İSLAM'A DAVET FIKHI MUSTAFA MEŞHUR 4. 5

15. KISIM DAVETÇİNİN ÖLÇÜLERİ5

Sunuş. 5

Dava Adamının Davet Yolundaki Duyguları7

Sağlıklı Ve Doğru İman. 9

İman, Gönül Huzurunun Kaynağıdır10

Bilmeden İnanmak Bozulmaya Götürür11

Sağlıklı Ve Doğru İbadet12

Genel Bir Kavram Olarak İbadet13

Dört Farz İbadet13

1. Namaz. 13

İbadetin Geçerli Olması15

2. Oruç. 15

3. Zekat16

4. Hacc. 17

Sağlıklı Ahlak Ve Nefisle Mücadele. 18

Kur'an-ı Kerimin Ve Sünnetin Ahlaka Verdiği Önem.. 18

Ahlâk Evrenseldir18

Güzel Ahlâk, Sadece Okumakla Kazanılmaz. 19

İyiliği Emretmek, Kötülükten Sakındırmak. 19

İslami Yönetimin Sürekliliği Sağlam Bir Zemin Hazırlanması19

Yüce Allah'ın Değişim Konusundaki İlahi Sünneti Üzerine. 20

Davetçi İçin Ahlâkın Önemi20

Azınlıklar Konusunda Ters Çevrilmiş Gerçekler21

İslam'ı Doğru Bir Şekilde Anlamak. 21

Temel Kültürler22

Her Alanda Yeterlilik. 22

Öğretim Kurumlarına Önem Verilmesi22

Doğru Anlayış. 23

Yanlış Anlayışın Etkileri23

Gayretlerin Birleştirilmesini İstiyoruz. 23

Çözüm İslâm'dır23

Buruk Saldırılar24

Güzel Örnek. 24

Bedensel Güç Ve Kazanma Gücü. 24

Bedensel Güç. 24

Kazanma Gücüne Sahip Olmak. 25

Allah Yolunda Fedakarlık Ve Cihad. 27

Cihadın Hükmü. 28

Allah Yolunda Fedakarlık. 29

Zamanı İyi Değerlendirmek Ve İnsanlara Yararlı Olmak. 30

Hapisteki Tutumumuz. 31

Boşa Geçen Vakitler32

Hayırda Samimi Olmak. 32

Hayırlı Harcama Başkalarını Da Etkiler32

Rabb'e Karşı İhlaslı Olmak O'nun Davasına Kendini Vermek. 33

Kalbin Hastalıkları33

İnanç Adamı Kendisini Tamamiyle Davasına Vermelidir34

Ahde Vefa Yol Üzere Kararlılık Ve İşlerde Düzenlilik. 35

İşlerde Düzenlilik. 38

Kardeşlerini Sevmek Ve Metoduna Güvenmek. 38

Müslüman Kardeş Metoduna Güvenmelidir40

Şüphe Ve Şüphenin Giderilmesi41

Müslümanın Şüphe Karşısında Görevi41

Kendini Düzeltmek Başkalarına Dua Etmek. 41

Davet, Davetçinin Asli Görevidir43

Örnek Müslüman Ailenin Kurulması44

16.KISIM DAVET YOLUNDA ÖRNEKLİK.. 46

Sunuş. 46

Taklit Ve Tabi Olma. 47

Göz, Kulak Ve Akıl Nimeti48

Zayıfın Kuvvetliyi Taklit Etmesi49

Miras Kalan Taklitçilik. 49

Hayra Teşvik Ve Kötülüklerden Sakındırma. 50

Taklitçiliğin Ve Örnek Olmanın Toplumdaki Etkisi51

İslam Toplumu. 52

İslam Ümmetine Allah'ın Rahmeti52

Fiili Örnek Olma. 53

Dava Yolunda Mücadele. 53

Ümitsiz Değil, Ümitvarız. 54

Davanın Özelliği Ve Örnekliğin Önemi55

İstenilen Değişiklik Üzerine. 56

Davetçide Sahih İmanın Önemi57

Örneğimiz, Allah Resulü (A.S)’Dür58

Sünnet'e Uymanın İslam Toplumundaki Önemi60

Bid'atler Terkedilmelidir61

Bütüne Tabi Olma. 61

İslami Cemaatte Örneklik. 61

Örnek Bir İslami Cemaatte Bulunması Gerekli Temel Özellikler61

Müslüman Aile Ve Örneklik. 63

İslami Çalışmada Ailenin Önemi64

Örnek Ailenin Oluşmasındaki Temel Özellikler64

Eşler Arasındaki Gerçek Mutluluk. 64

Örnek Müslüman Aileye Genel Tavsiyeler65

Örnek Müslüman Ailenin Harcamaları67

Başarılı Bir Tecrübe. 67

Akrabalar Sık Sık Ziyaret Edilmelidir68

Komşularla İyi İlişkiler Kurulmalıdır68

Arkadaşlarla İlişkiler Geliştirilmelidir68

Misafire İkram Edilmelidir69

Örnek Müslüman Anne Ve Babanın Vasıfları69

Örnek Müslüman Anne. 70

Örnek Müslüman Genç. 72

Her Alanda Örneklik. 73

Cemaat İçinde Örneklik. 74

Tebliğ Alanında Örneklik. 77

Örnek Müslüman Davetçi77

Örnek Bir Eğitimci79

Talim Ve Terbiyenin Önemi80

Örnek İslami Öğretim Müessesesi80

Örnek Okul İdaresi81

Örnek Öğretmen. 81

Örnek Müslüman Öğrenci82

Medya Ve Toplumdaki İşlevi83

Örnek Müslüman Gazeteci84

Örnek Bir Gazete. 84

Örnek Yayıncılık. 85

Örnek Müslüman Yazar85

Toplumsal Görevlerde Örneklik. 86

Örnek İslami Hastane. 86

Örnek Müslüman Tüccar86

Örnek Müslüman İşçi86

Sonuç. 87

17. İSLAMİ HAREKETİN TOPLUMSAL İŞLEVİ87

Sunuş. 87

İslami Hareketin Tanımı87

İslami Hareket Nedir?. 88

İslam Ülkelerinin Kalkınması Ve Gelişmesi89

Çalışmaya Nereden Başlamalı?. 91

Güçlerimizi Birleştirmek Zorundayız. 92

Zulüm Ve Baskı Kaldırılmalı94

İslam Yıkmayı Değil, Yapmayı Amaçlar96

Kurtuluş İçin Herkese Görev Düşüyor98

Yıkıcı Faaliyetler Durdurulmalıdır99

Tek Çözüm, İslama Dönmek. 101

18. İSLAMİ HAREKETTEN HALKIMIZA.. 103

Gayemiz Nedir?. 103

İslami Hareketten Halkımıza- Takdim.. 104

Sunuş. 105

İslami Oluşum.. 106

Hastalığın Teşhisi108

Hastalığın İlacı110

Hak Geldi, Batıl Yok Oldu. 112

Yeniden Büyük Dirilişe Doğru. 115

Sorumluluk Bilinci116

Sapıklıklar Ve Yanlışlıklar Düzeltilmelidir118

Yeniden Allah'a Dönmeliyiz. 120

Kendimizi Düzeltmeye Başlamalıyız. 123

Binayı Sağlam Temel Üzerine Yapmalıyız. 125

En Kuvvetli Silah İmandır127

Yolumuz Düzgün Ve Doğru Olmalıdır -I129

Yolumuz Düzgün Ve Doğru Olmalıdır -II131

Yolumuz Düzgün Ve Doğru Olmalıdır -III133

Toplumun Oluşmasında Ailenin Önemi134

Sağlam Bir Toplum Kurabilmek. 136

Kardeşlik Ve Eşitlik. 138

İslam Toplumunun Şiarı: Hürriyet141

Hürriyet Müslüman Toplumun En Önemli Prensiplerindendir143

İslam Toplumu Dayanışma Toplumudur145

İslam Toplumunda Dayanışma Ve Yardımlaşma. 147

Sapmalara Karşı Korunmak. 149


İSLAM'A DAVET FIKHI MUSTAFA MEŞHUR 4

 

15. KISIM DAVETÇİNİN ÖLÇÜLERİ

 

Sunuş

 

Bizi bu yola yönelten Allah'a hamdolsun. Eğer Allah'ın hidayeti ol­masaydı biz bu yolu bulamazdık. Allah'a hamdolsun. Efendimiz ve sevgi­li dostumuz Resulullah (a.s.)'a, O'nun aline, ashabına ve kıyamet gününe kadar hidayet çizgisi üzere O'na uyanların tümüne salat ve selam olsun.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Siz insanların arasından çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten nehyedersiniz ve Allah'a iman edersiniz,"[1]

"Sizi bu şekilde, insanların üzerine şahit olmanız ve peygamberin de sizin üzerinize şahit olması için orta bir ümmet kıldık."[2]

"Yücelik Allah'ın, peygamberinin ve mü'minlerindir. Ancak müna­fıklar bilmezler."[3]

İşte Yüce Allah, İslam ümmeti için yücelik ve üstünlük bakımından böyle bir mertebeyi seçmiştir. Mü'minlerin büyük görevleri de burada ifade edildiği üzere insanlığı, Yüce Allah'ın bütün insanlar için seçmiş ol­duğu hak dine yöneltmektir.

Müslümanlar belli bir dönem bu görevi yerine getirmiş, böylece baş­ka hiç bir medeniyetin onun dengi olamıyacağı büyük bir Rabbani mede­niyet ortaya çıkarmışlardır.

Ancak Müslümanların dinlerinin ölçülerine uymakta kusur etmeye başlamalarıyla ve imanlarının zayıflamasıyla birlikte güçleri de azaldı ve dolayısıyla düşmanlarının iştahları kabardı.

Müslümanların düşmanları önce İslam'ın fethetmiş olduğu bazı böl­gelerden saldırıya geçtiler ve sonra da ordularıyla Müslümanların toprak­larını çiğnemeye başladılar. Müslümanlar önce onları geri çevirdiler. An­cak onlar sonra geri dönerek İslam topraklarının önemli bir bölümü işgal ettiler. Buralarda İslam şeriatını yönetimden uzaklaştırdılar. Faizi, içkiyi, kumarı ve değişik fenalıkları yaydılar.

Buna ek olarak bir de İslam topraklarında Hıristiyanlık propagandası yapan misyonerleri yaydılar. Ancak bunlar Müslümanları Hıristiyanlığa sokma çabalarında başarısız kaldılar. Bunun üzerine Müslümanlar arasın­da çözülmeye yol açmak suretiyle onları İslam'ın inanç ilkelerinden, iba­detinden, ahlaki değerlerinden, cihad anlayışından ve dini koruma gayret­lerinden uzaklaştırarak dini özünden ayırma çabalarının içine girdiler. Sonra çeşitli oyunlar oynayarak İslam devletini tamamen yıkmayı ve hi­lafeti ortadan kaldırmayı başardılar.

Bunun ardından İslam ümmetini parçalamak ve zayıflatmak amacıy­la çirkin Siyonist hakimiyeti bir kanser gibi İslam topraklarının tam orta­sına yerleştirdiler. Müslüman halklar, düşman askerlerini kendi toprakla­rını terketmeye zorlamalarının ardından düşmanlar bu siyonist rejimin bir bekçi köpeği görevi almasını istediler.

Düşmanlar bir de Müslüman halklar ve değişik İslam beldeleri ara­sında kavmiyetçi ve bölgeci anlayışa dayanan ayrılıklara hatta savaşlara yol açtılar.

Düşmanlar bir de doğrudan veya değişik yollarla onların bağımlısı haline gelen rejimler vasıtasıyla; hazırlamış oldukları projelerinde kullan­mak üzere İslam topraklarının zenginliklerine de kondular.

İşte bütün bu gelişmelerin sonunda İslam ümmeti zayıf, güçsüz ve etkisiz bir hale geldi ve varlığını hissettiremez bir duruma düştü. Gerile­di, ayrılıklara düştü, kendi içinden savaşlara girdi. Yeryüzünde Müslümanın kanı en ucuz kan haline geldi. Müslüman kitleler arasında ahlaki fe­nalıklar, bozulma ve çözülme iyice yaygınlık kazandı.

İşte bu duruma dini gayrete sahip hiç bir Müslüman razı olamaz. Bi­zim dinimiz fert dini değildir; birlik içindeki bir ümmetin dinidir. Bu üm­met bir beden gibidir. Bu bedenin bir organı rahatsızladığında diğer organları uykusuzluk ve ateş ile ona katılır. Bizim dinimiz aynı zamanda mabedlere kapanıp orada durmadan ibadet etmeyi öğütleyen bir din de­ğildir. Ancak tam bir hayat düzenidir. Dünyanın bütün işlerini düzene ko­yar ve bu dünyadaki her şeyi ahiretteki sonsuz hayatın hizmetine sunar.

İslam bizi, birliğe, güçlü olmaya, yüceliğe ve taşkınlık edenlerin düşmanlıklarını bertaraf edebilmek için cihad etmeye çağırmaktadır.

Dinimiz aynı zamanda bizim devletimizin, hilafetimizin bulunması­nı ve dünyanın her tarafındaki Müslümanları koruyacak bir gücümüzün olmasını farz kılıyor. Bu güç, Müslümanların topraklarını, canlarını, na­muslarını ve bütün üstün değerlerini koruyabilmeli ve onların Allah'ın yaratıkları arasında rahatlıkla Allah'ın dinini yaymak için çalışmalarına imkân sağlayabilmelidir.

Şehid önder Hasan el-Benna (rh.a.) bu yönde görüş ortaya koyarak Müslümanların devletlerini ve hilafetlerini kurmak için harekete geçme­lerini zorunlu görmektedir. O, İslam davetinin içinde bulunduğu şu döne­min gereklerinden olan bu görevin, İslam'ın farz kıldığı görüşündedir. O, Müslüman Kardeşler Cemaati'ni de bu kesin ve şümullü gayeyi gerçek­leştirmek için kurmuştur. Bu gaye ise, özü itibariyle yeryüzünde Allah'ın dinini hakim kılma ve insanların tümünü Allah'ın dinine çağırma gayesi­dir.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din tamamiyle Allah'ın oluncaya kadar onlara karşı savaşın."[4]

İmam Hasan el-Benna -Allah kendisinden razı olsun- Resulullah (a.s.)'ın sireti, toplumların tarihleri ve davet çalışmaları ile ilgili inceleme­leriyle bu yüce gayenin gerçekleştirilmesi konusunda izlenecek yolu çiz­miştir. Bu yolda ilerlerken nasıl yükselineceği ve birbirini izleyecek mer­haleler hakkında bilgi vermiştir. Bu merhalelerin ilki, kadınlardan ve er­keklerden başkalarına örneklik ve önderlik edecek Müslüman fertlerin yetiştirilmesi ile başlamakta, örnek Müslüman ailelerin oluşturulması ile devam etmekte ve ardından da Müslüman toplumun oluşturulması gel­mektedir.

İslam hükümetinin üstüne oturacağı sağlam ve güçlü tabanın oluştu­rulması, ancak bu yolla mümkün olabilecektir. Bu merhaleler, değişik Müslüman toplumlarda aynı şekilde izlenilecektir. Sonra değişik Müslü­man toplumlar seviyesinde kurulan İslami hükümetler, İslam devletini oluşturmak için bir araya geleceklerdir. Bu İslam devletinin başına da İs­lam halifesi geçecektir.

İmam Hasan el-Benna (rh.a.) bütün bu merhalelerin en başta örnek Müslüman şahsiyete dayanacağı görüşünü ortaya koymuştur. Onun yük­selen toplumlardan ve bu toplumların kendilerini oluşturan fertlere ka­zandırmaları gereken değerlerden söz ederken şöyle söylediğini görüyo­ruz:

"Yükselmeye yönelen bir toplumun sağlam fertler bina etmeye, ah­laki değerleri oturtmaya ve mensuplarım gerçek bir mertlik tabiatı üzere eğitmeye büyük ihtiyacı vardır. Ancak bu yolla söz konusu toplumların mensupları, karsılarında duran engelleri asabilir ve önlerine çıkan zor­luklan aşma çabası gösterebilirler. Fertler, toplumların hayatlarının özü ve yücelişlerinin kaynağıdır. Bütün toplumların tarihleri gerçekte, içlerinde öne çıkmış parlak şahsiyete ve güçlü benliğe sahip kişilerin ta­rihidir."[5]

Daha sonra da şöyle diyor:

"Bizim içinde bulunduğumuz şartlar gibi şartların içinde olan, bi­zim yöneldiğimiz gaye gibi bir gayeye yönelen ve bizim üstlendiğimiz gö­revler gibi görevleri üstlenmiş olan toplumlara kalacak yere sahip ol­makla teselli bulmak, kuru ümit ve temennilere bağlanmak yarar sağla­maz. Bu tür toplumların kendilerini uzun ve güçlü bir mücadeleye hazır­laması; hak ile batıl, yararlı ile zararlı, hak sahibi ile onu gasbetmiş olan, yolda ilerlemek isteyen ile onu o yoldan alıkoymaya çalışan, ihlaslı gayret sahibi kimseler ile kuru iddiaların peşine takılmış boş kafalılar arasında gerçekleşecek olan güçlü ve şiddetli bir çarpışmaya hazırlamaları gerekir. Bu toplumlar cihadın "cuhd (gayret)" kökünden türeme ol­duğunu, gayretin ise yorgunluğu ve çalışmada özeni gerektirdiğini bil­melidirler.

Mücadelenin sonuçları elde edilinceye kadar cihadda rahatlık yok­tur. Sabah olunca insanlar "keşke gece yürüseymişiz" diye ah ederler. Kişinin bu korkulu yolculuk için inançlı, azimetli, güçlü, samimi ve fedakârlık göstermede cömert ve atılganlığı gerektiren yerde atılgan bir candan başka hazırlayabileceği bir şey yoktur. Böyle bir hazırlık yapma­ması durumunda da zaten yenilgiye düşer ve soyundan gelenler de yenil­giyi tercih etmeyi kendileri için bir huy edinirler."[6]

İşte şehid önder bu ince anlamlı sözleriyle hastalığın mahiyetini tesbit etmiş ve gerekli ilacı göstermiştir. Tedavinin de en başta nefislerde değişiklik gerçekleştirilmesi ile başladığını bildirmiştir.

Bu zaten Yüce Allah'ın ilahi sünnetidir.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyurmaktadır:

"Bir topluluk kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah o toplu­luğun durumunu değiştirmez."[7]

İşte bu yüzden İmam Hasan el-Benna (rh.a.) eğitime, kadın olsun, erkek olsun örnek şahsiyetler yetiştirmeye büyük önem vermekteydi.

Onun bey'atın şartlarından söz ederken ve bu arada Müslüman fert ve "çalışma şartı" üzerinde dururken her bir Müslüman fertte bulunması şart olan on prensip sıraladığını görmekteyiz.

Bunların birincisi ve temeli, inancın düzgün olmasıdır. Düzgün inanç ise İslam'ın getirmiş olduğu tevhid inancıdır. Ardından ibadetin sağlıklı olması, ahlakın olgun olması, fikri ve kültürel yönden gelişmiş­lik, bedenin güçlü olması ve kazanma ve başkalarına yardım etme gücüne sahip olmak, zamanı iyi değerlendirmeye özen göstermek ve kendi için gayret sarfedip işlerini belli bir düzen üzere yürütmek gelir.

Şehid İmam Hasan el-Benna "İnsanları Neye Çağırıyoruz?" adlı ri­salesinde de şu açıklamalarda bulunmuştur:

"Ümmetlerin oluşturulması, halkların eğitilmesi, gayelerin gerçek­leştirilmesi ve temel ilkelere yardımcı olunması, bu işlere girişen toplu­mun veya kitlenin en azından aşağıda sayılan dört özellikle kendini gös­teren büyük bir güce sahip olmasını gerektirir.

Bu dört özellik şunlardır:

Zaaf nedir bilmeyen güçlü bir irade, hıyanete ve renkten renge gir­meye asla yol vermeyen bir vefakârlık, tamahkârlık ve cimrilik ile önü kesilemeyen büyük bir fedakârlık, benimsemiş olduğu ilkeyi bilmek, ona inanmak ve kişiyi bu temel ilke konusundan hata etmekten, ondan sap­maktan, onun üzerinde pazarlığa  girişmekten ve başkalarının bu hususu yanıltmaktan alıkoyacak bir şekilde ona değer vermek."

Bütün bu değerler ve özellikler, sadece onları duymakla veya hakla­rında bir şeyler okumakla kazanılamaz. Bilakis bir eğitimi, yönlendirme­yi ve sürekli devam eden bir bağlılığı gerektirir. İşte bundan dolayı İhvan-ı Müslimin'in daveti, eğitime önem vermesiyle ve kadın olsun erkek olsun örnek şahsiyetler ortaya çıkarmaya özen göstermesiyle ayrılmıştır. Bu cemaatin değişik metodları ile erkek kardeşlerden olsun kız kardeşler­den olsun pek çok örnek Müslüman şahsiyet yetişmiş ve yetişmeye de devam etmektedir. Bunun gibi örnek Müslüman aile de oluşturulmuştur.

Bu eğitimin meyvelerinden birisi de İhvan'ın Filistin'de Siyonist gu­ruplara karşı cihad çağrısına cevap vermesidir. Eğer bir takım uluslararası hesaplar olmasaydı ve Mısır'da hakimiyeti İhvan ele geçirmiş olsaydı Filistin meselesinin bugünkü durumu çok daha farklı olacaktı.

İhvan'ın mücahitleri Süveyş kanalında da İngilizlere karşı savaştılar. Gerek Filistin'de gerekse Süveyş'te düşmanları endişeye sokan ve korku­tan büyük kahramanlıklar gösterdiler.

Bu örnek şahsiyetler İslam aleminin değişik bölgelerinde sürdürülen cihad meydanlarında kendilerini göstermeye devam etmektedirler.

Bu eğitimin meyveleri İhvan'ın değişik bölgelerde, hapishanelerde tutuklanmaları buralarda oldukça şiddetli sıkıntı, zorluk ve işkencelerle karşı karşıya gelmeleri, öldürülmeleri, kovulmaları esnasında da ortaya çıktı. İhvan mensupları bütün bu sıkıntılara sabrettiler, direndiler ve daha güçlü bir şekilde, yardımcısı oldukları Hakka daha çok sarılmış bir halde ilerleyişlerini sürdürdüler.

"Nice peygamberle birlikte kendilerini Rabb'in yoluna adamış in­sanlar çarpıştılar. Onlar Allah yolunda başlarına gelenden dolayı gev­şemediler, zayıflığa düşmediler ve boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever."[8]

Davet yolunda yürüyüşümüz sırasında kazanmış olduğumuz tecrübe ve bilgiler üzerindeki değerlendirmelerimizde gördük ki, bu bilgi ve tecrü­belerin mümkün olduğu kadarını gelecek nesillere de aktarmamız bu ne­sillerin bir hakkıdır. Özellikle de eğitim ve fertlerin yetiştirilmesi konusu ile ilgili bilgi ve tecrübelerin aktarılması konusuna ayrı bir özen gösteril­mesi gerekmektedir. Bu konular, nesillerin sahip olmaları gereken ölçüler ve özelliklerle, bu ölçülerin ve özelliklerin davet yolunda yürütülecek de­ğişik çalışmalardaki rolü ile ilgilidir.

Allah'ın izniyle biz bu bölümde bu konunun ayrıntılarına gireceğiz.

Siyaset alanlarının veya cihadın bizi eğitim konusuna önem vermek­ten alıkoymasını istemiyoruz. Bilakis bütün bu alanların gereklerini den­geli bir şekilde ele almak ve hikmet üzere hareket etmek istiyoruz.

Yüce Allah'dan da bizi, Kitab'ında ve Peygamberinin sünnetinde mü'minlerin özellikleri olarak bildirilen özellikleri kazanmak suretiyle di­nine yardımcı olmaya ve dinine destek vermeye layık olan kimselerden eylemesini diliyoruz.[9]

 

Dava Adamının Davet Yolundaki Duyguları

 

İslam daveti hassas bir dönemden geçmektedir. Bu dönem, Müslü­manların devletlerini ve hilafetlerini yeniden tesis edebilmeleri, başta Fi­listin ve Mescidi Aksa olmak üzere eski topraklarım geri alabilmeleri ve Allah'ın kıyamete kadar bütün insanlık için geçerli kıldığı din olan şu hak dine insanları yöneltme sorumluluklarını yerine getirebilmeleri için dü­şüşlerinden kalkmalarını ve gafletlerinden uyanmalarını gerektirmekte­dir.

Kadın olsun erkek olsun Müslüman kişinin de, söz konusu büyük gayenin gerçekleştirilmesi konusunda üzerine düşen görevi yerine getire­bilmesi için görevi ve yükümlülüğü ile uyuşan bir takım duygu ve düşün­celere sahip olması gerekir. Özellikle, sözünü ettiğimiz bütüncül İslami gayenin tam olarak gerçekleştirilmesini sağlayacak olan merhalelerin her birinde, ferdin temel unsur olduğunu düşünürsek konu daha da önem ka­zanır. İslam ümmetinin şu an içinde bulunduğu merhalenin şartlan da bu meseleye önem verilmesini gerektirmektedir.

Bundan dolayı şehid önder Hasan el-Benna (rh.a.)'nın inanç adamı­nın sahip olması gereken duygu ve düşünceleri, Resulullah (a.s.)'ın siretini inceleyerek tesbit ettiğini görüyoruz.

O, "Davetimiz Yeni Bir Tavır Üzere" adını taşıyan risalesinde şöyle diyor:

"Resulullah (a.s.), sahabilerinin gönüllerine şu üç duyguyu yerleş­tirdi. Bu duygular o gönülleri parlattı ve oralarla tam uyum sağladı:

a. Resulullah (a.s.) onların zihinlerine kendisinin getirdiği her şeyin hak ona aykırı olanların ise batıl olduğu, kendi davasının (risaletinin) bütün davaların en hayırlısı, kendi metodunun bütün metodların en üstü­nü ve kendi şeriatının bütün düzenlerin en mükemmeli ve tüm insanlığı mutluluğa götürecek şeriat olduğu düşüncesini yerleştirdi.

b. Yine zihinlerine kendilerinin hak üzere ve nur davasının sahibi olmaları, başkalarının karanlıkta kalmaları, öte yandan kendilerine yer­yüzünü doğruya yöneltmek üzere ilahi hidayetin gelmeye devam etmesi durumunda onların insanların öğreticileri olacakları, diğerlerinin ise önlerinde öğrenci konumunda olacakları düşüncesini yerleştirdi.

Bu durumda diğer insanlara bir öğretmen şefkati ile davranmaları, onları doğruya yöneltmek, hatalarını düzeltmelerini sağlamak, kendileri­ni mutlu etmek, hayırlı olanı bulmaları konusunda kendilerine önderlik etmek ve onlara en doğru olan yolu göstermek için gayret etmeleri ge­rektiği duygusunu kazandırdı.

c. Yine onların zihinlerine bu şekilde hakka inanan kimseler olarak kalmaları ve bu inançlarından dolayı şeref duymaları durumunda Yüce Allah'ın kendileriyle beraber olacağı, kendilerine yardım edeceği, doğ­ruya yönelteceği, destek olacağını öğretti.

İnsanların kendilerinden uzak durmaları halinde ise Yüce Allah'ın yardımını ulaştırmayacağı, yardımcının kendilerine karşı kaypaklık et­mesi durumunda Yüce Allah'ın kendilerini savunacağı ve her nerede ol­salar Allah'ın kendileriyle beraber olacağı, yeryüzündeki askerlerin ken­dileriyle birlikte hareket etmemeleri durumunda gökten üzerlerine yardı­mın ineceği düşüncesini yerleştirdi.

Pek çok Kur'an-ı Kerim ayeti de bu üç düşünceyi desteklemektedir. Bu üç düşünce özetle, davanın büyüklüğüne inanmak, ona sarılmaktan dolayı şeref duymak ve Allah'ın bu davaya destek vereceği ümidini taşı­maktır. Bu düşünceleri destekleyen ayeti kerimelerden bazılarını burada veriyoruz:

"Allah'a güven. Şüphesiz sen apaçık gerçek üzerindesin."[10]

"Seni de din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Ona uy. Bilmeyenle­rin heveslerine uyma."[11]

"Sizi bu şekilde, insanların üzerine şahit olmanız ve peygamberin de sizin üzerinize şahit olması için orta bir ümmet kıldık."[12]

"Allah uğrunda gereği gibi cihad edin. O sizi seçmiş, babanız İbra­him'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır."[13]

"Allah'a yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah kuvvet­lidir, yücedir."[14]

"Allah 'Elbette ben ve peygamberlerim üstün geleceğiz' diye yazmış­tır."[15]

"Biz o yerde zayıf düşürülenlere ihsanda bulunmak, onları önderler yapmak ve ötekilerin mülklerine mirasçı kılmak istiyorduk."[16]

En önemli konu olan, içerisinde bulunduğumuz merhalenin bir dava askerinde bulunmasını gerektirdiği ölçüler konusundan söz ederken diyo­ruz ki, bizim dava askerimizin üstlenmiş olduğu yükümlülük ile uyumlu bir takım özellikleri taşıyan farklı bir kimliğe sahip olmasına ihtiyacımız var.

Bu özellikler aynı zamanda dava askerinin karşılaşacağı zorluk ve sıkıntılara karşı durmasına da imkan sağlamalıdır. Buna göre dava askeri­nin en başta güçlü bir iradeye, yoluna devam ederken karşısına çıkan engellerden etkilenmeyen bir azimete, sağlam İslami ahlâka, sürekli yenile­nen ve bir kaynak gibi fışkıran ruhi azığa, görevlerini yerine getirmesine ve cihadın yüklerini canlılıkla ve tam bir azimle kaldırmasına yardım edecek sağlam bir bedene ihtiyacı vardır.

Bundan dolayı şehid önderin yukarıda sözü edilen risalesinde şöyle söylediğini görüyoruz:

"Biz canlı ve gayretli, sürekli ileri koşan, atılgan, üstün örnekler or­taya koyan, üstün gayelere yönelen, bu gayelerle yücelmeyi isteyerek kendini onlara veren sonra onlara ulaşmaya çalışan şahsiyetlere ihtiya­cımız var. Bu gayelerin ve örneklerin mutlaka belirlenmesi gerekmekte­dir. Yine bu duyguların ve düşüncelerin bir bir sıralanmasına ihtiyaç vardır. Bütün bunların tartışma götürmeyen, üzerinde şüphe ve tereddü­de düşülmesine mahal olmayan bir inanç sistemi haline gelecek şekilde bir bütünlüğe kavuşturulması şarttır. Belirtildiği üzere duygu ve düşünceler bir bir belirlenmedikçe, anlatılan sistematik yapı oluşturulmadık­ça, ortaya çıkmış olan bu uyanış hareketi çölün ortasındaki etrafını ay­dınlatmayan ve ısı yaymayan kendi halindeki bir ışıktan farklı olmaya­caktır. "

Şehid önder, İslam'ın gayelerini gerçekleştirmeye götüren davet yo­lunu Resulullah (a.s.)'ın siretinden çıkardığı anlamlara dayanarak açıklar­ken de şöyle söylemektedir:

"Herhangi bir davetin bir zemine oturtulmasında ve kararlılığa ka­vuşturulmasında izlenecek yol, cemaatlerin tarihleri hakkında az çok bil­gi sahibi olanlarca bilinip görülür.

Bunu iki cümle ile özetlemek mümkündür;

İman ve amel, sevgi ve kardeşlik.

Resulullah (a.s.) kendi davetini ashabından ilk tabakanın gönülleri­ne yerleştirme konusunda onları iman ve amele çağırmaktan fazla bir şey yapmadı. Daha sonra kardeşlik ve sevgi üzere onların gönüllerini birleştirdi. Böylece inanç gücü birlik gücü ile birleşti ve cemaatleri, sö­zünü yürütebilecek, bütün yeryüzü topluluğu karşı dursa da davası zafe­re ulaşacak bir cemaat halini aldı."

Bilindiği üzere davet yolu gül serili değildir. Bilakis dikenlerle ve engellerle doludur. Aynı zamanda uzun ve sıkıntılıdır. Üzerinde yürüye­nin sabır, metanet, kararlılık, gayret, fedakârlık göstermesine ve ihlaslı olmasına ihtiyaç duymaktadır.

Şehid önder bizi davet yolunun mahiyeti hakkında bilgi sahibi ede­rek bu yolda karşılaşacağımız zorluklar ve sıkıntılar konusunda uyarmış­tır.

Bunun yanısıra önlerinde hiçbir engelin duramayacağı başarı unsur­larının neler olduğunu da hatırlatmıştır.

Allah kendisinden razı olsun o, "Dün İle Bugün Arasında" adlı risa­lesinde şöyle diyor:

"Şunu size açıkça söylemek istiyorum ki, sizin davetiniz hala insan­ların çoğu tarafından bilinmemektedir. Onu tanıdıkları, istek ve amaçla­rının neler olduğunu bildikleri zaman bu davaya karşı daha fena bir kin besleyecek ve daha katı bir düşmanlıkta bulunacaklardır. O zaman siz de pek çok sıkıntı içine düşeceksiniz ve karşınıza çok sayıda engel çıka­caktır, işte ancak o vakitte davet sahiplerinin yolları üzerinde yürümeye başlamış olacaksınız.

Şu an ise siz hala bilinmemektesiniz ve davet için hazırlanmaktası­nız. Savaşın ve cihadın gereklerine karşı kendinizi hazırlamaktasınız.

İnsanların İslam'ı bütün gerçekliği ile bilmemeleri, karşınızda bir engel olarak duracaktır. Kendilerini dindar olarak gösterenlerden ve resmi ilim adamlarından sizin İslami anlayışınızı garipseyen ve sizin is­lam uğrundaki cihadınıza karşı çıkanlar olacaktır. Devlet başkanları ve belli mevkiye ve güce sahip liderler, size karşı kin besleyecektir. Bütün hükümetler birbirlerinin aynı bir tavırla karşınızda duracaklardır. Her bir hükümet, çalışmalarınıza sınır ve yolunuza engeller koymaya çalışa­cak.

Sizin önünüzü kesmek ve davet nurunuzu söndürmek için bütün yol­lara yol kesiciler dökülecekler. Onlar bu konuda zayıf hükümetlerden, zayıf ahlâklılardan, kendilerine dilek için uzanan ellerden yardım isteye­cekler. Sizin karşınıza ise fenalık düşüncesiyle ve düşmanlıkla dikilecek­ler. Herkes sizin davetinizin etrafında şüphe tozları yaymaya ve iftira ka­ranlıkları oluşturmaya çalışacak. Sizde her türlü kusur arayacak ve var­lığını ileri sürdükleri kusurları en çirkin bir şekilde insanlara gösterme­ye çabalayacaklar. Bunu yaparken de onların güç ve iktidarlarına güve­necek, mallarını ve imkânlarını değerlendirmek isteyeceklerdir.

"Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır."[17]

Bununla şüphesiz bir tecrübe ve imtihan dönemine gireceksiniz. Hapse atılacak, tutuklanacaksınız. Bir yerden bir yeree nakledilecek, sürgüne gönderileceksiniz. Kazanç kapılarınız kapatılacak, işleriniz eli­nizden alınacak, evleriniz aranacak. Bu imtihan döneminiz belki uzun da sürebilir.

"insanlar 'iman ettik' demeleriyle, imtihan edilmeden öylece bırakı­lacaklarını mı sanıyorlar."[18]

Ancak Yüce Allah bütün bunlardan sonra size mücahitlerin zaferim ve iyilik üzere çalışanların alacakları ecri vaadetmiştir..

Artık siz Allah'ın dininin yardımcıları olmak konusunda kararlı mı­sınız?"

İşte şehid önderin bize davet yolunda karşımıza çıkacak engellerle ilgili olarak yaptığı açıklamalar bunlar. O, bu açıklamalarını şu bela ve sıkıntıların yaşanmasından yıllar önce yapmıştı. O, adeta Allah'ın nuru ile görüyordu. O, belki de, Cemal Abdunnasır zamanında, ithal işkence alet­leri ile Abdunnasır'ın zebanileriyle onların kuyrukçuları tarafından ger­çekleştirilen işkenceler ve öldürme olayları gibi olayların yaşanacağını tahmin etmiyordu.

Allah bize yeter ve o ne güzel vekildir.

Ancak şehid önder engellerden söz ettikten sonra başarıya götüren unsurlardan da söz etmiştir. Biz insanları Allah'ın daveti ile davet ediyo­ruz ki, bu da davetlerin en yücesidir.

İnsanlara Kur'an-ı Kerim şeriatını sunuyoruz ki, bu, şeriatların en adil olanıdır. Bütün alemin bu davete ihtiyacı vardır. Bu alemde olan her şey de onun için şartlan hazırlamakta yolunu açmaktadır.

Biz, Allah'a hamdolsun ki, kişisel ihtiraslardan uzağız. Allah'ın rıza­sını kazanmak ve insanlara iyilikte bulunmaktan başka bir şey arzulamıyoruz. Bunun yanısıra Allah'ın desteğini, O'nun yardımını gözlüyoruz. Kime Allah yardım ederse, hiç kimse ona üstün çıkamaz.

Şehid önderin davet yolu, dava adamında ve inanç askerinde bulun­ması gereken duygular ve özellikler ile ilgili sözlerinden bazı iktibaslar yaptıktan ve İmam Hasan el-Benna'mn şehid edilmesinden sonra bu yol­da edinmiş olduğumuz tecrübelerin kısa özetini verdikten sonra yetişen nesillere kendilerini hazırlamalarında yardımcı olacak tecrübelerimizin bazı ürünlerini aktarmak istiyoruz.

Yüce Allah'tan bizi ve onları kendi katından gelecek yardıma layık kılmasını diliyoruz. Başında İslam halifesi bulunacak dünya çapında bir İslam devleti kurma, bir başka ifade ile Allah'ın dinini yeryüzünde hakim kılma gayesini gerçekleştirmek için de Yüce Allah'ın yardımını diliyoruz.

Şehid önder de Müslüman Kardeşler cemaatini bu gayeyi gerçekleş­tirmek için kurmuştur.[19]

 

Sağlıklı Ve Doğru İman

 

İnanç adamının ve dava askerinin İslami davetinin, hayatının önemli bir merhalesi olan şu merhalede üstleneceği büyük rol hakkında bilgi ver­dik. Bu rol da, Allah'ın izniyle, başında İslam halifesinin bulunacağı İs­lam devletinin yapısının üzerine oturacağı sağlam ve güçlü temele oturt­maktır.

Bundan sonra diyoruz ki, işte bu rolü üstlenecek olan inanç adamın­da bulunması gereken temel özellik; sağlam inanca ve doğru imana sahip olmaktır.

Allah insanın fıtratına onu Allah'a götürecek bir kabiliyet yerleştir­miştir. İlk yaratılışı sırasında insanın ruhuna Rabb'inden bir şey üflenmiş, aralarında bir ahid gerçekleşmiştir. Kul bu ahidle yaratıcısını tanır ve O'nun varlığını kavrar. Kişi büyüyüp buluğ çağına erdiği zaman söz ko­nusu ilk ahdin etkisi ile içinde kendini Rabb'ine doğru çeken bir duygu sezer.

"Rabb'in Adem oğullarından, onların bellerinden zürriy etlerini al­mış ve onları kendilerine şahit tutarak 'Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?' demişti. 'Evet. Buna şahidiz' dediler. Kıyamet günü 'Biz bundan haber­sizdik' demeyesiniz diye."[20]

Geçen zamanlar içerisinde insanlık inanç ve Allah'a kulluk konusun­da çeşitli yanılgılara düşmüştür. İnsanlardan güneşe tapanlar, putlara ta­panlar, ağaçlara tapanlar, ateşe tapanlar; insanları tanrılaştıranlar, Allah ile birlikte başka ilahlar edinenler, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler, "Uzeyr Allah'ın oğludur" diyenler, "Mesih Allah'ın oğludur" diyenler ve bundan başka çeşitli yanlış sapmaların içerisine düşenler olmuştur.

Ancak sağlıklı, temiz ve her türlü sapmadan uzak tevhid inancı Hz. Peygamber (a.s.)'in ve O'ndan önceki peygamberlerin getirmiş ol­dukları inanç sistemidir.

Her Müslümanın, Müslümanlığının yerli yerince olması için bu te­miz inanca bağlanması gerekmektedir.

Hayatını, Yüce Allah'ın bütün insanlar için uygun gördüğü şu dinin hakim kılınması mücadelesine vermiş olan inanç adamının da, sağlıklı ve doğru bir inanca sahip olması gerekir. Bu inancı insanlar arasında sağlıklı ve arı-duru haliyle yayabilmesi ve yaşayışını ona göre düzenleyebilmesi için bu inancı benimsemiş olması şarttır.

Kişi, hayatında inancına göre hareket eder ve inancı doğrultusunda faaliyette bulunur.

İmam Hasan el-Benna (rh.a.) gerek konuşmalarında, gerek yazıların­da ve gerekse Müslüman Kardeşler'in eğitiminde, inanç konusuna özel bir önem vermiştir.

Onun "Akaid Risalesi" adında bir de risalesi vardır. Bu risalesinde dava adamının inanç hakkında ve inançla ilgili meseleler üzerinde neler bilmesi gerektiğini büyük bir dikkatle ele almıştır. Bu risalesinde herhan­gi bir aşırılığa gitmeden ve sapmaya düşmeden orta yolu bulup açıklama­larını buna göre yapmıştır.

Bunun yanısıra İhvan'ın yazarları da kitaplarında ve yazılarında inanç konusuna özel bir önem vermişlerdir.

Sağlıklı inancın meyvesi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygam­berlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın da şerrin de Allah'tan geldiğine tam bir samimiyetle inanmaktır.

İnsan için iman her şeydir. İman insan için gerçek anlamda bir ha­yattır.

Nitekim Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesi bu hususu şöyle dile getir­mektedir:

"Ölü iken kalbini diriltip insanlar arasında yürürken önünü aydın­latacak bir nur verdiğimiz kimsenin durumu karanlıklarda kalıp çıkama­yan kimselerin durumu gibi midir? Kâfirlere de işledikleri güzel göste­rilmiştir."[21]

Yüce Allah bir başka ayeti kerimesinde de şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Allah ve peygamber sizi hayat verecek şeye ça­ğırdığı zaman icabet edin. Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve so­nunda O' nun katında toplanacağınızı bilin."[22]

Allah'a iman etmeyen insan ise hayvan gibidir, hatta daha aşağıdır.

"Cehennem için de bir çok cin ve insan yarattık. Onların kalpleri vardır ama anlamazlar. Gözleri vardır ama görmezler. Kulakları vardır ama işitmezler, işte bunlar hayvanlar gibi hatta daha aşağıdırlar, işte bunlar gafillerdir."[23]

Allah'a ortak olarak başka tanrılar tanıyanların durumunu ise Yüce Allah ayeti kerimesinde şu şekilde ifade etmektedir:

"Allah'a ortak koşan kimse gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgarın bir uçuruma attığı şeye benzer."[24]

Bu ifade, o insanların içine düşecekleri üzüntüyü, ruhani yıkılmışlı­ğı, sahipsizliği ve yalnızlığı dile getirmek için kullanılmış olan bir kina­yedir.[25]

 

İman, Gönül Huzurunun Kaynağıdır

 

Tevhid inancına ve imana sahip olan kişi ise huzur ve gönül rahatlığı bulur.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Onlar iman etmişler, kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşmuştur. Dikkat edin kalpler ancak Allah 'ı anmakla huzura kavuşur."[26]

Mü'min kişi kendini, lütuf sahibi, şefkatli ve merhametli bir ilahın korumasında görür.

Mü'min kişi her şeyin hakimiyeti elinde olana yönelir, kendini O'na teslim eder, işini O'na havale eder, O'ndan destek arar ve Allah'tan yine ancak Allah'a sığınmanın mümkün olacağını bilir. Artık neden üzülsün?

Mü'min kişi Allah ile birlikte olduktan sonra neden korkacaktır?

Allah kiminle birlikte olursa, o hiç bir şey kaybetmez. Böyle biri çok şiddetli bir ihtiyaç içinde olsa ve ihtiyacını Allah'tan başka kimse bilmese bile Allah onun halini gayet iyi bilir ve Allah yalnız başına o kişiyi içinde bulunduğu şiddetli durumdan çıkarmaya güç yetirebilir. Mü'min kişi aynı zamanda, dıştan fena gibi görünse de Allah'ın kendisi için takdir etmiş ol­duğu her şeyin kendi hayrına olduğunu bilir.

"Bir şeyden hoşlanmadığınız halde o sizin iyiliğinize olabilir. Ve yi­ne bir şeyi sevdiğiniz halde o sizin için fena olabilir. Allah bilir, siz bile­mezsiniz."[27]

Kişi sağlıklı inanç ve samimi bir imanla ölçülerini ve değer yargıla­rını düzeltir. Onları maddi olmaktan kurtarıp Rabbani bir şekle sokar. En büyük düşüncesi ve bilgilenme alanının başta gelen konusu yok olacak olan dünya olmaz. Dünya onu gerçek ve kalıcı hayat olan ahiret hayatı ile ilgilenmekten alıkoymaz. Ancak dünyasını ahireti için yaşar. Hayatının büyük küçük her meselesinde Allah'ın kitabında ve Resulullah (a.s.)'ın sünnetinde bildirilmiş olan İslami ölçülere uyar. Allah katında olanı dün­yadaki her şeye tercih eder.

İnanç ve iman, kişinin içindeki bütün hayırlı enerjileri harekete geçi­rerek iyi iş işlemeye yöneltir. Böylece mü'min kişi tümüyle canlı ve hare­ketli bir hal alır. Çok az bir vakitte ve az bir gayretle Allah'ın yardımıyla büyük işler başarır. Bu işleri başarırken kendisinde bir acziyet ve karam­sarlık duymaz.

Böylelikle hayatı kısa, da sürse Allah'a davet ve Allah yolunda cihad alanında çalışma ile, faydalı ürünlerle dolu geçer. Yüce Allah'n bu dün­yadaki yaratıkları için irade ettiğinin ve hikmetinin gerektirdiğinin uygu­layıcısı olur.

İslam'ın şu merhalede bizden istediklerinin başında İslam devletini kurmak ve İslam hilafetini yeniden tesis etmek suretiyle Allah'ın dinini yeryüzüne hakim kılmak gelmektedir.[28]

 

Bilmeden İnanmak Bozulmaya Götürür

 

Burada şunu hatırlatmalıyız ki, inancın insan hayatında ortaya çıka­racağı enerjilerin mutlaka Allah'ın dini hakkındaki bilginin ışığında ve Yüce Allah'ın gösterdiği istikamette kullanılması gerekir. Çünkü dine ce­haletin karıştırılması oldukça tehlikelidir. Böyle bir şey amaçsız gayretler, toplumsal düzenin sınırlarını zorlayan aşırı taşkınlıklar ortaya çıkarır. Böyle bir yanılgıya kapılanlar, kendilerini doğru yolda sanarak düzeni sağlamaya çalıştıkları iddiasıyla hareket ederek hayatı mahveden bir tufa­na sebep olabilirler.

Doğru iman sahibine sabır, sebat, Allah yolunda karşılaşılan sıkıntı­lara dayanma gücü vererek bu hak din ve bu dinin gerektirdikleri konu­sunda aşırılıklara gitmekten korur.

Hz. Sümeyye (r.a.), Hz. Yasir (r.a.) ve Hz. Bilal (r.a.) bu konuda ga­yet iyi örneklerdirler. Hatta Müslüman Kardeşler'den birbirini izleyen ağır işkencelere ve sıkıntılara maruz kalmış olanlar da örnektirler.

Gerçek şu ki, sabır ve sebat Allah'tandır.

Bundan dolayı Yüce Allah bize söz konusu şartlarda okumamız üze­re dua öğretmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Ey Rabb'imiz! Bize bolca sabır ver, ayaklarımızı sağlam tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et."[29]

İşte bu iman, Firavun'un sihirbazlarının iman etmelerinden sonra Firavun'un kendilerinin kollarını ve ayaklarını çaprazlama keseceği, çar­mıhlara gereceği yolundaki tehditlerden korkmamasını sağlamıştır.

Onların bütün bu tehditlere cevabı şu olmuştu:

"İman eden sihirbazlar 'Seni, gelen apaçık mucizelere ve bizi yara­tana üstün tutmayacağız. Ne hüküm vereceksen ver. Sen ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin. Doğrusu biz yanılmalarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri bağışlaması için Rabb'imize iman ettik. Allah'ın verece­ği mükâfat daha iyi ve daha devamlıdır' dediler."[30]

İman, mü'minleri Allah için birbirlerini sevmeye, kardeşliğe ve baş­kalarını kendilerine tercih etmeye yöneltir.

"Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleş­tirmiş olan kimseler kendilerine hicret edip gelenleri severler. Onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefis­lerinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete eren­lerdir."[31]

Samimi iman kişiyi, tembellik etmeden cihada koşmaya, Allah yolunda şehid olmayı arzulamaya, Allah'ın sözünün en yüce olması için ca­nını ve malını Allah yolunda feda etmeye yöneltir.

İman, kişiyi hakkı söyleyen ve Allah hakkında hiçbir kınayanın kı­namasından korkmayan, inandıklarında asla tereddüde düşmeyen ve ka­ramsarlığa kapılmayan bir kimse yapar. Mü'min kişi bilir ki, batıl ne ka­dar yayılsa da yok olmaya mahkumdur ve Yüce Allah'ın bu konudaki ila­hi sünneti değişmez.

Bu husus Yüce Allah'ın bir ayeti kerimesinde şu şekilde dile getiril­mektedir:

"Allah gökten su indirir. Dereler onunla dolar taşar. Sel üste çıkan köpüğü alır götürür. Süslenmek veya faydalanmak için ateşte erittikleri­nizin üzerinde de buna benzer bir köpük vardır. Allah hak ve batıl için böyle misal verir. Köpük uçup gider, insanlara fayda veren ise yerde ka­lır."[32]

Mü'min kişi sebeplere yapışır, her bakımdan onlara güvenmez; bila­kis gerçek bir güven ile ve Allah'ın kendisine yeteceğini bütün samimiye-tiyle kabul etmiş olarak Allah'a güvenir.

"Allah'a güvenen kimseye O yeter."[33]

Mü'min, doğru yolda sürekli öne doğru ilerleyerek, tam bir gönül ra­hatlığı içinde, Allah'a güvenerek ve sağlam bir binaya ulaşacağına kesin inanarak yürür. Kendisini Allah'ın yolundan ayırmak, sapık yollara çek­mek amacıyla karşısına çıkanlara aldırış etmez. Onların teşvikleri kendi­sini aldatmaz, korkutmaları da endişeye düşürmez. Çünkü o Allah'a da­yanmıştır, asla kopmayacak olan sağlam kulba yapışmıştır.

Samimi iman, sahibini Resulullah (a.s.)'a itaat etmeye ve O'nun sün­netine uymaya yöneltir. Çünkü o Resulullah (a.s.)'a itaatin, Allah'a itaat demek olduğunu bilir.

"Kim peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur."[34]

İman, kişide yücelik ve insanlığa öğreticilik etme şuuru uyandırır.

Bu yücelik kendini insanlardan üstün görme anlayışı değildir. Bu ki­şiyi başkalarına merhamet etmeye, şefkat göstermeye, onların ellerinden tutarak hidayet çizgisine çekmeye yönelten bir yüceliktir.

"Şüphesiz ki, yücelik Allah'ın, peygamberinin ve müminlerindir."[35]

"Sizi bu şekilde, insanların üzerine şahit olmanız ve peygamberin de sizin üzerinize şahit olması için orta bir ümmet kıldık."[36]

Bu şekilde imanın dava adamının ve inanç askerinin hayatındaki ro­lü hakkında bazı bilgiler verdikten sonra bu rolün bütün kardeşlerin ve bacıların hayatlarında büyük öneminin olduğu düşüncesinden hareketle onları hayatlarını imani yönden bir değerlendirmeye tabi tutmaya çağırı­yoruz. Herkes kendi nefsini bir değerlendirmeye tabi tutarak, Allah'ın ki­tabında ve Resulullah (a.s.)'ın sünnetinde mü'minlerin özellikleri olarak bildirilen özelliklerin ne kadarını kazanmış olduğuna bakmalı.

Yine bütün kardeşleri ve bacıları Kur' an-ı Kerim'i her okuyuşunda;

"Ey iman edenler!" şeklindeki sevimli hitab üzerinde özellikle dur­maya ve bunun devamında gelen ifadeyi tam bir dikkatle okumaya çağı­rıyoruz. Okurken de kendi hayatına buna göre yön vermeye niyetlenip lisan-ı hali ile "duyduk, itaat ettik, bizi bağışla ey Rabb'imiz, dönüş sana­dır" demeli.[37]

 

Sağlıklı Ve Doğru İbadet

 

Yüce Allah insanı yaratmış ve onu yeryüzündeki halifesi kılmıştır. Bu görevin dayanacağı temel ise Allah'ı bir bilmek ve yalnızca O'na iba­det etmektir.

Bütün peygamberler de toplumlarını buna çağırıyorlar ve şöyle di­yorlardı:

"Dedi ki: Ey toplumum! Sizin için kendisinden başka ilah olmayan Allah'a ibadet edin!"[38]

Bu çağrının Kur'an-ı Kerim'de aynı şekilde Muhammed (a.s.) üm­metine ve bütün insanlara yöneltildiğini görüyoruz:

"Allah'a ibadet edin ve O'na hiç bir şeyi es koşmayın"[39]

"Rabb'in, kendisinden başkasına kulluk etmeyin diye hükmetti."[40]

"Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etmeleri için yarattım."[41]

Allah'a ibadetimiz, bizim bu dünyada yüklenmiş olduğumuz yüküm­lülüğün esasıdır. Gerçekte Allah'ın bizim yapacağımız ibadete ihtiyacı yoktur.

Ancak Allah bizim iyiliğimiz ve çıkarımız için, takva azığıyla azıklanmamız üzere ibadeti bize farz kılmıştır.

Takva azığı ise bize dünyada mutluluğu, ahirette nimeti kazandıracak ve cehennemden kurtuluşu sağlayacak olan şeydir. İnsan bu dünya hayatında bir imtihandan geçmektedir.

Bu yüzden çeşitli sıkıntı ve fitnelerle karşı karşıya gelmektedir. Bu imtihanda başarılı olmasına ve fitnelerden kurtulmasına en çok yarayacak şey de takva azığıdır.

Allah'a ibadet ise bu azığın en önemli kaynaklarındandır.

"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize kulluk edin. Olur ki böylelikle fenalıklardan sakınırsınız."[42]

"Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, (fenalıklar­dan) sakınırsınız diye oruç sizin üzerinize de farz kılındı."[43]

"Kitap'lan sana vahyolunanı oku. Namaz kıl. Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve fenalıktan alıkoyar."[44]

"Mallarının bir kısmını kendilerini temizleyip arıtacak zekât olarak al. Onlara dua et. Senin duan, onlar için bir güvendir. Allah işitir ve bi­lir."[45]

Hacc ayetlerinde de şöyle buyuruluyor:

"Yanınıza azık alın ve bilin ki, azıkların en hayırlısı takvadır. Bana karşı gelmekten sakının, ey akıl sahipleri."[46]

Bu dört farz ibadetin geçerli olması ve ibadet diye yapılan fiillerin boşa gitmemesi için belli bir takım kuralları bulunmaktadır. Bu kurallar ise fıkıh kitaplarında ele alınmıştır.

Ancak biz ibadetin geçerli olması hususunu bir başka açıdan ele ala­cağız. Bu da söz konusu ibadetlerin yerine getirilmesinde kalbin durumu, bu ibadetlerin onları tam usulüne göre yerine getiren bir Müslümanda gerçekleştireceği ruhi etki ve eğitici yöndür.

Söz konusu ibadetlerin her birinin bir azık yönü ve kendine özel bir eğitici tarafı bulunmaktadır. Bu etkilerin tümü biraraya gelince örnek bir Müslüman şahsiyet ortaya çıkarırlar.

Bu ibadetler aynı zamanda mü'min kişinin hayatını tümüyle kuşat­maktadır. Günde beş vakit tekrar edilen namaz gibi hergün tekrar edileni vardır, yılda bir ay olmak üzere her yıl tekrar edileni vardır, zekat gibi kisinin içinde bulunduğu şartlara göre yerine getirileni vardır, hac gibi fır­sat ve imkâna göre eda edileni vardır.

Resulullah (a.s.) ümmeti için hep iyilik dilediğinden dolayı bu iba­detlerin yanısıra, Allah'a yakınlığımızı artırmamız için nafile olarak yeri­ne getirilmek üzere bazı sünnet ibadetler de koymuştur.[47]

 

Genel Bir Kavram Olarak İbadet

 

Sayılan dört ibadetin insan ruhu üzerindeki etkisi ve eğitici yönü üzerindeki ayrıntılı bilgilere geçmeden önce Yüce Allah'ın "Ben insanla­rı ve cinleri ancak bana kulluk etmeleri için yarattım"[48] ayeti keri­mesinde sözü edilen ibadet kavramının genel mahiyeti üzerinde dur­mak istiyoruz.

İbadet, sadece sayılan dört farz göreve özel bir kavram değildir. Bi­lakis hayatımız boyunca işlediğimiz bütün fiillerimizin Allah'a yaklaşma­mızı sağlayan bir ibadet boyutu vardır.

İnsanları Allah'a davet etmek bir ibadettir.

İyiliği emredip kötülükten alıkoymak bir ibadettir.

Yeryüzünde Allah'ın dinini hakim kılmak için çalışmak ibadettir.

Allah yolunda cihad ibadettir.

İbadeti yapmaya yardımı olan her fiil ibadet kavramı içine girer. Eğer Allah'a itaat ve ibadet görevimizi yerine getirmek için güç kazanma niyeti taşır ve bu arada helal olanı araştırıp haram olandan kaçınırsak ye­mek içmek de bir ibadet olur.

Bir öğrenci İslâm'a ve Müslümanlara yararlı olma amacı taşırsa, onun ilim öğrenmesi bir ibadet olur.

Yine bir kimse İslam'a ve Müslümanlara hizmet etme ve kendi ken­dine yeterli olma gayesini gerçekleştirme niyetini taşır, bununla birlikte haram ve şüpheli işlerden de kaçınırsa, normal çalışması ibadet mahiyeti kazanır.

Bunun gibi, iffetli yaşamak, kötü yollardan sakınmak, örnek bir Müslüman aile oluşturmak ve salih bir nesil yetiştirmek amacıyla gerçek­leştirilen evlilik de ibadettir.

Yine davet çalışmalarının ve Allah yolunda cihadın yükünü kaldırabilmek için bedenini güçlendirmek amacıyla gerçekleştirilen spor faali­yetleri de ibadet kavramı içine girer.

İşte bu şekilde Müslüman kişinin bütün hayatı ibadet mahiyeti kaza­nabilir.[49]

 

Dört Farz İbadet

 

1. Namaz

 

İslam'da namazın yeri, başın bedendeki yeri gibidir. Namaz İslam'ın direği, dayanağı ve temel ölçülerinden biridir. Namaz kâfirlerle Müslü­manları birbirinden ayıran unsurdur. Namazın yerine getirilmesi, kurtulu­şun şartıdır. Namaz imanın koruyucusu, kulun Rabb'i ile bağlantı kurma­sını sağlayan araç, göz nuru ve gönül huzurudur.

Namaz, taşıdığı önem dolayısıyla İsra ve Mi'rac gecesinde farz kılındı. Namaz kılarken ruhlarımızın dünya meşguliyetlerinden alıkonup hida­yet, nur ve ruh azığı almak üzere Allah'a yükseltildiğini tasavvur etme­miz yararlıdır.

Müslümanın, Yüce Allah'ın ilahi evinde önünde durup namaz kıla­rak münacaat etmesi, sözünü okuması, kendini anması, teşbih ve duada bulunması ve çağrısına icabet etmesinden dolayı büyük şeref ve mutluluk duymalıdır.

Eğer Müslüman bu mutluluğu gerçek anlamıyla yaşayabüse namaz vaktinin girmesini büyük bir şevk duyarak dört gözle bekler. Dolayısıyla namaz vaktini asla kaçırmaz. Ticaret ve alış-veriş onu asla namazdan alı­koyamaz.

Namazdan, hayatın yorgunluklarında kendisine yardımcı olacak, şeytanın saptırmalarına ve fitnelerine karşı onu koruyacak bir ruh azığı ile çıkar

İşte bundan dolayı Resulullah (a.s.)'m şöyle buyurduğunu görüyoruz:

"İki gözümün nuru namazdadır."[50]

Bir mesele Resulullah (a.s.)'ı sıktığında O, hemen namaza dururdu ve:

"Ey Bilal bizi şu namazla rahatlat"[51] derdi.

Geceleri bıkmadan ve usanmadan ayakları şişinceye kadar namaz kı­lardı. Secdeye varır ve secdesini o kadar uzatırdı ki, Hz. Aişe (r.a.) ruhu­nun alındığını sanırdı. Çünkü O, namazda Rabb'i ile birlikte olmaktan do­layı kendini büyük bir mutluluğun içinde hissederdi.

Gelin birbirimize namazda dirilmek ve Resulullah (a.s.)'ın izine uy­maktan dolayı mutlu olmak için nefislerimizi ciddi bir şekilde ele almayı tavsiye edelim.

Taharet ve abdest ile namaza hazırlanırken aynı zamanda kalplerimi­zi ve bütün organlarımızı Allah'ın gadabını gerektirecek şeylerden temiz­lemeye de çalışmalıyız. Namaz çağrısına hemen koşmalı ve hem cemaat sevabını kazanmak hem de Allah'ın ziyaretçilerine yapacağı ikramdan yararlanmak amacıyla Allah'ın evine gitmeliyiz.

Kıbleye yöneldiğimiz zaman kalplerimizle de Allah'a yönelmeli, gösteriş düşüncesinden uzak bir ihlasla ibadete durmalıyız.

Namaza başlangıç tekbiri için ellerimizi yukarıya doğru kaldırırken dünyayı ve meşgalelerini ellerimizin tersi ile arkaya doğru atmalıyız. "Allahu ekber" dediğimiz de, kalplerimiz dillerimizin söylediğini doğru­lamalıdır.

Sonra başlangıçta okuduğumuz dualarının ve Fatiha suresinin anla­mı derli toplu, bütüncül ve yüce bir şekilde kalplerimizin derinliklerine işlemelidir. Bunun gibi namazda okuduğumuz veya dinlediğimiz diğer Kur'an ayetlerinin anlamları üzerinde de düşünmeliyiz.

Aralarda bir rükünden diğerine geçerken çektiğimiz tekbirler ise kalplerimizin dillerimizin söyledikleri ile uyum içinde olması için bir uyarı olmalıdır.

Dillerimiz Allah'ın yüceliğine ve büyüklüğüne, O'nun büyüklüğü karşısında bütün kralların ve büyüklerin ortaya koydukları büyüklüklerin ve yüceliklerin cılız ve zayıf kalacağına şahitlik ederken kalplerimiz de bu şahitliği doğrulamalıdır.

Rüku sırasında şanı yüce olan Allah'ın önünde eğilmenin şuuru içe­risinde olmalıyız. Rüku ile birlikte Allahu Teala'nın yüceliğini ve ululu­ğunu da kalbimizde hissetmeliyiz. Biz ancak yüce ve büyük olan Allah'ın önünde eğiliriz, bir beşerin önünde eğilmeyiz ve Allah'tan başkasından korkmayız.

İbni Abbas (r.a.)'tan rivayet edildiğine göre Resulullah (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Rüku esnasında Rabb'in yüceliğini bilin. Secde esnasında ise dua etmeye çalısın; bu esnada yapılan dua, kabul edilmeye layıktır."[52]

Secde, namazın içinde kişinin Allah'a en yakın olduğu ve Allah'ın en çok sevdiği rükündür.

Resulullah (a.s.) da hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Kulun Rabb'ine en yakın olduğu yer secde ederkenki halidir. O sı­rada duayı çokça yapın."[53]

Allah'a hürmet duygusuna sahip olan, Allah için ağlayan bir kimse­nin özellikle de gece vakitlerinde yaptığı secdeler ne kadar güzel olur.

Üzüntüsünü ve sıkıntısını Allah'a arzeden hüzün içindeki bir kimse­nin Allah'a hürmet duygusuyla ve ağlayarak yaptığı secde ne büyük bir ibadettir! O kişi böyle bir secde esnasında Allah'ın huzurunda olma şuu­runun verdiği serinliği, sıkıntısı ve üzüntüsünün gittiğini, gönlünün açıl­dığını ve işinin kolaylaştığını hisseder.

Zindanda tutuklu bir mü'minin zindandaki odasında gece yarısı huşu ile yaptığı secde ne kadar da güzeldir. Bu durumda zindan, rahat ve kolay sabredilebilecek bir yer oluyor. Bu halde insan orada bulunmaktan dolayı sevap umar, yücelik duyar ve Yüce Allah'ın sabreden mü'min kullarına yardımının mutlaka ulaşacağı konusunda kesin kanaate ulaşır.

Teşehhüde oturduğumuz zaman Allah'ın huzurunda, Resulullah (a.s.)'la ve Allah'ın salih kulları ile birarada bulunmanın verdiği yüce duygularla kalplerimiz dolar. Bu oturum esnasında Müslümanlığımızın temelini sağlamlaştırarak Allah'tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed (a.s.)'in Allah'ın kulu ve peygamberi olduğuna yeniden şehadet geti­ririz.

Selamdan sonra namazı teşbih, hamd, tekbir ve dua ile tamamlarız.

Böylelikle güçlü bir ruh enerjisi almış oluruz. Bununla hayatımız boyun­ca karşılaşacağımız zorluklara, engellere, baskıya ve zulüme karşı duru­ruz.

"Ey iman edenler! Sabır ve namazla Allah'dan yardım dileyin. Şüp­hesiz Allah sabredenlerle beraberdir."[54]

İşte bu Rabbani etki ile fenalıklardan ve hoş olmayan hareketlerden uzaklaşırız.

Namazın gece ve gündüzde değişik vakitlere yayılması, ruh azığının sürekli yenilenmesi içindir. Bundan dolayı her namazın vaktinde yerine getirilmesi gerekmektedir.

"Namaz mü'minlerin üzerine belli vakitlerde yerine getirilmek üzere farz kılınmıştır."[55]

Bu durum Müslümanın sürekli vaktini kontrol etmesini ve devamlı namaz vaktinin girmesini gözetmesini sağlar. Bu durum Müslümanı, vak­tin nasıl geçtiğini bilmeksizin bir mala veya meşguliyete dalmaktan ko­rur.

"Bunları Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten ne ti­caret ne de alış veriş alıkoyar. Bunlar gönüllerin ve gözlerin döneceği günden korkarlar."[56]

Namaz aynı zamanda namaz kılana dünyanın her tarafındaki Müslü­manların birlik içinde oldukları şuurunu kazandırır. Çünkü bütün Müslü­manlar aynı kıbleye yönelmektedirler ki, o da Allah'ın haram evi yani Beytullah'tır.

Bunun yanısıra aynı camide namaz kılmak üzere biraraya gelenlerin arasında bir yakınlık duygusu, dostluk, tanışıklık ve dayanışma oluşur.

Namaz, eşitlik ruhu ve alçak gönüllülük duygusu oluşturur. Herkes Allah'ın huzurunda aynı safta biraraya gelmektedir. Zengini de, fakiri de, bakanı da, alelade insanı da aralarında bir fark olmaksızın aynı safta du­rurlar.

Namaz, namaz kılanları düzene, düzenli saflar oluşturmaya, imama uymaya, ona muhalefet etmemeye, onun önüne geçmemeye ve hata et­mesi yahut unutması durumunda hatırlatmada bulunmaya alıştırır.

Namaz insanı hastalıklardan koruyan temizliği gerçekleştirdiği gibi bunun yanısıra namaz hareketlerinin sağlık açısından çeşitli yararları ol­maktadır.

Müslümanların namazın güzel faydalarından ve büyük etkisinden mahrum kalmamaları için bu konuda çeşitli kolaylıklar sağlamıştır. Su­yun bulunmaması durumunda teyemmüm etmemizi caiz kıldığı gibi yer­yüzünü bizim için mescid ve temiz eylemiştir. Yolcu ve hasta için nama­zın kılınışını daha da kolaylaştırmıştır. Aynı şekilde korku vakitlerinde ve savaş esnasında da namazın kılınışını kolaylaştırmıştır.

Dava adamının ve inanç askerinin sadece beş vakit farz namazı kıl­makla yetinmemesi gerekir. Bunun yanısıra gece ibadetine kalkarak Yüce Allah'ın aşağıdaki ayeti kerimelerinde kendilerinden sözettiği kimseler­den olmaya çalışmalıdır.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyurmaktadır:

"Yanları yataklardan uzaklaşır. Korku ve ümit ile Rabb'lerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan harcarlar. Yaptıklarına karşı­lık olarak onlar için ne gözler aydınlatıcı nimetlerin saklandığını hiç kimse bilemez,"[57]

Yüce Allah, Hz. Peygamber (a.s.)'e peygamberlikle ilk görevlendi­rildiği günlerde, ağır davet yükünü kaldırmaya kendisini hazırlaması için gece ibadetine kalkmasını hatırlatmıştır.

Yüce Allah'ın bu konudaki ayet-i kerimesi şöyledir:

"Ey örtüsüne bürünen! Gecenin az bir kısmı dışında kalan vaktinde ibadet et. Yarısını veya bundan biraz daha azını ya da biraz daha fazla­sını ibadetle geçir. Ve ağır ağır Kur'an oku. Doğrusu biz sana ağır bir söz vahy'edeceğiz."[58]

 

İbadetin Geçerli Olması

 

İnanç adamının gözetmesi gereken en önemli ölçülerden birisinin ibadetlerinin sağlıklı ve geçerli olmasına dikkat etmek olduğunu daha ön­ce ifade etmiştik. Bu ölçüye uymanın ise ibadetlerin insan üzerinde eğiti­ci etkisini gösterecek ve takva azığı kazandıracak tarzda güzel bir şekilde yerine getirilmesi olduğunu anlatmıştık. Takva, ibadetin meyvesidir.

Nitekim Yüce Allah ayeti kerimesinde şöyle buyurmaktadır:

"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize kulluk edin. Olur ki böylelikle fenalıklardan sakınırsınız."[59]

Namaz ibadeti ve onun genelde her Müslüman üzerinde, özelde ise inanç adamında gerçekleştirmesi gereken eğitici etkileri üzerinde durduk. Bu arada, Müslüman kardeşin sözkonusu eğitim ve takva azığını kazana­bilmek için namazgahında kalbini ve vicdanını nasıl dirilteceği konusu üzerinde durduk. Bunun yamsıra "Namazla Dirilme" adlı kitaba müracaat edilebilir. Orada daha ince ve daha geniş bilgi bulunmaktadır.

Aşağıda diğer üç farz ibadeti yani oruç, zekat ve hac ibadetlerini de aynı metod ile ele alacağız. Bu ibadetlerin herbirinin eğitici etkilerinden ve kazandıracakları ruhi etkiden söz edeceğiz.

Başarı Allah'ın yardımıyladır.[60]

 

2. Oruç

 

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'in indirilişinin şerefine pek çok hayra vesile kıldığı Ramazan ayında oruç tutulmasını farz kılmıştır. Hatta bu ayın içinde yer alan ve Kur'an-ı Kerim'in indirildiği gece olan Kadir Gecesi'ni bin aydan hayırlı eylemiştir.

Oruç sadece günün belli bir vaktinde karnı ve şehveti doyurmaktan kaçınmak değildir. Bilakis oruç, kişinin kalbi ve organlarıyla Allah'la bir­likte yaşaması, Alah'ın kendisini gözetlediğini düşünmesi, nefisle müca­dele etmesidir. Yine oruç, İslam edep ölçülerine ve ahlâk kurallarına bağ­lılık ve gerek fiil, gerek söz olarak İslâm'ın yasaklamış olduğu her şeyden uzak kalmaktır.

Bu şekilde Ramazan'ın Müslüman açısından kendine çekidüzen ver­me ayı olduğunu görüyoruz. Müslüman bu ayın tümünü rahatsızlıkların­dan, hastalıklarından tedavi görmek ve bütün hastalıklarından şifa bul­muş olarak, tuttuğu oruçtan dolayı sevinçli ve neşeli bir halde bayrama çıkmak için değerlendirir.

Oruçlunun üzerinde kalacak en önemli eğitici etkilerden birisi Al­lah'a karşı ihlas kazanmak ve Allah'ın kendini her an gözetlediğini düşünmektir.

Oruç; kul ile Rabb'i arasındadır. İhlas ise her bir Müslümanm davet yolunda en çok ihtiyaç duyacağı ve en kıymetli bir azıktır. İhlastan uzak olan hiçbir amelde ve hiçbir gayrette hayır yoktur.

Oruç; Müslümanın iradesini kuvvetlendirir. Çünkü Müslüman oruç­la nefsine karşı mücadele etmekte, onu yenmekte ve bir ay süreyle gün­düzleri onun helal olan arzularını bile dizginlemektedir. Dolayısıyla onun bu iradi gücü kendisine nefsini haramlardan uzak tutma konusunda da yardımcı olmaktadır. İrade gücü ise inanç adamına davet yolunda en çok lazım olacak bir azıktır.

Oruç; inanç adamının çeşitli engelleri aşmasını ve gevşekliğe düşmedende miskinlik göstermeden davet yolundaki ilerleyişini sürdürmesi için kazanması gereken özelliklerin en önemlilerinden sabır faziletini kazanmasını sağlar.

Oruç; bütün organları Allah rızasını kazanma yolunda hareket etme­ye alıştırır. Göz, kulak, dil, el, ayak, ağız ve cinsel organ hep oruç tutar.

Bunlar Allah'ın yasak ettiği şeylerin tümünden uzak durmak suretiy­le oruç tutmuş olurlar. Bu ise, dava adamının ve inanç askerinin kişiliği­nin oluşturulması ile ilgili eğitimde oldukça önemli bir konuma sahiptir.

Oruç; oruç tutan kişiye bilgisizlere karşı yumuşak davranma fazileti­ni kazandırır. Oruçlu kişi sinirini tutarak kendisine bilgisizce söz söyle­yene "ben oruçluyum" diye cevap verir. Dava adamının ise gönül genişli­ğine, yumuşak tutuma ve kendi için kızmama karakterine ne kadar çok ihtiyacı vardır.

Oruç; oruç tutan kişinin kalbinde fakire ve ihtiyaçlıya karşı bir acı­ma duygusu oluşturur. Böylece Müslümanların arasında birbirlerine acı­ma ve dayanışma anlayışı hâkim olur.

Özellikle sıcak günlerde tutulan oruç, Müslümanı sabıra ve cihad meydanlarında ve düşmanla karşı karşıya gelme anlarında tahammül gös­termeye hazırlar.

Oruç; oruçlunun gönlündeki cemaat düşüncesini daha da güçlendirir. Oruçlu kişi dünyanın her tarafındaki Müslümanların aynı ay içinde bu farz ibadeti yerine getirdiklerini düşününce kalbindeki cemaat düşüncesi daha da güçlenir.

Oruç; Müslümanın varlıklar alemi, ondaki ay ve yıldızlar ile bağlan­tısını sağlar. Çünkü Ramazan'm başlangıç ve bitişi hilalin görünmesiyle, orucun başlayıp bitmesi de güneş ve yıldızlara göre tesbit edilmektedir.

Bu arada Müslüman vakit konusundaki dikkatini daha da kuvvetlen­dirir. Çünkü orucunun boşa gitmemesi için imsak ve iftar vakitlerini iyi araştırması gerekmektedir.

Bütün bunların yanısıra orucun insan sağlığı açısından da çok güzel güzel etkileri vardır.[61]

 

3. Zekat

 

Zekat ibadeti ve onun belli başlı eğitici etkileri hakkında da şunları söylüyoruz: Zekâtın insan nefsini arındırıcı ve temizleyici bir yönü bu­lunmaktadır.

Nitekim Yüce Allah bu konuda Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyur­maktadır:

"Mallarının bir kısmım kendilerini temizleyip arıtacak zekât olarak al. Onlara dua et senin duan onlar için bir güvendir. Allah işitir ve bi­lir."[62]

Zekât veren kişinin elindeki malın Allah'a ait ve kendisine emaneten verilmiş, yok olacak olan bir geçici varlık olduğunu, ondan dünya haya­tındaki yükümlülüğünü yerine getirmede yararlandığını, zekâtı hak sahip­lerine vermesinin ise kendisinin bir lütfü olmayıp Allah'ın kendisine lüt­fetmiş olduğu mal üzerinde yine Allah tarafından belirlenmiş bir hakkın yerine ulaştırılması anlamı taşıdığını bilmesi gerekir.

Zekâtın malın içinden çıkarılmasıyla nefis itaate boyun eğdirilmekte, mal sevgisini, ona bağlılığı yenmeye, fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine acı­maya ve ümmetin, İslâm devletinin problemlerinin çözümüne ve Allah yolunda cihada katılmaya yöneltilmektedir.

Müslüman mal biriktirmenin gaye olmadığını ancak Allah'ın rızasını kazanma yolunda kullanılan bir araç olduğunu bilmelidir. Böylelikle mal, sadece onun elinde kalır, kalbine girmez.

Samimi bir Müslüman elde ettiği malın kendisine Yüce Allah'ın lüt­fü ile verildiğini yoksa Karun'un ileri sürdüğü gibi kendi özel gücü saye­sinde kazanmadığını bilir.

Zekât Müslümanın kalbinde, kendi elinde olandan çok Allah'a ve O'nun katında olana güvenme duygusu doğurur. Görünürde zekât malın bir kısmının alınması ve onun eksiltilme sidir. Gerçekte ise bunun tam ter­sidir. Dıştan malı artırıyormuş gibi görünen ama gerçekte malın bereketi­ni alan, onu mahveden faizin aksine zekât, malı bereketlendirmekte ve ar­tırmaktadır.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyurmaktadır:

"Allah faizi yok eder, sadakaları ise bereketlendirir."[63]

Zekât veren kişi kendisine zekât verdiği kimseye lütufta bulunduğu­nu sanmamalıdır. Aksine fakir kişi, onun zekâtını almakla ona lütfetmektedir. Birinin diğerinin konumunda olması da müm olabilirdi.

Üzerine zekât düşen kişinin malının zekâtını vermeye olan ihtiyacı, fakirin zekâtı almaya olan ihtiyacından da fazladır. Zekât veren kişi bu­nunla Allah'ın kendisini cennete sokacak ve cehennemden uzaklaştıracak bir sevap vermesini umar.

Fakir ise zekât almaya dünyadaki yemek ve giyim ihtiyacını karşıla­mak için gerek görür. Dolayısıyla fakirin zekâtı almasından çok zekâtını ödemeye ihtiyacı olan zenginin zekâtını ödemek için koşturması ve zekâtı almak için fakirin ardından koşturması gerekir.

Bunun gibi fakirden teşekkür beklemeyip kendisi fakire teşekkür et­melidir.

Zekât, Müslümanları, mallarını boş ve verimsiz halde bırakmayıp Müslümanlara yaracak alanlarda kullanmaya yöneltir. Bu ise İslâm'a ve Müslümanlara yardım ve destek sağlar.

Zekât ödemeye ve Allah yolunda harcama yapmaya teşvik eden aye­ti kerimeler ve hadisi şerifler, Müslümanları, Allah'ın katında olanı tercih etmeye, hesap gününde işe yarayacak varlık ve azığı öne almaya ve vak­tin geçmesinden önce iyilikte bulunmaya çaba harcamaya yöneltmekte­dir.

Yüce Allah Kur'an-ı keriminde şöyle buyuruyor:

"Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği, her bir başağında yüz tane olmak üzere yedi başak çıkaran bir tane örneğidir. Allah diledi­ği için kat kat verir. Allah lütfü geniş olandır, bilendir."[64]

"Birinize ölüm gelip de 'Rabb'im beni yakın bir süreye kadar ertelesen de tasaddukta bulunsam, iyilerden olsam' diyeceği zaman gelmeden önce size verdiğimiz rızıklardan sarfedin. Bir canın eceli gelip çatınca Allah onu asla geri bırakmaz. Allah işlediklerinizden haberdardır."[65]

Zekât farizasının, meyvelerin, ürünlerin ve hayvanların çoğunu içine alması, fakirlerin bütün bu varlıklara ortak edilmelerinin ve fakirliklerin­den dolayı bunların herhangi birinden mahrum edilmemelerinin gerekti­ğini gösterir.

Bunun gibi yaşadıkça üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken dersler vasıtasıyla zekâtın daha başka sırlarını tesbit etmek de mümkün­dür.[66]

 

4. Hacc

 

Haccın da usûlüne göre yerine getirilmesi durumunda elde edilecek eğitici etkileri ve ruh azığı bulunmaktadır.

Yerine getirmeye yol bulanın ömründe bir kere gerçekleştirmesi ile farziyeti düştüğünden dolayı Yüce Allah bu ibadete büyük üstünlükler ih­san etmiştir. Dolayısıyla haccı yerine getiren kişi, çok büyük bir ruh azığı elde eder ve anasından doğduğu günkü gibi geri döner.

"Hacc belli aylarda yerine getirilir. Kim bu aylarda haca kendine farz ederse (ihrama girerse) bilsin ki, haccda kadına yaklaşmak, fenalık yapmak ve tartışmaya girmek yoktur. Her ne iyilik yaparsanız Allah onu bilir. Yanınıza azık alın ve bilin ki, azıkların en hayırlısı takvadır. Bana karşı gelmekten sakının, ey akıl sahipleri."[67]

Hac niyetiyle yola çıkan kişi kendisinin Rabb'ine misafir olmak ve Haram evini ziyaret etmek isteyen bir gurupla birlikte Rabb'inin misafir­liğine gitmekte olduğunu hisseder. Bütün dünya dertlerini arkasında bıra­kır ve kalbi ile Allah'a yönelir. Dünya süslerinin tümünden çıkarak ihram elbiselerini giyer. Bunları giyinirken dünyadan çıkıp kefen elbiselerini giydiğini düşünür.

Bu buluşma için en güzel azığı hazırlar. Bu yolculuk bedenden önce kalp ve ruh ile gerçekleştirilen bir yolculuktur.

Telbiye ve bu sözlerin Allah'ın davetçisinin çağrısına icabet, Allah'n şirkten uzak olduğunun dile getirilmesi, O'na hamd ve nimetin ve mülkün tümüyle O'na ait olduğunun ifadesi yönünden taşıdığı anlamın hacının nefsinde önemli eğitici etkileri vardır.

Hacca giden kişi Ka'be'yi ilk kez gördüğünde kalbinde bir hürmet, tazim duygusu oluşur ve bu arada rivayetlerde bildirilmiş duaları okurken gördüğü manzaradan önemli bir şekilde etkilenir ve dehşetli bir varlık karşısında olduğunu düşünür.

Hacının tavaf anında, Haceri Esved'i öpme esnasında, Mültezem'de, Makam-ı İbrahim'de iki rek'at namaz kılarken, Zemzem suyunu içerken, Safa ve Merve arasında sa'y yaparken hissettiği duygular hep Allah'ın emrine itaat ve kulluk görevini yerine getirme anlamı ile doludur. Kişi kendisinden isteneni yapmakla, Allah'ın emirlerini büyük ve şanını yüce görmekle kulluk görevini yerine getirmektedir.

Bu arada efendimiz Hz. İbrahim (a.s.)'in, onun hanımının, çocukları Hz İsmail (a.s.)'in konumlarını anmakta onların Allah'ın emirlerini nasıl eksiksiz yerine getirdiklerini ve şeytanın vesveselerine aldırış etmedikle­rini aklına getirmektedir.

Dünyanın her tarafından hacıların biraraya gelmesi Müslümanlar arasındaki bağların kuvvetlendirilmesi, birbirlerinin durumları hakkında bilgi sahibi olmaları, yardımlaşma ve dayanışma konusunda İslâm'ın kendilerinden neleri istediğini incelemeleri için iyi bir fırsat olmaktadır.

Daha sonra hacıların Arafat'ta Allah'ın huzurunda vakfe etmeleri gelmektedir. Yüce Allah diğer bütün dağlardan ayrı olarak bu dağa özel olarak büyük bir hayır, geniş lütuf ve bol rahmet ihsan etmiştir. Bu rah­met ve ihsanlar orada Rahman'ın misafirlerinin üstüne iner. Herkesin ih­ram elbisesi içinde olduğu ve herkesin Allah'a dua ettiği bu manzara insa­na Haşir gününü hatırlatır.

Şeytan taşlama esnasında şeytanın oyunlarına karşı direnişin daha da kuvvetlendirilmesi anlamı vardır. Bu uygulama ile aynı zamanda efendi­miz Hz. İbrahim (a.s.)'in, hanımının ve oğulları Hz. İsmail (a.s.)in uygulamaları hatırlanmaktadır.

Kurbanın kesilmesi ve etinin ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasında Allah'a yaklaşma ve O'nun hacıyı ateşten azad etmesini ümit anlamı vardır.

Veda tavafı insana, en yüksek şerefe sahip ve kalplerin en çok sevdiği bir mekânın terkedilmekte olduğunu hissettirmektedir. İnsan bu duygu ile birlikte yaptığı ibadetlerinin kabul edilmesi ve o yerlere yeniden dön­meye muvaffak edilmesi ümidini taşımaktadır.

İşte bu özet bilgiler bize doğru bir şekilde yerine getirilen ibadetlerin eğitici etkilerinin önemini ortaya koymaktadır.

Bu etkiler inanç adamının davet yolunda ihtiyaç duyduğu en önemli değerlerdendir. Allah bize bunlardan yararlanmak ve takva azığı ile azıklanmak nasib etsin.

 

Sağlıklı Ahlak Ve Nefisle Mücadele

 

Tevhid inancı ve onun her türlü bozuk anlayıştan uzak olması Müs­lüman kişinin ve inanç adamının kişiliğinin oluşmasındaki önemi, doğru şekilde yerine getirilen ibadet de ikinci sırayı almaktadır.

İslâm ahlakıyla ahlâklanmak da örnek bir Müslüman kişiliğinin oluşmasında üçüncü sırayı almaktadır ve o derece bir öneme sahiptir.[68]

 

Kur'an-ı Kerimin Ve Sünnetin Ahlaka Verdiği Önem

 

Geçmişe baktığımızda Resulullah (a.s.)'ın Müslümanlara tebliğ et­miş olduğu Kur'an-ı Kerim'in ve onun ihtiva ettiği ilkelerin pek çok fena­lığı işleyen ve çeşitli kötü huyları olan bir cahiliye toplumunu, insanlar için en hayırlı ümmet haline dönüştürdüğünü görmekteyiz.

Kur'an-ı Kerim'de ahlâk meselesinin üzerinde duran pek çok ayeti kerime bulunmaktadır. Bu ayeti kerimeler güzel huylara ve faziletlere teşvik etmekte, kötü karakterleri ise kötüleyip bunlardan nehyetmektedir.

Yine bu ayeti kerimeler Müslümamn söz konusu ahlâki faziletleri gerek kendi şahsında, gerek aile fertlerine, gerek eşine, gerek anne baba­sına, gerek yakınlarına, gerek komşularına, gerek Müslüman kardeşleri­ne, gerek Müslüman olmayanlara ve gerekse başındaki Müslüman yöne­ticilere karşı nasıl uygulayacağını açıklamaktadır.

Bunun yanısıra Resulullah (a.s.)'ın hayatı, Kur'an-ı Kerim'in uygu­lanmasını istediği ahlaki faziletlerin uygulanışı açısından en güzel örnektir. Resulullah (a.s.)'ın yaşayış tarzı ile ilgili rivayetler (siret) ve O'nun sünneti, bize söz konusu ahlâki faziletlerin uygulanış şekillerini etraflıca açıklamıştır.

Yüce Allah da bizi Resulullah (a.s.)'a uymaya çağırmış ve şöyle bu­yurmuştur:

"Ey iman edenler! Sizin için, Allah'ı ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok ananlar için Allah'ın Resulü en güzel örnektir."[69]

Yine bir ayeti kerimesinde Resulullah (a.s.)'tan insanları kendine uy­maya çağırmasını istemiş ve şöyle buyurmuştur:

"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edici­dir."[70]

Hz. Aişe (r.a.)'ye Resulullah (a.s.)'ın ahlâkı sorulduğu zaman şöyle cevap vermişti:

"O'nun ahlâkı Kur'an-ı Kerim'di."

Dava adamının ve inanç askerinin, hayatının her safhasında Resulul­lah (a.s.)'a uyması gerekir.

Örnek ahlaki faziletlerin öğrenilmesi için Yüce Allah'ın kitabı ile Resulullah (a.s.)'ın hidayet çizgisinden başka bir kaynak mevcut değildir.[71]

 

Ahlâk Evrenseldir

 

Ahlâki faziletler, değişmeyen ve insanların üstün kıymete sahip te­miz bir hayata kavuşabilmeleri için bütün insanlara, bütün zamanlarda ve bütün mekânlarda gerekli olan değerlerdendir.

İslâm'ın getirdiği ahlaki faziletler, Müslümanlara büyük iyilikler ka­zandırdığı gibi bu faziletlerin kazanılmasını Yüce Allah kendisine itaat ve ibadet olarak kabul etmekte ve bundan dolayı sevap vereceğini bildir­mektedir.

Bildiğimiz üzere davet alanında ve yeryüzünde Allah'ın dinini hakim kılmak için çalışılmasının değişik yönleri bulunmaktadır. Bu alanda çalı­şan bir kardeşin başkalarını uymaya çağırdığı faziletleri kendinde taşıma açısından örnek bir kişiliğe sahip olması gerekir.

Pratik bir örnekliğin öğütten ve hatırlatmadan daha fazla etkisi ol­maktadır.

Bir diğer yönden kişi eğer başkalarını çağırdığı ilkeler açısından kendisi bir örnek kişiliğe sahip olmazsa, muhtemelen Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesinde kastedilenler arasına girmiş olabilir:

"Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip bizzat kendinizi unutuyor musunuz? Akıl etmiyor musunuz?"[72]

Yahut Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesinde kendilerinden söz edilen­lerin arasına girmiş olabilir:

"Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyi niçin söylüyorsunuz. Yapma­dığınız şeyi söylemeniz, Allah katında en sevilmeyen bir şeydir."[73]

Şehid önder Hasan el-Benna (rh.a.) Müslüman ferdin sahip olması gereken özelliklerden söz ederken sağlam bir ahlâka sahip olması gerek­tiğine de dikkat çekmiştir. Burada "sağlam" sözünün üzerinde biraz dur­mamız gerekmektedir. Muhtemelen o, bu sözü ile İslami ahlâkın Müslü­man kişinin şahsiyetinin ayrılmaz bir parçası olması gerektiğini kasdetmiştir.

Buna göre söz konusu ahlâki faziletlerin zamanın yahut mekânın ve­ya muhatap olunan kişilerin değişmesi ile değişmemesi ve eksilmemesi gerektiğine dikkat çekmiştir. Müslüman kişi bu ahlâki faziletleri Allah'a itaat anlayışla ve O'ndan sevap alma ümidiyle kazanır. Allah her zaman ve mekânda onu gözetlemektedir.

Dolayısıyla Müslüman kardeş, etrafındaki insanlar kendisine iyilik etseler de kötülük etseler de sözkonusu ahlâki ölçülere uyacaktır.[74]

 

Güzel Ahlâk, Sadece Okumakla Kazanılmaz

 

Ahlâki faziletlerin kazanılmasının ve fena huylardan uzaklaşmanın, güzel ahlâkın sevaplı ve üstün olduğunun, ötekinin ise fena cezayı gerektirici olduğunun okumakla gerçekleşmeyeceğinin bilinmesi gerekir. Bila­kis fiilen güzel huyların kazanılması kötü huylardan ise kaçınılması gerekir. Bu da nefsin yola getirilmesi, güzel huylara ülfet ettirilmesi, onlara alıştınlması için bir mücadelede bulunulmasını gerektirir. Özellikle nefis­te fenalıklara bir yatkınlık olması ve şeytan ile nefsi emmarenin bu yönü geliştirme gayreti içinde olmaları, söz konusu mücadelenin daha da ciddi bir şekilde yürütülmesi ihtiyacını doğurmaktadır.

Dolayısıyla sürekli devam eden bir mücadeleye ihtiyaç vardır.

Nefis çocuk gibidir, bırakırsan süt emmeye yönelir; Ama sen onu sütten kesersen o da kesilir.

İşte bundan dolayı şehid önder Hasan el-Benna (rh.a.)'nın sözünü et­tiği Müslüman ferdin kazanması gereken özelliklerden biri de nefisle mü­cadeledir.[75]

 

İyiliği Emretmek, Kötülükten Sakındırmak

 

Yüce Allah, doğru bir İslami anlayışın hakim olacağı ve kişinin doğ­ru yolda yürümesine yardımcı olacak bir toplumun oluşturulmasını dile­miştir. Bundan dolayı Müslümanları iyiliği emredip kötülükten alıkoy­maya çağırmıştır. Hatta bu özelliği İslâm ümmetinin hayırlı ümmet olma­sının sebeplerinden saymış ve şöyle buyurmuştur:

"Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder fenalıktan alıkoyanınız ve Allah'a iman edersiniz."[76]

Allah'ın ve peygamberinin Müslümanlardan istediklerinden birisi de birbirlerine öğüt vermeleri ve hatırlatmada bulunmalarıdır. Öğüt, karşı­lıklı olarak hakkı ve sabrı tavsiye etmek, mü'minlere yarar verir. Bunda da hüsrandan kurtuluş vardır.

Nitekim Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyurmaktadır:

"İkindi vaktine andolsun ki insan hiç şüphesiz hüsran içindedir. An­cak iman edip hayırlı isler isleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabırlı olmayı tavsiye edenler bunun dışındadır."[77]

 

İslami Yönetimin Sürekliliği Sağlam Bir Zemin Hazırlanması

 

Resulullah (a.s.) İslâmi yönetimin istikrar kazanabilmesi ve yücelebilmesi için bu yönetimin üzerine oturacağı bir zemin olarak Müslüman ferdin, Müslüman ailenin ve Müslüman toplumun oluşturulmasına özel bir önem vermiştir. Sağlam bir zemin de ancak doğru inancın, sağlıklı ibadetin ve sağlam ahlâkın oluşturduğu sağlam bir temel üzerinde oluştu­rulur.

İşte Medine toplumu böyle bir toplumdu. Böyle bir topluma şer'i hü­kümler gelmeye başlayınca, onlar bu hükümleri hızla kabul ettiler ve bü­yük bir dikkatle bu hükümleri uyguladılar, kendileri de gereklerine uydu­lar.[78]

 

Yüce Allah'ın Değişim Konusundaki İlahi Sünneti Üzerine

 

Yüce Allah'ın yaratıklarını değiştirme konusundaki ilahi sünnetini incelediğimiz zaman bunun ahlâk ve insanların nefislerinin sahip olduğu iyilik ve kötülük yönleri ile kuvvetli bir bağlantısının olduğunu görürüz.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Bir millet kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumla­rını değiştirmez."[79]

Tarih de bunu doğrulamaktadır. Toplumların varlıklarını sürdürme­lerinin ve yok olmalarının ahlâk ile çok büyük bağlantısı olmuştur.

Şair de bu konuyu şu şekilde dile getirmektedir:

"Ahlâk var oldukça toplumlar var olmuştur, Ahlâk gidince toplumlar da gitmiştir."[80]

 

Davetçi İçin Ahlâkın Önemi

 

Burada İslâm'ın önerdiği ve dava adamının ve inanç askerinin en çok ihtiyaç duyacağı unsur olan ahlâki faziletlerin ayrıntıları üzerinde dura­cak değiliz. Ancak önemine binaen bunların bazılarından örnek olarak söz edeceğiz.

İnsanları hakka çağıran, onları işleyen, onlarla yakın ilişkiler içine giren dava adamının insanlara ulaşabilmesi ve kendisine bilgisizce davra­nan birisine yumuşak bir şekilde karşılık verebilmesi için yumuşak huyluluk, alçak gönüllülük, incelik gibi karakterleri kazanması gerekir.

Yüce Allah, Peygamberini aşağıdaki ayeti kerimesinde buna yönelt­miştir:

"Allah'tan olan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Eğer katı kalpli, kaba birisi olsaydın muhakkak etrafından dağılırlardı. Onları af­fet, kendileri için bağış dile ve işlerde onlarla görüş alışverişinde bulun. Bir şeye kesin karar verdiğin zaman da Allah'a güven. Allah (kendisine) güvenenleri sever."[81]

Kötülüğe iyilikle karşılık verilmesi davetçi açısından arzulanan bir şeydir ve bu sabır ve üstün kişilik demektir.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyurmaktadır:

"Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve 'Ben Müslümanlardanım' di­yenden daha güzel sözlü kim olabilir? İyilik ile kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel olan şekilde sav. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluverir. Buna ancak sabredenler ka­vuşturulur, buna ancak hayırdan büyük pay sahibi olan kimse kavuşturu­lur."[82]

Dava adamının en çok ihtiyaç duyduğu özelliklerden birisi de doğru­luktur. Bu özellikle hem kendilerini çağırdığı insanların güvenlerini kaza­nır; hem de onları çağırdığı ilkeler konusunda güven kazanır.

Yalancılık ise kişiyi insanların gözlerinden düşürür.

Yüce Allah bizi doğrularla birlikte olmaya çağırmakta ve şöyle bu­yurmaktadır:

"Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla be­raber olun."[83]

Şu halde doğru olmalı ve bütün söz, iş, vaad ve antlaşmalarımızda doğru olanı araştırmalıyız.

Yüce Allah'ın aşağıdaki ayeti kerimesinde kendilerinden söz etmiş olduğu kimselerden olmaya çalışmalıyız:

"Mü'minlerden öyle erkekler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde dur­muşlardır. Onlardan kimi adağını yerine getirdi, kimi de beklemektedir. Sözlerini asla değiştirmediler."[84]

Davet alanında çalışılmasının da belli prensipleri ve ahitleri bulun­maktadır. Bunlara uyulması ancak doğrulukla ve ahde vefa göstermekle mümkündür.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Sana bey'at edenler gerçekte Allah'a bey'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa kendi aleyhine boz­muş olur ve kim Allah'a verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükâ­fat verecektir."[85]

Adalet ve cana karşı insaflılık ise genelde bütün Müslümanların sa­hip olmaları gereken ahlâki faziletlerden ve güzel özelliklerdendir. Bu iki özellik dava adamı için çok daha gerekli ve şarttır. Bu özelliklerin kaza­nılması ile İslâm'ın adaleti ve herkesin kazandığı hakkın kendine ulaştırıl­ması konusunu öne çıkardığı, buna Müslüman olsun olmasın bütün in­sanlar açısından büyük önem verdiği gösterilmiş olur.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyurmaktadır:

"Allah adaleti, ihsanı ve akrabaya vermeyi emreder."[86]

"Ey iman edenler! Kendi nefisleriniz, anne babalarınız ve yakınları­nız aleyhine de olsa Allah için şahitlikte bulunarak adaleti gereği gibi uygulayan kimseler olun, (Muhatabınız) zengin de olsa fakir de olsa, (bi­lin ki) Allah onlara daha yakındır; şu halde adaleti yerine getirme konu­sunda kendi tutkularınıza uymayın. Eğer dilinizi büker veya yüz çevirir­seniz (bilin ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır."[87]

 

Azınlıklar Konusunda Ters Çevrilmiş Gerçekler

 

Ne kadar üzücüdür ki, İslâm düşmanları gerçekleri değiştirmiş ve Müslüman olmayanların İslâmi yönetimin gölgesi altında baskı ve zulüm uygulamalarıyla karşı karşıya geldikleri yolunda intibalar uyandırmışlar­dır. Gerçek ise bunun tam tersidir. Müslüman olmayanlar İslâm toprakla­rında bütün haklarını elde edebilmektedirler.

Buna karşılık Müslüman olmayanların elindeki ülkelerde yaşayan Müslüman azınlıklar çeşitli haksızlıklara, baskılara, katliamlara, işkence­lere ve daha başka üzücü uygulamalara maruz kalmaktadırlar. Günlük ha­berler de bunun gerçek olduğunu göstermektedir.

Dava adamının en önce sahip olması gereken özelliklerden ve ahlaki faziletlerden bazıları da cömertlik, iyilikseverlik, ihsan, Allah yolunda harcama, cimrilikten ve eli sıkılıktan uzaklıktır.

Müslüman kardeş Yüce Allah'ın kendisine lütfetmiş olduğu, mal, va­kit, sağlık, güç, ilim ve can gibi nimetlerin tümünü dava uğrunda feda edebilmelidir. Bu gibi nimetleri biriktirip saklamak yerine dava yolunda harcamak gerekir. Bu nimetlerin bu şekilde harcanması dünya ticaretleri arasında benzeri bulunmayan oldukça kârlı bir ticarettir.

Yüce Allah'ın çağrısına kulak verelim.

Yüce Allah, Müzzemmil suresinin son kısmında şöyle buyurmakta­dır:

"Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a güzel bir borç verin. Kendiniz için verdiğiniz hayırları Allah katında, verdiğinizden daha hayırlı ve mükâfatça daha büyük bulacaksınız. Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir."[88]

Sonra inanç askeri aşağıdaki ayeti kerimede sözü edilen kazançlı ti­cari anlaşmayı gerçekleştirmiş olan kimsedir.

Şöyle buyuruluyor ayeti kerimede:

"Allah mü'minlerden mallarını ve canlarını karşılığında cennet ol­mak üzere satın almıştır."[89]

İnanç askerinin alışverişin kesinlik kazanmayacağı ve cennet gibi ol­dukça değerli bir karşılığın kaçırılacağı korkusuyla bu konuda cimrilik etmesi uygun düşmez.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyurmaktadır:

"Kim cimrilik ederse o ancak kendisine cimrilik eder. Allah zengin­dir, sizler fakirsiniz. Eğer yüz çevirecek olursanız yerinize başka bir top­lum getirir de onlar sizin gibi olmazlar."[90]

Düşmanların saldırılarına karşı savunmada bulunulması ve Allah'ın davetinin insanlara ulaştırılması mücadelesinin önündeki engellerin kaldırılması için Allah yolunda cihad, kıyamet gününe kadar geçerli bir farz olduğuna göre tembellik edip yere çökmeden ve yeryüzünün güzellikleri­ne kapılmadan cihad, çağrısına cevap verebilmek için kendimizi hazırla­mamız şarttır.

Bilmek gerekir ki, Allah katında olan daha hayırlı ve daha kalıcıdır.[91]

 

İslam'ı Doğru Bir Şekilde Anlamak

 

Dinimiz İslâm, ilme ve öğrenmeye teşvik etmekte ve aklın değerini takdir etmektedir.

İslâm'ın mucizesi olan Kur'an-ı Kerim de bütün zamanlarda ve in­sanların bütün sınıflarının akıllarına hitap etmektedir. Kur'an-ı Kerim' in ilk inen ayetleri bu konuda gayet açık delildir.

Yüce Allah bu ayeti kerimelerinde şöyle buyuruyor:

"Yaratan Rabb'inin adıyla oku. O insanı alaktan (bir kan pıhtısın­dan) yarattı. Oku! Rabb'in en büyük kerem sahibidir. O kalemle öğretti. İnsana bilmediğini öğretti."[92]

Bunun yanısıra Kur'an-ı Kerim insanları şu varlıklar alemine bakma­ya, onun üzerinde düşünmeye ve Yüce Allah'ın bu alemdeki varlıkları in­sanların hizmetine sunmak için onlara kazandırmış olduğu özellikleri or­taya çıkarmaya çağırmaktadır.

Geçmiş Müslümanlar Kur'an-ı Kerim'in bu teşviklerine kulak astık­larından çağlarındaki imkân yetersizliklerine rağmen modern ilimlerin il­kelerini belirlemede başkalarından öne geçmişlerdi.

İlim ve kültür ile ilgilenmek Müslümanın görevi olduğuna göre ça­ğımızda İslâm devletini kurmak suretiyle Allah'ın dinini yeryüzüne ha­kim kılmak gibi oldukça büyük bir gayeyi gerçekleştirme çabası içinde olan inanç adamlarının üstlenmiş oldukları rol ile uyumlu bir düşünce kültürüne sahip olmaları gerekmektedir.

Özellikle yaşadığımız çağın teknoloji çağı olması bunun önemini da­ha da artırmaktadır.[93]

 

Temel Kültürler

 

İnanç adamının düşünce kültürü ile en başta kasdetmiş olduğumuz şey, onun İslâm'ın esas olarak kabul etmiş olduğu, kendisinin inanç ve yaşayışının düzgün olmasını sağlayacak uslub ve ilkeleri bilmesidir. İnanç adamı, bu dinin gerek dünyanın ve gerekse ahiretin bütün yönlerini kapsayan mükemmel ve bütünlük arzeden bir düzen olduğunu, sadece ibadetlerden ve törenlerden ibaret bir din olmadığını bilmesi gerekir.

İnanç adamı aynı zamanda bu dine mensup olmasının onun açısın­dan ne anlam ifade ettiğini, özellikle de davetin, İslam devletinin yıkıl­masından ve hilafetin ortadan kaldırılmasından sonra başlayan şu döne­minde İslâm'ın kendisinden neler istediğini bilmelidir.

Bunun yanısıra değişik İslam beldelerinde yaşayan Müslüman kitle­lerin durumlarını sürekli takib etmeye, onların karşı karşıya geldikleri sı­kıntıları ve ne gibi yardımlara ihtiyaçlarının olduğunu öğrenmeye çalış­malıdır. Yine İslâm ile İslâm düşmanları arasındaki mücadelenin mahiye­tini özellikle de çetrefil ve karmaşık olayları çok iyi öğrenmelidir.

Çağımızda ilkeler ve inanç sistemleri arasında bir mücadele söz ko­nusu olduğuna göre inanç adamının değişik fikri akımlar hakkında az çok bir bilgi sahibi olmaya çalışması gerekir. Özellikle de İslam'ın karşısına çıkan akımları tanımalı ve onlara karşı çıkmada kullanabileceği en güzel metodu tesbit edebilmesi için İslâm'ın inanç sistemini gereği gibi öğren­melidir.[94]

 

Her Alanda Yeterlilik

 

İslâm, hayatı tümüyle kuşatan bir nizam olduğuna ve ülkelerimizi İslâm'ın prensiplerine göre şekillendirmek istediğimize göre bu gayeyi gerçekleştirebilmek için devletin her organı için uzmanlaşmış yeterlilik sahibi elemanlar yetiştirmemiz gerekmektedir. Böylelikle kurulacak dev­letin her alanda kendi kendine yeterli olması mümkün olabilecektir. Bu­nunla birlikte her alanda ilerlemeye ve her alandaki yenilikleri elde etme­ye çalışılması gerekir.

Hadisi şerifte şöyle buyuruluyor:

"Hikmet mü'minin yitiğidir. Onu her nerede bulursa diğer bütün in­sanlardan önce almaya hakkı olur."[95]

 

Öğretim Kurumlarına Önem Verilmesi

 

Her alanda, uzmanlaşmış ehliyet sahibi elemanların yetiştirilebilmesi için eğitim kurumlarımıza büyük önem vermemiz gerekir. İslâmiyet, ilim ve kültürü şanı yüce yaratıcının adıyla birlikte anmıştır.

Yüce Allah "Rabb'inin adıyla oku..."[96] diye buyurmuştur.

Çağdaş ilimler her gün Allahu Teala'nin yüceliğini ve yarattıklarındaki mükemmelliği ortaya koyan yeni şeyler ortaya çıkarmaktadır.

Bütün bu yeni keşifler, insanın Allah'ın yüceliğini ve ululuğunu daha iyi anlamasını sağlamakta ve gönlünde O'na karşı olan hürmet ve ta'zim duygularını daha da kuvvetlendirmektedir.

Alınan kültürün kuru bir kültür olarak kalmaması ve yaşantıya ak­setmesi gerekir.

İnsanın, yaratılmışların en üstünü olduğu esasına dayalı olarak ve Yüce Allah'ın kullarına yönelik teşviklerine uygun bir şekilde öğrenilen­ler pratiğe de aksettirilmelidir.

Kur'an-ı Kerim'de bu hususlara dikkat çekilerekten şöyle buyurulmaktadır:

"Allah'tan hakkıyla ancak alimler korkar."[97]

Onlar (akıl sahipleri) ayakta, otururken, yanları üstüne yatarken Allah'ı anar ve göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler.

"Ey Rabb' imiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin. Bizi ateşin azabından koru!" [98]

Bizim öğrencilerimiz, derslerindeki başarıları ile diğerlerine örnek olmalıdırlar.

Herhangi bir sahada veya meslekte uzman olan bir kardeşimiz de kendini iyi yetiştirmeye özen göstermeli, mesleğinde veya sanatında iler­lemelidir. Bir kimsenin Müslüman kardeşleri ile birlikte mesleğini iler­letmesi, Allah'a ibadet ve O'na yakınlık anlamı taşır.[99]

 

Doğru Anlayış

 

İnanç adamının dikkat etmesi gereken temel ölçülerin belki en önemlisi İslâm'ı Resulullah (a.s.)'ın tebliğ ettiği şekliyle doğru, arı ve bü­tüncül olarak ve her türlü sapma, hata ve ayıklamadan uzak bir şekilde anlamaktır. Başkalarını bu dine çağırdığımız zaman onları doğru anlayış ile çağırmamız gerekir.

Sonra asıl hedef, bu dinin yeryüzünde hakim kılınması ve bütün in­sanlara tebliğ edilmesidir. Gayet açıktır ki, böyle hedefe ulaşılması ancak İslâmiyeti Resulullah (a.s.)'ın tebliğ ettiği ve Yüce Allah'ın dilediği hal üzere doğru her türlü sapma, hata ve ayıklamadan uzak bir şekilde an­lamakla mümkündür.

İslâm düşmanları, İslâmiyeti sadece inanç, ibadet ve ahlâktan ibaret bir din olarak göstermeye çalıştılar. Üstelik bu alanların bazı önemli prensiplerini çıkarmaya ve çeşitli sapıklıkları sokmaya da gayret ettiler. Bu yöndeki çabalarıyla Müslümanların İslâm'ı bütün halinde anlamalarını engelleyerek yaşayışlarından bu bütünü uzaklaştırdılar.

Şehid önder Hasan el-Benna insanları bu doğru ve bütüncül anlayışa çağırınca, bir çokları onun çağrısını garipsedi. Ancak, Allah kendisinden razı olsun, o, bu bütüncül anlayışı yerleştirme ve İslâm'ı, ortaya çıkarılan bozuk anlayış, bid'at ve hurafelerden temizleme konusunda kararlıydı.

İşte bu yüzden anlayış konusunu bey'atın temel esası olarak ele aldı ve bu anlayışı her türlü sapma, hata ve ayıklamadan koruyacak yirmi ilke belirledi.[100]

 

Yanlış Anlayışın Etkileri

 

Müslümanların arasında değişik cemaatlerin ve gurupların ortaya çı­kış sebeplerini incelediğimiz zaman, birinci sebebin İslam'ı anlama konu­sundaki görüş ayrılıklarının ve kabul edilmesi gereken doğru anlayıştan uzaklığın olduğunu görürüz.

Bilindiği üzere anlayıştaki ayrılık yaşayış ve gidişattaki ayrılığın temelini oluşturmaktadır.

Bazı kimselerin ayrılığa düşüp de kendileri dışında kalan Müslü­manları küfürle itham etmeleri ile bu meselenin önemini gördük. Bu an­layışın söz konusu yirmi ilkeye aykırı olduğu görülünce yanlışlığı bildi­rilmiş, tenkid edilmiş ve dolayısıyla pek çok kimse o anlayışı terketmiştir. Ancak küçük bir azınlık bu anlayışta ısrar edince onlara da müsamaha gösterilmeksizin tamamen cemaatin dışına çıkarılmalarına karar verilmiş­tir.

Bugün İslâmi alanda faaliyette bulunanları gözden geçirdiğimiz za­man ortada İslâm'ı anlama konusunda birbirleriyle çeşitli görüş ayrılıkla­rına düşmüş cemaatlerin ve grupların bulunduğunu görürüz. Bu cemaat­lerin bazıları İslâm'ın belli yönlerine ağırlık verirken diğer yönlerini ihmal etmek­tedirler. Bunun yanısıra bazı cemaatlerin anlayışlarında da bazı sapmala­rın olduğu, bazı meseleleri yanlış anladıkları görülüyor.[101]

 

Gayretlerin Birleştirilmesini İstiyoruz

 

Gerekli olan bu cemaatlerin liderlerinin anlayışta birliği ve doğru anlayışa dönüşü bu anlayışa aykırı bütün düşüncelerden uzaklaşmayı sağ­layabilmek için gayret sarfetmeleridir. Böyle bir şey Müslümanlara yö­nelik saldırılara karşı durulması için yürütülen gayretlerin birleştirilmesi­ne yardım edecektir.

İslâm düşmanlarının uzun zamandan buyana İslâmiyet hakkında yanlış kanaatler uyandırmak, çeşitli şüphe ve tereddütlere yolaçmak ve İslâmiyete zarar veren, Müslümanların birliklerinin bozulması için çalı­şan cemaatler oluşturmak için çalışmakta olduklarını da aklımızda tutma­lıyız.

Bizim İslâm'ı savunmak ve onun etrafında uyandırılmış olan teredüdtleri gidermek için çalışmamız yeterlidir. İletişim sahasındaki bütün yenilikleri kullanarak İslâm'ı bütün haliyle, derli toplu bir şekilde, gücünü ve her şeyde ortaya yolu tutturmuş olduğunu göstererek tanıtmaya çalış­malıyız. Bunu başarabilmemiz ise İslâm'ı doğru şekilde ve bütün haliyle anlamamızla mümkündür.[102]

 

Çözüm İslâm'dır

 

Bugün "Çözüm İslâm'dır" ifadesi artık İslâmi davet alanında faali­yette bulunanlar tarafından bir slogan olarak kullanılmaktadır. Bu ise, İslâm'ı bir bütün halinde ve mükemmel şekliyle gerek toplumlar gerekse devletler olarak bütün insanlığın hayatını kapsayacak bir düzen olarak sunmamız gerekmektedir. Şüphesiz İslâm, hayatımızın her yönünü düze­ne koyacak en mükemmel ve hatta tek düzendir.

Çünkü Allah katından bildirilmiştir.

Bundan dolayı şehid önder Hasan el-Benna'nın bu meseleyi anlayış­la ilgili yirmi temel ilkenin ilk ilkesi olarak ele almış ve şöyle söylemiş­tir;

"İslâm hayatın her yönünü kapsayan şümullü (bütüncül) bir düzen­dir. İslâm, devlet, vatan, hükümet ve ümmet konularının tümü ile ilgili il­keler belirlemiştir.

İslâm hem bir ahlâk düzeni hem bir güçtür; hem merhamet hem ada­lettir; hem kültür hem hukuktur; hem ilim hem yargıdır; hem madde, ser­vet, kazanç, zenginlik, hem cihad, davet, ordu ve düşüncedir.

Bütün bunların yanısıra aynı zamanda eksiksiz bir inanç ve doğru bir ibadet düzenidir."[103]

 

Buruk Saldırılar

 

Bizim Müslüman toplumlarımızda din ile devleti birbirinden ayır­maya çağıranlar ve dinde siyaset siyasette din olmaz diyenler ortaya çıktı.

Onların böyle konuşmaları ya dini gerçek yönüyle bilmemeleri veya bildikleri halde tuzak kurmaları sebebiyledir.

İslâmiyetin "siyasetle ilgili İslâm, inançla ilgili İslâm ve ibadetle il­gili İslâm" diye ayrılmasından hoşlananlar türedi.

Bunların yanısıra "İslâmi solculuk" diye bir şeyden söz edenler var­dır.

Yine İslâmi hükümeti kendine Tanrı tarafından özel yetki verilmiş olarak gördüğünden insanlar üzerinde istediği gibi uygulamalarda bulun­ma hakkına sahip olduğuna inanan bir hükümet olarak değerlendirenler vardır.

Bütün bunlar, eğer İslâmiyeti gerçek yönüyle tanımıyorlarsa, biz onları bu bilgi ve kültür çağında mazur göremeyiz.

Ancak bildikleri halde kalplerindeki kin dolayısıyla bu tür iddialarda bulunuyor, tereddüde sebep olmak ve bir takım tuzaklar kurmak istiyor­larsa, o zaman kendilerine şöyle sesleniyoruz:

"Bütün gücünüzle çalışsanız. İslâmiyetin gerçek şeklini değiştireme­yeceksiniz. Çünkü o, Allah'ın dini ve nurudur. Bir insan ise Allah'ın nu­runu söndürmeye güç yetiremez."

Sonra yeniden asıl konuya dönüyor ve genelde bütün Müslümanları, özelde ise ilim adamlarını insanları İslâm'a çağırma şerefine ve onun doğru çizgisine yöneltme şerefine kavuşmalan için, İslâmiyeti doğru bir anlayışla, bütüncül haliyle, her türlü şüphe, ilave, bid'at ve hurafelerden arı şekilde tanıtmaya çağırıyoruz.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve 'Ben Müslümanlardanım' di­yenden daha güzel sözlü kim olabilir?"[104]

 

Güzel Örnek

 

İslâmi davetin kuvvetli bir etkisinin görülebilmesi için öncelikle da-vetçilerin kendilerinin İslâm'ın uyulmasını istediği edep ölçü ve ilkelere uymaları, ahlâklarını ona göre şekillendirmeleri ve ilişkilerini onun hü­kümlerine göre düzenlemeleri şarttır.

İslâmi yaşayışın, kişilerin hayatlarında, ailelerde, iktisadi, ticari ve eğitim kurumlarında, spor kuruluşlarında kısaca toplumsal hayatla ilgisi bulunan bütün kurumlarda gösterilmesi gerekir.

Pratikteki örnekliğin etkisi, yalnızca söz ile yapılan vaaz ve öğüdün etkisinden daha fazladır.[105]

 

Bedensel Güç Ve Kazanma Gücü

 

Bedensel Güç

 

Dinimiz İslâm bizi kuvvet hazırlamanın sebeplerine yapışmaya ça­ğırmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de bu konuda şöyle buyuruluyor:

"Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın..."[106]

Burada kastedilen kuvvetlerin arasında bedensel kuvvet de vardır.

Güçlü bir beden insanın zor olan işleri başarmasına, davet yolunda ilerlemesine, yükleri kaldırmasına ve ilerleyişini sürdürmek için gayret sarfetmesine yardımcı olur.

Resulullah (a.s.)'ın sünnetinde insanın yetişmesi konusunda gösteril­mesi gereken özenin, daha çocuğun anasının karnında bir nutfe olduğu dönemden başlatılmasını tavsiye ettiğini görüyoruz. İyi bir eş seçiminin tavsiye edilmesi bu konuya verilen önemi göstermektedir. Çocuğun yetiş­mesi konusundaki ilgi daha ana rahminde başlar, doğumuyla ilgili, görev­lerin yerine getirilmesi, süt emme dönemini tamamlaması için gereken itinanın gösterilmesi, çocukluğunda ve yetişme döneminde kendisiyle ya­kından ilgilenilmesi ile devam eder. Bu dönemlerde hem bedensel yön­den, hem zihni yönden, hem de ruhi yönden gelişmesine ilgi gösterilir.

Annenin, çocuğunun yetişmesi konusunda gereken özeni gösterebil­mesi için onun kalbine bir annelik merhamet ve sevgisi yerleştirilmiştir.

Hz. Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, bizim çocuklarımıza yüzmeyi, ok atmayı ve ata binmeye öğretmeye teşvik edilmemiz de onla­rın bedensel gelişmelerine özen göstermemiz gerektiğini ortaya koymak­tadır.

Sonra dinimiz İslâm temizlik dinidir. Hem iç, hem dış temizliğine önem verir. Namaz için abdest, cünüplük dolayısıyla ve Cuma namazı için gusül abdesti alınması, tuvalet ihtiyacının görülmesinden sonra taharetlenîlmesi, bedenin, elbisenin ve bulunulan yerin temiz tutulması, be­den sağlığı açısından oldukça önemli şeylerdir.

Bunun yanısıra Yüce Allah bize pis ve zararlı olan şeyleri yasak et­miş, temiz ve yararlı olan şeyleri ise helal kılmıştır.

Resulullah (a.s.)'ın yeme-içme ile ilgili sünneti de beden sağlığı açısından önemlidir. Resulullah (a.s.) midenin üçte birinin yemeğe, üçte birinin suya, üçte birinin ise nefese ayrılmasını tavsiye ederdi. [107] Re­sulullah (a.s.) israftan kaçınılmasını istediği gibi, insanı güçsüz düşürecek sağlığa zarar verecek derecede az yemekten de nehyetmiştir. İslâm ancak acıktığımız zaman yememizi ve yediğimiz zaman da karnımızı iyice do­yurmamamızı öğütlemiştir.

Modern tıp alanında çalışanların görüş birliği ile ortaya koymuş ol­dukları tespitler, Resulullah (a.s.)'ın bu yeme-içme ile ilgili sünnetinin in­san sağlığı açısından en uygun yol olduğunu göstermektedir.

Müslümanın bedenine gücünün yettiğinden fazla yük yüklememesi ve onu sağlığına zarar verecek derecede zorlamaması gerekir.

Resulullah (a.s.) bu hususa şu hadisi şerifi ile işaret etmiştir:

"Bedeninin de senin üzerinde hakkı vardır."[108]

Namaz, oruç, hacc gibi ibadetlerin sağladıkları ruhi azıkların yanısı­ra sağlıkla ilgili çeşitli yararlan da bulunmaktadır. Bunun yanısıra insa­nın ruhi yönden yücelmesinin, Allah'a itaat etmekten dolayı gönlünün hu­zur, içinin rahat olmasının, üzüntüden ve iç dağınıklığından uzak olması­nın hep beden sağlığına, bütün organlarının sıkıntıya düşmeden görevle­rini düzenli bir şekilde yerine getirmelerine yararı olmaktadır.

Davet yolu uzun ve zor olduğundan ve dava adamının bu yolda iler­lemesi arasında büyük çaba harcaması, insanları Allah'ın yoluna çağır­mak için gayret sarfetmesi, Allah yolunda cihad etmesi, bazen de bir takim sıkıntı ve zorluklan göz önüne alması gerektiğinden, davetçi açısın­dan bedensel gücün büyük önemi bulunmaktadır. Davetçinin davet yo­lundaki ilerleyişini sürdürmesi, bedensel yönden güçlü olmasına bağlıdır. Bu durumda cihadı ve çalışması esnasında önüne, bedensel yönden zayıf­lık ve sağlığının iyi olmamasından kaynaklanan engel ve zorluklarla karşı karşıya gelmez.

Bundan dolayı şehid önder Hasan el-Benna (rh.a.)'nın davet alanında çalışan bir kardeşin görevleri arasında saydığı sorumlulukların bazıları, beden sağlığı ile ilgilidir.

Bu görevler şunlardır:

"a- Genel sağlık durumunu öğrenmeye çalışacaksın. Bedeninde herhangibir rahatsızlık varsa bunu tedavi etmek için gerekli yollara baş­vuracaksın. Bedensel gücünü ve sağlığını korumaya önem verecek, sağ­lığının bozulmasına sebep olan durumlardan uzak duracaksın.

b- Kahve, çay ve bunlar gibi sinirleri uyaran içecekleri çok içmeye­ceksin. Bunları sadece zorunlu durumlarda içmekle yetinmelisin. Sigara içmekten ise kesinlikle kaçınmalısın.

c- Her konuda temizliğe dikkat etmelisin. Evinin, elbisenin, yemek­hanenin, bedeninin ve işyerinin temizliğine özen göstermelisin. Şüphesiz din temizlik üzerine bina edilmiştir.

d- Şaraptan ve benzeri alkollü içkilerden ve uyuşturuculardan bu guruba giren her şeyden son derece uzak durmalısın.

e- Kötü arkadaşlardan, bozguncu dostlardan, fenalık ve günâh yer­lerinden uzak durmalısın."

Bütün bu kurallara uyduktan sonra Allah'a yönelerek Resulullah (a.s.)'ın bize öğrettiği şekilde O'na dua etmeli ve şöyle demeliyiz:

"Ey Allah'ım! Benim bedenime afiyet ver. Allah'ım! Benim kulağıma afiyet ver. Allah'ım! Benim gözüme afiyet ver. Senden başka ilah yok­tur."[109]

 

Kazanma Gücüne Sahip Olmak

 

İslâm helal rızık kazanmak için çalışmaya çağırmakta tembelliği, miskinliği ve insanlardan dilenmeyi reddetmektedir.

İslâm, büyüklenmeden, odun toplamak bile olsa bir işi gururuna ye-dirememek gibi bir düşünceye kapılmadan çalışmaya yöneltmektedir.

Çalışmak insan için bir şeref ve yüceliktir. İnsanlardan dilenmek ise aşağılık ve basitliktir. Veren el de alan elden hayırlıdır.

Dava adamından istenen de kendisine kazanç sağlayan bir işinin ol­ması suretiyle oturaklı bir geçiminin ve düzenli bir hayatının olmasıdır. Davet alanında faaliyette bulunabilmesi için bu gereklidir.

Yine Müslüman davetçinin örnek bir İslâm ailesi kurabilmesi ve Al­lah'a kulluk eden, O'nun dinini yücelten bir nesil yetiştirebilmesi için ev­lenmesi gerekir. Bunu gerçekleştirmesi ise ancak kendisine kazanç geti­recek bir işe sahip olması ile mümkün olur.

Burada dava adamının iş konusunda gözetmesi gereken bazı prensip ve ilkeleri sıralamak istiyoruz.

İmam Hasan el-Benna (rh.a.) bu konuda da şunları öğütlüyor:

"a- Yapılan iş, mahiyeti itibariyle haram ve islâm'ın ilkelerine aykı­rı olmamalıdır, işte aynı zamanda şüpheli bir kazanç bulunmamalıdır.

b- Bütün gücünü ve zamanını almamalı ve, bağlantılı bulunduğu da­vet çalışmalarını yürütmekten kendisini alıkoymamalıdır. Bunun gibi ibadetlerini yerine getirmesine de engel olmamalıdır.

c- Çok kazanç sağlamak suretiyle malı bir araç olarak değil de amaç olarak görmesine sebep olmamalıdır. Bu durumda mal onun elin­den kalbine geçer. Bu durum ise onu mal hırsına kaptırır ve cimriliğe, daha çok mal toplamak, onu korumak, artırmak için gayret harcamaya, onu Allah yolunda harcamaktan kaçınmaya yöneltir. Böyle bir durumun sonucu ise kişinin kendisinin mala hakim olması değil, malın ona hakim olması olur.

"Eğer malı tutarsan sen onun hakimiy e tindesin, Ama harcadığın zaman o senin hakimiyetindedir."

d- Bilinmelidir ki mal, dilediğinin rızkını genişleten, dilediğininkini ise daraltan, kullarının her halini bilen ve gören Allah'ındır.

Müslüman, Allah'ın malındaki hakkım yerine ulaştırmak ve onu Al­lah yolunda harcamalıdır.

e- Dava adamı işini özenle yapmalı, hileden ve ihmalkârlıktan sa­kınmalıdır.

Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurmuştur:

"Biriniz bir iş yaptığında, Allah o işini özenle yapmasından hoşla­nır."[110]

f- Görüş birliği ile uyulması istenen prensiplere uymalı özellikle işe gidiş geliş, randevular, hizmetler ve benzeri konularda gereken dikkati göstermelidir.

g- Yaptığı işin gerçek karşılığının bu iş için almış olduğu paranın değil Allah katında verilecek sevap olduğunu bilmelidir. Dolayısıyla bu karşılıktan mahrum kalmaması için niyetini Allah için halis kılmalı, ihlasla çalışmalıdır.

h- Kendisinin çalışmasına ihtiyaç bırakmayacak kadar malının ol­ması, onu çalışması ve enerjisi ile Müslümanlara yararlı olmaktan ve Allah'ın vereceği sevabı elde etmekten alıkoymamak. Çünkü mal şu veya bu sebepten dolayı tükenme durumuyla karşı karşıyadır."

Şehid önder Hasan el-Benna (rh.a.)'nın, davet yolunda faaliyette bu­lunan kardeşin görevlerinden söz ederken iş ve kazanç konusunu da göz­den uzak tutmadığını ve şöyle söylediğini görüyoruz:

"Zengin olman durumunda iktisadi ağırlığı olan bir iş kurmalısın.

Ekonomik durumunun zayıf olması halinde serbest bir işe bakmalı­sın. İlmi birtakım kabiliyetlere sahipsen kendi başına bu kabiliyetlerini değerlendirebileceğin bir çalışma yapmalısın."

ı- Resmi göreve çok fazla arzu etmemeli, bunu geçim kapılarının en darı olarak görmelisin. Önüne bu konuda bir imkân çıkması durumunda ise reddetmemeli ve durumun davet çalışmalarının gerektirdiği görevle­rin yerine getirilmesi ile tamamen ters bir noktaya gelmedikçe bizimle bağlantıyı kesmemelisin.

i- Mesleğini en güzel şekilde yerine getirmeye çalışmalı, bu konuda gereken dikkat ve özeni göstermeli, hilekârlıktan sakınmalı, çalışma dü­zenine uymalısın.

j- Hakkını güzel bir şekilde almalı, başkalarının haklarını da iste­melerine gerek bırakmadan ve uzatma yoluna asla başvurmadan eksiksiz olarak vermelisin."

Bunlar şehid önder Hasan el-Benna (rh.a.)'nın çalışma ve kazanç ko­nusunda zikrettiği görevlerden bazıları.

Burada şunu hatırlatmak istiyoruz ki, dava adamının, geçimi için yaptığı işi ile davet yolunda yürüttüğü faaliyetler arasında bir denge kur­ması gerekmektedir. Bunlardan birisini diğeri için ihmal etmemelidir.

Yine davet çalışmaları kendisi gibilerin gayret ve vakitlerine son de­rece ihtiyaç duyarken, dava adamı geçim yönünden belli bir düzeye gele­bilmek için vaktinin çoğunu alan normal işine ek olarak bir de ikinci iş yapma yoluna gitmemelidir. Çünkü mevcut gediklerin kapatılması ancak davet yolunda yetişmiş ve kendilerini Allah'a adamış kimselerin çalışma­ları ile mümkündür. Davet çalışmalarını kısmen veya tamamen terketmeyi gerektirecek bir durum söz konusu değildir.

Biz, başka insanlar gibi dünyaya ve onun varlığına önem veren, isra­fa kaçan, lükse düşen ve her şeylerinin en mükemmel olmasını isteyen kimseler olamayız. Bu tür şeyler sırtımızdaki yükün artmasına, dünyaya daha çok önem vermemize, dünyaya ağırlık vermemiz sebebiyle davet çalışmaları ve Allah yolunda cihad konusunda tembellik göstermemize sebep olur.

Hepimiz, Allah katında insanların en kıymetlisi olan önderimiz Resulullah (a.s.)'ı, O'nun ev eşyasının, giyim eşyalarının ve yiyeceğinin ne­den ibaret olduğunu hatırlayalım.

İslam beldelerinin çoğunda çeşitli ekonomik sıkıntıların yaşanmakta olduğu şu dönemde, kendi özel hayatımızda mütevazi olmaya ne kadar çok ihtiyacımız var.[111]

 

Allah Yolunda Fedakarlık Ve Cihad

 

Ey kerimlerin kerimi! Bizi yarattın, bize rızık verdin. Elimizde ne varsa hepsi senin mülkündür. Böyleyken sen kendi mülkün olan malları­mızı ve canlarımızı, genişliği, göklerle yerin genişliği kadar olan cennet gibi çok yüksek bir karşılıkla satın almayı bize teklif ettin.

Bu ne büyük bir ticaret ve ne kadar kazançlı bir alış veriştir!

Tabii ki her alış verişin şartları ve kesinlik kazanmasını sağlayacak bir takım uygulamaları bulunmaktadır. İşte bu alış-veriş de her şeyden önce iman şartının bulunmasını gerektirmektedir.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyurmaktadır:

"Allah mü'mirilerden mallarını ve canlarını karşılığında cennet ol­mak üzere satın almıştır."[112]

Bunun yanısıra cihaddaki niyetin halis olması da aranan şartlardan­dır. "Allah'ın sözünün en yüce olması"[113] amacıyla cihada katılmak gerekir.

Ey bize iman nimetini lütfeden, bize ihlası veren Rabb'imiz!

Bütün ihsan ve lütuf sendendir.

"Müslüman oldular diye sana minnet ediyorlar. De ki; "Müslüman olmanızı benim basıma kakmayın Bilakis sizi imana ilettiği için Allah si­ze minnet eder. Eğer imanınızda samimi iseniz."[114]

Bu derece kârlı ve büyük alış veriş kendisine teklif edilince hangi akıl sahibi insan onu reddeder veya kabul etmekte tereddüt eder?

Ey Rabb'imiz, senin bize ve bizim cihadımıza ihtiyacının olmadığı­nı, ancak bunun bir imtihan olduğunu ve bize büyük bir lütufta bulunmak için böyle bir teklifte bulunduğunu biliyoruz.

"Kim cihad ederse, o ancak kendi yararı için cihad etmiş olur. Şüp­hesiz Allah'ın alemlerden bir şeye ihtiyacı yoktur."[115]

"Allah dileseydi onlardan öc alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek için (size savaşı emrediyor)."[116]

"Onları siz öldürmediniz. Fakat Allah öldürdü. Attığın zaman sen atmadın. Fakat Allah attı. Mü'minleri güzel bir imtihanla sınamak için."[117]

Ancak ey Rabb'imiz, bizim nefislerimizin mal sevgisine ve ölümden hoşlanmama duygusuna kapıldığını biliyorsun.

Bizim bu durumuzu düzeltmemiz için de şöyle buyuruyorsun:

"Savaş, hoşunuza gitmemekle birlikte üzerinize farz kılındı. Bir şey­den hoşlanmadığınız halde o sizin iyiliğinize olabilir. Ve yine bir şeyi sevdiğiniz halde o sizin için fena olabilir. Allah bilir, siz bilemezsiniz."[118]

Ey Rabb'imiz! Bizi sevdirici bir üslupla cihada, candan ve maldan fedakârlığa teşvik ediyor ve şöyle buyuruyorsun:

"Ey iman edenler! Sizi acı azaptan kurtaracak bir ticaret göstere­yim mi! Allah'a ve Peygamber'ine iman edersiniz. Mallarınızla ve canla­rınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz sizin için en iyisi bu­dur. Bu durumda Allah sizin günâhlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde güzel konutlara koyar, işte büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz bir şey daha var: Allah'dan yardım ve yakın bir fetih. Mü' minleri müjdele!."[119]

Ne kadar büyük ve bol bir karşılık; Dünyada zafer ve üstünlük, son­ra ahirette mağfiret, azaptan kurtuluş ve Adn cennetlerinde güzel mes­kenlerde ikamet...

Bu hususlara dikkat çektikten sonra konunun başına dönüyor ve di­yoruz ki; Allah'ın bütün insanlar için seçip beğendiği dini kıyamete kadar geçerli kıldığı yüce dinini yeryüzüne hakim kılma gibi bu dünyadaki ga­yelerin en büyük ve en yücesi olan bir gayeyi gerçekleştirmek için davet yoluna giren kimsenin, nefsine Allah yolunda cihadı kabul ettirmesi la­zımdır. Ve gerek candan, gerek maldan fedakârlıkta bulunmayı kabul et­tirmesi gerekmektedir.

Allah Resulü (a.s.) ve O'nun sahabileri, fedakârlık ve cihad konusun­da çok üstün örnekler ortaya koymuşlardır. Dünyada üstünlük ve hakimi­yet ve ahirette de Allah'ın izniyle sevap ve nimet gibi onların elde etmiş oldukları kazançları, bizim de elde edebilmemiz için onları kendimize ör­nek almamız gerekmektedir.

Bu hak din ile temsil edilen hak çağrı ve o çağrıyı yapanlar, kendile­ri batıl yolda olan Allah düşmanlarının oyunları ve savaşları ile karşı kar­şıya gelmektedirler. Çünkü bu hak çağrının güçlenmesi durumunda, ken­di batıllarının ortadan silineceğini biliyorlar. Onlar bu çağrıyı kendi insiyatiflerine sokmaya çalışıyorlar. Mekke müşrikleri de Resulullah (a.s.)'a çok miktarda mal vermeyi, başkanlığa geçirmeyi teklif ederken bunu yapmak istiyorlardı ancak Resulullah (a.s.) onların tekliflerini kabul et­medi. Bu kez müşrikler O'nun hakkında şüpheler uyandırma ve insanları ondan uzak tutmaya çalıştılar. Bu amaçla Resulullah (a.s.)'ı yalan söyle­mekle, delilikle, kehanetle, sihir yapmakla ve şiir söylemekle itham etti­ler. Oysa Hz. Muhammed (a.s.) peygamberlikle görevlendirilmeden önce onların arasında doğru sözlülüğü ve güvenilirliği ile tanınıyordu.

Resulullah (a,s,) hakkında şüphe uyandırma ve insanları ondan uzak tutma metodu başarılı olamayınca bu kez işkence ve eziyet metodu gibi kendini isbat yönünden zayıf olan bir metodu kullanmaya başladılar. An­cak imanın lezzetini almış olan biri bu uygulamalar karşısında gerilemez, bütün işkencelere tahammül eder ve sabır gösterir.

Mü'minlerin dairesi genişleyip belli bir tabanlarının oluşması duru­munda artık işkence de bir yarar sağlamaz. Bunun üzerine düşman, savaş yoluna başvurur. İşte o zaman cihad bayrağı kaldırılır ve Allah'ın yardımı mü'min kullarına iner. Allah'ın hak çağrılarla ilgili ilahi sünneti işte bu­dur.

Kur'an-ı Kerim ayetlerinin ve Resulullah (a.s.)'ın hadisi şeriflerinin de Müslümanları cihada ve Allah yolunda şehid olma derecesini kazanmaya teşvik ettiğini görüyoruz.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Bilakis onlar diri olup Rabb'leri katında rızıklandırılmaktadırlar. Allah'ın lütfundan kendi­lerine vermiş oldukları ile sevinç içindedirler ve arkalarından henüz on­lara kavuşmamış olanları, kendilerine korku olmayacağı ve üzülmeye­cekleri üzere müjdelemek isterler."[120]

"Ey peygamber! Mü'minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabreden yirmi kişi olursa onlar iki yüz kâfiri yenerler. Sizden yüz kişi olursa kâfirlerden bin kişiyi yenerler. Çünkü o kâfirler anlamayan bir topluluk­tur."[121]

Resulullah (a.s.)'ın pek çok hadisi şerifinin de cihad, cihadın üstün­lüğü, Allah'ın kendi yolunda cihad edenlere ecir vereceği ve Allah yolun­da şehid edilme konularıyla ilgili olduğunu görmekteyiz.

Bunlardan bazıları şöyledir:

Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet edilmiştir:

"Resulullah (a.s.)'a: "Ey Allah'ın Resulü! Allah yolunda cihada denk ne vardır?" diye soruldu. Resulullah: "Siz onu yapmaya güç yetiremezsiniz" diye buyurdu. Soranlar sorularını iki ya da üç kez tekrar etti­ler. Resulullah (a.s.) her keresinde "Siz onu yapmaya güç yetiremezsiniz" diye cevap verdi. Sonunda şöyle buyurdu:

"Allah yolunda cihad eden kimse, sürekli oruç tutan, namaz kılan, Allah'ın ayetlerini okuyan ve mücahit savaştan dönünceye kadar orucu­na ve namazına hiç ara vermeyen kimse gibidir."[122]

Mikdam bin Ma'd Yekrib'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

"Resulullah (a.s.) şöyle buyurdu:

"Şehidin Allah katında altı özelliği bulunmaktadır: Şehit düştüğü anla birlikte Allah onun günahlarını bağışlar. Kendisine cennetteki yeri gösterilir. Kabir azabından kurtarılır. Büyük sarsıntıdan güvende olur. Başına dünya ve içindekiler den daha hayırlı olan yakuttan bir vakar tacı konur. Huri iynlerden yetmişiki tanesi ile evlendirilir. Yakınlarından yet­miş kişiye şefaat etmesine izin verilir."[123]

 

Cihadın Hükmü

 

Cihadın hükmü ile ilgili olarak; bilindiği üzere içtihada ağırlık veren ilim adamları ile nassa ağırlık veren selefi ilim adamlarının tümü, İslam davetini yaymak amacıyla cihad etmenin, İslam ümmetinin üzerine bir farz-ı kifaye, düşmanın saldırılarını püskürtmek için ise farzı ayn olduğu üzerinde görüş birliğine varmışlardır.

İslam ümmeti, Müslümanların başkalarının hakimiyeti altında yaşa­dıkları bir dönemin içine girdi. Müslümanların toprakları çiğnendi, mah­remiyetlerine saldırıldı, kâfirler üzerlerinde hakimiyet kurarak içlerindeki cihad ruhunu öldürdüler. Ancak bu durum bütün Müslümanların yeniden kendilerini hazırlamalarını, cihad ve kurtuluş için hazırlık amacıyla yeni­den toparlanma hareketine girmelerini gerektirmektedir.

Bundan dolayı şehid önder Hasan el-Benna (rh.a.) başında İslam ha­lifesinin bulunacağı İslâm devletini kurma gayesi ile Müslüman Kardeş­ler cemaatini oluşturunca, gönüllerdeki cihad ruhunu yeniden canlandır­ma konusuna büyük bir ağırlık verdi. Müslüman Kardeşler'in çağrısını da hak, kuvvet ve hürriyet çağrısı olarak adlandırdı ve aralarında mushaf, al­tında da "Ve E'iddu: Hazırlayın" ibaresi, bulunan iki kılıçlı bir kompozis­yonu sembol yaptı. Semboldeki "Ve E'iddu" ibaresi aşağıdaki ayeti keri­meye işaretle konulmuştu:

"Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağla­nıp beslenen atlar hazırlayın."[124]

Sonra İhvan'ın sloganları arasına şu iki ifadeyi koydu:

"Yolumuz Cihaddır. Allah Yolunda Ölmek En Büyük Temennimiz­dir."

Bunun yanısıra cihad ile ilgili ayrı bir risale yazdı.

Fiili olarak da cihad ruhu gönüllerde canlandırıldı ve Müslüman Kardeşler bunun pratiğini Filistin'de gerçekleştirdiler.[125] Bu mücade­lede örnek başarılar gösterdiler. Eğer düşmanların ve onların Arap ülkele­rini yönetimlerini ele geçirmiş olan uşaklarının çeşitli oyunları olmasaydı durum tamamen değişecekti.

Önderin şehid edilmesinden sonra da Müslüman Kardeşler Süveyş kanalı savunmasında İngilizlere karşı cihad

ettiler.[126]

İhvan'ın çeşitli İslami alanlardaki cihad hareketleri bundan sonra da devam etmiştir.

Yüce Allah da mü'minlerin ayaklarını sabit kılacağını, onlara zafer ve yeryüzünde üstünlük vereceğini vaadetmiştir.

Nitekim Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Allah iman edenleri dünya hayatında ahirette de sağlam söz üze­rinde kararlı kılar."[127]

"Mü'minlere yardım etmek bizim üzerimize düşen bir haktı."[128]

"Allah sizden iman edip salih amel isleyenlere, onlardan öncekileri halef kıldığı gibi onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğen­diği dini hakim kılacağına, korkularını güvene çevireceğine dair vaadde bulunmuştur, çünkü onlar bana kulluk ederler, hiç bir şeyi bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkâr eden kimseler işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır."[129]

Bu yüzden, Yüce Allah'ın bu vaadlerinin bizim hakkımızda gerçek­leşmesi, büyük kazanç getirecek alış-verişin kesinleşmesi ve cennete ka­vuşabilmemiz için ınü'minlerin sahip olması gereken özellikleri kazan­malıyız.

Dava adamı ve inanç askerinin, Allah'ın Kitabı'nda ve Resulullah (a.s.)'ın sünnetinde mü'minlerin özellikleri olarak bildirilen özelliklere kendisinin sahip olup olmadığına bir bakması gerekir. Bu özellikleri tek tek inceleyerek kendisinin bunlardan hangilerine hakkıyla sahip olduğuna bakmalı ve bunların tümünü elde edebilmek için gereken gayreti göster­melidir.[130]

 

Allah Yolunda Fedakarlık

 

İnsanın canını ve malını Allah yolunda feda etmesi konusuna gelin­ce: Bilmek gerekir ki, şeytan ve nefsi emmare, insanı sürekli korkaklığa, çekingenliğe, eli sıkılığa ve cimriliğe yöneltir. Bunlara karşı mücadele et­mek ve Allah katında olanı tercih etmek şarttır. Allah katında olan daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

Şair ne de güzel söylemiş:

"Nefse ve şeytana muhalefet et ve onlara kafa tut;

Eğer onlar sana sırf öğüt verirlerse dinle."

Kur'an-ı Kerim ayetleri ve Resulullah (a.s.)'in hadisi şerifleri hep Al­lah yolunda harcamada bulunmaya, canı ve malı Allah yolunda feda et­meye teşvik etmektedir. Bunlar dünyanın ve içindekilerin yok olmaya mahkum olduklarını, kalıcı ve gerçek hayatın ise ahirette olduğunu bil­dirmektedir. Akıllı olan kişi Allah ile olan ticaretini güzel yapandır.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği, her bir başağında yüz tane olmak üzere yedi başak çıkaran bir tane örneğidir. Allah diledi­ği için kat kat verir. Allah lütfü geniş olandır, bilendir."[131]

Ey kardeşim! Vakit olsun, ilim olsun, güç olsun, mal olsun, Allah ile yapacağın kârlı ticarette sermaye olarak kullanacağın can olsun, Allah'ın sana vermiş olduğu nimetlerin tümünü davetin, Allah yolunda cihadın ve Allah'ın dinini yeryüzüne hakim kılma mücadelesinin hizmetine sunmalı­sın.

Bilmelisin ki, yapılması gereken görevler vakitlerden çoktur ve vakit gerçekten çok kıymetlidir. Vakit bizzat hayattır. Eğer sen sözü edilen ni­metleri Allah yolunda değerlendirmeden bir vakit geçirirsen onu bir daha telafi edemezsin. Çünkü o vakit, artık kıyamet gününe kadar geri dön­mez.

Sonra bu kârlı ticaret için tanınan süre her an bitmek üzeredir. Eceli­nin bitmesi ile bu süre bitmiş olacaktır. Birimiz sabahını ailesinin yanın­da akşamını ise kabirde yalnız başına geçirebilir. Bu yüzden hayır konu­sunda mümkün olduğunca acele edilmelidir.

"işte onlar hayır işlerinde yarış ederler ve onlar hayır için önde gi­derler."[132]

Hz. Peygamber (a.s.) davet alanında gerçekleştireceğin faaliyetin çok küçük bir parçasının ne kadar büyük bir sevapla karşılanacağını bil­dirmek için şöyle buyuruyor:

"Senin vasıtanla Allah'ın bir tek kişiye hidayet vermesi, senin için kırmızı develerden daha kıymetlidir."[133]

Çalışma alanları çok çeşitlidir. Allah'ın bize lütfetmiş olduğu bir ni­meti, O'nun yolunda sarfetmek konusunda nasıl cimrilik edebiliriz. Oysa o nimetin gerçek sahibi Allah'tır ve istediği vakitte geri almaya güç yeti­rebilir. Bizim için hayırlı olan onu Allah'ın rızasına uygun işlerde harcamamızdır.

Hepimiz öleceğiz. Öyleyse ölüm sanatını güzelce becerip de ölümü­müzün Allah yolunda şehadet olmasını niçin istemeyelim?

Herbirimiz malını arkasında bırakacak ve onu helalden mi yoksa ha­ramdan mı kazandığı, Allah'ın ondaki hakkını yerine ulaştırıp ulaştırma­dığı konusunda hesaba çekilecektir.

En hayırlı olan uygulama, onu Allah yolunda sarfetmektir.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Kendiniz için verdiğiniz hayırları Allah katında verdiğinizden da­ha hayırlı ve mükâfatça daha büyük bulacaksınız."[134]

"İste sizler Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz. Ama içiniz­den kimisi cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse o ancak kendi aleyhine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir, sizler fakirsiniz. Eğer yüz çevirecek olursanız, yerinize başka bir toplum getirir de onlar sizin gibi olmazlar."[135]

Öyleyse cihada ve fedakârlığa koşalım; mü'minlerin sahip olması gereken özellikleri kazanmaya çalışalım, Kur'an-ı Kerim'de ve Resulullah (a.s.)'ın sünnetinde bildirilen ilkelere uyalım. Allah'ın askerlerini yücelte­ceğini, dinine yardım edeceğini ve müşrikler istemeselerde de kendi dini­ni bütün dinlerden üstün kılacağını hepimiz çok iyi bilmekteyiz ve bu ko­nuda kuvvetli inanca sahibiz.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"O, Peygamber'ini hidayete ve hak dinle gönderdi ki, Allah'a ortak koşanlar hoşlanmasa da o dini bütün dinlerin üstüne çıkarsın."[136]

"Yardım ise ancak yüce ve hakim olan Allah katındandır."[137]

 

Zamanı İyi Değerlendirmek Ve İnsanlara Yararlı Olmak

 

Kişinin hayatı, doğumundan ölümüne kadar geçmiş olan yıllara göre hesab edilemez. Bilakis bu süre içinde gerçekleştirmiş olduğu işlere, bu işlerin insanların hayatları üzerinde nasıl bir etki gösterdiğine ve bu etki­nin ne kadar bir alana yayıldığına ve ne kadar zaman devam ettiğine göre hesab edilir. Bu etki hayırlı ve faydalı etki olabileceği gibi zararlı ve şerli de olabilir. Tabii ki karşılığında verilecek ecir ve mükafat yahut ceza ve azap da o derece olacaktır.

Resulullah (a.s.)'ın şu hadisi şerifi de bu hususu doğrulamaktadır.

Şöyle buyuruyor Resulullah (a.s.):

"Kim islâm'da güzel bir uygulama başlatırsa ona kendi işlediğinin sevabı ile birlikte başlattığı uygulamayı kendinden sonra işleyenlerin se­vapları kadar sevap verilir. Bununla birlikte ötekilerin sevaplarından bir şey eksiltilmez.

Kim de islâm'da fena bir uygulama başlatırsa ona da kendi işlediği­nin günahı ile birlikte başlattığı uygulamayı kendinden sonra işleyenle­rin günâhları kadar günâh yazılır. Bununla birlikte ötekilerin günâhla­rından bir şey eksiltilmez."[138]

Allah'a ve ahiret gününe iman eden kişi, bu dünya hayatında üzerin­de taşıdığı yükümlülüğün, Allah'a kulluk görevini ve bu dinin istedikleri­ni yerine getirme yükümlülüğü olduğunu bilir.

Yine ahiretin hesap ve ceza yurdu olduğunu, ahiretteki durumunun dünyada işlediklerine göre belirleneceğini ve ne kadar küçük de olsa her yaptığından dolayı Allahu teala'nın kendisini hesaba çekeceğini bilir.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür ve kim zerre ağırlığınca fenalık işlemişse onu görür."[139]

Müslüman kişi aynı zamanda dünyadan sonra cennet ya da cehen­nemden başka bir yurdun olmadığını da bilir.

İnsanın bu dünyadaki hayatı oldukça kısa olduğuna göre akıl sahibi birinin bu kısa hayatının bir parçasını kıyamet gününde kendine yararı ol­mayacak işlerle zayi etmesi uygun olamaz. Kıyamet günü olduğunda in­sanlar dünyada sadece bir akşam yahut bir günün kuşluk vaktine kadar olan zaman süresince kalmış olduklarını düşüneceklerdir.

Şair şöyle diyor:

"Kişinin kalbinin çarpmaları ona diyor ki: Hayat dakikalardan ve saniyelerden ibarettir."

Mutlu kişi, Allah'ın bütün vaktini hayır işlerde ve doğru inanç, sağ­lıklı ibadet, güzel ahlâk, Allah'a çağrı vb. gibi itaat türünden amellerde kullanmaya kendisini muvaffak eylediği kimsedir.

Dava adamı ve inanç askeri , İslami davetin, halifeliğin kaldırılma­sından sonra içine girmiş olduğu dönemin gerektirdiği büyük gayeyi ger­çekleştirmek amacıyla davet yoluna girmiştir. Bu gaye ise İslâm devletini ve hilafetini yeniden kurmaktır. Böyle bir gayeye yönelen kişinin, bu ga­yenin büyüklüğünün, ne derece büyük gayretler, ne kadar geniş alanlarda faaliyet yürütülmesini ve ne büyük fedakârlıklar gerektirdiğinin şuurunda olması gerekir.

Yine bu yoldaki çalışmalarından dolayı ne derece büyük bir şerefe ve sevaba kavuşacağını bilmelidir.

Söz konusu gayenin gerçekleştirilmesi için yürütülecek davet çalış­maları ve bununla ilgili görevler, bu alanda çalışanların bütün vakitlerini dolduracak kadardır. Hatta bu görevlerin yerine getirilmesi için çalışanla­rın vakitleri az bile gelir.

Bundan dolayı şehid önder Hasan el-Benna (rh.a.)'nın "görevlerimiz vakitlerimizden çoktur" diye söylediğini görüyoruz. Allah kendisinden razı olsun o, enerjisini ve vaktini dava yolunda harcama konusunda güzel bir örnekti. Kuvvetli bir sadakat, samimiyet ve ihlas sahibi olduğundan daha kırküç yaşını doldurmadan ve İhvan Cemaati'ni kurmasının üzerin­den yirmi yıl geçmeden şehid edildi.

Biz bugün onun, etkisi bütün dünyaya yayılan, birbirini izleyen ne­sillere ulaşan ve zaman içerisinde daha da gelişen güzel eserini görüyo­ruz.

Onun başlatmış olduğu teşkilatlı ve düzenli cemaat çalışması, davet sahasında faaliyet yürütenlerin gayretlerinden ve zamanlarından yararlan­manın en güzel yoludur. Düzensiz ve teşkilatsız bir şekilde yürütülen fer­di çalışma ise böyle değildir. Çalışmalar ne kadar çok dağılırsa, o kadar çok zıtlıklar ve tekrarlar olur ve birlik sağlanamaz.

Dava adamının, davet çalışmaları karşısındaki durumu, mal sahibi birinin en kârlı projelerden olan bir yatırım projesi karşısındaki durumu­na benzer. Burada mal, Allah'ın insana lütfetmiş olduğu vakit, maddi var­lık, ilim, sağlık, güç, can gibi bütün nimetlerdir. Bunların tümünü davet sahasında değerlendirmek suretiyle Allah ile yapılan kârlı ticarette kul­lanmak mümkündür.

Bu nimetlerden Allah'ın dinini yeryüzüne hakim kılmak olarak ifade edilen en büyük ve en şerefli gayenin gerçekleştirilmesinde yararlanmak mümkündür.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onla­ra karşı savaşın. Eğer vazgeçerlerse muhakkak ki Allah ne yaptıklarını görmektedir."[140]

Herhangibir kardeşimiz, vaktinin bir kısmını sözünü ettiğimiz nimet­leri değerlendiremeden geçirirse, sermayesinin bir kısmını kaybetmiş olur. Çünkü geçen bir vakit artık kıyamet gününe kadar geriye dönmeyecektir.

Yüce Allah'ın, teşvik edici bir uslubla kârlı bir ticarete davet eden çağrısını duyan bir mü'minin bu çağrıya olumlu cevap vermekte tereddüt göstermesi ve bu konuda bir kusur etmesi nasıl uygun olur?

"Ey iman edenler! Sizi acı azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi! Allah'a ve Peygamber'ine iman edersiniz. Mallarınızla ve canla­rınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz sizin için en iyisi bu­dur. Bu durumda Allah sizin günâhlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde güzel konutlara koyar. İşte büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz bir şey daha var: Allah'dan yardım ve yakın bir fetih. Mü'minleri müjdele!'."[141]

Bu ne kadar kârlı bir ticaret! Sahip olduğu bütün imkânları ve güçle­ri bu ticaret için harcamayan bir kimse ise ne büyük bir zarardadır!

Resulullah (a.s.) çalışma alanlarından büyük sevap getiren birini ör­nek olarak anmış ve şöyle buyurmuştur:

"Senin vasıtanla Allah'ın bir tek kişiye hidayet vermesi senin için kırmızı develerden daha kıymetlidir."[142]

Bunun gibi Resulullah (a.s.)'ın bizi vaktimizi ve sağlığımızı güzelce değerlendirmeye teşvik ederek şöyle buyurduğunu görüyoruz:

"iki nimet vardır ki insanların çoğu onların kıymetini bilmezler. Bunlar sağlık ve boş vakittir."[143]

Resulullah (a.s.) bir başka hadisi şerifinde de şöyle buyuruyor:

"Adem oğlu kıyamet gününde beş şeyden hesaba çekilmedikçe Al­lah'ın huzurundan ayrılamaz: Ömrünü nerede harcadığından, gençliğini ne ile geçirdiğinden, malını nereden kazanıp nereye sarf ettiğinden ve il­mi ile ne yaptığından."[144]

Bazıları zamanın önemine işaret için "vakit nakittir" derken şehid önder Hasan el-Benna (rh.a.) "Vakit bizzat hayattır" demektedir. Bu söz, vakitin dünyadaki varlıkların en kıymetlisi olduğunu gösterir.

Çünkü ahiret hayatı dünyadaki zamanın iyi ya da kötü kullanılması­na göre belirlenecektir.

Hayatını davaya bağlayan ve kesin söz verip sağlam ahidde bulunan da va adamının beş duyunun yanısıra altıncı bir duyuya sahip olması ge­rekir ki, o da dava duyuşudur. Bu duyu vasıtasıyla davayı bütün sinirleri ile hissedecek, kendini ona verecek ve sahip olduğu bütün imkânları onun yoluna hasredecektir.[145]

 

Hapisteki Tutumumuz

 

Konuyla ilgisi dolayısıyla burada belirteyim ki, biz cezaevinde ya­rarlı işlere kendimizi veriyorduk ve bu işleri bitirmek için vaktimiz yeter­li olmuyordu. Oysa birçokları cezaevinde vaktin geçmediğini ve bıktırıcı bir durumun olduğunu sanarlar.

Bunun gibi içimizden birisi yalnız başına tek kişilik hücrelere kapa­tıldığı zaman bütün vaktini namaz, oruç, Kur'an okuma, Allah'ı zikir, münacaat, dua ve benzeri ibadetlerle geçiriyordu.[146]

 

Boşa Geçen Vakitler

 

Dava adamının ne kadar kısa da olsa, yanılgı yüzünden yahut oyun veya eğlence ile vaktini boşa geçirmemesi gerekir. İnsanların çoğusu pek çok vakitlerini yanılgı ile zayi etmektedirler. Bu şekilde zayi ettikleri va­kitleri ise ulaşım esnasında, arabalarda, trenlerde yahut uçaklarda geçir­dikleri vakitlerdir. Oysa bu vakitlerin zikir, kitap okuma, Kura'n-ı Kerim dinleme veya okuma yahut buna benzer yararlı işlerle geçirilmesi müm­kündür.

İnanç adamının gözetmesi gereken ölçülerden birisi de başkalarına yararlı olmaktır. Resulullah (a.s.)'ın bize bildirdiği üzere;

"insanların en hayırlısı, insanlara en çokyararlı olandır."[147]

İnsanları Allah'ın yoluna çağırmaktan ve kendilerinin hem dünya hem de ahiret mutluluklarına kavuşmalarını ve azaptan kurtulmalarını sağlayacak olan hidayet yoluna iletilmelerinden onlar için daha yararlı ne olabilir?

İnsanların çoğunun birbirlerinden farklı derecelerle gaflet içinde ol­dukları ortadadır. Bunların içinde bulundukları durumun farkına varabil­meleri ve çalışmalarının engelleneceği, hesap ve ceza ile karşı karşıya gelecekleri vakit gelmeden önce ahiretleri hesabına çalışabilmeleri için kendilerini gafletten uyandıracak birilerine ihtiyaçları vardır.

Çünkü ölüm aniden gelir. Bir insan sabahını ailesinin yanında, akşa­mını ise kabrinde yalnız başına geçirebilir.

İnsanların çoğu başkalarına bir iyilik ve yararda bulunmaları durumunda kendilerine de benzer şekilde yararda bulunulmasına alışıktır. En azından teşekkür şeklinde bir karşılık beklerler.[148]

 

Hayırda Samimi Olmak

 

Müslüman kardeşin, karşılığında herhangi bir yarar veya teşekkür beklemeden başkalarına iyilikte bulunmaya ve yarar sağlamaya kendisini alıştırması gerekir. O, bu iyiliği ile Allah'ın rızasını ve sevabını bekleme­lidir.

Sözü doğru olan Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Yoksula, yetime ve esire O'nun sevgisi için yemek yedirirler. "Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür bek­lemiyoruz. Çünkü biz suratların değişeceği, çok katı bir günden ötürü Rabb' imizden korkarız." Allah da onları o günün şerrinden korumuş ve onların yüzlerine bir parlaklık ve bir sevinç vermiştir. Sabrettiklerinden dolayı onları cennet ve ipekle mükafatlandırmıştır."[149]

Müslüman, gerçek lütfün Allah'ın lütfü olduğunun ve bütün lütfün Allah'ın elinde bulunduğunun şuurunda olmalıdır. Kendisine nimet veren, onu rızıklandıran ve çeşitli hayır yollarına harcamada bulunmaya muvaf­fak kılan Allah'tır.

Yine Allah'ın iyilik edenin, iyiliğinin karşılığını kat kat vereceğini, hayır yolunda harcadığının karşılığını Allah katında bulacağını bilmeli­dir.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Kendiniz için verdiğiniz hayırları, Allah katında verdiğinizden da­ha hayırlı ve mükâfatça daha büyük bulacaksınız."[150]

 

Hayırlı Harcama Başkalarını Da Etkiler

 

İnsanları Allah yoluna çağırırken onların bizim kendilerini neye ça­ğırdığımızı anlayabilmeleri için kalplerinin üzerindeki örtüleri kaldırma­mız gerekmektedir. Şüphe yok ki, karşılık beklemeden başkalarına iyilik­te bulunmak ve onlara yarar sağlamak, başkalarını etkilemenin en iyi yol­larından biridir. Bu uygulama, onu öğüdü kabul etmeye hazırlar ve davet sahasında iyilik ve salih amelde yardımlaşmada bulunmaya yarayacak bağlantının kurulmasını sağlar.

Genel davet çalışmalarının ve İslami davet için kamuoyu desteği ka­zanma amacı güden faaliyetlerin başarısı için toplumsal hizmetlerde bu­lunulması, fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunulması gerekir.

Özel İslami okullar, hastahaneler, zekât kurumları ve buna benzer sosyal kuruluşlar vasıtasıyla hizmet verilmesi, insanların acılarına, dertle­rine, sevinçlerine ve mutluluklarına ortak olunması, bütün bunlar, davetin halk kitlelerine yayılmasını sağlamada yararlı işlerdir.

Bu şekilde bütün kardeşlerimizi vakitlerini iyi değerlendirme konu­sunda dikkatli olmaya, çok az da olsa vakitlerini hayır olmayan bir yolda heder etmemeye çağırıyoruz. Bunun gibi sürekli diğer insanlara iyilikte bulunan ve yarar sağlayan bir kaynak olmaya çağırıyoruz.[151]

 

Rabb'e Karşı İhlaslı Olmak O'nun Davasına Kendini Vermek

 

Şehid Önder Hasan el-Benna (rh.a.), ihlası, bey'atın şartları arasında zikrettikten sonra şunları söylemektedir:

"İhlas ile Müslüman kardeşin sözünde, isinde ve cihadında yalnız Allah'ın rızasını ve O'nun hoşnutluğunu aramasını; ele geçireceği gani­metlere, görünüşe, mevkiye, unvana, öne geçmeye ve arkada kalmaya bakmadan yalnız Allah'n vereceği güzel karşılığa göz dikmesini kastedi­yorum. Kişi ancak böylelikle amaç ve çıkarın değil, inanç ve düşüncenin askeri olur.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep alemle­rin Rabb'i Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim "[152]

Müslüman kardeş, sürekli bir şekilde seslendirdiği "Gayemiz Allah'dır", "Allah en uludur, Allah'a hamdolsun" sözlerinin anlamını ancak böylelikle anlayabilir.

İhlasın tevhid inancına sahip olmanın ve ibadetini yalnız Allah'a özel kılmanın bir ürünü olduğu bir gerçektir.

Yalnız Allah'ın sevabını gözetmek, ancak Allah'a karşı halis niyet sahibi olmakla mümkündür. Böyle bir niyete sahip olan kişi Allah'ın rıza­sından başka bir şey aramaz.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Kim Rabb'ine kavuşmayı arzu ediyorsa, iyi iş yapsın ve Rabb'ine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak etmesin."[153]

Yüce Allah, Peygamberi Hz. Muhammed (a.s.)'i sürekli ihlas sahibi olmaya yöneltmiş ve şöyle buyurmuştur:

"De ki: Bana dini yalnız Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmem emredildi."[154]

"De ki: Ben dinimi yalnız Allah'a halis kılarak O'na kulluk ediyo­rum."[155]

Sevgili Peygamberimiz (a.s.) de, İmam Buhari'nin önemine binaen Cami'u's-Sahih adlı eserinin başına koymuş olduğu hadisi şerifinde bizi ihlaslı olmaya teşvik etmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Ameller ancak niyetlere göredir. Herkese niyet ettiğinin karşılığı vardır. Şu halde hicreti Allah ve Resulü için olan kimse, gerçekte Allah ve Resulü için hicret etmiştir. Elde edeceği dünyalık ya da nikahlayacağı kadın için hicret etmiş olanın hicreti de o arzuladığı şeyler içindir."[156]

Yapılan amelin Allah katında kabule layık olması, karşılığında da ecir ve sevap umulabilmesi için yalnız Allah'ın rızasını kazanma gayesiy­le işlenmiş, Allah'ın şeriatına, Resulullah (a.s.)'ın sünnetine uygun ve en mükemmel bir şekilde yerine getirilmiş olması gerekir.[157]

 

Kalbin Hastalıkları

 

Kalb hastalıkları, İhlasın gitmesine sebep olan unsurlardandır. Bu tür hastalıklar, kişilere bedensel hastalıklardan daha çok zarar verirler. Çün­kü bu hastalıklar yapılan işlerin ecirlerinin yok olmasına ve Allah'ın rıza ve tevfikini kazandırmamasına sebep olur.

Gösteriş, büyüklenme, kendini beğenmişlik, mal, mevki ve üstünlük sevgisi, başkanlık sevgisi, şöhret sevgisi, insanların övgülerini kazanma arzusu, kin, çekememezlik vs. bu tür hastalıklardandır.

Bu hastalıklar, farklı derecelerde olsa da insanların çoğunda mevcut­tur. Ancak Allah'ın kendilerini başarıya ulaştırdığı ve yardım ettiği kim­seler söz konusu hastalıklara karşı direnirler ve Allah korkusu, kuvvetli ve sağlam doğru bir imanla Allah'ın kendilerini gözettiğini düşünerek o hastalıkları yenerler.

Kardeşin sürekli kendi durumunu gözden geçirmesi ve ihlaslı olduğu konusunda gönül huzuruna kavuşmaya çalışması gerekir. Şeytan asla boş durmaz ve yapılan işlerin boşa gidip karşılıksız ve sevapsız kalması için sürekli niyetleri bozmaya çalışır. Müslüman, gösterişten son derece sa­kınmalıdır. Çünkü gösteriş oldukça gizli bir şeydir. Bunun yanısıra şöhret ve tanınma hastalığından da sakınması gerekir. Özellikle davetçi ve kala­balık kitlelere karşı konuşmalar yapan ve konuşmalarıyla bu kitlelerin be­ğenilerini kazanan konuşmacı kardeşler bu hastalıktan kaçınmada daha dikkatli olmalı, başarılarının Allah'ın lütfü ile olduğunu bilmelidirler.

Davet alanında çalışma, kabul edilmesinin umulması için ihlaslı olunmasını gerektiren en üstün ibadetlerden biridir. Davetçi kişi, kendini Allah'n emirlerini yerine getirmede eksiklik yapmakla, görevlerini de tam olarak yerine getirememekle suçlayarak, yaptıklarından dolayı gurura kapılmaz ve kendini beğenmişlik havasına girmez. Bilakis fenalıklarının bağışlanmamasından, iyiliklerinin ise kabul edilmemesinden korkar.

Bu konuyla ilgili olarak şu hadisi şerifi burada vermek istiyoruz:

Resulullah (a.s.)'ın hanımı Hz. Aişe (r.a.)'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

"Resulullah (a.s.)'a,

"Verdiklerini Rabb'lerinin huzuruna dönecekler diye kalpleri korku ile ürpererek verirler."[158] ayeti kerimesi hakkında soru sorarak: "Burada kastedilenler içki içenler, hırsızlık yapanlar mıdır?" dedim. Şöyle buyurdu:

"Hayır, ey Sıddık'ın kızı! Bilakis onlar oruç tutan, namaz kılan, sa­daka veren ancak bu amellerinin kabul edilmeyeceğinden korkan kimse­lerdir. İşte bunlar hayırda birbirleri ile yansırlar."[159]

Yine Hz Ömer (r.a.)'den rivayet edildiğine göre o bir gün Resulullah (a.s.)'ın Mescid'ine (Mescidi Nebevi'ye) gider. Orada Muaz bin Cebel (r.a.)'irı Resulullah (a.s.)'ın kabri yanında oturmuş ağlamakta olduğunu görür.

"Seni ağlatan nedir?" diye sorar. O da şöyle cevap verir:

"Beni Resulullah (a.s.)'ın söylediği bir söz ağlatıyor. Ben O'nun şöyle söylediğini duydum:

"Gösterişin azı (dahi) şirktir. Kim Allah'ın bir dostuna düşman olursa, Allah da ona karşı savaş açar. Allah insanların aralarına fazla karışmayan takva sahibi iyileri sever. Bunlar ortadan kaybolsalar, kimse kaybolduklarının farkına varmaz. (Yani pek bilinmedikleri ve tanınma­dıklarından dolayı kimse ortadan kaybolduklarını farketmez). İnsanların arasına karıştıkları zaman ise tanınmaz ve pek öyle davetlere falan çağrılmazlar. Kalpleri hidayet lambalarıdır. Bütün karanlık, tozlu yerlerden çıkabilirler (halledilmesi zor, çetrefil meselelerin içinden çıkabilirler)."[160]

Davet alanında çalışan kardeş de gerek bulunduğu cemaatin içinden ve gerekse dışından çeşitli durum, fitne, imtihanlarla karşı karşıya gele­cektir.

İşte bu gibi fitnelerden kurtulmak ve imtihanlardan başarıyla çıkmak için Allah'a karşı ihlas sahibi olmanın etkin rolü olacaktır. Söz konusu durumlar karşısında kişinin yaptığı iyiliklerin karşılığını Allah'tan bekle­mesi ve nefsin arzularına karşı durması en fazla ihtiyaç duyulan ilaçlar arasındadır.

Cemaat halinde yürütülen çalışmalarda Müslüman kardeşten yerine göre bir mevkiye ilerlemesi, yerine göre de belli bir mevkinin arkasında kalması istenebelir. Bu durumda ileri geçtiği zaman gurura kapılmaması, arkada kaldığı zaman da sıkıntıya düşmemesi ve bunu kendisi için bir eziklik olarak görmemesi gerekir. Çünkü her iki durumda da Allah için ihlasla amel etmekte, Allah katından sevap ve ecir beklemektedir.

Burada şunu da ilave edelim ki, bir kardeş birinin kendinden daha üstün olduğunu gördüğü zaman ona uymaya tahammül etmesi ve tam bir gönül rızasıyla onu kendinden öne geçirmesi, başarıya ulaşmasını arzula­yarak ona itaat etmesi gerekir.

Cemaat halinde yürütülen faaliyet her kardeşin, kardeşler arasında şartların ve maslahatın gerektirdiği şekilde makamların değiştirilmesine gönlünü razı etmesi esasına dayanır.

Allah Halid bin Velid (r.a.)'den razı olsun. Başarılı bir komutan ol­duğu halde ordu komutanlığı görevinden alınmasını kabul etti ve herhangibir tereddüde veya sıkıntıya düşmeden Ebu Ubeyde (r.a.)'nin komuta­sında çalışmayı kabul etti.

Rabbine karşı ihlaslı olan Müslüman kardeş, zafer konusunda pek sevindirici sonuçlar almamasa da yolda yürümesini sürdürme ve bu ko­nuda gayret gösterme konusunda herhangibir gevşekliğe düşmez. Ondan istenen ihlaslı bir şekilde ve kusursuz olarak çalışmak ve gayret göster­mektir. Sonuçları ise şanı yüce olan Allah belirler ve istenilen sonuçlar için uygun olan zamanı o seçer.

Her ne zaman niyetler dünyevi gayelerden arındırılırsa, o zaman kar­deşler arasında sevgi, dayanışma ve yardımlaşma bağları ve karşılıklı fedakârlık anlayışı güçlenir.

Sözü doğru olan Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Allah kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi sıra halinde sava­şanları sever."[161]

Resulullah (a.s.)'ın şu hadisi şerifi de bu hususu doğrulamaktadır:

"Müslümanların birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve bir­birlerine merhamet etmedeki durumları, herhangi bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve ateş ile ona katılan bir bedenin durumu gibidir."[162]

Öte yandan ihlasa zarar veren bozuk düşünceler ise saflar arasında dayanışmayı bozan ve kuvveti parçalayan unsurlardır. Bu düşünceler, da­ğılmaya, görüş ayrılıklarına ve yerine göre kavga ve dağılmaya sebep olur.

Bu özlü açıklamadan anlaşıldığı gibi ihlas, inanç adamının davet yo­lunda gözetmesi gereken ölçülerin en gerekli olanlarındandır.

Yüce Allah'tan bize her türlü tereddütten uzak samimi bir ihlas ver­mesini ve kendine kavuşuncaya kadar ihlaslarını koruyan ve durumlarını asla değiştirmeyen, başkalarını fitneye sokmayan, kendileri de fitneye kapılmayan doğru ve ihlaslı kullarından eylemesini diliyoruz. Amin.[163]

 

İnanç Adamı Kendisini Tamamiyle Davasına Vermelidir

 

Şehid önder Hasan el-Benna (rh.a.) şöyle diyor:

"Kendini davaya vermekle; onun dışındaki düşünce, ilke ve şahısla­rın etkisinden kendini kurtarmasını kastediyorum. Çünkü bu dava, dü­şüncelerin en yücesi, en derli toplusu ve en mükemmelidir."

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Allah'ın boyasını seçin. Kimin boyası Alah'ın boyasından daha gü­zel olabilir."[164]

"İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir ör­nek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizin taptıklarınızı tanımıyoruz. Siz bir tek Allah' a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir. "[165]

Bir düşünce, insanı tümüyle etkisine alır ve insan, o düşüncenin doğ­ruluğuna bütün kalbiyle inanırsa, zaman, güç, enerji, mal ve bunun gibi elindeki bütün imkânlarını o düşüncenin hizmetine verir. Söylediği her söz ve yaptığı her iş bu düşüncenin etkisinde olur.

Yüce Allah'ın bütün kulları için razı olduğu, insana dünyada mutlu­luk, yücelik ve üstünlük, ahirette ise sonsuza kadar devam edecek nimet­ler ve cehennemden kurtuluşu sağlayacak olan bu hak dinden daha üstün ne olabilir?

İnancının askeri olan Müslüman kardeşin görevi, kendini tamamiyle davasına vermek ve ona bütün gönlüyle bağlanmaktır. Hiçbir baskı altın­da veya hiçbir teşvik dolayısıyla davasmdarr kopmamalıdır. Bu davaya denk olacak hiçbir şey mevcut değildir çünkü.

Bütün özel ve genel işlerinde bu davayı kendisine rehber edinmeli­dir. Başkalarıyla ilişkilerini de bu dava belirlemelidir.

Şehid önder Hasan el-Benna (rh.a.) bu konuda şöyle diyor:

"Samimi bir kardeşin nazarında insanlar altı guruba ayrılırlar: Mücahid Müslüman, cihaddan geri kalan Müslüman, günahkâr Müslüman, islâm devleti ile anlaşma içine girmiş olan zimmi ve tarafsız, islâm'a karsı savaşan kişi. İslâm terazisinde bunların her biri ile ilgili hükümler vardır. Kişiler de guruplar da bu sınıflandırmaya göre değerlendirilip kimlikleri belirlenir. Dostluk ve düşmanlık da buna göre belirlenir."

İnanç adamı davet yolunda çeşitli fitne, imtihan, baskı ve teşviklerle karşı karşıya gelecektir. Bunlarla, kendisini davasına ne kadar verdiği im­tihan edilir. Söz konusu durumlar karşısında ya davasına sarılacak ve ona bağlılığını devam ettirecek ya da başkalarının kendisini etkilemeleri so­nucunda davası ile bağlantısını kesecektir.

Şehid önder Hasan el-Benna (rh.a.)'nın kişinin kendisini davasına vermesinden söz ederken vermiş olduğu ayeti kerime, Hz. İbrahim (a.s.)'in ve beraberindekilerin kavimlerinden ve onların putlarından uzak­laşmalarını bize örnek vermektedir. Hz. İbrahim (a.s.) ve yanındakiler, içinde babaları, oğulları ve yakınları bulunmalarına rağmen, şirk inancını üstün tutan kavimlerinden uzak olduklarını ilan etmekten çekinmemişler­dir.

Bunun gibi Resulullah (a.s.) zamanında da Müslümanlar, babalarını, oğullarını, yakınlarını, mallarını ve yurtlarını terketmelerini gerektirse de dinlerine bağlı kalmayı tercih etmişlerdir.

Yaşadığımız çağda da davet yolunda çalışan kardeşlerimiz çeşitli eziyetlerle karşı karşıya gelmiş, hapse atılmış, işkenceye tabi tutulmuş, öldürülmüş ve muhtelif baskılara maruz kalmışlardır.

Bütün bu uygulamalar, onları davalarından, inançlarına bağlılıkların­dan, cemaatlerinden ve liderlerinden uzaklaştırmayı amaçlıyordu. Hapis­lerde oldukları sırada kendilerine zulüm ve işkence eden kişiye kendisini desteklediklerine dair telgraflar çekmeleri isteniyordu. Bunun gibi cemaatlerinden kopmaları karşılığında hapisten çıkarma ve haklarında mahke­me davası açmama garantisi veriyorlardı. Bütün bunlara rağmen çok az kişinin dışında kimse onların baskılarından etkilenmedi. Büyük çoğunluk ise davalarına bağlılıklarını devam ettirdiler.

Hatta onlardan kendilerine karşı hiçbir yumuşaklık gösterilmeden yirmi yıl hapiste kaldığı halde davalarına ve liderlerine bağlılıklarından zerre kadar taviz vermeyenler oldu.[166]

 

Ahde Vefa Yol Üzere Kararlılık Ve İşlerde Düzenlilik

 

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Mü'minlerden öyle erkekler var ki, Allah'a verdikleri sözde durdu­lar. Onlardan kimi adağını yerine getirdi kimi de beklemektedir. Sözleri­ni asla değiştirmemişlerdir. Ki Allah doğruları doğruluklarıyla mükâ­fatlandırsın. Münafıklara da dilerse azap etsin, yahut tevbelerini kabul buyursun. Şüphesiz Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir."[167]

Mü'minlerden bu dereceye ulaşabilenler, bunu doğrulukları ve Al­lah'a verdikleri ahde, onda herhangibir değişiklik yapmadan bağlı kalma­ları sayesinde başarmışlardır. Bu tutumun tersi ise nifaktır ki, nifakın ala­meti, verdiği sözde durmamak ve ahde vefa göstermemektir.

Davet yoluna giren kişi, bu yolda çeşitli fitne, sıkıntı ve imtihanlarla karşı karşıya gelecektir. Bunlar ise doğru imanı, güçlü bir kararlılığı, ci­hadı, fedakârlığı ve cömertliği gerektirir.

Şehid önder Hasan el-Benna (rh.a.)'nın davet yolu ve bu yol için in­sanların hazırlanması, er kişilerin yetiştirilmesi konusuyla ilgili sözlerine burada dikkat çekmeye büyük ihtiyaç vardır.

Şehid önder şöyle diyor:

"Yeni bir uyanış hareketi içine giren, tehlikeli bir dönemden geçen, geleceklerini, yetişen nesiller için refah ve mutluluk sağlayacak kuvvetli bir zemin üzerine oturtmak isteyen ve elinden alınmış haklarını geri almak, yüceliklerine yeniden kavuşmak isteyen milletlerin insan gücü ha­zırlamaya, ahlâki değerleri sağlamlaştırmaya, çocuklarını gerçek bir er­lik anlayışı ile yetiştirmeye büyük ihtiyaçları vardır. İzledikleri yolda karşılarına çıkacak engelleri aşmaları ve karşı karşıya gelecekleri musi­betlere üstün gelmeleri ancak bu yolla mümkün olabilir."

Şehid önder daha sonra şöyle diyor:

"Bizim içinde bulunduğumuz şartlar gibi şartların içinde bulunan, bizim davamız gibi bir dava için harekete geçen ve bizim üstlenmiş oldu­ğumuz gibi görevler üstlenmiş olan bir milletin kalacak yerlerle teselli bulması, boş ümitler ve temennilerle kendini avutması asla uygun değil­dir. Böyle bir ümmetin kendini uzun ve şiddetli bir savaş ve hak ile batıl, yararlı ile zararlı, hak sahibi ile hakkı gasbeden, yolda ilerleyen ile onu yoldan alıkoymaya çalışan, davalarına samimiyetle bağlanmış ihlaslı ki­şilerle, kuru iddiaların peşine takılmış olanlar arasında meydana gele­cek sert ve kuvvetli bir mücadeleye kendini hazırlaması gerekir.

Bu millet yine bilmelidir ki, cihad, cühd yani gayret, çaba ve zorluk kökünden türemedir. Gayret (cühd) ise itinayı ve yorgunluğu gerektirir. Verilen mücadele kesin sonuçlarını ortaya çıkarıncaya kadar cihad es­nasında rahatlık olmaz. Böyle olmazsa insanlar sabah olunca "keşke ge­ce yürüseymişiz" derler." "Böyle korkulu bir yolda ilerleyen bir toplulu­ğun inançlı, güçlü bir azimet sahibi, samimi, doğru ve her türlü fedakârlığı göstermede cömert, şartlar gerektirdiğinde öne atılabilen bir candan başka hazırlayabilecek bir şeyi yoktur.

Başka bir şeyi tercih etmesi durumunda işinde yenilgiye düşer ve soyundan gelenler de bundan etkilenerek başarısızlığı normal bir şey olarak görürler."[168]

İslâm hilafetinin ortadan kaldırılmasından sonra İslâm ümmetinin içine girmiş olduğu dönemin gerektirdiği büyük gayeyi şehid önderin bu şekilde belirlediğini ve İslâm devletini ve hilafetini yeniden kurabilmek amacıyla Müslüman Kardeşler Cemaati'ni kurduğunu görüyoruz. O, bu gayenin gerçekleştirilmesi için izlenecek yolun uzun ve zor olduğunu, böyle bir gayenin gerçekleştirilmesi için mutlaka teşkilatlı bir cemaat ça­lışmasına ihtiyaç olduğunu ve bunun için kişilerin yetiştirilip hazırlanma­sının şart olduğunu bildirmiştir.

Bunun yanısıra faaliyetle ilgili metod ve prensipleri de belirlemiş; cemaatin ilerlemesi, büyümesi ve sapıklığa düşmemesi için gerekli şartla­rı ve garantileri ortaya koymuştur. Kardeşlerin bey'atlanna bağlı kalmala­rının bir gereği olarak bu şartları iyi gözetmeleri ve herhangi bir değişik­likten ve bozulmadan korumaları için bunlar, bey'atın ilkeleri olarak be­nimsenmiştir.

Bundan dolayı davet yolundaki bir inanç adamının ahdine vefa gös­termesi, yolunu iyi tanıyıp görmesi, önündeki engel, sıkıntıları aşmak için ihlas, fedakârlık, cihad, güven, kararlılık gibi ihtiyaç duyacağı şeyleri bilmesi gerekir.

Sözü doğru olan Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Sana bey'at edenler gerçekte Allah'a bey'at etmişlerdir. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine boz­muş olur. Kim de Allah'a verdiği sözü tutarsa, Allah ona büyük bir mükâfat verecektir."[169]

Kur'an-ı Kerim'de mü'minleri ahidlerine vefa göstermeye ve bu ahidlerini bozmamaya teşvik eden ayeti kerimeler hayli çoktur. Bunlar arasından Yüce Allah'ın Maide suresinin baş tarafındaki sözünü burada veriyoruz:

"Ey iman edenler! Yaptığınız sözleşmelerin gereğini yerine getirin."[170]

Yüce Allah, Ra'd suresinde de şöyle buyuruyor:

"Şimdi Rabb'inden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse kör gibi olur mu! Ancak sağduyu sahipleri öğüt alır. Onlar ki, Allah'ın ahdi­ni yerine getirirler ve antlaşmayı bozmazlar"[171]

Yüce Allah, Nahl suresinde de şöyle buyuruyor:

"Antlaşma yaptığınız zaman Allah'ın ahdini tam yerine getirin. Pe­kiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Çünkü Allah'ı üzerinize kefil yap­tınız. Allah yaptıklarınızı bilir."[172]

Ahde vefa, insanlar arasında söz ve hareket birliğini sağlayan anla­yış birliğinin garantiye alınması için gereklidir. İhlasın sağlanabilmesi, Allah'ın sözünün en yüce olması için cihad edilebilmesi, tam bir kardeşlik ve güven anlayışı içinde fedakârlık ve kararlılıkla ilerleyişin ger­çekleştirilebilmesi için de ahde vefaya ihtiyaç vardır.

Sahabeyi kiramın hayatları incelendiğinde, onların ahidlerine vefa gösterme konusunda çok güzel örnekler ortaya koymuş oldukları görülür. Allahu Teala da onların bu tutumlarına karşılık kendilerine olan vaadinin gereğini yapmış ve düşmanlarına karşı onlara zafer nasib etmiştir.

Davet yolunda kararlılık da inanç adamının gözetmesi gereken temel ölçülerdendir.

Şehid önder kararlılığı bey'atın ilkeleri arasında saydıktan sonra şun­ları söylemiştir:

"Kararlılık ile kardeşin, süre ne kadar uzun görünse ve yıllar ne ka­dar uzasa da, bu gaye uğrundaki mücadelesi ile Allah'a kavuşuncaya ka­dar gayesi yolunda çalışmasını ve cihad etmesini kastediyorum. Böyle biri iki güzelden birine kavuşacaktır: Ya gayeye ulaşma, ya da sonuçta şehitlik mertebesine kavuşma."

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Mü'mirilerden öyle erkekler var ki, Allah'a verdikleri sözde durdu­lar. Onlardan kimi adağını yerine getirdi kimi de beklemektedir. Sözleri­ni asla değiştirmemişlerdir."[173]

Bize göre vakit, kullanılan ilacın bir parçasıdır ve yol da hayli uzun­dur. Bu yolda değişik merhalelerden geçilecek, çeşitli engellerle karşıla­şılacaktır. Ancak istenilen gayeye ulaşmada kullanılabilecek tek yol da bu yoldur.

Bunun yanısıra bu yolda ilerlemenin karşılığı da hayli büyük ve se­vabı gayet güzel olacaktır.

Bu arada bilmeliyiz ki, bizim altı aracımızdan (vesilemizden) her bi­ri iyi hazırlanmayı, fırsatları iyi değerlendirmeyi ve uygulamayı dikkatli­ce gerçekleştirmeyi gerektirmektedir. Bütün bunların gerçekleştirilmesi ise vakitle bağlantılıdır.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Sana, "Ne zaman o?" diyecekler. De ki: "Yakın olması mümkün­dür."[174]

Şehid önder, düşmanlarımızın çoğunun bize karşı büyük bir kin bes- leyeceklerine ve bizim tutuklama, sürgün, evlerimizin aranması ve malla­rımızın gasbedilmesi olayları ile karşılaşacağımıza dikkat çekmiştir. O, bu konudaki sözlerini, işaret ettiği olaylar gerçekleşmeden bir kaç yıl ön­ce söylemişti.

Davet yoluyla ilgili olarak bu açıklamaların önceden yapılması, ne­fislerin söz konusu sıkıntılara samimi bir kararlılıkla karşı durabilmesini sağlamak amacıyla iyi hazırlanması ve yetiştirilmesi için gerekli idi. Bu gibi sıkıntılarla karşı karşıya gelinmesinin Yüce Allah'ın hak davetlerle ilgili ilahi sünneti olduğunun da bilinmesi gerekiyordu.

Şehid önder aynı zamanda sözü edilen sıkıntılarla karşı karşıya geldikten sonra ancak davetçilerin yollarına girmiş olabileceğimizi de bildir­miş ve "sizinle ilgili bu imtihan uzun sürebilir, siz Allah'ın dininin yar­dımcıları olmakta kararlılık gösterebilecek misiniz?" diye söylemişti.[175]

Davet yolunu tecrübe ettik. Çeşitli sıkıntılar ve imtihanlarla karşı ri­salesi karşıya gelinince, bazıları bir takım engellerin önünde oturup kal­dılar. Bunun yanısıra yoldan sapanlar da oldu. Ancak bu gelişmeler karşı­sında, özellikle de sıkıntılar ve düşmana karşı verilen cihad ve mücadele esnasında kararlılık önemli bir hadise idi. Talut ve Calut ile ilgili hikâyede anlatılanlar, engellerin aşılması, kararlılığın zorunluluğu ve iler­leyişin sürdürülmesi konularında önemli bir örnektir. Orada kendilerin­den söz edilen mücahitler, Allah'ın düşmanları ile karşı karşıya geldikle­rinde Yüce Allah'ın kendilerine sabır ve kararlılık (sebat) vermesini dile­mişlerdi.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Bunlar Calut'un ve askerlerinin karşısına çıktıklarında da: "Ey Rabb'imiz bize bolca sabır ver, ayaklarımızı sağlam tut ve kâfirler toplu­luğuna karşı bize yardım et" dediler, Allah'ın izniyle onları yenilgiye uğ­rattılar ve Davud, Calut'u öldürdü. Allah da ona hükümdarlık ve hikmet verdi ve kendisine dilediğinden öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bazıla­rını, diğer bazılarıyla savması olmasaydı, yeryüzünün düzeni bozulurdu. Ancak Allah alemler üzerinde lütuf sahibidir."[176]

Biz de Allahu Teala'dan sürekli şekilde mücadelede kararlılık ve doğruya ulaşma azimeti ihsan etmesini dilemeliyiz. Ey kalpleri ve gözleri değiştiren! Bizim kalplerimizi senin dinin üzerine sabit kıl!

"Allah iman edenleri dünya hayatında da ahiret hayatında sağlam söz üzerinde kararlı kılar. Allah zalimleri de saptırır ve Allah dilediğini yapar."[177]

Şüphe yok ki, sabır ve engellerin aşılması konusunda kişiye en çok yardımcı olan unsur doğru ve samimi bir imandır. Böyle bir iman kişiye, zaman ne kadar uzun sürse ve ne kadar çok engelle karşılaşılsa da yolda ilerleyişini sürdürme konusunda da yardımcı olur. Allah katında olan da­ha hayırlı ve daha kalıcıdır.

Bunun gibi davet yolunda Allah için kardeşlik bağı da bu yola giren­lerin ilerleyişlerini sürdürmelerine yardımcı olur. Çünkü bu anlayışa sa­hip olanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederler ve mü'minlere fay­da sağlayan öğütte bulunurlar. Kişi kardeşleri ile birlikte olduğu zaman kalabalıktır. Kurt, ancak sürüden ayrılan koyunu kapar. Yasir ailesine kâfirler tarafından işkence edilirken Resulullah (a.s.) onların yanlarından geçer ve "Sabredin ey Yasir ailesi, size vaad edilen cennettir" diye buyu­rurdu.[178]

Resulullah (a.s.) mü'minleri, Yüce Allah'ın kendi dinine yardım ede­ceğini ve nurunu tamamlayacağını müjdeliyor, ancak onların acele ettik­lerine dikkat çekiyordu.

Yaşadığımız çağda da, gerek İhvan ve gerekse insanları Allah'ın di­nine çağıran diğer davetçiler çeşitli sıkıntılarla karşı karşıya gelmişler, iş­kencelere tabi tutulmuşlar ve içlerinden öldürülenler olmuştur.

Ancak Yüce Allah onlara sabır ve sebat vermiş, böylece onların çağ­rıları çok değişik bölgelere ulaşacak kadar yayılmıştır. Görülen şu İslâmi uyanış, söz konusu sabır ve kararlılığın ürününden başka bir şey değildir. Biz bu uyanışın Rabbimizin izniyle güzel ürünler ortaya koyacağına ina­nıyoruz.[179]

 

İşlerde Düzenlilik

 

Dava adamı olan kardeşimizin, işlerini belli bir düzen içinde yürüt­mesi gerekir. Yüce Allah'ın bize lütfetmiş olduğu vakit, sağlık, mal ve ilim gibi nimetlerin tümünün kıymetini gayet iyi bilmemiz ve bütün bun­ları yerli yerince değerlendirmemiz gerekmektedir. Bu nimetler boşa harcanmamalıdır. Bunun başarılabilmesi için de bütün işlerin belli bir düzen içinde ve dikkatlice yürütülmesi şarttır. Özellikle görevlerimizin vakitle­rimizden çok olduğunu düşünürsek bu husus daha da önem kazanır. Bir kardeşimiz eğer işlerini belli bir düzene göre yürütmezse pek çok vaktini ve enerjisini boşa harcayacaktır.

Aynı şekilde mali işlerin de belli bir düzene göre yürütülmesi gere­kir. İhtiyaçların karşılanmasına en önemliden başlanılarak bir sıralama yapılmalıdır.

Bunun dışındaki işlerinin de anarşi ve karışıklıktan uzak şekilde bel­li bir düzen ve sisteme göre yürütülmesi gerekir. Bu uygulama kişiye bol vakit, mal ve enerji kazandınr. İşte kardeşlerimiz böyle ev işlerini, çalış­malarını, bürolarındaki işlerini, kısaca bütün faaliyetlerini belli bir düze­ne oturtmalıdırlar.[180]

 

Kardeşlerini Sevmek Ve Metoduna Güvenmek

 

Allah için kardeşlik, İslâm nimetinden sonra gelen büyük bir nimet­tir.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde bu husustan söz ederek şöyle buyur­maktadır:

"Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Allah'ın si­ze olan nimetini anın ki, siz birbirinize düşmandınız Allah gönüllerinizi birbirine yaklaştırdı da O'nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Bir ateş çu­kurunun kenarında idiniz Allah sizi oradan kurtardı. Doğru yola erişesiniz diye Allah size böyle ayetlerini açıklıyor."[181]

Yüce Allah ayrılığın fenalığını bildirmek için de şöyle buyurmakta­dır:

"Kendilerine açık belgeler geldikten sonra dağılan ve ayrılığa dü­şenler gibi olmayın. Onlar için büyük bir azap vardır."

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'in bir başka yerinde de şöyle buyuruyor:

"Yardımıyla seni ve mü'minleri destekleyen O'dur. (Allah) onların kalplerinin arasını uzlaştırdı. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin yine onların kalplerinin arasını uzlaştıramazdın. Fakat Allah onların aralarını uzlaştırdı. O daima üstündür, hikmet sahibidir."[182]

Kardeşlik ve birlik iman ve kuvvetin sembolüdür. Ayrılık ve uzlaş­mazlık ise başarısızlığın ve küfrün sembolüdür.

Davet alanında faaliyette bulunan mü'minlerin kalplerinde birbirleri­ne karşı sevgi ve kardeşlik duygularının bulunması ve bunların hep aynı yolda olduklarının şuurunda olmaları, bütün çalışanların tek safta birleş­melerini sağlayan unsurların en kuvvetlilerindendir. Bu şekilde aynı safta bir araya gelenler birbirlerine güç katarlar. Herkes kardeşi için kendini feda eder ve kardeşini kendine tercih eder. Böyleleri davet yolunda ve cihad meydanlarında oldukça sağlam bir bina gibidirler. Düşman onların aralarım yaramaz.

İşte ilk Müslümanlar böyle idiler. Muhacirler ve ensar birbirlerine böyle bağlanmışlardı.

Resulullah (a.s.)'ın muhacirler ile ensarı birbirleri ile kardeşleştirmesinden sonra ensardan olan birinin muhacirlerden olan kardeşini kendi nefsine nasıl tercih ettiğini sahabe hayatından öğreniyoruz.

Onların bu tutumlarını Kur'an-ı Kerim de kayda geçirmiş ve Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde onların hakkında şöyle buyurmuştur:

"Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleş­tirmiş olan kimseler kendilerine hicret edip gelenleri severler. Onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefis­lerinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler işte onlar saadete eren­lerdir."[183]

İşte Yüce Allah, Peygamberinin eliyle onları önce iman gücü ile sonra sevgi ve kardeşlik gücü ile cihad ve İslâm savunması için böyle ha­zırlamıştı.

Cihad ve İslâm'ı savunma mücadelesi ise candan ve maldan fedakâr­lığı ve Allah katında olanı tercih etmeyi gerektirir. Bu mücadele aynı za­manda düşman karşısında safların sağlam tutulmasını gerektirir.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Allah kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi sıra halinde sava­şanları sever."[184]

Şehid önder Hasan el-Benna (rh.a.) da bu yolu Resulullah (a.s.)'ın siretini inceleyerek belirledi. En başta iman konusuna ağırlık verdi. Eğitim ve Müslüman ferdin hazırlanması konusuna da büyük önem verdi. Bunların ardından kardeşlik ve sevgi konusuna önem verdi ve bu ikisini bey'atın şartları arasına koydu. Kardeşlik ve sevginin en alt derecesinin kişinin kalbinde kardeşine karşı herhangibir fena düşüncenin bulunma­ması, en yüksek derecesinin ise kardeşini kendi nefsine tercih etmek ol­duğunu bildirdi. Kardeşliğin anlamının İslâm ile bütünleşmesi için de kurduğu cemaati "Müslüman Kardeşler Cemaati" olarak adlandırdı. Kişi­leri Allah yolunda cihad için hazırladı. Filistin savaşında da bu konuda pratik bir örnek ortaya koydu. Müslüman Kardeşler'in mücahitleri, fedakârlık ve atılganlıkta oldukça başarılı hareketler gerçekleştirerek siyonistleri hayli zor durumda bıraktılar. Bundan dolayıdır ki o, "İlkeler Risalesi"nde, bey'atın şartlarından söz ederken "Kardeşlik" başlığını taşı­yan bölümde şunları söylemiştir:

"Kardeşlik ile gönüllerin ve ruhların inanç bağı ile birbirlerine bağlanmasını kastediyorum, inanç, bağların en sağlamı ve en kıymetlisidir.

Gerçek kardeşlik ise iman kardeşliğidir. Ayrılık küfrün kardeşidir. Güçlerin en başta geleni birlik gücüdür. Sevgi olmadan ise kardeşlik ol­maz, sevginin en alt derecesi; kişinin kalbinde kardeşine karşı herhangi­bir fena düşüncenin bulunmaması, en yüksek derecesi ise kardeşini kendi nefsine tercih etmektir.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Nefislerinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir."[185]

Samimi bir kardeş, kardeşlerini kendi açısından kendi nefsinden da­ha üstün görür. Çünkü o, bu kardeşleri ile birlikte olmazsa, başkaları ile birlikte olamayacaktır. Ama onlar kendisi ile birlikte olmazlarsa, başkala­rı ile birlikte olabilirler. Kurt sürüden ayrılmış olan koyunu kapar. Bir mü'minin başka bir mü'mine göre durumu ise duvarlarının bazıları diğer bazılarını ayakta tutan binanın durumu gibidir.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"İman eden erkekler ve kadınlar birbirlerinin velileridirler."[186]

Bizim de işte böyle olmamız gerekmektedir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) de imanın sevgi ile bağlantısına işaret ederek şöyle buyurmuştur:

"Sizden biri kendisi için arzuladığını kardeşi için de arzulamadıkça iman etmiş olamaz."[187]

Bir başka hadisi şerifinde de şöyle buyurmaktadır:

"iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. Size işlediğiniz zaman birbirinizi seveceğiniz bir şeyi öğreteyim mi: Aranızda selâmı yayınız."[188]

Biz hem baskı dönemlerinde hem rahatlık dönemlerinde Allah için kardeşlik nimetinin lezzetini tattık. Çeşitli sıkıntıları, imtihanları, hapis­hanelerde ve tutukevlerinde baskıya maruz kaldığımız sıralarda bu nime­tin ne derece lezzetli bir şey olduğunu gördük. İman ve sabırdan sonra sevgi ve kardeşliğin en değerli ilaç olduğunu ve o sıkıntılara ve işkence­lere karşı rahatlığı sağlayan unsur olduğunu gördük.

Bir kardeş bir yolculuğa çıktığında herhangi bir beldede, özellikle de bir küfür beldesinde bir kardeşi ile karşılaşırsa, kendini adeta çölün orta­sında bulunan yemyeşil bir alanın içerisinde gibi hisseder. Gerçekten kardeşlik Yüce Allah'ın bir nimetidir.

Milyonların sahibi birinin intihar etmesi olayı ile ilgili hikâyeyi ço­ğumuz duymuştur. Hikâyeye göre bu adam intihar etmeden önce bir yazı yazar ve kendisiyle ilişki kuranların tümünün malına göz dikmeleri sebe­biyle böyle ilişkiye girdiklerini, içlerinden birinde samimi bir dostluk gö­remediğini ve bu yüzden intihar ettiğini bildirir. Bu olaydan anlaşıldığına göre o zengin kişi, malı ile kendisine samimi bir dost kazanamamıştır.

Ancak şu var ki, davet alanında çalışanların birbirlerini sevmelerini ve birbirleri ile yakın dostluk ilişkileri içinde olmalarını görmek, şeytanı ve yardımcılarını kızdırır. Bundan dolayı onların aralarına fitne sokmak ve onları birbirlerine düşürmek isterler.

Yüce Allah mü'minleri bu gibi durumlardan sakındırmış ve şöyle buyurmuştur:

"Kullarıma söyle en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarına girer. Zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır."[189]

Resulullah (a.s.) da, şeytanın ve yardımcılarının fitne sokma çabala­rına karşı aramızdaki sevgi bağını koruyabilmemiz ve söz konusu kardeşlik anlayışını ayakta tutabilmemiz için birbirlerimize nasıl muamele edeceğimiz konusunda bize çeşitli bilgiler vermiştir. Bunun için bizi;

Birbirimizle her karşılaşmamızda selâm vermeye,

Birbirimize karşı güler yüzlü olmaya,

Aksırdığı zaman "elhamdülillah" diyene "yerhamukellah (Allah sana rahmeti ile muamele etsin)" demeye,

Hasta olanı ziyaret etmeye,

Ve ihtiyaç sahibine yardımcı olmaya çağırmıştır.

Hatta içimizden biri bir yanlışlık işlediği zaman onu uyarma konu­sunda Resulullah (a.s.)'ın metodunu kullanmalıyız. Resulullah (a.s.) kim­senin duygularını rencide etmeden hatırlatmasını yapar ve:

"Bazı kimse­lere ne oluyor da şöyle söyle yapıyorlar?"[190] diye buyururdu.

Kıymetli ilim adamlarımız öğüt verme ve öğüt verenin öğüdünü ka­bul etme konularıyla ilgili olarak belirlemiş oldukları güzel hükümlerle bize yol göstermişlerdir.

Bu öğütlerden birisinde şöyle deniliyor:

"Öğüdü en güzel şekilde ver. Sana ise her ne şekilde öğüt verilirse kabul et."

Bir başkasından da şöyle deniliyor:

"Kim bir kardeşine gizlice öğüt verirse, ona hem öğüt vermiş hem de onu süslemiş olur. Kim de açıktan öğüt verirse, hem onun ayıbını dışa vurmuş hem de fenalık etmiş olur."

Herbirimiz kardeşlik anlayışını ve kardeşlerine karşı beslediği sevgi­yi herhangi bir kimsenin fitne karıştırmasına karşı korumalıdır.

Bir kimsenin kalbine kardeşi hakkında herhangibir tereddüt doğarsa bu tereddüdün ne derece haklı ve yerinde olduğunu araştırmalıdır. Belki bir yanlış anlaşılma, bir karıştırma söz konusu olabilir. Kardeşi eğer ken­disinden özür dilerse özürünü kabul etmelidir.

Sözü doğru olan Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Sizden fazilet ve servet sahibi kimseler yakınlığı bulunanlara, yok­sullara Allah yolunda göç edenlere bir şey vermemeye yemin etmesinler. Affetsinler geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah bağışlayan, rahmet edendir."[191]

Kim kardeşinin bir hatasını görmezlikten gelir ve onu affederse Al­lah da onu affeder.

Bir kardeşin kalbinin, kardeşlerinden biri hakkında tereddüt içinde kalması doğru olamaz. Aksi halde bey'atin kardeşlikle ilgili şartını boz­muş ve bu konuda geri adım atmış olur.

Yüce Allah'ın ayeti kerimelerinde mü'minlerin özellikleri olarak sa­yılan özellikleri kazanmak için gayret sarfetmeliyiz.

Bu gibi özelliklerden söz eden ayeti kerimelerin bazılarında şöyle buyuruluyor:

"Onlar birbirlerine karşı merhametlidirler."[192]

"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, kendisinin onları sevdiği onların da kendisini sevdiği, mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve güçlü, Allah yolunda cihad eden ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmayan bir topluluk getirecektir."[193]

"Onlar bollukta ve darlıkta hayır için harcar, öfkelerini tutar ve in­sanları bağışlarlar. Allah da iyilikte bulunanları sever."[194]

 

Müslüman Kardeş Metoduna Güvenmelidir

 

Davet yolundaki inanç adamının mutlaka metoduna güvenmesi gere­kir. Davasının hem metoduna, hem liderine, hem de kadrosuna güvenme­lidir. Bu, herhangibir şüphe ve tereddüde düşmeden mümkün olduğu ka­dar sağlıklı bir şekilde ve Yüce Allah'ın şeriatına da muhalefet etmeden bütün enerjisini davasına harcayabilmesi için gereklidir.

En başta İslâmi çalışma konusunda doğru bir yolda olduğuna güven­melidir. İslâm hilafetinin ortadan kaldırılmasından sonra İslâm ümmeti­nin içine düşmüş olduğu dönemin gerektirdiği ve dünya çapında bir İslâm devletinin kurulabilmesi ve İslâm hilafetinin yeniden te'sis edilebil­mesi için her bir Müslümanın yapması gereken görevlerin gerektirdiği yolun bu yol olduğuna inanmalıdır.

Aynı şekilde gerçekleştirilmesi şart olan gaye uğrunda cemaatin iz­lediği metoda güvenmesi ve bunun Resulullah (a.s.)'ın ilk İslâm devletini kurmak için izlemiş olduğu metoda uygun olduğuna inanması gerekir. Resulullah (a.s.)'ın kurmuş olduğu ilk İslâm devleti, önce inanç ve birlik sonra da silah ve bilek gücünün üzerine kurulmuştu. Bunun dışındaki un­surların üzerine kurulan bir yapı ise sağlam olmaz.

Davet yolundaki inanç adamının bu izlenen yolun Allah'ın izniyle biraz uzun sürse de gayeyi gerçekleştireceğine güvenmesi ve bu konuda gönlünün rahat olması gerekir. Batıl ne kadar çırpınsa da, Yüce Allah'ın batıl ile hak arasındaki mücadele ile ilgili ilahi sünneti değişecek değildir.

Yüce Allah bu konuda Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Allah hak ile batılı böyle bir benzetme ile anlatır. Köpük yok olup gider, insanlara yararlı olan ise yeryüzünde kalır, işte Allah böyle ör­nekler verir."[195]

"Hayır biz hakkı, batılın üstüne atarız da o, onun beynini parçalar, derhal canı çıkar."[196]

Resulullah (a.s.)'ın Mekke'de sayıları çok fazla olmayan mü'minlerden başka etrafında kimsenin olmamasına ve müşriklerin, yahudilerin, İranlıların ve Rumların kendisini çepeçevre kuşatmasına rağmen kendisi­nin ve sahabesinin doğru yolda ilerlemeleri sonucu Yüce Allah onlara yardım etti ve kendilerini zafere ulaştırdı. Böylece Arap Yarımadası ta­mamen şirkten temizlendi, yahudiler oradan çıkarıldı, İran toprakları fet­hedildi ve güçlü bir İslâm devleti kuruldu. Bu devlet, hâkimiyetini etrafa yaydı ve böylece karanlıklar dağıldı, etrafı aydınlık sardı.

Bugün İslâm ve Müslümanlar, batıl güçlerin saldırılarına uğruyorlar. Batıl güçler bütün modern silahları ile saldırılar düzenliyor.

Ancak bütün bu saldırılar bizi korkutmayacaktır. Bilakis bizi doğru yola ve Allah'ın şeriatına daha çok sarılmaya yöneltmektedir. Gerçekten Allah'ın dinine yardım edenlerden olabilmek için bu saldırılar karşısında Allah'ın şeriatına daha çok sarılmaya ihtiyacımız bulunuyor.

Yüce Allah'ın yardım vaadini gerçekleştireceğine ve doğru davet yo­lunu izlemeleri durumunda haksızlığa uğratılmış kullarını hakimiyete gireceğine kesin olarak inanıyoruz.

"Biz orada zayıf düşürülmüş olanlara lütfetmek, onları önderler yapmak, onları mirasçı kılmak istiyorduk."[197]

 

Şüphe Ve Şüphenin Giderilmesi

 

Düşmanlardan bazılarının dava saflarında ve yönetim hakkında çe­şitli tereddütlere yol açmaya çalıştıklarını bilmeliyiz.

Cemaatin izlediği metod konusunda tereddüde sebep olmaya çalı­şıyorlar.

"Her ne zaman binamızı yükseltsek düşman bize karşı uyguladığı baskılarla bu binamızı yıkmaktadır" diyorlar.

Bu yanlış bir düşüncedir. Baskılar yıkıma sebep olamamakta, aksine bir silkinmeye, arınmaya, birbirini tutan parçaların meydana getirdiği ve üzerine binanın oturacağı sağlam bir zeminin oluşmasına yol açmaktadır. Zeminin sağlam olması, kurulan binanın daha uzun ömürlü, dayanıklı ve yüksek olmasını ve kolay kolay yıkılmamasını sağlamaktadır.

Düşmanlar, cemaat yönetimi hakkında da tereddüde neden olmaya çalışmakta ve dava mensuplarının, cemaat yönetiminin hatası sebebiyle sıkıntı, bela ve işkencelere uğradıklarını ileri sürmektedirler.

Bu düşünce de yanlıştır. Çünkü sıkıntılar Yüce Allah'ın, hak davet­lerle ilgili ilahi sünnetidir. Peygamberler ve onlarla birlikte iman etmiş olanlar da herhangibir hata yapmadıkları ve bir kusur işlemedikleri halde benzer sıkıntılarla karşı karşıya gelmişlerdir.

Düşmanlar cemaat yönetiminin hakkı araştırmadığı ve kararların alınması konusunda şuraya başvurmadığı iddiaları ile de şüpheye yol aç­mak istemektedirler. Bu açık bir yalan ve iftiradır. Allah'ın izniyle yöne­tim bir konuda karar alacağı ve görüş bildireceği zaman hakkı araştır­makta, şeriatın bu konu ile ilgili fetvasının ne olduğuna bakmakta karar ve tutumlarında bu fetvalara göre hareket etmekte ve İslâm'ın şart koştu­ğu şuranın prensiplerine de uymaktadır.[198]

 

Müslümanın Şüphe Karşısında Görevi

 

Müslüman kardeş, kendisini tereddüde düşüren bir şeyle karşı karşı­ya gelmesi durumunda onun ne derece doğru olduğunu araştırmalıdır.

Yüce Allah bizden bunu istemekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Size fasık biri bir haber getirirse onun doğru olup olmadığını araştırın, yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz."[199]

Gerek uluslararası alanda gerekse İslâmi çevrelerde zaman zaman bazı görüş ayrılıklarının ortaya çıktığı ve bu görüş ayrılıklarının bölün­melere ve farklı konumlara geçilmesine neden olduğu görülmektedir.

Cemaatin birliğinin korunabilmesi için cemaat mensubu her ferdin şu hususları yerine getirmesi gerekir:

a. Şura (istişare) görevini yerine getirmelidir.

b. Kendi görüşüne aykırı düşse de cemaat yönetiminin kabul etmiş olduğu tutumu benimsemelidir.

c. Bazılarının yönetimin otoritesini sarsmak amacıyla ortaya atmış oldukları iddialardan etkilenmemelidir.

Bütün bunlar yerine getirilirse meydana gelen olaylar, cemaatin bir­liğine herhangi bir zarar vermeyecektir.

Doğru üzerinde birleşmemiz, en doğruyu benimsemiş olmak için ay­rılmamızdan iyidir.[200]

 

Kendini Düzeltmek Başkalarına Dua Etmek

 

Davet yoluna girmiş olan dava adamının pratik açıdan başkalarına güzel örnek olabilmesi için durumunu düzeltmesi gerekir. İslâm'ın insan­lara sunduğu bütün fazilet ve güzellikleri kendinde göstermeye çalışmalı­dır. Her türlü bozuk inançtan uzak tevhid inancını benimsemekle başla­yıp, sağlıklı ibadet, sağlam ahlâk, düşünce, kültür, işlerinde düzenlilik ve zamanını iyi değerlendirmeye özen göstermekle başkalarına örnek olma­lıdır.

Bir kişinin bu sayılan özellikleri kazanabilmesi için mutlaka özel bir gayret göstermesi gerekir. Sonra nefsi düzeltmenin metod ve araçları ko­nusunda cemaatle yardımlaşmalıdır.

Kendi kendini düzeltmenin temel esası; dosdoğru bir inanca ve kuv­vetli bir imana sahip olmaktır. İslâm inancından uzak bir temel üzerine oturtulan düzeltmeden herhangi bir hayır beklenemez.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Kim islam'dan başka bir dine yönelirse onun dini kabul edilmeye­cektir. O ahirette de hüsrana uğrayanlardan olacaktır."[201]

Güçlü iman insan nefsinin fena huy ve tabiatlarına karşı mücadele eden unsurdur. Nefis eğer terbiye edilmezse, insanı yoldan çıkarır ve he­lak edici durumların içine sürükler.

Şair bu hususu şu şekilde dile getiriyor:

"Nefis çocuk gibidir kendi haline bırakırsan emmeyi arzular. Sütten kestiğin zaman da kesilir."

İslâm, insanın tabiatında mevcut olan karakterleri terbiye eder ve on­lara meşru ve helal olan yolu gösterir; yoksa bu karakterleri tamamiyle yok etmez.

Şeytan bıkmadan ve yorulmadan sürekli şekilde insanı fenalığa yö­neltmeye ve fitnenin içine düşürmeye çalışır. Müslümanın da buna karşı­lık sürekli şekilde uyanık ve dikkatli olması gerekmektedir. Hidayet yo­lunu (doğru yolu) bilmeli ve ona uymalıdır. İnsanı taşkınlığa götüren yo­lu da bilmeli ancak ondan uzak durmalıdır.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"İşte benim dosdoğru olan yolum budur, ona uyun. Değişik yollara uymayın sonra bu yollar sizi O'nun (Allah'ın) yolundan ayırır. Olur ki sakınırsınız diye (Allah) size böyle buyurdu."[202]

Güçlü iman, yolu aydınlatır, doğru yolu da sapık yolları da açık ve net bir şekilde insana gösterir. Bunun yanısıra güçlü iman, kişinin doğru yola girmesine yardımcı olur ve onu sapıklıktan korur. İmanı yenilemek ve kuvvetlendirmek şarttır.

Davet yolunda mutlaka azık da bulundurulmalıdır. Azıkların en ha­yırlısı ise takvadır. İnanç adamının, kendisine azık temin edebilmesi ve bu konudaki ihtiyacını karşılayabilmesi için azık kaynaklarını tanıması gerekmektedir. Umuyorum "Davetçinin Azığı" adlı bölümümüz bu konu­da sizlere yardımcı olacaktır.

İnanç adamının aynı zamanda kendini duyduğu ve okuduğu şeylerin en güzellerini almaya ve onları pratiğe geçirmek için gereken gayreti gös­termeye alıştırması gerekmektedir.

Yüce Allah'tan bizi aşağıdaki ayeti kerimesinde sözünü ettiği kimse­lerden eylemesini diliyoruz.

Yüce Allah ayet-i kerimesi'nde şöyle buyuruyor:

"Onlar sözü dinler ve onun en güzel olanına uyarlar."[203]

Kendi kendini düzeltme (nefsi ıslah) konusunda gösterilecek özel gayretler konusunda şunları söyleyebiliriz: Namaz, oruç, zekât ve hac gi­bi ibadetleri en güzel şekilde yerine getirmek gerekir. Bu ibadetler, sade­ce bedenle değil aynı zamanda kalp ile eda edilmelidir. Bütün bu ibadet­lerin eğitici bazı etkileri vardır. Bu etkiler, o ibadetleri tam şartlarına uy­gun bir şekilde ve sadece görünüş itibariyle değil aynı zamanda öz itiba­riyle yerine getiren kimselerde görülür.

İnanç adamının Allah katında ve insanların nazarında kabul görecek güzel bir örnek olmak suretiyle İslâm'ın üstün ahlâki meziyetlerini ken­dinde göstermesi gerekir. Özellikle Müslümanların çoğunun bu yönü ih­mal ettikleri ve aralarında İslâm'ın kabul etmediği bazı fena ahlâkların yayıldığı şu dönemde, buna çok fazla ihtiyaçları vardır.

Bizim kadın olsun erkek olsun örnek şahsiyetler ortaya çıkarmaya ihtiyacımız vardır. Bu şahsiyetler, davetin geriye kalan merhalelerinin tü­münün ortak kaynağıdır. Müslüman aile, Müslüman toplum, İslâmi hükü­met, İslâm devleti ve İslâm hilafeti hep böyle örnek Müslüman şahsiyet­lerle kurulabilecektir.

İnanç adamı, kendini düzeltme (nefsini ıslah) konusunda göstereceği özel gayretler arasında gece ibadetine kalkmayı, zikiri, Kur'an-ı Kerim okumayı, Kur'an-ı Kerim üzerinde düşünmeyi, Kur'an-ı Kerim'den ve Resulullah (a.s.)'ın hadisi şeriflerinden gücü yettiği kadarını ezberlemeyi de ihmal etmemelidir.

Aynı şekilde bu dini iyi anlamak ve başkalarını İslâm'a davet konu­sunda yararlanacağı bilgiye sahip olmak için de okuması gerekir.

Davet yoluna girmiş olan inanç adamı bilmelidir ki, kendi nefsini düzeltme konusuna gösterdiği özen ölçüsünde, sapıklığa düşmeden ve mücadeleden geri kalmadan yolunda ilerleyişini sürdürme konusunda ba­şarılı olabilir. Bunun tersi de doğrudur. Yani sapıklığa düşmeden ve mü­cadeleden geri kalmadan yolunda ilerleyişini sürdürme konusundaki ba­şarısı ölçüsünde nefsini düzeltme konusunda başarılı olur.

Özellikle Yüce Allah'ın bize bunu bildirdiğini düşünürsek, meseleyi daha iyi anlarız.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Kim cihad ederse o ancak kendi yararına cihad etmiş olur. Şüphe­siz ki, Allah'ın alemlerden bir şeye ihtiyacı yoktur."[204]

Önderimiz Hasan el-Benna (rh.a.) bize şöyle söylemiştir: "Siz davet yolunda olmazsanız bir başka yolda olamazsınız. Davet ise siz olmazsanız başkaları vasıtasıyla yürür. Siz eğer davet yükünü yüklenmezseniz, Allah sizin yerinize başka bir toplum getirir de onlar si­zin gibi olmazlar."

Bütün kardeşlerimiz cemaat ile ilişki içinde olmanın hayırlarından kendilerini mahrum etmemeye çalışmalıdırlar. Bunun başarılması ise kendini düzeltmeye ve hazırlamaya verilecek öneme bağlıdır.[205]

 

Davet, Davetçinin Asli Görevidir

 

İslâmi alana baktığımızda Müslümanların çoğunun İslâmiyete men­sup olmalarının anlamını ve bu mensubiyetin kendilerinden neler istedi­ğini hakkıyla anlayamadıklarını görürüz.

Hatta onların çoğunun mensubu oldukları İslâmiyeti, bid'at, hurafe ve sapmalardan uzak halde, bütüncül (şümullü) bir şekilde ve doğru ola­rak anlayamadıklarını görürüz. Bu gibilerin kendilerini doğruya davet edecek ve kendilerine nasıl bir anlayış üzere olmaları gerektiğini öğrete­cek birilerine ihtiyaçları vardır.

Bunun yanısıra Müslümanlardan pek çoklarının İslâm'ın kendilerin­den istediği şeyleri yapmadıkları ve İslâm'ın prensiplerine uymadıkları görülür. Sapmalardan uzak bir inanca sahip olma, ibadetleri sağlıklı bir şekilde yerine getirme, sağlam bir İslâmi ahlâka sahip olma ve bunun gi­bi görevleri bir çoklarının yerine getirmediklerine rastlanır.

Şuna da dikkat çekelim ki, her Müslüman erkeğin ve kadının üzerin­de, İslâm devletinin ve hilafetinin ortadan kaldırılmasından sonra İslâm ümmetinin içine girmiş olduğu şu dönemin gerektirdiği bir görev ve yükümlülük bulunmaktadır. Bu görev ise İslâm devletinin ve hilafetinin sağlam bir dini temel üzerine yeniden kurulabilmesi için çalışma zorunlu­luğudur.

Müslümanların bu görevlerini yerine getirmeye çağrılmaları zorun­ludur. Çünkü bu görevlerini yerine getirmekten kaçınmaları durumunda günâh işlemiş olurlar. Müslümanların kendilerini bir araya getirecek ve koruyacak devletten ve onun vasıtasıyla dinlerini uygulayacakları bir devletten mahrum olarak yaşamayı kabul etmeleri mümkün olamaz.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din tamamiyle Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın."[206]

Müslümanların, ferdi olarak yerine getirilmesi mümkün olmayan an­cak cemaat halinde ve teşkilatlı bir şekilde yerine getirilebilecek bu göre­ve katılmaya çağrılmalarının büyük bir gayret, sıkıntı, planlı çalışma, sa­bır ve hikmet gerektirdiği şüphesizdir. Özellikle bu alanda çalışmalarda bulunanların iktidarları ele almış bazı rejimler tarafından işkenceye ve eziyete tabi tutulmaları, söz konusu merhaleyi daha da sıkıntılı ve yorucu kılmaktadır.

Ancak kalplerin önce iman ile diriltilmesi sonra söz konusu görevin dini bir görev olduğunun anlatılması gerekmektedir.

Bunun ardından insanlara bu görevi yerine getirmeleri karşılığında büyük ecir ve sevap alacakları anlatılarak teşvik edilmelidir.

Bu yolla kalplerin kazanılması, onların bu çağrıya kulak vermeleri­nin ve Resulullah (a.s.) ile O'nun sahabe-i kiramını örnek alarak karşıla­şacakları çeşitli sıkıntı, baskı ve eziyetlere katlanmak için kendilerini hazırlamalarının sağlanması mümkündür. Resulullah (a.s.) ve sahabesi çe­şitli işkencelerle karşılaştılar, işkence altında öldürülenleri oldu, kimse kendilerine merhamet etmedi ama onlar sabrettiler ve kararlılık gösterdi­ler ve sonunda Yüce Allah ilahi yardımı ile onlara destek oldu.

Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde bizi insanları Allah'ın yoluna davet için çalışmaya teşvik etmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve 'Ben Müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kim olabilir."[207]

Resulullah (a.s.) da bizi insanları Allah'ın yoluna davet etmeye teş­vik etmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Allah'ın senin vasıtanla bir kişiyi hidayete erdirmesi senin için kır­mızı develerden daha hayırlıdır."[208]

Sen bir insanı davet edersin, Yüce Allah da senin vasıtanla ona hida­yet verir. Yüce Allah onun vasıtasıyla İslâm'a ve Müslümanlara büyük yararlar sağlamayı takdir etmiş olabilir. Dolayısıyla onun ecrinden bir şey eksiltilmeksizin sana da ona verilen kadar ecir verilir.

Bazıları bir hata yapacakları veya konuşurken takılacakları, ifade zorluğu çekecekleri korkusuyla davet faaliyetinde bulunmaktan kaçını­yorlar.

Bu mazeret geçerli bir mazeret değildir. Özellikle davet yoluna gir­miş olan bir inanç adamının böyle bir mazeretle kendini haklı göstermesi doğru olmaz. Davet konusunda aşağıda açıklayacağım yola uyulmasını öğütlüyoruz. Bu yola uymakla, kişiler herhangi bir enstitüden mezun ol­maksızın kendi evlerinde davetçi olarak yetişebilirler.

Bütün Müslüman kardeşlerin dini ile ilgili meseleleri öğrenmek ve davasını anlamak için çeşitli kitapları okuyup incelediğini varsayıyoruz. Bu şekilde kitapları inceleyen kişi, kendisini etkileyen ve hoşuna giden bir noktaya rastladığı zaman oraya kalemle bir işaret koyar. Kitabı oku­mayı bitirdikten sonra kendisini etkileyen hususları kağıtlara kaydederek bunları ihtiyaç duyduğunda başvurabilmek amacıyla güzel bir dosyada muhafaza eder. Çünkü bunları unutmadan hafızasında muhafaza etmesi mümkün değildir.

Bundan sonra gelen safhada bazı davet alıştırmaları yapar. Tesbit et­miş olduğu konuları anlayabildiği kadarıyla kardeşlerinden birisine anla­tır. Bundan sonra da bir başka kardeşine anlatır. Yaptığı tesbitleri herhangibir yanlışlığa düşmeden başkasına anlatabilecek noktaya geldiğine kal­ben inandığında, bu alıştırmaları sürdürür. Daha sonra küçük bir kalaba­lıkla bir araya geldiğinde bu fırsatı değerlendirerek fikirlerini onlara da aktarır. Böylece tek tek kişilere fikirlerini anlattıktan sonra kalabalık gu­ruplar karşısındaki çekingenliğini de gidermeye çalışır.

Üçüncü safhada anlattığımız bu uygulamayı iki, üç veya dört kere tekrar eder. Böylece çeşitli fikirleri herhangibir hataya düşmeden ve ta­kılmadan kalabalık guruplara aktarma kabiliyeti kazandığını görür. Bu yolla başkalarını etkileyebilen bir davetçi oluverir.

İnsanları Allah'a çağıran birinin en önemli farklılığı ise başkalarını uymaya çağırdığı ilkelere önce kendisinin uyması ve başkalarına anlattık­larına kendisinin karşı çıkmamasıdır.. Bunun da ötesinde yaşayışı ile in­sanlara güzel bir örnek olmalıdır.

Aksi takdirde Allah'ın gazabını ve cezasını haketmiş ve Yüce Al­lah'ın aşağıdaki ayeti kerimesinde kastedilenlerden olmuş olur.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyi niçin söylüyorsunuz. Yapma­dığınız şeyi söylemek Allah katında en sevilmeyen şeydir."[209]

Başkasını davet eden kişi bu davetine uyulduğunu gördüğünde guru­ra kapılmamalı bu konuda lütuf ve ihsanın Allah katından olduğunu bil­melidir.

Bunun yanısıra kendilerini hakka davet ettiği kimseler bu davetine kulak asmaz ve beklediği ilgiyi göstermezlerse, bundan dolayı herhangibir ümitsizliğe de düşmemelidir. Samimi bir azınlığın onun çağrısına kulak asması, belki geçici olarak onun çağrısına ilgi gösterecek ve yüzeysel bir bağlılıkta bulunacak kalabalık bir topluluktan çok daha hayırlı olabi­lir.

İnsanları Allah'a çağıran kimsenin, onların anlayış seviyelerine göre konuşması gerekir. Bu, onun açısından bir hikmettir. Yine onları ilgilen­diren konulara temas etmeli, bu konulardaki meselelerin en güzel çözü­münün İslâm'da olduğunu kendilerine anlatmalıdır. Böyle yaparsa çağrısı daha fazla ilgi görür.[210]

 

Örnek Müslüman Ailenin Kurulması

 

Kadın olsun erkek olsun Müslüman fert, başında İslâm halifesinin bulunacağı dünya çapında İslâm devletinin binasında bir tuğla görevi gö­recektir.

Nitekim İmam Hasan el-Benna (rh.a.) "İlkeler Risalesi"nde çalışma­yı bey'atın şartları arasında saydıktan sonra binayı oluşturma merhaleleri­nin Müslüman fertle başlayıp, Müslüman aile, Müslüman toplum, İslâmi hükümet ve başında İslâm halifesinin bulunacağı dünya çapında güce sa­hip İslâm devleti ile devam edeceğini bildirmektedir.

Müslüman fert ne derece sağlam bir kişiliğe kavuşturulur, ne derece güzel hazırlanırsa, devamında gelen merhaleler de o derece güçlü ve sağ­lıklı olur.

Müslüman ferdin görevi aile ile ilgili olarak İslâm'ın emrettiği küçük büyük her şeyi uygulamaya koyan örnek Müslüman aileyi oluşturmaktır.

Bu aile, helal olanı araştırıp haramdan ve şüpheliden kaçınmalıdır.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman artık iman etmiş bir erkek ve kadının o işi kendi arzularına göre seçme hakkı yoktur. Kim Al­lah'a ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur."[211]

Örnek Müslüman aile aynı zamanda gece ve gündüz bütün işlerinde Resulullah (a.s.)'ın sünnetine göre hareket edecektir.

Uyku ve uyanma vakitlerinde,

Hizmet işlerinde,

Komşuları ile ilişkilerinde,

Mahrem olan akrabalarla ve diğer akrabalarla olan ilişkilerin sınırla­rını belirlemede.

Anne ve baba ile ilişkilerinde hep Resulullah (a.s.)'ın sünnetini göze­tecektir.

İşte İslâm'ın böyle güzel bir şekilde uygulanması durumunda salih bir nesil yetişir ve bu nesil anne-babalar için gerçekten bir göz nuru, İslâm ümmeti açısından da potansiyel bir güç olur.

Müslüman kardeş için evlenme imkânları hazır olduğunda, hayat arkadaşını iyi seçmesi gerekir. Bu konuda Resulullah (a.s.)'ın tavsiyesine uymalıdır.

Resulullah (a.s.) bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Kadın dört şeyden ötürü nikahlanır: Malından dolayı, güzelliğin­den dolayı, toplumdaki yerinden (kariyerinden) dolayı ve dininden dola­yı. Sen dindar olanını seç, ellerin bereketlensin."[212]

Kız sahibi olanların görevleri de Resulullah (a.s.)'ın tavsiyesine uy­maktır.

Resulullah (a.s.) bu konuda da şöyle buyurmuştur:

"Size dini ve ahlâkı itibariyle beğeneceğiniz bîri gelirse, kızınızı ona verin. Yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat ortaya çıkar."[213]

Bazı gençler ve genç kızlar aile huzurunun ancak gösterişli bir ev içinde oturmakla, gösterişli eşyalara, elbiselere, aletlere, arabaya ve bu­nun gibi dünya mallarına ve süslerine sahip olmakla sağlanacağını san­makla hata etmektedirler. Bu düşünce, kesinlikle yanlış bir düşüncedir. Söz konusu şeyler mutluluğu sağlayacak unsurlar değildir. Mutluluk an­cak kalpteki Allah korkusu ile sağlanır.

"Ben mutluluğu mal biriktirmekte görmüyorum, Ancak gerçek mutlu kişi takva sahibi olandır."

Gerek kadında ve gerekse kocada Allah korkusu olursa, bunlar bir­birlerine güven, gönül rahatlığı, hoşnutluk, sevgi ve merhamet ile yaklaşırlar. Bu şekilde takva sahibi, karı-kocanın her biri diğerinin Allah'tan korktuğunu ve her işinde Allah'ın kendisini gözetlediğinin farkında oldu­ğunu bilir. Şeytan bu gibilerin arasına şüphe, tereddüt ve fitne sokamaz. Böyle bir ailede Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de bildirmiş olduğu durum ortaya çıkar.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"içinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet duygularını oluşturması O'nun ayetlerindendir. Bun­larda düşünen bir topluluk için ibretler vardır."[214]

Karı-kocanın evliliği ibadet olarak görmeleri ve her birinin üzerine düşen görevi yerine getirmekle Allah'a yaklaşacağını bilmesi gerekir.

Ev ile ilgili harcamalarda kadın da erkek de dengeli hareket etmeli israfa veya cimriliğe kaçmamalıdırlar. Dünya sürekli kalınacak ve bol ni­metlere kavuşulacak yer değildir. Resulullah (a.s.)'ın evindeki durumu­nun ne olduğunu, ne gibi eşyalara sahip olduğunu, ne yiyip ne giydiğini hepimiz biliriz.

Karı-kocanın tanıdık ve arkadaşlarla ilgili sınır koyma konusunda birbirlerine karşı anlayış göstermeleri gerekir. Fena bir kimse ile ilişki içine girmekten uzak kalınması için böyle bir sınırlama normaldir.

Bunun yanısıra ilişkilerin ne ölçüde olacağı konusunda da karşılıklı anlayış gösterilmelidir.

Kocanın ailesini koruyup gözetme konusunda Allah'a karşı büyük bir sorumluluk taşıdığının şuurunda olması gerekir. Koca, ailesine karşı hem bedensel yönden, hem ruhi yönden hem de akli yönden sorumluluk taşımaktadır.

Bununla birlikte ruhi tarafa ağırlık vermesi gerekmektedir. Çünkü sonsuz hayatın durumu bu yöne göre belirlenecektir. Bu aynı zamanda Yüce Allah'ın bir emridir.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında gayet katı, şiddetli Allah'ın kendileri­ne buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler var­dır.'[215]

Resulullah (a.s.) da bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Hepiniz çobansınız ve her çoban güttüğünden sorumludur... "[216]

Resulullah (a.s.) erkeklere, kadınlara hayır ve iyilikte bulunmalarını tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Sizin en hayırlınız ailesine karsı en hayırlı olammzdır. Ben de içi­nizde ailesine karşı en hayırlı olan kişiyim."[217]

Aile bir şirket gibidir. Bu şirketin müdürü erkektir. Kadının da aile hayatının güzel bir şekilde devam etmesinde çok önemli rolü vardır.

Dolayısıyla kocanın onun rolünü önemsemesi ve bazı ev işlerinde ona yardımcı olması gerekir. Bu tutum, aynı zamanda kalplerin birbirine daha da yaklaşmasını sağlar.

Kadının ve erkeğin, çocuklarını İslâm'ın prensiplerine uyan salih ço­cuklar olarak yetiştirmek için birbirleri ile yardımlaşmaları gerekir.

Örnek Müslüman kadın, kocasını İslâmi görevlerini yerine getirme­ye, İslâmi faaliyette bulunmaya, fedakârlığa ve cihada teşvik etmelidir.

Müslüman erkeğin de kalbi uyanık olmalı, Kur'an-ı Kerim'in ayetle­rinde kaçınılması emredilen şeylerden kaçınmalıdır.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarından geçer, ba­ğışlarsanız (bilin ki) Allah da çok bağışlayan çok rahmet edendir. Mal­larınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah katındadır."[218]

Müslüman hanımın ve annenin İslâmi davet alanındaki önemi ve ciddiyeti erkeğinkinden az değildir. O, nesilleri ortaya çıkarmakta erkek­leri yetiştirmektedir. Kadının görevi, büyüttüğü çocuklarını iyi yetiştir­mek ve onları fena arkadaşlardan sakındırmaktır. Onlara Resulullah (a.s.)'ın insan hayatındaki değişik uygulamalarla ilgili dualarını öğretme­lidir. Resulullah (a.s.)'ın uyurken, uyandığında, yemek yerken, yemeği bitirdiğinde, tuvalet ihtiyacını görmek istediğinde, bunu bitirdiğinde, el­biselerini giyerken, çıkarırken, vs. nasıl dua ettiğini öğreterek onları da böyle dua etmeye teşvik etmelidir. Çocukların eğitimlerine özen gösteri­lir ve iyi terbiye edilirlerse, insan için bir nimet ve göz nuru olurlar. Böy­le yetiştirilen çocuklar, anne-babalarının yaşlanmaları halinde onlara iyi bakarlar. Ölümlerinden sonra da onlar için dua ederler. Ama eğer terbiye­leri ihmal edilirse anne ve babalan için bir eziyet ve yük olurlar.

Anne ve babaların bazı İslâmi olayları çocukların zihinlerine yerleş­tirerek bu olayların yıldönümleri münasebetiyle onlara açıklamalarda bu­lunmalıdırlar.

Mesela hicret, isra, miraç, Bedir Savaşı gibi olayların yıldönümlerini, Ramazan ayının girişini, Kadir gecesini ve bunların dışındaki İslami günleri çocuklarıyla birlikte kutlamalı bunların ehemmiyetleri hakkında onlara bilgi vermelidirler.

Karı-koca düzenlilik, temizlik, sadelik bakımından ve heykel vs. türü Allah'ın bulundurulmasını yasak kılmış olduğu şeyleri evlerinde bu­lundurmayarak evlerinin örnek bir ev olmasına özen göstermelidir. Evle­rinin başkalarının yollarını aydınlatacak bir lamba ve diğer Müslümanla­rın evleri için bir örnek olması için gayret sarf etmelidirler. Evlerindeki uygulamaları ile başkalarına İslâm'ın ilkelerini öğretmelidirler. Özellikle Müslüman kadın İslâmi giyimi ve bir takım kadınların İslâm'a uzak tarz­daki giyimlerinden ve süslenmelerinden kendini korumakla başkalarına yol göstermelidir.

Müslüman karı-koca, toplumun bir İslâmi toplum haline dönüştü­rülmesi çalışmalarında önemli rol üstlenmelidir. Bağlısı bulundukları İslâmiyeti hayatlarında yaşamak ve tek çözümün İslâm olduğunu, Al­lah'ın şeriatının, İslâm hükümlerinin uygulanmasının zorunlu olduğunu pratik olarak göstererek bu konuda etkinlikte bulunmaları mümkündür.

İşte davet yoluna girmiş olan inanç adamının önce kendini düzelt­mek suretiyle Müslüman bir şahsiyet hazırlama safhasını tamamlamak, bundan sonra Müslüman bir ev kurmak ve Müslüman toplumun ortaya çıkmasına katkıda bulunmak suretiyle İslâmi yönetimin sağlam bir zemin üzerine oturtulması için gerçekleştirilen hazırlıklara katılması mümkün­dür. İslâm devletini kurma yolundaki ilerleyişin devam etmesi için İslâmi yönetimin sağlam bir zemin üzerine oturması gerekir.

Sonuç olarak bütün Müslümanları dava yolunda azmi, kararlılığı, mücahitliği, fedakârlığı ile başkalarına örnek olan bir inanç adamı olma­ya ve başarı ve zaferin ancak sabır ile elde edileceğini, zorluktan sonra kolaylığın geleceğini bilmeye çağırıyoruz. Zaferin gerçekleştiği gün, kuş­kusuz mü'minler Allah'ın yardımına sevineceklerdir.[219]

 

16.KISIM DAVET YOLUNDA ÖRNEKLİK

 

Sunuş

 

Davet yolu: müslümanların cemaatleşmesine giden yoldur.

Başında halifesi bulunan cihanşümul İslam devletinin kurulmasına giden yoldur davet yolu.

Davet yolu denince, Allah (cc)'ın dinini hakim kılmak için büyük bir hedefi gerçekleştirmeye çalışan sadıkların yolu anlaşılır.

Bu yol başlıbaşına çalışma, gayret, ciha, şehadet, zorluk, sabır, se­bat, fedakarlık ve zafer yoludur.

Davet yolu, teori veya felsefi tartışma yolu değildir. Tıpkı bir takım hayal ve farazi şeyler olmadığı gibi...

İslam'ı en ufak bir hataya , tahrife ve bozulmaya meydan vermeden, en sahih bir şekilde tüm gerekleriyle temsil edebilecek bir modele ihtiyaç vardır. Bu modelin amacı, en sahih bir şekilde herhangi bir parçalanmaya meydan vermeden, bozup tahrip etmeden İslam'ın tüm emirlerini bir bü­tün olarak öğretebilmek, yaşayarak gösterebilmektir.

Biz öyle bir İslam devleti istiyoruz ki, yeryüzünde güçlü ve istikrarlı bir yapıya sahip olsun ve beşeriyeti hidayete çağırma görevini tam anla­mı ile yerine getirebilsin.

Öyle bir İslam devleti istiyoruz ki, hak din İslam'ı tüm insanlığa ulaştırarak Allah'ın kelamını yeryüzünde hakim kılsın ve Allah'ın, "Yer­yüzünde fitneden eser kalmayıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar" hük­mü böylece gerçekleşmiş olsun.

Bundan dolayı biz, bu devleti meydana getirecek olan fertlerin, aile­lerin, toplumun ve hükümetin İslam'ı en sahih bir biçimde temsil edebile­cek sağlam yapılı ve kuvvetli olmasını istiyoruz.

Biz manasından uzak, görünüşte sadece adı İslam devleti olan bir devlet istemiyoruz. Düşmanlar tarafından gelebilecek bir tehdite karşı du­ramayacak, zayıf ve kuru kalabalık bir kitle devleti de istemiyoruz.

Çünkü bizim meselemiz yalnızca yönetimi ele geçirmek değil, Al­lah'ın dinini tam manasıyla yeryüzüne hakim kılmaktır. İşte bu güçlü devlet, Allah'ın izniyle, doğu'da ve batı'da tüm batıl güçleri bertaraf ede­rek Allah'ın dinini yayacaktır.

Dolayısıyla biz, davet yoluna girmiş bir kişinin kafasında açık ve se­çik olarak şunun belirmesini isteriz: Bu davaya giren kişi, en büyük hede­fi gerçekleştirmekle karşı karşıyadır. Öyleyse bu yüce amaca uygun çalış­malı, gayret etmelidir.

Davet yoluna girenler, bu yüce binanın esaslarını ve aşamalarını bil­melidirler. Çünkü bir binayı meydana getiren temeller, en önemli ve en zor merhalelerdir.

İşte bu nedenle, davet yolunda örnek ve model oluşturmak son dere­ce önemli bir konudur. Bunun için de biz sırayla, önce örnek bir fert, ör­nek bir aile, örnek bir toplum ve bunların üzerine inşa edilmiş örnek bir İslami hükümet istemekteyiz.

Bu İslami hükümetlerin, tüm İslam bölgelerinde oluşmasını, daha sonra da bu hükümetlerin birleşerek örnek bir İslami hükümeti oluştur­malarım istemekteyiz.

Böylesine geniş ve güçlü bir İslami devleti gerçekleştirmek için iş­birliği yapmak, kadın erkek tüm müslümanlara farzdır. Çünkü bu yüce görev, fertlerin tek başlarına yapabilecekleri bir iş değildir. Bu nedenle cemaat halinde çalışmak kaçınılmazdır.

Diğer taraftan bu cemaatte İslam için çalışanların da organize edil­meleri gerekmektedir. İşte bundan dolayı, İslami bir devlete ulaşmak için cemaat halinde çalışmak farzdır.

İslam hukukunda şöyle bir kural vardır:

"Farzı yerine getirebilecek tüm unsurlar da farzdır..."

Bizim davet yolunda mükemmel bir modelden bahsetmemiz de artık kaçınılmaz olmuştur. Bundaki amacımız, örnek bir İslam cemaati ortaya çıksın ve görevleri en sahih bir şekilde belli olsun.

Biz, örnek bir müslüman fertten bahsederken, çeşitli örnekler de ve­rerek konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamaya çalışacağız.

Bu kişi, öğrenci olabilir, öğretmen olabilir, mühendis, doktor, işçi, tüccar ya da asker olabilir. Tüm bu alanlarda görev yapılırken örnek bir müslüman şahsiyetiyle ilgili bazı aydınlatıcı noktalara değinecek, her ki­şinin kendi konumuyla ilgili durumları da belirlemeye çalışacağız.

Yine bu örnekleri, müslüman bir aileyi, müslüman bir müesseseyi anlatırken de vereceğiz.

Örnek bir İslami hastaneden, örnek bir İslami bankadan veya örnek bir İslami spor kuruluşundan gücümüzün yettiği kadarıyla bahsetmeye çalışacağız.

Bu arada, değineceğimiz konuların en önemlilerinden birisi de, müs­lüman hanımların davet yolunda üstlenecekleri fonksiyon olacak. Çünkü bacılarımızın İslami çalışmalardaki rolleri erkeklerden az değildir.

Dolayısıyla müslüman hanımlardan ricam, yazılarınızı erkeklere hi­tap ediyormuş gibi yazsak da, yazdıklarımızın kendilerini de büyük çapta ilgilendirdiğini bilmeleridir. Aynı satırlarla müslüman hanımlara da hitap etmekteyiz çünkü...[220]

 

Taklit Ve Tabi Olma

 

"Allah, sizi hiç bir şey bilmezken annelerinizin karnından çıkarmış­tır. Şükredesîniz diye, size işitme duygusu, gözler ve kalpler vermiştir."[221]

Evet, insanoğlu hiç bir şey bilmezken görme, işitme ve akıl yoluyla marifet elde etmeye başlamıştır. Böylece insan, hayat yolunda kendisine belli bir yön çizebilmektedir.

Örneğin, çocuğun ilk dönemlerinde idrak etme yönü henüz gelişme­diği için gördüklerini ve duyduklarım tatbik ettiğini görüyoruz. Tabi bu durum çocuğun gördüklerinin ve duyduklarının doğruluk derecesine gö­re, onun hayattaki görevini yerine getinnesinde rehberlik etmektedir.

Daha sonra gelişip olgunlaştıkça, kendi hür iradesiyle hayır veya şer yolunu seçebilmektedir. Böylece ya hidayet veya dalalet yoluna girmek­tedir.

Allah Teala (cc) ne kadar da güzel buyuruyor:

"Doğrusu biz insanı imtihan edelim diye karışık bir nutfeden yarat­tık ve onu işitici, görücü kıldık. Şüphesiz ki biz ona doğru yolu gösterdik, ister şükredici olsun, isterse nankör."[222]

Diğer taraftan, Allah Teala (cc), kendi rahmetinden olarak kullarını akılarıyla ve duyu organlarıyla başbaşa da bırakmayıp onlara peygamber­leri korkutucu ve müjdeleyici olarak göndermiştir. Ta ki insanlar için Al­lah'a karşı herhangi bir mazeret gösteremesinler.

Yine peygamberlerle birlikte kitaplar da indirerek insanlara hak yolunu, saadeti ve sapıklıkları açıklamıştır.

Bütün bunlarla beraber Allah (c.c), adaleti gereği, kişiyi akıl baliğ olmadan yaptıklarından sorumlu tutmamıştır.

İşte, böylece insanoğlu görür, işitir ve okuyarak bir takım şeyler öğ­renir. Daha sonra da aklı bazı şeyleri ayırdetmeye başlayarak insanın or­ganlarını yönetmeye başlar.

Gerçek şu ki, akıl nuruyla vahiy, tıpkı göz ile aydınlık gibidir. Nasıl aydınlık olmadan göz göremeyip sahibinin karanlıkta yüzüstü düşmesine yol açıyorsa, akıl da vahiy olmadan sahibini dalalete sürükleyebilmektedir.

Bakınız Allah Teala (cc) ne kadar da güzel buyuruyor:

"Bir ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar içinde yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayan kimse gibi olur mu? İşte kafirlere yaptıkları süslü göründü."[223]

Diğer bir ayeti kerime de ise Rabbimiz şöyle buyuruyor;

"... Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir. Onunla Allah, rı­zasına uyanları selamete eriştirir. Onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkartır ve onları dosdoğru bir yola iletir."[224]

İşte semavi kitaplar ve peygamberlerin kıssaları, kainat, mahlukat ve Cenab-ı Hakk'ın vasıfları bu şekilde apaçık anlatılmaktadır.

Allah Teala, insanın hakikatini ve dünyadaki göreviyle birlikte bu dünyanın mahiyetini, ölüm ve ölümden sonraki hayatı, hesabı, cennet ve cehennemi en ince ayrıntısına varıncaya kadar hepsini açıkladıktan sonra, insanoğlunun kendisine inanmasını ve emirlerine göre yaşamasını emret­miştir.

Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Dine girmede zorlama yoktur. Doğruluk ile sapıklık (iman ile kü­für) tamamen beyan edilmiştir. Artık kim tağutu (Allah'ın hükümlerinden saptıranları) tanımayıp da Allah'a iman ederse, muhakkak ki o, kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah hakkıyla işiten ve bilendir."[225]

 

Göz, Kulak Ve Akıl Nimeti

 

Konumuzun başında da belirttiğimiz gibi, Allah Teala, bilgi ve mari­fet vasıtaları olarak kulak, göz ve aklı da zikretmiş ve bunların aynı za­manda doğru yolu bulmada birer vasıta olduğunu vurgulamıştır.

Bu nimetlerin kıymetini daha iyi kavramak amacıyla okuyucularımdan bu ayeti kerimeyi bir kez daha derinden düşünerek okumalarını isti­yorum:

"Allah, sizi hiç bir şey bilmezken annelerinizin karnından çıkarmış­tır. Şükredesiniz diye, size işitme duygusu, gözler ve kalpler vermiştir."[226]

İşte, insanoğlu küçük bir et parçası olarak annesinin karnından çıkar­ken hiç bir şey bilmemekte ve anlamamaktadır. Fakat onun anlayışının gelişmesi ve olgunlaşması için Allah (c.c), göz, kulak ve akıl gibi nimetler vermiştir. Böylece insanoğlu hayatta bir takım şeyleri bu nimetler va­sıtasıyla anlayabilmektedir.

Bir an, bir çocuğun görme nimetinden mahrum olduğunu düşünelim. Hayatın o çocuk için ne kadar büyük bir yük olduğunu kavradığımız gibi, bilgi edinmesinin de çok zorlaştığını anlayabiliriz.

Ya işitme nimetinden yoksun olan birini düşünelim. Ya da hem işit­me, hem de görme nimetinden yoksun birini... Böyle bir kişi ne öğrenebi­lir ki...

Bir de genel olarak işitmeden yoksun olanların konuşmadan da mah­rum olduklarını düşünelim.

Bu gibi insanlar bizim aramızda pek çoktur. Bu insanların ne gibi zorluklarla karşılaştıklarını çok iyi biliyoruz. Onları bilgili kılabilmek için bunlara özgü eğitimin zorluğunu da görüyoruz.

Dolayısıyla göz, kulak ve aklın ne kadar önemli olduğunu rahatlıkla anlamaktayız. Bununla birlikte her bir organın diğerine göre bazı farklı­lıkları olduğunu da biliyoruz.

Örneğin, gözünü kaybetmiş bir çocuğu düşünelim. Her ne kadar eş­yaların şekil ve renklerini bilse de, konuşma duyma yoluyla yine de bir çok bilgileri edinebilir. Kulak ve dilini kaybetmiş çocuk ise, bunun tersi­ne eşyaları ve renkleri görür fakat işitme konuşma kabiliyeti olmadığı için, bilgi edinmesi, sağlam bir çocuğa oranla oldukça zor olur.

Bir de akıl nimetini yitirmiş bir çocuğu düşünelim. Yaşı ne kadar ilerlerse ilerlesin hiç bir şey anlayamaz. Şüphesiz ki, aklını kaybetmiş bu çocuğun durumu, göz ve kulaklarını kaybetmiş olanlardan daha vahim­dir. Çünkü diğerleri kısıtlı da olsa hayattan nasiplerini almaktadırlar. Fa­kat aklını kaybetmiş çocuk, iyileşemediği sürece hayattan hiçbir şey an­layamayacaktır.

Bir an yukarıda anlattığımız bu üç nimetten birinin veya birkaçının yok olduğunu düşünelim. Böylece bu nimetlerin her birinin değerini daha iyi anlayabililiriz.

Düşününüz ki bir çocuk, aklıyla birlikte gözünü veya aklıyla birlikte işitme ve konuşma yeteneğini de kaybediyor. Hayat onun için ne kadar zordur. Ve o, ömür boyu bu hastalıklardan kurtulabilmek için günlerini hastanelerde geçirecektir.

Bir de düşününüz ki, aklını, gözünü ve işitme yeteneklerini kaybe­den bir çocuk var. Hayat onun için nasıl olur?. Onun anne ve babası, onunla ne şekilde ilgi kuracak ve ona ne verebilecektir? O çocukla yar­dımlaşma nasıl olacaktır? Bir insanın, bu nimetlerden mahrum olunca ne hale geleceğini görebiliyor musunuz?

İşin bir de ahiret yönünü düşünelim. Manevi olarak gözünü, kulağını ve aklını kaybetmiş bir insan tasarlayalım. Bu kişinin hali, dünyada gözü­nü, kulağını ve aklını kaybedenden daha tehlikelidir. Çünkü dünya hayatı sınırlıdır. Ahiret ise ebedidir. Dolayısıyla bu nimetleri kaybeden insan hayvanlardan daha aşağı seviyeye düşmektedir.

Bu konuda Allah Teala (c.c) şöyle buyuruyor:

"Andolsun ki, biz cin ve insanların bir çoğunu da cehennem için ya­rattık. Onların kalpleri vardır fakat onlar hakkı anlamazlar, onların göz­leri vardır fakat onlarla (hakkı) görmezler, onların kulakları vardır fakat onlarla (hakkı) işitmezler, işte bunlar tıpkı dört ayaklı hayvan gibidirler, belki daha da sapıktırlar, iste onlar gafil olanların ta kendileridir."[227]

Böylece aklını vahyin nuruyla çalıştırmayan kişi, Allah'ın emirlerini düşünemeyeceğinden ve bir çok delilleri anlayamayacağından sonunda hayvanlar gibi yaşayarak cehenneme girmeye maruz kalır. Orası ne kötü bir yerdir.

Kulak, göz ve akıl nimetlerine kısa bir bakıştan sonra şu sonucu ko­layca çıkartabiliriz artık: Allah (c.c)'ın nimetlerine karşı şükretmemiz ve o nimetlerin değerini bilmemiz gerekmektedir. Çünkü bu nimetler aracılı­ğıyla elde edeceğimiz bilgiler, Allah'ı bilmemize ve O'na itaat ederek da­ha güzel ibadet etmemize sebep olmaktadır...

Allah'ın nimetlerini saymakla bitiremeyiz.

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

"istediğiniz her şeyi size verdi. Eğer siz Allah'ın nimetlerini sayma­ya kalkışırsanız asla sayamazsınız. Muhakkak ki insan çok zalim ve nan­kördür."[228]

Bir başka ayeti kerime de ise,

"Şükreden kullarım çok azdır."[229] buyuran Allah Teala, tüm bunlara rağmen yine de rahmetinin eseri olarak şöyle buyuruyor:

"Eğer şükrederseniz, ben de artırırım."[230]

Allah'a şükretmenin en büyük derecesi ise, verilenleri Allah'ın emir­leri çerçevesinde kullanmaktır. Eğer böyle olmazsa, o zaman nankörlük edilmiş olunur.

Allahu Teala ne güzel buyuruyor:

"Göz, kulak ve kalp, hepsi de yaptıklarından sorumludur."[231]

 

Zayıfın Kuvvetliyi Taklit Etmesi

 

Bir çocuğun ilk günlerinde ve hiçbir şey bilmediği dönemlerinde kendinden büyükleri taklit ettiğine değinmiştik. Bu taklitin nedenlerinden biri de çocuğun büyükler gibi olma arzusudur.

Yine bazı zayıf toplumlar, kendilerinden kuvvetli sömürgeci millet­leri geçmişte taklit etmişlerdir. Onlar, kuvvetli olanları taklit etmekle tıp­kı onlar gibi olacaklarını sanıyorlardı. Fakat üzülerek söyleyelim ki, ge­nellikle onların kötü adetlerini taklit etmişlerdir. Kuvvetli olanlar da za­ten, kendi kötü adetlerinin diğer zayıf toplumlar arasında yayılması için çaba harcamaktadır. Ancak yararlı şeyleri zayıf toplumlardan esirgerler. Neden? Gelişip kalkınmasınlar diye...

Bu çirkin taklit etme bir çok zayıf toplumlarda olmuş olsa da, müs-lümanlarda asla olmamalıdır. Çünkü Allah Teala bizleri İslam ile şereflendirmiştir. Bizim diğer milletleri taklit etmeye ihtiyacımız yoktur.

O islam ki, insanlığı, hidayet ve nura çıkartmak için tüm dönemlerde en yüce lider devleti ortaya koymuştur. Fakat üzülerek ifade edelim ki, pek çok müslüman halk, kendi ülkesini istila eden düşmanlarının kütü adetlerini taklit etmektedirler. Hatta öylelerine rastlamaktayız ki, o düş­manları fikir babalan olarak isimlendirmektedirler. Tüm güçleriyle Batı'nın nesi varsa, iyisiyle kötüsüyle taklit etmeye çağırmaktadırlar. Bunu da, eğer kuvvetli olmak, ilerlemek istiyorsak yapmamız gerekli diye em­poze etmektedirler.[232]

 

Miras Kalan Taklitçilik

 

Bir çok nesillerin kendilerinden öncekileri taklit ettikleri, adet ve inançlarını körükörüne yaptıkları her zaman görülmüştür. Miras yoluyla gelen bu taklitte, bir çok adetler zamanla değişikliklere uğramakta, bozul­maktadır.

Bu adetleri taklit etme bazen öyle bir seviyeye çıkmaktadır ki, adeta o adetler insanlann yanında mukaddes birer inanç olmaktadır. Onlara öy­le sıkı sıkıya tutunmaktadırlar ki, kolay kolay vazgeçmeleri imkansız ha­le gelmektedir.

Bu konuda Kur'an-ı Kerim, bizlere bir çok taklit çeşidini anlatarak, bu taklitleri yapanları da ayıplamaktadır. Bu çirkin inançların batıl oldu­ğu açık seçik ortada iken bunları taklit edenler, Kur'an-ı Kerim tarafından horlanmakta, bu kötü adetlerinden vazgeçmeleri emredilmektedir.

Örneğin Zuhruf süresindeki şu ayeti kerimeyi okuyalım:

"Yoksa kendilerine bundan önce bir kitap verdik de, simdi onlar bu­na mı tutunmaktadırlar? Hayır, doğrusu 'Biz babalarımızı bir din üze­rinde bulduk, biz de onların izleri üzerinde doğruya erişenleriz' dediler. İşte böyle, senden önce hangi topluluğa bir peygamber gönderdiysek, 'Biz babalarımızı bir din üzerine bulduk ve onların izine uyanlardanız' dediler."[233]

Diğer bir ayet ise şöyledir:

"Dediler ki, 'Ey Hud, bize bir mucize getirmedin. Biz senin sözün yüzünden ilahlarımızı terketmeyeceğiz. Sana inananlardan da değiliz."[234]

Tıpkı, Semud kavminin Salih peygambere karşı takındığı tavır ve aynı mantık:

"Dediler ki, 'Ey Salih, sen bundan önce bizim içimizde ümit besle­nen idin. Babalarımızın taptıklarından bizleri men mi ediyorsun? Doğ­rusu bizi kendisine çağırdığın şeyden endişe ve şüphe etmekteyiz."[235]

Yine Medyan halkının Şuayb peygambere bakış mantığı da ayrıdır:

"Dediler ki, "Ey Şuayb, babalarımızın taptığı şeyleri veya malları­mızda istediğimiz, yapmayı senin namazın mı emrediyor? Halbuki sen, elbet yumuşak huylu, aklı başındasın."[236]

Ve işin garibi aynı mantığı, çirkin fiillerine kılıf arayanlar da da gör­mekteyiz:

"Onlar kötü bir iş yaptıkları zaman 'Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bununla emretti' derler. De ki: "Şüphesiz ki Allah, çirkin şeyleri emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"[237]

Nebi Aleyhisselam şu hadisi şerifinde ne de güzel buyuruyor:

"Her çocuk islam fıtratı üzerine doğar. Ancak anne ve babası onun yahudi, nasrani ve mecusi olmasına neden olur..."[238]

Dolayısıyla evlatların yönlendirilmesinde ve onlara hayırlı şeylerin miras olarak bırakılmasında ailenin çok büyük sorumlulukları vardır.

Allah (c.c.) ve Resulü (a.s) bu konuya dikkat çekerek şöyle buyur­maktadırlar:

"Ey iman edenler! Kendinizi ve çocuklarınızı, yakacağı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun üzerinde görevli, iri yapılı, haşin tabi­atlı, Allah'ın kendilerine emrettiği şeylere isyan etmeyen ve emredildikleri şeyleri yapan melekler vardır."[239]

İbni Ömer'den gelen rivayette de Allah Resulü (a.s) şöyle buyurmak­tadır:

"Hepiniz çobansınız ve güttüklerinizden sorumlusunuz. Kişi ehlinin çobanı ve onların mesulüdür. Kadın, kocasının evinde çobandır ve on­dan mesuldür. Hizmetçi, efendisinin malında çobandır ve ondan mesul­dür. Netice olarak hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden mesul­sünüz."[240]

Diğer taraftan Kur'an-ı Kerim, kişinin şahsi sorumluluğuna dikkatle­ri çekerek şöyle buyuruyor:

"Hakikaten insana çalışmasından başkası yoktur. Gerçekten çalıştı­ğının karşılığını görecektir. Sonra ona tastamam karşılığı verilecektir."[241]

Diğer bir ayet ise şöyledir:

"Ey insanlar, Rabbinizden korkun. Babanın çocuğuna fayda verme­yeceği, çocuğun da bizzat babasına faydasının dokunamayacağı bir gün­den korkun. Şüphesiz ki, Allah'ın vaadi gerçektir..."[242]

 

Hayra Teşvik Ve Kötülüklerden Sakındırma

 

İslam, bizleri hayır yolunda gidenlere tabi olmaya teşvik etmektedir. Bu insanlar ki, sağlam akide sahipleri ve salih amel işlemektedirler.

Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Andolsun ki, Allah'ın Resulünde, sizin için, Allah'ı ve ahiret günü­nü umanlar için ve Allah'ı çok zikredenler için pek güzel bir örnek var­dır "[243]

Bir ayette de: "Sen de Allah'ın kendileri vasıtasıyla hidayet verdiği kimselere uy!"[244] buyurulurken, Mümtehine suresinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"İbrahim ve onunla beraber olanlarda hakikaten güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine: 'Şüphesiz biz, sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz, Allah'a bir olarak inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda ebedi düşmanlık ve kin belirmiştir' demişlerdi..."[245]

"Andolsun ki, Allah'a ve ahiret gününe inananlar için onlarda güzel bir örnek vardır. Kim de yüz çevirirse, şüphesiz ki Allah ganidir ve hamde hakkıyla layık olandır." [246]

Evet, Kur'an-ı Kerim ehli hayra tabi olmaya davet ettiği gibi insanla­rı aynı zamanda, ehli bid'at ve şer mensuplarından da uzaklaşmayı emret­mektedir.

Allah Teala şöyle buyuruyor:

"O gün her zalim ellerini ısırıp, 'keşke ben, peygamberle beraber bir yol edinseydim' diyecek. Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim. Andolsun ki bana Kur'an gelmişken beni zikirden o saptırdı. Zaten şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakandır."[247]

Diğer bir ayette ise:

"Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işitti­ğiniz zaman, onlar başka bir söze dalıncaya kadar onlarla birlikte olma­yın. Çünkü; o zaman siz de onlar gibi olursunuz. Şüphesiz ki, Allah mü­nafıkları ve inkarcıları cehennemde toplayacaktır."[248]

Bu konuda Allah'ın Resulü (a.s) ise şöyle buyurmaktadır:

"Salih insanların meclisiyle, kötülerin bulunduğu meclis, tıpkı miski anber sancısıyla, kalaya körükçüsüne benzer. Misk satıcısı sana ya sa­tar, ya verir ya da kokusunu duyarsın. Ama kalaycı körüğü ya elbiseni yakar, ya da kötü bir koku duyarsın."[249]

 

Taklitçiliğin Ve Örnek Olmanın Toplumdaki Etkisi

 

Şurası muhakkak ki, toplumlar tıpkı bir ceset gibidir. Taklitçilik ve örnek olma ise toplumda önemli bir yere sahiptir.

Topluma örnek olanlar, eğer kötü huylu ve kötü yaşanüh kimselerse, onların bu kötülükleri topluma da etki ederek o toplumun zayıflamasına yol açacaktır. Eğer, örnek olanlar güzel ve şahsiyetli kişiler ise, bu defa toplum sağlam ve kuvvetli olacaktır.

İşte, bundan dolayı İslam, kendi toplumunun sorumluluğunu idrak etmeye bizleri teşvik etmekte, İslam toplumunda hayrın, doğruluğun ve iyiliğin yayılmasını bizlerden istemektedir.

Diğer taraftan İslam, kendi toplumundan çıkabilecek her türlü şer ve gayri ahlaki tüm pisliklerin de kaldırılmasını toplumun güvenliği açısın­dan yine bizlerden istemektedir.

Bunu da iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak ilkesi içinde şekil­lendirmektedir.

Bu konuda Allah Teala şöyle buyuruyor;

"içinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk olsun, işte onlar kurtuluşa erenlerdir."[250]

Şu ayeti kerime "Emri bil maruf ve neyhi anil münker"in İslam üm­metinin vasıflarından biri olduğunu açıkça ortaya koymaktadır:

"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emre­der, kötülükten men edersiniz."[251]

İsrailoğulları, iyiliği emredip kötülükten alıkoymadıkları ve kendi­leri de o kötü işleri yaptıkları için Allah Teala tarafından lanetlenmişler­dir. İslam'daki "Hısba" teşkilatı "emri bil maruf ve neyhi anil münker"i yerine getirerek toplumu pisliklerden temizleyip, fertlerin Allah yolunda sapasağlam devam etmesine yardımcı olmakla oldukça önemli görevler üstlenmişti.

Şu ayeti kerimelere dikkat edelim:

"Zinaya yaklaşmayın,"[252]

"Gizli ve açık fuhşa asla yaklaşmayın."[253]

Buradaki "yaklaşmayın"dan maksat, sizi zina veya fuhşa götürecek, bunlara zemin hazırlayacak konumlardan uzaklaşın demektir. Bakmak, tek başına bir yerde başbaşa kalmak, el dokundurmak, öpmek gibi fiille­rin hepsi de insanı zinaya götürmektedir.

İşte onun için Kur’an, bakmaktan sakındırmaktadır.

"Mümin erkeklere söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve mah­rem yerlerini korusunlar. Bu onlar için daha temizdir. Şüphesiz ki, Al­lah, onların yaptıklarından haberdardır. Mümin kadınlara da söyle, göz­lerini haramdan sakınsınlar. Mahrem yerlerini korusunlar. Ziynetlerini göstermesinler. Ancak (kendiliğinden) görünen (el-yüz) bunlardan ha­riçtir. Başörtülerini, yakalarının üstüne kadar koysunlar. Ziynet yerleri­ni kendi kocalarından veya babalarından....başkalarına göstermesinler."[254]

Yine aynı surede bakıyoruz ki, fuhşiyatın yayılmasını isteyenler hakkında elem verici bir azap haber verilmektedir ve onları bu çirkin fiil­lerden sakındırmaktadır.

"inananlar içinde hayasızlığın yayılmasını isteyenler var ya, işte onlar için dünyada ve ahirette acıklı bir azap vardır. Allah bilir, siz bile­mezsiniz."[255]

İslam toplumunu fitne ve fesatlardan koruma hakkında gelen hadis-i şerifler ise oldukça fazladır. Bunlardan bazılarını sıralayalım:

"Said el-Hudri dedi ki: "Nebi Aleyhisselam'ın: "Sizden kim bir kötü­lük görürse onu eliyle düzeltsin. Eğer eliyle düzeltmeye gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin. Ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğzetsin. Bu ise ima­nın en zayıf merhalesidir," dediğini işittim,"

Yine Said el-Hudri'den şöyle rivayet edilmiştir:

"Nebi (a.s) şöyle dedi: "En üstün cihad, zalim yöneticiye hakkı söy­lemektir."[256]

Başka bir hadisi şerifte ise, Numan bin Beşir, Nebi (a.s)'nin şöyle buyurduğunu naklediyor:

"Allah'ın ölçülerini muhafaza edenlerle, o hudutlara tecavüz eden­ler, tıpkı bir geminin alt ve üst katında olan insanlar gibidir. Alt kattakiler su ihtiyacı için üst kattakilere gittiklerinde diyorlar ki, biz alt kattan kendimiz için gemiyi delip su alsak size zararımız olmazki. Biz kendi bö­lümümüzü delmiş oluruz. Eğer o üsttekiler onlara mani olurlarsa her iki­si de kurtulur. Yok eğer onların alt kısmını delmesine ses çıkarmazlarsa hepsi de helak olurlar."[257]

Bir de şu hadis-i şerife bakalım:

"Resulullah (a.s.) şöyle buyurmuştur:

"Allah'a yemin ederim ki, mutlaka iyiliği emredip, kötülükten men etmelisiniz. Yoksa Allah çok yalanda size bir azap gösterirse siz o azabın kaldırılması için dua etseniz de duanız kabul olunmaz."[258]

 

İslam Toplumu

 

İslam'ın, toplumun fitne ve fesattan temizlenmesine ne kadar önem verdiğini görmekteyiz. Fakat bugün, kimi İslam ülkelerinde fitne ve fesat bizzat devlet eliyle ve kanunların himayesinde yayılmaktadır. Bu fesatla­rın yayılmasında hükümetlerin desteğiyle çıkan gazete ve çeşitli yayın or­ganlarının da çok büyük bir rolü vardır. Açık saçıklık, sinemalar, tiyatro­lar, içkili yerlerin çoğalması İslam ülkelerindeki hükümetler tarafından bizzat destek ve teşvik görmektedir.

Bunun yanısıra, rüşvet, hırsızlık ve yalan gibi toplumu kemiren kötü hasletler de yine hükümetlerin himayesinde olanca hızıyla yayılmaya de­vam etmektedir.

Şarkıcı ve dansözler gençler için en iyi örneklermiş gibi gösteril­mekte, sinamalarda oynatılan filmler, hırsızlığı, rüşveti ve sahtekarlığı öğütlemekte, halkın bunlara özendirilmesine çalışılmaktadır.

Öyle bir duruma gelmişiz ki, artık İslam düşmanlarının bizi doğru­dan ya da dolaylı olarak kötü yollara sürüklemesine gerek kalmadan biz­zat kendi elimizle bu fesat ve fitnelerin kölesi oluyoruz. Böylece neslimi­zin ve gençliğimizin manası ve kuvveti de kayboluyor. Bundan dolayı da İslam ülkeleri güç ve kuvvetini yitirerek asli fonksiyonunu kaybediyorlar.

İslam ülkelerindeki hükümetler, şehrin güzelliğine önem vermekte insan sağlığına zarar veren etkenlerle mücadele etmekte. Ama ne var ki, gençliğimizin kuvvetini ortadan kaldırmaya yönelik bu manevi mikrop­larla asla savaşmamaktadır. Bırakın mücadele etmeyi, manevi çürümenin bizzat hükümetler eliyle desteklendiğine şahid olmaktayız.

Tabi bu hastalıklar gençlerimize yansıdığı kadar ailelere ve topluma da yansımaktadır. Böylece İslam düşmanları tarafından kolayca alt edilebilinecek bir pozisyona düşülmektedir.[259]

 

İslam Ümmetine Allah'ın Rahmeti

 

Eğer, Allah Teala'nın, ümmeti Muhammed'e fazlı ve keremi olma­saydı bugün bir çok bid'at ve hurafeler alıp başını yürümüştü. Fakat Al­lah, bu ümmete Hasan el-Benna, Mevdudi ve benzerlerini nasip ederek onların aracılığıyla dinini muhafaza buyurdu. Bu önderlerin kurduğu İslami Hareketler aracılığıyla kadın erkek, genç kız ve oğullarımız uyandılar. Bu hareketler, ümmetin gafletten uyanıp, yeniden kıyam etmesine yar­dımcı olmaktadır. Ümmet, dinlerini en sahih bir şekilde öğrenerek ona sı­kıca sarılmaktadır. İslam devletini ve hilafeti kurabilmek için tüm güçle­rini organizeli olarak sarfetmektedir. Bu cemaatler aracılığıyla İslam ül­kelerinin çehreleri değişmekte, bid'atler, fesatlar ortadan kalkmaya yüz tutmaktadır.

Dini yaşantı, gençlerin arasında oldukça yayılmakta ve cihada olan ilgi artmaktadır. Bunun güzel örneklerini, İslam ülkelerinin hemen her yerinde görebilirsiniz. Bozuk akide ve hurafelerin büyük bir ölçüde orta­dan kalktığını ve Müslümanların İslam kanunlarının hayata hakim kılın­masını istediklerini görmekteyiz.

İslam ümmetini fesada götüren açık saçıklığın ortadan kalkarak, halk arasında İslami tesettürün yaygınlaştığını gözlemlemekteyiz.

Bütün bu gelişmeler tabiki başta Allah (c.c)'ın rahmeti ile olmakta­dır.

Davet yolunda cemaat halinde çalışırken, önemli bir noktayı da "ör­nek olma" teşkil etmektedir.

Biraz da ona değinelim isterseniz.[260]

 

Fiili Örnek Olma

 

Fiili örnek olma, davanın esaslarının yayılmasına etkisi açısından önemli bir davranıştır. Çünkü pratikte örnek olma, davanın ve o davaya ait fikirlerin ameli olarak uygulamasını da ortaya koymaktadır. Dolayı­sıyla kolayca görünür ve tebliğ açısından da önemli rol oynar.

Oysa sadece söz söylemek ve pratikte bunu uygulamamak böyle de­ğildir. Söz ile söylenenler herkesçe anlaşılmayabilir ya da teoride sürüp gittiği halde pratikte yanlış uygulanabilme ihtimali vardır.

Allah'ın Resulü (a.s) müslümanlar arasında yaşayan fiili bir örnek idi. Onun için müslümanların İslam'ı öğrenmelerinde bu fiili örnekliğin çok büyük rolü olmuştur. Müslümanlar teori ve pratik olarak İslam'ı Hz. Muhammed (a.s)'in fiili örnekliğinden öğrenmişlerdir. İslami pratiklerini O'na küçük-büyük her konuda tabi olarak almışlardır. İbadetlerinden tu­tun da aklınıza gelebilecek her konuda Hz. Peygamber (a.s)'in fiili örnekliğini kendilerine rehber ederek İslam'ı yaşamışlardır.

Bunlara bir de Allah Resulü (a.s)'nün müminlerin hayrına olan her işte onları teşvik ettiğini ve onların zararına olan tüm konularda da mü­minleri sakındırdığını eklediğimizde, Allah Resulü'nün ne büyük bir ör­nek teşkil ettiğini anlarız.

Bu hayırlı yol, Resulullah (a.s)'tan sonra sahabeye, onlardan sonra da sıra ile bize kadar ulaştı. Bizden sonra da inşallah nesiller boyu kıya­mete kadar devam edecektir.

Allah Teala, İslam'da fiili örnek olmanın öneminden dolayı mümin­leri, sözü ile davranışları birbirinin tersi olmaktan sakındırmiştır.

Rabbimiz bu konuda şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler, niçin yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz? Böyle yapmanız Allah katında çok büyük günahtır."[261]

Diğer bir ayeti kerimede ise şöyle buyuruyor:

"Siz kitabı okuduğunuz halde insanlara hayrı tavsiye edip kendi ne­fislerinizi unutuyor musunuz? Akletmiyor musunuz?"[262]

Aynı konuda Nebi aleyhisselam şöyle buyurmaktadır:

"Kıyamet günü bir kişi getirilip ateşe atılır. O da karnı ve midesi dı­şarıya çıkmış olarak tıbkı dolap beygirinin dolandığı gibi dolanır durur. Cehennem ehli onun başına toplanarak, 'Ey falan sana ne oldu, sen dün­yada iken emri bil maruf neyhi anil münker yapmıyor muydun?'demeleri üzerine o kişi, 'Evet ben hayrı emrediyordum ama ben yapmıyordum' der."[263]

Fiili örnek olma iyi ve güzel işlerde nasıl önemli bir rol oynuyorsa, kötü işlerde de aynı önemini korur ve kötülüğün yayılmasına neden olur.

Üzülerek söylemeliyim ki, İslam ülkelerinde kötülüklere fiili olarak örnek olanlar kanunların himayesine alınırken, iyiye ve güzele fiili örnek olanlar hapishanelerde işkence ve zulüm görmektedirler. Hatta daha da ileri gidilmekte, fiili örnek olanlar, bunu canlarıyla ödemektedirler.

Görüldüğü gibi fiili örnek olma, çok büyük bir fonksiyon taşımakta­dır. Fiili örnek olma aynı zamanda İslam'ı yaşama ve olgunlaşma olarak da karşımıza çıkmaktadır.[264]

 

Dava Yolunda Mücadele

 

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi bizim en büyük hedefimiz yeryü­zünde Allah (c.c)'ın dinini hakim kılmaktır. Bu da ancak başında halifesi olan yüce İslam devletinin gerçekleşmesi ile olacaktır. Çünkü bu İslami devlet, yeryüzünde İslam'ın korunmasını ve gasbedilmiş İslam beldelerini kurtarmayı hedeflemektedir.

Elbetteki bu beldelerin başında Mescid-i Aksa gelmektedir. Daha sonra da İslam devleti, Allah (c.c)'ın dinini yeryüzünde hakim kılmak ve tüm fitneleri ortadan kaldırmak amacıyla cihad edecektir.

Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Fitneden eser kalmayıp din de yalnız Allah'ın oluncaya kadar ka­firlerle savaşın."[265]

Ve yine belirttik ki, bu büyük hedef; fert, aile ve toplum aşamaların­da örnek olabilecek müslümanlar gerektirmektedir.

Diğer taraftan şunu da söyledik ki, belli bir bölgeye mahsus zayıf bir İslami hükümet ile tüm dünya müslümanlarını içine alan ve sağlam te­meller üzerine kurulu İslam devleti arasında fark vardır.

Bu farkı şöyle bir örnekle daha anlaşılır şekilde izah edebilirim sanı­yorum.

Mesela, elimizde küçük bir arazi olsa ve biz oraya tek katlı bir ev yapsak. Bir de elimizde çok geniş alanlar olsa ve biz oralara gökdelenler kursak... İşte bu ikisinin arasında ne kadar fark varsa, küçük bir bölgeye mahsus kurulan zayıf bir İslam devletiyle, tüm dünyayı kapsayacak bir İslam devletinin arasında da böyle farklar vardır.

Nasıl ki, büyük binaların temelleri sağlam olmalı, uzun bir süre çok çalışmayı gerektiriyorsa, işte, cihanşümul İslam devletinin kurulmasında da küçük bir devlete nispetle daha çok zaman ve daha çok çalışmaya ge­reksinim duymaktadır.

Kurulacak olan bu yüce devletin bozuk bir akideden, bid'at ve hura­felerden uzak, cehalet ve zayıflıktan arındırılmış olmasına dikkat etmeli­yiz.

Devletimizi, her türlü ırkî parçalanmalardan ve diğer beşeri fikirler­den uzak tutmalı ve tevhid temeline dayandırmahyız.

Bunun için her türlü bozuk düşünce ve davranışlardan nefisleri ve cemaatleri arındırmalıyız. Ama işe önce kendi nefsimizden başlamalıyız.

Allah Teala bakın ne buyuruyor:

"Bir kavim kendini değiştirmedikçe, Allah da o kavmi değiştirmez."[266]

Biz akide bakımından, ibadet ve ahlak bakımından sağlam bir şekil­de yapılanmayı istediğimiz gibi beden ve cihad yönünden de kuvvetli ne­sillerin yetişmesini istemekteyiz.

Bu yüce davanın hedeflerinin gerçekleşmesi için, güzel ve iyi örnek teşkil edebilecek bir konuma ihtiyacımız vardır.

Çünkü her konuda güzel örnek olabilecek nesillerin yetişmesi, aynı zamanda davanın yaşanarak gelmesi anlamını da taşıyor.[267]

 

Ümitsiz Değil, Ümitvarız

 

Biz, durum ne olursa olsun, koşullar ne kadar zorlu olursa olsun ümitsizliği kabul etmiyoruz. Toplumun bu olumsuz yönelişlerine ve fe­satların giderek yaygınlaşmasına karşın biz yine de gevşemeyeceğiz.

Bu kötü gidişi ümit ve azimle durdurmak, kötülerin yerine iyi ve te­mizlerin gelmesi için tüm gücümüzle çalışmak bizim asıl hedefimiz ol­malıdır. Böylece dava yolunda sağlam bir oluşum meydana getirebiliriz.

Allah Resulü (a.s)'nün hak din ile gönderildiği o cahili topluma baktığmızda, o toplumu kötülükte, fesatta ve Allah (c.c)'tan başka kendi yap­tıkları taşlara tapanlar olarak görmekteyiz. İçki, kumar, zina, yol kesme, adam öldürme, kız çocuklarını diri diri toprağa gömme ve sudan bahane­lerle yıllarca süren savaşlar hep o cahili toplumun özellikleriydi.

Fakat bütün bunlara rağmen o toplum, bu halden kardeşliğe, yar­dımlaşmaya ve hayra döndürüldü. Her türlü şirki terkederek, Allah (c.c)'a ibadet etmeye yönlendirildi.

İşte tüm bu güzellikler, Kur'an'ın ve Hazreti Muhammed (a.s)'in da­va yolundaki güzel örnekliğinden kaynaklanmaktadır.

Eğer biz de Allah Resulü (as)'nün yoluna girer O'nun çizgisinden yürürsek, Kur'an ve sünnete sıkı sıkıya sarılarak yolumuza devam eder­sek, Allah'ın izniyle biz de tıpkı Allah Resulü'nun toplumu değiştirdiği gibi günümüzdeki toplumları hayra ve güzele yönlendirebiliriz. Biz de Kur'an ve sünnetin sunduğu ilaçlar ile bu toplumu her türlü hastalıklardan koruyabiliriz. Daha önceki ümmetler ne ile düzeldiler ise, sonrakiler de aynı yöntem ile düzeleceklerdir.

Şehid Hasan el-Benna, bu ümetin içinde bulunduğu durumu ortaya koyarken, hastalıklarla birlikte çarelerini de belirtmiştir.

Yararlanacağınızı umduğum için Şehid İmam Hasan el-Benna'nın bir konuşmasını buraya almak istiyorum:

"Bugün ümmetin karşı karşıya kaldığı pek çok olay onun varlığını ciddi olarak tehdit etmektedir. Tıpkı bir veba mikrobu gibi onun güç ve kuvvetini ortadan kaldırmaya yönelmiştir. Bu mikrop sürekli olarak üm­metin üzerine saldırmakta ve onu ortadan kaldırmak için darbeler indir­mektedir. Amaçlan da ümmetin maddi ve manevi varlıklarını gasbet-mektir. Ümmet bu hastalıklı haliyle gasbçılara ne kadar karşı koyabi­lir?..

İslam ümmetinin bu hastalıklardan kurtulabilmesi için üç şart ge­reklidir:

1- Hastalığın bulunduğu bölgenin bilinmesi ve hastalığın türünün teşhisi.

2- Hastalığın tedavisi için gerekli olan sabrı göstermek.

3- Yeterli tecrübeye ve kapasiteye sahip olmak."

Şehid İmam Hasan el-Benna, İslam ülkelerinin maruz kaldığı hasta­lıklı yapı hakkında şunları söylüyor:

"Bu ümmet bu kadar sömürüldükten, çeşit çeşit parti ve guruplara bölündükten ve her türlü haramlar açıktan işlenir hale geldikten sonra nasıl kendine gelebilir ki?

Fakat yine de tüm bu olumsuz koşullara rağmen mü'minler hiç bir şekilde umutsuzluğa düşmemeli ve var güçleriyle mücadele etmelidir­ler."

Şehid İmam, ümmetin umutsuzluğa kapılmaması gerektiğini vurgu­larken, ihtimal dahilindeki üzüntüleri yok etmek için ise şöyle demektedin

"Karamsar olanların tüm ümitsizliğine rağmen etrafımızdaki her şey bize geleceğe dair iyi ve güzel şeyler müjdelemektedir."

İmam daha sonra şöyle devam ediyor:

"Bu ümmet geçmişte büyük bir donukluk ve hareketsizliğin içine girdi. Fakat bu donukluğa rağmen su anda canlılık, hayat ve hareket do­lu bir döneme girilmektedir.

Ümmetin üzerindeki ağır prangalar olmasa idi, bu uyanma ve hare­ketlilik çok daha önceleri olur ve bugünkünden de daha etkili olurdu.

Bu kelepçeler ve prangalar elbetteki devam etmeyecektir.

Şunu da bilelim ki, zaman dediğimiz şey çok hızlı geçmektedir. İnsa­noğlunu halden hale çeviren Allah (c.c), müminlerin hallerini de bir anda iyiye ve güzele döndürebilir.

Dolayısıyla bizler bu gibi geçici engeller ve zorluklardan asla ümit­siz değiliz."

Şehid İmam, bir başka konuşmasında da Mısır'da ve İslam aleminde­ki kötü yönelişleri vurguladıktan sonra şöyle diyordu:

"işte bu özelde bizim Mısır'daki durumumuzdur. Yine genelde tüm Arap alemi ve dünya'nın durumu işte gözler önündedir. Dünya üzerinde hiç bir kimse islam davetini insanlığa ulaştırıp da yeryüzünde adaleti sağlamayı hedeflemese bile bizler, bunu en başta görevimiz biliyor, so­rumluluk duyuyoruz. İnsanlığın mutluluk ve refah içinde yaşamasının ilacı bizlerin elindedir. Tüm maddi ve manevi hastalıkların ilacını insan­lığa biz sunmalıyız.

Eğer bunu başarabilirsek ne mutlu... Yok eğer başaramazsak, yine de bu yolda çalışmamız ve İslam'ı insanlığa ulaştırma yolunda bizlere yüklenen emaneti yerine getirme gayretlerimiz bize yeter. Bütün insanlı­ğın iyiliğini istememiz ve bu yolda var gücümüzle çalışmamız bizden is­tenen şeydir. Bu sorumluluğu yerine getirmek, bizim birinci görevimiz­dir.

Kendimizi hiç bir zaman küçük görmemeliyiz. Bu davayı omuzlayanlar için Allah (c.c)'ın dinini tebliğ etmeleri, ona inanmaları ve inan­dıklarını ihlasla yaşamaları onlar için en büyük kıymettir.

Onlar için en üstün izzet, Allah (c.c) yolunda cihad etmeleridir.

Tüm insanlık islam'ın davetini gözlemektedir. Bu mukaddes dava kendi yolunda azim ve ihlasla çalışacak erleri beklemektedir.

"De ki, size sadece bir tek öğüt vereceğim: Allah için ikişer ikişer ya da teker teker kalkarsınız. Sonra iyice düşünürsünüz ki, arkadaşınız­da hiç bîr cinnet eseri yoktur. O, şiddetli bir azabın önünde sizi uyaran­dan başkası değildir."[268]

Şehid İmam'ın anlattıkları bizim yolumuzu çizmektedir.

Biz asla ümitsizliğe düşmemekteyiz. Bu kötü gidişi ve fesatlıkları ortadan kaldıracak sağlam ve temiz bir toplum oluşturma yolunda Hz. Peygamber (a.s.)'ın irşad ve yönlendirmeleri ışığında tüm gücümüzle ça­lışmaktayız. Bunu yaparken de örnek teşkil etmekteyiz. Kur'an ve sünnet'e başvurmaktayız.

Ayrıca bizzat yaşayarak da örnek teşkil etmekteyiz.

Çalışmalarımızı, sürekli bir şekilde Allah (c.c.)'ın yardımını umarak devam ettirmekteyiz.

Çalışmalarımız, Allah (c.c.)'ın yardımıyla bereketini göstermekte, toplumun kötü durumu sürekli bir şekilde iyiye doğru düzelme kaydet­mektedir. Konuyla ilgili olarak bir kaç örnek vermek istiyorum:

Akide konusunda bir çok bozukluklar ve hurafeler ortadan kalkmış, onların yerini sahih inançlar almıştır. Bu konudaki çalışmalar hâlâ devam etmektedir. Geriye kalan bozuk adetler ve bazı bid'atler ise hiç kimse ta­rafından hoş karşılanmamaktadır. Oysa daha önce bu bozuk inançlar top­lumumuzda oldukça rağbet görüyordu.

Ayrıca Hz. Muhammed (a.s)'in sünneti gençler arasında hızla yayıl­maktadır.

Genç kızlarımız, tesettüre bürünerek Allah (c.c)'ın emrine göre yaşa­makta, genç erkeklerimiz mescidleri davanın sunulduğu yerler olarak görmektedir.

Bir taraftan İslami yaşayış yaygınlaşırken, bir taraftan da toplumun yapısının da İslami temeller üzerine kurulması gerektiği söylenmeye baş­lanmıştır.

Müslümanlar, kendi bulundukları bölgelerde İslami kanunların ha­yata hakim olmasının mücadelesini verirken aynı zamanda diğer bölge­lerdeki İslami topluluklar ve onların mücadeleleriyle de yakından ilgilen­meye başlamışlardır.

Gençlerimiz Allah (c.c.)'ın kanunlarının hakim olması için fiili olarak cihada koşmakta, başta Afganistan, Filistin, Filipin, Eritre, Suriye, Lübnan ve Keşmir olmak üzere tüm dünyadaki müslümanların dertlerini kendilerine dert edinmektedirler.

Bütün bu gelişmeler fitne ve fesatın ortadan kalkmaya başladığını göstermekte, ileriki günler için hayır ve ümit müjdelemektedir.[269]

 

Davanın Özelliği Ve Örnekliğin Önemi

 

Bizim topraklarımız İslam toprağıdır ve burada yaşayanların çoğun­luğu da müslümandır. Bu insanlar İslam'ı atalarından miras yoluyla al­mışlardır. Onun için bir takım adet ve hurafeleri İslam'dan sanmaktadır­lar. Diğer taraftan sömürgecilerin müslümanlar arasında oluşturdukları zafiyet, geri kalmışlık ve sindirilmişliği de müslümanlar, emperyalist düşmanlardan miras almışlardır.

Yine bu sömürgeciler topraklarımızı talan ederken kendi heva ve he­veslerini de bizim ülkelerimizde kanunlaştırmışlardır. Kendi fikirlerini yerleştirmek için bir takım insanlar yetiştirmişler, parti ve çeşitli kurum­lar kurarak İslam ümmetini parçalamışlardır.

Onun için bugün davanın karşı karşıya kaldığı ortam, Allah Resulü (a.s)'nün karşılaştığı ortamla farklılıklar göstermektedir. O zaman Allah Resulü (a.s) ve müminler, kafirleri İslam'a çağırıyorlardı. Onları, putlara ibadeti terk ederek, tek olan Allah'a ibadet etmeye davet ediyorlardı. Al­lah Resulün (a.s)'nün çabaları, müşriklerin ve kafirlerin akidelerini değiş­tirmeye yönelikti.

Davetin sonucunda eğer bir kişi şirkten dönüp İslam'a girerse, İs­lam'ı önce öğreniyor sonra da onun gereklerini yaşamaya başlıyordu. Hatta bunu, küfürden İslam'a dönmenin verdiği büyük bir şevkle yapıyor­du. Bundan daha büyük bir nimet var mıdır? Bu, dünya ve ahiret için bü­yük bir kazançtır.

Allah (c.c)'ın dinini, Resulünü ve kitabını tam bir kalp huzuruyla ka­bulleniyorlar, nefislerini derhal değiştiriyorlar, İslam'ın emir ve buyruklarina göre şekillendiriyorlardı. Cahiliyeden kalma ne varsa hepsinden sıy­rılıp, İslam'a teslim oluyorlardı.

Onların arasından öyle yiğit mü'min erkekler ve inanmış kadınlar çıktı ki, omuzlarında ilk İslam devletini'nin yükünü taşıdılar. Ayrıca tüm nesillere örnek olacak bir İslami yaşantı sergilediler. Cihad, fedakarlık, yardımlaşma ve Allah (c.c.) için sevme de öyle bir model ortaya koydular ki, kıyamete kadar tüm mü'minlere örnek oldular.

Fakat bugün bizim karşı karşıya olduğumuz insanlar kafirler ya da müşrikler değildir. Şu anda daveti ulaştıracağımız insanlar, müslümanlardır. Bu insanlar inandıkları ve yaşadıkları şeyin gerçek İslam olduğunu sanıyorlar. Atalarından miras kalan, bir yığın bid'at ve hurafelerle dolu olan inançlarını, saf ve berrak İslam sanmaktadırlar.

Bizim muhatabımız olan müslümanların bir çoğu daveti ve nasihati dahi kabul etmemektedirler. Onları İslam'ın sahih olarak anlaşılmasına çağırdığımızda bizleri reddedebilmektedirler. Çünkü kendisini her yö­nüyle mükemmel bir müslüman sanmaktadırlar.

İşte bunun için müslüman davetçi kardeşimizin çok geniş bir anlayı­şa, hoşgörüye ve bütünleştirici bir üsluba sahip olması gerekmektedir. Ancak bu özellikleriyle davet ettiği kişilere karşı güven sağlayabilir ve onların sahih İslam'ı bulmalarına vesile olabilir. Böylece herhangi bir ih­tilafa ve çekişmeye meydan vermeden onun yanlış düşünce ve görüşlerini değiştirmiş olur. Bu da ancak alçak gönüllülük, hikmet ve örnek bir İsla­mi yaşantı ile olur. Böyle olursa kalpler davetçiye ısınır, herkes onu sever ve ona bağlanarak hatalarından kolayca sıyrılabilir.

Biz, herhangi bir müslümanın amellerini düzeltmeye çaba harcadığı­mızda, bizim ondan, onun da bizden olduğunu hissettirmeliyiz ona. Hiç­bir zaman kendimizi ondan ayrı görmemeliyiz. Çünkü böyle bir hareket, yani kendimizi davet ettiğimiz kişiden ayrı tutmamız, görev yapmamızı engeller ve başarılı sonuçlar elde edemeyiz. Diğer müslümanlarla kaynaşmalı, dava tohumunu onların kalplerine ekmeliyiz.

Bu anlattıklarımızdan da anlaşıldığı gibi, herhangi bir kafiri ya da müşriği İslam'a davet etmekle, bir müslümana bid'atları bırakmasını öğütleyip sahih İslam'a davet etmek arasında fark vardır.

Kafirlerin bizim üzerimizde daveti kendisine ulaştırmaktan başka hakkı yoktur. Ama müslümanın hatası ne olursa olsun, bizim üzerimizde bir de kardeşlik hakkı vardır.

Kardeşlik haklarından biri de, onu küfür ve nifakla nitelendirmemen ve hakkında hüsnü zanda bulunmandır. Şunu biliniz ki, müslümanlarla ilişkileriniz İslam kardeşliği çerçevesinde olduğu müddetçe işiniz daha da kolaylaşacak, daveti ulaştırmada büyük mesafeler katedeceksiniz.

Biz, müslümanlara yaşadıkları İslam'ın hatalı olduğunu anlatmak için onlara İslam'ın kamil bir hayat nizamı olduğunu kavratmalıyız. İslam ümmetinin dünyayı idare edebilecek kapasiteye sahip olduğunu anlatma­lıyız onlara.

Bütün bunları yapmak ise, davet edeceğimiz kişiye iyi muamele ile mümkündür.[270]

 

İstenilen Değişiklik Üzerine

 

Bütün müslümanların, davet ettikleri kişilerin dünya hayatına bakış­larını iyi anlamaları gerekmektedir.

Şöyle bir baktığımızda, dünya hayatında maddi tarafın manevi taraf­tan daha ağır bastığını görmekteyiz. Öyle bir hale gelindi ki, dünya en büyük hedef olmaya başladı. İnsanlar vakitlerinin çoğunu, bilgi ve bece­rilerinin hemen hemen hepsini dünya hayatı için kullanmaktadırlar. Za­manlarını, dünya hayatının lezzetleri ve bedenlerinin rahatlığı için harca­maktadırlar. Ama dini konulara gelince birçoğu bu emirlerden habersiz­dirler. Birçok müslüman, farzlardan, emirlerden, cihaddan ve İslami ya­şantıdan ilgisini koparmıştır. Adeta dünya hayatı, dini emirlere galip gel­miştir.

Bugün pek çok müslüman sanki İslami emirler dünya işleri karşısın­da ikinci plana düşmüş gibi, dünya işlerinden artan zamanlarında İslami emirlere vakit ayırabilmektedirler. Dünya hayatından artan hiç bir vakit­leri yoksa eğer, İslam için ayıracakları hiç zamanları yok demektir bunla­rın...

Ancak biz, müslümanları gerçek İslami anlayışa döndürmek istiyo­ruz. Dünya'daki gerçek konumuna, yani Allah Teala'nın yaratış gayesine uygun pozisyona getirmek istiyoruz.

Bu konuda Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Ben insanları ve cinleri sadece bana ibadet etsinler diye yarattım."[271]

Biz istiyoruz ki, müslümanlar ahirete daha çok önem versinler, sahip oldukları tüm maddi ve manevi imkanlarını ahiret için kullansınlar.

Yine istiyoruz ki, müslümanlar İslam'ın kıymetini gereği gibi idrak etsin. Çünkü İslam'a mensup olmakla, en hayırlı ümmet kılınmıştır. Bu­nun gereği olarak da İslam'ı Allah (c.c.)'ın emretiği gibi yaşaması gerek­mektedir.

En hayırlı ümmet olarak aynı zamanda dünyadaki insanların idareci­liğini omuzlarında taşıması gerekmektedir. Çünkü müslümanlar, gerçek müslüman olmak şartıyla, izzet ve liderliği dünyada yürütürken ahirette de Allah (c.c.)'ın nimetlerine mazhar olan kimsedir.

Biz ayrıca müslümanların, cemaat halinde çalışmak için hangi ko­şulların gerektiğini bilmelerini istiyoruz. Çünkü, İslam devletini kurmak ve hilafeti yeniden diriltmek için cemaat halinde çalışmak büyük önem taşımaktadır. Her müslüman fert, kendi alanında çok faal bir eleman ol­ması gerektiğinin bilincinde olmalıdır.

İslam devletinin binasının oluşumunda her mümin, kendine düşen görevi, cemaatten almalıdır. Şu noktayı tüm müslümanlar çok iyi anlama­lıdırlar ki, İslam devletinin kurulması için hep birlikte organizeli bir ce­maat halinde çalışmazlarsa eğer, başarılı sonuç elde edemezler ve hepsi de günah işlemiş olurlar.

Hayatın her alanında ve çalışma dallarının hepsinde en güzel örnek­ler ortaya konulmalıdır. Müslümanlar, örnek davranışlarıyla çevresinde iyi bir model oluşturmalıdır.

Anne, müslüman örnek bir anne olurken, baba, oğul ve kızlar da ör­nek birer müslüman olmalıdır. Tabi bu örneklik görevi için belli başlı ba­zı noktaların yerine getirilmesi gerekmektedir. Bunun için size bazı mi­saller vermek istiyorum.

İslami çalışma, kişinin en mükemmel bir şekilde yetişmesini hedef­lediği gibi İslam devletinin binasının temeli kabul edilen ailenin de iyi meziyetler ve güzel ahlak ile donatılmasını amaç edinmiştir.

İslami müesseseler, İslami amellerin amacından ayrı düşünülemez hiç bir zaman. Örneğin bir İslami üniversite, İslami bir hastane, İslami bir banka, İslami bir iktisat sistemi... gibi çalışmaların da örnek teşkil edecek şekilde düzenlenmesi elbette İslami çalışmanın amaçlarındandır. Çünkü İslam'ın nasıl tatbik edildiği ve sonuçlarının ne olduğu ancak böylesi ça­lışmalarla somut bir şekilde ortaya konulabilir.

Bütün bu örnekler ve modeller, ancak sağlıklı bir altyapıya sahip, or­ganizeli bir cemaat tarafından ancak ortaya konulabilir.[272]

 

Davetçide Sahih İmanın Önemi

 

Toplumu değiştirme yolunda yapılan çalışmalarda ve dava yolunda örnek teşkil etmede en önemli etken hiç şüphesiz ki imandır. İman, yalnız başına zaten büyük bir konudur. Tüm unsurları kapsayan iman, yaşamın bütününü kuşatır. İmansız insan, hiçbir değer ifade etmez.

İnsanın gerçek yaşamı, manevi hayatıdır. Bu da ancak iman ile mümkündür. Bedendeki canlılık, insan için gerçek bir hayatı ifade etmez. Çünkü bedeni canlılıkta, hayvanlar ile insanlar aynı kategoridedir.

Kalp ne zaman diri ve canlı olursa, iman ve kuvvet bulursa, işte o zaman insan kendisini zinde hisseder. Kendisini kuvvetli ve zinde hisse­den insan Allah (c.c)'a daha iyi ibadet eder, yaşayışım ve düşüncesini Allah (c.c.)'ın emirleri doğrultusunda yönlendirir. Onun yaşamının bütün safhası artık Allah (c.c.)'ın dininin gereklerine göredir.

Sahih bir imana sahip olan kişinin kalbi, fedakarlık, iyilik, taham­mül, cihad ve şehadet sevgisiyle doludur. İman, sahibini Allah (c.c)'a is­yan olan tüm kötülükleri işlemekten alıykoyarken, onu İslam'ın edep ve ahlakı ile de süsler.

Bunun en açık örneklerini cahiliye döneminde görebiliriz. İman cahiliye dönemi insanlarını ıslah edip en mükemmel bir ahlak ile güzelleştirmedi mi? Onlar cihadda, şehadette ve sevgide güzel birer örnek oldular hepimize. Allah (c.c) ve Resulü (a.s)'nün emriyle yerlerini ve yurtlarını bırakarak hicret ettiler, kardeşlik sevgisinin en güzelini gösterdiler bizle­re...

Onları hicret etmeye zorlayan sadece ve sadece sarsılmaz imanlarıy­dı. Kur'an-ı Kerim bu sevgiyi, bu fedakarlığı ve bu yüce imanı bizzat tes­cil ediyor. Allah Teala bakın ne buyuruyor:

"(Bir de bu ganimetler) hicret eden fakirlere aittir ki, onlar Al­lah'tan bir lütuf ve rıza ararlarken, hem de Allah ve Resulüne (mal ve canlarıyla) yardım ederlerken yurtlarından çıkartılmışlardır, iste bunlar (iman ve mücadelelerinde) sadık olanların ta kendileridir.

Onlardan önce Medine'yi hem yurt ve hem de iman evi edinenler, kendilerine hicret edip gelenleri severler. Onlara verilen mallardan dolayı kendilerinde bir ihtiyaç arzusu uyanmaz. Onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin (mala karsı) hırs ve cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluş ve saadete erenlerin ta kendileridir. Bunlardan sonra ge­len (diğer müminler) derler ki:

"Ey Rabbimiz, bizi ve bizden önceki kardeşlerimizi bağışla. İman edenler için kalplerimizde bir kin bırakma. Ey Rabbimiz, şüphesiz ki sen çok merhametli ve şefkatlisin."[273]

Dünya malını terkedip, Allah (c.c) yolunu seçtiren imanın yüceliğine bakınız. İmanın insanın üzerinde yaptığı değişikliklere bakınız. Kardeşlik sevgisine, başkasını kendi nefsine tercih edişe dikkat ediniz.

Dikkat ediniz de, dünya malına bağlılıktan sonra iman aracılığıyla bütün pisliklerden arınarak, yüce mertebelere nasıl çıktıklarını görünüz.

İman, yalnızca dil ile söylenen bir şey değildir, o bir inanç, kalp tastiki ve ameller bütünüdür.

Bu nedenle ayetlerde iman ile salih amelin bir arada zikredildiğini görüyoruz. Buradan da anlaşılacağı gibi, davetçilerin salih örneklik yapa­bilmeleri için her şeyden önce saf bir imana sahip olmaları gerekmekte­dir. Allah Teala bu konuda şöyle buyuruyor:

"Mü'minlerden öyle erler vardır ki, öyle erler ki, imanlarında ve amellerinde sadıktırlar. Öyle erler ki, İslam'ı öğrenmede ve Rablerine verdikleri sözü tutmada sadıktırlar. Evet onlar hiç bir değişikliğe ve ver­dikleri sözlerden en küçük bir noksanlığa meydan vermeden, Hak yolda yürürler."

Böyle erleri Allah Teala şu ayeti kerimede de övmektedir:

"Mü'minlerden öyle erler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde durur­lar. Onlardan kimi verdiği sözü yerine getirdi (şehid oldu) kimileri de beklemektedir. Onlar (verdikleri sözü) hiçbir şekilde değiştirmediler. Çünkü Allah doğruları, doğruluklarıyla mükafatlandıracaktır."[274]

Bizler Allah'tan (c.c) sabır ve zafer niyaz edelim. Cenabı Hakktan, Allah (c.c.)'ın dininin yeryüzüne hakim olmasını ve mü'minlerin zafere ermelerini temenni edelim. Allah Teala bu zaferi mü'min kullarına vaad etmiştir.

Konunun daha iyi anlaşılması için şu ayet-i kerimeleri okumamızda fayda vardır:

"Allah iman edenleri, dünya ve ahirette (tevhid ve şehadet gibi) sağlam bir sözde sabit kılar."[275]

"O vakit Rabbin meleklere (şöyle) vahyediyordu: Şüphesiz ki ben si­zinle beraberim. Siz iman edenlere sabır verin. Ben kafirlerin yürekleri­ne korku salacağım. Hemen vurun onların boyunlarının üstüne, vurun onların parmağına."[276]

"Biz elçilerimize ve onlarla birlikte olan mü'minlere dünya hayatın­da da ahirette de yardım edeceğiz."[277]

"Allah müminlere müdafaa eder."[278]

"Allah içinizden iman edip güzel isler yapanlara vaad etti ki, kendi­lerinden önceleri (kafirlerin yerine) onlar için beğendiği dinlerini (İslami) mutlaka kuvvetlendirip daimi kılacak, korkularının aradından onları mutlaka eminliğe çevirecektir, (çünkü onlar) hiç bir şeyi ortak koşmaya­rak bana ibadet ederler. Kim de bundan sonra nankörlük ederse, işte on­lar yoldan çıkan (fasık)ların ta kendileridir."[279]

İman, ferdin, toplumun ve aile yapısının oluşumunda temel esastır. Sadık iman kişiyi hayırlı çalışmalara sevkederek, hakkın gerçekleşmesine yardımcı olur.

Çalışmaların sonucu başarı elde etmek, hak dini yeryüzüne yaymak ancak iman ve salih amel ile mümkündür. Bu aynı zamanda ahirette kur­tuluşumuz için de tek yoldur.

Bu konumuzu, Şehid İmam Hasan el-Benna'nın gençler için iman konusunda yaptığı bir konuşmayla tamamlayalım:

"Ey gençler, sürekli olarak imanınızı yenileyiniz ve amaçlarınızı açık ve seçik bir şekilde ortaya koyarak tavrınızı netleştiriniz. Birinci kuvvetin iman olduğunu asla unutmayınız. Bu imanın gereği ise birlik ve beraberliktir. Vahdet ve birliğin sonucunda ise zafer ve kurtuluş vardır. Ciddi şekilde iman ediniz ve kardeşçe birlik ve beraberlik içinde çalıştık­tan sonra da zaferi bekleyiniz..."[280]

 

Örneğimiz, Allah Resulü (A.S)’Dür

 

"Andolsun ki, Allah (c.c.)'ın Resulünde sizler için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar için ve Allah'ı çok zikredenler için pek güzel örnekler vardır."[281]

Allah (c.c.)'ın Resulü (a.s) dava yolunda bizim için tek örnektir. İs­lam'ı yaşamada tek ölçümüz O'dur bizim. O, İslam'ın bizlere ulaşmasında Allah (c.c.)'m elçisidir. Bu dini ilk tatbik eden Allah (c.c.)'ın Resulü (a.s) olmuştur. O, Allah (c.c.)'tan aldığı vahiyler ile kendisine yön veriyordu. Şimdi bizler de Allah (c.c.)'ın Resulü'nün izindeyiz ve onun takipçileri­yiz.

Allah Teala'dan, vahiy yoluyla dini tatbik ettiği için Peygamberimiz­den daha iyi İslam'ı anlayan ve bilen kimse yoktur. Bu nedenle Allah (c.c.)'ın rızasını uman ve ahirette Allah (c.c.)'ın nimetlerine nail olmak is­teyen herkes, Allah (c.c.)'ın Resulüne (a.s) tabi olmak zorundadır.

Allah (c.c.)'ın Resulüne itaat etmek aynı zamanda Allah'a itaat et­mek anlamını taşımaktadır. Çünkü Resule itaat de Allah (c.c.)'ın emriyle olmaktadır.

Allah Teala ne buyuruyor:

"Kim Resule itaat ederse, Allah'a itaat etmiştir. "[282]

"Resul size ne getirdiyse onu alınız, neden de neyhetti ise ondan da sakınınız."[283]

"De ki, eğer Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki, Allah da sizi sev­sin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayıcıdır, affedicidir."[284]

"Hayır öyle (yaptıkları gibi) değil, Rabb'ına andolsun ki (onlar) aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hü­kümde içlerinde bir sıkıntı duymayan sana tam teslimeyetle teslim olma­dıkça iman etmiş olmazlar."[285]

"Allah ve Resulü bir işte hüküm verdiği zaman inanan erkek ve ka­dınlara (o hükümlere aykırı olarak) seçme (hakkı) yoktur."[286]

"Aralarında hüküm vermek için Allah'a, Resulüne çağrıldıkları za­man müminlerin sözü ancak, işittik ve itaat ettik demeleridir. İste kurtu­luşa erenler onlardır."[287]

"Ey (Muhammed), muhakkak ki sen Allah (c.c.)'ın dosdoğru yoluna hidayet ettirirsin. O Allah ki yer ve gökler onundur."[288]

"... Peygamberin emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir bela isabet etmekten veya acıklı bir azabın çarpmasından sakınsınlar."[289]

Resulullah (a.s)'ın itaat konusunda bazı hadis-i şerifleri şöyledir:

Ebu Hureyre(r.a)'den:

"Resulullah (a.s) buyurdu ki, "Ümmetimden herkes cennete girer ancak yüz çevirenler hariç. Ey Allah (c.c.)'ın Resulü, yüz çevirenler kim­ler diye soruldu. O da buyurdu ki, kim bana itaat ederse cennete girer, kim de bana isyan ederse işte o da yüz çevirmiştir."[290]

Cabir (r.a)'den:

"Resulullah (a.s) buyurdu ki; "Benim ve sizin örneğiniz aynen şu adama benzer. Adam bir ateş yakmış ve kelebekler o ateşe düşmeye baş­lıyor. O adam da kelebekleri o ateşten uzaklaştırmaya çalışıyor. Ben de sizin eteklerinizden tutmuş cehennemden uzaklaştırmaya çalışırken sizler benim eteklerimden çıkmaya çalışıyorsunuz."[291]

Bu hadisi şerif Allah Resulü (a.s)'nün ümmetine karşı ne kadar düş­kün ve merhametli olduğunu göstermektedir.

Allahu Teala ne kadar da güzel buyurmuş:

"Muhakkak ki size kendi içinizden sizin zorluk çekmenize dayana­mayan, sizin hep iman üzre olmanızı isteyen, müslümanlara çok acıyan merhametli bir peygamber gelmiştir."[292]

'Lailahe illallah Muhammedun resulullah' şehadeti, İslam'ın temelini oluşturur. Bu şehadet İslam'ın kapısıdır ve bizler içeri bu kapıdan gireriz. Tıpkı Allah (c.c)'a itaat bizlere farz olduğu gibi, Resulüne itaat da farzdır. Davet yolunda bizlerin en büyük örneği Resulullah (a.s)'tır.

Bu konuyu şehid İmam Hasan el-Benna şöyle açıklıyor:

"Davet yolu tektir ve o da Allah Resulü (as)'nün yoludur. Sahabeler onun yolunu takip etmiştir. Bizler de aynı yoldan yürümekteyiz. Allah (c.c.)'ın izniyle, sahabelerin takip ettiği yolu bizler de takip edecek, Allah Resulünün çizdiği yoldan gideceğiz."

Cahiliyye döneminde, Allah'ın Resulü (a.s) kafirleri önce imana ve amele çağırdı. Daha sonra onların kalplerini sevgi ve kardeşlik üzerinde birleştirdi. Böylece inanç gücü ile beden gücü birleşerek bir bütün oluştu. Tüm dünyanın karşılarında durmasına rağmen bu bütünden öyle bir ce­maat oluştu ki, örnek bir model oldular, davalarındaki mücadelelerinde zafere eriştiler."[293]

İhvan-ı Müslim'in cemaatı devamlı olarak şunu haykırmıştır:

"Gayemiz Allah, Önderimiz Resululah, Anayasamız Kur'an..."

Kur'an esastır, Resulullah (a.s.) ise onu açıklamış ve nasıl uygulana­cağını anlatmıştır. Resulullah (a.s.)'ın sahabeleri, ona nasıl tabi olunaca­ğını çok iyi anlamışlardı. Onu pür dikkat dinliyorlar, öğrendiklerini anın­da uygulamaya koyuyorlardı. Bu uygulamalar da işte müctehid imamlar aracılığıyla bizlere kadar sağlıklı bir şekilde ulaştılar.

Resululah (a.s)'ın hayatında din ve dünyaya ait bütün örnekleri ve emirleri bulabilirsiniz. İbadetlerden, savaşa, Allah (c.c.)'a ibadetten alış­verişe kadar her konuda örneklere rastlayabilirsiniz. Hadis kitapları bu konuda bizlerin en büyük yardımcı sidir, onlarda Resululah (a.s)'ın yaşa­mı üzerinde örnekleri bulabilirsiniz.

Ümmetin kurtuluşu dinde olduğu için, Allah (c.c.)'ın Resulü sahabe­lerinin Kur'an ve sünneti öğrenmelerine büyük önem verirdi. Sahabeler anlayamadıklarını Allah (c.c.)'ın Resulü'nden sorarlardı. Resululah (a.s) onlara anlamadıklarını açıklar, uygulamalı olarak da izah ederdi.

Yeri gelmişken sahabelerin Resulullah (a.s.)'a nasıl tabi olduklarına ve öğrendiklerini en ince noktasına kadar nasıl uyguladıklarına dair bir örnek vermek istiyorum. Rabia bin Abbas anlatıyor:

"Hattab oğlu Ömer'i gördüm, Hacer'ul Esvet'i öperken aynen söyle diyordu: Sen sadece bir tassın. Ne faydan dokunur ne de zararın. Eğer Nebi aleyhisselam'ı seni öperken görmeseydim, ben de öpmezdim."[294]

 

Sünnet'e Uymanın İslam Toplumundaki Önemi

 

Müslümanlar, yaşamlarının tüm safhasında Allah (c.c.)'ın Resulu'ne tabi olurlar. Sünnete tabi olma müslümanların sırat-ı müstakim üzerinde olmalarını sağladığı gibi dünyaya bakış açılarının da İslami olmasını sağ­lar.

İnananlar bütün işlerini Kur'an ve sünnetin getirdiği emir ve yasaklar çerçevesinde düzenlerler.

Hz.Peygamber (a.s)'in sünnetine tabi olma, müslümanlar arasındaki birlik ve beraberlik duygusunu artırır, ayrılık ve ihtilafların da ortadan kalkmasına yardımcı olur.

Müslümanların gücünü kıran, kenetlenip kuvvetlenmesini önleyen tefrikaların ortadan kalkması oldukça büyük önem taşımaktadır. İşte bu noktada sünnet birleştirici ve kenetleyici bir rol üstlenmektedir. Resulullah (a.s)'ın sünnetine sarılan müslümanlar aralarındaki ayrılıkları ve ihti­lafları terk edecekler, safları sıklaştıracaklar, birbirlerine kopmaz bağlarla bağlanacakladır. Her müslüman diğer müslamanı kardeş bilecek, bir bi­nanın tuğlaları gibi kenetleneceklerdir.

Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Allah bize ilahi bir renk vermiştir. Allah'tan daha güzel renk veren kimdir? Biz ancak ona ibadet ediyoruz."[295]

Müslüman daima farklıdır ve müstesna bir kişiliğe sahiptir. Hayatı­nın her alanında Kur'an ve sünnetin emirlerini uygular. Körü körüne hiçbir davranışta bulunmaz, bireysel tutumlardan kaçınır.

Şimdi kimileri şu soruyu sorabilirler:

"Resulullah'ın sünnetine her konuda tabi olmak, kişinin özgürlüğünü kısıtlamaz mı?.."

Öncelikle bu soruyu müslüman olan biri soramaz. Ancak kalplerde şüphe ve tereddüt uyandırmak isteyen, akılları karıştırmak amacını güden kişiler sorarlar. Böylelerine şu karşılığı vermek yeterli olacaktır.

Gerçek özgürlük, bizleri yaratan Allah (c.c.)'ın çizmiş olduğu sınır­ları kapsamaktadır. Bizi yaratan O olduğuna göre, bizim için neyin kötü neyin iyi olacağını da en iyi o bilecektir. O, kulları için çok merhametli ve çok bağışlayıcıdır.

Resulullah (a.s) ise Allah (c.c.)'ın istediği hayat nizamını uygulamış­tır. Rabbimiz de bizden Resulu'ne uymamızı istemiştir. Resullullah (a.s)'a tabi olmakla özgürlüğün kısıtlanması sorununu bırakın, bizzat Allah Resulü'nün yolundan ayrıldığımız zaman özgürlüklerimiz kısıtlanmış ol­maktadır. Çünkü hiç bir faydası olmayan bu ayrılık, insan fıtratına terstir. Eğer insanlar için faydalı olsaydı, zaten Allahu Teala (c.c) bunu emreder­di. Gerçek yarar, Allah'a ve onun Resulüne tabi olmaktadır.

Allah Resulü (a.s)'ne tabi olan kişi hiç bir şey kaybetmemekte, iman, takva ve ahlak bakımından da yüksek dereceler elde etmektedir. Kişilik olarak İslami bir şahsiyeti oluşmaktadır. Toplumda örnek bir kişilik ola­rak belirmektedir.

İsterseniz gelin şimdi Allah Resulü (a.s)'nün müslümanların hayatın­da nasıl bir model oluşturduğunu ve müslümanların bu konuya nasıl önem verdiklerini inceleyelim.

Resulullah (as)'ın bir ailenin nasıl kurulması gerektiği konusundaki sözlerine göz attığımızda, müslümanlara seçilecek kızda dini yönün ağır basmasının istediğini görmekteyiz. Böyle olunca da doğacak çocuklar Allah (c.c.)'ın izniyle İslam terbiyesi ile yetişeceklerdir. Yani İslami bi­lince sahip anne ve babalar, şuurlu çocuklar yetiştireceklerdir.

Resulullah (as)'ın, kişinin ailesi ile olan münasebetinde şeytanın şer­rinden Allah'a sığınmayı ve bu konuda okunacak duayı öğrettiğini gör­mekteyiz. Çocuk doğduktan sonra kulağına ezanın okunması, ona güzel bir ismin konması vs... hepsi Allah (c.c.)'ın Resulü (a.s)'nün tavsiyeleri arasında yer almaktadır. Daha evlenmeden temiz bir aile seçiminden tu­tun da, doğum öncesine ve doğumdan sonra yapılması gerekli işlemlere kadar tüm safhalara yönelik Resulullah (a.s)'ın tavsiyeleri vardır.

Burdan da açıkça anlaşıldığı gibi İslam, kişinin doğmadan önceki durumundan tutun da öldükten sonraki yaşantısına kadar bütün konularda hüküm ve tavsiyeleri içermektedir. Bunların hepsi, insanların iyiliği ve hayrı içindir. Tabi ki, anlayanlara...[296]

 

Bid'atler Terkedilmelidir

 

Allah Resulü (as)'ne tabi olmanın bir anlamı da artık bid'atlerin orta­dan kalkmasıdır. Resulullah (a.s)'ın sünnetinin sağlam ve karmaşalardan uzak bir şekilde yaşanması için bid'atlerin mutlak suretle terk edilmesi gerekmektedir.

Müslümanlar Resulullah (a.s)'ın sünnetine sıkı sıkıya sarılmak zo­rundadırlar. Onlar sünnet-i seniyeye sahip çıkmadıkları sürece, bir yığın bid'at sünnetin yerini alacaktır,

Bid'atlerin kısa sürede nasıl yayıldığı ve toplumda yerleştiği konu­sunda Hristiyan papazların ve hahamların Allah (c.c.)'ın dinini bozmaları ve kendilerinden eklemelerde bulunmaları iyi bir örnek olarak gösterile­bilir. Dinlerini kendi elleriyle öyle bozdular ki, helalleri ve haramları da­hi kendileri koyar duruma geldiler.

Şu hadis-i şerife dikkat edelim ve bu konunun üzerinde yeniden dü­şünelim:

"Resulullah (a.s) buyurdu ki:

"Kim bizim dışımızda bir şey icad ederse o reddolunmuştur."[297]

 

Bütüne Tabi Olma

 

Her müslümanın Allah (c.c.)'ın Resulü (a.s)'ne bütün konularda tabi olması farzdır. Bazı konularda tabi olma, bazılarından ise yüz çevirme kesinlikle olmaz.

Dava adamları, davetçiler ise herkesten daha fazla Allah Resulüne (a.s) tabi olmak konusunda özen gösterip, titiz olmalıdırlar.

Çünkü onlar, insanları Allah'a çağırmakta, insanlara İslam'ı anlat­makta ve Allah (c.c.)'ın (c.c) dininin yeryüzünde hakim olması için mücadde etmektedirler.

Bu nedenle dava yolunda çalışanlar herkesten daha fazla Resulullah (a.s)'ın sünnetine tabi olmalıdırlar.

Dava yolunda çalışanlar, aynı zamanda İslam'ın örnek şahsiyetleri olarak kabul edildiklerinden Allah Resulü (a.s)'nü daha iyi bilmek ve ta­nımak, O'na uymak zorundadırlar.

Dava adamı örnek bir kişilik oluşturduğundan, bütün ibadetlerinde, namazında, orucunda, sıkıntılara katlanmada ve cihadda Resulullah (a.s)'ın yolunu izlemelidir. Allah (c.c) ile bağlantısını sağlamlaştırmalıdır.

Allah (c.c) ile sağlam bağ kurmanın yolu da yine Resulullah (a.s)'ın sünnetine uymaktan geçer.

Dava adamı İslam'ı öğrenmek, kardeşlik ve sevginin yaygınlaştırıl­ması konularında çok çaba harcamalıdır. Dava arkadaşlarına karşı daima bağışlayıcı ve affedici bir tutum sergilemeli, alçak gönüllü olmalı, hata ve kusurları görmezden gelmelidir. Bütün çalışmalarında azmi hiç bir za­man elden bırakmamalıdır. Bu güzel özellikleri Resulullah (a.s)'ın haya­tında görmekteyiz. Eğer onu kendimize örnek alırsak, biz de bu güzel il­keleri kendimize rehber edinebiliriz.

Burada Allah Resulü (a.s)'nün hayatının tamamını anlatacak deği­lim. Buna hem konumuz hem de yerimiz müsait değil. İstedim ki bir kaç örnek vererek dava adamı için Resulullah (a.s)'ın hayatından bazı manza­raları gözler önüne sereyim. Amacım, dava adamlarının Resulullah (a.s)'a kayıtsız şartsız tabi olmaları gerektiği gerçeğini hatırlatmaktı.

Her dava adamına, Allah (c.c.)'ın Resulünün (a.s) hayatını öğrenme­ye özen göstermelerini tavsiye ediyorum. Tabi sadece bilmek yetmiyor, aynı zamanda öğrediklerini uygulamaları da gerekiyor.[298]

 

İslami Cemaatte Örneklik

 

Daha ünce de değindiğim gibi, bugünkü müslümanlarm mücadelele­rinin ana hedefi İslami devleti kurmaları. Başında halifesi olan İslami devleti kurmak için çalışmak tüm müslümanların üzerine farzdır.

Ancak, böylesine önemli bir konu bireysel çalışına ve çabalarla ger­çekleşecek bir şey değildir. Mutlaka disiplinli ve organizeli bir çalışma­nın olması gerekmektedir. Bu da ancak tüm organlarıyla oluşmuş bir İsla­mi cemaatle mümkündür.

Müslümanları bir arada tutacak, ortak hareket etmelerini sağlayacak İslami cemaatin özellikleri neler olmalıdır peki?

Öncelikle bu konunun üzerinde durmak istiyorum. Gözlemlerimden anladığım kadarıyla bazı gençler cemaat seçmede bazen kararsız kalmak­ta, karar verirlerken zorlanmaktadırlar.

Burada vereceğim bilgiler onların işine yarayacak ve isabetli karar vermelerine yardımcı olacak sanıyorum.[299]

 

Örnek Bir İslami Cemaatte Bulunması Gerekli Temel Özellikler

 

Bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz.

1- Cemaatin kuruluş amacı tamamen Rabbani olmalı ve tek hedefi Allah (c.c)'ın rızası olmalıdır. Makam, şan ve şöhret gibi dünyevi ihtiras­lardan tamamen uzak kalınmalıdır. Her türlü cahiliye adetleri terk edil­meli, ırk ve milliyet unsurları ön plana çıkartılmamalıdır. Bunlara dikkat edilmediği takdirde çalışmaların bereketi kalmaz ve Allah (c.c) da başarı ihsan etmez.

2- Allah (c.c)'ın dinini yeryüzünde hakim kılmak için tüm çaba ve gayretler harcanmalıdır. Diğer yan hedefler de bu asıl amaca göre prog­ramlanmalıdır. Cemaat kendisini belirli konularla sınırlamamak, İslam'ın bütün sorunlarına karşı duyarlı olmalıdır.

3- Başta belirlenen hedeflerden sapmamaya dikkat edilmeli, dışarı­dan müdahalelere izin verilmemelidir.

4- Cemaatın İslam'ı bir bütün olarak algılaması gereklidir. Cemaat üyelerinin sahih ve kamil bir imana sahip olmalarına özen gösterilmeli­dir. Her türlü şüphe ve batıllardan kaçınmalı, eksik ve hatalı anlayışlar terk edilmelidir. Müslümanların birliğine sekte vuran ihtilaflı konulardan kaçınmalı, Allah (c.c.)'ın kitabına ve Resulü'nün sünnetine tam olarak uyulmalıdır.

5- Örnek bir İslam cemaati evrensel olmalıdır. Herhangi bir bölgeye ya da kavme değil, kuşatıcı bir yapıyla tüm insanlığa hitap etmelidir. İs­lam davası tüm insanlığa yöneliktir çünkü. Müslümanlar ise tek bir üm­mettirler. Hedef de evrenseldir, yeryüzünde Allah (c.c.)'ın dinini hakim kılmak amaçtır. Böyle olunca, mahalli bir cemaatle evrensel bir hedefi nasıl gerçekleştireceksiniz? Bu mümkün değildir. İslam cemaatı, bu evrensel hedefini gerçekleştirmek için diğer ülkelerdeki İslami hareketlerle işbirliği içinde bulunmalı, her konuda yardımlaşmalıdır.

6- Örnek İslam cemaatı, Resulullah (a.s)'ın ilk İslam devletini kurar­ken uyguladığı esasları kendisine ilke edinmelidir. Bu ilkeler sırasıyla şöyle sıralanabilir:

a- Tevhid akidesinin kalplerde yerleşip, kökleşmesi,

b- Müslümanlar arasında kardeşliğin ve sevginin oluşmasına çaba harcanması,

c- Akide birliğinden sonra cihada hazırlık aşamalarının da tamam­lanması.

Örnek İslam cemaatı yukarıda sayılan koşullan yerine getirmede ti­tizlikle hareket etmelidir. Cemaat fertleri arasında kardeşlik ve sevgi bağ­larının kuvvetlenmesi için özel çaba harcanmalı, üyelerin ruhi yönden beslenmelerine önem verilmelidir.

Ayrıca akide birliği oluşmadan silah gücü gündeme getirilmemeli­dir. Sağlam temeller atılmadan, cemaat üyeleri arasında imani bağlar kuvvetlendirilmeden, silah gücü gündeme getirildiği takdirde cemaat açıkça bölünmeye ve parçalanmaya itilmiş demektir. Bu konuya büyük önem verilmelidir, Biliyoruz ki, Allah Resulü (a.s)'ne müşriklere karşı si­lah kulanma izni ancak koşullar olgunlaştıktan sonra verilmişti. Bu önemli noktayı hiç bir zaman unutmamalıyız.

7- Örnek İslam cemaatı, gösteriş ve propagandadan kaçınmalı, fakat devamlı çalışmalıdır. Tartışmadan, hiçbir fayda vermeyen çekişmelerden ve karmaşadan daima uzak durulmalıdır. Laf üreteceğine iş üretilmeli, cemaat üyelerinin yetiştirilmesi için çaba harcanmalıdır. Tartışma ve çe­kişmeler bizi asıl yapmamız gereken işlerden alıkoyabilir.

Gösteriş ve propaganda ise, ihlası ortadan kaldırır.

8- Örnek bir İslam cemaatının çalışmaları belirli bir plan ve progra­ma göre olmalıdır. Modern çağa uygun olmalı, baş gösteren problemleri çözmede yeterli olmalıdır. Kendisini hiç bir zaman bazı hareketleri red­detmekle görevli görmemelidir. Kısa vadeli değil, uzun vadeli program­lar yapmalı, çalışmalarını ona göre yönlendirmeli, iyi planlanmış uzun vadeli programların verimli olacağını unutmamalıdır. Bilgi ve tecrübeye önem vermelidir.

İslam cemaatı, belirlediği hedefine ulaşmak için ilk olarak üyelerini yetiştirmekle işe başlamalıdır. Mükemmel bir şekilde her açıdan yetişen cemaat üyesi, aynı özelliklerini kuracağı ailesine taşıyacaktır. İslami bi­lince sahip aileler, şuurlu çocuklar yetiştireceklerdir. Böyle ailelerin ço­ğalması toplumu etkileyecek, toplumsal yapının olumlu şekilde düzelme­sini sağlayacaktır. Bu uygulama her İslam ülkelesinde uygulandığı tak­dirde ileride bu toplumların birleşmesinden özlenen evrensel İslam devle­ti ortaya çıkacaktır. Bu hiç de öyle hayal gibi görünmemelidir bizlere. Bunu gerçekleştirmek bizlerin elindedir. İşe önce kendimizden sonra da ailemizden başlamalıyız...

9- Örnek İslam cemaatının tüm çalışmaları organizeli olmalıdır. Ruh terbiyesi ile kültürel gelişme birlikte yürütülmeye çalışılmalıdır.

Gençlerin kolayca evlenebilmelerine olanak sağlanmalı, nitelikli İs­lami ailelerin oluşmasına yardımcı olunmalıdır.

Ekonomik yönden güçlenebilmek için, müesseseler kurulmalıdır.

Hizipçilik mantığından arındırılmış, İslami gerçekleri haykırmak amacıyla siyesi çalışmalar yapılmalıdır.

10- Örnek İslam cemaatı, tebliğ aracı olarak basını kullanmalı, gaze­te ve dergi çıkarmalıdır. Ancak bunların nitelikli olmasına özen göster­meli, davanın sesini yükseltmeli, batıl ve zararlı fikirleri halka açıklama­da aracı olmalıdır.

11- Bir başka cemaat, kendilerini zedeleyici ve kırıcı sözler söylemiş ya da davranışlarda bulunmuş olsalar dahi, örnek İslam cemaatı mutlaka sabretmesini bilmeli, bu yolu seçmelidir. Gereksiz tartışma ve çekişmeye girmemelidir.

Bu tür istenmeyen davranışları büyütmemeli ve sorunun çözümü yo­lunda fedakarlıklarda bulunmayı ilke edinmelidir. Hepimizin hedefi bir gün tüm gruplar birleşerek örnek İslam cemaatını oluşturmak değil mi? Hep birlikte ve tek saf olarak Hz. Muhammed (a.s)'in ordusunu oluştur­mayı hedeflemiyor muyuz? Öyleyse birbirimizi sevmeli, birbimizle yardımlaşmalıyız.

12- Örnek İslam cemaatı, İslam düşmanlarının diğer cemaatlerle ara­larını bozmak için çeşitli planlar devreye soktuklarının farkında olmalı, onların planlarını boşa çıkartacak çalışmalar yürütmelidir. Bu da ancak diğer cemaatler arasındaki diyalogu sağlamlaştırmak ve iletişimi kuvvet­lendirmekle mümkün olacaktır.

13- Örnek İslam cemaatının çalışma programı ve hedefleri içeren bir tüzüğü olmalıdır. Kendisine tabi olan kişilerin görevleri tüzükte yer almalı, ayrıca bir takım cemaat içi prensiplere tüzükte yer verilmelidir.

14- Örnek İslam cemaatı, şura prensibine göre çalışmalıdır. Tüm bi­rimlerin de bu esası uygulamalı, kendisine bağlı kişilerin görüş ve fikirle­rine başvurmayı ilke edinmelidir.

15- Örnek İslam cemaatı düşüncede ve amelde aşırılıklardan kaçın­malıdır. Hele hele müslüman cemaatları tekfire varan tutumlardan kesin­likle sakınılmalıdır.

Akide ve amelde Kur'an ve sünnetin esasları aşılmamalı, genele zor gelecek bir takım yaptırımlar da uygulanmamalıdır.

16- Örnek İslam cemaatı, İslam'ın tüm sorunlarına karşı duyarlı ol­malı, onların çözümü için kuşatıcı bir politika izlemelidir. Bu noktada di­ğer İslami cemaatlarla temaslar kurulmalı, ortak hareket programları ha­zırlanmalıdır.

Gaspedilmiş İslam toprakları, bunların başında da Mescid-i Aksa, tekrar kurtarılmayı beklemektedir. Onları tekrar İslam toprakları haline getirmek örnek İslam cemaatının ödevleri arasındadır.

17- Örnek İslam cemaatı, İslam düşmanlarının her türlü hile ve tu­zaklarına karşı hazırlıklı olmalı, üyelerini bu tehlikelere karşı koruyabile­cek nitelikte yetiştirmelidir.

Cemaatdeki kişilere eziyet ve güçlüklerin bir sünnetullah olduğu da anlatılmalıdır. Yani müslümanlar bir çok çileye katlanmak zorunda kala­caklardır. Bunun başka bir alternatifi yoktur çünkü. Fakat batıl ne kadar güçlü olurlarsa olsun, Hak üstündür.

İsterseniz şu ayet-i kerimeyi birlikte okuyalım:

"O gökten su indirdi ve vadiler miktarınca (sel olup) aktı, sel de yü­ze çıkan bir köpük yüklenip götürdü. Bir ziynet veya bir eşya aramak için ateş üzerinde yakıp erittikleri şeylerden (madenlerden) de bunun gi­bi bir köpük (posa) meydana gelir, işte Allah, Hak ile batılı böyle bir benzetmeyle anlatır. Köpüğe gelince o, (hiç bir işe yaramayarak) uçup gider. İnsanlara fayda veren şeye (esas cevhere) gelince, o, yeryüzünde kalır. İşte Allah, (araştırılması gereken şeyleri) böyle misallerle anlatır."[300]

18- Örnek İslam cemaatı, üyelerine hedeflediği, yapmayı tasarladığı şeylerin tümünü detaylıca anlatmalıdır. Planını, programını izah etmeli, çalışmanın bütün evreleri hakkında üyelerini haberdar etmelidir.

19- Örnek İslam cemaatı, ilerisini görmek zorundadır. Üyelerini ge­leceğin zorlu ve güç koşullarını göz önünde bulundurarak yetiştirmeye gayret etmelidir. Kurulacak İslam devletinin kadro gereksinimini çözmek için şimdiden planlı çalışmalar yürütmeyi amaç edinmelidir.

20- Örnek İslam cemaatı, İslam'a ters düşmeyen tüm fikir ve tecrü­belerden yararlanmasını bilmelidir.

"Hikmet mü'minin yitik malıdır ve nerede bulursa almak ile yüküm­lüdür."

21- Örnek İslam cemaatı son olarak şunu bilmelidir ki, bütün işler Allah (c.c)'ın takdiri ve yardımıyla olmaktadır. Cemaat meşru olan bütün araçları kullanarak dava yolunda çalışacaktır. Netice ise Allah (c.c)'a ait­tir.

Çalıştıkları halde istedikleri hedefe ulaşamasalar dahi, cemaat üyele­rinin sevaplarından hiç bir şey eksilmeyecektir.

Zafer, ancak bütün evreleri tamamlandıktan sonra gelecektir. Bizle­rin çalışması, gayreti ve Allah (c.c.)'ın yardımıyla sonuca ulaşılacaktır.

Allah Teala bakın ne buyuruyor:

"Müminlere yardım etmek üzerimize bir haktır."[301]

"Allah, içinizden inanıp da güzel işler yapanlara vaad etti ki, kendi­lerinden öncekileri hükümran kıldığı gibi elbette kendilerini de yeryü­zünde hükümran yapacak, onlar için beğendiği dinlerini mutlaka kuvvet­lendirip daimi kılacak ve korkularının ardından onları mutlaka eminliğe çevirecektir. (Çünkü onlar) hiç bir şeyi bana ortak koşmayarak ibadet ederler. Kim bundan sonra nankörlük ederse onlar, yoldan çıkan (fasık­ların) ta kendileridir." [302]

Öyleyse çalışalım ve Rabbimize zafer için dua edelim...[303]

 

Müslüman Aile Ve Örneklik

 

Müslüman bir ailenin İslami, çalışmaların sağlıklı bir şekilde yürü­tülmesi açısından önemi büyüktür. Gelecekte İslami oluşumun önderliği­ni üstlenecek kişiler bu ailelerin yetiştirdiği çocuklardan çıkacaktır. Sonra bir devletin sağlam temeller üstüne kurulmasında da ailenin fonksiyonu­nun büyük olduğu bilimektedir. Bizler aile kurumuna ne kadar önem ve­rir, onu ne kadar eksiksiz oluşturursak, ileride kuracağımız İslami devle­tin temellerini de o kadar sağlam atmış oluruz.

Eğer aile kurumları zayıf ve bozuk bir yapıda olursa, bundan hem toplum hem de devlet etkilenecek, zayıf ailelerden oluşan devlet de zayıf olacaktır.

Peki ailelerin sağlamlığı neye göre ölçülecektir?

Ailenin sağlam bir yapısının olup olmadığı yalnızca maddi verilere bakılarak ölçülmez hiç bir zaman. Yani aileyi oluşturan kişilerin bedeni sıhhatleri, yüksek maddi kazançları, mevkileri vs., o ailenin sağlıklı bir temel üzerine kurulmuş olduğunun işareti değildir.

Maddi yapısının yanında, ailenin manevi yapısına da bakmamız ge­rekiyor. Ailenin İslami hayatı bir bütün olarak yaşaması ilk şarttır. İnanç, amel, ibadet ve ahlak hepsi birbirini tamamlayan bir bütündür. Ancak bu saydığım koşullarda oluşmuş bir aile, sağlam temeller üzerine kurulmuş demektir.

Böyle bir ailenin her şeyi İslam'a uygundur. İlişkilerinde hep Resululah (a.s)'ın sünneti göze çarpar, birbirlerine karşı nazik ve saygılı davra­nırlar, sevecendirler, birbirlerini incitmekten sakınırlar. Onların yemeleri, içmeleri, uyumaları ve diğer bütün davranışları Kur'an ve Sünnete göre ayarlıdır.

İslami yapıya göre şekillenmiş böyle bir ailede en büyük sorumluluk anne ve babaya düşmektedir. Çocuklarını İslam ahlakı ve terbiyesi para­lelinde eğitmekle yükümlüdürler. İslami ailede herkese düşen görevler vardır. Kadının kocasına karşı, kocanın karısına karşı, çocukların anne ve babalarına karşı bir takım sorumlulukları vardır. Bunlar eksiksiz olarak yerine getirildiği takdirde ailenin işleyişinde hiç bir aksaklık görülmez.

Dikkatimizi çeken bir şey de müslüman bir ailenin cahili tüm adet ve geleneklerden uzaklaşmış olmasıdır. İnsanları Allah (c.c.)'ın zikrinden alıkoyan şeylerden biri de cahili geleneklerdir. Müslüman bir ailede bun­ların hiçbirine rastlanmaz. Müslüman ailenin fertleri davranışlarının hep­sini İslam'ın öngördüğü emir ve yasaklar çerçevesinde şekillendirirler.[304]

 

İslami Çalışmada Ailenin Önemi

 

Bizim hedefimiz Allah (c.c.)'ın dininin yeryüzüne hakim olmasıdır. Daha önce İmam Hasan el-Benna tarafından başlatılan çalışmalar bugün de ayrı düzlemde devam etmektedir. Bu çalışma Kur'an ve Sünnet istika­metinde yürütülmektedir.

İmam, İslam'ın nasıl hakim kılınabileceği konusunda bazı koşullar sıralamıştır. Bunlar sırasıyla şunlardır: İmam, önce müslüman bir ferdin yetiştirilmesinden yanadır.. Bu fert müslüman aileyi oluşturacaktır. Müs­lüman aile müslüman toplumu, müslüman toplum da İslam devletinin te­melini atacaktır...

Bu aşamalar İslami devletin kurulması için gereklidir. Müslüman bir aileyi oluşturamadan, müslüman bir toplumu meydana getirmenin imkanı yoktur. Müslüman bir toplum oluşturmadan da İslami devleti kuramazsı­nız. Bunlar birbirine bağlı, aynı zincirin halkalarıdırlar.

Bugün bu yapıyı oluşturmak güçtür, çünkü fitne ve fesat giderek yaygınlaşmakta, hem fertleri hem de aile kurumlarını olumsuz etkilemek­tedir.[305]

 

Örnek Ailenin Oluşmasındaki Temel Özellikler

 

Örnek bir müslüman ailenin temel özelliği takvadır. Takva İslami yaşantının bütünüyle hayata geçirilmesi demektir. İslami aile, örnek olmak için tüm yaşamını İslam'a göre şekillendirmelidir.

Müslüman aileyi kuracak olan erkek, eş seçerken mutlaka Resulullah (a.s)'ın tavsiyelerini göz önünde bulundurmalıdır. Kadının güzelliği, soyluluğu ve zenginliğinden öte, dindar olanı tercih edilmelidir. Ancak böyle gerçekleşen bir evlilik sonucunda aile, takva üzerine kurulmuş olur.

Evlilik takva üzerine kurulduğu için, yaşayışlar da hep takva üzerine devam eder. O ailenin bütün davranışlarını İslam'ın ölçüleri belirlemeye başlar.

Ancak kimi aileler görmekteyiz ki, evliliklerini maddi esaslar üzeri­ne kurmaktadırlar. Böyle bir hareket baştan yanlıştır ve bu ailenin mutlu olacağı düşünülmemelidir.

Çünkü mutluluğun kaynağı olan İslami esaslar böyle ailelerin yaşan­tılarında görülmez. Yaşantılarını İslam'a göre ayarlamayanlar daima hüs­rana uğramaya mahkumdurlar.[306]

 

Eşler Arasındaki Gerçek Mutluluk

 

Bir çok genç kız sanıyor ki, eğer zengin biri ile evlenirsem mutlulu­ğu yakalarım. Bu yanlış bir düşünce ve büyük bir yanılgıdır. Eşler ara­sındaki mutluluk para ve eşya ile sağlanmaz hiç bir zaman. Güzel elbise­ler, pahalı ve lüks eşyalar, arabalar, evler, mutluluğun diğer adı değildir.

Mutluluğu maddi şeylerde arayanlar boşuna çaba harcamaktadırlar. Umudunu geçici ve fani şeylere bağlayanlar hiç bir zaman mutluluğu ya­kalayamayacaklardır. Niceleri vardır ki, saraylarda yaşadıkları ve etrafla­rında hizmetçiler dolandıkları halde mutluluğun zerresini tatmamışlardır; kimileri de vardır ki, küçücük bir kulübede yaşarlar ama oldukça mutlu­durlar...

Bu nedenle mutluluk maddi şeylerde değil, iman ve takvadadır. Baş­ka hiç bir şey gerçek kalıcı mutluluğu temin edemez.

Şair ne güzel söylemiş:

"Ben saadetin mal toplamakta olduğunu görmedim.

Ancak gerçek saadet takvadadır..."

Peki takva deyince ne anlıyoruz?

Takva; kulun, her davranış ve halinin Allah tarafından kontrol edildiğini bilmesidir.

Kişi bunu bildiği zaman kötü amellerden sakınacak daima iyi davra­nışlarda bulunmak için çaba harcayacaktır. Allah (c.c.)'ın emrettiği şeyle­ri yapacak, yasakladıklarından da sakınacaktır.

Takva, eşler arasında güven duygusunun gelimesi noktasında da önemli rol oynar. Takvanın aileye hakim olması sonrasında eşler birbiri­ne karşılıklı güven duyarlar, kadın kocasının, koca da karısının meşru ol­mayan ilişkilerde bulunmadığına emin olur. Birbirine karşı şüphe ve te­reddüt duymazlar. Bu ise mutluluğu hazırlayan en önemli etkendir.

Eşlerin birbiri arasındaki sevgiyi geliştirmesine neden olan takva hakkında Allah Teala (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Size nefislerinizden kendileriyle kaynaşıp huzura kavuşasınız diye zevceler yaratması ve aranızda sevgi ve muhabbetin oluşmasını sağla­ması O'nun (kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz ki bunda düşünen top­lumlar için elbette ibretler vardır."[307]

Müslüman kişi evliliğe, Allah'a (c.c) karşı bir ibadet gözüyle bakar. Bu nedenle de eşine karşı sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirme­ye özen gösterir.

Gerek koca olsun, gerek evin hanımı olsun birbirine karşı olan gö­revlerini yerine getirirlerken Allah (c.c.)'ın rızasını talep ettiklerinin bilin­cinde olmalıdırlar. Böyle davranırlarsa mutluluğu kolayca yakalayabilir­ler.[308]

 

Örnek Müslüman Aileye Genel Tavsiyeler

 

Dava yolunda örnek olacak bir ailenin bilmesi gerekli olan bazı ko­nular vardır. Bunlara dikkat edilmesi ve titizlikle uygulanması gerektiğini düşünüyoruz.

Bu konular, ailenin kurulması, ev eşyaları, yeme-içme, arkadaş ve komşu hakları gibi konulardan oluşmaktadır. Bunlara sırasıyla değinip, özetle açıklamaya çalışacağız.

Özellikle günümüzde evlerin yapımı ve içlerinin döşenişi noktasında garip hareketlere tanık olmaktayız. Herkes büyük bir yarışın içinde sanki.

Milyonlarca para harcanarak evler en lüks eşyalarla döşeniyor.

Bu davranışlar dinimizce yasaklanmıştır. Pekçok insan evsiz ve barksız olarak yaşarken bu yapılanlar israftan başka bir şey değildir.

Bazı okuyucularım şöyle sorabilirler.

"İnsan malının zekatını ve gerekli sadakayı da fakirlere verdikten sonra helalinden kazandıklarıyla böyle görkemli evler yaptırıp, lüks eşya­lar alamaz mı?."

Bu soruya şu karşılığı verebilirim:

Dünya hayatı ancak bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ve geçicidir. Böyle gösterişli yapıların ve lüks eşyaların sahiplerini fitneye düşürme ihtimalleri de vardır. Böyle rahatlık ve lüks içinde yaşayan kişiler, Allah yolunda çile ve ızdıraba da kolay kolay katlanamazlar. Cihada çıkamaz­lar, zor işleri yapamazlar. Ayrıca böyle gösterişli yapılar, fakirlerin ve ihtiyaç içinde olanların hased etmelerine neden olurlar.

Bu nedenle müslümanlar dünyadaki evler yerine, Adn cennetindeki evlere talip olmalıdırlar.

Allah (c.c.)'ın Resulü (a.s)'nün evini hatırlayalım. O mütevazi ev, Allah (c.c.) katında yüce bir değere sahiptir.

Ev konusunda müslüman aileye tavsiyemiz şu olacaktır:

Evi normal ve basit olmalıdır. Çeşitli zorlamalarla meydana getiril­miş süs ve gösterişe asla iltifat etmemelidir. Ev ne fazla dar ne de çok ge­niş olmalıdır.

Çocuk odaları ayrı yapılmalı, erkek ve kız çocuklar ayrı odalarda kalmalıdırlar. Ayrıca bir tane misafir odası bulunmalı, gelen misafirler burada ağırlanmalıdır. Ancak misafir odası evdekilerin hareketini kısıtla­mayacak bir planda olmalıdır. Namazların kılınacağı ayrı bir oda olursa faydalı olacaktır, ama buna imkan yoksa eğer diğer odalarda da temiz ol­mak koşuluyla namazlar kılınabilir.

Bu saydıklarım, maddi durumu iyi olan kişiler için gerekli olan evin özellikleridir. Maddi olanakları buna yetmeyen kişiler, kiralayabilecekle­ri uygun bir yeri tutarak ev sorununu çözerler. Şunu da belirtelim ki, İs­lam'ın hakim olduğu yerlerde devlet, vatandaşının oturacağı evi sağla­makla yükümlüdür.

Ev eşyaları konusunda da bazı aşırılıklar göze çarpmaktadır. İnsan­lar eşyaları artık bir statü nedeni olarak görmeye başladılar. Pahalı eşya­lar, neredeyse ailenin karekterini belirlemeye başladı.

Bu konuda kadınların etkisinin fazla olduğunu gözlemliyorum. Tü­ketimi körükleyen kapitalist ekonomik yapı, kadınları çok daha kolay tu­zaklarına düşürebiliyorlar. Kadınların baskılarına boyun eğen pek çok er­kek de bu çarkda yerini alıyor.

İslam, bu durumu yasaklamıştır ve israf olarak değerlendirmektedir. Kişinin eşyaya düşkünlüğü, aynı zamanda dünyaya bağlı olduğunun da işaretidir. Rahata alışan kişi ahireti unutmakta, dünyanın süsüne ve alda­tıcı nimetlerine dalmaktadır. Böyle kişilerinde: "Allah (c.c) yolunda sava­şın, denince kendilerinden öncekilerin dedikleri gibi "Sıcakta savaşa git­meyin.." [309] demeye başladıkları rahatlıkla görülebilir.

Dünya hayatına bu derece alışan birisi, bir kaç günlüğüne hapishane­ye ya da nezarete girsin siz o zaman görün onu. Adeta şok olur, dünyası başına yıkılır. Kuru hasırların üzerinde yatmak, işkence görmek ya da da­yak yemek ona çok güç gelir. Bu durum karşısında bunalıma gireceği gi­bi, taviz vermekten de sakınmaz.

Eşya konusunda müslüman aileler daima ihtiyaçları olan şeyleri ter­cih etmelidirler ve pahalı eşyalardan kaçınmalıdırlar. Eşyalar, sizleri Al­lah (c.c)'ın yolunda hiç bir zaman alıkoymamalıdır. Temizlenmesi kolay, gerçekten işimize yarayan eşyaları almamız bizim için en iyisidir.

Allah (c.c.)'ın Resulü (a.s)'nun evini hatırlayın, O'nun evinde sadece bir kaç kapkacak ve yattığı zaman iz yapan eski bir hasır bulunuyordu.

Giyim konusu da eşya gibi aşırılıkların gözlendiği bir alan... Çılgın­ca bir tüketim çemberinin içinde insanlar, birbiriyle sürekli yarışmaktalar. Pek çok insanın yeni putu artık 'moda'. Modacılar insanları istedikleri gibi giydirebiliyor, istedikleri gibi açabiliyorlar. Modacılara karşı insan­ların eli kolu bağlı, sadece söylenileni yapıyorlar.

Giyim eşyaları artık birer övünç nedeni haline geldiler. Pahalı ve gösterişli elbiseler giyenler, aynı zamanda saygın birer insan olarak da ta­nımlanıyorlar.

Pahalı ve lüks giysiler peşinde koşan kişiler, hayatın zorluklarıyla mücadele etmede kısa sürede yorulacaklar ve içlerinde belirgin bir korku oluşacaktır. Allah (c.c.) erkeklere altını ve ipeği bu nedenle haram kıl­mıştır.

Pahalı ve lüks giysiler ayrıca kişinin nefsinin kabarmasına ve başkalarına karşı övünmesine neden olmaktadır. Gösteriş ve şatafat huzura en­geldir. Ütüsü bozulmaması için namazda pantolonunu düşünen kişiler da­hi vardır. Bu tür şeyler İslam'ın ruhuyla asla bağdaşmazlar.

Örnek İslami aile, sade ve gösterişten uzak giysileri tercih etmeli kendisini gurura ve kibire sevk edici giysilerden kaçınmalıdır.

Giysilerin temiz olmasına dikkat edilmeli, erkekler ipekten ve altın­dan uzak durmalıdırlar. Kadınlar bunları kullanabilirler aficak nasıl kulla­nılacağı konusundaki kurallara riayet etmek kaydıyla...

İhtiyaç fazlası olan elbiselerimizi de mutlaka gereksinimi olan fakir­lere vermeyi ihmal etmeyelim. Bu konuda da bizim en iyi örneğimiz Resulullah (a.s)'dır. Onun ve sahabilerinin giyimlerini kendimize örnek ala­lım ki, ahirette ebedi nimetlere, altın ve gümüş işlemeli elbiselere nail olabilelim.

Eşya ve giyimden sonra yeme-içme konusuna da değinmek istiyo­rum. Bugünkü insanların amacı dışarıdan bakıldığında sanki sadece ye­me-içme ve gününü gün etmeymiş gibi geliyor insana. Bunda gerçeklik payı kuşkusuz çok büyük. Öyle insanlar var ki, milyonlarca insan açlık­tan hayatlarını kaybederken, yeme ve içme konusunda aşırı derecede israf göstermektedirler. Oysa Yüce Allah (c.c) bizi israftan men etmektedir.

Şu ayet ve hadis konuyu en iyi bir şekilde açıklamaktadır:

"Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz."[310]

"Ademoğlu kendi karnından daha şerli bir şey doldurmamıştır."[311]

Ayıca fazla yemek insanı şişmanlatır ve şişmanlık da çeşitli hastalık­lara kapı aralar. Fazla yemek yiyen insan daha şehvetli olur. Üzerine bir tembellik, uyuşukluk ve hareketsizlik çöker. Bu durumda da Allah (c.c) yolunda cihad etme konusunda yeterli gayreti gösteremez.

Hz. Ömer (r.a) bu konuda şöyle buyuruyor:

"Yediklerinize ve içtiklerinize dikkat ediniz. Çünkü fazla tokluk, be­deni fesata götürür. Tembellik ve hastalık nedenleriyle kişiyi namazdan alıkoyar. Yeme-içme konusunda adil olunuz. Böylelikle sıhhatinizi korur israftan da kaçınırsınız. Kişi şehvetini dinine tercih etmedikçe asla helak olmaz."

Örnek bir müslüman aileye helal ve temiz şeyleri yemeye dikkat etmelerini tavsiye ediyorum öncelikle. Mutlaka her türlü haramlardan sa­kınsınlar. Ancak ihtiyaçları kadarını yesinler ve asla israf etmesinler.

Şunu unutmayalım ki, bizler dünya nimetleriyle karnımızı tıka basa doyurmak ve dünya lezzetlerini tatmak için yaşamıyoruz.

Ahiret nimetlerini dünya lezzetleriyle değişemeyiz biz. Bu konuda da en iyi örneğimiz Allah (c.c.)'ın Resulü (a.s)'dür.

Aişe validemizin anlattığına göre, aylarca Peygamber (a.s) efendimi­zin evinde ateşin yanmadığı olurdu.

Yine sahabelerin pek çoğu evlerinden aç olarak çıkarlardı. Hz. Ebubekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a) bunların başında gelmektedirler. Yemek için bir lokma yiyecek dahi bulamazlardı çoğu zaman...

Konuyu bitirirken şunu eklemeyi de unutmayalım; yemeğe başlar­ken ve bitirirken mutlaka dua edelim. Dua etmeyi unuttuğumuz zaman yiyeceğimizin bereketi kalmayacağı gibi, şeytanı da ona ortak etmiş olu­ruz.[312]

 

Örnek Müslüman Ailenin Harcamaları

 

Allah Teala (c.c)'nın rızık olarak bol bol nasiplendirdiği kimi müslü-manların gereğinden fazla harcamalarda bulunduklarına tanık olmakta­yız.

Birden fazla araba, sayısı azımsanmayacak derecede hizmetçi ve ço­cuklarına yüklü miktarlarda harçlıklar bence fitne ve fesada yol açacak şeylerdir.

Buna karşın bir takım insanlar da var ki, kısıtlı maddi gelirleri karşı­sında bütçelerini ayarlayamadıkları için çok sıkıntı çekmekte ve gereksiz borç yükünün altına girerek ezilmektedirler.

Maddi tıkanıklar, dolayısıyla aileye de yansır ve çoğu kere huzur­suzluklara neden olduğu görülür. Bu konuda yardımcı olacağını düşündü­ğüm bazı noktaları belirtmek istiyorum burada.

Kişi her şeyden önce kazancını temizinden ve helalinden kazanmalı­dır. Her türlü haram ve gayrimeşru yollardan sakınmalıdır.

Müslüman bir hanım, kocasını her uğurlayışında şu sözü tekrar et­melidir:

"Bizim hakkımızda Allah (c.c)'tan kork ve bize helalden başka bir şey yedirme..."

Evdeki yapılacak işler ve masraflar konusunda kadın ve erkek birbi­riyle istişare ederek hareket etmeli, her konuda birbirlerinin fikirlerini al­malıdırlar. Gereksinim olmayan şeyler alınmamalı, tasarruf amacıyla kü­çük çaplı artırmalar da yapılmalıdır. Harcamalar konusunda kadının da görüşü alındığı zaman o da kendisinde bir sorumluluk hissedecek, dolayı­sıyla yersiz harcamalardan kaçınacaktır.

Çocuklara eşyalarını kötü kullanmamaları nasihat edilmeli, zekatın zamanında verilmesine özen gösterilmeli, maddi durumu yeterli olunca hac farizası yerine getirilmeli, fakir ve yoksullara yardım ihmal edilme­melidir.[313]

 

Başarılı Bir Tecrübe

 

Sizlere daha önceden denenmiş başarılı bir uygulamayı aktarmak is­tiyorum. Sanıyorum anlattığım uygulama yapıldığında, hem dengeli bir harcama bütçesi oluşturulacak, hem de gereksiz yere israftan kaçınılmış olunacak.

Her mevsimin harcaması bir değildir. Okullar açılırken ya da bay­ramlarda yapılan harcamalar diğerlerine nazaran daha fazladır. Bunlar da gözönünde bulundurularak karı ve koca birlikte istişare ederek her ay ne kadar masraf yaptıklarını aralarında kararlaştırırlar. Giyim için, yeme-içme için ne kadar harcama yapılacağı tesbit edilir. Ayrıca her ay ödenen kira, elektrik, su gibi masraflarda bu hesaba katılır. Bunlar zorunlu ihti­yaçlardır ve her ay belirli miktarlarda yapılması gerekli şeylerdir. Bunlara harcanacak paralar aybaşında ayrılır ve geriye kalan para bir ay boyunca en uygun şekilde harcanır.

Burada şöyle bir metod izlenir. Ay, onar günlük dilimler halinde üçe bölünür. Ailedeki her ferdin ihtiyaçları ve yaşları göz önünde bulunduru­larak hepsi için ayrı bir bütçe ayrılır. Yani çocukların, evin hanımının ve evin reisinin yapacağı kişisel harcamalar ve ihtiyaçları için harcayacağı paralar ayrı ayrı bölünür. İleride çıkabilecek beklenmeyen hastalık du­rumları ve diğer acil durumlar için aile bütçesinden bir miktar ayrıca ay­rılmalıdır.

Ailedeki her fert kendi payına düşen parayı ay başında alır. Çocukla­rın parasını, evin hanımı ihtiyaçları olduğu sürece kısım kısım verebilir. Bazı zamanlarda parası bitene aile reisi borç para verebilir, ama daha sonraki ay bu parayı alacağı paydan kesmek kaydıyla... Böyle olunca her­kes sorumluluğunu daha iyi bilecek, gereksiz yere para harcamayacak, is­raftan kaçınacaktır.

Bu tür bir uygulama daha önce denenmiş ve başarı da elde edilmiş­tir. İsterseniz sizde dengeli bir aile bütçesi oluşturamıyorsanız eğer, bu uygulamayı deneyebilirsiniz. Gereksiz harcamaların azaldığını ve israfın giderek azalmaya başladığını fark edeceksiniz.

Her zaman beklenmeyen üzücü olaylarla karşılaşabiliriz ya da acil bir pozisyonda kalabiliriz. Bu durumlarda paraya ihtiyacımız fazla ola­caktır. Böylesi durumlarda düşünerek tasarruf alışkanlığımızı geliştirme­liyiz. Çocuklar, kendi aylık harcamalarından bir miktar parayı annelerine vererek biriktirebilir, bunu tatildeki masrafları için kullanabilirler. Ço­cuklar böylece tasarruf alışkanlığı kazanmış olurlar ve bu da onların ileri­de kuracakları aile için iyi bir huy olacaktır.

Bu şekilde hareket eden bir ailede dayanışma duygusu oldukça fazla gelişeceği için çıkabilecek güçlüklere karşı daha kolay karşı koyabilirler. Birlikte hareket ederek, zorlukların üstesinden gelebilirler.

Müslüman aile mutlaka maddi zenginliğe değil, gönül zenginliğine önem vermelidir. Kanaat ise bitmeyen bir hazinedir.

Allah (c.c.)'ın Resulü (a.s) bakın bu konuda ne buyuruyor:

"Kim evinde emin olarak, vücudu sıhhatli ve yanında da bir günlük yiyeceği olduğu halde sabahlarsa o kişiye tüm yönleriyle dünya tahsis edilmiş demektir."[314]

 

Akrabalar Sık Sık Ziyaret Edilmelidir

 

Örnek müslüman bir aile, İslam'ın tavsiye ettiği, emretiği tüm konu­larda örnek bir model oluşturmalı, bunları hayatında uygulamalıdır. İs­lam, anne ve babaya ihsanı, akrabayı ziyareti ve yardımı emretmektedir. Akraba ziyaretleri ayrıca müslümanlar arasında yardımlaşma duyguları­nın yerleşmesi ve yaygınlaşması için de iyi birer fırsattır.

Bu konuda Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Allah'a ibadet edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşınıza, yolda kalmışa ve ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin. Allah kendini beğenenleri ve böbürlenenleri sevmez."[315]

Eğer bütün müslümanlar bu ayet-i kerimeye tabi olsalar, İslam top­raklarının hiç birinde fakir, yolda kalmış, ihtiyaç içinde hiç kimse kal­mazdı.

Konuyla ilgili olduğu için birkaç tane de hadisi şerif aktarmak isti­yorum.

Enes bin Malik Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor:

"Kim rızkının genişletilmesini, ömrünün uzatılmasını ve belalarının bertaraf edilmesini isterse, Allah'tan korksun ve ailesi ile akrabalarını ziyaret etsin."

"Gerçek sılayı rahim yapan kişi, kendisine yapılan sılayı rahmi iade eden değildir. Gerçek sılayı rahim yapan kişi, akrabası kendisine gelme­diği halde ona giden kişidir."[316]

"Sılayı rahim yapanlara Rahman merhamet eder. Sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, gökyüzündekiler de size karşı merhamet­li olsunlar."[317]

Örnek bir müslüman aile kendi hanımının ailesini de ziyaret etmeyi asla ihmal etmez. Onları kendi anne ve babasından ayırdetmemelidir. Ay­nı şey kadın için de geçerlidir. Kocasının anne ve babasını kendi anne ve babası saymalı, gerekli hizmet ve iltifatı göstermelidir.

Burada şunu da hatırlatmayı gerekli görüyorum. Akraba ziyaretlerin­de mutlak suretle tesettüre ve mahrem-namahrem konularına dikkat edilmelidir. Birbirlerine nikahı düşen kadın ve erkek, yalnız başlarına bir odada kalmamaya özen göstermeli, haremlik ve selamlık uygulamalarına riayet edilmelidir.[318]

 

Komşularla İyi İlişkiler Kurulmalıdır

 

Dinimiz komşuluk haklarına önem vermiş, onlara karşı iyilik ve ih­sanda bulunmamızı emretmiştir. Bu konuda Allah (c.c)'ın buyruğu vardır, yukarıda zikrettiğim ayet aynı zamanda komşuluk hakkı ile de ilgilidir.

Komşulara karşı iyi davranılması hakkında Resulullah (a.s)'ın da pek çok hadis-i şerifi vardır. Burada bunlardan üçünü zikrederek, herkesin gayet iyi bildiği bu konuda fazla detaya girmiyorum.

"Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa, misafirlerine ikram etsin. Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa komşusuna eziyet etme­sin. Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa ya hayır konuşsun ya da sussun."[319]

"Cebrail bana komşuyu o kadar vasiyet etti ki, onu varisci kılacak sandım."[320]

"Ey Ebu Zer, yemek yaptığın zaman fazla yap ve komşularına da dağıt."[321]

 

Arkadaşlarla İlişkiler Geliştirilmelidir

 

Müslüman aile toplumdan soyutlanmış bir halde yaşayamaz. Konuş­tuğu, görüştüğü bir takım arkadaşları mutlaka olmalıdır.

Aile içinde kadının ve erkeğin arkadaş çevresini seçerken dikkatli davranması, ahlaklı kişilerle yakın ilişkiler kurması gerekmektedir.

Bu ilişkiler kurulurken kadın ve erkek kendi aralarında istişarelerde bulunmalı, böyle önemli bir konuda ortak karar vermelidirler. Çünkü kişi arkadaşının dini üzeredir. Bu hadis hiç bir zaman akıldan çıkartılmamalı­dır.

Örnek bir müslüman aile, kuracağı arkadaş ilişkilerinde tebliğ yapa­bileceği ortamların da uygun olması koşulunu arar. Hayra vesile olacak ilişkileri geliştirir.

Arkadaşlarıyla görüşmeleri sırasında onları kötülüklerden sakındır­mak, iyilikleri emretmelidir. Hayır ve takva üzerinde yardımlaşmaklar, günah ve düşmanlıkları ortadan kaldırmak için çaba harcamahdırlar.

Arkadaşlar arasında karşılıklı görüşmeler mutlaka belirli bir plan ve program çerçevesinde olmalı, kadınlar kendi aralarında, erkekler de kendi aralarında bu plan doğrultusunda çalışmalarım sürdürmelidirler.

Arkadaşlar arasındaki ilişkileri sağlamlaştırmak için hediyeleşme yöntemine başvurulabilinir. Ancak bu hediyeleşmelerde dahi yararlı ve faydalı amellerin işlenmesi gözetilmeiidir. Örneğin hediye olarak Kar'anı Kerim, İslami kitaplar, kasetler götürülebilir. Hediyelerden herkesin ya­rarlanabilmesine dikkat edilmelidir.[322]

 

Misafire İkram Edilmelidir

 

Misafire ikramda bulunmak İslam'ın teşvik ettiği iyi davranışlardan birisidir. Bu tür ikramlar, müslümanlar arasında muhabbetin artmasına neden olacağı gibi, sevgi ve kardeşlik bağlarını da kuvvetlendirir.

Misafire ikram konusu yaygınlaştığı takdirde, kişiler misafir olduk­ları evlerde kendi evleri gibi hareket edebilecekler, bu duygu da İslam toplumunun bütünleşmesi sürecine katkıda bulunacaktır.

Misafirlere karşı ikramda bulunma duygusu yok olduğu zaman mad­di değerler ön plana çıkar, yardımlaşma duygusu kaybolur. Tıpkı Avrupa toplumlarında olduğu gibi...

Kardeşlik, yardımlaşma ve fedakarlık duygusunun kaybolduğu bir toplumda sevgi ve saygı diye bir olgu da kalmaz. Hatta böyle toplumlar­da çocuklar anne ve babalarına dahi yardım etmezler.

İslam toplumunda durum böyle değildir. Müslümanlar, Allah (c.c.)'ın emrettiği anneye, babaya, komşuya, akrabalara yardım edin buy­ruğuna uymayı görev bilirler ve uyarlar.

Ancak ikram konusunda kesinlikle aşırıya kaçıp, israf etmemeliyiz.

Bu konuda sizleri Hadis-i şerifle başbaşa bırakacağız.

"Resuluüah (a.s) buyurdu ki: "Misafirlik üç gündür. En güzeli ise bir gün ve bir gece olanıdır. Bir kimseye başka birinin yanında kalıp da onu günaha sokması helal ol­maz. Sahabeler, nasıl günaha sokar ya Resulullah diye sordular. O da buyurdu ki, yanında misafir kalınan kişi ikram edecek bir şey bulamazsa, işte kişinin misafir kaldığı insanı günaha sokması böyle olur."[323]

 

Örnek Müslüman Anne Ve Babanın Vasıfları

 

Örnek bir müslüman ailenin temel özelliklerini gördükten sonra şimdi de aileyi oluşturan iki unsurun, yani anne ve babanın aile içindeki te­mel vasıflarını görelim.

1- Evin reisi babadır ve ailedeki fertlerden ayrı ayrı mesuldür. Baba unutmamalıdır ki önce Allah (c.c)'a karşı sorumludur. Baba aileyi koru­ma ve idare etme gibi zor bir sorumluluğun altına girdiğinin bilincinde olmalı, gayretlerini yönlendirirken bu gerçeği daima göz önünde bulun­durmalıdır.

Baba çocuklarının eğitimi, sağlığı gibi zorunlu temel unsurlarla da yükümlüdür.

Hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor:

"Hepiniz çobansınız ve maiyetinizdekilerden mesulsünüz."

"Ey iman edenler, kendi nefsinizi ve ehlinizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının. O ateşin üzerinde öyle melekler görevlidirler ki, hiç bir zaman Allah'a isyan etmezler ve emrolunanı yaparlar."[324]

2- Baba evin reisi olarak hem eşine hem de çocuklarına karşı en gü­zel örnek olmalıdır. İslami uygulamalarda davranışlarıyla örnek bir mo­del oluşturmalıdır. Ancak böyle olduğu takdirde baba çocuklarını iyi kimseler olarak yetiştirebilir. Kendisinin yapmadığı şeyleri çocuklarından nasıl isteyebilir yoksa.

3- Evin reisi olan baba ailesine karşı daima yumuşak başlı olmalı ve iyi muamele etmelidir. Çünkü bu ayrıca İslami bir yükümlülüktür.

Bu konuda örneğimiz Hz. Peygamber (a.s)'dir. Bir hadis-i şeriflerin­de şöyle buyuruyor:

"Sizin en hayırlınız ehline karşı en hayırlı olanınızdır. Ben ehlime karşı sizden daha hayırlıyım."

Eşler arasında sevgi ve muhabbetin artması için İslami eğitim ve öğ­retime önem verilmelidir. Bu eğitimin sonucunda sevgi ve saygının ken­diliğinden oluştuğu gözlenecektir. İslami terbiyeden uzaklaştıkça, eşler arasındaki sevgi ve saygı da kaybolmaya başlayacaktır.

4- Baba evin reisi olarak, evde İslami havanın oluşmasına gayret sarfetmelidir. Allah (c.c)'ın emir ve yasaklarının eksiksiz uygulanmasına özen gösterilmeli, İslami olmayan tutum ve davranışlardan şiddetle kaçınılmalıdır. Baba uyarıcı rolü oynamalı, eksik ve yanlışlarını gördüğü aile fertlerini tatlı bir dille uygun şekilde uyarmalıdır.

Böyle bir aileye dedikodu, gıybet ve yalan gibi hastalıkların hiç biri kolay kolay yaklaşamaz.

5- Örnek bir aile reisi, eşinin de bazı sorumluluklar almasına dikkat eder, evin yönetilmesi konusunda görevleri kendi aralarında paylaşırlar. Aile tıpkı bir şirket gibidir. Müdür erkek, yardımcısı ise kadındır.

Erkeğin kadını yok sayması, onun düşünce ve görüşlerine başvurma­ması hiç de doğru bir davranış değildir. Alınacak kararlar istişare edilerek alınmalı, aileye en yararlı ve hayırlı hangisi ise onda karar kılınmalıdır.

6- Erkeğin hanımıyla yardımlaşacağı konuların başında, çocukların eğitilmesi meselesi gelmektedir. Çocuklar asla ihmale gelmezler. Onların İslami eğitimleri eksik kaldığı zaman bu aynı zamanda ailenin huzurunu da etkiler. Anne ve baba için en güzel şey, İslami eğitim ve terbiye almış çocuklar yetiştirmektir. Anne ve babanın bu fonksiyonları, İslami devlete giden yolda önemli birer kilometre taşlarıdır. İslami eğitimleri tam olan çocuklar ileride mükemmel İslami toplumu oluşturacaklardır çünkü.

Bu konuda şu ayeti kerimeyi okuyalım:

"Onlar ki, Ey Rabbimiz bize eşlerimizden ve nesillerimizden gözler aydınlığı (olacak iyi insanlar) lütfet ve bizi muttakiler için imam kıl."[325]

Aynı konuyla ilgili olarak şu hadis-i şerifleri de burada zikredebili­riz:

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Ademoğlu ölünce onun amelleri de kesilir. Ancak üç şey müstesna. Bunlar, sadakayı cariye, kendisinden yararlanılan ilim ve kendisine dua eden evlat."[326]

"Resulullah (a.s) şöyle buyurdu:

"Evladlannıza karşı yaptığınız muamelede adaleti sağlayın."[327]

Hz. Aişe validemiz ise şöyle bir olay nakletmektedir:

"Bir gün yanında iki kız çocuğu ile birlikte bir kadın geldi yanıma. Ben o kadına bir hurma ikram ettim. Kadın da hurmayı çocukları ara­sında paylaştırdı. Bunu Resulullah'a anlattım. O da, 'Kimin kız çocuğu olur da ona iyi muamelede bulunursa o kızlar anne ve babasını ateşten koruyucu perde olurlar.' buyurdular."

Anne ve babalar çocuklarının eğitimleri ile mutlaka yakından ilgi­lenmeli, yer yer öğrenme azmini güçlendirmek ve başarılarının devamını sağlamak amacıyla onlara hediyeler vermelidir. Çocukların seçtikleri ar­kadaşlara dikkat edilmeli, kötü ahlaklı kişilerle yakınlık kurmaları engel­lenmelidir.

7- Aile reisi, ailede mutlu bir havanın devamlılığını sağlamaya özen göstermelidir. Ailedeki fertler arasında sevgi ve dayanışmanın kökleşme­si için bazı çalışmalar yapılmalıdır.

Örneğin, seyahata çıkmak aile arasındaki bağların güçlenmesine ne­den olacaktır. Böylece hem yeni yerler görülmüş ve yeni kişilerle tanışıl­mış olunur, hem de evde sıkılan hanım ve çocuklar için iyi bir değişiklik olur.

Çocuklara bir takım beceriler kazandırmak da yararlı olacaktır.

Örneğin, bahçede çiçeklerle uğraşmak, küçük tamirat işlerini öğret­mek ya da kendi kendilerine yapabilecekleri basit uğraşlarla ilgilerini çekmek onları günaha düşmekten kurtaracağı gibi, boş zamanlarını da yararlı işlerle değerlendirmelerine yardımcı olacaktır. Bu arada yapacak-lan ufak hatalar mutlaka hoş görülmelidir.

8- Aile reisi, çocuklarının bir imtihan nedeni olduğunu unutmamalı ve şu ayeti kerimeleri aklından çıkarmamalıdır:

"Ey iman edenler, muhakkak ki eşlerinizden ve evlatlarınızdan sîze düşman (olanlar) da vardır. Onlardan sakının (tamamen arzu ve istekle­rine kapılmayın). Eğer (onları) affeder ve kusurlarına bakmaz bağışlar­sanız, şüphesiz ki Allah da çok bağışlayan ve merhamet edendir. Malla­rınız ve evlatlarınız sadece bir fitne (imtihan)dır. Allah (c.c.)'ın katında ise büyük mükafat vardır.

"O halde gücünüz yettiği kadar Allah'tan korkun (emirlerini ve ya­saklarını) dinleyin, itaat edin ve mallarınızı Allah yolunda harcayın. Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluş ve saadete erenlerdir."[328]

"Ey iman edenler mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah (c.c.)'ın zik­rinden alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir."[329]

9- Aile reisi, aile fertlerine Allah (c.c) yolunda çalışmanın, cihadın ve fedakarlık etmenin önemini anlatması gerekmektedir. Onları tüm zorlu koşullara karşı hazırlıklı olarak yetiştirmelidir. Çünkü İslam davasında çile, işkence ve güçlük vardır. Bütün bunlar sabır ve tahammül ile kolay­ca aşılabilinir. Aile fertleri bu bilinçle yetiştirilmelidir.

10- Aile reisi, ailedeki kişilere karşı yumuşak başlı, sevecen davran­malıdır. Ama bu hiç bir zaman başıboşluk anlamı taşımaz. Sert ve katı bir tutumdan sakınılmalıdır. Dengeli ve mutedil bir yol izlenmelidir.

11- Aile fertleri, ihsan ve iyilikte bulunmayı, birbirlerine karşı saygı ve sevgide titiz davranmayı kendilerine ilke edinmelidirler.[330]

 

Örnek Müslüman Anne

 

Kadın, ailenin temel direğidir, istikrarın ve mutluluğun oluşmasında önemli bir görev üstlenir. Yalnızca erkeğin örnek olması yetmez, mutlaka kadının da örnek bir müslüman anne modeli oluşturması gerekir. Çünkü çocuklar babaları kadar annelerini de kendilerine örnek alırlar.

Çocukların eğitiminde büyük sorumluluklar üstlenen kadının rolünü bilen İslam düşmanları, işe kadını bozmakla başlamışlardır. Çünkü kadını bozduktan sonra devamının geleceğini çok iyi bilmektedirler. İstenilen vasıflarda olmayan kadın, istenilen vasıfta çocuklar da yetiştiremeyecek­tir.

Bu gerçeği göz önünde bulundurarak bizler kadına gerekenden de fazla önem vermek zorundayız. Onu bir fazilet kaynağı olarak yetiştirme­ye çaba harcamalıyız. Toplumu korumak istiyorsak, gelecek nesilleri em­niyet altına almayı arzu ediyorsak, kadını iyi eğitmemiz ve yetiştirmemiz gerekmektedir.

Bu nedenle müslüman anneye, müslüman kadına bazı tavsiyelerim olacak. Aşağıda sıraladığım noktaları dikkate almaları, toplumdaki rolle­rini daha iyi bir şekilde yerine getirmeleri açısından yararlı olacaktır...

1- Müslüman hanım, ailede önemli bir fonksiyonu olduğuna inan­malıdır önce. Evini, kocası ve çocukları için güzel bir saadet ve mutluluk yuvası olarak hazırlayabilecek güçte olduğunu bilmelidir. Kadın bilgisini, aklını ve tecrübelerini kullanarak, yaşamın zorluklarından sıkılan ve yo­rulan kocası için evini dinlendirici bir sığınak haline getirebilir.

2- Kadının en büyük görevlerinden birisi de çocukların eğitimidir.

Çocuklar en çok anneleriyle birlikte olmakta, ona daha yakınlık duymak­tadırlar. Çocuğun kişiliğinin oluşmasında anne önemli bir rol oynadığını unutmamalı, çocuklarıyla uyumlu ve sağlıklı bir diyalog kurmalıdır.

Anne, çocukların eğitimi konusunda aile reisi ile istişareli çalışmalı, tutum ve davranışlarını, aldıkları ortak karara göre ayarlamalıdır.

Bazen annelerin çocuklarına aşırı derecede ilgi gösterdikleri ve ara­larında ayrım yaptıkları gözlenmektedir. Bu çocuk eğitimi için oldukça zararlı bir tutumdur. Çocuklar arasındaki bu ayrımcı davranış eğitimin sonuçlarını da olumsuz etkileyecektir.

Yine görüyoruz ki, kimi anneler çocuklarının sağlıklarıyla çok fazla ilgilenmekteler, hatta onların dini eğitimlerinden bile üstün tutmaktadır­lar. Oysa onların İslami eğitimleri de çok önemlidir.

Anne, çocuklarını kötü alışkanlıklara karşı daima uyarmalı, onların etkilerinden çocuklarını korumalıdır.

Anne, çocuklarının arkadaşlarını da iyi tanımalı, çocuklarının iyi ah­laklı çocuklarla arkadaşlık kurmasını sağlamalıdır.

Çocuklar yedi yaşına geldiği zaman namaz kılmaya teşvik edilmeli, yavaş yavaş alıştırılmalıdır. On yaşına geldikleri zaman ise yatak odaları ayrılmalıdır. Kız çocuklarının özellikle edepli ve hayalı yetişmesine özen gösterilmelidir.

Kız çocuklar buluğ çağına girdiklerinde anneler, kadınlara mahsus özel halleri anlatmalıdırlar. Kız çocuklarının örtünmelerine de bilhassa dikkat edilmelidir.

Gerekmedikçe çocukların eğitim ve terbiyesi ile ilgilenecek dadı tut­maktan kaçınmalıdır. Yine gerekmedikçe çocuklar için piyasada satılan mamalardan uzak durulmalıdır.

3- Ailede uyum önemlidir. Bu uyumu sağlamada kadın yine önemli sorumluluklar yüklenir. Ailede huzur ve güven ortamının sağlanması, İs­lam'ın yaşaması ve çocukların eğitiminin eksiksiz yapılabilmesi için uyum oldukça gereklidir. Eşler birbirini tamamlamalı, birinin eksiğini di­ğeri gidermelidir.

4- Müslüman hanım, kocasına karşı olan görevlerini eksiksiz ve za­manında yapmaya dikkat etmeli, bunun bir ibadet olduğunu asla aklından çıkarmamalıdır. Bunun sevabını yalnızca Allah (c.c)'tan beklemelidir.

Kadın aile sırlarının gizli kalmasına özen göstermelidir. Kocasının akrabalarına karşı nazik ve saygılı olmayı da ihmal etmemelidir.

5- Müslüman kadın, kocasının en büyük yardımcısıdır. Ona her alanda destek olmalı, özellikle ibadetlerin ve İslam'ın kurallarının uygu­lanmasında onun yanında olmalıdır. Asla onu engelleyen ve çalışmaları­na ket vuran bir konumda bulunmamalıdır.

Müslüman kadın, Allah (c.c)'ın şu emirlerini devamlı hatırlamalı ve ona göre hareket etmeye dikkat etmelidir:

"Size nefislerinizden kendileriyle kaynaşıp huzura kavuşmanız için zevceler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması O'nun (kudre­tinin) delillerindendir. Şüphesiz ki bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır."[331]

"... Onlar (kadınlar) sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtüsü­nüz..."[332]

"... İyi kadınlar (Allah'a) itaatli ve (kocalarının haklarına) saygılı­dırlar. Allah (c.c.)'ın (onlara ait haklarını Kur'an'da) korumasıyla (onlar da kocalarının) gıyabında (namusunu, şerefini, malını ve ev sırrını) koruyanlardır..."[333]

"Şüphesiz ki, müslüman olan erkeklerle müslüman olan kadınlar, iman eden erkeklerle iman eden kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, alçak gönüllü erkeklerle alçak gönüllü kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadın­lar, mahrem yerlerini koruyan erkeklerle mahrem yerlerini koruyan ka­dınlar, Allah'ı çok zikreden erkeklerle Allah'ı çok zikreden kadınlar var ya, işte Allah bunlar için büyük bir mağfiret ve mükafat hazırlamıştır."[334]

6- Müslüman kadın, arkadaşlarını saliha kadınlardan seçmeli ve on­ları sürekli olarak İslam'ın emirleri doğrultusunda yönlendirmeli, uyar­malı ve teşvik etmelidir.

Kadınlar arasında yapılan toplantılar da kesinlikle dedikodu ve gıy­bet gibi İslam'ın yasakladığı kötü fiiller yapılmamalı, iyiliği emretme, kö­tülükten sakındırma esas alınmalıdır.

Müslüman kadın, yaşayışı ve örtünmesiyle en başta kendisi iyi bir örnek teşkil etmeli, İslam'ın emir ve yasaklarına uymada herkesten fazla titizlik göstermelidir.

7- Örnek bir müslüman ev kadını evindeki her şeyin, her konunun helal ve haram dairesi çerçevesinde olmasına dikkat etmelidir. Haramın her çeşitinden ve şüphelilerden uzak durmalıdır. Evini temiz tutmalı, ço­cuklarını da temiz olmaya, temizliğe özen göstermeye alışmalıdır.

8- Müslüman ev kadını, kendi sağlığı başta olmak üzere çocukları­nın sağlıklarının bozulmaması için gerekli tedbirleri almayı ihmal etme­melidir.

9- Müslüman kadın, Resululluh (a.s)'ın sünnetine sıkı bir şekilde sa­rılmalı, ona eksiksiz tabi olmalıdır.

Yemesinden içmesine, uyumasına, ibadetine, komşularla olan ilişki­lerine kadar tüm konularda sünnete tabi olmalıdır. Cahiliye dönemi adet­leri ve bir takım bidatleri terk etmelidir.

10- Müslüman kadın, davranışlarında tutarlı olmalı, kendi davranış­larının çocukları için örnek teşkil ettiği gerçeğini unutmamalıdır.

11- Son olarak da, müslüman kadının tesettüre dikkat etmesi, yasak­lanan bir takım süslenme çeşitlerinden uzak durmasını ise hatırlatmaya bile gerek yoktur kanaatindeyim. Müslüman kadınların bunları gerektiği gibi uyguladıktan kanısını taşıyorum çünkü...[335]

 

Örnek Müslüman Genç

 

Örnek bir müslüman aileden bahsederken kuşkusuz sadece ana ve babayı kestetmiyoruz. Bu genel tanımın içine ailenin bireyleri olan genç erkek ve genç kız çocukları da girmektedir.

Önce anne ve babayı anlattık. Nasıl örnek olmaları gerektiğine, dik­kat etmeleri gereken noktalara değindik. Şimdi de müslüman genç erkek ve genç kızlarımız hakkında birkaç şey söylemek istiyorum.

Gençlerin dikkat etmeleri gereken noktaları daha kolay anlaşılması açısından maddeler halinde sıralayabiliriz:

1- Her şeyden önce gençler, kendileri üzerinde oldukça fazla hakları olan, kendilerini büyütüp besleyen anne ve babalarına karşı saygılı olma­lıdırlar. Onları sevmeleri, iyilikte bulunmaları kendileri üzerine farzdır.

Anne ve babalarının kendilerini binbir türlü sıkıntılarla büyüttükleri­ni, uykusuz kaldıklarını, eğitimleri, sağlıkları ve hayata hazırlanmaları konusunda katlandıkları güçlükleri asla unutmamalıdırlar. Anne ve babalar, saygıya en layık kişilerdir.

2- Gençler, anne ve babaya iyilik konusunda titiz davranmalılar, bu konuda ayet ve hadislerin olduğunu unutmamalıdırlar. Anne ve babaya iyilik ve ihsan ne kadar büyük sevap ise, onlara karşı saygısızlık ve kötü muamele de büyük bir azabın nedenidir.

Konuyla ilgili olarak önce ayet-i kerimeleri sonra da hadisi şerifleri burada zikretmek istiyorum:

"Rabbin kendisinden başkasına kulluk etmemenizi ve ana-babaya iyilik etmenizi emretti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlar ise onlara 'öf (bile) deme. Onları azarlama ve onlara nazik davran. Onlara merhametten dolayı alçak gönüllülük kanadını indir. Ve 'Ey Rabbim, (bunları) beni küçükken (acıyıp) yetiştirdikleri gibi (sen de şimdi) onlara acı ve (esirgi) de."[336]

"Biz insana ana ve babasının (hakkını gözetmeyi) tavsiye ettik. An­nesi onu güçlükle ve zahmetle karnında taşıdı. Onu iki yıl emzirdi. (işte bunun için) bana ve anne-babana şükret. Şüphesiz ki dönüş Allah'adır.

Eğer (onlar) hakkında bilmediğin bir konuda (bazı) şeyleri bana or­tak koşmaya seni zorlarlarsa onlara itaat etme. (Fakat) dünya (işlerin­de) iyi geçin ve bana yönelen kimselerin yoluna uy. Dönüşünüz ancak banadır. (O zaman) ben de yaptıklarınızı (ve karşılığını) size haber vere­ceğim."[337]

"İbni Mesud (r.a) dedi ki:

"Resulullah (a.s)'tan hangi amellerin Allah (c.c) katında daha se­vimli olduğunu sordum. O da "vaktinde kılınan namazdır" buyurdu. Son­ra hangisidir diye sordum, "ana-babaya iyiliktir" dedi. Sonra hangisidir ya Resulullah dedim, "Allah yolunda cihaddır" buyurdu."[338]

Ebu Hureyre'den:

"Resulullah (a.s) üç defa 'burnu yere süründü' diye tekrar etti. Biz "kim ya Resulullah?" dedik.

O da buyurdu ki, "Anne ve babası yanında yaşlandığı halde cennete giremeyen kişi..."[339]

Abdullah bin Ömer'den:

"Resulullah, "ukukul valideyni en büyük günahlardandır" diye bu­yurdu. Ya Resulullah, "ukukul valideyni nedir" diye soruldu. O da, "bir kişinin diğerinin anne ve babasına sövmesi, diğerinin de onun anne ve babasına sövmesi" diye buyurdu."[340]

3- Gençler, anne babalarının tercübelerinden yararlanmayı bilmeli­dirler. Onlar hem yaşça hem de yaşam tecrübesi olarak kendilerinden bü­yüktürler. Nasihatlannı gözardı etmemeliler, kendileri hakkında söylenen her şeyin yararlarına olduğunun bilincinde olmalıdırlar.

4- Gençler, kendi aralarında iyi bir diyalog kurmayı başarmalı, uyumlu bir ortam oluşturmak için çaba harcamalıdırlar. Büyükler daima küçükleri korumalı, küçükler de büyüklerine karşı saygılı davranmalıdır­lar.

5- Gençler, ibadetlerine büyük önem vermeli, namazlarını vaktinde kılmaya özen göstermelidirler. Davranışları ve hareketleri İslami ahlaka uygun olmalıdır. Dini eğitimde elinden geldiği kadar gençler bilgi ile do­nanmalı, ince bir kavrayış sahibi oluncaya kadar gayret etmelidirler. Hz. Peygamber (a.s) gençliğini Allah (c.c) yolunda geçirmiş bir genci, kıya­met günü hiç bir gölgenin olmadığı zaman Allah (c.c.)'ın gölgelendirdiği yedi grup insandan biri olarak saymıştır.

6- Gençler, yaşamlarında uyguladıkları tüm sünnetleri bilerek ve bi­lincinde olarak uyglamahdırlar. Ayrıca Resulullah'ın (a.s) genelde yaptığı duaları ezberlemeliler ve bunları okumayı ihmal etmemelidirler.

7- Gençler derslerine önem vermeli, okullarının en başarılı öğrenci­leri arasında yer almayı amaç edinmelidirler.

8- Gençler, hayatlarının her evresinde temizliğe ve düzenliliğe önem vermelidirler.

9- Arkadaş seçimlerinde dikkatli olmalılar ve kendilerini Allah'a ve Resulüne çağıran arkadaşları tercih etmelidirler.[341]

 

Her Alanda Örneklik

 

Bir takım genel esaslar vardır ki, örnek bir müslüman da bulunması farzdır. Bir de bunlardan ayrı olarak yer alan sıfatlar var ki, bunlar farz değil ama yine de bir müslüman da bulunması gerekli vasıflardır.

Ben öncelikle farz olan sıfatlara değinmek sonra da farz olmayan, fakat örnek bir kimsede bulunması istenen vasıflardan söz etmek istiyo­ruz.

Örnek bir müslümanda bulunması gerekli sıfatların başında, sağlam bir akide ve inanç gelir. Kişinin tevhid inancı saf, berrak ve hertürlü şüp­helerden uzak olmalıdır. Amellerin temelini akide oluşturmaktadır. Kal­bin ameli, organların amelinden daha faziletlidir. Örnek müslüman, hem akide de hem de amelde en üst seviyeyi hedeflemeli, amacına ulaşmak için gayret göstermelidir.

Örnek bir müslüman farz olan ibadetlerini en iyi şekilde eda etmeli­dir. İbadetin ruhi yönüne önem vermeli, yalnızca Allah'ın rızasını talep etmelidir.

Namazlar, mutlaka vaktinde ve camide cemaatle kılınmalıdır. Na­mazların dışında da genelde abdestli olmaya gayret edilmelidir. Ramazan ayında oruç en iyi biçimde eda edilmeli, gücü yettiği zaman da hac ibade­tini yapmalıdır.

Farz ibadetlerden başka nafile ibadetler vardır ki, bunlar yapıldığı zaman Allah'ın rızasına daha çok yaklaşılır. Örneğin, teheccüd namazı, her ayın en az üç gününü oruçlu geçirmek, zikir yapmak, duaları sık sık okumak gibi.. Nafile ibadetler de güç yettiğince yapılmalı, asla ihmal edilmemelidir.

Müslüman, her işini Allah'ın rızasını talep ederek yapmalıdır, yemeğinden tutun da çalışmasına, ibadetine kadar tüm her şeyinde sadece ve sadece Allah'ı razı etmeyi amaç edinmelidir.

Örnek bir müslüman, Kur'an-ı Kerim'i iyi derecede bilmeli ve çok sık okumalıdır. Okudukları üzerinde düşünmeli, tefekkür etmelidir. Başarabildiği kadarıyla da Kur'an'dan ezber yapmalıdır.

Resululah (a.s)'ın hadislerini de çok sık okumalı, onları hayatına tat­bik etmelidir. Peygamberimiz yaşantısında nasıl hareket ettiyse, onu ör­nek almalı, hayatını bu modele göre düzenlemelidir.

İslami kuralları çok iyi bilmeli, haram ve helal olan konuları kavra­mış olmalıdır. Fıkıh bilgilerini hergeçen gün tazelemeli, bilgi dağarcığına hergün yeni şeyler katmalıdır.

Müslümanları ilgilendiren genel konular hakkında bilgi sahibi olma­lı, ayrıca bir tek konuda da uzmanlaşmış olmalıdır.

Örnek müslüman kişi İslam'ın ahlakı ile ahlaklanmaya özen göster­melidir. Yaşantısıyla örnek bir model ortaya koyabilecek güçte olmalıdır. Ahlakı ile herkes tarafından takdir edilmeli, hatta İslam düşmanları bile onun ahlakına ve karekterine gıpta etmelidirler.

Ne yazık ki, bugünkü ahlak anlayışı ve uygulaması hiç de yukarıda sözünü ettiğim gibi bir nitelikte değildir. İslam'ın ahlakıyla ahlaklanan müslümanlarm sayısı o kadar az ki, sadakat, sözünde durma, emanete hı­yanet etmeme gibi güzel olgular neredeyse tarihe karışmak üzereler...

Hatta müslümanların İslam'ın ahlakına tabi olmamalarına bakan ki­mi müslüman olmayan kişiler, 'müslümanlık bu mu?' sorusunu rahatlıkla sorabilmekteler ve İslam'dan neredeyse nefret etmeye başlamaktadırlar. Bunun tek nedeni İslam'ın ahlakı ile ahlaklanmayan müslümanlardır. Tebliğ etmekle yükümlü olduğunuz kişileri İslam'dan soğutmaya hakkı­mız var mı? Bunun sorumluluğunun altından kalkabilecek güçte miyiz?

Oysa, bizim istediğimiz müslüman kişilik, sadakatli, sözünde duran, adaletli ve dürüst bir kişiliktir. Müslüman kişilerin cesaretli, hakkı açıkça söylemekten çekinmeyen, sır saklayan, insaflı ve nefsine hakim olan kişi­ler olunmasını istiyoruz. Ciddi ve vakarlı olunmasını istiyoruz. Ancak bu ciddilik, şaka ve espiri yapılmayacak anlamında değildir hiç bir zaman...

Mütevazi olunmasını, ancak bir tevazünün hiç bir zaman zillete ve yağcılığa dönüşmemesini istiyoruz. Her türlü zulüm ve haksızlıklardan uzak durulmasını ve adil olunmasını istiyoruz. Yumuşak kalpli, affedici ve bağışlayıcı olunmalıdır. Olgun davranışlarda bulunulmalı, insanlara hatta hayvanlara karşı dahi merhametli olunmalı, büyüklere saygı, küçük­lere sevgi gösterilmelidir.

Örnek müslüman kişi, hiç bir zaman gıybet, suizan ve tecessüs gibi hastalıklara başvurmamalıdır. İslam'ın adap ve terbiyesine riayet etmeli­dir. Anne ve babasına iyilikte bulunmalı, komşu hakkı gözetmeli, misafi­re ikram da bulunmalı, yoksulu, yetimi ve fakiri kollayıp gözetmelidir.

Örnek müslüman kişi, her zaman canlı, hareketli ve çalışkan olmalı­dır. Tebliğ ederken ve dava yolunda çalışırken bunun lezzetini kalbinde duymalı, başkalarına hizmet etmek onun için bir sevinç kaynağı olmalı­dır. Her zaman yoksulların ve güçsüzlerin yardımına koşmalı, maddi ola­rak bir katkısı olmasa bile, güler yüz ve tatlı dil ile onların gönüllerini al­malıdır.

Örnek müslüman kişi, sağlığına ayrı bir önem vermelidir. Allah yo­lunda yılmadan mücadele etmek ve tüm güçlüklere karşı koymak için bu koşul gereklidir. Bedeni zayıflık ve güçsüzlük her zaman sorun çıkarta­caktır. Örnek müslüman kişi bunun bilincinde olmalıdır. Hastalanıldığı zaman mutlaka o hastalığın tedavisi yaptırılmalı, gerekli ilaçlar alınmalıdır.

Sağlığı bozucu sigara ve diğer zararlı şeylerden sakınılmalıdır. Çay ve kahve gibi nikotinli maddeler içeren şeyler ise az kullanılmalıdır.

Düzenli ve tertipli bir yaşam stili olmalı, yemesinde, içmesinde, işin­de vs. belirli bir plan ve düzen uygulamalıdır.

Örnek müslüman kişi zengin dahi olsa, tutumluluktan ayrılmamalı, resmi yerlerden çok, serbest çalışmayı yeğlemelidir. Serbest çalıştığı za­man tebliğ etme görevini yapmak için daha fazla zamanı olacaktır.

Daha öncede hatırlattığımız gibi tekrar yineliyoruz ki, örnek müslü­man kişi ilişkilerinin tamamında mutlaka İslam ahlakı ile terbiyesi daire­sinde hareket etmeyi kendisine ilke edinmelidir. Verdiği sözü tutmalı, ki­şi hak ve hukukuna riayet etmeli, aldatmaca ve hileden uzak olmalı, ha­ram ve şüpheli şeylerden kaçınmalı, rızkını helal şeylerden kazanmak için çaba harcamalıdır.

Örnek müslüman kişi, yaptığı harcamaların kimlere ve nerelere gitti­ğini de iyice bilmeli, alışveriş yaparken müslümanları tercih etmelidir. Meşru olmayan maddeler ve müslüman olmayan kişilere harcama yap­mamalıdır. Eğer müslümanlar alışverişlerinde hep müslüman olan esnafı ve kişileri tercih ederlerse müslümanlann ekonomik olarak da kalkınmalarına yardımcı olmuş olurlar.

Örnek müslüman kişi, üzerine farz olan zekatın da malının en güze­linden vermelidir. Zekatın az ya da çok olması önemli değildir, önemli olan zekat düşen mal miktarınca zekatın eksiksiz verilmesidir. Ayrıca acil durumlarda kullanmak için küçük tasarruflarda bulunmak da ihmal edilmemelidir.

Örnek müslüman kişi, başta nefsiyle mücadele etmelidir. Onu kont­rol etmesini öğrenmeli, nefsini İslam'ın meşru gördüğü amellere yönlen­dirmelidir. Büyük günahları bırakın, küçük günahlardan ve şüphelilerden sakınılmalıdır. Gözler haramdan sürekli korunmalıdır. Helaller ile haram­lar arasına kesin bir sınır çizilmeli, içimizden gelebilecek kötü düşünceler dahi bastırılmaya, kontrol altına alınmaya çalışılmalıdır.

Tevbe istiğfara devam edilmeli, küçük-büyük bütün günahlardan do­layı sürekli olarak Allah'tan af dilenmelidir. Uyumadan önce örnek müs­lüman kendisi için mutlaka kısa bir zaman ayırmalı, o süre içinde günün muhasebesini yapmalıdır.

Örnek müslüman kişi zamanının değerini bilmeli, görevlerimizin vaktimizden çok olduğunu unutmamalıdır. Vakit demek, hayat demektir. Hayatın bir anı bile değerlidir ve onu boşa harcamaktan şiddetle kaçınıl­malıdır.

Ayrıca kötü arkadaş edinmekten uzak durulmalı, devamlı salih ve imanlı kişilerle ilişki kurulmalıdır. Hayatın rahatlık ve keyif verici yönle­ri terk edilmeli, çileye ve zorluğa talip olunmalıdır. Son olarak örnek müslüman kişi, Allah'a çağırırken hikmet ve güzel öğüt ile hareket etme­yi unutmamalıdır.[342]

 

Cemaat İçinde Örneklik

 

İslami hedef ve esasların gerçekleşmesi için yapılan cemaat çalışma­larının kendine özgü birtakım özellikleri vardır. Başarı elde edilmek iste­niyorsa bu esaslara uyulması zorunludur. Bunların bir kısmına değindik, bazılarına da şimdi değinmek istiyorum.

Cemaat çalışmasının içinde yer alan kişiler öncelikle, Allah'ın dinini yeryüzüne hakim kılmak için cemaat halinde çalışmanın farz olduğuna inanmalıdırlar. Bu yüce ve kutsal görevin bireysel çalışmalarla gerçekleşemeyeceğinin bilincinde olmalıdırlar.

"Herhangi bir farzı tamamlayan unsurlar da farzdır" fıkhı kaidesine göre cemaat halinde çalışmak Allah'ın emridir.

Cemaat halinde çalışmalardan verimli sonuçlar alınmak isteniyorsa eğer, cemaat mensubu kişiler belirlenen esas ve kaidelere uymalıdırlar. Örnek müslüman kişi, cemaatın hedef doğrultusunda hareket etmelidir. Verilen emirlere uyulmalı, sonuca erken varmak amacıyla acele hareket etmemelidir. Belirlenen plan ve programlar dışına çıkılmaktan kaçınılma­lıdır.

Cemaata beyat eden kişi bu sözüne sadık olmalıdır. Çünkü bu Allah ile yapılan bir beyatür. Beyatın şartlarına karşı çıkılmamalı ki Allah'ın vaadindeki ecre nail olunabilsin.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"(Ey Resulüm) doğrusu sana biat edenler (ölünceye kadar sana bağlılığa ve İslam uğrunda savaşmaya söz verenler) ancak Allah'a biat etmiş olurlar. Allah'ın eli onların elleri üzerindedir. Artık kim (bu bağlı­lığı) bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği sözü yerine getirirse, ona da büyük bir mükafat verilecektir."[343]

Örnek müslüman kişinin tüm hareketleri, İslami esaslara uygun, her türlü noksanlıklardan arınmış ve duru olmalıdır. İslam bir bütündür ve ona tabi olanlarda bütünün tamamına tabi olmalıdırlar. Bu, sadece örnek müslüman kişi için değil, tüm müslümanlar için geçerlidir.

Ayrıca bu nokta asla unutulmamalıdır. Cemaat içinde İslami anlayış-lardaki farklılıklar önceleri çok basit olarak başlar, fakat sonralan giderek büyür ve kökleşir. Bu farklılaşma, hedefte sapmalara neden olur, verimli sonuçlar alınmasını engeller. Oysa cemaat halinde çalışmalar da en önemli unsur, çalışmaların birleştirilmesi, organize edilmesidir.

Dava yolunda yürüyen örnek bir müslüman kişi, maddi menfaatler ve kişisel başarılar için çaba harcamaktan uzak olmalı, daima Allah'ın rı­zasını gözetmelidir. Manevi hastalıklardan, kötü ahlaktan sakınmalıdır. Kibir, gurur, dünya sevgisi, makam hırsı ve liderlik isteme gibi ihlaslı ve amelleri yok edici olumsuzluklardan uzak kalmaya dikkat etmelidir.

Örnek müslümanın kalbine ihlas, samimiyet ve sevgi ne kadar ha­kim ise, bütün bunlar aynı zamanda o kişinin tutum ve davranışlarına da olumlu şekilde yansıyacaktır. Hareketleri İslami ölçüler içinde olduğu için Allah'ın rızasını kazanması böylece daha da kolaylaşacaktır.

Örnek müslüman kişi gayretlerinde, davanın sıhhatli bir şekilde yü­rümesi ilkesini esas almalıdır. Çünkü bu dava her türlü kişisel hesap ve çıkarlardan üstündür. Bu davaya talip olanların hesapları yalnızca Al­lah'ın dinini hakim kılmak olmalıdır. Diğer etkenler bu ana amaç için sa­dece birer vasıtadırlar.

Örnek müslüman, davanın tüm aşamalarım bilmelidir. Hedefe ulaştırıcı yolun hangi aşamalardan geçtiği bilinmediği takdirde başarılı sonuç alınamayacaktır. Bu aşamalar bir bütün olarak algılanmalı, bir kısmı uygulanıp da bir kısmını terk etme gibi bir hataya düşülmemelidir. Bunların hepsi birbirine bağlı ve birbirini tamamlayan şeylerdir.

Birinci aşama imandır. Sağlam bir akidenin oluşumu sağlanır ilk ön­ce. Daha sonra müslümanlar arasında birlik, beraberlik ve kardeş sevgisi­nin kurulmasına çalışılır. Bu, birlikte hareket etmek ve başarı oranım yükseltmek için şarttır. Bütün bunlardan sonra ise cihad gelir. Bu aşama­lar tamamlandıktan sonra ancak, kafirlerle mücadele edilir. Bu aşamalar­da yapacağımız hatalar ve ihmalkârlıklar, ileride bizim hüsrana uğrama­mıza neden olabilecektir.

Örnek müslüman, Allah yolunda canından, malından fedakarlık ya­pabilecek kapasitede olmalıdır. İlayi kelimetullah'ın yüceltilmesi için her türlü özveriye seve seve katlanmalıdır. Böyle yaparsa Allah ile iyi bir ticarete girmiş demektir.

Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Allah, müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın aldı..."[344]

Örnek bir müslüman, cihadda kardeşleriyle bir binanın tuğlaları gibi tek saf halinde olmalıdır. Cihad esnasında asla hile ve hıyanete başvur­mamalı, ganimetlere el sürmemelidir. Savaşırken insanlık onurunu koru­malıdır. Allah düşmanlarına, kendi aralarında ihtilafa düşerek, fırsat ve­rilmemeli, onların fitne ve fesatlarına karşı daima uyanık olunmalıdır. İh­tilaf ve çekişme daima beraberinde başarısızlığı da getirir.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Allah kendi yolunda (birbirlerine ) kenetlenip kaynamış bina gibi saf halinde savaşanları sever."[345]

Örnek müslüman kişi, cihada her an hazırdır. Dünyaya aşırı derece­de bağlı kalıp da makam ve mevki yüzünden tembellik yapamaz. Zafer ancak Allah'ın kalındandır, ancak bilinmelidir ki müslümanlann yaptığı gayretler, gösterdiği çabalar zaferin oluşmasında hep birer aracıdırlar. Al­lah onların eliyle onların gayretleri aracılığıyla zaferi nasip eder.

Yüce Allah bu konuda şöyle buyuruyor:

"Onları siz öldürmediniz, fakat onları Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı."[346]

"... Zafer ancak mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibi Allah kalın­dandır."[347]

Zafer elde edildiği zaman, müslüman kişi bunu hiç bir zaman öğünme aracı olarak kullanmaz. Ya da aksine herhangi bir savaşta yenilgiye uğrandığı zaman da umutsuzluğa düşmez. Çünkü Hak ile batıl arasındaki savaş uzun ve süreklidir. Bu mücadele hiç bir zaman bir kez yenmekle ya da bir kez yenilmekle son bulmaz. Bu nedenle dayanıklı ve sabırlı olun­malıdır. Azim, kararlılık ve cihad ruhu elden bırakılmamalıdır. Herşey Allah yolunda feda edilmeli, gelebilecek bütün güçlüklere karşı dayanıklı olunmalıdır.

Örnek müslüman kişi, her konuda olduğu gibi cihad meydanında da komutanlarını dinleme noktasında diğer kardeşlerine örnek olmalıdır. Verilen emirleri, ister zor ister kolay olsun, eksiksiz yerine getirmeli, Al­lah'a isyan olmayan her konuda komutanının sözünü dinlemelidir. Kendi görüş ve düşüncesine uygun olmasa da emre itaatin farz olduğu bilinme­lidir. Müslümanların komutanlarına itaati, Allah ve Resulü (a.s)'ne olan itaatlarından kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda beyatlarının bir gereğidir ve müslümanlar beyatlarına vefakar kalmakla sorumludurlar. İtaat konu­sunda kesinlikle herhangi bir gevşeme ve tereddüt olmamalıdır. Böyle bir durum ortak hareket etme kabiliyetini azaltacağı gibi ihtilafları ve çekiş­meleri de körükleyecektir.

Biz müslümanlardan, kardeşlerini çok sevmelerini ve birbirlerine önem vermelerini istiyoruz. Çünkü bu, zafere giden en sağlam yoldur. Ayrıca müslümanın müslüman kardeşini sevmesi imanın esaslarındandır. Kendimiz için sevdiğimizi, kardeşimiz için de sevmediğimiz sürece iman  etmiş olamayacağımızın bilincinde olmalıyız. Allah yolunda kardeş ol­manın en üstün derecesi, kendisinin ihtiyacı olduğu halde kardeşini ken­disine tercih etmesi durumudur. Hepimiz bu üstün dereceye ulaşmak için çalışmalı, çaba göstermeliyiz.

Örnek müslüman kişi, kardeşlerini her zaman nefsinden üstün tut­malıdır. Müslümanlarla birlikte olmayan, onlarla iyi ilişkiler kuramayan kişiler hayatta başka hiç kimse ile birlik ve beraberlik içinde olamazlar. Topluluktan ayrılanın bireysel başarı elde etmesi imkansızdır, ayrıca sü­rüden ayrılanı kurdun kapacağı da unutulmamalıdır. Mü'minler bir bina­nın tuğlaları gibidirler ve her zaman birbirlerine destek verirler.

"Mü'minler birbirlerinin velileridir (dostlarıdır)."[348]

Bu konuda muhacir ile ensar arasındaki kardeş ilişkisi bizler için en iyi örnektir.

Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Onlardan önce (Medineyi) hem yurt hem de iman (ve islam evi) edinen kimseler, hicret edip kendilerine gelenleri severler. Onlara veri­len şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendi ihtiyaçları olsa bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin (mala karşı) hırs ve cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluş ve saadete erenlerin ta kendileridir."[349]

Örnek müslüman kişi, tevazuyu elden bırakmamalı, parçalanma ve bölünmelere neden olacak tutum ve davranışlardan uzak kalmalıdır. Kimi ihtilaf ve tartışmalar sonucunda ortaya çıkabilecek tatsız durumlara müdahele edilmeli, tarafların araları düzeltilmelidir.

"... Ancak mü'minler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını ıslah edin.."[350]

Örnek bir müslüman kişiden, dava yolunda istenen bir başka şey ise, kendisi ile cemaat lideri arasında kuvvetli bir güven ortamı oluşturmaya özen göstermesidir. Çalışmaların istikrarı ve başarıya ulaşması açısından bu güven unsuru önemli bir rol oynamaktadır. Güven, beraberinde sevgi ve saygıyı da getirir. Lider, davanın bir parçasıdır, lidersiz dava olmaz.

Cemaatın başarıya ve hedeflediği amaçlarına ulaşması, cemaattaki fertler ile cemaat lideri arasında kurulan diyalog ve ilişkiler ile doğru orantılıdır.

Lider ile cemaat fertleri arasındaki diyalogu sarsıcı, güven ortamını yok edici hareketlerden şiddetle kaçınılmalıdır. Eğer herhangi bir aksak­lık olursa, kişi bunu bizzat gidip cemaat lideriyle açık açık konuşmalıdır. Bu konuda dedikodu ve şaibelere kulak aşılmayacağı gibi, İslam düşman­larının çıkarttıkları söylenti ve asılsız laflara da itibar edilmez. Çünkü ki­mi islam düşmanları müslümanların birlikteliklerini engellemek için ya­lan ve iftira kampanyaları başlatmaktadırlar.

Özellikle cemaat lideri hakkında, onun aleyhinde bir yığın safsatalar ortaya atmaktadırlar. Bunlara inanmak ise en büyük hatadır. Böyle bir durumda örnek bir müslümanın yapacağı tek şey, gidip konuyu lider ile görüşmek olacaktır. Fikirlerini ve tereddütlerini açıkça söyleyecek, lideri­nin konuyla ilgili görüşlerini bizzat kendi ağzından öğrenecektir.

Cemaat içinde herhangi bir görev almış kişi, özellikle şüphe ve te­reddüt uyandıracak davranışlardan uzak kalmalıdır. Eğer böyle bir şey se­zilmiş ise, işin gerçek yüzünü arkadaşlarına izah etmeli, şüphe ve tered­dütlere açıklık kazandırmalıdır. Böyle yapılmadığı takdirde şüphe ve te­reddütler zamanla birikecek, ileride kötü sonuçlar doğurabilecektir.

Dava yolunda sabır ve sebat ehli olunmalıdır. Allah'ın yardımına gü­venilmeli, istikrarlı bir şekilde çalışılmalıdır. Zaman ne kadar uzasa da, zorluklar ne kadar artsa da Allah'ın zaferi lütfedeceği bilinmelidir. Bütün işkenceler, belalar ve güçlükler karşısında mücadele etmek, yılmadan di­renmek zaferin habercisidir...

Zayıflık, gevşeme ve sabırsızlık ise yenilgidir. Zaferin sabır ile gele­ceği bilinmelidir.

Allah Teala bakınız ne buyuruyor:

"Ey Rabbimiz, üzerimize sabır indir ve ayaklarımızı sabit tut. Kafir­lere karşı da bize yardım et."[351]

"Derken Allah'ın izniyle kafirleri bozguna uğrattılar.."[352]

Davalar hiç bir zaman kişilerin yaşlarına göre değerlendirilmez. Öl­çü, milletlerin ve kuşakların ömrüdür. Vakit, problemleri çözmede ilacın önemli bir parçasıdır. Acele etmeye gerek yoktur, belki biraz güçtür ama sabır bizi zafere götürecek, büyük ecir ve mükafatlara nail olmamızı sağlayacak en emin yoldur.

Allah'ın bizlere verdiği en büyük nimetlerden birisi de dava yolunda azimli ve sabırlı kardeşler vermesidir. Kardeşlerimizden bir çoğu Allah'a verdiği sözde durdular ve şehid oldular. Bir çoğu da sözlerini yerine ge­tirmek için sırada beklemektedirler. Zor şartlar, işkence, hapis ve idamlar onları hiç bir zaman yıldıramadı. Onlar bütün herşeye rağmen dava yo­lunda azimli, kararlı ve asilce yürüdüler ve yürüyorlar.

Bu kardeşlerimiz en küçük bir taviz verselerdi işkence görmeyecek­ler, darağaçlarına gitmeyeceklerdi. Ama, onlar herşeyi göze alaraktan hiç bir şekilde taviz vermeye yanaşmadılar. Cihad bayrağını korkusuzca za­limlere karşı açmaktan çekinmediler.[353]

 

Tebliğ Alanında Örneklik

 

"Bir kavim kendi nefislerini düzeltmedikçe Allah o kavmi değiştir­mez."[354]

Bu ilahi bir buyruktur. Allah'ın dinini hayata hakim kılmak istiyor­sak eğer, öncelikle kendi nefislerimizi düzeltmeli, önce bizler Allah'ın emirlerine uymalı, İslam'ı yaşamalıyız.

İslami devletin kurulması bu aşamadan başlar. Önce nefisler düzelti­lecek, sonra toplumun ıslahı için çalışılacak sonra da toplumdan devlete gidilecektir.

Toplumsal yapıyı İslam'ın lehine şekillendirmek için bizlere yardım­cı olabilecek tüm araçlardan yararlanmalı, halka davamızın esaslarını teb­liğ etmek için bütün çarelere başvurmalıyız. Bütün İslam dışı güçler hal­ka ulaşmada pek çok yöntemi kullanmakta, bunda da başarılı olmaktadır. Örneğin, medyalar bu güçler tarafından ele geçirilmiş, adeta dünyanın iletişim tekeline sahip olmuşlardır. Halkı istedikleri gibi yönlen dire bilmekteler ve istedikleri görüşü kısa sürede kabul ettirebilmektedirler.

Müslümanlar ise, hak din olan İslam'ı halka anlatmada, davalarının esaslarını yaygınlaştırmada bu olanaklardan yararlanmalıdırlar. Mesela, yayın organları kurmaya gayret etmeliler, hatta giderek yaygınlaşmaya başlayan özel televizyon kanalları kurarak daha geniş kitlelere ulaşmanın yollarını araştırmalıdırlar.

Örnek müslüman, tebliğ ederken kısıtlı imkanlar ve dar bir çerçeve içine hapsolmaz, aksine olanaklarını genişletmenin çabası içinde olur. Gelişen ve değişen teknikleri izler, tebliğ aracı olarak kullanabileceği şeyler olursa ondan yararlanmanın yollarını araştırır.

İslam evrensel bir dindir ve bugün pek çok kişiye Allah'ın dini doğru dürüst anlatılmamıştır. Onlara, ulaştığımız zaman, onlara İslam'ı anlattı­ğımız zaman Allah'ın izniyle hidayet yolunu bulacaklardır.[355]

 

Örnek Müslüman Davetçi

 

İnsanlara Allah'ın dinini götürmek, onu anlatmak önemli olduğu ka­dar, belirli güçlükleri de olan bir şey. Davetçinin iyi bir bilgi birikimine ve rafine bir kişiliğe sahip olması gereklidir. Davet ettiğimiz kişiler, ilk olarak bizleri kendilerine örnek alacaklar, tatmin olurlarsa eğer İslam'ı yaşamaya başlayacaklardır. Böylesi önemli bir konumda olan kişilerin dikkat etmeleri gereken bazı noktalar olduğu kanaatindeyim.

Kolay anlaşılmaları açısından maddeler halinde sıralamak yerinde olur:

1- Davetçi müslüman, her şeyden önce kişileri Allah'a davet ettiği­nin bilincinde olmalı ve tüm davranışlarını buna göre ayarlamalıdır.

"Allah'a çağıran, ameli salih işleyen ve ben müslümanlardanım di­yenden daha güzel sözlü kim vardır."[356]

2- Hidayeti verecek olanın sadece Allah olduğu kendisinin ise yal­nızca bir aracı olduğunu unutmamalıdır.

3- Davetçi müslüman, yaptığı işin basit bir iş olmadığını ve sevabı­nın da büyük olduğunun farkında olmalıdır.

Allah'ın Resulü (a.s), bakın bu konuda ne buyuruyor: "Allah'ın senin vasıtanla bir kişiyi hidayete erdirmesi, sana kızıl de­veler bahşedilmesinden ve senin de onları sadaka olarak dağıtmandan daha hayırlıdır."

4- Davetin başarıya ulaşmasında en önemli etkenin kişinin ihlası ve samimiyeti olduğu unutulmamalıdır. Allah ancak yalnızca kendi rızası için çalışan ve koşturan kişilere başarı ihsan eder, onlar aracılığı ile hida­yet verir. İhlası zedeleyici gurur, kibir ve gösteriş gibi manevi hastalıklardan kaçınılmalıdır.

5- Davette Rabbani metod esas alınmalıdır. Yüce Allah, peygambe­rini bu metod ile yönlendirdi. Şu ayeti kerime konuyu daha iyi anlamanı­za yardımcı olacaktır:

"Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır. Onlarla en güzel bir şekilde mücadele et."[357]

6- Davette bulunacak kişi mutlaka insan psikolojisinden anlamalıdır. Kalplere hitap edemeyen, insanları nelerle etkileyeceği hakkında bilgisi olmayan kişiler davette başarı elde edemezler.

Davetçi geniş bir bilgi ve kültürle donanmak zorundadır. Karşımız­daki insanın gönlüne hitap edemiyor ve onu kendi atmosferimize sokma­yı başaramıyorsak eğer, boşuna uğraşmayın bu çalışma sonuç vermeye­cektir. Davetçi müslüman davetin püf noktalan olarak isimlendirilen bu tür ayrıntıları bilmelidir.

7- Davetçi söylediklerini aynı zaman da yaşamalıdır da. Davet edi­len kişi, öncelikle davetçinin hareketlerini kontrol edecek, söylediği şey­leri üzerinde görmek isteyecektir. Söylediklerimiz sadece kuru bir lafdan ibaret kalırsa eğer, davetimiz başarıya ulaşmadığı gibi Allah indinde de sorumlu oluruz. Yaşarsak eğer, hem davet ettiğimiz kişiyi kazanırız, hem de yapmamız gereken şeyleri yaptığımız için sevap alırız.

8- Müslüman davetçi, davette bulunduğu bölgeyi ve koşulları çok iyi tanımalıdır. Ayrıca davet ettiği insanların karekterlerini tanımalı, yaşam biçimleri hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Davet ettiği insanların sorunla­rına ortak olmalı, onları kendi meselesiymiş gibi sahiplenmeli ve çözüm yollan aramalıdır. Böylece o insanların sevgi ve saygısı kazanılacak, da­vetçi davasını daha kolay anlatmak için uygun ortam yakalayacaktır.

9- Müslüman davetçi, konuşma tekniklerini bilmelidir. Etkili konuş­malı, konuşmasını karşısındakilere dinletmesini bilmelidir. Tebliğde ko­nuşma, etkili söz söyleme çok önemlidir. Çünkü ancak etkili bir konuş­mayla insanları kendi atmosferimize çekebiliriz. Davetçi bu önemli unsu­ru göz ardı etmemeli, etkili söz söylemenin yollarını öğrenmelidir.

10- Konuşma esnasında arasıra espri yapmak, üslup değiştirmek din­leyeni sıkmayacak, konuya karşı olan ilgisinin dağılmasını önleyecektir. Tekdüze ve devamlı tekrarlardan oluşan bir konuşma dinleyeni sıkacak ve bizden soğutacaktır. Konuşma sonunda konunun genel bir değerlen­dirmesinin yapılması ve kısa cümlelerle özetlenmesi anlaşılması açısın­dan sağlıklı olacaktır.

11- Müslüman davetçi, konuşmalarında sürekli kaynak göstermeli, söylediklerini delillendirmelidir. Davetçinin zaten en büyük kaynakları Kur'an-ı Kerim ve Resulullah (a.s)'ın sözleridir. Konuşmalarını bunların üzerine kurar, delillerini bunlardan getirir. Davetçi için İslam tarihi ve Resulullah'ın uygulamaları geniş bir konuşma konusu oluşturmaktadır.

12- Her konu için kaynak göstermek, konuları örneklemek için bir bilgi birikimi gerekecektir. Davetçi bu birikimi sağlamak için çaba harca-malıdır. Kur'an'dan gücü yettiği kadarıyla ayetler ezberlemeli, Resulullah(a.s)'ın hadislerini ve İslam tarihini iyi bir şekilde öğrenmelidir.

13- Davetçi, İslami hareketin belirlediği davet plan ve programı çer­çevesinde hareket etmelidir. Tesbit edilen aşamalar sabırla uygulanmalı, İslami cemaatın dışında hareket etmemeye özen gösterilmelidir. Böyle yapılmadığı takdirde kopukluk meydana gelecek, istenen aşamaların katedilmesi uzun zaman alacaktır. Koordineli ve planlı çalışmaya gayret edilmelidir.

14- Müslüman davetçi, İslami ahlakı en güzel bir şekilde uygulama­lıdır. Davet ettiği kişiye etki etmek istiyorsa bu önemli bir koşuldur.

15- Müslüman davetçi, haram işlemekten ve olumsuz davranışlardan kaçınmalıdır. Buna dikkat edilmediği takdirde davet ettiğimiz kişinin ka­fasında bir takım soru işaretleri oluşacak, gevşeme ve kopukluk meydana gelecektir. Ayrıca haram işlemekten kaçınmadığımız takdirde karşımız­daki kişiye etki etme oranımız da oldukça azalacaktır. İnsanlar söylediği­miz şeyleri önce bizim yaşamamızı bekleyecekler, bizleri örnek alacak­lardır.

16- Müslüman davetçi, konuşmalarında devamlı olarak Kur'an ve sünneti eksen almalıdır. Allah'ın kitabında ve Resulullah (a.s)'ın sünne­tinde kendisi için gerekli olan her şeyi bulacaktır.

17- Müslüman davetçi, tutum ve davranışlarında hiç bir zaman diğer müslüman cemaatların aleyhinde hareket etmemelidir. Tefrikaya ve ayrı­lığa yol açabilecek söz ve davranışlardan kesinlikle uzak olmalıdır. Ken­disine karşı diğer cemaatlerdan harhangi bir olumsuzluk isabet etse ve kendisi haklı dahi olsa sabretmeli, müslümanların birlik ve beraberlikleri­ni zedeleyici tutumlardan kaçınmalıdır. Bireysel hareket ettiği takdirde belki kendi nefsini rahatlatacak, temize çıkartacaktır ama müslüman ce­maatler arasında olası bir kırgınlık ve dargınlık baş gösterecektir.

18- Müslüman davetçi, bazı İslami cemaatlerde gördüğü kimi eksik­likleri düzeltmek istiyorsa mutlaka temkinli hareket etmeli, kardeşlerini incitmekten sakınmalı, kişileri hedef almaktan öte yanlışlıkları ön plana çıkarmalıdır.

19- Müslüman davetçi, konuşma konularını seçerken yardımlaşma, takvada yarışma, birlik ve beraberlik içinde olma ve Allah için sevme gi­bi konular üzerinde durulması gereken noktaları gözardı etmemelidir.

Konuşmalarında, müslümanların ancak güçlerini birleştirdikleri tak­tirde başarıya ulaşacakları gerçeğine değinmeli, tefrika ve ihtilaftan uzak kalınması gerektiği belirtilmelidir. İslam düşmanlarının müslümanlara karşı yürüttükleri iftira ve güçsüz bırakma kampanyalarına da ayrıca dik­kat çekilmelidir.

20- Müslüman davetçi kişilerle uğraşmaktan onların hakkında ilen geri konuşup, hüküm vermekten sakınmalıdır.

21- Müslüman davetçi, tebliğinde metod olarak Hazreti Peygamber (a.s)'in metodunu kullanmalı, ayrıca Kur'an-ı Kerim'de kıssası anlatılan peygamberlerin metodlarından da yararlanmalıdır.

22- Müslüman davetçi, tebliği sırasında karşılaşacağı güçlüklere kar­şı hazırlıklı olmalıdır. Tebliği esnasında zorlanacağını, kötü söz işiteceği­ni ve hatta belki işkencelere dahi maruz kalacağını bilmeli, bu durumda yine Peygamberimizin izlediği yolu takip etmeli, sabır ve istikrar göster­melidir.

23- Müslüman davetçi, tebliğ ettiği kişilerin zamanlarının değerli ol­duğunu bilmeli, zamanı iyi kullanmalı, kısa süreler içinde çok şey anlat­masını becerebilmelidir.

24- Toplantı, konferans gibi geniş kitlelere hitap eden tebliğ çalış­malarında dinleyici olarak az kişinin gelmesi, davetçiyi olumsuz yönde etkilememelidir. Kimbilir belki de az kişiye yapılacak olan konuşma, çok kişiye yapılacak olandan daha verimli ve etkili olacaktır.

25- Müslüman davetçi, tebliğ çalışmalarının sonuçlarını almaya baş­ladığında kendi nefsine hiç bir zaman pay çıkartmamak, başannın yalnız­ca Allah'ın inayetiyle olduğunu hatırlamalıdır.[358]

 

Örnek Bir Eğitimci

 

İslami cemaatteki en önemli işlerden birisi de eğitimdir. Cemaat, üyelerini İslam'ın ahlakı ve terbiyesi çerçevesinde eğitmek ve onlara cihad ruhu aşılamakla görevlidir.

İslami toplumun yapılanmasında eğitim temel etkendir. Müslüman fertten, müslüman aileye, müslüman aileden müslüman topluma, toplum­dan da devlete gitmek istiyorsak eğer, kişilerin eğitimine gerekli önemi vermek zorundayız.

Eğitimin önemi geçmiş toplumlarda da açıkça gözlendi. Fertlerini eğiten, kendi bilgi ve kültürünü veren toplamlar tarih sahnesinde daha fazla kaldılar ve daha çok iş yaptılar. Bunu başaramayan, fertleri ile ara­sındaki iletişimi kuramayan toplumlar ise hep kısa ömürlü oldular.

Bu kadar önemli olan eğitim konusunda da, tıpkı davet konusunda olduğu gibi dikkat edilmesi gerekli bazı noktalar vardır.

Bunları maddeler halinde sıralamaya çalışalım:

1- Cemaat içindeki kardeşlerinin yetişmesine yardım eden bir eği­timci, herşeyden önce her alanda kendisi iyi bir örnek teşkil etmelidir.

2- Eğitimci kişi, akideye önem vermeli, cemaat içindeki fertlerin sağlam imanlı kişiler olarak yetişmelerine dikkat etmelidir.

3- İman konusundan sonra, ibadetlere sağlıklı bir şekilde devam edi­lebilmeleri için gerekli olan bilgiler öğretilmelidir. İbadetlerine önem ve­ren kişilerin kalpleri canlanacak, ruhları temizlenecektir.

4- İslam'ın ahlakı, cemaat fertlerine anlatılmalıdır. Cemaat üyeleri­nin tümünün islam ahlakı ve terbiyesi ile donanması sağlanmalıdır.

Bu uzun bir süre ve sabır isteyen bir iştir. Ama eğitimci yılmamalı ve cemaat üyesinin her hareketini kontrol altına almalı, hatalı gördükleri­ni kibar bir üslup ile düzeltmelidir.

Eğitimci, cemaat üyeleri ile arasındaki iletişimi daha da kuvvetlen­dirmek ve onları daha yakından tanımak için gezi ve kamplardan yararla­nabilir. Eğitimci bu gibi fırsatlarda kişilerin karekterlerini tanıma olanağı bulacak, bu da eğitim aşamalarında epeyce işine yarayacaktır.

5- Eğitimci, görevi esnasında kibir, gurur ve gösteriş gibi hastalık­lardan uzak olduğu gibi eğittiği kişilere de bunlardan uzak olmalarını öğütlemelidir.

Ayrıca cemaat üyelerine İhlasın önemi anlatılmalı, çalışmalarının karşılığını yalnızca Allah'tan beklemeleri gerektiği belirtilmelidir.

6- Cemaat üyeleri verdikleri sözde durma, ettikleri beyata sadık kal­ma ve dürüst olma konularında eğitilmelidirler. Cemaatın üyesi olan bir kişinin öncelikle bey'atına sadık kalmayı ve verdiği sözü tutmayı öğrenmesi gerekecektir.

7- Eğitimci, cemaat üyelerini eğitirken, cemaatın plan ve programına sadık kalmalı, eğitilen kişiler ise cemaat halinde çalışmayı prensip edin­melidirler.

8- Eğitimci, cemaat üyelerine üstlendikleri davanın koşullarını açık­ça anlatmalı, karşılaşacakları zorlukları öğrenmelerini sağlamalıdır.

Ayrıca zorluklar nasıl aşılacak, karşılarına çıkabilecek engeller nasıl ortadan kaldırılacak, bunların yolu da anlatılmalıdır. Cemaat fertleri bu yoldan başka yolun olmadığını bilmeliler, bu zorlukların daha önce de Peygamberimiz ve ashabı tarafından yaşandığım unutmamalıdırlar.

9- Eğitimci, cemaat üyelerine zorlukların ve engellerin yanısıra, bu davada elde edecekleri zafer ve başarılardan da bahsetmelidir. Engeller ne kadar çok olsa da Allah'ın izniyle istikbal İslam'ın olacaktır.

10- Eğitimci, cemaat üyeleri arasında kardeşlik ve sevgi ortamının doğması için uygun zemin hazırlamalıdır. Bu aynı zamanda Allah'ın em­ridir. İhtilaf ve ayrılıklardan kaçınmalı, birlik, beraberlik ve sevgi bağları sağlamlaştırılmalıdır.

11- Eğitimci, cemaat üyelerine sabrın önemini anlatmalı, zorlukların üstesinden gelmek için sabırlı olmanın gerektiği belirtilmelidir. Sabır ve azmin yanında, Allah'a tevekkül etmenin şart olduğu da anlatılmalıdır.

12- Eğitimci, cemaat üyelerini yakından tanımalıdır. Üyelerin ailevi, kişisel ve diğer sorunlarını bilmeli, onların çözümü için yardımcı olmalı­dır.

Çoğu zaman bu tür problemlerine çözüm bulamadığı için cemaatten ayrılan ya da bozulan kişiler görülmektedir. Bu nedenle eğitimcinin ce­maat üyelerinin bu tür sorunlarıyla yakından ilgilenmeli çözümü için yo­ğun çaba harcamalıdır.

13- Eğitimci, cemaat üyelerini sapık fikirler ve akımlar hakkında da bilgilendirmelidir. Böylece üyelerin bu tür kötülüklerden korunmaları sağlanmış olacaktır.

14- Eğitimci, eğittiği kişilere cihad ruhu aşılamak, Allah yolundan  canını, malını ve sevdiği şeyleri feda etmeyi öğütlemelidir.

Nefisler, Allah yolunda eğitilmeli, fertler Allah ile karlı bir alışveri­şe girdiklerinin bilincinde olmalıdırlar.

"Allah, müminlerden onların mallarını ve canlarını cennet karşılı­ğında satın aldı."[359]

15- Eğitimci, önce kendisi Resululah (a.s)'ın sünnetini tam anlamıyla yaşamalıdır. Daha sonra da cemaat üyelerine Resululah (a.s)'ın sünnetine tabi olmalarını istemelidir.

Bugün bizim ulaşmak istediğimiz hedeflerin hepsi, arzuladığımız yaşam biçiminin tümü Allah Resulü (a.s)'nün yaşamında mevcut. Eğitim­ci cemaat üyelerine bunları tavsiye ettiği zaman, onlara herhangi bir ha­yali şeyi vaad etmiş olmayacak, aksine bizzat yaşanmış gerçekleri, uygu­lanmış pratikleri sunmuş olacaktır.

16- Eğitimci, cemaat üyelerine itaat etme duygusunu verebilmelidir. Kendilerine ağır da gelse, istemeseler de, Allah ve Rusulune (a.s) isyan niteliği taşımadığı sürece cemaat liderinin verdiği emirlere uyulması ge­rektiği hatırlatılmalıdır.

Üyelerin, cemaat idarecilerine karşı güven duymaları sağlanmalıdır. Ayrıca cemaat içinde görev değişikliklerinde, terfi etmelerde ya da gö­revden alınmalarda üyeler nefisleri doğrultusunda hareket etmekten kaçınmalıdırlar. Eğitimci bu konuda üyeleri bilinçlendirmeli, terfi etmenin herhangi bir üstünlük sağlamayacağı gibi, görevden alınmanın da herhan­gi bir eksikliğe neden olmayacağı anlatılmalıdır.

17- Eğitimci, konuları anlatırken soru sorulmasına imkan bırakma­malı, konuyu bütünüyle anlatmaya gayret etmelidir. Yine de soru sormak isteyen olursa da ona imkan verilmeli, sorusu yanıtlanmalıdır.

18- Eğitimci kişi, cemaat üyelerinin bir konuda uzmanlaşmalarına yardımcı olmalı, onların inceleme ve araştırma konularına destek verme­lidir.

19- Eğitimci, cemaat üyelerinin aynı zamanda birer tebliğci ve eğiti­ci olduklarını unutmamalı, eğitimini buna göre vermelidir. Cemaat üyele­rine davetin ve eğitiminin tüm incelikleri ve püf noktaları öğretilmelidir.

20- Eğitimde ruh kadar beden de önemlidir. Eğitimci bu önemli hu­susu gözardı etmemeli, İslami ölçülere uymak koşuluyla cemaat üyeleri­nin spor yapmalarına imkan tanımalıdır.

Böylece, fiziki olarak daha sağlıklı yetişmeleri sağlanacak, bu da do­laylı olarak cemaat üyelerinin çalışmalarına olumlu olarak yansıyacaktır.

Ruh ve beden sağlığı yerinde olan kişiler daha verimli çalışacaklar ve üretimleri de buna paralel olarak artacaktır.[360]

 

Talim Ve Terbiyenin Önemi

 

İslami toplumu oluşturma aşamasında talim ve terbiyenin önemi in­kar edilemez. Her ikisini yetişen yeni nesle aşılamasını başarabilen top­lumlar, amaçlarına ulaşmada büyük bir mesafe katetmiş demektir.

İnsanlar çocuklarından itibaren talim ve terbiye ile donatılmaya baş­lanmalıdır. Kişiliklerin oluşmaya başladığı gençlik dönemlerinde İslam terbiyesi ile yetiştirilen kişiler, ileride davayı yüklenecek, sorumluluk alacaklardır.

Batılılar ve islam düşmanları talim ve terbiyenin önemini anladıkları için, bu konulara önem vermekteler ve bu işe daha çocuk yaşlarda başlamaktalar.

Bunlar kendi talim ve terbiye yöntemlerini, sistemlerini bizlerin dahi içlerine sokmayı amaçlamaktalar, bizlerin arasından da kendi istedikleri gibi kişilerin çıkmasını hedeflemektedirler.

Talim, insanın akli yönden ve anlayış bakımından gelişmesini sağ­larken, terbiye de ruhi yönünün gelişmesini sağlamaktadır.

Talim ve terbiye ayrıca toplumların ve kuşakların değişmesi, geliş­mesi konularında da önemli rol oynar.

Allah'ın şu ayet-i kerimesi buna en güzel örnektir.

"Bir kavim kendi nefislerini değiştirmediği müddetçe Allah da onla­rı değiştirmez. "[361]

Talim ve terbiye, ilim ile desteklendiği takdirde ancak verim alınabilinir. Müslüman cemaatler, fertlerim İslam'ın terbiyesi ile donanmış, ah­laklı ve ilim sahibi kişiler olarak yetiştirmekle görevlidirler.

Böyle kişiler, davet esnasında da tebliğ edilen kişiler için iyi bir ör­nek oluşturacak, İslam'a yeni ısınan kişiler cemaat üyelerinin hayatların­da İslam terbiyesinin izlerini gördüklerinde etkilenmeleri daha kolay ola­caktır.

Kitabın bu bölümünde talim ve terbiyeden söz ettikten sonra örnek talim ve terbiye müesseselerinden, örnek müdürlerden, örnek öğretmen­lerden ve örnek öğrencilerden bahsedeceğiz.[362]

 

Örnek İslami Öğretim Müessesesi

 

Bu öğretim kurumu, medrese olabilir, lise ya da üniversite olabilir, ama her ne olursa olsun herkesin İslama tabi olması ilk şarttır.

Tesettüre riayet edilmeli, kız ve erkekler ayrı yerlerde okutulmalıdır.

Eğitim, İslami adaba göre yapılmalı, ders saatleri namaz vakitlerine göre ayarlanmalıdır.

Eğitim yapılan binanın temiz ve imkanlar ölçüsünde büyük olması da ayrıca istenen koşullar arasındadır. Öğrencilerin ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikleri taşımalıdır.[363]

 

Örnek Okul İdaresi

 

Liselerde müdür, üniversitelerde dekan ve yardımcıları tarafından temsil edilen okul yönetimleri, eğitimin başarılı sürdürülmesi görevi ile sorumludurlar.

Okul öğrencileri kendilerine emanet edilmiştir ve öğrencilerin toplu­ma yararlı kimseler olarak yetiştirilmesi kendilerinden istenmektedir. İdareciler onları koruyup kollamalı, iyi yetişmeleri için ellerinden gelen bütün çabayı göstermelidirler.

Okul yöneticileri unutmamalıdırlar ki, eğitim kurumları hiç bir za­man herhangi bir ticari müesseseye benzemezler. Aralannda çok farklar vardır. Eğitim kurumları hata kabul etmez. Yanlış davranış ve tutumlar öğrenciler arasında olumsuz etkisini hemen gösterir. Geriye dönüş ya da hatanın telafisi de çoğu zaman çok güç olmaktadır.

Okul yöneticileri buna göre tavır belirlemeli, davranış ve hareketle­rinde ölçülü ve dikkatli olmayı ihmal etmemelidirler.

Okul yöneticileri öğrencileri için iyi bir örnek teşkil etmelidir. Dav­ranışları İslam'ın ahlakına uygun olmalı, sevecen şefkatli ve affedici ol­malıdır. Bünyesinde iyi sıfatlan toplamasını başaran yöneticiler, öğrenci­leri için iyi bir örnek olacağından, öğrencilerin de ahlaklı ve erdemli ye­tişmelerinde yararlı olacaklardır.

Okul yöneticileri, öğrencilerinin genel kültürlerinin artırılmasına da önem vermeliler, bunun için gezi düzenlemek gibi ders programları dı­şındaki faaliyetlere destek vermelidirler.

Okul yöneticileri, öğrencilerin ders dışındaki sorunlarıyla da yakın­dan ilgilenmelidir, çözümü için ellerinden gelen gayreti göstermelidirler.

Her şey ders demek değildir. Öğrencilerin kişiliğinin geliştirilmesi için ders programları dışında çalışmalar yürütülmeli, okul yöneticileri bu önemli konuyu gözardı etmemelidirler.

Öğretmenlerin seçiminde de okul yönetimi gerekli dikkati gösterme­li, öğretmenlerin branşlarını çok iyi bilmelerinin yanında ahlaki yönden de iyi yetişmiş olması aranan özellik olmalıdır.

Okul yöneticileri, öğretmenler ile arasındaki diyalogu sağlam kur­malı, ders programlarının sağlıklı yürütülebilmesi için öğretmenlerle sık sık istişare toplantıları yapmalıdırlar.[364]

 

Örnek Öğretmen

 

Öğretmen, işinin öneminin büyük olduğunu hiç bir zaman aklından çıkarmamalıdır. Onun görevi sadece öğrencilere bir takım bilgileri kuru kuruya aktarmak değildir.

Öğretmen, öğretici olduğu kadar eğiticidir de aynı zamanda. Öğren­cilere derslerle ilgili bilgileri öğretmenin yanısıra onları ahlaklı ve terbi­yeli kişiler olmaları konularında da eğitmelidir.

Bu nedenle de kendisinin önce örnek olması, İslami adaba ve ahlak ölçülerine dikkat etmesi gerekmektedir. Öğrencileri arasında İslam'a ay­kırı bir unsur gördüğünde onları uyarmalı, ibadetlerini yapmada titiz ol­malı, hatta öğrencileriyle birlikte yapmaya özen göstermelidir. Bu, aynı zamanda öğrencilerin ibadet yapma şevklerini artıracak, cemaatle namaz kıldıkları için ise daha fazla sevap alacaklardır.

Örnek bir öğretmen, okulu kendisi için iyi bir tebliğ alanı olarak gör­melidir. Okul ortamında herşey başarılı bir tebliğ için uygundur. Öğrenci­ler kendisine gelmekte ve onu dinlemektedirler. Dikkat edilirse, Hazreti Peygamber (a.s) tebliğ için insanları ayağına gidiyordu ve bir yığın eziye­te ve kötü muameleye katlamak zorunda kalıyordu.

Oysa öğrenciler, öğretmenlerin ayağına geliyorlar ve bir şeyler öğ­renmeyi amaçlıyorlar. Öğretmene burada çok büyük sorumluluklar düşmekte, öğrencilere tebliğ etme noktasında önemli roller üstlenmektedir.

Öğretmen, iyi bir eğitim vermek ve öğrencilerine kendisini sevdir­mek istiyorsa, onlarla canlı ve sıcak diyaloglar kurmayı denemelidir. On­ların fikirlerine de saygı göstermeli, görüşlerini almalıdır.

Öğretmen, eğitimin çeşitli konferans ve uzmanların katıldığı toplan­tılarla desteklenmesine özen göstermelidir. Bu tür çalışmalar, öğrencile­rin dersleri kavramalarına yardımcı olacağı gibi ileride İslami devlet ku­rulduğunda buralarda elde edilen çalışmalardan yararlanılacaktır.

Öğretmenler, dil konusuna da gereken önemi vermeli, başta kendisi arapçayı çok iyi ve düzgün konuşup yazmalıdır. Kur'an-ı Kerim'in dili olan arapçanın yaygınlaştırılması için de çaba harcamalıdır. Kimi çevre­lerin başlattıkları arapçayı unutturmak ve gündemden düşürerek unutul­masını sağlamak gibi kötü amaçlı çalışmalara karşı da uyanık olunmalı­dır.

Örnek müslüman öğretmen için görev yerinin uzak ya da koşulları­nın kötü olması hiç de önemli olmamalıdır. Bizzat kendisi uzak yerleri, özellikle Afrika ve Asya gibi kıtalarda görev almayı istemelidir. Oralarda yaşayan insanlara İslami tebliği götürmeli, sıkıntılarına ve geçim zorluk­larına katlanmalıdır.

Aynı şeyi, hristiyan ve yahudi misyonerleri en güzel şekilde yapı­yorlar çünkü. Kendi inançlarını, kendi görüş ve düşüncelerini yaymak amacıyla dünyanın en ücra bölgelerine gidiyorlar, zorluklara katlanıyor­lar ve oralardaki mazlum insanlara çoğu kere kendi batıl inançlarını aşıla­mayı başarıyorlar.

Bizler neden aynı şeyleri yapmayalım. Hak din İslam'ı dünyanın en ücra köşesindeki insanlara neden ulaştırmayalım. Bizler onlardan çok da­ha zor şartlara tahammül etmeli, tebliğ görevimizi yapmalıyız.

Konuyu bitirirken hatırlatalım ki, burada anlatılan örnek bir öğret­menin vasıfları aynı zamanda bayan öğretmenler için de geçerlidir. Onlar da aynı görev ve sorumluluklarla yükümlüdürler.

Yukarıdakilere ilave olarak müslüman kadın öğretmenlere ayrıca şu noktalara dikkat etmeleri söylenebilir:

İslami tesettüre son derece dikkat edilmeli, erkek öğretmenlerle birarada bulunmamaya özen gösterilmeli, edep ve haya duygularına önem verilmelidir.[365]

 

Örnek Müslüman Öğrenci

 

Her şey öğrenciler içindir; öğretmenler, okullar, okul yöneticileri...

Hepsi de öğrecilerin iyi bir şekilde yetişmelerini sağlamak amacıyla çaba harcarlar. Çünkü, iyi yetişmiş bir öğrencinin toplumun temel taşı ol­duğunun bilincindedirler.

Böylesine önemli bir işleve sahip olan öğrencinin vasıflarını anlat­mak istiyorum. Tabi aynı şey kız öğrenciler için de geçerli. Onlar da top­lumun sağlıklı yapılanmasında önemli rollere sahiptirler. Çünkü kadın toplumun yarısıdır. Ayrıca nesillerin yetişmesinde, müslüman ailenin, toplumun ve sonuçta İslami devletin kurulmasında daha önce de anlattı­ğımız gibi önemli fonksiyonlara sahiptir.

Örnek bir öğrenci, her şeyden önce ilmi amaç edinmeli ve çalışmala­rında ciddi olmalıdır. Bir çok kez görmekteyiz ki, diploma sahibi olmak ve çıkar sağlamak için eğitim kurumlarına gidilmektedir. Bu yanlış bir davranıştır ve örnek müslüman öğrenci bu gibi tutarsız davranışlardan uzak kalmalıdır.

Örnek müslüman öğrencinin amacı, ilmiyle müslümanlara ve İslam'a yararlı olmak, karşılaşılan çeşitli problemlere ilmiyle çözüm bulmak ol­malıdır.

Örnek öğrenci, cemaatın istediği bir alanda uzmanlaşmalı ve bu bil­gileriyle İslami gelişmede katkı sahibi olmalıdır.

Örnek müslüman öğrenci, Allah'ın nzasını gözetmeli, ihlash ve sa­mimi olmalıdır. Böyle olduğu takdirde onun ilmi aynı zamanda bir ibadet niteliği de taşıyacaktır. İlim yolunda akıttığı alın teri, katlandığı güçlükle­re karşı sevap alacaktır.

Müslüman örnek öğrenci şunu bilmelidir ki, bugünkü ilimlerin ço­ğunu müslüman alimler ortaya çıkarmışlardır. Bu ümmet içinden pek çok alim çıkarmıştır. Onlar İslam'a hizmet etmişler, bugünkü müslüman bilim adamları da bu hizmeti devam ettirmektedirler.

Örnek müslüman öğrencinin eğitime bakış açısı sağlıklı olmalıdır. Eğitim ve öğretim yalnızca kuru bilgileri öğrenmek ve sınavlarda da bu­nu kağıda aktarmak olmadığının bilincinde olmalıdır. Kendisini ders dı­şında da yetiştirmeli, geniş bir kültüre sahip olmak için çaba harcamak, amacı öğrendikleriyle insanlığa faydalı olmak olmalıdır.

Bu nedenle, öğrenci öğrendiklerinin hayatın genel pratiğiyle ne kadar ilgili olduğuna dikkat göstermelidir. Hayatta hiç ihtiyacı olmayacak bilgileri öğrenmenin anlamı yoktur. Örnek öğrenci hayatta sıkça kullana­cağı bilgileri öğrenmeye gayret göstermelidir.

Örnek müslüman öğrenci her türlü kötü ahlaktan uzak durmalıdır. İbadetlerini zamanında ve eksiksiz yapmalı, çevresi ve arkadaşlarıyla iyi geçinmeli, iyiliksever, hoşgörülü ve nazik olmalıdır.

Örnek müslüman öğrenci arkadaş seçiminde, imanlı kişileri tercih etmeli, kötü ahlaklı kişilerle arkadaşlık kurmaktan sakınmalıdır. Zamanı­nın çoğunu arkadaşlarıyla geçirmekten de kaçınmalıdır aynı zamanda.

Örnek müslüman öğrenci, derslerinde başarılı olmalı, öğrencilik yıl­larını iyi değerlendirmeli ve bu yılların kendi kişiliğinin oluştuğu önemli bir dönem olduğunu bilmelidir. Boş ve gereksiz işlerle zamanını öldür­mekten sakınmalı, hep bilgi birikimine yeni şeyler katmanın çabasını ver­melidir.

Örnek müslüman öğrenci, tertip ve düzene önem vermeli, ders çalış­tığı yerleri ve ders kitaplarını temiz ve düzenli tutmalıdır. Derslerde not tutma alışkanlığı kazanmalı, bunların ileride işine yarayabileceğini aklından çıkarmamalıdır.

Disiplinli ve düzenli olduğu taktirde bu başarısına da olumlu şekilde yansıyacaktır. Okul yıllarında disiplinli olmaya özen gösteren kişiler, ileriki yaşamlarında da bu alışkanlıklarını devam ettirecekler, hayatta da ba­şarılı olacaklardır.

Öğrenci, zamanı kullanmayı bilmelidir. Her işi zamanında yapmalı, ne uykusundan fedakarlıkta bulunmalı ne de diğer faaliyetlerinden. Za­manı iyi kullanan kimse, her işini aksatmadan tam ve vaktinde yapacak­tır.

Öğrenci, ders çalışma sistemine de belirli bir düzen vermelidir. Gü­nünde çalışmalı, biriktirip de sonradan hepsine birden çalışma sistemini aklından çıkarmalıdır. Derslere zamanında çalışmayıp biriktirerek sınav akşamı çalışmak verimi düşürecek, başarıyı olumsuz yönde etkileyecek­tir. Ayrıca bu sistem öğrencileri ezber yöntemine itmektedir. Ezberlenen şeyler ise kısa süre sonra unutulmaktadır.

Örnek müslüman öğrenci, dış temizliğe verdiği kadar iç temizliğe de gereken önemi vermelidir. Kibir, dedikodu, gösteriş gibi hastalıklardan kendisini korumalıdır. Kalbini Allah'ın gazabına neden olacak her türlü kötü duygulardan arındırmalıdır.

Takva ve ihlası elden bırakmamalı, Allah'ın rızasını gözetmeyi ilke edinmelidir. İslam'ın ahlakıyla ahlaklanmalı,  bu konuda çevresine örnek olmalıdır.

Örnek müslüman öğrenci, derslerini takip etmeye özen göstermeli, ciddi bir mazereti olmadan okula gitmemezlik yapmamalıdır. Derste öğ­retmenini çok iyi dinlemeli, anlamadığı yerleri sormaktan kaçınmamalı­dır.

Öğrencinin derse gelmeden önce hazırlıklı olması, evde işlenecek olan konuyu okuması kendisi açısından faydalı olacaktır. Dersi anlaması böylece kolaylaşacaktır. Öğrenciler ders konularının genelde birbirine bağlantılı olduğunu bilmeli, biri anlaşılmadığı takdirde diğerinin de anla­şılmasının zor olacağı akıldan çıkarılmamalıdır. Bunun için her konu çok iyi anlaşılarak geçilmelidir. Öğrenciler toplu halde arkadaşlarıyla birlikte çalıştıkları zaman da içinden çıkamadıkları bir konu olursa mutlaka öğ­retmenlerinden yardım istemelidirler.

Yıl sonunda, genel bir tekrar, konuların daha iyi kavranılması açısın­dan faydalı olacaktır. Örnek bir öğrenci, işlenen konuları kısa kısa notlar tutarak tekrar eder ve böylece dersini bir bütün olarak öğrenme imkanına kavuşur.

Çalışmadan önce o dersin planını şöyle kabaca çıkartmak, nerelere çalışılacağının bilinmesi açısından önemlidir. Böyle bir plan hazırlamak verimli çalışmaya zemin hazırlayacağı gibi, önemli konulara daha fazla zaman ayrılmasını da sağlar.

Örnek müslüman öğrenci, belirli bir plan ve program dahilinde çalış­maya özen göstermeli, tüm derslerinde başarılı olmaya çalışmalıdır. Bu durum hem de anne ve babasını da sevindirecektir. Bu başarısı ayrıca arkadaşları tarafından da gıpta ile izlenecek, İslami ölçülere göre bir öğren­ci olmanın canlı örneğini göreceklerdir.

Bir de bunun aksini düşünelim: Derslerinde başarılı olamayan bir öğrenciye ilk tepki ailesinden gelecektir. Derslerine fazla zaman ayırmadı bahanesiyle okul dışında yaptığı İslami çalışmalarına kısıtlamalar getiri­lecektir. Onun bu başarısızlığı arkadaşları ile arasındaki diyalogu sarsabi­lir. Ayrıca, davet ettiği kişiler onun bu başarısızlığına bakaraktan İslami çalışmaların okullarına engel oluşturacağı kanısına varabilirler. Böyle yanlış bir yargıya varan kişiler ise, İslami çalışmalardan bütünüyle soğu­yacaklardır.

Bu tür olumsuz etkenleri ortadan kaldırmak için müslüman öğrenci­ler herkesten daha fazla çalışkan olmalılar, derslerinde çok daha başarılı duruma gelmelidirler.

Derslerinde başarılı olan örnek müslüman öğrenci, kendi başarısının arkadaşlarına da yansıması için çaba harcamalıdır. Onların da derslerine yardım etmeli, bildiklerini onlara da anlatmalı, başarılarında katkı sahibi olmalıdır.

Derslerine gereken önemi veren, yeterince çalışan öğrenci, sınavlara gönül rahatlığı ile girmeli, aşırı derecede heyecanlanmamalıdır. Sınavdan yüksek dereceli not aldığında Allah'a hamd etmeli, düşük not aldığında ise fazla üzülmemeli, eksiklerini tamamlamak için azmini ve çalışmasını artırmalıdır.

Buraya kadar anlattıklarım aynı zamanda kız öğrenciler için de ge­çerli olan şeylerdir.

Bunlara ilave olarak da bayan öğrenciler için şunları hatırlatmakta yarar var:

Müslüman kız öğrenci, her şeyden önce okulda tesettüre riayet etme­ye özen göstermelidir. Edep ve haya sınırları içinde hareket etmeli, er­keklerle bir arada bulunmaktan kaçınmalıdır.

Her türlü süslenme ve ziynet kullanmaktan uzak durmalı, konuşur­ken sesini fazla yükseltmemelidir. Arkadaşlarını seçerken de ahlaklı ve kendisine faydalı olabilecek kişileri tercih etmelidir.

Erkek öğrenciler için söylenen derslerde başarılı olma konusu, kız öğrenciler için de aynen geçerlidir. Onlar da derslerini takip etmede, üs­tün başarılar elde etmede titiz olmak zorundadırlar.

Çünkü onlar da tebliğ göreviyle yükümlüdürler ve okullarındaki kız öğrencilere İslam'ı anlatmakla görevlidirler. Derslerinde başarılı olurlar ve örnek bir öğrenci özelliklerini taşırlar ise işleri daha da kolaylaşacak­tır.[366]

 

Medya Ve Toplumdaki İşlevi

 

İletişim araçlarını oluşturan televizyon, radyo ve yazılı basının hep­sini medya diye isimlendirmekteyiz. Kurumları, araçları ve etkinlikleriyle medya toplumu yönlendiren ana unsurlardan bir tanesidir.

Fikir savaşı artık tankla ve topla yapılmıyor, onların yerini bu gün iletişim araçları aldı. Televizyonlar, radyolar ve yazılı basın ile toplumlar etkilenmeye, yönlendirilmeye çalışılıyor ve bunda da başarılı olunuyor.

Fikirlerini yaymak, görüş ve düşüncelerini toplumun her kesimine ulaştırmak isteyenler medyaları sık sık kullanıyorlar. Kim medyalardan daha fazla yararlanırsa hem kendi düşüncesini yaymada daha fazla ola­nak elde etmiş oluyor, hem de diğer görüşlerin etkinliklerini azaltıcı bir rol üstleniyor.

İslami tebliğde bulunan bizlerin bu tür medyalara herkesten daha fazla gereksinimimiz vardır. Çünkü biz halka inmek, toplumun her kesi­mine İslam'ı götürmek istiyoruz. Bunun yolu da iletişim araçlarını ele ge­çirmek, onlardan oldukça fazla yararlanmaktan geçiyor.

Gazete çıkarmamız, özel televizyon kanalları kurmamız, özel radyo istasyonları açmamız gerekiyor. Halka artık bunlarla iniliyor, bunların et-kiferi daha fala oluyor ve çok daha fazla verim alınıyor. Öyleyse bunları kullanmanın çarelerini aramalıyız. Bunları herkesten çok biz kullanmalı­yız ki, toplum batıl inanç ve fikirlere göre şekillenmesin.

Bu konuda geç kalmamamız da gerekmektedir. Çünkü zaman aley­himize işliyor. Topluma her taraftan batıl fikirler şırınga ediliyor ve her geçen güfi toplumun yapısı bozuluyor.

Bu alanlarda uzun bir süredir müslümanların yer almaması ya da zayıf olarak faaliyet göstermeleri, İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sür­dü. Bizlerden boşalan yerleri onlar doldurdu, halkı yönlendirme görevini onlar yaptı.

Ama artık müslümanlar da sözlü ve yazılı iletişim araçlarını kullan­mada söz sahibi olmalıdırlar. Böylesine önemli bir konuda birlik olmalı­lar, güç birliği ederek zorlukların üstesinden gelmek için çaba harcamalıdırlar.

Bunu bugün yapmalıyız, yarın çok geç olabilir çünkü...[367]

 

Örnek Müslüman Gazeteci

 

Yazılı basının etkinliği üzerinde uzun uzadıya durmaya gerek yok sanıyorum. Çünkü, herkes gazetelerin ve dergilerin insanlar ve olaylar üzerindeki etkinliğini bugün açıkça görmektedir.

Bu nedenle müslümanlar gazete ve dergi çıkarmanın yollarını ara­malı, bu alanlarda yetişmiş kalifiye eleman açığını kapatmaya gayret et­melidir.

Ben, burada örnek bir müslüman gazetecinin nasıl olması gerektiği konusuna kabaca değinmek istiyorum.

Örnek müslüman gazeteci, her şeyden önce işini çok iyi bilmeli, bir konuda uzmanlaşmış olmalıdır.

Elde ettiği haberlerin doğruluk derecesini mutlaka araştırmalı, ilgili kişilerden haberin doğruluğunu onaylatmalıdır.

Yorumlarında tutarlı ve tarafsız olmalı ancak kendi değerlerini sa­vunmalı ve korumalıdır.

Zamanla yarıştığını bilmeli, çalışma temposunu ona göre ayarlamalı, işlerini kesinlikle aksatmamalıdır. Çünkü gazetecilikte bir kişinin aksa­ması, görevini zamanında yapmaması pek çok şeyi etkileyecektir. Gaze­teciliğin bir ekip çalışması olduğunu hiç bir zaman unutmamalıdır.

Gerçekleri yazmaktan ve söylemekten hiç bir zaman korkmamalı ve çekinmemelidir. Görevi hakkı ve gerçeği söylemektir.

Yıkıcı değil, yapıcı olmalı, iyiyi, güzeli ve sevgiyi aşılamak için ça­ba harcamalıdır.

İktidara ya da kimi çevrelere yaranmak gibi kişiliksiz davranışlardan daima kaçınmalıdır. Yönlendirme ve etki altına alma gibi hareketlerden uzak olmalıdır. O bağımsızdır ve daima doğru bildiklerini korkusuzca yazmakla yükümlüdür.

Örnek müslüman gazeteci, çevresinde olup bitenlerin yanısıra, dün­yada olup bitenlerle de ilgilidir. Özellikle müslüman ülkelerdeki gelişme­leri yakından izler. Olanakları ölçüsünde olayları yerinde izlemeye gayret eder. Müslüman ülkelerdeki gelişmelerin içyüzünü araştırarak okuyucu­nun sağlıklı bilgilenmesini sağlar. Müslüman gazeteci, dünyadaki geliş­melerin belirli merkezlerden kumanda edildiğini ve emperyalizmin heryere ağını ördüğünü hiç bir zaman unutmaz.[368]

 

Örnek Bir Gazete

 

Gazetenin işlevi, halkı olaylardan ve gelişmelerden haberdar etmek­tir. Okuyucu bunun için para verir ve gazete satın alır.

Örnek gazete her şeyden önce iyi bir habercilik yapmalıdır. Yurtiçi büroları ve muhabirleri ayrıca yurtdışı elemanları aracılığıyla dünyadaki gelişmeleri zamanında izleyerek okuyucusuna ulaştırmaya gayret etmeli­dir.

Haberlerinde yorumdan kaçınmalı, tarafsız olarak sadece olayı ak­tarmalıdır. Gazete köşe yazarları, olayları kendi bakışaçılarına göre yo­rumlayacaklardır. Okuyucu yorum aradığı taktirde köşeyazılarını okuya­rak bu isteğine kavuşacaktır.

Örnek gazetede İslami duyarlılık sezilmeli, gelişmelere ve olaylara İslam ölçüleri içinde bakılmalıdır.

Gazete halka hitap etmeli, onların sorunları ve dertleriyle ilgilenme­lidir. Haksız uygulamalar ve gayri meşru işler gazetede neşredilerek halk bilgilendirilmeli, bunları yapanlar ise teşhir edilmelidir.

Gazete, Allah'ın nizamının en güzel sistem olduğu fikrini halk ara­sında kabul görür şekle getirmeyi amaç edinmelidir. Yayınlarıyla da bu­nu kanıtlamalıdır.

Dünyadaki tüm müslümanların sorunlarıyla yakından ilgilenmeli, onların problemlerini devamlı gündemde tutmaya çaba harcamalıdır. On­lara yapılan işkence ve zulümlerin de şiddetle karşısında durmalıdır.

İslami hareketi ilgilendiren ve diğer gazetelerin örtbas etmeye gayret ettikleri konuları, devamlı olarak gündemde tutmaya özen göstermelidir.

Kendi alanlarında uzmanlaşmış kişilerle, fikir adamlarına gazete sayfalarında yer verilmeli, onların, düşünceleriyle toplumu eğitmeleri sağlanmalıdır.

Gazetede, toplumun her kesiminin ilgisini çekecek yazılar ve köşeler olmalıdır. Gazete okuyucusuyla bütünleşmeli, okuyucu gazetede kendin­den bir şeyler bulabilmelidir.

Saydığım bu noktalara dikkat edildiği taktirde, gazete kamuoyu oluşturma rolünü daha başarılı oynayabilecek ve etkinliğini de daha fazla artırabilecektir.[369]

 

Örnek Yayıncılık

 

Örnek yayıncılık çalışmasında bulunanların amacı, İslam'a hizmet etmek olmalıdır. Davanın hedefine ulaşması için önemli bir yere sahip olan ve etkinliği geniş bir alanı kapsayan yayıncılıktan yararlanılmalıdır. Bunun için İslam'ı anlatan kitaplar yayınlanmalı, halkın eğitilmesi için gerekli kitap ve broşürler basılmalıdır.

Hiçbir zaman ticari amaç güdülmemelidir. Amaç, Allah'ın rızasını kazanmak ve davaya hizmet etmek olmalıdır.

Nitelikli ve kaliteli yayınlar basmaya özen gösterilmelidir. Maalesef bugün kimi yayınevleri görüyoruz ki, hiçbir ilmi değeri, eğitici yanı ol­mayan kitaplar yayınlamaktadırlar. Bu tür davranışlar seviyenin düşmesi­ne neden olacağı için uzun vadede oldukça zararlı bir davranıştır.

Kimi yayınevlerinin de İslami kitaplara olan rağbeti fırsat bilerek ki­tap fiyatlarını artırdıkları gözlenmektedir. Bu, uygun bir hareket olmadığı gibi okuyucu sayısında da azalmalara neden olabilecektir.

Burada yayıncılıktan söz etmişken ona bağlantılı bir konu olan kitapevlerinden de bahsetmek gerekiyor. Kitabevleri özellikle sattıkları ki­tapları özenle seçmeliler ve insanlara faydası olmayan kitapları satmamalıdırlar.

Yayın piyasasını iyi izlemeli, her yeni çıkan kitaptan okurları haber­dar etmek için çaba harcamahdır. Ayrıca kitap fiyatlarını makul ölçülerde tutmalı, gerekirse ödeme kolaylıkları sağlanmalıdır.

Kitapçıların niyetleri de diğerleri gibi halis olmalı, Allah rızası için çalışmalıdır. Yayıncı ile okuyucu arasında köprü olduğunu bilmeli ve İs­lam'ın daha çok kişiye ulaşmasında kendisinin de katkısının bulunduğunu unutmamalıdır.

Kitabevleri, okuyucularla yayıncılardan daha fazla muhatap olmaktadır. Bu fırsatı değerlendirmeli, onlarla tanışmak, çeşitli konularda bilgi alışverişi yapmalıdırlar.

Okuyucu yalnızca kitap almak için değil, aynı zamanda tartışmak, konuşmak ve sohbet etmek için de kitabevlerine gelmelidir.[370]

 

Örnek Müslüman Yazar

 

Ne kadar güzel gazete ya da dergi çıkartırsanız çıkartın, eğer kalemi kuvvetli, kültürü geniş ve belirli bir konuda uzmanlaşmış yazarlarınız yoksa topluma etki etme gücünüz işlevini tam olarak yerine getiremeye­cektir.

Gazetelerde haberlerden çok artık yazarların ve makalelerin önemi artmaya başlamıştır. Yazar, yetenekleriyle ve söyledikleriyle rahatça in­sanları herhangi bir konuda ikna edebilir. Onları herhangi bir şeyin doğru ya da yanlış olduğunda kesin yargıya vardırabilir.

Müslüman bir yazar, davasına sadık olmalı ve kalemini bu uğurda kullanmalıdır. İnsanlara İslam'ı anlatmalı, yazılarında İslami duyarlılık hep sezilmelidir.

Olaylara bakışı, değerlendirişi ve yorumu İslami perspektiften olma­lı, insanların akıllarıyla birlikte ruhlarına da hitap edebilmelidir.

Güzel bir üslup kullanmalı, yapıcı ve hoşgörülü bir tutum sergileme­lidir.

Müslüman yazar, Allah'ın emirleri çerçevesinde yazdığı takdirde Cenab-ı Hak'ın yardımına mazhar olacağını bilmelidir.

Müslüman yazar yazdıklarını, söylediklerini önce kendisi yaşamalı­dır. Söyledikleri lafta kalmamalı, önce kendisi uygulayarak iyi bir örnek teşkil etmelidir.

Hiç bir baskı gurubunun etki altında kalmamalı, bağımsız olmalı ve kalemini her zaman haklıların lehine kullanmalıdır.

Müslüman yazar, mazlumların yanında, zalimlerin karşısındadır.

Müslüman yazar, insan haklan ihlallerini, işkenceleri ve zulümleri hiç bir zaman tasvip etmez, eşitliği, adeleti ve kardeşliği savunur.

Müslüman yazar, hiç bir zaman nefsini ön plana çıkartmaz, başarıla­rının Allah'tan olduğunun bilincindedir ve kendisinin yalnızca bir aracı olduğunu unutmaz.

Öte yandan, müslüman şairler de yazdıkları şiirlerle toplumun eğitilmesinde etkin rol oynarlar.

Yalnız yazdıkları şiirler İslami ölçüler içinde olmak ve faydalı öğüt­ler vermek koşuluyla... Şairler yeteneklerini kullanarak şiir ile düz yazıda söylenmeyen çoğu şeyi söyleyebilirler. Tabi bunun adabını ve kuralını bilmek gereklidir.[371]

 

Toplumsal Görevlerde Örneklik

 

Davet yolunda örnek teşkil eden pek çok şeyden bahsettik. Öğret­menden, öğrenciden, gazeteciden, yayıncıdan.. Aslında bu konuları ge­nişletmek, maddeleri çoğaltmak mümkün, ancak bunların hepsi bu kita­bın konusu değil.

Bu kitap sadece önemli gördüğü noktalara değinmeyi amaçlıyor. Bu tabiki, değinilmeyen noktaların önemsiz olduğu anlamıa gelmez. Kitabın konuları için, hayatta en çok karşılaşılan ve etkinliği fazla olan konular demek daha doğru olur.

Şimdi ise, tıp alanına değinmek istiyorum. Örnek müslüman doktor nasıl olmalıdır sorusunun yanıtını vermeye çalışacağım.

Örnek müslüman doktor, ilmiyle ve ameliyle yalnızca Allah'ın rıza­sını talep etmeli, maddi geliri ön plana çıkarmamalıdır.

Gerçek şifa verenin sadece Allah olduğu unutulmamalıdır. Hastaları­na karşı daima yumuşak başlı olmalı ve hastasıyla konuşurken güleryüzlü olmalıdır. Doktorun güven veren hali ve güler yüzü hastaya moral vere­cektir.

Örnek müslüman doktor, hastasını iyileştirmek için elinden gelen tüm çabaları harcamalıdır. Hastanın bir an önce iyileşmeyi beklediğini aklından çıkarmamalı, tedavinin eksiksiz uygulanması için gayret göster­melidir.

Hastalarından ücret alırken onların ekonomik durumlarını göz önün­de bulundurmalı, yoksul olduğunu bildiği kişilerden hiçbir ücret talep et­memelidir.

Allah, ona başka yerlerden daha fazlasını verecek, ahiretteki sevabı ise kat kat olacaktır.

Mesleği ile ilgili fıkhi konuları bilmeli, ona göre hareket etmelidir. Hastaların bilmesi gerekli fıkhi hükümleri de bilmesi hastasına bu konu­larda yardımcı olabilmesi açısından yararlı olacaktır.

Müslüman doktorlar özellikle İslam ülkelerinde çalışmaya özen gös­termelidirler. Hatta uzak ülkelere gitmekten çekinmemeliler, oralardaki insanlara hem hizmet götürmeliler, hem de sorumlulukları dahilinde olan tebliğ vazifelerini yapmalıdırlar.

Kimi misyonerlerin bunu yaptıklarını ve güçlüklerine katlanarak Af-rikaya ve Asya'ya gittiklerini görmekteyiz. Müslüman doktorlar da rahat ortamları değil, güç koşulları tercih etmelidirler.[372]

 

Örnek İslami Hastane

 

Bugün için tam teşekküllü İslami hastaneler açmaya oldukça fazla ihtiyacımız vardır. Ayrıca bu hastanenin şubelerini de belirli merkezlere açmalıyız.

Açacağımız İstami hastanenin hiç bir eksiği olmamalı, cihaz, yöne­tim ve temizlik açılarından yeterli düzeyde olmalıdır.

Hastane iki kısım olmalı, kadınlar ve erkekler ayrı ayrı yerlerde te­davi görmelidirler. Kadınlar kısmındaki tüm doktor, hemşire ve hastaba­kıcılar kadın olmalıdır. Erkekler kısmında ise hastane personeli yalnızca erkeklerden oluşmalıdır.

Kadın doktor ve hemşireler tamamen İslami tesettüre uymalı, ayrıca hastanede namaz kılmak için mescidler bulunmalıdır.

Hastane yönetimi, hastanenin ekonomik durumunu göz önünde bu­lundurmalı, yoksul olanlardan hiçbir ücret talep etmeden tedavilerini yap­malıdır.[373]

 

Örnek Müslüman Tüccar

 

Müslüman tüccarlar aldatmaca, hile ve yalandan uzak olmalıdırlar. Helalden kazanmaya özen göstermeli, haramdan ve şüpheli şeylerden sa­kınmalıdırlar.

Alışverişte tartıya dikkat etmeli, faizden ise kesinlikle uzak durmalıdır. Müslüman tüccar ahşverlerinde yine müslüman olan tüccarları tercih etmeli, aşırı kâr etme arzusunda olmamalı, mal kendisini Allah yolundan alıkoymamalıdır.

Yoksullara sadaka vermeli, zekatını ise eksiksiz olarak zamanında vermelidir.

İnsanların güvenini kazanmalı, çokça infak etmeli ve Allah yolunda yapılan çalışmalara maddi olarak  destek sağlamalıdır.

Örnek müslüman tüccar, şu ayet-i kerimeyi aklından hiçbir zaman çıkarmamalıdır:

"(Öyle) kimseler vardı ki, onları ne ticaret, ne de alışveriş Allah'ı anmaktan, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekatı vermekten alıkoymaz. Onlar (dehşetten) kalplerin ve gözlerin döneceği bir günden korkarlar,"[374]

 

Örnek Müslüman İşçi

 

Örnek müslüman işçi, çalışmanın kişiyi Allah'a yaklaştıracağının bilincinde olmalıdır. İşini en iyi şekilde yapmalı, Allah'ın kendisini gör­düğünü unutmamalıdır.

Kendi alanındaki yenilikleri izlemeli, sanatındaki gelişmeleri kendi çalışmasına da yansıtmayı bilmelidir.

Ülke kalkınmasında önemli bir rol oynadığının farkında olmalı, ken­disini değersiz ve küçük görmemelidir. Peygamberler arasında da demir­cilik, marangozluk hatta çobanlık yapanların olduğunu aklından çıkartmamalıdır.

Müslüman işçi, işyerinde tebliğ görevini de sürdürmeli, çalışma ar­kadaşlarına İslam'ı anlatmalıdır.[375]

 

Sonuç

 

Bu bölümde anlatılanlar kuşkusuz bütün konuları kapsamıyor. Yal­nızca bazı konularda önemli görülen unsurlar önplana çıkartıldı. Verilen örnekler ve değinilen konular, bütünün sadece küçük birer parçaları nite­liğindedir.

Belirli konularda uzmanlaşmış, belirli seviyede bilgi birikimine ve tecrübeye sahip kişiler kendi alanlarında eserler verirlerse örnek alınacak çalışmaların sayısı artacaktır. Böylece İslami Hareket birbirini tamamla­yan bu çalışmalardan yararlanacaktır.

Bilgi birimi ve tecrübe sonucunda ortaya çıkmış eserler, İslami Hareket'in gelişmesine katkıda bulunacağı gibi, İslam devleti'nin kurulma­sında da önemli roller üstleneceklerdir.

Çalışma bizden, başarı Allah'tandır.[376]

 

17. İSLAMİ HAREKETİN TOPLUMSAL İŞLEVİ

 

Sunuş

 

Bismillahirrahmanirrahim...

Bugün İslam ülkelerinde gözlenen toplumsal çürümenin ana neden­lerinden biri, İslam düşmanlarının planlarıdır. Halkı müslüman olan ülke­leri çökertmek için hazırlanan planlarda ilk önce birey hedef alınmıştır. Bireyler bozulduktan sonra, o bireylerden oluşacak ailenin de dengesiz gelişeceği hesap edilmiştir. Bozuk aile, bozuk toplumu, bozuk toplum ise bozuk devleti oluşturacaktır. İslam düşmanlarının hedeflediği strateji bu­dur. Bu hedeflerini gerçekleştirmek için de ellerinden gelen her şeyi bu­gün yapmaktadırlar.

Bu planlara hedef olan toplumlarda ise belirgin bir ümitsizlik ve boşvermişlik gözlenmektedir. Erezyonu önleyeceklerine, çöküşü durdu­racaklarına, elleri kolları bağlı oturmayı yeğlemektedirler.

İslami Harekete mensup kişiler ise, bu teslimiyetçi mantığı reddet­mektedirler. Onlar İslam düşmanlarının planlarıyla mücadele etme yolu­nu seçmişlerdir. Bu yola canlarını adamışlar, Allah'ın yardımından hiçbir zaman ümit kesmemişlerdir.

İslami Harekete mensup kişiler, ülkelerini gaspetmiş kişileri tasviye ederek, yerine Allah'ın nizamının gereklerini getirmeyi amaçlamaktadır­lar. Zulüm, haksızlık ve işkence yerine; adalet, sevgi, merhamet, refah, mutluluk ve hoşgörü düzeni.. Yani yüce Rabbimizin emrettiği nizam...

Halkı müslüman olan ülkelerin kalkındırılması ve güçlendirilmesi konularında söz ve slogandan öte gitmeyen şeyler duymaktayız. Oysa ko­nuşmak ne kadar kolaydır. Çalışmak ve sabretmek ise oldukça güçtür. Tıpkı yıkım işinin kolay olup, yapmanın güç olduğu gibi...

Bu önemli konuda herkesin bir görüşü vardır. Kimisi ülkenin kalkın­masında ve güçlenmesinde eğitime önem verilmesi gerektiğine değinir, kimisi fabrikalar açılmalı der, kimileri ise gelir seviyesinin yükseltilmesi­ni ön koşul olarak görür. Bu konuda İslami Hareketin de kendine özgü önerileri ve alternatif görüşleri vardır.

Bu kitap, yukarıda değinilen alternatif önerileri anlatıyor bir yerde. İslami hareketin öngördüğü çözüm önerilerinin altını çiziyor. Bu çalışma için harcanan çabanın gelecek kuşaklara faydalı olması dileğiyle..

Çalışma bizden, başarı Allah'tandır.[377]

 

İslami Hareketin Tanımı

 

Mısır'da seçim heyecanı, sürenin kısa olmasına karşın yine de doruk noktadaydı. Seçime kadarki olan sürede pek çok davranışa tanık olundu. Onurlu ve güzel davranışların yanısıra, iftira ve asılsız haber kampanya­larına da şahid olundu. Halkın İslami Yenileşme Partisi'ne olan ilgisi göz­den kaçacak gibi değildi. Ancak bu partiyi destekleyenlere karşı işkence, sindirme ve korkutma taktikleri de devam etti.

Şu anda seçim bitti. Sonuçlar açıklandı ama seçim öncesinde çevri­len dolaplar ve tezgahlar açıklanmadı. Halk bunları da bilmek zorunda­dır. Gerçeklerin ortaya çıkması, iftira kampanyalarının asılsız olduğunun bilinmesi için herkesi tarafsız bir incelemeye davet ediyoruz.

Olaya tarafsız bir gözle baktığımızda birbirimizle boşu boşuna uğ­raştığımızı göreceğiz. Biz neden birbirimizi kırıyor, kötülüğü için çaba harcıyoruz. Oysa bizim elbirliği edip, ülkenin kalkınması ve gelişmesi için çalışmamız gerekmiyor mu? Bizim asıl görevimiz bu değil mi? Ko­nuya objektif olarak bakan herkes, bunun böyle olduğunu anlayacaktır.

Bizim, herşeyden önce toplumu sağlıklı bir temele oturtmak için ça­lışmamız gerekiyor. Bunun içinde herkesin açıkça fikrini söyleyebileceği ortamlar oluşturmamız zorunludur. Herkes görüşünü söylemeli, bizim için en faydalı olanını seçip uygulamaya koymalıyız.

Kitabın bu bölümüne öncelikle İslami akımın tanımını vererek baş­lamak istiyorum. Bu akım nedir? Bu akımın kaynağı nedir?

Daha sonra ülkenin kalkındırılması ve geliştirilmesi konularına deği­neceğim. Daha sonra ise İslami Hareketin bu yapılanmadaki işlevi üze­rinde duracağım. Allah'tan bizlere Hakk'ı hak olarak göstermesini ve ba­tıldan uzaklaştırmasını diliyorum...[378]

 

İslami Hareket Nedir?

 

Hareket kelimesi; akım, boşalma ve dökülme anlamlarına geliyor. Kapsam olarak ise, hareket, yol ve yöntem anlamlarını içeriyor. İslami kelimesi de hareketin esasını belirliyor.

Bu harekete mensup kişiler, İslam'ı Hz. Peygamber (a.s)'den nasıl intikal etmişse öyle anlamalı ve uygulamalıdırlar. Rehberleri Kur'an, ör­nekleri Hz. Peygamber (a.s) olmalıdır.

İslami Hareket mensupları bid'atlere değil, İslam'ın emrettiği şeylere inanırlar. Onlar her türlü hurafeden uzaktırlar. Yalnız Allah'tan yardım dilerler, çalışmalarının karşılığını yalnız ondan beklerler. İnsanları gerçek hayat nizamı olan İslam'a davet ederler. Bu, onların başlıca sorumlulukla­rından birisidir.

Davet ettikleri kişiye karşı hoşgörü ve sevgiyle yaklaşırlar. Onları herhangi bir grup ya da cemaate değil, Allah'ın dini İslam'a çağırırlar. İs­lam'a çağırdıkları kişiyi, aynı zamanda barışa, adalete, sevgiye, iyiliğe ve mutluluğa çağırdıklarını bilirler. Bunu tebliğ ettikleri kişiye de anlatırlar. Hizipçilik ve ihtilaf gibi hastalıklardan sakınırlar, bu konuda başkalarını da uyarırlar.

İslami hareket, belirli kişiler üzerine kurulmuş değildir. Onun men­supları da yine belirli sayıda kişi oluşturmaz. İslam dinine mensup olup, müslüman olmanın ne anlama geldiğini bilen herkesi, erkeği, kadını ve çocuğu kapsar. Ancak bu kişilerin, davalarının esaslarım iyi anlamış ve sorumluluklarının bilincinde olmaları gerekmektedir. Cemaat üyesi olma­sı ve diğer kadeşleriyle birlikte İslam davasına omuz veriyor olması da istenen diğer özelliklerdendir. Bu koşullar, sağlıklı bir çalışma için mut­lak gereklidir.

İslami hareketin dışında kalan müslümanları İslam'dan soğutmak ise tamamen yanlış bir tutumdur. Cemaat üyesi değiller ve çalışmalara katıl­mıyorlar diye hiç kimse onları itham edemez, onlar hakkında gayri müslim hükmünü veremez. Buna hiçkimsenin ne hakkı vardır ne de yetkisi.

İslami hareketin mensupları, İslam'ın emirlerine uymada ve sorum­luluklarını yerine getirmede titiz davranmalı, diğer kişilere örnek olmalı­dırlar. -Allah rahmet eylesin- Hasan el-Benna'nın kurduğu İhvan-ı Müslimin teşkilatı öncülük ve yönlendirme rolünü üstlenmişti. Onların hiçbir zaman büyüklendikleri ya da kendilerini belirli kalıplara soktukları görülmedi. Onlar kendilerini, müslümanlann topluluğu değil de müslümanlardan bir topluluk olarak görüyorlardı.

İslami Hareket, dini için çalışan, sorumluluklarının bilincinde olan kişileri er ya da geç safları arasına alacaktır. Bilindiği gibi Mısır halkı fıt­ratından dindardır ve fıtratının gereğini kısa süre içinde yerine getirecek­tir. Bunun işaretlerini de zaten seçimler nedeniyle en açık bir şekilde gör­dük.

Allah'ın kanunlarının bu ülke için en iyi sistem olduğunu düşünen ve İslam'ın hayata geçirilmesiyle kalkınmanın, gelişmenin ve mutluluğun oluşacağına inanan kişilerin, İslami Hareketi desteklediklerini söylesem sanırım aşırı gitmiş olmam.. Bu, çoğu kişi tarafından da kabul edilen bir durumdur aslında.

İslami Hareketin bu derecede yayılmasının ve yaygınlaşmasının ne­deni, üyelerinin azimli çalışmaları ve nefislerinden fedakarlıkta buluna­rak yalnızca Allah'ın rızasını talep etmeleridir.

Onlar samimi ve ihlaslı çalışmalarının oluşturduğu kuvvetli bir ima­na sahiptirler. Bu imanları onlara bitmez, tükenmez bir enerji kaynağı sağlar. Usanmadan, bıkmadan ve yorulmadan çalışırlar. Hertürlü güçlü­ğe, zorluğa ve zulme ise sabırla katlanırlar. Tüm bunların karşılığını ise yalnızca Rablerinden beklerler.

İslami Hareket, bu sayede bütün güçlükleri aşar, engelleri yerle bir eder. Hiçbir güç onu, azimli ve istikrarlı ilerlemesinden alıkoymaz. Bu harekette zayıflığa ve gevşekliğe yer yoktur. Dıştan bakışta hareket sakin gözükür, fakat, gerçekte kasırgaların dalgalarından daha güçlü bir yapıya sahiptir. Çünkü gücünü, alemlerin Rabbi olan Allahu Teala'dan alır.

İslami Hareket mütevazı gözükür fakat gerçekte, dağların zirvelerin­den daha vakarlı ve izzetlidir. İslami Hareket belirli bir alanla sınırlı de­ğildir. Çünkü İslam evrensel bir din olup bütün insanlığa gelmiştir.

İslami Hareket, her türlü kişisel çıkardan, heva ve hevesten, tamah­karlıktan arındırılmıştır. Hareket üyelerine maddi menfaatler sağlamaz. Mesajı ile dünyada şeref ve onur, ahirette ise cenneti verir.

İslami Harekete karşı şimdiye kadar girişilen tüm olumsuz propa­gandalar sonuçsuz kaldı. Sataşmalar, engelleme girişimleri, ilerlemesini durdurma çabaları başarıya ulaşamadı. İnsanların kalplerindeki imanı sö­küp atamadıkları için hep başarısızlığa uğradılar. Halk kendisini etkile­meye çalışan, yalan ve asılsız iddialarla fitne çıkartmak isteyenlere değil, İslami Harekete inandı. Ona güvendi, çalışmalarım destekledi.

İmana hiç bir şeyle karşı konulmaz. Ne demirle ne de ateşle.. Sıkıntı ve güçlükler, Allah'ın bir imtihanıdır. Bu ise ancak inananların imanlarını kuvvetlendirir, hırs ve azimlerini artırır. Bu konuda Allah hak ve batıl için şu misali veriyor:

"Köpük uçup gider, insanlara fayda veren ise yerde kalır. Allah bu­nun gibi nice nice misaller verir."[379]

Resulullah (a.s) ve beraberindekiler sıkıntılı anlarla karşı karşıya kaldıklarında Allah onlara sükunet vermiş, şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu inkar edenler mallarını, insanları Allah'ın yolundan alı­koymak için sarf ederler ve daha sarf edeceklerdir. Ama sonunda bu onla­ra yürek acısı olacak, mağlup olacaklardır, inkarda ısrar edenler ise cehenneme sürükleneceklerdir."[380]

Bugün, İslami Hareket diğer bazı gruplara tanınan pek çok haktan yoksundur. Kanuni haklarından alıkonulmak istenmektedir. Bu durum ne mantığa ne de insafa sığar.. Bir an önce harekete geçerek bu durumun dü­zeltilmesi gerekmektedir.

Son olarak işte İslami Hareket budur ve mensupları da yukarıda sa­yılan özelliklere sahiptirler. Onlar daima yapıcıdırlar ve hiç bir şekilde yıkan, yokeden kişiler değildirler. Çünkü İslam, yeryüzünün imar edilme­si ve Allah'ın verdiği dünya nimetlerinden yararlanılmasını ister.

Onlar, dünyanın ahlaksızlık, fitne ve fesattan temizlenmesini amaç edinirler. Ülkenin kalkınması, insanların mutluluğu ve refahından kendi­lerini sorumlu tutarlar.

İhlası elden bırakmazlar, Allah ile karlı bir ticarete girdiklerinin bi­lincindedirler.

Biz herkesi İslami Harekete yardımcı olmaya çağırıyoruz. Allah'ın dininin hayata hakim olması ve insanların en güzel sistem olan İslam ile tanışmaları için gelin güçlerimizi birleştirelim.

Herkesin hem dünya ve hem de ahirette mutlu olması için bu mutla­ka gereklidir. Parçalanmak yerine mevcut güçlerimizi birleştirmen ve İs­lami kuralların hayatımızı düzenlemesi için çaba harcamalıyız.[381]

 

İslam Ülkelerinin Kalkınması Ve Gelişmesi

 

Halkı müslüman olan ülkelerin nasıl kalkındınlacağı ve gelişmesi için neler yapılabileceği konusu, bütün insanların kafasını meşgul etmeli­dir. Özellikle İslami Harekete mensup, ihlaslı ve imanlı kişiler, bu konu üzerinde daha fazla kafa yormak zorundadırlar. Çünkü bu konu onların yapması gerekli görevlerin başında gelmektedir.

Daha önceki bölümde de anlatmaya çalıştığım gibi İslami Hareket belirli kişi ya da belirli cemaatle sınırlı değildir. Evrensel bir kimliğe sa­hip olan İslami Hareketin böylesine önemli bir konuda aktif rol almaması düşünülemez.

İslami Hareket mensupları, karşılaştıkları tüm problemlerin çözümü­nü Kur'an ve sünnete göre yaparlar. Yakmak, yıkmak, tahrip etmek gibi hiçbir yararı dokunmayan bireysel hareketlerden kaçınırlar. İslami pren­sipler çerçevesinde hareket ederler, insanlara iyiliği emredip, kötülükten sakındırırlar.

Kitabın bu bölümünde halkı müslüman olan ülkelerin nasıl kalkındırabileceği ve gelişmeleri için nasıl bir yolun izlenmesi gerektiği üzerin­de duracağım. Bu konudaki görüşlerimizin netleşmesi gerektiği kanısındayım. Böylesine önemli bir konuda neler düşünüyoruz, neler planlıyo­ruz, neler yapacağız tüm bunları konuşalım ki birbirimizden haberimiz olsun. Boşuna emek, çaba ve zaman harcamayalım. Birbirimizin görüşle­rinden, fikirlerinden yararlanalım. Bu da ancak konuşmak ve düşüncele­rimizi açıklamakla mümkün olacaktır.

Çok sık sorulan sorulardan bir tanesi şu:

"Ülkenin kalkındırılması, geliştirilmesi çok önemli bir ihtiyaç mıdır? Bu konuda çoğunluğun fikri nedir? Mevcut ortamın korunmasından yana olanlar yok mu?"

Bu soruya ancak şu cevabı verebilirim:

Mevcut durumun korunması gerektiğini savunan akıllı bir kişinin bulunabileceğini sanmıyorum. Durumun kötülüğünü gözü olan herkes, açık ve seçik olarak rahatça görebilir. Duruma müdahale edilmez ve kal­kınma yolunda çalışmalara bir an önce başlanmazsa, mevcut durum daha da kötüleşecektir. Hayatın bütün safhalarında göze batan şikayetleri, ya­kınmaları hergün gazete sayfalarında okumaktayız. Bütün bunlar, kaybe­decek hiç vaktimizin olmadığının işaretidir.

Ne yazık ki ortamın olduğu gibi korunması gerektiğini söyleyenler de var. Bunlar bozuk ortamdan yararlanan küçük bir azınlık gurubu. Ra­hatlarının kaçmasından, çıkarlarının zedelenmesinden endişe ediyorlar. Elbetteki yeniden yapılanmada bu tür kişilerin rahatları bozulacak, keyif­leri kaçacaktır. Çünkü adalet, doğruluk, iyilik ve çalışma gelecek. Haksız kazanç, rüşvet gibi hastalıklara engel olunacaktır. Bu tür yollardan ka­zanç sağlayanlar devamlı olarak mevcut yapının korunması görüşünü sa­vunacaklardır.

Kalkınma ve gelişme yolunda çoğunluğun kafasını meşgul eden bir diğer soru ise şudur:

"Bu işi üstlenebilecek halis niyetli, samimi kadrolar var mı? Özellik­le sorumlu kişiler bu vasıfları taşıyorlar mı?"

Geçmişte sorumlular parlak vaadlerle ve içi boş laflarla bizleri aldat­maya çalıştılar. Bir takım sınırlar çizdiler, kalıplar ve şablonlar oluşturdu­lar Bundaki amaçları halkı uyutmak, oyalamak ve bir nevi uyuşturmaktı.

Ama halk artık sloganlardan, parlak ve içi boş laflardan bıktı. Ciddi­yet, sorumluluk ve kaygı istiyor. Bu konuda söyleyecek fazla bir şey yok. Tek arzum, sorumluların halkın isteklerine yeterince kulak vermesi, ko­nuya gereğince eğilmesi...

Sorulması muhtemel sorulardan biri de şu:

"Amaç nedir? Mevcut yapıyı onararak tamir etmek mi, yoksa sağlam temeller üzerine yepyeni kuvvetli bir bina inşa etmek mi?.,"

Bu soruya verilebilecek cevap, çoğunluğun da katıldığı şu görüş ola­caktır: Temeli sarsılmış, çökmeye yakın bir binanın tamir edilmesi hiç de sağlıklı olmayacaktır. Çünkü bu iş için harcanan emek, zaman ve çabalar kısa vadeli olacak, istenen verim alınamayacaktır.

Onarım ve tamiratla elde edilen bir bina, ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik baskılara dayanamayacak, kısa sürede çökecektir. Ta­mirat işi kolaydır. Az zamanda, daha az emek harcayarak yapabilirsiniz. Ancak biz böyle bir yapı istemiyoruz. Amacımız belirli bir sürede, belirli bir bölümü ıslah etme değil; aksine evrensel bir değişim hareketi arzulu­yoruz.

Onarımla elde edilen bina, bu değişimin dinamiklerini kaldıramaz, yeterli olamaz. Biz, gelecek kuşaklara yansıyacak bir değişim istiyoruz. Bu da ancak binayı baştan, sağlam bir temel üzerine inşa etmekle olur kanaatindeyiz.

Yukarıdaki sorunun devamı olarak şu soru da sorulabilir:

"Sağlam temeller üzerine kurulacak yeni bir bina için ne kadar çaba, fedakarlık, sabır, tahammül ve çalışma gerektiğini belirleyecek bir değer­lendirme mevcut mu?.."

Sağlam temeller üzerine kurulu bir toplum yapısı oluşturmak kolay değildir. Hele bir de çözülmesi gereken bir yığın sorun varsa.. Temeli sağlam bir yapı oluşturmak istiyorsak, önce kendi ayaklarımız üzerinde durmasını becermeliyiz. Dışarıya bağımlılığı kesmeli, kendi yağımızla kavrulmasını öğrenmeliyiz.

Üretimi artırmak için bütün gayretimizi harcamalıyız. Ekonomik programlar hazırlamalı, bunların tavizsiz uygulanmasına dikkat etmeli­yiz. Bu, işin en zor safhasıdır. Bütün halkın bu konuda elbirliği etmesi gerekmektedir. Sabır ve tahammül gösterilmeli, başarıya ulaşılmak iste­niyorsa, bu sıkıntıların çekilmesinin zorunlu olduğu bilinmelidir.

Sabır ve zorluklara katlanmak ancak inançla mümkün olur. İmanı kuvvetli olan kişiler, sağlam bir yapı kurmak ve gelecek nesillere sağlıklı ortamlar bırakmak isteniyorsa, bunun ancak güçlüklere göğüs germekle mümkün olabileceğini bilirler.

Akla gelebilecek bir diğer soru da şu olabilir:

"Yıkıcı bir faaliyet hedefine varmak için çalışmaları sürdürürken, yeni bir yapının kurulması mümkün müdür?"

Yıkıcı faaliyetler, bilindiği gibi önce ferdi bozuyor, sonra aile yapı­sını çökertiyor sonra da toplumun bozulmasına neden oluyor. Namus, ha­ya, örf, adet, fazilet adına ne varsa hepsini ortadan kaldırmayı amaçlıyor. İşin ilginç yönü ise, bu tür faaliyetler devlet kontrolünde yapılıyor. Devlet gözetiyor, kolluyor, yardım ediyor...

Yeni bir yapı kurmak istiyorsak, öncelikle bu yıkıcı faaliyetlere en­gel olmalıyız. Yıkıcı çalışmaları, yapıcı bir hale getirmemiz şarttır.

Yıkıcı faaliyetlerin başında basın ve yayın gelmektedir. Tüm yıkıcı faaliyetlerde istedikleri rolü kolaylıkla oynayabilmektedirler. Halkı yanlış bilgilendirip yönlendirebilmekte, leyhte ve aleyhte kamuoyu oluşturabilmektedirler.

Yıkıcı çalışmalara engel olmak istiyorsak, öncelikle basın ve yayın konusuna el atmamız gerekecektir. Kamuoyunun nabzını elinde tutan araçları ıslah etmemiz lazımdır.

Bir başka soru da şu şekilde sorulabilir:

"Halkın elleri ayakları bağlı iken, yani kısıtlı imkanlara sahipken ve baskı altında iken yeni yapının kurulmasına nasıl katkıda bulunacaktır? Yeni yapıda katkısının bulunması için bu baskının ortadan kalkması gere­kiyor mu?"

İnsan fıtratı gereği özgürlüğüne düşkündür. Baskıyı, zulmü kabul et­mez. Baskı altında olan, zulüm gören, işkencelere maruz kalan kişilerden katkı beklemek, yeni yapının oluşumu için çalışmalarını istemek müm­kün değildir.

Devlet, özellikle çeşitli kanunlarla, getirdiği birtakım uygulamalarla yeni yapının kurulmasına katkıda bulunacak güçlerin sayısını azaltma yo­luna gitmektedir.

Adil bir yargı, her vatandaşın hukuki bir hakkıdır. Üzücü olan şey ise yargının uygulanmaması, bunun yerine gerçekte hukuk dışı olan kötü şöhretli kanunların yürürlükte kalmasıdır. Eğer emniyet, huzur ve istikrar isteniyorsa, yargının kararlarına herkes tarafından uyulması gerekmekte­dir.

Şöyle bir soru da akla gelebilir:

"Yeni bir yapı kurmak için başlatacağımız çalışmamız sırasında so­runlarımızı nasıl çözeceğiz? Her sorun için ayrı kısmi çözümler mi ürete­ceğiz, yoksa kapsamlı bir program mı belirleyeceğiz?"

Kısmi çözümlerle uzun vadede başarı elde edilemez. Bu nedenle biz, kapsamlı çözüm önerileri sunmayı amaçlıyoruz.

Büyük-küçük demeden hertürlü sorun için çözüm önerilerimiz ola­caktır. Küçük sorunlar çözülmeyip biriktırildiği zaman, beraberinde mut­laka büyük problemler getirecektir. Bunu bildiğimiz için bu konuda özen gösterecek, yaşamın her safhasına yönelik çözümlerimiz olacaktır.

İslam evrensel bir dindir ve insanların yaşamını düzenleyen en iyi sistemdir. Ona dayanıldığı zaman, hiçbir problem asla çözümsüz kalmaz. Bizim dayanağımız Kur'an ve sünnet olacaktır. Problemlerin çözümünde bakış açımızı İslam'a göre ayarlayacağız.

Dolayısıyla, yeni yapının oluşması sırasında yürütülecek çalışmalar esnasında karşılaşılacak her türlü sorunun çözümü, kapsamlı bir şekilde ele alınacak ve geniş içerikli çözüm önerileri sunulacaktır.[382]

 

Çalışmaya Nereden Başlamalı?

 

Söze İslami Hareketin tanımı ile başladık. Daha sonra ülkenin kal­kınması ve gelişmesinin önemine işaret ettik. Bu yolda herkesin ihlasla, samimiyetle çalışması gereğini vurguladık.

Konuyu açıklarken akla takılabilecek birtakım sorulara cevaplar da verdik. Burada bu sorulardan birkaçına daha yer verecek sonra da çalış­maya nereden başlanmalı konusunu ele alacağız.

İşte sorulardan bazıları:

"Kurmayı planladığımız yapının kökeni nedir? Hangi felsefe üzerine inşa edilecektir?"

"Geçmişte yapıldığı gibi yine Batı mı taklit edilecek?"

"Yeni yapı kurmak derken ne kasdedilmektedir? Fabrika açmak, otel yapmak, tatil köyü kurmak, iletişim alanlarını geliştirmek, yeni binalar inşa etmek v.s.. mi, yoksa ahlaki değerlere önem vermek, örf, adet ve maneviyata değer vermek mi?."

Kurulacak yeni yapının felsefesi elbetteki İslami olacaktır. İnsanlara neyin yararlı, neyin zararlı olduğunu en iyi şekilde belirleyen sistem, İs­lam'dır. Çünkü bu Allah'ın nizamıdır ve elbetteki insana neyin yararlı ol­duğunu ancak Allah bilebilir.

Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve herşeyden haberdardır."[383]

Allah, insanlara karşı rahimdir ve bağışlayıcıdır. O'nun koyduğu program insanların yararınadır ve emrettiği şeyler hep bizlerin iyiliği içindir.

Kurulacak olan yeni yapının önem vereceği şeylerin başında, ahlaki değerlerin ve maneviyatın korunması olacaktır. Faziletli, ahlaklı ve kişi­likli bireyler yetiştirmek ana hedeftir.

Böyle insanların yetiştirilmesi, fabrika açmaktan, otel yapmaktan ya da teknik alanda ilerlemeden bizce daha Önemlidir.

Çünkü bunları yapacak olanlar yine insanlardır. İnsanı iyi yetiştirdi­ğiniz takdirde diğer teknik alanlardaki konularda da rahatlıkla başarı sağ­layabilirsiniz.

İnsana önem vermedikten, onun yetişmesi için çaba harcamadıktan sonra ne kadar fabrika açarsanız açın, yeterli verim almanız imkansız ola­caktır.

Konunun burasında rahmetli Hasan el-Benna'nın şu sözlerini hatırla­mamak mümkün mü?

"Bugün tehlikeli bir geçiş dönemindeyiz. Yeni bir kalkınma hamlesi yapmak ve yeni kurulacak yapıyı sağlam temeller üzerine inşa etmek zo­rundayız. Yetişen yeni nesillerin geleceklerini, mutluluk ve refahlarını güvence altına almakla yükümlüyüz. Bunun için de gasbedilen toprakla­rımızı almalı, onurumuzla mücadele etmeliyiz. Karşımıza çıkacak güç­lükleri aşmak, zorluklarla mücadele etmek için de yeni kurum ve mües­seselere ihtiyacımız olacaktır."

Üstad Hasan el Benna sözlerine şöyle devam ediyor:

"Bir toplum bizimki gibi kalkınmaya çalışıyor, kendisini toparlama­ya çalışıyorsa, kaybedecek zamanı yoktur. Mücadele edeceği bir yığın sorun vardır. Kendini güç koşulların amansız ve çetin yüzüne karşı ha­zırlamalıdır. Başarıya çalışma ile ulaşılacağı bilinmelidir. Zafere kadar dinlenme ve rahat yoktur. Başarıya ulaşmak için yorulmak ve azimli ol­mak şarttır."

Ve Şehid İmam, sözlerini şöyle bitiriyor:

"İslami Hareket mensupları, nefislerini terbiye ederek, çalışarak, örnek olarak sağlıklı bir toplumun yetişmesinde üstlendikleri rolü başa­rıyla yerine getirdiler."

İmam Hasan el-Benna bu sözleriyle bizlere işe nereden başlanması gerektiğini açıklıyor. Yeniden oluşturulacak yapıda imamın açıkladığı yollar takip edilmediği, herhangi bir sapma olduğu takdirde yapı eksik kalacak, sağlam temeller üzerine kurulamayacaktır.

İyi yetişmiş insanlar kurulacak yapının temel direkleridir. Bireye ge­reken önem verildiği takdirde ailenin ve toplumun da sağlıklı olmasını güvence altına almış olunur.

Bu konuda en iyi örnek olarak Batı'yı verebiliriz. İnsana önem veril­memesi, sadece onun maddi ihtiyaçlarıyla ilgilenilmesi, sonuçda Batı'yı ahlaksal çöküntüye sürüklemiştir.

Cinsel anarşi, her türlü rezalet Batı'da dizboyudur. Aile kurumu ya­vaş yavaş yok olmaktadır. İnsanlar aile kurumunun getirdiği sorumluluk­ları üstlenmekten kaçınmaktadırlar artık.

Dikkat edilirse Batılı ülkelerde sürekli olarak nüfusu artırmak için birtakım çalışmalar yapılıyor ancak, bunda başarılı olunamıyor. Neden? Çünkü temeli kaybetmiş durumdadır da ondan...

Batılı ülkelerin teknik alanlarda ilerleme kaydettiklerine bakmayın. Eğer içinde bulundukları bu toplumsal çüküntü hali devam edecek olursa, Batı ülkelerini hiç de parlak bir gelecek beklemiyor.

Suçlar yayılmaya devam edecek, uyuşturucu gibi gençleri pençesine alan illetler yaygınlaşacak, her türlü ahlaksal çöküntü gözlenebilecek. Öyle bir hale gelecekler ki artık kanunlar bile işlemez olacak.

Şu bilinmelidir ki, bireyleri bu hale gelmiş bir toplumdan yararlı hiç bir şey beklenmez. Böyle bir toplumdan oluşan millet, geleceğini kaybet­miş demektir.

İnsanları özüne döndürecek, onlara parlak bir gelecek hazırlayacak tek sistem İslam'dır. Kısır döngülerinden kurtulmak ve geleceklerini kur­tarmak isteyenlerin İslam'a dönmekten başka çıkar yollan yoktur.

İhlaslı ve samimi müslüman gençlik, bizler için her türlü düşmanlığa karşı koruyucu bir zırhtır. Geleceğinin güvencesi, teminatıdır. Yeni bir yapı kurmak için başlatılan çalışmalarda ahlaki çöküntü içinde olan, eri­miş gençliğe asla güvenilmeyeceği akıldan çıkartılmamalıdır. Ülke ve toplumun çıkarları yerine kendi menfaatlerini ön plana çıkarmaları muh­temeldir.

Ülke ekonomisiyle ilgili beş yıllık planlar hazırlanır. Bunun amacı eldeki kaynaklan iyi kullanmak ve gerekli yerlere harcamak içindir. Her ülke hazırladığı bu beş yıllık ekonomik planlara canla başla uymaya çalı­şır. Bu uğurda sıkıntılara katlanır, zorluklara göğüs gerer. Oysa ekonomiye gösterilen bu özen, insanların yetişmesine gösterilmez. Toplumu oluş­turan insanların sağlıklı yetişip yetişmediğinin kaygısı duyulmaz, onlarla o kadar fazla ilgilenilmez.

Fakat toplumu omuzlayacak olan ekonomik planlar değil, insanlar­dır. Neden insanın yetiştirilmesine gereken önem verilmiyor? Ekonomik planlan başarıya ulaştıracak olan da insan değil midir? Neden kaynak bı­rakılıp da ayrıntılarla uğraşılıyor.. Fertlerini eğitip toplumu sağlam temel­ler üzerine bina eden bir ülkenin altından kalkamayacağı, üstesinden ge­lemeyeceği hangi iş vardır?..

Artık insanların eğitimine gereken önemi vermek zorundayız. Geci­kilen her dakika bizlerin aleyhinedir. Her gün gazetelerde okuyor, çevre­mizden duyuyoruz, soygun, silahlı saldırı, gasp gibi toplumu çöküntüye sürükleyen eylemler artmaktadır.

Hiç değilse yeni yetişen nesilleri bunların etkilerinden korumalıyız. Erken teşhis ve erken müdahale başarılı sonuçlar almak için önemlidir. İhmalkarlığımızın faturasını sonradan çok ağır şekilde ödeyebiliriz.

Her geçen gün çöken bir toplum için fabrika açmanın, yeni müesse­seler kurmanın da hiç bir anlamı yoktur. İnsanlara dürüst olma bilincini, çok çalışmaları gerektiği gerçeğini anlatamadıktan sonra yine istenen ve­rimi alamayız. Aksine oralarda çalışan insanlar kişisel çıkarları doğrultu­sunda hareket etmeye devam edeceklerdir.

Bunun alt tarafı patlamış bir kovaya su doldurmaya çalışmaktan hiç bir farkı yoktur. Altsız bir kovada ne kadar bu birikebilirse, işte çürümüş bir toplumdan da o kadar verim alınabilir.

Ekonomik durumun ve hayat koşullarının kötü olmasının nedenleri­ni nüfus artışına bağlayanlar da var. Onlara göre nüfus artmadığından her şey güllük, gülistanlık olacak.

Oysa bu düşünce yanlıştır, sakattır, şaşkınlıklarını gizlemeye çalış­manın kötü bir sonucudur.

Nüfus planlaması yoluna gidildiği takdirde ne ekonomi düzelir ne yaşam standartları yükselir.. Herşeyin temelinde iyi bir planlama ve insan eğitimi yatmaktadır. Eldeki kaynakların kullanımını sağlayamayan, onla­rı planlı ve düzenli bir şekilde dağıtamayanlar çareyi nüfusu azaltmakta buluyorlar. Nüfusu azaltmak kolay ve ucuz bir çözüm önerisidir.

İnsan öyle bir kapasiteye sahiptir ki, onu planlayabildiğiniz takdirde en değerli gücü elde edersiniz.

Bu müthiş gücü kullanmasını bilmek, ondan gereği gibi faydalanma­nın yollarını araştırmak gerekir.

Ülkenin geleceğini düşünen, toplumun sağlam temeller üzerine yeni­den inşa edilmesini isteyen herkesi düşünce ve görüşlerini açıklamaya davet ediyoruz. Herkes ne düşündüğünü açıklasın ki, içlerinden en iyisini bulup çıkartalım ve üzerinde görüş birliğine varalım.[384]

 

Güçlerimizi Birleştirmek Zorundayız

 

Yöneten ve yönetilenler, öncelikle içinde bulunduğumuz durumun hiç de iyi olmadığı ve hergeçen gün de kötüye gittiği konusunda gelin görüş birliğine varalım.

Duruma vakit kaybetmeden müdahale edilmesi gerektiği, yoksa ile­ride müdahalede bulunmanın zorlaşacağı konusunda görüş birliğine vara­lım.

Toplumun tamir ve onarım ile değil ancak yeniden inşa ile kurtula­cağı konusunda görüş birliğine varalım.

Biz, herkesimden insanın konuyla gereği gibi ilgilenmesini ve yeni­den inşa konusunun toplum tarafından kabul görmesini istiyoruz.

Bu önemli bir konudur ve toplumun geleceğinin güvence altına alın­ması buna bağlıdır. Yapılan girişimler bu nedenle gereği gibi ciddiye alınmalıdır.

Herkes şu soruların cevaplarına kafa yormalıdır:

"Her geçen gün yaklaşılan kötü sondan nasıl kurtuluruz? Toplumu içinde bulunduğu çöküntüden nasıl kurtarırız? Gelecek kuşaklara kalkın­mış ve yaşam standartları yükselmiş bir ülke bırakmak için neler yapma­lıyız?.."

İsterseniz önce geçmişe bir göz atalım. Bugünkü durumun oluşma­sında en büyük pay sahibi, ülkemizi işgal eden sömürgeci güçlerdir. Top­raklarımızı gasbettikleri gibi bizleri ekonomik ve siyasal baskı altında da tuttular. Gırtlağımıza kadar borca gömüldük. Kendilerine bağımlı olmaya zorlandık. Bir lokma ekmek için manevi değerlerden taviz verir hale geldik.

Daha sonra onları topraklarımızdan attık ama geride bıraktıkları olumsuz etkilerini sürdürmeye devam ettiler. Topraklarımızda yoktular ama etkinlikleri devam ediyordu. Geride kalan, çökmüş bir toplumsal ya­pı ve berbat bir ekonomik sistemdi...

Topraklarımızı terketmişlerdi ama kurdukları planlarla toplumsal ya­şama müdahaleleri devam ediyordu. Kalkınmamızı istemiyorlar, fakirli­ğin, açlığın ve sefaletin sürmesini istiyorlardı.

Bunu da bizlerin arasındaki uşakları aracılığı ile yaptılar. Böyle olunca da kimse birşey anlamadı. Halk sandı ki kararları bizim sorumlu­larımız alıyor, devlet adamlarımız uyguluyor...

Oysa her türlü kararların hazırlayıcısı ve planlayıcısı onlardı. Bizim aramızdaki uşakları ise onların iyi birer uygulayımıydılar.

Bu konunun üzerinde hassasiyetle durmak zorundayız. İşgal kuvvet­leri ülkemizi terkedeli otuz yıl oldu. Aradan bunca zaman geçmesine kar­şın neden hala işgal zamanlarındaki gibi yaşıyoruz?

Eğer kararları biz alıyor, onların uygulanmasını biz takip ediyor ol­saydık eskiye oranla biraz daha kalkınmış ve gelişmiş olmaz mıydık? Bu sorular üzerinde kafa yormak hepimizin görevi. Çünkü bugünkü prob­lemlerin kaynağını bu sorular oluşturuyor.

Aradan geçen bunca zamana karşın neden kalkmamadığımız sorusu­na verilebilecek iki cevap var. İkisi de acı ve üzüntü verici...

Bir, kalkınma ve gelişme için yapılan plan ve programlar iyi değildi ve bu kötü sonuçları doğurdular.

Her ikisi de acı.. Bunlar da gösteriyor ki yeniden inşa etme çalışma­larına bir an önce başlanmalı ve zaman yitirmeden güçlerimizi birleştirmeliyiz.

Bu çalışma için ilmi olan, belirli bir alanda uzman olan, yetenek ve becerileri olan herkese görev düşüyor. Hatayı doğrudan, zararlıyı faydalı­dan ayırmak için titiz bir çalışmaya ihtiyacımız olacak.

İyi bir plan ve programa da gereksinim duyacağız. Yeniden inşanın eksiksiz ve sorunsuz yapılabilmesi için program gereği hareket edeceğiz.

Gelinen nokta artık herkesin canına tak etmiştir. Sabrımızın son safhasındayız. Artık bunlara dayanmak da istemiyoruz.

İslami Hareket bütün bunları, plan ve programları Mısır halkına sun­maktadır. Programın içeriği Kur'an ve sünnet doğrultusunda hazırlanmıştır. İnsan aklının hazırladığı plan ve programlar ancak bu kadar olur. Se­falete yol açar, yoksul bırakır, zulmeder. Oysa Allah'ın koyduğu kanunlar çerçevesinde hazırlanan plan ve programlar insanlara mutluluğun ve refa­hın kapılarını aralar.

Biz, herşeyden önce yeniden inşa konusunda Allah'ın kanunlarına sadık kalacağımız noktasında görüş birliğine varmalıyız. Herkes, İslam'ın öngördüğü kurallarda hemfikir olmalıdır.

Herkes, bu sistemin daha önce denendiğini ve başarılı bir şekilde uy­gulandığını bilmeli ve insanlığın kurtuluşunun yalnızca bu nizamda oldu­ğuna inanmalıdır.

Devlet kuvvetleriyle, askeri diktayla toplumun bugünkü problemle­rine çözüm bulunacağına bizler inanmıyoruz.

İnsanlara baskıyla ya da sinderme yöntemleriyle bir yere varamazsı­nız. Biz karşılıklı iletişim kurulmasından yanayız. Herkes fikrini açıkça söylesin, her fikir tartışılsın.

İslam apaçık bir dindir ve eksiksizdir. Onda hiçkimse bir hata ya da kusur bulamaz. İnsanlar, tartışacak, beşeri sistemlerin eksik ve yanlışları­nı farkedecek, sonra da İslam'a teslim olacaklardır.

Bunu istemeyenler, fikirlerin açıkça tartışılmasına tahammülü olma­yanlar kendi sistemlerinin yeterli olmadığının bilincindedirler. Bu neden­le baskı ve zor kullanma yöntemiyle eksik ve hatalarla dolu sistemlerini ayakta tutmaya çalışırlar.

İftira ve yalan kampanyaları ile de İslam'a saldırmaktan geri dur­mazlar. Halkı etkilemeye çalışırlar. Amaçları halkın kafasında şüphe uyandırmaktır.

İftiracıların sözlerine karşılık bazı İslamî yazarlar yanıt verdiler. On­ların tezlerini boşa çıkardılar. Bu hareket devam edecektir. Kimsenin hal­kı yanlış bilgilendirmeye ve yönlendirmeye hakkı yoktur. En doğrusunu seçmek, kendisine en yararlı olanını tercih etmek herkesin Özgür iradesi­nin sorumluluğundadır. Halkın özgür iradesine ise kimse ipotek koya­maz...

Özellikle bazı gazeteler bunu meslek edinmişlerdir. Tek amaçları İs­lam'a saldırmak, halkı İslam'dan soğutmaktır. İslami Hareketin yaygın­laştırmaya çalıştığı "İslam çözümdür" sloganı hergün gazetelerde halka olumsuz olarak tanıtılmaya çalışılmaktadır.

Bu, ülkenin geleceği için hiç de iyi bir gelişme değildir. Toplumu yeniden inşa etmek için İslam'dan başka çözüm yolu yoktur. Diğerleri de­nenmedi mi? Sonuç ortadadır. Çürümüş bir toplum ve fakir, aç, sefil in­sanlar...

Diretmenin, işi yokuşa sürmenin ne anlamı vardır. Özgür kalem sa­hiplerini, fikir adamlarını ve tecrübesi olan uzmanları bizimle birlikte ha­reket etmeye davet ediyoruz.

Eğer ülkelerinin kalkınmasını ve gelişmesini, toplumun sağlam te­meller üzerine yeniden inşa edilmesini istiyorlarsa bunu birlikte İslami ölçüler çerçevesinde yapalım.

İktisatçılar, sosyologlar, siyasetçiler ve hukukçular.. Halka İslam'ın en güzel sistem olduğunu ve kurtuluşumuzun ancak onunla gerçekleşece­ğini anlatın. Böyle zillet altında yaşamak istemeyenler mutlaka saflarımı­za katılacaklardır.

Zaten, toplumun büyük bir kesimi gerçek çözümün yalnızca İs­lam'da olduğu görüşünü savunmaktadırlar. Şeriatın uygulanmasını ve öz­gürlükleri kısıtlayan maddelerin kaldırılmasını isteyen İslami Yeminleşme Partisine halkın gösterdiği ilgi, bunu en iyi şekilde kanıtlamaktadır.

Bu hareket, eğer iyice dejenere olunmamışsa her müslümandan bek­lenmesi gereken bir davranıştır.

Bunun dışında küçük bazı gruplar var ki onlar da ithal fikir ve dü­şüncelerin etkisi altında kaldıkları için İslam'ın tek çözüm olduğu gerçe­ğini kabullenmek istemiyorlar. Bunun tek nedeni, İslam hakkındaki bilgi­sizlikleri, cehaletleri.. Başka hiç bir şey değil.

İslam'ın siyasal, sosyal ve ekonomik görüşleri anlatıldığında ya da onlar bunları incelediğinde göreceksiniz ikna olacaklar ve tek çözüm İs­lam diyen bizlerin arasına katılacaklardır.

Beşeri sistemlerin her geçen gün iflasa doğru gittiğini görmekteyiz. Beşeri sistemler kendi iplerini kendileri çekiyorlar. Yıkılmalarına neden olacak etkenleri yine kendileri oluşturuyorlar.

Beşeri sistem, kendisini yok edecek, yıkacak olumsuz etkenlere kar­şı koyamıyor. Tıkanıyor, yetersiz kalıyor.

Bugün Sovyetler Birliği'nde olanlar beşeri sistemlerin iflas ettiğinin, etmeye başladığının en iyi örneği. Yeniden yapılanma hareketleri siste­min son çırpınışı. Komünizm bitti artık...

Sovyetler, komünizm sisteminden, dışa açılma adı altında kapitalistleşmeye doğru gidiyor. Serbest piyasa ekonomisi onlar için yeni ve gelişmiş bir sistem. Oysa bitmiyorlar ki, onun da sonu yakın.

Artık insanlar kapitalizmin acımasız çarklarında ufalanmaktan, tüke­tim uğruna manevi değerlerinden taviz vermekten bıktılar, bunaldılar. Avrupa'da, Amerika'da gençler ve diğer insanlar yoğun bunalımlar yaşı­yorlar. Yaşadıkları hayattan memnun değiller.

Maddeye sahip oldular ancak maneviyatı kaybettiler. Ruhları öldü. İşte, insanlık İslam'ı arıyor. Onlara ruh verecek, tatmin edecek, önlerine güzellikleri, mutlulukları, barışı ve sevgiyi serecek sistemi, İslam'ı arıyor­lar.

Er ya da geç herkes İslam'a dönecek. Beşeri sistemler iflas ederken insanlık ilahi nizama yönelecektir. Önemli olan ise zamanında uyanmakdır.[385]

 

Zulüm Ve Baskı Kaldırılmalı

 

Mevcut sorunlarımızın çözümü için beşeri sistemlerin yetersiz kaldı­ğına değinmiştik. Eğer vatanımızı yeniden inşa etmek istiyorsak mutlaka ilahi sisteme yönelmeliyiz. Çünkü insanların yaratıcısı olan Allah, onlar için en iyi sistemi yine kendisi bilir. Bu sistem de Allah nizamıdır. İnsan­lığın kurtuluşu, ancak ona sarılmaları ile olacaktır.

Yeniden yapılanma hareketi inanç ve düşünceyi kapsayacaktır. Bu yol, uzun ve çileli bir yoldur. Çaba ve sabır gerektirecektir. Ama eğer ba­şarıya ulaşmak istiyorsak, bu uzun yolda azimle mücadele etmeliyiz. İn­sanların kafalarındaki soru işaretlerini yok etmeliyiz. Kalplerde oluşabile­cek şüpheleri ortadan kaldırmalı, onları her yönüyle tatmin etmeliyiz. Herkes ilahi sistemin tek kurtarıcı olduğu görüşünde birleşsin, beşeri sis­temlerin ise çıkmaz sokak olduğunun farkına varsın.

Bizim amacımız, insanları baskı altında tutmak ya da onların özgür iradelerine müdahale etmek değil. Yalnızca beşeri sistemlerin kurtarıcı olmadığının anlaşılmasını istiyoruz. İnsanlar, bu sistemlerin kendilerine bir fayda vermeyeceğini bilsinler. Körükörüne saplanıp kalmasınlar isti­yoruz.

Beşeri sistem sahipleri, şimdiye kadar hep İslam'a saldırdılar. Halkın gözünde İslam'ı aşağılamak istediler. Sosyal ve siyasal tüm alanlarda faa­liyet gösterdiler. Kendi beşeri sistemlerini övdüler, mutluluğun ve refahın o sistemde olduğu safsatasını tekrarladılar. Maddeyi ön plana çıkardılar, insanların nefislerine hitap etmeye çalıştılar.

Halka islam'ı anlatan olmadı bu arada. Halk hep beşeri sistem sahiplerinin gerçek dışı uydurmalarını dinlemek zorunda kaldı. İslam pasif bir din olarak gösterildi, onun siyasal ve sosyal hayata hitap eden yönleri saklandı, gündeme getirilmedi. İslam'ın bütün beşeri sistemlerden üstün olduğu gerçeği üzerinde durulmadı.

İslam hayata hakim olduğu zaman özgürlüklerin artacağı, mutlulu­ğun ve rafahın geleceğini, adaletin, barışın ve sevginin tesis edileceğini kimse halka anlatmadı. Halk beşeri sistemlerin yoğun propagandaları al­tında yalnız bırakıldı. Bunu fırsat bilenler, halkı, elindeki her türlü imkanı kullanaraktan etkilemeye, yönlendirmeye çalıştı.

Bugün karşılaşılan zorlukların temelinde o zamandan kalma yoğun propagandaların da önemli etkileri var kuşkusuz.

Eğer yeni bir yapı kurmak istiyorsak öncelikle mevcut baskıların ve zulümlerin ortadan kaldırılması gerekmektedir, özgürlükler kısıtlanma­sın, insanalara işkence edilmesin, cinayetler işlenmesin.. Herşeyden önce huzur veren güvenli bir ortama ihtiyacımız vardır.

Zaten yeni kurulacak toplumsal yapıda bunların hiç birine rastlan­mayacaktır. Adalet, barış ve hoşgörü olacaktır toplumda. Kişi hak ve öz­gürlükleri kısıtlanmayacak, işkence gibi insanlık dışı muameleler yapıl­mayacak, zulüm uygulanmayacaktır.

Bugün, Mısır'da pek çok müslüman işkence görmekte, baskılara ma­ruz kalmakta, zulme uğramaktadır. Böyle bir durumda toplumsal yapılan­mayı nasıl gerçekleştirebilirsiniz?

Mısır devlet başkanı hergün, istikrar, üretim, ilerleme gibi sloganlar­dan sözediyor. Elbette bunlar kalkınma için gerekli şeylerdir ama top­lumsal değişim için öncelikle insan hakları ihlallerini, işkenceleri ve bas­kıları ortadan kaldırmak gerekmektedir.

Artık herkes zorlu değişimin olmayacağını, insanlara baskı ve işken­ce ile bazı şeyleri kabul ettirilemeyeceğini anlamalıdırlar.

Emniyet görevlilerine düşen görev, bir takım olayları engellemede kullanılan bu baskıcı üslubu değiştirmektir. Anarşiyi önlemek için kulla­nılan baskı ve işkence yine anarşiden başka birşey getirmez.

Yetkililer hala, uygulanan baskı politikasının istikrarsızlığa neden olduğunun farkına varmadılar mı? Anarşi ortamı ve anarşiye karşı uygu­lanan baskı politikası sermayenin korkak olmasına neden olmaktadır. Ya­ni sermaye sahipleri böyle dönemlerde yatırım yapmaktan çekinmekteler, riskli olduğunu düşündükleri için yatırım yapmamaktadırlar. Yatırım yapılmayınca kalkınma nasıl sağlanacaktır?

Kalkınma sağlanmayınca değişik alanlarda yapılan pek çok proje de yüzüstü kalmak zorunda kalıyor. Harcanan çabalar, zamanlar ve paralar boşa gidiyor. Ülkenin içinde bulunduğu istikrarsız ortam, çoğu kişinin elini kolunu bağlıyor, iş yapamaz hale getiriyor. Kişinin akıbetinden emin olmaması da bir başka sorun. Her an hapishaneye atılma, ya da günlerce nezarethanelerde tutulma korkusu var. Bu durumda olan kişiler­den projelerini uygulamaya koymaları ya da yatırım yapmaları nasıl bek­lenebilir ki?

Yetkililerden, istikrarlı bir ortam için neler gerekiyorsa onların ya­pılmasını istiyoruz. Uzman kişilerin görüşlerine başvursunlar, tecrübeler­den yararlansınlar, teşhisi doğru koysunlar. Kendilerinden geçici ve kısa vadeli çözümler değil, köklü tedbirler istiyoruz.

Bugün emniyet görevlilerinin uyguladığı garip soruşturma yöntem­leri, iki kişinin işlediği bir suç için yüzlerce kişiyi mağdur etme sistemi ve baskılar, tamamen yanlış davranışlardır. Bu davranışlarıyla halkı kar­şılarına almaktadırlar. Halk, güvenlik güçlerinden nefret etmekte, onlara güvenmemektedir.

Baskının ve işkencenin sonu budur. Geriye, nefret, tiksinti ve güven­sizlikten başka bir şey kalmaz...

Genelde bütün yetkililer, ama özellikle emniyetten sorumlu kişiler şunu bilmeliler ki, müslümanların kalbindeki inanç, ne baskıyla ne de iş­kenceyle sökülemez. İnananlara ne yaparsanız yapın, zulmün hangi çeşi­dini uygularsanız uygulayın onlardan taviz kopartamazsınız.

Bu, geçmişte de böyleydi, şimdi de böyledir. Allah'ın rızasını göze­terek çalışan, tebliğ eden müslümanlar her türlü zulüm ve işkenceye karşı sabrederler ve azimle mücadele ederler. Onlar canlarını da mallarını da bu yolda feda etmekten sakınmazlar.

İnananlar, inançlarının gereklerini yapmalarına izin verilmediği tak­dirde çalışmaların engelleneceği sanılıyor. Hayır, kimse, izin verilmiyor diye çalışmasını aksatmıyor. Yetkililer bu tutumlarıyla çalışmaların gizli yürütülmesine kapı aralıyorlar.

Çalışmaların açıktan değil de, gözlerden uzak olarak yürütülmesi be­raberinde bir takım aksaklıkları getiriyor. Tam iletişim sağlanmakta güç­lük çekiliyor, tecrübelerden yeterince yararlanılamıyor ve ortak hareket etme birlikteliği yeterince sağlanamıyor.

İslami Hareket, yetkililerden eğer ciddi iseler, anarşi ve istikrarsızlık ortamını, güven ve huzur ortamına çevirmelerini istiyor.

Aksi takdirde devlet bakanının her fırsatta yinelediği ilerleme ve kalkınma sözlerinin hiç bir anlamı olmayacaktır.

Şunu hiç bir zaman aklımızdan çıkarmayalım: İşkenceler, baskılar ve uygulanan haksız zulümler yalnızca korkak insanlar doğurur. Halkın kendine olan güvenini ortadan kaldırır. Dış güçlere karşı olan mücadele­sinde başarısız olmasına neden olur.

Kendi kendimize açıkça sormamız gerekiyor, bütün bunlar bizim için önceden hazırlanmış planlar mıdır? Yoksa yetkililer bugün uygula­dıkları yöntemleri, kendileri mi belirlediler?

Ne olursa olsun, her iki durumda da eğer vatanımızı yeniden yapı­landırmak, kalkındırmak istiyorsak, teröre, terörle karşılık verme alışkan­lığından vazgeçmemiz gerekmektedir. Adaletli, sevgi ve hoşgörünün mevcut olduğu ortamların oluşması yakındır.

Garip olan ise, şüpheli görülüp tutuklananların herhangi bir işkence ya da zulme uğramayacaklarının yetkililer tarafından açıklanmasına rağ­men baskıların sürmesi.. Yetkililer kamuoyu önünde halkı yanıltıyorlar, yanlış bilgiler veriyorlar. Söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutmuyor.

Emniyet güçlerinin görevi halkı korumak değil midir? Emniyet kuv­vetleri devamlı makamlarında kalamayacaklarını ve ahirette de Allah'ın hesabının olduğunu bilmiyorlar mı? Şüphesiz Allah her şeyi gören ve bi­lendir...

Bu kişilere Allah'ın hesabının çetin olduğunu hatırlatıyoruz. Ahirette pişmanlık fayda vermeyecektir. İşkence ve zulüm emrini verenler de, on­ları uygulayanlar da Allah'ın hesabından kurtulamayacaklardır.

Daha önce de belirttiğimiz gibi yine tekrarlıyoruz ki, İslami Hareke­tin kendine özgü kanuni ayrıcalığı olmalıdır. Çünkü İslami Hareket bu­gün Mısır'da en kapsamlı ve en büyük harekettir.

Bunu herkes kabul ediyor ve ülkenin yeniden yapılanması içinde İs­lami Hareketin önemli sorumluluklar üstleneceğini düşünüyor.

Halk, İslami Hareket'ten çok şey bekliyor. Huzur ve güven ortamı­nın İslami Hareket tarafından sağlanacağına inanıyor.

İslami Hareket'in birikimlerini, tecrübelerini ülke yararına kullana­cağını halk biliyor.

Halk, İslami Hareket'in kendi yararlarını düşündüğünün bilincinde ve İslami Hareket'in elinden gelen ne varsa bu vatan ve halk için seve se­ve yapacağının şuurunda...

Toplumun yeniden yapılanması, istikrar ortamı, huzur, güven, kal­kınmış bir ülke.. İşte İslami Hareket'in amaçları...

Herkes de zaten bunları istemiyor mu?..[386]

 

İslam Yıkmayı Değil, Yapmayı Amaçlar

 

Bir önceki bölümde toplumun yeniden yapılandırılması çalışmaları­na başlamadan önce, mevcut terör olaylarının önlenmesinin gereğine de­ğinmiştim. Sağlıklı bir değişim için istikrar, huzur ve güven ortamının şart olduğunu söylemiştik.

Bu konu son günlerde kamuoyunda da tartışılmaya başlandı. Gazete yazarları konuyla ilgili yazılar yazmaya başladılar ve bizim görüşlerimizi doğrular türden şeyler söylediler.

Bu nedenle konuyu daha etraflıca ele almak ve ilave olarak bazı şey­ler eklemek istiyorum.

İslam dini barış, sevgi, hoşgörü dinidir. Hiç bir zaman yıkmayı amaçlamaz. Amacı onarmak, tamir etmek ve yapmaktır. Terörü, yıkımı ve zulmü asla kabul etmez..

Mısır'da rahmetli Hasan el Benna'nın kurduğu "Müslüman kardeş­ler" teşkilatını inceleyenler bunu rahatlıkla görebilirler. Müslüman Kar­deşler müslüman olmayanlar dahil herkesin güvenini, sevgisini ve takdi­rini kazanmıştı.

Müslüman Kardeşler'i inceleyenler ayrıca sosyal alanlarda yapmış oldukları faydalı işleri de kolayca görebilirler. Okullar, şirketler, hastane­ler, camiler, spor tesisleri ve fabrikalar bunlardan birkaçı...

İslami Hareket'in kurduğu işletmeler görevlerini gereği gibi yapmış­lar, halkın yararına çalışmışlardır. Bu müesseselerde amaç hiç bir zaman maddi kazanç olmamıştır. Toplumun ihtiyaçlarının karşılanması her za­man ana hedef olarak görülmüştür.

Fakat sonra ne oldu?

Müslüman Kardeşler yaptıkları bunca yararlı çalışmaları sonucunda ne ile ödüllendirildiler?

Baskıyla, işkenceyle, zulümle...

Filistin'de Siyonistlere karşı mücadele veren Filistinlilere yardım et­tikleri gerekçesiyle Müslüman Kardeşler cezalandırılmak istendi. İslam düşmanları toplanarak Mısır hükümetine bu konuda baskı yaptılar.

Emperyalistler, Müslüman Kardeşlerin gayretli çalışmalarından ra­hatsız olmaya başladılar ve Hasan el Benna'yı şehid ettiler. Müslüman Kardeşlerin çalışmalarına engel olundu, mallarına el kondu.

Daha sonra Müslüman Kardeşler teşkilatının üyeleri toparlanarak ça­lışmalarına yeniden başladılar. Ama bu kez başka bir müdahale ile karşı­laştılar.

Yeniden toparlandılar ancak üçüncü bir engellemeyle daha karşılaş­tılar. Her gelen müdahale eskisinden daha sarsıcı ve yıpratıcı oluyordu. Müslüman Kardeşler'in el konulan mallarının hiç birisi geri verilmedi. Bu yolda bir çalışma yürütülmedi.

Bütün bunlara rağmen halka hizmet etmeyi kendisine görev bilenler, bunu sorumluluk olarak görenler çalışmalarını sürdürdüler. Okul açtılar, hastane yaptılar, şirket, fabrika kurdular. Onların bu davranışı halk tarafından da takdirle karşılandı.

Burada yeniden terör konusuna dönmek istiyorum.

İskenderiye kentinin El Mensiye meydanında, bir kişinin öldürülme­si sonucunda güvenlik kuvvetlerinin onbinlerce kişiyi tutuklamasının, iş­kencelerden geçirmesinin mantığını anlamak zordur. Müslüman Kardeş­ler teşkilatına mensup kişiler, daha da ağır işkencelere maruz kalıyorlar, çoğu işkenceden hayatını kaybediyor. Yöneticiler idam ediliyor, yine bir çoğu uzun hapis cezalarına çarptırılıyorlar. Kadın ve çocuklar ise yoğun bir baskı altında tutuluyorlar.

Hasan El Benna, bunların olacağını tam on yıl önce haber vermişti bizlere. Bu, imam'a göre Allah'ın sünnetidir ve Allah yolunda çalışanlar için yaradanın bir imtihanıdır.

İmam, "İslam düşmanları bizleri fark ettiklerinde pekçok güçlükle karşılaşağız, iftira atacaklar, işkence edecekler, mallarımızı ellerimizden alacaklar, sürgün edecekler" demişti. Onun daha önce bizlere hatırlat­mada bulunduğu şeyler bugün gerçek oluyor.

Geçmiş dönemlerde de İslam uğruna çalışanlar çeşitli işkence ve zu­lümlerle karşılaştılar. Sürgün edildiler, eziyet ve sıkıntı çektiler. İslam düşmanları, Hz. Peygamber (a.s) için büyücü, deli, şair ve yalancılık isnad ederken, Hz. Musa (a.s) için ise yeryüzünde fesat çıkartıyor demiş­lerdi.

Müslüman Kardeşler, toplum önünde hep kötülenmeye çalışıldı. Üyelerine bir takım uydurma iftiralar atıldı. Bunlardan en komiği de Müslüman Kardeşler'in şarkıcı Ümmü Gülsüm'ü öldürmek istedikleri saf­satası idi.

Yapılan işkenceler ve zulümler o kadar ağırdı ki, müslüman kardeş­ler bunlar karşısında taktik olarak yapılan tüm suçlamaları red ediyorlar­dı. Hapishane müdürü Hamza el-Besyuni'nin şu sözü unutulacak gibi mi­dir:

"Allah da gelse (haşa) O'nu da hapsederim..."

Sonra Müslüman Kardeşler'in işkenceler karşısında aldıkları tavır, -Allah rahmet etsin- Üstad el-Hudeybi başta olmak üzere bazı kardeşler tarafından eleştirildi ve İslami olarak bu tutumun yanlışlığı açıklandı. Hatta Üstad el-Hudeybi bu konuda "kadılar değil, davetçiler" isminde bir kitap yazdı ve orada geniş açıklamalarda bulundu. Bunun üzerine müslü­man kardeşler üyesi olanlar bu tutumlarından vazgeçtiler.

Müslüman Kardeşler, yapılan işkenceler karşısında hep sabretti, ya­pılanları Allah'a havale ettiler. Kimileri yapılan işkenceler sonucu fiziksel tahribata uğradılar. Ama Müslüman Kardeşler'in yine de vatanlarına ve halka karşı bir kinleri hiç bir zaman olmadı. İntikam almayı akıllarından geçirmediler.

Bugün o işkenceleri yapanların bazıları aramızda bulunuyorlar. Ama Müslüman Kardeşler, haklarını Allah'a havale ettiler. Çünkü Müslüman Kardeşler kısas hükmünü kendi başlarına uygulayamayacaklarını biliyor­lar. Onlar şimdilik sabrediyorlar ve Allah'a sığınıyorlar.

Müslüman Kardeşler'in maruz kaldığı iftiralardan biri de, İslam'ı kendi kişisel çıkarlarımız uğruna kullandığımız saçmalığı.. Onlar dünya­lık amaçlarımız için, dini kullandığımızı sanıyorlar.

Ne kadar aptalca bir düşünce.. Hangi kişi dünyalık nimetler için bunca işkenceye, baskıya, zulme, ölçümlere kadar giden eziyetlere katla­nır? Bunların hiçbiri maddi değerler için yapılmaz. Ancak Allah nzası için bunlara katlanılabilinir.

Müslüman Kardeşler'in yaptığı bütün çalışmalar İslam'ın hayata ge­çirilmesine yönelikti. Müslüman Kardeşler, toplumun ancak İslam ile kurtulacağını düşünüyorlardı ve bu alanda yaptıkları çalışmaların karşılı­ğını da yalnızca Allah'tan bekliyorlardı.

Müslüman Kardeşler, hapishanelerden çıktıktan sonra kendi hakla­rında uydurulan iftiraların gerçek dışı olduğunu kanıtlamaya çalıştılar. -Allah rahmet etsin- Üstad Ömer el-Tilmisani önemli çalışmalarda bu­lundu, halkın gerçekleri öğrenmesi için üstün gayretler sarfetti.

Burada tekrarlıyoruz ve yetkililerin artık farkında olmalarını istiyo­ruz ki, devlet terörü ile bir yere varılamaz. Anarşi ve terör, devlet baskı­sıyla önlenemez.

Bir çok gelişmiş ülkelerde anarşi ve teröre karşı daha insancıl yön­temler uygulanıyor. İnsanlar hemen sorgusuz sualsiz nezarethanelere, pishanelere atılmıyorlar. Günlerce işkence görüp, zulme uğramıyorlar. Görevli kişiler, savcı ya da emniyet güçleri elde ettiği ipuçlarını hareretle soruşturmaya başlıyor. İki kişinin işlediği bir suç için yüzlerce kişi tutuk­lanmıyor. Hiç kimse işlemediği bir suçu işkencelerle kabule zorlanmıyor. İstikrarın sağlanması için gelişmiş kimi ülkeler hukuk kurallarına ayrım gözetmeksizin uyuyorlar.

Eğer Mısır'da da istikrarın sağlanması isteniyorsa, işkencelerden, in­sanlık dışı baskılardan uzak durulmalı ve adaletli davranılmalıdır.

Bu arada cevaplanması gereken bir soru geliyor gündeme:

"Bu terör olaylarını kim ve nasıl durdurabilir?."

Bu soruya cevabım kısa olacaktır. Terör olaylarının başlamasına kim neden olmuşsa, terörü yine o kişi durdurabilir. Bu da mevcut yönetimdir. İstediği an tüm imkanlarını seferber ederek, olanaklarının tümünü kullanarak terör olaylarını önleyebilir.

Kimi aydın, düşünüyor ve yazarların terör olaylarının nasıl önlenebi­leceği konusunda çalışmalar yaptıklarını duymaktayız. Uzmanların da katılacağı ve terör olaylarının çok boyutlu olarak ele alınacağı inceleme­lerin yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Teröre karşı toplumsal bir birlik ve karşı güç oluşturmalıyız.

Bu vatanın yararına olacak her çalışmaya katılmaya hazır olan İslami Hareket, terör olaylarının önlenmesi konusunda da kendi payına dü­şen görevleri severek yapacaktır.

Biz mevcut yönetimin ülkedeki terör olaylarını durdurabileceğine inanıyoruz. İsteseler, uygulanan işkenceleri, zulmü ve baskıyı kaldırabi­lirler. İsteseler gerçek adaletin bütün organlarıyla tesisini sağlayabilirler.

Hukuk kurallarına uyulmasını, herkese eşit muamele yapılmasını sağlayabilirler.

İsteseler, savcıların ve emniyet görevlilerinin işlerini işkence ve bas­kıya başvurmadan yapabilecekleri gerçeğini gösterebilirler. Onları eğite­rek topluma daha faydalı hale getirebilirler.

İsteseler, bir kişinin işlediği suçtan ötürü, yüzlerce kişiyi soruştur­madan geçirerek mağdur etmezler, onları günlerce nezarethanelerde bek­letmezler.

Ama mevcut yönetim nedense bugünkü koşulların devam etmesini istiyor. Terör olaylarını önleme yolunda herhangi bir tedbir almaması bu tezi doğruluyor. Terör olayları mevcut yönetimin işine geliyor, yapacak­ları için uygun koşullar hazırlıyor...[387]

 

Kurtuluş İçin Herkese Görev Düşüyor

 

Artık her Mısırlı vatandaş toplumun yeniden inşa edilmesi konusun­da bizlerin fikirlerini paylaşmaktadır. Çünkü onlar da mevcut durumu kendi gözleriyle görmekte, yaşamaktadırlar.

Daha önce de açıkladığımız gibi biz ülkenin yeniden yapılandırılma­sında temel olarak İslami ölçülerin alınmasını istiyoruz. Toplumun yapı­sının İslami kurallara göre ayarlanmasını arzu ediyoruz.

Bu konuda en büyük güvencemiz de vatandaşlarımızdır. İslam'ı ya­şayan kişiler toplumun yeniden inşasında temeli oluşturacaklardır. Teme­li sağlam atarsak; ancak yapıyı sağlıklı bir şekilde kurabiliriz. Bu nedenle biz güçlü temeller üzerine kuvvetli binalar inşa etmek istiyoruz.

Mısır halkının beşeri sistemlerden bir medet ummalarını istemiyo­ruz. Artık hepsi Allah'ın nizamının tek kurtuluş yolu olduğunu anlamalı­lar ve buna inanmalıdırlar.

Daha önce de sözettik, müslümanlar elleri kolları bağlı duruma dü­şürülmüşken toplumsal yapılanma nasıl sağlanacaktır. Gecegündüz de­meden tutuklanmaların sürdüğü ortamlarda ciddi çalışmalardan nasıl bahsedilebilir. Eğer ülkenin yeniden kalkındırılıp geliştirilmesinde ciddi isek, gecikmeden gerekli önlemler alınmalıdır. Biz daha önce istikrarın sağlan­ması gerektiğini söyledik. Teröre, terörle karşılık verilmemesi, işkence­nin ve her türlü baskının kaldırılması gerektiğini belirttik.

Mevcut yönetiminin, eğer istese terör olaylarına engel olabileceğini vurguladık. Uzmanları, bilim adamlarını, araştırmacıları ve aydınları te­rör olaylarının önlenmesi konusunda inceleme yapmaya davet etmiştik.

Nedenlerini ve çözüm yollarını kendilerinden bulmalarını istemiştik.

Bununla birlikte, uzmanların araştırmaları sonucunda ortaya konan bulguların ve alınan kararların mevcut iktidar tarafından uygulanılması gerektiğini söylemiştik.

Şunu aklımızdan çıkarmayalım ki, toplumsal yapılanmayı sağlıklı bir şekilde gerçekleştirmek istiyorsak, önce yıkıcı çalışmaları ortadan kaldırmalıyız.

Kişiyi, aileyi ve toplumu bozan, devleti yıkmak için uğraşanları en-gelleyemediğiniz sürece kurduğunuz yapıyı yükseltmeniz imkansızdır. Çünkü yıkıcı çalışmalar toplumun temelini oluşturan ahlakı hedef alırlar ve onu bozmak için çaba harcarlar.

Mısırlı şair Ahmet Şevki ne güzel söylemiştir:

"Bir toplumun yapısını kuracak yoktur

Eğer onların ahlakları yıkılmışsa.."

Toplumu yıkıcı çalışmalardan korumak ve ahlakın korunmasını sağ­lamak devletin görevidir. Oysa görüyoruz ki, bugün yıkıcı çalışmaların çoğu resmi makamlar tarafından yürütülmekte, devlet tarafından destek görmektedir. Böyle olunca yıkıcı çalışmaların önüne nasıl geçilecektir? Bütün bunlar emanete ihanetten başka nedir ki?

Meclis'in görevi, hükümetin sorumluluklarını yerine getirip getirme­diğini kontrol etmektir. Hükümetin, halkın istek ve ihtiyaçları doğrultu­sunda hareket edip etmediğini kontrol etmektir. Ancak meclis bu görevi­ni yapmadığı gibi, yapılanlara da göz yummaktadır. Hükümet üyelerinin fitne ve fesalı kanunlaştırma çalışmaları meclis tarafından görmezden ge­linmektedir. Öte yandan muhalefetin karşı çıkışları da hükümet tarafın­dan susturulmaya çalışılmaktadır.

Bu durum karşısında İslami Hareket var gücüyle haykırıyor ve vata­nı kurtarmak için çalışmaya hazır olan herkesi göreve davet ediyor.

Gelin, giderek artan fitne ve fesatı engellemek için ortak çalışma başlatalım.

Herkese, durum böyle gittiği sürece bizleri önemli tehlikelerin bek­lediği gerçeğini anlatalım.

Yıkıcı faaliyetlerin yok edilmediği takdirde, yapıcı çalışmaların ve­rimli olamayacağını gösterelim.

Peki bu yıkıcı ve fesat ortamını meydana getiren unsurlar nelerdir? İsterseniz biraz da onlara değinelim.

İşte bunlann birincisi içkidir. Kötülüklerin anası ve toplumsal çürü­menin temel nedeni, içki...

Helal edilmesinin, haram olmasından daha faydalı olacağını söyle­yenlere karşı meydan okuyoruz. Her vatandaşın da bu tutumu takınması­nı bekliyoruz. Böyle yaparsak eğer, Allah'ı ve Resulünü (a.s.) razı etmiş olacağız. Allah yarattığı kulları hakkında nelerin yararlı, nelerin zararlı olacağını en iyi bilendir. İçki de kötülüklerin anası olduğu için haram kı­lınmıştır.

Çiçekler ülkesi Mısır'da devletin izniyle nasıl içki fabrikaları açılır akıl alacak gibi değildir. Hükümet bu tavrıyla halkının kötülüğü için ça­lışmıyor mu? Yapacağı yerde, yıkmaya, yok etmeye uğraşmıyor mu?

Halk, özellikle Ezher Üniversitesi rektöründen gerekli tepkiyi hükü­met yetkililerine karşı göstermesini beklemektedir. Mısır halkı Ezher Üniversitesindeki ilim adamlarına güvenmekte ve temsil ettikleri sorum­luluğun gereklerini yerine getirmelerini arzu etmektedirler.

Devlet Başkanı'ndan içki gibi çirkin bir fiilin yaygınlaşmaması için gerekli tedbirleri almasını ve daha sonra da içkinin içilmesini yasaklama­sını istiyor. Diğer yetkililerden de gereken çabayı göstermelerini bekli­yor. Bilmelidirler ki, hepsi de Allah katında sorumludurlar.

Hükümet içki fabrikalarını gıda üreten fabrikalara dönüştürmelidir. Zaten güçlükle elde ettiğimiz dövizlerle yurt dışından ithal ettiğimiz gıda maddeleri, pekala bu fabrikalarda üretilebilinir.

Halkın seçtiği vekillerden de gerekli duyarlılığı göstermelerini ve iç­kinin yasaklanması için gereken çabayı harcamalarını bekliyor. Biz içki­nin yasaklanması, üretilmesi ve satılması konusundaki görüşlerimizde ıs­rarlıyız ve başarıya ulaşmak için de mücadelemizi sürdüreceğiz.

İktidar partisi yetkililerini bu konuda daha fazla ileri gitmemeleri konusunda uyarıyoruz. Çünkü yaptıkları işi ne halk tasvip etmektedir, ne de diğer siyasi partiler. Yetkililer, Allah'ın korkulmaya en layık olduğunu bilmelidirler. Hiç kimse, Allah'a itaati başka şeylerden aşağı tutmasın. Çünkü hesap gününde her şey çok çetin olacaktır.

Toplum yapısını yıkmaya çalışan bir başka çirkinlik ise uyuşturucu­dur. Uyuşturucu kullanımına karşı bazı tedbirlerin alındığı söylenmekte, kullananlara ve satanlara karşı çeşitli cezai uygulamaların getirildiği belirtilmektedir. Ne var ki, bunların hiçbiri inandırıcı değildir. Hükümeti uyuşturucu ile mücadele konusunda, açık söylemek gerekirse ciddi bulmuyoruz. Söylenenlerin hepsi lafta kalmaktadır.

Eğer hükümet yetkilileri, uyuşturucu satan ve kullananlarla müslümanlarla uğraştığı kadar uğraşsa, takip etse eminiz ki, kısa sürede hepsi­nin kökünü kazıyacakıtr. Satanları yakalayacak, kullanılmasına engel ola­caktır.

Ne var ki, kimi yetkililerin de uyuşturucu tüccarları ile ortak çalıştı­ğını duymaktayız. Bu tür fısıltıların yayılmaya başladığı sıralarda hükü­met yetkilileri kamuoyuna uyuşturucu ile mücadele yöntemlerini içeren bir takım önlemler açıklıyorlar. Amaçları ise, halkın gerçekten uyuşturu­cu ile mücadele ediliyor şeklinde düşünmesini sağlamak... Bir süre sonra ise, uyuşturucu kullanımı ve satımı daha da fazla artmaya başlıyor. Yani yalnızca halkın gözü boyanıyor, uyutulmaya çalışılıyor.

Uyuşturucu ile mücadelenin en etkin yolu sıkı bir kontrol ağı kur­maktır. Allah'tan korkan, vatanını seven kişiler bu konuda görevlendiril­melidir. Ayrıca uyuşturucunun ülkeye giriş yolları araştırılmalı, caydırıcı cezai müeyyideler getirilmelidir.

Her türlü işlemlerde kişilerden uyuşturucu kullanmıyor şeklinde bir de belge istenmelidir. Bu yapılan tahliller sonucu anlaşılacaktır. Örneğin, ehliyet vermelerde, çeşitli sınavlarda, özel ya da resmi yerlere eleman al­malarda, bu kural rahatlıkla uygulanabilir. Bu tür bir uygulama uyuşturu­cu kullanımında vazgeçirici bir rol oynayabilecektir.

Uyuşturucu kadar kötü sonuçları olan diğer bir tehlike ise kumardır. Yine kumar da hükümet tarafından destek görmektedir. Kumar kulüple­rinden hazineye vergi girmektedir.

Özellikle gençler arasında kumar alışkanlığı yaygın bir şekilde gö­rülmektedir. Kahvehanelerde, bu iş için ayrılmış özel yerlerde genç nesil kumar bataklığına çekilmek istenmektedir.

Devlet, mutlaka her geçen gün yaygınlaşan kumarın önüne geçmeli, kumar oynanan yerleri kapatmalıdır. Şans oyunları adı altında satılan pi­yango türü şeyler de yasak edilmelidir.

İçkinin, uyuşturucu ve kumarın önüne geçmenin tek yolu halkı eğit­mek, bu alışkanlıkların kötü sonuçlarına karşı onları bilinçlendirmektir.

Bu konuda ilim adamlarına ve Ezher Üniversitesi'nin alimlerine önemli göıevler düşmektedir. Halkı uyarmadıkları, onlara kötü alışkan­lıkların sonuçlarını anlatmadıkları sürece, hepsi de Allah katında sorumlu olacaklardır.[388]

 

Yıkıcı Faaliyetler Durdurulmalıdır

 

Evet, biz bu vatanı yeniden inşa etmek ve sağlam temeller üzerine kurmak istiyoruz. Ama karşılaşacağımız güçlükleri ve zor bir talip oldu­ğumuzu da biliyoruz. Ancak, Allah'ın yardımıyla bütün güçlüklerin üste­sinden gelecek azmi kendimizde buluyoruz.

Bizim hakkımızda asılsız iddia çıkartanları ve iftira atanları sabır ve metanetle karşılıyoruz. Bunu, gelecek nesillere olan sorumluluğumuzdan dolayı yapıyoruz.

Daha önce de belirttiğimiz gibi temel felsefemiz ve kaynağımız İs­lam'dır. Gelişmeye mani olan, kısıtlayan tüm engellerin kaldırılmasını is­tiyoruz. Önceki bölümde de söylediğimiz gibi işkencenin, baskının ve zulmün her çeşidinin kaldırılmasını, terör ortamının istikrar ortamına çevrilmesini istiyoruz.

Biz, eğer hükümet yetkilileri isterlerse terörü önleyebileceklerine inanıyoruz. Vatandaşın huzurunu bozan, ülkenin istikrarını yok eden te­röre karşı ciddi bir mücadele verildiği takdirde kısa zamanda çözüme ula­şılacaktır. Ama daha önce de değindiğimiz gibi çeşitli terör odaklan ile hükümet arasında organik bir bağ bulunmaktadır. Kimi hükümet yetkili­leri tarafından korunup, gözetilmektedirler. Böyle bir durumda terör olaylarının önüne geçmek mümkün müdür?..

Yıkıcı faaliyetlere değinirken, içkinin kötülüklerinden bahsetmiş, toplumun çürümesinde önemli bir rol oynadığını söylemiştik. İçkinin ser­best olmasını isteyen kişilere de meydan okumuştuk. Bu arada Mısır Ezher Üniversitesi'nin alimlerine de çağrıda bulunmuş, halkı uyarmaları, yetkililere ikazlarda bulunmaları gerektiğini söylemiştik.

Ama kimseden çıt çıkmıyor. Ezher Üniversitesi alimlerinden hiçbiri çıkıp da içki içmenin, içki fabrikaları kurmanın, içki satmanın haram ol­duğunu haykıramıyor.

Kimden, neden korkuluyor? Halk Ezher Üniversitesi alimlerine karşı büyük bir güven besliyor. Ezher Üniversitesi alimleri hiç bir şeyden çe­kinmeden gerçeği haykırmaklar, içki fabrikalarının kapatılmasını ve ül­kede içki içilmesinin yasaklanmasını istemelidirler. Hiç belli olmaz, eğer yoğun bir itirazda bulunurlarsa hükümete karşı bir baskı gücü oluşturarak içki fabrikalarını kapattırabilirler. Bu da Allah katında onlar için büyük bir sevap olacaktır.

Uzmanlardan, doktorlardan, sosyolog ve hukukçulardan da içkinin zararlarını halka anlatmalarını istemiştik. Onlardan ayrıca hükümete karşı da tavır almalarını bekliyoruz. Toplumsal baskı güçlerini kullanmalarını ve hükümete içki yasağı kararı aldırmak için çaba harcamalarım bekliyo­ruz.

İçkiden başka uyuşturucu maddelere de değinmiştik. Hükümet yetki­lilerinin, eğer müslümanlarla uğraştıkları kadar uyuşturucu ile mücadele etseler şimdiye kadar sorun çözülmüş olurdu demiştik. Uyuşturucu ile mücadelede kullanılmasını önerdiğimiz bazı önlemlerden söz etmiştik.

Kumara da değinmiştik, gençliğin giderek bozulmasına neden oldu­ğunu belirtmiştik. Kimi hükümet yetkililerinin desteklediği kumar kulüp­lerinin hepsinin kapatılmasını istemiştik.

Bu bölümde ise, toplumsal çürümeye neden olan daha önemli unsur­lara değinmek istiyorum. Giderek yaygınlaşan ve etkisini artıran bu un­surlar, televizyon, radyo, kötü amaçlar için kullanılan sinema, tiyatro ve basın organlarıdır.

Basın-yayın organları eğer iyi ve hayırlı yerlerde kullanılırlarsa top­lumun eğitimi ve yönlendirilmesi açısından oldukça önemli bir görevi ye­rine getirirler. Ama ne yazık ki günümüzde toplumu yanlış yönlendirmek için kullanılmaktadırlar. Ahlaksızlık ve fuhşiyat topluma egemen kılmak için çalışılmaktadır. Kötü amaçlar için kulanılan radyo ve televizyonun girmediği ev kalmamış gibidir. Hemen herkes televizyon izlemekte, rad­yo dinlemektedir.

Yazılı basın organları da aynı durumdadır. Yazılanlar, çizilenler ara­sında toplumun inşasına yardımcı olacak hiç bir şey bulamazsınız.

Toplumun yıkılmasına engel olmak isteyen ve yeniden inşası için çaba harcayan fikir adamlarının bunlara karşı çıkışları büyük yankılar uyandırmıştı.

Bir zamanlar basın-yayın organlarının başlarında İslam ile, müslümanlık ile alakası olmayan kişiler vardı. Onlar bu evrede boş durmadılar, toplumu bozmak için durmadan çalıştılar. Yabancı ülkelerden yayınlar, filmler getirdiler. Bunların aynısını Mısır'da da yaptılar, gençliği pençele­rine düşürdüler.

Bütün bunlar karşısında ise Ezher Üniversitesi alimleri sessiz kalma­yı tercih ettiler. Gençlerin bozulmasına, toplumsal yapının sarsılmasına ses çıkarmadılar. Böylece suça ve günaha onlar da ortak oldular.

Oruç ve ibadet ayı olan Ramazanlar, artık sabahlara kadar eğlenme zamanı oldu. Kendilerine sanatçı diyen kişilerin İslam dışı hareketleriyle Ramazanlarda her türlü rezaletler sergilenir oldu.

Düşünen ve inanan insanlar bunların kaldırılmasını ve engellenmesi­ni istediler ancak yetkili makamlardan herhangi bir yanıt gelmedi. Şu an­da yetkili makamların önünde Prof. Dr. Mustafa Eş'aka tarafından veril­miş bir dilekçe var.

Var ama, biz hala gazetelerde eğlence programlarının, dansözlerin ilanlarını okumaktayız, Nedir bu?

Yetkililer, çoğunluk olan halkın isteklerine kulak tıkarken, mutlu azınlığın arzusu yönünde hareket etmiş olmuyor mu? Halk gözardı edile­rek nereye kadar gidilebilinir ki?.

Hiç unutmuyorum, bir tiyatro sahnesinde melekler insanları cennete sokmak için rüşvet alıyor şeklinde canlandırılıyorlardı. Şimdi bunun an­lamı nedir? Bu insanların kafasında şüphe ve kuşkudan başka ne uyandı­rır? Halkın İslam'a yönelmesine engel olmak isteyenler, tiyatro ve sinema gibi sanatları kendi emelleri için kullanıyorlar.

Kendilerine sanatçı diyenler, tamamen gerçek sanatçılıktan uzaktır­lar. Amaçları gençlerin şehvetlerine hitap etmek, onları ahlaksızlığa ve meşru olmayan işlere sürüklemektir.

Gençlerin önüne sahte kahramanlar sürülmüştür. Bugün pek çok er­kek ve kız, bu sahte kahramanlara benzemek için uğraş vermektedir.

Yetkililer, ahlakı zedeleyici şeylerle mücadele ettiklerini söylüyorlar ki, anlaşılan bu mücadele tıpkı uyuşturucu ile yapılan mücadele gibidir. Destek vermek ve göz yummak...

Uzmanlar yaptıkları araştırmalar sonucunda şu acı gerçeği saptadı­lar: İşlenen cinayetler ve suçların çoğunluğu izlenen filmlerin etkisi altın­da kalınarak gerçekleştiriliyor.

Herhangi bir suç işleyip hapishaneye düşen genci orada daha kötü koşullar beklemektedir. Hapishanenin azılı ve kötü ahlaklı kişileriyle mu­hatap olmakta, onlar gibi yetişmektedir. Bu genç hapishaneden çıktığında yine potansiyel bir suçlu konumunda olmaktadır. Hapishanenin kapısında yazılı olan "ıslah, terbiye ve ahlak" yerini böylece, ahlaksızlık, yıkım ve tahribata bırakmaktadır.

Gençlerin çoğu içki ve sigaraya, izledikleri filmlerdeki kahramanlara özenerek başlıyorlar.

Televizyonu kapanana kadar izleyen kişilerin sayısı giderek artmak­tadır. Geç saatlerde uyuyanların çoğalması, sonuçta üretimde düşüşlere neden olmaktadır.

Şimdi bazıları televizyonu savunmak için, Tv'de dini programların da olduğunu söyleyebilir. Evet var, ama nasıl programlar?

Ruhsuz, içi boşaltılmış, cansız programlar.. Tamamen resmi ideolo­jiye uygun, devletin görüşlerine zıt düşmeyecek şekilde tavizler verilerek hazırlanmış programlar.. Böyle programların kime, ne faydası olacaktır? İslam'ın bütünüyle anlatılmadığı programlardan yarar beklenebilir mi? Devamı istenebilir mi?

Gazete ve dergilerde İslam'a saldıran çeşitli yazı ve makaleler oku­maktayız. Bunların çoğunluğu iftira ve iddialarla doludur. Ne var ki, biz bunların bazıları hariç, çoğuna cevap vermiyoruz. Sabrediyor, karmaşa ortamının oluşmaması için çaba harcıyoruz.

Genelde iktidara yaranmak isteyen basın-yayın organları iftira ve asılsız iddialarda bulunma yolunu seçmektedir. Böylece İslami Hareketi töhmet altında bırakmayı ve halkın kafasında bir takım soruların oluşma­sını amaçlıyorlar. Bu hastalık çoğunda vardır. Yalnızca okuduklarına ina­nan kişiler ise, bu yalanlara ve iftiralara inanmaktadır.

Zalim ve halktan kopuk yönetimler, genelde basın-yayın organlarına büyük önem veriyorlar, bu alanda çok para harcıyorlar. Bundaki amaçlan ise, yaptıklarını halktan saklamaya çalışmak ve halka yanlış bilgiler veril­mesi için basın-yayın araçlarını kullanmak. Böylece zulümlerini, şatafat­larını ve haksızlıklarını gizlemek istiyorlar...

Mevcut eğitim politikası da, yıkıcı çalışmalar arasında sayılabilir.

Eğitim, dini ve ilmi kimliğini kaybetmiştir. Boş ve çoğu hiç bir işe yara­mayan bilgiler yığını öğretilmektedir öğrencilere. Okullardan ahlaklı, ter­biyeli ve bilgili kişiler yetişeceğine, bunların tam aksine kişiler mezun olmaktadır. Bu nedenle rüşvet yayılmış, sahtekarlık almış başını yürümüş ve ortalığı ahlaksız kişiler doldurmuştur.

Bu bir kez daha gösteriyor ki, insanların koyduğu kanunlar, insanla­rın yaşantılarını düzenlemek ve toplumun sağlıklı işlemesini sağlamak için yeterli değildir. İslam'dan başka hiç bir sistem sorunlarımızı çözeme­yecektir.

Mevcut eğitim sisteminin başarısızlığı, mezun ettiği onbinlerce kişi­nin hiç bir işe yaramadan hükümet dairelerinde oturmalarıyla ispatlanmış durumdadır. Bürolar ve kurumlar memurlarla dolmuştur. Ama yapılan bir araştırmaya göre memur sayısının artmasına karşın, üretimde bir artış gözlenmemiştir. Hatta eskiden daha fazla verim alındığı tesbit edilmiştir.

Bu nasıl eğitim sistemidir ve nasıl bir bakış açısıdır? Verim ve üre­tim artırılamadığına göre binlerce kişinin okullardan mezun olmasının anlamı nedir?

Ülkede gizli işsiz sayısı giderek artmaktadır. Üniversitelerden me­zun olanlar işsiz gezmektedir. Bunlar, yanlış istihdamın ve yanlış planla­maların sonucu değil midir?

İş bulamayan kişiler ne yapacaklardır? Ya haksız kazanç sağlama yoluna gidecekler, sahtekarlık yapacaklardır ya da hırsızlık, cinayet gibi suçları işlemeye mecbur kalacaklardır. Böyle bir ortamda sağlıklı bir top­lumdan söz edilebilir mi?

Hükümet yetkililerine şu soruları sormak kaçınılmaz olmuştur:

"Ülkenin kalkınması ve gelişmesi için yapılan planlamaları kimler gerçekleştiriyor ve planlıyor? Bunda yabancı güçlerin bir payı var mı? Eğer yoksa ve bütün plan ve programlar hükümet tarafından yapılıyorsa, hep yanlış sonuçlar veren planlar üzerinde neden ısrar ediliyor?.."

Soruları çoğaltmak ve yenilerini eklemek mümkün:

"Hükümetler neden sık sık değiştirilmektedir? Yoksa bu başarısız planlamaların kamufle edilmesi için seçilen yeni bir yöntem midir?.."

Kırk yıl kadar önce hapishanede okumuştum, şair Muhammed el Es­mere şöyle diyordu şiirinin bir yerinde:

"Bakanlar geliyor, başkaları geliyor

Ve Mısır bakışlarını şaşkınlıkla etrafa çeviriyor..."

Evet, ne zamana kadar bakışlarımızı şaşkınlıkla etrafa çeviriyor ola­cağız acaba? Biz, şaşkınlıkla etrafa bakınmak değil, istikrar ve kalkınma istiyoruz.

Resmi ideolojinin destek verdiği tüm gayri meşru işlerin durdurul­masını istiyoruz. Bunu yeniden inşa hareketinin temeli olarak görüyoruz. Kötülükleri yok etmeden, üzerine iyiyi ve güzele nasıl inşa edebiliriz?

Bütün bu isteklerimize cevap verebilecek birileri var mı acaba, me­rak ediyoruz...[389]

 

Tek Çözüm, İslama Dönmek

 

Devletin amacı ne olmalıdır? Devlet, halkını tüm kötülüklerden ko­rumak ve onların mutluluğu için çaba harcamakla görevli değil midir?

Ama bugünkü manzara tam tersinedir. Yıkıcı çalışmalar bizzat dev­let eliyle himaye görmektedir. Yıkıcı çalışmaları yapanlar, hükümetin bu tutumundan destek almakta, çalışmalarını daha da yaygınlaştırmaktadır­lar.

Bu arada, yapıcı çalışmalarda bulunmak isteyenler işkence ve zulme uğramakta, yıkmak değil, yapmak isteyenlerin müesseselerine el konul­makta, gazete ve dergileri kapatılmakta, çalışamaz hale getirilmektedir.

İslami Hareketin kalbi, vatanına hizmet ve ülke evlatlarına yardım için çarpmaktadır. Vatanın yeniden yapılandırılmasını ve Allah'ın sistemi doğrultusunda inşa edilmesini istiyoruz. Bu, İslami Hareketin değişmez amacıdır. Hükümetler, başkanlar değişse de, bu amaç İslami Hareket için değişmeyecektir. Ne kadar güç ve yolumuz engellerle dolu olsa da, yıl­madan bu amacın gerçekleşmesi için çalışacağız...

Kimileri bir takım iftiralar atarak hükümet lehine çalıştığımızı söyle­di. Yıkıcılıktan uzak, güzel sözle hitap ettiğimiz için ve insanlara hikmet­le öğüt verdiğimiz için bazıları bunu ters anladılar. Gerçekte ise, İslami Hareket şimdiye kadar hiç kimse hesabına çalışmadı ve bundan sonra da çalışmayacaktır.

Çünkü bizler yalnızca Allah rızası için çalışırız. Allah'ın sistemi ha­kim olsun diye çaba harcarız. Bundan başka dünyalık hiç bir beklentimiz ve kimseyle çıkara dayalı bir ilişkimiz yoktur.

Geçen bölümlerde inşa hareketinin başarıya ulaşabilmesi için halk üzerindeki baskıların kaldırılması gerektiğini söylemiştik. Kelepçeler ve zincirler kırılmalı, özgür bir ortam oluşturulmalı demiştik. Bunlar da, an­cak yürürlükteki olağanüstü hal kanunu ile özgürlüklerini kısıtlayan bazı kanunların kaldırılması ile mümkün olacaktır.

Yeniden tekrar ediyoruz ki, baskıyla, işkenceyle ve zulümle hiç kim­se başarıya ulaşamaz. Huzur ve istikrar ortamına geçmek bizim için ol­dukça gereklidir.

Terör olaylarını önlemek için çaba harcanmalı ve adaletli, güven ve­rici ve istikrarlı bir yapı meydana getirilmelidir.

Bu saydıklarımızı, başarmak için mevcut hükümet için yeterli ola­naklara sahiptir. Tabi eğer isterse...

Toplumsal yapıyı olumsuz etkileyen unsurlar arasında içki, kumar ve uyuşturucuyu saymıştık. Bunlara son zamanlada sayıları giderek artan video filmlerini de eklemek mümkün.. Bu alanda müthiş bir başıboşluk var ve gençler olumsuz bir propagandanın etkisi altındalar.

Şimdi değinmek istediğim bir başka konu da, tatil köyleri ve turistik oteller.. Turizm adı altında yabancı ülkelerden gelen kişiler yüz kızartıcı bir halde sokaklarda dolaşabilmededirler. Turizm okullarında öğrencile­re içkinin nasıl sunulacağı ve viskinin çeşitleri öğretilmektedir. Bu konu­lar üzerinde sınavlar yapılmaktadır.

Bir yığın çirkinlik ne adına yapılmaktadır? Bir parça döviz elde et­mek için mi? Bu Mısır adına bir utanç ve yüz karasıdır. Mısır bizim vatanımızdır ve onun onuruna dokunacak tüm davranışlardan sakınılmasını istemek hakkımızdır.

Ahlak polisinin görevi nedir? Neden sorumluluklarını yapmıyorlar? Fuhuşun yaygınlaşmasına göz yummaktan başka yaptıkları ne vardır söy­ler misiniz? Aynı vurdumduymazlık, aynı umursamazlık ve aynı ilgisiz­lik...

Ey sorumlular!.

Mısır halkı için Allah'tan korkun. Alnının teriyle çalışanların maaş­larını neden bu kirli paralarla ödüyorsunuz? Sağlığa zararlı ithal gıdalar yedirdiğiniz yetmedi mi halka?

Suudi Arabistan'da yabancı kadınların da tesettüre riayet etmeleri kanunu varken neden biz de aynısını uygulamıyoruz? Niçin bizim ile Su­udi Arabistan arasında bir fark görüyoruz? Yoksa biz de haya yok mu oldu?

Ezher Üniversitesinin alimleri..

Neden susuyorsunuz? Neden şu rezil görüntülere katlanma yolunu seçiyorsunuz? Allah için bir parça öfkelenin, tepki gösterin, karşı çıkın.. Bu arsızlığı Mısır'ın yüzünden silin Allah aşkına...

Ülkede İslami eğitimin zorunlu kılınması için alimlerin eline önemli fırsatlar geçmiştir. Çünkü halk onları yüceltiyor, saygı duyuyor, takdir ediyordu. Alimler bilmelidirler ki, Allah katındaki mesuliyetleri, hükü­met yetkililerinin mesuliyetlerinden aşağı değildir.

Bu arada neden olan faktörler arasında faizi de saymamız gerekmek­tedir. Faiz mutlak suretle yasak edilmelidir. Çünkü faiz, üretimi zayıflat­makta, çeşitli ekonomik sorunlara neden olmakda, fıyatları yükseltmekte­dir. Pek çok sosyal yaraya yol açmaktadır.

Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Allah, faizi mahveder, faiz karışan malın bereketini giderir, sada­kaları çoğaltır, içinden sadaka verilen malları bereketlendirir."[390]

Faizle çalışıldığı için ekonomik hayatımızda bereket kalmamıştır. Yüksek enflasyon nedeniyle halk geçim sıkıntısına düşmüştür.

Allah'ın buyruğuna kulak asmayarak neden gafil davranıyoruz.

Rabbimizin şu uyarısı bizlere hiç mi bir şey anlatmıyor:

"Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız, faiz olarak artan miktarı almayın. Şayet faiz hakkında söylenenleri yap­mazsanız, Allah'a ve Resulüne karsı harp açmış olursunuz."

Allah'a ve Resulüne (a.s.) harp açılan bir toplumdan kalkınma ve ge­lişme beklenebilir mi?

Çeşitli ekonomi uzmanları, faizi savunan bazı görüşler ileri sürüyor­lar. Bizler için Allah'ın koyduğu kanunlardan başkası yoktur. Ülke faize yer vermeden de kalkınabilir, gelişebilir. Avrupa ülkelerinde ve Ameri­ka'da faaliyetlerini sürdüren İslami bankalar bunu ispatlamışlardır. Faiz­siz sistemle, başarılı çalışmalar yapmışlardır.

Neden faize karşı ısrar ediliyor? Devlet bakanları bankaların verdiği faizlerin haram olmadığı yolundaki sözleri ile neden halkın kafasını karıştırmaya çalışıyor?

Ey Mısır halkı, Allah ve Resulüne (a.s.) karşı harp açmaktan sakının ve faizi terkederek batıl düzenlerin çarklarını işlemez hale getirin. Bunu yapmadığınız sürece, bugünkü durumumuz düzelmeyecektir.

Allah'a ve O'nun şeriatına dönün.

Allah'ın bereket kapılarını sizlere açacağını unutmayın:

"Eğer peygamberlerin gönderildiği ülkelerin halkı inansalardı ve korunsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket ve bolluk kapılarını açardık."

Ey sorumlular!

İçkinin, kumarın, faizin ve ahlaksızlığın getirdiği günahlar sizlere yeter. Allah'a isyan etmemiz sonucunda bir türlü belimizi doğrultamıyo­ruz. Bu durumumuzu düzeltmedikçe kalkınma adı altında yapılacak tüm çalışmalar sonuçsuz kalacaktır.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Allah, güven ve huzur içinde olan bir şehri örnek verir ki, o şehrin halkının rızkı her taraftan bol bol gelirdi. Fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler de yapmakta oldukları şeylerden dolayı Allah, açlık ve korkuyu tattırdı."[391]

Onlar Allah'ın kendilerine verdiği nimetler için şükretmediler. Bo­yun eğmediler, isyan ettiler. Durumları bizim halimize ne kadar da benzi­yor...

Ayrıca Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Bizden size hidayet geldiğinde kim benim hidayetime uyarsa o sap­maz ve bedbaht olmaz. Kim de beni anmaktan yüzçevirirse, şüphesiz onun için dar bir geçim vardır ve biz onu kıyamet gününde kör olarak hasrederiz."[392]

Bugün halkımızın şikayet ettiği geçim darlığının nedeni, İslam'dan uzak oluşumuzdan başka nedir ki...

İçinde bulunduğumuz kötü durumdan kurtulmak ve huzura kavuş­mak istiyorsak eğer, tekrarlıyoruz ki, İslam'a sarılmaktan başka çıkar yol yoktur. Güven, huzur, istikrar, kalkınma ve gelişmeyi ancak böyle elde edebiliriz.

İslami Hareket, kullandığı "İslam çözümdür" sloganına bağlı kalacaktır. Her ne kadar güçlüklerle karşılaşsa ve yolu zorluklarla kaplı olsa da...

Allah elçisine bakın nasıl buyuruyor:

"Onların söylediklerinin gerçekten seni üzdüğünü biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler açıktan açığa Allah'ın ayet­lerini inkar ediyorlar. Andolsun ki senden önceki peygamberler de ya­lanlanman. Onlar yalanlanmalarına ve eziyet görmelerine rağmen sab­rettiler. Sonunda yardımımız onlara yetişti, Allah'ın kanunlarını değişti­rebilecek kimse yoktur.."[393]

Bir başka yerde ise şöyle buyruluyor:

"Sabret! Senin sabrın ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlara üzülme, kurmakta oldukları tuzaklardan dolayı sıkıntıya düşme. Çünkü Allah, kö­tülükten sakınanlar ve güzel amel işleyenlerle beraberdir."[394]

İslami Hareket, Mısır halkının güvenini sarsmayacak ve başarıya ulaşmak için var gücüyle çalışacaktır.

Bugün yıkıcı faaliyetler üst üste birikerek sorunlu bir yapı oluştur­muştur. Sağlam bir yapı inşa etmek için önce bunların ortadan kaldırıl­ması gerekmektedir. Biz Allah'ın izniyle bunu yapacağız.

Bizler kurtuluşa erenlerden olabilmek için Allah'tan korkan, güçlük­lere karşı sabır ve azimle karşı koyan insanlar istiyoruz.

Bugün İslam'ın hayata hakim olması için çalışanların yoluna binbir türlü engeller çıkartılıyor. Fakat bunlara rağmen bizler cihadımızı sürdü­recek, hedefimize adım adım ilerleyeceğiz.

İslami Hareket halkın da desteğini almıştır. Artık hiç bir baskı ve en­gelleyici kanunla bizlerin çalışmalarını kısıtlayamazlar.

Çünkü bu hareket, güçlü ve kuvvetlidir. Gücünü de İslam akidesin­den almaktadır.

İnsanlar, Allah'ın nurunu hiç bir zaman söndüremeyeceklerdir.

Biz üslup olarak güzel sözlü olmayı ve hikmetle davet etmeyi kendi­mize ilke edindik. İnsanları korkutmadan ve ürkütmeden davet ediyoruz. Kalpleri kazanmaya önem veriyoruz.

Davamız çok önemlidir ve bu yolda hiç kimse canını vermekten ka­çınmayacaktır.İnsanların düşüncelerini özgürce ifade etmelerini istiyoruz. Baskı, işkence ve zulüm kalksın istiyoruz. Vatanımızın kalkınması ve gelişmesi için bunlar gereklidir ve başka bir alternatif de yoktur...

Bizler İslami Hareket olarak azimle çalışacağız ve güçlüklere karşı sabredeceğiz. İhlaslı ve samimi olacağız, başarıyı ise Allah lütfedecek...[395]

 

18. İSLAMİ HAREKETTEN HALKIMIZA

 

Gayemiz Nedir?

 

Böyle başlık atıp okuyucuya anlatmak istediğimiz hedefimiz şudur:

Kardeşlik ve yardımlaşma bağlarını tam bir şekilde sağlamak, bunu da İslam ile halkın kaynaşmasından görmekteyiz. Halk, İslam ile barışık yaşarsa hem vatan bütünlüğü ve hem de kalkınma bütünlüğü yaşanır. Bu uğurda atılacak bütün adımlar Allah'ın izni ile hedefine ulaşır.

Hastalığı bilip teşhisini koyarak tedaviye yönelmek esastır.

Halkın ihtiyacını iyi bilmek gerekir. Davetçiler halka iyi ilaçlar sun­malıdırlar. Bizim bu başlıktan amacımız, halkımızın selametidir.

Allah'ın izni ile sağlam ve yıkılmaz bir bina üzerine her şeyimizi dikmek istiyoruz.

"De ki:

"İşte benim yolum budur: Allah'a basiretle davet ederim. Ben ve ba­na uyanlar... Allah'ın şanı yücedir, ben ortak koşanlardan değilim."[396]

 

İslami Hareketten Halkımıza- Takdim

 

Allah'a hamd, dualar, iyilikler O'nun sevgili Peygamberine, Peygam­berinin güzide evlatlarına, eşlerine ve ümmetinin hepsinin üzerine olsun.

İslamî davet sahasında gerçek yerini almış olan büyük Üstad Musta­fa Meşhur'un bu değerli kitabını sizlere tavsiye etmem benim için bir şe­reftir. Üstad bu çalışmasında davetin zorluklarını ve hastalıklarını teşhis etmiş ve tedavi yollarını da ortaya koymuştur.

Müslüman ümmetin dertlerine çare bulunması, bu ümmetin hakkı­dır. Bu iş İslami örfte bir köşedir. Nasihat İslam'ın esasıdır.

Resulullah (a.s.) bu konuda şöyle buyuruyor:

"Din nasihattir. Biz: "kim için Ey Allah'ın elçisi" dedik. O da: "Al­lah, Rasulü, kitabı, müslüman ümmeti ve herkes için" dedi."

Burada asrın davetçisi Şehid İmam Hasan el-Benna'nın şu sözüyle yola çıkabiliriz.

Şöyle diyor:

"İnsanların çoğu Kardeşler arasındaki bu sıkı bağın sebebini sor­maktadırlar. Birbirlerine olan güvenin, saygının, sevginin nasıl oluştu­ğunu, kardeşinin ihtiyacının görülmesini önemli bir vazife saymasını, iş­lerinde yardımlaşmayı vs... soruyorlar.

Bizler bu kardeşlerimizi her şeyimizle bağrımıza basıp sevdik, dün­ya ve ahiret işlerinde başarılı olmaları için bütün gücümüzle çalıştık.

Mallarımızı ve canlarımızı bu uğurda feda ettik.

Bizlere soru soranların, Müslüman Kardeşlerin gayretlerine şahit olmalarını çok isteriz, insanlar uyurken bunlar seher vakti ayaktalar, kendileri gecenin bir bölümünde daima hazır bekler, onlarda bazıları ikindi mesai bitiminden gecenin geç saatlerine kadar bürolarını davanın hizmetine verirler, düşünce ve yaşantılarıyla katkıda bulunurlar. Öyle zamanlar olur ki bir ay boyunca her şeyini bırakıp sadece dava için çalı­şır da ayın bittiğinden haberi olmaz. Malını, mülkünü dava yolunda har­car, adeta davranışlarıyla uçuruma giden halk için şöyle seslenir:

"Sizden hiç bir ücret istemiyoruz. Benim ücretim Allah'tandır. Üm­metin helakından Allah'a sığınırız. Çünkü o ümmetin içerisinde bizler de varız. Bizler bütün bunların bu topluluğun içinde bulunduğu sapıklıktan kurtulması için yapmaktayız."[397]

İşte bundan dolayıdır ki "Müslüman Kardeşler" arasındaki bu ilişki, bu kardeşlik hala devam etmektedir. Bu inançlı halk uyuduğu gaflet uy­kusundan uyansın diye ellerinden gelen her şeyi hiç tereddüt etmeden harcamaktadırlar. Bu halk Allah'a olan borcunu ve sorumluluğunu bilme­si ve O'na hakkıyla kul olabilmesi için davetçi sıfatına bürünen bu güzide insanlar görev aşkıyla yanıp etrafa ışık tutmaktadır. Yeter ki bu halk kölelikten kurtulup Allah'ın hürriyetine kavuşsun.

"Ey inananlar, rükû edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin ki umduğunuza eresiniz. Allah uğrunda, O'na yaraşır biçimde cihad edin. O, sizi seçti ve dinde size bîr güçlük yüklemedi; babanız İbra­him'in dini (ne uyun). O (Allah) bu (Kur'an)'dan önce (ki kitaplarda) da, bu (Kur'an)'da size "Müslümanlar" adını verdi ki, Elçi size şahit olsun, siz de insanlara şahit olasınız. Haydi namazı kılın, zekatı verin ve Al­lah'a sarılın; sahibiniz O'dur. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır.[398]

Tertemiz berrak bir yol. Her inanan insanın bu berrak yoldan yürü­mesi gerekir. Bu yol üzerinde hayatını sürdürmesi gerekir.

Yüce Allah (c.c.) bu berrak yolu yukarıdaki ayetlerde çok açık bir şekilde göstermektedir. Bu yolda insan, hayatın lezzetini, nefsinin huzu­runu bulur.

İslam öyle bir yoldur ki, ümmetin hayrına ve bütün halkın refahına ışık tutar. Bu ışığı tutarken, insanlığı kendine davet ederken asla "bu ya­bancı, bu batılı, bu doğulu" diye bir ayırım yapmaz, bütün insanlığı bağ­rına basar.

"Alemlere uyarıcı olması için kuluna furkanı (hakkı batıldan ayırma ölçüsünü) indiren (Allah) pek kutludur!"[399]

İşte bunun için Allah (c.c.) daha ilk başta ırkçılık ve milliyetçilik sevdasına düşenlerin hepsini sert bir üslupla uyardı ve hepsinin yanhz, kardeşliğin esas olduğunu açıkladı.

"Ey insanlar, sizi bir tek nefisten (nefes alan candan) yaratan ve ondan esini yaratıp ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık (bağlarını kırmak)'tan sakının, şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir."[400]

İslam inananlar arasındaki "kardeşlik" bağını en güçlü bağ olarak görmüştür. Kendisine gelen bütün insanları "kardeşlik" bağı ile birbirine kenetlemiştir. Bu bağı birbirine karşı da bir hak olarak algılamıştır. Bir müslümanın diğeri üzerinde kardeşlik hakkı vardır.

"Ancak inananlar kardeştir."[401]

Davetçi kardeşim,

Üstad Mustafa Meşhur'un insanlığın yararına sunduğu bu tavsiye ve yönlendirmeler çok faydalıdır. Akideyi güçlendirmesi, kardeşlik bağları­nın pekişmesi bakımından önemli bir boşluğu doldurmaktadır. İslamiyetteki bazı maksatlı maksatsız yanlış anlamaları düzeltmektedir. İnsanları Rablerine çağırmaktadır. İnsanların hastalığına teşhisi koyup reçetesini vermektedir. Önce kendi nefsinizi düzeltmeniz gerektiğini önemle vurgu­lamaktadır.

"Önce kendini, sonra başkasını düzelt" hadisini işlemekteydik. Bu ölçülerden yola çıkılarak İslami bir toplumun oluşabileceğine inanmakta­dır. İşte o zaman hak gelip batıl ortadan kalkacaktır.

"De ki: "Hak geldi, artık batıl ne bir şey ortaya çıkarabilir, ne de geri getirebilir (O tamamen yok olup gitmiştir),"[402]

Üstad Mustafa Meşhur, davet üzerine çok kitap yazmıştır. Davetçinin önünü açacak güzel örnekler sıralamıştır. Yoldaki zorlukları ve nasıl aşılması gerektiğini de bir bir ortaya koymuştur. Davetin asla lidersiz ve ordusuz olamayacağının altını çizmiştir. Davetin merhalelerim, yolda ih­tiyaç duyulan azığı, güzel bir örnek olmayı vs... gibi konulan eserlerinde genişçe işlemiştir.

Tebliğ vazifelerini asla unutmamalarını ve İslam'ın evrenselliğini her yere yaymalarım tavsiye ederiz. Üstad bütün bunların tecrübe edildiği bir kişidir, mutlaka istifade edilmelidir.

Allah (c.c.) bizlere, talebelerine ve tüm inananlara böyle faydalı ki­taplar sunduğu için Üstad M. Meşhur'dan razı olsun.

Allah hepimizi iyiliklere yönlendirsin. Hepimizi itaat eden kullarından kılsın.

O ne güzel işiten ve cevap verendir.

Sözümüzün sonunda Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd ederiz.[403]

Muhammed Abdullah Hatip.

 

Sunuş

 

Mısır'da yapılan genel seçimlere "Müslüman Kardeşler", "İşçi Parti­si" ve "Hürriyet Partisi" ile beraber girdi. Sloganımız da hep bir ağızdan "Tek yol, tek çözüm İslam" idi. Bunu, Mısır halkının içinden kopan bir alev olduğunu bildiğimiz için seçtik. Sonuçta bütün engellemeler ve hile­lere rağmen 60 milletvekili çıkardık. Bunun 36 tanesinini "Müslüman Kardeşler" çıkardı.

Bu seçim atmosferinde, "Müslüman Kardeşler"in İslami fikirlerini bütün halka değişik yollarla anlatmaya çalıştık. Ben de bunu fırsat bilerek bir yazı dizisi halinde fikirlerimizi "Halk" gazetesinde yayınlamaya baş­ladım. Sonra elinizdeki bu bölüm meydana geldi. Ben o zaman halkımızı, bütün engellemelere rağmen mutlaka yokluk ve sıkıntıların biteceğini, iş­kence ve zulmün sona ereceğini, bu kötülüklerin ve fakirliğin asla Mısır halkının kaderi olmadığını belirttim. Bunları yazarken, İslam'ın iyilikleri­ni, İslami akımlardan hiç bir zaman halka zarar gelmeyeceğini, tek kurtu­luşun İslam'a sarılmakla mümkün olabileceğine dikkat çektim.

Halktan her türlü konularda fikir alış verişini yapacağımızı, bizlere değerli görüşleriyle Mısır'ın sorunlarının çözülmesi için katkıda bulun­malarını istedik. Bizim bu gayretlerimiz neticesinde artık halk da inandı ki, "Tek çözüm İslam"dır.

Bütün zorlukların çözümün İslam'la olacağına kesinlikle inandı. İlk değişikliğin kendi nefislerimizde gerçekleşmesi gerektiğini, Allah'ın bir sünneti olduğunu biliyorlardı.

"Bir millet kendi durumlarım değiştirmedikçe Allah onların durum­larını değiştirmez."[404]

Mutlaka Allah'a dönüş olmalıdır. Büyük isyanlardan kurtuluş, laf üreten yalancılardan kurtulup Allah'ın ipine sımsıkı sarılmalıdır. Kendile­rini yönetenleri sorgulamaları ve kendilerini temsil edenleri iyi seçmeli­dirler. Allah indinde olan sorumluluklarını unutmamalıdırlar. Kendinden sonra gelecek nesillere iyi bir gelecek bırakabilmeleri için dikkatli olma­lıdırlar.

Bizler halkın birbiriyle kaynaşmasını ve bu vatanın sağlam temeller üzerinde durmasını istemekteyiz. Aralarındaki basit anlaşmazlıkları bir kenara bırakmalarını, vatan düşmanlarına ve İslam düşmanlarına karşı herkesin tek vücut olmalarını istemekteyiz.

Bu vatan için oynanan oyunların bilinci içerisinde olunmasını istiyo­ruz.

Eğer bütün bunlar olursa, vatan evlatları arasında kardeşlik bağları, saygı-sevgi bağları güçlenecektir.

Başarı Allah'tandır.[405]

 

İslami Oluşum

 

Öncelikle; "İslami oluşum" ne demektir, bu cümleden ne anlaşılıyor bunu açıklayalım. Bazı kişilerdeki yanlış mana çıkartmaları ortadan kal­dıralım. Bazıları; "İslami oluşumun dışında kalanlar müslüman değil mi?" gibi yanlış sorular yöneltmektedirler. Bu ve bunun gibi anlayışları gidermek için bu cümleyi ve içerdiği gerçek manayı açıklamamız gerek­mektedir.

Bir kişi ne kadar günahkar olursa olsun, biz onun müslümanlığından asla şüphe etmeyiz. İslam'ın esaslarını inkar etmediği sürece o kişi müslümandır. Veya yaptığı iş küfrü gerektirmiyorsa bir şey söylemeyiz, eğer gerektiriyorsa onu tövbeye davet ederiz.

Fakat İslami oluşum manasını kavramış ve bu oluşumun içinde yer almış müslümanları, diğer müslümanlardan ayrı değerlendiririz. Bu müslümanlar, hakikatları görmüş İslam'ın özünü kavramış ve bu uğurda mü­cadele etmiştir. İslam'ın emirlerini yerine getirmek için uyumamış, yardımlaşmış, vatanını ve milletini korumak için hep çalışmıştır.

Diğer müslümanları da bu davaya katılmaları için davet etmiştir. Al­lah'ın düşmanlarının saldırılarına karşı koymak için onları tek vücut ol­maya davet etmiştir.

Yüzyılın başlarında İslamî oluşumun büyük öncüleri bu oluşuma ışık tutmuşlardır. Sonra onların yolunda inananlar yürümüştür. Bunlara misal olarak; Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, İbni Yadis, Hasan el-Benna ve Mevdudi'yi sıralayabiliriz.

Yüce Allah, Şehid İmam Hasan el-Benna'yı İslami oluşum liderle­rinden birisi olmayı nasip etti. O, İslami yaşayışı ortaya koydu, en önemli hedef olarak da, bütün insanlığın kurtuluşunu sağlayacak olan İslamî bir devletin kurulması ve halifeliğin yeniden kurulması için bütün gücüyle çalıştı.

"Müslüman Kardeşler Teşkilatı", Mısır'da ve dünyada İslami oluşum fikrini ilk olarak yayan ve ortaya koyan kuruluş oldu.

Şöyle diyebiliriz; İslami oluşum fikri sadece Müslüman Kardeşler'in malı değildir. Yeryüzündeki bütün inananların malı ve davasıdır. Kadın olsun erkek olsun İslâm'ın istediği bir manayı kavrayıp o uğurda bu oluşuma katkıda bulunmak şarttır.

İslam, kişilere inancı oranında bazı görevler vermiştir. İslam'ın bu istekleri o kişiyi iş yapmaya, harekete geçmeye, İslami prensipleri uygu­lamaya geçirmeye yetmektedir. Bu kişinin hayattaki konumu ne olursa olsun, diğer insanlar gibi görevleri bakımından eşittir.

Biz İslami oluşum cümlesinden Resulullah (a.s.) ne anladıysa aynı manayı anlamaktayız. Evrensel bir mana içerdiğini, Resulullah (a.s.)'ın hayatında görmekteyiz. Evirmeden çevirmeden, sağa sola yönlendirme­den net bir anlam ortaya çıkarıyoruz. Aşın taşkınlık ve pasiflik değil dai­ma orta yolu anlıyoruz. Anlama kaynağımız Resulullah (a.s.)'dır.

İslami oluşum İslami öğrenmemizi gerektirmektedir. Hayatın bütün yönleriyle öğrenilmesini gerektirmektedir. Hedefe giderken de güzel söz ve hikmetle insanlara davranmamız istenmektedir. Gurursuz, kibirsiz, kavgasız, gürültüsüz; Resulullah ve ashabı hayatın küçük-büyük her yö­nünde nasıl davranıp yaşamışlarsa onlar gibi davranıp yaşamamız gerek­mektedir. İslami oluşumun, içerdiği anlam budur. Bizden istediği de bu­dur.

İslami oluşum içerisinde yer alan kişiler, kendilerini diğer insanlar­dan ayrıcalıklı göremezler. Kendilerini üst tabakada hissedemezler. Bazı toplulukların kendilerini üstün görmeleri gibi bir acizliği düşemezler. Kendilerini; "Müslümanların Cemaatı" diye lanse edemezler. Ama; "Müslümanlardan bir cemaat", diyebilirler. Kişilerin yanlış anlamalarına fırsat vermezler.

İslami oluşum sadece bir topluluğa ve onun fertlerine özel bir inanış değildir. Bütün insanları içine alan, onların hayatındaki her yönü irdele­yen ve çözümler getiren bir anlayıştır. Her insan bu hayattaki sorumlulu­ğunu bilmelidir. İslam ve müslümanlığın gerektirdiği görevleri bilmeli ve tatbik etmelidir. Gerektiğinde ölmesini ve öldürmesini bilmelidir. İşte ev­rensel olan îslami toplum oluşumu böyle olur.

"Oluşum" kelimesi; hareket ve incelik anlamını içerir. "İslami" keli­mesi de; yön ve hedef anamıım verir. "İslami oluşumun hedefi ise; İs­lam'ın ta kendisidir, İslam'ın dışında yeni bir şey değildir. Hedefi asla ki­şiler ve dünyevi istekler değildir. Bilakis hedefi bu uğurda her şeyden vaz geçip cihad etmek, kendini feda etmektir.

İslami oluşum hareketi mütevazi ve sakindir, aynı zamanda güçlü ve cesurdur. Gücünü ve cesaretini her şeyi bir anda yerle bir etme gücüne sahip olan Allah (c.c.)'dan alır.

İslami oluşum hareketi; iman meselesine çok önem verir. Çünkü iman, insanı her türlü kötü, sapık ve yanlış yollardan uzaklaştırır. Kişinin hayatında iyiliklere ışık tutar. İşte bunun için iman kişi için projektördür. İman kişideki, cihad, amel, hareket gibi unsurları canlandırır, pratiğe dö­ker. Duygularım prangalar ve gerekli gördüğünde serbest bırakır. Kişinin faydasına gördüğü şeyleri yaptırır. Kötü anlarda imdadına yetişir. İşte bü­tün bunlardan dolayıdır ki iman, kişideki nefsani oluşumun tamamlanma­sı için çok önemlidir.

İslami oluşum hareketinin içerisindeki kişiler sabır ve katlanmayı çok iyi bilirler. Bu tecrübelerini harekete yeni kapılar, pencerelerle akta­rırlar. Gençlerin canlılık ve atılganlık duygularını yerinde ve zamanında kullanmalarına yardımcı olurlar. Taşkınlık yapmalarını engellerler. Dai­ma orta yollu olmayı sağlarbr. Kötü sonuçlar doğuracak acelecilikten uzak ve bölünüp parçalanmaya götürecek yavaşlıktan uzak bir yol takip ederler.

İslami oluşum hareketinin kapıları, İslami kendisine bir dert kabul eden ve bu uğurda her şeyi göze alan herkese açıktır. İslam şeriatını ka­bul eden, onun kanunlarını ve devletini -bundan hala gafil olmayan-, ha­yatındaki bütün zorlukları bu devletin şeriatı, kanunlarıyla çözüleceğine inanan herkese kapıları sonuna kadar açıktır.

Böyle bir toplum oluşması neticesinde insanlık aleminin hali şimdi­kinden bin kat daha iyi olacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Böyle bir topluluğun içerisinde yaşamayı binlerce azınlık kabul et­miş ve yüz yıllarca rahat bir hayat sürmüşlerdir. Kendi devletlerindeki baskı ve zulümden kaçarak rahat gördükleri İslam'ın bayrağı altında yaşamayı tercih etmişlerdir. O İslam topluluğu da onlara asla zulüm etmemiş­tir.

İslami oluşum hareketi, Mısır halkının kendisidir. Öz malıdır. Dışarıdan empoze edilmiş veya aşılanmış bir oluşum asla değildir. Halka ya­bancı değildir. Halktan bir parçadır. Onunla ağlar, onunla güler, acılarını hep beraber hisseder. Bu oluşum hareketi için: "Halkın her derdine ko­şan, her yokluğunda malını canını veren, üzüntü ve sevinçli günlerinde hep halkının yanında olan bir harekettir" desek asla abartmış olmayız.

İslami oluşum hareketinin fertleri bu vatan ve halkı için herkesten çok ızdirap duyar ve yardımına koşar.

Haçlı seferleri ve Tatar istilasında bunun en güzel örneğini görürüz. Tarihte hareketin ferdleri vazifelerini yerine getirmişlerdir. İslam düş­manları şunu iyi biliyorlar ki, Mısır halkı ile İslami oluşum hareketi içeri­sinde yer alan fertlerin arasını aşarsa hedefine ulaşacaktır.

Onun içinde Mısır'da hiç bir zaman teknolojinin ilerlemesini, halkı­nın refah içinde yaşamasını. İslam düşmanları istemez. Her zaman halkla İslami hareketlerin aralarını bozar. Sanki hareketin içindeki kişiler halkı­na düşmanmış veya onların varlığından rahatsızmış duygusunu halka ve­rirler. Allah (c.c.) hakikati biliyor ki, gerçekler tamamen bunların yaptık­larının aksinedir.

Hareket içerisindeki insanlar halkın bir parçasıdır. Halkın kötülüğü­nü isteyen, onları fakirlik içerisinde ezer, özellikle dış mihraklı veya içte­ki kuklalar böyledir. Öyle olmasa kendileri rahat içinde yaşarlar mı?

Allah (c.c.) bazı zamanlar bu çirkinlikleri, halkın üzerinde oynanan bu kötü oyunları anlatmak için fırsatlar verir. Hareket içerisindeki sadık, inançlı insanlara attıkları iftiraları ortaya çıkarmak için fırsatlar doğar. Bu sadık insanların tek suçları, "halkımızın ve insanlığın kurtuluşu İslami kanunların tatbikiyle olur" demeleridir.

Bu güzel fırsatı son seçimlerde iyi değerlendiren Mısır halkına İsla­mi oluşun hareketi fertleri çok teşekkür eder. Yavaş yavaş İslam'ın şiarı olan:

"Tek çözüm İslam" olan çağrısı gerçekleşmektedir. Allah'a ve O'nun metoduna tabi olmadan hiç bir çözüm geçerli değildir.

O, kullarına karşı çok merhametlidir.

İslami oluşum hareketinin fertleri çok elem verici çilelerle karşılaştı­lar, hapislerde yıllarca işkence çektiler. Sebebi ise; Mısır halkının iyiliği­ni istemekti. Zalimler karşısında korkmadan Allah'ın kelâmını söylediler. Kınayıcmın da kınamasından asla korkmadılar.

Halkın bu hareket mensuplarının davetlerine "Hayır" demelerine katlanamadılar. Bu zalimler hareket mensuplarını Mısır halkının düşmanı olarak halka lanse etti. Allah biliyor ki bu insanlar Mısır halkının en iyi dostlarıdır. Hareketin fertleri Mısır halkının en şerefli evlatlarıdır. Bizler hapislerde çile çekerken bir gün olsun bu vatanın güzide halkına kırılma­dık. "Biz çile, işkence çekiyoruz; onlar için bizler içerdeyiz bizi neden anlamıyorlar" diye kızmadık.

Bütün kötü propagandalara rağmen biz aziz halkımızdan asla kopmadık, koparmaya da hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.

İslâmi oluşum Hareketi Mısır halkına dostluk ve kardeşlikle yanaşı­yor. Onlara İslâm'ın gerçeklerini doğru anlamaları için yardımcı oluyor. Bu vatanın ebedi olabilmesi ve düşmanlardan korunabilmesi için tek vü­cut olunması gerektiğini açıklıyor. Bizden sonraki evlatlarımıza iyi bir gelecek bırakabilmek için mutlaka birbirimizi sevip İslâm'ın prensipleri­ne iyice sarılmamız gerektiğini söylüyor.

Hareketin gayretleri, Mısır'ın İslâm ülkelerinin öncülüğünü yapması­dır. Ezher'in öncü dönemlerine, saygın zamanlarına yeniden kavuşması­dır.

Arap ve İslâm âleminde güvenilir bir konumumuzun olmasıdır.

İlim kapılarını dünyanın her yanından gelecek talebelere açmasıdır.

İslâmi azınlıkların bu vatana rahatça gelip yaşamasını sağlamaktır.

İşte İslâmi oluşum Hareketinin açıkça Mısır halkı için istedikleri bunlardır.

Mısır halkı bu hareketin sesine kulak vermelidir.

Çağrısına koşmalıdır.

Allah için çağrılan her yere tereddüt etmeden hep birlikte gidilmeli­dir.

Sevgi, kardeşlik ve beraber olarak bütün kâbuslu, ayrılıkçı günler geride bırakılmalıdır.

Her zaman ileriye, hep ileriye gidilmeli, arkalarda küçük şeylere takılıp kalınmamalıdır.

Dosdoğru olan İslâm'ın yolunda hep birlikte yürümeliyiz...

Zafer Allah'tandır.[406]

 

Hastalığın Teşhisi

 

Bütün içtenlikle söyleyebiliriz ki, İslâmi oluşum hareketi, Mısır hal­kının sevgi ve takdirini kazanmaya devam etmektedir. Vatanımızı kuşa­tan kötü oyunlara karşı halkıyla, hareket bütünleşmektedir. Vatanın has­talık ve tedavisinde elbirliği içerisindedir.

İslâmi oluşum fertleri, vatanlarının haline bakınca çok üzülüyorlar. Vatanı bu halden kurtarmak için çırpınıyorlar. Vatanı ve evlatlarını kendi canlarından daha üstün görüyorlar. Zenginleri mallarını, fakirleri gayret­lerini esirgemiyorlar. Canlan ve aileleri için çalıştıklarından kat kat fazla­sını Allah'ın dini için çalışıyorlar. Her zaman sevgili Mısır halkım kendi­lerinden daha üstün görüyorlar.

Şunu bilmeliyiz ki, bu vatan bizim ve bizler bu vatandan sorumlu­yuz. Bu vatanın güzide evlatlarının, geleceklerini de iyi hazırlamak zorun­dayız, buna mecburuz. Bize emanet edilen bu güzel vatana asla ihanet etmemeliyiz. Yabancı ellere bırakmamalıyız. Veya vatanımıza karşı laka-yıd davranmamalıyız. Vatanı bazı kendini bilmezlere teslip edip istedik­leri gibi hareket etmelerine izin vermemeliyiz. Allah'ın varlığının gözetimini düşünmeden sadece kendi şahsi çıkarlarını düşünen bu kendini bil­mez yöneticilere karşı sessiz kalmamalıyız.

Birlikte hastalığı bulmalıyız. Toplumumuza bu zararlı hastalık ne zaman ve nasıl bulaştı? Öncelikle bunu bulmalıyız. Sonra bu hastalığın teşhisini yapıp bunun iyileşmesi için hangi ilaçlara ihtiyaç var, onu tesbit etmeliyiz. Planlı, güçlü ve sabırlı bir topluluk olmalıyız. Hastalığı bu yol­la tedavi edebilir ve eski sahip olduğumuz güce, milletler arasındaki iyi yerine oturtabilirz.

Mısır halkı tarihte kendilerine karşı girişilen savaşlarda büyük zafer­ler elde etmiş ve düşmanlarına karşı koymasını bilmiştir. İslâm düşman­ları her zaman Mısır'a ve onun halkına tuzaklar kurmuşlardır. Önce Fran­sız saldırısı, sonra İngiliz ihtilali.... bunların her ikisi de kendi zehirli fikir sömürgesini ülkemize bırakmışlardır. Gayeleri Allah'ın şeriatının kökünü kazımaktır. Kendi aciz akıllarıyla yaptıkları beşeri kanunları koymaktır.

Okullarımızda kendi hukuklarını yıllarca okuttular. Hem de medeni hukuk uydurması altında. Uzun süren bu sömürge döneminde her yönden istedikleri hedeflere ulaştılar. Bunlardan sonra geriye bıraktıkları hukuk­ları, onlardan bin beter kanunlarını halk üzerinde uygulamaya başladılar.

Şehid Hasan el Benna bizlere vatanımızın o zamanki bazı güzellik durumlarını ve bu istilacıların gelmesiyle nelere uğradıklarını, nasıl gün­ler geçirdiklerini bir toplantısında şöyle anlatmıştı:

"Şüphesiz biz yeryüzünün en verimli topraklarına sahibiz. Önce tatlı suyuna, en normal havasına, en kolay rızık teminine, en çok iyiliğine, en orta yerleşimine, medeniyet ve çağdaşlıkta en iyisine sahibiz. Halkımızın çalışma gücü, maddi manevi gücünü ortaya koyması, tarım, ziraat vs. gi­bi alanlarda ülkemiz hep öndedir. Bir toplumun, huzur ve refaha kavuş­ması için greekli olan her şey bu toplumda her zaman vardır. Ne zaman­ki yabancılar her şeyiyle bizim vatanımızı sömürmeye başladılar.

O zaman bir sabah bir azimle halk bulunduğu kötü durumdan kur­tulur, fakirlikten zenginliğe, küçük düşmekten, öz benliğini bulmaya, bu­lunduğu hastalıklara ilaç aramaya başlar. Peki bütün bunlardan Mısır halkında geriye ne kaldı? Hiç bir şey. İstila içinde bulunduğumuz şu günlerde ilerleyebildik mi? Fakirlik, cahillik, hastalık, güçsüzlük vatanın her tarafını sarmış, doğunun savunucusu, medeniyet ve kültür kaynağı, zenginlik örneği olan Mısır nerede?"

İmam Hasan el-Benna daha sonra çiftçi ve işçilerin bulundukları kö­tü hal ve durumları zikrettikten sonra, yabancı şirketlerin bütün sanayi alanını ellerinde tutmalarının, halkın bütün yaşam giderlerinin yabancıla­rın ellerinde olmasının tehlikesini açıkladı. Hastalıkların çoğalması, kötü­lük ve ahlâksızlığın ilerlemesi, cahilliğin ilerlemesi, cinayetlerin çoğal­ması, İslâmi ruhun ve sadakatin kalmaması gibi her şeyin bu istila ile be­raber geldiğini anlattı.

Sonra (r.a.) şöyle devam etti:

"Bütün bunların sebebine gelince; Mısır'da bulunan bozguncu sistemin mutlaka tedavi edilmesi gerekir. Avrupa bizi yüzyıldır hileli oyunla­rıyla sömürmektedir. Ordusuyla, kanunlarıyla, okulları ve dilleriyle, fenleriyle ve ilimleriyle bizleri sömürmektedir. Diğer taraftan; alkoluyla, kadınıyla, yönetimiyle, örf ve adetleriyle bize kendini kabul ettirdi. Böyle bir ortam buldu. Her takdim ettiği şey büyük bir iştahla halkımız tarafın­dan kabul gördü. Bizler bütün bunlara çok şaşırdık. Onlara karşı koy­madık. İlmimizle, gücümüzle, medeniyetimizle onların istilasına uğradık. Onlara iyi niyetli dedik. Liderlerimizi onlara teslim ettik ve onların ca­hilliklerine güvenerek dinimizi ihmal ettik. Kendi mallarından zararlı bozuk olanlarını yeni ve faydalıymış gibi kabul ettik. İçimizdeki özü, cev­heri aldılar ama biz yine de uyanamadık. Gençlerimizi gruplar ve parti­lere ayrıldılar. Birbirleriyle çarpışmaya başladılar. Bazıları diğerlerim yeniyordu. Bir hedef ve metod olmaksızın karanlıkta birbirimize kılıç sallıyorduk.

Bütün bunların sorumlularına gelince; Hakim de mahkum da (idare eden ve edilen) sorumludur. Hakimler (idare edilen) sömürücü gasbçıların bazılarını çalarak onlarla bir oldu. Halkını, milletini düşüneceği yerde, kendi nefsini ve çıkarlarını düşündü. Sonra da Mısır'daki mahke­melerin adaleti ortada kayboldu, halkını hapislere kapamaktan başka bir iş yapmadı. Efendilerini sevindirdi. Gurur, kibir, bencillik, rüşvet, yağcılık, lüks yaşam Mısır'ı yönetenlerin en önemli özellikleri oldu. Mahkumlar (idare olunanlar) bütün bu zillete, ezikliğe boyun eğdiler, adeta razı oldular, görevlerini yerine getirmediler. Tuzağa düştü. Heva ve hevesine uydu ve iman ve cemaat gücünü kaybetti. Sonra her şeye muhtaç, her şeye el açan sefil bir topluluk içinde kıvranmaya başladı."

Sömürge altında inim inim inleyen halkımızın halini Üstad Hasan el Benna bize böyle anlatıyor.

İdareciler ve idare olunanların bütün bunlardan sorumlu olduğunu belirtiyor. İdarecilerin kendi zevk ve sefalarına düşkünlüğünü, idare olu­nan halkın da hep uykuda olup, olanlara seyirci kalması, düşüklüğü, re­zilliği kabul etmesi bu neticeleri doğurmuştur.

Bizler şimdi bulunduğumuz bu halden nasıl kurtuluruz, yeniden na­sıl süper devletler arasında yer alarız? Bunun soruşturmasını yapmalıyız. Halkımızı idarecilerle nasıl barıştırırız? Fertler olarak veya topluluk ola­rak üzerimize düşen görev nedir? Bunları sıraya koyup refah toplumunu oluşturmalıyız.

Üstad el Benna bizlere bunların yollarını ve ilacını da güzelce belir­tiyor:

"Avrupalılar bu maddeci hayatın yıkıcı prensiplerini ve öldürücü tohumlarını, kötü talihlerinin kendilerini Avrupalılar'ın eline düşürdüğü ve ellerinin uzandığı bütün islâm ülkelerine yaymaya çalıştılar. Öte yan­dan düzen sağlayıcı unsurları, kuvvet kazandıran yolları, ilim kültür ve sanayiyi, velhasıl faydalı tüm metodları bu milletlerden gizlediler.

Açtıkları bu sosyal savaşta, milletlerinin tüm siyasi dehalarını ve askeri uzmanlarını görevlendirdiler. Tabiatıyla nihayet arzuladıklarını gerçekleştirdiler.

Müslüman ülkelerdeki önde gelen şahsiyetleri, kendilerinden borç almaya ve kendileriyle birlikte çalışmaya ikna ettiler. Borç bulma yolla­rını onlara kolaylaştırdılar. Ve bu işin getireceği sonuçları onun gözüne önemsiz gösterdiler. Böylelikle borç verdikleri ülkeye ekonomik müdaha­le hakkına sahip oldular. Sahibi oldukları paralar, bankalar ve şirketler aracılığıyla bu ülkelere daldılar. Ekonomik hayatın çarkını diledikleri gibi çevirmeye başladılar. Yerli halka hiç bir pay vermeksizin aşırı kârlar ve korkunç servetler elde ettiler.

Bunun ardından idare, yargı ve eğitim sisteminin temel prensipleri­ni değiştirme imkanı buldular. Tüm İslâm ülkelerindeki siyasi, kanuni ve kültürel hayatı bizzat kendi renkleriyle boyadılar. Yarı giyinik çıplak ka­dınlarını, içkilerini, tiyatrolarını, danslarını, eğlencelerini, hikâyelerini, gazetelerini, romanlarını, masallarını, iğrenç ve delice tüm adetlerini bu ülkelere soktular. Kendi ülkelerinde serbest bırakmadıkları suçları bura­da serbest bıraktılar. Bu iğrenç gürültüleri, günaha çağıran ve fesatla dolup taşan bu hayatı aldatılmış zengin müslümanların ve idarede söz sahibi olan kişilerin gözlerine hoş gösterdiler.

Onlar bununla da yetinmediler, İslâm ülkelerinin bağrında, müslü­manların çocuklarının kalbine şüphe ve dinsizlik eken kolejler, sosyal ve fen fakülteleri açtılar. Onlara, kendilerini nasıl küçümseyeceklerini, din­lerine ve vatanlarına nasıl hakaret edeceklerini, kendi öz kültür ve inançlarından nasıl kopacaklarını, batılı olan her şeye nasıl hayran ola­caklarım ve Avrupalılar'da görülen herhangi bir hareketin bu hayatta uyulması gereken en üstün örnek olduğuna nasıl inanacaklarını öğettiler. Bu okullar yalnızca üst tabakanın çocuklarıyla meşgul oldu ve onla­rın üzerinde ısrarla durdu. Bu tabaka hakim ve idareci tabakaydı. Kısa bir zaman sonra da ümmetin ve milletlerin işlerinin idaresini onların ço­cukları ele alacaktı. Bu okullar, çocukların tam anlamıyla istedikleri kalıba bürünmesini sağlamadığında ise onları Avrupa'ya yollayarak eksik­lerini tamamlattılar. Bu sistemli ve korkunç sosyal savaş son derece bü­yük bir başarıyla sonuçlandı. Bu savaş izleri nefisleri bağımlı kılan, kalblere yapışan ömrü uzun ve izleri derin bir savaştı. İşte bu nedenle bu tip savaş, askeri savaştan da siyesi savaştan da kat kat daha tehlikeliydi.

İslâm'ın düşmanları müslümanların önde gelenlerini aldatmaya, onların gözlerinin önüne İslâm'ı olduğundan başka, akaid, ibadet ve ahlâktan ibaret, sihirbazlık, hurafecilik ve saçma sapan şeylerle dolu bir din olarak gösterecek sahte perdeler indirdiler.

Müslümanların bilgisizlikleri bu aldatmacıların başarılı olmasına yardım etti. İçlerinden birisinin islâm'ın mükemmel bir sosyal hayat dü­zeni olduğunu ve hayatın tüm problemlerine çözümler getirdiğini anla­ması için uzun zamanlar geçmesi gerekti."[407]

Toplumumuza bulaşan bu kötü hastalığı Üstad el Benna bizlere böy­le açıklıyor. Üstad el Benna hastalığın bütün yönlerini ve boyutlarını de­tayıyla önümüze sermektedir. Adeta bu günü görmüş gibi. Aradan 50 yıl geçti ama aynı sömürü, aynı düzen. Dış borçlanma ve halkın üzerine yük­lenme daha da arttı. Bu böyle giderse gelecekte daha da artacaktır. Mısır halkı borç ödemeye hep mahkum olacaktır.

İşte soframızda yediğimiz ekmeğin ununa hükmeden yabancılar.

Elli milyon insanın ağzındaki ekmek onların ellerinde.

İşte bütün kötülükleriyle Mısır gençliğini zehirleyen uyuşturucu şe­bekesi onların ellerinde.

Geleceğimizi üzerine bina edeceğimiz gençliği­miz onların ellerinde zehirleniyorlar.

Yahudi sefiri Kahire'ye koltuğunu atmış oturuyor.

Halkı birbirine düşürmek için nice tuzaklar kuruyor.

Siyasi, iktisadi, kültürel alanda ge­rekli etkiyi yapmak için gece-gündüz durmadan çalışıyor.

İşte kıymetli paramızın yabancı paralar karşısındaki rezil hali ve ina­nılmaz değer kaybetmesi.

İşte hürriyetimizi kısıtlayan dışarıdan ithal kanunlar, başında olağa­nüstü hal kanunu.

Polisin elindeki yetkiyle istediği gibi ceza uygulaması..

İşte önlerine gelen kişilere şüpheli bahanesiyle zindanlara kapatıp sınırsız işkence yapmaları., bunların en şiddetlileri, 54, 65 ve 81'de şayan­dı. Hâlâ da devam etmektedir.

İşte girilen yarışlar ve alınan kötü sonuçların hepsi siyasi istikrarsız­lık, plan ve programsızhğın ürünüdür.

İşte halkın hırsızlık korkusuyla malların güvencesizliği ve dehşet olayları. Hergün talan, çalma, çırpma vs.

İşte mahkemelerdeki yolsuzluklar, adaletsizlikler.

İşte resmi dairelerdeki rüşvet ve adam kayırma olayları ve diğer olaylar.

Bütün bunlardan ancak Allah'ın şeriatına sarılmakla kurtulabiliriz.

Vesselam.[408]

 

Hastalığın İlacı

 

Biz önceki konuda sevgili Mısır halkına olayları aktardık. Halkımı­zın yaşamış olduğu sömürgecilik; iktisadi, ekonomik, kültürel ve sosyal konularda halkımızı, geri bırakmıştır. Sömürgecilerin kötü emellerine alet olan idareciler acımasızca halkına zulüm etmişlerdir. Halkta her yönden gerileme meydana gelmiştir. Ahlâki çöküntüler, isyanlar, gasblar, rüşvetler... bütün bunlar sevgili Mısır halkının hastalıklarını meydana ge­tirmiştir. Sömürgecilerin de İslâm ülkelerinde istediği zaten hasta bir top­luluğun oluşmasıdır.

İnananların ahlâk, ibadet, itikat gibi esas değerleri de gevşedi. Aske­ri ve siyasi güç alanında sömürgeciler söz sahibi oldular. Kısacası kültür savaşında sömürücü güçler güzel Mısırımızı istila ettiler ve başarılı oldu­lar

Bütün bu olanlar karşısında inananlar yeniden toparlanma ihtiyacını hissettiler ve ahlâk, ibadet ve itikad yönünden toparlanmaya başladılar. Onlar gibi askeri ve siyasi alanda güçlenmeye başladılar.

Hayat bir bütündür asla bölünmez. Güce güç, zayıfa zayıf... hep be­raber aynı yönde gidilir.

"O günler... onları biz insanlar arasında çevirip dururuz (kâh bir kavme kâh ötekine galibiyet veririz; bazen bir topluma iyi veya kötü gün­ler gösteririz, bazen ötekine)."[409]

Bütün bunlarla beraber, İslâmi prensipler ve onun öğrenilmesi kendi içinde çok güçlendi. Yaşamın ve zorlukların çıkış ümidi oldu. Güzelliğiy­le, aydınlığıyla halk tarafından rağbet gördü. Böyle olmaya da devam edecektir... Çünkü o hak bir yoldur. İnsanın hayatı onsuz asla düzelmeye­cektir. Çünkü O'nu Allah (c.c.) koydu ve koruyor.

"Halbuki, kâfirler hoşlanmasa da Allah, mutlaka nurunu tamamla­mak ister, (bundan başka bir şeye razı olmaz.)"[410]

Fakat şöyle bir kural vardır: Her şey kendi zıddı ile bilinir ve o zıddı ile red edilir. Sömürgecilerin askeri ve siyasi alandaki toplu istilaları halkta onlara karşı aynı yerlerden İslâmi bir tepki doğurdu. İslâmi anlayış ve karşı koyuş gündeme geldi.

Toplum üzerindeki askeri ve siyasi düşmanlık onların şuurlanmaları yönünde tesir etti. Maddi yağmacılık ve sıkıntılarda İslâmi fikrin uyan­masına sebep oldu. Ülkenin her köşesinin İslâmi sisteme dönüşmesi yö­nünde yüksek sesler gelmeye başladı. İslâm kanunlarının uygulanması is­teniyordu. Böyle günlerin gelmesi elbette kaçınılmazdır. Çünkü böyle bir halkın içinde bulunduğu yüzyılların kültür ve medeniyeti buna itmiştir. Kalbleri ve ruhlarını yakıp kavuran İslâm açlığı ve susuzluğu onları böy­le bir isteğe itmiştir. Bu Kur'an-ı Kerim'in verdiği gıda dışında hiç bir yerde yiyecek-içecek ve ilaç bulamazlar. Onlar da bunun çok iyi idrakindeler.

"Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerde olan (sıkıntı­lar )a şifa ve inananlara bir yol gösterici ve rahmet gelmiştir. De ki: "Al­lah'ın lütfuyle, rahmetiyle (evet) ancak onunla ferahlansınlar. O, onların toplayıp yığdıklarından hayırlıdır."[411]

Gelin Hasan el Benna (r.a.)'nın bu kokuşmuş materyalist medeniyeti, halkımızı ezip geçen batılı kültür yapısını nasıl çökerttiğini kendi kale­minden hep beraber görelim. İnsanlara huzursuzluk ve karamsarlık veren bu maddeye dayalı medeniyeti şöyle anlatıyor:

"Evet doğrudur, ilim, fen, teknoloji, para, düşünce vs. gibi değerler ilerledi çoğaldı. Bu değerler insan hayatına, yaşamına her yönüyle ka­rışmaya ve o yaşamı yönlendirmeye başladı. Fakat bütün bunlar insanlığın mutluluğu için bir şey verebildi mi? İnsanlığın içinde bulunduğu sı­kıntılardan kurtarabildi mi? İnsanlığın yaşadığı manevi boşluğu doldurabildi mi? Toplumda yaşanan cinayet ve gasb olaylarını engelleyebildi mi? İnsanın istek ve arzularını prangalayabildi mi? Para ve mallarını fakirlerin karınlarındaki ekmeğiyle biriktiren zenginler doyup, o fakirler de karnını doyuracak bir lokma ekmek bulabildi mi? Zalimlerin zulmü ve düşmanın korkusu ve halkın bir rahat nefes alması gerçekleşti mi? Halk bu duyguları tadabildi mi?

Ey insanlar, bütün bunlardan hiç birisi gerçekleşmedi. O halde bu materyalist maddeci yapıya bürünen medeniyetin diğer medeniyetlerden ne üstünlüğü var ki bana hükmediyor? Sadece bu mu? Halk arasında bunun izlerini birbirimize gururlanarak göstermiyor muyuz? Hayatımı­zın bazı yönlerinde rakam ve dillerini kullanmıyor muyuz? Yüzyıllar bo­yu içinde yaşadığı bir medeniyeti nasıl olur da bir seferde atabiliriz? Al­lah'tan bize büyük bir bela ve ceza gelmez mi?"

Sonra İmam el Benna (r.a.) bizlere bu beladan, bu kokuşmuş mede­niyetin istilasından nasıl kurtulacağımızı ve izlerinin üzerimizden nasıl kaybolacağını anlatmaktadır:

"Bizim en önemli işimiz; bizi çepeçevre içerisine alan bu kapitalist medeniyetin tesirinden bir an önce kurtulmaktır. Öyle ki müslüman halkı sarhoş etmiştir. Hz. Peygamber (a.s.)'in liderliğinden, Kur'an-ı Kerim'in yol göstericiliğinden uzaklaştırmıştır. Bütün dünyasını Kur'an ışığından mahrum etmiştir. İlerlemesini yüzyıllarca geri bırakmıştır. Bu medeniyet bizi halkımız ve vatanımızın felaketi eriyle başbaşa bırakmıştır. Biz asla böyle eli kolu bağlı bir durumda bekleyecek değiliz. Onların vatanlarına gideceğiz. Evlerini fethedeceğiz. Öyle ki; bütün insanlık Hz. Muhammed (a.s.)'in ismini ve liderliğini öğrensin. Bütün dünya Kur'an'ı, onun nurlu yolunu öğrensin ve tatbik etsin. İslâm'ın gölgesi yeryüzünde her yere ya­yılsın. İşte o zaman müslümanın özlemi gerçekleşecek, yeryüzünde hiç bir fitne kalmayacak ve din sadece Allah'ın seçtiği islâm dini olacaktır.

"(Onların) Bu (yenilgileri)nden önce de, sonra da emir Allah'ındır, (ferman O'nundur). O gün müminler sevinir(ler): Allah'ın yardımıyle. (Allah) dilediğine yardım eder. O, galiptir, esirgeyendir."[412]

İmam el-Benna bizlere kolay ve anlaşılır bir dille kapitalist medeni­yetin ülkemiz üzerindeki durumunu anlatmakdadır.

Ülkemizi fiilen terketmiş ama izleri hâlâ devam etmektedir. Öyle ki bu izler hem idarecileri hem de idare olunan bizleri etkilemiştir. Huzur­dan, emin olmaktan, güvenden vs. gibi mübarek değerlerden tamamenuzaklaştık. Kur'an'ın aydınlığından, Peygamberin liderliğinden uzaklaş­tık.

El-Benna bize açıkça belirtiyor ki, beşeriyetin içinde bulunduğu bu sıkıntıdan kurtuluşunun "Tek çözümü İslâm'dır" olduğunu belirtmektedir. Ayrıca İmam; İslâm için mücadele eden davetçilere de, bu davayı vatanımızda güzelce bayraklaştırmamızı, beşeriyete faydalı olmamızı istemek­tedir. Şüphesiz böyle bir anlayış ve ruh çok yücedir. Allah (c.c.) yeryü­zünde inananları hakim kılacak ve dinini her yerde bayraklaştıracaktır... bundan büyük şeref ne olabilir ki?

Bütün bunların ışığında İslâmi oluşum hareketi Mısır halkından Rabbiyle aralarını düzeltmelerini ve yeniden Rablerine verdikleri sözleri gözden geçirmelerini istemektedir. Allah yanında geçerli olan din sadece İslâm dinidir. Allah'ın şeriatı, diğer beşeri kanunlardan kat kat üstün ve adaletlidir.

Yine Mısır halkından kalblerindeki utanç ve zayıflık duygularını bir kenara atmalarını istiyoruz. Ümitsizliğe itecek bütün düşüncelerden uzak olup geleceğe aydınlık dolu kalblerle bakmalarını istiyoruz. Bu vatanın evlatları uyku ve tembellik gafletinden uyanmalı ve bu vatanın dirilişi için yeniden hep beraber çalışmalıyız.

Vatanı yeniden korumak, layık olduğu yere getirmek, vatanın birer fertleri olarak -ayırım olmaksızın- hepimizin görevidir.

Bu konuda Şehid İmam Hasan el Banna (r.a.) şöyle diyor:

"Bizim görevimiz, bir elimizde aydınlatıcı meşale ve diğer elimizde hastalıkların reçetesi olduğu halde cadde ve sokaklarda insanları bu ay­dınlığa çağırmak ve hastalıklarına bu reçeteyi sunmaktır. Eğer başarılı olabilirsek ne mutlu bize ve vatanın evlatlarına. Eğer çağrımıza halk ce­vap vermezse, o zaman biz Allah'ın yanında mesul değiliz. Tebliğimizi yaptık, emanetini bildirdik, insanların iyiliğini istedik: Ondan sonra ken­dimizi üzmenin ve hakir görmenin doğru olmadığına inanırız. Allah'ın mektubunu taşıyanlar, insanlığın kurtuluşu için elinde davet reçetesini sunanlar sorumlu değildir. Bu sıfatlardaki davetçiler davalarına kesin inanmalıdırlar, davalarında samimi olmalıdırlar, davaları yolunda çar­pışmalıdırlar, zamanı, dünyayı ve olayları iyi takip etmelidirler. Bu davete gelen ve böyle bir dava erleri var mı?

"De ki: "Size bir şeyi öğütleyeyim: Allah için, ikişer ikişer ve teker teker durup düşününüz! Arkadaşınızda delilikten eser yoktur. O, çetinbir azabın arefesinde sizin için bir uyarıcıdır."[413]

İslâmi oluşum hareketinin Mısır halkında istediği şudur: Beşeri ka­nunların asla hayatlarında söz sahibi olmaması, bu sistemlerin insanlığı felaha erdiremeyceğine inanmalarıdır. Önümüzde Allah'ın nizamına ve kanunlarına sarılmaktan başka bir yol yoktur. İslâm Mısır'ın devlet siste­mi olmalı ve diğer İslâm devletlerine de lider olmalıdır. Bu halk, bu hanif din üzeredir. Azınlıklar da bu vatanın evlatlarıdır. Vatanın bütünlüğünü sağlamaktadırlar. Azınlıklar da bu topraklarda adaletin, huzurun ve iyili­ğin her zaman sağlanmasını isterler.

İşte bunu Kur'an-ı Kerim şöyle açıklıyor:

"Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah, adalet yapanları sever."[414]

İslâm'ın azınlıklar hakkındaki tavrı konusunda bir şeyler yazmak fazlalıktır. Tarihte her zaman azınlıklar müslümanların arasında yaşamış­lardır. Bu vatanda birlik ve beraberlik içerisinde hayatlarını sürdürmüş­lerdir. Bu konuda azınlıkların müslümanlara bakışını da takdir etmek ge­rekir. Fakat yaşadıklarını inkar etmiyorlar. Her ne kadar İslâm'a inanmayıp onun kurallarını tatbik etmeseler de gerçek budur.

Mısır halkına şunun güvencesini verebiliriz; İslâmi oluşum hareketi -ne demek olduğunu açıkladık- bu vatanda hiç bir zaman fitne fesada ka­rışmayacak ve bunun çıkarıcısı asla olmayacaktır. Bilakis bu hareket va­tanın birliği, bütünlüğü için herkesten daha hassastır. Bu yüce temiz ülke­nin rahat ve huzur içinde olmasını her zaman istedi ve onun için de elin­den geleni yapacaktır. Fakat bizleri anlamak istemeyen bazı çatlak sesler ve topluluklar vardır. Allah bizleri doğru yola, onları da bu vatanın sela­meti için dışarılara iletsin.

Mısır halkında kendilerinin hakkında iyilik ve birlik düşünceleri iyi ayırt etmeli, dostlarını ve düşmanlarım iyi bilmelidir. Kendi çıkarlarını, nefislerini düşünenlerle vatanın birlik ve bütünlüğünü düşünenleri bilmeli ona göre davranmalıdır. Bu kişiler her ne kadar basın ve medyanın karşı­sına çıkıp: "Biz de vatanın birlik ve beraberliğini istiyoruz" deseler de bu hak için yalan bir sözdür. Bunlara asla kanılmamalıdır. Bu iki topluluğu birbirinden ayıralım. İşleri ve gerçek olanları birbiriyle karıştırmayalım.

Vatanımız bir çok sistemlerle yönetildi. Sosyalizm, kapitalizm, ırk­çılık ve diğerleri gibi. Bu beşeri sistemler uygulandı. Hâlâ bu uygulama­ların kötü neticelerini yaşıyoruz. Vatanımızın ve dinimizin parçalanması ve yok olması uğruna beşeri kanunlar uygulandı. İdareciler sömürücü sis­temlerden aldıkları güç ile, vatanlarının bütünlüğüne inandıkları bu konu­ları zorla kabul edip uyguladılar. Ama gerçekler hiç de öyle olmadı. So­nuçta her şey alt üst oldu. Açlık sefalet, başkalarına kölelik gibi felaket­lerden bu vatan ve evlatları kurtulamadı. Bu vatanın evlatları içinde bulu­nulan kötü durumdan kurtulmak için düşünmeye başladılar. İçinde bulu­nulan hastalığın çoğalmasından dolayı halk ümitsizliğe düştü. Doğru çı­kış yolunu bulamama korkusu herkesi sardı. İdareciler de herşeye rağmen halkla savaşmaya, hastalığın ilacını bulan davetçilerle savaşmaya devam ediyordu. "Allah'ın şeriatını tatbik etmekle bu hastalıktan kurtulunabilinir" diyen davetçiler, idareciler tarafından cezalandırılıyordu.

"Bu halkın kurtuluşu var olan içki, kumar, kadın, rüşvet vs. gibi kö­tülüklerin ortadan kalkmasıyla mümkündür" diyen, cezalanıyordu.

Tek çözüm ve ilaç İslâm'dır. Bunun dışındaki dava arayışları beyhu­dedir. Allah katında olan dava ve ilaç her derde çözümdür. O yarttıklarını en iyi bilendir.

"Yaratan bilmez mi? O latiftir (bilgisi her şeyin içine geçen, her şe­yi) haber alandır."[415]

Her şeyden önce Mısır halkının şunu bilmesini isteriz ki; Allah'tan başka gidiş yerimiz ve Allah'ın önerdiği çözümden başka hiç bir yolla içinde bulunduğunuz bu halden kurtuluş yoktur. Bizleri yöneten idareci­lerinden Allah'ın şeriatına yönelmelerinden başka çareleri yoktur.

Kurtuluşumuz İslâm'dadır.

Yine Mısır halkına Allah'ın şeriatının uygulanmasını isteyen ihlâslı samimi insanları anlamalarını ve idarecilere bu yönde çağrılar yapmasını istiyoruz. İslâm'a bir sefer olsun fırsat verilmesini ve bu hareketi destek­lemelerini istiyoruz. İdarecilerden de halkın sesine kulak vermelerini ve aleyhine düşündükleri tuzaklardan vaz geçmelerini istiyoruz.

Mısır halkından kendilerinin haklı temsilcilerini meclise gönderme­lerini, onları daima gözetmelerini, verilen emaneti ehline vermelerini isti­yor ve ihanete uğramamalarına dikkat etmelerini istiyoruz.[416]

 

Hak Geldi, Batıl Yok Oldu

 

İslâm beldemizde batının ve doğunun kâbus dolu bulutları belirli za­man boyunca dolaştı. Bu zaman içerisinde müslümanların kalblerindeki iman nuru küllendi. Batı ve doğu aşkı bunları süsledi. Bu medeniyetler çıkış yolu olarak gösterildi. Hak olan İslâm dini gericilik, yobazlık diye tanıtıldı. İslâm'ı savunmak gericilik, batı ve diğer medeniyetleri savun­mak çağdaşlık sayıldı. Halkımızın bir çoğu bu sapıklığa kandı. O günler­de Paris'i dünyanın aydınlık şehri kabul ettiler. Bütün açıklık, o şehirden yayılıyordu. Böylece var olan bütün dengeler alt-üst oldu. Kalbler iyice köreldi. Gerçek aydınlık şehri olan Mekke ve Medine artık gericilik şehri idi. Allah'ın kitabının ve Rasulün sünnetinin nuru olan aydınlık şehirleri Mekke ve Medine....

Bu karanlık günler yaşanırken ülkemize bir çok kötülük ve hastalık­lar bulaştı. Önceden yazdığımız gibi İmam el- Benna bizlere bu hastalık ve kötülüklerin neler olduğunu belirtti. Vatanımız beşeri sistemlerin çark­ları altında, dinsizlik ve kapitalist düşüncenin değirmeninde nasıl eridiği­ni bizlere açıkladı.

Bütün bu kötü bulutlar içerisinde, içinde yaşanılan yanlışlıklar içeri­sinde Allah (c.c.) yeniden kendi isminin yüceltmesini ve İslâm'ın bir din ve devlet olduğunun haykırılmasını nasip etti.

İslâm, hayatın bütün yönlerini kapsayan bir sistemdir. Bu sesleri yükselten inançlı topluluk bugün de aynı şeyi söylemektedir.

Gelin beşeri sistemlerden kurtulup, aciz akıllarınızla yaptığınız ka­nunlardan kurtulup Allah'ın kanunlarına dönelim. İçinde bulunduğumuz kötülük ve kargaşadan ancak şeriata sarılmakla kurtulabiliriz. Böyleliklehem  biz kurtuluruz hem de bu kötülüklerin kaynağı olan ülkeler.

İslâm beldemizde bunun kavgası verilmeye başladı. İslâmi prensip­ler öne çıkarıldı ve halktan bu prensiplere sahip çıkmaları istendi. Süper güçlerin sömürgesinden ancak bu prensipleri savunarak kurtulabileceği­miz her yerde dile getirildi. Hak ve doğrulan savunan inançlı kadrolara kukla idareciler saldırmaya, bu sesleri susturmaya başladı. Bu güçlü hal­kın sesini susturabileceklerini, Allah'ın nurunu söndürebileceklerini san­dılar. Halbuki bu kâinattaki her ses, Hakkın sesinin yanında bir hiçtir.

"İyi bilin ki, yaratma ve emir O'nundur."[417]

Allah'ın sesinin yanında beşerin sesleri eridi gitti, yok oldu. Artık doğruların, hak üzere olanların sesleri yavaş yavaş yükselmeye, batıl ve yok olanların sesleri de yavaş yavaş alçalmaya başladı. Halk çağrılara ku­lak vermeye, ihlâslı insanlara yönelmeye başladı.

"De ki: Hak geldi, batıl gitti; zaten batıl yok olmaya mahkûmdur."[418]

"De ki: Hak geldi, artık batıl ne bir şey ortaya çıkarabilir, ne de ge­ri getirebilir (o tamamen yok olup gitmiştir)"[419]

"Hayır, biz hakkı batılın üstüne atarız da o, onun beynini parçalar, derhal (batılın) canı çıkar."[420]

Son seçimlerde "Tek çözüm İslâm'dır" çağrısıyla yola çıkan inanan­lar bunu gerçekleştirdiler. Beşeri düşüncelerin karşısında İslâmi düşünce batılın kafasını parçaladı.

Değerli Mısır halkı!

Hak olan İslâm her şeyiyle yeniden geldi.

"Artık batıl ne bir şey ortaya çıkarabilir, ne de getirebilir."[421]

Batıl düşünce ve sistemler çok kısa bir zaman sonra yok olacaktır. Her ne kadar kapitalist maddeci düşünce hayatın bazı yönlerine hakim ol­sa da asla hakka karşı galip gelemeycektir. Hak onun üzerine galip gele­cektir. Bazı insanlara galip gelebilir ama prensiplere ve hakka karşı asla.

Ey Mısır halkı;

Allah'a inanan insanların asla Allah'ın galip geleceğinden ve Allah'ınyardımının geleceğinden şüphesi yoktur. Allah batılla insanları onun ga­lip gelmesiyle vatanımızı imtihan etmiştir. Bildik bu sistemler fitnedir ve Allah'tan bir imtihandır. Allah (c.c.) halka bildirdi ki, beşeri sistemler as­la doğru değildir, eksiktir, yanlıştır. Onları gelecekte İslâm'ın zaferine ha­zırladı. Bu davanın gizli kuvvetleri kıldı. İmtihan esnasında onları beşeri kanunlarla yönetti, hastalıklarında o kanunlarından ilaç istediler. Her ne zaman o ilacı kullansalar asla hastalıkları azalmıyor, aksine artıyordu. Böylelikle Allah onlara bu ilaçların fayda vermediğini gösterdi, sonuç ise Allah'ın dilediği gibi oldu.

"Hayır, biz hakkı batılın üzerine atarız da o, onun beynini parçalar, derhal (batılın) canı çıkar."[422]

Bizler beşeri prensiplerin bazı faydalarını inkâr etmiyoruz. Fakat bu faydalar geçicidir. Hâlâ o yıkıcı prensiplerinin yanında meyvesini vermiş faydaları ayaktadır. Biz bunlara önceleri değindik ve her iki yönden de ölçtük.

İslâmi oluşum hareketi Mısır halkından Allah'ın şeriatını benimse­melerini ve "Tek çözüm İslâm" şiarını dalgalandırmalarını istemektedir.

Bütün samimiyet ve içtenlikle halkın, beşeri kanunlar karşısında İslâm prensiplerini haykırmalarını ve idarecilerden bunun uygulanmasını istemelerini, bekliyoruz. Hak olan dine ve her yerde adaletli, dengeli olan şeriata dönmelerini diliyoruz. Kurtarıcı tek ilaç odur.

Halkımızdan bu davaya gönül vermelerini ve bu davaya bütün samimiyetleriyle inanmalarını istemekteyiz. Onların böyle bir hayırlı davaya çağıranların da doğruluğundan emin olmalarını istiyoruz. Bu dava erleri, vatanın bölünmez bütünlüğü ve geleceğin aydınlığı için bütün güçleriyle çalışmaktadırlar.

İslâmi oluşum hareketi Mısır halkından ellerini bu dava erlerinin el­lerinin üzerine koymalarını ve ellerinden tutmalarını istemektedir. Rab­bani olan bu hareket metodunun bütün halkımızın bulunduğu sıkıntılar­dan kurtulacağı tek metod olduğuna içten inanmalarını bekliyoruz.

Bu hareket metodu hak bir metoddur. Ona hiç bir yönünden batıl ka­rışmamıştır. Batıl metodlar asla tesir edemez. Çünkü Allah katında olan bu hak metod, batılın kafasını parçalıyor ve hemen canını çıkarıyor.

Ey Mısır halkı,

Gelin, geleceği parlak olan bu hak metoda kucak açın. Allah'ın şeria­tı, hayatın bütün yönlerini kapsayacaktır. Bundan kaçış yoktur. Kurtuluş ancak şeriattadır.

Bizler biliyoruz ki, halkımız beşeri sistemlerin tesirinden hâlâ kurtu­lamamıştır. Bu izlerin silinmesi için zamana, halkın desteğine ve Allah erlerinin davetine ihtiyaç vardır. İnsanların akıllarından bu izlerin mutla­ka yok edilmesi gerekmektedir. Yerine de Allah'ın şeriatının izleri yerleşmelidir. Bunun yerleşmesi zannedildiği gibi uzun zaman almayacaktır. Bu halkın evlatlarından olan dava erleri "Tek çözüm İslâm'dır" şiarını yaymaya başladılar. Bizler bu çağrıya kulak verdik, halkımızın da bu çağrıya kısa zamanda kulak vereceğine inancımız tamdır.

Ey kıymetli Mısır halkı,

Biliniz ki: "En iyi ve en güzel güç hak ile olan güçtür. En çirkin ve en zayıf olan şeyler de batılla beraber olandır. Hak güçlü, batıl zayıftır"

Mısır halkı değerli ve kıymetlidir. Bu kıymetli halkın, batılın öncü­lüğünü yapmasını veya yapanları desteklemesini istemekteyiz. Sonu he­zimet olacak hiç bir oluşumda bulunmamalarını dileriz. Batıl üzere kuru­lan devletler saatlik, hak üzere kurulan devletler ise kıyamet saatine ka­dardır. Ne kadar karanlıklar ve kötü günler olursa olsun mutlaka bir gün güneş ve aydınlık vardır. O zaman dengeler değişecek ve münafıklar ka­çacak delik arayacaklardır. Ortalarda ihlâslı ve inançlı insanlar olacaktır.

Gelin kişilerin çıkarlarında değil de vatanın çıkarlarında birleşelim.

Gelecekte korku ve ızdıraplar bitecektir. Bu halkın kişileri kendileri­nin aydınlık geleceklerini hazırlayacak, zulüm ve ızdıraptan uzak bir ya­şam seçecektir. Bu topraklarda bir gün zalimlerin zulmü adaletsizlik, ya­lan, talan, rüşvet ve her türlü kötülükler mutlaka bitecektir.

Bizler Mısır halkından, kişilerin nefsani yenilgilerine uğramamaları için birbirlerine yardımcı olmalarını istiyoruz. Her türlü nefsani yenilgi kişiyi öldürür, bitirir. Yenilgilerin en beteri kişilerin nefislerinin istek ve arzularına karşı olan yenilgileridir.

Bundan dolayı Allah (c.c.)'ın insanları Uhud Savaşı'nda nasıl yenil­giye uğrattığını görmekteyiz:

"Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inanıyorsanız, mutlaka siz üstün ge­leceksiniz. Eğer size bir yara dokunduysa, o topluluğa da benzeri bir ya­ra dokunmuştu. O günler., onları biz insanlar arasında çevirip dururuz (kâh bir kavme, kâh öteki kavme galibiyet veririz; bazen bir topluma iyi veya kötü günler gösteririz, bazen ötekine) Allah inananları ortaya çı­kartmak, sizden şahitler edinmek için (zamanı kâh lehinize, kâh aleyhini­ze çevirmektedir) Allah, zalimleri sevmez ve inananları iyice özleştirmek, kâfirleri de mahvetmek için (günleri insanlar arasında böyle çevirmekte­dir)."

Kişiliklerin oluşması, nefislerin arzularına karşı konulması ve doğru­lara ulaşabilmenin yollarını Şehit el Benna şöyle açıklıyor:

"Ümmetin oluşturulması, milletlerin terbiyesi, amaçların gerçekleş­tirilmesi ve prensiplerin hakim kılınması, bu iş için gayret gösteren bir ümmetin veya bir grubun almasını gerektirir. Bunların en azından asla zayıflamayan güçlü bir iradeye, hile ve aldatmaya asla meyletmeyen sü­rekli bir fedakârlığa sahip olmaları, islâm'ın prensiplerini bilmeleri, iman etmeleri ve gereğini yerine getirmeleri gerekir. Böylece o dava ha­talardan masum, sapmalardan uzak, saldırılardan korunmuş ve hileler­den kurtulmuş olur. Bu özellikler, insanların sahip olmaları gereken ilk özelliklerdir. Bu ruhi kuvvetler üzerine, gelişmekte olan milletlerin eği­tim prensipleri kurulur, genç nesiller oluşturulur ve uzun zamandan beri yaşamaktan mahrum kalanlara hayat yeniden bağışlanır. Bu dört sıfat ve komutanlarını kaybeden milletler miskin ve hiç bir işe yaramayan milletlerdir. Hiç bir hayırlı sonuca ulaşamaz, hiç bir amaçlarına erişe­mezler. Onlar, hayaller, zanlar ve vehimler içinde yaşarlar.

"Zan ise Hakk'tan hiç bir şeyi açığa çıkaramaz."[423]

Bu, Allah'ın kanunu ve yarattıkları hakkındaki sünnetidir. Allah'ın kanunu hiç bir zaman değişmez.

"Bir kavim kendi kendisini değiştirmedikçe, Allah onları değiştir­mez."[424]

İslâmi oluşum hareketi Mısır halkını yeniden "Tek çözüm İslâm'dır" bayrağının altında toplanmalarına çağırıyor. Bu şiarada tam güvenmeleri­ni, gelecekte aydınlık günlerin İslâm'ın olacağını bilmelerini istiyor. İslâm bir gün mutlaka beşeri sistemleri yıkıp yerine hak olan İslâm şeria­tını getirecektir.

Mısır halkına şunu diyoruz: Dünyada hiç bir beşeri sistem halkınınistek ve arzularına cevap verememiş ve kişiler arasında adaleti sağlaya­mamıştır. Ama İslâmi sistem tarih boyunca halkını şahlandırmış, onlar arasında her zaman anlayışlı ve adaletli olmuştur.

Kur'an-ı Kerim bu yönüyle ayetlerle doludur.

Kur'an zulme uğrayanların geleceklerini şöyle açıklar:

"Biz de istiyorduk ki o yerde ezilenlere lütfedelim, onları önderler yapalım, onları (ötekilerin mülküne) mirasçı kılalım. Ve onları o yerde iktidara getirelim."[425]

Yine inanan toplulukları yüceltiyor, iyiliğe davet ediyor:

"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz."[426]

"Üstünlük, ancak Allah'a, elçisine ve müminlere mahsustur."[427]

Yine Allah (c.c.) inananları cihada, dirilişin onda olduğuna ve inatçı kâfirlerin yok edilmesine çağırıyor:

"Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Bununla Allah'ın düşmanını ve sizin düşmanı­nız korkutursunuz."[428]

"Dünya hayatını ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar."[429]

Allah'ın bedensel kuvvete ve sıhhatli olmaya önem verdiğini şu ayet-i kerime ile görürüz:

"Allah onu sizin üzerine (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı."[430]

Hz. Peygamber (a.s.) bir hadislerinde şöyle buyuruyor:

"Güçlü kuvvetli mümin, zayıf müminden daha hayırlıdır."

Diğer bir hadislerinde de şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz, bedeninin senin üzerinde hakkı vardır."

İslam'ın ahlâka, ilme ve iktisadın her yönüne büyük önem verdiğini görüyoruz. Bize düşen de bu meselelere her zaman Allah ve Rasulünün verdiği önemi vermektir.[431]

 

Yeniden Büyük Dirilişe Doğru

 

Hastalıklar ve tedavi yollarını önceki konuda belirttik. Büyük ve her koldan gelen hastalıkların doygun tedavileri, hayatımızın her yerinde kendisini belirten kötülüklerden kurtuluş yollarını açıkladık.

Siyasi hayatımızda -askeri gücünüz olmasına rağmen- sömürücü baskılar, iktisadi hayatımızda bulunan sıkıntıları, borç, faiz, fiyat artışları gibi...

Fiilleri hayatımızdaki depremleri, inanç, kültür, vatan sevgisinden uzak olma, hor görme gibi...

Sosyal hayatımızdaki sömürgecilik ve baskılar ise; her şeyi kendi nefsine helal görme, rüşvet, taraf olma, batı toplumuna büyük özenti, za­limi seven, suçluları ödüllendiren, fakiri ezen kul yapısı kanunları...

Bütün bunların hepsi hâlâ üzerimizde etkisini sürdüren sömürü dev­letlerinin izleridir.

Bir gün mutlaka, mülk sahibi olan, hayatın her yerinde adaletli olan, her şeyi yaratan Yüce Allah'ın kanunları hakim olacaktır.

Eğitim alanında büyük bir kargaşa vardır. Çocukları iyi bir yönlen­dirme, geleceklerini rahat geçirebilmeleri için iyi bir eğitim verilmekte­dir. Dışarıdan getirilen bu eğitim sistemi eğitimde tam bir rezalettir.

Kişilerin kişiliklerini kazanma noktasına gelince; böyle bir eğitim alan bir toplumda nasıl bir kişilik çıkar ki? Öldürmeyi seven, her şeyi kendine helal sayan, kendinden başkasını tanımayan bu ümmet mücahit­lerin elinden çıkar, çıkarcıların elinde oyuncak olur.

Hastalıkları ve çarelerini belirttik. Bütün dertlerin tek çaresi; tek olan İslâm şeriatına sığınmaktır.

Bu kurtuluş yolunu ilk başlangıcında insanı isteklerinde hezimete ve yenilgiye uğratan nefsin elinden, tasallutundan kurtulmaktır.

Yenilgilerin en kötüsü ve en tehlikelisi, nefsin karşısında alınan ye­nilgidir. Bu nefsin istek ve arzularından kurtulmadığımız sürece hedefe ulaşmamız asla mümkün değildir. Toplumdaki kişilerde, güçlü iradeler, gelecek ümitleri veren kişiler ortaya çıkıyor ama kişinin içine düştüğü ümitsizlik, hepsini bir seferde alıp götürüyor.

Tembellik ve gevşeklikten, cimrilik ve savurganlıktan kurtulmak is­tiyoruz. Düşmanlarımıza uyup ta düşük hereketlerde bulunmaktan kurtul­mak istiyoruz. Bütün isteklerini cevap verileceği bir yer elbette vardır. Hedef, bu yanlışlıklardan kurtulup hür olmak ve bağımsızlığımızı kazan­maktır.

İslâmi oluşum hareketinin, İslâm'ın; üzerinde yaşadığımız topraklar­daki sömürücü ülkelerin bıraktığı bütün kötü işleri sileceğinden hiç bir şüphesi yoktur. Özellikle nefsini istek ve arzuların yenilgisine karşı, İslâm en güçlü silahtır.

Biz beşeri sistemlerin asla insanları mutlu edemeyeceğini, ancak Al­lah'ın kanunlarının insanlığı bulunduğu karanlıktan aydınlığa çıkarabile­ceğini belirtmiştik.

Allah'a sonsuz şükürler olsun ki Mısır halkı son seçimlerde "Tek çö­züm İslâm" şiarıyla yola çıkan İslâmi oluşum hareketini destekleyerek bu düşünceyi doğrulamıştır.

Mısır halkından nefislerinin istek ve arzularına karşı güç birliği ya­parak karşı koymalarım istemekteyiz. Sanki bu halk kendileri için çizilen karanlık bir yolda yürüyor, nereye, kimler tarafından götürüldüğünü bile­miyor, kendisini ileride bekleyen tehlikelerden haberi yok, vücuduna isa­bet edecek derin ızdıraplardan habersiz... Özellikle akıl ve kalb, fikir ve ruh yönünden sömürülüyor.

Bizler Mısır halkının bu yanlışlıklar karşısında dimdik durmasını, içinde bulunduğu bu gaflet uykusundan uyanmasını istiyoruz. Bedensel olarak da güçlü olmasını, evlatlarına iyi bir gelecek hazırlamasını bekli­yoruz. Çocuklarını ve kendilerini zayıflıktan, ezilmişlikten kurtarmasını diliyoruz.

Evet, halkın ezildiği asırlar geride kaldı. Bu halk önceleri çok ezildi. O zamanlardan kalan işkence ve korku izlerİ hâlâ halkımızın üzerinde devam etmektedir. Özellikle Allah yoluna davet edenlerin üzerinde uygulanan işkence ve baskılar dava erlerini çok sarstı. Halkın arasına gizli ca­suslar soktular. Baba evladını, evlat babasını idarecilere şikayet etti. Her­kes birbirinden korkar oldu. Aile bağları tamamen koptu. Bütün ahlâki değerler yok oldu. Bu topluluğun içinden çıkan İslâmi hareket hepsinden daha güçlüdür. İçinde bulunulan bütün sıkıntıların tek kurtuluş yoludur.

Halkı, aciz ve kahredici olan, kâfir ve zalimlerin oyunlarını bozacak olan Allah'ın ipine sımsıkı sarılmaya çağırıyoruz. Bu günler bir gün mut­laka geçecektir. Bütün zamanlara hükmeden, günleri evirip çeviren Allah (c.c.) mutlaka bunlara haddini bildirecek ve iyi günleri getirecektir. Zali­min zulmü sürekli değil, gecelerin karanlığı devamlı değildir. Bu taşkın­lıkların neticesi mutlaka sona erecektir. Önceleri ve sonraları daima gele­cek Allah (c.c.)'ın elindedir. Her şey  O'na dönecektir.

Halkın bütün fertlerinden öncelikle kendi nefislerini, kendi kişilikle­rini düzeltmelerini istiyoruz. Her ferdin bu vatanın bir evladı olduğunu, asla korkmaması gerektiğini ve geleceğe aydınlıkla bakmalarını istiyo­ruz. Kendine güvenen, geleceğe iyi bakar. Her yönden kendini yetiştirmiş fertler bu davanın sarsılmaz birer savaşçısıdır. Böyle yetişen dava erleri nefsinin yanlış yönlendirmelerine yönelmeyecek, zalimlerin oyunlarına gelmeyecek ve gayesiz boş laflara da kulak asmayacaktır.

Yeniden dirilişten amacımız şudur: Kişi hakkı haykıracak, gerçekleri acı da olsa söyleyecek, kınayıcının kınamasından korkmayacak, Allah yolunda mücadele edecektir.

Yeniden dirilişten amacımız; evlatlarımıza iyi bir gelecek hazırla­maktır. Sorumluluk duygusu taşıyan, kendi kişiliğini kazanan, vatanını kendi vatanı bilen, siyasi oyunlara karşı evlatlarını koruyan, iç ev dış her türlü baskılara karşı koyabilen kişiler yetiştirmektir.

Halkımızın hiç bir ferdini, oyuncuların oyuncakları olarak görmek istemiyoruz. Uyanış hareketinin içinde, bütün fertleri görmek istiyoruz. Sömürücülerin elinden halkımızı kurtarmak istiyoruz. Küçük büyük herkesi bu vatanın hürriyetini kazanmasında yardımcı olmaya davet ediyo­ruz. Bizleri iyilik üzere görürseniz yardımcı olun. Yanlışlarımızı görürse­niz düzeltiniz. Batıl yolda görürseniz bizleri engelleyiniz.

Manevi sapıklık madde sapıklıktan çok daha kötüdür. Manevi kötü­lük; kişinin ümidini, gücünü ve her şeyini yok eder. Toplumda kargaşaya, izzet ve ilerlemeyi ortadan kaldırmaya iter. Adeta kişilerin varlık ve yok­luklarını belli etmez. Olaylara karşı hep pasif ve etkisiz kılar. Manevi eksiklik, yok oluşun tek sebebidir.

Son genel seçimlerde büyük zafer elde ederek halkımızın bir çoğu­nun beğenisini kazandık. Vatanımızda kötü giden olaylara dur dedik. Ya­pılan yanlışlıkların önüne geçmek için her şeyimizi ortaya koyduk. Gerçekleri halkımızın gözleri önüne serdik. Özellikle seçimlerde ve son­rasında gençlerimizin üzerinde durduk. Gençlerimiz için çok hayırlı işler düzenledik. Bu gençlere vatanın kendilerinden çok şey beklediğini, bu­nun bilinci içerisinde olmalarını öğrettik. Omuzlarındaki yükün ağırlığını bilmelerini söyledik. Bu fikirlerin yeşermesi için elbette zamana ihtiyaç olduğunu, aceleci davranılmaması gerektiğini, halkımızı daima iyiliğe ça­ğırmaları, kötülükten alıkoymaları, bunu yaparken de orta yolu seçmele­rini anlattık.

Bunları belirtirken ihtiyar ve gençler arasındaki uçurumu da gözden uzak tutamazdık. Her iki tarafın da birbirinden yararlanacağı yönler var­dır. İhtiyarların engin tecrübelerine, gençlerin de canlılıklarına ihtiyacı­mız vardır. Bu muhtaçlık her iki tarafın da yararına olacaktır. Birbirleriy­le olan ilişkilerinde her zaman ölçülü olunmalıdır. Adalet asla elden bıra­kılmamalıdır. Kızgınlık ve atılganlık öne geçmemelidir.

Gençlerimizden bir çokları hareketli ve canlıdırlar. Çok şükür olay­lara karşı akıllı ve serinkanlı yaklaşıyorlar. Her türlü yanlış tahriklerden uzak kalmaktadırlar. İhtiyarlamış kişilerimizden bir çoğu gençlik ruhu ta­şımaktadır. Hal ve hareketleriyle adeta şöyle diyorlar:

"Her ne kadar yaşım yetmişlerde dolaşıyorsa da ruhum adeta yirmi tepelerinde geziyor."

Bu vatan üzerinde Allah'ın şeriatı altında ihtiyarlarla gençlerin kol kola gezmeleri ne güzeldir. Yaşantı ve sözleriyle "Tek çözüm İslâm'dır" bayrağını dalgalandırıyorlar. Cimrilik göstermeksizin, varlarını yoklarını maddi ve manevi olarak bu uğurda feda ediyorlar. Korkusuzca, hiç bir şeyden çekinmeden olayların üzerine gidiyorlar. Allah'a yaslanmaları ve O'na güvenceleri sonsuz, yaptıklarının karşılığını sadece Allah (c.c.)'dan bekliyorlar.

Halkımız arasında mahalli sözlerden olan şu deyimler ne güzeldir:

"Arkadaş benim elimdeki senin elindekidir. Hepsini bu vatan için harcayalım. Malımız ve canımız bu güzel vatanımız için feda olsun."

Bizler gençlerimizden çalışma bekliyoruz. Her türlü riya, kibir vs.lerden uzak olarak, sırf Allah (c.c.)'ın rızası için bu dava uğruna çalışmalarını istiyoruz. Kışkırtmalara, fitneye, dedikoduya karşı kenetlenme­lerini istiyoruz. Basın yayındaki aleyhte olan propagandalardan uzak ol­malarım istiyoruz. Güç ve çalışmalarını vatan evlatlarının çıkarlarına har­camalarını istiyoruz.

Mısır halkından başımızdaki zulümcülere karşı dirençli olmalarım ve onlara her yönden engel olmalarını istiyoruz. Ta ki her münafık ve za­lim idareci idare ettiği halkın cahil ve gaflet içinde olmadığını anlasın.

Yine bütün Mısır halkının her kişisinden iyiliği emretmelerini ve kö­tülükten alıkoymalarını istiyoruz. Hakkı tavsiye etmeleri, sabrı tavsiye et­meleri ve birbirlerine karşı daha merhametli ve hoşgörülü davranmalarını istiyoruz.

Eğer hepimiz bu bilinç içinde olursak, içinde bulunduğumuz hasta­lıklardan rahatlıkla kurtulabiliriz. Kişiliğimizi kazanır, Allah'ın yolunda O'nun da yardımıyla yarınlara daha da güçlü olarak yürürüz.

Allah yar ve yardımcımız olsun.[432]

 

Sorumluluk Bilinci

 

Mısır halkının bir çoğuna tesir eden ve etkisi altına alan hastalık, va­tanın geleceği ve görevlilerin sorumsuzluğudur. Evet, bir çok sebepler­den dolayı vatanımız bu hale geldi. Peki şartların böyle devam etmesine seyirci mi kalacağız? İçinde bulunduğumuz bu durumdan bizleri hangi millet kurtaracaktır? Amerika ve onun halkı mı? Yoksa zulümcü olan yahudiler mi? Birleşmiş Milletler mi? Yoksa içinde bulunduğu kargaşayı çözememiş Arap topluluğu mu?

Bir Mısırlı'nın sorumsuzca davranması mümkün değildir. Mısır'ın geleceği için yeniden dirilmeli ve üzerine düşen görevini iyice bilmelidir. İçindeki duygular onu bu vatanın evlatlarının geleceği için harekete ge­çirmelidir. Bazı insan ve toplulukların Mısır'ın geri kalmasını, birbirine girmesini istemektedirler. Bunu söylerken abartmış olmayız. Gerçekler bunu ispatlamaktadır.

İslâmi Hareket bu gerçekleri görmüştür. Mısır halkına da şöyle ses­leniyor:

İçinde bulunduğumuz bütün sıkıntılardan ancak kendi çabamızla kurtulabiliriz. Ama hiç kimsenin bize yardım etmesi düşünülemez. Bu yükü kendimiz taşıyacağız ve çaresi de kendi içimizdedir.

Tarih boyunca görülmüştür ki, bir millet, içinde bulunduğu sıkıntı­dan, ancak halkının sorumluluk bilincini taşımayı anladığı zaman kurtul­muştur. Sorumluluk hissetmemiz şarttır. Bu bilinç, bizleri doğru olmaya, iyi işler yapmaya, gayret göstermeye itecektir. Sonunda da bu hastalıklar­dan kurtaracaktır. Bu bilinçlenme bir plan ve proje dahilinde olmalıdır. Halka geleceğin mutlaka aydınlıklarla dolu olduğu söylenmeli ve ikna edilmelidir. Bilinçlenirsek evlatlarımıza iyi yarınlar hazırlamış olacağımız onlara anlatılmalı. Bazıları, "Bu bilinçlenme ve sorumluluğun idare­cilerde ve millet meclisinde olmalı" gibi sözleri, tarih boyunca bunun ak­si olduğunu ortaya koymuştur. Onlar zaten içinde bulundukları halden çok memnunlar, niçin rahatsız olsunlar. Onlar halkının ve vatanın çıkar­larını, kendi çıkarlarından sonra görürler. Biz onların çoğunu biliyoruz. Bu sorumluğu taşıyacak kapasite ve olgunlukta değiller. Zaten onların nasıl bu çatı altına geldiğine şaşıyoruz.

Oraya seçilen şuursuz insanlardan bir şeyler beklemek çok yanlış olur. Bunu isbat etmeye gerek yoktur. Her gün görüyorsunuz rüşvetler, içkiler, alemler, torpil yapmalar vs. orada çıkıyor. Böyle bir topluluktan nasıl halkını düşünmesini ve sorumluluk bilincinde olmasını bekleriz ki?

Evet, içlerinde çok az insan vardır ki halkının durumun üzülüyor ve halkı için koşuyor, tçinde bulunduğumuz kötü halden kurtulmak için gayret eden milletvekilleri elbette vardır ama sayıları çok az.

Eğer son seçimlere hile, fitne ve sahtekârlık karıştırılmamış olsaydı, İslâmi oluşum hareketinin: "Tek çözüm İslâm'dır" düstûru kazanacaktı. Sonra da halkımızın içinde bulunduğu bu sıkıntıları yok edecekti.

Evet bizim meclisteki sandalye sayımız azdır. Çoğunluk onların elindedir. Ama yakın bir gelecekte halkın gerçek temsilcileri olan bizler mutlaka sesimizi daha da yükselteceğiz. Allah'ın izniyle sesimizin üzeri­ne hiç bir ses üstün gelmeyecektir.

İslâmi hareket, siyasetin içine girdikten sonra halkımızın bilinçlen­mesine katkıda bulunmuştur. Halkımız, içinde bulunduğu ümitsizlikten kurtulmuş, yarınlara aydınlık olarak bakar olmuştur.

Diktatör sistemler insanları ezmiş, onlara işkence etmiş ve halkının çıkarlarını asla düşünmemiştir. Devletinin ilerlemesinden çok sultasının, koltuğunun geleceğini göz önünde bulundurmuş ve zulmüne devam et­miştir. İdarecilere yakın olan münafık ve menfaat şebekeleri bu diktatör­leri alkışlamışlardır. Bu korku ve işkence altında bizim istikamet üzere olamamız, halkımız içinde de ümit ışıklarını doğurmuştur.

Yine sosyalist rejim denemesi de boşa çıkmıştır. Halkını ezmeye de­vam etmiş, kendi yandaşları olan polis ve hakimlerini beslemiştir. Rüş­vet, yolsuzluk, kara para aklama, ahlâksızlık vs., ülkeyi yok etmiştir. Özellikle halkın ihtiyaç duyduğu bir dilim ekmeğine dahi bu rejim göz dikmiştir.

Bütün bu olumsuzlukların halkın üzerinde yanlış etkiler bırakmasınormaldir. Biz burada şahısları kötülemek veya isim vermek istemiyoruz, ama misal olması yönünde bu yanlış etkilerin doğurduğu sonucu anlata­yım. Bazı şahıslar veya şirketler devlete müracaat ederek dışarıdan mal ithal etmek istediklerini bildiriyorlar. Devlet te onlara kredi veriyor. Ban­kalardan aldıkları yüklü kredilerden sonra iflas ettiklerini, bu maldan za­rar gördüklerini belirtiyorlar... devlet onları yakalıyor ve mahkeme so­nunda serbest bırakıyor. Tabi aldığı paralar kendine kar kalıyor. Bu du­rum halkın üzerinde yanlış etki yapıyor. Bu sadece olan olaylardan biri­dir. Bunlar bu işleri kimlerin emri ile yapıyorlar? Bu zarar senaryosunu kim yazıyor? Herhalde olağanüstü sıkıyönetim kanunu hareketi ve onun uygulanmasıdır!....

Durum böyle olunca halkta sorumluluk bilinci yerine, talan bilinci hakim oluyor. Bir çok Mısırlı da yurtdışına hicret ediyor. Batı devletleri bu büyük akıllarını Mısır'a vererek kendilerine vatanın zengin evlatlarım çekiyor. Giden zenginler Mısır'da bulamadıkları rahat ve güvenliği batı memleketlerinde buluyorlar. Bazı zenginlerimiz de Arap ülkelerine hicret ettiler. Paralarını oralarda değerlendiriyorlar. Mısır'daki sıkıyönetimin devam ettiğini duyunca paralarını buralara aktarmıyorlar!..

Bugün o zengin arkadaşlarımızın paraları bulundukları yabancı dev­letlerin ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Bizler onların kendi vatanla­rına gelmelerini çok istemekteyiz. Fakat ülkemizde bulunan olağanüstü sıkıyönetim kalkmadığı için, tam bir güvence verilemediği için gelmiyor­lar. Onlar paralarının geleceğini düşünmek zorundadırlar.

Verdiğimiz bu misaller ve olaylar en basit olanlarıdır. Bu durum hal­kımızı sorumluluk bilincinden uzaklaştırıyor. Bizler idarecilerden bu du­rumu düzeltmelerini istiyoruz. Asrımızın gerçekleri olan adaleti ellerin­den bırakmamalarını diliyoruz. Ama her şeye rağmen halkın gözünün içi­ne baka baka yalan söylüyorlar ve halkımıza işkence ve zulüm etmeye devam ediyorlar.

Halkı temsil edenlerin mecliste halkın aleyhine işler yaptıklarını her­kes bilmektedir. Mahkeme kararları ve olayların kapalı kapılar ardında yapıldığını da bu halkımız çok iyi bilmektedir.

Her şeye rağmen İslâmi oluşum hareketi halkın tek tek hepsine şu çağrıyı yapmaktadır:

Vatanınızın birliği için sorumluluk bilincini kaybetmeyiniz. İdareci­lere de bu şuur üzerine olmaları için gerekli olan girişimleri gösteriniz.

Yukarıdaki açıkladığımız olumsuzluklardan kurtulmaları için, sorumlu­luk taşımaları gerektiğini ve bu yanlışlıklardan kurtulmalarını haykırınız.

Hepimiz yeniden -idare eden ve edilenler- yeni bir sayfa açalım. Mı­sır ve halkı için görüşlerimizi ortaya koyalım. İdarecilerle halkın arasın­daki soğuk rüzgârları yok edelim. Gerçekler ne kadar acı olursa olsun, bunlar Mısır ve halkının menfaatlarına uygunsa kabul edelim.

Nifak ve münafıkları yok edecek yeni bir beyaz sayfa açalım. Bu yolda samimi ve doğru olanların önlerini açalım, engel olmayalım. Vata­nın geleceği için hep beraber çalışalım. Dışarıda bulunan zengin işadamlarımızı davet edelim. Vatanın geleceği için yardımlarını isteyelim. Bu hususta ilk adımı idareciler atmalılar ve ilk beyaz sayfayı onlar açmalıdır­lar. İçinde bulunduğumuz olağanüstü sıkıyönetim halini kaldırmalıdırlar. Devletin her kademesini saran ahlâksızlık, rüşvet, hırsılık vs. gibi kötü­lüklerle ciddi mücedele etmelidirler. Allah'ın gazabını üzerimizden kal­dırması için bunlar hemen gerçekleştirilmelidir.

Bugün dünyamızda bir çok devlet Mısır'dan küçüktür. Ama seviye olarak, yaşam refahı olarak, halkıyla idarecilerin barışık olması olarak bizden çok ileridirler.

İslâmi oluşum hareketi; Mısır halkını bu vatanın öz evlatları olarak görmektedir. Halkının gaflet uykusundan uyanmasını, dumanlara karşı dikkatli olmasını istemektedir. Bu hareket, bu vatan için her şeyini ver­meye hazırdır. Nefsinin ve kişiliklerinin üzerini kaplayan tozlardan kur­tulmalarını, ümitsizliklerden uzak olmalarını, sorumluluk bilinci içerisin­de olmalarını istiyoruz.

Mısır halkının inancı bunları başarmaya yeter. Eski gücüne, değerine ulaşmaya, vicdanlarını Allah önünde sorumlu tutmaya itecek imana bu halk sahiptir. Yeniden güzel günlere, halkıyla iç içe olmaya, ahlâki de­ğerlerin önde tutulduğu bu topluluğa kavuşmaya, geleceğe güzel bakma­ya, içinde bulunduğumuz hastalıklardan kurtuluşa bu vatanın ve evlatları­nın hakkı vardır ve bu vatan evlatları bunu başaracaktır. Çünkü inanç on­larda vardır.

"De ki: Yapın (yapacağınızı); yaptığmız işleri Allah da görecek, el­çisi de, müminler de."[433]

 

Sapıklıklar Ve Yanlışlıklar Düzeltilmelidir

 

Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Çünkü Allah, insanlara çok şefkatli, çok merhametlidir."[434]

Yüce Allah (c.c.) bize düşenmemiz için akıl vermiştir. Fakat merha­metinden dolayı da bizi aklımızın eline bırakmamıştır. Bu hayatın nasıl yaşanılacağım bizlere öğreten bir elçi göndermiştir. O'nunla beraber bir de kitap göndermiştir. Ki, o kitapla yanlışı doğrudan, iyiyi kötüden ayırt edebilelim. İnsanlar kardeşçe yaşasın, ne zarar versin ve ne de zarar gör­sün, her şey iyilik, doğruluk ve karşılıklı dayanışma içerisinde yürüsün. Allah (c.c.) elçisini ve kitabını bu gayeler için göndermiştir.

Her ne zaman insanlar bu kitap ve sünnetin çizgisinden dışan çıkar­larsa, Allah onları düzeltmektedir. Hz. Lut (a.s.)'un milletinin içinde bu­lunduğu cinsi sapıklık ortadadır.

Olaylar şöyle söylemelerine kadar uzadı:

"Lut ailesini kentinizden çıkarın, çünkü onlar temiz kalmak isteyen kimselermiş."[435]

Yüce Allah (c.c.) Hz. Lut'u, kavminin içinde bulundukları sapıklık­tan kurtarması için gönderdi. Hz. Lut (a.s.)'un davetine cevap vermediler. Allah (c.c.) da onları şiddetli bir yağmurla yok etti.

Yine Medyen halkı arasında ölçü ve tartılar konusunda anlaşmazlık­lar çıktı. Halk adaletli davranmryordu. Bu halka da Yüce Allah (c.c.) Hz.Şuayb (a.s.)'ı gönderdi. Onlara tartı ve ölçülerinde adaletli olmalarını, Al­lah'tan sakınmalarını Ve Allah'a ibadet etmelerini söyledi.

İsrailoğulları sapıklığın içine düştüler. Fir'avun'u kendilerine ilâh ka­bul ettiler. Allah (c.c.) Hz. Musa (a.s.)'yı gönderdi. Onlara, Fir'avun'a de­ğil Allah (c.c.)'a ibadet etmelerini söyledi. Firavun ve topluluğu, Hz. Musa (a.s.)'nın davetini kabul etmeyince Allah (c.c.) da Fir'avun'u ve or­dusunu denizde boğdu.

Akıl tek başına asla insanları mutluluğa ulaştıramaz. İnsanların doğ­ru yolu bulmasına gücü yetmez. Mutlaka Allah'ın aydınlatıcı vahyi akla yol göstermelidir ki, doğru yolu bulup mutluluğa erişsin. Mesela tek başı­na göz göremez, mutlaka ona aydınlatıcı nur verilmelidir ki görebilsin.

İslâm ümmetinin başından nice yanlış olaylar, sapmalar geçmiştir. Bu milletlerden birisi de Mısır'dır.

Çile yollarını değişik sistemlerde arayan İslâm milleti bir türlü iste­diği rahatlığa kavuşamamıştır. Hak batıla, iyilik kötülüğe ve zarar kara karışmıştır. Rabbani metoddan uzaklaşınca her şey yerinden oynamıştır. Dolayısıyla da doğru yolu bir türlü bulamamışlardır.

Sömürücü ülkelerin yaptığı kültür erozyonu İslâm'ın bir çok yerini kaplamıştır. Sonuçta da kargaşayı, bozukluğu ve küfrü bırakmıştır. Vah­yin insan hayatındaki etkisini son derece daralttı. İnsanların ölçüsü, Rab­bani metod değil de aklın öne çıktığı madde metodu oldu. İnsanlar hayat­larının her döneminde Allah'ın kanunlarını değil de beşerin aciz akıllarıyla yaptığı kanunlarını devreye soktular. Tabii ki sonuçta hayat, içinden çıkılmaz zorluklarla doldu.

Sonra İslâm ümmeti özellikle de Mısır halkı, diktatör sistemin çar­kında ezildi. İnsanların İslâm'a ve yaşadığı hayata bakışları bulanıklaştı. Bu bulanıklıkları ve sapıklıkları tek tek izah edeceğiz ki, doğrular anlaşıl­sın.

İslâmi hereket bu vatan evlatlarına bu iyiliği yapmayı kendine bir ödev kabul etmiştir.

Vatanın geleceğinin sağlam temeller üzerine kurulmasını istemekte­yiz. Bunu yaparken de öncelikle yaşanılan kargaşanın ve bozuklukların giderilmesinden başlamak istiyoruz. Yoksa özlediğimiz huzurlu ortama ulaşmamız gerçekleşmeyecektir. Halk arasında yanlışlıklarla doğrular birbirine karıştırılmıştır, Yenilgiler zafer olarak gösterilmekte, çarpıklık­lar ve sapıklıklar düzgün olarak gösterilmektedir. Ülkenin geri kalmışlığıilericilik, çağdaşlık olarak, her türlü rezillik de medeniyetin gereği olarak gösterilmektedir. Bütün bunları kabul etmek doğru mudur?

Ülkemizde yanlışlıkların doğru gösterildiği ve sonucunda hezimetle neticelendiği olaylar şunlardır:

Halkımızın çoğunun tek düşünceleri dünya ve danya hayatını kazan­mak olmuştur. Bütün çalışma düşüncelerini dünya üzerine kurmuşlardır. Sanki tek yaşanacak yer dünya imiş gibi arzu ve isteklerini tatmin etmek için durmadan çalışmaktadırlar. Ahiret ayatını unutmaları, onları dünya hayatına kaydırmıştır. Her şeye dünyada sahip olma duyguları ellerinde olanı da alıp götürmüştür. Artık bu kişilerin elinde malları kendisine iba­det edilen bir varlık olmuştur. Haram ve helal yollardan ona ulaşmakta­dırlar. Helali haramdan ayırt edemez olmuşlardır. Cimrilik ve mala sahip olma, onları yardımdan ve iyilikte bulunmaktan uzaklaştırmıştır. Bencil­lik ve benlik arzuları, onları karşılıksız vermeden, fakirlere yardım etme­den geri koymuştur.

İnsanları değerlendirme, o kişinin malı ve makamına göre olmuştur. Kişi kötü ahlâklı da olsa, parası, makamı ve mevkisi varsa o insan iyiler­den sayılmaktadır. Halbuki Rabbani ölçü hiç de öyle değildir.

"Allah katında sizin en iyi olanınız, O'ndan en çok sakınanız ve tak­va olamntzdır."[436]

Bu maddi sarhoşluğun getirdiği yanlışlıklardan biri de anne ve baba­ların hasta olan evlatlarının üzerine çok düşmeleri ve hastalığının iyileş­mesi için hastane hastane koşmalarıdır. Ama aynı anne ve baba evlatları ibadet etmediği zaman ona önceki gösterdikleri titizliği göstermemekte­dirler.

"Ey İman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koru­yun ki, yakacağı, insanlarla taşlardır."[437]

Diğer bir maddi sarhoşluğun getirdiği sapıklık da; açıklık, saçıklığın örf ve adetlerden sayılmasıdır. Kapalılığın yadırganması ve hakir görülmesidir. Hırsızlar ve dolandırıcıların beşeri kanunlar tarafından hürmet ve ikram görmesi, namus ehli, dürüst olanların ise toplumun dışında görülmesidir. Her türlü zorbalıklar ve sapıklıklar içerisinde yaşayan gençler vatanı sever, vatanın bütünlüğü için çalışan inançlı gençler ise vatan düş­manı olarak görülüyor.

İlerlememiz ve çağdaşlığımız için örnek alınan kapitalist batı mede­niyeti, tek örnek alacağımız medeniyet olarak gösterilmeye başlandı. Ha­yatımıza her yönüyle şekil veren Allah Rasûlü'nün süneti hayatımızdan silindi.

İnsanlar şehvetlerine ve rahatlarına düşkün olmaya başladılar. Bu düşkünlük de onları içinden çıkılmaz bir sapıklığa götürdü.

Sömürücü ülkeler ve onların sadık idarecileri; içlerinde biraz inanç olan gençleri mevlidler ve tasavvufla kandırdı. Kendilerinin istediği ka­dar inanmalarına ve yaşamalarına izin verdiler. Hayatın her yününü içine alan İslâm'ın evrenselliğinden ve bunun anlaşılmasından gençleri uzak tuttular. Şeriatı beşeri kanunlarla değiştirdiler. Şeriatın sadece kişilere yö­nelik kanunlarını tatbik ettiler. Hattâ son zamanlar bunları da değiştirerek şer'i mahkemeleri kapatıp hakimlerini görevlerinden uzaklaştırdılar.

Diktatör yönetimlerde alınan yenilgilerin halka zafer diye inandırıl­masını da gördük. Öyle ki, yenilgiyi halktan saklamak için her türlü hile­lere başvuruyorlar. Halbuki yapılan hataların sonucu olarak yenilgi alın­mıştır. Bu yenilgide binlerce vatan evladı yok olmuştur. Yenilgi sonucu hâlâ borçlardan kurtulunamamıştır. Bundan daha kötüsü de vatanımızdan toprak kaybedilmiştir.

Diktatör yönetimlerde münafıklar ve idarecilere yağ yakanlar, vatan kahramanları ilan edilirler. Gerçek vatan kahramanlarını ise; vatan haini­dir diye halka ilan ederler. "Bunlar gerici ve terörist" diye halka gösterir­ler. Müslüman Kardeşler'in nice çileler ve işkenceler çektiklerini herkes çok iyi bilir. Böyle kötü sıfatların bu teşkilâta yakışmayacağını da bizim halkımız bilir. Halkın zihinlerini karıştırmak için bu cemaata hiç kimse vatan haini vs. diyemez.

Mahkemelerin ismi "Halk Mahkemesidir." Adeta halk kendi kendini yargılıyor gibi. Böyle sapıklık olur mu? Bu halkın içerisinden kendilerine iftira atılmış olan bu teşkilat, kalkın en güzide evlatlarından oluşmuştur.

Böyle sistemlerde hep bilinen adetler vardır. Karanlık, işkence, fe­sat... İyi görüş ve muhalefet sahiplerine yaftalar vurmak vs. Bazi istisnai hakimlerin merhameti olarak tek hücreli zindanlardan çok kişinin bulun­duğu koğuşlara konularak iltifat görürsünüz... Bunların yönetiminde, ma­lınızın, şirketinizin hiç bir değeri yoktur. Artık onlar yağmacıların elinde talan olmuştur. Hiç bir şeyimiz güvence altında değildir. Bütün bunların da halkın yararına yapıldığı ilan edilir. Teröristlerin(!) malı helaldir. Çiftçinin mallarına devlet tarafından güvence maksadıyla el konur ve ehil ol­mayan kişilere teslim edilir, o da zarar eder ve çiftçi mahsulünün sonu­cunda hiç bir şey alamaz.

Bütün bu aldatmalardan sonra halka genel üretimin çok kazançlı ol­duğunu söylerler. Halbuki gerçek öyle değil, büyük zararlar edilmiştir. Sene sonunda neticeler ortaya çıkınca herkes doğruları görmektedir. Son­ra gazetelerde şirket sahiplerinin itirazları yükselir. Millet meclisinde tar­tışmalar olur. Herkes mahkeme kapılarını aşındırır.

Diktatör yönetimlerde her şey serbesttir. Tabi kötülük adına. Herkes birbirinin casusudur. Baba evladının, evlat babasının takipçisidir. Uyuş­turucu şebekeleri zaferler kazanmıştır. Gençlik bu çıkar çevrelerinin elin­de oyuncaktır. Seçimler bütünhi lileler ve sahtekârlar altında yapılır. Hal­ka hür ve demokratik bir seçim olduğu ilan edilir.

İşte Mısır halkının sömürgeci fikirlerinin altında inleyen hali ve ya­şanılan sapıklıklar, yanlışlıklar...

Her şeye rağmen Allah'ın bu halka bir müjdesi olarak İslâmi diriliş ortaya çıkmıştır. Bu uyanış hareketinde Müslüman Kardeşler teşkilâtının büyük rolü vardır. Bu teşkilât, halk arasında büyük kabul görmüştür. Halk tesettüre rağbet etmiş, açık sapıklıktan yavaş yavaş kurtulmaya baş­lamıştır. Batı medeniyetlerinin kendi halkına dahi mutluluk getirmediği görülmüş ve gerçek medeniyet olan Allah ve Rasûlü'nün emirlerine sım­sıkı bağlanma başlanmıştır.

Sapma ve taklidlerden uzak tertemiz bir İslâm inancı, insanlarımızda hakim olmaya başlamıştır. İslâm'ın evrenselliği, bir hayat sistemi olduğu anlaşılmaya başlanmıştır. Aciz akıllarla yapılan beşeri kanunların yanlış­lığı ortaya çıkmıştır. Tek çözüm İslâm ve Allah'ın şeriatı fikri insanları­mızda yerleşmiştir.

Yapılan son seçimler bu söylediklerimizin en büyük isbatıdır. Mısır halkı artık gerçekleri görmeye başlamış, kendisini aldatanlara gerekli ce­vabı vermeye hazırlanmıştır.

Diktatör sistemin yaptığı baskı ve zulüm neticesinde halkta bir birlik oluşmuş ve şöyle sesler yükselmiştir:

"İnananlara yapılan zulüm, işkence onları yıldırmamıştır. Onlar da bu vatan için çarpışmışlardır. Her türlü zulüm ve işkenceye göğüs ger­mişler, sabır etmişler ve sonunda halka davranışlarıyla örnek olmuşlar­dır."

İslâmi Hareket artık bütün Mısır halkını birliğe, kardeşliğe ve yaşa­nılan yanlışlıklarla sapıklıklardan kurtulmaya çağırmaktadır. Artık idare­cilerin tuzaklarına düşülmemeye, fikirlerini özgürce haykırmaya çağır­maktadır.[438]

 

Yeniden Allah'a Dönmeliyiz

 

Allah'a karşı çok büyük günahlar ve isyanlar ettik. Allah'ın gazabı ve cezası da bize geldi. Allah'ın bize verdiği nimetlerine karşı nankör olduk, o nimetleri yerinde kullanamadık, isyan içerisinde harcadık. Üzerimize düşen şükrü eda edemedik. Allah'ın bize haram kıldığı, içki, kumar, zina, faizleri helal gibi serbestçe uyguladık. Adeta Allah ve Rasûlüne savaş ilan ettik.

"Ey inananlar Allah'tan korkun, eğer inanıyorsanız ribadan (henüz alınmayıp) geri kalan kısmı bırakın (almayın). Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve elçisiyle savaşa girdiğinizi bilin."[439]

Yüce Allah (c.c.) bizlere başka bir milleti örnek göstererek doğrulan bildirmiştir.

"Allah söyle bir kenti misal olarak anlattı: Güven, huzur içinde idi; her yerden rızkı bol bol kendine geliyordu. Fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük etti, bunun üzerine (halkının) yaptıklarından Ötürü Allah ona açlık ve korku elbisesi tattırdı."[440]

"İnsanların elleriyle kazandıkları (günahları) yüzünden, karada ve denizde fesat çıktı. Belki dönerler diye, (Allah) onlara, yaptıklarının bir kısmını tattırıyor."[441]

Bu, Allah'ın yarattıkları üzerindeki bir adetidir. Asla değiştirilemez ve yerine başka bir adet kurulamaz.

Eğer bizler vatanımızın birliğinde, içinde bulunduğumuz kötü halindeğişmesinde samimi isek, bunu içtenlikle istiyor isek, mutlaka her şeye kadir olan Allah (c.c.)'a yeniden dönmemiz gerekmektedir. O'nunla ara­mızı düzeltmeliyiz ve O'nun rızasını kazanmalıyız. Böylelikle O'nun azab ve bizi kötülükler içerisinde süründürmesinden kurtulmuş oluruz.

"Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durum­larını değiştirmez."[442]

"Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez."[443]

"De ki: Size işleri bakımından en çok ziyana uğrayacak olanları söyleyeyim mi? Dünya hayatında bütün çabaları boşa gitmiş olan kendi­leri de iyi iş yaptıklarını sanan kimselerdir."[444]

Önceleri söylediğimiz gibi, kişinin sadece vatanını sevmesi, kişiliği­ni kazanması, sorumluluğunu bilmesi, bu sıkıntılardan bu halkı ve bizi turtarmayacaktır. Mutlaka Allah'a yeniden dönmemiz, tam bir tevbe ile O'ndan af istememiz, O'nu gazaba getirecek her türlü isyandan kaçınma­mız bizleri sıkıntılardan kurtaracaktır.

Mutlaka Allah'a imana dönülmelidir. Sebeplerine sarılarak ondan sa-kınılmalıdır. O zaman işlerimizin meyvesini görebiliriz. Bu, Allah'ın de­ğişmez bir adetidir. O'nu kimse değiştiremez.

"(O) ülkelerin halkı inanıp (kötülüklerden) korunsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bolluklar açardık. Fakat yalanladılar, biz de onları kazandıklarıyla yakaladık."[445]

"Halkı uslu kimseler olsaydı, Rabbin o kentleri, zulüm ile helak ede­cek değildi."[446]

Biz bütün Mısır halkına dünya ve ahiret mutluluğunu Allah ile barı­şık olmakta olduğunu bildiriyoruz ve Allah ile barışık yaşamaya çağırı­yoruz. Allah'ın bütün emirlerine uymaya, bütün yasaklarından uzak kal­maya çağırıyoruz.

Bizler hayatımızın bütün yönlerini Rabbani bir metoda oturtmak zo­rundayız. Ölçümüz Allah'ın kitabı olmalıdır. Dünyadaki duygular ve madde asla olmamalıdır. Allah'ın mektubunu bu dünya hayatına uygula­mak istiyoruz. Bunda bütün insanlığın mutluluğu bulunmaktadır. Onasımsıkı sarılan her türlü zorluklardan kurtulur. Şeref ve şan ondadır. Her şey O'na iman etmekle olur.

"Üstünlük ancak Allah'a, Elçisine ve müminlere mahsustur. Fakat münafıklar bilmezler."[447]

"Müminlere yardım etmek üzerimize borç idi."[448]

"Allah sizden inanıp iyi işler yapanlara vaat etmiştir: Onlardan ön­cekileri nasıl hükümran hldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kıla­cak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıra­cak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmayacaklar."[449]

Eğer geri kalmışlık ve hakir görülmüşlükten şikayet ediyorsak; bizi bu acizlik ve güçsüzlükten, ileriye ve aydınlığa Allah'tan başka kim çıka­racaktır?

Eğer ürünlerimizin mahsulünün azlığından, ektiğimizin karşılığını biçememenin ızdırabından şikayet ediyorsak; göklerden ve yerden bizleri Allah'tan başka kim rızıklandıracak?

Hastalık ve belalardan şikayet ediyorsak; bunlardan bizleri Allah'tan başka kim iyileştirip kurtaracak?

Kalblerin katılığından ve fitne fesadın çokluğundan şikayet ediyor­sak, kalblerimizi Allah'tan başka kim yumuşatıp birleştirecek? Allah bü­tün işleri evirip çevirendir. O, her şeye gücü yetendir.

Sömürücü devletlerin istilasından, borcundan ve zulmünden şikayet ediyorsak; bütün bunlardan Allah'a sığınıp O'na yönelmekten başka çare­miz var mıdır?

Allah'tan başkasına yönelirsek; kölelikten, fakirlikten, güçsüzlükten asla kurtulamayacağız.

Doğu siyasetinden bıktık ve batı siyasetine yöneldik, sonra tekrar oradan da bıktık tekrar doğu siyasetine özendik, yöneldik. Bir doğu, bir batı derken ızdırap ve çilelerimiz hep arttı. Ateşi üfleyen körükçü gibi iyice kızardık. Başımız sağa sola dönmekten iyice yorgun düştü.

Ey halkımız,

Müşrikler dahi başları dara gelince hemen Allah'a yöneliyorlardı. Allah (c.c.) onların denizdeki halini anlatırken şöyle buyuruyor:

"Birden gemiye, şiddetli bir kasırga gelip de, her yerden gelen dal­galar onları sardığı ve artık kendilerinin tamamen kuşatıldıklarını (bir daha kurtulamayacaklarını) sandıkları zaman, dini, yalnız Allah'a halis kılarak O'na şöyle yalvarmaya başlarlar: "Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, şükredenlerden olacağız."[450]

"Denizde size bir sıkıntı (boğulma korkusu) dokunduğu zaman; Al­lah'tan başka kimseden yardım istemezsiniz."[451]

Görüldüğü gibi dünyadaki belalarla karşı karşıya kalındığı zaman in­sanın fıtrî yönü ağır basıyor ve Allah'a yöneliyor.

Ey inançlı milletimiz!

Bizler Allah'a ortak koşanlardan değiliz. Bizler baskı ve zulüm al-dındayız, bunu kimse inkâr etmiyor. O halde hâlâ Allah'a yönelmeyece-ğiz mi? İçinde bulunduğumuz sıkıntılardan kurtulmak için Allah'ın ipine ne zaman sarılacağız?

Her birimiz teker teker Rabbimize yönelmeli ve tövbe etmeliyiz. O'ndan bizi işlediğimiz günahlardan dolayı affetmesini dilemeliyiz. Kö­tülükleri iyiliklere çevirmesi için yalvarmalıyız.

"Ve onlar Allah ile beraber başka tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa cezasını bulur. Kıyamet günü onun için azap kat kat yapılır ve o azabın içinde hor ve hakir olarak kalır. Ancak tövbe edip inanan ve fay­dalı iş yapanlar, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere değiştirecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir."[452]

"(Tarafımızdan onlara) De ki: "Ey nefislerine karşı aşırı giden kul­larım, Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Allah bütün günahları ba­ğışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir."[453]

Evet, şeytan boş durmuyor, insanları kötülüğe çağırıyor. Rabbine dön ona tövbe et, Rabbinin doğru yoluna gir ve dünya ahiret mutluluğu seninle olsun.

Ey şeytanın kendisini aldattığı kişi!

Şeytanın başkalarının mallarını yemesi için tuzağa düşürdüğü insan! Rabbine dön O'na tövbe et ve malları sahibine teslim et.

Ey şeytana uyup idarecilerin, liderlerin emirlerini yerine getiren kişi!

Aldığın emirlerle inananlara türlü işkence ettin. Gel tövbe et, Al­lah'tan seni affetmesini iste, liderlerinin emirlerine uyarak Allah'a isyan etme.

"Yaratana isyan eden yaratılmışa itaat olmaz."

Kıyamet günü amirlerin asla sana yardımcı olmayacaktır.

Ey Allah'a ve O'na ibadetten alıkalan gafil insan!

Sana ansızın ölüm gelmeden uyan, Allah'a yönel, sonra şöyle söyle­me:

"Ne olaydı da yeniden dünyaya dönseydim" veya:

"Ya Rabbi eğer beni biraz daha dünyada fırsat verirsen, seni tanıya­cağım, sana itaat edeceğim ve iyi kullarından olacağım."

Allah'tan ölüm geldiği zaman artık o geri dönmez.

Ey Allah'ın dinine savaş açan, O'nun dinine davet edenlere çile ve işkence çektiren hakimler, idareciler!

Dönüşünüz Allah'adır, O'na yönelin ve tövbe edin.

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

"İnanmış erkek ve kadınlara işkence edip sonra (yaptıklarına) tövbe etmeyenler (yok mu), onlar için cehennem azabı vardır ve onlar için yangın azabı vardır."[454]

Allah'a karşı yapmış olduğunuz her türlü zalimliğe rağmen yine de rahmet kapılarını size açık bırakmıştır. Ölüm sizi yakalamadan önce O'na yönelin.

Ey Allah'ın şeriatını, kanunu uygulamayan hakimler!

O'nun kanunlarını uygulamak için elinden gelen engelleri koyanlar!

Halkınızın huzur ve mutluluğunu istiyorsanız, hak olan şeriata dö­nün! Adaleti sağlayan Allah'ın kanunlarını uygulayın. Aciz akıllarla in­sanların yaptığı yetersiz kanunları uygulamaktan derhal vazgeçin!

Siz, ey Allah'ın yolunu bulup O'na yönelenler!

Rabbinizin ipine sıkıca sarılın ve O'ndan yardım ve zafer dileyin. O'na dualarla yönelin. Farzlarla O'na uyun. Nafilelerle O'na daha da yak­laşın Sizin dışınızdakileri de bu güzel yola, dosdoğru yola çağırın. Hepi­niz iyilik ve takvada yardımlasın. Düşmanlık ve kötülük üzerinde asla yardımlaşmayın.

Allah'a yönelmek ve O'na uymak, sebepleri terketmek demek değil­dir. Meşru olan bütün sebeplere sarılmak zaten Allah'ın emridir. İçinde bulunduğumuz sıkıntılardan vatanımızın kurtulması için her türlü helal vasıtalara, sebeplere sanlabiliriz. Sonrasını her şeyi elinde olan ve eviren çeviren Allah'a bırakırız.

O, her şeye gücü yetendir. Gökte ve yerde ne varsa O'na karşı aciz­dir. Yerde ve gökte bulunan bütün güçler bize zarar vermek istese, eğer Allah bunun için izin vermediyse bize asla zarar veremezler. Ancak Al­lah'ın dilediği kadar izin bize zarar verebilirler. Allah bize yardım ettiği zaman da asla bizi yenemezler. İçimizden birilerinin kalkıp da Karun mantığıyla hareket edeceğine inanmıyoruz.

"Bu (servet) bende bulunan bir bilgi sayesinde bana verildi."[455]

Ey milledimiz, bizler Allah'ın yardımı olmadan asla bir adım ilerle­yenleyiz. O'na yönelip O'na sığınmalıyız.

Bir dilim ekmek için başkalarının eline baktığımız yeter artık. Eğer biz çalışır, gayret eder, Allah'ın ipine iyice sarılırsak, O'na yönelir her şe­yimizle O'ndan yardım dilersek, yaptığımız kötülüklerden dolayı O'na tövbe edersek, bizim topraklarımız, hem bizi besler hem komşu ülkeleri.

"Rabbinizden mağfiret dileyin, çünkü O çok bağışlayandır dedim."[456]

"Ektiğinizi gördünüz mü? Siz mi onu bitiriyorsunuz, yoksa bitirenler biz miyiz?"[457]

Ey mal sahibi zenginler;

Mallarımızdan Allah'ın hakkı olan zekâtınızı veriniz. Mallannızdaki şüphe ve bereketsizliği ancak zekâtınızı vermekle kaldırabilirsiniz.

Allah sizin mallarınızı böylece bereketlendirir.

"Allah, ribâyı mahveder, sadakaları artırır."[458]

"Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz dâne olmak üzere yedi başak veren bir dânenin durumu gibidir. Allah di­lediğine kat kat verir. Allah(ın lütfü) geniştir, (O) bilendir."[459]

Biz Mısır halkını Allah'a yönelmeye ve O'nun dinine sarılmaya davet ediyoruz.

Eğer davetimiz hak ise vatanımız bundan yararlanacaktır.

İmam el-Benna bu konuda şöyle diyor:

"Ey okuyucu, şunu bilmelisin ki Müslüman Kardeşler teşkilâtı in­sanları öncelikle kendilerini düzeltmeye çağırmaktadır, iyi bir kişi; eği­tilmiş bir nefis, yenilmiş bir ruh, ahlâklı bir bedenle oluşur. Halkın gö­zünde düzgün bir adam böyle oluşur. Millet ve ümmetlerin kurtuluşu da bu esaslar üzerine kurulan kişilerle olur. Müslüman Kardeşler teşkilâtı böyle adamlar yetiştirip bu hedeflere ulaşmak için sebepler aradı. Çare­yi dine sarılmakta ve dini yıkmak isteyenlere engel olmakta buldu.

Vicdanları din yaşatır, şuuru din verir, kalbleri din yeşertir, onu hep canlı tutar, gaflet içerisinde bırakmaz. Din kişiye asla nankörlük et­mez. Toplumda kişiyi gözetir. Onun layık olduğu yere oturtur. Her za­man onu gözetler. Kişiyi iyi işler yapmaya yönlendirir. Kötü işlerden uzak tutar. Kötülüklere karşı her zaman uyanık bulundurur.

"Yoksa biz, onların sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmez miyiz sa­nıyorlar? Hayır, işitiriz ve yanlarında bulunan elçilerimiz de (her yap­tıklarını) yazarlar."[460]

İyilikleri bir araya din toplar. Etrafa güzellikleri yayar. Her iyili­ğin karşılığım verir, insanları kendilerini kandırmaya, ruhlarını yücelt­meye ve Allah'a yönelmeye çağırır.

"(Allah'tan başkasına tapmayarak) nefsini yücelten kazanmış, (Ya­ratıklara taparak) O'nu alçaltan da ziyana uğramıştır,"[461]

Allah yolunda cihad etmeyi, bu uğurda ölmeyi din emreder. Yaratı­lanın iyiliğe çağrılmasını din emreder. Bunu yapanlar için güvence ve­rir. Bu metodu uygulayanlara güzel karşılıklar verir. Az dahi olsa iyilik takdir eder. Hakir de görse kötülüğü affetmez. Allah yolunda savaşıp öl­meyi ölüm değil ebedi diriliş sayar.

"Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma; hayır (onlar) diridirler, Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Allah'ın, keremiyle kendilerine ver­diklerinden sevinirler."[462]

Ey aziz Mısır halkı,

Gidilecek tek yol budur. Allah'ın yolundan başka gidilecek bütün yollar bozuk, batıldır. Allah'ın dinine sarılıp, O'na yönelmekten başka ça­remiz yoktur.

O, bütün günahlardan bizi temizler.

"Allah tövbe edenleri sever, temizlenenleri sever."[463]

 

Kendimizi Düzeltmeye Başlamalıyız

 

Kâinatta Allah'ın adeti vardır. Bu çevrilemez ve değiştirilemez bir adettir. Bizler bu adet ve kanunlara boyun eğmeli ve gözetlemeliyiz. On­lara karşı koymamalı ve onlardan habersiz olup gafil kalmamalıyız.

Şu ayeti kerime Allah'ın adetlerine açıkça bir misaldir.

"Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durum­larım değiştirmez."[464]

Evet bizler samimiyet ve ibadetten kopup, kötülük ve sapıklığın içe­risine girdik. Allah'a karşı açıkça isyan ettik ve bütün kötü fiilleri yaptık. Yerimiz ve konumumuz çok şerefli, yüce iken altlara inip rezil olduk ve hüsrana uğradık. Eğer bu halimizden şikayetçi isek, eski büyük, şerefli yerimize yeniden gelmek istiyorsak; mutlaka Allah'a yönelmeli, O'nun emirlerini tam uygulamalıyız. Bunu yaparken öncelikle kendimizi düzelt­meliyiz. İmanımızı tazelemeliyiz. Takva ipine iyi sarılmalıyız. İçkiyi, ku­marı, zinayı ve bütün kötülükleri bırakmalıyız.

İslâmi oluşum hareketinin önce kendilerine, sonra da halkına söyle­diği şey budur. Bunun peşinden koşmaktadır. İdarecilerinden ve idare olunanlardan bunu istiyoruz. Önce her kişi kendini düzeltmeye başlamalı ve Allah'ın ibadetine, O'nun kanunlarına sarılmalıdır.

Devleti idare eden yöneticilerin kendilerini düzeltmeleri ve sistemin kendini yenilemesi en çok istenilen şeydir. Çobanın iyi olması, sürünün iyi olmasına delalet eder. Bilinen de budur. Fakat burada halk dahaönemlidir. Halkın düzgünlüğü doğrultusunda yöneticiler kendini toparla­yacak ve düzeltecektir. Ama temel halktır. Temel sağlam ise bina sağlam olur. Çürük ise bina da elbette yıkılır.

İslâmi Hareket bütün inanan ve inanmayan azınlıkları öncelikle ken­dilerini düzeltmeye çağırıyor. Canımız gibi sevdiğimiz bu güzel vatanın sağlam temellere oturabilmesi için ilk adım olarak bunu görmektedir. Ki­şilerin düzelmesiyle aile, sonra da milletler düzelir. Sonra da temel bina için hazır olur.

Vatanın bütün kadın ve erkeklerini kuru laf ile değil, ciddi mânâda vatanı sevmeye ve bu binanın ilk temeli olarak da kendimizi düzeltemeye çağırıyoruz. Bir vatanın oluşması sadece lafla olmaz. Adam yetiştirmekle olur. Vatanı kurmuşsanuz; ortada bir bina var, içindeki adamlar duyarsız, şuursuz, düzelmemiş ise onun ne önemi var?

Biz kişilikli adamlar istiyoruz. Güçlü bir olgunluk ve kişiliğe sahip adamlar; inançta bir bütün, ibadette tam, ahlâkta güvenilir, fikren olgun, bedenen güçlü, iyi kazanabilen, başkalarına da faydalı olabilen, işlerinde prensip sahibi olan, zamanını iyi ayarlayan, nefsiyle cihad eden, güçlü bir iradeye sahip olan, bu irade onu doğru yola iletip batıl yoldan uzaklaştı­ran bir adam.

Herkesten duyduğumuz bir söz vardır:

"Suç bende değil de toplumda, toplum bozuk ben ne yapabilirim?"

Şariin şu sözü böyle diyenlere çok güzel cevap teşkil ediyor:

"Ayıbı zamanımızda arıyoruz

Halbuki ayıp bizdedir.

Zamanımızın ayabı;

Bizim onunla olmamızdandır."

Bütün vatan fertlerinden güçlü bir irade ve güçlü bir kişilik istiyo­ruz. Vatanın içinde bulunduğu ve kendisinin noksanlıkları, yanlışlıkları kabul etmesini istiyoruz. Başlangıç olarak sağlam olabilmemiz için hata ve yanlışlıklarımızı tesbit etmeliyiz, onun için samimi itiraf esastır. Vic­dan sahibi kişilerden vatanına karşı olan sorumluluk duyarlılığını göster­mesini bekliyoruz. Her kişi gibi sorumluluk taşıyan kişilerden diğerleri gibi kızınca kızmak ve sevinince sevinmelidir. Yürekler bir atmalıdır.

Sorumluluk taşıyan her kişi son kuruşuna kadar vatanı için harcamalı, geresini düşünmemelidir. Yoksa hiç vermemelidir.

Sorumluluk taşıyan her kişi kendisini yönetenleri iyi tanımalı, onunyaptığı zulme ve kötülüklere karşı koymasını bilmelidir.

Sorumluluk taşıyan her kişiden vatanın emin, güvenilir ve doğru yol üzere olmasını yöneticilerden istemesini bekliyoruz. Güvenilir ve doğru yol üzere olmak idarecilerin ve idare olunanların düzelmesiyle gerçekle­şebilir. Zalimin zulmüne seyirci kalan her insan, zulme ortaktır.

Vatanı yıkıp fesada boğacak her türlü sapık fikirlerin önünde durul­masını vicdan sahibi insanlardan istiyoruz. Özellikle kötü basın yayının önünde durulmasını gereklil düzeltilmelerin acilen yapılmasını bekliyo­ruz.

Bu vicdan sahiplerinden; diktatör idarecilerin zulmünden inleyen fa­kir halkın elinden tutmalarını istiyoruz. Halkın sırtından zorla, haksız ka­zanç sağlayan diktatörlerin önünde durmalarını bekliyoruz.

Vicdan sahibi kişilerden; Allah'ını bilen, iyi, cesur, kahraman insan­ları meclise göndermelerini bekliyoruz. Seçtikleri kişileri iyi tanımalarını, her zaman vatanın çıkarlarını önde tutan kişileri seçmelerini istiyoruz. Partilerini her şeyten üstün tutan kimselere dikkat etmelidir. Yoksa yapı­lan zulümlere, kötülüklere ortak olunur.

Mısır'ın değerli halkı!

Bizler vatanımızın kötülüklerden kurtulup iyiliklerle yoluna devam etmesini istiyor ve bunun işaretlerini görüyoruz. Hepimiz önce kendimizi temizlemeli ve düzeltmeliyiz. Bu da ancak bizleri yaratan Allah'ın meto­duna uymakla olur. Onu yarattı ve düzeltti, iyiliği ve kötülüğü gönderdi. İkisinin birbirinden ayrılması için elçi ve kitap gönderdi. Kendilerini na­sıl temizleyeceklerini gösterdi.

"O'dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah'ın ayetlerini okuyan, onları yücelten, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi. Oysa onlar, önceden, açık bir sapıklık içinde idiler."[465]

"Gerçekten bu Kur'an da en doğru yola iletir."[466]

Arap yarımadasında o zamanlar cahiliyet, sapıklık son derece fazlay­dı. Ahlâki çöküntü milletleri sarsıyor, yaratılışın dışına dağılıyorlardı. Bunları bu durumdan ancak Hz. Peygamber (a.s.)'in gelmesi ve yüce Kur'an'ın indirilmesi kurtardı. Adaletin var olduğu, güvenliğin hakim olduğu İslâm devleti kuruldu. Sosyal adalet sağlandı. Kardeşlik bağları ge­liştirildi. Yardımlaşma ilerledi. Öyle bir millet oluştu ki dışarda yaşayan müslüman olmayan milletler dahi bu devlete sığınmak istediler. Bu dev­letin gölgesinde yaşamak, emin ve güvenlik içinde olmak demekti.

İşte bizler de şimdi cahiliye dönemindeki gibiyiz. Bundan kurtulu­şun çaresi siyaseten, sosyal olarak, iktisaden ve diğer yönlerden Hz. Pey­gamber (a.s.)'in okulundan geçmektedir. Kur'an-ı Kerim sofrasından mut­laka yemeliyiz.

Fertlerin düzelmesiyle bir toplum düzelecektir. Ebedî kurtuluşumuz buna bağlıdır. Her kişi iyiliğe doğru koşup, kötülükleri engellemelidir.

Toplumun düzelmesinin imandan sonraki en önemli konusu; iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymaktır.

Allah (c.c.) bu ümmeti bununla tanıtmıştır.

"Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülükten menedersiniz ve Allah'a inanırsınız."[467]

Toplumumuz kişilik ve ahlâk hastalığıyla çalkalanmaktadır. Bir vi­rüs gibi babadan oğula bu mikrop hızla yaylmaktadır. Bu hastalığa ve bu­laşıcı mikrobuna hemen bir tedavi uygulanmalıdır. Bu tedavi metodunun en önemlisi ve en güzeli olan ise; iyiliği emretmek, kötülükten alıkoy­maktır. İslâm'ın bu hususta başlı başına bir müessesesi vardır. Bu tebliğ grubu harekete geçirilmelidir. İslâm ulemâsı bu konuda çok sorumludur. Camilerde vaazlar da bunu dile getirip insanları İslâm'a davet etmeliler ve kötülükten alıkoymalıdırlar.

Bu iş sadece alimlere ait de değildir. Bilakis her inanan kadın ve er­keğe farzdır. Vatanın selâmeti için kilisedeki hristiyan kardeşlerimizin de görevidir.

Çukur kenarında bir kardeşimizi görsek, onu kurtarmaya koşarız. Belki kerdeşimiz çukurun kenarında olduğundan haberi yoktur ve bundan gafildir. Yine ateş çukurunun kenarında bulunanlara da yardım elimizi uzatmalıyız. Onları bu kötülük ateşinden çıkarıp iyilik bahçesine koyma­lıyız.

Yüce Allah, yaptıkları kötülüklerden vazgeçmeyenleri şöyle lanet­liyor:

"İsrailoğulları'nın nankörlerine, Davud ve Meryem oğlu İsa diliylelanet edilmiştir. Çünkü (onlar) isyan etmişlerdi ve saldırıyorlardı. Yap­tıkları kötülükten vazgeçmiyorardı. Ne kötü işler yapıyorlardı.."[468]

Peygamberimiz iyi işlere koşmamızı, sapıklıktan kaçmamızı istiyor:

"Her kim bir kişinin hidayetine sebep olursa onun aldığı sevaptan o da faydalanır. Onların sevaplarından hiç bir şey eksilmez.

Her kim de bir kişinin kötülüğüne, sapıklığa düşmesine sebep olur­sa, onun alacağı günahlardan o da alır. Günahlarından hiç bir şey eksil­mez."[469]

Bu hadisten anlıyoruz ki; eğer basın-yayın organları insanların hida­yeti için çalışır da onların hidayete ermelerine sebep olursa aynı sevaplar­dan kendileri de alacaktır. Böylelikle vatanda huzur hakim olacaktır. Yoksa insanları kötülükten kurtarmayacak onlarla beraber, o da bataklık­ta kalıp günaha ortak olacaktır. Sonra da toplumda huzursuzluk hakim olacaktır. Şimdi kötülük içinde olan insan, başkalarına hastalık bulaştıran mikrobu taşıyan insan gibidir. Toplumu bozar. İlacını almaz ve tedavi ol­maz ise hayat kötülüklerle dolar.

Bir topluluk kendi içinde yardımlaşır, iyiliği emreder, kötü kişilerini kötülüklerinden alıkoyarsa; o toplulukta mutluluk vardır. Evlatlarına da yaşanır huzurlu bir ortam bırakır. Milletlerin dayandığı ana temel de bu­dur.

İslâmi Hareket bu vatanın bütün evlatlarını -kadın, erkek- iyiliği em­retmeye ve kötülükten alıkoymaya çağırıyor. İdareci de, yönetilen de ay­nıdır. Bu herkesin görevidir.

Din nasihattir. Güzel öğüttür. Allah için kınayıcının kınamasından asla korkmamalıyız. Bu bizim ecelimiz değil, rızkımızın da sonu değildir. Bizleri kötü idera edenlerden korkumuz yoktur.

Her şey Allah'ın idaresi altındadır.

En büyük iyilik; bu halkın idarecilerden Allah'ın kanunları olan şeri­atın tatbikini istemesidir.

En büyük kötülükten men etme de; bu idarecileri Allah'ın şeriatının dışındaki kanunlardan vazgeçirmedir.

Bunu yaparken asla ölçüyü kaçırmamalıyız. İnsanları iyilikle İslâm'a davet etmeliyiz. Yoksa daha büyük kötülüklere sebep olabiliriz. Metodolarak bizlere iyi bir örnek olan Rasûlullah (a.s.)'ın metodunu uygulama­lıyız.

Yüce Allah bu konuda şöyle buyuruyor:

"Hikmetle ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır ve onlarla en gü­zel biçimde mücadele et."[470]

"Allah'ın rahmeti sebebiyledir ki; sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi."[471]

Her birimiz diğer kardeşlerimizi en iyi bir biçimde iyiliğe davet et­meliyiz. Davetimize inanmalı ve icabet etmeliler. Halkın kişileri arasında yardımlaşma olmalıdır. Aramızda sarsılmaz bir temel olmalıdır: İyi kişi­ler, iyi aileler, iyi toplumlar...

Vatanın selamete çıkması, kötülükten kurtulması için bu şarttır.[472]

 

Binayı Sağlam Temel Üzerine Yapmalıyız

 

Her bina sağlam temeller üzerine yapılır. Temelin sağlığına göre bi­na ayakta durur veya yıkılır. Bir toplumdaki fertler ve aile de öyledir. Fertlerin ve ailelerin sağlamlığına göre o toplum mutluluk içinde veya huzursuzluk içinde yaşar. Eğer toplumun temeli çürük ise fertler ne kadar gayret gösterirlerse göstersinler ayakta duramazlar. İstedikleri kadar mal­larını, canlarım bu uğurda feda etsinler, faydası yoktur. Temeli oluşturan adamlar, esnek ve kötü ise yukarı katlardaki adamların çalışmaları boşu­nadır.

İslâm düşmanları Mısır halkını bozmak için uzun zamandan bu yana çalışmaktadır. Bunu Mısır'ın bütün iyi ve dürüst milletine rağmen yap­maktadırlar. Bu hedeflerine ulaşmak için de ellerinden gelen vasıtaları kullanmaktadırlar. Resmi veya resmi olmayan bütün yolları denemekte­dirler. Bunlara, üzülerek belirtelim ki, gelen hükümetler de alet olmuştur. Sonuçta da içinde bulunduğumuz durum, ağlanacak halimiz ortaya çık­mıştır. Bizler vakit henüz geçmeden, kötülükler aziz Mısır halikını sor­madan bağırarak, her türlü yollara başvurarak uyandırmaya çalışıyoruz.

Ey kıymetli Mısır halkı;

Bütün açıklıkla sana şunu söylüyoruz: Oynanmak istenen bütün oyunlar Allah'ın izniyle geri tepecek ve sonuca ulaşamayacaktır. İsterler­se tuzakları için milyarlar harcasınlar. Bizler bu güzel vatanı kurtarmaya kararlı olduğumuz sürece ve özellikle bu vatanın fert ve ailelerini kurtar­maktan işe başladığımız sürece onlar asla bu kötü arzularına ulaşamayacaklardır. Toplumda sağlam temelleri oluşturan örnek fertler ve aileler oluşturdukça bu savaşı mutlaka biz kazanacağız.

Hiç bir akıl sahibi, bunları başımızdaki bu hükümetten beklememeli. Böyle bir fert ve aileyi bu bozuk, fasit, rüşvetçi, içkici, kumarcı, zinacı ve kötülüklerin her çeşidinin yayıldığı medyanın bulunduğu bu hükümet ve idarecilerinden asla beklememelidir. Bütün bu kötülükleri yapanları ceza­landırması gerekirken onları ödüllendiren bir yönetiminden nasıl sağlam fert ve aile oluşturması beklenebilir? Bu kötülükleri yapanları cezalandır­ması gerekirken, onları yönetimden nasıl sağlam fert ve aile oluşturması beklenebilir? Bu kötülükleri yapanları, müslümanlara yaptıkları çile ve işkence gibi yapıp kovsalardı şimdi bu toplum böyle mi olurdu?

Uyanış sesleri yükselmeye başladı. Sonra yeniden özlenen topluma ulaşmak için diriliş ve şahlanış başladı. Hiç bir Mısır evladının bu uyanış ve diriliş hareketinden rahatsız olacağını düşünemiyoruz. Vatanın gaflet­ten kurtulmasından kimler rahatsız olabilir ki? Fakat nasıl esas dirilişe geçebileceğiz ki; bütün karşı şer odakları rahatlıkla hareket ediyorlar. Hiç bir şeyden korkmadan istedikleri gibi serlerini işleyebiliyorlar. Halkın uyanmasını isteyen vicdan sahipleri insanları ise yakalayıp hapse atıyor­lar. Vatanın yücelmesini, fertlerin ve ailelerin düzelmesini isteyenlerin hapse atıldığı, aksini isteyenlerin serbestçe dışarıda dolaştığı bir ülkede ne derece sağlam vatan temeli atılabilir ki?

İslâmi oluşum hareketi burada hükümeti ve onu idare eden idarecile­ri, bu vatanın temelinin sağlam olması noktasında samimi olmaya çağırı­yor. Resmi ve resmi olmayan tuzaklardan kurtulmasını istiyor. Elindeki bütün imkanların bu sağlam temel için harcanmasını istiyor. Sağlam fert ve ailenin oluşmasına katkıda bulunmaya davet ediyor. Bu da ancak Al­lah (c.c.) ve O'nun elçisi olan Hz. Peygamber (a.s.)'in yolundan gitmekle olur.

Sağlam temellere oturmuş bir halk kendisini idare etmesi için sağ­lam idareciler, iyi idareciler seçecektir. Bu iyi idareciler vatanın ilerleme­si için iyi kararlar alacaktır. Halkın zararına olacak her türlü iktisadi, eko­nomik, sosyal, kültürel baskılara karşı boyun eğmeyecek ve direnecektir. Vatanın bütünlüğünü, halkının mutluluğunu her şeyden üstün bilecektir. Vatana karşı olan bütün iç ve dış düşmanlara karşı koyacaktır.

İslâmi Hareket iyi ve sağlam kurallar istiyor. Kendi geçimini sağla­mak için çalışan, ter döken kişilikli adamlar istiyor. Özellikle yiyecek vesilah gücü yönünden çalışan ve başkalarına asla muhtaç olmayan bir va­tan istiyor. Başkalarına bir dilim ekmek için boyun eğen, borçtan kurtula­mayan, rezillikten kurtulmayan bir vatan değil. Gecesini gündüzüne kata­rak çalışıp halkının yiyecek, giyecek, silah vs. gibi önemli ihtiyaçlarını karşılayan, hattâ fazla üretip komşu ülkelere de satan bir vatan istiyor.

Bizler bütün bunları gerçekleştirecek gücün, yüce Mısır halkında ol­duğuna bütün kalbimizle inanıyoruz. Sabır, çalışma, gayret, itaatkârlık vs. hepsi bu halkta vardır. Bu potansiyele sahip olan halk ile idarecileri anlaşırlarsa yapamayacakları iş, aşamayacakları engel yoktur. Halk idarecileriyle barışık olursa, hedefine giderken rahat olur, her zaman idarecilerninin yanında olduğunu hisseder. Dolayısıyla da hedeflendiği yere da­ha erken ulaşır.

Biz Mısır halkına ve idarecilerine çıkış yolunun bu olduğunu söylü­yoruz. Bundan başka yol yoktur. Bu başlangıçdır. Bütün çalışmalarımızı, malımızı, canımızı bu yolda vermemiz gerekir. İçinde bulunduğumuz kö­tü durumdan kurtulmamız ve bunu yaparken de yarattıklarının üzerinde adaleti olan Yüce Allah (c.c.)'ın yolunu takip etmeliyiz. Allah'ın yolu de­ğişmez ve değiştirilemez.

"Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durum­larını değiştirmez."[473]

"Benden size bir hidayet geldiği zaman kim benim hidayetime uyar­sa o, sapmaz ve sıkıntıya düşmez. Ama kim beni anmaktan yüz çevirirse, onun için de dar bir geçim vardır. Kıyamet günü onu kör olarak (Yüce Divan'a) süreriz."[474]

"(O) ülkelerin halkı inanıp (kötülüklerden) korumalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bolluklar açardık; fakat yalanladılar, biz de onları kazandıklarıyla yakaladık."[475]

"Şayet yolda doğru gitselerdi, onlara bol su verirdik (rızıklarını bollaştırırdık)."[476]

Bizler doğruluk ve samimiyet içerisinde bu halkın mutluluğa kavuş­ması için elimizden gelenin yapılmasını istiyoruz. Bunlar; nifak, karışık­lık vs. olmadan yapılmalıdır. Gösteriş, riya, desinler mantığından kurtularak sadece Allah rızası için yapılmalıdır. Bizden çok ileride olan ülkeler bu seviyeye birlik olarak ulaştılar. Her türlü kötülükten uzak kalarak o seviyelere vardılar. Bizler onları örnek almalıyız. Bizler daha iyisine layıkız. Gerçekleri bilerek görmemezlikten geldik. Sonuçta mutsuzluklar içe­risinde boğulan bir millet haline düştük.

Bu hedefe varırken halkın tam bir desteğini istiyoruz. Her ferd biz­zat yardımcı olmalıdır. İçinde bulunduğumuz hastalıktan ancak hep bera­ber yardımlaşarak kurtulabiliriz. Her tarafı kaplayan kötü olayları, ahlâksızlıkları, bunlara iten her türlü sebepleri -görüntülü görüntüsüz- da­yanışma ve samimiyet içerisinde çözebiliriz.

Müslüman alimlerden yaşadıkları asra karşı sorumluluklarını bilme­lerini istiyoruz. Allah'a, vatana ve vatan evlatlarına karşı sorumluluklarım bilmelerini istiyoruz. Sonra halkı nasıl doğru yola ileteceklerini iyi plan­layıp onlara yardımcı olmalarını bekliyoruz.

Alimlerden, özellikle başkanları olan Ezher Şeyhinden Mısır'da içki üretimine engel olmalarına davet ediyoruz. Bu fabrikaların kapanması için gerekli makamlara uyarılarda bulunmalıdırlar. Ezherli bir Mısır'da, diğer İslâm ülkelerine örnek olan bir ülkede nasıl bu haram üretilir ve teşvik edilir? Bunun kesin haram olduğunu Allah'ın şeriatına karşı gelin­diğini halkın önünde idarecilere haykırın. Bunun ticaretinin yapılmasının ve bu paralarla halka yardımda bulunulmasının dinen sakıncalarını idare­cilere bildirin.

Ey ilim ehli insanlar,

İlminizin hakkım veriniz. Onu gizlemenin günahından korkunuz. Onun cezasının Allah katında dünyadakinden daha fazla olduğunu bili­niz. Sonucu işkence de olsa ilminizi gizlemeyiniz ve gerçekleri zalim ha­kimlerin önünde söyleyiniz. Hiç bir kınamacıdan da korkmayımz.

Faiz ile alışverişi kabul etmeyiniz.Ticaretin kazancının bereketini nasıl yok ettiğini insanlara ve idarecilere anlatınız. Bununla çalışanların Allah'a ve Rasûlüne savaş açtıklarını bildiriniz.

Ekonomimizin düzelmesi için faiz belasından mutlaka kurtulmalı­yız.

Müslüman Mısır'daki bozukluğun televizyon, radyo, sinema, gazete, video vs. gibi aletlerle yayıldığını söyleyiniz.

Sosyologlarımızdan uyuşturucu ve alkolün aileleri yıktığını, toplu­mu fesada boğduğunu söylemelerini, bunu da idarecilere belirtmeleriniistiyoruz. Halkın üzerinde basın yayının çok etkisi olduğunu, bu kötülük­lere bu aletlerin sebep olduğunu sosyologlarımız haykırmalıdır. Böyle bir toplumun yıkılmaya mahkum olduğunu bildirmelidirler.

Bütün doktorlardan bu alkol mikrobuna ve hastalığına karşı önlem almalarını istiyoruz. Alkol ve uyuşturucunun zararlarını idarecilere ve halka gerekli yerlerde anlatmalarını bekliyoruz. Bu alkolün insan vücu­dundaki zararının çok tehlikeli olduğunu söylemelidirler. Açıkça kişilik kaybettirdiğini; sonuçta da iman, samimiyet ve Allah'ın yolundan uzak­laştırdığını haykırmalıdırlar. Toplumu birbirine düşüren kötü bir hastalık olduğunu açıklamalıdırlar.

Kanun ve hukuk adamlarından, sorumlulara gerekli uyarılan yapma­larını bekliyoruz. Bu konuda halkın da görüşlerine başvurulmalıdır. Bü­tün cinayet ve suçlarının anasının alkol ve uyuşturucu olduğu anlatılmalı ve gerekli önlemler alınmalıdır. Halk bu konuda bilgilendirilmelidir. İslâmi ahlâkı ve inancın yok olmasına neden olmaktadır. Beşeri kanunlar bu suçu işleyenlere gerekli cezayı verememektedir. Bu suçlan da engelleyememektedir. Kanun ve hukuk adamları artık İslâm şeriatının uygulan­masını, dini eğitimin yapılmasını idarecilere söylemelidirler.

İslâmi oluşum hareketi halkın bütün fertlerine gerekli tavsiyeleri yapmaktadır. Halkın bu beladan bir an önce kurtulmasını istemektedir. Vatanı yıkacak yollara uzanan bütün kötü yollara engel olunmasını söyle­mektedir. Sağlam bir temel üzerine vatanımızı inşa etmemiz gerektiğini bildirmektedir.

Sonra bu vatanı idare eden parti ve mensuplarına sesleniyoruz. Allah aşkına bu alkol ve uyuşturucudan ne bekilyorsunuz? Vatanın birliğine ve Allah'ın şeriatına bu uymakta mıdır?

Yoksa bizim gibi düşünüp gerekli kanunlan çıkaracaklar mı? Güzel vatanımızı iyi günlere taşıcak kanun değişikliğini yapıp bizleri ve halkı­mız sevindirecekler mi?

Lütfen aklımızı başımıza alalım!...[477]

 

En Kuvvetli Silah İmandır

 

Evet en güçlü silahla düşmana karşı koymalıyız. Bu silahla bütün fe­sadı ortadan kaldırmalıyız. Onunla bütün iyilikleri yapabilir, bütün kötü­lüklerden uzaklaşabiliriz. Evet, en büyük silah: "Allah'a iman" silahıdır. Güçlü ve kudret sahibi yüce Allah'a iman... Meleklerine, kitaplarına, pey­gamberlerine, ahiret gününe, kadere iman...

Güçlüler dengesinde en güçlü insan imanlı insandır. Düşman için atom bombası gibidir. Eğer bizler iman silahıyla silahlansak; Allah bizim ayaklarımızı sabit kılacak, her alanda zaferler verecektir. Mü'minlere vermesini söylediği iyilikleri rahmet yağmurları gibi yağdıracaktır. Bu konu­da; yardımın sadece Allah'dan olduğu konusunda Kur'an'da bir çok ayet­ler vardır.

"Mü'minlere yardım etmek, üzerimize borç idi."[478]

"Allah sizden, inanıp iyi işler yapanlara vaad etmiştir! Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kıla­cak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıra­cak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmayacaklar."[479]

Yahudiler Filistin savaşında inançlı mü'minlerin verdikleri mücade­leyi hala unutmadılar. Mücahidlerin kahramanlıklarını anlatan küçük ki­tapçıkları iyi bilirler. İman silahının darbesini yahudiler iyi bilirler. İmanher işi yaptırır. Kişide büyük değişiklikler oluşturur. İnsanın gücünü bir volkan gibi cihada, sabıra ve bu uğurda ölmeye sarfettirir.

Bu din düşmanı yahudilerin kinleri bitmedi. Kendilerini bozguna uğ­ratan inançlı kişileri Arap ordusuna teslim etti. Basiretsiz Arap ordusu da Allah için cihad eden bu inançlı erleri teröristlikle suçladı ve hapse attı. Din düşmanları yeniden zafer çığlıkları atmaya başladılar. Adeta savaşı kazanmışlardır. Karşılarında imanları güçlü insanlar yoktu. İstediklerini yaptırdıla. O imanlı insanlar, kendi vatanlarında adeta vatan haini mua­melesi gördü.

Öyle inanıyoruz ki bütün bunları kıymetli Mısır milleti iyi hatırlıyor­dur. Hatta bütün Arap İslam alemi biliyordur. Bu imanlı insanlar vatanla­rını korumak, İslami bütünlüğü sağlamak için nerelere kadar gittiler savaştılar. Tek gayeleri inanan ve inanmayan bu halkın mutluluğu idi. Bu uğurda canlarını ve mallarını ortaya koydular.

Onun için bizler Mısır halkının imanın en büyük bir silah olduğunu bilmelerini istiyoruz. İnsana en büyük gücü ve kuvveti veren içindeki sar­sılmaz imandır.

İnsanın içindeki iman tam anlamıyla yerleştiğinde, o kişide huzur, hayattan tad alma, bilgi, kültür, güç hepisi birleşir. Korkaklık, tereddüt, ümitsizlik gibi kayganlıklar ortadan kalkar.

Her müslüman, inancın bütün yönlerine tam teslim olmalıdır. Diğer bütün batıl inançlar ve taklidler de uzaklaşmalıdır. Özellikle halk arasın­da bulunan bozuk inanışlara son verilmelidir.

Hayatlarının her anında iyi ameller yapmalarını istiyoruz. Hayatları­nı imanları yönlendirmelidir. İman bir temenniden, bir sözden ibaret de­ğildir. Kalb ile tasdik, amel ile yaşamaktan ibarettir. Onun için ayetlerde iman ile amelin arka arkaya geldiğini görürüz.

Her müslümandan İslam'ın kendisine verdiği ödevini yerine getirme­sini istiyoruz. İmanını amelleri ile süslemesini, dünyaya geliş gayesini iyi bilmesini özellikle istiyoruz.

"İnsanları ve Cinleri yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım."[480]

Her birimiz namazlarımızı camide cemaatle tam vaktinde kılmaya dikkat etmeliyiz. Huşu içerisinde sakin bir kalb ile kılmalıyız ki sevabınaulaşalım. İnsanı kötü işlerden ve sapmalardan koruyan en önemli koruyu­cu silah namazdır.

"Muhakkak namaz sapmalardan ve kötülüklerden korur."[481]

Ramazan ayında oruç tutan her müslümanın bütün azalarına oruç tutturmalarını istiyoruz. Oruç sadece aç kalmak değildir. Ramazanın ru­huna, içeriğine uygun hareketler yapılmalı ve ona göre oruç tutulmalıdır. Şimdilerde yapılan sapık boş adetlerin de Ramazanla hiç bir alakasının olmadığını bilmelerini ve farketmelerini istiyoruz.

Mal sahibi her zengin müslümamn malının zekatını tam olarak ver­mesini istiyoruz. Malını temizlemesi için bu şarttır. Paralarını Allah yo­lunda harcamalıdır. Fakirlere, kimsesizlere hakkım vermelidir. Zenginler Allah yolunda verdikleri mallarının karşılığını ahirette alacaklardır. Fa­kirler ise her mallarla dünyadaki geçimlerini sağlayacaklardır.

Her müslümamn hac farizasını yerine getirmelerini istiyoruz. Gücü yeten bu inançlı insan Allah'ın evini ziyaret etmelidir. Bir seneki mevsi­me asla ertelememelidir. Günahların affolunup ruhun beslenmesi için hac yapmak Allah'ın emridir. Kim hakkıyla haccını yerine getirirse anasından doğmuş gibi günahsız olur.

Bir çok müslüman Allah'ın istediği ibadetlerin sadece bu dört farz olduğunu zannediyorlar. Halbuki hayatımızın her anı ibadettir.

Yememiz, içmemiz, uyumamız, dolaşmamız, okumamız vs...

Allah'ın şeriatına uygun olduğu zaman her şey ibadettir.

Allah (c.c.) rızası için ilim öğrenmek ve onunla başkalarına faydalı olmak ibadettir.

Sıhhatin için yemek içmek ve sıhhatta kalıp ailenin geçiminizi sağla­mak ibadettir. Önemli olan Allah'ın rızasına uygun olması ve helal yollar­dan kazanılmasıdır. Yine yuva kurup evlenmek, aile oluşturmak, İslam'a faydalı evlatlar yetiştirmek vs... hepsi ibadettir.

Spor da öyledir. Bedeni dinç tutup güçlü olmak ibadettir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki içinde Allah'ın rızasını gözeterek iyi bir niyetle yapılan ve atılan her adım, her seniye ibadettir.

İslami oluşum hareketi her müslümamn faziletli İslam ahlakıyla be­zenmesini istiyor. Yaşantılarının -küçük büyük- her yönünü İslam edebi ve ahlakıyla yaşamalarını istiyor.

Müslümanlardan İslam'ın bir bütün olduğunu, hayatın bütün yönleri­ni kapsadığını iyi anlamalarını istiyor. İslamı doğru anlamamak, yanlış yollara götürür. Yarım veya eksik İslam bilgisi kişiyi koruyamıyorsa, şüphelerden ve şüphecilerden uzak olunmalıdır. Eğer bilinmiyorsa ilim erbabına sorulmalıdır. Şüphecilere değil.

Ey kıymetli Mısır halkı; her birimiz kendi nefsimizde ve ailemizde İslam şeriatını yaşamalıyız. Allah'ın haramlarından tamamen sakınmalı­yız. İdarecilerin ülkeyi şeriatla idare etmelerini istemeliyiz. Allah (c.c.) bize bundan ahirette soracaktır.

Üstad Hudeybi (r.a.) şöyle derdi:

"İslam devletinizi önce kültlerinizde kurarsanız, topraklarınızda kurulur."

Her inanandan hayatında adaletli olmasını istiyoruz.

Hayatında Allah ile olan ilişkilerinde adaleti elde bırakmamalıdır. Allah'ın hakkını vermeli, O'na şükür ve itaatte kusur etmemelidir. Kendi­siyle de barışık olmalı ve adaletli olmalıdır. Nefsine zulüm etmemeli ve onu sapıklığa sürüklememelidir. İnsanlara karşı da adaletli olmalıdır. Hiç kimsenin hakkını gasb etmemelidir.

Her müslümandan hayatında iyiliği kendine örnek almalarını istiyo­ruz. Allah'la, kendisiyle ve insanlarla iyiliği. Allah'ı görüyor gibi... Sen O'nu görmezsen de O, seni görüyor...

Hayatında kardeşlik, saygı, dostluk hakim olmalı, Allah'ın azabından kendini sakınmalısın, sana kötülükle yaklaşana sen iyilikle yaklaşmalısın.

"İyilikle kötülük bir olmaz. (Sen kötülüğü) en güzel olan şeyle sev. O zaman bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dostsun."[482]

Her müslümanm, anne-babasına iyilikte bulunmasını istiyoruz. On­ları ziyaret etmelerini, akrabalarını ve komşularını gözetmelerini istiyo­ruz. Komşusu müslüman olmasa dahi iyi davranmasını ve komşuluk hak­kını yerine getirmesini istiyoruz. İnsanlarla iyilikte birleşmelerini, yar­dımlaşmalarını, yaşamalarını, vatanın geleceği için her şeyi yapmalarını istiyoruz.

Ülkemizdeki hristiyan kardeşlerimize iyi davranmalarını her müslü­mandan bekliyoruz. Onlara zarar verecek davranışlardan şiddetle kaçınmalarını istiyoruz. Vatanın bütünlüğünü bozacak her türlü kışkırtmalar­dan uzak olunmasını her inanandan bekliyoruz.

Bütün bu iyi davranışlara yönelen bir ülkede hiç bir zaman kargaşa, fesat, parçalanma olmaz. Ferdler huzur içerisinde yaşarlar. Her türlü düş­man saldırılarına da hep beraber karşı koyarlar. Yeter ki o toplumda be­lirtilen prensipler olsun.

Yine toplumumuzda iman silahını genişletmeliyiz. Bu silahla bütün hastalıklardan, belalardan kurtuluruz.

İslami hareket sözlerini sadece bu topraklarda yaşayan müslümanlara söylemiyor. Burada yaşayan bütün hıristiyan ve diğer azınlıklara da tek tek sesleniyor:

İslam ve müslümanlar hakkında hiç bir zaman yanlış şeyler düşün­meyin. Şüphelerinizi ilim ehline sorun. İslam müslümanlar ile kitap ehli arasındaki ilişkileri çok güzel açıklamakta ve ilişkilerin iyi olmasını iste­mektedir. İslam topraklarında yaşayan kitap ehlinin haklarını gözetlen­mesini istemektedir.

Tarihte Mısır'a karşı yapılan savaşta ehli kitap kardeşlerimizle düş­manlara karşı nasıl mücadele ettiğimizi bizzat ben Papa Şenuze'den din­ledim. Vatanın bütünlüğü için hep beraber savaşı İmalıdır. Özellikle Ro­malıların istilasına karşı bu açıkça görülmektedir.

Bu kardeşlerimiz İslam şeriatının uygulanmasından asla çekinmesin-ler. İslam onların hakkını koruyacaktır. Hem de şimdi yürürlükte olan be­şeri kanunlardan çok daha iyi olarak koruyacaktır. Tarihte, azınlıkların İslam devletlerinde daha güvencede olacakları için oralara göç etmelerine çok rastlarız.

Hıristiyan kardeşlerimizden İslam ve hristiyanlık düşmanlarının or­taya attığı yanlışlıklara asla inanmamalarını istiyoruz. İnkarcılar ve batıl fikirli sözde ilim adamlarının fikirlerine yönelmemelerini, kafalarına takı­lanları da ehline sormalarını istiyoruz. Mısır'da aramıza fitne sokanlar da zaten bu bozuk fikirli inkarcılardır.

Şunu da iyi bilmenizi isteriz ki, müslüman Mısır halkı, sizin hakkı­nızda kardeşlik ve sevgiden başka hiçbir şey düşünmemektedir. Bunun teminatı da biz İslami oluşum hareketiyiz. Size karşı kin ve düşmanlık yapmaları asla mümkün değildir. Öyle söyleyen inkarcı münafıklara inanmayınız.

Sizden İslam'a karşı kışkırtıcı hareketlerden sakınmanızı istiyoruz.

Bunu bütün dinlere karşı yapınız. Biz de aynısını yapıyoruz. Yapmalıyız da. Batıda başlayan dinleri birbirlerine düşürme hareketine dikkat etmeli­yiz. Vatanımızın bütünlüğünü bozacak her türlü davranışlardan uzak ol­malıyız.

İslami hareket, Mısır halkında kendilerini düzeltmelerini, iman sila­hına iyi sarılmalarını, ancak bu silahla kendilerini düzeltebileceklerini bildirmektedir. Vatan düzelmesi için önce nefsin düzelmesinin esas oldu­ğunu İslami hareket Mısır halkının kıymetli evlatlarına söylemektedir.[483]

 

Yolumuz Düzgün Ve Doğru Olmalıdır -I

 

Önceki konularda ülkemizin bir çok kötü hastalıklara maruz kaldığı­nı, bir çok imtihandan geçtiğini, içinde bulunulan bu kötülüklere sömürü­cü ülkelerin sebeb olduğunu söyledik. Bu kötülüklere diktatör yönetimle­rin de yardımcı olduğunu, bu diktatörlerin Arap ve İslam alemini zor günlere götürdüğünü yazdık. Bunların sebebinin de vatanına karşı kişile­rin sorumsuzluğundan kaynaklandığını öğrendik. Bu sorumsuzluk hasta­lığının en kötü ve tehlikeli bir hastalık olduğunu belirttik.

İçinde bulunduğumuz hastalıkların tek tedavisinin Allah'ın kitabına, elçisi Hz. Muhammed (a.s.)'in sünnetine sarılmakla olacağını da söyle­dik.

"Biz Kur'an'dan mü'minlere şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz."[484]

"Gerçekten bu Kur'an da, en doğru yola iletir."[485]

Hz. Peygamber (a.s.) bir hadisinde şöyle buyuruyor:

"Size iki şey bırakıyorum: O ikisine sarıldığınız sürece asla sapıt­mazsınız. O iki şey; Allah'ın kitabı ve benim sünnetimdir."[486]

Toplumumuzdaki var olan kriz; kalb ve vicdan krizidir. Ne kadar mal servet, cemiyet vs... kurarsak kuralım, vicdanlar ve kalblerdeki has­talığı tedavi etmediğimiz sürece toplum düzelmez. Beşeri konular altındada bu hastalıkları asla gideremeyiz. Ancak her şeyi ilmiyle bilen Allah (c.c.)'ın kanunlarıyla bu hastalıkları giderebiliriz.

Önceki konularda halkımızdan kendilerini idare edenlerden Allah'ın şeriatını tatbik etmelerini istemelerini belirttik. Toplumumuzda hastalık olan içki, uyuşturucu, ahlaksızlık, rüşvet, zina gibi büyük belaları kaldır­maları için baskı yapmalarını söyledik. İstenilen, yönetenlerin düzelmesidir. Yöneten idareciler düzelirse, vatan da düzelir, halk da. İdarecilerin düzelmesinden sonra alınan ciddi kararlarla vatanın temelleri sağlamlaşır. Sonra düzgün aileler oluşur. Bu hususta en güçlü silahın Allah'a iman si­lahı olduğunu yazdık. Çünkü Allah'a iman, her hastalığın tedavisidir.

İman kişiyi her türlü kötülükten engelleyecektir. Vatanına olan sev­gisini artıracak, kişiyi Allah'a daha yaklaştıracaktır. Sonunda dinine ve vatanına hayırlı bir ferd olacaktır.

Bugün imanın meyvesi olan kötülüklerden kurtulup iyi bir fert olun­masını istiyoruz.

Müslüman ve olmayan azınlıklarıyla beraber bu kıymetli vatanı her türlü iç ve dış tehlikelere karşı savunmaya çağırıyoruz.

Vatanın hakkını vermede herkesi uyanık olmaya, canlı ve azimli ol­maya davet ediyoruz.

Bütün bunlar ilanlarla, konuşmakla, yazılar yazmakla olmaz. Her şe­yi pratiğe döküp yaşamakla olur. Olumlu adımlar atmakla olur.

Ülkenin her ferdinden bulunduğu yeri tesbit etmesini ve makamının hakkını vermesini istiyoruz. Allah'ın rızasını ve vatanın iyiliğini gözet­melerini bekliyoruz. Bunu yaparken hiç bir kimseden çekinmemeli ve ce­saretli olmalıdır. Vatanı için her şeyini feda edebilmelidir.

İman; kişiyi yaptığı işleri noksansız yapmaya yönlendirir.

Hz. Peygamber (a.s.)'in şu hadisi bunu teşvik etmektedir.

"Şüphesiz Alah (c.c), sizden biriniz bir iş yaptığında onun en güzel bir biçimde yapılmasını sever."[487]

Yine Hz. Peygamber (a.s.) bizleri yapılan işlerin zorluklarına katlan­maya teşvik ediyor:

"Kim bir iş yapar yorulursa, elleri onun affedilmesi için dua eder."[488]

Kadın erkek bütün eğitimcilerden toplumda üzerlerine düşen sorum­luluğu bilmelerini istiyoruz. Toplumun oluşmasında eğitimcilerin çok önemli rolleri vardır. Vatan evlatlarını iyi yetiştirmeleri gerekir. Çocukla­rı Allah'ını ve vatanını sevmelerini öğretmelidirler. Ahlaklı-edepli birer nesil yetiştirmelidirler. Öğrenci okul yıllarında kişiliğini arar. Bu esnada ona faydalı bilgiler varip vatana millete kazandırılmalıdır. Ruhu, bedeni ve aklı daha temizdir, bu türlü kirletici hastalıklardan uzak tutulmalıdır. En büyük görev de şüphesiz öğretmenlerindir.

İslami hareket ilim öğrenme ve öğretmeye teşvik ediyor.

Kur'an-ı Kerim'deki ilk ayet, ilim öğrenmeye teşvik yönündedir.

"Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı alâktan (embriyomdan) ya­rattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O ki kalemle (yazmayı) öğ­retti, insanlara bilmediğini öğretti."[489]

Sene sonunda imtihandan geçecek kadar ilim öğrenilmesini kasdetmiyoruz. Bu kainatın içinde olan her şeyden haberi olacak bilgileri istiyo­ruz. İnsanlığı mutluluğa taşjyacak yolların öğrenilmesini istiyoruz. Sade­ce maddeci bir bilgiye dayanan eğitim değil, dünya ve ahiret mutluluğu­nu verecek eğitim ve öğretim. Hayatın her yönünü bilip onu nasıl yaşaya­cağını bilen eğitim.

Biz eğitimle öğretimin kesinlikle ayrı şeyler olduğuna dikkat çekiyo­ruz. İkisinin mutlaka birbirinden ayrı olduğunu biliyoruz. Öğretim sadece akıl ve zihinlerde kalır. Eğitim ise kişiler ve ruhlara yöneliktir. Nefse ve ruha yönelik olan eğitim, en önemli eğitimdir. Günümüzde sadece kültür ve medeniyet ilimleri ile meşgul olunuyor. Sadece öğretim yapılıyor. Ni­ce öğretmezler de bununla vakit geçiriyor. Ve yaptığı işinde ilim olduğunu ayetle ispatlıyor.

"Yaratan Rabbinin adıyla oku." ayetleri yanlış yorumlayarak çocuk­lara eksik bilgiler verilmektedir.

Bir çok öğretmen iyi bir öğretmen olduğunu, okuttuğu dersten başa­rılı olan öğrencilerle ölçer. Onun yaşantısına, ahlâkına ve terbiyesine ba­karız. Bu yanlış bir anlayış ve ölçüdür. Önceden de belirttiğimiz gibi eği­tim öğretimden daha önemlidir.

Üzülerek belirtelim ki sömürücü ülkeler bizim okullarımıza el atmış ve eğitimimizi bozmuştur. Hep akla hitap eden, maddeye yönelik eğitimsistemi okutulmaktadır. Yetkililer buna derhal bir yol bulup, bu bozuk felsefeden çocuklarımızın kurtarmalıdır. Esas olan İslâm ahlâk ve felsefe­sini okutmalıdırlar.

İslâm asla kadının okumasını engellemez, bilakis teşvik eder. Fakat karma bir okul olup, her türlü ahlâksızlığın yaşandığı bir eğitime de izin vermez.

Bütün eğitim camiasından, rektöründen, dekanından, öğretmenlerin­den ve diğer sorumlulardan, Allah (c.c.) yanında sorumluluklarını bilme­ye davet ediyoruz. Halkına, vatanına karşı olan sorumluluklarını hatırlatı­yoruz. Çocuklarımız onlara emanettir. Onları Allah'ına, ailelerine, dinine, vatanına hayırlı birer evlat olarak yetiştirmelerini istiyoruz. Bunları sade­ce kitap yüklü kütüphane değil, hayatın her yönünü bilerek yaşatmalarını istiyoruz.

Mısır'da eğitim sistemi yeniden düzenlenmelidir. Milli Eğitim'deki insanların yanlış kararlarından dolayı sokaklarda diplomalı cahiller dolaş­maktadır. Zorluklardan ürken, pısırık, olaylara bakış açısı dar bir nesil ile, sadece zevk ve eğlencesini düşünen bir nesil ile karşı karşıyayız.

Eğitim sistemimiz sömürücü ülkelerin eğitim sistemidir. Hâlâ değiş­memiştir. Bizim ısrarlı yaklaşımlarımıza rağmen yeni yeni bir değişiklik düşünülmektedir. Bu değişiklik sadece eğitim alanında değil, diğer bütün alanlarda da yapılmalıdır. Ekonomide, ziraatta, yeraltı ve yerüstü kaynak­larında huzur ve güvenlik içerisinde olmakla yapılabilir. İnsanların malla­rını gasb yoluyla elinden alıp onları terörist ilan etmekle ve halkın çalışmasının karşılığını vermemekle asla olmaz!...

Bu yazıyı okuyan talebelere bir şeyler yazarak bitirmek istiyoruz. Eğitimin ve ilmin faziletini, kıymetini bilmelerini istiyoruz. Kendisini va­tanın bir ferdi olarak iyi ilim öğrenmesi gerektiğini bilmesini istiyoruz. Vatanın bağımsızlığı için, sömürgeden kurtulmak için ilim öğrenmesini istiyoruz.

Her kız ve erkek talebenin ilim öğrenmesini, ailesine ve büyüklerine saygılı olmasını istiyoruz. Tek hedefleri diploma almak olmamalıdır. Öğ­rendikleri bilgileri hayatlarında yaşamalarını, Allah'ın ipine sarılmalarını, ahlâklı, edepli olmalarını istiyoruz.

Çok objektif olmalarını, bulundukları sahada iyi bir söz sahibi olma­larını istiyoruz. Vatanın geleceği için her türlü fedakârlığa katlanmalarını istiyoruz.Vatanın bütünlüğünü bozacak her türlü kışkırtmalar­dan uzak olunmasını her inanandan bekliyoruz.

Bütün bu iyi davranışlara yönelen bir ülkede hiç bir zaman kargaşa, fesat, parçalanma olmaz. Ferdler huzur içerisinde yaşarlar. Her türlü düş­man saldırılarına da hep beraber karşı koyarlar. Yeter ki o toplumda be­lirtilen prensipler olsun.

Yine toplumumuzda iman silahını genişletmeliyiz. Bu silahla bütün hastalıklardan, belalardan kurtuluruz.

İslami hareket sözlerini sadece bu topraklarda yaşayan müslümanlara söylemiyor. Burada yaşayan bütün hıristiyan ve diğer azınlıklara da tek tek sesleniyor:

İslam ve müslümanlar hakkında hiç bir zaman yanlış şeyler düşün­meyin. Şüphelerinizi ilim ehline sorun. İslam müslümanlar ile kitap ehli arasındaki ilişkileri çok güzel açıklamakta ve ilişkilerin iyi olmasını iste­mektedir. İslam topraklarında yaşayan kitap ehlinin haklarını gözetlen­mesini istemektedir.

Tarihte Mısır'a karşı yapılan savaşta ehli kitap kardeşlerimizle düş­manlara karşı nasıl mücadele ettiğimizi bizzat ben Papa Şenuze'den din­ledim. Vatanın bütünlüğü için hep beraber savaşılmalıdır. Özellikle Ro­malıların istilasına karşı bu açıkça görülmektedir.

Bu kardeşlerimiz İslam şeriatının uygulanmasından asla çekinmesinler. İslam onların hakkını koruyacaktır. Hem de şimdi yürürlükte olan be­şeri kanunlardan çok daha iyi olarak koruyacaktır. Tarihte, azınlıkların İslam devletlerinde daha güvencede olacakları için oralara göç etmelerine çok rastlarız.

Hıristiyan kardeşlerimizden İslam ve hristiyanlık düşmanlarının or­taya attığı yanlışlıklara asla inanmamalarını istiyoruz. İnkarcılar ve batıl fikirli sözde ilim adamlarının fikirlerine yönelmemelerini, kafalarına takı­lanları da ehline sormalarını istiyoruz. Mısır'da aramıza fitne sokanlar da zaten bu bozuk fikirli inkarcılardır.

Şunu da iyi bilmenizi isteriz ki, müslüman Mısır halkı, sizin hakkı­nızda kardeşlik ve sevgiden başka hiçbir şey düşünmemektedir. Bunun teminatı da biz İslami oluşum hareketiyiz. Size karşı kin ve düşmanlık yapmaları asla mümkün değildir. Öyle söyleyen inkarcı münafıklara inanmayınız.

Sizden İslam'a karşı kışkırtıcı hareketlerden sakınmanızı istiyoruz.

Bunu bütün dinlere karşı yapınız. Biz de aynısını yapıyoruz. Yapmalıyız da. Batıda başlayan dinleri birbirlerine düşürme hareketine dikkat etmeli­yiz. Vatanımızın bütünlüğünü bozacak her türlü davranışlardan uzak ol­malıyız.

İslami hareket, Mısır halkında kendilerini düzeltmelerini, iman sila­hına iyi sarılmalarını, ancak bu silahla kendilerini düzeltebileceklerini bildirmektedir. Vatan düzelmesi için önce nefsin düzelmesinin esas oldu­ğunu İslami hareket Mısır halkının kıymetli evlatlarına söylemektedir.[490]

 

Yolumuz Düzgün Ve Doğru Olmalıdır -II

 

Vatanın evlatlarına, yolunun düzgün ve doğru yol olmasına dikkat etmeleri gerektiğini önceki yazıda belirtik. Gerekli ikazları eğitimcilere, sorumlulara yaptık.

Bu yazımızda da ülkenin kadın-erkek doktorlarına yönelmek ve bir şeyler açıklamak istiyoruz. Bu doktorlar ister devlet hastanelerinde, ister özel sektörde veya özel muayenehanelerinde çalışanlar olsun. Açıklama­larımız hepsi için geçerlidir.

Bu doktor kardeşlerimizden vatanın hasta olan fertlerine iyi davran­malarını istiyoruz. Onları tedavi ederken Allah'ın rızasını beklemelerini, maddi bir çıkar beklememelerini istiyoruz. İşlerini en iyi bir şekilde yeri­ne getirmelerini bekliyoruz. Son zamanlarda devlet hastanelerindeki dok­torlardan halkımız çok şikayetçidir. Her doktorun aldığı maaş kadar çalı­şır hale geldiğini duymaktayız. Sizler bu vatanın evlatlarısınız. Biraz faz­la gayret gösteriniz. Fakirleri gözetiniz. Onlardan fazla para istemeyiniz. İlaç fiyatlarını çok pahalı tutmayınız.

Doktor kardeşlerimizden hastalarına karşı daha merhametli, şefkatli ve titiz yaklaşmalarını istiyoruz.

Kendi ihtisas alanlarında iyice bilgi sahibi olmalarını ve ülkemizdeki hastalıklara daha çabuk teşhisler koymalarını bekliyoruz.

Her kadın ve erkek doktor biliyor ki şifa sadece Allah'tandır. Şifa onların elinde değildir. O hastalığı teşhis edip tedavisi için bir sebeptir. Allah'a olan yakınlığı derecesinde Allah ona hastalık teşhisinde yardımcı olacak ve Allah'ın izniyle hasta daha çabuk iyileşecektir.

Özel doktorlar da hastalarına verdiği randevu saatlerine uymalıdır­lar. Hastalarını saatlerce acılar içinde bekletmemelidirler.

Şimdi de din âlimlerine yöneliyoruz. Onlara da bazı açıklamalar yapmak istiyoruz. Din âlimleri kendi şahsiyetlerine çok dikkat etmelidir­ler. Halka tesirli olmalıdırlar. Bunun için de kendi hal ve hareketlerine özen göstermelidirler. İnsanları çağırdığı prensiplere öncelikle kendileri uymalıdırlar. Çünkü bir toplumda din âlimleri örnek insanlardır. Yaptık­ları işi sadece Allah rızası için ve karşılığını O'ndan bekleyerek yapmalı­dırlar. "Sadece memuriyet vazifemi yapıyorum, o halde görevimi tam ya­pıyorum" gibi yanlışlıklara düşmemeliler. Kalbleri ve vicdanları rahat ol­malıdır. İşte o zaman faydalı bir doktor gibi huzurlu olacaktır. Halkın kalbiyle barışık olmalı ve kalbden kalbe köprüler kurmalıdır. Ağızdan çı­kan kelimeler kulaklara küpe olmalıdır.

Din âlimleri toplumun içinde bulunduğu kötülüklere karşı İslâm'ın tedavi yollarını söylemelidirler. İçki, kumar, zina vs. gibi konularda İslâm'ın kanunlarını idarecilere ve halka anlatmalıdırlar.

Bazı din âlimleri ve hükümette görev alan memurlar hükümetten korktukları için Allah'ın şeriatı hakkındaki konularda susmaktadırlar. Çok yanlış yapmaktadırlar. Hiç kimseden çekinmeden gerçekleri, Al­lah'ın kanunlarını söylemelidirler. Yoksa Allah'ın azabı üzerimize gelir. Dünyadaki çileden korkarak gerçekleri gizlemek, ahirette daha kötü çile ve azaba götürür.

Sonra kanun adamlarına yönelmek ve onlara açıklamalar yapmak is­tiyoruz. Hakimlere, avukatlara ve diğer kanun adamlarına. Bunların bir çoğu kötü işler peşindeler ve işlerinin hakkını vermemektedirler. Bunlar kendilerini düzeltmelidirler. Onların üstlendiği rol insan hayatının büyük bir tarafını içine almaktadır. Adalet ve güvenliği kapsamaktadır. Haklar ve hürriyetlerin gözetilmesini içermektedir. Bu haklar ister kişilerin hak­ları ister devletin hakları olsun aynıdır. Fakat biz bazı kişilerin haklarının korunmadığını görüyoruz. Ülke evlatlarının bazılarının iftiralar sonucu içerilere atılmasını doğru bulmuyoruz. Evet hakimlerimiz ve kanun adamlarımız arasında çok dikkatli olanları vardır. Bunu asla inkâr etmi­yoruz. Mahkemelerde hak ve adeleti gözeten hakimlerimizden bazıları iyidir. Diktatör yönetimden önce iyi hakimlerimiz vardı. Üstad A. Rez­zak Senhuri bunlardan biridir.

Bizler kanun adamlarından gerçekleri söylemelerini istiyoruz. O daAllah'ın şeriatının bütün kanunlardan üstün olduğu gerçeğidir. Bütün ci­nayet, gasb vs. gibi olayların en aza inmesi için şeriat kanunları şarttır. Vicdan sahibi olan kanun adamlarından Allah'ın kanunlarının uygulan­masını istemelerini bekliyoruz. Kendi evlatlarına olan haklarını ve vatan­larına olan haklarını yerine getirmek için bunu yapmalıdırlar. Her yeri fe­sada, bozgunculuğa boğan içki ve kötü reklam filimlerinin bir an önce kaldırılmalarını istemelerini bekliyoruz.

Bazı emniyet güçlerinin valilikten müslümanları içeri atmak için izin istediğini biliyoruz. Valilerden bunlara izin vermemelerini istiyoruz. Va­tandaşların hiç birisine kötü davranmalarını istiyoruz. Kıyamet gününde zalimlerin yaptıkları zulümler onlara işkence edecektir. Mazlumların dua-sıyla Allah arasında perde yoktur. Hemen kabul olur.

Bütün zorluklara rağmen bazı valilerin görevlerini iyi yaptıklarını biliyoruz. Vatanın ve fertlerinin güvenliğinden valiler sorumludur. Fakat bazı müslümanlara işkence yapan polisleri taraflı olarak tuttuklarını ve mahkemelerde işkence altında alman ifadelerin üzerine karar verdiklerini biliyoruz.

Korkusuz avukatlardan böyle durumlarda kalmış insanların davaları­nı savunmalarını istiyoruz. Bütün avukatlar birleşerek anayasanın İslâm şeriatı olması gerektiğini söylemelerini bekliyoruz. Vatandaşların hak ve hürriyetlerini savunmalarını istiyoruz.

Sonra emniyet görevlilerine, polislere ve diğer kuvvetlere bazı açık­lamalar yapmak istiyoruz.

Bizler İslâmi oluşum hareketi olarak sizlerin vatan için ve halk için ne kadar önemli görevlerde olduğunuzu biliyoruz. Hareketin mensupları­na yaptığınız işkenceye rağmen görevinin kutsallığının bilinci içerisinde­yiz. Fakat işkenceler yapılarak yanlış ifadelere imza attırmanıza asla razı diğiliz ve şiddetle karşı çıkıyoruz. Sonra da mahkemelerde yıllarca sürü­nerek hapislere atılmalarını kabullenemiyoruz.

Emniyet görevlilerine bir çift sözümüz var: Vatandaşın hakkına say­gılı olun, sahtekârlık yapmayın ve gizli işler çevirmeyin. Sizleri -özellikle amirlerinizi- vatanseverliliğe ve halkınıza karşı duyarlılığa çağırıyoruz. Kaçak ve gizli işler yapanları yakalayın. Mazlumlara eziyet etmeyin. Rüşvet almayın. Fakir halkı gözetleyin. Başkasına zulüm edenler, aslında kendilerine kötülük etmektedirler, ama bunun farkında değillerdir. Ka­nunların lehinize olması sizi asla aldatmasın. Mazlumun hakkını gözetenide elbette vardır.

"Elbette Rabbin gözetleme yerindedir. (Her an kullarının fiillerini gözetmektedir)."[491]

"Zalimlerin yaptığından Allah'ı gafil sanma, O, sadece onları, göz­lerin dehşetten donup kalacağı bir güne ertelemektedir. (O gün) başları­nı dikerek koşarlar, bakışları kendilerine dönmez, (Öyle donup kalmıştır sanki). Yüreklerinin içi de bomboş havadır (Şaşkınlıktan, kafalarında düşünce adına bir şey kalmamıştır.) insanları, 'kendilerine azabın gele­ceği şu güne karşı uyar ki, zalimler: "Rabbimiz, derler bizi yakın bir sü­reye kadar ertele de senin çağrına gelelim, elçilere uyalım!" Peki, önce­den sizin için hiç zeval olmadığına (sürekli yaşayacağınıza) yemin etme­miş miydiniz?" (Sizden önce Ad ve Semud gibi) Kendilerine yazık eden milletlerin yerlerinde oturmuştunuz, onlara nasıl yaptığımız, size belli olmuştu ve size benzetmelerde yapıp anlatmıştık (değil mi?)" Onlar tu­zaklarını bozar, cezalarını verirdi). Sakın, Allah'ı elçilerine verdiği söz­den cayar, sanma! Çünkü Allah daima üstündür, öc alandır!"[492]

İnanmış olduğumuz İslâm bize, vatanımızı ve vatandaşlarımızı sev­memizi, onların haklarını korumamızı emreder. Gerçek İslâm anlayışı budur. Emniyet görevlilerinden istediğimiz de bu anlayıştır. Kendilerine getirilen bir haberi iyi incelemelidirler. İyi araştırmalıdırlar. Hemen gari­banları hapse kapatıp işkence yapmak çözüm yolu değildir. Olayları par­ça parça değil, temelinden çözmelidir. Kısacası polis halkını sevmeli ve şefkatle yaklaşmalıdır. [493]

 

Yolumuz Düzgün Ve Doğru Olmalıdır -III

 

Önceki konuda talebelere, polise, kanun adamlarına, valilere vs. ge­rekli açaklamaları yaptık. Bunları ülkenin içinde bulunduğu kötülükten kurtulması için yanlışlıklara dur demeleri hususunda uyardık.

Şimdi televizyon ve diğer medyacılara bazı açıklamalar yapmak isti­yoruz. Bunların tuplumu etkilemesi ve toplumda iz bırakması kolaydır. Görevleri çok önemlidir. Toplumu istedikleri tarafa yönlendirebilirler. Bunları, toplumu ve vatandaşları iyi yönlere teşvik etmelerini ve bu yön­de yayınlar yapmaya çağırıyoruz.

Bütün basın kuruluşları, televizyonu, radyosu, sinaması, gazetesi vs. hepsi kendi görevlerini yerine getirmektedir. İnsanların yaşantılarını iyi veya kötü yönde etkilemektedirler. Aileyi ya yaşatırlar veya öldürürler. Hükümetten bunların programlarım incelemelerini ve iyi programlara da­ha da fazlasını eklemelerini istiyoruz.

Televizyon ve radyoda çalışanların Allah'ın rızasını gözetmelerini istiyoruz. Yaptıklarını mutlaka Allah (c.c.) görüyor.

Televizyonun aileler üzerindeki direkt etkisini hepimiz biliyoruz. Aileler günlük yaşantısını televizyona göre ayarlıyor. Kabul veya red et­meyi ona göre yapıyor. Vatanın ahlâkını bozacak kötü yayınlar yapılıyor. Böyle programları kim yayınlıyorsa -kadın, erkek- seyredenlerin de gü­nahlarım üzerlerina alıyorlar. Öldükten sonra bu program yayınlanırsa yi­ne azabı artıyor. Evet çok az olmakla beraber faydalı bilgiler ve program­lar var. Ailelerin kurulmasında bazan faydalı oluyorlar. Bütün bunlar provalık program gibi!...

Gazeteci vatandaşlarımıza yönelmek istiyoruz. Gazeteciler de vata­nın bütünlüğü için kalemlerini kullansınlar. Doğru haber yazsınlar. Ha­berde abartıya gitmesinler. Okuyucuya faydalı bilgileri versinler. Başka­larını yazılarıyla incitmesinler. Kalemlerinde cesur olsunlar, hiç kimse­den çekinmeden gördükleri kötülükleri ve yanlışlıkları yazsınlar. Yazar­ken edep ve saygıyı elden bırakmasınlar.

Kalemlerini belirli bir ücret karşılığı vatanın düşmanlarına satmasın­lar. Allah yanında sorumlu olduklarını asla unutmasınlar. Kendi vatanla­rına karşı da sorumluluklarını bilsinler, vatana, vatandaşa, İslâm'a ve ahlâka aykırı yazılar asla yazmasınlar.

Ayrıca kitaplar basan yayınevlerinin de halkın faydasına olacak ki­tapları basmalarını istiyoruz. Faydasız, zaman öldürücü, boş kitaplarla halkı meşgul etmesinler.

Kitap yazan yazarların da Allah'ı ve vatanı düşünmelerini istiyoruz. Müslüman halkın inancına zarar verecek şeyleri asla yazmasınlar. Oku­yucunun vaktini aldıkları her dakikasından sorumlu olduklarını bilmeli­dirler, Kitaplarında okuyucuya iyi ve kötüyü ayırt edebilme kabiliyetini vermelidirler.

Yukarıdaki yazdıklarımız tiyatro, sinema ve video film kasetlerini de içine almaktadır.

Devletin diğer kademelerinde görev yapan memurlar ve kamuda ça­lışan işçilere de bazı açıklamalarım olacak. Halkın büyük bir çoğunluğu­nun şikayetleri vardır. Devlet işinde çalışanların iyi çalışmadığı, mesai saatlerinde kendi özel işleriyle ilgilendiği vs. gibi şikayetler her gün ço­ğalmaktadır. Bütün bunlar çok yanlış ve sakıncalı davranışlardır. Madem ki bu görevde kalmaya razısın. O halde aldığın paranın hakkını vermek zorundasın. Aldığın paranın helal olmasına dikkat etmelisin. Görevinde sadık, çalışkan, güvenilir bir kişi olmalısın.

Üzülerek belirtelim ki biz bugün devlet dairelerinde çok az kişiyi güleryüzlü, görevine sadık olarak bulabiliyoruz. Geri kalanlar zamanı öl­dürmekten başka bir şey yapmamaktadır.

Hangi görevde olunursa olunsun, görev kutsaldır. Görevde laçkalık vatanın zararınadır. Dolayısı ile halkın zararınadır. Belki bu kişiler ha­kimlerin gözünden kaçabilirler ama Allah'ın gözetmesinden ve onun he­sabından asla kaçamazlar.

Diğer değişik meslekte çalışan kişileri de işlerini iyi yapmaya çağınyoruz. Vakitlerini iyi ayarlamalarını ve vatandaşı bekletmemelerini isti­yoruz. Kendi branşlarında Mısır'ı devletler arasında iyi bir yere getirmek için çalışmalarını bekliyoruz.

Bahçesinde, tarlasında çalışan çiftçiden de isteklerimiz var. Mesleği­nin önemini bilmelidirler. Özellikle buğday ekicileri dikkatli olmalıdırlar. Buğdayı bahane ederek Amerika'nın baskısını unutmamalıdırlar. Devlet sorumluları da çiftçinin isteklerini yerine getirmeliler, gübresini vermeli, mahsulünü zamanında olup parasını peşin ödemelidirler.

Ziraat odalarında ve sanayinin diğer kollarında çalışan bütün mühen­dis, memur ve işçilerden vatanımızı ve vatandaşımızı düşünmelerini isti­yoruz. Vatanın devamı için ne kadar önemli bir görevde olduklarını bil­melerini istiyoruz. Ekonominin bir ülkenin beî kemiği olduğunu, mahsu­lün iyi ve bol olması için her türlü sebeplere sarılmalarını istiyoruz. Böy­lece hayat şartları kolaylaşır, halkımız daha ucuz fiyatlarla alış-veriş ya­par.

Bizler devlet sektörünün fabrikalarının zarar ettiğini ve kapanmak zorunda kaldığını duyunca çok üzülüyoruz. Bizler Mısır'ın iyi işçilerini ve mühendislerini biliyoruz. Neden zarar ediyor anlamıyoruz? Mısır'ın toprakları ve fabrikaları hem kendisini, hem de komşularını besler.

Şimdi millet meclisine bazı açıklamalarda bulunmak istiyoruz. Ken­disine verilen görevi iyi yapmalarını, doğru yolda yürümelerini istiyoruz. Halk sizleri kendilerine hizmet etsinler diye seçtiler. Bazı milletvekilleri­nin -özellikle hükümette olan- davranışlarını hiç sevmiyoruz. Kendi ba­kanlıklarının yapmış oldukları işler hakkında hiç itiraz etmiyorlar. Ne tenkit ediyorlar, ne de ortak oluyorlar. Yaptıkları konuşmaları uzun uzun alkışlıyorlar. Bu çok yanlış bir tutumdur. Kabul edilemez bir davranıştır.

Son olarak bütün halkıma yönelerek sesleniyorum. Hayatın bütün yönlerinde gördüğünüz yanlışlıklara karşı koyunuz. Bazı sokak ve mahal­leler oldukça pislik içerisinde. Çöpler yığılmış. Bu konuda belediyelere yardımcı olalım. Gösterilen yerlere çöplerimizi bırakalım. Bazı yollar çu­kur ve kuyularla dolu. Sorumlular bunları düzeltmelidir. Lüzumsuz yere elektrik ve su kullanmayalım. İsrafçı olmayalım. Giderek suyumuz azal­maktadır. Eğer dikkatli kullanmazsak sonumuz iyi değildir.

Halkımızdan devletin mallarına sahip çıkmalarını istiyoruz. Onu lü­zumsuzca harcamamalarını istiyoruz. O mallar hepimizindir ve bize hiz­met için varlar. Halkımız birbirine iyiliği emredip kötülükten alıkoymakdırlar.

Halkımızın kendilerine zarar verici olan sigara, içki, uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklardan uzuk durmalarını istiyoruz.

Yine halkımızın lüks ve aşırı harcamalara gitmemelerini istiyoruz. Hayat standartlarını yükseltmemelerini bekliyoruz.

Mısır'ın ekonomisinin iyileşmesi için kendi mamullerimizi kullan­malıyız.

Bütün vatandaşlarımızın sabırlı, merhametli, şefkatli, iyi kalpli ol­malarını, fakirleri gözetmelerini istiyoruz.

Bu uzun yazılardan sonra eğer yolumuzu düzeltirsek Allah (c.c.) bi­ze bütün nimetlerini verecektir.

Vatanın ve vatandaşların huzuru Allah'ın izniyle sürekli olacaktır.[494]

 

Toplumun Oluşmasında Ailenin Önemi

 

Toplumumuzun çekmiş olduğu sıkıntı ve çilelerin her birini İslâmi hareket mensupları da çekmektedirler ve kalbinin bütün derinliklerinde bunu hissetmektedirler. Biz bu çileleri hep kötü idarecilerden dolayı çek­tik ve çekmekteyiz. Vatanımızı bu kötü hastalıklardan bir an önce kurtar­malıyız.

Bütün hastalıkların tedavisi "Tek çözüm İslâm"dadır. Bunu İslâmi hareket bir şiar olarak kabul etmiştir. Halkın genel eğilimi ve isteği bi­zimle beraberdir. İdareciler bu isteği gözardı etmemelidir. Halk artık iyi bir gidiş, doğru bir yaşantı istemektedir. Vatanı, dini ve evlatları için ça­lışmak ve onların geleceğini güvence altına almak istemektedir.

Biz burada aileye yönelmek ve o konuda bir şeyler söylemek istiyo­ruz. Ailenin nasıl düzgün ve doğru yolda olabileceğini belirteceğiz.

Aile bir toplumun ana direğidir. Çünkü toplum ailelerden oluşur. Eğer aileler düzgün ise o toplum da düzgündür. Vatanın da sarsılmaz te­melini oluşturur. Aile bozuk ve yıkık ise o toplum ve vatan da yıkılmaya mahkûmdur. Vatanın ve İslâm'ın düşmanları ailelerimizi yıkmak için el­lerinden geleni yaptılar. İçki, kumar, zina, kötülük vs. gibi her türlü fesa­dı soktular. Kadınları her türlü fesatlık için bir araç olarak kullandılar. Onu evinden alıp, nesil yetiştirmesini engellediler. Sonuçta yetişecek iyi evlatlar kayboldu. Sokaklar kötü nesillerle doldu. Okullardaki yanlış eği­timin sonucu çocuklarımız kişiliklerini bulamadılar.

Bütün aile reislerinden ailelerini iyi yetiştirmelerini istiyoruz. Onla­rın sadece maddesel geçiminden sorumlu olmadıklarını hatırlatıyoruz.

Aileler, çocuklarını dini yönden de yetiştirmelerinden sorumludurlar.

"Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki, onun ya­kıtı insanlar ve taslardır. Onu başında gayet katı, şiddetli, Allah'ın ken­dilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan me­lekler vardır."[495]

Yine Peygamberimiz (a.s.), "aile reisi, ailenin çobanıdır, ailenin kadını da beyinin evinin çobanıdır" diye hadisleri vardır.

Aile reisinin, ailesinin fertlerine karşı her zaman ölçüsü İslâm olma­lıdır. Onların dini ve dünyevi isteklerini yerine getirmelidir. Bir çok aile reisi evlatlarının dünyalığına önem vermektedir. Halbuki o evladın nama­zından, orucundan iyiliğinden ve kötülüğünden ailesinin reisi olan baba sorumludur. Evlatlarına İslâmi ahlâkı vermeli ve görevlerini belirtmeli­dir.

Bizler çocuklarımızın, hepimizin göz nuru olduğunu söylüyoruz. Onları küçükten itibaren Rasûlullah (a.s.)'ın tavsiyesi üzere yetiştirmeli­yiz. Eğer evlatlarımız iyi olursa gelecekleri de iyi olur. Kötü olursa gele­cekleri de kötü olur. Onları her türlü kötü arkadaş ve alışkanlıklardan uzak tutmalıyız. Gerekli dini ve dünyevi eğitimini tam vermeliyiz. Vatan onların elindedir. Kötülükler içinde olan bir evladı kurtarmak çok zordur. Onu çevresinden uzaklaştırmak gerekir.

İnsanlardan bir çoğunda yanlış bir anlayış hakimdir: Eğer evlenecek olanların evi, arabası, işi, koltukları, ev eşyaları tamamsa o yuva mutlu olur. Hayır gerçek hiç de öyle değildir. Mutluluk Allah'a idabetle olur. O'ndan hakkıyla sakınmakla olur. Nice zengin aileler ve yuvalar vardır ki mutsuzdur. Neden? Parayla mutluluk olmaz da ondan. O düğün törenle­rindeki yapılan masraflar... bilinçsizce israflar... haram. Önemli olanın gelin ve damadın dini inancı ve Allah ile olan irtibatıdır. Nice fakir yuva­lar vardır ama çok mutludurlar. Belki de kulübede yaşıyorlardır. Onları mutlu eden Rablerini bilip O'na ibadet etmeleridir. Rableri de onları hem dünyada hem de ahirette mahcup etmeyecektir.

Kur'an-ı Kerim de bu mânâya işaret ederek şöyle diyor:

"O'nun ayetlerinden biri de, size nefislerinizden, sakinleşeceğiniz eşler yaratması ve aranıza sevgi ve acıma koymasıdır. Şüphesiz bunda, bilenler için ibretler vardır."[496]

Hz. Peygamber (a.s.) bize eş seçiminde önce dinine bakmamızı em­retmektedir. Dini noksan ise onun malı, güzeliği ve soyu önemli değildir.

Şair bir şiirinde şöyle diyor:

"Mutluluğu malda değil;

Mutluluğu Allah'tan sakınmada görüyorum."

Aile reisinin de evinin namusuna sahip çıkmasını istiyoruz. Eşini ve kızlarını açık olarak asla sokağa göndermemelidir. Allah'ın emrettiği yer­lerini kapatmalıdır. Kimlerle konuşup görüşebileceğini bilmelidir. Bugün sokaklar yarı çıplak kadınlarla doludur. Sokaklar kadın avcısı kurt ve til­kilerle doludur. İslâmi eğitim ve öğretim almamış kızlar kötü örnek ol­maktadırlar. Allah'ın gazabı, tesettürüne girmeyen kadınların üzerine ola­caktır. Hem huzuru hem de erkekleri kötülüğe teşvik ettikleri için azabla-rı çetin olacaktır.

Aile reisinden eşine iyi davranmasını istiyoruz.

Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyuruyor:

"Sizin en iyiniz, ailesine iyi davranandır. Ben aileme iyi davranıyo­rum."[497]

Hz. Peygamber (a.s.) daima ailesine iyiliği tavsiye ederdi. Onlara ev işlerinde yardımcı olurdu.

Ailede diktatör bir reis istemiyoruz. Söylediği her şey anında yerine getirilecek vs. böyle bir aile reisi İslâm'la uyuşmaz. Ailede kararlar ortak alınmalıdır. Eşinin ve evlatlarının görüşlerine önem vermelidir.

Aile reisi aileye her konuda yön verip ışık tutmalıdır. Kötü ahlâktan uzak olmalıdır. Onlara iyilik, temizlik, sevgi ve şefkatle yaklaşmalıdır. Böylece diğer aile reislerine de örnek olmalıdır.

İşi, aile reisini, ailesini gözetlemekten alıkoymamalıdır. Dünya işi ve malı mutluluk vermez. Nice babalar vardır ki para kazanma yolunda iken evdeki ailelerini kaybediyor. Önemli olan ailenin huzurudur. Para her şey değildir. Bunu İslâmi ailelerde sıkça görmekteyiz. İslâm'ın ileri gelen aile evlatları kötü örnek olmaktadırlar. Daha dikkatli olunmalı ve ailelerimize daha fazla zaman ayırmalıyız.

Kadınlarımız, annelerimiz ve bacılarımızdan, vatanın bütünlüğü için üzerlerine düşen önemli görevlerinin bilinci içinde olmalarını istemekteyiz. Vatanı kurtaracak evlatların yetiştiricisi sizlersiniz. İyi evlat demek vatanın iyiliği, güzelliği demektir.

İslâm, kadının hakkını bin dörtyüz sene önce vermiştir. Öyle haklar ki; bugünkü modern medeniyetin(!) verdiği haklar İslâm'ın yanında adeta bir hiçtir. Yakın senelere kadar kadının ruhunun olup olmadığını savunan batı, ona miras dahi vermemiştir. Bunlar mı kadın hakları savunucusu? Kadına en güzel değeri ve hakkı İslâm vermiştir ve hakkı da ebedidir.

İslâm'ın kadın haklarını çiğnediğini iddia edenler yalancıdır. Kadını kapattığı, dış dünya ile irtibatını kestiği gibi iftiralar asılsızdır. Bizler ka­dına değerini veririz. Onu serbest bırakıp uçup gitmesine izin vermeyiz. İslâm'ın eğitimini ona veririz. Ailesinin terbiyesini, eşine sorumluluğu, çocuklarının sorumluluğunu bildiririz. Batılılar gibi kadını bir para maki­nesi olarak görmeyiz. Her reklamda kadını öne çıkarmayız. Elbette kadı­na izin vermediğimiz konular da vardır... Öyle olmasa tabiatta dengeler bozulur.

Biz kadını ana biliriz.

Fitne aracı değil, sevgi aracı biliriz.

Şunu herkes bilmelidir ki; gerçek hürriyet Allah'ın dininin tam öğre-tilmesiyle olur. O, yarattıklarını en iyi bilendir. Hiç Allah (c.c.) yarattığı kullarını ayırır mı? Kadının köle olmasını ve haklarının elinden alınması­nı ister mi? Böyle düşünen ve söyleyenler Allah (c.c.)'a iftira etmişlerdir. Ve kıyamette ne kötü bir azabla karşılaşacaklardır. Bunun için batı âlemine veya maddenin peşinde koşan doğu âlemine bakmamız yeterli­dir. Hiç birisi hayatlarından memnun değillerdir. Her ikisi de içinde bu­lunduğu durumdan şikayetçidir.

Yine bu ülkelerde kadın geçim kaynağıdır. Para kazanma makinesi­dir. Halbuki İslâm erkekle kadını eşit tutmakta ve ona değerini vermekte­dir.

İşte Hz. Peygamber (a.s.)'in kadına verdiği değeri gösteren bir hadisi.

Ibni Abbas'dan rivayetle Allah Rasûlü (a.s.) şöyle dedi:

"Allah bir insana iki kız çocuğu verirse ve o ikisine iyi davranırsa onların sebebiyle Allah o kişiyi cennetine koyar."[498]

Biz anne yani ev hanımlarından kendi görevlerini bilmelerini istiyoruz. Evlatlarını iyi yetiştirmelidirler. Dinlerini öğreterek, ahlâklarına dik­kat etmelidirler. Hz. Peygamber (a.s.)'in tavsiyeleri doğrultusunda büyüt­melidirler. Çocuklarını sokaklardan almalıdırlar. Kötü basın ve yayınlar­dan engellemelidirler. Çalışan kadınlar da evlatlarını bıraktıkları bakıcıla­rına dikkat etmelidirler. Ailenin oluşmasında bu tür adetler çok kötü neti­celer doğurmaktadır. Çocuk tamamen anneye uzak olmaktadır. Halbuki ailenin temeli parayla değişilmez.

Günümüzde ekonomik zorluk içindeyken aile reisleri evdeki harca­malarına dikkat etmelidirler. Helali ve haramı iyi bilmelidirler. İsrafa kaçmamalıdır. Yemek, içmek, elektrik, ves gibi konularda israfa gitme­melidir.

Her aileden akrabalarını ziyaret etmelerini, ana baba hakkını gözet­melerini, komşuluk hakkını gözetmelerini, aile bağlarını güçlendirecek yardımlaşma adımlarını atmalarını istiyoruz.

Kötü dost ve komşudan da kaçınılmalıdır.

İşte ailenin ülkesi için yapacağı şeyler bunlardır. Ülkenin geleceğini çok iyi görüyoruz. Özellikle son yıllarda kadınlarımız ve kızlanmızdaki kapanma harekâtı bizleri oldukça sevindiriyor. Artık kapalılar değil açık­lar garipseniyor. Bu Allah'ın bir lütfudur.

Bizler güzel vatanımız Mısır'ın geleceğini çok parlak görüyoruz. Ümitliyiz. İslâmi anlayış hızla yayılıyor, bu da iyiliğe delalet etmektedir.

Allah kendi işinin galibidir. Fakat insanların bir çoğu bunun farkında değildirler.[499]

 

Sağlam Bir Toplum Kurabilmek

 

Önceki konuda sağlam bir toplumun oluşabilmesi için iyi bir ailenin, düzgün ve doğru yürüyen fertlerin olması gerektiğini açıkladık. Burada bu oluşumun ana temeli olan toplumu inceleyeceğiz. Üzerine bina edilen, sağlam, emin bir toplumdan bahsedeceğiz.

Biz önceleri ülkenin oluşumunda İslâmi prensiplerin esas alınmasını belirttik. Burada müslüman topluluğun oluşması ve onun değerlerini an­latacağız. Örnek topluluğun oluşması için ülkenin fertleriyle yardımlaş­manın ve dayanışmanın üzerinde duracağız.

Müslüman toplulukları, faziletli topluluklar doğurur. Bu faziletli topluluk fertlerin hayatlarını inceler, onların ölçülerinin Kur'an-ı Kerim olmasını ister. Kişileri fıtratlarına yönlendirir. Bu topluluğun metodu mo­dern ve klasik metodların çok ötesindedir. Onlardan daha iyi ve ayrıdır. Bu faziletli topluluk maddeyi ön plana çıkarmaz. Hayatın tek gayesinin para olduğuna inanmaz. Yaradanma ibadeti de hayatında hedef alır. Bu ibadet doğrultusunda hayatının her yönünü düzenler. Dünyayı da asla unutmaz. Toplumdaki vazifelerini bilir. Onlarla iyi ilişkiler kurar. İnsan­ları iyi bir hayata davet eder. İyi bir ahlâklı fert olmalarını söyler.

Bakışları çok objektiftir. Sadece yaşadığı ülkedeki insanları düşün­mez. Egoistlikten uzaktır. Ufku geniştir. Bir çok tupluluğun göremediğini o engin ufkuyla görür. Onları iyiliğe çağırır. Bütün insanlığın kurtuluşu­nu ister.

Günümüzde doğu ve batı toplumu insanlığın problemlerini çözmek­te aciz kaldı. Ellerindeki madde ve teknolojinin mutluluk vereceğineinandılar. Tabii ki yanıldılar. Halbuki mutluluk inançla olur. Rabba iba­detle olur. İnsanlığın problemleri ancak İslâm'la çözülebilir. İnsanlar an­cak o zaman huzur içinde ve emin bir biçimde yaşarlar.

Bazıları bu topluluğa müslüman topluluk demlemeyeceğini söylü­yorlar. Yanılıyorlar. Devletle halkı birbirinden ayırmalısınız. Halkı müs­lüman ülkelerde devlet zalim olabilir. Bu durum, o topluluğun müslüman kimliğini asla silemez.

İçinde bulunduğumuz toplum müslüman bir toplumdur. Bundan ta­rih boyunca ayrılmamıştır. Her türlü işkence ve çileye rağmen yine de İslâmlığını bırakmamıştır. Son seçimlerde bu halk "Tek çözüm İslâm'dır" bayrağına akın etmiştir. Halk zulümden bunalmıştır. Her türlü hile ve kurnazlıklara rağmen halk İslâm demiştir. Bu netice, var olan müslüman topluluğu neticesidir Artık İslâm ülkemizin her köşesine sesini duyur­maktadır.

Dinimiz olan İslâm dini kişilerin dini değildir. Toplum dinidir. Ruh­banlık değildir. Hayatın her yönüne karışır. Yemesine, içmesine, anaya­sasına, vs... İslâm dini toplumun ihtiyaçlarına önem verir, onların dertle­rine çare olmak için prensipler koyar. Sokağa, camiye, çarşıya, pazara ka­rışır. Bu hususlarda görüşlerini belirtir.

Toplumun büyük çoğunluğunun müslüman olduğu bir yerde bu top­luluk kendilerinin İslâm dışı kanunlarla yönetilmelerini hiç ister mi? İste­yip te sonuçta helak olmalarını, bütün belâ ve musibetlerin içinde boğul­maları mümkün mü?

Onun için Allah'ın şeriatına sımsıkı sarılmalıyız. Onun emirlerinden bir kaçını dahi yerine getirmemezlik etmemeliyiz.

"Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine uyma ve onların, Allah'ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmaların­dan sakın! Eğer dönerlerse bil ki Allah, bazı günahları yüzünden onları felakete uğratmak istiyordur. Zaten insanlardan çoğu, yoldan çıkmışlar­dır. Yoksa cahiliye hükmünü mü arıyorlar? İyi bilen bir toplum için Al­lah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?"[500]

İslâm insanları karanlıktan aydınlığa, fakir ve zayıfları gözetmeye, hayatın bütün yönlerine hüküm vermeye gelmiştir. O en güçlü bir hayat sistemidir.

İslâm hayatın mirasını ayarlar, ilişkileri düzenler, gençleri yönlendi­rir, kadınların yaşantısını belirtir, onlara son derece önem verir. İslâm'ın öğrenilip yaşanması ve Allah'a ibadet edilmesi her inanan kadın ve erke­ğe farzdır.

"Allah ve Rasûlü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Al­lah'a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur."[501]

İçimizden, İslâm öncesi cahiliye yaşantısını bilmeyen var mı? Arap yarımadasında İslâm öncesi cahiliye kanunlarını ve savaşlarını hepimiz biliyoruz. Kötü ahlâkın neticesini o toplum yıllarca çekmiştir. Zayıfların ezildiği, diktatörlerin emirlerinin uygulandığı bir toplum. Böyle bir top­lum nasıl bugün faziletli bir hale gelmiştir. Zulmün kalktığı, fakirlerin ve zayıfların gözetildiği, kardeşlik ve dayanışmanın öne çıktığı örnek bir toplum.

Bu ancak Allah'ın engin hikmetiyledir. O'na olan tam bir inançladır. O'na her zaman ibadetle olmuştur. Sosyal dayanışmanın neticesinde orta­ya çıkmıştır.

"Din (ahiret cezasın)ı yalanlayan (adam)ı gördün mü? İşte o öksüzü iter, kakar. Yoksulu doyurmaya önayak olmaz. Şu namaz kılanların vay haline ki, onlar namazlarından gaflet ederler (kıldıkları namazın değeri­ni bilmez, ona önem vermezler) Onlar gösteriş (için ibadet) yaparlar. En ufak bir yardımı esirgerler."[502]

İslâm ilk Mekke dönemindeki gibi toplumsal yaralara parmak bas­maktadır. Onların tedavisini belirtmektedir. Ölçü, tartı meselesinde oldu­ğu gibi.

"Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman ölçüyü tam yaparlar. Kendileri onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman (ölçü ve tartıyı) eksik yaparlar. Onlar, tekrar diriltileceklerini sanmıyorlar mı? Büyük bir gün için, ki o gün in­sanlar, âlemlerin Rabbinin divanında dururlar."[503]

İslâmi oluşum hareketi halkımızı İslâm'ın emirlerini yaşamaya davet etmektedir. Toplumumuzun düzelmesi için Allah'a ve O'nun emirlerine olan ilâhi vahyine sarılmalıyız. Kurtuluşumuz ancak onunladır.

Halkımız hastalıklardan, sıkıntılardan ve içinde bulunduğu kötülük­lerden şikayet etmektedir. Hep birlikte bunlardan kurtulmak için çalışma­lıyız. Bizleri idare edenler bunun farkında olmayabilirler. Fakat bizler bi­rer fert olarak sorumluluğumuzu bilmeli ve ona göre hareket etmeliyiz.

Bizler ortaya örnek olması için müslüman bir toplum koymak istiyo­ruz. Bu müslüman topluluğun esasları: Kardeşlik, eşitlik, hürriyet ve so­rumluluktur.

İslâm topluluğunu diğer toplumlardan ayıran özellikler vardır. O, Allah'ın kitabına ve itaatına önem verir. Bu toplum Allah'ın kitabında da belirtilmiştir. Aynı zamanda insalcü bir toplumdur. Renk, ırk,din, dil gö­zetmeksizin herkesin iyiliğini ister ve onlara bu uğurda yardımcı olur. İn­sanları Hz. Adem (a.s.)'in oğulları ve yeryüzünün halifesi olarak görür.

Bu İslâmi toplumun kendine özel prensipleri vardır. Her ferdin özel vazifesi vardır. Herkes ödevini en iyi bir şekilde yerine getirir. Diğer top­lumlar gibi prensipte gevşeklik yoktur. Herkes Allah'ın gözetim indedir. Allah'ın rızasını insanların çıkarlarından önce düşünür.

Şimdi bu prensipleri tek tek açıklayalım.

Bu prensipler: Kardeşlik, eşitlik, hürriyet ve sorumluluk. Mısır top­lumunda bunları nasıl uygulayacağız ve bizim rolümüz ne olacaktır? On­ları inceleyelim.

Birinci prensibimiz: Kardeşliktir. Toplumun fertlerini birbirine kaynaştırabilmemiz için bu prensip çok önemlidir. Vatanımıza karşı girişilen saldırılara karşı koyabilmek kardeşlikle olur. Birlik ve beraberlik bu prensibin uygulanmasıyla olur.

Onun için İslâm toplumu bütün fertlerinin birbirlerini sevmelerini emreder. Hz, Peygamber (a.s.) muhacirle ensarı kardeş ilan etti. Kur'an-ı Kerim bu iki topluluğun kardeşliğini ebedileştirdi. Birbirlerine yapılan karşılıksız paylaşımlarını açıkladı.

Kur'an-ı Kerim bizleri çoğul sigası olan: "Ey iman edenler!" diye çağırır. Sonra şiddetle camide cemaatla namaza teşvik eder. Orada fertle­rin tanışıp kaynaşması esastır. Yine akrabayı ziyaret, komşu haklarından bahseder.

Dünyanın her yerinde inananlar Ramazan ayında oruç tutuyorlar. Hac mevsiminde de toplanıyorlar. Orada birbirleriyle tanışıyorlar.

İslâm her zaman birlik, beraberlik ve kardeşliği emreder.

İslâm insan topluluğunun içinde bulunduğu sıkıntıları çözecek güçtedir. Kavmiyetçiliği, kişiler arasında ırkçılığı, soy ile övünmeyi ortadan kaldırmıştır. Kardeşliği, sevgiyi aralarına sokmuştur. İslâm'ın gölgesinde olan topluluklar her zaman huzur ve güven içerisindedirler. Yüzyıllar bo­yunca böyle devam etmiştir. Sonralan kâfirler ve münafıkların hileleriyle huzur içerisinde olan bu İslâm toplulukları birden kötülükler ve belaların içerisine girmişlerdir. Şimdi batı ve maddeci doğunun içindeki durum gi­bi...

Allah Rasûlü (a.s.) birbirleriyle birlik içinde olan, yardımlaşan ve birbirlerini seven toplulukları bir cesede benzetmektedir:

"Müslümanların birbirlerine olan sevgileri, kardeşlikleri, yardım­laşmaları bir cesed gibidir. O cesedde bir azaya bir şey olduğu zaman bütün cesed harekete geçer ve acıyı çeker."[504]

"Nefsimin kudreti elinde olan Allah'a yemin ederim ki, iman etme­dikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayıl­mazsınız. Size birbirinizi nasıl seveceğinizi haber veriyim mi? Aranızda selâmı yayınız."[505]

İslâm, kardeşlik hukukunun gözetilmesini emreder.

Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyuruyor:

"Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve işkence yapmaz. Kardeşinin bir ihtiyacını giderenin Allah da ihtiyacını giderir. Kardeşini zorluktan kurtaranı Allah da zorluktan kurtarır. Kim müslüman kardeşi­nin bir ayıbını örterse Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter."[506]

İslâm müslüman kardeşinin zalimliğine engel olmasını emreder. Mazlum da zulümden kurtulmasına yardımcı olmasını emreder. Hz. Pey­gamber (a.s.)'in sünneti Nebevisinden İslâm kardeşliğini pekiştiren bir çok hadisleri bulabiliriz.

İslâm bütün insanları kötü ahlâktan alıkoyuyor. Başkalarının arka­sından konuşulmasını, onlara lakap takılmasını istemiyor. Dedikodu, laf getirip götürme gibi toplumu bozacak her türlü ahlâksızlıklardan uzak olunmasını emrediyor. Kötü zan, başkalarını kovuşturma vs. den de İslâm uzak durulmasını ister.

Hucurat suresi uzunca bu hususa değinir.

Şu geniş hadis de buna ışık tutmaktadır.

"Zandan sakının, zan olaylara yalan katar. Kimseyi araştırmayınız. Ajanlık da yapmayınız. Haset, huğuz etmeyiniz. Birbirinizi çekiştirmeyi­niz. Allah'ın kardeş kulları olunuz. Allah'ın emrettiği gibi: Müslüman, müslümanın kardeşidir. O'na zulüm etmez. Onu aldatmaz. Onu hakir görmez. Müslümanın müslümana malı, canı, kanı ve namusu haramdır."[507]

İslâm, topraklarında yaşayan herkesle iyi ilişkiler kurmayı, saygılı, sevgili olmayı emreder. Ülkede yaşayan azınlıklara dahi iyi ve adaletli davranmayı emreder.

"Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever."[508]

İslâm toplumu hiç bir zaman azınlıklara, başka din mensuplarına kö­tü gözle bakıp zulüm etmez. İnsanlık çerçevesinde her zaman en iyi bir şekilde davranır. Ülkenin çıkarları için ve diğer zorluklar için kitab ehli ile fikir alış-verişinde bulunulmasında hiç bir sakınca yoktur. Üzerinde yaşadığımız toprakların geleceği ve eminliği için hep beraber hareket et­memizi zaten İslâm inancı emrediyor. İslâm inancına ve inananlara hile yapmadıkları sürece beraber yaşayabiliriz, yardımlaşabiliriz.

Bu hususta Yüce Allah (c.c.) yahudilerin durumlarını şöyle anlatı­yor:

"Biz sana kitabı gerçek ile indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği biçimde hüküm veresin; hainlerin savunucusu olma! Al­lah'tan mağfiret dile. Kuşkusuz Allah bağışlayandır, esirgeyendir. Ken­dilerine hainlik edenleri savunma; zira Allah, hainlik yapıp günah işle­yen insanı sevmez!"[509]

İslâmi toplumun üstünlüğü mal, mülk, para, makam ile değildir, üs­tünlüğü:

"Sizin en üstününüz Allah'tan hakkıyla en çok sakınanadır."[510] iledir.

İslâm'da ırk, kavim üstünlüğü olamaz. Fakat hâlâ bazı İslâm dışı ül­kelerde bu ırkçılık hareketi devam etmektedir. İslâm bunu reddeder.

İşte Hz. Bilal (r.a.), İslâm'la şereflenince herkesin efendisi oldu. Hz. Ömer (r.a.) onun için şöyle diyor:

"Ebu Bekir Efendimizdir. O, efendimiz Bilal'i kölelikten kurtardı." İşte Rasûlullah (a.s.)'ın diğer bir hadisi:

"Başınızda simsiyah bir Habeşli köle dahi olsa onun sözlerini tutun ve yerine getirin."[511]

 

Kardeşlik Ve Eşitlik

 

Bizler ülkemizde İslâmi kanunların uygulanmasını istiyoruz. Bunun uygulanması ile her türlü yanlışlıklardan kurtuluşa ulaşacağımıza inanı­yoruz. Gelecek nesillerimize iyi bir yarınları, ancak böyle bırakabiliriz. İyi toplum, sağlam temeller üzerine oturur. İslâm toplumu bu temel pren­sipleri belirledi ve onu gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu temel prensipler: Kardeşlik, eşitlik, hürriyet ve sorumluluktur.

Bu yazımızda kardeşlik ve eşitlik üzerinde duracağız.

Etrafımıza baktığımız zaman büyük binaların temellerinin çok sağ­lam olduğunu görürüz. Temeli zayıf olan binalar az katlıdır. Çok katlı olabilmesi için mutlaka temeli sağlam olmalıdır. Vatanımızın temelleri sağlam olsun. Çok katlı olsun. Bizleri birbirimize bağlayacak bir bağ ol­sun. İşte o bağ kardeşlik bağıdır. Öyle ki toplumu tek bir vücut yapar. Za­yıflıktan korur, her yerde yardıma koşar. Kaybetmekten kurtarır.

Onun için, Kur'an-ı Kerim bu kardeşlik bağına çok önem vermiştir. Hz. Peygamber (a.s.)'in hayatında bunu açıkça görürüz. Mekke'den Medi­ne'ye hicret edince oradaki ensar ile Mekke'den gelen muhacirleri kardeş ilan etti. Her şeylerini paylaştılar.

Kur'an-ı Kerim bunu ne güzel aktarıyor:

"Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, (göç eden yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler."[512]

Kur'an-ı Kerim'in inananları çoğul sigasıyla çağırdığını görürüz:

"Ey iman edenler! Ancak inananlar kardeştir."[513],

Bu kardeşlikte ırk, bölge, renk, kabile vs. aranmıyor. Aranan tek şart müslüman olmaktır. Farslı olan Salman, Habeşli olan Bilal ve Rum olan Suheyb... hepsi ayrı millet ve ırktandılar, ama kardeştiler. Çünkü hepsi müslümandı.

Zaman zaman vatanseverlik adına ırkçılığın gündeme getirilmesine bir anlam veremiyoruz. Müslümanların aralarını açmak için İslâm düş­manlarının ortaya attığı tuzaktır bunlar. Hz. Peygamber (a.s.)'in söylediğindan daha sıkı ve iyi bir kardeşlik, birlik bağı var mı?!

"Müslümanların birbirlerine olan sevgileri, kardeşlikleri, yardım­laşmaları bir cesed gibidir. Uzuvlardan birine en ufak bir zarar gelse o acıyı bütün yönüyle diğer azalar işitir."[514]

Diğer bir hadislerinde Hz. Peygamber (a.s.) inananları kardeşliğe ve cennete girmeye çağırıyor:

"Nefsimin kudreti elinde olan Allah'a yemin ederim ki iman etme­dikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayıl­mazsınız. Size birbirinizi nasıl seveceğinizi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayınız."[515]

İşte Kur'an-ı Kerim kardeşliğin büyük bir nimet olduğunu açıklıyor:

"Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz, (Allah) kalblerinizi uzlaştırdı. O'nun nimetiyle kardeşler haline geldiniz."[516]

İslâm bu kardeşliği yüzeysel bir sevgi olarak kabul etmiyor. Bunun hayata aktarılmasını da istiyor. Karşılıklı hakların gözetilmesini istiyor. Allah yanında bundan sorumlu olduğumuzu anlatıyor:

Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyuruyor:

"Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve işkence yapmaz. Kardeşinin bir ihtiyacını giderenin Allah da ihtiyacını giderir. Kardeşini zorluktan kurtaranı Allah da zorluktan kurtarır. Kim müslüman kadeşinin bir ayıbını örterse; Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter."[517]

Müslüman toplum dışında, hangi toplumda kardeşinin ihtiyacına ko-şulduğunu görüyoruz? Bırakın yardıma koşmayı, kardeşinin elindekiimkânları da almayı isteyen bir toplumda yaşıyoruz.

İslâm toplumu kardeşinin ihtiyacını görmeyi kendine bir vazife bilir. Onunla paylaşmayı bir ödev kabul eder. Öyle bir toplumda huzur ve eminlik vardır ve bütün sorunlar çözülmüştür.

İslâm toplumu zulüm eden bir kardeşini görürse onun zalimliğini en­geller. Zulme uğrayana da yardımcı olur. Toplumda zulmün ortadan kalkması için her şeyi yapar.

Camide cemaatle günde beş vakit kılınan namaz, kişileri birbirlerine kaynaştırır. Cuma ve bayram namazları da böyledir. Dünya müslümanlarıyla yılda bir ay olan Ramazan orucunda da birleştirir. Yine hac için her yıl toplanılır, müslümanların dertlerine ortak olunur, çözüm yolları ara­nır. Bütün bunlar inananları birbirine bağlar.

Hucurat ve diğer surelerde ilahi bir emir olarak inananların birbirle­riyle iyi geçinmeleri gerektiğini görüyoruz. Birbirlerine kötü lakap takılmaması, arkalarından konuşulmaması emrediliyor.

Yine Hz. Peygamber (a.s.) bu konuda şöyle buyuruyor:

"Zandan sakının, zan olaylara yalan katar. Kimseyi araştırmayınız. Ajanlık ta yapmayınız. Haset, kin etmeyiniz. Birbirinizi çekiştirmeyiniz. Allah'ın kardeş kulları olunuz. Allah'ın emrettiği gibi. Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu aldatmaz. Onu hakir görmez. Müslümanın müslümana malı, canı, kanı ve namusu haramdır."[518]

İslâm'ın emrettiği kardeşlik bağının güçlenmesi için akraba ziyaret­leri, ana-baba hakları, onları üzmeme, komşu hakkı gibi vazifeler vardır. Hz. Peygamber (a.s.) bunlara teşvik ediyor.

Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de bunları kendisine yapılan ibadetten kabul ediyor:

"Allah'a kulluk edin , O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya, akrabaya, öksüzlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yan(ınız)daki arkadaşa, yolcuya, elerinizin altında bulunanlara iyilik edin. Allah, kurumlu, böbürlenen insanları sevmez."[519]

İslâm başka dine mensup olanlarla olan ilişkileri de ayarlamıştır. Onlarla iyi geçinmeye, adaletli olmaya davet etmektedir,

"Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdançıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever."[520]

Kitap ehline zulüm yapılmasını İslâm yasaklıyor. Onlarla ortak ko­nularda, vatanın bütünlüğünde beraberce hareket edilmesini emrediyor. Yalnız inananların akidelerine ve inananların aleyhine karar almalarını, onlara tuzak kurmamaları gerekmektedir.

Eşitlik prensibine gelince; İslâmi toplum bunu kendisine bayrak edinmiştir. Her şeyden üstün tutar. Zalimlerin yaptıklarına karşılık İslâm insanları sınıflandırmamıştır. Efendi, köle, şerefli, kimsesiz, vs. gibi de­ğil, bilakis Allah (c.c.) herkesin aslının bir olduğuna işaret etmiştir.

"Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirini­zi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (günahlardan) en çok korunanızdır. Allah bilendir, haber alandır."[521]

Hz. Peygamber (a.s.) bir hadislerinde şöyle buyuruyor:

"İnsanlar Adem'den, Adem de topraktan yaratılmıştır. Arabın Acem'e (yabancıya) beyazın siyaha üstünlüğü yoktur. Üstünlük günah­lardan korunmayladır."[522]

İşte Bilal, müslümanlar arasında şerefli ve aciz insan. Hz. Ömer (r.a.) onun için şöyle diyor:

"Hz. Ebu Bekir bizim efendimizdir. Efendimizi kölelikten kurtardı."

Hz. Peygamber (a.s.) bir başka hadislerinde şöyle buyuruyor:

"Başınızda saçları simsiyah Habeşli bir köle dahi olsa onun sözünü dinleyin ve yerine getirin."[523]

Hz. Ömer (r.a.); "Eğer Huzeyfe'nin babası sağ olsaydı onu halifeli­ğe senden sonra tayin ederim." buyuruyor.

İşte İslâm'ın eşitlik anlayışı budur. Hani cahiliyenin eşitliği? Hâlâ bazı ülkeler bu İslâm'ın verdiği eşitliğin yansını vermemiştir. Sonra da onlar ilerici, bizler gerici yobazız öyle mi? Amerika ve diğer bazı ülkeler­de ırkçı saldırılar şiddetle devam etmektedir.

Müşrikler Hz. Peygamber (a.s.)'den kendilerine özel bir gün ayırarak kabul etmesini ve kölelerin, fakir insanların bu kabulde olmamasını istediler.

Bu hususta doğru açıklamayı Kur'an'ı Kerim yaptı:

"Nefsini, sabah aksam, razısını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut (onlarla beraber bulunmağa candan sabret). Gözlerin, dün­ya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz keyfîne uyan ve işi hep aşırılık olan kişiye itaat etme... De ki: "Bu gerçek, Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, di­leyen inkâr etsin."[524]

İslâm bize herkesin eşit olduğunu öğretmiştir. Hiç bir kimse kendini daha özel göremez. Allah'ın kanunlarını başkalarına uygulayıp kendinden uzak kılamaz. Hiç kimse bu vatanda birinci veya ikinci sınıf muamelesi göremez. Başkalarının malını alamaz.

Kur'an-ı Kerim yahudilerin kendilerini özel statüye sokmalarını şid­detle reddediyor:

"Biz sana kitabı gerçek ile indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği biçimde hüküm veresin; hainlerin savunucusu olma!"[525]

Ceza uygulamasında adamına göre uygulayan insanları Hz. Peygam­ber (s.a.v.) azarlıyor. Usame (r.a.)'ye Hz. Peygamber (a.s.) şöyle diyor:

"Allah'ın kanunlarını kişilere göre mi uyguluyorsun ey Usame? Siz­den öncekiler zenginlerin yakınları hırsızlık yaptığı zaman cezasını uy­gulamıyorlar, fakir ve kimsesizler hırsızlık yapınca hemen elini kesiyor­lardı. Allah'a yemin ederim ki eğer Muhammed'in kızı hırsızlık yapsa onun elini keserim."[526]

Bugün yaşadığımız toplumda milyarları çalanlar kaçıyor veya kaçırılıyorlar, ama yüzbinleri çalanlar hemen hapse atılıyorlar.

İslâmi oluşum hareketi "Tek çözüm İslâm'dır" bayrağını açarken, sa­dece cezalar ve kanunlarda adaletli olunmasını istediler.

İslâm bir bütündür ve hayatın her alanını kaplar. Aileyi, toplum, fer­di içine alır ve bunların yaşantılarını düzenler. İnsanlar arası kardeşlik ve eşitlik prensibini ülkemizin bütünlüğü için istiyoruz. Hepimizin bu prensiplere iyice bağlanması gerekmektedir.

İslâm insanlara taşıyabilecekleri kadar ödev verir. Bu noktada eşitlik yoktur. Kimisi güçlüdür daha fazla iş yapabilir. Bazıları zengindir, zekâtını vermek zorundadır. "Eşitlik var o vermiyor, ben de vermiyorum" diyemez. Onu, alsaydı zaten o da verirdi. O fakir, Allah ona zekâtı farz kılmamıştır.

Diğer ibadetleri de buna göre söyleyebiliriz. Buna göre de dünyada ve ahirette karşılığını alacaklardır.

İnsanların hepsini tek bir sınıf olarak görmek yanlıştır. Rusya'da bu­nu yapmaya kalktılar, başarısızlıkla sonuçlandı. Bu, Allah'ın adetine ay­kırıdır. Herkesin vazifesi ayrıdır ve farklıdır. Rusya yeniden bu prensibi gözden geçirdi ve başa döndü. Doğru olan da buydu.

Nice insanlar vardır ki hayata beraber atılırlar ama birinin kazancı diğerininkinden daha fazladır. Birinin tuttuğu altın, diğerininki topraktır. Rızıklar farklı farklıdır. Böyle olması, tabiatın dengesi için şarttır. Top­lumdaki yaşantıya zarar vermez. Allah'ın adaletine uygundur.

Yüce Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor.

"Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik ve onlardan kimini öte­kine derecelerle üstün kıldık ki biri, diğerine iş gör dür ehilsin. Rabbinin rahmeti, onların toplayıp yığdıklarında daha hayırlıdır."[527]

İslam toplumunda insanlar birbirlerinin işlerini kavgasız, kinsiz gö­rürler.

Ve herkes yaptığı işten de son derece memnundur.[528]

 

İslam Toplumunun Şiarı: Hürriyet

 

Ülkemizde yaşanan olayların hemen hemen hepsi insanımızın hürri­yet istemelerindendir. Ne zaman bir yürüyüş, gösteri vs. olsa arkasından hürriyet istekleri gelir. Bunu fırsat bilen polis de hürriyet isteyen halkını hapislere doldurur. Münafık ve menfaatçi çevrelerin zorlamalarıyla halk zindanlara atılır ve işkenceler başlar. Kur'an-ı Kerim böyle olaylarla do­ludur. Hürriyet isteyen halkını zindanlara dolduran yöneticilerin sonlan kötülüklerle doludur. Bu zalim idarecilerin yardımcılarının helak olmala­rı yüce kitapta uzun uzun anlatılır. Firavun olayını hepimiz biliyoruz. So­nunun nasıl olduğunu da biliyoruz.

İslâm, Allah (c.c.)'ı yüce sıfatlarıyla birler. O, birdir ve her iş O'nun elindedir. İbadet ve eğilme sadece O'nadır. Tek O'ndan korkulur. Bunun içindir ki, O'nun gölgesinde karku, keder, üzüntü olmaz, kalbler O'nu an­makla huzura kavuşur. Hiç bîr beşer için O'nun yerine başkasını koymak ve O'nu bırakıp başkalarını aramak yakışmaz. Firavun mantığını Allah yok etmiştir.

Firavun şöyle dedi:

"Ben sizin en büyük Rabbinizim" "Ey kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altından akıp giden ırmaklar benim değil mi?"[529]

"Ben size yalnız (doğru) gördüğümü gösteriyorum. Ve ben sizi an­cak doğru yola götürüyorum."[530]

"Firavun, askerleriyle onların ardına düştü, denizden onları örten örttü (deniz onları örtüp boğdu). Firavun toplumunu saptırdı, doğru yo­la iletmedi."[531]

Yüce Allah (c.c.) onlann kavmine de gerekli cevabı verdi:

"Kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Çünkü onlar yol­dan çıkmış bir kavim idiler."[532]

Allah (c.c.) bize Kuran-ı Kerim'in bir çok yerinde Firavun ve kavminin hikâyesini bildiriyor. Yine Hz. Musa (a.s.) ve kavminin hikâyesini anlatıyor. İbret almamız için bunlar anlatılmaktadır.

Zulüme ve hürriyetin engellenmesine karşıyız. Kur'an-ı Kerim za­limlerin zulmünün hikâyeleri ve acı sonlarıyla doludur.

"Nefislerine yazık eden kimselere, canlarını alırken melekler: "Ne işte idiniz (dininiz için ne yapıyordunuz?)" dediler (Bunlar): "Biz yeryü­zünde aciz düşürülmüştük." diye cevap verdiler. Melekler dediler ki: "Al­lah'ın yeri geniş değil miydi ki onda göç ed(ip gönlünüzce yaşabileceğiz bir yere gid)eydiniz."[533]

Semavi dinler, hayatın her yönünde hürriyetin olmasını ister. Başla­rındaki zalim idarecilere karşı koymalarını ve rahat edebilecekleri ortamı oluşturmalarını ister. Başkalarına köleliği kabul etmez.

İslâmi toplumlarda hürriyet en önemli esastır. Hürriyetin olmadığı bir toplumda yaşamanın ne anlamı var? Hürriyetsiz yaşanır mı?

İslâm bunun en güzel örneğini vermiştir. En önemli hürriyet; "İnanç hürriyeti"dir. Hürriyeti insan içindir ve inancında serbesttir. Bu hürriyet insanın en önemli özelliğidir. Allah dünyaya da onun için getirmiştir.

"Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuş­tur. Kim tağut (Şeytan)ı inkâr edip Allah'a inanırsa, muhakakk ki o, kop-mayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir."[534]

"De ki: "Bu gerçek Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin."[535]

Yüce Allah (c.c.) kendine İslâm'ın açıklanmadığı insanların cezasını hafifletmiştir. Allah'ın dini, O'nun yarattıklarına anlatılmalıdır. Beşeri sistemler ise koyduğu kanunlan herkesin kabul etmesini ve tam uygulanmasını ister. Asla özür kabul edilmez. Onun için Allah (c.c.) zayıfları, za­limlerin elinden kurtarmak için savaşı emretmiştir. Zalimlerin zulmünün sona ermesi ve insanların hürriyetlerine kavuşması şarttır.

"Size ne oldu ki, Allah yolunda ve; "Rabbimiz bizi şu, halkı zalim kentten çıkar, bize katından bir koruyucu ver, bize katından bir yardımcı ver!" diyen zayıf erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?"[536]

Bedir zaferi, bir hürriyetin ve zayıfların kurtarılmasının zaferidir.

"Düşünün ki bir zaman siz az idiniz, yeryüzünde hırpalanıyordunuz, insanların sizi kakıp götürmesinden korkuyordunuz. Allah, sizi barındır­dı, sizi yardımıyla destekledi, sizi güzel şeylerle besledi ki şükredesiniz."[537]

Bu anlamı diğer bir ayetiyle Allah (c.c.) pekiştirdi:

"Kendileriyle savaşılan (mümin)lere (karşı koyma) izn(i) verildi. Çünkü onlara zulmedil/niştir ve şüphesiz Allah, onlara yardım etmeğe kadirdir. Onlar sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için haksız yere yurt­larından çıkarıldılar. Eğer Allah'ın bazı insanları diğer bazzılarıyle sa­vunması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, kili­seler, havralar ve mescitler yıkılırdı. Allah, kendi (dini)ne yardım edene elbette yardım eder. Kuşkusuz Allah, kudretlidir, galiptir."[538]

Yukarıdaki ayetin mânâsına baktığımız zaman; zulüm gören ve ezi­len müslümanlar olduğunu görürüz. Bu insanlar elbette toparlanıp zalim­lere haddini bildirecektir. Bu İslâmi topluluk için kaçınılmaz bir tecrübe­dir. Öyle ki hürriyetin anlamı daha güzel anlaşılsın.

Asrımızda inananlar çok şiddetli azab ve işkence görmektedirler. İnsanlar hürriyeti, onların durumlarını iyi bilmeleri ve ona göre iyi hazır­lanmaları gerekmektedir.

İslâm, inanç hürriyetine çok büyük önem verir. Yıllar boyu hiç bir kimseye inancından dolayı baskı yapmamıştır. Herkes dinini İslâm'ın göl­gesinde rahatça yaşamıştır. İyilik ve adalet içerisinde beraber yaşamasını öğrenmişlerdir. Müslümanlar Rablerine ibadet ederek diğerlerinin de ibadetlerine yardım etmişlerdir.

"Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah, adalet yapanları sever."[539]

Kişilerin fikirlerini serbestçe söyleme özgürlüğü İslâmi toplumlarda serbesttir. Herkes görüşünü sakınmadan açıklayabilir. Çekinmeden, kork­madan konuşma özgürlüğü vardır. Yalnız küfüre ve dinsizliğe davet yok­tur.

Hz. Peygamber (a.s.)'e vahiy gelince onu doğru yola iletirdi. Fikirle­rinde bulanıklık olmazdı. İslâmi meselelerde her şahabının görüşünü alır­dı. Herkes özgürce o konu hakkında düşüncelerini söylerdi. Hiç kimsenin sözü kutsal değildi. Mesele enine boyuna tartışılır ve en doğru olanda karar kılınırdı. İslâmi toplumda fikirler hür ve olgundu. Fikirde bulanıklık ol­duğu zaman Rasûlullah (a.s.) imdada yetişir, durulturdu. Şimdi de kitap ve sünnet vardır.

Herkes Hz. Peygamber (a.s.)'in yanında çekinmeden fikrini söylerdi. Hoşgörü, anlayış, sevgi ve saygı hakimdi.

İslâm'da tenkid, eliştiri ve alternatif sunma hürriyeti de vardır. İnsa­nın bir yanlışlığı görünce duyarsız kalması uygun değildir. Susarsa günahkâr olur.

Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyuruyor:

"Din nasihattir. "Kim için ey Allah'ın elçisi?" dedik. O: "Allah, Pey­gamber, inananlar ve bütün insanlar için" dedi."[540]

"Sizden biriniz bir kötülük görürse eliyle gidersin. Buna gücü yet­mezse diliyle gidersin. Buna da gücü yetmezse kalbi ile beddua etsin, böyle gideren de imanın en zayıfı olanıdır."[541]

Hz. Ömer (r.a.): "Kim bizim islerimizde bir bozukluk, yanlışlık ve eğrilik görürse hemen düzeltsin, karşı koysun" buyuruyor. İnsanlardan biri ayağa kalkarak: "Eğer sende bir eğrilik gürürsek o eğriliği kılıcımız­la doğrulturuz" diyor.

İslâm, insana hiç bir makamdan korkmadan doğrulan söylemeyi em­reder.

Hz. Peygamber (a.s.) buna insanları şöyle teşvik ediyor:

"Cihadın en faziletlisi, zalim sultan karşısında onun zalimliğini yü­züne haykırmaktır."[542]

Hz. Ömer'in karşısında bazı sahabilerin korkudan yanlış şeyler söy­lediği rivayet edilse de M.Bin Zeyd bunu yalanlayarak: "Biz böyle şeyleri Hz. Peygamber (a.s.) zamanında münafıklık alâmeti olarak sayardık" bu­yuruyor.

İslâm, müminlere eziyet etmeyi ve incitmeyi yasaklamıştır.

"Mümin erkekleri ve mümin kadınları yapmadıkları bir şeyle (suçla­yıp) incitenler bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir."[543]

Bilakis İslâm hangi ırktan ve dinden olursa olsun kişilerin haklarını savunur. İnsanı Allah'ın yarattığı kutsal bir varlık olarak görür, onu korur ve yok olmasına izin vermez.

"Bundan dolayı İsrailoğulları'na şöyle yazdık: Kim, bir cana kıyma­mış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir canı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. "[544]

"Her kim bir mümini kasten öldürürse onun cezası, içinde sürekli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanet etmiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır! "[545]

İnsanlara eziyet ve işkence edebilmemiz için çok önemli sebepleri­miz olmalıdır. Cinayet vs. işlerse onlara gerekli cezalar uygulanır. Günü­müzde olduğu gibi hiç bir sebep olmadan toplumsal suçlu bahanesiyle in­sanları zindanlara götürüp eziyet etmenin bir kazancı yoktur. Kişilere sa­vunma hakkının dahi verilmediği günümüzde, hangi hürriyet ve demok­rasiden bahsediyorsunuz.

İşte Hz. Ömer (r.a.)'in hayatından örnekler:

Tayin ettiği valilere asla insanlara eziyet etmemeleri konusunda uya­rırdı. Mısır valisinin oğlunun bir başka çocuğa tokat atması sonra valinin oğluna tokat kısas olarak yerine getirilmesi ibret tablosudur.

Rasûlullah (a.s.) şöyle buyuruyor:

"Kim başkalarına zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim baş­kalarını üzerse Allah da onu üzer."[546]

"İnsanların en sinirlisi ateşe en yakın olanıdır."[547]

"Ey insanlar, kıyamet günün karanlığından korkarak zalim olma­yın."

İslâm'da yapılan suçların karşılığı bellidir. Hiç kimse yaptığından cezasız kalmaz. Adaletli olarak cezasını çeker. Kimse makamına güvene­rek cezasız kalmaz. İsterse etraf kuvvetli insanlarla dolu olsun. Fakat biz günümüzde bunun tam tersini görmekteyiz. Zayıfların işlediği suçların cezası, sonuna kadar, hem de işkenceyle çektiriliyor, etrafı güçlü olanlar yaptıkları suçlarda mahkemelerde yalancı şahitler vasıtasıyla kurtuluyor. Bu mu hürriyet, bu mu demokrasi?

İslâmi hareket böyle yanlışlıkların yapılmasını istemiyor. Toplumu­muzun bu kötülüklerden kurtulmasını istiyor. İnsanlarımızın huzur, gü­ven, eşit ve hür bir biçimde yaşamalarını istiyor. Bu ancak İslâm'ın şeriatı altında olabilir. Hile ve sahtekârlığın olduğu beşeri sistemlerden bu bek­lenemez.[548]

 

Hürriyet Müslüman Toplumun En Önemli Prensiplerindendir

 

Hürriyet her varlığın hakkıdır. İnsan, hayvan, kuş, vs... Hürriyet çok pahalı ve yüce bir şeydir.

Elli senedir okuduğumuz şu kuşun dilindeki şiir, hürriyeti ne güzel bir şekilde anlatmaktadır.

"Hapis yatmak benim huyum ve ahlâkım değildir.

Ben buna altın kafesde dahi olsam razı değilim,"

Kölelikle hürriyet, şerefler ezelillik, yücelikle alçaklık arasında çok büyük fark vardır.

Eğer bir toplumda hürriyetin derecesini ölçmek istiyorsak, o toplum­daki fertleri araştırmalıyız. Onlara verilen hakları incelemeliyiz. Hakları­nın korunup korumadığından, fertlere gösterilen saygı ve sevgiden toplu­mun ne derece hür olduğunu kavrayabiliriz.

Beşeri sistemler hürriyeti yanlış tarif ediyorlar.

Ferdin hürriyeti toplumun hürriyeti demek değildir. Hakimin ve ida­recilerin hürriyeti, halkın hürriyeti demek değildir.

İnsanların sokakta serbest dolaşmaları hür olduklarına delalet etmez. Büyük hapislerde yaşamak gibidir. İstendiği zaman dışarı çıkılamıyorsa, hapisler aynıdır.

Bu beşeri sistemler, kişilere hürriyet verdiklerini söylüyorlar. Bazı­larına hürriyet veriyor, diğer bazılarını rahatça sömürsün haklarını elle­rinden alsın diye. Böyle sistemlerin adı diktatörlüktür. Bazılarının hürri­yetini tam serbest bırakıp diğerlerini kısıtlamak yanlıştır.

İslâm öyle değildir. Herkese hürriyetini tam verir. İslâm, sistemiyle başlı başına hürdür. O, sistem bilen ve her şeye hakim olan Allah tarafın­dan konulmuştur. O sistemde adalet, kardeşlik, sevgi ve hoşgörü vardır. Birilerinin hürriyetleri, diğerlerinin varlığına veya yokluğuna bağlı değil­dir.

İslâm hakim ile toplumun, fert ile toplumun ve diğer grubların gö­revlerini belirtmiş ve onlara eşit yaklaşmıştır. Herkes kendi görevini bilir ve ona göre hareket eder. Herkes amelini Allah'a yaklaşmak için yapar. Suçluların cezası da ne kadar ise o kadar verilir. Ne fazla ne de eksik ol­maz. Kanunlar ve müslüman kişilerin vicdanları toplumun ana kaynağı­dır.

Yukarıdaki saydığımız sınıflar arasındaki hürriyet dengesini bozan toplumlar, kargaşa ve kaosun içinde yok olurlar. O toplumda insanlar arasında diyalog yoktur. Orada siyasi, iktisadi ve kültürel sıkıntılar var­dır. Hattâ askeri problemler de vardır. Çoğu idareciler böyle durumlardan çıkış yolu olarak daha çok baskı, daha çok eziyet yolunu tercih etmekte­dirler. Halbuki yol çok yanlıştır. Toplumsal patlamalar yol açar. Bilindiği gibi; bir şeyi fazlaca sıkıştırırsak mutlaka patlar.

Ellerinden hürriyetleri alınmış bir toplum fertleriyle, o fertleri yöne­tenler arasında anlaşmazlık çıkması tabiidir. Kendi hürriyetini kazanmak için fert elinden geleni yapacak ve fertsel hürriyet hareketi oluşacaktır. Bu asla çözüm değildir. Yanlış bir yoldur. Hürriyet toplum için olmalı ve her fert o toplumda bu hürriyetten payını olmalıdır. Bir toplumda fertler hür ise, orada fert ile idareciler arasında sorun yoktur. Ülke sağlam bir di­reğe tutunmuştur. Fertlerin hür olduğu bir toplumda, ülke düşmanlara karşı daha güçlüdür.

Kişi, insanların insanlara zulüm etmesine anlam veremez. Eski ka­vimlerde böyle yapanların sonunu hepimiz iyi biliyoruz. Hattâ çok yakın geçmişte ki, sonlarını biliyoruz. Başkalarını hapsedenler ve onlara hapis­lerde işkence yapanlar, şartlar değişince kendileri hapislere girdiler ve orada bir kadın gibi ağladılar. Keşke başkaları da bunlardan ibret alsaydı.

Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"O günler... onları biz insanlar arasında çevirip dururuz (kâh bir kavme, kâh ötekine galibiyet veririz; bazen bir topluma iyi veya kötü günler gösteririz, bazen ötekine"[549]

"Elbette Rabbin gözetleme yerindedir. Her an kullarının fiillerini gözetlemektedir."[550]

Burada önemli bir anlama eksikliği vardır. Onu hemen belirtelim. İnsanların bir çoğu bu manayı anlamaktan şereftir. Allah'a ibadet, O'nun emirlerini yerine getirmek en büyük bir hissiyettir. Allah kullarına çok merlametlidir. Allah'ın dışındakilere itaat, insanları köleleştirir. Bu tarih boyunca böyle olmuştur. Allah'a itaat O'nun emirlerini yerine getirmek asla kölelik değildir.

Gelelim kadın haklarını savunduklarını zannedenlere ve İslam'ı ka­dının hakkını elinden almakla suçlayanlara.

En güzel hürriyeti kadına İslam vermiştir. Onu para karşılığı alınıp satılmaktan kurtarıp gerçek değerini vermiştir. İslam'ın kadını köle yaptı­ğını savunanlar, büyük bir yanılgı içerisindedirler. Onlar kadın haklarını savunduklarını zannediyorlar. Aslında kadını bir menfaat aracı olarak kullanıyorlar. Onların namuslarını gözetmiyorlar. Sokaktaki kurtlara az bir para karşılığı satıyorlar. İslam bunların hepisini yasaklıyor ve onu Allah'ın en kutsal bir varlığı olarak görüşür. Dinde onu "ana" makamına yerleştiriyor.

İslam, kişilerin namuslarını güvence altına almıştır. Onu şerefli kıl­mıştır. Namuslu insanlara iftira atmayı en büyük günahlardan saymıştır.

"Namuslu kadınları zina ile suçlayıp da sonra (bu suçlamalarını is­pat için) dört şahit getirmeyenlere seksen deynek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir."[551]

İslam, kişilere mal, onu istediği gibi harcama, dilediği işi yapma, topluluklara katılma hürriyetini vermektedir. Yeter ki yapılan işler top­lum zararına olmasın.

İslam, insanların sanat dallarına karışmaz. Kültürlerine karışmaz. İn­sanlar istediği sanat ve kültürü seçebilir. Faydalı düşünceleri destekler.

İslam, fikir ve araştırmalara teşvik eder. Dünya, İslam alimlerinin buluşlarıyla yürümektedir. İslam büyük fikir ve ilim adamlan yetiştirmiş­tir. Müslüman ilim adamları da faydalı bilgileri kimden gelirse gelsin alırlar. Hz. Peygamber (a.s.) bizleri eğitim ve öğretime teşvik etmektedir:

"İlim, mü'minin kayıp malıdır. Onu nerede bulursa almalıdır."

Kur'an'ı Kerim'in eğitim ve öğrenime teşviklerinden habersiz olama­yız:

"Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı ataktan (embriyodan) ya­rattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O ki kaleme (yazmayı) öğ­retti. İnsanlara bilmediğini öğretti."[552]

İslam, kişilere kendi evinde dahi hür olmalarını emretmiştir. Kendi­ne gelenlerin izinsiz girmemelerini emretmiştir. Her insana hürmet ve hürriyet vermiştir.

"Ey inananlar, kendi evlerinizden başka evlere, izin alıp halkına se­lam vermeden girmeyin. Her halde bunun, sizin için daha iyi olduğunu düşünüp anlarsınız. Eğer orada kimseyi bulamazsanız, size izin verilin­ceye kadar oraya girmeyin. Ve eğer size; "Dönün" denirse dönün. Bu, si­zin için daha temizdir. Allah yaptıklarınızı bilendir."[553]

Ev fertleri arasında dahi hürriyeti getirmiştir. Birbirlerinden izinsiz odalara girilmesini istememiştir. Herkes diğerinin hürriyetine saygılı ve hürmetlidir.

"Ey inananlar, ellerinizin altında bulunan (köle ve hizmetçiler ve henüz erginliğe ermemiş çocuklarınız üç vakitte (odalarına girebilmek için) izin istesinler! Sabah namazından önce, öğle vakti elbiselerinizi çı­kartıp yat)acağınız zaman ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstü­nüzün açılabileceği üç vakittir."[554]

Evet ey okuyucu kardeşim!

İslam'ın insanlara ve aile fertlerine verdiği değere, edebe, hayaya bak! Bir de geceleri kadın çocuk demeden evden zorla terbiyesizce götü­rülen, çile ve işkenceler yapılan, sonra işkenceden ölünce de evine gelip elimizden kaçtı deyip evi talan edenlerin hürriyetlerine bak!...

Yeniden İslam ve hürriyet konusuna dönüyoruz. İslam'ın kölelik ko­nusuna bakışı gayet açıktır. Bu konuda bir çok kitap yazıldı. Bu kölelik müessesi, eski Yunan Felsefesinin getirdiği bir müessesedir. İslam gelin­ce bu müesseseyi kabul etmedi. Ama ortada bir de gerçekler vardı. İs­lam'ın tek başına bu müesseseyi kabul etmesi onu ortadan kaldırmıyordu. Ona en güzel bir şekilde yaklaşıyordu. Onların bütün haklarını güvence altına aldı. Savaşta alınan esirlere iyi davranılmasını, savaşın gereği olarak ücret karşılığı serbest bırakılmasını emretmiştir.

"Yoksula, yetime ve esire sevdikleri yemeği yedirirler."[555]

İslam, kişinin yaşadığı topraklarda hür olmasını ister.Hiçbir yabancı­nın esareti altında yaşamasına izin vermez.

İslam, sömürücülüğe karşıdır. Sömürücü sultanın baskısı altında ya­şamak insanı köle eder. O ülkenin fertlerini rahatsız eder. Huzur ve gü­venlik kalmaz. Allah'a ibadeti ve hür olmayı emreden İslam dini nasıl olur da sömürücü ülkelerin emirleri altında yaşamayı kabul eder? Hz. Muhammed (a.s.)'in getirdiği dinin büyük bir baskıyı kabul etmesi düşü­nülebilir mi?

Allah insanları hür olarak yaratmıştır ve onu yeryüzüne halife olarak göndermiştir.

Bunun en güzel örneğini Filistin'de görmekteyiz. Filistinliler asla yahudilerin emirleri altına girmeyi kabul etmediler. Yıllarca bu uğurda can verdiler. Dünya devletlerini şaşırttılar. Filistin davası evrenseldir. Sonuna kadar devam edecektir. Allah onlara bir çıkış yolu mutlaka verecektir.

Son senelerde İslam toplumunun ağlanacak hali ki; zalimler istedik­leri gibi bu toplumu yönetiyorlar, her türlü kararları alıp müslümanların aleyhine uyguluyorlar.

Bütün bunların sebebi içimizdeki var olan canlı imanın kaybolmasıdır. Allah'a olan yakınlığımızın uzaklaşmasıdır. Bir toplum ki imanı za­yıflıyor ve Allah'a olan yakınlığı azalıyor, o toplumun sömürücü ülkeler tarafından yönetilmesi kaçınılmazdır.

İslami hareket insanları yeniden dirilişe ve bu kötü halden kurtulma­ya çağırıyor. Sömürgeden kurtulup İslam'a, Allah'a teslim olmaya çağırı­yor.

İslami toplumda hürriyetin anlam ve önemini böylece açıklamış ol­duk. İnsanların hürriyetlerini elinden alan hiç bir idare ebedi değildir. Yapmış oldukları zalimliğin cezasını mutlaka çekmişlerdir. Tarih o idare ve idarecileri asla affetmedi ve affetmeyecektir. Asrımızda zalimlik ya­panlar da cezalarını çekeceklerdir. Halka baskı yapıp hürriyetlerini elle­rinden almak ancak o halkı uyandırır, isyana teşvik eder. Zalimler hayat­larında rahatlık bulamazlar.

Bizler, İslam şeriatının gölgesinde hürriyet istiyoruz. Bizim hürriyetimizi en iyi İslam verir. Ülkenin güvenliği ve huzuru için bu şarttır. Kar­deşlik, eşitlik, sevgi, hürriyet, halkın ve hükümetin kaynaşması... Bütün bunlar İslam şeriatında vardır.

Gerçek hürriyet Allah'a kullukla olur.

Teşvik ve yardım Allah'tandır.[556]

 

İslam Toplumu Dayanışma Toplumudur

 

İslam toplumundaki dayanışma ve yardımlaşma sadece maddi yön­den değildir. Öncelikle manevi ve ruhi dayanışma esastır. Bu dayanışma­yı İslami toplumların dışındaki toplumlarda bulamazsınız. İslam bu daya­nışmaya çok önem vermiştir. Örnek insanlar yetiştirerek toplumun lider­leri haline getirmiştir. İslam'ın emirleri; iyi ve dayanışmacı bir fert olmak yönündedir. Dosdoğru yol üzere olabilmek için dayanışma şarttır.

Hz. Peygamber (a.s.) buna çok teşvik etmiştir.

"Sizden hiç biriniz, kendi nefsiniz için istediğiniz bir şeyi kardeşiniz için istemediğinizi sürece tam iman etmiş olamazsınız."[557]

"Bir müslüman diğer müslüman için bir birine kenetlenmiş tuğlalar gibidir. Birbirlerini dayanırlar."[558]

Böyle bir anlayış kişilerdeki bencillik, gurur, kibir ve enaniyet duy­gularını köreltir. Kişiye kendini kazandırtır.

"Müslüman erkeklerle müslüman kadınlar birbirlerinin dostlarıdır." [559]

"Ancak inananlar kardeştir"[560]

İşte peygamberimizin diğer bir hadisi ki; bize dayanışmanın en gü­zel neticesini veriyor:

"Müslümanların birbirlerine olan sevgileri, kardeşlikleri, yardımlaşmaları bir cesed gibidir. O cesedde bir azaya bir şey olduğu zaman bütün cesed harekete geçer ve acıyı hisseder."[561]

Bunun en güzel örneğini sahabiler arasında görmekteyiz. Muhacir ensar dayanışması bir destandır!

"Ve onlardan önce o yurda (Medine'ye) yerleşen, imana sarılanlar kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilen (ganimetlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç (eğilimi) duymazlar. Kendilerinin ihtiyaç­ları olsa dahi, (göç eden yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar başarıya erenlerdir."[562]

İslam toplumun dışında hangi toplumda kendi öz ihtiyacını kardeşi­ne verme vardır? Bir fert öz kardeşi olmayan bir ferde canından daha kıy­metli olan malını hem de ihtiyacı olan malını karşılıksız verecek?

Böyle bir anlayış ve dayanışma sadece İslam'da vardır.

Bu duygu ve dayanışma anlayışı içerisinde İslam toplumu yüzyıllar boyu var oldular. Kendilerine yapılan işkence ve zulüm karşısında yılma­dılar, geri adım atmadılar. Dayanışmayı en kötü zamanlarda dahi sürdür­düler. Bizlere kadar bu davayı getirdiler. Zalimler işkence yaptıkça bun­lar pekiştiler, kaynaştılar. İçerde ve dışarda birbirlerine yardımcı oldular. Maddeyi bir vasıta gördüler. Kendilerini bir kaç isna-i grub hariç az bir para karşılığı satmadılar.

Avrupa bugün en kötü günlerini yaşamaktadır. Kilise onları ilikleri­ne kadar sömürdü. Adeta birer hayvan gibi hayatlarını sürdürüyorlar. Da­yanışma yok, sevgi yok, yardımlaşma yok. Herkes kendi başına evlerden kopuk sözde hür yaşıyor. Anlayış, birlik, bütünlük hakim değil. Kişisel çıkarlar hakim. Onların zenginlikleri sizi aldatmasın. İnsanlarının hiç biri mutlu değil. En çok intihar girişimleri batıdadır. Maddi doygunluk onları arayışa sevketmiş bulamayınca cana kıymıştır. Hayat sadece madde de­ğildir. Avrupa asla mutlu değildir.

İslam toplumu, fertlerini birbirine bağlayan böyle prensipleri koy­muştur. Aralarında kin olmaz, kavga, çatışma olmaz, hayat huzur ve mut­luluk içerisinde devam eder.

Eğer bugün İsalmi toplumda bir takım kötü işler varsa, bunların sebebbleri maddenin tesirinden dolayıdır. Yıllar boyu sömürücülerin aramı­za soktuğu maddecilik belasının neticesidir. İslam düşmanlarının toplu­mumuzu kıskanarak içimize soktuğu münafıkların tuzaklarının sonucu­dur. Bunlar bizim istediğimiz olaylar değildir. İslam bunların hepisini rahmet potasında kolayca eritir.

İslami eğitim ve öğretim, fertleri birbirine iyice bağlar. Onları du­yarsız bırakmaz.

Hz. Peygamber (a.s.)'in hadisleri gayet açıktır:

"Birbirinize kızmayın, haset etmeyin, kavga etmeyin. Allah'ın ibadet eden kulları olunuz."[563]

İslam'da günde beş vakit namazın camide cemaatla kılınmasının espirisi vardır. Orada kişiler birbirleriyle kaynaşırlar.

Hz. Peygamber (a.s.) namazları camide cemaatla kılmayı teşvik edi­yor:

"Cemaatla kılınan namaz yanlız kılınan namazdan yirmiyedi derece daha faziletlidir."[564]

Namazda; tek bir saf, tek bir hiza, tek bir halk ve tek bir ruh ile Al­lah'a yöneliş vardır. Her şey tamamdır. Orada kardeşlik hakimdir. Kırgın­lık, kargaşa, fesat yoktur. İslam yine cuma namazını özürlüler dışında herkese beraberce kılmayı farz kılmıştır.

İslam, komşuluk hakkını da gözetmiştir. Komşularla bütünleşmeyi ve iyi geçinmeyi emretmiştir.

Allah (c.c.) ayetinde şöyle buyuruyor:

"Allah'a kulluk edin, O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya, akrabaya, öksüzlere, yoksullara,yakın komşuya, uzak komşuya, yan(ınız)daki arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyilik edin."[565]

Hz. Peygamber (a.s.) bir hadislerinde komşu hakkında şöyle buyuru­yor:

"Cebrail (a.s.) bana komşu hakkında öyle şeyler anlattı ki; neredey­se komşuya mirasçı kılacak zannettim."[566]

Diğer hadislerinde şöyle buyuruyor:

"Vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz. "Kim ya Resulallah?" dediler. "Komşusu kendinden emin olmayan" dedi."[567]

Komşu bağları birbirleriyle güçlenen toplumlar sarsılmaz toplumlar­dır. Komşuluk bağları; iyi fertleri, iyi toplumları doğurur.

Hz. Peygamber (a.s.) komşuluk hakkının maddi yönden de gözetlen­mesine dikkat etmiştir.

Hz. Peygamber (a.s.)'in Eba Zerr'e şöyle dediği rivayet edilir:

"Ey Ebu Zerr, ocağa tencereyi koyduğun zaman suyunu fazla koy ve komşunla onu paylaş."[568]

Hz. Ömer (r..a)'ın bir hadis rivayetinde şöyle diyor:

"Resulullah (a.s.) şöyle dediğini işittim:

"Komşusu aç iken kendisi tok olamaz."[569]

Açlık hususundaki İslam'ın dayanışma örnekleri böyle olursa; diğer, hastalık, keder, ilaçsızlık vs. gibi konularda da yardımlaşma ve dayanış­ma kaçınılmazdır.

Bu güzel ahlak ve dayanışma hala köylerimizde devam etmektedir. İslam'ın gölgesinde bu kaynaşmayı sürdürüyorlar. Batı toplumunda kişi­ler komşusunu tanımaz. Eğer tanırsa kendinden bir tüy alır korkusuyla uzak durur. Bizim toplumuzda da böyle yanlış ahlak yerleşti. Bundan he­men kurtulmamız gerekir.

İslam'ın değer ve önem verdiği diğer bir bağ da aile bağıdır. Akraba­lık ve aile bağı çok önemlidir.

Bir toplum ailelerden meydana gelir. Aileler arası ilişkiler iyi olursa o toplumda keder, fesat ve yanlışlıklar olmaz.

Kardeşlik, dayanışma, anlayış, merhamet hakim olur. Bu da toplumu mutlu kılar.

İslam insanları, aileler ve akrabalar arası bağların güçlenmesine teş­vik eder.

"Rahim sahipleri (kan akrabası), Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakın dostturlar."[570]

"Akrabaya, yoksula, yolcuya (zekat ve sadakadan) hakkını ver. Allah'ın yüzünü (rızasını) isteyenler için bu, daha hayırlıdır ve onlar başa­rıya erenlerdir."[571]

"Demek işbaşına gelecek olursanız, yeryüzünde bozgunculuk yapa­cak, rahimleri (akrabalık bağlarını) koparacaksınız öyle mi? Onlar, Al­lah'ın lanetleyip sağır yaptığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir."[572]

İslam, arası açık olan iki kişinin aralarının bulunmasını emreder. Ba­rıştırılmalarını, kardeşliklerinin pekiştirilmesini tavsiye eder.

Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyuruyor:

"Gerçek ulaşıcı, ödül için hedefe ulaşan değil, araları bozuk olup ta birbirlerine ulaşandır."[573]

İslam toplumu aile ve akrabalık bağlarına verdiği önem sebebiyle de diğer toplumlardan ayrılır.

İnsanlık öyle bir duruma gelmiştir ki, aile ve akrabasıyla alakasını tamamen kesmiştir. Annesi, babası veya akrabası hastalanınca yanına bi­le gitmiyor, ilacını almıyor. Baba, evladı biraz büyüyüp evlenince oğlun­dan oturduğu evin kirasını istiyor. Baba ve anne ihtiyarlayınca evinde tek başına yaşıyor. Belki evde ölüyor da haftalar sonra etrafının haberi olu­yor. İşte İslam dışı toplumların aile ve akrabasına verdikleri değerin neti­cesi budur.

İslam'da komşunun hakkı da çok önemlidir. İyi ilişkileri de toplu­mun kaynaşması ve bütünleşmesi için en büyük sebebtir.

İslam, güçlünün zayıfı korumasını emreder. Babanın evin reisi olma­sını ve eli altındaki aile fertlerini korumasını emreder. Aile reisi yeryü­zünde ailenin mutluluğu için çalışır. Onları mutlu etmek için bir çok sı­kıntılara girer. Bilir ki ailesinin her bir ferdi Allah (c.c.)'den kendisine emanettir.

Hz. Peygamber (a.s.) hadislerinde şöyle buyuruyor:

"Kazandığın paranın birazını Allah yolunda, birazını köle azat et­mek için, birazını kimsesizlere, diğerini de ailene harca. Ailen için har­cadığın para daha çok sevabtır."[574]

Bütün bunlar sosyal hayatın bir gereksinimidir. Sadece İslam için değil, toplu yaşayabilmek için de bu şarttır. Başkalarına yaptığı iyiliğinkarşılığı kendisine ve ailesine de gelecektir. Hem kendisi hem de ailesi için sosyal hayatın getirdiği sorumluluğu yapmaktadır.

İslam, aile reisinin ailenin diğer fertleriyle aynı ailede kalmasını is­ter. Aile fertleri tek başlarına bir yerde yaşayamaz. Zayıf kalırlar.

Yine İslam aile fertlerinin ailenin reisi ihtiyarlayınca yanlarına alma­larını emreder. Bu bir vefa borcudur. Babası ihtiyarlayınca evladı bakma­lıdır. İslam'ın ilk farzlarından olan bu konu, üzülerek söyleyelim ki tam uygulanmıyor. Duyduğumuz bazı olaylar bizleri çok üzmektedir. Bir an önce İslam'ın edep ve hayatına sarılıp onu öğrenmeliyiz. Dine sarılmak­tan başka kurtuluş yolumuz yoktur.

Baba ve oğuldan sonra, akraba ve yakınlar gelir. Sosyal hayatın hu­zuru için İslam onları da gözetliyor.

"Akrabaya, yoksula, yolcuya (zekat ve sadakadan) hakkını ver. Al­lah'ın yüzünü (rızasını) isteyenler için bu, daha hayırlıdır ve onlar başa­rıya erenlerdir."[575]

"Sevdiği malını yakınlara, yetimlere, yoksullara verdi."[576]

Bir ailede zengin olmadığı zaman o ailenin yardıma ihtiyacı vardır. Aile fertleri de rızıklarını temin için beraberce çalışmalıdırlar. Yukarıdaki ayetlerde de zenginlere; yoksul, yetim ve kimsesizlerin gözetilmesi emredilmektedir.[577]

 

İslam Toplumunda Dayanışma Ve Yardımlaşma

 

Önceki konuda İslam toplumunda manevi dayanışmanın çok önemli olduğunu belirttik. İslam toplumu da fertleri birbirine bağlayan bu daya-nışmave ruhi olgunluğu getirmektedir. Aile ve dayanışmasını, aile fert dayanışmasını açıkladık. Manevi dayanışmanın aynı zamanda maddi da­yanışmayı da beraberinde getirdiğini yazdık. Bütün bunların İslam inan­cından kaynakladığını, böyle fertlerin, gurur, kibir, kişilik kaybı diye birşeylerinin olmayacağını belirttik.

İslam toplumunda dayanışmanın, yardımlaşmanın en önemli ana esaslarından biri de "zekat"tır. İslam zekatı beş ana temel kaideden biri kabul etmiştir. Bu şartı inkar edeni de dinden çıkmakla cezalandırmıştır.

İslami hükümlerin gelmesiyle İslami toplum yavaş yavaş oluşmaya başlamıştır. Bu toplumun içerisindeki farklılıkları da İslam gözetlemiştir, onları unutmamıştır. Yeryüzündeki bütün zenginlik kaynaklarından fakir­lerin rızkını güvence altına almıştır. Allah (c.c.) tabiata yeraltı ve yer üstü zenginliği vermiştir. Bunları işleyen ve çıkaranlar da zengin olmuştur. Bu madenler babalarından onlara miras değildir. Onların bu kazanmalarında Allah'ın payı vardır. Allah (c.c.) bu payını istemektedir. Onun da fakire verilmesini emretmektedir. Sosyal bir toplumda dengelerin kurulması çok önemlidir. Allah (c.c.) bunu iyi ayarlamıştır. Eğer bir toplumda bu zekat müessesi tam işlemiyorsa o toplumun huzurlu olması mümkün de­ğildir. Zekat, Allah tarafından belirtilen kimselere verilir; fakire, kimsesi­ze, yetime, kalbleri İslam'a ısınanlara ve diğerlerine.

Kalbleri İslam'a ısınanlara verilip verilmemeli hususunda asrımızdatartışmalar vardır. Fakat toplumda böyle insanların bulunması kaçınıl­mazdır.

Zekat ibadeti malla yapılan bir ibadettir. Ama İslam bunu iman şartı­na bağlamıştır. İbadetlerin en önemlilerinden kabul etmiştir.

"Oysa kendilerine, dini yalnız Allah'a halis kılıp O'nu birleyerek Al­lah'a kulluk etmeleri, namazı kılmaları, zekatı vermeleri emredilmişti, iş­te doğru din budur."[578]

İslam, fakirin hakkını vermeyerek dini yalanlayanları da kafirlikle damgalıyor.

"Din (ahiret cezası)nı yalanlayan (adam)ı gördün mü?., işte o, ök­süzü iter, kakar. Yoksulu doyurmaya ön ayak olmaz."[579]

"Sizi şu yakıcı ateşe ne sürükledi?" (Onlar da) Dediler ki: "Biz na­maz kılanlardan olmadık." Yoksula da yedirmezdik."[580]

"(Ona) ortak koşanların vay haline!." Onlar ki zekat vermezler ve onlar ahireti de inkar ederler."[581]

Bir çok ayette Allah (c.c.) zekatı namazdan hemen sonra söylemek­tedir.

"Namaz kılın, zekat verin, elçiye itaat edin ki size acınsın."[582]

Hz. Ebu Bekir (r.a.)'in zekat konusundaki hikayesini hepimiz biliyo­ruz. Zekatı vermeyenleri mürted ilan etti.

İslam, sadece fertleri ilgilendiren ibadet anlayışım asla kabul etmez. Toplumda bulunan fakir insanlardan yüz çevirip onların karınlarını do­yurmak için her türlü taşkınlık yapmasına izin vermez. İslam bir hayat sistemidir. Bulunduğu yerdeki fakirleri de, aç olanda, susuz olanda her­kesin derdiyle ilgilenen evrensel bir düzendir.

Zekatın verilmesiyle toplumda dengeler oluşur. Fakirler ortadan kal­kar. Ayrılıkları birleştirir. Keder ve üzüntüleri siler. Bazılarının haksız yere kazanıp çok fazla derecede zengin olmasına ve toplumla meseafelerin fazla olmasını önler.

Bazılarının zekatın verilmesine karşı çıkarak onun maddi yönüne bakmaları yanlıştır. Fakirin çalışmadan zenginin malına ortak olduğunu, onu tembelliğe ittiğini, zengine teşekkür etmesi gerektiğini söyleyenler yanılgı içindedirler. Bunların tersi doğru olandır. Zengin fakire teşekkür etmelidir. Ona zekatım vermekle sevap kazanmıştır. Verdiği para zaten fakirin parasıdır. Kıyamet gününde cennete fakire verdiği parası götüre­cektir.

Kendisi de fakir olabilirdi. Allah'a hamd edip rahatça zekatını ver­melidir. O mal onun değil Allah'ındır. Rızıkları paylaştıran Allah (c.c.)'dır. Hiç bir zengin Karun'un dediği şu sözü dememelidir:

"Bu (servet) bende bulunan bir bilgi sayesinde bana verildi."[583]

Tarihe baktığımız zaman; İslam toplumunu zekatını veren bir top­lum olarak çok rahat hayat sürmüş olarak görürüz. Halk arasında saygı, sevgi, anlayış, dayanışma içinde huzur içinde yaşamışlar. Hatta öyle za­manlar olmuş ki verilen zekatları dağıtacak fakir bulamamışlar.

Şimdi ise müslümanlar perişan durumdadır. Zekatlar verilmemekte­dir. Devlet vergi diye bir kanun koymuş, kaçıran kendini mutlu hisset­mektedir. Buradan sormak istiyoruz: "Acaba bu zekatı kaldırıp yerine vergiyi koyanlar, bu toplumun fakirliğine, hastalığına çare olmuşlar mı­dır? Hayır, Allah biliyor ki çare olamamışlardır. Bizler bugün zekat mü­essesesine eskisinden çok daha ihtiyaç duymaktayız. İnsanlar arasındaki zenginlik farkı çok açılmıştır. Bizim halkımız inançlıdır. Onlar paralarını Allah yolunda vermelerini bilirler. Yeter ki verdikleri paraların nerelere verildiğini bilsinler. Hırsızların elinde kaybolmadığından emin olsunlar.

İslam fıkhındaki hükme göre; eğer zenginler zekatları fakirlere ver­mez ise İslam lideri o zenginlerden belirli miktarda daha para alabilir.

"Mallarında dilenci ve yoksul için hak vardır."[584]

Hz. Peygamber (a.s.) bir hadislerinde; Eşarilerin yardımları ve daya­nışmaları örnek alması için şöyle buyuruyor:

"Bu Eşariler ne güzel bir millettir. Onlara bir kıtlık gelince yiyecek­lerini paylaşırlar. Bir elbiseleri olsa onu paylaşırlar."[585]

Yeri gelmişken anlatmadan geçemeyeceğim. Bunları biz hapistey­ken yaşadık. Arkadaşımızla gelenleri paylaşırdık.

İslam Ramazan bayramında verilmek üzere fıtır sadakasını koymuştur. Kadın-erkek büyük-küçük miktarı önemli değil, yeter ki müslüman toplumda dayanışma olsun.

İslami toplumdan merhamet ve şefkat duyguları köreldi. İslam'ın emrettiği kardeşlik, iyi duygular, merhametli olmak, hoşgörü kalktı. Hal­buki İslam tarihi bu hasletlerin dolu olduğu İslam toplumunu anlatmakla bitiremiyor. İslam toplumunu yöneten idareciler bu duyguları içimizden aldı. Yerine bencilliği, kırgınlığı, dargınlığı bıraktı. İslami bir toplumda; yetim, fakir, yolcu, kimsesiz ve diğerleri hep güven içindedir. Acaba bu­gün öyle mi? Müslümanlar kafalarını ve vakitlerini lüzumsuz şeylere har­cıyorlar. Bizleri yöneten idarecilerde vakitlerini inananlara zulüm etmek­le harcıyorlar. Onların din, vatan, fakir, yetim vs. gibi dertleri yok!

İslam, insanı sadakaya, iyilikte bulunmaya, Allah yolunda malını harcamaya çağırıyor. Cimrilikten sakındırıyor.

"İşte sizler, Allah yolunda harcamağa çağrılıyorsunuz; ama içiniz­den kimisi cimrilik ediyor. Cimrilik eden kendi nefsine karşı cimrilik et­miş olur. Allah zengindir, sizler fakirsiniz. Eğer yüz çevirecek olursanız, Allah, yerinize başka bir toplum getirir de onlar sizin gibi olmazlar."[586]

İslam, içinde yaşayan her ferdi iyilik, sapmaya çağırıyor. Bundan hiç bir ferdi istisna tutmuyor:

Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyuruyor:

"Her müslüman sadaka vermelidir. "Bulamazsa ey Allah'ın elçisi" dediler: "Bir ihtiyaç sahibinin ihtiyacını gidersin." Onu da bulamazsa ey Allah'ın elçisi?" dediler: "O zaman iyiliği emretsin kötülükten alı koy­sun, bu da bir sadakadır." dedi."

Diğer bir hadislerinde ise şöyle buyuruyor:

"İyilikten hiçbir şeyi küçük görme. Müslüman kardeşine gülümseye­rek bakman dahi iyiliktir. Sevabı vardır."[587]

Hiç bir fert yaşadığı toplumda iyilik yapamıyorum diye üzülmemeli, söylenilenleri de asla küçük görmemeli. Bugün küçük şeyleri yapan, ya­rın daha büyüklerini yapar.

Allah (c.c.) hepimizi iyilik ve yardımlaşmaya çağırmaktadır.

"Takva ve iyilik yapmak üzerine birbirinizle yardımlaşınız. "[588]

İslam toplumunun ana prensibleri kabul ettiğimiz kardeşlik, eşitlik, hürriyet ve yardımlaşmayı anlattıktan sonra, bu toplumda yaşayan herke­sin bu prensipleri uygulaması gerekir. Hem toplumun geleceği ve hem de kendi mutluluğu için bu şarttır.

Çağımızda İslam toplumlarının bulundukları hastalıkları iyileştire­cek ilaçlar üzülerek belirtelim ki kullanılmıyor. Hem batıda ve hem de doğuda bulunan müslüman halk ızdıraplar içinde zalim idarecilerin zul­mü altında inliyorlar. Eğer gerçek ilaç olan Allah'ın şeriatı uygulanırsa hastalığımız sona erecektir. Eğer biz hakkıyla izzet ve yaşantımızda sa­mimi olursak Allah (c.c.) bunu bize mutlaka nasip edecektir.[589]

 

Sapmalara Karşı Korunmak

 

Önceki konumuzda müslüman bir toplumda yaşayan ferdlerin, aynı cesedin organları gibi olduğunu, her türlü kardeşlik bağlarının esas oldu­ğunu belirtmiştik.

Müslüman toplum Rabbani bir toplumdur. Bu toplumu Allah (c.c.) korur.

Rabbani toplum olmak İslami prensipleri yaşamayı gerektirir. He­deflerini iyi seçmeyi gerektirir. Tam bir inanca sahip olmayı ve hür bir iradeye saygılı olmayı gerektirir. İrade sahiplerini zorlamamalı ve inatlaş­maya gitmemelidir.

"Dinde zorlama yoktur. Doğruluk sapıklıktan seçilip belli olmuş­tur."[590]

Bilakis İslam, toplumda tam bir hür iradenin hakim olmasını ister. Toplumda fesadın, kargaşanın ve sapmaların olmasını istemez. İslam mü'minden sabrı ve hakkı tavsiye etmesini ister. İyiliği emredip kötülük­ten de alıkoymasını ister. Böylece; İslam toplumunda herkesin kendisine göre vazifeleri bellidir.

"İnanan erkekler ile inanan kadınlar birbirlerinin velisidirler. iyili­ği emreder, kötülükten men ederler."[591]

Hz. Peygamber (a.s.) toplumun her ferdini duyarlı olmaya ve kötü­lüklere karşı her an hazırlıklı olmaya teşvik etmektedir.

"Sizden biriniz bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin, ona gücü yetmezse diliyle, ona da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu da imanınen zayıf noktasıdır."[592]

Etrafındaki yanlışlıkları düzeltmeye gücü yetmeyen müslümanın Al­lah'a yönelmek ve O'na yalvarmaktan başka bir çaresi kalmamıştır. Allah işlerini evirip çevirendir.

"Bilin ki Allah içinizden geleni bilir."[593]

"Kendilerine hainlik edenleri savunma; zira Allah, hainlik yapıp günah işleyen insanı sevmez.!"[594]

"Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür. Ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür."[595]

Ne acıdır ki, bizleri idare edenler toplumdaki bedensel hastalıklara çok önem vermekteler ve doktor açığını kapatmak, ilaçlan çoğaltmak için var güçleriyle çalışmaktalar... Tabi bunu da tam olarak başardıkları söylenemez. Ama gerçek tehlike olan hastalığı kurutmuyorlar. Hep pan­suman tedavisi uyguluyorlar. Bataklığın aslı olan, içki, kumar, zina, cina­yet vs. gibi hastalıkları önlemek için hiç çaba harcamıyorlar.

Burada İslam'ın ana müesesesi olan, "İyiliği emretme ve kötülükten alı koyma" ibadeti devreye girmelidir. Alimlerimiz gerekeni yapmalıdır­lar. Hatta bütün inananlar herkese İslamı anlatmalıdırlar. Bu ümmetin en canlı özelliğidir:

"Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz, iyiliği emreder, kötülükten men edersiniz ve Allah'a inanırsınız."[596]

Hz. Peygamber (a.s.) bizleri buna teşvik ediyor;

"Her kim bir kimsenin hidayetine sebep olursa aldığı cevaplarda ona vardır. O kimsenin sevaplarından hiçbir şey eksilmez. Her kim de bir kimsenin kötü yola düşmesine sebeb olursa alacağı günahtan o da sorumludur. Onun günahından hiçbir şey eksilmez."[597]

Birbirlerini doğru yola davet eden fertlerin oluşturduğu toplumda kötülük olmaz. Birbirlerini kötülükten sakındıran fertlerin oluşturduğu toplumda huzursuzluk olmaz. İyilik ve fazilet o toplumun simgesi olur.

Eğer kötülüklerin engellenmediği bir toplum varsa; orada bela, musibet ve her türlü kötülük vardır. Fertleri de huzursuzdur. Allah'ın laneti de o toplumun üzerine gelir.

"İsrailoğuilarının nankörlerine, Davud ve Meryemoğlu Isa diliyle lanet edilmiştir. Çünkü (onlar) isyan etmişlerdi ve saldırıyorlardı. Yap­tıkları kötülükten vazgeçmiyorlardı. Ne kötü işler yapıyorlardı!"[598]

İslami hareket ülkenin bütün evlatlarını başkalarına nasihat etmeye davet ediyor. İyiliği emredip kötülükten alıkoymaya çağırıyor. İdareci ve halk'a iyiliği emretmeye çağırıyor. Herkes eşittir.

Ebu Said Hudri (r.a.)'den rivayetle Resulullah (a.s.) bir hadisinde şöyle buyuruyor:

"Sizden biriniz bir adamın işinde kötülük yaptığını görürse ondan korkmadan ona engel olsun. Ecel onun elinde değildir. Rızkını da o adam vermiyor. Hakkı onun karşısında rahatlıkla haykırsın. Kıyametin azabını ona hatırlatsın."[599]

Burada bir konuya parmak basmak istiyoruz. İyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak sadece ibadetlerle dar bir çerçevede değerlendirilmemelidir. Böyle bir anlayış ve sınırlandırma tamamen yanlıştır. En önemli yönlendirme, idarecileri yönlendirme ve onları Allah'ın şeriatını uygulamaya davet etmedir. Halkın içinde bulunduğu sapmalardan kurtar­mak için, bu sapmalara sebep olan zalim idareciler Allah'ın yoluna davet edilmelidir.

Hakimlerimiz Allah'ın kanunlarını uygulamıyorlar. Onlar buna yön­lendirilmelidir. Onların yolu yanlıştır, bu onlara haykırılmalı ve hak olan gerçek yola, Allah'ın şeriatına davet edilmelidir.

Burada, tebliğ yaparken göz ardı edilmemesi gereken önemli bir me­seleyi belirtmek istiyoruz. İnsanlara yaklaşma metodunu iyi bilmeliyiz. Onları İslam'a davet ederken asla korkutmamalıyiz. Sevap işleyelim der­ken günaha sebeb olmamalıyız.

Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor;

"İyilikle kötülük bir olmaz. (Sen kötülüğü) en güzel olan şeyle sav."[600]

"Hikmetle ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır ve onlarla en güzel biçimde mücadele et."[601]

Nasihat ederken: Her türlü yaralayıcı, kızdırıcı ve alındına konuş­malardan sakınmak gerekir.

Bu hususta hikmetli güzel sözler vardır:

"Her kimkardeşine güzel nasihat ederse onu kazanır, her kim de ona yüksek sesle kızarak nasihat ederse onu elinden kaçırır."

Diğer bir güzel söz de şöyledir:

"Nasihat en güzel bir biçimde yap ki, o da en güzel bir biçimde ka­bullensin."

Kötülüklerin engellenmesi noktasına gelince; Hz. Peygamber (a.s.) bunun üç şekilde yapılmasını tavsiye etmiştir: Ya elle, olmazsa dille, o da olmaz ise kalb ile. Kişiler kendileri bunları yapmaya kalkınca ortaya bü­yük zararlar çıkıyor. Kişilerin yapabileceği nasihatlar ve engellemeler vardır; Müslümanların liderlerinin yapabileceği engellemeler ve devletin yapabileceği engellemeler vardır. Bu sırayı takip etmek gerekir.

"Ben kendim bir kötülük gördüm cezasını ben vereyim" demek anar­şiye sebep verir.

İslami hareket fertlerinden olumsuzluklar istemez. Kollektif ve so­rumluluk duygusu içinde çalışmayı ister.

Hz. Peygamber (a.s.)'in benzetmesinin kendi fertlerinde uygulanma­sını ister.

"Müslümanların birbirlerine olan sevgileri, kardeşlikleri, yardım­laşmaları bir cesed gibidir. O cesedde bir azaya zarar geldiği zaman bü­tün cesed harekete geçer ve acıyı hisseder."[602]

Bir insan, bir kişinin yardımına her zaman koşmalıdır. Yaralı bir in­sanı görse ona karışmayıp ölüme terkederse, sorumludur. Bunun vebalin­den kurtulamaz.

İslam toplumunun özelliklerinde, ihsani topluluk olmak vardır. Her­kesi kardeş bilir. Irk, renk, din, dil ayırımı yapmaz. Evrensel ahlak anla­yışına saygılıdır. Karşılıklı diyalogla anlaşılıp bir ülkede yaşanılabilece­ğine inanır. Hepimiz Adem ve Havva'dan yaratıldık.

İslam toplumunun insancıllığını bütün tarih kitapları anlatır. İslam toplumunda herkes güvence içindedir. Adaletli bir yaşantı vardır. [603]

 

 

 

 

 



[1] Al-i İmran: 3/110.

[2] Bakara: 2/143.

[3] Münafıkun: 63/8.

[4] Enfal: 8/39.

[5] Bkz. "Biz Çalışan Bir Topluluğuz" risalesi.

[6] Aynı risale.

[7] Ra'd: 13/11.

[8] Al-i İmran: 3/146.

[9] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/ 9-15.

[10] Neml: 27/79.

[11] Casiye: 45/18.

[12] Bakara: 2/143.

[13] Hacc: 22/78.

[14] Hacc: 22/40.

[15] Mücadele: 58/21.

[16] Kasas: 28/5.

[17] Saff: 61/61.

[18] Ankebut: 29/2.

[19] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/17-22.

[20] A'raf: 7/172.

[21] En'am: 6/122.

[22] Enfal: 8/24.

[23] A'raf: 7/179.

[24] Hacc: 22/31.

[25] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/23-25.

[26] Ra'd: 13/28.

[27] Bakara: 2/216.

[28] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/25-26.

[29] Bakara: 2/250.

[30] Taha: 20/72-73.

[31] Haşir: 59/9.

[32] Ra'd: 13/17.

[33] Talak: 65/3.

[34] Nisa: 4/80.

[35] Münafikun: 63/8.

[36] Bakara: 2/143.

[37] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/26-29.

[38] Araf: 7/65.

[39] Nisa: 4/36.

[40] İsra: 17/23.

[41] Zariyat: 51/56.

[42] Bakara: 2/21.

[43] Bakara: 2/183.

[44] Ankebut: 29/45.

[45] Tevbe: 9/103.

[46] Bakara: 2/197.

[47] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/31-33.

[48] Zariyat: 51/56.

[49] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/33-34.

[50] Ahmed bin Hanbel ve Nesai.

[51] Ahmed bin Hanbel ve Ebu Davud.

[52] Ahmed bin Hanbel ve Müslim.

[53] Müslim.

[54] Bakara: 2/153.

[55] Nisa: 4/103.

[56] Nur: 24/37.

[57] Secde: 32/16-17.

[58] Müzzemmil: 73/1-5. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/35-39.

[59] Bakara: 2/21.

[60] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/39-40.

[61] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/40-42.

[62] Tevbe: 9/103.

[63] Bakara: 2/286.

[64] Bakara: 2/261.

[65] Münafikun: 63/10,11.

[66] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/42-44.

[67] Bakara: 2/197.

[68] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/47.

[69] Ahzab: 33/21.

[70] Al-i İmran: 3/31.

[71] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/47-48.

[72] Bakara: 2/44.

[73] Saff: 61/2,3.

[74] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/48-49.

[75] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/49-50.

[76] Al-i İmran: 3/110.

[77] Asr: 103/1-3. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/51.

[78] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/51-52.

[79] Ra'd: 13/11.

[80] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/52.

[81] Al-i İmran: 3/159.

[82] Fussilet: 41/33-35.

[83] Tevbe: 9/119.

[84] Ahzab: 33/23.

[85] Fetih: 48/10.

[86] Nahl: 16/90.

[87] Nisa: 4/135. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/52-54.

[88] Müzzemmil: 73/20.

[89] Tevbe: 9/111.

[90] Muhammed: 47/38.

[91] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/54-56.

[92] Alak: 87/1-5.

[93] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/57-58.

[94] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/58.

[95] Tirmizi. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/58-59.

[96] Alak: 87/1.

[97] Fatır: 35/28.

[98] Al-i İmran: 3/191.

[99] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/59-60.

[100] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/60.

[101] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/60-61.

[102] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/61-62.

[103] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/62.

[104] Fussilet: 41/33. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/62-63.

[105] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/63.

[106] Enfal: 8/60.

[107] Bu hadisi İmam Tirmizi rivayet etmiştir.

[108] Buhari ve Müslim.

[109] Ebu Davud. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/65-67.

[110] el-Cami'u's-Sağir, Hadis no: 1880.

[111] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/67-70.

[112] Tevbe: 9/111.

[113] Buhari ve Müslim.

[114] Hucurat: 49/17.

[115] Ankebut: 29/6.

[116] Muhammed: 47/4.

[117] Enfal: 8/17.

[118] Bakara: 2/216.

[119] Saff: 61/10-13.

[120] Al-i İmran: 3/169,170.

[121] Enfal: 8/65.

[122] K. Sitte'nin, Süneni Ebu Davud dışında kalanlarında rivayet edilmiştir.

[123] Tirmizi ve İbni Mace rivayet etmiştir. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/71-74.

[124] Enfal: 8/60.

[125] Bkz. Kamil eş-Şerif, Filistin Savaşında Müslüman Kardeşler.

[126] Bkz. Kamil eş-Şerif, Süveyş kanalı Savunmasında Gizli Direniş.

[127] İbrahim: 14/27.

[128] Rum: 30/47.

[129] Nur: 24/55.

[130] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/75-76.

[131] Bakara: 2/261.

[132] Mu'minun: 23/61.

[133] Buhari ve Müslim.

[134] Müzzemmil: 73/20.

[135] Muhammed: 47/38.

[136] Tevbe: 9/33.

[137] Al-i İmran: 3/126. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/76-78.

[138] Müslim rivayet etmiştir.

[139] Zilzal: 99/7,8.

[140] Enfal: 8/39.

[141] Saff: 61/10-13.

[142] Buhari, Müslim.

[143] Buhari.

[144] Tirmizi.

[145] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/79-83.

[146] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/83.

[147] Cami'u's-Sahih, Hadis no: 3289.

[148] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/83-84.

[149] İnsan: 76/8-12.

[150] Müzzemmil: 73/20. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/85.

[151] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/ 86.

[152] En'am: 6/162,163.

[153] Kehf: 18/110.

[154] Zümer: 39/11.

[155] Zümer: 39/14.

[156] Buhari ve Müslim.

[157] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/ 87-88.

[158] Mü'minun: 23/60.

[159] Tirmizi.

[160] İbni Mace.

[161] Saff: 61/4.

[162] Buharı ve Müslim.

[163] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/ 89-92.

[164] Bakara: 2/138.

[165] Mümtehine: 60/4.

[166] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/ 93-95.

[167] Ahzab: 33/23,24.

[168] Bkz. "Biz Çalışan Bir Toplum muyuz?"

[169] Fetih: 48/10.

[170] Maide: 5/1.

[171] Ra'd: 13/19-20.

[172] Nahl: 16/91.

[173] Ahzab: 33/23.

[174] İsra: 17/51.

[175] Bkz. "Dün İle Bugün Arasında".

[176] Bakara: 2/250,251.

[177] İbrahim: 14/27.

[178] Siyret, İbnu Hişam.

[179] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/97-102.

[180] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/102-103.

[181] Al-i İmran: 3/103.

[182] Enfal: 8/62,63.

[183] Haşir: 59/9.

[184] Saff: 61/4.

[185] Haşir: 59/9.

[186] Tevbe: 9/71.

[187] Buhari ve Müslim.

[188] Müslim.

[189] İsra: 17/53.

[190] Buhari ve Müslim.

[191] Nur: 24/21.

[192] Fetih: 48/29.

[193] Maide: 5/54.

[194] Al-i İmran: 3/134. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/105-110.

[195] Ra'd: 13/17.

[196] Enbiya: 21/18

[197] Enbiya: 21/18. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/110-112.

[198] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/113-114.

[199] Hucurat: 49/6.

[200] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/114.

[201] Al-i İmran: 3/85.

[202] En'am: 6/153.

[203] Zümer: 39/18.

[204] Ankebut: 29/6.

[205] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/115-118.

[206] Enfal: 8/39.

[207] Fussilet: 41/33.

[208] Buharı ve Müslim.

[209] Saff: 61/2,3.

[210] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/119-122.

[211] Ahzab: 33/36.

[212] Buhari ve Müslim.

[213] Tirmizi.

[214] Rum: 30/21.

[215] Tahrim: 66/6.

[216] Buharı ve Müslim.

[217] Tirmizi.

[218] Teğabun: 64/14,15.

[219] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/123-128.

[220] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/131-133.

[221] Nahl: 16/78.

[222] İnsan: 76/2,3.

[223] En'am: 6/122.

[224] Maide: 5/15,16.

[225] Bakara: 2/78. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/135-136.

[226] Nahl: 16/78.

[227] A'raf: 7/179.

[228] İbrahim: 14/34.

[229] Sebe: 34/13.

[230] İbrahim: 14/7.

[231] İsra: 17/36. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/137-139.

[232] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/139-140.

[233] Zuhruf: 43/21,22.

[234] Hud: 11/53.

[235] Hud: 11/62.

[236] Hud: 11/87.

[237] A'raf: 7/28.

[238] Buharı ve Müslim.

[239] Tahrim: 66/6.

[240] Buhari ve Müslim.

[241] Necm: 53/39-41.

[242] Lokman: 31/33. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/140-142.

[243] Ahzab: 33/21.

[244] En'am: 6/90.

[245] Mümtehine: 60/4.

[246] Mümtehine: 60/6.

[247] Furkan: 25/27-29.

[248] Nisa: 4/140.

[249] Buhari ve Müslim. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/142-143.

[250] Al-i İmran: 3/104.

[251] Al-i İmran: 3/110.

[252] İsra: 17/30.

[253] En'am: 6/151.

[254] Nur: 24/30,31.

[255] Nur: 24/19-31.

[256] Ebu Davud ve Tirmizi.

[257] Buhari.

[258] Tirmizi. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/143-146.

[259] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/146.

[260] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/147.

[261] Saff: 61/2,3.

[262] Bakara: 2/44.

[263] Buhari ve Müslim.

[264] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/147-149.

[265] Enfal: 8/39.

[266] Rad: 13/42.

[267] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/149-150.

[268] Sebe: 34/46.

[269] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/150-154.

[270] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/155-157.

[271] Zariyat: 51/56.

[272] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/157-159.

[273] Haşir: 59/8-10.

[274] Ahzab: 33/23.

[275] İbrahim: 14/27.

[276] Enfal: 8/47.

[277] Gafir: 40/51.

[278] Hacc: 22/38.

[279] Nur: 24/55.

[280] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/159-161.

[281] Ahzab: 33/21.

[282] Necm: 53/3,4.

[283] Nisa: 4/80.

[284] Al-i İmran: 3/31.

[285] Nisa: 4/65.

[286] Ahzab: 33/36.

[287] Nur: 24/51.

[288] Şura: 42/52.

[289] Nur: 24/63.

[290] Buhari.

[291] Müslim.

[292] Tevbe: 9/128.

[293] Davet Risalesi, Hasan el Benna.

[294] Buharı ve Müslim. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/162-164.

[295] Bakara: 2/139.

[296] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/165-167.

[297] Buhari ve Müslim. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/167.

[298] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/167-168.

[299] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/168-169.

[300] Rad: 13/17.

[301] Rum: 30/47.

[302] Nur: 24/55.

[303] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/169-173.

[304] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/175-176.

[305] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/176.

[306] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/176-177.

[307] Rum: 30/21.

[308] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/177-178.

[309] Tevbe: 9/81.

[310] A'raf: 7/30.

[311] Tirmizi.

[312] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/178-182.

[313] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/182-183.

[314] Tirmizi ve İbni Mace. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/183-184.

[315] Nisa: 4/36.

[316] Buharı ve Tirmizi.

[317] Tirmizi.

[318] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/184-185.

[319] Ebu Hureyre (r.a).

[320] Hz. Aişe (r.a.).

[321] Ebu Zer (r.a.).

[322] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/186-187.

[323] Ebu Şureyh el-Huzai. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/187.

[324] Tahrim: 66/6.

[325] Furkan: 25/74.

[326] Ebu Hureyre (r.a).

[327] Numan bin Beşir.

[328] Teğabun: 64/14-17.

[329] Münafikun: 63/9.

[330] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/187-191.

[331] Rum: 30/21.

[332] Bakara: 2/187.

[333] Nisa: 4/34.

[334] Ahzab: 33/35.

[335] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/191-194.

[336] İsra: 17/23,4.

[337] Lokman: 31/13-15.

[338] Buhari, Müslim ve Nesai.

[339] Müslim.

[340] Müslim.

[341] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/194-196.

[342] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/197-200.

[343] Fetih: 48/10.

[344] Tevbe: 9/111.

[345] Saff: 61/4.

[346] Enfal: 8/17.

[347] Al-i İmran: 3/126.

[348] Tevbe: 9/71.

[349] Haşir: 59/9.

[350] Hucurat: 49/10.

[351] Bakara: 2/250.

[352] Bakara: 2/251.

[353] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/200-206.

[354] Rad: 13/11.

[355] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/206-207.

[356] Fussilet: 41/33.

[357] Nahl: 16/125.

[358] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/207-210.

[359] Tevbe: 9/111.

[360] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/211-214.

[361] Rad: 13/11.

[362] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/214-215.

[363] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/215.

[364] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/215-216.

[365] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/216-217.

[366] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/218-221.

[367] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/223-224.

[368] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/224-225.

[369] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/225-226.

[370] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/226-227.

[371] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/227-228.

[372] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/229-230.

[373] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/230.

[374] Nur: 24/37. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/230-231.

[375] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/231.

[376] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/231-232.

[377] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/235-236.

[378] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/237.

[379] Rad: 13/17.

[380] Enfal: 8/36.

[381] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/238-240.

[382] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/241-245.

[383] Mülk: 67/14.

[384] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/247-251.

[385] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/253-257.

[386] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/259-263.

[387] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/265-269.

[388] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/271-274.

[389] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/275-280.

[390] Bakara: 2/276.

[391] Nahl: 16/112.

[392] Taha: 20/123-124.

[393] En'am: 6/33-34.

[394] Nahl: 16/127.

[395] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/281-286.

[396] Yusuf: 12/108. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/289.

[397] "İnsanları neye davet ediyoruz?" kitabından, Hasan el-Benna.

[398] Hacc: 22/77,78.

[399] Furkan: 25/1.

[400] Nisa: 4/1.

[401] Hucurat: 49/10.

[402] Sebe: 34/49.

[403] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/291-294.

[404] Ra'd: 13/11.

[405] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/295-297.

[406] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/297-301.

[407] Hasan el-Benna. Dün ile bugün arasında: 138-139.

[408] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/303-308.

[409] Âl-i İmran: 3/140.

[410] Tevbe: 9/32.

[411] Yunus: 10/57,58.

[412] Rum: 30/4,5.

[413] Sebe: 34/46.

[414] Mümtehine: 60/8.

[415] Mülk: 67/14.

[416] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/309-314.

[417] A'raf: 7/54.

[418] İsra: 17/81.

[419] Sebe: 34/49.

[420] Enbiya: 21/18.

[421] Sebe: 34/49.

[422] Enbiya: 21/18.

[423] Yunus: 10/36.

[424] Rad: 13/11.

[425] Kasas: 28/5-6.

[426] Âl-i İmran: 3/110.

[427] Münâfikun: 63/8.

[428] Enfal: 8/60.

[429] Nisa: 4/74.

[430] Bakara: 2/247.

[431] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/315-320.

[432] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/321-325.

[433] Tevbe: 9/105. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/327-330.

[434] Hacc: 22/65.                                                                                                                                                              

[435] Neml: 27/56.

[436] Hucurat: 49/13.

[437] Tahrim: 66/6.

[438] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/331-336.

[439] Bakara: 2/277, 278.

[440] Nahl: 16/112.

[441] Rum: 30/41

[442] Râ'd: 13/11.

[443] Yunus: 10/81.

[444] Kehf: 18/103.

[445] A'raf: 7/96.

[446] Hûd: 11/117.

[447] Münafikun: 63/8.

[448] Rum: 30/47.

[449] Nûr: 24/55.

[450] Yunus: 10/22.

[451] İsra: 17/67.

[452] Furkan: 25/68-70.

[453] Zümer: 39/53.

[454] Buruc: 85/50.

[455] Kasas: 28/78.

[456] Nuh: 71/10-12.

[457] Vakıa: 56/63,64.

[458] Bakara: 2/276.

[459] Bakara: 2/261.

[460] Zuhruf: 43/81.

[461] Şems: 91/9,10.

[462] Al-i İmran: 3/169-170.

[463] Bakara: 2/222. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/337-344.

[464] Râ'd: 13/11.

[465] Cum'a: 62/2.

[466] İsrâ: 17/9.

[467] Al-i İmran: 3/110.

[468] Maide: 5/78-79.

[469] Müslim rivayet etmiştir.

[470] Nahl: 16/125.

[471] Âl-i İmran: 3/159.

[472] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/345-350.

[473] Râd: 13/11.

[474] Tâhâ: 20/123,124.

[475] A'raf: 7/96.

[476] Cin: 72/16.

[477] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/351-355.

[478] Rum: 30/48.

[479] Nur: 24/55.

[480] Zariyat: 51/56.

[481] Ankebut: 29/45.

[482] Fussilet: 41/34.

[483] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/357-362.

[484] İsra: 17/82.

[485] İsra: 17/9.

[486] Hakim rivayet etmiştir.

[487] Beyhaki "İmanın Kısımları" bölümünde rivayet etmiştir.

[488] Tabarani "Kebir" isimli kitabında rivayet etmiştir.

[489] Alak: 87/1-5.

[490] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/363-366.

[491] Fecr: 89/14.

[492] İbrahim: 14/42-47.

[493] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/367-370.

[494] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/371-374.

[495] Tahrim: 66/6.

[496] Rum: 30/21.

[497] Tirmizi Hz. Aişe (r.a.)'den rivayet etmiştir.

[498] İmam Ahmed, Müsned'de rivayet etmiştir.

[499] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/375-379.

[500] Maide: 5/49,50.

[501] Ahzab: 33/36.

[502] Mâ'un: 107/1-7.

[503] Mutaffifun: 83/1-6.

[504] Müslim rivayet etmiştir.

[505] Müslim, Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir.

[506] İmam Ahmed, Müsned'inden rivayet etmiştir.

[507] İttifakla rivayet edilmiştir.

[508] Mumtehine: 60/8.

[509] Nisa: 4/105-107.

[510] Hucurat: 49/13.

[511] Buhari Enes'den rivayet etmiştir. Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/381-386.

[512] Haşir: 59/9.

[513] Hucurat: 49/10.

[514] Müslim rivayet etmiştir.

[515] Müslim rivayet etmiştir.

[516] Âl-i İmran: 3/103.

[517] İttifakla rivayet edilmiştir.

[518] İttifakla rivayet edilmiştir.

[519] Nisa: 4/36.

[520] Mümtehine: 60/8.

[521] Hucurat: 49/18.

[522] Ahmed bin Hanbel rivayet etmiştir.

[523] Buhari rivayet etmiştir.

[524] Kehf: 18/28,29.

[525] Nisa: 4/105.

[526] Ebu Davud rivayet etmiştir.

[527] Zuhruf: 43/232.

[528] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/389-394.

[529] Zuhruf: 43/51.

[530] Mü'min: 23/29.

[531] Taha: 20/78,79.

[532] Zuhruf: 43/54.

[533] Nisa: 4/97.

[534] Bakara: 2/256.

[535] Kehf: 18/29.

[536] Nisa: 4/75.

[537] Enfal: 8/26.

[538] Hacc: 22/39,40.

[539] Mümtehine: 60/8.

[540] Buhari rivayet etmiştir.

[541] Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

[542] İmam Ahmed Müsned'inde rivayet etmiştir.

[543] Ahzab: 33/58.

[544] Maide: 5/32.

[545] Nisa: 4/92.

[546] İmam Ahmed Müsned'inde rivayet etmiştir.

[547] Beyhaki rivayet etmiştir.

[548] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/395-400.

[549] Al-i İmran: 3/140.

[550] Fecir: 89/14.

[551] Nur: 24/4.

[552] Alak: 87/1-5.

[553] Nur: 24/27,28.

[554] Nur: 24/58.

[555] İnsan: 76/8.

[556] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/401-406.

[557] Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

[558] Buhari rivayet etmiştir.

[559] Tevbe: 9/71.

[560] Hucurat: 49/10.

[561] Buhari rivayet etmiştir.

[562] Haşr: 59/9.

[563] Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.

[564] İttifakla rivayet edilmiştir.

[565] Nisa: 4/36.

[566] İttifakla rivayet edilmiştir.

[567] İttifakla rivayet edilmiştir.

[568] Müslim rivayet etmiştir.

[569] İmam Ahmed Müsned'inde rivayet etmiştir.

[570] Enfal: 8/75.

[571] Rum: 30/38.

[572] Muhammed: 47/22-23.

[573] Buhari rivayet etmiştir.

[574] İmam Ahmed Müsned'inde rivayet etmiştir.

[575] Rum: 30/38.

[576] Bakara: 2/177.

[577] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/407-412.

[578] Beyyine: 98/5.

[579] Mâ'un: 107/1-3

[580] Müddessir: 74/42-44.

[581] Fussilet: 41/6,7.

[582] Nur: 24/56.

[583] Kasas: 28/78.

[584] Zariyat: 51/19.

[585] Müslim rivayet etmiştir.

[586] Muhammed: 47/38.

[587] Müslim rivayet etmiştir.

[588] Maide: 5/2.

[589] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/413-417.

[590] Bakara: 2/256.

[591] Tevbe: 9/71.

[592] Müslim rivayet etmiştir.

[593] Bakara: 2/235.

[594] Nisa: 4/107.

[595] Zilzal: 99/7,8.

[596] Âl-i İmran: 3/110.

[597] İlim bahsinde Müslim rivayet etmiştir.

[598] Maide: 5/78,79.

[599] Ahmed Müsned'inde rivayet etmiştir.

[600] Fussilet: 41/34.

[601] Nahl: 16/125.

[602] Müslim rivayet etmiştir.

[603] Mustafa Meşhur, İslam’a Davet Fıkhı, Hikmet Neşriyat: 4/419-422.