SULH
VE İSRA HAKKINDA OLUB BİR MUKADDİME İLE İKİ BÖLÜME
Sulh
Ve İbraya Dair Istılahlar :
Sulhun
Aksami, Rüknü Ve Meşrüiyyeti :
Akdi
Sulhun Müsalihe Aid Şartları :
Musalehünaleyh
İle Musalehünanha Aid Bazı Haller Ve Şartlar :
Deyinden
Ve Sair Bazı Haklardan Sulh :
Caiz
Olub Olmayan Bazı Sulhler :
Sulh
Ahkâmına Dair Bazı Meseleler :
Malikî'lere
Göre Sulhe'dair Bazı Meseleler :
Şafii'lere Göre Sulhe
Müteallik Bazı Meseleler
:
Hanbelî'lere
Göre Sulhe Aid Bazı Meseleler :
Zahirilere
Göre Sulhe Aid Bazı Meseleler :
Marizlerin,
Vârislerin İbralarına Müteallik Bazi Meseleler :
İKRAR
HAKKINDA OLUB BİR MUKADDİME İLE İKİ BÖLÜMDEN
İkrarın
Mahiyyeti, Rüknü Ve Nevileri :
Sahih
Olue Olmayan Bir Kısım İkrarlar :
Nefy-I
Mülk Ve Namı Müstear A Ait Meseleler :
Maraz-1
Mevt İle Mariz Olanların İkrarları :
Kitabetle
İkrara Aid Meseleler :
İkrarın
Hikmet-I Teşriîyyesi :
DAVALARA
DAİR OLUB BİR MUKADDİME İLE İKİ BÖLÜMDEN
Davalara
Aid Bazi Istılahlar :
DÂVALARA
DAİR UMUMİ HÜKİMLER HAKKINDADIR.
Davanin
Rüknü Ve Sıhhatinin Şartları :
Dâvaların
Hükümleri, Nevileri :
Davaların
Hikmet-İ Teşriîyyesi :
Dâvalarda
Hasım Olub Olmayanlar :
Davaların
Defi' Edilebilmesi :
DÂVALARA
DAİR BİR KISIM MESELELER HAKKINDADIR.
Davalarda
Huzurları Şart Olub Olmayanlar :
Düyuna
Menkülâta, Akarate Müteallik Dâvalar
Mürur!
Zamanin Nevileri, Müddetler :
Mürür-İ
Zamana Dair Bir Kısım Meseleler :
BEYYİNELERE
= ŞAHADETLERE VE TAHLİFE DAİR OLUB BİR MUKADDİME İLE İKİ BÖLÜMDEN MÜTEŞEKKİLDİR.
Şahadetlere,
Hüccetlere Dair Bazı Istılahlar :
ŞAHADETLERE
DAİR UMUMİ HÜKMLER VE MESELELER HAKKINDADIR.
Şahadetin
Rüknü, Nisabı, Ehemmiyeti Ve Hikmet-İ Teşri Iy-Yesi :
Şahadetlerin
Şürût-I Esasiyyesi :
Şahadetlerin
Dâvalara Muvafakati :
Şahadetlerin
Keyfiyet-İ Edası :
Şahadet
Aleşşahadetin Mahiyyeti :
Şahidlerin
Tezkiyeleri Ve Cerh Edilmeleri :
Bir kısım muamelât ile
muhakemâta ve İfîaya müteallik ahkâmı hâvidir.
«Hukuki Islâmiyye ve
Istılahaü Fıkhiyye Kamusunun işbu Srkızincı fildi beş kitapdan müteşekkildir.
Bu kitablar, bu eserin yirmi altıncı, yirmi yedinci, yirmi sekizinci, yirmi
dokuzuncu ve otuzuncu kitabından ibarettir. Şöyle ki :
(26) inci kitab, sulh ve ibraya müteallik
meseleleri havi olub bir mukaddime ile İki bölüme münkasîmdir.
(27) nci kitab, ikrara dair meseleleri cami olub
bir mukaddime ile iki bö lüme ayrılmışdır.
(28) inci kitab, dâvalara müteallik olub bir
mukaddime ile iki bölümden ibarettir.
(29) uncu kitab. Beyyinelere şehadetlere ve
yeminlere dair olup bir mukaddime ile iki bölümden müteşekkil bulunmuştur.
(30) uncu kitab, kaza Hükm ve fetva hakkındaki mesaili cami oîub bir
mukaddime ile üç bölümden ibarettir.
Bu sekizinci cildin
kitablarında münderiç meseleler Mecellei Ahkâmı Ad-liyyenin bu hususlardaki
maddelerini aynen veya meâien cami olduğu gibi daha bir çok lâzımlı ahkâm ve
izahatı da havi bulunmuştur.
Bu kamusda - evvelce
de yazılmış olduğu üzere fıkhı Hanefî
esas ola-ark tesbit edilmiştir. Hukukî meseleler, maddeler arasında mukayeseler
yapılabilmesi için de sair büyük mezahibi fıkhiyyemize aid bir çok meseleler,
mütalaalar, kayd olunmuştur. Bu kamusu teşkil eden cildlerin birincisi, usulü
fıkhı ve tabakatı fukahayı muhtevi olub bu, bir nazariyyatı hukukiyye ve tarihi
fıkh mecmuası demektir. Diğer cildlerdcki meseleler do islâm hukukunun
esaslarını muhtevi olub bunlardan bir çoğunun esbabı mucibei makmnında olan
ileli fıkhıyyesine «Çünkü, zira...» diye işaret olunmuş, ve başlıca bir ki-
sim ahkâmı
hukukıyyenin hikmeti teşriiyyesi de ayrıca kayd edilmiştir. Velhâsıl: bu
sekizinci cild ile bu eser nihayet bulmaktadır. Bu eser, heyeti mecmuası
itibariyle (Usulü fıkh, tarihi fıkh, ıstılahatı fıkhiyye, füruatı fıkhıyye,
hi-lâfiyyat, hikem-i teşriiyye = Nazariyyaü hukukiyye) namile altı ilim
şubesini muhtevi bulunmuşdur. Bu ilimlerin haddi zatındaki vüsatına,
ehemmiyetine nazaran muhtasar, mahdud olan bu eser, nâçiz bir ferdin neticei
mesaisi bulunmaktadır. Bu cihetle şüphe yok ki noksanlardan hâli delildir.
Fakat mun-sif, âli nazar zevatdan memuldur ki, mahza islâm Hukukuna naçizane
bir hiz-metde bulunmak gayesini takib etmiş olan âciz müellifini hüsn-i
niyyetine ba-ğişlıyacaklar, kendisini bu hususda mazur göreceklerdir.
Feyyazı kerim olan
azimüşşan mabudumuzun af ve merhametine iltica e-derek nâçiz eserimizin riza-i
ilâhisine iktiranını niyaz eyleriz. Allahü â'lem bissavab ve ileyhil'merciu
vel'meâb.[1]
1 - (Sulh = Musalehe) : Muhasamanın
hilafıdır. Esasen istikâmet üThâl mânasına olan selâh kelimesiyle ilgilidir.
Istılahda: îki tarafın, yani: Müddei ile müddeaaleyhin aralarında rızalariyle
nizaı refi' ve izâle eden bir akdden
ibaretdir.
2 -
(Tesâlüh) : Musalehe demekdir ki,
hilafı tehasumdur. Müsâlemet mânasını
müfiddir.
3 - (Musâlih) : Sulhu akd eden kimsedir.
Binaenaleyh asaleten veya vekâleten veya velayeten müddeî veya müddeaaleyh
sıfatiyle musâlehada bulunan kimseye musâlih denir,
4 -
(Musâlehünaleyh) : Bedel-i sulh
demekdir ki, mal da, menfaat de
olabilir.
5 - (Musâlehünanh) : Müddeabih olan =
Dâva edilen şeydir, yani: Bir hakkı şahsî olarak dâva ve taleb edilen şeyden
ibaretdir. Hukuk-ı ilâhiyyeden dolayı ise sulh sahih değildir.
6 - (Salâh) : Fesadın zıddıdır. Nefsinde müstakimül'hâl olan kimseye «Salih» denilir.
Diğer bir tarife göre salih, hukûkullâhı ve hukuk-ı ibâdî ikâme eden zatdır.
7 - (İbra) : Bir kimseyi bir dâvadan, bir
hakdan beri kılmak, onun hakkında dâvada, hak talebinde bulunmakdan
vazgeçmekdir.
8 - (İbrâ-i âm) : Bir kimsenin zimmetini bütün haklardan,
dâvalardan beri kılmakdır.
9 - (Ibrâ-İ has) : Bir kimsenin zimmetini
muayyen bir hakdan, hususî bir dâvadan
veya bir kısım haklardan beri kılmakdır.
10 - (İbrâ-i istifa) : Bir kimsenin
zimmetindeki bir hakkın alınmış, kabz edilmiş olduğunu itiraf eylemekdir ki,
bir nevi ikrar demekdir.
11 - (İbrâ-i iskat) : Bir kimsenin
zimmetindeki kabil-i iskât oları bir hakkı veya kâfi'e-i hukuki iskât etmekden
veya böyle bir hakkın bir kısmını hat
ve tenzil eylemekden ibaretdir.
12 - (Berâet) : Bir şahsın zimmetinin,
yani; Nefsinin bir şeyin vücub ve lüzumundan hâli olması, iddia edilen hak ile
meşgul olmaması demekdir. Buna «Berâet-i zimmet» de denir.
Berâet tâbiri, bir
şahs hakkında iddia edilen bir suçdan beri olduğuna veya kendisine isnad
edilen suçun haddizatında bir suç teşkil etmediğine dair hâkim tarafından
verilen hükm mânasına da müstameldir. [2]
İÇİNDEKİLER
: Sulhun aksamı, rüknü ve meşru ly yet i. Akd-i sulhun mu-sâlihe aid şartlan.
Musâlehünaleyh İle musâlehünanha aid bazı haller ve şartlar. Musâlehünanha
dair hükmler. Deyinden ve sair bazı haklardan su|h. Caiz olub olmayan bazı
sulhler Sulh ahkâmına dair bazı meseleler. [3]
13 - :
Sulhler, müddeaaleyhin cevab verib vermiyeceğine nazaran üç kısımdır. Şöyle
ki: Birinci kısım, an ikrârin sulhdür ki, müddeaalleyhin müddea-bihi ikrarı
üzerine yapılan sulhdür. ikrar ve itiraf edilen bir alacak dâvasından sulh
gibi. ikinci kısım, an inkârın sulhdür ki, müddeaaleyhin müddeabıhı inkârı
üzerine yapılan sulhdür. inkâr edilen bir emanet dâvasından sulh gibi. üçüncü
kısım, an sükutin sulhdür ki, müddeaaleyhin müddeabihi ikrar ve inkâr et-meyib
sükût etmesi üzerine yapılan sulhdür.
14 - :
Sulhun rüknü, icab ve kabuldür. Binaenaleyh icab ve kabul bulunmadıkça sulh
mün'akid olmaz.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsdan satmış olduğu bir mal bedeli olarak bin kuruş dâva edib de bilâhare
«Bunun mukabilinde sekiz yüz kuruşa sulh oldum.» dese, müddeaaleyh olan o şahs
da «Bu veçhile sulhu kabul etdim.» dese aralarında icab ve kabul ile sekiz yüz
kuruş üzerine bir sulh mün'akıd olur.. Fakat o şahs, bunu kabul etmese sulh
mün'akid olmaz.
Maahaza mübadele
mahiyyetinde olmayıb bir hakkı kısmen iskât mahıy-yetinde bulunan bir sulh,
yalnız müddeinin icabiyle mün'akid olur. Diğer tarafın kabulüne muhtaç
bulunmaz.
Meselâ : Bir kimse,
medyununa hitaben «Sende olan yüz lira alacağımdan seksen lira üzerine sulh
oldum.» dese yirmi lira alacağını ıskat etmiş olur. Medyun, bur;u reddetmeyince
seksen lira üzerine sulh mün'akid olmuş bulunur.
15 - : Sulh,
bazen teati ile de mün'akid olur. Söyle ki: Müddei, müddeaaleyhin ahza hakkı
olmadığı bir malı müddeaaleyhe verib o da bunu kabz etse aralarında sulh husule
gelmiş olur.
Meselâ : Müddeî yüz
lira dâva etdiği halde müddeaaleyh bunu inkâr etmekle beraber müddeiye bir
kumaş itâ, o da kabz etse aralarında teati suretiyle sulh mün'akid olur. Fakat
müddeaaleyh, müddeiye müddeabihin bir kısmim vers», meselâ yüz lira dâva
edildiği halde elli Ura verse bununla
sulh mün'akid olmaz. Bu hakkım kısmen istifa sayılır (Bezzâziyye.)
16 - :
Sulhun meşrûiyyeti, kitâbûllâh ile, sünnet-i nebeviyye ile, icmâ-ı ümmet ile
makûl ile, yani: Kıyası fukahâ ile sâbitdir.
Bir âyet-i celîlede:
buyurulmug-dur. Bu, sulhun son derece hayırlı olduğunu nâtıkdır. Bir hadis-i
şerifde de: buyurulmuşdur.
Resûli Ekrem
Efendimiz, Hudeybiyye senesinde Mekke'liler ile on sene müddetle harb etmemek
üzere musâlehada bulunmugdu.
Ömer İbnil Hattab
Hazretleri: buyurmuşdur. Yani: Davacıları sulh olmaya imâle ediniz.
Çünkü dâvalarını
hükmen hail ve fasi etmek, aralarında adavet husule getirir.
Binaenaleyh hâkimin
tacil etmesi lâyık değildir. Hasımları sulhe red etmesi mendubdur.
Sulh voliyle olan
fasl-ı dâva, bakâ-i meveddete akreb, beyne!'müslimin nefretten taharrüze vesile
olur. Şu kadar var ki, bu hükmin vechi müstebin olmadan evvel yapılmalıdır. Ne
suretle hükm edileceği anlaşildıkdan sonra sulhe imâle doğru değildir. Bu halde
hasımlar isterlerse kendi aralarında n-zalariyle sulh olabilirler. Bu halde
hâkimin sulhe imâle etmesi, hakkında töhmeti müstelzim olabilir. Hâkim ise bu
töhmetden kadir olduğu kadar kaçınmalıdır.
Maamcfih sulh teklifi
de nihayet bir iki defa yapılır. Çünkü dâvayı uzatmak, istihkak sahibinin
tehir-i hakkına sebebiyyet vererek zararına bâis olur.
Velhâsıl : Bir çok
hususlardan dolayı ümmet-i islâmiyye arasında Öteden-beri musâleha carî
bulunmuşdur. içtimâi hayatın icablarından olan bir çok ınünazealardan,
husûmetlerden kurtulmak için musâleha tariki, pek faideli bir yoldur. Ancak
esasen fâsid olub hiç bir veçhile tashihi kabil olmayan iddialardan dolayı
yapılacak sulhler, sahih değildir. Meselâ: Vâris olmadığı zahir olan bir
kimsenin veraset iddiasından sarf-ı nazar etmesi için kendisiyle bir mal
üzerine yapılan bir sulh, sahih değildir, bu mal o kimse için helâl olmaz
(Mebsût, LİsânüThükkâm.) [4]
17 - :
Müsâlihin âkil olması şartdır, baliğ olması şart değildir. Binaenaleyh
mecnunların, matuhların, gayrı mümeyyiz çocukların yapacakları sulhler sahih
olmaz. Fakat mezun olan çocukların, matuhların yapacakları sulh-lerde zarar-ı
beyyin bulunmazsa sahih olur. Şöyle ki: Bir kimse, mezun bir çocukdan ticarete
veya borç, vedia, ariyet gibi ticaret zarûriyyatından olan bir hususa dair bir şey dâva edib o da
ikrar etse veya bu dâva beyyine ile sabit olsa bu ikrarı veya beyyine üzerine
yapacağı sulhu sahih olur.
Amma sulhde aşikâr bir
zarar bulunursa, meselâ: Mebide bir ayıb bulunmadığı halde semenini tenzil
suretiyle yapacağı sulh, sahih olmaz (Bezzâziyye.)
Kezalik : Mezun bir
çocuk, alacağını imhâl ve tecil etmek üzere sulh akd etse bu da sahih olur.
Çünkü bu imhâl ve tecil, ticaret icablarındandır.
Kezalik : Böyle bir
çocuk, alacağının bir mikdarı üzerine sulh olsa bakılır: Eğer beyyinesi var
ise sulhu sahih olmaz. Fakat beyyinesi bulunmayıb hasmın da yemin edeceği malûm
olursa sahih olur.
Kezalik : Böyle bir
çocuk, ba§ka birinden bir mal dâva edib de mikdar-ı kıymeti üzerine sulh olsa
sahih olur. Çünkü bu sulh, bir mübadele mesabesindedir. Mezun olan çocuk ise
bu mübadeleye ehildir. Fakat o malın kıymetinden noksanı fahiş üzerine sulh
olsa sahih olmaz. Zira bu sulhde zarar-ı beyyin vardır (Bedâyî, Hindiyye,
Tahtâvî.)
18 - : Çocuk
namına müsâlehe yapacak şahsın, çocuğun malında tasarrufa malik olan
kimselerden olması gârtdır. Baba, dede, vasi gibi. Çünkü sulh, malda
tasarrufdur. Binaenaleyh malda tasarrufa malik olana muhtes olur (Bedâyî.)
19 - :
Sulhun çocuğa mazarret-i zahire ile muzir olmaması şartdir.
Binaenaleyh bir çocuğa
aid dâvadan velisi veya vasisi sulh oldukda bakılır; Eğer çocuğa zarar-ı
beyyin yok ise sahih olur, ve eğer zarar-ı beyyin var ise sahih olmaz. Meselâ:
Bir kimse bir çocukdan bir kuruş dâva edib de çocuğun parasından vermek üzere
babası sulh oldukda eğer o kimsenin beyyinesi var ise sulh sahih olur, fakat
beyyinesi yok ise sahih olmaz (Bedâyî.)
Kezalik: Bir çocuğun
bir şahs zimmetinde alacağı olub da babası onun bir mikdarını tenzil ile sulh
oldukda eğer beyyinesi var ise sahih olmaz, amma beyyinesi olmayıb o şahsın
yemin edeceği malûm bulunursa sahih olur. Şu kadar var ki, bundan sonra babası
veya baliğ oldukdan sonra çocuğun kendisi bu alacağa beyyine-i adile ikâme
ederse sulh bozulur (Ali Efendi = Hâvî.)
Kezalik: Çocuğun
alacağı ne ise onun kıymetinde veya ondan gabni yesîr ile az kıymetli bir mal
üzerine velisinin sulh olması da şahindir. Velev ki beyyinesi mevcud olsun.
Çünkü bu, muaveze demekdir. Veli ile vasi ise muaveze ye muktedirlerdir.
Fakat müddeaaleyh,
müddeabihi mukir veya bu hususda beyyine mevcud olursa velinin veya vasinin
çocuğa aid ve kendilerinin yapmış oldukları bir akdden gayrı mün'beis olan bir
alacağı hakkında gabn-İ fahiş ile sulh yapmaları sahih olmaz (Hindiyye,
Mirat-ı Mecelle.) [5]
20 - :
Musalehünaleyhr muayyen akar, uruz, nükud gibi ayan kabilinden ise akd-i sulh;
beyi, müsalehünaleyh da mebi hükmünde olur. Ve eğer müsa-lehünaleyh gayrı
muayyen mevzunat, mekillât gibi duyûn kabilinden bulunursa akd-i sulh; yine
beyi, bu bedel de semen mesabesinde bulunur. Müsalehü-naieyh, bir hanede bir
müddet ikamet gibi menafi
kabilinden olursa akdi sulh;
icare, bedel de ücret hükmünde olur. Binaenaleyh beyide mebi veya se men olmaya
ve icarede menfaat olmaya salih olan her şey, sulhde de bedeli sulh olmaya salih
olür.Maamafih semen ve ücret olmaya salih olmayan bas şeyler, bedel-i sulh
olmaya salih olabilir. İki tarafın ikâme etdikleri karşılıklı cinayet
dâvasından vazgeçmeleri üzerine sulh olmaları gibi. Bunun beyi ve icare gibi bir akde ircaı
kabil değildir (Muhît, Hindiyye,
Abdülhalım Feta-vâsı.)
21 - :
Müsalehünaleyh, mal, mülk veya menfaat kabilinden olmak şandır.
Binaenaleyh lâşe ve
hür olan insan gibi mal olmayan bir şey, bedel-i sulh olamaz.
22 - :
Müsalehünaleyh, müsalihin malı ve mülkü olmak şartdır. Binaenaleyh başka bir
şahsın tâyin İle müteayyen ve ayandan mâdûd olan
malını izin ve icazeti
lâhik olmadıkça bedel-i sulh olarak müsalihin müddeiye vermesi caiz, bununla
akd-i sulh sahih olmaz.
Fakat müsalehünaleyh,
başkasına aid olduğu halde deyin kabilinden olsa veya tâyin ile müteayyin
olmayan, yani: Altın veya gümüş bulunsa sahibi mücız olmasa da sulh.sahiholur.
Bu halde müsâlih, müsâlehünaleyhin mislini müddeiye vermekle mükellef olur
(Dürerüt'hükkâm.)
23 - :
Müsalehünaleyh ile müsalehünanhdan herhangisi kabz ve teslime muhtaç ise malûm
olması lâzımdır. Bunlardan kabz ve teslime muhtaç olmayanın malûmiyyeti şart
değildir.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsın elinde bulunan bir haneden o şans da o kimsenin elinde bulunan bir
bahçeden bir hak dâva edib de ikisi de müddeâsim tâyin etmeksizin dâvalarından
vazgeçmek üzere sulh olsalar sahih olur. Çünkü bunlar bu halde haklarım ıskat
etmiş olurlar. Sâkitin cehaleti ise münazaaya müfzi olmaz ve busâkitgabz ve
teslime de muhtaç bulunmaz.
Kezalik : Bir kimse, bir
şahsın elindeki hanede bîr hak dâva edib de müd-deasını tâyin etmeksizin
müddeaaleyh olan o şahs, o kimseye bir malûm bedel vermek üzere dâvasını terk
eylemek üzere sulh olsalar sahih olur. Zira burada müsalhünanh, meçhul ise de
kabz ve teslime muhtaç değildir. Kabz ve teslime muhtaç olan müsalehünaleyh ise
malûmdur.
Fakat müddei,
müddeaaleyhe bede! vermek o da hakkı teslim etmek üzere sulh olsalar sahih
olmaz. Çünkü bu takdirde müsalehünaleyh de, müsalehü-nanh da kabz ve teslime
muhtaç olduğu halde meçhul bulunmuşdur. (Kâfi, Dürer, Dürerül'hükkâm.) [6]
24 - :
Muayyen bir mal dâvasından an ikrarin
vuku bulan sulh, bir mal üzerine yapılmış ise beyin hükmünde olur.
Meselâ : Bir kimse bir
şahsdan bir hane dâva edib o da o hanenin o kimseye aid olduğunu ikrar ile
beraber şu kadar meblâğ vermek üzere sulh olsa o kimse, bu haneyi o şahsa
satmış gibi olur. Binaenaleyh bunda hiyar-ı ayib, hiyar-ı rü'yet, hiyar-ı şart
carî olduğu gibi gerek müsalehünanh ve gerek müsalehünaleyh akar olduğu
takdirde şüf'a dâvası da carî olur.
Kezalik :
Müsâlehünanhın tamamı veya bir kısmı bilistihkak zabt edilse verilen bodel-i
sulhun o nîsbctde tamamı veya bir kısmı İstirdad olunur.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahs elindeki bir hane için «Benimdir.» diye dâ-vü o şahs da bunu ikrar
etmekle beraber o kimseye bin lira vererek sulh ol-dukdan sonra elindeki bu
hanenin tamamı başkası tarafından biliatihkak zabt edilse verdiği bin lira
bedel-i sulhu geri alır. Hanenin yarısı zabt edilse bu pa-arnm yansını istirdada
müstahik olur.
Bilâkis müddeiye
verilen ve altın, gümüş gibi nükûd veya deyin kabilinden bulunan bedel-i sulh,
onun elinde tamamen veya kısmen bilistihkak zabt edilse müddeî, bununla
müddeaaieyhe rücu eder, yoksa akd-ı sulh, fâsid olmaz .Çünkü bu sulh, muaveze
kabilindendir. Muavezatda ise semen zabt edilse akd bozulmaz, belki o semenin
misliyyatdan ise misliyle, kıyemiyyatdan ise kıymetiyle rücu olunur
(Reddimuhtar.)
25 - :
Müddeiye verilen bedel-i sulh, nükûd veya deyin olmayıb ayin bulunur da bu
bedelin tamamı veya bir kısmı bilistihkak zabt edilirse müddei, muhayyer olur,
dilerse müddeaaleyhden müsâlehünanhın o mikdarmı, yani:
Tamamını veya bir
kısmını ister veya bedelin bakisini red ederek müddeabi-hin tamamiyle rücu
eder.
Fakat müddei, müddeaaleyhe
sulhen bir. şey vererek müddeabihi aldıkdan sonra bu müddeabih müddeinin elinde
bilistihkak zabt edilse verdiği şey ile miiddeaaleyhe rücu edemez. Çünkü
müddei, onu kendi mülkü olmak zumiyle almışdır. (Reddimuhtar Tekmilesi.)
26 - : Mal
dâvasından an ikrarin sulh, eğer menfaat üzerine vâki olursa bu sulh, icare
hükmünde olub bunda icare hükmleri carî olur.
Menfaat dâvasından an
ikrarin mal üzerine sulh ve menfaat dâvasından an İkrarin başka bir cins
menfaat üzerine sulh de böyle icare hükmündedir. Çünkü sulh, kendisine en karib
olan bir akde hami olunur. Bu suretlerde ise sulhe en karib olan akd, icaredir.
Binaenaleyh akd-i
icarede makûdünaleyh olan her menfaat, akd-i sulhde de bedel-i sulh olabilir.
Bilâkis akdi icarede makûdünaleyh olmayan her menfaat, akd-i sulhde de bedeli
sulh olamaz.
Meselâ : Bir kimse,
bir bahçe veya şu kadar kuruş dâvasından şu kadar müddet müddeaaleyhin
hanesinde oturmak üzere sulh olsa bu sulh, sahih olub o kimse, bu bahçe veya o
kadar kuruş mukabilinde o haneyi o kadar müddet ile müddeaaleyhden isticar
etmiş olur. Fakat oturmak müddeti böyle muayyen olmazsa sulh, sahih olmaz. Zira
münazaaya müeddi olacak derecede meçhul olan bir menfaat, me'cur olamıyacağı
gibi bedeli sulh de olamaz Bahrirâik, Dürrimuhtar.)
27 - : An
inkârin veya an sükutin sulh olmak, minkülli vechin muaveze değildir, belki yalnızmüddei
hakkında muavezedir. Çünkü müddei, aldığı bedel-i sulhu kendi malına ivaz
olarak aldığını zu'um etmektedir. Bu sulh, müd-deaaleyh hakkında ise yeminden
helâs ile kat-ı münazea içindir. Zira müdde-aaleyh, müddeinin dâvasında mübtil
olduğunu zan ederek bu bedeli yeminden helâs için vermiş bulunur. Müddei ise bu
bedeli haksız yere almış olursa diya-neten mes'ul olur (Zeyleî, Bahrirâik.)
28 - :
Yukarıdaki mesele veçhile sulh yapılsa müsalehünaleyh olan akarda şüf'a cereyan
eder, müsalehünanh olan akarda şüf a cereyan etmez. Çünkü müddei, hakkının
ivazım almak zu'munda olduğundan bu zu'miyle muahaze olunur. Müddeaaleyh ise bu
muavezeyi münkir olmakla bu inkârı, hakkında Süf anın cereyanına mânidir. Ancak
müddeî yerine şefi', beyyine ikâme ederek müddeînin iddiasını isbât etse veya
müddeaaleyhe yemin tevcih edib o da bu yeminden nükûl eylese müsalehünanh olan
akarda da şüf a carî olur (Dürrimuhtar.)
29 - :
Müsalehünanhın tamamı veya bir kısmı
bilistihkak zabt olunsa î, bedel-i sulhun o mikdarını, yani: Tamamını
veya bir kısmını müddeaaleyhe red eder.
Çünkü bu istihkak neticesinde müddeinin müddeaaleyhe husûmete hakkı olmadığı
anlaşılmış olur. Bu halde müddeî, dilerse müstahik ile husûmete başlar,
müsalehünanm ondan dâva edebilir (Ebüssuûd, Mecma-üle'nhür.)
30 - :
Bedel-i sulbün tamamı veya bir kısmı bilistihkak zabt olunsa müddeî, o bedelin
tamamı veya bir kısmı mikdariyle dâvasına rücu eder. Meğer ki sulh, kabil-i
nakz bulunmayan neviden olsun, kısas, nikâh, hul' gibi. O halde
müsâlehünateyhin kıymetiyle müddeaaleyhe rücu eder. Amma müstahik, sulhu mü'cîz
olur da müsalehünaleyh olan ayni müddeiye teslim ederse sulh caiz olur, bu
halde müstahik, müsalehünaleyhin kıyemiyyatdan ise kıymetiyle müddeaaleyhe rücu
eder (Tekmile-i Reddimuhtar.)
31 - :
Bedel-i sulh, henüz müddeiye teslim olunmadan tamamen veya kısmen telef olduğu
takdirde bakılır: Eğer bu bedel, uruz, akar, meydanda mevcud misiiyyat gibi
tâyin ile müteayyen olan şeylerden ise bilistihkak zabt olunmuş hükmünde olur.
Bu haldeeğersulh, an ikrarin vâki olmuş, bedel-i sulh de müddeiye teslim
edilmeden tamamen helak olmuş ise sulh tamamen bâtıl olur. Müddei,
müsalehünanhın tamamını müddeaaleyhden ister. Bedelin bir kısmı helak olmuş ise
bunun mikdarınca sulh bâtıl olur. Müddeî, müsalehünanhın bazısını
müddeaaleyhden taleb eyler. Ve eğer sulh, an inkâin veya an sükutin vâki olmuş
ise müddeî, bedeli hiç teslim etmemiş olunca dâvasına tamamen rücu eder.
Kısmen teslim etmiş olunca da mütebaki bedel-i sulh mikdarınca dâvasına rücua
müstahik olur. Ve eğer bedel-i sulh, deyin ise, meselâ: Şu kadar kuruş veya şu
kadar kile buğday gibi meydanda mevcud ve müşarünileyh olmayan misliyyatdan
ise ve yahud meydanda mevcud ise de ta'yin ile müteayyen olmayan şeylerden,
yani: Altın ve gümüş paradan ibaret ise bu bedelin kabletteslim tamamen veya
kısmen helâkiyle sulhun sıhhatine halel gelmez. Telef olan mikdann mislini
müddeaaleyhin müddeiye vermesi lâzım-gelir. Çünkü akdler, bu gibi bedellerin
aynine değil, zimmetde sabit olan misillerine taallûk eder, bunların helâkiyle
ukûd münfesih olmaz (Zeyleî, Dürer, Tekmile.) [7]
32 - : Bir
kimse, kendi aleyhine açılan deyin dâvasından müddeî ile sulh qlmak üzere bir
şahsı tevkil edib o da bil'vekâle bir bedel üzerine sulh olduk-da
müsalehünaleyh olan bedel, müvekkil olan o kimse üzerine lâzımgeür. Vekil bu
bedel ile muahaze ve mutaleb olmaz. Çünkü bu sulh, rçuaveze-i iskâtiy-ye
kabilinden olduğundan burada vekil, sefir-i mahz mesabesindedir. Meğer ki vekil,
bu müsalehünaleyhin edasını zâmin olmuş olsun. O halde vekil, kefil
mesabesinde olarak bununla muahaze olunur (Reddimuhtar Tekmilesi, Ab-dülhalim
Fetavâsı.)
33 - : Suîhe
vekil olan şahs, bir maldan diğer bir mal üzerine an ikrârin sulh olub da bu
sulhu nefsine muzâf kilsa bedel-i sulh kendisinden alınır. Zira bu sulh, bir
muaveze-i maliyye kabilindendir. Muaveze-i maliyyede ise hukuk-ı akd, vekile
râcidir. Bu halde vekil de bununla müvekkiline rücu eder.
Fakat bir sulh, gerek
maldan mal mukabilinde olsun ve gerek sair suretle olsun ve yahud deyinden veya
demi amdden dolayı yapılsın an inkârin vuku bulursa veya bu sulh müvekkile
izafe edilirse bedeli sulh, vekile değil, müvekkile lâzım gelir. Zira busulh,
müddeaaleyh canibinden feda-i yemin ve kat'ı niza için iltizam edilmiş olur. Bu
ise vekili değil, müvekkile aiddir. Meselâ: Vekil, müvekkilinin borcu olan yüz
liradan bilvekâle yetmiş lira üzerine alacaklı ile sulh olsa bu yetmiş lirayı
müvekkilinin alacaklıya vermesi lâzım-gelir, vekil, bundan mes'ul olmaz. Fakat
vekil, alacaklıya hitaben: «Sen müvekkilim ile yetmiş lira üzerine sulh ol,
ben bu bedel-i sulhe kefilim.» deyıb aiacaklı da kabul etse bu yetmiş lira
vekilden alınır, o da müvekkiliniu emriyle buna kefil olmuş ise müvekkiline
rücu eder.
Kezalik : Müddebih
olan bir maldan diğer bir mal üzerine an ikrârin sulh yapıldıkda vekil, «Sen
fülânın dâvasından benimle sulh ol.» diyerek, yani: Akdi kendi nefsine izafe
ederek sulh akd etse bedel-i sulh, bu vekilden alınır. Çünkü bu sulh, beyi
hükmündedir, vekil de vekil bişşîrâ mesabesinde bulun-muşdur. Beyide ise
hukuk-ı akd, âkide râcidir (Hâniyye, Zeyleî, Mecmaül'en-hür.)
34 - :
Husûmete, borcu ahza vekâlet, sulhe vekâleti müstelzim değildir. Zira husûmet,
sulhun zıddıdır. Binaenaleyh bir kimse, başka bir şahsı dâvasına vekil edib o
da izin almaksızın o dâvadan sulh olsa sahih, yani: Nafiz olmaz. Bu mesele tmam Züfer'e göredir.
Zamanın fesadından dolayı müftabih olan da budur (MecmaüTenhür, Bahrirâik.)
35 - : İki
kimse arasındaki bir dâvadan âkil ve baliğ olan bir şahs, onların
emrleriolmaksızmfüzûlî olarak sulh olsa bakılır: Eğer bedeli sulhu zâmin olursa
veya «Benim fülân malım üzerine.» diye
bedel-i sulhu kendi malına izafe ederse veya meydanda olan nükûda veya
uruza işaret ederek «Şu meblâğ veya şu saat üzerine» derse ve yahud bedeli
zâmin olmayıb, kendi malına da izafe veya işaret etmeyib alelıtlak «Şu kadar
meblâğ üzerine sulh oldum.» der ve o meblâğı teslim ederse bu dört suretde
sulh, sahih ve o şahs, bedel-i sulhu müteberri olur. Çünkü bu fuzûlî bedel-İ
sulhun teslimini iltizam etmiş bulunur.
Fakat son dördüncü
suretde bedel-i sulhu teslim etmezse sulh, müddeaa-teyhin icazetine mevkuf
olur. Eğer rnü'ciz olursa sulh, sahih ve bedel-i sulh. müddeaaleyh üzerine
lâzımgelir. Zira bunu bilihtiyar iltizam etmiş bulunur. eğer mü'cîz olmaz ise
sulh, bâtıl olub dâva hali üzere kabr; vekile de bir
şey lâzım gelmez. Çünkü bu fuzûlî bedel-i
sulhu nefsine veya mâline müzâf kılmadığı gibi onu zâmin dahi olmamışdır.
(Hâniyye, Kifâye, Mecmaül'en-hür.) [8]
36 - :
Zimmetdeki alacaklardan sulh caizdir. Şöyle ki: Bir kimse, bir şahsın
zimmetindeki alacağının bir mikdarı üzerine sulh olsa, meselâ: Borç vermiş
olduğu yüz lira mukabilinde seksen liraya müsalehada bulunsa alacağını:
bazısını istifa ile bakisini iskât etmiş olur. Böyle alacak hakkın cinsi
üzerine yapılan sulh, bir ibra demekdir. Bu, bir sırf muazeve muamelesi
olmadığından bedel-i sulhu meclisde kabz etmek şart değildir. Bunda ribâ
mahiyyeti yokdur-Fakat medyun, meselâ: Yüz altın borcunu dâyinden seksen altın
mukabilinde satın alsa bu, bir ribâ muamelesi olacağından caiz olmaz (Hâniyye, Muhit-i Bürhâni.)
37 - : Bir
kimse, bir şahsın zimmetindeki alacağının tamamı üzerine mü-salehede bulunsa
hakkının tamamını istifa etmiş, olur. Bu. bir iskât sayılmaz. Fakat alacağından
fazla bir şey üzerine sulh olsa bu, bir ribâ olacağından haramdır (Reddimuhtar
Tekmilesi.)
38 - :
Müsalehünanh olan alacak, müeccel olduğu takdirde müsâlehüna-leyh olan bedel-i
sulhun muaccel olması caiz değildir. Meselâ: Müeccel olan on lira mukabilinde
peşin olarak yedi liraya sulh yapılması sahih olmaz. Çünkü muaccel, müeccelden
hayırlıdır, bunda ribâ mahiyyeti vardır
(Mecma-ül'enhür.)
39 - :
Muaccel olan her türlü ayin alacağı tecil ve imhâl etmek üzere sulh caizdir. Bu halde dâyin,
kendisinin tacil hakkını iskat etmiş olur.
Meselâ : Bir kimse,
peşin veya bir ay müddetle veresiye olan yüz
lira alacağım bir sene müddetle tecil edebilir, bu sahihdir, bu müddet
nihayet bul madıkca bu hakkını isteyemez, bunda ribâ yokdur. Dâin alacağının
mâdûnu-na razı olmuş olur (Bezzâziyye, Mecmaül'enhür.)
Şu kadar var ki, asıl
alacak cihet, karzdan olmamalıdır. Çünkü karz yoliy-le olan bir matlubdan tecil
ve imhâl suretiyle sulh, muteber değildir. Karzda tecil sahih olmaz (Hâniyye.)
40 - :
Alacak hakkın ayni üzerine değil, hilâf-ı cinsi üzerine müeccel olarak yapılan
bir sulh de sahih olmaz.
Meselâ : Muaccel olan
yüz gümüş lira mukabilinde müeccel beş aded altın liraya sulh yapılamaz. Bu,
bir muaveze muameîesidir. Halbuki gümüşün altın ile veresiye olarak bey'i ribâ
olacağından caiz değildir.
Nitekim şu kadar
müeccel gümüş veya altın alacağın muaccel olarak yarısına sulh dahi muaveze
olacağından sahih değildir. Müddet için ivaz verilmiş olur. Bu itiyaz ise
haramdır (Dürer, Gurer.)
41 - : Halis
meskukât ile olan alacak mukabilinde mağşuş meskukât ile sulh caizdir. Bu halde
alacaklı, alacağının halis sikke olmak hakkını iskat etmiş olur. Bu, bir
muaveze muamelesi değildir. Bu halde bedeli sulhun sulh meclisinde kabzı şart
değildir (Mecmaül'enhür.)
42 - : Altın
alacak mukabilinde gümüş ile ve bilâkis gümüş alacak mukabilinde altın ile
sulh yapılması sahihdir. Şu kadar var ki ribâya meydan vermemek için bedel-i sulhun meclis-i
sulhde gabz edilmesi lâzımdır (Düre-rül'hükkâm.)
43 - :
Tevcih edilecek bir yeminden kurtulmak için müddeiye verilecek bir bedel
mukabilinde sulh olmak caizdir. Bu
sulh neticesinde müddeinin hakk-ı
husûmeti sâkit olur. Artık müddeaaleyhe yemin tevcih edilemez. Dâva şahîdler
ile isbât olunamaz. Kezalik: Hakkı şirb, hakk-ı şüfa, hakk-ı mürur gibi hukuk
dâvalarında yemin etmemek için müddeiye bir bedel verib de nefs-i dâvadan sulh
olmak sahihdir (Reddimuhtar.)
Fakat böyle bir
dâvadan dolayı yemin edildikden sonra artık sulh olmak sahih olmaz (Vakıa tül'
müf tın.) Müddeîden yemini satın almak da caiz değildir.
Kezalik : Müddeinin
yemin etmesi ve bu halde müddeaaleyhin de müdde-abihi vermesi üzerine yapılan
bir sulh de bâtıldır. Bununla müddeabihi vermek, müddeaaleyh üzerine îâzımgelmez
(Hâniyye, Hindiyye.)
44 - :
Hakk-ı şirbin ayninden ve hakkı mürurdan bir bedel üzere sulh caizdir. Çünkü
bunlar itiyaz kabul eden haklardandır.
Bunlar satılabilirler. Fakat hakk-ı şüf anın nefsinden sulh olmak sahih
değildir. Zira hakk-ı şüf'a: dan itiyaz caiz değildir. Binaenaleyh bir şüf
adar, hakk-ı şüf'asından vazgeçmek üzere alacağı bir bedeli sulhe müstahik
olmaz. Böyle bir sulh neticesinde hakk-ı şüf a meccânen sâkit olur, şefi'
aldığı sulh bedelini iadeye mecbur olur (Kifâye, Hâniyye.) [9]
45 - :
Müstevda, «Vedia zayi oldu.» veya «Vediayı sana red etdim. dediği halde sahibi
istihlâk iddiasında bulunmayıb yalnız müstevdaı tekzib etse de bundan sonra bir bedel
üzerine sulh olsalar bu sulh, imamı Azam İle Imarn Ebû Yusuf'a göre caiz olmaz.
Çünkü müstevda, emindir, imam Muhammed'e göre ise bu sulh, sahihdir.
46 - : Mûdî,
vediayı müstevdaın istihlâk etdiğini iddia, müstevda ise bunu inkâr etse de
bâdehû sulh olsalar bu, bilittifak caizdir. Çünkü mûdî, müstevda üzerine bir
deyin, bir zaman iddiasında bulunmuş olur. Bunun hakkında ise an inkârin suth
caizdir.
47 - :
Müstevda, vediayı red etdiğini, mûdî de istihlâk eylediğini iddia edib de bâdehû bir mal üzerine sulh
olsalar imam Ebû Yusuf dan bir kavle
göre caiz olmaz, imam Muhammed'e göre ise caiz olur. Çünkü mûdî, müstevda
aleyhinde bir zaman iddiasında bulunmuş
oluyor, bu ise ayrıca bir dâva demektir, bundan dolayı mal üzerine sulh
caizdir (Mebsût-ı Serâhsî.)
48 - : Telef
olan veya istihlâk edilen bir magsubdan dolayı - velev kıymetinden ziyade bir
bedel üzerine olsun sulh yapılması, imamı Azama göre caizdir. îmâmeyne göre ise
ziyade takdirinde caiz değildir. Çünkü gâsıb üzerine lâzımgelen, magsubun
kıymetidir. Bu kıymet ise ger'an nükûd ile mukad derdir. Artık nükûd cinsinden
ziyade üzerine sulh olunca ribâ vücude gelmiş olur (Mebsût.)
Büâ devr ahz ve
istihlâk edilen ribh dâvasından ib.ra ise sahihdir (Beh-ce.)
49 - : Bir
kimse, bir sene müddetle müeccel olan
alacağını medyunun kefil vermesi şartiyle bir sene daha tecil etmek
üzere müsalehede bulunsa caiz olur. Bir deyne kefil vermek veya bir deyni
tecil etmek alelinfirad sahih
olduğundan indelcemide sahihdir (Messût.)
50 - : Bir
kimse, bir şahsdan zimmetinde şu kadar meblâğ alacağı olduğunu dâva edib isbât
edememekle bir mikdarı üzerine sulh olub bâdehû isbât eylese maadayı da ahza
kâdirolur (Netice.)
51 - : Bir
kimse, bir şahsdan bir cihet dolayısiyle dâva
etdiği şu kadar meblâğ üzerine sulh olub bu bedeli kabz eyledikden sonra
o şahsın zimmetinde asla hakkı olmadığı zahir olsa o şahs, bu verdiği bedeli
sulhu istirdad eder (Feyziyye.)
52 - : Bir
kimse, bir şahsdan ciheti karzdan şu kadar alacağı olduğunu dâva ve o şahs ile
inkârına mukarin bir bedel üzerine sulh olub bu bedeli tecil eylese sahih
olur. Fakat bu sulh an ikrârin
olmuş olursa tecil sahih olmaz
(Netice.)
53 - : Bir
kimse, bir şahsın zimmetinde olan alacağından o şahsın başkası zimmetinde olan
alacağı bedel olmak üzere sulh olsa sahih olmaz (Âli Efendi Fetavâsı.)
54 - : Bir
kimse, bir şahsda olan alacağını - bedel i sulhu şu güne kadar
edâ edilmezse - tamamen almak üzere bir
mikdar üzerine sulh olub o şahs da a güne kadar bu bedeli edâ edemese o kimse,
bu alacağını tamamen ahza kadir olur (Ali Efendi.)
55 - : Tecil
olunan semeni mebii acilen vermek üzere bir mikdarı üzerine sulh olunsa sahih
olmaz (Bence.)
56 - : Bir
kimse, bir şahsa hitaben: «Benden bâdelyevm birşey dâva etmemek şartiyle senin
zimmetindeki şu kadar hakkımdan senin zimmetini ibra etdim.» dese bu ibrası
sahih olmaz (Abdürrahim Fetavâsı.)
57 - : Bir
kadın, kocasından iddia etdiği talâk ve mehr
dâvasını isbât edemeyib kocası talâkı ikrar etmek üzere şu kadar kuruşa
sulh olub talâkı ikrar ve bedeli kabz
eylese bu kadın, o verdiği bedeli geri almaya kadir olmaz (Abdürrahim
Fetavâsı.)
58 - :
Borçlu olarak kati edilen bir kimsenin vârisleri, katil ile bir mikdar mal
üzerine sulh olsalar borcu bu sulh bedelinden ödenir (Netice.)
59 - : Bir
kimse, bir şahs ite cerahatden bir mikdar şey üzerine sulh olub bedeli kabz eylediği
halde cerh eseri baki kalsa sulhu feshe kadir olmaz.
Fakat bir kimse, böyle
bir şahs ile cerahatden bir mikdar
üzerine sulh olub da bâdelbürû cerh eseri kalmasa sulh bâtıl olur. (Âli
Efendi.)
60 - : Bir
kimse, bir şahsda olan alacağından o şahsın tapulu tarlası üzerine sulh olub o
şahs, bedeli sulh olmak üzere bu tarlasını o kimseye ferağ eylese sahih olmaz
(Behce.)
Kezalik : Bir kimse,
hakk-ı tapu dâvasından ferûgünleh ile sulh olsa sahih olmaz (Âli Efendi.)
Kezalik : Bir
terekeden bir mikdar tarla ve bir mikdar kuruş üzerine alâ tarikittaharüc sulh,
sahih olmaz (Abdürrahim.)
Kezalik : Bir kimse,
bir şahsın zimmetini bir tarla dâvasından ibra etdik-den sonra tekrar dâva etse
mesmu olmaz (Abdürrahim Fetavâsı.)
61 - : Bir
kimse, veraset dâvasından an inkârin sulh olub da bâdehû vâris olduğunu isbât
etse bu sulh bâtıl olmuş olur (Behce.)
62 - : Bir
bayi, müşterisiyle bilâ tağrir gabn dâvasından şu kadar kurug üzerine sulh olsa
sahih olmaz (Âli Efendi.)
63 - :
Sulhde ikrah ile tav' - Rıza beyyinesi ce'mi olsa ikrah beyyinesi evlâ olur
(Abdürrahim.)
64 - : Bir
kimse, başkalarının zimmetinde alacağı olduğu halde vefat etmekle vârislerinden
biri, meselâ: Oğlu, hisse-i irsiyesi mukabilinde terekeden
bir mikdar şey üzerine diğer vârisler ile
teharüc tariki üzere sulh olsa sahih olmaz.
Çünkü terekeye aid alacak deyin bulunduğu takdirde teharüc bâtıldır
(Bezzâziyye, Mecmua-i Cedide.)
Kezalik : Müstağrak
fiddüyûn olduğu halde vârislerden biri diğerleriyle terekeden bir mikdar şey
üzerine bittarikitteharüc sulh olsa bu sulh, caiz olmaz. Çünkü deyn,
vârislerden mukaddemdir. (Mecmaül'fetavâ.) [10]
65 - : Sulh,
gerek ikrara ve gerek inkâra veya sükûta
müstenid olsun sahih ve tamam olunca dâvadan berâet husule gelir. Artık
iki tarafdan yalnız biri bu sulhden dönemez. Çünkü sulh, ukûd-ı
lâzımedendir. Ve inkâr edilen
müddeabih bâdessulh ikrar eylese de mukirrin onu müddeîye vermesi lâzım-gelmez.
Fakat müddei, bâdessulh müddeaaleyhde hiç bir gûna hakkı bulunmamış olduğunu
ikrar etse sulh bâbıl olur (Dürrimuhtar, Tekmile.)
66 - : Sahih
ve tamam olmayan bir sulhun hükmü yokdur. Binaenaleyh bir kimse, bir şahsdan
bir hak dâva etmekle bir şey üzerine
musalehe yapdikdan
sonra o şahs üzerinde öyle bir hak olmadığı tebeyyün etse sulhun hükmsüz olduğu
tezahür eder, o kimseden bedel-i sulh istirdad edilebilir (Vakıatül'müftîn.)
67 - : Sulh
tamam olunca müddei, bedel-i sulhe malik olur. Müddeaaleyh gerek mükir ve gerek
münkir bulunmuş, olsun. Fakat müddei dâvasında haksız ise bedel-i sulh,
kendisine diyaneten helâl olmaz. Meğer ki müddeaaleyh bu bedeli kendi tiyb-i
nefsiyle vermiş olsun, o takdirde bu bedel bir hibe ma-hiyyetinde bulunur
(Mecmaül'enhür.)
68 - : Musaîehe neticesinde müddeaaleyh de mal
kabilinden olan müsâ-lehünanhe malik olur. Kısas gibi temliki kabil değilse
müddeaaleyh bundan kurtulmuş olur. Müddeaaleyh, rnusalehünanhı - gerek temlik ve temellüke ihtimâli olsun ve gerek
olmasın - münkir olunca da bundan berâeti
husule gelir (Bahrirâik, Reddimuhtar Tekmilesi.)
69 - : S,ahih bir musalehe neticesinde
müddeînin dâvaya hakkı kalmaz. Çünkü
sulh, nizai refi' eden bir akddir. Meğer ki bedeli sulhun bilistihkak zabtı gibi sulhu ibtâl edecek bir
hal âriz olsun.
Müddealeyh de bedel-i
sulhu müddeîden istirdad edemez. Meğer ki sulhun butlana tebeyyün etsin.
70 - :
Müddei, müddeasını isbât edemediği cihetle bir mal üzerine sulh oldukdan sonra
dâvasına beyyine ikâme edecek olsa artık dâvası ve şahidle-n dinlonemez. Fakat
bundan yetim hakkındaki sulh müstesnadır. Şöyle ki: Bir yetimin velisi veya
vasisi yetimin bir malını, meselâ: On bin kuruş alacağını bır kimseden dâva ve
inkâra mukarin isbât-ı müddeadan izharı acz etmekle
beş bin kuruş üzerine sulh oldukdan sonra
veli veya vasi veya bâdelbülûğ yelim, bu alacağı bey yine ile isbât etse kabul
olunarak mütebaki beş bin kuruş Üe de hükm olunur (Reddimuhtar Tekmilesi.)
71 - :
Musaleha yapan iki tarafdan biri vefat etse vârisleri onun yapmış olduğu sulhu
fesh edemezler. Çünkü vârisler, müverrislerinin makamına kâimdirler. Müverrisleri
bu sulhu bizzat fesh edemediği cihetle kendileri de fesh edemezler.
72 - :
Musalehe» icare kabilinden olub bedel-i sulh, ecir-i has mesabesinde olunca
bunda tevkıt şartdır. Bir hanede bir müddet
ikamet etmek üzere yapılan sulh gibi. Bu misillû sulhler, Imarn
Muhammed'e göre iki musalihden birinin vefatiyle bâtıl olur. Çünkü bunlar,
mucir ve müstecir gibidirler.
Kezalik : Sulh, kablel
istifa menfaatin fevtiyle de bâtıl olur, dâva avdet eder. Menfaat kısmen istifa
edilmiş olursa mütebakisi mikdarınca sulh bâtıl olur, bu mikdara göre dâva
avdet eder. Kıyas olan da budur. Fakat imam Ebû Yusuf'a göre müddeaaleyhin
mevtiyle sulh bâtıl olmaz; belki müddeî menfaati alâhâliha istifa eder.
Müddeîî vefat etdiği takdirde ise mütefâvit olmayın, müstamilinin istimaliyle
tebeddül etmeyen hususlarda, meselâ: Bir hanede ikamet hususunda sulh bâtıl
olmaz, vârisi onun makamına kâim olur. Fakat libas giyinmek, hayvana binmek
gibi mütefâvit olan hususlarda müddeînin vefatiyle sulh bâtıl olur
(Mecmaül'enhür.)
73 - : (24,
27) nci meselelerde beyan olunduğu üzere yapılan sulhlerin bir kısmı muaveze
hükmündedir, bir kısmı da bazı hakların ıskatını mutazam-mındir. Şöyle ki:
Müsalchünanh ile müsalehünaleyh ayn olursa veya biri ayin, diğeri deyin olursa
veya ikisi de cinsleri muhtelif deyin bulunursa veya mal dâvasından menfaat
üzerine veya menfaat dâvasından mal veya başka cins-den bir menfaat üzerine
sulh akd edilirse bu, muaveze kabilinden bulunur. Bilâkis müsalehünanh ile
müsalehünaleyh, müttehidüî'cins deyin olursa bu sulh, ıskatı mütazammın olur.
Yüz lira alacakdan dolayı elli liraya sulh olmak gibi.
Kezalik : Muayyen bir
mal dâvasından onun bir mikdarı üzerine sulh yapılacak bakisine aid dâvadan
yapılan ibra da iskâtı mutazammindir.
Kezalik : Peşin
alacakdan veresiye üzerine yapılan bir sulh de tecil hakkı iskât etmiş olur.
74 - : Bir
sulh, eğer muaveze hükmünde ise iki taraf onu kendi rızalariy-^e fesh ve ikâle
edebilirler. Ve eğer muaveze mânasında olmayıb da bazı nutkun ıskatını
mütazammin ise iki taraf bunu asla nakz ve fesh edemez. Çünkü bu sulh, ibra ve
iskât mahiyyetindedir. Sâkit ise avdet etmez (Tekmile.)
75 - :
Sulhden sonra sulh yapılınca bakılır; Eğer evvelki sulh, muaveze llLİkmünde bulunmuş ise ikinci
sulh, evvelki bedel-i sulhun misliyle lmamak şartiyle caiz ve bu halde evvelki sulh, bâtıl olur.
Fakat evvelki sulh, bazı hakların sükûtunu mütazammin bulunmuş ise ikinci
sulh, caiz olmaz, evvelki sulh sahih olarak kalır. Kısasdan sulh gibi
(Vâkıatül'müftm, Reddimuhtar Tekmilesi.) [11]
(1) :
Malikîlere göre de ikrar, sükût ve inkâr üzerine sulh caizdir. Müsa-lehünbih,
müsalehünanhın bir kısmı olursa iskât edilen mikdarı hibe nıahiy-yetinde olur.
Binaenaleyh bunun müddeaaleyh tarafından kabulü lâzımdır.
(2) :
Müsalehünbih, müsalehünanhın gayri olunca bakılır: Eğer müsale-hünbih ayan
kabilinden ise sulh, beyi hükmünde olur, beyideki şeraite reâyet lâzımgelir. Ve
eğer müsalehünbih, menafi' kabilinden ise sulh, icare mesabe sinde olur, bunda
icare şeraiti cereyan eder.
(3) :
Deyinden kendisiyle muaveze caiz olacak bir şey mukabilinde mü-salehe caizdir.
Meselâ: Mukarrünbih olan on altın borç mukabilinde fü'hâl teslim edilecek bir meta üzerine sulh
yapılması caizdir. Fakat böyle bir deyin mukabilinde müeccel bîr nakd üzerine
musaleha yapılması caiz değildir. Çünkü bu, deyni deyin ile fesh etmek - borcu
borç mukabilinde satmak - kabilinden olur ki, caiz değildir.
(4) : Altın
mukabilinde gümüş üzerine veya bilâkis gümüş
mukabilinde altın üzerine sulh caizdir. Şu kadar var ki, bedel-i sulhun peşin olması lâzımdır.
Meselâ : Bir kimse bir
şahsdan yüz dinar peşin alacağı olduğunu iddia, o şans da bunu ikrar edib şu
kadar peşin gümüş akçe üzerine sulh olsalar caiz olur. Fakat bu tebeddülün
tehiri meşrut olursa sulh, fasit olur.
(5) :
Müddeaaleyh, yeminden kurtulmak için iftidada, bir bedel itasında bulunabilir.
Bu, birsulh sayılarak caizdir, velev ki iddia edilen şeyden nefsinin berâetini
bilmiş olsun. Fakat bazı zevata göre müddeaaleyh, iddia edilen şeyden beriüzzimme
olduğunu bilirse bu iftidada bulunması caiz olmaz. Çünkü bu, izâe-i mâl
demekdir. Bunda nefsi izlâl vardır. - nefsini
töhmet altında
bırakmış olur. - Bir
hadis-i şerif'de ise: buyurulmuşdur. Yani: Nefsini zelil edeni Allah Taâlâ
zelil kılar.
Buna cevaben deniliyor
ki: Bu sulhde nefsi izaz vardır. Çünkü husûmet, bahusus kesret-i husûmet,
mercuhdur. Izlâl-i nefse bâisdir. - Bundan kurtulmak için bezi edilen bir mal,
izâe edilmiş sayılmaz.
(6) : Bir
kimse, hakkı olmadığı bir şeyi inkâra mukarin dâva edib de bunun mukabilinde
bir bedel üzerine sulh Otea zâlim menzilesinde
bulunur, bu bedel
kendisine haram olmuş olur. Müddeaaleyhe karşı indellâh borçlu bulunur.
Binaenaleyh müddeî, bilâhare bu dâvâsmın butlanını ikrar etse veya müddeaaleyh,
iddia edilen şeyden beri olduğunu bir vesika ile isbât eylese sulhu nakz ederek
bedel-i sulhu istirdad edebilir. Fakat müddeaaleyh, berâeti hakkında beyyinesi
bulunduğunu bildiği halde bunu ikâme edeceğine işhadda bulunmaksızın sulha razı
olmuş olsa artık bu beyyineyi ikâme ile sulhu nakz edemez.
(7) : Bir
müteveffanın vârislerinden biri, onun terekesindeki hisse-i irsiy-yesi
mukabilinde bir bedel üzerine sulh olabilir. Şöyle ki: Müteveffanın ortada
hazır meselâ: Bir mikdar atlını, bir mikdar gümüşü, bir mikdar da eşya-siyle
akarı bulunsa da zevcesi bunların bir mikdarı üzerine sulh olsa caiz olur. Bu
bedel-i sulh, hisse-i irsiyyesinden noksan olunca matlûbunun bir kısmım diğer vârislere hibe
etmiş sayılır. Binaenaleyh vârisler, bu kısmı, o sulh yapan zevcenin vefatından
evvel ihraz etmiş olmalıdırlar. Kablel ihraz bu zevce vefat ederse sulh bâtıl
olur, o ziyade kısım, bu zevcenin vârislerine
intikâl eder.
(8) : Amden
katilden veya cerhden dolayı sulh caizdir. Velev ki bu cinayet, henüz sabit
olmuş olmasın. Bu halde bedel-i sulh, diyet mikdanndan az da, çok da olabilir.
(9) : Bir
kimse, meselâ: Bir elini kesmiş olan
bir şahs ile bir bedel üzerine sulh oldukdan sonra cerahetin sirâyetiyle vefat
etse vârisleri muhayyer olurlar. Dilerlerse bu sulhu kabul ederek bedel-i
sulhu alırlar ve dilerlerse bunu red ve
bu kimsenin bu cerhden dolayı öldüğüne
yemin ederek o şahs hakkında kısas icra
etdirirler. Bedel-i sulh alınmış ise o şahsın vârislerine red edilir.
(10) :
Maktûiüîı katıl üc bir bedel üzerine sulh olabilirler. Bu halde kısas sâkit olur. Bunlardan yalnız
birisi sulh olsa kısas hakkı yine sâ-kit olur. Çünkü vârislerden birinin sulhu,
caniyi afüv etmesi gibidir. Bu halde diğer vârisler muhayyer olurlar: Dilerlerse
bedel-i sulhden hisselerini alırlar ve dilerlerse katl-i amde aid diyetden
hisselerini ahz ederler.
(11) : iki
şerikden biri, bir kimsede bulunan müşterek malları mukabilinde bir bedel
üzerine sulh olsa diğer şerik, muhayyer olur, dilerse bu bedelin yarısını
kendisi alır, mütebaki hakkını da o kimseden ister ve dilerse bu bedel-i sulhu
o sulh yapan şerikine bırakarak hakkının tamamını o kimseden ister alır. Bu
halde o kimse vefat edib hiç bir mal terk etmese bu şerik, artık ortağına rücu
edemez. Çünkü o kimseye hakkının tamamiyle rücuu ihtiyar etmesi, bir mukasama
mesabesindedir.
Meselâ : iki şerikden
biri mütesâviyen müşterek yüz lira mukabilinde on liraya müsalehe yapsa diğer
şerik ya sulhe razı olur veya bu on liranın beş. lirasını alır, kırk beş Ura hakkını da medyundan ister
veya on lirayı şerikine bırakıb tam hakkı olan elli lirayı medyundan taleb
eyler. Medyun mal bırakmadan vefat etse artık bu şerik bir şey alamaz
(Muhtasar-ı Ebizziya, Şerh-i Muhammedil Harşî, Hâşiye-i Aliyyil' idvî.) [12]
(1) : Sulh,
dört nevidir. Birincisi : Müslümanlar
ile gayri müslimler arasında yapılır. Bir muharebe neticesinde
yapılan müsalehe gibi.
ikincisi : Imâmül'müslimîn ile bâğîler arasında yapılır. Üçüncüsü : Zevç
ile zevce arasında yapılır. Bir bedel mukabilinde yapılan talâk gibi.
Dördüncüsü : Bir şahıs ile diğer bir şahıs arasında yapılır. Bu da iki
kısımdır. Şöyle ki bu sulh, ya bir ayinden yine bir ayin üzerine yapılır. Veya
bir ayinden deyin üzerine veya bir deyinden ayin üzerine akd
edilir. Birinci ve ikinci nevi sulh hakkında cihad mebhasine müracaat!...
(2) : îki
kimse arasında iddia edilen bir ayin mukabilinde diğer bir ayin üzerine an
ikrârin yapılan, bir sulh, beyi hükmündedir.
Binaenaleyh bunda şüf'a, aybinden dolayı red, kablelkabz tasarruf dan
meni' gibi hükümler çere-, yan eder. Ve musalehünbih ile musalehünaleyh illet-i
ribâda müttefik bulunurlarsa meclisde tekabbuz lâzımgelir, ve cinsi ribevîde
müttehid olurlarsa mik-daren mütesavi bulunmaları iktiza eder.
Meselâ : ikrar edilen
bir hanede mukabilinde muayyen bir kumaş üzerine sulh yapılsa bu, beyi hükmünde
olur, bu hanede şüf'a cereyan eder.
Kezalik : Bir altın
bilezik mukabilinde yine muayyen bir altın gerdanlık üzerine sulh yapılsa
bunların sulh meclisinde tâyin edilmesi icab eder, aksi takdirde ribâ de vücude
gelir.
(3) :
Müddeabih olan bir ayin mukabilinde bir menfaat üzerine yapılan sulh, icare hükmündedir. Meselâ:
Müddeabih olan muayyen eşya mukabilinde müddeaaleyhin hanesinde müddeî ikamet
etmek üzere an İkrârin sulh yapılsa bunda icare hükmü carî olur, ikamet
müddetinin malûmiyyeti İcab eder.
(4) :
Muayyeh müddeabih bir aynin bir kısmı üzerine
yapılan sulh, hibe mesabesindedir. Binaenaleyh bunda hibe ahkâmı sabit
olur. Bu sulhun beyi lâfziyle yapılması, sahih olmaz. Çünkü bunda semen yokdur,
bu aynin tamamı mukarrünleh olan müddeînindir. Bunu, bunun bir kısmı
mukabilinde satacak olsa kendi mülkünü
kendi kendi mülkiyle satmış, ve bir
şeyi onun bir cüz'iyle mübadelede bulunmuş olur ki, bu muhaldir.
(5) :
Müddeabih olan bir deyiş mukabilinde bir âyin üzerine yapılan sulh, sahihdir.
Velev ki beyi lâfziyle yapılsın. Nasıl
ki bir deyin ayin ile beyi de caizdir. Bunlar, altın mukabilinde gümüş üzerine
sulh olmak gibi illet-i ribâdan tevafuk ederlerse ribâdan hazer için ivazın
mecüsde kabzı şart olur, kab-lelkabz hissen veya hükmen teferruk vuku bulursa
sulh bâtıl olur.
Fakat bunlar, illeti
ribâda mütevafık bulunmazlarsa, meselâ: Biri atlın, diğeri kumaş bulunursa
bakılır: Eğer ivaz Bedeli sulh, ayin ise esah olan kavle nazaran bunun meclisde
kabz edilmesi şart değildir. Zimmetdeki dirhemler mukabilinde bir sevbi bedel
vermek gibi. Ve eğer ivaz, sulh ile zim-metde sabit olacak bir deyin ise bu
ivazın sulh meclisinde kabz edilmesi esah olan kavle göre şart değildir, bunun
meclis-i sulhde teayyün etmesi şartdır. Tâ ki deyni deyin mukabilinde satmak
kabilinden olmasın. Şu kadar alacak para mukabilinde onun zimmetde sabit olacak
şu kadar mikdarı üzerine mu-salehe gibi.
(6) : Bir
deyin mukabilinde onun bazısı üzerine yapılan bir sulh, ibra hükmündedir.
Meselâ : Yüz lira
alacakdan elli lira üzerine sulh akd edilse bu, deynin bakisinden müddeaaleyhi
ibra olmuş olur. Bunda iskât mânası galibdir. Bu sulh, ibra, hat, ihlâl ve
iskât lâfzlariyle de sahih olur. Bu sulhun kabulü ve bu bedelin meclisde gabzı
şart değildir. Hattâ bu bedelin verilmesinden imtina edilmesi de ibraya tesir
etmez.
(7) : Bir
kimse, peşin olan alacağından cinsen, kadren ve sıfaten misli olan bir müeccel bedel üzerine sulh
olsa veya bilâkis veresiye olan bir alacağından onun misli olan peşin bir
bedel üzerine sulh yapsa sulh lâğvolur. Birinci suretde ecel, ikinci suretde
de bu eceli iskât lâzımgelmez. Çünkü
bunlar, dâyin ile medyun tarafından birer va'd demekdir.
Maamafih medyun, bu
sulhun fesadım bildiği halde müeccel borcunu tacil etse eda, sahih, ecel de
sâkit olur. Fakat bu fesadı bilmediği halde bu sulhe binaen borcunu muaccelen
verse verdiğim istîrdad edebilir.
(8) : Bir
kimse, peşin olan meselâ: On altın borcundan müeccel beş altın üzerine sulh
olsa beş altın borcundan beri olur, beş altın borcu ise yine peşin olarak
kalır. Bu takdirde dâyin, alacağının bir kısmında bir mukabili olmaksızın
müsamaha göstermiş olur. Mütebakisinin
tecili ise mücerred bir va'd olduğundan sahih olmaz.
Fakat bilâkis müeccel
on altından peşin beş altın üzerine sulh yapılsa sulh lağvolur. Çünkü
mütebakisinin peşin olması mukabilinde beş altının terk edilmesi helâl
değildir. Bu hükm, kuvvetli olan kavle göre yalnız ribevî mallara münhasır
değildir. Fakat diğer bir kavle göre müeccel uruzdan bazısının pe-§in verilmesi
üzerine sulh yapılıb bu bedel, meclisde kabz edilse sulh caiz olur.
(9) :
Müddeînin beyyinesi olmadığı halde müddeaaleyhin inkârı veya sükûtu üzerine
yapılan bir sulh, bâtıldır. Çünkü müddeî, eğer iddiasında kâib ise
müddeaaleyhden bedel-i sulhu haksız yere almış olacakdır ki, bu haramdır. Ve
eğer sadık ise helâl olan malının bir kısmını bir akd-i sulh suretiyle
kendisine haram kılmış olacakdır ki bu da doğru değildir.
«Buna cevaben demliyor
ki Âyet-i kerîmedeki mutlakdır,
an ikrârin sulhe de şâmildir. Müddeî, hakk-ı husûmete, yemin tevcihi hakkına
malikdir. Bu hakları mukabilinde bedel-i sulhu alınca bihakkin almış olur,
bîgayrı hakkin almış olmaz. Artık an ikrârin sulh, haksız yere bir malı olmak
sayılmaz. Eğer inkâr üzerine sulh caiz olmasa bir çok kimseler arasında
münazealar, adavetler devam eder durur. Maamafih bu sulh, bittera-zi ticaret
menzilesindedir, bu sulhun zımnında ikrar sabit olur. Ve yahud bu sulh, hibe ve
sadaha mesabesinde bir bezi i mâl demekdir Mebsût, Bedâyî.»
(10) : Bir
kimse müddeabihi inkâr etdiği halde sulh olub bedel olarak verdiği bir şeyi
müddeîye hibe etse veya bundan müddeîyi ibrada bulunsa da bâdehû «Sulhun
sıhhatini zannetdiğim için böyle yapdım.» diye iddiada bulunsa sözü kabul
olunur.
(11) : inkâr
üzerine yapılan bir sulh, - Şâfiî'lerce - bâtıl olduğundan bâdehû münkirin ikrariyle sıhhate
münkalib olmaz. Çünkü sulhun şart-ı sıhhati
olan ikrar, bidâyeten fevt olmuşdur.
(12) : Bir
kimse, müddeaaleyh ile müddeabihi ikrar etsin diye bir şey mukabilinde sulh
olsa sulh de, ve evceh olan kavle nazaran ikrar da bâtıl olmuş olur.
(13) : Bir
ecnebi, müddeabihi müddeaaleyhin ikrar etdiğini söyleyerek veya müddeabihin müddeîye
aidiyyetini kendisi itiraf ederek müddeabih olan bir ayinden dolayı müddeî ile
kendi namına kendi malı veya zimmetine teret-tüb edecek bir deyin mukabilinde
sulh olsa bu sulh, o ecnebi namına sahili olur. O müddeabihi satın almış gibi
sayılır.
(14) :
Sulhun an ikrârin mi yoksa an inkârin mi yapılmış olduğunda ihtilâf olunsa
inkârı iddiaeden,tasdik olunur. Çünkü inkâr daha galibdir (Tuhfe-tüTmuhtaç.) [13]
(1) :
Teberruu sahih olan kimsenin ikrar ilö inkâr veya sükût ile sulhu de sahihdir. Fakat mükâteb
gibi veya sağir ile sefih namına velileri gibi te-berruatı sahih olmayanların
sulhleride sahih değildir. Çünkü sulhde teberruat carîdir.
(2) :
Müddeaaleyh, müddeabih olub zimmetinde
bulunan bir deyni veya eiinde bulunan bir ayni müddeî için ikrar edib
bâdehû bu deynin veya aynin bir
kısmı üzerine müsalehede bulunsa bu, bir hibe muamelesi olur, hibe lâfziyle
yapılması lâzımgelir, sulh lâfziyle yapılması sahih olmaz.
Bu müddeabih olan
deynin veya aynin gayri bir ayin üzerine sulh yapıldığı takdirde ise bu, bir
beyi demek olacağından sulh lâfziyle sahih olur, bunda beyi ahkâmı ve şeraiti
sabit bulunur.
(3) : Bir
kimse, bir deyin mukabilinde bir ayin üzerine sulh yapıp bunlar illet-i ribâda
müttefik bulunsalar ivazın meclisde kabzı şart olur.
Meselâ : Müddeaaleyh,
şu kadar altın borcu olduğunu ikrar etdiği halde şu kadar gümüş üzerine
müsalehe bulunsa bu müsalehe sarf kabilinden olur. Çünkü bu iki nakddan birini,
diğeriyle satmak demekdir. Binaenaleyh ribâdan ihraz için bu bedelin meclisde
kabzı lâzımgelir.
ikrar edilen şu kadar
buğday mukabilinde şu nıikdar arpa üzerine sulh olmak da böyledir. Sarf ve ribâ
rhebhasine müracaat!.
(4) :
Zimmetde sabit bir şey hakkında yapılan sulh, henüz bedel gabz edli-meden
teferruk vuku bulursabâtıl olur. Çünkü bu halde bedeJ de deyin olmuş olur.
Deyni deyin ile satmak ise şer'an menhiyyünanhdır.
(5) : Bir
kimse, satmış olduğu bir şeyin aybından dolayı bir muayyen ayin veya menfaat
mukabilinde müşteri ile sulh olsa sahih olur.
Fakat bu ayîb, serian zail olsa, meselâ: Satılan hayvan hasta iken hemen
şifa bulsa veya ayıb haddizatında bulunmasa verdiği bedel-i sulhu geri
alabilir.
(6) :
Bilinmesi müteazzir olan bir deyinden veya ayinden dolayı sulh olmak şahindir.
Binaenaleyh iki kimse arasında bir muamele ve hisab bulunduğu halde aradan
uzun bir zaman geçmiş olmakla bunların nelerden ibaret olduğu kendilerince
meçhul bulunsa bundan peşin veya veresiye bir bedel üzerine sulh olabilirler.
Fakat hakkın mikdarını bilmek mümkün olub müteazzir bulunmasa bundan sulh sahih
olmaz. Bir vârisin mevcut bir terekedeki hisse-i irsiyyesinden bir bedel
üzerine sulh olması gibi.
(7) :
Müddeaaleyh, müddeabihi bilmediğini söyleyerek müddeînin dâvasını inkâr etdiği
veya sükûtda bulunduğu halde peşin veya
veresiye bir şey üzerine sulh olsa bu sulh, sahih olur ve bu sulh,
müddeaaleyh hakkında ibra sayılır, nefsinden husûmeti refi'için bedel-i sulhu
vermiş olur, yoksa üzerine sabit olan bir hak mukabilinde vermiş olmaz. Müddeî
hakkında ise beyi hükmündedir. Aldığı bedeli sulh, akar ise onda şüf'a carî
olur.
Bu halde iki tarafdan
hangisi kendisinin iddiasında kâzib olduğunu bilirse onun bu sulh ile elde
edeceği şey, kendisine haram olur. Çünkü başkasının malını bâtıl yere yemiş,
olur.
(8) :
Müddeaaleyhin inkârına rağmen bir ecnebi,
müddeî ile bir bedel üzerine sulh olsa sahih olur. Müddeaaleyh buna izin
versin vermesin. Şu kadar var
ki, izin vermezse bu ecnebi deruhde etdiği bedel-i sulhu müteberri olur,
bununla müddeaaleyhe rüeu edemez.
(9) : Bir
kimse, bir mal, meselâ bir hane mukabilinde
bir bedel üzerine sulh oldukdan sonra bu bedel bilistihkak zabt edilse
bakılır: Eğer müddeaaleyh ikrarda
bulunmuş ise müddeî o hane ile rücu eder ve eğer müddeaaleyh inkârda bulunmuş
ise müddeî kablessulh olan dâvasına avdet eyler.
(10) : Beyi
ve icare hakkındaki muhayyerlikden ve şüf'adan, haddikazf-den dolayı müsalehe
akdi sahih değildir. Böyle bir müsalehe neticesinde muhayyerlik de, şüf'a da,
haddi kazf da sâkit olur. Çünkü bunların müstahikki, bunların terkine razi
olmuş olur.
(11) :
Haramı irtikâb, veya bir vacibi terk için sulh
yapılması sahih değildir. Hırsızı hükümete teslim etmemek veya şehadeti
ketm etmek için yapılan sulh gibi .Neylül'meârib.) [14]
(1) : Sulh
yalnız an ikrârin yapılabilir ,an inkârin veya an sükutin yapılamaz. Bu helâl
değildir. Bir kerre münkir veya sâkit olan müddeaaleyh, eğer iddia edilen şeyden berî değilse
müddeînin hakkını kısmen olsun bu sulh ile ib-tâl etmiş olacakdır. Ve eğer
bundan beri ise müddeînin alacağı bedel-i
sulh kendisine helâl olmayacakdır.
Sonra kendisine yemin
teveccüh eden taraf, eğer yalan yere yemin edeceğinden dolayı mukabilinde bir
bedel vererek sulh olursa diğer tarafın hakkını kısmen olsun ibtâl etmiş
olacakdır. Ve eğer yemini haklı yere yapacaksa bundan kaçınıb da mukabilinde
bir bedel vermesi, malım lüzumsuz yere zayi etmek demekdir. Bununla beraber
diğer taraf bu bedeli haksız yere almış olacakdır. Artık böyle harama
sebebiyyet verecek bir sulh, helâl olmaz.
Ibni Ebî Leylâ da an
inkârin sulhe kail değildir. Fakat kendisiyle beraber ne ikrar ve ne de inkâr
bulunmayan bir sükût üzerine sulhe kaildir,
Mebsût'da deniliyor
ki: Sulhe en ziyade inkâr halinde lüzum vardır. Tâ ki münazea temadî etmesin.
Sulhun semeresi ise münazaayı kesmekdir. İkrar halinde ise münazaa imtidad
etmez, binaenaleyh bu halde sulhe o kadar hacet bulunmaz.
(2) : ifâsı
vâcib olan bir yemini iskât için sulh yapılması bâtıldır. Başkası aleyhine
ikrarda bulunub mukarrünleh ile müsalehede bulunan kimsenin bu ikrarı da bâtıldır.
Bu halde eğer mukarrünleh haksız ise mukirden
alacağı bedel-i sulh kendisine helâl olmaz. Ve eğer haklı ise mukir,
zâmin olduğu bu bedel-i sulhu mukarrünaleyh namına teberruan vermiş olur, bu
caizdir. Bu takdirde hak, mukir üzerine
tehavvül etmiş, mukir, başkasından değil, kendi şahsı tarafından sulh olmuş,
olur.
(3) : An ikrârin sahih olan sulhde iki vecih vardır.
Birisi: Müddeaalleyh zimmetindeki malın bir kısmını müddeîye verir, müddeî de
mütebaki hakkından onu bilihtiyar ibra eder. Diğeri de mukarrünbih olan hak;
muayyen, hazır veya gaib bir ayin olur da bunun bedel-i sulh mukabilinde müddeaaleyhe satılmasına iki taraf razi
olmuş olur.
(4) : ikrar
edilen hakkın bazısından ibrayı mutazammin olan bir sulhde bedel-i sulhun
tecilini şart kılmak asla caiz değildir. Bu, kitâbullâhda bulunmayan bir şart
olduğundan bâtıldır. Belki bu bedel müddeaaleyhin zimmetinde peşin olur.
Müddeî dilerse bunu kendiliğinden istediği kadar tecil edebilir, bu, bir fi'li
hayırdır.
(5) :
Mikdarı meçhul bir mal üzerine sulh caiz değildir. Çünkü meçhule asla riza lâhik olamaz.
(6) : ikrar
veya beyyine ile sabit olan malûmürmikdar emvâl-i vâcibeden başka bir şey
hakkında sulh caiz değildir. Bundan dört husus
müstesnadır. Söyle ki: Muhâlea hususunda sulh yapılabileceği gibi amden
yapılan bir ce-rahatden veya amden kınlan bir dişden veya katli nefsden dolayı
da kısası ıskat için sulh yapılabilir. Bunların hakkında müsaade-i nebevîyye
vârid ol-musdur.
(7) :
Bedel-i sulhun tamamı veya bir kısmı bilistihkak zabt edilse müsa-leha bâtıl
olub müddeînin hakkı avdet eder (Kitâbül'muhallâ.) [15]
İÇİNDEKİLER :
İbranın mahiyyeti ve aksamı. İbranın sıhhatine müteallik şartlar. Ibrântn
hükmi eri. Marizlerin, vârislerin ibralarına müteallik bazı meseleler : [16]
76 - : ibra,
bir kimsenin bir şahsı zimmetindeki bir
hakdan veya müte-addid haklardan veya ona müteveccih bir veya müteaddid dâvalardan beri kılması, ondan öyle bir şey
taleb etmemesidir.
Binaenaleyh ibra,
ibra-i hâs, ibra-i âm kısımlarına ayrılır veya başka bîr itibar ile de ibra-i
iskât ile ibra-i istifa kısımlarına münkasim bulunur.
77 - :
Ibra-i iskât, bir kimsenin bir şahsda olub kabili iskât bulunan bir hakkının
tamamını veya bir kısmını hatt ve tenzil etmesi suretiyle olan ibradır. Bu
hak, mal kabilinden olabileceği gibi ecel, ceza gibi mal kabilinden
ol-mayadabilir.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsa hitaben: «Senin zimmetini şu kadar kuruş alacağımdan veya onun
yarısından beraet-i iskât ile ibra etdim.« dese bu, bir ibra-İ iskât olmuş
olur.
78 - :
Ibra-i istifa, bir kimsenin bir şahsdaki hakkını tamamen veya kısmen kabz ve
istifa etmiş olduğunu ikrar ve itiraf etmesinden ibaretdir.
Meselâ : Bir
kimse,medyununa: «Seni şu alacağımdan beraet-i istifa ile» veya «Beraet-i kabz
ile ibra eyledim.» dese bu, bîr ibra-i istifa olur. Mutlak suretde meselâ:
«Seni iba etdim.» denilmesi de bir kavle göre bir ibra-i istifadır. Fakat
diğer bir kavle göre bu, ibra-i iskât sayılır.
79 - :
Ibra-i istifa, ihbar kabilinden olduğundan bunda kizb dâvası mesmû olur. Ibrâ-i
iskât ise inşa kabilinden olduğu cihetle onda kizb dâvası mesmû değildir.
Meselâ: Bir kimse,
medyunundan alacağını istifa etdiğini itiraf etdikden sonra bu itirafında kâzib
olduğunu iddia etse bunun bu itirafında kâzib olmadığına dair medyun tahlif
olunur. Fakat medyûnundaki alacağını iskât etdiğini söylese artık kizb iddiası
mesmû olmaz.
Kezalik : Bir kimse,
medyununu ibra-i istifa ile ibra etse medyun, borcu için vermiş olduğu şeyi
istirdada kıyam edemez. Fakat bir medyun borcunu verdikten sonra ibra-i iskât ile ibra edilse bu
verdiğini dâyİnden istirdad edebilir.
80 - :
Ibra-i hâs, ya hususî bir mal dâvasından veya o malın zatından ibra suretiyle
olur.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsı bir hane veya bir çiftlik dâvasından veya karz veya gasb veya semen-i
mebi gibi muayyen bir cihetden dolayı olan ala cak dâvasından ibra etse bir
ibra-î hasda bulunmuş olur.
Kezalik : Bir kimse,
«Fülân şahsa fülân cihetden dolayı alacağımdan ibra etdim.» dese onu bizzat o
haktan ibra-i hâs ile ibra etmiş bulunur.
81 - :
Ibrâ-i âmT kâffe-i hukuka veya kâffe-i deâviye veya bir nevi hu kuka müteallik
oian ibradır. Meselâ : Bir kimse, bir şahs hakkında : «Ben onu kâffe-i deâviden ibra etdim.» veya
«Benim onda hiç bir cihetden bir
hakkım yoktur,» dese onu bütün
haklarından ibra etmiş olur.
Kezalik : «Benim onda
karz cihetinden» veya «Beyi ve şirâ cihetinden hiç bir hakkım yokdur» dese onu
bu nev'e müteallik haklarından ibra-i âm ile ibra etmiş bulunur.
82 - :
«Fülânı zimmetindeki bilcümle alacaklarımdan ibra etdim.» tâbiri, yalnız düyuna
müteallik haklara şamildir. Böyle bir ibra'dan sonra emanet ve gasb gibi ayan
iddiası sahih olur.
«Fülânın nezdinde
hakkım yokdur.» tâbiri de yalnız emanetlere şâmildir. Bu takdirde de emanet
dâva edilemezse de duyûn iddia edilebilir (Hindiyye, Mecelle, Dürerül'hükkâm.)
İbranın sıhhatine
müteallik şartlar :
83 - : ibra eden kimsenin âkil, baliğ olması
sardır.
Binaenaleyh ibraya
mezun olsunlar olmasınlar çocukların, mecnunların, matuhların ibraları sahih
değildir. Yalnız mezun olan çocukların ibra-i istifa suretiyle ibraları
sahihdir. Bir de bunların velileri veya vasileri bunlara aid kendi
fi'illerinden dolayı hâsıl olan alacaklardan medyunları ibra etseler sahih
olur, ibra etdikleri mikdarı bunlara karşı zâmin olurlar (Ankaravî.)
84 - : ibra olunan kimselerin muayyen ve malûm
olmaları şartdır. îbra. gerek iskât ve gerek istifa tarikiyle olsun, müsavidir.
Çünkü ibra, minvechın temlikdir. Temlik olunacak kimselerin malûmiyyeti
lâzımgelir. Binaenaleyh bir kimse,
«Bütün medyunlarımı ibra etdim.» veya «Hiç bir kimsede tiakkur. yokdur.» veya
«Hiç bir kimseden alacağım yokdur.» veya «Hiç bir kimseye borç verdiğim
yokdur.» yahud «Kimlerde alacuğım var ise cümlesini aldım.; veya «Cümle medyunlarımdan
matlûbatımı İstifa eyledim.» veya «Ce'mi-i nâsdan alacaklarımı aldım.» veya
«Hiç bir kimseye borç verdiğim yokdur.» dese ibrası sahih olmaz.
Kezalik :
«Müverrisimin bütün terekesini gabz etdim, meselâ: pederimin terekesinden az ve
çok bir şey kalmayıb cümlesini kabz eyledim.» tarzındaki ibralar da bir muayyen
şahsın ibrasını tazammün etmediği cihetle sahih değildir. Bunlar mücerred
ikrar kabilinden olduğu cihetle dâvanın sıhhatine mâni olmaz.
Amma bir kimse, «Fülân
mahalle ehalisini ibra etdim.» veya «Fülân mahalle ehalisinden alacaklarımı
istifa eyledim.» deyib o mahalle ehalisi de muayyen ve mâdûd kimselerden
ibaret bulunsa bu ibra, sahih olur (Hindiyye, Tenkih-i Hâmidî, Şürünbülâlî
Risalesi.)
85 - :
ibranın meşru suretde vuku bulması şartdır. Aksi takdirde hak sâ-kit olmaz.
Binaenaleyh bir kimse, bir şahsdaki hakkını ona bir rüşvet olmak üzere ibra
etse sahih olmaz (VâkıatüFmüftîn.)
86 - :
ibranın şekki müfîd bir lâfz ve kayd ile mukayyed olmaması, şartdır.
Binaenaleyh ibra eden
bir kimse, «Bildiğime» veya «Zanmma» veya «Hi-sabima» veya «Kitabıma göre bu
şahda. hakkım yokdur.» dese bu söz, ibra sayılmaz, dâvanın dinlenilmesine mâni
olmaz.
87 - : ibra
edilen hakkın kabil-i iskât olması şartdır. Binaenaleyh kabili iskât olmayan
bir hakka aid ibranın hükmü yokdur.
Meselâ : Alacak,
hakk-ı şüf'a, hakk-ı mesil i mücerred, hiyar-ı şart, me-bü gördükden sonra
hiyar-ı ayib, alacaklardaki ecel = Müddet gibi haklar kabil-i iskatdır. Bu
cihetle bir medyun «Borcum hakkındaki eceli ibtâl veya terk etdim veya borcumu
peşin ~ Hâl kıldım.» dese bu müddeti iskât etmiş olur. Fakat hibeden hakk-ı
rücûu iskât, mebii görmeden evvel hiyar-ı rü'yeti iskât, hakk-ı irsi iskât,
vakfdaki istihkakı iskât sahih değildir. O halde bir kimse, bir şahsa bir şey
hibe edib de «Bu hibeden hakk-ı rücûumu iskât etdim.» dese yine bu hibesinden
rücu edebilir.
Kezalik : Bir vakfın
gailesinin meşrûtünlehi, o vakfın gailesinde olan hakkını iskât etse bilâhare
o vakfdan gaile taleb edebilir. Vakfın tevliyyet ve süknâsı da bu hükmde gaile
gibidir (Bezzaziyye, Eşbah, Reddimuhtar Tekmilesi.)
88 - :
ibranın âlâ hâtarü'vücud olan bir şarta talik edilmemiş olması saridir. Çünkü
ibra, minvechin temlikdir. Temlikâtın ise şarta tâîiki sahih değildir.
Binaenaleyh bir kimse,
medyununa «Ne vakit sendeki alacağımın yarısını verirsen diğer yarısından
berisin.» dese, medyun da borcun yarısını verse bununla diğer yansından beraet
hâsıl olmûz.
Kezalik : Medyununa
hitaben: «Sen ölürsen borcundan berisin.» veya «Eğer borcunu vermeden Ölürsen
zimmetin beri olsun.» dese sahih olmaz. Bâ-dehû medyun borcunu ödemeden vefat
etse dâyin, alacağını bunun terekesinden alabilir (Netice.) Fakat: «Ben
ölürsem sen borcundan berisin.» denilse vasiyyet olarak caiz olur (Şürünbülâlî
Risalesi.)
Fakat ibranın şart ile
takyidi caizdir. Şöyle ki: Dâyin, medyununa: «Sendeki şu kadar alacağınım
yarısını yarın bana ver, diğer yarısından beri olmak üzere.» deyib o da
yarısını yarın verse diğer yarısından beri olur. Böyle takyidi bir şart, dâyin
için nafi' olabilir. Meselâ: Dâyin hakkının yarısını bir gün evvel alıb onunla
mühim bir ihtiyacını defi' edebilir. Binaenaleyh bu şart, muteberdir.
Kezalik : Dâyin,
medyununa hitaben: «Sendeki şu kadar alacağımın yansım yarın vermez isen
tamamı borcun olmak üzere o borcun yarısı üzerine sulh oldum.» dese, medyun da
bunun yarısını yarınki gün verse diğer yarısından beri olur. Amma vermezse
tamamı zimmetinde borç olarak kalır. Çünkü ibranın mukayyed olduğu kayıd,
bulunmadığından ibra bâtıl olmuş olur (Mec-maül'enhür.)
89 - : Bir
kimse, medyununa hitaben: «Alacağımın yansından seni ibra etdim, diğer yarısını
vermek üzere.» dese bu kayda itibar olunmaz, bu alacağın yarısından hemen ibra
tahakkuk eder, medyun diğer yarısını gerek versin ve gerek vermesin. Çünkü
dâyin, beraeti ilk sözünde mutlak
olarak zikr et-mişdir. Nısfın edası İse bu ibradan sonra zikr
edildiğinden ibranın bununla mukayyed
olması meşkûkdür. Bu halde beraet, itlâkı üzre kalmışdır.
Kezalik : Dâyin,
medyununa: «Bakisinden beri olmak üzere alacağımın yarısını ver.» dese borcun
yarısından ibra herhalde sahih olur. Zira borcun yarısının te'diyesi İçin bir
vakit tâyin edilmediğinden bu, bir ibra-i mutlak olur, bu edâ ile mukayyed
bulunmaz (Mecmaül'enhür.)
90 - :
İbranın bir akd-i fâsid zımnında olmaması şartdır. Akdi fâsid zım-mndaki bir
ibra ise fâsiddir. Binaenaleyh bir kimse «Mülkümdür.» diye bir malı bir şahsa satıb semenini kabz
ederek mebie müteallik kâffe-i deâvîden müşteriyi ibra etdiği gibi müşteri de o
bayii mezkûr semene müteallik bütün dâvalardan ibra etmiş ve bu veçhile
aralarında sened teati edilmiş iken mebi büistihkak usulen zabt edilse bu
ibranın hükmü kalmaz, müşteri vermiş olduğu semeni bayiden istirdad eder.
Fakat bu veçhile ibradan sonra semen büistihkak zabt edilse bayi mebü istirdad
edemez, belki zabt olunan semenin mislini alır.
Kezalik : Bir musalehe
zımnında yapılan ibra, bu musalehenin fesadı zahir olunca tesirsiz kalır.
Müddeî dâvasını yine dermeyan edebilir.
91 - :
İbranın sıhhati için reddedilmemesi şartdır. Şöyle ki: Bir kimse, bir şahsı
ibra etdikde o şahsın kabulü şart değildir, sükût etse de ibra yine tamam olur,
sarahaten kabule tevakkuf etmez. Fakat o şahs bu ibrayı o mec-lisde red ederse
bu ibra, merdûd olur, hükmü kalma2. Çünkü İbra minvechin ikrardır. İbra edilen
şahs, ibrayı red etmekle mukırri tekzıb etmiş olur, artık bilâhare ibrayı
tasdik etse de bu tasdikin hükmü olamaz. Ancak ibra, şu altı halde red ile
merdûd olmaz.
(1) : ibra
olunan kimse, ibrayı kabul etdikden sonra red etse veya kabul ve red etmeden
vefat eylese ibra merdûd olmaz. Çünkü
ibra kabul edilince hak sâkit olur, sâkit ise avdet etmez.
(2) :
Muhalünleh, muhalünaleyhi ibra edib de muhalünaleyh bunu red eylese bununla
ibra merdûd olmaz. Çünkü bu borç, iskât-ı mahz kabilindendir, bunda temlik
mevcud değildir, iskât-ı mahzın ise reddi mümkin değildir.
(3) :
Alacaklı kefili ibra edib de kefil bu ibrayı red etse bununla ibra merdûd
olmaz. Çünkü bu ibrada iskat-i mahz kabilindendir.
(4) : Medyun
: «Beni ibra et.» deyib de bunun üzerine dâyin tarafından vâki olan ibrayı red
etse bu ibra da merdûd olmaz.
(5) : Dâyin,
medyununu ibra etdiği halde medyun, o meclisde sükût edib de diğer meclisde red etse bir kavle
göre bu ibra da merdûd olmaz.
(6) : Dâyin,
vefat eden medyunu deyninden dolayı ibra etdiği halde vârisi red etse bu ibra
da imam Muhammed'in kavline göre merdûd olmaz (Meb-sût. Eşbah, Şürünbülâlî
Risalesi, Dürerül'hükkâm.) [17]
92 - : Sahih bir ibra neticesinde müddeabih olan
hak da, dâva da sâkit olur.
Meselâ : Bir kimse
«Fülân ile dâva ve nizaım yokdur.», «Fülânda hakkım yokdur.», «Fülân ile olan
dâvamdan fariğ oldum veya vaz geçdim.» «Fülânda hakkım kalmadı.», «Fülândan
tamamen hakkımı aldım.», «Fülânı hakkımdan ibra etdim.», «Fülânda olan hakkım
ona helâl olsun.» «Fülândaki hakkımı ona bağışladım », «Fülân ile dâvamı terk,
ve emrimi ahırete tefviz etdim.» ve «Fülândaki hakkımı terk etdim.» dese onu
ibra etmiş olur. Artık ibra etdiği şahs-Uan böyle bir hak iddia edemez, o hak
sâkit olur, artık bu babdaki müddeasi-nı isbâta kalkışamaz, ve o şahsa yemin
teklif edemez. Hattâ o şahs, bu hakkı, meselâ: İbradan evvele aid bir borcu
ikrar etse de bununla muaheze olunamaz. Bu ikrarı bâtıldır.
93 - : Bir
kimse, zimmetinde şu kadar alacağı olan evlâdına, meselâ: Kızma hitaben: «Sana
dünya ve ahıret hakkım helâl olsun.» de%e bunun zimmetini ibra etmiş olur
(Abdürrahim Fetavâsı.)
94 - : Bir
ibranın mâbâdine, yani: ibradan sonra hadis olan haklara şümulü yokdur. Şöyle
ki: Bir kimse, bir şahsı ibra edince bu ibradan mukaddem olub bu ibranın şâmil
olduğu hakları sâkit olur, fakat bu
ibradan sonra o şahsda hadis olan
hakları sâkit olmaz, bunları dâva edebilir.
Meselâ : Bir kimse,
ibra etdiği medyununa hitaben: «Sana ibradan sonra satdığım şu malın semeninden
zimmetindeki §u kadar kuruş alacağım vardır, onu ver.» diye dâva ve bu medyunun
bu hususdaki ikrarını iddia etse sahih olur.
95 - : Bir
kimse, bir şahs ile aralarında olan muamelâtın 'nisabım gördüklerinde hakkı
zuhur etmeyib: «Eğer hisabda galat yok
ise» diye o yatısı ibra etse de bâdehûhisabdagalat olduğu ve o şahsın zimmeti
tebeyyün eylese o kimse, bu hakkım ahza kadir olur (Netice.)
96 - : Bir
kimse, bir şahsı bütün dâvalardan, husûmetlerden ibra etdikden sonra ondan irs
sebebiyle bir mal dâva etse bakılır: Eğer müverrisinîn vefatı ibradan evvel ise
dâva sahih olmaz, velev ki müverrisinin vefatına bu ibra zamanında muttali
bulunmuş olmasın. Fakat müverrisinin vefatı bu ibradan sonra ise bu dâva sahih
olur (Hindiyye.)
97 - :
Deynin lüzumundan evvel vukubulan ibra, sahih değildir.
Binaenaleyh bir kimse,
bir şahsı maziye ve hâle aid haklarından ibra etdiği gibi atiyen haiz olacağı
haklarından da ibra etse bu hukuk ı âtiyeye aid ibranın hükmü olamaz. Çünkü
ibra, iskatdir. Iskat ise ancak vâcibül'edâ bir deyin hakkında carî olur.
98 - : Bir
kimse, bir şahsı bir hususa müteallik dâvadan veya muayyen bir cihetden dolayı
olan bir hakdan ibra etse bu, bir ibra i has olub badehu bu hususa müteallik
dâvası mcamu olmazsa da başka hususa müteallik dâvalarda, bir hak talebinde
bulunabilir. Çünkü bunlar, ibraya dâhil değildirler.
Meselâ : Bir kimse,
bir hane dâvasından hasmını ibra etse artık o haneye müteallik dâvası
dinlenmez. Amma çiftlik veya sair bir hane hakkındaki dâvası dinlenir.
99 - : Bir
kimse, «Fülân şahsı kâffe-i deâviden beri kıldım.» veya «Onda asla hakkım
yokdur.» dese onu ibra i âm ile ibra etmiş olur, artık bu ibradan mukaddem hiç
bir hak dâva edemez. Binaenaleyh artık ne hukuk-ı maliyyeye ve ne de hüdûd,
kısas gibi hukuklı gayri maliyeye müteâllik dâvalar mesmû olmaz.
Fakat cemi-i deâviden
ibrada ayan-ı kâime dâhil olmaz. Şöyle ki: Bir erkek ile karısı iftirak
etdiklerinden sonra birbirini bütün dâvalardan ibra etseler bu esnada kadının
arazisinde erkeğin mezrûatı veya sair ayanı kaimesi bulunsa bunlar o ibraya
dahil bulunmuş olmaz (Şürünbülâlî Risalesi, Reddi-muhtar Tekmüesi.)
100 - :
Yukarıdaki mesele veçhile ibradan sonra ibra eden kimse, ibra etdiği şahsdan
mebiin semeni, icare bedeli, karz, gasb, vedia, irs, şirket, veya kefaletden
dolayı bir hak dâva etse mesrnu olmaz.
Meselâ : «İbradan mukaddem
sen fülân kimseye kefil olmuş idin, mekfû-lünbih malı veya mekfûlünanh nefsi
bana teslim et.» dese ve yahud: «Ben senin emrinle fülâna olan şu kadar meblâğ
borcuna kefil olmuş ve hasbel'kefâle onu tediye etmiş idim, şimdi o meblâğı
bana ver.» diye dâva etse dinlenmeyeceği gibi «Sen benim ibra etmiş olduğum
fülân şahsa kablel'ibra kefil olmuş idin, mekfûlünbih malı bana edâ et.» diye
de dâva edemez (Ibni Âbidin'in ibra Risalesi.)
101 - : Bir
kimse, bir şahsı kendi namına ibra-i âm ile ibra etdikden sonra o şahsdan
başkası namına bil'vekâle veya bil'vesâye bir hak dâva edebilir. Çünkü onu
yalnız köndi haklarından ibra etmişdir, bunun
başkası hukukuna şümulü yokdur (Ibni Abidin Tekmüesi.)
102 - :
Vefat eden kimseyi deyinden ibra etmek sahihdir. Bu ibradan bütün vârisleri
müstefid olurlar. Vârisler bu ibrayı red etseler İmam Ebû Yusuf'a göre İbra
merdûd olur, imam Muhamnıed'e göre merdûd olmaz.
103 - : Bir
kimse, bir şahsı kendi namına ibra-i âm üe ibra etdikden son-alacağmdan ibra
etse yalmz o vârisi hissesine düşen borçdan ibra etmiş olur, bu ibradan diğer
vârisler müstefid olamazlar (Hindiyye.) [18]
104 - : Bir
kimse, marazı mevtinde vârislerinden birini ibra-i İskât veya ibra-i istifa ile
alacağından ibra etse veya hal-i sıhhatinde ibra etmiş olduğunu maraz-i
mevtinde ikrar eylese bu ibra ve ikrarı sahih ve nafiz olmaz. Meğer ki diğer
vârisler müciz olsunlar. Bir de bu marizin ibra etdiği vârisden başka vârisi
bulunmazsa bu ibrası sahih olur (Reddimuhtar Tekmilesi.)
105 - : Bir
kimse, maraz-i mevtinde vârisi olmayan
yabancı bîr şahsî alacağından ibrâ-i iskât ile ibra etse sahih ve
malının üçde birinden muteber olur. Vârisleri bulunmadığı veya bulunub da mücîz
oldukları takdirde ise bütün malından muteber olur.
Ecnebiyi ibra-i istifa
ile ibra İçin ikrar bahsına müracaat!.
106 - :
Terekesi düyuna müstağrak olan kimse, maraz-i mevtinde med yunlarından birini veya hepsini
alacağından ibra etse garîmleri icazet vermedikçe sahih ve nafiz olmaz. Çünkü
bu ibra, vasiyyet mahiyyetindedir. Vasiyet ise borcu tediyeden sonradır.
Fakat tereke düyuna
müstağrak olmayıb borcu ifadan sonra baki kalacak terekenin sülüsünden ibra
olunan mikdarın çıkarılması mümkün bulunursa ibra nafiz olur.
107 - : Maraz-i
mevt ile mariz olan kimse, alacağına kefil olan şahsı ke-faletden ibra eylese
terekesinin sülüsünden muteber olur.
108 - :
Mirası terk ile veya mirasdan ibra ile hakkı irs sâkit olmaz. Çünkü irs,
cebrîdir, terki sahih değildir.
Binaenaleyh bir
müteveffanın terekesi vârislerinden birinin elinde mev-cud iken diğer vârisi
«Ben hissemden vazgeçdim, hakkımı terk etdim, veya hakkımdan ibra eyledim.»
dese bununla tevarüs hakkı sâkit olmaz. Hattâ bu vâris, böyle dedikden sonra
vefat etse onun vârisleri, onun evvelki müteveffanın terekesindeki hissesini
vâziül'yed olan vârisinden almaya kadir olurlar (Bezzâziyye, Mecmua-i Cedide,
Mecelle, Dürerül'hükkâm.) [19]
Yİrmİ
Altıncı Kitabın Sonu
1 - (İkrar)
: Luğatde isbat etmek, mütezelzil olan bir şeyi yerinde durdurmak, bir şeyi
İtiraf eylemek manasınadır, istilanda «Bir kimsenin kendisiyle alâkadar oîub
başkasına aid bulunan bir hakkı haber vermesidir.»
Meselâ : Bir kimse
kendisinin veya vekilinin elinde bulunan bir malın fü-lân gahsa aid olduğunu
haber verse bu bir ikrar olur. Mukabili inkârdır.
2 - (Ikrar-ı âm) : Bir takım şeylerin heyet-i mecmuası hakkında vuku bulan ihbardır. «Elimde bulunan az çok
her mal fülâmndır.» denilmesi gibi.
3 - (İkrar-ı hâs) : Muayyen bir şey hakkında yapılan ikrardır. «Bu kitab fülân
zâtındır.» denilmesi gibi.
4 - (İkrar bil'kiiabe) leri bu ikrari havidir.
Yazı ile yapılan
ikrardır. Borç senedleri. Hüccetleri bu ikrarı havidir.
5 - (İkrar-ı sarih) : Başkasına aid bir hakkı ikrara mevzu bir tâbir ile itiraf etmektir.
«Fülan zata bin kuruş borcum vardır.» denilmesi gibi.
6 - (İkrar-i zımmî) : Bir söz veya muamele zımnında delâleten vuku bulan ikrardır. Buna
delâleten ikrar da denir. «Bir kimsenin elindeki malı satın almak istemek» gibi
ki o malın o kimseye aidiyyetini zimnen ikrardır.
7 - (Mukır)
: Başkasına aid olub kendisinin alâkadar bulunduğu bir hakkı haber veren
kimsedir.
8 - (Mukarriinleh) : Kendisine aid bulunan bir hak, başkası tarafından itiraf olunan
hakikî veya manevî şahsdır. «Bir malın kendisine aid olduğu itiraf olunan bir
insan veya vakf» gibi.
9 - (Mukarrünbih) : Bir kimsenin alâkadar olub başkasına aid bulunduğunu haber verdiği
hakdır «Bir şahsın borçlu olduğunu haber verdiği şu kadar kuruş» gibi.
10 - (Nefy-i mülk) : Bir kimse tarafından bir malın başkasına aidiyyetı bilihbar
kendisine aid olmadığı itiraf edilmekdir «Elimde bulunan bütün mallarım
zevcemindir, benim bunlarda asla alâkam yokdur.» denilmesi gibi. Bu, hibe
mahiyyetinde bir ikrardır.
11 - (Nam-t miistear) : Başkasına aid bir şey, hilafı hakikat olarak bir
şahsa izafe edilib onun ismiyle yâd olunmasıdır. «Bir kimseye aid olan bir hakkın senedde
başka bir şahs namına yazılması» gibi. Bu, muvazaa yoliyle yapılmış bir İkrar
demekdir.
12 - (Mersûm)
: Resnı ve âdete muvafık suretde yazılan vesikadır. Borç senedi, makbuz
ilmühaber, tacirlerin defterlerindeki kaydlar gibi. [20]
İÇİNDEKİLER :
İkrarın mahiyyeti, rüknü ve nevileri. İkrarın şartları. Sahih olub olmayan bir
kısım ikrarlar. İkrarın umumî hükmleri. [21]
13 - :
ikrarın mahiyyeti, bir hakkın mevcudiyyetini veya adem-i mevcu-diyyetini
selâhiyyetli olan kimsenin haber vermesinden, itiraf etmesinden iba-retdir.
Meselâ : Bir kimse,
elindeki bir malın fülâna aid olduğunu haber verse bu bir ikrar olur. Kezalik:
Kendisinin birinde olan alacağını ondan istifa etmiş olduğunu haber verse bu
da bir ikrardır. Kezalik: Bir kimsenin bir şahs-dan taleb etdiği bir şeye
müstahik olmadığına müehheren muttali olduğunu itiraf etmesi de bir ikrardır.
14 - : ikrar
minvechin inşa ve mtnvechin ihbardır. Bu iki bakıma göre bir eok meseleler tefemi eder. Ezcümle
ikrarın inşa sayılması üzerine şu gibi meseleler müteferridir:
(1) : Bir
ikrarın hükmü, o ikrar ile sabit olan şeyin zevâidi hakkında zahir olmaz.
Meselâ: Bir kimse «Şu elimdeki koyun fülân şahsındır.» diye ikrarda bulunsa
yalnız bu koyun o şahsa verilir, kuzuları verilmez. Eğer bu ikrar, ihbar olsa
idî bu kuzuların da o şahsa verilmesi lâzımgelirdi. Çünkü bu koyun bu ikrardan
evvel o şahsa aid olsa idi kuzuları da aid olurdu.
(2) : ikrar,
mukarrünlehin reddiyle merdûd olur, ondan sonra kabulü sahih olmaz. Halbuki
ikrar, ihbar olsa idi bilâhare kabulü sahih olurdu.
ikrarın ihbar
sayılması üzerine de şu gibi meseleler teferru etmekdedir:
(1) : Bir
kimse «Bu mal fülân zatındır.» dese bu malın, bu ikrardan evvel o zata aid
olduğunu haber vermiş olur. Yoksa bu ikrar ile o zata yeni bir mül-kiyyet isbat
etmiş olmaz.
(2) : Bir
kimsenin ikrar zamanındaki mülkü olmayan bir şey hakkındaki ikrarı, muteberdir.
Binaenaleyh o şeye bilâhare iştira, ittihab veya tevarüs gibi bir sebeble temellük etse bu
sabık ikrarına mebni o şey elinden alınabi Çünkü bunun başkasınaaidiyyetini
haber vermiş olmakla bu neticeyi kabul etmişdir. ikrar, eğer inşa olsa idi
böyle malik olmadığı bir şey hakkında inhaya muktedir olamazdı.
(3) :
Maraz-i mevt ile marizin bir yabancıya bütün emvali hakkındaki ikrarı, -
hilafı zahir olmadıkça - muteberdir. Halbu ki bu ikrar, inşa sayılsa yalnız
sülüsi mâlinden muteber olmak lâzım gelirdi.
(4) : Kabil-i kısmet olan bir malda bir hisse-i gâyia
hakkındaki ikrar, sa-hihdir. Halbuki ikrar, inşa ve hibe olsa idi bu hisse
hakkındaki ikrar, kab-lel'ifraz sahih olmazdı.
(5) : ikrar,
mukarrünlehin kabulüne tevakkuf etmez. Halbuki inşa olsa idi kabul bulunmadıkça muteber olmazdı.
Beyi ve hibede olduğu gibi.
(6) :
Müslümanlar için temellükü haram olan bir şeyin, meselâ hamrin bir müslümana aidiyyetini
ikrar, sahihdir. Mukir, bunu mukarrünlehe vermeğe mecbur olur. Halbuki ikrar,
inşa ve yeniden temlik olsa idi bu ikrar, sahih olmazdı.
(7) : İkraha
mebni ikrar edilen talâk, vâki olmaz. Çünkü bu ikrar, ihbardır, sıdk ve kizbe
ihtimâli vardır, ikrah ise kizb cihetini müeyyiddir. Halbu ki ikrar, inşa olsa
idi bu talâk, vâki olurdu. Nitekim ikraha mebni talâkı inşa ve ika, sahihdir.
Zira inşanın medlulü tehalüf etmez, mükreh
bunu inşa ile nefsini ikrahdan kurtarmak cihetini tercih etmiş olur.
(8) : Bir
kimsenin başkasına aidiyyetini yalan yere ikrar etdiği bir malı, mukarrünlehe
helâl olmaz, bunu cebren alması diyaneten caiz değildir. Halbu ki ikrar, inşa
olsa idi bu ikrar hibe sayılırdı. O mal bâdettesüm mukarrünlehe helâl olurdu.
(9) : Bir
kimse, başkasına aid bir mülkün vakfiyetini ikrar edib de bilâhare o mülkü
satm alsa bu ikrarına mebni o mülk, vakıf olur. Halbu ki ikrar, in§a olsaydı
başkasının mülkü hakkında bu ikrar, muteber olmazdı.
(10) : Bir
kadın, bir erkeğin zevcesi olduğunu ikrar etse sahih olur. Halbu ki bu ikrar
inşa olsa idi sahih olmazdı. Çünkü iki şahid bulunmadıkça nikâh, akd ve inşa
edilemez (Bedâyî, Reddimuhtar ve Tekmilesi.)
15 - :
İkrarın rüknü, bir hakkın vücudunu veya adenvi vücudunu itirafa mahsus olan
herhangi bir tâbirdir ki, ya sarahaten veya delâleten olur. Bu itibar ile
ikrarlar iki nev'e ayrılırlar; Sarahaten ikrar, delâleten ikrar.
Meselâ : «Fülânın
üzerimde şu kadar kuruş alacağı vardır.» veya «Zimmetimde fülânın şu kadar
alacağı vardır.» veya «Fülâna şu cihetden şu kadar lira borcum vardır.»
sözleri birer sarih ikrardır.
Kezalik : «Benim sende
§u kadar kuruş alacağım vardır.» sözüne karşı «Naam = Evet» denilmesi de sarih
bir ikrardır. Çünkü «Naam ~ Evet» sözü, bu iddiaya cevab olarak söylenmişdir.
Bu sözün cevabı ise o sözün iddiasını mütezammindir. Âdeta «Sana o kadar kuruş
borcum vardır.» denilmiş olur.
«Bana olan şu kadar
kuruş borcunu ver.» gibi bir söze karşı «O borç için bana şu kadar mühlet ver.»
denilmesi de delâleten ikrardır. Çünkü böyle mühlet istenilmesi, o borcun
zimmetde kâim olduğuna delâlet edib onun yalnız mu-talebesinin tehir edilmesini
istemekden ibaret bulunur.
Kezalik : iddia edilen
bir borç hakkında «Ben onu ka^a etdim = ödedim.» denilmesi delâleten ikrardır.
Çünkü kaza, zimmetde vâcib olan bir şeyin mislini teslim demekdir. Bu, o borcun
vücuden sabıkiyyetini iktiza eder. Artık bu kaza ile ikrar, vücubu ikrarolur.
Sonra bu borçdan kaza ile kurtulma ifadesi, mücerred bir iddiadan ibaret bulunmuş
olur ki, beyyine ile isbât edilmedikçe sahih olmaz (Bedâyî.)
16 - :
İkrarlar, diğer bir itibar ile de ikrar-ı âm ve ikrar-ı hâs nevilerine ayrılır.
Şöyle ki : «Elimde
bulunan bütün emval» veya «Bana nisbet olunan bütün emval ve eşya fülânındır»
denilse bir ikrar-ı âm vücude gelmiş olur. «Muata-sarrıfı olduğum bu hane
fülânındır,» veya «Fülâna karzdan şu şu kadar meblâğ borcum vardır» denilmesi
de bir ikrar-i hâsdır. Bu iki nevi ikrarın ikisi de şeraiti dairesinde sahihdir
(Dürrimuhtar, Hindiyye.)
17 - :
ikrarlar, başka bir cihetle de üç nev'e ayrılırlar: Şöyle ki; Bir ikrar ya
hukukûllâha aid olur. Hadd-i sirkati, hadd-i şürbi, hadi zinayı icab eden bir ikrar gibi. Böyle bir ikrar,
mukirrin ikrarından rücuiyle hükmsüz
kalır. Veya hukuk-ı ibâde aid olur. Böyle bir
ikrar, rücu ile ibtâl edilemez. Ve yahud hukukûllâh ile hukuk-ı ibâdın
mecmuuna aid bulunur, hadd-i kazfı icab eden bir ikrar gibi. Bu nevi ikrar da
rücu ile ibtûl edilemez (Bedâyî,) Hüdûd
mebhasine müracaat!.
(Malikî'lere göre ikrar,
hükmü kailine münhasir olan bir ihbardan ibaret-dir. Nitekim şehadet de, dâva
da birer ihbardan ibaretdir. Şu kadar var ki şehadet, kailine nef'i olmayan bir
ihbardır. Dâva ise kailine nef'i aid bulunan bir ihbar demekdir.
İkrarın erkânı
dörtdür: Mukir, mukarünleh, mukarrünbih, siga-i ikrar.
Meselâ : Mehcur
olmayan bir mükellef, bir şahsa hitaben «Sen bana yüz lira ikraz etdin.» deyib
o şahs da evet diye tasdik etse lâzimürriâye bir ikrar vücude gelmiş oiur
(Şerh-i Muhammedil Harsı.)
(Şafiî'lere göre de
ikrar, bir ihbar-ı hâsdan ibaretdir, muhbir bununla üzerindeki sabık bir hakkı
itirafda bulunmuş olur (Tuhfe.)
(Hanbelî'lere göre de
ikrar, inşa değildir, belki nefsül'emrdeki bir şeyi ihbar ve izhardan
ibaretdir.
Mükellef, muhtar olan
bir kimsenin iltizam etmesi mutasavver olub elinde veya velayeti altında veya
ihtisası dairesinde bulunan şeyler hakkında ikrarı sahihdir.
Meselâ : Bir kimse,
şahsına veya velayeti altındaki bir yetime veya tevliyet ve nezaretindeki bir
vakfa aid" bir akarın icareye verilmiş olmasını ikrar etse muteber olur.
Fakat hariçden birinin bir akarı hakkında böyle bir ikrarda bulunsa muteber
olmaz.
Kezalik : Bir kimse,
meselâ yirmi yaşında olduğu halde yirmi seneden mukaddem bir cinayet işlemiş
olduğunu iddia etmekle bunu ikrarda bulunsa muteber olmaz. Çünkü zâhir-i hâl kendisini mükczzibdir
ve iltizam etdigi cinayetin kendisinden o tarihde vukuu mutasavver değildir
(Ke^şâfürkına, Ney-lül'meârib.)
(Zâhirî'lere göre de
ikrar, bir hüoetdir. Akil, baliğ, gayri mükreh olan bir kimsenin gerek
hukukûllâha ve gerek hukuki nâsa aid olan ikrarı muteber-dir. Elverir ki bu
ikrar, kendisini ifsâd edecek bir söze mukarin bulunmasın, mukarin bulunursa
ikrar bâtıl olur.
Meselâ : Bir kimse
«Fülânın zimmetimde şu kadar kuruş alacağı vardır» dese ikrarda bulunmuş olur,
bundan rücıı edemez. Bir şahsa kazf otdiğine veya birisiyle zinada bulunduğuna
dair itirafı da büyle bir ikrardır.
Fakat «Füiânın bende
şu kadar kuruş alacağı vardır, ben bunu kendisine tediye etdim.» veya «Fülâna
kazf etdim, ben aklıma malik değildim.» veya «Ben fülânı Öldürdüm, o beni
Öldürmek istiyordu, ben ise kendimden onu defe kadir bulunmuyordum.» dese
yapmış olduğu ikrarı bu muttasıl olan ifadesiyle ibtâl etmiş olur. Velhâsıl:
Böyle bir ifadeye mukarin olmayan bir ikrar, muteberdir. Şu kadar var ki
beyyine bulunmamalıdır. Beyyine bulununca ikrarın da inkârjn da mânası kalmaz
(Elmuhalîâ.) [22]
18 - : Mukırrin âkil, baliğ olması şartdır.
Binaenaleyh
çocukların, mecnunların, matuhların ikrarları sahih değildir. Bunların
aleyhlerine velilerinin, vasilerinin ikrarları da - Bunların haklarında kendi
kendi selâhiyyeüeri dairesinde yapmış oldukları şeylere aid olmadı ğı takdirde -
sahih olmaz. Şu kadar var ki, ticarete mezun olan mümeyyiz çocuklar,
kendilerinin mezuniyetleri sahih olan hususlarda baliğ hükmünde olduklarından
bu hususlara dair ikrarları muteberdir. Bu hususlar ise alış veriş, borç,
vedia, ariyet, gasb gibi ticaretden veya ticaret icablarından olan şeylerdir.
Kefalet, cinayet, mehr gibi hususlarda ise bunların mezuniyyetleri sahih
olmadığından ikrarları da sahih olmaz. Çünkü bunlar, mübadele-i emvalden
ibaret olan ticaret işlerinden sayılmaz.
Naîrn, muğmaaleyh
olanlar da mecnun mesâbesindedirler. Binaenaleyh bunların da bu haldeki
ikrarları muteber değildir.
Mubah bir sebeble,
meselâ bir ilâç içmek veya mükrehen müskirat kullanmak sebebiyle serhoş
olanlar da muğmaaleyh hükmündedirler. Fakat mahzur tarikiyle sekran olanların
hudud-i hâlise gibi hukuki Üâhiyyeye aid ikrarları sahih değilse de muamelâta müteallik
ikrarları sahihdir. Çünkü böyle hu-kuk-ı nâsa aid ikrarlarından rücuları kabil
değildir (Zeyleî, Mecmaül'enhür.)
19 - :
Mukirrin sefeh veya borç sebebiyle mehcur olmaması şartdır. Binaenaleyh böyle
bir mehcur, ba§kasına bir borç ikrar
etse bu ikrarı
vakti hacrinde mevcud
olan malları hakkında muteber olmaz. Hacr mebhasî ne müracaat!.
20 - : tkrarda mukirrin rizası ve ikrarda telcie
ve muvazaa bulunmaması şartdır.
Binaenaleyh ikrah-i
muteber ile vâki olan ikrar nafiz olmaz. Çünkü bu ikrah, ikrarın hilafı
hakikat olduğunu tercih eder. Bu cihetledir ki, sirkatle it-tiham olunan bir
şans, cebr ve ikraha mebni sirkati ikrar etse muteber olmaz.
Kezaük : Bir kimse,
bir malın bir şahsa aid olduğunu o şahs ile aralarımda kararlaşdırıp hilâf-ı
hakikat olarak ikrarda bulunsa bu, bir telcieden, muvazaadan ibaret olacağı
cihetle sahih olmaz. (Dürrimuhtar, Ali Efendi Fetavâsı.)
21 - :
ikrarı zâhir-i hâlin ve şer'i şerifin tekzib etmemesi şartdır. Binaenaleyh
cüssesi bulûğa mütehammil olmayan bir çocuk, baliğ olduğunu ikrar etse sahih
olmaz.
Kezalik : Bir medyun
borcundan ibra edildiği halde o borcu ikrar eylese hıuteber olmaz.
Kezalik : Bir kimse,
«Fülân zat bana ayda şu kadar kuruş borç verdi.» diye ikrar etdiği halde o
zatın daha evvel vefat etmiş olduğu malûm bulunsa bu ikrar, muhal-i aklîye
mebni bâtıl olur.
Kezalik : Bir kimse,
meselâ bir şahsın elini kesdiğinden dolayı üzerine erş lâzımgeldiğini ikrar
etdiği halde o şahsın iki eli de sağlam bulunsa bu ikrarı muhal-i aklîyi iddia
kabilinden olacağından bâtıldır.
Kezalik : Bir kadın
bir cemaat huzurunda nefsini meselâ yüz lira mehr-i müeccel ile bir erkeğe
tezvic edib de o cemaatin talebi üzerine o meclisde bu mehrin elli lirasını
kabz eylediğini ikrar etse muteber olmaz. Çünkü bunun hilâfet-i hakikat olduğu
o cemaatçe malûmdur.
Kezalik : Bir vâris,
diğer bir vârise hisse-i ü'siyyesinden fazla terikeden hisse ikrar etse muhal-i
şer'îyi ikrar etmiş olacağından bâtıl olur (Hindiyye, Bezzâziyye, Reddimuhtar.)
22 - :
Mukirrin muayyen olması şartdır.
Binaenaleyh iki kimse,
bir şuhsu hitaben «Senin ikimizden birinde şu kadar meblâğ alacağın vardır.»
deseler bu ikrarları sahih olmaz. Zira bu ikrar üe muaheze olunacak kimse
meçhuldür (Zeyleî, Bahr.)
23 - :
İkrahın hazl ve istihzadan beri olması gartdır.
Binaenaleyh birkimse,
şu kadar alacağı olduğunu iddia eden bir şah&a istihza ve istihfaf
tarikiyle «Evet» veya «Onu kariben alırsın.» dese bu ikrar sayılmaz (Tekmile.)
24 - :
Mukarrünbihin mâdum olmaması şartdır. Fakat malûm veya müm-kinütteslim olması
şart değildir. Çünkü bazı haklar meçhul olmakla beraber lâzım olur, mukir o
hakkın kıymetini bilmeyebilir.
Binaenaleyh gasb
edilen, çalınan veya vedia olarak alman şeyler gibi meçhuli ikrar sahihdir.
Meselâ : Bir kimse,
«Bende fiilân zatın hakkı veya emaneti vardır.» veya «Ben fülân §ahsın malını
gasb» veya «Sirkat etdim.» dese bu ikrarı sahih olu:. Böylece ikrar etdiği
meçhul şeyin neden ibaret olduğunu beyan ve tâyin etmesi lâzımgelir,
mukarrünlehin dâvası üzerine bunu beyana cebr olunur, beyan edinceye kadar
hapis edilir.
Mukirrin bu
hususda örf ve âdete muhalif bir şey
tâyin etmesi kabul edilemez. Meselâ: «O hak, hukuk-ı insamyyetden ibaretdir»
veya «Meçhul ema net bir buğday danesidir.» veya «Bir damla sudur.» dese makbul
olmaz. Az çok kıymetli, velev ki bir iki kuruş kadar cüz'i olsun, bir şey tâyin
etmesi lâzımdır.
Fakat beyi ve icare
gibi maâlcehale sahih olmayan akdlerde mukarrünbihin meçhul olması ikrarın
sıhhatine mânidir. .
Meselâ : Bir kimse
«Ben fülâna bir şey satdım» veya «Fülândan bir şey isticar etdim.» dese bu
ikrarı sahih olmaz, bundan dolayı kendisine bir şey lâzımgelmez, o satdığı veya
isticar etdiği şeyin neden ibaret olduğunu beyan etmesi için kendisine cebr
olunamaz.
îkrar edilen gev,
mevcud olduğu halde âdete nazaran mümkinütteslim bulunmasa mukarrünlehe bunun
kıymetini vermek iâzımgelir. Hanenin sakfında-ki merteği, temelindeki bir taşı
ikrar gibi (Zeyleî, Bahrirâik, Surretül'fetavâ.)
25 - :
Mukarrünlehin cehalet-i fahişe ile meçhul olmaması şartdır. Çünkü böyle meçhul
bir şahs, mukarrünbihe müstahik olmaya salih değildir, mukir de böyle meçhul
bir mukarrünlehi tâyine mecbur olamaz.
Amma mukarrünlehin
cehalet-i yesîre ile meçhul olması, ikrarın sıhhatine mâni olmaz.
Meselâ : Bir kimse,
elindeki muayyen bir mala işaretle «Bu mal bir ademindir.» diye ikrar etse
veya «Bu mal fülân belde ahalisinden birinindir diye ikrar edib de o belde
ahalisi madûd bulunmasa bu ikrar cehalet-i fahişeden dolayı sahih olmaz.
Fakat bir kimse «Bu
mal şu iki kişiden birinindir.» dese veya «Fülân mahalle ehalisinden
birinindir.» deyib de o mahalle ehalisi kavm-i mahsur olsa bu ikrar, sahih
olur. Yüz kadar kimseden birinin olduğu ikrar edildiği takdirde de hükm
böyledir. Çünkü bundaki cehalet de yesîrdir.
Ancak bir kimse, böyle
cehalet-i yesire ile ikrarda bulunsa, meselâ: Bu mal, şu iki kişiden
birinindir.» dese bunlardan hangisine aid olduğunu beyana
mecbur olmaz. Zira onun bu beyana mecbur
tutulması, ibtâl-i hakka müeddi olabilir. Bu halde o iki kişi ittifak ederlerse
o malı mukirden alabilirler, aldıkları takdirde ona biliştirâk münasafeten
malik olurlar. İhtilâf edib de her biri o malın kendisine aidiyyetini iddia
ederse her biri, o mal kendisinin olmadığına dair mukirrin yemin etmesini
isteyebilir. Mukir, bunlardan her biri için ayrı ayrı yemin eder. Bazı fukahaya
göre her ikisi için bir yemin yetişir.
Mukir, ikisinin
yemininden de nükûl ederse o mal kezalik o iki kişi beyninde msfiyyet üzere
müşterek olur. Eğer yalnız birinin yemininden nükûl ederse o mal müstakillen
yemininden nükûl etdiği kişinin olur. Yemin etdiği kimse bundan hisse alamaz,
ikisine de yemin ederse mukir, onların dâvasından beri olub mukarrünbih olan
mal kendi elinde kalır, artık bundan sonra o iki kişinin ittifak ederek o malı
mukirden alıb ona biliştirâk temellüke selâhiyyeti kalmaz. Bu, imam Ebû
Yusuf'a göredir. îmam Muhammed'e göre buna selâhiy-yetleri vardır (Hindiyye,
Bahrirâik, Reddimuhtar.)
26 - :
Mukarrünlehin âkil olması şart değildir.
Binaenaleyh bir
kimsenin gayrı mümeyyiz bir çocuk veya mecnun için mal ikrar etmesi sahihdir, o
malı bu mukarrünlehe vermesi lâzımgelir. Velev ki ikrar edilen şey,
mukarrünlehin yapamıyacağı bir şey olsun.
Meselâ : Bir kimse,
bir yaşındaki bir çocukdan satın almış olduğu bir mal bedelinden zimmetinde şu
kadar kuruş borç bulunduğunu ikrar etse bu meblâğı o çocuk için vermesi lâzım
gelir. Bu ikrarı, o malı bu çocuğun.velisinden veya vasisinden almış olmasına
hamlolunur.
Hattâ cenin için mal
ikrarı sahih olabilir. Bu hususda üç suret vardır. Söyle ki: Cenin için ya
salih bir sebeb beyaniyle ikrar yapılır; «Bu mal fülân kadının hamlinindir.
Çünkü bu malı fülân kimse o hamle vasiyyet etmişdir.» diye yapılan ikrar gibi.
Bu halde bakılır. Kadın zatüz'zevc olub hamlini bu ikrardan itibaren en çok
altı ay içinde vazı' ederse çocuk bu ikrar edilen mala malik olur. Kadın
mutedde ise ikrar vaktinden itibaren en çok iki senede hamlini vazı' ederse bu
çocuk da o mala malik olur.
Veya ibham suretiyle,
yani: Salih ve gayrı salih bir sebeb dermeyan edilmeksizin ikrar yapılır:
«Fülânenin hamline şu kadar borcum vardır.» demek gibi. Bu ikrar, İmam
Muhammed'e göre sahih ise de imam Ebû Yusuf'a göre sahih değildir. Müreccah
olan da budur.
Ve yahud gayrı salih
bir sebeb beyaniyle ikrar yapılır: «Bu mal fülâne-nin hamlinindir, çünkü bu
malı ben ona satdım» veya «Hibe etdim.» denilmesi gibi. Bu suretle- olan ikrar
ise bil'icma sahih değildir (Hindiyye, Dürrimub tar. Mebsût.)
27 - :
Mukarrünbihin mübhem, gayrı muayyen olması, ikrarın sıhhatine mâni değildir.
Çünkü bu, bir cehaleti müstedrekedir, bunu beyana mukir icbar edileceğinden bu
cehalet o suretle mün'defi olur.
Binaenaleyh bir kimse,
bir şahsa gayrı muayyen bir mal ikrar etse, meselâ: Bir sürü koyunlarından
lâalettâyin birinin o sahsa aidiyetini ikrarda bulunsa bu kimse, o koyunlardan
dilediğini mukarrünbih olmak üzere o şahsa verebilir. Maamafih bu halde
mukarrünleh, muayyen bir koyunun kendisine aidiyyetini mukirrın inkârına
mukarin iddia etse bunu beyyine ile veya mukir-rin yemininden nükûliyle isbat
etmesi lâzımgelir. Böyle isbât edemezse artık başka bir koyunda hakkı kalmaz, o
iddia eylediği koyunun mâadasında mu-kirri ikrarında tekzib etmiş gibi olur
(Mebsut-ı Serahsî.)
(Malikîlere göre de
ikrarların sıhhati için şu gibi şartlar vardır:
(1) : Mukir,
mükellef olub mehcur bulunmamalıdır.
Binaenaleyh çocukların,
mecnunların, sefihlerin, mükreh veya sekran bulunanların ikrarları muteber
değildir, bunlar ikrarlariyle mülzem olmazlar.
Fakat marizlerin,
zatüzzevc olan kadınların, ticarete mezun rakiklerin, mükâteblerin ikrarları
bütün mallan hakkında sahihdir. Marizler ile zevceler, teberruatda bulunmakda
mehcur iseler de ikrar, teberruat kabilinden olmadığından bundan mehcur
değildirler. Elverir ki ikrarda töhmet bulunmasın. Nitekim ileride beyan
olunacakdır. Hacr mebhasine müracaat!.
(2) : Mukir,
ikrarında müttehem bulunmamalıdır.
Binaenaleyh korkunç
bir maraz ile marizin veya borcu emvalini ihata eden sefih bir medyunun kendi
kariblerine yapacağı ikrar, töhmetden hali olamayacağından sahih olmaz. Şöyle
ki:
Böyle bir mariz,
karibine ikrar edince bakılır: Eğer bu karib vâris olub da kendisine müsavi
veya kendisinden uzak karib de bulunursa bu ikrar bâtıl olur. îki oğlundan
birine veya amcası var iken kızına mal ikrarı gibi. Fakat bu karib, vâris-i
bâid olub bundan akreb vâris bulunursa bu ikrar, sahih olur. Kızı var iken
amcasına ikrarı gibi.
Kezalik : Böyle bir
mariz, vârisi olmayan bir karibine veya mülâüf olduğu bir dostuna veya hali
meçhul bir kimseye ikrar edib evlâd veya ahfadı bulunursa bu ikrarı sahih olur
ve illâ sahih olmaz. Dostu olmayan bir ecnebiye ikrar ederse evlâd veya ahfadı
bulunsun bulunmasın ikrarı lâzım olur.
Kezalik : Böyle bir
mariz, zevcesine bütün emvalini nefy-i mülk suretiyle İkrar etse veya zevcesine
borcu olduğunu veya zevcesinde olan borcunu ondan aldığım ikrarda bulunsa
bakılır: Eğer aralarında buguz ve adavet var ise bu ikrarı muteber olur.
KesaKk : Zevcin hali
meçhul olmakla beraber kendisine vâris olacak ev lâdı var ise bu ikrarı yine
muteber olur. Çünkü bu halde töhmet
bulunmaz.
Meğer ki mukirrin
zevcesinden küçük bir çocuğu bulunsun. O takdirde bu ka dına ikrarı sahih
olmaz, gerek başka büyük çocuğu bulunsun ve gerek bulunmasın. Sahih olan
zevcin ikrarı ise böyle tafsile tâbi olmaksızın sahihdir.
(3) :
Mukarrünleh, hâlen veya meâlen mukarrünbihe malik olmaya ehl olmalıdır. Veya mukarrünlehin aynının
bekası için ıslahı bu mukarrünbihe
taallûk eder bulunmalıdır.
Binaenaleyh berhayat
bir insana mal ikrarı sahih olduğu gibi yevm-i ikrardan itibaren altı aydan az
bir müddetde doğacak sâbitünneseb bir cenine veya bir vakfa mal ikrarı da
sahihdir. Fakat sırf hayvanata veya ahcar ve eşcare mal ikrarı sahih değildir.
Çünkü bunların temellüke hiç bir veçhile se-lâhiyyetleri yokdur.
(4) : Reşit
olan mukarrünleh, mukirri tekzib etmemelidir. Binaenaleyh mukarrünleh, «Benim o
ikrar edilen şeyden malûmatım yokdur.» diye mukirri müstemirren tekzib ederse
ikrarı bâtıl olur.
Mukarrünlehin, mukirri
tasdik etmesi lâzımdır. Çünkü bir kimsenin malı - mirasdan mâda bir veçhile -
başkasının mülküne cebren dahil olmaz.
(5) :
Ticarete mezun olmayan rakiklerin ikrarları cerhe, katli âmda ve haddi müstelzim bir hususa aid olunca
lâzım olur. Fakat mala dair olunca lâzım olmaz. Çünkü bunların malları
efendilerine aid olduğundan bu hususda
mehcurduriar, ikrarları batıldır. Fakat ticarete mezun olan rakiklerin ikrarları
mal hakkında da lâzımdır, muteberdir.
(6) : ikrar,
ikrahdan, gasb endişesinden hali olmalıdır. Binaenaleyh bir ikrar, bir sulte
sahibi, zîcah kimseye karşı bir itizar makamında yapılsa muteber olmaz.
Meselâ : Bir sefineyi
ahz etmek isteyen zîşevket, bir şahsa karşı «Sefine fülân zatındır.» denilmesi
bir ikrar sayılmaz. Belki mukir, sefineyi o şahsın gazabından kurtarmak için
onu himaye edebilecek bir zata nisbet etmek istemiş olur (Muhtasar-ı Ebizziya,
Şerh-i Kebîr, Düsûkî, Şerh-i Harşî.)
(Şafiî'lere göre de
ikrarın sıhhati için şu gibi şartlar vardır :
(1) : Mukir,
mutlaküttasarruf, yani: Mükellef, reşid bulunmalıdır. Böyle bir kimsenin ikrarı
sahihdir. Elverir ki kendisini his veya şer'î şerif tekzib etmesin.
Çocukların mürahik olsalar
da ikrarları lâğuvdır. Mecnunların, muğma-aleyhlerin ikrarları da böyledir.
Çünkü bunların sözleri sakildir.
(2) : Mukir,
mükreh olmamalıdır. Mükrehin ikrarı sahih değildir. Fakat bir ikrarın ikrah ile vukuu iddia
edilince bu ikrarın ikraha mebni olduğu mufassal bir şehadet iiesâbit olmak,
ne veçhile ikrah vuku bulduğu şahidler ta rafından ifade edilmek lazımgelir.
(3) :
Mukarrünleh, mukarrünbihe hissen ve şer'an istihkaka etaü bulunmalıdır.
Binaenaleyh bir insan
veya bir vakf için ikrar, şahindir. Fakat bir hayvan için ikrar sahih
değildir. Fakat «Şu hayvan sebebiyle sahibine şu kadar. kuruş borcum vardır.»
denilse sahiholur. Çünkü bunun imkânı vardır. Mukir, o hayvanın menfaatini
istifa etmiş olabilir.
(4) :
Mukarrünbih, mukirrin mülkü olmamalı, nefsine muzaf bulunmama lıdır.
Binaenaleyh bir kimse
«Şu hanem» veya «Şu libasım» veya «Fülân şahsda olan alacağım fülân zatındır.»
dese bu ikrarı lâğvolmuş olur. Çünkü mukirrin bunları kendi nefsine izafe
etmesi, bunların kendi mülkü olduğunu iktiza eder, artık başkasına ikrarına
münafi bulunur. Bu ikrar, hibeyi vâde mahmuldür. Meğer ki bu sözler ikrar
kasdiyle söylensin.
(5) : Mukarrünleh, mukirri asl-ı ikrardan
tekzib etmemelidir, Tekzib ederse
ikrar etdiği mal, mukirrin elinde terk edilir, deyin ise kendisinden ta-leb
edilemez. Esah olan, budur. Çünkü mukirrin
vaziül'yed olması, o malın kendisine aidiyyetini'i§'ar eder.
Mukarrünleh, mukirri
tekzib etdikden sonra tastık etse de artık mukar-rünbihe müstahik olamaz. Meğer
ki mukir, tekrar ikrarda bulunsun.
(6) :
Mukarrünbihift mübhem veya meçhul olması, ikrarın sıhhatine zarar vermez.
Çünkü sabık bir hak, mücmelen de mufassalan da ihbar edilebilir.
Binaenaleyh «Şu iki
şeyden biri fülâmndır.» denilse bunlardan hangisinin fülâna aidiyyetini
mukirrin beyan etmesi lâzım gelir.
Kezalik : «Üzerimde
fülânın bir şeyi vardır.» denilse bunun neden ibaret olduğunu mukirrin
bildirmesi icab eder. Bildireceği şey, bir para gibi pek az bir şey olsa da
tesdik olunur. Elverir ki o şey, kendisinde temevvül carî olan şeylerden
bulunsun (Tuhfetül'muhtac.)
Hanbelî'lere göre de
masiyet tarikiyle sekran olanın ikrarı muteberdir. Çünkü onun ef âli, sahuv
halinde bulunan kimsenin ef âli gibi sayılır. Fakat mubah veya mazur sayılacağı
bir sebeble akli zail olanın ikrarı sahih değildir. Mecnun olanların ikrarları
da böyledir. Hal-i .ifakatlerindeki ikrarları müstesna.
Mükrehin ikrarı da
sahih değildir. Meğer ki ikrah edildiği şeyden başka bir şey ikrar etsin.
Meselâ: Zeyd'e bin lira borcu olduğunu ikrar etmesine ikrah olunduğu halde o,
Amr'e o kadar borcu olduğunu ikrar etse bu ikrarı muteber olur. Zan ile ikrah
tahakkuk etmez, ikrar edilmediği takdirde vâki olan tehdidin mevki-i fi'ile
konacağı yakin derecede malûm olmalıdır.
İkrah veya cünûn iddiası, beyyinesiz kabul edilmez. Meğer ki ikraha delâlet eden şeyler mevcud bulunsun. Mukirrin mahbus veya derkayd bulunması gibi. Bu halde ikrah iddiası yeminiyle de kabul olunur, ikrah beyyinesi, tev' ve riza beyyinesinden mukaddemdir (Keşşaf ül'kına.) [23]
28 - :
Dilsizlerin ikrarları, kitabetleriyle sahih olduğu gibi mahud işaretleriyle de
sahih olur.
Binaenaleyh bir
dilsiz; bey'e, icareye, hibeye, rehne, nikâha, talâka ve emsaline dair bir şeyi
işaretle ikrar etse sahih olur. Velev ki kitabete kadir bulunsun. Elverir ki
işareti mahud olsun.
Dilsizin işareti el ve
kaş gibi âzâlariyle yapılır. Hâkim bu işaretin ne mânada olduğuna muttali
bulunmazsa bunu dilsizin sözleri kabul edilecek dostlarından, komşularından
sorar, bunlar da hâkimin huzurunda bu işareti izah ve tefsir'ederler.
Maamafih diisizlerin
hudûde aid ikrarları sahih değildir. Çünkü bu ikrarda şüphe vardır. Hudüd ise
şüphe ile münderi olur (Bedâyî, Reddimuhtar.)
29 - :
Mutekalül'lisanm bu ukleti - Dil tutukluğu vefatına kadar devam ederse işaret
ve işhadiyle yapmış olduğu ikrarı muteber olur. Fakat Nâük -= Söz söylemeğe
kadir olan kimsenin işaretiyle olan ikrarı muteber değildir.
Meselâ : Bir kimse,
söz söyleyebilen bir şahsa «Fülânın sende şu kadar kuruş hakkı var mıdır» veya
«Sen şu malını sattın mı» dedikde o şahs bir şey söylemeksizin yalmz başını
eğse bununla o sorulan şeyi ikrar etmiş olmaz (Hindiyye, Hâniyye.)
30 - : Bir
velinin veya vasinin kendi mübaretile başkasının zimmetine taallûk edib çocuğa
aid bulunan bir hakka dair ikrarı muteberdir.
Meselâ : Bir kimse,
sağır oğluna aid olub kendisinin kiraya vermiş olduğu bir hanenin bedel-i
icarini müstecirden almış bulunduğunu ikrar etse muteber olur, bu bedeli
oğluna ödemesi icab eder (Reddimuhtar.)
31 - :
Terdid ile yapılan ikrar, mechûli ikrar sayılmaz.. Terdid ile ifade edilen
mukarrünbihlerin ekalli lâzımgelir.
Mesalâ : Bir kimse,
«Benim fülana on lira veya on beş Ura borcum vardır.» dese bununla on lirayı
kat'iyyen ikrar etmiş olur, onu vermesi iktiza eder.
Kezalik : Bir kimse,
«Şu mal benim ile fülân zat arasında müşterekdir» dese meçhulü ikrar etmiş
olmaz. Belki o mâlin kendisiyle o zat arasında ms-fryyet üzere müşterek
olduğunuitiraf etmiş olur (Reddimuhtar ve Tekmüesi.)
32 - Bir
kimse, kendisindeki bir mal, meselâ: Bir muayyen yüz Ura hakkında «Bu para
Zeyd'in bende vediasıdır.» dedikden sonra «Yok bu para bene belki Amr'ın
vediasıdır.» dese o para Zeyd'in vediası olur. Bu kimse, o paranın bedelini de
Amr'e tazmin eder. Çünkü Zeyd hakkmdaki ikrarı sahilidir.
Sonra bundan rücuu bu
birinci mukarrünleh olan Zeyd hakkında kabul edilmez. Şu kadar var ki Anır'e
de ikrarda bulunmuş,olduğundan bu ikrarı da muteberdir. Fakat o malı birinci
mukarrünlehe ikrar etmekle itlaf etmiş demek-dir. Binaenaleyh bu malı ikinci
mukarrünleh olan Amr'e zâmin olur. Hâkimin hükmü olsun olmasın. Bu imam
Muhammed'e göredir.
imam Ebû Yusuf'a göre
bir kimse, bir malı evvelâ bir §ahs için ikrar edib ve bâduhû «Bu mal o şahsın
değil, fülân zatındır.» dese bu mal evvelki mukarrünlehin olur. Fakat bu halde
bakılır: Eğer o kimse, bu malı hâkimin hükmü olmaksızın bu evvelki mukarrünlehe
teslim ederse ikinci mukarrünlehe de bu malın bedelini zâmin olur, hâkimin
hükmiyle teslim etdiği takdirde ise zâmin olmaz (Bahrirâik, Dürrimuhtar,
Netice.)
33 - : Bir
kimse, «Fülânın benim üzerimde malı vardır.»
diye ikrarda bulunsa en az bir dirhem mikdarı bir şey beyan etmesi icab
eder. «Fülânın benim üzerimde malı âzami vardır.» dese en aşağı nisab-ı zekât
mikdarı, yani: îkiyüz dirhem gümüşe muadil bir mal beyan etmedikçe tasdik
olunmaz (Reddimuhtar, Muhît.)
34 - :
Mukir, ile mukarrünleh, mukarrünbihin sebobinde ihtilâf etseler bu ihtilâfları ikrarın
sıhhatine mani olmaz. Çünkü ikrarın sıhhati, sebebini beyana muhtaç değildir.
Meselâ : Bir kimse,
cihet-i karzdan su kadar meblâğ alacağı olduğunu bir şahsdan dâva, o şahs da
«Benim cihet-i karzdan değil, gasb cihetinden» veya «iştira ve kabz etmiş
olduğum şu malın semeninden dolayı sana o kadar meblâğ borcum vardır.» diye
ikrar eylese bu veçhile ihtilâfları bu ikrarın sıhhatine mani olmaz
.(Tekmile.)
Kezalik : Böyle bir
iddiaya karşı müddeaaleyh: «Senden satın ahb henüz kabz etmediğim bir at
semeninden sana o kadar meblâğ borcum vardır.» dese ikrarı yine sahih olur.
«Kabz etmediğim» sözüne itibar olunmaz. Çünkü satın aldığını iddia etdiği at
meçhul olduğundan kendisine hangi bir at verilse «Benim aldığım bu değildi»
diyebilir. O halde müddeaaleyh, semeni ikrar edince mebii gabz etdiğîni de
ikrar etmiş sayılır. Artık «Onu kabz etmedim» demesi, ikrarından rücü demek olacağından
tasdik olunamaz.
Fakat müddeî «iştirası
iddia olunan at, benim mülkümdedir, ben onu sana satmadım» derse müddeaaleyhe
bir şey lâzımgelmez. Zira müddeaaleyh, bu ata bedel olmak üzere o kadar meblâğ
borçlu olduğunu ikrar etmişdir, o ol-maymca bu borç da olamaz. Bu halde iddia
edilen at, müddeaaleyhin elinde ise müddeî bunu istirdad eder.-Meğer ki satış
vukuu tahakkuk etsin (Hidâye, Kifâye, Reddimuhtar.)
35 - :
Yukarıdaki meselede mukir olan müddeaaleyh «Satın ahb henüz kabz etmediğim şu
muayyen at semeninden o kadar meblâğ borcum vardır.»derse bakılır; Eğer
mukarrünleh olan müddeî, o atı bu mukırre teslim ederse o meblâğa müstahik
olur, teslim etmezse müstahik olmaz. Çünkü aralarında tesaduk bulunmamış olur.
Şayed mukarrünleh «O
at benimdir, sana satdığım at ise başkadır» derse aralarında tehalüf carî olur.
ikisi de yemin ederse mukir üzerine ikrar etdiği meblâğ lâzım gelmez. Satın
alındığı iddia edilen at da mukarrünlehe aid olur (Hidâye, Netayicül'efkâr.)
36 - : Bir
maldan veya malûm veya meçhul bir hakdan sulhe veya ibraya talib olmak, o malı
o hakkı ikrar demekdir. Bu hak meçhul olunca bunun neden ibaret olduğu
hususunda müddeînin beyanı kabul olunur. Çünkü bu hakkı mücmelen söyleyen,
ikrar eden odur.
Fakat bir malın
dâvasından sulhe veya ibraya veya bu dâvanın tehir edilmesine talib olmak, o
malı ikrar sayılmaz.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsın zimmetinde cihet-i karzdan on lira alacak hakkı olduğunu beyan ile
ondan istedikde o şahs «Bu paradan yedi liraya sulh olalım.» dese bu istenilen
o lirayı ikrar etmiş olur. Amma «Bu on Ura dâvasından sulh olalım.» diye
mücerred münazaayı defi' için suîhe talib olsa bu meblâğı ikrar etmiş olmaz.
Hattâ bir meblâğa aid
dâvadan ibra iddiası da o meblâğı ikrar değildir. (Reddimuhtar Tekmilesi,
Feyziyye Fetavâsı.)
37 - : Bir
kimse, başkasının elindeki bir malı satın almaya veya kiraya tutmaya veya ariyet almaya talib olsa
veya «Bu malı bana hibe et.» veya «Bana vedia olarak ver.» dese veya o malı
kendisine vedia olarak verilmekle kabul etse o malın kendisine aid olmadığını
ikrar etmiş olur.
Fakat bu kimse bu
ikrariyle o malın zilyede veya onun müvekkiline aid olduğunu da ikrar etmiş
olur mu?. Bunda ihtilâf vardır. Bir rivayete göre ikrar etmiş olur, diğer bir
rivayete göre ikrar etmiş olmaz. Bu ikinci rivayete göre bu ikrarı o malın
başkasına aidiyyetini iddia etmesine mani olmaz.
Bu iki rivayetin ikisi
de fukaha tarafından sahih görülmüşdür (Tekmile, Ankara vî.)
38 - :
ikrar, mukarrünlehin tasdik ve kabulüne tevakkuf etmez. Çünkü ikrar, her
veçhile inşa değildir ki, tamamiyyeti kabule mütevakkıf bulunsun. Fakat ikrar,
mukarrünlehin reddiyle merdûd olub hükmü kalmaz. Artık mukarrünleh, o ikrar
edilen iddia ve isbata kıyam edemez Çünkü bu ikrar, ihbar ve temliki mâli
mütazammin olduğundan reddi kabildir. Şa-yed mukarrünleh, mukarrünbihin yalnız bîr mikdarmı red
ederse yalnız o rcıikdarda ikrarın
hükmü kalmaz, red etmediği mikdarda ikrar sahih olur.
Bir de bir ikrar kabul
ve tasdik edildikden sonra artık red ile merdûd ol- (Hindiyye, Tekmile.)
39 - : Bir
ikrarın red edilmesiyle mukarrünlehden başkasının hakkı ib-tâl edilecek olsa bu
reddin hükmü olmaz.
Kezalik : Mukarrünleh
olan iki kimseden biri, ikrarı red etdiği halde diğeri kabul etse bu kabul
eden, mukarrünbihin yarısına müstahik olur.
Meselâ : îki kimseye
yüz lira ikrar edilib bunu birisi red etse diğeri bunun elli lirasını alır
(Tekmile.)
40 - : Bir
kimse, yapmış olduğu İkrarını red edildikden sonra tekrar edib de mukarrünleh
bu defa tasdik etse bu başka bir ikrar sayılarak istihsânen sahih olur (Reddimuhtar.)
41 - :
Mukarrünbihin muşa olması, ikrarın sıhhatine mani değildir. Binaenaleyh kabil-i
kısmet olsun olmasın müşaı ikrar sahihdir. Şöyle ki:
Bir kimse, elinde
bulunan bir mülk akarın veya menkûlün nısıf veya sülüs.gibi bir hisse-i
şayiasını başka birisine ikrar o da tasdik etse veya red etmeyib sükût eylese
aralarında şirket husule gelir. Bundan sonra o muşa henüz ifraz ile
mukarrünlehe teslim edilmeden mukir vefat etse mukarrünleh onun vârisîeriyle
beraber o müşada hissedar bulunmuş olur (Hindiyye, Bahrirâik.)
42 - :
ikrar, fil'hâl mevcud veya âtiyen vücuda gelmesi muhakkak olan bir §eye talik
edilerek meselâ; «Ben berhayat isem» veya «Ben vefat edersem fülân zata şu
kadar kuruş borcum vardır» denilse sahih olur, borcun edası fil'hâl lâzım gelir.
43 - ikrar,
örf-i nâsda hulûl-i ecele salih, nâs arasında carî müddetlerden madûd bir
şarta talik olunursa sahih olur. «Fülân ayın
ibtidası» veya «Rûz-i kasım
gelirse sana şu kadar kuruş borcumdur, denilmesi gibi. Bu halde ikrar, bir
müeccel borcu itirafa hami olunur. Bu takdirde bakılır: Mukarrünleh, bu eceli
tasdik ederveya mukır bunu isbât eyler ise borç bu ecelden evvel istenilemez.
Ecel böyle teayyün etmezse mukarrünleh «Bu borcun müeccel olmadığına» tahlif
olunur, yemin ederse mukirrin bu mukarrünbih olan borcu derhal vermesi icab
eder, yeminden nükûl ederse ecel sabit olur, borcun tediyesi ancak o vaktin
hululünde lâzım gelir.
44 - :
ikrar, örf-i nâsda hulûl-i ecele salih ve nâs arasındaki müddetlerden madûd
olmayan, yani vücude gelmesi de gelmemesi de kabil bulunan bir şeye talik
edilirse sahih olmaz.
«Ben ne zaman zengin
olursam fülâna şu kadar kuruş borcumdur.» denilmesi gibi. «Ben fülân yere
gidersem.», «Ben fülân işi deruhde edersem», «Allah taâlâ irade ederse»,
«Benden alacağın olduğuna yemin edersen», «Bana §u kadar borç verirsen»
denilmesi de bu kabildendir. Bunlara talik edilen bir ikrar, bâtıldır (Mecelle,
Dürerül'hükkâm.)
45 - :
İkrarlarda şeraitini cami olan istisnalar sahihdir. Böyle bir istisna,
ikrardan rücu sayılmaz. Muhaveratda daima istisna carîdir. Mesejâ: Bir
kimse «Fülâna on lirası müstesna olmak
üzere yüz lira borcum vardır.» dese doksan lira borç ikrar etmiş olur. Fakat
«Yüz lira müstesna olmak üzere yüz lira borcum vardır» dese bu istisna muteber
olmaz, yine tam yüz lira itiraf edilmiş olur. Çünkü bir şeyin tamamını istisna
o şeyden rücu demekdir.
46 - : Bir
kimse «Fülâna inşallah şu kadar borcum vardır» dese bununla o borcu ikrar etmiş
olmaz. Çünkü bunu meşiyyetül'lâhe talik etmesi, kendisince meçhul olan bir
şeye talik olacağından hükümsüzdür.
Kezalik : «Fülân diler
ise bu zata şu kadar kuruş borcum vardır.» denilse bu ikrar da bâtıl olur.
Zira borç, vücud ile ademe mütehammil bir §eye rabt edilmiş olur. Usûl-i fıkh
kısmındaki istisna ve talik bahsine müracaat!.
47 - : Bazı
tâbirler, iddialar, talebeler ikrardan madûddur.
Ezcümle istenilen bir
borcun tecilini taleb, bir borcun verilmiş olduğunu iddia, bir borcun kendisine
hibe ve tesadduk edildiğini beyan, bir borçdan ibra vukuunu dermeyan, bir
borcun başkasına havale edildiğini iddia, dâva edilen bir meblâğa başkasının
kefaletini taleb ikrar sayılır.
Kezalik : Bir
alacakiddiasmda bulunan kimseye karşı: «Onu al» «Onu te-navül et», «Onu yakında
- Yarın veririm», «Onu verecek kadar yanımda bugün para yokdur.» «Vallahi ben
onu sana bugün veremem», «Onu benden bugün alma*, «Onun vakt-i edası hulul
etmedi», «Onu ne çok istiyorsun», «Onu fülân zat tarafımdan ödedi» demek de
ikrardan madûddur.
Kezalik : Bir deyin
veya emanet iddiasında bulunan kimseye hitaben «Naâm = Evet» denilmesi ve bir
mikdar alacak iddia edene «Onu tart» veya «Onu say» veya «Bekle fülân sarraf
geüb verecek» demek de birer muteber ikrardır.
Kezalik : Bir malın
sahih ve nafiz bir beyi ile satıldığına dair olan bir senedi şahid sıfatiyle
imza eden kimse, o malın kendisine aid olmayıb bâyiinin mülkü bulunmuş olduğunu
ikrar etmiş olur (Reddimuhtar, Hindiyye.)
48 - : Bazı
tâbirler, ikrardan madûd değildir.
Meselâ : Bir kimse,
kendisinden bir şey isteyen bir müddeiye karşı, o şeyi sarahaten zikr
etmeksizin ve ona zamir ile de işaret etmeksizin mücerred «Tecil et», «Ben sana
tediye etdim», «Bana tesadduk et», «Bana hibe et», «Tart», «Muhasebe edelim»,
«Sabret» veya «Kariben alırsın» dese o istenilen Şeyi ikrar etmiş olmaz.
Kezalik : «Fülân şahsa
şu kadar para borcum olduğunu ona haber vçr-m» sözü de ikrar değildir.
Kezalik : Bir kimsenin
bir mikdar meblâğ; alacak iddiasına karşı «Benim ue sende onun misli = O kadar
alacağım var.» denilmesi, zâhirürrivâyeye göre ikrar değildir. Fakat İmam
Muhammed'e göre ikrardır, bu veçhile fetva vil (Ankaravî, Surretül'fetavâ, Hindiyye.)
(Malikî'Iere göre bir
kimse, bir şahsa hitaben meselâ: «Şu iki libasın» veya şu iki atın biri
senindir» dese bakılır: Eğer bu mukır, bunların ednâsını mu-karrünluh için
tâyin, mukarrünlch de diğerini iddia ederse mukarrünleh bu babda tahlif olunur.
Mukır, hangisinin o şahsa aid olduğunu bilmediğini söylerse bunu mukarrünlehin
tâyin etmesi istenebilir. Mukarrünleh, bunların ednâsını kendisine tâyin
ederse onu yemin etmeksizin alır. Fakat bunların âlâsını kendisine tâyin
ederse kendisinden töhmeti defi' için tahlif olunur, yemin edince onu alır. O
da hangisinin kendisine aid olduğunu bilmediğini iddia ederse mukır ile
beraber tahlif olunurlar. Bunlar bilmediklerine dair yemin edince ikrar edilen
şeylere nısfiyyet üzere müştereken malik olurlar.
Bir kims, «Ben bu malı
fülândan gasb etdim, yok şu gahsdan gasb etdim» dese o mal fülânın olur. Bu
malın misliyyatdan ise misli ile, kıymiyatdan ise kıymeti ile de ikinci
mukarrünleh için hükm olunur. Bu malın malûm ise yevm-i gasbdaki kıymetine,
malûm değilse yevm-i ikrardaki kıymetine itibar-olunur.
Bir karzın yapılmış,
sonra da ödenilmiş olduğunu teşekkür maksadiyle söylemek, o karzın
mevcııdiyyetini ikrar sayılmaz. «Allah razı olsun fülân zat bana şu kadar
meblâğ karz verdi, ben de kendisine edâ etdim.» denilmesi gibi.
Bunu zem maksadiyle
söylemek de esah olan rivayete göre böyledir. «Allah islâh etsin, fülân bana
şu kadar meblâğ ödünç verdi, beni şıkışdırdı, tâ ki edâ etdim.» denilmesi gibi.
Bir kimse, bir şahsa
hitaben «Benim üzerimde» veya «Zimmetimde» veya «indimde senin şu kadar
alacağın var» dese ikrarda bulunmuş olur. Velev ki bu ikrarına «İnşallah» veya
«Allah takdir buyurmuş ise» sözünü ilâve etsin. Çünkü böyle ikrar edince
Cenab-ı Hak'ın dilediğini, takdir buyurduğunu bilmiş olur. Bu gibi istisnalar,
Allah Taâiâya yeminin gayrisinde nıüfid olmaz.
Fakat «Fülân diler ise
sana şu kadar meblâğ borcum vardır» denilse bu ikrar, şahin olmaz. Velev ki
fülân dilesin. Çünkü bunda hatar vardır, bu ikrar, kendisinde kat'iyyet
olmayan bir hakka müsteniddir (Şerh-i Ebü'berekât, Düsûki.)
(Şafiî'lere göre
«Benim fülâna zannıma göre» veya «Tahminime göre şu kadar kuruş borcum vardır»
sözü lâğvdır. Fakat «Benim üzerimde fülânın bildiğime» veya «Şahid olduğuma
göre şu kadar alacağı vardır» sözü, sahih bir ikrardır.
Bir kimse, «Benim
fülâna yüz kuruş borcum vardır, yüz kuruş, yüz kuruş» dese yalnız yüz kuruş
borç ikrar etmiş olur. Velev başka başka günlerde böyle yüz kuruş ikrar etmiş
olsun.
«Benim fülâna yüz
kuruş borcum vardır.» dedikden sonra «Benim ona elli
kuruş» veya «Yüz elli kuruş» borcum
vardır» dese bunların ekalli eksere dahil olur, hangisi ekser ise yalnız o
lâzımgelir.
Fakat başka başka
cihetler, sebebler beyaniyle ikrar edilirse hepsi dö lâzımgelir. «Benim Zeyd'e
ciheti karzdan yüz kuruş borcum vardır» dedikden sonra «Benim Zeyd'e satın
aldığım bir mal bedelinden yüz kuruş borcum vardır» demesi gibi ki, ikiyüz
kuruş ikrar edilmiş olur.
ikrarda istisna
bil'icmâ caizdir. Velev ki müstesna, müstesnaminhin cinsinden olmasın. Elverir
ki müstesna, müstesnaminhin tamamını istiğrak etmesin. Ve illâ istisna, bâtıl
olur.
Meselâ : «Benim fülâna
on lirası müstesna olmak üzere yüz lira borcum vardır» denilse doksan lira
ikrar edilmiş olur.
Kezalik : «Benim
üzerimde fülânın yüz lira alacağı vardır, bir libas müstesna» denilse o
libasın ne olduğunu mükırrin beyan etmesi lâzımgelir. Şu kadar var ki, bu
libasın kıymeti yüz liradan az olmalıdır, bu kıymet, yüz liradan tenzil edilir,
mütebakisi mukarrünlehe verilir.
Fakat «Benim fülân
zata yüz lirası müstesna olmak üzere yüz lira borcum vardır.» denilse bu
istisna, muteber olmaz. Yine tam yüz lira ikrar edilmiş olur. Çünkü böyle bir
istisnada sarih bir tenakuz vardır. Bu ikrardan rücü ma-hiyyetindedir (Tuhfetül'muhtac.)
{Hanbelî'lere göre bir
insanın bir malı nefsine izafe etmek suretiyle yapacağı ikrar da sahîhdir. «Bu
kitabım fülân zatındır.» denilmesi gibi.
Bir kimse, bir malı
satdıkdan veya birine hibe etdikden veya kölesini azâd etdikden sonra o malın
veya kölenin başkasına aid olduğunu İkrar etse bu ikrarı müşteri ve saire
hakkında kabul olunmaz. Ancak o kimse, o malın veya kölenin kıymetini
mukarrünlehe zâmin olur. Çünkü onu batmakla veya hibe veya azad etmekle onun
aynini mukarrünlehe vermek imkânını fevt etmişdir.
Bir kimse, «Fülân
zatın bende azîm» veya «Hatır» veya «Kesîr» veya «Ce-lil» veya «Nefise «Bir mal
alacağı vardır» dese bunu tefsir etmesi lâzımgelir. Mal sayılacak = Kendisiyle
temevvül edilecek herhangi bir şey ile tefsir ederse kabul olunur. Çünkü bu
azim, kesir ve sair tâbirleri için ne şeriatda ve ne de lûgatde ve örfde bir
hâd tâyin edîlmemişdir. Bu hususda nâs muhteUfdir. Bazı kimseler az bir şeyi
azim, hatir görür, bazı kimseler de azim bir şeyi az görmekde bulunur.. Ve her
mal kendisine göre azimdir, kesirdir. Binaenaleyh bu babda mükırrin tefsiri
makbuldür (Neylüi'meârib, Keşşafül'kına.)
(Zâhirî'lere göre bir
kimse elinde bulunan bir mal hakkında «Bu mal fü-iânındır, bana hibe etdi, veya
bana sattı» dese tasdik olunur, aleyhine bir şey ile hükm olunamaz. Çünkü emval
ve emlâk elden ele intikâl eden şeylerdir. "iz bunu yakinen biliriz. Eğer
nâsın bu gibi sözlerinin bir kısmı ikrar telâkki edilerek bununla aleyhine hükm
edilib de diğer kısmı nazara alınmazsa nâsın ballarının tamamı veya ekserisi
ellerinden çıkmak lâzım gelir.
Bir kimse, meselâ:
«Fülânın benim zimmetimde borç olarak yüz lira alacağı vardır. Benim de onun
yanında yirmi kile buğday alacağım vardır.» de-yib iki tarafın da bu babda
beyyineleri bulunmazsa o kimsenin iddia etdiği bu buğdaya bir kıymet takdir
edilir. Bu kıymet, ikrar etdiği yüz liraya müsavi veya ondan ziyade olursa
takas hâsıl olur, üzerine bir şey lâzımgelmez. Fakat bu kıymet az olursa yüz
liradan fazla kalan mikdarı, mukarrünlehe vermesine, hükm olunur (Elmuhallâ.)
Demek ki Zâhirî'lere
nazaran ikrara mukarin olan iddia da muteber oluyor, bu iddia ikrardan rücu
veya ikrar ile alâkası olmayan bir iddia-i mücer-red sayılmıyor. Bu halde
mukır, bir tam ikrarda bulunmuş olmuyor. Belki bu ikrarına onu ibtâl edecek bir
söz vasi etmiş oluyor. [24]
49 - : Kişi
ikramiyle ilzam plunur. Velev ki ikrarı nefsüTemre mutabık olmasın. Çünkü
akıllı bir kimsenin kendi aleyhine olan hilâf-ı hakikat bir şeyi ikrar ve
itiraf etmesi müstebaddir.
Fakat bir ikrar,
hâkimin hükmiyle şer'an tekzib edilirse o zaman hükmü kalmaz.
Meselâ : Bir kimsenin
satın aldığı bir mala bir müstahik çıkıb da onu hâkimin hükmiyle istirdad etse
o kimse de verdiği semen ile bayiine rücu eder. «Bu mal, bâyiindir» diye vuku
bulan ikrarı muteber olmaz. Çünkü onun bu ikrarı hâkimin hükmiyle tekzib
edilmiş, olur.
50 - :
İkrar, başkasının hakkını ibtâl etmez.
Binaenaleyh bir
müteveffanın bir şans zimmetinde meselâ yüz lira alacağı olduğu halde terekesi
iki oğluna münhasır olmakla bunlardan biri, bu paranın yarısını hal-i hayatında
babasının kabz etmiş olduğunu ikrar etse kendi hissesi olan elli lira hakkında
muteber olur. Kardeşi, bu kabzı bilmediğine dair bu mukırre karşı yemin edince
mütebaki elli lirayı kendisi alır.
51 - : Mukır,
ikrarına mukarin bir iddiada bulunsa ikr&riyle muaheze olunur, iddiasını
isbat etmesi lâzımgelir.
Meselâ : Bir kimse,
«Fülâna on lira borcum vardır» diye ikrar etmekle beraber «Fakat bu borcum
müecceldir» diye iddiada bulunsa mukarrünleh tasdik veya kendisi isbat
etmedikçe bu meblâğı hâilen vermesi lâzımgelir. Fakat «On lira müeccel olarak
borcum vardır» derse ikrarı müeccel bir borca masruf olur, hilafını
mukarrünlehin isbât etmesi lâzımgelir.
Kezalik : Bir kimse,
bir şahsa hitaben «Sende yüz lira alacağım var idi, ellisini aldım, mütebaki
ellisini de ver» diye iddia, o şahs da «Hayır sana bir para borcum yokdur» diye
inkâr etse o kimse, bu iddiasını isbât edemeyince almış olduğunu ikrar etdiği
elli lirayı talebi takdirinde o şahsa vermesi lâzungelir. Çünkü bu elli lirayı
haksız yere kabz etmiş olduğu tebeyyün etmiş olur.
Kezalik : Bir
kimse,«Şumah fülân zatın yanına emanet bırakmışdım, ondan aldım» dediği halde
o zat «Hayır o benim malımdır» dese onu bu kimseden istirdad edebilir. Çünkü
bu kimse, o mala o zatın vaziül'yed olduğunu ikrar etmişdir. Sonra emanet
iddiası beyyinesiz muteber olmaz.
Kezalik : Bir kimse,
«Fülân şahsdan onda olan alacağıma mahsuben şu kadar meblâğ kabz etdim» diye
ikrar, o şahs da bu alacağı inkâr ile o meblâğın kendisine reddini taleb etse
bu meblâğın o şahsa reddi lâzımgelir. Çünkü o kimse, bu meblâğı aldığını
mukirdir, alacağı hakkındaki sözü ise bir iddiadan ibaretdir. Şu kadar var ki
o kimse, bu şahsa «Üzerinde böyle bir borç olmadığına dair» yemin
verdirebilir.
imam Ebû Yusuf ile
Ibni Ebî Leylâ'dan bir rivayete göre bu halde mukır üzerine bir şey
îâzımgelmez. Çünkü o, nefsi aleyhine başkasına bir şey ikrar etmiş değildir. O,
kendisine hakkının vusulünü ikrar etmişdir. Bu ise ona bir şeyi mülzim olmaz
(Mebsut-ı Serahsî.)
52 - : Bir
kimse, «Şu malı - meselâ parayı - bana fülân şahs defi' etdi, bu mal
Zeyd'indir» dese de bunu o şahs ile Zeyd'den her biri kendisinin olmak üzere
iddiada bulunsa bu mal, o şahsa aid olur. Çünkü bu kimse, bu malın o şahsa
aidiyyetini ilk evvel ikrar etmişdir. Sonraki ikrarı ise başkasının müstahik
olmadığı bir şeye dair olmuş olacağından kendisi için mülzim olmaz. Binaenaleyh
bu mukır, o malı o şahsa verince ondan beri olur, O şahs bu malın ister maliki
olsun ister olmasın.
Bilâkis bir kimse «Bu
mal fülân şahsındır, bunu bana Zeyd defi' etti = Verdi de^ bu sn;>î, ilk
mukarrünleh olan o şahsındır. Zira onun mülkü olmak üzere ikrar ediUı^üir.
Artık bundan sonra ikinci mukarrünleh için züyedlik ikrarı birinci ıa kır/ünleh
hakkında sahih olmaz. Bu halde ikinci mukarrünleh bunu dâvada bı Onursa bu
malın birinci mukarrünlehe aid olduğuna dair kendisine yemin tevcih olunur.
Eğer bu vech ile yemin ederse mukır, ona da o kadar mal zâmin olur. Hâkimin bu
hususda hükmü olsun olmasın müsavidir. Bu, imam Muhammed'e göredir. îmam Ebû
Yusuf'a göre eğer hâkimin hükmüne de iktiran etmşi ise mukır, artık ikinci
mukarrünleh için o malı zâmin olmaz. Hâkim, bunu ikrarına mebni mukırre üzâm
etmiş olur. imam Muhammed'e göre ise hâkimi bu ilzama sevk eden, mukırrin
kendisidir (Mebsût).
53 - : Bir
ikrar tekrar edince bakılır: Eğer ikrarın sebebi müttehid îsfe bunlar yalnız bir ikrar sayılır,
muhtelif ise başka başka ikrarlar olmuş olur.
Meselâ : Bir kimse
«Fülân şahsa şu saat bedelinden on lira borcum vardır» deyib sonra diğer bir
meclisde yine bu veçhile ikrar etse ikisi bir ikrar sayılır. Fakat «Fülân zata
şu saat bedelinden on lira borcum vardır» dedik-den sonra «O zata hane
kirasından on lira borcum vardır dese bunlar başka ba§ka ikrar olur.
Kezalık : Böyle sebeb
zikr edilmeksizin meselâ: «Fülân zata on lira bor-cum vardır» diye müteaddid
kerre ikrar edilse bunlar da bir ikrar sayılır. Fakat bu ikrarlardan her birine
ayrı ayrı ikişer kimseyi işhad etse, mukarrünleh de bunların ayrı ayrı alacak
olduğunu iddiada bulunsa imamı Azama göre müteaddid borç ikrar edilmiş olur.
îmâmeyne gbre ise ikrar edilen borçlar birbirine müsavi ise bir borç ikrar
edilmiş olur, yalnız o lâzırngelir. Birbirinden ziyade ise bu ziyadeyi vermek
icab eder, bunların ekalli, ekserine dahil olur (Mebsût, Hâniyye.)
54 - :
Hukukûllâha aid ikrardan rücu sahihdir. Fakat hukuk-ı ibâdda ikrardan rücu
sahih değildir.
Meselâ : Hadd-i zinayı
mucib bir ikradan esnayı hadde bile rücu sahihdir, bu rücu üzerine
hukukûllâhdan oları hâd cezası sâkit olur.
Amma bir kimse, «Fülân
şahsa şu kadar borcum vardır» veya «Fülârun bende şöyle bir vediası vardır»
dedikden sonra «Ikraımdan rücu etdim» ya «Hilaf-i hakikat olarak ikrar etdim»
dese buna itibar olunmaz, ikrariyle ilzam olunur.
55 - : Bir
ikrarın yalan yere yapılmış olduğu veya bir ikrarın hazl ve telcie tarikiyle vuku bulduğu mukır veya
onun vârisleri tarafından iddia olunsa mukarrünleh, mukirrin ikrarında kâzib
olmadığına veya ikrarın hazl ve muvazza
yoliyle yapılmadığına tahlif olunur.
Meselâ : Bir kimse, «Fülandan
şu kadar kuruş istikraz etdim» diye bir kıt'a sened verdikden sonra «Ben her ne
kadar öyle bir sened verdim ise de o meblâğı henüz ondan almadım» dese o
kimsenin bu ikrarında kâzib olmadığına mukarrünleh tahlif olunur. Çünkü bu
gibi senedlerin borç parayı kabz etmeden evvel yapılması âdetdir. Bu seneddeki
ikrar, tam bir hüccet olamaz. Maamafih mukarrünlehin tahlif edilmesi, ikrara
mebnİ henüz hükm olunmamış olduğu takdirdedir. Bâdel'hükm tahlife mahal
kalmaz.
Bu mesele, imam Ebû
Yusuf'un mezhebine göredir, içtimaî hayatdaki görülen fazla hud'alara,
hiyanetlere mebni bu kavi istihsânen kabul edilmişdir.
56 - : Bir
kimse, bir şahsda olan vediasını istirdad etdiği veya satmış olduğu bir
hanenin bedelini müşteriden tesellüm etdiğini veya satın aldığı malı gördükden
sonra satın aldığım şahidler huzurunda ikrar etse de bilâhare bu ikrarında
kâzib olduğunu iddiada bulunsa bunun bu ikrarında kâzib olmadığına dair
mukarrünlehe yemin verilir (Tenkih, Reddimuhtar, Ebüssuûd Feta-vâsı.) ,,
57 - : Bir
kimse bir şahsa hitaben «Senin bende şu kadar kuruş alacağın» veya «Şöyle bir
vedian vardır» diye ikrar etmekle o şahs «Bu alacak» veya «O vedia benim değil,
fülân zafındır» diye ikrar, o zat da bu §ahsı tasdik etse bu alacak veya vedia
bu ikinci mukarrünlehin olur. Şu kadar var ki, bu alaeağı veya vediayı kabz
etmek hakkı birinci mukarrünlehe aiddir. Mukır, bunu ikinci mukarrünlehe
vermeğe mecbur tutulmaz. Fakat kendi rizasiyle verirse zimmeti borçdan beri
olur, artık evvelki mukarrünleh bunu mukırden tekrar isteyemez.
Kezalik : «Senin bende
şöyle bir vedain vardır» ikrarına karşı «O vedia benim değil, fülânındır»
denildiği takdirde de hükm böyledir. Fakat birinci mukarrünleh, o alacağı veya
vediayı kendi nefsine izafe ederek «O alacağım» veya «O vediam benim değil,
fülân şahsındır» dese bunları o şahsa hibe etmiş olur. Artık bunları kabza o
şahsı teslit, o da kabz etmedikçe bu hibe tamam olmaz (Reddimuhtar Tekmilesi,
Dürerül'hükkâm.)
58 - :
ikrarda muhayyerlik carî değildir.
Meselâ : Bir kimse, üç
gün muhayyer olmak üzere karz, gasb veya vedia cihetinden bir borç İkrar etse
bu ikrarı sahih, muhayyerliği bâtıl olur. Çünkü ikrar, mülzim olan bir haberden
ibaretdir. Bu haber sadık olunca bunun ma-hiyyeti mukir, ihtiyar etsin etmesin
tebeddül etmez (Muhit.)
59 - : Bir
kimse, bir malı bir şahsın hanesinden kabz etdiğini ikrar, bâ-dehû o malın
kendisine veya başkasına aidiyyetini
iddia etse o mal, o hane sahibine aid olur. Çünkü o hanede olan, onun
elindedir. Asl-ı hanede onun eli sâbitdir. Bir mekânda sabit olan yed, o
mekânda bulunan şeyler üzerinde de sâbitdir.
Kezalik : «Fülânın
sandığından veya kesesinden veya ağacından veya ekininden şunu aldım» demek de
onun elinden şunu aldım» demek de onun elinden kabzı ikrar gibidir. Zira
bunlarda olan da onun elindedir (Mebsût.)
60 - :
Şirketi müzarebede müzarib bulunan kimse, mal sahibinin inkârına rağmen
müzarebe malından bir borç ikrar etse bu ikrarı sahih olur. Çünkü bu, ticaret
muktezasıdır. Bunun içindir ki, ticarete mezun olan çocukların, rakikîerin bu
hususdaki ikrarları muteberdir.
Kezalik : Müzarib,
müzarebe malından bir ecire veya bir hayvana veya bir dükkâna ücret, kira
bedeli verdiğini ikrar ve iddia etdiği takdirde sözü muteber olur. Zira bu gibi
borçların sebeblerini müzarebe malı hakkında inşaya malikdir. Yani: Onun bu
hususdaboyle isticare selâhiyyeti vardır. Binaenaleyh bu hususdaki ikrarı
sahihdir. Müzarib, mazurdur, bu gibi sebebler ile borç iltizamından
hasbetticare kurtulamaz (Mebsût.)
61 - : Bir
kimse, «Fülân şahs az çok her şeyde benim şerikimdir» diye
ikrar, o şahs da «Evet» diye tasdik etse her biri diğerinin elindeki az çok her
mata, velev ki ikametgâh veya rakik olsun ortak olmuş olur. Çünkü bu, şir-ket-i
müfaveze mesabesindedir. Bu şirket, tesviyeyi iktiza eder.
Fakat «Bu şans benim
ticaretlerde şerikimdir» deyib diğeri de tasdik etse yalnız ellerinde bulunan
ticaret emtiası aralarında müşterek olur, buna mesken, kisve, taam dahil
olmaz. Çünkü onların bu tesadukları yalnız ticaret mal-lariyle mukayyed
bulunmuşdur. (Mebsut-ı Serâhsî.)
(Eimme-i sâireye göre
de ikrar, bir hüccetdir, ikrarın hükmü, Üzenidir, muahezedir. Yani: Herkes,
şeraiti dairesinde yapdığı ikrariyle mülzem olur, başkasına aid, üzerinde sabit
bir hakkı ikrar etdi mi bunu mukarrünlehe vermesi icab eder, hukuk-ı ibâde
müteâllik ikrardan rücu edilemez.) [25]
İÇİNDEKİLER :
Nefy-I mülk ve nam-ı müstear. Maraz-ı mevt İle mariz olanların ikrarları nesebe
aid İkrarlar. İkrar bil'kitâbeye aid meseleler. İkrara dair İhtilâflar.
İkrarın hikmet-l teşriîyyesi. [26]
62 - : Bir
kimse, ikrar ederken mukarrünbihi nefsine izafe-i mülk ile mu-zâf kusa onu
mukarrünlehe hibe etmiş olur. Bu takdirde teslim ve kabz bulunmadıkça bu hibe
tamam olmaz.
Meselâ : Bir kimse,
«.Elimde olan bütün emval ve eşyam fülân zatındır, benim asla alâkam yokdur»
dese bu anda mevcud olan bü'cümle emval ve eşyasını o zata hibe etmiş olur.
Bunları o zat tesellüm etmedikçe bu hibe tamam olmuş olmaz.
Kezaük : Bir kimse,
«Şu hanemin içinde olan bütün emval ve eşyam fülân büyük oğîumundur, benim
alâkam yokdur» dese bu ikrar zamanında o hanede mevcud olan bütün emval ve
eşyasını o oğluna hibe etmiş olur. Bunları ona teslim etmedikçe hibe
tamamolmaz.
«Şu hanem babamındır»
veya «zevcemindir» denildiği takdirde de hükm böyledir.
«Tasarrufumda» tâbiri
de nefse mülkiyyet üzere izafe kabilindendir. «Tasarrufumda olan şu hane
fülânındır» denilmesi gibi.
Bir malın böyle bir
nefse mülkiyyet üzere izafe edilmesi, o malın başkasına aid bir mülk olmadığım
beyan demek olacağından bu veçhile ikrar, bir hibe mahiyyetinde bulunmuşdur.
(Reddimuhtar, Ebüssuûd.)
63 - : Bir
kimse, ikrar etdiği şeyi nefsine izafe etmezse ve mukarrünbi-hin kablel ikrar
mukarrünlehin mülkü olduğunu itiraf ile kendisinden mülkü nefy etmiş. olur.
Meselâ : Bir kimse,
«Üzerime giymiş olduğum elbiseden başka bana nis-bet olunan bütün emval ve eşya
fülân zatındır, benim asla alâkam yokdur.» dese bu anda giyinmiş bulunduğu
elbiseden rnaâdâ kendisine nisbet olunan, yani: Onundur denilen bil'cümle emval
ve eşyayı o zata ikrar ile kendisinden nefy etmiş, olur. Bunun tamamiyyeti için
kabzı şart değildir. Bu ikrariyle vefatından sonra vârisleri de izlâm
olunurlar.
Fakat bu ikrar,
mukırrin bundan sonra malik olacağı emval ve eşyaya şâmil olmaz.
Kezalik : «Şu
dükkânımın içinde olan bütün emval ve eşyam babamındır, benim alâkam yokdur»
dese o dükkâniçinde bu vakitde mevcud olan bütün emval ve eşyanın babasına
aidiyyetini ikrar ile nefy-i mülk etmiş olur.
«Bana nisbet olunan şu
dükkân babamındır» veya «Zevcemındir» dediği takdirde de hükm böyledir (Hülâsa,
Mecelle, Dürerül'hükkâm.)
64 - : Bir
kimse, fülânın zimmetindeki alacağım şu zatındır, seneddeki ismim, müsteardır» dese yine
ikrarda bulunmuş olur. Her ne kadar o alacak nefsine izafe edilmiş ise de
«ismim müsteardır» sözü, bu izafet ile
izafet-i mülk değil, izafet-i nisbet kasdedildiğine bir delildir (Tenkili.)
65 - : Bir
kimse, elinde bulunan bir mülk hane veya
dükkân hakkında «Bu fülân zatındır, bunda benim alâkam yokdur, senedinde
yazılı ismim, müsteardır» dese o hanenin veya dükkânın o zatın mülkü olduğunu ikrar etmiş olur.
Kezalik : Bir kimse,
satın aldığı bir mülk akar hakkında «Ben bu akan fülân zat için alrnışdım,
semen olarak verdiğim para onun malıdır, seneddeki ismim ise bir nam-ı müstear
olarak kayd edilmişdir» dese o akarın nefsel'emr-de o zatın olduğunu ikrar
etmiş olur.
Kezalik : Bir kimse,
bir §ahsa ikraz etmiş olduğu para için hal-i sıhhatinde «Bu para fülân
zatındır, benim alâkam yokdur, her ne kadar senedi benim namıma yazılmış ise
deseneddeki ismim müsteardir» dese bu paranın o zata aidiyyetini ikrar etmiş
olur.
Kezalik : «Benim
namına olarak fülân zatın yanma vedia bırakılmış olan şu mal, benim değil,
fülân şahsındır» denildiği takdirde de hükm böyledir. Şu kadar var ki, o
alacağın veya vedianın hakk-ı kabzı bu mukırre aid bulunur. Bu hakka
malikiyyet, onların başkasına mülken aidiyyetine münafi değildir. Nitekim bir
vekil de hakk-ı kabza malik olduğu halde malikiyyet hakkını haiz değildir
(Bahrirâik, Dürerül'hükkâm.)
66 - : Bİr
kimse, «Benim fülân zatda = Onun canibinde hiç bir hakkım yokdur.» dese sahih
bir ikrarda bulunmuş olur. Çünkü bu ikrar, umum mahrecinde ihraç edümişdir.
Bunu böyle umumî üzere icra mümkündür.1 Zira bu kimsenin o zatdan her veçhile
olan hukukunu nefy etmesi caizdir. Bu
sözün mucebiyle amel ise mümkündür. Mukırrin bu babda izahat vermesine hacet yokdur. Bu ikrar; ayne, deyne,
kefalete, cinayete, hadde, icareye ve
saireye şâmildir. Çünkü bunların hepsi de hakdır (Mcbsût-ı Serahsî.)
67 - : Bir
kimse, «Benim elimde bulunanın cümlesi fülân zatındır» diye ikrar etse
bunların neden ibaret olduğunu beyan etmesi icab eder. Bu sözü böyle umumî
üzere icra mümkün değildir. Çünkü onun zevcesi de, çocuğu da onun
elindedir. Bunlar ise mukarrünlehe aid
olamaz. O halde mukirrin beyanına rücu
icab eder (Mebsut.)
68 - : Bir
kimse, «Fülân zat üzerinde bana aid şeylerden beridir» dese o zatın kendisine
karşı her hakdan beri olduğunu ikrar etmiş gibi olur. Ancak bu veçhile ikrarın
emanetlere şümulü yokdur. Çünkü «Üzerinde tâbiri, zimmeti, borcu ifade eder.
Emanetler ise zimmete müteallik borç kabilinden değildir. Binaenaleyh emanetler
buna dahil olmaz (Mebsut.) [27]
69 - : Hiç
bir vârisi bulunmayan bir kimsenin maraz-i mevtinde ki ikrarı bir nevi vasiyyet
olarak bütün emvali hakkında muteber olur.
Binaenaleyh böyle bir
kimse, bütün emvalini bir şahsa ikrarı ile nefy-i mülk etse sahih olub
vefatından sonra terekesine beytül'mâl emini müdahale edemez.
70 - :
Zevcesinden başka vârisi bulunmayan bir kimse, marazı mevtinde bütün emvalini
zevcesine veya zevcinden başka vârisi
olmayan bir kadın, maraz-i mevtinde cemi-i emvalini kocasına ikrar ile
nefy-i mülkde bulunsa sahih olur, vefatından sonra terekesine beytül'mâl emini
tarafından müdahale olunamaz.
71 - :
Yalnız zevcesi veya yalnız kocası
bulunan bir kimsenin maraz-i
mevtinde bir yabancıya olan ikrarı, bir nevi vasiyyet olarak muteber olur. Ve
bu ikrar, nefy-i mülk suretiyle olunca bu marizin sülüs-i mâlinden ziyadesi hakkında da nazara alımr.Şöylc ki:
Zevç veya zevce müeîz olursa bu vasiyyet olduğu gibi tenfiz edilir. Mücîz
olmadığı takdirde ise evvelâ terekenin sü-lüsi mukarrünleh için ayrılır.
Mütebakisinden de zevç veya zevcenin hisse-i ir-siyyesi verilir, geri kalan da
y.ne mukarrünlehe aid olur.
Meselâ : Marizin
vefatında yalnız bir zevcesiyle bir de mukarrünleh bulunsa zevcesi terekenin
altıda birine müstahik olur, mütebakisi mukarrünlehe verilir. Şöyle ki:
Terekenin on ikide ikisi zecveye onu da mukarrünlehe aid olur. Yani: On ikinin
evvelâ sülüsi olan dört mukarrünlehe aid olacağı gibi mütebaki sekizin de
dörtde biri olan iki zevceye; dört de üçü olan altı da yine mukarrünlehe aid
bulunur (Tenkih-i Hâmidî.)
72 - : Zevç
veya zevceden başka terekesinin tamamına müstahik vârisi °lan kimse, maraz-i mevtinde bir
ecnebiye bütün mallarını ikrar etse bakılır: Eğer bu vâris bu ikrarı kabul
ederse febiha, Fakat kabul etmezse bu ikrar, bu malların yalnız sülüsü hakkında
vasiyyet olarak muteber olur. (Tenkiti.)
73 - : Bir
kimse, maraz-i mevtinde vârislerinden birine kendi elinde bulunan ve ona
malikiyyeti zahir ulan bir ayin veya deyin ikrar etdikden sonra
vefat, etse diğer vârislerin icazetine
mevkuf bulunur. Vârisler vefatından sonra mücîz olurlarsa bu ikrar muteber
olur ve illâ olmaz.
Şu kadar var ki,
mukirrin hayatında diğer vârisler bu ikrarı tasdik etmiş olurlarsa artık bu
ikrar muteber olur, vârisler mukırrin vefatından sonra bu tasdiklerinden
dönemezler.
Nitekim bir kimse,
hal-i marazında vârislerinden b'rine bir mal ikrar edib de badehu o marazdan
ifakat bulsa bu ikrarı muteber olmuş olur.
74 - : Bir
kimse, maraz-i mevtinde vârislerinden birinin elinde bulunan bir ayin veya
müteaddid ayinler hakkında «Bunların bu vârise aidiyyetile kendisinin bunlarda
hakkı bulunmadığını» ikrar etse muteber olur, sair vârisler bunalrı terekeye
idhâl edemezler (Tekmile.)
75 - :
Vârise emanet ikrarı, hal-i sihhatde de, hali marazda da şahindir. Meselâ : Bir
kimse, kendisinin bir vârisinde olan emanetini kabz etmiş
olduğunu veya
başkasında olub beyyine ile sabit veya vârislerce musaddak bulunan bir
emanetini vârislerinden biri vasıtasiyle istirdad etmiş olduğunu maraz-i
mevtinde ikrar etse bu ikrarı muteber
olur.
Kezalik : Bir kimse,
meselâ oğluna aid olub kendisinde bulunan bir emaneti, meselâ: Altın saati
kendisinin istihlâk etdiğini = Satıb umuruna sarf eylediğini maraz-i mevtinde
ikrar etse muteber olur, o saatin kıymeti terekesinden tazmin edilmek
lâzımgelir (DürerüThükkâm.)
76 - : Bir
kimse, vârislerinden birine bir malını satdığım veya ondan bir alacağını veya
ayanka bil inden bir malını kabz etdiğini veya
ondan magsub veya merhum olan bir malını istirdad eylediğini veya
yanında bulunan bir ma Un vârislerinden biri tarafından yanına emanet bırakılmış
olduğunu maraz-i mevtinde ikrar etse diğer vârislerin icazetleri lâhik
olmadıkça muteber olmaz.
5u kadar var ki, böyle
bir ikrar edince mukarrünbihi o vârise vermesine emr olunur. Sonra vefat edib
diğer vârisleri mucîz olurlarsa o şey, rnukarrün-leh olan vârisden alınarak
terekeye idhâl edilir.
77 - : Bir
kimse, bir vârisinde alacağı olmadığım nefy suretiyle ikrar etse, meselâ: «Şu
vârisim üzerinde asla hakkım yokdur.» dese bu ikfarı kazaen muteber olur, artık
diğer vârisler, bu mukarrünleh olan vârisden mukirre aid bir hak dâva edemezler
(Reddimuhtar Tekmiîesi.)
78 - :
Vârise ikrar hususunda vârisden mürad, marizin vakt-i vefatında vârisi
bulunacak kimsedir, yoksa yalnız ikrar zamanına nazaran vâris olan değildir. Şu kadar var
ki, ikrar zamanında vâris olabilmek vasfını haiz değil iken sonradan hadis -bir
sebeb ile mukirrin vefatı zamanında husule gelen veraset, ikrarın sıhhatine
mâni olmaz.
Meselâ : Bir kimse,
maraz-ı mevtinde bir yabancı kadına bir mal ikrar edib de badehu onu tezevvüc etdikden sonra vefat etse
bu ikrarı nafiz olur.
Amma veraseti böyle
hadis bir sebeb ile hâsıl olmayıb da kadîm sebeb ile olursa ikrarı yine nafiz
olmaz.
Meselâ : Bir mariz,
oğlu bulunduğu halde Öz kardeşlerinden birine bir mal ikrar edib de oğlunun
vefatından sonra kendisi de o marazdan vefat ederek kendisine bu kardeşleri
vâris olsalar bu ikrarı nafiz olmaz (Hâniyye, Mu-hît, Bahr.)
79 - :
Mukarrünleh, mukirre vakt-i ikrarında ve hin i vefatında vâris olduğu halde
arada varislik vasfını gaib etmiş olsa bunun hakkındaki ikrar, imam Muhammed'e göre caizdir. Çünkü
ikrarın amed i cevazı, ikrar zamanındaki
sebeb ile varisliğin bekasına bağlıdır.
Sebeb böyle baki kalmayınca ikrar sahih olur.
îmam Ebû Yusuf'a göre
ise bu ikrar caiz değildir. Zira asıl itibar, ikrar ile vefat zamanınadır.
Meselâ : Bir kimse, öz
kardeşlerinden birine bir mal ikrar etdikden sonra bir oğlu dünyaya gelse de
bâdehû bu oğlan, sonra da kendisi vefat etmekle veraseti kardeşlerine aid
bulunsa bu ikrarı imam Muhammed'e göre caiz olur, îmam Ebû Yusuf'a göre caiz
olmaz.
80 - : Bir
kimsenin maraz-i mevtinde iken zaman-ı sihhatine isnad ile vârisine bir mal
ikrarı, zaman-ı marazmdaki ikrarı hükmündedir.
Binaenaleyh bir kimse
vârislerinden birinde meselâ karzdan veya icare bedelinden alacağı olan şu
kadar kuruşu ondan hali sihhatinde ahz ve kabz etmiş olduğunu maraz-i mevtinde
ikrar etse bu ikrarı diğer vârisleri mücîz olmadıkça nafiz olmaz.
Kezalik : Bir kimse,
bir malını vârislerinden birine hal-i sihhatinde iken hibe ve teslim etmiş
olduğunu maraz-i mevtinde ikrar etse bu hibe ve teslim beyyine ile veya sair
vârislerin tasdikleriyle sabit veya buna diğer vârislerin icazetleri mukirrin
vefatından sonra lâyik olmadıkça bu ikrar, nafiz olmaz.
Kezalik :
Vârislerinden birine borçlu olduğunu veya onda olan alacağını istifa etmiş
bulunduğunu hal-i sihhatinde ikrar etmiş olduğunu maraz-i mevtinde iddia ve
itiraf eylese bu itirafı nafiz olmaz.
81 - : Maraz-i mevt ile mariz olanın kendisine
vâris olmayan bir kimseye bir ayin veya deyin ikrar etse bu ikrarı nafiz olur,
velev ki bütün emvalini muhît olsun. Çünkü borçları tediye havaic-i
asliyyedendir, vârislerin hakkına tekaddüm eder. Böyle bir marizin yabancılara
ikrarı muteber olmasa kendisiyle nâsın muamelâtı kesilir, itimad kalmaz,
bunun neticesinde onun için ticaret ve
müdayene yolu kapanmış olur.
Varis olmayan ahfad,
ve bir müslimün gayri müslim olan zevcesi ve sair karibleri de bu ikrar hususunda yabancı
hükmündedirler.
82 - : Bir
kimse, bütün emvalini hal-i sıhhatinde bir ecnebiye satmış ve semenini kabz
etmiş olduğunu maraz-i mevtinde ikrar etse bu satış muamelesini ikrarı muteber
olur. Semenikabz hakkındaki ikrarı ise sülüs-i
mâlinden muteberdir (Bence.)
83 - : Bir
kimse, kendisinin bir yabancıdaki karz, semen-i mebi, bedel-i icare gibi bir
alacağım istifa etmiş, olduğunu maraz-i mevtinde ikrar etdikde bakılır: Eğer bu
alacak, kendisinin maraz-i mevtinde o yabancının zimmetine taallûk etmiş ise bu
ikrarı sahih olur. Fakat garîmîeri var ise bu ikrarı tasdik etmezlerse onların
haklarında nafiz olmaz. Çünkü onların hakları bu marizin terekesine taallûk
etmişdir. Marizin ikrariyle bunların bu haklarını ihlâle sa-lâhiyyeti yokdur.
Ve eğer bu alacağı kendisinin hali sihhatinde o yabancının zimmetine taallûk
etmiş ise bu ikrarı herhalde sahih olur, gerek başka dü-yûn-i sıhhati bulunsun
ve gerek bulunmasın.
Meselâ : Bir kimse,
maraz-i mevtinde bir malını sattıkdan sonra semenini kazb eylemiş olduğunu
ikrar etse «sahih olursa da gurema-i sıhhati var ise on-alr, bu ikrarı
tutmamaya kadir olurlar. Binaenaleyh tereke alacaklarına kifayet etmezse bu semeni
müşteriden isteyebilirler. Müşteri bunu vermezse îmam Ebû 'Yusuf'a göre satış
muamelesi nakz ile mebi, müşteriden geri alınır. Fakat hal-i sıhhatinde
ecnebiye bir malım satdıkdan sonra semenini kabz etmiş olduğunu maraz-i
mevtinde ikrar etse bu, herhalde sahih olur, garîmîeri bu ikrarı tutmayız
diyemezler.
Bir de marizin ikrarı,
mehr ve dem-i amde aid bedel gibi esasen mal bedeli olmayan bir şeyin
istifasına aid bulunursa bu ikrar, gurema-i sıhhat hakkında da herhalde nafiz
olur (Hîndiyye, Muhît, Dürerül'hükkâm.)
84 - : Bir
kimsenin hali sihhatindeki düyunu, maraz-i mevtindeki düyunu üzerine
mukaddemdir. Çünkü böyle bir mariz, zimmeti düyûn-i sihhatinden beri olmadıkça deyin ikrarından
mehcurdur. Mehcuriyyet halindeki ikrara müstenid bir deyin, deyn-i sıhhate müzahim
olamaz.
Binaenaleyh terekesi
borçlarına kâfi olmayan kimsenin hal-i sıhhatinde zimmetine taallûk etmiş
olduğu bir veçhile sabit olan borçları, maraz-i mevtinde ikrariyle zimmetine
taallûk eden borçlarına takdimen tediye edilir. Düyûn-i sıhhat, istifa
edildikden sonra bir şey kalırsa ondan da bu düyûn-i maraz tediye edilir.
85 - : Bir
kimsenin maraz-i mevtinde ikrarından başka nâsm müşahed ve malûmu olan iştira,
istikraz, mehr-i misi ile nikâh, başkasının malım itlaf gibi sebeblerle
zimmetine taallûk eden borçları, düyûn-ı sıhhat hükmündedir. Binaenaleyh
bunların alacaklıları da düyûn-i sıhhat sahihlerine müsavi olurlar. Bu
borçların sebebleri böyle maruf olunca ikrarda töhmet kalmaz (Mine-hül'gaffâr.)
86 - : Bir
kimse, maraz-i mevtinde bir şahsa ayan kabilinden bir şey ikrar etdiği suretde
de evvelâ düyûn-i sıhhati ve esbab-ı marufe ile malûm olub düyûn-ı sıhhat
hükmünde bulunan sair düyunu tediye olunur, bunlar tediye olunmadıkça
mukarrünleh, o mukarrünbihe müstahik olmaz.
Meselâ : Bir kimse,
maraz-i mevtinde «Fülân zatın kendisinde vedia olarak şöyle bir malı» olduğunu
ikrar etse, vefatında evvelâ düyûn-ı sıhhati tediye olunur, fazla kalırsa bu
mal da mukarrünlehe verilir. Fakat bu malın vedia olduğu bu ikrardan başka
beyyine ile de sabit olursa bu malı mukarrünleh aynen ahz eder, buna garîmler
müdahale edemezler (Hindiyye, Mecelle, Dürerül'hükkâm.)
(Malikilere göre mehuf
bir halde mariz olanın başkalarına mal ikrarı, tafsilâta tâbidir. «27»nci
meseleden sonraki Maliki mezhebine aid izahata müracaat!.)
(Şafiî'lere göre
maraz-i mevt ile marizin ecnebiye deyin veya ayin ikrarı, bütün emvalinden
muteber olmak üzere sahihdir. Vârisine ikrarı hususunda ise ihtilâf vardır.
Mezhebde asi olan, bunun da sahih olmasıdır, velev ki diğer vârisler tekzib
etsinler. Çünkü böyle bir hastalık halinde yalancılar bile doğru söylemeğe,
facîrler bile tevbe etmeğe başlar, artık zahir olan, böyle bir hastanın bu
ikrarında sadık olmasıdır. Bir cemaate göre de vâris hakkındaki bu ikrar,
fesad-i zamanmdan dolayı kabul edilemez.
Bir kimsenin hal-i
sihhatinde yapmış olduğu deyin ikrarı, hal-i marazında başkasına olan deyin
ikrarına takdim edilmez, bunlar müsavidirler.
Bir kimse, bir şahsa
deyin, diğer bir şahsa da bir ayin ikrar odîb de bundan başka malı bulunmadığı
halde vefat etse bu ayin, ikinci mukarrünlehe verilir. Çünkü birinci
mukarrünlehin alacağı bu ayine değil, mukirrin zimme-tnie taallûk etmişdir
(Tuhletül'muhtaç.)
(Hanbelî'lere göre de
maraz-i mevt ile mariz olanların ikrarları hakkında şu gibi meseleler vardır :
(1) : Bir
kimsenin maraz-i mevtindeki ikrarı, hal-i sihhatindeki ikrarı gibidir, bunda
kendisi müttehem değildir. Ancak vârislerinden bazılarına mal ikrarı bundan müstesnadır, bu ikrar,
beyyine veya sair vârislerin icazeti bulunmadıkça kabul olunmaz.
Maamafih böyle bir
kimsenin vârisine veya başkasına bir vereceği var ise bunu ikrar etmesi
lâzımdır, velev ki bu ikrarı kabul edilmesin.
(2) :
Maraz-i mevtdeki ikrar ile mukarrünleh olan, ecnebi olsa da güre-ma-i sıhhate
iştirak edemez. Gurema-i sıhhat takdim olunur. Çünkü mukirrin taline bu
guremamn haklan taallûk etmişdir. Bu taâllûkdan sonraki ikrarı, bunların
haklarına tesir edemez. Şu kadar var ki bu mariz, elindeki bir aynin
ecnebi şahsa aidiyyetini ikrar, sonra da
veya daha evvel de başkasına
"" deyin ikrar etse bu şahs o ayni guremadan mukaddem olarak alır.
Çünkü
deyni ikrar, zimmete
taallûk eder, ayni ikrar ise o aynin zatına tâüûk eder. ikrarın zata taallûku
ise daha kuvvetlidir.
(3) : Bir
kimse, maraz-i mevtinde vârisi ile bir ecnebiye deyin veya ayin ikrar etse bu
ikrarı ecnebi hakkında sahih olur. Çünkü ona karşı müttehem değildir. Vârisi hakkındaki ikrarı
ise diğer vârislerin icazetlerine mevkuf bulunur.
(4) :
ikrarda mükarrünlehin vâris olub olmamasında ikrar zamanına itibar olunur.
Mevt haline itibar olunmaz.
Binaenaleyh bir mariz,
kendisine vâris görülen bir karibine bir mal ikrar etse bu ikrarı nafiz olmaz,
velev ki mevti zamanında kendisine varis olmasın. Çünkü bu ikrar zamanında
töhmet vardır, onu kendisine vâris bildiği için bu ikrarda bulunmuş olması
melhuzdur. Bilâkis hâlen vâris olmayan bir şahsa ikrar etse veya atiyyede
bulunsa sahih olur, velev ki vefatında kendisine vâris olsun. Bir kavle göre
atiyye, vasiyyet hükmündedir, bunda vefat zamanına itibar olunur.
(5) : Bir
kimse, maraz-i mevtinde zevcesine mehr ikrar etse sahih olmaz. Bu kadına dâva
ederse bu ikrar ile değil, zevciyyet itibariyle mehr-i misli lâ-zımgelir. Çünkü
zevciyyet, mehre ve onun zevç üzerine vücubuna delâlet eder. Asi olan ise bunun
bekasıdır.
Bilâkis bir kadın,
maraz-i mevtinde kocasında mehri olmadığım ikrar etse sair vârisleri mücîz
olmadıkça sahih olmaz. Meğer ki mehrini almış veya hal-i sıhhatinde iskât etmiş
olduğuna beyyine İkâme edilsin.
(6) : Bir
kimse, tnaraz-i mevtinde zevcesini boşamış olduğunu ikrar etse zevcesinin
mirası sâkit olmaz. Çünkü o kimse, bu ikrarında müttehemdir. Nitekim bu marazı
halinde boşarnasiyle de bu miras sâkit olmaz.
(7) : Bir
kimse, maraz-i mevtinde bir yabancı şahsın kendisine vâris olduğunu ikrar etse
sahih olur. Çünkü vârisi olmayan bir şahs hakkında ikrarda bulunmuş olur
(Keşşafülıkına.)
(Zâhirî'lere göre bir
marizin ikrarı gerek ecnebiye ve gerek, kendi vârisine malının tamamından
muteber, nafiz olur. Bu ikrar, sahih bir kimsenin ikrarı gibidir. Aralarında
fark yokdur, hastalığın maraz-i mevt olub olmaması da müsavidir.
Binaenaleyh bir kimse,
maraz-i mevtinde vârislerinden birine de bir borç ikrar etse sahih olur,
vefatında terekesinden istifa olunur.
imam Şafiî'nin, Ebû
Süleyman'ın ve bunların ashabının kavilleri de böyledir. Atâ gibi bazı zevata
göre ise marizin borç İkrarı asla caiz değildir. (El-muhallâ.) [28]
87 - :
Şeraiti dairesinde olan bir ikrar-ı neseb, hem mukir, hem de saire hakkında
muteberdir. Söyle ki: Bir erkek, übüvvet, bünüvvet, zevciyyet veya mevlâ
hakkında ikrarda bulunabilir, ve bu ikrarı kendisi hakkında da, vârisleri
hakkında da muteber olur. Elverir ki şeraiti mevcut bulunsun.
Meselâ : Mükellef bir
erkek, bir şahs hakkında «Bu benim oğlumdur.» dese bu hususda üç şart aranır;
Birincisi, o şahıs meçhülünneseb olmamalıdır, ikincisi, o kimsenin oğlu
olabilecek bir yaşda bulunmalıdır. Üçüncüsü de, bu, şahs mümeyyiz, ibare-i
sahiheye malik ise bu mukirri tasdik etmelidir. Bu şartlar bulunursa neseb
sabit olur, bu şahıs, o erkeğin mirasına nail olur, sair vârislerin red ve
tasdikine bakılmaz. Maamafih mukarrünleh, nefsinden tâbire gayri kadir bir
çocuk olunca mukirri tasdik etmesi icab etmez.
Kezalik : Bir kimse
«Fülân şahs benim babamdır» dese bakılır; Eğer bu kimse, sâbitün'neseb değilse
ve o şahsın oğlu olabilecek bir yaşda ise, o şahs da baliğ ve reşid olub bu
ikrarı tasdik ederse aralarında übüvvet ve bünüvvet sabit olur, hangisi evvel
vefat ederse diğeri ona vâris olur, diğer vârisler buna muhalefet edemezler
(Mebsut-ı Serahsî.)
88 - : Bir
kadın da mechuletün'neseb olduğu takdirde «Fülân şahs benim babamdır» diye
ikrar edebilir. O şahs da kendisini tasdik edib ona baba olacak bir yaşda
bulunursa aralarında neseb sabit, tevarüs carî olur.
Fakat «Fülân benim
oğlumdur.» diye ikrar etse muteber olmaz. Çünkü bununla başkasının üzerine
nesebi tahmilde bulunmuş olur.
Maamafih, bazı
fukahamn beyanına göre bu adenvi cevaz, o kadının maruf zevci bulunduğuna
göredir, böyle birzevci bulunmazsa bu ikrarın sahih, olması lâyıkdır (Muhit,
Hindiyye.) Hattâ Behcetül'fetavâ da deniliyor ki: Bir İkmsenin zevcesi,
meçhülünneseb olub kendisine oğul olacak bir ya§da bulunan bu şahs için «Bu, o
kimseile izdivacımdan evvel benden doğmuş oğlumdur.» deyib o da tasdik etse
nesebi bu kadından sabit olur.
89 - :
Übüvvet ile bünüvvetden maâdâ karabet-i nesebiye hakkındaki ikrar, mukir ile
mukarrünlehden başkasının hukukına tesir edemez.
Meselâ : Bir kimse,
bir mechûlün'neseb §ahs hakkında «Bu benim kardeşimdir veya amcamdır, veya oğlumun
oğludur.» dese bu şahs da kendisini tasdik etse bununla o şahsın bu veçhile
nesebi sabit olmaz ve bununla başkalarının haklarına bir halel gelmez.
Binaenaleyh mukir
vefat edib sair vârisleri bu ikrarı tekzib etseler mukarrünleh olan o şahs, bu
vârisler ile beraber mukırre vâris olamaz.
Fakat bu ikrar,mukır
ile mukarrünleh hakkında muteber olduğundan mukarrünleh, mukırrin hayatında
o/ıdan nafakaya müstahik olabilir. Bu mukirrin bilâ vâris vefatı takdirinde de
kendisine vâris olabilir. Çünkü bu takdirde başkasının hukukuna tecavüz edilmiş
olmaz (Hindiyye, Mebsût. )
90 - : Bir
kimse, marûfün'neseb olan bir şahs hakkında meselâ: «Amcamın oğlunun qğludur.»
diye ikrar etdikden sonra bir zevcesini terk ederek ve-faty etse, zevcesi
terekesinin dörtde birisini alır, mütebakisini de bu mukar-rünleh olan şahs,
bîhükmil'vasiyye ihraz eder. Bu cihete beytül'mâl emini mü-dahele edemez.
Kezulİk : Bir kadın,
bir şahs hakkında «Bu benim lîebeven Üz kardeşimdir» deyib o da tasdik etse bu
kadının vefatında başka vârisi bulunmazsa terekesini bu §ahs kabz eder. Şâyed
o şahsın öz bir kardeşi bulunsa o, bu tere keye iştirak edemez. Çünkü bu ikrar,
bir vasiyyet mahiyyetinde olarak yalnız o şahs hakkında vâki olmuşdur. Yoksa
bununla neseb sabit olmaz (Hindiyye, Behce, Abdürrahim Fetavâsı.)
91 - : Bir
kimsenin vârislerinden biri mechûlünneseb bir şahsın da kendileriyle beraber
vâris olduğunu ikrar etse bu ikrarı yalnız kendi hisse-i irsiy-yesi hakkında
muteber olur, bu ikrar ile neseb sabit olub diğer vârislerin hisselerine
sirayet etmiş olmaz. Çünkü bu ikrar, bir hüccet-i kasiredir, başkalarının
hakkını ibtâl edemez.
Meselâ : Babaları
vefat eden iki öz kardeşden biri üçüncü bir şahsın da Öz kardeşleri bulunduğunu
ikrar etse bu şahs, yalnız bu mukirrin hisse-i irsi-yesine bir nisbet
dairesinde ortak olur, diğerinin hissesini tenkis edemez.
92 - : Bir
kimse, maraz-ı mevtinde «Fülân şahs ana baba bir kardeşimdir.» dese bâdehû bu
ikrarından rücu edebilir. Fakat hal-i sihhatinde böyle ikrar etmiş olsa bundan
dönemez, nesebini isbât et, ve illâ babamın terekesinden hisseni vermem.»
demeğe kâdirolmaz (tbni Nüceym, Behcetül'fetavü.)
Nikâha, talâka, nesebe
dair ikrar ve tebenni için nikâh, talâk ve ferâiz mebhaslerine de müracaat!.
(Malikî'ler, ikrar
binnesebe «Istilhâk» demekdedirler. Bunlara göre bu hususda §u gibi meseleler
vardır :
(1) :
Istilhâk, nesebi meçhul bir kimsenin babası olduğunu iddia etmek-dir. Bu iddia,
yalnız babaya mahsusdur. Bir kadın böyle mechûlünneseb bir kimsenin validesi olduğunu iddia edemez.
Çünkü nesebler, analardan değil,
babalardan sabit olur.
Kezalik : Bir şahs,
mechûlünneseb bir kimsenin dedesi olduğunu iddia edemez. Meşhur olan kavi,
budur. Zira bununla başkası üzerine tahmil-i ne-sebde bulunmuş olur. Fakat, bir
kimse, meçhul bir şahsın babasının babası olduğunu iddia edebilir.
(2) :
Sabitünneseb bir şahs istilhak edilemez. Böyle bir iddia da bulunan kimse
hakkında hadd-i kazf lâzımgelir.
Kezalik : Zinadan
mütevellid olduğu sabit bulunan bir şahsın nesebi de iddia edilemez. Zira seri
şerif, onun nesebini zanidan katı etmişdir.
Kezalik : Lakitin
istühâkı da beyyinesiz mücerred iddia ile caiz olmaz.
(3) : Bir
istilhakın sahih olması için onu akıl veya âdet tekzib etmemelidir.
Binaenaleyh bir kimse,
kendisinden yaşlı olan veya kendisinin asla gitmemiş olduğunu malûm, uzak bir
beldede doğmuş bulunan bir şahsın babası olduğunu iddia etse sahih olmaz.
(4) : îstilhâkın
sıhhati için mukirri tekzibe selâhİyetli bir kimsenin bulunmaması da şarttır.
Binaenaleyh bir kimsenin istilhak etdiği şahs, o kimseyi tekzib eden bir
şahsın rakiki veya azadlısı bulunsa bu istilhak sahih olmaz. Çünkü o kimse, bu
istilhak ile o şahsı rıkden, taht-ı velâdan çıkarmak istemekle, müttehem
bulunur.
(5) : Bir
kimse, bir şahsı kendisinin kardeşi veya amcası olmak üzare istilhâkda bulunsa
bakılır : Eğer o kimsenin vefatında
terekesinin tamamına müstahik olacak sabitünneseb vârisi mevcud ise bu
istiihâk, neseb hususunda sahih olmadığı gibi irs hakkında da sahih olmaz.
Fakat böyle bir vâri-s-i marufu bulunmazsa veya bulunan vârisi terekesinin
tamamını ihraz edecek takımdan olmazsa bu şahsın o kimseye vâris olub
olamayacağında ihtilâf vardır.
ŞÖyieki : Beytül'mâli
vâris-i maruf gibi saymayanlar, bu şahsın vâris olacağına kail olmuşlardır.
Beytül'mâli vâris gibi sayanlar ise bu şahsın bu istilhak ile vâris
olmayacağına hükm etmişlerdir. Zaten bu iddiaya istilhak denilmesi de
mecazdır.
(6) : Neseb
hakkında başkalarının ikrarları muteber değilse de şahadetleri muteberdir.
Binaenaleyh iki âdil
kardeş, üçüncü bir şahsın da kendi kardeşleri olduğuna şahadetde bulunsalar bu
şahsın nesebi sabit olarak onlar ile beraber vâris olur. Fakat bunlar âdil
bulunmazlarsa neseb sabit olmaz. Yalnız bu mu-karrünleh, kendilerine hisse-i
irsiyye itibariyle iştirak eder. Böyle âdil olmayan iki kimse, bir şahid
mesabesindedir.
(7) : îki
kardeşden yalnız biri reşîd olduğu halde
üçüncü bir şahsın da kardeşleri olduğunu ikrarda bulunsa bununla neseb
sabit olmaz. O şahs, yalnız bu mukirrin hîsse-i irsiyyesine iştirak eder.
Şöyle ki: Müteveffanın vârisleri bu iki oğlundan ibaret bulunsa mes'ele-i
irsiyyesi, mukirre göre üçden, münkire
göre de ikiden olmak lâzımgelir. Bu
halde üç ile iki zarb edilerek mesele altıdan tashih edilir, bunun üçü münkire,
ikisi mukirre, biri de mukar-rünlehe aid olur. Çünkü mukir, iddiasına nazaran
üçde bir, altıda iki nisbetin-de İrse müstahikdir.
(8) : Bir
müteveffanın bir anasiyle bir kardeşi
bulunduğu halde anası, müteveffanın
bir kardeşi daha bulunduğunu o sâbitünneseb kardeşin inkârına mukarrin ikrar
etse bu mukarrünleh o kadının üçde bir nisbetindeki hisse-i irsiyyesinin
yarısına müstahik olur ki, terekenin altıda biri mikdarıdır. Çünkü bu kadın,
terekenin üçde birine müstahik olmadığını bu ikrariyle rnutarif bu-lunmuşdur.
Sâbitünneseb olan kardeş ise bu altıda bir hisseye iştirak edemez. Zira bu
kadının terekeden üçde bir nisbetinde hisse alacağına kail bulunmuşudur,
mukarrünleh, o kadından doğmuş olsun olmasın müsavidir.
Fakat müteveffanın bir
validesiyle iki sâbitünneseb kardeşi bulunmuş olsa validesinin üçüncü bir şahs
hakkındaki böyle bir ikrarı, asla muteber olmaz. Çünkü bu takdirde bu kadın,
terekeden altıda bir hisse alacağından artık mukarrünlehe verilecek bir hisse
bulunmuş olmaz (Muhtasar-ı Ebizziya, Şerh-i Muhammedil Harşî.)
(Süi'ii'iui'u güre de
ikrur-ı neseb hakkında şu gibi meseleler vardır:
(1) :
Mükellef bir kimse, bir şahsın nesebini arada vasıta bulunmaksızın kendisine
ilhak etmek istese, meselâ: «Fülân şahs benim oğlumdur» veya «Babamdır» diye
iddiada bulunsa bakılır: Eğer kendisini his ve şer-i şerîf tekzib etmezse o
şahs da tasdika ehil, yani: Mükellef olub o kimseyi tasdik ederse aralarında
neseb sabit olur ve illâ sabit olmaz.
Meselâ : Bir kimse,
kendisinden yaşlı bir şahs hakkında «Bu benim oğ-lumdur» dese hissen mükezzeb
olacağından bu ikrariyle neseb sabit olmaz.
Kezalik : Nesebi
başkasından sabit bir şahs hakkında böyle bir ikrarda bulunsa şer'an mükezzeb
olacağından yine neseb sabit olmaz,
Kezalik : O şahs
baliğ, âkil olub bu mukim tekzib ederse veya sükût edib bu sükûtunda ısrar
gösterirse veya «Ben bilmiyorum» derse yine - beyyine bulunmadıkça - neseb
sabit olmaz.
Fakat nesebi ikrar
edilen şahs, gayri baliğ bulunursa onun tasdikına ihtiyaç görülmez. Hattâ
bilâhare baliğ olunca mukırri tekzib etse onun ikrariyle sabit olan nesebi bâtıl
olmaz. Esah olan nesebi bâtıl olmaz, Esah olan budur. Çünkü neseb hususunda
ihtiyat edilir. Bir neseb sabit oldu mu artık mün'defi olmaz.
(2) : Bir
kimse, mechûlünneseb olan küçük bir müteveffanın veya kendisinden inkâr
sebketmemiş olan büyük bir müteveffanın nesebini İddia ederek istilhakda
bulunabilir. Bu takdirde o müteveffaya vâris de olabilir. Çünkü irs, nesebin
fer'idir, neseb sabit olunca irs bunun üzerine teferru eder, vâris olmak
töhmeti, bu irsin sübûtuna mâni değildir. Zira neseb hususunda ihtiyat edilir, bir neseb,
mücerred imkân ile sabit olur. - Bir kimseyi nesebsiz bırakmamak ihtiyat ve
insaniyyet muktezâsıdır -.
(3) : iki
kimseden her biri baliğ, âkil, fakat nesebi meçhul bir şahsı kendi nesebine
İlhak etmek istedikde bakılır: O şahs,
bunlardan hangisini tasdik ederse
nesebi ondan sabit olur. Her ikisini de tasdik ederse veya sükût edib
ikisini de tasdik
etmezse kâife gösterilir. Lâkıt mebhasine müracaat!.
(4) : Bir
kimse, «Şu kadın benim validemdir.» diye iddiada bulunsa bir kavle göre bu
ikrar muteber olmaz. Çünkü velâdeti isbât için beyytne ikâmesi kolay olduğundan
bunun sübutu için ikrar kâfi değildir. Fakat «Şahabürrem-lî» gibi bazı zevata
göre bu da ikrar ile sabit olur.
(5) :
Kadınların başkalarını kendilerine evlâd olmak üzere ikrarlariyle is-tilhâka
salâhiyyetleri yokdur. Çünkü bunların vilâdetlerine ıttıla mümkündür ve bu
istilhâk, sahib firâş olan erkeklere bu nesebin ilhak edilmesini iktiza
edeceğinden bu bakımdan da caiz olmaz.
(6) : Bir
kimsenin kendisine bir veya iki vasıta İle bir şahsın nesebini ilhak etmesi de
caizdir. «Şu benim kardeşimdir» veya «Amcamdır» denilmesi gibi. Bunun sıhhatinde o şahsin
mechûlünnes'eb olması ve zahir-i halin mukır-ri mükezzib bulunmaması şart
olduğu gibi mülhakünbih olan kimsenin de ölmüş bulunması şartdır.
Binaenaleyh bir
kimsenin babası veya dedesi sağ iken mechûlünneseb bir §ahs hakkında «Bu benim
kardeşimdir veya amcamdır» diye ikrarda bulunması memnudur. Velev ki babası
veya dedesi mecnun bulunsun. Çünkü bunların ifakat bularak bunu tekzib
etmeleri kabildir- Şu kadar var ki, bu ikrarı müteakib onlar da tasdik etseler
bu, onların tasdikiyle sabit olmuş olur, yoksa o kimsenin ilhakiyle değil.
Bir de bu ilhakın
sıhhatinde o mukir olan kimsenin mülhâkünbihe zaman-ı ikrarında bizzat veya
babası vasıtasiyle vâris olub onun terekesini tamamen ihraz eder olması
şartdır.
Meselâ : Babasının
kendisinden başka vârisi bulunmamalı veya babasının babasına müstakillen
babası, babasına da müştakülen kendisi vâris olmalıdır. - böyle olmazsa başkasının
hukukına tecavüz edilmiş olur. -
Vârisler, müteaddid
olduğu takdirde yalnız birinin bu veçhile ikrariyle neseb sabit olmayacağından
mukarrünleh vâris de olamaz, mukirrin hissesine de iştirak edemez. Fakat bu
neseb hakkındaki ikrarı tekzib eden veya sükût edib tasdikde bulunmayan vâris
de vefat edib terekesi müstakillen bu mukir olan vârise intikâl etse bunun
sabık ikrarına binaen mukarrünlehin nesebi sabit ve kendisi vâris olur.
(7) : Nesebi
meşhur, babasının terekesini müstakillen haiz olan bir kimse, mechûlünneseb bir
şahs hakkında «O benim kardeşimdir»
diye ikrar etdiği halde o şahs «Hayır müteveffanın oğlu yalnız benim, bu mukir
değildir.» dese bu iddiası o mukirrin nesebine tesir etmez. Çünkü o neseb sâbitdir,
meşhurdur. Fakat bu inkâr o şahsın sübût-i nesebine de mani olmaz. Zira o
kimse bu şahsı istilhakda bulunmuşdur.
(8) :
Müteveffaya vâris olduğu zahir olan mukirri, nesebini istilhâk etdiği
mukarrünleh, irsden hecb edecek bir karabetde bulunsa bu istilhâk ile nesebi
sabit olursa da vâris olamaz.
Mesela : Bir kimse,
münhasıran vârisi olduğu bu müteveffaya nisbetle mechûlünneseb olan bir şahs
hakkında «Bu, kardeşini füîân müteveffanın oğludur.» diye ikrar etse bununla o
şahsın nesebi bu müteveffadan sabit olur, fakat bu müteveffaya vâris olamaz.
Çünkü vâris olsa mukır, bu müteveffanın yegâne vârisi bulunmak vasfını gaib
etmiş olur, O halde bu istilhakı sahih olmamak iktiza eder (TuhfutüTmuhtac.)
(Hanbelî'îere göre de
ikrar binneseb hususunda şu gibi hükmler carîdir:
(1) : Bir
kimse, mechûlünneseb bir çocuğun veya mecnunun nesebini dâva edib kendisine
bir münazi bulunmasa bunun nesebi kendisinden sabit olur. Velev ki bilâhare
baliğ olub veya ifakat bulub da bu nesebi inkâr etsin. Çünkü bu, sübûtuna hükm
edilen bir nesebdir, artık red ile merdud olmaz. Ve bu kimse, bu mukarrünlehe
vefat etse vâris olur.
(2) : Nesebi
iddia edilen mechûlünneseb, âkil, baliğ bulunursa mukırri tasdik etmedikçe nesebi sabit olmaz.
Çünkü o, sahih lâkırdıya malikdir, tasdikine itibar olunur. Fakat ölmüş
bulunursa nesebi sabit olarak veraseti mu-kirre aid bulunur. Bu, söz söyleyecek
bir halde olmayacağından çocuk mesabesinde sayılır.
(3) : Bir
kimse, mükellef bir şahsın nesebini iddia edib kablettasdik vefat etse de
bâdehû o şahs da kendisini tasdik eylese nesebi sabit olur. Çünkü bu tasdik ile
tevarüs hakkında iki tarafın ittifakı husule gelmiş olur.
(4) : Bir
kimsenin ikrarına mebni mechûlünneseb bir çocuğun nesebi kendisinden sabit
olub da vefatını müteakib o çocuğun validesi bu müteveffanın zevcesi olduğunu iddia
etse bu ikrara mebni zevciyyet sabit olmaz. Çünkü bu kimse, bu ikrariyle o
kadmınkocası olduğunu da ikrar etmiş sayılmaz. Bu nesebin şübhe ile
mukarenetden veya nikâh ı fâsidden dolayı da olmaya ihtimâli vardır.
Kezalik : Bu çocuğun
kız kardeşi de bu ikrara mebni bünüvvet iddiasında bulunsa muteber olmaz.
(5) : Neseb
hususunda ihtiyata riâyet edilir, bir çocuğun
ziya-ı nesebine meydan verilmez. Bunun içindir ki kocası yirmi veya
daha ziyade seneden beri gaib olan bir
kadının doğuracağı çocuğun nesebi kocasından sabit olur. Velev ki kocasiyle o
kadının bulundukları beldede veya onun haricinde görü-§üb buluşdukları bilinir
olmasın.
(6) : Bir
kimse, babasının veya dedesinin hayatlarında bir şahs hakkında «Bu benim
kardeşimdir veya amcamdır» diye ikrarda bulunsa kabul olunmaz. Çünkü bir
kimsenin başkası aleyhine ikrarı muteber değildir. Fakat babasının veya
dedesinin vefatından sonra böyle İkrar edib de onlara da yalnız kendisi vâris
bulunsa ikrarı sahih ve mukarrünlehin nesebi sabit olur. Çünkü vâris,
müverrisinin hukukunda müverrisinin makamına kâim olur. Bu ikrarda o cümledendir.
Meğer ki müverris, bu şahsın nesebini evvelce nefy etmiş olsun.
Kezalik : Bu mukır ile
beraber sair vâris de bulunsa mukarrünlehin nesebi sabit olmaz. Fakat mukirrin
elindeki hisse-i irsiyyesinden bu ikrara nazaran fazla bulunan mikdara bu
mukarrünleh müstahik olur, mukır bu ikrarı mumuktezasınca muaheze olunur.
Meselâ : Bir
müteveffanın yalnız iki oğlu bulunsa da bunlardan biri bir mechûlünneseb şahs
hakkında «Bu da bizim Öz kardeşimizdir» diye ikrar, diğeri ise inkâr etse bu
şahsın nesebi o müteveffadan sabit olmaz. Fakat bu şahs, mukarrünlehin hisse-i
irsiyyesinin üçde birine müstahik olur. Çünkü terekenin üçde biri nisbetinde
hisse alacağından mukirrin nısıf hissesinin üçde biri kendisine aid olur. imam
Malik'e göre de böyledir, imam Şafiî'ye göre ise mukarrünleh bu halde hiç hisse
alamaz. Çünkü nesebi sabit olmamışdır. imamı Azama göre ise mukirrin terekeden
nısıf hissesinin nısfı bu mukarrün-lehe aid olur. Çünkü bu şahsı terekeye
musallat eden mukır olduğundan onun hisse-i irsiyyesini tamamen kendi
hissesinden Ödemekle mukir muaheze olunur (Neylül'meârib, Keşşâfül'kına
Elmizanül'kübrâ.) [29]
93 - :
Kitabetle, yani: Yazı ile ikrar, lisan ile ikrar gibidir. Bundan dolayı mukir,
muaheze olunur. Böyle kitabetle ikrar edenin natık ve dilsiz olması müsavidir.
94 - : Bir
kimsenin kendi ikrarını yazmak üzere
başkasına emir etmesi hükmen ikrardır.
Binaenaleyh bir kimse,
bir kâtibe hitaben «Fülân şahsa şu kadar kuruş borcum olduğuna dair bir sened
yaz.» diye emr etse de o kâtibin bu emre binaen yazdığı senedi îmzalasa veya
mühürlese bu sened de kendi el yazısiyle olan sened gibi ikrar bü'kitabe
kabilinden sayılır. Hattâ o kimsenin bu emri, hükmen ikrar olduğundan emr
etdiği kâtib böyle bir sened yazsın yazmasın ikrarı tamamdır, bu emri, hâkim
huzurunda beyyine ile sabit olursa bununla ilzam olunur.
95 - :
Tacirlerin muteddünbih olan defterlerindeki
aleyhlerine kayıdları da ikrar bü'kitabe kabilindendir. Çünkü bir tacir
kendi defterinde kendi aleyhine olan bir şeyi hilâf-ı hakikat olarak yazmaz.
Meselâ : Bir tacir bir
kimseye şu kadar kuruş borcu olduğunu kendi defterine kendi el yazısiyle kayd
etmiş olsa o kimseye o kadar borç ikrar etmiş olur. Bu ikrarı ledelhace şifahen
ikrarı gibi muteber ve mer'î bulunur.
Fakat bir tacirin
kendi defterine kendi lehine yazdığı şeyler muteber olmaz. Çünkü başkasının
aleyhine şifahen ikrarı muteber olmadığından böyle kitabeten ikrarı da evlâ
bittarik muteber olmaz (Mecelle, Hindiyye.)
96 - : Bir
tacirin defteri muteddünbih olmazsa, yani:
Kendisinde tezvir ihtimâli
bulunursa, meselâ: Tacirin kâtibi elinde olub tacirin aleyhine kayd etdiği şeyi
tacir veya vefatından sonra vârisleri inkâr ederse bu defterdeki bu kayd ile
amel olunamaz. (Reddimuhtar.)
97 - : Bir
kimsenin kendisi yazıb veya bir kâtibe yazdırıb kendi imzasiy-le imzalanmış
veya kendi mühriyle mühürlenmiş olarak başkasına vermiş ol duğu bir borç
senedi, eğer mersûm ise, yani: Resm ve âdete muvafık olarak yazılmış ise ikrar
bü'kitabesayıhr, şifahen takriri gibi muteber olur.
Bermûtâd verilen
vusuller, yani: Makbuz ilmühaberleri de bu ikrar bil'ki-' tabe kabilindendir
(Dürrimuhtar.)
Şu kadar var ki, bu
senedi başkası yazmış olub o kimsenin bu senedde yalnız mührü bulunsa bunda
tezvir şaibesi, tasni' şübhesi bulunabilir. Bu cihetle o kimse, bu mührü
basmış olduğunu itiraf etmez ve veya onu mühürle-miş olduğu beyyine ile isbât
edilmezse mücerred bu sened ile borç sabit olmaz (Dürerül'hükkâm.)
98 - : Bir
kimse, muanven, mersum olarak yazıb veya yazdırıb da imza-siyle mümza veya
mühriyle mahtum olarak başkasına vermiş olduğu bir deyin senedi kendisinin
olduğunu mukır iken o senedin havi olduğu borcu İnkâr etse bu inkârına itibar
olunmaz, o borcu vermesi lâzımgelir. Çünkü bu sened, onun aleyhine âdeten bir
hüccetdir. Fakat esasen senedin kendisine aid olduğunu inkâr etdiği takdirde
bakılır: Eğer yazısı veya mührü beldesinin ehalisi ve tacirleri arasında meşhur
ve mütearef ise, yani: Şöhret ile, tevatür ile sabit bulunmakda ise bu
inkârına itibar okınmayıb o sened ile amel olunur. Amma hat ve hatemi böyle
meşhur ve mütearef değilse istiktâb olunarak ehl-i hibreye gösterilir. Onlar
«ikisi de bir şahsın yazısıdır.» diye haber verirler ise senedde münderic borcu
vermek üzejfe o kimseye emr olunur.
Velhâsıl : Bir kimseye
aid görülen bir sened, tezvir şaibesinden ve tasni' şübhesinden beri bulunur
ise onunla amel olunur. Amma böyle bir şaibeden, şübheden beri olmadığı
takdirde o sened kendi senedi olduğunu inkâr eylediği gibi asl-ı borcu da
münkir bulunursa o kimse, böyle bir borcu olmayıb sened dahi kendisinin
olmadığına müddeînin talebiyle tahlif olunur.
Böyle bir seneddeki
yazı ve mühr, meşhur ve mütearef olmayıb yalnız iki şahid, bu yazının ve mührün
müddeaaleyhe aidiyyetine şehadet edib de bunu müddeaaleyhin yazdığını
gördüklerini söylemeseler bu şehadetleri kabul olunmaz (Reddimuhtar ve
Tekmilesi.)
99 - : Bir
kimse, resm ve âdete muvafık bir suretde borç senedi verdik-den sonra vefat
etse vârisleri o senedin bu müteveffaya aidiyyetini itiraf edince o borcu o
müteveffanın terekesinden ödemeleri lâzımgelir. Velev ki o borcu inkâr
etsinler.
Vârislerden bazıları
bu senedi ikrar, bazıları da inkâr etse ikrar edenler, bu senedde yazılı
borçdan kendi hisselerine ne kadar isabet ederse yalnız onu
vermekle mükellef olurlar. Meselâ: Bir
müteveffanın doksan liradan fazla olan veraseti üç oğluna münhasır olub bunlardan birisi iddia edilen doksan lira borcu ikrar etse kendi hissesine
düşen otuz lirayı verir, mütebaki altmış, lirayı vermekle mükellef olmaz.
Mecelle'de kabul edilen de budur.
Şa'bînin, Hasen-i Basrî'nin, imam Malik ile Ibni Ebî Leylâ'nın kavilleri
de böyledir. Bu kavi, adel, ve hazerden eb'addir. Fakat zâhirürrivâyeye göre bu
borcun tamamı mukırrin hissesinden verilmek lâzımgelir. Çünkü mukir, bu borcun
kendi hisse-i irsiyyesinden mukaddem olduğunu muterifdir. Vaktiyle de bu veçhile
iftâ olunurdu (Ali Efendi Fetavâsı, CamiüTfusûleyn.)
100 - :
Vefat eden bir kimsenin terekesinden nükûd ile dolu bir kese zuhur edib
üzerinde «Bu kese fülân zatın malıdır, benim elimde emanetdir» diye hatt-ı
destiyle yazılmış bir yafta bulunsa o zat bu keseyi o müteveffanın tere
kesinden alır, başka bir veçhile isbâta muhtaç olmaz. Çünkü bu yazı âdete nazaran
bir hüccetdir, bir kimse başkasına aid olmayan bir şey üzerine böyle bir yazı yazmaz.
101 - :
Tüccar emtiası üzerindeki sahiblerini nisimlerine delâlet eden yaftalar, birer
mülk nişanesidir. Böyle bir alâmeti havi bir meta, o alâmetin delâlet etdiği
kimsenin elinde bulununca veya hiç kimsenin elinde bulunmazsa o kimseye
bırakılır. Ona vaz'ı yedi, veya bu nişanenin mevcudiyyeti, o metanı o kimseye
aidiyyetine delâlet eder. Meğer ki o metam
başkasına aid olduğu beyyine ile sabit olsun (Tenkih-i Hâmidî.) [30]
102 - : İkrarın vukuu zamanında ihtilâf edilerek
mukır, «Ben hal-i sebâ-vetimde şu kadar borcum olduğunu ikrar etmişdim.» dediği
halde mukarrün-leh, «Hayır bulûğundan sonra ikrar etmişdin.» diye iddiada
bulunsa söz, meâl-yetnin mukirrindir. Çünkü ikrarını zamana münafi' olan bir
zamana izafe kıl-mışdır. Amma beyyine mukarrünlehindir (Cami-ü Ahkâmıssığar.)
103 - :
Mukır, ikrarın hazl, telcie ve muvazaa suretiyle vuku bulmuş olduğunu iddia,
mukarrünleh de ciddî bir suretde vukuunu dâva etse söz, ciddiyeti iddia eden
mukarrünlehindir. Beyyine de mukirrindir. Binaenaleyh mukir, telcie ve
muvazaayı tefsir ederek bu iddiasına
beyyine ikâme etse beyyine si kabul
olunur (Tenkih.) Maamafih ikâme edilecek şahidler de bu muvazaayı tefsir ve
beyan etmelidir. Edemezlerse şehadetleri makbul olmaz (Abdürra-him Fetavâsı.)
104 - :
Mukir, ikrarının istihza tarikiyle yapıldığını iddia etse bu iddiası, beyyinesi
bulunmadıkça tasdik edilmez. Mukir bunu isbât edemezse mukarrünleh, bunun
istihza tarikiyle yapılmış olduğunu bilmediğine yemin edince tasdik olunur.
105 - :
Ikrar-ı âm ile nefy-i mülk edildikdcn bir müddet sonra mukarrün-leh, «Fülân şey
benimdir, hattâ ikrar-ı âm ile ikrar etdiğin vakitde de mevcud idi.» diye dâva,
mukir de «Hayır o senin değildir, hattâ ikrarı âm ile ikrar et-diğim zaman
mevcud değildi, ben ona sonradan malik oldum.» diye iddia etse söz, o şeyin
ikrar vaktinde mevcud olmadığına dair yeminiyle mukirrindir. Mu-karrünlehin bu
dâvasını beyyine ile isbât etmesi lâzımdır.
106 - :
Medyun olan bir mariz, vefat etdikden sonra dâyinlerden biri «Ben şu kadar
meblâğ alacağımı o marizden hali sıhhatinde alıb kabz etdim.» diye iddia, diğer
dâyinler de «Hayır sen o alacağını onun raaraz-ı mevtinde
alıb kabz etdin, biz de ona ortağız.» diye dâva etdikde bakılır: Eğer o
kabz edilen meblâğ, kabz edenin elinde mevcud İse sair garîmleri buna müşareket
edebilirler. Fakat telef olmuş, ise sair garîmler bundan bir şey
alamazlar. Çünkü makbuzu, meveud olunca
hakkındaki kabz, zâhir-i hâle nazaran akreb-i evka-ta nisbet edilir. Bir emr-i
hadisin akreb-i evkatına izafesi asıldır.. Makbuzun esasen marize aid olduğunda
ise ittifak vardır. O halde zâhir-i hâl, garîmlerin iddiasına şahid bulunur.
Fakat bu makbuz, mevcud olmayınca
garîmler bunun bedelini tazmin etdiremezler. Zira bu takdirde zâhir-i
hâl onların lehine şahadete salih
değildir (Hâniyye.)
Maamafih bunu kabz
eden garım, bunu medyunun hali sihhatinde kabz etmiş olduğunu beyyine ile de
isbât edebilir.
107 - :
Mukarrünleh olan vâris, ikrarın hal-i sihhatde vukuunu dâva, diğer vâris de
hal-i marazda vukuunu iddia etse mukarrünlehin beyyinesi râcih olur.
108 - : Bir
vâris «Müverrisim fülân, bu mal mülkünde olduğu halde vefat etdi.» diye dâva,
bir şahs da «Müverrisinin fülân, bu malda hakkı olmadığım hal-i hayatında ikrar
etmişdi.» diye iddia etse bu şahsın beyyinesi râcih olur.
109 - :
Mukarrünleh, ikrarın tev'an vâki olduğunu dâva, mukır de kerhan vuku bulduğunu
iddia edib ikisi de tarih beyan etmese veya mukarrünleh, lâ-hik bir tarih mukır
ise sabık bir tarih beyan etse veya billâkis mukarrünleh, sabık bir tarih,
mukir ise lâhik bir tarih dermeyan etse mukarrünlehin beyyinesi râcih olur.
110 - :
Müddeaaleyh, kendisinde bir hakkı olmadığım müddemin ikrar etmiş olduğunu
tarih beyan etmeksizin iddia, müddeî de «Müddeaaleyhin kendisinden şu kadar
meblâğ istikraz etmiş olduğunu ikrar etdiğini» dâva etse müd deaaleyhin
beyyinesi râcih olur (Muhit.)
111 - : Bir
kadın, kocası maraz-ı mevtinde «Kendisi onun helâli olub men-re ve irse
müstahikka olduğunu» ikrar eylediğini dâva, vârisler de müverris-lerinin bu
kadım mevtinden bir sene evvel kendisine haram kılmış olduğunu,
binaenaleyh vâris olamıyacağmı iddia
etseler kadının beyyinesi râcih olur (Hindiyye.)
112 - : Bir
dâyin, medyunu hakkında «Ben bu medyunu ibra etdikden sonra bu, bana borçlu
olduğunu ikrar etdi.» diye ondan bir mal dâva, medyun da o dâyinin kendisini bu
dâvadan ibra etmiş olduğunu iddia eylese dâyinin beyyinesi râcih olur
(Hindiyye.)
113 - :
Mücerred ikrara mebni bir hak iddia edilmesi muteber olmaz.
Meselâ : Bir kimse, bu
zat bana yüz lira borcu olduğunu ikrar etdi. Binaenaleyh onu bana versin diye
dâva etse bu dâvası dinlenmez, bu veçhile ikâme edeceği hüccet, mamûlünbiha
olmaz. Belki «Benim bu zatda yüz lira alacağım vardır. Onu kendisi de ikrar
etmişdir» diye dâva etmek lâzımdır (Hâniyye, Abdürrahim Fetavâsı.) [31]
114 - :
ikrarın mukır aleyhine bir hüccet olduğu
kitâbullâh ile, sünneti nebevîyye ile, icma-ı ümmet ile sâbitdir.
Bir hakkın zuhuruna
hadim, bir ihtilâfın hâil ve faslına medar olan bir şeyin usûli dairesinde bir
hüccet olması, maslahat muktezasıdır. diğerleri
ise günahlarını ikrar etdiler). Sizin rabbiniz değil miyim, dedi. Onlar da evet
rabbi-mizsin diye ikrar etdiler) Allah Ta-âlâ: ikrar etdiniz mi, ve bunun
üzerine ahdimi kabul eylediniz mi buyurmuş, onlar da ikrar etdik demişlerdir)
âyetleri, ikrarın bir hüccet olduğunu göster-mekdedir.
Resûli Ekrem, Sallâlhü
Aleyhi ve Sellem Efendimiz de «Mâiz» ile «Gami-diyye» namındaki iki zat
hakkında yüksek diyanetlerinden münbeis bir hiss-i nedametle vâki olan
ikrarlarına mebni recim cezasını tatbik buyurmuştur.
Vakıa ikrar,
haddizatında haber olduğundan sıdka da, kizde de ihtimâli vardır. Fakat bir
makûl delile mebni bunun hüccet olduğu kabul edilmişdir. Hattâ ikrar, mukir
hakkında beyyîneden daha kuvvetli bir hüccetdir. Çünkü ikrarda sıdk canibi,
kizb canibine râcihdir. Bir kimse kendi aleyhindeki ikrarından dolayı müttehem
olamaz. Bir insanın nefsi, kendisini kendi aleyhine yalan yere ikrarda
bulunmakdan men eder. âyet-i celîlesi «Belki insan kendi aleyhine bihakkın
gahiddir.» tarzında tefsir edilmişdir. insanların bu şahadeti ise aleyhindeki
ikrarından başka bir şey değildir.
Her diyanetli,
faziletli insan, hakkı muterif olur, zimmetinde sabit veya elinde mevcud olub
başkalarına aid bulunan hakları ikrar eder, hakkı inkâr ve ibtâlin manevî
mes'uliyyetinden titrer durur. işte
bu sayededir ki, bir çok haklar meydana çıkar, bir çok ihtilâflar, dâvalar
bertaraf olur, bir çok iktisadî, içtimaî muameleler kolaylıkla halledilir.
Bir insanın bazı
kimseleri mutazarrır etmek veya bir intihara meydan vermek kasdile kendi nefsi
aleyhine veya kendi emvali hakkında hakikate muhalif olarak ikrarda bulunması
pek nadirdir, pek müstebatdır, diyaneten, ah-lâkan da memnudur. Artık böyle
nadir, müstebad hâdiseler, umumî hükmlere engel olamaz. Nitekim beyyinelerde de
az çok hakikate muhalif olmak ihtimâli daima melhuzdur.
Binaenaleyh ikrarların
şeraiti dairesinde birer hüccet olması maslahat ye
hikmet icablanndan bulunmuşdur.
Yirmi
Yedinci Kitabın Sonu[32]
1 - (Deâvl) : Dâvanın cem'idir. Dâva;
luğatde duâ, taleb, niyaz, temenni, nida, rağbet manasınadır.,Bir kimsenin
münazaa halinde bir şeyi kendi nefsine izafe etmesi, meselâ: «Bu mal benimdir»
demesi de bir dâvadır.
Istılahda dâva; bir
kimsenin bir hakkı hâkimin huzurunda başkasından taleb etmesi demekdir.
Dâva, şöyle de tarif
edilmişdir: Başkasının elinde veya zimmetinde olan bir şeye istihkakı bir
insanın kendi nefsine izafe etmesi, meselâ: «Sunun elindeki şu mal benimdir.»
demesidir.
2 - (İddia) : Luğatde tedafü, birbirini
defi' etmek manasınadır. Istılahda: Bir kimsenin bir şey için şöyledir,
meselâ: O şey benimdir, diye zum ve dâvada bulunmasıdır ki, bu zum, hak olacağı
gibi bâtıl da olabilir.
3 - (Müddeî) : Bir şeyi dâva eden, bir
hakkın kendisine aid olduğunu hâkimin huzurunda taleb eyleyen kimsedir ki,
dilerse bu talebini terkedebüir.
Müddeî, örfi nâsda
iddia etdiği şey hakkında hücceti olmayan kimseye de itlâk olunur. Çünkü böyle
bir kimseye beyyine ikâme etmedikçe hâkim, müddeî adını verir, ikâme etdikden
sonra ise «muhik» adını alır.
4 - (Müddeaaleyh) : Kendisinden hâkimin
huzurunda bir hak taleb edilen şahsdır ki, bu talebi terke muktedir olmayıb
husûmete mecbur bulunur. Bu
durumdaki kimselere iki olursa «Müddeaaleyhima» daha ziyade olursa «Müddeauluyhimı*' denilir.
Müddeî ilo müddeialeyhe «Mütedâiyûn» da denir.
5 - (Müddea) : Müddeînin dâva etdiği
şeydir. Meselâ: Bir kimse, bir şahsdan
yüz Ura alacağı olduğunu dâva etse bu yüz lira «Müddea» bulunmuş olur. Buna
«Müddeabih» de denir.
6 - (Davet) : Bir kimseyi taama veya
başka.bir şeye çağırmak manasınadır. Ziyafet, and ve öeyman mânasında da
müstameldir. Dive ise neseb iddiasında bulunmakdır.
7 - (Dâî) : Davet edici, bir kimseyi bir
şeye sevk ve teşvik eyleyici kimse demekdir.
8 - (Muhakeme) : Müddeînin müddeaaleyhi
hâkimin huzuruna davet edib onunla muhasamada, murafaada bulunmasıdır.
9 - (Muhasama - Husûmet) : Niza,
mücadele, çekişmek, dâvada bulunmak manasınadır. Birbiriyle husûmetde, dâvada
bulunmaya da «ihtişam, münazaa» denilir. Hasım tâbiri de husûmet mânasına
geldiği gibi hasım mânasına da gelir. Hasîmin cem'i: «Husemâ»dır.
10 - (Murafaa) : Dâva edilen şeyi hâil ve
fasl etmek için müddea aleyhi hâkimin huzuruna celb etmek manasınadır.
11 - (Müdafaa) : Hasmın iddiasına karşı
koymak manasınadır. Bir borcu leyte leâlle ile = Bugün yarın diyerek avk ve
tehirde bulunmak mânasında da müstameldir,
12 - (Def-İ dâva) : Müddeaaleyh tarafından
müddeînin dâvasını bertaraf edecek bir dâva dermeyan edilmesidir. Esasen defi'
tâbiri, bir şeyi zor ile Öteye savmak, bertaraf etmek manasınadır.
13 - (Fasl-ı
husûmet) : Dâvayı tetkik ile bir hükme rabt etmek demekdir.
14 - (Tenakuz) : Lugâtde tedafü
manasınadır. Istıiahda: Bir hakkı dâva eden şahsdan kendi iddiasına münat'i,
onun butlanını mucib bir sözün veya fi'ilin veya sükûtun zuhurudur.
Meselâ : Bir kimse «Bu
mal benimdir.» dediği haide sonra «Bu mal fülâ-nındır.» dese veya bir malı
satın aldığı halde dönüb «Bu mal zaten benimdir» diye mülkiyyet iddiasında^
bulunsa, veya bir malın satıldığını gördüğü halde sükût edib de bâdehû «Bu mal
benimdir» diye müşteriden dâva eylese tenakuzda bulunmuş olur.
15 - (Duâ) : Söz, okumak, Allah Taâlâya
niyaz ve ibtihâlde bulunmak, dergâh-ı
ulûhiyyetden hayır ve rahmet ricasında bulunmak demekdir.
16 - (Mürur-ı zaman) : Bir hâdise üzerinden
bir müddetin geçmiş olmasıdır ki, bazen o hâdise hakkında dâvanın dinlenmesine
bir mania teşkil eder.
17 - (Hiyaze)
: Bir şeyi ahz ve ihraz etmek, yani: Sahibsiz veya herkes için alınması mubah
olan bir malı alıb kendi mülküne ilhak eylemekdir. [33]
İÇİNDEKİLER :
Dâvanın rüknü ve sıhhatinin şarttan. Dâvaların -hiikm leri ve nevileri.
Dâvaların hikmet-İ teşrİİyyesi. Dâvalarda hasım olub olamı-yanlar. Dâvaların
defi' edilebilmesi, dâvâlardaki tenakuzlar. [34]
18 - :
Dâvanın rüknü, dâvanın mahiyyeti demekdir ki, bir hakkı taleb et-mekden,
meselâ:/Bir kimsenin bir malı münazaa halinde nefsine izafe ederek «Bu
benimdir.» diye bir şahsdan istemesidir.
Dâvanın sıhhatinin
şartları ise bervechi âtidir :
19 - :
Müddeî ile müddeaaleyhiri âkil olmaları şartdır.
Binaenaleyh mecnunun
vegayrı mümeyyiz çocuğun dâvaları sahih değildir, bunlara cevab verilmesi
lâzım ve bu hususda ikâme edilecek beyyine mes-mu olmaz.
Şu kadar var ki,
onların yerine velileri veya vasileri bilvelâye ve bilvesâ ye müddeî ve
müddeaaleyh olabilirler.
Fakat müddeî veya
müddeaaleyhin baliğ olması sıhhat-i dâvada şart değildir. Ticarete veya
murafaaya mezun olan mümeyyiz bir çocuk da müddeî ve müddeaaleyh olabilirler.
Müftabih olan kavle göre bunların yeminleri ve ye minden nükûlleri de sahthdir.
Mehcur, gayrı mezun olan bir mümeyyiz çocuk ise ne müddeî ve ne de müddeaaleyh
olamaz (Hindiyye, Dürer.)
20 - :
Müddeaaleyhin malûm olması şartdır.
Binaenaleyh bir kimse,
bir belde veya karye ehalisinden tâyin etmeksizin birinde veya bir kaçında şu
kadar meblâğ alacağı olduğunu dâva etse sahih olmaz.
Kezâlik : Bir kimse,
«Şu cemaatden birisi benim fülân malımı itlaf etdi» diye iddiada bulunsa
muteber olmaz, müddeaaleyhi tâyin etmesi icab eder, aksi takdirde hükme imkân
bulunmamış olur.
Fakat müddeî için
müddeaaleyhin adını bilmek şart değildir (Dürrimuh-tar, Mirat-ı Mecelle.) .
21 - :
Müddeaaleyhin dâva, şahadet ve hükm zamanında asaleten veya niyabeten hazır bulunması şartdır.
Çünkü dâva ve beyyine ancak hasmı hâzır aleyhinde mesmu olur. Müddeaaleyh,
mahkemeye gelmekden ve vekil göndermekden imtina ederse hakkında usul-i şeriyye dairesinde
muamele olunur (Hindiyye.) Kaza
mebhasine müracaat!.
22 - :
Müddeaabihin-cinsen, kadren malûm olması şartdır.
Binaenaleyh meçhul bir
şey hakkındaki dâva, sahih olmaz. Çünkü bununla hükme imkân yokdur. Ancak
bundan beş mesele müstesnadır. Şöyle ki: Bir kimsenin yanında Iâalettâyin bir
şeyin rehin veya magsub olarak bulunduğu iddia edilse veya bu veçhile şahadet
olunsa mesmu olub bunun neden ibaret olduğu hakkında söz, müddeaaleyhin olur.
Kezalik :.Bir kimse,
bir şahsdan mikdarı meçhul bir vasiyyet veya ikrar veya ibra dâvasında bulunsa
sahih olur.
Meselâ : «Müteveffa,
malının bir sehmini bana vasiyyet etmişdi, o sehmin ne mikdar olduğunu beyaa
etmedi, siz beyan ederek bana veriniz.» diye dâva etse vârislerin o sehmi beyan
etmeleri lâzımgelir (Dürrimuhtar, Reddimuh-tar.)
23 - :
Müddeabihin malûmiyyeti, ya el ile işaret etmekle veya vasf ve tarif ile
husule gelir. Söyle ki: iddia edilen menkûl bir ayin, mahkeme meclisinde hazır
ise ona el ile işaret kâfidir. Hazır değilse vasfını, kıymetini beyan etmek
yetişir, bununla malûm olarak hakkında dâva dinlenilir.
Akar hakkında ise
hudud-ı erbaasını veya selâsesini beyan kifayet eder.
Müddeabih, deyin ise
bunun da cinsini, nev'ini, vasfını, mikdarını beyan lâzımdır, aksi takdirde
dâva dinlenilmez. Nitekim aşağıda izah edilecekdir.
Baş ile işaret
edildikde bakılır: Eğer bu işaret ile aynen müddeabih kasd edildiği, bu
işaretin ona aid bulunduğu malûm olursa kifayet eder, ve illâ ki
fâyet etmez (Hâniyye, Hindiyye, Dürer.)
24 - :
Müddeabihin muhtemelüssübût olması şartdır.
Binaenaleyh, aklen
veya şer'an veya âdeten vücudu muhal olan bir şeyi iddia ve buna şahadet sahih
olmaz.
Meselâ : Bir kimse,
kendisinden yaşlı" bir şans hakkında «Bu benim oğ-lumdur.» diye iddiada
bulunsa dâvası sahih olmaz. Çünkü bu, aklen muhaldir.
Kezalik : Nesebi
başkasından maruf bir şahs hakkında «Bu benim oğlum-dur.» diye dâva etse şer'an
muhal olduğundan dâvası yine sahih olmaz.
Kezalik : Fakr ve
ihtiyaç ile maruf bir kimse, defaten ikraz etmiş veya kendisinden gasb olunmuş
olmak üzere bir şahsdan emvâl-i âzime dâva etse zahir olan, bunun mesmu
olmamasıdır. Zira bu, âdete nazaran müstehildir.
25 - :
Müddeînin dâvasını lisaniyle dermeyan etmesi
şartdır. Şu kadar var ki, müddeî, söz söylemekden âciz bulunursa
dâvasını bir varakaya yazarak hakkım o veçhile taleb edebilir. Eğer hâkimin
lisanından başka bir lisanla konuşmakda ise bir tercüman tedarik edilir
(Kadıhan.)
26 - :
Dâvanın sübûtu takdirinde müddeaaleyhin bir şey ile mahkûm olması şartdır ve
illâ dâva abes -olmuş olur.
Meselâ : Bir kimse,
bir zata malını iare etdikden sonra bir şahs çıkıb da «Ben o kimsenin
akribasındanım, bu malı bana iare etsin.» dese bu dâvası sahih olmaz.
Kezalik : Bir kimse,
bir hususa dair birini tevkil etmekle diğer bir şahıs gelib de «Ben o kimsenin
komşusuyum, onun vekâletine ben daha münasibim.» diye dâva etse sahih olmaz.
Çünkü herkes, kendi malını iare edebilir, ve kendini umuruna dilediğini
tevkilde bulunabilir. Bu iare ve tevkil dâvası sabit olduğu takdirde
müddeaaleyh hakkında hiç bir hükm terettüb etmez (Dürrimuhtar, Mecelle.)
27 - : Dâvada
tenakuz bulunmaması şartdır. Binaenaleyh tenakuz bulunursa dâva sahih olmaz.
Meselâ : Bir kimse,
«Bu mal şü zatındır.» diye ikrar, bâdehû «Bu mal benimdir, bunu bu ikrar
zamanından evvel ondan satın aldım.» diye dâva etse bu dâvası mesmu olmaz. Ancak
neseb ve hürriyet dâvalarında tenakuz dâvanın sıhhatine mani olmaz
(Bahrirâİk.)
(Malikî'lere göre de
müddeabihin malûm, muhakkak olması şartdır. Binaenaleyh sebebi
zikredilmeksizin meçhul bir şey dâva edilse mesmu olmaz. Fakat Mazerî'nin
beyanına göre müddeî: «Benim müddeaaleyhde fülân muamelenin bakıyyesi olarak
bir şey alacağım vardır, bunu muhakkak biliyorum, ancak mikdarını unutdum.»
derse dâvası dinlenir. Bu halde müddeaaleyhin buna ya ikrar veya inkâr
suretiyle cevab vermesi lâzımgelir (Şerh-i Muhammedi harşî.) [35]
28 - :
Dâvalara aid hükmler, müddealeyhüv ve bir kısım müddeabihlerin mahkemeye ihraz
edilmesinden, müddealeyh üzerine cevaba istihkakdan, ve inkârı taktirinde
kendisine yemin tevcih edilmesinden, müddeînin de beyyüıe ikâme edebilmesinden
ibarettir. Şöyle ki :
Müddeaaleyh ya
müddeabihi «evet» diye itiraf eder veya
«yok» diye red eder. ikrar ederse müddeabih sabit olur, inkâr ederse hâkim,
müddeîden «Bey-yinen var mı?» diye sorar, beyyinesi olmadığını söylerse
istihlâfa hakkı olduğunu kendisine haber verir. Müddeaaleyh, kendisine tevcih
edilen yemini ya pmca dâvadan kurtulur.
Müddeaaleyh : Yok,
evet demeksizin sükût ederse hâkim onu münkir sayar. O halde müddeî beyyine
ikâme ederse bununla hükm olunur (Muhit-i Se-râhsî.)
Müddeaaleyh :
«Düşüneyim, iddia doğru mu, değil mi bilmiyorum.» diye bir şey söylese bu,
cevab sayılmaz, cevab, vermeğe icbar edilir (Hindiyye.)
29 - :
Dâvaların nevilerine gelince bu da üçdür. Biri, dâvayı sahihedir ki, şeraitini
tamamen cami bulunur. Buna yukarıda beyan olunan hükmler taallûk eder, hasım
ihzar edilir, ondan cevab istenir, yemin veya beyyine cihetine gidilir. Diğeri
dâvayı fasidedir ki, bu aslen sahih ise de haricî vasıfları itibariyle sahih
olmayan dâvadır.Müddeabihin mechuliyyeti gibi. Böyle bir dâva üzerine
yukarıdaki hükümler taallûk etmez.
Üçüncüsü de dâvayı
bâtıladır ki asla sahih olmayan dâvadır. Böyle bir dâva sabit olsa da
müddeaaleyh üzerine bir şey lâzımgelmez. «Fülâmn İki hanesi vardır, birini
bana satsın veya kiraya versin.» diye yapılacak dâva gibi.
Müddeaaleyhe aid bir
hakkın istimalini ondan dâva da bu kabildendir. Meselâ: Bir kimse, «Fülân
şahsın bende bir hakkı var ise dâva etsin ve İllâ benim beraetim sahidler ile
tevsik edilsin.» dese buna iltifat olunmaz. Çünkü bir şahs, kendisine aid olan
bir hakkı isterse dâva eder, isterse etmez, buna cebr olunamaz (Hindiyye,
Reddimuhtar tekmilesi.)
(Malikî'lere göre de
müddeî, şeraiti dairesinde iddiasını s.erd edince hâkim, müddeaaleyhe
müddeînin dâvasına ikrar veya inkâr suretiyle cevab vermesini emir eder. Bu
emir, müddeînin talebine tevakkuf etmez. Müddeaaleyhe yemin tevcihi ise
tevakkuf eder. Bu hususda şu gibi meseleler vardır:
(1) :
Muddeaaleyh, müddeabihi ikrar edince müddeî, bu ikrar üzerine iş-hadda bulunur,
tâ ki muddeaaleyh bu ikrarını bilâhare inkâr etmesin. Şâyed müddeî işhaddan zühul ederse
hâkim, kendisine işhad etmesini tenbih
eder. Çünkü buna tenbih etmek, hâkimlerin şanındandır. Bunda husûmetleri
taklil, nizaı katı' vardır.
(2) : Muddeaaleyh,
müddeabihi inkâr edince hâkim, müddeîden beyyinesi olub olmadığını sorar, eğer
«Evet.. Beyyİnem vardır.» derse ihzar
etmesini emr eder. Beyyinesi olmadığını söylerse beyyine ikâme hakkını iskât etmiş olur. Bu halde
müddeaaleyhin yemin etmesini talebde bulunursa müddeaaleyhe yemin tevcih
olunur, artık bundan sonra müddeînin
beyyinesi kabul edilmez. Meğer ki beyyinesi mevcud olduğu halde bunu
unutmuş olduğunu mazeret makamında dermeyan etsin. Bu takdirde müddeînin bu
nisyan iddiası hakkında yemin etmesi lâzımgelir.
Şahİdlerin
mevcudiyyetine evvelce muttali olmadığını veya şahidlerin ölmüş olduklarım
zannetdiğini söylediği takdirde de hükm böyledir.
(3) : Hâkim,
kendisine yemin, teveccüh eden tarafa hasmın izni olmaksızın yemin tevcih
etmiş olsa bunun faidesi yokdur. Hasım bunu ikinci defa olarak iade edebilir.
(4) : Hâkim,
aleyhine beyyine ile hüküm teveccüh eden tarafa: «Bu aleyhindeki beyyineyi
cerh ve defi1 edecek bir sebeb var mıdır?» diye sorar. Bu
suretle onun özürünü, şikâyetini izâle
etmiş olur. Kabule şayan bir tean ve
cerhde bulunamadığı
takdirde beyyineyi tenfiz eder. Kabule şayan bir cerh ve tean sebebi dermeyan
ederse bu iddiasını isbâtına intizar eder, onun muk-tezasına göre amel edilir.
(5) :
Yukarıdaki mesele hükmünden beş kısım sahidler müstesnadır. Bunlardan biri:
Müddeaaleyhin ikrarı hâkimin meclisinde işitmiş olan şahidlerdir. İkinci:
Yapılacak yemine şahadet için hâkimin meclisine ihzar edilen şahidlerdir.
Üçüncüsü: Şahidlerin hallerini hâkime sirran haber verib müzekkii sir denilen
şahidlerdir, Dördüncüsü: Adaletçe akranlarına faik olan şahidlerdir. Meğer ki bu sahidler ile
meşhûdünleh arasında karabet veya bu sahidler ile meşhûdünaleyh beyninde adavet
bulunsun. Beşincisi: Mahkûmünaleyh tarafından haklarında hai'v olunan
şahidlerdir. Bu beş kısım sahidler hakkında «Bir şikâyetin var mı» diye
tnahkûmünaleyhe suâl tevcih edilmez. Çünkü bu şahidlerin bir kısmı hâkim
tarafından ihzaredüdiği cihetle bunların adaletleri hâkimce müsellem olub
bunlar hâkim makamına kâimdirler. Diğer bir kısmı da zâhirül'adaleidir. Bir
kısmı hakkında da litne havtu vardır. Maamafih hâkim, bu gibi şahidler hakkında
da teftişi bil.külliyye ihmâl etmez, kendisini meşhûdünaleyh menzilesine
tenzil ederek şahidlerin hallerini
araşdırmakda bulunur.
(6) :
Muddeaaleyh hâkimin huzurunda ikrar veya inkâr
suretiyle cevab vermekden imtina etse hapis olunur, yine ısrar ederse
darb ile tedib olunur, sonra müddeîye yemin tevcih edilmeksizin hükm edilir.
Müddeaaleyhin'bu ce-vabdan imtinaı, hakkı ikrar sayılır.
(7) :
Mahkûmünaleyh gerek müddeî ve gerek muddeaaleyh olsun, «Benim hüccetim vardır.»
derse hâkim, bu hüccetin ihzar edilmesi için içtihadına göre bir müddet
intizar eder, sonra hükmde bulunur. «Hüccetim yokdur.» derse hâkim, bilâ mühlet
aleyhine hükm eder. Şâyed «Benim
beyyinem var ise de uzak bir yerdedir, meselâ Irakda'dır.» derse hâkim, bunun aleyhine hükm eder. Şu kadar var ki bu
mahkûmünaleyh de hüccetini ibraz etmek
hakkım muhafaza eder, bu hücceti bilâhare o hâkimin veya başka bir
hâkimin huzurunda getirib ikâme edebilir.
(8) : Muddeaaleyh,
ikâme edilen şahidlerin fâsık olduğunu
bilmediğine dair müddeîye yemin tevcih edebilir. Müddeî yemin ederse emr-i
muhakeme hali üzere baki kalır, yeminden nükûl ederse yemin müddeaaîeyhe red edilir,
yemin ederse hak sâkit olur.
Müddeî yemin edince:
«Kendisinden başka Tanrı bulunmayan Allah Taâ-lâya yemin ederim ki ben bu
şahidlerimin fışkını bilmiyorum.» diye yemin eder.
(9) :
Müddeînin lehirie ikâme etdiği sahidler hakkında müddeaaleyh, beyyine ikâme
ederek bu şahidleri cerhde bulundukları takdirde müddeî, şahidle-rinin ne
sebeble cerh edildiğini suâl ederse hâkim, bu sebebi sormaya mecbur
olur. Çünkü mücerrih ile müddeî arasında
adavet veya mücrih ile meşhûdüna-leyh arasında karabet bulunabilir.
Fakat böyle bir
beyyine olmayıb rnücerred hâkim, bildiği bir sebebden dolayı şahidlerin
şahadetini red ederse bunun sebebini bildirmek = Bu babda cevab vermek hâkime
lâzımgelmez.
(10) :
Mahkûmünaleyh, dermeyan etdiği hücceti intizar müddetinde ityan edemezse hâkim,
bunun aczine hükm ederek bunu sicilline yazar. Ancak dem, hapis, itâk, neseb,
talâk dâvaları müstesnadır. Mahkûmünaleyh bu hususda hüccetini her ne zaman
ityan ve ikâme ederse muktezasına göre hükm olunur. Meselâ: Kısasa hükm edilmiş
isebu hükm refi' edilir (Muhtasar-ı Ebizziya ve şerhleri.)
(Şafiî'lere göre de bu
hususda şu gibi meseleler vardır:
(1) : Bir
sahih dâva neticesinde müddeabihi ikrar etdiği takdirde mülzem olacak kimse,
inkârda bulunub beyyine mevcud olmasa kendisine yemin tevcih olunur. Çünkü
yemin, münkire aiddir.
Fakat bir hâkim,
hükmünde zulm etmemiş olduğuna veya bir §ahid şahadetinde yalancı
bulunmadığına dair tahlif olunamaz. Zira mansıblan bundan yüksekdir.
(2) :
Müddeaaleyh inkârda bulunub teklif edilen yeminden de nükûl eylese hâkim,
müddeîyi tahlif eder. Yemin ederse müddeabih ile hükm eder, mücer-red
müddeaaleyhin nükûliyle hükm edilemez.
Müddeîye verilen
yemine: «Yemin-i merdûde:» denir. Fakat müddeî, nefsi için değil de, başkası
için bilvekâle veya bilvelâye dâvada bulunmuş olursa kendisine yemin tevcih
edilmez, meğer ki iddia etdiği şey kendi teşebbüsiyle vücude gelmiş olsun. Bir
kavle göre herhalde yemin tevcih edilir.
(3) :
Müddeaaleyh, bir dehşetden dolayı
olmaksızın sükût edib yeminde bulunmasa hâkim nükûlüne hükm eder.
Hâkimin müddeiye «Yemin et.» demesi, müddeaaleyhin nükûlüne hükm
menziiesindedir.
(4) : Yemini
merdûde, bir kavle göre müddeî tarafından ikâme edilmiş bir beyyine gibidir.
Ezher olan kavle göre bu yemin, müddeaaleyhin ikrarı gibidir.
Binaenaleyh,
müddeaaleyh, bu yeminden sonra «Müddeabihi edâ etdiğine veya ondan ibra
edildiğine dair beyyine veya başka bir hüccet ikâme edecek olsa mesmu olmaz.
Çünkü ikrariyle bunu tekzib etmiş sayılır. Mutemed olan, bu kavidir. Diğer bir
kavle göre ise mesmu olur. Zira bu, bir ikrar-ı takdiridir, tahkiki değildir.
(5) :
Kendisine yemin-i merdûde teveccüh eden müddeî, yemin etmez ve bu hususda bir
özür de dermeyan eylemez, bir mühlet talebinde de bulunmazsa müddeaaleyhe
yemin verdirmek hakkı sâkit olur, artık beyyine ikâme etmedikçe hasmından
müddebihi mutalebede bulunamaz.
(6) :
Müddeî, yemin hususunda taâllülde bulunsa veya hisaba veya erbab-ı hukuka
müracaat edeceğini söylese kendisine üç gün mühlet verilir. Bir kavle göre
ebediyyen imhâl edilebilir. Çünkü kendi hakkım taleb etmemek kendisine aiddir.
(7) :
Müddeaaleyh, istihlâfı zamanında mühlet istese müddeînin müsaadesi olmadıkça
imhâl edilemez. Çünkü müddeaaleyh, ikrara veya yemine mecburdur. Müddeî ise
böyle değildir, o hakkım talebde muhtardır. Bir kavle göre müddeaaleyhe de üç
gün mühlet verilir.
Müddeaaleyh, meselâ:
Hisabına bakmak veya fukahadan sormak gibi bir sebebe mebni ilk cevap vermekde
istirnhâlde bulunursa hâkim, ona ahır-ı meclise kadar mühlet verebilir.
(8) :
Müddeaaleyh, müddeînin dâvasına cevab vermeyib de sükût etmekde ısrar eylese,
münkir, yeminden nakil addolunur. Bu halde hâkim, ya müddeaaleyhin nükûliyle
hükm eder veya müddeîye yemin verdirir (Tuhfetül'muh-taç» Hâşiye-i Şirvânî,
Hâşiye-i Ibni Kasım.) [36]
30 - : Muhik
dâvaların meşrûiyyeti, kitab ile, sünnet ile, icma-ı ümmet ile sâbitdir. Bu
meşrûiyyetin hikmeti ise beşeriyyetin nizam ve intizamını muhafazadır, nâsın
hukukini ziyadan vikayedir, yer yüzünde haksız hareketlerin, yolsuz nizâların,
behimî savletlerin izâlesini temindir.
Şüphe yok ki insanlar,
muhtelif etvarda yaradümışdır, muhtelif ihtisasat ve temayülâtın zebunudurlar.
Bu cihetle aralarında vakit vakit husûmetler yüz gösterir. Bu husumetleri izâle
ise elzemdir. Çünkü bunların devam etmesi, fesadı, nizam-ı âlemin inhilâlini
intaç eder. Hak Taâlâ Hazretleri ise fesadı sevmez, nizam-ı kâinatın
bozulmasına, çözülmesine sebebiyyet verilmesine razı olmaz. Husûmetleri
izâlenin başlıca yolu ise dâvadır, ihtilâfa, muhasamaya sebebiyyet veren hâdisenin
bir mahkeme marifetiyle usulen hal ve fasl edilmesidir. ;
Cemiyyet arasında
vakit vakit yüz gösteren dâvalar, başlıca üç halden hâlî değildir. Şöyle ki;
Bir kısımdâvâlar vardır ki, bunlarda davacılar da, aleyhlerine dâva açılanlar
da mazurdur, manevî mesuliyyetden berî bulunut-lar. Meselâ: Bir kimse, bir
müteveffada hakikaten alacağı olan şu kadar meblâğı onun vârislerinden ister,
vârisler ise bu alacağa hakikaten muttali olmadıkları cihetle bunun usulen
isbât edilmesini isterler veya vârisler arasında çocuklar da bulunduğundan
böyle bir isbâta lüzum görülür, işte bu halde açılan bir dâvadan dolayı iki
taraf da mazur bulunur.
Diğer bir kısım
dâvalar da vardır ki, bunlarda davacılar mazur oldukları halde aleyhlerine,
dâva ikâme edilenler mazur olmazlar. Meselâ: Bir kimsenin
bir şahsda fülân cihetden şu kadar
alacağı olduğu halde o şahs bunu bile bile inkâr etmekle mahkemeye müracaata
lüzum görülür. Bu halde o müddeaaleyh olan şahs, vicdan söz ve hareketde
bulunmuş, bir hakkı ibtâle çalışmış, bir hak sahibini mahkemeye müracaata
mecbur etmiş olacağından manen pek büyük bir mes'uliyyete kendisini hedef
kılmış olur. Böyle bir şahsın mahkemeye gitmekden kaçınması, mahkûmiyyet
korkusiyle bin türlü hiyleye baş. vurması da hakkında ayrıca mes'uliyyeti
,uhrevî cezayı müstelzim olacakdır. Nitekim bir âyet-i celîlede: buyurulmuşdur ki bu, sahih bir
suretde açılıb emri ilâhî veçhile hal ve fasl edilecek bir dâva için mahkemeye
gitmekden kaçınan kimseler hakkında büyük bir va'id ve tehdidi mutazammindir.
Binaenaleyh böyle bir dâvaya icabet etmek bir vecibedir.
Başka bir takım
dâvalar da vardır ki, bunlarda müddeaaleyh makamında bulunurlar, mazur, mağdur
oldukları halde davacılar mazur bulunmazlar, bilâkis zâlim, gaddar, hukuka
mütecaviz bir durumda bulunurlar. Meselâ: Bîr kimse kalkar, başkasına aid,
tasarrufu onun rızasına bağlı bir mala bile bile haksız yere el koyar, bu malın
kendisine aidiyyetini veya bu maldan istifadeye salâhiyyetli bulunduğunu gayrı
meşru bir halde iddiaya kalkışır, bîçâre mal sahibini mahkemelere sürükler,
mahkemeleri haksız yere işgalden sıkılmaz, îşte böyle haksız bir cür'etkârın
manen ne kadar mes'ul bir vaziyetde bulunacağı da şüphsizdir. Hele böyle
haksız bir şahs, iddiasını usûlüne uydurarak İsbâta nail, bu suretle başkasının
hakkına musallat olursa onun ne kadar ağır bir mes'uliyyet altında kalacağı
düşünülmelidir.
Bir hadis-i şerifde
şöyle buyurulmuşdur : Yani
: «Ben de sizin gibi insanım, siz muhakeme için bana müracaat edersiniz,
olabilir ki bazınız, İddiasını isbât hususunda bazınızdan daha fatin, daha
kudretli bulunur da ben onun lehine işitdiğime göre hükm ederim, imdi - bilmiş
olmalısınız ki - ben her kime ki kardeşinin hakkından bir şey ile hükm eder
isem, muhakkak oüun için ateşden bir parça kesib ayırmış olurum.»
Demek oluyor ki,
hâkim, zâhir-i hâle bakar, icab eden meşru usûle riâyet eder, ikâme edilen
beyyineye veya yemine göre hükm eder. O, bu cihetle mazurdur. Fakat bu
beyyineyi veya yemini hüâf-ı hakikat olarak ileri sürenler, irtikâb edenler
mes'uliyyetden asla berî olamazlar. Artık kendilerini karşılayacak olan bir
azab ateşine hazırlansınlar!.
Velhâsıl içtimaî
hayatda muhtelif, mütenevvi dâvalar tekevvün eder. Bunlara meşru suretde
bakmak hâkimlerin vazifeleridir, cemiyyetin selâmeti, intizamı bunu iktiza
etmekdedir.
Yani : «Eğer nâsa
istedikleri şeyler mücerred dâvalarına binaen verilecek olsa bir takım
kimseler halkın kanlarını, mallarını iddia eder dururlar. Fakat - böyle
mücerred dâva kâfi değildir - hüccet ikâmesi davacıya aid-dir, iddia edilen
şeyi inkâr edene de yemin tevcih olunur.»
Binaenaleyh hâkimler
bu cihete riâyet ederler ve mümkün olduğu kadar yeminlerin, beyyinelerin hakka
mukarenetini temine çalışırlar, bundan ötesi cemiyyet efradının dinî, ahlâkî
terbiyesiyle mütenasib bulunur. Teysirül-vusul ilâ camiül'usûl
(Tebyinül'hakâik.) [37]
31 - :
ikrarı sahih olan kimsenin inkârı da sahih olacağından böyle bir kimse dâvada
ve üzerine beyyine ikâme hususunda hasım olabilir.
Meselâ : Esnaf dan
biri gelib bir zatdan: «Senin resûlin fülân benden senin namına şü malı satın
aldı, semenini ver.» diye dâva etse o zat, hasım olmuş olur, Çünkü o zatın bu
babda ikrarı şahindir. Artık bu risâleti ikrar etse satm alınan malın, semenini
teslime mecbur olur. İnkâr etdiği suretde de müddeîye hasım olub kendisine
karşı müddeînin dâvası ve beyyinesi dinlenir.
Kezalik ; Bir kimse,
bir şahsdan: «Medyunum fülûn bana vermek üzere sana şu kadar kuruş vermiş idi.»
diye dâva ve inkâra mukarin beyyine ikâme etse bu meblâğı o şahsdan alabilir.
Çünkü o şahsın bu hususda ikrarı muteberdir (Ankaravî, Netice, Mecelle.)
32 - :
îkrarı sahih olmayanın inkârı da sahih olmıyacağından böyle bir kimse esasen hasım olamaz.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsa hitaben: «Senin şıraya vekilin olan fülân zat, şu malı benden senin
için satın aldı, semenini ver.» diye dâva etse o şahs kendisine hasım olamaz.
Çünkü bu şahs bu vekâleti ikrar etse de mebiin semenini müddeîye teslime
mecbur olmaz. Zira beyide hukuk-ı akd, âkide aid-dir, bu semen ancak âkid
olanvekilden istenilebilir. Binaenaleyh bu şahs, bu tevkili inkâr etdiği
takdirde de bu müddeîye hasım olmayacağından kendisine karşı müddeînin dâvası
dinlenemez. Beyi mebhasine de müracaat!. {Ankaravî, Mecelle.)
33 - :
İkinci meseledeki umumî kaideden veli, vasi, ve mütevelli olanlar müstesnadır.
Şöyle ki: Bir kimse yetime veya vakfa aid bir malı: «Mülküm-dür.» diye dâva
etse velinin, vasinin veya mütevellinin bunu ikrar etmesi nafiz olmayacağından
üzerine bir hükm terettüb etmez ve kendisine yemin tev-
cin edilemez. Fakat
bunların inkârları sahih olduğundan onun üzerine müddeînin dâvası ve beyyinesi
dinlenir. Demek ki bunlar, dâvada ve ikâme-i bey-yinede hasım oluyorlarsa da
ikrar ve yemin hususunda hasım olmuyorlar.
Maahaza veliden,
vasiden ve mütevelliden yetime veya vakfa aid sâdir olan bir akd üzerine dâva
tahaddüs etse bu hususda bunların ikrarları da muteber olur. Meselâ: Bir veli,
çocuğun malım şer'î müsevvigata binaen satıb da buna dair müşteri tarafından
bir dâva açılsa velinin bu satışına dair ikrarı muteber olur. Binaenaleyh bu
hususda hasım olacağından inkârı takdirinde kendisine yemin tevcih ve bu iddia
için beyyine de ikâme edilebilir (Ankaravî, Dürrimuhtar.)
34 - : Bir
ayin hakkındaki dâvada hasım, ancak o ayine vaziül'yed olan kimsedir. Meselâ:
Bir kimse, bir zatın atını veya bir akarını gasb ederek başka bir şahsa satıb
teslim etmiş bulunsa o zat, bu atı veya akarı istirdad etmek isteyince bunu
ancak zilyed olan müşteriden dâva eder, gâsıbdan dâva edemez. Fakat bunların
kıymetini tazmin etdirmek isterse gâsıbdan dâva eder. Velev ki magsub mal,
müşterinin elinde bulunsun. Fakat magsub, müşterinin elinde telef olmuş olursa
sahibi bunun bedelini dilerse gâsıb olan bayiden ve dilerse müşteriden dâva
edebilir (Bezzâziyye, Mecelle Bahrirâik.)
35 - : Bir
kimse, satılmış olan bir mala müstahik çıkıb da onu dâva et-dikde bakılır: Eğer bu malı müşteri
kabz etmiş ise dâva ve şahadet vaktinde hasım yalnız müşteridir, satanın huzuru
şart değildir. Fakat müşteri o malı
henüz bayiden kabz etmemiş ise dâva ve şahadet
vaktinde hem müşterinin malik
olmak sıfatiyle, hem de bâyün zilyed olması hasebiyle hazır bulunması lâzımdır.
Meğer ki beyi, fâsid veya bâtıl olarak akd edilmiş ve mebi henüz kabz edilmemiş bulunsun. O takdirde
hasım yalnız bâyidir, müşterinin huzuru şart değildir.
Bir mah şüf'a
sebebiyle ahz etmek de bu istihkakın naziridir. Satılan malın vakfiyyeti iddia
edildiği takdirde de hükm böyledir (Camiül'fusûleyn. Ali Efendi Fetavâsı.)
36 - : Vedî,
vârislere hasım olur, müşteriye musûlehe,
magsubünminhe hasım olamaz. Şöyle ki: Bir kimse, bir şahsın elinde
bulunan bir hane için; «Ben bu haneyi
sahibi fülân zatdan şu kadar kuruşa satın aldım, bunu bana teslim et.» diye
iddia etdikde o şahs: «Bu haneyi bana sahibi bizzat iydâ ve teslim etdi.» dese bu müddeînin husûmeti
mün'defi olur, sahibinin bu iydâını isbâta hacet kalmaz. Çünkü bu hanenin fülân
zata aidiyyetüıde her ikisi de müttefik
bulunmuşdur. Vedî, bu satış muamelesini tasdik etsin etmesin, hüküm böyledir.
Çünkü vedîin bu ikrar ve tasdikiyle gaib üzerine hükm olunamaz:
Fakat o şahs, «Bu
haneyi bana fülân zatın vekili İydâ eldi.» dese beyyinesi bulunmadıkça
kendisinden husûmet mün'defi olmaz. Çünkü bu vekâleti müşteri münkirdir. Şâyed
müddeî: «Evet... Bu haneyi fülân zat sana iydâ etmiş-di, fakat sonradan bana
satdı ve senden kabz ve teslime beni tevkil etdi.sde-yib bu beyi ve tevkili
isbât eylerse bu haneyi vediden alır. Amma müddeaa-. leyh, müddeînin bu
iddiasını ikrar ederse hâkim, vediayı müddeîye vermesi için bu müddeaaleyhe emr
etmez (Bahrirâik, Dürrimuhtar, Mecelle.)
37 - : Bir
kimse, bir şahsın elinde bulunan bir mal için «Bu benim idi, fülân adam benden gasb etdi.»
diye iddia, o şahs da «Bu malı fülân kimse bana iydâ ve teslim etdi.» diye
müdafaada bulunsa o magsubünminh olan kimsenin husûmeti mün'defi olur.
Kezalik : Bir kimse,
bir şahsın elindeki bir mal için «Bunu fülân müteveffa bana vasiyyet etdi.»
diye dâva, o şahs da: «Bu mah bu müteveffa hayatında bana iydâ etdi.» diye
iddia eylese, o musâleh olan kimsenin husûmeti bertaraf olur. Müteveffanın
vârisi veya vasisi hazır bulunmadıkça bu dâva isti-ma olunmaz (Bahrirâik.)
38 - : Vedî,
mûdein dâinine hasım olmaz.
Binaenaleyh bir dâin,
mûdîde olan alacağını vedîin muvacehesinde isbât edib ondaki vediadan bu
alacağım istifa edemez. Böyle bir deyin dâvası, ve-dîe karşı sahih değildir.
Fakat bir kimse, bir gaibin üzerine vâcib olan nafakasını bu gaibin emanet
akçesinden almak üzere onun vedîinden dâva ve hâkimin emriyle ahz ve sarf
edebilir (Mecelle, Ankaravî.)
39 - : Dâine
borçlunun borçlusu hasım olmaz.
Binaenaleyh bir kimse,
berhayat veya müteveffa bulunan bir şahsdaki alacağım o şahsın medyunu
muvacehesinde isbât ederek ondan istifa edemez.
Fakat bir kimsenin bir
müteveffaya aid terekede alacağı sabit olub bir şahs da zimmetinde o
müteveffaya şu kadar borçlu bulunduğunu ikrar etse hâkim, bundan o müteveffanın
borcunu o kimseye vermesi için bu şahsa emr edebilir (Bezzâziyye.)
40 - : Bayie
müşterinin müşterisi hasım olnıaz.
Binaenaleyh bir kimse,
satdığı malın semenini müşteriden almadan müşteri bu malı o kimsenin izni
olmazsızm kabz ile başka bir şahsa satıb teslim etse o kimse, bu şahsdan bu
malın semenini veya semenini istifa edinceye kadar hapis etmek üzere o malı
taleb edemez. îkinci müşteri, bayi tasdik etmese bile birinci müşteri hazır
olmadıkça aralarında husûmet carî olmaz.
Fakat bir müşteri
diğer bir müşteriye hasım olabilir. Meselâ; Bir kimse, bir şahsa saldığı malı
daha semenini almadan başkasına satıb teslim etse bu şans, o malı bu ikinci
müşteriden «Benimdir.» diye dâva edebilir (Hindiyye,' Mecelle.)
41 - :
Terekeden bir ayin dâvasında zilyed olmayan vâris, hasım olamaz. Meselâ : Bir
müteveffanın terekesinden olub kablel'kısma
vârislerinden
birinin elinde bulunan
bir elmas yüzüğü bir kimse: «Benim mahmdır, müteveffaya vedia olarak
verrnişdim.» diye diğer vârisden dâva etse dinlenmez, bunu ancak o züyed olan
vârisden dâva edebilir. Bu takdirde bu dâvasını o vârisin inkârına mukarin
beyyine ile isbât ederse bütün vârisler aleyhine hükm olunur. Fakat bunu yalnız
o zilyed olan vâris ikrar ederse ikrarı ancak kendi hissesi mikdannca nafiz
olur, sair vârislere sirayet etmez. Binaenaleyh onun o yüzükdeki hissesi,
müddeînin olmak üzere hükm olunur (Mecelle îmâ-diyye.)
42 - :
Gâsıb, bazen bayie hasım olur.
Meselâ: Bir kimse, bir
malını başkasına satib da henüz teslim etmeden elinden gesb olunsa bakılır :
Eğer semeni müşteriden almış veya semen müeccel bulunmuş ise hasım müşteridir,
ve illâ bâyidir (Hindiyye.)
43 - : Vedî,
vârislere hasım olur.
Meselâ : Bir
müteveffanın vârisi, bir şahsın elindeki bir mal hakkında: «Bu benîm
müverrisimindir, sana vedia olarak vermişdi, bana iade et.» diye dâva edebilir.
Müddeaaleyh: «Bu bende vediadır.» demekle bu dâvayı defi1 edemez (Bahrirâik.)
44 - : Bir
müteveffanın lehine ve aleyhine olan ayne veya deyne müteallik dâvalarda
vârislerinden yalnız biri hasım olabilir. Meselâ: Bir müteveffanın bir şahsda
olan alacağını vârislerinden yalnız biri dâva edebilir. Bu sabit olunca
vârislerin hepsi için hükm olunur. Şu kadar var ki, dâva eden vâris, yalnız kendi hissesini kabz
eder, vekâleti haiz olmadıkça sair vârislerin hisselerini kabz edemez. Fakat
bir de. yalnız'kendi hissesini dâva etmiş ve bununla hükm olunmuş olursa şâir
vârislerin hakları sabit olmaz.
Kezalik : Bir kimse,
bir müteveffanın terekesinden bir deyin dâva edecek olsa bunu vârislerinden
yalnız biri muvacehesinde dâva edebilir. O vârisin elinde terekeden mal
bulunsun bulunmasın müsavidir. Çünkü müteveffanın bir malı zuhur ederse müddeî
bundan müstefid olur. Eğer bu dâva sahih olmasa şahidleri fevt veya tegayyüb
edebileceğinden hakkı zayi olabilir,
Müddeî, bu dâvasını
isbât edince bütün vârisler hakkında sabit olmuş olur. Artık bu alacağı sair
varisler huzurunda tekrar isbâta muhtaç olmaz. Şu kadar var ki, şâir vârisler, müddeînin
bu dâvasını defe salâhiyyetli bulunurlar (CamiüTfusûleyn.)
45 - :
Terekeye aid olub vârisler beyninde taksim edilmiş olan bir ayin hakkında her vâris, kendi hissesinde
hasım olur, hazır olan vâris, gaib olan
hasım namına hasım olmaz.
46 - : Bir
müteveffanın aleyhine olan ve nesebe müteallik bulunan bir dâvada o müteveffanın gâsıbı, mûdei,
medyunu, dâyîni, sülüs mikdarıyle mû-salehi veya vârisleri tarafından
alacaklarını kabza tâyin edilen vekili hasım olamaz. Fakat müteveffanın bütün
terekesi hakkında mûsaleh olan, hasım olabilir.
Meselâ : Bir kimse,
bir müteveffanın bir malını gasb etmiş olan bir şahsa
karşı dâva açarak o maldan alacağını
isteyemez. Kezalik: Vârisler tarafından müteveffanın
alacağını kabza tevkil edilmiş zata karşı o müteveffanın dâyinleri dâva açarak
onun makbuzatından alacaklarını alamazlar
(Hamevî, Ali
Efendi Fetavâsı.)
47 - : Bir
müstecir, diğer müstecire veya rnürtehine hasım olamaz. Şöyle ki: Bir kimse,
bir şahsın elindeki bir akar için: «Ben bunu senden evvel sahibinden isticar
etdiğim halde o bunu sonra sana İcar ve teslim veya terhin etmiş.» diye dâva, o
şahs da ondan isticar veya irtihan eylediğini ifade etse kendisinden o kimsenin
husûmeti mündefi' olur.
48 - :
İkraza vekil olan, müstakrize hasım olamaz.
Meselâ : Bir kimse,
«Ben fulanın şu kadar parasını tarafından vekâleten sana ikraz etmişdim, onu
isterim.* diye dâva etse bu dâvası mesmu olmaz (Ankaravî.)
49 - : Bir
dâyin, diğer dâyine hasım olamaz.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsdaki şu kadar alacağını ondan aldıkdan sonra diğer bir zat zuhur edib.
«O şahsda benim de şu kadar alacağım vardır, ondan aldığın meblâğdan bir
kısmını benim borcuma mahsuben bana ver.» diye o kimseden dâva edemez.
50 - : Bir
müteveffanın terekesinden bir deyin dâvası, vârislerinden yalnız birinin
huzurunda ikâme edilmekle o vâris, bu deyni ikrar veya kendisine tevcih edilen
yeminden nükûl etse bu deyinden kendisinin hissesine düşen mik-dar ile mahkûm
olur, yalnız onu vermesi hâkimin
hükmiyle lâzmıgelir. Bu ikrarı
şâir vârislere sirayet etmez. Muhtar olan kavi, budur. Mecelle'de de bu kabul
edilmişdirt Şa'bînin, Hasen-i Basrî'nin, îmam Mâlik ile îbni Ebî Leylâ-mn, ve
Süfyan-ı Sevrî'nin kavilleri böyledir. Fakat zâhirürrivâyeye göre bu halde dâyin, deynin tamamını mukirrin
terekedeki hissesinden ahz edebilir.
51 - :
îrsden başka bir sebeble bir kaç kimse arasmda müşterek olan bir ayni dâvada
bunlardan biri diğerinin hissesinde müddeîye hasım olamaz. Meselâ: Bir kaç
kimsenin müştereken satın aldıkları bir haneyi bir şahs çıkıb bunlardan
yalnız birinin huzurunda «Mülkümdür.» diye dâva ve isbât ile hükm istihsâl etse
bu hükm, yalnız bu hazır olan şerikin hissesine inhisar eder, sairlerine
sirayet etmez. Çünkü bir kimse, vekâleti, niyabeti veya velayeti bulunmadıkça
başkası namına hasım olamaz (Eşbah, Hamevî.)
52 - :
Irsden başka bir sebeble müşterek olan bir mal hakkında şeriklerden biri,
müddeî vaziyetinde bulunsa diğer şerikleri namına da hasım olmuş. olabilir mi?.
Bu meselede ihtilâf vardır. Şöyle ki: imamı
Azama göre hasım olamaz, imâmeyne göre ise olur.
Meselâ : İki kimse
aralarında münasafeten müşterek olan bir malı bir şahsa satsalar bunun semenini
bu iki şerikden biri o şahsdan dâva ve isbât etse imamı Azama göre yalnız kendi
hissesiyle hükm olunur, diğer şerikin bunu ayrıca dâva ve isbât etmesi
lâzımgelir, isbât edemezse şerikinin makbuzuna ortak olur. imâmeyne göre ise
tamamiyle hükm olunur, diğer şerikin dâvasına, isbâtına hacet kalmaz
(Hâniyye.)
53 - :
Nesebi dâva ve isbâtda müteveffanın vârisi, vasisi, medyunu, müs-tevdei, dâyini
ve mûsalehi hasım olabilir. Bunlar müddeabîhi gerek ikrar etsinler ve gerek
etmesinler.
Vesayeti dâvada da
müteveffanın vârisi, medyunu veya mûsalehi hasım olabilir.
Meselâ : Bir kimse,
bir müteveffanın vârisine karşı: «Ben müteveffanın şu hususa dair vasisiyim»
diye dâva edebilir (Hâniyye, Ali Efendi Fetavâsı.)
54 - : Bir
müteveffadan bir mal dâva edildiği halde onun terekesi namına asla mal mevcud
olmadığı gibi müddeî de müddeasım isbât edemese vârislerine yemin tevcih
edilebilir mi?. Bazı fukahaya göre tevcih edilemez, bazı fukahaya göre ise
adem-i ilme yemin tevcih edilir (Tekmile, Hâniyye.)
55 - : Bir
müteveffanın terekesi deyne müstağrak bulunduğu takdirde ayrıca zuhur eden bir
müddeîye karşı vârislerinin ikrarları, gurema
hakkında muteber olmadığı gibi inkârları halinde de bazı fukahaya göre
kendilerine yemin tevcih edilmez (Ankaravî, Netice.)
56 - :
Tarik-i âm veya bazı karyelere aid mer'a, baltalık gibi menafii Umuma aid olan yerlerin dâvasında
âmmeden yalnız birisi müddeî olabilir. Bu halde bunun dâvası dinlenerek
müddeaaleyh üzerine hükm olunabilir.
Tarik-i âmmede ihdas
edilib müslümanlara muzir bulunan bir şeyi müslü-manlardan her biri meni' ve
refedebilir, bunda icma vardır. Fakat âmmeye muzir bulunmayan bir şeyi, imamı Azama
göre müslürnanlardan her biri yine meni' ve refedebüirse de imam Muhammed'e
göre onun meni hususunda yalnız hakk-ı husumeti bulunur, hakk-ı ref'i
bulunmaz. îmam Ebû Yusuf'a göre İse onun ne hakk-ı men'i ve ne de hakkı ref'i
bulunmaz (Mecelle, Kefevî.)
57 - :
BeytüTmâlin emvalini ce'mi ve hıfza memur olan zat, hâkim tarafından husûmeti
re'i olunmadıkça bir kimseye karşı, meselâ: Bir müteveffanın terekesine dair
olan bir alacak dâvasında müddeî veya müddeaaleyh sıfatıyle hasım olamaz. Fakat
hâkim tarafından husûmeti re'i olunursa vasi olmak sıfatiyle hasım olur.
Kezalik : Beytül'mâle
aid hususlarda müddeî ve müddeaaleyh olmak üzere veliyyüremr tarafından memur
ve tevkil edilen beytül'mâl emini, beytül'mâle aid meselelerde hem müddeî, hem
de müddaaleyh olabilir (Tekmile-i Reddimuhtar.)
Kezalik : Beytül'mül
emini isbât-ı veraset hususunda hasım olabilir: Binaenaleyh zahirde vârisi
bulunmayan bir müteveffanın terekesine beytül'mâl emini vaz'ı yed etmekle bir
kimse zuhur ederek müteveffanın vârisi olduğunu bu eminin muvacehesinde dâva ve
isbât etse verasetine hükm olunur (Ecvi-be-i Kânia.)
(Şafiî'lere göre bir
kimse, bir şahsdan bir akar veya bir menkûl dâva etmekle o şahs; «Bu mal benim
değildir» veya «Bu ayin bilmediğim bir kişinindir.» veya «Benim çocuk veya
mecnun olan oğlumundur.» veya «Bu mal fukaraya veya fülân mescide mevkumdur,
ben bunun nazırıyım.» dese esah olan kavle göre bununla o şahsdan husûmet
münsarif olmaz ve o ayin de onun elinden nez' edilmez. Belki müddeî olan o
kimse, müddeaaleyh makamında bulunan o şahsa: «O ayni teslim etmesi kendisine
lâzımgelmediğine dair yemin verdirir.» Bu halde o şahs, ikrar ederse febiha,
yeminden nükûl eylerse müddeîye yemin red olunur, yemin edince o ayne
istihkakı sabit olur. Nitekim bey-yine ikâme etdiği suretde de hükm böyledir.
Müddeaaleyh, elindeki
aynin beldede hazır, muayyen, muhasanıası ve tahlifi kabil bir şahsa aid
olduğunu ikrar etse o şahsa suâl olunur, bu aynin kendisine aidiyyetini tasdik
ederse husûmet onunla carî olur, tekzib ederse o mal, mukirrin elinde
bırakılır, ondan husûmet münsarif olmaz. Bir kavle göre bu halde o mâl müddeîye
teslim olunur. Çünkü ona ondan başka talib yokdur. Diğer bir kavle göre de
maliki zuhur edinceye kadar onu hâkim hıfz eder.
Şâyed müddealeyh, o
malın bir gaibe aiddiyetini ikrar ederse esah olan kavle göre kendisinden
husûmet münsarif olur, gaibin kudümüne kadar dâva işi tevkif olunur. Fakat
müddeînin beyyinesi ve gâib üzerine hükmün şartları mevcud olursa bu malın
müddeîye aidiyyetine hükm olunur. Bu, gâib aleyhine kaza olduğundan müddeîye
istizhâren yemin edilir. Bir kavle göre ise bu, hazır aleyhine kaza olduğundan
bu yemine lüzum yokdur (Tuhfetül'muhtac.) [38]
58 - :
Dâvalarda defi' muteberdir. Çöyle ki: Müddeaaleyh canibinden müddeînin dâvasını
red edecek bir başka dâva dermeyan ve isftât edilse müddeînin dâvası bertaraf
olur.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsdan şu kadar kuruş karz cihetinden alacak hakkı olduğunu dâva etdikde o
şans: «Ben onu sana ödedim.» veya «Sen beni ondan ibra etdin.» veya «Biz ondan
sulh olduk.» dese bir defi' dermeyan etmiş olur.
Kezalik ; «İstediğin
meblâğ, karz değildir, belki sana satmış olduğum fu-lân malın semenidir.» veya
«Fülân zat kendisinde olan o kadar kuruş alacağımı sana havale etmişdi, sen o
havale bedeli olarak onu bana verdin.» dese defide bulunmuş olur.
59 - : Şu
meseleler de def-i dâva kabüindendir. Şöyle ki: Bir kimse bir şahsa hitaben:
«Sen fülân zatın zimmetinde olan şu kadar kuruş alacağıma kefil olmuşdun, onu
bana ver.» diye dâva etmekle o şans: «Bu meblâğı o zat sana tediye etmişdir.»
diye iddiada bulunsa bir defi' irâd etmiş olur.
Kezalik : Bir kimse,
bir şahsın elindeki bir mal hakkında: «Bu mal benimdir.» diye dâva etmekle o
şahs: «Bu malı fülân adam kendisinin olmak üzere benden dâva etdik dese bu
malın o adama aidiyyetine şahadet etmişdin.» diye iddia eylese bu kimsenin
mülkiyyet dâvasına karşı bir defi'de bulunmuş olur. Kezalik : Bir kimse, bir
müteveffanın terekesinden şu kadar kuruş alacağı olduğunu vârisinin inkârına
mukarrin dâva ve isbât etdikden sonra «O hakkı müteveffanın hal-i hayatında
tediye etmiş olduğunu» vârisi iddia
eylese bir defi' dermeyan etmiş olur.
Kezalik : Bir kimse,
bir şahsın kendisinden haksız yere şu kadar kuruş aldığını ve onun yanında bu
meblâğın helak olduğunu iddia etmekle o şahs: Bu meblâğı bihakkın aldığım iddia
eylese bu defi muteber olur. Binaenaleyh bu defi beyyine ile isbât edince
müddeinin tazmin iddiasına mahal kalmaz (Mecelle, Camiül'füsûleyn Ali Efendi
Fetavâsı.)
60 - : Def-i
dâva sahih olduğu gibi bu defi dâvayı defi' de sahih olur. Meselâ : Bir kimse,
bir şahsın elindeki bir mal için: «Bu mal
benimdir,
bana babamdan miras
kaldı.» diye dâva, o şahs da: «Ben bu malı babandan satm aldım.» diye defi'
etmekle o kimse: «Her ne kadar babam bu malı sana sattı ise de sonra siz bey'î
ikâle etdiniz.» dese def-i defi'de bulunmuş olur (Hindiyye.)
61 - : Def-i
dâvada bulunan müddeaaleyh, müddeî, müddeî de müddeaaleyh vaziyetinde bulunmuş
olur. Bu halde müddeaaleyh, defini isbât etdikde müddeînin dâvası bertaraf
olur, isbât edemediği takdirde hâkim, müddeaaley-hin talebiyle müddeîye yemin
tevcih eder, müddeî bu yeminden nükûl ederse müddeaaleyhin def-i yine sabit
olur. Fakat müddeî, müddeaaleyhin iddiasının doğru olmadığına yemin ederse
dâvası avdet eder, usulen hâili icab eder (Red-dül'muhtar.)
62
- : Bir kimse, bir
şahsdan şu kadar meblâğ alacak
dâva etdikde şahs: «Ben seni bu meblâğ
ile fülân zatın üzerine havale etmiş, ikiniz de bu havaleyi kabul eylemiş
idiniz.» diye iddia, ve bu iddiasını muhalünaleyh olan o zat da meclisde hazır
olduğu halde isbât eylese müddeîyi defi1 ile mutale-besinden kurtulur.
Kezalik : Bir kimse,
bir şahsdan «Sana şu kadar kuruş borç vermişdim, onu bana ver.» diye dâva
etmekle o şahs: «Evet vermişdin, fakat onu fülân zata ver diye sen emr etmekle
onu o zata verdim.» diye iddia ve biyyine ikâme etse sahih bir def ide
bulunmuş olur (Bezzâziyye, îmâdiyye,)
63 - : Def-i
dâva, kablel'hükm olduğu gibi bâdel'hükm de olabilir. r Meselâ : Bir müteveffanın vârisi, bir kimseden «O müteveffanın senin zimmetinde
şu kadar kuruş hakkı vardır.» diye dâva ve inkâra mukarrin bey yine ikâme
etmekle bâdel'hükm o meblâğı ahz etse de bâdehû o kimse, bu meblâğı fülân şahs
eliyle müteveffaya hal-i hayatında irsal ve teslim etmiş olduğunu dâva ve isbât
eylese o meblâğı istirdad edebilir ki, bu, bâdel'hükm bir defidir (Ali Efendi
Fetavâsı.)
'(Şafiî'lere göre
aleyhine beyyine ikâme edilen taraf, bu beyyineyi defi' edecek bir şey ityan
edeceğini söyleyerek istimhâlde bulunursa kendisine üç güa mühlet verilmesi
icab eder. Fakat kendisinden kefil alınır, kendisi avamdan veya hâkimin
mezhebine muhalif kimselerden bulunursa bu ityan edilecek şeyin neden ibaret
olduğunu hâkimin istifsâl etmesi lâzımgelir. Avamdan olmayan bir müddeaaleyh
ise tefsirde bulunmasa da imhâl edilebilir Tuhfe-tül'muhtac.) [39]
64 - :
Tenakuz, münakızın kendi nefsi için mülkiyyet dâvasına mânidir. Çünkü tenakuz,
müddeinin kizbini gösterir.
Binaenaleyh bir kimse,
bir mali istişrada veya istiyhabda veya istidada veya isticarda bulunduğu halde
o mala malik olduğunu dâva etse bu dâvası mesmu olmaz.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsın elindeki bir kitabı satın almak isteyib de bâdehû o kitab, bu satm
almak istemesinden mukaddem kendisinin mülkü olduğunu dâva etse tenakuza mebni
bu dâvası dinlenilmez.
Kezalik : Bir kimse:
«Benim fülân şahsda hiç bir hakkım yokdur.» veya «Ona karşı hiç bir dâvam
yokdur.» dedikden sonra ondan hemen bir şey dâva etse mesmu olmaz. Meğer ki
bâdeh» hadis bir emrden dolayı dâvada bulunsun (CamiüTfüsûleyn.)
65 - : Bir
kimse, bir şahsdan: «Fülân zata vermek üzere sana vermiş olduğum şu kadar
kuruşu o zata vermedin, elinde kaldı, getir bana iade et.» demekle o şahs,
kendisine böyle bir meblâğ verildiğini inkâr edib o kimsenin
bu iddiasını beyyine ile isbâtından
sonra: «Evet... O zata vermek üzere bana o meblâğı vermişdin, ben de o meblâğı
o zata verdim.» diye müdafaada bulunsa bu defi, tenakuza mebni mesmu olmaz.
Kezalik : Bir kimse,
bir şahsın elinde bulunan bir hane için: «Bu benim mülkümdür.» diye dâva
etmekle o şans: «Evet bu hane senin idi, fakat sen onu fülân tarihde bana
sattın.» diye iddia ve bu kimsenin bu satış muamelesini külliyen inkârına
kargı o şans, bu iddiasını isbât etdikden sonra o kimse: «Evet.. O haneyi o
tarihde sana şatmışdım, fakat bu satış vefaen idi, veya söyle müfsid bir şart
ile yapılmişdı.» diye dâva etse mesmu olmaz (Gurer., Me--celle,
Camiürfüsûleyn.)
66 - : Bir
kimse, bir malın bir şahsa aidiyyetini ikrar
etdikden sonra o malın kendisine veya müvekkiline veya vasisi veya
velisi bulunduğu çocuğa aidiyyetini
dâva etse dâvası sahih olmaz. Çünkü tenakuz,
mütenakızın hem nefsine, hem de
başkasına aid dâvasının sıhhatine mânidir. Meğer ki mukar-rünleh bu ikrarı red
etsin veya aradan zaman geçerek mülkiyyetin intikâli için bir sebeb dermeyan edilsin
(Hindiyye.)
67 - : Bir
kimse, bir şahsı ibra-i âm ile ibra etdikden sonra kendisi için ondan bir mal dâva etse sahih olmaz-
Fakat onu bütün dâvalardan ibra etdikden sonra başkası namına vekâleten veya
vesâyeten bir mal dâva eylese bu mesmu
olur (Eşbah, Hindiyye.)
68 - : Bir
kimse, bir malın başkasına aidiyyetini bilvekâle veya bilvelâye veya bilvesâye
veya bittevliye dâva etdikden sonra o malın
kendisine veya başka bir şahsa
aidiyyetini dâva etse sahih olmaz. Çünkü bir kimse, kendi malım husûmet
zamanında başkasına izafe etmez. Şu kadar var ki, bilâhare «Bu mal fülânın idi,
fakat onu sonra ondan satın aldım, veya
müvekkilim fülân şahs satın
aldı.» diye dâva ve beyyine ikâme ederse o zaman dâvası
sahih olur.
Kezalik : Bir kimse,
bir malı evvelâ kendisinin olmak üzere dâva, bâdehû başkası namına bilvekâle
dâva etse sahih olur. Zira dâva vekilleri, bazen müvekkillerine aid şeyleri -
hakkı rnutalebeleri olmak sebebiyle - kendi nefsle» rine muzâf kılarak dâvada
bulunurlar (Mecelle, Ankaravî, Hâniyye.)
69 - : Bir
muayyen hak iki kimseden ayrı ayrı istifa olunamıyacağı gibi böyle bir hak bir
cihedden dolayı iki kimseden iddia da olunamaz.
Meselâ : Bir kimse,
alacaklısına vermek üzere Zeyd'e şu kadar kuruş vermiş olduğunu iddia ve
inkârına mukarin Zeyd'e yemin tevcih etdikden sonra Zeyd hakkında bir zanna
binaen dâvada bulunmuş olduğunu zu'um ederek bu meblâğı Halid'e vermiş olduğunu
Halid'den dâvaya kalkışsa artık bu dâvası kabul olunmaz (Bezzâziyye.)
70 - : Bir
şahsın dâvasında tenakuz bulunacağı gibi bir şahs hükmünde
bulunan vekil ile müvekkil veya vâris ile
müverris gibi iki şahüin sözlerinde de tenakuz tahakkuk edebilir.
Binaenaleyh bir
husûmet hakkında müvekkilin veya müverrisin dermeyan etmiş olduğu dâvasına
münafi vekili veya vasisi bir dâvada bulunsa sahih olmaz (Bahrirâik.)
71 - :
Tenakuz, def-i dâvaya da mâni olur.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsdan «Fülânın bana olan şu kadar meblâğ borcuna kefil olmuşdun, o
meblâğı bana ver.» diye dâva ve bu kefaleti o şahsın inkârına mebni isbât
etmekle o şahs: «Sen beni bu kefâletden ibra etmigdin.» diye müdafaada bulunsa
bu def-i dâvası mesmu olmaz (Behcetül'fetava.)
72 - : Bir
kimsenin aralarında tenakuz husule gelen iki dâvasından ikincisi merdud ise de
bu, evvelki dâvasını takibine mâni olmaz. Çünkü ikinci dâvanın yalan olduğu
anlaşıldığından dinlenemez, fakat bununla evvelki dâvanın da yalan olduğu
zahir olmaz.
Meselâ : Bir kimse,
«Ben fülân müteveffanın amcası oğluyum.» diye dâva etdikden sonra: «Ben o
müteveffanın kardeşiyim.» diye dâva etse bu ikinci dâvası kabul olunmaz, fakat
yine o müteveffanın amcası oğlu olduğunu dâva etse kabul olunur (Dürerül'hükkâm.)
73 - :
Tenakuz, hasmın tasdikiyle mürtefi' olur.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsdan evvelâ cihet-i karzdan olmak üzere bir mikdar meblâğ dâva edib de
bâdehû bu meblâğın kefalet cihetinden olduğunu iddia, o gaha da bunu tasdik
eylese tenakuz aradan kalkmış olur (Bezzâziyye, Mecelle)
74 - :
Tenakuz, hâkimin tekzibiyle de mürtefi' olur.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsın elindeki bir mal hakkında «Bu mal benimdir.» diye dâva, o şahs da
«Bu mal fülân zatın idi, ben bunu ondan satın aldım.» diye bu dâvayı inkâr etmekle
o kimse, beyyine ikâme ederek bu malı hükmen zabt etse, o şahs bu malın
semeniyle bunu kendisine satmış olan zata rücu edebilir. Her ne kadar bu malın
fülân zata aidiyyetini evvelâ ikrar etmesiyle sonra ki rücuu arasında tenakuz
var ise de bu ikrarı hâkimin hükmiyle tekzib edildiğinden tenakuz mürtefi'
olmuşdur.
Kezalik : Bir kimse,
bir şahsa karşı, medyunu tarafından şu kadar meblâğa kefil olduğunu iddia ve o
şahsın inkârına mebni bu kefaleti hâkimin huzurunda beyyine ile isbât ve
mekfûlünbih olan meblâğı ondan ahz etse o şahs da medyuna karşı onun emriyle
kefaletini biliddia isbâta kalkışsa kabul olunur ve o meblâğ ile medyuna rücu
edebilir. Çünkü kefil olmadığına dair sözü hâkimin hükmiyle seran tekzib
edilmişdir (Bezzâziyye.)
Kezalik : Bir kimse,
«Müverrisimin sende fülân cihetden şu kadar meblâğ vardır.» diye bir şahsdan dâva, o şahs da bu
meblâğı müteveffanın
vasisine verdiğini bu kimse ile o vasinin
İnkârlarına rnukarin idi, isbât ve hüküm istihsâl eylese bu kimse o meblâğı
vasiden İsteyebilir (Hamevî.)
75 - :
Tenakuz, mahalli hefada mafüvdür, dâvanın sıhhatine mâni olmaz. Meselâ : Bir
kimse, bir haneyi isticar etdikden sonra: «Ben
çocuk iken
babam bu haneyi benim
İçin satın almış, isticar ederken bundan haberim yok İdi.» diye mucirden dâvada
ve bu babda bir kıt'a sened ibraz etse dâvası mes-mu olur. Çünkü bunda
müddeinin mazereti zahirdir.
Kezalik : Bir kimse,
bir haneyi isticar etdikden sonra «O hanenin kendisine vaktiyle babasından
irsen intikâl etmiş olduğuna vâkıf olsa bunu mucirden dâvası mesmu olur
(Tatarhâniyye, Camiül'füsûleyn.)
Kezalik : Bir
müteveffanın vârisleri, zevcesine hisseyi irsiyye verdikden sonra müteveffanın
bu kadım kablelvefat hal-i sıhhatinde bâinen boşarnış olduğunu iddia ve isbât
etseler vermiş oldukları hisse-i irsiyyeyi'ondan istirdad edebilirler (Netice.)
Kezalik : Bir kadın,
kocasiyle bir bedel üzerine muhalea oldukdan sonra kocasının kendisini daha
evvel üç talâk ile boşamış olduğuna beyyine ikâme etse kabul olunur.
Kezalik : Bir vasi,
terekeden bir malı bilvesâye satdıkdan sonra bunu gabni fahiş ile satmış
olduğunu iddia etse mesmu olur. Çünkü o malın fiatı kendisince meçhul bulunmuş
olabilir (Dürerürhükkâm.)
76 - : Bir
müteveffanın terekesini taksime birriza mübaşeret, maksumun, müşterek, yani:
Terekeden olduğunu ikrardır. Binaenaleyh bu taksimden sonra «Şu taksim edilen
mal benimdir.» diye dâva bir tenakuzdur.
Meselâ : İki kardeş,
babalarının terekesini aralarında takdim etdikden sonra birisi, «Şu böldüğümüz
eşyadan fülân şey benimdir, ben onu babamdan satın almışdım, veya babam onu
bana hibe ve teslim etmişdi.» diye iddia etse mesmu olmaz. Fakat «Ben çocuk
iken babam onu bana vermiş, taksim vaktinde bilmiyordum.»derse mazur sayılarak
dâvası dinlenir (Bezzâziyye.)
Kezalik : Terekeyi
taksime mübaşeret, müteveffadan alacak dâvasına mâni olmaz.
Meselâ : Vârisler
terekeyi aralarında taksim etdikden sonra içlerinden birisi: Müteveffada şu
kadar meblâğ atacağım vardır.» diye dâva edebilir. Bu halde diğer vârisler bu
alacağı kabul edib hisselerine göre verirlerse yapdık-ları kısmet bozulmaz,
aksi takdirde bozulur, içlerinden birisi kendi hissesini satmış olsa bu satış
muamelesi de bozulur (Dürrimuhtar, Reddimuhtar.)
77 - :
Mütenakız görülen iki sözün tevfiki mümkün olub da müddeî veya müddeaaleyh dahi
tevfik ederse tenakuz mürtefi olur.
Meselâ ; Bir kimse,
bir hanede müstecir veya müsteir olduğunu ikrar etmiş iken «Bu hane benimdir.»
diye dâva etse mesmu olmaz. Fakai «müstecir veya müsteir idim, sonra sahibinden satın aldım.» diye
sözlerinin beynini telif ederse dâvası dinlenir.
Kezalik : Bir kimse,
kendisinden dâva edilen şu kadar borç para hakkında: «Ben Öyle bir meblâğ
almadım.» diye inkâr ve dâyinin isbâtı üzerine: «Ben o meblağı tediye etdim,
veya dâyin beni ondan ibra etmişdir» diye dâva eylese mesmu olmaz. Fakat böyle
bir alacak iddiasına karşı: «Benim müddeîye hiç borcum yokdur.» deyib de
müddeinin beyyine ikamesi üzerine: «Evet o kadar borcum var idi, fakat ben onu
tediye etdim, veya dâyin beni ondan ibra etdi.» diye dâva etse mesmu olur-
Mücerred imkân-ı tevfik
ile tenakuz mürtefi olmaz. Esah olan kavi, budur (Mecelle, Reddimuhtar
tekmilesi.)
78 - : Bir
kimse, kendisine verildiği iddia edilen
vediayı inkâr ile «Bana böyle bir şey iydâ edilmemişdir.» dedikden sonra
müddeî iydâı isbât etmekle o kimse, «Ben onu mûdiine red ve teslim etmiş
bulunuyorum.» diye iddia ey-îese mesmu olmaz. Vediayı mevcud ise aynen red
eder, müstehlek ise kıymetini zâmin olur. Burada tenakuz, def-i dâvaya mâni
olmuşdur.
Fakat böyle bir dâvaya
karşı: «Müddeinin bende Öyle bir vediası yokdur.» diye inkâr ve müddeinin
beyyine ikâme etmesinden sonra: «Evet.. Müddeinin bende öyle bir vediası var
idi, amma ben onu ona red ve teslim etmişdim.» diye iddia ederse bu iddiası
mesmu olur (Hülâsa, Bezzâziyye.)
79 - : Bir
kimse, bir akdin, meselâ: Bir beyi ve şirânın kat-î ve sahih bir suretde
kendisinden sâdir olduğunu ikrar ederek bu ikrarı muanven ve mer-sûm senede
rabt olundukdan sonra dönüb de bu akdin vefaen veya fâsiden yapılmış olduğunu
iddia etse dâvası dinlenilmez.
Kezaiik : Bir kimse, bir
şahs ile bir hususa dair sulh olub bunun sahih bir suretde akd edildiğini
hâkimin huzurunda ikrar ederek bu ikrarı bir senede rabt olundukdan sonra şöyle
bir şart ile yapılmış olduğunu iddia etse dâvası mesmu olmaz. Çünkü dâvasına
münakız bir ikrarı sebk etmişdir. Bîr şeyin kendisine münakız ve münafî olan
bir şey ile beraber bulunması ise müstehil-dir (Bedâyî, Ankaravî.)
80 - : Bîr
kimse, bir malı, kendi mülkü olmak üzere bir şahsın huzurunda birisine satdığı
veya vakf etdiği veya başkasına hibe ve teslim eylediği halde o şahs, sükût
edib de bilâhare «O mal benimdir.» diye dâvaya kalkışsa bakılır: Eğer o şahs, o
kimsenin akribasından ise veya aralarında
zevciyyet mevcud ise bu dâvası dinlenmez, onun bu sükûtu, o kimsenin
mülkiyyet iddiasını tasdik sayıhr. Fakat o §ahs, yabancı ise mücerred bu
sükûtu dâvasına mani olmaz, belki müşterinin mebide malikâne tasarrufatda bulunmasını, meselâ: Bina yapmasını veya
ağaç dikmesini veya yıkmasını gördüğü halde sükût ederse bâdehû: «Bu
benimdir, veya benim bunda hissem vardır-»
diye vuku bulacak dâvası mesmu olmaz. Akriba arasında fâsid tamalar ve
telbis şübhesi daha ziyade olduğundan onların mücer'"ed sükûtları kâfidir.
Ecnebilerin birbiri malları hakkında tamaları ise binnîsbe nadir olduğundan
bunlarda tezvir cihetini tercih edecek bir müreccih lâ*ımdır ki- ° da
müşterinin bir müddet tasarruf-i müllâk ile tasarruf etmesidir- Tasarruf-ı
müllâk ise bir mülkde yalnız mal sahibinin yapması caiz ve salih olan
tasarrufdır (Dürrimuhtar, Hiz&netUl'mÜfttn.)
81 - :
Beyyinelerin tearuzu, dâvanın istimaına mâni olur.
Meselâ : Bir kimse:
«Ben fülân meyyitin amcası oğluyum.» diye irs dâvasına kıyam ve bu meyyitin
nesebini ceddi'»e kadar beyan ederek beyyine ikâme etdiği gibi bu iddiayı
münkir olan müddeaaleyh de: «O meyyitin ceddi fü-lândır, müddeinin iddia etdiği
sahs değildir.» diye beyyine ikâme eylese bakılır: Eğer hâkim, müddeinin
beyyinesiyle hükm etmiş ise artık bu nafiz olur, müddeaaleyhm define iltifat
plunmaz. Fa^at henüz hükm etmemiş ise artık hâkim, müddeinin de, müddeaaleyhin
de beyyinesiyle hükm edemez. Çünkü aralarında tearuz bulunmuş, biri evvelce
hâkimin hükmiyle tekavvi etmemiş-dir (Muhit, Hindiyye.)
82 - :
Mütenakızm tenakuzu, müşariKine sirayet etmez.
Meselâ : Bir kimse,
bir malı iştira etdikden sonra: «Bu benim müteveffa babamın malıdır.» diye dâva
etse mesmu almaz. Fakat onun kardeşi: «Bu malın müteveffa babasından
kendisiyle müd^eiye mevrûs olduğunu» iddiada bulunsa bu malın yarısı hakkında
dâvası misimi olur (Hindiyye.)
83 - :
Tenakuz, übüvvet, ve bünüv hakkındaki neseb dâvasına mâni olmaz.
Meselâ : Bir kimse:
«Oğlumdur.a. diye bir şahsdan nafaka dâva etdiği halde o şahs bunun oğlu
olduğunu inkâr etse de bâdehû onun oğlu olduğunu iddia ve isbât eylese
terekesine vâris olur.
Kezaîik : Bir kimse,
bir vakfın evlâdından olmadığını ikrar etse de bilâhare onun evlâdından
olduğunu dâva ve isbât ederek evlâdına meşrut; olan vakfından hisse alabilir.
Çünkü neseb, hefa olduğundan buna evvelce muttali olmamış olması melhuzdur
(Hin'üyye. CamiüTicareteyn, Ali Efendi Fetavâsı.) [40]
İÇİNDEKİLER
: Dâvalarda huzurları şart olub olmayanlar. Düyuna, men-kûlâta, akarâte
müteallik dâvalar Mürûr-ı zamanın nevileri, müddetleri. Mürur zamana dair
kısım meseleler. [41]
84 - :
Vediayı vedîden, müstearı müsteirden, mecuru müstecirden, mer-hunu mürtehinden,
magsubu gâsıbdan dâva vaktinde vedî ile mûdein, müsteir ile mûirin, müstecir
ile mu'cirin, mürtehin ile rahmin, gâsıb ile magsûbünmin-hin muhakeme
meclisinde birlikde hazır bulunmaları şartdır. Çünkü bunlardan birisi zilyed,
diğeri ise malikdir.
Bu meselelere fukaha-i
kiram arasında «Mesâil-i muhammese» adı veril-mişdir.
Fakat vedia veya
müstear veya mecur veya merhun olan mal gasb olunsa bunları yalnız mûda,
müsteir, müstecir ve mürtehin gâsıbdan dâva edebilir.
Çünkü bu mal, bunların
elinden gasb edilmişdir. Ve bu malın hıfzına veya veya menfaatine bunlar
malikdirler. Bu malın asıl malikinin mahkemede hu? zuru lâzımgelmez ve bunlar
hazır olmadıkça bu malı yalnız asıl maliki dâva edemez (Hulâsa, Ankaravî.)
85 - :
Müddeabih henüz süd emer bir halde bulunmayan bir çocuğun mü-bâşeretiyle
meydana gelmiş bir hak olsa velisi veya
vasisi ile beraber o çocuğun da muhakeme esnasında huzuru lâzımdır ki, dâvada
ve şahadetde ona igaret edilsin.
Meselâ : Bir kimse,
bir malını bir çocuğun itlaf etdiğini velisinden dâva etse muhakemede o çocuğun
da bulunması iktiza ecîer.
Fakat çocuğun böyle
mübaşereti bulunmazsa mahkemde huzuru şart olmaz. (Bahrirâik.)
86 - :
Ehalileri gayrı mahsur olan iki karye beyninde nehir, mer'a gibi menfaatleri müşterek şeyleri
dâvada iki tarafdan bazılarının huzuru kâfidir. Amma ehalileri kavm-i mahsur
olduğu suretde bazılarının huzuru kâfi olrnayıb cümlesinin yahud taraflarından
vekillerinin huzuru lâzımdır. Çünkü bunların mikdarı az olduğundan hepsinin
hazır bulunmasında o kadar meşakkat
yokdur.
Yüzden ziyade olan bir
karye ahalisi, kavm-i gayr-ı mahsur sayılır. Velev ki, bazıları çocuk veya
mecnun bulunmuş olsun (Kadıhan, Mecelle.) [42]
87 - :
Müddeabih, gerek nükûddan ve gerek arpa, buğday gibi sair mis-liyyatdan olsun
deyin olunca onun cinsini, vasfını ve mikdarını beyan etmek müddei iğin lâzım
gelir. Meselâ: Altından veya gümüşden diye cinsini, Türk sikkesi veya Fransız
sikkesi diye nev'ini, hâlis veya mağşuş sikke diye vasfım, şu kadar diye
mikdarını beyan eylemesi icab eder.
Fakat «Şu kadar kuruş»
diye iddiada bulunsa dâvası sahih olub but beldenin örfünde mahud olan kuruşa
masruf bulunur,
88 - : Deyin
olan müddeabih, sikke halinde bulunan gümüş para olub da gışşi galib bulunsa
bakılır: Eğer tartmak suretiyle muamele carî ise dâvada nev'ini, vasfım veznen
mikdarını zikr etmek lâzımgelir. Fakat adeden alınıb veriimekde ise yalnız
adedini zikr etmek kifayet eder, on aded yüzlük Türk gümüş, lirası gibi.
89 -
Müddeabih, menkûlâtdan bir ayin olunca bakılır: Eğer muhakeme meclisinde hazır ise müddeî
ona eliyle işaret ederek: «îşte bu benimdir, veya: Müvekkilim fülânındır, bu
kimse buna haksız yere el koymakda bulunmuşdur, bunun alıver ilmesini isterim.»
diye dâva eder. Ve eğer hazır olmayıb masrafsız celb ve ihzarı mümkün ise hükm
meclisine celb edilir, tâ ki dâvada ve şa-hadetde veya yeminde ona - yukarıdaki
veçhile - işaret olunsun. Fakat masrafsız ihzarı mümkün değilse veya telef
olmuş ise müddeî onu tarif ve kıymetini beyan eder. Kezalik: Satılıb teslim
edilmiş olan bir menkûlün semenim dâvada da o menkûlün meclisi hükme ihrazı
veya vasfının beyanı şart değildir (Hindiyye.)
90 - :
Müddeabih, bir yığın buğday, bir sürü koyun gibi ihzarı müteazzir olursa hâkim,
eminini gönderir, onun yanında bunlara müddeî tarafından işaret olunarak dâva
açılır. Bunlar telef olmuş oldukları takdirde
kıymetlerinin zikriyle iktifa olunur.
Bir de müddeaaîeyh,
müddeinin dâva etdiği şeyi ikrar ederek kendisinde bulunduğunu söylerse
mahkemeye ihzarına hacet kalmaz, onu müddeiye vermesine emr olunur (Mecelle,
Dürrimuhtar.)
91 - : Gasb,
rehn, meçhulü ikrar veya ibra veya vasiyyet
dâvalarında müddeabihin kıymetini, mikdarını beyan lâzjmgelmez.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsa karşı: «Bu benim bir
zümrüd yüzüğümü
gasb etdi.» deyib de kıymetini beyan
etmese ve hattâ kıymetini bilmem dese bile dâvası sahih olur. Bu halde müddeaaîeyh
tahlif veya beyana cebr olunur (Reddimuhtar.)
92 - : Bir
kimse, bir şahsdan cinsleri, nevileri, sıfatları muhtelif olan ve meclisde
hazır bulunmayan bir takım ayan iddiasında bulunsa bakılır: Eğer bu muhtelif şeyler, misliyaddan ise
misillerinin beyanı iktiza eder, kıymetlerinin beyam lâzım gelmez. Ve eğer
kıyemiyyatdan iseler bunların mecmununu kıymetini zikr etse kifayet eder, her
birinin kıymetini başka başka tâyin etmesi lâzım gelmez, bunların hepsine
birden bir beyyine ikâme edilir veya müdde-aleyhe bunların hepsi hakkında
birden yemin verdirilir.
Fakat müstehlek bir
şeyin kıymeti iddia edilse bunun cinsini, nev'ini, dâvada ve şahadetde beyan
lâzımgelir. Tâ ki hâkim, ne ile hükm edeceğim bilsin (Dürrimuhtar.)
93 - :
Müddeabih akar olunca ona müddeaaleyhin haksız yere vaziül'yed olduğunu ve
ondan istirdad edilmesini dâvada beyan etmek ve o akarın beldesini, karyesini
veya mahallesini ve sokağını ve hudud-ı erbaâsım veya selâse-sini ve bu hududun
sahibleri var ise onların ve babalariyle dedelerinin isimlerini dâva ve
şahadet vaktinde zikr eylemek lâzımdır. Fakat meşhur ve maruf olan bîr zatın
yalnız isim ve şöhretini zikr etmek kâfidir. Bununla maksud hâsıl olur,
babasiyle dedesinin isimlerini zikre hacet yokdur.
Kezalik : O akar eğer
şöhretine mebni hududunu zikrden müstağni ise dâvada ve şahadetde hududunu
zikr etmek şart değildir. Bu, imâmeyne güredir-îmamı Azama göre meşhur olsa da
tahdid lâzımdır.
Bir de müddei, şu
senedde hududu yazılı akar benim mülkümdür.»
diye. dâva, şahidler de: «Bu senedde hududu yazılı akar bu
müddeinindir.» diye §a-hadetde bulunsa dâva ve şahadet sahih olur (Dürer.,
Ankaravî.)
94 - :
Şahidler, müddeabih akan aynen bilirler ise tahdide hacet kalmaz, akarın
bulunduğu mahalde o akara işaret ve hududunu irae etmek suretiyle şahadet ederler. Söyle ki: Hâkim,
şahidler ile beraber iki eminini
gönderir, şahitler, o eminlere akarın hudud-ı erbaâsım işaretle gösterirler, müddeinin mülkü olduğuna
şahadet ederler. Eminler de onun hududunu komşulardan öğrenerek hâkime
bildirirler (Hâniyye.)
95 - :
Şahidler, müddeabih akarın hududunu beyan
etmeksizin şahadet edib müddei ile müddeaaîeyh de dâva edilen akarın
şahadet edilen akar olduğunu tasdik eyleseler bu şahadet kabul olunur.
Kezalik : Bir kimse,
bir şahsın elindeki bir akarı.» «Bu benim mülkum-dür.» diye dâva, sonra «Bu
akar benim mülküm olduğunu müddeaaîeyh de ikrar etmişdir.» diye iddia edib bu
ikrarı beyyine ile isbât eylese kabul olunur. Velev ki müddei de, şahidleri de
o akarın hududunu beyan etmesinler. Bir de bir
akarın semeni dâvada beyan şart değildir (Reddimuhtar, Dürerül'hükkâm.)
96 - : Akar
dâvasında bulunan kimse, o akara aid
hudud sahihlerinin isimlerim bilmese de
dâvası sahilidir, bunları Öğrenib dâvasına devam edebilir. Sahiciler de hududu
sika kimselerden sorarak Öğrenib şahadetde bulunurlar. Hududun sahihleri yok
ise sair suretle tarif edilmesi lâzımgelir. Meselâ müddeabihin çevresinde yol,
hendek, sur, makbere arazi-i memleket gibi ne var ise onlar beyan olunur
(Bahrirâik.)
97 - :
Müddeî, dâva etdiği akarın hududunu beyanda isabet edib de onun zira, veya
dönüm itibariyle mikdarını eksik veya ziyade söylese bu, dâvasının sıhhatine
mâni olmaz. Çünkü bu hilaf, tevfika muhtemeldir ve esasen bir akarın tâyini
için zira' veya dönümü beyana ihtiyaç yokdur (Hindiyye, Kadıhan-)
98 - :
Müddeabih akarın hudud-ı selâsesi zikredilince hudud-i erbaası zikr edilmiş
gibi olur. Çünkü ekser için hükm-î kül vardır. Bu takdirde dördüncü sınır =
Had, üçüncü sınırın hizasından istikamet üzere birinci sınırın mebdeine
müntehi oluncaya kadar olan mesafe itibar olunur (Bahrirâik.)
Fakat dördüncü sınırı
müddeî veya şahidler yanlış beyan etseler dâva ve gahadet sahih olmaz. Zira had
ile müddeabih ihtilâf eder (Zeyleî.)
99 - :
Müddeabih, ayin olduğu takdirde gerek menkûl ve gerek akar olsun müddeî
tarafından mülkiyyetin sebebini beyan etmek lâzım değildir. Belki: «Bu mal
benimdir.» diye mutlak mülk iddiasında bulunması sahihdir. Fakat deyin olduğu
takdirde bunun sebebi ve ciheti müddeîden sorulur, yani: Bu deyin, mebün semeni
midir, yoksa bir ücret midir, veya karz, gasb gibi başka bir cihetden dolayı
bir borç mudur» diye istizah edilir. Çünkü bunların lâzimül'edâ bir borç olub olmadığı ve
lâzimül'edâ olanların nerede teslim edileceği sebeblerinin bilinmesine mütevakkıfdır.
Bazı fukahaya göre
deyin dâvası, sebebi beyan olunmasa da sahihdir, hâkim bu sebebi beyan için
müddeîye cebr edemez. Çünkü müddeî bu sebebi beyandan bazan hicab edebilir,
veya bu sebebi beyan, müddeî için meşakkati mucib olur (Bahrirâik.)
Bu suretde
müddeaaleyh, «iddia edilen deynin hamr veya meyie semenidir, veya henüz kabz
etmediğim füîân mebün bedelidir.» deyib müddeî de bu sebebi tekzib etse îmamı
Azama göre müddeaaleyh, müddeabihi ikrar etmiş olur. tmâmeyne göre eğer
müddeaaleyh, bu sebebi müddeabihi ikrardan sonra mefsûlen dermeyan ederse
ikrar etmiş olur, fakat ikrarına mefsûlen söylerse asıl müddeabihi ikrar etmiş
sayılmaz. Nitekim evvelâ sebebi beyan ederek: Sen bana meyteyi o istediğin
alacak mukabilinde satdın dediği suretde de ikrar etmiş olma? (Dürerül'hükkâm.)
100 - :
Mücerred ikrara istinaden bir hak dâvası sahih değildir. Çünkü mücerred ikrar, sebeb-i mülk ve
nâkıl-i mülk olmaz, ikrarın hükmü, mukar-rünbihin zuhurudur, yoksa bidayeten
isbâtı değildir. Maamafih ikrarın kîzbe de ihtimâli vardır. Bunun içindir-ki
hilaf-ı hakikat olarak ikrar edilen bir malı mücerred bu ikrara mebni
mukarrünlehin alması helâl olmaz.
Binaenaleyh müddeî,
müddeaaleyhin mücerred ikrarını sebeb tutarak ondan ikrar etdiği şeyi dâva
etse, meselâ: «Bu mal benimdir, çünkü bu mala vaz-ı yed eden şu kimse, bu mal
benim olduğunu ikrar etmişdir» dese bu dâvası dinlenmez. Müftabih olan kavi
budur.
Kezalik : Müddeî : «Bu
kimse, cihet-i karzdan bana şu kadar kuruş borcu olduğunu ikrar etmiş olduğu
için kendisinde o kadar alacağım vardır, isterim.» dese dâvası mesmu olmaz. Ve
bu kimse, böyle ikrarda bulunmamış olduğuna dair tahlif edilmez. Ancak mal
üzerine tahlif edilir.
Fakat müddeî, «Benim
bu müddeaaleyhde cihet-i karzdan şu kadar kuruş alacağım vardır, veya bunun
elindeki şu mal benimdir, hattâ bunu bu müddeaaleyh de ikrar etmişdi.» diye
dâva etse dinlenilir (Fusûl-i îmâdî, Dürer.)
101- : Bir
dâvayı defi için ikrara istinad sahihdir. Şöyle ki: Müddeaaleyh: «Kendisinde
müddeinin bir hakkı olmadığını, veya müddeabihin kendisine aidiyyetini
müddeinin ikrar eylemiş olduğuna beyyine ikâme eylese bu bey-yinesi istima
olunur (Hindiyye.)
Kezalik : Şahidler,
mücerred İkrara şahadet edebilirler, «Müddeabih müddeinin mülküdüf, hattâ
müddeaaleyh ikrar dahi etmişdi.» demelerine
hacet yokdur (Minhetül'hâk.)
Münakehâta,
müfârekata, cezalara, vasiyyetlere, vakıflara, verasetlere, beyi ve şira gibi
muamelelere aid dâvalar için bunlara mahsus mebhaslere müracaat edilmesi!.. [43]
102 - :
Mürûr-ı zaman, iki nevidir. Bir nev'i, hükm-i ictihad'dir ki, bunun müddeti
otuz altı senedir. Bu kadar müddet terk edilen bir dâva artık dinlene-mez. Bir
dâvayı ikâmeye iktidar mevcud iken bu kadar müddet bilâ Özür terk etmek, adem-i
hakka delâlet eder.
ikinci nev'i,
veliyyül'emrin tâyin etdiği mürur-ı zamandır ki, müddetleri on sene, on beş
sene gibi muhtelif olabilir. Artık böyle bir müddet terk edilen bir hakka aid
dâvayı dinlemekden hâkimler memnu bulunur. Maamafih böyle bir dâvayı İstimadan
bir hâkim menedildiği halde diğer bir hâkim menedilme-yebilir- Bir de bir
veliyyülemrin mürur-ı zamandan dolayı bir kısım dâvaları dinlemekden hâkimleri
men'i, onun vefatiyle nihayet bulur, halefi olan veliy-yül'emr tarafından da bu
meni' kabul edilmezse hâkimler bu dâvaları dinleyebilirler (Reddimuhtar.)
Mürur-ı zaman için
tâyin edilen müddetler, tezvir ihtimâlini meni' için ve-Uyyüi'emr tarafından
tensib edilen zamanlardır.
103 - : Bir
dâvayı mürur-ı zamana mebni hâkimlerin
istimadan memnu olması, hâkimlerin istimama mâni değildir. Binaenaleyh
iki tarafın birriza tâyin edeceği hakem, meselâ: On beş seneden beri terk
edilmiş olan bir dâvayı hâl ve fasi etse caiz ve hükmü nafiz olur. (Hamevi.) Bu
hususda hâkim de hakem tâyin edilebilir.
104 - :
Vaktiyle Türkiye'de Mecelle ile ve arazi ve tapu kamınlariyle isti-maı
menedilmiş olan dâvalar şunlardır :
(1) :
Hakkında mürur-ı zaman tahakkuk eden dâvalar. Bunlara dair ileride tafsilât
verüecekdir.
(2) : Gayrı
menkûl mallara aid muvazaa ve nam-ı müstear dâvaları.
(3) : Tapu
dairelerinde alım satımı resmen yapılmayan akarlara aid beyi ve şira dâvaları.
Bu memnuiyyet tarihi: (27 Cemâzielahire, sene 1320 ve 17 Eylül, sene 1318.)
(4) : Senedlerde münderic oimayan rehn, gart,
vefa ve istiğlâl dâvaları. Bu memnuiyyetin tarihi: (28 Receb, sene 1291 ve 28
Ağustos 1290.)
(5) :
Erazi-i erniriyyenm tapuda münderic bulunmayan beslemek şartiyle ferağına dair
dâvalar. Bu memnuiyyet tarihi: (18 Sefer, sene 1306 ve 12 Teşrinievvel, sene
1304.)
(6) : Mevkuf
müsteğallâtın senedinde münderic
bulunmayan beslemek gartiyle
meccânen^ ferağlarına dâir dâvalar.
(7) : Tapu
senedinde yazılı bulunmayan vefaen ferağ dâvaları Memnuiyyet tarihi: (26
Sefer, sene 1278).
(8) ; Arazi Kanunu mucebince ferağından itibaren
beş sene geçmiş olan bir gaynmenkûle
aid halit ve şerike aid hakk-ı rüchan dâvaları.
(9) : Arazi
Kanununa göre üzerinde başkasının mülk ebniyye veya eşcan bulunub mutasarrıfı
tarafından ahere ferağ olunan arazi
hakkında on sene sonca ebniyye ve eşcar sahiblerinin hakkı rüchan
dâvaları.
(10) : Başka
karye ahalisine ferağ edilib üzerinden bir sene mürur etmiş; Olan arazi
hakkındaki dâvalar. Şöyle ki: Bir kimse, bir köy hududu dahilinde mutasarrıf
olduğu arazisini başka bir köy ahalisinden birine fariğ olsa, bu arazinin
bulunduğu köy ahalisinden yere ihtiyacı bulunanlar, bu araziyi bedel-i mis Üyle
tefriğ etmek için bir seneye kadar dâva
edebilirlerse de badehu dâva
edemezler
(11) :
Mahlûl olan arazi-i emiriyye üzerinde mülk ebniyye veya eşcan bulunan
kimselere on sene sonra vuku bulacak hakk-ı tapu dâvaları. Bunlar için sabit
olan tapu hakkı, bu müddetin mürûriyle sâkit olur.
(12) :
Mahlûl olan arazi de halit ve şerik için sabit olub üzerinden beş sene mürur
eden hakk-ı tapu dâvaları.
(13) :
Mahlûl arazi-i erniriyyede yere zarureti olanlar için sabit olub üzerinden bir
sene geçen hakk-ı tapu dâvaları.
(14) : Borç
verilen paralara aid senevi yüzde dokuzdan ziyade ribhi mül-eem dâvaları.
(15) :
Mütevefflarm vârisleri arasında bulunub da henüz on beş yaşlarını ikmâl etmemiş
olanların baliğ olduklarına dair olan dâvaları. Bunları dinle-mekden hâkimler
memnudurlar.
105 - :
Mürûr-ı zamanın mebdei, hakkın ilk sübûtu ânıdır. Yani: mürûj-ı zaman,
müddeinin müddeaaîeyhi iddiaya salâhiyyeddar olduğu tarihden muteber olur.
Çünkü bir dâvayı terk, mutalebe hakkının sübûtundan sonratahâk-kuk eder.
Müntehası da hâkimin huzurunda dâva ikâme edildiği gündür.
Binaenaleyh müeccel
olan bir alacak hakkında mürûr-ı zaman, tecil müddetinin hitamından itibaren
başlar. Zira bu müddetin hitamından evvel müddeinin bunu dâva ve mutalebeye
salâhiyyeti yokdur.
Meselâ : Bir kimse,
bir malını bir şahsa semeni beş sene müeccel olmak üzere satmış bulunsa bu
satış tarihinden on beş sene sonra da bu semeni ondan dâva edebilir. Çünkü
dâvaya salâhiyyet tarihinden itibaren henüz on sene geçmiş olur.
106 - : Müeccel bir mehre aid dâvada mürûr-ı
zaman, ya talâk vaktinden veya zevç ile zevceden birinin vefatı tarihinden
başlar. Çünkü bu mehr, ya talâk veya
vefat ile teaccül eder (Mecelle, Reddimuhtar.)
107 - : Müflis
olan bir kimseden alacak dâvasında mürûr-ı zaman, iflâsın zevali tarihinden
başlar. Bu halde dâva, medyunun işarından dolayı tehir edilmiş, olur.
Binaenaleyh medyun on
beş seneden beri mütemadiyen müflis olub bade-hû kesb-i yesâr etse dâin: «Senin
zimmetinde on beş sene mukaddem fülân cı-hetden şu kadar meblâğ alacağım
vardır, şimdiye kadar müflis bulunduğun için dâva edemedim, şimdi borcunu
vermeğe kudretin olmakla hakkımı ver.» diye dâva etse, istima olunur (Mecelle,
Reddimuhtar)
108 - :
Mürûr-ı zamanda muteber olan sene, sene-i kameriyyedir, sene-i şemsiyye
değildir, velev ki bir vesikada, meselâ: Borca aid senedde yalnız sene-i şemsiyye yazılmış,
bulunsun. .
109 - :
Müddeabihin hüküm altına alınmış bulunması, mürûr-ı zaman vukuuna mâni değildir.
Binaenaleyh bir kimse, bir alacağım taht-ı hükme aldırmış olsa da bu hüküm
tarihinden itibaren on beş sene taleb
etmese ve ilâmı mevki-i icraya vazı' etdirmese mürûr-ı zaman vâki olur.
Mürûr-ı zaman
hakkındaki bir beyyine ise, mürûr-ı zaman bulunmadığına dair olan beyyineye
tercih olunur. Beyyine bulunmadığı takdirde mürûr-ı zamanı inkâr edene yemin
tevcih edilebilir mi?. Bu husus hakkında bir sarahat görülmemişdir. Fakat
kavaid-i umûmiyyeye nazaran yemin tevcih edilebile-cekdir (Hindiyye, Dürerül'hükkâm.) [44]
110 - :
Asl-ı vakf hakkında mütevellinin veya mürtezikanın dâvaları otuz altı seneye
kadar dinlenir, bu müddetden sonra mesmu olmaz. Meğer ki dâvaya bir mâni
bulunmuş olsun.
Meselâ : Bir kimse,
bir akara mülkiyyet üzere otuz altı sene mutasarrıf olsa bundan sonra bir
vakfın mütevellisi: «O akar benim vakfımın müstegallâ-tındandır.» diye dâva
etse mesmu olmaz. Bu dâvanın böyle uzun bir müddet bilâ mâni terk edilmesi
hakkın ademine zahiren delâlet eder, artık bu dâva hukuk bakımından dinlenemez,
velev ki dinlenmesi için veliyyüTemr tarafından bir emir sâdir olsun.
Tezvirata meydan verilmemesi için bunun dinlenmemesi mukteza-i maslahatdır
(Reddimuhtar.)
111 - :
Nükûd-ı mevkuf enin aslına müteâllik dâvalarda da mürûr-ı zaman müddeti otuz
altı senedir. Bu nükûdun ribhine aid
dâvalarda ise bu müddet, on beş senedir.
112 - :
Tevliyyet ve gailesi, batınen bade batnin evlâda meşrut bir vakfa dair ikinci
batmda bulunan evlâdın dâvalarında mürûr-ı zaman, ancak birinci batnin inkırazı
tarihinden başlar.
Meselâ : Bir kimse,
böyle bir vakfı birinci batındaki evlâdın zamanında on beş, yirmi sene bilâ
dâva zabt etmiş bulunsa bile ikinci batına gelince bunların zamanında bilâ
dâva otuz altı sene geçmedikçe bu vakfın rakabesi hakkında mürûr-ı zaman
tahakkuk etmiş olmaz. Çünkü birinci batın mevcud iken ikinci batnin dâvaya
salâhiyyeti yokdur.
Birinci batın
zamanında otuz altı sene geçmiş olsa onların haklarında mürûr-ı zaman tahakkuk
eder. Fakat ikinci batın hakkında da tahakkuk etmiş olur mu?. Bu hususa dair
bir sarahate tesadüf olunamamışdır- Yalnız Mecel-le'nin (1667) nci maddesindeki
misâl ile delile göre bu mürûr-ı zaman, ikinci batındakilerin hakk-ı dâvasına
mâni olmasa gerekdir (Reddimuhtar, Düre-rüVhÜkkâm.) Vakıflar mebhasine de
müracaat!.
113 - :
Deyin, vedia, mülk akar, akarat-i mevkûfedeki mukafea, icare-teyn ile tasarruf
ve mesrûte tevliyyet ve gaile dâvaları, bir özr-i şer'î bulunmaksızın on beş
sene terk edilse mürûr-ı zamana tâbi olarak artık istima olunmaz.
irs dâvası dahi bilâ
özür on beş sene terk edilse - râcih olan kavle göre - artık mesmu olmaz. Meğer
ki hasım bu hakkı itiraf etsin. Fakat diğer bir kavle göre irs dâvâsma müddetin
uzaması mâni olmaz (Hâmidiyye, Dürrimuhtar.)
114 - :
Âmmeye aid yollar, nehirler, mer'alar
gibi menfaatleri umûma mahsus yerlerin
dâvalarında mürûr-ı zamana itibar olunmaz. Meselâ: Bir karyeye mahsus olan bir mer'ayı bir
kimse, büâ niza elli sene zabt ve tasarruf etse de o karye ahaiisi o mer'ayı o
kimseden dâva edebilirler, aradan böyle bir müddetin bilâ niza mürur etmesi bu
dâvanın dinlenmesine mâni olmaz. Amme içinde kasırlar, gâyibler bulunmaktadır.
Bunların haklarını başkalarından ifraz kabil değildir. Binaenaleyh bunlarda
mürûr-ı zamana itibar olun: maz.
Fakat tarik-i hâs,
mesil, hakk-ı şirb dâvaları, eğer mülk-i akarda ise on beş sene mürur etdikden
sonra dinlenemez. Ve eğer mevkuf akarda ise mütevellinin onları otuz altı
seneye kadar dâvaya salâhiyyeti vardır, bundan sonra dâvası mesmu olmaz
(Mecelle, Dürerürhükkâm.)
115 - : Sırf
veya mevkuf bulunan arazi-i emiriyyenin rakabesine aid arazi memurlarının iddiaları,
meselâ böyle bir yerde bir
şahsın füzûien ta-sarrufda bulunduğu hakkındaki
dâvaları otuz altı seneye kadar dinlenir. Bu hususda 22 Muharrem, sene İ300 ve
22 Teşrinisani, sene 1298 tarihinde bir irâde sâdir olmuşdur.
116 - :
Arazi-i emiriyyeden bir yerde bir kimsenin bilâ niza on sene ta-sarrufda
bulunması sair eşhasa karşı kendisine bir hakk-ı karar bahş eder.
Binaenaleyh bir kimse
böyle bir tarlayı bir şahsın muvacehesinde on sene zabt ve tasarruf edib o şahs
da bu müddetde bilâ özrin sükût etmiş bulunsa artık: «Bu tarla on seneden
mukaddem tapu ile benim tasarrufumdadır.» diye inkâra mukarin dâva etse mesmu
olmaz (Camiürfüsûîeyn.)
117 - :
Arazi-i emiriyyedeki tarik-ı hâs, mesil ve hakk-ı şirb dâvaları da bilâ özrin
on sene terk edilse artık istimâ olunmaz.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsa karşı: «Benim bâtapu taht-ı tasarrufumda bulunan şu tarlanın senin
tasarrufundaki şu tarlada hakk-ı mesili vardır» diye dâva etdikde bakılır:
Eğer bilâ dâva ve bilâ Özür on sene geçmiş ise bu dâva dinlenmez.
118 - :
Hükümet tarafından muhacirlere tefviz
olunub onlar tarafından ziraat ve üzerinde ebniye inşa olunan halî,
mahlûl arazi hakkında bilâ Özrin iki
sene geçdikden sonra başkası tarafından ikâme olunacak tasarruf iddiası Arazi
Kanununun zeyline göre mesmu olmaz.
119 - :
Müverrise karşı dâvanın sıhhatine mânrolan şey, vârisine karşı da mâni olur. Binaenaleyh bir kimse,
bir hakkı bir şahısdan mürûr-ı zaman
müddetince taleb ve dâva etmese bu
hakkı artık o şahsdan hal-i hayatında
dâva edemiyeceği gibi vefatından sonra vârislerinden de dâva edemez (Hülâsa,
Tenkih-i Râmidî.)
120 - : Bir
dâvayı bir müddet müverris, bir müddet de vâris terk edib de iki müddetin
mecmuu mürûr-ı zaman haddine baliğ olsa artık istima olunmaz.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsda olan şu kadar meblâğ alacağını bilâ özür on sene dâva etmediği gibi
vefatından sonra beş sene de vârisleri bilâ özür dâva etmeseler artık onu
dâvaya salâhiyyetleri kalmaz.
121 - : Bayi
ile müşteri, vâhib ile mevhûbünleh, müverris ile vâris gibidirler.
Binaenaleyh bir kimse,
hanesinin ittisâlindeki bir arsada tarik-i hâssı bulunduğunu iddia etmeksizin
on beş sene sükût etmiş olsa artık kendisi bu arsada tarih-i hâs iddiasında
bulunamıyacağı gibi bâdehû bu haneyi satsa müşteri de böyle bir iddiaya
kalkışamaz.
Kezalik : Bir müddet
bayi, bir müddet de müşteri sükût edib iki müddetin mecmuu mürûr-ı zaman
müddetine baliğ olsa artık müşterinin dâvası din-lenemez. Arazi-i emiriyye de,
icareteynli vakıfda da hükmü böyledir (Düre-rüThükkâm.)
122 - : Bir
müteveffanın bir §ahsda olan. bir malım dâvada vârislerinden basılan hakkında
mürûr-ı zaman bulunmuş iken bazısı hakkında çocukluk gibi bir özre mebni
mürûr-ı zaman bulunmasa bu vâris, o malı dâva ve isbât ederse bunda olan
hissesiyle lehine hükm olunur. Bu hükm şâir vârislere sirayet-etmez. Çünkü
mürûr-ı zaman, tecezziyi kabul eder (Mecelle, Tenkih-i HâmidU
123 - : Bir
kimse, bir hususu hâkimin huzurunda bir şahsdan bir kaç sene de bir dâva edib
ancak bu dâva fasi edilmeden on beş sene mürur etse bu, dâvanın istimaına mâni
olmaz. Fakat hâkimin huzurunda
yapılmayan dâva ve mutalebe ile mürûr-ı zaman mürtefi' olmaz.
Binaenaleyh bir kimse,
bir hususu hâkimin huzurunda olmaksızın defeal ile İddiada, mutalebede bulunsa
bile aradan on beş sene geçince mürûr-ı zaman tahakkuk eder, artık dâva istimâ
olunmaz. Çünkü dâvanın şartı, meclis-i kazadır, bu takdirde ise bu şart
bulunmamış olur (Reddimuhtar.)
istida, arzuhal,
davetiye varakası da mürûr-ı zamanı katı' etmez. Zira bunlar, biTfül huzur-ı
hâkimde vuku bulan bir taleb ve dâva değildir.
124 - :
Aralarında sefer müddeti bulunan iki belde sakinleri birbiriyle bir kaç senede
bir kere bir beldede birleşib yekdiğeriyle muhakemeleri kabil iken birbirinden
bir şey dâva etmeksizin mürûr-ı zaman vuku bulsa artık bu zamandan mukaddem
tarih ile birinin diğerinden bir §ey dâvası mesmu olmaz. Çünkü muktedir
oldukları halde dâvayı terk etmeleri, adem-i hakka delildir (Tenvir, Lisânüî'hükkâm)
125 - : Bir
kimse, bir mülk akarın veya vakıf bir yerin veya arazi-i emi-riyyeden bir
tarlanın müsteciri olduğunu ikrar etmekde bulunsa ona on beş seneden ziyade
zaman geçmiş olsa da sahib olamaz. Amma bu akarm maliki, bu kimsenin inkârına karşı:
«Bu akar benim mülkümdür, onu şu kadar sene mukaddem sana icar etmişdim, daima
ücretini kabz etmekdeyim.» diye dâva etse bakılır: Eğer bunun icarı nâs
arasında malûm, maruf ise bu dâvası mesmu olur, maruf değilse mesmu olmaz.
O kimse, bu akar ve
sâirenin müsteiri, müstevdei, mürtehini, gâsıbı veya müzarii olduğunu ikrar
etmiş olduğu takdirde de hükm böyledir, mürûr-ı zaman tahakkuk etmez
(Dürerül'hükkâm.)
126 - :
Müddeaaleyh, mürûr-ı zaman müddetinden evvel müddeabjh mülk akarın müddeiye
aidiyyetini bil'beyan ondan satın aldığını iddia etse müddei nin hakkını itiraf
etmiş olur. Bu iddiasını beyyine ile veya müddeinin yeminin den nükûliyle isbât
etmesi lâzımgelir. Arazi-i etniriyyede de hükm böyledir.
127 - :
Mürûr-ı zamanın dâvayı istimâa mâni olabilmesi için bilâ özür vâ-Jü olmuş
olması lâzımdır. Sebâvet, cinnet, gaybubet, tegallüb gibi özürler ise mürûr-ı
zamana mânidir. Mürûr-ı zaman müddeti, bu özrün zevali tarihinden itibarolunur.
Şöyle ki: Bir müddeinin vasisi bulunmuş olsun
olmasın, çocukluk, cinnet veya eten ile geçen zamanı nazara alınmaz,
belki bulûğundan veya ifakatinden sonra geçen müddete bakılır. Fakat çocuğun
velisi bulunursa onun çocukluğu, hakkında mürûr-ı zamana mâni olmaz.
Kezalik : Müddeaaleyh,
mütegallibeden olursa onun bu tegallüb müddeti nazara alınmaz, mürûr-ı zaman,
onun tegallübüriün zevali tarihinden başlar (Reddimuhtar,)
Kezalik : Bir hak
sahibesi olan kadın, kendisini kocası dâvadan meni ekîd ile menetdiği cihetle
dâva ikâme edememiş olsa mazur sayılır. Binaenaleyh bu men'in zevalinden sonra
müddeti içinde dâva edebilir. Şu kadar
var ki, kocası tarafından
menedilmiş olduğu sabit bulunmalıdır (Ali Efendi Feta-vâsı.)
128 - : Bir
hakkın vücuduna adem-i vukuf, mürûr-ı
zaman hususunda -ı şer'iyyeden
sayılmaz.
Meselâ : Bir kimse,
bir tarlayı bir şahsın muvacehesinde on beş sene zabt ve tasarruf etdiği halde
o şahs, sükût edib de bâdehû: «Bu tarla vaktiyle babamın tasarrufunda imiş,
vefatiyle bana intikâl etmiş, benim ise şimdiye kadar bundan haberim yokdu, bu
cihetle dâva edemedim, şimdi vâkıf oldum, bu tarlayı bana versin.» diye dâva
etse mesmu olmaz (Dürerül'hükkâm.)
129 - :
Tekadüm-i zaman ile hak, sâkit olmaz. Yani: Mürûr-i zaman sebebiyle asıl hak
sahibi haddizatında bu hakdan mahrum kalmaz ve bu, başkasına bir hak bahş
etmez, belki mürûr-ı zaman, o hakka aid dâvanın dinlenmesine mâni olur.
Binaenaleyh mücerred
mürûr-ı zamana mebni başkasının hakkına istihkak iddiasında bulunmak, bir
haksızlıkdır, dînen mes'uliyyeti muciptir. Hattâ mürûr-i zaman bulunan bir
dâvada müddeaaleyh ikrarı veçhile aleyhine hükm olunur. Fakat müddeî,
müddeaaleyhin müddeinin iddiasını tasdik ve itiraf etse, meselâ: Müddeabih
müddeinin idi, fakat dâvasında mürûr-i zaman vardır» dese artık bu mürûr-ı
zamana istinaden müddeinin hakkı iskât edilemez, velev ki aradan pek uzun bir
müddet geçmiş olsun. Bu halde müddeaaleyhin ikrarı veçhile aleyhe hükm olunur.
Fakat müddei, müddeaaleyhin bunu hariçde ikrar etmiş olduğunu iddia etse onun
asıl dâvası istima edilmediği gibi bu ikrar iddiası da istima edilmez. Ancak
iddia edilen bu ikrar, evvelce müddeaaleyhin tüccar ve ehli belde arasında
maruf olan yazısını veya mührünü hâvi bir senede rabt edilmiş de o senedin
tarihinden dâva vaktine kadar henüz mürûr-ı zaman müddeti tamam olmamış
bulunursa o halde bu ikrar^dâvâsı mesmu olur (Tenkih-i Hâmidî.)
(Mâlikî'îere göre
mürûr-ı zaman hakkında şu gibi meseleler vardır :
(1) : Bir
şahsın bir malını şeriki olmayan bir ecnebi, ihraz ederek onda tasarrufda
bulunsa, meselâ: Onda otursa veya onu icareye verse veya onu bir zaruret
bulunmaksızın yıksa, o şahıs ise hazır bulunduğu halde hapis gibi bir mâni
bulunmaksızın on sene kadar uzun bir müddet sükût eylese artık o mal, o
ecnebiye intikâl etmiş olur, o şahsın mülkiyyet dâvası, beyyinesi
mesmu olmaz. Böyle
on sene ihraz hali, o ecnebi ile vârisi tarafından vâki olduğu takdirde de
hükm böyledir. Bu, «Mesele-i hiyâze.» diye marufdur. Bir hadis-i şerif de:
buyurulmuşdur.
Hattâ zil'yed, o malı
kendi malı olmak üzere başkasına satsa veya hibe etse veya cariye olub da
istifrâşda bulunsa da sahibi bunlara muttali olduğu halde sükût eylese bu mal,
o zilyedin mülkü sayılır, velev ki aradan henüz on sene gibi uzun bir müddet
geçmiş olmasın.
(2) : Bir
şahsın bir malını onun ecnebi olan şeriki on sene ihraz ederek bunda yıkıb bina inşa etmek
suretiyle tasarrufda bulunduğu halde o şahs hazır bulunub bir mâni
bulunmaksızın bu müddet için de sükût eylese artık dâvası, beyyinesi mesmu
olmaz, bu mala o şerik malik olmuş olur.
(3) : Bir
şahsın bir malını akrabasından bulunan bir kimse, şeriki oîsun olmasın ihraz edib de onda yıkmak,
yapmak suretiyle tasarrufda bulunsa bakılır: Eğer aralarında bir t eş. acur
bulunmaksızın bu ihraz, kırk seneden ziyade devam etmiş bulunursa artık bu
kimsenin mülkiyyeti tekarrür eder, o şahsın dâvası ve beyyinesi mesmu olmaz.
(4) : Usûl
ile füru' arasındaki hadm, bina süknâ gibi bir suretle vuku bulan hiyâze,
intikâli mülke sebeb olamaz. Meğer ki aradan pek çok zaman geçsin. Şöyle ki, :
Bir hiyâzeye aid beyyineler zail, malûmat münkati olacak kadar uzun bir zaman
geçtiği halde mal sahibi bu müddet içinde bilâ mâni bu tasarrufata karşı sükût etmiş bulunursa
artık bundan sonra bir hak dâvasına kıyam ve beyyine ikâme edemez. Bunlardan
birinin vuku bulan hibesine veya beyine karşı diğerinin sükût etmesi de bu
hükmdedir.
(5) : Dâbbe,
hizmetçi, cariye hakkında hiyâze müddeti akârib arasında sabık mesele
veçhiledir. Ecnebiler arasında ise iki senedir, bu müddet bilâ mâni sükût ile geçerse mülkiyyet,
mutasarrıfa intikâl eder-
Köle, uruz hakkında
ecnebilerin hiyâze müddeti ise üç senedir. Bunların sahibi bu üç sene zarfında
bilâ mâni sükût edib hakkını istemezse I iyâze tamam olur, artık dâva ve
beyyine mesmu olmaz.
(6) : Bir
kimsenin bir malında başkasını iskân etmiş veya onu imara memur kılmış veya
arazisini birine musâkât için
vermiş olduğuna dair elinde beyyinesi,
bir vesika-i hukukıyyesi bulunsa bu halde mücerred hiyâze intikâl-i mülke sebeb
olamaz.
Maamafih yalnız
hiyâzeye istinaden de mülkiyyet sabit olmaz. Belki bir malı ihraz etmiş olan
kimse, o malın kendi mülkü olduğunu da iddia eder olmalıdır (Muhtasar-ı
Ebizziya, Şerh-i Muhammed-i Harşî.) [45]
Yirmi
Sekizinci Kitabın Sonu
1 - : (Beyyînât) : Kuvvetli hüccet
mânasına olan «Beyyine»nin cem'idir. Hakkın tebeyyün ve tecellisine hizmet
etdiği cihetle şahadete beyyine adı ve-rilmişdir.
2 - (Tearüz-i beyyinat) : Beyyinelerin
her veçhile teadül ve tekabülü, yani: Her biri diğerinin nefy etdiğini isbât
eder bir halde bulunmasıdır. /Artık bunlardan hiç biriyle amel
olunamıyacağından hepsi de sâkit olur.
3 - (Tercih-i beyyine) : Hasımlar
tarafından ikâme edüejı şahidlerden bir
kısmının diğer bir kısım üzerine takdim edilerek ona göre hüküm verilmesidir.
Meselâ: Bir müteveffanın bir şeyi hal-i sıhhatinde ikrar etmiş olduğuna dair
ikâme edilecek bir beyyine, hal-i marazında ikrar etmiş olduğuna dair olan
beyyine üzerine tercih olunur.
4 - (Hüccet) : Bir dâvayı isbât eden
şahadetden, yeminden veya yeminden nükûl etmekden ibaretdir.
Evvelinde hâkimin
imzası, sonunda da şahidlerin imzaları bulunub bey'e, giraya, nafakaya,
vasiyyete, vekâlete, ikrara, müdâyeneye, kefalete ve emsaline dair yazılan
vesikaya da hüccet denilir. Ce'mi: Hücecdir,
5 - (Vesika) : Bir hususî isbât ve ilâm
için tanzim edilen varakadır. Ahde ve muhkem şeye de ıtlak olunur. Cem'i:
Vesâikdir. Bir şeyi takviye, teb-yin, takrir etmeğe de «Tevsik» denilir.
6 - (Karine)
: Bir şeyin vücuduna delâlet eden emare, nişanedir. Cem'i: «Karâyin» dir- Pek
kuvvetli karineye de «Karine-i katia» denir.
7 - (Şahadet) : Bir kimsenin bir şahısda
olan hakkım isbât için §ahadet lâfziyle hâkimin huzurunda ve hasmın muvacehesinde
vâki olan doğru ihbarıdır. «Bu davacının bu müddeaaleyhde karz cihetinden şu
kadar alacağı olduğuna şahadet ederim.» denilmesi gibi. Böyle bir ihbarda bulunana «Şahid»,
lehine şahadet edilen kimseye «Meşhûdünleh», aleyhine şahadet edilen §ahsa
«Meşhûdünaleyh», şahadet edilen hususa da «Meşhûdünbih» denilir.
8 - (Şahadet-î hisbe) : Bazı hususlardan
dolayı Hak Taâlânın rizası için taleb vuku bulmaksızın gidib §ahadetde
bulunmakdır.
9 - (Şahadet bittesamu) : Bir kimsenin
nâsdan işitdiği bir hâdise hakkında mahkemede şahadetde bulunması, meselâ: Bir
yerin vakfiyyeti hakkında: «Ben bu yerin vakıf olduğunu sikadan işitdim.» diye
şahadet etmesi bu kabildendir.
10 - (Şahadet bittevatür) : Bir hadise
hakkında tevatür haddine baliğ bir camaat tarafından yapılan şahadetdir.
11 - (Şahadet aleşşehâde) : Bir hadise
hakkında şahid olan kimsenin bu hususdaki şahadetine başkasının şahadet
etmesidir.
12 - (Tahamrnül-İ şahadet) : Bir kimsenin
kendisinden hakkında şahadet etmesi istenilecek hususu ihata etmesi, ona dair
idâ-i şahadetde bulunabilecek bir vukufa malik bulunmasıdır.
13 - Edâ-i şahadet) : Bir kimsenin muttali
olduğu şey hakkında mahkemede bilfi'il şahadetde bulunması demekdir.
14 - (Şahadet-l zûr) : Yalan yere,
hakikate muhalif olarak yapılan şahadet dir.
15 - (Işhad) : Bir kimseyi bir husus
hakkında şahid'tutmak, bir hâdiseyi ona şahadet edecek kimseye gösterib hikâye
eylemek demekdir. Buna «istisnada da denir. Maamafih istişhad, şahid taleb
etmek mânasında da müstameldir.
16 -
(Nisâb-ı şahadet) : Bir hâdise hakkında şahadetleri makbul olacak
kimselerin mikdan demekdir. Meselâ: Borç hakkında iki erkek veya bir erkek iki
kadın gibi.
17 - (Tezkîye-İ şuhûd) : Bir hâdise
hakkında şahadet eden kimselerin \)U şahadete ehil olduklarım başkalarından sırren
ve alenen sorularak tesbit edilmesidir. Bu cihetle tezkiyeler, alenî tezkiye,
sırren tezkiye kısımlarına ayrılır.
Şahidlerin şahadete
ehliyetini haber veren zata «Müzekki», tezkiye olunan şahide de «Müzekkâ» adı
verilir.
18 - (Tâdil-i §uhûd) : Bir hâdise hakkında
şahadet eden kimselerin tezkiye edilmelerinden, yani: Onların şahadete ehil,
âdil kimseler olduklarına dair karar verilmesinden ibaretdir-
19 - (Adalet-i şühûd) : Edâ-i şahadetde
bulunacak kimselerin kebireler-den müetemb, sagirelere gayr-ı musir olması
keyfiyyetidir. Yahud şahidlerin hasenatının veyyiatına gâlib olmasıdır.
20 - (Ta'n-İ §ijhûd) : Bir vak'aya şahadet
edenlerin bu şahadetde yalancı olduklarına dair müddeaaleyh tarafından vuku
bulan iddiadır. Makbul sebeb-lere iktiran eden bir teana: «Tecrih-i şühûd» da
denir.
21 - (Cerh-i şühûd) : Şahidlerin fışkını,
adaletden mahrumiyyetini iddia ve
izhardan ibaretdir ki, iki kısma ayrılır. Bir kısmı, «Cerh-i mücerred» dir ki,
şahide muayyen bir hakk-ı ilâhîyi veya bir hakk-ı abdi muntazammın olmayan bir veçhile ta'nde
bulunmakdır. «Bu şâhidler fâsıkdırlar. Bunlar yalan yere şahadet eden
kimselerdir» denilmesi gibi.
Meşhûdünaleyh, bu
cerh-i mücerredi hâkime sırrın haber verir ve şuhûd ikâmesiyle isbât ederse
hâkim, mecruh olan şahidlerin şahadetlerini reddeder. Velev ki evvelce tezkiye
edilmiş olsunlar.
ikinci kısım, «Cerh-i
mürekkeb» dir ki, bu, ya muayyen bir hakkûllâhı veya bir hakk-ı abdi
mutazammin bulunan cerhdir. «Bu şahidler bir şahsı am-den kati etmişlerdir.
Veya yalan yere şahadet için şu kadar para almışlardır.» denilmesi gibi.
Meşhûdünaleyh, bu cerhi beyyine ile isbât ederse bu şahidlerin şahadetleri red
olunur.
22 - (Fısk-ı şuhûd) : Şahadetlerinin
kabulüne mâni olacak gayr-ı meşru bir ma'siyetle* bir kötü hal ile şahidlerin
muttasıf bulunmuş olmalarıdır.
23 - (Rücu anişşahâde) : Bir kimsenin
yapmış olduğu şahadetden dönmesi,
meselâ: «Yalan yere şahadet etdim.», veya «Yanlış şahadetde bulundum.» diye şahadetini ibtâl
etmek istemesidir ki, bu, isbât edilen şeyi nefy etmek demekdir-
24 - (Mâni) : Bir şey ile ondan maksûd
olan şey arasına gidib beyinlerini ayıran hâletdir. Meselâ: Zevciyet hali,
zevcin şahadetiyle onun kabulü, arasına haylûlet ederek bununla zevcinin
lehine hükme mâni olur. Cem'i: «Me-vâni» dir.
25 - (Tesâmü) : Lûgatde başkasından
işidilib nakl edilmek manasınadır. Şer'an «îştihâr» demekdir. iştihar - Şöhret
ise iki nevidir. Biri, «Şöhret-i ha-kikîyye» dir ki, tevatür ile hâsıl olur.
Diğeri de «Şöhret-i hükmiyye» dir ki, iki âdil erkeğin veya âdil bir erkek ile
iki âdil kadının şahadet lâfzıyle haber ver-rneleryle husule gelir.
26 -
(Tahkim-i hâl) : Murafaa esnasında mevcud olub iki tarafdan birinin lehine
şahadet ve delâlet eden hal-i hâzırı hakem kılarak ona göre hükm vermekdir. Bir
şeyin bugünkü haline nazaran onun mazide de bu hal üzerine olduğuna hükm
edilmesi gibi. Bu, istishab kabilindendir. Usûl-i fıkh mebhasi-ne müracaat!,
27 -
(Tahlif) ; Müddeî ile müddeaaleyhden birine yemin verdirmekdir. «Half», «Halif» ise and içmek,
yemin etmek manasınadır. Yemin edene «Ha-Uf», yemin edilen şeye «Mahlûfünaleyh,
yemin etdirmeğe ve yemin istemeğe ve yemin istemeğe de «îstihlâf» denilir.
28 - (Tehâlüf) : Hasımlardan her birinin,
yani; Hem müddeinin, hem de müddeaaleyhin yemin etmesidir. Ahdleşmek, teahhüdde
bulunmak mânasını da müfiddir.
29 - (Hâlif) : Bir kimse ile and ahd'ü
peymanda bulunan zatdır, muahid gibi. Yardımcı mânasına da gelir. Cem'i
«Hulefâ» dir.
30 - (Yemin) : Lûgatde kuvvet demekdir.
Şer-i şerîfde and içmek, yani:
«Bir haberin iki
tarafından birini Allah Taâlâ'nın mübarek ismini zikr ile veya bir şeye talik
suretiyle takviye etmckdir Meselâ «Vallahi şu is şöyledir» sözü bir yemin
olduğu gibi «Şu iş şöyle değilse kölem azâd olsun» denilmesi de bir yemindir.
Hak Taâlâ'nın mukaddes ismine yapılan yemine «Kasem» de denir,.
31 - : (Yemin-i istizhar) : Bazı dâvalardan
dolayı beyyine ikâme eden müddeiye
hakkın inkişâfını temin için tevcih edilen yemindir.
32 - (Yemln-l mardûde) : Müddeaaleyhin
kendisine tevcih edilen yerm'n-den imtinaı üzerine müddeiye tevcih edilen
yemindir.
33 - (Yemin-i
lağv) : Bir kimsenin bir şey hakkında
zannına göre yapdı-ğı yemindir ki, o şey haddizatında o zan edildiğinin
hilâfına bulunur.
34 - (Yemin-i gamus) ; Geçmiş zamanda yapılmış veya yapılmamış bir iş
hakkında yalan yere yapılan yemindir.
35 - (Yemin-i sabr) : Bir müslümamn malım elinden gidermek için yalan yere
kasden yapılan yemindir.
36 - (Yemin-! mün'akide) : Atiye aid bir fi'il veya terk-i fi'il için yapılan
yemindir. Yeminde sadık olmaya, yapılan yemini yerine getirmeğe «Bîrr» denir.
Sahibine de «Ber» ve «Bâr» denilir. Cemi'leri: Bürûr ve ebrardır.
Günaha, yemini bozmaya
yeminde sadık olmaya da «Hins» denir. Yaptığı yemini yerine getirmeyen, onun
uhdesinden çıkmayan şahsa da «Hânis» denilir.
37 - (Nükûl aynil'yemin) : Bir müddeî veya müddeaaleyhin kendisine tevcih ve
teklif edilen yemini yapmakdan kaçınması, iraz eylemesidir. Böyle yemin
yapmakdan imtina eden kimseye «Nâkil» denir.
38 - (İsmet) : Yapılması daire-i iktidarda bulunan ma'siyetlerden
ictinab etmek melekesidir.
39 - (Mürüvvet)
: Insaniyyet, himmet, heyâ, lâyik olmayan şeyleri terk, manasınadır. Bir
kimsenin kendi zamanında ve mekanındaki emsalinin mubah olan ahlâk ve tavriyle
mütehallik olması bir mürüvvet halidir.
Mürüvvet, âdâb-ı
nefsâniyyeden ibaretdir ki, bunlara riayet edilmesi, insanı güzel ahlâka,
güzel âdetlere sevk eder.
40 - (Şehvet)
: Havay-i nefs, meyl-i nefs, bir şeyi sevib ona meyi ve rağbet etmek
manasınadır. Buna «îştiha» da denir. Cem'i: Şehevâtdır- «Teşehhb de bir
kimseden bir şeyi peyder pey arzu ve taleb eylemekdir. Pek şehvetli kimseye «Şehvanî» denir.
Görenlerin istinasını celb eden şeye
de «Şehiyy» denilir.
Hürmet-i musâhereyi
icab eden şehvetle mess veya nazardan maksad, tam mess veya nazar halinde
tenasül âletinin intişar etmesidir ve o anda münteşir ise bunun artmasıdır.
Müftabih olan budur. Diğer bir kavle göre bu şeh-vetden maksad, bu mess veya
nazar halinde kalben vücude gelen bir iştihadır. Ve bu halde iştiha mevcud ise
bunun tezayüd etmesidir. Âlet-i tenasülün inti-§ar ve taharrükü meşrut
değildir.
41 - (Kâif) Lûgatde eserleri, şübheleri tetebbu ve takib
eden kimsedir. Istılahda «Hak Taâlâ'mn kendisine vermiş olduğu bir hassa, bir
istidâd sayesinde nesebleri ilhak eden, yani: Hangi şahsın hangi şahsa neseben
merbut olduğunu indel'iştibah cismânî alâmetler delaletiyle tâyin edebilen
kimsedir. Cem'i: Kâfedir. ikinci cildde neseb mebhasine müracaat!.
42 - (Zil'yed) : Lûğatde el sahibi demekdir
Istılahda bir ayne bilfi'il
vaz-ı yed eden, yahud bir aynde malik kimselerin tasarrufları gibi tasarrufu
sabit olan kimse demekdir. Mukabili «Hariç» dir.
43 - (Hariç)
: Bir ayne yaz-ı yed etmeyen ve ondan tasarruf-ı müllâk ile mutasarrıf
bulunmayan kimsedir. Meselâ: Bir şahsın elinde bulunan bir malı bu mala vaz-ı
yed etmediği halde «Benimdir.» diye
dâva eden bir kimseye «Hariç» denir. Bir malde müsavi derecede tasarrufda bulunan iki kimseden her biri, zilyed
sayılır. Fakat tasarrufları müsavi derecede olmayıb da birinin tasarrufu daha
kuvvetli, daha zahir bulunursa bu, zilyed
sayıhb diğeri hariç itibar olunur,
44 - {Tenazu bil'eydi) : Bir mala müteaddid kimselerden her biri, kendisinin
vaziül'yed olduğunu iddia ederek onların bu hususda münazaada bulunmalarıdır-
45 - (Mülk-İ mutlak) : irs gibi, muayyen bir kimseden satın almak gibi mülk sebeblerinden
biriyle mukayyed olmayan malikiyyetdir. «Bu hane benimdir.» denilse bir mülk-i
mutlak iddiası olmuş olur.
46 - (Mülk-i mukayyed) : irs gibi, iştira veya ittihâb gibi mülk sebeblerinden
biriyle mukayyed olan mülkiyyetdir. «Bu haneyi fülândan satın aldım.» veya
«Fülân bana hibe etdi, bu cihetle bu benim mülkümdür.» diye yapılan bir iddia da bir mukayyed mülk
davasıdır. Buna «Mülk bisebebin» de denir.
Meşhur olan kavle göre
irs dâvası, mülk-i mutlak davasıdır.
47 - (Tasarruf-ı müllâk) : Bir şeyde meşru, nafiz bir suretde asaleten vâki olan tasarrufdur. Bir kmisenin
malik olduğu hanesini tamir etmesi, arazisini ziraatde bulunması, hayvanına
râkib olması, elbisesini giyinmesi gibi.
48 - (Tevatür) : Lûgatde müteaddid şeylerin birbiri ardınca
zuhuru demekdir. Istılahda: «Kizb
üzerine içtima ve ittifakları aklen
caiz olmayan bir camaatin hisse müstenid bir şeyi haber vermeleridir.
Böyle bir habere: «Mü-tevâtir» denir. Mücerred aklî bir mesele üzerinde bir
cemaatin ittifakı, fikren, kanâaten müttefik olmaları tevatür sayılmaz. [46]
İÇİNDEKİLER
; Şahadetin rüknü, nisabı, ehemmiyeti ve hikmet-i teşriiy-yesi. Şahadetlerin
şurût-i esasiyesi. Şahadetlerin dâvalara muvafakati. Şahadetlerin keyfiyet-i
edası. Şahidlerin ihtilâfları. Şahadet aleşşahadenin mahiy-yetl- Tevatür
suretile şahadet. Şahîdlerİn tezkiyeleri ve cerh edilmeleri. Şa-hidlerln
şahadetlerinden rücuları. Şahadetleri kabul edilmeyen kimseler. [47]
49 -
Başkasına aid olub iddia edilen bir hakkı, bir hâdiseyi hâkimin huzurunda
haber vermekden ibaret olan şahadetin rüknü, «Şahadet ederim.» lâfzıdır.
Şahadetin zan ve şekki işrâb eden tâbirlerden halı bulunması lâzımdır.
Binaenaleyh bir hâdise hakkında «Zanetdiğime» veya «Bildiğime göre bu şöyledir.»
gibi bir suretde yapılacak haberler, şahadet sayılmaz.
50 - Nisâb-ı
şahadet, hâdiselere göre değişir. Şöyle ki: Hukuk-ı Uâhiyye-den olan hadd-i
zina hususunda nisâb-ı şahadet, dört erkekdir. Şâir hüdûd ve kısasa hakkında
ise iki erkekdir. Bunlarda kadınların şahadetleri kabul olunmaz.
Hukuk-ı ibâda aid
hususlarda şahadetin nisabı, iki erkek veya bir erkek ile iki kadındır.
B*unlarda yalnız kadınların şahadetleri makbul değildir. Ancak erkeklerin
ıttılaı mümkün olmayan yerlerde male aid olmak üzere yalnız kadınların
şahadetleri kabul olunabilir.
Meselâ : Kadın
hamamlarında bir kati hâdisesi vuku bulsa buna dair diyet hususunda kadınların
şahadetleri kabul olunur (Hamevî.)
51 -
Şahadetin kıymet ve ehemmiyeti pek büyükdür, hikmet-i teşriîyye-si de
bedihîdir. Malûm olduğu üzere cemiyyet hayatında bir çok hâdiseler, medenî ve
tarihî muameleler vücude gelir, bunlara dair vakit vakit dâvalar, münazaalar
zuhur eder, bu dâvaların, ihtilafların hail ve faslı için alelekser şahadete
lüzum görülür, aksi takdirde münazaalar tevali eder, bir çok haklar zayi olur,
bir çok vak'alar mechûliyyet içinde kalır, cemiyyetin huzuru, intizamı bozulur
gider, işte bu medenî, hayatî ihtiyaca mebnidir ki, geriat-i islâ-nûyyede
şahadete büyük bir ehemmiyet verilmiş, bu pek kuvvetli beyyineler-den sayılmış.
Bunun kabulü mukteza-i hikmet ve maslahat bulunmuşdur.
Maamafih şahadet, bir
emr-i azim olduğundan bunun kabulü için pek ih-tiyatkârane hareket edilmesi emr
olunarak şahid olacak zatlarda bir çok vasıfların bulunmasına lüzum
gösterilmiştir- Nitekim, bunlar, aşağıda görüle-cekdir.
Şahadet vazifesi,
efrada nazaran bazı hâdiselerde bir farz-ı ayin, diğer bazı hâdiseler hakkında
da bir farz-ı kifâye mahiyyetinde bulunur.
Hak Taâlâ Hazretleri:
buyurmuşdur. Yani:
Daima adaletle hareket
ediniz, adaleti yerine getirmeğe çalışınız, Allah için şahadetde bulununuz,
şahadetiniz garazdan, hakikate muhalefetden beri olsun.
Diğer bir âyet-i
kerimede de: Şahadeti saklamayınız diye enir olunmuşdur. Diğer bir âyet-i
celîlede de buyurulmuş dur. Yani Şahidler eda-i şahadet için çağrıldıkları
zaman bundan kaçınmasınlar.
Binaenaleyh şahadeti
saklamamak, lüzum görüldüğü takdirde şahadetde bulunarak bir hakkın zuhuruna
hizmet etmek müslümanlarca bir vecibedir. Fakat hakikate muhalif olan
şahadetlerde mücasirler hakkında dünyevî, uh-revî pek büyük mes'uüyyeti
calibdir.
Eda-i şahadet, bir
vecibe olduğundan bundan dolayı bir ücret alınamaz. Abdürrahim fetavâsında
deniliyor ki: «Ücretle şahadet edenlerin şahadetleriyle olan hükm, nafiz
olmaz. Şahidler, kablettâdil ücretle şahadet eylediklerini ikrar eyleseler
şahadetleri red olunur. Ancak Feyziyye fetavâsında beyan olunduğuna göre
binecek hayvanı bulunmayan, yayan yürümeğe ve kira ile hayvan tutmağa kudreti
yetmeyen bir kimse, lieclişşehâde huzur-ı şer'e gitmek için meşhudun lehin
hayvanına râkib olabilir, bunda beis yokdur. Ancak kütübü Şâfiîyyeden
Tuhfetül'muhtac'da beyan olunduğuna göre taham-mül-i şahadet için ve kitabet-i
sâk için ücret alınabilir. Şöyle ki: Bir kimse, bir şahadeti tahammül ederek
edâ-i şahadet için bir mesafeye kadar gitmek külfetini ihtiyar edecek olursa
yol masrafını, vasıta-i nakliyye ücretini ve muattal kalacak kesbinin bedelini
taleb edebilir. Hattâ bir şahid mesaha-i advâ-nın = Yani: Bir günlük yolun
fevkinde bir mesafeye gidçcek ise kendisine §u kadar ücret verilmedikçe
gitmeyeceğim dermeyan edebilir.
(Mâlikîlere göre nisab
itibariyle meratib-i şahadet dörtdür. Şöyle ki: Birinci mertebe: Dört âdil
erkeğin şahadetleridir. Bu, zina ve livata dâvalarını isbatda aranır. Bunlar,
bu mikdardan noksan şahidlerin şahadetiyle sabit olmaz.
İkinci mertebe: İki
âdil erkeğin şahadetidir. Bu, mâla veya
mala raci olacak bir hususa jdair olmayan dâvalarda aranır- Nikâh, mala
müteallik olr vasiyyet tarih-i mevt,
tarih-i talâk dâvaları gibi.
üçüncü mertebe: Bir
âdil erkek ile iki âdil kadının şahadetidir, veya bir erkek veya iki kadının
şahadetiyle müddeînin yemininden ibaretdir. Bu da mal veya mala raci bir husus
hakkındaki dâvalarda carîdir. Icare, bedel-i kitabetin edası ve adem-i edası,
hataen cerh, beyide müddet ve muhayyerlik olub olmaması, şüf'anın iskât edilib
edilmemesi, bir malda tasarrufa aid iysâ dâvaları bu kabildendir. Bunlara iki
âdil erkeğin şahadeti de makbuldür,
Dördüncü mertebe:
Yalnız iki kadımn ihbar ve şahadetidir. Bu da erkeklerin gâlib-İ ahvâle
nazaran muttali olaı uyacakları hususlarda carîdir. Velâdet, istihlâl-i sabi,
hayz-ı nisa, kadınların cihazı tenasülindeki ayıb gibi. Bunlarda iki âdil,
müslim kadının şahadeti kâfidir. Binaenaleyh bu şahadet üzerine çocuğun
nesebi, veraseti sabit olur (Hâşiye-i Muhammedi Harşî.)
(Şafiî'lere göre
nisâb-ı şahadet şöyledir :
(1) : Ezher
olan kavle göre yalnız Ramazan-i şerifin hilâli ve tevâbii hususunda bir
şahidin şahadeti ile hükm olunabilir. Bu tevâbiden maksad, şevvalin duhûlü ve
teravih namazı gibi hususlardır.
(2) : Zina,
livata, meyteyi vatı' behimeye ityân
hususunda dört erkeğin şahadeti lâzımdır. Zinayı ikrara aid şahadet için
İki erkek şahid kâfidir. Diğer bir kavle göre bunda da dört şahid lâzımdır.
Çünkü bunun üzerine had te-rettüb edecekdir. Buna cevaben deniliyor ki, bu
ikrar üzerine terettüb eden hâd, kat'î
değildir. Zira bu ikrardan rücu İle bu had, sâkit olur-
(3) : Mal
kabilinden olmayan ve kendisinden mal kasd edilmeyen şeyler hakkında en az iki
erkeğin'şahadeti lâzımdır. Haddi şürb, hâdd-i sirkat, kat'ı tarik, riddet, cerh
ve tâdil, mevt, isâr, vekâlet, bir mal hakkında gasb ile vedia iddiası gibi.
(4) : Ayın,
deyin veya menfaat kabilinden olan mal hakkında iki erkeğin veya bir erkek ile
iki kadının şahadetleri kâfidir. Beyi, ikâle, havale, zaman, vakf, sulh, rehin,
şüf'a, ibra, karz, gasb, mal ile vasiyyet, mehr, hûl, ayıb ile red, hiyar ve
müddet, mal verilmesini icab eden cinayet hususları bu cümledendir.
Böyle bir erkek ile
iki kadının şahadetiyle sabit bir akd, bir muamele, bir erkeğin şahadeti ve
müddeinin yemini ile de sabit olur. Rivayete nazaran Ke-sûl-i Ekrem Hazretleri
hukuka, emvale dair hususlarda bununla hükm etmiş-dir. Fakat hiç bir şey yalnız
iki kadının şahadeti ve müddeinin yeminiyle sabit olmaz.
(5) :
Kadınların bilmelerine muhtes olan veya erkeklerin gâliben göre-miyecekleri
şeylerden bulunan veya velâdete, hayza, rezâa, kadınların libasları altındaki
ayıblarına dair bulunan şeyler iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının
şahadetleriyle sabit olacağı gibi dört kadının şahadetleriyle de sabit olur.
Bunlar, bir erkeğin şahadeti ve yemin ile sabit olmaz.
(6) : Bir
hâdise hakkında yalnız iki şahid bulunsa bunların edâ-i şahadet-ie bulunmaları
lâzımgelir. Şahadetlerini ketm ederlerse âsim olurlar.
Fakat bir hâdise
hakkında müteaddid şahidler bulunursa bu halde edâ-i şahadet farz-ı kifâye
olmuş olur. Bunlardan ikisi olsun sahadetde bulunmazsa hepsi birden âsim
olurlar.
(7) : Edâ-i
şahadetin lüzumu için şöyle üç şart vardır:
Birincisi : Şahid,
mesafe-i advâdan veya daha yakından edâ-i şahadete davet edilmelidir. Ve bir
kavle göre mesafe-i seferden daha kısa bir mahalden davet olunmalıdır. Bundan
uzak bir mesafeye gitmesi lâzımgelmez, bunda şahid için zarar vardır. Bu halde
şahadet üzerine şahadet imkânı mevcuddur.
İkincisi : Şahid, âdil
olmalıdır. Mecmaûnaleyh olan bir fısk sahibinin şahadet için vuku bulan davete
icabeti lâzımgelmez. Çünkü bu halde nefsini hâkimin reddine mâruz bırakmış
olacakdır.
Üçüncüsü : Şahid, bir
maraz veya saire doîayısiyle mazur bulunmamış olmalıdır- Mazur olunca ya
şahadeti üzerine başkasını işhad eder, veya şahadetini istimâ için yanına
hâkim, başkasını gönderir, ondan bu suretle meşakkat defi' edilmiş olur
(Tutıfetül'muhtac.)
(Zahirîlere göre
meratib-i şahadet şöyledir :
(1) : 2ina
hâdisesinde dört âdil müsiim erkeğin veya her erkeğin yerine iki müsiim, âdil kadının §ahadeti
lâzımdır. Bu halde üç erkek ile iki kadının veya iki erkek ile dört kadının
veya bir erkek ile altı kadının veya müstakü-len sekiz kadının şahadeti
makbuldür.
(2) :
Zinadan başka hususlarda, meselâ: Nikâhda, talâkda, kısasda ve emvalde iki müsüm, âdil erkeğin, veya
böyle bir erkek ile iki kadının ve ya-hud dört kadımn şahadetleri kabul olunur.
Hudud müstesna olmak
üzere bunlardan her birinde yalnız bir âdil erkek veya iki âdil kadının
şahadetiyle müddeinin yemini de makbuldür.
Reza hususunda ise
yalnız bir âdil kadının veya bir âdil erkeğin şahadeti kifayet eder. Tavus'dan
rivayet olunduğuna göre kadınların erkekler ile beraber her hususda
şahadetleri caizdir. Yalnız zinaya şahadet bundan müstesnadır. Çünkü
kadınların buna bakmaları lâyık değildir (Elmuhallâ.)
(Hanbelî'lere göre
hukuk-ı ibâde aid hususlarda tahammül-i şahadet farz-ı kifâyedir. Edâ-i şahadet
ise ledettaleb farz-ı ayindir. Şu kadar var ki, bu şahadet, şahidin bedenine,
mâline, ehline, ırzına lâhik olacak bir zarara tnüed-di olmamalıdır veya
şahidin tezkiyesiyle ibtizâline sebebiyyet verilmemelidir. Böyle bir zarar
mevcud olunca şahadet vâcib olmaz. Nitekim Kur'an-ı mübinde buyurulmuşrinr
Şahadet lâfzı,
müşahadeden müştakdır. Çünkü şahid, müşahade etdiğini haber verir. Şahadet
tâbiri, hem tahammül-i şahadete, hem de edâ-i şahadete itlâU olunur. nazm-ı
kur'an'sindeki mahadetden mürad, tahammül-i şahadetdir. Yani: Müşahade edib
muttali olduğunuz bir şeyi gizlemeyiniz, taleb vuku bulursa ona dair hâkimin
huzurunda edâ-i şahadetde bulununuz.
Şahadet, bir hüccet-i
serîyedir ki, müddeabih olan hakkı beyan ve izah eder, bu hakkı iycab etmez,
belki bunu hâkim, bu hüccet ile vâcibül'istifa kılar (Keşşafül'kına.) [48]
52 - : Nâsın
hukukuna aid şahadetlerin kabulü için
sebk-ı dâva şartdır.
Binaenaleyh dâva
tekaddüm etmedikçe hâkim yapılacak şahadeti dinlemez-
Meselâ : Bir kimse
tarafından dâva vuku bulmadığı halde iki şahid mahkemeye müracaat ederek
«Fülân yetimin babası müteveffa fülâmn füiân şahsın zimmetinde şu kadar meblâğ
alacağı vardır. Oğlu fülâna miras kaldı.» diye şahadet etseler kabul edilemez.
Fakat hukuk-ı
Üâhiyyeye aid şeylerde seb-i dâva şart değildir. Çünkü bu hukuku dâva etmek
herkes üzerine lâzımdır. Bu cihetle her müslüman, bu hususda hasım olacağından
bunda dâva hükmen mevcuddur.
Binaenaleyh hukuk-ı
ilâhiyyeden olan hudüdda, talâka, hürmet-i musahe-rede, iylâda, zihârda,
cariyeyi itâk veya tedbirde dâva sebk etmeksizin şahadet kabul olunur ki, bu
bir şahadet-i hisbedir.
Vakıf hususunda da
imâmeyne göre şahadet makbuldür. Şöyle ki: Bir mal,, mescide veya fukaraya
mevkuf ise imâmeyne görebilâ dâva şahadet kabul olunur. Fakat imamı Azama göre
bu şahadet kabul edilmez. Bir mal, muayyen eşhasa mevkuf olduğu suretde ise
dâva sebk etmedikçe şahadet bilittifak kabul olunmaz (Hamevî.)
53 - :
Şahadetin sebk eden dâvaya mutabakatı şartdır.
Binaenaleyh bir
şahadet dâvaya mutabık olmazsa reddolunur. Çünkü bu takdirde şahadet, bilâ dâva
vuku bulmuş olur.
54 - :
Şahadetin kabulü için tekaddüm eden dâvanın sahih olması şartdır. Dâva sahîh
olmazsa şahadet reddolunur.
.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsdan şu kadar alacak dâva etdikde o şahs: «Senin bende hiç bir hakkın
yokdur, ben seni tanımıyorum.» dedikden sonra o kimse, bu alacağım isbât edince
o şahs, bu alacakdan ibra iddiasına kıyam etse bu dâva sahih olmaz. Binaenaleyh
bu hususda ikâme edeceği şahidler dinlenemez. Çünkü tasavvur olunamaz ki, iki
kişi arasında husûmet ve kaza carî olsun da biri diğerini tanımasın
(Velvâliciyye.)
55 - :
Şahadetin mahsûsa muhalif olmaması şartdır
Binaenaleyh göz ile
görülen veya sair havasdan biriyle anlaşılan bir mahsûsun hilâfına ikâme
edilen beyyine, tevatür halinde de bulunsa makbul olmaz. Çünkü bu şahadetin
doğru olmadığı zahirdir.
Meselâ : Berhayat
olduğu görülen bir şahsın vefatına veya mamur olduğu müşahede olunan bir
hanenin harab olduğuna dair ikâme edilen bir beyyine makbul olmaz. Böyle
hissin tekzib etdiği bir şahadet, muteber değildir (Tenkih-i Hâmidi.)
Kezalik : Şahidler,
«Şu kabın içindeki yağın on kıyyesi, müddeînindir.» diye şahadet etdikleri
halde o kabdaki yağ beş kıyye bulunsa şahadetleri bâtıl olur (Hindiyye.)
56 - :
Şahadetin mütevatire muhalif olmaması şartdır. Çünkü mütevati-rin hilâfına olan
dâva ve şahadet mesmu olmaz, bu bizzarûre
sabit bir şeyi tekzib demek olacağından batıldır (Muhit-i Burhanı.)
Meselâ : Bir kimsenin
füiân gün fülân saatde fülân beldede mukim bulunduğu tevatüren sabit bulunsa
artık o kimsenin o günde ve o saatde başka uzak bir beldede bulunmuş olduğuna
dair olan şahadet kabul edilemez.
İki tarafdan her biri
kendi iddiasına tevatür halinde sandığı şahidler ikâme edecek olsa hâkim,
tetkik eder, hangi tarafın şahidleri tevatür şeraitini cami ve kanaat bahş İse
onu kabu leder. iki tarafın da şahidleri tevatür şartlarını cami bulunmazsa
şahadetleri beyyine-i âdiye halinde kalır. Hâkim, ter-cih-i beyyinat
meselelerine tevfikan racih tarafın şahidlerini tezkiye ederek onların
şahadetlerine göre hükm eder.
57 - :
Şahadetin nefy-i sarfa aid olmaması şartdır. Çünkü beyyine bir hakkı izhar ve isbât için meşru kıhnmışdır,
yoksa-hakkı nefy için meşru kılın- -mış değildir.
Binaenaleyh «Fülân
kimse» iddia edilen şu işi işlemedi, veya: Fülân mal, füiân kimsenin değildir,
veya: Fülânın fülâna borcu yokdur.» gibi nefy-i sırf a şahadet kabul olunmaz.
Ancak bundan iki mesele, müstesnadır. Şöyle ki: Evvelâ nefy-i mütevatir
beyyinesi makbuldür. Meselâ: Bir kimse, fülân şahsa fülân vakit fülân mahalde
şu kadar meblâğ borç verdim.» diye dâva etdiği halde o şahsın o vakitde o
mahalde olmayıb başka bir mahalde bulunmuş olduğu tevatüren isbât olunsa bu
tevatür beyyinesi makbul olur, müddeinin dâvası dinlenmez. Çünkü bizzarûre
sabit olan bir şeye muhalif bulunmuş olur-Ve şöhret = Tevatür, isbâtda hüccet
olduğu gibi nefiyde de hüccetdir.
Saniyen şart-i menfi
üzerine İkâme olunan beyyine makbuldür. Meselâ: Bir kimse: «Bugün fülân yere
gitmezse zevcesi boş olsun diye yemin etmekle zevcesi: «O gün o yere
gitmediğine beyyine ikâme etse kabul olunur. Zira bu şahadet, her ne kadar
nefiy üzerine görülmekde ise de bundan asıl maksad. cezayı, yani: Talâkın
vukuunu isbâtdır (Mebsût., Bezzâziyye.) . :
58 - :
Şahadetde def-i mağrem =: Mazarrat ve cerri mağnem, yani: $a-hidier için fed-i
mazarrat ve celb-i menfaat dâiyesi bulunmamak şartdır.
Binaenaleyh usûlün
fürûa ve fürûun usûle, yani: Babaların, dedelerin, validelerin, ninelerin,
evlâd ve ahfadı lehine, bunların da babaları, dedeleri, valideleri, cedleri,
ceddeleri lehine ve zevç ile zevceden birinin diğeri lehine şahadetleri makbul
değildir. Fakat bunlardan başka akribanın birbiri lehine şahadetleri makbuldür.
Kezalik : Şeriklerin
mal-i şirketde birbiri lehine şahadetleri makbul değildir. Kefil bü'mâl olan
kimsenin asil tarafından mekfûlünbihin edâ olunduğuna dair şahadeti makbul
değildir. Fakat şâir hususlarda şeriklerin ve kefil ile asilin birbiri lehine
şahadetleri makbuldür (Hâniyye, Mecmaül'enhür.)
Kezalik : iki üç karye
halkının birbiriyle sınır hususunda nizâlan olsa mezkûr husus hakkında birbiri
üzerine şahadetleri makbul tutulmaz, başka kimselerden bîgarsz olanların
şahadet etmeleri iktiza eder (Ebüssuûd.)
Kezalik : Bir dâyin,
vefat eden medyunu lehine olarak «Bu mal müteveffa medyunundur.» diye şahadet
etse kabul olunmaz. Çünkü kendi alacağı, bu müteveffanın malına taallûk
etmişdir. Artık bu şahadet, cerr-i mağnemden halt değildir. Velev ki bu
müteveffanın terekesi, borçlarına kifayet etsin .
Amma bir dâyinin
berhayat bulunan medyunu lehine şahadeti makbuldür, velev ki bu medyun, müflis
olsun veya meşhûdünbih, dâyinin matlûbu cinsinden bulunsun. Çünkü dâyinin
alacağı, berhayat olan medyunun malına değil, zimmetine taallûk eder. Bunda
cerr-i mağnem töhmeti yokdur (Hindiyye, Fey-ziyye, Netice.)
Kezalik : Dostun
dosta, yani: Aralarında ahbablık bulunan kimselerin birbiri lehine şahadeti
makbuldür. Fakat aralarındaki dostluk, birbirinin malında tasarruf etmek
mertebesine var-ırsa o halde yekdiğörin lehine şahadetleri kabul olunmaz.
Çünkü bu takdirde şahidin meşhûdünbihle intifa etmek töhmeti bulunacağından
bunda cerr-i menfaat şaibesi vardır (Mecelle.)
59 - : Şahid
ile meşhûdünaleyh arasında adevât-ı dünyeviyye bulunmamak şartdır. Aclevât-ı
dünyeviyye bulunursa aleyhe olan şahadet makbul olmaz. Çünkü bu şahadet,
adevât saikasiyle olmak töhmetden beri olamaz.
Meselâ : Mecruhun,
carih aleyhine, maktulün vârislerinin katıl aleyhine ve şetm edilen kimsenin
şâtim aleyhine şahadeti makbul değildir.
Fakat bir kimseden bir
hak taleb ve dâva etmekle veya bir kimseyi zarb etmiş olmakla veya bir kimseyi
istifa-i hak için hapis etdirmekle şahadete mani olacak bir adâvet-i
dünyeviyye husule gelmiş olmaz. Binaenaleyh müddea-aleyhin müddeî aleyhine ve
mazrubun dârib aleyhine başka bir
hususa dair
şahadeti kabul
olunabilir.
Adevât-ı dünyevîyye,
mal ve câh gibi şeylerden ileri gelen adavetdir ki, Örf ile bilinir. Ve
denümişdir ki: «Adüv odur ki senin hüznünle ferahlanır, ferahınla mahzun olur.
Beyinlerinde adevât-ı
âünyeviyye olanların birbiri lehine şahadeti ise makbuldür. Çünkü bunda töhmet
yokdur. Fakat bazı fukahaya göre bunların birbiri lehine olan şahadetleri de
kabul olunmaz. Zira bu adavet, gayr-ı meşrudur, haramdır, sahibinin adaletine
münafidir, belki böyle bir haramı irtikâb eden kimsenin başkaları hakkında da
şahadeti red olunur (Hindiyye, Düre-rül'hükkâm.)
Adavet-i dünyeviyyeye
gelince bu, şahadetin kabulüne mâni değildir. Meselâ: Bir müslümanın, irükâb-ı
measide bulunduğu cihetle hakkında adavet etdiği bir şahs aleyhine şahadeti
makbuldür. Zira bu adavet, haram olmadığından sahibinin adaletine münafi
değil, belki kemal-i adaletine delildir. Şu kadar var ki, bu adâvet-i diniyye,
measiyi mürtekib olan şahs hakkında ifrat-ı ezaya müeddi olur ise bu da
şahadetin kabulüne mâni olur (Mu'inül'hükkâm.)
60 - :
Şahadetin kabulü için şahidlerin âdil olmaları şartdır.
Adil, hasenatı
seyyiatma galib olan kimsedir ki, bu da kebirelerden kaçınarak sağirelere
musir olmamak ve salâhı fesadından çok, sevabı hatasından fazla olmak ile olur.
Binaenaleyh şerait-i
islâmı bilmeyen, veya haram içkileri içen veya rakkas, mes'here, muganniye,
hokkabaz gibi namus ve mürüvveti muhil hal ve hareketleri İtiyad eden eşhasın
ve buhl ve kizb ile maruf olan kimselerin, tufeyli a Dalkavuk olan, mahallerde
ve şehirlerde teseülü âdet eden şahısların şahadetleri makbul olmaz-
Yalan söylemekle maruf
kimseler tevbe etseler de şahadetleri kabul olunmaz. Fakat başka fâsık
kimseler, tevbe edib de aradan bir müddet geçerek kendilerinde eser-i tevbe
zahir olduğu takdirde müehheren yapacakları şahadetleri kabul olunur. Bu
müddet, bazı fukahaya göre altı ;iy, diğer bazı fukahaya göre de bir senedir
(Kadıhan, Fethül'kudir, Velvalicyye, Bence.)
61 - :
Şahadet, şahidin kendi dâvasına aid olmamak §artdır.
Binaenaleyh bir kimse,
kendi dâvasına şahadetde bulunsa makbul olmayacağı gibi vasinin müteveffa veya
yetim lehine şahadeti de sahih olmaz. Çünkü bir kimse, hem müddeî ve hem şahid
olamaz. Velev ki vasi, vesayeti kabul etdikden sonra vesayetden çıkmış olsun.
Kezalik : Husûmet ve
murafaaya vekil olanın müvekkili lehine şahadeti sahih değildir. Şöyle ki, bir
kimse bir dâvaya vekil olub hâkimin huzurunda murafaada bulundukdan sonra
vekâletden çıksa da müvekkilinin o dâvasına şahadetde bulunamaz.
Fakat vekil,
murafaadan evvel azl olunub da badehu o dâvaya şahadet etmek istese bakılır:
Eğer tevkil, hâkimin huzurunda yapılmış ise şahadeti kabul olunur, hâkimin
huzurunda yapılmayıb da hâkimin huzurunda beyyine ile isbât edilmiş ise
şahadeti kabul edilmez. Çünkü vekâlet, kazaya iktiran edince vekil,
müvekkilinin hukuku hususunda diğer tarafa karşı hasım olmuş olur.
Bir kimse, vekâleti
âmme ile vekil olduğu takdirde de bakılır: Eğer bu tevkil, hâkimin huzurunda
olub da kablelmuhasama azl edilmiş ise müvekkilinin her dâvasına şahadeti
kabul olunur. Bâdelmuhasama azl edilmiş ise mu-hasamada bulunduğu dâvanın gayrı
hakkında şahadeti kabul olunur.
Amma tevkil, hâkimin
huzurunda yapılmayıb isbât edilmiş olursa vekil, müvekkilinin zaman-ı
vekâletindeki veya bundan mukaddem tarihli hiç bir hakkına şahadet edemez.
Fakat vekâlet zamanından sonra hadis olan hakkında şahadet edebilir
(Hindiyye.)
Kezalik : Kabz-ı deyne
vekil olanın bu deyin için müvekkili lehine şahadeti sahihdir (Vâkıat.)
62 - :
Şahadet, şahidin kendi fi'iline veya kendi fi'ili hükmünde olan buseye aid
olmaması şartdır.
Binaenaleyh bir malı
satanın bu satış fi'iline şahadeti makbul olmadığı gibi vekillerin, dellalların
da «Biz satmış idik.» diye kendi fi'iilerine şahadetleri makbul olmaz-
Kezalik: Nikâha vekil
olanın nikâha şahadeti de muteber değildir. Fakat şahid vekâletini, veya
dellalhğını zikr etmeksizin mutlak suretde satış veya nikâh vukuuna şahadet
etse kabul olunur (Heddimuhtar, Netice.)
Kezalik : Bir belde
hâkimi, infisâlinden sonra kendisinden kablel'infisâl südûr etmiş olan hükme
şahadet etse sahih olmaz. Amma kablerinfisâl kendi huzurunda bir kimsenin vâki
olan ikrarına bâdel'infisâli şahadet etse muteber olur. Çünkü ikrar, hâkimin
değil, mukirrin fi'ilidir (Mebsut, Tecnis, Ali Efendi Fetavâsı.)
Kezalik : Satılan bir
malın semenine kefil olan kimseler, o malın şu kadar kuruş ile ve kendi
kefaletleriyie bir şahsa satıldığına şahadet etseler bakılır: Eğer kefaletleri
sulb-i akdde değilse bu şahadet sahih olur. Fakat sulb-i akdde ise sahih olmaz.
Zira bu suretde satış muamelesi, bunların kefaletiyle tamam olacağı cihetle
kendileri satmış mesabesinde olacaklarından kendi fi'illeri hükmündeki bir akde
şahadet etmiş olurlar (DürerüThükkâm.)
63 - :
Şahadetde tenakuz bulunmaması şartdır.
Binaenaleyh bir kimse,
«Şu mal Zeyd'indir.» diye şahadet etdikden sonra «Amr'ındır.» diye şahadet etse
.kabul edilmez.
Kezalik : Bir kimse,
«Bu mal benimdir.» diye nefsi için dâva etdikden sonra «Bu mal Zeyd'indir.»
diye şahadetde bulunsa kabul olunmaz.
Kezalik : Bir vekil,
müvekkili hazır olduğu halde bir alacak dâva edib de müddeaaleyh, onu ifa
etdiğini defan beyan etmekle bu vekil, diğer biriyle beraber müddeaaieyhin bu
iddiasına şahadetde bulunsa kabul olunmaz (Hâniy-ye, Behce.)
(Malikî'lere göre de
şahadetlerin şu gibi şurût-ı esasiyyesi vardır :
(1) :
Şahadet, hâkimin huzurunda muayyen bir şey hakkında yapılmalıdır, Çünkü şahadet
ile rivayet arasında fark vardır. Şöyle ki: Rivayetde huzur-ı hâkim şart değildir ve rivâyetde
muhberünanh âm olub bir muayyene muhtes bulunmaz. Bir hadis-i şerifi nakl gibi.
Şahadet ise bir adlin hâkim indinde muayyen bir şey hakkındaki beyanatından
ibaretdir.
Şahadetde : «Şahadet»
kelimesini istimal şart değildir- «Gördüm, işitdinu gibi bir siğa istimali de
kâfidir.
(2) :
Şahadetin kabulü için şahid ile meşhûdünleh
arasında bir kurbiy-yet-i müteekkede bulunmaması şartdır.
Binaenaleyh usûlün
fürûu lehine, fürûun usûli lehine şahadetleri makbul olmaduğu gibi bir kimsenin
üvey validesi veya üvey pederi veya üvey oğhi veya kain pederi veya oğlunun
zevcesi veya kızının kocası lehine şahadeti de kabul olunmaz.
(3) : Bir
hâdise hakkında baba veya ana ile oğlun şahadetleri bîr şahsı: şahadeti
mesabesindedir, biri diğerini takviye etmek maksadiyle şahadet etmiş
olacakları melhuz bulunduğundan bunlar iki şahid sayılmazlar.
(4) : Bir
kimsenin kendi kardeşi lehine şahadeti makbuldür, şu şart ile ki. şahadet eden
kardeşin adaleti bariz olmalı ve lehine şahadet etdiği kardeşini: iyâlinde
bulunmamalıdır ve bu şahadet, kısası mucib veya cerhe dair olmam hdır.
(5) :
Ebüveyinden biri, bir veledinin lehine olarak diğer veledinin aleyhine
şahadetde bulunsa caiz olur. Kezalik: Bir kimse ebeveyninden birinin lehine
olarak diğerinin aleyhine şahadetde bulunsa kabul olunur. Elverir ki mer
hûdünlehe mütemail olduğu zahir bulunmasın, ve illâ şahadeti kabul olmaı
Meselâ: Bir kimse, validesini babasının boşamış olduğuna dair babasının inkârına
karşı aleyhine şahadetde bulunsa kabul olunur.
(6) :
Şahadetin töhmetden hâli olması şartdır.
Binaenaleyh bir vâris,
zengin olan bir müverrisi aleyhine zina ile veya amden kati ile ş,ahadetde
bulunamaz. Fakat müverrisi fakir bulunursa bu şahadeti - töhmetden hâlî olacağı
cihetle - caiz bulunur. Fakat hataen ka£f hakkında şahadeti her halde caizdir.
Çünkü müverris gerek zengin ve geres fakir bulunsun, bu şahadet de töhmet
yokdur.
Kezalik ; Bir dâyin de
medyununun lehine mâli müsteclib olacak bîr ht sus hakkında şahadetde
bulunamaz. Zira bu şahadet de töhmetden hali demdir, dâyin bu sebeble
matlûbunu elde etmek gayesini takib etmiş olabilir.
Kezalik : Mu'sir olan
bir medyun da kendi dâyininin lehine şahadetde bulunamaz. Şahadeti gerek mâle
ve gerek saireye aid olsun. Çünkü bu şahadetle dâyinine cemile göstererek onun
alacağını istical etmesinden kurtulmak maksadını takib etmiş olabilir.
(7) :
Şahadetin şaib-i hırsdan beri olması şartdır.
Binaenaleyh
şahadetinin kabulü için hırs gösteren kimsenin şahadeti kabul olunmaz. Meselâ:
Mahza hukuk-ı nâsa aid bir hususdan dolayı kablettaleb şahadete kıyam etmek,
veya şahadetinin doğru olduğuna bilâ taleb yeminde bulunmak şahadetin kabulüne
mânidir, bunlar şahidin edâ-i şahadete haris olduğunu gösterir. Fakat hâkim,
şahidi itham ederse ona - velev talâk üzerine olsun - yemin tevcih edebilir.
Mahza hakk-ı ademîden
mürad, insanın ıskat edebileceği hakdır, alacak para gibi. Mahza hakkûllahdan
murad da insanlar tarafından iskat edilemiye-cek hakdır: Talâk, reza, vakıf,
gibi.
(8) :
Şahidin meşhûdünaleyh ile muhasamada bulunmaması şartdır. Aksi takdirde
şahadeti makbul olmaz. Çünkü bu muhasama, şahidin meşhûdünaley-he buğuz
etdiğine delâlet eder.
(9) :
Adavetinden veya fışkından dolayı şahadeti red edilen bir şahsın bu hali nâsın
zann-ı galibine göre zail olmuş olsa o şahsın mukaddem tarihli bir vak'a veya
sair bir hâdise hakkında şahadeti kabul olunabilir. Bu zeval için tâyin
edilmiş, bir müddet yokdur. (Muhtasar-ı Ebizziya, Şerh-i Muhammed-i harşt)
(Şafiî'lere göre de
şahadetlerde şu gibi şartlar aranır :
(1) : Şahidin
muslim, hür, mükellef, nâtık, reşîd, müteyakkız, adil, zîmürüvvet, gayr-ı
müttehem olması şartdır. Binaenaleyh bu evsafı haiz olmayanların şahadetleri
kendi misilli kimseler hakkında bile makbul değildir.
Şahadetde töhmetden
maksad, yapılacak şahadetin ya şahid hakkında veya şahidin lehine şahadeti
muteber olmayacak bir karibi hakkında nef'i câlib veya kablelhükm zararı dâfi
olmasıdır.
Meselâ : iflâsına hükm
edilmiş bir ölünün garîmleri, diğer bir kısım ga-rîmlerin alacakları hakkında
ikâme edecekleri şahidlerin fışkına şahadetde bulunsalar bu şahadet kabul
olunmaz. Çünkü evvelki garîmler, bu şahadetle-riyle kendilerine başkalarının
müzahim olmak zararım defi etmiş olacaklardır.
(2) : Bir
kimsenin kendi usûli veya füruu lehine şahadeti kabul olunmaz. Çünkü bunda
töhmet vardır. Fakat bunların aleyhine şahadeti kabul olunur. Zira bunda töhmet
yokdur. Meğer ki aralarında bir adâvet-i dünyeviyye bulunmuş olsun.
Bir kimse, kendi aslı
veya fer'î ile bir ecnebi lehine şahadetde bulunsa - olan kavle göre - bu şahadet, yalnız o ecnebi
hakkında kabul olunur.
(3) : Bir
kimsenin kendi kardeşi veya dostu lehine
şahadeti makbuldür. Çünkü bundaki töhmet zaifdir.
Kezalik : Zevceden her
birinin diğeri lehine şahadeti de makbuldür. Zira nikâh, ârizîdir, zail olabilir,
bunlar ecir ile müstecir gibidirler. Fakat bir kimse kendi zevcesinin zinasına
şahadet edemez. Bu şahadet, makbul değildir. Çünkü bu, aralarındaki kemâl-i
adavete delâlet eder ve bu şahadetle refikasını kendi hakkında hıyanetde
bulunmuş olmaya nisbet etmiş olur.
(4) : Daha
dâva ikâme edilmeden veya dâva ikâme edildiği halde kendisinin şahadeti müddeî
tarafından taleb olunmadan şahadete
koşan kimsenin şahadeti kabul edilmez. Çünkü bunda töhmet vardır. Ancak bundan
şahadet-i hisbe müstesnadır. Şöyle ki: Hukûkullâha ve kendisinde Allah Taâlâ'mn
mü-ekked hakkı bulunan bir şeyde bilâ dâva şahadet kabul olunur. Meselâ: bir Ölünün namazını, zekâtım, keffâret-i
sevmini veya haccını terk etmiş olduğu-na veya mescid gibi bir dinî müessesenin
bir hakkına veya aralarında süd
kardeşliği bulunan kimselerin birbiriyle evlenmesi üzerine beyinlerinde rezâ-ın
mevcudiyyetine dair yapılacak bir şahadet-i hisbe makbuldür.
Müekked hakdan maksad
ise insanların rizalariyle müteessir olmayacak hakdır, hakk-ı reza, kısasdan
afüv, dünyevî adavetin bekası veya nihayet bulmuş olması gibi.
Hadd-i zina, kat'ı
tarik, sirkat, ihsan, sefeh, neseb hususlarındaki hakkûl-lâh, müekked ve hakk-ı
ibâde gâlib olmakla bunlarda da §ahadet-i hisbe carîdir.
(5) Arainr-nda zahir bir suretle adâvet-i
dünyeviyye bulunan kimselerin birbiri aleyhine kabul edilmez. Çünkü birbirinden
bâtıl bir şahadetle intikam almak :r>tcmi§ olabilirler. Fakat bunların
babalarının veya oğul-laımm şahadetleri kabul olunur. Zira bunlar ile
meşbûdünaleyh arasında bir mâni yokdur. Baban vı veya o.^ulnn adavetinden
dolayı oğlunun veya babasının da ûdâvetde bulunması lâzın-gelmez. Bu
i:"susd-\ zahir oian kavi, budur.
Adâvet-i dünyeviyyeden
maksad, bir kimsenin bir şahsa buğuz etmesidir, bir veçhile ki: Onun nimetinin zevalini
temenni eder, onun sürûriyle mahzun olur. musibetiyle ferahlanır. Bir kavle
göre bu babda ehl-i örfe bakılır: Ehl- Örf, bir şahsı meşhûdünaleyhe düşman
sayarsa onun bu şahadeti reddolumır. Zira bu adaveti tâyin için şer-i şerîfde
ve lüğatde başka bir zabıta yokdur.
(6) :
Adâvet-i diniyye, şahadetin kabulüne mâni değildir. Çünkü adavet, din için
olunca şahadetden töhmet müntefi olur. Meselâ: Bir fâsıka mücerred fışkından
dolayı buğuz eden zatın bu fâsık aleyhine şahadeti makbuldür. Yalan yere şahadet
de bir fısk olduğundan fıskdan dolayı buğuz eden bir zatın yalan yere şahadetle fışkı irtikâb
etmeyeceği malûmdur.
(7) :
Şahadetde adalet şartdır. Adaletin şartı ise kebâir denilen bilcümle
günahlardan ictinab ve sagâir denilen günahlara da ısrardan tevekki etmek-dir.
Binaenaleyh bir kebîreyi irtikâb edenin adaleti mutlaka batıl olur, yani: O
kebîreye devam etsin etmesin vetaetleri gâlib bulunsun bulunmasın, o kebî-ı-e
kendisinin adaletden mahrumiyyetine sebeb olur.
Fakat bir nevi veya
mütenevvi sağirelere devam edilmedikçe bunlar sa bibini adaletden mahrum
bırakmaz.
Adalet, nefsdeki bir
meleke-i rasihadır ki, kendisine münafi olan bir şeyin urûziyle tegayyür etmez.
Bu cihetle adalet, eşhasın ihtilâfiyle muhtelif olmaz. Çünkü adaletin mukabili,
zulmdür, fıskdır, bu hususda ise şerif ile vezi' yani: içtimaî mevkii yüksek
olan ile aşağı olan müsavidir.
Bir şahsın çarşı ve
pazarda yiyerek dolaşması, veya nâsı güldürecek hikâyeleri çokça söylemesi
veya kendi refikasını veya cariyesini nâs huzurunda Öpmesi adaletini İskata
sebeb olur (Elmuğnî, Tuhfetül'muhtac, Hâşiye-i Şirvâni.)
(Hanbelî'lere göre
hakk-ı âdemîye dair tahammül-i şahadetde bulunan kimse, gerek yabancıların ve
gerek kendi kariblerinin lehine de, aleyhine de şahadet edebilir, aralarında
kurbiyyet-i nesebiyye olub olmaması, vücub-ı şahadet hususunda müsavidir.
Çünkü: âyet-i kernesi, bunu göstermektedir. Maamafih şahadet, vedia gibi bir
emanetdir, bu nun edası lâzımgelir.
Binaenaleyh bir kimse,
kendi kardeşinin, amcasının, dayısının ve emsalinin lehine de, aleyhine de
şahadetde bulunabilir. Ancak karabet-i vilâdet bundan müstesnadır, neseben
amudî bir vaziyetde bulunanlar, yani: Birbirinin usûl veya fürûundan
bulunanlar, velev ki valide cihetinden olsun yekdiğerinin lehine şahadet
edemezler. Meselâ: Bir kimse, kendi babasının veya oğlunun veya kızının veya
validesinin veya ana veya baba tarafından dedesinin lehine §ahadet edemez,
dinlen müttehid olsun olmasın ve bu şahadet, meşhûdünleh için bir menfaati
câlib bulunsun bulunmasın. Bunların arasında tab'an bir meyelân mevcud
olduğundan bu şahadetleri töhmetden hâlî olamaz, her biri kendi sahibinin
hakkında müttehem sayılır (Keşşafül'kınâ.)
(Zâhirî'lere göre de
bu hususda şu gibi meseleler vardır:
(1) :
Karabet, kabul-i şahadete mâni değildir. Binaenaleyh adi olan bir kimsenin
şahadeti yabancıların lehine ve aleyhine makbul olduğu gibi kendi karibleri
lehine ve aleyhine de makbuldür. Bir müslim, kendi babasının, anasının,
dedesinin, evlâdının, ahfadının, zevcesinin lehine şahadet edebilir. Zevce de zevcinin
lehine şahadetde bulunabilir.
Kezalik : Dost,
dostunun lehine, ecir müstecirinin lehine, kefil, mekfûlii-Qaniım lehine, vasi,
yetimin lehine şahadet edebilir. Hak Taâlâ
Hazretleri: diye
bizlere emir buyurmuşdur, bu cihetle biz izhâr-ı hat;
için âdilâne bir
suretde şahadetde bulunmakla mükellefiz, velev ki bu şahade: bir karibimizin
lehine olsun, herhangi bir hakkın zuhuruna hizmet, bir vazifedir.)
«Diğer eimme-i kirama
göre ise şahadetde töhmet bulunmamalıdır. Bir kimsenin kendi usûl ve fürûu veya
vezci veya zevcesi lehine şahadet etmes; ise töhmetden halî, tamamen bitarafâne
bir hareket telâkki edilmeyebilir Bunlardan birinin menfaatinde diğerinin de
bir nevi iştiraki vardır, bu halde şahid kendi lehine şahadet etmiş gibi
oiacakdır. Töhmetden ictinab ile bir vecibedir.»
(2) :
Şahidin adil olması şartdır. Binaenaleyh adil, raziyyül'hisâl olmayan
erkeklerin, kadınların şahadetleri kabul edilmez.
Adi' kebîre denilen
bir masiyeti irtikâb etmiş olduğu ve sağîre denilen bir masiyeti de alenen
yapmış bulunduğu bilinmeyen kimsedir.
Kebîre, Resûli Ekrem
Efendimizin «Kebîre» tesmiye etdigi veya hakkında va'id sâdir olduğu
masiyetdir, Sağîre ise hakkında va'id bulunmayan masi-yetdir.
Kebîreyi irtikâb eden
fâsıkdır. Fâsıkın şahadetinin kabul edilmeyeceğine
burhan ise
âyet-i kerimesidir.
Yani : Ey müminler! Size fâsik bir kimse bir habe: getirince tahkikine
çalışınız, tâ ki bir kavme bilmeksizin saldırmış ve bu yık den yapdığınıza
pişman olmuş olmayasınız.
«Filvaki fâsıkların
sözleri çok kerre hakikate muhalif olur. Onların sözleriyle hareket, insanı
badireye düşürebilir. Artık bu hususda uyanık bulunmai lâzımdır.»
işlerinin ekserisi
taât olub kebîreye ikdam etmeyen kimse, adildir.
(3) : Bir
kimse, kendi düşmanı aleyhine şahadetde bulunsa bakılır: Eğe bu adaveti, kendisini helâl olmayan bir
daireye sevk edecek bir halde ise -bu bir cerhedir - şahadeti reddolunur. Hiç
bir hususda başka kişiler lehine
şahadeti kabul olunmaz. Böyle olmadığı takdirde ise şahadeti kabul olunu:, bu halde onun adaletine münafi
olmaz (Kitâbüî'muhallâ.) [49]
64 - :
Hukûkullâha müteallik dâvalarda şahadetlerin dâvalara muvakkati şart değildir.
Çünkü bu hukuka aid şahadetlerde dâvaların vücudu vs adem-i vücudu müsavidir.
Binaenaleyh bir kadın:
«Koeam beni boşamak için fülân şahsı vekil e-mişdi, o da beni boşadı.» diye
dâva etdiği halde şahidler, bizzat kocasının i» şanuş olduğuna şahadetde
bulunsalar kabul olunur (Reddimuhtar Tekmilesi
65 - :
Hukuki ibâde şahadetin dâvaya muvafakati
lâzımdır. Şahadet, dâvaya
muvafık olmazsa kabul olunmaz.
Meselâ : Müddeî,
cihet-i karzdan bin kuruş dâva etdiği gibi şahidler de bu cihetden bin kurusa
şahadet etseler şahadetleri kabul olunur. Fakat sahidler, satılan bir malın
semeni olduğuna şahadet etseler kabul olunmaz. Bu halde müddeîden başka şahid
istenir, şahidi yok ise talebiyle müddeaaleyhe yemin verilir (Bahrirâik.)
66 - :
Şahadetin dâvaya manen muvafakati de kâfidir, lâfza itibar olunmaz.
Meselâ : Müddeî, vedia
veya gasb dâvasında bulunduğu halde şahidler, müddeaaleyhin vediayı veya gasbı
ikrar etdiğine şahadet etseler kifayet eder.
Kezalik : Borçlu,
borcunu edâ etdiğini dâva etdiği halde şahidler, alacaklının borçluyu ibra
eylediğine şahadet etseler kabul olunur. Çünkü bu ibfâ, bir ibra-i istifa olmuş
olabilir (Hindiyye.)
Kezalik : Müddeî: «Ben
bu kadını tezevvüc etdim.» diye dâva etdiği halde şahidler: «Bu kadın bu
müddeinin menkûhesidir.» diye şahadet etseler kabul olunur (Eşbâh.)
67 - :
Şahadetin dâvaya muvafık olması, aralarında muvafakat bulunması lâzım olan
yerlere münhasırdır. Yoksa bunların arasında zikri lâzım olmayan hususlardaki
ziyade ve noksan itibariyle muhalefet, şahadetin kabulüne mâni değildir.
Meselâ : Müddeî, İddia
etdiği ikrarın zaman veya mekânım zikr etmediği halde şahidler zikr etseler
veya bilâkis müddeî bunları zikr etdiği halde şa-Uidler zikr etmeksizin
şahadetde bulunsalar şahadetleri kabul olunur.
Kezalik : Müddeî: Bir
şahsa fülân zaman ve mekânda şu kadar meblâğ iydâ ve teslim etmiş olduğunu
iddia etdiği halde şahidler yalnız o kadar meblâğ iydâ ve teslim etdiğine
şahadet edib iydâm zaman ve mekânını bikneseler Şahadetleri kabul olunur
(Behce.)
,
68 - :
Şahidlerin şahadetlerini tashih etmeleri, bazı hususlarda makbuldür.
Şöyle ki : Şahidler
şahadetden sonra henüz hâkimin meclisinden çıkmadan: «Şahadetimde kısmen hata
etdim, yani: Söylenmesi bâtıl olan şu sözü ziyade etdim, veya: Söylenmesi icab
eden şu şeyi söylemeyi unutdum.» dese eğer âdil bir kimse ise fcabul olunur.
Çünkü muhakemenin mehabetinden dolayı galata mübtelâ olabilir.
Meselâ : Şahid,
müddeînin müddeaaleyhde yüz lira alacağı olduğuna şahadet etdikden sonra yine
o meclisde: Ben sehv etdim, elli lira alacağı vardır.» dese bu elli lira ile
hükm olunur. Şemsül Eimmetisserahsî'nin ihtiyarı budur. Diğer bazı fukahaya
göre ise evvelki şahadetine göre hükm olunur. Zira evvelki şahadet, müddeinin
hakkıdır, bundan rücu ile bu hak bâtıl olmaz. Şahid, meclis-i hâkimden
ayrıldıkdan sonra gelib şahadetini tashih etmek istese bakılır: eğer mevzi-i
töhmet ise kabul edilmez, caiz ki, iki hasımdan biri onu rüşvetle kandırmışdır.
Amma mevzi-i töhmet değilse kabul edilir, müd-deînin veya müddeaaleyhin adını
söylememiş olduğundan dolayı gelib bunları söylemesi gibi ki, âdil ve me'mun
bir şahid ise bu tashihi kabul olunur (Zeyleî, Lür er ülhükkâm.)
69 - :
Şahadetin dâvaya muvafakati, ona lâfzen ve manen ve yahud manen tamamiyle
mutabık olmasiyle husule geleceği gibi meşhûdünbihin müdde-abihden ekal olması
suretiyle de husule gelebilir. Çünkü bu halde
şahidlerin şahadet etdikleri mikdar, müddeînin dâvası tahtına minvechin dahil bulunmuş olur.
Meselâ : Müddeî: «Bu
mal iki seneden beri mülkümdür.» diye dâva edib de şahidler, İki seneden beri
mülkü olduğuna şahadet etseler şahadetleri kabul edileceği gibi bir seneden
beri mülkü olduğuna şahadet etdikleri suretde de şahadetleri kabul edilir.
Kezalik : Müddeî, bin
kuruş dâva etdiği halde şahidler beş yüz kuruşa şahadet etseler beş yüz kuruş
hakkında şahadetleri kabuî olunur.
Kezalik : Müddeî,
cihet-i karzdan bin kuruş alacağı olduğunu dâvât iki şahid de bu bin kuruş
karza şahadet edib de bunlardan birisi, müstakrizin bu bin kuruşu müddeîye eda
etdiğine şahadetde bulunsa karz hakkında şahadetleri caiz olur. Çünkü bunda
nisâb-ı şahadet bulunmuşdur. Fakat borcu edaya şahadet caiz olmaz. Zira onda
nisâb-ı şahadet bulunmamışdır (Zeyleî.)
70 - :
Meşhûdünbih, müddeabihden ziyade olduğu takdirde şahadet kabul edilmez. Çünkü
müddeî, bu halde sahidleriıü bu ziyade ile tekzib etmiş blur. Meğer ki şahadet
ile dâva arasındaki ihtilâf haddizatında kabil-i tevfik olmakla, müddeî,
onların beynim tevfik eyleye. O halde şahadet kabul edilir.
Meselâ : Müddeî, «Bu
mal iki seneden beri benim mülkümdür.» diye dâva etdiği halde şahidler, üç
seneden beri mülkü olduğuna şahadet etseler kabul olunmaz.
Kezaîik : Müddeî, beş
yüz lira dâva eylediği halde şahidler, bin liraya şahadet etseler kabul
olunmaz. Fakat müddeî, «Benim alacağım filvaki bin lira idi, lâkin beş yüz
lirasını istifa etdim, veya ondan medyunu ibra eyledim, şahidler bu istifaya
veya ibraya muttali değildirler.» diyerek davâsiyle şaha" detin arasını
telif ederse şahidlerinin şahadeti kabul olunur.
Bu hususda mücerred
imkân-ı tevfik ve telif kâfi değildir. Bunu bilfi'il tevfik lâzımdır.
Bu tevfik ve telif,
ayrıca isbâta muhtaç değildir. Çünkü istifa veya ibra, valnız müddeî olan dâyin
üe tamam olur. Fakat bir tevfik ve telif, böyle yalnız müddeînin fi'üiyle
tamam olmayıb başkasının inzimam-ı fi'iline muhtaç bulunursa bunu isbât
lâzımgelir. Bir mülkü iştira iddiası gibi.
Meselâ : Müddeî, bir
mülkü satın aldığını iddia, şahidler ise o mülkün müddeiye hibe edildiğine
şahadet etmekle müddeî :x «Evet bu mülkü satın al-rmşdım, müddeaaleyh bu satın
almamı inkâr etdi, badehu bunu bana hibe ve teslim eyledi.» dese bu tevfikini
isbât etmesi lâzımgelir (Hâniyye,
Kadıhan,
71 - : Dâva,
mülk-i mutlaka aid olduğu halde şahidler, mülk-i mukayyede şahadetde bulunsalar
şahadetleri kabul olunur.
Meselâ : Müddeî, «Su
bağ benim mülkümdür.» diye mülk-i mutlak dâvasında bulunub da şahidler:
«Müddeî bu bağı fülândan satın aldı.» diye mülk-i mukayyede şahadet etseler
kabul olunur. Şöyle İd Hâkim, bu şahadet üzerine müddeîye tevcih-i hitab
ederek: «Sen de bu sebeble mi o bağ hakkında mülkiy-yet dâvasında bulunuyorsun,
yoksa başka bir sebeble mi?.» diye sorar, müddeî de: «Evet.. Ben de bu sebeble
dâva ediyorum» der ise hâkim, o şahidlerin şahadetlerini kabul eder. Amma
müddeî: «Ben başka sebebi dâva diyorum, veya ben bu sebeble dâva etmiyorum.»
derse hâkim, o şahadeti kabul etmez (Muhit, hüıdiyye,)
72 - : Dâva
mülk-i mukayyede aid olduğu halde şahidîer, mülk-i mutlaka şahadetde bulunsalar
şahadetleri kabul olunmaz. Şöyle ki: Müddeî, meselâ: Bir bağda mülk-i mukayyed
dâvası etdiği suretde bakılır: satanı söylemek'si-zin: «Ben bu bağı satın
aldım, yahud mübhem olarak: «Ben bunu bir
adamdan satın aldım.» derse bu, mutlak mülk dâvası hükmünde olur. Binaenaleyh şahidler: «Bu bağ müddeînin
mülküdür.» diye mülk-i mutlaka şahadet etseler kabul olunur. Fakat müddeî: «Ben
bu bağı fülân kimseden satın aldım.»
diye satanı tasrih etdiği halde şahidler, mülki mutlaka şahadet
ederlerse şahadetleri kabul olunmaz. Çünkü mülk-i mutlak, mülk-i mukayyede
nisbetle ekserdir. Bu halde şahidler eksere şahadet etmiş olurlar.
Filvaki mülk-i mutlak,
sabit olsa an aslin vukuu sabit olub zevâidine, meselâ: Bağın mukaddema husule
gelmiş olan meyvalarına da müddeînin mâlik olması lâzımgelir. Mülk-i mukayyed
ise ancak sebebinden, meselâ: Satın al-$ıa tarihinden itibaren sabit olur. Bu
cihetle mülk-i mutlak, mülk-i mukayyed-den ekserdir.
Kezalik : Bir kimse,
bir mala, şira veya irs tarikiyle maiik olduğunu iddia etdiği halde şahidleri
mülk-i mutlaka şahadetde bulunsalar şahadetleri red olunur. Çünkü müddeînin
iddiasından eksere şahadet etmiş olurlar (Tahtâvî, MecmaüTenhür.)
Nitac dâvasında da
hükm böyledir, yani: Müddeî «Şu kuzu benim koyunumdan doğma mülkümdür.» diye
dâva etdiği halde şahidler: «Bu kuzu müd-deînin malıdır.» diye mülk-i mutlaka
şahadet etseler kabul edilmez (Abdül-halim.)
73 - :
Alacağın sebebinde dâvaya muhalif olan şahadet, makbul değildir, Meselâ :
Müddeî: «Satdığım fülân malın semeninden müddeaaleyhde yüa
Ura alacağım vardır.»
diye dâva, şahidler de: «Müddeinin müddeaaleyhde karz cihetinden yüz lira
alacağı vardır.» diy eşahadet etseler makbul olmaz. Fakat müddeî : «Bun
müddeaaleyhe yüz lira borç verdim.» diye dâva etdiği halde şahidler: «Müddeî,
müddeaaleyhe on lira verdi.» deyib sebebini söylemeseler veya verdi amma borcu
mudur, nedir bilmiyoruz.» deseler şahadetleri makbul olur (Ebüssuûd-i Misrî.)
74 - : Ayin
olan mülkün sebebinde dâvaya muhalif olan şahadet de makbul değildir.
Meselâ : Müddeî, «Bu
mülk bana babamdan mevrûsdur.» diye dâva edib de şahidler, anasından bevrûs
olduğuna şahadet etseler makbul olmaz.
Kezalik : Müddeî, «Şu
at benim nitacen mülkümdür.» diye dâva etdiği halde şahidler, «Müddeî bu ata
şirâen malikdir.» diye şahadetde bulunsalar kabul olunmaz. Çünkü müddeî, bu
takdirde şahidleri mükezzib bulunur. Meğer ki müddeî, bu dâva ile şahadet
arasını telif ve bu telifini isbât etsin. Şöyle ki; «Bu at benim mülkümde
doğmuşdu, sonra onu bu müddeaaleyhe satdım, bâ-dehû ondan satın aldım.» diye
telif ve tevfik ve bu iddiasını isbât etse şaha-det-i vakıa, kabul olunur
(Velvâliciyye, Hindiyye.) [50]
75 - : Şahadetler,
muhakeme meclisinde edâ edilir.
Binaenaleyh hâkimlere
veya hakemlere aid muhakeme meclisinin haricinde olan şahadet muteber
değildir. Artık iki kimsenin bir hususa dair haricde şahadetde bulunmuş,
oldukları başka iki şahid ile »'mahkemede isbât edilemez (Dürrimuhtar.)
76 - :
Şahidlerin meşhûdünbihi bizzat göz veya kulak ile muayene etmiş olub da o
veçhile şahadet eylemeleri lâzımdır. Semâ ile, yani: Meşhûdünbihi bizzat
muayene etmeyib mücerred nâsdan işitmiş olmakla «Nâsdan işitdim.» diye şahadet
edilmesi caiz değildir. Fakat bir kimse, ben bu mahallin vakıf veya fülân şahsın fevt olduğunu
sikadan işitdim.» diye şahadet etse veya «Ben buna şahadet ederim. Zira sikadan
böyle işitdim.» dese şahadeti makbul olur. Bu şahadete «Şahadet bittesamû.» denir
(Ebüssuûd-i İmâdî.)
Bazı zatlara göre
vakıf hakkında tesâmu ile şahadet caiz ise de şahid, hâkimin huzurunda mutlak
suretde şahadet etmelidir, tesâmua mebni şahadet etdiğini söylememelidir
(MinhetüT halik.)
Fakat müftabih olan
kavle göre vakfın şeraiti hakkınd tesâmu ile şahadet caiz olmaz. Nitekim
tevliyet hakkında da caiz değildir (Ali Efendi Fetavâsı.)
Bir de vakf hakkında
tesâmu ile şahadetin sıhhati için müddeaaleyhin o vakfa iştira veya irs gibi
mülk esbabından biriyle malik olduğunu iddia etmediği, yani: Mutlaka
malikiyyetini iddia eylediği takdirdedir. Bilâkis böyle bir sebeble
malikiyyetini iddia ederse tesâmu ile şahadet kabul olunmaz. O vakfın, tescil
edilmiş olduğunu isbât icab eder. Çünkü gayr-ı müseccel bir vakfın satılması,
tevarüsü meşru olduğundan vâkıfı tarafından re'yi hâkim İle vakfiy-yetinin
ibtâl edilmiş olması melhuzdur (Dürerürhükkâm.)
77 - :
Velayet, mevt, neseb, nikâh, mehr, zevceye duhûl, itâk, asl-ı vakf hususlarında
İşitme sözünü söylemeksizin semâa mebni şahadet edilmesi İs-tihsânen caiz
görülmüşdür (Reddimuhtar.) Çünkü bunlara herkes muttali olmaz, bunlarda bu
veçhile şahadet kabul edilmese bir çok haklar zayi olur, bir hayli külfet ve
meşakkat yüz gösterir. Şu kadar var ki asl-ı vakf ile mevtden maadasında semâ
tasrih edilerek. Meselâ: Neseb dâvasında «Biz böyle işidi-yoruz.» diye
yapılacak bir şahadet, makbul olmaz (Feyziyye.)
Binaenaleyh «Fülân zat
fülân tarihde îstanbulda vali idi.» veya «Fülân kimse fülân tarihde vefat
etdi.» veya «Fülân kimse fülânuı oğludur, böyle biliyorum.» diyilib de
«işitdim.» denilmiyerek kat'î suretde şahadet edilse makbul olur. Elverir ki
şahidin yaşı, onları muayeneye müsaid bulunmuş olsun.
Bir de «Nâsdan
işitdim.» denilmeyib de belki «Biz bu hususu muayene etmedik, amma beynimizde
böyle müstehirdir, böyle biliriz.» diye şahadet edilmesi de caizdir
(Dürrimuhtar.)
imanı Ebû Yusuf'a göre
velayete de tesâmu ile şahadet caizdir. Fakat imamı Âzam ile imam Muhammed'e
göre caiz değildir. Müftabih olan da budur (Behce, Feyziyye.)
Kezalik : Emlâkde ve
beyi, hibe, sadaka gibi emlâkin esbabında da öyle bişşöhre şahadet caiz
değildir (Bezzâziyye.)
(Şâfiî'lerce de tesâmu
tarikiyle şahadet caizdir. Şöyle ki: Bir kimse, bir şahsın mevtine veya bir
babadan veya bir anadan veya bir kabileden olan nesebine tesâmu yoliyle şahadet
edebilir.
Tesâmuûn şartı ise
meşhûdünbihi kizb üzerine içtima etmediklerine emniyet hâsıl olacak bir
cemaâtden mükerreren işitmekdir ki, onların sıdkı hakkında bir zann-ı kavi
hâsıl olur. Bir kavle göre iki adilden işitmek de kâfidir. Elverir ki, onların
haberleri kalbe itminan bahş olsun. Asl-ı vakfa, nikâha, ve mülke de tesâmu ile
şahadet, muhakkiklerce esah görüldüğüne göre caizdir (Tuhfetül'muhtac.)
78 - :
Şahadet, şahidin: «Şahadet ederim.» demesiyle edâ olunur, bu şart-dır. Böyle
demeyib de yalnız: «Bu hususu böyle bilirim.» veya «Haber veririm.» veya
«Bunun böyle olduğuna yakinim vardır.» dese edâ-i şahadetde bulunmuş olmaz.
Fakat böyle denilmesi üzerine hâkim, «Sen böyle şahedet eder misin.» diye suâl
eder, o da: «Evet.. Böyle şahadet ederim.» derse şahadeti edâ etmiş olur. Çünkü
guhidlcr, medis-i muhakemenin mehabeti dolayısiyle «Şahadet ederiz.» diyememiş
olabilirler. Binanaleyh hâkimin onlara böyle bir telkinde bulunması, imam Ebû
Yusuf'a göre güzel görülmüşdür (Zeyleî.)
79 - : Ehl-i
hibrenin - Bilirkişilerin haber vermeleri gibi mücerred tahkik ve istikşaf-ı
hâl için vâki olan ifadelerde şahadet lâfzı şart değildir. Bir suyun
teharetini, ramazan hilâlinin rü'yetini, bir yazının bir şahsa aid olub olmadığını haber vermek gibi. Şu kadar
var ki, böyle kendisinde şahadet lâfzı meşrut olmayan ifadeler, birer şahadet-i
şer'iyye değildir, belki ihbardan iba-retdir (Mecmaül'enhür.)
80 - :
Şahidlerden biri: «Ben de arkadaşımın şahadeti gibi - Onun misliyle şahadet
ederim» dese hâkim, bakar. Eğer bu şahid de yalan yere şahadet hıyanetini
hissederse «Şahadetini tefsir et, ne demek istiyorsun)» diye kendisinden
istizahda bulunur, ve eğer böyle bir hıyanet hissetmezse böyle bir teklif de
bulunmaz (Velvâliciyye.)
81 - :
Şahid, şahadet etdikde meşhûdünleh, meşhûdünaleyh ve meşhûdün-bih hazır ise
bunların üçüne de eliyle işaret eder. Meselâ: «Şu mal bu müdde-înin mülküdür,
bunu bu müddeaaleyh elinde haksız yere tutuyor, buna şahadet ederim.» der. Bu
işaret kâfidir, artık meşhûdünleh ile meşhûdünaleyhin isimleriyle babalarının
ve dedelerinin isimlerini söylemesi lâzimgelmez. Fakat muhakemede hazır
bulunmayan bir müvekkile veya bir müteveffaya dair olan şa-hadetde bunların
baba ve dedelerinin adlarım söylemek lâzımdır, yalnız meşhûdünaleyh ile
babasının adım söylemek kifayet etmez. Meğer ki meşhur ve maruf bir kimse
bulunmuş olsun. O takdirde şahid onun
yalnız adını ve şöhretini söylemekle iktifa edebilir, bu kâfidir. Onun
bir beldede bir san'at iie teferrüd
etmiş olması gibi. Çünkü bu babda
maksadı aslî, onu başkalarından temyiz edecek veçhile tarifdir. Bu maksad ise
bu şöhret sebebiyle tahakkuk etmiş olur. Maamafih şahidler, meşhûdünaleyhin
dedesinin adını söylemedikleri halde hâkim, şahadetleriyle hükm etse bazı
fukahaya.göre hükmü nafiz olur (Gurer. Camiüi'füsûleyn.)
82 - : Bir
akarın aynine dair olan şahadetde dört veya üç haddini beyan lâzımdır. Fakat
şahid, meşhûdünbih olan akarın hududunu beyan etmeyib de mahallinde tâyin ve
irâe edebileceğini* söylerse mahalline gidilib irâe etdirilir.
Kezalik : Bir akarın
semenine şahadetde hududunu zikre hacet yokdur. Çünkü bu, haddizatında bir
deyin davasıdır (Dürrimuhtar.)
Bir de maruf olan bir
akarın hududunu beyan lâzım değildir (Velvâliciyye.)
83 - : Bir
akar, meselâ: Bir hane hakkında müddeî, senedde yazılı hududa istinad ile
dâvada bulunsa, şahidler de: «Bu senede hududu yazılı akar, bu müddeînin
mülküdür.» diye şahadetde bulunsalar sahih olur. Bu takdirde müddeabih işaretle
malûm olmuş hükmündedir. Senedde yazılı bir alacağa şahadet de bu hükmdedir
(Bezzâziyye, Reddimuhtar Tekmüesi.)
84 - : Bir
kimse, müverrisinin bir şahs zimmetinde şu kadar meblâğ alacağı veya muayyen
bir malı olduğunu dâva etdikde şahidler, müteveffanın o şahsda o mikdar alacağı
veya malı olduğuna şahadet etseler kifayet eder, o alacağın veya malın
vârislerine mevrûs olduğunu tasrih etmelerine hacet yokdur. Bu. îmanı Ebû
Yusuf'a göredir. imam Azam ile imam Muhammed'e göre bu şahadetin sahih olması
için şahidlerin: «Fülân vefat edib bu müddeabihi müddeîye şu sebeble, meselâ:
Oğlu olmak sebebiyle miras olarak terk etmiş-dir» demeleri lâzımdır. Şahidlerin
bu ifadelerine «Cerr-i sarih» denir.
Şahidlerin : «Bu mal
müteveffanın hini vefatında mülkü idi veya onun elinde idi veya onun makamına
kâim olan müsteciri veya mûdei gibi bir şah sın elinde idi» diye şahadet
etmeleri de kâfdir. Buna da «Cerr-i hükmî, cerr-i zarurî» denilir (Ebüssuûd,
Dürrimuhtar Tahtâvî.)
85 - : Bir
kimse, bir müteveffanın terekesinden şu kadar alacak dâva etdikde şahidler,
müteveffanın bu kimseye o kadar borcu olduğuna şahadet etseler kifayet eder.
Vefatına kadar zimmetinde baki idi veya üzerinde kaldı diye tasrihe hacet yokdur. Böyle bir
tasrih şart oîsa bir çok haklar zayi olur. Isbâtı için şahid bulunamaz. Fakat
şahidler: «Müteveffanın o kadar borcu var idi.» diye maziye şahadet etseler
şahadetleri kabul olunmaz.
Kezalik : Bir kimse,
bir müteveffada kendisinin şöyle bir ınâl-i muayyeni olduğunu dâva etdiği
suretde şahidlerin bu veçhile şahadetleri kifayet eder, vefatına kadar elinde
kaldı diye tasrihe lüzum yokdur.
Fakat şahidler, maziye
şahadet edib meselâ: «Müddeînin müddeaaleyh zimmetinde şu kadar meğlâğ alacağı
veya elinde şöyle bir malı var idi» diye şahadet etmekle hasım. «Bu deynin veya
aynin hâlâ meşhûdünaleyhin zimmetinde veya elinde mevcud olub olmamasını sorub
da şahidler, «Hâlâ bekasını bilmeyiz» deseler şahadetleri reddolunur
(Dürrimuhtar, Tekmile.)
86 - : Bir
deyin dâvasına şahadetde şu üç suret melhuzdur:
(1) :
Müddeî, filhâl alacağım iddia, şahidler de bu veçhile şahadet ederler, meselâ:
Müddeî: «Benim şu kimsede yüz lira alacağım vardır» diye dâva, şahid de: «Bu
müddeînin bu müddeaaleyhde yüz lira alacağı olduğuna şahadet ederim.» diye
şahadet eder. Bu dâva ve şahadet makbuldür. Bu suretde deynin hâlâ
müddeaaleyhin zimmetinde sabit olub olmadığı sorulmaz. Çünkü bu zaten hâle şahadetdir.
(2) :
Müddeî, filhâl alacak iddiasında bulunur, şahidler ise alacağın mazide
olduğuna şahadet ederler.
Meselâ : Müddeî,
«Benim bu zatda şu kadar alacağım vardır.» diye dâva, gahid de: «Bu müddeînin
bu zatda şu kadar alacağı var idi.» diye şahadet eder. Bu şahadet de bazı
fukahaya göre makbuldür. Hâlâ zimmetinde bakidir demeğe lüzum yokdur, hâkimin
şahidlere «Hâlâ bu deynin müddeaaleyh zimmetinde baki olduğunu bilir
misiniz?..» diye suâl etmesi helâl değildir, çünkü şa-hidlerin: «Bilmeyiz»
demeieriyle bu hakkın ziyama meydan verilmesi melhuzdur.
(3) :
Müddeî, mazide alacak iddiasında bulunur, şahidler de mazideki veya hâldeki
alacağa şahadet ederler.
Meselâ : Müddeî,
«Benim bu zatda şu kadar meblâğ alacağım var idi, onu bana versin.» diye dâva,
şahid de: «Bu müddeînin bu zatda şu kadar meblâğ alacağı var idi ve yahud
vardır.» diye şahadet eder. Bu şahadetin deyinde kabul olunub olunamıyacağı
cayi tetkikdir.
87 - : Bir
ayn dâvasına şahadetde de üç suret melhuzdur. Şöyle ki:
(1) :
Müddeî, filhâl mülkü iddia, şahidler de filhâl mülke şahadet ederler.
Meselâ : Müddeî, «Şu
hane benim mülkümdür.» diye dâva, gahid de «Şu hane bu müddeînin mülkü olduğuna
şahadet ederim.» diye şahadet eder. Bu dâva ve şahadet makbuldür.
(2) :
Müddeî, filhâl mülkü iddia, şahidler ise mazide mülke şahadet ederler.
Meselâ : Müddeî, «Şu
hane mülkümdür.» diye dâva, şahid de «Şu hane bu müddeînin idi» diye şahadet
eder. Bu dâva ve şahadet de makbuldür. Zira mazide sabit olan bir şeyin
zevaline bir delil bulunmadıkça bekâsiyle hükm olunur.
(3) : Müddeî
mazide mülkü iddia, şahidler de hâlde veya mazide mülke şahadet ederler.
Meselâ : Müddeî, «Şu
hane benim idi» diye dâva, şahid de «Şu hane bu müddeînin mülküdür, veya mülkü
idi.» diye şahadet eder. Bu suretde bu şahadet kabul edilmez. Çünkü müddeînin
mülkü maziye isnat etmesi, mülkünün filhâl nefyine delâlet eder (Hâniyye,
Zeyleî.)
88 - : Bir
kimsenin bir şahsa vâris olduğuna şahadetin sıhhati için şahid-lerin şu dört hususu
söylemeleri şartdır:
(1) :
Müddeînin müteveffaya vâris olduğu ve ne sebeble vâris bulunduğu söylenmelidir.
(2) :
Müddeînin müteveffanın oğludur, veya ana baba bir kardeşidir ve vârisidir.»
denilmelidir.
(3) : Müddeî
ile müteveffanın bir babada birleşmelerine kadar aradaki vasıtalar
söylenmelidir.
Meselâ : Bu müddeî ile
müteveffanın babalan Zeyd, anaları da Fatma'dır, bu cihetle bunlar liebeveyn
kardeşdirler, denilmelidir.
(3) :
Şahidler, müteveffanın bu müddeiden veya bununla fülân ve fülân-dan başka vârisi
yokdur, yahud bunlardan başka vârisi olduğunu bilmiyoruz.» demelidirler. Şayed
şahidler, «Bu müddeî müteveffanın oğludur veya vârisidir.» diye şahadet edib
de bundan başka vârisi yokdur demezlerse hâkim te-levvümde bulunur, yani: Bir
müddet başka vârislerin zuhur edib etmemelerine intizarda bulunur, başka vâris
zuhur etmezse terekeyi müddeiye itâ eder. Bu televvüm müddeti, imâmeyne göre
bir senedir, sair bazı fukahaya göre bu
müddet, hâkimin re'yine müfevvezdir.
(4) :
Şahidler, müteveffanın zaman-ı hayatına yetişmiş olmalıdırlar. Aksi takdirde
şahadetleri kabul edilmez. Fakat müteveffanın adını zikr etmeleri şart değüdir. Meselâ: Bu müddeî, o
müteveffanın babası ve vârisidir.» demeleri de kifayet eder (Dürrimuhtar,
Reddimuhtar Tekmilesi.) [51]
89 - :
Şahadetin kabulü için şahidlerin meşhûdünbihde müttefik bulun-, maları
şartdır. Meşhûdünbihde ihtilâf etdikleri
takdirde şahadetleri kabul olunmaz. Çünkü nisâb-ı şahadet bulunmamış ve
hangisinin şahadeti müddeînin iddiasına muhalif bulunursa o, müddeî tarafından
tekzib edilmiş olur.
Meselâ : Müddeî, bin
kuruşluk altın iddiasında bulunduğu halde şahidlerin biri, bin. kuruşluk
altın, diğeri de bin kuruşluk gümüş para dîye şahadet etseler şahadetleri kabul
olunmaz (Tatarhâniyye.)
90 - :
Şahidlerin- şah adetler indeki
mutabakat, imamı Azama göre delâ-let-i mutabıkıyye ile olmak lâzımdır,
imâmeyne göre delâlet-i tazammüniyye
ile olması da kâfidir.
Meselâ ; Müddeî, bin
kuruş gümüş para iddia etdiği gibi şahidler de bin kuruş gümüş paraya şahadet
etseler aralarında delâlet-i mutabakıyye ile tetabuk bulunmuş olur. Fakat
müddeî, bin kuruş iddia etdiği halde şahidîerden biri, bin kuruşa, diğeri de
beş yüz kuruşa şahadet etseler bunların arasında tazammünen tetabuk bulunmuş
olur. Çünkü bin kuruşa şahadet, beş yüz kuruşa da şahadeti tazammün eder. Bu
halde bu şahadet, imamı Azama göre kabul olunmaz. Müftabih olan da budur,
imâmeyne göre kabul olunur, beş yüz kuruşda şahidler müttefik bulunmuş olurlar.
Fakat müddeî, beş yüz
kuruş iddia etdiği halde şahidîerden biri, bin kuruşa, diğeri de beş yüz
kuruşa şahadet etse bu, bilittifak kabul edilmez. Zira müddeî, kendi
iddiasından ziyadeye şahadet eden şahidi tekzib etmiş, nisâb-ı şahadet
bulunmamış olur (Zeyleî.)
Kezalik : Müddeî, bir
kimseyi vekâlet-i âmme ile tevkil etmiş olduğunu iddia etmekle şahidlerden
biri, vekâlet-i âmmeye, diğeri de vekâlet-i hâssaya, meselâ: Muayyen bir
hanenin iştirasına vekâlete şahadet etse bu vekâlet-i hâssa hakkında
şahadetleri, imâmeyne göre kabul olunur. Çünkü vekâlet-i âmme, bu vekâlet-i
hâssayı mutazammindir (Hindiyye.)
91 - :
Şahidler, birbiri üzerine atf edilen bir âdetde ihtilâf etseler bakı* lir: Eğer
müddeî, ekalli iddia etmiş ise şahadet, İmamı Azama göre kabul olunur. Fakat
ekseri iddia etmiş ise bîlittifak kabul olunmaz.
Meselâ : Müddeî,
«Alacağım bin ve beş yüz kuruşdur.» diye dâva, şahidlerden biri de bu veçhile
şahadet etdiği halde diğeri yalmz bin kuruşdur diye şahadetde bulunsa bin kuruş
hakkında şahadetleri muteber olur. Amma müddeî, bin kuruş iddia etdiği halde
şahidlerden biri: Bin, diğeri de bin beş yüz kuruşa şahadet etse kabul olunmaz
(Hâniyye, Feyzİyye.)
92 - :
Şahadetler arasında mutabakatin manen olması kâfidir, herhalde lâfzen mutabakat şart değildir.
Binaenaleyh bir
şahadet lâfzı, diğer şahadet lâfzının müradifi olabilir.
Meselâ : Müddeî, bir
malın kendisine hibe edildiğini iddia etmekle şahidlerden biri, o malın
müddeîye hibe ve teslim edildiğine, diğeri de atiyye olarak teslim edildiğine
şahadet etse şahadetleri kabul olunur. Çünkü hibe ile atiyye, müteradif
lâfızlardır (Ebüssuûd-i mısrî.)
93 - :
Şahidlerin meşhûdünbihde olan ihtilâfları, meşhûdünbihin cinsinde, mikdarında,
sebebinde olacağı gibi sair suretler ile de olabilir.
Meselâ : Müddeî, yüz
altın veya şu kadar kile buğday iddia etdiği halde şahidlerden biri, yüz altın
veya o kadar kile buğdaya şahadet, diğeri de yüz gümüş liraya veya yüz kile
arpaya şahadet etse şahadetleri makbul olmaz.
Kezaük : Müddeî, «Bu
haneyi ben müddeaaleyhden satın aldım, bu seheb-le benim mülkümdür.» diye dâva
etdiği halde şahidlerden biri bu veçhile şahadet edib diğeri de «Bu hane
müddeînin hibe sebebiyle mülküdür.» diye şahadetde bulunsa şahadetleri kabul
olunmaz (Velvâliciyye.)
Kezalik : Şahidlerden
biri: «Bu hane müddeînin mülküdür.» diye şahadet etdiği halde diğeri: «Bu hane
müddeînin mülkü olduğunu müddoaaleyh ikrar eyledi.» diye şahadetde bulunsa
şahadetleri muteber olmaz (Hindiyye.)
Kezalik : Müddeî,
mülk-i müverrehi veya mülki mukayyedi iddia etdiği halde şahidlerden biri bu
veçhile şahadet edib de diğeri gayr-ı müverreh mülke veya mutlak mülke
şahadetde bulunsa şahadetleri kabul olunmaz.
Fakat müddeî, gayr-ı
müverreh mülk dâva edib de şahidlertndeh biri, gayr-ı müverreh mülke, diğeri
ise müverreh mülke- şahadet etse şahadetleri kabul olunarak müverreh mülk ile
hükm olunur (Hindiyye, Ankaravî.)
94 - :
Şahadetler, kavi ile fi'il veya başka başka fi'il itibariyle muhtelif
bulunsalar kabul edilmez.
Meselâ :. Şahidlerden
biri, «Bu mal müddeînindir, bunu müddeaaleyh gasb etdi.» diye şahadet etdiği
halde diğeri: «Bu malı müddeîden gasb etmiş olduğunu müddeaaleyh ikrar
eyledi.» diye şahadet eylese makbul olmaz.
Kezalik : Müddeî, bir
çocuğa elbise alması için izin vermiş olduğunu iddia etdiği halde şahidlerden
biri, bu veçhile şahadet edib diğeri, «Erzak almak için izin verdiğine» şahadet
etse şahadetleri kabul olunmaz.
Kezalik : Şahidlerden
biri: «Bu çocuğu elbise alır satarken velisi gorüb meni' ve nehy etmişdi.» diye
şahadet etdiği halde diğeri: «Bu çocuğu zahire alış verişi ederken velisi görüb
meni' etmişdi.» diye şahadetde bulunsa şahadetleri kabul olunmaz. Çünkü bu,
iki muhtelif fi'ile §ahadetdir (Velvâliciyye.)
95 - :
Şahidler, meşhûdünbihe müteallik bir şeyde ihtilâf edince bakılır: Eğer bu
ihtilâfları, me§hûdünbihde ihtilâfı mucib olur ise şahadetleri kabul olunmaz,
mucib olmazsa kabul olunur.
Binaenaleyh gasb,
cinayet, ifâ-i deyin gibi sırf fi'ilden ibaret olan, yahud nikâh gibi kavi ile
mün'akid olub sıhhatinde - iki tarafın ve şahidlerin hazır bulunmaları gibi -
fi'il şart bulunan hususlarda şahidlerden biri, bir muayyen zamanda veya
mekândaki fi'ile diğeri de diğer bir muayyen bir zamanda veya mekândaki fi'ile
şahadet etseler şahadetleri kabul olunmaz. Çünkü bu İhtilâfları, meşhûdünbihde
ihtilâfı mucib olur.
Meselâ : Şahidlerden
biri, «Müddeaaleyh, müddeînin şu malını bir sene evvel gasb etdi.» dediği halde
diğeri «Bir ay mukaddem gasb eldi.» diye şahadetde bulunsa şahadetleri kabul
olunmaz.
Kezalik : Bir kimse,
borcunu edâ etdiğini iddia etmekle şahidlerden biri, bu borcu hanesinde, diğeri
de dükkânında edâ etdiğine şahadetde bulunsa şahadetleri makbul olmaz.
96 - :
Şahidler, sırf kavil kabilinden olan beyi, şirâ, icare, kefalet, havale,
vekâlet, ikrar, sulh, hibe, rehin, deyin, karz, ibra, vasiyyet, talâk, itâk
gibi bir muamelenin zaman ve mekânında ihtilâf etseler bu ihtilâf,
meşhûdünbihin ihtilâfım mucib olmayacağından şahadetlerinin kabulüne mâni
olmaz.
Meselâ : Bir kimse,
bir şahsdan şu kadar kuruşa bir mal satın almış olduğunu biliddia teslimini
taleb etmekle şahidlerden biri: «Fülân hanede» diğeri de «Fülân dükkânda satın
almış olduğuna şahadetde bulunsa şahadetleri kabul olunur. Çünkü beyi ve
şirâmn akdine aid sözler tekrar ve iade olunabilir. Fi'il ise böyle değildir
(Hulâsetül'fetavâ.)
97 - :
Şahidler, mağsub malın renginde veya'erkek veya dişi olmasında İhtilâf etseler
şahadetleri kabul olunmaz. Zira meşhûdünbîh teayyün etmemiş olur.
Meselâ : Mağsub olan
hayvan hakkında biri kır at, diğeri yağız veya al at ve yahud biri erkek at,
diğeri dişi at diye şahadet etse şahadetleri makbul
olmaz. Fakat şahidler, raağsub hayvanın
erkek veya dişi olduğunu beyan et-diklcri halde rengini beyan etmeseler
şahadetleri kabul olunur. Çünkü renk-deki ihtilâf, fahiş bir ihtilâf değildir,
bu ihtilâf ile menfaatler muhtelif olmaz (Hâniyye.)
98 - : Beyi,
icare, rehin gibi akd dâvalarında şahidler, bedelin mikdarın-da veya cinsinde
veya mecurun menfaatinde, ya ecirin amelinin nev'inde ihtilâf etseler
şahadetleri kabul olunmaz.
Meselâ : Şahidlerden
biri, bir malın beş yüz kuruşa, diğeri de üç yüz kuruşa satıldığına şahadet
etseler şahadetleri kabul olunmaz.
Kezalik : Şahidlerden
biri, bu hanenin şehrî bin kuruşa, diğeri de bin beş yüz kuruşa kiraya
verildiğine şahadet etseler şahadetleri muteber olmaz (Hin-diyye, Mecelle,
Dürerül'hükkâm.) [52]
99 - Bazı
hâdiselerde şahid olan kimselerin kendi yerlerine mahkemede şahadetde bulunmaları için başka
şahısları işhad etmeleri, yani: «Biz şu hususa şu veçhile şahidiz, fakat biz
şu mazeretimize mebni mahkemeye gidib şahadetde bulunamıyacağız, bizim
yerimize siz şu veçhile şahadet ediniz.» demeleri ve buna binaen o şahısların
da o veçhile mahkemede şahadet etmeleri
caizdir ki buna «Şehâdet aleşşehâde» denilir.
Bu veçhile işhad eden
şahide asi, işhâd edilen şahsa da feri' denir.
Şahadet üzerine
şahadet, kıyasen caiz olmamak lâzımgelir. Fakat bu şahadet, kendisine bazen
ihtiyaç görüleceği cihetle istihsânen tecviz edilmişdir. Çünkü asıl şahid, uzak
bir beldede bulunabilir, veya başka bir suretle mazur olabilir. Eğer bu
şahadet, kabul edilmezse bazı haklar ziyaa uğrar (Zeyleî.)
Maamafih şahadet
aleşşahadenin kabulü için - aşağıda yazılı olduğu veçhile - bir takım şartlar
vardır.
100 -
Şahadet için aslın mahkemeye gidib şahadetde bulunmasına - bu Şahadeti edâ
edeceği zamanda - mâni olacak bir özür bulunması şartdır. Bu Özür ise asıl
şahidin mahkemeye gitmesine mâni olacak suretde hasta olmasından veya mesafe-i
sefer uzak bir beldede bulunmasından veya mahkemeye celbi kabil olmayacak
suretde mahbus bulunmasından veya bâdel'işhad vefat etmesinden ve yahud
erkekler ile ihtilât etmeyen bir mııhaddere
olmasından ibaretdir.
tmam Ebû Yusuf dan bir
rivayete göre asıl şahidin bir gün içinde mahkemeye gidib daha gece olmadan
ikâmetgâhına avdet etmesi kabil olmadığı takdirde de bu şahadet caizdir.
Müftabih olan da budur (Velvâliciyye, Bahrirâik, Ebüs-suûd-i Mısrî.)
101 - : Asıl
şahidin fer'a şahadeti tahmil etmiş olması, fer'in de bunu kabul eylemiş veya
sükût ile karşılamış bulunması şartdır. '
Meselâ : Asîl:
«Fulânın oğlu fülân, Zeyd'e cihet-i karzdan yüz lira borcu olduğunu benim
yanımda ikrar etdi, ben bu ikrara şahadet ederim, bu şahadetime sen şahadet
et.» dese bu, tahmil-i şahadet olur. Asıl, böyle bir veçhile tah-mili şahadetde
bulunduğu halde feri, bunu sarahaten red etse, yani: *Ben şahadet etmem.» gibi
bir söz söylese artık şahadetde bulunamaz, ve böyle bir tahmil bulunmadıkça da
şahadet caiz olmaz (Velvâliciyye.)
102 - :
Fer'in şahadet zamanında asılın kendisine şahadeti tahmil etmiş olduğunu ve
asılın adıyla babasının ve dedesinin adlarını zikr etmesi şartdır.
Meselâ : Feri'
«Fülânın oğlunun oğlu fülân, bu müddeaaleyhin bu müdde-îye cihet-i karzdan yüz
lira borcu olduğunu ikrar etdiğine şahadet ediyor, beni bu şahadetine şahid
tutdu, ben de onun bu veçhile şahadetine şahadet ederim.» diye şahadetde
bulunur. Fer'in bunları söylemesi, anilmin şahadetde bulunduğunun anlaşılması
içindir.
103 - :
Erkek olsun kadın olsun her asıl şahid için şahadet edecek fer'in nisâb-ı
şahadetde bulunması şartdır. Şöyle ki: Bu feri, iki erkek veya bir erkek ile
iki kadından ibaret bulunmalıdır. Yalnız bir erkeğin veya yalnız iki kadının fer'an şahadetleri makbul
değildir (Velvâliciyye.)
Asîl şahidlerden
birinin kendi yerine asaleten, diğer şahid yerine de başka bir şahid ile
beraber fer'an şahadetde bulunmaması şartdır. Çünkü böyle şahadetde bulunduğu
takdirde meşhûdünbihin dörtde üçü kendisinin şahadetiyle sabit olmak lâzımgelir
ki, bu caiz değildir.
104 - :
Şahadet üzerine şahadetin hâdlerden ve kısaslardan başka haklara aid olması şartdır.
Çünkü bu şahadetde bedeliyyet şübhesi vardır. Hudüd ile kısas ise şübhe ile
sâkît olur (Zeyleî.) -
105 - :
Fer'in şahadeti zamanında asilin de şahadete
ehliyyetde berdevam bulunması şartdır.
Binaenaleyh feri, daha
edâ-i şahadetde bulunmadan asil âmâ olsa veya tecennün etse veya fişka mübtelâ
bulunsa artık fer'in şahadeti kabul edilmez (Velvâliciyye.)
106 - :
Şahadetde asîl ile fer'in ce'mi caizdir. Şöyle ki: Bir hâdise hakkında iki
şahidden biri aslen şahadetde bulunabileceği gibi diğer şahid namına da başka
iki şahid fer'an şahadetde bulunabilir.
Binaenaleyh bir hâdise
hakkında şahidlerin cümleten asîl olmaları caiz olduğu gibi cümleten feri veya
kısmen asîl, kısmen de feri olmaları caizdir (Reddimuhtar.)
107 - : Bir
asilin şahadetine şahadet eden feriler, diğer asilin şahadetine de şahadet
edebilirler, bu ferilerin tegayürü şart değildir.
Binaenaleyh bir hâdise
hakkındaki iki şahid, kendi yerlerine şahadet etmek üzere iki kimseyi İşhadda
bulunabilirler. Bu halde bu iki kimse, usûlü dairesinde o iki asîl şahidden
birinin şahadetine şahadet etdikden sonra diğer şahidin şahadetine de şahadet
edebilirler (Velvâliciyye.)
108 - : Feri
şahidlerinin meşhûdünalcyhi tanımış olmaları şart değildir. Şu kadar var ki, tanımadıkları
takdirde meşhûdünaleyhin kimden ibaret olduğunu müddeînin isbât etmesi
lâzımgelir (Zeyleî.)
109 - : Bir
kimse, kendi babasının şahadeti üzerine fer'an şahadetde bulunabilir, bu
caizdir. Fakat bir kimse, kendi babasının hükmü üzerine şahadet-de bulunamaz.
Nitekim, kendi hükmü üzerine de bâdel'azil şahadet edemez.
110 - :
Şahadet üzerine şahadetin dereceleri müteaddid olabilir. Binaenaleyh bir
şahadet üzerine şahadet caiz olduğu gibi şahadet üzerine
şahadete de şahadet
caiz olur (Behce.)
111 - :
Şahadet aleşşahade bazı sebeblerden dolayı bâtıl olur. Şöyle ki: Daha fer'in şahadetiyle hükm edilmeden
asıl şâhid, fer'î şahadetden meni etse veya asıl şahid, ehliyyet-i şahadetden
mahrum kalsa ve asıl şahid, şahadetde hata etdiğinİ söylese veya şahadetini
inkârda bulunsa veya asıl şahid, muhakemede hazır bulunsa artık fer'in şahadet
etmesi ve bu şahadetle hükm edilmesi caiz olmaz (Mecmaül'enhür,
Lisânül'hükkâm.)
112 - : Asıl
şahidlerin sırreh ve alenen tezkiyeleri lâzım olduğu gibi fe'ri şahidlerinin de
tezkiyeleri lâzımdır. Bunlar tezkiye edilmedikçe şahadetleriyle hükm edilemez
(Zeyleî, Ali Efendi Fetavâsı, Dürerül'hükkâm.)
(trnam Mâlik'e göre
bir beldede hazır bulunan kimsenin şahadetine başkasının şahadet etmesi kabul
olunmaz, meğer ki o kimse mariz bulunsun (El-muhaüâ.)
(Şafiî'lere göre de
şahadet üzerine şahadet hususunda şu gibi mesâil vardır.
(1) :
Şahadet aleşşahade, ukubete aid hususların gayrisinde kabul olunur. Bu şahadeti
tahammül, şu üç şeyden biriyle husule gelir :
Birincisi : Asıl
şahid, feri sayılan şahidden şahadetini zabt ve ona riâyet etmesini iltimas
etmiş olmalıdır, meselâ: «Ben fülân hususa şahidim, sen de benim bu şahadetime
şahadet et.» demiş bulunmalıdır. Bu şahadet, bir niyabet mesabesindedir, bunda
ise menûbünanhın izni muteberdir.
ikincisi : Feri'
sayılan şahid, asıl şahidin kadı, muhakkem veya emir huzurunda vuku bulan
şahadetini işitmiş olmalıdır. Bu halde o şahadete şahadet edebilir.
Üçüncüsü : Feri, olan
şahid şahadet etdiği hâdisenin sebebini beyan etmelidir, meselâ: «Ben şahadet
ederim ki fülân kimsenin fülân şahıs zimmetinde satdığı malın semeninden şu
kadar meblâğ alacağı vardır.» demelidir.
Çünkü bunu sebebine
isnad etmesi, tesâhül ihtimâline mânidir. Bu halde asıl şahidin iznine muhtaç
olmaz. Maamafih bunda da izne lüzum bulunduğuna kail olanlar vardır.
(2) : Feri'
olan şahid, edâ-i şahadet ânında cihet-i tahammülünü beyan et' nıelidir.
Meselâ: «Ben şahadet ederim ki, fülân şahs şu veçhile şahid olduğunu beyan,
beni de o hususa işhâd etmişdir.» demelidir.
Maamafih feri, böyle
cihet-i tahammülünü beyan etmediği halde onun sıh-hat-i şahadetine kadının
vukufu bulunsa şahadetinin kabulünde bir beis yok-dur.
Kadınların ve hünsânm
bu şahadeti tahammülde bulunmaları sahih değildir, velev kî kendi misilli
kimseler hakkında olsun.
(3) : Asıl
şahidin ölmesi, gâib veya mariz olması veya
tecennün etmesi, fer'in şahadetine mâni olmaz. Fakat asılın bilâhare
riddeti veya fışkı ve yahud meşhûdünaleyh ile aralarında adavet tahaddüsü,
fer'in şahadetine mâni olur. Çünkü bunlar şübhe iyrâsından hâli olmaz.
(4) :
Şahadet aleşşahade de asıl iki şahidin şahadetlerine yalnız iki feri' şahidin
şahadeti kifayet eder. Fakat diğer bir kavle göre her bir asıl erkek veya kadın şahidin şahadetine İki
feri' şahidin şahadet, etmesi lâzımdır.
(5) :
Şahadet aleşşahadenin kabulü için asılın bizzat muhakemeye gelib şahadetde
bulunması müteassir olmalıdır. Veya mevt veya âmâ hudûsiyle asıl şahidin
şahadeti müteazzir bir hâle gelmelidir. Veya asıl mariz olub da mahkemede
huzuru açıkça meşakkatli bulunmalıdır. Veya bir günlük mesafeden ziyade bir.
yerde gâib olmalıdır. Ve feri' şahid, şahadet ederken asıl şahidin adını zikr
ve tasrih etmelidir.
(6) :
Feri'in aslı tezkiyesi şart değildir. Maamafih tezkiye etse kabul olu nur.
Çünkü bunda töhmet yokdur (Tuhfetüi'muhtac.)
(Hanbeli'lere göre de
kadı'nın kadıya kitabı kabul olunan hususlarda şahadet üzerine şahadet de
kabul olunur. Bu hususlar ise mal, kısas, haddi kazf gibi hukuk-] insaniyyeden
olan şeylerdir. Bu şerait ise asıl şahidin şahadeti mevtine veya marazına, veya
mesafe-i kasr gaybetine veya mahbusiyyetine veya mekânının mechûliyyetine veya
kendisinin muhadderatdan bulunmasına mebni müteazzir olmakdır.
Maamafih asıl şahid,
şahid-i fer'i şahid tutulmalıdır, yani: Benim şahadetime şahadet et demelidir.
Veya asıl şahid mahkemede şahadet ederken veya başkasını şahid tutarken bunu
şahid-i feri, duymuş olmalıdır.
Bir de şahid-i feri,
asıl şahidin sıfatım, ismini, nesebini ve adaletine muttali ise adaletini ve
onun kendisini işhad etdiğini veya onun şahadetini duymuş olduğunu tasrih
ederek şahadetde bulunmalıdır.
iki erkek bir erkek
ile iki kadının şahadetine veya bir erkek ile iki kadın, iki erkeğin veya bir
erkek ile iki kadının şahadetine ve bir kadın, bir kadının Şahadetine şahadet
edebilir (KeşşafüTkmâ.)
(Zâhirî'lere göre her şey hakkında şahadet
üzerine şahadet kabul ofamur ve bir şahidin şahadetine yine bir şahsın şahadeti
makbuldür.
" Allah Taâlâ,
udûlun şahadetini kabul etmemizi emr etmişdir. Şahadet aleşşahade de şahadet-i udûldur.
Artık bunu kabul de vâcibdir (Elmuhallâ.) [53]
113 - :
Şahidlerin kesreti, medar-ı tercih değildir.
Binaenaleyh iki
tarafdan birinin şahidleri, diğer tarafın şahidlerinden adedce veya adaletçe
ziyade olsa bu ziyade tercihe sebeb olamaz. Meseli: Bir malda niza' eden iki
kişiden biri hariç olub iki, diğeri de zilyed olub dört şahidi bulunsa yine
haricin beyyinesi tercih olunur. Şahdlerin çokluğuna itibar olunmaz. Çünkü bu
halde her iki tarafın beyyinesi de birer illet-i tâmtr.etör ki, hükmü mucibdir
artık birinin ziyadeliği tercihe salih değildir. Meğer ki bitarafın şahidleri,
tevatür derecesine baliğ bulunsun. O halde onun beyyinesi kuvvetli olmuş olur.
Tercih ise delilin kesretine değil, kuvvetine göredir.
Kezalik ; Adalet
hususundaki ziyadelik de medar-ı tercih değildir. Zira şahidlerde muteber olan
asıl adaletdir, bunun ise bir haddi yokdur. E^unla tercih vâki olamaz (Hilâfen
lil'imam Malik, Mecmaül'enhür.)
114 - :
Tevatür, ilmi yakin ifade eder. Akıl bunun hilafım tecviz etmez. Binaenaleyh
bir şeyi tevatüren haber vermekde şahadet lâfzı şart değildir. Bu şahidlerde adalet de aranmaz ve
bunları tezkiyeye hacet de görünmez. Artık tevatürün hilâfına beyyine
de ikâme edilemez. Çünkü mütevatirea sabit olan bir şeyde yalan ihtimâli
mutasavver değildir (Menar, Tavzih.)
115 - :
Tevatürde muhbirlerin muayyen bir adedi yokdur. Bu adeüer hâdiselere ve
muhbirlerin evsafına göre mütefavit olabilirler. Elverir ki, bununla insana
yakın hâsıl olsun, elverir ki, bu muhbirlerin yalan yere ittifak etmiş
olduklarını akıl tepviz etmesin. Muhtar olan kavil, budur. Fakat bazı zatlara
göre tevatürde muhbirlerin en az, dört veya beş veya on iki veya yirmi veya
kırk veya yetmiş kişi olması lâzımdır.
Mülga Fetvahane-i
Alîce ise zamanın ahvâli ahlâkiyesı nazara yirminden noksan kimsenin haberleriyle
tevatür husule gelemiyeceğme karar verilmişdir. Tevatür için birinci cilddeki
Usûl-ı Fıkh mebhasine de müracaat!. [54]
116 - Hudüd ve kısasdan başka bir hâdise hakkında
şahadet edenlere müddeaaleyh tarafından ta'n edilmezse - îmamı Azama göre -
tezkiyeleri cihetine gidilmez. Zâhiri adaletlerine binaen hükm edilir. Imâmeyne
göre ise hasım ta'n etsin etmesin şahidlerin
herhalde tezkiyelerine lüzum var. Tezkiye edilmedikçe hükm sahih olmaz.
Çünkü şahidlerin âdil olub olmadıkları bu suretle anlaşılır. Fakat şahidler
hakkında hasım tarafından ta'n edilirse yahud hududa veya kısasa aid bulunursa
tezkiyeleri bilicmâ lâzımgelir (Zeyle, Ha-mevî.)
117 - :
Şahidler muhakemede şahadet edince hâkim, «Ne dersin, bunlar şahadetlerinde
sadık mıdırlar, değil midirler» diye meşhûdünaleyhden sorar, meşhûdünaleyh de
«Şahidler, bu şahadetlerinde sadıkdırlar veya bu şahadetlerinde âdildirler»
derse müddeabihi ikrar etmiş olur, artık hâkim, bu ikrara binaen hükm eder,
hükmün sebebi, ikrar olmuş olur. Meşhûdünaleyh, şahidler-den yalnız birini bu
veçhile tâdil etdiği takdirde de hükm böyledir. Çünkü iddia edilen şeyi ikrar
etmiş olur,
Fakat meşhûdünaleyh:
«Bunlar yalancı şahidlerdir, veya bunlar âdil kimseler ise de bu hususda hatâ
ediyorlar ,veya vakıayı unutmuşlar» derse ve yahud «Bunlar âdil adamlardır»
demekle beraber müddeabihi inkâr eylerse hâ-kim, hükm etmez. Belki şahidleri -
Imâmeyne göre - sırren ve alenen tezkiyeye hayâle ile âdil olub olmadıklarını
araşdırır. Âdil oldukları tahakkuk e-derse hükm eder, sebeb-i hükm, bunların
şahadetleri olmuş olur.
Meshûdünaleyhin
şahidleri şahadetden evvel tâdil edib etmemesinin hükmü yokdur (Velvâliciyye,,
Kadıhan!)
118 - :
Müzekkî olacak zat, âdil, şahid hakkında cerhi mucib olub olmayan ahvâle
vâkıf, mal ile aldatılacak derecede tamadan herhalde berî olmalıdır. Ve
müzekkî ile şahid arasında adâvet-i zahire bulunmamalıdır. Bir de bazı fukahaya göre iki şahidden biri,
diğeri hakkında müzekki bulunmamalıdır. Çünkü bu tezkiye, töhmetden, kendi
şahadetinin kabulü gayesine hizmetden
hâlî görülemez.
imamı Âzam ile imam
Ebû Yusuf'a göre müddeaaleyh, bir müzekkiye ra-zi olmadığı takdirde müzekkinin
en az iki kimse olması lâzımgelir (Velvâliciyye, Zeyleî.)
119 - :
Şahidler, gerek sırren gerek alenen mensub oldukları canibden tezkiyeye havale
olunurlar.
Meselâ : Şahidler,
taleb-i ulûmdan iseler sakin oldukları medrese müder-risüe mutemed ahalisinden,
askeriyeden iseler tabur zabitlerinden ve kâtible-rinden, ketebeden iseler
kalemi memurlarından ve mümeyyizlerinden, tüccardan iseler tacırların
muteberlerinden, esnafdan iseler onların kethüdasiyle lonca ustalarından ve
başka sınıflardan iseler mahalle veya karyelerinin mevsuk, mutemet ahalisinden
tezkiyeleri yapılır.
Müzekkiler, nâs ile
ihtilâtı olan kadın taifesinden de olabilirler Hattâ kadın olan bir şahidin
kadınlardan tezkiyesi evlâdır. Tezkiye, dinî umurdan olduğu cihetle bunda
erkek ile kadın müsavidir.
Şahid, garibüddiyar
olub şahadet etdiği beldede haline muttali kimse bulunmazsa hâkim, onu
velayeti halidinde bulunmayan kendi beldesi hâkimi ra-sıtasiyle tezkiye
etdirir.
Bir de müddeî ile
müddeaaleyh, bir muayyen erkek tezkiyesine biliCifak ıazi olurlarsa yalnız o
erkeğin tezkiyesi biiicmâ caiz olur. (Velvâlİciyye,Hm-diyye.)
120 - :
Sitren tezkiye, fukaha ıstılahmca mesture tâbir olunur varah fle yapılır. Şöyle
ki: Hâkim, o varakaya müddeînin ve müddeaaleyhin is
ve müddeabih ile
şahidlerin isim, şöhret ve san'atlarını ve eşkâl ve rini yazar ve babalariyle
dedelerinin isimlerini ve maruf iseler yalnız isin ve şöhretlerini tahrir eder.
Hâsılı şahidled başkalarından ayıracak veçhile tarif ve beyan eder, bu varakayı
bir zarf içine koyarak üzerini mühürledikda sara müzekki intihab olunan
kimseye gönderir.
Müzekkiler de bu
mestureyi ahb okudukdan sonra şahidler âdil isele: simlerinin altına «Âdil ve
makbul üs, şah a dedir.» diye yazarlar, âdil değinir ise «Âdil değildirler.»
diye yazıb imza ederek zarfın üzerini mühürlerler, hiüne iade ederler. Bu
mesturenin mazmununa ne bunu getiren şahsı ve ne ce başkasını vâkıf etmezler.
Mesturede :
«Makbûlüşşahadedir,» veya «Caizüşşahadedir.» diye yazaca-sı tâdildir, yalnız
«Âdildir.» denilmesi, bir kavle göre tâdil ise de bir kavle göre tâdil değildir
(Hindiyye, Zeyleî, Mecelle.)
121 - :
Kendi dini, lisanı ve yedi hakkında emîn, seciyye sahibi dan bir kitabî,
meselâ: Bir Nasrânî de zahiren âdil sayılır. Çünkü yalan söylemek-ker dinde
haramdır, bu vasıfları haiz olan bir gayr-ı müslim de zâhir-i hâle nazaran
yalanı ihtiyar etmez (Velvâlİciyye.)
122 - :
Müzekkiler, mesturede şahidler hakkında; «Âdil değillerdir diye sarahaten ve
yahud «Hâllerini bilmeyiz» veya «Hâlleri bizce meçhuldür.) veya «Allah Taâlâ
bilir» diye delâleten cerhi ifade eder bir söz yazmış olurlarsa ve yahud hiç
bir şey yazmaksızm mestureyi okudukdan sonra mahtûmen hurime iade ederlerse
hâkim, o şahidlerin şahadetini kabul etmez, artık alenen tdri-yeye de lüzum
kalmaz.
Bu suretde hâkim,
müddeîye: «Senin şahidîerin cerh olundu» deraaşa-hidlerin haysiyetlerini ihlâl
etmek muvafık değildir. Şahidler ile müzekkiler arasında adavet zuhuruna meydan
vermek de muvafık olamaz. Belki bakim tarafından müddeîye başka «Başka
şahidlerin var ise getir» denilir. Ve jabd «Şahidlerin mahmûdül'hâl değildir.»
demekle iktifa edilir.
Müzekkiler ise tezkiye
edilmez. Çünkü sonra teselsül lâzımgelir, i§de talik yüz gösterir
(Velvâlİciyye, Hindiyye.)
Müzekkiler, şahidlerin
fışkına muttali iseler onların namuslarını hek et-mekden ihtiraz için fâsık
olduklarım mesturede tasrih etmemelidir. Belki mestureye ya hiç bir şey yazmam
alıdır, ve yahud «Allah Taâlâ bilir.» diye yazmakla iktifa etmelidirler. Çünkü
herkesin serair-i ahvâline ancak Allah Taâlâ kemâliyle âlimdir. Şu kadar var
ki, müzekkiler, bu şahidlerin başkaları tarafından tâdil edilerek şahadetleriyle
hükm edileceğinden korkarlarsa o zaman bunların fışkını tasrih ederler
(Lürünbilâlî.)
123 - :
Müddeî, cerh edilen şahidlerini başka emin kimselerin tezkiye edeceklerini
iddia eder, veya «Şahidlerimin ahvâlini fülân kimselerden suâl et.» diye
talebdc bulunursa hâkim, kabul eder. Bunlar tezkiyeye ehil olub da şa-hidleri
tezkiyede bulunurlarsa hâkim, evvelki müzekkilere: «Şahidleri ne İçin cerh
etüiklenni» sorar. Eğer bunların cerh için dermeyan edecekleri sebeb, redd-i şahadeti mucib
bulunursa hâkim, bunların cerhlerini kabul ile ikinci tezkiyeyi red eder.
Fakat bunu meşru bir sebeb görmezse ikinci tezkiyeyi kabul eyler (Hindiyye.)
124 - :
Müzekkiler, mesturede şahidlerin âdil ve makbûlüşşahade olduklarını yazmış
olurlarsa ikinci mertebede alenen tezkiyeye başlanır. Şöyle ki: Hâkim,
müzekkileri huzuruna celb eder, müddeî ve müddeaaleyh ile şahidler de hazır
bulunurlar. Hâkim: Müzekkilere hitaben: «Sizin tezkiye etdiğiniz şahidler
bunlar mıdır?» diye sorar ve yahud: «Bunlar âdil, makbûlüşşahade kimseler
midir?.» diye İstifsar eder.
Maamafih şahidler,
müddeî ve müddeaaleyh ile beraber tezkiye naibine terfikan müzekkilerin
yanlarına gönderilerek mahallerinde de alenen tezkiyeleri yapılabilir.
Sırren tezkiyede
bulunanların böyle alenen tezkiyede bulunmaları, yani: Bunların müttehid
olmaları caizdir. Alenen tezkiyede bulunacakların başka kimseler olması dd
caizdir. Hattâ hassafın beyanına göre bunlar herhalde başka başka
olmalıdırlar.
Tezkiye naibi de imam
Muhammed'e göre iki zat olmalıdır (Reddimuhtar Tekmilesi, Şiblî.)
125 - :
Sırren tezkiye, şahadet kabilinden, olmadığı cihetle bunda bir müzekki
kâfidir. Fakat ihtiyata riayeten en az iki olması evlâdır. îmam Muhammed'e
göre ise bunların lâakal iki kişiden ibaret olması lâzımdır.
Sırren müzekki, usûlden,
fürûdan veya zevceynden biri de olabilir.
Alenen tezkiyeye
gelince bu şahadet kabilinden olduğundan bunda şahadetin şartlan ve nisabı
muteberdir. Binaenaleyh tezkiye-i aleniyyede müzek-kinin âdil, baliğ, hür,
âkil, basîr ve kazfdan dolayı gayr-ı mahdud olması lâzımdır. Su kadar var ki,
bu müzekkilerin şahadet lâfzını zikr etmeleri lâzım-geimez.
Alenen müzekkilerin
muamelât hususunda en az iki şans, zina şahidlerjıe aid tezkiyede de lâakâl
dört erkek olmaları - îmam Muhammed'e göre -meşrûtdur (Mültekâ, Mecmaül'enhür.)
126 - : Bir
hâkimin huzurunda bittezkiye adaletleri
sabit olan şahida, yine o hâkimin huzurunda başka bir hususa dair tekrar
tezkiye edilmeksin şahadetde bulunabilirler. Şu kadar var ki, iki şahadet
arasında kamerî ajiar itibariyle altı
ay geçmemiş olmalıdır. Eğer altı ay geçmiş olursa tekrar totü-yeleri
lâzimgelir. Çünkü bu müddet içinde şahidlerin adaletleri zail olmuş alabilir.
Bir kavle göre aradan geçen müddet, hâkimin re'yine müfevvezdir (İt diyye,
Muhît-i Serahsî.)
127 - :
Meşhûdünaleyh, tezkiyeden evvel veya sonra
şahidlere - Mi magrem veya celb-i magnem gibi - şahidlerinin kabulüne
mâni olur birse? isnad ile ta'n eylese hâkim, meşhûdünaleyhden bu isnadına
beyyine ister. Hes hûdünaleyh, bunu beyyine ile isbât ederse hâkim, onların
şahadetlerini ıbî eder. Isbât edemediği takdirde ise hâkim, bâdettezkiye
şahidlerin şahadetle hükm eder.
Kezalik :
Meşhûdünaleyh, bu şahidler, müddeînan bu dâvasına taraüt dan bilvekâle ve
kableşşahâde husûmetde bulunmuşlardır dese, bunu isbâîetmesi lâzımgelir
(Kadıhan, Reddimuhtar.)
128 - :
Müzekkilerden bazısı, şahidleri cerh, bazısı da tâdil eylese cefe tarafı müreccah olarak hâkim onların
şahadetleriyle hükm etmez. Velev i
tâdil edenler, on kişi olduğu halde cerh edenler, iki kişiden ibaret bulunsm Fakat şahidleri bir kişi cerh
etdiği halde îkî kişi tâdil eylese şahidlerin sâadetleri kabul olunur. Çünkü
iki, nisâb-ı şahadetdir, iki kişinin şahadeti teü-yesi bir hüccet-i kâmiledir
(Hindiyye.),
129 - :
Muamelâta aid hususlarda şahidler, şahadeti edadan sonra cm tezkiye yapılmadan
ölseler veya gâib olsalar hâkim, onları tezkiye ederek^ hadetlerile hükm
edebilir. Fakat şahadeti edadan sonra âmâ veya ahres ıqa fâsık olsalar artık
şahadetleriyle hükm olunamaz.
Kezalik : Hudüd veya
kısas hususunda şahidler kablelhükm vefat etsds veya gâib olsalar veya
bâdelhükm kendilerine körlük, dilsizlik gibi şaha&e mâni bir hal âriz olsa
artık onların şahadetleri muetber olmaz. Yeniden nara-keme ve beyyine ikâmesine
lüzum görülür (Bezzâziyye, Hindiyye.)
130 - : Meşhûdünaleyh,
hükmden evvel: «Şahidlere şahadetlerinde küb olmadıklarına yemin verdir.» diye
hâkime ilhah edib de şahadetin yemkde
takviyesine hâkim tarafından da lüzum görüldüğü takdirde hâkim, şahüee yemin tevcih edebilir ve
hâkim, şahidlere: «Yemin ederseniz şahadetinizi ta-bul ederim ve illâ etmem.»
diyebilir. Son zamanlarda şahidlerin adaletlerini şübhe hâsıl olduğu ve yalnız
tezkiye ile bu şübhe bilkülliye zail olmadığıIe bu yemin tecviz edilmişdir.
Yoksa şahadet lâfzı, yemini mutazammin olduğundan ayrıca yemine lüzum yokdur.
Bu yeminin cevazına esasen Ibni Ebî Leylâ kail bulunmuş idi. Hanefî fukahasının
müteehhirlerince de şahidlerin adaletleri gayr-ı zahir olduğu takdirde bu
yemin, caiz görülmüş, Mecelle'de de bu kabul edilmişdir. Fakat şahidler, tezkiye
olunarak mueebince hükm olun-dukdan sonra artık kendilerine yemin tevcih
edilemez (Hâniyye, AH Efendi ve Abdürrahim Fetavâları.)
hakkûllâhı veya hakk-ı
ibâdı mutazammin bulunmaz. Meşhûdünaleyhin: «Şahidler fesekadandırlar, veya
âdetleri zinadır veya şürb-i hamrdır.» demesi gibi. Çünkü bunlar hükm altına
alınamaz ve böyle denilmekle hâdd sabit olmaz.
Diğeri, cerh-i
mürekkebdir ki, taht-ı hükme girecek suretde ya hakkullâ-hı veya hakk-ı ibâdı
tazammün eder. Meşhûdünaleyhin: «Bu şahidler benim şu kadar paramı çaldılar
veya bu şahidler benim aleyhime şahadet etmemek üzere benden şu kadar meblâğ
rüşvet .olarak aldılar.» diye iddia etmesi gibi. Çünkü meşhûdünaleyh, bu
iddiasını isbât etse onlardan bu parayı geri alabi lir (Zeyieî, Ebüssuûd-i
El'Mısrî.)[55]
[1] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/3-4.
[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/5-6.
[3] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/7.
[4] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/7-8.
[5] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/8-9.
[6] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/10.11.
[7] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/11-13.
[8] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/13-15.
[9] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/15-16.
[10] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/16-19.
[11] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/19-21.
[12] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/21-23.
[13] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/23-25.
[14] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/25-27.
[15] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/27-28.
[16] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/29.
[17] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/29-33.
[18] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/33-35.
[19] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/35-36.
[20] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/37-38.
[21] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/39.
[22] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/39-42.
[23] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/42-48.
[24] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/49-56.
[25] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/56-60.
[26] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/61.
[27] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/61-63.
[28] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/63-68.
[29] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/69-75.
[30] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/75-77.
[31] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/77-79.
[32] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/79-80.
[33] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/81-82.
[34] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/83.
[35] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/83-85.
[36] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/85-89.
[37] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/89-91.
[38] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/91-97.
[39] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/97-99.
[40] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/99-104.
[41] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/105.
[42] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/105-106.
[43] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/106-109.
[44] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/109-112.
[45] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/112-117.
[46] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/118-122.
[47] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/123.
[48] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/123-127.
[49] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/127-136.
[50] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/136-140.
[51] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/140-145.
[52] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/145-148.
[53] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/148-152
[54] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı
Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/152.
[55] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayınevi: 8/152-157.