Belediye Nikahında Açıklanan Fiiller 2

Sıhriyyet Cihetiyle Haram Olalar 5

Veli'nin Bulunması: 9

Velilik İki Kısma Ayrılır: 9

1. Din Veya İffet Ya Da Tekva: 21

2. İslam: 22

3. Hürriyet: 22

4. Soy (Nesep): 22

5. Mal Veya Zenginlik: 23

6. İş, Meslek Veya Sanat: 23

Birinci Kısım: 29

İkinci Kısım: 30

Üçüncü Kısım: 30

Nüşuzun Keyfiyeti: 32

ELLİ ALTINCI BÖLÜM... 32

TALAK.. 32

(BOŞAMA) 32

Talakın Erkeğin Eline Verilmesinin Sebebi: 33

Kinayenin Meşruluğu: 34

Talakın Hükmü: 34

1. Mutallıkın = (Boşayanın) Şartlan: 35

Deli ve Medhuşun Talakı: 35

Sarhoşun Talakı: 35

Sefihin Talakı: 36

Mükrehin = (Tehdit Edilenin) Talaki: 36

2. Kasıt = (Niyet) Talakta Kasıt İttifakla Şarttır: 36

3. Talakkm Mahalli veya Üzerinde Talak Vaki Olan Kişi: 37

4. Şafii Ve Hanbelilere Göre: 38

5. Sığa ve Kendisiyle Talak Vaki Olan Şey: 39

Kinayeli Talak: 39

Yazı İle Talak: 40

Elçi İle Talak: 40

Talakın Sayısı: 40

Bain Talak: 41

Ric'i Talakın Şartları: 41

Bain Talak: 42

Sünni ve Bidi Talak: 42

Bid'i Talak: 42

Ölümcül Hastalığa Yakalanan Kişinin Talakının Hükmü: 45

ELLİ YEDİNCİ BÖLÜM... 46

İLA.. 46

(KADINA YAKLAŞMAMA YEMİNİ) 46


Belediye Nikahında Açıklanan Fiiller

 

Nikah akdinde şart olan icab ve kabul sözleri beş kısmı üzerindedir.

1.  İcab ve kabulün ikiside geçmişi bildiren fiilerle sahih olur. En çok kullanılan şekil de budur.

2.  İcab şimdiki zamanla, kabul geçmiş zamanla ilgili olur.

3.  İcab geniş zamanla kabul geçmiş zaman olur.

4. İcab ism-i fail, kabul geçmiş zamanla olur. Örneğin: Erkek evlen­mek istediği kızın velisine (velisi bulunduğunuz falan kız mütezevvicim (onunla evleniciyim) der. Kızın veliside (onu sana tezvic ettim) derse, akd-i nikah gerçekleşmiş olur.

5. İcab emr-i hazır, yani karşıdaki ikinci şahsa emir şeklinde, kabul ise geçmiş zamanla ilgili olur. Şu halde erkek evlenmek istediği kızın veki­line, (müvekkilen falan kızı bana tezvic et) yani benimle evlendir, derse, vekil de müvekkilen olan aynı kızı sana nikah ve tezvic ettim, derse, o za­man nikah akdi geçerli ve caiz olur. Belediyelerde yerine getirilen resmi ni­kahlarda genellikle ilgili memurlar evlenecek olan erkekle kıza geniş ve şimdiki zamana delalet eder. Fiillerle hitabet etmekte ve aynı zamanda on­lar da bu fiillerle cevap vermektedir. Arapların gelenek ve göreneklerine göre, belirtilen beş şekilde de kabulün her halde geçmiş zamanla ilgili ol­ması şarttır. Şimdiki veya geniş zamanla ilgili fiil kullanmak onların örfü­ne göre, bir nevi va'dde bulunma ihtimali vardır. Şu halde (kızımı şu anda sana tezvic ediyorum derse, "şu anda" tabirini kullanırsa) bunu da sahih olarak kabul etmişlerdir. Zira nikahın rüknü icap ve kabulden ibarettir. Nikahta icap ve kabul, beldelerin örf ve adetine göre inşay-ı nikahta kulla­nılan sözlerdir ki, nikah akdi bunlar ile meydana gelir.[1]

Nikah akdi: İcap ve kabul ile bağlantısı meydana gelir. İcap ve kabul ile geçmişle ilgilii veya biri, diğeri geçmiş zamanla ilgili şekilde konuşul­muş olmalıdır. [2]

Nikah Akdi: Dilsizlerin işaretiyle de yapılabilir. Şu şartla ki yapılan işaretin bu hususta bilinmiş olması lazımdır. Kasani, kadın veya erkek ta­rafından iki üç günlük bir süre içinde ayb ve rü'yet muhayyerliği şart ko­şularak nikah akdi yapılırsa, akid sahih olur. Fakat şart batıldır. Sözü edilenn kusur ve ayıp tenasül aleti cinsel temas yapmayacak biçimde ke­sik olur veya idiş edilmiş bulunur veya cinsel iktidarsızlık gösterir şeklin­de ise, o zaman kadın boşanıp boşanmamakla muhayyerdir. Bu konu i-mam Ebu Hanife ile imam Ebu Yusufa göredir. Kasani, körlük, el tutmaz-Iık, yaşlılık, güzellik ve bakirelik gibi hususlar nikah akdında şart koşu­lur. Evlendikten sonra aksi çıkarsa muhayyer şartı her iki taraf için de muteben değildir.

Soru: Bölgemizde kız tarafı başlık adı altında bir para almaktadır. Bu caiz midir?

Cevap: Evlenirken kızların kocalanndan mehr alma haklan vardır. Nitekim nikah akd edilirken bu mehir miktarı belirlenir. Mehir ne kadar az olursa o kadar faziletlidir. Mehir yalnızca kıza aittir ve onun malı sayı­lır. Mehir üzerinde kızın anne baba veya başka akrabalarının hakkı yok­tur. Başlık parası veya halat parası olarak alman para da eğer mehir ola­rak alınıyor ve kıza sarf ediliyorsa caiz olur. Ancak bunu mümkün merte­be az miktarda tutarak Hz. Peygamberin (s.a.v.)in sünnetine tabi olmak lazım gelir. Zira peygamberimiz (s.a.v.) mehrin az olanını övmüştür. Başlık parası kıza verilmiyor ve ona harcanmıyorsa kızın babası veya velisi kızma karşılık olarak kendisi alıyorsa bu para kesinlikle haramdır. Kul hakkı ol­duğu için hacca da gitse günası af olmaz. Damat tarafının rızasıyla da olsa kıza karşılık olduğu için yine haramdır. Geri verilmesi gerekir. Damat isla-mı mahkemeye müraacat ederse bu parayı geri alabilir. Şafii mezhebine göre kızın babası başlık parasını mehir olarak değil kendi için alırsa o za­man fasık olur ve veliliğinden çıkar. Mehir kadına evlenirken veya nikah­tan sonra verilmesi gereken mal ve paradır. Bu mal ve para kadının ka­dınlık hakkıdır. Eşi, kadının mehrini rızası olmadan zorla alamaz. Hatta kadına verilmesi gerekir. Zira bu bir kul hakkıdır. Kadın Ve Erkeğin İs­lam daki Yeri: İslam, insanı genel olarak ele alır. Onun her türlü doğal haklarına sahip çıkar. Yüce yaratıcıya inanmada, sorumluluk yüklenme­de, amel ve emeği değerlendirmede, kısaca ifade edilirse, insanın yaratılışıyla ilgili olan yüce değerlerde, kadm-erkek ayrımı söz konusu değildir. [3]

İslam, kadın erkek arasındaki fizyolojik yapı farkını, fiziki güç durumunu, özellikle kadınların ruh inceliklerini ve merhamet, şefkat gibi hasas duygularını da göz önünde bulundurur. Bu esaslar çerçevesin de islam, kadın ve erkek arasında karşılıklı yardımlaşma dayanışmaya önem verir. Nitekim bir ayette kadın ve erkekten her biri, diğerini koruyup kuşatan el­biseye [4] benzetilirken, diğer bir ayette ise, mü'min erkeklerle mümin kadınların, birbirlerinin velileri olduğu bildirilmiştir. [5] peygamber (s.a.v.) de risaletinin ilk yıllarında eşi Hz. Hatice'nin kendisine yapmış olduğu maddi-manevi yardımları ve moral desteğini, övgü ve sitayışlı sözlerle dile getirmiştir. [6]

Ayrıca aile yuvasının derli düzenli yürütülmesinde, çocukların bir anne şefkatiyle yetiştirilmesinde kadınların daha becerikli ve duyarlı ol­dukları malumdur. Bu nedenle pek çok hadis-i şerifte kadın erkek ilişkile­rine yer verirken. Kadınlardaki bu hasaslık ön planda tutulmuştur. Örne­ğin; "Dünyanın övgüye layık en üstün nimeti, salihe bir kadındır.[7] ve "si­zin en hayırlınız, kadınlarına karşı en iyi davrananızdır.[8] rivayetleri zik­redilebilir.) Bir adam peygamber (s.a.v.) efendimize gelerek sordu: Ya Re-sulullah! Karılarımızın üzerimizdekip hakları nelerdir? Bir şey yediğinde ona da yedirmen, bir şey giydiğinde ona giydirmendir. Bir de kadının yü­züne tokat vurmamandir. Kötü söz söyleme, bedduada bulunma, her han­gi bir yerini bereleme ve darılıp evi terk etme. (Ama kadın huzursuzluk çı­karıyorsa) sadece evin içinde bu dargınlığı sürdür yatağını ayır diye cevap verdiler. [9]

"Her hangi bir kadın, kocası kendisinden hoşnut olduğu halde vefat ederse cennete girer. [10]

Mehir miktarı hususunda az veya çok bir tayin bahis mevzuu değil­dir. Nitekim Hazret-i Ömer (r.a.) kadına verilen mehrin azami miktarını ta­yin etmek ister ve bu maksatla bir hutbelerinde, kadınlara mehir verirken ifrata gitmeyin" der. Bunun üzerine, cemaatten onu dinlemekte olan bir kadın şöyle ittiraz eder. "Ey Ömer" der. Yüklerle (mehir) vermiş olsanız bile onun içinden bir şey almayın. [11] buyurulmuştur. "Hz. Ömer (r.a.) kadını haklı bulur ve kararından vaz geçer. Binaleyh kadın, mehirde dile­diği miktarı tayin edebilip isteyebilir. Fakat münasip olan, karşı tarafın darda bırakılmadan ödeyebileceği miktarın kararlaştırılmasıdır. Asrı sa­adette mehir olarak hurma bahçesi verildiği gibi, hiçbir mala sahib olma­yıp da evlenmek isteyen erkekler Kur'an-Kerim'den ezber bildikleri süreleri eşlerine öğretmek suretiyle mehirlerini Ödemiş ve nikahlanmışlardır.

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de, "nikahların en hayırlısı en kolay ola­nıdır [12] buyurarak nikahı imkan nisbetinde kolaylaştırmak gerektiğini ifa­de etmişlerdir. Ancak evlenme kolaylaştırılırken kadının hukuku da zayi olmamalı onun tayin olunan mehri garanti altına alınmalıdır. Mehir evlen­me esnasında kadının kendisine verilmesi gereken bir bedeldir. Ne ebevey­nin ne de başka bir kimsenin bunda hakkı yoktur. Kadın mehir hakkını, kimsenin müdahalesi olmadan serbestçe kullanabilir. Bina en aleyh diler­se mehrin bir kısmından veya tamamından vazgeçebilir. Yani kocasına hi­be edebilir.

Nitekim Kuram Kerimde; "Kadınlara mehirlerini cömertçe verin, Eğer ondan gönül hoşluğu ile size bir şey bağışlarsa, onu afiyetle yi­yin. [13] buyurulmuştur. Kadının haklarının korunması maksadına matuf olan mehir hakkında maalesef bu gün bir çok insanımız habersiz­dir. İslami ölçülere göre müslüman fertler arasındaki uzaklık, burada da kendini göstermektedir. Halbuki Kur'an- Kerimde yer alan mehir, nikahın sahih olmasının şartlarından biridir. Bu olmaksızın nikah tamam olmaz. Mehir, evlenme anında kadına peşin verilebileceği gibi, borçlanıp sonra da ödenebilir veya bir kısmı önce bir kısmı da sonra verilebilir. Şayet ödeme bitmeden boşanma meydana gelirse, erkeğin boşanma sırasında mehiri ödemesi gerekir. Erkek ölürse varisleri, Adem'in geride kalan malından kadına mehilini öder. Dinimiz ferdi ve içtimai hayat bakımından lüzumlu olan evlenmeyi Allah Teâlânın; İçinizden bekarları ve kölelerinizden, cariiyelerinizden salih olanları evlendirin.[14] buyruğuyla teşvik etmektedir. Evlenmek bir hayatın başlangıcıdır. Bu hayat için bir yuvaya ve bunun kurulması için zaruri sarfiyata ihtiyaç vardır. Ancak bu harca­maların tarafların mâli imkanları ile mütenasip, riya ve gösterişten uzak olması lazımdır.

Peygamber (s.a.v.); Evlenmenin hayırlısı en kolay ve külfetsiz olanıdır. [15] buyurmakta­dır.

İsraf etmememek, masrafa boğulmamak ve lüzumsuz fazla borca girmeden içkisiz, meşru olan eğlenceli düğün yapmak, yakın akraba, kom­şu ve dostları, fakirleri davet ederek düğün ziyafeti vermek Peygamber Efendimizin fili bir sünnetidir. Kendi hayatında bunu tatbik eden Peygam­berimizi Ashab-ı Kiramdan ve Aşere'i Mübeşşere'den Abdurrahman İbn Avf (r.a.) hazretlerine hitaben "Bir koyun kesmek suretiyle olsun evlenme ziyafeti ver [16] buyurmak suretiyle de teşvik etmiştir. Bunun için evlenme ve düğünlerde kötü adeti bırakalım. Dini ölçülere göre hareket etmek suretiyle Allah'ın rızasını kasdederek, mü'minler arasında ünsiyet ve daya­nışma meydana geleceği düşüüncesiyle ziyafet verelim. Allah'ın ve Resu-lullahın emirlerine uyalım, saadet ve selamet ancak bundadır. Kadın er­kek arasındaki ilgi ve ilişkiyi anlatmaya lüzum yoktur. İnsan ne kadar kültürlü olursa olsun. Yabancı genç bir kadınla el sıkıştığı ya da onunla başbaşa kaldığı zaman ister istemez seksüel bir ilgi duymaya başlar ne var ki dindarlık, yüksek ahak ve geniş kültür bu duygunun açığa çıkması­nı önleyebilir. Yaratılışımıza bu ilgi ve duygu vardır. Onu tamamen söküp atmamız imkansızdır. O halde genç ve güzel yabancı kadınla el sıkışmak ya da onunla tenhalaşma insanı günahkar eder. Böyle bir günahın kapı açacağı bir takım fenalıklara adım atmamak en hayırlı davranış ve düşü­nüştür. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz buna işaretle buyuruyor ki: "Kim Al­lah'a ve Ahiret gününe inanıyorsa, aralarında mahrem olmadığında bir kadınla başbaşa kalmasın" Teberani, "Sizden birinizin başına demirden bir çivi vurulması kendisine helal olmayan bir kadına el sürmesinden ha­yırlıdır.

"Benden sonraya, ümmetimin erkekleri üzerine kadından daha zarar­lı bir fitne bırakmadım. [17]

Kadının mahremi olan erkeklerle bir arada oturmasında bir sakınca ve mazur yoktur. Ancak kocasının erkek kadeşi, dayısı, amcası, dayı ve amca çocuıklan veya daha uzak akrabalar gibi namahramlar varsa. Kadın tam tesettürüne, oturuşuna, kalkışına, gülüşüne, konuşmasına, onların yanında kokulanıp süslenmemeye, onlarla başbaşa bir odada kalmamaya dikkat etmek şartıyla bir arada bulunabilir. Beraber yemek yiyebilir. Bu durumda kadın ayrıca başını omuzlarıyla beraber örten bir baş örtüsü (üstlük) bulundurmalı. Bunun gibi vücud hatlarını belirten dar ve ince el­biseler giymemelidir. Gelinle kayın pederi birbiriyle ebediyyen haram oldu­ğu için, bir odada başbaşa kalmalarında haramlık yoktur. Ancak bir oda­da başkası yokken yatmalan haram olmamakla beraber, fitneye sebep ola­bileceğinden dolayı münasip görünmemiştir.

Zira Rasulullah (s.a.v.) efendimiz "kadınların yanına gitmekten sakı­nınız" buyurdular.

Ensar'dan bir zat "ya erkek akrabasına (havm) ne dersiniz? diye sor­du. Allah Rasûlü "onlarla baş başa kalmak ölümdür. [18] bu­yurdu. Burada kadınla başbaşa bulunması yasaklanan, hatta ölüme ben­zetilen "havm" kocasının kardeşi (kayın) dayı ve amca çocukları: Kısacası kocasının babası, dedesi ve oğullan dışındaki akrabalarıdır, denmiştir.[19]

Ağabeyin ve kardeşin hanımları hiçbir bakımdan kız kardeşe benze­niz, namahremdirler. Kayını onu elini öpmez. Seferi olacak kadar yola, yanlarında başkası yokken çıkamaz. Kapalı bir yerde başbaşa kalamaz. Yenge kayının yanında ancak başkaları varken ve tesettüre tam riayet ederek, yani en azından göğüsleriyle beraber omuzlarını örten bir baş ör­tüyle oturabilir. Zira kadımın yabancı bir erkekten sakınmasını gerektiren sebepler, kayında fazlasıyla mevcuttur. İslamda kadının müstesna bir yeri vardır. İslamdan önce bütün dünyada kadın hiçbir hakka sahip değildi. Kadın bir meta gibi alınır, satılırdı. Evlenme miras gibi muamelelerde hiç­bir hakka sahip değildi. Eski Çin'de kadın insan bile sayılmaz, ona isim bile takılmazdı, İnanmak, vicdan hürriyeti, izzit-i nefis., gibi manevi değer­lerde de kadın erkekten çok aşağı kabul edilirdi. Kız çocuğu ailede maddi bakımdan yük, manevi yönden de bir ar ve utanma vesilesidir. İslam dini mağdur olan kadının imdadına yetişmiştir. Kadm-erkek bütün insanların, soyu sopu ne olursa olsun bütün beşeriyetin yaratılışta eşit olduğunu ilan etmiştir.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:

Ey insanlar! Doğrusu biz sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız. O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haberi olandır."

Kadm-erkek hiçbir aynma tutulmaksızın, fakir-zengin, siyah-beyaz her fert kıyamet gününde Allah'ın huzuruna tek başına ve mutlak bir kul olarak gelecektir. Dünyada iman ederek güzel amel ve hareklerde bulunan her kadın ve erkek güzel bir hayat sürecek ahirette de cennette girip Ebedi saadete ercektir.

Zira yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Erkek veya kadın, kim mümin olarak iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız ve onların mükafatlarını yap­makta olduklarının en güzeli ile veririz. [20]

Eşler birbirlerine karşı parfüm kullanabiliirler. Kadının güzel koku sürünmesi daha da önemlidir. Zira kadınların, erkeklerden vücudları da­ha yağlı olduklarından ve ayrıca özel günlerde (adet hallerinde) vücutları daha ağır bir koku dışa arz ettiğinden parfüm kullanmaları bir yerde zaru­rettir. Ancak bir kadmin yabancı bir erkeğin dikkatini çekmek için güzel koku veya parfüm kullanarak sokağa çıkması caiz değildir. Böylesi bir ka­dına evine dönünceye kadar meleklerin lanet okuduğu rivayet ediliyor. İs­lam dini, kız istenirken gizli tutulmasını, ama söz alıp nikah yapılırken i-lan edilmesini emr eder. Bunun bir takım yararlan vardır:

1. İstenilen kız ailesip tarafından verilmediği takdirde, erkeğin onu­ru zedelenmemiş olur. Zira gizli tutulmuştur.

2. Nikah ilan edilince, artık o kıza göz dikenler varsa, niyetlerinden vazgeçmiş olurlar. Oğlan için de aynı şey söz konusudur. Bunun için Pey­gamber (s.a.v.) buyurdu:

Haram evlilikle, helal nikah arasındaki ayırım: Tef ve şarkıdır" zira helal nikah ilan edilip düğün yapılır. "Nikahı ilan edin ve nikahı, camilerde kıyın, sonra da tef ve darbuka çalın. Nikahı haram olan kadınların bir kıs­mı neseb cihetiyle bir kısmı sıhriyye (evlenmeden meydana akrabalık) cihetiyle nikahlanmalan dinen yasaklanmıştır. Bir kısmı reza yani süt nede­niyle dördüncüsü ise nikah akdini belli bir vakte bağlamasıyla haramdır. Nesep (soy) sebebiyle nikahı haram olan kadınlar:

1.Anneler ve neneler (ne kadar yukanda çıksa)

2. Kızlar (ne kadar aşağı da inse)

3. Kız kardeşler,

4. Halalar,

5. Teyzeler,

6. Erkek kardeşin kızları,

7. Kız kardeşin kızları. Bu yedi sınıf kadınla nikahlanmak, cinsel yaklaşma veya ona yol açan davranışlarda bulunmak sermedi ve ebedi olarak haramdır.

Anneler: Adamın annesini, sonra da baba ve anne tarafından nene­leri kapsar. Bunlar ne kadar yukan da çıksa, yine haramdır. Kızlar: Ada­mın öz kızı ve oğullarıyla kızlarının kızlarıdır. Bunlar ne kadar aşağı da in­se, yine haramdır. Kız kardeşler: Ana baba bir kız kardeşler, yalnız ana bir kız kardeşleridir. Kız kardeşlerin kızları da haramdır. Erkek kardeşin kız­ları da böyledir. Halalar üç kısma ayırlır: Ana baba bir olan, yalnız ana bir olan veya yalnız baba bir olan halalar, adamın babasının ve dedesinin ha­laları da böyle haramdır. Anasının halaları ile nenesinin halaları da aynı bu şekilde yine haramdır. Bunlar ne kadar yukarıya çıksa yine hüküm böyledir. Halaların halalarına reatilesi şöyledir. Bunlar ana baba bir veya yalnız ana bir olarak bulunuyorlarsa, o zaman nikahları haramdır. Yalnız baba bir olarak bulunuyorlarsa o zaman nikahlan haram değildir. [21]

 

Sıhriyyet Cihetiyle Haram Olalar

 

Sıhriyye: Evlenmeden meydana gelen akrabalık sebebiyle haram olan kadınlar dört kısma aynlır:

1. Adamın kansımn ana babası tarafından anneleri ve neneleri bun­lar ne kadar yukanya çıksa da yine haramdır.

2. Adamın oğlunun kansı, oğlunun kansı.. Bunlar ne kadar aşağıya  yine haramdır. Fakat evlatlık edindiği adamın kansı evlatlığı ya da Ölduğu ya da boşadığı takdirde kendisine haram değildir.

Sıhriyyet cihetiyle meydana gelen hürmet, nikah-i sahih sebebi ile Bunun için fasid bir nikah sıhriiyyet, hürmetini gerektirmemektedir.

O halde fasid bir nikahla evlendikten sonra cinsel yaklaşma da bulunma­dığı takdirde onun anasıyla evlenebilir. Cinsel yaklaşmada bulunmuşsa, o zaman artık onun anasıyla evlenmesi haramdır. Nikah fasıd olsun, sahih olsun bu durumda fark etmez. Kemâ İbn Hüman, şu halde bir kadınla is­ter sahih bir nikah olsun, ister fasit bir nikah, isterse şüphe ile ve doğru­dan doğruya zina ile cinsel yaklaşmada bulunan kimseye o kadının anası haram olur. Feteva'yı kadıhan Hürmeti Müsahare nedir? İslam hukukun­da "Hürmet-i Müsahare" hısımlıktan doğan haramlık demektir.

Hanefıi mezhebine göre açıklaması şöyledir: Birbirleriyle cinsi mü­nasebette bulunan veya tenleri çıplak ya da vücud sıcaklığını geçirecek kadar ince bir örtüyle birbirine değip şehvet duyan..

Bir kadınla bir erkek, sanki birbiriyle kan koca imişler gibi araların­da "hısımlıktan doğan haramlık" meydana gelir. Buına göre, kankoca ol­duklarında hangi yakınlarının nikahı kendilerine haram ise, onlar, bu "Hürmet-müsahara"yı meydana getiren hal ve haraeketlerle de haram olur ve bu haram olanlardan birisi nikahlısı ise boş olur. Mesala: yanlışlıkla da olsa bir baba karanlıkta kızını karısı zannıyla teni tenine değecek şekilde şehvetle tutsa, aralarında hürmet-i müsahara" meydana gelir. Bunun için kızı, faraza kendi karısı olsaydı onun annesini nikahlaması haram olacağı için, bu hareketiyle kızının annesi yani kendi kansı kendisinden derhal ve ebediyen boş olur. Yine aynı sebeple, mesela kayın peder gelini­ne dokunduğunda şehvet duysa, gelini kendi karısı farz edildiğinde, oğlu onunla evlenemez ise bu davranış sebebiyle de gelini oğlundan katiyetle boş olur.

Bu anlatılanlardan sonra "Damat kayınvalidesinin gelin kayın pede­rinin elini öpebilir mi?" diye bir soru akla bilir. Şimdi bu sorunun cevabı­na geçelim. "Avret" meselesinde" Bakılması sadece yabancı kadınlar istis­na edilir. Buna göre; damat kayınvalide ve gelin kayınpederin bibirlerinin eline koluna, saçma bakmalarında bir sakınca yoktur. Bunun için birbir­lerinin bu uzuvlarınaa dokunmaları dolayısıyla ellerini öpmeleri ve tokla-laşmaları da helaldir. Ancak çok az bir ihtimalle de olsa, bahsi geçen neti­ceye sebep olabileceği ve yolla aileler yıkılabileceği için, damadın kayınva­lidesinin gelininde kayınpederinin elini öpmesi, en azından Hanefii mezhe­binde hoş olmayan bir davranış ve edep tarzı olarak görülmüştür. Yine ba­his mevzu haramlığm meydana gelmesi için, baliğ (ergin) olma şartı da yoktur. Şehvet duyulabilecek yaşta olmak yani müştahat yeterlidir,

Şaiiler'de ise "hürmet-i müsaha" bu sebeplerle meydana gelmez. An­cak helal olan münsebetlerle olur. Yani şafiilere göre erkek bir kadına do­kunma değil, onunla zina da etse, aralannda "hısımlıktan doğan haram­lık" meydana gelmez. Bu onların birbirlerinin yakınlarıyla evlenmelerine mani teşkil etmez. Zira helal, haram yollarla ortadan kalkmaz. Hanbelüere göre, hem zina hem de şüpheli cinsel temas hürmeti müsahereyi gerektirir. Şu halde Hanbeli mezhebi bu konuda Hanefi mezhebiyle birleşmekte­dir. Maliki mezhebi ise bu meselede şafii mezhebiyle aynı görüştedir. [22]

Yine Hanefılere göre kadına şehvetle dokunmak, onu yine aynı duy­gu ile öpmek ve yine aynı duyguyla tensül cihazına bakmak da kadının anasını haram kılar. Ez-Zahire, kadının erkeğin tenasül aletine şehvetle bakması veya aynı duyguyla tutup okşaması, yine Hanefılere göre hürmeti gerektirir. Fetava'yi-Hindiye, tenasül cihazına şehvetle bakmanın ölçü ve anlamı: Ayakta duranın değil de dizlerini dikerek oturan kadının tenasül cihazına şehvetle bakıldığı takdirde hürmeti müsahere meydana gelir. Fe-teva'yi-kaadıhan, aynı şekilde oturan kadının tenasül cihazına cam arka­sından veya çok ince bir örtü arkasından bakmak da böyledir. Ayna ve su­ya akseden tenasül cihazına bakmak bu hüküm dışındadır. Yani hürmet-i musahereti meydana getiremez. Fakat bu çeşit davranışlar büyük günah­lardandır. Fetava'yi Kaadıhan, bir kişi öz kızının belirtilen ölçü ve anlamda tenasül cihazına bakarsa, anası kendisine artık haram olur. Aynı zaman­da büyük günahlardan en pis çirkinini işlemiş olur. Gece kansı olduğunu sanarak kızını şehvetle çiimdiklerse, kız da iştiha çağında bulunuyorsa, artık bu durumda kızın anası ona ebediyen haram olur. Bunun için kan kocanın yatak odası daima ayn olmalı. [23] Saçlannı da baş kısmına gelen yerine dokunarak şehvetle okşamak da kundurduğunda vücudun ısısını hissederse, o zaman şehvetle dokunan bu el hürmeti musahereti meydana getirir. Elbise kalın olursa o zaman yalnız günahkar olur. Kadına dürü bünden cinsel yaklaşımda bulunmak veya ölü ile de cinsel yaklaşmada bulunmak her ikisinin ne kadar büyük günahlann yine en çirkinlerinden-se de hürmet-i musahereti gerektirmez. Fetaavayı kaadıhan, kadının ya­nağını, dudaklannı ve başını öpen kimsenin (şehvetle öpmedim) demesi kabul edilir mi edilmez mi? Hidayaye göre kabul edilmez demiştir. El-Bak-kah ise (Tenasül aleti münteşiir vaziyette ise, kabul edilmez, değilse kabul edilir, demiştir. El-Muhit, kadının göğsünü tutmasıyla da hürmet'i musa­hereti meydana getirir, tutan adam ister ben bunu şehvete tutmadım, de­sin. Evlilik bağıyla haram olan kadınlar şunlardır.

1. Babanın ve dedenin hanımlarn bunlara, asılların hanımlan de­nir. Kişiye bunlarla evlenmek ebediyen haramdır. Zira yüce Allah şöyle buyumaktadır:

Babalarınızın niikahladığı kadınlarrı (üvey annelerinizi) ni­kahlamayın! Ancak islam'dan önce olan (bu tür hatalar affedilmiş) geçmiştir. Şüphesiz ki o fahiş bir iştir. (Mürüvvet sahipleri yanında) buğz edilen (bir harekettiir) (Bu işi hoş görenin yolu) ne kötü yol­dur!" [24]

2. Oğlunun hanımı torunların hanımı bunların aşağı doğru btün dallarıyla evlenmek ebedi ve semedii olarak haram kılınmıştır. Zira yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Sulbünüzden olan öz oğullarınızın (boşanmış veya dul kalmış) karılarıyle evlenmeniz (size haram kılındı). [25]

Sulbünüzden olanlar ifadesiyle, evlat edinilen çocukların dul kalan hanımları, bu hükümden istisna edilmiştir. Zira cahiliye devrinde araplar, evlatlıklarının hanımlarını da tıpkı öz oğullarının hanımları gibi haram ka­bul ederlerdi. İslam onlann inançlarını reddederek, evlatlıkların dul kal­mış eşleriyle evlenmeyi helal kılmıştır. "Evlatlıklarınızı da oğullarınız yapmamıştır. Bunlar ancak sizin ağızlarınızda (söylediniz) sözlerinizdir. Allah hakkı söyler ve o doğru yola hidayet eder. [26]

Zeyd o kadından ilişkisini kesince, biz onu sana eş olarak ver­dik ki evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri kadınlar, mü'minlerin üzerine günah olmasın.[27] Kayın valide ile evlen­mek caiz değildir.

Zira Allah (c.c.) şöyle buyurmuşlar:

Hanımlarınızın anneleri (size haram kılınmıştır). [28] "Kayınvalide gibi hanımının kadınlardan olan asıllanyla evlen­mek de daram kılınmıştır. Bunlara, cinsi münasebet olmasa dahi ni­kah haramdır. Eğer bunlardan her hangi biriyle nikah akd edilirse, o nikah batıldır. Bunlarla nikahlanmanın helal olduğu söyleyen kişi ka­fir olur. Bunlar gibi, bir kişi kendi üvey kızlarıyla evlense haramdır. Fakat bu yalnız akid ile haram olmaz. Ancak annesiyle münasebette bulunduğu takdirde haram olur. Şu halde annesini nikahlayıp da cinsi münasebette bulunmadan boşarsa, o kişi onun kızıyla evlenebilir.

Eğer üvey kızların anneleriyle (nikah akdi yapıldıktan sonra) cinsi münasebette bulunmamış iseniz (o üvey kızlarla), anneleri öldüğü ve­ya boşandığı takdirde evlenmenizde herhangi bir) sakınca ve beis yoktur. [29]

Kişinin üvey kızıyla evlenmesinin haram olmasının sebebi, evinde olması değildir. Annesiyle cinsi münasebette bulunduktan sonra, ister evinde, ister başka yerde bulunsun, üvey kızıyla evlenmesi haramdır. Ayetteki olan bu kayd genel bir durumun ifadesidir. Tabii kızın da üvey babasıyla evlenmesi kesin olarak haramdır.

3. Süt nedeniyle haram olanları: Süt nedeniyle yedi sınıf ile evlen­mek haramdır. Kur'an-ı Kerim bunlardan ikisini zikrederken, diğerini sünnet zikretmiştir.

1. Süt anne, süt annenin annesi ve dalları bunların hiç biriyle evlen­mek caiz değildir.

2. Süt kız kardeş ikisinin aynı anneden emmiş olması yeterlidir. Eğer kız, erkeğin tüm kardeşlerine haram olur. Eğer erkek, kızın annesin­den emmişse o kız ve onun diğer kız kardeşleri o erkeğin kardeşlerine he­lal olur. Zira o kız, o erkeğin annesinin sütünü yememiştir. Kız kardeşleri de emmemiştir.

"Size süt veren anneleriniz. Sütten dolayı kız kardeşleriniz size haram kılınmıştır. [30]

3. Süt kız kardeşin kızı,

4. Süt kardeşin kızı,

5. Babası ile aynı kadından süt emen, süt hala,

6. Annesi ile aynı kadından süt emen; süt teyze.

7. Hanımından süt emen kız. Zira bu durumda olanlar baba-kız hükmündedir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Doğmak ve doğurmaktan dolayı haram olan şeyler, sütten dolayı da haram olur. [31]

İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir:

Hz. Peygamberin Hamza'nın kızı ile evlenmesi istenildi de peygam­ber o bana helal olmaz. Çünkü 'Benim süt kardeşimin kızıdır. Rahimden olan sütten de haram olur' buyurdu." [32]

Buna göre kadına da süt oğlu, süt kardeşi, süt kardeşinin oğluyla ve süt babasıyla evlenmek haramdır. Süt nedeniyle haram olanlar, evlilik­le de haram olur.

1. Kişinin babasının başka hanımından olan süt kız kardeşle evlen­mesi haramdır.

2. Kişinin hanımından olan çocuğun hammıyla evlenmesi de haram­dır.

3. Süt annenin annesi de haramdır.

4. Hanımı başkasının hanımı iken ondan süt emen kız da haramdır. Geçici yani muvakkat haramlık geçici olarak haram olan kadınların nikahı şunlardır:

1. Bir kadını teyzesiyle veya halasıyla birlikte nikah etmek haram­dır. Bir de kadını, oğlunun kızıyla veya kızının kızıyla da beraber nikah et­mek yine haramdır. Fakihler bu kurala bir usul bırakarak şöyle açıkla­mışlardır. Biri kadın, diğeri erkek olsalardı, evlenmeleri caiz olmayacak olan iki kadını birlikte nikahlamak haramdır kaidesiyle belirtmişlerdir. Bu kaide, bizim açıkladığımız her şeyin izahatını belirtmektedir.

Hz. Rasûlü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Bir /cadınla halası ve bunun gibi, bir kadınla teyzesi bir kimsenin ni­kahı altında toplanamaz. [33]

2. İki kız kardeşi birlikte nikah etmek. Bunlar ister süt cihetiyle kar­deş olsun isterse soy bakımından kardeş olsun fark etmez. Bunlann ha-ramlığı isterse ayrı zamanlarda ve aynı zamanlarda olsun yine hüküm ba­kımında fark yoktur. Bunun için iki kız kardeş aynı zamanda nikahlanır-sa, her ikisinin nikahı da batıldır. Eğer ayrı ayrı anda nikahlanırsa, önce­nin nikahı sahih, sonra batıldır. Ancak kız kardeşin birini boşadığmda ve­ya öldüğünde ötekiyle evlenebilir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) bir kadının halası ile birlikte aynı adamın ni­kahı altında bulundurulmasını yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

Siz bunu yaptığınız takdirde sıla-yı rahmi kesmiş olursunuz. İbn hibban, İsa b. Talha'dan söyle rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber, sılayı rahmin kesilmesinden korkarak kadının akrabasıyla birlikte bir erkeğin nikahı altında bulunmasını yasakladı. [34]

Dörtten fazla kadını nikahlamak haramdır. O, dörtten biri ölürse ve­ya birini boşarsa, o zaman onun yerine bir tane daha nikah ile alabilir. Kays b. Haris şöyle rivayet etmiştir. "Benim sekiz hanımım varken müslü-man oldun. Durumu Hz. Peygambere arz edince, onlardan dört tanesini seç buyurdu. Bir de müşrik bir kadınla evlenmek haramdır. Semavi bir kitaba bağlı olmayan (müşrik) kadınlarla, evlenmek haramdır. Fakat o, müşrik kadın müslüman olursa o zaman nikahı helal olur. Zira yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Müşrik kadınlarla, o kadınlar iman edinceye kadar, evlenme­yin! Muhakkak ki mü'min bir cariye, hoşunuza gitmiş olsa bile müş­rik bir kadından daha hayırlıdır. [35]

İki ihtiyann söylemesi burada lazım ve elzemdir:

1. Müslüman bir erkeğin ehl-i kitap yani Yahudi ve Hristiyan bir ka­dınla evlenmesi caizdir. Zira bu evlilik o kadının müslüman olmasına ne­den olabilir. Belki de ailesinin bile müslüman olmasına neden olabilir. Bu müslüman erkeğin, Ehl-i kitap olan hanımına, İslam dinine girmesi için baskı yapması caiz olmaz. Onun ibadetlerini, istediği gibi yapmasına engel olmaya kocanın hakkı yoktur.

Zira yüce Allah şöyle buyurmaktadır.

Bugün tayyibler (temiz ve pak nimetler) size helal kılındı. Ken­dilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helal kılındığı gibi, sizin yiye­ceğiniz de onlara helaldir. Müminlerden hür iffetli kadınlarla, sizden önce kendilerine kitab verilenlerden hristiyanlardan ve Yahudiler hür ve iffetli kadınlarla, zina yapmamış ve gizli dostlar edinmemiş olduğunuz halde mehillerini vermek suretiyle (evlenmeniz) size helal kılındı. [36]

2. Müslüman bir kadının müslüman olmayan bir erkekle evlenmesi caiz değildir. Erkek hangi dine bağlı olursa olsun müslüman bir kadın o gayn müslimle evlenemez. Çünkü erkeğin hanımı üzerinde velayeti vardır. Şu halde bir kafir, bir müslüman üzerine velayet sahibi olmaz. İkincisi de kafir olan erkek hanımının dinini fesada götürebilir. Zira yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Allah elbette kafirler için Mü'minlerin aleyhine bir yol kılmayacaktir. [37]

Bir de evli olan kadınlarla nikah akdi yapmak haramdır. Zira öyle kadınlar kocalan boşanıncaya veya ölünceye kadar onların nikahlarının altındadırlar. Şu halde kocaları boşadıktan veya öldükten, iddeti de bittik­ten sonra o zaman başkasıyla evlenmesi caiz olur.

Zira yüce Allah şöyle buyurmuştur;

Müddessir (iddet bekleme süresi) sona erinceye kadar (kadın­larla) nikah akdi yapmaya kalkışmayın. [38]

Üç Talakla boşanmış kadın ilk kocasına, ancak kendisi ikinci bir koca ile şer'i bir surette evlendikten, ikinci koca tarafından meşru bir surette boşandıktan ve iddetini de tamamladıktan sonra tekrar bi­rinci kocaya varabilir. Eğer (kocası üçüncü defa) yine boşarsa, ondan sonra kadın başkasıyla (meşru bir şekilde) evlenmedikçe (ve ikinci ko­ca tarafından da boşanıp iddetini tamamlamadıkça) birinci kocasına helal olmaz. Eğer (yeni kocası) onu boşarsa, Allah'ın sınırlarını göze­teceklerine inanıyorlarsa, tekrar birbirine varmaların da onlara her­hangi bir günah yoktur. Bunlar bilen kimseler, Allah'ın açıklamış ol­duğu sınırlarıdır. [39]

Hz. Aişe şöyle rivayet etmiştir: "Rıfaa'mn karısı peygamber'e geldi ve ben Rıfaa'nın yanında idim. Rıfaa beni boşadı ve (üç talak ile) boşamayı kat'ileştirdi. Sonra ben de Abdurrahman b. Zubeyr ile evlendim. Fakat Ab-durrahman'm erkeklik aleti şu elbise saçağı gibi (gevşek)tir, dedi. Rasulul-lah tebessüm edip 'sen tekrar eski kocan Rıfaa'ya mı dönmek istiyorsun? Hayır, sen ikini kocan Abdurrahman'ın balçığından, oda senin balçığın­dan tatmadıkça bu olmaz' buyurdu. [40]

Dört mezhep ve ve sahabelerin cumhuru mut'a ve benzeri evlilikle­rin batıl olduğunda ittifak etmişlerdir. Cumhurun delilleri muta nikahının haram oluşuna Kur'an, sünnet, icma ve akıl yoluyla tesbit etmişr. Kur'an'-dan deliller şöyledir.

Onlar eşleri ve cariyeleri dışında, mahrem yerlerini herkes­ten korurlar. Doğrusu bunlar yerilmezler. Fakat bundan ötesini ara­yanlar yok mu? İşte onlar haddi çiğneyip aşanların ta kedileridir.[41] buyumaktadır.

Şu halde kadınlardan ancak ve ancak yararlanmayı iki yol (evlilik ve malik olunan cariye) dışında haram kılmıştır. Nasıl ki mut'a sahih bir akid değil aynı zamanda da cariye diye bir durum da ortada da yoktur. Şu hal­de haram ayete göre olmaktadır. Mut'anın sahih bir nikah olmadığının de­lili ise boşama meydana gelmeden kalkması nafakanın bulunmaması ve o nedenle mirasın olmayışıdır. Sünnetten delil ise şöyledir:

Sebreb, Ma'bed dedi ki: "Rasulullah (s.a.v.) veda hacında mufa ni­kahını yasakladı. Ali (r.a. ve k.r. ve chehu) den rivayet edilen hadise gö­re: "Rasulullah mut'a nikahı ve ehli eşek etini Hayber zamanında yasak­ladı. [42]

İbni Abbas "sadece zor durumda olama mut'ayı caiz kabul ederdi." diye rivayet eder.

Sald b. Cübeyr onun (İbni Abbasın) şöyle dediğini rivayet eder:

Sübhanallah, ben bunafetva vermedim. O ölü eti yemek gibidir. Sa­dece muzdar (zor durumda kalan) için caizdir." Fakat şia hükmü genişle­terek zor durumda olan ve olmayan ile, mukim ve seferi gibi herkes için genel hale getirmişlerdir. Bununla beraber sahabeler İbn Abbas'm görüşü­nün şaz (kural dışı) ve sadece kendisine ait olduğunu belirterek redetmiş-lerdir. Ali (r.a.) ona şöyle diyerek red etmiştir. "Sen şaşkın bir adamsın, yani şaşırmış doğru yoldan sapmış. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) kadınlarla mut'a yapmayı ve ehli eşeklerin etlerini Hayber günü yasakladı." Abdullah b. Zübeyr (r.a.) de onun görüşünü redd etti. Müslim onun Mekke'de ayağa kalkarak şöyle dediğini rivayet eder. "Allah'ın gözlerini kör ettiği gibi kalb-lerini kör ettiği bazı insanlar mutaya fetva vermektedirler. -Abdullah b. Abbas'ı kasd etmektedir.

İbni Abbas ona seslenerek dedi ki:

Sen kaba saba bir adamsın. Abdal, kaba huylu, az anlayışlı, ömrü­me yemin ederim ki mut'a takva sahiplerinin imam olan Rasûlullahın (s.a.v.) in zamanında yapılmakta idi."

İbni Zübeyr de ona dedi ki: "Kendini dene, Allah'a yemin ederim ki, eğer mutayı yaparsan seni taşlar recm edeceğim. "Muhaddisler, Tirmizi o-nun şöyle dediğini rivayet eder: "Muta islamın ilk dönemlerindeydi. Bir garip tanımadığı kimsenin memleketine gelir. Bir müddet durmak için bir kadınla evlenir. Kadında o adamın malım muhafaza eder ve erkeği rahata kavuşurdu. Ta ki şu ayet indi.

Eşleri ve cariyeleri dışında mahrem yerlerini haramdan koru­yanlar, doğrusu bunlar yerilmezler." (Mearic, 30)

İbni Abbas, zevce ve cariye dışında her dişi haramdır." dedi. Beyhaki ve Ebu Avane de sahihinde İbni Abbasın ilk görüşünden döndüğünü riva­yet ederler. [43]

Cumhura göre İbni Abbas görüşünden dönmüştür. Sahabenin mut'anın ebedi tahrim oluşuna icma edişi de bunu tasdik etmektedir. Zira İbni Abbas'm bu icmaya muhalefeti kesinlikle çok uzak bir ihtimaldir. Ha-zımi"en-Nasih vel, Mensüh" Ta Cabir b. Abdullah'ın hadisinde şöyle riva­yet eder:

Rasulullah (s.a.v.) ile tebük savaşına çıktık Şam tarafındaki Ake-be'de olduğumuz esnada bazı kadınlar geldi. Onlar yüklerimizin, develeri­mizin arasında dolaşırken muta yapmayı düşündük. O sırada Rasulullah (s.a.v.) geldi. Onlara baktı. "Bu kadınlar kim?" dedi. "Ya Rasûlallah! Te-mettuda bulunduğumuz kadınlar." dedik.

Rasulullah (s.a.v.) yüzü değişinceye ve yanakları kızarıncaya kadar dek kızdı. Bundan sonra mutayı yasakladı. O gün kadınlar ve erkekler va-dalaştık ve muta nikahına hiç dönmedik ve sermedi olarak da dönemeyiz. Bunun için oraya "veda" tepesi adı verildi. Bütün bunlar mut'a nın mubah oluşunun nesh olduğunu göstermektedir. Şu halde İbni Abbas ve onunla aynı görüşü paylaşan sahabe ve tabiilere nesih delili ulaşmamıştır. Nesih bullunduğu sabit olduktan sonra ise onun gereğine dönmek vacib olur. İcmadan delilde: İmamiye dışında bütün ümmetin muta evliliğinden ka­çınma hususunda icma etmiş olmalarıdır. Eğer caiz olsaydı yapılmasına dair fetva verirlerdi.

İbni Munzir derki:

İlk Müslümanlar mut'a nikahına ruhsat vermişlerdi. Bugün ise Ra-fizilerin bazısından başka kimsenin cevaz verdiğini bilmiyorum. Şu halde Allah'ın kitabına ve Rasulünün sünnetine muhalefet eden sözün kesinlik bir değeri yoktur." Kadı ıyaz da şöyle dedi: Sonra Rafiziler dışında bütün alimler tarafında haram oluşuna dair icma hasıl olmuştur." Akli deliline gelince: sosyal gaye ve İhtiyaç dolayısıyla evlilik ebedi olarak meşru kılın­mıştır. Mesela manevi huzur, çocuk doğurmak ve aile kurmak gibi hedef­leri vardır. Mutada ise şehveti belirli bir müddet için gidermekten başka bir şey yoktur. Tamamen zina gibidir. Eğer Muta helal olursa o zaman zi­nayı haram kılmak anlamsızdır. Velhasıl cumhurun delilleri daha tercih edilir. Zira mut'a evliliğinin ve geçici evliliğinin batıl olduğu seraheten gö­rülmektedir. Mantığın kabul edeceği, şeriatın ruhuna uygun olan da bu­dur. Peşin fikir taşımayan, tarafsız herhangi biri insan da mutayı redde­der ve kesinlikle ondan kaçınır.

Başka bir hadisinde Rasûlü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Ey insanlar! Ben, kadınlarla muvakkat nikah yapmak suretiyle fay­dalanmanız hususunda sizlere izin vermiştim. Şimdi iyi bitiniz ki Allah Te-ala bu muvakkat nikahla kadınlardan faydalanmayı kıyamet gününe ka­dar haram kılmıştır. Artık her kimin yanında böyle nikahlanılmış kadınlar­dan bir kadın varsa, hemen onun yolunu tahliye etsin (bıraksın) ve kadınla­ra vermiş bulunduğunuz şeylerden de hiçbir şeyi geri almayınız." [44] İbn Ömer'den şöyle rivayet edilmiştir: "Rasulullah sığar (suretiyle ni­kah) dan nehy etmiştir. Sığar, bir kimsenin kızını bir başkasıyla ve fakat o da kızını kendisine vermek üzere ve aralannda mehir de olmaksızın evlendirmesidir. [45]

Evlenecek kadın hac veya Umre için ihrama girmiş olmamalıdır. Zi­ra Rasûlü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

İhramlı kimse (bir kadınla) evlenemez. Evlendirilemez ve evlenme teklifi yapamaz. [46]

 

Veli'nin Bulunması:

 

Arapça da veli, muhabbetle yardım etmek demektir. Zira yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Kim Allah'ı O'nun Rasülü'nü ve iman edenleri veli edinirse, (bilsin ki) Allah'ın hizbi galip gelenlerin ta kendisidir.[47]

Istılahi velinin manası ise, başkasına söz geçirmek, onun işlerini idare etmek demektir.

 

Velilik İki Kısma Ayrılır:

 

Birinci İcbarı ikinci ise ihtiyarıdır. Çocukluktan, delilikten, zayıflık­tan hastalıktan ötürü olan velilik, ihtiyari veliliktir.

Bazılarına göre tarifini şöyle yapmışlardır: İstese de, istemesede baş­kasının ona söz geçirmesidir. Bununla beraber, şeriat kime velayet hakkı vermişse, ona seran veli denir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Eğer üzerinde hak olan (borçlu) kimse aklı noksan (yazı yazma­yı bilmeyen) ve aciz ya da kendisi yazdiramayacak durumda ise, veli­si onu adil olarak yazdırsın. [48]

Çocuk ve aciz insanlar için velayetin meşru kılınmasının hikmeti,

onların maslahatlarını gözetmek içindir. Bu şekilde onların hakları koru­nur.

Nikah akdinde velinin hazır bulunması cumhura göre ister bakire ister dul olsun, her kadının, nikah akdini yapacak bir velisinin bulunması şarttır. Hiçbir kadın kendi nikah akdini ve başka bir kadının nikah akdini yapamaz.

Bunun delili ise şu hadistir:

Hiçbir kadın kendini evlendiremez. Başka bir kadını da evlendire-nez.[49] Başka bir rivayette 'kendini evlendiren kadına facir deriz' şeklinde iiğer bir rivayette ise, 'Biz ona zaniye deriz' şeklindedir. Kadının fıtratı, ni-cah akdini bizzat yapmaya uygun değildir. Zira kadının hayali olması la-;ım ve elzemdir. Kadının evlenme akdine velisinin bulunmasının farz ol-iuğunun delili Kur'an ve sünnettir. Bu hususta Kur'an ve sünnette bir ;ok delil vardır.

"Kadınları boşadığınızda, iddetlerini tamamladıklarında, bir bir-eriyle güzelce barışıp anlaşmamışlarsa, onların (önceki) kocalarına rarmalarındat (kadının velisi olarak onlara) zorluk çıkarıp engel ve nani olmayın. Bu kendisiyle aranızdan Allah'a ve ahiret gününe iman ;den bir kimseye verilen öğüttür. Bu sizin için daha uygun temizdir. Ulah bilir. Siz bilmezsiniz. [50]

İmam Safiye göre bu ayet, veliye itibar edilmesini gerektiren açık bir lehidir. Eğer velinin nikah akdinde bulunması muteber olmasaydı velinin adını evlenmekten men etmesinin bir anlamı kalmazdı. Çünkü adi keli-nesi, kadını evlenmekten menetmektedir. Hz. Peygamber de şöyle buyuruştur:

Nikah, ancak velinin ve iki adil şahidin bulunmasıyla tahakkuk eder. Kadının velisinin ve iki adil şahidin bulunmadığı bir nikah batıldır. İbn hbban" velinin izni olmadan nikah olmaz. [51]

Velisi olmadan kendi nikahını akd eden kadının evliliği batıldır. Eğer kidden sonra cinsi münasebet olmuşsa, eşleri ayırmak farzdır. Bu du-umda, kadın mehr-i misil alır.

Bunun delili. Hz. Peygamberin şu sözüdür:

Hangi kadın velisinin izi olmadan evlenirse, onun nikahı batıldır. (Hz. Peygamber, bu sözü üç defa tekrar etmiştir.) Eğer erkek kadına temas ederse kadına temasından dolayı mehir gerekir. Eğer veliler arasında ihtilaf çıkarsa velisi olmayanın velisi sultandır. [52]

1. Böyle bir nikahtan sonra cinsi münasebette bulunan kişilere, zi­na haddi vacib olmaz. Zira velisiz nikahın sahih olup olmadığında fakihler ihtilaf etmiştir. Cezalar ise şüpheyle sakit olur. Ancak tazir cezası uygula­nır. Bu ceza kadı tarafından takdir edilir. Hanefılere göre ise, evlilik akdi­ne bir erkek ve iki kadının şahitliği mallarda olduğu gibi caizdir. Çünkü kadın şahitliği yüklenme ve yerine getirme ehliyetine sahiptir. Hadlerde ve kısasta şahitliğin kabul edilmeyişi ise, unutma, dikkatsizlik ve eminolma-ma ihtimali sebebiyle şüphe bulunduğu içindir. Hadler ise şüpheyle orta­dan kalkar.

Zühri der ki: "Sünnete göre hadlerde, nikahda ve boşamada kadın­ların şehadeti caiz değildir. Zira bu bir akittir. Mal değildir. Mal elde etmek maksadıyla da yapılmaz. Çoğu hadlerde bu akitte erkekler bulunabilir. Bi­rinci hadis için noksansı yani kamil manada olmadığı şeklinde anlamak sahih değildir. Zira Şar'inin sözü Şer'i hakikatlere hamledilir velisiz şer'i bir nikah olmayacağı gibi şeriatte de bu yoktur. İkinci hadisten de evliliğin sıhhatinin velinin izni ile olacağı anlaşılmaz. Zira umumu manası içinde vardır. Başka bir surette anlaşılmasına gerek yoktur. Umumda işe kadın velinin izni olmadan evlenebilir. Üçüncü bir hadis de doğrulamaktadır. "Kadın, kadım ve kendisini evlendiremez." Kadının kendi kendini veya başkasını evlendirmede velayet hakkına sahip olmadığına delalet etmekte­dir. Nikahta icap ve kabulün yerine getirilmesinde etkinliği yoktur. Kendi kendini jveya başkasını velinin izniyle evlendiremez. Kendinden başkasını velayet ve vekaletle de evlendiremez. Nikahıda ne velayet ne de vekaletle kabul edemez.

Ebu Hanife ve Ebu Yusuftan gelen rivayette (zahırü'r-rivayet) Hha-nefılere göre akıllı ve baliğ olann kadın kendini ve küçük kızını evlendirebilir. Başkasının yerine de vekil olabilir. Fakat kendine denk olmayan ka­bul ederse velileri itiraz edebilirler. Şu halde velisi kıymasa bile hür, akıllı ve baliğ olan kadının nikahı kendi rızasıyla kıyılabilir. İster bakire ister ev­lenmiş kadın olsun. Şu halde velinin bulunması sadece mendub ve müs-tahaptır. Kur'an'dan delilleri üç ayette nikahın kadına isnad edilmesidir: Birinci ayet şöyledir:

Bundan sonra bir kadını boşarsa, kadın başka birisiyle evlen-medikçe bir daha kendisine helal olmaz. [53]

İkinci ayette de yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Kadınları boşadığınızda müddetleri sona ermişse kocaları ile evlenmelerine engel olmayın. [54]

Hitab cumhurun dediği gibi velilere değil, eşlerdir. Yüce Allah üçün­cü ayette de şöyle buyurmaktadır:

Müddetleri sona erdiğinde, onların kendi haklarında uygun şe­kilde yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur.[55]

Bu ayetler açıkça göstermektedir ki, kadının evlilik kararı kendine bağlıdır. Nikahın Cuma günü akşam vaktinde akd edilmesi daha uygun­dur. Zira Rasülü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Evlendirmeyi akşam yapınız. Zira bu çok daha bereketlidir."

Şafii ve Hanbelilere göre satılabilen veya az olsa bile ücret veya de­ğer olarak kabul edilebilen her şey mehir olabilir. Bu ister peşin isterse borç, acil veya vadeli, iş veya bilinen bir menfaat (koyunlarını belirli bir müddet otlatmak, elbisesini dikmek, kaçan bir şeyini belirli bir yerden geri getirmek, belirli bir hizmet Kur'an veya mubah olan şiir veya edebiyattan bir şeyler öğretmek, yazı veya sanat ya da bundan başka mubah olan fay­dalı bir şey öğretmek gibi) olsun mal edilebilen herşey mehir olarak kabul edilir. Sonuç olarak: Erkeğin evde veya başka bir yerde kadına hizmet et­mesinin mehir sayılması Hanefilere göre caiz değildir. Şafiilere göre caiz­dir. Hanbelilere göre belli bir müddet için caizdir. Mehrin bilinmeyen ve mevcud olmayan gibi aldatma bulunan veya teslim edilmeyen mebi (satı­lan mal) gibi mülkiyeti gerçekleşen: uçan kuş, kayıp deve ve kaçan köle gi­bi teslimine imkan olmayan bir şey olması sahih değildir. Zira mehir, ni­kah akdine bedel durumundadır. Kira ve satıştaki karşılık gibi bunda da böyleleri mehir olarak caiz değildir. Eğer böyle şeyle evlenirse nikah batıl olmaz. Kan koca müslüman veya kadın kitabi ise içki, domuz, gasbedilmiş mal, Tevrat, İncil ve onlardan bir şey öğretmek gibi haram olan bir şeyin nıehir olarak sayılması kesinlikle caiz değildir. Eğer erkek haram olan bir şeyle evlenirse nikah sahih olup mehir fasid olduğundan mehr-i misil va­cip olur. Bu da içkinin ve domuzun mal olmayışı ve gasb edilen şeyin ko­caya ait mülk kabul edilmeyişindendir. Zira incil ve Tevrat'ta zikredilenler nesh edilmiş değiştirilmiş olup haramdır. Bu, erkeğin kadına haram olan bir malı mehir vermesi gibidir. Akit sırasında mehrin tesbit edilmesi, zira bunda nefis için güven vardır ve ilerde muhtemel anlaşmazlıkları da gide­rir. Mehrin birazını ertelemeden tamamını derhal vermek de menduptur. Evliliğin ilanı ve def çalınması: Hz. Peygamber (s.a.v.)in bir hadisinde;

"Nikahı ilan ediniz ve def çalınız" buyurmuştur. Nesai'nin bir rivaye tinde ise şöyledir.

"Helal ve haram arasındaki fark nikahın ilan edilmesi ve def çalın-masıdır," denilmiştir. Mubah olan şarkı ve evlenme ile alakalı ona mahsus olmayan kötü manaları bulunmayan kasideler okumakta beis yoktur. İbni Mace'nin Aişe'den rivayet ettiği hadis buna işarettir.

Yetim bir kız Ensardan biriyle evlendirildi. Aişe de düğüne gidenler­dendir. Hz. Aişe diyor ki: Döndüğümüzde Rasulullah (s.a.v.): Bize 'Ey Aişe ne dediniz? dedi. O da kızı teslim ettik. Hayır ve bereket için dua ettik. Sonra da ayrıldık, dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ensar Gazeli (Kasideyi) seven bir kavimdir. (Eteynakum, eteynakum Fehayyana ve hayyaküm) yani size geldik, size geldik, bizi ve sizi selamladı.

Buradaki emir sigası vacib oluşuna delalet eÖer. Ancak selef, veli-menin akit sırasında mı, akitten sonra mı, yoksa gerdek gününü, sonra­sında mı, ya da akün başlangıcından zifafın sonuna kadar mı olduğu ko­nusunda ihtilaf etmişlerdir. Malikilere göre zifaftan sonra müstehaptır. Maliki mezhebinden bir cemaata göre akit sırasında olması gerektiğini nakl etmiştir. İbn Cündüb'e göre vakti akit sırasında ve zifaftan sonradır, el-Sübkiye göre Hz. Peygamber'in yaptığı gibi zifaftan sonradır. Hanbelilere göre: akitle beraber olması sünnettir, demişlerdir. İnsanların adeti zifaftan kısa bir süre önce velime verilmesi şeklinde devamede gelmiştir.

Nüsâra (nikah ve benzeni toplantılarda saçılan şeker, badem ve ce­viz) Malikilere ve Şafiilere göre bu mekruhtur. Zira bunları yerden topla­mak alçaklık, eksiklik ve hafifliktir. Kimisi alır, kimisi alamaz, bunun için yapılmaması daha uygun ve sevimlidir. Hanefilere göre velime yemeğine icabet etmek sünnettir. Cumhura göre velime yemeğine icabet etmek vu-cubu aynüye kısmındadır.

Zira Rasûlü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Kim velime yemeğine davet edilirse icabet etmezse Ebu'l-Kasım'a asi olmuştur" ve "eğer biriniz düğün yemeğine çağırılırsa gitsin" hadisleri buna delildir."

Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadisin nassı şudur: "Ye­meğin en kötüsü, gelenlere verilmeyip, gelmek istemeyenlerin davet edildi­ği düğün yemeğidir. Her kim davete icabet etmezse muhakkak Allah Resu­lüne isyan etmiştir. Oruçluya dahi velime yemeğine icabet etmek vaciptir. Fakat yemesi lazım gelmez. Ahmet, Müslim ve Ebu Davud'un Ebu Hurey­re'den naklen verdikleri "Eğer biriniz çağırılırsa icabet etsin. Oruçluysa hayır ve bereket duasında bulunsun, değilse yesin." hadisi buna delildir.

Özürlere gelince: Şafiiler bu konuda şunları söylemiştir: Bir şahıs içinde davul, zurna ve içki gibi münker şeriatın yasakladığı) bir şey olan yere davet edilirse bu münkeri men edebilme imkanı varsa o münkeri kal­dırmak için icabet etmesi vaciptir. Eğer o münkeri men edebilme imkanı varsa o münkeri kaldırmak için icabet etmesi vaciptir. Eğer o münkeri me­netmesi mümkün olmazsa gitmez.

Zira Rasulullahtan rivayet edilen hadiste bu hususta men etmek vardır: "Rasûlullah içki servisi yapılan bir sofraya oturmayı men etmişti. Hanbelilere göre kimsenin malında haram olsa onun davetine cevap ver­mek, yemeğinden yemek, hibesini, hediyesini ya da sadakasını kabul et­mek mekruhtur. Eğer haramhk çok olursa kerahet de çok olur. Eğer haramlık az olur o zaman kerahet de az olur. Velime yemeğinden yemek itti­fakı olarak müstahaptır. Hatta oruçlunun bile vacip olmamakla birlikte yemesi müstahaptır. Zira şu şekildeki olan davet sahibini sevindirir. Şayet birkaç kişi bir şahsı davet ederse kuvveti olursa hepsine icabet etmek müstahaptır. Eğer hepsine gitmek mümkün olmazsa o zaman en evvel ça­ğırana gitmek lazımdır. Sonra en dindar olan kimseye, sonra yakın akra­basına, sonra komşuya sonra da kurada çıkana icabet eder. Malikilere gö­re şahsen velimeye çağrılanın icabet etmesi vaciptir. Eğer o mecliste ken­disini dini yönden rahatsız edecek biri yoksa örneğin: İşi insanların na­muslarına dil ve el uzatmak olan ya da kendisine eziyet edecek biri bulun­muyorsa veya mecliste üzerinde oturacak ipek yatak veya altın ya da gü­müşten yapılmış kapkacak yoksa def kaval ve fülütten başka çalgı aleti bulunmuyorsa, duvar ya da halıya çizilmiş olmayıp gölgesi olan tam hay­van resmi yoksa, davete icabet etmek vaciptir.

Bunların aksi olursa icabet etmek caiz değildir. Zira gölgesi olan tam hayvan resimleri icma ile haramdır. Hayati organlan noksan çizilmiş ve ya gölgesi bulunmayan, örneği kağıt veya duvara çizilmiş hayvan resim­lerinde haramhk diye bir beis yoktur. Harama bakmak haramdır, Hayvan ve insanlardan başka gemi ya da dağ ve ağaç resimlerinde haramhk diye oır beis yoktur. Davete icabetin vacip olmak engel diğer maniler ise şöyle­dir: Çok yağmur yağması, çamur olması, kendisi ya da bir yakının hasta-anmasından ve malı için korkması bir de cumaya gitmemeyi meşru kılacak Özürler neyse aynıı özürler dolayısıyla verilmeye gitmeyebilir. Ayrıca istişare için bile olsa geldiğinde kapının kapalı veya çok kalabalık olması da icabete mani olabilir. Malikilere göre zurna ve borozan eğer tamamiyle eğlenceye dalmaya sebeb olmayacak derecede olsa o zaman mekruhtur. Yoksa diğer çalgı aletleri, yaylı sazlar, fahiş sözler ve hezeyanlarla dolu müzik gibi bunlar da haramdır. Zilleri yoksa def çalmak mekruh değildir. Eğer zilleri varsa haramdır. İki tarafına vurulabilen büyük yuvarlak davul çalmak haramdır.

El'izz b. Abddisselam Ud'rebab ve kanun gibi bilinen yaylı kirişli aletleri çalmanın ve dinlemenin dört mezhebin meşhur olan görüşüne göre haram olduğunu ifade eder. En sahih görüşüne göre ise küçük günahlar­dandır. Sahabe, tabiin ve müçtehid imamlardan bir cemaat caiz olduğunu söylemiştir. Gazali: "Nas ve kıyas müzik dinlemenin ve ney, davul ve ben­zeri aletleri dinlemenin mubah olduğuna delalet etmiştir" der. [56]

Bundan eğlence, sazlı çalgılar ve hakkında şer'i imamı varit olan mezamirdan başka bir şey istisna edilmez. Burada ki olan haramlığı keyif ve lezzet değil de şer'i manidir. Eğer haramlığı keyif ve lezzet olursa, o za­man insanın lezzet aldığı her şeyi buna kıyas ederek her şey haram olur. Raks (dans) ise fakihlerin bu meselede ihtilafları vardır:

Bir grup mekruh olarak kabul ederken, bir diğer grup ise mubah olarak kabul etmişler bir başkası da düğün sahipleri için caiz değil demiş­lerdir. El'izz'in sözü itibar edilecek bir sözdür ve şarkı dinlemeye cevaz ve­ren çoğu fakihlerin üzerinede hem fikir oldukları bir görüştür. Biz de daha evvel burun eğirip bükülerek, kırıtılarak yapılmasının haram olduğunu ifade etmiştik. Koca gerdeğe girdiği zaman sünnete göre dua etmek sün­nettir. Sünnete göre şöyledir: "Ailenin yanma girdiğinde iki rekat namaz kıl. Sonra ailenin başını tut ve deki: Allah'ım ehlimi bana mübarek kıl ve beni ehline mübarek kıl. Onları benden, beni de onlardan nzıklarlandır. Sonra ailenle ne yaparsan serbestsin."

Başka bir hadiste ise şöyledir:

Biriniz bir kadınla evlendiği, bir köle satın aldığı zaman; "Allah'ın senden onun hayrını ve karakterindeki hayn istiyorum. Onun serinden ve karakterindeki serden sana sığmıyorum" desin. Bir deve satın alınca da hörgücünün üstünden tutup aynı şekilde dua etsin." Kadının haklan: Ka­dının malı olan (mehir ve nafaka gibi) ve malı olmayan (güzel geçim, iyi muamele ve adalet gibi) haklan vardır.

Zira yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Annelerin yiyeceği ve giyeceği orta hal üzere gücün yettiği ka­dar çocuğun babası üzerindedir. [57]

Muauiye el, Kuseyri'den nafcl edilmiştir." Nebi (s.a.v.)'ye "Kadının er­keğin üzerinde olan hakkı nedir?" diye sordu. O da cevap verdi: "Yediğin­den yedirirsin. Giydiğinden giydirirsin. Yüzüne vurmazsın. Çirkin konuş­mazsın, ev içi onu terk etmezsin. [58]

Yani bırakmak ve terk etmek yalnız yatakta olur. Zira erkeğin başka bir eve taşınması ya da kadını oraya göndermesi değildir. Şu halde eşler arasında muaşeret yani iyi geçim, sevgi ve birlik olmak gerekir. Zira yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Onlarla iyi geçinin. [59] aynı zamanda kadınların haklan er­kekler üzerinde vardır.

Zira yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. [60] İbni Abbas şöyle buyurmuştur:

Onun bana süslenmesinden hoşlandığım gibi ben de onun için süs lenmekten hoşlanırım."

Sünnete gelince Rasûlü Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

Kadınlara hayırla sahip olunuz. Onlar sizin yanınızda bir şıJanızdım-dırlar. Onlar da bundan başka bir şeye sahip değilsiniz. Fakat apaçık bir aünahla geldikleri zaman müstesna. Eğer böyle yaparlarsa yatakta onları terkediniz ve onlan incitmeyecek bir şekilde dövünüz." Eğer size itaat eder­lerse onlardan başka bir şey talep etmeyiniz. "Sizin kadınlarınızda bir hak­kınız, kadınlarınızın da sizin üzerinizde bir hak vardır." Sizin kadınlarınızın üzerine olan hakkınız, kimseye yatağınızı çiğnetmemeleri, sevmediklerinizin evinize girmelerine müsaade etmemeleridir. Dikkat ediniz." Onların hakları, yiyeceklerinde ve giyeceklerinde onlara ihsanda bulunmanızdır.[61] Yine Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurur ki:

"En hayırlınız ehline karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de ehline karşı en hayırlı olamnızım", "Müminlerin en mükemmel imanlı olanı en güzel huylu olanıdır ve en hayırlılarınız kadınlarına karşı hayırlı olanınızdır. Ka­dından cinsi ilişkide yararlanma veya iffetli kılma: Malikilere göre bir özür olmamak şartıyla kadın için erkeğin üzerine vaciptir.

Şafiilere göre ise bir defadan başka vacip değildir. Zira bu erkeğin hakkıdır. Onun için faydalanmaya götüren neden sevgi ve şehvettir. Buna vacib demek mümkün attan değildir. Şu halde müstehab olarak ve kadı­nın ahlakını bozmamak için kadını cinsi yönde bırakmamak gerekir. Han-belilere göre erkeğin her dört ayda özrü olmazsa dört ayda bir sefer cinsi ilişkide bulunması vaciptir. Eğer vacip olmasaydı, kocanın cinsi yöndenn terk etmeye ilâ yemini nedeniyle vacip olmazdı. Zira evlenmek, kan koca­nın faydası ve ikisini de zarardan muhafaza için meşru kılınmıştır. Şu hal-e doğal olarak cinsi yönden karı ve koca içinde müşterek olarak bir hak-lT- Dört ay bittikten sonra erkek cinsi yönden kaçınır veya hür kadın için geceden birini onun yanında gecelemezse ve her ikiside özür olmazsa 0 zaman ila nedeniyle olduğu gibi aralan tefrik edilir. İlişkiden evvel bile olsa nafakasını temin etmediğinde olduğu gibi, zifaftan sonra dört ay müddetle ilişkide bulunmazsa, cinsi yönden olmadığı için aktin fesh edil­mesi nafaka vermediği için fesh edilmesinden daha evladır. Fakat koca bir özre ve ihtiyaca binaen kadından uzağa giderse ve bir özür dolayısıyla seyehat müddeti uzarsa, kadının kasm ve ilişki hakkı sakıt olur. Eğer yolcu­nun dönmesine engel edilen bir özrü olmazsa ve altı aydan daha fazla bir süre uzakta kalırsa kadının kendisinin gelmesini istemesi halinde kocanın gelmesi gerekir.

Ebu Hafs'in senediyle Yezid ibni Eslem'den rivayet ettiği hadis buna delildir. "Ömer İbni Hattab şehri kontrol için yaptığı dolaşmalarından bi­rinde bir kadının şöyle dediğini işitir. "Bu gece uzadı ve yüzü karardı. Öyle uzadı ki gece bana bir dostum, yarim yok oynaşacağım, vallahi Allah kor­kusu ve haya olmasaydı.. Bu yatağın etrafı hareket ederdi."

Bunun üzerine Ömer kadın hakkında soruşturur. Kocasının Allah yolunda yolculukta olduğunu söylerler. Böylece Ömer ona yoldaş olması için bir kadın gönderir ve geri gelmesi için kocasına haber gönderir. Sonra Hansa'nm yanına girer ve ona "Ey kızcağımız! Bir kadın ne kadar süre ko­casızlığa tahammül edebilir? der. O da "Süphanellah! Senin gibi biri be­nim gibi birine bu şekilde ki soru soruyor?" der. Bunun üzerine Ömer: "Eğer ben müslümanlann durumuyla ilgüenmeseydim bunu sana sormaz­dım." deyince, Hafsa beş veya altı ay der. Bu şekilde Ömer insanlann gaz­velerde altı ay kalmalarını kararlaştırdı. Bir ay yürüyüp, dört ay kazada kalacaklar ve bir ayda döneceklerdi. Kocanın gelmesi, seyehat olmasını la­zım gelen bir özrü yoksa gereklidir. Bu özür ilim tahsilinde olmak, cihada ya da hacda olmak ve ihtiyiaçlan olan rızkı kazanmak için gitmiş olmak şeklinde olabilir. Eğer böyle bir özrü varsa gelmesi gerekmez. Zira özür sa­hibi özrü için mazur olarak görülür. Hakim uzakta olan kocaya gelmesi için mektup yazar. Eğer özürsüz olarak hakimin kendisiyle yazışmasından sonra o zaman hakim nikahı fesh edebilir.

Zira o adam üzerine sabit olan bir hakkı bırakmıştır.

Dübür (arka) dan ilişki haramdır. Rasûlü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyu­ruyor: "Sübhesiz Allah haktan haya etmez. Kadınlarınıza arkalarından (anüsten) yaklaşmayınız.

Allah karısıyla arkadan ilişkide bulunan kimsenin yüzüne bakmaz.

Arkadan ilişkide bulunan kimsenin yüzüne bakmaz. "Arkada ilişki­de bulunan olan kimse melundur.[62]

Ebu Hureyre'den merfu olarak rivayet edilen bir başka hadiste şöyle buyuruluyor: "Karısıyla hayızlı iken ya da arkasından ilişkide bulunur ve­ya müneccim veya kahine inanırsa Muhammed'e indirilene kafir olmuş­tur.[63]

Hayızlı kadınla da cinsi yönden yararlanma da bulunmak haramdır. Eğer bu hayızlı kadın ile cinsi yönde bulunan kimsenin aybaşı zamanının başındayken ise, bir dindar tasadduk etmesi sonunda ise cinsi yönden bulunursa yarım dinar sadaka vermesi sünnettir. Şu halde bu cinsi yön­den yararlanmada bulunan bir kimse o hayızlı olan kadının kanı kırmızı ise bir dinar tasadduk etsin. Eğer kan sarı ise yarım dinar tasadduk etsin. "Erkeğin kadından anüsten başka hayız halinde yararlanması caizdir. Bu­nun delili ise şu ayeti kerimedir.

"Onların ki namuslarını korurlar. Ancak zevcelerine ve sahip ol­dukları cariyelerine karşı münasebetleri müstesnadır. Zira onlar o se­bepten kınamazlar. [64]

Arkadan yaklaşarak vajinadaiı yani kadınlık organından cinsi yön­den yararlanmak da bulunmak caizdir. Zira Cabir'den bu şekilde rivayet olunmuştur: "Yahudiler bir adam karısının arkasından fercine cima ederse çocuk şaşı (gözlü) olur, derlerdi. Bunun üzerine "kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi gelin.[65] ayeti indi. Arka (dübür) hariç önden arkadan vajinadan (kadınlık orga­nından) bulunmak şartıyla erkek karısına önünden arkasından gelebi­lir, denilmiştir.

Bu cumhura göredir:

Eğer arkadan cinsi yönde bulunursa ve haram olduğunu bilirse, o zaman günah işlediği için tazir edilir. Fakat had uygulanmaz, kefaret de yoktur.

Hanbelilere göre, eğer karıkoca dübürden, arkadan ilişkide bulunu­yorlarsa aralan tefrik edilir. Bunun gibi adam karısını anüsten cinsi yön­den zorluyorsa bundan nehy edilir. Aldırış etmezse aralan tefrik edilir. Ke­za fısk fücur işleyen adamla ona bu fışkında arkadaşlık eden kadının da arası tefrik edilir.

Azl (Erkeğin menisi Fercin dışına akıtması): Şafiiler azli Cüzame binti Vehb'den rivayet edilen hadise binaen mekruh olarak kabul ederler. "Ben Rasulullah (s.a.v.)'in huzurunda beraber insanlar ile birlikte bulun­dum kendilerine azlin hükmünü sordular. O da: "O gizli ve'dirr" dediler. [66]

Ve'd demek "Diri olarak gömülen kız. Hangi günahla öldürüldü? Sorul­duğu zaman [67] ayetindeki mana gibidir.

Gazali azl'i caiz olarak kabul eder. Müteahhirina göre sahih olan gö­rüş de budur. Cabirden rivayet edilen "Biz Rasulullah (s.a.v.) devrinde Kur'an inerken azil yapıyorduk. Eğer ondan bir şey yasak edilecek olsa bi­zi Kur'an nehyederdi." hadisini buna delil olarak gösterirler. Azlin caiz ol­ması dört mezhep arasında ittifak edilen bir husustur. Ahmed'in merfu olarak Ebu Said el-Hudri'den rivayet ettiği hadiste, "Biz kadınlarla cima ediyoruz ve bunu yapmayı seviyoruz. Azil hakkında ne dersiniz?" sorusu­na Rasulullah (s.a.v.) da "siz istediğinizi yapınız. Allah'ın yaratmak istediği şey olacaktır. Suyun hepsinden çocuk olmaz." demiştir. [68]

Hür kadına izni olmadan azil yapmak haramdır. Bunun delilide Hz. Ömer'den şu şekilde rivayet edilmiştir. Rasulullah hür kadına izni olma­dan azil yapmaktan nehy etti." hadisi gösterir. [69]

Daha evvel size izah ettiğimiz gibi iki veya çok karısı olanın kadınları arasında gece yatmak ve nafaka cihetinde eşit davranması: Şafiilerden başka cumhura göre kasm'e rivayet etmesi vaciptir. Bütün karının bir gün ve bir gece hakkı vardır. Koca sağlam, hasta ya da uzvu kesik olsun ya da kadın ister rahat, hasta, hayızlı, lohusa veya ihramda olsun veya kitabı ol­sun fark etmez. Bütün hallerde da erkek kasm'e dikkatli olacaktır. Zira Rasûlü Ekrem (s.a.v.) de kadınları arasında da kasm'e kendisine vacip ol­madığı halde, yine hastalığında bile riayet ederdi. Hz. Aişe (r'anha): "Rasu-lullah'ın (a.s.v.) kasm yaptığını ve her kansma bir gün ve bir gece tahsis ettiğini" bildirir. (Buhâri ve Müslim ve Ahmed tathripe etmiştir.)

Yine Hz. Aişe'den: "Rasulullah (s.a.v.) aramızda kasm yapar ve ada­letli davranır ve şöyle de derdi: Allahım bu, benim yapabildiğim şeylerdeki kasmimdir. (Paylaştırmamdır) yapamadıklarım dolayısıyla beni kınama" Ebu Davud rivayet etmiştir. Eğer hasta kocaya kasm yapmak zor olursa bir karısının yanında kalmak için öteki hanımlarından izin ister. Bunun delili de yine Hz. Aişe'nin rivayet ettiği hadis gösterilir. "Rasulullah kadın­larına haber gönderdi, toplandık" dedi ki: Aranızda dolaşamıyorum. Eğer Aişe'nin yanında olmama izin verirseniz orda kalacağım. Onlar da bana izin verdiler. Ebu Davud rivayet etmiştitr. Şafiilere göre erkeğin kasm yapması vacip değildir. Zira bu kasm kocanın hakkıdır. Koca isterse yerine getirdiği gibi onu terk de edebilir. Kasme başlamak ise kura ile olur. Erke­ğin kadınlarından biriyle fakat Öteki kadının rızası olmazsa Kur'an'da çek­meden başlaması caiz değildir.

İki kansı olan bu kimse birine meyi eder (diğerini ihmal eder)se kı­yamet günü, bir yanı çırpılmış şeklinde gelir." Zira kuraya baş vurmadan biriyle başlamak nefret doğurur. Eğer birine kasm yaparsa diğerlerine de yapması lazımdır. Yapmaz ise birine meyi etmiş olur ki, bu şekilde ceza ve tehditin kapsamına girer.

Şafii ve Hanbelilere göre seyahatte dahi kasm yapması matluptur. Hanefıler ve Malikiler seyehatte kasm yapmanın vacip olmadığını söyler­ler. Eğer kocanın kansı, kocasından izin almadan seyehate çıkarsa kasm ve nafaka hakkı düşer. Zira kasm ünsiyet, nafaka ise kadından yararlan­dığı içindir. Kadın seyehate çıkmakla buna mani olmuştur. Kasm yapma­nın esas olması gereken zamanı gecedir. Zira insan geceleyin evine sığınır. Aynı zamanda çok sefer erkek kansıyla geceleyin yatağa girer. Gündüz ise idare ve maişet içindir. Zira yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Geceyi bir örtü yaptık" "Gündüzü ise, geçim vakti kıldık. [70]

Zevcelerden biri kendi hakkını geçici ya da ebedi olarak kumalann-dan birine verebilir. Zira "Şevde gecesini Aişe'ye vermişti: Zira Rasûlullahın nzasını kazanmak için, kendi hakkından vazgeçmişti. Kadının görevle­rine gelince şöyledir:

Hanefilerden başka diğer üç mezhebe göre yeni evlenilen kadın kız ise yedi gün, dul ise üç gün hakkı vardır. Bu süreden başka yine kadınla-nn yanında yine kasm yapılır. Hanefilere göre eski kadın ve yeni kadın arasında özel olarak bir fark yoktur.

Kadının kocasına ekmek pişirme, buğday vs, öğütme, yıkama ve benzeri hizmetlerde bulunması vacip değildir. Kocanın, eğer onun hanımı kendisine hizmet etmiyor ise yemeği hazır olarak hanımına getirmesi lazım gelir. Zira hanımın cihetinden üzerine akit yapılan şey istifade ve cinsi fay­dalanmadır. Bunu için ondan başkası bir şey hanıma lazım gelmez. Fakat kendine hizmet eden ve buna gücü yeten hanımın yaptığı hizmetin karşılı­ğı olarak bir ücret belirleyip alması caiz değildir. Zira bu gibi hizmetler ka­dın ne kadar şerefli kadınlardan bile olsa islami ölçülere göre üzerine dü­şen vazifelerdir. Zira Rasûlü Ekrem (s.a.v.) işlerini Ali ve Fatıma (r.a.) ara­sında taksim etmiştir. Dışarı işleri Ali'ye verirken alemlerin hanım efendisi olmakla beraber iç işleri de Hz. Fatıma'ya vermiştir. Kocanın haklan koca­nın en lazım olan haklan şunlardır:

1. Hanımın kocasına cinsi yararlanma ve kocanın evinden dışanya çıkmamalıdır. Eğer bir erkek bir kadınla nikahlanır. Hanımı cinsi ilişkide elverişli olsa erkeğin istemesi halinde akitle beraber kendisini kocasına teslimi vaciptir. Hanımın istemesi halinde kocanın da onu kabul etmesi de vaciptir. Zira erkek akitle bedelini almaya hak kazanır. Bedel olarak kadı­na muaccel mehrini teslim eder. İmam Ahmed cinsi ilişkide yararlanmaya müsait olan kadının dokuz ya da daha fazla yaşta olduğunu tesbit etmesi­ni ifade etmiştir. Zira "Hz. Peygamber (s.a.v.) Aişe dokuz yaşında iken Aişe ile Zifafa girmiştir." Kadın iki ya da üç gün durumunu düzenlemek için adet olan müddet kadar müddet isteyebilir. Zira bu onun tabii ihtiyacıdır. Erkek bu müddeti kadına vermezse, o zaman kadında huzursuzluk mey­dana gelir. Bu sürenin tanıması için adet ve örfe müraacat etmek lazım gelir. Fakat bir çeyiz ya da benzeri bir şeyi yapmak için mühlet vermek ge­rekmez.

Kocası kendisini yatağa çağırdığı zaman kadının kocasına itaat et­mesi vaciptir. Ne kadar kadın meşgul olsa örneği: Binek üzerinde olsa ve­ya tandırda ne kadar ekmek de pişirse de yine kocasına icabet etmek va­ciptir. Ahmet ve başkasının da rivayet ettiği gibi farz ibadetlerle meşgul oluyorsa ya da ona geldiği takdirde bir zarar söz konusu ise icabet etmesi vacip değildir. Zira zarar ve benzeri şey iyi muameleden sayılmaz.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. [71]

Hadisteki olan hadis şöyledir:

Eğer bir kimsenin başka bir kimseye secde etmesini isteyecek ol­saydım kadının kocasına secde etmesini emr ederdim. [72]

Hangi kadın kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse cennete girer. [73]

Erkek kansınıı döşeğine davet eder de o gelmekten men olursa, bu­nun için erkek dargın olarak sabahlarsa o kadına sabahlayıncaya kadar melekler lanet eder. [74]

Kadın hac için bile olsa evinden dışanya ancak kocasının izniyle çı­kabilir. Koca kansının mescit ve başka yerlere çıkmasına mani olabilir.

İbni Ömer'den (r.a.) rivayet edilen hadiste o şöyle demiştir: "Peygam­ber (s.a.v.)'e bir kadın gelip, ya Rasûlallah! Kocanın karı üzerinde hakkı nedir?" diye sordu. O da kocanın onun üzerindeki hakkı, kadının evinden dışarıya onun izni olmadan çıkmamasıdır." dedi. Eğer çıkarsa deyince, Ra­sulüllah: "Allah ve rahmet melekleri, gazab melekleri kadın tevb edinceye ya da (evine) dönünceye kadar ona lanet eder" dedi. Kadın ya Rasulüllah! Kadının kocası zalim olsa yine böyle midir?" deyince Rasulüllah "zalim ol­sa yine öyledir" dedi. Ebu Davud el-Teyalisi İbni Ömer'den rivayet etmiştir, Zira kocanın hakkı vaciptir. Vacip olmayan bir şey için öyle vacibi terk et­mek caiz değildir. Fakat Şafiilerin söylediği gibi kadının hastalığı ağırlaş­mış olan babasını ziyaret etmesine ve öldüğü zaman cenazesine gitmesine engel olması mekruhtur. Hanefilere göre baba anadan birinin hastalan­ması durumunda kadının kocasının izni olmadan evden çıkması caizdir. Kadının dışarı çıkması olduğu zaman islami ölçülere göre tesettüre yani örtünmeye rivayet etmesi el ve yüzünün dışında bir yerinin görünmemesi vaciptir.

Zira yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Ayeti kerimede ki olan teberrücun manası şöyledir: Kendini kırıta­rak ve tesir edici hareketlerle yürütmek demektir. Bir de altındakini göste­recek kadar İnce bir elbise giymesine denir. Zira Peygamber (s.a.v) bir ha­diste şöyle buyurmuştur:

Cehennemlik iki sınıf vardır ki, bunları {dünyada daha) görmedim: Birisi öyle kadınlar ki, gerçi giyinmişlerdir. Fakat çıplak görünürler (süs yerlerini açıp vücud çizgilerini belirtecek şekilde ince ve dar elbise giyerler) başka kadınları da kendileri gibi yapmaya teşvik ederler. Kırıtır, eğilip bü­külürler, bunlann başları (peruk ve saçlarla) deve hörgüçlerine benzer, iş­te bunlar cennete de girmezler, cennetin pek çok uzaklardan bile yayılan kokusunu da koklayamazlar. İkinci sınıf ise ellerinde sığır kuyrukları gibi kırbaçlan tutarak insanlar döven adamlardır. Müslim sahihinde Ebu Hu-reyre'den rivayet etmiştir. Bir diğer hadiste de şu şekilde buyurulmuştur: "Güzel koku sürünerek sokağa çıkıp kokusunu duymaları için bir toplulu­ğun yanından geçen kadın zaniyedir. (Zina edicidir) Hakim Ebu Musa'dan rivayet etmiştir. Şu halde ev kadın için en hayırlı yerdir. Zira kadının evine bağlı olmasıyla onu haps veya onu dar bir alana bırakmak manasına değil aynı zamanda kendisine şeref ve kıymet vermektedir. Zira Rasûlü Kibriya (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Kadın avrettir. Eğer evinden dışarıya çıkarsa şeytanın taarruzuna maruz kalır. Kadın için Rabbinin Rahmetine en yakın olduğu yer evinin içi­dir." Kocanın izni olmazsa, hanımı nafile oruç tutarsa caiz değildir.

Zira Rasûlü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuş:

"Kadının kocasının izni olmadan (zevee, huzurunda) nafile oruç tut­ması ve yine müsaadesi olmadan evine (herhangi bir kadın veya erkeğin girmesine) izin vermesi helal değildir.

Kadının kocasının gıyabında namusunu, evini, malını ve çocuğunu koruması vaciptir. Zira kadın kocasının ve çocuğunun çobanıdır. Şu halde iyi işler yapmak ve güzel geçinmek, kadın üzerine vacip olduğu gibi erkeğe de vaciptir.

Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Dünyada bir kadın kocasına eziyet ederse. O erkeğin hurilerinden olan zevcesi o kadına hitap ederek: "Allah canım alsın. Bu adama eziyet et­ti) Riyazü's-Salihin ve Neylü'l-Evtar me. O, dünyada senin yanında bir misafirdir. Yakında senden ayrılıp bize kavuşacak.[75]

Başka bir hadiste de: "Benden sonra üzerine kadınlardan daha zararlı fitne bırakmadım." buyurmuştur. Kocasının karısını itaat et­mesi vacip olduğu yerlerde kendisine itaat etmediği takdirde terbiye etme hakkı yapacaktır. Erkek evvela karısıyla yumuşak ve ince bir dille konu­şur. Ona "Şöyle şöyle olma, saliha ve Allah'tan korkan kadınlardan ol" der. Seni bekleyen sonundan çekin" der.

Zira Allahü Teala: "Fenalık ve geçimsizliklerden korktuğunuz ka­dınlara gelince önce kendilerine öğüt verin.[76] buyurmuştur.

Bütün bunları yaparken, tehcir yani terk etme ya da doğma yoktur. Eğer nasihatta sonra yine kadın eski gibi yaparsa, o zaman hakkı olan na­faka ve kumaları arasındaki olan kasm hakkım iskat edeceğini, özür be­yan etmesini, hiçbir mazereti olmadığı halde yaptığı bu şeylerden dolayı tevbe etmesini beklediğini söyler. Eğer kadın asi olur ve kocasına itaatten kaçınırsa veya kocasının izni olmadan evinden dışarı çıkarsa erkek istedi­ği müddet kadar kadının yatağını ayırır. Onu yatağında yalnız bırakır. Zira yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Sonra uslanmazlarsa, kendilerini yataklarında yalnız bırakın.[77]

İbni Abbas onunla birlikte yatağında yatma" demiştir. Hz. Peygam­ber (s.a.v.) de kadınlardan uzaklaşmış ve bir ay süreyle yanlanna girme­miştir." Üç gün bir müdeyle fazla olmamak şartıyla onunla konuşmaz." Bir müslüman kardeşine üç günden fazla uzak durması helal değildir, hadiyle sabittir.

Cumhura göre erkek karısını döymez.

Zira Rasûlü Ekrem (s.a.v.) şu şekilde rivayet edilmiştir.

Hz. Aişe'nin rivayet ettiği "Rasulullah (s.a.v.) bir kadınını dövmediği gibi bir hizmetkarını da dövmedi. Allah yolundan başka hiçbir şeye eliyle vurmadı. Allah'ın haram kıldığı şeylere saygısızlık gösteren, haram hudut­larını çiğneyenlere karşı Allah için cezasını verme dışında kimseye vurma­dı." Sahiheynde şöyle zikr olmuştur: Bir kişi kendi kölesine vurduğu gibi kendi hanımına da vurmasın. Sonra gecenin sonunda veya gündüzün so­nunda cima etmesin. [78]

Velhasıl önce nasihat edecek sonra yatağım ayıracak sonra da döve­cektir. Eğer kadın isyanında ısrar ederse şiddetli olmamak şartıyla dövü­lür." Onlan dövünüz." Ayetinin zahiri manası budur. Yüze şerefinden do­layı vurmaması lazımdır. Bir de karın gibi ölüm tehlikesi olan yerlere vur­mamak gerekir. Hanefi'lerin söylediği gibi dövme on kamçı ve daha az olur. Zira Rasûlü Ekrem (s.a.v.} şöyle buyurmuştur: hadları dışında kimseye on kamçıdan fazla sopa vurmayın." Ahmed Seyhan ve dört Sünen sahibinden rivayetle ittifak etmişler­dir. Dövmeyi koca uygun görür. Görürse el ya da ince bir sopayla da olur. Fakat tehtitle yetinmek daha iyidir. Eğer dövme anında kadın telef olursa Hanbeliler ve Malikilere göre tazminat yoktur. Hanife ve Şafıiye göre ise er­kek tazminat ödemek zorundadır.

Bazı asi kadınlar için dövmenin yararı olur. Eğer yararlı olmazsa ka­rı kocadan her biri diğerinin zulüm yaptığını iddia ederse ve ayrı zamanda da ortada hiçbir delil yoksa olay hakime bildiri. Biri erkeğin öteki de kadı­nın ailesinden olmak üzere iki tane hakem aralarını bulmak ya da ayır­mak için gönderilir. Bu şekilde olması ayet-i kerimenin işaretidir.

"Eğer karı kocanın arasının açılmasından korkuya düşerseniz, bir hakem erkeğin ailesinden ve bir hakem de kadının ailesinden ken­dilerine gönderin. Bu arabulucu hakemler gerçekten barıştırmak is­terlerse, Allah karı-koca arasındaki dargınlık yerine geçim verir." [79]

Bu iki hakem müslüman, hür, erkek, adil, mükellef, alim birleştir­me ve ayırma konularını bilen kimseler olmalıdır. Zira hakemlik etme fikir ve görüş sahibi olmayı gerektirir. Kendileri böyle olmayabilir. Hakemlerin ailelerinden olması daha uygundur. Zira hakemlikte ve vekalette akrabalık şart değildir. Her iki hakemin de aralarını ıslah etmek niyetinde olmaları gerekir. "Bu arabulucu hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse Al­lah karı-koca arasındaki dargınlık yerine geçim verir.[80] söze makulle ve yumuşaklıkla başlamalı, korkutmak, barışmayı arzu etmeleri­ni teşvik etmeli, birini tutup ötekini bırakmamalı ki aralannı ıslah edebil­mek için en muvafık yolu bulsunlar.

Hanefilere göre, hakemler istedikleri şeyi hakime götürürler. Boşan­mayı gerçekleştiren kişi kadı olur ve bu bain bir talaktir. Zira onların tak-ririyle gerçekleşmektedir. Şafii ve Hanbelilere göre hakemler karı kocanın vekilidirler. Bunun için kan kocanın izni olmadan boşanmaya hüküm ver­me hakkına sahib değildirler. Koca vekiline ıslah ya da boşama şeklinde bir izin verebilir. Bunun gibi kadın da vekiline sulh ya da hul, şeklinde uygun göreceği şeye izin verebilir. Şafii ve Hanefilere göre kocasının kansı ne kadar zimmi olsa, lohusa ve hayızdan sonra yıkanmaya zorlayabilir. Eğer karı kendini yıkamasa o zaman kocanın hakkı olan faydalanmaya mani olur. Keza müslüman ve baliğ olan karısını cünup olduğu zaman gu-sül yapmaya zorlayabilir. Zira kadına namaz vaciptir. Bir de insan cünüp kadınla birleşmekten iğrenebilir. Fakat kocanın kansı zimmi ise cünup ol­duğu zaman yıkanmaya zorlamaz. Zira yıkanmadan kocanın faydalanma­sına mani bir hal değildir. Safirlere temizlenme ve koltuk altı ve etek traşı olma cünuplük olduğu zaman yıkanma konularında kocanın kadını icbar hakkında zorlamaya hakkı vardır. Zira bu Özellikler tam bir yararlanmayı men edici şeylerden olabilir.

Hanbelilere göre pisliğini temizlemeye, kıl ve tırnaklarını kesmeye haram olan şeylerden kaçınma ya kadını icbar edebilir. Zira bunlar hepsi kuşkusuz olarak yararlanmaya engel olabilir. Koca kansına malının kad­rini bilmeyi bildirmelidir. Yayılmasından korktuğu sırn kadına ifşa etme­melidir. Zira kadın o sırn ifşa edebilir. Kendi kansına çokça hibelerde bu­lunmamalıdır. Zira kadın bir şeye alşırsa o şeyi artık bırakamaz. Koca mehr-i müecceli ödedikten sonra kansıyla eğer kendisine güveniyorsa se­yahate çıkabilir. Kan kocanın birbirlerine karşı yumuşak eza, cefaya mü­tehammil ve iyi huylu olmalan sünnettir. Bir uyan:

Som: Gebeliği önlemenin ve gebeliğe son verilmesinin (kürtaj)  dinde hükmü nedir?

Cevap: Yüce dinimiz islam, evlenip çoğalmayı teşvik etmiştir.

Ancak doğum istenmediği durumlarda, eşlerin anlaşarak gebeliği önleyici tedbirlere de müsaade edilmiştir. Bu işi hoş karşılamayan yani mekruh sayan islam alimleri de vardır. Gebelik teşekkül ettikten sonra, bir zaruret olmaksızın rahimdeki nutfe ve ceninin (çocuğun) gerek ilaç ve gerekse kürtajla alınması, islam alimlerinin büyük çoğunluğu tarafından caiz görülmemiştir. Hele hele dört aydan sonra, annenin hayatının kurta­rılması dışında, bir sebeple bu işin yapılması, büyük bir cinayet kabul edilmiştir. Bu işi yapan ve yaptıranlar, islam nazarında katildir. Bu öylesi­ne bir cinayettir ki: hiçbir savunması olmayan bir canlının ve yavrunun öldürülmesidir. Bu işin ahirette ki hesabı da çok ağırdır. Kimbilir, anne ve babası tarafından öldürülen ve hayat hakkı tanınmayan bu yavru o aile­nin, belki de insanlığın en hayırlı bir insan olacaktı. O yavru, anne babaya ve o cinayeti işleyen doktora böylesi bir yetki verdi mi? Ne haklan var bu işi yapmaya?

Anne babanın gebeliği önleyici tedbirleri almak hakkıdır. Korunmak hakkıdır. Ancak çocuk teşekkül ettikten sonra, o yavruyu öldürmek hak­lan değildir. İslamda aile planlaması bu manada caizdir. Çocuk teşekkül ettikten sonra asla caiz değildir. Şafiilere göre: Nikah akdi hususundaki velilik kızın babasına ve dedesine aittir. Yani sadece baba ve dede kızını cebren evlendirebilir. Bunlardan başka velilerin zorla evlendirme yetkileri yoktur. Kızın genç veya yaşlı olması, durumunu değiştirmez. Bakire kızın baba veya dedesi onun iznini almadan kendisini zorla evlendirebilir. Zira °nlann kıza şefkatlan herkesten daha fazladır. Bunun için onlar kız için uygun olan bir eşi seçebilirler.

Zira Resuli Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Dul kadın, kendi hakkında karar vermekte herkesten daha çok hak sahibidir." Zira dul kadın bakire kız gibi değildir. Fakat icbari velilik için üç şart ileri sürülmüştür:

l. Veli ile kız arasında açık bir düşmanlığın bulunmaması,

2. Evlendirdikleri kişinin kıza denk olması,

3. Mehr-i Muacceldi verebilecek durumda olması.

Baba ve dedenin velayetinin icbarı vekil olması, baba ve dedenin kızlarını zorla evlendirsin, onun fikri almasın anlamına gelmez. En güzeli ve müstehap olanı, evlilikte bakire kızın izninin alınmasıdır. Bu kızın şah­siyeti için en uygun olan şeydir. Bunun delili bu Hureyre'nin rivayet ettiği şu hadistir:

Dul kadının sarih olarak emri alınmadıkça nikah olunmaz. Ey Al­lah'ın Rasulü! Bakire bir kızın izni nasıl olur? Onun izni sükût etmesi­dir. [81]

Dul kadın (evleneceği erkeği seçme hususunda) kendi nefsine veli­sinden daha evladır. Kızın kendi nefsi (ni ilgilendiren bu dava) hakkında izni alınır. Onun izni ise susmaktır. [82]

Bu hadislerseki, bakire kızın izninin alınması sözü, nedb ve sünnete hami edilmiştir. Velisinin icbarı altında dahi olsa kendisinde cüzzam, ala­ca, kısırlık ya da delilik gibi bir ayıp bulunan erkekle evlendirilen bakire­nin de, "Razı oldum" demek suretiyle sözlü izin vermesi gerekir. Şu halde rızanın sözle olması gerekir, susmak yeterli değildir. Baba dulu ancak iz­niyle evlendirebilir. Dul kız küçük bile olsa, baliğ oluncaya kadar evlendi­rilmez. Dul ya da bakire küçük ya da büyük, akıllı ya da deli olması fark etmez. Velilerin tertibi şu şekilde olur. Baba, kardeş, amca, sonra köleyi azad eden, sonra sultan yani baba, sonra dede (babanın babası) sonra ba­bası ve ne kadar yukarıya çıksa da, sonra öz kardeş, sonra baba bir kar oğlu sonra baba bir kardeşin oğlu. (aşağı doğru in-Sd sonra amca, sonra mirastaki yakınlığa göre asabe olan akrabalar, fonri kmeyi azad eden kadın hayatta olduğu müddetçe azat etügı kadım evlendin sıhatli görüşe göre azat edilen kölenin iznine de itibar edil­me? Eğer azad eden ölürse, onun velisi sultan olur.

Velayet oğullan için sabit olmaz. Oğul annesini evlendirmez. Ulema arasında sultanın velilerin olmaması halinde kadını evlendirme velayetine sahip olduğu hususunda ihtilaf yoktur. Özetlemek gerekirse, oğulluk ba­balığa, Hanefi ve Malikilere göre takdim edilir.

Hanbeülerde ise tersine babalar oğullardan önce gelir. Şafiilere göre ise oğulların velayeti söz konusu değildir. Zira oğul ve anne arasında neseb ortaklığı yoktur. Öyleki anne kendi babasına, oğul da kendi babasına intisap etmektedir. Hanefılerden başka cumhura göre velayeti icbarı şu kimselere sabit olur. Delilik ya da yaşlılık ya da küçük­lük dolayısıyla ehliyetsiz veya tam ehliyetli olmayana Hanefilerden başka cumhura göre icbarı velayet çocuklara, delilere, bunaklara, kadın, erkek, bakire, dul diye ayırdetmeden sabit olur. Ancak Malikiler tam deli olmayıp zaman zaman kendine gelen kadını istisna etmişlerdir. İzin istemek için ayılması beklenir. Eğer ayıhrsa rızasıyla evlendirilir. Malikilere göre velaye­ti icbanyenin illeti ya bekaret ya da küçüklüktür. Şafiiler küçük dulu is­tisna etmişlerdir. O küçük kıza icbar edilmez. Zira onlara göre velayeti ic-bariyenin illeti yalnız bekarettir. Bu ise küçük olan dulda bulunmaz. Bu­nun hükmü ise baliğ oluncaya kadar evlendirmemesidir. Daha evvel zikr edilen "Dul kadın kendi nefsi hakkında tasarrufa velisinden daha haklıdır. Bakireden ise izin istenir. Onun izni sükuttur," hadisiyle amel edilerek velisi evlendirmek için izin ister. Ancak bu duldan murad edilenin sadece baliğ olan kadın olduğu şeklinde reddedilmiştir.

Hanbeliler de Malikiler gibi velayeti icbarın illetinin ya bekaret ve küçüklük olduğunu söylemişlerdir. Baba bekar kızlarını bulûğdan sonra bile olsa izinleri olmadan evlendirebilir. Şu halde baba dokuz yaşından küçük dulu da evlendirebilir. Zira onun izin verme hakkı yoktur. Bu hak dede ve öteki velilere verilmez. Bunun gibi babanın dışında diğer veliler dul ya da bakire olan baliğ, büyük ve hür kadını ancak izni dahilinde ev-lendirebilirler. Fakat deli kadın diğer velileri tarafından erkeklere meyli ol­duğu anlaşılınca, fuhşa düşmekten ve şehvetin zararlarından korumak için evlendirilebilir, Hanefi, Maliki ve Hanbeliler küçük erkek ve kız çocu­ğu ile büyük deli erkek ve kadın üzerine velayetin sabit olacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Küçüğün ister bakire ya da dul olması fark etmez. Bu velayet, akıllı ve baliğ erkek ve kadın üzerine sabit olmaz. Zira onlara göre icbarı velayetin illeti küçüklük ve manada olan bir şeydir. Bu illet ise yalnızca delillerde ve küçüklerde tahakkuk eder. Bunlardan başka tahak­kuk etmez. Cumhura göre akıllı ve buluğa ermiş bakire: Buna icbarı vela­yet, sabit olur. Zira illet bekarettir. "Dul kadın kendi nefsi hakkında tasar­rufa velisinden daha haklıdır. Bakirede ise izin istenir" hadisinin mefhu­mu bunu ifade etmektedir. Burada dul kadın kendi nefsi hakkında tasar­rufa velisinden daha haklı kılınmıştır. Bakire ise dul gibi kendi nefsi hak­kında tasarrufa velisinden daha haklı kabul edilmemiştir. Bu ise aynıyla icbar demektir. Hanefilere göre ise bu velayet akıllı ve baliğ olan bakire ka­dın için sabit değildir. "Bakirede sizin izin istenir." Ya da bir başka rivayet­te, "Bakireden babası izin ister" hadisleri buna delildir. Buradaki izin ifa­desinin manası ondan emir yani izin istemesi demektir. Zira bakireden izin istemesi zaruridir. Nesai ve başkasının da Aişe'den tahric ettikleri bir hadis şöyledir:

"Genç bir kız Hz. Aişe'nin yanına girerek ona, "Babam beni istemedi­ğim halde kardeşinin oğluyla evlendirdi. Benimle kendi itibarsızlığını kal­dıracak" dedi. Aişe: Peygamber (s.a.v.) gelinceye kadar otur." dedi. Sonra Rasulullah [s.a.v.) geldi ve kız ona (vakayı) anlattı. Bunun üzerine Pey­gamber (s.a.v.) babasına haber gönderdi ve onu çağırdı ve işi kıza bıraktı. Kız: "Ya Rasûlallah! Babamın yaptığına razı oldum, ancak ben babaların bu işte hiçbir rolü olmadığını kadınlara öğretmek istedim" dedi. [83]

Hadisin zahirinden bunun kız olduğu anlaşılıyor." Bu hadis akıllı ve baliğ olan bakire kızın nzası olmaksızın evlendirilmeyeceğine delalet et­mektedir.

Cumhur, dul olması sebebi düşmekte ve onun gibi sebebinden baş­ka ne gibi sebepler olursa olsun bulûğ çağına ermiş dula velayeti icbari sabit olmadığını söylerler. Hanefiler der ki: Sıçrama, hayız kanının aşın derecede bol olması, bir yara meydana gelmesi, yaşın ilerlemesi sebebiyle bekareti bozulan hakiki bakiredir. Erkeklik organının kesik olması, cinsi kudreti bulunmaması sebebiyle hakim tarafından ayrıldığı ya da halvet (başbaşa kalma) halinden sonra ama cinsi ilişki olmadan boşama veya ölüm durumu meydana geldiği takdirde de bakire sayılır. Bir nikah şüp­hesine dayanarak veya fasit bir nikah sebebiyle cinsi ilişkide bulunulmuş olan kadın ise dul sayılır. Bir kere zina edip had cezası vurulmamış olan kadın hükmen bakire kabul edilir. İzni alınırken de susmasıyla yetinilir. Hanbelilere göre ise dul, arkadan değil önden ve başka bir şeyle değil er­keklik organı ile cinsi ilişkide bulunulmuş kadındır. İsterse bu ilişki zina yoluyla olsun. Şafiilerde ise dul, nikahtaki gibi helal olan bir cinsi ilişkiyle veya zina gibi haram olan ilişkiyle olsun bekareti bozulmuş kadın demek­tir. Uyku da uyanık iken bir şüpheyle de olsa aynıdır. Önden cinsi ilişkide bulunmaksızın, mesela yüksekten atlama, şiddetli hayız kanı, yaşlanmca-ya kadar evlenmeme yahut da esas olan görüşe göre parmak vb. şeyleri sokma sebebiyle bekaretin bozulmasının her hangi bir etkisi yoktur.

Bu gibi olan kadınların hükmü, bakirelerin hükmü gibidir. Kocasıy­la bir sene ikamet ettikten sonra ondan bakire olarak boşanan baliğ ve bakire kadın, çünkü kadının kocasının evinde bir sene ikamet etmesi mehrin tam olarak verilmesi bakımından onu dulluk mertebesine indir­miştir. Dolayısıyla da evlilikte izninin alınmasını beraberinde getirmiştir. Daha önce olduğu gibi bu hususta Malikiler ve Hanefiler müttefiktirler, Şafıiler ve Hanbeliler ise muhalefet ederler.

Onlara göre; bu kadın üzerindeki velayet icbarı velayettir. Fesada düşme korkusu duyulan küçük yetim kızın, yetim ve küçük olması gere­kir. Bu da ya bir grup fasık kimsenin onu ya da onun bu kişilere meyi ve tasarruf etmesiyle olur. Sonra bu fesat bu şekilde dinen olabildiği gibi servetinin zayi olması şeklinde dünyevi bir fesad da olabilir ya da fakir olup geçimi onun vasisi dışındaki veli on yaşma girince yaşını ve şer'i engeller­den uzak olduğunu tesbit için hakimle istişare etmesi, kızın yaşının mah­kemece tesbiti; kocası bulunmadığı, iddet beklemediği gibi şer'i engeller­den uzak olduğunun anlaşılması, evlenmeye rızasının bulunduğu, koca­nın din, hürriyet ve hali bakımından denk olduğu ve mehrinin mehr'i misil olacağı hususlarının kaydedilmesi için gereklidir. Böylece hakim velisine akit için izin verir. Ancak kendisinden başka veliler varsa akdi kendi ken­dine yapamaz. Eğer veli mücbir baba olup müber olan kızını evlendirmeye yanaşmazsa adil (men edici) sayılmaz. Fakat kız kendisine hizmet diye ve­ya memuriyet için aldığı maaşın evlenmesi halinde kesileceği ondan yarar­lanamayacağı açıkça ortayaçıkarsa o zaman evliliğe engel (adıl) olamaz. Veli birkaç kere men ederse fasık olur. Zira bu fiil küçük bir günahtır.

Hanefi, Maliki ve Şafiilere ve bir rivayette Ahmed'e göre veli mücbir dahi olsa engel (adil) olduğu zaman da velayet hakkı sultana ya da bugün hüküm makamında olan hakime geçer. Daha uzak akrabaya geçer. Zira veli menetmek suretiyle veli olmaktan çıkmış. Zalim olmuştur. Zulüm'de kaldırılması için hakime havale edilir. Velinin uzakta veya esir ya da kayıp olması: Velinin gaip olması (yokluğu) durumunda fakihlerin üç görüşü vardır: Hanefi ve Hanbelilere göre: Eğer veli kendinden haber kesilmiş şe­kilde kayb olduysa ve evlenmek için kimseye de vekalet vermediyse velayet kendisinden sonra gelen asabe akrabaya intikal eder. Örneği: Gaib olan baba velayeti dedeye geçer. Hakime geçmez. Zira bu konuda kadının velisi vardır. Bunun gibi yakının ölmesi durumunda velayet sultandan önce da­ha uzak olan akrabasına geçer. Kendinden haber kesilmiş şekilde kayb ol­ma hali Hanefilere göre kafilelerin senede bir kere gidebildiği bir şehirde bulunması suretiyle olur. Bu süre Kuduri'nin tercihidir. Yokluk halinin süresinin sefer mesafesi yani en az 89 km. olması gerektiğini söyleyenler­de vardır. Azamisi için bir tahdid yoktur. Hanbeliler ikinci görüştedirler. Onlara göre munkati (kesik) olan yokluk hali süresi kasr mesafesinin (89 km) üstünde olmalıdır. Zira bu mesafeden daha azı ikamet hükmündedir. Şafiilere göre: Nesep bakımından en yakın veli iki konaklık yani namaz kı­saltmayı caiz kılacak bir mesafeye yolculuk yaparsa ve durumda şehirde hazır olan bir vekili de yoksa sultan veya naibi yani başka şehrin sultanı değilde kendi beldesinin sultam kadını evlendirir. Eğer kasır mesafeden daha kısa bir yere giderse esas olan görüşe göre mesafenin az olması ve çağrılması halinde gelmesi mümkün olduğundan ancak onun izniyle ev­lendirilir ya da mukim olması halinde yaptığı gibi vekil tayin eder. Gaib olan veli baba ve vasi gibi mücbir ise, uzakta olma hali ise ya yakın ya da uzak mesafe için olacaktır. Bu süre gidiş geliş on günlük ise ve kadın ye­terli derecede geçimini temin edebiliyor ve fesada düşmesi korkusu bulun­muyorsa ve yol da emniyetli olsa dönmesi beklenir ya da hakim onu evlendirir. Eğer bu süre üç ay ya da daha fazla bir zaman olursa, eskiden Afri­ka'ya yapılan yolculuklar gibi. Eğer ticaret ya da bir ihtiyaç için bu seya­hate çıkmış ve dönmesi umuluyorsa kadın o dönünceye kadar evlendiril­mez. Eğer gelmesi umut edilmiyorsa diğer velileri değil de sadece hakim, eğer kadın baliğ ise onu evlendirebilir. Eğer kız buluğa ermiş değilse ve fe­sada düşmesinden korkulmuyorsa evlendirilmez. Fasada düşmesi korku­su varsa cebren dahi olsa mudamet olan görüşe göre evlendirilir. Baliğ ol­sun ya da olmasın, velisinin yokluğu kısa zaman için dahi olsa evlendiri­lir.[84]

Gaib olan veli kardeş ve dede gibi mücbir olmayan veli ise: seyahat yakın bir yere, mesela kadının şehrinden üç günlük bir mesafeye yapılmış ise ve kadın dengiyle evlenmek isterse ve denklik, mesafe ve velinin yoklu-£u hususunda iddiasını ispatlarsa, daha uzak velisi değil de hakim onu evlendirir. Çünkü hakim gaib olanın (bulunmayanın) vekilidir. Eğer bu ga­ib olma hali üç günden daha az ise hakim veliye birini gönderir. Eğer gelir yada kendisine birini vekil tayin ederse istenen şey tamamlanır. Yoksa ka­dını hakim değil de uzak velisi evlendirir. Eğer seyahat üç günden daha uzun bir süre için ise hakim gaib olan kişinin vekili olması itibariyle kadı­nı evlendirir. Eğer değil de daha uzak velisi evlendirirse mekruh olmakla beraber sahihtir. Tabi bu durum seyahatta olan kimsenin tayin ettiği biri yoksa geçerlidir. Eğer öyle bir vekil varsa o evliliğe vekalet eder. Çünkü di­ğerlerine karşı vekilin önceliği vardır. O asil kişi mesabesindedir.

Hanefilere göre: Kadın ya da erkeğin her birinin tam ehliyet sahibi (yani baliğ: Akıllı ve hür) olmaları halinde evlilik akdine vekil tayin etmele­rinin sahih olduğunu söylemişlerdir. Çünkü kadın onlara göre kendi ken­dini evlendirebilir. Hal böyle iken başkasını da akte vekil tayin edebilir. "İnsanın kendisinin yapması caiz olan tasarruflar için başkasını vekil ta­yin etmesi de caizdir. Eğer bu iş niyabeti kabul ediyorsa" fıkhi kaidesiyle amel ederler. Tevkil (vekil tayin etme) söz ya da yazıyla sahih olur. İttifakla tekvilin yapıldığı anda şahid bulunması şart koşulmaz. Ancak ilerde her­hangi bir inkarın olması ihtimalinden korkularak ihtiyat kabilinden veki­lin şahit bulundurması iyi olur. Cumhura göre yani Hanefilerden başka kadının velisi dışında kimseyi evliliğe vekil tayin etmesi sahih olmaz. Çün­kü kadın kendini evlendirme hakkın malik olmadığı gibi, başkasını vekil tayin etme hakkına da sahip değildir. Ancak mücbir veli kadının izni ol­madan başkasını vekil tayin edebilir. Çünkü o, kadını izni olmadan da ev­lendirme hakkına sahiptir. Kocasının tayin edilmesi de şart değildir. Tev­kilin mutlak ya da mukayyet (kayıtlı şartlı) olması caizdir. Mukayyed. Biz­zat bir adamla evlendirmesi için vekil tayin etmek; mutlak ise vekilin razı olduğu ve istediği erkekle evlendirmeye vekil tayin etmektedir. Veli kendisi gibi erkek, baliğ, hür, müslüman olan ve hac ya da umre dolayısıyla ih­ramda olmayan ve aklı zayıflığı bulunmayan kimseyi vekil kılar. Mücbir olmayan veliye gelince: Şafiilere göre bu çeşit velinin kadının izni olmadan başkasını vekil tayin etmesi caiz değildir. Eğer kadın izin verirse vekil ta­yin eder. Yasaklarsa tayin etmez. Eğer kadın "beni evlendir" derse, sahih olan görüşte bu durumda vekil tayin etme hakkı olur. Çünkü o izinle vela­yete tasarruf edebilir. Vasi kayyum gibi olur. Her ikisi de izinsiz vekil tayin etme hakkına sahiptir. Eğer mücbir olmayan veli nikah hususunda kadın­dan izin istemeden önce vekil tayin ederse sahih olan görüşe göre sahih olmaz. Çünkü bu durumda o kendi başına evlendirme hakkına da sahip olmadığı gibi başkasını vekil tayin etme hakkına da sahip değildir. İhtiyarı velilik söz konusu edilen tüm veliler için -zikr ettiğimiz tertibe göre- sabit­tir. İhtiyarı velilik, ancak dul kadının evlendirilmesinde söz konusudur. Bu nedenle dul kadının velileri, onun iznini almadan nikah akdi yapamaz­lar. Daha önce zikr ettiğimiz, dul kadının izni alınmadan nikah akd edil­mez hadisi bunun delilidir. Bir de bu hadis de buna delildir.

 Dul kadın, kendini evlendirmekte velisinden daha yetkilidir. [85]

Dul kadının izninin alınmasının nedeni, dul kadının evliliğin ne ol­duğunu bilmesidir. Bunun için dul kadın evlenmeye zorlanamaz. Çünkü dul kadın beni evlendirin veya 'ben evlenmek istiyorum' demekten çekin­mez. Fakat bakire kız böyle değildir. O açıkça 'beni evlendirin' demeye utanır. [86]

Yetim olan bakire kızın evlenmesinde onun zatından veli tarafından emir istenir. Eğer o bakire yetimin sukutu olursa o sükut onun iznidir.

Eğer bu evlenmekten vazgeçse o zaman evlendirmesi caiz değildir. Başka bir rivayete göre de şöyledir: Yetimin nefsinden izin istenir ve o onun ikra­rıdır. Kadının velisinin, kadını salih kimselere teklif etmesi sünnettir. Bu Hz. Şuayb'm sünnetidir. Hz. Şuayb kızını Hz. Musa'ya teklif etmiştir.

Evlilikte denklik (küfüv) lügatta denklik (kefaet) "Benzerlik ve eşitlik" manasındadır. "Filan filana denktir." denildiğinde onunla eşittir, demektir. Rasulullah (s.a.v.) m hadisinde ise şöyle denilmektedir. "Müslümanlanla-nn kanlan birbirine denktir." Yani eşittir. Ali (r.a) den Ebu Davud, Nesai ve Ahmed rivayet etmişlerdir. Onlardan düşük seviyeli olanın kanı yüksek seviyeli olanın ki gibidir. Allah Teala'nn ayetinde ise şöyle buyrulmaktadır.

"Hiçbir şey ona denk değildir. [87]

Fıkıh alimlerinin ıstılahında hususi durumlarda ayıbın olmaması için eşler arasında benzerlik olması, manasındadır. Malikilere göre bunlar, din ve haldir. (Yani kadına muhayyerlik (tarcih) hakkı veren ayıplardan salim olmaktır) cumhura göre ise din, soy, hürriyet, meslek (ya da sanat) tır. Hanefiler ve Hanbeliler bunlara varlıklı olup olmamayı (ya da malı) da eklemişlerdir. [88]

Denklikten maksad evlilik hayatında istikrarın olması ve eşler ara­sında mutluluğun tahakkuku için bir takım toplumsal meselelerde eşitli­ğin sağlanmasıdır. Ta ki, kadın ve velileri örfi olarak kocayla ayıplanma­sınlar. Fıkıh alimlerinin denkliğin şart koşulmasında iki görüşü vardır. [89]

Hasan el-Basri ve Hanefilerden el-Kerhi gibi bazı alimlerin görüşü şöyledir: Denklik aslında şart değildir. Denklik evliliğin ne sıhatinin ne de lüzumunun şartıdır. Koca, kadına ister denk olsun ister olmasın evlilik sahih ve bağlayıcı olur. Bu hususta aşağıdaki delilleri ileri sürmüşlerdir: Rasûlullah (s.a.v.) in hadisinde şöyle belirtilmektedir:

İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittirler. Arab'ın Aceme (Arap olmayana) bir üstünlüğü yoktur. Fazilet (üstünlük) takva iledir."

Sehl b. Said'ten ibnilal yakın bir ifade ile rivayet etmiştir. Bu hadis mutlak eşitliğe, denkliğin şart olmadığına delalet etmektedir.

Allahü Teala ise şöyle buyurur:

Biliniz ki Allah katında en iyiniz, takvası en ziyade olanınızdır." Şeref, soy ve neseple değildir. [90]

O, sudan bir beşer yaratıp da onu soy sop yapandır. [91]

Hadis-i şerifte de "Arabm Aceme üstünlüğü ancak takva iledir" buyurulur. Bunun cevabı şöyledir: Takva ile birbirlerinden üstün olabilirler, Fakat örf ve adetlerine dayalı olan şahsi ölçülerde kuşkusuz insanlar bir­birlerinden ayrıdırlar. Örneği servet ve rızkta farklıdırlar.

Yüce "Allah nzık bakımından bir kısmınızı bir kısmınızdan üs­tün kıldı.[92] "Allah iman edenlerinizi yükseltsin. Kendilerine ilim verilen için ise (cennette) dereceler vardır. [93]

Şu halde şeriatte dinin özüne ve usullerine ters düşmeyen fıtrat, örf ve adetlerle çatışmaz. Zira Ebu Hureyre'nin rivayeti buna şahiddir.

Ebu Hureyre'den Ebu Hind, Peygamber (s.a.v.) in başından kan al­mıştı da Peygamber (s.a.v.) kendisine şöyle buyurmuştu: (Ey Beyade oğul­lan! Eğer isterse, ona (Ebu Hinde) sizden bir kadın olup onu evlendirin ve onun kızları ile de evlenin ve ilave ederek (eğer ilaç olarak kullandıkları­nızda fayda varsa, kan aldırmakta da vardır.) demişti.

Ebu Davud, Hakirn, Şafıiler iffet ve namus bakımından da denkliği şart koşarlar. Hanefılere göre, zenginlik ve fakirlik huşunda da evlenenle­rin birbirine denk ve küfüv olması lazımdır. Ancak dinden başka ve nika­hın feshini gerektiren hususlardan başka olan yerlerde denlik meveud ol­mazsa, nikah fasid olur manası anlaşılmamalıdır. Bu şartlar, nikahın ke­mali ve evlilik hayatının daha mesud olabilmesi için ileri sürülmüştür. Buna binaen, dinden başka hususlardaki denkliğin meveud olmadığı ha­dislerde, nikah akdinin batıl olduğuna hükm yine sahihtir.

Hz. Aişe "Peygamber (s.a.v.) in kendisi ile altı yaşında iken nikahlan­mış dokuz yaşında iken evlenmiş. Dokuz sene de (irtihaline kader) evlilik hayatını sürdürmüş olduğunu söylemiştir. [94]

"Bilal (r.a.) Ensar'dan olan bir kavimden evlenme isteğinde bulundu. Onlar da onu evlendirmeyi reddettiler. Rasûlullah (s.a.v.} da ona şöyle de­di: "Onlara deki: Rasûlullah (s.a.v.) size beni evlendirmenizi emrediyor: Denklik olmadığı halde Rasûlullah (s.a.v.) onlara Bilal'i evlendirmelerini emretmiştir. Eğer denklik muteber olsaydı emretmezdi; çünkü denk olma­yan biriyle evlenmek emredilmiştir.

Ebu Huzeyfe (r.a.)'nin ensardan bir kadının kölesi olan Salim'i kar­deşinin kızı Hind binti'l-velid b. Utbe b. Rebia ile evlendirmesi de bunu te-kid etmektedir. Aynı şekilde Rasulullah (s.a.v.) ilk muhacirlerden ve ku-reyşli bir kadın olan ve el Dahhak bin Kays'ın kız Kardeşi Fatma'ya: "Usa-me ile nikahlan diyerek Usame ile evlenmesini emretti. Darakutni de Ab-durrahman b. Avfın kız kardeşinin Bilal'in nikahı altında olduğunu riva­yet etmiştir. Cinayetlerde kanlar eşittir. Yüksek seviyeli (şerefli) olan dü­şük seviyeli, alim olan da cahil olan karşılığında öldürülebilir. Evlilikte denkliğin olmayışı da buna kıyas edilir. Eğer denklik cinayetlerde muteber değilse, evlilikte daha öncelikli olarak muteber kabul edilmez. Buna şöyle cevap verilmiştir: Bu meseleyi farklı bir şey ile kıyas etmek olur. Cinayet meselelerindeki kısas eşitliği yaşama hakkını koruma ve insanların yararı­na yönelik bir iş olmasındandır. Ta ki, yüksek mevki sahibi ya da soylu ki­şiler kendilerinden en alt seviyede olup denk olmayanı öldürmek cesareti-rini göstermesinler. Fakat evlilikte denklik eşler arasında uyum ve sevgi içinde beraberliğin sürekliliği gibi eşlerin maslahatlarının gerçekleşmesi içindir. Denklik şart koşulmadıkça bu maslahat (yarar)lar da gerçekleşe­mez. Fakihlerin, cumhuruna göre (dört mezhep de bunların içindedir) akıl ve sünnet delillerine nazaran denklik evliliğin lüzumunda şarttır. Sıhhati­nin şartı değildir.

a. Sünnetteki deliller: Hz. Ali'nin Hadisi:

Hz. Peygamber (s.a.v.) Ali'ye dedi ki: "Üç şey geciktirilmez." Vakti gelmiş namaz, hazır bulunan namaz, dengi bulunan namaz. Dengi bulu­nan namaz, dengi bulunan bekar kadın" [95]

Cabir'in hadisi: "Dengi olanlardan başksıyla kadınları nikahlamayı­nız, velilerden başkası onları (kadınları) evlendirmesin, on dirhemden az mehir yoktur (olmaz). [96]

Ebu Hatim el-Müzeni'nin hadisi: "Dinini ve ahlakını beğendiğiniz (kabul ettiğiniz) biri size gelirse, onu evlendiriniz. Eğer bunu yapmazsanız. Yer yüzünde büyük fitne ve fesat meydana gelir." [97]

Hz. Ömer ve Aişe'nin hadisi: "Soylu kadınlar denk olanlardan baş­kasıyla evlenmelerine mani olurum. Darakutni rivayet etmiştir. [98]

Alimler peygamberlerin varisleridir." Hadisi ve "insanlar altın gümüş madenleri gibi madendirler. Cahiliyet döneminde hayırlı olanlar eğer dinde bilgi ve anlayışları ilerlemiş (Fakih) olurlarsa islamda hayırlıdırlar. Hadisi Muttefakun aleyh'tir. [99]

İmam Şafii der ki: Nikahta denkliğin delili Bureyde'nin hadisidir. Ne­bi (s.a.v.) cariye Hürriyetine kavuştuktan sonra -ki kocası köle îdi- kocası artık kadına denk olmadığı için seçme (tercih) hakkını ona verdi. Kemal İbni Humam şöyle demiştir: [100]

Zayıf olan bu hadisler bir çok yoldan gelmiş. Birbirlerini kuvvetlen­direrek, şahitler ve destekleyici rivayetleri ile hüccet olmuştur, manası doğru ve Hz. Peygamber (s.a.v.)den geldiği sabit olduğu için hasen derece­sine yükselmiştir. Bu kadar da yeterli delil teşkil eder. Akli delil aralannda denklik olmadıkça genellikle eşler arasında maslahat gerçekleşmez. Çün­kü soylu olan kadın soylu olmayan erkekle yaşamayı istemez. Bu nedenle kadın açısından değil, erkek açısından denkliğin olmayışından etkilenmez. Genellikle gelenek ve göreneklerin kadınlar üzerinde önemli etkisi olur. Kocası ona denkk olmazsa evlilik sürdürülmez ve aralarındaki sevgi bağla-n çözülür. Aile başkanı olan kocanın takdir ve önemi kalmaz. Aynı zaman­da kadının velileri soylarında, saygınlıklarında ve dinlerinde kendilerine uygun olmayanla akraba olmayı istemezler ve ondan dolayı ayıplanırlar. Böylelikle akrabalık bağlan çözülür ya da zayıflar. Evliliğin toplum hayatındaki amacı gerçekleştirilemez ve beklenen sonuçlar elde edilmez. Mısır, Suriye ve Libya gibi islam ülkelerinin çoğunda geçerli görüş budur. Buna göre bu durumda İmam Malik'in görüşünü seçmek gerekir. Oda yalnız din ve hal yönünden denkliktir. Yani evlilikte kadına tercih hakkı verilmesini gerekli kılan ayıplardan salim olmaktır. Şu halde hal soy sop anlamındaki olan hal değildir. Hasep nesep (soy sop) bakımından denklik sadece men-duptur. Çünkü Cumhurun delili ve hadisleri zayıftır. En kuvvetli delili örfe dayalı olan aklı delildir. Eğer insanlar arasındaki örf zamanımızda olduğu gibi denkliğin göz önünde bulundurulmaması ise ve eşitlik ilişkilerin temel unsuru olmuş ise ve kabilecilik anlamını yitirip tabaka (sınıf) ayrımı in­sanlar arasında ortadan kalamamış demektir. Denlik, Hanefilerde genel olarak lüzum şartı sayılır. Ancak sonra gelen alimlerin fetvalarına göre: Denklik bazı hallerde evliliğin sıhhatin şartı bazı hallerde infazının yani yerine getirilmesinin, bazı hallerde de lüzumunun şartıdır. Akıllı ve buluğa ermiş kadın kendini denk olmayan biriyle veya fahiş bir aldanışla evlendi­rir ve kendisine baba tarafından akraba olan asabeden, bir veli akitten ön­ce bu evliliği kabul etmezse, ne ilzam edici (bağlayıcı) olur ne de buluğ sonrası rızaya bağlı olarak sahih olur. Denkliğin kadının ve velilerin hakkı olduğunda fakihler ittifak etmişlerdir. [101]

Eğer kadın denk olmayan biriyle evlenirse, velileri fesh etmeyi iste­meye haklan vardır. Veli de kadını denk olmayan biriyle evlendirirse kadı­nın fesh etme hakkı vardır. Keşşafü'l-kma'da belirtildiği gibi denklik kadın ve bütün veliler için bir haktır. Eğer baba kızını dengi olmayanla evlendi­rirse rızasıyla da olsa kızın kardeşlerinin bu evliliği fesh etme hakları var­dır. Çünkü dengi olmayanla evliliğin getireceği utanç hepsi için söz konu­sudur. Onlara göre denkliğin akitten sonra bozulması halinde artık evliliği fesh etmek velilerin değil de kadının hakkıdır. Çünkü velilerin hakkı akdin başlandıcında söz konusudur. Devamında değil. Bu görüş diğer mezheple­rin aksine olan bir görüştür. Oysa cumhura göre denklik akdin başlangı­cında söz konusudur. Akitten sonra bozulmasında bir zarar yoktur. Eğer erkek akit sırasında denk olup sonra denk olmaz ise akit fesh edilmez. Eğer yakın veliler mesela öz kardeşler gibi birden fazla olursa ve bazısı ev­liliğe razı olurken bazısı olmazsa bazılarının razı olması İmam Ebu Hanife ve Muhammed'e göre ötekilerin hakkını düşürür. Çünkü bu bir tek haktır. Parçalanma kabul etmeyen bir haktır. Eğer bazısı affederse Ötekilerin hak­kı düşer bu hususta bir topluluk için sabit olan kısas hakkına kıyas edi­lir. Çünkü bu hak parçalanan kabul etmeyen bir haktır. Eğer bazısı affe­derse ötekilerin hakkı düşer. Maliki, Şafii, Hanbeliler, Ebu Yusuf ve Zü-fer'e göre bazı eşit veliler razı olursa Ötekilerin itiraz hakkı düşmez, demiş­lerdir. Çünkü denklik hepsi için sabit olan müşterek bir hakdır. Ortak bir borçta ortaklardan biri hakkından vazgeçerse bu ötekilerin hakkını düşür­mediği gibi, bunada denkliğin müşterek borçla kıyas edilmesi kıyası maal farık (farklı bir kıyastır) şeklinde cevap verilmiştir. Çünkü borç parçalan­mayı kabul eden bir haktır. Denklik hakkı ise bölünmeyi kabul etmez. Hanbelilere göre, velilerin eşit ya da farklı derecelerde olmaları arasında bir fark yoktur. Çünkü denklik onlara göre hepsinin hakkıdır. Fakihlerin cumhura göre denklik erkekler için değil kadınlar için istenir. Bunun ma­nası şudur: Denkli kadınlar için erkeklerde aranır. Bu, erkeğin değil kadı­nın menfaatine bir haktır ve erkeğin kadınla eşit veya denklik bakımından ona yakın olması şart koşulur. Kadının ise erkeğe eşit ya da yakın olması şart koşulmaz. Bilakis kadının denklikte erkekten daha aşağı bir konum­da daha aşağı olması sahihtir. Çünkü erkek kendisinden daha aşağı ko­numda olan kadın sebebiyle ayıplmaz. Ama kadın ve onun akrabaları ken­dilerinden daha aşağı bir konumda olan erkek sebebiyle arlanırlar. Ancak aslında iki mesele iki hususta kadının denk olması şartı aranır ki bu iki durumu daha öncede açıklamıştık. Birincisi, baba veya dededen başkası­nın ehliyeti bulunmayanı veya eksik ehliyetli olanı evlendirmesi yahut bu durumdaki bir erkeği daha akit yapmadan önce bile kötü tercih yapmasıy­la tanınan baba veya dedenin evlendirmesi, bu evliliğin sıhhati için kadı­nın erkeğe denk olması şarttır. İkincisi, erkeğin, kadını evlendirsin diye başkasına mutlak vekalet vermesi, akdin geçerli olabilmesi için, Malikiler ile Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre kadının kocaya denk olması şarttır. Fakihler denkliğin özelliklerinde farklı görüşler beyan etmişlerdir. Maliki-lere göre bunlar din ve haldır. Yani seçme için tesbit edilen ayıplardan sa­lim olmak değildir. Yalnız İmam Muhammed'e göre ilk üçünde denklik aranır. Şafiilere göre: Beştir: Din (veya iffet), hürriyet, soy, tercih hakkında geçerli olan ayıplardan salim olmak ve meslek, Hanbelilere göre de beştir: Din, hürriyet, soy, zenginlik (mal) ve sanat yani meslek. [102]

İmamların hepsi din yönünden denkliğin aranması hususunda itti­fak etmişlerdir. Malikilerin dışındakiler hürriyet, soy ve meslekte ittifak et­mişlerdir. Malikiler ve Şafıiler tercih hakkı için tesbit edilen ayıplardan sa­lim olmada ittifak etmişlerdir. Zahir olan rivayete göre, Henefıler ve Han­beliler mal (varlık) da ittifak etmişlerdir. Hanefiler ise usûlün ana babanın Müslüman olması gerektiği görüşünde diğerlerinden ayrılmışlar,

 

1. Din Veya İffet Ya Da Tekva:

 

Bundan kasd edilen dini hükümlere doğru ve salih olmaktır. Fasık ve Fücur ehlinden olan kızma veya kendisi ve ailesi dindar ve iyi ahlaklı °lan kadına denk değildir. Adam ister fışkını açıkça ortaya koyar ya da gizleyen biri olsun hüküm aynıdır. Yalnız fısk amellerinden şunu yaptı di­ye hakkında şehadette bulunulması gerekir. Çünkü fasık şahitliği ve riva­yeti kabul edilmeyendir. Bu onun insanlığının bir eksikliğidir. Çünkü ka­dın kocasının nesebinin düşüklüğünden daha çok onun fasık olmasıyla ayıplanır. Fasık adam, adalet sıfatına sahip kadına ittifakla denk olmaz. Bunun delili: "Öyle ya! Mümin olan, hiç Fasık (kafir) olan gibi olur mu? Onlar hiçbir zaman eşit olmazlar. [103]

"Zina eden bir erkek, zina eden bir kadından başkasınıı nikahla­maz. [104] ayetleridir.

Bu iki ayetipn delil olarak Öne sürülmesi tenkid edilmiştir. Birinci cinayet mümin ve kafir hakkındadır. İkinci ayet ise nesh edilmiştir. Şu halde fasık adam, salih olan babanın salih olan kızına denk olamaz. An­cak fasik bir babanın fasık olan kızma denk olabilir. Salih bir babanın fa­sık olan kızıda böyledir. Çünkü kızıyla kendisine gelecek olan ayıp, dama­dından gelecek ayıptan daha büyüktür.

 

2. İslam:

 

Cumhur görüşünün aksine, Hanefilerin Arap olmaynlarla ilgili ola­rak tek kaldığı şarttır. Bundan da kasd edilen usûlün yani babalrn müs­lüman olmasıdır. Baba ve dedesi Müslüman olan iki babası Müslüman olana denk değildir. Çünkü nesebin tamamı baba ve dede iledir. Ebu Yu­suf ise teki Müslüman olanı da iki gibi kabul etmiştir. Sadece kendisi müslüman olan, bir babası Müslüman olana denk değildir. Çünkü mevali (Arap olmayanjlar arasında iftihar edilecek bir şey varsa o da islam ile belli olur. Zira kişinin tanınması baba ve dede ile tam olur. Bu özellik Arap olmayanlarda muteber değildir. Çünkü Müslüman olduktan sonra onların iftihar sebepleri islamlıklarıdır. İslam onlann soyun yerine alan şerefi olmuştur. Fakat araplarda babalann Müslüman olmasında dolayı denk olmak muteber değildir. Çünkü Araplar şovlarıyla övünürler. Baba­larının Müslüman olmasıyla övünmezler.Babası Müslüman olmayan Müslüman bir arap, Müslüman babası ve dedeleri olan Müslüman arap kadına denktir.

 

 

3. Hürriyet:

Cumhur (Hanefi, Şafii ve Hanbeliler)e göre denklik şartlanndandır. Bir köle kısmen olsa bile-özgür bir kadına sonradan hür olmuş olsa bile denk değildir. Çünkü kölelik kişi için bir noksanlıktır. Kendi kazancında tasarruf hakkına sahip değildir ve ona malik değildir. Çünkü hür olanlar kendilerinden mevki ve soy bakımından düşük olanlarla akraba olmakla ayıplandıkları gibi, kölelerle akraba olmakla da ayıplanırlar. Hanefıler ve Şafiiler aynı zamanda aslın (baba ve dede) hür olmasını, şart koşmuşlar­dır. Babalarından biri köle olan babası hür olan veya babası önce köle olup sonradan hür olan birine denk değildir. İki babası hür olan bir baba­sı hür olana denk değildir. Hanefıler ve Şafiiler şunu eklemişlerdir. Aslen hür olan bir kadına sonradan hür olan (azat edilmiş köle) denk değildir. Çünkü hür olanlar, kölelerin akrabalığıyla ayıplandıkları gibi, sonradan hür olanlar, kölelerin akrabalığıyla ayıplanırlar. Hanbeliler ise şöyle dedi­ler: Sonradan hür olan erkeğin tamamı hür olan kadına denktir. Malikiler ise hürriyeti denklik için şart koşmamaktadırlar. Racih olan görüşe göre köle hür olan kadına denktir. Çünkü bu îbnü'I-Kasım'in görüşüdür. Çün­kü şeriatin hükümlerinde insanlar arasında rekten dolayı ayrım yapmak yoktur. Ülke örfü diye dayandığı şey, şeriatın esaslanna aykırı olduğun­dan ya da şeriatın kabullenmediği nefsi arzu ve özel eğilimlere dayalı oldu­ğundan fasit bir örftür.

 

4. Soy (Nesep):

 

Hanbeliler nıansıb (mevki) diye adlandırırlar. Soydan kasd edilen, insanın baba ve dedelerden oluşan usulü (ataları) ile olan bağlantıdır. Ha­sep (şan, şereflise, atalann sahip oldukları övgüye değer özellikler veya de­delerin gurur duydukları şeylerdir. İlim, cesaret, cömertlik ve tekva gibi, soylu olmak hasebi (şeref ve hürmeti) gerektirmez. Fakat Hasep soyluluğu gerektirir. Soydan kasıt kişinin babasının belli olmasıdır. Belli bir soyu ol­mayan sokakta bulunmuş biri köle olmamalıdır. Malikiler soyda denkliği kabul etmektedirler. Fakat Hanefiler soyu sadece araplarla evliliğe mah­sus kılmışlardır. Çünkü soylarını muhafaza etmeye onlar özen göstermiş onunla övünmüş, onunla birbirlerini yermişlerdir. Ancak (arap olma­yanjlar soylarını muhafazaya önem vermemiş ve iftihar vesilesi soymamış-lardır. Bunun için onlarda hürriyet ve İslama itibar edilmiştir. Hanefilere göre en doğru olan; yabancı (acem) erkek isterse alim ya da sultan olsun arap kadına denk değildir.

Bu görüşe göre Hz. Ömer şöyle demiştir.

"Hasep sahibi olan kadınların denk olanlardan başkasıyla evlenme­sine mani olurum."

Helal ve Darakutni rivayet etmişlerdir. Cumhurun delili ise şu ha­distir: "Araplar birbirlerine denktirler, kabile kabileye, adam adama, raevalıler (Arap olmayanlar) de birbirlerine denktirler. Yalnız dokumacı ve ha­camatçılar bunun dışındadırlar. Bu hadis munkatı bir hadistir. [105]

Doğrusu neseb denklikte muteber değildir. Maliki görüşü bu zama-a göre uygundur. Çünkü islam'ın ana özelliği insanları eşitliğe davet etmek, ırk veya unsur ayrımına ve cahiliye döneminin kabilecilik ve soy da­valarına karşı, savaş olmuştur. Çünkü islamın Arap olmayan insanlar arasında yayılması bu ana meziyet ve üsütünlüğe dayanması seebebiyle-dir. Veda haccının ilan ettiği gerçekte açıktır. İnsanların hepsi Hz. Adem'in oğludur. Arabın Aceme takvadan başka bir üstünlüğü yoktur. Cumhurun dayandığı hadis zayıftır. Kureyşi diğer Araplara üstün saymak, sonra Araplan Acemlere üstün sayma anlayışı doğru değildir ve aynı zamanda sünnetten hiçbir şey de buna delalet etmemektedir. Tam bunun aksi sün­nette bulunmaktadır.

Çünkü Peygamber (s.a.v.) iki kızını Osmanla; diğer kızı Zeyneb'i E-bu'l-As İbni Rabi 'ile evlendirdi1 her ikisi de Abdu Şems oğullanndandirlar. Hz. Ali kızı Ümmü Gülsüm'ü H. Ömer'le evlendirdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) halası kızı Zeyneb'i ki Kureyşlidir. Zeyd b. Harise ile evlendirdi. Zeyd ise azad edilmiş kölelerden idi. Usame b. Zeyd, Kureyş'ten Fatıma binti Keys ile evlendi. Kocası Ebu Amr b. Hafs b. el-Muğire onu boşadıktan sonra bu kadın Rasulullah'a Muaviye ve Ebu Cehm'in kendisini istediklerini haber vermişti. Rasulullah (s.a.v.) de şöyle dedi: "Fakat Ebu Cehm sopasını omuzundan indirmez. Muaviye ise malı olmayan bir fakirdir. Sen Usame b. Zeyd ile evlen, "Fatıma binti kays'tan Müslim rivayet etmiştir. [106]

Çünkü Acemler ve Mevaliler birbirlerinden üstün ve daha şerefli ol­salar bile birbirlerine nikahta denk (küfüv) sayılırlar araplar da öyledirler. Araplar soya önem verip bununla övündükleri gibi Arap olmayanlar da soylanna önem verir. Onlarda kadın soy ve şeref bakımınddan eşit olma­yanla evlendiğinde ayıplanırdı.

 

5. Mal Veya Zenginlik:

 

Bundan maksad zevcenin nafakasını sağlama ve mehri vermeye gü­cü yetmektir. Zenginlik ve servet değildir. Eli dar olan erkek, hali vakti ye­rinde olan kadına denk değildir. Hanefilerin bazısı bir aylık nafakaya gücü yetmekle sınırlı tutmuştur. Bazıları da nafakayı kazanabilmeye gücünün yetmesini yeterli bulmuşlardır Hanefıler ve Hanbeliler denklikte mal varlı­ğını şart koşmuşlardır. Çünkü Peygamber (s.a.v.) geçen hadiste Fatıma binti Kayşa söylemiş olduğu söz bunu kasd etmiştir. Zira insanlar soy ile övündüklerinden daha çok mal ile övünürler. Zira varlıklı olan kadın, na­fakasını ve çocuklarının geçimini karşılayamayacak kocasının fakirliğin­den zarar görür. Bu yüzden nafakayı karşılayamaması halinde fesh etme hakkına maliktir. Zira malı bakımında halinin iyi olmayışı insanların ör­fünde bir eksikliktir. Malikiler ve esah olan görüşlerinde Şafiiler şöyle de­mişlerdir: Varlıklı olmak denkliğin özelliklerinden sayılmaz. Çünkü mal geçici bir gölgedir. Devamlı olmayan bir haldir. Zenginliğin devamlılığı yok­tur. Mal gider, gelir. Fakirlik dinde şereftir. Zira cenab'ı hakkın habibi ve edib'i şöyle buyurmaktadır: "Allah'ım beni miskin (fakir) olarak yaşat ve miskin olarak öldürenesin" hadisini Tirmizi rivayet etmiştir.

 

6. İş, Meslek Veya Sanat:

 

Bundan kasıt, kişinin rızkını ve geçimini sağlamak için yaptığı iştir. Hükümet işlerinde vazifeli olmak (memuriyet) da aynıdır. Malikilerden başka cumhura göre: Mesleği denkliğin özelliklerinden saymıştır. Kocanın veya ailesinin mesleği kadının veya ailesinin mesleğine denk olmalıdır, Düşük bir meslek sahibi olan (Hacamat, dokumacı, temizlikçi (çöpçü) hay­van pisliği taşıyan, bekçi, çoban gibi) yüksek bir meslek sahibi olan ada­mın (tacir, kumaşçı (yani kumaş ticareti yapan) ve terzi gibi) kızına denk değildir. Örfe göre tüccar ve kumaşçının kızı alim ve hakimin kızına denk değildir. Zalimlerin tebası ve adamları olan ise herkesten düşüktürler. Kü­für ehli ise birbirlerine denktirler. Çünkü denkliğin göz önünde bulundur­ması eksikliği ortadan kaldırmak içindir. Küfürden de daha büyük bir ek­siklik yoktur. Mesleklerin sıralanmasında esas olan örftür. Bu da zamana ve mekana göre de değişir. Bir meslek bir zamanda düşüük diğer bir za­manda ise şerefli bir meslek halini alabilir. Bir meslek memleketin birinde kıymetsiz öbüründe ise saygın olabilir. Malikiler mesleği denkliğin Özelli­ğinden saymazlar. Çünkü bu, dinde bir eksiklik değildir. Mal gibi bağlayıcı bir Özellik de değildir. Bunlar her biri zayıflık, hastalık, canlılık ve sıhhata benzer, buna göre en doğru görüş de budur. Nikahta tercih hakkına sahip olmaya yol açan ayıplardan salim olmak: Delilik, cüzzam ve alaca hastalığı gibi. Malikiler ve Şafiiler bunu denkliğin özelliklerinden kabul ederler. Kendisinde bu ayıplardan biri bulunan kimse ister kadın ister erkek olsun ayıpsız olana denk değildir. Çünkü nefis böyle ayıpların kendisinde bulun­duğu kişiye birlikte olmak istemez. Böylelikle nikahın amacı bozulur. Ha-neftler ve Haneftler ayıplardan salim olmayı denkliğin şartlarından say­mazlar. Fakat velilere değil kadına tercih, seçme hakkını tanırlar. Çünkü ayıbın zaran sadece onunla ilgilidir. Velisi de kadının cüzzamlı, alacalı ve deli olan biriyle evlenmesinemani olabilir. Bu görüş en doğru olanıdır. Çünkü denkliğin özelliği kadın ve veliler için ortaklaşa haktır. Denkliğin özellikleri bunlardır. Fakat bunların dışında kalan güzellik, yaş, kültür, memleket, evlilikte tercih hakkı doğmasına yol açmayan diğer ayıplar (kor­luk, kesiklik ve yüz çirkinliği) gibi Özellikler muteber değildir.

Çirkin güzele, yaşlı gence, cahil kültürlüye veya okumuş olana, köy­lü şehirliye, hasta sağlam olana denktir. Fakat en münasibi bu özelliklerin birbirlerine yakın olmasına, özellikle de yaş ve kültür konusuna dikkat et­mektir. Çünkü bumların varlıkları eşler arasında uyumun gerçekleşme­sinde daha etkidir. Yoklukları da anlaşmazlık ve köklü ihtilâfa sebep olur. Bakış açılarının olayları değerlendirmelerinin, evlilikte amacı gerçekleştir­me ve mutluluğun farklı olmasına yol açar. Semavi bir dine bağlı olmayan kadın: Bir Müslümanin müşrik bir kadınla evlenmesi helal değildir. Müş­rik kadın Allah'a başka şeyleri ortak koşan, örneğin puta, yıldızlara, ateşe ya da hayvana tapan kadındır. İnkarcı ya da materyalist kadın da müşrik kadın gibidir.

Materyalist kadın, Allah'ın varlığını inkar eden maddeyi ilah diye ka­bul edip semavi dinleri reddeden kadındır. Semavi din: İndirilmiş kitabı ve gönderilmiş peygamberi olan dindir. Kominist, Bahaii ve Kadiyani olan ka­dınlar bu cümledendir. Bunun delili şu ayeti kerimedir.

"Ey iman edenler! Allah'a ortak koşan kadınlarla, onlar iman et­medikçe evlenmeyin. İmanı olmayan bir kadın sizi imrendirse bile. İman etmiş cariye elbette ondan daha hayırlıdır. [107]

Hanefiler, Şafiiler ve diğerleri mürted kadını da müşrik kadınla bir mütalaa etmişlerdir. Ne müslüman ne de kafir hiçbir kimsenin bununla evlenmesi caiz değildir- Çünkü böyle bir kadın islam milletini terk etmiş ve irtıdada karar kılmıştır. O ya ölecek ya da İslama dönecektir. Aynı zaman­da irtidad ölüm manasınadır. Ölü ise evlenilmesi mümkün olmayan kim­sedir. Şu halde putperest ve mecusi gibi kitapsız bir kadınla nikahlanmak cumhuri fukuha ile helal değildir. Müşrik ve benzeri kadınlarla evliliğin haram kılınmasının sebebi karı-koca arasındaki inanç farklılığının endişe ve ızdıraba, karşılıklı nefret duygularına yol açmasıdır. Müslüman bir ka­dının bir kafirle kitabi, olan bir erkeğin bir müslüman kadınla evlenmesi icma ile haramdır. Bunun gibi putperest ve mecusi'nin de Müslüman bir kadınla evlenmesi yine icma ile haramdır. Çünkü islanıi ölçülere göre ka­firlerin müminlerle dostluğunu ve velayetini ortadan kaldırmıştır. Ayeti kerimede bu husus çok bir net olarak ifade edilmiştir.

Allah elbette kafirler için müminler aleyhine bir yol imkan ve delil verecek değildir. [108]

Eğer kafirin mümin bir kadınla evlenmesine cevaz verilseydi bu du­rumda kafir için mümin aleyhine bir imkan verilmiş olacaktı; buda caiz değildir. Kitabi olan kadın yahudilik ve Hristiyanlık gibi bir semavi dine i-man eden kimsedir. Yahudiler Tevrat'a, hristiyanlar da İncil'e inanmakta­dırlar.

Bizden önce yahudilerle hristianlara indirilen kitap, konuştu­ğunuz dilde olmadığından onu okumaktan gafilleriz, deriz." [109]

Ulema kitabî olan kadınlarla evliliğin mubah olduğu hakkında icma etmişlerdir.

Bugün temiz ve pak nimetler size helal kılındı. Kenmdilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helal olduğu gibi sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir. Namuslu, zina yapmamış ve gizli dostlar edinmemiş olduğunuz halde, müminlerden hür ve iffetli kadınlarla sizden önce kendilerine kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınları, mehirlerini verip nikahlayınız. Onlar size helaldir." [110]

Ayetteki "muhsenat" kelimesiyle hür ve iffatli kadınlar kast edilmiş­tir. Ayrıca insanların iffetli kadınlarla evlenme arzusunda olacaklarını, ka­rı-koca arasındaki sevgi ve sükunetin sağlanması için bunun gerekliliğine işaret edilmektedir. Çünkü sahabe de zimmi kadınlar ile evlenmişlerdir. Hz. Osman, Naile binti el-Faraf ise el-Kelbiyye ile evlenmiştir ki, bu kadın hristiyandı, sonradan onun yanında islamı kabul etti. Huzeyfe, Medain ehlinden bir yahudi kadınla evlenmiştir.

Cabir'e (r.a.) bir Müslüman erkeğin yahudi veya hristiyan bir kadın­la evliliğinin hükmünü sordular: "Onlarla Sa'd İbni Ebi Vakkas ile beraber Küfe'de fetih zamanı evlendik" demiştir. Müşriklerle değil de kitabi olan kadınla evliliğin mubah olmasındaki sebep; bu kadının Müslümanla ev­lenmesi dolayısıyla bazı islamı temel prensiplerle karşılaşması, Allah'a, peygamberlere, ahiret gününe, hesap gününe ve ceza olduğuna iman etme ihtitmalidir. Karı-koca arasında var olan bu temel prensiplerin mevcudiyeti aile hayatının çoğu kere müstakim bir çizgide yürümesinde köprü görevi görecektir. Peygamberlere ve onlara indirilen kitaplara iman ettiği için is­lam'ı kabul etmesi de ümit edilir. Bir müslümamn yahudi ya da hristiyan bir kadınla evlenmesinde bunun tersi duruma nispetle bir takım hikmet­ler vardır. Çünkü müslüman bütün peygamberlere ve ilk sahih şekliyle bütün dinlere İman eder. Bu yüzden kadının inancı ve duygulan bakımın­dan tehlike yoktur. Ama islam'a inanmayan bir gayri müslim ise müslü­man kadına dini bakımdan etki yapacağı ihtimaliyle bir tehlike erzetmek-tedir. Kadın genelde çabuk etkilenen ve yöneltilen durumundadır. Bu yüz­den gayri müslimle evlenmesinde inancı ve duyguları yönünden bir eziyet tehlike söz konusudur.

Hanefiler, Şafıiler ve bir görüşe Malikilere göre bir müslümamn kita­bı zimmi olan bir kadınla evlenmesi mekruhtur. Müslümamn onunla ev­lenmesi en uygun olanın aksini yapmak demek olur. "Ehl'i kitap'tan ka­dınlarla evlenenlere Hz. Ömer (r.a,) onlan boşamalarını söylemiştir. Hu-zeyfe'nin dışındakiler karılarını boşadılar. Huzeyfe, Medain ehlinde bir ya­hudi kadınla evlendi. Hz. Ömer ona yazarak onu boşamasını istedi. O da: Ey Emirü'l-Müminin! Harami? Deyince Hz. Ömer sana ahit veriyorum ki şu mektubumu elinden bırakmadan o kadını boşayacaksın, korkarım ki müslümanlar sana uyar ve güzellikleri dolayısıyla zimmi kadınları tercih ederler bunda ise müslüman kadınlar için fitne vardır." diye yazdı. Harbi olan kadının nikahı ise, Daru'l-Harb'te ise Hanelilere göre onunla evlen­mek haramdır. Zira onunla evlenmek fitne kapısını aralamak olacaktır.

Şafıilere ve Malikilerin bir görüşe göre de mekruhtur. Kitabı ve harbi olan kadınlarla evlenmekte sosyal, milli ve dini zararlar söz konusudur. Ülkelerine müslümanlan ilgilendiren konularda bilgi sızdırabilirler. Evlat­larını islami olmayan inanç ve geleneklere göre yetiştirmek isteyebilirler. Sonra bunları tercih etmek müslüman kadınlara haksızlık olacaktır. On­larla evlenmek suretiyle, müslüman bozuk olabilir. Cassas'ın tefsirinde zikrettiği hadise buna delil olarak gösterilebilir. "Huzeyfe İbni el-Yemanı Yahudi bir kadınla evlendi. Ömer ona yazarak boşamasını istedi. Huzeyfe-de "Kadın bana haram mı?" dedi. Bunun üzerine Ömer ona yazarak; "Ha­yır, ama korkarım onlarda bazı ahlak düşüklükleri sadır olur." Dedi. imam Muhammed bu hadiseyi el-Asar isimli eserinde şu şekilde rivayet eder: Huzeyfe, Medaia ehlinden bir Yahudi kadınla evlendi. Hz. Ömer ona yazarak onu boşamasını istedi. O da: 'Ey Emirü'l-Müminin! Haram mı! de­yince Hz. Ömer, "Sana ahit veriyorum ki şu mektubumu elinden bırakma­dan o kadını boşayacaksın. Korkarım ki, Müslümanlar sana uyar ve gü­zellikleri dolayısıyla zirnmi kadınları tercih ederler. Bunda ise Müslüman kadınlar için fitne vardır." diye yazdı. Bundan Hz. Ömer'in (r.a.) Huzeyfe'yî kitabi olan kadınla bir zarara mebri olarak evlenmekten men attiği anlaşıl­maktadır. Bu zarar ise ya kitabi kadınların ahlak dışı bir harekete bulunmalarından emin olmamak ya da müslüman erkeklerin kitabi olan kadın­lardan emir olmamak ya da müslüman erkeklerin kitabi olan kadınları tercih ederek Müslüman kadınlarla evlenmekten yüz çevirmeleri kokusu­dur. Cumhura göre şartsız caizdir.

Şafıilere göre ise bir kayıtla caizdir."1 Şafıilere göre kitabi kadın he­lal, harbi kadın ise mekruhtur. Kitabi olanla Yahudi ve Hristiyan olan ka­dın kastedilmektedir. Yoksa Zebur ya da Şit, İdris ve İbrahim (a.s.)'e veri­len sahifelere inananlar kastedilmemektedir. Kitabi olan kadın Yahudi ise, nesh ya da tahrif edilmesinden sonra Yahudiliğe dedelerinden hangisinin ilk kez girdiğini bilmemesi veya bu hususta şüphe etmesi şartıyla helal olur. Çünkü o dinin hak din olduğu zaman dedeleri ona bağlı bulunmakta idiler. Durum öyle değilse artık o dinin faziletinin sakıt olması dolayısıyla helal olmaz. Kadın Hristiyan ise, zahir olan görüş ailesinin bu .dine nesh edilmeden önce girişini bilmesi halinde helal olduğudur.

Ancak ailesi, dedeleri bu dini tahrif edildikten sonrra kabullenmiş ve Hristiyan olmuşlarsa sahih olan görüş evliliğin helal olmayacağıdır. Mu-harref olmayana bağlı olurlarsa azhar olan görüşe göre helal olur. Hiçbir kayda bağlı olmadan Kitabî olan kadınlarla evliliğin caiz olduğu huşunda ileri sürdükleri delillerin kuvvetli olması bakımından cumhurun görüşü racihtir. Çoğu fakihlere göre göre Mecusîler, ehl-i Kitap değildir. Daha önce zikredilen ayette:

"Bizden önce Yahudilerle Hristiyanlara indirilen kitap konuştu­ğumuz dilde olmadığından onu okumaktan gafilleriz derdiniz. [111]

Allahü Teâlâ ehli kitabın iki tarife olduğunu haber vermektedir. Mecusileri ehl-i kitaptan kabul etmemiz halinde bir üçüncü tarife söz konusu olacaktır. Sonra Mecusîler, Allah'ın peygamberlerine indirdiği kitaplardan hiç birine inanmamaktadırlar. Sadece Zerdüştün kitabını okumaktadırlar. Zerdüşt ise yalancı bir peygamberdi. O yüzden Mecusîler ehl-i kitap sayıl­mazlar. Hz. Ömer'in Mecusîlerden cizye alınıp alınmaması hususunda; "Bilmiyorum onalnn hakkında ne yapacağım." Demesi üzerine Abdurrah-man ibni Avf şöyle demiştir: "Rasulullahm "Onlara ehl-i kitaba uygulananı uygulayın" buyurduğuna şahitlik ederim." Bu onların ehl-i kitap olmadık­larına delildir. Bu hadisi Şafii rivayet etmtiştir.

Samire, Yahudilerden bir taife; Sabie ise Hristiyanlardan bir taifedir, imam Ebu Hanife ve Hanbeliler onların ehl-i kitap olduğunu ve Müslüma-nın sabie kadınlarla evlenmesinin caiz olduğunu söylemiştir. Çünkü sabi-eler bir kitaba iman eden bir kavimdir. Bunlar Zebur'u okur. Yılduzlara tapmazlar. Ancak Müslümanların Kabe'yi ona yönelmek suretiyle tazim ettikleri gibi onlarda yıldızları tazim ederler. Ama bazı adet ve inançlarında diğer ehl-i kitaptan ayrılırlar. Bu ise Yahudi-Hristiyanlarla evlenmede ol­duğu gibidir. Evliliğe mani değildir.

İmam Muhammed ve Yusuf onlarla evliliğin caiz olmadığım söyler­ler. Çünkü sabieler yıldızlara tapan bir kavimdir. Yıldızlara tapan, putlara tapan gibidir ve müslümanların bunlarla nikahlanması caiz değildir. Bu­nun gerçekten bir fikir ayrılığı olmadığı, ihtilafın, Sabîîlerin mezheplerini telakki edişe göre oluştuğu söylenmiştir. Sabileri puta tapanlar şeklinde telakki edenler onların iman ettikleri bir puta sahib olduklarını kabul ederler. Hak olan görüş de budur ve Şafiilerin görüşüne de yakındır. Bu görüş şudur: Samire kadın Yahudilerden. Sabie de Hristiyanlardan inanç­ları noktasından farklı olursa haram olur. Yoksa helaldir. Hanefilerin hüc­cet kabul ettikleri Kuduri de kitabında bunu ifade etmiştir: Sabie kadın­larla, bir peygambere iman edip bir kitapla amel ettikleri sürece evlilik ca­iz olur. Kitapları olmayıp yıldızlara taparlarsa onları nikahlamak caiz de­ğildir. Kafir bir kadınının anne babasından biri kitabi, diğeri putperest olursa bu kadınla evlenmek helal olmaz. Çünkü o hâlis kitabî değildir. O helâl olanla helâl olmayanın evliliği sonunda doğmuştur. Haramın ağır basması yönünden helal değildir. Çünkü helâl ve haram bir araya gelirse haram helale galebe çalar. (Haram olduğu kabul edilir) m Kitabî; Mecusîlik ya da putperestlik gibi kitabî olmayan bir dine geçerse kabul edilmez, dön­mezse iki görüşten birine göre öldürülür. "Kim dinini değiştirirse onu öldü­rünüz. hadisinin umumi manası buna delildir. Diğer görüşe göre öldü­rülmez. Dövme ve hapisle eski dinine dönmeye mecburidir. Bir müslüman kimsenin Zimmî hanımı kitabî olmayan bir dine geçerse mürted gibi kabul edilir. Şafii ve Hanbelilere göre iddet esnasında dinine dönmezse Müslü­man erkekle olan nikahı fesh edilir. Ama kitabi bir başka kitabî dine ge­çerse meselâ Hristiyan Yahudiliğe ya da Yahudi Hristiyalığa geçerse Şafi-ilere göre, ondan cizye alınmaz islamdan başka bir din arasa ondan [bu din) asla kabul olunmaz. [112] ayeti buna delildir. Çünkü batıl ol­duğunu itiraf ettikten sonra batıl bir daha girmiş olacağından kabul edil­mez. Durumu Müslümamn irtidat etmesi halindeki gibidir. Ebu Hanife ve Malik'in görüşüne ve Hanbelilerin iki rivayetinden racih olanına göre ka­bul edilir. Çünkü bu takdirde Kitabî olmayan bir dinden çıkmamıştır. Ona itiraz edemeyiz. "Kim dini değiştirirse onu öldürünüz." Hadisinde din keli­mesiyle sadece islâm dini kastedilmektedir. Çünkü şerann da itibar edilen din budur. Bir putperestin Yahudilik ya da Hristiyanlığa geçmesine gelin­ce: Şafiilere göre kabul edilmez. Onun ancak İslam'ı kabul etmesi gerekir, irtidat eden bir Müslümamn durumu da böyledir. Ondan islamdan başka bir dini kabul etmek mümkün değildir. Ebu Hanife, Malik ve Hanbelilerin racih olan '" görüşüne göre ise, kabul edilir. Çünkü küfür tek bir millettir. Zira küfür Allah'ın peygamberlerine (a.s.) indirdiğini yalanlamak demektir. Şafiiler, Malikiler ve Hanbelilerin racih olan görüşüne göre, kan-koca ikisi birden ya da sadette birisi cinsi ilişkiden önce irtidat ederlerse aralarının ayrılması ve nikahın hemen fesh edilmesi gerekir. Eğer irtidat cinsi ilişkiden sonra olursa fesih iddet bitimine kadar durdurulur. İddet sırasında tekrar İslam'a dönerlerse nikâh devam eder. Dönmezlerse irtidat vaktin­den itibaren nikah fesh edilir. Koca karısıyla cinsi ilişkide bulunursa bir şüphenin bulunması dolayısıyla had uygulanmaz. Bu durumda hükmü diğer nikâhlar gibidir. İddet vacip olur. Kadın erkekten önce İslam'ı kabul ederse, erkek de kadın iddetliyken Müslüman olursa ya da birlikte İslam'a dönerlerse evlilikleri kabul edilir. Biri Müslüman olur, öteki iddet zama­nında onu takiben Müslüman olmazsa evlilikleri fesh olunur. Hanefılere göre, irtidadm sahih olduğu şeklinde bir hükmün verilmesi halinde kan-koca arasında ayrılık vaki olur. "Beni Tağlip, kabilesinden bir adamın ka­rısı müslüman oldu (Bu kabile Hristiyandı) adam ise kabul etmedi. Hz. Ömer aralarını tefrik etti. İbni Abbas, 'Bu Hristiyan kadın kocasından ön­ce müslüman olursa kendi nefsi hakkında o karar verebilir." demiştir. [113]

Cumhura göre, mürted olmayan kafirlerin nikahlan sahihtir. Müs­lüman olduklan zaman bu nikahları sahih olarak kabul edilir. Malikilere göre gayri müslümanlann nikahlan fasittir. Zira onlann nikahları ıslama göre ve şartlanna uymamaktadırlar. Bunun için nikahlanmn sahih olaca­ğına hükm edilemez. Şafii ve Hanbelilere göre, kadın evlenilmesi haram olan kadınlardan biri olmamak şartıyla evlilik yapılabilecek bir kadınsa o zaman kabul edilir. Kendi aralannda bir şey kabul etseler biz de kabul ederiz. Eğer kendi aralannda bir şey kabul etmediği takdirde biz de kabul etmeyiz. Hanefilerin sahih olan görüşüne göre, kadın mahallin mahremi­yeti dolayısıyla haram kılınan her nikah caiz olarak vaki olur. Cumhur, akitlerinin nasıl ve nice yapıldığına itibar edilmeyeceğini müslümanların nikah şartlanndan olan şahit, icap ve kabul sigalan ve benzeri nikahın da aramayacağını söyler. Kendi haklanndan inandıkları ve yaptıklan şeye ce­vaz verilir ve islam'ı kabulden sonra da bu haliyle kabul edilirler. Cumu-run bu görüşü şu neticeleri doğurur. Nafakanın vacip olması talâk sebe­biyle iddet bekleme, nesep, miras gibi hususlar vaki olduğu gibi üç talâkla boşanmış kadının haramlığı gibi Müslümanlara ait evlilik hükümleri bun­lar için de sabit olur. Şeriatleri farklı olsa da zimmilerin birbirleriyle evlen­mesi caizdir. Çünkü küfür tek bir millettir. Delilleri;

"Firavunun karısı dedi ki.[114] ayeti ile ve "karısı da odun hamalı olarak.[115] ayetleridir.

Eğer nikahları, fasit olsaydı. Hakikatte "Karısı" diye söz etmezdi. Çünkü nikah Adem (a.s.)'in sünnetidir. Onlar da onun şeriatı üzerindedir-ler. Hz. Peygamberin "Zinadan değil nikahtan doğdum." hadisinde ifade edilen şey, cahiliye döneminde bir kadının biir süre erkekle gayr-i meşru ilişkide bulunduktan sonra onunla evlenmesi şeklinde yaygınlaşan bir adeti yasaklamakür. Bu şekilde Hz. Peygamber (a.s.) İslam'dan önceki bütün cahiliye dönemine ait nikahları nikâh olarak tanımlamıştır. Eğer bu nikâhların fasit olduğunu söylersek bir çok peygamberin nesebine dil uzatmak gibi çirkin bir durumla karşılaşırız. Ğayran hadisinde ve diğer hadislerde Peygamber (a.s.) İslam'ı kabul ettiği zaman nikahı altında dört­ten fazla kadın bulunanlara onlardan dört tanesini seçmelerini diğerleri­ni"' boşamalannı emretti. Nikah şartlarını sormadı. Çünkü nikah şartla­rından sormak, araştırmak gerekmez. O (a.s.) batıl olan bir akdi ikrar et­mezdi, halbuki onların nikahlarını ikrar etmiştir.

Gayr-i Müslimler bizim mahkemelerimize başvursalar kesinlikle ni­kahlarını iptal edemeyiz. İslam'ı kabul etmeleri halinde nikahlarını olduğu gibi kabul ederiz.

Boşanma sebebi olan kusurlar, boşanmaya sebep teşkil eden kusur­lar, cinsi münasebete engel olan ve olmayanlar olmak üzere iki kısma ay­rılır.

A) Cinsi münasebete engel olan kusurlar: Tenasül uzvunun kesik olması, iktidarsızlık, kadının cinsel organın et veya kemikle kapalı olması veya cinsi münasebete engel olan bir perdenin bulunmasıdır.

B) Cinsi münasebete mani olmayan kusurlar. Bu kusurlar cinsi mü­nasebete mani olmamakla beraber insan, tiksindiren veya insana zarar veran hastalıklardır. Bu hastalıklar cüzzam bedendeki alacalık, delilik gibi hastalıklardır. Bu kusurlar eşlere nisbeten üç kısma ayrılırlar.

1. Cüzzam ve beres hastalığı gibi eşler arasında müşterek olanlar.

2. Retka ve karna gibi sadece kadında olanlar.

3. İktidarsızlık ve tenasül uzvunun kesik olması gibi sadece erkekte olanlar. Eşlel arasında ortak olan kusurlar: Eşlerden biri diğerinde delilik, cüzzam ve beres hastalığı gibi bir hastalığı görürse, kendisinde de bu has­talık bulunsa dahi nikah fesh etme yetkisine sahip olur. Çünkü insan kendisinde olan bir hastalığa tahammül edebilir. Fakat aynı hastalık baş­kasında olursa tahammül edemeyebilir. Bu çeşit kusurlar sebebiyle koca­nın, nikahı fesh etme yetkisine sahip olduğunun delili, İbn Ömer'in rivayet ettiği şu hadistir:[116]

Hz. Peygamber Gıfar kabilesinden bir kadınla evlendi. Zifaf odasına girdiğinde kadının baldırında beres hastalığı gördü ve kadına 'Elbiseni giy, ailenin yanına dön' dedi. Kadının ailesine de 'Beni kandırdınız1 dedi.

İmam Şafii Hz. Ömer'in delilik ve beres hastalığı nedeniyle nikahı fesh ettiğini rivayet etmiştir. Hz. Ömer'in böyle yapması, ancak Rasulul-lah'tan duyması veya görmesiyle mümkün olabilir.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cüzzamlı bir kişiden arslandan kaçar gibi kaçın.[117] İmam Şafii, el-Umm isimli eserinde şöyle demiştir: 'Cüzzam ve beres hastalığı kocayı karısından tiksindirir. Çünkü hiçbir erkek buhastahklara mübtela olmuş bir kadınla yaşamayı istemez. Koca, kansında cinsi müna­sebete mani olan bir kusur gördüğünde nikahı fesh edilir. Meselâ kansında retka veya Karna gören kişi nikahı fesh edilir. Çünkü nikahın amacı, cinsi münasebette bulunmaktır. Kadın, tenasül uzvu kesik olan veya ikti­darsız olan kocasından boşanma hakkına sahiptir. Maverdi ceb ve anet hastalığından dolayı kadının nikahı fesh etme sahip olduğunda icmia ol­duğunu söylemiştir. Çünkü bunlar nikahtan gayeyi ortadan kaldırır. Söz konusu kusurlardan biri nikahtan sonra meydana çıkarsa -ister erkekte, ister kadında bulunsun. İster cinsi münasebetten önce ister sonra olsun eşlere nikahı fesh etme yetkisi verir. Ayıp ve hastalığın eskiden beri devam edip gelmesiyle nikahtan sonra olması arasında hiçbir fark yoktur. Her iki durumda da nikahı fesh etme yetkileri vardır. Ancak iktidarsızlık bundan istisna edilmiştir. Bu da kadının nikahı fesh etme hakkını düşürür. Çün­kü iktidarsızlık cinsi münasebetten sonra meydana gelmiştir. Nikahın amacı ise cinsi münasebettir ve burada amaç gerçekleşmiş olduğuna göre iktidarsızlık bunlardan sonra ortaya çıkar. Bu da (cinsi münasebet ger­çekleştikten sonra iktidarsızlığın ortaya çıkmasıda) Kadının nikahı fesh et­me hakkını düşürür. Kadının cinsel organını kapatan et, kemik ve perde gibi engelin ameliyat ile ortadan kaldırılması mümkün ise, kadın da ameli­yata razı olursa koca nikahı feshetmez.

Çünkü nikahın fesh edilme nedeni ortadan kalkmıştır. Tıpkı bunun gibi giderilmesi olan delilik, alacalık, cüzzam gibi hastalıklar tedavi edildi­ğinde, nikahı feshetmek yetkisi ortadan kalkar. Nikahtan önce kocada bu­lunan kusurlar nedeniyle kadının velisinin nikahı fesh etme yetkisi vardır. Kadının ayrılmayı istememesi hükmü değiştirmez. Çünkü bu kusur nede­niyle kadının velisi de utanmak durumunda kalmıştır. Fakat cinsi müna­sebetten sonra kocada meydana gelen herhangi bir ayıptan ötürü kadının velisinin nikahı fesh etme yetkisi yoktur. Çünkü bu durumda örfe göre kadının velisi açısından utanılacak bir durum meydana gelmiş sayılmaz. Söz konusu kusurlar bilindiğinde, nikah feshedilmek isteniyorsa, bu he­men yapılmalıdır. Çünkü kusurlar nedeniyle nikahı fesh etme muhayyerli­ği vardır; eğer taraftarlar bu haklarını kullanmak isterlerse hemen itiraz edip razı olmadıklarını belirtip sonra da hakime giderek nikahın feshini is­temelidirler. Eğer eşlerden biri diğerinin ayıbını bildiği halde sükût ederse, fesh etme hakkını kaybeder. Fakat ayıptan ötürü nikahı fesh etme hakkana sahip olduğunu bilmiyorsa, fesh etme hakkı düşmez. Koca veya kadın -Söz konusu kusurlardan ötürü nikahı fesh edemez. Meseleyi kadıya gö­türüp nikahın feshini istemek mecburiyetindedirler. Eğer söz konusu ku­sur, kadının huzurunda tahakkuk ederse kadı nikahın feshine hükmeder. Kocanın iktidarsız olduğu kadının huzurunda sabit olursa, kadı ona bir sene mühlet vermelidir. Çünkü iktidarsızlığın izale olma ihtimali vardır. Eğer bu bir sene zarfında iktidarsızlık izale olursa mesele kalmaz. Aksi takdirde kadı nikahı fesh eder. Bunun delili şu rivayettir:

Hz. Ömer, iktidarsız olan kocaya bir yıl mühlet verirdi. Eğer bir yıl içinde düzelmezse, nikahı fesh ederdi. Ayrıca hanıma mehrinin verilmesini ve iddet beklemesini emrederdi. Diğer kusurlar ikrar veya doktorun şeha-detiyle sabit olur. İktidarsızlık ise ancak kocanın hakim huzurunda itiraf etmesiyle sabit olur. Eğer, kadı kocaya iktidarsız olmadığına dair delil ge­tirme teklifinde bulunur, koca da bundan kaçınırsa ve kadın da onun ikti­darsız olduğuna yemin ederse, iktidarsızlığı sabit olur. Söz konusu kusur­lardan ötürü nikah fesh edildiğinde iki mesele vardır: Fesh.cinsi münase­betten önce olmuştur. Fesh cinsi münasebetten sonra olmuştur. Eğer fes­hi cinsi münasebetten önce olmuşsa kadına mehir de muta da verilmesi gerekmez, çünkü kocadaki ayıptan ötürü nikah fesh edilmişse, nikahı ka­dın feshetmiş ve bu durumda kocanın mehir ve mut'a verme yükümlülü­ğü yoktur. Eğer kusur kadında ise yine kadına bir şey verilmesi gerekmez. Zira feshi onda bulunan bir ayıptan dolayı meydana gelmiştir. Bu durum­da feshi kadın yapmış gibi olur. Eğer fesh, cinsi münasebetten sonra, aki-dde mevcut olan bir ayıptan ötürü gerçekleşmemişse, cinsi ilişkide bulu­nan kişi bunu unutmuşsa veya bunun feshe sebep olduğunu bilmiyorsa, kadına mehr-i misil verilmesi gerekir. Eğer fesh cinsi münasebetten sonra olmuşsa kusur da cinsi ilişkiden sonra meydana gelmişse kadına mehr-i misil verilmesi gerekir. Çünkü mehir, feshe sebep olan ayıptan önce hak edilmiştir. Koca ayıbını kendisinden saklayan hanımından veya hanımının velisinden mehiri geri almaz. Çünkü nikahın amacı olan cinsi münasebet zevkini tamamen almıştır.

En doğrusunu Allah bilir.

Çocuk ister kız, ister erkek, ister müslüman, ister kafir olsun baba ve dedesinin iffetini korumakla (onları evlendirmekle) yükümlüdür. Dedesi baba veya anne tarafından olsa da kafir olsa da çocuk onun mehrini vererek veya vermeyi taahüt ederek, onu evlendirmelidir. Tabii babası için de bunu yapmalıdır. Çocuğun bunu yapması şu şartlara bağlıdır.

1. Çocuk, mehri verecek kadar zengin olmalıdır,

2. Evlenmeye dedenin ve babanın ihtiyacı olsa yani onlann nefisleri­nin evlenmeye iştiyakları varsa.

3. Baba veya dedenin evlenmeye ihtiyacı olmalıdır. Baba ve dedesi­nin iffetli kalıp zinaya düşmemelerini temin etmek için onları, mehirlerini vererek evlendirmek, nafaka gibi zaruri şeylerdendir. Çünkü zinaya düş­mek, insanı helake götüren bir durumdur. Ayrıca bu, babalık ve dedeliğin hürmetine de aykırıdır. Bu onlarla güzel bir şekilde arkadaşlık yapmak da sayılmaz. Oysa Allah Teala onlarla güzel bir şekilde ilgilenmeyi, arkadaşlık yapmayı emr etmiştir.

Onlarla (anne ve babanla) dünyada iyi geçin. [118]

Kafirlerin kendi aralanndaki nikahlan sahihtir. Bunun delilide dört­ten fazla kadınla evli olduğu halde müslüman olan kişilere Hz. Peygam-ber'in 'Dördüncüyü yanında tut. Gerisinden ayni' diye emr etmesidir. Hz. Peygamber onlara nikahlarının durumunu sormamış ve onların eski ni­kahlarım sahih olarak kabul etmiştir. Evli olan kafir çift müslüman oldu­ğunda eski nikahlan sahih kabul edilir. Çünkü nikahın batıl olması, din­lerinin ayn olması halinde söz konusu olur.

İbn Abbas şöyle rivayet etmtiştir:

Hz. Peygamber zamanında bir kişi gelip Müslüman oldu. Ondan sonra da kansı gelip müslüman oldu.

Adam:

Ey Allah'ın Rasulü! Kanm benimle beraber müslüman olmuştu. Onu bana iade et' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, kadını o adama teslim etti." [119]

Erkek müslüman olur da kadın küfürde daevam ederse ve müşrik değil de ehli kitab olursa nikahlan devam eder. Çünkü ehl'i kitab kadın­larla evlenmek caizdir. Kocası müslüman olan kadın müşrikse ve iddet süresi geldiği halde müslüman olmamışsa, kocasının müslüman olduğu andan itibaren nikahlan geçersiz olur. Ancak iddet zamanında müslüman olur da kocası küfürde devam ederse, kadının müslüman olduğu andan itibaren aralan ayndır. Fakat koca, kansı iddetli iken müslüman olursa, kansı kendisine eski nikahıyla verilir. Koca karısının iddeti bittikten sonra müslüman olursa, kadın ona verilmez. Bu durumda yeniden nikah akdi yapılması gerekir.

Amr b. Şuab'ın dedesinden şöyle rivayet edilmiştir:

Rasülullah (s.a.v.) kızı Zeyneb'i (kendisinden sonra müslüman olan kocası) Ebu'l-As b. er-Rebi'ye yeni bir Mehir ve yeni bir nikah ile verdi.[120]

Kadın Müslüman olduktan sonra, iddetini durdurmadan kocası da müslüman olursa, iddette olduğu sürece daha çok kocasının hakkıdır. Maliki Şafii Evzai, Ahmed ve İshak'ın kavli budur. Mehrin sının: Mehrin en azında ne de çoğunda sınır yoktur. Mal ismi verilen her şey veya malın bedeli olan herşey mehir olarak verilebilir. Mesela: Bir seccade, bir evde oturmak para, hayvan, elbise, yüzük gibi şeylerin tümünden ister az ol­sun ister çok olsun mehir verilebilir. Bunun delili de şu ayettir: (Haram kı­lınanlar)

Dışında kalan kadınları, zindan uzaklaşmak ve evli yaşamakl maksadı ile malbannızla isteyip (nikahlanmanız) size helal kılındı. [121]

Allah Teala şu ayettte malı mutlak olarak zikretmiş, belli bir sınır koymamıştır. Yukarıda Hz. Peygamber'in demirden bir yüzük dahi olsa kadına ver buyurduğunu nakl etmiştir. [122]

Âmir b. Rabîâ'dan şöyle rivayet edilmiştir:

Fezâre oğullanndan bir kadın (mehir olarak) bir çift ayakkabı karşı­lığında evlendi. Bunun üzerine Rasulullah Nefsinin karşılığı ve hakkın (ol­duğu halde) bir çift ayakkabıya mı razı oldun? buyurdu. Kadın 'evet' dedi. Bunu üzerine Hz. Peygamber, nikahı tecviz etti"

Eğer bir eşi boşayip başka bir kadınla evlenmek isterseniz, ön­cekine (mehir olarak) kantarlarca mal vermiş bulunsanız da o maldan bir şey geri almayın. Acaba iftira ederek ve açık günahkarlık yaparak mı onu alacaksınız? O verdiğiniz (mehir) malını nasıl alırsınız ki bir­birinize katılmış idiniz ve kadınlar (daha önce) sizden kuvvetli bir söz almışlardı." [123]

Ayetten de anlaşıldığı gibi Allah Teala, kocanı kansına kantarlarca mehir vermesine rıza göstermiştir. 'Kantarlarca mal1 çok mal demektir.

Bu da mehirin sının olmadığını gösterir. Fakat mehirin en az 10 dirhem olmasının vacib olduğunu söylemişlerdi. Hz. Peygamber'in kızlarının ve eşlerinin mehirlerininde 500 dirhem olduğu rivayet edilmiştir. Hz. Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir. "Kadınların mehirlerinii çoğaltmayın! Zira mehirleri çoğaltmak dünyada lütuf veya Allah katında takva olmasaydı, Ona Peygamber sizden daha evla idi. Oysa Rasulullah'm 12 ükiyeden fazla mehir karşılığında kadınlardan hiçbirini kendisine ve kızlardan hiçbirini de başkasına nikahladığını bilmiyorum"

Mehirin acele (peşin) verilmesi şart değildir. Mehirin tümü cinsi münasebetten önce de sonra da veya bir kısmı peşin olarak, bir kısmı da tehir edilerek verilebilir. Ancak mahirin zamanını tayin etmek şarttır. Me­hir kadının malı olduğu için kadın zamanını tayin edebilir. Eğer mahir, muacel ise kendini kocasına teslim etmeyebilir. Değilse buna hakkı yok­tur. Çünkü kendisi baştan razı olmuştur. Mahirin, kadının kocası üzerin­de bulunan hakkı olduğu yukarıdaki bahislerden anlaşılmıştır. Şimdi mehirin hangi durumlarda tümünün, hangi durumlarda yarısının vacib olduğunu ve hangi durumlarda da mehirin tümünün kocanın üzerinde kaldığını beyan edeceğiz. Mehrin tamamını vermek iki durumda vacib olur. Kocaya, hanımı ister hayızlıyken, ister temizken münasebette bu­lunduğunda mehirin tümünü ödemek vacib olur. Çünkü yaptığı, akdin karşılığını almıştır. Bunun bedelini de vermesi gerekir. Şu ayet buna de­lalet etmektedir:

Öyleyse o kadınların hangisini nikah edip ondan faydalanmış-sanız. (Lezzet almışsanız), onların mehirlerini kendilerine farz (tam) olarak verin. [124]

Ayettteki istimta kelimesinden maksat, cinsi münasebet ve ondan alman zevktir. Ücretten maksat, mehirdir. Mehire ücret denmesinin sebe­bi, faydalanma mukabili olduğundandır. Hz. Ömer'den şöyle rivayet edil­miştir: 'Bir erkek bir kadınla evlenip de cinsi münasebet kurduğunda me­hirin tümünü vermesi gerekir. Kadın öldüğünde, kocası ister onunla cinsi münasebette bulunmuş olsun, ister olmasın, mehirin tümü vacib olur. Bu hususta sahabiler icma etmiştir. Eğer koca cinsi münasebetten önce karı­sını boşarsa, kesilen mehirin yansını ödemesi vacip olur. Şu ayet buna delalet etmektedir.

Eğer kadınları onlara el sürmeden mehirlerini tayin etmiş ol­duğunuz halde boğarsanız, onlara mehirin yansı vardır. Ancak onların haklarından vazgeçmeleri veya nikah bağı elinde bulunan (kocanın) ondan (mehirin tümünden) vazgeçmesi müstesnadır. [125]

Mehirinin tümünün koca'dan sakıt olması: Kadının kendisi duhul­den Önce kocasından ayrılırsa, mehrin tümü kocanın üzerinden düşer. Mesela kadın müslüman olduktan sonra nikahı kendisi fesh ettiğinde veya kadın mürted olduğunda veya kocada bulunan bir ayıptan ötürü ayrıldığında veya koca kadında bulunan bir ayıptan ötürü onu boşadığında, me­hirin tümü kocanın üzerinden düşer. Çünkü bu durumlarda mehirin düş­mesine sebep olan kadının kendisidir ve bu yolu bizzat kendisi seçmiştir. Mehr-i misil kadının benzeri kadınlara verilen mehirdir. Bu mehir, Kadı­nın soyuna, sopuna, güzelliğine göre takdir edilen mehirdir. Mehr-i misil hususunda, kadının en yakın akrabaları dikkate alınır. Bunlar ana baba bir kız kardeşleri, sonra baba bir kız kardeşleri, sonra kız kardeşleri, son­ra halalarıdır.

Eğer kadının yakınları yoksa veya evlenmemişse, anne, teyze gibi akrabaları dikkate alınarak mehir takdir edilir. Çünkü bunlan dikkate al­maktan daha evladır. Eğer anne tarafından da akrabalar yoksa, aynı memleketteki yabancı kadınlar dikkate alınır.

Neseb bakımından eşitlik gözetildikten sonra aşağıdaki vasıflarda da eşitlik göze tümelidir. Yaş, akıllı, güzellik, zenginlik, iffet, dindarlık, takva, ilim, bakirelik, kendisini farklı kılan diğer vasıflar. Bir kadınla evlenip Me­hir tayin etmeden ve onunla cinsi münasebette bulunmadan ölen adam hakkında kendisine sual sorulduğunda İbn Mes'ud şöyle demiştir. O kadı­na, kendi seviyesindeki kadının mehrinin benzeri (mehr-i misi) tahakkuk eder. Ne eksik, ne de fazla hakkında vefat iddeti lazım gelir miras alır.' Bu­nun üzerine Makıl b. Sinan el-Eşcaî kalkarak Rasûlullah, bizim aşiretin kadını Berva binti Veîşık hakkında da senin verdiğin hükmün aynını ver­di." dedi ve bu şehadetle İbn Mesud (un gönlü) ferahladı. Aşağıda zikrede­ceğimiz durumlarda mehr-i misil vacib olur. Nikah fasih olduğunda" Me­selâ şahitsiz veya velisiz akd edilen nikahtan sonra cinsi münasebet ol­muşsa, Mehr-i Misil gerekir. Çünkü nikahın şartlarından biri veya birkaçı eksik olduğunda hem nikah hem de tayin edilen mehir fasid olur ve onla­rın arasını ayırmak da vacibür. Kan-koca mehirin tayin edilip edilmediğin­de ihtilaf ederlerse, mehir fesh olunarak mehr-i misil'e dönüşür. Eğer ka­n-koca mehirin tayininde ihtilaf edip de kadın 'Bana mehir tayin ettin" derse, Koca da 'hayır etmedim' derse, karı ve koca yemin ederler. Böylece mehir fesh olunarak, yerine mehr-i misil vacib olur. Yine mehirin mikta­rında ihtilaf olduğunda da hüküm böyledir. Mesalâ kadın "iki bin Ura me­hir tayin ettin' derse, koca da 'Hayır bin lira mehir tayin ettim' derse ikisi de yemin ederler ve mehir fesh olunarak mehr-i misile dönüşür. Mehiri, fasid bir şekilde tayin etmek de mehr-i misil'i vacib kılar. Tayin edilen me­hirin fasid olmasını aşağıda beyan edeceğiz.

Birinci mesele; Tayin edilen mehir, şarap, domuz, oyun aletleri gibi Seran mal sayılmayan maddelerden olursa, bu mehir fasid olur. Çünkü şeriat mahirin mal olmasını veya malın bedeli olmasını vacib kılmıştır.

ikinci mesele; Mehir olarak tayin edilen mal, kendisinin olmadığı za­man mehr-i misil vacip olur. Meselâ gasbettiği bir seccadeyi mehir olarak bu fasid bir mehir olur.

Üçüncü mesele: İki veya daha fazla kadını tek mehirle nikahlayan ki­şinin nikahı sahih fakat mehiri fasid olur. Bu durumda kadınların herbiri-ne mehr-i misil vermek gerekir. Çünkü iki ve daha fazla kadın tek mehirle nikahlandığmda, hangisine ne kadar mehir verileceği bilinemez.

Dördüncü mesele: Velisi küçük çocuğu mehr-i misilden daha fazla mal vererek evlendirirse veya küçük -büyük bakire bir kızı iznini almadan mehr-i misilden daha az bir mal ile evlendirirse, mehir fasid olur ve mehr-i misil vacib olur. Çünkü veli, onlar için en uygun olanı yapmak zorunda­dır. Bu yüzden tayin edilen mehir mehr-i misil'e dönüşür.

Beşinci mesele: Reşid olan bakire veya dul kadın, velisine "beni me-hirsiz olarak evlendir' derse, veli de mehirsiz olarak evlendirirse mehr-i misil vacip olur. Fakat nikah akdi değil, şu halde cinsi münasebet ile va­cib olur.

Altıncı mesele: Mehir tayin edilirken mehirin bir kısmının kadının babasına veya kardeşine verilmesi şart koşulduğunda, nikah sahih, mehir fasid olur ve kadına rnehr-i misil verilmesi vacip olur. Nikah akdi için ko­şulan şartları üç kısımda beyan edebiliriz.

 

Birinci Kısım:

 

Koşulan şart, nikahın gereklerine uygun olmalıdır. Eğer kadın ken­disine nafaka verilmesi veya kumalar arasında kendisine fazla gün tayin edilmesi hususunda şart koşarsa, koşulan bu şartlar geçersizdir. Bu du­rumda nikah akdi ve tayin edilen mehir sahih olur.

 

İkinci Kısım:

 

Koşulan şart, nikahın gereklerine aykırı olur da nikahın asıl amacı olan cinsi münasebete mani olmazsa, bu şartlar geçerli olmaz. Meselâ ka­dın nikâh akdinde kocasına "Benim üzerime başka bir kadın almayacak­sın" derse veya 'Kendisinin geçimini üstlenmemek' şartını koşarsa, nikah akdine zarar vermez. Fakat şartlar geçersiz olur. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Allah'ın kitabında olmayan her şart batıldır." Bu durumda rıza orta­dan kalkar.

 

Üçüncü Kısım:

 

Koşulan şart, nikahın asıl amacı olan cinsi münase­bete engel olursa, nikah batıl olur. Meselâ kadın akid esnasında 'Benimle cinsi münasebette bulunmayacaksın' veya 'Nikahtan sonra beni boşaya­caksın' diye şart koşarsa nikah batıl olur. Çünkü bu şartı nikahın asıl amacı olan cinsi münasebete engeldir.

Mut'a: Mut'a Meta kelimesinden türemiştir ve kişinin 'yararlandığı sey' anlamına gelir. Buradaki mut'a'dan maksat, kocanın boşadığı hanı­mına verdiği maldır. Kocanın üzerine mut'a şu durumlarda vacib olur. Cinsi münasebetten sonra boşadığı zaman, nikah akdinde mehir tayin edilmezse cinsi münasebetten önce boşadığı zaman, kocada bulunan bir şeyden dolayı kadının ayrılmasına hükm edildiği zaman, mesela kocanın mürted olması veya lian yapması durumunda muta vermesi gerekir. Ka­dınla cinsi münasebette bulunup bulunmaması hükmü değiştirmez. An­cak bu, mehir tayin edilmediği zaman söz konusu olur.

Kendisiyle cinsi münasebet kurulmadan boşanan kadına, eğer me­hir tayin edilmişse mut'a verilmez. Zira bu durumdaki kadın tayin edilen mehirin yarısını alır. Ayrıca zaten kocasına da bir şey vermemiştir. Söz ko­nusu durumlarda mut'a'nın vacib olduğunun delili şu ayetlerdir:

"Kadınlara yaklaşmadan ve mehirlerini tayin etmeden onları boşarsanız, size bir günah yoktur. Bu (durumdaki) kadınları faydalandı­rın. Zengin olan kendi kudretince, fakir olan da kendi kudretince uy­gun bir şekilde faydalanırsın (boşadığı hanımına birşeyler versin). [126]

Boşanmış kadınlar için, uygun bir tarzda faydalandırma (ge­çimlerini sağlama) vardır. Bu, Allah'ın sakınanlar üzerine bir haktır. [127]

Eğer karı-koca arasında mut'a tayin edilmişse, aralarında an-laştıktıkları bu mal ister az, ister çok olsun kadının hakkıdır. Eğer mut'a konusunda ihtilafa düşerlerse, kadı eşlerin durumunu dikkate alarak muta tayin eder. Bu (durumdaki) kadınları faydalandırın. Zen­gin olan kendi kudretince, fakir olanda kendi kudretince uygun bir şekilde faydalandırsın. [128]

Boşanmış kadınlar için, uygun bir tarzda faydalandırma var­dır. [129]

Ancak mut'a'nın otuz dirhemden azı mehrin yarısından da fazla ol­ması müstehabdır. Mut'a'nın meşrutiyenin hikmetlerinden biri, kocasın­dan ayrılan kadının gönlünü hoş etmek, onun elemini hafifletmektir, Hal­kın çoğu, mehiri kadının bedeli olarak görüp aşın gitmektedir. Onlar me-hirde aşın gitmenin, kadının mertebesini ve ailesini taltif etmek olduğunu zannediyorlar. Oysa mehirde aşın davranmak, ne kadını ne de ailesini tal­tif etmek anlamına gelir. Mehir kadının evlenmeye istekli olduğuna ve bu­nu meşru bir şekilde yapmak istediğine delalet eder.

Mehir, aile binasının temel taşlanndan biridir. Aynca bu kişiler, me­hirde aşın davranmanın topluma ve evlenen kişilere zaran dokunacağın­dan hatta toplumsal bir felaket halini alıp bir takım sosyal sorunlara se­bep olacağından habersizdirler. Yine bu kişiler Hz. Peygamber'in sünneti­ne aykırı davrandıklarından da habersizdirler. Çünkü Hz. Peygamber mehirin az ve kolay olmasını tavsiye ederek bunun berekete sebep olduğunu belirtmiştir. Mehirde aşın davranmanın sebep olabileceği toplumsal mef-sedetlerin bazılarını şöyle zikredebiliriz: Mehir hususunda aşın davran­mak gençleri özellikle de fakir gençleri evlenmekten uzaklaştırır. Bu du­rumdaki gençler de şeytana uyarak zinaya düşebilirler. Bu da neseblerin karışmasına, namusların kirlenmesine, hastalıkların artmasına sebep olur. Gençler zamanında evlendirilirse, bu evlilik onları iffetli kılmaya se­bep olur, ahlak ve dinlerini muhafazada yardımcı olur. Bu durumda top­lum günah ve fücurdan korunur. Mehir huşunda aşın davranmak, kadın­ları fıtratın gereği olan evlilikten mahrum bırakır. Bunun sonucu olarak da baba evlerinde uykularını kaçıran bir huzursuzluk ve boşluk içinde bo­calamalarında sebep olur. Çünkü kadınlar huzursuzluk ve vesveselerini ortadan kaldıracak bir koca evine ihtiyaç duyarlar. O ev onların sükûnet ve ihtiyaçlarını karşılar. Fakat baba evinde bu ortamı bulamazlar. Dolayı­sıyla bu duruma düşmelerinin sebebi de mehir hususunda babalarının aşın davranmasından kaynaklanmaktadır. Ne var ki kadınların bu duru­mu, normal bir ortamda, yollarına fesad çıkmadığı zamalarda böyledir. Eğer yollan uygunsuz bir ortama düşerse, kocasız kadınların çoğunda ol­duğu gibi hemen fitneye kapılırlar ve toplumu fesada sürüklerler. Helak ederler. Hz. Peygamber'in mehir husundaki sözlerine kulak veririm:

Evliliğin en bereketlisi, mehir ve nafaka bakımından en kolay olanıdır.[130]

Nikahın en iyi ve hayırlısı, an kolay olanıdır. [131]

Bunun için ticaret amacıyla, şeref göstergesi olarak veya gurur ve kibir nedeniyle talep edilen mehirde hayır ve bereket olmaz.

Enes b. Malikten şöyle rivayet edilmişti: Hz. Peygamber (s.a.v.) Abdurrahman b. Avf in üzerinde san bir boya lekesi gördüde 'Bu nedir?' diye sordu Abdurrahman 'Ey Allah'ın Rasulü! Ben 5 dirhem ölçüsünde altın bir çekirdek mukabilinde bir kadınla evlendim' dedi. 'Resülullah (s.a.v.) Allah sana mübarek eylesin. Bir koyunla da olsa düğün ziyafeti ver' bu­yurdu. [132]

Hz. Peygamber Abdurrahman b. AfVa bereket için dua etmiştir. Be­reket de 'hayrın çokluğu' demektir. Çünkü evlilikte hayır vardır' ve bu mehrin az olmasının daha hayırlı olduğu düşüncesini pekiştirir. Acaba bu hususta aşırı gidip de bereketi yok edenlerin durumu nasıldır? Hz. Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir.

"Kadınlann mehirlerini çoğaltmayın! Zira mehirleri çoğalt dünyada kerem veya Allah katında takva olsaydı, ona peygamber hiç kuşkusuz siz­den daha evla idi. Oysa Rasulullah'ın 12 ukiyeden fazla mehir karşılığında kadmlanndan hiçbirini kendisine ve kızlanndan hiç birini de başkasına nikahladığını bilmiyorum. [133]

Sonuç olarak mehide aşın davranmak mekruh mutedil davranmak da mendub'dur. Mehirde mutedil olmak, hem karı-koca için ve hem de toplum için hayır ve bereket sebebidir. Nikah akdi sahih olarak yapıldık­tan sonra, eşlerin üzerine karşılıklı olarak terettüp eden bir takım hak ve vecibeler vardır. Şimdi onlan burada maddeler halinde belirtmek istiyo­ruz.

1. Eşlerin her biri diğerinden meşru bir şekilde istifade etmeleridir. Kadınlar sizin tarlamzdır. Tadanınıza dilediğiniz gibi gelin. [134]

2. Kadın, kocasına tabii olmalı ve itaat etmelidir. Ayrıca nefsini ko­casına teslim etmeli ve onun evinin koruyucusu olmalıdır. Zira Rasûlü kibriya (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Kadın kocasının yatağını (mazeretsiz) terk ederek gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lanet ederler.[135]

Sizin onlar (kadınlar) üzerinizdeki hakkınız, hoşlanmayacağınız kim­selere döşeklerinizi çiğnetmemeleridir.[136]

3. Koca, karısının mehrini vermelidir. Zira mehir, kadının kocası üzerindeki bir hakkıdır. Kadınlara nikah bedenlerini (mehirlerini) müşki-lat çıkarmaksızm (isteyerek) verin! [137]

4. Kadının geçimi kocanın üzerinedir. Tüm müslümanlar, kadının geçiminin koca üzerinde vacib olduğunda ittifak etmişlerdir. (Boşadığınız) kadınları gücünüz nisbetinde oturmakta olduğunuz yerin bir bölümünde oturtun. Onlan darlık ve sıkıntıya sokmak maksadıyla kendilerine zarar vermeyin. Eğer gebe iseler, yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka ve­rin. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:

Onların (kadınların) sizin üzerinizdeki hakları da maruf veçhile nzk-landınlmalan ve giydirilmelidir. [138]

Nafaka; yeme, elbise ve meskeni kapsamaktadır.

5. Kadınlar arasında adil davranmalıdır.

6. Nesebin sabit olması: Cinsi münasebetten sonra, hamileliğin müddeti içinde doğan çocuklar kadının kocasına nisbet edilir. Hamileliğin en az müddeti altı ay en fazla müddeti ise dört veya iki yıldır. Bunun için meşru olan her evlilikten doğan çocuklar kocaya nisbet edilir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur.

Çocuk döşek sahibinindir. Zani'ye de taş (hadd) vardır. [139]

7. Miras: Mirasın şartlan tamam olduğundan eşler arasında miras sabit olur. Vasiyetler yerine yerine getirildikten ve borçlar Ödendikten son­ra, eğer çocukları da yoksa, hanımlarınızın bıraktığı malın yansı; eğer ço­cukları varsa 1/4'i sizindir. Vasiyetlerinizin ve borcunuzun ifa edimesin-den sonra eğer çocuğunuz da yoksa bıraktığınız malın 1/4 'i eğer çocuğu­nuz varsa 1/8 eşinizindir. Babası, annesi ve evladı olmadığı halde vefat e-den bir erkek veya kadının erkek veya kız kardeşi varsa, vasiyeti ve borcu çıktıktan sonra onların herbirine terekenin 1/6'i düşer. Eğer kardeşler birden fazla iseler, hepsi vasiyet ve borç çıktıktan sonra zarara uğratılmış olmaksızın terekenin 1/3'inde ortaktırlar. Bu, Allah'tan bir tavsiyedir (emirdir). Allah bilendir ve halimdir. Kim Allah'a Rasulüne itaat ederse, Al­lah o kimseyi altından nehirler akan cennetlere yerleştirir. O cennetlerde ebedi kalıcıdırlar. Bu büyük kurtuluşun ta kendisidir. [140] kişinin ai­lesine yaklaşacağı zaman dua etmesi müstehabdır: Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Onların biri eşine (cinsi münasebet için) yaklaşmak istediği zaman şöyle dua etmesi 'Bismillah, ya, Allah! Bizi şeytandan uzaklaştır. Şeytanı da bize ihsan edeceğin çocuktan uzak kıl1 derse şu muhakkak ki kan-ko-canın bu birleşmesinden bir çocuk doğduğu takdirde artık o çocuğa ebedi­yen şeytan zarar veremez. [141]

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur.

Birinci günün yemeği vacib, İkinci günün yemeği sünnet, üçüncü günün yemeği ise gösteriştir; her kim gösteriş yaparsa Allah da onu (kıya­met günü) teşhis eder. [142]

Velime, birinci günde hak, ikinci günde mâruf, üçüncü günde ise ri­ya ve göslteriştir.

D) Davet, sevgi nedeniyle yapılmış olmalıdır. Eğer korkudan veya o kişiden faydalanmak amacıyla davet yapılırsa, icabet etmek vacib olmaz. Bu durumda kişi muhayyerdir.

E) Davet sahibi zalim, şeriri ve malını haramdan kazanan bir kişi ol­mamalıdır. Böyle olan kişinin davetine icabet etmek vacib değildir. [143]

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:[144]

Kim Allah'a ve ahiret gününe iman etmişse, içkilerin dolaştınldığı bir sofrada oturmasın. Davete icabet eden kişinin icabetiyle münkerler or­tadan kalkacak olursa, davete icabet etmek vacib olur. Velime davetine

icabet eden kişinin velime yemeğinden yemesi vacib değildir. Vacib olan sadece orada hazır bulunmasıdır.[145]

Zira Rasûlü Ekrem şöyle büyümüştür:

İçinizde biri bir yemeğe davet edildiği zaman hemen icabet etsin. Ar­tık isterse yemek yer isterse yemeyip bırakır."

Kadının kocasına itaatsizlik edip isyan etmesi haramdır ve büyük günahlardandır.

Hz. Peygamber şöyle şöyle buyurmuştur:

Koca, hanımını yatağa davet eder de kadın mazeretsiz olarak gel­mezse, koca da hanımına dargın olarak sabahlarsa, melekler sabaha ka­dar o kadına lanet okurlar. [146]

 

Nüşuzun Keyfiyeti:

 

Kadının kocasından imtina etmek, yüzünü ekşitmek, kocasına sert ve kaba davranmak gibi serkeşlik alametleri belirdiğinde kocanın ona na­sihat etmesi, onu Allah'ın gazabından sakındırması gerekir. "Kocası razı olduğu halde ölen kadın cennete gider." hadisleri hatırlanmalıdır.

 

ELLİ ALTINCI BÖLÜM

 

TALAK

 

(BOŞAMA)

 

Talakın tarifi: Talak lugaten: Bağı çözmek ve serbest bırakmak man­asına gelir. Salınmış, bağsız deveye de bu manadan alınarak "nakatün talikün" denilir. Bağları çözülmüş, serbest bırakılmış esirede 'Esirun mutellakun' denilir. Ancak örfte talak, özellikle manevi olan bağın çözülmesi anlamındadır ki, bu hususen kadın hakkında kullanılır; "itlak" ise kadın hakkında olmayan "maddi bağın çözülmesi" anlamında kullanılır. İstilahı manası ise, nikah bağının çözülmesi "talakın" lafzı ile veya benzeri lafızlarla nikah akdinin çözülmesi halı hazırda veya ilerde ol­mak üzere kendine mahsus lafızlarla nikah bağını kaldırmak demektir.[147]

Bu lafızlarla kan ile koca birbirlerinden ayrılmış (boşanmış) olur. Talak: Kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kur'an'dan delili şu ayetlerdir:

Boşanma iki defadır. (Bundan sonrası) ya iyilikle tutmak ya da iyilikle bırakmaktır.[148] "Ey Peygamberi Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları (temizlenme) vakitlerinde (ve münasebette bulunmadan) boşayın. [149]

Sünnetten delil ise Rasulullah'm şu sözleridir:

Ancak evli olanın talakı sahihtir. [150]

Cenab-ı hakkın gazabını en çok celb eden helal talaktır. [151]

Hz. Ömer şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v.); "Hasayı boşadı. Sonra döndü.[152]

Bütün müslüümanlar talakın caiz olduğu üzerinde icma etmişlerdir, Akılda bunu destekler. Zira olabilir ki kan kocanın arası bozulur. Evliliğin devamı faydasız yere kocanın nafaka ve mesken temin etmeye mecbur edilmesi, kadının kötü ve geçimsiz bir ortamda haps edilmesi, devamlı kin ve adalet bulunması yüzünde sırf zarar ve mefsedet halini alabilir. İşte bu hal, meydana gelen huzursuzluğun giderilmesi için evliliğe son verecek bu talakın meşru kılınmasını gerektirir. Şu halde talaka ile problemlerinin hali için bir zarurettir. Bir ihtiyacı gidermek için meşru kılınmıştır. İhtiyaç olmadığı takdirde kesinlikle mekruhtur.

Zira Rasülü Kibariye (s.a.v.) şöyle buyurmuştur. "Helal olan şeyler­den, talaktan daha fazla Allah'ın nefretini celbeden bir şey yoktur." Anne-babaya saygıda talakı mubah kılan sebeplerdendir. İbni Ömer şöyle dedi: Nikahım altında hanımım vardı. Onu çok severdim. Babamda onu hiç hoşlanmazdı. Boşanmamı emretti. Kabul etmedim. Bunu Rasulullah (s.a.v.)e anlattı. O da "Abdullah! Hanımını boşa." buyurdular.[153]

Gayetü'l-Münteha, c. 3, s. 112'de şöyledir:

Hanbelilere göre boşama veya evlilikten men etmesii huşunda -is­terse dürüst insanlar olsun- kişinin ana- babasına itaat etmesi vacip değildir. Başta çocuklar olmak üzere talak çeşitli zararlara sebep olabilir. "İki serden ehven olanı tercih edilir." Kaidesi ile amel edilerek daha büyük ve ağır zararları defetmek uğruna daha hafif olanlarına katlanır. Lakin dinimiz kocaları sabretme ve hanımın huylanna tahammül etme yönünde teşvik etmiştir.

Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:

Onlara iyilikle muamele edin onlardan hoşlanmazsanız; belki siz bir şeyden hoşlanmazsanız (ama) Allah o hususta pek çok hayırlar yaratır. [154]

Mümin koca mümine hanımına buğz etmesini" Onun bir huyundan hoşlanmazsa diğer huyundan hoşlanır. Memnun olur.[155] düşüncesizlikten veya salağlıktan veya geçici bir sinirlenmeden veya azgın bir istekten ve e-siri olduğu bir arzudan dolayı hemen ve derhal talaka başvuran bazı cahil insanlann yaptığı gibi en kolay bir nedenden dolayı ilk iş olarak talaka baş vurmaması gerekir. Öyle şeylerle kim yaparsa aynı zamanda islarmn esasları ve adablarını çiğnemektedir. Bunlar günahtır. Kim öyle şeyler araşırsa onun hakkı tazir ve te'dip edilmesini lazım gelir.

Talak ancak aşağıdaki zikredilecek safhaları uyguladıktan sonra zarure iicabı kullanılacak müstakil olarak bir hükümdür. Bu safhalar Şunlardır: İyi muamelede bulunuphanımdan gelen üzücü hareketlere sabır ve tahammül edecek, ondfan sonra iyiliğe tasviye, yatağını terk etme daha sonra çok hafifçe vurma daha sonrada hakem gönderme. Eğer boşanma meydana gelirse, kadın iddetini bitmeden önce ric'at (=donüş) hakkı baki olduğu için şahidsiz olarak tekrar aynı evliliğe dönmek caizdir. İddet bitmiş ise yine bir nikah akdi ile dönmek caizdir. Bu da birinci veya ikinci talaktan sonra caiz olur. İşte bu, hesabı yeniden gözden geçirmek, durumları değerlendirip neticelerini düşünmek için tekerrür eden iki mer-heledir. Çoğu zaman da bu gerçekleşir. Eşlerden her biri pişman ollur. Bazı isteklerden vaz geçer. Bazı ahlakları terk eder. Yalnız ve tek başına bir haya ile, nafaka, hizmet ve benzeri yeni bir takım yüklerle kendilerine sıkıntı getiren ve baba evine yük olan bir hayat ile karşılaştırıldığında, her istediğini yerine getiren evlilik hayatının gölgesinde yaşamaya razı olur. Zira iyi ahlaklı birisi olsaydı, kocası boşamazdi, denilir. İşte bu sebep­tendir ki istatistikler, talak verdikten sonra geri dönenlerinin sayısının ayrılma ile neticelenenlerden çok fazla olduğunu gösterir.

 

Talakın Erkeğin Eline Verilmesinin Sebebi:

 

Hanımda nikah akdına taraf olmasına rağmen talak hakkının kadının değil de erkeğin elinde olmasının sebebi evlilik hayatını muhafaza etmek, iyi düşünülmeden alel lacele bu hayata son verilmesinin ciddi net­icelerini önlemektir. Çünkü mehri veren, evin nenimin, nafakasını temin eden erkek olduğu için genlikle neticeyi o daha iyi takdir eder. Büyük zararlara yol açacak keyfi tasarruflardan daha uzak bulunur. O halde şu iki sebepten boşama hakkını erkeğe verilmesi kadına verilmesinden daha iyidir: Birde genellikle kadın erkektenn daha duyguludur. Şayet talak hakkına kadın sahip olsaydı basit bir sebepten dolayı talakı meydana ge­tirebilir. Bir de kadın boşanmadan mali bakımdan zarar görmez. Onun için kadın çabuk etkilenmesi vesilenirleniivermesi sebebi ile talakı kullan­ma noktasında temkinli hareket edemez. Erkek razı olursa nikah akdi es­nasında kadın. Bu hakkın kendisine ait olduğunu şart koşabilir ve yine erkek tarafından kendine bir zarar gelirse malının bir kısmını kocasına vermek suretiyle kul, hakkını kullanarak evliliğe son verme hakkıda vardır.

Aynı şekilde tiksindiren bir hastalık veya kötü muamele veya ko­canın kayb olması veya haps edinilmesi veya nafaka temin edmemesi gibi bir sebeple mahkeme yoluyla nikah akdini ffesh ettirme hakkı da vardır.

Talak nikah düğünü çözmektir. Nikah düğümünü çözen kadının ko­casına mutalhk (boşayan) kocanın kadmada mutallaka (boşanan) denir. Talak, sarih ve kinaye olmak üzere ikiye ayrılır.

1.  Sarih boşama: Boşamadan başka bir mana taşıma ihtimali ol­mayan sözlerle yapılan kelimelerdir. Bu açık sözler; Talak, firak ve serah olmak üzere üç kelimedir. Bu kelimelerle veya başka dildeki karşılığıyla yapılan boşama sarih boşamadır. Örneğin: Bu üç kelimenin Türkçe karşılığı sırasıyla; boşamak, ayrılmak ve salmak sözleridir. Şu halde bir kimse bu sözlerini kullanarak karısına; "seni boşadım.", "senden ayrı oldum" veya "seni saldım" derse, bu sözlerle sarih ve açık boşama mey­dana gelir. Yani boşamaya niyet etmezse de karısı ondan boş olur. Eğer koca desekii ben bu sözlerle boşamayı kast etmedim. Onun iddiası kabul olmaz.

2. Kinayeli boşama: Hem boşama ve hemde başka mana taşıma ihti­mali olan kelimelerden biriyle gelen sözlerdir. Bu sözler pek çoktur. Örneğin: Enti haliyyetun (sen benden halisin) enti beriyyetun (sen benden berisin) enti bettetun (aramız kesiktir) izhebi heysu şi'te {dilediğin yere git) ilhekibi ehlike (ailenin yanına git) halbuki ala ğaribiki (yuların omuzun-dadır. Yani serbestsin) a'zibi (benden uzaklaş) enti aleyye haramın (sen bana haramsın) gibi kelimelerin tümünün boşanmaya delalet etmesi ki­naye yoluyladır. Zira bu kelimeler boşanmaya delalet edebileceği gibi, başka manalara da delalet eder.

 

Kinayenin Meşruluğu:

 

Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadistir:

Cevn kızı (umeyme), Rasulullah (a nikah olunup) huzuruna girdiril-diği ve Rasulullah da ona yaklaştığı zaman senden Allah'a sığınırım! dedi. Bunun üzerine Rasulullah ona 'sen, şanı büyük Allah'a sığındın. Artık ai­lenin yanma git!' buyurdu. [156]

Hz. Peygamber 'ailenin yanına git' demesi. Kinaye duyla boşamanın meşruiyetine delildir. Boşama eğer serih bir lafzla yapılırsa kesinlik ne ka­dar onunla beraber niyet olmazsa da dahi yine boşama meydana gelir. Sa­rih boşama, boşamadan başka bir manaya gelmeyen sözlerdir. Bu da üç kelimedir. Talak, firak ve serahtır. Her üçüde talaka delalett ettikleri keşi-indir.

Zira yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de de bu manada kullanılmıştır:

Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğiniz zaman (tallaktumü) onları (temizlenme) vakitlerinde (ve münasebette bulunmadan) boşaym, aynı zamanda iddetlerine doğru boşayın ve iddetinide sayın, Ey Peygam­ber, hanımlarına şöyle söyle:

Eğer dünya hayatını ve zinetini istiyorsanız. Haydi geliniz sizi donatayım ve güzellikle bırakıp salıvereyim.[157] veya "güzel­likle onlardan ayrılın (=Farikü)" [158]

Kinaye lafızlarla boşamaya niyet şarttır. Örneğin: Enti Aleyye hara-mun (sen bana haramsın) gibi sözlerle boşama kesinikle gerçekleşmez. Bunun delili ise şöyledir: Tebük gazvesine katılmayan ka'b bunu Malik'e Hz. Peygamber, hanımından aynlması için haber gönderdiğinde Ka'b Ma­lik gelen haberciye (Huzeymeye) şöyle sordu: "Karımı boşayacak mıyım, yoksa ne yapacağım?", "Hayır boşama! Yalnız ondan ayrı dur. Hanımına yaklaşma!" Bunun üzerine kanma 'Haydi babanın yanma git. Allah bu iş hakkında hükmünü verinceye kadar orada kal' dedim" [159]

Bu hadis, boşanma niyeti olmadan söylenen kinaye lafızlarla boşan­manın tahakkuk etmediğine delalet eder. Daha sonra Allah Teala ka'b bu­nu Malik ve iki arkadaşını affetiğini bildirince, yeni bir nikaha gerek duy­maksızın hanımını geri getirmiştir. Ka'b b. Maliik boşanmaya niyet etme­diği için bu sözlerle boşanma gerçekleşmemiştir.

Şafii ve Hanbelilere göre talakın -boşanmanın rüknü beştir. Talakı veren- Mu talik- boşayandır. Sığa (söz) mahal, velayet ve talak kasdı bu­lunmak, talak lafzını tekrar eden fakihin, bunu isterse kendinden olsun-Nakl eden kişinin talakı sayılmaz.

 

Talakın Hükmü:

 

Hanefilere göre talak vermek mubahtır. Zira yüce Allah şöyle buyur­maktadır:

Kadınları boşadığınız zaman.. Size günah değildir.[160] gibi ayet'i kerimeler mutlak gelmiiştir.

Onları iddet vakitlerinde boşayın. [161]

Rasulullah (s.a.v.) de, Hz. Hafsayı hangi bir kötülük şüphesi ve yaş­lılık bir sebebi olmadığı halde boşadı. Ashab-ı Kiram bunu yapmışlardır. Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hasan çokça evlenmiş ve boşamıştır. "Allah'a en se­vimsiz olan helal talaktır." Hadisinde ki "helaldan maksad ise " yapılması lazım olmayan fiil demektir. Bu ifade mubah, mendub vacib ve mekruh manalarını de içiine alır. Şu halde "Onun sevilmeyen istemeyen şey olması helal olmasına engel değildir. Zira aynı zamanda helal bir şey mekruh ola­bilir. Mekruh islami ölçülere göre sevilmeyen bir şey demektir. Eğer kişi hanımını boşarsa gönlü ona bağlı olacağı veya bir başkasıyla evlenemeyeceği için -zinaya düşeceğini bilirse, o zaman kadının boşaması haramdır. Hayız veya nifas halinde iken veya temiz halinde fakat beşeri ihtiyacını tatmin ettikten sonra boşarsa yine boşaması haramdır. Mekruh olan hal­ler: Kişi evli kalmakta istekli ise veya neslinin çoğalmasını temenni ediyor­sa hanımıyla kalması onu herhangi vacip ibadeti yapmaktan alı koymu­yorsa ve hanımından ayrıldığı zaman zinaya düşme korkusu yoksa bu halde hanımını boşaması mekruhtur. Talakın vacip olduğu haller: Hanımı üe kalmasının kendisini nafaka ve diğer hususlarda harama düşereceğini kesin olarak biliyorsa talak vacip olur. Bunun gibi ile yapan yani dört ay hanımına yaklaşmamak üzere yemin eden kişinin dört ay bekledikten sonra eğer -münasebette bulunarak dönmemişse boşaması vacip olur. Ta­lakın mendup veya müstahap oldluğu halleri kadının ağzı bozuk olsa, be­raber kalmaya devam ederlerse erkek kendisinin harama düşeceğinden korkarsa o zaman boşaması mendup ve müstahaptır. Genel manada kaıdn namaz kılmamak gibi Allah'ın farz hukukunu yerine getirmekte ihmal gösteriyorsa boşamak müstahaptır. Kocası bu haklan yerine getirmesi için onu icbar edemez. Yine aralannda huzursuzluk çıkması gibi kadınınn zıt gitmesi hallerinde de zarann giderilmesi için boşamak müstahaptır veya ifetsiz bir kadın ise erkeğin bunu tutması münasip olmaz. Çünkü bu hal onun dininde de noksanlığa sebep olur.

 

1. Mutallıkın = (Boşayanın) Şartlan:

 

Bu mezheplerin ittifakıyla talak ve kecek kocanın mükellef (yani akil ve baliğ) olması ve kendi isteği ile yapan bir kişi olması şarttır. Aynca Ma-likilere göre müslüman olması, hanbelilere göre talakın ne olduğunu dü­şünebilen bir kişi olmasıda şarttır. [162]

Buna göre koçanından başka birinin, mümeyiz olsun olmasın çocu­ğun talakı sahih olmaz. Hanbelilere göre talakın ne olduğunu düşünebilen mümeyyiz çocuğun isterse on yaşından küçük olsun talakı geçerli olarak saymışlardır. Örneğin: Hanımın kendisinden ayrılacağını, onu boşadığı za­man kendine haram olacağını bilmesi yeterlidir. Çocuğun talak huşunda başkasını vekil tutması, başkasının bu hususta vekaletini kabul etmesi sahihtir. Fakihlere göre velinin, çocuğun veya delilin rağmma klarşılık al­madan boşama yapması sahih değildir. Zira boşama zarardır. Fukuhanın çokluğuna göre: Bir adam, kansmı boşamak için aklı eren bir çocuğa ve­kalet verir. Çocukda bu vekalete dayanarak kadını boşarsa, geçerli sayılır. Sahih olan da budur. [163]

Vekalet veren adam bu işe ehildir. Dolayısıyla geçici olarak çocukta onun vasıtasıyla ehil sayılıyor:

 

Deli ve Medhuşun Talakı:

 

Delinin talakı geçerli olmaz. Baygında böyledir. Medhûş: infial halin­de olup ne söylediğinin ne yaptığının farkında olmayan veya aşırı korku, üzüntü veya sinirlenmeden dolayı bu infiali söz ve hareketlerinin çoğunda arıza meydana gelecek dereceye gelen kişidir. Bu kişinin talakıda geçersiz­dir. Zira hadisi Şerifte "İğlak halinde talak yoktur." buyurulmuştur. İğlak cinnetten ve aşırı sinirden veya aşın üzüntüden dolayı idrak, kasd ve şuur kapısını kapatan her şeye iğlak denilir.

Akıl ve buluğ şartının delili şunlardır: "Çocuk ve delinin talakı hariç her talak sahihdir." Üç şahıstan kalem kalkmıştır. Bulûğa erinciye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, kendine gelinceye kadar deliden "Zira talak kamil bir idrak ve tam bir akıl isteyen bir tasarruftur. Çocuk ve delide ise bunlar tam olarak bulunmaz. Zira talak aleyhte bir tasarruftur. Çocuk mümeyyiz dee olsa veya veli geçerlide saysa çocuk buna malik de­ğildir. Fakat Hanbeliler isterse on yaşından küçük olsun yukanda geçen "baldın tutanın talak sahihtir." Bunaklığı aklına galebe çalan bunakın ta­lakı hariç herkesin talakı geçerlidir." Hadislerinin umumi gereğince sabi mümeyyizin talakını geçerli saymışlardır.

Hz. Ali "nikahı (küçük yaşta evlendirdiğiniz) çocuklardan saklayın" buyurmuştur. Buradan anlaşılan şey 'gizlemenin faydası boşamamalan olduğudur. Zira bu, talakın mahaline isabet eden aklı başında bir insanın boşamasıdır. O halde baliğ kocanın talakı gibi geçerli olur. Kızgın kişinin Talaki: Bir kişi aşırı derecede sinirlendiği zaman talaki geçerli sayılmaz. Örneğin: Ne yaptığının ne söylediğinin farkında olmayacak derecede kızan veya sözlerinde ve hareketlerinde tutarsızlık olacak derecede sinirlenen ki-Şmin talak sahih değildir. Bu halin kendisinde nadir görülmesi şarttır. Ki-Şi ne söylediğinin şuurunda olsa o zaman talaki geçerli olur. Kişiden sadır olan her talakta çoğu zaman bu hal görülür. Zira sinirli insan bu halde kendinden sadır olan dinden çıkma, adam öldürme, haksız yere başkası­nın malını alma, boşama ve baaşka söz, hareketlerinden sorumludur.[164]

Birsam (sanrı) hastalığına yakalanmın talakı geçerli değildir. Bu hastalık ruhi bunalıma benzer bir hastalıktır. Zaman zaman insan denge­sini kaybeder ve kendinden geçebilir. Bu durumda ağzından boşamayla il­gili bir söz çıkacak olursa, talakı geçerli değildir. Zira bu halde boşamaya ehil değildir.

 

Sarhoşun Talakı:

 

Bilerek ve iisteyerek içki içmesi, yahut Hanbelilerden başka cumhu­ra göre hiçbir zaruret ve ihtiyaç olmaksızın uyuşturucu alması sonucu sarhoş olması, gibi, dört mezhepte tercih edilen görüşe göre bir cceza ol­mak üzere onu bu isyandan caydırmak için talakı geçerli sayılır. Zira o bu uyuşturucuyu hiçbir zaruret olmadan kendi isteği ile almıştır. Hanefiler-den Züfer, Tahavi ve Ömer bin Abdulaziz'e göre kasıt, şuur ve tam irade kamilen bulunmadığı için sarhoşun talakı sayılmaz. Zira sarhoş da deli gi­bi aklı gitmiştir. Tehdit altındaki kişi gibi irade yoksunudur. Onun için o-nun sözü şer'i bir hükmü yokotur. Sarhoşluğun ayın bir cezası vardır ki o da had'dir. Bunun için başka bir ceza ilave etmek caiz değildir.

"Hz. Osman ve Ömer bin Abdulaziz'e göre kasıt şuur ve tam irade'i kamil kendisine bulunmadığı için sarhoşun talaki sayılmaz. Zira sarhoş da deli gibi aklı gitmiştir. Tehdit altındaki kişi gibi irade yoksunudur. "İbni Abbas" sarhoşun ve tehdit edilen kişinin talakı caiz değildir. "Hz. Ali" Bu­nağın talakı hariç her taluk geçerlidir." demiştir.[165]

Cumhura göre müslüman gibi gayri müslimin talakıda geçerlidir. Zi­ra o da şeriiatın ahkamıyla mükelleftir. Malikilere göre kafirin Taliki geçer­li değildir. Talakın sahih olması için islam şarttır. Mürtedin talakı: Zifaftan sonra olsa vermiş olduğu talak mevkuftur. Kadının iddetip içinde tekrar İslama dönerse geçerli olur. İddeti içinde müslüman olmazsa veya zifaftan evvel irtidat etmiş olursa talakı hükümsüzdür. Zira talakdan evvel din far­kı sebebiyle o nikah fesh olunmuştur.

 

Sefihin Talakı:

 

Hacir altındaki sefihin talakı -eğer baliğ ise- velinin izni olmasa dahi bütün mezheplerin ittifakıyla talakı sahihtir. Zira hacir ancak mali tasar­ruflarda olur. Başka şeylerde değildir. Talakın sahih olması için rüştde şart değildir. Şiadam imamiyye ve Ata'ya göre sefihin talaki velinin iznine bağlıdır.

 

Mükrehin = (Tehdit Edilenin) Talaki:

 

Cumhura göre mükrehin talakı sahih değildir. Zira onun talak kastı yoktur. O sadece bu tehditi savuşturmayı kast etmiştir. Kendi iradesiyle boşamış olmalıdır. Zorlaman bir kimsenin boşaması ancak şu şartlarla beraber olursa o zaman sahih olarak kabul edilmez.

1. Hasız olarak zorlanan kişinin boşaması sahih değildir. Eğer kadı­na zarar verdiğinden dolayı haklı bir sebeple boşamaya hakim tarafından zorlanırsa, bu talak geçerli olarak kabul edilmiştir.

2. Boşamadığı takdirde ölümle, herhangi bir yerini kesmekle ve çok şiddetli dövmekle tehdit edildiği takdirde boşama geçerli olmaz. Şerefli ve karlı hatırı sayılır bir kişinin hafifçe dövmekle tehdit edilmeside zorlama hükmüne girer ve durumdaki kişinin de boşaması sahih olarak kabul edilmez.

3. Zorlayan kişi, onu tehdit ettiği şeyi yaparak güçte olmalıdır. Zira Rasûlü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Zorlama altında ne boşama geçerli olabilir. Ne de (köle ve cariye) azat etmek. [166]

Ümmetimin yanılmasını. Unutmasını ve zorladığı şey (in günahın) ı Allah Teala ajjetmiştir. [167]

4. Zorlanan koca söylemesi istenilen sözden fazlasını söylememeli-dir. Örneğin: hanımım bir defa boşaması için zorlanan kişi veya hanımını boşaması için zorlanan kişi, söylenilenden fazla olarak iki defa veya üç de­fa boş arsa talak, (boşaması) geçerli olur. Zira söylemesi için zorlanan söz­den fazlasını söylemiştir. Hanefilerin re'yine göre mükrehin talakı geçerli sayılır. Zira o şakadan söyleyen gibi gelecek neticeye razı olmasa da talak vermeyi kasd etmiş demektir. Şaka ile söyleyenin talakı ise geçerlidir.

Zira Rasûlü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Üç şey vardır ki (onların) ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir. Nikah talak ve (bir veya iki talakla boşadığı karısına) ricattır. [168]

Geçen meselelerden anlaşıldığına göre talak hakkı -akıllı ve baliğ ol­mak şartıyla- ancak kocanındır. Karı Talak hakkına malik değildir. Fakat koca ona vekalet verirse veya ona havale edrse o takdirde talak verebilir. Zaruret icabı özel durumlar hariç hakimde talak verme hakkına sahip de­ğildir.

 

2. Kasıt = (Niyet) Talakta Kasıt İttifakla Şarttır:

 

Bu, kişinin talak niyeti olmasa dahi (talak) sözünü ifade etmesidir. [169]

Buna göre talak lafzını tekrar eden hocanın talak nakleden kişinin nefsi için veya başkalar için talak geçerli olmaz. Zira manasını kast etme­miştir. Bilakis o öğretme ve nakletme kasdiyle söylemiştir. Bunun gibi arapça bilmeyen bir kişinin talakın ne demek olduğu bilmeyen sadece kendisine "talak" sözünün söylettirilmesi ile hanımı boş olmaz. Yine uyu­yan ve günah olmayan mubah bir sebeple aklı giden kişinin talak sözünü söylemesiyle hanımı boş olmaz. Zira yukarıda geçen hadiste geçtiğine göre üç kişiden kalem kaldırılmıştır. Bunlardan birisi de uyuyan kişidir. Zira bunda kasıd bulunmamaktadır. Onun için uykuda kalktıktan sonra veya

ayıldıktan sonra ben bu talakı kabul ettim ve beğendim yine bu talak ka­bul edilmez.

Hazıl (şaka yapanjın talakı: Hazil, sözün manası değil sadece lafzını kasd eden kişidir. Laib (işi oyuncak haline getiren) hiçbir şey kasd etme­yen kişidir. Örneği, bir hanımın alay ve istihza sadedinde kocasına "boşa" deyip onunda yine aynı minval üzre "boşandım" demesi bu bölümdedir. Bir perde arkasında bulunan veya karanlıktan bir kadına yabancıdır. Zan-nı ile "Seni boşadım" dese o da hanımı olsa bu da laib gibidir. Hüküm ola­rak bunların hepsinin talakı olur. Zira hazil ve laibin her biri -talakin meydana gelmesine razı olmuşsa da- bu sözü isteyerek ve kasd ederek söylemiştir. Talak vaki olmaz. Zanında dolayı boşanmanın meydana gel­mesine rızasının olmasının, zanındaki bu yanılmasının boşanmanın mey­dana gelmemesine bir tesiri olmaz. Bunun delili yukarıda geçen "üç şey vardır ki ciddisi de ciddi şakasıda ciddidir. Nikah, talak ve ric'at" hadistir.

Bir rivayette azad, diğer rivayette ise yemin lafzı geçmiştir.

Hz. Ali" üç şeyle oyun olmaz: Talak, azad ve nikah" demiştir. Zira hazil talakın sebebi olan 'Talak" = boşama lafzını söylemiştir. Hükümle-nn, sebepleripne bağlı olarak heman var olması akdi yapana değil şeriat sahibine aittir. Hata edenin dili sürçenin talakı: Bu talak sözünden başka bir söz söylemek isteyip de dili sürçen ve asla kastı olmadığı halde Örne­ğin: Tahır veya Talibet yerine "talak" sözünü söyleyiveren kişidir. Bu sö­zün hükmü: Şafıilere göre kastı olmadığı için talakı geçerli değildir.

Hanefî, Maliki ve Hanbelilere göre bu kişinin talakı, fetva olarak da tava olarak da talakı vaki olmaz, (yani kişi ile Allah arasında vaki olmaz.) Fakat mehkeme nazannda vaki olur. Hazil ile hata eden arasındaki farkın sebebi: Hazilde "talak" sözünü söyleme kasdı cardır. Bu yüzden dinin hü-kümlerinii oyuncak haline getirmesine meydan verilmemesi için cezayı hak etmiştir. Hata ve yanlış edenin ise aslında talak sözünü söyleme kastı yoktur. Bunun için cezayı hak etmiş olmaz ki talak vaki talakı vaki olduğuna hükmedilmesin.

 

3. Talakkm Mahalli veya Üzerinde Talak Vaki Olan Kişi:

 

Talak kadın üzerinde cereyan eder. Kadının bu talaka mahal olması için zifaftan önce de olsa bilfiil mevcud olan sahih bir evlilik halinde olma­sı veya dönüşü mümkün olan bir talakın iddeti içinde bulunması şarttır. Zira ric'i talakta iddet sona ermedikçe evlilik bağı devam eder. Eğer kadın beynünet'i kübranın (=dönüşü olmayan bir talakın) ardından iddet bekli­yor ise bu esnada onun üzerinde ikinci bir talak vaki olmaz. Zira koca ta­lak konusunda bütün hakkını bitirmiştir. Çünkü koca üç talaktan başka talaka sahib değildir. Onun için bu noktada talak manasız ve faydasızdır. Eğer kadın beynünet'i suğra, yani yeni bir nikah akdi ile dönüşü mümkün olan bir talakın iddetini bekliyorsa -Hanefilerden başka- cumuhura göre onun üzerine yine başka bir talak cereyan etmez. Zira talak'ı bain ile evli­lik bağlan kopmuştur. Onun için bu kadın talaka mahal olmaz. Hanefilere göre ise nafakasının koca üzerine vacip olması, evinde oturması, bu esna­da kadının bir başka erkekle evlenmesinin caiz olmaması gibi bir takım evlilik hükümlerinin devam etmesi sebebiyle, iddet esnasında koca bir başka talak daha verebilir. Dolayısıyla bu kadın talaka mahal olur. Zira bu hükmen evlidir. Eğer evlilik Fasit ise veya hangi çeşidi olursa olsun ka­dının iddeti bitmiş ise onun üzerinde bir başka talak vaki olmaz. Hatta ta­lak iddetin bitişine bağlanmış dahi olsa, mesela, hanımına "sen iddetini bitirdiğin gün boşsun" dese bu talak vaki olmaz, kadın zifaftan ve halvet­ten (başbaşa kalmak) önce boşansa onun üzerine iddet vacib değildir. Zira yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:

Ey iman edenler! Mümin kadınları nikahlayıp da sonra kendile­rine dokunmadan (cinsi ilişkide bulunmadan) onları boşadığıniz za­man sizin için üzerlerine sayacağınız bir iddet (süre) yoktur. [170] ve talak bain talaktır.

Hanefilere göre bu kadın üzerinde ikinci bir talak vaki olmaz. Kişi henüz zifafına girmediği, başbaşa kalmadığı hanımına "sen boşsun, boş­sun boşsun" dese sadece bir talak vaki olur. Zira kadın birinci "boşsun" ile kocasından koptu ve yabancı oldu. Dolayısıyla diğer talaklar vaki ol­maz. Safirlerin görüşüde budur. Zira onlar şöyle der: Yukarıdaki sözleri henüz zifafına girmediği hanımına karşı söylerse her halükarda bir talak vermiş olur. Zira o kadın birinci talak ile ayrılmıştır. Bu sebeple sonrakiler vaki olmaz. [171]

Maliki ve Hanberlilere göre peşpeşe gelen bu sözler ile üç talak vaki olur. Zira bu birleşik olmasını gerektirir. Bu sebeple koca üçtalakı birden vermiş sayılır. O halde üçü de o hanım üzerinde veki olur. Sanki koca şöy­le demiştir. "Sen üç talakla buşsun" veya "yanında iki talak daha olan bir talakla buşsun" demiş sayılır. Ancak ikinci ve üçüncü ile daha Öncekini tekid etmek estemiş ise Maliklere göre mahkeme bunu bir yemin ile kabul eder. Diyaneten (Allah ile kul arasında) ise yeminsiz kabul edilir. Kadının bazı azalarını boşamak veya talakın bir parçasını vermek koca talakı kadı­nın tamamına izafe ederse, Örneğin: "Sen boşsun" veya "seni boşadım" de­se ittifakla talak geçerli olur.

Hanefilere göre: Koca talakı kadının tamamı İfade edecek bir uzvuna izafe etse yine boşanma vaki olur. Örneğin: Ruhuna, cesedine, boynuna, bedenine, ayak ve ellerine, başına, yüzüne, kalçasına izafe etse ve yansı, ondan biri, üçte biri gibi her tarafına şamil olabilecek bir oranda izafe etse talak gerçekleşir. Zira kadının bir kısmı boşanmış bir kısmı nikahlı olması kesinlikle olmaz. Talakı ele isafe etse boşanmış olmaz. Ancak böyle bir ta­lak yaygın değilse, parçasını zikr edip tamamını kast etmek suretiyle me­caz niyetiyle olursa talak gerçekleşir. Yaygın haldeyse mecaza niyet etme­sine gerek yoktur. Boşanır, ayağa, saça, burnuna, baldıra, uyluğa, sırta, karnına, dile, kulağa, ağıza, göğüse, çeneye, dişe, tükrüğe, tere, göğüslere ve kana izafe etmekde talaki ele izafe etmek gibidir. Çünkü "el" söylenerek insanın tamamı kasd edilmez. O halde mesela "elin boş olsun, ayağın boş olsun" gibi bir ifade talak geçerli olmaz. Altıda biri, dörtte biri, yarısı gibi isterse binde bir olsun örneği: Sen bir talakın binde biri kadar boşsun demesi gibi- boşanmayı talakın bir parçasına izafe etse geçerlii olur. Zira talak parçalanmaz. [172]

Safilere göre eğer bir kişi talakı bir cüzüne izafe öderse geçerli olur. Örneğin: Eline veya ayağına veya herhangi bir uızvuna izafe etse -isterse mecazen söyleme niyeti olmasın- Hanefilerin tersine Şafiilerde talak geçerli olur. Sanki "Senin dörtte birin veya bir kısmın veya bir cüzün ve saçın ve­ya tırnağın boş olsun" demiş gibi oluyor.

Mezhepte en kuvvetli kavle göre "kanın boş olsun" söylemekte aynı­dır. Zira talak parça parçaya ayrılmaz. Vücuttan çıkan ter, idrar ve tükrük gibi atık maddelere talak izafe etmek geçerli olamaz. Yine bunun gibi süte ve meniye talak izafe etmekde geçerli olamaz. Zira bunlar kadının bir par­çası gibi yaratılıştan ondan ayrılmaz bir parça değildir. Kesinlip kopmuş olan eli için senin elin boş olsun dese en kuvvetli görüşe göre yine talak geçerli olamaz. Zira artık o el vücuttan ayrılmıştır. "Sen biraz boşsun" der­se, boşanma meydana gelir. Zira talak parçalanmaz.

Malikilere göre Talakı kadının yansına veya üçte birine veya altıda birine veya her hangi bir uzvuna izaf etse talakı geçerli olur. Hanbelilere göre de Talakı kadının "elin veya kanın veya parmağın veya başın boş ol­sun" gibi kadının bir parçasını tam bir talak olduğuna ittifak etmişlerdir. Talakı, kadının bir uzvuna bazı cüzlerine izafe etmekden ise ihtilafları var­dır. Hanefilerin cumhuruna göre el, ayak, parmak gibi kadının tamamını ifade etmeyecek uzuvlara izafe edilirse talak geçerli olmaz. İmam Malik, Şafii Ahmed ve İmam Züfere göre ise geçerli olur. Kocanın talakı kendine izafe etmesi: Hanefi ve Hanbelilere göre bir kişi hanımına "Ben senden bo­şum" dese talaka niyet etmiş dahi olsa -talak geçersiz olur. "Ben senden ayrıyım artık" veya "Ben sana haramım" dese ve aynı zamanda talakın ni-yetide getirse, bu söz Hanefilere ve Hanbelilerdekii iki görüşten birine göre boş olur. Zira talak, bağı kaldırmak içindir. Bağ ise kadında olup erkekde değildir. Bunun için birinci misalde kadın boş olmaz. Zira erkek talak, mahalline izafe etmemiiştir. Onun için bu söz hükümsüz-kalır. Fakat "ben senden ayrıyım" sözü irtibatı kesmek, "ben sana haramım" sözü de helalli­ğini kaldırmak içindir.

Bu iki söz kan-koca arasında müşterektir. Onun için bu sözlerin hem kadına hem mde erkeğe nisbeti sahihtir. Talak ancak kadına nispeti bulunursa sahih olur. [173]

Maliki ve Şafiilere göre: Bir kişi "Ben senden boşum" dese-eğer bu sözle kaıdnı boşamayı niyet etmişse -boş olur. Zira kadın bağlıdır. Koca ise bağ mesabesipndedir. "çözmek" tabiri "bağlı" olan şeye nisbet edildiği gibi "bağ" ada nisbet edilir. Örneğin: "Filan bağlı kişiyi çözdü" denildiği gi­bi "bağını çözdü" de denilir. Talaka niyet etmemiiş ise boş olmaz. Zira bu söz muhalli olmayan şeye nisbet edilmesi ile bu babda sarih olmaktan çık­mıştır. O halde bunda da kinayeli sözlerde şart koşulan "talak verme niye­tinin" bulunması şarttır. Bunun gibi "Ben senden ayrıyım" dese diğer ki­nayeli sözlerde olduğu gibi bunda da talak niyetinin bulunması şarttır. Şu halde "boşanma" olsun ister "ayrılma" sözü olsun niyet bulunursa talak gerçekleşir.

 

4. Şafii Ve Hanbelilere Göre:

 

Talakın mahalli hanımdır.

Şafii, Hanbeli ve Zahirilere göre: Yabancı bir kadınakarşı "sen boş­sun" veya "evleneceğim her kadın boş olsun" gibi sözlerle talak vermek ve­ya "seninle evlenirsem sen boş ol" diyerek talakı nikaha bağlamak veya Filan eve girersen boş ol" diyerek nikahada bağlamamak, bütün bunlar boş sözden ibarettir. Bu yeminin iptaline hükm edilir. Evlenirse, o kadın boş olmaz. Nikah şartına bağlanan talakında vaki olmamasının sebebi, bunu söyleyenin talakın mahalli olan kadın üzerinde velayet hakkının bu­lunmamasıdır. Rasulullah (s.a.v.) "Talak ancak nikahtan sonradır." bu­yurmuştur. Bu görüşe göre yabancı bir kadına talak asla geçerli olmaz. İs­ter umumi söylesin, ister belirli kadınlara söylesin hüküm değişmez. Bu Hz. Ali, Muaz, Cabiir İbni Abbas ve Hz. Aişenin görüşüdür. Yukarıda ge­çen sahih hadis gereğince bana göre de racih olan görüş budur. Tirmizi bu hadis için "hasendir" dedikten sonra hadis zayıf göstermeye çalışanların ta'nma da itibar edilmez. Bunun için bir adam hanımı ile beraber bir ya­bancı kadına "Birinioz boşsunuz" dese veya hanımının ismi Zeynep olsa birde Zeynep isminde komşu kadın olsa adam "Zeynep boştur" dese sonra da "yabancı kadını kasd etmiştim." dese sözü kabul edilmez. Her iki halde de hanımı boş olur. Zira başkasının boş olması mümkün değildir.

İnsanoğlunun, malik olmadığı bir şeyi neretm (adama) malik olma­dığı bir köleyi azad etme malik olmadığı (nikahlamadığı) bir kadını boşama hakkı yoktur. [174]

Hanefi'lere göre: Bir adam talakı nikahla izafe etse nikahın akabinde talakı gerçekleşir. Örneğin: Bir kadına "seninle evlenirsem boşsun" dese veya "Evlendiğim her kadını boş olsun" dese nikahın akabinde boş olur. Zira bu, şarta bağlı bir talaktır. Talakın sahih olması için verildiği anda ni­kah mülkiyetinin bulunması şart değildir. Sadece şartın gerçekleştiği sıra­da bulunması yeterlidir. Özet olarak delileri şunlardır:

Hanefilere göre:

1- Zihaın mülk şlartına bağlamanın sahih olduğu üzerinde icma vardır. Talakta zihar gibidir. Zira kimse fark olduğu üzerinde icma vardır. Talakta zihar gibidir. Zira kimse farklı olduğunu söylememiştir.

2- Tabiinden gelen rivayetler: İbni Ebu Seybe, salim, Kasım b. Mu-hammed, Nehai, Zühri, Şam diyarının muhaddisi Mekhul ve başkalarında "Evleneceğim her kadın boştur" diyen adam hakkında "söylediği gibi bü­tün evlenecekleri boş olur" dediklerini nakletmektedir.

3-  Azad olmayı vekaleti, borcu silmeyi şarta bağlamak nasıl sahih ise talakı şarta bağlamak da aynı şekilde sahihtir. Sahih olması için o an­da nikah mülkiyetinin var olmasıda şart değildir.

Şafii ve Hanbelilere göre:

1. Çeşitliğ senetlerle rivayet edilen "Nikahtan evvel talak olmaz" ha­disi şerifini delil gösterirler. Tirmizi bu hadis hakkında "hasendir" demiş­tir İbni Mes'udun "Kişi nikah yapmadan boşasa caizdir." Dediği İbni Ab-bas'a ulaşınca "burada hata ettit" dedi. Çünkü Allah (c.c.) "Mümin kadın­ları nikahlayıp sonra boşadığınızdi. [175] dedi. "Mümin kadınları boşayıp sonra nikahladığınızda "demedi" diye ilave etti.

2. Akli deliller Ta'lik (=şarta bağlamak) talaktır. Talak, bağı çözmek ve nikah mülkiyetini iptal etmektir. Yabancı bir kadın hakkında bir bağ ve mülkiyet yok kii çözmesi ve iptali sahih olsun. O halde bu söz boştur, hü­kümsüzdür. Ta'likin talak olmasına gelince: Eğer başka bir şey sözleme-miş ise şart yerine gelince talak gerçekleşir. Talakı şarta bağlamak talak olmasaydı, şart bulunduğu zaman talak vaki olmazdı. Sonra bu ta'lik, ki­şinin velayet hakkı olmadığı bir mahal üzerinde bir tasarrufta bulunması­dır ki çocuğun ta'liki gibi hükümsüzdür. Baliğ kişinin yabancı kadının ta­lakını nikaha bağlaması da mülkiyetin dışında meydana gelen bir ta'liktir. Sahih hadise dayandığı için bu görüş tercih edilir.

 

5. Sığa ve Kendisiyle Talak Vaki Olan Şey:

 

Fakihler ister Arapça ister başka diller, ister sözle, ister yazı ile ister işaretle olsun evliliğin talaka son bulacağı üzerinde ittifak etmişlerdir.[176] Sözle olan ya sarih= açık olur veya kinayeli olur. Sarih Talakı maksadı açıkça ifade eden ve örfen çoğunlukla talak için kullanılan sözle verilen ta­laktır.

Sarih talak: Maksadı açıkça ifade eden ve örfen çoğunlukla Talak için kullanılan sözle verilen talaktır. Örneğin: "Sen boşsun, boşanmışsın.

Seni boşadım. Seni boşamak üzerime borç olsun" gibi "boşamak" kelime­sinden türeyen bütün sözler bu cümledendir. "Sen bana haramsın, Seni kendime haram ettim yahut sen haram kılınmış birisin" gibi kocanın söy­lediği sözlerde yine bu cümledendir. Zira bunlar ne kadar aslında kinayeli sözlersede halk arasında ekseriyetle talak için kullanıldığından bunlarda bu konuda sarih lafız haline gelmiştir. Ayrılmak "gibi "Sen ayrısın, kop­muşsun" gibi sözlerde sarih hükmündedir. Şafii, Hanbeli ve Zahirilere gö­re sarih talakın üç lafzı vardır:

"Bunlar: Talak, ayrılma ve salıvermedir. Çünkü bunlar kur'an-ı kerim'de zikr edilmiştir. Talak iki defadır (ondan sonrası) ya iyilikle tutmak veya güzel ve adaletli bir şekilde Sah vermektir. [177]

Eğer (eşler) aynlırsa Allah bol nimetinden her birini zenginleş­tirir. [178]

Talak için herhangi bir lafız meşhur olursa mesela "Allanın helalip bana haram olsun" cümlesindekii "helal" lafzı gibi imam Nevevi'ninde de­diği gibi esah olan görüşe göre bu kinayeli bir lafızdır. Sonra da İbni Hacer ve başkalrınında fetva verdiği gibi kocanın "bana haram olsun" sözü sarih talak lafızlanndandır. Hanbelilere göre "bana haram olsun" sözü boş bir sözdür. Zira bu mubah olan bir şeyin haram olmasını gerektirir. Eğer bu söz söylerken niyetinde hanımın haram olması varsa veya bu işe bir kari­ne varsa, o zaman bu söz zihar olur. Zira bu manaya gelir. Fakat "serbest bırakma" örneği "seni serbest bıraktım veya "sen serbestsin" gibi sözler dört mezhebin ittifakı ile talak konusunda sarih talak değildir. Bilakis ki­nayedir. Niyete bakılır. Zira ne dinde ne de örfte bu söz talak için kullanıl­mıştır. Şu halde bu da diğer kinayeli sözler gibidir.

Talak vermek için şu belirtiler şarttır.

1. Dilde veya örfte "talak" manası taşıyan bir lafzın kullnılması veya yazılması veya anlaşılır şekilde işaret edilmesi.

2. Arapçanm dışında bir dille de olsa boşayan kişinin bunun mana­sım bilmesi, örneği: Arap olmayan bir kişi açıkça "talak" lafzım kullansa niyeti ne olursa olsun talaki geçerli olur. Kinayeli bir lafız kullansa niyet bağlıdır. Niyetsiz olmaz. Bir kişi başka birisine bilmediği bir dilde talaki telkin etse oda bu sözü -manasını bilmediği halde söylese onun talakı vaki olmaz.

3. Sıfatlarım saymak veya ismini söylemek veya işaret etmek sure­tiyle tayin ve tahdit ederek talaki hanıma isnad etmek şarttır. Örneğin: "Hanımım boştur" veya "filan boştur" veya işaret ederek "şu boştur" de-mesdi gibi veya bu isnadı örfen yapar. Örneğin: "şöyle yaparsam talak üzerime vacib olsun veya bana haram olsun veya şunu yapmazsam talak vermem lazım olsun" gibi, bu son şıkta talak her ne kadar lafız olarak ka­dına isnat edilmemiş ise de fakat mana olarak isnat edilmiştiir.

4. Talakın sayısında veya lafzında şüphe olmamalıdır. Bozulmuş lafızlarla da olsa talak veki olur. Örneğin: "Talak" yerine talağ, talek, telak dese veya heceleyerek ta-lak dese boş olur. Hükmü, lafız sarih olursa, ör­neği: Koca hanımına "sen boşsun" dese hiçbir niyete veya talakı göstere­cek bir şeye ihtiyaç olmaksızın talak geçerli olur. "Ben boşamak istemiyor­dum" gibi iddialarına kabul edilmez.

 

Kinayeli Talak:

 

Şafii veHanbelilere göre kocanın hanımına "sen bana haramsın, seni kendime haram ettim" gibi sözlerde kinayeli sözlerdir. Bununla talaka ni­yet etmişse talak, zihara niyet etmişse zihar olur. İkisine niyet etmişse bi­rini tercih eder. Tercih ettiği sahih olur. Fakat bu mezheplere göre "bana haram olsun" sözü örfte ve adette sarih talaktadır. Bir de bunlarda kina­yede sayılır. Örneğin: Kocanın hanımına "babanın evine git, uzak ol, çık, git, rahminin temiz olup olmadığını araştır, iddetini say, yuların üstünde­dir. İşin elindedir. Gibi esasen dilde "boşama" için konulmamış lafızlarla verilen talak, kinayeli talaktır.

Hükmü: Hanefi ve Hambelilere göre kinayeli sözlerle verilen talakın mahkemece sahih olması için niyetin bulunması veya bu boşamanın kız­gınlık halinde veya boşamadan bahsettikleri sırada olması gibi talak iste­diğini gösteren bir durumun bulunmasına bağlıdır. Fakat sinirliyse ''idde­tini say" sözü ile niyetine bakılmaksızın talak geçerli olur. Şafıilere göre ki­nayeli sözlerle verilen talakta niyetin sözle beraber bulunmasını devam et­mesi şartttır. Örneği sözünün başında niye varsa, sonunda olmasa talak geçerli olmaz. Sarih ve kinayeli sözlerin haricindeki sözler: Malikilere göre "Bana su ver" ve bunun gibi talak ifade etmeyen sözlerle bir söz söylerse onunla beraber boşamayı niyet ederse boş olur.

 

Yazı İle Talak:

 

Aşağıda tafsilatıyla görüleceği gibi yazı ile talakın vaki olacağında fa-kihle ittifakları vardır.

Hanefılere göre: Yazı iki türlüdür. Ya kağıtüzerine, duvara, toprağa yazmak gibi eseri kalıcı olmayıp gözle görülmez. Bu ikinci şekliyle niyet et­se de talak olmaz. Eseri görülüp kalıcı olan da iki türlüüdür. Birincisi, bi­linen mektuplar gibi hanımının isminio, adresinii yazar, bizzat ona hitapla Hanımım filancaya" dedikten sonra "Sen boşsun" der ve sözüde açıkça talak ifade ederse bunun hükmü sarih lkafızlarla verilen talakın hükmü gibidir. Niyetinde talak olmasa da yine talak geçerli olur. İkincisi ise bili­nen mektuplar gibi olmayıp hanımının ismini ve adresini yazmadan sade­ce bir kağıt parçasına "hanımım filanca boştur" yazsa bu söz talak konu­sunda açık olsa dahi bunun hükmü kinayeli sözlerle verilen talakın hük­mü gibidir.

Niyetiyle talak olmazsa talakı geçerli olmaz.

 

Elçi İle Talak:

 

Bu, kocanın uzata bulunan hanımına onu boşadığmı bildirmek üze­re birisini göndermek suretiyle yapılan boşamadır. Elçi gider, aldığını aldı­ğı gibi hanıma tebliğ eder. Bunun hükmü sarih lafızla yapılan talakın hükmü gibidir. Talak geçerlii olur. Zira elçinin sözü kocanın sözü gibidir.[179]

Maliki ve Şafiilere göre bir kişi hanımın boşadığmı açık bir ifade ile yazsa fakat boşamaya niyet etmese talak vaki olmaz. Zira yazmadığın iki şıkı vardır. Birincisi yazmak talakk vermek için olabildiği gibi yazının gü­zelliğini denemek içinde olabilir. Fakat talaka niyeti olursa o zaman talak vaki olur. Yazı ile talak ancak hanımından uzakta olan hakkmdaa geçerli­dir. Bir kişi "şu mektubum, sana ulaştığı zaman boşsun" dese ancak mek­tubun noksansız olarak hanıma ulaşmasıyla boş olur. Koca okur-yazar olan hanımına mektup yazıp "Bu mektubumu okuduğun zaman boşsun" dese okuyunca boş olur. Eğer başkası okursa boş olmaz. Okuma yazma kadın bilmiyorsa ne zaman mektub kendisine okununca boş olur. Velhasıl cumhura göre yazı ile -niyet bulunduğu zaman- vaki olur. Hanefilere göre hanımın ismii ve adresi yazılı mektup sarih sözle verilen talak gibidir. Ta­lakı geçerlii olur. Bu şekilde olmazsa kiinayelii sözle verilen talak gibidir. Bütün fakihler su üzerine veya havaya yazılan yazı ile talakın vaki olma-yıncağma ittifak etmişlerdir. Bir kişi kendi kalbında hanımını boşasa tala­kı vakii olmaz. Bunu söz haliinde söylerse ve dilini harelet ettirirse -kendi­si duymasa dahi talak vaki olur. İşaret talakı dilsiz gibi konuşmaktan aciz olan kişilerin eliyle veya baaşıyla yaptığı anlaşılır, işaretlerle verdiği tala­kın- bir ihtiyaç olduğu için -vaki oldluğu- üzerinde fakihlerin ittifakı vaardır. [180]

Buna göre dilsiz, işaretle hanımını boşsa boş olur. Fakat Hanefilere göre eğer dilsiz yazı biliyorsa işareti makbul değildir. Konuşabilen kişiinin naasıl işaretle nikahı sahih değilse cumhura göre talakıda sahih değildir. Zira işaretle talak ancak dilsiz için sahihtir.

 

Talakın Sayısı:

 

Talak bir olur. İki olur üç olur. [181]

Talakın sayısı: Talak bir olur. İki olur, üç olur. Talak mutlak söyle­nirse örneği: koca "seenio boşadım" ve "boşsun" demişse Hanefilere göre bu sözün gereği olarak sadece bi talak vaki olur. Cumhura göre ise ne ka­dar niyet etsee veya talakla beraber sayısını da açıkça ifade etse niyet etti­ği veya açıkça ifade etttiği kadar vaki olur. Talak söylenirken sayı tamam­lanmadan kadın ölse Hanefilere göre talak meydana gelmez. Zira talak o sayı ile meydana gelir. Sayıyı söylemeden bir kişi onun ağzını kapatsa ve­ya koca ölse söylediği "talak" ile bir talak geçerli olur. Zira da talak niyeti ile değil söz ile meydana gelmiştir. Şafiilere göre "boşsun" kelimesi o ta­mamlanmadan önce kadın vefat etse talak olmaz.

Cumhura göre erkeğin talakı üçtür. Kölenin talakı ikidir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cariyenin talakı iki Iddeti iki hayızdır' İslam evlenme ve boşanma hususunda hakkı ve orta yolu tutmuş, cahiliyye yan­lışlığını ortadan kaldırmıştır. Cahiliyye devrinde nikahın kısımları dört ta­nedir.[182]

Birincisi: İstedikten sonra akitle yapılan meşhur nikah,

ikincisi: Kocanın istediği üzerine bir başka adamın hanımıyla müna­sebeti olup buna istibda nikahı denilir.

Üçüncüsü: Sayılan ondan az olan bir grup kişinin bir kadınla dü-şup-kalknıası, sonra kadının doğurduğu çocuğu bunlardan sevdiği birisi­ne nisbeü etmesi şeklinde evlenme,

Dördüncüsü: Bir fahişenin bir çok kişi ile buluşmasından sonra doğan çocuğun kiyafe (benzerlik) yolu ile bu zanilerden birine nisbet etmesi şeklindeki nikah.

Talaka gelince: Cahilliyyede talakın sayısı belli değildi. Hz. Aişe (r'anha) şöyle diyor: "Kişi hanımını istediği kadar boşardı. İddeti bitmeden koca hanımına dönerse yüz defa boşamış olsa bile yine hanım olarak ka­bul ederdi. Nihayet bir kişi hanımına: "Vallahi ne seni boşayacaağırn benden ayrılacaksın ne de sana yaklaşacağım" dedi. Hanımda "bunu nasıl yaparsın?" dedi. Kadın hemen Hz. Peygamber (bundan sonrası) ya iyilikle tutmak ve güzellikle salıvermektir. [183] ayeti celi-lesi nazil oldu.

Bu ayet-i kerime talakların sayısının üç olduğuna delalet etmekte ve birinci ve ikinci talaktan sonrada kocaya hanımına dönme hakkını tanı­maktadır. Talakı bu şekilde sınırlamakla islam, kadını cahiiliyyede maruz kaldığı zarardan korumakta, erkeğe üç talak hakkı tanımakla onun mala-halannı da gözetmektedir.

İslam kan koca arasındaki aile bağının devamını istemipş bunun içinde durumlarını yeniden yeteri kadar gözden geçirebilmeleri bilmeleri için kocaya iki defa dönme fırsatı tanımıştır. Üçüncü talaktan sonra boşa­nan kadının tekrar eski kocasına helal olması için tahlilin yanii bir başka erkekle evlenmesinin evlenmesininşart koşulmasıda kocayı üçüncü talakı vermekten çekinmeye aile bağının devam etmesi için titizlik göstermeye sevkeder. Zira erkek kıskançlık duygusundan dolayı bu gibi şeylerden tik­sinir. Bunu önünde kapalı bir kapı gibi görür, sanki bu şart onu, ulaşıl­ması çok güç gerçekleşmesi çok uzak bir şeye sevk etmiş gibidir.

Tahlilden sonra kadın kaçtlakla döner? Bir koca hanımını bir veya î-ki talakla boşasa oda başka bir erkekle evlense ve zifaf olsa, bundanda bo­şandıktan sonra tekrar birinci kocasıyla evlense, Maliki, Şafii ve Hanbeli-lere göre üç talaktan kaç tane kalmışsa da ona göre birinci kocanın yanı­na döner. [184]

Üç talakla boşamış ise, o zaman birinci kocanın yanında üç talak ile yeni bir nikahla döner. Zira ikinci evlilik üç talakı sildiği halde üçten az olanları silmez. Ebu Hanife ve Ebu'yu Sufe'a göre ikinci evlilik mutlak ola­rak talakı siler ve kadın ilk kocasına döndüğünde kocanın üçtalak hakkı-da geri döner. İkinci koca ile evlenme ister ikinci talaktan sonra olsun is­ter üçüncü talaktan sonra olsun fark yoktur. İkincinin zifafı üçüncü ta­laktan sonra olsun fark yoktur. İkincinin zifafı üç talakı sildiğine göre üç­ten azını biter iki evla siler.

Talak, sarih ve kinaye yönlerinden ikiye ayrılır. Ric'i ve Bain, Rici Ta­lak: Sarih lafız gerçekleşir. Niyet şart değildir. (Seni boşadım) (sen boşsun) (Sen mutallakasm) gibi.

 

Bain Talak:

 

Kinaye lafızlarla gerçekleşir. Ancak bunda niyet şarttır, (senii bırak­tım) (istediğin kimseye git) gibi. Bu sözleri söylerken boşamaya niyet eder­se talak'i bain vaki olur. Bu iki talak arasında kısaca fark şudur. Ric'i ta­lakla boşadıgı karısına iddet içinde yani şer'i bekleme süresi içinde rücu yani dönme hakkı vardır. Bu, sözlü (sana döndüm, seni tekrar tutuyorum) gibi sözlü olabileceği gibi, fiilide olabilir. Örneği karısına dönüp onunla cinsel temasta bulunması ve öpüp okşaması gibi olur. Fakat fiili dönmek mekruhtur. O halde iddet bitmeden adam karısına rücü, ederse, yeniden nikah akdine gerek yoktur. Bain talak da ise üç talakla boşamamış sadece bir veya iki talakla boşamışsa, o zaman vucü hakkı yoktur. Karısıyla bir­leşmek istediği takdirde yeniiden nikah akdi yapması gerekir. Eğer üç ta­lakla boşamışsa, hiçbir suretle birleşme caiz değildir. Ancak kadın iddeti bittikten sonra başka bir adamla evlenir. O da tasadüfen boşar veya bir süre sonra ölürse, o zaman kadın birinci kocasıyla evlenebilir.

 

Ric'i Talakın Şartları:

 

1. Kadına cinsi tyakmlıkta bulunmuş olmaması.

2. Boşanmanın sarih (açık) lafızlarla olması.

3. İvaz (mal veya para) karşılığında olmaması.

4. Üç sayıya ne açıktan, nede delaleten beraberlik etmemesi.

5. Beynuneti ifade eder. Şekilde bir sıfat ile mevsuf bulunmaması. Belirtilen bu şartlara göre: Kadına cinsel yaklaşmada bulunmadan önce verilen kinaye anlamında talak bain olduğu gibi, cinsel yaklaşmadan son­ra niyetle birlikte (sen benden bainsin)= ayrısın, gibi sarih talak lafzıyla ol­mayan veya mal karşılığında verilen veya (üç talak ile boş ol) veya (sen şöylece boşsun) diyerek parmaklarıyla üçe işaret olunan veya (sen benden kesin talak ile) boşsun gibi sıfatlarla tevsif olunan talak sarih sıfaf ve lafız­la meydana geldiği ve bir kısmı üç talakla delalet ettiği için Bain talak olur. O halde:

 

Bain Talak:

 

1. Kinaye lafızlarla daha çok meydana gelir.

2. Bu durumda niyet etmeğe gerek vardır.

3. Kinaye lafızla birlikte sariha delalet eden sıfatlarda bulunabilir.

4. Mal karşılığında verilen üç talak da bain sayılır.

5. (Üç talak ile boşsun) veya (üç talak ile seni boşadım) sözleri her ne kadar sarihse de, açıktan üçe delalet ettiği için buda bain sayılır.

 

Sünni ve Bidi Talak:

 

Sünni Talak: Temizlik halinde ve cinsi münasebeten önce vaki olan  - Bidi talak ise hayız halindeyken veya temiz olmakla bareber cinsi münasebetten sonra vakip olan talaktır. Bunlardan başka bir talak vardır ki bu ne sünni ne de bididir. Örneğin: kadın kısır veya hayız görmeyecek kadar küçükse veya para karşılığında boşanmak istiyorsa, boşanabilir. Sünni talak, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sünnetine uygun olan bir boşama­dır. Koca boşamada ısrarlı olsa bir talakla boşayabileceği, üç talakta da boşayabilir. Ancak sünnete uygun olan boşama bir temizlik süresi içinde bir veya iki talakla boşamaktır. Böyle yaptığı takdirde pişman olduğunda tekrar kansına dönebilir. Sünni talakın meşruluğu talak süresinin birinci ayetledir.

 

Bid'i Talak:

 

Vaki olmakla meşruluğu talak süresinin birinci ayetledir. Bid'i Ta­lak: vaki olmakla beraber haramdır. Zira Allah Teala "kadınları boşamak istediğiniz zaman onları (temizleme) vakitlerinde (ve cinsi münase­bette bulunmadan) boşayın ve iddetip sayın" (Talak, 1) buyurmuştur.

Bidi talak ile boşamak Kur'an'a ve sünnete ters düşer. Böyle yapan kişinin tekrar kansına dönmesip sünnettir. İbn Ömer, Rasulullah (s.a.v.) zamanında karısını hayız halinde boşadığmda, Hz. Ömer oğlunun bu bo­şamasının hükmünü Rasulullah'a sordu. Rasulullah (s.a.v.) ona şöyle de­di:

Oğlun Abdullah'a söyle karısına dönsün. Sonra kadın temizlenmin-ceye kadar beklesin. Sonra kadın tekrar adet görüp temizleninceye kadar­da (onunla birlikte yaşasın) ikinci adetinden temizlendikten sonra dilerse artık kansını yanında tutup aile hayatı devam eder. Dilersede -cinsi mü­nasebet yapmaksızın- boşar. İşte kadının bu iki hayız ve temizlik zamanı, erkeklerin kadınları boşamaları için Aziz ve Celil olan Allah'ın emr ettiği iddet müddetidir.1"

Bid'i Talak'ın haram kılınmasının sebebi ise kadının zararı vardır. Zira bu şekilde boşama, iddetin uzamasına neden olur. Çünkü hayız müddeti, iddeten sayılmaz. Rasûlü Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: (is-lamda) ne zarar vermek ne de zarara uğratılmak vardır. [185]

Erkeğin hanımıyla cinsi münasebette bulunduğu temizlik dönemin­de talak'ın haram olmasının sebebi ise, kadının hamile kalma ihtimalinden bulunmasıdır. Ayrıca hamile olan kadını boşamak, pişmanlığa sebep olur. Sünni ve bid'i olmayan talak, hem caizdir. Hem de boşama sahih olur. Bu tür boşamada herhangibir sakıncaa yoktur. Burada kadının za­rar görmesip söz, konusu değildir. Zira yaşının küçüklüğünden ötürü ha­yız görmeyen veya kısır olan veya hamile olan bir kadının iddetinin uza­ması zararlı olmaz. Para karşılığı kocasından boşamak isteyen kadının durumuda böyledir. Hamile kadının iddeti, doğuruncaya kadardır. Para karşılığı boşanan kadın ise, kocasından kurtulmak istediği için iddetinin uzamanasına razıdır. Hülle yaptırmak: İslâm'ı küçük düşürmek isteyen din düşmanları Hülle konusunda dillerine dolayıp islam aile hukukuyla alay ederler. Bir konuyuda meseleyi ciddi biçimde araştırmadan kulaktan dolma bilgilerle tenkide kalkışmak, hem cehaletin, hemde saygısızlığın en kötüsüdür. Evvela buna dikkat edelim ki, onların anladığını mana ve öl­çüde bir Hülle islamda yoktur ve kesin olarak da haramdır.

Rasulullah (s.a.v.) efendimiz hem hülle yapana, hem yaptırana lanet etmiştir. Bu hususta dört tane sahih hadis vardır: Dinsizlerin, islam düş­manlarının islamdanmış gibi göstermeye çalıştıkları Hülle şöyledir. Kadın-birinci kocasından üç talakla boşandıktan sonra bir kocadan geçmede üç talakla boşadıktan ikinci bir kocadan geçmeden onunla bir daha evlene-mez. O takdirde kadın birisiyle muvakkat nikah yapılır. O birisi onunla cinsel temasta bulunduktan sonra boşar ve kadın böylece birinci kocasıy­la evlenebilir. İşte onların dillerine doladığı Hülle şekli budur ki islam hukukunda buna kesinlikle cevaz verilmemiştir. Zira islmai inancına göre hem bu muvakat nikah haramdır. Hem de birinci kocasıyla tekrar evlene­bilmek maksadıyla ikinci bir kocayla evlenmek haramdır.

İslami inancına göre Hülle'nin cevaz kapış şöyledir: Kadın birinci kocasından üç talakla boşandıktan sonra ikinci bir kocayla evlenebilmesi için iddetinin yani şer'i bekleme süresinin bitmesini bekler, bu süre sona erince, birinci kocayla evlenme imakanını elde etme niyetini taşımaksızın tesadüfen ikinci bir adamla evelnir. O da onunla cinsel temasta bulun­duktan sonra yine tesadüfen onu boşar veya ölürse, o takdirde kadın bi­rinci kocasıyla tekrar evlebilir. Eğer birinci kocasından üç talakla boşadık­tan sonra ikincii kocayla evlenir. Henüz cinsel temasta bulunmadan üçüncü bir kocayla evlenir ve onunla cipnsel temasta bulunduktan sonra ya boşanır ya da adam ölürse, kadın birincip ve ikinci kocasından biriyle evlenmekte serbesttir. El-Muhit-Radiyüddin Serahsi, şu halde islam inan­cına göre: İkinci bir kocayla evlenmeye Hülle denirse de bazı bilgisiz ya da din düşmanı kişilerin anladığı manadaki hülle değildir. Zira islmai inancına göre Hülle'nin bir takım şartları vardır:

1. Birinci kocasından boşanan kadının iddeti (şer'i bekleme süresi) bitmeden ikinci bir kocayla evlenmesi caiz değildir.

2. Kadının ikinci kocayla evlenmesi, birinci kocasıyla tekrar evlenmeye yönelik bir anlam taşımamalıdır. Aksi halde Iklnsi kocayla evlenmesi muvakkat nikah anlamında olur ki, bu tür nikah akdi sahih değildir.

3.  İkinci kocayla evlendikten sonra kadın (Beni boşa ilk kocamla ev­leneceğim, ben seninle bu maksadla evlendim) diyemez ve bu hususta onu zorlayamaz. Meğerki ikinci koca kendiliğinden onu boşar veya bir emr'i hak vaki olur da vefat ederse, o takdirde kadının iddeti sona erince birinci kocasıyla evlenebilir.

4. Kadın ikinci kocayla evlendikten sonra aralarında cinsel temasın meydana gelmesi gerekir. Aksi halde Hanefi mezhebine göre, ikinci koca onu boşasa bile birinci kocasıyla evlenemez. Zira Rasûlü ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Allah (c.c.) hulleciye de kendisi için hülle yapılana da lanet etsin! Diğer bir hadiste de:

Size iğreti alınmış tekeden haber vereyim mi?" Evet, yaresülallah! Deyince, söyle buyurmuştur. O hüllecidir. Allah hulleciye de kendisi için hülle yapılına da lanet etsin)."

Tirmizi'nin İbn Mes'ud (r.a.) den yaptığı sahih rivayette Rasulullah (s.a.v.) efendimiz, bedenine iğne ile dövme yapana ve yaptırana, saçını başkasına verene ve onu alıp takana, hulleciye ve kendisi için hülle yapı­lana lanet ettiği bildirilmiştir. Hazreti Ali (r.a.) de diyor ki: (Rasulullah (s.a.v.) efendimiz faiz yiyene, yedirene, şahit ve katibine, bedenine dövme yapana ve yaptırana, sadaka ve zekatı men edene; hulleciye ve kendisi için hülle yapana lanet etmiştir.

Ahmed bin Hanbel, Hz. Ali (r.a.) den üç talakla boşanan kadınla bi­risi şüphe ile veya zina da bulunmak suretiyle cinsel temasta bulunursa bu onu ilk boşama helal etmez. İkinci kocanın onunla dinen yasak sayıl­makla beraber isterse ay halinde veya loğusa iken veya ihramlı veya oruç­lu iken cinsel temasta bulunması da yeterlidir. Cinsel temasın iki sünnet yerinin birleşmesiyle gerçekleşmiş olması şarttır. Meninin akması şart de­ğildir.

Bir de ikinci kocanın ergen olması da şart değildir. Ergenlik çağına yaklaşmış ve cinsel temasta bulunma kudreti bulunuyorsa o takdirde ka­dınla cinsel temasta bulunduktan sonra onu boşar ve kendisi ölürse, kadin bu durumda birinci kocasıyla evlenebilir. Fakat ergen olmadan boşaması yeterli değildir. Zira erkek ergen olmadan karısını boşarsa talak vaki olmaz. Fetva'yı Hindiye, ikinci koca deli olursa: Birinci kocasından üç ta­lakla boşandıktan sonra ergen olmuş bir deli evlenir; delide onunla cinsel temasta bulunduktan sonra ölürse, o takdirde kadın birinci kocasıyla ye­niden evlenebilir. Bunun gibi kölede olsa yine caiz olur. İkinci koca tena­sül aleti kesik olursa: Evlendikten sonra kadını boşar veya kendisi ölürse, bu durumda temas meydana gelmediği için kadın birinci kocasıyla evlen­mez. Bununla beraber kadını onunla hamile kalırsa, o zaman birinci ko­casıyla evlenebilir. Bu iman Ebu Yusufa göredir.[186] Bboşanan kadın Hristi-yan olursa, Müslüman bir erkek Hristiyan bir kadınla evlendikten sonra Hristiyan bir erkekle evlenir ve onunla cinsel temasta bulunduktan sonra ikinci kocası ya ölür ya da boşarsa, o zaman kadın birinci kocasıyla evle­nebilir.

Mutlak İfade: Koca hanımına hitaben "sen boşsun" veya "bainsin yani ayrısın" ya da betetsin" dese Maliki, Şafii ve Hanbelilerin görüşüne göre: Neye niyet ettiyse o vaki olur: İkiye niyet etmişse iki, üçe niyet etmiş­se üç talak olur. Rivayet olunur ki Rukane İbni Abdı yezid hanımını Sü-heyme'yi "kesin talak" ile boşadı ve bunu Hz. Peygamber (s.a.v.)'e haber yerdi ve "vallahi sadece bir talaka niyet ettim" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): Vallahi sadece bir talaka niyet ettim" mi dedi. Rukane de: "Vallahi sadece bir talaka niyet ettim." demesi üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) hanımını ona geri çevirdi. Sonra Rukane o hanımına ikinci talakın Hz. Ömer üçün­cü sünüde Hz. Osman zamanında verdi. Rediyellahu anhuma. [187]

İşaretle maksadın tayini: Koca hanımına üç parmağı ile işaret ede­rek "sen işte şu kadar boşsun dese Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre üç ta­lak vaki olur. Zira "Şu kadar boşsun" sözüyle beraber sayının beyan edil­mesi sade dinde parmakla işaret üç talaka niyet yerine geçer. "Kapalı ka­lan iki parmağı kast etmiştim." dese kabul edilir. Zira bunun, onun iddia ettinede delalet etme ihtimali vardır. "Şu kadar" demeden sadece parmak­larıyla işaret ederek sen boşsun" dese ve "sayı kasd etmedim" sadece bir talaka kasd ettim" dese o bir talak sayılır. Yani sözü kabul edilir. Hanefıle-re göre de işaretle üç talak vaki olur. Reddül-Muhtar, c. 2, s. 615. Zira on­lara göre talakla beraber üç sayısı söz olarak söylenmiş veya işaret edil­mişse veya talak hanım tamamen ayrıldığını (bain) ifade eden bir nitelikle beraber söylenmişse üç talak meydana gelir.

Şafiilere göre: Kocanın hanımına "sen iki içinde bir talakla boşsun" sözünde eğer o iki ile beraber bire de niyet etmiş ise üç talak meydana ge­lir. Zira "içinde" manasına gelen "fi" beraber manasına gelen "maa" yerin­de kullanılabilir. Ayet-i kerimede: Yani "kullarımın içine gir [188] ifadesi "kullarımla beraber gir" manasındadır. Eğer niyeti yoksa o zaman şöyle olur: Eğer sayı bilmiyorsa "sen boşsun" sözü ile bir talak vaki olur. "İki talak için" sözü ile ise bir şey vaki olmaz. Zira o "iki" nin ne getireceği­ni bilmiyordu. Bunun için, Arapça bilmeyen bir kişinin manasını bilme­den Arapça bir kelime ile hanımını boşaması gibi bu da geçerli olmaz sayı bilmediği halde sayının getireceği neticeye niyet etse Şafiilere göre bir ta­lak vaki olur. Sayı biliyorsa bu sayının ifade ettiğine niyet etmişse hanımı iki talakla boş olur. Zira "iki" nin ifadesi budur.

Niyet etmemiş ise Şafîilerde sarahaten ifade edilen: Hanımı bir ta­lakla boş olur. Zira lafız halk arasında bilinmemektedir. Zira bunun ma­nası "vaki olan iki talak içinde bir talak" demek olabileceği gibi "geri kalan iki talak içinde bir talak" demek de olabilir. Halbuki şüphe ile talak vakip olması caiz değildir. Hanefî mezhebine göre "ikide bir" sözü ile -eğer bir ni­yeti yoksa veya çarpımı niyet etmişse- bir talak vaki olur. Zira bu birimleri değilde parçalan çoğaltır. Bir veya iki talakla niyet etmişse, zifaftan sonra ise üç, önce ise bir talak vaki olur. [189]

Bir talakla, belki iki talakla boşsun" sözünde şaflilerin görüşüne göre iki vecih vardır. Birincisine göre iki talak vakii olur. İkinci veçhile gö­re ise üç talak vaki olur. [190]

Talakın "üç" sözü ile beraber söylenmesi ve talakın tekrar edilmesi: koca daha zifafta bulunmadığı, nikahlısına sen üç talakla boşsun" dese üç talak vaki olacağında dört mezhebin ve zariyye mezhebinin fakihleri it­tifak etmişlerdir.[191] Zira üçü de hanımı olan kişiye söylenmiştir. Sanki zifaf­ta bulunduğu hanımına söylemiş gibi hepsi de vakip olur. Yine fakihler, koca hanımına kelimeleri ayırarak üç defa "Boşsun, Boşsun, boşsun" dese üç talak olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu tekrarla ister sözünü tekit et­mek istemiş olsun isterse başka şey kast etsin, hüküm aynıdır. Zira bu niyeti söylediğine terstir. "Ben sözümü tekid etmek istemiştim" dese diya-neten tasdik olunur. Ancak mahkemece itibara alınmaz. Kelimeleri ayır-nıasa bakılır: Eğer ikinci ve üçüncü sözüyle birinci talakı kuvvetlendirmek istemiş ise bir talak vaki olur. Zira konuşmada tekit hem dinde hem de dilde bilinen bir şeydir ve eğer her biriyle ayrı talak kastetmişse ve hiçbir şey niyet etmemiş ise -sözün zahiriyle amel ederek" üç talak vaki olur. Topluca boşama: kişi dört hanımına hitaben "size bir talak verdim" dese Hanefi ve Şafiilere göre her biri bir talakla boş olur. [192]

"Ortalığa iki talak" veya "üç talak" veya "dört talak" dese her biri üçer talak boş olur. eğer her birine üç talak olsun istedim" derse her biri üçer talak boş olur. "Dünya dolusu boşsun" veya "En ağır şekilde boşsun demek: Şafii ve Hanbelilere göre bir talak vakip olur. [193]

Tüm mezheplere göre "boşsun" veya "diğer mezheplere göre "boş-sun'Veya sen, hiçbir alim ve hakimin geri çeviremeyeceği şekilde boşsun" derse bir talakı riç'i vakip olur. Kişi dört hanıma: "Ortaya beş talak" dese her biri iki talakla boş olur. Sekize kadar böyle olur. Eğer sekize geçse ör­neğin: "Size dokuz talak verdim." dese hanımlarının her biri üç talakla boş olur. "Aranıza bir talakın yansını, üçte birini ve altıda birini verdim" dese her biri üç talakla boştur. Zira bu talaklar "ve" edatı ile birbirine bağlanın­ca her parçanın aralarında taksim edilmesi lazımdır. Sonrada bu parçalar bütünleşir. Tayin edilmeyen talak: "Hanımım boştur" dese onunda iki veya üç hanımı olsa Hanefilere göre hanımlarından biri boştur. Tayin hakkı kendisine aittir. "Dünyanın kadınları boştur." dese hanımı boş olmaz. Fa­kat "apartmanın, mahallenin ve evin hanımları boştur" dese hanımı boş olur. "Sen Mekke de boşsun" dese nerede olursa olsun derhal boş olur. Yi­ne "Sen evde boşsun" dese derhal boş olur. "Mekke'ye girdiğinde boşsun" dese Mekke ye girmedikçe boş olmaz. Zira talakı girişine bağlamıştır. Ko­ca: "Birden üçe kadar benden boşsun" dese Bedeviye göre her üç talak da gider. Cumhura göre ise iki talakı gider. Henüz yeni getirmiş olan bir kadı­nın cinsel ilişkide bulunmamış kendisine şöyle diyor: (Sen boşsun) diye bir defa söylerse boşanır. Bunun iddeti olmadığı için ric'at etmek de caiz değildir. Fakat bu zevcet başka kocaya varmadan birinci kocasıyla evlen­mesi caizdir. Fakat bu kadın onun yanında iki talakla durur. Bir kişi, "Sen filan adamla konuşsan üç talak ile boşsun" dese kadın. O adam ölü ve uykuda iken kendisiyle konuşsa boşanmaz. Bir kişi karısına "Filan adamı görürsen boşsun" dese, ister diri, ister ölü olarak onu gördüğü za­manda boş olur. Fakat vücudu kapalı olarak onu görürse boşanmaz. Fa­kat onu rüyada veya aynada veya resimde veya hevzyonda veya talikini unutarak onu bizzat görürse boşanmaz.

Bir kişi hanımını bir veya iki talak ile boşayıp iddet esnasında ricaa etmeden iddet bitinceye kadar onu kendi haline bırakırsa, bu talak her ne kadar Ric'i de olsa ricat hakkını kullanmadığı için talakı baine dönüşür ve Beynunet'i Suğra meydana gelir.

Beynunet'i Kübradan farkı boşananların yeni bir nikah ile birbiriyle evlenebilmesidir. Bir kişi babasının evine giden kansı için (karımı evime getiren olduğu zamanda o benden boş olsun) dese. Ondan sonra kirala­nan bir merkeb ve sahibiyle eve gelirse boşanmaz. Bir kişi, karısına (iznim olmadan babanın evine gidersen benden boşsun) dese, izinsiz gittiği tak­dirde boşanır. Fakat bir defa izin aldıktan sonra babasının evine giderse, artık talakın hükmü kalmaz. Bir kişi, zevcesine (Benim iznim olmadan dı­şarıya çıkarsan benden boşsun) dese sonra şifahen izin vermeyip, kolun­dan tutup çıkarırsa, boşanmaz. Fakat talakin hükmü devam etmektedir. Zira fiili izin bu, sayılmaz.

Bir lafızla üç talak hakkında fakihlerin görüşleri: Üç talakı bir keli­mede toplamak hususunda fakihlerin üç görüşü vardır: [194]

Dört mezhep ve cumhura göre: Üç talak vaki olur. Sahabenin ço-ğundanda nakledilen budur. Hz. Ömer, Osman, Ali, İbni Ömer, İbni Ab-bas, İbni Mesud, İbni Amr, Ebu Hureyre de bu görüşte olan sahabelerde­dir ve tabiinin çoğundan nakledilen görüşde budur. Fakat, daha öncede beyan ettiğimiz gibi- Hanefi ve Malikilere göre kişinin hanımını bir anda birden fazla talak vererek boşaması sünnete uygun değildir. Zira sünnet üzere boşama hanımını bir talakla boşayıp iddeti geçinceye kadar bekle­mesi şeklindedir. Şis'dan imamiyye'ye göre: Bunlara göre hiçbir talak mey­dana gelmez. Zeydiyye, Zahirilerden bazıları, İbni İshak, İbni Teymiyye ve İbnü'l Kayyım'a göre: Bunlara göre de yalnız olarak bir talak meydana ge­lir. "Üç" sözünün burada bir yetkisi yoktur. Fakat Riyad'da toplanan fetva komisyonu bu son görüşü kabul etmemiş bir lafızla verilen üç talakın üç olacağı görüşünü çoğunluğun tasdikiyle tercih etmiştir. [195]

İmamiyye'nin delilleri: Bu deliller, hayız halinde vaki olmadığını söy­leyenlerin delillerin aynısıdır. Zira bunların her biri gayri meşrudur. İbni Abbas hadisinde şöyle denilmiştir.

Rasulullah samanında Hz. Ebu Bekir'in hilafetinde ve Hz. Ömer; "İnsanlar daha evvel teenni ile davrandıkları bir meselede acelecilik yap­maya başladılar. Bunu onlar aleyhine geçerli yakas" diye temenni etti. Sonra geçerli saydı."

Ebü's-Sahba (r.a.) dan: Müşarünileyhin İbni Abbas'a şöyle dediği ri­vayet edilmiştir: Hz. Peygamber (s.a.v.) ile Ebu Bekir zamanında üç tala­kın bir defa yapıldığım, Ömer'in Emirliği zamanında ise üç defada yapıldı­ğını, biliyor musun? Bunun üzerine İbn Abbas (Evet biliyorum, öyle idi.) demiştir.

İbni Abbas (r.a.) dan: Sabit b. Kays'ın kansı Peygamber (s.a.v.) gelip şöyle dedi: (Ya Rasûllah ben onun (Yani kocamın) ne ahlakını nede dinini kötülüyorum. Fakat müslüman olduktan sonra, ondaki küfür sıfatından hoşlanmıyorum (yahut ben müslüman olduktan sonra, hala onun zevcesi olarak devam etmekten hoşlanmıyorum.) Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): (Onun mehir olarak sana vermiş olduğu bahçeyi kendisine iade eder misin? diye sordular. Sabit'in karısı: (Evet) dedi. Bunun üzerine Pey­gamber (s.a.v.) Sabit b. Kayşa: (Bahçeyi geri al ve onu da bir talak ile boşa) buyurdular.[196] Şu halde bir lafızla verilen üç talakın bir talak sayıldığına ve Hz. Ebu Bekir zamanında ve Hz. Ömer'in hilafetinin ilk iki senesinde böyle amel edilmeye devam edildiğine göre nesh edilmediğine açıkça delalet et­mektedir. Zira Hz. Ömer bunu malahat ve siyaseti Şeriyye babından ge­çerli saydı. Buna şöyle cevap verilmektedir. Bu, Sen boşsun, boşsun boşsun" şeklinde tekrarlanması halinde üç ta­lak olur manasmdadır.

Eğer bunu tekid niyetiyle söylersen bir talak vaki olur. Tekerrür ni­yetiyle söylerse üç talak vermiş olur."

Rasulullah (s.a.v.) ve Hz. Ebu Bekir zamanında insanlar özü ve sözü doğru olduğu ve ekseriyetle hayır ve rezalet kazanmak niyetinde oldukları için hile ve sahtekarlık görülmezdi, bir lafızla üç talak söyledikleri zaman hakikatten bununla tekit ifade etmek istiyorlardı. Hz. Ömer, zamanında durumun değiştiğini, bir lafızla üç talak vermenin tevil götürmeyecek şe­kilde- yayıldığını görünce bunu sanki lafız tekerrür etmiş gibi üç talak ka­bul etti. Çünkü artık çoğu zaman bunu lafız tekerrür etmiş gibi üç talak kabul etti. Çünkü artık çoğu zaman bunu kastedilir oldular. 'İnsanlar da­ha evvel tenini ile davrandıkları bir meselede acelecilik yapmaya başladı­lar!' Sözü ile de bunu işaret ediyordu. Sonra bu hüküm (yani üç sayılma­sı) ancak dünyada o kişiye uygulanacak hükümlerde böyledir. Allah ile kendisi arasında ki meseleye gelince bu hususta herkes niyetine göre mu­amele görür.

Hz. Ömer'in, daha önce bilinene muhalif hüküm vermesinde hiç bir beis yoktur. Çünkü bu mesele "Örfün ve halkın durumunun değişmesi se­bebiyle hüküm değişir." esasına dayanır. Doğrusu bu hadis hakkında bi­raz daha düşünmek lazımdır.

İbni Abbas'ın rivayet ettiği Rukâne hadisi Rukâne hanımını, bir cel­sede üç talaka boşadı. Sonra buna çok üzüldü. Hz. Peygamber (a.s.) ona "nasıl boşadım?" diye sordu. O da "bir celse de üç talakla" diye cevap ver­di. Peygamberimiz (a.s.) ona: Bu sadece bir tane sayılır, dön hanımına" (buyurdu)

Bana göre cumhurun görüşü tercih edilmelidir. Yani kişi hanımını bir defada üç talakla boşarsa üç talak vaki olur. Ancak, eğer hakim zayıf °ir görüşü tercih ederse o en kuvvetli hüküm olmuş sayılır.

Bazı Arap devletlerinde olduğu gidip bu talakı bir talak soyma yö­nünde -halka kolaylık gösterilmesi, aile yuvalarının muhafaza edilmesi ve Çocukların maslahatı için- bu görüş alınmakta ve onunla fetva verilmekte mani görülmemektedir. Özellikle biz şimdi, takva ve ihtiyatın azaldığı bir zamandayız. Halkı talakı bu üslûp ile vermekten çekinmiyor. Ekseriyetle unu da bir tehdit ve caydırma niyetiyle yapıyor ve fıkıhta buna bir çıkış ulabileceğini, hanımına dönmenin mümkün olabileceğini zannediyor.

 

Ölümcül Hastalığa Yakalanan Kişinin Talakının Hükmü:

 

Bir hastalık veya başka bir sebeple durumu büyük bir ihtimalle ölü­me varacak olan her kişi ölümcül hastalık hükmüne geçer. Bunun talakı­na talak'i Firar denilir. Zira o mirası hanımından kaçırmıştır. Bunun için Hanefilere göre kadın iddetini tamamladıkça Malikilere göre iddetini ta­mamladıktan sonra dahi Hanbelilerde meşhur olan görüşe göre evlen-medikçe bu niyeti aleyhine çevrilir. (Kadın ona varis kılınır) ölüm hastası erkek -Hanefilerin tarifine göre: Bir hastalığın zayıf düşürdüğü ve evin dışındaki mutad ihtiyaçlarını yerine getirmekten aciz kalan kişidir. Ör­neğin: Alim ve fakih kişinin camiye çıkmaması, tüccann dükkanına gide­memesi bu kabildendir. Ölüm hastalığmdaki kadın ise yemek yapmak gibi evinin içindeki mudat işlerini yerine getirmeyen kişidir. Bu hastalığın art­madan bir yıl kadar devam etmesi ve neticesinin ölüm olması lazımdır. Şu halde ölümcül hastalıktan maksat şu iki hususun kendisinde bulunduğu hastalıktır.

1. Çoğunlukla neticesinin ölüm olması,

2. Ölüm ile neticelenmesi, idama mahkum olmuş, ölümü beklenen ve bir gemide batmak üzere olan kişide bu cümleden sayılır.

Ölümcül hastalığın bir takım hükümleri vardır: Yaptığı teberruların ancak terekesinin üçte birinden sahih olması. Talakının geçerli ve boşadığı hanımının iddeti bitmeden ölmesi halinde Hanefilere göre ona kadın varis olması bunlardan bazılarıdır.

 

ELLİ YEDİNCİ BÖLÜM

 

İLA

 

(KADINA YAKLAŞMAMA YEMİNİ)

 

İla lafzı el-eliyye kelimesinden türemiş olup yemin enlamına gelir. Nitekim ila kelimesi şu ayette yemin manasında kullanılmıştır.

Sizden Faziletli ve varlıklı olan kişiler yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere sadaka vermekte kusur etmesinler, yani vermemek için yemin etmesinler: Affetsinler ve hoş görsünler. Allah sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah Gafur ve rahim'dir. [197]

İla'nın ıstılahı manası ise, boşama yetkisine sahip olan kocanın, ka­rısıyla cinsi ilişkide bulunmayacağına dair yemin etmesidir. İla'nın hük­mü: Kocası ila yaptıktan sonra dört ay içinde kansma dönmezse, karısın­dan ayrılmış olur. Dört ay müddet tanınması, yemininden dönüp kefaret vererek karısına dönmesi için bir fırsattır. Eğer kocası ila yapar da dört ay içinde tekrar dönmez ve karısını da bırakmazsa, hakim erkeğe şu iki şey­den birisini yapmayı emreder:

1. Yemininden dönüp onun kefaretini verir ve karısıyla cinsi ilişkide bulunur.

2. Eğer yemininde ısrar ederse, kansını da boşamaya yanaşmazsa, hakim onun yerine kansını bir talak ile boşar. Zira kadı haklan yerine getirmek, zararı ortadan kaldırmakla yükümlüdür. Böyle durumlarda da tek çare kadını kocasından ayırmaktır.

Kadı kocasının vekili durumunda olduğu için bu İşi bizzat yapmalı­dır. Bu tıpkı onun borçlarını ödemek, haklarını yerine getirmek gibidir. Fakat kocada, cinsi ilişkiye mani olan bir durum söz konusu ise kocanın yemininden döndüğünü diliyle söylemesi gerekir. Eğer karısına dönüp cin­si İlişkide bulunursa, yemininden döndüğünü diliyle söylemesi gerekmez. Zira cinsi ilişki onun yerine geçer, ila'nin delili: İla ve hükümlerinin meşru olduğuna şu ayet delalet etmektedir:

Hanımlarına yanaşmamaya yemin edenler için ancak dört ay bekleme vardır. Eğer yeminlerinden dönerlere [bilsinler ki) Allah çok­ça bağışlar ve merhameti bol olandır. Şayet boşanmaya kararlı iseler (bilsinler ki) Allah şüphesiz işitebilendir. [198]

Hz. Ali'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir. "Bir kişi hanımına iyla ya­parsa (hanımına yaklaşmamaya yemin ederse) dört ay geçse dahi talakı düşmez. Ya karısına döner. Yahut boşar. [199]

Bu merfü hadis hükmündedir.

Enes r.a. den Rasûlullah (s.a.v.) zevceleri ile münasebette bulun­mamaya yemin etmişti. O sırada ayağında da bir ağrı vardı. Bu sebeple 29 gece kendisine ait bir odada oturdu. Sonra çıkıp zevcelerinin yanına geldi dediler ki: (Bir ay zevcelerinle münasebette bulunmamaya yemin etmiştin. Halbuki tam bir ay olmadı).

Bunun üzerine Rasûlullah: (s.a.v.) (Bu ay 29 gündür) buyurdular. [200]

Ibni Ömer (r.a.) Allah'ın söz konusu ettiği hakkında şöyle derdi: (Müddet tamam olduktan sonra kimseye zevcesi helal olmaz, Ya iyilikle zevciyyet münasebetini devam ettirir. Yahut boşamaya gider. Bu ikisinden birini yapmayıp, ilaya devam etmek hararadır. Aynı zamanda hakim onun namına bir talakla karısını ondan boşar. Bu boşama, kadına yapılan hak­sızlığı giderilebilmesi için boşamadan başka bir çare kalmaz.

Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir. Rasûlullah (s.a.v.) zevceleri ile müna­sebette bulunmamaya yemin etti ve (Mariyye'yi veya balı kendisine) haram kıldı. Sonra da haramı helal yaptı yemin için kefaret verdi. [201]

Bir adam kansını kendisine haram ettiği vakit, bu bir yemin sayılır ve keffaret vermesi gerekir. İbni Abbas Ayrıca: (Resülüllah (s.a.v.)in şahsı­na sizin için güzel örnekler vardır) da demiştir. [202]

İlanın vaki olacağı lafızlar genellikle ikiye ayrılır. Biri sarih Açık, belli diğeri kinaye yani kapalı.

Sarih lafız: Cinsel yaklaşmaya delalet eden örneği: Seninle cinsel ya­kınlıkta bulunmayacağım. Sana yaklaşmayacağım. Senden ötürü guslet­meyeceğim gibi sözlerdir.

Kinaye lafız: Açık biçiminde cinsel ilişkiye delalet etmeyip başka ma­nalara da delalet eden sözlerdir. Cinsel ilişkiye niyet etmedikçe bununla iyla meydana gelmez. Örneği: Sana arkadaşlık etmeyeceğim. Seninle akşamlamayacağım, gibi sözlerdir. Bir kişi hanıma, vallahi derimi derine do­kundurmayacağım, dese yine onlar gibi kinayedir.

Sana cinsel temasta bulunursam bir hac ve umre veya sadaka veya oruç veya itikaf bana gereksin, derse, iyla yapmış kabul edilir ve yaklaştığı takdirde ceza vacib olur. İlanın şartlan:

1. iyla yapan kocanın baliğ ve akil olması.

2. Nikahı altında bulunan kadın hakkında yapılması,

3. Cinsel temasta bulunmayacağına dair ya da mutlak anlamda ya da en az dört ay bir süre belirtmesi. Şu halde dört aydan az bir süre için yaklaşmayacağına yemin eden kimse iyla yapmış olmaz. Ancak yaklaştığı takdirde yemin kefareti öder.

4. Normal tenasül cihazını kasd ederek yaklaşmayacağına niyet et­mesi.

5. Karısıyla birlikte bir başkasını da belirterek cinsel ilişkide bulun­madığına yemin etmemiş olması.

6. İlanın bir yere ile bağlantılı bulunmaması. Dört ay veya daha faz­la belirli bir zaman ile kayıtlı bulunan iyla, bu sürenin sona ermesiyle hükmüsüz kalır. Sadece talak-ı bain vaki, olur.

Belli bir süre belli etmeden mutlak ölçüde veya ebediyyen söylerse bu iyla vaktin geçmesiyle hükümsüz kalmaz. Dört ay içinde cinsel temasta bulunursa, talaki bain ol.



[1] İstılahı Flkhıyye Kamusu, C. 2, s. 14

[2] Feteva'yi- Hindiye

[3] Ahzab, 33/72; Zariyat, 56, 51

[4] Bakara, 2/187

[5] Tevbe, 9/72

[6] et-Tac, 3, 378

[7] İbn Mace, Nikah, H. No: 1854

[8] Tirmizi, Rida, 11

[9] İbn Hibban

[10] Tirmizi

[11] Nisa, 20

[12] S. Ebi Davud. nikah, 32

[13] Nisa,4

[14] Nur, 32

[15] Keşfül-Hafa, No: 1236

[16] Buhâri, Tecrid Trc, c. 6, s. 407

[17] Buhâri, 6/124

[18] Tecrid, 11/324

[19] Tecrid, 11/325

[20] NahI, 97

[21] Feteva'yi Hindiyye

[22] Kitabın Fıkh Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa, 4/63, 67

[23] Kel İbn Humam

[24] Nisa, 22

[25] Nisa, 23

[26] Ahzab, 4

[27] Ahzab, 37

[28] Nisa, 23

[29] Nisa, 23

[30] Nisa, 23

[31] Buhârî, 2502; Müslim, 1444

[32] Buhâri, 2503; Müslim, 1447

[33] Buhâri, 4820. Müslim, 1408

[34] Sakanı, Neylu'l-Evtar. 157

[35] Bakara, 221

[36] Maide, 5

[37] Nisa, 141

[38] Bakara, 235

[39] Bakara, 230

[40] Buhârî, 2494; Müslim, 1433

[41] Mearic, 93-31

[42] Ahmed, Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir. Neylü'l-Evtar, c. 6, s. 130

[43] Neylü'l-Evtar. c. 6, s. 135

[44] Müslim, 1406

[45] Buhâri, 4822; Müslim, 1415

[46] Müslim, 14109

[47] Maide, 56

[48] Bakara, 282

[49] Darekutni, c. 3, s. 227

[50] Bakara, 232

[51] Tirmizi, 188

[52] Ebu Davud, 2083; İbn Mace, 188

[53] Bakara, 230

[54] Bakara, 232

[55] Bakara, 234

[56] İhya, c. 2, s. 238 ve c. 3, s. 109

[57] Bakara, 233

[58] Neylü'l-Evtar, c. 6, s. 237

[59] Nisa, 19

[60] Bakara, 228

[61] Neylü'l-Evtar, c. 6, s. 237

[62] Neylü'l-Evtar, c. 6, s. 225

[63] Neylü'l-Evtar, c. 6, s. 225

[64] Mü'minun, 5-6

[65] Bakara, 223

[66] Neylü'l-Evtar, c. 6, s. 221

[67] Tekvir, 8,9

[68] Neylü'l-Evtar, c. 6, s. 332

[69] Ahmed, Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir. Cumhura göre de öyledir. Neylü'l-Evtar, c. 6, s. 332

[70] Ne-be\ 10

[71] Bakara, 228

[72] Tirmizi

[73] İbni Mace ve Tirmizi

[74] Riyazü's-Salihin, 124

[75] Rıyaü's-Salihin

[76] Nisa, 34

[77] Nisa, 34

[78] Neylü'l-Evtar, c. 6, s. 238

[79] Ni­sa, 34

[80] Nisa. 34

[81] Müslim, 1419; Tirmizi, 1108

[82] Müslim, 1421; Tirmizi, 1108

[83] Sübülü's-Selam, c. 3, s. 122

[84] eş-Şerû'1-Kebir c. 2, s. 229; Muğni'l-Muhtaç, c. 4, s. 157

[85] Müslim ve Tirmizi

[86] Neylü'l-Evtar, 138

[87] İhlas, 4

[88] Muğni'l-Muhtaç c. 3, s. 164, El-Luhab c. 3, s. 12

[89] Fethü'l-Kadir, c. 2, s. 417. Muğnrl-Muhtac, c. 3, s. 164, el-Muhezzeb, c. 3, s. 381

[90] Hucurat, 13

[91] Furkan, 54

[92] Nahl, 71

[93] Mücadele, 71

[94] Buhâri, Müslim, Ebu Davud, Tirmizip, Nesai

[95] Neylü'l-Evtar, c. 6, s. 146

[96] Neylü'l-Evtar, c. 6. s. 146

[97] Neylü'l-Evtar, c. 6, s, 127

[98] Neylü'l-Evtar, c. 6, s, 127

[99] Riyazü's-Salihin, 164

[100] Fethul-Kadir, c. 2; s 417

[101] Şerhu'l-Kebir, c. 2, s. 249

[102] el-Serhü'1-Kebir, c. 2, s. 245; Fethü'l-Kedir, c. 2, s. 419, 424; Muğni'l-Muhtaç, C 3, s. 165-7

[103] Secde, 18

[104] Nur, 3

[105] Sübülü's-Selam, c. 3, s. 128

[106] Sübülü's-Selam, c. 3, s. 129

[107] Bakara, 20

[108] Enam, 156

[109] Enam, 156

[110] Nisa, 141

[111] Enam, 156

[112] Âl-i İmran, 85

[113] eş-Şerhu's-Sağir c. 2, s. 423

[114] Kasas, 9

[115] Leneb, 4

[116] Beyhakic. 7, s. 214

[117] Buharî, 5380

[118] Lokman, 15

[119] Tirmizi, 1144; Ebu Davud, 2238

[120] Tirmizi, 1142

[121] Nisa, 24

[122] Buhârî, 4741; Müslim, 1425

[123] Nisa 20-21

[124] Nisa, 24

[125] Bakara, 237

[126] Bakara, 236

[127] Bakara, 241

[128] Bakara, 236

[129] Bakara, 241

[130] İmam Ahmed, c. 6, 82

[131] EbuDavud, 2117

[132] Buhârî, 4860; Müslim, 1427

[133] Tirmizi, 1114

[134] Bakara, 223

[135] Müslim, 1436; Buhârî, 4897

[136] Müslim, 1218

[137] Nisa, 4

[138] Müslim, 1218

[139] Müslim, 1457

[140] Nisa, 12

[141] Tirmizi, 1097

[142] Tirmizi, 1097

[143] İmam Ahmed, 5/28

[144] Hakim, Müstedrek, c. 6, S. 288

[145] Müslim, 1431

[146] Müslim

[147] Keşşafu'l-Kına, c. 5, s. 261; Muğni'l-Muhtaç, c. 3. s. 279

[148] Bakara, 229

[149] Talak, 1

[150] Neylü'l-Evtar, s. 238, c. 6

[151] Neylü'l-Evtar, c. 6, s. 220

[152] Neylü'l-Evtar, c. 6, s. 219

[153] Neylü'l-Evtar, c. 6, s: 220

[154] Nisa, 19

[155] Müslim

[156] Buhâri, 4955

[157] Ahzab, 28

[158] Talak, 2

[159] Buhâri, 4156; Müslim, 2769

[160] Bakara, 236

[161] Talak, 1

[162] Muğni'l-Muhtac, c. 3, s. 279, 289; Keşafu'1-Kına, c. 5, s. 265

[163] Fetava'yi Hindiye c. 1, s. 353

[164] el-Cevheretü'n-Neyyire-Fetava'yı Hindiye,

[165] Neylul-Evtar, c. 6, s. 235

[166] İbn Mace, 2045

[167] İbn Mace, 2045

[168] Ebu Davud. 2194; Tirmizi, 1184; İbn Mace, 2039

[169] Muğni'l-Muhtaç, c. 3. s. 287; Keşşafu'1-Kına, c. 5, s. 263, 277-278

[170] Ahzab, 49

[171] Muğnl'l-Muhtac, c. 3, s. 297

[172] el-Mühezzeb, c. 2, s. 80, 85

[173] el-Muğnil, c. 7, s. 133

[174] Tirmizi, 1181; Ebu Davud, 2190

[175] Ahzab, 49

[176] Mukâranetü'l-Mezahil (Şeltüt ve Sayış). 104, 108

[177] Bakara, 229

[178] Nisa, 130

[179] ei-Badayı c. 3, s. 126. el-Kavanini-Fıkhıyye, 229

[180] el-Kavanınu'1-Fıkhıyye, 230

[181] Muğni'l-Muhtaç. c. 3, s. 294

[182] Buharı, Ebu Davud'un ve den o da Aişe'den rivayet etmişlerdir. Neylü'l-. c. 6, s. 158

[183] Bakara, 229

[184] el-kovaninü'1-Fıkhiye, 226

[185] Buhâri, 4953; Müslim, 1471

[186] el-Muhit

[187] Neylü'l-Evtar, c. 6, s. 226; el-Mühezzeb, c. 2, s. 84

[188] Fecir, 29

[189] el-Dürru-Muhtar, c. 2, s. 603

[190] el-Mühezzeb, c. 2, s. 84

[191] el-Mühezzeb, c. 2, s. 84; el-Kavanınül-Fıkhıyye, 229

[192] el-Muhezzeb c. 2, s. 85

[193] Mühezzeb, c. 2, s. 85

[194] el-Muhtasaru'n-Nafi: 222; el-Muhalla c. 9, s. 204

[195] Mecelletu'l-Buhüsu'I-İslamiyye c. 1, s. 3

[196] Buhârî Nesai

[197] Nur, 22

[198] Bakara, 226-227

[199] İmam Malik, Muvatta, c. 11, s. 556

[200] Buhârî, Müslim, Tirmizi, Nesai

[201] Tirmizi

[202] Buhâri, Müslim