, ne de mür­tehine zaman lâzım gelmez. Zira mürtehin emindir. Bu halde borç râhînin zim­metinden sükût etmiş olmaz.

Bir mal, rehin verilmek için ariyet ahnaeağı zaman borcun cinsini, mik­tarını, sıfatını ve mürtehinin kim olduğunu söylemek şarttır. Çünkü bunlara göre garez ihtilâf eder, muîr ona göre malını iare eder.

Müstear rehni mürtehin kabz ettikten sonra artık sahibi istirdada kıyam edemez. Çünkü aksi takdirde rehin almakta bir faide bulunmamış olur.

Borcun vakti hulul ettiği halde tediyesi cihetine gidilmezse müstear rehnin satılması için muîre müracaat olunur. Borcu ödemeyip malını kurtarmazsa o mal hâkim tarafından satılır, muîr de bu mal ne ile satılmış ise onunla müs­teire rücu eder (Tuhfetülmuhtac).

Hanbeİî'lere göre de merhunun müstear bir mal olması caizdir. Bu halde merhun telef olsa bunu yalnız müsteîr zâmin olur. Çünkü ariyetler mutlaka mazmundur (Keşşaf ülkına).

(Zâhirî'lere göre ise bir kimse, kendi borcu için ne bir yabancının ve ne de zevcesinin veya büyük, küçük evlâdının bir malım terhin edemez. Mal sa­hibinin ister rızası olsun, ister olmasın. Çünkü merhunu irtihandan çıkarmak caiz oîmaz, ancak ya râhinin mülkünden çıkmasıyle veya helâkıyle, veya re­hin zamanındaki isminin değişeceği veçhile istihaleye uğramasiyle veya mu­kabilinde terhin edildiği hakkın ödenmesiyle rehniyyetten çıkar. Artık râhin için ariyet verilen bir n>al hakkında bütün bunları başkasının iltizam etmesi bir şarttır ki bu, kitabullahda mezkûr değildir. Binaenaleyh bu iltizam bâtıl-dır. Malını terhin için ariyet verecek bir şâhıs, o malı dilediği vakit istirdad edebilir. Çünkü onun hakkında rehinlere mahsus hükm carî oîmaz (Elmu-hallaâ). [11]

 

 (İKİNCİ BÖLÜM)

 

REHİNLERE AİD HÜKÜMLER VE İTİLAFLAR HAKKINDADIR

 

İÇİNDEKİLER: SAHİH REHİNLERİN HÜKMLEBİ.  FÂSÎD VEYA

BÂTIL REHİNLERİN HÜKMLERl. RÂHÎN İLE MÜRTEHÎNÎN MERHUNDA   TASARRUFLARI.   YED-1   ADLDE   OLAN   REHİNLERİN HÜKMLERl MEHUNUN SATÎÎJP SATILMAMASI.  REHİNLERE AÎD İHTİLÂFLAR. [12]

 

66 - : Bir rehin sahihen akdedilince mürtehin, alacağını istifa edinceye kadar merhunu elinde haps ve imsake müstahik olur, ve râhin vefat ederse mürtehin sair garimlerden ehak olarak merhundan ilk evvel kendisi alacağını istifa eder. Merhun borca kifayet etmezse mürtehin, râhiniri sair terekesine müracaat ederek başka alacaklılar var ise onlar ile beraber terekeden alacağı nisbetinde hisse alabilir. Merhundan fazîa bir şey kalırsa o da râhinin vâris­lerine veya sair garimlerine aid bulunur.

Hâsılı mürtehin, râhinin hayatmd amerhuna râhinin sair alacaklılarından ehak olduğu gibi vefatından sonra da ehaktır (Bedayi, Mecmaül'fetâvâ).

67 - : Rehinler, fekkedilebiUr. Bir rehnin fekkedilmesi, borcun râhin ta­rafından veya vârisleri ve yahut teberruan başkaları tarafından Ödenmesiyle veya mürtehinin rahim borcundan ibra veya alacağını ona hibe edip onun da kabul etmesiyle husule gelir.

68 - : Bir kimse, bir şahısdaki müteaddit alacaklarının her biri muka­bilinde başka bir rehin almış bulunsa her rehn hakkında mukabil olduğu bor­ca göre muamele yapılır. Bir rehnin mukabili olan borç verilince o rehin, re­hin olmaktan çıkar, diğer borçlara karşılık olarak tevkif edilemez. Artık bu rehin hakkında mürtehin ile râhinin sair garimleri müsavi bir vaziyette bulu­nurlar.

69 - : Rehnin mevcudiyeti, karşılığı olan borcun râhinden mutaîebesi-ne mani olmaz. Borç, muaccel ise derhal ve müeccel ise vakti gelince onu râ­hinden istemeğe mürtehinin salâhiyeti vardır. Bu halde râhine borcunu ver­mesi için emir olunabilir. Meğer ki râhin, merhunun salimen mevcud olduğu­nu itiraf etmesin. O halde merhunun - ihzarı masrafa muhtaç değişe hâki­min emriyle - mahkemeye ihzar edilmesi lâzım gelir. Fakat masrafa muh­taç ise râhin taleb ettiği takdirde mürtehine merhunun telef olmadığına dair yemin teklif eder.                                                                                    

70 - : Evvelâ borç tediye edilmedikçe rehnin râhine iadesi icap etmez. Çünkü rehin, vesikadır. Borcun tediyesinden evvel iadesi icap etse onun ve­sikalığı iptal edilmiş olur.

71 - : Rehin, borcun tamamına tekabül eder, bir kısmının Ödenmesiy­le rehnin kısmen iadesi lâzım gelmez, belki borcun bakiyyesi de tamamen ödenmedikçe mürtehin, rehnin bir kısmını iadeye mecbur olmaz, yine tama­mını hapse salâhiyeti vardır. Fakat mürtehin isterse rehnin bir kısmını veya tamamını râhine reddedebilir.

72 - : Terhin edilen iki şeyden her biri için borcdan bir miktar tâyin edil­miş olursa o miktarın tediyesi halinde ona mukabil olan rehnin râhine iadesi Lâzım gelir.

Meselâ : Borç alman yüz lira mukabilinde bir hali seccade ile bir saat, bir akd ile rehn ve teslim edilip halı için yetmiş, saat için de otuz lira tayin edilmiş bulununca râhin yetmiş lirayı verince ona mukabil olan seccadeyi, otuz lirayı verince de saati istirdad edeblir.

Fakayt bu iki rehinden herbiri için böyle borcdan bir miktar tâyin edilmiş olmazsa borcun tamamı verilmedikçe bunları geri almaya râhinin hakkı ola­maz.

73 - : Rehnedilmesine mutlak surette izin verilmiş olan müstear bir reh-ni tahlis ile kendisine teslim etmek için muîrin, müsteîr olan râhine emret­meğe salâhiyeti vardır. Amma iare br vakt ile mukayyed bulunmuş olursa vak­ti hulul etmedikçe, mûîr rehni kurtarıp kendisine aide etmesi için müsteiri muahaze edemez.

74 - : Rehni,   müstearin rehniyyeti,   ne muîrin,   ne müsteîrin ve ne de mürtehinin vefatiyle bâtıl olmaz. Binaenaleyh bu rehin, mukabili olan borç ta­mamen ödenmedikçe rehniyyetten kurtulamaz. Çünkü buna muîrin rizasiyle mürtehinin hakkı taallûk etmiştir (Kadıhan).

75 - : Müsteîr olan râhin müflisen - Asla malı olmaksızın vefat etse rehn-i müstear; mürtehinin elinde hali üzere merhun olarak kalır, bu rehn, karşılığı olan borç tamamen ödenmedikçe mürtehinden alınamaz.  Ve bu rehn, muîrin rizası olmadıkça da satılamaz. Çünkü bu rehin, onun mülküdür. O, bu rehnin yalnız hapsine razı olmuştur, satılmasına razı olmamıştır. Fakat rmi-îr, bunu satıp bununla borcu ödemek isterse bakılır: Eğer bu rehnin parası borca yetişirse mürtehinin rizasına bakmaksızın satabilir. Yetişmezse mür­tehinin rızası olmadıkça satamaz. Zira ilerde rehnin kıymetinin artması veya borcun tamamını muîrin Ödemesi melhuzdur (Dürrümuhtar, Hindiyye).

76 - : Rehni ariyet veren, borcu terekesinden daha çok olduğu halde va-fat etse râhine kendi malından borcu ödeyerek bu müstear rehni tahlis' ile sa­hibine reddetmek, üzere emrolunur. Eğer râhin, yoksulluğu yüzünden borcunu tediyeden aciz bulunursa o rehn hali kahr. Su kadar var ki, muîrirj vâris'ı üzere mürtfehinin elinde merhraı olarak

Muîrm garimleri bu rehnin satılmasını isterlerse bakılır : Semeni mürte­hinin alacağına kifayet ederse mürtebinin rızasına bakmaksızın satabilirler, kifayet etmezse mürtehinin rizası olmaksızın satamazlar (Durrümuhtar).

77 - : Müsteîr olan râhin, fakri sebebiyle borcunu ödemekten aciz oldu­ğu takdirde muîr, o borcu kendi malından mürtehine vererek onu rehniyyet-ten tahîis edebilir. üVFaîr, malım kurtarmak için bu borcu vermeğe mecbur ol­duğundan mütebcrri sayılmaz. Belki bu rehnin mürtehin elinde helaki takdî; rinde borcdan ne miktar sâkit oîacak idiyse o miktar ile müsteîre rücu eder.. Fazlasında müteberri olur (Mirat-i Mecelle).

78 - : Mürtehinin elindeki rehin, taaddisi ve taksiri olmaksızın   teîef ol­sa yevm-i kabzmdaki kîymeti miktarı borcdan sâkit olur. Rehnin kıymeti nok­san olunca borcun mütebaki kısmım da mürtehin alır. Rehnin kıymeti zaid olunca ziyade miktarı mürtehinni elinde emanet bulunmuş olacağından bunu zâmin olmaz. Amma taaddisi veya taksiri bulunursa bu ziyadeyi de zâmin olur. Rehnin kıymeti borca müsavi olunca da mukabilinde borcun tamamı sâkit olur.

Kezaîik ; Mürtehinin elinde iken rehne noksan âriz olsa bakılır: Eğer ay­nine âriz olmuş ise bu noksan sebebiyle rehnin kıymetinden eksilen miktar nisbetinde borç sâkit olur. Fakat bu noksan-ı es'ar itibariyle merhunun kıyme­tine âriz olmuş İse bundan dolayı borcdan bir şey sâkit olmaz (Hindiyye).

79 - : Merhun. mürtehinin elinde   telef oldukdan sonra ona bir müstahik zuhur etse muhayyer olur. Dilerse bu merhunun bedelini râhine tazmin ettirir. Çünkü râhin gasib bulunmuştur: Bu takdirde râhin zâmin olduğu şey ile mür­tehine rücu edemez. Ancak râhinden bu merhunun yevmi terhinindeki kıy­meti nisbetinde borç sâkit olur. Çünkü râhin, bu merhuna zamaniyle malik olmuş olur. Müstahik dilerse bu merhunun bedelini mürtehine tazmine ettirir. O da bununla râhine rücu eder, bundan başka alacağım da râhinden ayrıca isteyip istifa eder' Zira râhin tarafından tağrir edilmiş, rehn elinden çıkmış­tır (Haniyye, Bezzaziyye).

80 - : Bir kimse,, iki şahsa olan borcu için bir rehin vermiş olsa her iki şahsa olan borcunu temamen tediye etmedikçe bu rehini tahlis edemez. Birine oîan borcunu tamamen tediye etse bu rehn, diğer alacaklının yanında yine iki borca mukabil merhun olarak kalır. Bu halde rehin, bunun yanında telef olsa iki borç nisbetinde mazmun olur. Alacağını istifa etmiş olan dâyin, alacağın­dan rehnin telefi sebebiyle ne miktar sâkit olması iktiza ederse onu râhine red eylemesi lâzım gelir. Fakat ikinci dâyinin taaddisi veya taksri yüzünden telef olsa bu dâyin, bu rehnin misliyyattan ise mislini ve kıyemiyattan ise itlaf günündeki kıymetini zâmin olur. Bu takdirde rehnin yevm-i kabızdaki kıymeti, itlafı günündeki kıymetinden ziyade ise bu ziyade miktar kendi kendine telef olmuş gibi sayılarak iki borç nisbetinde mazmun olur.

Meselâ : Bir altın saat, iki dâyine yüzer lira alacakları mukabilinde terhin edilip birinin alacağı oian yüz lira tediye edilmekle saat diğer dâyinin yanın­da kalıp taksir yüzünden zayi olmakla zaman-ı gasb lâzım gelse bakılır: Eğer saatin terhin zamanındaki kıymeti iki yüz, zayi olduğu samandaki kıymeti de iki yüz veya daha ziyade ise ikinci dâyin, bu kıymeti zâmin olur, yüz lirasını alacağına mahsub eder, yüz lirasını veya daha fazlasını da râhine verir. Bi­rinci dâyine bir şey lâzım gelmez. Fakat bu saatin kıymeti terhin = Kabz 2a-manında iki yüz elli, şayi olduğu zaman iki yüz lira ise ikinci dâyin, bu iki yüz lirayı zaman-ı gasb ile zâmin olmakla beraber elli lirayı da birinci dâ-yün ile nısfıyyet üzere zamanı rehn ile zâmin olurlar. Bu ziyada âfet-î. sema-viyye üe telef olmuş gibi sayılır. Binaenaleyh birinci dâyinin kabz etmiş oldu­ğu yüz liradan yirmi beş lirasını râhiae iade etmesi icap eder.

te renin Binaenaleyh râhin vefat edince bakılır: Vârisleri mükellef kimseler Iseonun

zım gelir. Amma vârisler çocuk veya mecnun gibi gayrı mükellef iseler veya mükellef olup da gaib, yani: sefer müddetinden uzak bir yerde iseler mütevef­fa râhinin vasiyyi muhtarı veya vasiyyi mensubi mürtehinin izniyle rehni se­meni misliyle satar, bununla borcu tediye eder. Fakat mürtehin. razi veya reh­nin semeni borca kâfi olmadıkça, rehin satılamaz. Çünkü rehnin semeni bor­ca kifayet etmediği takdirde ileride kıymetinin artması mülâhazasüe bu rehni sattırmakdan imtinaa mürtehinin hakkı vardır.

Mürtehin vefat edinde de rehin, onun varisleri yarunda yır.c rehn olarak kalır (Bezzaziyye, Mecelle, Dürerülhükkâm).

üikî'lere göre de rehnîn başlıca hükmü, mürtehinin hakkını r^hindon istifa etmesi ve bu istifa zamanına kadar rehni elinde hapis edebilmesidir. Kâhin borcunu ödemek için rehni satmaktan imtina ederse hâkim, satar.

Râhin gaib oîub borç ile rehin sabit olunca da-hâkim» rehni satar, velev-ki râhinin rehinden başka bir mahnı satmak evlâ olsun. Çünkü mürtehinin hakkı rehnin aynine taalluk etmiştir.

Kâhin refeni satmaktan imtina etmekle hâkim tarafından hapis, darb edi­lemez, tehdit de edilemez.

Bir şahsın borcuna mukabil oîan bir rehin, o şahsın elinde kıymeti borc­dan fazla olduğu halde telef olsa bakılır: Eğer o rehin, kabili ihfa bir şey olup telef olduğuna dair beyyine buunmazaa o'mürtehin olan şahs, bunun ta-

mam kıymetini zâmin olur. Fakat kabili ihfa bir şey olmaz veya olduğu halde telefine dair beyyine bulunursa bu telefden dolayı mürtehme hiç bir şey lâzım gelmez, bunun mukabilinde borç da sâkit olmaz.

Kabili ihfa olan bir mal. iki şahsa terhin edildiği halde birinin elinde iken telef olsa da bu teîef hakkında beyyinesi bulunmasa elinde bulunan şahsın ala­cağı mukabilinde telel olmuş olur, f azasını ikinci mürtehine zâmin olmaz. Çün­kü bu vaziül'yed olan rnürtehin emindir. Bu halde ikinci mürtehin râhine mü­racaat eder, alacağını ondan ister alır veya kendisine başka bir rehin verilir.

Bir kimse, bir alacağı mukabilinde libas gibi bir malın yarısını rehin aîdı-ğı halde o malın tamamını kabz etse de o mal elinde telef olsa bunun kıyme­tinin yarısını zâmin olur, yansı hakkında mütemen bulunur.

Borcun bir kısmı tediye edilse veya râhine hibe veya tasadduk edilse de karşılığı olan rehin, müteaddit olsa bile yine tamamen mütebaki borç muka­bilinde rehin olarak kalır. Çünkü rehinlerden her biri, her cüz'ü; borçların her biri ve her cüz'ü mukabilinde rehindir. Maamafih olabilir ki, fiatlerinde noksanlık vukua gelir,_ rehnin bir kısmı mütebaki borca kifayet etmez. Reh­nin bir kısmı büistihkak zabt edildiği takdirde de bakiyyesi borcun tamamı mu­kabilinde rehin olarak kalır.

Mürtehin, elinde bulunan rehnin telef olduğunu veya sirkat edildiğini veya ihtirak ettiğim iddia etse bakılır: Eğer rehin; silâh, siyab, huîiyyat gibi ihfa-sı kabil şeylerden olduğu halde mürtehinin bu iddiasına beyyinesi bulunmazsa veya bir şahidi olduğu halde yemin etmezse bu rehni zâmin olur. Yani; Bunun imsliyyattan ise mislini ve kıyemiyyattan ise irtihan edildiği veya zıyaı iddia olunduğu gündeki kıymetini râhine öder. Velev ki borç ödenmiş veya râhine hibe edilmiş olsun. Velev ki mürtehinin beraeti evvelce meşrut bulunsun. Çün­kü bu beraet, bir şeyi vücubundan evvel ıskat demektir ki, muteber olmaz. An­cak eşhebe göre böyle'bir şart mevcud olunca mürtehine zaman lâzım gelmez.

Fakat rehin, mürtehinin değil, eminin elinde bulunmuş ise veya rehin, meyva ve ekin gibi olub mevzıları olan ağaçta veya tarlada bırakılmış ise ve­ya rehin, mürtehinin elinde olduğu halde akar, köle gibi kabili ihfa bulunmayan bir şey ise veya mürtehinin iddiasına beyyinesi mevcud ise veya rehnin bulunduğu yer yanıp rehnin de kısmen muhterik olduğu görülüb bilinmekte bu- ' lunmuş ise mürtehine zaman lâzım gelmez. Velev ki râhin, bu hallerde de mürtehine zamanın sübûtunu şart koşmuş olsun.

Maamafih mürtehin, iddia ettiği bu telef veya ziya veya ihtiraktan dola­yı tahlif de olunur. Bunların ketm ve setr edilmeyip telef, zayi veya muhterik olduklarına dair yemin eder, yeminden kaçınır ise hapis edilir, hapis uzayınca iddiası diyaneten kabul olunur, kabili ihfa olmayan rehinden dolayı kendisine yine zaman lâzım gelmez (Muhtasarı Ebizziya, Şerh-i Ebilberekât, Düsûkî).

(Şafiî'lere göre de rehnin hükmü, borcun tediyesine kadar mürtehinin reh-ne müstahik olmasıdır. Şöyle ki: Rehin kabz ile lâzım olunca onu yanında tut­mak hakkı mürtehine ait olur. Ancak râhinin intifa etmesi için icab eden yer­lerde rehn muvakkaten râhine verilir. Rehnin fekki, râhinin borcundan her­hangi bir veçhile beri olmasiyle husule gelir. Borcdan bir miktarı baki olduk­ça rehin, münfek olmaz. Meğer ki mürtehin razi olsun.

Maamafih bir borç mukabilinde merriun olan bir tereke, mürtehinin fes-hiîe münfesih olarak rehniyyetten çıkmaz. Çünkü rehin, ölünün zimmetinin borcdan beraeti maslahatı içindir, bu maslahat ihlâl edilemez.

Merhun mürtehinin elinde emanettir. Kabili ihfa olsun olmasın bunun âfet-i semaviyye ile telef oîmasile rehniyyet bâtıl olur, fakat borcdan bir şey sakıt olmaz. Mürtehine taaddisi bulunmadıkça zaman lâzım gelmez. Nitekim vedia­da da hükm böyledir.

Borcun vakti hulul ettiği halde tediyesi cihetine gidilmese veya rehnin bo­zulmasından korkulsa rehnin satılması lâzım gelir. Rehn satılınca semeninden en evveî mürtehinin alacağı verilir. Çünkü onun hakkı sair alacaklılardan ev-, vel rehne taallûk etmiştir.

Rehni mürtehinin izniyle Tahin veya vekili satar. Mürtehin izin vermezse hâkim, mürtehine «Ya izin ver veya râhini alacağından ibra et.» diye emre­der. Bilâkis rnürtehin satılmasını istediği halde râhin, rehnin satılmasından kaçınsa hâkim, kendisine «Ya borcunu ver veya rehni sat.» diye emreder. Râ­hin bu kaçınmasında ısrar ederse, hâkim, mürtehinin zararını def için rehni satarak borcu öder.

Rehin verilen bir köle veya bir hayvan kısas veya diyeti müsteîzim ola­cak surette bir ecnebi hakkında cinayette bulunsa bu rehne ilk evvel mecniy­yünaleyhın hakkı taallûk eder, artık bu rehin hakkında kısas icra edilse veya bu rehin diyetten dolayı satılsa rehniyyeti bâtıl olur. Meğer ki satıldığı tak­dirde semeninden fazla bir şey kalsın.

Mecniyyünaleyhın hakkı bu rehnin şahsına taallûk etutiği halde mürtehi­nin hakkı yalnız buna değil, râhinin zimmetine de taallûk eder, bu cihetle mür-tehinin hakkı herhalde mahfuzdur. Binaenaleyh mecniyyünaleyhin hakkı tak­dim olunur. Çünkü rehnin şahsiyeti mürtehine tahsis edilse mecniyyünaleyhin hakkını istifaya muhal kalmamış olur (Tuhfetülmuhtaç).

(Hanbeîî'lere göre de mürtehin, kabz etmiş olduğu rehin üzerinde bir hakk-ı hapsi, bir imtiyazı vardır. Fakat rehn henüz kabzedümeden râhin ve­fat etse vârisleri kabza izin vermeğe mecbur olmazlar. Fakat izin vermek is­tedikleri takdirde bakılır: Eğer müteveffanın- başka borcu yok ise vârislerinin bu İzne salâhiyeti olur, fakat başka borcu da bulunursa vârisleri rehni mürte-

hine tahsis edemezler. Çünkü bu takdirde mürtehinin lüzûm-u hakkından evvel terekeye sair alacaklıların da hakları taallûk etmiştir. Bir, de rahmin başka malı bulunmazsa zekâtım merhundan çıkarıp vere­bilir. Veîev ki mürtehin izin vermesin. Çünkü zekât, bu merhunun aynine ta­allûk etmiş olur. Nasıl ki cinayet işleyen merhun bir kölenin vereceği diyet de

Rehin, telef olsa yerine başka rehin vermeğe rahim mecbur oîmaz,  Eehin, mürtehinin taaddisi ve taksiri olmaksızın telef olsa mürtehin  Fakat rehn, mürtehinin taaddisi veya taksiri neticesinde telef olursa

Gaib oîan bir râhinin hükmü, hasır olup borcunu Ödemekten imtina eden bir râhinin hükmü gibidir, Binaenaleyh bu haîde hâkim, rehn satarak borcu tahin ile mürtehinden biri vefat etse, vârisleri yerine kaim olur.

(Zahirîlere göre de rehin, jorariehmin elinde borcunu istifa edinceye ka­dar mahbus bulunur. Râhin, borcunun bir kısmını verse bunun mukabilinde rehnin bir kısmını istirdad edemez. Çünkü rehnin tamamı borcun tamamı mu­kabilinde terhin edilmiştir. Borcun bir'kısmının sükutiyle rehnin bir kısmından

Mürtehin, rehnin bozulmasından korkarsa hâkime müracaat ederek o ren-ni sattırması vacib olur. Hâkin), rehin satınca semenim gaîb ise râhin namına tevkif eder, borcun zams.iu hulul etmiş ise mürtehine alacağını bundan verir, Hâkime müracaat kabil olmayan bir yerde mürtehin. bu rehni satabilir.  Bir malın siyama meydan Vermez. Bu bir teavün kabiîinden âyet: kerimesi bunu Batıktır. Rehnin semeni, rehinden başkadır. Rehin, merhun hakkında akd edilmiş­tir, semeni hakkında değil. Binaenaleyh bu semen, râhinin sair emvali gibi bir

Kâhin veya mürtehin vefat-edince rehin bâtıl olur, Rehni mürtehin vefat edince rahme, râhin vefat edince vârislerine reddetmek lâzım gelir. 'Müeccel olan borç, muaccel olur. Rehnin semenine mürtehin, sair garimlerdert ehak

Rehin; mürtehinin hakkıdır, vefat edince vârislerine, garimlerien intikâl etmez. Çünkü yalnız emval mevrûs olur, emanetler vekâletler, vasiyetler gibi emval kabilinden olmayan haklar mevrûs olmaz.

Eâhin ölünce de rehin bâtıl olur.-Çünkü mürtehin, râhin ile akd-i rehnde bulunmuştur, vârisleriyle değil Rehin telef olunca mukabili olan borç alâha; lihi kalır, sâkit olmaz. Ebû Sevr, Ebû Süleyman da buna kaüdir.

Bir taifeye göre rehn, teîef olunca mukabilinde borç tamamen sâkit olur, Borcun miktarı, rehnin kıymetinden gerek fazla ve gerek noksan olsun, râhin ile mürtehinden biri diğerine bir şey zâmin olmaz. Hasen-i Basrî, tbrahimi Ne-haî, Şüreyh, Şâbî, Zühri, Katade buna kaildirler (Elmuhallâ).

82 - : Rehni fâsid ile kabz edilen mal, boredan mukaddem teslim ve te­sellüm edilmiş olunca rehn-i sahih ile kabz edilen mal hükmünde olur. Şöyle ki: Bir kimse, bir şahısdan istikraz edeceği bir meblâğ mukabilinde o şahsa bir malım fâsiden terhin edib sonra da o şahıs bu meblâğı o kimseye itâ et­se de badehu bu rehin mürtehinin elinde telef olsa kıymeti miktarı borç sâkit olur. Ve mürtehin bu rehne râhinin gerek hayatında ve gerek vefatında sair alacaklılarından ehak bulunur. Yığ sHİlin borcunu tamamen ödemedikçe bu- reh­ni fesadına mebni istirdada kıya demez.

83 - : Rehn-i fasidin kabzı borca takaddüm etmezse hakkında rehn-i sa­hih hükmü carî olmaz. Bir kimsenin istikraz ve kabz ettiği bir para raukabi-.linde bilâhare bir malını fâsiden terhin etmesi gibi. Bu takdirde akd-İ rehn fesh edilince mürtehin alacağını alıncaya kadar bu rehni hapis edemez. Ve râhin vefat edince mürtehin bu rehne râhinin sair alacaklılarından ehak ol-mas (Hindiyye, Ankaravî).

84 - : Rehn-i' bâtıl ile kaba edilen .mal, mürtehinin veya adlin elinde sırf emanettir. Binaenaleyh taaddisi-veya takâiri bulunmaksızın telef olsa mukabi­linde borç sâkit olmaz, kabz edene zaman lâzsm gelmez. Ye bu rehni râhin dileaıgı saman olursa, kıymetini zamanı gasb ile sâmirs olur (CamiüTmusuleyn, Reddimuhtar).

(Malikî'lere göre de bir malın meçhul bir müddetle veresiye satılması gi­bi fâsid bir beyi'den veya borç alınan ceyyid bir para yerine redî para yeril­mesi gibi fâsid bir karzdan dolayı rehin verilmesi meşrut olmakla bunun lüzu­mu zannedilerek terhin edilen mal, geri alınabilir, velev ki mebi telef olmuş-olsun. Bu, bir rehn-i fâsiddir. Şu kadaî var ki, böyle bir lüzum olmadığı hslâ& bu rehin verilse de sonra mebi telef olsa o rehin müşteri üzerine lâzım gelen misli veya kıymet mukabilinde rehn olarak kalır (Şerh-i Ebiiberekât, Düsûkî).

(Şafiî'lere göre fâsiden akd edilen rehinlerde zamanın lüzumu ve adem-ı

 Râhln, mürtehinin imi bulunmadıkça rehni başkasına terhin edemez. Bu terhin bâtıldır. Birinci mürtehin, bunu dâva ederek istirdad edebilir, tkinci mürtehinin elinde telef olsa misliyyattan ise mislini, kıyemiyyattan se kıymetini tazmin ettirir ve bu bedcî rehin yerine kaim olur (Reddimuhtar).

86 - : Mürtehin de râhinin izni olmaksızın rehni başkasına terhin edemez. Edecek oisa râhin, bunu birinci mürtehinin huzurunda ikinci mürtehinden dâ~ m ederek istirdad ederek birinci mürtehinin yanında rehniyyette ibka eder. Bu rehin ikinci mürtehinin elinde telef olmuş olsa râhin muhayyer oîur, bunu İilerse birinci ve dilerse ikinci mürtehine tazmin ettirir. Birinci mürtehine tazmin ettirirse onun yapmış olduğu bu terhin nafiz olur. Çünkü bu zaman ile 3 rehne malik olmuş bulunur. îkinci mürtehine tazmin ettirirse ö da birinci mürtehine rücu eder, ondan hem alacağını, hem de bu rehnin zâmin olduğu bedelini alır (Reddimuhtar, Hindiyye).

87 - : Râhin, mürtehinin izniyle rehni başkasına terhin ve teslim edebi­lir. Bu halde evvelki rehin bâtıl, ikinci rehin sahih olur. Bundan sonra merhun ikinci mürtehinin elinde telef olsa birinci mürtehinin alacağından bir şey sâ-kit olmaz.

Mürtehin dahi râhinin izniyle rehni başkasına terhin ve teslim edebilir. Bu takdirde birinci rehin bâtıl, ikinci rehin bir rehni müstear kabilinden olarak sahih olur. Şu kadar var ki, râhinin izni bir şart ile, bir^ayd ile mukayyed ise mürtehinin    ona riayet etmesi lâzım gelir (Kindiyye).

88 - : Mürtehin, râhinin rızası olmaksızın rehni satsa bu, bir bey-i fu­zûlî kabilinden olur. Binaenaleyh râhin muhayyerdir, dilerse bu bey'i fesh eder, dilerse icazet şartlan mevcud olduğu halde icazet vererek bu bey'i ten- , fiz eîyer. Fesh takdirinde bakılır: Satılan rehn mevcud ise râhin onu müş­terinin elinden alarak yine rehn olmak üzere mürtehine teslim eder, telef ol­muş ise râhin onun kıymetini isterse müşteriye ve İsterse mürtehine tazmin ettirir.

89 - : Râhinin izniyle mürtehinin rehni satması sahih ve nafizdir. Hattâ râhin mürtehine «Rehni tellala ver satsın da hakkını al.» demekle mürtehin tellala verip elinde merhun telef olsa mürtehine zaman lâzım gelmez.

Kezalik: Hehnm fesadından korkulur da hâkime müracaat mümkün bulun­mazsa mürtehin rehni satabilir (Lisanül'bükkâm, Dürerül'hükkâm).

90 - : Râhin «Filân güne kadar borcumu ödemezsem rehnî satıp seme­ninden alacağını al.» diye mürtehini tevkil etse de o günde borcunu ödeye-mese mürtehin o rehni satarak alacağını istifa edebilir. (Ali Efend fetavası). Fakat râhin, mürtehinin rızası olmaksızın rehni satamaz, satacak olsa nafiz olmaz, mürtehinin hakk-ı hapsine halel gelmez bu bey'in nefazı mürtehinin iz­nine mevkuf bulunur. Fakat borç Ödenirse veya mürtehin râhini ibra ederse

veya bu bey'e icazet verirse bey'i nafiz olur, rehin rehniyyetterı çıkar, mür­tehinin rehni teslim etmesi lâzım gelir.

İcazet tadirinde borç hali üzere kalır, satılan merhunun semeni bu borç mukabilinde rehin olur, velev ki henüz müşteriden kabs edilmiş olmasın. Her ne kadar mebiin semeni kabz edilmedikçe deyn olub iptidaen rehn edilmezse de tebean rehn edilebilir. Esah olan kavle göre bu semenin rehn olmasını ica­zet zamanında şart koşmaya da lüzum yoktur.

Amma mürtehin bu bey'e icazet vermezse müşteri muhayyer olur. Diler­se rehnin fekkine kadar belker, dilerse hâkime müracaat ederek bu bey'i fesh ettirir. Mebiin merhun olduğuna evvelce muttali bulunmuş olsun olma­sın müsavidir. Bunu kendisi fesh edemez (Haniyye, Hindiyye).

91 - : Râhin ile mürtehinden her biri diğerinin izniyle rehni başkasına ariyet verebilir, sonra her biri onu rehniyyete iade edebilir,

Müsteîr, rehne vaz-ı yed edince rehin mürtehinin zamanından çıkar, ar­tık müsteîrin elinde telef olsa mukabilinde mürtehinin alacağından bir şey sâ-kit olmaz. Çünkü rehnin mazmun olması, mürtehinin kabzı itibariyledir, kabz ise mün'kazi olmuşdur.

Fakat bu merhun rehniyyette baki olduğundan mürtehinin bundaki hakkı berdevamdır. Zira iare bir akd-i lâzım olmadığından akd-i rehni İptal etmez. Binaenaleyh müsteîrin elinde iken râhin vefat edip bir takım alacaklıları bu­lunsa bu merhuna mürtehin sair alacaklılardan ehak olur. Bu hususda idâ da iare hükmündedir (Hindiyye, Haniyye, MecmaüTenhür).

92 - : Râhin ile mürtehinden biri diğerinin izniyle merhunu başkasına kiraya verse veya hibe veya bey' etse merhun rehn olmaktan çıkar, yeniden akd yapılmadıkça rehniyyete avdet etmez.

îcare suretinde bedel-i icar râhine aid olur. Fakat mürtehin merhunu râ­hinin izni olmaksızın bir kimseye icar etse ücret kendisine aid olursa da tiyb olmaz. Bu halde merhun müstecirin elinde telef olsa mürtehin bunu zaman-ı gasb ile zâmin olur.

93 - : Kâhin, mürtehinin izni olmaksızın merhunu başkasına kiraya ver­se mürtehin muhayyer olur, dilerse icazet verir, o halde rehn bâtıl, bedel-i icare râhine aid olur ve dilerse muhayyer olmayıp merhunu rehniyyete iade eder.

94 - : Râhin, rehni mürtehine icar edip icare namına yeniden kabz bu­lunsa rehn bâtıl olur. Artık icare müddeti esnasında bu mecur telef olsa ema­net olarak telef olmuş olur, mukabilinde mürtehinin alacağı sâkit olmaz.

95 - : Mürtehin, merhunu râhine iydâ veya iare edebilir. Meselâ : mer­hun araziyi ziraat etmek veya merhun hanede âriyeten oturmak için bunları râhine iare edebilir. Bu takdirde rehn mürtehinin zamanından çıkar, râhinin elinde telef olursa boredan bir şey sâkit olmaz. Fakat merhun yine rehniyyet-

te baki olduğundan râhin vefat etse mürtehin, bu merhuna râhinin sair ala­caklılarından yine ehak olur, mürtehin hakkını tamajnen almadıkça bu reh ne başkaları müdahale edemez.

Amma râhin, merhunu mürtehine icar edemez. Ederse akd-i rehn bâtıl olur. (Döter, MecmaüTenhür, Dürrümuhtar).

96 - : Mürtehin, râhinin izin ve ibaresiyle rehni istimal eder, meyva ve süd gibi hâsılatını alabilir. Hattâ bu istimal zamanında merhun tam emanet mahiyetini ahr. Telef olursa mukabilinde borç sâkit olmaz. İstimalden sonra telef olursa yine samanı rehn ile mazmun olur. Bu istihlâk edilen hâsıîatin mukabilinde borcdan bir §ey sâkit olmaz. Ancak istikraz edilen bir meblâğ mukabilinde verilen rehnin hâsılatından roukriz olan rnürtehinin istifade etme­si, akd-i rehn esnasında şart kılınırsa bu, bir nevi ribâ olacağından mekruh görülmüştür. Fakat böyle şart kılınmamış olunca bilâhare rahmin izniyle bun­lardan istifade etmekte dlyâneten bir beis yoktur (Hindiyye, Ebüssuûd).

râhinin izni olmadıkça rehinden istifade edemez. Me­selâ ; Merhun hanenin içinde oturamaz, bahçe ise meyvasmi alıp yiyemez, hayvan ise südünden veya rükûbundan istifade edemes, kitap ise mütalâada bulunamaz. Çünkü mürtehinin hakkı merhunu hapisden ibarettir, ondan inti­fa değildir. Şu kadar var ki. bu istifadeden dolayı mürtehine .bir ücret lâzım gelmez. Velev ki merhus, müaddün liristiglâî bulunmuş olsun. Ancak bu veç­hile istimal ile rehn telef olursa veya kıymetine noksan gelirse mürtehin bun­ları zâmin olur. Meselâ; Mürtehinin bilâizin râkib oduğu hayvan bu rükûb ha­linde telef olsa tam kıymetini tasmin etmesi lâzım gelir,, (Mecmaül'enhür, Ten-virûlfebsâr).

97 - : Evvelce de beyan olunduğu üzere asıl rehn ile beraber ondan mü-tevellid ziyade de merhun olacağından bunların mecmuu deyne mukabil bu­lunur. Yani : Borç asi rehnin yevnri kabzmdaki  kıymetiyle bu ziyadenin yevm-i istihlakindeki kıymeti mukabilinde mazmun olur. Binaenaleyh asıl mer­hun mürtehinin elinde telef Gİsa borcdan buna mukabil olan miktarı sâkit, olur, ziyadeye mukabil olan miktarı sâkit olmaz, belki mürtehin bu ziyadeyi rehn olarak elinde tutar.     

Meselâ : On lira mukabilinde terhin edilen sekiz lira kyımetindeki bir ko­yunun iki Ura kıymetinde bir kuzusu teveîlüd etmiş bulunsa bu koyunun te-lefiyle borcdan sekiz lira sukut eder, kuzu mukabilinde iki lirası kalmış olur. Bu kuzu da telef olsa veya istihlâk edilse o iki lira da sâkit olur.

98 - : Fakat mürtehin telef olmuş olsa Kuranım Juymetine

 kuzuyu rahmin izniyle kesip yemiş, sonra da koyun  koyunun kıymetine isabet eden sekiz Ura sâkit olur.  eden mütebaki iki lirayı ise mürtehin râhinden alabilir. Çünkü bu kuzuyu her ne kadar mürtehin yemiş ise de râhnin izniyle ye­miş olduğundan bunu râhin itlaf etmiş sayılır (Ebüssuûd, Ankaravi).

99 - : Mürtehinin izni olmadıkça râhin dahi rehinden intifa edemez. Bu intifa rehne muzir olsun olmasın. Çünkü rehnin hükmü, hapistir. Bu intifa ise hapse münafidir Şerh-i mecma*).

100 - : Mürtehn, başka yere gideceği zaman yolda emniyet mevcud olup râhin tarafından menedümemiş olunca rehrıi beraber götürebilir. Velev ki gö­türmesi meunete muhtaç olsun. Bu meunet = Masraf mürtehine aid olur.'

Bu mesele, İmamı Azama güredir, İmameyne göre ne mürtehin, ne de adi, rebni başka "yere götüremezler. Hattâ deniliyor kî; Merhuhun rehn edildiği beldede hıfzı râhin tarafından şart koşulmuş olsa bu şart, bazı fukahaya göre muteberdir, bazı fukahaya göre de muteber değildir (LisanüThükkâm, Anka-ravî, Reddirriuhtar).

101 - : Râhin; rehnin nemasından, menafimden mürtehinin istifadesine izin verdikten sonra bundan dönebilir. Fakat râhin, her ne zaman mürtehi-ni bu istifadeden ır.enederse mürtehinin müstakbei bir izin ile bu istifadeye mezun olduğunu söyler, mürtehin de bunu kabul ederse artık borç verilince­ye kadar mürtehin bundan istifade edebilir. Meselâ : Merhun hanede otura­bilir (Hindiyye).            

(Maliki1 lere göre*râhin. merhunda tasarrufatta bulunamaz, merhun üze­rinde eîinin cevelâm caiz olmaz, bu rehniyyete münafidir (Şerh-i Kebîr). îmam Maîik'e göre mürtehin, akar ve arazi kabilinden olan bir rehnin men­faatini bir müddet için kendisine aid olmayı şart koşabilir. Bu şart hayvan ile elbisede ve uruzda    ise mekruhtur (Elmuhallâ).

(Şafiî'lere göre râhin, merhunun kıymetini azaltmıyacak surette merhun-dan intifa edebilir, buna hakkı vardır, Meselâ : Merhun hayvana şehir içinde binebilir, merhun hanede ikamet edebilir. Bu intifa için merhunun mürtehin-den istirdadına hacet görülürse istirdad edilir. Mürtehin de rahim töhmeti) görürse bu istirdadına işhatda buiunur.

Râhin. merhunun üzerine bina yapamaz, ağaç dikemez. Bunları yapacak olsa borcun zamanı hulul etmedikçe bunlar sökülüp atüamaz. Borcun zamanı gelince bakılır: Eğer bunlar ile meşgul arsanın kıymeti borca kifayet etmez de bunlar kaldırılınca arsanın kıymeti artacak olursa borcu tamamen Ödemek için bunların kal-u ref'i vücuben lâzım geîir. Meğer ki râhin borcunu başka malından tamamen ödesin (Tuhfetüi'muhtaç).

(Hanbelî'lere göre mürtehinin izni olmadıkça râhin, mürtehinden intifa edemez, meselâ: Merhunu icareye veremez, istihdam edemez. Mürtehin izin verince de bundan bilâhare rücu edebilir.

Borcun henüz vakti hulul etmiş olmayınca râhin. merhun yer üzerine ağaç

dikebilir. Çünkü borcun tediye zamanına kadar bu yerin menfaatini tatil et­mek, malı tazyi demektir ki, bundan nehî olunmuştur. Fakat borcun zamanı hulul etmiş ise râhin, ya borcunu hemen vermeğe veya merhunu satmaya mec bur olacağından bu ağaç dikmeğe mahal yoktur (Keşşafülkma). îmam Ah-med'e ve tshak'a göre mürtehin, merhunun südünden istifade edebilir (E3-muhallâ).

Zâhirî'lere göre rehnin menafii terhinden evvel olduğu gibi yine râhine aiddir. Merhun hayvanın südü ve rükûbu da böyledir. Meğer kî râhin bu hay­vana infakda bulunmasın. O halde mürtehin yapacağı infak mukabilinde bu hayvanın südünü alır, üzerine râkib olabilir, mukabilinde alacağı sâkit olmaz.

Râhin, merhunu kiraya verebilir, zuhura gelecek semerelerinden yiyebi­lir, cariyesi ise istifraş edebilir, akar ise içinde oturabilir, hayvan ise yünü­nü alabilir. Çünkü merhun rehn sebebiyle râhînin mülkünden çıkmış değildir. Artık râhin kendi malından intifadan menedilemez. Elverir ki merhun, mür-tehinin elinde bulunmasın, onu rizası olmadıkça veya borç ödenmedikçe râ-hinin mülkünden çıkarmaya salâhiyeti bulunmasın.

Mürtehin ise râhînin rizası olmadıkça merhundan istifade edemez. Nite­kim bir   hâdis-i s.erfde buyurulmuştur: Yani: Sizin kanlarınız ve mallarınız sizlere haksız yere-helâl olmaz, haramdır (El-muhallâ).  [13]                                                       

 

Yed-İ Adlde Ulam Rekinlerin Hükümleri :

 

102 - : Râhin ile mürtehin, rehni emniyet ettikleri bir kimseye tevdi et­mek üzere mukavele edip o kimse de razı olarak kabz etse sahih ve bu kabz ile rehin tamam olur. Bu kimseye «Adî» denir.

103 - : Adlin eli, mürtehiıtin eli gibidir.

Binaenaleyh adi, mürtehin makammakaim olub rehni mürtehn gibi hıfz eder. ehin, bu adlin elinde telef olsa rnürtehinin elinde telef olmuş gibi olur. Adlin taaddüdü de caizdir (Muhit, Hindiyye).

104 - : Adlin eli bir bakımdan da rahmin eli gibidir.

Meselâ: Merhunun râhin yanında gasben bulunduş olduğu tahakkuk etse adlin elinde de gasben bulunmuş sayılır. Binaenaleyh bu merhun adlin elinde telef oldukdan sonra tnüstahikki zuhur etse muhayyer olur. Bunun bedelini dilerse râhine ve dilerse acile tazmin ettirir. Adle tazmin ettirince o da bunun­la râhine rucu eder, rnürtehine rücu edemez (Ebüssufid).

105 - : Rehin akdedilirken merhunu müntehinin kabz etmesi şart edil­miş olsa da badehu râhin ile mürtehin ittifak ederek rehni yedi adle vaz ede­bilirler. Bunların bu ittifakları akd-i rehnde terazileri gibidir. Çünkü  iptida-i

akdde adlin mürtehin makamına kaim olması caiz olduğundan bekaen de ca izdir (Muhît-i Serahsî).

106 - : Merhunun yed-i adle vaz edilmesi akd zamanında şart edilmeyip bilâhare merhun mürtehin ile râhinin rizalariyle yedi adle tevdi edilse o mer­hunu yalnız mürtehin, râhinin rizası olmaksızın adîden alabilir. Fakat râhin, mürtehinin İzni olmadıkça alamaz. Çünkü mürtehin, merhunu zaten kendi elin­de tutmaya salâhiyeti olmakla bunu muvakkaten tevdi etmiş olduğu adiden ge­ri alabilir. Fakat râhinin borcunu ödemedikçe rehni mürtehinden almaya salâ­hiyeti olmadığından adiden de almaya salâhiyeti olamaz (Reddimuhtar).

107 - : Mürtehin, rehni henüz kabz etmeden râhin adi tâyin edilemez.

Kezalik : Kefilin vereceği rehne mekfûlünanh adi olamıyacağı gibi mekfû-lünanhın vereceği rehne de kefili adi tâyin edilemez.

Kezalik : Müdaribin rehnine rebbülmâl, rebbülmâlin rehnine müdarib a'dl nasb edilemez.

Kezalik : Şirketi raufaveze ve şirket-i inan ile şerik olanlardan birisinin bu ticaret borcu için vereceği rehne diğer şerik adi tâyin edilemez. Yani: Akd edilen rehn bunlardan birinin adi sıfatiyle kabz eyîemesiyle tamam olmaz, Çün kü bu suretlerin hepsinde de birinin eli diğerinin eli gibidir, rehin başka bir ele teslim edilmiş sayılamaz.

Fakat merhun, icab ve kabul ile akdden sonra raürtehin tarafından kabz edilse de badehu bunlardan birine teslim edilse rehnin sıhhatine halel gelmez (Hindiyye, Dürerülhükkâm).

108 - : Akd-i rehin esnasında merhunun kendisine tevdi meşrut olan adi, borç baki cldukca rehni râhinin rizası olmadıkça mürtehine, mürtehinin riza­sı olmadıkça da râhine veremez. Verirse istirdad eder. Çünkü bu dehne hem râhinin, hem de mürtehinin hakkı taallûk etmektedir. Daha istirdad etmeden rehin telef olsa adî, onun misliyyattan ise mislini, kıyemiyyattan ise kıymetini zâmin olur. Zira kendi mezuniyetinin haricine çıkmakla taaddide bulunmuş­tur.

Adlin bu suretle tazmin edeceği şey kabz edildikten sonra râhin Ue mür­tehinin yine, ittifakıyle bu adlin veya sair bir adlin yanına bırakılır. Bunlar it­tifak edemezlerse müracaat edecekleri hâkim tarafından bir yed-i adle tes­lim edilir. Bilâhare borç râhin tarafından verilince adlin tazmin etmiş olduğu bedel kendisine aid olur, bunu kimin elinde ise ondan ister alır (Hindiyye).

109 - : Merhunu muhafaza etmekte olan adi vefat edince vârisleri kendi yerine kaim olamazlar. Râhin ile mürtehin, o rehni birriza başka bir adle veya hinin lecek bâtıl

kendilerinden birine tevdi ederler. Bu hususda ittifak edemezlerse mürtemüracaatı üzerine hâkim tarafından bir yed-i adle veya adaletçe müteadle muadil görülünce mürtehinin eline teslim edilir. Birinci adi rehni satmaya vekil bulunmuş olsa bunun ysrine ikame ediadl, bu vekâleti haiz bulunmuş olamaz. Çünkü vekâlet, vekilin vefatiyle olur (Hindiyye, Tatarhaniyye).

110 - : Adi merhunu emin olan bir kimsenin yanma tevdi edebilir. Fakat zaruret bulunmadıkça emin olmayan kimseye tevdi edemez. Ederse telefi zarnan-î gasb ile zâmin olur (Haniyye, Ankaravî}-Şafıî'lere göre de râhin ile mürtehin rehni hilittifak   başkasının yanma vaz

(Hanbeîflere göre de râhin ile mürtehin merhunu bir başkasının yanma vaz edebilirler. Bunun bir kişi olması caiz olduğu gibi müteaddid olması da caizdir. Bayie adi tâyin edilen kimsenin erkek, kadın, müslim, gayrı müsîim olması âa caizdir. Fakat caizüttasarruf olmayan bir kimsenin, meselâ bir ço­cuğun veya bir sefihin yanına vaz etmeleri caiz değildir. Bunlar mürtehinin vekili sayılamazlar, bunların rehni gabz etmeleri muteber olmaz.'

îki kişinin yanma vaz edilmesi meşrut bir rehn, bir kişinin yanma vaz edilemez ve bunlardan biri rehni yalnız basma hıfz edemez, birlikte hıfz et­meleri icab eder. Bunlardan biri rehni diğerine teslim etse telefi takdirinde yansını zâmin olur.

Kezalik : Adi, rehni râhin ile mürtehin me.vcud olduğu halde başka bir -şahsın yanına hıraksa da telef olsa bunu adî ile o şahıs zâmin olur.

Adi, rehni iade ettiği, mürtehin ile râhin de bunu almaktan imtina etmedi­ği halde hâkim, bu rehni bir eminin yanma bıraksa telefi takdirinde bunu hâ­kim ile o emin birlikte zâmin olurlar. Çünkü hâkim, bunu müstahikleri bulun­duğu halde başkasının yanma def etmekle taaddide bulunmuş olur. Emin de başkasının malım muktezi bulunmaksızın ahz ettiği için taaddide bulunmuş sayılır (Keşşafülkına). [14]

 

Mer.Hunün Satıl!B Satılamaması :

 

111 - : Râhin ile mürtehinden birisi   diğerinin izin ve rızası   olmadıkça rehni satamaz. Hattâ râhin borcu ödemek için rehni alıp satmak istese mür­tehin ona razi olmayabilir Çünkü borcunu alıncaya kadar rehni hapis etmeğe salâhiyeti vardır. (Tenkih-i Hamidî, Hindiyye).

112  - : Mürtehin, rahmin izni olmaksızın merhunu satsa füzûlen satmış olur. Râhin dilerse icazet verir ve dilerse bey'i fesheder, merhunu yine mür-tehine iade eder. Merhun müşterinin elinde telef olmuş olsa artık bey'e icazet verilemez. Bu takdirde râhin. onu dilerse müşteriye ve dilerse mürtehine taz­min ettirir (Dürerülhükkâm).

113 - : Mukabilinde rehin verilmiş olan bir borcun Ödenecek zamanı hu-

îûl ettiği haîde râhin bunu ödemekders imtina etse müracaat vukuunda hâkim tarafında «Borcunu öde» diye râhine emr olunur. Râhin borcu ödemez, rehnin satılmasından da kaçınırsa hâkim, rehni hakikî kıymetiyle satarak semenin­den borcu mürtehine öder.

114 - :Maamafih rehin, borç cinsinden ise mürtehin, alacağını bundan alabilir, bunda rahmin ması veya hâkimin kazası iktiza etmes (Haniyye). imtina ederse rehni saüp borcunu Ödeyinceye kadar hâkim tarafından ha­pis olunur. Yoksa bu rehni hâkim sata-mas. Çünkü medyun olan hürrü. hecir caiz değildir. îmarneyrae göre isesabik meselede beyan olunduğu üzere hâkim, rehni bizzat satabilir. Çünkü böyle bir medyunun hacri imameyne göre caizdr. müracaat eder. Hâkim de ya bizzat satar veya^.satması için mürtehine isin verir. Siyleru isteyebilir. Zira rehne malik bilinmezse mürtehin o rehve bulunursa râhin muhayyer olur,  mebii rehniyyete iade eyle?

rehni mürtehin, gaib oîan râhinin veya de mezkûr icazet şartları da mercızd

» bey'e icazet verir, dilerse bey'i fesh em mebi telef olmuş bulunursa mürtelnm onun

115 - : Eehn olan bağ ve bostanın meyva ve sebze gibi zevaid-i mütevel-Üdasi yetişse tele? olmalarından korkulsun korkulmasın bunlar hazır ise râiunin, gaib ise hâkimin izn ve rey'ile satılabilir. Fakat bunları râhinin veya hâ­kimin izni olmadıkça mürtehin satamaz. Çünkü mürtehin, rehni ve zevaidini hapse müstahiktir, bunları satmaya hakkı yoktur. Meğer ki hâdise hâkim bu­lunmayan bir yerde vücuda gelsin veya hâkimin reyini istihsâle mübaşeret takdirinde aradan günler geçerek zevaidin bozulub telef olması muhakkak bu­lunsun, o halde mürtehin bunları kendi kendine satabilir.

116 - : Fakat râhinin iznini veya hâkimin reyni istihsâl mümkün olduğu halde bunlar temin edilmeksizin mürtehin tarafından satılacak olsa mürtehine za­man lâzım gelir. Râhin muhayyer olur. Bunları dilerse mürtehine ve diler.se müşteriye tazmin ettirir. Çünkü mürtehin gasıb, müşter ide gasıbül'gasıb sa­yılır.

118  - : Mürtehin, merhun olan bağ ve bostanın meyvasını, sebzesini hâ­kimin emri olmaksızın toplayıp hıfz edebilir. Çünkü bu muamele merhunu mu­hafaza mahiyetindedir. Merhunu muhafaza ise mürtehinin hakkıdır. Şu kadar var ki, mürtehin bunları toplarken bağa ve ağaçlara noksan vermemek lâzım­dır. Noksan verirse bu noksan miktarı alalacağmdan sâkit olur.

119 - : Râhin, vakt-i edası hulul etmiş olan borcunu ödemek için rehni satmaya mürtehini veya adli veya vekâlete ehl olan diğer bir şahsı veya bun­lardan ikisini veya her üçünü tevkil edebilir, bu şahindir. Çünkü râhin, reh­ni bizzat satabileceği gibi buna başkasını da vekil tâyin edebilir. Artık râhin, bu vekili mürtehinin rizası olmaksızın vekâletten azl edemez. Bu vekâlet, ge­rek akd-i rehn zamanında şart edilmiş ve gerek akdden sonra icra kılınmış ol­sun müsavidir. Çünkü buna r örteninin hakkı taallûk etmiştir. Kezalik mürte­hin de bunu azl edemez. ZK-ı onu vekil tâyin eden, mürtehin değildir (Hidaye, Haniyye).

120 - : Rehni satmaya tt Tki3, borcun vakt-i edasının hululüne izafetle ca­iz olduğu gibi müneccezen de > aiz olur. Vekâletletle satılan rehnin semeni de yine merhun olur. Binaenaleyh bu semen, mürtehinin veya adlin elinde iken telef olsa bunun mikdarınca borç sâkit olur (Şerh-i Mecmâ*)-

121 - : Rehni satmaya vekil olan kimse, bunu bizzat satabilir, bunun için hâkimin reyini istihsâle hacet yoktur. Merhun gerek menkûl ve gerek gayrı menkûl olsun. Bunun semeni bu vekilin elinde veya müşterinin müflisen vefa-tiyîe zimmetinde telef olsa mürtehinin elinde telef olmuş gibi sayılır, mukabi li olan borç bu semen nisbetinde sâkit olur.

Kezalik : Rehni satmaya vekil olan adi, onu sattıkdan sonra semeninin elin­de telef olduğunu iddia etse tasdik olunur. Zira onun eli yed-i emanettir. Bu se­men, mürtehin üzerine telef olarak mukabilinde alacağı sâkit olur (Dürrehül-hükkâm).

122 - : Rehni satmaya vekil olan kimse, borcun vakt-i edası hulul edince rehni satarak semenini mürtehine teslim eder, ondan evvel satamaz. Satarsa nafiz olmaz. Vakti hulul ettiği halde satmakdan imtina ederse rehni satmak üzere râhine cebr olunur. O da satmaktan kaçınır inad ederse hâkim satar ve eğer râhinin varisleri gaib bulunursa rehni satmak üzere vekile cebr olunur. İnad ederse hâkim satar. Cebrin keyfiyeti, vekili hâkimin bir kaç gün haps­etmesinden ibarettir.

Râhinin veya mürtehinin vefatiyle veya tecennün etmesiyle bu vekil vekâ­letten mün'azil olmaz. Fakat vekil ölürse veya ifakati ümid edilemez bir halde tecennün ederse vekâlet bâtıl olur, hükmü kalmaz (Hindiyye, Ibni Nüceym).

123 - : Merhunu satmaya vekil olan adle bu hususda cebr edilip ediîemi-yeceği tafsilâta tâbidir. Şöyle ki: Bu vekâlet, akdi rehn zamanında meşrut ise vekil, merhunu satmaya mecbur olur, bilâhare icra kılınmış ise mecbur olmaz. Bu, îmam Ebû Yusuf'a göredir. îmam Muhammed'e göre ise bu ikinci takdir­de de vekil, rehni satmaya mecburdur. Esah olan da budur. Mecellede de bu kabul edilmiştir (Muhît-i Burhanî). [15]

 

Rehnlere Aid İhtilâflar :

 

124  - : Dâyin ile medyun rehn verilmiş olup olmadığında  ithilâf etseler söz, rehni inkçr edenindir. (Eşbah).

125 - : Rahin ile mürtehin, merhumun ibraz edilen mal olup olmadığında ihtilâf etseler söz, mürtehinindir. Çünkü kabız olan, odur (Reddimuhtar-.

126  - : Râhin, şu kadar borcu mukabilinde meselâ: Yüz lira kıymetli bir terhin ve teslim ettiğini dâva ve beyyine  ile isbat etmekle mürtehinin elli lira kıymetinde bir saat ibraz ederek rehnin bundan ibaret olduğunu iddia ey-îese bu sözü râhin tarafından tasdik edilmedikçe kabul olunmaz (Hindiyye).

127 :  Râhin, meselâ «Şu saati rehn ve teslim etmiştim.», mürtehin de «Şu bileziği rehn ve teslim etmiştin.» diye ihtilâf ve beyyine ikame etseler ba­kılır: Eğer bu saat ile bilezik mürtehinin elinde mevcud ise mürtehinin bey­yinesi tercih olunur. Amma saat ile bilezik telef olmuş ve bileziğin kıymeti sa­atin kıymetinden ziyade bulunmuş ise râhinin beyyinesi müreccah olur.

128  -  Mürtehin, meselâ «Şu saat ile şu bileziğin ikisini de rehn ve tes­lim etmiştin.» diye dâva, râhin de yalnız saati terhin ve teslim etmiş olduğu­nu iddia eylese söz, râhinindir. Mürtehinin beyyinesi tercih olunur. Çünkü zi­yade beyyinesi evlâdır (Haniyye).

129 - : Mürtehin, kabz etmiş olduğu merhunu râhine reddettiğini dâva, râhin de bu reddi inkâr etse söz, maâl'yemin râhinin olur. Çünkü râhni, mür­tehinin zamandan beraetini münkirdir.

130 - : Mürtehin, rehni badelkabz râhine reddetmekle onun elinde telef

pldu&unu iddiaf râhin de mürtehinin elinde iken telef olduğunu dâva etse söz, maâFyemin râhinin olur, çünkü reddi münkirdir ve râhinin beyyinesi tercih olunur. Çünkü râhinin beyyinesi ziyadeyi müsbittir. Yalnız mürtehin beyyine ikame ederse o da kabul olunur (Reddimuhtar, Bezzaziyye).

131 - : Mürtehin, rehnin daha kabz edilmeden râhinin elinde telef oldu­ğunu, râhin de kabz ettikten sonra mürtehinin elinde telef olduğunu iddia ey-îese söz, mürtehinindü-. Zira zamanı münkirdir. îkisi de beyyine ikame etse râhinin beyyinesi tercih olunur. Çünkü ziyadeyi müsbittir (Hindiyye, Bezza­ziyye).

132 - : Rehn beyyinesi,   vedia beyyinesine,    beyi beyyinesi ve hibe İle kabz beyyinesi de rehn. beyyinesine tercih olunur.

Binaenaleyh medyun, dâyine vermiş olduğu bir malı rehn olarak verdi­ğini dâva, dâyin de o malı kendisine medyun hibe etmekle kabz eylediğini id­dia eylese dayının  beyyinesi tercih olunur.

133 - : Eâhin, meselâ: yüz lira borcu olduğu halde bir malını terhin et­tikten sonra bu malı yalnız, elli lira mukabilinde terhin etmiş olduğunu iddia, mürtehin de tam yüz lira mukabilinde rehin vermiş olduğunu dâva etse söz, maâl'yemin râhinindir. Çünkü borcun tamamına rehin vermiş olduğunu mün­kirdir, (Haniyye).

134 - : Bir mal terhin edildikten sonra râhin, o malı meselâ: Yüs lira mukabilinde rehin vermiş olduğunu, mürtehin de elli lira mukabilnde terhin edildiğini İddia eylese rehn mevcud, kıymeti de yüz lira ise tehalüt carî olur. ikisi de yemin ederse rehn râhine red olunur. Tehalüfden evvel rehn telef ol­sa söz; mürtehinindir. Çünkü mürtehin, ziyade borcun sukutunu    münkirdir (Haniyye),

135 - : Mürtehin ile rehni bey'e vekil olan adî, meselâ:  Yüzyirmi lira mukabilinde merhun olan bir malın yüz liraya satıldığını iddia, râhin de yüz liradan fazlaya satıldığını dâva etse söz, adi ile mürtehinindir. Çünkü ziyade­yi münkirdirler. Râhinin beyyinesi tercih olunur. Amma râhin, bu bey'i in­kâr Ue rehnin bu vekil elinde telef olduğunu iddia edip rehnin kıymeti de bor­ca müsavi olsa söz, râhinin olur.

136  - : Merhunun meselâ : Yüz liraya satıldığını râhin, doksan liraya satıldığını vekil, seksen liraya satıldığını da mürtehin   iddia ettikde bakılır: Eğer seksen lirayı mürtehin kabz etmiş ise söz, mürtehinindir, râhinden yir­mi lira daha alabilir. Fakat beyyine ikame etseler râhinin beyyinesi tercih olunur. Çünkü ziyadeyi müsbittir.

137 - : Rehni satmaya vekil, rehni meselâ: Yüz liraya satıp bunu mür-tehine verdiğine dair beyyine ikame ettiği halde râhin de merhunun satılma-

yıp vekilin elinde telef olduğuna beyyine ikame etse râhinin beyyinesi kabul olunmaz.

138 - : Bir kimse, bir şahisdan istikraz etmiş olduğu meselâ: Yüz lira .mukabilinde yine yüz lira kıymetli bir malını terhin ve bunu satmaya o şah­si tevkil etmiş olmakla mürtehin bulunan o şahıs bu malı meselâ : Elli lira­ya sattığını iddia, râhin olan kimse de «Hayır bu malı satmadın, elinde telef oldu.» diye dâva etse bakılır: Eğer mürtehin, iddiasına beyyine ikEime ederse kabul olunur, ikame edemezse râhin, mürtehinin o malı sattığını bilmediğine tahlil olunur. Yemin ederse bu borç sâkit olur (Haniyye).

139 - : Hâhİn ile mürtehin, rehnin taksir neticesinde zayi olup olmadı­ğında ihtilâf, etseler, râhin taksir iddiasını ısbât edemezse   mürtehin, taksiri olmadığı hususunda yeminiyle tasdik olunur, rehnin kıymeti borcdan ziyade ise bu ziyade kendisinden istenilemez (AU Efendi fetavası).

140 - : Dâyin, medyunun resûli vasitasiyîe kendisine gönderilmiş olan rehni kabz ettiğini inkâr edip de medyun bunu isbat edememekle rehni resû-iinden taleb etse, resûli de «Ben senin emrinle götürüp dâyne verdim,» dese resul yeminiyle tasdik olunur. Çünkü medyunun emini bulunmuştur (Abdür-rahim fetavası).

141 - : Râhin gaib olub rehn yed-i adîde bulunmakla mürtehin, bu adlin rehni satmaya vekâleti bölündüğünü iddia, adi de bu vekâleti inkâr etse mür­tehinin ikame edeceği beyyine kabul olunur.

142 - : Rehni satmaya vekil olan adi, rehnin semenini kabz ile mürtehi-nirs teslim ettiğini iddia, mürtehin de inkâr etse söz, yeminiyle adlin olur. Çün­kü adi, emindir. Bu halde mürtehinin aiacağı sâkit olur.

143 - ; Râhin, borcun edası vakti henüz hulul etmediğini iddia, mürte-hindd hululünü dâva, etse söz, mürtehinlndii'. Zira borcun tecili, mürtehinden müstefad olur.

Fakat vekil tarafından satılması, müstakbel bir zamana izafe edûen bir rehn hakkında ihtilâf edüib mürtehin, meselâ: O zamanın şu ay bağında hu­lulünü iddia, râhin de daha sonraki ay başında hulul edeceğini dermeyan et­se söz, râhinin olur, Çünkü vekili satmaya taslit etmek, râhin tarafından müs­tefad olur.

144 - : Mürtehin, «Rehn bana bir aralık iare edilmişti, bu iare hükmiy­le istimal ettiğim zamanda telef oldu, binaenaleyh mukabilinde alacağım sâ­kit olmamıştır.» diye iddia, râhin de bu istimalden evvel veya sonra telef ol­duğunu ve binaberin borcun   sâkit olduğunu dâva etse söz, mürtehinindir.  Çünkü zamanı münkirdir. Râhinin de beyyinesi tercih olunur (Haniyye, Anka-ravî).

145 - : Mürtehin, merhunun telef olduğunu iddia, râhin de inkâr etse mürtehinin beyyinesi kabul olunur.    Beyyinesi bulunmazsa yeminiyle tasdik olunur. Binaenaleyh mukabilinde borç sâkt olur. Rehnin kıymeti fazla olsa mürtehin bunu zâmin olmaz (Tenkih).

146 - : Râhin, telef olan merhunun meselâ: Yüz lira kıymetinde oldu­ğunu, mürtehin de seksen lira kıymetinde bulunduğunu iddia etse söz, mür-tehinindir. îkisi de beyyine ikame etseler râhinin beyyinesi,    ziyadeyi müsbit olduğu için tercih olunur (Mülteka, Tenkih).

Rehnin telefi, rehnin intifaa salih olmayacak bir hale gelmesiyle olur.

147 - : Medyun, şöyle bir malım rehin vermiş olduğunu mürtehinin inkâ­rına mukarin dâva ettiği halde şâhidleri «Râhinin kendilerince meçhul bir şe­yi terhin ve teslim ettiğini gördüklerine» şehadet etseler bu sehadetleri mak­bul olmaz. Fakat medyunun bu iddiası üzerine şâhidleri «Mürtehinin rehn ola­rak bir mal aldığım iki ar ettiğine» şehadet edib bunu tarif ve tavsif edemese-ler bu sehadetleri makbul olur. Bu halde bu malın neden ibaret olduğunu be­yana mürtehin mecbur olur, bunda söz, mürtehinindir (Hindiyye).

148 - : Medhun, rehin verdiğini inkâr, dâyin de medyunun rehin verdi­ğini iddia etse bakılır: Eğer mürtehin «Şu malı rehn olarak kabul ve kabz et­tim.» diye iddiada bulunursa dâvası mesmu olur. Amma râhine karşı beyyine ikame edip de merhunu kabz eylediğini söylemezse dâvası sahih olmaz. Çün­kü rehnin tamamiyyeti kabza muhtaçtır.

149 - : Râhn ile mürtehin, merhun daha kabz edilmemiş iken mürtehin tarafından rehnin kabz edildiğinde   tasaddukda bulunsalar bu da kabz hük­mündedir. Artık râhin bu ikrariyle muahaze olunur. Hattâ şahidler   «Rehni mürtehinin kabz ettiğini râhin ikrar etti.» diye şehadette bulunsalar bu şeha-detleri makbul olur. «Kabz ederken gördük.» demelerine hacet yoktur. Veİev ki bu dâva esnasında merhun râhinin elinde bulunsun. Bu, kabzı isbata manî olmaz. Çünkü onun elinde âriyeten bulunmuş olabilir (Ankaravî).

150 - : Râhin, merhunun kıymeti kendisine ayıb âriz olmadan evvel me­selâ: Yüz lira idi diye dâva, mürtehin de bundan az olduğunu iddia etse râ­hinin beyyinesi tercih olunur.

Kezalik: Râhin, merhunu selim ve kıymeti şu kadar olarak teslim ettiğini dâva, mürtehin de maib ve kıymeti ondan noksan olarak teslim ettiğini iddia etse râhinin beyyinesi müreccah olur.

151 - : Merhun helak olduktan sonra mürtehin, merhunun kıymeti borç miktarından az olduğunu iddia, râhin de merhunun kıymetinin borca müsavi

dâva etse mürtehinin beyyinesi tercih olunur.

152 - : Rehn için bir malı iare eden kimse, bu malın rehniyyetden daha fekkedilmeden helak olduğunu dâva, râhin olan müsteîr de bu ,malın fek edil-dikden sonra helak olduğunu iddia etse o mûîr olan kimsenin beyyinesi tercih olunur.

Kezalik: Muir, müstear malın terhin edildikten sonra helakini dâva, müs-tair de daha terhin edilmeden helak olduğunu iddia eylese nıuirin beyyinesi tercih olunur.

153 - : Râhin, mürtehinin alacağını aidıkdan sonra yanında rehnin he­lak olduğunu dâva, mürtehin de alacağını alıp rehni red etmiş bulunduğunu id­dia eylese râhinin beyyinesi tercih olunur.

154 - : Haricde iki kimse, bir malın iştira ve irtihanı hususunda ihtilâf -da bulunsalar bakılır: Eğer ikisi de tarih beyan etmezse iştira beyyinesi ter­cih olunur. Jtrtihan hakkındaki beyyinede tarih zikr edildiği halde iştira bey-yinesinde zikr edilmese rehn beyyinesi müreccah olur.

Kezalik : îrtihan beyyinesindeki tarih mukaddem, iştira beyyinesindeki tarih muahhar olsa yine rehn beyyinesi tercih olunur.

155 - : Bir mala vaziülyed olan kimse, tarih beyan etmeksizin rehniyyet üzere beyyine ikame, haricden biri de bilâ tarih iştira beyyinesi- ikame etse rehn beyyinesi müreccah olur.

Zilyed'in sabık bir tarih beyaniyle ikame edeceği rehn beyyinesi de hari­cin muehher tarihli iştira beyyinesine tercih olunur.

Fakat haricin iştiraya dair beyyines indeki tarihi mukaddem, ziFyedin rehn hakkındaki tarih müehher olursa iştira beyyinesi tercih olunur.

156 - : Zil'yed, iştira üzerine tarih beyan ile beyyine ikame ettiği gibi hariç de ayni tarihde irtihanda bulunmuş olduğuna beyyine ikame etse iştira beyyinesi tercih olunur.

157 - : îki kimseden her biri berhayat bir şahsa aid bir malın yalnız kendisine rehn edilmiş olduğunu iddiada bulunsa bakılır: Eğer bu mal bu iki kimseden yalnız birinin elinde ise ona terhin edilmiş olduğuna hükmedilir. Diğer tarih beyan etse de bakılmaz. Çünkü zilyedin kabzı bu malın kendisine evvelce terhin edilmiş olduğuna delildir. Meğer ki züyed olmayan, o malın kendisine daha evvel tarhın ve teslim edilmiş olduğunu isbat etsin.

Fakat bu mal o iki kimsenin meân elinde veya râhinin elinde ise o iki kimseden hangisinin beyan ettiği terhin tarihi mukaddem ise onun için hükm olunur. Yalnız birisi beyan ederse onun lehine hükm olunur. Hiç biri tarih be­yan etmez veya beyan ettikleri tarih müsavi bulunursa rshniyyet iddiaları red olunur. Zira bir malın iki şahsa bîr ânda başka başka terhin edilmesi muhal­dir. Bu halde o rehn, telef olsa emaneten telef olmuş olur. Çünkü böyle bâtıl bir rehnin hükmü yoktur (Ebüssuûd, Dürerülhükkâm).

158 - : îki kimseden her biri, bir müteveffaya aid bir malın yalnız ken­disine terhin edilmiş olduğunu iddia etse bakılır: İkisi de irtihan ve kabz hak­kında tarih beyan eder de birinin tarihi mukaddem bulunursa onun için hükm olunur. Fakat hiç biri tarih beyan etmez veya beyan ettikleri tarih müsavi olur, rehn de yalnız birisinin elinde bulunursa onun elinde bırakılır. Bunun kabz-ı yedi, sabıkıyetine delildir. Amma ikisinin de elinde bulunmaz da mese­lâ rahinin terekesi arasında bulunursa bu merhun İmamı Âzam le imam Mu-harmnede göre o iki kimsenin arasında nısfiyyet üzere hükm olunur. Çünkü râhînûı mevtinden sonra her birinin maksadı rehnin satılıp semeninden alaca­ğının istifa edilmesidir. Bu ise şirketi kabildir, bunda müaşiyyet bahis mev­zuu değildir (Şerh-i Mecma', Reddinıuhtar, Dürerülhükkâm). [16]

 

YİRMİ İKİNCİ KİTAB

 

ŞİRKETLER HAKKINDA OLUB BİR MUKADDİME İLE DÖRT BÖLÜME AYRILMIŞTIR

 

(MUKADDİME)

 

Şirketler Hakkinda Olub Bir Mukaddime İle

 

1 - (Hâli) : Duvar, çit, tahta perde, Cem'i; Hitandır.

2 - (Hacim) : Bir şeyin çevresinde bulunan yer = Saha ki o şeyin hu­kuku ve merafıki cümlesindendir. Bu yerde sahibinden   başkasının tasarruf etmesi haram ve memnu olduğu cihetle buna «Harîm» denilmiştir.

3 - (Hakk-ı mecra) : Bir yerden sulan akıtmak, kehrizi geçirmek salâ­hiyetidir. Buna «Hakk-ı mesil» de denir.

4 - (Hakk-H mürur) : Bir yoldan, bir yerden gelip gitmek salâhiyetidir.

5 - (Hakk-ı şirb) : Ekin ve hayvan sulamak için su ile intifa etmek nö­betine müstahik olmaktır.

Şirb kelimesi, lügatte hayvan ve cemad için rakid veya carî olan bir su­dan hisse manasınadır.

6 - (Kakk-! şefe) : İnsanların ve hayvanların bir sudan ahb içmeğe müs­tahik olmasıdır. Şefe, lügatte dudak demektir. Burada şefeden maksad, ha­rareti defetmek, taâra pişirmek, temizlik yapmak için kullanılması iktiza eden sudan ibarettir.

7 - (İbza) : Bir kimsenin kân tamamen kendisine aid olmak üzere baş­kasına sermaye vermesidir. Bu sermayeye «Bizaa» bunu veren kimseye «Müb-zi\ bunu alan şahsa da «Müstehzi'» denilir. Bu halde rihbin tamamı sermaye sahibine aid olur.

Bir şahsa kârın tamamı kendisine aid olmak üzere sermaye vermek sure­tiyle yapılan bir akd ise bir «Karz» muamelesidir.

8 - (İhya) : îmar demektir ki araziyi hayat-ı namiye sahibi kılmak, yani: Onu ziraate elverişli bir hale getirmektir.

9 - (ArarJ-l mevat) :   Danislâmda bir kimsenin mülkü veya vakfı ve bir kasabanın veya karyenin mer'ası veya baltalığı veya mezarlığı olmadığı halde

aksai ümrandan uzak bulunur. Şöyle ki Kasabanın veya kariyenin en kenarın­daki hanelerden cehirüssavt olan kimsenin sadası işidilmiyecek kadar uzak olur.

10 - (Kanat) : Yerde su isâle edecek künk ve kârizdir. Cem'i: Kanevat ve kanadır. Süngüye de kanat denir.

11 - (Kısmet) ı Taksim etmek, bir şeyi bölmek demektir. Yani : Müte-addid kimselerin bir şeydeki hisse-i şayialarım bir mikyas ile tâyin ve tahsis etmektir. Mesel: Mekilâttaki hisse-i şayia keyl ile, mezruattaki şayi hisse zira' ile temyiz ve ifraz edilir.

Kısmetler, kısmet-i ayan, kısmet-i menafi namiyle ikiye ayrılır. Ayan hakkındaki kısmetler de kısmet-i cemi', kısmet-i tefrik nevilerine ayrılır. Ve bu kısmet-i cemi' ile tefrikden her biri kısmet-i riza, kısmet-i kaza nevilerine ayrılır.

12 - (Kısmet-i ayan) : Menkûl veya gayrı menkûl ayinlerdeki şayi hak­lan tâyin ve tahsis etmekten ibarettir.

14 - (Kssprset-i cemi') : Müşterek ayinlerin kısımlara bölünerek bunların ferdinde şayi olan hisselerin birer kısmında cemi' edilmiş olmasından ibaret­tir. Üç kimse arasında müşterek olan otuz koyunu onar onar üçe taksim gibi ki hisseler onar koyunda cem edilmiş olur.

13 - (Kısmet-! menâfi') : Müşterek îenfaatleri tâyin ve tahsis den iba­ret olup kıyemiyyatta carî bulunur. Bu halde ayinleri baki olup kendileriyle intifa mümkün olur. Müşterek bir hanede şeriklerin muayyen vakitlerde mü-navebeten ikamet etmeleri gibi.

15 - : (Kısmet-i tefrik) : Bir müşterek aynin taksim olunub her cüz'ün-de şayi olan hisselerin birer kurunda tâyin edilmesinden ibarettir. Bir arsanın ikiye taksimi gibi. Buna «Eismet-i ferd» de denir.

16 - (Kssrî-,i rıza) : Şeriklerin" kendi rizalariyle yaptıkları kısmettir ki, ya kendi aralarında birriza taksim ederler veya hepsinin birriza müracaatiyle hâkim taksim eyler.

17  - {K(smeî-i kaza) : Şeriklerden basılarının talebi üzerine hâkim tara­fından cebren ve hükmen yapılan taksimdir.

18  - (Kelâ) : Ot, saki olmayan ve nabit olunca yerlere serilen nebattır ki, ağaçlara şâmil olmaz. Mantar dahi üt hükmündedir. Deve dikeni denilen otun saki .= sapı, kök ile dallar arasındaki kısmı olup bir derece yerden yükseldiği için fukahaca ot sayılmayıp ağaç sayılmıştır.

19 - (Marre) : Ammeye aid yollardan mürur ve ubur edenlerdir.

20 - (Muftayee) : Menfaatleri taksimde nibaret olup zamanen ve mekâ-nen mühayee nevilerine ayrılır. Meselâ: Müşterek bir hanede bir ay bir seri-  " kin, bir ay da diğer şerikin oturması «Zamanen mühayee» dir. Bu hanenin bir kısmında bir şerikin, diğer kısmında da diğer şerikin oturması da mekânen mühayeedir.

21 - (Merafık) : Lügatte mirfek'in cem'i olup dirsek manasınadır. Istı-lahda bir şeyin tetümmatından, müşternelâtından olup kendisine ihtiyaç görü­len şeyler demektir. Bir hanenin su yolları gibi.

22  - (Müsennat) : Sinur, su bendi, su harklarının kenarlarıdır.   Cem'i : Müsenneyatdir.

23  - (ftflüsâkat) : Bir tarafdan eşcar, diğer tarafdan da terbiye ve İska olmak, hâsıl olan meyva, semere de aralarında bir nisbet dairesinde taksim edilmek üzere yapılan bir nevi şirkettir. Buna «Muamele filesraar» da denir. Yonca gibi, üzüm çubukları gibi bir seneden ziyade yerde kalan nebatat, eş-cardan maduddur.

24 - (Müzârea') : Bir tarafdan arazi, diğer, taraf dan da amel, yani: Zira­at olup hâsılat aralarında müşaen taksim olunmak üzere yapılan bir nevi şir­kettir. Müzârea'ya muhabere, münakale de denir.                 '

Müzârea', zeri' maddesinden alınmıştır. Zeri' ise lügatte tohum ekmek manasınadır. Buna «Ziraat» de denir."Tohum ekene «Zarf», tohum ekilecek yere «Mezrea» denilmektedir.

25 -. (Re'süi'maî) : Sermaye, bir ticaret, bir şirket için kullanılan asıl mal

26 - (Rîbh) : Faide, kâr, demektir. Meselâ: Yüz kuruşa alınan bir mal, yüz on kuruşa satılsa bu on kuruş ribh olmuş olur. Cem'i: Erbahdır. îrbah da bir maldan kâr temin etmektir.

27 - (Sayd) : Av, av avlamak = Istıyad, avcılık etmek.

28 - (Şirket)  Lügatte ortaklık, ortak olmak manasınadır. îstüahda bir şeyin birden yizade kimselere ihtisası ve o kimselerin o şey ile imtiyazı demek­tir. Maamafîh şirket tâbiri, böyle bir ihtisasa sebeb olan akd-i şirket yerinde de rnütearefdir.

Şirket sahihlerinden her birine şerik, müşterik ve müşârik denir. Şirke­tin sermayesi olan mala da mal-i müşterek, mal-i müşterekünfîh' denilir. Or­taklığa da «îştirâk» tâbir olunur.

Şirketler başlıca §irket-i mülk, şirket-i akd ve girket-i ibahe kısımlarına

ayrılır.

29 - (ŞlrkeH mülk) : Bir malın birden ziyade kimselere esbab-ı temellük-den biriyle muhtes olmasıdır ki, ihtiyarî ve gayrı ihtyarî   nevîerine ayrılır. Şöyle ki: İştira, ittihab, kabul.vasiyyet gibi şerklerin fiilleryle sabit olan şir­ket, bir şirket-î ihtiyariyedir. Tevarüs gibi veya malların birbirinden koîaylik-la*tefrik edilemeyecek surette ihtilâli gibi bir sebeble vücuda gelib şeriklerin 'fiilleriyle, sabit o'mayan şirket de bir şirket-i gayrı ihtiyariyyedir. Bir hanede veya birbirine karışmış olan bir miktar zahirede iki kimsenin hisse sahibi ol­ması gibi ki bunlara şerik, müteşârik, hissedar denilir.

30 - (ŞirkeH akd) : iki veya daha ziyade kimseler arasında bir akd ile, yani: bir icab ve kabuî ile husule gelen şirkettir ki, kazanılacak bir kâr ara­larında müşterek olmak üzere yapılır.

Şirket-i akd, şirket-i inan, şirket-i müfaveze kısımlarına ayrılır. Bunlar­dan her biri de şirketi emval, şirket-i amal ve şirketi vucuh nevilerine mün-kasim olur.

31  - (ŞirkeM tbaha) : Mubah-olan şeyleri, Yani: Muhrez bulunmayan su­lar, hüdayı nabit otlar ve av hayvanları gibi filasü kimsenin mülkü olmayan şeyleri ahz ve ihraz ile temellük hususunda âmmenin   müteşârik olmasından . ibarettir.

32 - (ŞirkeM inan) : Ticaret gibi bir maksadla iki veya daha ziyade kim­se tarafından sermaye konularak akd edilen bir şirkettir. Bu şirkette şerikle­rin arasında müsavat-ı tamme meşrut bulunmaz. .Meselâ: Birinni sermayesi bin, diğerinin sermayesi beş yüz lira olabilir. '..               

'İnan, zuhur manasınadır, dizgin mânasını da müfittir. Bu şirkete inan de­nilmesi, ya bazı mallarda şirketin zuhur etmesinden veya bu şirket 'sebebiyle ticaretin dizgini elde edilmiş olmasından dolayıdır.

Şöyle de deniliyor' ki; Bir hayvana râkib olan, onun dizginini bir eliyle tu­tar, diğer eliyle de başka amelde bulunabilir. Bu şirkette de   şeriklerden her ' biri, sermayenin bir kısmında inan-ı tasarrufu gerilime havale eder, bazısında etmez. Bu cihetle buna bu ad verilmiştir.

33 - (Şirket-i müfaveze) : Şerikler arasında hem sermayenin miktarı ve hem de ribhden hisseleri mütesavi bir halde buîunub hiç birinin fazla ticarete elverişli,malı bulunmamak üzere akd edilen bir şirkettir.   

İmamı Azarn ile imam Muhammed'e göre bu şirkette şeriklerin tasarrufa-tî da müsavat üzere olmak şarttır. Binaenaleyh şeriklerden birinin ahb sata­bileceği bir şeyi diğerleri de ahb satabilmelidirler. Bu halde bir müslüman, bir gayrı müslim ile şirketi müfavezede bulunamaz. Çünkü bir gayrı müsiim, şa-rab, hinzir gibi şeyleri alıb satabileceği halde bir müslim ahb satamaz.

îmanı Ebû'Yusuf'a göre-tasarruf atta müsavat §art değildir.

Müfaveze suretiyle şirketi akd edenlere «Müfavizin   denir.

Müfaveze lâfzi ya tefvizden müştakdir Müsavat mânasını ifade eder, şe­rikler, ticaret malîarmm hepsinde birbirine bütün tasarrufati tefviz ettiği ci­hetle buna bu ad veriSmişir. Ve yahud intişar ve zuhur mânasını müfid olan fevz ve feyezan lâfzından rne'huzdur. Bu şiiket, bütün tasarrufatta zuhur ve intişar üzere -mebni olduğundan bu namı almıştır.. Ve ihtimâl ki böyle bir şir­ket, feyz ve berekete vesile olacağı cihetle böyle tesmiye edilmiştir.

34 - (Şirket-! «nwâf) : Bir şirkettir ki şerikler, ortaya sermaye olarak bir miktar mal koyub ya birlikde veya ayrı   ayrı veya bu ciheti şart etmeksizin alıb satmada bulunurlar, hâsıl oian. kârı da aralarında bir nisbet   dahilinde taksim ederler.

35 - (Şirksfî âmâ!) : Bir şirkettir ki şerikler, kendi amellerini = Çalışma­larını sermaye edih başkalarından iş taahhüd ve iltizam ederler,, husule gelen kazancı da aralarında taksimde bulunurlar. Buna «Şirket-i ebdan», «Şirket-i sanayb, «Şirket-i   takabbül» de denilir. İki   mimarın, iki terzinin' veya bir mimar ile bir boyacının ortak olmaları gibi.

35 - (ŞirkeM yücuh) ; Birden ziyade kimselerin sermayeleri olmadığı halde kendi itibariyle veresiye mal alıb satmaları ve ribhini aralarında taksim etmeleri suretiyle akd edilen bir şirkettir. Buna «Şirket-i mefalis» de denilir.

Bu şirket, vecahet ve itibar sahihleri tarafından akd edileceği cihetle «Şir­ket-i vücuh», sermayeleri bulunmadığı cihetle de «Şirket-i mefalis» adını* al­mıştır.

36 - (Şirketi müzabere) Bir tarafdan sermaye, diğer tarafdan say' ve amel olmak üzere akd edilen bir nevi şirkettir. Sermaye sahibine «RabbüTmal» amile de «Müzaribs- denilir.

37  - (ŞîrkeM ayin) : Muayyen, .mevcud, iştiraki   kabil olan bir maldaki ortaklikdan ibarettir. îki kimsenin satın almış oldukları bir hanedeki ortaklık­ları gibi.

38  - (ŞirkeH deyn) : İki veya daha ziyade   kimseye aid oiub bir sebeb-den dolayı bir şahsın zimmetinde sabit olan alacakdaki ortaklıkdan ibarettir, îki kimsenin satmış oldukları müşterek bir malîarmm semeninden dolayı müş­terinin   zimmetindeki   alacaklarındaki   iştirakleri   gibi. Böyle bir   alacağa «Deyn-i müşterek» denir. Müttehid bir sebebden dolayı olmaksızın'medyunun zimmetinde bir şahsa veya müteaddid şahıslara aid olan borçlara da «Deyn-i gayrı müşterek» denilir.

39 - (ŞirkeM ihtiyariye) : Şeriklerin fiilleriyle   husule gelen iştiraktir. îki kimse tarafından ortak olarak alınan bir hanedeki şirket gibi.

40 - (ŞîrkeM cebriye) : Şeriklerin fiilleriyle değil, başka bir sebeble husu­le gelen şirkettir. Tevarüs ile veya birbirinden temyizi güç malların kendi ken­dilerine karışmalariyle husule gelen iştirak gibi.

41  - (Tahcîr) : Arazinin etrafına başkaları   tarafından el konulmaması için taş ve saire vazetmekdir.

42  - (Tekabbül) : Kabul etmek, bir işi teahhüd ve iltizam   eylemekdir. Bir hanenin yapılmasını, bir libasın dikilmesini deruhde etmek gibi. [17]

 

(BİRİNCİ     BOLÜM)

 

ŞİRKETLERE  MÜTEALLİK  MESELELERİ   MUHTEVİDİR

 

İÇİNDEKİLER : ŞİRKETLERİN UMUMİ MAHÎYETÎ, MEŞRUİYETİ VE HlKMET-I TEŞRÎÎYESÎ, ŞÎRKET-Î MÜLKÜN. MAHÎYETÎ, TAKSÎMÎ VE AH­KÂMI, MÜŞTEREK AYANIN KEYFlYET-I TASARRUFU ŞÎRKET-I DEYNE VE MÜŞTEREK VE GAYRI MÜŞTEREK DÜYUNA DAtR MESELELER. MÜŞTEREK DÜYUNUN HUKMLERÎ. ŞlRKET-I ÎBAHEYE DAÎR MESE­LELER, ŞÎRKET-Î AKDÎN MAHİYETİ VE TAKSÎMl. ŞÎRKET-I AKDlN HER KISMINA ŞÂMİL UMUMÎ ŞARTLARI. ŞÎRKET-I EMVALE MAHSUS ŞART­LAR. ŞlRKET-I AKDE MÜTEALLİK BAZI ZABITALAR.

ŞÎRKET-1 ÎNANIN ŞÎRKET-Î EMVAL KISMINA AÎD 'MESELELER. ŞİR­KETİ İNANIN ŞÎRKET-Î AMAL KISMINA DAÎR MESELELER. ŞÎRKET4 VÜCUHE MÜTEALLİK MESELELER. ŞÎRKET-Î MÜFAVEZEYE MÜTEAL­LİK MESELELER. ŞÎRKET-I MÜZAREBENÎN MAHÎYETÎ VE TAKSÎMÎ. ŞÎKET-I MÜZAREBENÎN SIHHATİNİN ŞARTLARI. ŞÎRKET-Î MÜZAREBE­NÎN HUKMLERI. MEZAHlBÎ SAÎREYE AlD MESELELER. [18]

 

Şirketlerin Umumî Mahiyeti, Meşrutiyeti Ve Hikmet-I Teşri İyesi :

 

43 - : Alelıtlak şirket, lügatte en az iki nasibin, iki hissenin birbirinden temeyyüz etmeyecek surette karışması veya veya karıştırılma sidir. Hukuk ba­kımından şirket ise bir malda, bir amelde, bir ribihde veya bir mal ile amelde ve ribhde en az iki kimsenin ya ihtiyarî veya gayrı ihtiyarî bir surette ortak olmalarıdır.

Şirketler, ıstılah kısmında da görüldüğü üzere şirket-i mülk, şirket-i iba-he, şirket-i akd kısımlarına ayrılır. Şirket-i akd de başlıca şirket-i inan, şir­ket-i müfaveze, şirket-i vücuh, şirket-i müdarebe nevilerine ayrılmıştır. Ni­tekim sırasiyle izah edilecektir.

44 - : Şirketlerin meşruiyeti, kitabulîah ile, sünnet-i nebeviyye ile icma-ı ümmet ile sabittir. Nitekim bir âyeti kerimede onlar terekenin

üçde birinde ortakdırlar). buyurulmuştur. Bu bir şirket-i mülk meselesi de-mekdir.

âyeti celilesi de kadîm tarihdenberi insanlar arasında şirketlerin mevcudiye­tini ve bir çok ortakların birbirinin hukukuna tecavüz ettiklerini natık bulun­maktadır.

Evet., Buyurulmuş oluyor ki: Mallannı karıştırmış olan bir çok ortaklar* dan .bazısı» bazısının hukukuna tecavüz eder durur, ancak   iyman edib salih

emellerde bulunanlar müstesna, bunlar ise ne kadar azdırlar.

Resûli Ekrem, sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz, meb'us oldukları za­man da nas arasında şirket muameleleri carî bulunuyordu. Naşı bu muamele­ler üzerine bırakmış, bunları menetmeyib takrir buyurmuştu.

Hattâ peygamberi sişan efendimiz, vaktiyle Saib îbni Şureyk adında bir zat ile ortak bulunmuşlardı. Saib, Mekke-i Mükerremenin fethi günü huzuru nebevîyeye gelerek: Yâ ResûlaîIah Beni tanıdınız mı?, diye sormuş,'Resûli 'efham efendimiz hazretleri de müdara eder, ne de mücadelede bulunurduk. (Mebsut-ı serahsî) Diğer bir rivayete göra Resüli Ekrem   Hasretleri   şöyle merhaba kardeşime, ortağıma. Ne de mücadelede bulunurdu. Ey Saib! Sen cahiliyet devrinde bir takım işler ya­pa? îdin ki, senden kabul edilmezdi,, bugün ise o işler senden kabul edilir. Ya"ni: Onlar, islâmiyet nazarında birer meşru ameldir (Fethülkadir).

Velhasıl : Şirket muameleleri, kadîm asırlarda olduğu gibi a sn saadetten samanımıza kadar da büâinkâr cereyan ederek bu" hususda bir teamül takar-

45 - : Şirketlerin hikmeH teşriiyyesirıe gelince bu da zahirdir iirketîeı, veraset gibi bir sebeble gayrı ihtiyarî olarak vücuda DJğer bir, kısım şirketler de medenî, içtimaî, ihtiyaçlar, zaruretler bilihtiyar teşkil edilmektedir.       

Usûli dairesinde yapılan meşru şirketler, şüphe yok ki pek fal Bir çok işler vardır ki, Öyle bir İki şahsın servetiyle, mesaisiyle meydana gelmez. Nice muazzam müesseseler vardır ki, bir çok- kimselerin müşterek sermayeleriyle, çalışmalariyle vücuda gelebilmişlerdir,

Maamafih bazı kimseler vardır ki, sermaye sahibi oldukları halde çalış­mak kabiliyetinden mahrumdur. Bilâkis bir kısmı kimselerde vardır, ki, ça­lışmaya kabiliyetli oldukları halde sermayeye malik değildirler, İşte bu gibi kimseier arasında bir taraf dan sermaye, diğer tarafdan amel olmak üzere şirketler akd edilmesi de hem her iki tarafın, hem de içtimaî hey'etin menfa­atleri icabından bulunur.

Hâsüı metin, müstakim, mütebassir kimseler arasında meşru surette te­essüs edecek şirketlerden ferdler de, cemiyetler de pek çok müstefid olurlar.

Bir hâdis-i şerif de :buyurulmuştur. Ya­ni: Allah Tealâ buyurur ki: Biri diğerine hiyanet etmedikçe ben iki şerikin üçüncüsüyüm, fakat hangisi arkadaşına hiyanet edince ben aralarından çıka­rım. Yani: Onları yardımdan, muvaffakiyetten mahrum bırakırım.

Bu hâdis-i şerif, şöyle de rivayet edilmiştir : yani: Allah Tealânın yed-i inayeti, iki şerik üzerindedir, bunlardan biri arkadagına hiyanet etmedikçe. Fakat biri diğerine hiyanet etti mi, yed-i inayetini onlar­dan kaldırır, onları muvaffakiyetten mahrum bırakır. (Ebû Davûd. Dare Kutnî).

Velhâsıl : Meşru surette devam eden şirketlerin faideleri, lüzumları bedii­ni olduğundan bunların meşrûiyyetindeki hikmeti daha ziyade tavzihe hacet yokdur. [19]

 

Şirket-I Mülkün Mahiyeti, Taksimi Ve Ahkâmı :

 

46 - : Şirket-i mülk, - Istılah kısmında da yazıldığı üzere - esbab-ı te-mellükden bir sebeble   veya malların halt ve ihtilâtı ile husule gelen bir işti-râkdir ki, ihtiyari ve cebrî 'kısımlarına ayrıldığı gibi şirketi ayn, şirket-i deyn kısımlarına da ayrılır.

Meselâ : iki kimse, bir malı satın alsalar o mal aralarında müşterek olur.

Kezalik : Bir kimsenin bir altım başkasının o cinsinden olan iki altını ile karîşib da temyizi kabil olmasa aralarında cebrî olarak bir şirketi ayn vücu­da gelir. Bu halde bu altınların ikisi zayi olsa kalan bîr altının üçde biri bir altın sahibine, üçde ikisi de iki altın sahibine aid olur. Çünkü bu üç altının her birinde ikili birli olarak atalarında bir şirket vücuda gelmiştir (Mecelle, Mec-maül'enhür).

47 - : Müteaddid vedüerin vediayı hıfzdaki igtirâkları, bu şirket-i ihtiya-riyyedir. Amma bir haneye rüzgârın esib de düşürmüş olduğu bir libas o hane sahihleri arasında bir şirketi cebriyye   kabilinden olarak   müşterek bulunur (M ecmaüTenhür).

48 - : Bir kimse, müstakilen malik olduğu birmalda keyfe   mayeşa = Dilediği gibi tasarruf edebüeceği gibi müteaddid kimseler de müştereken ma­lik oldukları bir malda biiittifak diledikleri veçhile tasarruf edebilirler. Mese­lâ: Müşetreken malik oldukları bir haneyi biiittifak satabilirler veya başkası­na hibe veya vakf edebilirler.

49 - : Bir müşterek hanede, sahihleri mümkün ise birlikde sakin olabilir­ler, biri diğerine mani olamaz. Fakat birinin rızası olmadıkça diğeri o haneye yabancı bir şahsı ithâl edemez, ması olmayan şerikin bunu men'e hakkı var­dır (Tenkih-i Hâmidî).

50 - : Bir müşterek mülkde hissedarlardan biri, dîğer-erinin sarahaten veya del&leten olan izniyle müstakiîîen tasarruf edebilir, meselâ: Onu sata­bilir, icareye verebilir. Fakat kendisine izin veren   hissedara   muzir olacak veçhile tasarrufda bulunamaz. Meğer ki bu tasarrufa da serahaten hin ver­miş olsun (Kadıhan).

51 - : Hissedarlardan bîri, diğerine «Hisseni bana sat, kiraya ver veya benim hisemi al, isticar et.» diye cebredemez. Çünkü bu gibi muamelelerde riza şarttır. Fakat bir müşterek kabili kısmet bulunup hissedar da gaib de-gelse değil hissedar bu mülkü cebren ve kayhen taksim ve kabili kısmet de-giîse muhayee ettirebilir (Mecelle Tankih.),

52 - : Şirketi mülk ile müşterek olan malların hasılatı, hissedarlar ara­sında hisselerine gdre taksim olunur. Binaenalyh bir müşterek hayvanın sü-dünden, yavrularından veya yününden hissedarların birine hissesinden fazla bir şey cart edilse sahih olmaz. Meselâ: Bir hanenin üçte biri bir şahsın, üç­te ikisi de diğer bir şahsıo olduğu halde bu hanenin bedeli icarını yan yarıya almayı şart kılmış olsalar bu şart, muteber olmaz Asi müîkdeki nisbet; buna münafidir.

53 - : Hayvanların yavruları, müîkiyyette analarına tâbidir. Binaena­leyh birinin atı, başkasının kısrağına aşsa hasıl olan yavrusu kısrak sahibine aid olur.

Kezalİk: Birinin dişi* diğerinin erkek güvercinleri bulunsa .yavruları dS-şi güvercin sahibine aid bulunur (Hindiyye).

54 - : Şirket'i müîkde şeriklerden her bîri, diğerinin hissesinde ecnebi dir. Yoksa şirket akdde olduğu gibi bîri diğerinin vekili değildir.

Binaenaleyh müteşariklerden birinin izni olmadıkça diğeri onun hissesin­de tasarruf edemez. Meselâ; Müşterek bir hayvanı sahiplerinden biri, diğe rinin izni olmaksızın kiraya veremez, iare edemez. Hayvan, müstecirin veya müsteîrin elinde telefolsa diğeri ona hissesne tazmin ettirebilir.

Kezalik: Müşterek beygire binip veya yük yükletip giderken beygir telef olsa diğerinin hissesini tazmn eder.

Kazalik: Müşterek beygiri bir müddet istimal etmekle hayvan zebun olub fiatine noksan gelse diğerinin noksan ı kıymetten hissesini zâmin olur. Çünkü zilyed olan şerik, düğer şerikin hissesine nazaran mustevda hükmündedir. Müs-tevda ise sahibinin izni olmaksızın vediayı başkasına icar ve iare ve istimal edemez.

Fakat müşterek hane bundan müstesnadır. Şöyle ki bu hane, sükna hu­susunda ve içerisine girip çıkmak gibi sükenanın tâbilerînden olan ahvalde sahiplerinden her birinin vechf kemal üzere mülkü mahsusimiş gibi itibar olunur.

Binaenaleyh bunlardan biri, diğerinden izin almaksızın bu halde bir müddet sakin o!sa kendi müstakil mülkünde sakin olmuş gibi sayılır. Bu ci­hetle ortağının hissesi için ücret vermesi icab etmez. Çünkü bunu mülk tevi-îiyle istimal etmiş olur. Meğer ki şeriki çocuk veya vakf veya beytüi'mal olsun. O takdirde şerikine aid hissenin ecri mislini vermesi lâzım gelir (Ten-kih- Hamdı, Mirati Mecelle).

55 - : Müşterek hanede hazır olan sahibiyle gaib olan sahibinin hissele-ri. birbirinden müfrez, yani: Usuline tevfikan taksim    edilmiş olursa hazır olan sahibi, gaibin hissesinde oturamaz. Ve hâkimin izni olmaksızın başka sına kiraya veremez. Şu kadar var ki, boş durmakla harab olmasından kor­kutursa kayfiyet hâkime bildirilir. Hâkim de o müfrez hisseyi   kiraya verib bedelini gaib için saklar (Hizanetül müftîn).

56 - : Müşterek bir mülkde hazır olan şerikin gaib olan şerik muzir ol­mayacak veçhile kendi hissesi mikdannea intifama gaibin rızası var sayılır.

Meselâ: Müşterek hadım, gün aşın istihdam edilebilir. Buna delâleten riza vardır (Reddîmuhiar).

57 - : Müstimilinin istimaliyle muhtelif olan müşterek mülkden hazır o-îan şerikin hissesi kadar intifama gaib şerikin delâleten rizası bulunamaz.

Meselâ : Müşterek elbiseyi sahiplerinden bîri, diğerinin serahaten rızası bulunmadıkça giyemez. Ve müşterek şerikeîerden biri, diğer şerikin gıyabın­da binemez. Fakat yük taşımak, çift sürmek gibi müstamüinin ihtüâfiyle fuhtelif olmayan işlerde hisses kadar istimal edebilir (Hindiyye).

58  - : Hanede sükena, müstamilinin istimaliyle ihtilâf etmez.

Binaenaleyh maksum olmayıp yarı yarıya müşterek bulunan bir hanenin sahiplerinden biri gaib oisa diğeri muhayyerdir; Dilerse o haneden yalnız hissesi kadar intifa eder, Meselâ: Orada altı ay kendisi oturur, altı ay da şe­riki namına onu terk eder. Bu takdirde gaib olan şerik de hissesini istifa etmiş sayılır, bilâhare gelince ayrıca hır müddet oturmaya düstahik olmaz. Ve edilirse hazır olan şerik o haneden aleddevam, yani; Hissesinden daha zi­yade intifa eder, meselâ: Gaib şerikin zuhuruna kadar orada oturur, elverir ki bu hal, o haneye muzir olmasın. Bu takdirde galib olan şerik de gelince o kadar müddet bu hanede durabilir, hakkı muhfuz bulunmuş olur.

Mahaza hazır şerikin dairesi halkı kalabalık bulunursa gaibin serahaten izni olmadıkça bu hanede oturamaz. Zira bu halde hane, müstemilinin istima­liyle ihtilâf eden şeyler kabilinden olur.

Gayrı meşhur bir rivayete göre hazır olan hissedar, müşterek honeniiı yarısında, meselâ: Harem ve selâmlık daireleri var ise dâima harem daire sinde oturur» selâmlık dairesini boş bırakır (Haniyye, Dererüîhükâm).

59 - : Müşterek bir ayinde muhayee, yani menafi taksim carî olur. Şöy­le  ki:   Şeriklerden bazıları,  husumette bulunarak  muhayee talebinde bulu­nursa muhayee carî ve muteber olur.

Binaenaleyh birmüşterek hanede hazır bulunan sahihlerinden biri, diğe­rinin hissesi için ücret vermeksizin bir müddet müstakillen otursa diğeri o müddet için kendi hissesinin ücretini isteyemez veya kendisinin o kadar müd­det oturmasını talep edemez, velevki bu hane muaddün lilistiglâl olsun. Çün­kü şeriklerden her birinin ikameti mülk tevilime müsteniddir. Muhayee ise husumetden sonra muteberdir. Şu kadar var ki diğer şerik, hane kabili tak­sim olduğu takdirde taksim edilmesini isteyebilir veya bundan sonra mute­ber olmak üzere muhayee yapılmasını taieb edebilir.

Fakat müşterek hane sahiplerinden biri gâib bulunursa geldiğinde o da o hanede o kadar müddet sakin olabilir. Bu mesele, imam Muhammed'den mervidir. Fukahayı kiram, bunu istisan etmiştir. Fetva da bunun üzerinedir.

Şayed bu hane sahiplerinden biri yetim veya vakf olursa hissesinin ecri mislini o hanede sakin olan şerikden almaya müstahik olur (Feyziyye, Red dimuhtar).

60 - : Müşterek bir malı sahiplerinden biri, başka bir şahsa kiraya ve-rib ücretinin tamamım aldıkda bakılır: Eğer diğer sahipleri, icazet   şartları mevcud olduğu halde bu kiraya icazet verirlerse bu ücretden hisselerini hük­men alabilirler, ve eğer icazet vermez veya icazet şeraiti mevcud bulunmaz i-se bu hisselerini hükmen alamazlar. Çünkü bu mucir olan şerik, gasib mesabe­sindedir. Menafii gasb ise lâzimüzzaman değildir.Şu kadar var ki, bu hisse­ler, o şerike tıyb olmaz, bunu şeriklerine vermesi veya tasadduk   eylemesi diyanet muktezasıdır.

Fakat o mal, muaddün lilistiglâl ise veya diğer şerikler çocuk veya vakf veya beytül'mâî ise hisselerinin ecri mislini kiraya veren şeriklerden alırlar. Ve eğer ecri müsemma, ecri misilden ziyade ise bu ziyadeyi de red veya ta­sadduk etmek diyaneten lâzımdır (Reddimuhtar, Tenkih-i Hâmidî).

61 - : Müşterek    haneyi hazır olan sahibinin kiraya verib ücretinden kendi hissesini alması, gaib şerikin hissesini de hıfz etmesi caizdir. Binaena­leyh gaib gelince bu hissesini o hazır şerikden alır (Tenkih).

62 - : Şeriklerden birinin hissesi, diğerinin elinde vedia hükmündedir. Binaenaleyh bunu razi olmadığı   kimseye idâ, iare, icar, terhin edemez.

Edib de o mal, telef olsa müşarikinin hissesini zâmin olur (Tenkih,   Bezza-ziyye).

63 - : Hissedarlardan biri, kendi hissesini şerikine satabileceği veya hibe, vasiyet, bedeli icar gibi bir tarik ile mülkünden çıkarabileceği gibî şeri­kinden izin almaksızın başkasına da satabilir. Şerikinin yalnız bazı hususlar­da hakk-ı şüf ası vardır.

Fakat müşareket, halt veya ihtilât suretiyle husule gelse, meselâ: iki kı­sım buğday birbirine karışdırılsa şeriklerden biri, müşarikinin izni olmadık­ça bu maldaki hissesini başkasına satamaz. Çünkü bu takdirde şerikler, bu mahlut mâlin her birine, meselâ: Her danesine şayian malın değildirler. Belki her daneye karışmadan evvel hangisi malik ise kanşdıktan sonra da yine a, müstakillen malikdır. Ancak bu halt ve ihtilât neticesinde bir şirket husû Le gelmişdir. Binaenaleyh şeriklerden biri, kendi hissesini başkasına satın­ca bu hisseyi şerikinin hissesiyle mahlut olmaksızın müşteriye teslime muk­tedir olamaz. Bu halde bu satış muamelesi, şirikinin iznine mütevakkıf bulu­nur (Mecmaaül'enhür).

64 - : Müşterek bağ ve bahçe sahiplerinden biri gaib olunca diğeri on­ları timar ve muhafaza ile husûîe gelen meyvalardan kendi hissesini ahz ve istiklâk eder, gaibin hissesini de satıb semenini tevkif eyler. Yahud meyvala-nn tamamını satıb gaibin semeninden   hissesini saklar. Gaib gelince muhay­yerdir: Dilerse bu satış muamelesine razi olur, semenden hissesini alır, di­lerse razi olmayıb meyvaîardan hissesini şerikine tazminettirir. Bu şerik on­ların haracını vermiş ise muteberri sayılır. Çünkü hâkime müracaat etmeksi­zin kendi kendine hareket etmiş, gaibin borcunu emri olmaksızın ödemiş olur (Kadihan,, Reddimuhtar).

65 - : Müşterek araziyi müşariklerden biri, diğerlerinin izniyle ve ara­larında müşterek tohum ile ekse hâsüat aralarında müşterek olur.

Müşariklerden biri, diğerlerinin izniyle kendi tohumunu ekse hâsılatı yalnız kendisine aid olur. Bu, bir iare muamelesi demektir. Bu yüzden, ara­ziye noksan hasıl olsa bunu tazmin lâzım gelmez.

Müşariklerden biri, diğerlerinin izinleri olmaksızın müşterek tohumu ek­se diğerlerinin tohumdan hisselerini zâmin olur. Araziye noksan âriz olmuş olursa ondan da diğerlerinin hisselerini ödemesi iktiza eder,

66  - : Müşterek arazi sahiplerinden biri, diğerlerinin izinleri olmaksızın kendi tohumıyle ziraatte bulunsa bakılır: Eğer ekilen şeyler   yetişmiş veya yetişmeğe yaklaşmış ise diğerlerinin âdeti belde üzere mahsulâttan sülüs veya rubu' gibi bir hisse almaya salâhiyetleri olmaz. Velev ki arazi, kiraya verilmek için tâyin edilmiş bulunsun. Çünkü bu şerik, kısmen kendi mülkün­den intifa etmiştir. Şu kadar var ki, bu takdirde ziraatle araziye noksan gel­miş olursa diğerleri, kendi hisselerine düşen noksanı bu müşarike   tezmin ettirebilirler.

Mahazara    diğer şerikler, çocuk veya vakf veya beytül'mal olursa on lara ecri misi verilmesi de lâzım gelir.

67 - Yukarıdaki mesele veçhile ekilen ekin, eğer yetişmiş   olduğu halde henüz idrâke yaklaşmamış bulunursa diğer şerikler, hazır olunca bu ekil mi§ araziyi aralarında hisselerine göre taksim edebilirler. Bu ekini eken şe­rikin nasibinde kalan miktar, hali üzere bırakılır, diğer şeriklerin hisselerin­de kalan miktar, koparılabilir. Bu sebeble araziye noksan gelmiş ise bun­dan dolayı da sair şeriklerin hissesini tazmin lâzım geîir. Çünkü diğer şerik­lerin hisseleri gasb edilmiş demektir.

Ve ekilen şeyler, henüz bitmemiş ise diğer şerikler, muhayyerdirler; Ya ekinin yetişmesine kadar bekler, sonra biter ekinleri kopartırlar ve ya­hut îmam Ebû Yusuf'a göre tohumun mislini vererek bu ekinlere iştirak vechi üzere temellük ederler. Bu yüzden araziye noksan âriz olmuş ise bu­nu da tazmin ettirebilirler. Meğer ki bu arazi, arazi-i emiriyyeden olsun. O halde Türkiyedeki arazi kanununa göre noksanı arzi tazmin ettirmeğe diğer şeriklerin hakkı yoktur {Camiül-füsûleyn, Tenkih-i Hamidî, Dererül-hükkâm).

68 - : Müşterek arazi sahiplerinden bazısı gaib oldukda bakılır: Eğer o arazide ziraaün noksanı erzi mucib olmayıp erze nafi' olacağı bilinirse ha­zır olan şerik, o arabinin tamamını ekebilir. Çünkü bu vechüe ziraate gaibin delâleten izni vardır. Bu halde gaib olan şerik gelince o da bu arazinin ta­mamından ve o nisbet dahilinde zipaatte bulunabilir.

Meselâ: Arazi, hazır ile gaib olan şerik arasında münasafeten müşte­rek bulunmuş ise gaib gelince o da hazır şerikin ziraatte bulunmuş olduğu müddet miktarı ekin ekebilir.

Fakat ziraatin o araziye noksan vereceği veya ziraatın terk edilmesi, o araziye nafi, onun kuvvetlenmesini mucib olacağı malûm olursa o arazi­nin ekilmesine gaib şerikin delâleten izni bulunmuş olmaz.

Binaenaleyh bu halde hazır oîan şerik, o arazinin hiç bir miktarını eke­mez. Buna muhalif olan kavi, doğru görülmemektedir.

Şâyed hazır oîan şerik, o arazinin tamamını ekdirirde oraya noksan â-riz olursa gaib oîan şerik geldikde ona noksan arzden hissesini tazmin etti-

Bu tafsilât, hazır olan şerikin hâkime müracaat etmemiş olduğu takdirde­dir. Amma hâkinıe müracaat ederse her halde öşür veya mukasama' suretiyle haracı erz zayi olmamak için o arazinin tamamını ekmek için kendisine hâ­kim izin verir. Bu halde gaib gelince noksanı erz dâvasında bulunamaz (C&miül'füsûleyn, Bahrirâik, Dürerülhükkâm).

Arazi-i emiriyye de ise kanun-i mahsus hükmü carî olur.

69 - : irsen intikal eden arazide vârislerden bazısı, müşterek olan to­humu diğerlerinin veya çocuk iseler varislerinin izniyle ekse hasılatı hepsi­nin arasında müşterek olur. Fakat içlerinden birisi, kendi tohumunu veya onların izinleri olmaksızın müşterek tohumu ekse mahsulâtı kendisinin olur. Bu halde diğer vârislerin tohumdan hisselerinin mislini ve ziraatle azariye noksan arız olmuş ise bundan da sair vârislerin hisselerini zâmin olur (Ten-kib, Reddimuhtar).

70  - : Varislerden bîri, diğerlerinin izinleri oîmaksuın terekeden kab-lelkısme bir mikdar para veya sair bir mal alıb bununla alış verişte bulun­sa zararı yalnız kendisine aid olur, kâr ettiği surette   bundan sair   vârisler alamazlar. Bu kâr, îmam Ebu Yusuf'a göre o vârise tıyb olur. Çünkü o vâris, bu kâra bir zaman mukabilinde malik olmuştur. îmamı Âzam ile îmam Mu-hammed'e göre tıyb olmaz, bunu tasadduk etmes îiâzım gelir. Zira kârın tıyp olması mülk ile zamana mübtenidir. Mülk işe taaddi üe husule gelmez. Taad-di esbabı mülkden değildir, belki zamanı edâ ânında vakt-i gaâba istinaden mülk husule gelir. Müstenid ise minvechin, sabit, minveehin gayrı sabittir. Binaenaleyh tam bir müik bulunmadığından kâr, o vârise tıyb olmaz (Hida-ye, GayetüTbeyan).

71 - : Bir veya müteaddid ölülerin vârisleri bunların terekelerini tak­sim etmeyib de onda amel ederek miktarını çoğaltsalar bakılır: Eğer birinin kesbi, diğerlerinin kesbleriııden temeyyüz edilmeyecek bir halde ise kazanç aralarında bisseviye taksim edilir, biri diğerinden ziyade hisse alamaz. Fa­kat asi terıkedeki hisseleri âlâhaliha feraiz mucabince müşte-rek olur (Hâ-midiyye). [20]

 

Şirketi Deyne Ve Müşterek Gayri Müşterek Düyuna Dair Meseleler

 

72 - : Birden ziyade kimselerin bir veya müteaddid şahıs   zimmetinde olan ve birbirine müsavi vaya mütefavit miktarda   alacakları,    hakikaten veya.hükmen bir sebebden naşi olursa bu   alacak, o kimselerin   aralarında Sirket-î mülk ile müşterek bir deyn olur. Fakat bir sebebden naşi olmazsa müşterek bir deyn olmaz. Nitekim aşağıdaki meselelerden tevazzuh edecek-dir (DüiTümuhtar).

73 - : Bir müteveffanın terk ettiği ayan, kendi vârisleri veya musaieh-lerî arasında hisselerine göre müşterek olduğu gibi başkası zimmetinde olan alacağı da bunların beyninde hisselerine göre müşterek olur. Çünkü bu ala­cak, sebeb-i vahîd olan irsden veya vasiyetden. dolayıdır.

74 - : Müşterek bir malı itlaf eden kimsenin zamanen deyni olan meb­lâğ, o malın sahibleri arasında hisselerine göre müşterek olur. Çünkü sebeb-i deyn, müttehitdir ki, o da itlâfdan ibarettir.             '    .

75 - : Müteaddid kimseler aralarında   müşterek olan şu kadar meblağ: veya mekilâttan, mevzunattan veya adediyyat-ı mütekaribeden bir şeyi bir şahsa veya müteaddid şahıslara birlikte borç verseler bu borç, o kimseler beynin müşterek bir alacak olur. Çünkü bu alacak bir sebebden, yani: Kan muamelesinden münbaisdir.

Binaenaleyh bu kimselerden biri, bu alacakdan kendi hissesini veya bir kısmını kabz etse diğerleri de müşterek olub bundan hisselerini alabilirler (Hidaye).

Fakat bu kimseler, bir şahsa başka başka paralar ve saire borç verseler her biri başka bir alacaklı olur .Bunlar o kimseler arasında müşterek olmaz. Zira borcun sebebi olan ikraz muamelesi, müteaddiddir, velevki bu borçla­rın hepsine dair bir sened verilmiş olsun (Feyziyye).

76 - : Müşterek bir mal, bir sefka ile, yani :.Bir akd ile satüıb da sa­hihlerinden hiç birinin hissesi, satış ânında zikr ve tesmiye edilmese bun­dan dolayı müşteri zimmetinde olan alacakları bir müşterek deyn olur.

Amma satış ânında her birinin satılan şeyin semeninde olan hissesinin miktarı veya nev'i tesmiye ve tâyin kıhnsa, meselâ: «Birinin hissesi şukadar diğerinin hisseside bukadar kuruş ve yahut birinin hissesi hâlis meskukât, diğerinin hissesi de mağşuş meskukât» diye hisseleri tefrik ve temyiz edil­se bayiler, mebiinsemeninde müteşarik olmayıb her biri başka bir alacaklı olur. Çünkü tesmiyeye tefik, bayiler hakkında sefkayı tefrik gibidir (Nihaye),

Kezalik : Şeriklerden biri, şayi hissesini bir şahsa sattıktan sonra diğeri de hisse-i şayiasını ayrıca t'r akd ile yine o şahsa satsa bunun semeninde ortak olmayıb her biri başka bir alacaklı olur. Çünkü bu deynler, ayrı ayrı sebebler ile vacip olmuştur.

77 - : Müşterek bir mal, şerikler tarafından   malum bir ücretle ve bir îefka ile bir şahsa kiraya veriîib hiç birisinin hissesi icar ânında zîkr ve tes-niye edilmese bu şerikler, o ücretle hisselerine göre ortak olurlar.

78 - : îki kimse, müstakilleri malik oldukları birer malı bir safka ile bir şahsa satıb semeninden hisselerini satış ânında zikr ve tesmiye etmeseler o şahıs zimmetindeki alacakları aralarında müşterek olur.

Meselâ : Birinin bin kuruş kıymetinde bir atı, diğerinin de bes yüz ku­ruş kıymetinde bir kısrağı olub ikisini birlikte şu kadar kuruşa satsalar bu meblâğ, bunların arasında bu hayvanların kıymetleri   nisbetinde   müşterek

bir alarak olur, bunun üçde ikisi at sahibine, üçte biri de kısrak sahibine verilir.

Fakat herbiri kendi hayvanına şu kadar kuruş semen tesmiye ederse her biri başka bir alacaklı olub hayvanların mecmu-i esmanı bir müşterek deyn ol­maz.

Kezalik : îki kimse ,birer mallarını bir şahsa başka başka sefkaîer ile satsalar veya kiraya verseler bedeli müşterek bir deyn olmayıb her biri baş­ka bir alacaklı bulunmuş olur. Çünkü sefkalar müteaddiddir.

79 - : İki kimse, bir şahsın borcunu onun emriyle olan kefaletleri hase­biyle aralarından müştereken olan bir maldan tediye etseler mekfûlünanh olan o şahısdaki bu alacakları aralarında müşterek olur (Hindiyye).

80 - : Bir kimse, borcunu ödemek üzere iki şahsa emr edib onlar da bu borcu tediye ettiklerinde bakılır: Eğerbunu    aralarında    müşterek olan bir maldan vermişler ise o kimsede olan alacakları bir müşterek borç olur. Fakat aralarında müşterek olmayan bir maldan ödeyib de her birinin hissesi ha­kikaten mütemeyyiz bulunursa bu alacak, müşterek bir deyn olmaz. Mücer-red birlikde ödemiş olmaları, bu alacağın müşterek olmasını icab    etmez (Hindiyye).

81 - : Bir deyn, müşterek olmayınca dâyinlerden her biri, kendi alaca­ğını medyundan ayrıca taleb ve istifa edebilir ve her birisi ne kabz   ederse kendi alacağına mahsub eder, diğer alacaklı bundan hisse alamaz, velevki medyunun başka malı bulunmasın. Çünkü medyum berhayat olunca borçla­rı mallarına değil zimmetine taallûk eder. Medyun ise berhayat oldukça nef­sine velayeti bulunacağından mahcur olmadıkça garimlerinden bazılarının ala­caklarını tercihan tediye edebilir  (Hindiyye, Tenkih). [21]

 

Müşterek Deynlerin Hükmleri:

 

82 - : Bir deyn, müşterek olunca dâninlerden her biri kendi   hissesini medyundan taleb ve dâva edebilir, hepsinin birlikte dâva etmeleri icab et­mez.

Binaenaleyh dâyinlerden biri, değerlerinin gıyabında hâkime müraca­at ile hissesini medyundan taîeb etse vermesi için hâkim tarafından emr olu­nur. Şu kadar var ki, bumüşterek deynden dâyinlerin biri her ne miktar ve ne cins kabz ederse bu da diğer dâyinler ile aralarından müşterek olur. Mak­buz, gerek deynin misli olsun ve gerek ondan edna veya âlâ bulunsun. Ma-'amafih bu halde kabız olmayan dâyin, muhayyerdir: Dilerse hissesiyle ka­bız olan dâyine müracaat eder ve dilerse makbuzu kabıza terk ile hissesini medyundan ister.

Fakat müşterek dâyinîerden biri, kabz ettiği kendi hissesi elinde kaza­ra '.elef olsa veya bu hissesini medyuna hibe veya medyunu bundan ibra et­se, diğer dâyin, hissesini o şerikine tazmin ettiremez. Be!ki medyundan is

83 - : Dâyinlerden biri mü-fter-ek deyndeki hissesini ahb da sarf ve istin-lâi etse şeriki muhayyer olur: DUerse ona bu müstehîek makbuzda olan his sesini tazmin ettirir, kabız, onu yılnız kendi hissesine mahsub edemez, ve di­lerse bu makbuzu kabıza terk ile kendi hissesini medyundan taleb eder,

Meselâ : iki kimse arasında münaisefeten müşterek olan bin kuruş alacak-daa birisi hissesi olan beş yüz kuruşu medyundan ahb sarf ve istihlâk etse şeriki dilerse iki yüz elli kuruşu ona tazmin ettirir, medyunun zimmetinde kalan b«ş yüz kuruş da aralarında yine müşterek olur. Ve dilerse tazmin ectir-meyib medyunun zimmetindeki beş. yüz kuraş yalnız kendisine aid oîur (Beria-yi. Hİndiyye). '

84 - : Varislerden biri, deyni müşterekdeki hissesi mukabilinde cinsi hi­laf'2a bir mal üzerine sulh olsa diğer dâyin muhayyer olur: Dilerse bedeli suliü mu&alâha yapan şerikine terk ederek medyundan kendi,hissesini taleb eder ve dilerse şerikinin yaptığı musalâhaya muvafakat eyler. Bu takdirde bu şerik, muhayyerdir: Dilerse bedeli sulhden müşarikine isabet eden mikta­rı <:ca teslim eder ve dilerse deynden müşarikinin hissesine isabet eden nuk-tan ona tediye eyler (Dürerülhükkâm, MecmaürenhÜr).

85 - : Müşterek dâyinlerden biri, müşterek deynden bir şey kabz etme-yib yalnız hissesine bedel medyundan bir mata1 satın alsa diğer dâyinler, sa-tın alan dâyin razi olmadıkça o matada müşarik olmazlar. Çünkü bu müşteri, o cetaa bu deyn sebebiyle değil, belki akdi şira sebebiyle malik   olmuştyr.\ Akdi şira ile binefsihi mülkiyyeti raüâbittir.

Bu halde diğer dâyinler muhayyerdirler:'Dilerlerse bu mataın semenin-deo kendi hisselerini bu müşteri oîan âkylne tazmin ettirirler. Çünkü bu metaa aid =emenln bir, kısrm kendilerine aîddir. Ve dilerlerse hisselerini medyundan isterler; Amma bu şerikler, o metaı müştereken almak hususunda ittifak «er­lerse o meta, aralarında müşterek olur. Medyunun zimmetinde kalan müteba­ki deyn'de yine aralarında müşter-ak bulunur (Hindiyye).

86 - : Dâyinterden biri, yukarıdaki meseleler veçhile müşterek deynden bir -ücdarım veya tamamını gerek kabz et-Jn ve gerek kendi hissesine bedel bir rai satın alsın ve gerek alcca^ı mukabilinde bir mal üzerine medyun 2e sulh olsun diğer dayinl?r hersurette muhayyerdirler; Dilerlerse şeriklerinin1 bu ıruamelesini muciz olurlar, hisselerini mevcud ise aynen ve muüstehkk ise bedeîen ondan alırlar. Ve dilerierse muciz olmayıb hisselerini medyundan isterler, Şayed medyundaki alacakîan - onun iflâsı sebebiyle - batarsa his­sesini kabz etmiş olan dâyine rücu öderler. Mukaddema muciz olmamaları, rücua mani olmaz. Çünkü diğer dâyinlerin bu kabza riza göstermeleri, medyu­nun zimmetindeki baki hisselerin kendilerine salim kalması içindir. Bu hisse­ler, salim kalmayınca hakkı müracaatları avdet eder.

Bu iflâs meselesi, imarneyne göredir. îmamı Azama göre iflâs, ancak medyunu müflisin vcfatiyle tahakkuk eder. Medyun vefat etmedikçe iflâsın­dan dolayı diğer dâyinlerin, hissesini alan şeriklerine bu müracaatîeri caiz olmaz (Mecelle şerhi: Aüf Efendi).

87 - : Dâyinlerden biri, müşterek deyndeki hissesine bedel medyunu üc­ret iîe istihdam veya medyunun bir malını isticar etse diğerleri   muhayyer olurlar, dilerlerse ücretten kendi hissesine isabet edeni ona tazmin ettirir ve dikirse hissesini medyundan ister (Hİndiyye).

88 - : Dâyinlerden biri, müşterek deynde olan hissesini medyundan alıb da elinde kazara telef olsa şeriklerinin bu makbuzda olan   hisselerini gâmln olmaz, bu dâyin yalnız kendi hissesini  istifa etmiş olur. Medyunda kalan ala­cak da diğer şeriklere aid olur (Hindiyye).

89 - : Müşterek dâyinîerden bîri, deynden kendi hissesi için medyundan aldığı rehn, telef olsa şerikleri muhayyer olurlar. Dilerlerse medyuna müra­caat ederler ve dilerlerse mürtehin olan şerike kendi hisselerini tazmin etti­rirler.

{Meselâ: Yan yarıya müşterek olan borcun miktarı yüz lira oîub da iki dâyinden biri kendi hissesi için almış olduğu elli liralık bir rehn telef olsa bu müşterek alacağın yarısı sâkit utacağından diğer dâyin, muhayyer olur. di­lerse bu rehinden kendi hissesine dü>c-n yirmi beş lirayı o rnürtehîne tazmin ettirir, bu halde mütebaki elli lira aralarında müşterek olur ve dilerse hissesi oîan elli lirayı tamamen, medyundan isteyib alır.

90 - : Dâyinîerden biri, müşterek  deyndeki hissesi için medyundan kefil aldığı veya hissesini bir kimse üzerine havale ettiği surette kefilden veya mu­hal ünaleyhden ahz ve kabz   edeceği meblâğda diğer dâyin, dilerse kendisine mügarik oîur, mütebaki deyn yine aralarında müşterek kalır. Ve dilerse ken­di hakkının tamamım medyundan ister alır.

91 - : Müşterek dâyinlerden biri, mü§terekdeyndeki kendi hissesini ta mamen veya kısmen medyuna hibe etse veya medyunun zimmetini ondan ib­ra eylese hibesi veya ibrası sahih olur, deynin o miktarı hemen sukut eder. Bu vahib veya mübri olan dâyin, şerikinin hissesini zâmin olmaz.   Çünkü bir §ey kabz ve istifa etmiş, değildir.

92 - : Müşterek bir deynde dâyinlerden biri, medyunun bir malını   itlaf etmekle bu mal, kendisinin alacağına zamanen takas edilse şeriki muhayyer olur, dilerse ondan hissesini alabilir. Çünkü takas ile müşterek deynin bir mik-darı kabz edilmiş demekdir, ve dijerse tam hissesini medyundan ister.

Fakat müşterek deynin medyun zimmetinde sübutundan mukaddem olan bir sebeble dâyinlerden birinin medyuna borcu olub da bu borç, dâyinin müş­terek deyndeki hissesiyle takas edilse müşariki ona hissesini tazmin ettire­mez. Zira bu takdirde dâyn, müşterek deyni kabz etmiş olmaz ki, şeriki ken­disine hissesini tazmin ettirebilsin (Hidaye, Kifaye, Ebüssuûd).

93 - : Dâyinlerden biri, diğerlerinin izni olmaksızın - hiç birinîn   akdi-le vacib olmayan - müşterek bir alacağı, meselâ: Tevarüs ettikleri muaccel bir deyni tamamen veya kısmen tecil ve tehir edemez.    Böyle bir tecil, ne kendi hissesinde ve ne de şerikinin hissesinde sahih olmaz. Zira böyle bir tecil, ya şerikinin hakkında tasarrufdur veya deynin kableîkabz taksimi demekdir ki, bunlar caiz değildir.

Bu mesele, imamı Âzam ile imam Muhammed'e göredir, imam Ebû Yu­suf'a göre bu tecil, sahihdir (Nihaye).

94 - : Bir deyn, şeriklerden birinin akdile, meselâ: îdanesiyle vacib ol­muş olsa bakılır: Eğer bunlar şirketi inan ile şerik iseler idaneye mübaşeret eden şerikin bu deyni tecili sahih olur (Bahrirâik).

Bir de şeriklerden biri, müşterek deynin şu kadar müddet müeccel oldu­ğunu ikrar ettiği halde diğerleri inkâr eylese ikrar edenin hissesinde ikrarı bi-littifak sahih olur (Nihaye).

95 - : Bir malı müştereken satın almak, müşterilerin birbirine kefaletini mütezammin değildir. Binaenaleyh bir kimse, iki   şahsa bir akd ile bir mal satsa her birinden alacak hissesini başka bayka taleb eder. Müşteriler, birbi­rine kefil olmadıkça birinin borcu diğerinden mutalebe olunamaz.

Bir malı müştereken isticar, istikraz, havale, itlaf da bu hükmdedir.  

Meselâ : Bir kimse, bir malını iki şahsa bir akd ile kiraya verse her bi­rinden hissesini ayrıca ister alır', bu şahıslar birbirine kefil olmadıkça biri diğerinin hissesiyle mutalebe olunamaz (Dürerülhükkâm). [22]

 

Şirketi İbaheye Dair Meseleler :

 

96 - : Bir kimsenin daire-i ihrazına dahil bulunmayan sular, otlar, ateş­ler, sahradaki av hayvanları, cibal-i mübahedeki hüdayi nabit ağaçlar,- sahib-siz yerlerdeki hüdayi nabit ağaçların meyvalan nas arasında   şirket-i ibahe ile müşterek olub bunlardan istifade etmeleri kendilerine mubahtır.   Nitekim aşağıda izah edilecektir.

Fakat böyle bir suyu, otu, ateşi, av hayvanını, ağacı veya meyvayı bir kimse kendi tesebbübiyle elde ettiği veya yetiştirdiği takdirde ona müstakil-len malik olacağından onun rizası olmadıkça bundan başkasının istifade et­mesi mubah olmaz.

97 - : Yer altından akıp giden sular, kimsenin mülkü değildir. Binaena­leyh bunlarda nas, ibahe suretiyle müşterekdir. Meselâ: Bir kimse, hanesin­de bir kuyu kazsa çıkacak sudan istifade edebilir. Onun yanındaki hane sahi­bi de kendi hanesinde bir kuyu kazıyarak suyundan müstefid olabilir. Velev ki bunun neticesinde komşusunun kuyusundan su çekilsin. Çünkü yer altında­ki sular, kimsenin mülkü değildir ki, bunun çekilmesine sebeb olan şeye mani olabilsin (Haniyye, Tenvir).

98 - : Muayyen bîr şahsın sayf ve ameliyle kendisi için çıkarılmış ol­mayıb nasm intifa etmesi için vücuda getirilmiş olan kuyular, nas arasında şirketi ibahe ile müşterek ve mubah olan şeylerdendir.

Herkesin intifaı için, yollarda ve menzühanelerde kazılmış olan kuyular, bu cümledendir.

99 - : Bilumum denizler ve sahibi bulunmayan göller, nas arasında müş­terekdir. Bunlardan herkes, âmmeye zarar vermeyecek suretle istifade ede­bilir, Meselâ: Kendi tarlasına cedvel açabilir.

Fakat bir kimse, kendi çiftliğine suları çevirib büyük bir göl şeklinde da­ire-i ihrazına alsa bunda başkaları müşterek olmaz (Reddimuhtar,   Tahtavî).

100 - : Bir kimsenin mülkünde bulımmayıb âmmeye mahsus olan nehir­ler, yani: Mukasamaya ve bir cemaatin mülkü olan mecralara dahil olmayan ırmaklar da nas arasında şirket-i ibahe ile müşterek ve mubah şeylerdir. Bi­naenaleyh bunlardan da âmmeye zarar vermemek şartiyle herkes    istifade edebilir (Bence).

Nîl, Fırat, Dicle, Tuna, Tunca, Şattül'arab gibi nehirler, bü cümledendir (Reddimuhtar, Zeylei).

101 - : Memelûk olan, yani; Mukasamaya dahil oîub bir cemaatin mül-kündeki mecralara dahil bulunan nehirler iki nevidir. Birinci nevi; o nehir­lerdir ki, suları şerikler arasında müteferrik ve münkasim olur, fakat onla­rın arazisinde tamamen mahv olmayıb bakiyyesi âmmeye mubah olan mefa-zelere, kırlara akar gider. Bu kabilden olan nehirler, minvechin âmm oldu­ğundan bunlara da «Nehr-i âm» denilir, bunlarda da gayrı   memlûk nehirler «ibi süf'a cari olmaz.

Itkinci nevi; nehr-i hasdır ki, suyu mahdud kimselerin arazisinde mütefer­rik ve münkasim olur, bu arazinin nihayetine varınca mahy olub, kıriara men fezi bulunmaz- Bu nevi nehirlerde şüf'a carî olur (Dürerülhükkâm).

102 - : Sahîbsiz yerlerde hüdayi nabit olan otlar, nas   arasında şirketi ibahe Üe müşterek ve mubah olduğu gibi bir kimsenin mülkünde sebebiyyeti olmaksızın hüdayî nabit olan otlar da böyle müşterek ve mübahdır. Bü otların kablelihraz bey'i bâtıldır (Netice).

Amma bu hususda o kimsenin îesebbübü olsa, şöyle ki; Arazisini saky etse, yahud etrafına hendek çevirmek gibi bir veçhile înbat için idad ve te-hiyye eylese veya ot için sürse o arazîde hâsıl olan nebatat, kendisinin malı olur, başkaları onun izni olmaksızın bu nebatatdan bir şey alamazlar, alıb da istihlâk etseler bedelini zâmin olurlar (Hindfyye).

103 - : Cibal i mübahedeki, yani: Kimsenin yedi temellüküne geçmemiş oîan dağlardaki hüdayi nabit ağaçlar da nas arasında müşferek ve mubahtır. Binaenaleyh bu ağaşîan herkes kesib istimal edebilir.

104 - : Bir kimsenin mülkünde hüdayi nabit olan ağaçlar, kendisinin mül­küdür. Bunda şirketi ibahe yoktur, kendisinin izni oîmadıkca bu. ağaçları baş-itaları îhtitabda bulunamaz, bulunacak olsalar zâtnin olurlar, sahibi bunların Kaimen kıymetierini tazmin ettirebilir. Gasb mebhasine müracaat!.

105 - : Bir kimse, kendisinin mülkündekî veya yedi tasarrufunda bulu­nan arazideki veya kendisinin dikmiş olduğu bir ağacı aşılasa aşı kaleminden süren filizler, kendisinin mülkü olduğu gibi meyvaları da kendisinin   mülkü olur. Binaenaleyh onun izni olmaksızın başkaları bu filizleri ve bu rneyvaları alamazlar. Alırlarsa zâmin olurlar. Fakat bu kimse, mrcerred bu aşılamasiy-!e ağacın nefsine malik olamaz.

106 - : Bir kimse, bir karye ahalisinin merasındaki veya başkasınu müs-takilîen veya kendisiyle müştereken mülkündeki bir ağacı-aşılasa aşı kale­minden süren filizlere ve meyvalara malik olur. Bu üç   surette - bir kavle göre - bu ağaca da temellük etmiş bulunur. Bu evelki iki takdirde bu aşıla­yan kimse, o ağacın gayrı maktu olarak Ipymetini ve üzerinde   aşılamadan evel insanların yemelerine salih meyvalan var ise onların da kıymetini zâ­min olur. Son üçüncü takdirde ise ağacın bulunduğu yer, taksim olunarak bu ağaç aşılayanın hissesine isabet ederse febihâ, diğer şerikin   hissesine isabet ederse aşılamalar kal' olunur (Zahriyye, Ebüssuüd fetâvâsı).

107 - : Bir kimse, nefsi içün ektiği tohumun her türlü hâsılatına malik olur, velevki ektiği tarla başkasının olsun. Şu kadar var ki tohumu tarla sahi binin izni olmaksızın ekmiş ise sahibi, hâsılatı her ne zaman isterse kal' ettirebilir ve bu ziraatle arazisine ârtz olan noksanı kıymeti de tazmin ettirebi­lir, fakat hâsılatı ahz «demez.

Tohum, başkalaryle müşterek oba onlara yalnız bu tohumdaki hisselerini vermek lâzım geîir, hâsılata onlar da iştirak edemezler (Zeyleî. Tenkihi Hâ-midî).

108 - : Bir kimsenin arazisine nehrin veya selin getirdiği çamur, onun mülküdür, başkaları buna taarruz edemez. Bunda iştirak yoktur. Fakat neh­rin cibaî-i mübaheden bir kimsenin arazisine getirdiği çalı, çırpı, ağaç o kim­senin mülkü olmaz, bunu herkes alabilir. (Dürerülhükkâm).

109 - : Av, nas arasında müşterek ve avlamak mübahdır. Binaenaleyh herkes, kırlarda veya başkalarının arazisi dahilinde av avlayabilir. Arazi sa­hibi ava müdahale edemeî. Şu kadar var ki, avlamağın mubah olması için başlıca iki şart vardır: Birisi, bu avlamak âmmeye roozir olmamalıdır. Söy­le ki; Avcılık, hayvanların nüfürini ve insani arın havf ve îztirabını mudb olursa bundan menediîû*. Diğeri de avlamak; telehhi için, eğlenmek için ol­mamalıdır. Bir istifade maksud olmayıb da müeerred telehhi için olursa mü-

Bir de deniliyor ki: Av avlamayı bir hirfet ve sanat ittihaz  etmemelidir, bu halde mubah olmaz. Av avlamak ile iştigal insana gaflet getirir. Nitekim bir hâdis-i şerif de:   (Hindiyye, Abdülhalim). [23]

 

Şirketi Akdih Mahiyeti Ve Taksimi :

 

110  - : Şirketi akd, iki veya daha ziyade müteşarikler arasında asi ile ribh hakkında yapüan bir akd-i mahsusdan ibaretdir. Asldan maksad, serma­ye olacağı gibi amei ve itibar da olabilir. Binaenaleyh şirketler: Şirketi em­val, şirketi amal, şirket vücuh kısımlarına ayrılırlar.   Bunlardan her biri de şirketi inan veya şirketi müfaveze nevilerine ayrılırlar. Nitekim ileride izah edüecekdir,

111 - : Şirket-i akdin rüknü, lâfzan ve manen icab ve kabuldür.

Meselâ: Bir kimse, bir şahsa «Şu kadar lira sermaye üe ahz ve itâ etmek üzere seninle şerik oldum.» deyib o şahıs da «Kabul ettim.» dese îâfzen icab ve kabul Üe bir şirketi emval mün'akid olur.

Ve eğer birisi diğerine meselâ: Bin lira verib «Bunun üzerine sen de bin Ura koy ve mal satın al, her ne kâr hâsıl olursa aramızda yan yarıya müş­terek olsun.» deyib diğeri de onun dediği gibi yapsa manen kabulde bulun­muş olmakla yine bir şirketi emval, mün'akid olur.

112 - : Şerikler, ortaya sermaya olmak üzere bir miktar mal fcrnia birlikde veya ayrı ayrı ve yahud mutlaka, yani: Birlikde veya aynıca! ması şart edilmeksizin alış veriş etmek    ve hâsıl olacak ribhi

bir nisbet dairesinde taksim eylemek üzere şirket akd ederlerse ket-i emval olur.

Şerikler, yalnız amellerini - çalışmalarını sermaye edib de dan 15 tekabbül, yani: Teahhüd ve iltizam ederek hâsıl olacak kisbi, jt!c reti aralarında taksim etmek üzere şirket akd ederlerse bu da bir ne-amel olur. Buna «Şirket-i eb'dan, şirket-i sanayi ve şirket-i tekabbüa i-ie-nir. Nitekim iki terzinin veya bir terzi ile bir boyacının şerik olmalar;xc büdendir. işlerinin ve dükkânlarının ayrı ayrı olması ,bu şirkete maisidir.

Ve eğer şerikler, sermayeleri olmadığı halde mücerred kendi itiiziT-7 le veresiye mal aîıb satarak husule gelecek kârı beyinlerinde taksin  üzere şirket akd etmiş olurlarsa bu da bir şirket-i vücuh olmuş olur.Eti­kete «Şirketi mefalis» de denilmiştir.

113 - ; Şerikler, aralarında müsavat-i tamme şart etmeksizin şiâtac etmiş bulunurlarsa bununla bîr şirket-i inan, vücuda gelmiş olur.

Meselâ: iki şerikden biri bin, diğeri iki bin lira sermaye vaz' edü=2? yen cins malları ahb satmak ve kârı aralarında sermayelerine göre üL:rl olmak üzere tevzi etmek üzere bir şirket akd etseler bu, bir şirketi ûe"~ ve şirket-i emvalde dahil bulunur.

114 - : Şerikler, aralarında malca, tasarrufça ve kârca tam olmak üzere şirket akd ederek sermaye-i şirket olabilecek bilumum c şirkete idhaî etmiş olsalar bir şîrket-i müfaveze vücuda gelmiş olur. de şeriklerin sermayeleri ve ribhden hisseleri mütesavi bulunur.

Meselâ: Bir kimse vefat edib de sermaye-i şirket olabilecek ları bulunmayan oğulları, babalarından kendilerine kalan bütün maye ittihaz ederek her türlü veya bir nevi mal ahb satmak ve kârınla­rında müsavat üzere taksim etmek şartiyle şirket-i müfaveze akd edasi

Fakat böyle tam bir müsavat üzere şirket vukuu nadirdir. Hattâ pil­den biri bir aralık sermaye-i şirket ittihazına elverişli bir mal elde ete me­selâ: Kendisine bir lira hibe edilse aralarındaki şirket-i müfaveze, şansa müsavat zail olduğundan şirket-i inana münkalib olur. [24]

 

Şîrket-İ Akdin Her Kısmına Şâmil Umumî Şartlar :

 

115 - : Şirketi akdin her kısmı vekâleti mutazammmdir. Şöyle tef­lerden her   biri tasarrufda, yani alıb satmakda ve ahardan ücretle bül etmekde diğerinin vekilidir. Eğer bu vekâlet bulunmasa diğerinin mülküne bir mah idhâl edemez. Bu vekâlet sebebiyledir rik tahsil ettiği şeyin meselâ yarısını bitarikü'asâle nefsi için, diğer yansı­nı da bitarikiTvekâle şeriki için tahsil etmiş olur.

Binaenaleyh vekâletde akl ve temyiz şart olduğu gibi alelumum şirket­lerde de şeriklerin âkil ve mümeyyiz' olmaları şarttır.

Vekâlet sahih olmayan hususlarda şirket de sahih olmaz, tstiyad, ih-titab gibi (Tahtavî).

116 - : Şirketi müfaveze, vekâleti mütazammin olduğu gibi kefa­leti de mütazammindir. Bir şerik üzerine ne kadar borç lâhik olursa diğer şerik, bunun cümlesini kefalet hasebiyle zamin olur. Bu cihetle müfayizle-rin kefalete de ehiyetleri şarttır. Binaenaleyh çocuklar, mümeyyiz olsa­lar da şirketi müfaveze akd edemezler (Bedayi).

117 -   : Şirketi inart, yalnız vekâleti mütazammin olub kefaleti mü­tazammin değildir. Binaenaleyh şirketi inan akd edilirken kefalet zikr edil­mediği takdirde şerikler birbirinin kefili olmuş olmazlar. Bu şirket, müsa­vat iktiza etmediğinden kefalete hacet yoktur. Bunun içindir ki mezun olan çocuklar, matuhlar da şirketi inan akd edebilirler.

Fakat kefalete eni olan şerikler, şirketi inanın hiyniakdinde birbirine kefil olmalarını zikr etmiş olurlarsa yekdiğerinin kefili olurlar. (Bahrirâik).

118 - : Şirketlerin her birinde şerikler arasında rihbin ne cihetle taksim edileceğini tâyin şarttır. Bu cihet, mübhem ve meçhul kalırsa şir­ket, fâsid olur. Çünkü şirketde makudünaleyh, ribhdir, m akudun aleyhin meçhuliystî ise akdin fesadın mucibdir. Bu halde ribh, herkesin sermaye­sine göre taksim edilir (Hindiyye, Kefevî).

119 -  :  Şerikler arasında taksim olunacak rihbin hassaları; msf, sülüs, rubu gibi cüz'i şayi olmak şartdır.

Binaenaleyh şeriklerden birine ribhden maktuan şu kadar meblâğ verilmek üzere bir mukavele yapılsa şirket, fâsid olur. Çünkü o miktar meblâğdan ziyade ribh hâsıl olmamak ihtimâli vardır. Bu halde diğer şe­rikler, ribhden mahrum kalarak şirket, mün'kati olur (Bedayi, MecmaüT enhür). [25]

 

Şirketi Emvale Mahsus Şartlar :

 

120 -  : Şirketi emvaled sermayenin nukud kabilinden olması şart­tır. Bu nukudun bir cinsden olması şart değildir. Biri altın, diğeri gümüş sikke olabilir.

Ribh olan nikel sikkeler de Örfen nükud sayılır. Çünkü bunlar" da es­man olarak tedavül eder. Bütün Eimme-i Hanefiyye buna kaildir. Fakat bir rivayete göre bu, İmam Muhammed'e göredir. Müftabîh olan da bu­dur, îmaıru Azam ile İmam Ebû Yûsuf e göre böyle fulus sikkeler resul' mal olamazlar. Çünkü bunların kıymetleri vakit vakit tebeddül eder de uruz kabilinden olurlar. (Fuhüstanî, Mecmaül'enhür).

«Rayiç olan evrakı nakdiyye de nikel sikkeler mesabesindedir.»

121 - : Sikke halinde olmayan altın ve gümüş ile alış veriş yapıl­ması nas arasında müteamil olunca bunlar da nükud hükmünde olurlar. Müteamil olmayınca uruz hükmünde olarak sermaye olamazlar. Nitekim zamanımızda müteamil değildir.

«Nukre» eridilmiş olan altın ve gümüştür. «Tibr» ise madenden çı-karıhb da henüz sinaet = Kuyumculuk görmeyen altın ve gümüşdür ki, bunlara «Gayrı mazrub» denir (Kuhüstanî, Mecmaül'enhür).

122 - : Sermayenin ayin olması şarttır. Deyn, yani: Nasın zimmet­lerinde olan alacak sermaye-i şirket olamaz.

Meselâ: İki kimse, başkası zimmetinde olan alacaklarını sermaye it­tihaz edib de onun üzerine şirket akd edemezler. Hattâ birinin sermaye­si ayn, diğerinin sermayesi deyn olsa şirket yine sahih olmaz. Çünkü deyn, medyundan başkasına temlik edilemez. Ve. deyn istifa edilmedikçe bu­nunla alış veriş ederek kazanmak mümkün olamaz.

Sermaye olan malın jkdi şira vaktinde gaib olmaması da şarttır. Fa­kat bunun akdi şirket samanında gaib bulunması şirkete zarar vermez (Bahrirâik, Keddimuht r).

123 -  : Uruz ya akar gibi nükuddan sayılmayan mallar üzerine şir­ket akdi sahih olmaz, ya/i: Bunlar sermaye-i şiTket olamaz. Meğerki iki kimse, böyle nükud kabilinden olmayan mallarını sermaye-i şirket etmek istediklerinde her biri malının yansını diğerine satıb da bunlar da şir­ket-i mülkle iştirakleri hâsıl oldukdan sonra bu müşterek malları üzeri­ne inan veya mufaveze yoliyle akdi şirket etsinler, bu caizdir. Aksi tak­dirde şeriklerden her biri, zâmin ve malik olmadığı bir malın ribhine müstahik olur ki bu, doğru değildir.

124 -  : îki kimse, misliyatdan olan bir nevi mallarını, meselâ: Bi­rer miktar buğdaylarını birbirine karıştırıp da aralarında şirket-i mülk hâsıl oldukdan sonra işbu mahlut malı sermaye ittihaz ederek onun üze­rine akd-i şirket edebilirler.

Bu misliyyat, minvechin semendir. Şu cihetleki, bunlar zimmette de­yin olmak üzere sabit olarak mukabilinde mal alınabilir. Ve minvechîn uruzdur. Çünkü bunlar akdde tâyin ile taayyün eder. Artık iki şibih ile amel olunarak birbirine karıştırıldığı suretde semen, karıştırılmadığı tak­dirde uruz sayılmıştır. (Mecmaürenhür).

125 -  : Bir neviden olmayan şeylerin, meselâ: Buğday ile arpanın birbirine karıştınlmasiyle şirket-i mülk vücuda     gelirse de  şirketi akd vücuda getirilemez (Reddimuhtar).

Misliyattan olmayan adediyyatı mütefavide gibi kiyemiyyattan olan mâlların birbirine karıştınlmasiyle de akdi şirket sahih olmaz (Mecma­ül'enhür).

126 -  : Şirketlere nazaran menfaatler uruz gibjdir. Uruz, serma­ye-i şirket olamayacağı gibi menafi de sermaye-i şirket olamaz.

Binaenaleyh bir kimsenin beygiri, diğer bir şahsın da eğertakımı veya çuvalları olub da bunları icar ile hâsıl olan ücreti beyinlerinde tak­sim etmek üzere şerik olsalar, şirket fâsid olub elde edilen ücret, bey­gir sahibine aid olur. Eğertakımı veya çuvallar beygire tâbi olmakla sa­hibi ücretten hisse alamayıb ancak baliğen mâbelâğ eğerinin veya çu­vallarının ecri mislini alır.

Fakat iki kimseden biri kendi hayvaniyle, diğeri de meselâ kendi çuvallariyle amel etmek üzere yük naklini takabbül ve taahhüdde iştirak etseler bu, sahih olur. Bu halde ücreti aralarında şart ettikleri veçhile taksim ederler. (Bahrirâik, Hindiyye).

127 - ; Bir kimsenin hayvanı üzerine bir şahıs emtiasını yükleye­rek gezdirib satmak ve bu emtianın ribhi aralarında müşterek olmak üze­re şirket akdetseler fâsid olur. Çünkü bunlardan birinin re'sül'mâli araz­dır, diğerinin re'sül'mâli de menfaatidir. Bu halde hâsıl olan kâr, emtia sahibine aid bulunur. Çünkü bu kâr, onun emtiasının bedelidir. Hayvan sahibi de emtia sahibinden hayvanının ecri mislini alır. Zira hayvan sa­hibi hayvanına bilâbedel yük yükletilmesine razi bulunmamıştır.

128  -  :  Şirket hususunda hane,   dükkân, sefine  de hayvan hük­mündedir. Binaenaleyh bir kimse, başkasının dükkânında emtiasını satıb da rib­hi beyinlerinde müşterek olmak üzere şerik olsalar şirket, fâsid olur. Em­tianın ribhi sahibine aid olub dükkân sahibi de dükkânının ecri mislini alır. (Kadıhan).

129 - : Bir kimse, ineğini veya tavuklarını besleyib hâsılatı ara­larında müşterek olmak üzere bir şahsa verse bu şirket, fâsid olur. Bu halde hâsılat, inek veya tavuk sahibine aid olub o şahıs da alefinin bedeline ve amelinin ecri misline müstahik bulunur. (DürerüThükkâm). [26]

 

Şirket-Î Akde Müteallik  Bazı  Zabıtalar  :

 

130 -  : Amel,  takvim ile  mütekavvim  olur, yani:  îş, tâyini kıy­met ile kıymetlenir ve bir şahsın ameli, diğer şahsin ameline nisbetle da­ha kıymetli olabilir.

Meselâ: Şirkei-i inan ile şerik olan iki kimsenin sermayeleri miite-savi ve ikisinin dahi alettesavi amel etmesi meşrut olduğu halde birine ribhden fazla hisse itası şart kılınsa caiz olur. Çünkü birisi ahz ve itada daha mahir ve ameli ziyade ve daha faideli olabilir.

Hâsılı ücret, amelin bedelidir. Şerikler ise amel hususunda mütefa-yit olabilirler. Binaenaleyh birinin ribhden hissesi fazla kabul edilebilir. Bu, bir istihsan neticesidr. Kıyasa nazaran amelleri ve sermayeleri mü­savi olunca ribhden hisseleri de müsavi olmaktır. Aksi takdirde fala alan, zâmin olmadığı bir şey, yani: Yapmadığı. fazla amel mukabilinde ribh almış olur. İmam Züferin kavli böyledir. Fakat sair eimmeye göre bu fazla mikdar, bir ribh değildir, belki amelin bedelidir. Çünkü ribİL kendisiyle re'sülmâl arasında mücaneset iktiza eder. Burada ise mücsne-set yoktur. Zira re'sülmâl; ameldir, ribh ise maldır. Bu halde bu, bir rîbfe değil, bir bedeldir. (Mecmaül'enhür).

131 -  : Ribhe istihkak, mal ile veya amel ile olduğu gibi bazen t-man ile de o!ur. Çünkü zamanı amel, yani: îş takabbül ve .taahhüd Et­mek, bir nevi ameldir.

Meselâ: Şirketi müzarebede ribhe rebbülmâl mâliyle, müzarib de ameliyle müstahik olur. Sanayi sahihlerinden biri, yanma bir şakird aM> da takabbül ve taahhüd eylediği işleri alacağı ücretin msfiyle veya sülü-süyle ona gördürse caiz olub iş sahihlerinden alman ücretin nısfına veya sülüsüne o şakird ameliyle müstahik olduğu gibi üstad da ücretin diğer nısfına veya sülüsüne iş sahibine karşı ameli zâmin ve müteahhid oîzs-siyle müstahik olur. (Dürer, Bahrirâik).

132 - : Bir kimse,  dükkânına erbabı  sanayiden birini koyub ve takabbül ve taahhüd eylediği işleri ona gördürüb de hâsıl olacak ücreti aralarında yan yarıya taksim etmek üzere şirketi sanayi = Şirketi aael akd eyleseler istihsanen caiz olur. Nasm bu veçhile teamülü bilânekir ca­rîdir. Bu  halde dükkâna konulan sahibi sanat da iş takabbül edebüi. Çünkü aralarındaki şirket, vekâleti mutazammmdır. Ücreti yine aralana-da müşterek olur. Dükkân sahibi onu iş takabbül etmekden menetse şir­ket, caiz olmaz. Dükkân sahibinin yarım hisseye istihkakı ancak ameli zâmin ve müteahhid olmasiyledir. Maamafih bu nısıf hisseye istihkakı zımmında dükkânın menfaatine de nail olmuş, dükkân muattal olmakdan kurtulmuş olur.  (Tatarhaniyye).

133 - : Yukarıda yazılı üç amrdan, yani: Maldan, amelden ve za­mandan biri bulunmazsa ribhe istihkak husule gelmez.

Meselâ: Bir kimse, bir şahsa hitaben: «Sen kendi malınla ticaret et de ribhi aramızda müşterek olsun.» deyib o şahıs da kabul etse bunun­la şirket husule gelmiş olmaz. Binaenaleyh o kimse, hâsıl olacak ribhden hisse alamaz. {Dürer. Gurer).

134 - : Bir kimse, bir şahsa «Bana şu kadar para ödünç ver de alış veriş yapayım, kâr aramızda şu nisbette müşterek olsun-.» deyib o şa­hıs da bu parayı ödünç verse kârın tamamı o kimsenin olur. O şahıs bun dan hisse alamaz. Çünkü müstakriz, kabz eylediği borç paraya malik olur, bunda mukrizin mülkü kalmaz, bunda ameli ve zamanı da bulunmadığın^ dan bunun nemasına müstahik olmaz. (Hidaye).

135 - : Şirketi inanda iki şerikin sermayeleri müsavi olduğu hal­de birinin amel ettiği halde ribhin sülüsünü alacağı, diğerinin ise amel et­mediği halde .ribhin sülüsanını alacağı me'şrut olsa bu amel. etmeyecek şerik, bu ziyade ribhe müstahik olmaz. Belki ribh aralarında sermayele­rinin miktarına göre taksim edilir. Zira bu ziyadeye tekabül edecek bir mal, bir amel veya zaman yokdur. (Dürerürhükkâm).

136 - : Ribhe istihkak, akdi şirket zamanında irad edilen meşru şarta göredir, bilâhare yapılacak işe göre değildir.

Binaenaleyh amel etmesi meşrut olan şerik, ameî etmese bile amel

etmiş gibi sayılır, amel etmemesi şirketin, infisahını icab etmez.

Miselâ: Şirketi sahihe ile- şerik olan iki kimsenin ikisi dahî amel etmek üzere şart edilmiş olduğu halde yalnız birisi amel edib de diğeri - hastalığı veya müsaferetı gibi bir özre ve yahud özürsüz yere amden - amel etmese bile şerikler, birbirinin vekili olduğundan şerikinin ameî et­mesiyle kendisi dahi amel etmiş gibi sayılarak kâr aralarında şart eyle­dikleri veçhile taksim olunur.

Fakat amelden kaçınan şerik, arkadaşına: «Ben seninle şirketle amel etmiyeceğim = Ben seninle ortak olarak çalışmayacağım» dese arkada­şının yalnız çalışarak, kazanacağı kâra ortak olamaz. Çünkü şerikin o sö­zü:  «Şirketi fesh eyledim.» demektir. Dürrümuhtar).

137 - : Şirketi inan veya şirketi müfaveze ile şerik olanlar, bir­birinin eminidir. Şirket malları üzerindeki elleri birer yedi emanettir.

Binaenaleyh her birinin elinde şirketin malları vedia hükmündedir, taaddisi ve taksiri olmaksızın birisinin elinde mali şirket telef olsa şeri­kinin hissesini zâmin olmaz.

Meselâ: Şeriklerden biri, diğerinin izniyle şirket malini vapur ile baş­ka bir memlekete götürmekte İken vapur gark olub o mal telef olsa ken­disine mes'uiiyet teveccüh etmez.

Bu şeriklerden biri, mali şirketin kısmen veya tamamen yanında te­lef olduğunu veya bunu şerikine def ve teslim eylediğini iddia etse sö­zü meâl'yemin kabul olunur. (Feyziyye, Mecmaül'enhür).

138 - : Şirketi inan tarikiyle olan şirketi emvalde sermaye şerik­ler arasında mütesaviyen veya mütefazılan müşterek olur. Amma birin­den yalnız sermaye, diğerinden de yalnız amel olmak üzere şirket akde-dilirse bakılır: Eğer  ribhi beyinlerinde müşterek olmak üzere mukave­le yapılmış ise bu şirket, müzarebe olur. Nitekim ileride görülecekdir. Ve eğer ribhin tamamen âmile aidiyeti kabul edilmiş ise bu, karz olur. Ve eğer ribhin tamamen sermaye sahibine aid olması şart edilmiş ise o ser­maye, amilin  elinde bizaa, amil .de  müstabzi olur. Müstabzi ise vekil-i müteberri hükmüne olduğundan kâr ve bilâtaaddin vuku bulacak ziyan tamamen mal sahibine aid olur.

Mübzi vefat edince bizaa münfesih olur. Müstebzi bu vefata gerek vakıf olsun ve gerek olmasın (Bedayi, Hindiyye).

139 - : Şeriklerden biri ölse veya cünuni mutbik ile mecnun olsa şirketi akd, münfesih olur. Çünkü şirket vekâleti mütezammindir. Vefat veya cünun halinde ise vekâlet kalmaz. Bu cihetle bu infisah, bir azl-i hük­mî mesabesinde olduğundan bunda şerikin vefatına veya mecnun olması­na diğer şeriklerin ıttılaı şart değildir. Şu kadar var ki, şerikler ikiden zi­yade olduğu surette şirketin infisahı yalnız fevt veya mecnun olan şerik hakkında olub diğerleri arasında şirket yine devam eder. (Mecmaürenhür, Dürerül'hükkâm).

140 - : Şeriklerden birinin şirketi inkâr   etmesiyle veya diğerine «Seninle amel etmem» demesiyle ve şeriklerden birinin hacr edilmesiyle veya sermayenin tamamen zayi olmasiyîe veya şeriklerden yalnız birinin sermayesinin daha halt ve şira bulunmadan evvel telef olmasiyîe ve mu­vakkat olan şirket müddetinin nihayet bulmasiyle akdi şirket, münfesih olur.

Şirketi mülk ise şeriklerden birinin vefatiyle münfesih olmaz. Belki müşterek mülk, berhayat olan şerik ile vefat eden şerikin vârisleri arasın­da yine müşterek oiur. (Bahrirâik, Reddimuhtar).

141 -  : Şeriklerden birinin feskiyle şirket münfesih olur. Fakat bu feshi diğer şerikin bilmesi şarttır. Çünkü bu, bir azli kasdî mesabesinde­dir. Binaenaleyh birinin fesh ettiği diğerinin malûmu olmadıkça şirket devam eder. (Tatarhaniyye).

142 - : Şerikler, şirketi fesh edib de mevcud nükud birinin, zim­metler de olan alacak da diğerinin, yahud mevcud nükud birinin, d'ıkkâ-nindaki emtia ve zimmetlerdeki alacak da diğerinin olmak üzere iktisam etseler kısmet, sahih olmaz. Çünkü alacak haddizatında madûm olduğun­dan kablelkabz taksimi sahih değildir. Bu suretde mevcud nükuddan veya şirketin uruzundan biri ne kabz ederse diğeri de ona ortak olur. Zimmet lerdeki alacak da aralarında hisselerine göre müşterek kalır.

143 - : Şirketlerden biri, şirket mallarından bir miktarını alıb da imâl ederken diğer şerikin ayn veya deyn kabilinden olan hissesini mü-cehhilen vefat etse, yani: Ne yaptığını, nereye bıraktığım ve ne olduğunu kimseye bildirmemiş olsa şerikinin bu maldaki hissesi terekesinden isti­fa olunur. (Kmye, Bahrirâik). [27]

 

Şirketi İnanın Şirketi Emval Kısmına Aid Meseleler :

 

144 - : Şirketi inaır, şirketi müfavezeden şu beş veçhile ayrılır:

(1) : Şirket-i inan ile şerik olanların sermayeleri mütesavi olmak şart değildir, birinin sermayesi diğerinin sermayesinden daha ziyade olabilir.

(2) : Şirket-i inanda şeriklerden her birisi bU'cümle nakidlerini. ser­mayeye salih mallarını sermayeye idhal etmeğe mecbur değildir. Mallan mn mecmuu veya bir miktarı üzerine şirket akd edebilirler. Bu cihetle ser­mayelerinden fazla sermaye-i şirket olabilecek mallan, meselâ: Nakidleri bulunabilir.   .

(3) : Şirketi inan ile şeriklerin sermayeleri kıymetçe mütefavit, muhte-lifülcins dahi olabilir. Bin altın ile dört bin gümüş lira gibi. Müfaveze de ise sermayeler muhtelif ül'cins olunca kıymetleri müsavi olmak şarttır.

(4) : Şirketi inanda rihbin müsavat üzere taksimini mukavele caiz ol­duğu gibi mütefazılan taksimim mukavele de caizdir.

(5) : Şirketi inan, umum ticaret üzerine akd olunabileceği gibi hasse-ten bir nevi ticaret, meselâ: Zahire alış verişi üzerine de akd olunabilir. Müfavezede ise - bir kavle göre - umum ticaret üzerine yapılabilir, bir nevi ticaret üzerine yapılamaz. (Hindiyye, Dürerülhükkâm).

145 -  : Şirketi sahibede rihbin ne   veçhile taksimi   şart edilirse şer'i şerife muvafık olunca - her halde o şarta riayet olunur.

Şeriklerin satın aldıkları emtianın taksimi arzu edildikde bu emtia için iştira vaktindeki kıymet takdir ve tâyin olunarak kâr dahi o nisbet üzere taksim edilir. (Bahrirâik).

Şirket-i faside de ise ribh ve faide sermayelerin miktarına göre tak­sim olunur. Şeriklerden birine fazla verilmesi şart edilmiş olsa ona itibar olunmaz. Çünkü bu halde tesmiye sahih olmayacağından tefazul şartı bâtıl olur, mal aralarında şirket-i mülk ile müşterek kalır. Şirket-i mülkde ise ribh ve hâsılat hissedarların hisselerine göre taksim edilir.

Şirket-i faside de sermaye yalnız bir tarafa aid olursa ribhin tamamı bu sermaye sahibine aid olur, diğeri yalnız ecri misline müstahik bulu­nur. Bu şirkette hiç bir tarafdan sermaye bulunmazsa ribh, yalnız âmilin olur., (Mecmaül'enhür, Reddimuhtar).

146 - : Bir şirket malında taaddi ve taksir   bulunmaksızın husule gelen zarar ve ziyan her halde sermayelerin miktarına göre münkasim olur; diğer veçhile şart edilse ona itibar olunmaz.    Çünkü bir hâdis-i şerif'de «Kibh şart olunduğu üzeredir, zarar ve hasar ise iki mülk miktarına göre­dir.» diye buyurulmuştur. (Mecmaül'enhür).                                

147 -  : Sermayeler gerek müsavi ve gerek mütefazil olsun, şerikler kân aralarında sermayelerinin miktarına göre taksim etmek üzere şart et­seler sahih olur ve kâr ile ziyan aralarında şart ettikleri veçhile sermaye­lerinin miktarına göre taksim olunur. Bu surette gerek ikisinin dahi amel etmesi şart olunsun ve gerek yalnız birinin amel etmesi şart kılınsın mü­savidir. Şu kadar var ki, yalnız birisinin amelde bulunması meşrut olduğu takdirde onun elinde diğerinin sermayesi bizaa hükmünde olur, o serma­yenin kâr ve ziyanı sermaye sahibine aid bulunur. (Reddimuhtar).

148 -  : Şeriklerin sermayeleri mütesavi olduğunu halde birine ribh-' den fazla hisse meselâ: Ribhin sülüsanı şart edilse bakılır: Eğer ikisinin de alesseviyye amel etmesi meşrut ise şirket, sahih ve şart muteber olur. Çün­kü onun amelde mehareti daha ziyade olabilir. Ve Eğer yalnız birisinin amel etmesi veya birisinin daha çok çalışması meşrut oîub bu amel, ribh­den hissesi ziyade olan şerik üzerine şart edilmiş ise şirket yine sahih ve muteber olur. Bu suretde bu şerik maliyle sermayenin ribhine, ameliyle de ribhden fazla hisseye müstahik olur. Şu kadar var ki, hu suretde bunun elinde şerikinin sermayesi malı müzarebe hükmünde olarak müzarebeye şe-, bih bir şirketi inan ve amel vücuda gelmiş olur. Ve eğer amel, ribhden,his­sesi az olan şerik üzerine şart edilmiş olursa bu şart caiz olmaz, kâr ve zi­yan beyinlerinde sermayelerinin miktarına göre taksim olunur. Zira kâr eğer şart ettikleri veçhile taksim olunsa amil olmayan şerikin alacağı faz-layav maldan ve amel ile zamandan bir şey mukabil olmaz, kâra istihkak ise bu üç şeyden biriyle olur. (Hindiyye, Dürerürhükkâm).

149 -  : Şeriklerin  serniayeleri mütefazil,   meselâ:  Birinin   serma­yesi bin, diğerinin sermayesi iki bin lira olduğu halde rebhin taksimi ara­larında müsavat üzere meşrut bulunsa sermayesi az olan şerikin serma­yesine nisbetle ribhden fazla hisse alması şart edilmiş olacağından, şerik­lerin sermayeleri mütesavi olduğu halde ribhden birisine fazla şart edil­miş gibi olur.

Binaenaleyh bu akdde ikisinin yahud ribhden hissesi ziyade, yani: Sermayesi az olan şerikin amel etmesi şart edilmiş ise caiz ve şart mute­ber olur. Çünkü bu şerik maliyle sermayenin ribhine, amelile de ziyade hisseye müstahik olur. Ve eğer yalnız ribhden hissesi az, yani: Sermayesi çok olan şerikin amel etmesi şart edilmiş ise bu şart caiz olmayıb, kâr be­yinlerinde sermayeleri miktarına göre taksim olunur. Çünkü bu takdirde bu fazla alınacak ribhe mukabil bir mal, bir amel veya bir zaman bulun­mamış olur.

150 -  : Şeriklerden biri meselâ: Bin lira, diğeri ise beş yüz lira ser maye vaz edib amel bin lirayı yaz eden şerik üzerine, ribhin çoğu da amel etmeyecek olan şerik için şart edilse şirket, sahih ve şart muteber olur. (îbni Abidin).

151 - : Şeriklerin her biri, şirketin malını gerek peşin para ile ve gerek veresiye olarak az çok beha ile -gabni fahiş olsa da- satabilir, velev ki lehine şahadeti caiz olmayan bir kimseye satsın. Çünkü birbirine karşı bu hususda vekâleti haizdirler. Bu babda şirket-i inan ile şirket-i nıü-faveze müsavidir. .(Reddimuhtar, Dürerürhükkâm).

152 -  : Şeriklerden hangisi olursa olsun elinde şirketin sermayesi mevcud olduğu halde peşin para ile veresiye mal satın alabilir, bu ticaret muktezasıdır. Fakat gabni fahiş ile mal iştira edemez-, edecek olsa almış olduğu kendisinin olur, şirketin olmaz. Nitekim şıraya vekil olan hakkın­da da hükm böyledir. (Velvaliciyye).

153 -  : Şeriklerden biri, elinde şirketin sermayesi kalmamış olun-, ca şirket için mal iştira edemez, ederse o mal kendisinin olur. Çünkü o mal şirket namına alınmış olsa onun bedelini kısmen diğer şerikin vermesi lâ­zım gelecekdir. Halbuki o şerik bunu iltizam etmemiştir. Şayed bu alınan male ortak olmak isterse o zaman aralarında müşterek olur. (Reddimuhtar).

154 - : Şeriklerden biri, ticaretleri cinsinden olmayan bir şeyi şirketin parusiyle /eya kendi parasiyle satın alsa o mal kendisinin olur, şeriki ondan hisse almaz. Çünkü bunu almaya vekâleti haiz değildir. Fakat biri­sinin elinde şirketin sermayesi varken ticaretleri cinsinden olan bir malj kendi parısiyle satın alsa yine şirketin olur. Zira bu malın iştirası husu­sunda şeriki namına vekil mesabesinde bulunmuştur, onu bu mala kısmen hakkı taalluk etmiştir.

Meselâ: Kumaşçılık etmek üzere akdi şirket eden iki kimseden biri kendi parasiyle bir at alsa kendisinin olub şeriki o ata hissedar olamaz. Amma elinde şirketin sermayesi varken bir kumaş alsa şirketin olur. Ve alırken, «Ben bu kumaşı kendim için alıyorum, şerikimin bunda hissesi yokdur.» diye işhad etse bile müfid olmayıb o kumaş şerikiyle beyinlerin­de müşterek olur.

Fakat şerikine hitaben: «Ben bu malı kendim için alacağım» deyib o da «Peki» dese ondan sonra alınca kendisinin olur. (Haniyye, Bahrirâik).

155 - : Şirket-i inanda hufcuk-u akd, ancak şeriki âkide aiddir. Nite­kim sırf vekâletde de böyledir.

Binaenaleyh şeriklerden birinin satın aldığı malı kabz ile semenini öde­mek yalnız onun üzerine lâzım gelir. Bu cihetle şirketi inanda birinin sa­tın aldığı malın semeni ancak ondan mutalebe olunub şerikinden mutale­be olunamaz. Zira şirketi inan, kefaleti mutazammın değildir. Fakat şirke­ti inanda kefalet de zikr edilmiş olursa o suretde semen her ikisinden de istenilebilir.

156 - : Şirketi inanda şeriklerden birinin emvali şirketten sattığı ma­lın semenini kabz etmek ve bu hususda mahkemeye müracaatla husumet­te bulun.nak ancak onun hakkıdır. Çünkü âkid odur. Bu cihetle müşteri semeni iiğer şerike verse yalnız semeni kabız olan o şerikin hissesinden beri olub ikid olan şerikin hissesinden beri olmaz. Ve yine bu cihetledir ki, âkid   >lan şerik, sattığı malın semenini kabza ahar kimseyi tevkil etse şeriki onu azl edemez. Zira âkidin başkasını kabzı semene tevkil etmeğe hakki vardır.

Amma şirketin mallarından birini bey ve gira veya icare için şerik­lerden birinin tevkil ettiği saksı diğer şerik azledebilir. Çünkü bunlara şeriklerden her birinin bizzat mübaşerete hakkı olduğun dan'birinin bu hu-susdaki vekilini diğeri azle müstahik bulunur. (Kadıhan, Reddimuhtar).

152 - : Satılan şeyi ayıbından dolayı red, hukuk-u akiddendir.

Binaenaleyh şirketi inanda şeriklerden birinirr satın aldığı malı diğeri kadîm ayıbından dolayı reddemez. Ve, şeriklerden birinin mali şirketten sattığı mal, ayıbı kadîminden dolayı diğer şerike red olunamaz. Fakat satan şerike red olunabilir, hükme muhtaç değildir. Bu hususda o şerikin aybı ikran da muteberdir.

158 - : Akid olan şerik, peşin olarak sattığı malın semenini şeriki­nin rizası olmaksızın da tecil edebilir. Fakat âkid olmayan şerik, tecil eder­se kendi hissesinde bile caiz olmaz. Imameyne göre ise, yalnız kendi hisse­sinde caiz olur. (Mebsut, Mecelle şerhi: Atıf Efendinin).

159 - : Şeriklerden her biri, şirketin malını bir kimseye vedia ola­rak bırakabilir ve ibza edebilir, yani: Kâr sermaye sahibine aid olub âmil meccanen çalışıb sermaye sahibi için kâr elde etmek üzere mali şirketi bi-zaa voliyle başkasına verebilir. Ve müzarebeye de verebilir. Çünkü müza-rebe, şirketi emvalin dûnündedir, bu şirket, müzarebeyi de tazammün eder.

160 - : Şeriklerden her biri, şirket namına akdi icarede bulunabilir: Meselâ: Şirketin mallarını hıfz için dükkân tutabilir, ve şirketin maliyle şirket namına ticarette bulunmak üzere ecir isticar edebilir. Çünkü bun­lar tüccar arasında mûtaddır.

Fakat bu şeriklerden biri, değer şeriklerin izinleri olmadıkoa mali şir­keti temyizi müteazzir veya müteassir olacak bir surette kendi malına ka-nşdıramaz. Veya başka bir şahs ile şirketi inanda veya müfavezede bulu­namaz. Böyle yapar da şirketin malı zayi olursa şeriklerinin hisselerini zâmin olur. (Hulûsa, Bahrirâik}.

161 - : Şeriklerden biri, diğerinin sarihan izni olmadıkça mali şir-ketden başkasına ikraz edemez. Çünkü karz, ibtidaen teberrudur. Şerik­lerden birinin teberrua salâhiyyeti yoktur. Bu hususda şirketi inan ile mü-faveze arasında fark mevcud değildir. Amma şirket için istikraz edebilir. Zira istikraz, ticaret ve mübadele, mesabesindedir. (Bahrirâik, Reddimuh­tar).

162 - : Şeriklerden biri, şirket İçin ne miktar para istikraz ederse şerikinin de büiştirak borcu olur. Şu kadar var ki, şirket, bir şirketi inan ise mukriz, bu parayı yalnız müstakriz olan şerikden taleb eder, müfaveze ise müstakrizin şerikinden de taleb edebilir.

Maamafih bir kavle göre şirketi inan ile şerik olanlar, şirket namına istikrazda bulunamazlar, velevki birbirine istikraz için serahaten izin ver­miş olsunlar. Çünkü istikraza tevkil, bâtıldır. (Kadıhan, Bahrirâik).

163 - : Şirket-i inan ile şeriklerden her biri, diğerine «Reyinle amel et.» veya «Dilediğini yap.» diyerek şirket işini birbirinin reyine tefviz et­seler her biri tevabii ticaretten olan şeyleri yapabilir. Şöyle ki: Mal-i şir­keti, şirketin borcuna mukabil terhin edebilih Şirketin alacağı için rehin alabilir, şirketin malı ile sefer edebilir, şirketin malını kendi maliyle ka­rıştırabilir ve başka kimse ile şirket-i inan akd edebilir. (Dürrümuhtar).

164 - : Şirket-i inan ile veya şirket-i müfaveze ile şeriklerden biri, diğer şeriklerin sarih izinleri olmadıkça şirkete aid bir malı  itlaf veya ivazsız olarak başkasına temlik veya vakf tesis edemez.

Meselâ: Bir kimse, şerikinin sarih izni olmadıkça «Mücerred reyinle amel et.» demesine mebni şirketin malından bir kimseye ikraz ve hibe ede­mez. Hibe ederse şeriki hakkında nafiz olmaz. Ancak ekmek, et, meyva misilli cüz'î şeylerin hibesi bundan müstesnadır. Bunların ihda edilmesi mûtaddır. (Zahire, Hindiyye).

165 - : Şeriklerin mezun oldukları hususlardan bazılarını bir şeri­kin ortaklarından nehiy etmesi muteberdir.

Binaenaleyh iki şerikden biri, diğerini «Mali şirketle ahar diyare git­me» yahud «Veresiye mal satma» diye nehiy etmiş iken, diğeri dinlemeyib ahar diyara gitse yahud veresiye mal satsa vâki olan zarardan şerikinin hissesini zâmin olur. Başka diyara gidib de kâr temin etse bu kâr, hasse-ten kendisinin olur. Çünkü gasıb mesabesinde, bulunmuştur. Veresiye mal sattığı surette ise satan şerikin kendi hissesinde beyi, nafiz, bu satışı nehiy .etmiş olan şerikin hissesinde ise beyi, iznine mevkufen mün'akid olur. Eğer - şeraiti icazet mevcud olduğu halde- izin verirse kâr aralarında müş­terek olur, izin vermezse mebi kaim ise hissesinde beyi fesh edebilir. Me-bi telef olmuş ise hissesini satan şerikine tazmin ettirebilir. Ve bu surette o malın kârı hassaten satan şerikin olur (Bahrirâik, Reddimuhtar).

166 - : Şirket-i inanın muamelelerinde şeriklerden birinin borç ik­rar etmesi, bunu münkir olan diğer şerike sirayet etmez. Şöyle ki: O dey-nin ancak kendi akd ve muamelesi ile olduğunu ikrar etmiş ise tamamım kendisinin ödemesi lâzım gelir. Zira âkid odur. Hukuk-u akd ise âkide aid-dir. Ve eğer şerikiyîe birlikde icra eylediği muameleden.dolayı bu borcun husule geldiğini ikrar etmiş ise kendi hissesi miktarını ödemesi lâzım ge­lir. Ve eğer yalnız şerikinin yapmış olduğu bir    muameleden dolayı bir borç husule geldiğini ikrar eylemiş ise ne kendisine, ne de şerikine bir şey lâzım gelmez. Çünkü başkası aleyhine olan ikrar, bâtıldır. Bu husus-da ikrar edilecek ayn de deyn hükmündedir. Meselâ: Şirketi inan ile şe­riklerden biri, şirketin malinden olmak üzere elinde    bulunan bir meta hakkında «Bu filân kimsenin malıdır.» diye ikrar eylese şerikine sirayet etmez, yalnız kendi hissesi hakkında nafiz olur. (Reddimuhtar).

167 - : Şeriklerden biri, umuru şirket için gece olmadan avdet ede­rek ailesi arasında beytutet edebileceği mesafeden uzak bir mahale şerikinin nehyi olmaksızın - gittikde mekûlât ve kira gibi masraflarını şir­ketin malından alır. Yani: Bu masraflar, kâr var ise kârdan* yok ise re' sülmâlden tesviye  edilir.  (Hindiyye. Tehzib, Hizânetüi'muftîn). [28]

 

Şirket-İ İnanl Şirket-İ Amal Kısmına Dair Meseleler :

 

168 - : Şirket-i amal ki, iş takabbül etmek üzere akd edilen bir şir ketten ibarettir,  bu şirkette müşterek ecirler müstecirler tarafından  ta-leb ve teklif olunan amelin ifasını teahhüd ve iltizam etmiş bulunurlar.

Bu ecirler, ameli = Yapılacak işleri müsavat üzere müteahhid ve zâ­min olmak şartiyle şirket akd edebilecekleri gibi amelin meselâ: Sülüsü nü biri, sülüsamnı da diğeri ifa etmek şartiyle de akd-i şirketde buluna bilirler.

îmanı Züfer'den bir rivayete göre bu şirketi amal caiz değildir. Çün­kü ribhde şirket, re'sülmâlde şirket üzerine ibtina eder. Bu şirket-i amal­de ise şeriklerin aslı şirkete mevzu malları yoktur. Artık böyle asi olma­yınca" temyiz nasıl tasavvur olunur? İmam Şafiî'nin kavli de böyledir.

Buna cevaben deniliyor ki: Bu şirketdsn maksud, tevkil suretiyle mal tahsil etmekdir. Bu ise tevkil kabul etlen hususlardandır. Binaenaleyh caiz olur. (Mecmaül'enhür).

169  - :  Şirket-i amalde amelin ve mekânın  ittihadı şart  değildir. Binaenaleyh bir terzi, bir kunduracı ile şirket-i amalde' bulunabilir. İmam Züfer'e göre amel ile mekânın ittihadı şartdır. Çünkü aksi tak dirde birinin tekabbül ettiği ameli ifadan diğerleri aciz bulunmuş olur­lar. İmam Malikin kavli de böyledir. Bize göre bu şirketin sıhhati vekâ­let itibariyledir. Bir ameli tekabbül ise sahilidir, müvekkil üzerine bilfiil amel lâzım değildir, bu ameli ücretle ikame edebilir.  (Mecmaüî'enhür).

170  - : Şirket-i amalde müddet tâyini şart değildir.  Ancak tekab­bül edilecek işlerin helâl olması şartdır. Aksi takdirde şirket vücuda gel­miş olmaz.

Meselâ: Mısır'da olduğu gibi ücretle cenazeye ağlamak için şirket akd edenlerden biri ağlayarak para alsa diğerleri bunda müşterek olmaz. Çün-kü bu, esasen helâl değildir.

171 - : Şeriklerden her biri iş tekabbül ve teahhüd edebilir. Çün­kü şirket, vekâleti mutazammındır. Biri tekabbül edib de diğeri amel et­mek de caizdir. Şu kadar var ki, ameli meşrut olan şerikin tekabbül et­memesi meşrut olmamalıdır. Meşrut olursa caiz olmaz. Bu, şirketin muk-

tezasına münafidir.

Şirketi sanayi ile şerik olan iki terzinin biri metaı kabul ile kesib biçmek, diğeri de dikmek üzere mukavele yapsalar bu da caiz olur. Elve rir ki birinin ameli tekabbül etmemesi sarahaten şart edilmiş olmasın. Bu şart ile şirket akdi caiz değildir. Çünkü tekabbül etmemesi meşrut olan şerikden vekâlet nefiy edilmiş olur. (Reddimuhtar, Mecelle şerhi: Atıf Efendinin).

172 - : Şirketi amalde iş tekabbül etmek hususunda, şerikler birbi­rinin vekilidir. Velevki o işe bizzat ehil olmasın. Maamafih şirketi amâüc inan ^ısraı,  deruhde edilen amelin zamanı hususunda şirketi müfavezs hükmündedir. Binaenaleyh birinin tekabbül ettiği işin ifası, eğer bizzat önün üzerine şart edilmemiş ise hem bihukmiFasale kendisine, hem de bi-hükmil'kefale şerikine lâzım gelir. Bu cihetle şeriklerden birinin tekab­bül eylediği işin ifasını müstecir, her hangisinden dilerse taleb eder vs şeriklerden her biri o işi ifaya mecbur olur. Birisi, «Bu işi şerikim tekab­bül etmiş ben karışmam.» diyemez. Meğer ki şeriklerden birinin bizzat ameli şart kılınmış olsun. (Dürerülhükkâm).

173 - : Şirketi amal ile şerik olanların birinden bir kimse, meselâ: Dikilmek üzere sana şöyle  bir kumaş verdim.»  diye dâva ettiği halde iiğer şerik bu kumaşı ve ücretini aldığmı ikrar etse bu ikrar, ..diğer şerik hakkında da muteber olur. Çünkü bu hususda şirketi müfaveze ile şerik­ler gibidirler.

Kezalik : Yapılan işin ücretini müstecirlerden alız ve kabz hususun­da da şirketi amalin inan kısmı, müfaveze hükmündedir.

Binaenaleyh şeriklerden her biri. ameli gerek bizzat teahhüd etmiş olsun ve gerek olmasın, müstecirden ücretin tamamını taleb edebilir, favüt şart edilse yine caiz olur. Meselâ: Şerikler mütesaviyen amel etmek Müstecir dahi hangisine verse borcundan kurtulur. (Bahrirâik, MecmaüT enhür).

174 - : Şeriklerden biri, tekabbül ettiği işi bizzat ifaya mecbur de­ğildir, bunu dilerse kendisi yapar ve dilerse şerikine veya başka birine yapdırır. Fakat müstecir, bizzat onun yapmasını şart koşarsa o halde ken­disinin yapması lâzım gelir. (HindiyyeV

175 - :  Şirketi amalin inan kısmında  şerikler,  kazanacakları kârı aralarında şart ettikleri veçhile taksim  ederler. Yani: Mütesaviyen tak­sim etmek üzere şart etmişler ise müsavat üzere taksim ederler. Ve eğer mütefazılan, yani: Meselâ sülüs ve süîüsan veçhile taksim üzere şart et­mişler ise ikili birli qlarak .taksim ederler. Hattâ amelde tesavi, kârda teve kazancı ikili birli olarak taksim eylemek üzere şart etseler caiz olur. Çünkü birisi sanatda daha mahir ve ameli daha iyi olabilir. Maamafih ma hir olmasa da böyle bir şart, şahindir. (Bahrirâik, Reddimuhtar).

176 - : Şerikler, ameli zâmin olduklarından dolayı  ücrete müsta: hik olurlar.

Binaenaleyh biri mariz olmak veya bir tarafa gitmek veya boş dur­mak gibi bir veçhile işlemeyib de yalnız şeriki işlese hâsıl olan kisb ve ücret yine şart etdikîeri veçhile taksim olunur. (Bahrirâik).

177 - : Şeriklerden birinin sun'iylenıüstecerünfîh telef veya sakat olsa bunu bütün şerikler zâmin olurlar. Müstecir, hasar ve ziyanı şerikler­den her hangisine dilerse tazmin etdirir ve bu    ziyan, şerikler arasında miktarı zamana göre taksim olunur.

Meselâ: îki kimse, bir işi münasefeten tekabbül ve teahhüd etmek şartiyle akdi şirket etmişler ise aralarında ziyan dahi yarı yarıya taksim olunur. Ve eğer sülüs ve sülüsan veçhile amel tekabbül ve teahhüd et­mek üzere akdi şirket etmişler ise ziyanı dahi ikili birli olarak taksim olunur, hilâfına olan şart ve mukavele muteber değildir. (Hindiyye).

Vuku bulan ziyan, şeriklerin sun'iyle olmayıb mümkünüttaharrüz bu­lunmamış ise şeriklere bilittifak zaman lâzım gelmez. Mümkünüttaharrüz bulunmuş ise îmam-ı Azama göre yine zaman icab etmez. îcare mebha sine de müracaat!.

178 - : Tekabbülde ve amelde müteşarik olmak üzere  hammalla-rın şirket akd etmeleri şahindir...

Meselâ: İki hammal, bir yükün naklini deruhde edib bunu yüklene­rek arkalariyle gotürseîer ücrete münasıfeten mürtahik olurlar. Fakat yalnız amelde müteşarik olmak üzere han-malların şirket akd etmeleri fâ-siddir. Çünkü şirketi amal, asi işi tekabbülden ibaretdir. Bunda ise te­kabbül bulunmamışdır. (Bahrirâik, Hindiyye).

179 - : Dükkân birinin, alât ve edevat da diğerinin olarak iki kim­se amel tekabbül etmek üzere şirket akd etseler sahih olur.

Meselâ: İki terziden birinin dükkânı, diğerinin de alât ve edevatı bu­lunmakla birlikde terzilik işlerini kabul etmek üzere şirket akd etseler caiz olur. Fakat birinin yalnız dükkânı veya alât ve edevatı buhmub amel etse diğeri tarafından olmak üzere şirket akd etseler fâsid olub âmilin kazancı yalnız kendisine aid bulunur, diğeri dükkânının veya alât ve ede­vatının ecri mislini alır. Çünkü şirketi amalde makudun&leyh ameldir. Bunda ise birinden amel, diğerinden ayin bulunmuşdur. (Bahrirâik, Red­dimuhtar).

180 - : Birinin meselâ: Bir esteri, diğerinin de bir devesi ohib da bunlar bir hamule naklini mütesaviyen tekabbül ve teahhüd etmek üzere şirketi  amal akd etseler sahih olur, hâsıl olan kisb ve ücret aralarında münasefeten taksim  olunur.  Deve  yükünün  ziyade     olmasına  bakılmaz, Çünkü şirketi amalde şerikler zamanı amel ije bedele müstahik olurlar.

Amma bunlar, âmâli tekabbül üzerine akdi şirket etmeyib de ester ve deveyi aynen icar etmek ve hâsıl olan ücreti aralarında taksim eylemek üzere şerik olsalar şirket, fâsid olub ester ve deveden hangisi ne miktar ücretle kiraya verilirse bu ücret müstakillen sahibine aid olur. Çünkü yal­nız onun malının menfaatidir. Fakat diğeri tahmil ve naklde ona yardım etmiş ise bu amelinin ecri mislini alır, bu ecri misi, îmam Ebû Yûsuf £ göre ücretin yansını tecavüz etmez, İmam Muhammed'e göre ise baliğen' mabelâğ lâzım gelir. (Hindiyye, Reddimuhtar).

181 - : Bir kimse, kendisinin iyalinde bulunan, yani: Yiyeceği, gi­yeceği gibi lâzım mesarifini tesviye eylediği oğlu ile birlikde olarak ic­rayı sanatda bulunsa kazancının kâffesi, o kimsenin- olur, oğlu muin sa­yılır, babasından ecri misi alamaz.

Bir kimsenin iyalinde bulunan zevcesi veya kardeşi hakkında da hükm böyledir.

Nitekim bir kimse, ağaç gars ederken iyalinde bulunan oğlu, ona yardım etse veya ağacı tamamen oğlu dikse o ağaç o kimsenin olur, oğlu ona müşarik olmaz (Ankaravî fetâvâsı).

182 - : Babasının iyalinde olmayıb başka hanede yaşayan bir kim­senin kazanacağı mallar kendisinindir, buna babası haksız yere müdaha­le edemez.

Kezalik : Oğlun veya kardeşin veya zevcenin kendisine mahsus ayrı­ca "bir sanatı olub onunla para kazansa bu kazancı kendisine aid olur. Ni­tekim bunlara irsen veya sair bir suretle isabet eden mal da müstakiller. kendilerine aiddir.

Kezalik : Üç ,dÖrt kardeş bir aile halinde yaşayıb biri diğerinin iya­linde olmayarak babalarından kalan mallan tenmiye etseler kazançları aralarında müsavat üzere müşterek olur, çalışmaların d aki, reylerindeki ihtilâfları nazarı itibara alınmaz. (Hindiyye, Reddimuhtar, Tenkih-i Hâ-midî, Dürerül'hükkâm). [29]

 

Şirketi Vücuhe Müteallik Meseleler :

 

183 - : Şirketi inan kabilinden olan bir şirketi vücuhde şeriklerir satın aldıkları mallarda alettesavi hissedarı olmaları şart değildir. Fakat şirketi müfaveze kabilinden olan bir şirketi vücuhde şeriklerin bu mallar­da müsavat üzere hissedar olmaları şarttır.

Meselâ: Şirketi inan kısmında şeriklerin aldıkları bir mal, araîann-da nısfiyyet üzere olabileceği gibi ikili birli de olabilir. Müfaveze kısmın­da ise hisselerin mutlaka müsavi olması lâzımdır.

Maamafih şirketi vücuh, bir nevi ticaret üzerine olabileceği gibi bü­tün ticaretler üzerine de olabilir. Evvelkisine «Şirketi vücuh-i hassa», ikin­cisine de «Şirketi vücuh-i âmme» denilir. (Mecmaül'enhür, Reddimuhtar).

184- : Şirketi vücuhde şeriklerin ribhe istihkakları, satın aldıkla­rı malların kendilerine teveccüh edecek zamanına müsteniddir. Bu mal­ların semenini şeriklerin tazmin etmeleri bu mallardaki hisselerine göre olur, çünkü garamet, ganimete göredir. Binaenaleyh her şerik, bu mal­ların ne miktarını zâmin ise ribhine de o nisbette müstahik olur.

Meselâ: îki kimse satın aldıkları bir malın sülüsü birinin, sülüsanı da diğerinin olmak, semenini de o veçhile zâmin bulunmak üzere şirket akd etseler ribhin de sülüsü birinin, süiüsanı da diğerinin olur. Eğer bi­rine satın alınan maldaki hissesinden fazla ribh şart edilse şirket, sahih olub şart, lâğv bulunur. Binaenaleyh kazanç, o maldaki hisselerine göre taksim edilir.

Şöyle ki: Aldıkları eşyanın aralarında yan yanya olmasını şart eder­lerse kâr dahi yan yarıya olur. Ve eğer ikili birli olmak üzere şart eder­lerse ribh dahi ikili birli olur. Amma aldıkları eşyanın nisfiyyet üzere ol­ması meşrut olduğu halde ribhin sülüs ve sülüsan veçhile taksimini şart etseler bu şarta itibar olunmayıb ribh aralarında münasafeten taksim olu­nur. (Velvaliciyye).

185 - : Şirketi vücuhde zarar ve ziyan da her halde şeriklerin sa­tın aldıkları maldaki hisselerine göre taksim olunur. Başka türlü şart edilse lâğv olur, akdi şıraya gerek birlikde mübaşeret etsinler ve gerek yalnız birisi mübaşeret eylesin.

Meselâ : îki şerik, alış verişlerinde mutazarrır oldukları suretde eğer satın aldıkları mal, aralarında nisfiyyet üzere olmak şartiyîe akdi şirket etmişler ise bu 2arar ve ziyan dahi aralarında müsavat üzere taksim olu­nur. Ve eğer o malda sülüs ve sülüsan nisbetinde hissedar olmak şartiyîe akdi şirket etmişler İse zarar ve ziyan dahi ikili birli olarak taksim olu­nur. Bu zararın başka türlü taksimini şart etmiş olsalar ona itibar olun­maz. Zarar ettikleri malı gerek birlikde satın alsınlar ve ^erek yalnız bi­risi şirket için satın almış olsun. Çünkü her biri bu hususda diğerinin vekilidir. (Hindiyye, Dürerül'hükkâm). [30]

 

Sîrketi Müfavezeye Müteallik Meseleler :

 

186 - : Müfavizlerden biri üzerine ticaret, gasb veya kefalet gibi bir sebeble lâzım gelen şey, diğeri üzerine de lâzım gelir. Çünkü bunlar birbirinin kefilidirler.  Binaenaleyh birinin ikrarı,  kendi hakkında  nasıl nafiz îse şeriki hakkında da böylece nafizdir. Ve biri borç ikrar ettikde mü-karrünleh 'her hangisinden dilerse isteyebilir. Beyi, şira, icare gibi şirket carî olan muamelâttan dolayı müfavizlerden birine her ne türlü borç te­veccüh eder ise diğerine de teveccüh eder.

Fakat müfavizlerden biri, lehinde sehadeti esiz olmayan bir şahıs için. meselâ: Zevcesi veya oğlu lehine bir şey ikrar eyiese bu ikrar, kendi hak­kında nafiz olursa da şeriki hakkında nafiz olmaz. İmam-ı Azam'ın kav­li budur, ezhar olan da bundan ibarettir. îmameyne göre ise bu ikrar. şeriki hakkında da nafiz olur.

187 - : Müfavizlerden biri için ticaret ev emsaliyle sabit olan şeyi; diğeri de mutalebe ve kabz edebilir. Zira aralarında bir vekâlet carîdir.

Binaenaleyh müfavizleiden biri, satın aldığı şeyi ayıbından dolay; bayiine red edebileceği gibi diğeri, de red edebilir... Nitekim bunlardan birinin sattığı şey. ayıbından dolayı kendisine red olunabileceği .gibi di­ğerlerine de red olunabilir.                                                                 .

Kezaîik : Müfavizlerden birinin sattığı malı, müşteriye; teslim etme­si kendisinden taleb olunacağı gibi şerikinden de taleb olunabilir. Ve bunlardan birinin ahere icar ettiği şirket malının icare bedelini kendisi taleb edeceği gibi. şeriki de taleb edebilir. (Bahrirâik).

188 - : Müfavizlerden birinin aldığı'mal, şirket carî olan emvalden olunca şirket için alınmış olur. Velevki kendisi için aldığına işhadda bu­lunsun. Çünkü şirketi müfavezenin muktezası müsavat olup müfavizler­den her biri tasarrufda diğerinin makamına kaimdir. Bu cihetle birisi­nin iştirası, hepsinin birlikde iştirası gibidir. Bundan iki mesele müstes­nadır. Söyle ki: Müfavizîerden biri kendisine ve elıl ve iyâline mahsus al­dığı mekûlâ ve elbise ve oturmak için iştira ve isticar ettiği hane ve sair havaic-i z-arüriyye yalnız kendisinindir, şerikinin bunda hakkı yoktur. Bu istihsanen- sabittir. Çünkü bunlar müfavezenin muktezasmdan istisnai bir haldedir. Fakat bayi veya mucir, bunların semenini de bihasbelkefale di­ğer şerikden taleb edebilir.          

Kezalik: Müfavizlerden biri, şerikine hitaben meselâ: «Şu haneyi bil­hassa kendim için almak isterim»  deyip, şeriki de «Evet..,  kendin içir. al.» dedikden sonra satın alsa bu hane kendisinin olur. Fakat böyle bir muamele neticesinde müfavizlerden birinin sermayesi diğerinin sermaye­sinden noksan kalırsa aralarındaki şirketi müfaveze, şirketi inana mün-kalib olur. (Bahrirâik, Velvaliciyye).

189 - : Müfavezenin şirketi emval kısmında şeriklerin miktarı ser­mayeleri ve ribhden hisseleri mütesavi olmak şart olduğu gibi birinin ser-maye-i şirketten fazla sermaye-i şirket olabilecek malı, yani: Nükudu vc-va nükud hükmünde olan emvali bulunmamak da şarttır. Bu şartlar, mü-favezede ibtidaen şart olduğu gibi intihaen de şarttır. Her ne zaman biri­nin bu kabil malı artsa veya eksilse şirketi müfaveze, şirketi inana mün-. kalib olur.         

Amma birinin sermaye-i şirketten fazla sermaye-i şirket  olmayacak, malı-, yani: Uruzu veya akarı yahud ahar kimse zimmetinde alacağı veya kendisine irsen intikâl edib nasın zimmetlerinde bulunan matlûbatı bu­lunsa müfavezeye zarar vermez. Böyle bir alacak, kabz ve istifa edilme­dikçe madum mesabesindedir. (Bedayi, Hizanetül'müftîn).   '

190 - : Şirketi amalde şeriklerin her biri, herhangi bir isi tekabbül ve iltizam edebilmek ve alesseviyye ameli zâmin ve müteahhid olmak, ve faide ile zararda, vediada mütesavi ve birine şirket sebebiyle ne terettüb ederse diğeri ona kefil bulunmak üzere şirket akd etseler bu, bir şirketi müfaveze olur. Bu şirkette feriklerin malda, sanatta müsavi, mekânen müttehid olmaları şart değildir. Deruhde ettikleri şeyleri her ikisinin bîr­den imâl etmeleri de lâzım değildir. Bir terzi ile bir marangozun iştiraki gibi. Ancak kazanacakları kârın aralarında münasafeten müşterek olması lâzımdır. Bu suretde her hangisinden olursa olsun ecîr ve dükkân ücreti mutalebe olunabilir ve kendilerinden bir şahıs bir meta' dâva edib de bi­risi ikrar etse bu ikrar, şeriki hakkında da nafiz olur, velevki .şeriki in­kâr etsin. (Hindiyye, Dürrümuhtar}.

191 - : Şirketi amalin cevazı için başlıca iki şart vardır. Biri, yapı­lacak iş haddizatında -helâl olmalıdır. Diğeri .de yapılacak işde tevkil caiz ve bu işin yapılmasından dolayı ücrete istihkak hâsıl olmalıdır. Binaen­aleyh sirkat gibi, tese'ül gibi şeylerde iştirak caiz olmaz. (Abdürrahîm fe-tâvâsi)

192 - : Mükellef iki kimse, veresiye mal alıp satmak ve satın alı­nan mal ile semeni ve kân aralarında yan yarıya müşterek bulunmak ve her biri diğerine maîen kefil olmak üzere şirket akd etseler, şirketi vü-cu'hun müfaveze kısmı vücuda gelmiş-oltir; müfaveze lâfzını tasrifte lü­zum kalmaz.

Fakat şirketi vücuh, yukarıdaki veçhile takyîd edilmeyib alelitlâk zikr olunursa taarüfe nazaran şirketi inarra münsarif olur. (Bahrirâüâ

193 - : Şirketi müfaveze akdi iki suretle olur: Biri, yalnız müfave­ze lâfzının söylenmesiyle olur, velevki söyleyenler, bunun mânasını bil-mesinler.

Meselâ: îki kimseden biri «Seninle mal alib satmak hususunda aidi müfavezede bulunuyorum deyib diğeri de-bunu kabul etse şirketi müfa-veze vücuda gelir. Müfavezenin bütün şartlarını dermeyan etmeleri icab etmez. Diğeri de müfavezenin bütün şeraiti, yani: Muktezayati tâdâd olun­mak suretiyle vücuda gelir. Velev ki müfaveze lâfzı söylenmesin.

Fakat müfavsze lâfzı söylerrmeksizin veya onun bütün şeraiti olunmaksızın alelıtlak şirket akd olunursa bu, şirketi inandan ibaret olur. (Hindivye).

194 - :  Müfavezeye aid  şartlardan  birisi  bulunmaz veya  bilâhare zail olursa müfaveze, şirketi inan olur.

Meselâ : Şirketi emvalde müfavizîerden birinin eline irs, hibe, veya vasiyet tarikiyle bir mal geçse bakılır: Eğer nükud gibi sermaye-i şirket olabilecek bir mal ise sermayede tesavi şartı fevt olacağından müfaveze inana münkalib olur. Amma uruz ve akar ve duyûn gibi sermaye-i şirket olmayan mal ise müfavezeye zarar vermez. Fakat düyundan bir miktarı olsun istifa edilirse müfaveze, şirketi inana münkalib olur. (MecmaüTen-hür, Reddimuhtar).

195 - : Şirketi müfavezede şart olan şeylerin tamamı, şirketi inan­da şart değildir. Sermayede tesavi gibi. Fakat şirketi inanın sıhhati için şart olan şeylerin mecmuu, müfavezenin sıhhati için de şarttır. Bunlar al­tıdır. Şöyle ki: Şerikler âkil ve mümeyyiz olmalıdırlar, sermaye ayin ol­malıdır, sermaye nükud kabilinden olmalıdır. Makudünaleyh vekâleti ka-bi! olmalıdır. Hâsıl olan ribh. malû m ÜT miktar olmalıdır. Şeriklere verile­cek ribh. nısıf veya nıbu' gibi cüz'i şayi bulunmalıdır.    (115 - 119) uncu meselelere de müracaat!.

196 - : Şirketi inan ile  şerik olanlar, tasarrufça her ne yapabilir­ler ise müfavizler de onu yapabilirler.

Meselâ : Şirketi inan ile şerik olanlar gibi müfavizîerden her biri de şirketin malını peşin veya veresiye olarak az ve çok beha ile satabilir, ve bu mal ile peşin veya veresiye mal satın alabilir. Bunlardan biri şir­ketin umuru için başka diyara gitse masrafını şirketin malından alabilii ve bunlardan her biri şirketin malını idâ ve ibza edebilir, müzarebeye de verebilir.

Fakat şirketi müfaveze ile şerik olanların her yapabilecekleri tasar­rufu, şirketi inan ile şerik olanlar yapamazlar.

Meselâ : Müfavizierden biri, şerikinin izni olmaksızın şirket namına  diğer şahıs ile şirketi inan akd edebilir.    Bu muamelesi kendi hakkında nafiz olduğu gibi diğer müfaviz hakkında da nafiz olur. Halbuki şirketi inan ile şeriklerden biri diğerinin izni olmadıkça başkasiyle şirke­ti inan veya müfaveze akd edemez.

Kezalik : Müfavizierden biri rehin alabilir, rehin verebilir, rehn ve irtihanı ikrarda bulunabilir. Şirketi inan ile şerik olanlardan biri ise -şe­riklerinin izin ve muvafakati olmadıkça - bunları yapamaz (Hindivye, Dü-r er ÜT hokkam). [31]

 

Şirketi "Vıüzarebenin Mahiyeti Ve Taksimi :

 

197 - : Müzarebe, bir şirketi ribhdir, bir tarafdan sermaye, diğer tarafdan sây ve amel olmak üzere yapılan bir nevi şirke.tdir ki, sermaye, tamamen bir veya müteaddid kimselere aiddir, bu sermayeyi çalışıp ten-miye etmek de diğer bir kimseye aiddir. Elde edilecek kâr ise aralarında bir nisbet dahilinde müşterek bulunur.

Sermaye sahibine rebbüTmal, âmile = Çalışacak şahsa da «Müzarib» denilir.

Müzarebeye mukaraze, kiraz da denilmiştir. Çünkü mal sahibi bu ma'j katı' ve ifraz ederek âmile teslim eder.

Şayed sermaye ile kâr bir tarafa aid olub diğer taraf için yalnız amel meşrut olursa bu akde «Bizaa» denir ki, bu da caizdir.

Bilâkis sermaye bir zata aid olub bunun ribhi tamamen âmile tah­sis edilirse bu halde sermaye, âmile ikraz edilmiş olur. Bundan, sermaye sahibi bir şey alamaz.

198 -  :  Müzarebenin rüknü, müzarebeye delâlet eden bir  lâfz île icab ve kabulden ibarettir.

Meselâ : Sermaye sahibi müzaribe hitaben: «Şu sermayeyi al, kân aramızda yarı yarıya yahud ikili birli taksim olunmak üzere müzarebe-ten say' ve amel et» dese yahud: «Şu paralan al, sermaye et, ribhi bey­nimizde şu nisbetîe müşterek olsun.» demek gibi müzarebe mânasını ifa­de eder bir söz söylese, müzarib dahi kabul eylese aralarında müzarebe mün'akid olur.                                            

Mükareze, muamele, iâfzları da müzarebe yerinde kullanılabilir. Ma! sahibi «Şu malı mükarezeten al, ticarette bulun, kân münasafeten ara­mızda müşterek olsun.» deyib diğeri de: Aldım veya razi oldum veya ka- bul ettim  gibi bir şey söylese  müzarebenin rüknü  tamam  olmuş  olur. (Bedayi, Hindiyye).

199 - : Müzarebe, müzarebe-i mutlaka, müzarebe-i mukayyede m-miyle iki kısımdır. Müzarebe-i mutlaka; zaman mekân ve bir nevi tica ret ile ve bayi ile müşteriyi tâyin ile nıukayyed olmayan müzarebedt. Müzarebe-i mukayyede ise zaman ile veya mekân ile veya bîr nevi ticaret ile veya bunların ikisiyle veya mecmuiyle takyid olunan müzarebedir.

Meselâ: «Filân vakit veya filân yerde ve yahud filân cins mal al sa; ve yahud filân kimseler ile veya filân belde ahalisiyle alış veriş et.» de­nilse müzarebe-i mukayyede  ölür.                      .

200 - : Müzarebenin takyidi, akdi şirket zamanında olabileceği p bi akdden sonra da olabilir, Müzaribin bu kayda riâyeti lâzımdır. Çii:-kü müzarebe, tevkildir, tahsisde ise faide vardır. Zira ticaret mekâcli-nn, vakitlerin, metalarm, şahısların ihtilâfiyle muhtelif olur. Şu kacr var ki, bu takyid, müfid,_ olmalıdır. Ve şirketin sermayesi uruza tahrî edilmemiş bulunmalıdır. Ve illâ kayda riâyet lâzım gelmez.,

Meselâ: Sermaye sahibi: «Satın alacağın emtiayı peşin para ile si> ma.» dediği halde müzarib, o emtiayı veresiye satacağı bir beha ile pe­şin paraya satabilir. Çünkü bu «satma» sözü, müfid değildir.

Kezalik : Sermaye uruza tahvil edilmiş ise artık rebbülmal müz£T-bi takyid edemez. Velev ki kaydı müfid olsun. Zira bu tahvilden sona rebbüTmal, müzaribi azle salâhiyettar olmadığından takyid ve tahsise salâhiyeti yoktur. (Bahrirâik,  Mecmaüî'enhür, Dürrü muhtar).

201 - : Rebbül'mal ile müzarib, müzarebenin mukayyed olub d-madığm'da ihtilâf etseler bakılır: Eğer daha tasarruf vaki olmamış & söz, rebbül'mâlindir. Tasarruf vaki olmuş ise söz. meâl'yemin itlâk idi-asmda bulunan müzaribindir. Çünkü müzarebede asi olan, itlâkdır. fe gisi beyyine ikame ederse kabul olunur. Rebbül'mal ile müzarib başia başka nevi ile takyid iddiasında bulunsalar, meselâ: Birisi kumaş, diffr-ri ise erzak alıb satmak hususunda şirket akd etmiş olduklanm idia eylese söz, rebbül'mâlindir. Çünkü ikisi de tahsis üzerine ittifak .etmiş­tir. Bu hususdaki izin ise rebbül'malden müstefad bulunmuş olacağa-dan söz onundur. Bu halde beyyine müzaribindir. Zira o, kendisine te­veccüh" edecek zamanı bu suretle nefye muhtacdır. (Bahrirâik, MecmasT enhür, Reddimuhtar).    [32] 

 

Şirketi Müzarebenin Sıhhatinin Şartları :

 

202 - :  Müzarebenin  sıhhati için - aşağıdaki meselelerde  göste­rildiği  üzere - yedi şart vardır. Bu şartlardan biri bulunmayınca mü­zarebe fâsid olur.

203 - : Rebbül'malin tevkile,  müzaribin de  ifa'i vekâlete  ehliyet­leri şarttır. Binaenaleyh âkidlerin ehliyeti,  yani: .Akil ve baliğ olmaları veya hud' ticarete mezun, gayn baliğ,  mümeyyiz bulunmaları  lâzımdır. (Dürer),

204 - : Re'sül'mâlin esmandan ayrr olması, yani: Serrnaye-i şirket olabilecek altın, gümüş paralar ile sair rayiç meskukât kabilinden bu­ma! bulunması şarttır.

Binaenaleyh uruz, akar, mekiiât, mevzunat ile nasın veya müzari­bin zimmetindeki alacak müzarebede re'sülmâl olamaz. Fakat rebbüTmal. uruzdan bir şey verib de, «Bunu sat semeniyle müzarebeten amel et.» deyib müzarib de. kabul ve kabz ederek o malı satıb bedeli olan nükudu sermaye edinse müzarebe sahih olur.

«Filânın zimmetinde alacağım olan şu kadar kuruşu kabz et, onu müzarebe voliyle kullan» deyib müzarib de kabul etse sahih olur. Çünkü kabz edilirken bir deyn, ayn olacağından re'sülmâl olmaya sa^ lih olur.

Yedi eminde veya zamanda bulunan bir mal da re'sülmal olabilir. Birisinin elinde vedia veya magsub bulunan nükud gibi.

Müzarebede sermayenin muşa olması da caizdir. Rebbül'mal tarafın­dan müzaribe meselâ: tki bin lira teslim edilerek bunun yansı sana Ödünç olsun, diğer yarısı ile de müzarebeten amel et, kâr aramızda yan yarıya müşterek olsun.» deyip o da kabz ve kabul etse müzarebe sahih olur. (Red­dimuhtar).

205 - : Re'sülmalin âkidler indinde malûm olmasi şarttır. Bu malû-nıiyyet, ya tesmiye ile olur: «Şu kadar yüzlük altını sana müzarebe için verdim.» demek gibi. Veya işaret ile olur: Elinde bulunan altınlara işaret ederek «Bunları sana müzarebe için verdim.» demek gibi. (MecmalüTeıv hür).

206 - : Ribhin şayi olması, yani: Âkidlerin ribhden hisseleri nısıf, sülüs gibi bir cüz'ü şayi olarak tâyin edilmesi şarttır.

Binaenaleyh rebbül'mal ile müzaribden birine ribhden muayyen bir miktar şart edilse, meselâ: «Ribhden evvel emirde yüz lira rebbüTroâle veriîib mütebakisi de aralarında msfiyyet üzere taksim edilsin.» diye nıukavele yapılsa müzarebe fâsid olur. Çünkü bu yüz liradan fazla ribh olma yabilir. O halde müzarebe, mün'kati olmuş olur. (Velvaliciyye, MecmaüT enhür).

207 - : Re'sülmâlin müzaribe teslim edilmesi şarttır. Çünkü tesiûı edilmedikçe müzaribin amel etmesi kabil olamaz.

Binaenaleyh sermayenin müzaribe teslimi şartı ihlâl edilerek rebbüT mâlin müzarib ile birlikde ameli şart edilse müzarebe fâsid olur.

Fakat rebbül'mâlin müzarib ile beraber çalışması şart edilmediği hal­de müzarib kendisine teslim edilmiş olan sermayenin bir miktarını reb-bül'mâle kendi rizasiyle verse bu, bir istiane kabilinden olarak caiz olur. (Dürer., Velvaliciyye, Bahrirâik).

208 - : Rebbül'mâl ile müzaribin ribhden hisselerinin miktarı akdi müzarebe zamanında malûm bulunması şarttır.

Binaenaleyh âkidlerin ribhden hisseleri nısıf, sülüs gibi bir cüz'ü şayi olarak tâyin edilmek lâzımdır. Çünkü müzarebede makudünaleyh ribh-dir. Makudunaleyhin cehaleti ise akdin fesadını icab eder. (Dürer).

209 - Müzaribe verilecek hissenin ribhden olması şartdır. Binaenaleyh bu hissenin yalnız re'sülmâîden ve yahud bir miktarı re1sülmâlden, bir miktarı da ribhden verilmesi mukavele edilse müzarebe fâ­sid olur. (Tahtavî).

210 - : RebbüVmâî ile müzarib, akd-i müzarebenin sıhhat ve fesa­dında ihtilâf etseler söz, sıhhatini iddia edenindir. Çünkü ukudda sıhhat, asidir.  (Dürrümuhtar). [33]

 

Şirket-! Müzarebenin  Hükmleri  :   

 

211 - : Müzarib, emindir, onun elindeki sorrnayo kısmen vedia hük­mündedir. Sermayede tasarruf etmesi husufunda rebbül'mâlîn  akilidir kâr ederse onda şerik olur, taaddisi ve taksiri olmnknzın sermaye tele! olursa zâmin olmaz. Fakat mukavele şeraitine muhalefet ederse gâsıb sa­yılır. Ribh kendisine aid olur. (Mülteka).

212 - : Müzarebe-i mutlakada müzarib, müzarib,    mücerred akdi müzarebe ile müzarebenin levazım ve teferruatından olan işleri yapmağa mezun olur. Çünkü bunların hepsi de tüccarın  yapmakta olduğu umur­dandır. (Mecmaürenhür.)

Şöyle ki: Evvelâ: Satıb kâr etmek için mal satın alır. Fakat gabni fa­hiş ile mal satın alsa kendisi için almış olur, müzarebe nisabına dahil olmaz. Sâyed müzarib iki kimse olursa yalnız birisi satın alamayıb birlikte iştira etmeleri lâzım gelir. Binaenaleyh birisi diğerinin izni olmaksızın sa­tın alsa malın yansını zâmin olub kâr ve zararı kendisine aid olur. (Vel­valiciyye).

tianiyen : Gerek peşin para ile ve gerek veresiye olarak az ve çofc beha ile mal satabilir. Fakat tacirler arasında Örf ve âdet olduğu merte­be mühlet verebilir, yoksa beynettüccar maruf olmayan uzun müddet ile mal satamaz. Bir de rebbül'mâl peşin para ile satmasını emr etmiş olur­sa artık veresiye satamaz. (Reddimuhtar tekmilesi).

Müzarib, müzarebe  malım rebbül'mâle de satabilir. Salisen ;  Müzarib,  sattığı malın "semenini  havaleten kabul edebilir. Çünkü bu veçhile havale tacirler arasında âdetdir.

Râbian : Müzarib, başkasını bey' ve şiraya ve kabz ile husumete tev­kil edebilir. Bu da tacirlerin âdetleri cümlesindendir. (Hindiyye).

Hâmisen : Mali nıüzarebeyi ida ve rebbül'mâle veya başkasına ibza edebilir. Müzarebe için rehn ve irtihanda bulunabilir, icar ve isticar ede­bilir, meselâ: İş görmek için ecirleri ve eşyayı başka yere götürmek için nakil vasıtalarını isticarda bulunabilir.

Sâdisen : Alış veriş etmek üzere berren ve bahren ahar beldeye gide­bilir, bu müzarebenin muktezasıdır. Meğer ki rebbül'mâl gitmesini şart koşmuş olsun (Dürrümuhtar, Reddimuhtar).

213 - : Müzarebe-i mutlakada mali müzarebeyi müzarib kendi ma­liyle karıştırmaya ve müzarebeye vermeğe mücerred akd-i müzarebe ile mezun olmaz.  Fakat  müzariblerin  müzarebe  mallarım  kendi  mallariyle karıştırmaları âdet olan beldede ise -müzarebe-i mutlakada - müzarib ona da mezun bulunur. {Hindiyye, Tatarhaniyye).

214 - :  Müzarebe-i  mutlakada rebbül'mâl,  müzaribe  hitaben:  «Re­yinle amel et.» diyerek müzarebe umurunu onun re'yine tefviz etmiş olsa müzarbi her halde, yani: Adet olsun olmasın müzarebe malım kendi ma­liyle karıştırmağa  ve müzarebeye vermeğe  mezun olur,  buna delaleten izin vardır. Amma müzarebe malından hibe ve ikraz etmeğe ve sermaye­den ziyade borç altına girmeğe bu surette dahi mezun olmayıb bunların yapılabilmesi rebbül'mâlin serahaten izin vermesine mevkufdur.

Kezalik : Sermaye kamilen uruza tahavvül eyledikten sonra müzarib, şu kadar para ile veresiye bir mal iştira edemez, ederse hasseten kendi­sinin olur. Ve bu halde o uruzu ıslâh veya başka bir mahalle nakl için de istidanede bulunamaz. îstidane eder de sarf eylerse müteberri sayı­lır. (Mecmaül'enhür, Reddimuhtar).

215 - : Müzarib, serahaten veya delâleten izne mebni kendi maliy­le müzarebe malını karıştırdığı surette hâsıl olan ribh, sermayeleri mik­tarına, göre taksim edilir, yani: Müzaribin kendi sermayesinin kârı kendi­sine aid olur. Müzarebe malının kârı da rebbül'mâl ile aralannda şart ettikleri veçhile taksim edilir. (Tatarhaniyye).

216 - : Müzarib, rebbül'mâlin serahaten izniyle sermayeden ziya­de olarak veresiye mal alsa borç da bu mal da ikisi arasında şirketi vü-cuh ile müşterek olur. Asıl müzarebe malının ribhi ise yine beyinlerin de şart ettikleri veçhile taksim edilir, müzarebenin mucebi tagayyür et­mez. (Kuhüstânî, Reddimuhtar).

217 - : Müzarebe-i sahihada müzarib, müzarebe işiyle bulunduğu beldeden sabahleyin hareket edib de akşama kadar hanesine avdet ede­meyeceği başka bir yere giderse maruf masarifini müzarebe malinden alır. Çünkü nefsini bu uğurda haps ve tahsis etmiş olacağından bu sebep­le kendisinin ve hizmetçisinin nafakasına müstahik olur. Fakat müzare­be fâsiden akd edilmiş olsa müzarib bu nafakaya müstahik olmaz, bunu kendi malından ödemek lâzım gelir. Çünkü bu takdirde müzarib; şerik değil, ecirdir. Kezalik: Rebbül'mâl, müzaribe iane için sefere çıksa' ken­disinin, hizmetçisinin ve hayvanının nafakaları müzarebe malından lâzım gelmez. (Mecmaürbahreyn, Heddimuhtar tekmiîesi).

218 - : Müzarebe-i mukayyedede rebbül'mâlin kendisine müfid olan kayd ve şartı ne ise müzaribin ona riayet etmesi lâzım gelir. Meselâ: Fi­lân yerde, filân vakitde veya filân cins emtia ile ticaret edilmesi meşrut olunca müzarib bunun hilâfına haraket edemez. Bu gibi kaydlar, müfid­dir. Zira ticaret, mekânların, vakitlerin, metalann ihtilaliyle muhtelif olur.

Bu gibi takyidîer, sermaye-i şirket nakden mevcud bulundukça mu­teberdir, yalnız akd zamanına münhasır değildir. (Dürer., DürerüThük-kâm).

219 - : Müzarib, rebbül'mâl tarafından verilen mezuniyetin hari­cine çıkar, müfid olan kayd ve şarta muhalefet ederse gâsib olur, Çünkü bu hareketile başkasının malına taaddide bulunmuştur. Bu halde müzari­bin ettiği alış verişin kâr ve zararı kendisine aid olur ve müzarebe malı vifaka avdetden evvel telef olursa onu zâmin ulur. Fakat alış veriş yap­madan eski hale dönerse zaman zail olub müzarebe akd-i evvel ile aîâ-haliha devam eder. (MecmatiTenhür). maliyle filân mahalle gitme.»  ya-müzaribi nehy etmiş iken müzarib buîüTmâl,  « hud «Veresiye mal satma.» na muhalefet ederek mal-i müzarebe ile o mahalle gidib bu. malı bilâ ta-addin telef olsa ve ya'hud veresiye mal satıb da parası batsa müzarib bu malı zâmin olur.

221 - : Rebbül'mâl, müzarebeyi bir vakt ile tevkit etti de o vak­tin geçmesiyle müzarebe münfesih olur.  İnfisah  tarihine kadar şirketin zimemi nasda olan alacağı - az çok ribh bulunduğu takdirde - müzarib tahsile mecburdur. Çünkü bu halde müzarib bir ecir mesabesindedir, ala­cağı ribh mukabilinde bu tahsil ile müvazzefdir. Fakat tahsili lâzım gelen duyûn içinde ribh bulunmazsa müzarib bu düyunu tahsüe mecbur olmaz. Belki bunu kabz ve tahsil için rebbül'mâli tevkil etmesi lâzım gelir. Zira âkid, müzaribdir, hukuk-u akd kendisine râcidir. (Kâfi, Bahrirâlk, Dürrü-muhtar).

222  - : Rebbül'mâl müzaribi azl edebilir. Çünkü müzarib bir vekil mesabesindedir. Fakat onu azl edince bu azli ona bildirmesi lâzım gelir. Binaenaleyh kendisinin azline vakıf oluncaya kadar müzaribin vaki ola­cak tasarrufatı muteber olur. Müzarib azline vakıf olunca da vekâleti ni­hayet bulur, artık elindeki nükudda tasarruf edemez. Amma elinde nü-kuddan başka mal bulunursa onu satıb nakde tebdil edebilir. Fakat bu­nunla tekrar mal alamaz, rebbül'mâl, elde bulunub re'sül'mâlin hilafı olan malı kıymeüyle kabul ederse bu takdirde müzarib o malı satamaz.

Rebbül'mâlin vefatı takdirinde de müzarib, bir kavle göre bu vefat-dan haberdar olmadıkça mün'azil olmaz. Diğer bir kavle göre ise haber­dar olsun1 olmasın mün'azil olur, bu bir azl-i hükmîdir.

Müzarib de kendisim azl edebilir. Çünkü müzarebe.iki taraf hakkın-da da lâzım olmayan akdlerdendir. (Haniyye, MinehüT gaffar, Mecelle şer­hi: Atıf Efendinin).

223 - : Müzarib ancak amel mukabilinde ribhe müstahik olur. Amel ise ancak akd ile mütekavvim olur. Binaenaleyh müzarebs-i sahihe akdin­de müzaribe ne miktar şart edilmiş ise ona göre rihhden hisse alır.

Ribhin bir kısmı bir ecnebiye şart edilmiş olsa bakılır: Eğer o ecne­binin ameli meşrut ise bu ribhe müstahik olur, meşrut değilse müstahik olmaz, belki onun hissesi rebbül'mâle aid olur. Böyle1 bir şart, müzarebe­nin sıhhatine halel vermez. (Dürer., Reddimuhtar).

224 - : Rebbül'mâlin ribhe istihkakı sermaye olarak verdiği mal iledir.

Binaenaleyh müzarebe-i fâsidede ribhin mecmuu ona aiddir. Bu hal­de müzarib, ""rebbül'mâlin eciri menzilesinde olub ondan ecri mislini alır Çünkü müzarebenin fesadına mebni ribh tesmiyesi bâtıl olmuştur. Muzarib ise meccanen amele razi değildir. Şu kadar var ki. bu ecri misi, akd zamanında şart eyledikleri miktarı tecavüz edemez. Zira bu miktara razi olmuştur, ve ribh yoksa ecri misle de müstahik olmaz. Bu îmam Ebû Yû-süf'e göredir, Mecelle'de de bu kabul edilmiştir. Fakat îmam Muham-med'e ve Eimme-i Selâseye göre ribh olsun olmasın müzarib bu halde ba-Hğen mûbelâğ ecri misline müstahik olur. (Mecmuaüî'enhür).

225 - : Müzarebe malından bir miktarı bilâ taaddin telef olsa evvei emirde ribhden mahsub olunub re'sül'mâle sirayet ettirilmez. Çünkü ribh tâbidir. Re'süî'mâl ise asîdir. Telef ise tâ-bie münsarif olur. Müzaribin ta addisi takdirinde ise kendisine zaman teveccüh eder.

Ve eğer telef olan miktar, ribhirr miktarını tecavüz edib de re'sül1 mâle sirayet ederse müzarib onu zâmin olmaz. Bu ziyan gerek müzaribin ameliyle olsun ve gerek olmasın. Zira müzarib, emindir. Elverir ki taad-dişi ve taksiri bulunmasın. Bu hususda müzarebenin sahih oîmasiyle fâ­sid olması arasında fark yokdur, zaman lâzım gelmez, bu malın telef ol­ması hususunda müzaribin sözü kabul olunur, o emindir.

Bu ademi fark, İmam-ı Azam'a göredir. Zahirürrivaye olan da budur. îmameyne göre ise müzarebe fâsid olunca bu mal, mazmun bulunur. (Mec-maül'enhür).

226 - : Müzarebede zarar ve ziyan, ribhin miktarım tecavüz ettiği veya asla ribh bulurrmadığı takdirde, rebbüî'mâle aid olur. Hattâ zarar ve ziyanın müzarib ile rebbül'mâl arasında müşterek olması veya bunun ka­milen müzaribe aid bulunması şart edilse bu şarta itibar olunmaz ve bu­nunla akdi müzarebe fâsid olmaz. Çünkü fâsid şartlar, müzarebeyi ifsâd etmez. (Dürer., Mecinaül'enhür).

227 - : Müzarebe şu on sebebden biriyle münfesih olur. di Rebbül'mâlin vefatı. (2) Müzaribin vefatı, (3t Rebbül'mâlin cünû-nu mütbik ile cinneti, (4) Müzaribin bu veçhile cinneti, (5) Rebbüî'mâle sefeh veya hacr sebebiyle mehcuriyyet tereyani, (6) Bu halin müzaribe tereyani. (7) Müzarebe muvakkat olub vaktin geçmesi, (8) Rebbül'mâlin rnüzaribî azl etmesi, (9) Müzaribin istifa etmesi, (10) Daha tasarruf vuku bulmadan sermayenin telef olması.  (Reddimuhtar tekmiîesi).

228 - : Müzarib vefat veya tecennün etse bakılır: Eğer müzarebe mali; uruz halinde olub da rebbüî'mâî, re'sül'mâli nakd olarak ister de o uruzu kıymetiyle kabulden imtina ederse müzahirin vasisi, o uruzu sa tıb nakde tahvil ederek rebbül'mâlin re'sül'mâüni ve ribhden hissesini kendisine verir.

Bilâkis rebbül'mâl vefat eder de mali müzarebe nakid halinde bulunursa artık müzarib, vârislerin izinleri olmadıkça bu nakidde tasarruf edemez. Ve eğer uruz halinde ise müzarib onu rebbül'mâlin beldesinde satarak nakde tahvil eder, başka uruz mukabilinde satacak olsa bunu da satarak nakde tahvil etmesi lâzım gelir. Ve re'süî'mâl ile ribhden hisse­lerini vârislere verir. (Dürrürnuhtar tekmile).

229 - : Müzarib, mücehhilen ölse, yani: Müzarebe malının ne ol­duğunu, nerede kaldığını bildirmeksizin vefat etse müzarebenin re'sül' mâli terekesinden tazmin edilir. Bu halde vârisleri, «Mali müzarebeyi mü-verrisimiz rebbül'mâle red etmiş idi.» diye iddia etseler beyyinesiz kabul edilmez.

Müzarib, medyun olduğu halde vefat etti de eğer mali müzarebe ma­ruf ise rebbül'mâl, re'sül'mâline ve bunun ribhinden hissesine ehakk olur, bunlara sair alacaklılar müdahale edemezler. (Hindiyye, Reddimuh­tar). [34]

 

Malîkilere Göre Şirketlerin  Nevileri :

 

(Malikî'lerce şirketler, şirketi irs, şirketi ganimet, şirketi mubayaa, şirketi zimem, şirketi inan, şirketi amel, şirketi vücuh, şirketi cebir, şir­keti müfaveze, şirketi müzarebe namiyie ön nev'e ayrılır. Bunlara dair sırasiyle mücmelen malûmat verilecektir.

(1) Şirketi irs, vârislerin bir ayne malikiyyette miras yoliyle  içtima etmeleridir.

(2) Şirketi ganimet, islâm askerlerinin cihad  neticesinde elde etmiş oldukları ganimet mallarının mülküyetinde içtima etmeleridir.

(3) Şirketi mubayaa, iki veya daha ziyade kimsenin bir malı, meselâ: Bir haneyi satın almak hususunda içtima etmeleridir.

Bu üç nevi şirkete Hanefî fukahası, «Şirketi mülk adını vermişler­dir. Bu üç nevi şirketin hükmüne gelince Malikî'lere göre bu şerikler­den hiç biri, ortaklarının izni olmadıkça bu mallarda tasarrufda buluna­maz, tasarrufda bulunursa bir kavle göre gâsıb gibi olur, diğer bir kavle göre olmaz.

Binaenaleyh şeriklerden biri aralarında mülken müşterek bir yeri ekse veya orada bina yapsa evvelki kavle göre ekinleri kopanlır. binası hadm edilir. îkinci kavle göre ise bunlar hali üzere terk edilir. Bunları yapan şerik, bu yerden diğer şeriklere aid hisselerin kirasını verir, ken­disi de bu şeriklerden o binanın hisseleri nisbetinde kıymetini almaya müstahak olur. Çünkü bunu şirket şübhesinden dolayı bina etmiştir.

Kezâlik: Bir binanın alt katına biri, üst katma da diğeri malik olmak üzere iki kimse, bir hanede müşterek olsalar da üst kat sahibi, bir kat daha bina etmek istese buna müsaade edilmeyebilir. Meğerki yapı­lacak bina, alt kata ne hâlen ve ne de âtiyen muzîr bulunmasın. Bu hu-susda ehli hibreye müracaat edilir.                                                 

Kezalik : Bir kaç kimse arasında müşterek olan bir hane yıkılmakla bunlardan biri tamirini istediği halde diğerleri imtina etseler, tamirini isteyen şerik, bunu tamir ederek masrafını istifa edinceye fcadar bütün, varidatına müstevli olabilir. Badehu bu varidatı hisseleri nisbeünde iktisam ederler. Nitekim diğer şerikler, masrafdan hisselerine- düşen mikT tan verdikleri takdirde de hükm böyledir.

Şirketi mubayaada sermaye, altın veya gümüş sikke olacağı gibi bir tarafdan nakid, diğer tarafdan uruz veya her iki tarafdan da uruz olabilir, cinsleri müttefik olsun olmasın. Şirkette sermaye ittihaz edilen uruzun akd-i şirket zamanındaki kıymetine itibar olunur. Meselâ: İki şerikden biri bin altın, diğeri de bin altın kıymetinde uruz sermaye vaz etse ara­larında şirket, nisfiyyet üzere tesis edilmiş olur.

Fakat bir tarafdan altın, diğer tarafdan gümüş para sermaye ittihaz edilemez. Çünkü bu halde sarf ile şirket, içtima etmiş olur. Şâyed böyle bir sermaye ile amel edilecek olsa şeriklerden her biri kendi re'sül'mâlinl alır, kâr da her on dinara bir dinar ve her on dirheme bir dirhem veril­mek üzere taksim edilir. Zarar takdirinde de bu nisbet nazara alınır.

(4) Şirketi zimem, iki kimsenin gayrı muayyen bir şeyi zimmetlerine terettüb edecek semeni müeccel ile, yani : Veresiye olarak satın slıb her biri diğerine kelif olmak, sonra, da o şeyi satıb eîde    edecekleri kârını aralarında iktisam eylemek üzere yapdıkları bir akdi şirkettir.

En şirket, caiz görülmemekdedir. Maamafih bu şirket akd edilerek deruhde edilen iş görülmüş olunca şerikler, ittifak etmiş oldukları veçhi­le kârdan hisselerini alırlar.    .

(5) Şirketi inan, iki veya daha ziyâde kimsenin bir ticaret hususunda iştirak etmeleridir, bir veçhile ki bunlardan biri diğerinin izni olmadıkça ta^arrufda bulunamayacakdır, sanki her biri, diğerinin' inanını - Dizgi­nini elinde tutmuş, onun  hareketini kendisi  tanzim eîmekde bulu-nmuş-dur. Binaenaleyh birisi diğerinin izni olmaksızın tasarrufda bulunsa izni olmayan şerik bunu red- edebilir.

Şâyed şeriklerden birinin mutlak suretde tasarrufu salâhiyyeti olub diğerlerinin olmamak üzere iştiratda bulunsalar bu, fâsid olur. Zahir olan budur. Bunun tasarrufu mukayyed olan şerik hakkında şirketi inan, ta­sarrufu mutlak bulunan şerik hakkında da şirketi jnüfaveze olacağına kail olanlar da vardır.

(6) Şirketi amel, iki veya daha ziyade sanat  ehlinin    birükde amel edib amellerinin ücretini amelleri nisbetinde iktisam etmek üzere akdi şirketde bulunmalarıdır. Şu şart ile ki, sanatları terzilik, dokumacılık, demircilik veya marangozluk gibi müttehid bulunsun. Binaenaleyh terzi ile demircinin veya marangoz ile dokumacının iştirakleri sahih değildir. Fakat iki saniden birinin sanatı diğerinin sa­natına mütevakkıf bulunursa bunların iştiraki şahindir. Dezine dalıp inci çıkaracak kimsenin onu bindirib onun için imsak' edecek olan kayık sahi­biyle iştiraki gibi. Kezalik: İki kimsenin kırları, madenleri, kuyuları veya nehirleri kazımak, bina yapmak, tuğla, .kiremit işleriyle uğraşmak, dağ­lardan taşları kesib çıkarmak için şirket akd etmeleri caizdir. Şu şart ile ki, her ikisi de bir mevzide çalışmalarına devam etsinler. Çünkü böyle el işleri hakkında müşarik olanların başka başka mevzilerde çalışmaları caiz değildir. Bu şirkete «Şirket-i eb'dan» da denilmişdir.

(7) Şirketi vücuh, vecahet, şöhret ve şan sahibi olan bir zatın veca-hetdsn mahrum, şöhretsiz, raeşhul bir şans ile ittifak edib bu şahsa aid ticaret mallarını satmayı deruhde ederek mukabilinde    kârdan bir hisse almasından ibaretdir.

Bu şirket de Malikî'lerce memnudur. Çünkü o zatın vçcaheti, naşı kendisine itimada ve kendisinden iştiraya sevk eder, bu suretle nas tağrir edilmiş olabilir. Şâyed böyle bir şirket muamelesi fiilen vuku bulmuş olursa o vecih olan zat, yalnız ecri misline müstahik olur. Bu vecihden o malı satın alan da dilerse onu bu vecihe red ve dilerse semerliyle im-sâk eyler.

(8) Şirketi cebir, bir meta' hakkında ticaretde bulunmayı itina etmiş olan bir tacirin huzurunda o metaı ticaret maksadiyle iştira eden kim­seye o tacirin cebren iştirak edebilmesidir. Bu babda bir Örf vardır. Maa­mafih bu hususda üçü metaa, üçü de onu satın alan kimseye aid olmak üzere altı şart vardır., Şöyle ki:                        .       .

(1) Meta, satılışı âdeten olan bir çarşıda satın alınmalıdır.

(2) Bu meta, raücerred ticaret için alınmalıdır. Hane eşyası veya sak-sanılmak için alınırsa bunda başkasının hakkı olamaz.

(3) Bu ticaret, satın alındığı beldede olmalıdır. O meta, onunla başka yere sefer edilmek üzere alınırsa onda şirkete icbar edilemez.

(4) Tacir,  metaın iştirası zamanında çarşıda hazır bulunmalıdır.

(5) Tacir, bu satılan metaın tacirlerinden bulunmalıdır.

(6) Tacir, iştira zamanında bir şey söylememiş olmalıdır. Maamafih müşteri  «Ben bu malı nefsim için alıyorum,    başkasiyle

ortak olmayı istemem, her kim fiatini artırıb almak isterse alsın.» dese iştirake mecbur edilemez.

(9) Şirketi müfaveze, iki veya daha ziyade    kimsenin vaz etdikîeri mallar ile ticaretde bulunmak hususunda ortak olmalarıdır. Şu veçhile ki: Her birinin kendi re'sül'mâli miktarınca kârdan bilâ tefavüt hissesi olacakdır. Ve şeriklerden her biri diğerine mutlak suretde tasarruf hür-riyeti verecekdir. Ve her biri diğerinin gerek huzurunda ve gerek gıyabın­da dilediği gibi alış verişde, icar ve isticarda bulunacakdır.

Bu şirket, muhtelif neviler hakkında akd edileceği gibi bir nevi eşya hakkında da akd edilebilir. Fakat bazı zevata göre eşyanın nevileri taad-düd etmeyince bu, müfaveze değil, şirketi inan olmuş olur.

İmam Malik Hazretlerinin «Müfaveze nedir, bilmem.» dediği ve bu cihetle bunun cevazına kail olmadığı rivayet olunmaktadır.

(10) Şirketi müzarebe, bu bir akdi tevkildir ki: Sermaye sahibinin bir şahsa ticaret edib kârını aralarında müşaen iktisam etmek üzere mikdan malûm veya örfen nakid yerinde carî bir mal vermesinden ibaretdir.

Nakid yerine ticaret malı veya hayvanveya hububat verilirse mü zarebe fâsid olur. Bu halde kânn hepsi de sermaye sahibine aid olur, nitekim zarar da ona aiddir. Amil olan şahıs ise sermaye kâr temin etmiş olsun olmasın ecri misline müstahik olur. Bununla beraber eğer kâr mev-cud ise bu şahıs, bir sermaye misilli bir nakdin âdete nazaran temin edeceği kârından, müzarebe-i sahihe takdirinde alacağı mikdar nisbetin-de bir hisseye de müstahik olur.

Müzarebe malı,  âmil elinde gayrı    mazmundur.  Binaenaleyh tefrit, kendi kendine telef olursa zamanı lâzım gelmez. [35]

 

Maliki Lere Göre Müzarebede Rebbül'mâl İle Âmilin Haiz Oldukları Haklar :

 

Müzarebede rebbül'mâle aid haklar, şunlardır :

(1) Rebbürmâl âmilin deniz seferinde bulunmasını veya    geceleyin

sefere çıkmamasını şart koşabilir. Bu şarta ademi riâyet, âmilin aleyhin­de zamanı mucibdir. Meğer ki sefere çıkmasında zaruret görülsün, ve geceleyin bir kafile halinde sefere çıkılsın, bu halde zaman îâzım gelmez,

Bir de denize çıkılıp veya geceleyin sefer edilib de mal yağma edilse veya denizde gark olsa tazmini lâzım gelmez. Fakat yaş isabet etmekle veya karanlıkda bir ağaca çarpmakla ticaret malı telef olsa zaman lâzım gelir.

Kezaîik : Telef, muhalefet zamanında vuku bulmalıdır ki, zamanı mucib olsun. Deniz seferinden veya geceleyin müsaferetten sonra mal telef olsa zamanı lâzım gelmez.

(2) Rebbül'mâl, muayyen bir metam - Kârı az olduğundan veya arar edeceğinden dolayı - satın alınmamasını âmil üzerine şart koşabilir. Amil, buna muhalefet ederse malı zâmin olur.

(3) Rebbül'mâl, âm'l?  daha ticaret maliyle  iştigâle başlamamış oldu­ğu bir halde o mal ile sefere çıkmadan menedebilir.  Binaenaleyh âmil,

sefere çıkar da mal zayi olursa bunu tazmin etmesi lâzım gelir.

(4) Rebbül'mâi,  müzarebe malından bir şeyi değer fiatiyle nasm al­dığı gibi satın alabilir. Fakat bundan noksan bir fiatle satın alsa sahih olmaz, bunda âmil için zarar vardır.

(5) Rebbül'mâî.  müzarebe malına     başkasını     ortak etmekden âmili menedebilir. Binaenaleyh âmil, bilâ izin böyle bir harekkde hulumıb da mal zayi olsa bunu zâmin olur.

(6) Rebbül'mâl,  ticaret  malını  veresiye  satmakdan veya   re'sül'mâl-de başkasiyle müzarebe akd etmekden âmili menedebilir. Amil, rebbül'-mâlin izni olmaksızın böyle bir muamelede bulunsa müzarebe, fâsid, âmil de ecri misline müstahik olur.

(7) Rebbül'mâl, mali müzarebeyi değersiz,  nâbemehal bir yere  ekin. ekmek, ağaç dikmek için sarf etmekden âmili menedebilir. Amil, muha­lefet ederek böyle bir tasarrufda bulunursa.akd, fâsid olur. Ekinler yağ­ma edilse, çalmsa âmil üzerine zaman lâzım gelir.

(8) Rebbül'mâl,  kendi   maliyle  iştigaline  mani  olacağı  takdirde baş­kasının malını da müzarebe için almakdan âmili menedebilir. [36]

 

Müzarebede Amilin De Şu Gibi Hakları Vardır :

 

(1) Âmil, bir vakt ile mukayyed olmaksızın ameli ticaretde bulunur. Binaenaleyh rebbül'mâl, bu    amel zamanım tevkit    etse müzarebe

fâsid olur.

(2) Amil, çarşıda ve pazarda müstemirren mevcud olan şeyleri satın alabilir. Binaenaleyh rebbül'mâl, bazen bulunur, bazen bulunmaz bir şe­yin alınmasını şart koşsa müzarebe fâsid olur. '

(3) Amil, ticaret malını peşin para ile satın aîıb peşin para ile satar, rebbül'mâl, veresiye satmasını şart koşamaz, koşarsa akd-i müzarebe fâ­sid olur. Âmil. müzarebe için müeccel semen ile bir meta satın alamaz, yelevki rebbül'mâl iziir versin. Şâyed satın  alırsa semenini zâmin olur, aldığı malın kân da, zararı da kendisine teveccüh eder.

(4) Âmil, müzarebe malı ile ticaret eşyasını satın alıb satar, rebbül'­mâl, buna karışamaz,   Rebbül'mâl,  âmilin  izni 'olmaksızın    satacak olsa nafiz olmaz, âmil bunu red edebilir.

(5) Âmil, şirket sermayesini zâmin olmamak üzere ahz ve kabz eder. RebbüTmâl, sermayenin büâ tefrit helaki takdirinde âmilin zâmin olacağı şart etss akd, fâsid olur.    Fakat  âmilin ihmâl ve taaddisi halinde zayi olacak sermayenin tazmini için âmilden kefil, alınması,    akde zarar ver­mez.

Bu beş hakka muhalefet takdirinde akd, fâsıd . olacağından âmil, yalnız kraz-i misle, yani: Kâr mevcud ise ondan hisse-i misliyyesîne müs-tahik olur.

(6) Âmil, amelde münferid    bulunur.    Rebbül'mâlin bu ameîe vaz-î yedi meşrut olursa, akd. fâsid olur, âmil ecri mislini alır.

(7) Amil, ticaret muktezasmdan olmayan bir amel ile mükellef tu­tulamaz. Aksi takdirde akd, fâsid olur.    Ticaret kumaşını    elbise dikib satmayı şart koşmak gibi. Müzarebe maliyle ekin ekilmesini şart koşmak da böyledir. Çünkü ekin ekmek, ticaretten başkadır.

(8) Amil ile başkası müzarebe malında müşarik    olmaz. Mal sahibi böyle bir şart dermeyan ederse müzarebe fâsid olur.

(9) Âmil, müzarebe malım kendi maliyle    karışdırmaya mecbur de­ğildir. Rebbül'mâl, bunu şart koşsa kad, fâsid olur;

(10)  Amil, ticaret malım dilediği yerde ve zamanda  satabilir. Reb­bül'mâl, «Filân beldeye varınca» veya «Filân zamanda» satılmasını şart etse akd, fâsid olur.

(11) Âmil, ticaret    mr mı dilediği kimselere    satabilir.  Rebbül'mâl, muayyen bir şahsa satırdım veya ondan almasını şart etse akd, fâsid olur.

(12) Âmil, rebbül'm 1 ile müşavere etmeksizin tasarrufta bulunabilir.

Bu müşavere şart edilse  müzarebe fâsid olur.

Bu son yedi hakka muhalefet halinde, âmil, kâr veya zarar olsun olması lâzım geldiği halde onlardan böyle bir şey işidilmezse veya o mal,

Maliki'lere göre şeriklerden biri, şirket malının afeti semavlyye ve­ya ticaretteki hasar ile telef olduğunu iddia ettiği halde diğer şerik bunu inkâr ederek telef ve hasar vâki olmayıb o malın saklanıldığını derme­yan eyîese bakılır : Eğer telef ve hasar iddiasında bulunan şerikin kizbine karineler kaim bulunursa, meselâ: Telef hususuna bir cemaatin muttali olmasın ecri misline müstahik olur

daima râic, râcıh bulunursa ve yahud böyle bir karine mevcud olmazsa bu hallerin hepsinde de söz, münkirindir. Müddeinin kizbîne karineler kaim olunca malı zâmin olur. Karain kaim olmayınca, yani: Ne beyyine ve nede delil bulunmayınca telef ve hasar vukuuna dair müddei tahlif .olunur.  (Elmüdevvenetül'kübra,  Şerh-i Kebîr, Elfıkh fiîmezahibiTerbaa). [37]

 

Şafîîlere Göre Şirketler  :

 

(Şafiî'lere göre şirketi mülkden başka caiz olan yalnız şirketi inan ile şirketi müzarebedir, diğer şirketler bâtıldır. Meselâ: Şirketi müfaveze eaiz değildir. Kıyas müktezası da budur. Çünkü bu şirket meçhûîülcins şeyler hakkında vekâleti, kefaleti mütazammındır. Bunlar ise alelinfirad caiz değildir, binaenaleyh indeliçtima da evleviyyetle caiz olamaz.

Eimme-i Hanefîyyeye göre müfavezenin cevazı istihsan tarikiyle ka­bul edilmiştir. Bu cevaz, hadis-i şerifile sâbitdir, yani şirketi müfavezede bulununuz, çünkü onun bereketi pek çoktur. (Hi-daye).

Şafiî'lerce şirketi inanın sıhhati için şu gibi şartlar vardır:

(1) Akdi şirketde kullanılan îâfz, şeriklerden birinin veya her ikisi­nin tasarrufda bulunmasına izni müfid olmalıdır. Meselâ: her biri, şeriki­ne hitaben: «Bu maîı şirket kıldık, bununla alâsebiîitticare alış  verişde bulunmak için tasarrufa izin verdim.» demelidir. Diğeri de «Kabul etdim.» diye mukabelede bulunmalıdır.

(2) Şerikler; reşid, baliğ, hür, gayrı mükreh olmalıdır. Binaenaleyh sefih ile, mecnun ile, çocuk ile, mezun olmayan rakik

ile mükreh ile akdi şirket, sahih değildir.

(3) Re'sül'mâl,  nükuddan veya sair misilliyyatdan olmalıdır. Ticaret uruzu = Eşyası ise sermaye olamaz. Meğer ki bu uruza bitarikışşuyu bey' en temellük etsinler.

(4) Şeriklerin sermaye olan malları, kablelakd birbirinden ayrılmaya­cak suretde karışdınlmış bulunmalıdır. Bir kavle göre akdi şirketden son­ra birbirine kanşdirıldığı takdirde de şirket, sahih olur. Diğer bir kavle göre ise saîıih olmaz. Bu halde şeriklerin akdi şirketi iade etmeleri lâzım-

(5) Şeriklerin sermayeleri müttehid olmalıdır. Birinin koyduğu ser­maye altın, diğerinin ki gümüş olsa akd, sahih olmaz. Fakat re'sül'mâlde ve amelde tesavi şart değildir. Birinin re'süî'mâli, diğerinin re'sül'mâlin-den az olabilir, ameldeki ziyadelik ise teberru sayılır. Binaenaleyh kâr da, hasar da sermayelerin mikdarına göre taksim olunur.

Meselâ: Birinin sermayesi bin, diğerinin sermayesi de beş yüz lira oisa biri kârın üçde ikisini, diğeri de üçde birini alır. Bundan ziyade ve­ya noksan meşrut olsa akd, fâsid olur, her biri kendi sermayesindeki amelinin ecri misline müstahik olur.) [38]

 

Şeriklerin Ticaret Malında Ve Şaibede Tasarrufları   :

 

(Şafiî'lere göre şeriklerin tasarrufları hususunda şu gibi ahkâm ca­ridir  :

(1) Şeriklerden   her  birinin  ticaret  malında  tasarrufları,  maslahatla mukayyetidir, şöyleki: Şeriklerden her biri, ticaret malında maslahata uy­gun suretde tasarruf da. bulunabilir. Diğer şeriklere rnünir olacak suretde tasarrufda bulunamaz.

Meselâ: Şeriklerden hiç biri, ticaret malını veresiye veya beldesinde tedavül etmeyen bir nakd ile veya kendi beldesindeki nakidden kıymeti düşkün bir nakd ile satamaz. Çünkü bunda diğer şeriklerin maslahatına zarar vardır. Satarsa şeriklerinin hisselerinde beyi-muamelesi sahih ol-mr.7. Bunu müfteriye teslim etmiş olunca zâmin olur. Kendi hissesi hak­kında ise beyi muamelesi, bir kavle göre sahih olur, diğer bir kavle göre sahih olmaz.

(2) Şeriklerden biri. ticaret malını âdete  nazaran nas arasında  vâki chnayacak bir gabni kesir iie satamc7. Ve diğer şerikler izin vermedikçe t;caret maliyle  bir zaruret  olmaksızın   müsaferetde bulunamaz.' İzin  ver­medikleri takdirde o malı zâmin bulunur.

(3) Şeriklerden biri. elindeki ticaret malını  bir şahsa satmak için o pahs ile ittifak ettiği halde o malı semeni mislinden daha fazla bir bedel ile alan zuhur etse şeriklerinin maslahatına riayet için o ittifakı bozması icsb eder.                  

(4) Şeriklerden biri, ticaret malım şartı hiyar iîe saldığı halde daha müddeti hiyar. bitmeden o malı fazla bir fiatle alan zuhur etse  evvelki :?kdi bey'i fesh etmesi teâyyün eder. Çünkü şeriklerinin menfaatleri bun­dadır.                                                                                         

(5) Her şerik, şirketin malları hakkında emindir. Kâr ve zarar husu­sunda, bu malların bir kısmım şerikine red ettiğini iddia hususunda sözü tasdik olunur. Fakat ticaret malının telef olduğunu iddia etse bakılır: Eğer bir sebeb beyan etmeksizin veya sirkat gibi hafi bir sebeb beyan ederek iddiada bulunursa bilâ yemin tasdik olunur. Amma yangın gibi bir sebe­bi zahir iddia ederse yangının zuhuruna ve mal-i ticaretin bu yangın esna­sında yandığına beyyine ikame etmedikçe sözü tasdik olunmaz. Yangının zuhuru malum olduğu halde ticaret malının bu esnada yandığı malûm bu lunmazsa yeminiyle tasdik olunur.) [39]

 

Şafiî'lere Göre Şirketi  Müzarebe :

 

(Eimme-i Şafüyyeye göre müzarebe, bir akddir ki: Bir kimsenin bir şahsa ticaret için - ribhden her birinin muayyen bir hissesi olmak üze­re mal vermesini iktiza eder. Buna «Kiraz» da denir.

Müzarebenin Şafiî'lerce şu gibi şartlan vardır:

(1) Sermaye sahibi iie âmilin tasarrufa ehl olmaları şartdır. Binaenaleyh,   çocukların,  mecnunların,  mükrehlerin,  füzûlîlerin  mü­zarebe akdleri sahih değildir.

(2) Âmilin amelde müstakil, tasarrufda mün'ferid olması şartdır.

Binaenaleyh o-nunla beraber başkasının da çalışması şart edilse akd fâsid olur. Amil. rebbüTmâlin izniyle re'sül'mâli başka bir şahsa müzare-beye verib kendisi çekilse bu akd, sahih olub kendisi mün'azil bulunur KezaliK Âmil, başkasiyle amelde ve kârda şeriki olmak üzere akdi müza-rebede bulunsa râcih olan kavle göre bu akd, fâsid olub evvelki akd. sa­hih olarak kalır. İkinci müzarib, yalnızca amelde bulunsa kârın tamamıni rebbüTmâl alıb bu ikinci müzarib de ecri misline müstahik olur. Birinci müzarib ise kârdan bir şey alamaz. Her ikisi de amelde bulunsa birinci müzarib, ameli nisbetinde kârdan hisse alır, bakisi rebbül'mâle aid olur. İkinci müzarib de birinci müzaribden ecri mislini alabilir. İkinci müzarib, birincisine yalnız yardım maksadiyle çalışmış olursa bir şeye müstahik olmaz.

(3) Âmilin yapacağı işin alış veriş gibi ticaret umurundan olması şart­dır.

Binaenaleyh sınaî işler üzerine yapılan müzarebe fâsiddir. Dokuma­cının pamuk alıb onunla bez dokuyarak satması gibi. Bu, bir mahdud ameldir. Bu, ecir vasıtasiyle temin edilebilir.

(4) Âmilin amelinde !ıür olması şartdır.

Binaenaleyh rebbüFmâlin âmili tazyik etmesi sahih değildir. Muay­yen bir metanı alınmasını veya vücudu ender bulunan bir şeyin alınıb sa tılmasını veya muayyen bir şahısdan satın alınmasını ve yahud muayyen Mr şahısdan başkasına satılmamasmı şart koşmak gibi. Bu halde akd fâ­sid olur. Fakat ticaretin cinsini veya nev'ini tâyin, zarar vermez. «İpekli kumaş veya Bursa kumaşı al sat.» denilmesi gibi.

(5) Amelin malûm bir müddet ile mevakkat olmaması şartdır. Binaenaleyh bir sene müddetle müzarebe akd edilse fâsid olur. Çün­kü böyle tevkit, ticaret gayesine muhalifdir.

Fakat «Seninle müzarebede bulundum, br seneden sonra bir şey sa-tm alma.» denilse bu, sahih olur. Çünkü bu, müzarebeyi müddetle tak-yid değildir, belki bir seneden sonra satın almayı menidir.

(6)  Ribhin âkidlere muhtes olması şartdır.

Binaenaleyh ribhden başkalarına bir hisse verilmesi meşrut olsa mi-zarebe fâsid olur. Yalnız âkidlerin kölelerine bir hisse verilmesi meşn; olsa akde zarar vermez. Köleye meşrut olan bu hisse, efendisine veriİEE-si meşrut olan hisseye zam olunur.

(7) Kârdan âkidlere aid hisselerin nısıf, sülüs gibi bir eüz'i şayi ola­rak muayyen olması şartdır. Akidlerden birine kârdan muayyen mikria: bir şeyin verilmesini şart koşmak sahih değildir. Çünkü bundan 2iyade ki* hâsıl olmaması melhuzdur. O halde diğer taraf kârdan mahrum kalnui olur.

(8) Müzarebede sermayenin muayyen altın veya gümüş sikke ölme ve cinsiyle mikdarınm malûm bulunması şartdır.

Binaenaleyh altın ve gümüş parçalariyle veya ticaret eşyasiyle tî gayrı muayyen bir mal ile müzarebe akd edilmesi sahih değildir. (Tui-fetüTmuhtaç, Mezahibi'erbaa).

Hanbelî fukahasına göre şirketler iki kısımdır. Biri şirketi maldır Bu, İki veya daha ziyade kimsenin bir mala veya bir malın menfaatine 'm. hibe veya iştira gibi bir sebebîe müstahik olmalarından ibaretdir. Diğer­de şirketi ukuddur ki, bu da iki veya daha ziyade kimsenin tasarrufda k tima etmeleridir ki, şirketi inan, şirketi eb'dan, şirketi vücuh, şirketi mi faveze ve şirketi müzarebe namiyle beş kısma ayrılır. Şöyle ki:

(1) Şirketi inan, iki veya daha ziyade kimsenin vaz' ettikleri mallan: tenmîyesine beraberce çalişıb husule gelecek kârı aralarında şart koşdui-lah veçhile taksim etmek üzere iştirak etmeleridir.-

Bunların böyle vaz ettikleri mallan içlerinden birisi çalişıb teninim etmesi üzere iştirak etmeleri de bu kabildendir. Şu kadar var ki bu dirde bu çalışacak şerike vaz ettiği sermayeye aid kârdan fazla bir ;r verilmesi lâzım gelir ki bu fazla, çalışmasına mukabil olsun. Şayed  yalnız sermayesi mikdannca kâr verilmesi şart kılınsa bu, bir ibza me;r leşi olarak sahih olmaz. Çünkü bu, başkasının malında ücretsiz yere ça-Uşmakdır.

(2) Şirketi eb'dan, iki veya daha ziyade sanatkârın bedenleriyle çalı­şarak kazanacakları kârı aralarında şart etdikîeri veçhile taksim etme üzere iştirak etmeleridir. Bu da caizdir, sanatları gerek müttehid olsc ve gerek olmasın. îstiyad, ihütab gibi mübahati temellük hususunda işt: râk de şirketi eb'dan sayılır.

(3) Şirketi vücuh, iki veya daha ziyade kimsenin itibarlarına îtimden veresiye mal satın alıb satarak kârını aralarında şart koşmuş olduk­ları veçhile yan yarıya veya ikili birli nisbetinde taksim etmek üzere ak­di şirketde bulunmalarıdır. Bu da sahih bir şirketdir. Satın alacakları .şey­lerin cinslerini, mikdarlannı, kıymetlerini tâyin etmiş olsunlar olmasın­lar müsavidir.

(4) Şirketi müfaveze, malları istismar hususunda iştirâkdir ki, şerik­lerden her biri diğerini beyi ve şira, müzarebe hususlarına tevkil eder, ve her biri, diğerine bu mallar ile sefere çıkmak, bunları rehin vermek, bunların mukabilinde rehin almak, bunları veresiye satmak gibi husus­ları tefviz eyler. Ancak lukata bulmak, hazine keşfetmek gibi nadir ka­zançları bu şirkete idhâl etmeleri sahih olmaz.

(5) Şirketi müzarebe, bir kimsenin bir şahsa ticaret edib kân arala­rında nıüşaen taksim edilmek üzere muayyen bir mikdar madrub nükud vermesidir. Başkasının yanında vedia olan böyle bir mal da müzarebe için tahsis edilebilir.

Müzarebenin hükmü, ahvalin ihtilâfına göre tebeddül eder. Şöyle ki: Müzarebe, evvel emirde emanetdir, vekâîetdir. Çünkü âmil, rebbül'mâlin izniyle malında vekâleten tasarrufda bulunmuş olur. Bu halde mal elin­de emanet bulunur. Kâr hâsıl olunca da akdi müzarebe, bir şirket haline geîir, zira iki taraf bu kârda müşterek bulunur. Müzarebe fâsid olunca da icareye münkalib olur. Çünkü âmil bu halde ecri mislini alır. Amil, rebbül'mâlin emrine muhalefet edince ds gâsıb hükmünde bulunur. Bu halde rebbüi'mâle hem re'sül'mâli, hem de kârı red eder, kendisi ame­linden dolayı bir şeye müstahik olmaz. Çünkü gâsıbın hükmü böyledir.

Müzarebenin rüknü, müzarebeyi müş'ir olacak veçhile icab ve kabul­dür. Müzarebe, kiraz, muamele ve emsali tâbirler ile de yapılabilir. Bun­da teati de kâfidir. Şöyle ki: Âmil, kabul ettim demeksizin sermayeyi alıb amele başlasa müzarebe sahih olmuş olur,

Müzaribin haiz olduğu haklara gelince: Müzarib, ticaret malını mura­baha, müsaveme gibi muhtelif satış şekilleriyle alıb satabilir, bu mal hak-kmda iyda, terhin, irtihan, havale gibi muamelelerde bulunabilir. Bu mal ile yol emin olunca sefere çıkabilir. Bu ticaret malını veresiye satabilir, £âyi olunca zâmin olmaz. Meğer ki mevsuk olmayan veya kendisince mec-huî bulunan bir şahsa satmış olsun.

Amil, müzarebe malını müzarebe için başkasına verse bakılır: Eğer rebbül'mâün izni ile vermiş İse sahih olur, ve eğer izni olmaksızın vermiş ise fâsid olur. Maîikîlerce de böyledir.

Müzarih, müzarebe malını başkasına ikraz edemez, bu malı kendi ma­lına veya başkasının malına kanşdıramaz, bu mala başkasını müşarik kı­lamaz.

Müzarebede re'sül'mâle hasar âriz olsa, meselâ: Çalınsa veya bir âfeti semaviyye ile telef olsa bu hasar kârdan telâfi edilir. Bundan sonra bir şey kalırsa taksim olunur  Malikî'lerce de böyledir. [40]

 

Hanbelî'lere Göre Müzarebenin Sıhhati İçin Şu Gibi Şartlar Vardır :

 

Müzarebede re'süî'mâl, malûm olmalıdır.

Binaenaleyh bir kese içindeki bir mikdar gayrı malûm bir para ser­maye ittihaz edilse müzarebe sahih olmaz. Çünkü bu meçhuliyyetden do­layı kâr da nizaa müeddi olur.

(2) Re'süî'mâl hazır olmalıdır. Binaenaleyh gaib veya zimmetde sabit olan bir'mal, sermaye olamaz. Fakat maî sahibi, âmile hitaben: «Filânds veya serde olsn alacağımı al onunla müzarebede bulun.» derse sahih olur. Çünkü bu halde müzarebe malın kabzına talik edilmiş olur. Müzarebeyı

talik ise  sahihdir.

(3) Re'süî'mâl.  hükümet tarafından mazrub, mehtum  altın veya gü­müş para olmalıdır. Binaenaleyh altın veya gümüş parçaları, ticaret eş­yası ve  fülûs denilen bakır paralar ve emsali müzarebede sermaye ola­maz. Velevki fülûs paralar rayiç bulunsun.

(4) Amilin kârdan hissesi nısıf, rülüs gibi şayi bir suretde tâyin edil­melidir. Bu veçhile tâyin edilmezse müzarebe fâsid olur, âmil ecri mis­lini alır.

Ribhin tamamen rebbül'mâle aid olması şart edilirse bu. bir ibza Bilâ ücret tevkil olur.

Ribhin lamamı âmile tahsisi edilirse bu da bir karz oîur, kân tama­men âmil alır, hasar suretinde de âmil zârnin olur, velev ki rebbüFmâl, âmile zaman lâzım gelmeyeceğini dermeyan etmiş olsun, bu karan muk-tezasıdır. [41]

 

Hanbelîlere Göre  Şirketlerde Dermeyan   Edilen  Şartlar :

 

Şirketlerde dermeyan edilen şartlar şöylece üç kısımdır: (1) Sahih şartlardır. Bunlar üzerine bir zarar terettib etmez ve akd bunlara mütevakkıf bulunmaz. Ticaret malını şu kadar semen ile satma.yi, filân mekânda ticaret etmeyi, ticaret mahle'seferde bulunmamayı ve emsalini şart koşmak gibi ki, hepsi de sahihdir,  bunlarda zarar yoktur. Meselâ:  Müzarebenin bir müddetle  takyidi  muteberdir.  Bu  müddet-den sonra artık alış veriş yapılamaz.

(2) Fâsid şartlar. Bunları akdi şirket iktiza etmez. Şirketi meselâ: Bir sene müddetle fesh etmemeyi yalnız re'süî'mâl ile satmayı, satın alman malı satana satmamayı şart koşmak gibi ki, bu, şartlar üzerine akdin fe­sadı terettüb etmez, bu şartlar ile amel de olunamaz.

Kezalik : Müzarebe hususunda böyle bazı şartlar vardır ki lâğvdur, müzarebenin sıhhatine mani olmaz. Re'sül'mâldeki zararın âmile aid ol­ması, âmiiin yalnız muayyen kimselerden alış veriş etmesi, müzarebeyi iki tarafın bir müddet için fosh edememesi gibi şartlar bu kabildendir.

Meselâ: Sermayenin ziyaı halinde zamanı âmil üzerine şart edilmesi nafiz olamaz. Çünkü bu, müzarebenin mahiyetine münafidir. Emin, zâ-min olamaz. Meğer ki taaddide bulunsun.

(3) Üzerlerine akdin sıhhati terettüb eden şartlardır. Bunlarda şerik­lerin şirkete ehliyetleri, şeriklerin sermayelerinin ve kârdan hisselerinin malûm olması, bu sermayelerin hazır ve hisselerinirr müşaen muayyen bu­lunması gibi.

Yukarıda müzarebenin yazılmış olan şartları bu cümledendir.

Bir  müzarebe,  bu  gibi şartlarının     bulunmamasından  dolayı  fâsid  olunca kârın tamamı ve haşarat sermaye sahibine aid olur, âmil de ecri misline müstahik olur. Velevki bu sermaye ile bir kâr temin edilmiş ol­masın. (Keşşafülkına,  Mezahibierbaa). [42]

 

Zahirilere Göre Şirketler :

 

(1) Zâhiriyye fukahasına göre şirket bir beyi' mahiyetindedir-. Şerik­lerden her biri, kendi malını kısmen diğerine satmış, bu suretle bu mal­da ortak olmuş olurlar.

Mücerred şirketi eb'dan, batıldır. Ne bir hizmetde, ne bir talim hu­susunda ve ne de bir el işinde şirket akdi caiz değildir. Çünkü herkesin kazancı kendisine aiddir. Ancak inkisamı kabil olmayan bir iş için isticar edilen kimseler, o işi birlikde görünce alacakian ücret, her birinin ame­line göre aralarında taksim edilir. Bir duvarı birlikde yapmak, bir libası birlikde dikmek, gibi.

(2) Şirket, ancak ayam emvalde caizdir. Şöyle ki: Ticaret için şerik­lerden biri bir mikdar mal, diğeri de o neviden bir mikdar mal koyarak bunları birbirinden  temyiz edilemeyecek suretde karıştırırlar,  sonra bu ir al ile satın alacakları şeyin kârı aralarında sermayeleri nisbetinde mü$-

terek olur. Zarar ettikleri takdirde onu da bu nisbetde tehammül ederler. Fakat sermayelerini birbirine katmamış oldukları takdirde her biri­nin satın aldığı şeyin kârı da, zaran da kendisine aid olur. Böyle karış­tırmadıkları takdirde mallara müşaen malik olamayacakları cihetle bun­ların kârları da, zararları da kendilerine müşaen aid olamaz.

(3) Şeriklerden birine malının mikdarından ziyade olarak kârdsn his­se verilmesi veya kendisine zarardan- hisse çıkarılmaması veya içlerinden birinin çalışıb diğerlerinin çalışmaması şart edilirse helâl olmaz. Bu, bâ­tıldır, merduddur. Her şerik sermayesine göre kârdan hisse alır, çalış­maya iştirak eder, zarara ortak olur.

Fakat böyle şart edilmeksizin birisi tstevvüan yalnız çalışsa veya şeri-

Şâyed, bunlardan biri, beyan olunan şarta mebni çalışırsa kâr ve ha­sar itibariyle bu misillü amele aid ecri misle müstahik olur. Kendisinin tıyb-i nefsiyle olmayan amelinden başkalarının iğtinamı bir taaddidir. Mü-

(4) Şeriklerden biri meselâ: Altın para, diğeri ise gümüş para veya

meta ve emsali bir şeyi sermaye ittihaz etse caiz olmaz. Meğer ki bunla­rı satarak sermayenin hepsini de altın veya gümüş para etsinler veya her bîri diğerine kendi sermayesinin istenilen mlkdarını satarak bunda or­tak olsunlar. Re'sül'mâl böyle aralarında kabili temyiz olmayacak suret-de mahlut bulunmazsa şirket caiz oîmaz.

(5) Müslimin zimmî ile müşareketi caizdir. Şu kadar var ki, bir inüs-

lüman için aîıb satması caiz olan şeyler neler ise zımmî de onları ahb sat­malıdır, başka şeyler satması caiz olmaz.

Resûli Ekrem Hazretleri, ehli Hayber ile muamelede bulunmuş, on­lar ile şirketi müzârea ve müsakât akd etmişdir.

(6) İki kimse arasında satmak üzere satftı almış oldukları eşya bulun­duğu haîde bunlardan biri satmakdan imtina etse, diğeri bnıru satmaya eebr edebilir. Çünkü bunun üzerine akdi şirketde bulunmuşlardır. Fakat satmak için alınmamış olursa bu cebr car! olmaz.

(7) İki kimse arasında müşterek arazi    bulunduğu halde biri bunun

imarım istemese bu imara cebr olunamaz. Belki o arazi aralarında tak­sim olunur, dileyen kendi hissesini imar eder. Fakat iki kimse arasında bir hane veya bir değirmen veya kabili kıs­met olmayan başka bir şey bulunsa bunu ıslaha cebr olunur. Çünkü Re­sûli Ekrem, sallallâhü taâlâ aleyhi veseîlem efendimiz, kâa-i emvali dehiy buyurmuşlardır. (Kitabül'muhallfi). [43]    

 

(İKİNCİ BÖLÜM)

 

MÜZAREA İLE MÜSAKATA DAİRDİR

 

İÇİNDEKİLER : MÜZAREANIN MAHİYETİ, RÜKNÜ, HÜKMÜ VE SI­FATI. MÜZAREANIN SIHHATİNE AÎD ŞARTLAR. MÜZAREADAN AKİDLERÎN SURETİ İSTİFADELERİ, MÜZAREANIN İNFİSAHINA SEBEB OLAN ŞEYLER.

MÜSAKATIN MAHİYETİ, MÜSAKATIN ESBABI İNFİSAHI. MEZAHt Bİ SAÎREY.E ÂİD MESELELER. [44]

 

230 - : Müzarea bir nevi şirketdir ki, bir tarafdan arazi verilir, di­ğer tarafdan da amel, yani: Ziraat yapılır. Hâsılatı aralarında nısıf, veya sülüs, sülüsan gibi birer cüz'ü şayi suretiyle taksim olunur.

Müzareamn meşrûiyyeti, sünneti nebeviyye ile sâbitdir. Resûli Ekrem Efendimiz, Hayber ahalisiyle mahsulâtın yansı üzerine müzareada bulun­muşlardı. Buna nasın ihtiyacı vardır.'-îmameynin kavli böyledir. Müfta-bih olan da budur. Binaenaleyh bunlar ukudu sahibedendir." Fakat îmamı Azama göre ukudi sahibeden değildir. Arazi sahihleri dilerse âmili bir be­del mukabilinde isticar edebilir. Bir rivayete göre Resûli Ekrem Hazret­leri müzareadan nehiy ve müvacere ile emr etmiş, bu   rnüvacerede beis

231 - : Bunlar da araziden, tohum ile amelden ve ziraatde kullanılacak hayvaret mutasavverdir. Şöyle ki:

(1) Arazi ile tohum bir tarafdarr, amel ile hayvanat da diğer tarafdan olur. Bu müzarea sahihdir. Çünkü bunda amel üzerine isticar yapılmış

(2) Arazi ile tohum ve hayvan, bir tarafdan, amel da diğer tarafdan olur. Bu da sahihdir. Arazi sahibi ksndi Eetiyie iş görmek iuere âmili is­ticar etmiş olur. .    

(3) Arazi bir tarafdan, amel ile tohum, hayran da diğer tarafdan olur.

Bu da sahihdir. Çünkü bu takdirde tohum sahibi, rnahsulâtdan malûm bir cüz'ü mukabilinde araziyi isticar etmiş olur.

Müzareada amelden maksad, ekinlere aid işlerdir. Tohumu tarlaya nakl ile ekmek, araziyi suvarmak, mezruatı muhafaza etmek, ekinleri biç­mek, harman etmek gibi.

Bir kimse, ekmiş olduğu tarlasını daha mezruat kemale ermeden su vermek, muhafaza etmek gibi amellere muhtaç olursa bunu müzarea yo-liyle başkasına verebilir, bu caizdir.

(4) Arazi ile hayvan bir tarafdan, amel ile tohum da diğer taraf dan olur. Bu müzarea, fâsiddir.

(5) Arazi ile amel bir tarafdan, tohum ile hayvan da diğer taraf dar; olur. Bu da fâsiddir.

(6) Arazi ile tohum ve amel bir tarafdan, hayvan da diğer tarafdan olur,. Bu da fâsiddir.

(7) Arazi ile amel ve hayvan bir tarafdan, tohum da diğer tarafdan olur. Bu da fâsiddir. Çünkü bu son dört suretde sahih bir isticar mahiye­ti yoktur. (Dürrümuhtar, Reddimuhtar). '

232 - : Akdi müzareanın rüknü ise icab ve kabuldür. Şöyle ki: Ara­zi sahibi, âmile = Yani çiftçiye hitaben: «Bu yeri hasılatından şu kadar hisse almak üzere sana müzarea veçhile verdim.» deyip âmil de «Kabul etdim.» veya «Razi oldum.» dese, yahud rizasına delâlet eder bir söz söy­lese aralarında müzarea mün'ak'd olur.

Kezalik: Evvelâ çiftçi, yer sahibine «Ben senin arazinde müzarea veç­hile amel edeyim.* deyib sonra da yer sahibi buna razi olsa yine müzs-rea mün'akid olur. (Dürer).

233  - : Müzareanın hükmüne gelince bu da hâlen mülkü menfaat de, meâlen de, hasılat da, şirketdir.

Müzareamn sıfatı da âkidlerden tohum sahibi olmayan taraf hak kında akdi müzareanın ukudi lâzimeden olmasıdır.

Binaenaleyh akdden sonra tohum sahibi olmayan taraf, tohum sahi­binin rızası olmadıkça akdi müzareayı fesh edemez. Meğer ki bir özrü bu­lunsun.

Meselâ: Medyun olub da müzareaya verdiği arazisinden başka sata­rak borcunu ödeyecek malı bulunmazsa müzareayı fesh edebilir.

Tohum sahibi olan taraf hakkında ise tohum henüz ekilmemi; olun­ca akdi müzarea, gayrı lâzimdir, bunu fesh edebilir. Çünkü tohumun te­lef olması ihtimâline mebni ekmeğe icbar edilemez. {Dürerülhükkâm). [45]

 

Müzareanın  Sıhhatine  Aid  Şartlar  :

 

234 - : Müzareanın sıhhati için sekiz şart vardır. Bu şartlardan bi­ri bulunmazsa müzarea fâsid olur.   Aşağıdaki  meseleler bu  şartlan gös­termektedir.   .

235 - : Müzareada âkidlerin ehliyeti, yani:     Akil olmaları şandır. Çünkü ehliyeti haiz olmayan kimselerin hiç.bir akdi sahih değildir. Fakat âkidlerin baliğ olmaları  şart değildir.  Binaenaleyh  mezun  olan. âkil bir çocuk da akdi müzareada bulunabilir.

236 - :'Müzareada bir sene, iki sene gibi ziraate kâfi bir müddetin zikr ve tâyin edilmesi şartdır. Aksi takdirde müzarea abes yere yapılmış olur.

237 - : Müzareada tohum .kimin tarafından verileceğinin  beyan olunması sartdir. Çünkü bunun meçhuliyyeti nizaa müeddi olur. .

238 - : Müzareada ne ekileceğinin tâyini, yahud çiftçi her ne diler­se ekmek -'izere tamimi şartdır. Çünkü melhuz menfaat ve âmile aid. üc­ret, tohuma göre tebeddül eder. Ve bazı tohumlar yere zarar vereceğin­den buna arazi sahibinin razi olması lâzım gelir. Amma tohum mikdarı-nm malûm olması şart değildir. Zira tohumun mikdarı. arazinin büinme-siyle malûm olur.

Bir de tohum yer sahibi tarafından verilirse bu müzareanın sıhhati için bunun cinsini beyan icab etmez. Çünkü bu halde müzarea, ekmeden evvel zaten malûm değildir, ektikten sonra ise ücret. - çiftçinin alaca­ğı hasılat - malûm bulunmuş olur.

239 - : Müzareada  âkidlerin mahsulâtdan    hisselerinin cüz'ü şayi olarak tâyini şartdır. Şöyle ki: Tohum, arazi sahibine aid ise hini akdde çiftçinin hasılatdan olmak üzere hissesinin nısıf, sülüs gibi bir cüz'ü şayi olarak tâyin edilmesi lâzımdır.  Eğer hissesi  böylece tâyin edilmezse ve yahud hasılatdan başka bir şey verilmek üzere tâyin edilirse ve yahud ha­sılatdan şu kadar kile diye kat'î suretde, tâyin olunursa müzarea sahih ola­maz. Çünkü bu veçhile ücret tesmiyesi,  müzarea mahiyetine    münafidir. Bilâkis tohum sahibi çiftçi olduğu takdirde de arazi sahibinin mahsulât­dan hissesinin bir cüz'i sâyi suretiyle tâyin edilmesi icab eder. Böyle ol­madıkça âkidlerin hisseleri, ücretleri sahih suretde tâyin edilmiş olamaz.

240 - : Müzareada arazinin ziraate  elverişli olması şartdır. Çünkü maksud, bu halde husule gelir. Arazi, çorak veya taşlık olarak ziraate sa-lih olmadığı takdirde ise müzarea fâsid olur.

241 - :  Müzareada  ekilecek arazinin çiftçiye teslim edilmesi şan­dır.  Çünkü   çiftçinin   amelde  bulunabilmesi  bu  teslime     mütevakhfchr Hattâ arazi sahibi ile âmilin birlîkde amel etmeleri gibi teslimi ihlil ede­cek bir şart bulunsa müzarea fâsid olur.

Müzarea neticesinde hasılat meydana gelince bu  haclatc âkidîerin şirketi = Şerik sayılmaları' şartdır.    Çünkü müzarea ibdidaer. icare, intihaen şirket mahiyetindedir. Binaenaleyh hasüatda şirketi;: ka: ına müeddi oîan her şart, müzareayı ifsad eder. (Hindiyye, Dürer.maül'enhür). [46]

 

Müzareadan Akîdlerin  Sıjret-İ İstifadeleri  :

 

243 - : Sahih bir müzareada âkidler hâsılatı aralarında yaprr. oldukları şarta göre taksim ederler. Münasefeten veya. ikili birli taksin gi­bi. Hâsılat olmazsa çiftçi bir şey alamaz. Çünkü çiftçi, hâsılatdan bir mik dara bir şirket hasebiyle müstahik olur, hâsılat olmayınca şirket telur-mamış olur. (Reddimuhtar).

244 - : Müzareada hâsılat, çiftçinin elinde emanetdir. Binaenaleyh bu hâsılat, onun sun'u olmaksızın telef olsa kendisine zaman lâzıır. gel­mez. Müzarea velev ki fâsiden akd edilmiş olsun. Fakat onun sun'iyle ve­ya taksiriyle telef olursa arazi sahibinin hissesini zâmin olur.

Meselâ: Çiftçi, araziye su vermeği gayrı mûtad bir suretde anien terk veya tehir etmekle mezruat kurursa bunların bu su vermeği teri: et-diği gündeki nabiten kıymetini zâmin olur. Eğer bunların kıymeti ye-' ise o arazi bir kerre ekilmiş olduğu bir kerre de ekilmemiş bulunduğu lale kıymet takdir olunur, ikisinin arasındaki fazla farkı zâmin olur.

245 - : Fâsid bir müzareada hâsılat, kamilen tohum sahibinin olar. Çünkü bunlar onun mülkünün nemasıdır. Arazi sahibi ise arazisinin ecri mislini alır. Çünkü tohum sahibi onun arazisinin menfaatlerini akdi İkiâ ile istifa etmişdir. Bu ecr-i misi, îmamı Azam ile İmam Ebû Yûsüf'e gire ecri müsemmayı tecavüz edemez. Arazi sahibi bu mikdara razı olmuştır. îmam Muhammed'e göre ise baîiğan mâbelâğ ecri misi lâzım gelir. Zira fesâd halinde tesmiye lâğvdır. (Mecmaül'enhür).

Ve eğer tohum sahibi, arazi sahibi olub da diğeri çiftçi ise bu çift­çi, ecri misi alır. Bu ecir, akd zamanında meşrut olan mikdarı tecuz edemez. Bu mikdar tesmiye edilmemiş ise baliğan mâbelâğ ecr-i misi lâ­zım gelir. (AbdtiThalîm fetâvâsı.) [47]

 

Müzareanın İnfisahını Sebep Olan Şeyler

 

246 - : Müzarea, beş sebebden biri vücuda gelince münfesih olur.

Şöyle ki:

(1) Müzarea, âkidlerden birinin vefatı halinde bâtıl ve münfesih olur.

Çünkü müzarea, icare mahiyetindedir. îcare ise mal  sahibiyle müstecir-den birinin vefatiyle bâtıl olur.

(2) Müzarea, tohum sahibinin özürsüz yere de olsa daha tohum saçıl­madan fesh etmesiyle münfesih olur.

(3) Müzarea, bazı azare mebni fesh edildikde münfesih olur.

Meselâ: Yer sahibinin borcu zuhur edib bu yerin satılmasına lüzum gorüîdükde bakılır: Eğer daha ekilmemiş ise müzara fesh olunarak yer satılır. Ve eğer ekilmiş de henüz bitmemiş ise yine müzarea fesh edilebi­lir. Maamafih bu suretdeki feshden dolayı bazı fukahaya göre rizaya veya kazaya ihtiyaç vardır. Fesh takdirinde tohum, çiftçinin olunca îmam Ebû Yûsüf'e göre yer sahibi bu tohumu zâmin olur. îmam Muhammed'e göre  ise bir kerre ekilmiş, bir kerre de ekilmemiş olarak takvim edilir, tohu­mun vücuda getirdiği ziyade mikdan /âmin olur.

Fakat tohum, tenebbüt etmiş olursa artık müzarea fesh edilerek yer hemen satılamaz. Çünkü buna müzariin hakkı taallûk etmişdir. Meğer ki kendisi buna icazet versin. (Dürrümuhtar).

(4) Çiftçi hastaîansa veya sefere gitmek istese veya başka bir sanata girmek arzusunda bulunsa müzareayı fesh edebilir. (Dürrümuhtar).

(5) Çiftçi hain olub hâsılatı çalmasından korkuîursa diğer taraf mü­zareayı fesh edebilir ve onun feshiyle müzarea münfesih olur. (Reddimuh­tar). [48]

 

Müsakatın Mahiteti

 

247 - : Müsakat, bir taraf dan escar, yani: Bir seneden ziyade yer­de kalan nebatat, diğer tarafdan da ıslâh ve tenmiye olmak vs bunlardan maksud olan meyva, yaprak veya saire aralarında bir nisbet dahilinde tak­sim edilmek üzere yapılan bir nevi şirketdir.

Binaenaleyh ^ıüsakat, müsmîr olsunlar olmasınlar ağaçlar hakkında yapılabileceği gibi asmalar, yoncalar gibi bir seneden ziyade devam eden nebatat hakkında da yapılabilir.

248 - : Müsakatda şurût, hükm, ve fukahayı kiramın ihtilâfı bakı­cından müzarea gibidir Şöyle ki: Müzareada aranılan şartlar, meselâ: Akidlerin âkil olmaları müsakatda da aranır.   Ancak müsakatda müddeti tâyin şart değildir. Müsakat, müddet tâyin edilmeksizin de sahih olur. Çünkü meyvalann ve emsalinin yetişmeleri için malûm vakitler vardır. Ekinler ise böyle değildir.

Müsakat, imameyne ve Eimme-i Selâseye göre şahindir, müftabih olan da budur. Fakat İmamı Azam'a göre bâtıldır. (Mecmaül'enhür).

249 - : Sahih bir müsakatda âkidler, aralarında şart etdikleri veçhi­le meyvaları ve saireyi taksim ederler. Fâsid bir müsakatda ise hâsıl olan meyva ve saire tamamen ağaçların sahibine aid olur. âmil 'de ecri misil alır. Meselâ: Akdi müsakatda meyvalann husule geleceği bir zaman tes­miye edildiği halde meyvalann husulü bu müddetden teehhür etse aka fâsid olmuş olur. Çünkü' bu halde tesmiye edilen müddetde hata edildiği-tebeyyün eder, artık âmil. ecri misline müstahik olur. (Mecmaül'enhür).

250  - : Müsakat, her iki taraf hakkında da lâzım bir akddir. Bir mu-sakat ancak şu altı sebebden biriyle münfesih olur: (1-2)Akidlerden birinin vefatı, (3) Müsakat müddetinin nihayet bul­ması. (4) Ağaçların bîlistihkak zabt edilmesi. (5) Müsakatı bir özüre mebni iki tarafdan birinin'fesh etmesi, (6) Müsakat hakkında iki tarafın ikalede bulunması.  

Şu kadar var ki, meyvaları daha ham iken ağaçlann sahibi vefat et­se meyvalar yetişinceye kadar müsakat baki kahb âmil işine devam eder; müteveffanın vârisleri ona mâni olamazlar. Çünkü aksi takdirde âmil. iz-rar edilmiş olur.

Bilâkis, âmil vefat etse yine müsakat istihsanen devam eder. vârisi onun makamına kâim olur, dilerse meyvalar yetişinceye kadar işine devam eder. ağaçların sahibi ona mani olamaz. Zira bunda iki tarafın menfaati vardır.

251 - : Müsakat akdinden sonra  meyvalar daha ham iken ağaçla­nn ?ahibi vefat etmekle âmil, zararım iltizam ederek işine devam etmek istemese vârisler muhayyer olurlar. Şöyle ki: Dilerlerse âmil ile bilittifak ham meyvaları meşrut veçhile aralarında iktisam ederler.    Ve dilerlerse ham meyvalardan âmilin hissesinin kıymetini  vererek meyvalann tama­mını kendileri alırlar. Ve dilerlerse meyvalar yetişinceye kadar hâkimin izniyle masraf ederek sonra tamamiyle âmile müracaat ederler. Şu kadar var ki bu masraf, âmilin meyvalardan hissesinin kıymetini tecavüz ede­mez. fTahtavî. Reddimuhtar).

252 - : Müsakat akdinden sonra âmil vefat etmekle vârisleri işe de­vam etmekden imtina etseler amele icbar edilemezler. Bu halde ağaçlann sahibi muhayyer olur. Şöyle ki: Dilerse ham meyvaları vârisler ile meşrut  veçhile iktisam ederler,   dilerse vârislerin ham  meyvalardan hisselerinin kıymetini verir ve dilerse kendisi hâkimin izniyle  meyvalar yetişinceye kadar maruf mikdar para sarf ederek sonra bu parayı vârislerden alır. Şu kadar var ki bu para, vârislerin meyvalardan alacakları hisselerin kıyme-, tini tecavüz edemez. (Dürer,  Reddimuhtar).

253 - : Akdi müsakatdan sonra ağaçların sahibiyle âmil vefat edib meyvalar henüz ham bir halde bulunsa yukarıda beyan edildiği üzere âmi lin vârisleri muhayyer olur. Şayed bunlar bununla uğraşmakdan imtina ederlerse eşcar sahibinin vârisleri yukarıda yazıldığı veçhile muhayyer bulunur. Bu iki takdirde dz vârisler müverrislerinin yerine kaim olmuş olurlar. fTahtavî Reddimuhtar). [49]

 

Malikilere Göre Müzarea :    

 

(1) Malikl'lere göre müzarea hakkında üç kavi vardır: Birincisi, mü-zarea ekin ekilmedikce gayn lâzim bir akddir. Çünkü bu, bir şirketdir. Şirket ise akd ile lâzim olmaz. İkincisi, müzarea akd ile lâzım olur. Süh-nun ile tbni Macişun buna kaildir. Zira müzareada icare mahiyeti galib-dir. Binaenaleyh mücerred akd ile lâzım olur. Üçüncüsü, müzarea ken­disine bir amel munzem olduğu takdirde lâzim olur. (Düsûkî).

(2) Müzareanın rüknü, akd-i müzareada müstamel tâbirlerdir. Hükmü-de şeraitini camı olduğu takdirde cevazdır. Ziraat ise haddizatında bir far­zı kifayedir. İnsanların, hayvanların buna ihtiyacı vardır.

(3) Müzareanın sıhhati içirr dört şart vardır. Şöyle ki:

(A) Arazi şer'an memnu bir şey ile kiralanmamış olmalıdır. 'Arazinin tohum mukabilinde olarak müzareaya verilmesi gibi.

(B) Şeriklerin kârda mütesavi olmalan, yâni: Her biri kendi re'sül'-mâline göre hâsilatdan şayian bir hisse almalıdır,

(O) Şeriklerden her biri, tohumu diğerinin tohumiyle kanşürmalı, bunları birbirinden temyiz edilemeyecek bir hale getirmelidir. Bazı zat­lara göre bu, şart değildir.

(D) Şeriklerden her birinin tohumu, diğerinin tohumiyle cins ve sı­nıf itibariyle mütemasil bulunmalıdır. Binaenaleyh birisi meselâ: Buğday, diğeri arpa koyacak olsa şirket fâsid olur, her birisi kendi tohumunun hâsılatını alır, kendisine aid masrafdan fazla bir şey sarf etmiş olursa bununla şerikine rücu edemez. Bazı zevata göre bu şart da lâzım değildir.

4 - : Malikîlere göre caiz olan müzarea, şu veçhile yapılır:

Evvelâ: Ekilecek araziye bîr icare kıymeti takdir edilir, bu kıymet nükuddan veya hayvanatdan veya uruzi ticaretden olur. Sonra o arazide çalışacak şahsın ameline ve kullanacağı arazi âletine bir kıymet takdir edilir, tohum da ikisi arasında münasefeten müşterek bulunur. Bunun neticesinde husule gelecek kâr, bu kıymetler nisbetinde sahiblerine ve­rilir.

Mese-â: Yerin kira kıymeti elli lira, amel ile âletlerin kıymeti de el­li lira olsa müzareayı yapan iki tarafın her birine kârın yansı aid olur. (Şâyed birisi fazla sunmasını şart koşsa müzarea fâsid olur.) [50]

 

Maliki'lere Göre Müsakat ;

 

(Malikîlere göre yerde biten nebatat ve eşcar beş kısma ayrılır. Bun­ların bir kısmında müsakat caiz değildir, diğer dört kısmında müsakatm cevazı için bazı şartlar vardır. Şöyle ki:

(1)  Kısım, sabit asîı olub kendisinden semere toplanıldığı halde o asıl uzun bir zaman devam eder. Hurma, incir, zeytin, portakal, üzüm ağaçla­rı gibi. Bu kısımda müsakatm sıhhati için iki şart vardır. Birincisi, bu akaçlar üzerinden bir zaman gsçîb müsakat akd edildiği senedeki semere vermeğe salih bir hale gelmiş veya semeresi üzerinde bulunmuş olmalı­dır, îkincisi de akd zamanında semere mevcud ise bu. henüz körpe olub salâhı  zahir olmamış bulunmalıdır.  Salâhı zahir olsa  ağaç bakılmskdan nüstağni olmuş olur.    Her meyvanm salâhı, kendisine göredir. Meselâ; Hurmanın salâhı kızarmasiyle sair meyvalann salâhı da halâvetiyle teay-yün  eder.

(2) 'Kısım, sabit aslı olduğu halde  devsürüîecek semeresi bulunmaz. Ilgın, çam, söğüt ağaçları gibi. Bu kısımda müsakat sahih olmaz.

(3) Kısım, sabit aslı olmayıb devşürülecek semeresi bulunur. Karpuz, kavun, hıyar, bamya, şeker kamışı gibi. Bu kısımda müsakatm sıhhati şu be~ sartm vücuduna mütevakkıfdır, birincisi: Kesildikden sonra tekrar se­mere vermemelidir. Soğan, turp, havuç, marul gibi. TekraT verirse müsa­kat sahih olmaz. Birsim, keras, tere, şehtere gibi. İkincisi: Sahibi bunla­rı tamamivle suvarmakdan, bunlara hizmetden aciz bulunmalıdır. Üçün­cüsü: Sahibi başkasiyle müsakat akd etmediği takdirde bunlann zayi ola--cadından korkmalıdır. Dördüncüsü: Ağaca benzemesi için yerden zuhur edib görülmelidir. Beşincisi: Salâhı zahir olmuş olmalıdır. Bu şartlar bu­lunmazsa bu kısımda müsakat sahih olmaz.

(4) Kısım, sabit aslı ve devsürüîecek semeresi olmayıb yaîmz çiçeği ve kendisiyle intifa olunur yapraklan bulunur. Gül, yasemin gibi. Bu da birinci kısım hükmündedir. Bunlarda sahibinin bunları suvarmak, tımar

etmekden aciz bulunması §art değildir.

(5) Kısım, yaş yeşilliklerdir ki, semereleriyle değil, kendileriyle inti- ' fa kasd olunur. Bunlar iki nevidir. Birinci nevi, kökünden kopanlıb hale­fi kalmayan sebzelerdir. Soğan, sarmısak, turb gibi. İkinci nevi; kendisi kopanlıb kökü, aslı kalan sebzelerdir, maydanos, baldırıkara otu gibi. Bu dördüncü kısım da üçüncü kısım hükmündedir. Bunda da müsakatm sıh­hati için ayni şartların bulunması lâzımdır.

Müsakatda eşcar ve nebatat sahibiyle âmilin hisselerine mahsus şart­lar ise şunlardır: Her birinin hissesi sülüs, rubu gibi bir cüz'ü muayyen olmalıdır. Bütün ağaçların semeresinde müstevıyen şayi olmalıdır. Bir ta­raf için miktan muayyen bir hisse tâyin edilmelidir, yirmi kile veya fi­lân ağacın semeresi gibi. (Şerh-i Muhammedilhirşî, Mezahibi'erbaa). [51]

 

Şafiî'lerce Müzarea :

 

(Müzareada arazi ile tohum bir tarafdan, amel de diğer tarafdan olur. Arazi bir tarafdan, tohum ile amel de diğer tarafdan olursa buna «Mu­habere» denir.

Müzarea da, muhabere de Şafiî'lerce memnudur. Çünkü bir yeri, on-dan çıkacak ekinler mukabilinde tecir sahih değildir. Bunda garer vardır, yani: Bunun âkibeti meçhuldür, insan aldanmış olabilir. Arazinin menfa­atini icareye vermek suretiyle tahsil mümkündür.

Binaenaleyh bu habdaki memmıiyyete, fesada rağmen bir müzarea akd edilerek amel vâki olsa mahsulât arazi sahibine aid olur, âmil de me­saisinin ve yere sarf etdiği şeyin ücretine müstahik bulunur.

Fakat diğer bir kavle nazaran müzarea, Şafiî'lerce»de müsakata tebe-an caiz görüîmüşdür. [52]

 

Şafiî'lere Göre Müsakat :

 

(1)  îmam Şafiî'ye göre reşid,  muhtar olan kimselerin müsakatı sa-hihdir. Bir maslahat görülürse çocuk, mecnun, sefih namına velisi, beytüV mâl namına veliyyüi'emr, vakf namına mütevelli akd-i müsakatda bulu­nabilir.

(2) Müsakat, İmam Şafii'nin kavl-i âhırına göre yaîniZ nurms ve hakkında carîdir, kadîm kavine göre ise sair meyva ağaçlann-da da carîdir.

(3) Müsakat, meyva ağaçlanna ve bunlann 'semTesine münhasir ol­makla beraber bu ağaçlara tâbi sayılacak boş arazide de "bu ağaçlara bean müsakat carî ölür mu? Bu meselede ihtilâf vardır. İmame/S6» Im£un

Ahmed'e, îbni Ebî Leylâ'ya göre böyle bir müsakat, caizdir. îmam Şafiî ile Zâhirî'Ier ise müsakatı semerelerden başkası hakkında caiz görmemiş­lerdir. İmam Malike göre de arazi, semerelere tâbi, semereler ise ekser bulunursa bu arazinin müsakata duhûlünde beis yokdur.

Maamafih Şafiî fukahasının beyanım göre hurma veya üzüm ağaç­lan arasında ekinsiz boş arazi bulunsa bu arazi hakkındaki müzarea, bu ağaçlar hakkındaki müsakata tebean sahih olur. Elverir ki, âmil, mütte-hid olsun, yani: Müsakatı kabul eden ânil, müzareada bulunan âmilden başkası olmasın ve ağaçlan münferiden i=ka ile arazide münferiden zira­at yapılması güç bulunsun. Bu iki şart tahakkuk edince rnüsakat ile mü-zareamn bir akd ile yapılması caiz olur.

(4) Hüzaz  =  Ağaçların meyvalarını kesib devşürmek, âmil üzerine­dir. Bu arazi sahibi üzerine şart edilse müsakat münfesih olur.    Hurma ağaçlannı budaklamak, islâh etmek, İska etmek de âmile aiddir. Fakat bu ağaçların etrafına çit yapmak âmile lâzirc gelmez. Çünkü bu, semerele­rin ziyâdeliğine tesir edecek amellerden değildir.

(5) Amil vefat edince bakılır: Eğer terikesi mevcud ise müsakat de­vam eder, terikesinden bu temin edilir, Terikesi mevcud değilse rebbül' mâl. onun amelinin ücretini vârislerine teslim eder, akd-i müsakat fâsid olur.

(6) Müsakat, bunu ifadan acz ile de münfesih olur. Amil, amelini it­mam etmeden kaçıb gaib olsa veya hastaUnsa veya haps edilerek rebbül' mâl müteberrian lâzım gelen amelleri itmam etse âmilin istihkak] meşrut veçhile baki kalır. Fakat böyle yapmayıb hâkime müracaat ederse hâkim. onun yerine amelde bulunacak bir şahsı isticar eder. Elverir ki müsaiat ile âmilin gaib olması sabit, ihzarı müteazzir olsun.

(7) Müsakatda  arazi sahibi ile âmilin husule gelecek     semerelerde müşaen müşterek olmaları, ve her birinin hissesinin -tâyin edilmesi şart-dır. Bu semereden üçüncü bir şahsa bir hisse verilmesini şart koşmak sa­hih  değildir.

(8) RebbüPmâl ile âmil, semereden ne mikdar üzerine müsaîcst akd edilmiş olduğunda ihtilâf'etseler, ikisi tehalüfde bulunarak müsakatı fesh ederler,  âmil amelinin ücretine  müstahik olur[53]

 

Hanbelî'lere Göre Müzareanın Rüknü. Hükmü, Şeraiti

(1) Müzareanın rüknü icab ve kabuldür. «Bu tarîaj'i sana hâsılatının yansı .mukabilinde müzareaya verdim.», «Kabul etdim.» sözleri gibi. Lâfzen kabul bulunmaksızın amele başlanılması da kabul sayılır.

(2) Müzarea, bir akd-i caizdir, lâzim değildir. Her iki taraf bunu fesh edebilir. Velev ki tohum yere ekilmiş olsun. Eğer bu halde yer sahibi müzareayı fesh ederse âmile amelinin ücretini vermesi lâzim gelir.

(3) Akd-i müzareanın sıhhati için şunlar şartdir:

Âkidler ehil olmalıdırlar. Binaenaleyh mecnunların, gayrı mümey yiz çocukların müzarea akdleri sahih değildir.

Tohumun cinsi ve mikdan malûm olmalıdır. Binaenaleyh tohum meçhul veya müteredded olursa akd sahih olmaz.

Ekilecek yer ve onun mesahası malûm. olmalıdır:

Ekilmesi istenilen tohumun nev'i malûm bulunmalıdır. Yer sahibi âmile hitaben: «Eğer arpa eker isen sana hâsılatının onda biri, buğday eker isen sana yansı olsun», dese sahih olmaz, bunda cehalet vardır.

Şeriklerden her birinin hâsilatdan hissesi nısıf, sülüs gibi şayi olma­lıdır. Şâyed birine.muayyen bir mikdar, meselâ: Şu kadar kile buğday di­ye şart kılınırsa akd, fâsid olur. Nitekim yer sahibi hâsılatdan tohumu mikdanm alıb mütebakisi aralarında taksim edilmek şart kılınsa yine sa­hih; olmaz.

(4) Müzareada arazi ile tohum veya bunlar ile beraber hayvan bir ta-rafdan, amel de diğer tarafdarr olur. Tohumun yer sahibine aid olması, sahih olan kavle göre şart değildir. Binaenaleyh, bir tarafdan yalnız ara­zi, diğer tarafdan da tohum, hayvan, amel olabilir.

(5) Müzarea fâsid olunca ekin. tohum sahibinin olub üzerine âmilin ecri misli lâzım gelir. Şâyed tohum âmile aid bulunursa âmil, arazinin üc­reti mislim sahibine zâmin olur.

(6) Müzareada hâsılatdan hükümet namına bir hisse alınacak olsa bu babdaki Örfe göre hareket olunur.  Şöyle ki:  Arazi  sahibinden alınması mütearef ise ondan alınır, âmilden alınması âdet ise âmilden alınır. Me­ğer ki bunun hilâfına bir şart bulunsun, o halde şarta ittiba olunur.

Nitekim bir kasaba ahalisinden istenilen vezaifi hükümet onların mallarına göre tevzi edilir. Bu vezaif = Tekâlif, ekinler veya ağaçlar üzerine vaz edilmiş ise bunlann sahihlerinden alınır, müstecirlerden alın­maz, meğer ki müsteeirierin vermesi meşrut bulunsun. Bu tekâlif, mut­lak suretde vaz edilmiş ise bu babdaki âdete ittiba olunur). [54]

 

Hanbelilere Göre Müsakat :

 

(1) Hanbelî'lere nazaran müsakat iki suretle olabilir. Birisi: Bir kim­se, arazisini üzerinde hurma veya sair msyva ağaçlan dikilmiş olduğu hal-de bir şahsa semeresinden nısıf, sülüs gibi bir cüz'ü şayi mukabilinde müsakat için verir. Diğeri de bir kimse, arazisini ve dikilmemiş ağaçlarım bu arazi üzerine dikib yetişdirmek ve bu ağaçlardan veya bunların raeyvala-rından malûm bir cüz'e müstahik olmak üzere bir şahsa müsakat için tes­lim eder. Bu ikinci kısma bilhassa «Münasebe, mügarese» adı verilmiştir.

(2)  Müsakatın sıhhati için şu gibi şartlar vardır : Ağacın yenilecek semeresi olmalıdır.

Ağacın saki olmalıdır. Karpuz, kavun gibi saki olmayan ekinler hak­kında müsakat sahih olmaz. Bunların hakkında müzarea şahindir.

îki tarafın hisseleri cüz'i şayi suretiyle müteayyen olmalıdır. Birinin hissesi kat'î suretde beyan olunur, meselâ yüz kilo hurma veya şu kadar para denilirse müsakat sahih olmaz. Çünkü buna müsavi bir semere hu­sule gelmemesi muhtemeldir.

Hakkında müsakat yapılacak ağaç, sahibinin ve âmilin - görmekle veya vasfı beyan edilmekle - malûmları bulunmalıdır.

Ağaçlar arasında muayyen bir ağacın semeresi âmile tahsis ve şart kılınmamış olmalıdır. Çünkü o ağacın semeresi vücuda gelmeyebilir.

Bu beş şart bulunmazsa müsakat, fâsid olur.

(3) Henüz meyva verecek çağa gelmemiş olan küçük ağaçlar hakkın­da da müsakat şahindir. Şu şart ile ki müsakat müddeti, bu ağaçların ga­libi hale nazaran meyva verecekleri zamana kadar devam etmelidir.

(4) Müsakatda müzarea gibi bir akd-i gayrı lâzimdir. Âkidlerden her biri bunu dilediği vakit fesh edebilir. Amil, semere zuhurundan sonra mü-sakatı fesh etse bu semere, akd zamanında şart edildiği veçhile araların­da müşterek olur. Bu ağaçların bakım müddeti henüz hitam bulmamış ise âmil bunlara bakar, akdi fesh, bu halde îüzûm-i ameli refetmez.

Müsakatı ağaçların maliki fesh etdiği takdirde ise üzerine âmilin amelinin ecri misli lâzım gelir.

(5) Müsakat, gayrı lâzım bir akd olduğundan bir müddet ile tevkiti meşrut değildir. Müsakat için bir müddet tâyin edilib de bu müddetde se­mere husule gelmese âmil bir şeye müstahik olmaz. (Neylül'meârib, Mezahib-i erbaa). [55]

 

Zahirîlere Göre Müzarea :

 

(1) Zâhirî'lere nazaran ekinleri, dikilen şeyleri çoğaltmak güzeldir. Bunlar sahibini cıhaddan meşgul kılmadıkça sevaba vesiledir. Nitekim Sa-hilı-i Buharî'de münderic bir hâdis-i şerif de: bûyunılmuşdur. Yani: Her hangi bir müsîüman, bir ağaç diker veya bir ekin eker de ondan bir kuş veya bir insan veya bir hayvan yerse bununla o müsîüman için bir sadaka sevabı vücuda gelmiş olur.

Vakıa yine Sahih-i Buharî'de mezkûr bir hâdis-i şerifde bu vurulmuş dur. Yani: Bir kavmin hanesine ekin âleti da­hil oldu mu o araya zillet de dahil olur. Fakat bu, mezmum, zelilâne bir ziraat hakkındadır ki sahihlerini cıhaddan, mukaddesatı müdafaadan, ve sair terakki esbabını tedarükden meşgul kılar.

«Vakıa yalnız ekincilikle iştigal edib de yurdun müdafaasını temin edecek mesaiden, vesaiti teminden bihaber olan cemiyetler, başka millet­lerin mağlubu olarak ekdikleri yerler de ellerinden çıkar, esaret zilletine mahkûm olurlar. Binaenaleyh bir cemiyet efradı yalnız ziraatle meşgul olamaz, yurdlarının muhtaç olduğu sair şeyleri de müesseseleri de temi­ne çalışmaları icab eder.» «Buharı Şerh-i Aynî'de denildiğine göre: Bu zillet hududda ikamet edib de müdafaa gayretini ihmâl edenler hakkın­dadır. Yoksa ziraat de haddi zatında memduhdur, ihzariyle mükellef oldu­ğumuz müdafaa kuvveti esbabından maduddur. Mâhaza Mısır'da olduğ:ı gibi bazı arazi mutasarrıfları bir takım iktaât sahiblerinin, derebeylerinin ağır teklifleri, vergileri altında pek zelilâne bir halde yaşamaktadırlar.yukarıdaki hâdis-i şerif, bu hale de bir mucize kabilinden olarak vak­tiyle işaretj mütazammın bulunmuşdur.»

(2) Zâhirî'lere göre ekilecek araziyi nükud veya uruz gibi bir bedel mukabilinde  kiralamak caiz değildir, bu hususda nehy-i nebevi vardır. Belki arazinin ekilmesi hususunda şu üç suretden biri iltizam edilir:

(A) Bir kimse, kendi arazisini kendi aletleriyle, kendi yardımcılariy-le ve kendi tohum ve hayvaniyle eker.

(B) Bir kimse, kendi arazisisinin ekilmesini bir şey almaksızın baş­kasına ibahe eder.

(C) Bir kimse, arazisini kendi tohumiyîe, hayvaniyle ve âvân ve âlâtı ile ekecek başka bir şahsa mahsulâtın bir cüz'i mukabilinde verir. Bu hal­de arazi sahibi, hasılatın nısf, sülüs gibi bir cüz'i şâyiine müstahik olur, mütebakisi de eken şahsa aid bulunur. Şâyed hiç hâsılat olmazsa arazi sa­hibi bir şeye müstahik olmaz.

Tohumun, hayvanın, âletin veya yardımcının arazi sahibi tarafından tedarik edilmesini şart koşmak, caiz değildir, bununla akd fâsif olur. Fa­kat arazi sahibinin ekinciye tohu mveya para borç vermesi veya tetevvü-an yardım etmesi caizdir, güzeldir. Çünkü bu,.bir hayırdır. Birr-ü takva üzerine bir teavündür.

(3) Arazi sahibi ile ekinci, araziye muayyen bir şey ekmek üzere bir-riza ittifak ederlerse bu güzeldir, bir şey tâyin etmezlerse daha güzeldir. Fakat muayyen bir şeyin ekilmemesini şart koşarlarsa bu, bir şartı fâsid ve akdi fâsid olur. Meğer ki arazi sahibi, arazisine veya ondaki ağaçlara muzır olacak bir şeyin ekilmemesini şart koşsun, bu vacibümaye bir şart­tır. Çünkü bunun hilafı fesaddır, ekinleri ihlâkdir. Kur'anı mübinde ise buyurulmuştur. Binaenaleyh bu, kitabullahda bu-unan t(ir şartdır, bu cihete sahihdir, lâzimdır.

(4) Müzareayı mayyen bir müddete kadar akd etmek helâl değildir. Bu mutlak suretde akd edilir.    Bilâhare iki tarafdan her hangisi dilerse ameli terk edebilir ve hangisi vefat ederse muamele bâtıl olur. Fakat ber-hayat olan taraf ile vefat eden tarafın vârisleri müzareanm devamını bir-riza iltizam ederlerse müzarea devam eder.

(5) Ekin ekildikden sonra arazi sahibi, veya âmil   müzareaya nihayet vermek isteyebilir, bu caizdir. Fakat ekinlerin intifa edilecek bir hale gel­mesine kadar âmilin veya vârislerinin bunlara hizmet etmesi lâzım gelir. Çünkü bu maksadla akd yapümışdır. Aksi takdirde mal izaa, hars ifade edilmiş olur. Bundan ise nehiy vârid olmuştur.) [56]

 

Zahirîlere Göre Mügakese = Müsakat. :

 

(1) Bir kimse, bir arzi beyzayı.= Ekinden, ağaçdan hâlî boş bir yen ağaç dikmek üzere bir şahsa-vermek istese bu, yalnız iki vecihden biriy--le caiz olur, Şöyle ki: Ya bütün ağaçları ve lâzım gelen şeyleri kendisi ha­zırlayarak yalnız bunlan ekmek, timar etmek üzere bir  şahsı  muayyen bir müddetle ve muayyen Mr ücretle isticar eder. Bu ücret, o yerin mu-

. ayyen. tefrik edilmiş veya muayyen muşa bir parçası da olabilir.

Ve yahud ağaçları ve sair lâzım gelen şeyleri âmil hazırlar ve hiz-metde bulunur. Yer sahibi kendisine bululardan nısıf, sülüs, rubu gibi mu­ayyen bir cüz'ün verilmesini teahhüd eder. Bu daha güzeldir, bunda bir müddet tâyin edilmez. Müzueada carî olan hükmler bunda da carî olur.

(2) Dikilen şeyler ile henüz intifa edilecek zaman olmadan âmil, mü-gareseden çıkmak istese çıkabilir. Bu halde dikmiş olduğu şeylerin tama­mım alabilir. Yer sahibi mügareseden âmili çıkararak is,tediği takdirde de hükm böyledir.

İntifa ve nema zamanına kadar akd devam etdiği takdirde âmil, ma-kudunaleyh olan şeyi alır, bu onun hakkıdır.

(3) Bir kimse, her hangi bir ağacı = Saki üzerine kaim olub sene­den seneye semere veren bir nebatı dikmek, timar etmek, suvarmak ve semere hâsıl olunca bundan muayyen bir senim almak üzere bir şahs ile akdi şirkotde bulunabilir. Bu caizdir. Buna «Muamele fissimar» denir.

Bu muameleyi îmamı Azam ile îmam Züfer tecviz etmemiş, imameyn ile Eimme-i Selâse, Evzaî, Ebû Süleyman, îbrri Ebi Leylâ, Süfyanı Sevrî tecviz etmişlerdir. (Elmuhallâ). [57]

 

(ÜÇÜNCÜ BÖLÜM)

 

MÜŞTEREK ŞEYLERİN  TAKSİMİNE,    MUHAYEEYE VE MÜŞTEREK MALLARIN TAMİRATINA VE SAİR MASRAFLARINA DAİRDİR.

 

İÇİNDEKİLER: KISMETİN TARİH, SEBEBİ, MEHASÎNİ VE MEŞ-RUÎYYETİ. KISMETİN RÜKNÜNE VE KEYFİYETİNE AÎD ME­SELELER. KISMETİN ŞARTLARI. KISMETİN NEVİLERİ. KISMETİ CZM'E DAİR MESELELER, KISMETİ TEFRİKA DAİR MESELELER. I-1ISMETİN" HÜKMLERİ. KISMETLERDE CARÎ MUHAYYERLİKLER. KISMETİN FESH VE İKALESÎ. MUHAYEE = MENFAATLERİN TAK­SİMİNE AİD MESELELER. MUHAYEENİN İFRAZ VE MÜBADELE MAHİYETİNDE OLMASI. MUHAYEENİN SURETİ İFASI VE FESHİ.

MÜŞTEREK MALLARIN TAMİRATINA VE SAİR MASRAFLARINA AİD MESELELER. MÜŞTEREK VE GAYRİ MÜŞTEREK IRMAKLARIN İSLAHINA DAİR  MESELELER.   SAİR  MEZHEBLERE   GÖRE  KISMET LAHİKA: KUR'A HAKKINDA KISMETİN TARİFİ, SEBEBİ, MEH ASİNİ VE MESRUÎYYEYİ: [58]

 

254 - : Kısmet, İstılah kısmında da yazıldığı üzere şayi hisseleri tâ-yh etmektedir.. Yani: Kile, terazi, arşın gibi bir mikyas ile hisseleri birbi­rinden temyiz ve ifraz eylemekdir (Hİnidiyye).

255 - : Kısmetin sebebi, şeriklerin kendilerine mahsus hisselerden istülâl veçhile intifa etmek talebinde bulunmalarıdır.

Kısmetin mehasirri ise şeriklerden her biri kendi mülkünde dilediği veçhile tasarrııfda bulunabilib diğer şeriklerin tesirinden, su'i idaresinden ve -jntizac edememekden halâs bulmaktadır.      

256 - : Kısmetin meşruiyyeti, kitab ile sünnet İle, icma-i ümmet ile akli ielüler ile sâbittir. âyeti kerimesi bunu göstermek dedir.

Resûli Ekrem, sallallâhü taâlâ aleyhi vessellem efendimiz,    ganimet mallarım sahabe-i kiramı arasında taksim  etmiş,  bir hadis-i     şerifüe: Her hak sahibine hakkını, hissesini ver» diye vârid olmuş dur.

Bir çok müşterek malların iştirak halinde kalması, sahihlerinin zara­rına, muhafazalarının suubetine müeddi olacağı cihetle onların taksini aklen de lâzimdir. Binaenaleyh bu taksimin cevazı hakkında ümmetin îc-ma'ı da mün'akid olmuşdur. [59]

 

Kısmetin Rüknüne Ve Keyfiyetine Aid Meseleler :

 

257 - : Kısmetin rüknü, bir fiildir ki, onunla nasibler arasında ifraz ve temyiz husule gelir.

Kısmetin keyfiyetine gelince bu, maksumun ihtilâfına göre ölçmek, tartmak, saymak gibi muhtelif olur. Şöyle ki: Müşterek mal, eğer mekilât-dair ise keyl = Ölçmek ile, mevzunatdan ise vezn ile, adediyyatdan ise aded ile ve zeriyyatdan ise zira' ile taksim olunur.

258 - : Hissedarlar arasında hisselerine göre yapılan taksim, he: halde sahihdfr. Kısmeti kazada birine hissesinden kıymetçe ziyade hisse vermek sahih değildir. Kısmeti rızaya gelince, taksim edilen mal, emval: ribsviyyeden ise birine hissesinden fazla hisse vermek yine sahih değil­dir. Fakat emvali ribeviyyedan değilse sahihdir. (Dürrümuhtar).

259 - : Arsa ve arazî, zeriyyatdan olduklarına mebni zira' ile tak­sim olunurlar. Fakat bunların üzerindeki ağaçlar, binalar kıymet takdi­riyle taksim edilir. Bu halde ağaç veya bina bir hisseye isabet etse di­ğer hisse sahibine mümkün ise arsadan kıymetçe onlara muadil olacak kadar fazla yer verilir, mümkün değilse  nükud ilâve, edilir. İmam Mu-hammed'in mezhebi böyledir. (Hindiyye).

260 - : Bir konağın taksiminde bir hissenin ebniyyesi diğer hisse­nin ebniyyesine nisbetle daha kıymetli olduğu takdirde mümkün ise diğer hisseye arsadan kıymetçe ona muadil olacak kadar fazla yer verilir. Müm­kün değilse kıymeti fazla olan hissenin kıymetçe fazlalığına mukabil nü­kud ilâve edilir. Çünkü sureterr müsavat = Muadelet mümkün olmayın­ca manen müsavata itibar lâzım gelir. Bu, îmam    Muhammed'e göredir, fetva da bunun üzerinedir. îmamı Azama göre yer mesaha ile taksim olu­nur. Hissedarlardan birinin nasibi ecved-veya binayı havi olursa diğeri­ne müsavatı temin edecek mikdar para verir. Bu halde para kısmete za-rureten dahil olmuş olur. îmam Ebû Yûsüf'e göre ise bina bulunduğu takdirde yerin, tamamı kıymet itibariyle taksim olunur. Çünkü bu halde tâ­dil, kısmet ile olmayınca müteazzir bulunur. (Mecmaürenhür).

261 - : İki kimse arasında müşterek olub kabili kısmet bulunan bir,

hanenin fevkanisi birine, tahtanisi de diğerine verilmek istemişe hem fev kani, hem de tahtani takvim olunarak kıymetleri itibariyle  taksim olu­nurlar. Çünkü beyinlerinde tâdil, ancak bu suretle kabil olur. (Reddînmh-tar).

Bu, îmam Muhammed'e göredir, müftabih olan da budur.

262 - : Bir hane veya bahçe taksim olunacak olunca kassam olan zat, evvelâ: Taksim edeceği şeyi kâğıt üzerine tasvir, hissedarların hisse­lerini de kayd etmelidir. Saniyen: Arsasını zira' ile mesahada bulunma-lıdır. Bununla beraber arsanın kıymetini tesbit lâzım gelir. Arsamn par­çaları arasında - maliyyeti takvim ile bilineceğinden - kıymetçe tefavüt bulunabilir. Salisen : Ebniyyesinin mesahasını ve kıymetini takdir etme­lidir. Rabian sahihlerinin hisselerine göre tesviye ve tâdil etmelidir. Hâ-misen  :  Mümkün ise her hisseyi yekdiğerine taallûku kalmamak üzere hakkı tarik, hakkı şirb ve hakkı mesîli ile ifraz etmelidir. Sâdisen: Hisse­leri birinci, ikinci ve üçüncü diye tesmiye etmeli, ve badehu kur'a kâğı­dını tertib ile ashabının esamisi bu kâğıt üzerine yazıldıkdan ve yazı ha-ricden okunmayacak mertebe bükülüb kapandıkdan ve bir kaba kanşdm-lıp vazetdikden sonra kur'a çekilmelidir. Bu kur'a vacib değilse de tatyi-bi kulübe hadim, töhmetden beri olmakla müstahsendir. (Dürrümuhtarl.

Birinci hisse, ibtida ismi çıkanın, ikincisi de saniyen ismi çıkanın, üçüncü hisse de sâlisen ismi çıkanın olur. Üçden ziyade hisse var ise yi­ne, bu tertib üzere yürür.

Kassam tâyin edilecek zatların- âdil, emin, kısmete âlim olması şart-dır. (Ebüssuûd).

263 - : Tekâlifi emiriyye, eğer bir mahaldeki nüfus-i ahaliyi muha­faza için ise o tekâlif, oradaki adedi ruus üzerine taksim olunur. Kadın­lar, çocuklar tevzi defterine idhâl edilmezler, temettü vergisi gibi. Ve eğer muhafâzai emlâk için ise mikdan mülk üzerine taksim olunur. Kadınlar da, çocuklar da mülklerine göre bu vergi ile mükellef tutulurlar. Müsak­kafat vergisi gibi. Çünkü garamet, ganimete göredir. Mazarrat, menfaat mukabelesindedir. (Reddimuhtar, Tenkih-i Hâmidî). [60]

 

Kısmetin Şartları :

 

264  - : Kısmetin sıhhati için maksumun ayn olması şartdır.

Binaenaleyh müşterek bir deynin kabz edilmedikçe taksimi sahih o: maz, ve]evki kendisiyle beraber bir ayn da taksime idhâl edilsin. Çünkü deyn, medyunun zimmetinde hükmen mevcud, hakikaten madûm olmak­la ifrazı kabil değildir. Badelkabz ise deyn, ayn haline münkalib olmuş olacağından bunun taksimi kabildir.

Meselâ: Bir müteveffanın müteaddid kimseler zimmetinde alacağı ol­makla Zeydde olan alacak filân vârisin, Amrda olan alacak da filân vâr-sin, diye taksim edilse sahih olmaz. Bu suretde vârislerden biri, ne tahsil ederse diğer vârisler de ona müşarik olurlar.

Terekeden evvelâ ayan, sonra da duyûn taksim edilse yalnız ayan hak­kındaki taksim sahih oîur. (Zâhîre).

265  - : Hisselerin  temyiz ve ifraz olunması  şsrtdır.

Meselâ: Müşterek bir yığın buğday sahihlerinden biri, diğerine «Sen yığının şu tarafını al, bu tarafı benim olsun.» deyib o da razi olsa taksim husule gelmiş olmaz. Buğday rnisliyyatdan olduğu cihetle kile ile taksim edilmesi ve her şerike hissesi mikdannm verilmesi, lâzımdır. Maamafib buğday, rebevî mallardan olduğu için.mücazefeten taksimi sahih değildir.

266 - : Maksum, kısmet zamanında şeriklerin mülkü olmak şartdır. Binaenaleyh maksum iki kimseye mevkuf bulunsa taksimi sahih olmaz.

Kezalik : Kısmetdcn sonra maksumun mecmuuna bir müstahik çıksa bâtıl olacağı gibi maksumum nısıf, sülüs gibi bir cüz'ü şâyiirre müstahik çıkınca da kısmet bâtıl olub maksumun tekrar taksimi lâzım gelir..

Kezâîik: Bir hissenin mecmuuna müstahik çıksa kısmet bâtıl olub mü-.tebâki hisseler, hissedarlar arasında müşterek olur.

Yalnız bir hissenin bir muayyen mikdanna yahud bir şayi cüz'ine müstahifc çıksa o hisse sahibi, muhayyer .olur: Dilerse kısmeti fesh eder ve dilerse fesh etmeyib noksan mikdariyle diğer hissedarlara rücu eder.

Meselâ: Yüz altmış arşın bir arsa münasafeten ikiye taksim, olunduk-dan sonra bir hissenin nısfına biri müstahik çıksa o hisse sahibi, dilerse kısmeti fesh eder ve dilerse hissesinin dörtde biriyle şerikine rücu eder, yâni: Onun hissesinden yirmi arşın mahalli alır.

Şu kadar var ki, bazı hissenin bilistihkak zabt edilmesi, mütebaki his­selerde aybı muris olmazsa kısmeti fesh lâzım gelmez.

Meselâ: Yüz koyun münasafaten taksim edilib de bir şerike isabet eden koyunlardan on lira kıymetinde bulunan bir koyun bilistihkak zaht olunsa bu hissedarın beş lira ile diğer hissedara müracaat etmesi lâzım gelir. Yoksa fehs iddiasında bulunamaz. (Hindiyye).

Taksim edilen hisselerden her birinin muayyen mikdanna müstahik çıksa bakılır: Eğer bu mikdarlar müsavat üzere ise kısmet fesh o.lunmaz. Ve eğer birinin hissesi az, diğerinin hissesi ise çok bulunsa ancak ziyade mikdara itibar olunur ve yalnız birinin hissesinden bir muayyen mikdara müstahik çıkmış gibi olur. Binaenaleyh bu bilistihkak zabt edilen ziyade mikdar kimin hissesine isabet etmiş ise yukarıdaki vech ile muhayyer olub dilerse kısmeti fesh; eder ve dilerse noksan mikdariyle şerikine rücu eder. Bu babdaki tafsilât için «Dürerül'hükkânua müracaat!.

267 - : Kısmeti kazada taleb şartdır. Taksim kendisine nafi olacas hissedarlardan birisi tarafından olsun taleb vâki olmadıkça hâkim tarafın­dan cebren kısmet sahih olmaz.    Zira kısmeti kazanın sebebi,  talebdir. (D ürer).                           

268 - : Kısmeti rizada kısmet nafiz ve lâzım olmak için mütekasim-lardan her birinin rızası şartdır. Çünkü kısmet, mübadeleyi mütezammm-dır. Mübadele ise tarafların terazisine mütevakkıfdır.

Binaenaleyh mütekasımlardan  biri gaib  olsa kısmeti riza, lâzım ol­maz. Bundan yalnız misliyyat m stesnadır.

Kezalik: İçlerinden biri çocuâ veya mecpun bulunsa velisi veya vâ­sisi onun makamına kaim olur. Ve eğer velisi veya vasisi yok ise hâkimin emrine mevkuf olur. Ve-hâkim tarafından velayet altında bulunan çocuk veya mecnun için bir vasi nasb olunarak onun marifetiyle taksim yapılır. (LisanüThükkâm, Mecmaül'enhür).

269 - : Kısmetin gerek kaza ve gerek riza tarikiyle olsun âdilâne olması şartdır. Yani: Hisseler, sahibinin istihkaklarına göre tâdil oluna­rak hiç birinde noksanı fahiş bulunmaması lâzımdır.

Binaenaleyh kısmetde gabni fahiş dâvası istima' olunur. Çünkü kısme­tin: cevazının şartı muadeledir. Muadele bulunmayınca nakzı icab eder. Fakat maksumünlehün olanlar, haklarını istifa eylediklerini ikrar etdik-den sonra gabni fahiş dâvasında bulunurlarda istima' olunmaz, tenakuzda bulunmuş olurlar.

Bir kavle göre kısmet, riza tarikiyle yapılmış ise gabni fahiş iddiası istima' ve bundan dolayı kısmet fesh edilemez. Bunda tağrir yoktur, tara-zi-i tarafeyn vardır. Fakat Maksûmünlehlerden biri galat dâvasında bulun­sa, yani: Kısmet zamanında kendisine isabet etmiş olan hissenin sehven diğer hissedara teslim edildiğini iddia etse bu dâva sahih olur, bunu ik­rar İle veya beyyine ile isbat lâzım gelir. îki hissedar da beyyine ikame et­se hariç olan müddeim'n beyyinesi râcih olunur. (Kefevî, Dürrümuhtar, Reddimuhtar).

270 - : Fuzûlî suretde yapılan bir kısmet, maksûmünlehin, veya naibinin kavlen veya fiilen icazetine mevkufdur. Çünkü tevkil sahih olan herhangi bir akid füzûlen yapıldığı takdirde icazete tevakkuf eder. Kıs­met de tevkil sahih olan akdlerdendir.

Meselâ: Bir kimse, müşterek olan bir malı kendi kendine taksim et­se nafiz olmaz. Fakat sahibleri «Pekâlâ» diye kavîen icazet verseler veya müfrez hasselerinde tasarrufrmüllâk ile, yani: Beyi, icar gibi temellük levazımından olan bir veçhile tasarrufda bulunsalar kısmet, sahih ve na­fiz olur. (Fetâvâ-i Hayriyye).

271 - : Hissedarlardan bazısı kısmet isteyib de diğer bazısı kısmet-den imtina ettiği takdirde müşterek mal, eğer kabili kısmet ise hâkim, onu cebren taksim eder. Ve eğer kabili kısmet değilse kısmet talebinde bulunan şerikin talebine bakmayıb o malı taksim eylemez.

272 - : Kabili kısmet olan mal, taksime salih ve kabiliyyetli olan müşterek maldır ki, o maldan kablelkısma maksud olan menfaat, kısmet ile şeriklerin cümlesi veya bazısı hakkında fevt olmaz. Böyle olmayan bir mal ise kısmeti gayrı kabildir.

Meselâ: yalnız erkeklere veya yalnız kadınlara mahsus olan bir ham-mam, kabili kısmet değildir. Çünkü taksim edilse artık hammam olarak kullanılamaz, Fakat bir tarafı erkeklerer diğer tarafı kadınlara mahsus ^olub da iki kimse parasında münasefeten müşterek olan bir hammam, ka­bili kısmetdir.

Kezalik: Harem ve selâmlık dairelerini müştemil olan bir konak da iki kimse arasında yarı yarıya müşterek olsa birine selâmlık, diğerine de harem dairesi verilmek suretiyle taksim edilebilir.

Kezalik: Bir hanenin meselâ onda biri bir şahsın, onda dokuzu da di­ğer bir şahsın olub onda dokuz hisse sahibi bundan kablelkısme intifa edebilib diğeri edemese yine taksim edilebilir.

Kezalik: Bir hanenin meselâ yarısı bir şahsın, yansı da beş şahsın olub bu beş şahıs, kendi mürrferid hisseleriyle intifa edemeyecekleri ci­hetle bu hisselerinin birbirine zam edilerek müşaen tefrik edilmesine ra-zi olsalar bu hane de taksim edilebilir. (Bedayi, Dürerül'hükkâm). [61]

 

Kısmetin Neviler! :

 

273 - : Bîr kısmet, ya sahih veya bâtıl olur. Ve bir kısmet ya ayan­da veya menafide yapılır, ayanda yapılan bir kısmet de ya kısmeti cemi­den veya kısmeti tefrikden ibaret bulunur. Şöyle ki:

Meşru usûl ve şeraiti dairesinde yapılan bir kısmet, şahindir. Fâsid şurûta mukarin olan bir kısmet de bâtıldır.

Sonra haricde mevcud şeyler hakkında yapılan bir kısmete kısmet fü'ayan denilir. Bu, ya müşterek ayinler, yani: Müteaddid ve müşterek şeyler ortakların hisselerine göre kısımlara bölünerek her ferdinde şayi. olan hissele birer kısmında cem' edilir. Üç kimse arasında müsavat üze­re müşterek olan otuz koyunu onar onar üçe taksim gibi. Buna kısmet-ı cemi» denir. Yahud müşterek bir ayin şeriklerin hisselerine göre taksim olunub her cüz'ünde şayi olan hisseler, birer kısmında taayyün eder. Ya­rı yarıya müşterek olan bir arsanın ikiye taksimi gibi. Buna da «Kısmet-i tefrik» veya Kısmet-i ferd» denilir.

Kısmet-i menafia gelince bu da müşterek bir şeydeki menafiin cinsiy­le mübadelesinden ibaretdir. Müşterek bir hanede hissedarların muayyen müddetlerle ayn ayrı ikamet etmeleri veya bunu kiraya verib kira be­delini münavebeten ahz eylemeleri gibi.

274 - : Kısmet-i cem' ile kısmet-i tefrikden her biri de kısmet-İ riza ile kısmet-i kaza nevilerine ayrılır. Şöyle ki: Müşterek mülk sahibîerinin rizalariyle icra olunan bir kısmet, kısmet-i rizadır. Bu halde o mülk bun­ların arasında ya kendi marifetlerîyle taksim olunur veya hepsinin riza-siyle hâkim tarafından taksim edilir.

Müşterek,mülk sahihlerinden bazısının talebi üzerine hâkim tarafın­dan cebren yapılan bir kısmet de kısmet-i kazadır, Bu kısmet,' bizzat hâ­kim tarafından yapılabileceği gibi hâkimin tâyin edeceği bir kassam tara­fından da yapılabilir. Çünkü taksim, hakikaten kaza =-= hükm değildir İri, bunda hâkimin mübaşereti lâzim gelsin. Bu bakımdandır ki, bazı fuka-ha, hâkimin bu kısmet mukabilinde ücret almasını caiz görmüşdjir.

Ücretin mikdan, taksim olunan malın kırkda birine müsavidir. Bu ücret İmamı Azam'a göre şeriklerin adedi rüûsuna göre, imameyne göre ise hisselere göre verilir. (Dürrümuhtar).

Hülâsede ve vehbaniyye gibi bir kısım kütüb-i fıkhıyyede ise taksim, hükm cinsinden olmakla bundan dolayı ücret alınması caiz görülmemiş-dir.

275 - : Şerikler arasında çocuk veya mecnun    bulunursa kısmet, emr-i hâkime mütevakkıf olur. Meğer ki velisi veya vasisi diğer şerikler ile beraber kısmetine razı olsunlar. (Hindiyye).

276 - : Kısmet, gerek misliyyatdan ve gerek kıyemiyyatdan olsun bir cihetle ifraz ve temyiz bir cihetle de mübadele =-= Bir hissenin diğer hisse ile değişdirümesi demekdir.

Meselâ: îki kimse arasında münasefeten müşterek olan bir kile buğ­dayın her habbesinde her birinin nısıf hissesi olduğu halde mecmuu kısmat-i'cemi" k bilinden olarak iki müteşavi kısma taksim ile bir kısmı bi­rine, diğer -cismi da diğerine verildikde her biri kendisinin nısıf hissesi­ni ifraz ve diğer nısfını da aharın nısıf his.-esiyle mübadele etmiş olur.

Kezalik: İki kimse arısında yan yanya müşterek olan bir arsanın her cüz'ünde her birinin şayian yarım hissesi olduğu halde bu arsayı kıs-met-i tefrik ile ikiye taksim etseler her biri kendi yarım hissesini aharın yarım hissesiyle mübadele etmiş olur.

277 - : Hayvanat ve uruz gibi kıyemiyyatdan olan şeylerde müba­dele ciheti ifraz cihetine râcihdir. Meklllât, mevzunat gibi misliyyatda ise ifraz ve temyiz ciheti mübadele cihetine galib ve râcihdir. Çünkü bunla­rın eb'azı arasında tefavüt yokdur. Mübadele ise ya şeriklerin rizalan ve­ya hâkimin hükmü ile olabilir.

Binaenaleyh misliyyatdan olmayan müşterek ayanda şerik olanlar­dan birisi, aharin gıyabında ve onun izni olmaksızın kendi hissesini ahz edemez. Ahz edecek olsa diğer şerik gelince bu ayinleri tekrar taksim ettirebilir. Misliyyatda ise şeriklerden her biri, diğerlerinin gıyabında ve onun izni olmaksızın kendi hissesini ahz edebilir. Zira kendi hakkının ay­nini ahz etmiş olur. Fakat gaibin hissesi kendisine teslim olunmadıkça kısmet tamam olmuş olmaz. Bu halde - biîittifak taksim yapılmadan - gaibin hissesi telef olsa şerikinin kabz etmiş olduğu hisse aralarında müş­terek olur. (Aynî, Mecmaül'enhar).

278 - : Mekilât ve mevzunat ile ceviz, yumurta gibi adediyyatı mti-tekaribe hep misliyyaldandır. Bunlarda şeriklerden biri,  kendi hissesini diğerinin gıyabında izni olmaksızın alabilir. Fakat el işi olan avani gibi ihtilâfı sanat hasebiyle muhtelif ve mütefavit olan mevzunat, kıyemîdir. Çünkü bımlırda her veçhile mümaselete riâyet kabil değildir.

Bir de arpa ile karışık buğday gibi cinsinin hilafiyle birbirinden tem­yiz ve tefrik olunamayacak suretde mahlut olan bir misli, kıyemiyyatdaa sayılır. Sabunlar dahi kıyemîdir, meğer ki, her birindeki yağ, müsavi ol­sun, (îmadiyye).

279 - : Bir cins çuha gibi ve bir fabrika mamûlâtı olan bezler gibi efradı arasında tefavüt olmayıb da  «Arşını şu kadar kuruşa»  diye satı­lan zer'iyyat, mislidir.

Bir cinsden olsun olmasın hayvanlar ile kavun, karpuz; hiyar gibi efradı arasında kıymetçe tefavüt bulunan adediyyatı mütefavite kıyemıy yatdandır.

Kezalik: Bir cinsden ve bir hattat tarafından yazılmış bulunsa dahi yazma kitablar, kıyemîdir. Çünkü aralarında az çok fark bulunur. Bir cinsden olub bir tarzda matbu bulunan basma kitablar ise mislidirler. (Dürerül'hükkâm). [62]

 

Kısmet-İ Cem'e Dair Meseleler :

 

280 - : Yüz adet koyun,  deve gibi cinsleri müttehid olan müşte­rek ayanda kısmet-i riza carî olduğu gibi kısmet-i kaza da carî olur. Yanı: Şeriklerden yalnız bazısının talebi üzerine hâkim onları hükmen ve cebr ren taksim eyler. Bu müşterek ayan, gerek hububat gibi misliyyatdan ol­sun ve gerek yumurta gibi adeyyatı mütekaribeden olsun ve gerek hayva­nat gibi kıyemiyyatdan olsun. Hayvanatın dişisiyle erkeği ise bu hususda müsavidir. Çünkü insanların gayrisinde zihayat mahlûkatın erkeği ile di­şisi bir cins sayılır.

281 - : Cinsleri müttehid  olan misliyyatın efradı beyninde büyük bir fark ve tefavüt olmadığından kısmeti şeriklerden hiç birine zarar ver­mez, her biri hakkını almış ve her birinin tamamiyyeti mülkü husule gel­miş olur.

Meselâ: îki kimse arasında müşterek olan bir mikdar buğday, hisse­lere göre taksim olundukda her biri kendi hakkını istifa ederek kendi hissesine isabet eden buğdaya müstakillen malik olur.

Şu kaaar altın külçenin ve bu kadar gümüş veya bakır külçenin tak­simi de bu kabildendir.

Kezalik: Şu kadar aded yumurta veya ceviz ve bir cinsden, yani: Bir nevi iplikden bir tarz üzere dokunmuş olan şu kadar pastal çuha ve bu kadar top bez de bu cümledendir.

282 - :  Müttehidül'cins olan kıyemiyyatın efradı  arasında kıymet­çe fark ve tefavüt varsa da pek cüz'î olmak hasebiyle yok hükmünde ol­duğundan bunlar dahi - yukarıda yazıldığı üzere - kabil-i kısmet sayıl-rmşdır. Bunlar da bir nevi misliyyat kabilindendir.

Meselâ: İki kimse arasında müşterek olan beş yüz koyun veya şu ka­dar inek veya deve hisselerine göre taksim olundukda her biri hakkını ayniyle almış gibi olur. Bu taksim ile her şerik, kendi hakkının kısmen aynini almış, kısmen de hakkım şerikinin hakkiyle mübadele etmiş sayılır.

283 - :  Muhtelif cinslerde, yani:     MuhtelifüPcins olan    müşterek ayanda kısmeti riza carî olursa da kısmeti kaza cari olmaz: Çünkü bu kıs-metle hisseler temyiz edilmiş olmaz. Zira muhtelif cinsler birbirinden zaten mümtazdır. Belki bu kısmet, bir muaveze demekdir. Muavezede ise şe­fiklerin rızaları şartdır.

Binaenaleyh muhtelif cinsler, gerek misliyyatdan olsun ve gerek ki-yemiyyatdan olsun şeriklerden yalnız birinin veya ekserisinin talebi üze­rine hâkim tarafından cebren kısmeti cemi ile taksim edilemez. Belki bun­lardan her bir cins, kabili kısmet ise şerikler arasında ayrı ayrı taksim olunur.

Meselâ: Hissedarlardan birine şu kadar kile buğday, ona mukabil di­ğerine de şu kadar kile arpa, veya birine şu kadar koyun, diğerine de bu kadar deve veya inek yahud birisine bir kılıç, diğerine de bir eğer takı­mı ve yahud birine bir hane, diğerine de bir dükkân verilmek suretiyle kısmeti kaza caiz olmaz. Velev ki her birine verilecek cinsin kıymeti diğ3-rine verilecek cinsin kıymetine müsavi bulunsun.

Fakat şerikler, kendileri razi oldukları takdirde meşruh vech üzere kısmeti riza caiz olur. Çünkü bu, kendi haklarıdır. Birbirleri üzerinde ka­lan haklarım iskat edebilirler. (Fethül'kadir, Dürer).

284 - : Müteaddid konaklar, dükkânlar, ve çiftlikler,  " muhtelifül' cins sayılıb bunlar cebren kısmeti cemi ile taksim olunamazlar. Velevki bir kasabada, bir mahallede bulunsunlar.

Meselâ: Müteaddid konaklardan biri müşariklerden birine, diğeri de diğer müşarike itâ ile kısmeti kaza caiz olmaz. Belki bunların her biri âti-yen beyan olunacağı üze-e kısmeti tefrik ile taksim olunabilirler.

Bu, İmamı Azama göredir. îmameyne göre konaklar bir şehirde bu­lunursa bunlarda kısııeti cemi, hâkimin reyine müfevvezdir, hâkim böyle bir kısmeti eslâh gö' ürse taksim eder.

Küçük haneler birt irine muttasıl olursa kısmeti cemi ile taksimleri kazaen caiz olur ve illâ tfmaz. Odalarda ise kısmeti cemi ile kazaen tak­sim her halde caizdir, bir mahallede bulunmaları şart değildir. Çünkü bun­lardaki tefavüt azdır. Dürer:, (Düierül'hükkâm). [63]

 

Kısmet-İ Tefrika Dair Meseleler :

 

285 - : Bir müşterek aynin tefrik ve teb'izi sahiplerinden hiç bi­rine muzir olmayıb kısmetden evvelki menfaatin husûli mümkün bulunur­sa o ayin, kabili kısmetdir, kısmeti tefrik ile taksim olunabilir, gerek mis­liyyatdan ve gerek kıyemiyyatdan olsun, ve gerek mülk ve gerek vafcf bu­lunsun.

Meselâ: İki kimse arasında bir mülk arsa, müşterek oîub da taksim olundukça her kısmında ebniye yapılır, ağaç dikilir, kuyu kazınır, bu vechile arsadan kablelkısma maksud olan menfaat baki olursa bu arsa hük­men taksim olunabilir.

Kezalİk: Bir konağın selâmlık ve harem daireleri başka başka birer menzil olmak üzere tefrik ve taksim olundukda konakdan maksud olan sükna menfaati fevt olmaz ve şeriklerden her biri müstakillen bir yer sahibi olursa bunda da kısmeti kaza carî olur. Bunun sahihlerinden biri, kısmet isteyib de diğeri imtina etse hâkim bunu cebren taksim eder. Çün­kü kısmetde menfaat tekemmül eder. (Dürer).

286 - Müşterek bir aynin tefrik ve teb'izi şeriklerden birine nafi, diğerine hissei az olmakla muzir, yani: Maksud menfaati müfevvit olub da menfaati olan şerik, kısmet isterse hâkim onu hükmen taksim eder. Çün­kü bu şerik, kendi mülkünün tekmil menfaatini taleb etmiş bulunur.

Meselâ: Müşterek bir hanede şerik olanlardan birinin hissesi az olub da badettaksim onda sükna ile intifa olunamayacak olduğu halde hissesi çok olan şerik şerik kısmet istese hâkim onu kazaen taksim eder. Fakat hissesi az olan şerikin talebiyle bu kısmet yapılamaz. Zira bu halde o, bir müteanniddir. kendisine nef'i olmayan bir şey ile uğraşmakdadır.

Fakat diğer bir kavle göre bunlardan her birinin talebiyle bu kısmet yapılabilir. (Ham'yye, Mecmaül'enhür).

287 - : Müşterek icareteynli bir  akarın taksim    edilebilmesi için bu taksim, vakf hakkında enfa olmalıdır ve hissedarlardan her birine isa­bet edecek hisse ile intifa mümkün bulunmalıdır. Ve bu taksime müte­vellinin izni lâhik olmalıdır.

Arazi-i emiriyyenin taksim edilebilmesi için de hissedarlardan her bi­ri, bu araziden kableltaksim olan menfaat ile badettaksim de faidelene-bilmelidirler. (Fetâvâ-i  Cedide,  DürerülTıükkâm).

288 - : Tefrik ve teb'izi sahihlerinden her birine muzir, yani: Mak sud menfaati müfevvit olan bir müşterek ayinde kısmeti kaza carî olmaz. Çünkü bunda faide değil, zarar msvcuddur.

Meselâ: Müşterek bir değirmen taksim olunsa artık değirmen olarak istimal olunamaz. Bu cihetle bundan maksud olan menfaat fevt olur. Bi­naenaleyh şeriklerden birinin talebi üzerine kazaen taksim edilemez. Fa­kat birriza taksim olunabilir. Zira hak kendilerinindir, kendi ihtiyaçları­nı kendileri daha iyi takdir ederler.

Hammam, kuyu, kanat, küçük oda ve iki hane arasındaki hait dahi böyledir.

Bir hayvan, bir araba, bir eğer, bir cübbe veya bir yüzük taşı gibi yarmağa,'kırmağa muhtaç olan uruz da bu kabildendir, hiç birinde kısmeti kaza carî olmaz. (Dürrümuhtar).

Bir kavle göre böyle bir malı şerikler kendi aralarında birriza taksim edebilirlerse de hâkime müracaat etseler hâkim yine taksim etmez. Çün­kü hâkimlerin böyle muzir, faidesiz şeyler ile meşgul olmaları caiz görü­lemez.

289 - :  Bir müşterek kitabın şerikler arasında evrakını taksim ca­iz olmadığı gibi Mcbsutu Serahsi gibi müteaddid cüdlere ayrılmış olan bir kitabın cild becild taksimi de caiz olmaz. Zira bu suretde bunlar itlaf edil­miş olur. Binaenaleyh bunlarda cebren kısmet carî olamaz. Bunlarda mu-hayee yapılır veya bunlar satılarak semenleri taksim edilir. (Reddimuh-tar, Hindiyye).

290 - :  İki veya  daha ziyade kimseler arasında mülken müşterek

olub da başkasının duhule salâhiyyeti olmayan tarikin biri kısmetini is-teyib de diğeri imtina etdiği takdirde bakılır: Eğer badelkısma her birine birer tarik kalacak ise taksim edilir, kalmayacak ise cebren kısmet yapı­lamaz. Meğer ki her birinin başka başka çıkar tariki bulunsun, o takdir­de yine taksim yapılabilir. (Hindiyye, Tatarhaniyye).        .

291 - : Müşterek mesil de müşterek tarik, gibidir. Şeriklerden biri .kısmet isteyib de diğeri imtina etse bakılır; Eğer kısmetden sonra her bi­rine suyunu akıtacak yer kalırsa yahud her birinin mesil ittihaz edecek başka yeri bulunursa cebren taksim carî olur ve illâ olmaz. Zira bu tak-d'rde hane mesiîsiz kalarak menfaati muattal olur. (Mebsut).

292 - : Bir kimse, hakkı müruru baki kalmak üzere mülkü olan ta­riki sarabileceği gibi iki kişi arasında müşterek olan bir akann taksimin­de müşterek tarikin rakabes.s yani: Mülkiyyeti birinde kalmak, diğerinin de yalnız hakk-ı müruru bulunmak üzere kısmet de caizdir. (VelvaÜciyye, Ankaravî),                                                "                            

293 - : Bir hanenin iki kısma taksiminde iki hisse arasındaki «hâiti» duvarı h'ssedarlar beyninde müşterek olarak bırakmak caiz olduğu gibi birinin mülkü olmak üzere kısmet de caizdir. Bu halde bu duvara diğer­lerinin kirillerini koymağa hakkı bulunması şart edilse bu şart, taamüle binaen caiz olur. (Hamevî). [64]

 

Kısmetin Hükmleri :

 

294 - : Kısmet tamam oldukdan sonra hissedarlardan her biri ken­di hissesine müstakilleri malik ve o hissede dilediği gibi tasarrufa sahib ölür, birinin hissesinde artık diğerinin alâkası kalmaz.

Binaenaleyh iki kimse arasında müşterek olan bir hane tamamen tak­sim olunub da birinin hissesine hanenin ebniyesi, diğerinin hissesine o hanenin halı arsası isabet etse arsa sahibi o arsada kuyu kazar, kâriz ya­par, ebniyye inşa edib dilediği kadar yüksek çıkar ve bu ebniye, kadîm eb-niyenin havasını veya güneşini kapasa bile bu kadîm ebniye sahibi mani olamaz. Çünkü bir kimse bir arsaya malik olunca onun havasına da malik olur. Müftabih olan budur. Eğer bu gibi zarar bahanesiyle bir kimse mül­künde tasarrufdan merredilse hiç bir malikin kendi mülkünde tasarruf edememesi lâzım gelir. Hattâ bunun içindir ki îmamı Azam'a göre hiç bir kimse kendi mülkünde tasarrufdan men edilemez, velev ki başkasına muzir olsun.

Fakat «Naşiri Saffar»a ve bir çok meşayihi isiâmiyyeye göre bir arsa sahibi komşusunun havasını veya güneşini sed edecek suretde bina yapa­maz, komşunun bunu men'e hakkı vardır. Maamafih yapılacak şeyin, me­selâ kârizin komşuya zararı beyyini olmamak şartdır. Eğer fahiş bir suret­de zararı olursa bu veçhile tasarrufdan sahibi men olunur. İmam Ebû Yû-süfe göre mutlaka zarar vukuu men'e kâfidir. (Mecelle, Dürerül'hükkâm).

295 - : Arazi taksiminde o arazi üzerindeki dikilmiş ağaçlar ve,çift­lik taksiminde üzerindeki ağaçlar ile binalar zikr edilmeksizin taksime da­hil olurlar. Yani; Ağaçlar ve binalar kimin hissesinde    bulunursa onun mülkü olur. Taksim vaktinde zikr ve^ tasrihe hacet yokdur. «Cemi-i Hukuk ve Cemi-i Merafiks ile denilmek gibi bir tâbiri umumî ile bunları ithâle de hacet yokdur. (Ankaravî).

Fakat yalnız eşcar ve ebniyenin taksiminde yeri kısmete dahil olmaz. (Dürerül'hükkâm).

296 - : Gerek arazi ve  gerek çiftlik taksiminde arazi    üzerindeki ekinler ve ağaçlarda bulunan meyvalar zikr ve tasrih edilmedikçe taksi­me dahil olmayıb yine müşterek kalır. Taksim ânında gerek cem-i huku­kiyle veya cemi-i merafikıyle denilmek gibi bir umumî tâbir irad olunsun ve gerek olunmasın. Çünkü bunlar arazinin hukuku, merafiki cümlesin­den değildir. Nitekim harman edilmiş ekinler, toplanılmış meyvalar da bu taksime.dahil olmaz. Arazinin satılmasında da hükm böyledir, üzerindeki ekinler, meyvalar satışa dahil olmaz. Kısmet de bir nevi satış muamele-sidir,  (Hindiyye).

297 - : Maksumun, yani: Taksim edilen maldan    müfrez hissenin Kmcavir arazA'ie olan hakk-ı tarik ve hakk-ı mesili zikr ve tasrih olunma­sa bile her halde taksime dahil olur. Yani; Bunlar kimin hissesinde vâki

olursa onun hukukundan olur, hini kısmetde gerek cemi-i hukukiyle de­nilsin ve gerek denilmesin.

Meselâ: Müşterek bir konağın selâmlık tarafı Zeyd'e, harem tarafı da Amr'e verilib selâmlık tarafının. komşu bahçesinden hakk-ı mesili bu­lunsa bu hakk-ı mesil de yalnız Zeyd'e aid olur. Velevki bu husus, kısmet ânında tasrih edilmesin. (Zahire).

298 - :  Kısmet zamanında bir hissenin  diğer hissede tariki veya mesili olması şart edilse bu şarta riayet edilir. (Ebüssuûd). Çünkü meşru olan şarta bikaderil'imkân riayet lâzımdır.

299 - : Bir hissenin diğer hissede tariki olub da hini kısmetde ib-kası şart edilmemiş olsa bakılır: Eğer o hisseye aid tarikin başka tarafa sarf ve tahvili kabil ise sarf ve tahvil edilir. Kısmet vaktinde gerek ce­mi-i hukukiyle denilmiş olsun ve gerek olmasın. Ve eğer o tarikin başka tarafa sarf ve tahvili mümkün olmamakla beraber hini kısmetde «Cemi-i hukukiyle veya Cemi-i merafikiyle senindir.» denilmiş ise o tarik, kısme­te dahil olarak hali üzere ibka olunur. Zira kısmetden matlub olan tek­mil menfaat bu veçhile husule gelir. Amma tasrih edilmemiş ve cemi-i hukukiyle gibi bir umumî tâbir ilâve olunmamış ve kısmet ânında bu his­senin tariki olmadığı bilinmemiş ise kısmet fesh olunur. (Hindiyye, Beh-cetül'fetâvâ).

Bu hususda mesil de ayniyle tarik gibidir. Zira bu halde kısmetden maksud olan, hisselerin birbirinden alâkasının kesilmesi iken tarikin ve­ya mesilin başka cihete tahvili ile bu maksudun husulü mümkün olmayın­ca kısmet, muhtel ve fâsid olur. Artık feshden sonra her hissedarın kendi­sine tarik açabileceği veçhile tekrar taksim yapılır. (Ebû Süud-i Mısri).

300 - : îki kimse arasında müşterek bir hanede başka bir şahsın tariki olub da hane sahibleri o haneyi taksim edecek olduklarında tarik sahibi bu taksime mani olamaz. Fakat hane sahibleri de haneyi taksim et-diklerinde o tariki hali üzere bırakırlar.

Bu hanenin meselâ iki sahibiyle bir de tarik sahibi ittifak ederek bu hane ile beraber o tariki de satsalar bakılır: Eğer bu tarik, yalnız bir şalı­sın mülkü ise semeni yalnız o şahsa aid olur. Ve eğer bu tarikin rakabesi üçünün arasında müşterek, yani: Üçünün de mülkü ise yalnız târikin se­meni üçünün arasında taksim' olunur. Şöyle ki: Bu tarikdeki hisseler ma­lûm ise semeni bu hisselere göre tevzi olunur. Malûm, değilse bu/şerikle­rin adedine itibar olunur. Çünkü bu tarike ihtiyaçları Şâyed bu tarikin rakabesi hane sahiblerinin olub dftr şahsın o ta-rikden yalnız hakk-ı müruru bulunsa her biri o tar semeninden hakkını alır, bunun semeni yalnız hane sahiblerine aid olmaz. Şöyle ki: Ha­ne müşetemelâtiyle beraber bir kerre hakk-ı mürur ile ve bir kerre de hakk-ı mürursuz olarak takvim olunur, iki kıymet arasındaki fazla, hakk-ı mürur sahibinin olur, bakisi de hane sahiblerine verilir.

Meselâ: Bir hane tarikiyle beraber bin liraya satılıb yalnız hanenin kıymeti bin liraya, hakk-ı mürur ile beraber kıymeti ise dokuz yüz liraya müsavi olsa aradaki fazla semen olan yüz lira, hakk-ı mürur sahibinin olur. (Dürerürhükkâm'a müracaat!.)

301 - : Mesil dahi kısmen tarik gibidir. Binaenaleyh bir müşterek hanede başka bir şahsın hakk-ı mesili olsa o haneyi sahibleri taksim edin­ce mesili hali üzere terk ederler, bu taksime mesil sahibi mani olamaz.

Eğer müşterek haneyi sahibleri mesil sahibi ile bilittifak satarlarsa bu hakk-ı mesilin semeni sahibine aid olur. Amma mesilin rakabesi hane sahblerinin olub da o şahsın yalnız hakk-ı mecrası bulunsa bunları bilit­tifak satdıklan takdirde bu mecra sahibinin hakk-ı mecrası meccanen sâ-kit olur. Hanenin semeninden hisse alamayacağı gibi artık hakk-ı mecra­sı da kalmaz. (Haniyye, Behce).

302 - : Bir konağın havlisinde başka bir şahsın menzili olub da bu menzil sahibi o havliden mürur eder olduğu halde konak sahibleri kona­ğı taksim edecek olduklarında menzil sahibi taksime mani olamaz. Fakat onlar da konağı taksim etdiklerinde konağın havlisinden menzilin kapısı arzında ona bir yol terk ederler. Tâ ki, oradan tarik-ı âmme veya hasse çıkıb gidebilsin.

Şâyed menzil sahibinin o havlinin muayyen bir mahallinde bir tariki var ise bu tarik, hali üzere kendisine terk edilir. (Haniyye).

303 - : İki kimse taksim olunan bir konağın iki kısmı arasında bir hâit veya bir direk olub bu hâit veya direk bir hissedarın mülkü olmaK üzere taksim edilmekle bir kısmın diğer hâit veya direk üzerindeki kiriş­leri uçları, kablelkısma müşterek olan bu hâit veya direk üzerinde bu­lunduğu suretde bakılır: Eğer kısmet zamanında o kirişlerin bu müşte­rek hâit veya direk üzerinden kaldırılması şart edilmiş ise kirişler, bu hâ­it veya direk sahibinin talebiyle ref edilir. Ve illâ ref edilemez. Velev­ki bu kirişler, kısmetden evvel hassaten birinin bulunmuş olsun. (Reddi-muhtar).

304 - : Bağ ve bahçe gibi arazi taksim edilib de bir kısmında bu­lunan ağaçların dalları diğer kısmın üzerine sarkmış olduğu suretde ba­kılır: Eğer kısmet zamanında o dalların kesilmesi şart edilmiş ise kesilir­ler ve eğer şart edilmemiş veya ibkası şart edilmiş ise o dallar kesdirüemez. Çünkü o ağaçların sahibi bunlara o dallar ile beraber müstahak ol-muşdur. (Hindiyye).

305 - : Bir mahalde hakk-ı mürura malik olan kimsenin o mahalde kapı açmağa da hakkı vardır. Binaenaleyh bir tariki hasda hakkı müruru olana bir müşterek hane taksim olundukda hissedarlardan her biri o ta-rika kapı ve pencere açabilir. O tarikin sair sahihleri buna mani olamaz­lar. Çünkü bu şeriklerden her birinin o tarikden mürura hakkı vardır.

306 - : Kabili kısmet olan bir müşterek mülk hissedarlarından bi­ri kendisi için diğer hissedarların izni olmaksızın bir bina yapsa o hisse­darların talebi üzerine bu bina kaldırılır. Çünkü müşterek bir hissede şe­riklerden biri, diğerlerinin izni olmaksızın bina yapamaz, ağaç dikemez.

Böyle bir bina yapüdıkdan sonra hissedarlardan biri, kısmet talebin­de bulunsa taksim yapılır. Bu halde o bina banisinin hissesini isabet eder­se febiha. Ve eğer diğer hissedarların hissesine isabet ederse bu hissedar, o binayı hedm ve ref, etdirebilir; velev ki bu binaya evvelce izin verilmiş Olsun. Çünkü bu izin, kendi hissesini bani veya garis olan şerikine iare mahiyetinde bulunmuşdur.

Eğer bu hissedar, o binayı veya ağacı şerikinin izni olmaksızın yapmış veya dikmiş olurda bunların kaldırılması, koparılması yüzünden şerikine aid hissenin kıymetine noksan âriz olmuş bulunursa bunları vücuda geti­ren hissedar, bu noksanı da o şerikine zâmin olur. (Dürrümuhtar, Kari-j Hirîaj'e fetâvâsı, Mecelle). [65]

 

Kısmetlerde Cari Muhayyerlikler :

 

307 - :  Kısmetlerde hiyan şart,  hiyan  niyet,  hıyarı  ayıb,  hıyarı gabrr, hiyan istihkak ve akdi fuzûli hakkında hiyan icazet caridir.

Binaenaleyh müşterek ve muhtelif cinslerin taksiminde şeriklerden her hangi biri hiyan şart hiyan ayıb veya saire ile muhayyer olabilir.

Meselâ: Hissedarlardan biri, şu kadar kile buğday ve ona mukabil di­ğeri bu kadar kile arpa yahud biri şu kadar koyun ve ona mukabil diğeri bu kadar inek almak üzere müşterek malları birriza aralarında taksim et-diklerinde bu şeriklerden birisi veya her biri şu kadar gün muhayyer oV-inak üzere şart dermeyan edebilir. Artık o müddet zarfında muhayyel olan şerik, dilerse kısmeti kabul ve dilerse fesh eder. Nitekim bey'ide de böyle bir muhayyerlik carîdir.

Kezaîik: Hissedarlardan birisi, mali maksumdan hissesine düşen kıs­mı kableikjsma görmemiş ise gördükde hiyarı rüyet ile muhayyer olur, dilerse .kısmeti fesh ve dilerse kabul eder.

Şeriklerden her biri, kendi hissesini kısmen bayi olmakla beraber kısmen de müşteri vaziyetinde olduğundan bu vaziyet bakımından hiyan rüyete malik olur.

Kezalik: Hissedarlardan birisinin hissesi ayıblı çıksa muhayyer olur, dilerse bu hisseyi kabul eder, dilerse red eder.

308 - : Şeriklerden  biri,  kendisine  isabet  eden  hisseyi başkasına satdıkdan sonra kadîm ayıbiyle kendisine red edilse bakılır: Eğer hâkimin hükmiyle red edilmiş ise kendisi de hiyan ayb ile kısmeti fesh edebilir. Amma rizasiyle kabul etmiş ise kısmeti fesh edemez.

309 - : Cinsleri müttehid  oîan kryemiyyatin birriza taksiminde de hiyan şart, hiyarı rüyet ve hiyarı ayib carîdir. Fakat bunların kazaen tak­siminde hiyan rüyet ile hiyarı şart carî değildir. Çünkü hâkim, kısmete cebr edebileceği cihetle hissedarların bunlar iie muhayyerliğinde faide yokdur.

Meselâ: Müşterek olan yüz koyun sahihleri beyninde hisselerine göre rizalariyle taksim olundukda eğer birisi şu kadar gün muhayyer olmak üzere şart eylemiş ise o müddet zarfında kısmeti kabul edib etmemekde muhayyer olur. Ve eğer şeriklerden bazısı t>u koyunların tamamını veya bunlardan hissesine isabet edenleri henüz; görmemiş ise gördükde muhay­yer olur.

Kezalik: Birisinin hissesine isabet eden koyunların kadîm ayıhları zu­hur etse muhayyer olub dilerse bu hisseyi kabul ve dilerse red eyler. Ve-levki bu kısmet kazaen yapılmış olsun.

310 - : Şeriklerden birisinin hissesine  düşen  mütteludülcins veya muhtelifülcins maksumun bazısı ayıblı çıkdıkda bakılır: Eğer kabz vuku bulmamış ise dilerse mecmuunu red eder, yalnız bazısını red edemez. Me­ğer ki şerikler razi olsunlar. Ve eğer kabz bulunmamış ise tefrikinde za­rar bulunmayınca yalnız ayıblı olanı red eder, diğer şeriklerin rızaları ol­madıkça cümlesini birden red edemez. Amma tefrikmda zarar bulunursa mecmuunu birden red edebilir. Mecmuunu birden kabul edince şerikin^ den bir şey taleb edemez.

Beyi'de hiyarı aybi ibtâl eden haller, kısmetde de ibtâl eder. Beyi mebhasine müracaat!. (Mecelle,  Dürerürhükkâm).

311 - : Cinsleri müttehid olan misliyyatın taksiminde hiyan şart ve hiyarı rüyet yokdur. Çünkü bu taksimde ifraz ciheti galibdir. Bununla her şerik, kendi hissesinin sureten ve manen aynini almış olur. Fakat bunlar­da hiyarı ayib carîdir.

Meselâ: İki kimse arasında müşterek olan bir yığın buğday taksim olundukda gu kada^ gün muhayyer olmak şartı muteber olmaz ve şerik­lerden biri, hissesine isabet eden buğdayı görmemiş ise gördükde muhay-ver olmaz. Amma şeriklerden birine bu buğday yığınının üst tarafından, diğerine de alt tarafından verilib de alt tarafı çürük çıksa sahibi muhay­yer olur, dilerse kabul eder, dilerse red eyler. (Hindiyye). [66]

 

Kısmetin Fesh Ve İkalesi :

 

312 - :  Kısmetin tamamı, kur'alarm kamilen çekilmesiyle olacağı gibi şeriklerden her birinin hissesini bilâ kur'a birriza kabz eylemesiyle de olabilir.

,Kezalik: Hâkimin hükmiyle, yani: Hisseleri tesviye ve ilzam etmesiy­le olabileceği gibi şeriklerin bir zatı tevkil edib her birine hissesini il­zam etmesiyle de olabilir.

313 - : Kısmet sahihen tamam oldukdan sonra artık ondan ne his­sedarlar, ne de vefatlarından sonra vârisleri rücu edemezler. Fakat sa­hih olmayan bir kısnıetden rücu olunabilir.

Meselâ: Tevliyet ve süknası vâkıfın evlâdına meşrut olan vakıf bir hane kabili kısmet olmakla evlâddan iki kimse, bu haneyi aralarında tak­sim etseler bilâhare bunlardan biri bu kısmeti nakz edebilir. Çünkü bu gi­bi vakıf yerlerin mevkufünaleyhim arasında taksimi sahih değildir. (Ben­ce, Reddimuhtar).

314 - : Kısmet esnasında meselâ: Kurcaların çoğu çıkıb da en az ikisi kalmış  olduğu halde hiss s darlar dan biri rücu edecek olsa bakılır. Eğer kısmeti rıza ise rücu edebilir. Çünkü bu kısmetde hisselerin tefrik ve temyizi, hissedarların rizalarına mütevakkıfdır. Ve eğer kısmeti kaza ise şeriklerden hiç biri rücu edemez,-velevki henüz hiç bir kur'a çekilmiş olmasın. Zira hâkimin bu taksime cebren salâhiyyeti vardır, rücu faide vermez. (Hiiîdiyye, Reddimuhtar).

315 - : 'Kısmetde ikale caizdir. Binaenaleyh hissedarlar, kendi ri-zalariyle veya hâkimin kazasiyle kısmet yapıldıkdan sonra bunu kendi ri-zalariyle fesh ve ikale ederek maksumu evvelce olduğu gibi aralarında müşterek bırakabilirler. (Hindiyye).

316 - : Kısmetde gabni fahiş olduğu bilâhare tebeyyün etse kısmet, fesh olunarak âdilâne taksim yapılır.

Meselâ: tki şerikden birisinin hissesine birriza veya bilkaza yüz lira kıymet takdir edilmiş iken bu hissenin elli lira kıymetinde olduğu şaha­detle veya diğer şerikin ikrariyle veya yemininden nükûliyle zahir olsa yapılmış olan kısmet, fesh edilir. Çünkü kısmetin âdilâne olması şartdır. Bir hissede galat vukuuna veya hududunda muhalefet vukuuna veya bir hissenin teslim edilib edilmediğine dair dâvalar da muteberdir. Bu gi­bi dâvalarda bizzat kassamlann şahadetleri de makbuldür.

317 - : Vârislerin arasında terekenin taksiminden sonra mütevef­fanın borcu zuhur etse kısmet, fesh olunur. Çünkü deyn, irsden mukad­demdir, velev ki dâyin, bu kısmete riza göstermiş olsun. Şu kadar var ki, vârisler borcu kendi rizalariyle eda ederlerse veya müteveffanın borcuna kâfi başka malı zuhur ederse veya alacaklı alacağından vârisleri ibra eder­se artık kısmeti feshe mahal kalmaz.

Badelkısme mûsalih.veya başka vâris zuhur ettiği takdirde de kısmet, 'fesh edilebilir. (Dürer., Ankaravî). [67]

 

Muhayeeye =  Menfaatlerin Taksimine Aid Meseleler:

 

318 - : Menfaatleri taksimden ibaret olan muhayee, mekillât, mev-zunat, gibi misliyyatda carî olmayıb yalnız ktyemiyyatda carî olur, o şart ile ki ayinleri baki olduğu halde kendileriyle intifa mümkün ola. Misliy­yatda ise ayinleri baki olduğu halde kendileriyle intifa mümkün değildir.

319 - : Muhayee, iki nevidir. Biri: «Zamanen mııhayee> dir. Diğeri de «Mekânen muhayee»dir. Şöyle ki: İki kimse, aralarında müşterek ara­ziyi bir sene biri, diğer sene de diğeri ekmek veya kiraya vermek veya müşterek bir hanede bir sene biri, diğer sene de diğeri oturmak veya ona kiraya vermek üzere muhayeede bulunsalar zamanen    muhayee vücuda gelmiş olur.

Bilâkis müşterek arazinin yansında biri, diğer yarısında da diğeri zi-raatde bulunmak veya hanenin bir tarafında biri, diğer tarafında da di­ğeri ikamet etmek üzere muhayeede bulunsalar mekânen muhayee hu­sule gelir.

Müşterek iki hanenin birisinde biri, diğerinde de diğeri oturmak ve­ya bunları kiraya vermek üzere yapılan muhayee de mekânen muhayee kabilindendir. (Fuküstânî).

320 - : Şerikler, rauhayeenin zamanen veya mekânen yapılmasın­da ihtilâf etseler, han zatların beyanına göre hâkim, zamanen muhayeeye cebr edebilirse de mekânen muhayeeye cebr edemez, bu caiz değildir.

Vakıa mekânen muhayee, zamanen muhayeeden daha âdilânedir. Çün­kü bunda şeriklerden her biri müşterek mallarından aynı zamanda intifa ederler. Fakat zamanen muhayee, mekânen muhayeeden ekmeldir. Zira

bunda şeriklerden her biri müşterek malın tamamından intifa ederler.

321 - : Bir müşterek hayvanı sahibleri bü'münavebe meselâ: Altı­şar ay kullanmak üzere zamanen muhayee caiz olduğu gibi iki müşterek hayvandain birini bir şerik, diğerini de diğer şerik binmek veya yük taşıt­mak suretiyle kullanmak üzere muhayee de caizdir. Bu muhayee, imamey-ne göre hem rizaen, hem de kazaen caizdir. îmamı Âzam'a göre binmek üzere muhayee rizaen caiz ise de kazaen caiz değildir. Çünkü binmek râ-kiblerin tefavütiyle mütefavit olur, tesviye tahakkuk edemez. (Hidaye, Âb-dül'halîm, fetâvâsı).

322 - : Müşterek bir hayvanın istiğlâl -= Kiraya vermek üzere mu-hayeesi bilittifak caiz değildir. Bunda madeieti temin mümkün değildir. Fakat iki müşterek hayvanda istiğlâl üzere muhayee, imameyne göre ca­izdir.

Kezalik: îki kimse arasında müşterek iki libasdan birini bir şerikin, diğerini de diğer şerikin giymesi üzere muhayee de imameyne göre ca­iz bulunmuşdur. (Ebüssuûd, Reddimuhtar).

323 - : Ayan üzerine muhayee caiz değildir. Çünkü menfaatleri se-riüzzevâl olduğundan onlarda muhayee müstahsen görülmüşdür. Ayinler ise devam edib taksimi kabil olduğundan bunlarda muhayee zarureti yokdur.                   

Meselâ: Müşterek ağaçların meyvalan, müşterek hayvanların südleri ve yünleri ayandan olmakla müşterek ağaçlardan bir mikdarının meyva-sım şeriklerden biri, diğer mikdannın meyvasım da diğeri devşirmek ve müşterek koyunlardan bir sürünün südünü ve yününü biri, diğer sürünün südünü ve yününü de diğeri almak üzere muhayee yapsalar sahih olmaz. Belki bu hâsılat yine aralarında müşterek olur. Bunun için çare. şerik­lerden biri, bu hâsılatdan diğer şerikin muayyen bir müddctdekî hissesini satın alır, bu müddetden sonra kendi muayyen hissesini de o diğer şeri­ke satar. Bu suretle her biri bir muayyen müddetle o hâsılatın mecmuun­dan istifade etmiş olur. (Ebussuûd, Mecmaül'errhür, Dürrümuhtar. [68]

 

Muhayeenîn Îfraz Ve Mübadele  Mahiyetinde Olması :

 

324 - : Muhayee, minvechin ifraz ve minvechin mübadeledir. Maamafih zamanen muhayeede mübadele ciheti galibdir. Şöyle ki: Bir hissedarın kendi nöbetindeki hissei menfaati, diğer hissedarın nöbetinde-ki hissei menfaatiyle mübadele edilmiş olur. Bu cihetle zamanen muhayce icare hükmündedir. Binaenaleyh zamanen muhayeede şu kadar gün veya şu kadar ay gibi bir müddet zikr ve tâyin olunmak lâzımdır ki, mu­hayee fâsid olmasın.

325 - : Mekânen muhayeede ifraz ciheti gaUbdir. Şöyle ki: îki his­sedarın, meselâ: Bir müşterek konakda olan menfaatleri şayi, yani: O ko­nağın her cüz'üne şâmil iken muhayee ile iki hissedardan birinin menfa­ati o konağın bir kıt'asında, diğerinin menfaati de diğer kıt'asında cem" edilmiş olur. Binaenaleyh mekânen muhayeede müddet zikr ve tâyini lâ­zım değildir. Çünkü bu muhayeede menafim mekânı malûm olduğundan menafi de malûm bulunmuş olur, ayrıca müddet tâyinine ihtiyaç yokdur. <înaye, Dürer.).

326 - : Gerek zamanen ve gerek mekânen muhayeede hissedarlar

ihtilâf etdikleri takdirde aralarında kur'a çekilerek hangisinin evvel inti­fa edeceği veya hangisine hangi kısmın aidiyyeti tâyin edilmelidir. His­sedarların kalblerini tatyib için hâkimin böyle kur'a çekmesi evlâdır. Ma­amafih hâkim bunları kur'asiz da tâyin edebilir. (Hindiyye, Reddimuhtar).

327 - : Müşterek ve müteaddid şeylerin sahihlerinden biri  muha­yee isteyîb de diğeri imtina etdikde bakılır: Eğer o müşterek şeyler, cins-'eri müttehid ayan gibi müttefikül'menfaa iseler muhayeeye cebr olunur. Ye eğer muhtelifürcins ayan gibi muhtelifül'menfaa    iseler muhayeeye cebr olunmaz.

Meselâ: Bir mevzide bulunan iki müşterek haneden birisinde şerik­lerden biri, diğerinde de diğeri oturmak veya bunlardan birinin gailesini biri, diğerinin gailesini de öbürü almak üzere ve yahud iki müşterek hay­vandan birini biri, diğerini de öteki şerik kullanmak üzere şeriklerden bi­ri muhayee isteyib diğeri imtina eylese muhayeeye cebr olunur. (Abdül-halim).     

328 - : Bir veya iki hayvanın gailesinde muhayee bitterazi olsa da caiz değildir.

Bir veya iki müşterek hayvanda amanen veya mekânen bilkaza mu-hayeenin-cevazı imameyne göredir, îmami Azam'a göre bu hayvanlarda cebren muhayee caiz değildir. Çünkü bunların istimali râkiblerinin ihtilâ­fına göre muhtelif olur. Bazı râkib hayvana zahmet vermediği halde diğer bazısı cehaletinden dolayı hayvanı güzel istimale kadir olamaz. (Dürer., Mecmaürenhür). Mecelle'de imameynin kavli alınmışdır.

329 - : îki şerikden biri müşterek bir hanede oturub diğeri de yi­ne müşterek hammamı kiraya vermek yahud biri müşterek hanede oturub diğeri müşterek araziyi kendi hisabına ekmek üzere bitterazi muha­yeede bulunmaları caiz ise de biri bu veçhile muhayeeden imtina ederse muhayee yapılamaz. Çünkü bunlar muhtelifül cins, muhtelifül menfaa şeylerdir. (Dürerürhükkâm).

330 - : Taksimi kabil olan müşterek bir mal sahihlerinden biri kıs­met, diğeri ise muhayee talebinde bulunsa kısmet hakkındaki taîeb, ter­cih olunur. Çünkü menfaati istimal hususunda kısmet, muhayeeden daha kuvvetlidir. (Netayicül'efkâr).

Bu müşterek malın sahihlerinden hiç biri kısmet talebinde bulunma­dığı halde içlerinden biri muhayee isteyib de diğerleri imtina etseler hâ­kim tarafından muhayeeye cebr olunur. Şâyed muhayeeden sonra bir kıs­mı kısmet talebinde bulunursa muhayee fesh olunarak taksim yapıür. (Hidaye, Hindiyye).

331 - : Taksimi kabil olmayan bir müşterek malın sahiblerinden bi­ri muhayee isteyib de diğeri muhayeeden imtina etse muhayeeye cebr olu­nur. Meğer ki bu muhayee, tatili mülkü mucib olsun, o takdirde cebr olu­namaz.

Meselâ: Bir tarik, iki kimse arasında müşterek olub birinin mülküne iysal decek başka tarik bulunmasa bu tarik hakkında., muhayee yapılamaz {Mecmaül'enhür, Mecelle şerhi: Atıf Efendinin.)

332 - : Sefine, değirmen, han, hammam, kahve han gibi kiraya veri-lib ücretle müntefi olduğu müşterek akarlar, taliblerine kiraya verilib üc­retleri hissedarlar arasında hisselerine göre taksim olunur. Hissedarlardan biri, hissesini kiraya vermekden kaçınsa muhayeeye cebr olunur. Çünkü bir hissedar, yalnız kendi hissesini kiraya veremez. Fakat birinin nöbetin­de gailesi, yani kira bedeli ziyade olursa bu ziyade hissedarlar beyninde taksim olunur. Zira bu akarda gaîle fazlası, hissedarlar arasında müşte-rekdir. (Ankaravî, HâmMiyye).

333 - : îstimâl üzere yapılan muhayeede hissedarlardan her biri zş-manen muhayeeden sonra kendi nöbetinde müşterek akarın ve mekSnen muhayeeden sonra kendi hissesine isabet eden parçayı bizzat istimal edebi­leceği gibi başkasına icar ile ücretini kendisi için ahz da edebilir, şeriki bundan hisse alamaz. Çünkü her hissedarın nöbetinde menafi kendi mül­künde hadis olmuş olacağından bu menafii başkasına temlike salâhiyyeti vardır. Bu temlikin muhayeede şart edilib edilmemesi müsavidir.

Bu, Şemsül Eimmetis Serahsîye göredir. Mecelle'de de ihtiyar edil­miştir. Diğer bir kavle göre sükna üzerine muhayeede kiraya vermek şart edilmemiş bulunursa icar cihetine gidilemez (Tatarhaniyye, Abdülhalim-fetâvâsı). [69]         

 

Muhayeenin Sureti İfası Ve Feshi :

 

334  - : Muhayee, ya ibdidaen menafi ve istimal üzerine veya ibti-daen istiğlâl üzerine yapılır. îbtidaen menafi ve istimal üzerine muhayee yapıldıkdan sonra hissedarlar kendi nöbetlerini kiraya verib de birinin nö­betinde kira bedeli ziyade  olsa diğer hissedar o ziyadeye ortak olamaz. Çünkü bu veçhile muhayeede hissedarlar arasında muadele hâsıl olduğun­dan bilâhare husule gelecek ziyade bu muadeleye zarar vermez.

Amma ibtidaen îstiğlâl üzere muhayee yapılmış olunca bakılır: Eğer yalnız bir müşterek hanenin kirasını bir ay biri ve bir ay da diğeri almak üzere muhayee yapılmış ise fazlası müşterek olur. Fakat iki haneden biri­nin gailesini biri, diğerinin gailesini de diğeri almak üzere muhayee yapıl­mış ise bunlardan bir hanenin gailesi ziyade olunca diğer hissedar ona müşarik olmaz. Çünkü hane bir olunca şerikler bu müşterek haneden bir zamanda menfaati istifa etmeyib aietteakub istifa ettikleri için bu karz gibi itibar olunur, yani: Bir şerik bir ayın gailesinden kendi hissesini di­ğer şerike - bu .şerikin diğer aydaki hissesinden istifa etmek üzere  ödünç vermiş sayılır. Bu halde ödünç mikdan istifa edilince bakisi müş­terek olur. Bu muhayeede muadele ancak bu suretle tahakkuk eder.

Amma hane iki olunca menafiin istifa zamanı müttehid olmakla onda ifraz ve temyiz ciheti râcihdir. Bu halde her hissedarın kendi mukadder me-nafiinde husule gelen ziyade kendisine aid olur. (Hidaye, Kâfi, Fethül'mu-în).

335 - : Hissedarlar, kendi aralarında bitterazi zamanen veya mekâ-nen muhayee yapdıkdan sonra bu muhayeeyi yalnız birisi fesh edebilir, ve-levki bir özre mebni olmasın. Fakat hissedarlardan biri, kendi nöbetini ve­ya kendi hissesini:başkasma kiraya vermiş olursa kira müddeti nihayet bin-madıkca diğer hissedarlar muhayeeyi fesh edemezler. Çünkü bu mecura müstecirin hakkı taallûk etmişdir, müstecir razi olmadıkça bu fesh yapıla­maz. (Tatarhaniyye).

336 - : Hâkimin hükmiyle yap'lmış olan bir muhayeeyi hissedarlar­dan yalnız biri, satmak gibi bir özür bulunmadıkça fesh edemez. Çünkü fesh etse hâkime müracaatla muhayee iade edilebileceğinden bu feshde faide yokdur.

Fakat hissedarlardan biri, hissesini satmak veya taksim eylemek iste dikde muhayeeyi fesh edebilir. Arama müşterek malı mücerred eski hali­ne iade etmek üzere sebebsiz yere muhayeeyi fesh edecek olsa feendisine

hâkim müsaade etmez, (Tatarhaniyye).

337 - : Hissedarlardan birinin veya hepsinin vefatiyle muhayee bâ­tıl olmaz. Belki muhayee vâris'-îr arasında devam eder. Çünkü bu muha­yee hissedarlardan veya vârislerden birinin talebiyle iade edileceğinden bâtıl olmasında faide yokdur. (Hidaye). [70]

 

Müşterek Malların Tamiratına ".Ve Sair Esarifine Aid Meseleler :

 

338 - : Eşhas arasında veya eşhas ile evkaf beyninde müşterek olan bir mülk tamir ve termime muhtaç olunca sahihleri hisselerine göre büiş-tirâk tamir ederler. Çünkü garamet, ganimete göredir.

Hissedarlardan biri, diğerinin izniyle kendi malından kadri maruf pa­ra sarf ederek müşterek mülkü şirket hesabına tamir etse şerikinin hisse­sine masrafdan ne isabet ederse onu şerikinden alır. Şerikin bu isabet ede­cek mîkdarı ödeyeceğini dermeyan etmiş olmasına hacet yokdur. (Hülâsa.

339 - : Tamire muhtaç olan müşterek mülkün sahihlerinden biri gaib olub da diğeri onu tamir etmek isteyince hâkimden izin alır. Bu izin o gaib şerikin izni makamına kaim olur. Binaenaleyh masrafdan hissesiyle o gaibe rücu eder. (Hülâsa).

340 - : Bir kimse, şerikinden veya hâkimden izin istihsâl etmeksizin müşterek mülkü kendi kendine tamir etse müteberri sayılır, masrafını kıs­men şerikinden alamaz. O mülkün gerek kısmeti kabil olsun ve gerek ol­masın. (Tenkih-i Hâmidi.

341 - : Bir kimse, kabili kısmet olan büyük konak ve han gibi müş­terek bir malı şerikinin imtinauıa rağmen kendisi hodbehod.tamir etse mü­teberri olur, şerikine tamir masrafından hissesiyle rücu edemez. Bu kim­se, şerikinin bu imtinaına rnebni hâkime müracaat etse hâkim, tamire c'ebı edemez. Çünkü bu cebir, şerikin zararına badi, hakk-ı mülkiyyetine bir ne­vi tecavüzdür. Şu kadar var ki, o kimse de kendini zarardan kurtarmak is­terse o malın cebren taksimim taieb edebilir, kısmetden sonra kendi his­sesinden dilediğini yapar. (Terkih-i Hâmidî).

342 - : Diğermen, ha zararım, duvar gibi kabili kısmet olmayan müş­terek bir mülk tamire muhtaç olub sahihlerinden bir kimse, tamir etmek istediği halde şeriki imtina etse tamire icbar edilemez. Belki o kimse hâki­min izniyle kendi tarafından kadri maruf para sarf ederek tamir eder ve masrafdan şerikinin hissesine icabet eden para, kendisinin ondan alacağı olur. Bu müşterek mülkünü kiraya verib ücretinden alacağını istifa edebi­lir. Fakat hâkimden istizan etmeksizin tamir etmiş olursa sarf etdiği kad­ri marufa bakılmayıb ancak tamiratın tamir vaktindeki kıymetinden şeri­kinin hissesine isabet eden mikdarı o müşterek mülkü kiraya vermek su­retiyle ücretinden istifa edebilir.

Meselâ: O mülk, tamirden evvel bin lira, tamirden sonra da bin yüz lira kıymetinde bulunsa aradaki yüz lira tamiratın kıymeti olur. Tamir eden şerik, diğer şerike bundan hissesine isabet eden mikdar ile rücu eder. Bilfarz bunlar bu mülkde münasefeten müşterek bulunsalar, bu yüz lira-nın yansiyîe rücu edilir, fazla masraf, teberru sayılır.

Şayet sarfiyyat, bu kıymetden az bulunursa zahir olan kavle göre bu sarfiyyatın yarısiyle rücu edilir. Diğer bir kavle göre masraf yapan şerik, bu farka malik olacağından bunun yarısını şerikine temlik etmek için vâki tamirat kıymetinin yarısiyle rücua müstahik olur. (Hamevî, Dürerül'hük-kânı).

343 - : Değirmen, hammam gibi kabili kısmet olmayan müşterek bir mülk bükülliyye yıkılıb veya yanıb da sırf arsa kaldığı halde sahihlerin­den biri taina etmek isteyib de diğeri imtina etse binaya cebr olunamaz. Çünkü bir zarar, kendi misliyle izale edilemez ve bir insan kendi mülkü­nün slâhına icbar edilemez. Bu halde arsa kabili kısmet ise sahihlerinden birinin talebine binaen taksim olunur. (Hamevî, Ankaravî).

344 - : Fevkanisi birinin, tahtanisi de diğerin   mülkü olan ebniye münhedim veya muhterik- olsa her biri kemafissabık ebniyesini yapar, bi­ri diğerine mani olamaz. Fevkanî sahibi, tahtanı sahibine: «Sen ebniyye ni yap ki, üzerine ben de ebniyyemi yapayım.» deyib de tahtan! sahibi im­tina etse buna hapis ile veya darb ile cebir olunamaz. Belki fevkani sahi­bi, hâkimden  izin alarak tahtanı ve fevkanî ebniyyeyi inşa etse tahtanı sahibini - masrafdan hissesini verinceye kadar - tahtanîde tasarrufdan, meselâ orada ikametden men eder. Bu halde bu tahtanî kısmı, fevkanî sa­hibinin elinde rehin gibi olur. (Ankaravî).

Şâyed tahtanî sahibi, bunu hadm ederse binaya cebr olunur. Fakat fevkanî sahibi, kendi ebniyyesini hadm ederse binaya cebr olunamaz. Çün­kü fevkaninin vücudu, bekası tahtanîye rhütevakkıfdır, tahtanînin mevcu-diyyeti, devamı ise fevkaniye mütevakkıf değildir. (Bedayi).

345 - : îki komşu arasında münasefeten müşterek bir duvar üze­rinde iki tarafın köşk ve kiriş uçları gibi hamuleleri olduğu halde duvar münhedim olub duvarın enli olmamasından dolayı arsası kabili taksim bulunmasa da brinin imtinaı üzerine diğeri hâkimden bilistizan bina ey­lese şeriki masrafının yarısını tediye edinceye kadar o duvar üzerine ha­mule vaz'ından menedilebilir.

Duvar münhedim olmayıb da şerikler onu müttefikan hadm etmiş­ler ise hükm yine böyledir. Hâkimden izin almaksızın bina edildiği tak­dirde masrafa bakılmaz. Binanın inşa vaktindeki mebniyyen kıymetinin yarısı istifa edilinceye kadar imtina eden şerik, hamulesini vaz etmekden menedüebilir.

346 - : Münhedim olan duvarın arsası enli olub da îedeıtaksim her şerik, kendi hissesine ebniyyesinin hamulesini vazedebilecek bir halde bu­lunsa taksim cihetine gidilir. Bir şerik, bu cihete gitmeyib de duvarı bı na etse masrafını müteberri olur. Çünkü bu veçhile binaya muztar değil­dir. (Hülâsatül'fetâvâ, Reddimuhtar).

347 - : İki hane arasındaki müşterek duvar, münhedim olub da bi­rinden diğerinin makarrı nisven olan mahalli görünüyor olduğu cihetle birinin sahibi bu duvarı müştereken bina etmek istediği halde diğerinin sahibi imtina eylese binaya cebr olunmaz. Bu halde duvarın arsası kabili kısmet ise bittaleb taksim olunur, kabili kısmet değilse tahtadan yahud sair bir şeyden biliştirâk aralarında b:"r sütre ittihaz etmeleri için ledet-taleb hâkim tarafından cebr olunur. (Haniyye).

Bu münhedim duvar, iki hane sahibi arasında müşterek olmayıb yal­nız b;rinin mülkü olduğu cakdirde de bn hükmdedir. (Ali Efendi fetâvâsı).

348 - : İki komi arasında müşterek olan duvara vehn gelib de yı­kılmasından korkulma ila biri yıkdırılmasım istediği halde diğeri imtina etse bilİFiirâk hadm etmemeleri üzerine cebr olunur.

Böyle inhidama mail ıMr duvar, iki kimse arasında müşterek olmak­la beraber bu duvar üzerinde yalnız birisinin hamulesi bulunmakla diğe­ri: «Hamuleni kaldır, duvarı hadm edelim, inhidamiyle birimize mazar­ratı olmasın.» diye tenbih ve işhadda bulunsa da badehu hamule sahibi hamulesini kaldırmayıb duvar münhedim olarak tenbih eden şerike za­rar verse bu zararının yarısını hamule sahibine tazmin etdirebilir. (Ha­niyye).

349 - : İki çocuk veya iki vakf arasında müşterek  olan bir akar. tamire muhtaç olub da hali üzere ibkası çocuklara veya vakı'flara muzir olduğu halde iki vasiden veya iki mütevelliden biri, tamir etmek isteyib de diğeri imtina eylese vesayetden ve tevliyyetden azl olunarak yerine tamir edecek başka bir vasi ve mütevelli nasb olunur. Vasi veya müteveüi hâkimden istizan etmeksizin tamir ederse müteberri olur.

Meselâ: İki çocuğun haneleri beyninde bir müşterek duvar olub da bu duvarın yıkılmasından korkuîarak birinin vasisi, tamir etmek istediği halde diğerinin vasisi imtina eylese hâkim tarafından bir emin zat gönde­rilerek bakılır: Eğer duvarın hali üzere terki takdirinde çocuklar hakkın da zarar tahakkuk edeceği malûm olursa imtina eden vasiye diğer vasi ile müştereken çocukların malından o duvan tamir etmek üzere cebr olu­nur. Bir vasi veya mütevelli, çocuğun veya vakfın mutazarrır olmasına razı olamaz.

350 - : İki vakf beynindeki müşterek olan bir hane, velevki kabili kısmet olsun tamire  muhtaç olub  da mütevellilerden  biri  tamir etmek istediği halde diğeri imtina  eylese   vakfın malından tamir etmek üzere hâkim canibinden kendisine cebr olunur. Fakat diğer mütevelli, bunu hod-behod tamir ederse müteberri sayılır. Çünkü bu hususda muztar bir va-ziyetde bulunmuş değildir.

351 - : Bir hane vakıf ile mülk beyninde müşterek olub da tamir-siz terki, mülke muzir olduğu halde vakfa muzir bulunmasa mütevelli ta­mire  cebr olunamaz.  Bilâkis  vakfa  muzir  olsa mütevelli imtina  edince cebr olunur. Vakıfda gaile mevcud olmasa mütevelli hâkimin izniyle vakf için istidane edib tamire sarf eder. fHayriyye, Reddimuhtar).

352 -  İki kimse arasında bir hayvan müşterek olub da şerikler­den biri onu beslemekden imtina etmekle diğeri hâkime müracaat eylese hâkim, imtina eden şerike: «Ya hisseni sat veya müştereken hayvanı bes­le.» diye emr eder. Çünkü aksi takdirde müracaat eden şerik, mutazarrır olacakdır. Maamafih hâkim, bu müracaat eden şerike    hayvanı besleyib hissesini bilâhare almak üzere izin de verebilir. Fakat bu şerik, hayvanı hodbehod beslerse müteberri olur. "(Tatarhaniyye. Hindiyye, Reddimuhtar) [71]

 

Müşterek Ve Gayrı Müşterek Irmakların Islahına Dâtr Meseleler ;

 

353 - : Nîl ve Fürat gibi memlûk olmayan nehirlerin geriy ve ısla­hı, yani: Hafri, ayıklanması beytül'mâl üzerinedir. Çünkü bunlar, âmme maslahatı icablarındandır. Fakat beytül'mâlde bu gibi işlere sarf edilecek para bulunmazsa bunları ayıklamak nasa bir vazife olur. Bundan imtina ederlerse kendilerine cebr olunur. Zira zararı âmini def için buna ihtiyaç vardır. Buralarda bizzat çalışarak takımdan olmayan zengin kimseler, bu­nun  meaarifini vermekle mükellef tutulurlar. (Zeyleî, Reddimuhtar).

354 - : Memlûk olan müşterek nehirlerin ayıklanması, bunların sa-hibleri, yani:  O  nehirlerden hakk-ı  şirbleri  olanlar üzerine  lâzım  gelir. Yoksa hakk-ı şefe ashabı bunların hafri ve ıslahı meunetine teşrik edile­mez. Çünkü bunların rakabeleri, hakk-ı şirb ashabına aiddir. Hakk-ı ş°fe ashabı ise gayrı mahduddur ve mücerred ibahe tarikiyle bunlardan isti­fadeye müstahikdirler.  (Reddimuhtar, Mecmaül'enhür).

355 - : Hakk-ı şirb, sahihlerinden bazıları müşterek nehri hafr ve ıslah etmek istedikleri halde bazıları bundan kaçınsalar bakılır: Eğer bu nehir, minvechin âmm ise bu kaçınanlara sairleriyle biliştirâk ayıklamai üzere cebr olunur, yoksa ayıklanması beytüPmâle aid olmaz. Çünkü bu­nun menfaati bu şeriklere aiddir.

Fakat, bu, bir nehri hass ise ayıklamak isteyenler, hâkimin izniyle o nehri ayıklayıb imtina eden şeriki - masrafdan hissesine düşen mik-darı verinceye kadar - o nehirden hakk-ı şirb ile intifadan menederler

İmam-ı Âzam ile imam Ebû Yûsuf e göre şeriklerden birinin imtins-ma mebni diğerleri hâkimden izin almaksızın hafr ve ıslahda bulunduk­ları takdirde de hükm böyledir, o şeriki menedebilirler. İmam Muham-med'e göre ise hâkimin izni olmaksızın hafr ve ıslahda bulunurlarsa mü-teberri olacaklarından imtina eden şeriki intifadan menedemezler. Müf-tabih olan da budur. (Hidaye, Reddimuhtar).

356 - : Hakk-ı şırb ashabının kâffesi. malik oldukları müşterek neh­ri ayıklamakdan imtina etseler bakılır: Eğer bu nehir, bir nehri âmm ise ayıklamak üzere kendilerine cebr olunur, ve eğer hass ise cebr olunamaz Çünkü bunîsnn menfaati yalnız  bunlara râci ve ıslahını terkden müte-veîlid zarar da kendilerine müteveccih olacağı cihetle icbara lüzum yol­dur. Maamafih müteehhir fukahadan "bazılarına göre bu halde de cebr olu­nur. (Hizane, Reddimuhtar).

357 - : Gerek Fürat, Dicle gibi memlûk olmayan ve gerek mem­lûk olan nehri âmmm kenarında bir kimsenin yeri olub da su içmek vs nehri ıslah etmek gibi ihtiyaçlar için başka yol bulunmasa âmme o yer­den mürur edebilir, sahibi bu mürura mani olamaz. Çünkü bu suretle za­rarı hass iltizam edilerek zararı âmm defedilmiş olur. {Camiül'füsûleyir

358 - : Müşterek nehirlerin gerek âmm olsun ve gerek olmasın me-uneti, hafr ve ıslahı masrafı yukarıdan başlar ve ibtida cümle hissedarlar bu masrafda müşarik olurlar ve en üst tarafdaki hissedarın arazisinden ^içildikde İmam-ı Azama göre o hissedar halâs olur, ondan sonraki kısmın merafikine iştirak etmez. Çünkü o kısımda onun faidesi yokdur. Müfta-bih olan budur. îmameyne göre ise bu gibi nehirlerin mesarifinde başdan sonuna kadar bütün şerikler ortak olurlar. Zira üst tarafdaki hissedar, faz-.3 suyunu aşağıya akıtmağa mecburdur.

İmamı Azama göre sırasiyle nehrin aşağısına kadar inilir. Yani: bu­nun mesarifinden evvelâ birinci şerik, sonra ikinci şerik daha sonra üçün-" cü şerik ilâah'rihi halâs olur. Zira garamet, ganiteme göredir.

Meselâ: On kimse arasında müşterek olan bir ırmak ayıklanacak  oldukda en üst tarafdaki hissedarın arazisi nihayetine kadar olan parçaya aid mesarif, cümlesinin üzerine lâzım gelir. Sn üst tarafdaki şerikin me-sarifi cümlesinin üzerine lâzım gelir. Ve bu üst tarafdaki şerikin kendi arazisinin mabadinde menfaati kalmayacağı cihetle o, beri olub andan sonraki mesarif dokuzu üzerine lâzım gelir. Bu ikincisinin arazisi dahi ge­çildikçe o da beri olub ondan sonraki masraflar sekizi üzerine taksim edi­lir. Sonra bu siyak üzere gidilir ve en aşağıdaki hissedar cümlesinin mas­rafında müşarik olarak en sonra kendi hissesini yalnız kendisi yapar. Çün­kü o hissedar, bu ıslahat kendi arazisine kadar devam etmedikçe bu ne­hirden müstefid olamaz. Bu cihetle en yukarıdaki hissedarın masrafı hep­sinden az ve en aşağıdaki hissedarın masrafı da cümlesinden ziyade olur. 'Reddimuhtar, Mecmaül'enhür),

359 - : Nehri âmden hark ve cedvel ile su alan köy ahalisi bu neh­ri tathir ve ıslah eder de bir kariyenin hark ve cedvelinin ağzına vâsıl olunca artık bu nehrin mütebaki  mesarifinden    kurtulurlar, arazilerinin müntehasına kadar bu nehri başkalariyle birlikde ayıklamaya mecbur bu­lunmazlar.

360 - : Müşterek kârizi veya bir evde bulunan çeşme veya abdestlik gibi suları müşterek şeylerin mecrasını ayıklatmak meuneti, - müşterek nehirlerin aksine olarak - aşağıdan başlar. Çünkü kâriz veya çeşme sa­hibi bunların aşağıdaki mecrasına muhtaçdır.

Binaenaleyh yukarıdakiler, en aşağıdaki hissedarın arsasmdaki kâriz veya mecra mesarifinde iştirak ederler, ve ondan yukarı çıkıldıkda o his­sedar masrafdan kurtulur. Zira onun kirli sulan yukarıdaki yerlere cere­yan etmez. Artık bu veçhile birer birer kurtularak en yukarıdaki hisse-iar, kendi hissesini yalnızca olarak yapar, bu veçhile en aşağıdaki hisse-iarm masrafı hepsinden az olur. (Reddimuhtar).

361 - : Tariki hassın tamiri de -kâriz gibi aşağıdan başlar ve ağzı, yani: Tariki hassın medhali aşağı, müntehaai <3a yukarı ad ve itibar olu­nur.

Binaenaleyh tariki hassın ağzında bulunan hisseajr yalnız kendi Li­sesine aid olan tamir mesarifine ortak olur, kendisinin hanesi, saha-i mül geçüdikde o tamirden halâs olur. Çünkü bu yolun ağzındaki hissedarın, endi hissesinden yukarı bulunan kısımdan intifaa hakkı yokdur, hattâ o ısma mürur bile edemez. Bu yolun müntehasında bulunan hissedar ise ıer birinin mesarifine iştirak etdikden başka kendi hissesini de yalnız ;endisi yapar. (Hindiyye, Dürerül'hükkâm).

362 - : Tariki hâssın tamiri, rakabe'sine malik olanlar üzerine lâzım

jelir, yoksa o tarikden mücerred hakk-ı müruru bulunanlar üzerine lâzım ;elmez, bunlar onun tamirine iştirak etmezler. Zira meunet, etbaa değil, ısul üzerine vacibdir. (Hindiyye, Hayriyye, Mecelle-i ahkâm-ı adliyye). [72]

 

Malikî'lere Göre Kısmet :

 

1 - : Maliki fukahasınca kısmetler kısmet-i muhayee, kısmet-i te­razi ve kısmet-i kur'a namiyle üç nevidir. Şöyle ki:

(A) Muhayee, kısmeti menafi demektir ki, müşterek bir köleyi şerik­lerin meselâ birer ay nöbetle istihdam etmeleri veya müşterek bir hane­de birer sene oturmaları gibi.

îki köleden her birini bir şerikin istihdam etmesi veya iki haneden her birinde bir şerikin ikamet eylemesi de bu kabildendir.

Müşterek bir hayvan veya köle gibi şeylerin teceddüd eden gailele­rinde muhayee caiz, değildir. Bunlar bir inzibat altında bulunmazlar. Fa­kat kiralan malûm, muttarid olan hayvanların, hanelerin veya değirmen­lerin kiraları hakkında muhayee caizdir.

Muhayee, teceddüd ve tahavvül etmesi itibariyle bir nevi icare gi­bidir.

(B) : Kısmet-i terazi, şeriklerin aralarındaki müşterek mallan birriza taksim etmeleridir. Bu mallar mütemasil ve mütehalii olabilirler. Bu tak­simin tâdil ve takvimden sonra" yapüıb yapılmaması müsavidir. Bu tak­sim, gabından dolayı reddedilemez. Meğer ki bir takvim = Hisselere kıy­met takdiri neticesinde yapıîıb aradan çok zaman geçmemiş olsun. Bu hal­de kısmet, gabından dolayı reddedilebilir.

Kısınet-i terazi, iriinveehin beyi' gibidir, minvechin de hakları tem­yiz mesabesindedir, beyide carî olmayan tesamüh bu kısmetde carî olur.

(C) : Kısmet-i kur'a, bu, şeriklerin m&şaen müşterek oldukları şeyler­deki haklarını temyiz ve ifraz mahiyetindedir, yalnız mütecanis veya mü­temasil olan şeylerde carî olur, mui£elif şeylerde carî olmaz.

Meselâ: Bir mikdar buğday veya bir sığır ile bir manda hakkında bu kısmet carî olabiür. Fakaî^ir hayvan ile bir mikdar buğday arasında ca­rî olamaz. kur'ada hakları ifraz için bir kasımın bulunması kâfidir. îki olması ise eftaldir. Fakat maksumun eczasını tâdil, kıymetleri­ni takvim ve tâyin edecek olan mukavvimin müteaddid olması lâzımdır.

Kassamın ücreti şeriklerin adedine göre tevzi edilir, hisselerin mik-darma göre değil, çünkü az hisselerin temyiz ve ifrazındaki zahmet da çok hisselerin temyiz ve ifrazındaki zahmet gibidir. Maamafih kassam olan* zat, beytül'mâlden bir ücret almamakda ise şeriklerden ücret alması mekruhtur. Çünkü bu, mekârimi ahlâka münâfîdir. Beytül'mâl'den ücret aldığı takdirde ise şeriklerden ayrıca ücret alması haramdır.

Kısmet-i kur'a, gabn vukuu takdirinde fesh edilebilir.

3 - : Akar, siyab, hayvan gibi  şeylerin taksimi kıymetlerine göre yapılır, bahçede bulunan muhtelif ağaçlar hakkında yapılan kısmet gibi. Meğer ki maksumun efrad ve eczası arasında ihtilâf bulunmasın o halde aded ile, mesaha ile, keyl veya vezn ile taksim yapılır.

4 - : Müteaddid kimseler, bir takım köylere veya    hanelere veya arazi ile su menbalarma müştereken malik olmakla içlerinden bazıları bun­lardaki hisselerinin bir yerde cem edilmesini, bazıları da her birindeki his­selerinin kendilerine  ayrı ayrı taksim edilib verilmesini    istese bakılır. Eğer bunlar birbirine yakın, mevkileri bakımından nas arasında  müsavi olub aralarında büyük bir ihtilâf mevcud değilse her birinin hisseleri bir yerde cem edilmek üzere tefrik ve taksim edilir. Fakat bunlar muhtelif olursa, meseli: Arazi ile su menbalan muhtelif olub araziyi İska husu­sunda menbalarm kuvvetleri mütefavit bulunursa bunlar ayrı ayrı tak­sim edilerek her birindeki hisseler ayrıca tâyin edilir.

5 - : Müşterek su mecralarının taksimi için şeriklerden hiç birine eebr olunamaz. Çünkü suyun bir mecradan akması, rüzgâr veya mahallin yüksekliği ve alçaklığı sebebiyle kuvvetli olabilir, taksimi takdirinde ise her hak sahibine hakkı kemaliyle verilmiş olamaz. Fakat bunlarda da bir­riza kısmet caizdir.

6  - : Az bir yer, meselâ küçük bir hane müteaddid kimseler ara­sında müşterek olub da bunun taksimi takdirinde hiç biri hissesinden is­tifade etmeyecek olsa da şeriklerden velev birinin: talebi üzerine taksimi cihetine gidilir.

7  - : Miras veya şira suretiyle iki kimse arasında bir mal, meselâ arazi müşterek olduğu halde bunlardan biri gaib bulunmakla diğeri kadı­ya müracaat ederek kısmet talebinde bulunsa kadı, bunu aralarında tafc-sim ederek gaibin hissesini ayırır.

8 - : bit müteveffanın bütün vârisleri çocuklardan ibaret bulun­sa bunlara mevrûs olan terekeyi bunların vasileri bizzat taksim edemez.

Bu taksimi çocuklar hakkında hayırlı gördüğü takdirde ancak kadı yap;. bilir. (Elmüdevvenetürkübra, Muhtasar-i Ebizziya şehr-i kebiri). [73]

 

Şafiî'lere Göre Kısmet :

 

1 - : Şafiî'lere göre de müşterek olan mallan ya mükellef olan şe-rikler kendi aralarında birriza taksim ederler veya bu taksime birini ve­kil tâyin ederler ve yahud veliyyüremr veya onun nasb edeceği kimse tai-simde bulunur. Hattâ şeriklerden bazıları gaib olsa da veliyyüTemrin di-îbi taksimde bulunabilir.

Binaenaleyh taksimler birriza oîacağı gibi bilkaza da olabilir. Ve di­ğer bir itibar iJe taksimler, kısmeti ecza, kısmeti tâdil, kısmeti red namiy-le üç neve ayrılır. Şöyle ki:

(A) : Kısmet-i ecza, buna kısmet-i müteşabihat da denir. Hububat de-rahim, yağlar gibi misliyyatm, ebniyesi müttefik olan, yani: İki canibde-ki odaları, sofaları birbirleriyle mütenazır bulunan konakların ve eczası müteşabih olan arazi ile kumaşların taksimi bu kabildendir.

Bu kısmetde icbar carîdir, şeriklerden biri bu kısmetden imtina eder­se kendisine cebr olunur, hisseleri müsavi olsun olmasın. Bu halde his­seler tâdil edilir, şeriklere hisseleri kur'a keşide edilmek suretiyle verilir.

Kısmeti ecza, beyi mahiyetinde değil, ifraz mahiyetindedir. Bu ci­hetledir ki şerikler kendi aralarında velev ribevî bir malda cüzafen tak­sim yapabilirler, birine böyle birriza taksim neticesinde fazla hisse veril­se riba hükmünde olmaz. Çünkü riba yalnız akdde mutasavverdir, bu işe ifraz kabilindendir.

(B) : Kısmet-i tâdil, şeriklerin sehimleri kıymetlerine göre tasnif ve tâyin edilmek suretiyle yapılan bir taksimdir. Eczasının kıymetleri, inbs-tındaki kuvvet ve suyundaki kurbiyyet hasebiyle muhtelif olan arazide bu kısmet carîdir. Hisselerin kıymetde mütesavi olmaları, eczada müsavi olmaları haline ilhak olunur. Artık bu kısmetden imtina    eden şerik bu kısmete icbar edilir. Ezhar olan, budur.    Ancak böyle bir malın ceyyid olan parçası ile redi olan parçasını ayrı ayrı taksim etmek kabil bulunur­sa bu kısmeti tâdil cihetine icbar edilemez. Bunlar, ecza itibariyle taksi­mi mümkün olan başka başka yerler mesabesinde bulunmuş olur.

Kısmet-i tâdil, Zâhir-i mezhebe göre beyi mesabesindedir.

(C)  Kısmeti red, bu iki şerikden birinin diğerine müşterek maldan başka hisseler arasında tevazünü temin için - bir mal red ve itâ etmesi suretiyle oJan taksimdir.

Meselâ: Müşterek mülk bir tarlanın bir canibinde kuyu veya ağaç olub da kısmetleri mümkün bulunmamakla şeriklerden biri diğerine bir mikdar para vererek bu tarlayı taksim etseler bu bir kısmeti red olmuş olur. Şöyle ki:

Böyle bir tarla birfarz iki kısma ayrılmakla kuyu veya ağaç yalnız bir kısımda kalsa da bu kısımlardan her birinin kıymeti bin lira, kuyunun ve­ya ağacın kıymeti de yüz lira olsa bu kuyu veya ağaç kendi hissesinde ka­lan §erikin diğerine elli lira vermesi lâzım gelir.

Kısmeti red, beyi' mahiyetindedir, bunda cebir carî değildir. Bu kis-metde şeriklerin kur'a keşide eyledikden sonra lâfzen rizalan şartdır. Esah olan kavle göre bunda mücerred kur'a kâfi değildir.

2 - : îmam Şafiî'ye göre bir hane veya bir oda bazı kimseler ara­sında müşterek olmakla bunlardan biri kısmet istese bakılır: Eğer buna bu kısmet neticesinde az çok intifa edecek bir şey isabet edecek ise tak­sim yapılır, velev ki arkadaşları bu taksimi kerih görsünler.  Fakat ite buna, ne de başkalarına bir menfaat hâsıl olmayacak ise taksim yapılmaz.

3 - : Müşterek mal, nefis bir cevher veya pek kıymetli bir sevb gi­bi bir şey olub da taksiminde büyük zarar bulunursa veya küçük bir ham-mam gibi olub taksimi takdirinde kendisinden maksud olan menfaat zail olursa bunu şerikler kendi rizalariyle aralarında taksim edebilirler. Fa­kat bunu taksim için hâkime müracaat etseler hâkim, bu müracaatı icabet etmez. Belki bu taksim neticesinde o maldan matiûb menfaat bilküliyye fevt olursa hâkim onları bu taksimden men eder.  Çünkü böyle bir tak­sime kalkışmak bir sefeh eseridir.

4 - : Veliyyül'emrin nasb edeceği kassamm  erkelc, hür, âdil, mü­kellef, müslim, ilmi misaheye vâkıf olması lâzımdır. Çünkü kassanılık da hâkimlik gibi velayeti, ilzamı mütazammındır.

İlmi mesahadan maksad, mikdarlara âriz olan meçhulatı adedîyye-nin bilinmesi yollarını bildiren bir ilimdir ki, hisabdan bir kısımdır.

Kısmetde takvime, hisselerin kıymetlerini tâyine lüzum görülürse kassamm ki kişi olması icab eder. Çünkü takvim, iki kişi ile sabit olur. (Kitabül'üm, TuhfetüTmuhtaç). [74]

 

Hanbelîtere Göre Kısmet :

 

1- : Hanbelî fukahasma göre kısmet, nasiblerin - Hisselerin ba­zısını bazısından temyiz ve ifraz demekdtr ki, kısmeti terazi ve kısmeti icbar namiyle iki nevidir. Şöyle ki:

(A) : Kısmeti terazi, şeriklerin birriza yapdıkları kısmetdir. Müşte­rek bir malın taksimi, zararı mucib olub kıymetinin noksanlanmasina mÜ-eddi olursa bunda yalnız kısmeti terazi cari olur. Küçük bir henenin ve­ya hammamın veya bir ağacın veya bir hayvanın veya bir tarafında veya kuyu bulunan bir arsanın taksimi gibi.

Böyle bir malı şerikler kıymetlerine göre birriza taksimde bulunur­larsa bu bir beyi mahiyetinde olarak kendisinde beyi ahkâmı cereyan eder.

Şerikler taksime razi olmaz da içlerinden t:ri bunun satılmasını ister, diğerleri ise bundan imtina eylerse hâkim, bunu satarak semenini hisse­lerine göre taksim eyler. Esah olan kavil budur.

(B) : Kısmeti icbar, taksiminde şeriklerden hiç birine zarar olmayan ve birine bir ivaz verilmesini icab etmeyen müşterek bir malda carî olan taksimdir. Bu kısmet, mekillâtda, mevzunatda, geniş hanelerde, bostan­larda carîdir. Bunlarda ağaçlar yere tebean kısmete dahil olur. Bu nevi kısmet, beyi' mahiyetinde değildir, şeriklerden biri kısmetden imtina et­se buna hâkim cebr eder.

2 - : Hâkimin kısmete icbar ile hükm edebilmesi için üç şart vardır. Birinci şart, şeriklerin maksuma malik oldukları beyyine ile sabit ol­malıdır.

îkinci şart, taksimde zarar bulunmadığı hâkimin indinde sabit bulun­malıdır.

Üçüncü şart, maksumun ayninde şeriklerin nasiblerini başka bir ivaz verilmeksizin tâdil imkânı hâkimin indinde sabit olmalıdır. Bu üç şart bu­lunmayınca hâkim tarafından kısmete cebr edilemez.

3  - : Menafii taksim hususunda icbar carî değildir. Esah olan bu­dur. Çünkü muhayee, bir'hakkı diğer bir hak ile muavezedir. Mümtenî ise muavezeye cebr edilemez. Fakat şerikler, menafii birriza taksim edebilir­ler, yani: Müşterek malda zamanen veya mekânen muhayeede bulunabi­lirler.              -

Meselâ; Müşterek bir hanede bir müddet bir şerik, bir müddet de di­ğer şerik oturabilir. Bu caizdir, müddet tâyin edilsin edilmesin, fakat lâ­zım değildir, her biri bundan rücu edebilir. Çünkü bu; ariyet mesabesin­dedir.

Hakkında muhayee yapılan hayvanın nafakası, her şerikin nöbetin­de kendisine aiddir. Çünkü bu muhayeeye razi olmuşlardır.

4  - :  Şerikler, kendi aralarında bizzat mukasamada bulunabilirler veya bir kassam tâyin edebilirler. Çünkü hak kendilerinindir, nasıl ittifas ederlerse caizdir. Hâkimden bir kassam tâyin etmesini de taleb edebilir­ler. Bu halde şeriklerin arasındaki münazeayı kesmek için hâkimin kas­sam tâyin etmesi icab eder.

5  - : Hâkimin tâyin edeceği kassam, müslim, âdil, mükellef, kısme­te kadir olmalıdır ki, maksud husule gelsin. Kassamın ücreti şerikler ara­sında mülklerinin mikdarına göre tevzi olunur,

6 - : Şeriklerin mücerred kur'a ile yapacakları taksim, caiz ve lâ­zımdır.  Bundan rücu  edemezler.

Kezalik: Şeriklerden biri, diğerine taksimde bulunmayı birriza hava­le edib o da bilâkur'a mukasamada bulunsa bu mukasama, şeriklerin bir­birinden bedenen  aynlmasiyle lâzım olur.

7 - :  Şeriklerden  birinin  hissesinde  evvelce muttali olmadığı  bir ayıb zuhur etse kısmeti fesh ile hissesini imsak beyninde muhayyer olur. Hissesini imsak edince bu aybın erşmı = Bedelim ahz eder. Kendisinde gabni fahiş bulunursa mukasama bâtıl olur.

8 - : Şeriklerden her biri, badelkısme: «Şu benim hissemdir.» diye ihtilâfda bulunsa diğerinin iddiasını nefiy üzerine yemin eder, bunun neti­cesinde kısmet bozulur.

Kezalik; Müşterek bir yer taksim edilerek yolu yalnız bir şerikin his­sesine isabet edib de diğer şerikin hissesi için menfez = Tarik kalmasa kısmet bâtıl olur. (NeyLül'meârib). [75]

 

Zâhirîtere  Göre  Kısmet  :

 

1 - : Zahirî fukahasına göre mümkinüttaksim olan her müşterek halcda kısmet caizdir. Bunlarda bihasebilimkân kısmet yapılır. Resûli Ek­rem, sallallâhü taâlâ aleyhi vesellem efendimiz âdilâne kısmet yapar, son­ ) rabbi!. Bu, benim daire-i kudretimde bulunan bir taksimdir, artık senin malik ve kadir olub benim malik ve kadir olamayacağım bir kısmetden dolayı beni levm  buyurma.

Kısmetden imtina eden şerik, buna icbar olunur. Çocuk, mecnun ve­ya gaib olan şerik için de hakkını ayırtacak vekil tâyin edilir.

2 - : Müşterek maldan,  meselâ:   Bir terekeden hissesini ahz eden her kimse için farzdır ki, bunun taksiminde hazır bulunan kariblerine, yetimlere,  fakirlere tiyb'î nefsiyle bir mikdar atiyyede bulunsun.  Çocu­ğun, mecnunun veya gaibin namına da velisi böyle bir mikdar atiyyede bulunur." âyeti kerimesi bunu   natıkdır.

«Sair bir kısım müctehidlere göre bu âyeti kerimedeki emir, üedbe

mahmuldür veya bu hükm, Tnensuhdur.»                                      

3 - : Kabili kısmet olmayan müşterek malın menafii şerikler ara-smda taksini olunur veya kendisi satılır. Fakat şeriklerden biri hissesini şerikine veya şeriklerine satmaya cebr edilemez.

4 - : Şerikler arasında başka, müşterek mal bulunmayınca küçük olsun olmasın hane, hammam, sevb, inci ve saire taksim olunur. Ancak mushaf-ı şerif taksim olunamaz, bir re's hayvan da taksimden müstesna­dır. Bunlar şerikler arasında müşterek olarak kalır, bunları kiraya verib ücretini iktisam edebilirler veya  bunlardan  kendileri malûm müddetler­le biFnıünavebe istifade ederler.

5 - : Müşterek mallar, müteferrik eşyadan ibaret olub şeriklerden biri kendi nasibinin tamamını bu eşyanın birinden veya bunun bir nev'in-den kur'a ile çıkarılmasını istese bununla hükm edilir, şerikleri bunu is­tesinler istemesinler müsavidir. Bütün şerikler ittifak etmedikçe neviler­den her biri, meselâ bir hane, bir akar hepsinin arasında taksim edilmez.

6 - : Kısmetde şeriklerden birine bir akarın aşağısını, diğerine de yukarısını vermek caiz değildir. Çünkü hava, arsanın dunûndadır. Hava temellük olunamaz. Havaya malik olacak kimse, arsa sahibinin bir çok ic­raatını, meselâ: Kendine aid duvarın ve sathın yükseltilmesini menede-bilecektir. Bu gibi şurut ve takyidat ise kitabullah'da mezkûr değildir. Ki-tabullah'da bulunmayan bir şart ise bâtıldır.

7 - : Müşterek bir malda şeriklerden birinin kendi kendine infazı hükmde bulunması, meselâ: O malı veya ondaki hissesini satması, sadaka vermesi, bunun hakkında ikrarda bulunması, bunu terhin eylemesi helâl değildir. Çünkü bu,  başkasının hakkında tasarruf demekdir. Kısmet za­manında kendisine hangi cüz'ün isabet edeceği meçhuldür.  Binaenaleyh bu gibi tasarruflar., ebediyyen feshe mahkûmdur, velev ki bilâhare o mal taksim edilib de tasarrufun kendi hissesine isabet etmiş olduğu anlaşıl­sın. (Kitabül'muhallâ). [76]

 

Lahika: Kura Hakkındadır:

 

Kur'a, lûgatta bir malın âlâsı, güzidesi demekdir. Develerin burunla­rına basılan damgaya da kur'a denir. Hukuk bakımından kur'a; bazı şey­lerin veya müşterek malların iki veya daha ziyade kimse arasında taksim ve tevzii için yapılan bir ameîiyye-i mahsusadır ki, bir kaç türlü olabilir.

Meselâ: Bir arsa veya bir mikdar hayvan üç kimse arasında müsa­vat üzere müşterek bulunsa bunlar üç kısma ayrılır. Bunlar için birinci, ikinci, üçüncü kısım diye müsavi kıt'ada üç parça kâğıt yazılır, bu kâğıt­lar bir zarf içine konulur, üç şerikden biri bu zarıa elini sokarak bu kâ­ğıtlardan birini alır, bu kâğnda yazılı kısirn kendisine aid olur. İkinci şe­rik de böyle yapar, geri kalan üçüncü kâğıtdaki kısım da üçüncü şerik na-nuna teayyün etmiş olur.

Şâyed böyle bir maldaki hisseler mütefavit olub meselâ: Bir arsanın nısfı bir şerikin, sülüsü diğer bir şerikin, südüsi de üçüncü bir şerikin ol­sa bu arsa müsavi altı hisseye ayrılır, şeriklerin isimleri de birer müsavi kâğıda yazılarak bir zarfa konulur. Bu kâğıtlardan biri zarfın içinden çe-kilib alınır, bilfarz ilk evvel nısıf hissenin sahibine aid isim çıksa bu arsanın birinci,' ikinci ve üçüncü muttasıl hisseleri buna aid olur. Sonra sü-düs hisse sahibinin ismi çıksa arsamn dördüncü hissesi de buna aid olub mütebaki beşinci ve altıncı muttasıl hisseler de sülüs sahibi için teayyün etmiş bulunur.

Bilâkis evvelâ: Südüs sahibinin ismi çıksa arsanın birinci hissesini alır. Sonra sülüs sahibinin ismi çıksa bu da arsanın ikinci ve üçüncü mut­tasıl hisselerini alır, mütebaki üç hi-rse de nısıf sahibi için teayyün eder.

Şeriklerden hangisinin ilk evvel kur'ayı keşide edeceği ya kendi ta­raflarından tesbit edilir veya kassamm re'yine bırakılır veya bu kur'a ke­şidesi bir şahsa havale olunur. '(Kamus, Tuhfetül'muhtaç, Haşiye-i Şirvâ-nî, ve saire). [77]

 

 (DÖKDÜNCÜ BÖLÜM)

 

MÜLKİYYET VE TASARRUF HAKLARINA VE ÎHYA-İ  MEVAT ÎLE ISTİYADA AİD KAİDELERE, MESELELERE DAİRDİR.

 

İÇİNDEKİLER : MÜLKLERÎN HÜKMLERİNE AÎD BAZİ KAİDELER. CÎV ARİYET MUAMELELERİNE AİD BAZI MESELELER. YOLLARA AİD MESELELER. HAKK-I MÜRURA, HAKK-I MECRAYA VE MESİLE AİD MESELELER. MUBAH OLAN ŞEYLERİN KEYFİYYETİ İSTİML­Kİ MUBAH OLAN ŞEYLERİN UMUMÎ HÜKMLERİ. HAKK-I ŞİRB VE HAKK-I ŞEFEYE MÜTEALLİK MESELELER. ÎHYA-İ MEVATA MÜTE­ALLİK MESELELER. ARAZİ-İ MEVATDA KAZILAN KUYULARIN VE AKITILAN SULARIN VE DİKİLEN AĞAÇLARIN HAKİMLERİ. SAYD-LARA VE İSTİYADA DAİR HÜKMLER, YİYİLMELERÎ HELÂL OLUB OLMAYAN   AV  HAYVANLARI.

MÜLKLERİN HÜKMLERİNE AİD BAZI KAİDELER : [78]

 

363 - : Her kimse kendi müstakil mülkünde, yani: Rakabesine ve­ya menfaatine malik olduğu şeyde başkasına sararı fahiş bulunmamak şar-tiyle dilediği gibi tasarrufda bulunabilir, Meselâ:    Mülk hanesini dilerse satabilir, uhde-i tasarrufundaki tarlayı dilerse başkasına ferağ edebilir. Bu hususda muhtardır, başkası onu böyle bir tasarrufa cebr edemez. Meğer ki tasarrufa icbar için bir zaruret tahakkuk etsin.

364 - : Bir kimsenin mülküne başkasının hakkı taallûk ederse bu hak, o kimseyi bu.mülkünde istiklâl üzere tasarrufdan meneder.

Meselâ: Fevkanisi birinin, tahtanisi de diğerin mülkü olan ebniyye, fevkani sahibinin tahtanide hakk-ı kararı vardır, tahtani sahibinin de fev­kanide hakk-ı sakfi, yani: Güneşden, yağmurdan, teseftür ve tahaffuz hak­kı mevcûddur. Binaenaleyh birisi, diğerinin izni olmadıkça ona muzir ola­bilecek bir şey yapamaz ve kendi binasını yıkamaz, yıkar da bu yüzden di­ğeri de yıkılırsa bunun kıymetini zâmin olur. Fakat bilfarz tahtani muh-terik veya kendi kendine münhedim olursa sahibi bunu binaya cebr olu­namaz. Çünkü bunda taaddisi yokdur. (MinehüTgaffar, Camiüi'fusûleyn).

365 - : Şeriklerden biri, diğerinin müşterek kapıdan işlemesine mani olamaz. Binaenaleyh fevkani ile tahtanimn sokak kapısı bir ve müşterek olduğu takdirde ikisinin sahiblsri o kapıyı müştereken istimal ederler, bi­ri diğerini girib çıkmadan menedemez. Aksi takdirde onun menafii muat­tal olur. (Muinürhükkâm).

366 - : Bir yere malik olan, o yerin mafevkına da, mâtahtına da malik olur. Meğer ki mafevki veya matahtı başkasının mülkü bulunmuş olur.

Binaenaleyh bir kimse, mülkü olan arsada - başkasına zaran fahiş olmamak şartiyle - istediği ebniyyeyi yapmak ve dilediği kadar çıkmak ve zeminini kazıyarak mahzen yapmak ve dilediği kadar derin kuyu kaz­mak gibi tasarrufata muktedir olur, başkasının havasına ve kuyusumyı su­larının çekilmesine sebep olacak diye bu gibi tasarruflar menedilemez. (Haniyye, Ali Efendi fetâvâsı),

367 - : Bir kimse, hanesinde kadîmen mevcud olmayıb ahiren ih­das eylediği odasının saçağını - rizası olmadıkça  komşusunun hanesi üzerine uzata.maz. Çünkü bu başkasının mülkünde tasarruf demekdir. Bi­naenaleyh uzatırsa o hane üzerine gelen mîkdarı, hane sahibinin talebiy­le kati' olunur. Velev ki haneye muzir olmasın. (Ali Efendi fetâvâsı).

368 - : Bir kimsenin bahçesindeki ağacın dallan komşusunun ha­nesi yahud bağçesi veya tarlası üzerine uzamış olsa o dallan mümkün ise bağlayıb geri çekdirmek iîe havasını tefriğ etdirmeğe komşusunun salâ-hiyyeti vardır. Fakat o dallar kaim olmakla bağlayıb geri çekdirmek müm­kün olmazsa komşusu, onları kesdirmek suretiyle kendi havasını tefriğ et-direbilir. O kimse bundan imtina ederse hâkime müracaat edilir.

Şâyed bu dallan bizzat komşu keserse bakılır: Eğer hâkimin kesdire-ceği yerlerden kesmiş bulunursa kendisine zaman lâzım gelmez. Şu kadar var ki, kesmek mâsrafiyle o kimseye müracaat edemez. Fakat sahibine faideli olacak yerlerden kesmemiş olursa zâmin olur. Zira bu takdirde ağaç sahibinin menfaatini zaruretsiz yere fevt etmiş oiur. (Haniyye).

Amma ağacın dalları komşunun mülküne uzamamış olduğu suretde gölgesi komşunun bahçesindeki mezru.ata muzirdir diye ağaç kesilemez. Çünkü bu ağaç, sırf sahibinin mülkünde bulunmuşdur. (îmadiyye).

369 - : Hiç bir kimse kendisinin rakabeten veya menfaaten malik olduğu şsyde tasamıfdan men olunamaz.

Meselâ: Bir kimsenin mülkünde kazdığı kuyuyu komşusu: «Benim kuyumun suyunu çekib aldı.» diye menedemez. «Fetâvâyı cedide).

Kezalik: Bir kimsenin tapu ile mutasarrıf olduğu arsada hükümetin izniyle bina etmiş olduğu değirmeni yakınında değirmeni' olan bir şahs: «Benim değirmenime kesad verirsin.» diye sed etdiremez. (Ali Efendi fetâvâsı).

Fakat bir kimsenin kendi mülkünde tasarrufu, başkasının zararı fa­hişine sebebiyyet verirse bu tasarrufdan istihsanen men olunabilir. İmam Ebû Yûsuf'un kavli böyledir. Müftabih olan da budur. Mecelle'de de bu kabul edilmişdir. Kıyas bakımından ise men olunamaz. Zira o kimse ken­di halis mülkünde mutasarnfdır. Zahirüddin, İbni Hümam gibi bir kısım fukaha da bunu tercih etmişlerdir. (Fethül'kadir, Dürrümuhtar). [79]

 

Cîvariyyet Muamelelerine Aid Bazı Meseleler :

 

370 - : Her kimse,  müstakillen malik olduğu duvar üzerine dile­diği kadar çıkabilir ve istediği şeyi yapabilir, pencere açabilir. Şâyed bu pencere  komşusunun bahçesine  nazır olursa komşusu da kendi bahçesi içinde duvar yapmak perde tesis etmek gibi bir suretle bu nazarete manı olabilir.

Binaenaleyh bir kimseyi mülkünde bu veçhile tasarrufdan zararı fa­hiş olmadıkça komşusu menedemez.

371 - : Binaya zarar veren, yani: Binaya zaaf getiren ve binanın in­hidamına sebeb olan, yahud havayici asliyyeyi, yani: Sükna gibi binadan maksud olan menfaati asliyyeyi meneden, meselâ: Ziyayı bilkülliyye sed eyleyen şeyler, zararı fâhişdir.

Binaenaleyh bir kimse, komşusunun duvarına bitişik olarak muzahra-fat için çukur kazıyarak o duvara vehn ve zarar verib çimento ve kireç gi­bi şeyler ile bu zararı izâle mümkün olsa bu veçhile zararı izâle etmesi­ne emr olunur, mümkün olmazsa veya bu veçhile izâleden imtina etse çukurun kaldırılmasına emr edilir. (Tenkih-i Hâmidî).

372  - : Zararı fahiş, ne veçhile olursa olsun def etdirilir.

Meselâ: Bir hanenin ittisalinde müahharen demirci dükkânı veya de­ğirmen yapılıb da demir döğmekden veya değirmenin dönmesinden o ha­nenin binasına vehn gelse ve yahud fırın ihdas ile tütünün çokluğundan veya bezirhane ihdas ile kerih rayihasından o hanede oturulamayacak mertebe sahibi müteezzi olsa bunlar zararı fahiş olmakla bu zararlar ne suretle olursa olsun def ve kale etdirilir. (Ankaravî, Tahtavî).

Kezalik: Bir kimse, bir camii şerif kurbinde salhane ihdas edib kesi­len hayvanların revs ve levsinin râyihasından cemaat müteezzi olsa ledel' müracaat hâkim o salhaneyi işletmekden o kimseyi men eder. (Ali Efendi fetâvâsı).

Kezalik: Bir kimse, hanesinde aleddevam dibagat sanatı icra edib de komşuları müteezzi olsalar men olunur. Fakat bu sanatı nadiren icra edecek olsa men olunmaz. (Dürrümuhtar).

373 - : Bir kimse, başkasının hanesine muttasıl arsasında hark ihdas ederek değirmenine su icra etmekle hanenin duvarına vehn gelse, yahud bir kimse, komşusunun duvarının dibinde bulunan kendi arsasın^ da mezbele bina ve oraya süprüntü ilka etmekle duvar çürüse duvar sahi­bi zararını def etdirir.

Kezalik: Birinin hanesi kurbinde başkasının ihdas eylediği harmann tozlan gelmekle o hanede oturulamayacak mertebe sahibi müteezzi olsa bu zararı def etdirebilir.

Kezalik: Birinin harman yeri kurbinde diğeri bir mürtefi bina ihdas île harmanın rüzgârını sed eylese zararı  fahiş  olmakla ref etdirilir.

Kezalik: Bir kimsenin hanesindeki kâriz, yanlıb komşusunun hanasi-ne cereyan etmekle zararı fahşi olsa komşusunun dâvası üzerine o kârizın tamir ve İslahı lâzım gelir. (Mecelle, Ali Efendi fetâvâsı),

374 - : Bir hanenin havasım veya nazaretini kesmek, yahud bir ha­neye güneşin girmesini menetmek gibi havayici asliyyeden olmayan me-nafüne mani olmak, zararı fahş sayılmaz. Fakat ziyayı bilkülliyye sed et­mek, zararı fahşdır. Binaenaleyh bir kimse bir bina ihdas ile komşusu­nun kadimden beri bir pencereli olan odasının penceresini sed edib de oda içinde yazıb okunamayacak mertebe karanlık olsa zararı fahş olmak la defetdirilir, kapısından ziya alsın denilemez. Çünkü odanın kapısı so-ğukdan ve sair sebeblerden dolayı kapamağa muhtaç olur. Başka tarafdan pencere açsın da denilemez. Zira bu, sahibi için bir zarardır ve hanesi­ni başka bir şekle ifrağ demekdir.

Ve eğer odanın iki penceresi olub da birisi yukarıdaki veçhile bina ihdasîyle kapatılmış olsa bû, zararı fahiş sayılmaz. Çünkü bu halde men­faati asliyye fevt olmuş sayılamaz.

375 - : Mutbah, kuyubaşı ve hanenin avlusu gibi makam nisvan olan mahallin görünmesi, zararı fahiş sayılır. Bahçede bulunub kadınlara mahsus olan mutbah ve kuyu başı da bu hükmdedir.

Binaenaleyh bir kimsenin hanesinde ihdas eylediği penceresinden ya­hud muhdesen inşa eylediği binanın penceresinden bitişik komşusunun, yahud sokak aşırı hanesi bulunan bir kimsenin makam nisvan olan mahalli görünür olsa bu zararın ref'iyle emr olunur. O kimse de kadınlar gö-rürrmeyecek suretde ve kendi mülkünde duvar veya tahta perde yapıp bu zararı defetmeğe mecbur olur. Amma behemahal penceresini duvar ile sed etmek üzere cebr olunamaz.

Nitekim çitden yapılmış bir duvann aralığından komşusunun makar-rı nisvan olan mahalli görünür olsa o aralıkları sed etmek üzere duvann sahibine hâkim tarafından emr olunur. Fakat bu duvarı yıkıb da yerine tam kapalı bir duvar yapması için cebr olunamaz. Çünkü zaruretler ken­di mikdarîarmca takdir olunurlar. Duvarın aralıklarını seddetmekle za­rar mürtifi olur.

376 - : Birinin hanesinde insan boyundan yüksek bir yerde pence­resi olub da ihtimâl ki merdiven vaz'iyle komşusunun makarn nisvan olan mahalline bakar diye o pencereyi komşusu şeddetdiremez. (Tenkih-i Ha­mi dî)'

377 - : Bahçe ve selâmlık odaları makarn nisvan sayılmaz. Çünkü makam nisvan  kadınların asla müstağni olamayacakları  mahallerdir.

Binaenaleyh bir kimsenin hanesinden komşusunun makam nisvan olan mahali görünmeyib yalnız bahçesi ve yahud selâmlık ciheti görün­mekle komşusu, mücerred aralıkda kadınlar bahçeye ya selâmlığa çıkdık da haneden görünmekle «Bahçeme veya selâmlığıma olan nazaretini kes.» diyemez. Hattâ bir kaç sene sonra komşu, o selâmlık odalarında nisvan ikame etdikde mücerred: «Selâmlık odalarım kadîm, senin penceren isd hadis olub o odalarda nisvan iskân ve harem ittihaz etdiğimden zararını defet.» diye o kimseye cebr edemez. Zira onun makarn nisvan olması, pencerelerden sonradır. (Behçetüî'fetâvâ).

378 - : Bir kimse, bahçesindeki meyva ağacına çıkdıkda komşusu­nun makam nisvan olan mahalli görünür olsa çıkacağı gaman tesettür et­meleri için bunu komşusuna ihbar etmesi lâzımdır. îhbar etmediği tak-, dirde hâkim, onu o ağaca bilâîhbar çıkmakdan meneder. (Camiürfusûleyn)

379 - : İki kimse arasında müşterek olan konağı taksim etdiklerin-de birinin hissesine isabet eden mahalden diğerinin veya her birinin his­sesinden aharın makam nisvan olan mahalli     görünür  olsa  aralarında müştereken bir sütre ittihaz etmeleri için hâkim tarafından emr olunur. (Ali Efendi fetâvâs:).

380 - : Bir zararı kadîmden biri mevcud olursa şahsî bir menfaa­tin siyaneti için  menedilemez. Binaenaleyh bir kimse,  kendi mülkünde meşru bir suretde tasarruf etmekde iken başkası onun yanında bina ihdasiyle kendisi mutazarrır olsa zararını ancak kendisi defetmek lâzım ge­lir.

Meselâ: Bir hanenin kadîmi pencerelerinden bir şahsın muhdes ha­nesinin makarn nisvan olan mahalli görünür olsa bu muhdes hane sahibi mazarratını dilerse kendisi defeder, yoksa kadîm hane sahibinden mazar­ratın defini iddiaya salâhiyyeti yokdur.

Nitekim bir kimse, demirci dükkânına muttasıl arsasında bir hane ih­das eylese «Demir darbından haneme fahiş zarar terettüb ediyor.» diye dükkânı kapatdıramaz.                                                                   

Kezaiik : Bir kimse, eskiden beri harman yeri olan bir mahallin kur-binde biri hane ihdas etdikde «Harmanın tozu hanem üzerine geliyor.» di­ye harman sahibine «Burada harman döğme.» diyemez.

Fakat âmmeye aid olan bir zarar, kadîm olsa da menedilir. Meselâ: Bir hanenin çirkefi kadîmden beri tariki âmme aka gelmiş olsa da bu me­nedilir. Herkesin o yoldan gidib gelmeğe hakkı olduğundan bu meni ta­lebe salâhiyyeti vardır. (Mecelle, Dürerül'hükkâm).

381 - : Bir menzilin kadîmi, yani: Atik pencerelerinden komşusu­nun hali arsası görünüyorken menzil muhterik oldukda evvelâ: Komşusu o arsada hane ihdas etse, sonra da o menzili sahibi vaz'ı kadîmi üzere bi­na eylese de evvelki minval üzere açdığı pencereden o muhdes hanenin makarn nisvan olan mahalli görünür olsa bu mazarratı hane sahibi, def etmek lâzım gelir, atik menzil sahibine «Nezaretini kes.» diye cebr ede­mez.

382 - : Bir kimsenin hanesinde ihdas eylediği pencereler ile kom­şusunun makam nisvan olan mevzileri beynin    komşusunun bir yüksek odası bulunmakla makarn nisvan olan mahalli o pencerelerden görünmez iken komşusu o odayı yıkmakla veya oda yıkılmakla o pencerelerden kom­şusunun makarn nisvan olan mahalli görünür olsa komşusu, «Mücerred pencereler muhdes idi, onun" için nazaretini kes, yahud pencereleri kapat.» diyemez, belki mazarratını kendisi def, etmek lâzım gelir. (Behcetül'fetâ-vâ'î

383 - : Müşterek hâiti - Duvarı sahihlerinden biri, diğerinin izni olmadıkça yükseltemez ve üzerine köşk ve saire yapamaz.  Bunlar ahare gerek muzır olsun ve gerek olmasın. Çünkü kısmen başkasının mülkün^ de tasarrufda bulunmuş olur.

Fakat birisi, kendi arsası üzerine oda bina etmek üzere müşterek du­var üzerine kiriş vaz'edecek, yani: Kirişlerin uçlarını o duvar üzerine bin­direcek olsa müşarifcj ona mani olamaz. Zira meıfi takdirinde kirişi koymak isteyenin o duvardaki menfaati fevt olmuş olur. Lâkin o ne kadar kiriş vaz'edecek ise müşarikinin de o kadar kiriş vaz'ına hakkı olacağın­dan duvar ne kadar kiriş vaz'ına mütehammil ise ancak onun yarısı ka­dar kiriş vazedilip ziyadeye tecavüz edemez.

Eğer o duvar üzerinde fü'asıl ikisinin de müsavat üzere kirişleri ol­duğu halde biri kendi kirişlerini artıracak olsa ahari menedebilir. (An-karavî, Tenkih, Tatarhaniyye).

384 - : Müşterek duvar sahihlerinden biri, o duvar üzerindeki ki­rişlerin mahallerini sağa sola ve aşağıdan yukarıya değişdiremez. Bu, du­vara zarar verir. Amma kirişlerin uçları yüksekde iken indirib de duvarn daha aşağısına vaz'edebilir. Çünkü duvann aşağısı yük kaldırmağa daha mütehammildir. Maamafih bu da duvara muzir olsa caiz olmaz. (Kadıhan, Tenkih-i Kâmidî).

385 - : Bir kimsenin su kuyusu kurbinde, yani: Necasetin suya te­sir edeceği mertebe yakınında komşusu bir kenef veya kâriz - Çirkef mecrası yapıb da o kuyunun suyunu ifsâd eylese zararı def etdirilir. Ve bir veçhile zararını def kabil olmaz ise o kenef veya kâriz kapatdınlır.

Kezalik: Kadîm bir su yolunun yanında birinin yapdığı kârizin çirke-fi suya vâsıl olarak zararı fahişi olub da kapatılmasından başka bir suret­le zararını def kabil olmasa o kâriz kapatdırılabilir. (Mecelle, Dürerül' hükkâm, Ali Efendi fetâvâsı).

(Zahirî'lere göre de herkes kendi duvarında istediği pencereyi, kapı­yı açabilir. Ve bunu yıkabilir, komşusu buna mani olamaz. Komşusuna de­nilir ki, kendi hakkında nefsini setredccek şeyi bina et. Yoksa bir kimse, kendi mülkünde başkasının nefine müraat için tasarrufdan menedüemez. Böyle bir meni' büyük bir zarardır, Ancak bir kimse, başkasının ahvaline izni olmaksızın ittilâa kıyam edemez, meselâ eğilib hanesi içine bakamaz, bu memnudur, bundan men'i vâcibdir. Şu-kadar var ki bir kimseye helâl değildir ki, kendi duvarına komşusunun bir ağaç, meselâ bir kalas koy­masına mani olsun. Kendisi izin vermezse cebren konulabilir. Maamafih duvar sahibi, ağaç sahibine haber vermek şartiyle bu duvarını istediği za­man yıkabilir. (Elnıuhallâ). [80]

 

Yollara Aid Meseleler :

 

386 - : Bir tariki âmmin iki tarafında hanesi olan kimse, birinden diğerine geçmek için veliyyül'emrin müsaadesi olmadıkça feijprü inşa ede­mez, etmeğe teşebbüs etse mani olunur. Bu men'e herdesin hakkı vardır.

Kezalik: Bir kimse, değirmenine su akıtmak \%in tariki âmm üzerine hark ihdas etmek istese men olunur. (Ali Efendi fetâvâsı).

Daha inşa olunmadan menedilmeyib de inşa tamam olsa bakılır: Eğer yoldan gidib gelenlere zararı yok ise hadm olunmaz. Bu İmam Muham-med'e göredir. Sair bazı fukahaya göre yine hadm olunur. Fakat zararı var ise bilittifak hadm  edilir.

Tariki hassda ise bu gibi şeyler, muzir olsun olmasın diğer şerikle­rin izinleri olmadıkça ihdas olunamaz. (Dürer).

Maamafih, tariki âmm üzerine yapılmış olan köprülerde, şahnişînler-de hakk-ı karar olmaz. Binaenaleyh bervechi bâlâ tarik âmm üzerine inşa olunan köprü münhedim oldukda sahibi tekrar bina edecek olsa yine men-edilebilîr.

Fakat tariki hasda vâki kadîm bir şahnişin münhedim olsa yine ke-mâkân bina edilir, komşular mani olamaz. (Hindiyye).

387 - : Tariki âmm üzerindeki alçak çıkıntılar ve alçak şahnişin gi­bi gidib gelenlere zararı fahişi olan şeyler, kadîm olsalar bile refetdiri­lir. Çünkü tariki âmm dahi kadîmdir. Ondaki hak, hiç bir sebeble tağay-yür eylemez. (Hindiyye, Ali Efendi).

388 - : Bir kimse, tariki âmm veya hassın kenarında vâki hanesini tamir edecek oldukda bu yoldan gelib geçenlere zarar vermemek şartiyle yolun bir tarafında çabukça çamur yapıp binasına, sarf edebilir. AncaK bunu günlerce yol üzerinde bırakması caiz değildir. (Tatarhaniyye).

389 - :  Bir kimsenin mülkü, rızası    olmaksızın elinden alınamaz. Ancak tarik, cami ve su yolu gibi âmme menfaatleri için rızasına bakıl-mayıb veliyyül'emrin emriyle ve değer behasi tediye edilmek şartiyle sa­tın alınabilir. (Haniyye, Ebüssuûd fetâvâsı).

390 - : Bir kimse, tariki ânımın fazla olan kısmını gelib geçenlere muzır olmadığı suretde hükümet tarafından satın alarak hanesine ilhak edebilir. Fakat ihtiyaçdan fazla olmayan kısmını satmak caiz değildir. (Ha­niyye).

391 - : Tariki âmme kim olursa olsun müceddeden ve müteaddid olarak kapı açabilir. Çünkü bundan kimse mutazarrır olmaz. Böyle bir ta-rikden herkesin gidib gelmeğe de hakkı vardır.

392 - : Tariki hassda hakk-ı müruru olan kimse o tarike kapı aça­bilir. Fakat kadîmen tariki hassa kapısı olmayan kimsenin o tarikde hakk-ı müruru olmadığından binasından o tarika kapı açmağa hakkı yokdur. Me­ğer ki o tariki hass sahihlerinin rızalarım istihsâl etsin. (Bahrirâik.)

393 - : Tariki hass, onda hakk-ı müruru  olanların mülki müştere­kidir. Binaenaleyh tariki hass ashabından her biri, sükna icabatmdan oka şeyleri orada yapabilir.  Meselâ:   O  yolda   abdest alabilir,  o yoldan ara­balarını geçirebilir,  o yolun  kadîmden  beri süprüntü  dökmeğe  mahsus yerine süprüntüsünü dökebilir. Fakat sükna cümlesinden olmayan şeyle­ri orada yapamaz.

Binaenaleyh bunlardan biri, sairlerinin izinleri olmadıkça, gerek mu-zir olsun ve gerek olmasın o tarikde böyle bir şey ihdas edemez, menohi-nur. Şâyed ihdas eder de bu yüzden birisi telef olursa kendi hissesinden maadasını zâmin olur. Çünkü bunu ihdas etmekle kendi mülkiyle başka­sının mülkünü işgal etmişdir. (Tenkih, Camiürfusûleyn).

394 - : Tariki hass ashabından biri, o tarikin sair sahihleri razı oı-madikca bilâhare bina edeceği hanesinin damlasını o tarike akıdamaz. Ka­dîm bahçesinde yeniden hane bina etmesi gibi. Maamafih bunların rizs-ları bir ibaha demekdir, müeahharen bundan rücu da edebilirler. (Cevafcırül'fetâvâ).

395 - : Bir kimse, tariki hasda olan kapısını sed etse veya hanesi yıkılıp bir müddet oradan gidib gelmeği terk eylese bilâhare o kapıyı tek­rar açabilir ve kendisi oradaki hanesini satsa müşteri dahi o kapıyı tek­rar açabilir. Çünkü müşteri bayi makamına kaim olmuş olur. (İmadiyye. Behce).

396 - : Tariki âminden mürur edenlerin kesreti izdihamdan nâşi ta riki hassa girmeğe haklan vardır. Binaenaleyh bir tariki hass ashabı be­yinlerinde bilittifak o tariki hassı satamazlar ve aralarında taksim ve ha­nelerine ilhak edemezler ve ağzını kapayamazlar. Çünkü bu tarikde âmm.~ nin de bir nevi hakkı vardır. Şu kadar var ki, tariki hassadaki bir hac: satılsa ona tebean sahibinin o tarikdeki hissesi    müşteriye intika etmiş olur. (Tenkih, Ankaravî, Camiül'fusûleyn). [81]

 

Hakkı Mürura Ve Hakkı Mecra Ve Mesile Aid Meseleler :

 

397 - : Hakk-ı mürurda ve hakk-ı mecra ile mesilde kıdeme itibar olunur, yani: Bazı kimselerin bir yerden geçip gitmek hakkı veya, suları­nın bir yerden akıp gitmesine istihkakı var ise bunlar kadîmden olageî-dîği üzere terk ve ibka olunurlar. Çünkü kadîm olan şey, hali üzere ibki olunur, hilâfına delil olmadıkça tağyir olunamaz.

Meselâ: Bir cihete vakf edilmiş olan bir dükkânın başka bir cihete mevkuf bulunan bir arsada kadîmden beri hakk-ı müruru bulunsa bu ar­sa mütevellisi bundan sonra o dükkâna bu arsadan gelib gidilmesini men-edemez. (Hayriyye).

Amma şer'i şerife muhalif olan bir kadîme itibar yokdur. Yani: fil' asıl nâmeşru olarak yapılmış olan şey, kadîm olsa da ona itibar olmayıb zararı fahişi var İse izâle olunur.

Meselâ: Bir hanenin çirkefi ezkadîm tariki âmme carî olagelse ve gi­dib gelenlere zararı olsa kadîme itibar olumnayıb zararı def etdirilir. (Me­celle).

Bu hakların hem kıdemine, hem de, hudûsüne delil bulunsa hudüs ci­heti tercih olunur.

398 - : Bir kimsenin mülk veya vakıf arsasından veya uhde-i tasar­rufundaki tarlasından bir şahsın hakk-i müruru, meselâ:  Hanesine gelib gitme hakkı bulunsa o kimse, bu şahsı veya bundan o haneyi satın aka­cak kimseyi mürur ve uburdan menedemez.

Bir hakk-ı mürur, inkâr eylese söz, meal'yemin münkirin olub bu hak­kı beyyine ile_isbat lâzım gelir. (Mecelle, Tenkih-İ Hâmidî).

399 - : Mübihin, yani: Kendi malından başkasının büâivaz intifa et­mesine ruhsat veren kimsenin bu ibahesînden riicua   salâhiyyeti vardır. Çünkü ibahe, teberrüdur, teberruat ise gayrı lâzımdır. Ve bir zarar, izin ve riza ile lâzım olmaz.

Binaenaleyh bir kimse, hakk-ı müruru olmadığı halde mücerred sa­hibinin izniyle bir arsadan bir müddet mürur etse bilâhare sahibi dilerse onu bu mürurdan menedebilir. Bu arsa satılsa müşterisi de bu mene salâ-hiyyatdar olur. Meğer ki o kimsenin bu müruru o arsanın satıldığı za­man  şart edilmiş olsun. (Behcetül'fetâvâ).

400 - : Hakk-ı mücerred, ibtâl ile bâtıl olur. Binaenaleyh birinin arsasından muayyen bir memerde = Güzsrgâhda yalnız    hakk-ı müruru olanr kimsenin izniyle o arsa sahibi o memer üzerine bina ihdas etse o kimsenin bu mürur hakkı sâkit olur, artık arsa sahibiyle bu hususa dair muhâsamaya hakkı kalmaz.

Kezalik: Bir arsada hakk-ı müruru olan kimse, «Ben hakk-ı müruru­mu ibtâl ve iskât etdim.» dese bununla da o mürur hakkı sâkit olur, ar­tık bu kimsenin o arsadan geçmeğe hakkı kalmaz.

Fakat mülkiyyet hakkı, hukuku mücerredden olmamakla mücerred ibtâl ile bâtıl olmaz. Meselâ: Bir kimse, mülk arazisini, uzun bir müddet ziraat ve istimal etmeyib terk eylese o arazi, arazi-i mevatdan sayılarak başkası tarafından ihyaya kıyam edilemez.

401 - : Birinin arsasından veya hanesinden başka bir kimsenin har­kı veya su yolu bihakkın carî olagelirken arsa veya hane sahibi veya bun­ların müşterisi «Bundan sonra bunları buradan akıtmam.» diye menede-mez. Ve bunlar ıslah ve tamire muhtaç oldukda - mümkün ise - sahi­bi mecraya girerek bunları tamir ve ıslah eder. Amma o arsaya veya ha­neye girilmedikçe tamir mümkün olmadığı halde sahibi arsasına veya ha­nesine girmeğe izin vermez ise hâkim tarafından kendisine: «Ya arsana, veya hanene girmek üzere izin ver ve yahud sen onu kendi malınla ta­mir et.» diye cebr olunur. (Ebülleyş, Tenkili, Behce).

402 - : Bir hanenin yağmur sulan kadîmden beri bihakkın komşu sunun hanesine veya avlusuna akmakda bulunsa komşusu bilâhare buna mani olamaz, meselâ: «Bundan sonra yağmur sularım akıtmam, başka bir mecra bul. diyemez. Fakat hakkı olmayınca buradan çamaşır ve abdest sularını akıtamaz. (Hindiyye, Feyziyye).

403 - : Bir tarikin kenarında bulunan hanelerin damlaları, az -ka­dîm o tarike mansab ve oradan alt tarafında vâki bir arsa içinden carî olagelmiş bulunsa arsa sahibi arsasmdaki kadîm mesili seddedemez, sed-dederse hâkim tarafından şeddi kaldırılarak kadîm vaz'ma irca olunur. Çünkü kadîm kıdemi üzere terk olunur.

404 - : Bir kimse, hakk-ı mesili olmadığı .-takdirde muhdes  veya kadîm odasının veya abdesthanesinin damlasını başkasının hanesine, arsa­sına akıtamaz. Gerek muzir olsun ve gerek olmasın.    Çünkü başkasının mülkünde izni olmaksızın tasarruf yapılamaz.

405 - : Bir hanede minelkadîm hakk-ı mesili olan kimseye aid bir gârizi, hane sahibi veya o hanenin müşterisi kemafissabıh akmakdan men-edemez.

406 - : Bir kimsenin hanesi içinden başka bir şahsın bihakkın carî olan kârizi dolub veya yarılıb da hane sahibine zarar-ı fahişi olsa gârizin sahibi bu zararı defe mecbur olur. Fakat gârizden akan evsahm haneye iyras etdiği tahribatı tamire mecbur değildir. Çünkü bir kimse kendi mül­künde komşusu mutazarrır olsa da tasarrufda bulunabilir. {Hindiyye, Ten-kih-i Hâmidî). [82]

 

Mubah Olan Şeylerin Keyfiyeti İstimlâki  :

 

407 - : Bir şeye temellükün sebebleri üç nevidir:

Birincisi; beyi, hibe, hediye, tasadduk gibi bir mülkü bir malikden bir bedel mukabilinde veya meccanen başkasına nâkîl olan bir muamele­dir. Gasb da bir sebebi temellükdür. Çünkü gâsib, bir zaman mukabilinde magsuba malik olur. ikincisi: îrs gibi bir kimsenin diğer kimseye halef olmasıdır. Çünkü vâris, müverrisinin terikesine müverrisine halef olmak yoliyle malik olur.

Üçüncüsü: Maliki olmayan mubah bir şeyi istilâdır, yani: Ele geçir-mekdir, İstilâ temellükü asaleten müsbitdir.

Arazi-i mevatı ihya etmek de bu üçüncü kısma dahildir. (Dürrü muh­tar, Reddimuhtar).

408 - : Mubah şeyleri istilâ iki nevidir: Biri, istilâ-i hakikîdir ki, mubah olan şeye hakikaten el koymakdır. Irmakdan kab ile su almak, avı tutmak, mubah olan otlan toplamak gibi, İkincisi, istilâ-i hümîdir ki, yağmur suyu birikdirmek için bir kab koymak, ve av için tuzak kurmaK gibi istilânın sebebini hazırlamakla olur. (Eşbah).

409 - : Bir kimse, mubah olan bir şeyi müstakillen    ihraz ederse ona müstakillen malik olur. Meselâ: Bir kimsenin desti veya fıçı gibi bu kab ile nehirden aldığı su, o kab içinde muhrez ve mahfuz olmakla o kim­senin malı olur, başkasının ondan intifaa salâhiyyeti olamaz. Binaenaleyh bu suyu sahibinin izni olmaksızın başkası alır, istihlâk ederse zâmin olur. Yani: O kabı su ile doldurmasına emr olunur. Çünkü su, misliyyatdandır. (Reddimuhtar, Ebüssuûd).

410 - : İhrazın husûli için kasda mukarin olması lâzımdır. Binaenaleyh bir kimse, yağmur suyu almak kasdiyle bir mahalle bir

kab koydukda o kab içinde toplanan yağmur suyu o kimsenin malı olur.

Kezalik: Su birikdirmek için inşa olunan havuz veya sahrençdeki su, sahibinin malıdır, buna başkası müşareket edemez. Amma bir kimsenin su almak kasdi olmaksızın bir mahalle bırakmış olduğu kab içinde biriken yağmur suyu kendisinin malı olmaz, bu mubah bir sudur, bunu başka bir kimse alıb istihlâk edebilir. (Kuküstânî, Reddimuhtar).

411 - : Suyu ihrazda  arkası kesilmek şartdır. Binaenaleyh içinde su sızan kuyudaki su muhrez olmaz. Bu kuyu bir şahsın mülkünde bulun­sun bulunmasın müsavidir. Bu cihetle sahibi ibahe etmeksizin diğer kim­se öyle bir kuyuda sızıb da toplanan suyu alıb istihlâk eylese kendisine zaman lâzım gelmez ve mevcud ise istirdad edilmez. Çünkü kuyu kazıl­madan mukaddem su mevcud ve böyle yer altındaki sular gayrı memlûk olduğundan kuyu sahibi mücerred kuyuyu kazmakla bu suya malik olmuş olmaz, (Mecelle).

412 - : Suyu mütetabiül'vürud olan, yani: Bir tarafdan ne kadar su çıkarsa diğer tarafdan o kadar su giren havuzlardaki su da muhrez de­ğildir. Binaenaleyh bir kimse» bundan alacağı suya malik olur.

Kezalik: Bir kimseye mahsus olan bir ırrnakdaki su da muhrez değildir. Bir kimse bu su ile tarlasını suîarsa zaman lâzım gelmez. (Turî).

413 - : Cibali mübahedeki hüdayı nabit olan ağaçlan kim olursa ol­sun iktitaf edebilir. Ve mücerred iktitaf ile, yani: Toplamakla onlara ma­lik olur, bunları bağlamak şart değildir.

Kezalik: Bir kimse, hüdayı nabit otları toplasa veya biçip demet et­se onları ihraz etmiş olur. Binaenaleyh onları başkalarının almaya salâ-hiyyeti olamaz. (Mecelle, Hindiyye, Reddimuhtar). [83]

 

Mubah Olan Şeylerin Umumî Hükmleri:

 

414 - : Mubah şeyler ile herkes intifa edebilir. Fakat bu intifa, baş­kalarına zarar vermemek ile meşrutdur.

Meselâ: Herkes av avlayabilir, herkes denizlerden, âmmeye aid ır­maklardan istifade edebilir, fakat bunlardan intifa ederken başkasının ekinlerini bozsa veya suyu taşırıb halka zarar verse veya ırmağın suları­nı büsbütün kesse bundan menolumır.

415  - : Mubah olan şeyleri ahz ve ihraz etmekden bir kimse başka­sını menedemez. Elverir ki bu ahz ve ihraz, bir kimsenin hukukunu ihlâl etmesin.                                                                        

Meselâ: Bir kimse, âmmeye mahsus bir nehirden kendi bahçesine su ceib edebilir. Elverir ki başkasının rizası olmaksızın mülkünden giçirme-sin. (Hindiyye).

416 - : Bir kirasenin mülkünde, meselâ tarlasında kendisinin teşeb-bübü olmaksızın hüdayi nabit olan otlar, kablelihraz mübahdır, o kimse bunları alanların elinden geri alamaz. Şu kadar var ki o kimse, kendi mül­küne  başkalarını girmekden menedebilir.  (Tatarhaniyye,  Reddimuhtar).

417 - : Bir kimsenin cibali mübaheden toplayıb da orada bırakdığı otları, odunları başkası ahz edemez. Zira onları ihraz etmişdir. Binaena­leyh ahz edecek olsa o kimse istirdad edebilir. İstihlâk edilmiş olunca da tazmin etdirebilir.

Kezalik: Cibaîi mübahede ve hamisiz vadilerde ve mer'alardaki sa-hibsiz ağaçların meyvalannı kim olursa olsun  devşirebilir. (Hindiyye).

418 - : Bir kimse, birini kırdan, yani: Kimsenin mülkü altında bu­lunmayan yerlerden odun veya ot toplamak yahud av tutmak için isticar etse o ecirin toplayacağı odun, ot veya tutacağı av, o müstecir olan kim­senin olur. (Mecelle).            

419  - : Bir kimse, kendi mülkünde ateş yaksa başkalarını mülküne duhul ile o ateşden intifa etmekden menedebilir. Amma bir kimsenin mülkü olmayan sahrada biri ateş yaksa sair nas onunla intifa edebilir. Söyle ki; onunla ısınabilir, rubasını kurutabilir, ziyasında bir şey dikebi­lir, ve ondan kandilini yakabilir, ateş sahibi bu veçhile intifaa mani ola­maz. Çünkü bu ateş beynennas müşterekdir. Fakat ateş sahibinin izni ol­madıkça bir kimse o ateşden bir kor veya bir odun alamaz. Zira bunlar sahibinin yedi ihrazına dahildir. Meğer ki bunların bir kıymeti bulunmasın. (Reddimuhtar, Dürerül'hükkâm). [84]

 

Hakkı Şirbe Ve Hakkı Şefeye Müteallik Meseleler:

 

420 - : Herkes; hava ile, ziya ile intifa eylediği gibi denizler ve bü­yük göller ile de - başkalarına mazarrat vermemek şartiyle - intifa ede­bilir, kendisi ^bundan menedilemez.

Kuküstanî'nin'beyanına göre başkaianna mazarratı olsa bile denizler ile intifadan menoiunamaz. (Ebüssuûd, Reddimuhtar).

421 - : Memlûk    olmayan    nehirlerden    herkesin hakk-ı şirbi, ve hakk-ı şefesi vardır. Herkes bunlardan arazisini suvarabilir. Ve arazisini suvarmak ve değirmen inşa etmek üzere cedvel ve hark açabilir. Fakat sa-ireye mazarratı olmamak şartdır. Binaenaleyh âmmeye aid ırmaklardan cedvel ile su alınırken taşırıb da halka zarar verse, yahud ırmağın bütün suyunu cedveiden akıtıb da alt tarafına su geçmez olsa, veya su azalarak kayıkların, seyrine mani olsa bundan menoîunur. (Haniyye, Hindiyye).

422 - : Memlûk olsunlar olmasınlar denizlerin göllerin muhrez ol­mayan sularında bütün insanların ve hayvanların hakk-ı şefesi, yani: Su içme haklan vardır. (Kuküstânî).

423 - : Memlûk nehirlerin, yani: Memlûk mecralara dahil olan su­ların hakk-ı şirbi, yani: Ekin ve hayvan sulamak için o sulardan intifa et­mek nöbetine istihkak, bu suların ashabına aiddir. Bunlardan başkaları­nın yalnız hakk-ı şefeleri vardır. Hakk-ı şefe, bunların sahiblerini muta­zarrır etmeyeceğinden ona müsaade olurrmuşdur.

Binaenaleyh bir cemaate mahsus olan nehirden, yahud birinin har­kından veya kanatından = Yer altında bulunan su mecrasından yahua kuyusundan hiç bir kimse bilâ izin arazisini sulayamaz. Fakat hakk-ı şefe­si olmak hasebiyle o nehirden su içebilir. Ve hayvanlarının çokluğu sebe-siyle nehrin veya harkın veya kanatın tahribinden korkulmazsa hayvan­larını da götürüb sulayabilir. Ve bir de desti ve fıçı gibi kab ile su hanesine ve bahçesine götürebilir. (Hindiyye, Mecmaül'enhür).

424 - : Bir camaat, kendilerine mahsus bir ırmakdan arazisini su-, lamak için bir şahsa izin verdikleri halde içlerinden yalnız birisi gaib ve­ya çocuk bulunsa bu izine mebni araziyi sulamak caiz olmaz.

İzinsiz suvarıldığı takdirde suyun zamanı lâzım gelmez. Çünkü sular ihrazdan evvel kimsenin mülkü olmadığından bunun itlafı mucibi zaman değildir. Fakat böyle bir hareket tekerrür edince faili veliyyül'emrin em­riyle hapis suretiyle teüib olunabilir. (Reddimuhtar.)

425 - : Bir kimsenin mülkü içinde suyu mütetabiül'vürud. olan = Arkası kesilmeyen bir havuz veya bir kuyu ve yahud bir nehir olduğu halde su içmek veya hayvanı sulamak isteyen kimseyi mülküne duhul­den menedebilir. Lâkin o mülkün kurbinde, yani: Bir milden ziyade uzak olmayan bir mahalde başka içecek mubah su bulunmazsa mülk sahibi, ya o kimseye su çıkarmağa ve yahud girib de su alması için ruhsat verme­ğe mecburdur. Su çıkarmadığı takdirde o kimsenin cebren girib de su al­maya hakkı vardır. Fakat başkasının mülküne bu girmek, selâmet şartiy-ledir, yani: Havuzun veya kuyunun veya nehrin kenarını bozmak gibi bir zarar vermemekle meşrutdur. (Hindiyye, Mecmaürenhür).

426 - : Müşterek bir nehirde hissedar olan kimse, diğer hissedar­ların izni olmadıkça ondan diğer bir nehir, yani: Cedvel veya hark aça­maz ve bu nehir üzerine değirmen ve dolab kuramaz ve kadîm nöbetini - Muayyen hissesini tebdil ve tezyid edemez ve kendi hark ve cedvelinin ağ­zını genişleteni ez  ve müteferrik vakitlerdeki  hakk-ı şirbini  şeriklerinin izinleri olmadıkça bir vakitde cem' eyleyemez. Ve kendi nöbetini o nehir­den hakk-ı şîrbi olmayan diğer arazisine sevk edemez.   Çünkü ileride di­ğer şeriklerin zararlarına olarak bir hak iddiası ihtimâl dahilindedir.

Böyle bir nehrin üst tarafında bulunanlar, aşağı tarafında bulunan şeriklerin izinleri, olmadıkça kendi arazilerini sulamak için nehri muvak­katen bükülliyye kapatamazlar. Velevki böyle yapılmadıkça arazilerini su-' lamak kabil olmasın.

Bu şeylere hissedarlar riza verseler sonra kendileri ve yahud vefat­larından sonra vârisleri rücu edib hakk-ı şirbi kadîm vaziyetine irca ede­bilirler, çünkü bu riza, bir iare mesabesindedir. îâreden ise rücu caizdir. (Hindiyye, Mülteka, Reddimuhtar, Feyziyye, Mecelle)..

(Zâhirî'lere göre memlûk olan bir nehrden şirb hakkı, evvelâ onun yukarı tarafında bulunanlara aiddir. Bunlar ihtiyaçlarını istifa etmedikçe aşağı tarafda bulunanların hakk-i şirbi olamaz. (Elmuhallâ). [85]

 

Şafii'lere Göre Müşterek Ayan Ve Menafi :

 

1 - : Bazı şeyler, beynennas müşterek, mübahül istimaldir. Meselâ

Kibrit, zirft, mumya, neft yağı gibi bir ameliyye neticesi olmaksızın mey­dana çıkan bir kısım madenler, sular ve otlar gibi ayanı müşlerekeden-dir, bunların hakkında tahcir veya ikta' jje ihtisas sabit olmaz. Her kim bunlardan hacet, mikdan bir şeyi ilk evvel elde ederse o mikdar kendisi­ne aid olur. Bunlara «Meadini zahire» denir.

2  - : Nîl, Fürat gibi vadi suları ve dağlardaki sular miyahı mübahe dendir. Bunlarda nâs  müsavidir, bunları bir şahsın tahcirde bulanması veya bunları veliyyül'emrin bir şahsa ikta' etmesi caiz değildir. Bu sula­rın veya bunların yollarının darlığına rağmen nas izdihamda bulunsa es-bak olan takdim olunur, ve illâ aralarında kur'a keşide edilir.

Böyle miyahı mübaheden nas, arazilerini sulamak istedikleri haldi bu onlara dar gelse onların yukarıda bulunanları tercih olunur, onların arazileri sulanmadıkça diğerlerine sıra gelmez, velevki aşağıdakilerin ekin­leri helak olsun. Fakat aşağıdaki arazi sahibi bu suların bulunduğu yeri daha evvel ihya etmiş bulunursa o mukaddem olur. Çünkü bu su, kendi mülkünün neması bulunmakdadır.

3 - : Altın, gümüş, bakır, demir, akik gibi bir ameliyye neticesin­de meydana çıkarılan madenlerin yerleri mücerred bunları kazmakla, bu hususdaki bir ameliyye sebebiyle bir kimsenin mülküne dahil olmaz. Ez-har olan budur.

Fakat bir kimsenin ihya etdiği arazi-i mevatda böyle bir maden zu­hur etse o kimse bunlara malik olur. Çünkü bunlar o ihya edilen yerin cezasından sayılır. Bunlara «Meâdin-i bâtına» denir.

4 - : Bazı menfaatler de nas arasında müşterekdir, mübahdır, bun­lardan herkes istifade edebilir. Umumî yollardan istifade edilmesi gibi.

Meselâ: Turuku asliyyeden herkesin geçib gelmeğe hakkı vardır. Çün­kü bu yollar, bunun için vaz'edilmişdir. Böyle bir tarikde istirahat için ve­ya bir muamelede bulunmak için oturmak caizdir. Elverir ki gidib gelen­lere darlık verilmesin. Bu yolda oturmak veya alış veriş gibi bir muame­lede bulunmak için veliyyül'emrin izni şart değildir. Bu oturmak için ve­liyyül'emrin veya valilerin bir ücret almaları da caiz değildir. Eğer bu ca­iz olsa arazi-i mevatı satmak da caiz olmak lâzım gelir, halbuki buna kail olan yokdur.

5 - : Umumî bir tarikin müsaid bir kenarında alış veriş gibi bir muamele için oturan kimse, muamelesini terk ederek oradan ayrılsa ve­ya başka bir tarafa intikâl etse oradaki hakkı nihayet bulur. Fakat avdet etmek üzere ayrılsa hakkı nihayet bulmaz. Meğer ki bu ayrılışı uzun sür­sün de kendisiyle muamelede bulunanlar, kendisinden kesilib başkalariy-le muameleye başlamış olsunlar.

6  - : Umumî tarikden bir mevzii iki kimse birden işgale başlayıp da her ikisine müstenid olmamakla münazeada bulunsalar, aralarında is-lâmiyyet gibi bir medarı tercih bulunmayınca kur'a keşide edilmesi icab eder. Bir kavle göre de veliyyül'emr, bunlardan birini kendi içtihadına göre tercih eyler.

7 - : Nasa fetva vermek veya kur'an okutmak veya dinî bir ilmi ted­ris etmek için bir mescidin bir tarafını aleddevam işgal edib duran zat da umumî tarikin bir kenarını muamele için işgal eden kimse gibidir.

Fakat bir mescidin bir mahallinde daima namaz kılmak için veya ha­dis, vaaz dinlemek için oturub duran kimse, o mahalle başkalarından da­ha haklı değildir. Zaten bir mescidin daima bir yerinde namaz kılmak, matlûb değildir, belki bunun hakkında nehiy vârid olmuşdur.

Ancak bir kimse, namaz için durduğu yerden abdest tazelemek gibi bir hacete mebnî avdet etmek üzere ayrılsa o namaz için oraya olan ihti­sası, esah olan kavle nazaran zail olmaz. (NihayetüTmuhtaç). [86]

 

İhya-Î Mevata Müteallik Meseleler:

 

427 - : Bir kimse, veliyyül'emrin izniyle arazi-i mevatdan bir yeri ihya ve imar etse bil'icma ona malik olur. îmameyne göre bu mâlikiyye-tin husûli izine mütevakkıf değildir. (Tatarhaniyye).

Veliyyül'emr veya vekili, bir kimseye arazi- mevatdan bir yeri temel­lük etmeyib mücerred intifa etmesi için ihyasına izin verse o kimse me­zun olduğu veçhile o yerde tasarruf eder, amma o yere malik olmaz. (Hin-dîyye).

Arazi-i mevat için ıstılah kısmına müracaat!.

428 - : Ümrana karib olan yerler, ahaliye mer'a ve harman yeri vî muhtatab = Baltalık olmak üzere terk olunur ve bu yerlere «Arazi-i met­ruke»  denir..

Bir yerin mevat sayılması için İmam Ebû Yûsüfe göre ümrandan uzak olması şartdır. İmam Muhammed'e göre ise ehli ümranın ihtitab, ihtisas gibi bir suretle kendisinden intifa etmediği bir yer ümrana karib olsa da mevatdan sayılır, bu halde böyle bir yeri ihya etmek caizdir. tabih olan da budur. Eimme-İ Seiâsenîn kavli de böyledir. (Tebyîn, Mec-maül'enhür).         

429 - : Veliyyül'emr tarafından ihya edilmek üzere kendisine ikîâ, yani: îtâ edilen mevata bir kimse mücerred bu iktâ ile malik olmaz. Bel­ki üç sene içinde o araziyi ihya ederse malik olur. Bu üç sene içinde ken­disine taarruz olunmaz. Fakat bu müddetde ihya etmez de üç sene geçer­se artık d kimsenin o yerde bir gûna hakkı kalmaz. O arazi yine mevat olarak kalır, ihya için başkasına verilir. fHindiyye).

430 - : Bir kimse, mevatdan bir kıt'a arazinin bir mikdarını veliy-yül'emrin izniyle ihya edib de bakisini terk etse yalnız bu ihya etdiği ma­hallere malik olur, İmam Muhammed'e göre bakisine malik olmaz. Fakat ihya eylediği arazinin ortasında bir mikdar mahalli halı kalsa o mahal da­hi kendisinin olur. Çünkü dört tarafı o kimsenin mülküdür, ortadaki ma­hallin yolu kalmamışdır. İmam Ebû Yûsüfe göre ise mevatdan bir yerin yarısından ziyadesi ihya edilince bakisi de ihya edilmiş sayılır. Çünkü ek­ser için hükmü kül vardır. (Hindiyye, Tatarhaniyye).

431 - : Bir kimse, arazi-i mevatdan bir yeri ihya etdikden sonra di­ğer şahıslar gelib dört tarafdaki yerleri birbiri ardınca ihya etseler o kim­senin yolu en sonra ihya edenin arazisinden teayyün eder, yani: Onun yo­lu oradan olur. Çünkü bu son ihya neticesinde yolsuz kalmışdır.    -

Bir mevatın dört tarafını bir şans veya müteaddid şahıslar bir anda gelib ihya etseler o kimse, dilediği taraf dan o yolunu tâyin edebilir. (Hin­diyye, Dürrümuhtar).

432 - : Arazi-i mevatı ihya etmek; tohum ekmekle, fidan dikmek­le, bina yapmakla olabileceği gibi natas etmek veya sulamak veya sula­mak için hark ve cedvel açmak ile de olabilir.

Kezalik: Bir kimse, böyle bir yerin etrafına duvar çekse, veya sel su­yundan koruyacak kadar etrafını yükselterek müsennat yapsa veya ora­da su çıkıncaya kadar kuyu kazsa o yeri ihya etmiş olur.' (Hindiyye, Hida-ye. Dürrümuhtar).

433 - : Taş veya diken veya kuru ağaç dallan vaz'edecek mevat­dan olan arazinin dört tarafını ihata etmek, yahud o arazinin otlarını ayık­lamak veya içindeki dikenleri yakmak ve yahud suya vâsıl olmayacak hal­de kuyu kazmak o araziyi ihya demek değildir. Belki bu, bir «Tahcir» dir. (Hindiyye, Şerh-i Mecma')-

Kezalik: Bir kimse, arazi-i mevatda olan otları veya dikenleri biçse ve o arazinin etrafına vaz'ile üzerlerine toprak dahi vaz'ile oraya nasın girmesini men eylese de ancak sel sularına mani olacak veçhile müsen-natmı -« Su arklarlnın iki tarafında olan kenarları itmam eylese o arazi­yi ihya etmiş olmaz. Belki yalnız tehcirde bulunmuş olur. (Molla Miskin).

434 - : Bir kimse, arazi-i mevatdan bir mahalli tehcir edince o ye­re üç sene müddetle başkalarından ehak olur, fakat ona malik olmuş ol­maz. Çünkü malikiyyet, ihya ve imar iledir. Binaenaleyh o kimse, üç se­neye kadar ihya etmezse hakkı kalmaz, o yer ihya edilmek üzere veliyyü emrin emriyle başkasına verilebilir. Zira bu araziye müslümanlann hak­lan teallûli etmişdir, bundan öşür veya haraç alınmak suretiyle istifade olunacakdır, bu maksadın husûli için başkasına verilmesi lâzım gelir. (Mec-maül'enhür).

435 - Tehcir,  veliyyül'emrin izniyle olabileceği  gibi izni  olmaksı­zın da olabilir. Meselâ: Bir kimse, arazi-i mevatda su çıkmayacak dere­cede bir kuyu kazsa tehcirde bulunmuş olur.

Tehcire «îhticar» da denir ki, bir şeyin etrafına taş ve emsali bir mania vaz'eylemek demekdir.

436 - : Bir kimse, veliyyül'emrin izniyle arazi-i mevatda tam kazdı­ğı bir kuyuya malik olur. Bu halde bu kuyunun her tarafından kırkar ar­şın havalisine de malik bulunur: Fakat bu kuyunun suyuna muhrez bir ha­le getirmedikçe malik olamaz, bu kuyudan başkalarının su almasını men-edemez. (Mecelle, Dürerül'hükkâm). [87]

 

Arazi-İ Mevatda Kazılan Kuyuların Ve Akıtılan Suların Ve Dikilen Ağaçların Harimleri :

 

437 - : Arazi-i mevatda veliyyüremrin izniyle kazılan bir kuyunun harimi, yani: Havlisinin hukuku her tarafdan kırkar arşındır ki, mecmuu yüz altmış arşın eder. Arşından maksad ise ziraül'âmmedir. Bu, her kab­zası dört parmakdan ibaret olmak üzere altı kabzeden ibaretdir. Böylece bir harime ihtiyaç vardır. Çünkü böyle bir harim bulunmadıkça kuyudan istifade kabil olmaz. îmameyne göre izin bulunmadığı takdirde de hükm böyledir.

Zaif bir kavle göre böyle bir kuyunun her tarafdan harimi, onar ar­şındır. (Macmaürenhür).

438 - : Arazi-i mevatdan olan bir yerdeki gözlerin, yani: O yerden çıkarıhb da suyu yer yüzünde carî olan menbaların harimi, her tarafdan beş yüz arşındır. (Dümimuhtar).

Menbaların harime ihtiyacı, kuyulardan ziyadedir. Menbalardan suyu ekinlere kavuşdurabilmek için fazla harime ihtiyaç görülür.

Harimlerin mikdan, bir hadis-i şerif ile sâbitdir. îmam Malik ile İmam Şafii'ye göre harimde Örf muteberdir, bunun mikdarı arzin salâbeti ve ademi salâbeti cihetiyle tebeddül edebilir. (Mecmaül'enhür).

439 - : Arazi-i mevatda veliyyül'emrin izniyle hafr edilib her vakit ayıklanmaya muhtaç olmayan büyükçe bir nehrin iki tarafdan harimi, o nehrin yansı kadardır ki, iki tarafındaki harimlerinin mecmuu, o nehrin enine müsavi olur. Dicle ve Fürat gibi büyük bir nehirden bir cedvel halinde hafr edilerek arzi mevatdan geçirilen büyükçe bir nehir gibi. Böyle bir nehir, arasıra temizlenerek çamurları harice atılmak için

böyle bir harime muhtaçdır. Bu mikdar, îmam Ebû Yûsüf'e göredir. Müf-tabih olan da budur. îmam Muhammed'e görç böyle bir nehrin harimi, her tarafından enine müsavi bulunur. İmamı Âzam'a göre ise bu gibi nehir­lerin harimi yokdur. Kuyular ile gözlerin harimi, kıyasa muhalif olarak nas ile sabit bulunmuşdur. (Zeyleî, Kifaye, Mecmaül'enhür).                  ,

440 - : Arazi-i mevatda bilizin kazılıb her vakit ayıklanmaya muh­taç olan, küçük bir nehrin, yani: Harkların ve cedvellerin ve bir de yer altındaki kanatın halimleri, ayıklanacakları vakit  taşlarını ve çamurları­nı atmak için lüzum görülecek mikdarda yerdir. Böyle bir harim bulun­madıkça bunlardan istifade edilemez. (Kuhüstânî).

441 - : Suyu yer yüzünde carî olan kanatın harimi, imameyne göre uyuni fevvare, yani: Gözler gibi her tarafdan beş yüz arşındır. (Mecmaül enhür).

442 - : Arazi-i mevatda veliyyül'emrin izniyle dikilen ağacın harimi her tarafdan beşer arşındır. Ağacın meyvasıni toplayıb yere koymak için böyle bir harime ihtiyaç vardır. Binaenaleyh bu mesafe derununde başka­sı ağaç dikemez, tasarrufda bulunamaz. (Dürrümuhtar).

443 - : Kuyuların harimi, kuyular gibi sahihlerinin mülküdür, baş­kası onda bir veçhile tasarruf edemez. Binaenaleyh bir kimse, diğerinin hariminde kuyu kazarsa kapatdınlır.

Menbaların, nehirlerin, kanavatın, eşcarın harimleri de bu vech üze­redir. Meselâ: Bir kimseye aid nehrin harimme başkaları ekin ekmek is­tese o kimse onları menedebilir. (Bence, Mecmaül'enhür).

444 - : Arazi-i mevatdaki bir kuyunun harimi kurbinde başkası da veliyyüremrin iziniyle bir kuyu kazarsa bu kuyunun da sair üç cihetden kırkar arsın harimi olur. Amma evvelki kuyunun harimi olan cihete teca­vüz edemez. Çünkü evvelkinin o harime malikiyyeti mesbukdur. (Dürrü­muhtar).

445 - : Bir kimse, bir kuyunun harimi haricinde veliyyüremrin em­riyle kuyu kazıb da evvelki kuyunun suyu bu ikinci kuyuya gitse bu ikin­ci kuyu sahibine bir şey lâzım gelmez. Çünkü bilizin kuyu kazmasiyle ta-addide bulunmamış dır, yer altındaki sular ise kimsenin mülküne dahil değildir.

Nitekim bir kimse, başkasının dükkânı yanında dükkân açıb da ev­velki dükkânın alış verişine kesad âriz olsa ikinci dükkân kapatılamaz ve sahibinden zarar ve ziyan namına bir şey istenemez. (Dürer., Dürrümuhtar).

446 - : Başkasının arsası içinden cereyan eden harkın iki tarafın­dan suyu tutacak kadar kenarları hark sahibinindir ve iki tarafından ke­narları mürtefi ise bu mürtefi yerler de yine hark sahibinindir. Eğer ke­narları mürefi olmayib da üzerinde gerek arsa sahibinin ve gerek hark sahibinin dikilmiş ağaçları olmak gibi birinin zilyed olduğuna dair bir de­lil bulunmazsa o halde bu yerler, arsa sahibinindir. Çünkü başkasının ar­sasında vâki harkın İmamı Âzam'a göre harimi yokdur.

Fakat hark sahibi de harkını ayıklayacağı vakit, çamurunu iki tara­fa atmaya hakkı vardır, arsa sahibi buna mani olamaz. Meğer ki çamurlar fahiş mikdarda fazla bulunsun. (Tebyin, Mecmül'enhür).

447 - : B:r kimse, kendi mülkünde kazdığı kuyu için mümkün ise kendi mülkünde dilediği kadar harim tahsis edebilir. Fakat bu kuyunun başkası mülkünde harimi yokdur. Binaenaleyh komşusu dahi onun yarun-da ve kendi mülkünde diğer bir kuyu hafr edebilir. O kimse: «Benim ku­yumun suyunu cezb eder.» diye komşusunun kendi mülkünde kuyu kaz­masına mani olamaz. Çünkü hetkes kendi mülkünde tasarrufa müstahak dır. (Dürer., Muhiti Burhanı). [88]

 

Malikî'lere Göre Îhya-İ Mevat :

 

1 - : Arzi mevat, herhangi bir veçhile bir kimsenin daire-i ihtisa­sında bulunmayan, hali yerdir. İhtisas ise imaret ile, yani: Bina yapmak, ağaç dikmek, su akıtmak gibi bir sebeple husule gelir. Böyle bir imaret, munderis olsa da yine yeri ihya etmiş olanın mülkünde kalır. Meğer ki bu indirasdan sonra uzun bir müddet geçsin. O halde bu yeri başkası kendi mülkü olmak üzere yeniden ihya edebilir.

2 - : İmarete yakın olan bir yerdeki sahibsiz araziyi ihya etmek ve-liyyül'emrin iznine mütevakkıftır. Fakat imarete uzak bulunan yerlerde­ki araziyi ihya etmek, izne mütevakkıf değildir.

3 - : Bir yeri ihya eden kimse, o yerin harimine de malik olur, ya­ni: Odun kıracak, hayvan otlatacak mikdar o yerin etrafındaki sahaya da temellük eder.

4 - : VeliyyüTemr, arazi-i mevatdan bir yeri bir kimseye bir vergi mukabilinde iktâ = îtâ edebilir. Bu iktâ, bir ihya değildir, bu bir temliki mahzdır. Bu kimse burasını satabilir, hibe veya vaki edebilir. Burası kendişinden mevrus olabilir; İhya ise bir yeri iktâdan sonra tamir etmekle husule gelir.

5 - : Bir yere ihtisas sahihlerinden olan ihya, şu yedi şeyden biriy­le vücuda gelir: (1) Tefciri ma', kuyu kazmak, göz açmak, nehir yarmak gibi. (2) Yerin sahasından kendisini kaplamış olan sulan    çıkarmak. (3) Üzerinde bina yapmak. (4) Üzerine  ağaç dikmek, (5) Yeri natas ederek ekmek. (6) Yerden ağaçları kesib gidermek. (7) Yerin' taşlarını kırarak dü­zeltmek.

6 - : Mücerred hâit = Duvar yapmakla, tehcir ile ihya husule ged­mez. Meğer ki ihya edilecek yerin civarındaki ahali arasında bunun ihya sayılması hakkında bir âdet carî olsun.

7 - :  Mücerred otları hayvanlara otlatmak veya hayvanların veya nasın içmeleri için kuyu kazmak ihya sayılmaz. Fakat bir kimse, böyle bir kuyu kazarken bunu mülkiyyet üzere kazdığını beyan ederse bu da ih­ya sayılır. (Minehül'celil, Şerh-i Kebîr, Düsûkî). [89]

 

Şafiî'lere Göre İhya-İ Mevat :

 

1 - : Mevat, bir müslim veya zimmî tarafından asla imareti cihe­tine gidilmemiş olan sahibsiz yerdir. Böyle bir yer, darıislâmda ise buna her hangi müslim ihya ederse malik olur. Veliyül'emrdan istizan ise mes-nundur. Ve eğer ahali-i zimme aid bir beldede ise buna da her hangi zim­mî ihya ederse malik olur. Bu beldede müslümanların bulunmalarına ma­ni olmadıkları takdirde bir müslim de bunu ihya edebilir.

2 - : İhya, temellüke sebebdir.  haberi sa­hihi bunu natıkdır. Diğer bir haberi sahihde de:  buyurulmuşdur. Yani: Her kim Ölmüş bir yeri diriltirse onun için orada bir sevab vardır. Ve oradan rızklarını araşdıranlann yiyecekleri şeyler de o kimse için bir sadakadır. Bütün bunlar, yer yüzünü imar etmenin, iyiliğe çalışmanın dini islâmda ne  kadar kıymetli bir hareket olduğunu göstermektedir.

3 - : Sahibsiz bulunan bir yerin evvelce mamur bulunduğu bilinir­se bu yer malikine aid olur. Bunun maliki bilinmezse bakılır: 'Eğer ora­sı bir imareti islâmiyye ise zayi bir mal mesabesinde olur, veliyyül'emr, o yerin sahibi zuhur edinceye kadar orasını dilerse satıb semenini saklar veya beytül'mâl namına istikraz eder.    Malikinin varlığı ümit edilmezse beytül'mâle aid olur, veliyyüremr, orasını birine iktâ edebilir.

Ve eğer orası bir imareti cahüiyye ise - ezhar olan - o, ihya ile tah­tı temellüke girebilir. (Nihayetül'muhtaç). [90]

 

Hanbelî'lere Göre İhya-T Mevat :

 

1 - : Mevat, harab, münderis olan yerdir ki, oraya ya hiçbir kimse malik olmamış, orada imaret eseri bulunmamış olur. Veya kendisinde çe­kilmiş nehirler, münderis olmuş binalar gibi mülk ve imaret eseri bulu­nursa da buraya vaktiyle kimin malik olduğu bilinmez bir halde bulunur. Ve yahud kendisinde ka-dîm veya karib cahüiyye mülkü asarından bir şey mevcud bulunmuş olur.

îşte böyle bir yeri her kim ihya ederse buraya malik olur, velevki zimmî olsun, velev ki veliyyül'emrin izni istihsâl edilmiş bulunmasın.

2 - : Bir yeri ihya eden, oradaki altın, gümüş, bakır gibi camid ma­denlere de malik olur, bunlar o yere tâbidir. Fakat oradan cereyan eden madenlere malik olmaz, bunlar kimsenin  mülküne girmez, orada zuhur eden hazineye de malik olmaz. Çünkü bu, o yerin eczasından değildir, belki oraya mevdu bulunmuşdur.

3 - : Her kim, av, inci, mercan, odun, meyva, bal, an gibi mubah o^an sahibsiz bir şeye ilk evvel vaz'iyed ederse ona malik olmuş olur. Böy­le bir şeye iki kimse bir anda vaz'iyed etseler aralarında taksim olunur.

4 - : İhya-i mevat ya onun bunun gelib geçmesine mani olacak bir duvar yapmakla veya ekin ekilebilmesi için lâzım görülen suyu akıtmak-In veya kuyu kazmakla veya maniaları gidererek ağaç dikmekle husule ge­lir. (NeylüTmeârib). [91]

 

Zahirî'lere Göre Îhya-Î Mevat :

 

1 - : Her hangi bir yerin maliki bulunmaz ve o yerin devri islâm-da imâr edilmiş olduğu bilinmez ise o yer, onu ilk elde ederek ihya eden müslümana aid olur. Veliyyüremrin izni olsun olmasın. Velevki o yer, şehirlerde haneler arasında bulunsun. İmam Şafiî'nin, Ebû Sevir'in, Ebû Süleyman'ın kavilleri de böyledir.

2 - : îhya, bir yerdeki otlan, ağaçlan ihya niyyetiyle koparıb at­în akdır, veya o yerde bir ırmakdan, kuyudan veya gözden su celb etmek-dir. Veya o yerde ekin ekmek veya ağaç dikmek için oraya toprak nakl etmek, oradaki taslan koparmakdır ve yahud üzerinde bina yapmak üzere bir hazîre vücuda getirmektir.

3 - : Bir kimse bir yerde sakiyye = Küçük ark açsa, veya kuyu ve-va cesme kazsa bunun muayyen harimi olmaz, belki başka bir kimse, bu sakivyeye. bu kuyuya veya çeşmeye muzır olacak, suyunu celb edecek bir yerde hafriyyatda bulunamaz.    Bu yerin bundan başka harimi yokdur. Çünkü bir kimse bir yere malik olunca oradaki suya da malik olur, artık onun bu malını haksız yere alız etmek caiz olmaz.

Zahirîlere göre, bir kimsenin- arazisinden çıkan gümüş, altın, bakır, iemir, kalay madenleri kendisine aiddir, yakut, zümrüd, billur, tûz gibi şeyler de arazi sahibine aiddir vefatında vârislerine intikâl eder, bunlar-da veliyyül'emrin ve başkasının hakkı olamaz. îmamı Âzam'ın, İmam Şa­fiî'nin, Ebû Süleyman'ın kavli de böyledir. İmam Malik'e göre bu halde o yer, veliyyül'emre, yani: Amine-i müslimine aid olur. (KitabüPmuhallâ). [92]

 

Sayd Ve İstiyada: Dair Hükmler :

 

448 - : Sayd, insandan tevehhüş eden yabani hayvandır ki, bir vec-Mle elde edilir, kendisine lisanımızda «Av» denilir, eti yenilir olsun ol­masın, ve ister esasen mütevehhiş bulunsun ve ister bilâhare tevehhüş et­miş olsun. Bu cihetle arslan, kaplan, tilki gibi hayvanlar avdan madut ol­duğu gibi bilâhare tevehhüş edib insanlardan kaçman deve, sığır da av­dan maduddur.

Av hayvanını avlamaya istiyad denildiği gibi «Sayd» da denir. İstiyadın meşruiyyeti; kitab ile, sünnet ile, icma-i ümmet ile ve edü-ie-i akliyye ile sâbitdir. (Haniyye, Hülâsa).        

449 - : Sayd, gerek mızrak, tüfek, kılıç, biçak gibi âlâtı carihe ile ve gerek ağ ve tuzak gibi şeyler-ile yapılabileceği gibi muaîlem keîb gibi azılı hayvanlar ve muallem doğan,,pars, tavşancıl, atmaca, çakır kuşu gi­bi yırtıcı kuşlar ile de yapılabilir.

Yırtıcı hayvanlardan arslan, ayı, hınzir, hidae = Düîengeç müstesna­dır. Bunlar av hususunda kabili tâlim olma-dıkl arın dan bunlar âlet-i sayd olamazlar. Bunların avladıkları av, yiyilemez. (Hidaye, Hindiyye, Dürrii-muhtar).

450 - : Hayvanat-ı ehliyye, ehüyyetden çıkıb mütevehhiş bir hale gelmedikçe sayd olunamayacağı gibi insan ile me'nüs olan yabani hayvan­lar da - malikleri bulunacağından - sayd olunmaz. Binaenaleyh emsali delaletiyle yabani olmadığı malûm olan güvercin, yahud ayağında zil bu-lunmasiyle memlûk olduğu anlaşılan doğan ve boynunda tasması bulunan geyik ve ceylan tutulsa lukata kabilinden olub sahibi zuhurunda vermek üzere tutan kimsenin onu ilân etmesi lâzım gelir, yoksa bunlar istiyad ile sâ'idin mülküne dahil olmazlar.

451 - : Saydın insandan mümteni olması, yani: Ayaklariyle yahud kanadlariyle savuşub kurtulabilecek halde bulunması lâzımdır. Binaena­leyh kendiliğinden veya avcının takibiyle sıkışarak çıkamayacağı bir kuyuya düşse saydiyyat halinden çıkmış olur, artık eti helâl olan böyle bir hayvanı bir kimse, kuyuya inib boğazlamak veya diri olarak dışarıya çı­karmak mümkün iken kuyuda yaralayarak öldürse yenilmesi helâl olmaz. (Hindiyye, Mecmaürenhür).

452 - : Her kim bir avı istiyad kasdiyle saydiyyat halinden" çıkarsa onu tutmuş ona malik olmuş olur.

Meselâ: Bir kimse, bir geyiği kovalayıb bir kuyuya düşürse o geyiğe malik olur.

Kezalik: Bir kimse, bir hayvanım kaçıb kurtulamayacak suret ie ya-raladıkdan sonra başka bir şahs da o hayvanı tutub öldürse o hayvana o kimse malik olmuş olur. (Hindiyye).

453 - : Av, tutanındır. Bu tutmak ise ya hakikî suretde olur. Bir kimsenin kurşun atıb telef etdiği bir ava vez'i yed etmesi gibi. Veya hük­mî suretde olur. Bir kimsenin avlamak maksadiyle kurduğu tuzağa bir avın gelib tutulması gibi. Binaenaleyh bir kimse, bir ava atıb -da onu ka­çıb kurtulamayacak suretde cerh etse ona malik olur, velev ki yaşayabi­lecek bir halde bulunsun. (Reddimuhtar).

Amma bir avı hafi£ce, yani: Kaçıb kurtulabilecek suretde cerh etmek­le malikiyyet husule gelmez, başka bir şahs onu vurmakla veya diğer bir suretle tutsa ona malik olur.

Kezalik: Bir kimse, bir avı "vurub düşürdükden sonra o avı kalkıb ka­çarken diğer bir şahıs ahz ile istimlâk edebilir. Zira onu saydiyyatdan

çıkaran, bu şahısdır. Bir hadis-i şerif'de: buyurulmuşdur. (Mecmaürenhür).

454 - : îki avcının kurşunlan birden ava isabet etse o av ikisi ara-sında yan yarıya müşterek olur, velevki biri diğerinden evvel kurşunu atmış olsun. Çünkü ava temellük hususunda hali remye değil, hali isabe­te itibar olunur.                                          

Kezalik: îki kimse, muallem kelblerini salıverib de ikisi bir ava isa­betle onu saydiyyat halinden birlikde çıkarsalar o av, bu iki kimse ara­sında müşterek olur. Ve eğer her biri birer av tutsa her birinin tutduğu av, sahibinin olur. (Dürerürhükkâm).

455 - : îki avcı muallem kelblerini salıverib de biri avı düşürmüş, diğeri de öldürmüş olsa bakılır: Eğer evvelkisinin kelbi onu kaçıb kurtu­lamayacak hale getirmiş ise o av, onun olur. Çünkü onu saydiyyatdan çı­karan budur.

Fakat birinci kelb, o avı düşürmüş ise de onun hiç bir tarafı sakat­lanmamış olduğu halde ikinci kelb gelib yetişib birinci kelbden evvel üzerine binerek o avı öldürse o, müstakülen ikinci kelb sahibinin olur. (Hin­diyye, MecmaüTenhür).

456 - : Bir kimsenin harkında veya cedvelinde avlamaksızın tutula­maz olan balıklan diğer bir şahs sayd eylese onlara temellük etmiş olur. Çünkü bu balıkları o kimse değil, bu şahs ihraz ile hali saydiyyatdan çi-karmışdır. Şu kadar var ki o kimse, kendi mülkünde bulunan harkına ve­ya cedveline başkasını girmekden menedebilir. (Hindiyye).

457 - : Bir kimse, su kenarında balık tutmak için bir yer tehiyye ederek oraya balıklar gelib de su az olarak bu balıklar avlamağa muhtaç olmaksızın toplanabilir olsa o kimse bu balıklara malik olur. Çünkü bun-lan hükmen ihraz etmiş sayılır. Artık bunları başkası alsa zâmin olur. Amma o mahalde suyun çokluğundan dolayı balıkların tutulması avlama­ğa muhtaç olsa bu balıklar o kimsenin olmaz, bunlara başkaları sayd ile temellük edebilir. (Hindiyye).

458 - : Bir kimse, hanesine giren bir avı tutmak için hanesinin ka­pısını kapatsa o ava malik olur. Bu, bir ihraz demekdir, Amma hane sa­hibi avı ihraz için kapısını kapamadığı takdirde ona malik olamayacağın­dan o ava başka bir şahs tutarsa malik olur.

459 - : Bir kimse, sayd kasdiyle veya bir şeye niyyet etmeksizin bir mahalle ağ ve tuzak gibi avlamağa mahsus bir şey vaz etmiş olsa tu­tulacak av, kendisinin malı olur. Çünkü bunların vaz'ı, esasen istiyad için­dir, bu, bir ahz-i hükmî sayılır.

Fakat bir kimse, ağım mücerred kurutmak maksadiyle bir mahalle, serib de ona bir av tutuluverse buna malik olmaz, bu, av avlamak sayıl­maz.

Nitekim bir kimsenin arazisindeki çukura düşen avı diğer bir şahs ahz etse ona malik olur. Amma o arazi sahibi, o çukuru sayd için kazmış ise o ava başkalarından ehak olur.

460 - : Bir kimse, yabani bir hayvana mücerred bahçesinde veya hanesinde yuva yapmış veya yumurtlamış olmakla malik olmaz, başka bir şahs onun yumurtalarım veya yavrularını alıverse o kimse bunlan istir-dad edemez. Meğer ki bunlar elini uzatıb alabileceği derecede o kimseye yakın bulunsun. Bu takdirde yumurtalara ve yavrulara o kimse malik bu­lunur.

Kezalik: Bir kimse, bahçesini, yabani hayvanlar gelib yumurtlamak ve yayrulamak için tehiyye etmiş olsa gelib yumurtlayan ve yavrulayan hayvanların yumurtaları,  yavruları kendisinin olur, başkası bunlan alaraaz. (Hindiyye).

461 - : Bir kimsenin bahçesinde kendiliğinden gelib mekân ittihaz eden arıların yapdığı bal, o bahçenin menafimden sayılarak o kimsenin maiı olur. Buna başkası taarruz edemez, yalnız beytül'mâle, bahçe, arazi-i öşriyyeden ise bu balın öşrünü vermesi lâzım gelir. (Tatarhaniyye).

462 - : Bir kimsenin bal kovanında toplanmış bulunan arılar, mali muhrez sayılır. Binaenaleyh bunlar da, bunların balları da o kimsenin ma­lıdır. Fakat bir kimsenin bahçesinde gelib mekân ittihaz eden arılar, mü-cerred bununla o kimsenin malı olmuş olmaz, bunları başkası da alabilir, (Hindiyye).

463 - : Bir kimsenin kovanından çıkan oğul arısını başkası hanesi­ne konmakla veya kendisinin kovanında toplamakla ahz etse o kimse, is-tirdad edebilir. Bu, av mânâsına değildir. (Ankaravî, Mecelle, Dürerül* hükkâm). [93]

 

Yenilmeleri Helal Olub Olmayan Av Hayvanları:

 

464 - : Berhayat olarak yakalanan bir av hayvanı, usulü dairesinda boğazlanmadıkca etini yemek helâl olmaz. Berhayat olarak yakalanama­yan bir av hayvanının etini yemenin helâl olması için de beşi avcıya, beşi avı tutacak hayvana, beşi de ava aid olmak üzere on beş şart vardır. Şöyle ki:

 (1) : Avcı, zekâta, yani: Hayvanı şer'an yiyilecek halde boğazlamaya ehil olmalıdır. Bu da hayvanı boğazlamaya aklı yeter olmakla ve hakika­ten veya kendi iddiasmca müvahhid bulunmakla olur.

Binaenaleyh âkil olan bir müslümanm veya kitabînin avlad]ğı hay­van yiyilebiiir. Fakat âkil bulunmayan çocuğun, mecnunun, mecusinin, mürteddin veya putperestin berhayat olmayarak avladığı hayvanın eti he­lâl değildir, yiyilemez!.

(2) : Av hayvanını, meselâ: Av köpeğini bizzat avcı ava salıvermiş ol­malıdır. Binaenaleyh av hayvanı kendi kendine avcının elinden boşamb avı yakalayarak öldürürse eti yeyilemez.

(3) : Av hayvanını salıveren avcıya saydı helâl olmayan kimse muşa reket etmemiş olmalıdır. Binaenaleyh bir müslim ile mecusînin salıver dikleri av hayvanları avı birlikde tutub cerh ve kati etseler bu avın eti

yeyilemez.

(4) : Avcı, av hayvanını salıverirken besmele-i şerîfeyi amden terk et­memiş olmalıdır. Binaenaleyh bir avcı, bu halde besmeleyi amden terk etse salıverdiği hayvanın tutub cerh ve kati edeceği avın eti yiyilemez.

Nisyanen terk edilen besmele-i şerife ise hükmen mevcud sayılır.

(5) : Avcı, av hayvanını ava gönderdikde bu gönderdiği zaman ile o hayvanın avı yakaladığı zaman arasında başka bir iş ile iştigal etmemiş olmalıdır. Binaenaleyh başka bir işde bulunursa badehu yakalanacak hay­vanın eti helâl olmaz.

(6) : Av hayvanı, muallem olmalıdır. Bir av köpeğinin muallem ol­ması, tutduğu av hayvanlarım birbiri peşine üç defa yememesiyle teay-yün eder. Bir doğanın muallem bulunması da geriye çağrıldığı zaman he­men icabet ederek geri dönmesiyle husule gelir, avı yemesi muallemÜ-ğine  mani değildir.

(7) : Av hayvanı, ava sevk edildiği zaman hemen gidivermelidir, tâ ki onun istiyadı bu sevka izafe edilebilsin.

Binaenaleyh bu sevka rağmen bir mikdar durub veya başka bir şey ile iştigal edib de badehu ava giderek onu yaralıyarak Öldürürse eti yi­yilemez.

(8) : Av hayvanına avda kullanılması helâl olmayan başka bir hayvan iştirak etmemiş  olmalıdır. Binaenaleyh av hayvanına  muallem olmayan bir kelb veya mecuskıin köpeği iştirak ederek birlikde avlasalar eti he­lâl olmaz.

(9) : Av hayvanı, avı cerh ederek öldürmüş olmalıdır. Bu cerh ise ze­kâtı şer'î makamına kaimdir, velevki kan çıkmasın. Zekât ise kam ihraç ile tathir mânasını mütezamrmndır.

Binaenaleyh av köpeği, avı yaralayıb da boğsa zahiri rivayete göre eti helâl olmaz.

Kezaük: Atılan ok avı yaralamayıb mücerred ezmek suretiyle öldürse eti yiyilemez.

(10) : Av hayvanı olan kelb, avdan hiç bir şey yememiş olmalıdır. Bi­naenaleyh yiyecek olsa muallem olmadığı anlaşılmış olacağından o avın eti yiyilemez.

(11) : Av, haşeratdan = Hevamdan olmamalıdır. Binaenaleyh akreb, çiyan, yılan, fare, keler, zübab, köstebek, sülük, hünfesa gibi hayvanla­rın etleri yiyilemez, bunlar hebais d endirler.

(12) : Av, benatül'ma' denilen su hayvanlarından olmamalıdır. Su kö­peği, su hinziri gibi. Bunlardan balık, yılan balığı, sazan balığı müstesna­dır, bunların etleri yiyilebilir.

(13) : Av, kanadlan veya kevaimi ile kaçmağa gayrı muktedir olma­malıdır.

Binaenaleyh kaçıb kurtulamayacak bir halde bulunan bir av hayva­nı, savdiyyet halinden çıkmış olur. Artık üzerine saldırılan hayvan tarafından cerh ve kati edilse eti helâl olmaz.

(14) : Av, nabiyle, yani: Azı dişiyle veya mihlebiyle, yani: Yırtıcı tır-nağiyle nıütekavvi olmamalıdır.

Binaenaleyh köpek, arslan gibi azı dişi olub da âdeten yırtıcı ve kapıp kaçıncı olan hayvanların etleri helâl olmadığı gibi doğan ile kerkes kuşu da mihleb sahibi oldukları için etleri helâl değildir.

(15) : Av, kendisini avcının yetişib daha boğazlamaya iktidarı tahak­kuk etmeden fevt olmalıdır. Binaenaleyh avcı, av daha berhayat iken ka-vuşub onu besmele ile kesmeğe muktedir olduğu halde bu kesmeği terK etmekle hayvan aldığı yaradan dolayı ölse veya kendisini av köpeği yara-layıb öldürse eti helâl olmaz. Çünkü asıl zebhi şer'îyi ikame ve icra müm kün olunca halefiyle iktifa caiz olmaz. (Hindiyye, Şerh-ül Mecma, Reddi-nıuhtar). [94]

 

Malîkî'lere Göre Sayd Ve İstiyad :

 

1 - : Bir takım hayvanlar zekât =- Tezkiye bulunmadıkça eti yiyi* lemez. Zekât «= Tezkiye, lûgatde kssmek ameliyyesini tamam etmek ma­nasınadır. Şer'an zekât,  berrî hayvanın İbabesine, yatıl: Etinin yiyilebil-meşinin helâl olmasına kendisiyle tevassiiî olunan sebeb demekdir, hay­vanı üsuli dairesinde boğazlamak gibi.

2 - : Zekât  = Tezkiye, üç nevidir. İkisi, ünsî veya vahşî hayvan larda yapılan zebh ile nehrden ibaretdir. Zebh, hayvanı boğazından kes-m efedir, nehr ise deve gibi bir hayvanı göğsündeki kılâde yerinden bo* ğazlamakdır. Üçüncüsü de elde edilemeyen, vahşî    hayvanlarda yapılan ukurdan, yani: Bunları silâh ile veya mualiem av hayvaniyle cerh1 suretiy­le öldürmekdir. Cerh, hayvanın kanım akıtmakla tahakkuk eder, velev ki derisi yarılmasın.

3 - : Bir tezkiyenin sıhhati için kesilen hayvanın hulkumiyle^ iki vedecinin tamamen kesilmesi şartdır. Hulkum, nefesin mecrası olan ka­saba = Boğazdır. Vedec de boğazın iki safhasında bulunan iki damardır ki, bunlara şah daman denilir.

4 - : Saydı berride cerh lâzımdır, yani:    Her hangi uzvundan bir mikdar kan çıkarılması şartdır  Saydı bahride cerh ve saire şart değildir. Çünkü bunların meytesini -de yemek helâldir.

5 - :Avın mütevahhiş olması şartdır.

Deve, sığır, gibi bir hayvan, kaçıb vahşi hayvanlara iltihak etse mü-cerred cerh ile eti helâl olmaz.

6 - : Maallem hayvan, avladığı avın etinden yese de - meşhur olan kavle göre - o avın eti helâl olmakdan çıkmaz, yine yiyilebilir.

7 - : Avcının avı görmesi veya avın bulunub bulunmadığını bilme­si §art değildir. Mağarada veya ormanlık veya kayalık bir yerde saklı bir av dahi, saldıran mualiem hayvan tarafından cerh edilerek öldürülse eti helâl olur.

Kezlik: Avcı, avlamak istediği hayvanın mübahül'ekl olduğunu zan-netdiği halde nev'ini yanlış tahmin etse, meselâ: Tavşan zannetdiği av, ceylân zuhur etse yine eti yiyilir.

Fakat avcı, avın haramül'ekl olduğunu zannetmiş olduğu halde cerh ve kati edilen av, hilafı zuhur eylese eti yiyilemez. Çünkü bu takdirde 'bunu tezkiye maksadiyle avlamamışdır. Bu maksadla ava silâh atmış ve­ya mualiem hayvanı saldırmış değildir.

8 - : Avcı, müteaddid avlara silâh atarken veya av hayvanını saldı­rırken bunlan hepsini avlamak niyyetinde bulunsa veya hiç böyle bir niy-yetde bulunmasa bunlardan hangisi avlansa eti yiyilebilir. Fakat  muay­yen birine niyyet etdiği halde başkası avlansa    bunun eti helâl olmaz. Çünkü bir avın helâlü'ekl olması için şart olan niyyet, bu hayvan hak­kında bulunmamış dır.

9 - : Avladığı hayvanın eti yiyilir kimse ile yiyilmez olan kimse bil-iştirak bir ava silâh atsalar veya mualiem hayvanı saldırsalar da bu avın eti yiyiîmez. Çünkü bir şeyde muhrim ile gayrı muhrim içtima etse muh-rim ciheti'gaiib gelir. Nitekim muaîlem hayvan ile gayn mualiem hay­vanın birlikde cerh. ve kati etdikleri av hakkında da hükm böyledir.

10 - :  Avcı, cerh edilen avı takib etmekde teenni göstermiş olsa bu avın eti yiyilemez. Meğer ki onu daha ölmeden kavuşub kesmeğe' ka­dir olamayacağı hakkında zamı-ı galibi bulunsun.

11 - : Tezkiyeye niyyet vâclb olduğu gibi zebh ve nehr ânında veya cerh için silâhını veya av hayvanını istimal zamanında «Tesmiye» de bu< lunmak da vâcibdir. Tesmiyeden maksad, (Bismillah Allah-ü Ekber) de­mekdir. Ahsen olan budur. Maamafih yalnız (Bismillah) veya (Allah-ü Ekber) veya (Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh) veya (Subhanallah) veya (Lâ ilahe illallah) denilmesi de kifayet eder. Bunların hepsi de tesmiyedir.

12 - : Deve gibi boynu uzun olan hayvanlar, nehr suretiyle boğaz lanır, bir zaruret bulunmadığı halde nehr suretiyle boğazlanmazsa - meş­hur olan kavle göre - eti yiyilmez.

Bilâkis koyun ve hangi bir kuş bir zaruret olmaksızın nehr suretiyle boğazlansa eti yiyilmez, velevki sehven vâki olsun.

Zaruretden maksad ise hayvanın bir çukura düşüb de başka türlü ke« silmesi kabil olmamak veya kesecek âletin bulunmaması gibi şeylerdir.

13 - : Bir saydı müteaddid kimseler görüb her biri bunu ahza ka­dir olduğu halde içlerinden birisi daha çabuk davranıb elde etse buna kendisi malik olur.

14 - : Bir av, avcının veya müşterinin elinden kaçıb da vahşi hay­vanlara lâhik oldukdan sonra onu başka birisi avlasa ona malik olur o. evvelki avcıya veya müşteriye aid olmaz. Meğer ki evvelce ünsiyyetü bir hale gelmiş olsun. Bu halde ikinci avcı buna malik olamaz.

Böyle bir hayvanın üzerinde hulliyyatdan bir şey bulunsa bu tia ikin­ci avcıya aid olmaz, lukata mesabesinde bulunur.

15  - : Bir kimse, bir av hayvanı tarafından veya atılan bir silâh ile cerh edilib ölmek üzere bulunan bir avı görür de boğazlamaya kudreti olduğu halde boğazlamaz da bu av, aldığı cerhden ölürse meyte mesabe­sinde olur, etini yemek kimseye helâl olmaz. Bu halde ona tesadüf eden kimse, bu avın kıymetini avcıya zâmin olur.

Boğazlamaya kudret ise kesmeğe vâkıf ve kesecek âlet mevcud ol­makla tahakkuku eder. Nitekim bir kimse, yanında bulunan bir vesikayı imha edib de bu yüzden bir hakkın ziyama meydan verse bu hakkı zâ­min olur.

Kezalik: Yanında fazla taam veya su bulunan kimse, bunları muztar olan bir şahsa veya bir hayvana vermeyib de onun telef olmasına sebebiy-yet verse onun insan ise diyetini, hayvan ise kıymetini zâmin olur. Çün­kü cemiyyet efradı arasında nefsleri, malları hıfz için bu gibi muvasat bir vecibedir. (Şerh-i Muhammedil'hırgî, Hâşiye-i Aliyyil'adevî). [95]

 

Şafiî'lere Göre Sayd Ve İstiyad :

 

1 - : Sayd için kelb de, yırtıcı hayvanlar da kullanılabilir. Bunla­rın muailem olması şartdır. Bir yırtıcı .hayvanın muallem olması, sahibi salıverince gitmekle ve menedince gitmeyib durmakla ve tutduğu avdan yememekle malum olur. Ezhar olan, bir hayvanın muallem sayılması için yemeyi terk etmesi şarttır. Bu hal tekerrür etmelidir ki muallem oldu­ğuna zan hâsıl olsun.

2 - : Bir av hayvanı, »muallem olduğu zahir oldukdan sonra tutdu­ğu avın etinden yiyecek olsa o avın eti yiyilemez, helâl değildir, ezhar olan da budur, o hayvamn yeniden talimi şart olur.

3 - : Bir av hayvanı, üzerine saldırdığı ava yüklenerek ağırlığiyU avı öldürse - ezhar olan kavle göre - o av helâl olur, eti yiyilebiîir.

4 - : Avcı, av hayvanlarından birini kasd edib silâhını atdığı hal­de başkasına isabet etse - esah olan kavle göre - helâl olur.

5 - : Muallem kelb ile av, avcının gözünden gaib oldukdan sonra sv ölü olarak bulunsa haram olur.

Kezalik: Av hayvanı, avı cerh etdikten sonra av gaib olub da bilâha­re ölü olarak bulunsa - ezhar olan kavle göre - haram olur.

6 - : Bir kimse,  bir ava onu elinde zabt etmesiyle veya onu öle­cek bir halde cerh etmesiyle veya kanadını kırmasiyle veya sayd için kur­duğu tuzağa düşmesiyle mâlik olur. Malik olurrca da onun boşanıb kaç-masiyle, veya esah olan kavle göre onu kendisinin salı vermesiyle ondaki, mülkiyyet hakkı zail olmaz.

7 - : Bir kimsenin güvercini, başkasının burcuna çıkıb gitse reddi lâzım gelir. Güvercinler birbirine karışıb da temyizi çetin olsa bunların bu halde satılması, veya üçüncü bir şahsa bağışlanması sahih olmaz. Şâ-yed satılır da adedleri malum, kıymetleri müsavi olursa bey'i, sahih olur (Minhaçüttalibîn). [96]

 

Hanbelî'lere Göre Sayd Ve Îstîyad :

 

1 - : Sayd, masıd manasınadır ki, av demekdir. Tab'an mütevehhiş, hemen elde edilmesi gayrı makdur, helâl olan her hangi hayvan, avdır.

tstiyad ise mübahdır, lehv ve eğlence tarikiyle olması mekruhdur, başkalarının ekinlerine, mallarına zarar vermek suretiyle yapılması ha­ramdır.

Av, mekûîâtm efdalidir. Ziraat de müktesabâtın efdalidir. Sanayiin eîdali de hiyatatdir.

2 - : Bir av etinin helâlü'ekl olması için şu gibi şartlar vardır:'

(A) : Avcı, av vasıtasını istimal etdiği zaman tezkiyeye ehl olmalıdır, yani:  Keseceği hayvanların yiyilmesi şer'an helâl bulunmalıdır; Binaen­aleyh bir mecusînin avlayacağı saydi berrînin ekli müslümanlarca helâl değildir.

(B) : Av âleti, kılıç, biçak gibi cerh edecek bir halde bulunmalıdır ve­ya muallem kelb veya şahin gibi cerh eder sairbir hayvan olmalıdır. îmam Ahmed'e göre simsiyah olan bir kelb ile istiyad caiz değildir. Bunda şey-tan£ bir fıtrat vardır. îbni Ömer ile Mücahid'e göre ise istiyad, yalnız kelb ile olur, sair muallem hayvanlar ile-olamaz.

(C)  : Av âleti, istiyad kasdiyle kullanılmalıdır. Binaenaleyh bir av hay­vanı ava salıverilirken avlamak kasdı bulunmasa veya av görülmeden av hayvanı salıverilse veya muallem hayvan kendi kendine gidib avı Öldür­se bu avın eti helâl olmaz.

(D)  : Muallem hayvan ava karşı salıverilirken veya silâh atılırken tes­miye - îsmullahı zikr bulunmalıdır. Velev sehven tesmiye terk edilirse avın eti helâl olmaz.

3 - : Havada, ağaçda veya duvar üzerinde bulunan bir av, istiyad kasdiyle atılan bir şeyin isabetiyle ölü olarak aşağıya düşse eti helâl olur. Çünkü onun ölümü kendisine isabet eden bir cerhden dolayı olmuş olur.

Fakat av, atılan bir silâh üzerine suya düşse veya yukarıdan aşağıya düşüb kendisini bir şey çiğnese de bunlar kendisi gibi bir hayvanı öldü­recek bir halde bulunsa bu avın eti helâl olmaz.

Kezalik: Keskin zehirli bir demir ile öldürülmüş bir avın eti de yiyi-lemez. Çünkü bu zerhin tesiriyle ölmüş olması muhtemeldir. (Neylül'me-ârib). [97]

 

Zâhirî'lere Göre Sayd Ve İstiyad :

 

1 - : Tevehhüş edib kaçan, avlanmaksızın elde edilmesine kudret bulunmayan her hangi kara hayvanı sayd sayılır.

Böyle bir hayvanın tezkiyesi; ok, kılıç, bıçak gibi tesir eden bir şeyin atılmasiyle olur. Böyle bir şeyin isabetiyle hemen öîüb de diri olarak tu-tulmasa başka tezkiyeye mahal kalmayıb eti yiyilebilir. Hattâ diri olarak tutulduğu halde serian ölmek vaziyetinde bulunsa yine tezkiye -= Boğaz-lanmaksjzın da eti yiyilebilir. Şu kadar var ki, boğazlamak güzeldir. Fakat serian Ölmeyecek bir halde mecruh ise boğazlanmayınca eti helâl olmaz.

2 - : Kitabî olmayan gayrı müslimin veya çocuğun kesdiği veya av­ladığı hayvanın ve haksız yere alman bir âlet ile avlanan avın eti yiyile-mez.

Kezalik: Üzerine amden veya nisyanen ism-i ilâhi zikredilmeyen bir hayvanın eti de yiyilemez.

Bir kitabî, zikr etdiği ismullah ile Hazreti Meşini kasd etse de bu kas-dine bakılmaz, zikr etdiği ismullah kâfi görülerek kesdiği veya avladığı hayvanın helâl olduğuna kail oluruz. Atâ'mn, Leysin, Sevrî'nin, Ebû Ha-nife'nin, Şafiî'nin, Ebû Süleyman'ın = Yani: Davud-i Zâhirî'nin kaville­ri de böyledir. îmam Malik ise kitabîlerin kesdikleri hayvanların etlerim yemeyi kerih -görmüşdür.

3 - : Herhangi av, taş ile veya yırtıcı bir hayvanın çarpmasiyle ve saire ile yaralanıb da daha ölmeden, yani: Henüz bakıyye-i hayatı mevcud iken elde edilerek besmele ile zebh edilse eti helâl olur.

4 - : Bir cemaat, bir ava silâhlarını atdıkları halde içlerinden yal­nız birisi veya cümlesi besmelede bulunmuş olsa bakılır: Eğer hepsinin veya yalnız besmeleyi okuyanın atdığı silâh ile av ölmüş ise eti yiyilir. Fakat besmeleyi okuyan zatın silâhı isabet etmeyib de diğerlerinin silâ hiyle ölmüş  olursa eti yiyilmez.

Maahaza hepsi de besmeleyi okuyub hepsinin de silâhı ava isabet et­miş olursa ava hepsi de malik olur. Fakat bazılarının silâhı ava isabet et­mezse veya bazıları tesmiyede bulunmuş olmazsa bunlar ava malik ola­maz.

5 - : Bir kimse, bir ava silâhını atıb da bjr uzvunu kendisinden ko­parıp atsa bakılır: Eğer hayvan derhal ölürse veya kendisi elde edilme­den ölecek olursa kendisi de o kopmuş uzvu da yiyilir. Fakat avcı kendisi-, ne yetişib de henüz kesilmiş bir hayvanın yaşayabileceğinden ziyade ya­şayabilecek bir halde bulunursa tezkiyesi yapılır, kendisi helâl olur, kop­muş olan uzvunu yemek ise helâl olmaz. Çünkü bu takdirde o uzuv hak­kında tezkiye bulunmamış olur.

6 - : Bir kimse, bir vahşi hayvanı veya su avını hayyen veya mü-zekkâ olarak elde etse ona sair emvali gibi malik olur. Bu hayvan, tevah­huş ederek kırlara veya denize avdet etmiş olsa da yine o kimsenin mül­künde kalır, onun rizası olmadıkça başkasına helâl olmaz. Bunların doğu­racağı yavruları da o kimseye aiddir.

7 - : Av, kendisini evvelce yaralayana aiddir. Bilâhare bunu baş­kası da yaralayarak öldürse bunun mislini evvelki yaralayan avcıya zâmin olur. Çünkü onun mülküne taaddide bulunmuşdur.

8 - : Av hayvanının muallem olması lâzımdır. Bu hayvan, avladığı avın etinden yemeye kadir olduğu halde hemen yemeyîb -de bir müddet dursa da badehu yiyecek olsa etin bakiyyesi helâl olur. Çünkü bu halde o. avı, kendisini salıveren avcı namına avladığı anlaşılır. Bilâhare yemesi ise açlıkdan dolayı olmuş olabilir. Nitekim tutduğu hayvanin etinden av­cı kesib verdiği takdirde de bunu yemesinden dolayı muallem olmakdan çıkmaz, etin bakiyyesi yine helâl olarak kalır.

9 - : Simsiyah veya iki gözünün üzerinde birer beyaz nokta bulu­nan bir kelbin öldürdüğü av eti yiyilemez, haramdır. Böyle bir hayvanı ne av için ve ne de başka bir şey için tutmak helâl değildir.

10 - : Gayrı muallem hayvanın avlayıb Öldürdüğü avın eti helâl ol­madığı gibi ava kendiliğinden saldıran muallem veya gayrı muallem bir hayvanın tutub öldürdüğü avın eti de helâl olmaz. Meğer ki av, henüz ba-kiyyei ruhu mevcud iken elde edilib usulü dairesinde boğazlansın, o hal­de eti yiyilir. (Elkitabül'muhallâ).     [98]                                                          

yirmi ikinci kitabın sonu

 

YİRMİ ÜÇÜNCÜ KİTAB

 

Meflnıdlara, lakttlere, lukatalara müteallik mesaili muhtevi olnb bir mukaddime ile üç bölüme avrılmışdrr. [99]

 

MUKADDİME

 

Mefkuda, Lakite Ve Lukataya Müteallik Istılahlar

 

1 - (Mefkud) : Mekânı, hayat ve mematı bilinmeyen gaib kimsedir. Buna «Gavbet-i münkatıa ile gaib» namı da verilir. Böyle bir kimseye hem beldesinden aynlıb tagayyüb etmiş olması, hem de alâkadarlar tarafın­dan araştırılması münasebetiyle «Mefkud» denilmiştir. Çünkü mefkud, fa-kid tâbirleri lügat itibariyle gaib etmek, madûm olmak ve araştırmak mâ­nalarını ifade eder. «Fakd» lâfzından müştakdirler.

2 - (Fıkdan) : Fukûd kelimeleri de fakd gibi gaib etme, gaib olma, bâdelvücud madûm olmak mânalarını ifade eder, mukabilleri: Vücud, vic­dandır.

3 - (İfkad) : Bir şeyi gaib ettirmek manasınadır. Gaib olan bir şeyi araştırmaya da «îftikad, tefekkud» denilir.

4 - (Lakıt) : Lügatte melkut mânasına olarak mutlaka yerden kal­dırılmış şey demektir. Bilâhare menbuz veled, yani: Atılmış çocuk mâna­sında istimali şayi olmuştur. Çünkü yere atılan şeyler, adete nazaran yer­den kaldırılır. Himayeye lâyik bir şey ise himaye edilir. Bir yere atılan çocuk da oradan kaldırılacağı cihetle kendisine - meali hali itibariyle - lakit namı verilmiştir. Bir şeye âkibetine göre ad verilmesi lügatte şâyidir. Yaş üzüme hamr, ölecek bir halde bulunan bir zihayata meyyit ismi ve­rilmesi gibi. Lakit ıstılahta: Ehli tarafından bir yere atılmış diri veya ölü çocuk demektir.

5 - (tltikat) : Bir çocuğu atılmış olduğu yerden alıb kaldırmak dır Onu alıb kaldırana «Mültekit, lâkit» denilir.

6  - (Menbuz) : Bazı zevata göre hemen doğmasını müteakib bir ye­re atılmış bulunan çocukdur. Lakit ise böyle değildir. Lakit, kendi mesa-lihini, meselâ: Yiyip içmesini bizzat idareden âciz bir halde olarak bulu­nan herhangi erkek veya kız çocuğudur.

7  - (Lukata) : Lügatte alıb kaldırmak mânasına olan lakit lâfzın­dan mehuzdur. Gaib olmuy, düşürülmüş bir mala da - hasbel'âde ahniD saklanıldığı cihetle - lukata namı verilmişdir.

Lukata tâbiri, aza da çoğa da şâmil bir ismi cemidir. Lâfzan cem'i: «LukataUdır.

Lukata, «Canlı ve cansız iytifc mal», «Maliki bilinmeyen sâkit mal» veya «Yolunu şaşırmış hayvan», «Ziyaa maruz herhanvi masum bir mal» diye tarif olunmuşdur. Bunlar binnetice müttehiddirler.

Lukatayı kaldıran kimseye: Lâkit, mültekit denildiği gibi bu yoldaki harekete de iltikat denir. Bu cihetle lukatayı: «Zayi olan bir şeyi temel­lük için değil, sahibi namına hıfz için alıb kaldırmaktır» diye de tarif et­mişlerdir. Bu, ayni zamanda iltikatm da tarifidir.

8  - (Dal) : Yolunu şaşırmış insan demektir. Gaib olmuş, yerinden uzak düşmüş itik hayvana da bilhassa «Dalle» namı verilir. [100]

 

 (BİRİNCİ  BÖLÜM)

 

MEFKUDLARA DAİR MESAİLİ MUHTEVİDİR

 

İÇİNDEKİLER : Mefkudun mahiyeti, vaziyeti hukukiyyesi, hâkimin mefkud üzerinde velayeti ve hakkında bazı tasarrüfleri. Mefkud için kay-yim nasb edilmesi, ve kayyimin yapıp yapamayacağı işler, Mefkudun ma­lından kimlere nafaka verilebileceği. Mefkudun vefatına hükm edilmesi ve bu hükmün netayici hukukiyyesi. Bir mülâhaza. [101]

 

Mefkudun Mahiyeti Ve Hukukî Vaziyeti :

 

9 - : Mefkud, ikametgâha ve hayatta olub olmadığı bilinmeyen ga-ib kimsedir. Berhayat olub olmadıtına dair haber alınan bir gaibe ise mef­kud namı verilmez. Maamafih gaib ile mefkud arasında ahkâm itibariyle de fark vardır. Meselâ: Hâkim, gaibin emvalinde tasarruf ve gaib namı­na kayy;m tâyin edemez. Mefkud ise bunun hilâfmadır.

Velhâsıl: Beldesinden tegayyüb edib de nerede olduğu, yaşayıb ya-şamâdığı bilinmeyen herhangi bîr şahs, mefkud olduğu gibi esir olarak danharbe götürülüb sağ olub olmadığına dair haber alınamayan kimse de mefkud hükmündedir.

10 - : Bir mefkud '.endi nefsi hakkında -diri, başkaları hakkında ise Ölü sayılır. Ea?ka bir tâbir ile mefkud, kendisine muzir olan ahkâm husu-srnda berhayat sayılu .  Bunlar, mevtinin sübutuna  mütevakkıf bulunan hükümlerdir.  Malının mirasa konulması gibi.  Bilâkis  kendisine faideli, başkasına muzir olan ahk^m hususunda ise ölü sayılır. Bunlar da hayatı­nın sübutuna tevakkuf eden hükmlerdir. Başkasına vâris olmak gibi. Çün­kü mefkudun hayatı bir hücceti dâfia olan istishab tarikile sabittir, yani: Mefkudun hayatı evvelce sabit olduğundan bunun zevaline bir delil bu­lunmadıkça bekasiyle hükm olunur.

Binaenaleyh mefkud,- bu veçhile berhayat sayıldığından başkaları onun aleyhine olarak bazı hukuka nail olamazlar.

Fakat istishab, bir hücceti müsbite olmadığı, yani: Evvelce sabit ol-nayan bir şeyin sübutu için bir delil teşkil etmediği cihetle de mefkud, bu asîe istinaden başkaları aleyhine olarak tevarüs gibi bir takım haklara kail olamaz.

Filhakika mefkudun berhayat addedilmesi, evvelce hayatı sabit bilâhare vefat edip etmediğinin meşkûk bir halde bulunmasından ileri gelmektedir. Bu cihetle mefkudun tahtı temellük ve tasarrufunda bulu­nan emvali ve sair bir kısım şahsî hakları kendisinin hakikaten veya hük­men vefatı tarihine kadar siyanet altında bulunur.

Fakat böyle zarureten sabit olan şeylerin kendi mikdarlarınca takdir olunması da hikmet ve maslahat icabatındandır. Binaenaleyh bu husus-da tatbik sahasını tevsi etmek, mefkudu kemafissabık kat'î surette berha­yat sayarak kendisinin sabık haklarından başka yeniden bir takım hakla­ra da nailiyetini kabul etmek doğru olamaz.

Mahaza «Beka ihtidadan esheldir», «Bekaerc tecviz edilen bir takım şeyler ibtidaen tecviz edilemez» tarzındaki kavaidi külliyyeye nazaran mef­kudun kendi emvali üzerindeki sabık haklarının bekasını kabul etmek icab ederse de kendisinin mefkudiyeti halinde tevarüs gibi bir tarik ile başkasının zararına olarak yeniden bir takım haklara nailiyeti kabul edi­lemez.

Şu da malûmdur ki, irse istihkak, kat'î bir sebebe istinad eder. O -da vâris olacak şahsın kat'î surette berhayat bulunmasiyle kabil olur. Mefku­dun ise hayatı kati surette malum olmadığı cihetle mefkudiyyetinden son­ra vefat eden kimselere vâris olması tecviz edilemez.

Maamafih mefkudun tevarüsü tecviz edildiği takdirde bir çok kerre irs muameleleri, teşevvüşleri mucib olur, daha yakın vârislerin hakları­nın ziyama sebebiyyet verir, hakikati ketm suretiyle bazı tezvirat ikaına müeddi olabilir. Şöyle ki:

Evvelâ: Hükm zamanına kadar mefkudun ne tarihden itibaren vefat etmiş addolunacağı kat'î surette kesdirilemeyeceğinden o zamana kadar mefkud hakkında birhayat nazariyyesi bizzarure kabuî edileceği cihetle bu müddet zarfında vefat edecek bazı kimselerin terekesinden mefkuda bir hisse ifraz edilebilecektir. Halbuki müehharen zuhur eden bir beyyineye binaen mayize ircaı hükm ile mefkudun daha evvel vefat etmiş olması tah­tı hükme alınabileceği ihtimâl dairesindedir. Bu halde mefkudun hisse-i irsiyyeye müstahik olmadığı tezahür ederek bu suretle hakikaten vâris olacak kimseierin izrarı cihetine gidilmiş olduğu tahakkuk eder, buna meydan vermek ise elbetöe tasvibe şayan olamaz.

Saniyen: Mefkudun vefatına hükm tarihine kadar başkalarına teva­rüs etmesi tecviz edildiği takdirde devamı hayatı meşkûk olan bir kimse, hayatı kat'iyyen malûm olan sair'vereseye, müzahim olacakttr. Böyle bir muamelenin muvafık görülemeyeceği ise bedihîdir.

Salisen : Mefkudun tevarüsü kabul edildiği takdirde çok kerre bir mü­teveffanın terekesine kendi akrabasından olmayan veya karabetleri kendi­sine binnisbe yakin bulunmayan eşhasın mefkud vasıtasiyle tevarüs etme-

leri ıcao eaer ki, bu aa naKKaniyyete muvafık görülemez.

Rabian : Mefkudun daha evvel vefat etmiş olduğuna efradı ailesi ve­ya sair akribası herhangi bir suretle muttali oldukları halde mücerret baş­kasından mirasa nail olmasını temin maksadiyle bunu ketm edebilirler. Bu, her zaman ihtimâl dahilindedir. Bu yüzden vârislerin mütezarrır ola­cakları ise aşikârdır.

Velhâsıl: Mefkudun başkalarına tevarüs etmesi adalete mukarin ola­maz. Bu bususda asıl yapılacak muamele, mefkudun vâris olabileceği kim­selerden birinin vefatı halinde mefkut namına - hayatta bulunduğu tak­dirde - isabet edecek hissenin ihtiyaten tevkif edilmesidir. Bu hususda mezâhibi selâse fukahası müttefikdirler. Hanbelî mezhebinde de asıl olan budur.

(Mahaza Hanbeîî mezhebine mensub bazı fukahaca mefkudun tevarüs hakkına malikiyyeti kabul edilmiş-dir. Bu hususa dair aşağıda bazı tafsilât görülecektir.)

11 - : Mefkudun kendi nefsi hakkında berhayat sayılması esasına aşağıdaki gibi meseleler teferru eder:

12 - : Mefkudun vefatına hükm edilmedikçe malları vârisleri ara­sında taksim edilemez. Çünkü verese, müverrislerinin emvaline vefatın­dan sonra müstahak olurlar. Mefkudun ise vefatı malûm değildir. Şu ka­dar var ki vârisler, ellerinde bir miktar menkûl emval bulunduğu halde mefkudun vefatını iddia etseler hâkim, yalnız bu emvali aralarında tak­sim edebilir. Çünkü veresenin sözü, ellerinde bulunan bu mallar hakkın­da muteberdir.

Kezalik vârisler, mefkudun vefatını bilikrar ona aid bir deyinden ve­ya bir vediadan hisselerini almak isteyib de borçlu ile müstevda da mef­kudun vefatını itiraf etseler hâkim, bunları da verese beyninde taksim ede­bilir.

Mahaza bundan akaret müstesnadir. Akar böyle ikrar ile taksim olu­namaz.

13 - : Mefkudun evvelce yapmış olduğu akdi kare, mefkudiyetile münfesih olmaz. Çünkü icare mucir ile müstecirden birinin vefatiyle mün­fesih olur, mefkud ise berhayat s ayılmak da dır.

14 - : Mefkudun medyunu zimmetinde, mûdei veya müzaribi elinde bulunan mallarını beytül'mâl emini hıfz için alamaz, velevki mefkuda vâ­ris olacak bir kimse bulunmasın. Nitekim bu mallan mefkuda vâris ola­cak kimselerde bunlardan isteyib alamazlar. Meğer ki bunların hıyanet­leri zahir olsun, o zaman hâkim bu malları alarak emin bir kimseye tevdi edebilir.

15 - : Mefkudun vefatı hakikaten veya hükmen sabit olmadıkça re­fikası başkasiyle evlenemez. Çünkü mefkudun hayatiyle zevciyyet hakkı na raalikiyyeti evvelce yakinen sabit, müahheren vefatiyle zevciyyetin ze­vali ise meşkûkdür. Yakinen sabit olan bir şey ise şek ile zâü olmaz.

16  - : Mefkudun başkaları hakkında meyyit sayılması esasına da şu gibi meseleler, müteferri olmaktadır:

17 - : Mefkud, başkasına vâris olamaz. Şu kadar var ki berhayat ol­duğu takdirde nail olacağı hissei irsiyye ihtiyaten tevkif edilir. Bilâhare berhayat olduğu anlaşılırsa bu hisseyi alır, anlaşılmazsa bu hisse şâir vâ­rislere verilir.

Meselâ: Mefkudun babası vefat ederek mefkud ile beraber iki oğlu­nu daha terk edecek olsa terekesi üç müsavi sehime aynlıb iki sehimi mev-cud bulunan iki oğla verilir, diğer bir sehmi de mefkud namına hıfz edi­lir. Bilâhare mefkud zuhur ederse bu sehme müstahik olur, zuhur etme-yib de vefatına hükm edilirse o bir seÜIifl dahi diğer iki oğla verilir.

Bu suretde mefkudun vefatına her ne kadar babasının vefatından sonra hükm ediliyorsa da mefkud, miras hususunda mefkudiyyeti zama­nından itibaren vefat etmiş sayıldığından babası o zamanda berhayat bu-lunmuşdur.

18 - : Mefkudun vârislerinden olacak bir kimse, mefkudun berha­yat olduğunu biliddia bir terekeden hisse-i irsiyyesini taleb edecek olsa bu iddiası dinlenemez. Çünkü mefkudun berhayat olduğunu iddia etmek­le kendisinin mefkuda aid terekede hakkı olmadığını itiraf etmiş olur. Bir terekede hakkı olmayan kimsenin ise o terekeye müteallik bir husumete salâhiyyeti olamaz.

19 - : Mefkud, - berhayat olduğuna nazaran - bir kimsenin vere­sesinden bulunub da diğer vârislerinden bazılarını hecb ettiği, yani: Mi-rasdan kısmen veya tamamen mahrum bırakacak bir derecede bulundu­ğu takdirde bakılır: Eğer hecbi hirman ile hacr ediyor, yani irsden ta­mamen mahrum bırakıyor ise hecb edilen vârise terekeden hiç bir şey verilmez. Fakat hecb-i noksan ile hecb ediyor ise hecb edilen vârise, iki nasibin ekalli verilir.

Şöyle ki: Bir kimse vefat edib de bir mefkud oğliyle iki kızını, bir de oğlunun oğlunu terk edecek olsa iki kızma terekesinin sülüsanı değil, nıs­fı verilir. Çünkü mefkud, bunları hecbi noksan ile hecb etmiş olur, diğer f  da mefkud namına tevkif edilib müteveffanın hafidine bir şey verilmez. Zira mefkud berhayat olunca bu hafidi hecbi    hireman ile hecb eder.

Fakat bilâhare jjftsfkûdun vefatı hükmen sabit olunca tevkif ©dilen nısıf hisseden iki kıza - terekenin mecmuuna nazaran - bir südüs da­ha verilerek hisseleri sülüsana çıkarılır, mütebaki bir sülüs de mezkûr hafide verilir.

20 - : Mefkud, berhayat olarak zuhur etmedikçe namına yapılan va­siyete- müstahik olamaz. Şöyle ki: Bir mefkud için bir şey vasiyet etmiş olan kimse vefat etse o şey, mefkudun hali tebeyyün edinceye kadar mev­kuf tutulur. Musînih vefatı zamanında berhayat olduğu sabit olursa mef­kud o vasiyet edilen şeye müstahik olur, sabit olmayıb bilâhare vefatına hükm edilirse mevkuf bulunan şey, (müşabih) mûsinin veresesine iade edi­lir. Çünkü bu halde mefkud, musîden evvel vefat etmiş sayılır. (Mebsût, Bedayî, Hindiyye, Reddimuhtar). [102]

 

Hâkimin Mefkut Üzerinde Velayeti Ve Hakkında Bazı Tasarrufları :

 

21 - : Hâkimin mefkud hakkında  velayeti carîdir. Mahaza hâkim, mefkudun menkûl ve gayrimenkul mallarım satamaz. Çünkü hâkimin ga-ib üzerindeki velayeti, onun yalmz hukukunu hıfza    münhasırdır, onun mallarını satmak ise bu hıfza münafidir. Meğer ki o malların bozulmasın­dan, ziyamdan korkulması  gibi bir mülci bulunsun, bu takdirde hâkim, bu malları satarak bedelini mefkud namına hıfz eder. Fakat böyle bir saik bulunmadığı hal-de satacak olsa mefkud zuhur edince bu. mallan müşteri­den istirdada müstahik olur.

Mefkud namına hissel irsiyye olarak tevkif edilen akar ve saire hak kında da hükm böyledir. Bunlar, ziyamdan korkulmadıkça satılmaz, şâ-yed bunlar beytül'mâl emini tarafından satılıb da bâdehÛ mefkud zuhur edecek olsa bunları müşteriden istirdad edebilir. Bu halde müşteri de ver­diği semeni, beytül'mâl emininden talebe müstahik olur.

(Bu mesele, fukahayı Hanefiyyece böyle olmakla beraber vaktiyle mefkudlarm alelıtlak emvalini satabilmek için tarafı sultaniden kadılara, beytül'mâl eminlerine salâhiyyet verilmiş olduğu, EbüssuÛd Efendinin ma­ruzatında mezkûrdur. Bu salâhiyyet, diğer bir mezhebi fıkhiye göre veril­miştir. Son zamanlarda beytül'mâl kassamlığı tarafından da mefkudlana alel'umum mallart satılmakda idi. Binaenaleyh, mefkud bilâhare zuhur edince bu satış muamelesini fesh ettiremezdi. Çünkü bu muameleyi fesh için kadılar salâhiyetdar değildiler, meğer ki satış muamelesinde bir ni fahiş bulunsun, o takdirde mefkud gelince bey-i vâki-i fesh etdirebilirdi.)

22 - : Hâkim, mefkudun akarını borcunu tesviye için satabilir.

Kezalik mefkud, evvelce birinden satın almış olduğu menkûl bir ma­lı henüz kabz ve semenini itâ etmeden tegayyüb etmiş olsa hâkim, o malı satarak bedelinden mezkûr semeni bayiine itâ edebilir. Fakat o mal, akar olsa veya mefkud tarafından kabz edilmiş bulunsa satılamaz.

23 - : Hâkim, mefkudun evvelce borcu mukabilinde rehn olarak bı­rakmış olduğu bir malı mürteMnin talebi üzerine satarak semeninden bor­cunu tesviye edebilir.

24 - : Mefkudun evvelce satmış ve semenini almış olduğu bir mal, bilistihkak zabt edilmekle semenin müşteriye iadesi lâzım geldiği tahak­kuk etse hâkim, mefkudun o semen cinsinden olan maliyle o semeni müş­teriye tediye edebilir.

25 - : Hâkim, mefkudun akarını tamir ettirebilir.  Fakat hakimin izni olmadıkça mefkudun akarını, meselâ hanesini mefkudun vekili tamir edemez, velevki mefkud, bu tamir için evvelce vekiline salâhiyyet vermiş olsun. Çünkü mefkudun vefatiyle vekâletin zail bulunmuş olması ihtimâl dahilindedir.

26 - : Vârisleri mefkud olan bir müteveffanın terekesinden bir kim­se bir hak dâva edecek olsa hâkim, o dâva muvacehesinde dinlenebilmek için müteveffa namına bir vasi nasb edebilir.

27 - : Hâkim, mefkudun mallarım hıfz için emin bir kimseyi kay­yım tâyin ve mefkudun nafaka cinsinden olan emvalinden müstahik olan­lara nafaka itâ edebilir. Nitekim bunlar, aşağıda izah edilecekdir. (Haniy-ye, Hindiyye, Dürrümuhtar). [103]

 

Mefkud İçîn Kayyim Nasb Edilmesi Ve Kayyimin Yapıp Yapamayacağı İşler :

 

28 - (Kayyım) : Mefkudun mallarını muhafaza, nâsın zimmetlerin­de bulunan alacaklarını kabz, mefkudun emvalinde usulü dairesinde ta­sarruf için hâkim tarafından nasb edilen emin, mutemet kimse demekdir.

Hâkim, kayyimi mefkudun akrabasından veya haricden olarak tâyin edebilir, bunun tâyin edilmesini mefkudun vârisleri gerek taleb etsinlei ve gerek etmesinler. Çünkü hâkim, kendi şahsî işlerini gormekden âciz olan her kimse için bir nazır, bir hami mevkiindedir. Binaenaleyh mef-

kut hakkında bu nazırlık salâhiyyetini kayyim nasb etmek suretiyle ifa eder.

29 - : Kayyim, mefkudun mallannt hıfz eder, ekinlerini, harman­larını korur, borçlularından  ikrar etdikleri matlublannı  alır, ziyamdan korkulan mallarını hâkimin emriyle satar.

30 - : Kayyim, mefkud hakkında yapdığı bir akidden dolayı tahsili lâzım gelen bir hakkı dâva edebilir.

Meselâ: Mefkudun bir akarını kareye verse veya bozulmasından kor­kulan bîr malını satsa müstecirden kira bedelini, müşteriden semeni me-bii dâva edib alabilir.

31 - : Kayyim, mefkudun lehine olan dâvalarda hasm olamaz. Binaenaleyh kayyim, mefkudun mûdei veya müzaribi elinde bulunan mallarım bunlardan dâva edib alamaz. Çünkü bunların elleri mefkudua eli mesabesindedir, bunların hıfzında olan bir mal, bizzat mefkudun hıf­zında imiş gibi sayılır. Artık başkasının hıfzına hacet kalmaz. Bu cihetle­dir ki, mefkudun evvelce zevcesine veya sair akrabasından birine emanet bırakmış olduğu bir malı bunlartn ellerinden alınamaz. Nitekim bu malla­rı mefkudun vefatına hükm edilmedikçe vârisi de, beytül'mâl emini de bunların ellerinden alamazlar. Şu kadar var ki, hâkim, bir maslahat gö­rürse bu malları alarak emin bir kimseye,tevdi edebilir.

32 - : Kayyim, mefkudun başkası elinde bulunan bir akardaki ve­ya uruzdaki hissesini veya bir kimsenin zimmetinde olan bir alacağını in­kâra mukarin dâva edemez. Çünkü kayyim, ne malikdir, ne de mefkudun naibidir. Belki mefkudun mallarım hıfz için hâkim tarafından tayin edil­miş bir vekildir. Binaenaleyh bu gibi dâvaları ikameye salâhiyyeti yokdur.

33 - : Kayyim, mefkudun aleyhine olan dâvalarda hasım olamaz. Nitekim mefkudun veresesi veya mallarını hıfz için evvelce tâyin etmiş olduğu vekili de bu hususda hasım olamaz.

Binaenaleyh bir kimse, bunlardan biri muvacehesinde mefkuddan bir deyne veya bir şirkete veya bir nikâh ve talâka, yahud bir vedia ve em­saline müteallik .bir hak taleb edecek olsa bu dâvası dinlenemez. Çünkü dâvayı bir hasım muvacehesinde ikame edebilir. Kayyim ise hasım olama2, vereseye gelince bunlar da müverrislerinin vefatından sonra hasım olabi­lirler, halbuki müverrisleri olacak mefkud, vefatına hükm edilinceye ka­dar berhayat sayılmaktadır. Bu cihetledir ki, mefkudun vefatı sabit olur veya veresesi tarafından ikrar olunursa o takdirde alacaklılar, haklarını terekesinden taleb edebilirler.

Şunu da ilâve edelim ki her ne kadar gait) ile mefkud hakkında gıya­ben hükm verilmesi, esasen kabul edilmemekde ise de bir hâkim, bunlar­dan birinin lehine veya aleyhine hükm verilmesini maslahata muvafık görürse bu hususdaki içtihadına binaen bir kayyim veya bir vekili müseh-har muvacehesinde ikame edilecek dâvayı dinleyerek hükmünü verebilir. Böyle gıyabî bir hükm nafiz olur. Çünkü bu cihet, içtihada mevzu, teşkil etmiş bir meseledir.

34 - : Kayyim, mefkudun vekiline müzahim olamaz.

Binaenaleyh mefkudun muayyen bir husus hakkında evvelce tâyin et­miş olduğu vekili mevcud olunca o hususa kayyim müdahale edemez. Hat­tâ mefkudun bilcümle umurunu rüyet için evvelce tarafından nasb edil­miş vekili mevcut olunca ayrıca bir kayyim nasb edilemez. Çünkü müvek kilin gaybubetinden dolayı vekil mün'azil olmaz. Vekil mevcud olunca da kayyime hacet kalmaz.

35 - : Mefkudun. vârisleri, hâkim tarafından tâyin edilen kayyime muhalefet ederek malında tasarrufa kıyam edemezler.

36 - : Beytül'mâl emini, kayyim tâyin edilmedikçe mefkudun ma­lında tasarruf edemez. Binaenaleyh mefkudun bir malını hâkimin izni ol­maksızın satıb da badehu mefkud zuhur edecek olsa o malı müşteriden is-tirdad edebilir. Mefkudun vefatı sabit olduğu takdirde de bu istirdada ve­resesi müstahik olur.

37 - : Hiyaneti sabit olan bir kayyim, hâkim tarafından azl edile­rek yerine mütemed bir kimse tâyin edilir. (Tatarhaniyye, Hindiyye, Bah-rirâik, Reddimuhtar). [104]

 

 



[1] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/3.

[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/5-6.

[3] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/7.

[4] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/7-10.

[5] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/10-21.

[6] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/10-21.21-22.

[7] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/22-25.

[8] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/25-27.

[9] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/27-29.

[10] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/29-31.

[11] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/31-33.

[12] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/34.

[13] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/34-46.

[14] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/46-48.

[15] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/48-51.

[16] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/51-56.

[17] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/57-62.

[18] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/63.

[19] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/63-65.

[20] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/65-71.

[21] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/71-73.

[22] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/73-76.

[23] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/76-79.

[24] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/79-80.

[25] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/80-81.

[26] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/81-84.

[27] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/84-87.

[28] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/87-93.

[29] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/93-96.

[30] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/96-98.

[31] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/98-101.

[32] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/101-102.

[33] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/103-104.

[34] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/104-109.

[35] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/109-112.

[36] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/112-113.

[37] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/113-114.

[38] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/115.

[39] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/116.

[40] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/117-118.

[41] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/118-119.

[42] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/119-120.

[43] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/121-122.

[44] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/123.

[45] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/123-124.

[46] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/125-126.

[47] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/126.

[48] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/127.

[49] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/127-129.

[50] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/129-130.

[51] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/130-131.

[52] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/131.

[53] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/131-132.

[54] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/132-133.

[55] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/133-134.

[56] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/134-136.

[57] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/136.

[58] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/137.

[59] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/137-138.

[60] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/138-139.

[61] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/139-142.

[62] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/142-145.

[63] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/145-146.

[64] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/146-148.

[65] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/148-152.

[66] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/152-154.

[67] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/154-155.

[68] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/155-156.

[69] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/156-158.

[70] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/159-160.

[71] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/160-163.

[72] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/163-166.

[73] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/166-168.

[74] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/168-169.

[75] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/169-171.

[76] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/171-172.

[77] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/172-173.

[78] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/174.

[79] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/174-176.

[80] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/176-180.

[81] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/180-182.

[82] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/182-184.

[83] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/184-186.

[84] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/186-187.

[85] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/187-188.

[86] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/188-190.

[87] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/190-192.

[88] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/192-194.

[89] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/194-195.

[90] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/195.

[91] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/196.

[92] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/196-197.

[93] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/197-200.

[94] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/200.202.

[95] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/202-204.

[96] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/204-205.

[97] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/205-206.

[98] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/206-207.

[99] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/208.

[100] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/208-209.

[101] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/210.

[102] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/210-214.

[103] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/214-215.

[104] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 7/215-217.