Piyango Parası İle Hacca Gitmek. 4

Makam-I İbrahim.. 4

Hac Hakkında. 4

İki Kişiye Bîr Hac. 5

Vekâletle Hac. 6

Teşrik Günleri 6

Sayılı Günler 7

Hac Dönüşü. 7

Haccın Sosyal Hedefleri 8

Hac Ne Zaman Farz Olur?. 10

Mebrur Hac (I) 10

Hacda Cidal 11

Umre. 12

Hacer'ul Esved Hakkında. 13

Haccı Umre İle Birlikte Yapmak. 14

Mebrur Hac (II) 15

Hac Ne Zaman Farz Olur?. 15

Niyetlendiği Halde Hacca Gidememek. 16

Hayız Gören Kadın Ve Hac. 17

Bekarın Hacca Gitmesi 17

Bekarın Hacca Gitmesi 18

Hac Ve Kurban. 18

Haram Mal İle Haccetmek. 18

Haccın Sağlık Üzerindeki Etkisi 18

Haccın Çeşitleri 21

Hac Ve Evlilik. 21

Tevbe Etmek İçin Hac Yapmak. 22

Kadın Ve Hac. 22

Anası Adına Haccetmek. 23

Ölü Yerine Hac. 23

Temettü Haccı 23

Hayızlı Kadının Tavafı 23

Gazali Ve Hac. 24

Buluntu Para İle Haccetmek. 28

Bilmeksizin Çalıntı Para İle Haccetmek. 29

Kur'an Ve Hac. 29

Hac Ve Cennet 33

EVLİLİK BOŞANMA ve (Miras, Nafaka gibi) DOĞURDUĞU NETİCELER.. 34

Evlilik Ne Zaman Tamamlanır?. 34

Evliliğin Hükmü. 34

Yasak Olan Evlilikler 35

Süt Hakkında. 35

Haram Kılıcı Süt 35

Süt Hakkında. 35

Büyüklerin Sütünü Emmek. 36

Süt Kardeşlerin Evlenme Durumları 36

Analığın Bir Başka Kocadan Olan Kızıyla Evlenmek. 37

İstenilen Kızı Görmek. 37

Sözlüsüyle Helal Olan Şeyler 38

Mehrîn Vacibligi 38

Mehîr Ne Zaman Verilir 39

Kadının Mehri 39

Evlenmede Kadının Başkasını Vekil Kılması 40

Evlilikte Vekalet 40

Kadının İkametgahı 40

Hac Ayında Evlilik İlişkileri 41

Müslüman Kadının Gayr-Î Müslimle Evlenmesi 41

Müslümanın Hristıyanla Evlenmesi 42

Müslüman Erkeğin Kitap Ehli Biriyle Evlenmesi 43

Fasit Evliliğin Sonu. 44

Değiş Tokuş Yaparak Mehirsiz Evlenmek. 44

Kocanın Hanımına İzin Vermesi 44

Kadının Kocasının İzniyle Dışarı Çıkması 45

Doğumun Yedinci Gününü Kutlamak. 45

Kadının Örtüsü. 45

Sun'î Döllenme İle Çocuk Edinmek. 46

Kadının Örtüsü. 46

Kadınların Makyaj Yapmaları 47

Kadın Ve Toplum.. 47

Kadın Ve Erkek Eşitliği 48

Kadın Ve Erkeğin Ortak Olduğu Noktalar 48

Aile Planlaması 49

Çok Evlilik Ve Aile Planlaması 50

Fakirlik Ve Aile Planlaması 50

Nüfus Kontrolü. 51

Yine Nüfus Kontrolü. 51

Kısırlaştırma. 51

Sun'ı Döllenme. 52

Evlat Edinmek. 52

Kadının Sünnet Olması 52

Nifas (Lohusalık) Durumunda İbadet 53

Evlatlar Arasında Adalet 53

Çocuk Bakımı Ve Nafaka. 54

Altın Kullanımında Erkeğin Kadına Benzemesi 54

Evlatlar İçîn Vasiyyet 54

Kadının Talakı 55

Kadının Boşanma Hakkı 55

Talakla Çok Yemin Etmek. 56

Talakla Çok Yemin Etmek. 56

Boşanmanın Bıraktığı İzler 57

Şarta Bağlı Talak (Boşama) 57

Üç Talak. 57

Talak Üç Defadır 58

Kocanın Eşini Terketmesi 58

Talakla Yemin Etmek. 59

Kadının İddeti 59

Kocası Ölen Kadının İddeti 59

Miras. 60

Kadın Ve Erkek Eşitliği 60

Erkeklerin Kadınlar Üzerindeki Yöneticiliği 61

Evlilikte Kızın Görüşünü Almak. 61

Cuma Gecesinde Gerdek. 62

Şirinlik Muskası 62

Her Vakitte Evlenmek Caizdir 62

Muharrem Ayında Evlilik. 62

Ramazan'da Evlenmek. 62

Dul Kalan Kadının Evlenmesi 63

Örfi Evlilik. 63

Evlilik Ve Kötü Hastalık. 64

Zina Evlilik Sayılmaz. 64

Aile İçindeki Kavgalar 65

Mahkumların Cinsel Sorunu. 65

Kadınların Kendilerini Erkeklere Benzetmeleri 66

Aşık Olmak. 67

Hamileliği Engellemek. 67

Evlilik Yoluyla Haram Olanlar 68

Evlilikte Mehîr 68

Kadınları Evlenmekten Alıkoymak. 68

Kadın Ve Evlilik Aktî 69

Evlilik Aktinin Helâl Kıldığı Şeyler 69

Şartlı Evlilik. 70

İnsan Ne Zaman Tam Evli Sayılır 70

Soy Tesbiti 70

Kadının Kocaya İtaati 71

Kadının Müslüman Olmayan Erkekle Evlenmesi 71


Piyango Parası İle Hacca Gitmek

 

SORU: Piyangodan çıkan para ile yapılan hac sahih olur mu?

CEVAP: Allah temizdir, ancak temiz olanı sever. İlim adamlarının bildirdiği gibi piyango İslâm dininde meşru değildir. Bundan kazanılan para da haramdır. Çünkü o dinde yasaklanmış olan bir (çeşit) kumar­dır. Bunun içindir ki insanın piyango yolu ile gelen parayla haccetme­si haramdır. Zira müslüman haccetmekle dinin temel rükünlerinden bi­rini yerine getirmektedir. Aynı zamanda kendisini günah ve hatalardan temizlemektedir. Bundan dolayıdır ki Hanefî mezhebi âlimleri "Hac hem malî, hem de bedenî bir ibadettir" derler. Durum böyle olunca haccın haram yoldan kazanılan mal ile yapılması uygun olmaz.

Fıkıh âlimleri der ki: İnsan haram mal ile haccederse haccı yerine gelmiş olur. Fakat Allah katında makbul olmaz. Böyle bir kimse, hac farz olduğu halde onu yapmayan kimseye verilecek ceza gibi bir ceza görmez. Ama haram para ile yapılan hacca sevap verilmez. Bir başka deyişle üzerindeki hac borcu düşer ama, yaptığı ibadet Allah katında makbul olmaz.

 

Makam-I İbrahim

 

SORU: Hac ibadetinin edâ edildiği yerdeki Makam-ı İbrahim'den maksat nedir?

CEVAP:: Makâm-ı İbrahim -ki Allah ona ve Peygamberimize salât hac ibadetinin yerine getirildiği yerlerden biridir,

Hz Allah Kur'an'da Makâm-ı İbrahim'i iki yerde zikrederek ebedileştirmiştir.

Şunlardan biri Bakara/125 ayetinde diğeri, Âl-i İmran/97 ayetin-dedir Hz. Allah bu ayetlerden birinde Makâm-ı İbrahim'in namazgah edinilmesini emretmiş, diğerinde ise onu Allah'ın açık âyetlerinden kıl­dığı bildirilmiştir.

Tefsir âlimleri Makam-ı İbrahîm'in neresi olduğu hakkında pek çok görüş zikretmişlerdir. Bunları aşağıya alıyoruz:

a. Hac yapılan yerlerin hepsi Makam-ı İbrahim'dir.

b. Arafat, Müzdelife ve şeytan taşlanan yerler Makam-ı İbra­him'dir.

c. Harem-i şerif Makam-ı İbrahim'dir.

d. Makam-ı İbrahim, Hz. İbrahim'in Kabe'nin inşası sırasında üze­rine bastığı taştır.

e. Makam-ı İbrahim, Hz. İbrahim'in insanları hacca çağırmak için üzerine çıktığı taştır.

f. Makam-ı İbrahim, Hz. İsmail'in hanımının Hz. İbrahim'in başı­nı yıkarken İbrahim peygamber'in üzerinde olduğu taştır.

Tefsir âlimlerinin hocası mertebesinde olan İbn Cerir Taberî, Ma­kam-ı İbrahim hakkındaki sözleri aktardıktan sonra şöyle diyor:

Bu sözlerin doğruya en yakın olanı, "Makam-ı İbrahim, Kabe'de bu isimle bilinen meşhur yerdir" diyenlerin sözüdür. pumasına elverişli olmadığı görülecektir. Gene bu tefsirde Abduh'un Hz. İbrahim'in hac görevini yaparken bulunduğu her yerin Makam-ı İbrahim olduğu görüşünü benimsediği söylenmektedir. Bu tefsirde "Fı­kıh âlimlerinden tahkik ehli şöyle der: Mescid-i Haram'da nerede na­maz kılarsan orası Makam-ı İbrahim'dir" ibaresi yer almaktadır.

Pek çok tefsir ve tarih kitabına baş vurduğumuzda Makam-ı İbra­him'in bugün dahi bilinen meşhur yer olduğunu görürüz. Hac görevle­ri arasında Hz. Peygamber'in sünneti olarak tavaftan sonra iki rekat na­mazı Makam-ı İbrahim'de kılmak günümüze kadar uygulanagelmiştir.

 

Hac Hakkında

 

SORU: (Bu soru ve cevabı 17 Ekim 1950'de yayınlanmıştır.) Her sene altın ve gümüş kaplamalı Kabe örtüsünü bir geçit merasiminde ta­şıyan devenin yularını öpmek hakkında görüşünüz nedir? Hacer'ul Es-ved'i Öpmenin hükmü nedir?

CEVAP: Soruda ifade edilen merasimde Kabe örtüsünü taşıyan de­venin yularını öpmenin bidat olduğu hususunda tartışmaya gerek yok­tur. Böyle bir şeyin ne dinde ne de akılda bir dayanağı vardır.

Eğer bidat kapısını açar ve her bidate, onun din ile ilgisini göste­ren bir yorum uydurmak üzere akıl yürütmeye müsade edersek, dini bozmaya varan sonuçlara ulaşırız. Durum öylesine karmaşık bir hâl alır ki neyin dinden olduğu, neyin olmadığı hususunu açığa çıkarmaya gücümüz yetmez.

Sosyal, ekonomik ve ilmi alanlarda sonradan çıkan şeylerin yarar­lı ve dinin ana kuralları ile çelişmeyenlerini kabul etmek görevimizdir. Ancak böylelikle tevhid dini İslâmiyet'in benliğimizde varlığını açık bir şekilde sürdürmesi mümkün olabilir. Ancak bu suretle din arzular­dan, keyfi görüşlerden ve sapıklıklardan korunmuş olur.

Merasim alanında yer alan üzerinde Kabe Örtüsünden parçalar ta­şıyan devenin etrafında; sanki Kabe'yi tavaf ediyormuş gibi yedi defa

k bir davranıştır. Zira bu, merasim meydanının Kabe'ye dör imesine yol açar. Bu, çok eskilerde Kabe'yi taklit etmek suretiy-belirleyerek insanları haçtan vaz geçirmek için yapılan sapık yakın bir iştir.

Hacer'ul Esved'i öpmek ise haccın farzlarından değildir. ve sıkışıklığa yol açmayacak ise yapmalıdır. Eğer insan sı­klıktan dolayı Hacer'ul Esved'i öpemez veya oraya varmak zor lursa eliyle dokunması veya işaret etmesi yeterlidir.

Hacer'ul Esved konusunda pek çok rivayet vardır. Bunlardan ki­misi uydurmadır. Kimisini de insanlar doğru olarak anlayamamaktadır.

Herhalde bu konuda en güzel sözlerden biri Hz. Ömer'in sözü­dür. Hz. Ömer Hacer'ul Esved'i öpmek üzere selamladığı sırada şöy­le demiştir: "Vallahi ben iyi biliyorum ki sen zararı da faydası da ol­mayan bir taşsın. Seni Peygamber'in öptüğünü görmeseydim ben de Öpmezdim."

Ne tuhaftır ki binlerce insan Hacer'ul Esved'in olduğu yere yığılı­yor. Pisi-temizi, hastası-sağhklısı, güçlüsü-zayıfı, bilgilisi-cahili, kadı-nı-erkeği Hacer'ul Esved'in olduğu yere hücum ediyor. Bunlardan her biri Hacer'ul Esved'i öpmezse haccının sahih olmayacağını sanarak onu öpmeye gayret ediyor. Hatta bazıları bu konuda o kadar ileri gidi­yor ki öptükten sonra kendinin, eşinin veya annesinin başını Hacer'ul Esved'e vuruyor. örtülen ve her yıl yeniden dokunan altın ve gümüş sim­lerle işlenmiş görkemli Kabe örtüsüne gelince; kanaatimce bu gerekli almayan bir savurganlıktır. Kabe'ye ipek veya altın zinetler giydirmek na ayrı bir şeref kazandırmaz. Zira ona azamet ve görkemi bizzat Al-ah vermi§- O, Kur'an'ında şöyle buyurur:

Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (ibadethane) Mekke'deki (Kâbe)dir. Orada apaçık nişaneler, (ayrıca) İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emni­yette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse bilmelidir ki Al­lah bütün âlemlerden müstağnidir. (Âl-i İmran/96-97)

Kabe'yi ipek veya benzeri bir şeyle örtmeye bir engel yoktur. Fa­kat bu örtü eskiyinceye kadar örtüyü değiştirmemelidir. Böylece Kabe örtüsü bir kaç yıl dayanınca her yıl Kabe örtüsü için harcanan para aç­lıktan kıvranan insanlara sarf edilir.

Önemli olan bir harcamada cömert olmak değil, aynı zamanda hikmetli işler de yapmaktır. Lüks ve fantezi birşey için milyonları har­camak, harcanması gereken -hatta görev olan- yere harcamakta cim­rilik etmek doğru değildir.

Bir takım kimseler de vardır ki kullanılmış eski Kabe örtüsünden küçük parçalar keserek bunları satarlar. Pek çok kimse de bu parçaları edinmenin Allah'ın rızasını ve mağfiretini kazanmaya sebep olduğunu sanırlar. Sonuç olarak bu parçacıklara Allah'a ibadet etmenin üstünde bir önem verirler. Bu sağlıklı bir İslâm anlayışı değildir. İslâmiyet Af senetleri satılan, bir takım maddeleri aracı olarak kullanan bir din de­ğildir. İslâm ilim dinidir. Hiç bir aracı olmadan Allah'a ibadet etme, Al­lah için iş yapma dinidir.

Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

Doğu da batı da Allah'ındır. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zâ­tı) oradadır. Şüphesiz AIlah(ın rahmeti ve nimeti) geniştir. O her şeyi bilendir. (Bakara/115)

Bizim Kabe örtüsü hakkında söylediklerimiz, Kabe'ye saygısızlık yapmak anlamına gelmez. Biz müslümanlar Kabe'ye saygı gösterme­liyiz. Bununla emrolunduğumuzu biliyoruz. En doğru yola yönelten Allah'tır.

 

İki Kişiye Bîr Hac

 

SORU: Annem hac farizasını yerine getirmeden vefat etti. Ben hem kendim adına, hem de vefat eden annem adına hac yapabilir miyim?

CEVAP. Hz.Allah haccı gücü yeten kadın ve erkek müslümanlara t Imıstır. Aşağıdaki ayetlerde hac ibadetine yer verilmiştir:

Yoluna gücü yetenlerin o evi (Kabe'yi) haccetmesi, Allah'ın insan­lar üzerinde bir hakkıdır. (Âl-i İmran/97)

Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın. (Bakara/196)

Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet eder (ihrama gi-rer)se, hac sırasında cinsel ilişki, günah sayılan davranışlar ve kavga etmek yoktur. Hayır işlerden ne yaparsanız, Allah onu bilir. (Ey inananlar!) Âhiret için azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlı­sı takvadır. Ey akıl sahipleri! Yalnız benden korkun. (Bakara/197)

Bir zamanlar İbrahim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış (ve ona şöy­le demiş)tik: "Bana hiç birşeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta iba­det edenler ve secdeye varanlar için evimi temiz tut!"

İnsanlar arasında haccı ilan et ki gerek yaya olarak, gerekse uzak yollardan gelen yorgun argın develer üzerinde kendilerine ait bir takım yararlan yakînen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık ola­rak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın adını anmaları (kurban kesmeleri) için sana (Kabe'ye) gelsinler. Artık ondan (kurban etlerinden) hem kendiniz yeyin, hem de yok­sula, fakire yedirin." (Hac/26-28)

Bu ayetlerden anlıyoruz ki hac gücü yeten, imkânları elverişli n herkese farz-ı ayndır. Haccın farz olması için gereken şartlar ken­emde oluşan herkes bu ibadeti yapmakla yükümlüdür.

Fıkıh âlimleri şöyle diyor: "Bir müslüman kendisine farz olan 1 yapmadan ölürse vefat edenin yakınlarına, onun adına haccede-tfinı hazırlayıp hacca göndermeleri gerekli olur." Çünkü bu dua hac, Ödenmesi gerekli bir borç gibidir. Bir kimse vefat etmiş an-n yerine haccedebilir. Fıkıh âlimleri bu görüşlerini şu hadise da­yandırıyorlar

Abdullah b. Abbas'm rivayetine göre Cüheyne kabilesinden bir Peygamber'e gelerek dedi ki: "Annem haccetmeyi adamıştı. Fakat haccetmeden vefat etti. Onun yerine ben haccedebilir miyim?"

Hz. Peygamber kadına: "Evet, annenin yerine haccet. Annenin bir borcu olsaydı öder miydin? Borçları ödeyin. Allah'tın borcu) ye­rine getirilmeye, ödenmeye daha çok layıktır" buyurdu.

Buharî'nin rivayet ettiği bu hadisten fıkıh âlimleri şu sonucu çı­karmışlardır: Farz olduğu halde hac görevini yerine getirmeden vefat eden kimseye hac farzdır. Vefat eden kimse kendisi adına haccedilrne-sini vasiyet etse de etmese de hüküm aynıdır. Vasiyet edilmiş veya adakta bulunulmuş ise mesele daha kuvvetli hale gelir.

Fıkıh âlimleri başkası adına hacceden kimsenin, daha önce kendi adına farz olan haccı yapmış olmasını şart koşmuşlardır. Tâ ki kendisi hac borçlusu iken başkası adına haccetmekle meşgul olmasın.

Vefat etmiş annesinin yerine hacceden kimsenin bu haccı, aynı za­manda kendisi için de yapması sahih olmaz.

Bu konuda en faziletlisi önce kendi haccını yapmış olmasıdır. Da­ha sonra annesi (veya bir başkası) yerine haccedebilir.

 

Vekâletle Hac

 

SORU: Kendisi hiç hacca gitmemiş birinin başkası adına hacca git­mesi caiz olur mu? Hacda vekillik geçerli midir?

CEVAP: Bir insana hac farz olur, kendisinde bu görevi yapmaya engel bir özür de olmazsa, bu kimsenin haccetmesi zorunlu hâle gelir. Bu durumdaki kimsenin yerine başkasını hacca göndermesi caiz ol­maz. Böyle bir kimse adına bir başkasının, tüm masraflarını kendisi karşılayarak bağış şeklinde haccetmesi de caiz değildir. Bağış şeklinde haccedenin daha Önce kendi haccını yapması veya yapmaması durumu değiştirmez, hüküm aynıdır.

Çünkü hac, gücü yettiği sürece herkese farzdır. O nedenle vekil ile haccetmek sahih olmaz. Bu durumda olup da bizzat kendi-oitmeyen kimse günahkâr olur.

Fakat kendisine hac farz olan kimse bu görevi yapamayacak duda ise, hastalık veya bir başka sebeple hacca gidemeyecek ise bu nida yerine vekil olarak birisini göndermesi caiz olur.

Vekil, kendisine vekâlet veren adına hac görevini yerine getirince, ekil gönderen kimseden hac farzı düşer. Nitekim Hanefî âlimleri böy­le söylemiş ve delil olarak şunu ileri sürmüşlerdir:

Hz. Peygamber'e gelen bir kadın: "Ey Allah'ın Rasûlü! Babam haccetmesi gereken bir kimse. Fakat öylesine yaşlı ki binek üze­rinde durmaya gücü yetmiyor. Onun yerine ben haccedebilir mi­yim?" diye sorar.

Hz. Peygamber kadına: "Babanın borcu olsaydı onu öder miy­din?" diye sorar. Kadın: 'Evet' cevabı verince Rasûlullah: "Al­lah'ın borcu ödenmeye daha çok layıktır" der.

Nitekim Has'am kabilesinden bir başka kadına da Hz. Peygamber aynı şeyleri söylemiştir.

Bu iki hadis -kız olsun oğlan olsun- çocuğun babasının yerine haccetmesinden söz etmektedir. Vekil olarak haccetmek insanın kendi gocuğuna mahsus değildir. Zira hadislerde böyle bir hususîlikten söz edilmiyor. Dinî hükümlerde asıl olan bir hususîlik belirtilmedikçe ge­nel olmaktır

fcülik yolu ile hacca gitmekte vekilin haccetmesine engel olan ömrünün sonuna kadar devam etmesi şarttır. Engel geçici ortadan kalkarsa kişinin bizzat kendisinin haccetmesi gerekir. âiımleri vekiı olarak hacca gidenin, daha Önce bizzat 1 için haccetmiş olmasını şart koşmuştur. Bazıları ise bunun şart Pen faziletlisi olduğunu söylemişlerdir.

 

Teşrik Günleri

 

SORU: Teşrik günleri hangi günlerdir? Niçin böyle isimlendiril­miştir?

CEVAP: Teşrik günleri zilhiccenin 10. gününü (yani Kurban bayra­mının ilk gününü) izleyen üç gündür. Bir başka deyişle hac mevsimin­de Kurban bayramının ilk gününden sonraki üç gündür. Demek oluyor ki zilhiccenin 11. 12. ve 13. günleri teşrik günleridir.

Bu isim şu sebeple verilmiştir: Teşrik kelimesinin bir anlamı et kurutmak demektir. Bu günlerde eskiden beri kurbanda kesilen etler güneş altında kurutulurdu. Bu sebeple bu günlere teşrik günleri den­miştir.

Bir başka rivayete göre kurban kesme zamanı güneşin işrak zama­nı olduğu için bu günlere Teşrik günleri denmiştir.

Bir diğer rivayete göre eskiden beri Arablar "Sebir dağı (güneşle) parladı. Biz de kurban kesmeye koyulduk" derlermiş. Bu sebeple kur­ban kesilen bu günlere Teşrik günleri denmiştir. Bunu İbn'ul Esîr Niha-ye isimli kitabında söylemiştir.

Teşrik günleri aynı zamanda Minâ'da şeytan taşlama günleridir. Gene bu günlerde farz namazların arkasından tekbir getirilir.

Kur'an'da bu günlere şu ayet ile işaret edilmiştir:

Sayılı günlerde (teşrik günlerinde) Allah'ı anın. (Yani telbiye ve tekbir getirin.) Kim iki gün içinde acele edip (Mina'dan Mekke'ye) dönmek isterse üzerine günah yoktur. Kim geri kalırsa, kötülükten korunması şartıyla ona da günah yoktur. Allah'tan korkun ve bilin ki hepiniz O'nun huzuruna toplanacaksınız. (Bakara/203)

Bu günler Allah'ın verdiği muvaffakiyet sebebiyle sevinç ve memnuniyet günleridir. Bu günler Allah'ın güzel nimetlerinden fayda­lanma günleridir.

 

Medişlerde anlatıldığına göre bu günlerdeki şeytan taşlamalarda; Rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber ilk taşlamayı Mina'daki din yanından başlayarak yapar, yedi taş attıktan sonra her bir taşla Allahû ekber der sol tarafa Batn'ul Vâdî denilen yere doğru aklirdi. Burada kıbleye yönelerek durur ellerini kaldırarak dua eder, uzun süre beklerdi.

Sonra her bir taş atışta tekbir getirerek yedi taş ile ikinci taşlama-vı yapar, gene sol tarafa Batn'ul Vâdî denilen yere çekilirdi. Burada da durup ellerini kaldırarak dua ederdi. Sonra Akabe'deki taşlamayı da ay­nı şekilde yapar, fakat bu taşlamadan sonra durmaz giderdi.

 

Sayılı Günler

 

SORU: Bakara suresi 203 ayetinde geçen sayılı günler'den maksat nedir? Bu günler hangi günlerdir?

CEVAP: Bu ayetteki Sayılı günler hacıların Arafat vakfesinden sonra Minâ'da geçirdikleri üç gündür.

Bu günler zilhicce ayının 11, 12 ve 13. günleridir. Bu konuda rivayet edilen bir hadis şöyledir:

Necd ahalisinden bir kısım insanlar Hz. Peygamber'e geldiler. O sırada Hz. Peygamber Arafat'da vakfede idi. Peygamber'e haccın 'asıl yapılacağını sordular. Hz. Peygamber bir tellala emir vererek şunları insanlara duyurmasını buyurdu: "Hac Arafat'ta vakfedir. Müzdelife gecesi tan yeri ağarmazdan önce (Arafat'a) haccı imamdır. Mina günleri, üç gündür. Her kim iki günde Mekke'ye dönmekte) acele ederse bir günahı yoktur.

de geri kalırsa ona da bir günah yoktur." Sonra ilk tela asmdan bir kişi daha göndererek aynı şeyleri yüksek sesle duyurmasını emretti.

Bu günlere Teşrik Günleri adı verilir. Bu günlerde hacılar şeytan taşlamalarını yaparlar, kurbanlarını keserler. Bu görevleri zilhiccenin 11. ve 12. günlerinde yapıp (Mina'dan Mekke'ye) dönenler için gü­nah yoktur. 13. güne kalan ise asıl olanı yapmıştır. En faziletlisi de budur.

Soruda sözü edilen ayette Sayılı günlerde Allah'ı zikrediniz buyu-rulmaktadır. Bu günlerde Allah'ı zikretmekten maksat, günlerin­de namazlardan sonra, kurban keserken ve şeytan taşlamalarda taş atarken ve diğer yerlerde getirilen tekbirlerdir.

Fadl b. Abbas rivayet ederek diyor ki:

Hz. Peygamberin bineği üzerinde onun arkasında bulunuyordum. Müzdelife'den Mina'ya gidiyorduk. Birinci bayram günü atılan ilk Akabe taşlamasına kadar durmadan telbiye getiriyordu.

Abdullah b. Ömer'in rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şeytan taşlamasında her taş atışında tekbir getirirdi.

Bir diğer rivayette Rasûlullah bu günlerde Mina'da iken; döşeğin­de, çadırında, otururken ve yürürken tekbir getirirdi.

Hz. Allah bu ayette takva ifadesini tekrarlamıştır. Bundan maksat, bu görevleri yapan mü'minin nefsinde takvayı gerçekleştirmektir. Çün­kü takva mü'minin yaptığı işten elde edeceği en hayırlı şeydir. Bunun içindir ki Allah: "(Ey inananlar!) Âhiret için azık edinin. (Bilin ki) azı­ğın en hayırlısı takva (Allah korkusu)dur. Ey akıl sahipleri! Yalnız ben­den korkun!." (Bakara/197) buyurmuştur.

 

Hac Dönüşü

 

SORU: Hac dönüşünde hacıyı tebrik etmek hususunda yapılması caiz olan şeyler nelerdir? Dönüşünde hacının neler yapması uygundur? Hacdan dönen kimsenin evine bayrak asması caiz midir?

CEVAP: Hac, dinin kurallarından ve Allah'ın farz kıldığı ibadetler

Yoluna gücü yetenlerin, o evi (Kabe'yi) haccetmeleri Allah'ın in­sanlar üzerinde bir hakkıdır. (Bakara/197)

Bu farzı yerine getirebilmek, Allah'ın lütfettiği basan sayılır. Bu başarıya ulaşan kimseye lâyık olan, Allah'a hamd edip şükretmektir. Artık memleketine dönerken Allah'ı zikretmeli ve tekbir getirmelidir.

Rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber hacdan, umreden veya savaştan dönerken her yüksek tepeyi aşarken üç defa tekbir getirirdi. Tekbire ilaveten de ş/ü duayı okurdu:

Lâ ilahe illellahû vahdeh. Lâ şerîhe leh. Lehül mülkü velehül hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr. Âyibune fâibun. Lirabbinâ hâmidûn. Sadekallahü va'dehû ve nasana abdehü ve hezemel ah-zâbe vahdeh.

Hacının dönüşünde evine geleceği zamanı ailesine bildirmesi sün­nettir. Tâ ki dönüşü sürpriz olmasın. Hacı hacdan dönerken önce (ma­hallesinde veya köyündeki) camiye gelmeli, orada iki rekat namaz kı­lıp sonra evine girmeli orada da iki rekat namaz kılıp kendisini tebrik edenlerin görebileceği bir yere oturmalı ve bu farzı yapıp selâmetle dönmeyi lütfettiği için bol bol Allah'a hamdedip şükretmelidir.

Hacı ile karşılaşanlar ona selam verip, Allah'ın onu bu işte başarı-ı kılmış olmasından dolayı tebrik etmeli ve kendisinden dua istemeli­ler. Hacıyı karşılayanlar ona: "Allah haccını kabul etsin", "Allah se­mi, mükâfatını büyük yapsın", "Hac için harcadığın paranın yerine Hah iyi kazançlar versin", "Allah günahlarını mağfiret etsin" gibi  etmeleri uygun olur.

Ahmed b. Hanbel ve Hâkim'in rivayet ettiği hadiste şöyle buyurmulmuştur:

Hacdan gelen bir kimse ile karşılaştığın vakit ona selam ver. Onunla tokalaş ve ona evine girmezden önce senin için istiğfar et­mesini söyle. Çünkü o, günahları affedilmiş bir kimsedir.

Rivayet olunduğuna göre Abdullah b. Ömer şöyle demiştir:

Bir delikanlı Hz. Peygamber'e gelerek: "Ben hacca gitmek için şu tarafa (Mekke'ye) doğru gidiyorum" dedi. Hz. Peygamber onunla birlikte (biraz) yürüdü. Ellerini kaldırarak şöyle buyurdu: "Çocuk! Allah seni takva ile azıklandırsm, seni hayra yöneltsin ve üzüntü­ne Allah kâfi olsun". Delikanlı hacdan dönünce Hz. Peygamber başını ona kaldırarak şöyle buyurdu: "Ey çocuk! Allah haccım ka­bul etsin, günahlarını örtsün ve harcadığın masrafın yerine yeni kazançlar versin."

Hacdan dönen kimsenin gücü yettiğince deve, sığır veya koyun keserek dostlarına ve komşularına, özellikle fakirlere bundan ikram et­mesi müstehabtır.

Eğer hacmin evine bayrak asmaktan maksadı, bu farzı yerine ge­tirdiği için sevinç göstermek ise, bu işi yapmakta aşın gitmek ve savur­ganlık yoksa veya daha önemli yere harcanacak şeyi sarfetmiyorsa bunda bir haramlık söz konusu değildir.

 

Haccın Sosyal Hedefleri

 

SORU: Allah Teâlâ haccı niçin meşru kılmıştır? Haccın sosyal fel­sefesi nedir?

CEVAP: Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

İnsanlar arasında haccı ilan etki gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde kendilerine ait birtakım yararlan yakinen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık

larak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın dini anmaları (kurban kesmeleri) için sana (Kabe'ye) gelsinler. Artık ondan (kurbanın etinden) hem kendiniz yeyin, hem de yok­sula, fakire yedirin (Hac/27-28)

Teâlâ, hac günlerini kulları için bir bayram kılmıştır. Al-h'ın kulları bu günlerde O'nun nimetlerini hatırlayıp, ihsan ve ikram­larına şükrederler. Ayrıca bu günlerde kendilerini güzel işler yapmakta başarılı kıldığı için Allah'a hamdederler.

Bu günlerin en önemli özelliği şudur: Hz. Allah bu günleri müslü-manların bir araya gelmesi için bir vesile kılmıştır. Bu bayram günle­rinde gönüller birbirine kaynar, birlik ve beraberlik ruhu yaygınlaşır, davranışlarda, ümitlerde ve üzüntülerde aynı gaye etrafında olma bilin­ci kökleşir. Allah Teâlâ'mn kulları ve dostları için murad ettiği bir üm­met olma yönünde yücelme sürekli olarak gerçekleşmiş olur.

Nitekim Allah Teâlâ buna işaretle: "Şüphesiz bu (insanlar) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin rabbinizim. Öyle ise benden sakının" (Mü'minûn/52) buyurmuştur.

Allah Teâlâ İslâm milletinin birbirine o derecede destek olup kay­naşmasını istemiştir ki biri kımıldasa sanki tek bir kütle imiş gibi ha­reket eder. Zira onun tüm parçaları içice girmiş, birbiri ile bağlantılıdır.

Bu noktadan hareketle Hz. Peygamber şu tasviri yapmıştır:

Müslümanlar sevgi, şefkat ve birbirlerine merhamette tek bir be­dene benzerler. Bedenin organlarından biri rahatsız olursa diğer organlar aynı rahatsızlığı duyar, rahatsız olan organla birlikte uy­kusuz kalırlar.

Bir diğer hadislerinde de şöyle buyurmuşlardır:

Müslüman müslümana göre birbirini güçlendiren (tuğlalarla yamış) bina gibidir.

Ekh mmet"' Muhammed'in bir araya geldiği en büyük bayram Haccer denilen kurban bayramıdır.

Bu bayram bir bakıma En büyük İslâm kongresiâir. Dünyanın do­ğusundan, batısından gelen yüzbinler milyonları oluşturarak yolculuk zahmetine ve sefer güçlüğüne katlanarak her biri rabbine koşar.

Hacda müslümanlar bir araya gelir, tanışır ve kaynaşırlar. Arala­rında meselelerini konuşurlar, çeşitli problemleri (nin çözümü) için çağrıda bulunurlar.

Müslümanlar hacda Allah Teâlâ'nın kendilerine verdiği faydalan görür, kurban bayramı günlerinde Allah'ı anarlar, (varsa) adaklarını ye­rine getirir ve insanlar için ibâdet edilecek yer olarak ilk inşa edilen ev olan Kabe'yi tavaf ederler.

Allah Teâlâ haccı, sırf Allah rızasını kazanmak ve Allah yolunda olmak üzere ihlas dolu bir yolculuk olarak meşru kılmıştır.

Bu yolculukta bol miktarda vicdan ve duygu ekzersizi vardır. Hac yolunda insan nefsini dünya zînetinden soyar ve Allah'ın itaatine yöne­lir. Bunun içindir ki hacda sürekli bir yerden diğerine yolculuk, azık hazırlığı ve zor yolculuğa dayanıp değişik ortamlarda yaşama güçlüğü vardır. Hacda alışık olduğumuz dünya nimet ve kıyafetlerinden ayrılıp, özel bir kıyafet olan ihrama girerek duygu, nefis, iş, söz, zikir ve fikir­le Allah'a yönelme vardır. İhrama girdiği andan itibaren duası ve paro­lası Lebbeyk Allahümme Lebbeyk... olmaktadır.

Bunun içindir ki bir kişiye hac konusunda ilk lazım olan şey temiz ve doğru niyettir. Müslüman bu niyetiyle imanlı bir nefis ve tevbe et­miş bir kişi olarak, şehvet ve dünya lezzetlerinden yüz çevirip rabbine ve O'nun taat ve ibadetine doğru yolculuğa yönelmelidir.

Zira haccetmek üzere yola çıkan kişi bir süre sonra âlemlere hida­yet ve bereket kaynağı kılınan Allah'ın evinde O'nun misafiri olacaktır.

İslâm'ın bize öğrettiğine göre Allah'ın evine ziyaretçi olarak git­mek hem iç hem de dış temizliği gerektirir.

Kurtubi'nin Hz. Huzeyfe'den rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Allah bana şöyle vahyetti: Ey peygamberlerin ve uyarıcıların -ardeşü Halkına şu uyarıyı yap: Onlar benim evlerimden hiç bir eve (camiye) kalp temizliği, doğru dil, temiz el ve iffet olmaksı­zın girmesinler. Başkasının hakkını yeyip, başkasına zulmeden de benim evime girmesin. Bu hal ile benim evime giren kimse \ uzurumda durdukça ve yediği hakkı sahibine geri vermedikçe ben ona lanet ederim. Yaptığı haksızlığı ortadan kaldırır, hakkı sahibine verirse onun işiten kulağı, gören gözü olurum. O kişi ar­tık benim dostlarımdan ve seçkin kullarımdan olur. Aynca âhiret-te de peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerle birlikte benim komşum olur.

Herhangi bir cami için böyle söyleniyorsa Allah Teâlâ'nın hakkın­da: "Biz beyti (Kâ'be'yi) insanlara (sevap için) toplantı ve güven yeri kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namazgah edinin. İbrahim ve İsmail'e: 'Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için, evimi temizleyin' diye emretmiştik" (Bakara/125) buyurduğu Ka­be hususunda nasıl olacağı açık bir şekilde bellidir.

Bir diğer ayette de şöyle buyurulur:

Allah, Kabe'yi, o saygıya layık evi, haram ayı, hac kurbanını ve (kurbanlığın boynuna asılan) gerdanlıkları (maddî ve manevî yön­lerden) insanlann belini doğrultmaya sebep kıldı. Bu da, Allah'ın göklerde ve yerde ne varsa hepsini bildiğini ve Allah'ın her şeyi bilici olduğunu (sizin de anlayıp) bilmeniz içindir. (Maide/97)

Allah Teâlâ farz kıldığı hac aracılığı ile kullarına kin ve çekeme-duygularını nasıl kaldıracaklarını, haset ve düşmanlığı nasıl tutacaklarını, hasım ve düşmanlık ruhunu nasıl yok edeceklerini öğ­retmektedir.

unun içindir ki hac mevsimini dostluk ve kardeşlik için bir fırsat lş'    nu§urken bile ayrılık ve kabalıktan uzak olunmasını, her tür-nü     iatalılılc ve doğrudan sapmaya sebep olacak şeylerden temizle-sıni istemiştir. o -.

söyleyenlerin en doğrusu olan Allah şöyle buyurur:

Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet eder (ihrama »i rer)se, hac esnasında kadına yaklaşmak (cinsel ilişki), günah dav ranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur. Hayır işlerden neyi ya­parsanız, Allah onu bilir. (Ey mü'minler!) Ahiret için azık edinin Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Yalnız ben­den korkun. (Bakara/197)

Hac sezonu güvenlik ve barış mevsimidir. Hacda herkes cam ve malı hususunda güven içinde olur.

Orada Beytullah'a her bakışında Hz. Ömer'in de dediği gibi şunla­rı söyler:

Allahümme ente-s-selâmü ve mike-s-selâm. Fey hayyi nâ bi-s-selâm.[1]

Narin yapılı güvercin bile orada güvenlik içindedir. Oradan oraya, bir yerden bir yere uçarken hiçbir eziyet ve düşmanlık korkusu içinde olmaz. Nasıl olsun ki o Beytullahtadır, Harem-i şeriftedir. Hiçbir inti­kam ve düşmanlık hissinin olmadığı hac mevsimindedir.

Yüce Peygamber Mekke'yi fethettiği gün Mekke'yi şöyle tanıtı­yor:

Şüphesiz Allah gökleri ve yeri yarattığından beri bu beldeyi say­gın kılmıştır. Mekke Allah'ın hürmetli olunmasını emretmesiyle kıyamete kadar saygındır. Benden önce burada savaşmak kimse­ye helâl kılınmamıştır. Bana da -günün bir kısmı dışında- helâl kılınmamıştır. Mekke, Allah'ın hürmetli olunmasını emretmesiyle kıyamete kadar saygındır. Onun bir dikeni (bile) koparılamaz, avı kovalanmaz (ve avlanmaz), bilen birisi olmadıkça buluntu malı alınmaz ve yaş ve yeşil oldukça otu dahi koparılmaz.

Beytullah'ın etrafındaki Allah'ın misafirleri sanki uzun süren bir namazdadırlar. Gidip gelerek hareket halindedirler. Meşgul oldukları tek şey Allah'ı zikretmektir. Gönüllerini berraklaştırmak onlara hâkim şeydir. Yolculuklarında hedefledikleri yüce gaye benliklerinimektir. Tâ ki Mebrur haca gerçekleştirebilsinler. Öyle bir rnak-ki bu, Hz. Peygamber'in sözü uyarınca insan bu hacem sonun niden anasından doğmuş gibi olmaktadır. Hz. Peygamber "Meb-a h   hacem sevabı ancak cennettir" buyurmuştur.

Kabe'yi tavaf edenlerin abdestli olmasının hikmeti şu olsa gerek Tavaf, bir çeşit namaz gibidir. Nitekim hadiste: "Beyt'i tavaf etmek amaz kılmak gibidir. Şu kadar ki tavaf ederken söz söylersiniz. Her kim tavaf ederken bir şey söylerse, ancak hayırlı şeyler söylesin" buyurulmuştur.

Hac yolculuğu ne güzel yolculuk, hac ziyafeti ne kerem dolu bir ziyafet, haccın nimeti ne muazzam bir nimet, hac sonunda kavuşulan (ebedî) kurtuluş ne değerli bir kurtuluştur.

Sıdk ve ihlas üzere olan müslüman hac görevini yapmak üzere yo­la çıkar. Cenab-ı Hak onu bu görevi en mükemmel şekliyle edâ etme­ye muvaffak edince bir çok amaç ve maksada ulaşmış olur:

Her şeyden evvel gücü yettiğince en geniş şekilde din kardeşleriy­le, birlik oluşturmaya katılmış olmaktadır.

Ayrıca güzelim kutsal yerleri ziyaret eder. O yerler şerefli dinî ha­tıralar ve pekçok ilâhî armağanlarla doludur. Bu hatıralar ve ilahî ar-naganlar hacı için bir nur ve ziya, manevî bir gıda ve şifa olmaktadır. §uzel yerlerin ziyareti insanı düşüncelere sevketmekte, bu düşün-er bir Çeşit dirilme ve uyanma sağlamaktadır. Bu hatırlayışlar nu'mi    fayda getirmektedir.

 hac görevini ifa ettiği her bir yeri görünce Allah'ın dinine ve rabbine yönelmesi artmaktadır. Hacı bu ziyaretiyle çölün hidâyete erdiren İslâm dininin nasıl çıktığını gözle­min hgOrmektedir- Bu aziz dinin çıktığı yer Beytullah'ın bulunduğu bir duzlük iken, insanlara hayırlar ve bereketler verip on-'an guallildte donatm1Ştlr.

O İslâm dini, çölden ve çadırdan öyle insanlar çıkarmış ki bunlar gündüzleri at üstünde Allah uğrunda vuruşmuş, geceleri Allah'a ibadet etmişlerdir. Bu insanlar en güzel önderlik nasıl olurmuş, Allah'a kulluk nasıl yapılırmış; hak, hayır, adalet ve kardeşlik uğrunda cehd ü gayret nasıl olurmuş dünyaya öğretmişlerdir.

Hac, ihlas ve sıdkla edâ edildiği zaman her şeyden önce arzu edil­diği üzere canlı ve gayretli bir sosyal kişilik kazandırır.

Bu kişilik evvelâ tevbe ile günah ve zulümden temizlenmeyi geti­rir. İnanılan dava ve prensipler uğrunda yorulmayı ve uzun yolculuk­lara katlanmayı öğretir. Ayrıca yıllık büyük kongrede din kardeşlen ile nasıl bir uyum içerisinde olacağını öğretir. Elini bolluğa ve iyilik yap­maya, fedakarlık ve cömertliğe alıştırır.

Milyonlarca müslüman bu hac farizasını bu şekilde anlasa ne hoş olurdu? Böylece her yıl hac görevinin yerine getirilmesinden doğacak güzellikler katlanarak artmış olurdu.

 

Hac Ne Zaman Farz Olur?

 

SORU: Fakir olduğu halde hacca gitmek isteyen kimseye hac farz olur mu?

CEVAP: İlâhî ve Kur'anî emir apaçık bir şekilde ifade ediyor ki hac, ancak gücü yeten, hac için kudreti olan insana farzdır.

Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

Yoluna gücü yetenlere o evi (Kabe'yi) haccetmek, Allah'ın insan­lar üzerinde bir hakkıdır. (Âl-i İmran/97)

Haccın büyük bir fazileti ve yüce bir yeri olduğu tartışma kabul etmez bir konudur.

Taberânî, Bezzar ve İbn Hibbân'ın Abdullah b. Ömer'den rivayet ettikleri şu hadis bunu ortaya koymaktadır. Abdullah b. Ömer diyor ki:

Onlar: "Bize (ne sormaya geldiğimizi) haber ver Ey Allah'ın Ra­sûlü!" dediler. Bu arada Sakîfli adam Ensardan olana sor deyince O da: "Haber ver ey Allah'ın Rasûlü" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Buraya şunları sormaya geldin(iz): "Evinden Beytullah'ı ziyaret etmek üzere çıktığında sana ne var? Tavaftan sonra iki rekat na­maz kıldığında sana ne var? Safa ile Merve arasında say ettiğinde sana ne var? Arefe günü Arafat'ta öğleden sonra vakfe yaptığında sana ne var? Şeytan taşladığın zaman sana ne var? Kurban kesti­ğinde sana ne var? Başını tıraş ettiğinde sana ne var? Kabe'yi ta­vaf ettiğinde sana ne var?

Bunun üzerine adam: "Seni hak peygamber olarak gönderen Al­lah'a yemin ederim ki işte bunları sormaya gelmiştim" dedi.

Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

"Beytullah'ı haccetmek üzere evinden çıktığın zaman, (yolculuk yapmak için bindiğin) deven, ayağını her bir defa yere basıp kal­dırdıkça, Hz. Allah senin için bir sevap yazar, bir hatânı siler.

Tavaftan sonra kılacağın iki rekat namaza, Hz. İsmail'in oğulların­dan köle olmuş birini hürriyetine kavuşturma sevabı vardır.

Günahınız (çöldeki) kum sayısınca da olsa, yağmurun damlaları kadar da olsa, denizin köpüğü kadar da olsa, kesinlikle sizi affet­tim! Kullarım! Mağfiret edilmiş olarak Arafat'tan (Müzdelife'ye\ gidiniz. Sizi affettiğim gibi sizin şefaatçi olacağınız kimseleri de affettim."

Şeytan taşlamalarına gelince: Attığın her bir taş, büyük günahlara birer keffarettir.

Kestiğin kurban, Allah katında senin için (gerektiğinde kullanman için sevap olarak) saklanacaktır.

Tıraş olduğunda başından kesilen her bir kıl için sana bir hasene (iyilik sevabı) vardır. Bu her bir iyilik, senin (daha evvel işlediğin) bir hatayı yok edecektir.

En sonunda Beytullah'ı tavaf ettiğinde hiç günahın kalmamış ola­rak bu tavafı yaparsın. (Bu tavafı yaptığında) sana bir melek gelip iki kürek kemiğinin arasına (omuzuna) elini koyarak şöyle der: "Geçmiş günahların affedildi. Gelecekte ona göre hareket et!"

Kusursuz, eksiksiz yapılan mebrur bir haccın fazileti hakkında pek çok hadis vardır. Fakat insan gücü yeter durumda olmadıkça hac farz değildir. Burada "gücü yeter durumda olma"mn manası: Haccet­meye gücü yetmek, sağlıklı olmak, (yol) selâmeti olmak, evinden çıkı­şından dönüşüne kadar yetecek parası olmak demektir.

Hacda harcanacak masrafın hesabı orta derecede olur. Ayrıca ken­disine hac farz olacak kişinin uçak, araba vesaire gibi gidiş geliş aracı­nın ücretine gücü yetme durumu da aranır.

Hz. Peygamber'e haccı emreden ayetteki "gücü yeten" ifadesinin ne manaya geldiği sorulduğunda "Binek ve azık" cevabını vermiştir.

Hacca giden kimsenin bakmakla yükümlü olduğu aile bireylen için gidiş ve dönüş süresince geçimine yetecek kadar paraya da sahip olması ve hac için yapacağı masrafların temel ihtiyaçlarından fazla ol­ması da şarttır.

Hacca gitmeyen birinin bu görevi yerine getirmek için borç alma­sını sordum. Hz. Peygamber: Hayır borca girmez buyurdu.

Allah Teâlâ bizim için kolaylık ister, zorluk istemez. O Allah ki kitabında: "Allah her şahsa ancak gücü yettiği kadar sorumluluk yük-ler" (Bakara/286) buyuruyor.

Bir kimse borçlu olup bu borcu ödemek durumunda ise, önce bor­cunu öder, hacca gitmek için şartlarının elverişli olmasını bekler. Son­ra hacceder. Hacca gitmek için borca girmeye gerek yoktur.

 

Mebrur Hac (I)

 

SORU: Hz. Peygamber bir hadisinde: "İki umre; arasında işlenen günahlara keffarettir. Mebrur haccın mükâfatı, ancak cennettir" buyur­muştur. Mebrur hac ne demektir?

CEVAP: Hac, Allah'ın farz kıldığı bir ibadettir. Hac İslâm'ın önem­li kurallarından biridir. Bu ibadetin yerine getirilmesinde asıl olan ih-ash olmaktır. İhlash olarak yerine getirilmeli ki Allah katında makbul n ve Cenab-ı Hakk'ın hoşnutluğunu kazandırsın ve O'nun vereceği bol sevaba layık olsun.

Mebrur hac demek, Allah katında makbul olan ve Allah'ın sevab aşıladığı hac demektir. Böyle bir hac, içine günah unsuru kanşdan yapılan hacdır.

cin mebrur olması için, insanın sırf Allah rızası için ihlasla  Kur'an'da bu ibadete işaret edilirken, Beyt'i (Kâ-etmek, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır" buyurularak, 'a ait olduğu ifade edilmiştir.

onun

Bu itibarla haccının mebrur bir hac olmasını isteyen kimse yola c karken evinden Allah'a tâat etmek üzere çıkmalı, ibadet niyeti ile hareket etmelidir. Hacca giderken dünyalık hiçbir arzu ve düşünce taşımamalıdır

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

Evinden her çıkan kimsenin kapısında iki bayrak bulunur. Bunlar­dan biri meleğin elinde, diğeri şeytanın elindedir. Eğer insan evin­den Allah'ın sevdiği bir iş için çıkıyorsa, peşine melek takılır. Bu kimse evine dönünceye kadar o meleğin taşıdığı bayrağın altında­dır. Eğer evinden Allah'ın gazabını gerektiren bir işi için çıkıyor­sa peşine şeytan takılır. Bu kimse evine dönünceye kadar şeytanın bayrağı altında olur.

Haccm mebrur olabilmesi için, hacca giden kimse sıdk u sadakat ve ihlasla Allah'a yönelip gönülden dualar etmeli, yola çıkışında şu gi­bi dualar okumalıdır:

Allahım! Yolculuğumda bana ve geri bıraktığım çoluk çocuğuma sen yoldaş ol. Allahım! Yolculuğumda kötü arkadaştan, üzüntü verici gelişmelerden sana sığınırım. Allahım! Yolumu kısalt ve yolculuğumu kolaylaştır.

Allah Teâlâ'ya dua ile yönelmek çok önemlidir. Çünkü dua Hz. Peygamber'in de ifade buyurduğu gibi ibadetin özüdür.

Haccın mebrur olabilmesi için, bu görevi helâl para ile yerine ge­tirmek gerekir. Hz. Peygamber: "Allah temizdir. Ancak temiz olanı ka­bul eder" buyurmuştur.

Bir diğer hadislerinde de şöyle buyurur:

Hacca giden kimse temiz kazanılmış, helâl para ile yola çıkıp aya­ğını bineğine koyup "Lebbeyk..." demeye başlayınca göklerden bir nida ona: "Allah hacca gitmek üzere ettiğin niyeti tekrar tek­rar kabul etti. Yanma aldığın azık helâl, bindiğin binek helâl, hac-cın da mebrur'dur, içinde hiç günah yoktur" diye cevap verir.

Şayet haram mal ile hacca giderse ayağını bineğine koyup " beyk" deyince göklerden bir nida ona "senin Lebbeyk'in kabul miştir. Zira azığın haram, harcadığın para haramdır. Haccı-bir sevap yoktur. Üstelik günaha girdin" diye cevap verir.

cem mebrur olabilmesi için şunlara da riayet edilmelidir:

Haccın vaciblerinden, sünnet ve edeplerinden hiç birisi ihmal edilmeden yerine getirilmelidir.

Hac esnasında bol bol ibadet, taat ve hayır yapmalıdır, c Güzel ahlâk üzere yaşayıp bu hususta örnek olmalıdır.

Başkalarından göreceği sıkıntı ve yanlışlıklara göğüs gerip ta­hammül etmelidir.

İnsanlarla ilişkilerinde affedici ve bağışlayıcı olmalıdır.

Hacdan dönüşünde dünyaya düşkünlüğü azalmış olmalı, âhireti kazandırıcı ibadet ve amellere düşkün olmalıdır.

İstikamet ve Allah'a dönüş niyetinde devamlı olmalıdır. Hz. Allah şöyle buyuruyor:

Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet eder (ihram gi-yer)se, hac esnasında kadına yaklaşmak (cinsel ilişkide bulun­mak), günah sayılan davranışlara yönelmek ve kavga etmek yok­tur. Hayır işlerden neyi yaparsanız, Allah onu bilir. (Ey mü'min-ler!) Ahiret için azık edinin! Bilinki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Yalnız benden korkun. (Bakara/197)

Nitekim Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:

Her kim hacceder de, çirkin işler ve günah olan davranışlara yö-nelmezse, anasından doğduğu gibi (günahsız olarak evine) döner.

 

Hacda Cidal

 

S0RU: Kur'an'da "hacda cidal yoktur" (Bakara/197) buyuruluyor. ondan maksat nedir?

CEVAP: Evet Kur'an'da şöyle buyurulmuştur:

Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet eder (ihrama gi­rerce hac esnasında kadına yaklaşmak (cinsel ilişkide bulunmak) günah sayılan davranışlara yönelmek ve cidal (kavga) yoktur. Ha­yır işlerden neyi yaparsanız Allah onu bilir. (Ey mü'minler!) Ahi-ret için azık edinin! Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri yalnız benden korkun. (Bakara/197)

Cidal kavga eder ve meydan okur tarzda konuşmaktır. Deniliyor ki cidâl'de asıl olan iki kişinin güreşip, birinin diğerini yere vurması-dır. Bir başka deyişe göre cidal, övünerek ve üstün gelmeyi arzu ede­rek bir kimseye karşı gelmek, onun deliline delil göstermektir. Cidal ile aynı kökten olan mücâdele ise düşmanca tartışmaktır.

Şunu anlamalıyız ki hacda yasaklanan cidal, hak olmayan ve üs­tünlük sağlamak için yapılan cidaldir. Fakat yol gösterici, ihlaslı tartış­ma, hakkı aramak ve hakikati ortaya koymak için yapılan cidal yasak olmayıp, iyi birşey ve müstehabtır. Hatta gerekli bir hal aldığında va-cib bile olur.

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

(Ey Muhammedi) Sen, rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle ça­ğır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Çünkü rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, hidayete erenleri de en iyi bilendir. (Nahl/125)

Kur'an'da cidâl'in, iyi insanın özelliği olmadığına üstü kapalı işa­ret edilmiştir. Kehf Suresinde: ".. .insanoğlu tartışmaya her şeyden çok düşkündür" (Kehf/54) buyurulmuştur.

Bir diğer ayette şöyle buyuruluyor:

İnsanlardan, bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya giren ve her inatçı şeytana uyan bir takım kimseler vardır. (Hac/3)

Lokman suresinde de şu ayet yer alıyor: .insanlar içinde, -ne bilgisi, ne rehberi, ne de aydınlatıcı bir kitabı yok iken Allah hakkında tartışan kimseler vardır (Lok­man/20) peygamber bu konuda şöyle buyuruyor: Tartışmacı topluluklar mutlaka sapıtır. Bir diğer hadisleri de şöyledir:

Hidayete erdikten sonra dalâlete (sapıklığa) düşmeyen bir toplu­luk, tartışmacılığa kapılırsa sapıtır.

Ayet ve hadislerdeki cidâl'e (tartışmaya) olan bu bakış, bilimsel araştırmayı, bilgi edinmek için tartışmayı ve gerçekleri araştırmak için mücadeleyi yasaklamak anlamına gelmez. -Hz. Peygamber'in mura­dını Allah bilir ya- Rasûlullah bu sözleri ile batıl uğrundaki verimsiz tartışmaları ve basit meseleler için verilen, hiç bir yararı olmayıp, za­rarı önlemeyen mücadeleyi yasaklamıştır. Yasak olan, karşıdaki insa­na ne yol ile olursa olsun üstün gelmek için yapılan cidaldir. Böyle bir cidal az olsun, çok olsun, hac yapan kişiye de, ahlâklı bir müslümana da yakışmaz.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

Her kim haksız durumda iken tartışmayı terk ederse, ona cennet­te bir ev yapılır. Haklı iken tartışmayı terk edene cennetin ortasın­da bir ev yapılır. Her kim de ahlâkını güzelleştirirse ona cennetin en yüksek yerinde bir ev yapılır.

Bir diğer hadis de şöyledir:

Devamlı düşmanlık duygusu içinde olman günah olarak sana yeter.

Tefsir âlimleri şöyle diyor: Hacda kadınla cinsel ilişki, günah sa-ar" Şeylere yönelme ve cidal yasağının hikmeti Harem-i Şerifin şa­nı yüceltmek ve orada günah işlemenin daha ağır bir suç olduğunu irmektir. Çünkü işin yapıldığı yer ve zaman değişiktikce yapılan iş eger ve suç bakımından değişik olur.

"sanlarla toplu halde bulunmanın edebi, insanın eşi ile başbaşa lgı 2arnanki gibi değildir.

İnsan Allah'ın huzurunda ve ibadet vakitlerinde iken, en faziletli halde ve en mükemmel edep üzere olmalıdır.

Konunun önemini kavramak için Mescid-i Haram denilen Allah'ın evi denilerek Allah'a nisbet edilen yerde ibadet edildiğini düşünmek yeter.

Hacı devamlı, Allah'ın evini ziyaret etmekte olduğunu hatırlama­lı, devamlı Allah'a yönelmeli hep maksadı Allah olmalı, O'nun ziyafe­tinde olmakla şeref kazanmalıdır.

Bu itibarla bu temiz mekana yaraşmayan, eskiden edindiği alış­kanlıklardan kendisini sıyırmalıdır.

Hacca giden kimsenin güzel ahlâklı olması, iyi alışkanlıklar edin­mesi ona ne çok yakışır! Hacı kendisini ilgilendirmeyen laflar etmeme­li, faydası olmayan söz söylememelidir.

Tâ ki Hz. Peygamber'in "Her kim hacceder de kadınla ilişki kur­maz ve günah işlemezse (hacdan) anasından doğduğu günkü gibi (gü­nahsız) döner" sözü gerçekleşmiş olsun.

 

Umre

 

SORU: Umre ne demektir? Umrenin hükmü nedir? Umreye tekrar tekrar gitmek caiz midir? Umre ile hac arasında ne fark vardır?

CEVAP: Aslında Umre ziyaret demektir.

Dinî bir terim olarak Umre, dinin belirlediği -fıkıh kitaplarında açıklandığı- üzere, özel bir şekilde Kabe'yi ziyaret etmek demektir.

Umre'nin meşru oluşu Kur'an ve hadis ile sabit olmuştur.

Kur'an'da "Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın" (Baka­ra/197) hadiste de: "Ramazanda yapılan bir umre, hacca denktir" bu-yurulmuştur.

Umre bir takım işlerin yapılması ile tamamlanır. Şöyle ki:

Önce Kabe ziyaret edilerek, etrafında yedi defa tavaf edilir. Daha nra Safa ile Merve arasında (dört gidiş, üç geliş olmak üzere yedi t   (koşu) yapılır. Bundan sonra saç kesilir veya kısaltılır. Bu işlemler hramda iken gerçekleştirilir. Umrede yapılan bu işler yukardaki sıra­ya göre yapılır.

Âlimlerin çoğuna göre umre, sünnet-i müekkededir. Hz. Peygamber'e umrenin vacib olup olmadığı sorulduğunda: "Hayır, vacib değil­dir fakat umre yapmak çok faziletlidir" buyurdu.

Umre ile ilgili bir diğer hadis şöyledir:

İki umre; arasında işlenen günahlara keffarettir. Allah katında makbul bir haccın mükâfatı, ancak cennettir.

Gene Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: Hacdan sonra umre de yapınız.

Kur'an'da: "Hac bilinen aylardadır..." (Bakara/197) buyuruldu-ğuna göre haccın zamanı belirlidir. Bu aylar şevval, zilkade ve zilhicce'dir.

 

Umrenin belirli ve sınırlı bir zamanı yoktur. Umreyi yılın herhan­gi bir ayında ve yılın herhangi bir gününde yapmak caizdir. Fakat ba­zı âlimler Arafat'ta vakfe yapıldığı günde ve kurban bayramı süresince dört gün umre yapmanın mekruh olduğu görüşündedir.

Bir yıl içinde umreyi tekrar tekrar yapmak caizdir. Hatta bunun daha faziletli olduğunu âlimlerin çoğunluğu söylemişlerdir.

Umrenin en faziletli vakti ramazan ayıdır. Zira Hz. Peygamber Şöyle buyurmuştur:

Ramazanda bir umre yapmak hac yapmaya denktir.

Hadiste umrenin denk olduğu bildirilen hacdan maksat farz hac olayıp, nafile hacdır.

 ile umre arasında birtakım farklar vardır. Şöyle ki:

1. Umre sahih görüşe göre- sünnettir. Hac ise -ilk yapılışında farzdır.

2. Umreyi her vakit yapmak caizdir. Fakat haccı ancak belirli za­manlarda yapmak mümkündür.

3. Umrede Arafat ve Müzdelife vakfeleri yoktur. Fakat hacda bu vakfeler vardır.

4. Umrede şeytan taşlama yoktur. Fakat hacda vardır.

Şartlar ve rükünler bakımından kadının umresi, erkeğin umresi gi­bidir. Şu kadar ki kadın başını açmaz ve telbiye getirirken sesini yük­seltmez. Bir de kadın, tavaf sırasında erkeklerin arasına sıkışacak de­recede girmez. Bunların dışında kadın ve erkek umre yapmada eşittir.

5. Hac farz olup, umre sünnettir.

Bunun içindir ki umre yapmış olmak kişinin üzerinden farz olan hac borcunu düşürmez.

Varsayalım ki bir kimse hacca gitmediği halde umre yapmış ol­sun. Bununla o kimsenin hac farzı yerine gelmiş olmaz. Gücü olduğu takdirde ayrıca hacca gitmesi farz olur.

Burada şöyle birşey söylenebilir: "Hz. Peygamber, ramazanda umre yapmanın, hacca denk olduğunu bildirmiştir. Buna ne denecek­tir?" Bunun cevabı şudur: Hadiste bildirilen hac farz hac değil, nafile

hacdır.

Umrede özel hallerin ve yukarda işaret ettiğimiz hususların dışın­da hac ile umrenin her birinde bulunan şeyler de vardır. Bunlardan bi­risi ihramdır. Umre yapan kimse hac için ihrama girilen yerde ihrama girer. Umre yapanın ihram giysisi hacdaki gibi olur. Umrede ihram ha­linde iken aynı hacdaki gibi ihram yasaklan sözkonusudur.

Umrede de hacdaki gibi "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk.. ."le baş­layan telbiye söylemek gerekir.

 

Hacer'ul Esved Hakkında

 

SORU: Bir takım kimseler İslâmiyet'e karşı entrikacı davranıp in­kâra gidiyorlar. Bunlar diyorlar ki "Hacda Hacer'ül Esved'i öpmek ve-va seiimlamak bir çeşit puta tapmaktır." Bu noktadan hareketle Ha-cer'ul Esved hakkındaki tüm rivayetleri inkâr ediyorlar. Bu sapıklığa karşı dinin görüşü nedir?

CEVAP: Samimi olsun veya olmasın sorulan her sorudaki şüpheyi araştırmayı, dine karşı bir entirika saymayı alışkanlık haline getirmek­ten korkuyorum.

İslâm'ın düşmanları çoksa da dini iyi anlamak ve din kültürünü arttırmak isteyenler de vardır.

Birtakım kimseler vardır ki bunlar dinî yönü olmayan yüksek kül­türlü olup, çeşitli sebeplerle uzak veya yakın din ile ilgileri olmuş fa­kat dini öğrenip, gereği gibi anlamaları mümkün olmamış kimselerdir. Zira dinî konulan açıklama ve aydınlatmaya ihtiyacı vardır. Ve bu kim­seler kültürlü fakat dinî konularda uzman değildir.

Bundan dolayı mümkün oldukça karşınızdakini kâfirlik ve inkar­cılıkla suçlamakta ileri gitmemeliyiz. Yeni bir şüphe ile karşılaşırsak dinin bu husustaki görüşünü etraflıca anlatmalı, bu konulan gündeme getirip şüphelerden söz edenlere bağıra çağıra bir takım yakıştırmalar yapmakta aşırıya kaçmamalıyız. Bunların içinde belki bizim kendileri­ne yakıştırdıklarımızdan daha düşük olanlan da olabilir. Fakat çağrıda »ulunmak ve aydınlatıp açıklamak bize göre suçlamaktan ve kâfir damgası vurmaktan önce gelmelidir. Bilmeliyiz ki Hz. Muhammed lâ-etcı bir peygamber olarak değil, rahmet ve hidayet peygamberi olarak gönderilmiştir

Burada ikinci bir husus var: Bu gibi durumlarda görevimiz çok Allah'ın dininin temelini açıkça ortaya koymaktır. milletinde birliktir, tevhiddir. Bu temelin özü, ve Puta tapıcılık konusundan uzak tutmak, erı maddecilik duygusundan arındırmaktır.

Şuna inanıyorum ki Kur'an Kabe'yi bize tanıtırken onun tevhid ibadetine her türlü maddecilik ve putçuluktan uzak bir şekilde işaret eden bir sembol olduğunu ifade etmektedir. Kabe milyonlara tek kıb­le olmak üzere tayin edilmiş, milyonların gönlü, inancı ve benlikleri tek Allah'a inançta birleştiği gibi hacca giden milyonlar, bedenleri ve duygulan ile Kabe etrafında birleşmektedirler. Bu topluluk her şeyi görüp duyan, benzeri olmayan tek Allah'a o Kabe'nin etrafında ibadet etmektedir.

Hacer'ul Esved konusunda Hz. Peygamber'in sünnetinden ve ha­dislerinden sabit olanını gördüğümüz zaman onu kabul etmek duru­mundayız.

Fakat öte yandan biliyoruz ki sözlerin zahiri olduğu gibi mecazlı olanları da vardır. Mecaz kabilinden söylenen bir söz belki zahiren di­nin esasları ile çelişebilir. Bu durumda âlimlerimiz, böyle bir sözü di­nin esası ile çelişmeyecek şekilde yorumlamalıdır.

Nitekim "Hacer'ul Esved yeryüzünde Allah'ın sağ elidir" hadisini mecaz olarak anlamamız mümkündür. O zaman bunun anlamı "Ha­cer'ul Esved'in bulunduğu yer tavaf turunun başlangıcıdır" demek olur.

Bu hadisteki Allah'ın eli ifadesini gerçekten el anlamında kabul etmemiz gerekmez. Eğer böyle anlarsak Allah inancı konusundaki bir çok esastan uzaklaşmış oluruz.

Sonra Hz. Ömer'in Hacer'ül Esved hakkında söylediği: "Yemin ederim ki senin faydası ve zaran dokunmaz bir taş olduğunu biliyo­rum. Peygamber'in öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim" sözü ge­reği kadar insanları uyarmış, insanların aklını harekete geçirmiştir.

O Ömer ki Hacer'ül Esved'in önünde azimli bir şekilde durmuş ve şu kararlı sözü söylemiştir: "...Peygamber'in öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim."

Hz. Peygamber gür sesi ile kendi döneminde ve daha sonraki dö­nemlerde müslümanlann kulağına şu gerçeği sokmak istemiştir: "Ha­cer'ul Esved'in dinin temelini ilgilendiren bir yanı yoktur. O ancak Karihî kıymet taşıyan bir taş ve tavaf turlarının başlangıcını bildi işarettir. İşte Hacer'ul Esved Kabe'nin köşesinde böyle bir

Günümüzde görülen odur ki müslümanlann çoğu Hacer'ul Esved'i tamlamaya veya öpmeye büyük önem vermekte ve itişip kakışarak ıkısık bir şekilde Hacer'ul Esved'e gitmek için izdiham meydana geti­rilmektedir.

Âlimlerimize bû noktada düşen görev şudur: Hacer'ul Esved'i öp­mek ne farz ne de sünnettir. Hatta yaralanmaya ve ölüme sebebiyet ve­recek derecede Hacer'ul Esved'e saldırmak ve izdiham meydana getir­mek sünnette de yeri olan bir şey değildir.

Öyle ki Hacer'ul Esved'in olduğu yere yığılan insanlan gören kim­se, onlann Kabe'ye sadece onu öpmek veya ona dokunmak için geldik­lerini sanır.

Bizler dinimizin, rabbimizin dilediği gibi; ne ilave, ne sapma, ne de şüphe olmaksızın sağlıklı bir şekilde bize ulaşmasını istiyoruz.

 

Haccı Umre İle Birlikte Yapmak

 

SORU: Sadece umre yapmak üzere Mekke'ye gitmeye gücü yetme-ır nanırn, hac için gidip, aynı zamanda umre de yapabilir mi?

CEVAP: Allah'ın evi olan Mescid-i Haram'ı, Kabe'yi ziyaret le tır. Bu, Kabe'yi tavaf etmekle gerçekleşir.re farz olduğu görüşündedirler. Bu görüşlerini "Haccı ve umreyi Allah için tamamlayınız" (Bakara/196) ayeti ile desteklemektedirler.

Ayetin anlamı "hac ve umrenin her ikisini şartlarına ve rükünleri­ne riayet ederek yerine getiriniz!" demektir. Bu âlimler umrenin de farz olduğuna şu hadisi delil göstermektedir:

Bir adam Hz. Peygamber'e gelerek: 'Babam ihtiyardır. Hac ve umre yapmaya ve yolculuğa gücü yetmiyor' dedi Hz. Peygamber adama: "Babanın yerine hac ve umre yap" buyurdu.

Bununla beraber âlimlerden diğer bir grup, umrenin ömürde bir kere yapılmasının sünnet-i müekkede olduğunu ifade etmişlerdir. De­lilleri şudur: Hz. Peygamber'e "Umre vacib midir?" diye sorulduğun­da Hz. Peygamber: "Hayır, vacib değildir. Fakat, umre yapmanız daha ziyade faziletlidir" buyurdu.

Umre konusunda tercih edilen görüş, farz olmayıp nafile bir iba­det olduğudur.

Umrenin belirli bir vakti yoktur. Umreyi senenin her ayında yap­mak mümkündür. Hacdan önce ve hac sona erdikten sonra da insan umre yapabilir. Hac aylan sırasında da umre yapılabilir. İnsan hac merhalesinde iken umre yapmaz ise ayrıca ikinci bir yolculukta umre yapabilir.

Bu noktada şunu bilmeniz yerinde olacaktır;

Hac üç kısma ayrılır:

1. Kıran haccı,

2. Temettü haccı,

3. İfrâd haccı.

Hacceden kimsenin bunlardan herhangi birisi(ne niyet edip) hac­cetmesi caizdir.

Hz. Âişe (r.a) rivayet ederek diyor ki:

Hz Peygamber'le birlikte veda haccında idik. Bizlerden kimisi umre için, kimisi hac ile birlikte umre için, kimisi de sadece hac için ihrama girmiş idi. Hz. Peygamber de sadece hacca niyet ede­rek ihrama girmişti.

Simdi bu hac çeşitlerinin açıklamasını yapalım:

Kıran haccı: Bu çeşit hacca niyet eden insan, hac ve umreyi bir­likte yapmak üzere ihrama girer. İhramı sırasında: "Lebbeyk Allahüm-me bi haccin ve umretin" der. Bu hac çeşidinde, hac ve umre ile ilgili sörevler bitene kadar insan ihramda kalmaya mecburdur.

Temettü haccı: Bu çeşit hacca niyet eden insan, hac ayları içinde umre yapar. Umre bitince ihramından çıkıp, normal giysilerini giyer. (Ve ihramda iken yasak olan şeyleri yapabilir.) Sonra umre yaptığı yıl­da (ikinci bir ihrama girerek) haccı da yapar.

Bu tür hacda umre yapmak üzere ihrama giren kimse: "Lebbeyk, Allahümme bi umretin" der.

Temettü haccında kişi ihramlı olarak Mekke'ye varır ve Kabe'yi tavaf edip, Safa ile Merve arasında sa'y yapar. Bundan sonra saçını tı­raş ederek veya kısaltarak ihramdan çıkar. Artık normal kıyafetini gi­yerek, ihramda iken yasak olan şeyleri yapabilir. Böylece terviye günü denilen zilhiccenin 8. gününe kadar normal yaşantısını sürdürür. Tervi­ye günü yeniden haccetmek üzere ihrama girer. Ifrad haccı: Bu çeşit hacca niyet eden kimse sadece hacca niyet ederek ihrama girer. İhrama girerken: "Lebbeyk Allahümme

Mebrur Hac (II)

 

SORU: Hz. Peygamber bir hadisinde: "İki umre; arasında işlenen günahlara keffarettir. Mebrur haccın mükâfatı, ancak cennettir" buyur­muştur. Mebrur hac ne demektir?

CEVAP: Hac, İslâm'da farz edilmiş bir ibadettir. Hac İslâm'ın önemli kurallarından biridir. Bu ibadetin yerine getirilmesinde asıl olan ihlaslı olmaktır. İhlaslı olarak yerine getirilmeli ki Allah katında makbul olsun ve Cenab- Hakk'ın hoşnutluğunu kazandırsın ve O'mın vereceği bol sevaba layık olsun.

Mebrur hac demek, Allah katında makbul olan ve Allah'ın sevab ile karşıladığı hac demektir. Böyle bir hac, içine günah unsuru karış­madan yapılan hacdır.

Haccın mebrur olması için, sırf Allah rızası için ihlasla yapılması gerekir. Kur'an'da bu ibadete işaret edilirken, Beyt'i (Kabe'yi) hac­cetmek, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır" buyurularak, onun sa­dece Allah'a ait olduğu ifade edilmiştir.

Bu itibarla haccının mebrur bir hac olmasını isteyen kimse yola çıkarken evinden Allah'a tâat etmek üzere çıkmalı, ibadet niyeti ile ha­reket etmelidir. Hacca gidişinde hiç bir dünyalık kaygısı ve düşüncesi olmamalıdır.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

Evinden her çıkan kimsenin kapısında iki bayrak bulunur. Bunlar­dan biri meleğin elinde, diğeri şeytanın elindedir. Eğer insan evin­den Allah'ın sevdiği bir iş için çıkıyorsa, peşine melek takılır. Bu kimse evine dönünceye kadar o meleğin taşıdığı bayrağın altında­dır. Eğer evinden Allah'ın gazabını gerektirecek bir iş için çıkıyor­sa peşine şeytan takılır. Bu kimse evine dönünceye kadar şeytanın bayrağı altında olur.

Haccın mebrur olabilmesi için, hacca giden kimse sıdk u sadakat

Allah'a yönelip gönülden dualar etmeli yola çıkışında şu giualar okumalıdır:

Allahım! Yolculuğumda bana ve geride bıraktığım çoluk çocuğu­ma sen yoldaş ol. Allahım! Yolculuğumda kötü arkadaştan, üzün­tü erici gelişmelerden sana sığınırım. Allahım! Yolumu kısat ve yolculuğumu kolaylaştır.

Allah Teâlâ'ya dua ile yönelmek çok Önemlidir. Çünkü dua Hz. peygamber'in de ifade buyurduğu gibi ibadetin özüdür.

Haccın mebrur olabilmesi için, bu görevi helâl para ile yerine ge­tirmek gerekir. Hz. Peygamber: "Allah temizdir. Ancak temiz olanı ka­bul eder" buyurmuştur.

Bir diğer hadislerinde de şöyle buyurur:

Hacca giden kimse temiz kazanılmış, helâl para ile yola çıkıp aya­ğını bineğine koyup "Lebbeyk..." demeye başlayınca göklerden bir nida ona: "Allah hacca gitmek üzere ettiğin niyeti tekrar tek­rar kabul etti. Yanına aldığın azık helâl, bindiğin binek helâl, hac­cın da mebrur'dur, içinde hiç günah yoktur" diye cevap verir.

Şayet haram mal ile hacca giderse ayağını bineğine koyup "Leb­beyk" deyince göklerden bir nida ona "Senin Lebbeyk'in kabul edilmemiştir. Zira azığın haram, harcadığın para haramdır. Haccı-na bir sevap yoktur. Üstelik günaha girdin" diye cevap verir.

Haccın mebrur olabilmesi için şunlara da riayet edilmelidir:

Haccın vaciblerinden, sünnet ve edeplerinden hiç birisi ihmal edilmeden yerine getirilmelidir.

Hac süresince bol bol ibadet, taat ve hayır yapmalıdır. üzel ahlâk üzere yaşayıp bu hususta örnek olmalıdır, ham şkalanndan göreceği sıkıntı ve yanlışlıklara göğüs gerip ta­banlarla ilişkilerinde affedici ve bağışlayıcı olmalıdır.

Hacdan dönüşünde dünyaya düşkünlüğü azalmış olmalı, âhireti kazandırıcı ibadet ve amellere düşkün olmalıdır.

İstikamet ve Allah'a dönüş niyetinde devamlı olmalıdır. Hz. Allah şöyle buyuruyor:

Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet eder (ihram gi-yer)se, hac esnasında kadına yaklaşmak (cinsel ilişkide bulun­mak), günah sayılan davranışlara yönelmek ve kavga etmek yok­tur. Hayır işlerden neyi yaparsanız, Allah onu bilir. (Ey mü'min-ler!) Ahiret için azık edinin! Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Yalnız benden korkun. (Bakara/197)

Nitekim Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:

Her kim hacceder de, çirkin işlere ve günah olan davranışlara yö-nelmezse, anasından doğduğu gibi (günahsız olarak evine) döner.

 

Hac Ne Zaman Farz Olur?

 

SORU: Borçlu olmasına rağmen hacca gitmek isteyen fakir kimse­ye hacca gitmek farz olur mu?

CEVAP: İlâhî ve Kur'anî emir apaçık bir şekilde ifade ediyor ki hac, ancak gücü yeten, hac için kudreti olan insana farzdır.

Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

Yoluna gücü yetenlere o evi (Kabe'yi) haccetmek, Allah'ın insan­lar üzerinde bir hakkıdır. (Âl-i İmran/97)

Haccın büyük bir fazileti ve yüce bir yeri olduğu tartışma kabul etmez bir konudur.

Taberânî, Bezzar ve İbn Hibbân'ın Abdullah b. Ömer'den rivayet ettikleri şu hadis bunu ortaya koymaktadır. Abdullah b. Ömer diyor ki Hz. Peygamberle birlikte Mina'daki mescidde oturuyordum.

anlber'e Sakif kabilesinden ve Ensar'dan birer kişi gelerek lam Verip: "Ey Allah'ın Rasûlü! Sana (bir şeyler) sormaya dediler. Hz. Peygamber onlara: "İsterseniz ne sormaya geldi-ETnizi size haber vereyim; isterseniz siz sorun ben cevap vereyim" buyurdu.

Onlar: "Bize (ne sormaya geldiğimizi) haber ver Ey Allah'ın Ra­sûlü!" dediler. Bu arada Sakîfli adam Ensar'dan olana "sor" deyin­ce O da: "Haber ver Yâ Rasûlullah" dedi. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber şöyle buyurdu:

"Buraya şunları sormaya geldin: "Evinden Beytullah'ı ziyaret et­mek üzere çıktığında sana ne var? Tavaftan sonra iki rekat namaz kıldığında sana ne var? Safa ile Merve arasında sa'y ettiğinde sa­na ne var? Arefe günü Arafat'ta öğleden sonra vakfe yaptığında sana ne var? Şeytan taşladığında sana ne var? Kurbanını kestiğin­de sana ne var? Başını tıraş ettiğinde sana ne var? Kabe'yi tavaf ettiğinde sana ne var?"

Bunun üzerine adam: "Seni hak peygamber olarak gönderen Al­lah'a yemin ederim ki işte bunları sormaya gelmiştim" dedi.

Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Beytullah'ı haccetmek üzere evinden çıktığın zaman, (yolculuk yapmak için bindiğin) deven, ayağını her bir defa yere basıp kaldırdıkça, Allah senin için bir se­vap yazar, bir hatânı siler.

Tavaftan sonra kılacağın iki rekat namaza, Hz. İsmail'in oğulların­dan köle olmuş birini hürriyetine kavuşturma sevabı vardır.

Safa ile Merve arasında sa'y ettiğin zaman, yetmiş köleyi hürriye­tine kavuşturma sevabı vardır.

Arefe günü Arafat'ta öğleden sonra vakfeni yaptığın zaman Allah di*nya semasına tecelli eyleyip Arafat'taki hacı kulları ile melekle-e karşı iftihar ederek şöyle buyurur: "Kullarım, benim rahmetimi lrnarak dört bir yandan saçı başı kanşık halde geldiler. Günahınız VÇöldeki) kum sayısınca da olsa, yağmurun damlaları kadar da olsa, denizin köpüğü kadar da olsa, kesinlikle sizi affettim! Kulla-. rım! Mağfiret edilmiş olarak Arafat'tan (Müzdelife'ye) gidiniz. Si­zi affettiğim gibi sizin şefaatçi olacağınız kimseleri de affettim."

Şeytan taşlamalarına gelince: Attığın her bir taş, büyük günahlara birer keffarettir.

Kestiğin kurban, Allah katında senin için (gerektiğinde kullanman için sevap olarak) saklanacaktır.

Traş olduğunda kesilen her bir kıl için sana bir hasene (iyilik se­vabı) vardır. Bu her bir iyilik, senin (daha evvel işlediğin) bir ha­tayı yok edecektir.

En sonunda Beytullah'ı tavaf ettiğinde hiç günahın kalmamış ola­rak bu tavafı yaparsın. (Bu tavafı yaptığında) sana bir melek gelip iki kürek kemiğinin arasına (omuzuna) elini koyarak şöyle der: "Geçmiş günahların affedildi. Gelecekte ona göre hareket et!"

Kusursuz, eksiksiz yapılan mebrur bir haccın fazileti hakkında pek çok hadis vardır. Fakat insan gücü yeter durumda olmadıkça hac ona farz değildir. Burada gücü yeter durumda olmanın manası: Haccet­meye gücü yetmek, sağlıklı olmak, (yol) selâmeti olmak, evinden çıkı­şından dönüşüne kadar yetecek parası olmak demektir.

Hacda harcanacak masrafın hesabı orta derecede olur. Ayrıca ken­disine hac farz olacak kişinin uçak, araba vesaire gibi gidiş geliş aracı­nın ücretine gücü yetme durumu da aranır.

Hz. Peygamber'e, haccı emreden ayetteki gücü yeten ifadesinin ne manaya geldiği sorulduğunda Binek ve azık cevabını vermiştir.

Hacca giden kimsenin bakmakla yükümlü olduğu aile bireylen için gidiş ve dönüş süresince geçimine yetecek kadar paraya da sahip olması ve hac için yapacağı masrafların temel ihtiyaçlarından fazla ol­ması da şarttır.

Bunlardan anlaşılan şudur: İslâm dini, borç alacak durumdaK1 kimseye haccı farz kılmamıştır.

Macca gitmeyen birinin bu görevi yerine getirmek için borç alma­nı sordum. Hz. Peygamber: Hayır borca girmez buyurdu.

Allah Teâlâ bizim için kolaylık ister, zorluk istemez. O Allah ki  Allah her şahsa ancak gücü yettiği kadar sorumluluk yük- (Bakara/286) buyuruyor.

Bir kimse borçlu olup bu borcu ödemek durumunda ise, önce bor-Öder, hacca gitmek için şartlarının elverişli olmasını bekler. Son­ra hacceder. Hacca gitmek için borca girmeye gerek yoktur.

 

Niyetlendiği Halde Hacca Gidememek

 

SORU: Haccetmeye karar veren, fakat bazı engeller sebebiyle bu­na imkân bulamayan, sonra da ölen kişiden hac farzı düşer mi?

CEVAP: Hac İslâm'ın emrettiği farzlardan biridir. Ömürde bir defa haccetmek farzdır. Zira Hz. Peygamber: "Ey insanlar! Üzerinize hac farz oldu, haccediniz" buyurdu. Bir adam Hz. Peygamber'e: "Her yıl mı ey Allah'ın Rasûlü?" diye sordu. Hz. Peygamber soruya cevap ver­medi. Adam üç kere soruyu tekrarladı. (Fakat Peygamber cevap ver­medi. Daha sonra) Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Evet, deseydim her yıl haccetmek farz olurdu. Buna kesinlikle gücünüz yetmezdi."

Haccın farz olması için güç ve kudret şarttır. Zira Hz. Allah:  yetenler için beyti (Kabe'yi) haccetmek Allah'ın insanlar üzerinde bır hakkıdır" (Âl-i İmran/97) buyuruyor.

farz olmaz. Buna rağmen güçlüklere göğüs gerer, zahmetin üstesinden gelerek giderse hac farzını ödemiş, görevini yerine getirmiş olur.

"Hacca gücü yetmek" kavramında can ve mal güvencesi de dik­kate alınır. Hacca gittiği takdirde canı ve malı hakkında güven içinde olmayan kimseye hac farz olmaz.

Soruda durumu anlatılan kimsenin hacca gitmeye karar verdiğini, fakat uçakta yer bulamamak veya vize alamamak gibi bir sebep yüzün­den bu kararını gerçekleştiremediğini ve sonra vefat etmiş olduğunu görüyoruz. (Allah rahmet eylesin).

Bu gibi durumda olan kimseden hac farzı düşer. Allah'ın lütuf ve kereminden böyle bir kimseye bizzat hac yapan kimseye verdiği se­vap gibi sevap vermesi ümid edilir. Çünkü Hz. Peygamber: "Ameller niyetlere göredir. Her bir kişiye ancak niyet ettiği şey vardır" buyur­muştur.

Hz. Allah da şöyle buyuruyor:

Allah yolunda hicret eden kimse, gidecek çok yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve Rasûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da son­ra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükafatı(nı vermek) Al­lah'a düşer. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. (Nisa/100)

 

Hayız Gören Kadın Ve Hac

 

SORU: Bir kadın hacca niyetlendiğinde (ihrama girdiğinde) hayız görse, hac ile ilgili görevlere ara mı verir, yoksa devam mı eder?

CEVAP: Kadın hacca niyet edip başladığı vakit hayız görürse hac-cına devam eder. Ancak hayızdan temizleninceye kadar Kabe'yi tavaf etmez.

Tavafım hac ile ilgili görevlerin en sonuna erteler. Bu sürede âde­ti biterse, gusleder ve tavaf görevim yerine getirir. Böylece haccı ta­mamlanır ve Allah'ın izni ile haccı makbul olur.

Hadis kaynaklarında Abdullah b. Abbas'tan rivayet edilen hadiste Hz  Peygamber şöyle buyurmuştur:

Hayızlı ve lohusa kadın (bu halinde iken) yıkanır ve ihrama girer. Tüm hac görevlerini yerine getirir. Ancak temizlenmedikçe tavaf edemez.

Hz. Aişe şöyle rivayet ediyor:

Hz. Peygamber (ben hacda iken) yanıma girdi. Ben ağlıyordum. Peygamber bana: "Hayız mı gördün?" diye sordu. Ben: "Evet" de­yince Rasûlullah: "Bu (hâl) Allah'ın Âdem peygamber'in kızları­na yazdığı bir şeydir. (Üzülme) hacılar ne yapıyorsa sen de aynı­sını yap. Ancak' (hayızdan temizlenip) gusletmedikçe Kabe'yi ta­vaf etmezsin" buyurdu.

Mâliki mezhebinde tavafın sahih olabilmesi için bir takım şartlar vardır. Abdestli ve (gerekiyor ise) gusül abdesti almış olmak, bedende ve giyside necaset bulunmaması bu şartlardandır. Buna göre tavaf sıra­sında abdest bozucu bir şey olsa veya tavaf ederken bedeninde yahut giysisinde necaset olduğunu görse tavaf geçersiz olur. Tavaftan sonra, fakat iki rekat tavaf namazından önce bu şartlardan biri eksik olsa ta­vafın yenilenmesi gerekir. Zira bu namaz, tavafın bir parçası gibidir.

Buradaki tavaftan maksat haccın farzlanndan olan Tavaf-ı ifada veya Tavaf-ı ziyaret denilen tavaftır. Bu tavaf Arafat vakfesini yaptık­tan sonra olur. Bu tavafın vakti, Kurban bayramının birinci günü şafa­ğın atması ile başlar.

 

Bekarın Hacca Gitmesi

 

SORU: Evlenmemiş kimsenin hacca gitmesi sahih midir? (Sahne ses) sanatçısı olan kimselerin hacca gitmesi caiz midir?

CEVAP; Hac İslâm dininin kurallarından biri ve Allah'ın emrettiği farzdır. Zira Kur'an'da: "Yoluna gücü yetenlerin o evi (Kabe'yi) tavaf etmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır" (Âl-i İmran/97) bu-yurulmuştur.

Hac ile ilgili şartları tamam olunca insan hacca gitmekle yüküm­lüdür. Evet, gerçi bazı fıkıh âlimleri haccetmeye gücü yeten kimsenin hemen değil, geciktirerek hacca gitmesinin caiz olduğunu söylemişler­dir. Bu âlimlere göre böyle bir geciktirme ile insan günaha girmiş ol­maz. Zira hac hicretin altıncı yılında farzedildiği halde Hz. Peygamber hicretin dokuzuncu yılında hacca gitmiştir.

Evlenmeye gelince bunun hükmü insanın durumuna ve içinde bu­lunduğu şartlara göre değişir. Şöyle ki:

• Bir kimse evlenmediği takdirde zina ve benzeri günahlara düşe­ceğinden emin ise ona evlenmek farz olur.

• Bir kimse emin olma derecesinde olmasa da fuhuşa sürüklene­ceğinden korkarsa evlenmesi vacib olur.

• Evlendiği zaman eşine zulmedeceğinden, eşinin hakkını vere­meyeceğinden emin olan kimseye evlenmek haram olur.

• Evlendiği zaman eşinin hakkına riayet ederneyip ona zulmede­ceğinden emin olma derecesinde olmasa bile böyle bir ihtimal mevcut­sa evlenmek mekruh olur?

Evlense de evlenmese de durumu aynı olacak bir kimseye göre evlenmek mubahtır.

Gücü yeten ve mükellef (yükümlü) olan bekâr kimsenin hacca git­mesine bir engel yoktur. Yeter ki hacca gitmeye karar verdiği sırada ev­lenmeye ihtiyaç hissedecek durumda olmasın. Evlenmeyi hacca git­mekten önemli gören kimselerin durumu, kendisini günahtan koruma düşüncesine göredir. Bu durumda olan bir kimsenin evlenmeyi hacca gitmekten önceye alması daha hayırlıdır.

(Sahne ve ses) sanatçısı olan kimsenin hacca gitmesine engel olan bir şey yoktur. Şartlan yerine gelmiş ise her hangi bir müslüman gibi sanatçıya da hac farzdır. Zira o da bir insandır. Her şeyden önce dinin

emir ve öğretilerine uyan ve rabbinin gazabını çekecek ve dinine kötü­lük edecek şeyler yapmaktan kaçınan bir kimse olması gerekir.

Bekarın Hacca Gitmesi

 

SORU: Bekâr bir kimsenin hacca gitmesi caiz midir?

CEVAP: Hac, dinin rükünlerinden bir rükün ve İslâmiyet'in üzerine bina edildiği beş temelden biridir. Hz. Peygamber şöyle buyurur:

İslâm dini beş temel üzerine kurulmuştur:

1. Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in (s.a) O'nun peygamberi olduğuna tanıklık etmek,

2. Namaz kılmak,

3. Zekât vermek,

4. Oruç tutmak,

5. Yoluna gücü yetenler için Kabe'yi haccetmek.

Kur'an-ı Kerîm'de de: "Yoluna gücü yetenlerin o evi (Kabe'yi) haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır" (Âl-i İmran/97) Du­yurularak haccın farz olduğu ifade edilmiştir.

Fıkıh bilginleri ve diğer âlimler haccın farz olması için evli olma­nın şart olduğunu bildirmemişlerdir.

Haccın farz olması için gerekli şartlar bulunup, mükellef ve gücü yeter durumda olan müslümana hacca gitmek farz olur. Haccın farz olması için gerekli şartlar şunlardır: Müslüman olmak, akıllı olmak, Çağında olmak ve gücü yeter olmak.

Büyük İslâm fıkıhçılarından hiç birisi bekâr için haccın caiz olma-dığmı söylememiştir.

 

Hac Ve Kurban

 

SORU: Hacca gidip çocuklarına kurban edilecek hayvan bırakma­yan kimse hakkında hüküm nedir?

CEVAP: Kurban, Kurban bayramı günlerinde Allah'a ibadet etmek üzere kesilip boğazlanan hayvana verilen addır.

Kur'an'da: "Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" (Kevser/2) buvurularak buna işaret edilmiştir. Kurban kesmek, bayram namazı gibi hicretin ikinci yılında meşru olmuştur.

Müslim'in rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber, boynuzlu beyaz renkli iki koç kurban etmiş ve mübarek eliyle boğazlamış, kurbanı ke­serken besmele çekip tekbir getirmiştir.

Tüm müslümanlar kurbanın meşru olduğunda icma (görüş birliği) etmişlerdir.

Kurban, âlimlerin çoğunluğuna göre sünnet-i müekkededir. Kur­banı kesene sevap verilir, terkedene bir ceza yoktur. Kurban kesmek, yeterli parayı bulup, gücü yetene gerekli olur.[2]

Buna göre hacca giden kimseye çocukları için kurbanlık bırakma­sı ne farz, ne de vacibtir. Ailesi için kurbanlık bırakmadan hacceden kimsenin haccı sahih (geçerli)dir. Bu durum hacca zarar vermez.

 

Haram Mal İle Haccetmek

 

SORU: Bankaya para koyup, bu para ve buna verilen faizle hacca gitmenin hükmü nedir? Böyle bir hacc mebrûr hac olur mu?

CEVAP: Hac, İslâm dininin farzlarından biridir. Allah haccı ancak ona gücü yetenlere farz kılmıştır. Âl-i İmran suresinde (ayet 97) şöyle buyuruluyor:

Yoluna gücü yetenlerin o evi (Kabe'yi) haccetmesi Allah'ın insan-] ^r üzerinde bir hakkıdır.

Haccın Allah katında makbul olması, şüphe olmayan helâl mal ile yapılıp, adabına ve farzlarına riayet edilmesine bağlıdır. Hz. Peygam­ber şöyle buyurmuştur:

Her kim Allah için hacceder, haccında kadına yaklaşmaz, (cinsel ilişkide bulumrıaz) ve günah sayılacak şeylere yönelmezse (hac­dan dönerken) anasından doğduğu günki gibi (günahsız) döner.

Allah Teâlâ faizi haram kılmıştır. Kur'an'da bu, açık bir şekilde ifade edilmiştir:

Allah (c.c) ticareti helâl, faizi haram kılmıştır. (Bakara/275)

Fıkıh âlimleri haccın rükünlerini ve şartlarını eksiksiz yerine geti­ren kimseden hac farzının düşeceğini, fakat bu hac haram para ile ya­pılmış ise Allah katında makbul olmayacağını söylemişlerdir.

Bundan anlıyoruz ki bir kimse haram para ile haccederse bu kim­senin haccı Mebrur hac olmaz.

 

Haccın Sağlık Üzerindeki Etkisi

 

SORU: Haccın insan sağlığı üzerindeki etkisi nedir?

CEVAP: Hac dinin (ana) kurallarından ve İslâm'da emredilen farz-ardan biridir. Kur'an'daki: "Yoluna gücü yetenlerin"o evi (Kabe'yi) Ş-Ccetmeleri Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır" (Âl-i İmran/97) ye ı "e Allah Teâlâ'nın haccı insanlara farz kıldığı bildirilmiştir. diğer ayette de: "Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın" (Babuyurularak haccın emredildiği ifade edilmiştir.

Haccm ekonomik, sosyal ve dinî faydalarından fıkıh kitapları ge­niş bir şekilde söz etmiştir. Haccm insan sağlığı ve bedeni güçlendir­me ile ilgisi vardır. Çünkü en azından hac mü'minlerin dünyanın dört bir yanından Mekke'ye gelerek gerçekleştirdikleri bir seyahattir. Bu se­yahat çok çeşitli araçlarla yapılmaktadır. Bu seyahati gerçekleştirenle­rin kimisi yürüyerek, kimisi hayvanla, kimisi gemi, araba, tren veya uçak gibi araçlarla gelirler. İşte bu başlı başına bir değişim, yenilenme ve değişikliktir. Bu seyahatte bir canlılık ve hareket vardır. Böylece be­dende bir aktivite ve güçlenme olur.

Hac görevleri de buna yardımcı olmaktadır. Zira hacda bir yerden diğerine geçiş, bir takım yerlere iniş ve çıkış, tavaf, sa'y, telbiye, kur­ban, şeytan taşlama gibi çeşitli görevler vardır. Hacılar pek çok vakit açık havada ve güneşli yerde kalmak durumundadır. Arafat, Mina ve Müzdelife'de bir kaç gün çadır hayatı yaşarlar.

Hacda "Kendi kendinin hizmetçisi ol" prensibi yaşanır.

Hacıların çoğunluğu ihtiyaçlarını kendisi hazırlar, bunun için ça­lışır ve bir takım hareketler yapar. Bu, insana kendi ihtiyaçlarını karşı­lamada kendisine güven kazandırır, insanı güçlü ve hareketli kılar.

Hacla ilgili görevlerin ilki ihramdır. İhram, hac için niyet edip alı­şık olduğu günlük giysilerden soyunmaktır. Giymeye alışık olduğumuz kıyafetin bedene vermekte olduğu sıkıntıdan kurtulmaktır. Bu giysiler­den soyunan hacı basit ve hafif olan ihramı giyer.

İhram ridâ ve izâr denilen iki parçadan oluşur. Bir başka deyişle ihram, (büyükçe) iki havludan ibarettir. Bunlardan biri vücudun yuka­rı, diğeri aşağı kısmına sarılır.

İhram giysisi ile insan hafifliği ve sade yaşamayı öğrenir. Nitekim bu sade yaşayış, insanı yararlı ve koruyucu özelliği olan katı hayat şartlarına alıştırır.

İhram sırasında ayaklar da sadelikten nasibini alır. Çünkü ihram­daki insan ya etrafları açık bir ayakkabı veya çorapsız bir terlik giyer. Bu sadelik ayaklara ve parmaklara fayda sağlar.

Bazı tıp uzmanları ihram giysisinin güneş ışınları aldığını söyle­mektedirler. Bu bir çeşit güneş banyosudur ki insana güç ve sağlık ka-andırmasının yanında, onu kuşatan mikropları da öldürür. Böylece heden sıhhat ve afiyet içinde olur. Zira tıp bilimi ortaya koymuştur ki oüneş ışınları gerçekten mikropların gelişmesini geciktirmekte ve yok etmektedir.

Ayrıca bilimsel olarak tesbit edilmiştir ki insan bir süre güneşte kalınca vücutta yüzeyde bulunan akyuvarların sayısı artmaktadır. Öte yandan güneş altında kalmaktan dolayı lenf hücreleri oranı artmakta, parçalı çok çekirdekli akyuvarlar (poli morfo nükleer lokositler) azal­maktadır.                   -

Lenf hücreleri göğüs hastalıklarının âdeta bir savunma kalesidir. Göğüs hastalıklarında ve diğer rahatsızlıklarda güneşin tedavi edici ro­lü ortaya çıkmaktadır.

Güneşten yoksun olan kimseler romatizma ve raşitizm hastalığına yakalanma tehlikesi ile karşı karşıyadır.

Halk kesiminden bazı kimseler ihramdaki hikmeti iyi anlayama­maktadır. Zira onlar sanıyorlar ki ihrama giren kimse temizlenemez ve kir içinde yaşamak mecburiyetindendir. Bu, doğru bir anlayış değildir.

Zira ihrama girecek kişiyi İslâm dini temizliğe davet etmektedir, ihrama girerken banyo yapmak, traş olmak, tırnak kesmek ve diğer te­mizlikleri yapmak ve güzel kokular sürünmek gerekmektedir.

ihrama giren kimse her gün banyo yapabilir. İhrama girmek vücu­du kir içinde bırakmak demek değildir. Zira

Bu İslâmî Lebbeyk ilahisi nefsi aydınlatır, kalbi genişletir ve insa­nı Allah'ın hoşnutluk, lütuf ve ihsan kaynağına yöneltir.

Günümüzde bilimsel olarak ortaya konmuştur ki kalp temizliği güçlü bir iman ve sükûnet içinde olmak insan tedavisinde; insanın be­denini, duygularını, varlığını korumada yardımcı olmaktadır.

Hacda ihramdan sonra tavaf görevi gelmektedir.

Tava/Hacer'ul Esved'den başlayıp, gene onda bitmek üzere Kabe etrafında hacının yedi tur atmasıdır. Tavaf çabuk ve süratli yürüyerek (hervele ile) yapılır. Fıkıh âlimleri tavaf yapan kimsenin ilk üç turda süratli, diğer turlarda normal yürümesi gerektiğini bildirmişlerdir.

Hz. Peygamber'in hayatım anlatan kaynakların bildirdiğine göre Rasûlullah ashabına Hudeybiye umresinde tavaf yaparlarken şöyle demiştir:

Etrafındaki topluluğa (tavaf ederken) gücünü gösteren kişiye Al­lah rahmeti ile muamele eylesin.

Tavafta yapılan bu hareket bir çeşit dinî spordur. Süratli ve hafif hareketine rağmen ağırbaşlılık ifade eden bir spordur. Bu spor vücudu hareketlendirir ve kan dolaşımını iyi yönde etkiler.

Burada bir hususu hatırlatmalıyız: Tavaf sırasında Hacer'ul Es-ved'i öpmek veya ona dokunmak -halktan pek çok kimsenin sandığı gibi- ne farzdır, ne de vacibtir. Tavafa başlarken, her turun başında uzaktan da olsa (el ile) işaret etmek yeterlidir. Bu, bir çeşit tavafın baş­langıç yerini belirlemeye yaramaktadır.

Hac yapan kimseye Hacer'ul Esved'i öpmek veya ona dokunmak için sıkışıklık yapması, kendisini kalabalığın içine atması veya bunu gerçekleştirmek için hoş olmayan bir yola tevessül etmesi asla yakış­maz.

Burada hep birlikte Hz. Ömer'in Hacer'ul-Esved'in önünde söyle­diklerini hatırlayalım: Hz. Ömer şöyle diyor: "Allah'a yemin ederim k1 senin fayda ve zararı olmayan bir taş olduğunu kesinlikle biliyorum seni peygamber'in öptüğünü görmeseydim, ben de öpmezdim." Tavaftan sonra hacının zemzem suyundan içmesi âdet haline gelmiştir.

Uzmanların bildirdiğine göre bu su soda, kireç, asit içeren mâde-' bir sudur. Bu su, sindirim sistemi, böbrekler ve ciğer için yararlıdır.

Bu su hakkında çeşitli derecelerde hadisler vardır. Bize yaraşan bu ile ilgili hadislerden fazlasını söylememek ve bu su hakkında söyle­nen hadisleri iyi anlatmaktır.

Bu suyu kaynağından temiz bir şekilde çıkarmalı ve onu temiz bir şekilde kullanmalıyız. Zemzemi kullanacağım derken harem-i şerifin içerisini onunla ıslatmamalı ve kirletmemeliyiz.

Allah Abdullah b. Abbas'tan hoşnud olsun ki o zemzem içerken: "Allahım! Senden faydalı ilim, ve her derdime şifa isterim" diyerek dua edermiş.

Hac görevleri içerisinde Safa ile Merve arasında sa'y etmek de vardır.

Safa ve Merve -aralarında biraz mesafe olan yüksekçe birer te­pedir. Hacı bu iki tepe arasında yedi defa gider gelir. Bu gidişin bir kıs­mında hacı koşarak yürür. Sa'y hareket ve vücudu aktifleştirmek bakı­mından tavafa benzer. Ruh ve his kuvvetini ortaya koymak bakımın­dan da öyledir.

Sa'y Hz. İsmail'in annesi Hz. Hâcer'in hatırasını yenilemeye vesie olrnaktadır. Hz. Hâcer oğlu İsmail'in susuzluğu şiddetlenince Safa Merve arasında oradan oraya koşarak su anyordu. Suyu bulup oğlu îfnail'i kurtaracaktı. Hz. Allah onun duasını kabul ederek onu su aranaktan kurtarıp Zemzem kuyusunu ona buldurdu.

Bu hâtırada bir ibret vardır. Bu sa'y, insanın hayatını korumak, ha-ehlike faktörlerinden uzaklaştırmak için gayret edip çalışmakgösterir. Kur'an'da da: "Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye nayın" (Bakara/195) buyurulmaktadır.

Hacı, hac ile ilgili görevlerini yerine getirirken çok çok dualar eder. İhlaslı, sadıkane ve tâ içten gelen dua insanın ruhuna sıcak bir banyo yaptırmasına benzer. Böyle bir duadan sonra kişi benliğinde bir rahat, huzur ve doyum hisseder.

Hacının hangi duaları yapacağı meselesine girersek konu uzar gi­der. Ancak bu dualardan bir iki örnek vermekle yetineceğiz. Bu dualar insanın benliğine güven vermektedir. Hz. Peygamber'den ve İslâm bü­yüklerinden aktarılan dualardan bazıları şöyledir:

Allahım! Benim dinimi düzelt dünyamı da düzelt.

Allahım! Benim için her türlü hayn ziyadeleştir. Öldüğüm takdir­de ölüm ile beni kötülüklerden kurtar. Allahım! Üzüntü ve keder­den, acizlik ve tembellikten, korkaklık ve miskinlikten, borca bat­maktan ve insanların baskısından sana sığınırım.

Allahım! Senden affını ve dinimde, dünyamda, malımda sağlık di­lerim. Allahım! Kusurlarımı ört, korktuklarımdan emin eyle. Önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan üstümden altımdan (gelecek tehlikelerden) beni muhafaza eyle. Bir sû-i kasd'a uğra­maktan koru.

Allahım! Senden cenneti ve cennete yaklaştıran şeyleri istiyorum. Senden hakkımda verdiğin her hükmün hayırlı olmasını dilerim.

İlah yalnızca Allah'tır. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamd O'nadır. Yaşatan O'dur, öldüren de O'dur. Hayır O'nun elindedir. O'nun her şeye gücü yeter.

Hacda Arafat dağında vakfe de yapılır.

Arafat vakfesinde hacıların gününü Arafat dağı eteklerinde geçir­mesi âdet olmuştur. Arafat üzerinde kurulan çadırlar öylesine bir man­zara oluşturur ki gözün gördüğü her yer çadırdır. Hatta gözle görüle­meyecek kadar uzakta bile çadırlar vardır.

Çevresine bakan tüm genişliği ile gökyüzünü, güzel havayı, açık atmosferi uzayıp giden dağlan görür. Sanki bu gün -deyim yerinde

müslüman izcilerinin randevu günüdür. Hatta sanki hacılar h'nlerce çadırdan oluşan bir izci şehri oluşturmuşlardır. O günün ile Arafat dağını boşaltıp bu çadır ve bir günlük alet edevatı Jrkedip Arafat'tan giderler. gün içerisindeki bu toplanıp dağılma, süratli hareket, fazla ak ite yardımlaşarak toplanmanın şahane bir görünümüdür.

Arafat vakfesini izleyen günde hacılar kurban kesmeye giderler. Ru kurban kesme eylemi Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban etme ola­nda Aiiah tarafından gönderilen kurbanlık koçun hatırasını hatırlatı­yor Zaten bu olayı tarih ebedileştirmiştir. Aynca bu kurban kesme işi Allah'ın emri uğrunda*fedâkârlığın bir sembolüdür.

Gene bu günde -Kurban bayramının ilk gününde- şeytan taşlama işlemi başlar. Taşlamada (ilk gün bir yere 2. ve bayram günlerinde) üç ayn yere (yedişer tane olmak üzere) taş atılır. Maddi bir eylem olan bu taşlamada, psikolojik olarak var olan kararlılığa el hareketleri de katılarak şeytanın vesvesesine karşı koyma ve batıl ile savaş vardır.

Sanki taşlama yapan her hacı bu uygulama ile şöyle demektedir: Hac görevini yaparak iç dünyamı temizledim. İşte şimdi ben bu taşla­rı ciddi bir kararlılıkla ve canlılıkla atıyorum. Bu taşlar, hakkı destek­lemek, batıla karşı savaşmak uğrunda sarfedeceğim gayretin kalpten gelen ifadesine elimle destek vermemin göstergesidir.

insan hacda pek çok marifet, dostluk ve yücelik kazanır. Hacılar arasında güzel ilişkiler ve değerli kardeşlikler oluşur. Bunlar o derece­dedir ki hacıların aile bireyleri bile bu ilişki ve kardeşlikten mutlu olur, huzur duyarlar.

Zira bu ilişki ve kardeşlik yüce yaratıcıya tevbe ve ibadetle koşar-n meydana gelmiş, vahyin indiği yerin ortamında gelişmiş büyümüş Medine'de Hz. Peygamber'in huzuruna vardıklarında güçlenmiş,

 esnasında kendisinin bir hiç olduğunu, din kardeşlerinin i) olduğunu düşünür. Her şeyden önce medenî bir varlık

ise olarak tek başına varlığını sürdüremeyeceğini bilir. Dostsuz ve arka-daşsız olma halinde hayatın yükünün ne kadar ağır olduğunu anlar.

Güzel dostluklar, sadıkane kaynaşmalar olursa hayatın yükünü taşımak ne kolaydır? İhlaslı iyi dostlar insana güven ve huzur verirler. Bu ise yaşadığımız hayatta düzgün ve sağlıklı bir yaşantının yardım-asıdır.

Hac, tüm bunların üstünde mukaddes belde harem-i şerifte oradan oraya taşınan bir ziyafet gibidir. Hacı evinden kutsal yerlere yolculuğa çıkar harem-i şerife varınca tavafını ve sa'yını yapar. Arafat'a çıkıp, Mina ve Müzdelife'ye gider. Bu görevlerden sonra tekrar Kabe'ye dö­ner. Mekke'den sonra Medine'ye gidip Hz. Peygamberin mescidini zi­yaret eder. Medine'de fıkıh âlimlerinin ziyaret edilmesini müstehab saydığı yerleri ziyaret eder.

Buralar Bakî mezarlığı, Uhud şehitleri, Küba mescidi, diğer hatı­ra ve ibret dolu ziyaret yerleridir.

İnsan tüm bu yolculuk ve ziyaretlerde ilâhi ziyafetin ve rabbani ikramın tadını hisseder.

Hz. Peygamber bunu şöyle ifade buyurur:

Hac ve umre için gelenler Allah'ı ziyarete gelmiş bir heyettir. Dua ederlerse duaları kabul olunur. Bağışlanmalarını dilerlerse bağış­lanırlar.

Güvenlik yeri olan Allah'ın hareminde düşmanlık, taşkınlık gibi şeyler caiz değildir. Oradaki insanlar güvenlik içinde olduğu gibi hay­vanlar da güvenlik içinde olurlar.

Cenab-ı Hak Kur'an'da şu ayetlerle bunu bildiriyor:

Biz beyt'i (Kabe'yi) insanlara (sevap için) toplantı ve güven yeri kıldık. (Bakara/125)

Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet eder (ihrama gi-rer)se, hac esnasında kadına yaklaşmak (cinsel ilişkide bulun­mak), günah sayılan davranışlara yönelmek ve kavga etmek yok-

tur. Hayır işlerden neyi yaparsanız, Allah onu bilir. (Ey mü'min-ler!) Ahiret için azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Yalnız benden korkun. (Bakara/197)

İslâm dininin insanı hep iyiye yöneltici emir ve yasakları şunu bil­diriyor ki insan hac gibi bir görevi yapmaya karar verince ihtiyatlı ol­malı; sağlıklı olup olmadığına, gücünün yerinde olup olmadığına bak­malıdır- Zira bu Özellikler yoksa kendisine hac farz olmaz.

Hacca gidecek kimse bir takım hastalıklara karşı aşısını olmalı, kullandığı ilaçlan varsa onları yanına almalıdır. Hz. Peygamberin de ifade buyurduğu gibi derdi yaratan Allah, devasını da yaratmıştır.

Hacı her durumda temiz olmalıdır. Dinimiz hem duygu, hem be­den temizliğine önem veren bir dindir.

Hacı her işinde normal olmalı, aşırılığa kaçmamalıdır. Yollan ve bulunduğu yerleri kirletmekten kaçınıp oraları pislikten ve mikropların yayılmasından korumalıdır.

Böylece güzel bir hac yapmış olacak, netice itibariyle bol sevaba nail olacaktır.

 

Haccın Çeşitleri

 

SORU: Haccın çeşitleri olduğu söyleniyor. Bunlar nelerdir?

CEVAP: Bu konuda söylenebilecek doğru ifade şudur: Hac üç çeşit  nac  ihrama girerken şu üç çeşitten biri için ihrama girilir:

Bunlardan birincisi îfrad, ikincisi Temettü, üçüncüsü Kıran hacfrad haccı, mikat yerinde ihrama girerken sadece haccetmek üzeb,nıyet etmekle olur. İfrad haccı yapan kimse "Lebbeyk Allahümme ihraccın" dıyerek telbiye getirir. Hac ile ilgili görevler bitinceye kadar olarak kalır. Bu görevlerin bitişinden sonra isterse ayrıca umre yapar. Bu durumda olan hacıya (hac görevlerinden dolayı) kurban kes­mek gerekmez.

Kıran haccı, mikat yerinde hem umreye, hem hacca niyet ederek ihrama girmekle olur. Kıran haccı yapan kimse telbiyesinde: "Lebbeyk Allahümme bi haccin ve umretin" diyerek telbiye getirir.

Kıran haccı yapan kimse de hac görevleri bitene kadar ihramda kalır. Bu kimseye Mekke'ye geldiğinde bir tavaf ve bir sa'y yapması yeterlidir.

Temettü kaçanda, hac aylarında bir umre ve bir hac yapma imkânı vardır. (Gerçi Kıran haccında da durum aynıdır. Fakat kıran haccında umre ve hac tek ihram ile, temettu'da ise iki ayn ihram ile olmaktadır.)

Temettü haccı yapan kimse umresini tamamlayınca ihramdan çı­kar. Normal giysileri içinde hac görevi başlayıncaya kadar günlerini geçirir. İlk defa mikâtta ihrama girerken "Lebbeyk Allahümme bi um­retin" diyerek telbiye getirir. Zülhicce ayının sekizinci günü hac için yeniden ihrama girer. Temettü haccı yapan kimse de hac sonunda kur­ban keser.

 

Hac Ve Evlilik

 

SORU: Henüz evlenmediğim halde haccetmek istiyorum. Bu caiz midir? Babamın ve annemin yerine haccedebilir miyim? Suudi Arabis­tan'a hac için değil, çalışmak üzere gitmem caiz midir?

CEVAP: Hac, islâm dininin beş ana kuralından biridir. Allah onu gücü yetene farz kılmıştır. Cenab-ı Hak Kur'an'da: "Gücü yeten kim­seye o evi (Kabe'yi) haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkı­dır" (Âl-i İmran/97) buyurmuştur.

Bir kimse için ekonomik, sağlık ve yol güvenliği gibi şartlar oluş­muş ise hac ona farz olur. Fıkıh âlimlerinden bazıları bu farz oluşun he­men (fevri), bazıları ise gecikerek olduğunu söylemişlerdir.

Bununla beraber durum elverişli olup, bir engeli olmayan kimse   hemen hac görevini yerine getirmeye girişmesi güze] bir şeydir. Zi-elecek bilinmezlerle doludur. Cenab-ı Hak: "Hiç kimse nerede öle­ceğim bilmez" (Lokman/34) buyuruyor.

Fvlenmekle hac arasında bir bağ, birinin yerine getirilmesinin di­ğerine bağlı olduğu gibi bir durum yoktur. Evlenmeyen bir kimsenin hacca gitmesi mümkündür. Şu kadar ki burada bir hususu hatırlatmalı­yız: Evlenmediği takdirde fuhuşa düşüp günaha girmesi kesin olan kim­seye, evlenmek ve böylece nefsini korumak farz olur. Böyle bir durum­da evlenmenin önceliği vardır. Daha sonra mümkün olursa hacca gider.

Annesi ve babası hacca gitmeden vefat eden kişinin onların yeri­ne hacca gitmesi dinimizde meşru bir davranıştır. Zira gücü olduğu halde edâ edilmeyen farz, o kimsenin üzerinde borçtur. Hz. Peygam-ber'in de işaret buyurduğu gibi Allah'ın borcu ödenmeye daha çok la­yıktır. Bu itibarla soru sahibinin ana-babası için hacca gitmesine bir engel yoktur. Yeter ki buna gücü yetiyor olsun.

Suudi Arabistan'a çalışmak için gitmek ile hac yapmak arasında bir çelişki yoktur. Fakat burada soru bize göre şunu dile getirmeye ça­lışıyor: Anlaşılıyor ki soru sahibi Suudi Arabistan'a gidecek, vahyin in­diği yerde ve hac yapılan yerlerin yakınında olacaktır. Harem-i şerifin, Beyt'ullah'ın yakınında olup da hac görevini yerine getirmeden hac se­zonunu geçirmek olacak şey midir?

Bu kimse iş için Suudi Arabistan'a gidebilir. Sezonu gelince hac-ıı da yapar. Böylece iki güzelliği bir araya getirmiş olur.

haccetmesi Allah'ın kulları üzerinde bir hakkıdır" (Âl-i İmran/97) bu-yuruluyor.

Sorudan anlaşıldığına göre bir kaç kardeş arasından yaşı en küçük olanı üzerine hac farz olmuştur. Hac görevini edâ etmek üzere gereke­ni yapacak, ama "büyüklerim hacca gitmemişken ben nasıl hacca gide­yim?" gibi bir sıkıntı içerisinde bulunuyor.

Lâkin insanın kendi durumuna iyice bir bakması gerekir. Hz. Kur'an şöyle der:

İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması ilerde görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir. (Necm/39-41)

Bu küçük kardeşin hacca gitmesi için gerekli şartlar oluşmuş ise, büyük kardeşleri hacca gitmemiş olsa da hac görevini yerine getirme­si gerekir. Şayet hacca gidecek durumu yoksa Allah'ın kendisine o im­kânı lütuf ve kereminden vermesini bekler.

Soruda sözü edilen kardeşlerin kazancı ve sahip oldukları paralar aralarında ortak olup ellerindeki para ancak geçimlerini temin etmeye yetecek kadar ise, onların hacca gitmekte acele etmeleri gerekmez. Bu

durumda küçük kardeşin de hacca gitmesinin gerekmeyeceği açıktır.

 

Tevbe Etmek İçin Hac Yapmak

 

SORU: Adam öldürmeyi alışkanlık haline getiren kimsenin, güna­hına tevbe etmek için hacca gitmesi caiz midir? Eğer giderse haccı ka­bul edilir mi?

CEVAP: İnsan öldürmek suçların en büyüğü ve günahların en çir­kinidir. Bu konuda şu ayeti zikretmemiz yeterlidir:

Kim bir mü'mini kasden öldürürse, cezası içinde ebediyyen kala­cağı cehennemdir. Allah ona gazap ve lanet etmiş, onun için bü­yük bir azap hazırlamıştır. (Nisa/93) İnsan öldüren kimsenin tevbesinin kabul edilip edilmeyeceği hu­susunda fıkıh âlimleri arasında görüş ayrılığı vardır. Kimisi suçunun büyüklüğü sebebiyle tevbesinin kabul edilmeyeceği görüşündedir. Ba­zıları ise bu kimsenin tevbenin şartlarını yerine getirdiği takdirde tev­besinin kabul edileceğini söylemişlerdir.

Buna göre insan öldürmeyi alışkanlık haline getiren adamın önce cinayet işlemeyi kesin bir şekilde bırakması, ardından azimli, ihlaslı ve samimi bir şekilde tevbe etmesi gerekir. Ayrıca gücü yettiğince işledi­ği insan öldürme suçundan dolayı çeşitli yollarla keffaret vermesi ge­rekir. Tevbesi sâdık bir tevbe olduğu zaman, hidayete erip doğru yol üzere yaşamaya başlayınca artık hacca gidebilir. O hac ki hakkında Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Her kim Allah için hacceder, orada çirkin şeyler yapmaz, günah sayılan şeylere yönelmezse, (hacdan dönerken) anasından doğdu­ğu günkü gibi (günahsız olarak) döner.

Fakat soruda sözü edilen adam sadece dış görünüş ve şekil bakı­mından hac yaparsa bu hac, o kimsenin Allah'a karşı sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. Çünkü hacca gitmekten maksadı, alışkanlık haline getirdiği cinayet işlemekten, suçsuz insanları öldürmekten kurtulmak­tır. Bu adamın durumu, yaptığı ibadetle insanları kandırmak isteyen bir tüccarın durumuna çok benzer. Oysa bu aldatıcı ibadetin bir faydası yoktur.

Soruda sözü geçen adam önce yaptığına pişman olarak cinayetle­rine son vermeli ve bir daha böyle bir günah işlememeye kesin karar vermelidir. Bu kararında ve bu konudaki davranışlarında tam bir ihlas içinde olmalıdır. Ayrıca gücü yettiğince hakkını çiğnediği insanlara haklarını geri vermelidir.

 

Kadın Ve Hac

 

SORU: Bekâr kadın'ın haccetmesi caiz mi? Haccettiği takdirde haccı sahih olur mu?

CEVAP: Kadının haccmın sahih olması için evlilik şart değildir. Kendisine hac farz olan kadın, fıkıh âlimlerinin bildirdiği şartlara ri­ayet ederek haccını yaparsa haccı sahih olur. Evli olması ile bekâr ol­ması arasında fark yoktur.

Fıkıh âlimlerinin bildirdiğine göre kadın hacca giderken yanında eşi, babası, amcası, erkek kardeşi gibi bir mahreminin bulunması gerekir.

Bazı fıkıh âlimleri şu görüştedir:

Kadın hacca giderken yanında gidecek mahrem birini bulamazsa dinî ve ahlâkî yönden güvenilir bir arkadaş grubu ile hacca gittiği tak­dirde haccı sahih olur. Hatta bazı fıkıh bilginleri yol güvenliği bulunup canı ve ırzı konusunda endişe edecek bir durum yoksa kadının tek ba­şına hacca gitmesinin sahih olduğunu söylemişlerdir.

Bununla beraber en faziletlisi kadının hacca giderken yanında bir mahreminin bulunmasıdır. Fıkıh âlimlerinin cumhuru (çoğunluğu bu) görüştedir.

 

Anası Adına Haccetmek

 

SORU: Anasını hacca göndermeye niyet eden, ancak ekonomik du­rumu nedeniyle gönderemeyen, sonra da annesi vefat eden kişi, ekono­mik durumu düzeldiğinde annesi adına haccedebilir mi?

CEVAP: Hz. Allah, annesini hacca göndermek isteyen, fakat, buna güç yetiremeyen, durumu düzeldiğinde onun yerine hacca gitmek iste­yen bu oğulu şükreden bir kulu olarak mükâfatlandırıp sevap verir.

Şayet gücü yetmez de vaadini yerine getiremezse kendisine birşey gerekmez. İmkânı elverirse annesinin yerine haccetmesi caiz hatta gü­zel olur.

Daha önceki sorularda başkası adına haccetme konusu geniş bir şekilde işlenmiştir. Uzun açıklama için o soruların cevaplarına bakılsın.

 

Ölü Yerine Hac

 

SORU: Bir kimse vefat eden biri yerine haccedebilir mi?

CEVAP: Fıkıh âlimleri bir kimsenin vefat eden annesi veya babası adına haccetmesinin caiz olduğunu bildirmişlerdir.

Rivayet olunduğuna göre bir adam Hz. Peygamber'e gelip annesi­nin haccedemeden vefat ettiğini, onun yerine haccedip edemiyeceğini sormuştur. Hz. Peygamber ona:."Annen borç bırakarak ölseydi, onu öder miydin?" buyurdu. Adam: "Evet" deyince: "Allah'ın hakkı Öde­meye daha çok layıktır" buyurdu.

Yine bir kadın Hz. Peygamber'e gelerek babası ile ilgili aynı şeyi sormuş, Rasûlullah ona da babasının yerine haccetmesini emretmiştir.

Fıkıh âlimlerinden bazıları, başkasının yerine hacceden kimsenin, kendisinin farz olan haccı yapmış olması gerektiğini söylemişlerdir. Zira, başkasına farz olan bir ibadeti vekâletle yapan kimsenin üzerin­de aynı ibadet borcunun bulunmaması gerekir.

 

Temettü Haccı

 

SORU: Temettü haccı nasıl bir hacdır?

CEVAP: İslâmî bir terim olarak temettü, bir yıl içerisinde hac ayla­rında hacının memleketine dönmeden hem umre, hem hac görevlerini (her biri için ayrı ayrı ihrama girerek) yerine getirmesidir.

Temettü haccı iki çeşittir:

1. Hac için kurbanı önceden göndermeden yapılan temettü hacadır.

Buna niyet eden kimse mikat yerinden veya daha öncesinden um-re için ihrama girer. Mekke'ye varınca umre için tavaf edip, Safa-Mer-Ve arasında sa'y eder. Dilerse ihramında kalmaya devam eder, dilerse ""aŞ olur veya saçını kısaltmak suretiyle ihramdan çıkar. Daha sonra zilhicce ayının sekizinci günü -ki bu güne terviye günü denir- hac için yeniden ihrama girer. Hac ile ilgili görevleri yerine getirir. Bayramın ilk günü Akabe taşlamasını yaptıktan sonra Allah'ın temettü haccını nasib etmesinden dolayı şükür için kurban keser.

2. Önceden hac için kurban göndererek yapılan temettü hacadır.

Bunda önce umre için ihrama girilir. Sonra kurbanlık Mekke'ye gönderilir. Umre ile ilgili görevler bitince traş veya saç kısaltmak yo­luyla ihramdan çıkmadan yeniden hac için ihrama girilir ve hac ile il­gili görevler yerine getirilir. Kurban bayramı günü traş olunca hem umre, hem hac ihramından birlikte çıkılmış olur.

 

Hayızlı Kadının Tavafı

 

SORU: Hac esnasında Kabe'yi tavaf etmeden hayız gören kadın na­sıl hareket edecektir?

CEVAP: İbn'ul Kayyım î'lâm'ul Muvakkîn isimli kitabında bu me­sele etrafında uzun uzadıya izahlar yapmıştır:

Hz. Peygamber'in hayızlı kadın için hacla ilgili olarak: "Hacı ne yapıyorsa sen de yap. Yalnız Kabe'yi tavaf etme" hadisini zikret­tikten sonra şunları söyler: "Hz. Peygamber'in bu sözünün her du­rum ve zamanda geçerli olduğunu sananlar vardır. Bunlar güç yet­me durumu ile acizlik durumunu birbirinden ayırmamışlardır. Ha­yız gören kadının hayız süresi bitinceye kadar bekleme imkânının olmasıyla olmaması arasındaki farkı dikkate almamışlar, Hz. Pey­gamber'in hadisinin zahirine dayanmışlardır.

Bu meselede iki grup arasında tartışma vardır.

Birinci gruba göre hayızlı kadının tavafı sahih olur. Bunlar hayız halini tavafa engel saymamışlardır. Tavaf etmek için temiz olmak vacib olduğuna göre, bu vacib yerine gelmemiş ise kurban kese­rek bu eksiklik telâfi edilebilir. Böylece hayızdan temizlenmeden yapılan tavaf geçerli olur.

İkinci gruba göre tavafta temiz olmanın şart ve vacib olması, na­mazda tesettürün (örtülü olmanın) şart ve farz olması gibidir. Bu­na güç yetiyorsa yerine getirmek şart ve vacib olur. Acizlik halin­de şart ve vacib olması söz konusu olmaz.

Taharet (abdestli veya gerekiyorsa gusletmiş olmak) halinin tavaf­ta şart ve vacib olması, namazda şart ve farz olmasından daha bü­yük ve önemli değildir. Taharet, acizlik hâlinde namaz için şart ol­maktan çıkar. Öyle ise acizlik halinde tavaf için şart olmaktan çık­ması haydi haydi olur.

İbn'ul Kayyım devamla şöyle diyor:

Bu zamanlarda hacca gitmek üzere Mekke'ye gelen kafilelere, ha­yızlı olduğu için tavaf edemeyen kadın yüzünden beklemek zor olmaktadır. Kadının temizlenip tavaf etmesini beklemek gecikme­lere sebep olmaktadır.

İbn'ul Kayyım bu durumu bir kaç kısımda inceledikten sonra (ka­filesi bekleyemeyecek durumda olan) güçlük içindeki kadının, yapa­bildiği hac görevlerini yapacağını, aciz olduğu şart ve vaciblerin düşe­ceğini söylemiştir. Bunu söylerken şu ayete dayanmıştır:

...Gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. (Tegabûn/16) Ayrıca şu hadis de İbn'ul Kayyım'ın delili olmuştur:

Ben size birşey emrettiğim zaman gücünüz yettiği kadar onu ye­rine getirin.

Daha sonra İbn'ul Kayyım şöyle der:

Bu hayızlı kadın, (kafilesinin beklemesi mümkün değilse) bu ha­liyle tavafını yapar. Zira kadın için bir zaruret söz konusudur. Bunda dinin kurallarına ters düşen bir durum yoktur. Bilakis bu dinin kuralları ile uyum halindedir. Çünkü "vacib veya şartın kud­ret halinde yapılması, acizlik halinde düşmesi" din kurallarından-dır. Dinimizde aciz olma halinde vacib, zorunluluk halinde haram ortadan kalkar.

İbn'ul Kayyım devamla der ki:

Bir kadın hayızlı veya cünüp iken, düşman korkusu veya fuhşa zorlanmak yahut malının alınmasından korkmak gibi bir durumla karşı karşıya kalır ve camiden başka sığınacak yer bulamazsa, bu haliyle camiye girebilir.

Hayız gördüğü için tavaf yapamayan, temizlenip guslederek tavaf etmeyi beklediği takdirde kafilesi Mekke'den ayrılacak olan kadı­nın durumu buna yakındır. Zira kadıncağız kafileden ayrılıp tavaf için Mekke'de kalsa malı, canı ve namusu hususunda savunmasız kalacaktır.

Hz. Peygamber hayızlı kadının Kur'an okumasını yasaklamamış­tır. "Hayız gören kadın ve cünüp olan kimse Kur'an'dan bir şey okumasın" şeklindeki hadis sahih değildir. Bu hadis malûl (illet­ledir. Bazıları bu hadisin bâtıl (asılsız) olduğunu söylemiştir.

(Yazar böyle diyorsa da hadisin ciddi bir kritiği ve sahih olduğu üzerinde hadis tenkitcilerince uzun uzadıya araştırmalar yapılmış­tır. Nasb'ur-Râye sahibi Zeylaî bu konuda ciddi araştırma yapan­lardan birisidir. Bu hadisin Hz. Peygamber'den sahih olarak riva­yet edildiği veya en azından bu hadisi destekleyen başka hadisler olduğu hususunda bakınız: Nasb'ur-Râye, Zeylaî, 1/195 ilâ 198)

Bu hadisin sahih olmadığını dikkate alırsak hayızlı kimseyi cünüp olana kıyaslamamıza bir engel kalmıyor. İhtiyacından dolayı ha­yızlı kadının Kur'an okumasına engel olmadığına göre kafilenin gitmesi gibi bir gerekçeden dolayı kadının tavafını yapması şid­detli bir ihtiyaçtır. Buna göre, bu ihtiyaçtan dolayı hayızlı iken ta­vaf yapmasına engel olunmaması daha evlâdır.

 

Gazali Ve Hac

 

SORU: İmam-ı Gazali hacdan nasıl bahsediyor?

CEVAP: İlim adamlarınca meşhurdur ki Gazâli'nin en büyük kitabı İhyâ-ı Ulum'id'Dîn'dir.

Gazali bu kitabını çeşitli bölümlere ayırmış, her bir bölümün ba­şına Kitab unvanı koymuştur. Hac konusunda da Kitab-u Esrâr'il Hac unvanı ile açtığı bir bölümde derin ve inceden inceye söz etmiştir.

Gazali bu bölüme âdeti olduğu üzere sanatkârâne bir açışla gir­miştir. Bu, bir bölümün girişi olmaktan çok minberde irad edilen bir hutbeye benzemektedir.

Gazali hac kısmının girişinde şöyle diyor:

Kelime-i tevhidj, kullarını koruyan bir hale kılan Allah'a hamdol-sun. O Allah ki en eski ev'i -Beyt'ul Atîk'i- insanlara (sevap için) toplantı ve güven yeri kılmıştır.

O Allah ki, Kabe'ye Allah'ın evi demiş, o evi kendine nisbet ede­rek şereflendirmiş, korumuş ve böyle bir ihsanı lütfetmiştir.

O Allah ki Kabe'nin ziyaret edilip tavaf edilmesini kulu ile azap arasına bir perde ve kalkan kılmıştır.

Ümmetin efendisi ve rahmet peygamberi Muhammed'e (s.a), hak­kın önderi, halkın efendileri olan ehl-i beytine ve ashabına çok çok salât ve selamlar olsun. Sen de benimle birlikte görüyorsun ki bu giriş, konuya, sözü edi­lecek alana dair işaretler içermektedir. Zira Beyt-i Atifc'ten (Ka­be'den), orasının toplantı yeri olduğundan, ziyaretten, tavaftan söz ediyor. Bu ifadelerin her biri ilerde üzerinde konuşulacak meselelere birer işarettir.

Değerli okuyucu!

Huccet'ul İslâm Gazali hac farizasından şu tabirlerle söz ediyor:

Hac ömrün ibadeti, İslâmiyet'in tamam olması ve dinin mükemrnelleşmesidir.

(Gazali bu sözleri boşuna söylemiyor). Çünkü o zihninde apaçık bir metoda sahiptir. Daha işin başında metodunu zihninde çizmiş, plan­lamıştır.

Gazâli'yi hac konusunu üç bölüme ayırmış olarak görmekteyiz: Birinci bölüm: Mekke, Medine, Kabe ve haccın fazileti

İkinci bölüm: Dış görünüşü ve şekil itibariyle hacla ilgili yapıla­cak işler;

Üçüncü bölüm: Haccın esrarı ve bâtınî edepleri.

Gazali çeşitli muamelât ve ibadet meselelerinden söz ederken ko­nudaki fıkhı hükümleri mezhebinin ışığında kısaca beyan eder. Bilin­diği üzere Gazali Şafii mezhebindendir.

Fakat Gazali, ibadet ve muamelâtın edep ve sırlarından söz eder­ken coşar ve taşar. Burada onun tâsavvufçuluğu ortaya çıkar ve mese­lelerin esrarına ve inceliğine olan vukufiyeti belirir.

Hac konusunda önce şu ayeti delil gösterir:

İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yollardan yorgun argın develer üzerinde sana (Kabe'ye) gel­sinler. (Hac/27)

Daha sonra şu hadise yer verir:

Allah katında makbul (mebrûr) bir hac, dünyadan ve dünyanın

içindekilerden daha hayırlıdır.

Bundan sonra şu noktaya işaret eder: Mekke Allah'ın saygın kıldı­ğı şehri ve Peygamberini gönderdiği yerdir.

Dünyanın hiç bir yerinde insan gerçekleştirmediği niyetinden so­rumlu tutulmaz. Ancak Mekke böyle değildir. Orada kötü niyetlerden dolayı insan sorumludur. Zira Kur'an'da: "Her kim orada (Mekke'de) zulüm ile haktan sapmak isterse, ona acı azaptan tattırırız" (Hac/25) buyurulmuştur.

Görülüyor ki sadece haktan sapmak istemekle cezalandırılmak sözkonusudur.

Hz Peygamber de Mekke'yi şöyle tavsif ediyor:

(Ev Mekke) şüphesiz sen, Allah'ın en hayırlı arzısın ve bana Al­lah'ın beldelerinden en sevimli olanısın.

Mekke'den sonra Medine gelir. Hz. Peygamber Medine'deki mes­cidinin şöyle söz ediyor:

Benim mescidimde kılınan bir namaz Mescid-i Haram (Kabe) dı­şında her hangi bir camide kılınan bin namazdan daha hayırlıdır.

Gazali haccın vacib olmasının şartlarından söz ederek bunların İs­lâm, baliğ olmak, akıl, hürriyet ve gücü yetmek olduğunu söylüyor. Hac ömürde bir kere.farzdır. Bununla beraber Gazali hacca gitmeyi bir müddet ertelemenin caiz olacağı görüşündedir. Bu konuda Gazali şun­ları söylüyor: "Gücü yetene hac farzdır. Bu kimse hacca gitmeyi gecik­tirebilir. Fakat durumu tehlikelidir; eğer ömrünün son deminde hacca gidebilirse hac borcu yerine gelmiş olur. Şayet hacca gitmeden ölürse haccı terk etmiş olmakla günahkâr olur.

Bu kimse vasiyet etmese de diğer borçları gibi hac borcu da tere­kesinden karşılanarak adına hac yaptırılır.

Gücü yeten bir kimse o yıl hacca gitmez ve aynı yıl mali gücünü kaybederse hâc borcu ondan düşer.

Zengin olduğu halde haccetmezse Allah katında onun durumu pek kötüdür.

Hz. Ömer şöyle diyor:

Arzu ettim ki şehirlerdeki valilerime birer emirname yazıp, zen­gin olduğu halde haccetmeyen varsa onlara (hristiyan ve yahudi-lere uygulandığı gibi) cizye vergisi koyayım. adamın zengin olduğu halde hacca gitmediğini bilirsem, öldü-8U takdirde cenaze namazını kılmam.

1. İhrama girmek,

Bunlardan birinin zengin bir komşusu varmış. Haccetmeden vefat etmiş. Bu zat (söylediği gibi) onun cenaze namazını kılmamış.

Abdullah b. Abbas şöyle diyor: "Zekât ve hac görevini yerine ge­tirmeden ölen kimse öldükten sonra (bunları yapabilmek için) dünya­ya gönderilmesini isteyecektir. Kur'an'da bu durumu belirtmek için: ".. .Rabbim beni geri gönder. Tâ ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş(ler) yapayım!" (Mü'minun/99-100) buyuruluyor.

Haccın farzları beştir. Bunlar sırası ile şunlardır:

2. Arafat vakfesi,

3. Arafat vakfesinden sonra tavaf etmek,

4. Arafat vakfesinden sonra tavafı müteakiben sa'y yapmak,

5. Sa'ydan sonra tıraş olmak.

İhramda iken yapılması yasak olan şeyler ise şunlardır:

a. Dikişli elbise giymek,

b. Koku sürünmek,

c. Tıraş olmak veya saç kırpmak,

d. Kadınla cinsel ilişkide bulunmak veya cinsel ilişki öncesinde yapılanları yapmak,

e. Eti yenen kara hayvanlarını avlamak.

Gazâli'ye göre hacda yapılması gereken işler şunlardır:

1. Hacca niyetlenen kişi işe tevbe etmekle başlar. Borçlarını öder. Birilerinin hakkını üzerine geçirdi ise onları sahiplerine geri verir. Kendisine emânet bırakılmış şeyler varsa onlan sahiplerine iade eder. Yolculuğu sırasında ve dönüşünde bakımı ile yükümlü olduğu kimse­lerin ihtiyacını karşılamak için gerekeni yapar.

2. Yolculuğunda kendisi ile birlikte olacak ve Allah'ın hoşnut ola­cağı şeylerden söz edecek, hayırda yardımcı olacak iyi arkadaş edinir.

3. Evinden çıkmaya karar verince aşağıdaki dualara benzer dualar eder:

Allahım! Yolculuğumda yoldaşım sensin. Geride bıraktığım ma­lım, çoluk çocuğum ve dostlarım sana emanet. Bizi ve onları her türlü âfet ve dertten koru. Allahım! Bu yolculuğumda senden iyi­lik ve takva üzerinde olmamı ve senin rızanı kazandıracak işler yapmamı isterim.

Allahım! Senden yolumun kısa ve kolay olmasını, yolculuğumuz­da din, beden ve mal selameti vermeni dilerim. Allahım! Bizi hac­cetmek üzere beytine (Kabe'ye) ulaştır, Peygamber'inin kabrini zi­yaret etmeyi nas^b eyle.

Allahım! Yolculuğun sıkıntısından, üzüntü veren değişikliklerden; ailemde, çocuklarımda, arkadaşlarımda ve malımda kötü görüntü­den sana sığınırım.

Allahım! Bizi ve onları kendine komşu eyle. Bizden ve onlardan verdiğin nimeti alma. Bizim ve onların afiyetini bozma.

Allahım! Seninle yola koyuldum, sana yapıştım ve sana dayanıp yöneldim.

Allahım! Güvencim ve umudum sensin. Beni üzen ve yoran şeyler­de, yapmak istediklerimde ve (hakkımda) benden daha iyi bildiğin söylerde bana yeterli ol. Senin yakınında olan aziz olur. Sen yüce övgülere layıksın. Senden başka ibadet edilecek mabud yoktur.

Allahım! Beni takva ile donat, günahlarımı bağışla ve nerede olur­sam olayım beni iyiliğe yönelt.

4. İhrama girmeye niyet eder ve "Lebbeyk" duasını okur.

Dilerse lebbeyk duasına: "Lebbeyke ve sa'deyk. Vel hayru küllü- bi yedeyk. Verrağbâü ileyk. Lebbeyke bihacetin hakkan teabbüden Ve rikkan" ilavesini yapar.

Gazali telbiyenin anlamı ve ihramın hedefi konusunda meseleye  olarak bakıyor ve şöyle diyor:

Mikat yerinde ihrama girip telbiye söylemeye gelince: Biliniyor ki onun anlamı Allah'ın çağrısına cevap vermektir. Hacı kardeş! İhramının ve telbiyenin makbul olacağını ümid et. "Sana lebbeyk de yok, Sa'deyk de yok" denmesinden kork. Hep bu ümid ile kor­ku arasında ol! Kendi güç ve kuvvetine değil, Allah'ın lütuf ve ih­sanına güven.

Çünkü telbiye zamanı işin henüz başıdır. Ve orası bir tehlike yeri­dir. Süfyan b. Uyeyne şöyle anlatıyor: "Hz. Hüseyin hacca gittiği vakit ihrama girip biniti üzerinde doğrulunca rengi sarardı ve ken­disini bir titreme tuttu, bir türlü telbiye getiremedi. "Niçin telbiye söylemiyorsun?" denildiğinde: "Sana lebbeyk de yok, sa'deyk de yok" denilmesinden korkuyorum cevabını verdi. Telbiye getirdi­ğinde bayılıp düştü. Haccı bitene kadar bu hal zaman zaman ken­disine gelirdi."

Ahmed b. el-Havari diyor ki: Süleyman Darani -Allah ondan razı olsun- ile birlikte hacca gidiyordum. İhrama girdiği sırada telbiye getirmedi. Bir mil gittikten sonra bayıldı. Ayıldığmda şöyle dedi: "Ey Ahmed! Hz. Allah Musa Peygamber'e vahyedip şöyle buyur­du: îsrailoğullannın zalimlerine, beni anmaktan vazgeçmelerini emret. Çünkü onlardan beni ananları ben lanetle anarım. Yazık Ahmed çok yazık! Bana bildirildi ki her kim helâl olmayan ka­zançla hacceder de Lebbeyk demeye başlarsa, haramdan kazandık­larını hak sahiplerine verinceye kadar ona "Sana lebbeyk de yok, sa'deyk de yok!" denir. İçimizde böyle söylenecek olanlar var!"

İhrama girip telbiye getiren kimse mikâtta sesini yüksettikce Al­lah'ın çağrısına cevap verip veremiyeceğini düşünmelidir. O Allah ki "İnsanlara haccı ilan et..." (Hac/27) buyurmuştur. O Allah ki sûra üflendiğinde, insanları kabirlerinden hasrederken kıyamet arasatında çağıracak kimisi bu çağrıya Allah'ın yakınlarından ola­rak, kimisi mahv u perişan olmuş olarak, kimisi makbul, kimisi reddedilmiş olarak cevap verip huzura çıkacak. Kimisi de Al­lah'tan ümid kesmeyip aynı zamanda azabından korkmuş olarak huzura çıkacak.

İşte hacı bunları düşünmeli, mikatta telbiye getirirken haccmı Al­lah katında makbul olarak tamamlamanın müyesser olup olmaya­cağını düşünerek telbiye getirmelidir.

5. Kabe'yi tavaf etmek.

Kabe'yi tavaf etmek namaz kılmak gibidir. Şu kadar ki tavafta ko­nuşmak serbesttir. Tavaf, her bir turu Hacer'ul Esved'den başlayıp, ora­da sona eren, yedi turdan ibarettir.

6. Safa ile Merve arasında sa'y etmek.

Bu da yedi gidiş gelişten ibarettir.

7. Arafat vakfesi.

Bu, haccın rükünlerinden biridir. Hac Arafat'tan ibarettir. Arefe günü çok dua edilmesi gereken bir gündür.

8. Kurban bayramı gecesi Müzdelife'de gecelemek.

9. Mina'da taşlamaları yapmak.

10. İfâda tavafını -buna ziyaret tavafı da denir- yapmak. Bu tavaf da haccın farzlarındandır.

11. Hacdan sonra (Şafii mezhebine göre) veya hac öncesi, ayrıca umre yapabilir.

12. Hz. Peygamber'in şehri Medine-i Münevvere'yi ziyaret eder. Hz. Peygamber şöyle buyurur:

Ziyaretimden başka birşey düşünmeksizin beni ziyarete gelen hakkında, Hz. Allah beni mutlaka şefaatçi kılacaktır.

Medine'yi ziyaret eden kimse Ravza-i Mutahhara'da namaz kılma nimetinden faydalanır. Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:

Minberim ile kabrimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Benim minberim havz-ı kevser üzerindedir.

İmam Gazâlî bu yolculuğun en önemli edeplerinden birinin insa­nın dünya ile ilgisini kesip kendisini sırf hacca vermesi olduğunu ifa­de etmektedir. Bu, tüm günahlardan ve üzerinde bulunan haklardan ih-laslı bir tevbe ile olur. Başkasına ait olup da üzerine geçirdiği her bir hak insanı bağlayan bir bağdır. Öyle ki her hak sahibi, alacağını tahsil etmek isteyen bir hasımdır. Mazlumun eli, hakkını yiyenin yakasında olur, hacca giden zalime âdeta şöyle der: "Ey filan! Nereye gidiyor­sun? Hükümdarlar hükümdarının evi olan Kabe'ye mi? Oysa sen O'nun emrini kendi evinde iken yerine getirmeyip ihmal etmiş, zayi etmişsin. Günah işlemiş kul olarak O'nun huzuruna varmaya utanmıyor musun? O, başkasının hakkını üzerine geçirmiş halinle seni reddedecek, kabul etmeyecektir. Eğer ziyaretinin kabul edilmesini arzu ediyorsan, önce O'nun emrini uygula ve üzerine geçen haklan sahiplerine iade et ve tüm günahlarına tevbe eyle. Kalbinin Allah'tan başkası ile olan ilişki­sini kes! O'nun evine yönelip yola çıktığın gibi, kalbinle Allah'a yönel! Eğer böyle yapmazsan bu yolculuğundan sana kalacak olan sadece yorgunluk ve zahmettir. Bunca zahmete rağmen haccının kabul edil­meyip reddedilmesini göz önünde bulundur!"

Hacı, ihram giysisini satın aldığında, içine konup sarılıp dürülece-ği kefenini hatırlamalıdır. Çünkü hacı Beytullah'a yaklaşınca ihramını giyecektir. Belki yolculuğunu tamamlayamadan rabbine kavuşacaktır. Şüphe yok ki bir kefene sarılacak, belki ihramı kefeni olacak. İhram kefene çok benzer. Allah'ın evine ziyaret için giden kimse alışık oldu­ğu günlük giysisine benzemeyen bir giysi olan ihrama bürünür. İnsan öldüğü zaman da rabbine kavuşurken günlük giysisine benzemeyen bir giysi ile ahirete yolcu olur. İhram kefene çok benzeyen bir giysidir. Zi­ra her ikisinde de dikiş yoktur.

Hacdaki inceliklerden biri de şudur:

İnsan evinden çıkıp vatanından ve çoluk çocuğundan ayrılıp Al­lah'a doğru yönelmektedir. Bu öyle bir yolculuktur ki diğer yolculuk­lara benzemez.

Hacı bu yola çıkarken muradını kalbinde hazır tutsun: Yöneldiği yerin, ziyaretine gittiği mekanın neresi olduğunu bir düşünsün. O güzel yolcu âlemlerin rabbine yönelmiş, davete icabet ederek yola koyul­muştur. Hac yolcuları, her şeyle ilgisini kesip çevresinde bulunan var­lıklardan ayrılarak Allah'ın evine doğru yola çıkmışlardan O Allah ki O'nun şanı yüce, kadri yüksektir. Bu yolcular, bizzat Allah'ı göremeye­cekler ama O'nun evini görmek tesellileri olacaktır. Son dileklerine er­meyi, mevlalarını görmeyi ve bununla mutlu olmayı gözönünde bulun­durmalıdır.

Yola çıkan hacı muradına ulaşmayı ve Allah katında makbul ol­mayı kalbinde bulundurmalıdır.

Yaptığı amellerine aldanmamalı, yaptığı bu yolculukla kendini beğenenlerden olmsftnalı, çoluk çocuğunu geride bıraktığı için çok önemli birşey yaptığı zannına kapılmamalıdır.

Lâkin Allah'ın lütuf ve keremine güvenmeli, O'nun evini ziyaret edenlere olan vaadinin gerçekleşeceğini ümid etmelidir.

Hacı, Beytullah'a varmak nasip olmayıp yolda kendisini ölümün yakalayacağını da hesaba katmalıdır. Böyle bir durum olduğu takdirde rabbine giden elçilerin arasında yer alacağını ve Allah'ın: "Kim Allah ve Rasûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı(m vermek) Allah'a düşer" (Ni­sa/100) fermanının gerçekleşeceğini bilmelidir.

Gazali Mekke'ye giren hacının halet-i ruhiyesini de değerlendirir. Bu konuda insanın benliğinde ümid eğilimi korku eğilimine ağır basar.

İnsan hacı olarak Mekke'ye girdiğinde, artık güvenlik içinde Al­lah'ın evine ulaşmıştır. Bu esnada hacı, güvenlik içinde buraya ulaştığı gibi âhiret azabından da güvenlik içinde olmayı ummalı, Allah'ın yakı­nında olmaya ehil olamamaktan korkmalıdır. Zira böyle olursa, harem-1 Şerife de girse eli boş ve mahvolmaya müstehak olacaktır.

Fakat müslümanın ümit hâli her vakit ağır basmalıdır. Allah'ın ke-rerni her yeri kaplamıştır. O'nun merhameti boldur. Beytullah'm şerefi büyüktür. Ziyaretçinin hakkı mutlaka gözetilecektir. Allah'a sığınanın Ufnidi ziyan olmayacaktır.

İnsan gözünü Kabe'ye diktiği zaman, kalbinde Beytullah'ın azemeti yer eder.

Gazali bu noktadaki insana şöyle sesleniyor:

Ey Allah'ın şanslı kulu! Evine bakmayı sana nasib ettiği gibi ken­di cemaline bakmayı nasib etmesini Allah'tan niyaz et.

Seni beyt-i şerifine getirdiği için Cenab-ı Hakk'a şükret. İnsanla­rın cennete girmek üzere bir çağlayan gibi aktığını düşünerek Ka­be'deki insanlara bak. Sonra mahşerdeki insanların bir kısmının cennete girip, bir kısmının cennet kapısından geri çevrildiğini dü­şün. Ahirette olacaklarla, Kabe'de görülenler arasında fazla bir fark yoktur. Hacda görülen tüm durumlar, ahiretteki durumların bir benzeridir.

Gazali derinlemesine ruhî felsefesine devamla hacdaki vazifeleri tasvir etmeye devam ediyor. Bundan maksadı, hacdaki görevlerin iç yüzünü, esrarını ve inceliklerini ortaya koymaktır. Nitekim bunu şey­tan taşlamalarından söz ederken görüyoruz.

Gazali şöyle diyor:

Şeytan taşlamaya gelince: Bundan maksadın, kulluğunu onaya koymak için sırf emre boyun eğmek, akla ve nefse bir pay bırak­maksızın Allah'ın ve Rasûlü'nün çizdiği yolu izlemek olsun.

Ayrıca şeytan taşlamada Hz. İbrahim'i temsil etmeye niyetlen. Zi­ra şimdi şeytan taşlanan yerde Hz. İbrahim'in karşısına iblis çık­mış, onu fitneye ve rabbinin emrine karşı şüpheye düşürmek iste­mişti. Bunun üzerine Hz. Allah İbrahim peygambere şeytanı kov­mak ve emeline ulaşmasını engellemek üzere taş atmasını emret­mişti. Ey hacı kardeş! Eğer senin kalbine: "Şeytan İbrahim'in kar­şısına çıktı ve ona göründü. Onun için Hz. İbrahim de onu taşla­dı. Ben ise böyle birşey görmüyorum" şeklinde bir düşünce gelir­se, bil ki bu bizzat şeytanın senin kalbine soktuğu bir düşüncedir. Senin kendisini taşlamadaki azmini kırmak ve yaptığın şeyin fay­dasız olduğu düşüncesini kafana sokmak istiyor. "Yaptığın iş oyuna benzer bir şeydir, bununla uğraşma" gibilerden bir düşünce zihnine gelirse, onu benliğinden kov! Hemen taşlamaya girişmek için ciddiyetle paçaları sıva ve şeytanın burnunu sürtmek için işe başla. Bil ki görünüşte Akabe denilen yere taş atıyorsun. Ama ger­çekte taşları şeytanın suratına atıyor, onun belini kırıyorsun. Zira onun belini ancak akla ve nefse yer vermeksizin Allah'ın emrine sıkı sıkı sarılmak kırar ve onun burnunu sürter.

Hacı Medine-i Münevvere'yi görünce Medine'nin Allah tarafın­dan Peygamberi için seçildiğini, onun bu şehre hicret ettiğini, bu­rada düşmanlarına karşı savaştığını, dinini burada yayıp yerleştir­diğini, nihayet kendisinin ve iki veziri Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in burada medfun olduklarını düşünmelidir.

Hacı, Medine'de yürürken Hz. Peygamber'in o güzel şehirdeki ayak izlerini düşünmelidir. Medine'de Rasûlullah'ın mübarek ayak izinin bulunmadığı yer yoktur. Hacı, ayağını her bastığı yere; Ra-sûlullah'm yürüyüşünü düşünerek ayak basmalıdır.

Öte yandan Allah'ın Peygamberinin kalbine ne büyük marifetler verip, nâmını nasıl yücelttiğini ve kendi adı ile Peygamber'inin adının yanyana söylenmesini takdir ettiğini düşünmelidir. Ayrıca Hz. Peygamber'in sağlığında onunla konuşurken sesini ondan faz­la yükseltenlerin, bu saygısızlıklarının cezasını göreceklerine dair uyarıyı hatırlamalıdır.

Hacı, Medine'de iken Hz. Peygamber'in çağında yaşamadığı için, onun sohbetinden mahrum kaldığı için üzülmeli, bu sohbetle şe-reflenenlerin, onu görmekle ve sesini işitmekle ne mutlu insanlar olduğunu hatırlamalıdır.

Hacı, Hz. Peygamber'i hiç olmazsa ahirette görmek için salih amel işlemelidir. Zîra Hz. Peygamber'e kavuşmanın önüne insanın kötü amelleri bir engel olarak girecektir.

Nitekim Hz. Peygamber (buna işaretle) şöyle buyurmuştur:

Bir takım topluluklar benim huzuruma gelerek "Ya Muhammed,ya Muhammed!" derler. Ben: "Yarabbi! Ashabım(ı bağışla)" de­rim. Bunun üzerine Cenab-ı Allah: "Onların senden sonra neler yaptıklarını bilmiyorsun" buyurur. Ben de: "Uzak olsunlar, uzak olsunlar" derim.

Değerli okuyucu, velevki bir dakikalığına olsun o yüce Peygam-ber'in getirdiği dine göstermen gereken saygıyı terkedersen, onun yolundan sapmanın seninle onun arasına, onu görmene engel ola­cak bir perde olmayacağından emin olamazsın.

Bununla beraber böyle bir perdelenme olmayacağına dair içinde büyük bir ümid olsun. Zira yüce Allah sana iman nasib etmiş ve seni vatanından çıkıp, aziz Peygamber'ini ziyaret etmeye muvaf­fak etmiştir. Senin bu ziyaretten maksadın ticaret kazancı veya dünyalık elde etmek değil, sırf onu sevdiğin için, onun arkada bı­raktığı izleri görmek istediğin, kabrinin duvarına bakmayı arzu et­tiğin içindir. Sen sırf bunları gerçekleştirmek için yollara düştün. Eh, artık Allah'a da sana rahmet gözü ile bakmak yaraşır.

Gazali Ihya-ı Ulum'id-Din'dz hac konusuna onlarca sayfa ayırmış ve güzel açıklamalar ve analizler yapmıştır.

Gazali hac konusunda söylediklerini iki kısma ayırmıştır.

Birinci kısımda haccın zahirî ibadetlerinden söz etmiştir. Bu bö­lümde, derin ve ince sırlan kavrayamayacak durumda olanlara hitap etmiştir.

İkinci kısımda haccın sırlarından, hedef ve maksatlarından söz et­miştir. Bu bölümde hac ile ilgili görevlerden çıkardığı derin manalara dalmış gitmiştir. Sanki Gazali bu özel tarzdaki sözü ile güçleri yettiğin­ce derinlere dalabilenlere hitap etmiştir. Böylece bunların daha geniş atmosfer ve ufuklara yükselip misk kokulu öğüt ve ibretlerden kana kana içercesine faydalanıp Allah ile olan bağlarını güçlendirmelerini, Allah'ın üzerlerindeki hakkını bilip, Allah Teâlâ ile aralarındaki sebep bağını sağlamlaştırmalarını arzu etmiştir.

Kanaatim odur ki Gazâli'den aktardığım özlü sözler, onun hacca

bakış açısını ortaya koymaktadır. Fakat benim aktardıklarım, Gazâ-li'nin hac farzı ile ilgili olarak yazdıklarına başvurmaya ihtiyaç bırak­mayacak durumda değildir. Onun bu konuda yazdıklarında doyurucu eıda ve dertlere deva vardır.

 

Buluntu Para İle Haccetmek

 

SORU: Yolda yürürken haccetmeye yetecek kadar para bulan kişi­nin, bu parayla hacca gitmesi caiz midir?

CEVAP: Para bulan kişinin yapması gereken şey, parayı bulduğu yerde ve çevresinde duyuru yapmasıdır. Bu konuda her türlü gayreti sarf etmelidir. Tâ ki paranın sahibi bulunmadığından emin olmalı veya sahibinin çıkmayacağı kanaati ağır basmalıdır.

Acele etmeyip sabırla bir yıl buluntu paranın sahibinin çıkmasını beklemeli, gücü yettiğince duyurmalı ve duyuruda kusur etmemelidir.

Buluntu paranın sahibinin çıkacağından tüm arama yollarına baş­vurulmasına rağmen ümit kesilirse bu para ile hacca gitmek caiz olur. Çünkü artık o para bulanın malı olmuştur. Bununla beraber fıkıh âlim­lerinden bazıları şöyle demişlerdir: Sonradan paranın sahibi ortaya çı­kar, paranın kendisine ait olduğunu isbat ederse parayı bulanın sahibi­ne parayı iade etmesi gerekir. Ödeyemezse borçlanır.

 

Bilmeksizin Çalıntı Para İle Haccetmek

 

SORU: Bir arkadaşımın bana karşılıksız olarak verdiği para ile hacca gittim. Meğer o bu parayı hırsızlık yaparak elde etmiş. Ben bu durumu bilmiyordum. Bu şekilde yaptığım hac hakkında dinin görüşü nedir?

CEVAP: Parayı alan kimse onun çalıntı olduğunu bilmiyor ise ve o parayı hediye veya bağış olarak kabul edip almış hacca gitmiş ise haccı sahih olur. Bundan dolayı kendisine bir günah olmaz. Bir günah söz konusu ise bu parayı çalan arkadaşınadır.

Hacdan sonra durumu öğrenirse, parayı iade etmesi gerekir. Malı çalınan kimse de durumdan haberdar olup hakkını isteyecektir. Hem bundan, hem de helâl olmayan para ile haccetmiş olmaktan kurtulmak için bu parayı iade etmelidir.

 

Kur'an Ve Hac

 

SORU: Kur'an hacdan nasıl söz etmektedir. Hadiste bildirildiği üzere hac, İslâm'ın üzerine kurulduğu beş temelin sonuncusudur. Kur'an da sözlerin en doğrusudur. Zira o Allah kelâmıdır; ne önünden, ne arkasından bâtıl gelmez. O hakîm ve hamîd olan Allah katından in­miştir. O halde Kur'an'ın hac konusunda ne dediğini bildirir misiniz?

CEVAP: Arabça'da -ki o aynı zamanda Kur'an'ın dilidir- Hac, her hangi bir kayıt sözkonusu olmaksızın kastetmek manasına gelir.

Bazı dilciler, hac kelimesinin çok büyük bir şeyi kastetmek veya büyük bir şeyi çok çok kastetmek anlamına geldiğini söylemişlerdir.

Hac kelimesinin bir diğer anlamı da bir yere çokça gidip gelmek­tir. "Beytullah'ı haccetmek" ifadesinde bu mana vardır. Çünkü insanlar her sene Beytullâh'a varıp onu kast ederek ziyaretine gitmektedirler.

Bunun içindir ki fıkıh âlimleri: "Hac, ibadet etmek maksadıyle Beytullah'ı kastetmektir" demişlerdir.

İçinde hac kelimesi bulunan zilhicce ayına, hac vakti olduğu için bu isim verilmiştir. veya arefe günüdür. Tercih edileni bayramın birinci gününün hacc-ı ekber olmasıdır. Bayramın birinci gününde haccm farzları ve görev­leri sona ermektedir. Hacılar bu günde Mina'da haccm vaciblerini ve sünnetlerini tamamlamak üzere toplanmaktadırlar. Hacc-ı ekber (ki büyük hac anlamınadır) denmesi farz olan haccı küçük hac olan umre­den ayırmak içindir.

Tercih edilen görüşe göre hac, hicretin dokuzuncu yılında farz ol­muştur.

Hac kelimesi Kur'an'da birden fazla yerde geçmektedir. Kur'an'da hacdan en çok söz eden sure Hac ve Bakara sureleridir.

Bakara suresinde ilk olarak şu ayette hac'dan söz edilmektedir:

Biz beyt'i (Kabe'yi) toplanma yeri ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namazgah edinin.

İbrahim ve İsmail'e: "Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için evimi temiz tutun!" diye emretmiştik. (Baka­ra/125)

Bu âyet-i kerime Kur'an sureleri içerisinde hacdan söz eden ayet­lerin başında gelmektedir. Aynı surede yine Kabe'den söz edildiğini görüyoruz:

(Ey Muhammedi) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte ol­duğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, se­ni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. (Baka­ra/144)

Bu ayette Kabe'nin müslümanların kıblesi olduğu bildirilmekte­dir. Kabe Hz. İbrahim'in de kıblesidir. Hz. Muhammed İbrahim'in dini olan tevhid'e çağrıda bulunmak ve (tamamen unutulmuş bulunan bu dini) diriltmek üzere gelmiştir. Sanki bu ayet, Medine'ye hicretten son-ra tekrar Mekke'ye dönüleceği ümidini içeren bir yönlendirme idi. vünkü Mekke, Kabe'nin bulunduğu şehirdir. Bu ayetten sonra hac görevleri ile ilgili iki yerin adının geçtiği; Safa ile Merve'den söz eden âyetin inmesi ile bu ümit daha da ziyadeleşti. Bu ayet şudur:

Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın nişaneleridir. Her kim hac­ceder veya umre yaparsa onları tavaf (sa'y) etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphe­siz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkiyle bilir. (Bakara/158)

Bu ayette görüldüğü üzere Kur'an haçta yapılan ibadetten "Al­lah'ın nişanları" olarak söz etmektedir. Bilindiği üzere nişan önemi olan bir şeye veya yere denmektedir.

Aynı surede tekrar hac bahsine dönülüyor ve şöyle buyuruluyor:

Sana hilâlleri soruyorlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir. (Bakara/189)

Allah'ın iradesi, insanların ve haccm vakit ölçüsünü hilâllerle be­lirlemeyi dilemiştir. Zira hilâllerle vakit belirlemek, hesap işlerini bile­ne de bilmeyene de kolay olur. Şehirli ve köylü kolayca aya bakarak zamanı tayin eder. Vakitler, tabiatta gördüğümüz, sürekli değişen ve yenilenen gece ve gündüz ile ilgili kanun ile bağlantılıdır.

Cenab-ı Hakk'ın iradesi, muazzam hac farizasını sırf Allah'a iba­det için tevhid üzerine kurulan ilk yapı ile bağlantılı kılmıştır.

Al-i Imran suresinde buyuruluyor ki:.

Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (ibadethane) Mekke'deki (Kâbe)dir. Orada apaçık nişaneler, (aynca) İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güven­de olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse bilmelidir ki Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Al-i İmran/96-97)

Kabe'yi aziz ve celil olan Allah kendisine ibadet edilmesi için be­lirlemiştir. Kabe'yi yapan Hz. İbrahim ve oğlu İsmail ile torunu Mu-hammed'dir. Torun da babasının ve dedesinin dini üzere idi. Kıblesinin de onların kıblesi olması tabiidir.

Akla ilk gelen şudur ki zaman bakımından ilk olmak, peygamber­lerin ibadet için yaptıkları ibadethaneler arasında şerefte de ilk olmayı gerektirir.

Peygamberler tarihinden bildiğimize ve rivayetlerden öğrendiği­mize göre Kabe'den daha önce yapılan ibadethane yoktur.

Hz. Peygamber'e yeryüzünde ilk yapılan ibadethanenin hangisi olduğu sorulduğunda: "Önce Mescid-i Haram (Kabe), sonra Mescid-i Aksa yapılmıştır" buyurdu. "İkisi arasında ne kadar zaman var?" soru­suna da "Kırk yıl" cevabını vermiştir.

Bu evi (Kabe'yi) Hz. Allah mübarek kılmış, yeryüzünün bereketi­ni oraya akıtmıştır. Her ne kadar ekin bitmez bir vadide ise de her çe­şit meyve ve nimet orada bulunur. İnsanların kalbi oraya âşıktır. Hac ve umre için uzak ve yakından yaya ve binitli olarak Kabe'ye gelirler. Namazda yüzlerini oraya dönerler. Gece ve gündüzün her bir saatinde insanlar namaz ibadeti için yönlerini Kabe'ye çevirirler. İşte bu Hz. İb­rahim'in duasının sonucudur. Kur'an bu duayı şöyle bildirmektedir:

Ey rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ailemden bir kısmı­nı senin Beyt-i Harem'inin (Kabe'nin) yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini on­lara meylettir ve meyvelerden bunlara rızık ver. Umulur ki bu ni­metlere şükrederler. (İbrahim/37)

Allah Teâlâ hiç kimseye gizli kalmayacak şekilde bu en eski eve (Kabe'ye) birtakım nişaneler koymuştur. Şöyle ki:

a. Orada Makam-ı İbrahim vardır.

Yani Hz. İbrahim'in Allah'a ibadet edip namaz kılmak için durdu­ğu yer bellidir.

b. Oraya giren güvenlik içerisinde olur.

Tüm Arab kabileleri Allah'ın evi dendiği için bu beyt-i şerife say-S1 göstermişlerdir. Oraya giren bir eziyete ve saldıraya uğramaktan ko­runmuş ve güvence içinde olmuştur.

c. Gücü yetenlere Kabe'yi haccetmelerini insanlara farz kılarak Hz. Allah beyt-i şerifinin şanını yüceltmiştir.

Hz. İbrahim'den ve Hz. Muhammed'den bugüne kadar asırlardan beri Kabe'yi ziyaret edip haccetmeye devam etmektedirler.

Bilindiği üzere hac, gücü yeten herkes için İslâmî bir farizadır. Hac, Hz. İbrahim'in davetinden beri ilahî ve insanî bir fariza olmuş ve Hz. Allah Mescid-i Haram'ı insanlara açık tutmuştur. Kur'an bundan söz ederken: "Allah, Kabe'yi, o saygıya layık evi insanların belini doğ­rultmaya sebep kıldı" (Maide/97) buyuruyor.

Cenab-ı Hak Kabe'den engelleme girişimini kâfirlerin ve günah­karların işi saymıştır. Kur'an'da buna şöyle işaret ediliyor:

İnkar edenler, Allah'ın yolundan ve bütün insanlar için (Kıble) yaptığımız Mescid-i Haram'dan (insanları) alıkoymaya kalkanlar (şunu bilmeliler ki) kim orada (böyle) zulüm ile haktan sapmak is­terse, ona acı azaptan tattırırız. (Hac/25)

Cenab-ı Hak, kâfirlerin mescid-i haram'a gelmek isteyen mü'min-leri engellemelerinin kötülüğünü bu ayette ifade etmektedir. Kabe'ye gelenlerle Mekke'de oturanlar arasında bir fark gözetilmiyor. Bazı âlimler şöyle diyorlar: Mekke'ye gelen hacıların rahatça ev bulup ora­da ibadet etmek üzere vakit geçirebilmesi için Mekke evlerinin kiraya verilmesi yahut mülk edinilmesi ve varislere geçmesi haramdır. Eve ihtiyaç duyan bulduğu evde oturur. Eve ihtiyacı olmayan (buna rağmen elinde ev varsa) oraya başkalarım oturtur. Hatta sahabeden bazılarının şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Mekke'de yiyecek maddelerinin karaborsacılığını yapmak inkarcılıktır."

Harem-i şerifin bir özelliği de şudur ki orada, bir kötülük yapma­ya karar veren kimse, o kötülüğü yapmasa da bundan dolayı cezalan­dırılır.

İbn Kesir az önce geçen Hac/25 ayetinin sonundaki "haktan sapa­na azap tattırılacağı" ifadesine dair bir takım rivayetlere yer vererek, Kabe'de gıybet etmek, yemin etmek, karaborsacılık yapmak bir çeşit haktan sapmaktır, diyor. Daha sonra şunları söylüyor: Bu rivayetler bunların bir çeşit sapıklık olduğunu gösteriyorsa da mesele bundan da­ha geneldir. Kabe'de yapılacak hatadan dolayı cezalandırılma ifadesi "sıradan cezalandırmadan daha ağır bir durum olduğu hususunda bir çeşit uyarıdır.

Bunun içindir ki Ebrehe ve adamları filleriyle Kabe'yi yıkmaya yöneldiklerinde Cenab-ı Hak üzerlerine sürü sürü kuşlar göndermişti de, bu kuşlar onların üzerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atmışlar­dı. Bu taşlar fil ashabını yenik ekin sapı gibi paramparça etmişti. Dik­kat edilirse onlar henüz Kabe'yi yıkmamışlardı. Sadece yıkmak istiyor­lardı. Demek oluyor ki Kabe'de kötü bir şey yapmaya niyet etmek, ce­zalandırılmak için yeterlidir.

Bunun içindir ki Hz. Peygamber şöyle buyurur:

Bu beyt'e (Kabe'ye) bir ordu savaş açacak. Beydâ denilen yere geldiklerinde, ordu yere batacaktır.

Kur'an hacdan söz ederken bize onun dünya çapında bir ibadet ol­duğunu anlatmaktadır. Zira hac çağrısına icabet eden, bu ibadete katı­lan ve Kabe'de toplanan insan sayısı öylesine çoktur ki başka hiç bir ibadette böylesine bir insan topluluğu bir araya gelmez. İnsanların bu ibadette toplanma yerleri Kabe'dir. Kabe ilk yapılan ibadethanedir. Be­reket ve nişaneleri olan bir yerdir. Bu farizaya yapılan davet -Kur'an'daki ifade ile "insanlar arasında haccı ilan et."- (Hac/27) Hz. İbrahim tarafından yapılan davettir. Bu daveti yapan sıradan bir insan, hiçe sayılan biri veya önemsiz bir kişi değildir. Daveti yapan peygam­berler babası İbrahim HahTur-Rahman'dır. Onun yaptığı bu davete uzak yerlerden, dünyanın doğusundan ve batısından gelip icabet edi­yorlar. Vatanlan, cinsleri, durumları değişik olmasına rağmen akın akın Kabe'ye geliyorlar. Zira orada onları birleştirecek, güçlendirecek ve şereflendirecek bir unsur var. O unsur, gökleri ve yeri ayakta tutan Allah'a, dünya ve ahiretin rahmanına, mahlukatın yaratıcısına, herkesi rızıklandırana ve Beyt-i Atîk'in rabbine olan îmandır.

Bu muazzam kalabalık rablerinin emrine uyarak, kendileri için hazırlanan faydaları görmeye koşar. Burada faydalar çoktur; kimisi maddî, kimisi manevî olmak üzere çeşitlidir.

Kur'an bu hususa şöyle işaret ediyor:

Bir zamanlar İbrahim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve (ona şöy­le demiştik): "Bana hiçbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta iba­det edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut. İnsan­lar arasında haccı ilan et ki gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yollardan gelen yorgun argın develer üzerinde, kendilerine ait bir takım yararlan görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın ismini anma­ları (kurban kesmeleri) için sana (Kabe'ye) gelsinler. Artık ondan (kurbandan) hem kendiniz yeyin, hem de yoksula, fakire yedirin!

Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve o eski evi (Kabe'yi) tavaf etsinler." (Hac/26-29)

Bu ayetleri inceleyince şunları görüyoruz:

Allah Teâlâ kendisine dost edindiği İbrahim'e beyt'ini (Kabe'yi) Allah adına yapmasını ve onu şirkten ve oraya layık olmayan şeyler­den temizlemesini emrediyor.

Kabe'yi ziyaret edecekler, orada namaz kılıp secde ve rükû yapa­caklar için hazırlamasını istiyor.

İnsanları hacca çağırmasını, gücü yettiğince olanca sesi ile ilanda bulunarak hacca davet etmesini istiyor.

Her şeye kadir olan Allah çok eski zamanlarda olmasına rağmen, davetin insanlar arasında duyulup yayılmasını takdir ediyor.

Allah'ın verdiği muvaffakiyetle Hz. İbrahim'in davetinden herkes haberdar oluyor.

Netice itibariyle kimisi yaya kimisi binitli olarak uzak yakın yer­lerden Kabe'ye koşuyorlar. Din ve dünyayla, ahiret ve buradaki hayat­la ilgili ıay dalarını görmeye, belli günlerde Allah'ın verdiği kurbanlık rızıkları Allah'ın adını anarak kurban etmeye koşuyorlar.

Ayette geçen "belirli günler"den maksat, zilhicce ayının onuncu günü (ve devamındaki günler) olan bayramdır. Bu günler tekbir getir-nıe, Allah'ı anma ve O'na hamd etme günleridir. Bu günler yılın en fa­ziletli günleridir.

Artık kestiğiniz kurbanlardan kendiniz de yeyin, yoksul ve fakir­lere de yedirin. İhramlıyken terden ve uzun yolculuktan dolayı vücu­dunuzda oluşan kirleri iyice temizleyin. Bir adakta bulunmuş iseniz adağınızı yerine getirin. Sonra da yeryüzünde Allah'a ibadet için yapıl­mış olan dünyanın en eski beytini (Kabe'yi) tavaf edin.

Kur'an-ı Kerîm bunun peşinden hacla ilgili görevler için şeâir ta­birini kullanıyor -ki şeâir nişane demektir- ve bunlara saygı gösteril­mesini istiyor. Bu saygının, imanlı gönüllerin takvası olduğunu ve ih-las alametlerinden bir alamet olduğunu bildiriyor. Hac için gerekli olan kurbanlık hayvanların yararından söz ediliyor. Hac vakti gelip kurban edilinceye kadar bunların sütünden yararlanma dünyevi bir yarar, kur­ban edildiği zaman, Allah'a ibadet edilmiş olacağından bu da dinî bir faydadır. Buna işaretle Hac suresinde şöyle buyuruluyor:

...Her kim Allah'ın şeâir'ine saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalple­rin takvasmdandır. Onlarda (kurbanlık hayvanlarda) belli bir süre­ye kadar sizin için bir takım yararlar vardır. Sonra onların vara­cakları yer, eski evdir (Kabe'dir). (Orada kurban edilirler.) (Hac/32-33)

Bu ayetin devamında kurbanlıkların yararına işaretle şöyle buyurulur:

Biz büyükbaş hayvanları da (develeri de) Allah'ın (dininin) şe-air'inden (işaret ve alâmetinden) kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu halde ön ayaklarından biri bağlı olarak ayakta dururlar­ken üzerlerine Allah'ın adını anınız (ve kurban ediniz.) Yan üstü yere düştüklerinde ise artık (canı çıkmış olacağından) onlardan hem kendiniz yeyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakir­lere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifa­denize verdik.

Onların ne etleri ne de kanlan Allah'a ulaşmaz. Fakat O'na sadece sizin takvanız ulaşır. Size verdiği hidayetten (ve bu hayvanlara sa­hip kılmasından) dolayı Allah'ı büyük tanımanız içindir ki O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammedi) Gü­zel davrananları müjdele. (Hac/36-37)

Görüyoruz ki Kur'an hac ile ilgili hususları uzun uzadıya açıkla­maya önem vermiştir. Bu husus, Kur'an'm hacca özen gösterdiğini ve onun önemli olduğunu ifade eder.

Kur'an'da hacdan söz ederken hacca davetten, onun farz olduğun­dan, belirli aylarından ve günlerinden, Beyt-i Atîk'i (Kabe'yi) tavaf et­mekten, Safa ile Merve arasında sa'y etmekten, tekbir ve tehlilden, Arafat'a çıkıp oradan dönüşten, Meş'ar-i Haram'dan, orada Allah'ı zik­retmekten, kurban kesmekten ve onun etinden yemekten, umreden, bir engel yüzünden haccı tamamlayamamaktan, ihramdan çıkıp traş ol­maktan, saçı kısaltmaktan söz etmektedir.

Aşağıdaki ayetlerde detaylı bir şekilde hac ve umreden söz edildi­ğini görmekteyiz:

Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer alıkonursanız, kola­yınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başın­dan bir rahatsızlığı olursa, oruçtan, sadaka veya kurbandan olmak üzere fidye vermesi gerekir. (Güvende olup) engelin ortadan kal-tığı vakit, kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir. Kurban kesmeyen kimse hac günlerinde üç, memletine döndüğü zaman yedi olmak üzere tam on gün oruç tutar. Bu hüküm, ailesi Mescid-i Haram ci­varında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun. Biliniz ki Allah'ın azabı şiddetlidir.

Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet eder (ihrama gi-rer)se hac esnasında kadına yaklaşmak (cinsel ilişkide bulunmak), günah sayılan davranışlara yönelmek ve kavga etmek yoktur. Ha­yır işlerden neyi yaparsanız, Allah onu bilir. (Ey mü'minler!) Ahiret için azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takva (Allah kor­kusudur. Ey akıl sahipleri! Yalnız benden korkun.

(Hac mevsiminde ticaret yaparak) rabbinizin lütfundan aramanız­da size herhangi bir günah yoktur. Arafattaki vakfeden ayrılıp (sel gibi Müzdelıfe'ye) akın ettiğinizde Meş'ar-i Haram'da Allah'ı anın; hem O'nu size doğru yolu gösterdiği için anın. Doğrusu siz bun­dan önce şaşırmışlardan idiniz.

Sonra insanların sel gibi akın ettiği yerden siz de akın edin. Al­lah'tan mağfiret isteyin. Çünkü Allah affedici ve esirgeyicidir. (Bakara/196-199)

Hac İslâmiyet'te^ önceki cahiliye döneminde de biliniyordu. Çün­kü hac tâ Hz. İbrahim ve Hz. İsmail döneminden beri farz idi.

İslâmiyet, haccı Hz. İbrahim'den geldiği şekliyle benimsedi. An­cak cahiliye döneminde içine sokulan şirk ve çirkinlikleri temizledi. Ayrıca bazı ilavelerde bulundu.

Bakara/196 ayetindeki "hac ve umreyi tamamlamak"tan maksat, eksiksiz bir şekilde yaparak riya ve gösterişe girmeden Allah için ih-laslı olarak yerine getirmektir.

Ayetlerden anlıyoruz ki haccın rükün (farz)ları beştir. Bunar mîkat yerinden ihrama girmek, Arafat vakfesi, Kabe'yi tavaf etmek, Safa ile Merve arasında sa'y yapmak ve saçı traş etmek veya kısaltmaktır.[3]

Bu rükünlerin sayısı üzerinde fıkıh mezhepleri arasında farklı gö­rüşler vardır. Fıkıh kitapları bu farklılıkları açıklamıştır.

Kur'an'dan anladığımıza göre insan hacca başladığı zaman İs­lâm'daki üstün ahlâk ve edeplere riayet etmelidir.

Bakara/197 ayetinde hacda refesjüsûk ve cidal yasaklanmıştır. Bunlardan refes cinsel ilişkide bulunmaktır.

Füsûk yasak bir iş yapmak suretiyle dinin koyduğu sınırı, haddi aşmaktır. Cidal ise sözlü olarak çekişmek, kavga etmektir.

Kur'an Harem-i şerifin (Kabe'nin) şanını yüceltmek, orada günah işlemenin çok ağır bir günah olduğunu bildirmek için (özellikle) hac­da bunları yasaklamıştır.

Bilindiği üzere yapıldığı yere ve zamana göre işin önemi ve değe­ri değişir.

İnsanın ailesi arasında iken yapacağı şey, toplum içerisinde iken yapacağına benzemez. Dostlar arasında söylenen şey, devlet başkanı­nın katında söylenmez. İnsan ibadet vakitlerinde Allah'ın huzurunda iken, en mükemmel edep halini takınmak, en faziletli tavır içinde ol­malıdır. Bazı basiretli tefsirciler ayetin bu kelimelerini açıklarken şun­ları söylemişlerdir.

Ayetteki Refes cinsel ilişki ve onun mukaddimeleridir. Bu konuda kadınların bulunduğu yerde olsun, kadınsız bir yerde olsun bunlardan söz etmek, hacda yasaktır.

Cidal tartışmak ve kavga etmektir. Hatta kişi hac esnasında arka­daşını kızdıracak bir şey bile yapmamalıdır.

Füsûk günah işlemektir. Küçük olsun, büyük olsun günaha bulaş­mak hacda yasaklanmıştır. Günahı terketmek, insanı Allah'a yöneltir, manevî arınmaya ters düşen herşeyden insanı uzaklaştırır. İnsanı dün­ya metamdan uzaklaştırır, ruhî bir egzersiz içine sokarak Allah'tan gay­ri ne varsa hepsini bırakıp Allah'a sarılmaya sevkeder ve ruhen yüksel­tir. O'nun evi olan Beytullah'ta gereken edep de budur. Zira insan ora­ya her şeyden soyunarak hatta dikişli giysilerini bile bırakarak gidiyor.

Kur'an çirkin işleri yasakladıktan sonra hac ibadetini ifa etmek için Kabe'ye gidenlere "Hayırdan her ne yaparsanız, Allah onu bilir" buyurarak güzel şeyleri sevdirme yoluna gidiyor.

Her ne iyilik yaparsa, Allah'ın bildiğinin şuurunda olması müslü-mana yeter. Bu onu hep iyi şeyler yapmaya itici bir güç olur. Zira yap­tığını Allah'ın görmesi ve bilmesi ne hoş bir şeydir. Bu, yaptığı iyiliğin sevabına ermeden evvel alınan bir mükâfattır.

Ayette daha sonra hac yolculuğu için azık edinme çağrısında bu­lunuluyor. Edinilecek azık hem bedeni, hem ruhu besleyecek bir azık olmalıdır. Rivayet edildiğine göre Yemen'den bir grup hacca gidiyor­muş. Memleketlerinden çıkarken yolda ihtiyaç duyacakları azığı temin etmemişler. Bunlar durumlarını şu sözle anlatıyorlarmış. "Biz Allah'ın evini ziyaret etmek üzere hacca gidiyoruz. O'nun bizi doyurmaması olacak şey mi?"

Böyle söylemek ve dolay isiyle hacca giderken azık tedarik etme­den yola çıkmak yanlıştır. Zira böyle davranmak, gerekli tedbiri alma­yı emreden İslâm'ın tabiatına aykırıdır. Ayrıca bu sözde, Allah'ı (haşa) minnet altında bırakıp: "Biz O'nun evini haccediyoruz. O'nun bizi ye-meklemesi gerekir" şeklinde bir anlam vardır. Bundan dolayıdır ki ayetteki azık edinin emri insanları hem maddi, hem manevi azık edin­meye teşvik etmiştir. Daha genel bir ifade ile takvaya işaret edilerek, "Azıkların en hayırlısı takvadır" buyurulmuştur. Arkasından da: "Ey akıl sahipleri! Yalnız benden korkunuz" uyarısı yapılmıştır.

Takva kalplerin ve ruhların azığıdır. İnsanda takva olursa ruhu on­dan beslenir, güçlenir, parlar ve yükselir. İnsanın ruhunun kurtuluşa er­mesi ve muradına ulaşması takvaya bağlıdır.

Akıllı kimse her şeyden önce takvaya yönelmenin gerekliliğini anlayan ve takva azığından en iyi faydalanan kimsedir.

Kur'an'dan sonra Hz. Peygamber'in hadisleri de takvaya ilk sırayı vermiştir.

Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre Hz. Peygamber Kurban bay­ramı günlerinden birinde hac ile ilgili görevlerin bitmesinden sonra okuduğu hutbesinde şöyle buyurmuştur:

Ey insanlar! Rabbiniz bir, babanız birdir. Dikkatinizi çekerim: Arab'ın Arab olmayana; Arab olmayanın da Arab'a üstünlüğü yok­tur. Kırmızının siyaha; siyahın da kırmızıya üstünlüğü yoktur. Üs­tünlük ancak takva iledir.

Kur'an-i Kerîm hac konusundaki sözleri sona erdirirken, Allah'ı zikretmeyi ve Allah katında olanı başkaları katında olana tercih etme­ye bir kere daha teşvik etmiştir. Cenab-ı Hak buyuruyor ki:

Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta on­dan daha şiddetli bir amşla Allah'ı anın (O'na yalvarın). İnsanlar­dan öyleleri var ki "Ey rabbimiz! Bize dünyada ver" derler. Böy-lelerinin ahiretten hiç nasibi yoktur.

Kimisi de "Ey rabbimiz! Bize dünyada bir iyilik, ahirette de bir iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru" derler. İşte onlar için kazandıklarından büyük bir hisse vardır. Şüphesiz Allah'ın hesa­ba çekmesi süratlidir. Sayılı günlerde (teşrik günlerinde) Allah'ı anın (telbiye ve tekbir getirin.) Kim iki gün içinde acele edip (Mi-na'dan Mekke'ye) dönmek isterse, üzerine günah yoktur. Geri ka­lana da -günahtan korunmak şartıyla- günah yoktur. Allah'tan korkun ve bilin ki hepiniz O'nun huzuruna toplanacaksınız." (Ba­kara/200-203)

Israrlı bir şekilde takvaya yapılan çağrı ve yönlendirme gösteriyor ki her şeyin temeli takvadır. Bunun içindir ki en hayırlı azığın takva ol­duğu bildirilmiştir.

Cenab-ı Hak dünyada yolculuğa çıkarken azık edindikten sonra, ahiret için de azık edinmeye teşvik etmiştir. Ahiret için azık edinmek, oraya takva ile gidebilmektir. Nitekim bir başka ayette de: "Takva el­bisesi daha hayırlıdır" (A'raf/26) buyurulmuştur. Bu ayetin başında gi­yilen elbiselerden söz edildikten sonra takva elbisesinden söz edilerek manevi elbisenin, Allah'a boyun eğmenin ve itaatin, yani takvanın da­ha Önemli olduğuna işaret edilmiştir.

Cenab-ı Hak cümlemizi kendisine kavuştuğumuzda yaptıklarımı­zı en güzel şekilde kabul ettiklerinden eylesin. Âmîn.

 

Hac Ve Cennet

 

SORU: Hacı cennete girer mi? Nasıl?

CEVAP: Hiç bir müslüman kesinlikle cennete gireceğini iddia ede­mez. Çünkü cennete girmek meselesi aziz ve celil olan Allah'ın bilgisi ve hükmüne kalmış bir şeydir.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

Sizden hiçbiriniz yaptığı ameli sayesinde cennete giremez. Saha­be: "Sen de mi Ey Allah'ın Rasûlü?" diye sorunca Rasûlullah: "Evet, ben de. Ancak Allah beni rahmeti ile kuşatmıştır" buyurdu.

Bu genel bir prensiptir. Bununla beraber, hadis-i şeriflerden Öğre­niyoruz ki Allah katında makbul (mebrur) bir haccın mükâfatı ancak cennettir.

Bir müslüman mebrur bir hac yapar, sonra da günah işlemeden dosdoğru bir yol üzere yaşayarak Allah'a kavuşur (ölür)se, Allah'ın lü­tuf ve keremi ile cennete girer. Hz. Peygamber'in şu sözü de bunu des­teklemektedir:

Kim kadınla ilişkide bulunmadan, günah sayılan şeyleri yapma­dan, kavga ve tartışma yapmaksızın Allah için haccederse, haccın-dan (dönerken) anasından doğduğu günkü gibi (günahsız) döner.

Demek oluyor ki mebrur bir hac yapan kimse, günahları bağışlan­mış tertemiz olarak evine döner.

Bazı hadisler mebrur haccın, amellerin en faziletlisi olduğunu göstermektedir.

Mebrur hac, hiç günah karışmadan yapılan haçtır. Hasan diyor ki: Mebrur hac yapan kimse memleketine, dünyadan yüz çevirmiş, ahire-te rağbet eden bir kişi olarak döner.

Rivayet olunduğuna göre mebrur hac, (cömertçe) yemek yedir­mek ve (konuştuğu vakit) yumuşak söz söylemekle olur.

Rivayet edildiğine göre Hz. Âişe Hz. Peygamber'e "Biz (kadınlar) sizinle beraber cihad edip savaşa katılamaz mıyız?" diye sorunca, Hz. Peygamber şöyle cevap veriyor: "(Katılabilirsiniz), lâkin en güzel ve en iyi cihad; mebrur bir hacdır."

Amr b. As diyor ki:

Cenab-ı Allah kalbime İslâm(a karşı bir sevgi) yerleştirince Hz. Peygamber'e geldim ve şöyle dedim: "Mübarek elini uzat sana bi­at edeceğim." Hz. Peygamber elini uzattı. Onun elini iyice tuttum. Rasûlullah: "Sana ne oluyor, ey Amr?" buyurdu. Ben: "Şartım var" dedim. Hz. Peygamber: "Neyi şart koşuyorsun?" buyurdu. Ben: "Allah'ın beni mağfiret etmesini (bağışlamasını) şart koşu­yorum" dedim.

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "BÜmiyçrmusun? İslâm, kendisinden Önceki (yapılan)ları yıkar (yok eder). Hicret, kendisinden önceki (yapılan)ları yıkar (yok eder). Hac, kendisin­den önceki (yapılan)ları yıkar (yok eder)."

Abdullah b. Mes'ûd'dan rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Hac ile umreyi peşpeşe yapınız. Çünkü onlar, körüğün demir, gü­müş ve altını, faydasız maddelerden temizleyip arıttığı gibi güna­hı ve fakirliği yok eder. Mebrur bir haccın sevabı ancak cennettir.

Buharı ve Müslim'in Ebu Hüreyre'den rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

İki umre; aralarındaki günahlara keffarettir. Mebrur bir haccın mükâfatı ancak cennettir.

Bir diğer hadisinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Bu ev (Kabe) İslâm'ın direğidir. Her kim hac veya umre yapmak üzere (evinden) çıkarsa, Allah'ın garantisi altındadır: Eğer ruhunu (evine dönmeden) kabzederse cennetine koyacaktır. Şayet (mem­leketine) döndürürse sevap ve ganimetle döner.

 

EVLİLİK BOŞANMA ve (Miras, Nafaka gibi) DOĞURDUĞU NETİCELER

 

Evlilik Ne Zaman Tamamlanır?

 

SORU: İstenen mehir kabul edilmekle beraber, akit yazışmasından Önce kadın erkeğin kansı olur mu?

CEVAP: Evlilik ancak icab ve kabule (aldım ve vardım) dayalı bi­linen akitle tamamlanır. Onda her iki tarafın rızası lazımdır. O iki taraf da karı ile kocadır. Mesela, erkeğin kadınla evlenmek istediğini belirt­mesi, kadının veya vekilinin de onu kabul etmesi gibi. İcab ve kabulün aynı anda olması, icab ve kabul arasında uzun bir faslın geçmemesi, evlilik için iki şahidin bulunması, akitte bir kayıt ve şartın bulunmama­sı ve mehrin olması gerekir.

Bu arada geçen sualdeki hükmü şöyle beyan edebiliriz. Eğer koca evlilik akdini bütün şartlarıyla yerine getirmişse kadın ona eş olmuştur. Akitten sonra kan koca muamelesi onlara helâl olur. İster mehir ver­miş olsun ister vermemiş olsun. Çünkü eğer vermişse, ne âlâ, yok eğer vermemişse, o zimmetinde ona borçtur. Duhul anında onu ödemesi va-cibtir. Mehir vermeden önce duhul olmuşsa, evlilik yine de bozulmaz, yeter ki duhuldan önce akit olsun. Ama koca evlilik akdinden önce me­hir vermişse kan kocalık muamelesi aralarında caiz olmaz. Çünkü bir çok yerlerde mehrin verilmesi evliliğe ancak bir giriş sayılır. Evliliğin tamamlanmasına delil değildir. Çoğu kez erkek akitten önce mehir ve­rir; kadın tarafı da o mehri iade eder ve evlilik tamamlanmaz. Şöyle söylemek de mümkündür: Akitten önce mehrin kesilmesi, dünür git­meye veya nişan hediyesi vermeye veya buna benzer şeylere benziyor. Bütün bunlar evliliğin tamam olmasına delalet etmez. Ancak evlilik fi­ilen şeriatın çizdiği aktin bağlanmasıyla tamamlanır.

Şunu da söylemek yerinde olur: İnsanlar sözlüler arasındaki tüm ilişkileri mubah gösteriyorlar, sözlülük olunca veya isteyenden bir hediye takdim edilince, artık taraflara herşeyin helâl olduğunu zan ediyorlar. Bu büyük bir hatadır. Daha büyük hatalara düşmemeleri için müslümanların bunu terketmeleri gerekiyor. Allah herşeyi daha iyi bilir.

 

Evliliğin Hükmü

 

SORU: Güzel vasıflara sahib bir kızın, evlilik taleplerini reddetme­sinin hükmü nedir?

CEVAP: Evlilik İslâm sünnetlerinden bir sünnettir. Allah onu teşvik etmiş ve ona çağırmıştır.

Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp da aranı­za sevgi ve merhamet koyması da O'nun alâmetlerindendir. Doğ­rusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır. (Rum/21)

Rasûlullah'tan, insanların kendilerinde olması lazım gelen en ha­yırlı şey nedir diye sorulunca, şöyle buyurmuştur:

Zikreden bir dil, şükreden bir kalp, namuslu olmasına yardımcı olan inanan bir zevce (eş). (Yaklaşık bir anlam için bkz. İbn Mâ-ce)

Nikah benim sünnetimdir, benim sünnetimi terkeden benden de­ğildir. (Buharı)

Allah evliliği cinsi yönden nefislerin iffetine, neslin devamına se­bep, babalık ve annelik tabiatının oluşmasına ve hayatta yardımlaşma­ya, daha nice hikmetlere binaen meşru kıldı.

Fakat fakihler (İslâm hukukçuları) evliliğin hükmünün insanlara göre değişeceğini, gücü yetene, evlenmediği zaman kötülüğe düşece­ğinden korkan ve nefsi harama meyledenlere evliliğin vacib olduğunu ifade etmişlerdir.

Nefsi meyletmekle beraber, kötülüğe düşmekten emin olana ise, evlilik müstehabtır. Evlilik vazifesini yerine getirmekten aciz olana İse, evlilik haramdır. Bu vazifeler ister cinsi olsun ister diğer vazifeler­le ilgili olsun.

Bu hükümlerde kadınlarla erkekler eşittir. Hakkında soru sorulan kızın durumunu anlamamız lazımdır. Eğer evliliğe meyli varsa, uygun birisi de onu istiyorsa, nefsini kötülüklerden alıkoyabiliyorsa, bir gü­naha girmiyorsa ve evliliğe de uygun değilse evlenmesi haram olur.

Aksi takdirde bu genç kızın şüpheleri gidermek ve İslâm'ın bir sünnetini yerine getirmek için evlenmesi lazımdır. Anck onu evlen­mekten alıkoyan bir sebep varsa o başka. Allah daha iyi bilendir.

 

Yasak Olan Evlilikler

 

SORU: İki erkek kardeş, bir anne ve kızıyla evlense, anne kız ço­cuğu, kızı da erkek çocuğu doğursa, bu iki çocuk evlenebilir mi?

CEVAP: Bu soru biraz açıklamaya muhtaçtır: İsimleri Muhammed ve Ali olan iki kardeşin iki kadınla evlendiklerini, kadınlardan birinin diğerinin annesi olduğunu varsayalım. Annenin isminin Zeyneb, kızı­nın adının da Fatıma olduğunu farzedelim. Zeyneb'in, adı Suad, Fatı-ma'nın da ismi İbrahim olan birer çocuk doğurduğunu kabul edelim.

Bu durumda Suad Fatıma'mn ana bir kız kardeşi olur. O aynı za­manda İbrahim'in de teyzesi olacak. Bu durumda İbrahim'in Suad'la evlenmesi caiz olmaz. Çünkü onun teyzesidir. Teyzenin kardeşlerinin Çocuğuyla evlenmesi Kur'an'ın nassı ile yasaklanmıştır. Allah Teâlâ Nisa suresinin yirmi ila, yirmiüç, yirmi dördüncü ayetlerinde evliliği yasaklanan kadınları zikrediyor:

Geçmişte olanlar bir yana babalarınızın evlendiği kadınlarla ev­lenmeyin, çünkü bu bir hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur.

Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizi emziren süt analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşleriniz­den olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (nikahlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını al­manızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğulla­rınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılın­dı. Ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

(Harb esiri olarak) sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli ka­dınlarla evlenmeniz) de size haram kılındı. Allah'ın size emri bu­dur. Bunlardan başkasını, namuslu ve zina etmemek üzere malla­rınızla (nıehirlerini vererek) istemeniz size helâl kılındı. Onlardan nikâhla faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan meliklerini verin, mehir kesiminden sonra karşılıklı anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir. (Nisa/22-24)

İmam Kurtubî tefsirinde diyor ki: Teyzen demek annenle ana-ba-ba bir veya anabir veya baba bir kardeş demektir veya şöyle söylemek de mümkün: seni doğuran her kadının kız kardeşi senin teyzendir. Ba­ba tarafından da teyze olur. O da baba annenin kızkardeşidir.

 

Süt Hakkında

 

SORU: Evlenen iki kardeşin, dört gün arayla birer kızları olsa, ba­ba anneleri ilk doğan kıza süt verse, ikinci kıza da süt verebilir mi?

CEVAP: Emzirmenin, haramlığa sebep olması için, cumhur-u ule­maya göre ayrı ayrı en azından beş emziriş ve bu emzirişin de tercih edi­len fetvaya göre reza zamanında yani iki yaşına kadar olması gerekir.

Şimdi bu iki kardeşin anneleri eğer birinci kardeşin kız çocuğu­nu beş defa veya daha fazla emzirmişse o onun süt kardeşi olmuştur. Öyle ise diğer kıza da bu annenin süt vermesinde herhangi bir engel yoktur.

Fakat şurasını düşünmek mecburiyetindeyiz ki, anne dışındaki emzirmeler bir çok müşkilatlara sebep olur. Göründüğü gibi burada açık bir zaruret de yoktur ki, büyük anne torunlarına süt emzirsin.

 

Haram Kılıcı Süt

 

SORU: Erkek çocuğu bulunan bir kadın komşusunun kızını yarım ay emzirdi kız büyüyünce süt annenin oğlu bu kızla evlenmek istedi, bu caiz midir? Bir kısım insanlar bu haramdır bazıları da eğer emzir­me bir ay devam etmişse, caiz değildir diyorlar.

CEVAP: Evliliği haram kılan sütün miktan (adeti) hakkında ihtilaf vardır. Bazıları, doyurucu olmak şartıyla beş defa emzirilmesi gerekti­ğini söylemişlerdir. Ayrıca ittifakla belirtildiğine göre, bu emzirmenin de emzirme yaşında olması gerekir. Sorulan soruda görüyoruz ki bu emzirme olayı yarım ay, yani onbeş gün devam etmiştir. Anlıyoruz ki haramlık için şart koşulandan daha fazla emmiştir. Bundan dolayı bu emzirmenin nikahı haram kıldığı gayet açıktır. Fetvanın da bütün Arap Birliği Cumhuriyetlerinde böyle verildiği malumdur.

İki taraf arasındaki emzirmenin haramlık hududuna baliğ olmadı­ğını farzetsek bile, yine bu kız için en uygun yol, beraber süt emdiği bu çocukla evlenmemesidir. Çünkü o onun süt kardeşi olmuştur: En uygunu şüphe ve kuşku olmaması için bu ikisinin arasında evliliğin ol­mamasıdır. Mutemed olan fetva yukanda bahsettiğimiz gibidir. Allah muvaffak etsin.

 

Süt Hakkında

 

SORU: Süt kızkardeşimin emzirdiği kız büyüdüğünde onunla evle­nebilir miyim?

CEVAP: İslâm'da nikahı haram kılan süt, kız ve erkeğin aynı kadondan süt içmeleri ile gerçekleşir. Böyle bir emzirme gerçekleşirse, erkek kızın süt kardeşi olur. Aynı göğüsten süt emen iki şahıs hakkın­da evliliğe engel olan sayı üzerinde fukaha ihtilaf etmişlerdir. Memle­ketimizde fetva şu şekildedir. Haram kılıcı süt: Süt çağında yani iki yaşında ayn ayrı, doyurucu, beş defa emzirmekle meydana gelir. Süt çağında oldukları zaman, bir günde veya ayn ayn günlerde olması du­rumu değiştirmez.

İkisi beş veya daha fazla defa emerlerse bu emzirişler doyurucu ve ayn ayrı olursa, şahitler de şahitlikte bulunurlarsa, süt kardeşliği mey­dana gelir, kan bağından ötürü haram olan evlilikler sütle de haram olur.

Nesebten dolayı yasaklanan evliliklerin sütle de haram kılındığı­na delil Kur'an'ın şu ayetidir.

Sizi emziren süt analarınız ve süt kardeşleriniz de size haram kı­lındı. (Nisa/23)

Rasûlullah'tan da şöyle rivayet edildi:

Süt nesebin yasakladığını yasaklar. (Buharî) Yine Hz. Peygamber'in beraber süt emdiği amcası Hz. Hamza'nın kızı hakkında şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

O, bana helâl olmaz; o benim süt kardeşimin kızıdır. Soyca haram olan sütçe de haramdır. (Buharî)

Bir kısım fakihler süt kız kardeşinin emzirdiği kızla evlenmenin yasak olduğunu söylüyorlar. Çünkü o onun kızkardeşinin kızıdır. Bir kısım fakihler de -Zahiri mezhebine mensup fakihler- bunu haram görmüyorlar. Onun helâl olduğunu söylüyorlar. Allah daha iyi bilendir.

 

Büyüklerin Sütünü Emmek

 

SORU: Sütünü sağıp habersizce kocasına içiren kadın kocasına ha­ram olur mu?

CEVAP: Memleketimizde (Mısır'da) nikahı haram kılan süt hakkında verilen fetva şöyledir: Bir erkek çocuğun süt emme zamanında, ayrı ayrı beş defa doyurucu süt emmesiyle haramlık meydana gelir. Bu şartlardan birisi dahi tahakkuk etmeyince süt nikâhı haram kılmaz.

Süt emzirme beş defadan az olduğunda veya beş ve beşten fazla olup da aralarında fasıla olmadığı zaman süt nikâhı yasaklayıcı olmaz, yine doyurucu olmadan ve beş defa tekrarlanmadan bir iki yudum em­mekle de yasak olmaz. Tekid yoluyla beş kere emme tesbit edilmezse yine haram kılıcı olmaz ve yine emen iki yaşından büyükse tercih edi­len görüşe göre o da nikâhı haram kılıcı olmaz.

Arz edilen sualde görüyoruz ki, kadın kocasına sütünü sağıp ver­miş o da bilmeyerek içmiş. Adam süt emme çağında olmadığı için ha-ramlıkla ilgili şartlardan birisi yerine gelmemiştir. Seri kaide de geçer­li olan: Soyca haram olan evlilikler, sütle de haram olur.

Bu durumda bu kadın bu adamın eşidir, ona haram olmaz. Ondan boşanmaz. Fakat bu kadın beyinin haberi olmadan ona sütünü içirmek­le hata etmiştir.

Müslümanların sakıncalı bir duruma düşmemeleri için süt mese­lesini hafife almamaları lazımdır. Süt şartlan tahakkuk edince nikâhı haram kılıcı olur. İnsanlar bilmeyerek harama girerler. Müslümanlara yaraşan onu basit görmemeleri ve hafife almamalarıdır. Allah bütün müslümanları hayırda muvaffak kılsın.

 

Süt Kardeşlerin Evlenme Durumları

 

SORU: İslâm süt kardeşlerin evlenmesini yasaklıyor. Süt kardeşiy­le evlenip bir kaç sene sonra durumu öğrenen kimse ne yapmalıdır? Bu yolla meydana gelen çocukların durumu nedir?

CEVAP: Kur'an-ı Kerim kesinlikle süt kardeşler arasındaki evliliği yasaklamıştır. Peygamber'in de "Soyca haram olan sütle de haram olur" dediği rivayet edilmiştir. Fakat, fakihler haramlığın oluşması hakkında ihtilaf etmişlerdir.

Hatta bazıları 'süt on ve ondan fazla olursa haramlık gerçekleşir' demişlerdir. Fakat memleketimizdeki fetvaya göre, nikâhı haram kılan süt emme zamanında doyurucu, ayrı ayrı beş defa tekidli emmekle meydana gelir.

Bu durumda kişi bilmeyerek süt kardeşiyle evlenirse, sonra şahit­lerin bildirmesiyle aralarında süt kardeşliğinin olduğu anlaşılırsa, koca karısından ayrılır. Bu ayrılıktan ve iddetinin bitmesinden sonra kadının başka bir eşle evlenmesi caiz olur.

Bu evlilikten meydana gelen çocuklar ise, ana ve babalarının meş­ru çocuklarıdır. Çünkü onlar geçmişteki süt meselesini bilmeden ev­lenmişlerdi. İslâm hukukunun tüm ebeveynlere yüklediği haklar, bu ana ve baba için de geçerlidir.

İnsana gereken, evlilikten önce kadını iyi araştırmasıdır. Ta ki ara­larında süt kardeşliğinin meydana gelmediği anlaşılsın. Bundan ötürü Menar Tefsir'inde şu ibare mevcuttur:

İnsanları süt konusunda uyarmak lazımdır. Çocuk bir veya birkaç kadından süt emiyor, emzirenin çocuklarına ve kardeşlerine önem vermiyorlar. Kadının kocasının çocuklarına ve kardeşlerine bak­mıyorlar. Baksalar, Allah'ın soy akrabalığı gibi saydığı, akrabalık hakkının tahakkuk ettiği, nikahın haram olduğu ve daha nice hak-, ların oluştuğunu anlayacaklardır. Bir çok kez adam bilmeden süt kızkardeşiyle veya süt halasıyla veya süt teyzesiyle evleniyor. Bu işi mühimsemek lazımdır. Allah daha iyi bilendir.

 

Analığın Bir Başka Kocadan Olan Kızıyla Evlenmek

 

SORU: İki ayrı eşinden birer oğlu olan ve sonra eşlerinden birini boşayan adamın, bu eşi başka biriyle evlense ve ondan bir kız çocu­ğu doğursa, bu kız eski kocanın diğer kadından olan oğluyla evlene­bilir mi?

CEVAP: İnsanın babasının hanımıyla evlenmesi boşanmasından sonra veya ölümünden sonra olsa da, Allah tarafından yasaklanmıştır. Allah şöyle buyuruyor:

Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın evlendiği kadınlarla ev­lenmeyin, çünkü bu bir hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur. (Nisa/22)

Cahiliye döneminde adamın ölümünden sonra onun karısıyla, baş­ka kadından olan oğlu evlenirdi ve bu onun hakkı idi. Dilerse onunla evlenir, dilerse onu başkasına verirdi. Ebu Kays b. Eslet ölünce oğlu Muhsam onun karısı Ümmü Ubeyt binti Damre ile evlendi, ona ne na­faka verdi ne de mirastan bir şey verdi. O da Peygamber'e geldi ve du­rumu anlattı. Peygamber (s.a) ona şöyle dedi: "Dön belki Allah senin hakkında bir şey indirir." Geçen ayet onun ve ona benzeyenlerin hak­kında indirildi. Beyhaki İbn Abbas'tan şöyle rivayet eder:

Senin babanın evlendiği her kadın onunla zifafa girmiş olsun ve­ya olmasın sana haramdır. (Buharı)

Fakat ayet-i kerime kişinin babasının boşanmış eşinin başka koca­dan olan kızıyla evlenmenin haramlığından bahsetmiyor. Nisa Suresin­de geçen haram olan evlilikler gibi bir haramlık yoktur. Akrabalık da yoktur. Teyze ve halalar yasaklanmıştır. Fakat kızları nikahlanabilir.

İnsan soruda sözü edilen kızın, oğlanın kız kardeşi olduğunu zan­neder. Fakat Kur'an'ın yasakladığı ve fakihlerin de üzerinde icma etti­ği yasak olan; ana baba bir olan kızkardeş veya ana bir olan kız kardeş veya baba bir olan kız kardeşlerdir. Sualde geçen kız ise onlardan hiç birisi değildir. Öyle ise, kişi analığının başka kocadan olan kızıyla ev­lenebilir.

Nikahı haram olan kadınları zikreden ayet şöyledir:

Geçmişte olan bir yana, babalarınızın evlendiği kadınlarla evlen­meyin. Çünkü bu bir hayasızlıktır. İğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur.

Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz,kardeşkızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşleriniz­den olup, evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kızkardeşi birden almak da size haram kılındı. Ancak geçen geç­miştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

(Harp esiri olarak) sahip olduğunuz cariyeler müstesna evli kadın­lar da size haram kılındı. Allah'ın size emri budur... Allah daha iyi

bilendir. (Nisa/22-24)

 

İstenilen Kızı Görmek

 

SORU: Bizde adam kızı görmeden evlilik yapıyor. Evlilik olunca taraflar arasında istenmeyen durumlar meydana geliyor. Ya kadının gü­zel olmayışından, ya fiziki bir kusurunun bulunuşundan ya da yaşından dolayı boşanmalar oluyor. Bu gibi evlilikler uygun mu? Bu gibi evli­liklere nasıl engel olabiliriz?

CEVAP: Körü körüne bağlanıp kötü bir sonucun meydana gelme­mesi için evliliğe teşvik veya vazgeçmek hususunda, akit yapılmadan önce kız isteyenin kızı görmesi İslâm tarafından mubah görülmüştür. Rasûlullah (s.a) kız isteyenin kızı görmesi gerektiğini bildirmiştir.

Cabir b. Abdullah Rasûlullah'tan şöyle rivayet ediyor:

Sizden biriniz bir kadınla evlenmek istediğinde evliliğe götürecek sebepleri araştırsın ona bakmaya gücü yetiyorsa baksın.

Cabir (r.a) şöyle diyor: Ben Beni Seleme'den bir kız istedim. Be­ni onun evliliğine götürecek kadar gizliden takip ettim.

Bir kısım âlimler bu hadis-i şerifin kıza talib olanın kızı görmesi­nin kızın izni olmazsa dahi mubah olduğunu ifade ettiğini söylüyorlar.

Muğire b. Şube bir kadın istedi ve Rasûlullah'a bildirdi. Muğire'ye: 'Ona baktın mı?' diye sordu. O da yok dedi. Nebi "Onu gör. Görmek aranızdaki uyumu daha iyi sağlayacaktır" buyurdu.

Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre bir adam Ensar'dan bir kıza talib oldu. Rasûlullah (s.a) ona "Onu gördün mü?" diye sordu. O da yok dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi: "Ona git ve onu gör. Çünkü Medinelilerin gözlerinde (küçüklük ve zayıf­lık) vardır."

Bu isteyenin talip olduğu kızla yalnız başlarına kalmaları caiz an­lamına gelmez. Çünkü evlilik akdinden önce bu haramdır. Nebi şöyle buyuruyor.

Allah'a ve ahiret gününe inanan kişi yanında mahremi bulunma­yan bir kadınla tek başına bulunmasın. Çünkü üçüncüleri şeytan­dır.

Kızlarını sözlüleriyle görüştürmeyenleri kınıyoruz. Çünkü Rasû­lullah bunu mubah görmüş ve tavsiye etmiştir. Bu bir çok müşkilat ve krizi de giderir. Şu kadar var ki din görüşmede istenilen kızın bir mah­reminin de bulunmasını şart koşuyor; babası, amcası veya dayısı gibi.

Kız, isteyenin hoşuna giderse, onunla evlenir, yok eğer hoşuna gitmiyorsa, onu kötülemek ve ayıplamak helâl olmaz. Çünkü onun hoşlanmadığı şeyden başkası hoşlanabilir.

Sözlüsünden hoşlanıncaya kadar kadının da bakması hakkıdır. Çünkü kadın onunla hayat geçirecektir. Bu nedenle herkesten önce bu hak onundur. Çoğu kez sözlü (erkek) çirkin oluyor, kadın onunla geçi­nemiyor. Bundan dolayı Hz. Ömer: 'Kızlarınızı çirkin erkeklerle ev­lendirmeyin!' demiştir. Kızı, onun hoşuna gitmeyen bir kocaya varma-Sı için zorlamak caiz değildir. Fakat iki tarafta görüşmeden razı olur­larsa, bu caizdir. Netice kötü olursa iki taraf da bundan sorumludur.

Bu işin hal çaresi, dine kulak vermek, isteyenin evleneceği kızı §ormede ısrar etmesi, babaların anlayış göstermeleri, -ki Allah'ın helâl ettıği şeyi haram kılmamaları- ile olur.

 

Sözlüsüyle Helal Olan Şeyler

 

SORU: Herhangi bir şart koşmadan ve akid yapmadan dört sene sonra bir kızla evlenmek üzere gizlice sözleşen bir erkekle kız karı-ko-ca hayatı sürebilirler mi?

CEVAP: Bu ittifak açıktan açığa bir sözlülük sayılır. Sözlülük erke­ğin kadını istemesi için öne atılması demektir ki, erkeğin kadına ya da akrabalarına evliliği arzetmesi, onların fikirlerini öğrenmesi demektir. Söz kesmek evliliğe bir giriştir. Onun içinde olan birşey değildir.

İş bu durumda olunca sözlünün sözlüsüyle yalnız kalmaları dinen haramdır. Akit tamamlanıncaya kadar o, ona (haramdır) yabancıdır, ka­nun koyucu Allah, istenen kızın görülmesine izin vermiştir. Ancak bundan gerisi kişi için helâl olmaz.

Hz. Peygamber buyuruyor ki:

Allah'a ve ahiret gününe inanan yanında mahremi (yani nikahı düşmeyen) bulunmayan bir kadınla yalnız bulunmasın, bu durum­da üçüncüleri şeytandır.

Sözlüler arasındaki serbest ilişkiler asrımızın başbelalarındandır. Mahremler bulunmaksızın meydana gelen bu ilişkiler bir kaç defa tek­rar edilince bir çok elim ve vahim neticeler doğurur. En üzücü tarafı da en ağır ve acı meyveyi kızın devşirmesidir. Bundan dolayı erkekten da­ha fazla bu işten sakınması lazımdır.

Soruda konu olan gencin bu gizli protokoldan yararlanıp, sözlü­süyle yalnız kalması, onunla kan koca muamelesinde bulunması caiz olmaz.

Bu antlaşmanın gizli olması da hiç birşeyi cevaz vermez. Tabi ve meşru evliliğin açık seçik olması lazımdır. Rasûl (s.a.) şöyle bu­yuruyor:

Nikahı ilan edin, tef çalın.

Evlilik akdinin tam ve bağımsız olması lazımdır. İstikbalde tahakkuk eden bir şart yoktur. Bir erkeğin bir kadına 'Dört sene sonra senin­le evleneceğim' demesi caiz değildir.

Şimdi bu genç bu kızı nikah akdi yapmadan kendine mubah gö­rürse, onunla eşi imiş gibi ilişkide bulunursa, zina suçunu işlemiş de­mektir. Allah şöyle buyuruyor:

Zinaya yaklaşmayın zira o bir hayasızlıktır. Ve çok kötü bir yol­dur. (İsra/32)

Allah'ın haram kıldığı cana kıymazlar ve zina etmeler. (Fur-kan/68)

Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiç birşey ortak koşma­mak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayaklan arasından bir iftira uydurup getirmemek, iyi iş iş­lemekte sana karşı gelmemek üzere sana biat etmeye geldiği za­man Matlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile! Şüp­hesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Mümtehine/12)

Genç Allah'ın gazabından sakınsın. İslâm'ın haram kıldığı bir işe girişmesin.

 

Mehrîn Vacibligi

 

SORU: Üç yıl evli kaldıktan sonra mehrini almadan ölen kadının varislerinin bu mehirde bir haklan var mıdır?

CEVAP: Mehir, kadın için vacib bir haktır. Çünkü Allah Teâlâ Ni­sa suresinde şöyle buyurmaktadır:

Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin.

Rivayet ediliyor ki Ümmü Habibe (r.a) Ubeydullah b. Cahş'ın ni­kahında idi. Kocası Habeşistan'da öldü. Necaşi onu Hz. Peygamber ile dörtbin dirhem mehir karşılığında evlendirdi. Onu Şürahbil b. Hasene ile Rasûluliah'a gönderdi.

İbn Abbas'tan (r.a) rivayet edildiğine göre, Hz. Ali Fatıma (r.a) ile evlendiğinde Rasûlullah: "Ona birşey ver" dedi Hz. Ali de "Bende bir­şey yoktur" diye cevap verdi. O da 'Senin; kılıç geçirmez zırhını ona ver' dedi.

Ukbe b. Amir1 den (r.a) rivayet edildiğine göre Nebi (s.a) bir ada­ma "Seni falanca kadınla nikahlayayım mı?" dedi. Ondan evet cevabı­nı alınca, kadına da "Seni falanla evlendirmemi istiyormusun?" diye sordu.

O da evet dedi. Onları everdi. Onunla zifafa girdi birşey de verme­di. O Hudeybiye anlaşmasına katılanlardandı. Hudeybiye'ye katılanla­ra Hayber'den bir hisse var idi. O adam ölümüne yakın şöyle dedi: "Rasûlullah beni falanca kadınla everdi, ben ona bir şey vermedim. Hayber'dekİ hissemi onun mehrine mukabil verdiğime sizi şahit tutu­yorum." O kadın da bir hisse aldı ve onu yüzbin dirheme sattı.

Bundan da anlıyoruz ki, evlilikte mehir vacib bir emirdir. Kocanın eşine vermesi vacibtir. Geç de olsa vermelidir. Boşanma veya vefat anına kadar gecikse dahi mehir verilmelidir. İbn Mes'ud'a "bir adam bir kadınla evlendi, ona bir mehir vermedi, onunla zifafa girmeden de öl­dü; durumu nasıl olacak" diye sorulduğunda, şöyle cevap verdi: "Di­ğer kadınlar gibi ona tam mehir vardır, ona miras düşer. O iddetini bek­ler." Ma'kel b. Sinan el-Eşcâî ayağa kalktı ve İbn Mes'ud'a: "Allah Ra-sûlü de (s.a) senin hüküm verdiğin gibi hüküm verdi" deyince İbn Mes'ud buna sevindi.

Bundan anlıyoruz ki, soruda bahsi geçen adam ölmüş karısının (eşinin) varisleri arasında mehri taksim eder. Ayrıca kocaya da hissesi­ni alır.

 

Mehîr Ne Zaman Verilir

 

SORU: Mehir akitten sonra mı verilir? Yoksa kocanın zimmetinde kalarak belli olmayan bir zamana kadar geciktirilebilir mi?

CEVAP: Mehir kadın için vacib olan bir haktır. Bu Allah Teâlâ'nın Nisa süresindeki şu sözüne dayanır:

Kadınlara mehirlerini gönül rızasıyla verin! Eğer gönül hoşluğu ile o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yeyin. (Nisa/4)

Bu mehiri geri almak caiz olmaz. Çünkü Allah Teâlâ yine Nisa su­resinde şöyle buyurmaktadır:

Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlar­dan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. Siz iftira ederek ve apaçık günah işleyerek onu geri alırmısınız?       

Vaktiyle siz birbirinizle haşir-neşir olduğunuz ve onlar sizden sağ­lam bir teminat almış olduğu halde onu nasıl geri alırsınız? (Ni­sa/20-21)

Mehir için bir taban veya tavan yoktur. Büyük bir mal olabileceği gibi, az bir şey de olabilir. İki tarafın mehir üzerinde anlaşmaları mü­himdir. Fakat mehirde çokluk (yüksek bir meblağ) hoş karşılanmamış­tır. Bir kadının demir bir yüzük veya bir elbise veya kocasından bir su­re öğrenmek veya kocası gayr-i müslim ise, müslüman olması veya İs­lâm'a bir fayda sağlaması karşılığında da evlenmesi caizdir.

Mehri önceden vermek caiz olduğu gibi sonradan vermek veya bir kısımını önceden bir kısmını sonradan vermek tamamen tarafların an­laşmasına bağlı olarak da caizdir. Kadın kabul ettikten sonra mehir ve­rilmeden zifafa da girilebilir. Ama en iyisi kocanın mehri veya mehrin bir kısmını vermesinden sonra zifafa girmesidir.

İttifak mehrin peşin olması üzerinde kurulmuşsa, şart yerine ge­linceye kadar kocanın zifafa girmesi caiz değildir. Kadın da şart yeri-ne gelirjçeye kadar zifafa engel olabilir.

Akit anında mehir belirlenmemişse o zaman kadına mehr-i misi vacib olur .veya geçerli olan örfe göre kadının sosyal ve maddi seviye­sinde olan veya onun bir akrabasının mehri gibi bir mehir verilir. Bazı hukukçular: Kadın kocası mehrini verinceye kadar zifafa engel olabi­lir fikrindedirler. Evlilik akdinden sonra kadın dilesin veya dilemesin erkek zifafa girebilir. Erkek de dilesin veya dilemesin ya mehr-i misli veya üzerinde ittifak edilen mehri eşine (karısına) vermek zorundadır.

 

Kadının Mehri

 

SORU: Hanımının mehrini vermeden ölen adamın durumu nedir? O kadından doğan çocuklar meşru mudur?

CEVAP: Mehir, evlilik akdi gereğince kocanın eşine vermek mec­buriyetinde olduğu maldır. Fakat bu evlilik akdinin bir rüknü değildir. Şartlarından bir şart da değildir. Olsa olsa akdin bir esendir. Fakihlerin çoğunluğu şöyle demişlerdir: Erkek kadınla evlenince belirlenmiş bir mehir olmasa dahi evlilik sahih olur. Kocanın mehr-i misi vermesi ge­rekir. Mehr-i misi, akit anında bu kadına denk babasının ailesinden bir kadının mehridir. Kadının öz kızkardeşi, bababir kız kardeşi, amcası­nın kızı veya kızkardeşinin kızı gibi. Babasının ailesinde kıyaslanacak biri olmazsa, onun babasının seviyesinde olan bir ailenin kızının meh­ri örnek olur."

Anlaşılıyor ki mehir konuşulmasa dahi evlilik sahihtir. Birisi Ab­dullah b. Mes'ud'a şöyle sordu: "Bir kadının kocası kendisine mehir vermeden öldü ne dersin?" Bir ay sonra şöyle cevap verdi: "Ben reyi­mi ifade ediyorum eğer isabetli ise, o Allah ve Rasûlullah'tandır. Eğer hatalı ise o benden ve şeytandandır. Allah ve Rasûlü ondan beridirler. Ben onun için mehr'ül-misli uygun görüyorum."

Oradan iki adam öne atıldı ve "Rasûlullah (s.a) Berda binti Vaşık denilen kadın hakkında senin verdiğin gibi hüküm verdi" deyince, İbn Mes'ud (r.a) buna çok sevindi. Çünkü onun fetvası Rasûrullah'm fetva­sına uymuştu.

İslâm hukukçuları kocanın mehir vermeden zifafa girmesinin ca-izliği üzerinde ittifak etmişlerdir. Karı kocalık hayatı dinen sahihtir.

Hz. Aişe (r.a) Rasûlullah'ın bir kadına, kocası kendisine bir şey (mehir) vermeden kocasının yanına girmesine emir verdiğini rivayet ediyor.

Bundan anlaşılıyor ki, koca karısına mehir vermezse, onun zim­metinde bir borç olur: Onu vermeden ölürse, kadın onun terekesinden alır. Ve yine anlaşılıyor ki bu kadından meydana gelen çocuklar meşru çocuklardır. Meşru bir evlilikle şartlara ve rükünlere bağlı bir akidle evlilikleri devam ettiği sürece çocukları meşrudur, meşru olup olma­masının mehir verip vermemekle bir alakası yoktur.

 

Evlenmede Kadının Başkasını Vekil Kılması

 

SORU: Bir kızın evlilik akdi anında, akdi yapacak olan kadı, kızın (gelin adayının) anabir kardeşinin vekaletini kabul etmese, ondan baş­ka da hiç bir akrabası olmasa gelin adayının ana bir kardeşi dururken kadı'nın vekaleti sahih midir?

CEVAP: Vekalet, kişinin kendi yerine başka birini tayin etmesidir ki, vekil, müvekkilin adına caiz ve malum olan tasarrufta bulunur. İn­san tasarruf hakkı olan her konuda başkasını da vekil olarak görevlen­direbilir. O konuda vekillik muteber olduğu sürece ve vekil de buna uygunsa bu hak mevcuttur. Evlilik de bu haklardan biridir ki kişi ehil olduğu sürece kendisinin yapması gerekir. Başkası da bu vekalete ehil ise, onu da vekil kılabilir.

Fakat, evlilikte vekaletin caiz olması ile beraber, evlenecek olan kızlara başka bir şey daha vardır. O da kızlar üzerinde olan velayettir. Çünkü İslâm fıkhına göre kız üzerinde bir velayet vardır. Velayet iki Çeşittir: Cebrî velayettir ki ehliyyeti olmayanlar için geçerlidir. Ama buluğ çağma ermiş kız ve dul için bu velayet zoraki değildir. Bu nedenle İslâm hukukçuları velinin dul kadını evlilikten alıkoymasının olmadığını söylemişlerdir.

Diğer velayete ise, ihtiyarî (seçmeli) velayet denilir. Balığa, akıllı Ve rüşte ermiş olanlaradır.

Buna binaen fakihler, kızın kendini evlendirmesinin veya vekil yoluyla evlenmesinin sahih olmadığı karanna varmışlar. Buna muha­lefet eden bazı fakihler de vardır. Evlilik, hür, baliğ, akil ve reşide olan kadının aküyle veya vekil yoluyla olur. Ancak kadın bizzat kendisi ve­ya vekalet yoluyla, denk olmayan birisiyle evlenmişse, velinin itiraz hakkı vardır. Ama bu itiraz hakkı kadın hamile kalmadığı veya çocuk doğurmadığı sürece geçerlidir.

Kız evlendiren velinin, hür ve akıl baliğ olması lazımdır. Adil ol­ması da ihtiyacını kötüye kullanmaması da vacibtir. Veliler için burda bir tertip vardır. Nesepten gelen erkek veya sebeb-i akraba (köle ve ca­riyenin efendileri) olmayınca, velayet akraba olmayanlara geçer. Ana­dan olan kardeş de onlardan biridir. Derece itibariyle bundan daha ya­kını bulunmazsa, anabir kardeşin evlilikte veli olma hakkı doğuyor. Kadının akrabalarından hiç kimse yoksa, o zaman imama velayet hak­kı doğar. Çünkü imam veliyyûl emirdir. İmam (devlet başkanı) mem­leketimizde kadıyı vekil kılar. O bu konuda onun yerine bakar.

Bu açıklamadan anlaşılıyor ki, soruda sözkonusu edilen kızın ana­bir kardeşten daha yakın bir velisi yoksa, velayet hakkı onundur ve o kadı'dan önce gelir.

 

Evlilikte Vekalet

 

SORU: Çocuk buluğ çağına erdiği halde babanın evlilik akünde çocuğa velilik yapması caiz midir?

CEVAP: Akit şartlarını haiz olduğu sürece damat adayı bizzat ken­disi bu akü yapabilir. İnsanlar bizzat yaptıkları şeylerde, başkasını da vekil kılabilir. Evlilik akü de bu kabil şeylerdendir. Bundan dolayı ka­dın için vekil tayin etmek sahihtir. Hatta bir kişinin iki tarafa vekil ol­ması da sahihtir. İslâm hukukçuları Peygamberimizin; bir erkeğe 'Se­ni falanca kadınla evlendirebilir miyim?' diye sorduğunu, ondan evet cevabını alınca kadına da; 'seni falan erkekle evlendirmeme razı mı­sın?' diye sorup ondan da evet cevabını alınca onları evlendirdifini de­lil olarak ileri sürdüler.

Evlilik akünde başkalarını vekil kılmanın meşruluğuna Hz. Peygamber'in şu hareketini delil olarak gösterdiler: Rasûlullah Ümmü Habibe (r.a) Habeşistan'da muhacir iken onunla evlenmek için Amir b. Ümmeye ed-Damri'yi vekil kıldı. Amir b. Ümmeye vekalet yoluyla onu Rasûlullah ile nikahladı.

Bu hadisin rivayetinde nikâhı, Necaşi'nin kıydığını söylerler. Bun­daki sır, Necaşi'nin Ümmü Habibe'ye mehir vermesidir. Onun için, onu Peygamberimizle evlendirdiğini söylediler.

Vekillikte de bazı şartlar vardır. Onlar da şudur: Müvekkilin (ve­kalet verenin) baliğ, akıllı ve hür olması lazımdır. Bundan dolayı çoğu fakihler, "Çocuk, deM ve bunağın vekil tayin etmeleri sahih olmaz" de­mişlerdir. Çünkü bizzat kendileri evlilik aktini yapamazlar. Asalet yo­luyla sahih olmayan bir şey vekalet yoluyla da sahih olmaz.

Bazı fakihler kadının kendisini başkasıyla nikahlamak için vekil tayin edebileceğini söylemiş ve delil olarak da Hz. Peygamber'in Üm­mü Seleme'ye evlilik teklif ettiği zaman onun da oğluna, vekil olmak için başvuruda bulunmasını delil olarak göstermişlerdir.

Bununla beraber bir çok fakih, kadın evliliğe rıza gösterdiği müd­detçe ondan vekalet olmadan da baba ve dedesinin onu evlendirebile-ceğini söylemişlerdir.

Müvekkil (vekalet veren) kendisini herhangi bir kadınla nikahla­mak için başkasına vekalet verebilir. Buna mutlak vekalet denir. Belli bir kadınla nikahlaması için de vekalet verebilir. Buna da kayıtlı (şart­lı) vekalet denir.

 

Kadının İkametgahı

 

SORU: Nikâh aktinden sonra gelinin babasının evinde geceye dek ı caiz midir? Veya gündüz babasının evinde gece kocasının evınde olması caiz midir?

CEVAP: Nikâh aktinin şartlan yerine geldikten sonra kadın kocası­nın eşi olur. Ona kocasına itaat etmek vacib olur. Kocanın evine gitmek de bu itaatin içine girer.

"Onları (kadınları) gücünüz ölçüsünde oturduğunuz yerin bir bö­lümünde oturtun. Onları sıkıştırıp kendilerine zarar vermeye kalkışma­yın..." (Talak/6) ayetinden âlimler, erkeklerin eşlerini istedikleri yere götürme haklarına sahip olduklarını anlamışlardır. Yine, Allah (c.c) ka­dınların nafakalarını kocalarına vacib kılmıştır. Bu nafaka mukabilin­de kadından itaat istemiş. Kadın itaat ederse, kocasına ram olursa ko­casına da infak düşer, Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

İmkanı geniş olan nafakayı imkanlarına göre versin; rızkı daral­mış bulunan da Allah'ın kendisine verdiği kadarından nafaka öde­sin. Allah hiç kimseyi verdiği imkandan fazlasıyla yükümlü kıl­maz. Allah bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır. (Talak/7)

Bunu (mecburi ikameti) Allah'ın şu sözünden de anlıyoruz:

Onları ya meşru ölçüler içerisinde tutun veya onlardan meşru ölçülere göre ayrılın... (Talak/2)

Burdaki tutmak fiili, kadının kocasının evinde durması demektir.

İslâm hukukçuları, kocanın hanımını, ihtiyaç zamanında dışarıya çıkmak için izin vermesi haricinde evde tutma hakkı olduğuna dair hü­küm vermişlerdir. Bu ihtiyaç da ebeveyni ziyaret etmek ve gerekli olan bazı ödevleri yerine getirmek gibi şeylerdir. Yine fakihler, karısına za­rar vermemek kaydı ile istediği yere intikal ettirebileceği konusunda kocanın hak sahibi olduğuna dair hüküm vermişlerdir.

Bazı İslâm ülkelerinde kadının nikâhtan sonra bir müddet babası­nın evinde kalması örf haline gelmiştir. Bu örf İslâmî kurallarla çatış­maz. Bilakis kadınla koca arasındaki muhabbete vesile olur. Yine koca ile karısının ailesi arasındaki ilişkileri de artırır. Kur'an-ı Kerim'in ev­lilikten hedeflediği gaye budur:

Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun alâmetlerindendir

Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için (alınacak) dersler var­dır. (Rum/21)

Yok eğer sorudan kasıt, kadının ailesinin kadının sadece gece vak­ti kocasının evine gitmeye müsade etmeleriyse, buna hakkı yoktur. İs­lâmî kurallara uygun olduğu sürece gündüz de kadının kocasının evi­ne gitmesine kimse mani olamaz.

 

Hac Ayında Evlilik İlişkileri

 

SORU: Zilhiccemin (hac ayında) ilk on gününde karı koca ilişkileri caiz midir? Bunun caiz olmadığını duyuyoruz. Bunun dinî yönü nedir?

CEVAP: Hac için ihrama girmeyenlerin hac ayının ilk on gününde karısıyla cinsel ilişkide bulunmasına her hangi bir engel yoktur. Ancak ihrama girilmişse durum değişir. Zira, ihrama girmek bu ilişkileri ha­ram kılar. Buna refes (yani kadına yaklaşmak) denir.

Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse, (ihramı­nı giyerse) hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davra­nışlara yönelmek, kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. Azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının. (Baka­ra/197)

Rasûlullah da şöyle buyurmuştur:

Kim Allah için hac eder, hacda (ihramda) kadına yaklaşmaz ve günah işlemezse anasından doğduğu günki gibi (günahsız) olur.

Karı koca ilişkisi kişinin hac işlerini bitirinceye kadar yasaktır. Kişi ihramlı olduğu sürece kan koca ilişkisi ona helâl olmaz.

Ama temettü haccına niyet edenlere bu ilişki caizdir.

Temettü haccı şöyledir: Hacı adayı ilkönce umreye niyet eder, ürnresini yapar ve ihramdan çıkar. Sonra tekrar senenin haccını yapmak için niyet eder ve ihrama girer. Hacı adayı umreyi yapar, giyinme­si yasak olan elbiseleri giyer, koku kullanır ve kan koca ilişkilerinde bulunur. Bütün helâllardan faydalanır. Bu iş Terviye gününe (zilhicce ayının 8. günü) kadar devam eder. Mekke'de tekrar ihrama girer ve hac işlerine başlar.

Bu temettü haccı yapacak hacı adayı için ihramlı olmadığı zaman karı koca ilişkileri hac görevlerine başlayacağı güne kadar -ki o da zil­hicce ayının 8. günüdür-caizdir.

Bundan anlıyoruz ki zilhicce ayının ilk on gününde karı koca iliş­kileri caizdir. Ancak ihrama girenler için bu ilişki haramdır. İhramlı ol­duğu sürece yasak devam eder, temettü yoluyla ve hac işlerini bitir­mekle bu yasak kalkar.

 

Müslüman Kadının Gayr-Î Müslimle Evlenmesi

 

SORU: Müslüman bir kadının gayr-i müslim erkekle evlenmesi ca­iz midir? Bu durumda olan bir kadının Kur'an okuması, Kur'an'a do­kunması, ibadet etmesi caiz midir? Ölünce cenaze namazım kılabilir miyiz?

CEVAP: Bütün İslâm âlimleri ve fakihleri müslüman kadının, müslüman olmayan erkekle evlenmesinin caiz olmadığında fikir birliği et­mişlerdir. Artık o koca yahudi ve hristiyan olsun, müşrik veya dinsiz olsun hiç farketmez. Allah buyuruyor ki:

...İman etmedikçe putperest erkekleri de (kızlarınızla) evlendir­meyin. Beğenseniz bile, putperest bir kişiden inanmış bir köle ke­sinlikle daha iyidir. (Bakara/221)

Hadis-i şeriflerde ise müslümanların (erkeklerin) kitaplı kadınlar­la evlenebilecekleri, fakat kitaplı erkeklerin müslüman kadınlarla evle-nemeyecekleri hükmü vardır. Ve yine Kur'an-ı Kerim'de Allah (c.c) İs­lâm'a giren kadınları, kocaları kâfir iseler, hicret ettikleri zaman müslümanların geri vermemeleri, yanlarında alıkoymaları gerektiğini Mümtehine sure-i celilesinde beyan ediyor; çünkü müslüman olan ka­dının müslüman olmayan erkeğin nikahında yaşaması helâl olmaz. Ayet şöyledir:

Ey iman edenler! Mü'rnin kadınlar hicret ederek size geldiği za-nıan, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirle­re geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara he­lâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarf ettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur... (Mümtehine/10)

Müslüman kadının bir gayr-i müslimle evlendiğini farzedelim. O, bu konuda Allah'ın hükmünü bilmiyorsa, ona öğretmemiz ve onu gayr-i müslim eşinden ayırmamız lazımdır. Yok eğer bu durumu bilerek yapmışsa o Allah'ın haram kıldığı bir şeyi helâl etmiş ve mürted olmuş­tur. Yani dinden çıkmıştır. Allah onun ibadetini kabul etmez. O bu du­rumda iken ölürse cenaze namazı kılınmaz. Ancak tevbe eder ve irti-dadından vazgeçer, İslâm'a dönerse, o zaman onun durumu diğer müs­lümanların durumu gibi olur.

Kur'an'a dokunabilir mi sorusuna gelince Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır.

Şüphesiz ki, korunmuş bir kitapta bulunan değerli bir Kur'an'dır. Ona ancak temizlenenler dokunabilir. (Vakıa/77-79)

Tefsircilere göre kitap burda mushaftır. O zaman şöyle bir mana çıkar: Bu Kur'an büyük bir kitaptır. Allah katında mahfuzdur. Ancak cünüplükten, abdestsizlikten temiz olanlar ona dokunabilir. İmam Müslim İbn Ömer'den şöyle rivayet ediyor: Rasûlullah Kur'an ile kü­für diyarına çıkmayı yasakladı. Düşmanları ona uzanırlar, zayi ederler diye.

Bu, şu demektir: Kâfir manen pistir, çünkü o imanla temizlenme­miştir. O bedenen de necistir; çünkü o kir ve pislikten maddeten de te-mı denmemi ştir. Yine o bir çok necis şeyleri helâl biliyor, içki, leş, domuz eti ve benzerleri gibi. Yine o kendi öz temizliğine de riayet etmez. Bir çoğu Kur'an ile de alay ederler. İmam Mâlik de bu konuda şöyle bir rivayette bulunmaktadır: Rasûlullah Amr b. Hazm'a bir mektup yol­ladı o mektupta "Kur'an'a ancak pak olan insanlar dokunabilir" ibare­si vardı.

Eğer gayr-i müslim, Kur'an'ı düşünmek ve onunla hidayete eriş­mek için okuyorsa, o zaman ona temizlenmeyi teklif etmemiz lazım­dır. Buna delil olarak Hz. Ömer'in kızkardeşini gösterebiliriz. Çünkü Hz. Ömer müslüman olmadan önce Kur'an'ı okumak istedi. Kur'an levhalarını okuyabilmesi için yıkanması lazım olduğunu söyleyerek şöyle dedi: "Sen necis bir insansın. Dolayısıyla yıkanmadan ona doku­namazsın." Ömer bu teklifi kabul etti ve yıkandı. Okudu ve hidayete erdi. Siyer kitaplarında geçtiği üzere müslüman oldu.

Ondan daha iyisi, isterlerse, duyabilmeleri için bizim gayr-i müs-limlere Kur'an okumamızdır. Biz Tevbe süresindeki ayetten böyle an­lıyoruz, ki şöyle buyuruImaktadır:

Ve eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah'ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona eman ver. Sonra (müslüman olmaz­sa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu onların bilmeyen bir kavm olmalarından dolayıdır. (Tevbe/6)

İslâm'ın adalet ve hoşgörüsü böyledir.

 

Müslümanın Hristıyanla Evlenmesi

 

SORU: Müslüman bir erkeğin hristiyan kadınla evlenmesi caiz mi­dir?

CEVAP: Hristiyanlığında kalmakla beraber bir müslüman hristi­yan bir kadınla evlenebilir. Çünkü Allah (c.c) Maide suresinde şöyle buyuruyor:

Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helâldir. Sizin yiyeceğiniz de onlara helaldır. Mü'min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendileri­ne kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şar­tıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üze­re size helâldir. Kim (İslâmî hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır. (Maide/5)

Bu ayet müslüman bir erkeğin iffetli bir ehl-i kitapla evlenebile­ceğine dair kesin hüküm vermiştir. Hristiyanlar da kitap ehlindendir. Bu evliliğin mübahlığı bir çok ashap tarafından da kabul edilmiştir. Osman b. Affan, Abdullah İbn Abbas, Cabir b. Abdullah, Talha b. Ab­dullah bunlardandır. Tabiinden Hasan, İkrime, Said b. Cübeyr, Şa'bi ve Said b. Müseyyeb de bu görüştedirler.

Yine sabittir ki Hz. Osman Naile binti Kasafire isimli hristiyan bir kadınla evlenmişti.

 

 

 

Yine İslâm tarihinde fetihler zamanında bir çok müslüman Sa'd b. Ebi Vakkas'ın yanında hristiyan kadınlarla evlendiler. O, ehl-i ilim bi­ri olduğu halde kimseye engel olmadı.

Bundaki hikmet şu olsa gerektir: Bu evliliğin müslüman olmayan bir kadının müslüman olan bir erkekle tanışmasına vesile olup, kadının müslüman olmasına bir fırsatın doğmasıdır. Allah şöyle buyuruyor:

Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Mu­hakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, ondan en çok korka-nınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır. (Hucu-rat/13)

Diğer yandan müşrikler ve yahudilerle müslümanlar arasında düş­manlığın olmasıdır. Allah Maide suresinde şöyle buyurmaktadır:

insanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şid­detli olarak yahudiler ile şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da "Biz hristi-yanlarız" diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Ve onlar büyüklük taslamazlar. Rasûl'e indirileni

duydukları zaman tanış çıktıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: "Rabbimiz! İman ettik bi­zi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz. Rabbimizin bizi iyiler ara­sına katmasını umup dururken niçin Allah'a ve bize gelen gerçeğe iman etmeyelim?" Söyledikleri bu sözden dolayı Allah onlara, içinde devamlı kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetle­ri mükafat olarak verdi. İyi hareket edenlerin mükafatı işte budur. (Maide/82-85)

Müslüman kocanın, hristiyan hanımını din değiştirmeye ve İs­lâm'a girmesi için zorlamaya hakkı yoktur. Çünkü Allah (c.c) şöyle bu­yurmaktadır:

Dinde zorlama yoktur artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrıl­mıştır. (Bakara/256)

Yine kocanın, kadının dinî görevlerini yerine getirmesine mani ol­ması da caiz olmaz. Ancak dinî yönden çocuklarına etki etmesini en­gelleyebilir. Bazı hukukçular, müslümamn ehl-i kitap kadınla evlen­mesini hoş karşılamıyorlar.

 

Müslüman Erkeğin Kitap Ehli Biriyle Evlenmesi

 

SORU: Şüphesiz eski kitap ehli şimdiki kitap ehli gibi değildi. Bu asırdaki kitaplılarla evlenmek caiz midir?

CEVAP: Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. Mü'min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap veri­lenlerden iffetli kadınlarla, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu ol­mak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Kim inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O ahirette de ziya­na uğrayanlardandır. (Maide/5) Bu ayetten anlaşılıyor ki hristiyan kadın bu şartlara uygun olduğu sürece nikahı mubahtır. Bundaki hikmet, kadının iyi ilişkilerden yarar­lanıp hakkı bulma fırsatıdır. Bu evlilikten sonra kadın İslâm'ı öğrenme imkanına sahip olur.

Bununla beraber her ne kadar kitaplı bir kadınla evlenmek helâl ve mubah ise de bu evlilik mekruhtur. Çünkü din ayrılığı çoğu kez in­sanları ihtilaf, mücadele ve ayrılığa götürür. Kitaplı kadın çoğu kez gü­zelliğiyle ve cilveleriyle kocasını tesir altında bırakır. Allah korusun koca da dinini bırakıp onun dinine girer, bunda büyük zarar vardır. Ay­nı zamanda çocuklarının üzerinde tesiri olur. Onlar da onun dinine meylederler ki bu da büyük bir kötülüktür.

Burada kitap ehli ile müşrikleri birbirinden ayırmamız lazım. Ehl-i kitap, Allah katından kendisine bir kitap indirilen demektir, sonradan tahrif olsa dahi. Müşrik ise, dini olmayan demektir. Bundan dolayı Kur'an aralarında fark koyarak şöyle buyurmaktadır:

Apaçık delil kendilerine gelinceye kadar ehl-i kitaptan ve müşrik­lerden inkarcılar (küfürden) ayrılacak değillerdi. (Beyyine/1)

Ayet-i kerimede müşrikler ayrı sınıf, ehl-i kitap ayrı sınıf olarak sayılıyor. Bununla birlikte bazı âlimler şöyle fetva verdiler: Bir müslü­mamn bir gayr-i müslimle evlenmesi kesinlikle caiz değildir.

Fakat halef ve selefin cumhuru kitaplılarla evlenmenin helâl, müş­rike (şirk koşan kadın) ile evlenmenin de haram olduğuna hüküm ver­diler. Kitaplılardan gaye yahudi ve hristiyan olan kadınlardır. Bazıları mecusileri de helâl kıldılar. Sadece puta tapanları müşrike kabul ettiler, bazıları da yahudi ve hristiyanlar dışında kalanları putperest saydılar. Bazılarına göre onlar da putperest sayılırlar. Fakat gerçek şu ki onlar putperest sayılmazlar. Çünkü Kur'an müşrikleri bir sınıf, ehl-i kitabı da başka bir sınıf olarak zikrediyor. Birisi diğerinin üzerine atfedilir. Atıf da değişikliği gerektirir, bu bir gerçektir.

Bu hükümde eski kitaplılarla yeni kitaplılar arasında bir fark yok­tur. Hepsi de aynı dinin çocuklarıdırlar. Burada müslümanları onlarla evlenmekten alıkoyacak bir engel yoktur. Müslümanlara yaraşan bu hükme fazla Önem vermemeleri ve ehl-i kitap kadınlarla evlenmeme­leridir. Bu evlilikle birçok üzüntüye hedef olurlar. Bilhassa müslüman-ların azınlıkta olduğu ülkelerde bu daha da vahimdir.

Yine müslümanlara müslüman olan kadınları bırakıp da, kitaplı kadınlarla evlenmeleri yaraşmaz. Müslümanlar kitaplı kadınlarla evle­nirlerse müslüman kadınlar nereye gitsinler. Bekâr mı kalsınlar; İs­lâm'da ruhbanlıkda yoktur. Yoksa harama mı gitsinler? Yoksa gayr-i müslimlerle mi evlensinler?! Müslümanlar bunu çok iyi düşünsünler.

 

Fasit Evliliğin Sonu

 

SORU: Bir kız çok küçükken kardeşinden ayrı düşse, büyüdükten sonra birbirlerini tanımadan bir araya gelip evlenseler ve iki de çocuk­ları olsa, sonra kardeş oldukları anlaşılsa, bunlar ne yapacak ve çocuk­larının durumu ne olacak?

CEVAP: İslâm dini kesinlikle kardeşin kardeşle evlenmesini yasak­lamıştır. Allah şöyle buyuruyor:

Analarınız, kızlarınız kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacı­larınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğev onlarla henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mah­zur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşlerini ve iki kızkardeşi birden almak da size haram kılındı. Ancak geçen geç­miştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. (Nisa/23)

Kardeş kızkardeşiyle, kızkardeşi olduğunu bilmeyerek evlenip zi­fafa girer ve ondan çocuk doğurur da, sonradan onun kızkardeşi oldu­ğu meydana çıkarsa, bu durumda kız kardeşinden hemen boşanması gerekiyor. Çünkü aralarındaki evlilik fasittir (geçersizdir). Çünkü evli­lik şartlarından olan bir şart mevcut değildir; o da kadının namahrem olan kadınlardan olmamasıdır. Biz kesin olarak biliyoruz ki İslâm kardeşin kardeşle evlenmesini kesinlikle yasaklamıştır. Ancak kardeşler bilmeyerek bunu yapmışlarsa onlara bir günah yoktur.

Bu çiftten meydana gelen çocuklar ise, meşrudurlar; zina çocuk­ları sayılamazlar. Soyları bellidir. Büyüyünceye kadar bunlara bak­makla yükümlüdürler.

Bilmeyerek erkek kardeşiyle evlenen kadın kardeşinden ayrıldık­tan sonra başka bir erkekle evlenir. Bu fasit evlilikten iddeti bittikten sonra yeni bir evliliğe başlaması kendisi için daha iyi olur.

 

Değiş Tokuş Yaparak Mehirsiz Evlenmek

 

SORU: İslâm'da sigarın (değiş tokuş yaparak evlenmenin) hükmü nedir ve şartları nelerdir?

CEVAP: Arab lügatmda sigar, köpeğin bacağını kaldırıp bevletme-si demektir. Yine sigar kelimesi yanlızlık ve halilik manalarına da ge­lir. Araplar mamur olmayan şehir manasında beled-i şâgir derler. İslâm bu kelimeyi uygun olmayan, yasaklanan nikah için kullanmıştır. Bu evliliğin şekli şöyledir: Bir adamın diğerine "bana kızını veya yakını­nı veya müvekkilini ver mukabilinde ya kızımı ya yakınımı ya da mü­vekkilimi al!" demesidir. Evliliğin biri diğerinin mukabiiindedir, her iki kadına da mehir yoktur. Kamus-ül-Muhitiz sigar, senin adamı ev­lendirmene mukabil onu evlendirmendir şeklinde tasrif edilmiştir.

İslâm bu çirkin nikaha sigar demiş. İçinde mehir söz konusu ol­madığından onu medeniyetten uzak bir şehre benzetmiştir. Yine İslâm °nu köpeğin pis bir yere bevletmesine benzetmiş Arabistan'da çok bi­linen bu nikahı İslâm yasakladı. Müslim'in rivayetine göre Rasûlullah Şöyle buyurdu:

İslâm'da sigar yoktur.

Eğer bir adam, diğerine "Seni kızımla veya kızkardeşimle evlen­dirmeme mukabil, sen de beni kızınla veya kızkardeşinle evlendir, ikisine de mehir olmasın" derse, bu evlilik batıldır. Cumhur-u fukaha ya­nında bu akit geçersizdir. Burada kadının kişinin kızı veya kızkardeşi olması da şart değildir. İmam Nevevi'nin rivayetine göre bütün fakih-ler kardeşlerin kızları ve kızkardeşlerinin kızları ve diğerlerinin du­rumları kızın ve kızkardeşin durumu gibidir. Sigar nikahı bunlar için de haramdır.

Bu nikahın yasak olmasının sebebi bir şarta bağlı olmasından kay­naklanmaktadır. Çünkü evlilik aktinin bir şarta bağlı olması uygun de-gıldır.

Yine burada kadın hakları zayi olduğu için ve onun şerefine iha­net -edildiği için sigar nikahı yasaklanmıştır. Mehir erkeğe düşen bir haktır. Burda ise bir diğerinin mukabilinde eş almıştır. Bu tür evlilik kadının haklarını zayi eder. Ebu Hanife'nin de aralarında bulunduğu bazı fakihler, "Her kadın kendi mehr-ül mislini almak kaydıyla böyle bir nikah sahih olur" demişlerdir.

 

Kocanın Hanımına İzin Vermesi

 

SORU: Kocasının izni olmadan kadının evinden çıkıp gezmesi hakkında İslâm'ın görüşü nedir? Kadının akrabalarının bu konuda ka­dına destek vermesi uygun mudur?

CEVAP: Kadının kocasına itaat etmesi vacibtir. Rivayet edilir ki Hz. Aişe Hz. Peygamber'e, 'Ey Allah'ın Rasûlü! Kadın üzerinde kimin hakkı daha çoktur?' diye sorduğunda, Hz. Peygamber 'Kocasının' diye cevap verdi. Yine Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:

Kadınların en hayırlısı kocası kendisine bakınca kocasının hoşuna giden, ona emir verince emrini yerine getiren, onun gıyabında onun malını ve ırzını koruyan kadındır.

Bu itaatin da masiyetle (günahla) olmaması lazımdır. Çünkü erke­ğe, hanımının haram işlemesi için emir vermesi caiz değildir. Hanımı­na da masiyette ona itaat etmesi caiz değildir. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Allah'a isyan olan yerde kula itaat olmaz.

Bazı hadislerde kocanın kadın üzerindeki haklarından birisi de onun izni olmadan kadının evden çıkmaması olarak gösterilmiştir. Eğe: çıkarsa, Allah ona lanet eder. Bundan dolayı fakihler, kadının ko­ca evinde durması lazım geldiğini, onun izni olmadan evden çıkmama­sı gerektiğini söylemişlerdir. Tabiatıyla babasının ve anasının ziyareti­ne gitmesi müstesnadır. Çünkü haftada bir kez kadının ebeveynini zi­yaret etmek için kocanın izin vermesi lazımdır. Kadın izin ister, koca da izin vermezse, hata yapmış olur. Koca izin vermese dahi kadın çı­kabilir. Çünkü sılacı rahim vacibtir. Akrabalar arasında ebeveynin hak­kı herşeyden önce gelir. Hastalıkları anında eğer bakacakları kimsele­ri yoksa, yine kadının gidip onlara bakması caizdir. Karı koca hukuku­nu ihlal etmeden, Allah'ın gazabını celbetmeden ve iyi niyeti su-i isti­mal etmeden bu vazifeyi yerine getirmek için kocanın rızası olmasa dahi kadın bu ziyareti yapabilir.

Yine fakihler koca, hanımının kendisine vacib ve meşru olan bir işi görmek için dışarıya çıkmasına da engel olamaz hükmünü vermiş­lerdir. Yine toplumda kadına has farz-ı kifaye sayılan işleri görmek için de dışarı çıkmasına mani olmak caiz değildir.

Karı-kocaya (eşlere) yaraşan bu konuyu niza ve ihtilaf konusu yapmamalarıdır. Karşılıklı hürmet ve anlayış yoluna gitmeleri gerekir. Kadının kocasına itaat etmesi, ancak onun bilgisi ve izni dahilinde ev­den çıkması, kocanın da hanımının meşru bir iş için çıkmasına mani olmaması lazımdır.

 

Kadının Kocasının İzniyle Dışarı Çıkması

 

SORU: Bir radyodan duydum ki, kadın ilaç almak için veya ebe­veynini ziyaret etmek için dışarı çıkabilir diyordu. Burda kocanın izni-nin gerekli olup olmadığından sözedilmedi. Bunun vuzuha kavuşturul­masını rica ediyorum.

CEVAP: Kadının, bütün meşru karı koca haklarına riayet etmesi va-cibtir. Ancak günah olan bir işte itaat etmesi gerekmez. Çünkü Rasû-lullah, "Allah'a isyan olduğu yerde kula itaat olmaz" buyurmuş. Bu ba­kımdan, kadının izin almadan çıkmaması lazımdır. Kocanın da hanımı­nı kıskanması lazımdır. Rasûlullah buyuruyor ki:

Allah kıskançtır, mü'min de kıskançtır.

Mü'minin kıskançlıkta da mutedil olması gerekir. Çünkü Rasûlul­lah şöyle buyuruyor:

Kıskançlığın bir kısmını Allah sever, bir kısmını da sevmez.

Allah'ın nefret ettiği kıskançlık gereksiz olan kıskançlıktır. Bu ko­nuda Hz. Ali'nin "Eşine karşı çok kıskanç olma yoksa hayatında kötü­lüklerle karşılaşırsın" dediği rivayet edilmiştir.

Koca eşinin mehrini verdiği, Allah'ın emrettiği gibi onun nafaka­sını üstlendiği müddetçe, bunun gereği olarak kadının da ona itaat et­mesi, yanlız onun olması, onun evinde durması, onun malını ve ırzını koruması lazımdır.

Kadın kocasının izni olmadan ulu orta evden çıkamaz. Fakat eğer koca onun hac gibi bir farzı yerine getirmesine mani olursa, o zaman kadın izinsiz olarak evden çıkabilir. Yine bunu da önceden bildirmesi lazımdır. Ve yine uygun olmayan bir evde ise, koca da bunu değiştir­mek istemiyorsa, veya koca kadının ırzından ve malından emin değil­se, o zaman da kadın onu uyarıp bildirdikten sonra evden çıkabilir ve yine eğer koca temin etmiyorsa zaruri olan yiyecek ve içecekleri te­min etmek için de kadın dışarıya çıkabilir. Akıllı erkek zaten dinen meşru olan ihtiyaçları temin etmek üzere dışarıya çıkmak isteyen eşi­ni engelleyemez.

 

Doğumun Yedinci Gününü Kutlamak

 

SORU: Bazı insanlar doğan çocuğun yedinci gününü kutluyorlar, buna haftalık şenliği diyorlar. Bu şenlikte mum yakmak, helva ve ye­mek dağıtmak, çocuğun akrabalarından para toplamak İslâm'a uygun mudur?

CEVAP: Zürriyete (soya) sevinmek insanın tabiatında olan bir şey­dir. Allah'ın yasakladığı ve buğzettiği birşey İslâm'ın haram kıldığı bir münker ve pislik olmadığı müddetçe bu şenliğin dinî yönden bir sakın­cası yoktur.

Müslümanlar Rasûlullah'tan gelen yola tabii olsalardı ne güzel olurdu. Allah Rasûlü'nün sünnetinde "Haftalık kutlamaya" bir işaret vardır. Fakat sünnette buna başka bir ad verilmiştir. O da akika'dır. Bu şenliğin özeti şudurki, çocuğun saçı kesilir, muhtaç ve fakirlere o sa­çın ağırlığınca gümüş verilir. Çocuğa isim konulur. Bir kurban kesilir ona da akika kurbanı denilir. Bu kurban etinden yenilebilir ve hediye edilebilir. Muhtaç ve fakirlere dağıtılır.

Rivayet edildiğine göre Allah Rasûlü torunu Hasan için bir koyun kesti ve "Ey Fatıma! Onun saçını kes onun saçı ağırlığınca, gümüş ta-sadduk et" buyurdu. Onun saçı tartıldığmda bir dirhem veya az eksik çıktı.

İşte bu kutlama -Akika kutlaması- sünnettir. Bazı fakihlere göre vacibtir. Bazıları da bir çok hadise ve kuvvetli delillere dayanarak, er­kek için iki koyun, kız için bir koyun kesileceğini söylemişlerdir.

 

Kadının Örtüsü

 

SORU: İslâm'da hicap yani örtü nasıldır, din açılmayı mubah görü­yor mu? İslâm beldelerinde olan bu günkü açıklığa ne dersiniz?

CEVAP: İlk önce "hicap" kelimesinden ne kastedilmiştir. Eğer bir kısım müslümanların anladığı gibi örtüden gaye kadının meşru olan haklarını meneden, Allah'ın kendisine helâl ettiği vazifelerden alıkomutlak olarak evden çıkmasına mani olan, kalabalık içinde cahil , erkeğin yanında köle olan, bir görüşü olmayan, malında hak de buna ratanımayan bir Örtüyü İslâm tanımaz ve basiretli mü'minler zı olmazlar.

Ama eğer örtüden gaye kadının giyiminde ihtişamı ise, bedenini ve avret yerini kapatmak ise, açılmanın kötülüğünden korunmak ise, işte öyle bir örtüyü İslâm emrediyor, onu teşvik ediyor. Allah (c.c) Nur suresinde sövle buvuruyor.

Mü'min kadınlara da söyle: gözlerini (harama bakmaktan) koru­sunlar, namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müs­tesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, ya­kalarının üzerine (kadar) örtsünler, kocaları, babalan, kocalarının babalan, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, er­kek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğullan, kendi kadın­ları (mü'min kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), er­keklerden, kadına şehvet duymayan hizmetçi vb. kimseler yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte ol­dukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklannı yere vurmasınlar (dik­katleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey mü'minler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa erersiniz. (Nur/31)

Bir nikah ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, zinetlerini teşhir etmeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendi­lerine bir vebal yoktur. İffetli davranmaları kendileri için daha ha­yırlıdır. Allah işitendir, bilendir. (Nur/60)

Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınları­na (bir ihtiyaç için dışarıya çıktıkları zaman) dış elbiselerini üzer­lerine almalarını söyle. Onlann tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Ahzab/59)

Ve yine müslüman. kadınlar için en büyük örnek olan Peygamber'in (s.a) hanımlarına şöyle buyuruyor:

Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçıl­mayın. (Ahzab/53)

Bu ayet-i kerimeler kadının avret yerlerini kapatmaya çağırmıyor,

aC1lmayı reddediyor, vekar ve haşmete yapışmayı uygun görüyor. İs­lâm örfünün uygun gördüğünün dışında zinet yerlerini saklamasını veriyor. İslâm fakihlerinin çoğunluğu "kadın ancak el ve yüzünü gösterebilir" demişlerdir. Bazı fakihler ayağı da eklemişlerdir. Müslü­man kadına yaraşan, Allah ve Rasûlü'ne kulak vermesi ve İslâm terbi­yesiyle terbiyelenmesidir.

 

Sun'î Döllenme İle Çocuk Edinmek

 

SORU: Evlenmeden çocuk sahibi olmak isteyen kadının, sunî to-humlama yaptırıp çocuk doğurmasının hükmü nedir?

CEVAP: Bu sunî döllenmedir ve asri bir afettir. Çünkü döllenme iki yabancı arasında olursa zina gibi olur. Her ne kadar zina değilse de zi­na gibi olur. Bundan meydana gelen çocuk meşru değildir. Zira bunlar arasında evlilik bağı yoktur. İkisi de birbirlerine tamamen yabancıdır­lar. Bundan dolayı bu çocuk veled-i zina hükmünü alır.

Bu kadın dinin mubah görmediği bir şeyi yapmıştır; çünkü o ya­bancı bir insanın tohumunu rahmine yerleştirmiştir. Bu haram olan to­humdan bir cenin oluşmuş ve meşru olmayan yoldan bir çocuk meyda­na gelmiştir. Doktor da dinin mubah görmediği bir suçu yüklenmiştir. Çünkü o da mubah olmayan biryere tohumu koymuştur. Fakat kadın doktordan daha suçludur; çünkü bu aşılamayı o taleb etmiştir.

Bu çocuk gayr-i meşru olmakla beraber kadına ve doktora nisbet edilir; kadın onun annesi, doktor da babası olur.

Bu iki suçlu insan toplumda meşru olmayan bir çocuğun olması-na sebep olmuşlardır. Çocuğun zayi olmaması ve topluma kazandınl- için bunlar evlenebilirler.

Fakihler sunî döllenmenin buna kesinlikle ihtiyacı olan kan koca pında olması halinde caiz olduğu görüşündedirler. Yani iktidarsız ın Coca ve eşi çocuk istiyorlarsa, ikisinin muvafakati ve görüşleri alındıktan

sonra tohum kocasının olmak şartıyla sunî tohumlama caizdir.

Bazı fakihler buna "örtülü zina" diyorlar. Yukarıda geçen zaruri durum dışında hiç bir surette şeriat ve din buna izin vermez.

 

Kadının Örtüsü

 

SORU: Dinin örtü hakkında yaklaşımı nedir. Örtü İslâm'da zaruri midir?

CEVAP: Örtüden gaye kadının bedenini örtmesidir. Kendisine ya­bancı olanlara karşı vücudunun haram olan yerlerini açığa vurmaması demektir. Kur'an; kadının örtüsüne bürünmesi, avret yerlerini kapat­ması, elbisesini geniş ve uzun tutması ve güzelliğini koruması için teş­vikte bulunmuştur. Allah şöyle buyuruyor:

Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınları­na (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elve­rişli olan budur... (Ahzab/59)

Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir et­mesinler.,. (Nur/31)

Zinetten kasıt zinet yerleridir. Ancak kendiliğinden görünen kısım istisna edilmiştir. O da elleri ve yüzü kapsıyor. Çünkü sürme, kına, yü­zük ve bilezik bunlarda olur.

Zira, kadının mutlaka bir şeyi elleriyle taşımak, bazen yollarda yürümek mecburiyeti hasıl oluyor. Alış veriş yapmak, alıp vermek zo­runda kalıyor. Bu da ancak elleri ve yüzü açmakla mümkündür.

Bazı fakihler durumu daha da şiddetlendirerek kadının bütün vü­cudunun hatta sesinin bile avret olduğunu söylediler. Bu çok zordur bu­nunla hayat zorlaşır, onun için son dönem fakihleri; "kadın istikametli bir tabiat içinde, yüzünü, ellerini ve ayaklarını halhal yerine kadar aça­bilir. Yüzünün zinetini de gözdeki gibi gösterebilir" demişlerdir.

Fakat günümüzde kadınlar bununla iktifa etmeyip her taraflarını açıyorlar. Bu da dinin adabına ve insanın ihtişamına yakışmaz. Günbe gün artan bu açıklığa karşı şikayetler artmaktadır.

Rasûluilah bazı hadislerinde bu tür kadınlar hakkında şiddetli uyanlarda bulunmuş ve şöyle buyurmuşlardır:

Ateş ehlinden iki sınıf vardır ki onları henüz görmüyorum. Onlar­dan biri öküz kuyruğu gibi ellerinde kamçı tutup onunla insanları döven, diğeri ise, giyindiği halde çıplak olan kadınlardır. Onlar kı­rıtarak yürürler, erkekleri kendilerine çekerler, başlarını bir nevi türbanla bağlarlar veya saçlarını deve hürgücü gibi yaparlar; onlar cennete girmezler, cennetin korkusu bu kadar mesafeden hissedil­diği halde onun kokusunu duymazlar. (Müslim)

Fakihler kadınların şeffaf giyinmelerini uygun görmedikleri gibi, erkeklerin de avret yerlerini gösterecek kadar şeffaf elbise giymeleri­nin haram olduğunu söylemişlerdir. Rasûluilah şeffaf elbise giyen biri­ne çıkarmasını ve rabbine istiğfarda bulunmasını emretti. Ve yine ha­nımına şeffaf bir elbise giydirmek isteyen bir sahabiye de; "Altına bir astar (başka bir elbise) giymesini de emret, çünkü onun vücut hataları­nı göstermesinden korkuyorum" dedi.

Müslüman kadın devamlı olarak şahsiyetini korumalıdır.

 

Kadınların Makyaj Yapmaları

 

SORU: Caddelerde makyajlı kadınların gezmeleri caiz midir? Ez-her camiasının bu konuda görüşü nedir?

CEVAP: Allah şöyle buyuruyor:

Rasûlüm! Mü'min erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarım da korumalarını söyle; çünkü bu kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır; Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama) bak­maktan korusun, namus ve iffetlerini esirgesinler, görünen kısımlan müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtü­lerini yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, ko­calarının babaları, kendi oğullan, kocalarının oğulları, erkek kar­deşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mü'min kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (kö­lesi), kadınlara karşı şehvet duymayan hizmetçi vb. kimseler, ya­hut henüz kadınların mahrem yerlerinin farkında olmayan çocuk­lardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarım yere vurmasınlar. Ey mü'minler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz. (Nur/30-31)

Allah kadınların önderleri olan Peygamber hanımlarına da şöyle hitap etmektedir:

Evlerinizde oturun eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçıl­mayın, namazı kılın, zekatı verin, Allah'a, Rasûlü'ne itaat edin. Ey ehl-i beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. (Ahzab/33)

Ey Peygamber! Hanımlarına ve mü'minlerin kadınlarına (bir ihti­yaç için dışarı çıkacakları zaman) dış örtülerini üzerlerine almala­rını söyle. Onlann tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Ahzab/59)

Rasûlullah "Kadın buluğ çağına erdikten sonra yüzünden ve elin­den başka bir yerini açması kendisine helâl olmaz" buyurmuştur. Fa-kihler de kadının bütün vücudunun avret olduğunu söylemişlerdir. Bu bakımdan, eller ve yüzden başka her yerini örtmesi gerekiyor. Hatta fitneden korkulursa yüz de örtülmelidir diyen fakihler vardır.

Şimdi eğer sorudaki makyajdan kasıt kadının yüzünü açması ise, bu dinen caizdir. Çünkü o bunu yapmadan günlük işlerini yapamaz, mahkemede şahitlikte bulunamaz, kendisine lazım olan şeyleri tedarik edemez. Ama eğer makyajdan kasıt, kadının açılması ve kendini ya­bancı erkeklere arzetmesi ise, bu dinin yasakladığı bir şeydir. Ezher âlimleri de buna rıza göstermezler.

 

Kadın Ve Toplum

 

SORU: Kadının toplumdaki yeri nedir?

CEVAP: Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yara­tan ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip, yayan rabbi-nizden sakınınız. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulundu­ğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının; şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir. (Nisa/l)

Bu ayetten anlaşılıyor ki kadın erkeğin cinsinden yaratılmıştır. Bu bakımdan, insan hayatının yansını temsil ediyor. Bu nedenle "Kadın toplumun yarısıdır" denilmiştir.

Rasûlullah (s.a) buyuruyor ki: Kadınlar, erkeklerin öz kardeşleridirler.

Bu da gösteriyor ki kadın kocanın ortağı, dengidir. Her ne kadar erkeklere bazı durumlarda ayrıcalıklar verilmiş ise de bu kadın-erkek ilişkilerine bir engel değildir.

Kur'an-ı Kerîm diyor ki:

Bunun üzerine rableri, onlann dualannı kabul etti. (Dedi ki): "Ben, erkek olsun kadın olsun hiç kimsenin çalışmasını boşa çı­karmayacağım..." (Âl-i İmran/195)

Bu gösteriyor ki İslâmî hususlarda erkeğin hak sahibi olduğu şey­lerde kadın da hak sahibidir. Allah'a yaklaşmak ve salih amel yapmak hususunda kadın da aynı haklara sahiptir. Bundan dolayıdır ki Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazi kadınlar, şadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve iffetlerim koru­yan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve Allah'ı çok zikreden kadınlar var ya, işte Allah, bunlar için bir mağrifet ve büyük bir mükafat hazırlamıştır. (Ahzab/35)

Bu ayette on sıfat sayılmıştır ki kadın ve erkek onlarda müşterek­tirler. Bu da gösteriyor ki kadın toplumun yarısıdır.

Toplumda, ev idaresine bakmak, çocukları terbiye etmek, hayatta kocaya yardımcı olmak kadının vazifelerinden sayılmıştır. Bu demek değildir ki kadın kendine gerekli olan şeyi yapmayacaktır. Bu işler onun tabiatına aykırı olmadığı sürece yapabilir.

Fakihler, ümmetin muhtaç olduğu, erkeğin kadın kadar güzel ya­pamadığı işleri kadının yapmasının vacib olduğunu söylemişlerdir. Toplumda nice şeyler vardır ki, kadın onu daha iyi yapar. Kız çocukla­rını eğitmek, çocuk bakımı, kadın doktorluğu, kadın doğum gibi işleri kadınların yüklenmesi gerekmektedir.

Kadın toplumda müsbet bir rol oynayabilir. Çocukları için bir çok şeyler yapabilir. İffetiyle ve diniyle çelişmeden bu işleri yapabilir.

 

Kadın Ve Erkek Eşitliği

 

SORU: Kadın erkek eşitliği var mı? Kadın sadece dizkapağı ile gö­bek arasını örtüp o haliyle cadde ve sokaklarda gezebilir mi?

CEVAP: Allah'ın koyduğu prensiplerle çelişmeden, kadının erkeğe eşitliği Allah'ın hükümleri olan şeriat-ı garra ile mahduttur. Kadın da erkek gibi Allah'ın mükerrem kıldığı eşref-i mahrukattandır.

Biz, hakikaten insan oğlunu şan ve şeref sahibi kıldık, onları, (çe­şitli nakil vasıtları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine gü­zel güzel rızıklar verdik, yine onları, yarattıklarımızın bir çoğun­dan cidden üstün kıldık. (İsra/70) İnsan nevinin kaynağı erkekle kadındır. Bu konuda Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yara­tan ve ikisinden de erkekler ve kadınlar üretip, yayan rabbinizden sakının. (Nisa/l)

Kadın da erkek gibi şeriatın hükümleriyle mükelleftir. Erkeğe oruç farz kılındığı gibi kadına da farz kılınmıştır. Erkeğe, namaz, zekat ve hac farz kılındığı gibi kadına da farz kılınmıştır. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Bunun üzerine çableri, onların dualarını kabul etti. Ben erkek ol­sun, kadın olsun -hep birbirinizdensiniz- içinizden çalışan hiç bir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. (Âl-i İmran/195)

Bazı şeyler vardır ki kadm-erkek eşitliği ne dinen ne aklen müm­kün değildir. Onlar da şunlardır: Erkeğin mirasta kadının iki misli pay alması, aynı anda bir kadmın iki erkekle evlenmesi, fakat ihtiyaç duyduğunda erkek birden fazla kadınla evlenebilir. Erkeğe cuma farzdır, kadına değildir, seferberlik: hariç cihat erkeğe vacibtir, kadı­na değildir.

Fakihlerin çoğuna göre kadın elinin ve yüzünün -bazılarına göre ise bunlara ayaklar da dahildir- dışında hiç bir yerini açamaz.

Kadının en tabi yeri evidir. Ancak bir ihtiyaç anında dışarıya çıka­bilir. Eğer ihtiyaç varsa ve kadın Allah'ın emrettiği gibi örtünmüşse, o zaman dışarıya çıkması haram olmaz. Maalesef İslâm toplumlarında Şimdi görülen şey kadınların çoğunun Allah'ın emrettiği şekilde örtün-nıemeleridir. Allah şöyle buyuruyor:

Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınları­na (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış Örtülerini üzerle­rine almalarını söyle onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Ah-zab/59)

 

Kadın Ve Erkeğin Ortak Olduğu Noktalar

 

SORU: Aşağıdaki ayetin tefsirini rica ediyorum:

Erkeklerin kadınlar üzerindeki haklan gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli haklan vardır. Ancak erkekler kadınlara göre bir de­rece üstünlüğe sahiptirler. Allah azizdir, hakimdir. (Bakara/228)

CEVAP: Yani kadınların erkekler üzerinde vacib olan haklan var­dır. Erkeklerin de kadınlar üzerinde vacib olan haklan vardır. Kocala­ra, güzel sohbet etmek, zarar vermeyi bırakmak ve güzel muaşerette bulunmak düşer. Kadınlara da itaat etmek, dinin emrettiği emaneti ko­rumak düşer. Ayet-i kerimedeki tabir kan-koca haklarının tümünü kap­samaktadır.

İbn Abbas, erkeğin kadın üzerindeki haklarını şöyle sıralıyor: Ona baktığında içinin açılması, ona emrettiğinde yerine getirmesi, gıyabın­da onun malım ve ırzını korumasıdır.

Kadının koca üzerindeki haklanna gelince, kocanın hanımına iyi muamelede bulunması, temizlik ve nezafet kurallarına dikkat etmesi­dir. Tefsir-i Menar'da. bu ayet uzunca açıklanmıştır ki özeti şudur: Ka­dın bütün haklarda erkeğe eşittir. "Ancak erkekler kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler."

Bunda ölçü insanların örfünün cereyan ettiği şekildedir. Onların adet, adab, inanç ve hukuklan nasıl uygun olursa, öyle olur.

Kur'an erkeğe her işte eşine nasıl muamele edeceği hususunda bir ölçü vermiştir. Kadının yaptığı her iş mukabilinde erkeğe de bir şey yapmak düşer. Bir tarafın diğerine tahakküm etmesi, diğerini köle edinmesi ve hakir görmesi adaletli bir şey değildir.

Ustad İmam Muhammed Abduh şöyle diyor: Hiç bir nizam İs­lâm'ın kadını yükselttiği kadar yükseltmemiştir. İslâm'dan önce, İs­lâm'dan sonra hiç bir düzen buna ulaşamamıştır. Hâlâ bir çok devletle­rin kanununa göre kocasının izni olmadan kadın kendi malında tasar­ruf hakkına sahip değildir.

Sonra ayet "Erkekler kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptir­ler" diyor. Derece kadem demektir. Erkeğe verilen bu derece ise, nafa­kadan mesul olan kişi olmasından kaynaklanıyor. Çünkü mehri veren odur, ailenin reisi odur. Bundandır ki Tefsir-i Menar'da aile reisliğine ve Nisa suresinde geçen maslahatlara binaen bir derece daha üstün ol­duğu ifade edilmiştir.

Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiy­le ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yö­neticisi ve koruyucu sudur... (Nisa/34)

Evlilik toplumsal bir hayattır. Her topluma bir baş lazımdır; çün­kü toplumların görüş ve isteklerinde değişiklik vardır. İhtilaf anında bir başa müracaat etmek hepsinin faydasınadır. Ta ki biri diğerinin zıddı­na hareket etmesin, aralarındaki bağ kopmasın, nizam bozulmasın. Er­kek reisliğe daha uygundur. Malıyla, kuvvetiyle işi yerine getirir.

Amma tahakküm, niza ve intikam almak için kadının üstüne git­mek bir zulümdür. Hiç bir surette caiz değildir.

Abdullah İbn Abbas söz konusu ayetteki derece'yi şöyle yorumlu­yor: İlişkilerde erkeğin kadından daha çok yükün altına girmesi de­mektir. Yani din burada erkeğin kadından daha sabırlı olması, daha çok sorumluluk yüklenmesi gerektiğini söylüyor. Özetle İbn Abbas dere-ce'nin, erkeği iyi geçinmeye ve kadın için daha fazla mal sarfetmeye ve güzel huy göstermeye teşvik olduğunu ifade etmektedir. Müfessir İbn Atiye "Bu çok güzel ve harika bir sözdür" demiştir.

 

Aile Planlaması

 

SORU: Bazı devletler aile planlaması yapıyorlar, dinin bu konuda­ki görüşü nedir?

CEVAP: İslâm aileyi toplumun temeli olarak görüyor. Evlilik aile­nin başlangıcıdır. Evlilikte yüksek hedefler vardır. Tarafların cinsi yö­nünü tatmin etmek, vicdan ortaklığı sağlamak, hayatta birbirlerine yardımcı olmak, necip bir soya sahip olmak ki zürriyet büyük bir nimet­tir, Allah tarafından verilen en büyük hibedir. Öte yandan da çok so­rumluluğu olan bir şeydir. O korunmaya muhtaç bir emanettir. İnsan o nimete sahip olmak ehliyetinde olmalıdır ki, bunu devam ettirsin.

O bu hak ve sorumluluklardan aciz olduğu halde bunu yaparsa, onu hafife almış, nimete müstahak olacağı yerde taksiratta bulunmuş demektir. Soyunun ihmal ve zayi olması da başka bir gühahtır. Bundan dolayıdır ki İslâm babaya çocuğun hakkını korumayı farz kılıp onun nafakasını temin etmek, emzirmek, yeme, içme, mesken sağlamak, din ile dünya işlerini öğretmek onun rahatına yardımcı olmak için bir şey biriktirmek gibi görevler yüklemiştir.

Rasûlullah (s.a) şöyle buyuruyor:

Varislerini zengin olarak bırakman onları fakir ve halka muhtaç olarak bırakmandan daha iyidir.

Allah'ın dinini iyi bilmeyen bazı insanlar yalnız nüfus çokluğunun bir nimet olduğunu zannediyorlar. Bu sağlam bir anlayış değildir. Sayı çokluğunun yanında maddi ve manevi kudret olmadığı zaman dinini ve dünyasını zayi eden çokluğun bir faydası yoktur. Rasûlullah şöyle buyuruyor:

Yakında milletler yemek sofrasına üşüştükleri gibi üstünüze üşü­şecekler. 'Azlığımızdan mı ya Rasûlullah?' dediklerinde çöp gibi olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbindeki korkunuzu, heybe­tinizi kaldıracaktır, kalbinize de vehen verecektir. 'Ya Rasûlullah vehen nedir?' diye sorduklarında, "Dünyayı sevmek ve ölümden tiksinmektir" diye cevap verdi.

İslâm fıkhında şu vardır: İnsan evlilik için hemen acele etmeme­lidir. Onun temel haklarını yerine getirebileceğine kanaat getirdikten sonra evlenmelidir. Maddi ve cinsi olarak aciz ise, evlendiğinde eşine zulmedeceği endişesi varsa veya onun meşru ve zaruri haklarını zayi etmekten korkuyorsa, evlenmemesi lazımdır.

Burada Allah'ın şu sözünü hatırlamanız lazımdır:

Evlenme imkanı bulamayanlar ise, Allah lütfü ile kendilerini var­lıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar... (Nur/33)

Yine Rasûlullah'ın şu sözünü de hatırlamamız lazımdır:

Ey gençler! Evliliğin hakkını verebilenler, evlensinler. Evleneme­yenler oruç tutsun, çünkü oruç onun için bir kalkandır.

Bir müslümanın gaflet ve şehvetinin tahakkümüne girip, zayıf ve aciz bir neslin meydana gelmesine sebep olmaması lazımdır.

Rasûlullah şöyle buyuruyor:

Belanın şiddetlisi az malla birlikte çocukların çokluğudur.

Abdullah İbn Abbas da (r.a) şöyle demiştir: "Çocukların çokluğu iki fakirlikten birisidir. Çocukların azlığı iki zenginlikten biridir."

İki fakirlik, malın azlığıdır ki kusur ve acizliğe sebebiyyet verir. Nüfus çokluğu da bir çok hak ister ki nüfus sahibini uğraştırır. İki zen­ginlikten gaye ise, malın çokluğu ve nüfusun azlığıdır.

Fakihlerden bazıları bir zaruret olduğu zaman aile planlamasının caiz olduğunu söylemişlerdir. O zaruretler şunlardır: Kadının (anne adayının) zayıf olması, eşlerden birisinde habis bir hastalığın bulunma­sı, nüfus kalabalığı anında iktisaden zayıf olması gibi. İmam Gazali bunu şöyle özetlemektedir: "Çoğu sıkıntıların kaynağı nüfus kalabalı­ğıdır."

Rasûlullah (s.a) da, zayıf bir nesil meydana getirmemek hususun­da bizi uyarmıştır:

Çocuklarınızı gizli (örtülü) olarak öldürmeyiniz. Çünkü "Gayl" yani emziren kadının hamile kalması öldürücüdür.

Rasûlullah burada gayl'i çocuk için bir örtülü ölüm saymaktadır. Kadın bir çocuk emziriyorsa, hamile kalmaması için Rasûlullah koca­sına ona yaklaşmayı yasaklamıştır. Böylece emen çocuk zayıf yetiş­mez ve cenin de zarar görmez. Anne adayı da emen çocukla cenin ara­sında kalmaz.

Emzirme tam iki senedir:

Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler... (Bakara/233)

Hamilelik süresi de nerde ise bir senedir. Bu durumda iki çocuk arası nerde ise, üçsenedir. Bu da çok hamile kalmaktan uzaklaşmak de­mektir.

Bu da gösteriyorki İslâm aile planlamasına karşı değildir.

 

Çok Evlilik Ve Aile Planlaması

 

SORU: Çok evlilik yapan, çocuk istemediği için de kendini kısır­laştırmak isteyen kişinin durumu hakkında İslâm'ın hükmü nedir?

CEVAP: Din ve Ailenin Planlaması adlı kitapta şöyle deniyor: Kur'an-ı Kerîm'de ve pak olan sünnette kısırlaştırmayı yasaklayan bir hüküm yoktur. Fakat müslümanlann çoğu bunun haram ve yasak oldu­ğunu söylüyorlar. Çünkü bunda suyun kesilmesi ve neslin tükenmesi vardır.

Çok kadınla evliliğe gelince İmam Şafii'nin bu konudaki görüşü­ne başvurmamız lazımdır.

Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın, yahut da sahip olduğunuz cariyeler ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır. (Nisa/3)

Şafii'ye göre bu ayet, çocuklarınızın çok olmasından korkarsanız bir kadınla yetinin anlamındadır. İmama göre çocukların azlığı daha evladır.

Hanbelî mezhebine mensup İbn Kayyım İmam Şafii'nin bu sözü­ne katılmamış Tuhfet'ul Vürud bi-Ahkâm'il Mevlud adlı kitabında bu görüşü reddetmiştir. İmam Kurtubi de el-Câmi li-Ahkâm'il-Kur'an ad­lı tefsir kitabında İmam Şafii'nin bu fikrine iştirak etmediğini ifade et­miştir. Bu görüşte olan başka imamlar da vardır.

İmam İbn Cerir et-Taberi de selef âlimlerinden naklediyor ki bir eşle evlenmek az nafakaya ve az çocuğa, o da az sorumluluğa götürür, en ideali budur.

Bundan anlaşılıyor ki bir eşle evlenmek en uygunudur. İhtiyaç için mubah olan çok evliliğe ihtiyaç duymadıkça meşru sebepler olur­sa aile planlamasına gidebilir. Bu planlama meşru ve geçici olmalıdır.

Çocuk sahibi olmamak için kendini kısırlaştırmak caiz olmaz. Çünkü kısırlaştırmak insanı ebedî olarak zürriyetten keser, sonra baş­ka bir zamanda çocuk isterse bunu yapamaz. Sonra çok pişman olur. Aile planlaması gibi meşru araçlar varken onu bırakıp haram olan şey­lere yönelmeye bir ihtiyaç yoktur.

 

Fakirlik Ve Aile Planlaması

 

SORU: Fakir olduklarından çocuklarının güzel terbiye edilmesine muktedir olamayan aile, çocuk sahibi olmamak niyetiyle kendilerini kısırlaşabilirler mi?

CEVAP: Rasûlullah şöyle buyuruyor:

Belanın en büyüğü, en çetini çocukların çokluğu, malın azlığıdır.

İmam İbn'ül Esir en-Nihayefî Garibu'l Hadîs isimli eserinde şöy­le bir dua naklediyor:

Allahım! Belanın çetininden sana sığınırım.

Hadis-i şerifte demek istenilen şey şudur: Çocukların ihtiyaçları karşılanmayınca, çoluk çocuk çoğalınca bela şiddetlenir.

Yine Rasûlullah şöyle buyuruyor: Çocuk cimriliğe ve korkaklığa sebebtir.

Bu da gösteriyor ki baba çocuğuna karşı haristir. Hatta çocuğuna zarar gelmesin diye bir çok şeyden korkar. Mal sarfetmekten ve israf­tan elini çeker, çünkü çocuğu günün birinde ona muhtaç olacaktır.

Bu delillerin ışığında şöyle diyebiliriz: Soruda bahsi geçen aile, çocuklarına iyi bakamayacaklarsa, aile planlamasına başvurabilir. Bu­nu kısırlaştırma ameliyesine baş vurmadan yapabilir. Bu imkân varken kısırlaştırma yoluna gitmek helâl olmaz.

 

Nüfus Kontrolü

 

SORU: Ameliyat yoluyla nüfus kontrolü hakkında dinin görüşü ne­dir? Aile planlaması dururken kadın ve kocadan birinin kendisini kısır­laştırması caiz midir?

CEVAP: Az çocuk olması gibi insanı nüfus kontrolüne ve aile plan­lamasına götürecek nedenler ve zaruretler vardır. Bu konuda fakihler-ce de ortaya atılan bir çok yöntemler vardır. Sık hamilelik hastalığa se­bep olur. Karı kocadan birisinde bir hastalık olursa çocuğa geçer. Has­ta ana babadan bir çocuk dünyaya gelirse, hastalık ona geçer o da bet-baht olur.

O sebeplerden biri de kadının hastalığıdır. Eğer hamile kalırsa, hastalığı artacak, şifası gecikecek, zor doğum yapacak. İktisadi zayıf­lık da bu sebeplerden biridir. Çocuklar çoğalınca onlara iyi bakama­yacak, haklarını yerine getiremeyecek, işte bundan dolayıdır ki eski fakihler: "Sıkıntıya girmenin tek sebebi çocukların çokluğudur" de­mişlerdir. Şeriatın öğretisinden anlaşılan şudur ki, aile planlamasına gerek duyulursa, meşru yollardan yapmaya hiç bir engel yoktur. Bu Rasûlulİah döneminde bilinen azil olayına kıyas edilir. Azl erkek ve kadının çocuk yapan maddelerinin birleşmesine engel olmaktır. Bu da erkeğin cinsi münasebet anında menisini boşa akıtmasıdır. Sahih ha­dis kitaplarında nakledildiğine göre Cabir b. Abdullah şöyle demiştir: "Rasûlulİah devrinde azl yapıyorduk bu haber ona ulaştı. O da bizi bundan alıkoymadı. Eğer sakınılacak birşey olsaydı, Kur'an bizi on­dan alıkor idi."

İmam Gazali ve İmam İbn'ül Kayyım ve başkaları da azl'in helâl olduğuna kaildirler.

Fakat kısırlaşmak caiz değildir. Çünkü bu Allah'ın vermiş olduğu bir şeye sebepsiz olarak tecavüz demektir. Planlama için bir çok yol­lar vardır. Kısırlaştırmak bir çok zararlara da sebebiyet verir. Bazen eşler bir iki veya daha fazla çocuk sahibi olur. Sonra kendilerini kısır-laştırırlar, sonra bu çocuklar ya hastalıktan ya da bir olaydan ölürler, bu ana ve baba kendilerini kısırlaştırdıklan için çocuk yapmaya güç­leri yetmez.

Bundan dolayıdır ki zaruret miktarı, nüfus kontrolünde meşru ve geçici yöntemlere zaruret miktarı baş vurmak lazımdır.

 

Yine Nüfus Kontrolü

 

SORU: Dört çocuğu olan, maddî durumları ve sıhhatleri iyi olan karı-koca kendilerini kısırlaştırabilirler mi, dinin hükmü nedir?

CEVAP: Evvela, Arab aleminde nüfus planlamasının nasıl olduğu­na bir göz atalım. Çünkü bundan anlaşılan kısırlaştırmaktır. Kısırlaştır­mak demek çocuk sahibi olma imkânını ebediyyen yok etmek demek­tir. Nüfus kontrolünü isteyenler bunu yapmak istemiyorlar. Onların ga­yeleri bu değildir.

Nüfus planlamacılarının yaptıkları şudur; Kadın ve erkeğin çocuk meydan getirecek, döllenmeyi sağlayacak maddelerini bir ilaç kanalıy­la birbirinden uzaklaştırmaktır. Tabii ki döllenme olmadığı sürece ha­milelik olmaz. Hamilelik olmayınca cenin olmaz.

Bundan da anlıyoruz ki nüfus kontrolü kısırlaştırmayı gerektir­mez. Nüfus kontrolü çok hamile kalmamak için, uzun aralıklarla do­ğurmak için baş vurulan meşru ve zararsız bir yöntemdir.

Sıhhi veya iktisadi bir sebepten dolayı nüfus kontrolüne ihtiyaç duyarlarsa dini bir engel yoktur. Meşru bir sebep olmazsa, buna da ge­rek yoktur.

Netice olarak soruda bahis konusu olan ailenin kendilerini kısırlaştırmalan haramdır. Ancak zararsız meşru araçlarla nüfus kontrolüne başvurabilirler.

 

Kısırlaştırma

 

SORU: Dinin kısırlaştırma hakkında görüşü nedir?

CEVAP: Kısırlaştırma; erkek veya kadını ilaçla veya daimi bir en­gel koymakla veya cerrahi bir müdahele ile doğurganlıktan daimi bir surette alıkoymaktır. Din ve Aile Planlaması adlı bir kitapta şunlar söy­lenmiştir:

Kur'an ve sünnette, kısırlaştırmayı yasaklayan açık bir hüküm yoktur. Fakat müslümanların çoğunluğu kısırlaştırmanın dinen yasak ve haram olduğuna kanidirler. Bir zaruret olmadığı sürece yapılmama­sı lazımdır. Çünkü onda soyun kesikliği ve neslin atıl olması vardır. Bir kısım çağdaş fakihler de aşağıdaki ayetten hareketle caiz olduğunu söylüyorlar:

Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder, yahut onları, hem erkek hem de kız çocukları olmak üzere çift verir, dilediğini de kısır kılar. O her şeyi bilendir herşeye gücü yetendir. (Şura/49-50)

Bu fakihler şöyle diyor: Allah bir hikmete binaen bir kısım insan­ları kısır bırakıyor. Öyle ise bazı maslahatlara binaena bazılarının kısır bırakılmasında bir engel olamaz.

Bazı fakihler insanda şahsi, akli ve cinsi ve tedavisi mümkün ol­mayan müzmin bir hastalık varsa, bu da irsiyet yoluyla çocuklara inti­kal edecekse, o zaman kısırlaştırmaya gitmenin caiz olacağını söylü­yorlar. Böyle bir insan hastalığı çocuklarına geçmesin diye evlenince kendisini kısırlaştırabilir. Yine fakihlerce bilinmektedir ki bilim buna kaildir. Hastalıkların çoğu irsidir. Bu hastalık soydan soya intikal eder, Geçmiş âlimlerimiz bundan habersiz değillerdi. İmam Şafii bu konuda şöyle söylemektedir:

Baras (alaca hastalığı) ve cüzzam nedeniyle evlilikler feshedilebi-Hr. Bunun da nedeni, bu iki hastalığa sahip olandan meydana gelen ço­cuğun sağlam olmasının zor olmasıdır. O salim kalsa da çocuğu kal-rnaz. Hastalıkların ana-baba yoluyla geçmesini inkar edebilir miyiz?

Bir kısım fakihler ise bu görüşe karşı çıkmışlardır. Ancak kalbin yatıştığı görüş ise, zaruret anında kısırlaştırmaya gitmektir. Bu kısırlaş­tırma geçici olmalıdır. Gerektiğinde kaldırılabilir bir kısırlaştırmaya gitmek lazımdır. Şu anda tedavisinde aciz olduğumuz nice hastalıklar vardır ki gelecekte şifası olabilir. Uzak yakın, yarın öbürgün bu hasta­lıkların tedavisi mümkün olabilir. O zaman geçici kısırlaştırmayı kal­dırabiliriz. Kısırlaştırmaya neden olan zaruret devam ettiği sürece, do­ğurmaya mani olan sebep de devam edebilir. O zaruret kalkınca doğum yapılabilir ki ümit kapıları devamlı kalsın.

 

Sun'ı Döllenme

 

SORU: Dinin sunî döllenme hakkındaki görüşü nedir? Bu hristiyan din adamları arasında tartışılan bir konudur. Müslüman âlimlerin bu konuda görüşleri nedir?

CEVAP: Allah evliliği insanın cinsi yönünü tatmin etmek ve soyu devam ettirmek için meşru kılmıştır. Bu iki payeden başka payeler edinmek için Allah'ın bu nizamından çıkmamak lazımdır. Fakat Batıda bir kısım insanlar, ahlâkî çözülmelerden ve cinsi hayatın erimesinden dolayı sunî döllenmeye yöneldiler. Sunî döllenme şu demektir: Erkek­ten şırınga veya başka birşeyle döllenmeye kabil meninin alanıp baş­kasıyla evli ve döllenmeye kabil bir kadının rahmine yerleştirmektir.

Bu işten bir çocuk dünyaya gelir ve bu kadının kocasına nisbet edilir. Halbuki çocuğun ana maddesi başka bir erkektendir.

Fakihler, kadının bu yolla (sunî döllenme ile) hamile kalmasının ahlâkî, toplumsal ve dini bir cinayet olduğunu, dinin bunu menettiğini ifade etmişlerdir. Hiç bir şeref buna rıza göstermez. Bu sebeple nesiller karışır, ruhi hastalıklar meydana gelir. Bunu araştırmak psikologla­ra ve içtimaiyatçılara düşer.

Bunu zina gibi gören fakihler de vardır. Sahibini ta'zir ve tedip et­mek gerekir. Eğer şekli örtülü olmazsa idi, Allah'ın zina için koyduğu had cezası uygulanabilirdi.

Ancak ortada döllenmeye kabil bir kadın ve kocası var da erkek bazı sebeplerden dolayı buna muvaffak olamazsa, hamilelik de yalnız sunî döllenme ile mümkün ise, tıp da bunu hamilelik için yegane sebep kabul ederse, o zaman dini bir engel yoktur. Çünkü bu zürriyet nime­tinden mahrum olan eşlerin zürriyete sahip olmasına yardımcı olur. Çünkü burda evli olan bir çift vardır.

Bu eşler arasında sevgiye, saygıya ve evliliğin devamına sebebi­yet verdiği için uygundur. Tedaviye gidilmesinde bir sakınca yoktur.

 

Evlat Edinmek

 

SORU; Gayr-i müslim bir evlatlık, buluğ çağına ermeden ölürse, müslüman mezarlığına defnedilir mi, edilmezse neden edilmez?

CEVAP: Allah evlat edinmeyi haram kılmıştır. Evlat edinme; ken­di sulbünden olmayan birisini kendine nisbet etmek demektir. Kur'an-ı Kerîm'de evlat edinme aşağıdaki ayetle "yasaklanmıştır:

Onları (evlatlıklarınızı) babalarına nisbet ederek çağırın, Allah ya­nında en doğrusu budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyor­sanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. (Ahzab/5)

İslâm evlat edinmeyi yasaklamıştır. Çünkü onda nesillerin taksifi, tabii ailenin parçalanması, sahte bir şefkat sözkonusudur. Evlat edine-mek yasak olunca onunla ilgili bütün meselelerde geçersizdirler. Bu durumda söz konusu olan çocuk, nesebi ve diğer işlerde kendi duru­munda kalır. Haram olan evlat edinme çocuğun durumunda herhangi bir değişiklik meydana getirmez. Ondandır ki ona gayr-i müslim mu­amelesi yapılır. Müslüman kabristanına defnedilmez.

Ancak bu çocuk büyür, buluğ çağına erer ve müslüman olursa, o zaman bir müslümana tanınan hakların hepsine sahip olur, evlatlık ha ram bir iş olarak devam eder. Çünkü Allah böyle hüküm vermiştir.

 

Kadının Sünnet Olması

 

SORU: Dinen kadına sünnet gerekir mi? Gerekiyorsa niçin?

CEVAP: Hitan (yani sünnet) kadınlarda tansül organının üs tara­fında bulunan derinin bir parçasını kesmektir. Fakihler, sünnet olma­nın bıyık kırpmak, tırnak kesmek, misvak kullanmak gibi fıtrattan ol­duğunu söylemişlerdir. Düzgün insan öteden beri tabiatı gereği bunla­rı yapar. Bundandır ki Hz. İbrahim oğlu İshak'ı yedi günlük iken sün­net etmiştir.

Bir kısım fakihler, hitanın, kadınlar için sünnet veya mendub ol­duğunu ifade etmişlerdir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

Hitan yani sünnet olmak erkekler için sünnet kadınlar içinse gü­zeldir.

Müslüman olan yani İslâm'a giren yaşı büyük de olsa sünnet olsun.

Ancak sünnetin itinalı olması lazımdır. Kadının sünnetini, ehil bir bayan, bayan bulunmazsa, ehil bir erkek doktorun yapması lazımdır. Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Ey Ensar hanımları! Ellerinize doğru dürüst kına yakın ve müba­lağa yapmadan sünnet olun.

Bazı fakihler de kadın için sünneti vacib görürler, ancak vacibliğe delalet edecek sahih bir delil yoktur. Kadın sünnet olmazsa, büyük bir günah işlemiş sayılmaz. Bilhassa sıhhi bir zaruret hasıl olmayınca sün­net olmamakla hiç bir şey olmaz.

Fakihler küçük yaşta sünnet olmayı iyi görürler. Çünkü çocuk bü­yüyünce cildi kalınlaşır sünnet anında çok acı çeker.

Kadınların sünnetindeki hikmet ise -ki eğer buna sebep varsa-onun cinsi şuurunu taltif etmektir.

Şunu da zikretmek yerinde olur. Bir çok kişi kadın sünnetini çir­kin bir şey olarak görürler. Zararlarının faydalarından çok olduğuna kaildirler. Bunların da bu fikirlerinden vazgeçmeleri lazımdır.

 

Nifas (Lohusalık) Durumunda İbadet

 

SORU: Temiz değildir diye kadın doğumdan sonra kırk gün iba­detten menediliyor. Din bunu doğru bir şey olarak görüyor mu? Şayet bu doğru ise, ona vacib olan dini vazifeler ne olacak. Kırk gün bittik­ten sonra yeniden oruç tutması ve terkettiği namazları kılması gereki­yor mu?

CEVAP: Kadının hayızlı ve nifaslı (aybaşı ve lohusalı) iken oruç tutmaması gerekiyor. Bu oruç farz olsun, sünnet olsun, geçmiş günle­rin kazası olsun farketmez. Hayız ve nifas hali geçtikten sonra geçmiş oruçlarını kaza eder. Kadının hayız ve nifaslı iken oruç tutması haram­dır ve geçersizdir.

Yine hayız ve nifaslı iken, farz olsun sünnet olsun kaza olsun ka­dının namaz kılması haramdır. Hayız ve nifaslı iken kılmadığı namaz­ları kaza etmez.

Hz. Aişe validemiz bu konuda şöyle buyurdular:

Biz hayız olduğumuzda orucu kaza etmekle, namazı ise kaza et­memekle emrolunduk.

Bir keresinde Hz. Aişe'den: "Hayızlı kadın geçen namazlarını ka­za edecek mi?" diye sorulduğunda, şöyle cevap vermiştir: "Biz hayız olduğumuzda, namazlarımızı kılmıyor, kaza etmiyorduk, kaza etmek­le de emrolunmuyorduk."

Fakihler ittifak etmişlerdir ki, hayızlı ve nifaslı kadının oruç tut­ması haramdır.

Kadın doğumdan sonra kırk gün namaz kılamaz ve oruç tutamaz; çünkü bu lohusahk dönemidir. Nifastan çıktıktan sonra, ramazan oru­cunu geçirmiş ise o günleri kaza eder, fakat geçmiş olan namazları ka­za etmez.

Lohusalı kadının namazdan alıkonulmasının sebebi, temiz olma­masıdır. Hayızlı kadının durumu da öyledir. Aynı zamanda yeni doğan çocuğunun pisliğinden sakınması da pek mümkün olmaz.

Oruçtan neden menedîldiğine gelince, nasıl ki temizliğine riayet etmek ona zor geliyorsa, nifas anında kuvvetinden ve zindeliğinden bir parça kaybetmiştir. Allah ona zayıflık üstüne zayıflık yüklemez. Çün­kü O insanlara çok acıyan ve çok merhamet edendir.

 

Evlatlar Arasında Adalet

 

SORU: Üç kadınla evli olan, birinci eşinden iki, ikinci eşinden bir, üçüncü eşinden ise iki çocuğu olan erkeğin vefat ettiğinde birinci eşin­den olan çocukları servet sahibi olsalar, diğer kardeşlerine bu servetten pay vermemeleri normal midir?

CEVAP: Allah insanlan yaratmış, rızkı aralarında taksim etmiştir. Kazansınlar ve çalışsınlar diye insanların önüne çeşitli yollar koymuş­tur. Allah şöyle buyuruyor:

Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Şu halde yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın ve Allah'ın rızkından yeyin. Dönüş ancak O'na-dır. (Mülk/60)

Yeryüzünün imarı Allah'ın kudret eliyle olmuştur. İnsan hayatına karşı çok haristir. Buna rağmen ölüm gelip ona çatıyor. Allah şöyle bu­yurmuştur:

Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır, sarp ve sağlam kalelerde olanız bile... (Nisa/78)

Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez yine hiç kimse nere­de öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah herşeyi bilendir, herşeyden haberdardır. (Lokman/34)

Ölen adam üç hanımla evlenmiştir. Birinci eşinin çocukları onun hayatında bir mal ve servete sahip olmuşlardır. Sonra ikinci ve üçüncü eşlerinin çocukları küçük iken vefat ediyor. Babanın bıraktığı miras küçük büyük demeden çocukların arasında dinin verdiği paylara göre dağıtılır. Çünkü bu Allah'ın emridir.

Bu paylaşmadan sonra küçük çocuklar fakirlerse, onların nafaka­ları büyük kardeşlerine farz olur. Öz kardeş olup olmamaları farket-mez. Bu acizlere nafakalarını kazanıncaya kadar muktedir olanların bakması lazımdır.

Yok eğer zengin iki büyük kardeş miras paylarını küçük kardeşle­rine bırakırlarsa bu da çok güzel bir iştir.

 

Çocuk Bakımı Ve Nafaka

 

SORU: Eşinden bir kız çocuğu olan ve evlendikten bir yıl sonra eşini boşayan, kadının akrabaları tarafından hem kadın, hem de çocuk için nafaka istenen erkeğin, buna gücü yetmezse, kadının akrabaları da nafakadan vazgeçme karşılığında çocuğun anasına verilmesi teklifinde bulunurlarsa, adamın bunu kabul etmesi caiz midir?

CEVAP: Hidane (çocuğa bakmak) bir haktır. Bu da anne-babaya aittir. Çünkü çocuğun en yakını onlardır. Bundandır ki İslâm çocuğun bakım ve terbiyesini ilk merhalede anneye vermiştir. Çocukları hak­kında anlaşmazlığa düşen bir kadına Peygamberimiz şöyle demiştir:

Evlenmediğin sürece çocuğun senin yanında kalması daha uygun­dur.

Bu davamıza en kuvvetli delildir. Fukaha da bu konuda bakımın anneye düştüğünü söylüyorlar. Çünkü anne çocuğuna daha şefkatli ve merhametlidir.

İslâm velayet hakkını da infak yoluyla babaya yüklemiştir. Çünkü o bu hususta daha kudretlidir. Zorlukları taşımaya daha sabırlıdır. Bun­dandır ki kız olsun erkek olsun çocuk babasına nisbet edilir.

Fakihler bir babanın çocuğunun kendisine nisbet edilmesinden kaçamayacağını, bunun ona vacib olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak Hanbelîlerden bazı hukukçular, "Bir baba hidane yani bakım hakkın­dan vaz geçerse çocuğun velayeti başkasına geçer" demişlerdir.

Kadın, çocuğun babasının fakirliğinden dolayı hidane hakkından (çocuk bakımından) vaz geçerse, onun hakkı düşer. Çocuğa daha iyi bakacak olan bir kadına verilir. Anne ve çocuğun nafakası kocaya yük­lendiği zaman o üzerine bir borç olur. O hemen veremiyorsa, ileride durumu düzelirse vermek zorundadır.

Karşılıklı olsun karşılıksız olsun anne çocuğun bakımına uygun olduğu sürece baba onu bu haktan alıkoyamaz. Ancak soruda ilk hatı­ra gelen şey, annenin çocuğa bakmasının daha uygun olmasıdır. Baba­sı neden alsın ki.

Belki de başka şeyler vardır. Durum değişince hüküm de değişiyor.

 

Altın Kullanımında Erkeğin Kadına Benzemesi

 

SORU: Erkeğin, Allah'ın isimlerinden birinin yazılı olduğu altın kolye takması caiz midir? Erkeklerin saç uzatmalarına, kendilerini ka­dınlara benzetmelerine ve kendilerini Avrupa'daki bazı hippi gençlere benzetmelerine ne dersiniz, dinin bu konudaki görüşü nedir?

CEVAP: İslâm dini erkeklere altın kullanmayı yasaklamıştır. Çün­kü bu kadına benzemektir. Rasûlullah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

Altın ve ipek ümmetimin erkeklerine haram kılındı, kadınlarına helâl kılındı.

Allah'a ve ahiret gününe inanan kişi altın takmasın, ipek giymesin.

İpekten kasıt sade ve tabii olan ipektir, suni ipek değildir. Burada hitap erkekleredir, kadınlara değildir. Rivayete göre Rasûlullah ipeği sağ eline ve altını da sol eline alarak, "Bu ikisi benim ümmetime ha­ramdır" buyurmuştur.

Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur:

Altın ve ipek ümmetimin kadınlarına helâl, erkeklerine ise, ha­ramdır.

Bundan anlıyoruz ki erkeğin altın zincir veya kolye takması ha­ramdır. Din bunu yasaklamıştır. Erkeğin altın yüzük takması da haram­dır.

Ebu Hureyre şöyle diyor: 'Rasûlullah erkeklere altın yüzük tak­mayı yasakladı.'

Hz. Ali de Hz. Peygamber'in kendisine şunları yasakladığını riva­yet ediyor: Rasûlullah "Altın yüzük takmamı, ipek elbise giymemi, rü­ku ve secdede kıraat yapmamı ve zarefanlı elbise giymemi yasakladı."

Erkeklerin kadınlara benzemesi de haramdır.

İbn Abbas fr.a) şöyle diyor: "Rasûlullah kendini erkeklere benze­ten kadınlara ve kendini kadınlara benzeten erkeklere lanet etti ve on­ları evlerimize sokmamamızı emretti."

Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'in erkek elbiseleri giyen kadını ve kadın elbiseleri giyen erkeği lanetlediğini rivayet etmiştir.

Hz. Aişe de hal ve hareketlerinde, giyiminde erkekleşen kadını Hz. Peygamber'in lanetlediğini rivayet ediyor.

Abdullah ibn Ömer (r.a) erkek gibi yürüyen bir kadın gördü ve "bu kimdir" dedi. Ona "Bu Said b. Ebu Cehl'in annesidir" dediler. O da "Ben Rasûlullah'tan "Erkeklere benzeyen kadın kadınlara benzeyen erkek bizden değildir" dediğini duydum" dedi.

Yine rivayet edilir ki Hz. Peygamber (s.a) kadın gibi ellerine ve ayaklarına kına yakan, kadımmsı hareketler yapan birisini sürgün etti.

Hz. Ömer de kendisini kadınlara benzeten bir muhannesi sürgün etmiştir.

Bundan anlıyoruz ki, erkeğe altın takmak, kadın elbisesi giymek, hareketlerinde kadınlara benzemek, saç uzatmak ve buna benzer şey­ler haramdır.

 

Evlatlar İçîn Vasiyyet

 

SORU: Kız ve erkek dört çocuğu olan amcam, malının üçte birini erkek çocuklanna vasiyet ederek öldü. Amcamın sağlığında bekar olan küçük oğlu da evlendi ve çocuk sahibi oldu; bunun çocuklarına da mi­rastan pay verilir mi?

CEVAP: Sorudan anlaşılan, soranın amcası malının üçte birini er­kek çocuklanna vasiyet etmiştir. Bu nedenle mal onların arasında eşit olarak paylaşılır. Vasiyyet edenin vasiyyetine göre taksim edilir. Bura­da evli olanla olmayan arasında fark yoktur.

Dördüncü oğlun çocuklarına mirastan bir şey düşmez. Çünkü ba­balan payını almıştır. Babaları ölünce, o zaman onlar mirastan pay alır­lar. Miras hukukuna göre diğer varislerle bölüşürler. Zira, adam kendi çocuklarına vasiyyette bulunmuş çocuklarının çocuklarına değil.

Fakat biz burada vasiyet edenin hatalı davrandığını görüyoruz. Çünkü yalnız erkek çocuklarına vasiyyette bulunmuş, kız çocuklarına vasiyet etmemiştir. Bu da çocuklar arasında adalet yapılmadığını gös­termektedir. Bu da kin ve çekememezliği meydana getirir. Allah doğru yoldan ayırmasın.

 

Kadının Talakı

 

SORU: Aşağıdaki ayetin açıklamasını istiyorum:

Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah'tan korkun apa­çık bir hayasızlık yapmaları hali bir yana onları evlerinden çıkar­mayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bile­mezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarıverir. (Talak/l)

CEVAP: Bu ayet Talak suresinin ilk ayetedir. Burada Allah Pey­gamberine hitap etmiştir. O da mü'minlerin önderidir. Hüküm sadece ona ait değildir. Bilakis herkesi kapsar. Bir zaruretten dolayı hanımını boşamak isteyen herkese, o temiz iken yani aybaşı değil iken, temizlik esnasında onunla cinsi ilişkide bulunmadan boşaması tavsiye edilmiş­tir, ki biran önce iddet günleri sayılmaya başlasın, çünkü Allah onun başlangıcından itibaren iddet sayılmasını emretmiştir.

Bu nedenle bir kısım âlimler, kadını hayızlı iken boşamanın ha­ram olduğunu söylemişlerdir.

Said b. Müseyyeb hayızlıyken boşamanın gerçekleşmeyeceğini söylemiştir. Zira Abdullah b. Ömer şöyle anlatıyor:

Ben eşimi hayızlıyken boşadım. Rasûlullah geri dönmemi, yeni­den hayız görüp temizleninceye kadar beklememi, eğer boşaya-caksam temizlik müddeti içinde cinsel ilişkide bulunmadan boşa: mamı emretti.

Allah (c.c) iddetin sayılmasını isteyerek ve "iddeti de sayın" diye­rek, boşamanın başlangıcını tesbit etmemizi, kadınların hakkını zayi ederek Allah'a isyan etmememizi, boşadığımız kadınları iddet müdde­ti içinde evden çıkarmamamızı, kadının da çıkmamasını emretmiştir. Eğer kadın çıkarsa, günahkar olur, iddet de dolmaz.

İşte Allah'ın kullarına emrettiği hüküm budur ki, onunla iyilikler gerçekleşir ve zararlar önlenir. Bu hudutların yanında durmak lazımdır, ancak kendine zulmedenler ve Allah'm azabını kazanmak isteyenler buna karşı çıkarlar.

Bir ricî talakla boşanan kadının iddet içinde koca evinde kalmasının hikmeti ise kocanın pişman olduğunda tekrar karısına dönmesi içindir. Allah'ın şu sözünden de bu anlaşılıyor:

Bilemezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarı­verir.

Bazı müfessirler "Allah'ın ortaya çıkaracağı durum, kocanın kal­binin nefretten sevgiye, ondan vazgeçmekten ona dönmeye, boşanma­dan vazgeçip tekrar ona dönmeye meyletmesi demektir" demişlerdir.

 

Kadının Boşanma Hakkı

 

SORU: Kadın kocasını boşayabilir mi?

CEVAP: Koca, bu hakkı eşine verirse, kadın kocasını boşayabilir bu caizdir. Şunu da hatırlatmada fayda vardır ki koca eşine boşanma hakkı verdiği zaman kendisinin (kocanın) boşama hakkını düşürmez.

Kocanın eşine boşama/boşanma hakkı vermesi, "işin senin elinde­dir, tercihini yap, kendini boşayabilirsin" gibi ibarelerle hanımım mu­hayyer bırakmasıdır. Fıkıh kitaplarında bu kelimelerin tafsilatı zikre­dilmiştir.

Ve yine kadın bidayette kocasına bunu şart koşmuşsa, boşayabilir. Evlilik akü anında kadın kocasına; "işim elimdedir, istediğim zaman boşanırım" derse, koca da kabul ederse, bu olur.

Erkek, eşine yukarıdaki kelimelerle boşama hakkını verirse, kadın kendini bir rici talakla boşayabilir. Fakat koca, "Ne zaman dilersen işin elindedir, ne zaman dilersen kendini boşayabilirsin" dese bile kadın ancak bir talakla kendini boşayabilir. Geri dönüşü olmayan kesin bo­şama ise ancak üç talakla gerçekleşebilir.

Kadının kendi kendine boşanması ayetle de sabittir:

Ey Peygamber! Eşlerine şöyle de: "Eğer dünya dirliğini ve süsü­nü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sızı güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yur­dunu diliyorsanız, bilin ki, Allah içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır." (Ahzab/28-29)

Hz. Aişe şöyle anlatıyor: Bu ayet nazil olduktan sonra Rasûlullah (s.a) yanıma gelerek "Ey Aişe! Sana bir şey söyleyeceğim babana ve annene danışmadan cevap verme" dedi ve sonra bu ayeti okudu. Ben de "Bunu mu ebeveynimle görüşeceğim? Ben Allah'ı, Rasûlü'nü ve ahiret gününü isterim dedim."

Bu serbest bırakılma sahih görüşe göre boşanma hakkındadır. Şu şartla ki, onlar eğer dünya ve zinetini seçselerdi boşanırlardı. Nitekim Hz. Aişe de öyle anlamıştır. Ve yine şu sözü de ona bir delildir: "Allah da biliyordu ki annem ve babam Rasûlullah'tan ayrılmamı istemiyor­lardı." Başka bir delille dünya ve zinetini tercih etmeleri ve sonra ken­dilerine meta verilmesi daha sonra serbest bırakılmaları, bunların hep­si boşanmadan sonra olacak işlerdir. Bundandır ki fakihlerin çoğu bu ayeti erkeğin, eşine boşama hakkını verebileceğine delil olarak gör­müşlerdir.

 

Talakla Çok Yemin Etmek

 

SORU: Bazı insanlar hak olsun batıl olsun her gün talakla yemin ediyorlar. Yemin eden yalan çıkarsa, boşanma olur mu?

CEVAP: Evlilik hayatı çekilmez duruma gelince Allah boşamayı helâl kılmıştır. Fakat kendini bilmeyen, evlilik hayatının ne olduğun­dan habersiz olan bazı pervasız insanlar bu kelimeyi kullanmada çok ileri gidiyorlar. Bu kelimeyi kullanmak bir müslümana yakışmaz. Çün­kü Rasûlullah (s.a) şöyle buyuruyor:

Zevk için çok evlilik yapan ve talakla çok yemin edeni Allah la­netledi.

Yine Rasûlullah şöyle buyurmuştur: Allah'ın en sevmediği şey talaktır.

Şüphesiz talakla yemin eden kişinin heybeti ve kerameti gider. Çünkü bu insanla insan arasındaki alakayı hafife almak demektir.

Öyle bir alaka ki Allah onun hakkında "Ve onlar (kadınlar) sizden sağlam bir teminat aldılar" (Nisa/21) di>or, yani sağlam ve kuvvetli bir söz aldılar.

Bununla beraber, Birleşik Arab Cumhuriyetinde ahval-i şahsiye ile ilgili kanunda, şarta bağlı talak ancak yemin edenin boşama niye­tiyle yemin etmesi halinde gerçekleşir. Yoksa mücerret yeminle talak vaki olmaz hükmü vardır.

Eğer koca karısına "sen evden çıkarsan boşsun" derse, bununla ni­yeti onu tehdit etmeK ve evden çıkmaması ise, kadın evden çıksa bile boşama gerçekleşmez. Yok eğer niyeti boşama ise, kadın evden çıkar­sa boşanmış olur. Konuşmasını yeminle tekid etmek de böyledir.

Fakat Hanefî mezhebine göre şarta bağlı olan talak, şart yerine geldiği zaman başka şeye bakılmaksızın vaki olur; boşanma, gerçekle­şir. Her ne suretle olursa olsun talakla yemin etmek saygıya uygun de­ğildir ve kötü adetlerdendir. Müslümanların ondan sakınması vacibtir.

 

Talakla Çok Yemin Etmek

 

SORU: Bir erkek eşine ancak bilgisi dahilinde dışarı çıkabileceği hususunda talakla yemin etse, kadın da ona söylemeden çıksa, ikinci defa izni olmadan çıkmayacağına yemin etse, fakat yine izinsiz çıksa, boşama gerçekleşir mi? Bazı insanlar, "Boşanan kadın eğer hamile ise ve bir erkek çocuk doğurursa, kocasına helâl olur" duyorlar, bu doğru mudur?

CEVAP: Esef verici kötülüklerden biri de, dini kültürden ve sağlam terbiyeden yoksun olan çoğu müslümanların, basit sebeplerle talakla yemin etmeleridir. Talakla yemin etmek akıllı bir müslümanın işi de­ğildir ve büyük bir günahtır. Çünkü insanlar arasında (karı koca arasın­da) olan bu alakayı ve ilişkiyi oyuncak haline getirirsek, insanlar onu diline dolar ve onunla yemin edip dururlar. Sanki o Rasûlullah'ın şöy­le dediğini hiç istememiştir:

Helâlin Allah katında en istenmeyeni talaktır. Talakla yemin eden de, ettiren de melundurlar.

İhtiyaç olmadığı halde çok evlilik yapana ve talakla çok yemin edene Allah lanet etsin.

Bazen deniliyor ki, "Öyle ise Allah boşanmayı neden meşru kıl­dı?" Buna şöyle cevap verilir: Eşler arasında hayat çekilmez bir hal alırsa, ancak o zaman boşanma yoluna gidilir. Bütün çarelere baş vu­rulduktan sonra boşama sözkonusu olur.

Şüphesiz talakla yemin etmek kişinin iradesinin zayıflığına ve ka-rekterinin bozukluğuna delalet eder, kadının kocası hakkında suzan edip onun korumasına güvenmediği gibi bazı erkekler de talakla yemin ederek halk arasındaki itibarını kaybeder, artık kimse ona inanmaz, onun doğruluğunu kabul etmez. Öyle ise müslüman ve akıllı olan her­kese vacib olan, şaka veya ciddi talakla yemin etmemesidir. Böylece evlilik hayatının saygınlığı baki kalır. Şu da unutulmamalıdır ki Kur'an karı kocalık alakasına çok değer vermiş. Erkeklere kadın hak­kında "Onlar sizden sağlam bir teminat aldılar" buyuruyor. Bu teminat da evlilik aktidir.

"Bu durumda boşanma meydana gelir mi gelmez mi?" sorusuna gelince, burada hüküm, şartlı yeminin yemin edenin niyetine bağlı ol­ması gibidir. Eğer yemin eden burada sadece konuşmasını tekit etmek için veya bir işi teşvik için yapıyorsa veya bir şeyi terketmek için teş­vik ediyorsa, talak gerçekleşmez. Yok eğer bu yeminden gaye talak ise, o şart vuku bulursa, bununla bir rici talak verilmiş olur. Üçe tamamla-nıışsa, aralarında karı kocalık ilişkisi biter.

Bazılannın zannettiği gibi boşanan hanım bir erkek çocuk doğurur­sa, kocasına helâl olur fikri asla doğru değildir. Bilmiyorsa bu fikri ner-den çıkanyorlar. Böyle günahlara girmekten müslümanlar sakınsınlar.

Boşanmanın Bıraktığı İzler

 

SORU: Boşanmanın çocuk üzerindeki izleri nelerdir? Erkeğe ihti­yaç yokken kendini tatmin etmek için eşini boşaması mubah olur mu?

CEVAP: Rasûlullah "En istenmeyen helâl talaktır" buyuruyor ki bu harika bir sözdür. Rasûlullah talakın oyuncak olmadığını ve olur olmaz kişinin onu kullanmaması gerektiğini bize bildirmek için böyle demiş­tir. Boşama ancak zaruret sözkonusu olduğunda kullanılan bir ilaçtır. Zaruret ise, kan-koca hayatının devam edemediği zamandır. Şüphesiz karı-koca ilişkileri toplumun en kuvvetli ilişkilerindendir. Çünkü bu Allah'ın emriyle olur. O'nun korumasıyla teyit edilir. Taraflar Allah'ın emirlerine bağlandıkları sürece bu bağ kuvvetlenir. Bununla beraber evlilik meyvesini verince de bu bağ gittikçe derinleşir. O meyve de an­ne ve baba arasını perçinleştiren çocuktur.

Anne-baba ömürlerinin devamını ve hayatlarının uzamasını ve yaşayışlannın güzelliğini çocuğunda görür, onu korumak, ona itina göstermek için büyük çaba sarfederler. Çocuk bu hazzı anne ve baba istikrarlı bir hayata sahip oldukları zaman ve uyumlu bir aile olunca ta­dar. Allah'ın sevmediği talak (boşama) olduğu zaman çocuk herkesten fazla hırpalanır, tehlikelere maruz kalır ve mihnete girer. Çünkü boşan­ma kan-koca ilişkilerini yıkar, bu yıkımdan en fazla çocuk zarar görür. Efazen de karı-kocadan biri öfkesini tatmin etmek ve intikam almak için çocuğunu kullanıp hırpalar.

Boşanmadan sonra çocuk çok tehlikelerle ve çok sıkıntılarla kar­şılaşır. Çünkü banş ortamından, ailede olan şefkat ve sevgi ortamından artık mahrumdur. Çocuk annesinin yanında kalırsa babanın gözetme­sinden, babasının yanında kalırsa annenin sevgi ve şefkatinden mah­rum kalacaktır. Her ikisinin birden gözetiminden uzaksa, büsbütün on-iann yardımından mahrum kalacaktır. Bu sevgisizlik çocuğun bugünü­nü ve yarınını etkileyecektir.

Eşler Allah'ın şeriatının emrettiği gibi zaruret sebebiyle ayrıldık­ları zaman çocuk üzerinde bu etki az görülecektir. Çocuğun bir kurban olmaması için, bakımı iyi yapılır, hukukuna riayet edilirse, bu boşan­madan fazla etkilenmeyecektir.

Gereksiz boşanmanın çocuk üzerinde meydana getirdiği yıkımın ne olduğunu bilmemiz gerekir. Gereksiz boşanma neticesinde baba şarka, anne garba yelken açar, baba yeni bir kadın, anne de yeni bir ko­ca bulur. Çocuk ise ortada kalır. Şimdi babaya gitse analıkla, anaya git­se babalıkla karşılaşır.

Keşke boşanmak isteyen çiftler boşanmadan önce çocuklarının durumunu bir defa daha gözden geçirselerdi; şehvet ve keyif için bo-şanmasalardı. Boşanmayı gerektiren bir amil olsa dahi onu hikmetle ve itina ile geri plana bıraksalardı, çocuğun hakkının altında kalmamak, onun hakkını zayii etmemek, çocuğun geleceğini kurtarmak için ihti­yatla davransalardı ne kadar iyi olurdu.

 

Şarta Bağlı Talak (Boşama)

 

SORU: 'Karım benden izinsiz evden çıkamaz' diyen erkeğin eşi, evden çıkıp babasının evine gitse durum ne olur?

CEVAP: Bu şartlı boşanmaya girer, kişi onu birşeyin olup olmama­sına bağlar. Alimler bu konuda şöyle demişlerdir: Eğer yemin eden sö­zünü kuvvetlendirmek, bir şeyi yapmak veya yapmak için teşvikte bu­lunmak niyetiyle yemin etse o şey olsa dahi boşanma vuku bulmaz. Ancak boşanmayı bir şeye bağlı kılmışsa, öyle niyet etmişse o zaman boşanma olur. Önceden iki talak gitmemişse, bir rici talak verilmiş olur (yani tekrar karısına müracaat edebilir).

Sorudaki misalimiz üzerinde tatbikat yapalım: Soruda sözkonusu olan adamın yemininden maksat sadece eşinin evden çıkmaması için bir teşvik ise, onunla boşanmayı kastetmemiş ise, kadın evden çıksa dahi boşanmaz.

Ancak yemin eden yemin ederken karısının çıkmasıyla boşanma­yı kasdetmişse o zaman talak vaki olur, bir rici talak verilmiş sayılır. Bu talaktan önce iki talakla yemin etmemişse, hanımına dönebilir. Yok eğer iki talak daha önce vuku bulmuşsa, bu da üçüncü talak olur. Artık karısı tamamen ondan boşanmıştır. O ancak iddeti bitince ikinci bir ko­caya varır. İkinci kocanın ya vefatıyla veya boşamasıyla iddeti dolun­ca birinci kocayla tekrar yeni bir akit, yeni bir mehirle evlenebilir.

Bununla beraber, talakla yemin etmek çirkin bir gelenektir. Talak­la yemini adet eden adam insanlık vasfına layık değildir. Zira Hz. Pey­gamber şöyle buyuruyor:

Allah katında en sevimsiz şey talaktır. Talaktan arş titrer.

Ancak münafık talakla yemin eder ve yemin etmek ister veya et­tirir.

Allah boşanmayı ancak evliliğin düzelmesinden bütün ümitler ke­sildikten sonra mubah kılmıştır.

 

Üç Talak

 

SORU: Bir adam hanımına "seni üç talakla boşadım" derse, kaç ta­lakla boşamış olur?

CEVAP: Evvel emirde şunu bilmeliyiz ki bir çok müslüman talağı elem ve esef verici bir şekilde kullanıyorlar. Peygamberimizin şu sözle­rini bildikleri halde yine de ders almıyorlar. Rasûlullah şöyle buyuruyor:

Allah katında en istenmeyen helâl talaktır.

İhtiyacı olmadığı halde çok evlilik yapanı, talakla çok yemin ede­ni Allah lanetler.

Ancak talak, bir kurtuluş çaresi olarak kullanılır. Kan-koca ilişki­lerinden bütün ümit kesilince, ıslaha götürecek bütün yollar tıkanınca, nasihat, irşat ve boykot, vaad ve tehdid bir fayda vermeyince boşama yoluna gidilir. Bir de hakem tayin etmek vardır ki Allah o konuda şöy­le buyurmaktadır:

Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsamz, erkeğin ai­lesinden ve kadının ailesinden birer hakem gönderin bunlar barış­tırmak isterlerse, Allah aralarını bulur. Şüphesiz Allah her şeyi bi­len, her şeyden haberdar olandır. (Nisa/35)

Bundan sonra da karı-kocalık hayatının devamı muhal ise, o za­man talak son çare olur. Bu durumda eşini boşayan, bir talakla boşa-malıdır. Bunu kadının temizlik halinde iken yapmalıdır.

Karısını mecburiyet karşısında boşayan adam Allah'ın ayetlerini hatırlasın:

Ya iyilikte tutmak, ya da güzellikle salıvermektir. (Bakara/228)

Onları ya meşru ölçüler içersinde tutun veya onlardan meşru Ölçü­lere göre ayrılın. (Talak/2)

Aranızdaki iyilik ve ihsanı unutmayın. (Bakara/237)

Bunlardan sonra diyebiliriz ki, soruda olduğu gibi karısına "Seni üç talakla boşadım" diyen koca bir talakla boşamış sayılır. Birleşik Arab Cumhuriyetlerinde, İslâm fıkhından derlenmiş Ahval-i Şahsiye konusunda 1929'dan beri bu fetva ile amel ediliyor.

Bu durumda koca yeniden bir mehir vermeden ve evlilik aküne baş vurmadan karısına dönebilir. Eğer daha önce iki talakla boşamışsa, bu da üçüncü talak oluyorsa, o zaman kadın tamamen (beynunet-i küb-ra) boşanmış sayılır. Artık ancak bu kadının iddeti biter, ikinci koca onunla haşir neşir olur, sonra o da vefat eder ya da boşarsa kadının id­deti dolduktan sonra ilk koca bununla tekrar evlenmek isterse, bu dö­nüş yeni bir akit ve yeni bir mehirle olur.

 

Talak Üç Defadır

 

SORU: Eşini üç talakla boşayan erkeğin, dört ay içinde karısına dönmesi caiz midir?

CEVAP: Allah şöyle buyuruyor:

Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da gü­zellikle salıvermektir... (Bakara/229)

Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, ondan sonra kadın baş­ka erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz... (Ba­kara/230)

Adam ilk olarak eşini boşuyorsa, ona tekrar dönebilir. İddet dahi­linde olduğu sürece şartsız olarak herşey ona helâldir. Eşine dönüp ikinci defa boşasa, iddet müddeti içinde ona yine dönebilir, yine ona helâl olur. Bazı fakihler bu durumda yeni bir akdin ve yeni bir mehirin gerekli olduğunu söylemişlerdir. Ancak üçüncü defa boşarsa, geri dö­nüşü olmayan boşanma meydana gelir.

Bundan sonra artık o ona helâl olmaz. Ancak onun iddeti biter, sonra ikinci bir şahıs onunla evlenip kan kocalık hayatı yaşar, sonra o da onu boşar, ya da ölürse, iddeti sona erdikten sonra birinci koca ye­ni bir mehir ve yeni bir evlilik akdiyle tekrar bu kadınla evlenebilir.

Hüllenin haram olduğunu söyleyelim. Çünkü o geçici bir evlilik­tir. Dolayısıyla da örtülü bir zinadır. Peygamberimiz şöyle buyurmak­tadır.

Hülle yapan da kendisi için hülle yapılan da lanetlenmiştir.

 

Kocanın Eşini Terketmesi

 

SORU; Koca eşini uzun müddet terkedebilir mi? Bu durumda ka­dın boşanmayı taleb edebilir mi?

CEVAP: Evlilik hayatı karşılıklı anlayış ve dayanışmayla yürür, ka-n-koca arasındaki alaka bir kaç günden ibaret değildir. Bu hayatta sü­reklilik esastır. Ancak devamı zorlaşırsa ondan vazgeçilir. Bunu şu ayetten anlıyoruz: Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve muhabbet peyda etmesi de O'nun ayetlerindendir. Doğru­su bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır. (Rum/21)

Yine başka bir ayette de evliliğin ya güzellikle devam etmesi, ya da güzellikle sona ermesi gerektiği belirtilmektedir:

Ya iyilikle tutmak, ya da güzellikle salıvermektir. (Bakara/228)

Bundan anlıyoruz ki meşru bir zaruret olmadan kocanın hanımım uzun zaman terketmesi dinen caiz değildir. Çünkü karı-kocalık hayatı birlikte olmaya dayanıyor. Kadın nafakaya, bakım ve korunmaya muh­taçtır. Din bunu kocaya yüklemiştir. Koca bunu bilerek terkederse, asi olur. O bu arada ne kadınlık hakkına ve huzuruna ne de hayatında bir yol almak için hürriyetine sahiptir.

Koca uzun bir zaman isteyerek, kasten eşine zarar vermek için ha­nımını terkederse, çok büyük kötülük yapmış demektir. Kadına haki­me veya veliyyü'l emr'e müracaat hakkı doğar. Hakim, kocanın kasten, hanımına kötülük olsun diye uzun zaman terkettiğini tesbit ettiği za­man, hanımı da gerçekten bundan zarar görmüşse, onları birbirlerinden ayırabilir. Çünkü zarar bununla defedilebilir. Rasûlullah şöyle buyurmuştur:

Ne zarar görmek vardır, ne de zarar vermek vardır.

 

Talakla Yemin Etmek

 

SORU: Karısının başka bir erkekle ilişkisi olduğunu öğrenip esini boşayan ve 'hiçbir şey almadan istediğin yere gidebilirsin' diyen, er­kekle, evden birşeyler alıp giden kadının durumu hakkında ne dersiniz? Bu kadın, hâlâ nikâhlı sayılır mı, sayılırsa başka biriyle evlenmesi du­rumunda hüküm en olur? Bir şarta bağlı olan talağın hükmü nedir?

CEVAP: Bu adam eşine "sen boşsun" derse bu, talağın vuku için açık ve sarih bir tabirdir. Bu ilk boşama ise birinci talak olur. İkinci defa da olsa erkek tekrar karısına müracaatta bulunabilir. Bu, ahval-i şah­siye kanununda geçen ve Birleşik Arap Cumhuriyetlerinde yürürlükte olan kanundur.

Ancak bu üçüncü boşama olursa, kadın tamamen kocasından ay­rılmış demektir. Bir daha bu kadına dönebilmesi için kadının iddetinin bitmesinden sonra ikinci bir eşle evlenmesi, onunla karı-kocalık mu­amelesinde bulunması gerekir. Ancak onun ölümü ya da boşaması ne­ticesinde iddeti dolduktan sonra yeni bir evlilik aküyle ve yeni bir me-hirle eski kocasıyla evlenebilir.

Sorudan anlaşıldığı kadarıyla bu şarta bağlı bir boşama değildir. Çünkü koca eşine açfkça "Sen boşsun" demiş boşamadan sonra istedi­ği yere gidebileceğini ifade etmiştir. Bu da talakı tekit etmektedir.

'Bir şey alma!' sözüne gelince, zahire göre bu kocanın karısına kendi hakkı olmayan bir şeyi almamasını söylemesidir. Kadının aldığı şey eğer onun mülkü veya kendine ait eşyası ise veya almada hakkı varsa, o zaman koca ona engel olamaz, yok eğer o kocanın malı ise, o zaman koca engel olabilir. Eğer kadın bunu ihtisas etmişse ondan geri alınır.

Şarta bağlı olan boşamaya gelince, koca karısına "Sen evden çı-karsan boşsun" veya "sen falanca şeyi yaparsan boşsun" dediğinde bu­nunla sözünü kuvvetlendirmek, şart koştuğu şeyden hanımını sakındır­mak istemişse eşi boş olmaz.

Yok eğer, bu sözüyle boşamaya niyet etmişse, kadın o işi yaptığın­da boş olur.

 

Kadının İddeti

 

SORU: Ölen kocasının arkasından bir sene yas tutan ve hiç bir iş yapmayan, Kur'an-ı Kerim'deki iddeti umursamayan kadın hakkında ne dersiniz?

CEVAP: Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (ev­lenmeden) dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlelerini bi­tirdikleri vakit, kendileri hakkında yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur. Allah yapmakta olduklarınızı bilir. (Baka­ra/234)

Bu ayetten anlıyoruz ki, kocası ölen kadının iddeti dört ay on gün­dür. Hamile olursa, doğurmakla iddeti son bulur. Bazı fakihler, iddetin, iki sürenin en uzun olanı olduğunu söylemişlerdir. Binaenaleyh eğer dört ay on günden önce doğum olursa, bu süreyi yani dört ay on günü doldurması lazımdır. Çünkü Allah şöyle buyurmaktadır:

Gebe olanların bekleme süresi ise, doğum yapıncaya kadardır. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir. (Ta­lak/4)

Kocası ölen kadının dinin kendine tanıdığı iddetten daha fazla beklemesi ve bunun dinin bir emri olduğuna inanması haramdır. Koca­sının üzüntüsünden iddet müddetini artırması gereksiz bir aşırılıktır. Çünkü Rasûlullah "Din kolaylıktır" buyurmuştur.

İddet kadının iş yapmasına engel değildir. Yeter ki ikinci bir koca­ya varmak niyetiyle zinetten ve kendini arz etmekten uzak olsun.

Allah şöyle buyurmaktadır:

Sizden ölüp de (dul) eşler bırakanlar zevcelerinin, evlerinden çı­karılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hu­susunda vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar, (kendiliklerinden, çıkıp giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları meşru şeylerde size bir günah yoktur. Allah azizdir, hakimdir.

Bu ayet koca evinde kalan kadının hak edeceği mut'a (yani mal­dan faydalanma)dan bahsetmektedir.

Eğer o kadınlar çıkıp giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları meşru şeylerden size bir günah yoktur. Boşanmış kadınların hakkaniyet ölçülerinde kocalarından nafaka almaları haklarıdır. Bu Allah korkusu taşıyanlar üzerine bir borçtur. (Bakara/241)

Bu da kocası ölmüş veya boşanmış olan kadının kazanmış olduğu mut'a ile (hakla) ilgilidir.

 

Kocası Ölen Kadının İddeti

 

SORU: Kadının kocası ölünce ne kadar iddet beklemesi lazımdır?

CEVAP: Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (evlen­meden) dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdik­leri vakit, kendileri hakkında yaptıkları meşru işlerde size bir gü­nah yoktur. Allah yapmakta olduklarınızı bilir. (Bakara/234)

Ayetin kısaca manası şudur: Sizden bir erkek ölürse, geride kadın kalırsa, bu kadın dört ay on gün bekler. İddet müddeti bu kadardır. İd­det müddeti dolunca kadının evlenmesinde bir sakınca yoktur. Yas tut­mayı bırakır ve kendisine mubah olan zineti takabilir.

Rasûlullah (s.a) Füreya binti Mâlik b. Sinan'a -kocası vefat edin­ce- "Müddet doluncaya kadar evinde bekle" demiştir. Füreya Rasûlul-lah'ın bu emri üzerine "Ben dört ay on gün iddet bekledim" demiştir.

Kocası ölen kadın hamile değilse, böyle olur. Ancak hamile olur­sa, doğurmakla iddeti biter. Rivayet edildiğine göre, Sübeyatül Esle-miyye isimli bir kadın hamile iken kocasını kaybetti ve bundan onbeş gün sonra da doğum yaptı. Onun durumunu öğrenen Hz. Peygamber "Doğum yapmakla, yeni bir evlilik sana helâl oldu" buyurdu.

Fakihlerden bazıları kocası ölen kadının iki müddetin en uzun ola­nını beklemesi gerektiğini söylemişlerdir. İki müddetin biri doğum, di­ğeri de dört ay on gündür. Eğer dört ay on günden Önce doğum yapar­sa, bu süre doluncaya kadar beklemesi lazımdır, yok eğer bu süre için­de doğum yapmazsa, doğum yapıncaya kadar beklemesi lazımdır.

Kocası ölen kadının yaslı olması, süslenmemesi, koku sürünme­mesi, güzel ve renkli elbise giymemesi lazımdır. Kocanın evinde kal­ması, bir ihtiyaç dışında evden ayrılmaması gerekir. Rivayet edilir ki, Hz. Ömer iddetli kadına haccı yasaklamıştır.

Bazı âlimler, iddet içinde olan kadının ihtiyaçları için dışarı çıka­bileceğini söylemişlerdir. Rasûlullah şöyle buyuruyor:

Kadın kocasından başkası için üç günden fazla yas tutmaz. Ancak kocasına dört ay on gün yas tutar, renkli elbise giymez, ancak asb (bir nevi yemen hırkası) giyebilir. Sürme kullanmaz, koku sürün­mez. Ancak bir nebze o da temiz olunca kust ve ezfar (ikiside bu­hur cinsindendirler) kullanabilirler.

Yine Ummü Habibe hadisinde şöyle buyuruluyor:

Allah'a ve ahiret gününe inanan hiç bir kadına kocasından başka­sı için üç günün üzerinde yas tutmak helâl olmaz. Ancak kocası­na dört ay on gün yas tutar.

Alimler "Yas, kadının renkli elbise giymeyi, kokulanmayı, zinet takmayı, süslenmeyi, kına yakmayı terketmesidir" demişlerdir. Çünkü zinet evlenmeye bir çağrıdır. Zararları defetmek için bundan sakmdı-rılmıştır.

 

Miras

 

SORU: Yedi erkek, dört kız ve üç eş bırakarak Ölen kişinin mirası nasıl bölüşülecek, delilleriyle beraber anlatır mısınız?

CEVAP: Miras hukukuna göre kocanın çocuğu olmazsa, eşine "dörtte bir" eğer çocuğu olursa, "sekizde bir" düşer. Allah şöyle buyur­maktadır:

Çocuğunuz yoksa, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra bırak­tığınızın dörtte biri onlarındır. Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın se­kizde biri onlarındır. (Nisa/12)

Mirasın dörtte biri veya sekizde biri, bir ya da daha fazla eşlere (kadınlara) düşen miras payıdır. Bu kadınlar eğer çocuk yoksa, müşte­reken mirasın dörtte birini, eğer çocuk varsa, sekizde birini alırlar. Al­lah buyuruyor ki:

Erkeğe kadının payının iki misli vardır. (Nisa/11)

Din, oğulu ölünün mirasçısı saymıştır. Diğer pay sahipleri payla­rını aldıktan sonra geride kalan oğula kalır. Oğlan çocuk olmazsa mi­rasın yarısını kız çocuk alır, iki kız olursa terekenin üçte ikisini alırlar. Delilimiz ise Allah'ın şu sözüdür:

Allah size çocuklarınız hakkında, erkeğe kadının payının, iki mis­lini emreder. İkiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte iki­si onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa, yansı onundur... (Nisa/11)

Soruda sözkonusu olan müteveffanın eşleri, mirasın sekizde biri­ni aralarında eşit olarak bölüşürler. Geride kalan yedi kısım, yedi erkek evlatla dört kız arasında, erkeğe kızın iki katı vermek kaydıyla bölüşü­lür. Çünkü Allah "Erkeğe kadının payının iki misli vermenizi emreder" buyuruyor.

 

Kadın Ve Erkek Eşitliği

 

SORU: "Kadın erkektendir" sözünü kim söylemiştir ve bunun ma­nası nedir?

CEVAP: Meydani Mecma'üî Emsal adlı kitabında bu sözün Arablar arasında söylenen en eski atasözlerinden biri olduğunu ifade etmiştir. Bunun manası şudur: Kadınla erkek aynı kökün ayrı dallarıdırlar. Ay­nı menşedendirler ve kadın erkeğin kardeşidir. Allah buna şöyle işaret

etmektedir:

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yara­tan ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip yayan rabbı-nizden sakının! (Nisa/l)

Bunun üzerine rableri onların dualarını kabul etti. (Dedi ki:) "Ben erkek olsun kadın olsun —ki hep birbirinizdensiniz- içinizden ça­lışan hiç bir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. (Âl-i İm-ran/195)

Rasülullah da şöyle buyurmuştur: Kadınlar, erkeklerin öz kardeşleridirler.

Bununla beraber bu kardeşlik onların ayrı ayrı huy ve özelliklere sahip olmasına mani değildir.

 

Erkeklerin Kadınlar Üzerindeki Yöneticiliği

 

SORU: Erkekler neden kadınlar üzerinde yöneticidirler. Neden ka­dın erkeğe itaat etmelidir ve bu ne şekilde olmalıdır?

CEVAP: Allah şöyle buyuruyor:

Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiy­le ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yö­neticisi ve koruyucudur. (Nisa/34)

Bunun manası şudur: Erkekler, kadınların nafakasını üstlenirler, onları korurlar, onların saygınlıklarını sağlarlar bu nedenle de onların yöneticisi durumundadırlar.

Aileye ana direk lazımdır. İşin tabiatı gereği bu temel direk ka­dın olamaz. Yoksa her şeyi tersyüz etmek gerekir. Burada din kadının kocasına itaat etmesini vacib kılmıştır, ancak itaat haram ve günahta olmaz.

Erkek nafaka temininden aciz kalırsa, bir kısım fakihlerce kadın evlilik akdini sona erdirebilir.

Açıkça anlaşılıyor ki bir taraf diğerine zulmederse, evlilik hayatı­nın devam etmesi mümkün olmaz. Aralarında nefret ve tiksinti meyda­na gelir. Bu da kötü geçim ve ailenin dağılmasına sebep olur. Kadın kocasına baş kaldırır, görevlerini yerine getirmezse, nafaka dahil kadı­nın hakları düşer. Erkeğin ondan itaat istemesi, vazifelerini yerine ge­tirmesini talep etmesi hakkıdır. Yok eğer başkaldırı erkekten olursa, o zaman kadın ona itaat etmek zorunda değildir. Nafaka da erkeğe vacib olur.

İslâm başkaldıran kadının yola getirilmesi için kocaya bazı yollar göstermiş, ayrıca eşlerin arasını bulmak için hakemlik müessesini meş­ru kılmıştır.

Eğer karı kocanın aralarının açılmasından korkarsanız erkeğin ai­lesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse, Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah herşeyi bilen, herşeyden haberdar olandır. (Nisa/35)

Eşler arasında ihtilaf olur, koca bu ihtilafı gideremezse, iki hakem çağırır, birisi kendi tarafından, diğeri de kadının tarafından, onlar da adalet ve ihlasla konuyu inceleyip kocayı haksız bulurlarsa ona nafaka yüklerler. Yok eğer başkaldırı kadından geliyorsa, ona itaat etmeyi tav­siye ederler. Kocayı da kadın nüşuzda devam ettiği sürece nafaka ile

yükümlü kılmazlar, bu da işe yaramazsa boşanmaya karar verirler.

 

Evlilikte Kızın Görüşünü Almak

 

SORU: Evlilik çağına gelmiş bir kız, fikri alınmadan ve evlendiri-leceği erkek gösterilmeden ailesi tarafından evlendirilebilir mi?

CEVAP: Şu anda ümmet olarak şiddetli baskı ve büyük çözülme ile karşı karşıyayız. Çünkü kimimiz kızımızı isteyenin görmesini mubah görmüyor. Halbuki bir taraf diğerini tanıyacak ki bu manevi şirket ku­rulsun ve sonsuza dek devam etsin. Kimimiz de kızının ipini boğazına dolandırır ve onu salıverir. Onu isteyene kayıtsız şartsız teslim eder. Bu her iki vaziyet de hatalıdır.

Çünkü şiddetli baskı (görüştürmemek) diğerinin işini, mesleğini bilmemeye ve tabiatlarını öğrenememeye götürür. Bu bilgisizlik inşanı vahim neticelere görürür. Kayıtsız şartsız serbestiyet ise, çirkin işle­rin yapılmasına sebep olur. Sözlüler bu işi hafif gördükleri zaman da­ha nice şeyler yaparlar. Bundan çok kötü neticeler doğar ki, açıklama­ya hacet yoktur.

Evlenecek kızın, fikrine başvurmak lazımdır. Çünkü ileride o ona arkadaş olacaktır.^Onunla muaşeret ve geçim yapacaktır. Tasa ve kı­vançlarını onunla paylaşacaktır. Öyle işlerde ortak olacaktır ki en ya­kınları bile o işte olmayacak. Bundan dolayı İslâm genç kızın fikrine başvurmayı tavsiye etmiş, kızın istemediği ve nefret ettiği kişi ile ev­lendirmeyi haram kılmıştır. Rızası ve muvafakati olmadan evlendirilen kız bu evlililği bozabilir. Rasûlullah döneminde bazı erkekler, kızları­nı rızalarını almadan kocaya verdiler, kızlar bu durumdan Rasûlullah'a şikayette bulundular. O da o akü iptal etti. Hansa binti Hudam'ı baba­sı bir dul erkeğe vermişti. O da onu istemedi, Rasûlullah'a şikayet etti. O da o evliliği bozdu.

Yine bir kız muvafakati alınmadan kocaya verildiğini söyleyerek Rasûlullah'a şikayette bulundu. Rasûlullah işin kızın elinde olduğunu söyledi. Yetki ona verilince, "Ben şimdi babama izin verdim, kadınla­rın kendi haklarını bilmeleri için böyle yaptım" dedi. İslâm'ın kadına verdiği değer ve tanıdığı hak bundan daha çarpıcı bir şekilde ifade edi­lemezdi.

Birbirlerine talip olanlara gereken duygulardan uzak ve akıllı dav­ranmalarıdır. Veya ince bir tabirle, akıl, düşünce ve tedbirle beraber duygu olmalıdır. Yalnız duygu serkeşliğe sebep olur. Duygusuz akü ise, kalbleri açmaz ve şuuru sevketmez. Kalb ve duygu ile evlenmek talib olan gençlerin birbirlerini görmesiyle olur. Ancak, erkekle kızın görüşmesi meşru ölçüler içinde olmalıdır.

Yine genç kız bilmelidir ki, evlilik iki kişi arasında, baki kalacak bir yardımlaşma şirketidir. İki taraf birbirlerinin hukukuna riayet ettik­leri sürece Allah ona nice bereketler verecektir.

Bazı genç kızlar evliliği bir tür cinnet sayıyorlar ve onda sadece yorgunluk ve bitkinlik olduğunu düşünüyorlar. Onlara göre evlilikte ancak giyinme, yeme, içme lezzeti vardır veya sadece evlilikte rahat­lık ve sevgiyi tatmin etmek vardır. Halbuki evlilik sadece bu değildir.

Evlilik ailenin binasına, soyun devamına, ortakların saadetine, hak­ların yerine gelmesine sebep olmakla beraber, bal tortusuz olmaz kaide-since. rahatlık lezzeti ancak yorgunluk terinin soğumasından sonra gelir.

Kadın şunu göz Önünde bulundurmalıdır. Rasûlullah (s.a) hayırlı kadını şöyle tarif etmektir:

Kocası kendine bakınca içi açılır. Ona emir verdiği zaman emri yerine getirir, kocasının gıyabında malını ve ırzını korur.

 

Cuma Gecesinde Gerdek

 

SORU: Evlenen kişinin cuma gecesi gerdeği girmesinin vacib ol­duğunu söylüyorlar. İslâm'da böyle birşey var mıdır?

CEVAP: İslâm'ın sahih kaynaklarında böyle birşey yoktur, akıl da buna cevaz vermez. Vakitlerin hepsi de evliliğe uygundur. Müslim, Nesei ve Ahmed'in Hz. Aişe'den rivayet ettikleri hadis'te Hz. Aişe (r.a) şöyle diyor: "Hz. Peygamber şevval ayında benimle zifafa girdi, Rasû-lullah'ın hangi eşi benden daha ona sevimlidir."

İttifakla kabul edilmiştir ki Rasûlullah muhtelif vakitlerde evlen­miştir. Özel bir vakit aramamıştır.

Ancak insanlar zifafın cuma gecesinde olmasını müstehab gör­müşler. Çünkü cuma günü müslümanlann haftalık bayramdır. Müslü­manlar genelde cuma günü çalışmazlar. Güveyin cuma günü gelinin yanında kalması münasiptir onun için cuma gününde evde kalınır.

 

Şirinlik Muskası

 

SORU: Bazı insanlar ufak kağıtlara bilinmeyen bazı şeyler yazıyorlar, güya bunu taşıyan erkek ve kadın arasında sevgi meydana ge­lirmiş. Böyle birşey olur mu? Dince böyle birşey caiz midir?

CEVAP: Kalbler Allah'ın elindedir. İstediği gibi çevirir. Bir insanın diğer bir insan üzerinde hakimiyeti yoktur ki onun kalbini sevgiye ve­ya nefrete yönlendirsin. Allah mü'minlerin velisi olduğunu, Allah'ın tevfiki olmadan yeryüzündeki herşeyi verse dahi buna güç yetirileme-yeceğini bildiriyor ve şöyle buyuruyor:

O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir. Ve Allah, onla­rın kalblerini birleştirmiştir sen yeryüzünde bulunan herşeyi ver­seydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah on­ların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O mutlak galiptir, hikmet sahibidir. (Enfal/62-63)

Hadis-i şerifte de sevdirmek ve nefret ettirmenin Allah'ın işi oldu­ğu bildiriliyor:

Allah, bir kulu sevdiği zaman Cibril'i çağırır, "Ben falancayı sevi­yorum, sende sev"der, Cibril de onu sever, sonra semadakilere "Allah falancayı seviyor siz de sevin!" der, bütün semadakiler onu severler. Sonra yerdekiler de onu kabul ederler. Allah Cibril'e "Ben falan kuluma buğzediyorum, sen de buğzet!" der, Cibril de ondan nefret eder, sonra göktekilere "Allah falancadan nefret eder sizde nefret edin!" der, onlar da ondan nefret ederler. Sonra yer yüzünde ondan nefret edilir. (Buharı, Müslim ve Tirmizî)

Bir adam Hz. Ömer'e gelerek, 'Ey mü'minlerin emiri! Ben eşimi boşamak istiyorum' dedi. O da niçin diye sorunca, 'Ben onu sevmiyo­rum' diye cevap verdi. Ömer (r.a) ona, "Ey ahmak! Bütün evlilikler sevgi ile mi olmuş sanki? Koca karısını sevmese dahi karı kocalığa ri­ayet edecektir" der. Görüyoruz ki Hz. Ömer, adama muska yapmamış­tır. Eğer faydalı olsaydı yapardı.

Bundan da anlaşılıyor ki bu gibi muskalar kalblerde muhabbet ve­ya nefret meydana getirir diye bir şey yoktur. Akıllı adama böyle şeye baş vurmak yaraşmaz. Ona yaraşan Allah'a yönelmesi, hidayet ve basarıyı O'ndan dilemesi, O'nun sevgisini insanların kalblerine koyması için duada bulunmasıdır.

 

Her Vakitte Evlenmek Caizdir

 

SORU: Kurban bayramı ile ramazan bayramı arasında evlenmenin eşlere uğursuzluk getirdiği iddia ediliyor, bu doğru mudur?

CEVAP: İki bayram arasındaki evliliğin eşlere uğursuzluk getirdiği inancı batıl bir inançtır. Bu inanç tamamen batıldır, aslı yoktur. Bunun­la mücadele etmek lazımdır. Çünkü Allah katında günler eşittirler. İs­lâm müntesiplerini Allah'a güvenmeye ve iyi işler yapmaya çağırır.

 

Muharrem Ayında Evlilik

 

SORU: Muharrem ayında evlenmenin haram olduğunu duydum. Bu doğru mudur?

CEVAP: Muharrem ayında evlenmenin haram olduğuna dair, İslâm dininde bir şey yoktur. Muharrem ayı da diğer aylar gibidir. Diğer meş­ru işler mubah olduğu gibi evlilik de bu ayda caizdir.

Bu ayda evlenmenin haram olduğuna dair inanç tamamen batıldır. Dinde ve akılda her hangi bir dayanağı yoktur. Gönül ister ki müslü-manlar dinlerini, çarpıtmayan ve tahrif etmeyen kaynaklardan öğren­sinler.

 

Ramazan'da Evlenmek

 

SORU: Turist bir müslüman Yuhannesburg şehrinde ramazan ayın­da evlense, evliliği batıl olur mu?

CEVAP: Ramazan ayında evlenmenin caiz olduğuna dair bütün İslâm âlimleri müttefiktirler. Bu evlilik gece veya gündüz olabilir, Keza ramazan ayında oruç saatlerinin dışında ki tan yerinin ağarmasından güneşin başına kadardır karı-koca muamelesinin caiz olduğunda da birlik sağlamışlardır. Cahillerin zannettiği şeylerin hiç birinin aslı yok­tur. Çünkü İslâm'da bu evliliği yasaklayacak herhangi bir hüküm yok­tur. Oruç saatleri dışında cinsel ilişkiyi yasaklayacak bir hüküm de yoktur.

 

Dul Kalan Kadının Evlenmesi

 

SORU: Bir çok kimse, kocası ölen kadının evlenmesini büyük bir ayıp sayarlar, bir kısmı da buna engel olurlar. İslâm'ın bu konuda gö­rüşü nedir?

CEVAP: Pak ve tertemiz olan İslâm dini vargücüyle kadını sapıt­maktan korumuş, onu şüpheden ve kuşkudan uzak tutmaya çalışmıştır. Şüphesiz, evliliğe elverişli, kocası ölen kadın evlenmek isteyince, bu­na engel olunursa kadın sallantılara ve ızdıraplara hedef olur. Çoğu za­man şüpheler onun etrafında dolaşmaya başlar.

Dini bir mani olmadığı zaman kadının iddeti dolduktan sonra, İs­lâm dul kadına evlenmeyi mubah kılmıştır. Kur'an bu konuda şöyle buyurmaktadır:

Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri kendi başlarına (evlen­meden) dört ay on gün bekler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, kendileri hakkında yaptıkları meşru işlerde sîze bir günah yoktur. Allah yapmakta olduklarınızı bilir. (Bakara/234)

Yani kocası ölen kadın dört ay on gün bekler, iddeti bu kadardır. Bu arada hamilelik olursa, belli olur. Hamile olursa, doğum yapmakla iddeti biter, kocanın ölümünden bir kaç gün sonra doğum olursa, iddet dolar. Çünkü Allah şöyle buyuruyor:

Gebe olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları (doğum yapmalaradır. (Talak/4)

Kocası ölen kadının iddeti dolduktan sonra evlenmesinde hiç bir sakınca yoktur. Peygamberimiz zamanında Sübeyatü'l-Eslemi adlı bir kadın dul kaldı. Kocasının vefatından hemen sonra doğum yaptı, Pey­gamberimiz onun evlenmesine hemen izin verdi. Bu sahih hadisle sa­bittir. İmam İbn Şihab da "Lohusalık halinde bile dul kadın evlenebilir, ancak nifas kanından temizlenmeden yeni kocası ona ilişmez" diyor.

İmam Kurtubi de, fakih imamların ve cumhur-u ulemanın görüşü­nün böyle olduğunu söylemiştir. Bazıları da nifastan temizleninceye kadar beklemesi gerektiğini ifade ediyorlar.

Yine Allah şöyle buyuruyor:

(İddet beklemekte olan) kadınlara evlenme hususundaki düşünce­lerinizi üstü kapalı biçimde anlatmanızda veya onu içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur. Allah bilir ki siz onları anacaksınız. Lakin meşru sözler söylemeniz müstesna, sakın onlarla gizlice bu­luşmaya söz vermeyin, farz olan bekleme müddeti dolmadan ni­kah kıymaya kalkışmayın... (Bakara/235)

Yani; iddet esnasında dahi olsa, erkek dul kalan kadınla evlenmek isterse, üstü kapalı bir şekilde ona evlilik teklif edebilir, bu günah de­ğildir. Rivayet edilir ki Hz. Peygamber Ümmü Seleme'ye kocasının ve­fatından sonra üstü kapalı teklifte bulunmuş, sonra da onunla evlen­miş. Rasûlullah (s.a) kendisine uyulacak en büyük numunedir.

Buna muhalefet edenler, Allah'ın helâl kıldığını haram etmek isti­yorlar. Kadını kötülüğe hedef etmek istiyorlar. Onlar zannediyorlar ki, kadının evlenmesi onlar için bir ayıptır. Bu çok hatalı bir vehimdir. On­lar kadını evlilikten menetmekle başlarına nice belalar ve vehimler açarlar.

Bazen de kadının evlenmemesinde hayır olur. Şöyle ki, küçük ço­cukları olur, evlenirse bakamayacak ve terbiye edemeyecek veya onu isteyen ona uygun olmayıp onunla bahtiyar olmayacaksa veya iyice yaşlanmışsa ve evliliğe de meyletmiyorsa, o zaman evlenmeyebilir.

 

Örfi Evlilik

 

SORU: Örfi evlilik caiz midir? Bu konuda İslâm'ın fikrini öğren­mek istiyorum.

CEVAP: Yazılı ve yazısız nikah akti dinen caizdir. Ancak onu res­mi olarak belgelemek daha uygundur, ki inkar veya vefat durumunda imkanlar dahilinde onu günah ve oyuncak olmaktan kurtarmak, kadı­nın haklarını korumak için onu (resmi belgeyi) ibraz etmek lazımdır.

Mısır şeriat mahkemesinin dördüncü fıkrasının 99. maddesine gö­re, "Karı-kocalık ancak resmi bir belge ile tesbit edilebilir. Belgenin yokluğunda ve inkârı halinde evlilik tesbit edilmez."

Çoğu zaman görüyoruz ki en ufak bir akar dahi belgesiz olmuyor. Çünkü her zaman iş kötüye gidebilir. Evliliğin de bir resmi kanıtla bel­gelendirilmesi daha uygundur. Çünkü bu daha mühim bir olaydır. Ba­zıları zannediyorlar ki nikah meşru olunca artık hiç bir belgeye ihtiyaç yoktur. Bu büyük bir hatadır. Bazıları da, kadının erkeğe kendini hibe etmesiyle, erkeğin de kabul etmesiyle şahidsiz ve belgesiz olarak nika­hın caiz olduğunu zannederler. Bu da tamamen batıldır. Sadece icab ve kabulle helâl olmaz.

Bir kısım insanlar da şahitler huzurunda icab kabulle nikahlana­rak, taraflarca bir kağıt üzerine imza atarlar.

Bu akitle her ne kadar kadın kocaya helâl olsa da kanuni cezalar vardır. Kanun onları karı koca kabul etmiyor. Taraflar arasında niza olur. Hiç birisi davayı seri mahkemeye götürmez. Çünkü onlar biliyor­lar ki onlar dinlenilmeyecek. Bu da hakların zayi olması ve ayrılıkla­rın devam etmesi demektir. 1

Kanun koyucunun bu davaya bakılmamasına dair olan hükmünün hikmetine gelince, yukarıda zikrettiğimiz gibi bu evlilik dinen sahihtir. Bu zararlı işin yegane cezası onarın davasına bakmamaktır. Bu dava­nın geçersizliğine bir hüküm değildir. Ancak kadı'nın (hakimin) ona bakmasına mani olmaktır. Veliyy'ül emr de hakimlerini bundan alıkor, yani davaya baktırmaz. Ta ki meşru yollardan bunu halletsinler.

Genellikle resmi akitten sakınanlar, onu gizli bir gaye için kullan­mak isterler. Halbuki evlilik şahitliğe/şahitlere dayanıyor.

Kanun koyucu (Allah) evliliğin ilan edilmesine büyük önem ver­miştir. Ta ki evlilikle zina arasında fark olsun. Yayılmasıyla beraber ai­lenin temeli dini bir sembole dayansın ki, onunla namus ve siyanet ko­runsun. Bu da kanun koyucunun evlilikten dilediği hedeftir.

Genellikle gizlilik şu hallerde olur: Kocanın denk olmaması, ya da ailenin bu evliliğe bir itirazının olması ya da kadının aileye uygun ol­maması gibi şeylerdir.:

Genç kızları böylelikle kandıran erkekler bilsinler ki büyük bir günah işliyorlar ve büyük bir tehlikeye atılıyorlar. Evliliği resmi bir belge ile tescil etmek lazımdır ki, her türlü dedikodunun önü alınsın.

Nikahı gizli tutmak insanları şüpheye, kötü söylentilere, nesiller arasında kesintiye, büyük hadislere ve ithamlara götürür ki, bu iki ta­rafın ailelerine edebiyen taalluk eden bir hadise haline gelir. Bunu da ancak hedefsiz ve işlerin sonunu düşünmeyen insanlar yapar. Sonra pişman olurlar ama son pişmanlık fayda vermez.

 

Evlilik Ve Kötü Hastalık

 

SORU: Taraflardan biri habis bir hastalığa yakalanmışsa, diğeri ev­liliğin iptaline gidebilir mi?

CEVAP: Fakihler evlilik akdini bozacak hastalıkların arasında, ab­raş (alacalık), cüzzam ve iktidarsızlığı da saymışlardır. Bazı fakihler bunlarla beraber şiddetli zarar ve geçimsizlik olursa boşanma yoluna gidilebileceğini ifade etmişlerdir. Biz fakihlerin bu görüşlerine katıla­rak diyoruz ki, evliliği bozmanın sebebleri arasında bu hastalıkların ol­masıyla beraber, nefret ve geçimsizliğin bulunması da evliliği sona er-direbilir.

Böyle durumda olan eşlerden biri evliliğin feshedilmesini talep edebilir. Çünkü diğerinde daimi ve habis bir hastalık mevcuttur. Hatta bu hastalık yukarıda geçen (abraş, cüzzam ve iktidarsızlık gibi) hasta­lıklardan değilse de boş anabilirler. Hakim seri siyaset icabı eşleri bir­birinden ayırır. Çünkü bu hastalıklar nefret ve düşmanlık verir. Zarar­ları nesle ve zürriyete sirayet eder.

 

Zina Evlilik Sayılmaz

 

SORU: Anasıyla zina eden ve ondan bir çocuğu olan mecusi, daha sonra anasıyla birlikte müslüman olsa, doğan çocuk nasıl miras alır?

CEVAP: Zina çok iğrenç bir fiildir. Cinsi şehvetin galabesiyle mey­dana gelir ki, onunla insan Allah'ın meşru kıldığı hudutların dışına çı­kar. Rasûlullah (s.a) şöyle buyuruyor:

Hiçbir zinakâr zina yaptığı an, mü'min değildir.

Zinanın kötü izleri zararlı neticeleri çoktur. O sahibini Allah'ın ga­zabına ve halkın tahkirine hedef eder. Bu suç (zina) insanın ırzını leke­ler, şerefini parçalar, cemaat ve fertlere kötülüklerin kapılarını açar. İs­lâm bu suçu işleyenlerin, serkeş hayvanlar gibi kırbaçlanmasını emret­miştir. Allah şöyle buyuruyor:

Zina eden kadın ve zina eden erkekten herbirine yüz sopa vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanmıyorsanız, Allah'ın dininde onlara acıyacağınız tutmasın... (Nur/2)

Allah, zinayı ve zina yapanı kötüleyerek şöyle buyurmaktadır:

Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başka­sı ile evlenmez. Zina eden kadın da ancak zina eden veya müşrik olan erkekle evlenir. Bu mü'minlere haram kılınmıştır. (Nur/3)

Allah, kullarına zinayı yasaklamıştır ki, O'nun gazabına, öfkesine ve azabına uğramasınlar. Allah şöyle buyuruyor: Zinaya yaklaşmayın, zira o bir hayasızlıktır. Ve çok kötü bir yol­dur. (İsra/32)

Rasûlullah (s.a) zinayı kıyametin alametlerinden saymış ve şöyle buyurmuştur:

'Bacaklarının arasını ve dilini günahtan koruma garantisi verene, ben de cennet garantisi veririm. (Buharı ve Tirmizî)

Böylece zinanın İslâm nazarında çok çirkin ve pis olduğunu görü­yoruz. Nerde kaldı ki kişi anasıyla yapsın. Bunu ancak insanlığını yi­tirmiş, hayvanlaşmış ve insanlık seviyesinden düşmüş olanlar yapar.

islâm fakihlerince tesbit edilmiştir ki, mirasa sebep, akrabalık ve evliliktir. Soruda belirtilen durumda ise evlilik yoktur. Çünkü bu iş bir zina işidir. Akrabalık da yoktur, çünkü zina çocuğunun babasına nisbe-ti muteber değildir.

Evlilik bağı karı-koca arasında ancak dinin beyan ettiği ölçüler dahilinde gerçekleşir. Bu mecusi anasıyla zina etmiştir. İki engelden dolayı evlilik sayılmaz. Birincisi, zina ettiği kişi zaninin anasıdır. Kur'an nassıyla ona haramdır, onunla evlenemez. Allah şöyle buyu­ruyor:

Anneleriniz size haram kılındı.

 

 

İkinci mani ise onun kadınla teması zina şeklinde olmuştur. Fakih-ler fasit bir akitle nikahlı olanlara hiç bir zaman eş denilemeyeceğini belirtirken, zina yapanlara nasıl eş diyebiliriz.

İslâm'ın muteber saydığı bir evlilik olmayınca buna itibar edil­mez. Çocuğun nesebini (soyunu) tesbit etmek de böyledir. İmam Ebu Hanife diyor ki: Sahih evlilik akti çocuğun nesebini tayin etmede ye­gane sebeptir. Zina ne sahih ne de gayr-i sahih bir akittir. Onunla ne-seb (soy) tesbit edilmez.

Rasûlullah şöyle buyuruyor:

Çocuk yatağa aittir, zina yapan için mahrumiyyet vardır.

İbn Esir'in Nihaye kitabında geçtiği gibi zani için çocukta bir pay yoktur. Çocuk ancak kadının nikahlı kocasına aittir; çünkü o onun sa­hibidir. Tasarruf hakkı ona aittir. Zani için ise, mahrumiyyet, pişman­lık ve cefa vardır.

Soy tesbiti bir nimettir. Suç nimete layık değildir. Bilakis o azab ve nikmete layıktır. Hatta baba açıktan "bu benim oğlumdur" dese da­hi onun nesebi sabit olmaz. Çünkü zina bütün haklan heder eder.

İnsanların örfüne göre bu çocuk anasına verilir. Çünkü onu doğu­ran odur. Ona sebep olan babanın kim olduğunu kimse bilmez. Hami­leliğin babadan (zina yapandan) geldiği tesbit edilse dahi çocuk ona verilmez. Çünkü bu çocuk gayr-ı meşrudur. Miras da bir nimettir. Çün­kü Allah onu varise hiç yorulmadan vermiştir. Suçun nimete sebep ola­cağını hiç bir akıl kabul etmez.

Buna binaen zinakâr baba ile zina çocuğu arasında miras hükmü cari olmaz. Zina yapan kadın da zina yapan erkeğe varis olmaz. Çün­kü burada meşru karı kocalık yoktur.

 

Aile İçindeki Kavgalar

 

SORU: Babamla kardeşlerim arasında ihtilaf oldu. Ne zaman barış­tırmak istesem, babam husumette daha da ileri gidiyor. Kanaatıma gö­re buna en çok sebep olan halamdır. Sizden ricam sebepsiz yere hür­met beslemenin dindeki yeri nedir bunu açıklamanızı ve babamıza da aile ilişkilerini bozduğu için bir kaç kelime söylemenizi rica ediyorum.

CEVAP: İslâm geldiği zaman insanlar birbirlerini yemekle meşgul olup büyük bir aynlık içinde idiler. İslâm'ın yaptığı ilk iş, insanları tek kelime etrafında toplamak, ümmeti birleştirmek ve kalbleri kaynaştır­mak oldu. Onları birbirine düşman kabileler olmaktan çıkarıp, birbiri­ne merhamet eden bir ümmet yaptı. Allah onunla kullarına minnette bulunarak diyor ki:

Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın; parçalanmayın, Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirize düşman idiniz de O gönüllerinizi birleştirmişti O'nun nimeti sayesinde kardeş ol­muştunuz... (Âl-i İmran/103) Mü'minler ancak kardeştirler. (Hucurat/10)

Müslüman müslümanm kardeşidir, o onu utandırmaz ve zulmet­mez, onun haklarında kusur yapmaz. Akrabalık ve nesebte uzak da ol­sa bunu yapmaz. Kur'an-ı Kerîm sulhun çok hayırlı olduğunu ve Pey­gamberimizin tabileri arasında şefkatin olduğunu bildiriyor. Rasûlul-lah şöyle buyuruyor:

Bir müslümanın müslüman kardeşine üç günden fazla küsmesi helâl olmaz. Ortlar karşılaşınca biri bir tarafa diğeri de diğer tara­fa gider. Onların en hayırlısı selamla işe başlayanıdır.

Müslümanlara nasihat olarak şu rivayet gelmiştir: Zulmedeni af­fetmek, alâkasını kesenle alaka kurmak ve vermeyene vermek gerekir.

Bunlardan anlaşılan bize vacib olan şey düşmanlık ve husumet se­beplerinden kaçınmak, banş ve uzlaşmaya koşmaktır, yoksa insanlar aynlık yoluna saparlar ve Allah'ın azabını hakederler. Allah bizi doğru yola eriştirsin.

 

Mahkumların Cinsel Sorunu

 

SORU: Evli ve bir kaç seneye mahkum edilmiş bir insan cinsel gü­düsünü nasıl tatmin edecek, mahkumlann cinsel sorunu nasıl halledil­melidir?

CEVAP: Ahlâk ve fazilet sahibi hiç bir kimse "iffet zararlıdır" diye­mez. Her ne kadar cinsi iç güdü insanlarda en kuvvetli bir şey ise de bü­tün duyguların üstünde değildir. Bu duyguyu meşru yollarla tatmin et­mek lazım. Yoksa sapma ve gayr-i meşru yollara gitme ihtimali vardır.

İnsanların örfünde bu duygudan çok bahis açılmaz. İnsanların ço­ğu onu konuşmayı ayıp sayarlar. Bu doğru bir şey değildir. Cinsi duygu da diğer duygular gibidir. İnsanlar onu istikamet dahilinde güzellik­le kullansalar hayırlı olur. Kolaylıkla söyleyebiliriz ki, cinsi açlık da mide açlığı gibidir. Mide gıdaya ihtiyaç duyduğu gibi cinsi duygu da tatmin olmak ister. Meşru ve helâl Ölçüler dairesinde olduğu sürece bunda bir ayıp yoktur.

İslâm bu duyguya gereken kıymeti vermiş, onu güzelleştirmeye çalışmıştır. Çünkü o ailenin meydana gelmesine sebep olan şeydir, ka­dınla erkeğin hayat ortaklığının vasıtasıdır. O insan nevinin devamına sebeptir.

İslâm, bu faydalan temin etmek için evliliği meşru kılmıştır. İn­sanlar bu duygularını tatmin etme kuvvetini kendilerinde buldularmı evlenmeleri asıldır. Evliliğin zorluklarını ve şartlarını yerine getirebi­lirse evlenmeridir.

Ancak evlenmek istediği halde zorluklan yerine getirmekten aciz ise o zaman nefsine mukavemet edip şeytanın vesveselerini bertaraf et­meye çalışmak lazımdır.

Bu konuda Rasûlullah şöyle buyurmaktadır:

Ey gençler topluluğu! Sizden evliliğe gücü yetenler evlensin, gü­cü yetmeyenler oruç tutsun. Çünkü oruç ona bir kalkan olur.

Rasûlullah şehvetin hiddetini düşürürdüğü için orucu tavsiye et­miştir.

Rasûlullah orucu tavsiye etmekle cinsi tabiatı taltif etmiştir. Oru­cu burada devreye koymak hiç de zor bir şey değildir. Cinsi terbiyeyi güzelleştirmek için devreye başka şeyler de sokulabilir. Spor yapmak da insanlan cinsel düşünceden alıkor, bedendeki fazlalıklan dışan atar. Yine çeşitli ilim dallarında çaba sarfetmek de bir çaredir. Kitap oku­mak, mütalaada bulunmak gibi. Bunların hepsinden Önce ibadet yap­makla oluşan dindarlık gelir. Bunlar her ne kadar kesin çare değilse de cinselliği terbiye eden sebeplerdir.

Bazı insanlar bu tabii cinsi isteği baskıdan kurtulmak için bazı yöntemlere baş vuruyorlar, (el ile tatmin gibi). Bu da zarar ve sapmalardan hali değildir. Fakihler bunun dini yönü üzerinde durmuşlardır. Kimisine göre bu yasak, kimisine göre de zaruri ise mubahtır. Fakat cumhur-u fukaha zinaya düşme tehlikesi varsa, en ehven yolun seçil­mesi gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir. Bunu zinadan uzak dur­manın bir yolu sayıyorlar. Hayat boyunca bu bir çare olur mu? Onu da bilemem. Bununla beraber bazı doktorlar bunun çok zararlı bir iş ol­madığını söylüyorlar. Ancak bunu alışkanlık haline getirmek zararlıdır ve bir israftır.

Ancak soruda bahsedilen şey çok şahsidir. Onu bir yere oturtmak mümkün değildir. Çünkü problem sahibi suçludur, cezasını çekmesi la­zımdır. O bu haliyle hayatın içinde değildir. Normal insanların yarar­landığı haklardan ontn yararlanamadığını bilmesi lazımdır.

Çıkış yollanndan biri de, hapishane dahilinde olsun, haricinde ol­sun eşlerin ziyaretlerini sağlamak; çünkü bu aynı zamanda mahkum ai­lelerine de faydalı olacaktır. Zira onlar da hapis olan kocalan kadar bu işe muhtaçtırlar.

Yine insanı buna sevkeden şeylerden kaçmak lazımdır. Bunlar da aşın yemek, içmek, bazı tür kitaplar okumak, boş vakit ve insanın fik­rini bunun üzerinde toplayan şeylerdir. Daha önce de dediğimiz gibi böyle hallerde (yani cinsi içgüdünün sıkıştırması anında) onu iyi yön­lere kanalize etmek gerekir.

Hapishanelerdeki mahkumlann durumunu düzeltmek isteyenlerin bir kaç hususa dikkat etmeleri lazımdır. Şöyle ki: her mahkumun bir hücrede olması veya ikiden fazla olmamalan, bol bol spor yapmaları, el sanatlanyla uğraşmalan, çeşitli kitaplar okumaları, onları cinsel dü­şüncelerden uzaklaştınr. Bilsinler ki her insan hata yapabilir. Hatalar­dan sakınmak için, hataların insanlann istikballerini kararttıklannı bil­melidirler.

Konuşmamı bitirmeden diyorum ki bu konu öyle kolay çözülecek bir konu değildir. Çünkü konu çok derin ve çok yönlüdür ve çok ince bir anlayışa muhtaçtır. Belki bu fikrimiz bu konunun mesullerine bir kapı açacaktır. Onlar belki bu konuyu dinin ışığında güzellikle halle­derler.

Bu konuda dinî, içtimaî ve psikoloji dalında bir ilmi zirvenin ya­pılması, bu problemi kökten halledecek ilmi esaslann konulması çok hayırlı olur. Çünkü cinsel sapmalar burada zikredilemeyecek kadar, fert ve topluma zarar verir. Bunun izaha ihtiyacı yoktur.

 

Kadınların Kendilerini Erkeklere Benzetmeleri

 

SORU: Kendilerini erkeklere benzetmek için bir tür elbise giyen genç kızların durumu hakkında İslâm'ın görüşü nedir?

CEVAP: Erkek erkektir, kadın da kadındır. Aralarında fiziki bazı farklar vardır. Her birinin kendine has işleri ve görüntüleri vardır. Er­kek, işinde, sesinde, yürüyüşünde ve elbiselerinde kadına benzerse, ka-dınımsı bir hal alır ve adeta kadın olur. Kadın da giyinişinde ve tavır­larında erkeğe benzerse kadınlıktan çıkar, adeta erkek olur.

Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber, kadın elbi­sesi giyen erkeği ve erkek elbisesi giyen kadını lanetlemiştir.

Hz. Âişe'nin rivayetine göre de Rasûlullah erkekleşen kadını la­netlemiştir.

Buharî de İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: "Rasûlullah kendi­ni erkeğe benzeten kadına ve yine kendini kadına benzeten erkeğe la­net okudu."

Abdullah b. Amr b. As (r.a) "Erkek gibi yürüyen ve yay taşıyan bir kadın gördü. 'Bu kimdir?' dedi. 'Ümmü Said' dediler. O, da "Ben Ra-sûlullah'm "Erkeklere benzeyen kadın (kendini erkeklere benzeten) bizden değildir" dediğini duydum" dedi. (İmam Ahmed)

Rasûlullah, erkekleşen kadınlar hakkında "Onları evlerinizden çı­karın" buyurmuştur. Peygamberimize bir muhannes getirdiler, ellerine ve ayaklarına kına yakmıştı, Rasûlullah 'bu ne haldir?' dedi? "Bunu kendini kadınlara benzetmek için yapıyor" dediler Onun Baki (denen yere) sürülmesine emir verdi, ona "Onu öldürmez misiniz?" dediler. O, da "Ben namaz kılanları öldürmekten alıkonuldum" dedi.

Ebubekir ve Ömer (de) aynı yolu takip ettiler (yani muhannesleri sürgün ettiler).

Rasûlullah (s.a) Usame'ye Mısır'da yapılmış bir elbise hediye etti. Usame de hanımına verdi. Rasûlullah "Sen neden elbiseni giymiyor­sun?" diye sordu. Eşine verdiğini söyleyince Rasûlullah "Ona, altından bir elbise daha giymesini söyle; çünkü onun vücud hatlarını belli etme­sinden korkuyorum" buyurdu.

Şevkani de bu hadisi rivayet ederken diyor ki: Kadın vücudunu göstermeyecek şekilde giyinmelidir. Bu da frenklerin elbiselerinde yoktur. Bilindiği gibi onlar vücut hatlarını gösteriyorlar.

Ümmü Seleme (jr.a) şöyle anlatıyor: Bir gün Rasûlullah yanıma girdi. Ben baş örtümü aldım. Bana şöyle dedi: Tek kat yap iki kat yap­ma ki ikiye katlanıp erkek sangına benzemesin.

Zannederim bu kadar delil yeter. Kadın kadındır, erkek de erkek­tir. Erkeğin kadınlığa özenmesi bir aşağılıktır. Kadının erkekliğe özen­mesi bir haddi aşmaktır. Kadın erkeği taklit etmekle hiç bir zaman er­kek olmaz. Yalnız kadınlığını kayıp eder.

 

Aşık Olmak

 

SORU: "Kim aşık olur, iffetini korur, onu gizli tutar, sabreder ve o haliyle ölürse, şehit olur" sözü hadis midir?

CEVAP: Sevgi insan tabiatında olan bir şeydir. İnsan, aşık olduğu şeye meyleder, bağlanır. Çeşitli sevgiler vardır. Baba, ana, evlad, eş sevgisi gibi. Mevcudatta en büyük ve en yüce sevgi, her şeye hakim olan Allah'ın sevgisidir. Seven, istikametli olur, gayesini temiz tutarsa, her zaman makbul ve hoşnut olur.

Bu hadisi hem Suveyd b. Said ve hem de Zübeyr b. Bekkar riva­yet etmiştir.

Birincisinde "Kim aşık olur, namuslu kalır ve ölürse o şehit olur" şeklindedir.

Her iki rivayette de İslâm'ın ruhuna aykırı bir şey yoktur. Husu­siyle eğer aşktan maksat beden ve surete bağlılık değilse, iffetle bera­ber kuvvetli meyil ise, o aşkın bir sakıncası yoktur.

Ancak bazı hadis tenkidçileri, hadisi rivayet eden Suveyd hakkın­da olumsuz şeyler söylemişlerdir.

İbn Kayyum da Zad-ül Mead adlı kitabında uzun uzadıya aşktan bahsetmektedir. "Aşk güçlenince doktorlar onu tedavi edemezler. O boş bir kalbin hareketidir" dedikten sonra hadis hakkında şöyle diyor:

Bu Peygamber'in hadisi olamaz. Onun kelamı değildir. Çünkü şe­hitlik Allah katında en büyük mertebedir. Sıddıkiyet derecesine yakındır. Onun için bazı şartlar lazımdır. O da umumi ve hususi olmak üzere iki çeşittir. Biri Allah yolunda şehitliktir. Diğeri ise beş çeşittir ki sahih hadiste zikredilmiştir. Onların içinde aşk yok­tur. Aşk Allah'tan gafil kalmak ve sevgide ortaklık demektir. Kal­bi, ruhu ve sevgiyi başkasına mülketmektir.

Bununla şehitlik mertebesine ermek olur mu? Bu muhal bir şeydir. Zira aşk kalbi en çok bozan şeydir. Aşk ruhu sarhoş eder, onu Al­lah'ın zikrinden alıkor ve Allah'a yalvarmaktan, O'nunla ünsiyyet kurmaktan insanı geri bırakır. İnsan kalbinin başka şeye ibadet et­mesine sebep olur. Çünkü aşığın kalbi maşukuna ibadet eder. Bel­ki aşk ibadetin özüdür. Çünkü aşk alçalmanın, sevginin, tazimin en üst mertebe sidir. Nasıl oluyor da kalbin başkasına ibdeti, has veli­lerin ve maneviyat büyüklerinin derecelerine ulaşır. Bu hadisin is­nadı güneş gibi dahi olsa bu yanlıştır ve bir vehimden ibarettir. Ra-sûlullah'tan hiç bir zaman aşk kelimesi sadır olmamıştır.

Sonra aşkın helâli vardır, haram olanı vardır. Peygamber "Aşkını saklayan iffetli olan şehittir" sözünü söylememiştir. Çünkü kimisi de bir fahişeye aşık olur. Bununla şehitler mertebesine ulaşacak öyle mi? Bu tamamen Peygamberimizin ve dinin hilafınadır. Kal­dı ki aşk hastalığı, çaresi bulunan bir hastalıktır. Eğer yasak bir aşksa tedavisi vacibtir. Yoksa müstahabtır. Rasûlullah'm sahipleri­ni şehit saydığı hastalıklarınsa tedavisi mümkün değildir. Taun hastalığı, kann hastalığı, delirmek, yangın gibi. Çünkü bunlar Al­lah'tandır ve çareleri yoktur. Bunlarda aşkta olduğu gibi kalbin Al­lah'tan başkasına ibadeti de yoktur.

İbn Kayyım bu hadisin zayıf olduğunu söylüyor. Ravisi Suveyd hakkında hadisçilerin tenkitlerini zikrediyor.

İbn Kayyım'm, maksadını aşan sözlerine bir reddiye olarak diye­biliriz ki, sizin bu sözleriniz, ruhun bir ruha kalbin bir kalbe bağlanma­sına engel olamaz. Çünkü bu Allah'ın bir fıtratıdır. Onun sahibi bir ayıp işlemediği sürece onunla kınanmaz. Peygamberimizin şu sözleri bize kafidir:

Ruhlar sonradan yaratılan ordulardır. Birbiriyle tanışan ruhlar bir  gelir, tanışmayanlar ayrılır.

İnsanlar sevdikleriyle beraber haşrolurlar.

 

Hamileliği Engellemek

 

SORU: Karısının hamileliğini engellemenin dinen hükmü nedir?

CEVAP: İslâm hukukçuları bu olaya azl derler, (yani suyu boşa akıtma veya geri çekilmek suretiyle meniyi rahme göndermeğe mani olmak). Bu tabiî olmayan bir durumdur. Fıtrata ters olarak kişi kendi­ni ve eşini zora sokar. Bununla birlikte Peygamberimizin hadislerinde azl'la ilgili bir çok hadis bulabiliriz.

Hz. Cabir'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:

Kur'an iniyorken biz azl yapıyorduk. Bu peygamberimize ulaştı o bizi bundan alıkoymadı. (Buharı ve Müslim)

Yine rivayete göre bir adam Rasûlullah'a geldi ve "Ya Rasûlullah! Bize hizmet eden, bahçemizi sulayan bir cariyem vardır. Onunla haşir neşir oluyorum. Gebe kalmasını istemiyorum" dedi. Rasû­lullah buyurdu ki: "Dilersen azl yap, ancak Allah'ın takdir ettiği olur. Adam bir süre sonra tekrar Rasülullah'a gelerek dedi ki: "Cariyem hamile kaldı." Allah Rasûlü (s.a) "Ne takdir olmuşsa olacak demiştim ya" buyurdu. (Müslim) Ebu Said şöyle diyor:

Harp esiri kadınlarla yatıp kalkıyorduk ve azil yapıyorduk. Bunu Rasûlullah'tan sorduk, o da (üç kez) bunu yapıyor musunuz dedik­ten sonra, "Kıyamete kadar her olacak canlı muhakkak olacaktır" buyurdu. (Buharı ve Müslim)

Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber'e bir adam "Ya Rasûlul-lah! Benim bir cariyem vardır. Onun hamile kalmasını istemedi­ğim için azil yapmayı düşündüm. Yahudiler bunun bir tür cinayet olduğunu söylüyorlar" dedi. Nebi (s.a) şöyle buyurdu: "Yahudiler yalan söylüyorlar. Allah yaratmak istedikten sonra sen O'na engel olamazsın." (Ebu Dâvud)

Rivayete göre, bir adam Hz. Peygamber'e şöyle dedi: "Benim bir cariyem vardır. Ben azl yapıyorum." Hz. Peygamber "Senin azl yap­man Allah'ın irade ettiği şeyi engelleyemez" dedi. Adam tekrar geldi ve 'Ya Rasûlullah! Sana söylediğim cariyem hamile kaldı" dedi. Allah Rasûlü "Ben Allah'ın kulu ve Rasûlüyüm (yani dediğim doğru çıktı). Azl (geri çekilme, suyu boşa akıtma) gebeliğe veya ilahi takdire mani olmaz olacak olan olur" buyurdu.

Müsned-i Ahmed ve Sünen-i İbn Mâce'de Hz. Ömer'in Hz. Pey-gamber'den şöyle rivayet ettiği kayıtlıdır:

Hür kadının izni olmadan azl yapılmaz. Yine Müslim'de şöyle bir hadis vardır:

Rasülullah'a bir adam gelerek "Ya Rasûlullah! Ben eşime azil ya­pıyorum" dedi. Neden böyle yaptığını sorması üzerine de şöyîe cevap verdi: "Eğer o zararlı olsa idi Fars ve Rumlara zararlı olurdu."

Peygamberimizin bütün bu hadisleri azlin caiz olduğunu ve haram olmadığını gösteriyor: Eğer bununla çelişen durumlar olmasa idi, biz de "Azl, itirazsız olarak caizdir" derdik. Ancak bu yukarıdaki hadisler kuvvetinde Müslim'de şöyle bir hadis vardır. Bu hadiste de azlin kötü bir şey olduğu söyleniyor. Rasûlullah'tan azlden soruldu. O da "gizli öldürmektir" dedi. Bu hadis geçen hadisleri neshetmiş olabilir. Çünkü eşyada asıl olan mübahlıktır. Bu engelleyici hadis asıldan nakildir. Fa­kat hadisin ne zaman söylendiğine bakmak lazımdır. Eğer sonradan söylemişse, o diğer hadisleri nesheder.

Bu konuda Gazali Ihya'smda, İbn Kayyım Zâdu'l Meadmda, Şev-kani de Neyîü'l-Evtar'mda. tafsilatlı bilgi vermiştir.

Konuyu şöyle özetleyebiliriz: Azlin helâlliği delil itibarıyla, ha-ramlılığından daha kuvvetlidir. Onun caiz olduğunu söyleyenler, ha­ram olduğunu söyleyenlerden daha fazladır. Seri bir mazeret ve kuv­vetli bir sebep olursa azl caiz, basit bir sebep veya sadece zevk için olursa caiz değildir.

 

Evlilik Yoluyla Haram Olanlar

 

SORU: Bir kadınla gayr-i meşru ilişkide bulunan erkek, onun kı­zıyla evlenebilir mi?

CEVAP: Hanefî mezhebine göre zina hürmet-i müsahereyi (sıhriyet yoluyla haramlığı) gerektirir. Kim bir kadınla zina yaparsa artık onun usul ve füruu olan kadınlar ona haram olur. Fakat bazı fakihler zinanın sıhriyat haramlığını doğurmadığı görüşündedirler. Bunlara göre bu ki­şi bu kızla evlenebilir.

Bu şahıs için en iyisi böyle bir kızla evlenmemesidir; çünkü iler­de o onun mutsuzluğuna sebep olacaktır.

 

Evlilikte Mehîr

 

SORU: Evlilikte mehir esas bir rükün müdür, koca mehri verme­yince, evlilik bozulur mu?

CEVAP: Mehir; kocanın evlilik mukabilinde karısına verdiği bir miktar maldır. Miktarı tayin edilmese, hayatta vermemeyi şart koşsa bile bu mehir kocanın zimmetindedir. Ona ya peşin ya da sonra öde­mesi vacibtir.

Eğer mehir takdir edilmişse, takdir edilen miktarın tümünü karısı­na vermesi vacibtir. Eğer takdir edilmemişse, mehr-i misil vermek zo­rundadır.

Kadının dinden çıkması gibi durumlarda mehir düşer.

Mehir gerdeğe girildiğinde de önceden de verilebilir, bir kışımı verilip, bir kışımı tehir edilebilir. Tehir edilen kısmın da boşanma ve­ya ölümden önce verilmesi lazımdır. Koca, ya ödemekle ya da karısı­nın ibra etmesiyle (vazgeçmesiyle) mehirden kurtulabilir.

Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

Kadınların mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin. (Nisa/4)

Rasûlullah da şöyle buyuruyor:

Her kim bir kadının baş örtüsünü (duvağını) açıp bakmışsa, onun­la zifafa girsin veya girmesin onun mehrini vermesi vacibtir.

Bununla beraber mehir evliliğin bir rüknü değildir. Ancak evlili­ğin bir eseridir. Bir adam mehir tayin etmeden de bir kadınla evlenebi­lir. Ancak ona mehr-i misil vermesi gerekir. Fakihler bu hükme delil olarak şu ayeti göstermişlerdir:

Nikahtan sonra henüz dokunmadan veya onlar için belli bir mehir tayin etmeden kadınları boşarsanız.

Bu, erkek gerdeğe girmeden de eşini boşayabilir ve ona mehir vermeyebilir demektir. Çünkü boşama ancak evlilikten sonra olur.

Ancak İmam Mâlik b. Enes (r.a) "Mehirsiz evlilik akü yapılmaz ve bu evlilik sahih olmaz" diyor.

 

Kadınları Evlenmekten Alıkoymak

 

SORU: Kızlarım evlilikten alıkoymak dinen helâl midir?

CEVAP: Evlilik bir İslâm sünnetidir. Rasûlullah (s.a) şöyle buyur­muştur:

Evlilik benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi terkederse o, benden değildir.

Kadın şartlarını haiz olduğu zaman hiç kimse onu evlilikten me-nedemez. Ancak zalim ve cahil olanlar müstesna. Hz. Peygamber şöy­le buyurmuştur:   

Kız, kendi hakkında karar vermeye, herkesten daha fazla hak sa­hibidir. (Müslim)

Yine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Size dinini ve ahlâkını beğendiğiniz biri gelir kızınızı isterse onu onunla evlendirin, yoksa yeryüzünde fitne ve fesat olur. Onlar da "Ya Rasûlullah! Fakir ve ailesi düşük de olsa yine de verelim mi?" dediklerinde, üç defa tekrar ederek "Evet, dinini ve ahlâkını be-ğendinize veriniz" buyurmuştur. (Tirmizî)

Bundan anlaşılıyor ki baba kızı evliliğe müsait olduğu zaman onu menedemez. Bir baba bunu yapıyorsa Allah'ın mubah kıldığı bir şeye engel, Peygamberimizin teşvik ettiği bir şeye mani oluyor demektir.

Bu konu ile ilgili olarak, kızın velisi, kızı boşayan kocasına dön­meyi de engelleyemez. Birbirlerini isteyen iki kişinin evlenmesine de engel olamaz. Ancak dini bir engel olursa mani olabilir; çünkü Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdik­leri vakit, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. İşte bununla içinizden Allah'a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir siz bilmezsiniz. (Bakara/232)

Nisa suresinde de şöyle buyrulmaktadır:

Ey iman edenler! Kadınlara zorla varis olmanız size helâl değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın... (Nisa/19)

Bir kısım tefsirler kızları zorla evlendirmenin cahiliye adetlerin­den olduğunu yazıyorlar. Boşayanlar da aynı şeyi yapıyorlardı. Karısı­nı boşayanlar başkasıyla evlenmemesi için çeşitli yollara baş vuruyor­lardı. Sonunda tekrar nikahının altına alıyordu. İslâm velayeti yakınla­ra verdi. Ancak evliliğe engel olmayı ve kızın izni olmadan onu evlen­dirmeyi de yasakladı. Böylelikle iki maslahatı yanyana getirdi.

İslâm, bir erkeğin kadını bizzat istemesini ve onunla evlilik üzeri­ne ittifak etmelerini caiz görüyor. Bunda dini ve örfi bir engel yoksa velinin buna mani olamayacağını söylüyor.

Muhammed Abduh'a göre, kadın mehr-i misilden daha aşağı bir mehirle evlenmek isterse, bundan maksadı da şehveti tatmin ve ahlâkı bozmak değil, doğru dürüst bir koca ile evlenmek ise, ancak nafaka ile beraber mehrin ona ağır gelmesinden korkuyorsa, bunu engellememek lazımdır. Aksi takdirde onu evlendirmek vacibtir.

Bundan anlıyoruz ki, babanın kızını evinde hapsetmesi dinen ca­iz değildir. Onu uygun kocaya varmaktan menetmesi, onu evlenmek­ten alıkoyması caiz değildir. Bu Allah'ın helâl kıldığı bir şeyi haram yapmaktır. Bir kısım babalar bu harama yöneliyorlar, kızlarına karşı ci­nayete yelteniyorlar. Bu inattan çok kötülükler doğar ki, onun netice­sini ancak gaybı bilen Allah bilir.

 

Kadın Ve Evlilik Aktî

 

SORU: Velisinin katkısı olmadan, kadın kendi evlilik aktini yapabilir mi? Kendi işinin (evlilik) kendi elinde olması caiz mi, dinin bu konuda görüşü nedir?

CEVAP: Evlilik kadının hakkıdır. Menfi veya müsbet fikir beyan etmek herkesten önce kıza aittir. Kızın velisinin, onu istemediğine ve tiksindiğine vermesi caiz değildir. RasûluUah, bir kızın babası tarafın­dan kıza rağmen kocaya verilmesi ve kızın Rasûlullah'a başvurması üzerine evliliği bozmuştur.

Din, kız velisinden kızı evlendirmek istediği zaman onun iznine baş vurmasını taleb etmiştir. Çünkü onunla muaşeret edecek odur. Bu onun hakkıdır. Hiç kimse buna engel olamaz.

Bundan anlıyoruz ki, kadın kendi nefsini evlendirip evlilik aktini yapabilir. Bu akit şartlara uygun olduğu sürece kendisi bunu yapabil­diği gibi, vekilleri aracılığıyla da bunu yaptırabilir.

Yine din, koca şartları kabul ederse, kadının istediği zaman boşa-nabileceğini de kabul ediyor.

Ancak genç kızlara nefislerine aldanmamalarım tavsiye ediyorum. Bu hakkı kötüye kullanmasınlar. Genç kızlar gelgitlere ve heyecana ka­pılırlar. Bu bakımdan, tecrübeli ve ihlaslı insanların yardımından kaçın­masınlar. Çünkü bu işin sonunda hüsran vardır. Genç kızlar şunu da unutmasınlar ki, ebeveynleri herkesten daha fazla onların saadetini isti­yorlar. O da onların görüş ve rızalarını almalıdır. Onu ileride mutlu ede­cek evliliğe beraber karar vermeleri en uygun yol olsa gerek.

Bu arada anne ve babalara da şunu söylemeden geçmeyelim: An-ne-babalar kızlannı istemedikleri kocaya vermesinler. Bu ne dinen ne de akîen caizdir. Boşama/boşanma yetkisinin kadına verilmesini de hiç bir onurlu koca kabul etmez. Bu dinen yasak değilse de uygun bir şey değildir.

 

Evlilik Aktinin Helâl Kıldığı Şeyler

 

SORU: Erkeğin, nikah akdi yaptığı kızla, cima etmeden oynaşması caiz midir?

CEVAP: Nikah akdi yapılıp şart ve rükünleri yerine getirildiğinde, erkekle kadın kan koca olmuş demektir. Ancak adetlere göre onunla hemen zifafa girmez. Onun için bu adama karı-kocaya helâl olan her-şey helâl olur. Çünkü o dinen ve kanunen onun eşi sayılır. Buna bina­en bu adamın yaptıkları haram değildir.

Ancak örfün de bir kıymeti ve değeri vardır. İnsanlarca biliniyor ki çok zaman akit yapılır, sonra çiftler bir müddet bekler, sonra koca­nın herkesçe görülen zamanda eşinin yanına gitmesiyle, bir nevi ilan meydana gelir.

Yine insanların örfünde koca karısının yanma gizli girmez. Çün­kü gizli olursa dedi-kodu olur.

Onun için kocanın şüpheli duruma düşmesi kendisi için hiç iyi de­ğildir. Onun için en hayırlı olan şey, evlilik aktini yapmakla beraber, etrafını, akrabalarını ve kadının akrabalarını haberdar etmesidir. Ta ki kötü zan altında kalmasın. Çünkü zarının bir kısmı günahtır.

 

Şartlı Evlilik

 

SORU: Dinin şartlı evlilik hakkındaki görüşü nedir?

CEVAP: Evlilikte, akit sigası şarttır. Bu sigaya icab ve kabul deni­lir. Erkeğin kadına 'Seninle evlenmek istiyorum', kadının da 'Kabul ediyorum' demesi icab ve kabuldür. îcab ve kabul sigasıyla söylemele­ri şarttır. Ta ki evliliğe azmettikleri meydana çıksın. Çünkü evlilik hem büyük hem de riskli bir iştir. Onu şüphe ve ihtimallerden korumamız lazımdır. Evlilik aktinde şu şartlar gerekir:

1. İcab ve kabul meclisinin olması,

Ta ki aralarında irtibat olsun fakihler buna çok önem vermişlerdir,

2. Kabul'ün icaba uygun olması,

Eğer bir adam diğerine "Beni kızın Zeyneb'le evlendir" dese, o da "Seni kızım Aişe ile evlendirdim" dese bu olmaz.

3. Mucibin (yani teklif edenin) kabul'den önce, pişman olmaması, Çünkü pişmanlık icabı bozar. Kabul de havada kalır.

4. İcab ve kabulün hüküm bildiren kalıplarla olması (yani mazi ve hal kipleriyle olması) istikballe ilgili bir şarta veya bir zamana bağlı ol­maması gerekir.

Erkeğin kadına, "Gelecek baharda" veya "babam seferden dönün­ce seninle evleneceğim" demesi sahih olmaz. Bu da evliliği ihtimal şüphesinden kurtarmak içindir.

Hakeza, evlilik muayyen bir süre şartına bağlanamaz. Çünkü bu muvakkat (geçici) bir evlilik olur. Evlilikte esas devamlılıktır. Geçici­lik değildir.

 

İnsan Ne Zaman Tam Evli Sayılır

 

SORU: Evlilik akdi yapılmasına rağmen, kadının ailesi zifafa izin vermediği için zifaf olmazsa, bu evlilik sayılır mı? Muhsan ne de­mektir?

CEVAP: Muhsan hür, akil, baliğ, müslüman ve evli olmakdır. Bu­rada duhuldan amaç, cinsi ilişkinin sahih bir akitle meydana gelmesi demektir. Fakihler, peygamberimizin muhsanı dul olarak tavsif etti­ğini söylüyorlar. Bunun manası, daha önceden eşiyle sahih bir cinsi ilişkide bulunmuş demektir. Bu durumdakilere muhsan demenin ma­nası dini bir evliliğin insanı zinadan korumasıdır. Çünkü o cinsi iste­ğini meşru olan eşinde bulabilir. Bundan sonra zinaya yeltenmesi ona bir ceza yükler ki, evli olmayanlara verilmez. (Sahih bir nikahla evli olan zinakârın cezası recimdir. Bekar olan zinakârın cezası yüz değ­nektir.)

 

Soy Tesbiti

 

SORU: Bir erkek bir kadınla evlilik aktini yaptı, onunla duhul yap­madı sonra bir çocuk doğurdu, o çocuğu akit yapana nisbet etti. Bu ne­sep sahih midir. Halbuki onlar katiyyen birleşmemişlerdi buna ne der­siniz?

CEVAP: Meşru evliliğin bir meyvesi de, çocuğun nesebinin evey-nine ait olmasıdır. Onunla evlad zayi olmaz ve insan ızdıraptan kurtu­lur. Soyu tesbit etmede Peygamberimizin şu sözü esastır:

"Çocuk yatağa aittir" (yani çocuk meşru evli olan baba ve anneye aittir).

Buradaki yataktan kasıt, kan ve koca arasında olan bağdır. Sahih bir evlilikte, kadının geçmiş bir evlilikten ve hamilelikten boş olması gerekir. Eğer akit yapılmış ama zifafa girilmemişse, kan-koca muame­lesi olmamışsa, doğan çocuğu bu adama nisbet etmek sahih olmaz. Ko­casından başkasından hamile kalan ve doğan çocuğu kocasına nisbet eden kadın şüphesiz büyük bir günah işlemiş ve büyük bir bühtan et­miştir. Allah ona çok şiddetli bir azap verecektir. Böyle bir kadın iki büyük ve utanç verici günahı birden işlemiştir. Biri zina diğeri ise ço­cuğu babası dışında bir yabancıya isnad etme iftirası.

Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşma­mak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işle­mekte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman biatlannı kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile, şüp­hesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Mümtehine/12)

Birçok müfessir, "elleriyle ayaklan arasında bir iftira uydurup ge­tirmemekten" maksadın, kocalarından olmayan çocukları kocalarına nisbet etmek olduğunu söylemiştir. Cumhur da bu görüştedir. Bu uy­durma ilhak, bir iftira ve bühtandır.

Allah Rasûlü (s.a) kadınlarla biat yaptığı zaman onlara şöyle di­yordu:

Allah'a ortak koşmamanıza, hırsızlık ve zina yapmamanız, çocuk­larınızı öldürmemeniz, ellerinizle ayaklarınızın arasında bir iftira uydurup getirmemeniz, gücünüz yettiği müddetçe iyi işi işlemek­te bana karşı gelmemeniz şartıyla sizinle beyatlaşıyorum.

Herhangi bir bir kadın bir topluma onlardan olmayan birini girdi-rirse Allah bunu kabul etmez, Allah onu (kadını) cennete sokmaz kendi çocuğunu inkar eden erkek de kabul etmez, yüzüne bak­maz, onu geçmiş ve gelecek insanların huzurunda rezil eder." (Ebu Dâvud)   

 

Kadının Kocaya İtaati

 

SORU: Kocasının meşru emir ve isteklerini yerine getirmeyen ka­dın hakkında İslâm'ın hükmü nedir?

CEVAP: Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiy­le ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yö­neticisi ve koruyucu sudur. Onun için saliha kadınlar itaatkardır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar... (Nisa/34)

Bir çok müfessire göre ayette geçen Kanitat İtaat manasınadır. Nasıl ki erkeğe, hanımına hoş davranması, onun hakkını gözetmesi, ona infakta bulunması, ona adil davranması, ona zarar verecek bir şey yapmaması vacib ise, kadına da Allah'ın mubah kıldığı hususlarda ko­casına itaat etmesi vacibtir. Rasûlullah buyuruyor ki:

Kadınların en hayırlısı kocası kendine bakınca içi açılan, emretti­ği zaman itaat eden, gıyabında malını ve ırzını koruyan kadındır.

Yine Rasûlullah şöyle buyuruyor:

Eğer birinin diğerine secde etmesini emredecek olsaydım kadının, kocasına secde etmesini emrederdim.

Bu hadis de gösteriyor ki, kocanın karısı üzerinde hakkı çok bü­yüktür.

Bir kadın, Rasûlullah'a gelerek "Ey Allah'ın Rasûlü! Ben kadınla­rı temsilen sana geldim. Allah cihadı erkeklere farz kıldı, yerine getirirlerse, sevap kazanırlar. Şehit olurlarsa Allah katında sevinir­ler ve diridirler. Biz kadınlar da onların yanında duruyoruz, bize ne düşer?'1 dedi.

Rasûlullah şöyle buyurdu: Rastladığın her kadına benden şunu ilet: "Kocaya itaat etmek ve onun hakkını yerine getirmek Allah yolunda yapılan cihada denktir."

Hz. Aişe Hz. Peygamber'e "Ey Allah'ın Rasûlü! Kadın üzerinde en çok kimin hakkı vardır" diye sordu. O da "kocasının" dedi. Erkek üzerinde en çok kimin hakkı vardır "Annesinin" dedi.

Hz. Peygamber, Allah'ın rızasını kocaya itaate bağlayarak şöyle buyuruyor:

Kocası kendisinden razı olarak ölen kadın cennetliktir. Ve yine şöyle buyuruyor:

Kadın beş vakit farz namazını kılar, ramazan orucunu tutar, ırzını korur, kocasına itaat ederse, Ölünce ona şöyle denilir: Cennete hangi kapıdan girmek istersen gir."

Bundan anlaşılıyor ki, soruda bahsi geçen kadın Allah'a isyan et­miştir. Kocası hakkında günaha girmiştir. Allah'a isyan olan şeyler dı­şında kadının kocasına itaat etmesi gerekmektedir.

 

Kadının Müslüman Olmayan Erkekle Evlenmesi

 

SORU: Müslüman bir kadının müslüman olmayan erkekle evlen­mesi caiz midir?

CEVAP: Yüce İslâm dini, inancı, dini ne olursa olsun müslüman ol­madığı sürece, bir müslüman kadının bir gayr-i müslimle evlenmesini haram kılmıştır. Evli olsun dul olsun bir müslüman kadın, bir gayr-i müslimle evlenemez. Bunda bütün İslâm hukukçuları ittifak etmişler­dir. Bu RasûluUah'ın devrinden bugüne kadar üzerinde ittifak edilen bir konudur. Hatta bu zaruri bir bilgidir. Bunun helâl olduğunu söyleyen­lerin dinden çıktığına dair hüküm verilir.

Fakihler buna şu ayeti delil olarak ileri sürerler:

Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiği za­man, onları imtihan edin, Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz on­ları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir. On­lar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) ödedikleri me-hiri geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Müşrik kadınları nikahınızda tutmayan. Sarf ettiğinizi isteyin, onlar da sarfettiklerini istesinler, Allah'ın hükmü budur. Aranızda o hükmeder, Allah bilendir, hik­met sahibidir. (Mümtehine/10)

Bu ayetteki delil şu cümlelerdir:

Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz on­ları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir. On­lar da bunlara helâl olmazlar.

Yine İslâm fıkhına göre, bir kadının irtidat eden bir erkekle de ev­li kalması caiz değildir. İrtidatla (dinden çıkmakla) aralan tefrik edilir. Yine daha önce gayr-i müslimken sonradan müslüman olan bir kadın da gayr-i müslim kocasından ayrılır.

Bu haramlığın sebebi şudur: Çünkü erkekler yönetici durumundadırlar.

 

 

 

Erkekler kadınlar üzerinde yöneticidirler. (Nisa/134)

Burada bir gayr-i müslimin bir müslüman üzerinde hakimiyeti bahis konusudur.

kâfirler için mü'minler aleyhine asla bir yol yoktur. (Nisa/141)

Yine görüyoruz ki gayr-i müslim müslümanın dinini tanımıyor, onun kitabına inanmıyor, onun nebisini kabul etmiyor. Bundandır ki müslimle gayr-i müslim arasında evliliğin devam etmesi mümkün de­ğildir. Buna ilave olarak da gayr-i müslim, müslümanın inancına da saygı duymuyor. Onu ya dinini terketmeye ya da ihmal etmeye sürük­lüyor. Bu da büyük bir fesattır.

Bundan dolayıdır ki Rasûlullah Hudeybiye antlaşmasından sonra hicret eden müslüman kadınları Mekke'den Medine'ye geri gönderme­miştir. Halbuki anlaşma şartlarında Mekke'den Medine'ye iltica eden­leri geri göndermek hususunda özel madde vardı. Kâfirler bunu Peygamber'den istediklerinde "Bu şart erkekler içindi, kadınlar için değil­di" buyurdu, yukarıdaki ayet bunu teyit için indirildi.



[1] Anlamı: Allahım sen selâmsın. Selâmet de sendendir. Bizi selâmet (ve barış) içinde y şat. (Çeviren)

[2] Kurban kesmek Hanefî mezhebinde vacibtir. Hacca giden kimse seferi ise ona kurban kesmek vacib olmaz. Fakat memleketinde bıraktığı eşi veya çocukları hacca giden kimseden bağımsız olarak kendilerine kurban kesmek vacib olacak kadar zengin ise­ler onlara kurban kesmenin gerekli olacağı açıkça bellidir. (Çeviren)

[3] Hanefî mezhebinde haccın rükünleri üç tanedir. (Çeviren)