SEKİZİNCİ CİLT. 1

YİRMİ ALTINCI KİTAB.. 1

SULH VE İSRA HAKKINDA OLUB BİR MUKADDİME İLE İKİ BÖLÜME.. 1

AYRILMIŞTIR. 1

(MUKADDİME) 1

Sulh Ve İbraya Dair Istılahlar : 1

(BİRİNCİ BÖLÜM) 2

SULHE DAİR MESELELERİ HAVİDİR.. 2

Sulhun Aksami, Rüknü Ve Meşrüiyyeti : 2

Akdi Sulhun  Müsalihe Aid Şartları   : 3

Musalehünaleyh İle Musalehünanha Aid Bazı Haller Ve Şartlar : 3

Müsalehünanhe Dair Hükmler : 4

Sulhde Carî Olan Vekâletler : 5

Deyinden Ve Sair Bazı Haklardan Sulh : 6

Caiz Olub Olmayan Bazı Sulhler : 6

Sulh Ahkâmına Dair Bazı Meseleler : 8

Malikî'lere Göre Sulhe'dair Bazı Meseleler : 9

Şafii'lere  Göre Sulhe   Müteallik  Bazı   Meseleler   : 9

Hanbelî'lere Göre Sulhe Aid Bazı Meseleler : 11

Zahirilere Göre Sulhe Aid Bazı Meseleler : 11

(İKİNCİ BÖLÜM) 12

İBRAYA DAİR AHKÂMI HAVİDİR.. 12

İbranın Mahiyyeti Ve Aksamı : 12

İbranın Hükmleri : 14

Marizlerin, Vârislerin İbralarına Müteallik Bazi Meseleler : 15

YİRMİ YEDİNCİ KİTAB.. 16

İKRAR HAKKINDA OLUB BİR MUKADDİME İLE İKİ BÖLÜMDEN.. 16

İBARETTİR.. 16

(MUKADDİME) 16

İkrara Dair Istılahlar : 16

(BİRİNCİ BÖLÜM) 16

İkrarın Mahiyyeti, Rüknü Ve Nevileri : 16

İkrarın Şartları   : 18

Sahih Olue Olmayan Bir Kısım İkrarlar : 21

İkrarın Umumi Hükmleri : 25

(İKİNCİ BÖLÜM) 26

Nefy-I Mülk Ve Namı Müstear A Ait Meseleler : 27

Maraz-1 Mevt İle Mariz Olanların İkrarları : 28

Nesebe Aid İkrarlar 30

Kitabetle İkrara Aid Meseleler : 33

İkrara Dair İhtilâflar : 34

İkrarın Hikmet-I Teşriîyyesi  : 35

YİRMİ SEKİZİNCİ KİTAB.. 36

DAVALARA DAİR OLUB BİR MUKADDİME İLE İKİ BÖLÜMDEN.. 36

MÜTEŞEKKİLDİR. 36

(MUKADDİME) 36

Davalara Aid Bazi Istılahlar : 36

(BİRİNCİ BÖLÜM) 37

DÂVALARA DAİR UMUMİ HÜKİMLER HAKKINDADIR. 37

Davanin Rüknü Ve Sıhhatinin Şartları : 37

Dâvaların Hükümleri, Nevileri : 38

Davaların Hikmet-İ Teşriîyyesi : 40

Dâvalarda Hasım Olub Olmayanlar : 41

Davaların Defi' Edilebilmesi : 44

Dâvâlardaki Tenakuzlar : 45

(İKİNCİ BÖLÜM) 47

DÂVALARA DAİR BİR KISIM MESELELER HAKKINDADIR. 47

Davalarda Huzurları Şart Olub Olmayanlar : 47

Düyuna Menkülâta, Akarate Müteallik Dâvalar 48

Mürur! Zamanin Nevileri, Müddetler : 49

Mürür-İ Zamana Dair Bir Kısım Meseleler : 51

YİRMİ DOKUZUNCU KİTAB.. 53

BEYYİNELERE = ŞAHADETLERE VE TAHLİFE DAİR OLUB BİR MUKADDİME İLE İKİ  BÖLÜMDEN MÜTEŞEKKİLDİR. 53

(MUKADDİME) 53

Şahadetlere, Hüccetlere Dair Bazı Istılahlar : 53

(BİRİNCİ  BÖLÜM) 56

ŞAHADETLERE DAİR UMUMİ HÜKMLER VE MESELELER HAKKINDADIR. 56

Şahadetin Rüknü, Nisabı, Ehemmiyeti Ve Hikmet-İ Teşri Iy-Yesi : 56

Şahadetlerin Şürût-I Esasiyyesi : 58

Şahadetlerin Dâvalara Muvafakati : 62

Şahadetlerin Keyfiyet-İ Edası : 64

Şahidlerin İhtilâfları : 66

Şahadet Aleşşahadetin Mahiyyeti : 68

Tevatür Suretiyle Şahadet : 70

Şahidlerin Tezkiyeleri Ve Cerh Edilmeleri : 70

 

 

 

 

SEKİZİNCİ CİLT

 

Bir kısım muamelât ile muhakemâta ve İfîaya müteallik ahkâmı hâvidir.

«Hukuki Islâmiyye ve Istılahaü Fıkhiyye Kamusunun işbu Srkızincı fildi beş kitapdan müteşekkildir. Bu kitablar, bu eserin yirmi altıncı, yirmi yedinci, yirmi sekizinci, yirmi dokuzuncu ve otuzuncu kitabından ibarettir. Şöyle ki :

(26)  inci kitab, sulh ve ibraya müteallik meseleleri havi olub bir mukaddi­me ile İki bölüme münkasîmdir.

(27)  nci kitab, ikrara dair meseleleri cami olub bir mukaddime ile iki bö lüme ayrılmışdır.

(28)  inci kitab, dâvalara müteallik olub bir mukaddime ile iki bölümden ibarettir.

(29)  uncu kitab. Beyyinelere şehadetlere ve yeminlere dair olup bir mu­kaddime ile iki bölümden müteşekkil bulunmuştur.

(30)  uncu kitab, kaza  Hükm ve fetva hakkındaki mesaili cami oîub bir mukaddime ile üç bölümden ibarettir.

Bu sekizinci cildin kitablarında münderiç meseleler Mecellei Ahkâmı Ad-liyyenin bu hususlardaki maddelerini aynen veya meâien cami olduğu gibi da­ha bir çok lâzımlı ahkâm ve izahatı da havi bulunmuştur.

Bu kamusda - evvelce de yazılmış olduğu üzere  fıkhı Hanefî esas ola-ark tesbit edilmiştir. Hukukî meseleler, maddeler arasında mukayeseler yapı­labilmesi için de sair büyük mezahibi fıkhiyyemize aid bir çok meseleler, mü­talaalar, kayd olunmuştur. Bu kamusu teşkil eden cildlerin birincisi, usulü fıkhı ve tabakatı fukahayı muhtevi olub bu, bir nazariyyatı hukukiyye ve tari­hi fıkh mecmuası demektir. Diğer cildlerdcki meseleler do islâm hukukunun esaslarını muhtevi olub bunlardan bir çoğunun esbabı mucibei makmnında olan ileli fıkhıyyesine «Çünkü, zira...» diye işaret olunmuş, ve başlıca bir ki-

sim ahkâmı hukukıyyenin hikmeti teşriiyyesi de ayrıca kayd edilmiştir. Vel­hâsıl: bu sekizinci cild ile bu eser nihayet bulmaktadır. Bu eser, heyeti mecmu­ası itibariyle (Usulü fıkh, tarihi fıkh, ıstılahatı fıkhiyye, füruatı fıkhıyye, hi-lâfiyyat, hikem-i teşriiyye = Nazariyyaü hukukiyye) namile altı ilim şubesini muhtevi bulunmuşdur. Bu ilimlerin haddi zatındaki vüsatına, ehemmiyetine nazaran muhtasar, mahdud olan bu eser, nâçiz bir ferdin neticei mesaisi bu­lunmaktadır. Bu cihetle şüphe yok ki noksanlardan hâli delildir. Fakat mun-sif, âli nazar zevatdan memuldur ki, mahza islâm Hukukuna naçizane bir hiz-metde bulunmak gayesini takib etmiş olan âciz müellifini hüsn-i niyyetine ba-ğişlıyacaklar, kendisini bu hususda mazur göreceklerdir.

Feyyazı kerim olan azimüşşan mabudumuzun af ve merhametine iltica e-derek nâçiz eserimizin riza-i ilâhisine iktiranını niyaz eyleriz. Allahü â'lem bissavab ve ileyhil'merciu vel'meâb.[1]

 

YİRMİ ALTINCI KİTAB

 

SULH VE İSRA HAKKINDA OLUB BİR MUKADDİME İLE İKİ BÖLÜME

AYRILMIŞTIR.

 

(MUKADDİME)

 

Sulh Ve İbraya Dair Istılahlar :

 

1 - (Sulh = Musalehe) : Muhasamanın hilafıdır. Esasen istikâmet üThâl mânasına olan selâh kelimesiyle ilgilidir. Istılahda: îki tarafın, yani: Müddei ile müddeaaleyhin aralarında rızalariyle nizaı refi' ve izâle eden bir   akdden ibaretdir.

2  - (Tesâlüh)  : Musalehe demekdir ki, hilafı tehasumdur.    Müsâlemet mânasını müfiddir.

3 - (Musâlih) : Sulhu akd eden kimsedir. Binaenaleyh asaleten veya ve­kâleten veya velayeten müddeî veya müddeaaleyh sıfatiyle musâlehada bulu­nan kimseye musâlih denir,

4  - (Musâlehünaleyh)  : Bedel-i sulh demekdir ki, mal da, menfaat   de olabilir.

5 - (Musâlehünanh) : Müddeabih olan = Dâva edilen şeydir, yani: Bir hakkı şahsî olarak dâva ve taleb edilen şeyden ibaretdir. Hukuk-ı ilâhiyyeden dolayı ise sulh sahih değildir.

6 - (Salâh)  : Fesadın zıddıdır. Nefsinde   müstakimül'hâl olan kimseye «Salih» denilir. Diğer bir tarife göre salih, hukûkullâhı ve hukuk-ı ibâdî ikâ­me eden zatdır.

7 - (İbra) : Bir kimseyi bir dâvadan, bir hakdan beri kılmak, onun hak­kında dâvada, hak talebinde bulunmakdan vazgeçmekdir.

8 - (İbrâ-i âm)  : Bir kimsenin zimmetini bütün haklardan, dâvalardan beri kılmakdır.

9 - (Ibrâ-İ has) : Bir kimsenin zimmetini muayyen bir hakdan,   hususî bir dâvadan veya bir kısım haklardan beri kılmakdır.

10 - (İbrâ-i istifa) : Bir kimsenin zimmetindeki bir hakkın alınmış, kabz edilmiş olduğunu itiraf eylemekdir ki, bir nevi ikrar demekdir.

11 - (İbrâ-i iskat) : Bir kimsenin zimmetindeki kabil-i iskât oları bir hak­kı veya kâfi'e-i hukuki iskât etmekden veya böyle bir hakkın bir kısmını   hat ve tenzil eylemekden ibaretdir.

12 - (Berâet) : Bir şahsın zimmetinin, yani; Nefsinin bir şeyin vücub ve lüzumundan hâli olması, iddia edilen hak ile meşgul olmaması demekdir. Bu­na «Berâet-i zimmet» de denir.

Berâet tâbiri, bir şahs hakkında iddia edilen bir suçdan beri olduğuna ve­ya kendisine isnad edilen suçun haddizatında bir suç teşkil etmediğine dair hâkim tarafından verilen hükm mânasına da müstameldir. [2]

 

(BİRİNCİ BÖLÜM)

 

SULHE DAİR MESELELERİ HAVİDİR

 

İÇİNDEKİLER : Sulhun aksamı, rüknü ve meşru ly yet i. Akd-i sulhun mu-sâlihe aid şartlan. Musâlehünaleyh İle musâlehünanha aid bazı haller ve şart­lar. Musâlehünanha dair hükmler. Deyinden ve sair bazı haklardan su|h. Caiz olub olmayan bazı sulhler Sulh ahkâmına dair bazı meseleler. [3]

 

Sulhun Aksami, Rüknü Ve Meşrüiyyeti :

 

13 - : Sulhler, müddeaaleyhin cevab verib vermiyeceğine nazaran üç kı­sımdır. Şöyle ki: Birinci kısım, an ikrârin sulhdür ki, müddeaalleyhin müddea-bihi ikrarı üzerine yapılan sulhdür. ikrar ve itiraf edilen bir alacak dâvasından sulh gibi. ikinci kısım, an inkârın sulhdür ki, müddeaaleyhin müddeabıhı inkârı üzerine yapılan sulhdür. inkâr edilen bir emanet dâvasından sulh gibi. üçün­cü kısım, an sükutin sulhdür ki, müddeaaleyhin müddeabihi ikrar ve inkâr et-meyib sükût etmesi üzerine yapılan sulhdür.

14 - : Sulhun rüknü, icab ve kabuldür. Binaenaleyh icab ve kabul bulun­madıkça sulh mün'akid olmaz.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsdan satmış olduğu bir mal bedeli olarak bin kuruş dâva edib de bilâhare «Bunun mukabilinde sekiz yüz kuruşa sulh ol­dum.» dese, müddeaaleyh olan o şahs da «Bu veçhile sulhu kabul etdim.» de­se aralarında icab ve kabul ile sekiz yüz kuruş üzerine bir sulh mün'akıd olur.. Fakat o şahs, bunu kabul etmese sulh mün'akid olmaz.

Maahaza mübadele mahiyyetinde olmayıb bir hakkı kısmen iskât mahıy-yetinde bulunan bir sulh, yalnız müddeinin icabiyle mün'akid olur. Diğer ta­rafın kabulüne muhtaç bulunmaz.

Meselâ : Bir kimse, medyununa hitaben «Sende olan yüz lira alacağımdan seksen lira üzerine sulh oldum.» dese yirmi lira alacağını ıskat etmiş olur. Medyun, bur;u reddetmeyince seksen lira üzerine sulh mün'akid olmuş bulu­nur.

15 - : Sulh, bazen teati ile de mün'akid olur. Söyle ki: Müddei, müddea­aleyhin ahza hakkı olmadığı bir malı müddeaaleyhe verib o da bunu kabz etse aralarında sulh husule gelmiş olur.

Meselâ : Müddeî yüz lira dâva etdiği halde müddeaaleyh bunu inkâr et­mekle beraber müddeiye bir kumaş itâ, o da kabz etse aralarında teati sure­tiyle sulh mün'akid olur. Fakat müddeaaleyh, müddeiye müddeabihin bir kısmim vers», meselâ yüz lira dâva edildiği halde elli Ura verse bununla   sulh mün'akid olmaz. Bu hakkım kısmen istifa sayılır (Bezzâziyye.)

16 - : Sulhun meşrûiyyeti, kitâbûllâh ile, sünnet-i nebeviyye ile, icmâ-ı ümmet ile makûl ile, yani: Kıyası fukahâ ile sâbitdir.

Bir âyet-i celîlede: buyurulmug-dur. Bu, sulhun son derece hayırlı olduğunu nâtıkdır. Bir hadis-i şerifde de: buyurulmuşdur.

Resûli Ekrem Efendimiz, Hudeybiyye senesinde Mekke'liler ile on sene müddetle harb etmemek üzere musâlehada bulunmugdu.

Ömer İbnil Hattab Hazretleri: buyurmuşdur. Yani: Davacıları sulh olmaya imâle ediniz.

Çünkü dâvalarını hükmen hail ve fasi etmek, aralarında adavet husule geti­rir.

Binaenaleyh hâkimin tacil etmesi lâyık değildir. Hasımları sulhe red etme­si mendubdur.

Sulh voliyle olan fasl-ı dâva, bakâ-i meveddete akreb, beyne!'müslimin nefretten taharrüze vesile olur. Şu kadar var ki, bu hükmin vechi müstebin olmadan evvel yapılmalıdır. Ne suretle hükm edileceği anlaşildıkdan sonra sulhe imâle doğru değildir. Bu halde hasımlar isterlerse kendi aralarında n-zalariyle sulh olabilirler. Bu halde hâkimin sulhe imâle etmesi, hakkında töh­meti müstelzim olabilir. Hâkim ise bu töhmetden kadir olduğu kadar kaçın­malıdır.

Maamcfih sulh teklifi de nihayet bir iki defa yapılır. Çünkü dâvayı uzat­mak, istihkak sahibinin tehir-i hakkına sebebiyyet vererek zararına bâis olur.

Velhâsıl : Bir çok hususlardan dolayı ümmet-i islâmiyye arasında Öteden-beri musâleha carî bulunmuşdur. içtimâi hayatın icablarından olan bir çok ınünazealardan, husûmetlerden kurtulmak için musâleha tariki, pek faideli bir yoldur. Ancak esasen fâsid olub hiç bir veçhile tashihi kabil olmayan id­dialardan dolayı yapılacak sulhler, sahih değildir. Meselâ: Vâris olmadığı za­hir olan bir kimsenin veraset iddiasından sarf-ı nazar etmesi için kendisiyle bir mal üzerine yapılan bir sulh, sahih değildir, bu mal o kimse için helâl ol­maz (Mebsût, LİsânüThükkâm.) [4]

 

Akdi Sulhun  Müsalihe Aid Şartları   :

 

17 - : Müsâlihin âkil olması şartdır, baliğ olması şart değildir. Binaena­leyh mecnunların, matuhların, gayrı mümeyyiz çocukların yapacakları sulh­ler sahih olmaz. Fakat mezun olan çocukların, matuhların yapacakları sulh-lerde zarar-ı beyyin bulunmazsa sahih olur. Şöyle ki: Bir kimse, mezun bir çocukdan ticarete veya borç, vedia, ariyet gibi ticaret zarûriyyatından   olan bir hususa dair bir şey dâva edib o da ikrar etse veya bu dâva beyyine ile sabit olsa bu ikrarı veya beyyine üzerine yapacağı sulhu sahih olur.

Amma sulhde aşikâr bir zarar bulunursa, meselâ: Mebide bir ayıb bulun­madığı halde semenini tenzil suretiyle yapacağı sulh, sahih olmaz (Bezzâ­ziyye.)

Kezalik : Mezun bir çocuk, alacağını imhâl ve tecil etmek üzere sulh akd etse bu da sahih olur. Çünkü bu imhâl ve tecil, ticaret icablarındandır.

Kezalik : Böyle bir çocuk, alacağının bir mikdarı üzerine sulh olsa bakı­lır: Eğer beyyinesi var ise sulhu sahih olmaz. Fakat beyyinesi bulunmayıb hasmın da yemin edeceği malûm olursa sahih olur.

Kezalik : Böyle bir çocuk, ba§ka birinden bir mal dâva edib de mikdar-ı kıymeti üzerine sulh olsa sahih olur. Çünkü bu sulh, bir mübadele mesabe­sindedir. Mezun olan çocuk ise bu mübadeleye ehildir. Fakat o malın kıyme­tinden noksanı fahiş üzerine sulh olsa sahih olmaz. Zira bu sulhde zarar-ı beyyin vardır (Bedâyî, Hindiyye, Tahtâvî.)

18 - : Çocuk namına müsâlehe yapacak şahsın, çocuğun malında tasar­rufa malik olan kimselerden olması gârtdır. Baba, dede, vasi gibi. Çünkü sulh, malda tasarrufdur. Binaenaleyh malda tasarrufa malik olana muhtes    olur (Bedâyî.)

19 - : Sulhun çocuğa mazarret-i zahire ile muzir olmaması şartdir.

Binaenaleyh bir çocuğa aid dâvadan velisi veya vasisi sulh oldukda bakı­lır; Eğer çocuğa zarar-ı beyyin yok ise sahih olur, ve eğer zarar-ı beyyin var ise sahih olmaz. Meselâ: Bir kimse bir çocukdan bir kuruş dâva edib de çocu­ğun parasından vermek üzere babası sulh oldukda eğer o kimsenin beyyinesi var ise sulh sahih olur, fakat beyyinesi yok ise sahih olmaz (Bedâyî.)

Kezalik: Bir çocuğun bir şahs zimmetinde alacağı olub da babası onun bir mikdarını tenzil ile sulh oldukda eğer beyyinesi var ise sahih olmaz, amma beyyinesi olmayıb o şahsın yemin edeceği malûm bulunursa sahih olur. Şu kadar var ki, bundan sonra babası veya baliğ oldukdan sonra çocuğun ken­disi bu alacağa beyyine-i adile ikâme ederse sulh bozulur (Ali Efendi = Hâvî.)

Kezalik: Çocuğun alacağı ne ise onun kıymetinde veya ondan gabni yesîr ile az kıymetli bir mal üzerine velisinin sulh olması da şahindir. Velev ki beyyinesi mevcud olsun. Çünkü bu, muaveze demekdir. Veli ile vasi ise muaveze ye muktedirlerdir.

Fakat müddeaaleyh, müddeabihi mukir veya bu hususda beyyine mevcud olursa velinin veya vasinin çocuğa aid ve kendilerinin yapmış oldukları bir akdden gayrı mün'beis olan bir alacağı hakkında gabn-İ fahiş ile sulh yapma­ları sahih olmaz (Hindiyye, Mirat-ı Mecelle.) [5]

 

Musalehünaleyh İle Musalehünanha Aid Bazı Haller Ve Şartlar :

 

20 - : Musalehünaleyhr muayyen akar, uruz, nükud gibi ayan kabilinden ise akd-i sulh; beyi, müsalehünaleyh da mebi hükmünde olur. Ve eğer müsa-lehünaleyh gayrı muayyen mevzunat, mekillât gibi duyûn kabilinden bulunur­sa akd-i sulh; yine beyi, bu bedel de semen mesabesinde bulunur. Müsalehü-naieyh, bir hanede bir müddet ikamet gibi menafi   kabilinden   olursa akdi sulh; icare, bedel de ücret hükmünde olur. Binaenaleyh beyide mebi veya se men olmaya ve icarede menfaat olmaya salih olan her şey, sulhde de bedeli sulh olmaya salih olür.Maamafih semen ve ücret olmaya salih olmayan bas şeyler, bedel-i sulh olmaya salih olabilir. İki tarafın ikâme etdikleri karşılıklı cinayet dâvasından vazgeçmeleri üzerine sulh olmaları gibi.   Bunun beyi ve icare gibi bir akde ircaı kabil değildir (Muhît, Hindiyye,   Abdülhalım Feta-vâsı.)

21 - : Müsalehünaleyh, mal, mülk veya menfaat kabilinden olmak şan­dır.

Binaenaleyh lâşe ve hür olan insan gibi mal olmayan bir şey, bedel-i sulh olamaz.

22 - : Müsalehünaleyh, müsalihin malı ve mülkü olmak şartdır. Binaenaleyh başka bir şahsın tâyin İle müteayyen ve ayandan mâdûd olan

malını izin ve icazeti lâhik olmadıkça bedel-i sulh olarak müsalihin müddeiye vermesi caiz, bununla akd-i sulh sahih olmaz.

Fakat müsalehünaleyh, başkasına aid olduğu halde deyin kabilinden olsa veya tâyin ile müteayyin olmayan, yani: Altın veya gümüş bulunsa sahibi mücız olmasa da sulh.sahiholur. Bu halde müsâlih, müsâlehünaleyhin mislini müddeiye vermekle mükellef olur (Dürerüt'hükkâm.)

23 - : Müsalehünaleyh ile müsalehünanhdan herhangisi kabz ve teslime muhtaç ise malûm olması lâzımdır. Bunlardan kabz ve teslime muhtaç olma­yanın malûmiyyeti şart değildir.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsın elinde bulunan bir haneden o şans da o kimsenin elinde bulunan bir bahçeden bir hak dâva edib de ikisi de müddeâsim tâyin etmeksizin dâvalarından vazgeçmek üzere sulh olsalar sahih olur. Çünkü bunlar bu halde haklarım ıskat etmiş olurlar. Sâkitin cehaleti ise mü­nazaaya müfzi olmaz ve busâkitgabz ve teslime de muhtaç bulunmaz.

Kezalik : Bir kimse, bir şahsın elindeki hanede bîr hak dâva edib de müd-deasını tâyin etmeksizin müddeaaleyh olan o şahs, o kimseye bir malûm be­del vermek üzere dâvasını terk eylemek üzere sulh olsalar sahih olur. Zira burada müsalhünanh, meçhul ise de kabz ve teslime muhtaç değildir. Kabz ve teslime muhtaç olan müsalehünaleyh ise malûmdur.

Fakat müddei, müddeaaleyhe bede! vermek o da hakkı teslim etmek üze­re sulh olsalar sahih olmaz. Çünkü bu takdirde müsalehünaleyh de, müsalehü-nanh da kabz ve teslime muhtaç olduğu halde meçhul bulunmuşdur. (Kâfi, Dürer, Dürerül'hükkâm.) [6]

 

Müsalehünanhe Dair Hükmler :

 

24 - : Muayyen bir mal dâvasından an ikrarin   vuku bulan sulh, bir mal üzerine yapılmış ise beyin hükmünde olur.

Meselâ : Bir kimse bir şahsdan bir hane dâva edib o da o hanenin o kim­seye aid olduğunu ikrar ile beraber şu kadar meblâğ vermek üzere sulh olsa o kimse, bu haneyi o şahsa satmış gibi olur. Binaenaleyh bunda hiyar-ı ayib, hiyar-ı rü'yet, hiyar-ı şart carî olduğu gibi gerek müsalehünanh ve gerek mü­salehünaleyh akar olduğu takdirde şüf'a dâvası da carî olur.

Kezalik : Müsâlehünanhın tamamı veya bir kısmı bilistihkak zabt edilse verilen bodel-i sulhun o nîsbctde tamamı veya bir kısmı İstirdad olunur.

Meselâ : Bir kimse, bir şahs elindeki bir hane için «Benimdir.» diye dâ-vü o şahs da bunu ikrar etmekle beraber o kimseye bin lira vererek sulh ol-dukdan sonra elindeki bu hanenin tamamı başkası tarafından biliatihkak zabt edilse verdiği bin lira bedel-i sulhu geri alır. Hanenin yarısı zabt edilse bu pa-arnm yansını istirdada müstahik olur.

Bilâkis müddeiye verilen ve altın, gümüş gibi nükûd veya deyin kabilin­den bulunan bedel-i sulh, onun elinde tamamen veya kısmen bilistihkak zabt edilse müddeî, bununla müddeaaieyhe rücu eder, yoksa akd-ı sulh, fâsid ol­maz .Çünkü bu sulh, muaveze kabilindendir. Muavezatda ise semen zabt edil­se akd bozulmaz, belki o semenin misliyyatdan ise misliyle, kıyemiyyatdan ise kıymetiyle rücu olunur (Reddimuhtar.)

25 - : Müddeiye verilen bedel-i sulh, nükûd veya deyin olmayıb ayin bu­lunur da bu bedelin tamamı veya bir kısmı bilistihkak zabt edilirse müddei, muhayyer olur, dilerse müddeaaleyhden müsâlehünanhın o mikdarmı, yani:

Tamamını veya bir kısmını ister veya bedelin bakisini red ederek müddeabi-hin tamamiyle rücu eder.

Fakat müddei, müddeaaleyhe sulhen bir. şey vererek müddeabihi aldıkdan sonra bu müddeabih müddeinin elinde bilistihkak zabt edilse verdiği şey ile miiddeaaleyhe rücu edemez. Çünkü müddei, onu kendi mülkü olmak zumiyle almışdır. (Reddimuhtar Tekmilesi.)

26 - : Mal dâvasından an ikrarin sulh, eğer menfaat üzerine vâki olursa bu sulh, icare hükmünde olub bunda icare hükmleri carî olur.

Menfaat dâvasından an ikrarin mal üzerine sulh ve menfaat dâvasından an İkrarin başka bir cins menfaat üzerine sulh de böyle icare hükmündedir. Çünkü sulh, kendisine en karib olan bir akde hami olunur. Bu suretlerde ise sulhe en karib olan akd, icaredir.

Binaenaleyh akd-i icarede makûdünaleyh olan her menfaat, akd-i sulhde de bedel-i sulh olabilir. Bilâkis akdi icarede makûdünaleyh olmayan her men­faat, akd-i sulhde de bedeli sulh olamaz.

Meselâ : Bir kimse, bir bahçe veya şu kadar kuruş dâvasından şu kadar müddet müddeaaleyhin hanesinde oturmak üzere sulh olsa bu sulh, sahih olub o kimse, bu bahçe veya o kadar kuruş mukabilinde o haneyi o kadar müddet ile müddeaaleyhden isticar etmiş olur. Fakat oturmak müddeti böyle muayyen olmazsa sulh, sahih olmaz. Zira münazaaya müeddi olacak derecede meçhul olan bir menfaat, me'cur olamıyacağı gibi bedeli sulh de olamaz Bahrirâik, Dürrimuhtar.)

27 - : An inkârin veya an sükutin sulh olmak, minkülli vechin   muaveze değildir, belki yalnızmüddei hakkında muavezedir. Çünkü müddei, aldığı be­del-i sulhu kendi malına ivaz olarak aldığını zu'um etmektedir. Bu sulh, müd-deaaleyh hakkında ise yeminden helâs ile kat-ı münazea içindir. Zira müdde-aaleyh, müddeinin dâvasında mübtil olduğunu zan ederek bu bedeli yeminden helâs için vermiş bulunur. Müddei ise bu bedeli haksız yere almış olursa diya-neten mes'ul olur (Zeyleî, Bahrirâik.)

28 - : Yukarıdaki mesele veçhile sulh yapılsa müsalehünaleyh olan akarda şüf'a cereyan eder, müsalehünanh olan akarda şüf a cereyan etmez. Çünkü müddei, hakkının ivazım almak zu'munda olduğundan bu zu'miyle muahaze olunur. Müddeaaleyh ise bu muavezeyi münkir olmakla bu inkârı, hakkında Süf anın cereyanına mânidir. Ancak müddeî yerine şefi', beyyine ikâme ede­rek müddeînin iddiasını isbât etse veya müddeaaleyhe yemin tevcih edib o da bu yeminden nükûl eylese müsalehünanh olan akarda da şüf a carî olur (Dür­rimuhtar.)

29 - : Müsalehünanhın tamamı veya bir kısmı   bilistihkak zabt olunsa î, bedel-i sulhun o mikdarını, yani: Tamamını veya bir kısmını   müddeaaleyhe red eder. Çünkü bu istihkak neticesinde müddeinin müddeaaleyhe husûmete hakkı olmadığı anlaşılmış olur. Bu halde müddeî, dilerse müstahik ile husûmete başlar, müsalehünanm ondan dâva edebilir (Ebüssuûd, Mecma-üle'nhür.)

30 - : Bedel-i sulbün tamamı veya bir kısmı bilistihkak zabt olunsa müd­deî, o bedelin tamamı veya bir kısmı mikdariyle dâvasına rücu eder. Meğer ki sulh, kabil-i nakz bulunmayan neviden olsun, kısas, nikâh, hul' gibi. O hal­de müsâlehünateyhin kıymetiyle müddeaaleyhe rücu eder. Amma müstahik, sulhu mü'cîz olur da müsalehünaleyh olan ayni müddeiye teslim ederse sulh caiz olur, bu halde müstahik, müsalehünaleyhin kıyemiyyatdan ise kıymetiyle müddeaaleyhe rücu eder (Tekmile-i Reddimuhtar.)

31 - : Bedel-i sulh, henüz müddeiye teslim olunmadan tamamen veya kıs­men telef olduğu takdirde bakılır: Eğer bu bedel, uruz, akar, meydanda mev­cud misiiyyat gibi tâyin ile müteayyen olan şeylerden ise bilistihkak zabt olun­muş hükmünde olur. Bu haldeeğersulh, an ikrarin vâki olmuş, bedel-i sulh de müddeiye teslim edilmeden tamamen helak olmuş ise sulh tamamen bâtıl olur. Müddei, müsalehünanhın tamamını müddeaaleyhden ister. Bedelin bir kısmı helak olmuş ise bunun mikdarınca sulh bâtıl olur. Müddeî, müsalehü­nanhın bazısını müddeaaleyhden taleb eyler. Ve eğer sulh, an inkâin veya an sükutin vâki olmuş ise müddeî, bedeli hiç teslim etmemiş olunca dâvasına ta­mamen rücu eder. Kısmen teslim etmiş olunca da mütebaki bedel-i sulh mik­darınca dâvasına rücua müstahik olur. Ve eğer bedel-i sulh, deyin ise, mese­lâ: Şu kadar kuruş veya şu kadar kile buğday gibi meydanda mevcud ve mü­şarünileyh olmayan misliyyatdan ise ve yahud meydanda mevcud ise de ta'yin ile müteayyen olmayan şeylerden, yani: Altın ve gümüş paradan ibaret ise bu bedelin kabletteslim tamamen veya kısmen helâkiyle sulhun sıhhatine halel gelmez. Telef olan mikdann mislini müddeaaleyhin müddeiye vermesi lâzım-gelir. Çünkü akdler, bu gibi bedellerin aynine değil, zimmetde sabit olan misil­lerine taallûk eder, bunların helâkiyle ukûd münfesih olmaz (Zeyleî, Dürer, Tekmile.) [7]

 

Sulhde Carî Olan Vekâletler :

 

32 - : Bir kimse, kendi aleyhine açılan deyin dâvasından müddeî ile sulh qlmak üzere bir şahsı tevkil edib o da bil'vekâle bir bedel üzerine sulh olduk-da müsalehünaleyh olan bedel, müvekkil olan o kimse üzerine lâzımgeür. Ve­kil bu bedel ile muahaze ve mutaleb olmaz. Çünkü bu sulh, rçuaveze-i iskâtiy-ye kabilinden olduğundan burada vekil, sefir-i mahz mesabesindedir. Meğer ki vekil, bu müsalehünaleyhin edasını zâmin olmuş olsun. O halde vekil, ke­fil mesabesinde olarak bununla muahaze olunur (Reddimuhtar Tekmilesi, Ab-dülhalim Fetavâsı.)

33 - : Suîhe vekil olan şahs, bir maldan diğer bir mal üzerine an ikrârin sulh olub da bu sulhu nefsine muzâf kilsa bedel-i sulh kendisinden alınır. Zira bu sulh, bir muaveze-i maliyye kabilindendir. Muaveze-i maliyyede ise hukuk-ı akd, vekile râcidir. Bu halde vekil de bununla müvekkiline rücu eder.

Fakat bir sulh, gerek maldan mal mukabilinde olsun ve gerek sair suretle olsun ve yahud deyinden veya demi amdden dolayı yapılsın an inkârin vuku bulursa veya bu sulh müvekkile izafe edilirse bedeli sulh, vekile değil, mü­vekkile lâzım gelir. Zira busulh, müddeaaleyh canibinden feda-i yemin ve kat'ı niza için iltizam edilmiş olur. Bu ise vekili değil, müvekkile aiddir. Me­selâ: Vekil, müvekkilinin borcu olan yüz liradan bilvekâle yetmiş lira üzerine alacaklı ile sulh olsa bu yetmiş lirayı müvekkilinin alacaklıya vermesi lâzım-gelir, vekil, bundan mes'ul olmaz. Fakat vekil, alacaklıya hitaben: «Sen mü­vekkilim ile yetmiş lira üzerine sulh ol, ben bu bedel-i sulhe kefilim.» deyıb aiacaklı da kabul etse bu yetmiş lira vekilden alınır, o da müvekkiliniu emriy­le buna kefil olmuş ise müvekkiline rücu eder.

Kezalik : Müddebih olan bir maldan diğer bir mal üzerine an ikrârin sulh yapıldıkda vekil, «Sen fülânın dâvasından benimle sulh ol.» diyerek, yani: Ak­di kendi nefsine izafe ederek sulh akd etse bedel-i sulh, bu vekilden alınır. Çünkü bu sulh, beyi hükmündedir, vekil de vekil bişşîrâ mesabesinde bulun-muşdur. Beyide ise hukuk-ı akd, âkide râcidir (Hâniyye, Zeyleî, Mecmaül'en-hür.)

34 - : Husûmete, borcu ahza vekâlet, sulhe vekâleti müstelzim değildir. Zira husûmet, sulhun zıddıdır. Binaenaleyh bir kimse, başka bir şahsı dâva­sına vekil edib o da izin almaksızın o dâvadan sulh olsa sahih, yani:   Nafiz olmaz. Bu mesele tmam Züfer'e göredir. Zamanın fesadından dolayı müftabih olan da budur (MecmaüTenhür, Bahrirâik.)

35 - : İki kimse arasındaki bir dâvadan âkil ve baliğ olan bir şahs, onla­rın emrleriolmaksızmfüzûlî olarak sulh olsa bakılır: Eğer bedeli sulhu zâmin olursa veya «Benim fülân malım üzerine.» diye   bedel-i sulhu kendi malına izafe ederse veya meydanda olan nükûda veya uruza işaret ederek «Şu meb­lâğ veya şu saat üzerine» derse ve yahud bedeli zâmin olmayıb, kendi malına da izafe veya işaret etmeyib alelıtlak «Şu kadar meblâğ üzerine sulh oldum.» der ve o meblâğı teslim ederse bu dört suretde sulh, sahih ve o şahs, bedel-i sulhu müteberri olur. Çünkü bu fuzûlî bedel-İ sulhun   teslimini iltizam etmiş bulunur.

Fakat son dördüncü suretde bedel-i sulhu teslim etmezse sulh, müddeaa-teyhin icazetine mevkuf olur. Eğer rnü'ciz olursa sulh, sahih ve bedel-i sulh. müddeaaleyh üzerine lâzımgelir. Zira bunu bilihtiyar iltizam etmiş bulunur. eğer mü'cîz olmaz ise sulh, bâtıl olub dâva hali üzere kabr; vekile de bir şey lâzım gelmez. Çünkü bu fuzûlî bedel-i sulhu nefsine veya mâline müzâf kılmadığı gibi onu zâmin dahi olmamışdır. (Hâniyye, Kifâye, Mecmaül'en-hür.) [8]

 

Deyinden Ve Sair Bazı Haklardan Sulh :

 

36 - : Zimmetdeki alacaklardan sulh caizdir. Şöyle ki: Bir kimse, bir şah­sın zimmetindeki alacağının bir mikdarı üzerine sulh olsa, meselâ: Borç ver­miş olduğu yüz lira mukabilinde seksen liraya müsalehada bulunsa alacağını: bazısını istifa ile bakisini iskât etmiş olur. Böyle alacak hakkın cinsi üzerine yapılan sulh, bir ibra demekdir. Bu, bir sırf muazeve muamelesi olmadığından bedel-i sulhu meclisde kabz etmek şart değildir. Bunda ribâ mahiyyeti yokdur-Fakat medyun, meselâ: Yüz altın borcunu dâyinden seksen altın mukabilinde satın alsa bu, bir ribâ muamelesi olacağından caiz olmaz   (Hâniyye, Muhit-i Bürhâni.)

37 - : Bir kimse, bir şahsın zimmetindeki alacağının tamamı üzerine mü-salehede bulunsa hakkının tamamını istifa etmiş, olur. Bu. bir iskât sayılmaz. Fakat alacağından fazla bir şey üzerine sulh olsa bu, bir ribâ olacağından ha­ramdır (Reddimuhtar Tekmilesi.)

38 - : Müsalehünanh olan alacak, müeccel olduğu takdirde müsâlehüna-leyh olan bedel-i sulhun muaccel olması caiz değildir. Meselâ: Müeccel olan on lira mukabilinde peşin olarak yedi liraya sulh yapılması sahih olmaz. Çün­kü muaccel, müeccelden hayırlıdır, bunda ribâ mahiyyeti vardır    (Mecma-ül'enhür.)

39 - : Muaccel olan her türlü ayin alacağı tecil ve imhâl   etmek üzere sulh caizdir. Bu halde dâyin, kendisinin tacil hakkını iskat etmiş olur.

Meselâ : Bir kimse, peşin veya bir ay müddetle veresiye olan yüz   lira alacağım bir sene müddetle tecil edebilir, bu sahihdir, bu müddet nihayet bul madıkca bu hakkını isteyemez, bunda ribâ yokdur. Dâin alacağının mâdûnu-na razı olmuş olur (Bezzâziyye, Mecmaül'enhür.)

Şu kadar var ki, asıl alacak cihet, karzdan olmamalıdır. Çünkü karz yoliy-le olan bir matlubdan tecil ve imhâl suretiyle sulh, muteber değildir. Karzda tecil sahih olmaz (Hâniyye.)

40 - : Alacak hakkın ayni üzerine değil, hilâf-ı cinsi üzerine müeccel ola­rak yapılan bir sulh de sahih olmaz.

Meselâ : Muaccel olan yüz gümüş lira mukabilinde müeccel beş aded al­tın liraya sulh yapılamaz. Bu, bir muaveze muameîesidir. Halbuki gümüşün altın ile veresiye olarak bey'i ribâ olacağından caiz değildir.

Nitekim şu kadar müeccel gümüş veya altın alacağın muaccel olarak ya­rısına sulh dahi muaveze olacağından sahih değildir. Müddet için ivaz veril­miş olur. Bu itiyaz ise haramdır (Dürer, Gurer.)

41 - : Halis meskukât ile olan alacak mukabilinde mağşuş meskukât ile sulh caizdir. Bu halde alacaklı, alacağının halis sikke olmak hakkını iskat et­miş olur. Bu, bir muaveze muamelesi değildir. Bu halde bedeli sulhun sulh meclisinde kabzı şart değildir (Mecmaül'enhür.)

42 - : Altın alacak mukabilinde gümüş ile ve bilâkis gümüş alacak mu­kabilinde altın ile sulh yapılması sahihdir. Şu kadar var ki ribâya   meydan vermemek için bedel-i sulhun meclis-i sulhde gabz edilmesi lâzımdır (Düre-rül'hükkâm.)

43 - : Tevcih edilecek bir yeminden kurtulmak için müddeiye verilecek bir bedel mukabilinde sulh olmak caizdir.    Bu sulh neticesinde   müddeinin hakk-ı husûmeti sâkit olur. Artık müddeaaleyhe yemin tevcih edilemez. Dâ­va şahîdler ile isbât olunamaz. Kezalik: Hakkı şirb, hakk-ı şüfa, hakk-ı mü­rur gibi hukuk dâvalarında yemin etmemek için müddeiye bir bedel verib de nefs-i dâvadan sulh olmak sahihdir (Reddimuhtar.)

Fakat böyle bir dâvadan dolayı yemin edildikden sonra artık sulh olmak sahih olmaz (Vakıa tül' müf tın.) Müddeîden yemini satın almak da caiz değil­dir.

Kezalik : Müddeinin yemin etmesi ve bu halde müddeaaleyhin de müdde-abihi vermesi üzerine yapılan bir sulh de bâtıldır. Bununla müddeabihi ver­mek, müddeaaleyh üzerine îâzımgelmez (Hâniyye, Hindiyye.)

44 - : Hakk-ı şirbin ayninden ve hakkı mürurdan bir bedel üzere sulh caizdir. Çünkü bunlar itiyaz kabul eden haklardandır.   Bunlar satılabilirler. Fakat hakk-ı şüf anın nefsinden sulh olmak sahih değildir. Zira hakk-ı şüf'a: dan itiyaz caiz değildir. Binaenaleyh bir şüf adar, hakk-ı şüf'asından vazgeç­mek üzere alacağı bir bedeli sulhe müstahik olmaz. Böyle bir sulh neticesin­de hakk-ı şüf a meccânen sâkit olur, şefi' aldığı sulh bedelini iadeye mecbur olur (Kifâye, Hâniyye.) [9]

 

Caiz Olub Olmayan Bazı Sulhler :

 

45 - : Müstevda, «Vedia zayi oldu.» veya «Vediayı sana red etdim. dedi­ği halde sahibi istihlâk iddiasında bulunmayıb yalnız müstevdaı   tekzib etse de bundan sonra bir bedel üzerine sulh olsalar bu sulh, imamı Azam İle Imarn Ebû Yusuf'a göre caiz olmaz. Çünkü müstevda, emindir, imam Muhammed'e göre ise bu sulh, sahihdir.

46 - : Mûdî, vediayı müstevdaın istihlâk etdiğini iddia, müstevda ise bu­nu inkâr etse de bâdehû sulh olsalar bu, bilittifak caizdir. Çünkü mûdî, müs­tevda üzerine bir deyin, bir zaman iddiasında bulunmuş olur. Bunun hakkında ise an inkârin suth caizdir.

47 - : Müstevda, vediayı red etdiğini, mûdî de istihlâk eylediğini   iddia edib de bâdehû bir mal üzerine sulh olsalar imam Ebû   Yusuf dan bir kavle göre caiz olmaz, imam Muhammed'e göre ise caiz olur. Çünkü mûdî, müstev­da aleyhinde bir zaman iddiasında bulunmuş   oluyor, bu ise ayrıca bir dâva demektir, bundan dolayı mal üzerine sulh caizdir (Mebsût-ı Serâhsî.)

48 - : Telef olan veya istihlâk edilen bir magsubdan dolayı - velev kıy­metinden ziyade bir bedel üzerine olsun sulh yapılması, imamı Azama göre caizdir. îmâmeyne göre ise ziyade takdirinde caiz değildir. Çünkü gâsıb üzerine lâzımgelen, magsubun kıymetidir. Bu kıymet ise ger'an nükûd ile mukad derdir. Artık nükûd cinsinden ziyade üzerine sulh olunca ribâ vücude gelmiş olur (Mebsût.)

Büâ devr ahz ve istihlâk edilen ribh dâvasından ib.ra ise sahihdir (Beh-ce.)

49 - : Bir kimse, bir sene müddetle müeccel olan   alacağını medyunun kefil vermesi şartiyle bir sene daha tecil etmek üzere müsalehede bulunsa ca­iz olur. Bir deyne kefil vermek veya bir deyni tecil etmek   alelinfirad sahih olduğundan indelcemide sahihdir (Messût.)

50 - : Bir kimse, bir şahsdan zimmetinde şu kadar meblâğ alacağı oldu­ğunu dâva edib isbât edememekle bir mikdarı üzerine sulh olub bâdehû isbât eylese maadayı da ahza kâdirolur (Netice.)

51 - : Bir kimse, bir şahsdan bir cihet dolayısiyle dâva   etdiği şu kadar meblâğ üzerine sulh olub bu bedeli kabz eyledikden sonra o şahsın zimmetin­de asla hakkı olmadığı zahir olsa o şahs, bu verdiği bedeli sulhu istirdad eder (Feyziyye.)

52 - : Bir kimse, bir şahsdan ciheti karzdan şu kadar alacağı olduğunu dâva ve o şahs ile inkârına mukarin bir bedel üzerine sulh olub bu bedeli tecil eylese sahih olur.   Fakat bu sulh an ikrârin olmuş   olursa tecil sahih olmaz (Netice.)

53 - : Bir kimse, bir şahsın zimmetinde olan alacağından o şahsın baş­kası zimmetinde olan alacağı bedel olmak üzere sulh olsa sahih olmaz   (Âli Efendi Fetavâsı.)

54 - : Bir kimse, bir şahsda olan alacağını - bedel i sulhu şu güne kadar edâ edilmezse - tamamen almak üzere bir mikdar üzerine sulh olub o şahs da a güne kadar bu bedeli edâ edemese o kimse, bu alacağını tamamen ahza kadir olur (Ali Efendi.)

55 - : Tecil olunan semeni mebii acilen vermek üzere bir mikdarı üzeri­ne sulh olunsa sahih olmaz (Bence.)

56 - : Bir kimse, bir şahsa hitaben: «Benden bâdelyevm birşey dâva et­memek şartiyle senin zimmetindeki şu kadar hakkımdan senin zimmetini ibra etdim.» dese bu ibrası sahih olmaz (Abdürrahim Fetavâsı.)

57 - : Bir kadın, kocasından iddia etdiği talâk ve mehr   dâvasını isbât edemeyib kocası talâkı ikrar etmek üzere şu kadar kuruşa sulh olub   talâkı ikrar ve bedeli kabz eylese bu kadın, o verdiği bedeli geri almaya kadir olmaz (Abdürrahim Fetavâsı.)

58 - : Borçlu olarak kati edilen bir kimsenin vârisleri, katil ile bir mik­dar mal üzerine sulh olsalar borcu bu sulh bedelinden ödenir (Netice.)

59 - : Bir kimse, bir şahs ite cerahatden bir mikdar şey üzerine sulh olub bedeli kabz eylediği halde cerh eseri baki kalsa sulhu feshe kadir olmaz.

Fakat bir kimse, böyle bir şahs ile   cerahatden bir mikdar üzerine sulh olub da bâdelbürû cerh eseri kalmasa sulh bâtıl olur. (Âli Efendi.)

60 - : Bir kimse, bir şahsda olan alacağından o şahsın tapulu tarlası üze­rine sulh olub o şahs, bedeli sulh olmak üzere bu tarlasını o kimseye ferağ eylese sahih olmaz (Behce.)

Kezalik : Bir kimse, hakk-ı tapu dâvasından ferûgünleh ile sulh olsa sa­hih olmaz (Âli Efendi.)

Kezalik : Bir terekeden bir mikdar tarla ve bir mikdar kuruş üzerine alâ tarikittaharüc sulh, sahih olmaz (Abdürrahim.)

Kezalik : Bir kimse, bir şahsın zimmetini bir tarla dâvasından ibra etdik-den sonra tekrar dâva etse mesmu olmaz (Abdürrahim Fetavâsı.)

61 - : Bir kimse, veraset dâvasından an inkârin sulh olub da bâdehû vâ­ris olduğunu isbât etse bu sulh bâtıl olmuş olur (Behce.)

62 - : Bir bayi, müşterisiyle bilâ tağrir gabn dâvasından şu kadar kurug üzerine sulh olsa sahih olmaz (Âli Efendi.)

63 - : Sulhde ikrah ile tav' - Rıza beyyinesi ce'mi olsa ikrah beyyinesi evlâ olur (Abdürrahim.)

64 - : Bir kimse, başkalarının zimmetinde alacağı olduğu halde vefat etmekle vârislerinden biri, meselâ: Oğlu, hisse-i irsiyesi mukabilinde terekeden bir mikdar şey üzerine diğer vârisler ile teharüc tariki üzere sulh olsa sahih olmaz. Çünkü terekeye aid alacak deyin bulunduğu takdirde teharüc bâtıldır (Bezzâziyye, Mecmua-i Cedide.)

Kezalik : Müstağrak fiddüyûn olduğu halde vârislerden biri diğerleriyle terekeden bir mikdar şey üzerine bittarikitteharüc sulh olsa bu sulh, caiz ol­maz. Çünkü deyn, vârislerden mukaddemdir. (Mecmaül'fetavâ.) [10]

 

Sulh Ahkâmına Dair Bazı Meseleler :

 

65 - : Sulh, gerek ikrara ve gerek inkâra veya sükûta   müstenid olsun sahih ve tamam olunca dâvadan berâet husule gelir. Artık iki tarafdan yalnız biri bu sulhden dönemez. Çünkü sulh, ukûd-ı lâzımedendir.    Ve inkâr edilen müddeabih bâdessulh ikrar eylese de mukirrin onu müddeîye vermesi lâzım-gelmez. Fakat müddei, bâdessulh müddeaaleyhde hiç bir gûna hakkı bulun­mamış olduğunu ikrar etse sulh bâbıl olur (Dürrimuhtar, Tekmile.)

66 - : Sahih ve tamam olmayan bir sulhun hükmü yokdur. Binaenaleyh bir kimse, bir şahsdan bir hak dâva etmekle bir şey üzerine

musalehe yapdikdan sonra o şahs üzerinde öyle bir hak olmadığı tebeyyün etse sulhun hükmsüz olduğu tezahür eder, o kimseden bedel-i sulh istirdad edilebi­lir (Vakıatül'müftîn.)

67 - : Sulh tamam olunca müddei, bedel-i sulhe malik olur. Müddeaaleyh gerek mükir ve gerek münkir bulunmuş, olsun. Fakat müddei dâvasında hak­sız ise bedel-i sulh, kendisine diyaneten helâl olmaz. Meğer ki müddeaaleyh bu bedeli kendi tiyb-i nefsiyle vermiş olsun, o takdirde bu bedel bir hibe ma-hiyyetinde bulunur (Mecmaül'enhür.)

68  - : Musaîehe neticesinde müddeaaleyh de mal kabilinden olan müsâ-lehünanhe malik olur. Kısas gibi temliki kabil değilse müddeaaleyh bundan kurtulmuş olur. Müddeaaleyh, rnusalehünanhı - gerek   temlik ve temellüke ihtimâli olsun ve gerek olmasın - münkir olunca da bundan berâeti   husule gelir (Bahrirâik, Reddimuhtar Tekmilesi.)               

69  - : S,ahih bir musalehe neticesinde müddeînin   dâvaya hakkı kalmaz. Çünkü sulh, nizai refi' eden bir akddir. Meğer ki bedeli sulhun   bilistihkak zabtı gibi sulhu ibtâl edecek bir hal âriz olsun.

Müddealeyh de bedel-i sulhu müddeîden istirdad edemez. Meğer ki sulhun butlana tebeyyün etsin.

70 - : Müddei, müddeasını isbât edemediği cihetle bir mal üzerine sulh oldukdan sonra dâvasına beyyine ikâme edecek olsa artık dâvası ve şahidle-n dinlonemez. Fakat bundan yetim hakkındaki sulh müstesnadır. Şöyle ki: Bir yetimin velisi veya vasisi yetimin bir malını, meselâ: On bin kuruş alacağını bır kimseden dâva ve inkâra mukarin isbât-ı müddeadan izharı acz etmekle beş bin kuruş üzerine sulh oldukdan sonra veli veya vasi veya bâdelbülûğ ye­lim, bu alacağı bey yine ile isbât etse kabul olunarak mütebaki beş bin kuruş Üe de hükm olunur (Reddimuhtar Tekmilesi.)

71 - : Musaleha yapan iki tarafdan biri vefat etse vârisleri onun yapmış olduğu sulhu fesh edemezler. Çünkü vârisler, müverrislerinin makamına kâ­imdirler. Müverrisleri bu sulhu bizzat fesh edemediği cihetle kendileri de fesh edemezler.

72 - : Musalehe» icare kabilinden olub bedel-i sulh, ecir-i has mesabesin­de olunca bunda tevkıt şartdır. Bir hanede bir müddet   ikamet etmek üzere yapılan sulh gibi. Bu misillû sulhler, Imarn Muhammed'e göre iki musalihden birinin vefatiyle bâtıl olur. Çünkü bunlar, mucir ve müstecir gibidirler.

Kezalik : Sulh, kablel istifa menfaatin fevtiyle de bâtıl olur, dâva avdet eder. Menfaat kısmen istifa edilmiş olursa mütebakisi mikdarınca sulh bâtıl olur, bu mikdara göre dâva avdet eder. Kıyas olan da budur. Fakat imam Ebû Yusuf'a göre müddeaaleyhin mevtiyle sulh bâtıl olmaz; belki müddeî menfa­ati alâhâliha istifa eder. Müddeîî vefat etdiği takdirde ise mütefâvit olmayın, müstamilinin istimaliyle tebeddül etmeyen hususlarda, meselâ: Bir hanede ikamet hususunda sulh bâtıl olmaz, vârisi onun makamına kâim olur. Fakat libas giyinmek, hayvana binmek gibi mütefâvit olan hususlarda müddeînin vefatiyle sulh bâtıl olur (Mecmaül'enhür.)

73 - : (24, 27) nci meselelerde beyan olunduğu üzere yapılan sulhlerin bir kısmı muaveze hükmündedir, bir kısmı da bazı hakların ıskatını mutazam-mındir. Şöyle ki: Müsalchünanh ile müsalehünaleyh ayn olursa veya biri ayin, diğeri deyin olursa veya ikisi de cinsleri muhtelif deyin bulunursa veya mal dâvasından menfaat üzerine veya menfaat dâvasından mal veya başka cins-den bir menfaat üzerine sulh akd edilirse bu, muaveze kabilinden bulunur. Bi­lâkis müsalehünanh ile müsalehünaleyh, müttehidüî'cins deyin olursa bu sulh, ıskatı mütazammın olur. Yüz lira alacakdan dolayı elli liraya sulh olmak gibi.

Kezalik : Muayyen bir mal dâvasından onun bir mikdarı üzerine sulh ya­pılacak bakisine aid dâvadan yapılan ibra da iskâtı mutazammindir.

Kezalik : Peşin alacakdan veresiye üzerine yapılan bir sulh de tecil hak­kı iskât etmiş olur.

74 - : Bir sulh, eğer muaveze hükmünde ise iki taraf onu kendi rızalariy-^e fesh ve ikâle edebilirler. Ve eğer muaveze mânasında olmayıb da bazı nu­tkun ıskatını mütazammin ise iki taraf bunu asla nakz ve fesh edemez. Çün­kü bu sulh, ibra ve iskât mahiyyetindedir. Sâkit ise avdet etmez (Tekmile.)

75 - : Sulhden sonra sulh yapılınca bakılır; Eğer evvelki  sulh, muaveze llLİkmünde bulunmuş ise ikinci sulh, evvelki bedel-i sulhun misliyle lmamak şartiyle caiz ve bu halde evvelki sulh, bâtıl olur. Fakat evvelki sulh, bazı hak­ların sükûtunu mütazammin bulunmuş ise ikinci sulh, caiz olmaz, evvelki sulh sahih olarak kalır. Kısasdan sulh gibi (Vâkıatül'müftm, Reddimuhtar Tekmi­lesi.) [11]

 

Malikî'lere Göre Sulhe'dair Bazı Meseleler :

 

(1) : Malikîlere göre de ikrar, sükût ve inkâr üzerine sulh caizdir. Müsa-lehünbih, müsalehünanhın bir kısmı olursa iskât edilen mikdarı hibe nıahiy-yetinde olur. Binaenaleyh bunun müddeaaleyh tarafından kabulü lâzımdır.

(2) : Müsalehünbih, müsalehünanhın gayri olunca bakılır: Eğer müsale-hünbih ayan kabilinden ise sulh, beyi hükmünde olur, beyideki şeraite reâyet lâzımgelir. Ve eğer müsalehünbih, menafi' kabilinden ise sulh, icare mesabe sinde olur, bunda icare şeraiti cereyan eder.

(3) : Deyinden kendisiyle muaveze caiz olacak bir şey mukabilinde mü-salehe caizdir. Meselâ: Mukarrünbih olan on altın borç mukabilinde   fü'hâl teslim edilecek bir meta üzerine sulh yapılması caizdir. Fakat böyle bir deyin mukabilinde müeccel bîr nakd üzerine musaleha yapılması caiz değildir. Çün­kü bu, deyni deyin ile fesh etmek - borcu borç mukabilinde satmak - kabi­linden olur ki, caiz değildir.

(4) : Altın mukabilinde gümüş üzerine veya bilâkis gümüş   mukabilinde altın üzerine sulh caizdir. Şu kadar var ki,   bedel-i sulhun peşin olması lâ­zımdır.

Meselâ : Bir kimse bir şahsdan yüz dinar peşin alacağı olduğunu iddia, o şans da bunu ikrar edib şu kadar peşin gümüş akçe üzerine sulh olsalar caiz olur. Fakat bu tebeddülün tehiri meşrut olursa sulh, fasit olur.

(5) : Müddeaaleyh, yeminden kurtulmak için iftidada, bir bedel itasında bulunabilir. Bu, birsulh sayılarak caizdir, velev ki iddia edilen şeyden nefsi­nin berâetini bilmiş olsun. Fakat bazı zevata göre müddeaaleyh, iddia edilen şeyden beriüzzimme olduğunu bilirse bu iftidada bulunması caiz olmaz. Çünkü bu, izâe-i mâl demekdir. Bunda nefsi izlâl vardır. - nefsini   töhmet altında

bırakmış olur. - Bir hadis-i şerif'de ise: buyurulmuşdur. Yani: Nefsini zelil edeni Allah Taâlâ zelil kılar.

Buna cevaben deniliyor ki: Bu sulhde nefsi izaz vardır. Çünkü husûmet, bahusus kesret-i husûmet, mercuhdur. Izlâl-i nefse bâisdir. - Bundan kur­tulmak için bezi edilen bir mal, izâe edilmiş sayılmaz.

(6) : Bir kimse, hakkı olmadığı bir şeyi inkâra mukarin dâva edib de bu­nun mukabilinde bir bedel üzerine sulh Otea zâlim menzilesinde   bulunur, bu bedel kendisine haram olmuş olur. Müddeaaleyhe karşı indellâh borçlu bulu­nur. Binaenaleyh müddeî, bilâhare bu dâvâsmın butlanını ikrar etse veya müddeaaleyh, iddia edilen şeyden beri olduğunu bir vesika ile isbât eylese sulhu nakz ederek bedel-i sulhu istirdad edebilir. Fakat müddeaaleyh, berâeti hakkında beyyinesi bulunduğunu bildiği halde bunu ikâme edeceğine işhadda bulunmaksızın sulha razı olmuş olsa artık bu beyyineyi ikâme ile sulhu nakz edemez.

(7) : Bir müteveffanın vârislerinden biri, onun terekesindeki hisse-i irsiy-yesi mukabilinde bir bedel üzerine sulh olabilir. Şöyle ki: Müteveffanın orta­da hazır meselâ: Bir mikdar atlını, bir mikdar gümüşü, bir mikdar da eşya-siyle akarı bulunsa da zevcesi bunların bir mikdarı üzerine sulh olsa caiz olur. Bu bedel-i sulh, hisse-i irsiyyesinden noksan olunca   matlûbunun bir kısmım diğer vârislere hibe etmiş sayılır. Binaenaleyh vârisler, bu kısmı, o sulh ya­pan zevcenin vefatından evvel ihraz etmiş olmalıdırlar. Kablel ihraz bu zevce vefat ederse sulh bâtıl olur, o ziyade   kısım, bu zevcenin   vârislerine  intikâl eder.

(8) : Amden katilden veya cerhden dolayı sulh caizdir. Velev ki bu cina­yet, henüz sabit olmuş olmasın. Bu halde bedel-i sulh, diyet mikdanndan az da, çok da olabilir.

(9) : Bir kimse, meselâ: Bir elini   kesmiş olan bir şahs ile bir bedel üze­rine sulh oldukdan sonra cerahetin sirâyetiyle vefat etse vârisleri muhayyer olurlar. Dilerlerse bu sulhu kabul ederek bedel-i sulhu   alırlar ve dilerlerse bunu red ve bu kimsenin bu cerhden dolayı   öldüğüne yemin   ederek o şahs hakkında kısas icra etdirirler. Bedel-i sulh alınmış ise o şahsın vârislerine red edilir.

(10) : Maktûiüîı katıl üc bir bedel üzerine sulh olabilirler.   Bu halde kısas sâkit olur. Bunlardan yalnız birisi sulh olsa kısas hakkı yine sâ-kit olur. Çünkü vârislerden birinin sulhu, caniyi afüv etmesi gibidir. Bu halde diğer vârisler muhayyer olurlar: Dilerlerse bedel-i sulhden hisselerini alırlar ve dilerlerse katl-i amde aid diyetden hisselerini ahz ederler.

(11) : iki şerikden biri, bir kimsede bulunan müşterek malları mukabilin­de bir bedel üzerine sulh olsa diğer şerik, muhayyer olur, dilerse bu bedelin yarısını kendisi alır, mütebaki hakkını da o kimseden ister ve dilerse bu be­del-i sulhu o sulh yapan şerikine bırakarak hakkının tamamını o kimseden is­ter alır. Bu halde o kimse vefat edib hiç bir mal terk etmese bu şerik, artık ortağına rücu edemez. Çünkü o kimseye hakkının tamamiyle rücuu ihtiyar et­mesi, bir mukasama mesabesindedir.

Meselâ : iki şerikden biri mütesâviyen müşterek yüz lira mukabilinde on liraya müsalehe yapsa diğer şerik ya sulhe razı olur veya bu on liranın beş. lirasını alır, kırk beş Ura hakkını da medyundan ister veya on lirayı şerikine bırakıb tam hakkı olan elli lirayı medyundan taleb eyler. Medyun mal bırak­madan vefat etse artık bu şerik bir şey alamaz (Muhtasar-ı Ebizziya, Şerh-i Muhammedil Harşî, Hâşiye-i Aliyyil' idvî.) [12]

 

Şafii'lere  Göre Sulhe   Müteallik  Bazı   Meseleler   :

 

(1) : Sulh, dört nevidir. Birincisi :   Müslümanlar ile gayri müslimler ara­sında yapılır. Bir muharebe   neticesinde   yapılan   müsalehe   gibi.   ikincisi : Imâmül'müslimîn ile bâğîler arasında yapılır. Üçüncüsü : Zevç ile zevce ara­sında yapılır. Bir bedel mukabilinde yapılan talâk gibi. Dördüncüsü : Bir şa­hıs ile diğer bir şahıs arasında yapılır. Bu da iki kısımdır. Şöyle ki bu sulh, ya bir ayinden yine bir ayin üzerine yapılır. Veya bir ayinden  deyin  üzerine veya bir deyinden ayin üzerine akd edilir. Birinci ve ikinci nevi sulh hakkın­da cihad mebhasine müracaat!...

(2) : îki kimse arasında iddia edilen bir ayin mukabilinde diğer bir ayin üzerine an ikrârin yapılan, bir sulh, beyi hükmündedir.    Binaenaleyh bunda şüf'a, aybinden dolayı red, kablelkabz tasarruf dan meni' gibi hükümler çere-, yan eder. Ve musalehünbih ile musalehünaleyh illet-i ribâda müttefik bulunur­larsa meclisde tekabbuz lâzımgelir, ve cinsi ribevîde müttehid olurlarsa mik-daren mütesavi bulunmaları iktiza eder.

Meselâ : ikrar edilen bir hanede mukabilinde muayyen bir kumaş üzerine sulh yapılsa bu, beyi hükmünde olur, bu hanede şüf'a cereyan eder.

Kezalik : Bir altın bilezik mukabilinde yine muayyen bir altın gerdanlık üzerine sulh yapılsa bunların sulh meclisinde tâyin edilmesi icab eder, aksi takdirde ribâ de vücude gelir.

(3) : Müddeabih olan bir ayin mukabilinde bir menfaat üzerine   yapılan sulh, icare hükmündedir. Meselâ: Müddeabih olan muayyen eşya mukabilin­de müddeaaleyhin hanesinde müddeî ikamet etmek üzere an İkrârin sulh ya­pılsa bunda icare hükmü carî olur, ikamet müddetinin malûmiyyeti İcab eder.

(4) : Muayyeh müddeabih bir aynin bir kısmı üzerine   yapılan sulh, hibe mesabesindedir. Binaenaleyh bunda hibe ahkâmı sabit olur. Bu sulhun beyi lâfziyle yapılması, sahih olmaz. Çünkü bunda semen yokdur, bu aynin tama­mı mukarrünleh olan müddeînindir. Bunu, bunun bir kısmı mukabilinde sata­cak olsa kendi   mülkünü kendi kendi mülkiyle   satmış, ve bir şeyi onun bir cüz'iyle mübadelede bulunmuş olur ki, bu muhaldir.

(5) : Müddeabih olan bir deyiş mukabilinde bir âyin üzerine yapılan sulh, sahihdir. Velev ki beyi lâfziyle   yapılsın. Nasıl ki bir deyin ayin ile beyi de caizdir. Bunlar, altın mukabilinde gümüş üzerine sulh olmak gibi illet-i ribâdan tevafuk ederlerse ribâdan hazer için ivazın mecüsde kabzı şart olur, kab-lelkabz hissen veya hükmen teferruk vuku bulursa sulh bâtıl olur.

Fakat bunlar, illeti ribâda mütevafık bulunmazlarsa, meselâ: Biri atlın, diğeri kumaş bulunursa bakılır: Eğer ivaz Bedeli sulh, ayin ise esah olan kavle nazaran bunun meclisde kabz edilmesi şart değildir. Zimmetdeki dir­hemler mukabilinde bir sevbi bedel vermek gibi. Ve eğer ivaz, sulh ile zim-metde sabit olacak bir deyin ise bu ivazın sulh meclisinde kabz edilmesi esah olan kavle göre şart değildir, bunun meclis-i sulhde teayyün etmesi şartdır. Tâ ki deyni deyin mukabilinde satmak kabilinden olmasın. Şu kadar alacak para mukabilinde onun zimmetde sabit olacak şu kadar mikdarı üzerine mu-salehe gibi.

(6) : Bir deyin mukabilinde onun bazısı üzerine yapılan bir sulh, ibra hük­mündedir.

Meselâ : Yüz lira alacakdan elli lira üzerine sulh akd edilse bu, deynin bakisinden müddeaaleyhi ibra olmuş olur. Bunda iskât mânası galibdir. Bu sulh, ibra, hat, ihlâl ve iskât lâfzlariyle de sahih olur. Bu sulhun kabulü ve bu bedelin meclisde gabzı şart değildir. Hattâ bu bedelin verilmesinden imtina edilmesi de ibraya tesir etmez.

(7) : Bir kimse, peşin olan alacağından cinsen, kadren ve sıfaten   misli olan bir müeccel bedel üzerine sulh olsa veya bilâkis veresiye olan bir alaca­ğından onun misli olan peşin bir bedel üzerine sulh yapsa sulh lâğvolur. Birin­ci suretde ecel, ikinci suretde de bu eceli iskât lâzımgelmez.   Çünkü bunlar, dâyin ile medyun tarafından birer va'd demekdir.

Maamafih medyun, bu sulhun fesadım bildiği halde müeccel borcunu tacil etse eda, sahih, ecel de sâkit olur. Fakat bu fesadı bilmediği halde bu sulhe binaen borcunu muaccelen verse verdiğim istîrdad edebilir.

(8) : Bir kimse, peşin olan meselâ: On altın borcundan müeccel beş altın üzerine sulh olsa beş altın borcundan beri olur, beş altın borcu ise yine peşin olarak kalır. Bu takdirde dâyin, alacağının bir kısmında bir mukabili olmak­sızın müsamaha göstermiş olur. Mütebakisinin   tecili ise mücerred bir va'd olduğundan sahih olmaz.

Fakat bilâkis müeccel on altından peşin beş altın üzerine sulh yapılsa sulh lağvolur. Çünkü mütebakisinin peşin olması mukabilinde beş altının terk edil­mesi helâl değildir. Bu hükm, kuvvetli olan kavle göre yalnız ribevî mallara münhasır değildir. Fakat diğer bir kavle göre müeccel uruzdan bazısının pe-§in verilmesi üzerine sulh yapılıb bu bedel, meclisde kabz edilse sulh caiz olur.

(9) : Müddeînin beyyinesi olmadığı halde müddeaaleyhin inkârı veya sü­kûtu üzerine yapılan bir sulh, bâtıldır. Çünkü müddeî, eğer iddiasında   kâib ise müddeaaleyhden bedel-i sulhu haksız yere almış olacakdır ki, bu haram­dır. Ve eğer sadık ise helâl olan malının bir kısmını bir akd-i sulh suretiyle kendisine haram kılmış olacakdır ki bu da doğru değildir.

«Buna cevaben demliyor ki Âyet-i   kerîmedeki  mutlakdır, an ikrârin sulhe de şâmildir. Müddeî, hakk-ı husûmete, yemin tev­cihi hakkına malikdir. Bu hakları mukabilinde bedel-i sulhu alınca bihakkin almış olur, bîgayrı hakkin almış olmaz. Artık an ikrârin sulh, haksız yere bir malı olmak sayılmaz. Eğer inkâr üzerine sulh caiz olmasa bir çok kimseler arasında münazealar, adavetler devam eder durur. Maamafih bu sulh, bittera-zi ticaret menzilesindedir, bu sulhun zımnında ikrar sabit olur. Ve yahud bu sulh, hibe ve sadaha mesabesinde bir bezi i mâl demekdir Mebsût, Bedâyî.»

(10) : Bir kimse müddeabihi inkâr etdiği halde sulh olub bedel olarak ver­diği bir şeyi müddeîye hibe etse veya bundan müddeîyi ibrada bulunsa da bâ­dehû «Sulhun sıhhatini zannetdiğim için böyle yapdım.» diye iddiada bulunsa sözü kabul olunur.

(11) : inkâr üzerine yapılan bir sulh, - Şâfiî'lerce - bâtıl   olduğundan bâdehû münkirin ikrariyle sıhhate münkalib olmaz. Çünkü sulhun şart-ı   sıh­hati olan ikrar, bidâyeten fevt olmuşdur.

(12) : Bir kimse, müddeaaleyh ile müddeabihi ikrar etsin diye bir şey mu­kabilinde sulh olsa sulh de, ve evceh olan kavle nazaran ikrar da bâtıl olmuş olur.

(13) : Bir ecnebi, müddeabihi müddeaaleyhin ikrar etdiğini   söyleyerek veya müddeabihin müddeîye aidiyyetini kendisi itiraf ederek müddeabih olan bir ayinden dolayı müddeî ile kendi namına kendi malı veya zimmetine teret-tüb edecek bir deyin mukabilinde sulh olsa bu sulh, o ecnebi   namına   sahili olur. O müddeabihi satın almış gibi sayılır.

(14) : Sulhun an ikrârin mi yoksa an inkârin mi yapılmış olduğunda ihti­lâf olunsa inkârı iddiaeden,tasdik olunur. Çünkü inkâr daha galibdir (Tuhfe-tüTmuhtaç.) [13]

 

Hanbelî'lere Göre Sulhe Aid Bazı Meseleler :

 

(1) : Teberruu sahih olan kimsenin ikrar ilö inkâr veya   sükût ile sulhu de sahihdir. Fakat mükâteb gibi veya sağir ile sefih namına velileri gibi te-berruatı sahih olmayanların sulhleride sahih değildir. Çünkü sulhde teberruat carîdir.

(2) : Müddeaaleyh, müddeabih olub zimmetinde   bulunan bir deyni veya eiinde bulunan bir ayni müddeî için ikrar edib bâdehû bu deynin veya aynin bir kısmı üzerine müsalehede bulunsa bu, bir hibe muamelesi olur, hibe lâf­ziyle yapılması lâzımgelir, sulh lâfziyle yapılması sahih olmaz.

Bu müddeabih olan deynin veya aynin gayri bir ayin üzerine sulh yapıl­dığı takdirde ise bu, bir beyi demek olacağından sulh lâfziyle sahih olur, bun­da beyi ahkâmı ve şeraiti sabit bulunur.

(3) : Bir kimse, bir deyin mukabilinde bir ayin üzerine sulh yapıp bunlar illet-i ribâda müttefik bulunsalar ivazın meclisde kabzı şart olur.

Meselâ : Müddeaaleyh, şu kadar altın borcu olduğunu ikrar etdiği halde şu kadar gümüş üzerine müsalehe bulunsa bu müsalehe sarf kabilinden olur. Çünkü bu iki nakddan birini, diğeriyle satmak demekdir. Binaenaleyh ribâdan ihraz için bu bedelin meclisde kabzı lâzımgelir.

ikrar edilen şu kadar buğday mukabilinde şu nıikdar arpa üzerine sulh olmak da böyledir. Sarf ve ribâ rhebhasine müracaat!.

(4) : Zimmetde sabit bir şey hakkında yapılan sulh, henüz bedel gabz edli-meden teferruk vuku bulursabâtıl olur. Çünkü bu halde bedeJ de deyin olmuş olur. Deyni deyin ile satmak ise şer'an menhiyyünanhdır.

(5) : Bir kimse, satmış olduğu bir şeyin aybından dolayı bir muayyen ayin veya menfaat mukabilinde müşteri ile sulh olsa sahih olur.   Fakat bu ayîb, serian zail olsa, meselâ: Satılan hayvan hasta iken hemen şifa bulsa veya ayıb haddizatında bulunmasa verdiği bedel-i sulhu geri alabilir.

(6) : Bilinmesi müteazzir olan bir deyinden veya ayinden dolayı sulh ol­mak şahindir. Binaenaleyh iki kimse arasında bir muamele ve hisab bulundu­ğu halde aradan uzun bir zaman geçmiş olmakla bunların nelerden ibaret ol­duğu kendilerince meçhul bulunsa bundan peşin veya veresiye bir bedel üze­rine sulh olabilirler. Fakat hakkın mikdarını bilmek mümkün olub müteazzir bulunmasa bundan sulh sahih olmaz. Bir vârisin mevcut bir terekedeki hisse-i irsiyyesinden bir bedel üzerine sulh olması gibi.

(7) : Müddeaaleyh, müddeabihi bilmediğini söyleyerek müddeînin dâva­sını inkâr etdiği veya sükûtda bulunduğu halde peşin veya   veresiye bir şey üzerine sulh olsa bu sulh, sahih olur ve bu sulh, müddeaaleyh hakkında ibra sayılır, nefsinden husûmeti refi'için bedel-i sulhu vermiş olur, yoksa üzerine sabit olan bir hak mukabilinde vermiş olmaz. Müddeî hakkında ise beyi hük­mündedir. Aldığı bedeli sulh, akar ise onda şüf'a carî olur.

Bu halde iki tarafdan hangisi kendisinin iddiasında kâzib olduğunu bilirse onun bu sulh ile elde edeceği şey, kendisine haram olur. Çünkü başkasının malını bâtıl yere yemiş, olur.

(8) : Müddeaaleyhin inkârına rağmen bir ecnebi,   müddeî ile bir bedel üzerine sulh olsa sahih olur. Müddeaaleyh buna izin versin vermesin. Şu kadar var ki, izin vermezse bu ecnebi deruhde etdiği bedel-i sulhu müteberri olur, bununla müddeaaleyhe rüeu edemez.

(9) : Bir kimse, bir mal, meselâ bir hane   mukabilinde bir bedel üzerine sulh oldukdan sonra bu bedel bilistihkak zabt edilse bakılır:  Eğer müddea­aleyh ikrarda bulunmuş ise müddeî o hane ile rücu eder ve eğer müddeaaleyh inkârda bulunmuş ise müddeî kablessulh olan dâvasına avdet eyler.

(10) : Beyi ve icare hakkındaki muhayyerlikden ve şüf'adan, haddikazf-den dolayı müsalehe akdi sahih değildir. Böyle bir müsalehe neticesinde mu­hayyerlik de, şüf'a da, haddi kazf da sâkit olur. Çünkü bunların müstahikki, bunların terkine razi olmuş olur.

(11) : Haramı irtikâb, veya bir vacibi terk için sulh   yapılması sahih de­ğildir. Hırsızı hükümete teslim etmemek veya şehadeti ketm etmek için yapı­lan sulh gibi .Neylül'meârib.) [14]

 

Zahirilere Göre Sulhe Aid Bazı Meseleler :

 

(1) : Sulh yalnız an ikrârin yapılabilir ,an inkârin veya an sükutin yapıla­maz. Bu helâl değildir. Bir kerre münkir veya sâkit olan müddeaaleyh,   eğer iddia edilen şeyden berî değilse müddeînin hakkını kısmen olsun bu sulh ile ib-tâl etmiş olacakdır. Ve eğer bundan beri ise müddeînin alacağı bedel-i   sulh kendisine helâl olmayacakdır.

Sonra kendisine yemin teveccüh eden taraf, eğer yalan yere yemin edece­ğinden dolayı mukabilinde bir bedel vererek sulh olursa diğer tarafın hakkını kısmen olsun ibtâl etmiş olacakdır. Ve eğer yemini haklı yere yapacaksa bun­dan kaçınıb da mukabilinde bir bedel vermesi, malım lüzumsuz yere zayi et­mek demekdir. Bununla beraber diğer taraf bu bedeli haksız yere almış ola­cakdır. Artık böyle harama sebebiyyet verecek bir sulh, helâl olmaz.

Ibni Ebî Leylâ da an inkârin sulhe kail değildir. Fakat kendisiyle beraber ne ikrar ve ne de inkâr bulunmayan bir sükût üzerine sulhe kaildir,

Mebsût'da deniliyor ki: Sulhe en ziyade inkâr halinde lüzum vardır. Tâ ki münazea temadî etmesin. Sulhun semeresi ise münazaayı kesmekdir. İkrar halinde ise münazaa imtidad etmez, binaenaleyh bu halde sulhe o kadar ha­cet bulunmaz.

(2) : ifâsı vâcib olan bir yemini iskât için sulh yapılması bâtıldır. Başka­sı aleyhine ikrarda bulunub mukarrünleh ile müsalehede bulunan kimsenin bu ikrarı da bâtıldır. Bu halde eğer mukarrünleh haksız ise mukirden   alacağı bedel-i sulh kendisine helâl olmaz. Ve eğer haklı ise mukir, zâmin olduğu bu bedel-i sulhu mukarrünaleyh namına teberruan vermiş olur, bu caizdir.   Bu takdirde hak, mukir üzerine tehavvül etmiş, mukir, başkasından değil, kendi şahsı tarafından sulh olmuş, olur.

 (3) : An ikrârin sahih olan sulhde iki vecih vardır. Birisi: Müddeaalleyh zimmetindeki malın bir kısmını müddeîye verir, müddeî de mütebaki hakkın­dan onu bilihtiyar ibra eder. Diğeri de mukarrünbih olan hak; muayyen, ha­zır veya gaib bir ayin olur da bunun bedel-i sulh mukabilinde   müddeaaleyhe satılmasına iki taraf razi olmuş olur.

(4) : ikrar edilen hakkın bazısından ibrayı mutazammin olan bir sulhde bedel-i sulhun tecilini şart kılmak asla caiz değildir. Bu, kitâbullâhda bulun­mayan bir şart olduğundan bâtıldır. Belki bu bedel müddeaaleyhin zimmetin­de peşin olur. Müddeî dilerse bunu kendiliğinden istediği kadar tecil edebilir, bu, bir fi'li hayırdır.

(5) : Mikdarı meçhul bir mal üzerine sulh caiz değildir. Çünkü   meçhule asla riza lâhik olamaz.

(6) : ikrar veya beyyine ile sabit olan malûmürmikdar emvâl-i vâcibeden başka bir şey hakkında sulh caiz değildir. Bundan dört husus   müstesnadır. Söyle ki: Muhâlea hususunda sulh yapılabileceği gibi amden yapılan bir ce-rahatden veya amden kınlan bir dişden veya katli nefsden dolayı da kısası ıskat için sulh yapılabilir. Bunların hakkında müsaade-i nebevîyye vârid ol-musdur.

(7) : Bedel-i sulhun tamamı veya bir kısmı bilistihkak zabt edilse müsa-leha bâtıl olub müddeînin hakkı avdet eder (Kitâbül'muhallâ.) [15]

 

(İKİNCİ BÖLÜM)

 

İBRAYA DAİR AHKÂMI HAVİDİR

 

İÇİNDEKİLER : İbranın mahiyyeti ve aksamı. İbranın sıhhatine müteal­lik şartlar. Ibrântn hükmi eri. Marizlerin, vârislerin ibralarına müteallik bazı meseleler : [16]

 

İbranın Mahiyyeti Ve Aksamı :

 

76 - : ibra, bir kimsenin bir şahsı   zimmetindeki bir hakdan veya müte-addid haklardan veya ona müteveccih bir veya müteaddid   dâvalardan beri kılması, ondan öyle bir şey taleb etmemesidir.

Binaenaleyh ibra, ibra-i hâs, ibra-i âm kısımlarına ayrılır veya başka bîr itibar ile de ibra-i iskât ile ibra-i istifa kısımlarına münkasim bulunur.

77 - : Ibra-i iskât, bir kimsenin bir şahsda olub kabili iskât bulunan bir hakkının tamamını veya bir kısmını hatt ve tenzil etmesi suretiyle olan ibra­dır. Bu hak, mal kabilinden olabileceği gibi ecel, ceza gibi mal kabilinden ol-mayadabilir.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsa hitaben: «Senin zimmetini şu kadar kuruş alacağımdan veya onun yarısından beraet-i iskât ile ibra etdim.« dese bu, bir ibra-İ iskât olmuş olur.

78 - : Ibra-i istifa, bir kimsenin bir şahsdaki hakkını tamamen veya kıs­men kabz ve istifa etmiş olduğunu ikrar ve itiraf etmesinden ibaretdir.

Meselâ : Bir kimse,medyununa: «Seni şu alacağımdan beraet-i istifa ile» veya «Beraet-i kabz ile ibra eyledim.» dese bu, bîr ibra-i istifa olur. Mutlak suretde meselâ: «Seni iba etdim.» denilmesi de bir kavle göre bir ibra-i is­tifadır. Fakat diğer bir kavle göre bu, ibra-i iskât sayılır.

79 - : Ibra-i istifa, ihbar kabilinden olduğundan bunda kizb dâvası mesmû olur. Ibrâ-i iskât ise inşa kabilinden olduğu cihetle onda kizb dâvası mesmû değildir.

Meselâ: Bir kimse, medyunundan alacağını istifa etdiğini itiraf etdikden sonra bu itirafında kâzib olduğunu iddia etse bunun bu itirafında kâzib olma­dığına dair medyun tahlif olunur. Fakat medyûnundaki alacağını iskât etdiği­ni söylese artık kizb iddiası mesmû olmaz.

Kezalik : Bir kimse, medyununu ibra-i istifa ile ibra etse medyun, borcu için vermiş olduğu şeyi istirdada kıyam edemez. Fakat bir medyun borcunu verdikten sonra ibra-i iskât ile ibra edilse bu verdiğini dâyİnden istirdad ede­bilir.

80 - : Ibra-i hâs, ya hususî bir mal dâvasından veya o malın zatından ib­ra suretiyle olur.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsı bir hane veya bir çiftlik dâvasından veya karz veya gasb veya semen-i mebi gibi muayyen bir cihetden dolayı olan ala cak dâvasından ibra etse bir ibra-î hasda bulunmuş olur.

Kezalik : Bir kimse, «Fülân şahsa fülân cihetden dolayı alacağımdan ib­ra etdim.» dese onu bizzat o haktan ibra-i hâs ile ibra etmiş bulunur.

81 - : Ibrâ-i âmT kâffe-i hukuka veya kâffe-i deâviye veya bir nevi hu kuka müteallik oian ibradır. Meselâ : Bir kimse, bir şahs hakkında :    «Ben onu kâffe-i deâviden ibra etdim.»   veya   «Benim onda hiç bir cihetden   bir hakkım yoktur,»   dese onu bütün haklarından ibra etmiş olur.

Kezalik : «Benim onda karz cihetinden» veya «Beyi ve şirâ cihetinden hiç bir hakkım yokdur» dese onu bu nev'e müteallik haklarından ibra-i âm ile ibra etmiş bulunur.

82 - : «Fülânı zimmetindeki bilcümle alacaklarımdan ibra etdim.» tâbiri, yalnız düyuna müteallik haklara şamildir. Böyle bir ibra'dan sonra emanet ve gasb gibi ayan iddiası sahih olur.

«Fülânın nezdinde hakkım yokdur.» tâbiri de yalnız emanetlere şâmildir. Bu takdirde de emanet dâva edilemezse de duyûn iddia edilebilir (Hindiyye, Mecelle, Dürerül'hükkâm.)

İbranın sıhhatine müteallik şartlar :

83  - : ibra eden kimsenin âkil, baliğ olması sardır.

Binaenaleyh ibraya mezun olsunlar olmasınlar çocukların, mecnunların, matuhların ibraları sahih değildir. Yalnız mezun olan çocukların ibra-i istifa suretiyle ibraları sahihdir. Bir de bunların velileri veya vasileri bunlara aid kendi fi'illerinden dolayı hâsıl olan alacaklardan medyunları ibra etseler sa­hih olur, ibra etdikleri mikdarı bunlara karşı zâmin olurlar (Ankaravî.)

84  - : ibra olunan kimselerin muayyen ve malûm olmaları şartdır. îbra. gerek iskât ve gerek istifa tarikiyle olsun, müsavidir. Çünkü ibra, minvechın temlikdir. Temlik olunacak kimselerin malûmiyyeti lâzımgelir.    Binaenaleyh bir kimse, «Bütün medyunlarımı ibra etdim.» veya «Hiç bir kimsede tiakkur. yokdur.» veya «Hiç bir kimseden alacağım yokdur.» veya «Hiç bir kimseye borç verdiğim yokdur.» yahud «Kimlerde alacuğım var ise cümlesini aldım.; veya «Cümle medyunlarımdan matlûbatımı İstifa eyledim.» veya «Ce'mi-i nâsdan alacaklarımı aldım.» veya «Hiç bir kimseye borç verdiğim yokdur.» dese ibrası sahih olmaz.

Kezalik : «Müverrisimin bütün terekesini gabz etdim, meselâ: pederimin terekesinden az ve çok bir şey kalmayıb cümlesini kabz eyledim.» tarzındaki ibralar da bir muayyen şahsın ibrasını tazammün etmediği cihetle sahih de­ğildir. Bunlar mücerred ikrar kabilinden olduğu cihetle dâvanın sıhhatine mâ­ni olmaz.

Amma bir kimse, «Fülân mahalle ehalisini ibra etdim.» veya «Fülân ma­halle ehalisinden alacaklarımı istifa eyledim.» deyib o mahalle ehalisi de mu­ayyen ve mâdûd kimselerden ibaret bulunsa bu ibra, sahih olur (Hindiyye, Tenkih-i Hâmidî, Şürünbülâlî Risalesi.)

85 - : ibranın meşru suretde vuku bulması şartdır. Aksi takdirde hak sâ-kit olmaz. Binaenaleyh bir kimse, bir şahsdaki hakkını ona bir rüşvet olmak üzere ibra etse sahih olmaz (VâkıatüFmüftîn.)

86 - : ibranın şekki müfîd bir lâfz ve kayd ile mukayyed olmaması, şart­dır.

Binaenaleyh ibra eden bir kimse, «Bildiğime» veya «Zanmma» veya «Hi-sabima» veya «Kitabıma göre bu şahda. hakkım yokdur.» dese bu söz, ibra sa­yılmaz, dâvanın dinlenilmesine mâni olmaz.

87 - : ibra edilen hakkın kabil-i iskât olması şartdır. Binaenaleyh kabili iskât olmayan bir hakka aid ibranın hükmü yokdur.

Meselâ : Alacak, hakk-ı şüf'a, hakk-ı mesil i mücerred, hiyar-ı şart, me-bü gördükden sonra hiyar-ı ayib, alacaklardaki ecel = Müddet gibi haklar kabil-i iskatdır. Bu cihetle bir medyun «Borcum hakkındaki eceli ibtâl veya terk etdim veya borcumu peşin ~ Hâl kıldım.» dese bu müddeti iskât etmiş olur. Fakat hibeden hakk-ı rücûu iskât, mebii görmeden evvel hiyar-ı rü'yeti iskât, hakk-ı irsi iskât, vakfdaki istihkakı iskât sahih değildir. O halde bir kimse, bir şahsa bir şey hibe edib de «Bu hibeden hakk-ı rücûumu iskât et­dim.» dese yine bu hibesinden rücu edebilir.

Kezalik : Bir vakfın gailesinin meşrûtünlehi, o vakfın gailesinde olan hak­kını iskât etse bilâhare o vakfdan gaile taleb edebilir. Vakfın tevliyyet ve süknâsı da bu hükmde gaile gibidir (Bezzaziyye, Eşbah, Reddimuhtar Tekmilesi.)

88 - : ibranın âlâ hâtarü'vücud olan bir şarta talik edilmemiş olması sa­ridir. Çünkü ibra, minvechin temlikdir. Temlikâtın ise şarta tâîiki sahih de­ğildir.

Binaenaleyh bir kimse, medyununa «Ne vakit sendeki alacağımın yarısı­nı verirsen diğer yarısından berisin.» dese, medyun da borcun yarısını verse bununla diğer yansından beraet hâsıl olmûz.

Kezalik : Medyununa hitaben: «Sen ölürsen borcundan berisin.» veya «Eğer borcunu vermeden Ölürsen zimmetin beri olsun.» dese sahih olmaz. Bâ-dehû medyun borcunu ödemeden vefat etse dâyin, alacağını bunun terekesin­den alabilir (Netice.) Fakat: «Ben ölürsem sen borcundan berisin.» denilse vasiyyet olarak caiz olur (Şürünbülâlî Risalesi.)

Fakat ibranın şart ile takyidi caizdir. Şöyle ki: Dâyin, medyununa: «Sen­deki şu kadar alacağınım yarısını yarın bana ver, diğer yarısından beri olmak üzere.» deyib o da yarısını yarın verse diğer yarısından beri olur. Böyle tak­yidi bir şart, dâyin için nafi' olabilir. Meselâ: Dâyin hakkının yarısını bir gün evvel alıb onunla mühim bir ihtiyacını defi' edebilir. Binaenaleyh bu şart, muteberdir.

Kezalik : Dâyin, medyununa hitaben: «Sendeki şu kadar alacağımın yan­sım yarın vermez isen tamamı borcun olmak üzere o borcun yarısı üzerine sulh oldum.» dese, medyun da bunun yarısını yarınki gün verse diğer yarısın­dan beri olur. Amma vermezse tamamı zimmetinde borç olarak kalır. Çünkü ibranın mukayyed olduğu kayıd, bulunmadığından ibra bâtıl olmuş olur (Mec-maül'enhür.)

89 - : Bir kimse, medyununa hitaben: «Alacağımın yansından seni ibra etdim, diğer yarısını vermek üzere.» dese bu kayda itibar olunmaz, bu alaca­ğın yarısından hemen ibra tahakkuk eder, medyun diğer yarısını gerek versin ve gerek vermesin. Çünkü dâyin, beraeti ilk sözünde mutlak   olarak zikr et-mişdir. Nısfın edası İse bu ibradan sonra zikr edildiğinden   ibranın bununla mukayyed olması meşkûkdür. Bu halde beraet, itlâkı üzre kalmışdır.

Kezalik : Dâyin, medyununa: «Bakisinden beri olmak üzere alacağımın yarısını ver.» dese borcun yarısından ibra herhalde sahih olur. Zira borcun yarısının te'diyesi İçin bir vakit tâyin edilmediğinden bu, bir ibra-i mutlak olur, bu edâ ile mukayyed bulunmaz (Mecmaül'enhür.)

90 - : İbranın bir akd-i fâsid zımnında olmaması şartdır. Akdi fâsid zım-mndaki bir ibra ise fâsiddir. Binaenaleyh bir kimse «Mülkümdür.» diye   bir malı bir şahsa satıb semenini kabz ederek mebie müteallik kâffe-i deâvîden müşteriyi ibra etdiği gibi müşteri de o bayii mezkûr semene müteallik bütün dâvalardan ibra etmiş ve bu veçhile aralarında sened teati edilmiş iken mebi büistihkak usulen zabt edilse bu ibranın hükmü kalmaz, müşteri vermiş oldu­ğu semeni bayiden istirdad eder. Fakat bu veçhile ibradan sonra semen büis­tihkak zabt edilse bayi mebü istirdad edemez, belki zabt olunan semenin mis­lini alır.

Kezalik : Bir musalehe zımnında yapılan ibra, bu musalehenin fesadı za­hir olunca tesirsiz kalır. Müddeî dâvasını yine dermeyan edebilir.

91 - : İbranın sıhhati için reddedilmemesi şartdır. Şöyle ki: Bir kimse, bir şahsı ibra etdikde o şahsın kabulü şart değildir, sükût etse de ibra yine tamam olur, sarahaten kabule tevakkuf etmez. Fakat o şahs bu ibrayı o mec-lisde red ederse bu ibra, merdûd olur, hükmü kalma2. Çünkü İbra minvechin ikrardır. İbra edilen şahs, ibrayı red etmekle mukırri tekzıb etmiş olur, artık bilâhare ibrayı tasdik etse de bu tasdikin hükmü olamaz. Ancak ibra, şu altı halde red ile merdûd olmaz.

(1) : ibra olunan kimse, ibrayı kabul etdikden sonra red etse veya kabul ve red etmeden vefat eylese ibra merdûd olmaz.   Çünkü ibra kabul edilince hak sâkit olur, sâkit ise avdet etmez.

(2) : Muhalünleh, muhalünaleyhi ibra edib de muhalünaleyh bunu red ey­lese bununla ibra merdûd olmaz. Çünkü bu borç, iskât-ı mahz kabilindendir, bunda temlik mevcud değildir, iskât-ı mahzın ise reddi mümkin değildir.

(3) : Alacaklı kefili ibra edib de kefil bu ibrayı red etse bununla ibra mer­dûd olmaz. Çünkü bu ibrada iskat-i mahz kabilindendir.

(4) : Medyun : «Beni ibra et.» deyib de bunun üzerine dâyin tarafından vâki olan ibrayı red etse bu ibra da merdûd olmaz.

(5) : Dâyin, medyununu ibra etdiği halde medyun, o meclisde sükût   edib de diğer meclisde red etse bir kavle göre bu ibra da merdûd olmaz.

(6) : Dâyin, vefat eden medyunu deyninden dolayı ibra etdiği halde vâ­risi red etse bu ibra da imam Muhammed'in kavline göre merdûd olmaz (Meb-sût. Eşbah, Şürünbülâlî Risalesi, Dürerül'hükkâm.) [17]

 

İbranın Hükmleri :

 

92  - : Sahih bir ibra neticesinde müddeabih olan hak da, dâva da sâkit olur.

Meselâ : Bir kimse «Fülân ile dâva ve nizaım yokdur.», «Fülânda hakkım yokdur.», «Fülân ile olan dâvamdan fariğ oldum veya vaz geçdim.» «Fülânda hakkım kalmadı.», «Fülândan tamamen hakkımı aldım.», «Fülânı hakkımdan ibra etdim.», «Fülânda olan hakkım ona helâl olsun.» «Fülândaki hakkımı ona bağışladım », «Fülân ile dâvamı terk, ve emrimi ahırete tefviz etdim.» ve «Fü­lândaki hakkımı terk etdim.» dese onu ibra etmiş olur. Artık ibra etdiği şahs-Uan böyle bir hak iddia edemez, o hak sâkit olur, artık bu babdaki müddeasi-nı isbâta kalkışamaz, ve o şahsa yemin teklif edemez. Hattâ o şahs, bu hak­kı, meselâ: İbradan evvele aid bir borcu ikrar etse de bununla muaheze olu­namaz. Bu ikrarı bâtıldır.

93 - : Bir kimse, zimmetinde şu kadar alacağı olan evlâdına, meselâ: Kı­zma hitaben: «Sana dünya ve ahıret hakkım helâl olsun.» de%e bunun zimme­tini ibra etmiş olur (Abdürrahim Fetavâsı.)

94 - : Bir ibranın mâbâdine, yani: ibradan sonra hadis olan haklara şü­mulü yokdur. Şöyle ki: Bir kimse, bir şahsı ibra edince bu ibradan mukaddem olub bu ibranın şâmil olduğu hakları   sâkit olur, fakat bu ibradan   sonra o şahsda hadis olan hakları sâkit olmaz, bunları dâva edebilir.

Meselâ : Bir kimse, ibra etdiği medyununa hitaben: «Sana ibradan sonra satdığım şu malın semeninden zimmetindeki §u kadar kuruş alacağım vardır, onu ver.» diye dâva ve bu medyunun bu hususdaki ikrarını iddia etse sahih olur.

95 - : Bir kimse, bir şahs ile aralarında olan muamelâtın 'nisabım gör­düklerinde hakkı zuhur etmeyib: «Eğer hisabda   galat yok ise» diye o yatısı ibra etse de bâdehûhisabdagalat olduğu ve o şahsın zimmeti tebeyyün eylese o kimse, bu hakkım ahza kadir olur (Netice.)

96 - : Bir kimse, bir şahsı bütün dâvalardan, husûmetlerden ibra etdikden sonra ondan irs sebebiyle bir mal dâva etse bakılır: Eğer müverrisinîn vefa­tı ibradan evvel ise dâva sahih olmaz, velev ki müverrisinin vefatına bu ibra zamanında muttali bulunmuş olmasın. Fakat müverrisinin vefatı bu ibradan sonra ise bu dâva sahih olur (Hindiyye.)

97 - : Deynin lüzumundan evvel vukubulan ibra, sahih değildir.

Binaenaleyh bir kimse, bir şahsı maziye ve hâle aid haklarından ibra et­diği gibi atiyen haiz olacağı haklarından da ibra etse bu hukuk ı âtiyeye aid ibranın hükmü olamaz. Çünkü ibra, iskatdir. Iskat ise ancak vâcibül'edâ bir deyin hakkında carî olur.

98 - : Bir kimse, bir şahsı bir hususa müteallik dâvadan veya muayyen bir cihetden dolayı olan bir hakdan ibra etse bu, bir ibra i has olub badehu bu hususa müteallik dâvası mcamu olmazsa da başka hususa müteallik dâvalar­da, bir hak talebinde bulunabilir. Çünkü bunlar, ibraya dâhil değildirler.

Meselâ : Bir kimse, bir hane dâvasından hasmını ibra etse artık o hane­ye müteallik dâvası dinlenmez. Amma çiftlik veya sair bir hane hakkındaki dâvası dinlenir.

99 - : Bir kimse, «Fülân şahsı kâffe-i deâviden beri kıldım.» veya «Onda asla hakkım yokdur.» dese onu ibra i âm ile ibra etmiş olur, artık bu ibradan mukaddem hiç bir hak dâva edemez. Binaenaleyh artık ne hukuk-ı maliyyeye ve ne de hüdûd, kısas gibi hukuklı gayri maliyeye müteâllik dâvalar mesmû olmaz.

Fakat cemi-i deâviden ibrada ayan-ı kâime dâhil olmaz. Şöyle ki: Bir er­kek ile karısı iftirak etdiklerinden sonra birbirini bütün dâvalardan ibra etse­ler bu esnada kadının arazisinde erkeğin mezrûatı veya sair ayanı kaimesi bulunsa bunlar o ibraya dahil bulunmuş olmaz (Şürünbülâlî Risalesi, Reddi-muhtar Tekmüesi.)

100 - : Yukarıdaki mesele veçhile ibradan sonra ibra eden kimse, ibra etdiği şahsdan mebiin semeni, icare bedeli, karz, gasb, vedia, irs, şirket, veya kefaletden dolayı bir hak dâva etse mesrnu olmaz.

Meselâ : «İbradan mukaddem sen fülân kimseye kefil olmuş idin, mekfû-lünbih malı veya mekfûlünanh nefsi bana teslim et.» dese ve yahud: «Ben se­nin emrinle fülâna olan şu kadar meblâğ borcuna kefil olmuş ve hasbel'kefâle onu tediye etmiş idim, şimdi o meblâğı bana ver.» diye dâva etse dinlenmeye­ceği gibi «Sen benim ibra etmiş olduğum fülân şahsa kablel'ibra kefil olmuş idin, mekfûlünbih malı bana edâ et.» diye de dâva edemez (Ibni Âbidin'in ib­ra Risalesi.)

101 - : Bir kimse, bir şahsı kendi namına ibra-i âm ile ibra etdikden son­ra o şahsdan başkası namına bil'vekâle veya bil'vesâye bir hak dâva edebilir. Çünkü onu yalnız köndi haklarından ibra etmişdir, bunun   başkası hukukuna şümulü yokdur (Ibni Abidin Tekmüesi.)

102 - : Vefat eden kimseyi deyinden ibra etmek sahihdir. Bu ibradan bü­tün vârisleri müstefid olurlar. Vârisler bu ibrayı red etseler İmam Ebû Yu­suf'a göre İbra merdûd olur, imam Muhamnıed'e göre merdûd olmaz.

103 - : Bir kimse, bir şahsı kendi namına ibra-i âm üe ibra etdikden son-alacağmdan ibra etse yalmz o vârisi hissesine düşen borçdan ibra etmiş olur, bu ibradan diğer vârisler müstefid olamazlar (Hindiyye.) [18]

 

Marizlerin, Vârislerin İbralarına Müteallik Bazi Mese­leler :

 

104 - : Bir kimse, marazı mevtinde vârislerinden birini ibra-i İskât veya ibra-i istifa ile alacağından ibra etse veya hal-i sıhhatinde ibra etmiş olduğunu maraz-i mevtinde ikrar eylese bu ibra ve ikrarı sahih ve nafiz olmaz. Meğer ki diğer vârisler müciz olsunlar. Bir de bu marizin ibra etdiği vârisden başka vârisi bulunmazsa bu ibrası sahih olur (Reddimuhtar Tekmilesi.)

105 - : Bir kimse, maraz-i mevtinde vârisi olmayan   yabancı bîr şahsî alacağından ibrâ-i iskât ile ibra etse sahih ve malının üçde birinden muteber olur. Vârisleri bulunmadığı veya bulunub da mücîz oldukları takdirde ise bü­tün malından muteber olur.

Ecnebiyi ibra-i istifa ile ibra İçin ikrar bahsına müracaat!.

106 - : Terekesi düyuna müstağrak olan kimse, maraz-i mevtinde   med yunlarından birini veya hepsini alacağından ibra etse garîmleri icazet ver­medikçe sahih ve nafiz olmaz. Çünkü bu ibra, vasiyyet mahiyyetindedir. Va­siyet ise borcu tediyeden sonradır.

Fakat tereke düyuna müstağrak olmayıb borcu ifadan sonra baki kalacak terekenin sülüsünden ibra olunan mikdarın çıkarılması mümkün bulunursa ibra nafiz olur.

107 - : Maraz-i mevt ile mariz olan kimse, alacağına kefil olan şahsı ke-faletden ibra eylese terekesinin sülüsünden muteber olur.

108 - : Mirası terk ile veya mirasdan ibra ile hakkı irs sâkit olmaz. Çün­kü irs, cebrîdir, terki sahih değildir.                                                             

Binaenaleyh bir müteveffanın terekesi vârislerinden birinin elinde mev-cud iken diğer vârisi «Ben hissemden vazgeçdim, hakkımı terk etdim, veya hakkımdan ibra eyledim.» dese bununla tevarüs hakkı sâkit olmaz. Hattâ bu vâris, böyle dedikden sonra vefat etse onun vârisleri, onun evvelki mütevef­fanın terekesindeki hissesini vâziül'yed olan vârisinden almaya kadir olurlar (Bezzâziyye, Mecmua-i Cedide, Mecelle, Dürerül'hükkâm.) [19]

Yİrmİ Altıncı Kitabın Sonu

 

YİRMİ YEDİNCİ KİTAB

 

İKRAR HAKKINDA OLUB BİR MUKADDİME İLE İKİ BÖLÜMDEN

İBARETTİR

 

(MUKADDİME)

 

İkrara Dair Istılahlar :

 

1 - (İkrar) : Luğatde isbat etmek, mütezelzil olan bir şeyi yerinde dur­durmak, bir şeyi İtiraf eylemek manasınadır, istilanda «Bir kimsenin kendi­siyle alâkadar oîub başkasına aid bulunan bir hakkı haber vermesidir.»

Meselâ : Bir kimse kendisinin veya vekilinin elinde bulunan bir malın fü-lân gahsa aid olduğunu haber verse bu bir ikrar olur. Mukabili inkârdır.

2 - (Ikrar-ı âm) : Bir takım şeylerin heyet-i mecmuası hakkında   vuku bulan ihbardır. «Elimde bulunan az çok her mal fülâmndır.» denilmesi gibi.

3 - (İkrar-ı hâs) : Muayyen bir şey hakkında yapılan ikrardır. «Bu kitab fülân zâtındır.» denilmesi gibi.

4 - (İkrar bil'kiiabe) leri bu ikrari havidir.

Yazı ile yapılan ikrardır. Borç senedleri. Hüccetleri bu ikrarı havidir.

5 - (İkrar-ı sarih) : Başkasına aid bir hakkı ikrara mevzu bir tâbir ile itiraf etmektir. «Fülan zata bin kuruş borcum vardır.» denilmesi gibi.

6 - (İkrar-i zımmî) : Bir söz veya muamele zımnında delâleten vuku bu­lan ikrardır. Buna delâleten ikrar da denir. «Bir kimsenin elindeki malı satın almak istemek» gibi ki o malın o kimseye aidiyyetini zimnen ikrardır.

7 - (Mukır) : Başkasına aid olub kendisinin alâkadar bulunduğu bir hak­kı haber veren kimsedir.

8 - (Mukarriinleh) : Kendisine aid bulunan bir hak, başkası tarafından itiraf olunan hakikî veya manevî şahsdır. «Bir malın kendisine aid olduğu iti­raf olunan bir insan veya vakf» gibi.

9 - (Mukarrünbih) : Bir kimsenin alâkadar olub başkasına aid bulundu­ğunu haber verdiği hakdır «Bir şahsın borçlu olduğunu haber verdiği şu ka­dar kuruş» gibi.

10 - (Nefy-i mülk) : Bir kimse tarafından bir malın başkasına aidiyyetı bilihbar kendisine aid olmadığı itiraf edilmekdir «Elimde bulunan bütün mallarım zevcemindir, benim bunlarda asla alâkam yokdur.» denilmesi gibi. Bu, hibe mahiyyetinde bir ikrardır.

11 - (Nam-t miistear) : Başkasına aid bir şey, hilafı hakikat olarak bir şahsa izafe edilib onun ismiyle yâd olunmasıdır.    «Bir kimseye aid olan bir hakkın senedde başka bir şahs namına yazılması» gibi. Bu, muvazaa yoliyle yapılmış bir İkrar demekdir.

12 - (Mersûm) : Resnı ve âdete muvafık suretde yazılan vesikadır. Borç senedi, makbuz ilmühaber, tacirlerin defterlerindeki kaydlar gibi. [20]

 

(BİRİNCİ BÖLÜM)

 

İÇİNDEKİLER : İkrarın mahiyyeti, rüknü ve nevileri. İkrarın şartları. Sahih olub olmayan bir kısım ikrarlar. İkrarın umumî hükmleri. [21]

 

İkrarın Mahiyyeti, Rüknü Ve Nevileri :

 

13 - : ikrarın mahiyyeti, bir hakkın mevcudiyyetini veya adem-i mevcu-diyyetini selâhiyyetli olan kimsenin haber vermesinden, itiraf etmesinden iba-retdir.

Meselâ : Bir kimse, elindeki bir malın fülâna aid olduğunu haber verse bu bir ikrar olur. Kezalik: Kendisinin birinde olan alacağını ondan istifa et­miş olduğunu haber verse bu da bir ikrardır. Kezalik: Bir kimsenin bir şahs-dan taleb etdiği bir şeye müstahik olmadığına müehheren muttali olduğunu itiraf etmesi de bir ikrardır.

14 - : ikrar minvechin inşa ve mtnvechin ihbardır. Bu iki bakıma   göre bir eok meseleler tefemi eder. Ezcümle ikrarın inşa sayılması üzerine şu gi­bi meseleler müteferridir:

(1) : Bir ikrarın hükmü, o ikrar ile sabit olan şeyin zevâidi hakkında za­hir olmaz. Meselâ: Bir kimse «Şu elimdeki koyun fülân şahsındır.» diye ikrar­da bulunsa yalnız bu koyun o şahsa verilir, kuzuları verilmez. Eğer bu ikrar, ihbar olsa idî bu kuzuların da o şahsa verilmesi lâzımgelirdi. Çünkü bu koyun bu ikrardan evvel o şahsa aid olsa idi kuzuları da aid olurdu.

(2) : ikrar, mukarrünlehin reddiyle merdûd olur, ondan sonra kabulü sa­hih olmaz. Halbuki ikrar, ihbar olsa idi bilâhare kabulü sahih olurdu.

ikrarın ihbar sayılması üzerine de şu gibi meseleler teferru etmekdedir:

(1) : Bir kimse «Bu mal fülân zatındır.» dese bu malın, bu ikrardan evvel o zata aid olduğunu haber vermiş olur. Yoksa bu ikrar ile o zata yeni bir mül-kiyyet isbat etmiş olmaz.

(2) : Bir kimsenin ikrar zamanındaki mülkü olmayan bir şey hakkındaki ikrarı, muteberdir. Binaenaleyh o şeye bilâhare iştira, ittihab veya   tevarüs gibi bir sebeble temellük etse bu sabık ikrarına mebni o şey elinden alınabi­ Çünkü bunun başkasınaaidiyyetini haber vermiş olmakla bu neticeyi ka­bul etmişdir. ikrar, eğer inşa olsa idi böyle malik olmadığı bir şey hakkında inhaya muktedir olamazdı.

(3) : Maraz-i mevt ile marizin bir yabancıya bütün emvali hakkındaki ik­rarı, - hilafı zahir olmadıkça - muteberdir. Halbu ki bu ikrar, inşa sayılsa yalnız sülüsi mâlinden muteber olmak lâzım gelirdi.

 (4) : Kabil-i kısmet olan bir malda bir hisse-i gâyia hakkındaki ikrar, sa-hihdir. Halbuki ikrar, inşa ve hibe olsa idi bu hisse hakkındaki ikrar, kab-lel'ifraz sahih olmazdı.

(5) : ikrar, mukarrünlehin kabulüne tevakkuf etmez. Halbuki inşa   olsa idi kabul bulunmadıkça muteber olmazdı. Beyi ve hibede olduğu gibi.

(6) : Müslümanlar için temellükü haram olan bir şeyin,   meselâ hamrin bir müslümana aidiyyetini ikrar, sahihdir. Mukir, bunu mukarrünlehe verme­ğe mecbur olur. Halbuki ikrar, inşa ve yeniden temlik olsa idi bu ikrar, sa­hih olmazdı.

(7) : İkraha mebni ikrar edilen talâk, vâki olmaz. Çünkü bu ikrar, ihbar­dır, sıdk ve kizbe ihtimâli vardır, ikrah ise kizb cihetini müeyyiddir. Halbu ki ikrar, inşa olsa idi bu talâk, vâki olurdu. Nitekim ikraha mebni talâkı inşa ve ika, sahihdir. Zira inşanın medlulü tehalüf etmez,   mükreh bunu inşa ile nefsini ikrahdan kurtarmak cihetini tercih etmiş olur.

(8) : Bir kimsenin başkasına aidiyyetini yalan yere ikrar etdiği bir malı, mukarrünlehe helâl olmaz, bunu cebren alması diyaneten caiz değildir. Halbu ki ikrar, inşa olsa idi bu ikrar hibe sayılırdı. O mal bâdettesüm mukarrünle­he helâl olurdu.

(9) : Bir kimse, başkasına aid bir mülkün vakfiyetini ikrar edib de bilâ­hare o mülkü satm alsa bu ikrarına mebni o mülk, vakıf olur. Halbu ki ikrar, in§a olsaydı başkasının mülkü hakkında bu ikrar, muteber olmazdı.

(10) : Bir kadın, bir erkeğin zevcesi olduğunu ikrar etse sahih olur. Halbu ki bu ikrar inşa olsa idi sahih olmazdı. Çünkü iki şahid bulunmadıkça nikâh, akd ve inşa edilemez (Bedâyî, Reddimuhtar ve Tekmilesi.)

15 - : İkrarın rüknü, bir hakkın vücudunu veya adenvi vücudunu itirafa mahsus olan herhangi bir tâbirdir ki, ya sarahaten veya delâleten olur. Bu itibar ile ikrarlar iki nev'e ayrılırlar; Sarahaten ikrar, delâleten ikrar.

Meselâ : «Fülânın üzerimde şu kadar kuruş alacağı vardır.» veya «Zim­metimde fülânın şu kadar alacağı vardır.» veya «Fülâna şu cihetden şu ka­dar lira borcum vardır.» sözleri birer sarih ikrardır.

Kezalik : «Benim sende §u kadar kuruş alacağım vardır.» sözüne karşı «Naam = Evet» denilmesi de sarih bir ikrardır. Çünkü «Naam ~ Evet» sözü, bu iddiaya cevab olarak söylenmişdir. Bu sözün cevabı ise o sözün iddiasını mütezammindir. Âdeta «Sana o kadar kuruş borcum vardır.» denilmiş olur.

«Bana olan şu kadar kuruş borcunu ver.» gibi bir söze karşı «O borç için bana şu kadar mühlet ver.» denilmesi de delâleten ikrardır. Çünkü böyle müh­let istenilmesi, o borcun zimmetde kâim olduğuna delâlet edib onun yalnız mu-talebesinin tehir edilmesini istemekden ibaret bulunur.

Kezalik : iddia edilen bir borç hakkında «Ben onu ka^a etdim = ödedim.» denilmesi delâleten ikrardır. Çünkü kaza, zimmetde vâcib olan bir şeyin mislini teslim demekdir. Bu, o borcun vücuden sabıkiyyetini iktiza eder. Artık bu kaza ile ikrar, vücubu ikrarolur. Sonra bu borçdan kaza ile kurtulma ifadesi, mücerred bir iddiadan ibaret bulunmuş olur ki, beyyine ile isbât edilmedikçe sahih olmaz (Bedâyî.)

16 - : İkrarlar, diğer bir itibar ile de ikrar-ı âm ve ikrar-ı hâs nevilerine ayrılır.

Şöyle ki : «Elimde bulunan bütün emval» veya «Bana nisbet olunan bütün emval ve eşya fülânındır» denilse bir ikrar-ı âm vücude gelmiş olur. «Muata-sarrıfı olduğum bu hane fülânındır,» veya «Fülâna karzdan şu şu kadar meb­lâğ borcum vardır» denilmesi de bir ikrar-i hâsdır. Bu iki nevi ikrarın ikisi de şeraiti dairesinde sahihdir (Dürrimuhtar, Hindiyye.)

17 - : ikrarlar, başka bir cihetle de üç nev'e ayrılırlar: Şöyle ki; Bir ik­rar ya hukukûllâha aid olur. Hadd-i sirkati, hadd-i şürbi, hadi zinayı   icab eden bir ikrar gibi. Böyle bir ikrar, mukirrin ikrarından   rücuiyle hükmsüz kalır. Veya hukuk-ı ibâde aid olur. Böyle bir   ikrar, rücu ile ibtâl edilemez. Ve yahud hukukûllâh ile hukuk-ı ibâdın mecmuuna aid bulunur, hadd-i kazfı icab eden bir ikrar gibi. Bu nevi ikrar da rücu ile ibtûl edilemez   (Bedâyî,) Hüdûd mebhasine müracaat!.

(Malikî'lere göre ikrar, hükmü kailine münhasir olan bir ihbardan ibaret-dir. Nitekim şehadet de, dâva da birer ihbardan ibaretdir. Şu kadar var ki şehadet, kailine nef'i olmayan bir ihbardır. Dâva ise kailine nef'i aid bulunan bir ihbar demekdir.

İkrarın erkânı dörtdür: Mukir, mukarünleh, mukarrünbih, siga-i ikrar.

Meselâ : Mehcur olmayan bir mükellef, bir şahsa hitaben «Sen bana yüz lira ikraz etdin.» deyib o şahs da evet diye tasdik etse lâzimürriâye bir ikrar vücude gelmiş oiur (Şerh-i Muhammedil Harsı.)

(Şafiî'lere göre de ikrar, bir ihbar-ı hâsdan ibaretdir, muhbir bununla üzerindeki sabık bir hakkı itirafda bulunmuş olur (Tuhfe.)

(Hanbelî'lere göre de ikrar, inşa değildir, belki nefsül'emrdeki bir şeyi ihbar ve izhardan ibaretdir.

Mükellef, muhtar olan bir kimsenin iltizam etmesi mutasavver olub elinde veya velayeti altında veya ihtisası dairesinde bulunan şeyler hakkında ikrarı sahihdir.

Meselâ : Bir kimse, şahsına veya velayeti altındaki bir yetime veya tev­liyet ve nezaretindeki bir vakfa aid" bir akarın icareye verilmiş olmasını ikrar etse muteber olur. Fakat hariçden birinin bir akarı hakkında böyle bir ikrar­da bulunsa muteber olmaz.

Kezalik : Bir kimse, meselâ yirmi yaşında olduğu halde yirmi seneden mukaddem bir cinayet işlemiş olduğunu iddia etmekle bunu ikrarda bulunsa muteber olmaz. Çünkü zâhir-i hâl kendisini mükczzibdir ve iltizam etdigi ci­nayetin kendisinden o tarihde vukuu mutasavver değildir (Ke^şâfürkına, Ney-lül'meârib.)

(Zâhirî'lere göre de ikrar, bir hüoetdir. Akil, baliğ, gayri mükreh olan bir kimsenin gerek hukukûllâha ve gerek hukuki nâsa aid olan ikrarı muteber-dir. Elverir ki bu ikrar, kendisini ifsâd edecek bir söze mukarin bulunmasın, mukarin bulunursa ikrar bâtıl olur.

Meselâ : Bir kimse «Fülânın zimmetimde şu kadar kuruş alacağı vardır» dese ikrarda bulunmuş olur, bundan rücıı edemez. Bir şahsa kazf otdiğine ve­ya birisiyle zinada bulunduğuna dair itirafı da büyle bir ikrardır.

Fakat «Füiânın bende şu kadar kuruş alacağı vardır, ben bunu kendisine tediye etdim.» veya «Fülâna kazf etdim, ben aklıma malik değildim.» veya «Ben fülânı Öldürdüm, o beni Öldürmek istiyordu, ben ise kendimden onu defe kadir bulunmuyordum.» dese yapmış olduğu ikrarı bu muttasıl olan ifadesiyle ibtâl etmiş olur. Velhâsıl: Böyle bir ifadeye mukarin olmayan bir ikrar, mu­teberdir. Şu kadar var ki beyyine bulunmamalıdır. Beyyine bulununca ikrarın da inkârjn da mânası kalmaz (Elmuhalîâ.) [22]

 

İkrarın Şartları   :

 

18  - : Mukırrin âkil, baliğ olması şartdır.

Binaenaleyh çocukların, mecnunların, matuhların ikrarları sahih değildir. Bunların aleyhlerine velilerinin, vasilerinin ikrarları da - Bunların hakların­da kendi kendi selâhiyyeüeri dairesinde yapmış oldukları şeylere aid olmadı ğı takdirde - sahih olmaz. Şu kadar var ki, ticarete mezun olan mümeyyiz çocuklar, kendilerinin mezuniyetleri sahih olan hususlarda baliğ hükmünde olduklarından bu hususlara dair ikrarları muteberdir. Bu hususlar ise alış veriş, borç, vedia, ariyet, gasb gibi ticaretden veya ticaret icablarından olan şeylerdir. Kefalet, cinayet, mehr gibi hususlarda ise bunların mezuniyyetleri sahih olmadığından ikrarları da sahih olmaz. Çünkü bunlar, mübadele-i em­valden ibaret olan ticaret işlerinden sayılmaz.

Naîrn, muğmaaleyh olanlar da mecnun mesâbesindedirler. Binaenaleyh bunların da bu haldeki ikrarları muteber değildir.

Mubah bir sebeble, meselâ bir ilâç içmek veya mükrehen müskirat kul­lanmak sebebiyle serhoş olanlar da muğmaaleyh hükmündedirler. Fakat mah­zur tarikiyle sekran olanların hudud-i hâlise gibi hukuki Üâhiyyeye aid ikrar­ları sahih değilse de muamelâta müteallik ikrarları sahihdir. Çünkü böyle hu-kuk-ı nâsa aid ikrarlarından rücuları kabil değildir (Zeyleî,   Mecmaül'enhür.)

19 - : Mukirrin sefeh veya borç sebebiyle mehcur olmaması şartdır. Binaenaleyh böyle bir mehcur,    ba§kasına bir borç ikrar etse bu ikrarı

vakti hacrinde mevcud olan malları hakkında muteber olmaz. Hacr mebhasî ne müracaat!.

20  - : tkrarda mukirrin rizası ve ikrarda telcie ve muvazaa   bulunma­ması şartdır.

Binaenaleyh ikrah-i muteber ile vâki olan ikrar nafiz olmaz. Çünkü bu ik­rah, ikrarın hilafı hakikat olduğunu tercih eder. Bu cihetledir ki, sirkatle it-tiham olunan bir şans, cebr ve ikraha mebni sirkati ikrar etse muteber olmaz.

Kezaük : Bir kimse, bir malın bir şahsa aid olduğunu o şahs ile aralarım­da kararlaşdırıp hilâf-ı hakikat olarak ikrarda bulunsa bu, bir telcieden, mu­vazaadan ibaret olacağı cihetle sahih olmaz. (Dürrimuhtar, Ali Efendi Fetavâsı.)

21 - : ikrarı zâhir-i hâlin ve şer'i şerifin tekzib etmemesi şartdır. Binaenaleyh cüssesi bulûğa mütehammil olmayan bir çocuk, baliğ oldu­ğunu ikrar etse sahih olmaz.

Kezalik : Bir medyun borcundan ibra edildiği halde o borcu ikrar eylese hıuteber olmaz.

Kezalik : Bir kimse, «Fülân zat bana ayda şu kadar kuruş borç verdi.» di­ye ikrar etdiği halde o zatın daha evvel vefat etmiş olduğu malûm bulunsa bu ikrar, muhal-i aklîye mebni bâtıl olur.

Kezalik : Bir kimse, meselâ bir şahsın elini kesdiğinden dolayı üzerine erş lâzımgeldiğini ikrar etdiği halde o şahsın iki eli de sağlam bulunsa bu ik­rarı muhal-i aklîyi iddia kabilinden olacağından bâtıldır.

Kezalik : Bir kadın bir cemaat huzurunda nefsini meselâ yüz lira mehr-i müeccel ile bir erkeğe tezvic edib de o cemaatin talebi üzerine o meclisde bu mehrin elli lirasını kabz eylediğini ikrar etse muteber olmaz. Çünkü bunun hilâfet-i hakikat olduğu o cemaatçe malûmdur.

Kezalik : Bir vâris, diğer bir vârise hisse-i ü'siyyesinden fazla terikeden hisse ikrar etse muhal-i şer'îyi ikrar etmiş olacağından bâtıl olur (Hindiyye, Bezzâziyye, Reddimuhtar.)

22 - : Mukirrin muayyen olması şartdır.

Binaenaleyh iki kimse, bir şuhsu hitaben «Senin ikimizden birinde şu ka­dar meblâğ alacağın vardır.» deseler bu ikrarları sahih olmaz. Zira bu ikrar üe muaheze olunacak kimse meçhuldür (Zeyleî, Bahr.)

23 - : İkrahın hazl ve istihzadan beri olması gartdır.

Binaenaleyh birkimse, şu kadar alacağı olduğunu iddia eden bir şah&a is­tihza ve istihfaf tarikiyle «Evet» veya «Onu kariben alırsın.» dese bu ikrar sayılmaz (Tekmile.)

24 - : Mukarrünbihin mâdum olmaması şartdır. Fakat malûm veya müm-kinütteslim olması şart değildir. Çünkü bazı haklar meçhul olmakla beraber lâzım olur, mukir o hakkın kıymetini bilmeyebilir.

Binaenaleyh gasb edilen, çalınan veya vedia olarak alman şeyler gibi meçhuli ikrar sahihdir.

Meselâ : Bir kimse, «Bende fiilân zatın hakkı veya emaneti vardır.» veya «Ben fülân §ahsın malını gasb» veya «Sirkat etdim.» dese bu ikrarı sahih olu:. Böylece ikrar etdiği meçhul şeyin neden ibaret olduğunu beyan ve tâyin etme­si lâzımgelir, mukarrünlehin dâvası üzerine bunu beyana cebr olunur, beyan edinceye kadar hapis edilir.

Mukirrin bu hususda  örf ve âdete muhalif bir şey tâyin etmesi kabul edi­lemez. Meselâ: «O hak, hukuk-ı insamyyetden ibaretdir» veya «Meçhul ema net bir buğday danesidir.» veya «Bir damla sudur.» dese makbul olmaz. Az çok kıymetli, velev ki bir iki kuruş kadar cüz'i olsun, bir şey tâyin etmesi lâ­zımdır.

Fakat beyi ve icare gibi maâlcehale sahih olmayan akdlerde mukarrünbi­hin meçhul olması ikrarın sıhhatine mânidir.   .

Meselâ : Bir kimse «Ben fülâna bir şey satdım» veya «Fülândan bir şey isticar etdim.» dese bu ikrarı sahih olmaz, bundan dolayı kendisine bir şey lâzımgelmez, o satdığı veya isticar etdiği şeyin neden ibaret olduğunu beyan etmesi için kendisine cebr olunamaz.

îkrar edilen gev, mevcud olduğu halde âdete nazaran mümkinütteslim bu­lunmasa mukarrünlehe bunun kıymetini vermek iâzımgelir. Hanenin sakfında-ki merteği, temelindeki bir taşı ikrar gibi (Zeyleî, Bahrirâik, Surretül'fetavâ.)

25 - : Mukarrünlehin cehalet-i fahişe ile meçhul olmaması şartdır. Çün­kü böyle meçhul bir şahs, mukarrünbihe müstahik olmaya salih değildir, mu­kir de böyle meçhul bir mukarrünlehi tâyine mecbur olamaz.

Amma mukarrünlehin cehalet-i yesîre ile meçhul olması, ikrarın sıhhatine mâni olmaz.

Meselâ : Bir kimse, elindeki muayyen bir mala işaretle «Bu mal bir ade­mindir.» diye ikrar etse veya «Bu mal fülân belde ahalisinden birinindir diye ikrar edib de o belde ahalisi madûd bulunmasa bu ikrar cehalet-i fahişeden dolayı sahih olmaz.

Fakat bir kimse «Bu mal şu iki kişiden birinindir.» dese veya «Fülân ma­halle ehalisinden birinindir.» deyib de o mahalle ehalisi kavm-i mahsur olsa bu ikrar, sahih olur. Yüz kadar kimseden birinin olduğu ikrar edildiği takdirde de hükm böyledir. Çünkü bundaki cehalet de yesîrdir.

Ancak bir kimse, böyle cehalet-i yesire ile ikrarda bulunsa, meselâ: Bu mal, şu iki kişiden birinindir.» dese bunlardan hangisine aid olduğunu beyana mecbur olmaz. Zira onun bu beyana mecbur tutulması, ibtâl-i hakka müeddi olabilir. Bu halde o iki kişi ittifak ederlerse o malı mukirden alabilirler, aldık­ları takdirde ona biliştirâk münasafeten malik olurlar. İhtilâf edib de her biri o malın kendisine aidiyyetini iddia ederse her biri, o mal kendisinin olmadığı­na dair mukirrin yemin etmesini isteyebilir. Mukir, bunlardan her biri için ayrı ayrı yemin eder. Bazı fukahaya göre her ikisi için bir yemin yetişir.

Mukir, ikisinin yemininden de nükûl ederse o mal kezalik o iki kişi beynin­de msfiyyet üzere müşterek olur. Eğer yalnız birinin yemininden nükûl ederse o mal müstakillen yemininden nükûl etdiği kişinin olur. Yemin etdiği kimse bundan hisse alamaz, ikisine de yemin ederse mukir, onların dâvasından beri olub mukarrünbih olan mal kendi elinde kalır, artık bundan sonra o iki kişinin ittifak ederek o malı mukirden alıb ona biliştirâk temellüke selâhiyyeti kal­maz. Bu, imam Ebû Yusuf'a göredir. îmam Muhammed'e göre buna selâhiy-yetleri vardır (Hindiyye, Bahrirâik, Reddimuhtar.)

26 - : Mukarrünlehin âkil olması şart değildir.

Binaenaleyh bir kimsenin gayrı mümeyyiz bir çocuk veya mecnun için mal ikrar etmesi sahihdir, o malı bu mukarrünlehe vermesi lâzımgelir. Velev ki ikrar edilen şey, mukarrünlehin yapamıyacağı bir şey olsun.

Meselâ : Bir kimse, bir yaşındaki bir çocukdan satın almış olduğu bir mal bedelinden zimmetinde şu kadar kuruş borç bulunduğunu ikrar etse bu meb­lâğı o çocuk için vermesi lâzım gelir. Bu ikrarı, o malı bu çocuğun.velisinden veya vasisinden almış olmasına hamlolunur.

Hattâ cenin için mal ikrarı sahih olabilir. Bu hususda üç suret vardır. Söyle ki: Cenin için ya salih bir sebeb beyaniyle ikrar yapılır; «Bu mal fülân kadının hamlinindir. Çünkü bu malı fülân kimse o hamle vasiyyet etmişdir.» diye yapılan ikrar gibi. Bu halde bakılır. Kadın zatüz'zevc olub hamlini bu ikrardan itibaren en çok altı ay içinde vazı' ederse çocuk bu ikrar edilen mala malik olur. Kadın mutedde ise ikrar vaktinden itibaren en çok iki senede ham­lini vazı' ederse bu çocuk da o mala malik olur.

Veya ibham suretiyle, yani: Salih ve gayrı salih bir sebeb dermeyan edil­meksizin ikrar yapılır: «Fülânenin hamline şu kadar borcum vardır.» demek gibi. Bu ikrar, İmam Muhammed'e göre sahih ise de imam Ebû Yusuf'a göre sahih değildir. Müreccah olan da budur.

Ve yahud gayrı salih bir sebeb beyaniyle ikrar yapılır: «Bu mal fülâne-nin hamlinindir, çünkü bu malı ben ona satdım» veya «Hibe etdim.» denilmesi gibi. Bu suretle- olan ikrar ise bil'icma sahih değildir (Hindiyye, Dürrimub tar. Mebsût.)

27 - : Mukarrünbihin mübhem, gayrı muayyen olması, ikrarın sıhhatine mâni değildir. Çünkü bu, bir cehaleti müstedrekedir, bunu beyana mukir ic­bar edileceğinden bu cehalet o suretle mün'defi olur.

Binaenaleyh bir kimse, bir şahsa gayrı muayyen bir mal ikrar etse, me­selâ: Bir sürü koyunlarından lâalettâyin birinin o sahsa aidiyetini ikrarda bu­lunsa bu kimse, o koyunlardan dilediğini mukarrünbih olmak üzere o şahsa verebilir. Maamafih bu halde mukarrünleh, muayyen bir koyunun kendisine aidiyyetini mukirrın inkârına mukarin iddia etse bunu beyyine ile veya mukir-rin yemininden nükûliyle isbat etmesi lâzımgelir. Böyle isbât edemezse artık başka bir koyunda hakkı kalmaz, o iddia eylediği koyunun mâadasında mu-kirri ikrarında tekzib etmiş gibi olur (Mebsut-ı Serahsî.)

(Malikîlere göre de ikrarların sıhhati için şu gibi şartlar vardır:

(1) : Mukir, mükellef olub mehcur bulunmamalıdır.

Binaenaleyh çocukların, mecnunların, sefihlerin, mükreh veya sekran bu­lunanların ikrarları muteber değildir, bunlar ikrarlariyle mülzem olmazlar.

Fakat marizlerin, zatüzzevc olan kadınların, ticarete mezun rakiklerin, mükâteblerin ikrarları bütün mallan hakkında sahihdir. Marizler ile zevceler, teberruatda bulunmakda mehcur iseler de ikrar, teberruat kabilinden olma­dığından bundan mehcur değildirler. Elverir ki ikrarda töhmet bulunmasın. Nitekim ileride beyan olunacakdır. Hacr mebhasine müracaat!.

(2) : Mukir, ikrarında müttehem bulunmamalıdır.

Binaenaleyh korkunç bir maraz ile marizin veya borcu emvalini ihata eden sefih bir medyunun kendi kariblerine yapacağı ikrar, töhmetden hali olamayacağından sahih olmaz. Şöyle ki:

Böyle bir mariz, karibine ikrar edince bakılır: Eğer bu karib vâris olub da kendisine müsavi veya kendisinden uzak karib de bulunursa bu ikrar bâtıl olur. îki oğlundan birine veya amcası var iken kızına mal ikrarı gibi. Fakat bu karib, vâris-i bâid olub bundan akreb vâris bulunursa bu ikrar, sahih olur. Kızı var iken amcasına ikrarı gibi.

Kezalik : Böyle bir mariz, vârisi olmayan bir karibine veya mülâüf oldu­ğu bir dostuna veya hali meçhul bir kimseye ikrar edib evlâd veya ahfadı bu­lunursa bu ikrarı sahih olur ve illâ sahih olmaz. Dostu olmayan bir ecnebiye ikrar ederse evlâd veya ahfadı bulunsun bulunmasın ikrarı lâzım olur.

Kezalik : Böyle bir mariz, zevcesine bütün emvalini nefy-i mülk suretiyle İkrar etse veya zevcesine borcu olduğunu veya zevcesinde olan borcunu on­dan aldığım ikrarda bulunsa bakılır: Eğer aralarında buguz ve adavet var ise bu ikrarı muteber olur.

KesaKk : Zevcin hali meçhul olmakla beraber kendisine vâris olacak ev lâdı var ise bu ikrarı yine muteber olur. Çünkü bu halde töhmet   bulunmaz.

Meğer ki mukirrin zevcesinden küçük bir çocuğu bulunsun. O takdirde bu ka dına ikrarı sahih olmaz, gerek başka büyük çocuğu bulunsun ve gerek bulun­masın. Sahih olan zevcin ikrarı ise böyle tafsile tâbi olmaksızın sahihdir.

(3) : Mukarrünleh, hâlen veya meâlen mukarrünbihe malik olmaya   ehl olmalıdır. Veya mukarrünlehin aynının bekası için    ıslahı bu mukarrünbihe taallûk eder bulunmalıdır.

Binaenaleyh berhayat bir insana mal ikrarı sahih olduğu gibi yevm-i ik­rardan itibaren altı aydan az bir müddetde doğacak sâbitünneseb bir cenine veya bir vakfa mal ikrarı da sahihdir. Fakat sırf hayvanata veya ahcar ve eşcare mal ikrarı sahih değildir. Çünkü bunların temellüke hiç bir veçhile se-lâhiyyetleri yokdur.

(4) : Reşit olan mukarrünleh, mukirri tekzib etmemelidir. Binaenaleyh mukarrünleh, «Benim o ikrar edilen şeyden malûmatım yok­dur.» diye mukirri müstemirren tekzib ederse ikrarı bâtıl olur.

Mukarrünlehin, mukirri tasdik etmesi lâzımdır. Çünkü bir kimsenin malı - mirasdan mâda bir veçhile - başkasının mülküne cebren dahil olmaz.

(5) : Ticarete mezun olmayan rakiklerin ikrarları cerhe, katli âmda   ve haddi müstelzim bir hususa aid olunca lâzım olur. Fakat mala dair olunca lâ­zım olmaz. Çünkü bunların malları efendilerine aid   olduğundan bu hususda mehcurduriar, ikrarları batıldır. Fakat ticarete mezun olan rakiklerin ikrar­ları mal hakkında da lâzımdır, muteberdir.

(6) : ikrar, ikrahdan, gasb endişesinden hali olmalıdır. Binaenaleyh bir ikrar, bir sulte sahibi, zîcah kimseye karşı bir itizar ma­kamında yapılsa muteber olmaz.

Meselâ : Bir sefineyi ahz etmek isteyen zîşevket, bir şahsa karşı «Sefine fülân zatındır.» denilmesi bir ikrar sayılmaz. Belki mukir, sefineyi o şahsın gazabından kurtarmak için onu himaye edebilecek bir zata nisbet etmek iste­miş olur (Muhtasar-ı Ebizziya, Şerh-i Kebîr, Düsûkî, Şerh-i Harşî.)

(Şafiî'lere göre de ikrarın sıhhati için şu gibi şartlar vardır :

(1) : Mukir, mutlaküttasarruf, yani: Mükellef, reşid bulunmalıdır. Böyle bir kimsenin ikrarı sahihdir. Elverir ki kendisini his veya şer'î şerif tekzib etmesin.

Çocukların mürahik olsalar da ikrarları lâğuvdır. Mecnunların, muğma-aleyhlerin ikrarları da böyledir. Çünkü bunların sözleri sakildir.

(2) : Mukir, mükreh olmamalıdır. Mükrehin ikrarı sahih değildir.   Fakat bir ikrarın ikrah ile vukuu iddia edilince bu ikrarın ikraha mebni olduğu mu­fassal bir şehadet iiesâbit olmak, ne veçhile ikrah vuku bulduğu şahidler ta rafından ifade edilmek lazımgelir.

(3) : Mukarrünleh, mukarrünbihe hissen ve şer'an istihkaka etaü bulun­malıdır.

Binaenaleyh bir insan veya bir vakf için ikrar, şahindir. Fakat bir hay­van için ikrar sahih değildir. Fakat «Şu hayvan sebebiyle sahibine şu kadar. kuruş borcum vardır.» denilse sahiholur. Çünkü bunun imkânı vardır. Mukir, o hayvanın menfaatini istifa etmiş olabilir.

(4) : Mukarrünbih, mukirrin mülkü olmamalı, nefsine muzaf bulunmama lıdır.

Binaenaleyh bir kimse «Şu hanem» veya «Şu libasım» veya «Fülân şahsda olan alacağım fülân zatındır.» dese bu ikrarı lâğvolmuş olur. Çünkü mukirrin bunları kendi nefsine izafe etmesi, bunların kendi mülkü olduğunu iktiza eder, artık başkasına ikrarına münafi bulunur. Bu ikrar, hibeyi vâde mahmuldür. Meğer ki bu sözler ikrar kasdiyle söylensin.

(5) :  Mukarrünleh, mukirri asl-ı ikrardan tekzib    etmemelidir, Tekzib ederse ikrar etdiği mal, mukirrin elinde terk edilir, deyin ise kendisinden ta-leb edilemez. Esah olan, budur. Çünkü mukirrin   vaziül'yed olması, o malın kendisine aidiyyetini'i§'ar eder.

Mukarrünleh, mukirri tekzib etdikden sonra tastık etse de artık mukar-rünbihe müstahik olamaz. Meğer ki mukir, tekrar ikrarda bulunsun.

(6) : Mukarrünbihift mübhem veya meçhul olması, ikrarın sıhhatine za­rar vermez. Çünkü sabık bir hak, mücmelen de mufassalan da ihbar edile­bilir.

Binaenaleyh «Şu iki şeyden biri fülâmndır.» denilse bunlardan hangisi­nin fülâna aidiyyetini mukirrin beyan etmesi lâzım gelir.

Kezalik : «Üzerimde fülânın bir şeyi vardır.» denilse bunun neden iba­ret olduğunu mukirrin bildirmesi icab eder. Bildireceği şey, bir para gibi pek az bir şey olsa da tesdik olunur. Elverir ki o şey, kendisinde temevvül carî olan şeylerden bulunsun (Tuhfetül'muhtac.)

Hanbelî'lere göre de masiyet tarikiyle sekran olanın ikrarı muteberdir. Çünkü onun ef âli, sahuv halinde bulunan kimsenin ef âli gibi sayılır. Fakat mubah veya mazur sayılacağı bir sebeble akli zail olanın ikrarı sahih değil­dir. Mecnun olanların ikrarları da böyledir. Hal-i .ifakatlerindeki ikrarları müstesna.

Mükrehin ikrarı da sahih değildir. Meğer ki ikrah edildiği şeyden başka bir şey ikrar etsin. Meselâ: Zeyd'e bin lira borcu olduğunu ikrar etmesine ikrah olunduğu halde o, Amr'e o kadar borcu olduğunu ikrar etse bu ikrarı muteber olur. Zan ile ikrah tahakkuk etmez, ikrar edilmediği takdirde vâki olan tehdidin mevki-i fi'ile konacağı yakin derecede malûm olmalıdır.

İkrah veya cünûn iddiası, beyyinesiz kabul edilmez. Meğer ki ikraha de­lâlet eden şeyler mevcud bulunsun. Mukirrin mahbus veya derkayd bulunma­sı gibi. Bu halde ikrah iddiası yeminiyle de kabul olunur, ikrah beyyinesi, tev' ve riza beyyinesinden mukaddemdir (Keşşaf ül'kına.) [23]

 

Sahih Olue Olmayan Bir Kısım İkrarlar :

 

28 - : Dilsizlerin ikrarları, kitabetleriyle sahih olduğu gibi mahud işaret­leriyle de sahih olur.

Binaenaleyh bir dilsiz; bey'e, icareye, hibeye, rehne, nikâha, talâka ve emsaline dair bir şeyi işaretle ikrar etse sahih olur. Velev ki kitabete kadir bulunsun. Elverir ki işareti mahud olsun.

Dilsizin işareti el ve kaş gibi âzâlariyle yapılır. Hâkim bu işaretin ne mâ­nada olduğuna muttali bulunmazsa bunu dilsizin sözleri kabul edilecek dost­larından, komşularından sorar, bunlar da hâkimin huzurunda bu işareti izah ve tefsir'ederler.

Maamafih diisizlerin hudûde aid ikrarları sahih değildir. Çünkü bu ikrar­da şüphe vardır. Hudüd ise şüphe ile münderi olur (Bedâyî, Reddimuhtar.)

29 - : Mutekalül'lisanm bu ukleti - Dil tutukluğu vefatına kadar devam ederse işaret ve işhadiyle yapmış olduğu ikrarı muteber olur. Fakat Nâük -= Söz söylemeğe kadir olan kimsenin işaretiyle olan ikrarı muteber değildir.

Meselâ : Bir kimse, söz söyleyebilen bir şahsa «Fülânın sende şu kadar kuruş hakkı var mıdır» veya «Sen şu malını sattın mı» dedikde o şahs bir şey söylemeksizin yalmz başını eğse bununla o sorulan şeyi ikrar etmiş olmaz (Hindiyye, Hâniyye.)

30 - : Bir velinin veya vasinin kendi mübaretile başkasının zimmetine ta­allûk edib çocuğa aid bulunan bir hakka dair ikrarı muteberdir.

Meselâ : Bir kimse, sağır oğluna aid olub kendisinin kiraya vermiş oldu­ğu bir hanenin bedel-i icarini müstecirden almış bulunduğunu ikrar etse mu­teber olur, bu bedeli oğluna ödemesi icab eder (Reddimuhtar.)

31 - : Terdid ile yapılan ikrar, mechûli ikrar sayılmaz.. Terdid ile ifade edilen mukarrünbihlerin ekalli lâzımgelir.

Mesalâ : Bir kimse, «Benim fülana on lira veya on beş Ura borcum var­dır.» dese bununla on lirayı kat'iyyen ikrar etmiş olur, onu vermesi iktiza eder.

Kezalik : Bir kimse, «Şu mal benim ile fülân zat arasında müşterekdir» dese meçhulü ikrar etmiş olmaz. Belki o mâlin kendisiyle o zat arasında ms-fryyet üzere müşterek olduğunuitiraf etmiş olur (Reddimuhtar ve Tekmüesi.)

32 - Bir kimse, kendisindeki bir mal, meselâ: Bir muayyen yüz Ura hak­kında «Bu para Zeyd'in bende vediasıdır.» dedikden sonra «Yok bu para bene belki Amr'ın vediasıdır.» dese o para Zeyd'in vediası olur. Bu kimse, o pa­ranın bedelini de Amr'e tazmin eder. Çünkü Zeyd hakkmdaki ikrarı sahilidir.

Sonra bundan rücuu bu birinci mukarrünleh olan Zeyd hakkında kabul edil­mez. Şu kadar var ki Anır'e de ikrarda bulunmuş,olduğundan bu ikrarı da mu­teberdir. Fakat o malı birinci mukarrünlehe ikrar etmekle itlaf etmiş demek-dir. Binaenaleyh bu malı ikinci mukarrünleh olan Amr'e zâmin olur. Hâkimin hükmü olsun olmasın. Bu imam Muhammed'e göredir.

imam Ebû Yusuf'a göre bir kimse, bir malı evvelâ bir §ahs için ikrar edib ve bâduhû «Bu mal o şahsın değil, fülân zatındır.» dese bu mal evvelki mukarrünlehin olur. Fakat bu halde bakılır: Eğer o kimse, bu malı hâkimin hükmü olmaksızın bu evvelki mukarrünlehe teslim ederse ikinci mukarrünle­he de bu malın bedelini zâmin olur, hâkimin hükmiyle teslim etdiği takdirde ise zâmin olmaz (Bahrirâik, Dürrimuhtar, Netice.)

33 - : Bir kimse, «Fülânın benim üzerimde malı vardır.»   diye ikrarda bulunsa en az bir dirhem mikdarı bir şey beyan etmesi icab eder. «Fülânın benim üzerimde malı âzami vardır.» dese en aşağı nisab-ı zekât mikdarı, ya­ni: îkiyüz dirhem gümüşe muadil bir mal beyan etmedikçe   tasdik   olunmaz (Reddimuhtar, Muhît.)

34 - : Mukir, ile mukarrünleh, mukarrünbihin sebobinde   ihtilâf etseler bu ihtilâfları ikrarın sıhhatine mani olmaz. Çünkü ikrarın sıhhati, sebebini be­yana muhtaç değildir.

Meselâ : Bir kimse, cihet-i karzdan su kadar meblâğ alacağı olduğunu bir şahsdan dâva, o şahs da «Benim cihet-i karzdan değil, gasb cihetinden» veya «iştira ve kabz etmiş olduğum şu malın semeninden dolayı sana o kadar meblâğ borcum vardır.» diye ikrar eylese bu veçhile ihtilâfları bu ikrarın sıh­hatine mani olmaz .(Tekmile.)

Kezalik : Böyle bir iddiaya karşı müddeaaleyh: «Senden satın ahb henüz kabz etmediğim bir at semeninden sana o kadar meblâğ borcum vardır.» dese ikrarı yine sahih olur. «Kabz etmediğim» sözüne itibar olunmaz. Çünkü satın aldığını iddia etdiği at meçhul olduğundan kendisine hangi bir at verilse «Be­nim aldığım bu değildi» diyebilir. O halde müddeaaleyh, semeni ikrar edince mebii gabz etdiğîni de ikrar etmiş sayılır. Artık «Onu kabz etmedim» demesi, ikrarından rücü demek olacağından tasdik olunamaz.

Fakat müddeî «iştirası iddia olunan at, benim mülkümdedir, ben onu sana satmadım» derse müddeaaleyhe bir şey lâzımgelmez. Zira müddeaaleyh, bu ata bedel olmak üzere o kadar meblâğ borçlu olduğunu ikrar etmişdir, o ol-maymca bu borç da olamaz. Bu halde iddia edilen at, müddeaaleyhin elinde ise müddeî bunu istirdad eder.-Meğer ki satış vukuu tahakkuk etsin (Hidâye, Kifâye, Reddimuhtar.)

35 - : Yukarıdaki meselede mukir olan müddeaaleyh «Satın ahb henüz kabz etmediğim şu muayyen at semeninden o kadar meblâğ borcum vardır.»derse bakılır; Eğer mukarrünleh olan müddeî, o atı bu mukırre teslim ederse o meblâğa müstahik olur, teslim etmezse müstahik olmaz. Çünkü aralarında tesaduk bulunmamış olur.

Şayed mukarrünleh «O at benimdir, sana satdığım at ise başkadır» derse aralarında tehalüf carî olur. ikisi de yemin ederse mukir üzerine ikrar etdiği meblâğ lâzım gelmez. Satın alındığı iddia edilen at da mukarrünlehe aid olur (Hidâye, Netayicül'efkâr.)

36 - : Bir maldan veya malûm veya meçhul bir hakdan sulhe veya ibra­ya talib olmak, o malı o hakkı ikrar demekdir. Bu hak meçhul olunca bunun neden ibaret olduğu hususunda müddeînin beyanı kabul olunur. Çünkü bu hak­kı mücmelen söyleyen, ikrar eden odur.

Fakat bir malın dâvasından sulhe veya ibraya veya bu dâvanın tehir edil­mesine talib olmak, o malı ikrar sayılmaz.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsın zimmetinde cihet-i karzdan on lira alacak hakkı olduğunu beyan ile ondan istedikde o şahs «Bu paradan yedi liraya sulh olalım.» dese bu istenilen o lirayı ikrar etmiş olur. Amma «Bu on Ura dâva­sından sulh olalım.» diye mücerred münazaayı defi' için suîhe talib olsa bu meblâğı ikrar etmiş olmaz.

Hattâ bir meblâğa aid dâvadan ibra iddiası da o meblâğı ikrar değildir. (Reddimuhtar Tekmilesi, Feyziyye Fetavâsı.)

37 - : Bir kimse, başkasının elindeki bir malı satın almaya veya   kiraya tutmaya veya ariyet almaya talib olsa veya «Bu malı bana hibe et.» veya «Ba­na vedia olarak ver.» dese veya o malı kendisine vedia olarak verilmekle ka­bul etse o malın kendisine aid olmadığını ikrar etmiş olur.

Fakat bu kimse bu ikrariyle o malın zilyede veya onun müvekkiline aid olduğunu da ikrar etmiş olur mu?. Bunda ihtilâf vardır. Bir rivayete göre ikrar etmiş olur, diğer bir rivayete göre ikrar etmiş olmaz. Bu ikinci rivayete göre bu ikrarı o malın başkasına aidiyyetini iddia etmesine mani olmaz.

Bu iki rivayetin ikisi de fukaha tarafından sahih görülmüşdür (Tekmile, Ankara vî.)

38 - : ikrar, mukarrünlehin tasdik ve kabulüne tevakkuf etmez. Çünkü ikrar, her veçhile inşa değildir ki, tamamiyyeti kabule mütevakkıf bulunsun. Fakat ikrar, mukarrünlehin reddiyle merdûd olub hükmü kalmaz. Artık mu­karrünleh, o ikrar edilen iddia ve isbata kıyam edemez Çünkü bu ikrar, ihbar ve temliki mâli mütazammin olduğundan reddi kabildir. Şa-yed mukarrünleh,    mukarrünbihin yalnız bîr mikdarmı red ederse   yalnız o rcıikdarda ikrarın hükmü kalmaz, red etmediği mikdarda ikrar sahih olur.

Bir de bir ikrar kabul ve tasdik edildikden sonra artık red ile merdûd ol- (Hindiyye, Tekmile.)

39 - : Bir ikrarın red edilmesiyle mukarrünlehden başkasının hakkı ib-tâl edilecek olsa bu reddin hükmü olmaz.

Kezalik : Mukarrünleh olan iki kimseden biri, ikrarı red etdiği halde di­ğeri kabul etse bu kabul eden, mukarrünbihin yarısına müstahik olur.

Meselâ : îki kimseye yüz lira ikrar edilib bunu birisi red etse diğeri bu­nun elli lirasını alır (Tekmile.)

40 - : Bir kimse, yapmış olduğu İkrarını red edildikden sonra tekrar edib de mukarrünleh bu defa tasdik etse bu başka bir ikrar sayılarak istihsânen sahih olur (Reddimuhtar.)

41 - : Mukarrünbihin muşa olması, ikrarın sıhhatine mani değildir. Binaenaleyh kabil-i kısmet olsun olmasın müşaı ikrar sahihdir. Şöyle ki:

Bir kimse, elinde bulunan bir mülk akarın veya menkûlün nısıf veya sülüs.gi­bi bir hisse-i şayiasını başka birisine ikrar o da tasdik etse veya red etmeyib sükût eylese aralarında şirket husule gelir. Bundan sonra o muşa henüz ifraz ile mukarrünlehe teslim edilmeden mukir vefat etse mukarrünleh onun vârisîeriyle beraber o müşada hissedar bulunmuş olur (Hindiyye, Bahrirâik.)

42 - : ikrar, fil'hâl mevcud veya âtiyen vücuda gelmesi muhakkak olan bir §eye talik edilerek meselâ; «Ben berhayat isem» veya «Ben vefat edersem fülân zata şu kadar kuruş borcum vardır» denilse sahih olur, borcun   edası fil'hâl lâzım gelir.

43 - ikrar, örf-i nâsda hulûl-i ecele salih, nâs arasında carî müddetler­den madûd bir şarta talik olunursa sahih olur. «Fülân ayın   ibtidası»   veya «Rûz-i kasım gelirse sana şu kadar kuruş borcumdur, denilmesi gibi. Bu hal­de ikrar, bir müeccel borcu itirafa hami olunur. Bu takdirde bakılır: Mukar­rünleh, bu eceli tasdik ederveya mukır bunu isbât eyler ise borç bu ecelden evvel istenilemez. Ecel böyle teayyün etmezse mukarrünleh «Bu borcun mü­eccel olmadığına» tahlif olunur, yemin ederse mukirrin bu mukarrünbih olan borcu derhal vermesi icab eder, yeminden nükûl ederse ecel sabit olur, bor­cun tediyesi ancak o vaktin hululünde lâzım gelir.

44 - : ikrar, örf-i nâsda hulûl-i ecele salih ve nâs arasındaki müddetler­den madûd olmayan, yani vücude gelmesi de gelmemesi de kabil bulunan bir şeye talik edilirse sahih olmaz.

«Ben ne zaman zengin olursam fülâna şu kadar kuruş borcumdur.» denil­mesi gibi. «Ben fülân yere gidersem.», «Ben fülân işi deruhde edersem», «Al­lah taâlâ irade ederse», «Benden alacağın olduğuna yemin edersen», «Bana §u kadar borç verirsen» denilmesi de bu kabildendir. Bunlara talik edilen bir ikrar, bâtıldır (Mecelle, Dürerül'hükkâm.)

45 - : İkrarlarda şeraitini cami olan istisnalar sahihdir. Böyle bir istis­na, ikrardan rücu sayılmaz. Muhaveratda daima istisna carîdir. Mesejâ: Bir kimse «Fülâna on lirası müstesna olmak üzere yüz lira borcum vardır.» dese doksan lira borç ikrar etmiş olur. Fakat «Yüz lira müstesna olmak üzere yüz lira borcum vardır» dese bu istisna muteber olmaz, yine tam yüz lira itiraf edilmiş olur. Çünkü bir şeyin tamamını istisna o şeyden rücu demekdir.

46 - : Bir kimse «Fülâna inşallah şu kadar borcum vardır» dese bununla o borcu ikrar etmiş olmaz. Çünkü bunu meşiyyetül'lâhe talik etmesi, kendi­since meçhul olan bir şeye talik olacağından hükümsüzdür.

Kezalik : «Fülân diler ise bu zata şu kadar kuruş borcum vardır.» denil­se bu ikrar da bâtıl olur. Zira borç, vücud ile ademe mütehammil bir §eye rabt edilmiş olur. Usûl-i fıkh kısmındaki istisna ve talik bahsine müra­caat!.

47 - : Bazı tâbirler, iddialar, talebeler ikrardan madûddur.

Ezcümle istenilen bir borcun tecilini taleb, bir borcun verilmiş olduğunu iddia, bir borcun kendisine hibe ve tesadduk edildiğini beyan, bir borçdan ibra vukuunu dermeyan, bir borcun başkasına havale edildiğini iddia, dâva edilen bir meblâğa başkasının kefaletini taleb ikrar sayılır.

Kezalik : Bir alacakiddiasmda bulunan kimseye karşı: «Onu al» «Onu te-navül et», «Onu yakında - Yarın veririm», «Onu verecek kadar yanımda bu­gün para yokdur.» «Vallahi ben onu sana bugün veremem», «Onu benden bu­gün alma*, «Onun vakt-i edası hulul etmedi», «Onu ne çok istiyorsun», «Onu fülân zat tarafımdan ödedi» demek de ikrardan madûddur.

Kezalik : Bir deyin veya emanet iddiasında bulunan kimseye hitaben «Naâm = Evet» denilmesi ve bir mikdar alacak iddia edene «Onu tart» veya «Onu say» veya «Bekle fülân sarraf geüb verecek» demek de birer muteber ikrardır.

Kezalik : Bir malın sahih ve nafiz bir beyi ile satıldığına dair olan bir se­nedi şahid sıfatiyle imza eden kimse, o malın kendisine aid olmayıb bâyiinin mülkü bulunmuş olduğunu ikrar etmiş olur (Reddimuhtar, Hindiyye.)

48 - : Bazı tâbirler, ikrardan madûd değildir.

Meselâ : Bir kimse, kendisinden bir şey isteyen bir müddeiye karşı, o şe­yi sarahaten zikr etmeksizin ve ona zamir ile de işaret etmeksizin mücerred «Tecil et», «Ben sana tediye etdim», «Bana tesadduk et», «Bana hibe et», «Tart», «Muhasebe edelim», «Sabret» veya «Kariben alırsın» dese o istenilen Şeyi ikrar etmiş olmaz.

Kezalik : «Fülân şahsa şu kadar para borcum olduğunu ona haber vçr-m» sözü de ikrar değildir.

Kezalik : Bir kimsenin bir mikdar meblâğ; alacak iddiasına karşı «Benim ue sende onun misli = O kadar alacağım var.» denilmesi, zâhirürrivâyeye gö­re ikrar değildir. Fakat İmam Muhammed'e göre ikrardır, bu veçhile fetva vil  (Ankaravî, Surretül'fetavâ, Hindiyye.)

(Malikî'Iere göre bir kimse, bir şahsa hitaben meselâ: «Şu iki libasın» ve­ya şu iki atın biri senindir» dese bakılır: Eğer bu mukır, bunların ednâsını mu-karrünluh için tâyin, mukarrünlch de diğerini iddia ederse mukarrünleh bu babda tahlif olunur. Mukır, hangisinin o şahsa aid olduğunu bilmediğini söy­lerse bunu mukarrünlehin tâyin etmesi istenebilir. Mukarrünleh, bunların ed­nâsını kendisine tâyin ederse onu yemin etmeksizin alır. Fakat bunların âlâsı­nı kendisine tâyin ederse kendisinden töhmeti defi' için tahlif olunur, yemin edince onu alır. O da hangisinin kendisine aid olduğunu bilmediğini iddia eder­se mukır ile beraber tahlif olunurlar. Bunlar bilmediklerine dair yemin edin­ce ikrar edilen şeylere nısfiyyet üzere müştereken malik olurlar.

Bir kims, «Ben bu malı fülândan gasb etdim, yok şu gahsdan gasb etdim» dese o mal fülânın olur. Bu malın misliyyatdan ise misli ile, kıymiyatdan ise kıymeti ile de ikinci mukarrünleh için hükm olunur. Bu malın malûm ise yevm-i gasbdaki kıymetine, malûm değilse yevm-i ikrardaki kıymetine itibar-olunur.

Bir karzın yapılmış, sonra da ödenilmiş olduğunu teşekkür maksadiyle söylemek, o karzın mevcııdiyyetini ikrar sayılmaz. «Allah razı olsun fülân zat bana şu kadar meblâğ karz verdi, ben de kendisine edâ etdim.» denilmesi gibi.

Bunu zem maksadiyle söylemek de esah olan rivayete göre böyledir. «Al­lah islâh etsin, fülân bana şu kadar meblâğ ödünç verdi, beni şıkışdırdı, tâ ki edâ etdim.» denilmesi gibi.

Bir kimse, bir şahsa hitaben «Benim üzerimde» veya «Zimmetimde» veya «indimde senin şu kadar alacağın var» dese ikrarda bulunmuş olur. Velev ki bu ikrarına «İnşallah» veya «Allah takdir buyurmuş ise» sözünü ilâve etsin. Çünkü böyle ikrar edince Cenab-ı Hak'ın dilediğini, takdir buyurduğunu bil­miş olur. Bu gibi istisnalar, Allah Taâiâya yeminin gayrisinde nıüfid olmaz.

Fakat «Fülân diler ise sana şu kadar meblâğ borcum vardır» denilse bu ikrar, şahin olmaz. Velev ki fülân dilesin. Çünkü bunda hatar vardır, bu ik­rar, kendisinde kat'iyyet olmayan bir hakka müsteniddir (Şerh-i Ebü'berekât, Düsûki.)

(Şafiî'lere göre «Benim fülâna zannıma göre» veya «Tahminime göre şu kadar kuruş borcum vardır» sözü lâğvdır. Fakat «Benim üzerimde fülânın bil­diğime» veya «Şahid olduğuma göre şu kadar alacağı vardır» sözü, sahih bir ikrardır.

Bir kimse, «Benim fülâna yüz kuruş borcum vardır, yüz kuruş, yüz kuruş» dese yalnız yüz kuruş borç ikrar etmiş olur. Velev başka başka günlerde böy­le yüz kuruş ikrar etmiş olsun.

«Benim fülâna yüz kuruş borcum vardır.» dedikden sonra «Benim ona elli kuruş» veya «Yüz elli kuruş» borcum vardır» dese bunların ekalli eksere da­hil olur, hangisi ekser ise yalnız o lâzımgelir.

Fakat başka başka cihetler, sebebler beyaniyle ikrar edilirse hepsi dö lâ­zımgelir. «Benim Zeyd'e ciheti karzdan yüz kuruş borcum vardır» dedikden sonra «Benim Zeyd'e satın aldığım bir mal bedelinden yüz kuruş borcum var­dır» demesi gibi ki, ikiyüz kuruş ikrar edilmiş olur.

ikrarda istisna bil'icmâ caizdir. Velev ki müstesna, müstesnaminhin cin­sinden olmasın. Elverir ki müstesna, müstesnaminhin tamamını istiğrak etme­sin. Ve illâ istisna, bâtıl olur.

Meselâ : «Benim fülâna on lirası müstesna olmak üzere yüz lira borcum vardır» denilse doksan lira ikrar edilmiş olur.

Kezalik : «Benim üzerimde fülânın yüz lira alacağı vardır, bir libas müs­tesna» denilse o libasın ne olduğunu mükırrin beyan etmesi lâzımgelir. Şu ka­dar var ki, bu libasın kıymeti yüz liradan az olmalıdır, bu kıymet, yüz liradan tenzil edilir, mütebakisi mukarrünlehe verilir.

Fakat «Benim fülân zata yüz lirası müstesna olmak üzere yüz lira borcum vardır.» denilse bu istisna, muteber olmaz. Yine tam yüz lira ikrar edilmiş olur. Çünkü böyle bir istisnada sarih bir tenakuz vardır. Bu ikrardan rücü ma-hiyyetindedir (Tuhfetül'muhtac.)

{Hanbelî'lere göre bir insanın bir malı nefsine izafe etmek suretiyle ya­pacağı ikrar da sahîhdir. «Bu kitabım fülân zatındır.» denilmesi gibi.

Bir kimse, bir malı satdıkdan veya birine hibe etdikden veya kölesini azâd etdikden sonra o malın veya kölenin başkasına aid olduğunu İkrar etse bu ik­rarı müşteri ve saire hakkında kabul olunmaz. Ancak o kimse, o malın veya kölenin kıymetini mukarrünlehe zâmin olur. Çünkü onu batmakla veya hibe veya azad etmekle onun aynini mukarrünlehe vermek imkânını fevt etmişdir.

Bir kimse, «Fülân zatın bende azîm» veya «Hatır» veya «Kesîr» veya «Ce-lil» veya «Nefise «Bir mal alacağı vardır» dese bunu tefsir etmesi lâzımgelir. Mal sayılacak = Kendisiyle temevvül edilecek herhangi bir şey ile tefsir eder­se kabul olunur. Çünkü bu azim, kesir ve sair tâbirleri için ne şeriatda ve ne de lûgatde ve örfde bir hâd tâyin edîlmemişdir. Bu hususda nâs muhteUfdir. Bazı kimseler az bir şeyi azim, hatir görür, bazı kimseler de azim bir şeyi az görmekde bulunur.. Ve her mal kendisine göre azimdir, kesirdir. Binaenaleyh bu babda mükırrin tefsiri makbuldür (Neylüi'meârib, Keşşafül'kına.)

(Zâhirî'lere göre bir kimse elinde bulunan bir mal hakkında «Bu mal fü-iânındır, bana hibe etdi, veya bana sattı» dese tasdik olunur, aleyhine bir şey ile hükm olunamaz. Çünkü emval ve emlâk elden ele intikâl eden şeylerdir. "iz bunu yakinen biliriz. Eğer nâsın bu gibi sözlerinin bir kısmı ikrar telâkki edilerek bununla aleyhine hükm edilib de diğer kısmı nazara alınmazsa nâsın ballarının tamamı veya ekserisi ellerinden çıkmak lâzım gelir.

Bir kimse, meselâ: «Fülânın benim zimmetimde borç olarak yüz lira ala­cağı vardır. Benim de onun yanında yirmi kile buğday alacağım vardır.» de-yib iki tarafın da bu babda beyyineleri bulunmazsa o kimsenin iddia etdiği bu buğdaya bir kıymet takdir edilir. Bu kıymet, ikrar etdiği yüz liraya müsavi veya ondan ziyade olursa takas hâsıl olur, üzerine bir şey lâzımgelmez. Fakat bu kıymet az olursa yüz liradan fazla kalan mikdarı, mukarrünlehe vermesi­ne, hükm olunur (Elmuhallâ.)

Demek ki Zâhirî'lere nazaran ikrara mukarin olan iddia da muteber olu­yor, bu iddia ikrardan rücu veya ikrar ile alâkası olmayan bir iddia-i mücer-red sayılmıyor. Bu halde mukır, bir tam ikrarda bulunmuş olmuyor. Belki bu ikrarına onu ibtâl edecek bir söz vasi etmiş oluyor. [24]

 

İkrarın Umumi Hükmleri :

 

49 - : Kişi ikramiyle ilzam plunur. Velev ki ikrarı nefsüTemre mutabık olmasın. Çünkü akıllı bir kimsenin kendi aleyhine olan hilâf-ı hakikat bir şeyi ikrar ve itiraf etmesi müstebaddir.

Fakat bir ikrar, hâkimin hükmiyle şer'an tekzib edilirse o zaman hükmü kalmaz.

Meselâ : Bir kimsenin satın aldığı bir mala bir müstahik çıkıb da onu hâ­kimin hükmiyle istirdad etse o kimse de verdiği semen ile bayiine rücu eder. «Bu mal, bâyiindir» diye vuku bulan ikrarı muteber olmaz. Çünkü onun bu ikrarı hâkimin hükmiyle tekzib edilmiş, olur.

50 - : İkrar, başkasının hakkını ibtâl etmez.

Binaenaleyh bir müteveffanın bir şans zimmetinde meselâ yüz lira alacağı olduğu halde terekesi iki oğluna münhasır olmakla bunlardan biri, bu paranın yarısını hal-i hayatında babasının kabz etmiş olduğunu ikrar etse kendi his­sesi olan elli lira hakkında muteber olur. Kardeşi, bu kabzı bilmediğine dair bu mukırre karşı yemin edince mütebaki elli lirayı kendisi alır.

51 - : Mukır, ikrarına mukarin bir iddiada bulunsa ikr&riyle muaheze olu­nur, iddiasını isbat etmesi lâzımgelir.

Meselâ : Bir kimse, «Fülâna on lira borcum vardır» diye ikrar etmekle beraber «Fakat bu borcum müecceldir» diye iddiada bulunsa mukarrünleh tas­dik veya kendisi isbat etmedikçe bu meblâğı hâilen vermesi lâzımgelir. Fakat «On lira müeccel olarak borcum vardır» derse ikrarı müeccel bir borca mas­ruf olur, hilafını mukarrünlehin isbât etmesi lâzımgelir.

Kezalik : Bir kimse, bir şahsa hitaben «Sende yüz lira alacağım var idi, ellisini aldım, mütebaki ellisini de ver» diye iddia, o şahs da «Hayır sana bir para borcum yokdur» diye inkâr etse o kimse, bu iddiasını isbât edemeyince almış olduğunu ikrar etdiği elli lirayı talebi takdirinde o şahsa vermesi lâzungelir. Çünkü bu elli lirayı haksız yere kabz etmiş olduğu tebeyyün etmiş olur.

Kezalik : Bir kimse,«Şumah fülân zatın yanına emanet bırakmışdım, on­dan aldım» dediği halde o zat «Hayır o benim malımdır» dese onu bu kimse­den istirdad edebilir. Çünkü bu kimse, o mala o zatın vaziül'yed olduğunu ik­rar etmişdir. Sonra emanet iddiası beyyinesiz muteber olmaz.

Kezalik : Bir kimse, «Fülân şahsdan onda olan alacağıma mahsuben şu kadar meblâğ kabz etdim» diye ikrar, o şahs da bu alacağı inkâr ile o meb­lâğın kendisine reddini taleb etse bu meblâğın o şahsa reddi lâzımgelir. Çünkü o kimse, bu meblâğı aldığını mukirdir, alacağı hakkındaki sözü ise bir iddia­dan ibaretdir. Şu kadar var ki o kimse, bu şahsa «Üzerinde böyle bir borç ol­madığına dair» yemin verdirebilir.

imam Ebû Yusuf ile Ibni Ebî Leylâ'dan bir rivayete göre bu halde mukır üzerine bir şey îâzımgelmez. Çünkü o, nefsi aleyhine başkasına bir şey ikrar etmiş değildir. O, kendisine hakkının vusulünü ikrar etmişdir. Bu ise ona bir şeyi mülzim olmaz (Mebsut-ı Serahsî.)

52 - : Bir kimse, «Şu malı - meselâ parayı - bana fülân şahs defi' etdi, bu mal Zeyd'indir» dese de bunu o şahs ile Zeyd'den her biri kendisinin olmak üzere iddiada bulunsa bu mal, o şahsa aid olur. Çünkü bu kimse, bu malın o şahsa aidiyyetini ilk evvel ikrar etmişdir. Sonraki ikrarı ise başkasının müs­tahik olmadığı bir şeye dair olmuş olacağından kendisi için mülzim olmaz. Bi­naenaleyh bu mukır, o malı o şahsa verince ondan beri olur, O şahs bu malın ister maliki olsun ister olmasın.

Bilâkis bir kimse «Bu mal fülân şahsındır, bunu bana Zeyd defi' etti = Verdi de^ bu sn;>î, ilk mukarrünleh olan o şahsındır. Zira onun mülkü olmak üzere ikrar ediUı^üir. Artık bundan sonra ikinci mukarrünleh için züyedlik ikrarı birinci ıa kır/ünleh hakkında sahih olmaz. Bu halde ikinci mukarrün­leh bunu dâvada bı Onursa bu malın birinci mukarrünlehe aid olduğuna dair kendisine yemin tevcih olunur. Eğer bu vech ile yemin ederse mukır, ona da o kadar mal zâmin olur. Hâkimin bu hususda hükmü olsun olmasın müsavidir. Bu, imam Muhammed'e göredir. îmam Ebû Yusuf'a göre eğer hâkimin hük­müne de iktiran etmşi ise mukır, artık ikinci mukarrünleh için o malı zâmin olmaz. Hâkim, bunu ikrarına mebni mukırre üzâm etmiş olur. imam Muham­med'e göre ise hâkimi bu ilzama sevk eden, mukırrin kendisidir (Mebsût).

53 - : Bir ikrar tekrar edince bakılır: Eğer ikrarın sebebi müttehid  îsfe bunlar yalnız bir ikrar sayılır, muhtelif ise başka başka ikrarlar olmuş olur.

Meselâ : Bir kimse «Fülân şahsa şu saat bedelinden on lira borcum var­dır» deyib sonra diğer bir meclisde yine bu veçhile ikrar etse ikisi bir ikrar sayılır. Fakat «Fülân zata şu saat bedelinden on lira borcum vardır» dedik-den sonra «O zata hane kirasından on lira borcum vardır dese bunlar başka ba§ka ikrar olur.

Kezalık : Böyle sebeb zikr edilmeksizin meselâ: «Fülân zata on lira bor-cum vardır» diye müteaddid kerre ikrar edilse bunlar da bir ikrar sayılır. Fakat bu ikrarlardan her birine ayrı ayrı ikişer kimseyi işhad etse, mukar­rünleh de bunların ayrı ayrı alacak olduğunu iddiada bulunsa imamı Azama göre müteaddid borç ikrar edilmiş olur. îmâmeyne gbre ise ikrar edilen borç­lar birbirine müsavi ise bir borç ikrar edilmiş olur, yalnız o lâzırngelir. Birbi­rinden ziyade ise bu ziyadeyi vermek icab eder, bunların ekalli, ekserine da­hil olur (Mebsût, Hâniyye.)

54 - : Hukukûllâha aid ikrardan rücu sahihdir. Fakat hukuk-ı ibâdda ik­rardan rücu sahih değildir.

Meselâ : Hadd-i zinayı mucib bir ikradan esnayı hadde bile rücu sahihdir, bu rücu üzerine hukukûllâhdan oları hâd cezası sâkit olur.

Amma bir kimse, «Fülân şahsa şu kadar borcum vardır» veya «Fülârun bende şöyle bir vediası vardır» dedikden sonra «Ikraımdan rücu etdim» ya «Hilaf-i hakikat olarak ikrar etdim» dese buna itibar olunmaz, ikrariyle ilzam olunur.

55 - : Bir ikrarın yalan yere yapılmış olduğu veya bir ikrarın hazl   ve telcie tarikiyle vuku bulduğu mukır veya onun vârisleri tarafından iddia olun­sa mukarrünleh, mukirrin ikrarında kâzib olmadığına veya ikrarın hazl   ve muvazza yoliyle yapılmadığına tahlif olunur.

Meselâ : Bir kimse, «Fülandan şu kadar kuruş istikraz etdim» diye bir kıt'a sened verdikden sonra «Ben her ne kadar öyle bir sened verdim ise de o meblâğı henüz ondan almadım» dese o kimsenin bu ikrarında kâzib olmadı­ğına mukarrünleh tahlif olunur. Çünkü bu gibi senedlerin borç parayı kabz etmeden evvel yapılması âdetdir. Bu seneddeki ikrar, tam bir hüccet olamaz. Maamafih mukarrünlehin tahlif edilmesi, ikrara mebnİ henüz hükm olunma­mış olduğu takdirdedir. Bâdel'hükm tahlife mahal kalmaz.

Bu mesele, imam Ebû Yusuf'un mezhebine göredir, içtimaî hayatdaki gö­rülen fazla hud'alara, hiyanetlere mebni bu kavi istihsânen kabul edilmişdir.

56 - : Bir kimse, bir şahsda olan vediasını istirdad etdiği veya satmış ol­duğu bir hanenin bedelini müşteriden tesellüm etdiğini veya satın aldığı malı gördükden sonra satın aldığım şahidler huzurunda ikrar etse de bilâhare bu ikrarında kâzib olduğunu iddiada bulunsa bunun bu ikrarında kâzib olmadığı­na dair mukarrünlehe yemin verilir (Tenkih, Reddimuhtar, Ebüssuûd Feta-vâsı.)    ,,

57 - : Bir kimse bir şahsa hitaben «Senin bende şu kadar kuruş alacağın» veya «Şöyle bir vedian vardır» diye ikrar etmekle o şahs «Bu alacak» veya «O vedia benim değil, fülân zafındır» diye ikrar, o zat da bu §ahsı tasdik etse bu alacak veya vedia bu ikinci mukarrünlehin olur. Şu kadar var ki, bu alaeağı veya vediayı kabz etmek hakkı birinci mukarrünlehe aiddir. Mukır, bunu ikinci mukarrünlehe vermeğe mecbur tutulmaz. Fakat kendi rizasiyle verirse zimmeti borçdan beri olur, artık evvelki mukarrünleh bunu mukırden tekrar isteyemez.

Kezalik : «Senin bende şöyle bir vedain vardır» ikrarına karşı «O vedia benim değil, fülânındır» denildiği takdirde de hükm böyledir. Fakat birinci mukarrünleh, o alacağı veya vediayı kendi nefsine izafe ederek «O alacağım» veya «O vediam benim değil, fülân şahsındır» dese bunları o şahsa hibe etmiş olur. Artık bunları kabza o şahsı teslit, o da kabz etmedikçe bu hibe tamam ol­maz (Reddimuhtar Tekmilesi, Dürerül'hükkâm.)

58 - : ikrarda muhayyerlik carî değildir.

Meselâ : Bir kimse, üç gün muhayyer olmak üzere karz, gasb veya vedia cihetinden bir borç İkrar etse bu ikrarı sahih, muhayyerliği bâtıl olur. Çünkü ikrar, mülzim olan bir haberden ibaretdir. Bu haber sadık olunca bunun ma-hiyyeti mukir, ihtiyar etsin etmesin tebeddül etmez (Muhit.)

59 - : Bir kimse, bir malı bir şahsın hanesinden kabz etdiğini ikrar, bâ-dehû o malın kendisine veya başkasına   aidiyyetini iddia etse o mal, o hane sahibine aid olur. Çünkü o hanede olan, onun elindedir. Asl-ı hanede onun eli sâbitdir. Bir mekânda sabit olan yed, o mekânda bulunan şeyler üzerinde de sâbitdir.

Kezalik : «Fülânın sandığından veya kesesinden veya ağacından veya ekininden şunu aldım» demek de onun elinden şunu aldım» demek de onun elinden kabzı ikrar gibidir. Zira bunlarda olan da onun elindedir (Mebsût.)

60 - : Şirketi müzarebede müzarib bulunan kimse, mal sahibinin inkârı­na rağmen müzarebe malından bir borç ikrar etse bu ikrarı sahih olur. Çün­kü bu, ticaret muktezasıdır. Bunun içindir ki, ticarete mezun olan çocukların, rakikîerin bu hususdaki ikrarları muteberdir.

Kezalik : Müzarib, müzarebe malından bir ecire veya bir hayvana veya bir dükkâna ücret, kira bedeli verdiğini ikrar ve iddia etdiği takdirde sözü muteber olur. Zira bu gibi borçların sebeblerini müzarebe malı hakkında inşa­ya malikdir. Yani: Onun bu hususdaboyle isticare selâhiyyeti vardır. Binaena­leyh bu hususdaki ikrarı sahihdir. Müzarib, mazurdur, bu gibi sebebler ile borç iltizamından hasbetticare kurtulamaz (Mebsût.)

61 - : Bir kimse, «Fülân şahs az çok her şeyde benim şerikimdir»   diye ikrar, o şahs da «Evet» diye tasdik etse her biri diğerinin elindeki az çok her mata, velev ki ikametgâh veya rakik olsun ortak olmuş olur. Çünkü bu, şir-ket-i müfaveze mesabesindedir. Bu şirket, tesviyeyi iktiza eder.

Fakat «Bu şans benim ticaretlerde şerikimdir» deyib diğeri de tasdik etse yalnız ellerinde bulunan ticaret emtiası aralarında müşterek olur, buna mes­ken, kisve, taam dahil olmaz. Çünkü onların bu tesadukları yalnız ticaret mal-lariyle mukayyed bulunmuşdur. (Mebsut-ı  Serâhsî.)

(Eimme-i sâireye göre de ikrar, bir hüccetdir, ikrarın hükmü, Üzenidir, muahezedir. Yani: Herkes, şeraiti dairesinde yapdığı ikrariyle mülzem olur, başkasına aid, üzerinde sabit bir hakkı ikrar etdi mi bunu mukarrünlehe ver­mesi icab eder, hukuk-ı ibâde müteâllik ikrardan rücu edilemez.) [25]

 

(İKİNCİ BÖLÜM)

 

İÇİNDEKİLER : Nefy-I mülk ve nam-ı müstear. Maraz-ı mevt İle mariz olanların ikrarları nesebe aid İkrarlar. İkrar bil'kitâbeye aid meseleler. İkra­ra dair İhtilâflar. İkrarın hikmet-l teşriîyyesi. [26]

 

Nefy-I Mülk Ve Namı Müstear A Ait Meseleler :

 

62 - : Bir kimse, ikrar ederken mukarrünbihi nefsine izafe-i mülk ile mu-zâf kusa onu mukarrünlehe hibe etmiş olur. Bu takdirde teslim ve kabz bulun­madıkça bu hibe tamam olmaz.

Meselâ : Bir kimse, «.Elimde olan bütün emval ve eşyam fülân zatındır, benim asla alâkam yokdur» dese bu anda mevcud olan bü'cümle emval ve eşyasını o zata hibe etmiş olur. Bunları o zat tesellüm etmedikçe bu hibe ta­mam olmuş olmaz.

Kezaük : Bir kimse, «Şu hanemin içinde olan bütün emval ve eşyam fülân büyük oğîumundur, benim alâkam yokdur» dese bu ikrar zamanında o hanede mevcud olan bütün emval ve eşyasını o oğluna hibe etmiş olur. Bunları ona teslim etmedikçe hibe tamamolmaz.

«Şu hanem babamındır» veya «zevcemindir» denildiği takdirde de hükm böyledir.

«Tasarrufumda» tâbiri de nefse mülkiyyet üzere izafe kabilindendir. «Ta­sarrufumda olan şu hane fülânındır» denilmesi gibi.

Bir malın böyle bir nefse mülkiyyet üzere izafe edilmesi, o malın başka­sına aid bir mülk olmadığım beyan demek olacağından bu veçhile ikrar, bir hibe mahiyyetinde bulunmuşdur. (Reddimuhtar, Ebüssuûd.)

63 - : Bir kimse, ikrar etdiği şeyi nefsine izafe etmezse ve mukarrünbi-hin kablel ikrar mukarrünlehin mülkü olduğunu itiraf ile kendisinden mülkü nefy etmiş. olur.

Meselâ : Bir kimse, «Üzerime giymiş olduğum elbiseden başka bana nis-bet olunan bütün emval ve eşya fülân zatındır, benim asla alâkam yokdur.» dese bu anda giyinmiş bulunduğu elbiseden rnaâdâ kendisine nisbet olunan, yani: Onundur denilen bil'cümle emval ve eşyayı o zata ikrar ile kendisinden nefy etmiş, olur. Bunun tamamiyyeti için kabzı şart değildir. Bu ikrariyle ve­fatından sonra vârisleri de izlâm olunurlar.

Fakat bu ikrar, mukırrin bundan sonra malik olacağı emval ve eşyaya şâmil olmaz.

Kezalik : «Şu dükkânımın içinde olan bütün emval ve eşyam babamındır, benim alâkam yokdur» dese o dükkâniçinde bu vakitde mevcud olan bütün emval ve eşyanın babasına aidiyyetini ikrar ile nefy-i mülk etmiş olur.

«Bana nisbet olunan şu dükkân babamındır» veya «Zevcemındir» dediği takdirde de hükm böyledir (Hülâsa, Mecelle, Dürerül'hükkâm.)

64 - : Bir kimse, fülânın zimmetindeki alacağım şu zatındır,   seneddeki ismim, müsteardır» dese yine ikrarda bulunmuş olur. Her ne kadar o alacak nefsine izafe edilmiş ise de «ismim   müsteardır» sözü, bu izafet ile izafet-i mülk değil, izafet-i nisbet kasdedildiğine bir delildir (Tenkili.)

65 - : Bir kimse, elinde bulunan bir mülk hane veya   dükkân hakkında «Bu fülân zatındır, bunda benim alâkam yokdur, senedinde yazılı ismim, müs­teardır» dese o hanenin veya dükkânın o zatın mülkü   olduğunu ikrar etmiş olur.

Kezalik : Bir kimse, satın aldığı bir mülk akar hakkında «Ben bu akan fülân zat için alrnışdım, semen olarak verdiğim para onun malıdır, seneddeki ismim ise bir nam-ı müstear olarak kayd edilmişdir» dese o akarın nefsel'emr-de o zatın olduğunu ikrar etmiş olur.

Kezalik : Bir kimse, bir §ahsa ikraz etmiş olduğu para için hal-i sıhhatin­de «Bu para fülân zatındır, benim alâkam yokdur, her ne kadar senedi benim namıma yazılmış ise deseneddeki ismim müsteardir» dese bu paranın o zata aidiyyetini ikrar etmiş olur.

Kezalik : «Benim namına olarak fülân zatın yanma vedia bırakılmış olan şu mal, benim değil, fülân şahsındır» denildiği takdirde de hükm böyledir. Şu kadar var ki, o alacağın veya vedianın hakk-ı kabzı bu mukırre aid bulu­nur. Bu hakka malikiyyet, onların başkasına mülken aidiyyetine münafi değil­dir. Nitekim bir vekil de hakk-ı kabza malik olduğu halde malikiyyet hakkını haiz değildir (Bahrirâik, Dürerül'hükkâm.)

66 - : Bİr kimse, «Benim fülân zatda = Onun canibinde hiç bir hakkım yokdur.» dese sahih bir ikrarda bulunmuş olur. Çünkü bu ikrar, umum mahre­cinde ihraç edümişdir. Bunu böyle umumî üzere icra mümkündür.1 Zira bu kimsenin o zatdan her veçhile olan hukukunu nefy etmesi caizdir.   Bu sözün mucebiyle amel ise mümkündür. Mukırrin bu babda izahat vermesine  hacet yokdur. Bu ikrar; ayne, deyne, kefalete, cinayete, hadde,   icareye ve saireye şâmildir. Çünkü bunların hepsi de hakdır   (Mcbsût-ı Serahsî.)

67 - : Bir kimse, «Benim elimde bulunanın cümlesi fülân zatındır» diye ik­rar etse bunların neden ibaret olduğunu beyan etmesi icab eder. Bu sözü böyle umumî üzere icra mümkün değildir. Çünkü onun zevcesi de, çocuğu da onun elindedir. Bunlar ise mukarrünlehe aid olamaz. O halde mukirrin   beyanına rücu icab eder (Mebsut.)

68 - : Bir kimse, «Fülân zat üzerinde bana aid şeylerden beridir» dese o zatın kendisine karşı her hakdan beri olduğunu ikrar etmiş gibi olur. Ancak bu veçhile ikrarın emanetlere şümulü yokdur. Çünkü «Üzerinde tâbiri, zimme­ti, borcu ifade eder. Emanetler ise zimmete müteallik borç kabilinden değildir. Binaenaleyh emanetler buna dahil olmaz (Mebsut.) [27]

 

Maraz-1 Mevt İle Mariz Olanların İkrarları :

 

69 - : Hiç bir vârisi bulunmayan bir kimsenin maraz-i mevtinde ki ikrarı bir nevi vasiyyet olarak bütün emvali hakkında muteber olur.

Binaenaleyh böyle bir kimse, bütün emvalini bir şahsa ikrarı ile nefy-i mülk etse sahih olub vefatından sonra terekesine beytül'mâl emini müdahale edemez.

70 - : Zevcesinden başka vârisi bulunmayan bir kimse, marazı mevtinde bütün emvalini zevcesine veya zevcinden başka vârisi    olmayan bir kadın, maraz-i mevtinde cemi-i emvalini kocasına ikrar ile nefy-i mülkde bulunsa sa­hih olur, vefatından sonra terekesine beytül'mâl emini tarafından   müdahale olunamaz.

71 - : Yalnız zevcesi veya yalnız kocası   bulunan bir kimsenin   maraz-i mevtinde bir yabancıya olan ikrarı, bir nevi vasiyyet olarak muteber olur. Ve bu ikrar, nefy-i mülk suretiyle olunca bu marizin sülüs-i mâlinden   ziyadesi hakkında da nazara alımr.Şöylc ki: Zevç veya zevce müeîz olursa bu vasiy­yet olduğu gibi tenfiz edilir. Mücîz olmadığı takdirde ise evvelâ terekenin sü-lüsi mukarrünleh için ayrılır. Mütebakisinden de zevç veya zevcenin hisse-i ir-siyyesi verilir, geri kalan da y.ne mukarrünlehe aid olur.

Meselâ : Marizin vefatında yalnız bir zevcesiyle bir de mukarrünleh bu­lunsa zevcesi terekenin altıda birine müstahik olur, mütebakisi mukarrünlehe verilir. Şöyle ki: Terekenin on ikide ikisi zecveye onu da mukarrünlehe aid olur. Yani: On ikinin evvelâ sülüsi olan dört mukarrünlehe aid olacağı gibi mütebaki sekizin de dörtde biri olan iki zevceye; dört de üçü olan altı da yine mukarrünlehe aid bulunur (Tenkih-i Hâmidî.)

72 - : Zevç veya zevceden başka terekesinin tamamına müstahik   vârisi °lan kimse, maraz-i mevtinde bir ecnebiye bütün mallarını ikrar etse bakılır: Eğer bu vâris bu ikrarı kabul ederse febiha, Fakat kabul etmezse bu ikrar, bu malların yalnız sülüsü hakkında vasiyyet olarak muteber olur. (Tenkiti.)

73 - : Bir kimse, maraz-i mevtinde vârislerinden birine kendi elinde bu­lunan ve ona malikiyyeti zahir ulan bir ayin veya deyin ikrar etdikden sonra vefat, etse diğer vârislerin icazetine mevkuf bulunur. Vârisler vefatından son­ra mücîz olurlarsa bu ikrar muteber olur ve illâ olmaz.

Şu kadar var ki, mukirrin hayatında diğer vârisler bu ikrarı tasdik etmiş olurlarsa artık bu ikrar muteber olur, vârisler mukırrin vefatından sonra bu tasdiklerinden dönemezler.

Nitekim bir kimse, hal-i marazında vârislerinden b'rine bir mal ikrar edib de badehu o marazdan ifakat bulsa bu ikrarı muteber olmuş olur.

74 - : Bir kimse, maraz-i mevtinde vârislerinden birinin elinde bulunan bir ayin veya müteaddid ayinler hakkında «Bunların bu vârise aidiyyetile ken­disinin bunlarda hakkı bulunmadığını» ikrar etse muteber olur, sair vârisler bunalrı terekeye idhâl edemezler (Tekmile.)

75 - : Vârise emanet ikrarı, hal-i sihhatde de, hali marazda da şahindir. Meselâ : Bir kimse, kendisinin bir vârisinde olan emanetini kabz   etmiş

olduğunu veya başkasında olub beyyine ile sabit veya vârislerce musaddak bulunan bir emanetini vârislerinden biri vasıtasiyle istirdad etmiş olduğunu maraz-i mevtinde   ikrar etse bu ikrarı muteber olur.

Kezalik : Bir kimse, meselâ oğluna aid olub kendisinde bulunan bir ema­neti, meselâ: Altın saati kendisinin istihlâk etdiğini = Satıb umuruna sarf ey­lediğini maraz-i mevtinde ikrar etse muteber olur, o saatin kıymeti terekesin­den tazmin edilmek lâzımgelir (DürerüThükkâm.)

76 - : Bir kimse, vârislerinden birine bir malını satdığım veya ondan bir alacağını veya ayanka bil inden bir malını kabz etdiğini veya   ondan magsub veya merhum olan bir malını istirdad eylediğini veya yanında bulunan bir ma Un vârislerinden biri tarafından yanına emanet bırakılmış olduğunu maraz-i mevtinde ikrar etse diğer vârislerin icazetleri lâhik olmadıkça muteber olmaz.

5u kadar var ki, böyle bir ikrar edince mukarrünbihi o vârise vermesine emr olunur. Sonra vefat edib diğer vârisleri mucîz olurlarsa o şey, rnukarrün-leh olan vârisden alınarak terekeye idhâl edilir.

77 - : Bir kimse, bir vârisinde alacağı olmadığım nefy suretiyle ikrar et­se, meselâ: «Şu vârisim üzerinde asla hakkım yokdur.» dese bu ikfarı kazaen muteber olur, artık diğer vârisler, bu mukarrünleh olan vârisden mukirre aid bir hak dâva edemezler (Reddimuhtar Tekmiîesi.)

78 - : Vârise ikrar hususunda vârisden mürad, marizin vakt-i vefatında vârisi bulunacak kimsedir, yoksa yalnız ikrar zamanına   nazaran vâris olan değildir. Şu kadar var ki, ikrar zamanında vâris olabilmek vasfını haiz değil iken sonradan hadis -bir sebeb ile mukirrin vefatı zamanında husule gelen ve­raset, ikrarın sıhhatine mâni olmaz.

Meselâ : Bir kimse, maraz-ı mevtinde bir yabancı kadına bir mal ikrar edib de badehu onu tezevvüc etdikden sonra vefat etse bu ikrarı nafiz olur.

Amma veraseti böyle hadis bir sebeb ile hâsıl olmayıb da kadîm sebeb ile olursa ikrarı yine nafiz olmaz.

Meselâ : Bir mariz, oğlu bulunduğu halde Öz kardeşlerinden birine bir mal ikrar edib de oğlunun vefatından sonra kendisi de o marazdan vefat ede­rek kendisine bu kardeşleri vâris olsalar bu ikrarı nafiz olmaz (Hâniyye, Mu-hît, Bahr.)

79 - : Mukarrünleh, mukirre vakt-i ikrarında ve hin i vefatında vâris ol­duğu halde arada varislik vasfını gaib etmiş olsa bunun hakkındaki   ikrar, imam Muhammed'e göre caizdir. Çünkü ikrarın amed i cevazı, ikrar   zama­nındaki sebeb ile varisliğin bekasına bağlıdır.   Sebeb böyle baki kalmayınca ikrar sahih olur.

îmam Ebû Yusuf'a göre ise bu ikrar caiz değildir. Zira asıl itibar, ikrar ile vefat zamanınadır.

Meselâ : Bir kimse, öz kardeşlerinden birine bir mal ikrar etdikden sonra bir oğlu dünyaya gelse de bâdehû bu oğlan, sonra da kendisi vefat etmekle veraseti kardeşlerine aid bulunsa bu ikrarı imam Muhammed'e göre caiz olur, îmam Ebû Yusuf'a göre caiz olmaz.

80 - : Bir kimsenin maraz-i mevtinde iken zaman-ı sihhatine isnad ile vâ­risine bir mal ikrarı, zaman-ı marazmdaki ikrarı hükmündedir.

Binaenaleyh bir kimse vârislerinden birinde meselâ karzdan veya icare bedelinden alacağı olan şu kadar kuruşu ondan hali sihhatinde ahz ve kabz etmiş olduğunu maraz-i mevtinde ikrar etse bu ikrarı diğer vârisleri mücîz olmadıkça nafiz olmaz.

Kezalik : Bir kimse, bir malını vârislerinden birine hal-i sihhatinde iken hibe ve teslim etmiş olduğunu maraz-i mevtinde ikrar etse bu hibe ve teslim beyyine ile veya sair vârislerin tasdikleriyle sabit veya buna diğer vârislerin icazetleri mukirrin vefatından sonra lâyik olmadıkça bu ikrar, nafiz olmaz.

Kezalik : Vârislerinden birine borçlu olduğunu veya onda olan alacağını istifa etmiş bulunduğunu hal-i sihhatinde ikrar etmiş olduğunu maraz-i mev­tinde iddia ve itiraf eylese bu itirafı nafiz olmaz.

81  - : Maraz-i mevt ile mariz olanın kendisine vâris olmayan bir kimse­ye bir ayin veya deyin ikrar etse bu ikrarı nafiz olur, velev ki bütün emvali­ni muhît olsun. Çünkü borçları tediye havaic-i asliyyedendir, vârislerin hak­kına tekaddüm eder. Böyle bir marizin yabancılara ikrarı muteber olmasa ken­disiyle nâsın muamelâtı kesilir, itimad kalmaz, bunun   neticesinde onun için ticaret ve müdayene yolu kapanmış olur.

Varis olmayan ahfad, ve bir müslimün gayri müslim olan zevcesi ve sair karibleri de bu ikrar hususunda yabancı hükmündedirler.

82 - : Bir kimse, bütün emvalini hal-i sıhhatinde bir ecnebiye satmış ve semenini kabz etmiş olduğunu maraz-i mevtinde ikrar etse bu satış muamele­sini ikrarı muteber olur. Semenikabz hakkındaki ikrarı ise sülüs-i   mâlinden muteberdir (Bence.)

83 - : Bir kimse, kendisinin bir yabancıdaki karz, semen-i mebi, bedel-i icare gibi bir alacağım istifa etmiş, olduğunu maraz-i mevtinde ikrar etdikde bakılır: Eğer bu alacak, kendisinin maraz-i mevtinde o yabancının zimmetine taallûk etmiş ise bu ikrarı sahih olur. Fakat garîmîeri var ise bu ikrarı tasdik etmezlerse onların haklarında nafiz olmaz. Çünkü onların hakları bu marizin terekesine taallûk etmişdir. Marizin ikrariyle bunların bu haklarını ihlâle sa-lâhiyyeti yokdur. Ve eğer bu alacağı kendisinin hali sihhatinde o yabancının zimmetine taallûk etmiş ise bu ikrarı herhalde sahih olur, gerek başka dü-yûn-i sıhhati bulunsun ve gerek bulunmasın.

Meselâ : Bir kimse, maraz-i mevtinde bir malını sattıkdan sonra semenini kazb eylemiş olduğunu ikrar etse «sahih olursa da gurema-i sıhhati var ise on-alr, bu ikrarı tutmamaya kadir olurlar. Binaenaleyh tereke alacaklarına kifa­yet etmezse bu semeni müşteriden isteyebilirler. Müşteri bunu vermezse îmam Ebû 'Yusuf'a göre satış muamelesi nakz ile mebi, müşteriden geri alınır. Fa­kat hal-i sıhhatinde ecnebiye bir malım satdıkdan sonra semenini kabz etmiş olduğunu maraz-i mevtinde ikrar etse bu, herhalde sahih olur, garîmîeri bu ikrarı tutmayız diyemezler.

Bir de marizin ikrarı, mehr ve dem-i amde aid bedel gibi esasen mal be­deli olmayan bir şeyin istifasına aid bulunursa bu ikrar, gurema-i sıhhat hak­kında da herhalde nafiz olur (Hîndiyye, Muhît, Dürerül'hükkâm.)

84 - : Bir kimsenin hali sihhatindeki düyunu, maraz-i mevtindeki düyunu üzerine mukaddemdir. Çünkü böyle bir mariz, zimmeti düyûn-i   sihhatinden beri olmadıkça deyin ikrarından mehcurdur. Mehcuriyyet   halindeki   ikrara  müstenid bir deyin, deyn-i sıhhate müzahim olamaz.

Binaenaleyh terekesi borçlarına kâfi olmayan kimsenin hal-i sıhhatinde zimmetine taallûk etmiş olduğu bir veçhile sabit olan borçları, maraz-i mev­tinde ikrariyle zimmetine taallûk eden borçlarına takdimen tediye edilir. Dü­yûn-i sıhhat, istifa edildikden sonra bir şey kalırsa ondan da bu düyûn-i ma­raz tediye edilir.

85 - : Bir kimsenin maraz-i mevtinde ikrarından başka nâsm müşahed ve malûmu olan iştira, istikraz, mehr-i misi ile nikâh, başkasının malım itlaf gibi sebeblerle zimmetine taallûk eden borçları, düyûn-ı sıhhat hükmündedir. Binaenaleyh bunların alacaklıları da düyûn-i sıhhat sahihlerine müsavi olur­lar. Bu borçların sebebleri böyle maruf olunca ikrarda töhmet kalmaz (Mine-hül'gaffâr.)

86 - : Bir kimse, maraz-i mevtinde bir şahsa ayan kabilinden bir şey ik­rar etdiği suretde de evvelâ düyûn-i sıhhati ve esbab-ı marufe ile malûm olub düyûn-ı sıhhat hükmünde bulunan sair düyunu tediye olunur, bunlar tediye olunmadıkça mukarrünleh, o mukarrünbihe müstahik olmaz.

Meselâ : Bir kimse, maraz-i mevtinde «Fülân zatın kendisinde vedia ola­rak şöyle bir malı» olduğunu ikrar etse, vefatında evvelâ düyûn-ı sıhhati te­diye olunur, fazla kalırsa bu mal da mukarrünlehe verilir. Fakat bu malın ve­dia olduğu bu ikrardan başka beyyine ile de sabit olursa bu malı mukarrünleh aynen ahz eder, buna garîmler müdahale edemezler (Hindiyye, Mecelle, Dü­rerül'hükkâm.)

(Malikilere göre mehuf bir halde mariz olanın başkalarına mal ikrarı, tafsilâta tâbidir. «27»nci meseleden sonraki Maliki mezhebine aid izahata mü­racaat!.)

(Şafiî'lere göre maraz-i mevt ile marizin ecnebiye deyin veya ayin ikrarı, bütün emvalinden muteber olmak üzere sahihdir. Vârisine ikrarı hususunda ise ihtilâf vardır. Mezhebde asi olan, bunun da sahih olmasıdır, velev ki diğer vârisler tekzib etsinler. Çünkü böyle bir hastalık halinde yalancılar bile doğru söylemeğe, facîrler bile tevbe etmeğe başlar, artık zahir olan, böyle bir has­tanın bu ikrarında sadık olmasıdır. Bir cemaate göre de vâris hakkındaki bu ikrar, fesad-i zamanmdan dolayı kabul edilemez.

Bir kimsenin hal-i sihhatinde yapmış olduğu deyin ikrarı, hal-i marazında başkasına olan deyin ikrarına takdim edilmez, bunlar müsavidirler.

Bir kimse, bir şahsa deyin, diğer bir şahsa da bir ayin ikrar odîb de bun­dan başka malı bulunmadığı halde vefat etse bu ayin, ikinci mukarrünlehe verilir. Çünkü birinci mukarrünlehin alacağı bu ayine değil, mukirrin zimme-tnie taallûk etmişdir (Tuhletül'muhtaç.)

(Hanbelî'lere göre de maraz-i mevt ile mariz olanların ikrarları hakkında şu gibi meseleler vardır :

(1) : Bir kimsenin maraz-i mevtindeki ikrarı, hal-i sihhatindeki ikrarı gi­bidir, bunda kendisi müttehem değildir. Ancak vârislerinden bazılarına   mal ikrarı bundan müstesnadır, bu ikrar, beyyine veya sair vârislerin icazeti bu­lunmadıkça kabul olunmaz.

Maamafih böyle bir kimsenin vârisine veya başkasına bir vereceği var ise bunu ikrar etmesi lâzımdır, velev ki bu ikrarı kabul edilmesin.

(2) : Maraz-i mevtdeki ikrar ile mukarrünleh olan, ecnebi olsa da güre-ma-i sıhhate iştirak edemez. Gurema-i sıhhat takdim olunur. Çünkü mukirrin taline bu guremamn haklan taallûk etmişdir. Bu taâllûkdan sonraki ikrarı, bunların haklarına tesir edemez. Şu kadar var ki bu mariz, elindeki bir aynin ecnebi şahsa aidiyyetini ikrar, sonra da veya daha evvel   de başkasına "" deyin ikrar etse bu şahs o ayni guremadan mukaddem olarak alır. Çünkü

deyni ikrar, zimmete taallûk eder, ayni ikrar ise o aynin zatına tâüûk eder. ikrarın zata taallûku ise daha kuvvetlidir.

(3) : Bir kimse, maraz-i mevtinde vârisi ile bir ecnebiye deyin veya ayin ikrar etse bu ikrarı ecnebi hakkında sahih olur. Çünkü ona karşı   müttehem değildir. Vârisi hakkındaki ikrarı ise diğer vârislerin icazetlerine mevkuf bu­lunur.

(4) : ikrarda mükarrünlehin vâris olub olmamasında ikrar zamanına iti­bar olunur. Mevt haline itibar olunmaz.

Binaenaleyh bir mariz, kendisine vâris görülen bir karibine bir mal ikrar etse bu ikrarı nafiz olmaz, velev ki mevti zamanında kendisine varis olmasın. Çünkü bu ikrar zamanında töhmet vardır, onu kendisine vâris bildiği için bu ikrarda bulunmuş olması melhuzdur. Bilâkis hâlen vâris olmayan bir şahsa ikrar etse veya atiyyede bulunsa sahih olur, velev ki vefatında kendisine vâ­ris olsun. Bir kavle göre atiyye, vasiyyet hükmündedir, bunda vefat zamanı­na itibar olunur.

(5) : Bir kimse, maraz-i mevtinde zevcesine mehr ikrar etse sahih olmaz. Bu kadına dâva ederse bu ikrar ile değil, zevciyyet itibariyle mehr-i misli lâ-zımgelir. Çünkü zevciyyet, mehre ve onun zevç üzerine vücubuna delâlet eder. Asi olan ise bunun bekasıdır.

Bilâkis bir kadın, maraz-i mevtinde kocasında mehri olmadığım ikrar et­se sair vârisleri mücîz olmadıkça sahih olmaz. Meğer ki mehrini almış veya hal-i sıhhatinde iskât etmiş olduğuna beyyine İkâme edilsin.

(6) : Bir kimse, tnaraz-i mevtinde zevcesini boşamış olduğunu ikrar etse zevcesinin mirası sâkit olmaz. Çünkü o kimse, bu ikrarında müttehemdir. Ni­tekim bu marazı halinde boşarnasiyle de bu miras sâkit olmaz.

(7) : Bir kimse, maraz-i mevtinde bir yabancı şahsın kendisine vâris ol­duğunu ikrar etse sahih olur. Çünkü vârisi olmayan bir şahs hakkında ikrar­da bulunmuş olur (Keşşafülıkına.)

(Zâhirî'lere göre bir marizin ikrarı gerek ecnebiye ve gerek, kendi vârisine malının tamamından muteber, nafiz olur. Bu ikrar, sahih bir kimsenin ikrarı gibidir. Aralarında fark yokdur, hastalığın maraz-i mevt olub olmaması da müsavidir.

Binaenaleyh bir kimse, maraz-i mevtinde vârislerinden birine de bir borç ikrar etse sahih olur, vefatında terekesinden istifa olunur.

imam Şafiî'nin, Ebû Süleyman'ın ve bunların ashabının kavilleri de böy­ledir. Atâ gibi bazı zevata göre ise marizin borç İkrarı asla caiz değildir. (El-muhallâ.) [28]

 

Nesebe Aid İkrarlar

 

87 - : Şeraiti dairesinde olan bir ikrar-ı neseb, hem mukir, hem de saire hakkında muteberdir. Söyle ki: Bir erkek, übüvvet, bünüvvet, zevciyyet veya mevlâ hakkında ikrarda bulunabilir, ve bu ikrarı kendisi hakkında da, vâris­leri hakkında da muteber olur. Elverir ki şeraiti mevcut bulunsun.

Meselâ : Mükellef bir erkek, bir şahs hakkında «Bu benim oğlumdur.» de­se bu hususda üç şart aranır; Birincisi, o şahıs meçhülünneseb olmamalıdır, ikincisi, o kimsenin oğlu olabilecek bir yaşda bulunmalıdır. Üçüncüsü de, bu, şahs mümeyyiz, ibare-i sahiheye malik ise bu mukirri tasdik etmelidir. Bu şart­lar bulunursa neseb sabit olur, bu şahıs, o erkeğin mirasına nail olur, sair vâ­rislerin red ve tasdikine bakılmaz. Maamafih mukarrünleh, nefsinden tâbire gayri kadir bir çocuk olunca mukirri tasdik etmesi icab etmez.

Kezalik : Bir kimse «Fülân şahs benim babamdır» dese bakılır; Eğer bu kimse, sâbitün'neseb değilse ve o şahsın oğlu olabilecek bir yaşda ise, o şahs da baliğ ve reşid olub bu ikrarı tasdik ederse aralarında übüvvet ve bünüvvet sabit olur, hangisi evvel vefat ederse diğeri ona vâris olur, diğer vârisler bu­na muhalefet edemezler (Mebsut-ı Serahsî.)

88 - : Bir kadın da mechuletün'neseb olduğu takdirde «Fülân şahs benim babamdır» diye ikrar edebilir. O şahs da kendisini tasdik edib ona baba ola­cak bir yaşda bulunursa aralarında neseb sabit, tevarüs carî olur.

Fakat «Fülân benim oğlumdur.» diye ikrar etse muteber olmaz. Çünkü bununla başkasının üzerine nesebi tahmilde bulunmuş olur.

Maamafih, bazı fukahamn beyanına göre bu adenvi cevaz, o kadının ma­ruf zevci bulunduğuna göredir, böyle birzevci bulunmazsa bu ikrarın sahih, olması lâyıkdır (Muhit, Hindiyye.) Hattâ Behcetül'fetavâ da deniliyor ki: Bir İkmsenin zevcesi, meçhülünneseb olub kendisine oğul olacak bir ya§da bulu­nan bu şahs için «Bu, o kimseile izdivacımdan evvel benden doğmuş oğlum­dur.» deyib o da tasdik etse nesebi bu kadından sabit olur.

89 - : Übüvvet ile bünüvvetden maâdâ karabet-i nesebiye hakkındaki ik­rar, mukir ile mukarrünlehden başkasının hukukına tesir edemez.

Meselâ : Bir kimse, bir mechûlün'neseb §ahs hakkında «Bu benim karde­şimdir veya amcamdır, veya oğlumun oğludur.» dese bu şahs da kendisini tas­dik etse bununla o şahsın bu veçhile nesebi sabit olmaz ve bununla başkaları­nın haklarına bir halel gelmez.

Binaenaleyh mukir vefat edib sair vârisleri bu ikrarı tekzib etseler mu­karrünleh olan o şahs, bu vârisler ile beraber mukırre vâris olamaz.

Fakat bu ikrar,mukır ile mukarrünleh hakkında muteber olduğundan mu­karrünleh, mukırrin hayatında o/ıdan nafakaya müstahik olabilir. Bu mukirrin bilâ vâris vefatı takdirinde de kendisine vâris olabilir. Çünkü bu takdirde başkasının hukukuna tecavüz edilmiş olmaz (Hindiyye, Mebsût. )

90 - : Bir kimse, marûfün'neseb olan bir şahs hakkında meselâ: «Amca­mın oğlunun qğludur.» diye ikrar etdikden sonra bir zevcesini terk ederek ve-faty etse, zevcesi terekesinin dörtde birisini alır, mütebakisini de bu mukar-rünleh olan şahs, bîhükmil'vasiyye ihraz eder. Bu cihete beytül'mâl emini mü-dahele edemez.

Kezulİk : Bir kadın, bir şahs hakkında «Bu benim lîebeven Üz kardeşim­dir» deyib o da tasdik etse bu kadının vefatında başka vârisi bulunmazsa te­rekesini bu §ahs kabz eder. Şâyed o şahsın öz bir kardeşi bulunsa o, bu tere keye iştirak edemez. Çünkü bu ikrar, bir vasiyyet mahiyyetinde olarak yalnız o şahs hakkında vâki olmuşdur. Yoksa bununla neseb sabit olmaz (Hindiyye, Behce, Abdürrahim Fetavâsı.)

91 - : Bir kimsenin vârislerinden biri mechûlünneseb bir şahsın da ken­dileriyle beraber vâris olduğunu ikrar etse bu ikrarı yalnız kendi hisse-i irsiy-yesi hakkında muteber olur, bu ikrar ile neseb sabit olub diğer vârislerin hisselerine sirayet etmiş olmaz. Çünkü bu ikrar, bir hüccet-i kasiredir, başka­larının hakkını ibtâl edemez.

Meselâ : Babaları vefat eden iki öz kardeşden biri üçüncü bir şahsın da Öz kardeşleri bulunduğunu ikrar etse bu şahs, yalnız bu mukirrin hisse-i irsi-yesine bir nisbet dairesinde ortak olur, diğerinin hissesini tenkis edemez.

92 - : Bir kimse, maraz-ı mevtinde «Fülân şahs ana baba bir kardeşim­dir.» dese bâdehû bu ikrarından rücu edebilir. Fakat hal-i sihhatinde böyle ikrar etmiş olsa bundan dönemez, nesebini isbât et, ve illâ babamın terekesin­den hisseni vermem.» demeğe kâdirolmaz (tbni Nüceym, Behcetül'fetavü.)

Nikâha, talâka, nesebe dair ikrar ve tebenni için nikâh, talâk ve ferâiz mebhaslerine de müracaat!.

(Malikî'ler, ikrar binnesebe «Istilhâk» demekdedirler. Bunlara göre bu hususda §u gibi meseleler vardır :

(1) : Istilhâk, nesebi meçhul bir kimsenin babası olduğunu iddia etmek-dir. Bu iddia, yalnız babaya mahsusdur. Bir kadın böyle mechûlünneseb   bir kimsenin validesi olduğunu iddia edemez. Çünkü nesebler,   analardan değil, babalardan sabit olur.

Kezalik : Bir şahs, mechûlünneseb bir kimsenin dedesi olduğunu iddia edemez. Meşhur olan kavi, budur. Zira bununla başkası üzerine tahmil-i ne-sebde bulunmuş olur. Fakat, bir kimse, meçhul bir şahsın babasının babası olduğunu iddia edebilir.

(2) : Sabitünneseb bir şahs istilhak edilemez. Böyle bir iddia da bulunan kimse hakkında hadd-i kazf lâzımgelir.

Kezalik : Zinadan mütevellid olduğu sabit bulunan bir şahsın nesebi de iddia edilemez. Zira seri şerif, onun nesebini zanidan katı etmişdir.

Kezalik : Lakitin istühâkı da beyyinesiz mücerred iddia ile caiz olmaz.

(3) : Bir istilhakın sahih olması için onu akıl veya âdet tekzib etmemeli­dir.

Binaenaleyh bir kimse, kendisinden yaşlı olan veya kendisinin asla git­memiş olduğunu malûm, uzak bir beldede doğmuş bulunan bir şahsın babası olduğunu iddia etse sahih olmaz.

(4) : îstilhâkın sıhhati için mukirri tekzibe selâhİyetli bir kimsenin bu­lunmaması da şarttır. Binaenaleyh bir kimsenin istilhak etdiği şahs, o kim­seyi tekzib eden bir şahsın rakiki veya azadlısı bulunsa bu istilhak sahih ol­maz. Çünkü o kimse, bu istilhak ile o şahsı rıkden, taht-ı velâdan çıkarmak istemekle, müttehem bulunur.

(5) : Bir kimse, bir şahsı kendisinin kardeşi veya amcası olmak üzare istilhâkda bulunsa bakılır :     Eğer o kimsenin vefatında terekesinin tamamı­na müstahik olacak sabitünneseb vârisi mevcud ise bu istiihâk, neseb husu­sunda sahih olmadığı gibi irs hakkında da sahih olmaz. Fakat böyle bir vâri-s-i marufu bulunmazsa veya bulunan vârisi terekesinin tamamını ihraz ede­cek takımdan olmazsa bu şahsın o kimseye vâris olub olamayacağında ihti­lâf vardır.

ŞÖyieki : Beytül'mâli vâris-i maruf gibi saymayanlar, bu şahsın vâris ola­cağına kail olmuşlardır. Beytül'mâli vâris gibi sayanlar ise bu şahsın bu istil­hak ile vâris olmayacağına hükm etmişlerdir. Zaten bu iddiaya istilhak denil­mesi de mecazdır.

(6) : Neseb hakkında başkalarının ikrarları muteber değilse de şahadet­leri muteberdir.

Binaenaleyh iki âdil kardeş, üçüncü bir şahsın da kendi kardeşleri oldu­ğuna şahadetde bulunsalar bu şahsın nesebi sabit olarak onlar ile beraber vâris olur. Fakat bunlar âdil bulunmazlarsa neseb sabit olmaz. Yalnız bu mu-karrünleh, kendilerine hisse-i irsiyye itibariyle iştirak eder. Böyle âdil olma­yan iki kimse, bir şahid mesabesindedir.

(7) : îki kardeşden yalnız biri reşîd olduğu halde   üçüncü bir şahsın da kardeşleri olduğunu ikrarda bulunsa bununla neseb sabit olmaz. O şahs, yal­nız bu mukirrin hîsse-i irsiyyesine iştirak eder. Şöyle ki: Müteveffanın vâris­leri bu iki oğlundan ibaret bulunsa mes'ele-i irsiyyesi,   mukirre göre üçden, münkire göre de ikiden olmak   lâzımgelir. Bu halde üç ile iki zarb edilerek mesele altıdan tashih edilir, bunun üçü münkire, ikisi mukirre, biri de mukar-rünlehe aid olur. Çünkü mukir, iddiasına nazaran üçde bir, altıda iki nisbetin-de İrse müstahikdir.

(8) : Bir müteveffanın bir anasiyle bir kardeşi   bulunduğu halde anası, müteveffanın bir kardeşi daha bulunduğunu o sâbitünneseb kardeşin inkârına mukarrin ikrar etse bu mukarrünleh o kadının üçde bir nisbetindeki hisse-i irsiyyesinin yarısına müstahik olur ki, terekenin altıda biri mikdarıdır. Çünkü bu kadın, terekenin üçde birine müstahik olmadığını bu ikrariyle rnutarif bu-lunmuşdur. Sâbitünneseb olan kardeş ise bu altıda bir hisseye iştirak edemez. Zira bu kadının terekeden üçde bir nisbetinde hisse alacağına kail bulunmuşu­dur, mukarrünleh, o kadından doğmuş olsun olmasın müsavidir.

Fakat müteveffanın bir validesiyle iki sâbitünneseb kardeşi bulunmuş olsa validesinin üçüncü bir şahs hakkındaki böyle bir ikrarı, asla muteber ol­maz. Çünkü bu takdirde bu kadın, terekeden altıda bir hisse alacağından artık mukarrünlehe verilecek bir hisse bulunmuş olmaz (Muhtasar-ı Ebizziya, Şerh-i Muhammedil Harşî.)

(Süi'ii'iui'u güre de ikrur-ı neseb hakkında şu gibi meseleler vardır:

(1) : Mükellef bir kimse, bir şahsın nesebini arada vasıta bulunmaksızın kendisine ilhak etmek istese, meselâ: «Fülân şahs benim oğlumdur» veya «Ba­bamdır» diye iddiada bulunsa bakılır: Eğer kendisini his ve şer-i şerîf tekzib etmezse o şahs da tasdika ehil, yani: Mükellef olub o kimseyi tasdik ederse aralarında neseb sabit olur ve illâ sabit olmaz.

Meselâ : Bir kimse, kendisinden yaşlı bir şahs hakkında «Bu benim oğ-lumdur» dese hissen mükezzeb olacağından bu ikrariyle neseb sabit olmaz.

Kezalik : Nesebi başkasından sabit bir şahs hakkında böyle bir ikrarda bulunsa şer'an mükezzeb olacağından yine neseb sabit olmaz,

Kezalik : O şahs baliğ, âkil olub bu mukim tekzib ederse veya sükût edib bu sükûtunda ısrar gösterirse veya «Ben bilmiyorum» derse yine - beyyine bulunmadıkça - neseb sabit olmaz.

Fakat nesebi ikrar edilen şahs, gayri baliğ bulunursa onun tasdikına ih­tiyaç görülmez. Hattâ bilâhare baliğ olunca mukırri tekzib etse onun ikrariyle sabit olan nesebi bâtıl olmaz. Esah olan nesebi bâtıl olmaz, Esah olan budur. Çünkü neseb hususunda ihtiyat edilir. Bir neseb sabit oldu mu artık mün'defi olmaz.

(2) : Bir kimse, mechûlünneseb olan küçük bir müteveffanın veya kendi­sinden inkâr sebketmemiş olan büyük bir müteveffanın nesebini İddia ederek istilhakda bulunabilir. Bu takdirde o müteveffaya vâris de olabilir. Çünkü irs, nesebin fer'idir, neseb sabit olunca irs bunun üzerine teferru eder, vâris ol­mak töhmeti, bu irsin sübûtuna mâni değildir. Zira neseb   hususunda ihtiyat edilir, bir neseb, mücerred imkân ile sabit olur. - Bir kimseyi nesebsiz bırak­mamak ihtiyat ve insaniyyet muktezâsıdır -.

(3) : iki kimseden her biri baliğ, âkil, fakat nesebi meçhul bir şahsı kendi nesebine İlhak etmek istedikde   bakılır: O şahs, bunlardan   hangisini tasdik ederse nesebi ondan sabit olur. Her ikisini de tasdik ederse veya sükût  edib

ikisini de tasdik etmezse kâife gösterilir. Lâkıt mebhasine müracaat!.

(4) : Bir kimse, «Şu kadın benim validemdir.» diye iddiada bulunsa bir kavle göre bu ikrar muteber olmaz. Çünkü velâdeti isbât için beyytne ikâmesi kolay olduğundan bunun sübutu için ikrar kâfi değildir. Fakat «Şahabürrem-lî» gibi bazı zevata göre bu da ikrar ile sabit olur.

(5) : Kadınların başkalarını kendilerine evlâd olmak üzere ikrarlariyle is-tilhâka salâhiyyetleri yokdur. Çünkü bunların vilâdetlerine ıttıla mümkündür ve bu istilhâk, sahib firâş olan erkeklere bu nesebin ilhak edilmesini iktiza edeceğinden bu bakımdan da caiz olmaz.

(6) : Bir kimsenin kendisine bir veya iki vasıta İle bir şahsın nesebini il­hak etmesi de caizdir. «Şu benim kardeşimdir» veya «Amcamdır»   denilmesi gibi. Bunun sıhhatinde o şahsin mechûlünnes'eb olması ve zahir-i halin mukır-ri mükezzib bulunmaması şart olduğu gibi mülhakünbih olan kimsenin de öl­müş bulunması şartdır.

Binaenaleyh bir kimsenin babası veya dedesi sağ iken mechûlünneseb bir §ahs hakkında «Bu benim kardeşimdir veya amcamdır» diye ikrarda bulun­ması memnudur. Velev ki babası veya dedesi mecnun bulunsun. Çünkü bun­ların ifakat bularak bunu tekzib etmeleri kabildir- Şu kadar var ki, bu ikrarı müteakib onlar da tasdik etseler bu, onların tasdikiyle sabit olmuş olur, yok­sa o kimsenin ilhakiyle değil.

Bir de bu ilhakın sıhhatinde o mukir olan kimsenin mülhâkünbihe zaman-ı ikrarında bizzat veya babası vasıtasiyle vâris olub onun terekesini tamamen ihraz eder olması şartdır.

Meselâ : Babasının kendisinden başka vârisi bulunmamalı veya babası­nın babasına müstakillen babası, babasına da müştakülen kendisi vâris olma­lıdır. - böyle olmazsa başkasının hukukına tecavüz edilmiş olur. -

Vârisler, müteaddid olduğu takdirde yalnız birinin bu veçhile ikrariyle ne­seb sabit olmayacağından mukarrünleh vâris de olamaz, mukirrin hissesine de iştirak edemez. Fakat bu neseb hakkındaki ikrarı tekzib eden veya sükût edib tasdikde bulunmayan vâris de vefat edib terekesi müstakillen bu mukir olan vârise intikâl etse bunun sabık ikrarına binaen mukarrünlehin nesebi sa­bit ve kendisi vâris olur.

(7) : Nesebi meşhur, babasının terekesini müstakillen haiz olan bir kimse, mechûlünneseb bir şahs hakkında «O benim   kardeşimdir» diye ikrar etdiği halde o şahs «Hayır müteveffanın oğlu yalnız benim, bu mukir değildir.» dese bu iddiası o mukirrin nesebine tesir etmez. Çünkü o neseb sâbitdir, meşhur­dur. Fakat bu inkâr o şahsın sübût-i nesebine de mani olmaz. Zira o kimse bu şahsı istilhakda bulunmuşdur.

(8) : Müteveffaya vâris olduğu zahir olan mukirri, nesebini istilhâk etdiği mukarrünleh, irsden hecb edecek bir karabetde bulunsa bu istilhâk ile nesebi sabit olursa da vâris olamaz.

Mesela : Bir kimse, münhasıran vârisi olduğu bu müteveffaya nisbetle mechûlünneseb olan bir şahs hakkında «Bu, kardeşini füîân müteveffanın oğ­ludur.» diye ikrar etse bununla o şahsın nesebi bu müteveffadan sabit olur, fakat bu müteveffaya vâris olamaz. Çünkü vâris olsa mukır, bu müteveffanın yegâne vârisi bulunmak vasfını gaib etmiş olur, O halde bu istilhakı sahih ol­mamak iktiza eder (TuhfutüTmuhtac.)

(Hanbelî'îere göre de ikrar binneseb hususunda şu gibi hükmler carîdir:

(1) : Bir kimse, mechûlünneseb bir çocuğun veya mecnunun nesebini dâ­va edib kendisine bir münazi bulunmasa bunun nesebi kendisinden sabit olur. Velev ki bilâhare baliğ olub veya ifakat bulub da bu nesebi inkâr etsin. Çün­kü bu, sübûtuna hükm edilen bir nesebdir, artık red ile merdud olmaz. Ve bu kimse, bu mukarrünlehe vefat etse vâris olur.

(2) : Nesebi iddia edilen mechûlünneseb, âkil, baliğ bulunursa   mukırri tasdik etmedikçe nesebi sabit olmaz. Çünkü o, sahih lâkırdıya malikdir, tas­dikine itibar olunur. Fakat ölmüş bulunursa nesebi sabit olarak veraseti mu-kirre aid bulunur. Bu, söz söyleyecek bir halde olmayacağından çocuk mesa­besinde sayılır.

(3) : Bir kimse, mükellef bir şahsın nesebini iddia edib kablettasdik ve­fat etse de bâdehû o şahs da kendisini tasdik eylese nesebi sabit olur. Çünkü bu tasdik ile tevarüs hakkında iki tarafın ittifakı husule gelmiş olur.

(4) : Bir kimsenin ikrarına mebni mechûlünneseb bir çocuğun nesebi ken­disinden sabit olub da vefatını müteakib o çocuğun validesi bu müteveffanın zevcesi olduğunu iddia etse bu ikrara mebni zevciyyet sabit olmaz. Çünkü bu kimse, bu ikrariyle o kadmınkocası olduğunu da ikrar etmiş sayılmaz. Bu ne­sebin şübhe ile mukarenetden veya nikâh ı fâsidden dolayı da olmaya ihtimâ­li vardır.

Kezalik : Bu çocuğun kız kardeşi de bu ikrara mebni bünüvvet iddiasında bulunsa muteber olmaz.

(5) : Neseb hususunda ihtiyata riâyet edilir, bir çocuğun   ziya-ı nesebine meydan verilmez. Bunun içindir ki kocası yirmi veya daha   ziyade seneden beri gaib olan bir kadının doğuracağı çocuğun nesebi kocasından sabit olur. Velev ki kocasiyle o kadının bulundukları beldede veya onun haricinde görü-§üb buluşdukları bilinir olmasın.

(6) : Bir kimse, babasının veya dedesinin hayatlarında bir şahs hakkında «Bu benim kardeşimdir veya amcamdır» diye ikrarda bulunsa kabul olunmaz. Çünkü bir kimsenin başkası aleyhine ikrarı muteber değildir. Fakat babasının veya dedesinin vefatından sonra böyle İkrar edib de onlara da yalnız kendisi vâris bulunsa ikrarı sahih ve mukarrünlehin nesebi sabit olur. Çünkü vâris, müverrisinin hukukunda müverrisinin makamına kâim olur. Bu ikrarda o cüm­ledendir. Meğer ki müverris, bu şahsın nesebini evvelce nefy etmiş olsun.

Kezalik : Bu mukır ile beraber sair vâris de bulunsa mukarrünlehin nese­bi sabit olmaz. Fakat mukirrin elindeki hisse-i irsiyyesinden bu ikrara naza­ran fazla bulunan mikdara bu mukarrünleh müstahik olur, mukır bu ikrarı mumuktezasınca muaheze olunur.

Meselâ : Bir müteveffanın yalnız iki oğlu bulunsa da bunlardan biri bir mechûlünneseb şahs hakkında «Bu da bizim Öz kardeşimizdir» diye ikrar, di­ğeri ise inkâr etse bu şahsın nesebi o müteveffadan sabit olmaz. Fakat bu şahs, mukarrünlehin hisse-i irsiyyesinin üçde birine müstahik olur. Çünkü te­rekenin üçde biri nisbetinde hisse alacağından mukirrin nısıf hissesinin üçde biri kendisine aid olur. imam Malik'e göre de böyledir, imam Şafiî'ye göre ise mukarrünleh bu halde hiç hisse alamaz. Çünkü nesebi sabit olmamışdır. imamı Azama göre ise mukirrin terekeden nısıf hissesinin nısfı bu mukarrün-lehe aid olur. Çünkü bu şahsı terekeye musallat eden mukır olduğundan onun hisse-i irsiyyesini tamamen kendi hissesinden Ödemekle mukir muaheze olunur (Neylül'meârib, Keşşâfül'kına Elmizanül'kübrâ.) [29]

 

Kitabetle İkrara Aid Meseleler :

 

93 - : Kitabetle, yani: Yazı ile ikrar, lisan ile ikrar gibidir. Bundan do­layı mukir, muaheze olunur. Böyle kitabetle ikrar edenin natık ve dilsiz olma­sı müsavidir.

94 - : Bir kimsenin kendi ikrarını yazmak üzere   başkasına emir etmesi hükmen ikrardır.

Binaenaleyh bir kimse, bir kâtibe hitaben «Fülân şahsa şu kadar kuruş borcum olduğuna dair bir sened yaz.» diye emr etse de o kâtibin bu emre bi­naen yazdığı senedi îmzalasa veya mühürlese bu sened de kendi el yazısiyle olan sened gibi ikrar bü'kitabe kabilinden sayılır. Hattâ o kimsenin bu emri, hükmen ikrar olduğundan emr etdiği kâtib böyle bir sened yazsın yazmasın ikrarı tamamdır, bu emri, hâkim huzurunda beyyine ile sabit olursa bununla ilzam olunur.

95 - : Tacirlerin muteddünbih olan defterlerindeki   aleyhlerine kayıdları da ikrar bü'kitabe kabilindendir. Çünkü bir tacir kendi defterinde kendi aley­hine olan bir şeyi hilâf-ı hakikat olarak yazmaz.

Meselâ : Bir tacir bir kimseye şu kadar kuruş borcu olduğunu kendi def­terine kendi el yazısiyle kayd etmiş olsa o kimseye o kadar borç ikrar etmiş olur. Bu ikrarı ledelhace şifahen ikrarı gibi muteber ve mer'î bulunur.

Fakat bir tacirin kendi defterine kendi lehine yazdığı şeyler muteber ol­maz. Çünkü başkasının aleyhine şifahen ikrarı muteber olmadığından böyle kitabeten ikrarı da evlâ bittarik muteber olmaz (Mecelle, Hindiyye.)

96 - : Bir tacirin defteri muteddünbih olmazsa, yani:   Kendisinde tezvir ihtimâli bulunursa, meselâ: Tacirin kâtibi elinde olub tacirin aleyhine kayd etdiği şeyi tacir veya vefatından sonra vârisleri inkâr ederse bu defterdeki bu kayd ile amel olunamaz. (Reddimuhtar.)

97 - : Bir kimsenin kendisi yazıb veya bir kâtibe yazdırıb kendi imzasiy-le imzalanmış veya kendi mühriyle mühürlenmiş olarak başkasına vermiş ol duğu bir borç senedi, eğer mersûm ise, yani: Resm ve âdete muvafık olarak yazılmış ise ikrar bü'kitabesayıhr, şifahen takriri gibi muteber olur.

Bermûtâd verilen vusuller, yani: Makbuz ilmühaberleri de bu ikrar bil'ki-' tabe kabilindendir (Dürrimuhtar.)

Şu kadar var ki, bu senedi başkası yazmış olub o kimsenin bu senedde yalnız mührü bulunsa bunda tezvir şaibesi, tasni' şübhesi bulunabilir. Bu ci­hetle o kimse, bu mührü basmış olduğunu itiraf etmez ve veya onu mühürle-miş olduğu beyyine ile isbât edilmezse mücerred bu sened ile borç sabit olmaz (Dürerül'hükkâm.)

98 - : Bir kimse, muanven, mersum olarak yazıb veya yazdırıb da imza-siyle mümza veya mühriyle mahtum olarak başkasına vermiş olduğu bir de­yin senedi kendisinin olduğunu mukır iken o senedin havi olduğu borcu İnkâr etse bu inkârına itibar olunmaz, o borcu vermesi lâzımgelir. Çünkü bu sened, onun aleyhine âdeten bir hüccetdir. Fakat esasen senedin kendisine aid oldu­ğunu inkâr etdiği takdirde bakılır: Eğer yazısı veya mührü beldesinin ehalisi ve tacirleri arasında meşhur ve mütearef ise, yani: Şöhret ile, tevatür ile sa­bit bulunmakda ise bu inkârına itibar okınmayıb o sened ile amel olunur. Amma hat ve hatemi böyle meşhur ve mütearef değilse istiktâb olunarak ehl-i hibreye gösterilir. Onlar «ikisi de bir şahsın yazısıdır.» diye haber verirler ise senedde münderic borcu vermek üzejfe o kimseye emr olunur.

Velhâsıl : Bir kimseye aid görülen bir sened, tezvir şaibesinden ve tasni' şübhesinden beri bulunur ise onunla amel olunur. Amma böyle bir şaibeden, şübheden beri olmadığı takdirde o sened kendi senedi olduğunu inkâr eylediği gibi asl-ı borcu da münkir bulunursa o kimse, böyle bir borcu olmayıb sened dahi kendisinin olmadığına müddeînin talebiyle tahlif olunur.

Böyle bir seneddeki yazı ve mühr, meşhur ve mütearef olmayıb yalnız iki şahid, bu yazının ve mührün müddeaaleyhe aidiyyetine şehadet edib de bunu müddeaaleyhin yazdığını gördüklerini söylemeseler bu şehadetleri kabul olun­maz (Reddimuhtar ve Tekmilesi.)

99 - : Bir kimse, resm ve âdete muvafık bir suretde borç senedi verdik-den sonra vefat etse vârisleri o senedin bu müteveffaya aidiyyetini itiraf edin­ce o borcu o müteveffanın terekesinden ödemeleri lâzımgelir. Velev ki o bor­cu inkâr etsinler.

Vârislerden bazıları bu senedi ikrar, bazıları da inkâr etse ikrar edenler, bu senedde yazılı borçdan kendi hisselerine ne kadar isabet ederse yalnız onu vermekle mükellef olurlar. Meselâ: Bir müteveffanın   doksan liradan   fazla olan veraseti üç oğluna   münhasır olub bunlardan birisi iddia edilen   doksan lira borcu ikrar etse kendi hissesine düşen otuz lirayı verir, mütebaki altmış, lirayı vermekle mükellef olmaz. Mecelle'de kabul edilen de budur.   Şa'bînin, Hasen-i Basrî'nin, imam Malik ile Ibni Ebî Leylâ'nın kavilleri de böyledir. Bu kavi, adel, ve hazerden eb'addir. Fakat zâhirürrivâyeye göre bu borcun ta­mamı mukırrin hissesinden verilmek lâzımgelir. Çünkü mukir, bu borcun ken­di hisse-i irsiyyesinden mukaddem olduğunu muterifdir. Vaktiyle de bu veçhi­le iftâ olunurdu (Ali Efendi Fetavâsı, CamiüTfusûleyn.)

100 - : Vefat eden bir kimsenin terekesinden nükûd ile dolu bir kese zu­hur edib üzerinde «Bu kese fülân zatın malıdır, benim elimde emanetdir» diye hatt-ı destiyle yazılmış bir yafta bulunsa o zat bu keseyi o müteveffanın tere kesinden alır, başka bir veçhile isbâta muhtaç olmaz. Çünkü bu yazı âdete na­zaran bir hüccetdir, bir kimse başkasına aid olmayan bir şey üzerine   böyle bir yazı yazmaz.

101 - : Tüccar emtiası üzerindeki sahiblerini nisimlerine delâlet eden yaf­talar, birer mülk nişanesidir. Böyle bir alâmeti havi bir meta, o alâmetin de­lâlet etdiği kimsenin elinde bulununca veya hiç kimsenin elinde bulunmazsa o kimseye bırakılır. Ona vaz'ı yedi, veya bu nişanenin mevcudiyyeti, o metanı o kimseye aidiyyetine delâlet eder. Meğer ki o metam   başkasına aid olduğu beyyine ile sabit olsun (Tenkih-i Hâmidî.) [30]

 

İkrara Dair İhtilâflar :

 

102  - : İkrarın vukuu zamanında ihtilâf edilerek mukır, «Ben hal-i sebâ-vetimde şu kadar borcum olduğunu ikrar etmişdim.» dediği halde mukarrün-leh, «Hayır bulûğundan sonra ikrar etmişdin.» diye iddiada bulunsa söz, meâl-yetnin mukirrindir. Çünkü ikrarını zamana münafi' olan bir zamana izafe kıl-mışdır. Amma beyyine mukarrünlehindir (Cami-ü Ahkâmıssığar.)

103 - : Mukır, ikrarın hazl, telcie ve muvazaa suretiyle vuku bulmuş ol­duğunu iddia, mukarrünleh de ciddî bir suretde vukuunu dâva etse söz, ciddi­yeti iddia eden mukarrünlehindir. Beyyine de mukirrindir. Binaenaleyh mukir, telcie ve muvazaayı tefsir ederek bu   iddiasına beyyine   ikâme etse beyyine si kabul olunur (Tenkih.) Maamafih ikâme edilecek şahidler de bu muvazaayı tefsir ve beyan etmelidir. Edemezlerse şehadetleri makbul olmaz (Abdürra-him Fetavâsı.)

104 - : Mukir, ikrarının istihza tarikiyle yapıldığını iddia etse bu iddiası, beyyinesi bulunmadıkça tasdik edilmez. Mukir bunu isbât edemezse mukarrün­leh, bunun istihza tarikiyle yapılmış olduğunu bilmediğine yemin edince tas­dik olunur.

105 - : Ikrar-ı âm ile nefy-i mülk edildikdcn bir müddet sonra mukarrün-leh, «Fülân şey benimdir, hattâ ikrar-ı âm ile ikrar etdiğin vakitde de mevcud idi.» diye dâva, mukir de «Hayır o senin değildir, hattâ ikrarı âm ile ikrar et-diğim zaman mevcud değildi, ben ona sonradan malik oldum.» diye iddia etse söz, o şeyin ikrar vaktinde mevcud olmadığına dair yeminiyle mukirrindir. Mu-karrünlehin bu dâvasını beyyine ile isbât etmesi lâzımdır.

106 - : Medyun olan bir mariz, vefat etdikden sonra dâyinlerden biri «Ben şu kadar meblâğ alacağımı o marizden hali sıhhatinde alıb kabz etdim.» diye iddia, diğer dâyinler de «Hayır sen o alacağını onun raaraz-ı   mevtinde   alıb kabz etdin, biz de ona ortağız.» diye dâva etdikde bakılır: Eğer o kabz edilen meblâğ, kabz edenin elinde mevcud İse sair garîmleri buna müşareket edebi­lirler. Fakat telef olmuş, ise sair garîmler bundan bir şey alamazlar.   Çünkü makbuzu, meveud olunca hakkındaki kabz, zâhir-i hâle nazaran akreb-i evka-ta nisbet edilir. Bir emr-i hadisin akreb-i evkatına izafesi asıldır.. Makbuzun esasen marize aid olduğunda ise ittifak vardır. O halde zâhir-i hâl, garîmlerin iddiasına şahid bulunur. Fakat bu makbuz, mevcud olmayınca   garîmler bu­nun bedelini tazmin etdiremezler. Zira bu takdirde zâhir-i hâl onların   lehine şahadete salih değildir (Hâniyye.)

Maamafih bunu kabz eden garım, bunu medyunun hali sihhatinde kabz etmiş olduğunu beyyine ile de isbât edebilir.

107 - : Mukarrünleh olan vâris, ikrarın hal-i sihhatde vukuunu dâva, di­ğer vâris de hal-i marazda vukuunu iddia etse mukarrünlehin beyyinesi râcih olur.

108 - : Bir vâris «Müverrisim fülân, bu mal mülkünde olduğu halde vefat etdi.» diye dâva, bir şahs da «Müverrisinin fülân, bu malda hakkı olmadığım hal-i hayatında ikrar etmişdi.» diye iddia etse bu şahsın beyyinesi râcih olur.

109 - : Mukarrünleh, ikrarın tev'an vâki olduğunu dâva, mukır de kerhan vuku bulduğunu iddia edib ikisi de tarih beyan etmese veya mukarrünleh, lâ-hik bir tarih mukır ise sabık bir tarih beyan etse veya billâkis mukarrünleh, sabık bir tarih, mukir ise lâhik bir tarih dermeyan etse mukarrünlehin beyyi­nesi râcih olur.

110 - : Müddeaaleyh, kendisinde bir hakkı olmadığım müddemin ikrar et­miş olduğunu tarih beyan etmeksizin iddia, müddeî de «Müddeaaleyhin kendi­sinden şu kadar meblâğ istikraz etmiş olduğunu ikrar etdiğini» dâva etse müd deaaleyhin beyyinesi râcih olur (Muhit.)

111 - : Bir kadın, kocası maraz-ı mevtinde «Kendisi onun helâli olub men-re ve irse müstahikka olduğunu» ikrar eylediğini dâva, vârisler de müverris-lerinin bu kadım mevtinden bir sene evvel kendisine haram kılmış olduğunu, binaenaleyh vâris olamıyacağmı iddia etseler    kadının beyyinesi    râcih olur (Hindiyye.)

112 - : Bir dâyin, medyunu hakkında «Ben bu medyunu ibra etdikden son­ra bu, bana borçlu olduğunu ikrar etdi.» diye ondan bir mal dâva, medyun da o dâyinin kendisini bu dâvadan ibra etmiş olduğunu iddia eylese dâyinin bey­yinesi râcih olur (Hindiyye.)

113 - : Mücerred ikrara mebni bir hak iddia edilmesi muteber olmaz.

Meselâ : Bir kimse, bu zat bana yüz lira borcu olduğunu ikrar etdi. Bina­enaleyh onu bana versin diye dâva etse bu dâvası dinlenmez, bu veçhile ikâ­me edeceği hüccet, mamûlünbiha olmaz. Belki «Benim bu zatda yüz lira ala­cağım vardır. Onu kendisi de ikrar etmişdir» diye dâva etmek lâzımdır (Hâ­niyye, Abdürrahim Fetavâsı.) [31]

 

İkrarın Hikmet-I Teşriîyyesi  :

 

114 - : ikrarın mukır aleyhine bir hüccet olduğu   kitâbullâh ile, sünneti nebevîyye ile, icma-ı ümmet ile sâbitdir.

Bir hakkın zuhuruna hadim, bir ihtilâfın hâil ve faslına medar olan bir şeyin usûli dairesinde bir hüccet olması, maslahat muktezasıdır. diğerleri ise günahlarını ikrar etdiler). Sizin rabbiniz değil miyim, dedi. Onlar da evet rabbi-mizsin diye ikrar etdiler) Allah Ta-âlâ: ikrar etdiniz mi, ve bunun üzerine ahdimi kabul eylediniz mi buyurmuş, onlar da ikrar etdik demişlerdir) âyetleri, ikrarın bir hüccet olduğunu göster-mekdedir.

Resûli Ekrem, Sallâlhü Aleyhi ve Sellem Efendimiz de «Mâiz» ile «Gami-diyye» namındaki iki zat hakkında yüksek diyanetlerinden münbeis bir hiss-i nedametle vâki olan ikrarlarına mebni recim cezasını tatbik buyurmuştur.

Vakıa ikrar, haddizatında haber olduğundan sıdka da, kizde de ihtimâli vardır. Fakat bir makûl delile mebni bunun hüccet olduğu kabul edilmişdir. Hattâ ikrar, mukir hakkında beyyîneden daha kuvvetli bir hüccetdir. Çünkü ikrarda sıdk canibi, kizb canibine râcihdir. Bir kimse kendi aleyhindeki ikra­rından dolayı müttehem olamaz. Bir insanın nefsi, kendisini kendi aleyhine yalan yere ikrarda bulunmakdan men eder. âyet-i celîlesi «Belki insan kendi aleyhine bihakkın gahiddir.» tarzında tefsir edilmişdir. in­sanların bu şahadeti ise aleyhindeki ikrarından başka bir şey değildir.

Her diyanetli, faziletli insan, hakkı muterif olur, zimmetinde sabit veya elinde mevcud olub başkalarına aid bulunan hakları ikrar eder, hakkı inkâr ve ibtâlin manevî mes'uliyyetinden titrer durur. işte bu sayededir ki, bir çok haklar meydana çıkar, bir çok ihtilâflar, dâ­valar bertaraf olur, bir çok iktisadî, içtimaî muameleler kolaylıkla halledi­lir.

Bir insanın bazı kimseleri mutazarrır etmek veya bir intihara meydan vermek kasdile kendi nefsi aleyhine veya kendi emvali hakkında hakikate mu­halif olarak ikrarda bulunması pek nadirdir, pek müstebatdır, diyaneten, ah-lâkan da memnudur. Artık böyle nadir, müstebad hâdiseler, umumî hükmlere engel olamaz. Nitekim beyyinelerde de az çok hakikate muhalif olmak ihtimâ­li daima melhuzdur.

Binaenaleyh ikrarların şeraiti dairesinde birer hüccet olması maslahat ye hikmet icablanndan bulunmuşdur.                                

Yirmi Yedinci Kitabın Sonu[32]

 

YİRMİ SEKİZİNCİ KİTAB

 

DAVALARA DAİR OLUB BİR MUKADDİME İLE İKİ BÖLÜMDEN

MÜTEŞEKKİLDİR.

 

(MUKADDİME)

 

Davalara Aid Bazi Istılahlar :

 

1 - (Deâvl) : Dâvanın cem'idir. Dâva; luğatde duâ, taleb, niyaz, temen­ni, nida, rağbet manasınadır.,Bir kimsenin münazaa halinde bir şeyi kendi nefsine izafe etmesi, meselâ: «Bu mal benimdir» demesi de bir dâvadır.

Istılahda dâva; bir kimsenin bir hakkı hâkimin huzurunda başkasından taleb etmesi demekdir.

Dâva, şöyle de tarif edilmişdir: Başkasının elinde veya zimmetinde olan bir şeye istihkakı bir insanın kendi nefsine izafe etmesi, meselâ: «Sunun elin­deki şu mal benimdir.» demesidir.

2 - (İddia) : Luğatde tedafü, birbirini defi' etmek manasınadır. Istılah­da: Bir kimsenin bir şey için şöyledir, meselâ: O şey benimdir, diye zum ve dâvada bulunmasıdır ki, bu zum, hak olacağı gibi bâtıl da olabilir.

3 - (Müddeî) : Bir şeyi dâva eden, bir hakkın kendisine aid olduğunu hâ­kimin huzurunda taleb eyleyen kimsedir ki, dilerse bu talebini terkedebüir.

Müddeî, örfi nâsda iddia etdiği şey hakkında hücceti olmayan kimseye de itlâk olunur. Çünkü böyle bir kimseye beyyine ikâme etmedikçe hâkim, müd­deî adını verir, ikâme etdikden sonra ise «muhik» adını alır.

4 - (Müddeaaleyh) : Kendisinden hâkimin huzurunda bir hak taleb edi­len şahsdır ki, bu talebi terke muktedir olmayıb husûmete   mecbur bulunur. Bu durumdaki   kimselere iki olursa   «Müddeaaleyhima» daha   ziyade olursa «Müddeauluyhimı*' denilir. Müddeî ilo müddeialeyhe «Mütedâiyûn» da denir.

5 - (Müddea) : Müddeînin dâva etdiği şeydir. Meselâ: Bir kimse,   bir şahsdan yüz Ura alacağı olduğunu dâva etse bu yüz lira «Müddea» bulunmuş olur. Buna «Müddeabih» de denir.

6 - (Davet) : Bir kimseyi taama veya başka.bir şeye çağırmak manası­nadır. Ziyafet, and ve öeyman mânasında da müstameldir. Dive ise neseb id­diasında bulunmakdır.

7 - (Dâî) : Davet edici, bir kimseyi bir şeye sevk ve teşvik eyleyici kim­se demekdir.

8 - (Muhakeme) : Müddeînin müddeaaleyhi hâkimin huzuruna davet edib onunla muhasamada, murafaada bulunmasıdır.

9 - (Muhasama - Husûmet) : Niza, mücadele, çekişmek, dâvada bulun­mak manasınadır. Birbiriyle husûmetde, dâvada bulunmaya da «ihtişam, mü­nazaa» denilir. Hasım tâbiri de husûmet mânasına geldiği gibi hasım mânası­na da gelir. Hasîmin cem'i: «Husemâ»dır.

10 - (Murafaa) : Dâva edilen şeyi hâil ve fasl etmek için müddea aleyhi hâkimin huzuruna celb etmek manasınadır.

11 - (Müdafaa) : Hasmın iddiasına karşı koymak manasınadır. Bir bor­cu leyte leâlle ile = Bugün yarın diyerek avk ve tehirde bulunmak mânasın­da da müstameldir,

12 - (Def-İ dâva) : Müddeaaleyh tarafından müddeînin dâvasını bertaraf edecek bir dâva dermeyan edilmesidir. Esasen defi' tâbiri, bir şeyi zor ile Öte­ye savmak, bertaraf etmek manasınadır.

13 - (Fasl-ı husûmet) : Dâvayı tetkik ile bir hükme rabt etmek demek­dir.

14 - (Tenakuz) : Lugâtde tedafü manasınadır. Istıiahda: Bir hakkı dâva eden şahsdan kendi iddiasına münat'i, onun butlanını   mucib bir sözün   veya fi'ilin veya sükûtun zuhurudur.

Meselâ : Bir kimse «Bu mal benimdir.» dediği haide sonra «Bu mal fülâ-nındır.» dese veya bir malı satın aldığı halde dönüb «Bu mal zaten benimdir» diye mülkiyyet iddiasında^ bulunsa, veya bir malın satıldığını gördüğü halde sükût edib de bâdehû «Bu mal benimdir» diye müşteriden dâva eylese tenakuz­da bulunmuş olur.

15 - (Duâ) : Söz, okumak, Allah Taâlâya niyaz ve ibtihâlde   bulunmak, dergâh-ı ulûhiyyetden hayır ve rahmet ricasında bulunmak demekdir.

16 - (Mürur-ı zaman) : Bir hâdise üzerinden bir müddetin geçmiş olma­sıdır ki, bazen o hâdise hakkında dâvanın dinlenmesine bir mania teşkil eder.

17 - (Hiyaze) : Bir şeyi ahz ve ihraz etmek, yani: Sahibsiz veya herkes için alınması mubah olan bir malı alıb kendi mülküne ilhak eylemekdir. [33]

 

(BİRİNCİ BÖLÜM)

 

DÂVALARA DAİR UMUMİ HÜKİMLER HAKKINDADIR.

 

İÇİNDEKİLER : Dâvanın rüknü ve sıhhatinin şarttan. Dâvaların -hiikm leri ve nevileri. Dâvaların hikmet-İ teşrİİyyesi. Dâvalarda hasım olub olamı-yanlar. Dâvaların defi' edilebilmesi, dâvâlardaki tenakuzlar. [34]

 

Davanin Rüknü Ve Sıhhatinin Şartları :

 

18 - : Dâvanın rüknü, dâvanın mahiyyeti demekdir ki, bir hakkı taleb et-mekden, meselâ:/Bir kimsenin bir malı münazaa halinde nefsine izafe ederek «Bu benimdir.» diye bir şahsdan istemesidir.

Dâvanın sıhhatinin şartları ise bervechi âtidir :

19 - : Müddeî ile müddeaaleyhiri âkil olmaları şartdır.

Binaenaleyh mecnunun vegayrı mümeyyiz çocuğun dâvaları sahih değil­dir, bunlara cevab verilmesi lâzım ve bu hususda ikâme edilecek beyyine mes-mu olmaz.

Şu kadar var ki, onların yerine velileri veya vasileri bilvelâye ve bilvesâ ye müddeî ve müddeaaleyh olabilirler.

Fakat müddeî veya müddeaaleyhin baliğ olması sıhhat-i dâvada şart de­ğildir. Ticarete veya murafaaya mezun olan mümeyyiz bir çocuk da müddeî ve müddeaaleyh olabilirler. Müftabih olan kavle göre bunların yeminleri ve ye minden nükûlleri de sahthdir. Mehcur, gayrı mezun olan bir mümeyyiz çocuk ise ne müddeî ve ne de müddeaaleyh olamaz (Hindiyye, Dürer.)

20 - : Müddeaaleyhin malûm olması şartdır.

Binaenaleyh bir kimse, bir belde veya karye ehalisinden tâyin etmeksizin birinde veya bir kaçında şu kadar meblâğ alacağı olduğunu dâva etse sahih olmaz.

Kezâlik : Bir kimse, «Şu cemaatden birisi benim fülân malımı itlaf etdi» diye iddiada bulunsa muteber olmaz, müddeaaleyhi tâyin etmesi icab eder, aksi takdirde hükme imkân bulunmamış olur.

Fakat müddeî için müddeaaleyhin adını bilmek şart değildir (Dürrimuh-tar, Mirat-ı Mecelle.)                             .

21 - : Müddeaaleyhin dâva, şahadet ve hükm zamanında asaleten   veya niyabeten hazır bulunması şartdır. Çünkü dâva ve beyyine ancak hasmı hâzır aleyhinde mesmu olur. Müddeaaleyh, mahkemeye gelmekden ve vekil göndermekden imtina ederse hakkında   usul-i şeriyye   dairesinde   muamele   olunur (Hindiyye.) Kaza mebhasine müracaat!.

22 - : Müddeaabihin-cinsen, kadren malûm olması şartdır.

Binaenaleyh meçhul bir şey hakkındaki dâva, sahih olmaz. Çünkü bunun­la hükme imkân yokdur. Ancak bundan beş mesele müstesnadır. Şöyle ki: Bir kimsenin yanında Iâalettâyin bir şeyin rehin veya magsub olarak bulunduğu iddia edilse veya bu veçhile şahadet olunsa mesmu olub bunun neden ibaret olduğu hakkında söz, müddeaaleyhin olur.

Kezalik :.Bir kimse, bir şahsdan mikdarı meçhul bir vasiyyet veya ikrar veya ibra dâvasında bulunsa sahih olur.

Meselâ : «Müteveffa, malının bir sehmini bana vasiyyet etmişdi, o sehmin ne mikdar olduğunu beyaa etmedi, siz beyan ederek bana veriniz.» diye dâva etse vârislerin o sehmi beyan etmeleri lâzımgelir (Dürrimuhtar, Reddimuh-tar.)

23 - : Müddeabihin malûmiyyeti, ya el ile işaret etmekle veya vasf ve ta­rif ile husule gelir. Söyle ki: iddia edilen menkûl bir ayin, mahkeme meclisin­de hazır ise ona el ile işaret kâfidir. Hazır değilse vasfını, kıymetini beyan et­mek yetişir, bununla malûm olarak hakkında dâva dinlenilir.

Akar hakkında ise hudud-ı erbaasını veya selâsesini beyan kifayet eder.

Müddeabih, deyin ise bunun da cinsini, nev'ini, vasfını, mikdarını beyan lâzımdır, aksi takdirde dâva dinlenilmez. Nitekim aşağıda izah edilecekdir.

Baş ile işaret edildikde bakılır: Eğer bu işaret ile aynen müddeabih kasd edildiği, bu işaretin ona aid bulunduğu malûm olursa kifayet eder, ve illâ ki fâyet etmez (Hâniyye, Hindiyye, Dürer.)

24 - : Müddeabihin muhtemelüssübût olması şartdır.

Binaenaleyh, aklen veya şer'an veya âdeten vücudu muhal olan bir şeyi iddia ve buna şahadet sahih olmaz.

Meselâ : Bir kimse, kendisinden yaşlı" bir şans hakkında «Bu benim oğ-lumdur.» diye iddiada bulunsa dâvası sahih olmaz. Çünkü bu, aklen muhaldir.

Kezalik : Nesebi başkasından maruf bir şahs hakkında «Bu benim oğlum-dur.» diye dâva etse şer'an muhal olduğundan dâvası yine sahih olmaz.

Kezalik : Fakr ve ihtiyaç ile maruf bir kimse, defaten ikraz etmiş veya kendisinden gasb olunmuş olmak üzere bir şahsdan emvâl-i âzime dâva etse zahir olan, bunun mesmu olmamasıdır. Zira bu, âdete nazaran müstehildir.

25 - : Müddeînin dâvasını lisaniyle dermeyan etmesi   şartdır. Şu kadar var ki, müddeî, söz söylemekden âciz bulunursa dâvasını bir varakaya yaza­rak hakkım o veçhile taleb edebilir. Eğer hâkimin lisanından başka bir lisan­la konuşmakda ise bir tercüman tedarik edilir (Kadıhan.)

26 - : Dâvanın sübûtu takdirinde müddeaaleyhin bir şey ile mahkûm ol­ması şartdır ve illâ dâva abes -olmuş olur.

Meselâ : Bir kimse, bir zata malını iare etdikden sonra bir şahs çıkıb da «Ben o kimsenin akribasındanım, bu malı bana iare etsin.» dese bu dâvası sahih olmaz.

Kezalik : Bir kimse, bir hususa dair birini tevkil etmekle diğer bir şahıs gelib de «Ben o kimsenin komşusuyum, onun vekâletine ben daha münasibim.» diye dâva etse sahih olmaz. Çünkü herkes, kendi malını iare edebilir, ve ken­dini umuruna dilediğini tevkilde bulunabilir. Bu iare ve tevkil dâvası sabit olduğu takdirde müddeaaleyh hakkında hiç bir hükm terettüb etmez (Dürri­muhtar, Mecelle.)

27 - : Dâvada tenakuz bulunmaması şartdır. Binaenaleyh tenakuz bulu­nursa dâva sahih olmaz.

Meselâ : Bir kimse, «Bu mal şü zatındır.» diye ikrar, bâdehû «Bu mal be­nimdir, bunu bu ikrar zamanından evvel ondan satın aldım.» diye dâva etse bu dâvası mesmu olmaz. Ancak neseb ve hürriyet dâvalarında tenakuz dâva­nın sıhhatine mani olmaz (Bahrirâİk.)

(Malikî'lere göre de müddeabihin malûm, muhakkak olması şartdır. Bina­enaleyh sebebi zikredilmeksizin meçhul bir şey dâva edilse mesmu olmaz. Fa­kat Mazerî'nin beyanına göre müddeî: «Benim müddeaaleyhde fülân muame­lenin bakıyyesi olarak bir şey alacağım vardır, bunu muhakkak biliyorum, an­cak mikdarını unutdum.» derse dâvası dinlenir. Bu halde müddeaaleyhin bu­na ya ikrar veya inkâr suretiyle cevab vermesi lâzımgelir (Şerh-i Muham­medi harşî.) [35]

 

Dâvaların Hükümleri, Nevileri :

 

28 - : Dâvalara aid hükmler, müddealeyhüv ve bir kısım müddeabihlerin mahkemeye ihraz edilmesinden, müddealeyh üzerine cevaba istihkakdan, ve inkârı taktirinde kendisine yemin tevcih edilmesinden, müddeînin de beyyüıe ikâme edebilmesinden ibarettir. Şöyle ki :

Müddeaaleyh ya müddeabihi «evet» diye itiraf eder   veya «yok» diye red eder. ikrar ederse müddeabih sabit olur, inkâr ederse hâkim, müddeîden «Bey-yinen var mı?» diye sorar, beyyinesi olmadığını söylerse istihlâfa hakkı oldu­ğunu kendisine haber verir. Müddeaaleyh, kendisine tevcih edilen yemini ya pmca dâvadan kurtulur.

Müddeaaleyh : Yok, evet demeksizin sükût ederse hâkim onu münkir sa­yar. O halde müddeî beyyine ikâme ederse bununla hükm olunur (Muhit-i Se-râhsî.)

Müddeaaleyh : «Düşüneyim, iddia doğru mu, değil mi bilmiyorum.» diye bir şey söylese bu, cevab sayılmaz, cevab, vermeğe icbar edilir (Hindiyye.)

29 - : Dâvaların nevilerine gelince bu da üçdür. Biri, dâvayı sahihedir ki, şeraitini tamamen cami bulunur. Buna yukarıda beyan olunan hükmler taal­lûk eder, hasım ihzar edilir, ondan cevab istenir, yemin veya beyyine cihetine gidilir. Diğeri dâvayı fasidedir ki, bu aslen sahih ise de haricî vasıfları itiba­riyle sahih olmayan dâvadır.Müddeabihin mechuliyyeti gibi. Böyle bir dâva üzerine yukarıdaki hükümler taallûk etmez.

Üçüncüsü de dâvayı bâtıladır ki asla sahih olmayan dâvadır. Böyle bir dâva sabit olsa da müddeaaleyh üzerine bir şey lâzımgelmez. «Fülâmn İki ha­nesi vardır, birini bana satsın veya kiraya versin.» diye yapılacak dâva gibi.

Müddeaaleyhe aid bir hakkın istimalini ondan dâva da bu kabildendir. Meselâ: Bir kimse, «Fülân şahsın bende bir hakkı var ise dâva etsin ve İllâ benim beraetim sahidler ile tevsik edilsin.» dese buna iltifat olunmaz. Çünkü bir şahs, kendisine aid olan bir hakkı isterse dâva eder, isterse etmez, buna cebr olunamaz (Hindiyye, Reddimuhtar tekmilesi.)

(Malikî'lere göre de müddeî, şeraiti dairesinde iddiasını s.erd edince hâ­kim, müddeaaleyhe müddeînin dâvasına ikrar veya inkâr suretiyle cevab ver­mesini emir eder. Bu emir, müddeînin talebine tevakkuf etmez. Müddeaaleyhe yemin tevcihi ise tevakkuf eder. Bu hususda şu gibi meseleler vardır:

(1) : Muddeaaleyh, müddeabihi ikrar edince müddeî, bu ikrar üzerine iş-hadda bulunur, tâ ki muddeaaleyh bu ikrarını bilâhare inkâr etmesin.   Şâyed müddeî işhaddan zühul ederse hâkim,   kendisine işhad etmesini tenbih eder. Çünkü buna tenbih etmek, hâkimlerin şanındandır. Bunda husûmetleri taklil, nizaı katı' vardır.

(2) : Muddeaaleyh, müddeabihi inkâr edince hâkim, müddeîden beyyinesi olub olmadığını sorar, eğer «Evet.. Beyyİnem vardır.» derse   ihzar etmesini emr eder. Beyyinesi olmadığını söylerse beyyine ikâme   hakkını iskât etmiş olur. Bu halde müddeaaleyhin yemin etmesini talebde bulunursa müddeaaley­he yemin tevcih olunur, artık bundan sonra müddeînin   beyyinesi kabul edil­mez. Meğer ki beyyinesi mevcud olduğu halde bunu unutmuş olduğunu mazeret makamında dermeyan etsin. Bu takdirde müddeînin bu nisyan iddiası hakkın­da yemin etmesi lâzımgelir.

Şahİdlerin mevcudiyyetine evvelce muttali olmadığını veya şahidlerin öl­müş olduklarım zannetdiğini söylediği takdirde de hükm böyledir.

(3) : Hâkim, kendisine yemin, teveccüh eden tarafa hasmın izni olmaksı­zın yemin tevcih etmiş olsa bunun faidesi yokdur. Hasım bunu ikinci defa ola­rak iade edebilir.

(4) : Hâkim, aleyhine beyyine ile hüküm teveccüh eden tarafa: «Bu aley­hindeki beyyineyi cerh ve defi1 edecek bir sebeb var mıdır?» diye sorar. Bu suretle onun özürünü, şikâyetini izâle etmiş olur. Kabule şayan bir tean   ve

cerhde bulunamadığı takdirde beyyineyi tenfiz eder. Kabule şayan bir cerh ve tean sebebi dermeyan ederse bu iddiasını isbâtına intizar eder, onun muk-tezasına göre amel edilir.

(5) : Yukarıdaki mesele hükmünden beş kısım sahidler müstesnadır. Bun­lardan biri: Müddeaaleyhin ikrarı hâkimin meclisinde işitmiş olan şahidlerdir. İkinci: Yapılacak yemine şahadet için hâkimin meclisine ihzar edilen şahid­lerdir. Üçüncüsü: Şahidlerin hallerini hâkime sirran haber verib müzekkii sir denilen şahidlerdir, Dördüncüsü: Adaletçe akranlarına faik olan   şahidlerdir. Meğer ki bu sahidler ile meşhûdünleh arasında karabet veya bu sahidler ile meşhûdünaleyh beyninde adavet bulunsun. Beşincisi: Mahkûmünaleyh tarafın­dan haklarında hai'v olunan şahidlerdir. Bu beş kısım sahidler hakkında «Bir şikâyetin var mı» diye tnahkûmünaleyhe suâl tevcih edilmez. Çünkü bu şahid­lerin bir kısmı hâkim tarafından ihzaredüdiği cihetle bunların adaletleri hâ­kimce müsellem olub bunlar hâkim makamına kâimdirler. Diğer bir kısmı da zâhirül'adaleidir. Bir kısmı hakkında da litne havtu vardır. Maamafih hâkim, bu gibi şahidler hakkında da teftişi bil.külliyye ihmâl etmez, kendisini meşhû­dünaleyh menzilesine tenzil ederek şahidlerin hallerini   araşdırmakda bulu­nur.

(6) : Muddeaaleyh hâkimin huzurunda ikrar veya inkâr   suretiyle cevab vermekden imtina etse hapis olunur, yine ısrar ederse darb ile tedib olunur, sonra müddeîye yemin tevcih edilmeksizin hükm edilir. Müddeaaleyhin'bu ce-vabdan imtinaı, hakkı ikrar sayılır.

(7) : Mahkûmünaleyh gerek müddeî ve gerek muddeaaleyh olsun, «Benim hüccetim vardır.» derse hâkim, bu hüccetin ihzar edilmesi için içtihadına gö­re bir müddet intizar eder, sonra hükmde bulunur. «Hüccetim yokdur.» derse hâkim, bilâ mühlet aleyhine hükm eder. Şâyed «Benim   beyyinem var ise de uzak bir yerdedir, meselâ Irakda'dır.»   derse hâkim, bunun   aleyhine hükm eder. Şu kadar var ki bu mahkûmünaleyh de hüccetini ibraz etmek   hakkım muhafaza eder, bu hücceti bilâhare o hâkimin veya başka bir hâkimin huzu­runda getirib ikâme edebilir.

(8) : Muddeaaleyh, ikâme edilen şahidlerin fâsık   olduğunu bilmediğine dair müddeîye yemin tevcih edebilir. Müddeî yemin ederse emr-i muhakeme hali üzere baki kalır, yeminden nükûl ederse yemin müddeaaîeyhe red edilir, yemin ederse hak sâkit olur.

Müddeî yemin edince: «Kendisinden başka Tanrı bulunmayan Allah Taâ-lâya yemin ederim ki ben bu şahidlerimin fışkını bilmiyorum.» diye yemin eder.

(9) : Müddeînin lehirie ikâme etdiği sahidler hakkında müddeaaleyh, bey­yine ikâme ederek bu şahidleri cerhde bulundukları takdirde müddeî, şahidle-rinin ne sebeble cerh edildiğini suâl ederse hâkim, bu sebebi sormaya mecbur olur. Çünkü mücerrih ile müddeî arasında adavet veya mücrih ile meşhûdüna-leyh arasında karabet bulunabilir.

Fakat böyle bir beyyine olmayıb rnücerred hâkim, bildiği bir sebebden do­layı şahidlerin şahadetini red ederse bunun sebebini bildirmek = Bu babda cevab vermek hâkime lâzımgelmez.

(10) : Mahkûmünaleyh, dermeyan etdiği hücceti intizar müddetinde ityan edemezse hâkim, bunun aczine hükm ederek bunu sicilline yazar. Ancak dem, hapis, itâk, neseb, talâk dâvaları müstesnadır. Mahkûmünaleyh bu hususda hüccetini her ne zaman ityan ve ikâme ederse muktezasına göre hükm olunur. Meselâ: Kısasa hükm edilmiş isebu hükm refi' edilir (Muhtasar-ı Ebizziya ve şerhleri.)

(Şafiî'lere göre de bu hususda şu gibi meseleler vardır:

(1) : Bir sahih dâva neticesinde müddeabihi ikrar etdiği takdirde mülzem olacak kimse, inkârda bulunub beyyine mevcud olmasa kendisine yemin tev­cih olunur. Çünkü yemin, münkire aiddir.

Fakat bir hâkim, hükmünde zulm etmemiş olduğuna veya bir §ahid şaha­detinde yalancı bulunmadığına dair tahlif olunamaz. Zira mansıblan bundan yüksekdir.

(2) : Müddeaaleyh inkârda bulunub teklif edilen yeminden de nükûl eylese hâkim, müddeîyi tahlif eder. Yemin ederse müddeabih ile hükm eder, mücer-red müddeaaleyhin nükûliyle hükm edilemez.

Müddeîye verilen yemine: «Yemin-i merdûde:» denir. Fakat müddeî, nefsi için değil de, başkası için bilvekâle veya bilvelâye dâvada bulunmuş olursa kendisine yemin tevcih edilmez, meğer ki iddia etdiği şey kendi teşebbüsiyle vücude gelmiş olsun. Bir kavle göre herhalde yemin tevcih edilir.

(3) : Müddeaaleyh, bir dehşetden dolayı   olmaksızın sükût edib yeminde bulunmasa hâkim nükûlüne hükm eder. Hâkimin müddeiye «Yemin et.» deme­si, müddeaaleyhin nükûlüne hükm menziiesindedir.

(4) : Yemini merdûde, bir kavle göre müddeî tarafından ikâme edilmiş bir beyyine gibidir. Ezher olan kavle göre bu yemin, müddeaaleyhin ikrarı gi­bidir.

Binaenaleyh, müddeaaleyh, bu yeminden sonra «Müddeabihi edâ etdiğine veya ondan ibra edildiğine dair beyyine veya başka bir hüccet ikâme edecek olsa mesmu olmaz. Çünkü ikrariyle bunu tekzib etmiş sayılır. Mutemed olan, bu kavidir. Diğer bir kavle göre ise mesmu olur. Zira bu, bir ikrar-ı takdiridir, tahkiki değildir.

(5) : Kendisine yemin-i merdûde teveccüh eden müddeî, yemin etmez ve bu hususda bir özür de dermeyan eylemez, bir mühlet talebinde de bulunmaz­sa müddeaaleyhe yemin verdirmek hakkı sâkit olur, artık beyyine ikâme et­medikçe hasmından müddebihi mutalebede bulunamaz.

(6) : Müddeî, yemin hususunda taâllülde bulunsa veya hisaba veya erbab-ı hukuka müracaat edeceğini söylese kendisine üç gün mühlet verilir. Bir kavle göre ebediyyen imhâl edilebilir. Çünkü kendi hakkım taleb etmemek kendisi­ne aiddir.

(7) : Müddeaaleyh, istihlâfı zamanında mühlet istese müddeînin müsaade­si olmadıkça imhâl edilemez. Çünkü müddeaaleyh, ikrara veya yemine mec­burdur. Müddeî ise böyle değildir, o hakkım talebde muhtardır. Bir kavle göre müddeaaleyhe de üç gün mühlet verilir.

Müddeaaleyh, meselâ: Hisabına bakmak veya fukahadan sormak gibi bir sebebe mebni ilk cevap vermekde istirnhâlde bulunursa hâkim, ona ahır-ı mec­lise kadar mühlet verebilir.

(8) : Müddeaaleyh, müddeînin dâvasına cevab vermeyib de sükût etmekde ısrar eylese, münkir, yeminden nakil addolunur. Bu halde hâkim, ya müdde­aaleyhin nükûliyle hükm eder veya müddeîye yemin verdirir (Tuhfetül'muh-taç» Hâşiye-i Şirvânî, Hâşiye-i Ibni Kasım.) [36]

 

Davaların Hikmet-İ Teşriîyyesi :

 

30 - : Muhik dâvaların meşrûiyyeti, kitab ile, sünnet ile, icma-ı ümmet ile sâbitdir. Bu meşrûiyyetin hikmeti ise beşeriyyetin nizam ve intizamını mu­hafazadır, nâsın hukukini ziyadan vikayedir, yer yüzünde haksız hareketle­rin, yolsuz nizâların, behimî savletlerin izâlesini temindir.

Şüphe yok ki insanlar, muhtelif etvarda yaradümışdır, muhtelif ihtisasat ve temayülâtın zebunudurlar. Bu cihetle aralarında vakit vakit husûmetler yüz gösterir. Bu husumetleri izâle ise elzemdir. Çünkü bunların devam etmesi, fe­sadı, nizam-ı âlemin inhilâlini intaç eder. Hak Taâlâ Hazretleri ise fesadı sev­mez, nizam-ı kâinatın bozulmasına, çözülmesine sebebiyyet verilmesine razı olmaz. Husûmetleri izâlenin başlıca yolu ise dâvadır, ihtilâfa, muhasamaya sebebiyyet veren hâdisenin bir mahkeme marifetiyle usulen hal ve fasl edil­mesidir.            ;

Cemiyyet arasında vakit vakit yüz gösteren dâvalar, başlıca üç halden hâlî değildir. Şöyle ki; Bir kısımdâvâlar vardır ki, bunlarda davacılar da, aleyhlerine dâva açılanlar da mazurdur, manevî mesuliyyetden berî bulunut-lar. Meselâ: Bir kimse, bir müteveffada hakikaten alacağı olan şu kadar meb­lâğı onun vârislerinden ister, vârisler ise bu alacağa hakikaten muttali olma­dıkları cihetle bunun usulen isbât edilmesini isterler veya vârisler arasında çocuklar da bulunduğundan böyle bir isbâta lüzum görülür, işte bu halde açı­lan bir dâvadan dolayı iki taraf da mazur bulunur.

Diğer bir kısım dâvalar da vardır ki, bunlarda davacılar mazur oldukları halde aleyhlerine, dâva ikâme edilenler mazur olmazlar. Meselâ: Bir kimsenin bir şahsda fülân cihetden şu kadar alacağı olduğu halde o şahs bunu bile bile inkâr etmekle mahkemeye müracaata lüzum görülür. Bu halde o müddeaaleyh olan şahs, vicdan söz ve hareketde bulunmuş, bir hakkı ibtâle çalışmış, bir hak sahibini mahkemeye müracaata mecbur etmiş olacağından manen pek bü­yük bir mes'uliyyete kendisini hedef kılmış olur. Böyle bir şahsın mahkemeye gitmekden kaçınması, mahkûmiyyet korkusiyle bin türlü hiyleye baş. vurması da hakkında ayrıca mes'uliyyeti ,uhrevî cezayı müstelzim olacakdır. Nitekim bir âyet-i celîlede: buyurulmuşdur ki bu, sahih bir suretde açılıb emri ilâhî veçhile hal ve fasl edilecek bir dâva için mahkemeye gitmekden kaçınan kimseler hakkında bü­yük bir va'id ve tehdidi mutazammindir. Binaenaleyh böyle bir dâvaya icabet etmek bir vecibedir.

Başka bir takım dâvalar da vardır ki, bunlarda müddeaaleyh makamında bulunurlar, mazur, mağdur oldukları halde davacılar mazur bulunmazlar, bi­lâkis zâlim, gaddar, hukuka mütecaviz bir durumda bulunurlar. Meselâ: Bîr kimse kalkar, başkasına aid, tasarrufu onun rızasına bağlı bir mala bile bile haksız yere el koyar, bu malın kendisine aidiyyetini veya bu maldan istifadeye salâhiyyetli bulunduğunu gayrı meşru bir halde iddiaya kalkışır, bîçâre mal sahibini mahkemelere sürükler, mahkemeleri haksız yere işgalden sıkılmaz, îşte böyle haksız bir cür'etkârın manen ne kadar mes'ul bir vaziyetde bulu­nacağı da şüphsizdir. Hele böyle haksız bir şahs, iddiasını usûlüne uydurarak İsbâta nail, bu suretle başkasının hakkına musallat olursa onun ne kadar ağır bir mes'uliyyet altında kalacağı düşünülmelidir.

Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuşdur : Yani : «Ben de sizin gibi insanım, siz muhakeme için bana müracaat edersiniz, olabilir ki ba­zınız, İddiasını isbât hususunda bazınızdan daha fatin, daha kudretli bulunur da ben onun lehine işitdiğime göre hükm ederim, imdi - bilmiş olmalısınız ki - ben her kime ki kardeşinin hakkından bir şey ile hükm eder isem, mu­hakkak oüun için ateşden bir parça kesib ayırmış olurum.»

Demek oluyor ki, hâkim, zâhir-i hâle bakar, icab eden meşru usûle riâyet eder, ikâme edilen beyyineye veya yemine göre hükm eder. O, bu cihetle ma­zurdur. Fakat bu beyyineyi veya yemini hüâf-ı hakikat olarak ileri sürenler, irtikâb edenler mes'uliyyetden asla berî olamazlar. Artık kendilerini karşıla­yacak olan bir azab ateşine hazırlansınlar!.

Velhâsıl içtimaî hayatda muhtelif, mütenevvi dâvalar tekevvün eder. Bun­lara meşru suretde bakmak hâkimlerin vazifeleridir, cemiyyetin selâmeti, in­tizamı bunu iktiza etmekdedir.

Yani : «Eğer nâsa istedikleri şeyler mücerred dâvalarına binaen verile­cek olsa bir takım kimseler halkın kanlarını, mallarını iddia eder dururlar. Fakat - böyle mücerred dâva kâfi değildir - hüccet ikâmesi davacıya aid-dir, iddia edilen şeyi inkâr edene de yemin tevcih olunur.»

Binaenaleyh hâkimler bu cihete riâyet ederler ve mümkün olduğu kadar yeminlerin, beyyinelerin hakka mukarenetini temine çalışırlar, bundan ötesi cemiyyet efradının dinî, ahlâkî terbiyesiyle mütenasib bulunur. Teysirül-vusul ilâ camiül'usûl (Tebyinül'hakâik.) [37]

 

Dâvalarda Hasım Olub Olmayanlar :

 

31 - : ikrarı sahih olan kimsenin inkârı da sahih olacağından böyle bir kimse dâvada ve üzerine beyyine ikâme hususunda hasım olabilir.

Meselâ : Esnaf dan biri gelib bir zatdan: «Senin resûlin fülân benden senin namına şü malı satın aldı, semenini ver.» diye dâva etse o zat, hasım olmuş olur, Çünkü o zatın bu babda ikrarı şahindir. Artık bu risâleti ikrar etse satm alınan malın, semenini teslime mecbur olur. İnkâr etdiği suretde de müddeîye hasım olub kendisine karşı müddeînin dâvası ve beyyinesi dinlenir.

Kezalik ; Bir kimse, bir şahsdan: «Medyunum fülûn bana vermek üzere sana şu kadar kuruş vermiş idi.» diye dâva ve inkâra mukarin beyyine ikâme etse bu meblâğı o şahsdan alabilir. Çünkü o şahsın bu hususda ikrarı mute­berdir (Ankaravî, Netice, Mecelle.)

32 - : îkrarı sahih olmayanın inkârı da sahih olmıyacağından böyle   bir kimse esasen hasım olamaz.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsa hitaben: «Senin şıraya vekilin olan fülân zat, şu malı benden senin için satın aldı, semenini ver.» diye dâva etse o şahs kendisine hasım olamaz. Çünkü bu şahs bu vekâleti ikrar etse de mebiin se­menini müddeîye teslime mecbur olmaz. Zira beyide hukuk-ı akd, âkide aid-dir, bu semen ancak âkid olanvekilden istenilebilir. Binaenaleyh bu şahs, bu tevkili inkâr etdiği takdirde de bu müddeîye hasım olmayacağından kendisine karşı müddeînin dâvası dinlenemez. Beyi mebhasine de müracaat!. {Ankara­vî, Mecelle.)

33 - : İkinci meseledeki umumî kaideden veli, vasi, ve mütevelli olanlar müstesnadır. Şöyle ki: Bir kimse yetime veya vakfa aid bir malı: «Mülküm-dür.» diye dâva etse velinin, vasinin veya mütevellinin bunu ikrar etmesi na­fiz olmayacağından üzerine bir hükm terettüb etmez ve kendisine yemin tev-

cin edilemez. Fakat bunların inkârları sahih olduğundan onun üzerine müd­deînin dâvası ve beyyinesi dinlenir. Demek ki bunlar, dâvada ve ikâme-i bey-yinede hasım oluyorlarsa da ikrar ve yemin hususunda hasım olmuyorlar.

Maahaza veliden, vasiden ve mütevelliden yetime veya vakfa aid sâdir olan bir akd üzerine dâva tahaddüs etse bu hususda bunların ikrarları da mu­teber olur. Meselâ: Bir veli, çocuğun malım şer'î müsevvigata binaen satıb da buna dair müşteri tarafından bir dâva açılsa velinin bu satışına dair ikra­rı muteber olur. Binaenaleyh bu hususda hasım olacağından inkârı takdirinde kendisine yemin tevcih ve bu iddia için beyyine de ikâme edilebilir (Ankaravî, Dürrimuhtar.)

34 - : Bir ayin hakkındaki dâvada hasım, ancak o ayine vaziül'yed olan kimsedir. Meselâ: Bir kimse, bir zatın atını veya bir akarını gasb ederek baş­ka bir şahsa satıb teslim etmiş bulunsa o zat, bu atı veya akarı istirdad etmek isteyince bunu ancak zilyed olan müşteriden dâva eder, gâsıbdan dâva ede­mez. Fakat bunların kıymetini tazmin etdirmek isterse gâsıbdan dâva eder. Velev ki magsub mal, müşterinin elinde bulunsun. Fakat magsub, müşterinin elinde telef olmuş olursa sahibi bunun bedelini dilerse gâsıb olan bayiden ve dilerse müşteriden dâva edebilir (Bezzâziyye, Mecelle Bahrirâik.)

35 - : Bir kimse, satılmış olan bir mala müstahik çıkıb da onu   dâva et-dikde bakılır: Eğer bu malı müşteri kabz etmiş ise dâva ve şahadet vaktinde hasım yalnız müşteridir, satanın huzuru şart değildir. Fakat müşteri o   malı henüz bayiden kabz etmemiş ise dâva ve şahadet   vaktinde hem   müşterinin malik olmak sıfatiyle, hem de bâyün zilyed olması hasebiyle hazır bulunması lâzımdır. Meğer ki beyi, fâsid veya bâtıl olarak akd edilmiş ve mebi   henüz kabz edilmemiş bulunsun. O takdirde hasım yalnız bâyidir, müşterinin huzuru şart değildir.

Bir mah şüf'a sebebiyle ahz etmek de bu istihkakın naziridir. Satılan ma­lın vakfiyyeti iddia edildiği takdirde de hükm böyledir (Camiül'fusûleyn. Ali Efendi Fetavâsı.)

36 - : Vedî, vârislere hasım olur, müşteriye musûlehe,   magsubünminhe hasım olamaz. Şöyle ki: Bir kimse, bir şahsın elinde bulunan bir hane   için; «Ben bu haneyi sahibi fülân zatdan şu kadar kuruşa satın aldım, bunu bana teslim et.» diye iddia etdikde o şahs: «Bu haneyi bana sahibi bizzat iydâ   ve teslim etdi.» dese bu müddeînin husûmeti mün'defi olur, sahibinin bu iydâını isbâta hacet kalmaz. Çünkü bu hanenin fülân zata   aidiyyetüıde her ikisi de müttefik bulunmuşdur. Vedî, bu satış muamelesini tasdik etsin etmesin, hü­küm böyledir. Çünkü vedîin bu ikrar ve tasdikiyle gaib üzerine hükm oluna­maz:

Fakat o şahs, «Bu haneyi bana fülân zatın vekili İydâ eldi.» dese beyyine­si bulunmadıkça kendisinden husûmet mün'defi olmaz. Çünkü bu vekâleti müş­teri münkirdir. Şâyed müddeî: «Evet... Bu haneyi fülân zat sana iydâ etmiş-di, fakat sonradan bana satdı ve senden kabz ve teslime beni tevkil etdi.sde-yib bu beyi ve tevkili isbât eylerse bu haneyi vediden alır. Amma müddeaa-. leyh, müddeînin bu iddiasını ikrar ederse hâkim, vediayı müddeîye vermesi için bu müddeaaleyhe emr etmez (Bahrirâik, Dürrimuhtar, Mecelle.)

37 - : Bir kimse, bir şahsın elinde bulunan bir mal için «Bu   benim idi, fülân adam benden gasb etdi.» diye iddia, o şahs da «Bu malı fülân kimse ba­na iydâ ve teslim etdi.» diye müdafaada bulunsa o magsubünminh olan kimse­nin husûmeti mün'defi olur.

Kezalik : Bir kimse, bir şahsın elindeki bir mal için «Bunu fülân mütevef­fa bana vasiyyet etdi.» diye dâva, o şahs da: «Bu mah bu müteveffa hayatın­da bana iydâ etdi.» diye iddia eylese, o musâleh olan kimsenin husûmeti ber­taraf olur. Müteveffanın vârisi veya vasisi hazır bulunmadıkça bu dâva isti-ma olunmaz (Bahrirâik.)

38 - : Vedî, mûdein dâinine hasım olmaz.

Binaenaleyh bir dâin, mûdîde olan alacağını vedîin muvacehesinde isbât edib ondaki vediadan bu alacağım istifa edemez. Böyle bir deyin dâvası, ve-dîe karşı sahih değildir. Fakat bir kimse, bir gaibin üzerine vâcib olan nafa­kasını bu gaibin emanet akçesinden almak üzere onun vedîinden dâva ve hâ­kimin emriyle ahz ve sarf edebilir (Mecelle, Ankaravî.)

39 - : Dâine borçlunun borçlusu hasım olmaz.

Binaenaleyh bir kimse, berhayat veya müteveffa bulunan bir şahsdaki alacağım o şahsın medyunu muvacehesinde isbât ederek ondan istifa edemez.

Fakat bir kimsenin bir müteveffaya aid terekede alacağı sabit olub bir şahs da zimmetinde o müteveffaya şu kadar borçlu bulunduğunu ikrar etse hâkim, bundan o müteveffanın borcunu o kimseye vermesi için bu şahsa emr edebilir (Bezzâziyye.)

40 - : Bayie müşterinin müşterisi hasım olnıaz.

Binaenaleyh bir kimse, satdığı malın semenini müşteriden almadan müş­teri bu malı o kimsenin izni olmazsızm kabz ile başka bir şahsa satıb teslim etse o kimse, bu şahsdan bu malın semenini veya semenini istifa edinceye ka­dar hapis etmek üzere o malı taleb edemez. îkinci müşteri, bayi tasdik etme­se bile birinci müşteri hazır olmadıkça aralarında husûmet carî olmaz.

Fakat bir müşteri diğer bir müşteriye hasım olabilir. Meselâ; Bir kimse, bir şahsa saldığı malı daha semenini almadan başkasına satıb teslim etse bu şans, o malı bu ikinci müşteriden «Benimdir.» diye dâva edebilir (Hindiyye,' Mecelle.)

41 - : Terekeden bir ayin dâvasında zilyed olmayan vâris, hasım olamaz. Meselâ : Bir müteveffanın terekesinden olub kablel'kısma   vârislerinden

birinin elinde bulunan bir elmas yüzüğü bir kimse: «Benim mahmdır, müte­veffaya vedia olarak verrnişdim.» diye diğer vârisden dâva etse dinlenmez, bunu ancak o züyed olan vârisden dâva edebilir. Bu takdirde bu dâvasını o vârisin inkârına mukarin beyyine ile isbât ederse bütün vârisler aleyhine hükm olunur. Fakat bunu yalnız o zilyed olan vâris ikrar ederse ikrarı ancak kendi hissesi mikdannca nafiz olur, sair vârislere sirayet etmez. Binaenaleyh onun o yüzükdeki hissesi, müddeînin olmak üzere hükm olunur (Mecelle îmâ-diyye.)

42 - : Gâsıb, bazen bayie hasım olur.

Meselâ: Bir kimse, bir malını başkasına satib da henüz teslim etmeden elinden gesb olunsa bakılır : Eğer semeni müşteriden almış veya semen mü­eccel bulunmuş ise hasım müşteridir, ve illâ bâyidir (Hindiyye.)

43 - : Vedî, vârislere hasım olur.

Meselâ : Bir müteveffanın vârisi, bir şahsın elindeki bir mal hakkında: «Bu benîm müverrisimindir, sana vedia olarak vermişdi, bana iade et.» diye dâva edebilir. Müddeaaleyh: «Bu bende vediadır.» demekle bu dâvayı defi1 edemez (Bahrirâik.)

44 - : Bir müteveffanın lehine ve aleyhine olan ayne veya deyne müteal­lik dâvalarda vârislerinden yalnız biri hasım olabilir. Meselâ: Bir müteveffa­nın bir şahsda olan alacağını vârislerinden yalnız biri dâva edebilir. Bu sabit olunca vârislerin hepsi için hükm olunur. Şu kadar var ki, dâva   eden vâris, yalnız kendi hissesini kabz eder, vekâleti haiz olmadıkça sair vârislerin hisse­lerini kabz edemez. Fakat bir de. yalnız'kendi hissesini dâva etmiş ve bunun­la hükm olunmuş olursa şâir vârislerin hakları sabit olmaz.

Kezalik : Bir kimse, bir müteveffanın terekesinden bir deyin dâva edecek olsa bunu vârislerinden yalnız biri muvacehesinde dâva edebilir. O vârisin elinde terekeden mal bulunsun bulunmasın müsavidir. Çünkü müteveffanın bir malı zuhur ederse müddeî bundan müstefid olur. Eğer bu dâva sahih ol­masa şahidleri fevt veya tegayyüb edebileceğinden hakkı zayi olabilir,

Müddeî, bu dâvasını isbât edince bütün vârisler hakkında sabit olmuş olur. Artık bu alacağı sair varisler huzurunda tekrar isbâta muhtaç olmaz. Şu kadar var ki, şâir vârisler, müddeînin bu dâvasını defe salâhiyyetli bulunur­lar (CamiüTfusûleyn.)

45 - : Terekeye aid olub vârisler beyninde taksim edilmiş olan bir   ayin hakkında her vâris, kendi hissesinde hasım olur, hazır olan vâris, gaib   olan hasım namına hasım olmaz.

46 - : Bir müteveffanın aleyhine olan ve nesebe müteallik bulunan   bir dâvada o müteveffanın gâsıbı, mûdei, medyunu, dâyîni, sülüs mikdarıyle mû-salehi veya vârisleri tarafından alacaklarını kabza tâyin edilen vekili hasım olamaz. Fakat müteveffanın bütün terekesi   hakkında mûsaleh olan,   hasım olabilir.

Meselâ : Bir kimse, bir müteveffanın bir malını gasb etmiş olan bir şahsa karşı dâva açarak o maldan alacağını isteyemez. Kezalik: Vârisler tarafından müteveffanın alacağını kabza tevkil edilmiş zata karşı o müteveffanın dâyinleri dâva açarak onun makbuzatından alacaklarını alamazlar   (Hamevî,   Ali Efendi Fetavâsı.)

47 - : Bir müstecir, diğer müstecire veya rnürtehine hasım olamaz. Şöy­le ki: Bir kimse, bir şahsın elindeki bir akar için: «Ben bunu senden evvel sa­hibinden isticar etdiğim halde o bunu sonra sana İcar ve teslim veya terhin etmiş.» diye dâva, o şahs da ondan isticar veya irtihan eylediğini ifade etse kendisinden o kimsenin husûmeti mündefi' olur.

48 - : İkraza vekil olan, müstakrize hasım olamaz.

Meselâ : Bir kimse, «Ben fulanın şu kadar parasını tarafından vekâleten sana ikraz etmişdim, onu isterim.* diye dâva etse bu dâvası mesmu olmaz (Ankaravî.)

49 - : Bir dâyin, diğer dâyine hasım olamaz.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsdaki şu kadar alacağını ondan aldıkdan sonra diğer bir zat zuhur edib. «O şahsda benim de şu kadar alacağım vardır, ondan aldığın meblâğdan bir kısmını benim borcuma mahsuben bana ver.» diye o kimseden dâva edemez.

50 - : Bir müteveffanın terekesinden bir deyin dâvası, vârislerinden yal­nız birinin huzurunda ikâme edilmekle o vâris, bu deyni ikrar veya kendisine tevcih edilen yeminden nükûl etse bu deyinden kendisinin hissesine düşen mik-dar ile mahkûm olur, yalnız onu vermesi hâkimin   hükmiyle lâzmıgelir.   Bu ikrarı şâir vârislere sirayet etmez. Muhtar olan kavi, budur. Mecelle'de de bu kabul edilmişdirt Şa'bînin, Hasen-i Basrî'nin, îmam Mâlik ile îbni Ebî Leylâ-mn, ve Süfyan-ı Sevrî'nin kavilleri böyledir. Fakat zâhirürrivâyeye göre   bu halde dâyin, deynin tamamını mukirrin terekedeki hissesinden ahz edebilir.

51 - : îrsden başka bir sebeble bir kaç kimse arasmda müşterek olan bir ayni dâvada bunlardan biri diğerinin hissesinde müddeîye hasım olamaz. Me­selâ: Bir kaç kimsenin müştereken satın aldıkları bir haneyi bir şahs   çıkıb bunlardan yalnız birinin huzurunda «Mülkümdür.» diye dâva ve isbât ile hükm istihsâl etse bu hükm, yalnız bu hazır olan şerikin hissesine inhisar eder, sa­irlerine sirayet etmez. Çünkü bir kimse, vekâleti, niyabeti veya velayeti bu­lunmadıkça başkası namına hasım olamaz (Eşbah, Hamevî.)

52 - : Irsden başka bir sebeble müşterek olan bir mal hakkında şerikler­den biri, müddeî vaziyetinde bulunsa diğer şerikleri namına da hasım olmuş. olabilir mi?. Bu meselede ihtilâf vardır. Şöyle ki: imamı   Azama göre hasım olamaz, imâmeyne göre ise olur.

Meselâ : İki kimse aralarında münasafeten müşterek olan bir malı bir şahsa satsalar bunun semenini bu iki şerikden biri o şahsdan dâva ve isbât etse imamı Azama göre yalnız kendi hissesiyle hükm olunur, diğer şerikin bu­nu ayrıca dâva ve isbât etmesi lâzımgelir, isbât edemezse şerikinin makbuzu­na ortak olur. imâmeyne göre ise tamamiyle hükm olunur, diğer şerikin dâ­vasına, isbâtına hacet kalmaz (Hâniyye.)

53 - : Nesebi dâva ve isbâtda müteveffanın vârisi, vasisi, medyunu, müs-tevdei, dâyini ve mûsalehi hasım olabilir. Bunlar müddeabîhi gerek ikrar et­sinler ve gerek etmesinler.

Vesayeti dâvada da müteveffanın vârisi, medyunu veya mûsalehi hasım olabilir.

Meselâ : Bir kimse, bir müteveffanın vârisine karşı: «Ben müteveffanın şu hususa dair vasisiyim» diye dâva edebilir (Hâniyye, Ali Efendi Fetavâsı.)

54 - : Bir müteveffadan bir mal dâva edildiği halde onun terekesi namı­na asla mal mevcud olmadığı gibi müddeî de müddeasım isbât edemese vâris­lerine yemin tevcih edilebilir mi?. Bazı fukahaya göre tevcih edilemez, bazı fukahaya göre ise adem-i ilme yemin tevcih edilir (Tekmile, Hâniyye.)

55 - : Bir müteveffanın terekesi deyne müstağrak bulunduğu takdirde ay­rıca zuhur eden bir müddeîye karşı vârislerinin ikrarları, gurema   hakkında muteber olmadığı gibi inkârları halinde de bazı fukahaya göre kendilerine ye­min tevcih edilmez (Ankaravî, Netice.)

56 - : Tarik-i âm veya bazı karyelere aid mer'a, baltalık gibi   menafii Umuma aid olan yerlerin dâvasında âmmeden yalnız birisi müddeî olabilir. Bu halde bunun dâvası dinlenerek müddeaaleyh üzerine hükm olunabilir.

Tarik-i âmmede ihdas edilib müslümanlara muzir bulunan bir şeyi müslü-manlardan her biri meni' ve refedebilir, bunda icma vardır. Fakat âmmeye muzir bulunmayan bir şeyi, imamı Azama göre müslürnanlardan her biri yine meni' ve refedebüirse de imam Muhammed'e göre onun meni hususunda yal­nız hakk-ı husumeti bulunur, hakk-ı ref'i bulunmaz. îmam Ebû Yusuf'a göre İse onun ne hakk-ı men'i ve ne de hakkı ref'i bulunmaz (Mecelle, Kefevî.)

57 - : BeytüTmâlin emvalini ce'mi ve hıfza memur olan zat, hâkim tara­fından husûmeti re'i olunmadıkça bir kimseye karşı, meselâ: Bir müteveffa­nın terekesine dair olan bir alacak dâvasında müddeî veya müddeaaleyh sıfatıyle hasım olamaz. Fakat hâkim tarafından husûmeti re'i olunursa vasi ol­mak sıfatiyle hasım olur.

Kezalik : Beytül'mâle aid hususlarda müddeî ve müddeaaleyh olmak üzere veliyyüremr tarafından memur ve tevkil edilen beytül'mâl emini, beytül'mâle aid meselelerde hem müddeî, hem de müddaaleyh olabilir (Tekmile-i Reddimuhtar.)

Kezalik : Beytül'mül emini isbât-ı veraset hususunda hasım olabilir: Bina­enaleyh zahirde vârisi bulunmayan bir müteveffanın terekesine beytül'mâl emini vaz'ı yed etmekle bir kimse zuhur ederek müteveffanın vârisi olduğunu bu eminin muvacehesinde dâva ve isbât etse verasetine hükm olunur (Ecvi-be-i Kânia.)

(Şafiî'lere göre bir kimse, bir şahsdan bir akar veya bir menkûl dâva et­mekle o şahs; «Bu mal benim değildir» veya «Bu ayin bilmediğim bir kişinin­dir.» veya «Benim çocuk veya mecnun olan oğlumundur.» veya «Bu mal fuka­raya veya fülân mescide mevkumdur, ben bunun nazırıyım.» dese esah olan kavle göre bununla o şahsdan husûmet münsarif olmaz ve o ayin de onun elin­den nez' edilmez. Belki müddeî olan o kimse, müddeaaleyh makamında bulu­nan o şahsa: «O ayni teslim etmesi kendisine lâzımgelmediğine dair yemin verdirir.» Bu halde o şahs, ikrar ederse febiha, yeminden nükûl eylerse müd­deîye yemin red olunur, yemin edince o ayne istihkakı sabit olur. Nitekim bey-yine ikâme etdiği suretde de hükm böyledir.

Müddeaaleyh, elindeki aynin beldede hazır, muayyen, muhasanıası ve tah­lifi kabil bir şahsa aid olduğunu ikrar etse o şahsa suâl olunur, bu aynin ken­disine aidiyyetini tasdik ederse husûmet onunla carî olur, tekzib ederse o mal, mukirrin elinde bırakılır, ondan husûmet münsarif olmaz. Bir kavle göre bu halde o mâl müddeîye teslim olunur. Çünkü ona ondan başka talib yokdur. Di­ğer bir kavle göre de maliki zuhur edinceye kadar onu hâkim hıfz eder.

Şâyed müddealeyh, o malın bir gaibe aiddiyetini ikrar ederse esah olan kavle göre kendisinden husûmet münsarif olur, gaibin kudümüne kadar dâva işi tevkif olunur. Fakat müddeînin beyyinesi ve gâib üzerine hükmün şartları mevcud olursa bu malın müddeîye aidiyyetine hükm olunur. Bu, gâib aleyhine kaza olduğundan müddeîye istizhâren yemin edilir. Bir kavle göre ise bu, hazır aleyhine kaza olduğundan bu yemine lüzum yokdur (Tuhfetül'muhtac.) [38]

 

Davaların Defi' Edilebilmesi :

 

58 - : Dâvalarda defi' muteberdir. Çöyle ki: Müddeaaleyh canibinden müddeînin dâvasını red edecek bir başka dâva dermeyan ve isftât edilse müd­deînin dâvası bertaraf olur.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsdan şu kadar kuruş karz cihetinden alacak hakkı olduğunu dâva etdikde o şans: «Ben onu sana ödedim.» veya «Sen beni ondan ibra etdin.» veya «Biz ondan sulh olduk.» dese bir defi' dermeyan etmiş olur.

Kezalik ; «İstediğin meblâğ, karz değildir, belki sana satmış olduğum fu-lân malın semenidir.» veya «Fülân zat kendisinde olan o kadar kuruş alacağı­mı sana havale etmişdi, sen o havale bedeli olarak onu bana verdin.» dese defide bulunmuş olur.

59 - : Şu meseleler de def-i dâva kabüindendir. Şöyle ki: Bir kimse bir şahsa hitaben: «Sen fülân zatın zimmetinde olan şu kadar kuruş alacağıma kefil olmuşdun, onu bana ver.» diye dâva etmekle o şans: «Bu meblâğı o zat sana tediye etmişdir.» diye iddiada bulunsa bir defi' irâd etmiş olur.

Kezalik : Bir kimse, bir şahsın elindeki bir mal hakkında: «Bu mal benim­dir.» diye dâva etmekle o şahs: «Bu malı fülân adam kendisinin olmak üzere benden dâva etdik dese bu malın o adama aidiyyetine şahadet etmişdin.» diye iddia eylese bu kimsenin mülkiyyet dâvasına karşı bir defi'de bulunmuş olur. Kezalik : Bir kimse, bir müteveffanın terekesinden şu kadar kuruş alacağı olduğunu vârisinin inkârına mukarrin dâva ve isbât etdikden sonra «O hakkı müteveffanın hal-i hayatında tediye etmiş olduğunu»   vârisi iddia eylese bir defi' dermeyan etmiş olur.

Kezalik : Bir kimse, bir şahsın kendisinden haksız yere şu kadar kuruş aldığını ve onun yanında bu meblâğın helak olduğunu iddia etmekle o şahs: Bu meblâğı bihakkın aldığım iddia eylese bu defi muteber olur. Binaenaleyh bu defi beyyine ile isbât edince müddeinin tazmin iddiasına mahal kalmaz (Mecelle, Camiül'füsûleyn Ali Efendi Fetavâsı.)

60 - : Def-i dâva sahih olduğu gibi bu defi dâvayı defi' de sahih olur. Meselâ : Bir kimse, bir şahsın elindeki bir mal için: «Bu mal  benimdir,

bana babamdan miras kaldı.» diye dâva, o şahs da: «Ben bu malı babandan satm aldım.» diye defi' etmekle o kimse: «Her ne kadar babam bu malı sana sattı ise de sonra siz bey'î ikâle etdiniz.» dese def-i defi'de bulunmuş olur (Hindiyye.)

61 - : Def-i dâvada bulunan müddeaaleyh, müddeî, müddeî de müddeaa­leyh vaziyetinde bulunmuş olur. Bu halde müddeaaleyh, defini isbât etdikde müddeînin dâvası bertaraf olur, isbât edemediği takdirde hâkim, müddeaaley-hin talebiyle müddeîye yemin tevcih eder, müddeî bu yeminden nükûl ederse müddeaaleyhin def-i yine sabit olur. Fakat müddeî, müddeaaleyhin iddiasının doğru olmadığına yemin ederse dâvası avdet eder, usulen hâili icab eder (Red-dül'muhtar.)

62 - : Bir kimse, bir şahsdan şu kadar meblâğ   alacak dâva   etdikde şahs: «Ben seni bu meblâğ ile fülân zatın üzerine havale etmiş, ikiniz de bu havaleyi kabul eylemiş idiniz.» diye iddia, ve bu iddiasını muhalünaleyh olan o zat da meclisde hazır olduğu halde isbât eylese müddeîyi defi1 ile mutale-besinden kurtulur.

Kezalik : Bir kimse, bir şahsdan «Sana şu kadar kuruş borç vermişdim, onu bana ver.» diye dâva etmekle o şahs: «Evet vermişdin, fakat onu fülân zata ver diye sen emr etmekle onu o zata verdim.» diye iddia ve biyyine ikâ­me etse sahih bir def ide bulunmuş olur (Bezzâziyye, îmâdiyye,)

63 - : Def-i dâva, kablel'hükm olduğu gibi bâdel'hükm de olabilir.         r Meselâ : Bir müteveffanın   vârisi, bir kimseden «O müteveffanın   senin zimmetinde şu kadar kuruş hakkı vardır.» diye dâva ve inkâra mukarrin bey yine ikâme etmekle bâdel'hükm o meblâğı ahz etse de bâdehû o kimse, bu meblâğı fülân şahs eliyle müteveffaya hal-i hayatında irsal ve teslim etmiş olduğunu dâva ve isbât eylese o meblâğı istirdad edebilir ki, bu, bâdel'hükm bir defidir (Ali Efendi Fetavâsı.)

'(Şafiî'lere göre aleyhine beyyine ikâme edilen taraf, bu beyyineyi defi' edecek bir şey ityan edeceğini söyleyerek istimhâlde bulunursa kendisine üç güa mühlet verilmesi icab eder. Fakat kendisinden kefil alınır, kendisi avam­dan veya hâkimin mezhebine muhalif kimselerden bulunursa bu ityan edile­cek şeyin neden ibaret olduğunu hâkimin istifsâl etmesi lâzımgelir. Avamdan olmayan bir müddeaaleyh ise tefsirde bulunmasa da imhâl edilebilir Tuhfe-tül'muhtac.) [39]

 

Dâvâlardaki Tenakuzlar :

 

64 - : Tenakuz, münakızın kendi nefsi için mülkiyyet dâvasına mânidir. Çünkü tenakuz, müddeinin kizbini gösterir.

Binaenaleyh bir kimse, bir mali istişrada veya istiyhabda veya istidada veya isticarda bulunduğu halde o mala malik olduğunu dâva etse bu dâvası mesmu olmaz.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsın elindeki bir kitabı satın almak isteyib de bâdehû o kitab, bu satm almak istemesinden mukaddem kendisinin mülkü ol­duğunu dâva etse tenakuza mebni bu dâvası dinlenilmez.

Kezalik : Bir kimse: «Benim fülân şahsda hiç bir hakkım yokdur.» veya «Ona karşı hiç bir dâvam yokdur.» dedikden sonra ondan hemen bir şey dâva etse mesmu olmaz. Meğer ki bâdeh» hadis bir emrden dolayı dâvada bulunsun (CamiüTfüsûleyn.)

65 - : Bir kimse, bir şahsdan: «Fülân zata vermek üzere sana vermiş ol­duğum şu kadar kuruşu o zata vermedin, elinde kaldı, getir bana iade et.» demekle o şahs, kendisine böyle bir meblâğ verildiğini inkâr edib o kimsenin bu iddiasını beyyine ile isbâtından sonra: «Evet... O zata vermek üzere bana o meblâğı vermişdin, ben de o meblâğı o zata verdim.» diye müdafaada bulun­sa bu defi, tenakuza mebni mesmu olmaz.

Kezalik : Bir kimse, bir şahsın elinde bulunan bir hane için: «Bu benim mülkümdür.» diye dâva etmekle o şans: «Evet bu hane senin idi, fakat sen onu fülân tarihde bana sattın.» diye iddia ve bu kimsenin bu satış muamele­sini külliyen inkârına kargı o şans, bu iddiasını isbât etdikden sonra o kimse: «Evet.. O haneyi o tarihde sana şatmışdım, fakat bu satış vefaen idi, veya söy­le müfsid bir şart ile yapılmişdı.» diye dâva etse mesmu olmaz (Gurer., Me--celle, Camiürfüsûleyn.)

66 - : Bir kimse, bir malın bir şahsa aidiyyetini ikrar   etdikden sonra o malın kendisine veya müvekkiline veya vasisi veya velisi   bulunduğu çocuğa aidiyyetini dâva etse dâvası sahih olmaz. Çünkü tenakuz,   mütenakızın   hem nefsine, hem de başkasına aid dâvasının sıhhatine mânidir. Meğer ki mukar-rünleh bu ikrarı red etsin veya aradan zaman geçerek  mülkiyyetin   intikâli için bir sebeb dermeyan edilsin (Hindiyye.)

67 - : Bir kimse, bir şahsı ibra-i âm ile ibra etdikden sonra kendisi   için ondan bir mal dâva etse sahih olmaz- Fakat onu bütün dâvalardan ibra etdik­den sonra başkası namına vekâleten veya vesâyeten bir mal dâva   eylese bu mesmu olur (Eşbah, Hindiyye.)

68 - : Bir kimse, bir malın başkasına aidiyyetini bilvekâle veya bilvelâye veya bilvesâye veya bittevliye dâva etdikden sonra o malın   kendisine   veya başka bir şahsa aidiyyetini dâva etse sahih olmaz. Çünkü bir kimse, kendi ma­lım husûmet zamanında başkasına izafe etmez. Şu kadar var ki, bilâhare «Bu mal fülânın idi, fakat onu sonra ondan satın aldım, veya   müvekkilim   fülân şahs satın aldı.» diye dâva ve beyyine ikâme ederse o zaman   dâvası   sahih olur.

Kezalik : Bir kimse, bir malı evvelâ kendisinin olmak üzere dâva, bâdehû başkası namına bilvekâle dâva etse sahih olur. Zira dâva vekilleri, bazen mü­vekkillerine aid şeyleri - hakkı rnutalebeleri olmak sebebiyle - kendi nefsle» rine muzâf kılarak dâvada bulunurlar (Mecelle, Ankaravî, Hâniyye.)

69 - : Bir muayyen hak iki kimseden ayrı ayrı istifa olunamıyacağı gibi böyle bir hak bir cihedden dolayı iki kimseden iddia da olunamaz.

Meselâ : Bir kimse, alacaklısına vermek üzere Zeyd'e şu kadar kuruş ver­miş olduğunu iddia ve inkârına mukarin Zeyd'e yemin tevcih etdikden sonra Zeyd hakkında bir zanna binaen dâvada bulunmuş olduğunu zu'um ederek bu meblâğı Halid'e vermiş olduğunu Halid'den dâvaya kalkışsa artık bu dâvası kabul olunmaz (Bezzâziyye.)                                                                  

70 - : Bir şahsın dâvasında tenakuz bulunacağı gibi bir şahs hükmünde bulunan vekil ile müvekkil veya vâris ile müverris gibi iki şahüin sözlerinde de tenakuz tahakkuk edebilir.

Binaenaleyh bir husûmet hakkında müvekkilin veya müverrisin dermeyan etmiş olduğu dâvasına münafi vekili veya vasisi bir dâvada bulunsa sahih ol­maz (Bahrirâik.)

71 - : Tenakuz, def-i dâvaya da mâni olur.                         

Meselâ : Bir kimse, bir şahsdan «Fülânın bana olan şu kadar meblâğ bor­cuna kefil olmuşdun, o meblâğı bana ver.» diye dâva ve bu kefaleti o şahsın inkârına mebni isbât etmekle o şahs: «Sen beni bu kefâletden ibra etmigdin.» diye müdafaada bulunsa bu def-i dâvası mesmu olmaz (Behcetül'fetava.)

72 - : Bir kimsenin aralarında tenakuz husule gelen iki dâvasından ikin­cisi merdud ise de bu, evvelki dâvasını takibine mâni olmaz. Çünkü ikinci dâ­vanın yalan olduğu anlaşıldığından dinlenemez, fakat bununla evvelki dâva­nın da yalan olduğu zahir olmaz.

Meselâ : Bir kimse, «Ben fülân müteveffanın amcası oğluyum.» diye dâva etdikden sonra: «Ben o müteveffanın kardeşiyim.» diye dâva etse bu ikinci dâvası kabul olunmaz, fakat yine o müteveffanın amcası oğlu olduğunu dâva etse kabul olunur (Dürerül'hükkâm.)

73 - : Tenakuz, hasmın tasdikiyle mürtefi' olur.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsdan evvelâ cihet-i karzdan olmak üzere bir mikdar meblâğ dâva edib de bâdehû bu meblâğın kefalet cihetinden olduğunu iddia, o gaha da bunu tasdik eylese tenakuz aradan kalkmış olur (Bezzâziyye, Mecelle)

74 - : Tenakuz, hâkimin tekzibiyle de mürtefi' olur.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsın elindeki bir mal hakkında «Bu mal benim­dir.» diye dâva, o şahs da «Bu mal fülân zatın idi, ben bunu ondan satın aldım.» diye bu dâvayı inkâr etmekle o kimse, beyyine ikâme ederek bu malı hükmen zabt etse, o şahs bu malın semeniyle bunu kendisine satmış olan zata rücu edebilir. Her ne kadar bu malın fülân zata aidiyyetini evvelâ ikrar etmesiyle sonra ki rücuu arasında tenakuz var ise de bu ikrarı hâkimin hükmiyle tekzib edildiğinden tenakuz mürtefi' olmuşdur.

Kezalik : Bir kimse, bir şahsa karşı, medyunu tarafından şu kadar meb­lâğa kefil olduğunu iddia ve o şahsın inkârına mebni bu kefaleti hâkimin hu­zurunda beyyine ile isbât ve mekfûlünbih olan meblâğı ondan ahz etse o şahs da medyuna karşı onun emriyle kefaletini biliddia isbâta kalkışsa kabul olu­nur ve o meblâğ ile medyuna rücu edebilir. Çünkü kefil olmadığına dair sözü hâkimin hükmiyle seran tekzib edilmişdir (Bezzâziyye.)

Kezalik : Bir kimse, «Müverrisimin sende fülân cihetden şu kadar meblâğ  vardır.» diye bir şahsdan dâva, o şahs da bu meblâğı   müteveffanın vasisine verdiğini bu kimse ile o vasinin İnkârlarına rnukarin idi, isbât ve hüküm istihsâl eylese bu kimse o meblâğı vasiden İsteyebilir (Hamevî.)

75 - : Tenakuz, mahalli hefada mafüvdür, dâvanın sıhhatine mâni olmaz. Meselâ : Bir kimse, bir haneyi isticar etdikden sonra: «Ben   çocuk iken

babam bu haneyi benim İçin satın almış, isticar ederken bundan haberim yok İdi.» diye mucirden dâvada ve bu babda bir kıt'a sened ibraz etse dâvası mes-mu olur. Çünkü bunda müddeinin mazereti zahirdir.

Kezalik : Bir kimse, bir haneyi isticar etdikden sonra «O hanenin kendisi­ne vaktiyle babasından irsen intikâl etmiş olduğuna vâkıf olsa bunu mucirden dâvası mesmu olur (Tatarhâniyye, Camiül'füsûleyn.)

Kezalik : Bir müteveffanın vârisleri, zevcesine hisseyi irsiyye verdikden sonra müteveffanın bu kadım kablelvefat hal-i sıhhatinde bâinen boşarnış ol­duğunu iddia ve isbât etseler vermiş oldukları hisse-i irsiyyeyi'ondan istirdad edebilirler (Netice.)

Kezalik : Bir kadın, kocasiyle bir bedel üzerine muhalea oldukdan sonra kocasının kendisini daha evvel üç talâk ile boşamış olduğuna beyyine ikâme etse kabul olunur.

Kezalik : Bir vasi, terekeden bir malı bilvesâye satdıkdan sonra bunu gabni fahiş ile satmış olduğunu iddia etse mesmu olur. Çünkü o malın fiatı kendisince meçhul bulunmuş olabilir (Dürerürhükkâm.)

76 - : Bir müteveffanın terekesini taksime birriza mübaşeret, maksumun, müşterek, yani: Terekeden olduğunu ikrardır. Binaenaleyh bu taksimden son­ra «Şu taksim edilen mal benimdir.» diye dâva bir tenakuzdur.

Meselâ : İki kardeş, babalarının terekesini aralarında takdim etdikden sonra birisi, «Şu böldüğümüz eşyadan fülân şey benimdir, ben onu babamdan satın almışdım, veya babam onu bana hibe ve teslim etmişdi.» diye iddia etse mesmu olmaz. Fakat «Ben çocuk iken babam onu bana vermiş, taksim vak­tinde bilmiyordum.»derse mazur sayılarak dâvası dinlenir (Bezzâziyye.)

Kezalik : Terekeyi taksime mübaşeret, müteveffadan alacak dâvasına mâni olmaz.

Meselâ : Vârisler terekeyi aralarında taksim etdikden sonra içlerinden birisi: Müteveffada şu kadar meblâğ atacağım vardır.» diye dâva edebilir. Bu halde diğer vârisler bu alacağı kabul edib hisselerine göre verirlerse yapdık-ları kısmet bozulmaz, aksi takdirde bozulur, içlerinden birisi kendi hissesini satmış olsa bu satış muamelesi de bozulur (Dürrimuhtar, Reddimuhtar.)

77 - : Mütenakız görülen iki sözün tevfiki mümkün olub da müddeî veya müddeaaleyh dahi tevfik ederse tenakuz mürtefi olur.

Meselâ ; Bir kimse, bir hanede müstecir veya müsteir olduğunu ikrar et­miş iken «Bu hane benimdir.» diye dâva etse mesmu olmaz. Fakai «müstecir veya müsteir idim, sonra sahibinden satın aldım.» diye sözlerinin beynini telif ederse dâvası dinlenir.

Kezalik : Bir kimse, kendisinden dâva edilen şu kadar borç para hakkın­da: «Ben Öyle bir meblâğ almadım.» diye inkâr ve dâyinin isbâtı üzerine: «Ben o meblağı tediye etdim, veya dâyin beni ondan ibra etmişdir» diye dâva eyle­se mesmu olmaz. Fakat böyle bir alacak iddiasına karşı: «Benim müddeîye hiç borcum yokdur.» deyib de müddeinin beyyine ikamesi üzerine: «Evet o kadar borcum var idi, fakat ben onu tediye etdim, veya dâyin beni ondan ibra etdi.» diye dâva etse mesmu olur-

Mücerred imkân-ı tevfik ile tenakuz mürtefi olmaz. Esah olan kavi, budur (Mecelle, Reddimuhtar tekmilesi.)

78 - : Bir kimse, kendisine verildiği iddia edilen   vediayı inkâr ile «Bana böyle bir şey iydâ edilmemişdir.» dedikden sonra müddeî iydâı isbât etmekle o kimse, «Ben onu mûdiine red ve teslim etmiş bulunuyorum.» diye iddia ey-îese mesmu olmaz. Vediayı mevcud ise aynen red eder, müstehlek ise kıymeti­ni zâmin olur. Burada tenakuz, def-i dâvaya mâni olmuşdur.

Fakat böyle bir dâvaya karşı: «Müddeinin bende Öyle bir vediası yokdur.» diye inkâr ve müddeinin beyyine ikâme etmesinden sonra: «Evet.. Müddeinin bende öyle bir vediası var idi, amma ben onu ona red ve teslim etmişdim.» diye iddia ederse bu iddiası mesmu olur (Hülâsa, Bezzâziyye.)

79 - : Bir kimse, bir akdin, meselâ: Bir beyi ve şirânın kat-î ve sahih bir suretde kendisinden sâdir olduğunu ikrar ederek bu ikrarı muanven ve mer-sûm senede rabt olundukdan sonra dönüb de bu akdin vefaen veya fâsiden ya­pılmış olduğunu iddia etse dâvası dinlenilmez.

Kezaiik : Bir kimse, bir şahs ile bir hususa dair sulh olub bunun sahih bir suretde akd edildiğini hâkimin huzurunda ikrar ederek bu ikrarı bir senede rabt olundukdan sonra şöyle bir şart ile yapılmış olduğunu iddia etse dâvası mesmu olmaz. Çünkü dâvasına münakız bir ikrarı sebk etmişdir. Bîr şeyin kendisine münakız ve münafî olan bir şey ile beraber bulunması ise müstehil-dir (Bedâyî, Ankaravî.)

80 - : Bîr kimse, bir malı, kendi mülkü olmak üzere bir şahsın huzurunda birisine satdığı veya vakf etdiği veya başkasına hibe ve teslim eylediği halde o şahs, sükût edib de bilâhare «O mal benimdir.» diye dâvaya kalkışsa bakılır: Eğer o şahs, o kimsenin akribasından ise veya aralarında   zevciyyet mevcud ise bu dâvası dinlenmez, onun bu sükûtu, o kimsenin mülkiyyet iddiasını tas­dik sayıhr. Fakat o §ahs, yabancı ise mücerred bu sükûtu dâvasına mani ol­maz, belki müşterinin mebide malikâne tasarrufatda   bulunmasını, meselâ: Bina yapmasını veya ağaç   dikmesini veya yıkmasını   gördüğü halde sükût ederse bâdehû: «Bu benimdir, veya benim bunda hissem vardır-»   diye vuku bulacak dâvası mesmu olmaz. Akriba arasında fâsid tamalar ve telbis şübhesi daha ziyade olduğundan onların mücer'"ed sükûtları kâfidir. Ecnebilerin birbiri malları hakkında tamaları ise binnîsbe nadir olduğundan bunlarda tez­vir cihetini tercih edecek bir müreccih lâ*ımdır ki- ° da müşterinin bir müd­det tasarruf-i müllâk ile tasarruf etmesidir- Tasarruf-ı müllâk ise bir mülkde yalnız mal sahibinin yapması caiz ve salih olan tasarrufdır (Dürrimuhtar, Hiz&netUl'mÜfttn.)

81 - : Beyyinelerin tearuzu, dâvanın istimaına mâni olur.

Meselâ : Bir kimse: «Ben fülân meyyitin amcası oğluyum.» diye irs dâva­sına kıyam ve bu meyyitin nesebini ceddi'»e kadar beyan ederek beyyine ikâ­me etdiği gibi bu iddiayı münkir olan müddeaaleyh de: «O meyyitin ceddi fü-lândır, müddeinin iddia etdiği sahs değildir.» diye beyyine ikâme eylese bakı­lır: Eğer hâkim, müddeinin beyyinesiyle hükm etmiş ise artık bu nafiz olur, müddeaaleyhm define iltifat plunmaz. Fa^at henüz hükm etmemiş ise artık hâkim, müddeinin de, müddeaaleyhin de beyyinesiyle hükm edemez. Çünkü aralarında tearuz bulunmuş, biri evvelce hâkimin hükmiyle tekavvi etmemiş-dir (Muhit, Hindiyye.)

82 - : Mütenakızm tenakuzu, müşariKine sirayet etmez.

Meselâ : Bir kimse, bir malı iştira etdikden sonra: «Bu benim müteveffa babamın malıdır.» diye dâva etse mesmu almaz. Fakat onun kardeşi: «Bu ma­lın müteveffa babasından kendisiyle müd^eiye mevrûs olduğunu» iddiada bu­lunsa bu malın yarısı hakkında dâvası misimi olur (Hindiyye.)

83 - : Tenakuz, übüvvet, ve bünüv hakkındaki neseb dâvasına   mâni olmaz.

Meselâ : Bir kimse: «Oğlumdur.a. diye bir şahsdan nafaka dâva etdiği hal­de o şahs bunun oğlu olduğunu inkâr etse de bâdehû onun oğlu olduğunu iddia ve isbât eylese terekesine vâris olur.

Kezaîik : Bir kimse, bir vakfın evlâdından olmadığını ikrar etse de bilâ­hare onun evlâdından olduğunu dâva ve isbât ederek evlâdına meşrut; olan vakfından hisse alabilir. Çünkü neseb, hefa olduğundan buna evvelce muttali olmamış olması melhuzdur (Hin'üyye. CamiüTicareteyn, Ali Efendi Fetavâsı.) [40]

 

(İKİNCİ BÖLÜM)

 

DÂVALARA DAİR BİR KISIM MESELELER HAKKINDADIR.

 

İÇİNDEKİLER : Dâvalarda huzurları şart olub olmayanlar. Düyuna, men-kûlâta, akarâte müteallik dâvalar Mürûr-ı zamanın nevileri, müddetleri. Mü­rur zamana dair kısım meseleler. [41]

 

Davalarda Huzurları Şart Olub Olmayanlar :

 

84 - : Vediayı vedîden, müstearı müsteirden, mecuru müstecirden, mer-hunu mürtehinden, magsubu gâsıbdan dâva vaktinde vedî ile mûdein, müsteir ile mûirin, müstecir ile mu'cirin, mürtehin ile rahmin, gâsıb ile magsûbünmin-hin muhakeme meclisinde birlikde hazır bulunmaları şartdır. Çünkü bunlardan birisi zilyed, diğeri ise malikdir.

Bu meselelere fukaha-i kiram arasında «Mesâil-i muhammese» adı veril-mişdir.

Fakat vedia veya müstear veya mecur veya merhun olan mal gasb olun­sa bunları yalnız mûda, müsteir, müstecir ve mürtehin gâsıbdan dâva edebi­lir.

Çünkü bu mal, bunların elinden gasb edilmişdir. Ve bu malın hıfzına veya veya menfaatine bunlar malikdirler. Bu malın asıl malikinin mahkemede hu? zuru lâzımgelmez ve bunlar hazır olmadıkça bu malı yalnız asıl maliki dâva edemez (Hulâsa, Ankaravî.)

85 - : Müddeabih henüz süd emer bir halde bulunmayan bir çocuğun mü-bâşeretiyle meydana gelmiş bir hak olsa velisi   veya vasisi ile beraber o ço­cuğun da muhakeme esnasında huzuru lâzımdır ki, dâvada ve şahadetde ona igaret edilsin.

Meselâ : Bir kimse, bir malını bir çocuğun itlaf etdiğini velisinden dâva etse muhakemede o çocuğun da bulunması iktiza ecîer.

Fakat çocuğun böyle mübaşereti bulunmazsa mahkemde huzuru şart ol­maz. (Bahrirâik.)

86 - : Ehalileri gayrı mahsur olan iki karye beyninde nehir,   mer'a gibi menfaatleri müşterek şeyleri dâvada iki tarafdan bazılarının huzuru kâfidir. Amma ehalileri kavm-i mahsur olduğu suretde bazılarının huzuru kâfi olrnayıb cümlesinin yahud taraflarından vekillerinin huzuru lâzımdır. Çünkü bunların mikdarı az olduğundan hepsinin hazır bulunmasında o kadar   meşakkat yokdur.

Yüzden ziyade olan bir karye ahalisi, kavm-i gayr-ı mahsur sayılır. Velev ki, bazıları çocuk veya mecnun bulunmuş olsun (Kadıhan, Mecelle.) [42]

 

Düyuna Menkülâta, Akarate Müteallik Dâvalar

 

87 - : Müddeabih, gerek nükûddan ve gerek arpa, buğday gibi sair mis-liyyatdan olsun deyin olunca onun cinsini, vasfını ve mikdarını beyan etmek müddei iğin lâzım gelir. Meselâ: Altından veya gümüşden diye cinsini, Türk sikkesi veya Fransız sikkesi diye nev'ini, hâlis veya mağşuş sikke diye vasfım, şu kadar diye mikdarını beyan eylemesi icab eder.

Fakat «Şu kadar kuruş» diye iddiada bulunsa dâvası sahih olub but belde­nin örfünde mahud olan kuruşa masruf bulunur,

88 - : Deyin olan müddeabih, sikke halinde bulunan gümüş para olub da gışşi galib bulunsa bakılır: Eğer tartmak suretiyle muamele carî ise dâvada nev'ini, vasfım veznen mikdarını zikr etmek lâzımgelir. Fakat adeden alınıb veriimekde ise yalnız adedini zikr etmek kifayet eder, on aded yüzlük   Türk gümüş, lirası gibi.

89 - Müddeabih, menkûlâtdan bir ayin olunca bakılır:   Eğer muhakeme meclisinde hazır ise müddeî ona eliyle işaret ederek: «îşte bu benimdir, veya: Müvekkilim fülânındır, bu kimse buna haksız yere el koymakda bulunmuşdur, bunun alıver ilmesini isterim.» diye dâva eder. Ve eğer hazır olmayıb masraf­sız celb ve ihzarı mümkün ise hükm meclisine celb edilir, tâ ki dâvada ve şa-hadetde veya yeminde ona - yukarıdaki veçhile - işaret olunsun. Fakat mas­rafsız ihzarı mümkün değilse veya telef olmuş ise müddeî onu tarif ve kıyme­tini beyan eder. Kezalik: Satılıb teslim edilmiş olan bir menkûlün semenim dâ­vada da o menkûlün meclisi hükme ihrazı veya vasfının beyanı şart değildir (Hindiyye.)

90 - : Müddeabih, bir yığın buğday, bir sürü koyun gibi ihzarı müteazzir olursa hâkim, eminini gönderir, onun yanında bunlara müddeî tarafından işa­ret olunarak dâva açılır. Bunlar telef olmuş oldukları takdirde   kıymetlerinin zikriyle iktifa olunur.

Bir de müddeaaîeyh, müddeinin dâva etdiği şeyi ikrar ederek kendisinde bulunduğunu söylerse mahkemeye ihzarına hacet kalmaz, onu müddeiye ver­mesine emr olunur (Mecelle, Dürrimuhtar.)

91 - : Gasb, rehn, meçhulü ikrar veya ibra veya vasiyyet   dâvalarında müddeabihin kıymetini, mikdarını beyan lâzjmgelmez.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsa   karşı: «Bu benim bir zümrüd  yüzüğümü gasb etdi.» deyib de kıymetini beyan etmese ve hattâ kıymetini bilmem dese bile dâvası sahih olur. Bu halde müddeaaîeyh tahlif veya beyana cebr olunur (Reddimuhtar.)

92 - : Bir kimse, bir şahsdan cinsleri, nevileri, sıfatları muhtelif olan ve meclisde hazır bulunmayan bir takım ayan iddiasında bulunsa bakılır:    Eğer bu muhtelif şeyler, misliyaddan ise misillerinin beyanı iktiza eder, kıymetleri­nin beyam lâzım gelmez. Ve eğer kıyemiyyatdan iseler bunların mecmununu kıymetini zikr etse kifayet eder, her birinin kıymetini başka başka tâyin etme­si lâzım gelmez, bunların hepsine birden bir beyyine ikâme edilir veya müdde-aleyhe bunların hepsi hakkında birden yemin verdirilir.

Fakat müstehlek bir şeyin kıymeti iddia edilse bunun cinsini, nev'ini, dâ­vada ve şahadetde beyan lâzımgelir. Tâ ki hâkim, ne ile hükm edeceğim bil­sin (Dürrimuhtar.)

93 - : Müddeabih akar olunca ona müddeaaleyhin haksız yere vaziül'yed olduğunu ve ondan istirdad edilmesini dâvada beyan etmek ve o akarın belde­sini, karyesini veya mahallesini ve sokağını ve hudud-ı erbaâsım veya selâse-sini ve bu hududun sahibleri var ise onların ve babalariyle dedelerinin isimle­rini dâva ve şahadet vaktinde zikr eylemek lâzımdır. Fakat meşhur ve maruf olan bîr zatın yalnız isim ve şöhretini zikr etmek kâfidir. Bununla maksud hâ­sıl olur, babasiyle dedesinin isimlerini zikre hacet yokdur.

Kezalik : O akar eğer şöhretine mebni hududunu zikrden müstağni ise dâ­vada ve şahadetde hududunu zikr etmek şart değildir. Bu, imâmeyne güredir-îmamı Azama göre meşhur olsa da tahdid lâzımdır.

Bir de müddei, şu senedde hududu yazılı akar benim mülkümdür.»   diye. dâva, şahidler de: «Bu senedde hududu yazılı akar bu müddeinindir.» diye §a-hadetde bulunsa dâva ve şahadet sahih olur (Dürer., Ankaravî.)

94 - : Şahidler, müddeabih akan aynen bilirler ise tahdide hacet kalmaz, akarın bulunduğu mahalde o akara işaret ve hududunu irae etmek   suretiyle şahadet ederler. Söyle ki: Hâkim, şahidler ile beraber iki eminini   gönderir, şahitler, o eminlere akarın hudud-ı erbaâsım işaretle   gösterirler, müddeinin mülkü olduğuna şahadet ederler. Eminler de onun hududunu komşulardan öğ­renerek hâkime bildirirler (Hâniyye.)

95 - : Şahidler, müddeabih akarın hududunu beyan   etmeksizin şahadet edib müddei ile müddeaaîeyh de dâva edilen akarın şahadet edilen akar oldu­ğunu tasdik eyleseler bu şahadet kabul olunur.

Kezalik : Bir kimse, bir şahsın elindeki bir akarı.» «Bu benim mülkum-dür.» diye dâva, sonra «Bu akar benim mülküm olduğunu müddeaaîeyh de ik­rar etmişdir.» diye iddia edib bu ikrarı beyyine ile isbât eylese kabul olunur. Velev ki müddei de, şahidleri de o akarın hududunu beyan etmesinler. Bir de bir akarın semeni dâvada beyan şart değildir (Reddimuhtar, Dürerül'hükkâm.)

96 - : Akar dâvasında   bulunan kimse, o akara aid hudud   sahihlerinin isimlerim bilmese de dâvası sahilidir, bunları Öğrenib dâvasına devam edebi­lir. Sahiciler de hududu sika kimselerden sorarak Öğrenib şahadetde bulunur­lar. Hududun sahihleri yok ise sair suretle tarif edilmesi lâzımgelir. Meselâ müddeabihin çevresinde yol, hendek, sur, makbere arazi-i memleket gibi ne var ise onlar beyan olunur (Bahrirâik.)

97 - : Müddeî, dâva etdiği akarın hududunu beyanda isabet edib de onun zira, veya dönüm itibariyle mikdarını eksik veya ziyade söylese bu, dâvasının sıhhatine mâni olmaz. Çünkü bu hilaf, tevfika muhtemeldir ve esasen bir aka­rın tâyini için zira' veya dönümü beyana ihtiyaç yokdur (Hindiyye, Kadıhan-)

98 - : Müddeabih akarın hudud-ı selâsesi zikredilince hudud-i erbaası zikr edilmiş gibi olur. Çünkü ekser için hükm-î kül vardır. Bu takdirde dördüncü sınır = Had, üçüncü sınırın hizasından istikamet üzere birinci sınırın mebde­ine müntehi oluncaya kadar olan mesafe itibar olunur (Bahrirâik.)

Fakat dördüncü sınırı müddeî veya şahidler yanlış beyan etseler dâva ve gahadet sahih olmaz. Zira had ile müddeabih ihtilâf eder (Zeyleî.)

99 - : Müddeabih, ayin olduğu takdirde gerek menkûl ve gerek akar ol­sun müddeî tarafından mülkiyyetin sebebini beyan etmek lâzım değildir. Bel­ki: «Bu mal benimdir.» diye mutlak mülk iddiasında bulunması sahihdir. Fa­kat deyin olduğu takdirde bunun sebebi ve ciheti müddeîden sorulur, yani: Bu deyin, mebün semeni midir, yoksa bir ücret midir, veya karz, gasb gibi başka bir cihetden dolayı bir borç mudur» diye istizah edilir. Çünkü bunların   lâzi­mül'edâ bir borç olub olmadığı ve lâzimül'edâ olanların nerede teslim edilece­ği sebeblerinin bilinmesine mütevakkıfdır.

Bazı fukahaya göre deyin dâvası, sebebi beyan olunmasa da sahihdir, hâ­kim bu sebebi beyan için müddeîye cebr edemez. Çünkü müddeî bu sebebi be­yandan bazan hicab edebilir, veya bu sebebi beyan, müddeî için meşakkati mucib olur (Bahrirâik.)

Bu suretde müddeaaleyh, «iddia edilen deynin hamr veya meyie semeni­dir, veya henüz kabz etmediğim füîân mebün bedelidir.» deyib müddeî de bu sebebi tekzib etse îmamı Azama göre müddeaaleyh, müddeabihi ikrar etmiş olur. tmâmeyne göre eğer müddeaaleyh, bu sebebi müddeabihi ikrardan son­ra mefsûlen dermeyan ederse ikrar etmiş olur, fakat ikrarına mefsûlen söy­lerse asıl müddeabihi ikrar etmiş sayılmaz. Nitekim evvelâ sebebi beyan ede­rek: Sen bana meyteyi o istediğin alacak mukabilinde satdın dediği suretde de ikrar etmiş olma? (Dürerül'hükkâm.)

100 - : Mücerred ikrara istinaden bir hak dâvası sahih değildir.   Çünkü mücerred ikrar, sebeb-i mülk ve nâkıl-i mülk olmaz, ikrarın hükmü, mukar-rünbihin zuhurudur, yoksa bidayeten isbâtı değildir. Maamafih ikrarın kîzbe de ihtimâli vardır. Bunun içindir-ki hilaf-ı hakikat olarak ikrar edilen bir malı mücerred bu ikrara mebni mukarrünlehin alması helâl olmaz.

Binaenaleyh müddeî, müddeaaleyhin mücerred ikrarını sebeb tutarak on­dan ikrar etdiği şeyi dâva etse, meselâ: «Bu mal benimdir, çünkü bu mala vaz-ı yed eden şu kimse, bu mal benim olduğunu ikrar etmişdir» dese bu dâ­vası dinlenmez. Müftabih olan kavi budur.

Kezalik : Müddeî : «Bu kimse, cihet-i karzdan bana şu kadar kuruş borcu olduğunu ikrar etmiş olduğu için kendisinde o kadar alacağım vardır, iste­rim.» dese dâvası mesmu olmaz. Ve bu kimse, böyle ikrarda bulunmamış ol­duğuna dair tahlif edilmez. Ancak mal üzerine tahlif edilir.

Fakat müddeî, «Benim bu müddeaaleyhde cihet-i karzdan şu kadar kuruş alacağım vardır, veya bunun elindeki şu mal benimdir, hattâ bunu bu müdde­aaleyh de ikrar etmişdi.» diye dâva etse dinlenilir (Fusûl-i îmâdî, Dürer.)

101- : Bir dâvayı defi için ikrara istinad sahihdir. Şöyle ki: Müddeaa­leyh: «Kendisinde müddeinin bir hakkı olmadığını, veya müddeabihin kendisi­ne aidiyyetini müddeinin ikrar eylemiş olduğuna beyyine ikâme eylese bu bey-yinesi istima olunur (Hindiyye.)

Kezalik : Şahidler, mücerred İkrara şahadet edebilirler, «Müddeabih müd­deinin mülküdüf, hattâ müddeaaleyh ikrar dahi etmişdi.»   demelerine   hacet yokdur (Minhetül'hâk.)

Münakehâta, müfârekata, cezalara, vasiyyetlere, vakıflara, verasetlere, beyi ve şira gibi muamelelere aid dâvalar için bunlara mahsus mebhaslere müracaat edilmesi!.. [43]

 

Mürur! Zamanin Nevileri, Müddetler :

 

102 - : Mürûr-ı zaman, iki nevidir. Bir nev'i, hükm-i ictihad'dir ki, bunun müddeti otuz altı senedir. Bu kadar müddet terk edilen bir dâva artık dinlene-mez. Bir dâvayı ikâmeye iktidar mevcud iken bu kadar müddet bilâ Özür terk etmek, adem-i hakka delâlet eder.

ikinci nev'i, veliyyül'emrin tâyin etdiği mürur-ı zamandır ki, müddetleri on sene, on beş sene gibi muhtelif olabilir. Artık böyle bir müddet terk edilen bir hakka aid dâvayı dinlemekden hâkimler memnu bulunur. Maamafih böyle bir dâvayı İstimadan bir hâkim menedildiği halde diğer bir hâkim menedilme-yebilir- Bir de bir veliyyülemrin mürur-ı zamandan dolayı bir kısım dâvaları dinlemekden hâkimleri men'i, onun vefatiyle nihayet bulur, halefi olan veliy-yül'emr tarafından da bu meni' kabul edilmezse hâkimler bu dâvaları dinle­yebilirler (Reddimuhtar.)

Mürur-ı zaman için tâyin edilen müddetler, tezvir ihtimâlini meni' için ve-Uyyüi'emr tarafından tensib edilen zamanlardır.

103 - : Bir dâvayı mürur-ı zamana mebni hâkimlerin   istimadan memnu olması, hâkimlerin istimama mâni değildir. Binaenaleyh iki tarafın birriza tâ­yin edeceği hakem, meselâ: On beş seneden beri terk edilmiş olan bir dâvayı hâl ve fasi etse caiz ve hükmü nafiz olur. (Hamevi.) Bu hususda hâkim de ha­kem tâyin edilebilir.

104 - : Vaktiyle Türkiye'de Mecelle ile ve arazi ve tapu kamınlariyle isti-maı menedilmiş olan dâvalar şunlardır :

(1) : Hakkında mürur-ı zaman tahakkuk eden dâvalar. Bunlara dair ileri­de tafsilât verüecekdir.

(2) : Gayrı menkûl mallara aid muvazaa ve nam-ı müstear dâvaları.

(3) : Tapu dairelerinde alım satımı resmen yapılmayan akarlara aid beyi ve şira dâvaları. Bu memnuiyyet tarihi: (27 Cemâzielahire, sene 1320 ve   17 Eylül, sene 1318.)

(4)  : Senedlerde münderic oimayan rehn, gart, vefa ve istiğlâl dâvaları. Bu memnuiyyetin tarihi: (28 Receb, sene 1291 ve 28 Ağustos 1290.)

(5) : Erazi-i erniriyyenm tapuda münderic bulunmayan beslemek şartiyle ferağına dair dâvalar. Bu memnuiyyet tarihi: (18 Sefer, sene 1306 ve 12 Teş­rinievvel, sene 1304.)

(6) : Mevkuf müsteğallâtın senedinde münderic   bulunmayan   beslemek gartiyle meccânen^ ferağlarına dâir dâvalar.

(7) : Tapu senedinde yazılı bulunmayan vefaen ferağ dâvaları Memnuiy­yet tarihi: (26 Sefer, sene 1278).

(8)  ; Arazi Kanunu mucebince ferağından itibaren beş sene geçmiş   olan bir gaynmenkûle aid halit ve şerike aid hakk-ı rüchan dâvaları.

(9) : Arazi Kanununa göre üzerinde başkasının mülk ebniyye veya eşcan bulunub mutasarrıfı tarafından ahere ferağ olunan arazi   hakkında on sene sonca ebniyye ve eşcar sahiblerinin hakkı rüchan dâvaları.

(10) : Başka karye ahalisine ferağ edilib üzerinden bir sene mürur etmiş; Olan arazi hakkındaki dâvalar. Şöyle ki: Bir kimse, bir köy hududu dahilinde mutasarrıf olduğu arazisini başka bir köy ahalisinden birine fariğ olsa, bu ara­zinin bulunduğu köy ahalisinden yere ihtiyacı bulunanlar, bu araziyi bedel-i mis Üyle tefriğ etmek için bir seneye kadar dâva   edebilirlerse de badehu   dâva edemezler

(11) : Mahlûl olan arazi-i emiriyye üzerinde mülk ebniyye veya eşcan bu­lunan kimselere on sene sonra vuku bulacak hakk-ı tapu dâvaları. Bunlar için sabit olan tapu hakkı, bu müddetin mürûriyle sâkit olur.

(12) : Mahlûl olan arazi de halit ve şerik için sabit olub üzerinden beş sene mürur eden hakk-ı tapu dâvaları.

(13) : Mahlûl arazi-i erniriyyede yere zarureti olanlar için sabit olub üze­rinden bir sene geçen hakk-ı tapu dâvaları.

(14) : Borç verilen paralara aid senevi yüzde dokuzdan ziyade ribhi mül-eem dâvaları.

(15) : Mütevefflarm vârisleri arasında bulunub da henüz on beş yaşlarını ikmâl etmemiş olanların baliğ olduklarına dair olan dâvaları. Bunları dinle-mekden hâkimler memnudurlar.

105 - : Mürûr-ı zamanın mebdei, hakkın ilk sübûtu ânıdır. Yani: mürûj-ı zaman, müddeinin müddeaaîeyhi iddiaya salâhiyyeddar olduğu tarihden mute­ber olur. Çünkü bir dâvayı terk, mutalebe hakkının sübûtundan sonratahâk-kuk eder. Müntehası da hâkimin huzurunda dâva ikâme edildiği gündür.

Binaenaleyh müeccel olan bir alacak hakkında mürûr-ı zaman, tecil müd­detinin hitamından itibaren başlar. Zira bu müddetin hitamından evvel müd­deinin bunu dâva ve mutalebeye salâhiyyeti yokdur.

Meselâ : Bir kimse, bir malını bir şahsa semeni beş sene müeccel olmak üzere satmış bulunsa bu satış tarihinden on beş sene sonra da bu semeni on­dan dâva edebilir. Çünkü dâvaya salâhiyyet tarihinden itibaren henüz on sene geçmiş olur.

106  - : Müeccel bir mehre aid dâvada mürûr-ı zaman, ya talâk vaktinden veya zevç ile zevceden birinin vefatı tarihinden başlar. Çünkü bu mehr,   ya talâk veya vefat ile teaccül eder (Mecelle, Reddimuhtar.)

107 - : Müflis olan bir kimseden alacak dâvasında mürûr-ı zaman, iflâsın zevali tarihinden başlar. Bu halde dâva, medyunun işarından dolayı tehir edil­miş, olur.

Binaenaleyh medyun on beş seneden beri mütemadiyen müflis olub bade-hû kesb-i yesâr etse dâin: «Senin zimmetinde on beş sene mukaddem fülân cı-hetden şu kadar meblâğ alacağım vardır, şimdiye kadar müflis bulunduğun için dâva edemedim, şimdi borcunu vermeğe kudretin olmakla hakkımı ver.» diye dâva etse, istima olunur (Mecelle, Reddimuhtar)

108 - : Mürûr-ı zamanda muteber olan sene, sene-i kameriyyedir, sene-i şemsiyye değildir, velev ki bir vesikada, meselâ: Borca aid senedde   yalnız sene-i şemsiyye yazılmış, bulunsun.   .

109 - : Müddeabihin hüküm altına alınmış bulunması, mürûr-ı zaman vu­kuuna mâni değildir. Binaenaleyh bir kimse, bir alacağım taht-ı hükme aldır­mış olsa da bu hüküm tarihinden itibaren on beş sene taleb   etmese ve ilâmı mevki-i icraya vazı' etdirmese mürûr-ı zaman vâki olur.

Mürûr-ı zaman hakkındaki bir beyyine ise, mürûr-ı zaman bulunmadığına dair olan beyyineye tercih olunur. Beyyine bulunmadığı takdirde mürûr-ı za­manı inkâr edene yemin tevcih edilebilir mi?. Bu husus hakkında bir sarahat görülmemişdir. Fakat kavaid-i umûmiyyeye nazaran yemin tevcih edilebile-cekdir (Hindiyye, Dürerül'hükkâm.) [44]

 

Mürür-İ Zamana Dair Bir Kısım Meseleler :

 

110 - : Asl-ı vakf hakkında mütevellinin veya mürtezikanın dâvaları otuz altı seneye kadar dinlenir, bu müddetden sonra mesmu olmaz. Meğer ki dâva­ya bir mâni bulunmuş olsun.

Meselâ : Bir kimse, bir akara mülkiyyet üzere otuz altı sene mutasarrıf olsa bundan sonra bir vakfın mütevellisi: «O akar benim vakfımın müstegallâ-tındandır.» diye dâva etse mesmu olmaz. Bu dâvanın böyle uzun bir müddet bilâ mâni terk edilmesi hakkın ademine zahiren delâlet eder, artık bu dâva hukuk bakımından dinlenemez, velev ki dinlenmesi için veliyyüTemr tarafın­dan bir emir sâdir olsun. Tezvirata meydan verilmemesi için bunun dinlenme­mesi mukteza-i maslahatdır (Reddimuhtar.)

111 - : Nükûd-ı mevkuf enin aslına müteâllik dâvalarda da mürûr-ı zaman müddeti otuz altı senedir. Bu nükûdun ribhine aid   dâvalarda ise bu müddet, on beş senedir.

112 - : Tevliyyet ve gailesi, batınen bade batnin evlâda meşrut bir vakfa dair ikinci batmda bulunan evlâdın dâvalarında mürûr-ı zaman, ancak birinci batnin inkırazı tarihinden başlar.

Meselâ : Bir kimse, böyle bir vakfı birinci batındaki evlâdın zamanında on beş, yirmi sene bilâ dâva zabt etmiş bulunsa bile ikinci batına gelince bun­ların zamanında bilâ dâva otuz altı sene geçmedikçe bu vakfın rakabesi hak­kında mürûr-ı zaman tahakkuk etmiş olmaz. Çünkü birinci batın mevcud iken ikinci batnin dâvaya salâhiyyeti yokdur.

Birinci batın zamanında otuz altı sene geçmiş olsa onların haklarında mü­rûr-ı zaman tahakkuk eder. Fakat ikinci batın hakkında da tahakkuk etmiş olur mu?. Bu hususa dair bir sarahate tesadüf olunamamışdır- Yalnız Mecel-le'nin (1667) nci maddesindeki misâl ile delile göre bu mürûr-ı zaman, ikinci batındakilerin hakk-ı dâvasına mâni olmasa gerekdir (Reddimuhtar, Düre-rüVhÜkkâm.) Vakıflar mebhasine de müracaat!.

113 - : Deyin, vedia, mülk akar, akarat-i mevkûfedeki mukafea, icare-teyn ile tasarruf ve mesrûte tevliyyet ve gaile dâvaları, bir özr-i şer'î bulun­maksızın on beş sene terk edilse mürûr-ı zamana tâbi olarak artık istima olun­maz.

irs dâvası dahi bilâ özür on beş sene terk edilse - râcih olan kavle göre - artık mesmu olmaz. Meğer ki hasım bu hakkı itiraf etsin. Fakat diğer bir kavle göre irs dâvâsma müddetin uzaması mâni olmaz (Hâmidiyye, Dürrimuhtar.)

114 - : Âmmeye aid yollar, nehirler,   mer'alar gibi menfaatleri   umûma mahsus yerlerin dâvalarında mürûr-ı zamana itibar olunmaz. Meselâ:    Bir karyeye mahsus olan bir mer'ayı bir kimse, büâ niza elli sene zabt ve tasar­ruf etse de o karye ahaiisi o mer'ayı o kimseden dâva edebilirler, aradan böy­le bir müddetin bilâ niza mürur etmesi bu dâvanın dinlenmesine mâni olmaz. Amme içinde kasırlar, gâyibler bulunmaktadır. Bunların haklarını başkaların­dan ifraz kabil değildir. Binaenaleyh bunlarda mürûr-ı zamana itibar   olun: maz.

Fakat tarik-i hâs, mesil, hakk-ı şirb dâvaları, eğer mülk-i akarda ise on beş sene mürur etdikden sonra dinlenemez. Ve eğer mevkuf akarda ise mü­tevellinin onları otuz altı seneye kadar dâvaya salâhiyyeti vardır, bundan son­ra dâvası mesmu olmaz (Mecelle, Dürerürhükkâm.)

115 - : Sırf veya mevkuf bulunan arazi-i emiriyyenin rakabesine aid ara­zi memurlarının   iddiaları,    meselâ böyle bir yerde   bir şahsın   füzûien ta-sarrufda bulunduğu hakkındaki dâvaları otuz altı seneye kadar dinlenir. Bu hususda 22 Muharrem, sene İ300 ve 22 Teşrinisani, sene 1298 tarihinde bir irâ­de sâdir olmuşdur.

116 - : Arazi-i emiriyyeden bir yerde bir kimsenin bilâ niza on sene ta-sarrufda bulunması sair eşhasa karşı kendisine bir hakk-ı karar bahş eder.

Binaenaleyh bir kimse böyle bir tarlayı bir şahsın muvacehesinde on sene zabt ve tasarruf edib o şahs da bu müddetde bilâ özrin sükût etmiş bulunsa artık: «Bu tarla on seneden mukaddem tapu ile benim tasarrufumdadır.» diye inkâra mukarin dâva etse mesmu olmaz (Camiürfüsûîeyn.)

117 - : Arazi-i emiriyyedeki tarik-ı hâs, mesil ve hakk-ı şirb dâvaları da bilâ özrin on sene terk edilse artık istimâ olunmaz.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsa karşı: «Benim bâtapu taht-ı tasarrufumda bulunan şu tarlanın senin tasarrufundaki şu tarlada hakk-ı mesili vardır» di­ye dâva etdikde bakılır: Eğer bilâ dâva ve bilâ Özür on sene geçmiş ise bu dâva dinlenmez.

118 - : Hükümet tarafından muhacirlere tefviz   olunub onlar tarafından ziraat ve üzerinde ebniye inşa olunan halî, mahlûl arazi hakkında bilâ Özrin iki sene geçdikden sonra başkası tarafından ikâme olunacak tasarruf iddiası Arazi Kanununun zeyline göre mesmu olmaz.

119 - : Müverrise karşı dâvanın sıhhatine mânrolan şey, vârisine   karşı da mâni olur. Binaenaleyh bir kimse, bir hakkı bir şahısdan mürûr-ı   zaman müddetince taleb ve dâva   etmese bu hakkı artık o şahsdan hal-i   hayatında dâva edemiyeceği gibi vefatından sonra vârislerinden de dâva edemez (Hülâ­sa, Tenkih-i Râmidî.)

120 - : Bir dâvayı bir müddet müverris, bir müddet de vâris terk edib de iki müddetin mecmuu mürûr-ı zaman haddine baliğ olsa artık istima olunmaz.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsda olan şu kadar meblâğ alacağını bilâ özür on sene dâva etmediği gibi vefatından sonra beş sene de vârisleri bilâ özür dâva etmeseler artık onu dâvaya salâhiyyetleri kalmaz.

121 - : Bayi ile müşteri, vâhib ile mevhûbünleh, müverris ile vâris gibi­dirler.

Binaenaleyh bir kimse, hanesinin ittisâlindeki bir arsada tarik-i hâssı bu­lunduğunu iddia etmeksizin on beş sene sükût etmiş olsa artık kendisi bu ar­sada tarih-i hâs iddiasında bulunamıyacağı gibi bâdehû bu haneyi satsa müş­teri de böyle bir iddiaya kalkışamaz.

Kezalik : Bir müddet bayi, bir müddet de müşteri sükût edib iki müdde­tin mecmuu mürûr-ı zaman müddetine baliğ olsa artık müşterinin dâvası din-lenemez. Arazi-i emiriyye de, icareteynli vakıfda da hükmü böyledir (Düre-rüThükkâm.)

122 - : Bir müteveffanın bir §ahsda olan. bir malım dâvada vârislerinden basılan hakkında mürûr-ı zaman bulunmuş iken bazısı hakkında çocukluk gibi bir özre mebni mürûr-ı zaman bulunmasa bu vâris, o malı dâva ve isbât eder­se bunda olan hissesiyle lehine hükm olunur. Bu hükm şâir vârislere sirayet-etmez. Çünkü mürûr-ı zaman, tecezziyi kabul eder (Mecelle, Tenkih-i HâmidU

123 - : Bir kimse, bir hususu hâkimin huzurunda bir şahsdan bir kaç sene de bir dâva edib ancak bu dâva fasi edilmeden on beş sene mürur etse bu, dâ­vanın istimaına mâni olmaz. Fakat hâkimin huzurunda   yapılmayan dâva ve mutalebe ile mürûr-ı zaman mürtefi' olmaz.

Binaenaleyh bir kimse, bir hususu hâkimin huzurunda olmaksızın defeal ile İddiada, mutalebede bulunsa bile aradan on beş sene geçince mürûr-ı za­man tahakkuk eder, artık dâva istimâ olunmaz. Çünkü dâvanın şartı, meclis-i kazadır, bu takdirde ise bu şart bulunmamış olur (Reddimuhtar.)

istida, arzuhal, davetiye varakası da mürûr-ı zamanı katı' etmez. Zira bunlar, biTfül huzur-ı hâkimde vuku bulan bir taleb ve dâva değildir.

124 - : Aralarında sefer müddeti bulunan iki belde sakinleri birbiriyle bir kaç senede bir kere bir beldede birleşib yekdiğeriyle muhakemeleri kabil iken birbirinden bir şey dâva etmeksizin mürûr-ı zaman vuku bulsa artık bu za­mandan mukaddem tarih ile birinin diğerinden bir §ey dâvası mesmu olmaz. Çünkü muktedir oldukları halde dâvayı terk etmeleri, adem-i hakka   delildir (Tenvir, Lisânüî'hükkâm)

125 - : Bir kimse, bir mülk akarın veya vakıf bir yerin veya arazi-i emi-riyyeden bir tarlanın müsteciri olduğunu ikrar etmekde bulunsa ona on beş seneden ziyade zaman geçmiş olsa da sahib olamaz. Amma bu akarm maliki, bu kimsenin inkârına karşı: «Bu akar benim mülkümdür, onu şu kadar sene mukaddem sana icar etmişdim, daima ücretini kabz etmekdeyim.» diye dâva etse bakılır: Eğer bunun icarı nâs arasında malûm, maruf ise bu dâvası mes­mu olur, maruf değilse mesmu olmaz.

O kimse, bu akar ve sâirenin müsteiri, müstevdei, mürtehini, gâsıbı veya müzarii olduğunu ikrar etmiş olduğu takdirde de hükm böyledir, mürûr-ı za­man tahakkuk etmez (Dürerül'hükkâm.)

126 - : Müddeaaleyh, mürûr-ı zaman müddetinden evvel müddeabjh mülk akarın müddeiye aidiyyetini bil'beyan ondan satın aldığını iddia etse müddei nin hakkını itiraf etmiş olur. Bu iddiasını beyyine ile veya müddeinin yeminin den nükûliyle isbât etmesi lâzımgelir. Arazi-i etniriyyede de hükm böyledir.

127 - : Mürûr-ı zamanın dâvayı istimâa mâni olabilmesi için bilâ özür vâ-Jü olmuş olması lâzımdır. Sebâvet, cinnet, gaybubet, tegallüb gibi özürler ise mürûr-ı zamana mânidir. Mürûr-ı zaman müddeti, bu özrün zevali tarihinden itibarolunur. Şöyle ki: Bir müddeinin vasisi bulunmuş olsun   olmasın, çocuk­luk, cinnet veya eten ile geçen zamanı nazara alınmaz, belki bulûğundan veya ifakatinden sonra geçen müddete bakılır. Fakat çocuğun velisi bulunursa onun çocukluğu, hakkında mürûr-ı zamana mâni olmaz.

Kezalik : Müddeaaleyh, mütegallibeden olursa onun bu tegallüb müddeti nazara alınmaz, mürûr-ı zaman, onun tegallübüriün zevali tarihinden başlar (Reddimuhtar,)

Kezalik : Bir hak sahibesi olan kadın, kendisini kocası dâvadan meni ekîd ile menetdiği cihetle dâva ikâme edememiş olsa mazur sayılır. Binaena­leyh bu men'in zevalinden sonra müddeti içinde dâva edebilir. Şu kadar   var ki, kocası tarafından menedilmiş olduğu sabit bulunmalıdır (Ali Efendi Feta-vâsı.)

128 - : Bir hakkın vücuduna adem-i vukuf,   mürûr-ı zaman   hususunda -ı şer'iyyeden sayılmaz.

Meselâ : Bir kimse, bir tarlayı bir şahsın muvacehesinde on beş sene zabt ve tasarruf etdiği halde o şahs, sükût edib de bâdehû: «Bu tarla vaktiyle ba­bamın tasarrufunda imiş, vefatiyle bana intikâl etmiş, benim ise şimdiye ka­dar bundan haberim yokdu, bu cihetle dâva edemedim, şimdi vâkıf oldum, bu tarlayı bana versin.» diye dâva etse mesmu olmaz (Dürerül'hükkâm.)

129 - : Tekadüm-i zaman ile hak, sâkit olmaz. Yani: Mürûr-i zaman se­bebiyle asıl hak sahibi haddizatında bu hakdan mahrum kalmaz ve bu, baş­kasına bir hak bahş etmez, belki mürûr-ı zaman, o hakka aid dâvanın dinlen­mesine mâni olur.

Binaenaleyh mücerred mürûr-ı zamana mebni başkasının hakkına istih­kak iddiasında bulunmak, bir haksızlıkdır, dînen mes'uliyyeti muciptir. Hattâ mürûr-i zaman bulunan bir dâvada müddeaaleyh ikrarı veçhile aleyhine hükm olunur. Fakat müddeî, müddeaaleyhin müddeinin iddiasını tasdik ve itiraf et­se, meselâ: Müddeabih müddeinin idi, fakat dâvasında mürûr-i zaman vardır» dese artık bu mürûr-ı zamana istinaden müddeinin hakkı iskât edilemez, ve­lev ki aradan pek uzun bir müddet geçmiş olsun. Bu halde müddeaaleyhin ik­rarı veçhile aleyhe hükm olunur. Fakat müddei, müddeaaleyhin bunu hariçde ikrar etmiş olduğunu iddia etse onun asıl dâvası istima edilmediği gibi bu ik­rar iddiası da istima edilmez. Ancak iddia edilen bu ikrar, evvelce müddeaa­leyhin tüccar ve ehli belde arasında maruf olan yazısını veya mührünü hâvi bir senede rabt edilmiş de o senedin tarihinden dâva vaktine kadar henüz mü­rûr-ı zaman müddeti tamam olmamış bulunursa o halde bu ikrar^dâvâsı mes­mu olur (Tenkih-i Hâmidî.)

(Mâlikî'îere göre mürûr-ı zaman hakkında şu gibi meseleler vardır :

(1) : Bir şahsın bir malını şeriki olmayan bir ecnebi, ihraz ederek onda tasarrufda bulunsa, meselâ: Onda otursa veya onu icareye verse veya onu bir zaruret bulunmaksızın yıksa, o şahıs ise hazır bulunduğu halde hapis gibi bir mâni bulunmaksızın on sene kadar uzun bir müddet sükût eylese artık o mal, o ecnebiye intikâl etmiş olur, o şahsın mülkiyyet dâvası,   beyyinesi   mesmu olmaz. Böyle on sene ihraz hali, o ecnebi ile vârisi tarafından vâki olduğu takdir­de de hükm böyledir. Bu, «Mesele-i hiyâze.» diye marufdur. Bir hadis-i şerif de: buyurulmuşdur.

Hattâ zil'yed, o malı kendi malı olmak üzere başkasına satsa veya hibe etse veya cariye olub da istifrâşda bulunsa da sahibi bunlara muttali olduğu halde sükût eylese bu mal, o zilyedin mülkü sayılır, velev ki aradan henüz on sene gibi uzun bir müddet geçmiş olmasın.

(2) : Bir şahsın bir malını onun ecnebi olan şeriki on sene   ihraz ederek bunda yıkıb bina inşa etmek suretiyle tasarrufda bulunduğu halde o şahs hazır bulunub bir mâni bulunmaksızın bu müddet için de sükût eylese artık dâ­vası, beyyinesi mesmu olmaz, bu mala o şerik malik olmuş olur.

(3) : Bir şahsın bir malını akrabasından bulunan bir kimse, şeriki   oîsun olmasın ihraz edib de onda yıkmak, yapmak suretiyle tasarrufda bulunsa ba­kılır: Eğer aralarında bir t eş. acur bulunmaksızın bu ihraz, kırk seneden ziya­de devam etmiş bulunursa artık bu kimsenin mülkiyyeti tekarrür eder, o şah­sın dâvası ve beyyinesi mesmu olmaz.

(4) : Usûl ile füru' arasındaki hadm, bina süknâ gibi bir suretle vuku bu­lan hiyâze, intikâli mülke sebeb olamaz. Meğer ki aradan pek çok zaman geç­sin. Şöyle ki, : Bir hiyâzeye aid beyyineler zail, malûmat münkati olacak ka­dar uzun bir zaman geçtiği halde mal sahibi bu müddet içinde bilâ mâni   bu tasarrufata karşı sükût etmiş bulunursa artık bundan sonra bir hak dâvasına kıyam ve beyyine ikâme edemez. Bunlardan birinin vuku bulan hibesine veya beyine karşı diğerinin sükût etmesi de bu hükmdedir.

(5) : Dâbbe, hizmetçi, cariye hakkında hiyâze müddeti akârib arasında sabık mesele veçhiledir. Ecnebiler arasında ise iki senedir, bu müddet   bilâ mâni sükût ile geçerse mülkiyyet, mutasarrıfa intikâl eder-

Köle, uruz hakkında ecnebilerin hiyâze müddeti ise üç senedir. Bunların sahibi bu üç sene zarfında bilâ mâni sükût edib hakkını istemezse I iyâze ta­mam olur, artık dâva ve beyyine mesmu olmaz.

(6) : Bir kimsenin bir malında başkasını iskân etmiş veya onu imara me­mur kılmış veya arazisini birine   musâkât için vermiş   olduğuna dair elinde beyyinesi, bir vesika-i hukukıyyesi bulunsa bu halde mücerred hiyâze intikâl-i mülke sebeb olamaz.

Maamafih yalnız hiyâzeye istinaden de mülkiyyet sabit olmaz. Belki bir malı ihraz etmiş olan kimse, o malın kendi mülkü olduğunu da iddia eder ol­malıdır (Muhtasar-ı Ebizziya, Şerh-i Muhammed-i Harşî.) [45]

Yirmi Sekizinci Kitabın Sonu

 

YİRMİ DOKUZUNCU KİTAB

 

BEYYİNELERE = ŞAHADETLERE VE TAHLİFE DAİR OLUB BİR MUKADDİME İLE İKİ  BÖLÜMDEN MÜTEŞEKKİLDİR.

 

(MUKADDİME)

 

Şahadetlere, Hüccetlere Dair Bazı Istılahlar :

 

1 - : (Beyyînât) : Kuvvetli hüccet mânasına olan «Beyyine»nin cem'idir. Hakkın tebeyyün ve tecellisine hizmet etdiği cihetle şahadete beyyine adı ve-rilmişdir.

2 - (Tearüz-i beyyinat) : Beyyinelerin her veçhile teadül ve tekabülü, ya­ni: Her biri diğerinin nefy etdiğini isbât eder bir halde bulunmasıdır. /Artık bunlardan hiç biriyle amel olunamıyacağından hepsi de sâkit olur.

3 - (Tercih-i beyyine) : Hasımlar tarafından ikâme edüejı   şahidlerden bir kısmının diğer bir kısım üzerine takdim edilerek ona göre hüküm verilme­sidir. Meselâ: Bir müteveffanın bir şeyi hal-i sıhhatinde ikrar etmiş olduğu­na dair ikâme edilecek bir beyyine, hal-i marazında ikrar etmiş olduğuna dair olan beyyine üzerine tercih olunur.

4 - (Hüccet) : Bir dâvayı isbât eden şahadetden, yeminden veya yemin­den nükûl etmekden ibaretdir.

Evvelinde hâkimin imzası, sonunda da şahidlerin imzaları bulunub bey'e, giraya, nafakaya, vasiyyete, vekâlete, ikrara, müdâyeneye, kefalete ve em­saline dair yazılan vesikaya da hüccet denilir. Ce'mi: Hücecdir,

5 - (Vesika) : Bir hususî isbât ve ilâm için tanzim edilen varakadır. Ah­de ve muhkem şeye de ıtlak olunur. Cem'i: Vesâikdir. Bir şeyi takviye, teb-yin, takrir etmeğe de «Tevsik» denilir.

6 - (Karine) : Bir şeyin vücuduna delâlet eden emare, nişanedir. Cem'i: «Karâyin» dir- Pek kuvvetli karineye de «Karine-i katia» denir.

7 - (Şahadet) : Bir kimsenin bir şahısda olan hakkım isbât için §ahadet lâfziyle hâkimin huzurunda ve hasmın muvacehesinde vâki olan doğru ihbarı­dır. «Bu davacının bu müddeaaleyhde karz cihetinden şu kadar alacağı oldu­ğuna şahadet ederim.» denilmesi   gibi. Böyle bir ihbarda bulunana «Şahid», lehine şahadet edilen kimseye «Meşhûdünleh», aleyhine şahadet edilen §ahsa «Meşhûdünaleyh», şahadet edilen hususa da «Meşhûdünbih» denilir.

8 - (Şahadet-î hisbe) : Bazı hususlardan dolayı Hak Taâlânın rizası için taleb vuku bulmaksızın gidib §ahadetde bulunmakdır.

9 - (Şahadet bittesamu) : Bir kimsenin nâsdan işitdiği bir hâdise hakkın­da mahkemede şahadetde bulunması, meselâ: Bir yerin vakfiyyeti hakkında: «Ben bu yerin vakıf olduğunu sikadan işitdim.» diye şahadet etmesi bu kabil­dendir.

10 - (Şahadet bittevatür) : Bir hadise hakkında tevatür haddine baliğ bir camaat tarafından yapılan şahadetdir.

11 - (Şahadet aleşşehâde) : Bir hadise hakkında şahid olan kimsenin bu hususdaki şahadetine başkasının şahadet etmesidir.

12 - (Tahamrnül-İ şahadet) : Bir kimsenin kendisinden hakkında şahadet etmesi istenilecek hususu ihata etmesi, ona dair idâ-i şahadetde bulunabilecek bir vukufa malik bulunmasıdır.

13 - Edâ-i şahadet) : Bir kimsenin muttali olduğu şey hakkında mahke­mede bilfi'il şahadetde bulunması demekdir.

14 - (Şahadet-l zûr) : Yalan yere, hakikate muhalif olarak yapılan şaha­det dir.

15 - (Işhad) : Bir kimseyi bir husus hakkında şahid'tutmak, bir hâdiseyi ona şahadet edecek kimseye gösterib hikâye eylemek demekdir. Buna «istis­nada da denir. Maamafih istişhad, şahid taleb etmek   mânasında da müsta­meldir.

16  - (Nisâb-ı şahadet) : Bir hâdise hakkında şahadetleri makbul olacak kimselerin mikdan demekdir. Meselâ: Borç hakkında iki erkek veya bir erkek iki kadın gibi.

17 - (Tezkîye-İ şuhûd) : Bir hâdise hakkında şahadet eden kimselerin \)U şahadete ehil olduklarım başkalarından sırren ve alenen sorularak tesbit edil­mesidir. Bu cihetle tezkiyeler, alenî tezkiye, sırren tezkiye kısımlarına ayrılır.

Şahidlerin şahadete ehliyetini haber veren zata «Müzekki», tezkiye olunan şahide de «Müzekkâ» adı verilir.

18 - (Tâdil-i §uhûd) : Bir hâdise hakkında şahadet eden kimselerin tezki­ye edilmelerinden, yani: Onların şahadete ehil, âdil kimseler olduklarına dair karar verilmesinden ibaretdir-

19 - (Adalet-i şühûd) : Edâ-i şahadetde bulunacak kimselerin kebireler-den müetemb, sagirelere gayr-ı musir olması keyfiyyetidir. Yahud şahidlerin hasenatının veyyiatına gâlib olmasıdır.

20 - (Ta'n-İ §ijhûd) : Bir vak'aya şahadet edenlerin bu şahadetde yalancı olduklarına dair müddeaaleyh tarafından vuku bulan iddiadır. Makbul sebeb-lere iktiran eden bir teana: «Tecrih-i şühûd» da denir.

21 - (Cerh-i şühûd) : Şahidlerin fışkını, adaletden mahrumiyyetini   iddia ve izhardan ibaretdir ki, iki kısma ayrılır. Bir kısmı, «Cerh-i mücerred» dir ki, şahide muayyen bir hakk-ı ilâhîyi veya bir hakk-ı abdi   muntazammın ol­mayan bir veçhile ta'nde bulunmakdır. «Bu şâhidler fâsıkdırlar. Bunlar yalan yere şahadet eden kimselerdir» denilmesi gibi.

Meşhûdünaleyh, bu cerh-i mücerredi hâkime sırrın haber verir ve şuhûd ikâmesiyle isbât ederse hâkim, mecruh olan şahidlerin şahadetlerini redde­der. Velev ki evvelce tezkiye edilmiş olsunlar.

ikinci kısım, «Cerh-i mürekkeb» dir ki, bu, ya muayyen bir hakkûllâhı ve­ya bir hakk-ı abdi mutazammin bulunan cerhdir. «Bu şahidler bir şahsı am-den kati etmişlerdir. Veya yalan yere şahadet için şu kadar para almışlardır.» denilmesi gibi. Meşhûdünaleyh, bu cerhi beyyine ile isbât ederse bu şahidle­rin şahadetleri red olunur.

22 - (Fısk-ı şuhûd) : Şahadetlerinin kabulüne mâni olacak gayr-ı meşru bir ma'siyetle* bir kötü hal ile şahidlerin muttasıf bulunmuş olmalarıdır.

23 - (Rücu anişşahâde) : Bir kimsenin yapmış olduğu şahadetden   dön­mesi, meselâ: «Yalan yere şahadet etdim.», veya «Yanlış   şahadetde bulun­dum.» diye şahadetini ibtâl etmek istemesidir ki, bu, isbât edilen şeyi nefy et­mek demekdir-

24 - (Mâni) : Bir şey ile ondan maksûd olan şey arasına gidib beyinleri­ni ayıran hâletdir. Meselâ: Zevciyet hali, zevcin şahadetiyle onun kabulü, ara­sına haylûlet ederek bununla zevcinin lehine hükme mâni olur. Cem'i: «Me-vâni» dir.

25 - (Tesâmü) : Lûgatde başkasından işidilib nakl edilmek manasınadır. Şer'an «îştihâr» demekdir. iştihar - Şöhret ise iki nevidir. Biri, «Şöhret-i ha-kikîyye» dir ki, tevatür ile hâsıl olur. Diğeri de «Şöhret-i hükmiyye» dir ki, iki âdil erkeğin veya âdil bir erkek ile iki âdil kadının şahadet lâfzıyle haber ver-rneleryle husule gelir.

26  - (Tahkim-i hâl) : Murafaa esnasında mevcud olub iki tarafdan biri­nin lehine şahadet ve delâlet eden hal-i hâzırı hakem kılarak ona göre hükm vermekdir. Bir şeyin bugünkü haline nazaran onun mazide de bu hal üzerine olduğuna hükm edilmesi gibi. Bu, istishab kabilindendir. Usûl-i fıkh mebhasi-ne müracaat!,

27  - (Tahlif) ; Müddeî ile müddeaaleyhden birine yemin   verdirmekdir. «Half», «Halif» ise and içmek, yemin etmek manasınadır. Yemin edene «Ha-Uf», yemin edilen şeye «Mahlûfünaleyh, yemin etdirmeğe ve yemin istemeğe ve yemin istemeğe de «îstihlâf» denilir.

28 - (Tehâlüf) : Hasımlardan her birinin, yani; Hem müddeinin, hem de müddeaaleyhin yemin etmesidir. Ahdleşmek, teahhüdde bulunmak mânasını da müfiddir.

29 - (Hâlif) : Bir kimse ile and ahd'ü peymanda bulunan zatdır, muahid gibi. Yardımcı mânasına da gelir. Cem'i «Hulefâ» dir.

30 - (Yemin) : Lûgatde kuvvet demekdir. Şer-i şerîfde and içmek, yani:

«Bir haberin iki tarafından birini Allah Taâlâ'nın mübarek ismini zikr ile ve­ya bir şeye talik suretiyle takviye etmckdir Meselâ «Vallahi şu is şöyledir» sözü bir yemin olduğu gibi «Şu iş şöyle değilse kölem azâd olsun» denilmesi de bir yemindir. Hak Taâlâ'nın mukaddes ismine yapılan yemine «Kasem» de denir,.

31 - : (Yemin-i istizhar) : Bazı dâvalardan dolayı beyyine ikâme   eden müddeiye hakkın inkişâfını temin için tevcih edilen yemindir.

32 - (Yemln-l mardûde) : Müddeaaleyhin kendisine tevcih edilen yerm'n-den imtinaı üzerine müddeiye tevcih edilen yemindir.

33  - (Yemin-i lağv) : Bir kimsenin bir şey hakkında zannına göre yapdı-ğı yemindir ki, o şey haddizatında o zan edildiğinin hilâfına bulunur.

34 - (Yemin-i gamus) ; Geçmiş zamanda yapılmış veya yapılmamış bir iş hakkında yalan yere yapılan yemindir.

35 - (Yemin-i sabr) : Bir müslümamn malım elinden gidermek için yalan yere kasden yapılan yemindir.

36 - (Yemin-! mün'akide) : Atiye aid bir fi'il veya terk-i fi'il için yapılan yemindir. Yeminde sadık olmaya, yapılan yemini yerine getirmeğe «Bîrr» de­nir. Sahibine de «Ber» ve «Bâr» denilir. Cemi'leri: Bürûr ve ebrardır.

Günaha, yemini bozmaya yeminde sadık olmaya da «Hins» denir. Yaptı­ğı yemini yerine getirmeyen, onun uhdesinden çıkmayan şahsa da «Hânis» denilir.

37 - (Nükûl aynil'yemin) : Bir müddeî veya müddeaaleyhin kendisine tev­cih ve teklif edilen yemini yapmakdan kaçınması, iraz eylemesidir. Böyle ye­min yapmakdan imtina eden kimseye «Nâkil» denir.

38  - (İsmet) : Yapılması daire-i iktidarda bulunan ma'siyetlerden ictinab etmek melekesidir.

39 - (Mürüvvet) : Insaniyyet, himmet, heyâ, lâyik olmayan şeyleri terk, manasınadır. Bir kimsenin kendi zamanında ve mekanındaki emsalinin mubah olan ahlâk ve tavriyle mütehallik olması bir mürüvvet halidir.

Mürüvvet, âdâb-ı nefsâniyyeden ibaretdir ki, bunlara riayet edilmesi, in­sanı güzel ahlâka, güzel âdetlere sevk eder.

40 - (Şehvet) : Havay-i nefs, meyl-i nefs, bir şeyi sevib ona meyi ve rağ­bet etmek manasınadır. Buna «îştiha» da denir. Cem'i: Şehevâtdır- «Teşehhb de bir kimseden bir şeyi peyder pey arzu ve taleb eylemekdir.   Pek şehvetli kimseye «Şehvanî» denir. Görenlerin   istinasını celb eden şeye de   «Şehiyy» denilir.

Hürmet-i musâhereyi icab eden şehvetle mess veya nazardan maksad, tam mess veya nazar halinde tenasül âletinin intişar etmesidir ve o anda mün­teşir ise bunun artmasıdır. Müftabih olan budur. Diğer bir kavle göre bu şeh-vetden maksad, bu mess veya nazar halinde kalben vücude gelen bir iştihadır. Ve bu halde iştiha mevcud ise bunun tezayüd etmesidir. Âlet-i tenasülün inti-§ar ve taharrükü meşrut değildir.

41 - (Kâif)  Lûgatde eserleri, şübheleri tetebbu ve takib eden kimsedir. Istılahda «Hak Taâlâ'mn kendisine vermiş olduğu bir hassa, bir istidâd saye­sinde nesebleri ilhak eden, yani: Hangi şahsın hangi şahsa neseben merbut olduğunu indel'iştibah cismânî alâmetler delaletiyle tâyin edebilen kimsedir. Cem'i: Kâfedir. ikinci cildde neseb mebhasine müracaat!.

42 - (Zil'yed) : Lûğatde el sahibi demekdir   Istılahda bir ayne   bilfi'il vaz-ı yed eden, yahud bir aynde malik kimselerin tasarrufları gibi tasarrufu sabit olan kimse demekdir. Mukabili «Hariç» dir.

43 - (Hariç) : Bir ayne yaz-ı yed etmeyen ve ondan tasarruf-ı müllâk ile mutasarrıf bulunmayan kimsedir. Meselâ: Bir şahsın elinde bulunan bir malı bu mala vaz-ı yed etmediği halde «Benimdir.»   diye dâva eden bir kimseye «Hariç» denir. Bir malde müsavi derecede tasarrufda   bulunan iki kimseden her biri, zilyed sayılır. Fakat tasarrufları müsavi derecede olmayıb da biri­nin tasarrufu daha kuvvetli, daha zahir bulunursa bu, zilyed   sayıhb diğeri hariç itibar olunur,

44 - {Tenazu bil'eydi) : Bir mala müteaddid kimselerden her biri, kendi­sinin vaziül'yed olduğunu iddia ederek onların bu hususda münazaada bulun­malarıdır-                                                                      

45 - (Mülk-İ mutlak) : irs gibi, muayyen bir kimseden satın almak gibi mülk sebeblerinden biriyle mukayyed olmayan malikiyyetdir. «Bu hane benim­dir.» denilse bir mülk-i mutlak iddiası olmuş olur.

46 - (Mülk-i mukayyed) : irs gibi, iştira veya ittihâb gibi mülk sebeble­rinden biriyle mukayyed olan mülkiyyetdir. «Bu haneyi fülândan satın aldım.» veya «Fülân bana hibe etdi, bu cihetle bu benim mülkümdür.» diye   yapılan bir iddia da bir mukayyed mülk davasıdır. Buna «Mülk bisebebin» de denir.

Meşhur olan kavle göre irs dâvası, mülk-i mutlak davasıdır.

47 - (Tasarruf-ı müllâk) : Bir şeyde meşru, nafiz bir suretde   asaleten vâki olan tasarrufdur. Bir kmisenin malik olduğu hanesini tamir etmesi, ara­zisini ziraatde bulunması, hayvanına râkib olması, elbisesini giyinmesi gibi.

48  - (Tevatür) : Lûgatde müteaddid şeylerin birbiri ardınca zuhuru   de­mekdir. Istılahda: «Kizb üzerine içtima ve ittifakları aklen   caiz olmayan bir camaatin hisse müstenid bir şeyi haber vermeleridir. Böyle bir habere: «Mü-tevâtir» denir. Mücerred aklî bir mesele üzerinde bir cemaatin ittifakı, fikren, kanâaten müttefik olmaları tevatür sayılmaz. [46]

 

(BİRİNCİ  BÖLÜM)

 

ŞAHADETLERE DAİR UMUMİ HÜKMLER VE MESELELER HAKKINDADIR.

 

İÇİNDEKİLER ; Şahadetin rüknü, nisabı, ehemmiyeti ve hikmet-i teşriiy-yesi. Şahadetlerin şurût-i esasiyesi. Şahadetlerin dâvalara muvafakati. Şaha­detlerin keyfiyet-i edası. Şahidlerin ihtilâfları. Şahadet aleşşahadenin mahiy-yetl- Tevatür suretile şahadet. Şahîdlerİn tezkiyeleri ve cerh edilmeleri. Şa-hidlerln şahadetlerinden rücuları. Şahadetleri kabul edilmeyen kimseler. [47]

 

Şahadetin Rüknü, Nisabı, Ehemmiyeti Ve Hikmet-İ Teşri Iy-Yesi :

 

49 - Başkasına aid olub iddia edilen bir hakkı, bir hâdiseyi hâkimin huzu­runda haber vermekden ibaret olan şahadetin rüknü, «Şahadet ederim.» lâf­zıdır. Şahadetin zan ve şekki işrâb eden tâbirlerden halı bulunması lâzımdır. Binaenaleyh bir hâdise hakkında «Zanetdiğime» veya «Bildiğime göre bu şöy­ledir.» gibi bir suretde yapılacak haberler, şahadet sayılmaz.

50 - Nisâb-ı şahadet, hâdiselere göre değişir. Şöyle ki: Hukuk-ı Uâhiyye-den olan hadd-i zina hususunda nisâb-ı şahadet, dört erkekdir. Şâir hüdûd ve kısasa hakkında ise iki erkekdir. Bunlarda kadınların şahadetleri kabul olun­maz.

Hukuk-ı ibâda aid hususlarda şahadetin nisabı, iki erkek veya bir erkek ile iki kadındır. B*unlarda yalnız kadınların şahadetleri makbul değildir. An­cak erkeklerin ıttılaı mümkün olmayan yerlerde male aid olmak üzere yalnız kadınların şahadetleri kabul olunabilir.

Meselâ : Kadın hamamlarında bir kati hâdisesi vuku bulsa buna dair diyet hususunda kadınların şahadetleri kabul olunur (Hamevî.)

51 - Şahadetin kıymet ve ehemmiyeti pek büyükdür, hikmet-i teşriîyye-si de bedihîdir. Malûm olduğu üzere cemiyyet hayatında bir çok hâdiseler, me­denî ve tarihî muameleler vücude gelir, bunlara dair vakit vakit dâvalar, mü­nazaalar zuhur eder, bu dâvaların, ihtilafların hail ve faslı için alelekser şa­hadete lüzum görülür, aksi takdirde münazaalar tevali eder, bir çok haklar zayi olur, bir çok vak'alar mechûliyyet içinde kalır, cemiyyetin huzuru, inti­zamı bozulur gider, işte bu medenî, hayatî ihtiyaca mebnidir ki, geriat-i islâ-nûyyede şahadete büyük bir ehemmiyet verilmiş, bu pek kuvvetli beyyineler-den sayılmış. Bunun kabulü mukteza-i hikmet ve maslahat bulunmuşdur.

Maamafih şahadet, bir emr-i azim olduğundan bunun kabulü için pek ih-tiyatkârane hareket edilmesi emr olunarak şahid olacak zatlarda bir çok va­sıfların bulunmasına lüzum gösterilmiştir- Nitekim, bunlar, aşağıda görüle-cekdir.

Şahadet vazifesi, efrada nazaran bazı hâdiselerde bir farz-ı ayin, diğer bazı hâdiseler hakkında da bir farz-ı kifâye mahiyyetinde bulunur.

Hak Taâlâ Hazretleri: buyurmuşdur. Yani:

Daima adaletle hareket ediniz, adaleti yerine getirmeğe çalışınız, Allah için şahadetde bulununuz, şahadetiniz garazdan, hakikate muhalefetden beri ol­sun.

Diğer bir âyet-i kerimede de: Şahadeti saklama­yınız diye enir olunmuşdur. Diğer bir âyet-i celîlede de buyurulmuş dur. Yani Şahidler eda-i şahadet için çağrıldıkları zaman bundan kaçınmasınlar.

Binaenaleyh şahadeti saklamamak, lüzum görüldüğü takdirde şahadetde bulunarak bir hakkın zuhuruna hizmet etmek müslümanlarca bir vecibedir. Fakat hakikate muhalif olan şahadetlerde mücasirler hakkında dünyevî, uh-revî pek büyük mes'uüyyeti calibdir.

Eda-i şahadet, bir vecibe olduğundan bundan dolayı bir ücret alınamaz. Abdürrahim fetavâsında deniliyor ki: «Ücretle şahadet edenlerin şahadetle­riyle olan hükm, nafiz olmaz. Şahidler, kablettâdil ücretle şahadet eyledikle­rini ikrar eyleseler şahadetleri red olunur. Ancak Feyziyye fetavâsında be­yan olunduğuna göre binecek hayvanı bulunmayan, yayan yürümeğe ve kira ile hayvan tutmağa kudreti yetmeyen bir kimse, lieclişşehâde huzur-ı şer'e gitmek için meşhudun lehin hayvanına râkib olabilir, bunda beis yokdur. An­cak kütübü Şâfiîyyeden Tuhfetül'muhtac'da beyan olunduğuna göre taham-mül-i şahadet için ve kitabet-i sâk için ücret alınabilir. Şöyle ki: Bir kimse, bir şahadeti tahammül ederek edâ-i şahadet için bir mesafeye kadar gitmek külfetini ihtiyar edecek olursa yol masrafını, vasıta-i nakliyye ücretini ve mu­attal kalacak kesbinin bedelini taleb edebilir. Hattâ bir şahid mesaha-i advâ-nın = Yani: Bir günlük yolun fevkinde bir mesafeye gidçcek ise kendisine §u kadar ücret verilmedikçe gitmeyeceğim dermeyan edebilir.

(Mâlikîlere göre nisab itibariyle meratib-i şahadet dörtdür. Şöyle ki: Birinci mertebe: Dört âdil erkeğin şahadetleridir. Bu, zina ve livata dâ­valarını isbatda aranır. Bunlar, bu mikdardan noksan şahidlerin şahadetiyle sabit olmaz.

İkinci mertebe: İki âdil erkeğin   şahadetidir. Bu, mâla veya mala raci olacak bir hususa jdair olmayan dâvalarda aranır- Nikâh, mala müteallik olr  vasiyyet tarih-i mevt, tarih-i talâk dâvaları gibi.

üçüncü mertebe: Bir âdil erkek ile iki âdil kadının şahadetidir, veya bir erkek veya iki kadının şahadetiyle müddeînin yemininden ibaretdir. Bu da mal veya mala raci bir husus hakkındaki dâvalarda carîdir. Icare, bedel-i ki­tabetin edası ve adem-i edası, hataen cerh, beyide müddet ve muhayyerlik olub olmaması, şüf'anın iskât edilib edilmemesi, bir malda tasarrufa aid iysâ dâvaları bu kabildendir. Bunlara iki âdil erkeğin şahadeti de makbuldür,

Dördüncü mertebe: Yalnız iki kadımn ihbar ve şahadetidir. Bu da erkek­lerin gâlib-İ ahvâle nazaran muttali olaı uyacakları hususlarda carîdir. Velâ­det, istihlâl-i sabi, hayz-ı nisa, kadınların cihazı tenasülindeki ayıb gibi. Bun­larda iki âdil, müslim kadının şahadeti kâfidir. Binaenaleyh bu şahadet üze­rine çocuğun nesebi, veraseti sabit olur (Hâşiye-i Muhammedi Harşî.)

(Şafiî'lere göre nisâb-ı şahadet şöyledir :

(1) : Ezher olan kavle göre yalnız Ramazan-i şerifin hilâli ve tevâbii hu­susunda bir şahidin şahadeti ile hükm olunabilir. Bu tevâbiden maksad, şev­valin duhûlü ve teravih namazı gibi hususlardır.

(2) : Zina, livata, meyteyi vatı' behimeye ityân   hususunda dört erkeğin şahadeti lâzımdır. Zinayı ikrara aid şahadet için İki erkek şahid kâfidir. Di­ğer bir kavle göre bunda da dört şahid lâzımdır. Çünkü bunun üzerine had te-rettüb edecekdir. Buna cevaben deniliyor ki, bu ikrar üzerine terettüb   eden hâd, kat'î değildir. Zira bu ikrardan rücu İle bu had, sâkit olur-

(3) : Mal kabilinden olmayan ve kendisinden mal kasd edilmeyen şeyler hakkında en az iki erkeğin'şahadeti lâzımdır. Haddi şürb, hâdd-i sirkat, kat'ı tarik, riddet, cerh ve tâdil, mevt, isâr, vekâlet, bir mal hakkında gasb ile ve­dia iddiası gibi.

(4) : Ayın, deyin veya menfaat kabilinden olan mal hakkında iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının şahadetleri kâfidir. Beyi, ikâle, havale, zaman, vakf, sulh, rehin, şüf'a, ibra, karz, gasb, mal ile vasiyyet, mehr, hûl, ayıb ile red, hiyar ve müddet, mal verilmesini icab eden cinayet hususları bu cümle­dendir.

Böyle bir erkek ile iki kadının şahadetiyle sabit bir akd, bir muamele, bir erkeğin şahadeti ve müddeinin yemini ile de sabit olur. Rivayete nazaran Ke-sûl-i Ekrem Hazretleri hukuka, emvale dair hususlarda bununla hükm etmiş-dir. Fakat hiç bir şey yalnız iki kadının şahadeti ve müddeinin yeminiyle sa­bit olmaz.

(5) : Kadınların bilmelerine muhtes olan veya erkeklerin gâliben göre-miyecekleri şeylerden bulunan veya velâdete, hayza, rezâa, kadınların libas­ları altındaki ayıblarına dair bulunan şeyler iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının şahadetleriyle sabit olacağı gibi dört kadının şahadetleriyle de sabit olur. Bunlar, bir erkeğin şahadeti ve yemin ile sabit olmaz.

(6) : Bir hâdise hakkında yalnız iki şahid bulunsa bunların edâ-i şahadet-ie bulunmaları lâzımgelir. Şahadetlerini ketm ederlerse âsim olurlar.

Fakat bir hâdise hakkında müteaddid şahidler bulunursa bu halde edâ-i şahadet farz-ı kifâye olmuş olur. Bunlardan ikisi olsun sahadetde bulunmaz­sa hepsi birden âsim olurlar.

(7) : Edâ-i şahadetin lüzumu için şöyle üç şart vardır:

Birincisi : Şahid, mesafe-i advâdan veya daha yakından edâ-i şahadete da­vet edilmelidir. Ve bir kavle göre mesafe-i seferden daha kısa bir mahalden davet olunmalıdır. Bundan uzak bir mesafeye gitmesi lâzımgelmez, bunda şa­hid için zarar vardır. Bu halde şahadet üzerine şahadet imkânı mevcuddur.

İkincisi : Şahid, âdil olmalıdır. Mecmaûnaleyh olan bir fısk sahibinin şa­hadet için vuku bulan davete icabeti lâzımgelmez. Çünkü bu halde nefsini hâ­kimin reddine mâruz bırakmış olacakdır.

Üçüncüsü : Şahid, bir maraz veya saire doîayısiyle mazur bulunmamış olmalıdır- Mazur olunca ya şahadeti üzerine başkasını işhad eder, veya şaha­detini istimâ için yanına hâkim, başkasını gönderir, ondan bu suretle meşak­kat defi' edilmiş olur (Tutıfetül'muhtac.)

(Zahirîlere göre meratib-i şahadet şöyledir :                     

(1) : 2ina hâdisesinde dört âdil müsiim erkeğin veya her erkeğin   yerine iki müsiim, âdil kadının §ahadeti lâzımdır. Bu halde üç erkek ile iki kadının veya iki erkek ile dört kadının veya bir erkek ile altı kadının veya müstakü-len sekiz kadının şahadeti makbuldür.                                                         

(2) : Zinadan başka hususlarda, meselâ: Nikâhda, talâkda, kısasda   ve emvalde iki müsüm, âdil erkeğin, veya böyle bir erkek ile iki kadının ve ya-hud dört kadımn şahadetleri kabul olunur.

Hudud müstesna olmak üzere bunlardan her birinde yalnız bir âdil erkek veya iki âdil kadının şahadetiyle müddeinin yemini de makbuldür.

Reza hususunda ise yalnız bir âdil kadının veya bir âdil erkeğin şahadeti kifayet eder. Tavus'dan rivayet olunduğuna göre kadınların erkekler ile bera­ber her hususda şahadetleri caizdir. Yalnız zinaya şahadet bundan müstesna­dır. Çünkü kadınların buna bakmaları lâyık değildir (Elmuhallâ.)

(Hanbelî'lere göre hukuk-ı ibâde aid hususlarda tahammül-i şahadet farz-ı kifâyedir. Edâ-i şahadet ise ledettaleb farz-ı ayindir. Şu kadar var ki, bu şa­hadet, şahidin bedenine, mâline, ehline, ırzına lâhik olacak bir zarara tnüed-di olmamalıdır veya şahidin tezkiyesiyle ibtizâline sebebiyyet verilmemelidir. Böyle bir zarar mevcud olunca şahadet vâcib olmaz. Nitekim Kur'an-ı mübinde  buyurulmuşrinr

Şahadet lâfzı, müşahadeden müştakdır. Çünkü şahid, müşahade etdiğini haber verir. Şahadet tâbiri, hem tahammül-i şahadete, hem de edâ-i şahadete itlâU olunur. nazm-ı kur'an'sindeki mahadetden mürad, tahammül-i şahadetdir. Yani: Müşahade edib muttali olduğunuz bir şeyi giz­lemeyiniz, taleb vuku bulursa ona dair hâkimin huzurunda edâ-i şahadetde bu­lununuz.

Şahadet, bir hüccet-i serîyedir ki, müddeabih olan hakkı beyan ve izah eder, bu hakkı iycab etmez, belki bunu hâkim, bu hüccet ile vâcibül'istifa kı­lar (Keşşafül'kına.) [48]

 

Şahadetlerin Şürût-I Esasiyyesi :

 

52 - : Nâsın hukukuna aid şahadetlerin kabulü   için sebk-ı dâva şartdır.

Binaenaleyh dâva tekaddüm etmedikçe hâkim yapılacak şahadeti dinle­mez-

Meselâ : Bir kimse tarafından dâva vuku bulmadığı halde iki şahid mah­kemeye müracaat ederek «Fülân yetimin babası müteveffa fülâmn füiân şah­sın zimmetinde şu kadar meblâğ alacağı vardır. Oğlu fülâna miras kaldı.» di­ye şahadet etseler kabul edilemez.

Fakat hukuk-ı Üâhiyyeye aid şeylerde seb-i dâva şart değildir. Çünkü bu hukuku dâva etmek herkes üzerine lâzımdır. Bu cihetle her müslüman, bu hu­susda hasım olacağından bunda dâva hükmen mevcuddur.

Binaenaleyh hukuk-ı ilâhiyyeden olan hudüdda, talâka, hürmet-i musahe-rede, iylâda, zihârda, cariyeyi itâk veya tedbirde dâva sebk etmeksizin şaha­det kabul olunur ki, bu bir şahadet-i hisbedir.

Vakıf hususunda da imâmeyne göre şahadet makbuldür. Şöyle ki: Bir mal,, mescide veya fukaraya mevkuf ise imâmeyne görebilâ dâva şahadet kabul olunur. Fakat imamı Azama göre bu şahadet kabul edilmez. Bir mal, muay­yen eşhasa mevkuf olduğu suretde ise dâva sebk etmedikçe şahadet bilittifak kabul olunmaz (Hamevî.)                                               

53 - : Şahadetin sebk eden dâvaya mutabakatı şartdır.

Binaenaleyh bir şahadet dâvaya mutabık olmazsa reddolunur. Çünkü bu takdirde şahadet, bilâ dâva vuku bulmuş olur.

54 - : Şahadetin kabulü için tekaddüm eden dâvanın sahih olması şartdır. Dâva sahîh olmazsa şahadet reddolunur.                                                    .

Meselâ : Bir kimse, bir şahsdan şu kadar alacak dâva etdikde o şahs: «Senin bende hiç bir hakkın yokdur, ben seni tanımıyorum.» dedikden sonra o kimse, bu alacağım isbât edince o şahs, bu alacakdan ibra iddiasına kıyam etse bu dâva sahih olmaz. Binaenaleyh bu hususda ikâme edeceği şahidler dinlenemez. Çünkü tasavvur olunamaz ki, iki kişi arasında husûmet ve kaza carî olsun da biri diğerini tanımasın (Velvâliciyye.)

55 - : Şahadetin mahsûsa muhalif olmaması şartdır

Binaenaleyh göz ile görülen veya sair havasdan biriyle anlaşılan bir mah­sûsun hilâfına ikâme edilen beyyine, tevatür halinde de bulunsa makbul ol­maz. Çünkü bu şahadetin doğru olmadığı zahirdir.

Meselâ : Berhayat olduğu görülen bir şahsın vefatına veya mamur oldu­ğu müşahede olunan bir hanenin harab olduğuna dair ikâme edilen bir beyyi­ne makbul olmaz. Böyle hissin tekzib etdiği bir şahadet, muteber değildir (Tenkih-i Hâmidi.)

Kezalik : Şahidler, «Şu kabın içindeki yağın on kıyyesi, müddeînindir.» diye şahadet etdikleri halde o kabdaki yağ beş kıyye bulunsa şahadetleri bâtıl olur (Hindiyye.)

56 - : Şahadetin mütevatire muhalif olmaması şartdır. Çünkü mütevati-rin hilâfına olan dâva ve şahadet mesmu olmaz, bu bizzarûre   sabit bir şeyi tekzib demek olacağından batıldır (Muhit-i Burhanı.)

Meselâ : Bir kimsenin füiân gün fülân saatde fülân beldede mukim bu­lunduğu tevatüren sabit bulunsa artık o kimsenin o günde ve o saatde başka uzak bir beldede bulunmuş olduğuna dair olan şahadet kabul edilemez.

İki tarafdan her biri kendi iddiasına tevatür halinde sandığı şahidler ikâ­me edecek olsa hâkim, tetkik eder, hangi tarafın şahidleri tevatür şeraitini cami ve kanaat bahş İse onu kabu leder. iki tarafın da şahidleri tevatür şart­larını cami bulunmazsa şahadetleri beyyine-i âdiye halinde kalır. Hâkim, ter-cih-i beyyinat meselelerine tevfikan racih tarafın şahidlerini tezkiye ederek onların şahadetlerine göre hükm eder.

57 - : Şahadetin nefy-i sarfa aid olmaması şartdır. Çünkü beyyine   bir hakkı izhar ve isbât için meşru kıhnmışdır, yoksa-hakkı nefy için meşru kılın- -mış değildir.

Binaenaleyh «Fülân kimse» iddia edilen şu işi işlemedi, veya: Fülân mal, füiân kimsenin değildir, veya: Fülânın fülâna borcu yokdur.» gibi nefy-i sırf a şahadet kabul olunmaz. Ancak bundan iki mesele, müstesnadır. Şöyle ki: Ev­velâ nefy-i mütevatir beyyinesi makbuldür. Meselâ: Bir kimse, fülân şahsa fülân vakit fülân mahalde şu kadar meblâğ borç verdim.» diye dâva etdiği halde o şahsın o vakitde o mahalde olmayıb başka bir mahalde bulunmuş ol­duğu tevatüren isbât olunsa bu tevatür beyyinesi makbul olur, müddeinin dâ­vası dinlenmez. Çünkü bizzarûre sabit olan bir şeye muhalif bulunmuş olur-Ve şöhret = Tevatür, isbâtda hüccet olduğu gibi nefiyde de hüccetdir.

Saniyen şart-i menfi üzerine İkâme olunan beyyine makbuldür. Meselâ: Bir kimse: «Bugün fülân yere gitmezse zevcesi boş olsun diye yemin etmekle zevcesi: «O gün o yere gitmediğine beyyine ikâme etse kabul olunur. Zira bu şahadet, her ne kadar nefiy üzerine görülmekde ise de bundan asıl maksad. cezayı, yani: Talâkın vukuunu isbâtdır (Mebsût., Bezzâziyye.)              . :

58 - : Şahadetde def-i mağrem =: Mazarrat ve cerri mağnem, yani: $a-hidier için fed-i mazarrat ve celb-i menfaat dâiyesi bulunmamak şartdır.

Binaenaleyh usûlün fürûa ve fürûun usûle, yani: Babaların, dedelerin, validelerin, ninelerin, evlâd ve ahfadı lehine, bunların da babaları, dedeleri, valideleri, cedleri, ceddeleri lehine ve zevç ile zevceden birinin diğeri lehine şahadetleri makbul değildir. Fakat bunlardan başka akribanın birbiri lehine şahadetleri makbuldür.

Kezalik : Şeriklerin mal-i şirketde birbiri lehine şahadetleri makbul de­ğildir. Kefil bü'mâl olan kimsenin asil tarafından mekfûlünbihin edâ olundu­ğuna dair şahadeti makbul değildir. Fakat şâir hususlarda şeriklerin ve kefil ile asilin birbiri lehine şahadetleri makbuldür (Hâniyye, Mecmaül'enhür.)

Kezalik : iki üç karye halkının birbiriyle sınır hususunda nizâlan olsa mezkûr husus hakkında birbiri üzerine şahadetleri makbul tutulmaz, başka kimselerden bîgarsz olanların şahadet etmeleri iktiza eder (Ebüssuûd.)

Kezalik : Bir dâyin, vefat eden medyunu lehine olarak «Bu mal mütevef­fa medyunundur.» diye şahadet etse kabul olunmaz. Çünkü kendi alacağı, bu müteveffanın malına taallûk etmişdir. Artık bu şahadet, cerr-i mağnemden halt değildir. Velev ki bu müteveffanın terekesi, borçlarına kifayet etsin   .

Amma bir dâyinin berhayat bulunan medyunu lehine şahadeti makbuldür, velev ki bu medyun, müflis olsun veya meşhûdünbih, dâyinin matlûbu cinsin­den bulunsun. Çünkü dâyinin alacağı, berhayat olan medyunun malına değil, zimmetine taallûk eder. Bunda cerr-i mağnem töhmeti yokdur (Hindiyye, Fey-ziyye, Netice.)

Kezalik : Dostun dosta, yani: Aralarında ahbablık bulunan kimselerin birbiri lehine şahadeti makbuldür. Fakat aralarındaki dostluk, birbirinin ma­lında tasarruf etmek mertebesine var-ırsa o halde yekdiğörin lehine şahadet­leri kabul olunmaz. Çünkü bu takdirde şahidin meşhûdünbihle intifa etmek töhmeti bulunacağından bunda cerr-i menfaat şaibesi vardır (Mecelle.)

59 - : Şahid ile meşhûdünaleyh arasında adevât-ı dünyeviyye bulunma­mak şartdır. Aclevât-ı dünyeviyye bulunursa aleyhe olan şahadet makbul ol­maz. Çünkü bu şahadet, adevât saikasiyle olmak töhmetden beri olamaz.

Meselâ : Mecruhun, carih aleyhine, maktulün vârislerinin katıl aleyhine ve şetm edilen kimsenin şâtim aleyhine şahadeti makbul değildir.

Fakat bir kimseden bir hak taleb ve dâva etmekle veya bir kimseyi zarb etmiş olmakla veya bir kimseyi istifa-i hak için hapis etdirmekle şahadete ma­ni olacak bir adâvet-i dünyeviyye husule gelmiş olmaz. Binaenaleyh müddea-aleyhin müddeî aleyhine ve mazrubun dârib aleyhine   başka bir hususa dair

şahadeti kabul olunabilir.

Adevât-ı dünyevîyye, mal ve câh gibi şeylerden ileri gelen adavetdir ki, Örf ile bilinir. Ve denümişdir ki: «Adüv odur ki senin hüznünle ferahlanır, fe­rahınla mahzun olur.

Beyinlerinde adevât-ı âünyeviyye olanların birbiri lehine şahadeti ise makbuldür. Çünkü bunda töhmet yokdur. Fakat bazı fukahaya göre bunların birbiri lehine olan şahadetleri de kabul olunmaz. Zira bu adavet, gayr-ı meş­rudur, haramdır, sahibinin adaletine münafidir, belki böyle bir haramı irtikâb eden kimsenin başkaları hakkında da şahadeti red olunur (Hindiyye, Düre-rül'hükkâm.)

Adavet-i dünyeviyyeye gelince bu, şahadetin kabulüne mâni değildir. Me­selâ: Bir müslümanın, irükâb-ı measide bulunduğu cihetle hakkında adavet etdiği bir şahs aleyhine şahadeti makbuldür. Zira bu adavet, haram olmadı­ğından sahibinin adaletine münafi değil, belki kemal-i adaletine delildir. Şu kadar var ki, bu adâvet-i diniyye, measiyi mürtekib olan şahs hakkında ifrat-ı ezaya müeddi olur ise bu da şahadetin kabulüne mâni olur (Mu'inül'hükkâm.)

60 - : Şahadetin kabulü için şahidlerin âdil olmaları şartdır.

Adil, hasenatı seyyiatma galib olan kimsedir ki, bu da kebirelerden kaçı­narak sağirelere musir olmamak ve salâhı fesadından çok, sevabı hatasından fazla olmak ile olur.

Binaenaleyh şerait-i islâmı bilmeyen, veya haram içkileri içen veya rak­kas, mes'here, muganniye, hokkabaz gibi namus ve mürüvveti muhil hal ve hareketleri İtiyad eden eşhasın ve buhl ve kizb ile maruf olan kimselerin, tu­feyli a Dalkavuk olan, mahallerde ve şehirlerde teseülü âdet eden şahısların şahadetleri makbul olmaz-

Yalan söylemekle maruf kimseler tevbe etseler de şahadetleri kabul olun­maz. Fakat başka fâsık kimseler, tevbe edib de aradan bir müddet geçerek kendilerinde eser-i tevbe zahir olduğu takdirde müehheren yapacakları şaha­detleri kabul olunur. Bu müddet, bazı fukahaya göre altı ;iy, diğer bazı fuka­haya göre de bir senedir (Kadıhan, Fethül'kudir, Velvalicyye, Bence.)

61 - : Şahadet, şahidin kendi dâvasına aid olmamak §artdır.

Binaenaleyh bir kimse, kendi dâvasına şahadetde bulunsa makbul olmaya­cağı gibi vasinin müteveffa veya yetim lehine şahadeti de sahih olmaz. Çün­kü bir kimse, hem müddeî ve hem şahid olamaz. Velev ki vasi, vesayeti kabul etdikden sonra vesayetden çıkmış olsun.

Kezalik : Husûmet ve murafaaya vekil olanın müvekkili lehine şahadeti sahih değildir. Şöyle ki, bir kimse bir dâvaya vekil olub hâkimin huzurunda murafaada bulundukdan sonra vekâletden çıksa da müvekkilinin o dâvasına şahadetde bulunamaz.

Fakat vekil, murafaadan evvel azl olunub da badehu o dâvaya şahadet etmek istese bakılır: Eğer tevkil, hâkimin huzurunda yapılmış ise şahadeti kabul olunur, hâkimin huzurunda yapılmayıb da hâkimin huzurunda beyyine ile isbât edilmiş ise şahadeti kabul edilmez. Çünkü vekâlet, kazaya iktiran edince vekil, müvekkilinin hukuku hususunda diğer tarafa karşı hasım olmuş olur.

Bir kimse, vekâleti âmme ile vekil olduğu takdirde de bakılır: Eğer bu tevkil, hâkimin huzurunda olub da kablelmuhasama azl edilmiş ise müvekkili­nin her dâvasına şahadeti kabul olunur. Bâdelmuhasama azl edilmiş ise mu-hasamada bulunduğu dâvanın gayrı hakkında şahadeti kabul olunur.

Amma tevkil, hâkimin huzurunda yapılmayıb isbât edilmiş olursa vekil, müvekkilinin zaman-ı vekâletindeki veya bundan mukaddem tarihli hiç bir hakkına şahadet edemez. Fakat vekâlet zamanından sonra hadis olan hakkın­da şahadet edebilir (Hindiyye.)

Kezalik : Kabz-ı deyne vekil olanın bu deyin için müvekkili lehine şahade­ti sahihdir (Vâkıat.)

62 - : Şahadet, şahidin kendi fi'iline veya kendi fi'ili hükmünde olan bu­seye aid olmaması şartdır.

Binaenaleyh bir malı satanın bu satış fi'iline şahadeti makbul olmadığı gibi vekillerin, dellalların da «Biz satmış idik.» diye kendi fi'iilerine şahadet­leri makbul olmaz-

Kezalik: Nikâha vekil olanın nikâha şahadeti de muteber değildir. Fakat şahid vekâletini, veya dellalhğını zikr etmeksizin mutlak suretde satış veya nikâh vukuuna şahadet etse kabul olunur (Heddimuhtar, Netice.)

Kezalik : Bir belde hâkimi, infisâlinden sonra kendisinden kablel'infisâl südûr etmiş olan hükme şahadet etse sahih olmaz. Amma kablerinfisâl kendi huzurunda bir kimsenin vâki olan ikrarına bâdel'infisâli şahadet etse muteber olur. Çünkü ikrar, hâkimin değil, mukirrin fi'ilidir (Mebsut, Tecnis, Ali Efen­di Fetavâsı.)

Kezalik : Satılan bir malın semenine kefil olan kimseler, o malın şu kadar kuruş ile ve kendi kefaletleriyie bir şahsa satıldığına şahadet etseler bakılır: Eğer kefaletleri sulb-i akdde değilse bu şahadet sahih olur. Fakat sulb-i akdde ise sahih olmaz. Zira bu suretde satış muamelesi, bunların kefaletiyle tamam olacağı cihetle kendileri satmış mesabesinde olacaklarından kendi fi'illeri hükmündeki bir akde şahadet etmiş olurlar (DürerüThükkâm.)

63 - : Şahadetde tenakuz bulunmaması şartdır.

Binaenaleyh bir kimse, «Şu mal Zeyd'indir.» diye şahadet etdikden sonra «Amr'ındır.» diye şahadet etse .kabul edilmez.

Kezalik : Bir kimse, «Bu mal benimdir.» diye nefsi için dâva etdikden sonra «Bu mal Zeyd'indir.» diye şahadetde bulunsa kabul olunmaz.

Kezalik : Bir vekil, müvekkili hazır olduğu halde bir alacak dâva edib de müddeaaleyh, onu ifa etdiğini defan beyan etmekle bu vekil, diğer biriyle be­raber müddeaaieyhin bu iddiasına şahadetde bulunsa kabul olunmaz (Hâniy-ye, Behce.)

(Malikî'lere göre de şahadetlerin şu gibi şurût-ı esasiyyesi vardır :

(1) : Şahadet, hâkimin huzurunda muayyen bir şey hakkında yapılmalıdır, Çünkü şahadet ile rivayet arasında fark vardır. Şöyle ki: Rivayetde   huzur-ı hâkim şart değildir ve rivâyetde muhberünanh âm olub bir muayyene muhtes bulunmaz. Bir hadis-i şerifi nakl gibi. Şahadet ise bir adlin hâkim indinde mu­ayyen bir şey hakkındaki beyanatından ibaretdir.

Şahadetde : «Şahadet» kelimesini istimal şart değildir- «Gördüm, işitdinu gibi bir siğa istimali de kâfidir.

(2) : Şahadetin kabulü için şahid ile meşhûdünleh   arasında bir kurbiy-yet-i müteekkede bulunmaması şartdır.

Binaenaleyh usûlün fürûu lehine, fürûun usûli lehine şahadetleri makbul olmaduğu gibi bir kimsenin üvey validesi veya üvey pederi veya üvey oğhi veya kain pederi veya oğlunun zevcesi veya kızının kocası lehine şahadeti de kabul olunmaz.

(3) : Bir hâdise hakkında baba veya ana ile oğlun şahadetleri bîr şahsı: şahadeti mesabesindedir, biri diğerini takviye etmek maksadiyle şahadet et­miş olacakları melhuz bulunduğundan bunlar iki şahid sayılmazlar.

(4) : Bir kimsenin kendi kardeşi lehine şahadeti makbuldür, şu şart ile ki. şahadet eden kardeşin adaleti bariz olmalı ve lehine şahadet etdiği kardeşini: iyâlinde bulunmamalıdır ve bu şahadet, kısası mucib veya cerhe dair olmam hdır.

(5) : Ebüveyinden biri, bir veledinin lehine olarak diğer veledinin aleyhi­ne şahadetde bulunsa caiz olur. Kezalik: Bir kimse ebeveyninden birinin lehi­ne olarak diğerinin aleyhine şahadetde bulunsa kabul olunur. Elverir ki mer hûdünlehe mütemail olduğu zahir bulunmasın, ve illâ şahadeti kabul olmaı Meselâ: Bir kimse, validesini babasının boşamış olduğuna dair babasının in­kârına karşı aleyhine şahadetde bulunsa kabul olunur.

(6) : Şahadetin töhmetden hâli olması şartdır.

Binaenaleyh bir vâris, zengin olan bir müverrisi aleyhine zina ile veya amden kati ile ş,ahadetde bulunamaz. Fakat müverrisi fakir bulunursa bu şahadeti - töhmetden hâlî olacağı cihetle - caiz bulunur. Fakat hataen ka£f hakkında şahadeti her halde caizdir. Çünkü müverris gerek zengin ve geres fakir bulunsun, bu şahadet de töhmet yokdur.

Kezalik ; Bir dâyin de medyununun lehine mâli müsteclib olacak bîr ht sus hakkında şahadetde bulunamaz. Zira bu şahadet de töhmetden hali dem­dir, dâyin bu sebeble matlûbunu elde etmek gayesini takib etmiş olabilir.

Kezalik : Mu'sir olan bir medyun da kendi dâyininin lehine şahadetde bu­lunamaz. Şahadeti gerek mâle ve gerek saireye aid olsun. Çünkü bu şahadetle dâyinine cemile göstererek onun alacağını istical etmesinden kurtulmak mak­sadını takib etmiş olabilir.

(7) : Şahadetin şaib-i hırsdan beri olması şartdır.

Binaenaleyh şahadetinin kabulü için hırs gösteren kimsenin şahadeti ka­bul olunmaz. Meselâ: Mahza hukuk-ı nâsa aid bir hususdan dolayı kablettaleb şahadete kıyam etmek, veya şahadetinin doğru olduğuna bilâ taleb yeminde bulunmak şahadetin kabulüne mânidir, bunlar şahidin edâ-i şahadete haris olduğunu gösterir. Fakat hâkim, şahidi itham ederse ona - velev talâk üzeri­ne olsun - yemin tevcih edebilir.

Mahza hakk-ı ademîden mürad, insanın ıskat edebileceği hakdır, alacak para gibi. Mahza hakkûllahdan murad da insanlar tarafından iskat edilemiye-cek hakdır: Talâk, reza, vakıf, gibi.

(8) : Şahidin meşhûdünaleyh ile muhasamada bulunmaması şartdır. Aksi takdirde şahadeti makbul olmaz. Çünkü bu muhasama, şahidin meşhûdünaley-he buğuz etdiğine delâlet eder.

(9) : Adavetinden veya fışkından dolayı şahadeti red edilen bir şahsın bu hali nâsın zann-ı galibine göre zail olmuş olsa o şahsın mukaddem tarihli bir vak'a veya sair bir hâdise hakkında şahadeti kabul olunabilir. Bu zeval için tâyin edilmiş, bir müddet yokdur. (Muhtasar-ı Ebizziya, Şerh-i Muhammed-i harşt)

(Şafiî'lere göre de şahadetlerde şu gibi şartlar aranır :

(1) : Şahidin muslim, hür, mükellef, nâtık, reşîd, müteyakkız, adil, zîmürüvvet, gayr-ı müttehem olması şartdır. Binaenaleyh bu evsafı haiz olma­yanların şahadetleri kendi misilli kimseler hakkında bile makbul değildir.

Şahadetde töhmetden maksad, yapılacak şahadetin ya şahid hakkında ve­ya şahidin lehine şahadeti muteber olmayacak bir karibi hakkında nef'i câlib veya kablelhükm zararı dâfi olmasıdır.

Meselâ : iflâsına hükm edilmiş bir ölünün garîmleri, diğer bir kısım ga-rîmlerin alacakları hakkında ikâme edecekleri şahidlerin fışkına şahadetde bulunsalar bu şahadet kabul olunmaz. Çünkü evvelki garîmler, bu şahadetle-riyle kendilerine başkalarının müzahim olmak zararım defi etmiş olacaklardır.

(2) : Bir kimsenin kendi usûli veya füruu lehine şahadeti kabul olunmaz. Çünkü bunda töhmet vardır. Fakat bunların aleyhine şahadeti kabul olunur. Zira bunda töhmet yokdur. Meğer ki aralarında bir adâvet-i dünyeviyye bu­lunmuş olsun.

Bir kimse, kendi aslı veya fer'î ile bir ecnebi lehine şahadetde bulunsa -  olan kavle göre - bu şahadet, yalnız o ecnebi hakkında kabul olunur.

(3) : Bir kimsenin kendi kardeşi veya dostu lehine   şahadeti makbuldür. Çünkü bundaki töhmet zaifdir.

Kezalik : Zevceden her birinin diğeri lehine şahadeti de makbuldür. Zira nikâh, ârizîdir, zail olabilir, bunlar ecir ile müstecir gibidirler. Fakat bir kim­se kendi zevcesinin zinasına şahadet edemez. Bu şahadet, makbul değildir. Çünkü bu, aralarındaki kemâl-i adavete delâlet eder ve bu şahadetle refikası­nı kendi hakkında hıyanetde bulunmuş olmaya nisbet etmiş olur.

(4) : Daha dâva ikâme edilmeden veya dâva ikâme edildiği halde kendi­sinin şahadeti müddeî tarafından taleb olunmadan   şahadete koşan kimsenin şahadeti kabul edilmez. Çünkü bunda töhmet vardır. Ancak bundan şahadet-i hisbe müstesnadır. Şöyle ki: Hukûkullâha ve kendisinde Allah Taâlâ'mn mü-ekked hakkı bulunan bir şeyde bilâ dâva şahadet kabul olunur. Meselâ:   bir Ölünün namazını, zekâtım, keffâret-i sevmini veya haccını terk etmiş olduğu-na veya mescid gibi bir dinî müessesenin bir hakkına veya aralarında   süd kardeşliği bulunan kimselerin birbiriyle evlenmesi üzerine beyinlerinde rezâ-ın mevcudiyyetine dair yapılacak bir şahadet-i hisbe makbuldür.

Müekked hakdan maksad ise insanların rizalariyle müteessir olmayacak hakdır, hakk-ı reza, kısasdan afüv, dünyevî adavetin bekası veya nihayet bul­muş olması gibi.

Hadd-i zina, kat'ı tarik, sirkat, ihsan, sefeh, neseb hususlarındaki hakkûl-lâh, müekked ve hakk-ı ibâde gâlib olmakla bunlarda da §ahadet-i hisbe ca­rîdir.

(5)  Arainr-nda zahir bir suretle adâvet-i dünyeviyye bulunan kimselerin birbiri aleyhine kabul edilmez. Çünkü birbirinden bâtıl bir şaha­detle intikam almak :r>tcmi§ olabilirler. Fakat bunların babalarının veya oğul-laımm şahadetleri kabul olunur. Zira bunlar ile meşbûdünaleyh arasında bir mâni yokdur. Baban vı veya o.^ulnn adavetinden dolayı oğlunun veya babası­nın da ûdâvetde bulunması lâzın-gelmez. Bu i:"susd-\ zahir oian kavi, budur.

Adâvet-i dünyeviyyeden maksad, bir kimsenin bir şahsa buğuz etmesidir, bir veçhile ki: Onun nimetinin zevalini temenni eder, onun sürûriyle mahzun olur. musibetiyle ferahlanır. Bir kavle göre bu babda ehl-i örfe bakılır: Ehl- Örf, bir şahsı meşhûdünaleyhe düşman sayarsa onun bu şahadeti reddolumır. Zira bu adaveti tâyin için şer-i şerîfde ve lüğatde başka bir zabıta yokdur.

(6) : Adâvet-i diniyye, şahadetin kabulüne mâni değildir. Çünkü adavet, din için olunca şahadetden töhmet müntefi olur. Meselâ: Bir fâsıka mücerred fışkından dolayı buğuz eden zatın bu fâsık aleyhine şahadeti makbuldür. Ya­lan yere şahadet de bir fısk olduğundan fıskdan dolayı buğuz eden bir   zatın yalan yere şahadetle fışkı irtikâb etmeyeceği malûmdur.

(7) : Şahadetde adalet şartdır. Adaletin şartı ise kebâir denilen bilcümle günahlardan ictinab ve sagâir denilen günahlara da ısrardan tevekki etmek-dir. Binaenaleyh bir kebîreyi irtikâb edenin adaleti mutlaka batıl olur, yani: O kebîreye devam etsin etmesin vetaetleri gâlib bulunsun bulunmasın, o kebî-ı-e kendisinin adaletden mahrumiyyetine sebeb olur.

Fakat bir nevi veya mütenevvi sağirelere devam edilmedikçe bunlar sa bibini adaletden mahrum bırakmaz.

Adalet, nefsdeki bir meleke-i rasihadır ki, kendisine münafi olan bir şeyin urûziyle tegayyür etmez. Bu cihetle adalet, eşhasın ihtilâfiyle muhtelif olmaz. Çünkü adaletin mukabili, zulmdür, fıskdır, bu hususda ise şerif ile vezi' yani: içtimaî mevkii yüksek olan ile aşağı olan müsavidir.

Bir şahsın çarşı ve pazarda yiyerek dolaşması, veya nâsı güldürecek hi­kâyeleri çokça söylemesi veya kendi refikasını veya cariyesini nâs huzurun­da Öpmesi adaletini İskata sebeb olur (Elmuğnî, Tuhfetül'muhtac, Hâşiye-i Şirvâni.)

(Hanbelî'lere göre hakk-ı âdemîye dair tahammül-i şahadetde bulunan kimse, gerek yabancıların ve gerek kendi kariblerinin lehine de, aleyhine de şahadet edebilir, aralarında kurbiyyet-i nesebiyye olub olmaması, vücub-ı şa­hadet hususunda müsavidir. Çünkü: âyet-i kernesi, bunu göstermektedir. Maamafih şahadet, vedia gibi bir emanetdir, bu nun edası lâzımgelir.

Binaenaleyh bir kimse, kendi kardeşinin, amcasının, dayısının ve emsali­nin lehine de, aleyhine de şahadetde bulunabilir. Ancak karabet-i vilâdet bun­dan müstesnadır, neseben amudî bir vaziyetde bulunanlar, yani: Birbirinin usûl veya fürûundan bulunanlar, velev ki valide cihetinden olsun yekdiğerinin lehine şahadet edemezler. Meselâ: Bir kimse, kendi babasının veya oğlunun veya kızının veya validesinin veya ana veya baba tarafından dedesinin lehine §ahadet edemez, dinlen müttehid olsun olmasın ve bu şahadet, meşhûdünleh için bir menfaati câlib bulunsun bulunmasın. Bunların arasında tab'an bir meyelân mevcud olduğundan bu şahadetleri töhmetden hâlî olamaz, her biri kendi sahibinin hakkında müttehem sayılır (Keşşafül'kınâ.)

(Zâhirî'lere göre de bu hususda şu gibi meseleler vardır:

(1) : Karabet, kabul-i şahadete mâni değildir. Binaenaleyh adi olan bir kimsenin şahadeti yabancıların lehine ve aleyhine makbul olduğu gibi kendi karibleri lehine ve aleyhine de makbuldür. Bir müslim, kendi babasının, ana­sının, dedesinin, evlâdının, ahfadının, zevcesinin lehine şahadet edebilir. Zev­ce de zevcinin lehine şahadetde bulunabilir.

Kezalik : Dost, dostunun lehine, ecir müstecirinin lehine, kefil, mekfûlii-Qaniım lehine, vasi, yetimin lehine şahadet edebilir. Hak Taâlâ   Hazretleri: diye bizlere emir buyurmuşdur, bu cihetle biz izhâr-ı hat;

için âdilâne bir suretde şahadetde bulunmakla mükellefiz, velev ki bu şahade: bir karibimizin lehine olsun, herhangi bir hakkın zuhuruna hizmet, bir vazi­fedir.)

«Diğer eimme-i kirama göre ise şahadetde töhmet bulunmamalıdır. Bir kimsenin kendi usûl ve fürûu veya vezci veya zevcesi lehine şahadet etmes; ise töhmetden halî, tamamen bitarafâne bir hareket telâkki edilmeyebilir Bunlardan birinin menfaatinde diğerinin de bir nevi iştiraki vardır, bu halde şahid kendi lehine şahadet etmiş gibi oiacakdır. Töhmetden ictinab ile bir ve­cibedir.»

(2) : Şahidin adil olması şartdır. Binaenaleyh adil, raziyyül'hisâl olmayan erkeklerin, kadınların şahadetleri kabul edilmez.

Adi' kebîre denilen bir masiyeti irtikâb etmiş olduğu ve sağîre denilen bir masiyeti de alenen yapmış bulunduğu bilinmeyen kimsedir.

Kebîre, Resûli Ekrem Efendimizin «Kebîre» tesmiye etdigi veya hakkında va'id sâdir olduğu masiyetdir, Sağîre ise hakkında va'id bulunmayan masi-yetdir.

Kebîreyi irtikâb eden fâsıkdır. Fâsıkın şahadetinin kabul edilmeyeceğine burhan ise

âyet-i kerimesidir. Yani : Ey müminler! Size fâsik bir kimse bir habe: getirince tahkikine çalışınız, tâ ki bir kavme bilmeksizin saldırmış ve bu yık den yapdığınıza pişman olmuş olmayasınız.

«Filvaki fâsıkların sözleri çok kerre hakikate muhalif olur. Onların sözle­riyle hareket, insanı badireye düşürebilir. Artık bu hususda uyanık bulunmai lâzımdır.»

işlerinin ekserisi taât olub kebîreye ikdam etmeyen kimse, adildir.

(3) : Bir kimse, kendi düşmanı aleyhine şahadetde bulunsa bakılır:   Eğe bu adaveti, kendisini helâl olmayan bir daireye sevk edecek bir halde ise -bu bir cerhedir - şahadeti reddolunur. Hiç bir hususda   başka kişiler lehine şahadeti kabul olunmaz. Böyle olmadığı takdirde ise şahadeti   kabul olunu:, bu halde onun adaletine münafi olmaz (Kitâbüî'muhallâ.) [49]

 

Şahadetlerin Dâvalara Muvafakati :

 

64 - : Hukûkullâha müteallik dâvalarda şahadetlerin dâvalara muvak­kati şart değildir. Çünkü bu hukuka aid şahadetlerde dâvaların vücudu vs adem-i vücudu müsavidir.

Binaenaleyh bir kadın: «Koeam beni boşamak için fülân şahsı vekil e-mişdi, o da beni boşadı.» diye dâva etdiği halde şahidler, bizzat kocasının i» şanuş olduğuna şahadetde bulunsalar kabul olunur (Reddimuhtar Tekmilesi

65 - : Hukuki ibâde şahadetin dâvaya muvafakati   lâzımdır.   Şahadet, dâvaya muvafık olmazsa kabul olunmaz.

Meselâ : Müddeî, cihet-i karzdan bin kuruş dâva etdiği gibi şahidler de bu cihetden bin kurusa şahadet etseler şahadetleri kabul olunur. Fakat sahidler, satılan bir malın semeni olduğuna şahadet etseler kabul olunmaz. Bu halde müddeîden başka şahid istenir, şahidi yok ise talebiyle müddeaaleyhe yemin verilir (Bahrirâik.)

66 - : Şahadetin dâvaya manen muvafakati de kâfidir, lâfza itibar olun­maz.

Meselâ : Müddeî, vedia veya gasb dâvasında bulunduğu halde şahidler, müddeaaleyhin vediayı veya gasbı ikrar etdiğine şahadet etseler kifayet eder.

Kezalik : Borçlu, borcunu edâ etdiğini dâva etdiği halde şahidler, alacak­lının borçluyu ibra eylediğine şahadet etseler kabul olunur. Çünkü bu ibfâ, bir ibra-i istifa olmuş olabilir (Hindiyye.)

Kezalik : Müddeî: «Ben bu kadını tezevvüc etdim.» diye dâva etdiği hal­de şahidler: «Bu kadın bu müddeinin menkûhesidir.» diye şahadet etseler ka­bul olunur (Eşbâh.)

67 - : Şahadetin dâvaya muvafık olması, aralarında muvafakat bulunma­sı lâzım olan yerlere münhasırdır. Yoksa bunların arasında zikri lâzım olma­yan hususlardaki ziyade ve noksan itibariyle muhalefet, şahadetin kabulüne mâni değildir.

Meselâ : Müddeî, İddia etdiği ikrarın zaman veya mekânım zikr etmediği halde şahidler zikr etseler veya bilâkis müddeî bunları zikr etdiği halde şa-Uidler zikr etmeksizin şahadetde bulunsalar şahadetleri kabul olunur.

Kezalik : Müddeî: Bir şahsa fülân zaman ve mekânda şu kadar meblâğ iydâ ve teslim etmiş olduğunu iddia etdiği halde şahidler yalnız o kadar meb­lâğ iydâ ve teslim etdiğine şahadet edib iydâm zaman ve mekânını bikneseler Şahadetleri kabul olunur (Behce.)                                        ,

68 - : Şahidlerin şahadetlerini tashih etmeleri, bazı hususlarda makbul­dür.

Şöyle ki : Şahidler şahadetden sonra henüz hâkimin meclisinden çıkma­dan: «Şahadetimde kısmen hata etdim, yani: Söylenmesi bâtıl olan şu sözü ziyade etdim, veya: Söylenmesi icab eden şu şeyi söylemeyi unutdum.» dese eğer âdil bir kimse ise fcabul olunur. Çünkü muhakemenin mehabetinden dola­yı galata mübtelâ olabilir.

Meselâ : Şahid, müddeînin müddeaaleyhde yüz lira alacağı olduğuna şa­hadet etdikden sonra yine o meclisde: Ben sehv etdim, elli lira alacağı vardır.» dese bu elli lira ile hükm olunur. Şemsül Eimmetisserahsî'nin ihtiyarı budur. Diğer bazı fukahaya göre ise evvelki şahadetine göre hükm olunur. Zira evvelki şahadet, müddeinin hakkıdır, bundan rücu ile bu hak bâtıl olmaz. Şahid, meclis-i hâkimden ayrıldıkdan sonra gelib şahadetini tashih etmek istese bakılır: eğer mevzi-i töhmet ise kabul edilmez, caiz ki, iki hasımdan biri onu rüşvetle kandırmışdır. Amma mevzi-i töhmet değilse kabul edilir, müd-deînin veya müddeaaleyhin adını söylememiş olduğundan dolayı gelib bunları söylemesi gibi ki, âdil ve me'mun bir şahid ise bu tashihi kabul olunur (Zeyleî, Lür er ülhükkâm.)

69 - : Şahadetin dâvaya muvafakati, ona lâfzen ve manen ve yahud ma­nen tamamiyle mutabık olmasiyle husule geleceği gibi meşhûdünbihin müdde-abihden ekal olması suretiyle de husule gelebilir. Çünkü bu halde   şahidlerin şahadet etdikleri mikdar, müddeînin dâvası tahtına   minvechin dahil bulun­muş olur.

Meselâ : Müddeî: «Bu mal iki seneden beri mülkümdür.» diye dâva edib de şahidler, İki seneden beri mülkü olduğuna şahadet etseler şahadetleri ka­bul edileceği gibi bir seneden beri mülkü olduğuna şahadet etdikleri suretde de şahadetleri kabul edilir.

Kezalik : Müddeî, bin kuruş dâva etdiği halde şahidler beş yüz kuruşa şahadet etseler beş yüz kuruş hakkında şahadetleri kabuî olunur.

Kezalik : Müddeî, cihet-i karzdan bin kuruş alacağı olduğunu dâvât iki şahid de bu bin kuruş karza şahadet edib de bunlardan birisi, müstakrizin bu bin kuruşu müddeîye eda etdiğine şahadetde bulunsa karz hakkında şahadet­leri caiz olur. Çünkü bunda nisâb-ı şahadet bulunmuşdur. Fakat borcu edaya şahadet caiz olmaz. Zira onda nisâb-ı şahadet bulunmamışdır (Zeyleî.)

70 - : Meşhûdünbih, müddeabihden ziyade olduğu takdirde şahadet kabul edilmez. Çünkü müddeî, bu halde sahidleriıü bu ziyade ile tekzib etmiş blur. Meğer ki şahadet ile dâva arasındaki ihtilâf haddizatında kabil-i tevfik olmak­la, müddeî, onların beynim tevfik eyleye. O halde şahadet kabul edilir.

Meselâ : Müddeî, «Bu mal iki seneden beri benim mülkümdür.» diye dâ­va etdiği halde şahidler, üç seneden beri mülkü olduğuna şahadet etseler ka­bul olunmaz.

Kezaîik : Müddeî, beş yüz lira dâva eylediği halde şahidler, bin liraya şahadet etseler kabul olunmaz. Fakat müddeî, «Benim alacağım filvaki bin lira idi, lâkin beş yüz lirasını istifa etdim, veya ondan medyunu ibra eyledim, şahidler bu istifaya veya ibraya muttali değildirler.» diyerek davâsiyle şaha" detin arasını telif ederse şahidlerinin şahadeti kabul olunur.

Bu hususda mücerred imkân-ı tevfik ve telif kâfi değildir. Bunu bilfi'il tev­fik lâzımdır.

Bu tevfik ve telif, ayrıca isbâta muhtaç değildir. Çünkü istifa veya ibra, valnız müddeî olan dâyin üe tamam olur. Fakat bir tevfik ve telif, böyle yal­nız müddeînin fi'üiyle tamam olmayıb başkasının inzimam-ı fi'iline muhtaç bulunursa bunu isbât lâzımgelir. Bir mülkü iştira iddiası gibi.

Meselâ : Müddeî, bir mülkü satın aldığını iddia, şahidler ise o mülkün müddeiye hibe edildiğine şahadet etmekle müddeî :x «Evet bu mülkü satın al-rmşdım, müddeaaleyh bu satın almamı inkâr etdi, badehu bunu bana hibe ve teslim eyledi.» dese bu tevfikini isbât etmesi lâzımgelir   (Hâniyye, Kadıhan,

71 - : Dâva, mülk-i mutlaka aid olduğu halde şahidler, mülk-i mukayyede şahadetde bulunsalar şahadetleri kabul olunur.

Meselâ : Müddeî, «Su bağ benim mülkümdür.» diye mülk-i mutlak dâva­sında bulunub da şahidler: «Müddeî bu bağı fülândan satın aldı.» diye mülk-i mukayyede şahadet etseler kabul olunur. Şöyle İd Hâkim, bu şahadet üzerine müddeîye tevcih-i hitab ederek: «Sen de bu sebeble mi o bağ hakkında mülkiy-yet dâvasında bulunuyorsun, yoksa başka bir sebeble mi?.» diye sorar, müd­deî de: «Evet.. Ben de bu sebeble dâva ediyorum» der ise hâkim, o şahidlerin şahadetlerini kabul eder. Amma müddeî: «Ben başka sebebi dâva diyorum, veya ben bu sebeble dâva etmiyorum.» derse hâkim, o şahadeti kabul etmez (Muhit, hüıdiyye,)

72 - : Dâva mülk-i mukayyede aid olduğu halde şahidîer, mülk-i mutlaka şahadetde bulunsalar şahadetleri kabul olunmaz. Şöyle ki: Müddeî, meselâ: Bir bağda mülk-i mukayyed dâvası etdiği suretde bakılır: satanı söylemek'si-zin: «Ben bu bağı satın aldım, yahud mübhem olarak: «Ben bunu bir   adam­dan satın aldım.» derse bu, mutlak mülk dâvası hükmünde olur.   Binaenaleyh şahidler: «Bu bağ müddeînin mülküdür.» diye mülk-i mutlaka şahadet etseler kabul olunur. Fakat müddeî: «Ben bu bağı fülân kimseden satın aldım.»   diye satanı tasrih etdiği halde şahidler, mülki mutlaka şahadet ederlerse şahadet­leri kabul olunmaz. Çünkü mülk-i mutlak, mülk-i mukayyede nisbetle ekserdir. Bu halde şahidler eksere şahadet etmiş olurlar.

Filvaki mülk-i mutlak, sabit olsa an aslin vukuu sabit olub zevâidine, me­selâ: Bağın mukaddema husule gelmiş olan meyvalarına da müddeînin mâlik olması lâzımgelir. Mülk-i mukayyed ise ancak sebebinden, meselâ: Satın al-$ıa tarihinden itibaren sabit olur. Bu cihetle mülk-i mutlak, mülk-i mukayyed-den ekserdir.

Kezalik : Bir kimse, bir mala, şira veya irs tarikiyle maiik olduğunu iddia etdiği halde şahidleri mülk-i mutlaka şahadetde bulunsalar şahadetleri red olunur. Çünkü müddeînin iddiasından eksere şahadet etmiş olurlar (Tahtâvî, MecmaüTenhür.)

Nitac dâvasında da hükm böyledir, yani: Müddeî «Şu kuzu benim koyu­numdan doğma mülkümdür.» diye dâva etdiği halde şahidler: «Bu kuzu müd-deînin malıdır.» diye mülk-i mutlaka şahadet etseler kabul edilmez (Abdül-halim.)

73 - : Alacağın sebebinde dâvaya muhalif olan şahadet, makbul değildir, Meselâ : Müddeî: «Satdığım fülân malın semeninden müddeaaleyhde yüa

Ura alacağım vardır.» diye dâva, şahidler de: «Müddeinin müddeaaleyhde karz cihetinden yüz lira alacağı vardır.» diy eşahadet etseler makbul olmaz. Fakat müddeî : «Bun müddeaaleyhe yüz lira borç verdim.» diye dâva et­diği halde şahidler: «Müddeî, müddeaaleyhe on lira verdi.» deyib sebebini söylemeseler veya verdi amma borcu mudur, nedir bilmiyoruz.» deseler şa­hadetleri makbul olur (Ebüssuûd-i Misrî.)

74 - : Ayin olan mülkün sebebinde dâvaya muhalif olan şahadet de mak­bul değildir.

Meselâ : Müddeî, «Bu mülk bana babamdan mevrûsdur.» diye dâva edib de şahidler, anasından bevrûs olduğuna şahadet etseler makbul olmaz.

Kezalik : Müddeî, «Şu at benim nitacen mülkümdür.» diye dâva etdiği halde şahidler, «Müddeî bu ata şirâen malikdir.» diye şahadetde bulunsalar kabul olunmaz. Çünkü müddeî, bu takdirde şahidleri mükezzib bulunur. Meğer ki müddeî, bu dâva ile şahadet arasını telif ve bu telifini isbât etsin. Şöyle ki; «Bu at benim mülkümde doğmuşdu, sonra onu bu müddeaaleyhe satdım, bâ-dehû ondan satın aldım.» diye telif ve tevfik ve bu iddiasını isbât etse şaha-det-i vakıa, kabul olunur (Velvâliciyye, Hindiyye.) [50]

 

Şahadetlerin Keyfiyet-İ Edası :

 

75 - : Şahadetler, muhakeme meclisinde edâ edilir.

Binaenaleyh hâkimlere veya hakemlere aid muhakeme meclisinin haricin­de olan şahadet muteber değildir. Artık iki kimsenin bir hususa dair haricde şahadetde bulunmuş, oldukları başka iki şahid ile »'mahkemede isbât edilemez (Dürrimuhtar.)

76 - : Şahidlerin meşhûdünbihi bizzat göz veya kulak ile muayene etmiş olub da o veçhile şahadet eylemeleri lâzımdır. Semâ ile, yani: Meşhûdünbihi bizzat muayene etmeyib mücerred nâsdan işitmiş olmakla «Nâsdan işitdim.» diye şahadet edilmesi caiz değildir. Fakat bir kimse, ben bu mahallin   vakıf veya fülân şahsın fevt olduğunu sikadan işitdim.» diye şahadet etse veya «Ben buna şahadet ederim. Zira sikadan böyle işitdim.» dese şahadeti makbul olur. Bu şahadete «Şahadet bittesamû.» denir (Ebüssuûd-i İmâdî.)

Bazı zatlara göre vakıf hakkında tesâmu ile şahadet caiz ise de şahid, hâ­kimin huzurunda mutlak suretde şahadet etmelidir, tesâmua mebni şahadet etdiğini söylememelidir (MinhetüT halik.)

Fakat müftabih olan kavle göre vakfın şeraiti hakkınd tesâmu ile şahadet caiz olmaz. Nitekim tevliyet hakkında da caiz değildir (Ali Efendi Fetavâsı.)

Bir de vakf hakkında tesâmu ile şahadetin sıhhati için müddeaaleyhin o vakfa iştira veya irs gibi mülk esbabından biriyle malik olduğunu iddia etme­diği, yani: Mutlaka malikiyyetini iddia eylediği takdirdedir. Bilâkis böyle bir sebeble malikiyyetini iddia ederse tesâmu ile şahadet kabul olunmaz. O vakfın, tescil edilmiş olduğunu isbât icab eder. Çünkü gayr-ı müseccel bir vakfın sa­tılması, tevarüsü meşru olduğundan vâkıfı tarafından re'yi hâkim İle vakfiy-yetinin ibtâl edilmiş olması melhuzdur (Dürerürhükkâm.)

77 - : Velayet, mevt, neseb, nikâh, mehr, zevceye duhûl, itâk, asl-ı vakf hususlarında İşitme sözünü söylemeksizin semâa mebni şahadet edilmesi İs-tihsânen caiz görülmüşdür (Reddimuhtar.) Çünkü bunlara herkes muttali ol­maz, bunlarda bu veçhile şahadet kabul edilmese bir çok haklar zayi olur, bir hayli külfet ve meşakkat yüz gösterir. Şu kadar var ki asl-ı vakf ile mevtden maadasında semâ tasrih edilerek. Meselâ: Neseb dâvasında «Biz böyle işidi-yoruz.» diye yapılacak bir şahadet, makbul olmaz (Feyziyye.)

Binaenaleyh «Fülân zat fülân tarihde îstanbulda vali idi.» veya «Fülân kimse fülân tarihde vefat etdi.» veya «Fülân kimse fülânuı oğludur, böyle bi­liyorum.» diyilib de «işitdim.» denilmiyerek kat'î suretde şahadet edilse mak­bul olur. Elverir ki şahidin yaşı, onları muayeneye müsaid bulunmuş olsun.

Bir de «Nâsdan işitdim.» denilmeyib de belki «Biz bu hususu muayene et­medik, amma beynimizde böyle müstehirdir, böyle biliriz.» diye şahadet edil­mesi de caizdir (Dürrimuhtar.)

imanı Ebû Yusuf'a göre velayete de tesâmu ile şahadet caizdir. Fakat imamı Âzam ile imam Muhammed'e göre caiz değildir. Müftabih olan da bu­dur (Behce, Feyziyye.)

Kezalik : Emlâkde ve beyi, hibe, sadaka gibi emlâkin esbabında da öyle bişşöhre şahadet caiz değildir (Bezzâziyye.)

(Şâfiî'lerce de tesâmu tarikiyle şahadet caizdir. Şöyle ki: Bir kimse, bir şahsın mevtine veya bir babadan veya bir anadan veya bir kabileden olan nesebine tesâmu yoliyle şahadet edebilir.

Tesâmuûn şartı ise meşhûdünbihi kizb üzerine içtima etmediklerine emni­yet hâsıl olacak bir cemaâtden mükerreren işitmekdir ki, onların sıdkı hak­kında bir zann-ı kavi hâsıl olur. Bir kavle göre iki adilden işitmek de kâfidir. Elverir ki, onların haberleri kalbe itminan bahş olsun. Asl-ı vakfa, nikâha, ve mülke de tesâmu ile şahadet, muhakkiklerce esah görüldüğüne göre caizdir (Tuhfetül'muhtac.)

78 - : Şahadet, şahidin: «Şahadet ederim.» demesiyle edâ olunur, bu şart-dır. Böyle demeyib de yalnız: «Bu hususu böyle bilirim.» veya «Haber veri­rim.» veya «Bunun böyle olduğuna yakinim vardır.» dese edâ-i şahadetde bulunmuş olmaz. Fakat böyle denilmesi üzerine hâkim, «Sen böyle şahedet eder misin.» diye suâl eder, o da: «Evet.. Böyle şahadet ederim.» derse şahadeti edâ etmiş olur. Çünkü guhidlcr, medis-i muhakemenin mehabeti dolayısiyle «Şahadet ederiz.» diyememiş olabilirler. Binanaleyh hâkimin onlara böyle bir telkinde bulunması, imam Ebû Yusuf'a göre güzel görülmüşdür (Zeyleî.)

79 - : Ehl-i hibrenin - Bilirkişilerin haber vermeleri gibi mücerred tah­kik ve istikşaf-ı hâl için vâki olan ifadelerde şahadet lâfzı şart değildir. Bir suyun teharetini, ramazan hilâlinin rü'yetini, bir yazının bir şahsa aid   olub olmadığını haber vermek gibi. Şu kadar var ki, böyle kendisinde şahadet lâfzı meşrut olmayan ifadeler, birer şahadet-i şer'iyye değildir, belki ihbardan iba-retdir (Mecmaül'enhür.)

80 - : Şahidlerden biri: «Ben de arkadaşımın şahadeti gibi - Onun mis­liyle şahadet ederim» dese hâkim, bakar. Eğer bu şahid de yalan yere şaha­det hıyanetini hissederse «Şahadetini tefsir et, ne demek istiyorsun)» diye ken­disinden istizahda bulunur, ve eğer böyle bir hıyanet hissetmezse böyle bir teklif de bulunmaz (Velvâliciyye.)

81 - : Şahid, şahadet etdikde meşhûdünleh, meşhûdünaleyh ve meşhûdün-bih hazır ise bunların üçüne de eliyle işaret eder. Meselâ: «Şu mal bu müdde-înin mülküdür, bunu bu müddeaaleyh elinde haksız yere tutuyor, buna şahadet ederim.» der. Bu işaret kâfidir, artık meşhûdünleh ile meşhûdünaleyhin isim­leriyle babalarının ve dedelerinin isimlerini söylemesi lâzimgelmez. Fakat mu­hakemede hazır bulunmayan bir müvekkile veya bir müteveffaya dair olan şa-hadetde bunların baba ve dedelerinin adlarım söylemek lâzımdır, yalnız meş­hûdünaleyh ile babasının adım söylemek kifayet etmez. Meğer ki meşhur ve maruf bir kimse bulunmuş olsun. O takdirde şahid onun   yalnız adını ve şöh­retini söylemekle iktifa edebilir, bu kâfidir. Onun bir beldede bir   san'at iie teferrüd etmiş olması gibi. Çünkü   bu babda maksadı aslî, onu başkalarından temyiz edecek veçhile tarifdir. Bu maksad ise bu şöhret sebebiyle tahakkuk etmiş olur. Maamafih şahidler, meşhûdünaleyhin dedesinin adını söylemedik­leri halde hâkim, şahadetleriyle hükm etse bazı fukahaya.göre hükmü nafiz olur (Gurer. Camiüi'füsûleyn.)

82 - : Bir akarın aynine dair olan şahadetde dört veya üç haddini beyan lâzımdır. Fakat şahid, meşhûdünbih olan akarın hududunu beyan etmeyib de mahallinde tâyin ve irâe edebileceğini* söylerse mahalline gidilib irâe etdirilir.

Kezalik : Bir akarın semenine şahadetde hududunu zikre hacet yokdur. Çünkü bu, haddizatında bir deyin davasıdır (Dürrimuhtar.)

Bir de maruf olan bir akarın hududunu beyan lâzım değildir (Velvâliciy­ye.)

83 - : Bir akar, meselâ: Bir hane hakkında müddeî, senedde yazılı hudu­da istinad ile dâvada bulunsa, şahidler de: «Bu senede hududu yazılı akar, bu müddeînin mülküdür.» diye şahadetde bulunsalar sahih olur. Bu takdirde müddeabih işaretle malûm olmuş hükmündedir. Senedde yazılı bir alacağa şahadet de bu hükmdedir (Bezzâziyye, Reddimuhtar Tekmüesi.)

84 - : Bir kimse, müverrisinin bir şahs zimmetinde şu kadar meblâğ ala­cağı veya muayyen bir malı olduğunu dâva etdikde şahidler, müteveffanın o şahsda o mikdar alacağı veya malı olduğuna şahadet etseler kifayet eder, o alacağın veya malın vârislerine mevrûs olduğunu tasrih etmelerine hacet yok­dur. Bu. îmanı Ebû Yusuf'a göredir. imam Azam ile imam Muhammed'e göre bu şahadetin sahih olması için şahidlerin: «Fülân vefat edib bu müddeabihi müddeîye şu sebeble, meselâ: Oğlu olmak sebebiyle miras olarak terk etmiş-dir» demeleri lâzımdır. Şahidlerin bu ifadelerine «Cerr-i sarih» denir.

Şahidlerin : «Bu mal müteveffanın hini vefatında mülkü idi veya onun elinde idi veya onun makamına kâim olan müsteciri veya mûdei gibi bir şah sın elinde idi» diye şahadet etmeleri de kâfdir. Buna da «Cerr-i hükmî, cerr-i zarurî» denilir (Ebüssuûd, Dürrimuhtar Tahtâvî.)

85 - : Bir kimse, bir müteveffanın terekesinden şu kadar alacak dâva et­dikde şahidler, müteveffanın bu kimseye o kadar borcu olduğuna şahadet et­seler kifayet eder. Vefatına kadar zimmetinde baki idi veya üzerinde   kaldı diye tasrihe hacet yokdur. Böyle bir tasrih şart oîsa bir çok haklar zayi olur. Isbâtı için şahid bulunamaz. Fakat şahidler: «Müteveffanın o kadar borcu var idi.» diye maziye şahadet etseler şahadetleri kabul olunmaz.

Kezalik : Bir kimse, bir müteveffada kendisinin şöyle bir ınâl-i muayyeni olduğunu dâva etdiği suretde şahidlerin bu veçhile şahadetleri kifayet eder, vefatına kadar elinde kaldı diye tasrihe lüzum yokdur.

Fakat şahidler, maziye şahadet edib meselâ: «Müddeînin müddeaaleyh zimmetinde şu kadar meğlâğ alacağı veya elinde şöyle bir malı var idi» diye şahadet etmekle hasım. «Bu deynin veya aynin hâlâ meşhûdünaleyhin zim­metinde veya elinde mevcud olub olmamasını sorub da şahidler, «Hâlâ beka­sını bilmeyiz» deseler şahadetleri reddolunur (Dürrimuhtar, Tekmile.)

86 - : Bir deyin dâvasına şahadetde şu üç suret melhuzdur:

(1) : Müddeî, filhâl alacağım iddia, şahidler de bu veçhile şahadet eder­ler, meselâ: Müddeî: «Benim şu kimsede yüz lira alacağım vardır» diye dâva, şahid de: «Bu müddeînin bu müddeaaleyhde yüz lira alacağı olduğuna şaha­det ederim.» diye şahadet eder. Bu dâva ve şahadet makbuldür. Bu suretde deynin hâlâ müddeaaleyhin zimmetinde sabit olub olmadığı sorulmaz.   Çünkü bu zaten hâle şahadetdir.

(2) : Müddeî, filhâl alacak iddiasında bulunur, şahidler ise alacağın mazi­de olduğuna şahadet ederler.

Meselâ : Müddeî, «Benim bu zatda şu kadar alacağım vardır.» diye dâva, gahid de: «Bu müddeînin bu zatda şu kadar alacağı var idi.» diye şahadet eder. Bu şahadet de bazı fukahaya göre makbuldür. Hâlâ zimmetinde bakidir de­meğe lüzum yokdur, hâkimin şahidlere «Hâlâ bu deynin müddeaaleyh zimme­tinde baki olduğunu bilir misiniz?..» diye suâl etmesi helâl değildir, çünkü şa-hidlerin: «Bilmeyiz» demeieriyle bu hakkın ziyama meydan verilmesi melhuz­dur.

(3) : Müddeî, mazide alacak iddiasında bulunur, şahidler de mazideki ve­ya hâldeki alacağa şahadet ederler.

Meselâ : Müddeî, «Benim bu zatda şu kadar meblâğ alacağım var idi, onu bana versin.» diye dâva, şahid de: «Bu müddeînin bu zatda şu kadar meblâğ alacağı var idi ve yahud vardır.» diye şahadet eder. Bu şahadetin deyinde ka­bul olunub olunamıyacağı cayi tetkikdir.

87 - : Bir ayn dâvasına şahadetde de üç suret melhuzdur. Şöyle ki:

(1) : Müddeî, filhâl mülkü iddia, şahidler de filhâl mülke şahadet eder­ler.

Meselâ : Müddeî, «Şu hane benim mülkümdür.» diye dâva, gahid de «Şu hane bu müddeînin mülkü olduğuna şahadet ederim.» diye şahadet eder. Bu dâva ve şahadet makbuldür.

(2) : Müddeî, filhâl mülkü iddia, şahidler ise mazide mülke şahadet eder­ler.

Meselâ : Müddeî, «Şu hane mülkümdür.» diye dâva, şahid de «Şu hane bu müddeînin idi» diye şahadet eder. Bu dâva ve şahadet de makbuldür. Zira mazide sabit olan bir şeyin zevaline bir delil bulunmadıkça bekâsiyle hükm olunur.

(3) : Müddeî mazide mülkü iddia, şahidler de hâlde veya mazide mülke şahadet ederler.

Meselâ : Müddeî, «Şu hane benim idi» diye dâva, şahid de «Şu hane bu müddeînin mülküdür, veya mülkü idi.» diye şahadet eder. Bu suretde bu şa­hadet kabul edilmez. Çünkü müddeînin mülkü maziye isnat etmesi, mülkünün filhâl nefyine delâlet eder (Hâniyye, Zeyleî.)

88 - : Bir kimsenin bir şahsa vâris olduğuna şahadetin sıhhati için şahid-lerin şu dört hususu söylemeleri şartdır:

(1) : Müddeînin müteveffaya vâris olduğu ve ne sebeble vâris bulunduğu söylenmelidir.

(2) : Müddeînin müteveffanın oğludur, veya ana baba bir kardeşidir ve vârisidir.» denilmelidir.

(3) : Müddeî ile müteveffanın bir babada birleşmelerine kadar aradaki vasıtalar söylenmelidir.

Meselâ : Bu müddeî ile müteveffanın babalan Zeyd, anaları da Fatma'dır, bu cihetle bunlar liebeveyn kardeşdirler, denilmelidir.

(3) : Şahidler, müteveffanın bu müddeiden veya bununla fülân ve fülân-dan başka vârisi yokdur, yahud bunlardan başka vârisi olduğunu bilmiyoruz.» demelidirler. Şayed şahidler, «Bu müddeî müteveffanın oğludur veya vârisi­dir.» diye şahadet edib de bundan başka vârisi yokdur demezlerse hâkim te-levvümde bulunur, yani: Bir müddet başka vârislerin zuhur edib etmemeleri­ne intizarda bulunur, başka vâris zuhur etmezse terekeyi müddeiye itâ eder. Bu televvüm müddeti, imâmeyne göre bir senedir, sair bazı fukahaya   göre bu müddet, hâkimin re'yine müfevvezdir.

(4) : Şahidler, müteveffanın zaman-ı hayatına yetişmiş olmalıdırlar. Aksi takdirde şahadetleri kabul edilmez. Fakat müteveffanın adını zikr   etmeleri şart değüdir. Meselâ: Bu müddeî, o müteveffanın babası ve vârisidir.» deme­leri de kifayet eder (Dürrimuhtar, Reddimuhtar Tekmilesi.) [51]

 

Şahidlerin İhtilâfları :

 

89 - : Şahadetin kabulü için şahidlerin meşhûdünbihde müttefik bulun-, maları şartdır.  Meşhûdünbihde ihtilâf etdikleri takdirde şahadetleri kabul olunmaz. Çünkü nisâb-ı şahadet bulunmamış ve hangisinin şahadeti müddeî­nin iddiasına muhalif bulunursa o, müddeî tarafından tekzib edilmiş olur.

Meselâ : Müddeî, bin kuruşluk altın iddiasında bulunduğu halde şahidle­rin biri, bin. kuruşluk altın, diğeri de bin kuruşluk gümüş para dîye şahadet etseler şahadetleri kabul olunmaz (Tatarhâniyye.)

90 - : Şahidlerin- şah adetler indeki   mutabakat, imamı Azama göre delâ-let-i mutabıkıyye ile olmak lâzımdır, imâmeyne göre delâlet-i   tazammüniyye ile olması da kâfidir.

Meselâ ; Müddeî, bin kuruş gümüş para iddia etdiği gibi şahidler de bin kuruş gümüş paraya şahadet etseler aralarında delâlet-i mutabakıyye ile teta­buk bulunmuş olur. Fakat müddeî, bin kuruş iddia etdiği halde şahidîerden biri, bin kuruşa, diğeri de beş yüz kuruşa şahadet etseler bunların arasında tazammünen tetabuk bulunmuş olur. Çünkü bin kuruşa şahadet, beş yüz ku­ruşa da şahadeti tazammün eder. Bu halde bu şahadet, imamı Azama göre kabul olunmaz. Müftabih olan da budur, imâmeyne göre kabul olunur, beş yüz kuruşda şahidler müttefik bulunmuş olurlar.

Fakat müddeî, beş yüz kuruş iddia etdiği halde şahidîerden biri, bin ku­ruşa, diğeri de beş yüz kuruşa şahadet etse bu, bilittifak kabul edilmez. Zira müddeî, kendi iddiasından ziyadeye şahadet eden şahidi tekzib etmiş, nisâb-ı şahadet bulunmamış olur (Zeyleî.)

Kezalik : Müddeî, bir kimseyi vekâlet-i âmme ile tevkil etmiş olduğunu iddia etmekle şahidlerden biri, vekâlet-i âmmeye, diğeri de vekâlet-i hâssaya, meselâ: Muayyen bir hanenin iştirasına vekâlete şahadet etse bu vekâlet-i hâs­sa hakkında şahadetleri, imâmeyne göre kabul olunur. Çünkü vekâlet-i âm­me, bu vekâlet-i hâssayı mutazammindir (Hindiyye.)

91 - : Şahidler, birbiri üzerine atf edilen bir âdetde ihtilâf etseler bakı* lir: Eğer müddeî, ekalli iddia etmiş ise şahadet, İmamı Azama göre kabul olu­nur. Fakat ekseri iddia etmiş ise bîlittifak kabul olunmaz.

Meselâ : Müddeî, «Alacağım bin ve beş yüz kuruşdur.» diye dâva, şahid­lerden biri de bu veçhile şahadet etdiği halde diğeri yalmz bin kuruşdur diye şahadetde bulunsa bin kuruş hakkında şahadetleri muteber olur. Amma müd­deî, bin kuruş iddia etdiği halde şahidlerden biri: Bin, diğeri de bin beş yüz kuruşa şahadet etse kabul olunmaz (Hâniyye, Feyzİyye.)

92 - : Şahadetler arasında mutabakatin manen olması kâfidir,   herhalde lâfzen mutabakat şart değildir.

Binaenaleyh bir şahadet lâfzı, diğer şahadet lâfzının müradifi olabilir.

Meselâ : Müddeî, bir malın kendisine hibe edildiğini iddia etmekle şahid­lerden biri, o malın müddeîye hibe ve teslim edildiğine, diğeri de atiyye ola­rak teslim edildiğine şahadet etse şahadetleri kabul olunur. Çünkü hibe ile atiyye, müteradif lâfızlardır (Ebüssuûd-i mısrî.)

93 - : Şahidlerin meşhûdünbihde olan ihtilâfları, meşhûdünbihin cinsin­de, mikdarında, sebebinde olacağı gibi sair suretler ile de olabilir.

Meselâ : Müddeî, yüz altın veya şu kadar kile buğday iddia etdiği halde şahidlerden biri, yüz altın veya o kadar kile buğdaya şahadet, diğeri de yüz gü­müş liraya veya yüz kile arpaya şahadet etse şahadetleri makbul olmaz.

Kezaük : Müddeî, «Bu haneyi ben müddeaaleyhden satın aldım, bu seheb-le benim mülkümdür.» diye dâva etdiği halde şahidlerden biri bu veçhile şa­hadet edib diğeri de «Bu hane müddeînin hibe sebebiyle mülküdür.» diye şa­hadetde bulunsa şahadetleri kabul olunmaz (Velvâliciyye.)

Kezalik : Şahidlerden biri: «Bu hane müddeînin mülküdür.» diye şahadet etdiği halde diğeri: «Bu hane müddeînin mülkü olduğunu müddoaaleyh ikrar eyledi.» diye şahadetde bulunsa şahadetleri muteber olmaz (Hindiyye.)

Kezalik : Müddeî, mülk-i müverrehi veya mülki mukayyedi iddia etdiği halde şahidlerden biri bu veçhile şahadet edib de diğeri gayr-ı müverreh mül­ke veya mutlak mülke şahadetde bulunsa şahadetleri kabul olunmaz.

Fakat müddeî, gayr-ı müverreh mülk dâva edib de şahidlertndeh biri, gayr-ı müverreh mülke, diğeri ise müverreh mülke- şahadet etse şahadetleri kabul olunarak müverreh mülk ile hükm olunur (Hindiyye, Ankaravî.)

94 - : Şahadetler, kavi ile fi'il veya başka başka fi'il itibariyle muhtelif bulunsalar kabul edilmez.

Meselâ :. Şahidlerden biri, «Bu mal müddeînindir, bunu müddeaaleyh gasb etdi.» diye şahadet etdiği halde diğeri: «Bu malı müddeîden gasb etmiş oldu­ğunu müddeaaleyh ikrar eyledi.» diye şahadet eylese makbul olmaz.

Kezalik : Müddeî, bir çocuğa elbise alması için izin vermiş olduğunu iddia etdiği halde şahidlerden biri, bu veçhile şahadet edib diğeri, «Erzak almak için izin verdiğine» şahadet etse şahadetleri kabul olunmaz.

Kezalik : Şahidlerden biri: «Bu çocuğu elbise alır satarken velisi gorüb meni' ve nehy etmişdi.» diye şahadet etdiği halde diğeri: «Bu çocuğu zahire alış verişi ederken velisi görüb meni' etmişdi.» diye şahadetde bulunsa şaha­detleri kabul olunmaz. Çünkü bu, iki muhtelif fi'ile §ahadetdir (Velvâliciyye.)

95 - : Şahidler, meşhûdünbihe müteallik bir şeyde ihtilâf edince bakılır: Eğer bu ihtilâfları, me§hûdünbihde ihtilâfı mucib olur ise şahadetleri kabul olunmaz, mucib olmazsa kabul olunur.

Binaenaleyh gasb, cinayet, ifâ-i deyin gibi sırf fi'ilden ibaret olan, yahud nikâh gibi kavi ile mün'akid olub sıhhatinde - iki tarafın ve şahidlerin hazır bulunmaları gibi - fi'il şart bulunan hususlarda şahidlerden biri, bir muayyen zamanda veya mekândaki fi'ile diğeri de diğer bir muayyen bir zamanda ve­ya mekândaki fi'ile şahadet etseler şahadetleri kabul olunmaz. Çünkü bu İh­tilâfları, meşhûdünbihde ihtilâfı mucib olur.

Meselâ : Şahidlerden biri, «Müddeaaleyh, müddeînin şu malını bir sene evvel gasb etdi.» dediği halde diğeri «Bir ay mukaddem gasb eldi.» diye şa­hadetde bulunsa şahadetleri kabul olunmaz.

Kezalik : Bir kimse, borcunu edâ etdiğini iddia etmekle şahidlerden biri, bu borcu hanesinde, diğeri de dükkânında edâ etdiğine şahadetde bulunsa şa­hadetleri makbul olmaz.

96 - : Şahidler, sırf kavil kabilinden olan beyi, şirâ, icare, kefalet, hava­le, vekâlet, ikrar, sulh, hibe, rehin, deyin, karz, ibra, vasiyyet, talâk, itâk gibi bir muamelenin zaman ve mekânında ihtilâf etseler bu ihtilâf, meşhûdünbihin ihtilâfım mucib olmayacağından şahadetlerinin kabulüne mâni olmaz.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsdan şu kadar kuruşa bir mal satın almış oldu­ğunu biliddia teslimini taleb etmekle şahidlerden biri: «Fülân hanede» diğeri de «Fülân dükkânda satın almış olduğuna şahadetde bulunsa şahadetleri ka­bul olunur. Çünkü beyi ve şirâmn akdine aid sözler tekrar ve iade olunabilir. Fi'il ise böyle değildir (Hulâsetül'fetavâ.)

97 - : Şahidler, mağsub malın renginde veya'erkek veya dişi olmasında İhtilâf etseler şahadetleri kabul olunmaz. Zira meşhûdünbîh teayyün etmemiş olur.

Meselâ : Mağsub olan hayvan hakkında biri kır at, diğeri yağız veya al at ve yahud biri erkek at, diğeri dişi at diye şahadet etse şahadetleri makbul olmaz. Fakat şahidler, raağsub hayvanın erkek veya dişi olduğunu beyan et-diklcri halde rengini beyan etmeseler şahadetleri kabul olunur. Çünkü renk-deki ihtilâf, fahiş bir ihtilâf değildir, bu ihtilâf ile menfaatler muhtelif olmaz (Hâniyye.)

98 - : Beyi, icare, rehin gibi akd dâvalarında şahidler, bedelin mikdarın-da veya cinsinde veya mecurun menfaatinde, ya ecirin amelinin nev'inde ih­tilâf etseler şahadetleri kabul olunmaz.

Meselâ : Şahidlerden biri, bir malın beş yüz kuruşa, diğeri de üç yüz ku­ruşa satıldığına şahadet etseler şahadetleri kabul olunmaz.

Kezalik : Şahidlerden biri, bu hanenin şehrî bin kuruşa, diğeri de bin beş yüz kuruşa kiraya verildiğine şahadet etseler şahadetleri muteber olmaz (Hin-diyye, Mecelle, Dürerül'hükkâm.) [52]

 

Şahadet Aleşşahadetin Mahiyyeti :

 

99 - Bazı hâdiselerde şahid olan kimselerin kendi yerlerine   mahkemede şahadetde bulunmaları için başka şahısları işhad etmeleri, yani: «Biz şu hu­susa şu veçhile şahidiz, fakat biz şu mazeretimize mebni mahkemeye gidib şa­hadetde bulunamıyacağız, bizim yerimize siz şu veçhile şahadet ediniz.» de­meleri ve buna binaen o şahısların da o veçhile mahkemede  şahadet etmeleri caizdir ki buna «Şehâdet aleşşehâde» denilir.

Bu veçhile işhad eden şahide asi, işhâd edilen şahsa da feri' denir.

Şahadet üzerine şahadet, kıyasen caiz olmamak lâzımgelir. Fakat bu şa­hadet, kendisine bazen ihtiyaç görüleceği cihetle istihsânen tecviz edilmişdir. Çünkü asıl şahid, uzak bir beldede bulunabilir, veya başka bir suretle mazur olabilir. Eğer bu şahadet, kabul edilmezse bazı haklar ziyaa uğrar (Zeyleî.)

Maamafih şahadet aleşşahadenin kabulü için - aşağıda yazılı olduğu veçhile - bir takım şartlar vardır.

100 - Şahadet için aslın mahkemeye gidib şahadetde bulunmasına - bu Şahadeti edâ edeceği zamanda - mâni olacak bir özür bulunması şartdır. Bu Özür ise asıl şahidin mahkemeye gitmesine mâni olacak suretde hasta olmasın­dan veya mesafe-i sefer uzak bir beldede bulunmasından veya mahkemeye cel­bi kabil olmayacak suretde mahbus bulunmasından veya bâdel'işhad vefat et­mesinden ve yahud erkekler ile ihtilât etmeyen bir mııhaddere   olmasından ibaretdir.

tmam Ebû Yusuf dan bir rivayete göre asıl şahidin bir gün içinde mahkemeye gidib daha gece olmadan ikâmetgâhına avdet etmesi kabil olmadığı takdirde de bu şahadet caizdir. Müftabih olan da budur (Velvâliciyye, Bahrirâik, Ebüs-suûd-i Mısrî.)

101 - : Asıl şahidin fer'a şahadeti tahmil etmiş olması, fer'in de bunu ka­bul eylemiş veya sükût ile karşılamış bulunması şartdır. '

Meselâ : Asîl: «Fulânın oğlu fülân, Zeyd'e cihet-i karzdan yüz lira borcu olduğunu benim yanımda ikrar etdi, ben bu ikrara şahadet ederim, bu şahade­time sen şahadet et.» dese bu, tahmil-i şahadet olur. Asıl, böyle bir veçhile tah-mili şahadetde bulunduğu halde feri, bunu sarahaten red etse, yani: *Ben şahadet etmem.» gibi bir söz söylese artık şahadetde bulunamaz, ve böyle bir tahmil bulunmadıkça da şahadet caiz olmaz (Velvâliciyye.)

102 - : Fer'in şahadet zamanında asılın kendisine şahadeti tahmil etmiş olduğunu ve asılın adıyla babasının ve dedesinin adlarını zikr etmesi şartdır.

Meselâ : Feri' «Fülânın oğlunun oğlu fülân, bu müddeaaleyhin bu müdde-îye cihet-i karzdan yüz lira borcu olduğunu ikrar etdiğine şahadet ediyor, be­ni bu şahadetine şahid tutdu, ben de onun bu veçhile şahadetine şahadet ede­rim.» diye şahadetde bulunur. Fer'in bunları söylemesi, anilmin şahadetde bu­lunduğunun anlaşılması içindir.

103 - : Erkek olsun kadın olsun her asıl şahid için şahadet edecek fer'in nisâb-ı şahadetde bulunması şartdır. Şöyle ki: Bu feri, iki erkek veya bir er­kek ile iki kadından ibaret bulunmalıdır. Yalnız bir erkeğin veya yalnız   iki kadının fer'an şahadetleri makbul değildir (Velvâliciyye.)

Asîl şahidlerden birinin kendi yerine asaleten, diğer şahid yerine de başka bir şahid ile beraber fer'an şahadetde bulunmaması şartdır. Çünkü böyle şa­hadetde bulunduğu takdirde meşhûdünbihin dörtde üçü kendisinin şahadetiyle sabit olmak lâzımgelir ki, bu caiz değildir.

104 - : Şahadet üzerine şahadetin hâdlerden ve kısaslardan başka haklara aid olması şartdır. Çünkü bu şahadetde bedeliyyet şübhesi vardır. Hudüd ile kısas ise şübhe ile sâkît olur (Zeyleî.)   -

105 - : Fer'in şahadeti zamanında asilin de şahadete   ehliyyetde berde­vam bulunması şartdır.

Binaenaleyh feri, daha edâ-i şahadetde bulunmadan asil âmâ olsa veya tecennün etse veya fişka mübtelâ bulunsa artık fer'in şahadeti kabul edilmez (Velvâliciyye.)

106 - : Şahadetde asîl ile fer'in ce'mi caizdir. Şöyle ki: Bir hâdise hak­kında iki şahidden biri aslen şahadetde bulunabileceği gibi diğer şahid namına da başka iki şahid fer'an şahadetde bulunabilir.

Binaenaleyh bir hâdise hakkında şahidlerin cümleten asîl olmaları caiz olduğu gibi cümleten feri veya kısmen asîl, kısmen de feri olmaları caizdir (Reddimuhtar.)

107 - : Bir asilin şahadetine şahadet eden feriler, diğer asilin şahadetine de şahadet edebilirler, bu ferilerin tegayürü şart değildir.

Binaenaleyh bir hâdise hakkındaki iki şahid, kendi yerlerine şahadet etmek üzere iki kimseyi İşhadda bulunabilirler. Bu halde bu iki kimse, usûlü daire­sinde o iki asîl şahidden birinin şahadetine şahadet etdikden sonra diğer şahi­din şahadetine de şahadet edebilirler (Velvâliciyye.)

108 - : Feri şahidlerinin meşhûdünalcyhi tanımış olmaları şart   değildir. Şu kadar var ki, tanımadıkları takdirde meşhûdünaleyhin kimden ibaret oldu­ğunu müddeînin isbât etmesi lâzımgelir (Zeyleî.)

109 - : Bir kimse, kendi babasının şahadeti üzerine fer'an şahadetde bu­lunabilir, bu caizdir. Fakat bir kimse, kendi babasının hükmü üzerine şahadet-de bulunamaz. Nitekim, kendi hükmü üzerine de bâdel'azil şahadet edemez.

110 - : Şahadet üzerine şahadetin dereceleri müteaddid olabilir. Binaenaleyh bir şahadet üzerine şahadet caiz olduğu gibi şahadet üzerine

şahadete de şahadet caiz olur (Behce.)

111 - : Şahadet aleşşahade bazı sebeblerden dolayı bâtıl olur. Şöyle   ki: Daha fer'in şahadetiyle hükm edilmeden asıl şâhid, fer'î şahadetden meni et­se veya asıl şahid, ehliyyet-i şahadetden mahrum kalsa ve asıl şahid, şahadet­de hata etdiğinİ söylese veya şahadetini inkârda bulunsa veya asıl şahid, mu­hakemede hazır bulunsa artık fer'in şahadet etmesi ve bu şahadetle hükm edil­mesi caiz olmaz (Mecmaül'enhür, Lisânül'hükkâm.)

112 - : Asıl şahidlerin sırreh ve alenen tezkiyeleri lâzım olduğu gibi fe'ri şahidlerinin de tezkiyeleri lâzımdır. Bunlar tezkiye edilmedikçe şahadetleriyle hükm edilemez (Zeyleî, Ali Efendi Fetavâsı, Dürerül'hükkâm.)

(trnam Mâlik'e göre bir beldede hazır bulunan kimsenin şahadetine baş­kasının şahadet etmesi kabul olunmaz, meğer ki o kimse mariz bulunsun (El-muhaüâ.)

(Şafiî'lere göre de şahadet üzerine şahadet hususunda şu gibi mesâil vardır.

(1) : Şahadet aleşşahade, ukubete aid hususların gayrisinde kabul olunur. Bu şahadeti tahammül, şu üç şeyden biriyle husule gelir :

Birincisi : Asıl şahid, feri sayılan şahidden şahadetini zabt ve ona riâyet etmesini iltimas etmiş olmalıdır, meselâ: «Ben fülân hususa şahidim, sen de benim bu şahadetime şahadet et.» demiş bulunmalıdır. Bu şahadet, bir niya­bet mesabesindedir, bunda ise menûbünanhın izni muteberdir.

ikincisi : Feri' sayılan şahid, asıl şahidin kadı, muhakkem veya emir hu­zurunda vuku bulan şahadetini işitmiş olmalıdır. Bu halde o şahadete şahadet edebilir.

Üçüncüsü : Feri, olan şahid şahadet etdiği hâdisenin sebebini beyan et­melidir, meselâ: «Ben şahadet ederim ki fülân kimsenin fülân şahıs zimme­tinde satdığı malın semeninden şu kadar meblâğ alacağı vardır.» demelidir.

Çünkü bunu sebebine isnad etmesi, tesâhül ihtimâline mânidir. Bu halde asıl şahidin iznine muhtaç olmaz. Maamafih bunda da izne lüzum bulunduğuna kail olanlar vardır.

(2) : Feri' olan şahid, edâ-i şahadet ânında cihet-i tahammülünü beyan et' nıelidir. Meselâ: «Ben şahadet ederim ki, fülân şahs şu veçhile şahid olduğu­nu beyan, beni de o hususa işhâd etmişdir.» demelidir.

Maamafih feri, böyle cihet-i tahammülünü beyan etmediği halde onun sıh-hat-i şahadetine kadının vukufu bulunsa şahadetinin kabulünde bir beis yok-dur.

Kadınların ve hünsânm bu şahadeti tahammülde bulunmaları sahih değil­dir, velev kî kendi misilli kimseler hakkında olsun.

(3) : Asıl şahidin ölmesi, gâib veya mariz olması veya   tecennün etmesi, fer'in şahadetine mâni olmaz. Fakat asılın bilâhare riddeti veya fışkı ve yahud meşhûdünaleyh ile aralarında adavet tahaddüsü, fer'in şahadetine mâni olur. Çünkü bunlar şübhe iyrâsından hâli olmaz.

(4) : Şahadet aleşşahade de asıl iki şahidin şahadetlerine yalnız iki feri' şahidin şahadeti kifayet eder. Fakat diğer bir kavle göre her bir asıl   erkek veya kadın şahidin şahadetine İki feri' şahidin şahadet, etmesi lâzımdır.

(5) : Şahadet aleşşahadenin kabulü için asılın bizzat muhakemeye gelib şahadetde bulunması müteassir olmalıdır. Veya mevt veya âmâ hudûsiyle asıl şahidin şahadeti müteazzir bir hâle gelmelidir. Veya asıl mariz olub da mah­kemede huzuru açıkça meşakkatli bulunmalıdır. Veya bir günlük mesafeden ziyade bir. yerde gâib olmalıdır. Ve feri' şahid, şahadet ederken asıl şahidin adını zikr ve tasrih etmelidir.

(6) : Feri'in aslı tezkiyesi şart değildir. Maamafih tezkiye etse kabul olu nur. Çünkü bunda töhmet yokdur (Tuhfetüi'muhtac.)

(Hanbeli'lere göre de kadı'nın kadıya kitabı kabul olunan hususlarda şa­hadet üzerine şahadet de kabul olunur. Bu hususlar ise mal, kısas, haddi kazf gibi hukuk-] insaniyyeden olan şeylerdir. Bu şerait ise asıl şahidin şahadeti mevtine veya marazına, veya mesafe-i kasr gaybetine veya mahbusiyyetine veya mekânının mechûliyyetine veya kendisinin muhadderatdan bulunmasına mebni müteazzir olmakdır.

Maamafih asıl şahid, şahid-i fer'i şahid tutulmalıdır, yani: Benim şaha­detime şahadet et demelidir. Veya asıl şahid mahkemede şahadet ederken ve­ya başkasını şahid tutarken bunu şahid-i feri, duymuş olmalıdır.

Bir de şahid-i feri, asıl şahidin sıfatım, ismini, nesebini ve adaletine mut­tali ise adaletini ve onun kendisini işhad etdiğini veya onun şahadetini duymuş olduğunu tasrih ederek şahadetde bulunmalıdır.

iki erkek bir erkek ile iki kadının şahadetine veya bir erkek ile iki kadın, iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının şahadetine ve bir kadın, bir kadının Şahadetine şahadet edebilir (KeşşafüTkmâ.)

 (Zâhirî'lere göre her şey hakkında şahadet üzerine şahadet kabul ofamur ve bir şahidin şahadetine yine bir şahsın şahadeti makbuldür.

" Allah Taâlâ, udûlun şahadetini kabul etmemizi emr etmişdir.    Şahadet aleşşahade de şahadet-i udûldur. Artık bunu kabul de vâcibdir (Elmuhallâ.) [53]

 

Tevatür Suretiyle Şahadet :

 

113 - : Şahidlerin kesreti, medar-ı tercih değildir.

Binaenaleyh iki tarafdan birinin şahidleri, diğer tarafın şahidlerinden adedce veya adaletçe ziyade olsa bu ziyade tercihe sebeb olamaz. Meseli: Bir malda niza' eden iki kişiden biri hariç olub iki, diğeri de zilyed olub dört şahidi bulunsa yine haricin beyyinesi tercih olunur. Şahdlerin çokluğuna itibar olun­maz. Çünkü bu halde her iki tarafın beyyinesi de birer illet-i tâmtr.etör ki, hükmü mucibdir artık birinin ziyadeliği tercihe salih değildir. Meğer ki bi­tarafın şahidleri, tevatür derecesine baliğ bulunsun. O halde onun beyyinesi kuvvetli olmuş olur. Tercih ise delilin kesretine değil, kuvvetine göredir.

Kezalik ; Adalet hususundaki ziyadelik de medar-ı tercih değildir. Zira şahidlerde muteber olan asıl adaletdir, bunun ise bir haddi yokdur. E^unla tercih vâki olamaz (Hilâfen lil'imam Malik, Mecmaül'enhür.)

114 - : Tevatür, ilmi yakin ifade eder. Akıl bunun hilafım tecviz etmez. Binaenaleyh bir şeyi tevatüren haber vermekde şahadet lâfzı şart   değildir. Bu şahidlerde adalet de aranmaz ve bunları   tezkiyeye   hacet de görünmez. Artık tevatürün hilâfına beyyine de ikâme edilemez. Çünkü mütevatirea sabit olan bir şeyde yalan ihtimâli mutasavver değildir (Menar, Tavzih.)

115 - : Tevatürde muhbirlerin muayyen bir adedi yokdur. Bu adeüer hâ­diselere ve muhbirlerin evsafına göre mütefavit olabilirler. Elverir ki, bunun­la insana yakın hâsıl olsun, elverir ki, bu muhbirlerin yalan yere ittifak etmiş olduklarını akıl tepviz etmesin. Muhtar olan kavil, budur. Fakat bazı zatlara göre tevatürde muhbirlerin en az, dört veya beş veya on iki veya yirmi veya kırk veya yetmiş kişi olması lâzımdır.

Mülga Fetvahane-i Alîce ise zamanın ahvâli ahlâkiyesı nazara yirminden noksan kimsenin haberleriyle tevatür husule gelemiyeceğme karar verilmişdir. Tevatür için birinci cilddeki Usûl-ı Fıkh mebhasine de müracaat!. [54]

 

Şahidlerin Tezkiyeleri Ve Cerh Edilmeleri :

 

116 -  Hudüd ve kısasdan başka bir hâdise hakkında şahadet edenlere müddeaaleyh tarafından ta'n edilmezse - îmamı Azama göre - tezkiyeleri cihetine gidilmez. Zâhiri adaletlerine binaen hükm edilir. Imâmeyne göre ise hasım ta'n etsin etmesin şahidlerin   herhalde tezkiyelerine lüzum var. Tezkiye edilmedikçe hükm sahih olmaz. Çünkü şahidlerin âdil olub olmadıkları bu suretle anlaşılır. Fakat şahidler hakkında hasım tarafından ta'n edilirse yahud hududa veya kısasa aid bulunursa tezkiyeleri bilicmâ lâzımgelir (Zeyle, Ha-mevî.)

117 - : Şahidler muhakemede şahadet edince hâkim, «Ne dersin, bunlar şahadetlerinde sadık mıdırlar, değil midirler» diye meşhûdünaleyhden sorar, meşhûdünaleyh de «Şahidler, bu şahadetlerinde sadıkdırlar veya bu şahadet­lerinde âdildirler» derse müddeabihi ikrar etmiş olur, artık hâkim, bu ikrara binaen hükm eder, hükmün sebebi, ikrar olmuş olur. Meşhûdünaleyh, şahidler-den yalnız birini bu veçhile tâdil etdiği takdirde de hükm böyledir. Çünkü iddia edilen şeyi ikrar etmiş olur,

Fakat meşhûdünaleyh: «Bunlar yalancı şahidlerdir, veya bunlar âdil kim­seler ise de bu hususda hatâ ediyorlar ,veya vakıayı unutmuşlar» derse ve ya­hud «Bunlar âdil adamlardır» demekle beraber müddeabihi inkâr eylerse hâ-kim, hükm etmez. Belki şahidleri - Imâmeyne göre - sırren ve alenen tez­kiyeye hayâle ile âdil olub olmadıklarını araşdırır. Âdil oldukları tahakkuk e-derse hükm eder, sebeb-i hükm, bunların şahadetleri olmuş olur.

Meshûdünaleyhin şahidleri şahadetden evvel tâdil edib etmemesinin hük­mü yokdur (Velvâliciyye,, Kadıhan!)

118 - : Müzekkî olacak zat, âdil, şahid hakkında cerhi mucib olub olma­yan ahvâle vâkıf, mal ile aldatılacak derecede tamadan herhalde berî olma­lıdır. Ve müzekkî ile şahid arasında adâvet-i zahire bulunmamalıdır.   Bir de bazı fukahaya göre iki şahidden biri, diğeri hakkında müzekki bulunmamalıdır. Çünkü bu tezkiye, töhmetden, kendi şahadetinin kabulü   gayesine hizmetden hâlî görülemez.

imamı Âzam ile imam Ebû Yusuf'a göre müddeaaleyh, bir müzekkiye ra-zi olmadığı takdirde müzekkinin en az iki kimse olması lâzımgelir (Velvâliciy­ye, Zeyleî.)

119 - : Şahidler, gerek sırren gerek alenen mensub oldukları canibden tez­kiyeye havale olunurlar.

Meselâ : Şahidler, taleb-i ulûmdan iseler sakin oldukları medrese müder-risüe mutemed ahalisinden, askeriyeden iseler tabur zabitlerinden ve kâtible-rinden, ketebeden iseler kalemi memurlarından ve mümeyyizlerinden, tüccar­dan iseler tacırların muteberlerinden, esnafdan iseler onların kethüdasiyle lonca ustalarından ve başka sınıflardan iseler mahalle veya karyelerinin mev­suk, mutemet ahalisinden tezkiyeleri yapılır.

Müzekkiler, nâs ile ihtilâtı olan kadın taifesinden de olabilirler Hattâ ka­dın olan bir şahidin kadınlardan tezkiyesi evlâdır. Tezkiye, dinî umurdan ol­duğu cihetle bunda erkek ile kadın müsavidir.

Şahid, garibüddiyar olub şahadet etdiği beldede haline muttali kimse bu­lunmazsa hâkim, onu velayeti halidinde bulunmayan kendi beldesi hâkimi ra-sıtasiyle tezkiye etdirir.

Bir de müddeî ile müddeaaleyh, bir muayyen erkek tezkiyesine biliCifak ıazi olurlarsa yalnız o erkeğin tezkiyesi biiicmâ caiz olur. (Velvâlİciyye,Hm-diyye.)

120 - : Sitren tezkiye, fukaha ıstılahmca mesture tâbir olunur varah fle yapılır. Şöyle ki: Hâkim, o varakaya müddeînin ve müddeaaleyhin is

ve müddeabih ile şahidlerin isim, şöhret ve san'atlarını ve eşkâl ve rini yazar ve babalariyle dedelerinin isimlerini ve maruf iseler yalnız isin ve şöhretlerini tahrir eder. Hâsılı şahidled başkalarından ayıracak veçhile tarif ve beyan eder, bu varakayı bir zarf içine koyarak üzerini mühürledikda sa­ra müzekki intihab olunan kimseye gönderir.

Müzekkiler de bu mestureyi ahb okudukdan sonra şahidler âdil isele: sim­lerinin altına «Âdil ve makbul üs, şah a dedir.» diye yazarlar, âdil değinir ise «Âdil değildirler.» diye yazıb imza ederek zarfın üzerini mühürlerler, hiüne iade ederler. Bu mesturenin mazmununa ne bunu getiren şahsı ve ne ce baş­kasını vâkıf etmezler.

Mesturede : «Makbûlüşşahadedir,» veya «Caizüşşahadedir.» diye yazaca-sı tâdildir, yalnız «Âdildir.» denilmesi, bir kavle göre tâdil ise de bir kavle göre tâdil değildir (Hindiyye, Zeyleî, Mecelle.)

121 - : Kendi dini, lisanı ve yedi hakkında emîn, seciyye sahibi dan bir kitabî, meselâ: Bir Nasrânî de zahiren âdil sayılır. Çünkü yalan söylemek-ker dinde haramdır, bu vasıfları haiz olan bir gayr-ı müslim de zâhir-i hâle naza­ran yalanı ihtiyar etmez (Velvâlİciyye.)

122 - : Müzekkiler, mesturede şahidler hakkında; «Âdil değillerdir diye sarahaten ve yahud «Hâllerini bilmeyiz» veya «Hâlleri bizce meçhuldür.) veya «Allah Taâlâ bilir» diye delâleten cerhi ifade eder bir söz yazmış olurlarsa ve yahud hiç bir şey yazmaksızm mestureyi okudukdan sonra mahtûmen hurime iade ederlerse hâkim, o şahidlerin şahadetini kabul etmez, artık alenen tdri-yeye de lüzum kalmaz.

Bu suretde hâkim, müddeîye: «Senin şahidîerin cerh olundu» deraaşa-hidlerin haysiyetlerini ihlâl etmek muvafık değildir. Şahidler ile müzekkiler arasında adavet zuhuruna meydan vermek de muvafık olamaz. Belki bakim tarafından müddeîye başka «Başka şahidlerin var ise getir» denilir. Ve jabd «Şahidlerin mahmûdül'hâl değildir.» demekle iktifa edilir.

Müzekkiler ise tezkiye edilmez. Çünkü sonra teselsül lâzımgelir, i§de ta­lik yüz gösterir (Velvâlİciyye, Hindiyye.)

Müzekkiler, şahidlerin fışkına muttali iseler onların namuslarını hek et-mekden ihtiraz için fâsık olduklarım mesturede tasrih etmemelidir. Belki mes­tureye ya hiç bir şey yazmam alıdır, ve yahud «Allah Taâlâ bilir.» diye yaz­makla iktifa etmelidirler. Çünkü herkesin serair-i ahvâline ancak Allah Taâlâ kemâliyle âlimdir. Şu kadar var ki, müzekkiler, bu şahidlerin başkaları tara­fından tâdil edilerek şahadetleriyle hükm edileceğinden korkarlarsa o zaman bunların fışkını tasrih ederler (Lürünbilâlî.)

123 - : Müddeî, cerh edilen şahidlerini başka emin kimselerin tezkiye ede­ceklerini iddia eder, veya «Şahidlerimin ahvâlini fülân kimselerden suâl et.» diye talebdc bulunursa hâkim, kabul eder. Bunlar tezkiyeye ehil olub da şa-hidleri tezkiyede bulunurlarsa hâkim, evvelki müzekkilere: «Şahidleri ne İçin cerh etüiklenni» sorar. Eğer bunların cerh için dermeyan   edecekleri sebeb, redd-i şahadeti mucib bulunursa hâkim, bunların cerhlerini kabul ile ikinci tez­kiyeyi red eder. Fakat bunu meşru bir sebeb görmezse ikinci tezkiyeyi kabul eyler (Hindiyye.)

124 - : Müzekkiler, mesturede şahidlerin âdil ve makbûlüşşahade olduk­larını yazmış olurlarsa ikinci mertebede alenen tezkiyeye başlanır. Şöyle ki: Hâkim, müzekkileri huzuruna celb eder, müddeî ve müddeaaleyh ile şahidler de hazır bulunurlar. Hâkim: Müzekkilere hitaben: «Sizin tezkiye etdiğiniz şa­hidler bunlar mıdır?» diye sorar ve yahud: «Bunlar âdil, makbûlüşşahade kim­seler midir?.» diye İstifsar eder.

Maamafih şahidler, müddeî ve müddeaaleyh ile beraber tezkiye naibine terfikan müzekkilerin yanlarına gönderilerek mahallerinde de alenen tezkiye­leri yapılabilir.

Sırren tezkiyede bulunanların böyle alenen tezkiyede bulunmaları, yani: Bunların müttehid olmaları caizdir. Alenen tezkiyede bulunacakların başka kimseler olması dd caizdir. Hattâ hassafın beyanına göre bunlar herhalde baş­ka başka olmalıdırlar.

Tezkiye naibi de imam Muhammed'e göre iki zat olmalıdır (Reddimuhtar Tekmilesi, Şiblî.)

125 - : Sırren tezkiye, şahadet kabilinden, olmadığı cihetle bunda bir mü­zekki kâfidir. Fakat ihtiyata riayeten en az iki olması evlâdır. îmam Muham­med'e göre ise bunların lâakal iki kişiden ibaret olması lâzımdır.

Sırren müzekki, usûlden, fürûdan veya zevceynden biri de olabilir.

Alenen tezkiyeye gelince bu şahadet kabilinden olduğundan bunda şaha­detin şartlan ve nisabı muteberdir. Binaenaleyh tezkiye-i aleniyyede müzek-kinin âdil, baliğ, hür, âkil, basîr ve kazfdan dolayı gayr-ı mahdud olması lâ­zımdır. Su kadar var ki, bu müzekkilerin şahadet lâfzını zikr etmeleri lâzım-geimez.

Alenen müzekkilerin muamelât hususunda en az iki şans, zina şahidlerjıe aid tezkiyede de lâakâl dört erkek olmaları - îmam Muhammed'e göre -meşrûtdur (Mültekâ, Mecmaül'enhür.)

126 - : Bir hâkimin huzurunda bittezkiye   adaletleri sabit olan şahida, yine o hâkimin huzurunda başka bir hususa dair tekrar tezkiye edilmeksin şahadetde bulunabilirler. Şu kadar var ki, iki şahadet arasında kamerî   ajiar itibariyle altı ay geçmemiş olmalıdır. Eğer altı ay geçmiş olursa tekrar totü-yeleri lâzimgelir. Çünkü bu müddet içinde şahidlerin adaletleri zail olmuş ala­bilir. Bir kavle göre aradan geçen müddet, hâkimin re'yine müfevvezdir (İt diyye, Muhît-i Serahsî.)

127 - : Meşhûdünaleyh, tezkiyeden evvel veya sonra   şahidlere - Mi magrem veya celb-i magnem gibi - şahidlerinin kabulüne mâni olur birse? isnad ile ta'n eylese hâkim, meşhûdünaleyhden bu isnadına beyyine ister. Hes hûdünaleyh, bunu beyyine ile isbât ederse hâkim, onların şahadetlerini ıbî eder. Isbât edemediği takdirde ise hâkim, bâdettezkiye şahidlerin şahadetle hükm eder.

Kezalik : Meşhûdünaleyh, bu şahidler, müddeînan bu dâvasına taraüt dan bilvekâle ve kableşşahâde husûmetde bulunmuşlardır dese, bunu isbâîet­mesi lâzımgelir (Kadıhan, Reddimuhtar.)

128 - : Müzekkilerden bazısı, şahidleri cerh, bazısı da tâdil eylese  cefe tarafı müreccah olarak hâkim onların şahadetleriyle hükm etmez.   Velev i tâdil edenler, on kişi olduğu halde cerh edenler, iki kişiden   ibaret bulunsm Fakat şahidleri bir kişi cerh etdiği halde îkî kişi tâdil eylese şahidlerin sâa­detleri kabul olunur. Çünkü iki, nisâb-ı şahadetdir, iki kişinin şahadeti teü-yesi bir hüccet-i kâmiledir (Hindiyye.),

129 - : Muamelâta aid hususlarda şahidler, şahadeti edadan sonra cm tezkiye yapılmadan ölseler veya gâib olsalar hâkim, onları tezkiye ederek^ hadetlerile hükm edebilir. Fakat şahadeti edadan sonra âmâ veya ahres ıqa fâsık olsalar artık şahadetleriyle hükm olunamaz.

Kezalik : Hudüd veya kısas hususunda şahidler kablelhükm vefat etsds veya gâib olsalar veya bâdelhükm kendilerine körlük, dilsizlik gibi şaha&e mâni bir hal âriz olsa artık onların şahadetleri muetber olmaz. Yeniden nara-keme ve beyyine ikâmesine lüzum görülür (Bezzâziyye, Hindiyye.)

130 - : Meşhûdünaleyh, hükmden evvel: «Şahidlere şahadetlerinde küb olmadıklarına yemin verdir.» diye hâkime ilhah edib de şahadetin   yemkde takviyesine hâkim tarafından da lüzum görüldüğü takdirde   hâkim, şahüee yemin tevcih edebilir ve hâkim, şahidlere: «Yemin ederseniz şahadetinizi ta-bul ederim ve illâ etmem.» diyebilir. Son zamanlarda şahidlerin adaletlerini şübhe hâsıl olduğu ve yalnız tezkiye ile bu şübhe bilkülliye zail olmadığıIe bu yemin tecviz edilmişdir. Yoksa şahadet lâfzı, yemini mutazammin oldu­ğundan ayrıca yemine lüzum yokdur. Bu yeminin cevazına esasen Ibni Ebî Leylâ kail bulunmuş idi. Hanefî fukahasının müteehhirlerince de şahidlerin adaletleri gayr-ı zahir olduğu takdirde bu yemin, caiz görülmüş, Mecelle'de de bu kabul edilmişdir. Fakat şahidler, tezkiye olunarak mueebince hükm olun-dukdan sonra artık kendilerine yemin tevcih edilemez (Hâniyye, AH Efendi ve Abdürrahim Fetavâları.)

hakkûllâhı veya hakk-ı ibâdı mu­tazammin bulunmaz. Meşhûdünaleyhin: «Şahidler fesekadandırlar, veya âdet­leri zinadır veya şürb-i hamrdır.» demesi gibi. Çünkü bunlar hükm altına alı­namaz ve böyle denilmekle hâdd sabit olmaz.

Diğeri, cerh-i mürekkebdir ki, taht-ı hükme girecek suretde ya hakkullâ-hı veya hakk-ı ibâdı tazammün eder. Meşhûdünaleyhin: «Bu şahidler benim şu kadar paramı çaldılar veya bu şahidler benim aleyhime şahadet etmemek üzere benden şu kadar meblâğ rüşvet .olarak aldılar.» diye iddia etmesi gibi. Çünkü meşhûdünaleyh, bu iddiasını isbât etse onlardan bu parayı geri alabi lir (Zeyieî, Ebüssuûd-i El'Mısrî.)[55]



[1] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/3-4.

[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/5-6.

[3] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/7.

[4] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/7-8.

[5] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/8-9.

[6] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/10.11.

[7] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/11-13.

[8] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/13-15.

[9] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/15-16.

[10] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/16-19.

[11] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/19-21.

[12] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/21-23.

[13] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/23-25.

[14] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/25-27.

[15] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/27-28.

[16] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/29.

[17] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/29-33.

[18] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/33-35.

[19] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/35-36.

[20] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/37-38.

[21] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/39.

[22] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/39-42.

[23] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/42-48.

[24] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/49-56.

[25] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/56-60.

[26] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/61.

[27] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/61-63.

[28] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/63-68.

[29] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/69-75.

[30] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/75-77.

[31] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/77-79.

[32] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/79-80.

[33] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/81-82.

[34] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/83.

[35] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/83-85.

[36] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/85-89.

[37] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/89-91.

[38] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/91-97.

[39] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/97-99.

[40] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/99-104.

[41] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/105.

[42] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/105-106.

[43] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/106-109.

[44] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/109-112.

[45] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/112-117.

[46] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/118-122.

[47] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/123.

[48] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/123-127.

[49] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/127-136.

[50] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/136-140.

[51] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/140-145.

[52] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/145-148.

[53] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/148-152

[54] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/152.

[55] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/152-157.