29. Teşrîk Tekbirlerinin Niteliği ve Hükmü:
30. Teşrîk Tekbîrlerinin Mükelleftik Şartları:
Cemaatin Erkeklerden Teşekkül Etmesi:
31. Teşrîk Tekbirlerinin Vakti:
Özel Olarak: Namaz Sonrasında Tekbirler
3. Ayrım NAMAZIN SÜNNETLERİ VE ÂDABI
Namazın Şartlarıyla İlgili Sünnetler:
Namaz Kılarken Uygulanacak Sünnetler:
Zamm-ı Sûrenin Okunuşundaki Sünnetler:
I. İki Secde Arasında Oturmak:
Birimci Ayrım HADESTEN TAHARET
1. Başlık ASALETEN/NORMAL HADES TEMİZLİĞİ
Gerektiren Haller veya Sıfatı Yönünden Abdest:
Abdest Almayı Farz Kılan Haller:
Abdest Almayı Vacip Kılan Haller:
Abdest Almak Sünnet Olan Haller:
II. Dirseklere Kadar Kolları Yıkamak:
Abdestin Usulünce ve Düzenli Alınması:
Abdest Alırken Mekruh Olan Hal ve Hareketler:
Abdesti Bozan Hal ve Hareketler (Hades):
Hakikî Hades (Vücuttan Çıkan Necis Maddeler):
Sağlıklı Mükelleflerde Hakikî Hades:
I. Ön Veya Arka Boşaltım Yerinden Çıkan Maddeler:
Özürlü Mükelleflerde Hakikî Hades :
II. Abdestinin Sıhhat Şartları:
B. Özründen Başkasının Hades Olması:
IV. Özürlünün Özür Ve Namazı İçîn Yapacağı İşlemler:
B. Namazını Müsait Duruma Göre Kılmak:
Çoğunlukla Hakikî Necasetin Çıkma Sebebi Olan Hades (Sebebin Hades Kabul Edilmesi):
III. Aklî Dengenin Bozulması Ve Uyumak:
Hakikî Necasetin Çıkma Sebebi Hal Bulunmayıp, Taabbudî Olarak Hades Kabul Edilen Haller
(Dinin Hades Kabul Ettiği Haller):
III. Ateşte Pişirilen Yiyecekler Ve Deve Eti Veya Sütüyle Gıdalanmak:
VII. Abdestin Bozulmasında Şüphelenme:
A. Abdest Sırasında Şüphelenme:
B. Abdestten Sonra Şüphelenme:
Abdestin Geçerliliği (Sahih Olma Şartları) :
Abdest Suyuyla İlgili Şartlar:
İstincanın Abdestten Önce Olması:
Sıfatına Göre Guslün Hükmü ve Çeşitleri:
Farz Gusül (Guslü Gerektiren Haller):
I. Zevk Verecek Şekilde Boşalma (Elle Veya Birleşmenin Hazırlayıcılarıyla Boşalma):
35.2.1.2.2 Uykuda Boşalma (İhtilam):
A. Kesinlikle Gusül Gerekmesi:
B. Farz Olmadan Hükmün Yoruma Göre Değişmesi:
III. Zevk Verici Halin Bulunmamasında Gusül Gerekmesi:
I. Hükmün Cünüplüğe Göre Değişmesi:
Başlama ve Düzeniyle İlgili Farzlar;
II. İstinşak (Burun Temizliği):
III. Bütün Vücudu Suyla Yıkamak:
I. Saçları Ve Kılları Ovma (Tahlil):
Sünnetleri: Guslün Sünnetleri Şunlardır:
Guslün Geçerliliği (Sahih Olma Şartları) :
Gusül ve Abdestin Ayrı Ayrı Uygulanması:
Gusül ve Abdestin Birlikte Uygulanması:
Cünüp Kimsenin Yapamayacağı işlemler:
36. Adetli ve Lohusa Kadınlara Ait Bazı Hükümler
Adet Sonrasında Gusülden Önce Birleşme :
2. Başlık: BEDELEN HADES TEMİZLİĞİ
(Abdest ve Gusül Kolaylıkları)
37. Yalnız Abdestle İlgili Kolaylık: Mest Üzerine Mesh
Normal Şartlarda Mukim ve Yolcu İçin Geçerli Süre:
Mukimken Yolcu, Yolcuyken Mukim Olmak:
A. Hükmün Sağlıklılar Gibi Olması:
B. Hükmün Özre Göre Değişmesi:
Hadesin Durumuna Bağlı Olması:
Tam Temizlikten Sonra Giymek (Ayakların Abdest için Yıkanması):
Ayağının Üç Parmak Miktarı Olması :
II. Hükmen Örtmesi (Mestin Yırtık Olmaması):
Aralıksız Yürümeye İmkân Vermesi :
38. Abdest ve Guslün Ortak Kolaylıkları Teyemmüm ve Sargı Üzerine Mesh:
Teyemmüm ( Sembolik Abdest/Gusül):
III. Âdet Ve Lohusalıktan Teyemmüm:
A. İbadet Ehlîyetînîn Genel Şartları:
I. Başlama Ve Düzeniyle İlgîli Farzları:
II. Teyemmüm Maddesi Ve Kullanımı:
B. Toprağın Teyemmüm Organlarına Nakli :
C. Toprağa Vuruşlar Ve Bunlarla Bütün Yüzü Ve Dirseklere Kadar Kolları Meshetmek:
Teyemmümün Yapılamayacak İşlemleri:
A. Abdest Ve Meshi Bozan Haller:
A. Meşru Kılan Sebebin Kalkması (Suyun Bulunması):
Organı Yıkamanın Zararlı Olması:
Meshedilmeyen -Yıkanan- Organlarda:
I. Hasta Kısmı Kaplayan Sargı:
B. Hükmün Hale Göre Değişmesi:
Meshedilen Organda (Baştaki Sargılar):
Düşmesinin Genel Hüküm Taşıması:
Düşmesinin Namaza Göre Hüküm Alması:
B. Namazı Bozan Düşmenin Zararı:
Sargı Üzerine Mesh İle Kılman Namazlar:
Sargının Bulunduğu Organlara Göre:
Sargı ve Mest Üzerine Mesh Arasındaki Farklar:
3. Başlık: HÜKMEN HADES TAHARETİ
39. Abdest, Gusül ve Teyemmüm İmkânlarından Mahrumiyet:
Namazın İmkâna Göre Kılınması:
Bütün Durumlarda Hakikî Olarak Kılınması:
Hades Sebebine Göre Tam veya Eksiklikle Hakikî Kılınması:
Kümes Hayvanları ve Kuşlar Dışındakiler:
Kanı Akmayan ve Deniz Hayvanlarından Meyteler:
I. Domuz Ve Köpek Dışındakiler:
II. Eti Yenen Hayvanların Artığı:
Şarap ve Diğer Sarhoş Edici Maddeler;
Kuru ve Yaş Hurma İle Kuru Üzüm Şarabı:
Üzüm ve Hurma Dışındakilerden Yapılanlar:
Necaset Temizliği Yapılan Madde:
Hakikî Necasetin Temizlendiği Madde:
Hükmî Necasetin Temizlendiği Madde (Ma-i Müstamel):
Necaset Bulaşan Yerin Necis Olan Miktarı:
Temizlenmesi Gereken veya Necasetin Bulaştığı Yerler:
Necasetin Elbiseye, Bedene ve Namaz Yerine Bulaşması:
Azlık ve Çokluğa Göre Namaza Engel Olması:
A. Katı-Sıvı Ayırımı Yapmayanlar:
B. Katı-Sıvı Ayırımı Yapanlar:
I. Necasetin Yakında Bulunması:
II. Namaz Kılınan Yerde Necaset Bulunması:
I. Necasetin Namaz Yerinde Bulunması:
II. Necasetin Çevresinde Bulunması:
Hadesten Temizlik İçin: Mutlak Su Dışındaki Sıvılarla Hades Temizliği Yapılamaz.
Küçük Havuzların Boşaltılması: Hanefî Mezhebi İçinde, Bu Konuda Üç Görüş Bulunmaktadır:
III. Namazın Şart/Farz İşlemlerinden Biri ve Genel Olarak Vakit Unsuru
Bozulan Nafile Namazın Kazası:
3 Nafile Namazların Vakitleri:
Me'murun Bih (Emredilen) Vakitler:
A. İttifak Edilen Mükellefler:
B. İhtilaf Edilen Mükellefler:
Menhiyyun Anh (Yasaklanan) Vakitler:
I. Doğrudan Vaktin Kendisiyle İlgili Olanlar:
E. Güneşin Değişmesi Ve Batışı Arası:
II. Çeşitli Sebeplere Bağlı Olanlar:
A. Fecrin Doğusuyla Sabah Namazı Arası:
B. Sabah Namazı İle Güneşîn Doğuşu Arası:
C. İkindi Namazı İle Gurub Arası:
D. Cemaatle Namaza Başlanması Veya Kaamet Okunması:
F. Bayram Namazının Öncesi Ve Sonrası :
G. Takdim Ve Tehirli Namazlar Arasında:
Ğ. Farz Namaz Vaktinin Darlığı:
III. Kılınan Namazın Geçerliliği:
43. Namaz Vakitlerinin Bilinmesi
Vakit Girdikten Sonra Okunmak:
Ezanı İşitenin Okuyacağı Dualar:
Ezan ve Kaamet Arasındaki Farklar:
45. Hz. Peygamber'in Namaz Kılmayı Yasakladığı Yerler:
46. Kilise ve Havralarda Namaz:
3. KISIM NAMAZIN KILINMASI ve GEÇERLİLİĞİ
9. BÖLÜM SAĞLANAN KOLAYLIKLA NAMAZIN NİCELİK AÇISINDAN DEĞİŞMESİ
-YOLCULUK HALİNDE NAMAZ (Salâtu'l-Musafir)-
47. Dinimizin Yolculara Tanıdığı Kolaylıklar:
Diğer İbadetlerdeki Kolaylıklar:
Yolcu Denebilecek Uzaklığa Gitmek:
Namaz Kılarken Kasra Niyet Etmek:
Yolculuğu Sona Erdiren Vatana Dönüş (Vatanlar):
Hükmün Vatanlara Göre Düzenlenmesi:
I. Vatanlarda Uygulanan Hükümlerin Düzenlice Ayrıma Tabî Tutulması:
A. Vatan-ı Karar (Vatan-ı Aslî: Sürekli İkametgâh):
B. Vatan-ı İkamet (Geçici İkametgâh):
C. Vatan-ı Sükna Veya Vatan-ı Sefer (Yolculuk İkametgâhı):
II. Vatanlarla İlgili Hükümlerin Ortak Olması:
A. Vatanın Aslî Olup Olmaması:
B. Vatanın Aslî Veya İkamet Vatanı Olması:
Hükmün Yolculuğa Başlama ve Dönüşe Göre Düzenlenmesi :
Kasr Uzaklığından Önce Niyetlenmek:
Kasr Uzaklığından Sonra Niyetlenmek:
Tâbilik Yoluyla İkamet Niyeti:
49. Yolculukta Namazın Kılınması:
Tabiî Halde Namazın Kılınması:
Tabiî Olmayan Hallerde Namazın Kılınması:
Vaktin Düzenlenmesindeki Tabiî Olmayan Hal:
Şart ve Rükünlerin Uygulanmasındaki Tabiî Olmayan Haller:
Ulaşım Hayvan ve Araçlarında Namaz:
10. BÖLÜM SAĞLANAN KOLAYLIKLA NAMAZIN NİTELİKÇE DEĞİŞMESİ
50. Hastalık Halinde Namaz (Salâtu'l-Marîd):
50.1.1.1.1 Oturarak veya Dayanarak Yapabilme:
Yan veya Sırtüstü Yatarak Yapabilme:
51. Korku Halinde Namaz (Salâtu'l-Havf)
52. Sebkul-Hades Sonrasında Namaz
el-Binâ Ale's-Salât (Namazı Devam Ettirme):
I. Abdestîn Bozulmasının Sebku'l-Hades Vasfını Taşıması:
II. Hadesîn Vehimle Değîl, Hakikaten Gerçekleşmesi:
III. Hadesin Abdestin Bozulması İle Gerçekleşmesi:
IV. Hadesten Sonra Namaza Aykırı Davranışta Bulunmamak:
İsti'nafus-Salât (İstikbâlu's-Salât /Namazı Yenileme):
Kurban bayramı günlerinde, beş vakit namazdan sonra okunan tekbirlere Teşrîk Tekbirleri denir.
Teşrik tekbirlerinin sözleri ihtilaflıdır:
a) Hanefî Mezhebi ile Hz. Ali ve İbn Mes'ud'un benimsediği sözler, "Allahu Ekber, Allahu Ekber. Lâ İlahe îllallahu Vallahu Ekber. Allahu Ekber ve Lillahi'l-Hamd" şeklindedir.
Konu |
Hanefî |
Saffi |
Maliki |
Hanbelî |
|
Hükmü |
Vacip |
Sünnet |
Sünnet |
Sünnet |
|
|
Tilâvet |
Vacip |
Sünnet |
Sünnet |
Sünnet |
Sebebi |
İşitme |
Vacip |
Sünnet |
Sünnet |
Sünnet |
|
İktida |
Vacip |
Sünnet |
Sünnet |
Sünnet" |
|
|
namaz |
güneş sa- |
güneş sa- |
|
|
Vakti ' |
kılmak |
fa nnadnn |
rarmadan |
|
|
|
yasak |
veya doğ- |
veya doğ- |
|
|
|
olan va- |
madan ya- |
madan |
|
|
|
kitler dı- |
pılabilir |
yapılabi- |
|
|
|
şında |
|
lir |
|
Yapılması |
|
bir secde veya |
namazda yapılan ın-ki niyet ve |
|
Secde kalkış ve |
|
|
yerini |
secde; di- |
|
birinci |
|
Rüknü |
tutan rükû, |
ğerlerinin-İti nivet, tekbir, |
|
selâm |
|
|
secde, |
secde, otu- |
|
|
|
|
ima |
ıtis ve |
|
|
|
|
|
sefam |
|
|
Tablo 19: Tilâvet Secdesi
b) eş-Şafıî ve İbn Ömer'in benimsedikleri üç defa "Allahu Ekber. Ve Ecellallahu Ekber ve Lillahi'l-Hamd" sözleridir.
c) İbn Abbas ise, "Allahu Ekber, Allahu Ekber. Lâ İlahe İllallahu'l-Hayyu'l-kayyum Ytihyî ve Yumît Ve Huve Âlâ Külli Şey'in Kadir" sözlerini benimser.
a) Hanefî Mezhebine göre, teşrîk tekbirleri vaciptir. Bu tekbirlerin vacip oluşunun delili,
"Sayılı günlerde Allah'ı anın."[3] ve "Belli günlerde kurban ederken O'nun adını ansınlar."[4] âyetleridir. Âyetlerdeki eyyâm-ı ma'dûdat ve eyyâm-i ma'lûmât'ın tefsiri, birkaç şekildedir: 1) Eyyam ma'dûdat, eyyâm-ı teşrîk; eyyam-ı ma'lûmât, zilhiccenin on günüdür. 2) Her ikisi de eyyâm-ı teşriktir 3) Eyyam-ı ma'lûmât, kurban bayramının üç günü, eyyâm-ı ma'dudat teşrîk günleridir.
b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, teşrîk tekbirleri sünnettir.
c) Malikî Mezhebine göre, teşrîk tekbirleri menduptur.
a) Hanefî Mezhebine göre, münferide ve nafile kılana teşrik tekbirleri vacip değildir. Vitir ve bayram namazında da teşrik tekbiri vacip olarak okunmaz. Önceden kazaya kalan namazlar, teşrik günlerinde, ılındığında Hanefî Mezhebine göre, tekbir okunmaz; Şafiî Mezhebine göre, okunur. Teşrîk günlerinde kazaya kalan namaz, yine teşrik günlerinde kılındığında tekbir getirilir, diğer zamanlarda kılınca getirilmez.
b) Şafiî Mezhebine göre, teşrik tekbirleri için cemaat ve farz namaz şart değildir; kaza namazlarında da teşrîk tekbiri okunur.
c) Bir kavlinde eş-Şafiî'ye göre ister farz, ister nafile olsun her namazdan sonra teşrîk tekbiri okunur.
d) Malikî Mezhebine göre, teşrik tekbirleri için cemaat şart değildir; ancak nafile ve kaza namazlarından sonra okunması mekruhtur.
e) Hanbelî Mezhebine göre, teşrik tekbirleri, cemaatle kılınan farz namazlardan sonra okunur. Teşrik günlerinden kazaya kalan namazlar, yine bu günlerde kaza edilirse okunur.
a) Hanefî mezhebine göre, kadınlara kendi cemaatlerinde teşrik tekbiri vacip değildir. Fakat erkek imama uyarlarsa açıktan değil, içlerinden tekbir getirmeleri gerekir.
b) ÜM'e göre kadınlara teşrîk tekbiri gerekmez.
a) Hanefi mezhebine göre, yolculara teşrîk tekbiri vacip değildir; ancak mukîme uyan yolcular da tekbir getirir.
b) ÜM'e göre teşrîk tekbiri için ikamet şart değildir.
a) Hanefî Mezhebine göre, teşrik tekbirlerinin vacip olması için, -cuma namazında ele alındığı gibi- şehir veya o hükümdeki yerde oturması gerekir.
b) Şafii ve Malikî Mezheblerine göre, teşrik tekbiri için şehirde oturmak şart değildir. ,
Ebu Hanife'ye göre, teşrik tekbirlerinin vacip olması için kişinin akıllı olması gerekir.
Ebû Yusuf ve eş-Şeybanî'yle Neha'i'ye göre farz kılan her mükellefe teşrîk tekbiri vaciptir.
Böylece Hanefî Mezhebine göre, teşrîk tekbirleri, cemaatle namaz kılan ve şehirde oturan mukîm erkeklere vaciptir.
Konu |
Hanefî |
Şafiî |
Malikî |
Hanbelî |
||
Hükmü |
Vacip |
Sünnet |
Mekruh |
Sünnet |
||
Farz |
Namaz Türü |
Cemaatle kılınan farz |
Vat ip |
Vacip |
şart değil |
Şart |
Münferid |
değil |
|
okuyabilir |
|
||
Nafile |
değil |
Vacip |
mekruh |
- |
||
Eski kaza |
değil |
Okunur |
mekruh |
|
||
Teşrik günlerinin kazası |
okunur |
.Okunur |
mekruh |
okunur |
||
Cemaati |
Sırf erkek |
Vhcip |
Sünnet |
sünnet |
sünnet |
|
Erkek imama uyan kadınlar |
içlerinden okurlar |
gerekmez |
gerekmez |
gerekmez |
||
ikamet |
Şart |
şart değil |
şart değil |
şart değil |
||
Şehirde |
Şart |
şart değil |
şart değil |
|
||
Akıllı olmak |
şart (ima-meyne göre şart değil) |
|
|
- |
TABLO 20: Teşrîk Tekbiri
a) Hz. Ömer, Hz. Ali, İbn Mes'ud, Âişe ve Hanefî Mezhebi ile Ahmed b. Hanbel, Sevrî ve Ebu Sevr'e göre bütün mükellefler için; Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, haçta olmayanlar için teşrîk tekbirlerinin vakti arefe günü sabah namazında başlar.
b) İbn Abbas, İbn Ömer, Zührî, Malik, eş-Şafiî ve -bir nakilde- Ebû Yusuf a göre bütün mükellefler için; Şafiî ve Habeli Mezheblerine göre, hactakiler için kurban bayramının birinci günü öğle namazında başlar.
a) İbn Mes'ud ve Ebu Hanife'ye göre, teşrîk tekbirlerinin vakti bayramın birinci günü ikindi namazında biter.
b) Hz. Ali ve -bir nakilde- Hz. Ömer ile Ebu Yusuf, eş-Şeybanî (Hanefî Mezhebi), es-Sevrî, Ahmed b. Hanbel, Ebû Sevr ve Hanbelî Mezhebine göre, eyyam-ı teşrîkin son günü ikindi namazında sona erer.
c) -Diğer nakilde- Hz. Ömer ve îbn Abbas'a göre, teşrîk günlerinin son günü öğle namazında tekbir vakti sona erer.
d) İbn Ömer, eş-Şafiî, ez-Zührî ve Malikî Mezhebine göre, teşrik günlerinin son günü, sabah namazında teşrik vakti bitmiş olur.
e) Şafiî Mezhebine göre, hactakiler için dördüncü gün güneş batana, haçta olmayanlar için üçüncü gün güneş doğana kadar tekbirlerin vakti devam eder.
a) Hanefî Mezhebine göre, teşrîk tekbirleri, namazların hemen sonrasında namaza aykırı bir davranışta bulunmadan okunur. Bu konuda ilke şudur: Bina Ale's-Salât'ın (namaza devam etme durumu) uygulanabileceği durumlarda tekbir getirilir, uygulanamayacağı durumlarda tekbir getirilmez.
b) Şafiî Mezhebine göre, namazların hemen sonrasında okunması şart değildir, bir müddet ara verilince de -bunda kasıt olsun veya olmasın- tekbir getirilebilir.
c) Malikî Mezhebine göre, tekbirler, namazlardan hemen sonra getirilir. Bununla birlikte, ara az olunca da okunabilir.
Namazda sehiv secdeleriyle teşrik tekbiri ve telbiye toplanacak olursa, önce sehiv secdeleri yapılır, sonra teşrik tekbirleri okunur, sonra da telbiyede bulunulur.
Namazın vacipleri konusunda belirttiğimiz gibi, namazdaki sünnet işlemleri de (a) İşlemler, (b) Söz ve Fiil, (c) Namaz türleri açısından tasnife tâbi tutabiliriz.
Namazın çeşitli devrelerinde, çok sayıda sünnet vardır. Bu sünnetleri terketmek namazı bozmaz, sehiv secdesi de gerekmez; ancak sünnetlerin yapılmasıyla vaciplerin eksiklikleri giderilir, sevap kazanılır.[8]
Abdest, gusül, teyemmümdeki sünnetlerle namaz vakitleriyle ilgili olarak uygulanacak sünnetler kendi özel bölümlerinde ele alındı.
Namaz kılanın önünden geçmek, haram olduğu gibi, insanların çokça geçtiği yerde sütresiz namaz kılmak da haramdır. İşte bu durumu önlemek maksadıyla, namaz kılan mükellefin önüne koyduğu ve önünden geçilmesini önlediği cisme Sütre denir. Sütre, hem imam, hem de münferîd tarafından uygulanır. Sütre edinmek Hanefî ve Maliki Mezheblerine göre, mendup, Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, sünnettir.
a) Uzunluğu kırk santim civarında olmak. Genişliği için kesin bir sınırlama yoktur, ancak bunu sağlayacak kadar olmalıdır.
b) Mümkün olduğu kadar doğru bir cisim olması.
c) Namaz kılanla sütrenin arasının yüzyirmi santim olması.
a) Sütre bulunamaması halinde Cumhur'a göre çizgi çizmek gerekmezken, Ahmed b. Hanbel'e göre gerekir.
b) Saftaki boşluğu ve kopukluğu doldurmak için namaz kılanın önünden geçilebilir.
c) Namaz kılanın önünden geçilmesi haram olan yer küçük camilerle, mescid ve evlerde ayakların olduğu yerden kıble yönündeki duvarın bulunduğu yere kadar uzanan, büyük cami ve kırlarda ayaklarla secde yapılacak yer arasındaki alandır.
d) Namaz kılan kimse önünden geçen birine amel-i kesîr sayılmayacak şekilde kaş, göz, el veya ses işaretiyle engel olabilir.
Cumhur'a göre iftitah tekbiri farz diğerleri sünnettir; Hanbelî Mezhebine göre, mesbûkun rükû için alacağı tekbir sünnet, bunun dışındakiler vaciptir; Hanefî mezhebine göre, bayram namazının ikinci rekâtindeki rükû ve tekbiri de vaciptir:[10]
a) Hanefî mezhebine göre, iftitah, kunût ve bayram tekbirlerinde erkeklerin kulak, kadınların omuz hizasına kadar ellerini kaldırması sünnettir.
b) Şafiî Mezhebine göre, eller iftitah, rükû ile rukudan kalkışta baş parmak kulak yumuşağı, parmak uçlarıysa kulağın en üst ucuna erişecek kadar kaldırılır.
c) Maliki Mezhebine göre, iftitah tekbirini alırken, elleri, omuz hizasına kadar kaldırmak menduptur; bunun dışında elleri kaldırmak mekruhtur.
d) Hanbelî Mezhebine göre, iftitah tekbiri ile rükû ve rükûdan kalkışta elleri omuzlara kadar kaldırmak sünnettir.
a) Cumhur'a göre elleri kaldırmak sünnettir.
b) Davud ez-Zahirî ve bir grup zahiri hukukçuya göre farzdır:
1) Bir kısmına göre eller sadece iftitah tekbirinde kaldırılır.
2) Bir kısmına göre rükûa eğilme ve kalkmada kaldırılır.
3) Bir kısmına göre ikinci gruptakilere ek olarak secdede de eller kaldırılır.
a) Hanefi Mezhebine göre, eller iftitah, kunût ve bayram tekbirlerinde kaldırılır.
b) Şafiî ye Hanbelî Mezhebleri, Ebû Ubeyd, Ebû Sevr, hadisçilerin ve zahirîlerin cumhuruna göre iftitah, rükû ve rükûdan kalkış tekbirlerinde de eller kaldırılır.
c) Ebû Hanife, Sevrî ve diğer bazı hukukçular ile Maliki Mezhebine göre, eller, sadece iftitah tekbirinde kaldırılır.
a) Hanefî, Şafiî ve Caferi Mezheblerine göre, eller kulaklara kadar kaldırılır.
b) eş-Şafiî, Maliki ve Hanbelî Mezheblerine göre, bütün mükellefler, Hanefî Mezhebine göre, yalnızca kadınlar omuz hizasına kadar kaldırır.
c) Bir grup hukukçuya göre ise, eller göğse kadar kaldırılır.
a) Tekbirleri acele ederek değil, daha yavaş ve ağırbaşlı almakr
b) Cemaatle namaz kılan mükelleflerin iftitah tekbirini imamdan sonra ve ona yakın alması.
c) Caferi Mezhebine göre, iftitah tekbîrinden önce veya sonra ya da
Tekbir-îşlem |
Hanefi |
Şafiî |
Maliki |
Hanbelî |
İftitah |
Sünnet |
Sünnet |
Mendub |
Sünnet |
Rükû |
- |
Sünnet |
Mekruh |
Sünnet |
Kunût |
Sünnet |
Sünnet |
Mekruh |
Sünnet |
Bayram namazı tekbiri |
Sünnet |
Sünnet |
|
Sünnet |
Rükûdan Kalkış |
. - |
Sünnet |
Mcndup |
- |
Secde |
- |
- |
Mekruh |
- |
TABLO 21: Tekbir ve Diğer işlemlerde Elleri Kaldırmak
üç önce, üç sonra altı tekbîr eklemek müstehaptır, ihtiyat olan önce eklemektir. İftitah tekbiriyle birlikte menkul duayı okumak efdaldir.
Kıyamdayken ayak aralarını, Hanefî Mezhebine göre, dört parmak,
Şafiî Mezhebine göre, bir karış, Maliki ve Hanbelî Mezheblerine göre, normal ölçüde açık bulundurmak sünnetti
a) Cumhur'a göre namaz kılarken tekbirden sonra elleri bağlamak sünnettir:
1) Hanefî Mezhebine göre, sağ el sol el üzerinde olmak üzere, erkekler göbek hizasına, kadınlar göğsü üstüne bağlar.
2) Şafiî ve Maliki Mezheblerine göre, bütün namaz kılanların ellerini göğsünün altıyla göbeğinin üstüne, sağ el sol elin üstünde olmak üzere bağlaması gerekir.
3) Hanbelî Mezheblerine göre, göbeğin altına bağlanır.
b) Malik'e göre, farz namazlarda eller bağlanmaz, nafile namazlarda bağlanır.
Namazın farz kıraati dışında, sünnet kıraatleri de vardır; fakat bu kıraatlerin sünnet hükmünü alışı bazı farklılıklar gösterir:
Maliki Mezhebine göre, ilk rekâtte tekbirden hemen sonra subhane-ke (sena) okumak mekruh, ÜM'e göre sünnettir.
Konu |
Hanefi |
Şafiî |
Mnlikî |
Hanbelî |
Senâ'nın Okunuşu |
Sünnet |
Sünnet |
Mekruh |
Sünnet |
TABLO 2 2: Sena (Subhâneke Duası)
Sena bütün namaz çeşitlerinde ve her namaz kılan tarafından okunur. Yalnızca şu üç durumda okunmaz:
1) İmamın kıraate başlaması,
2) -İlk rekâtin sünneti olduğundan- imama ikinci rekâtte yetişilmesi,
3) İmama rükûda veya secdede yetişen mükellef kalkıştan önce cemaate yetişeceğini tahmin ederse hemen okuyabilir, yetişme ümidi yoksa okumaz ve imamın yaptığı işleme uyar.
Tekbirden sonra "Veccehtu Vechiye lillezî Fetara's-Semavati Ve'l-'Ard" demek (tevcîh) eş-Şafiî'ye göre farz, Ebû Hanife'ye göre sünnettir; Malik'e göre ne farz, ne sünnettir; Ebû Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre hem sena, hem de tevcîh sünnettir.
a) Senayı okuduktan sonra Eûzu Billahi Mine'ş-şeytani'r-râcim demek (taavvuz), ÜM'e göre sünnettir:
1) Hanefî Mezhebine göre, taavvuz, birinci rekâtte iftitah tekbirinden sonra, tesmiyeden önce okunur.
2) Şafiî Mezhebine göre, taavvuz, her rekâtte sünnettir.
3) Hanbelî Mezhebine göre, sadece birinci rekâtte sünnettir.
b) Maliki Mezhebine göre, açık kıraatli farz namazlarda taavvuz mekruh, gizli kıraatli nafile namazlarda caizdir.
Rekat-Kıraat |
Hanefî |
Şafiî |
Maliki |
Hanbelî |
|
Rekat |
Birinci rekat |
Sünnet |
Sünnet |
Mekruh |
Sünnet |
Bütünü |
- |
Sünnet |
- |
- |
|
Kıraat |
Açık-Farz |
Sünnet |
Sünnet |
Mekruh |
Sünnet |
Gizli-Nafile |
Sünnet |
Sünnet |
Caiz |
Sünnet |
Tablo 23: Taavvuz (Eüzu Çekmek)
a) Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine ve Sevrî'ye göre her rekâtte Fatiha'dan önce besmele çekmek sünnettir:
1) Hanefî Mezhebine göre, imam ve münferîd her rekâtte içinden besmele çeker; muktedî ise tesmiye yapmaz. Zamm-ı sûreden önce besmele çekmek mekruh değildir, evlâ olan çekmemektir. Besmele ne Fatiha, ne de başka bir sûrenin başından bir âyet değildir.
2) Hanbelî Mezhebine göre, besmele, Fatiha'dan bir âyet değildir, her rekâtte gizli olarak okunur.
b) Şafiî Mezhebine ve Ahmed b. Hanbel, Ebû Sevr ile Ebu Ubeyd'e göre, besmele Fatiha'dan bir âyettir. Bu sebeple okunması sünnet değil, farzdır; açık kıraatli namazlarda da açıktan okunur.
c) Maliki Mezhebine göre, farz namazlarda tesmiye mekruhtur; ancak hukukçuların ihtilafından kurtulmak isteyenlerin gizlice okuması mendup, açık okuması mekruhtur. Nafile namazlarda besmele çekilebilir.
Farz namazlarda ilk iki rekâtten sonra bütün namaz kılanların Fatiha'y1 okuması Hanefî Mezhebine göre, sünnet; ÜM'e göre farzdır. Cemaatle kılınan namazda muktedî kıraat yapmaz. 32.2.3.1.6 Te'mîn (Âmîn Dernek):[18]
a) Hanefî Mezhebine göre, Fatiha'nın sonunda âmîn demek ve bunu içinden yapmak sünnettir. Te'mînde, şu noktalara dikkat edilir: 1) Fatiha'nın okunması bittikten sonra uzun süre beklemeyip hemen âmîn demek, 2) Cemaatle kılman namazda imam daha Fatiha'yı bitirmeden söylememek, 3) İçinden söylemek. Çevredekileri rahatsız edecek, sesli ve bağırarak olur-olmaz şekilde âmîn demek hiçbir zaman doğru değildir.
b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, te'mîn açık kıraatli namazlarda açıktan, gizli kıraatli namazlarda gizliden uygulanır. eş-Şafiî'nin yeni kavline göre, gizlice söylenir.
c) Malikî Mezhebine göre, muktedî ve münferîd için bütün, imam için sadece gizli kıraatli namazlarda menduptur.
Konu |
Hanefî |
Şafiî |
Malikî |
Hanbelî |
|
Namaz |
Bütün |
Sünnet |
Sünnet |
Mendub |
- |
Açık |
- |
Sünnet |
|
- |
|
Gizli |
- |
Sünnet |
- |
- |
|
Mükellef |
İmam Muktedi |
Sünnet Sünnet, |
Sünnet Sünnet |
sadece gizli kıraati ide Mendub |
- |
Münferid |
Sünnet |
Sünnet |
Mendub |
- |
|
Türü |
Gizlice |
Sünnet |
gizli kıra-atlide |
Mendub |
|
Açıktan |
- |
açık kıra-atlide |
|
- |
Tablo 2 4: Te'mîn
a) Farz namazların ilk, nafilelerin bütün rekâtlerinde zamm-ı sûre okumak Hanefî Mezhebine göre, vacip, ÜM'e göre sünnettir. Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, imamın kıraatini duymayınca muktedînin de zammı sûre okuması sünnettir; Hanefî Mezhebine göre, muktedî zamm-ı sûreyi okuyamaz; Malikî mezhebine göre, açık kıraatli namazlarda okuması mekruhtur.
b) Sabah ve öğle namazlarında Fatiha'dan sonra uzunca; ikindi ve yatsı namazlarında kısa; akşam namazında daha kısa sûre veya âyet okumak sünnettir. Yolcuların bu şekilde hareket etmesi sünnet değildir. Ayrıca bu sünnetin uygulanmasında cemaatin durumu göz önünde bulundurulur.
c) Hanefî ve Şafiî Mezheblerine göre, ilk rekâtlerdeki kıraati ikinciden uzun yapmak sünnettir; ikisini eşit yapmakla sünnet kaçırılmış demektir; ikinciyi uzun yapmak mekruh olur. Cuma ve bayram namazlarında ikinci rekâtteki kıraat daha uzunca yapılır. Bu namazlarda ikinci rekâtteki kıraatin birinciden kısa yapılması mekruhtur. Kıraatin uzun yapılması âyet sayısına göre düzenlenir". Malikî ve Hanbelî Mezheblerine göre, ikinci rekâtteki kıraati birinciden kısa okumak zamana göre düzenlenir; aksine hareket evlâya aykırıdır.
Hanefi Mezhebine güre, vitir namazında kunût tekbirinden sonra kunût duası okumak vacip, ÜM'e göre sünnettir. Kunût duasında Allahümme İnna Nesteînuke ve Allahumme İyyâke Na'budu'yu seçmek sünnettir.
Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, sabah namazında, ikinci rekâtın rükûundan doğrulduktan sonra da, kunût okumak sünnettir; Hanefî Mezhebine göre, mekruhtur.
a) Hanefi Mezhebine göre, açık kıraatli namazlarda kıraati cehren (açıktan) yapmak imam için vacip, münferîd için sünnettir. Münferîd açık kıraatli namazlarda her iki şekli uygulamayı seçme hakkına sahiptir; efdal olan açıktan yapmaktır. Mesbûk da, bu hükümlere göre hareket eder. Gizli kıraatli namazlarda münferîd, seçme hakkına sahip olmayıp, gizli kıraat yapması vaciptir; muktedî ise her durumda kıraat yapmaz.
Konu |
Hanefi |
Şafii |
Maliki |
Han beli |
|||
Farz |
İmam |
Açık |
Vacip |
Sünnet |
sünnet |
|
|
|
|
Gizli |
|
Sünnet |
menduh |
sünnet |
|
|
Münferid |
Açık Gizli |
Sünnet efdal |
Sünnet |
sünnet |
serbest |
|
|
|
|
vacip |
Sünnet |
sünnet |
sünnet |
|
|
Muktedi |
mekruh |
Gizlide okur açıkta okumaz |
gizlide mendup açıkta, mekruh |
|
||
|
Ramazan'da Vitir |
açık vacip |
açık-sünnet |
|
açık-sünnet |
||
|
Teravih n. |
açık vacip |
açık-sünnet |
|
açık-sünnet |
||
Vacip ve Nafile |
Bayram n. |
açık vacip |
açık-sünnet |
|
açık-stinnet |
||
|
Küsûf-İstiskâ |
gizli vacip |
açık-sünnnet |
gizli |
açık-sünnet |
||
|
Gündüz nafilesi |
gizli vacip |
açık-sünnet |
|
açık sünnet |
||
|
Gece nafilesi |
serbest |
açık-sünnet |
açık-menduh |
gizli-sünnet |
||
|
Diğerleri |
Bütünü |
|
gizli-sünnet |
|
gizli-sünnet |
|
|
|
Hutbeli |
|
|
açık-mendub |
|
|
|
|
Tavaf |
|
gece sabah namazında açık sünnet |
|
|
|
TABLO 25: Kıraatin Şekli
b) Şafiî ye Maliki Mezheblerine göre, sabah, akşam ve yatsı na-mazlarıyla cuma namazının ilk iki rekâtlerinde açık kıraat yapmak sünnettir.
c) Hanbelî Mezhebine göre, münferîd, açık kıraatli namazlarda seçme hakkına sahiptir.
Bu sayılı durumlar dışında kıraatin gizli yapılması ÜM'e göre sünnet, Maliki mezhebine göre, menduptur.
a) Hanefî mezhebine göre, Ramazan'da vitir, bayram ve teravih namazlarının bütün rekâtlerinde imamın kıraati açıktan yapması vaciptir. Küsûf, istiska namazları ile gündüz nafilelerinde imam ve münferidin kıraati gizli yapması vaciptir; gece nafilelerindeyse kıraat şekli konusunda -mükellef dilediğini seçer.
b) Şafiî Mezhebine göre, bayram, küsûf, istiska, teravih ve Ramazandaki vitir namazları ile gece ve sabah namazı vaktinde kılınan tavaf namazında kıraati açık yapmak, bunlar dışındaki namazlarda gizli yapmak sünnettir.
c) Maliki Mezhebine göre, gece nafilelerinin bütününde açıktan, gündüz nafilelerinin bütününde gizliden yapmak menduptur. Hutbesi olan nafilelerde de kıraatin açıktan yapılması menduptur.
d) Hanbelî Mezhebine göre, bayram, istiska, küsûf ve teravih namazları ile teravihten sonra kılman vitir namazında açıktan, diğerlerinde gizli yapmak sünnettir.
Rükû ve secdelerdeki sünnetlerin bir kısmı ortaktır, bazıları ise yalnızca birine mahsustur:
Rükû ve secde için alınan tekbirlere İntikal Tekbirleri adı verilir:
a) Rükûda sadece eğilirken tekbir alınır.
b) Secdede hem secdeye giderken, hem de secdeden kalkarken tekbir okunur.
Rükûda belli bir zikir sözü var mıdır?[21]
a) Malik'e göre, rükûda okunacak belli bir zikir yoktur.
b) Ebû Hanife, eş-Şeybanî ve Ahmed b. rfanbel'e göre üç defa Subhâne Rabbiye'l-Azîm denmesi uygundur. Sevrî'ye göre, imamın beş defa bu zikri okuması doğrudur.
Rükû ve secdedeki teşbihleri okumanın hükmü neâir?[22] (a) Rükû ve secdedeki teşbihleri okumak, Hanefî ve Şafiî Mezhebine göre, sünnettir (Subhâne Rabbiye'l-Azîm ve Subhâne Rabbiye'l-A'lâ):
1) Hanefî Mezhebine göre, üç defa Subbâne Rabbiye'l-Azim demek doğrudur.
2) Şafiî Mezhebine göre, her tesbîh sözüyle tesbîh uygulanabilir; ancak efdal olan belirtilen zikri okumaktır.
b) Maliki Mezhebine göre, rükû ve secdelerde teşbihleri okumak menduptur. Teşbihler için belli bir sayı ve süz yoktur; ancak yukardakiler evlâdır.
c) Hanbelî Mezhebine göre, yukarıdaki şekilde teşbihleri okumak vacip, fazlası sünnettir.
d) Caferi Mezhebine göre, rükûda zikir yapmak gerekir. İhtiyat, mutlak oluşudur. Ama yine ihtiyat, üç defa Subhânellah veya bir defa Subhâne Rabbiye'l-Azîm ve bi-Hamdihi demektir.
Cumhur'a göre rükû ve secdede Kur'ân okunmazken, Buharî ve bazı tabiîn hukukçularına göre okunabilir.
Rükûdaki sünnetleri, sözlü ve fiilî sünnetler şeklinde inceleyibiliriz:
a) Buharî, eş-Şafiî ve Malik'e göre, rükûda dua edilebilir.
b) Ebu Hanife'ye göre, sadece Kur'ân ve hadîslerdeki dualar okunabilir.
Rükûdan kalkınca, önce Semiallahu Limen Hamideh ve Rabbena Leke'l-Hamd demek sünnettir:
a) Namaz Kılanlara Göre:
i) İmam İçin:
a) Hanefi ve Malikî Mezheblerine göre, imam sadece tesmîi okur.
b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, imam hem tesmîi, hem de tahmîdi okur.
ii) Muktedî İçin:
a) ÜM'e göre, muktedî sadece tahmîdi okur.
b) Şafiî Mezhebine göre, muktedî her ikisini de okur.
iii) Munferid İçin:
Münferide tesmî ve tahmîdin ikisini de okuması sünnettir.
b) İşlemlere Göre:
i) Tesmî:
a) Hanefî Mezhebine göre, cemaatle kılınan namazda sadece imam için, tek başına kılman namazlarda münferîd için sünnettir.
b) Şafiî ve Maliki Mezheblerine göre, tesmî bütün namaz kılanlar için sünnettir.
c) Hanbelî Mezhebine göre, imam ve münferîd tesmî ve tahmîdi birlikte okur.
ii) Tahmîd:
a) Hanefî Mezhebine göre, cemaatle kılman namazda sadece muktedî için, diğer namazlarda tesmî ile birlikte sünnettir.
b) Şafiî Mezhebine göre, tahmîd bütün namaz kılanlar için sünnettir.
c) Malikî Mezhebine göre, tahmid, sadece münferîd ve muktedî için menduptur.
d) Hanbelî Mezhebine göre, imam ve münferîd, hem tesmî, hem de tahmîdi okur, muktedî ise sadece tahmîdi okur.
Rükûdan doğrulup azıcık durmak (kavme) Hanefî Mezhebine göre, vacip, ÜM'e göre farzdır. Kavmede tam doğrulmak ve bir miktar durmak sünnettir.
a) Elleri açık olarak dizlere koyup rükû yapmak,
b) Rükûdayken dizleri ve dirsekleri dik tutup bükmemek,
c) Rükû halindeyken sırtı ve boynu dümdüz yapmak, başı ve sırtı aynı hizada bulundurmak.
Hanefî Mezhebine göre, iki secde arasında oturmak vacip, ÜM'e göre farzdır. Bu oturuşu tam anlamıyla subhanellah diyecek kadar yapmak ise sünnettir.
a) Secdeye giderken Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, önce dizleri, sonra elleri, daha sonra da yüzü secde yerine koymak, kalkışı tersine, yani önce yüzü, sonra elleri, daha sonra da dizleri üstüne elleri koyarak dizleri kaldırmak sünnettir; Malikî Mezhebine göre, kalkışı Hanefî ve Hanbelî Mezheplerine ait bu görüşün gidişi, gidişi ise kalkışı gibi yapmak menduptur; Şafiî Mezhebine göre, kalkışta önce dizleri, sonra elleri kaldırmak sünnettir.
b) Secdede yüzü iki elin arasına almak; elleri yüzden geride bulundurmak; elleri yere ve parmaklar yapışık olarak dayamak; el ve parmakları kıbleye karşı bulundurmak, sünnettir.
c) Erkeklerin secdede karnı uyluklardan; dirsekleri yandan ve yerden uzak bulundurması, kadınlarınsa kollarını yaklaştırarak bulundurması sünnettir.
a) Malik'e göre, sağ ayak dikilir, sol ayak yatırılır, sağrı ise yere konur. Kadınlar da İfdâ veya teverruk denen bu şekille otururlar.
b) Ebû Hanife'ye göre, parmak uçları kıbleye doğru olarak sağ ayak dikilir, sol ayak üstüne oturulur. İftirâş adını alan bu oturuş şeklini kadınlar uygulamayıp, sağ ayaklarını yatırırlar.
c) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, birinci oturuşta Ebû Hanife'nin, ikinci oturuşta Malik'in görüşüne göre hareket edilir.
d) Taberî'ye göre, mükellef bu şekillerden her birini uygulayabilir.
a) Tahiyyat'ı içinden okumak,
b) Tahiyyat'ın okunması sırasında şehâdet parmağını kaldırmak:[27]
1) Hanefî Mezhebine göre, Tahiyyat'ın okunması sırasında Eşhedu derken şehâdet parmağı kaldırılır. Sadece sağ elin işaret parmağı kaldırılır ve eşhedu derken başlanır, illallah denince indirilir.
2) Şafiî Mezhebine göre, şehâdet parmağı illallah derken kaldırılır, birinci teşehüdden üçüncü rekâte kalkıncaya, son rekâtte selâm verinceye kadar böylece tutulur.
3) Malikî Mezhebine göre, işaret parmağı devamlı olarak sağa sola hafifçe oynatılır.
4) Hanbelî Mezhebine göre, teşehhüd ve duada Allah derken işaret parmağı kaldırılır, oynatılmaz.
a) Hanefî ve Malikî Mezheblerine göre, selâm verilecek rekâtte, Tahiyyat'tan sonra salavât ile duaları okumak sünnettir.
b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, ikinci teşehhüdde salavât okumak farzdır.
a) Selâm verirken başı önce sağa, sonra sola çevirmek,
b) Selâmda es-Selâmu Aleykum ve Rahmetullah demek,
c) İmamın arkasındakilere, hafaza meleklerine ve salih cinlere selâm vermeye, münferidin meleklere selâm vermeye niyeti,
d) Münferidin selâmı alçak sesle vermesi; imamın sol tarafa selâm verirken sesini alçaltması,
e) Cemaatle kılman namazda bir veya iki rekâtı kaçırdıktan sonra imama yetişen kimsenin -imamın sehiv
secdesi yapabileceğini düşünerek-, ikinci selâmdan sonra ayağa kalkması. Zarurî veya âcil bir iş gereği teşehhüdden sonra kalkılabilir.
a) Rükû dışırîda parmakları ne fazla sıkarak, ne de gevşetip, serbest bırakmak,
b) İmamın tekbir, tesmi ve selâmı yüksek sesle ve açıktan yapması.
a) Namaz kılarken zihni meşgul edecek şeylere bakmamak,
b) Kıyamda secde yerine, rükûda ayaklarına, secdede burnunun iki yanına, selâmda omuzlara bakmak,
c) Sütre edinmek, Hanefî ve Maliki Mezheplerine göre mendup, Şafiî ve Hanbelî Mezheplerine göre sünnettir.
d) Başı takke, bere, sarıkla örtülü namaz kılmak, açık başla kılmaktan efdaldir.[29]
a) Kaamet okunurken Hayye Ale's-Salah denince ayağa kalkmak,
b) İmamın, müezzin Ka d Kameti's Salâh derken namaza başlaması.
a) Fatiha ile zammı sûre arasında besmele çekmek,
b) Namaz sonrasındaki çeşitli teşbihleri uygulamak.[30]
Kalabalık cemaatle kılınan namazlarda çevredekilerin duymasını sağlamak için müezzin veya ehliyetli kimselerin tebliğde bulunması menduptur. Tebliğ; tekbir, tesmî ve tahmîdlerin, bu gibi kimseler tarafından imamın okumasından sonra, yüksek sesle tekrarlanmasıdır.
Namazda bir işlemi unutan kimseye Subhanallah diyerek durumu hatırlatmak sünnettir. Bu durumda İmam Malik'e göre hem erkekler, hem kadınlar subhanellah derken, eş-Şafiî'ye göre, erkekler subhanallah diyerek, kadınlar ellerini vurarak mükellefi uyarırlar.[31]
II. Namazın Şart/Farz İşlemi ve Genel Olarak Temizlik Unsuru
Abdest kelimesi Farsçadır. Arap dilindeki karşılığı olan Vudû, sözlükte "güzel ve temiz olmak" mânâsına gelir. Fıkıh dilinde ise abdest, "gasl ve mesh"ten ibarettir: Gasl, yüzün, kolların ve ayakların suyu akıtmak ve gezdirmek suretiyle yıkanması; mesh ise suyun dokundurulması suretiyle başın temizliği demektir.
Abdest alan kimseye Mutevaddı', abdestsiz kimseye ise Muhdes adı verilir.
Abdestin sebebi, namaz kılma veya ilgili diğer işlemlerin yapılması isteğidir.
Gerektiren hallerde genişçe ele alınacağı gibi, abdest almak, hale göre farz, vacip veya sünnettir. Namaz kılmak için abdestin farz olduğu,
"Ey İnsanlar! Namaza kalkacağınız zaman, yüzlerinizi, dirseklere kadar kollarınızı, başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüpseniz temizlenin, şayet hasta ve yolcu iseniz veya ayak yolundan gelmişseniz, yahut kadınlara yaklaşmışsanız ve su bulamamış s anız temiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinizi, ellerinizi onunla meshedin" [33] âyetiyle sabittir.
Abdestin namazın şartı olduğu ittifakla sabittir; ancak farz olma şartı mı, yoksa sahih olma şartı mı olduğu ihtilaflıdır: Cumhur'a göre abdest namazın bütününün şartıdır; şâz bir görüşe göre, cenaze ve tilavet secdesi için abdest almak gerekmez.
a) DM'e ve Caferî Mezhebine göre, Mushafa veya bir kısmına dokunmak için abdestli olmak şarttır, belli şartlar bulunmadan dokunmak haramdır:
1) Hanefi Mezhebine göre, beş şartla Mushafa abdestsiz dokunulabilir:
1.a) Mushaf’ın suya düşmesi veya yanması vb. zaruret hallerinin bulunması,
1.b) Mushaf’ın kendisine bitişmeyen bir kılıf içinde bulunması (Müfta bih görüşe göre -ondan ayrı da olsa- cilt ve satışta konuşmadan kendisinden kabul edilen kısımlar da bitişik kabul edilir),
1.c) Bulûğa ermeyen çocuktan öğrenmek için dokunması,
1.d) Müslüman olmak; gayr-i müslimlerin dokunmasına izin verilmez; eş-Şeybanî'ye göre gusül yapınca dokunabilirler. Kur'ân'ı ezberlemeleri caizdir. Mushafı eline almadan Kur'ân okumak abdestsiz için caizdir, ancak bu durumda abdest almak müstehaptır, cünüp ye âdet gören için haramdır. Tefsir kitaplarına abdestsiz dokunmak mekruh, diğerlerine ruhsat yoluyla caizdir.
2) Şafiî Mezhebine göre, şu şartlarla Mushafa veya bir kısmına abdestsiz dokunulabilir:
2.a) Korumak için taşımak,
2.b) Para veya elbise üzerine yazılı olmak,
2.c) İlmî kitaplarda delil olarak bulunmak, (Tefsir kitaplarında, tefsir kısmı âyetlerden fazla olunca dokunmak caiz, âyetler fazla olunca helal değildir.)
2.d) Öğrenmek için dokunmak. Küçük kese ve sandıklardaki Mushaflara dokunmak da bu hükümlere tâbidir.
3) Maliki Mezhebine göre, Mushafa bazı şartlarla dokunmak caizdir:
3.a) Arapça yazılmaması,
3.b) Para üzerinde olması,
3.c) Mushafın korunması (Bazılarına göre korunmak için Mushafın bütününün taşınması caiz değildir; Mushafı taşımak için taşıyanın müslüman olması, Mushafın bir örtüyle örtülmesi gerekir.)
3.d) Taşıyanın öğretici veya öğrenci olması. Abdestsiz kimsenin Mushafa dokunmadan Kur'ân okuması caizdir, ancak efdal olan abdestli olmaktır. Çocuklar abdestsiz de okuyabilirler.
4) Hanbelî Mezhebine göre, bazı şartlarla Mushafa abdestsiz dokunmak caizdir:
4.a) Kendinden ayrı bir kılıf içinde olması,
4.b) Korumak için -temiz bir örtüye sararak- dokunulması,
4.c) Küçüğün taşıması.
5) Caferî Mezhebine göre, Mushafa ve ayrıca Allah'ın isim ve özel sıfatlarının yazılı olduğu şeye abdestsiz dokunulmaz. Peygamber ve imamların adlarının bulunduğu şeylere de abdestsiz dokunmaktan kaçınmak gerekir.
b) Zahirî Mezhebine göre, Mushafa dokunmak için abdest almak şart değildir.
Cumhura göre, cünüp kimsenin uykuya yatarken abdest alması müstehap, Zahirî Mezhebine göre, farzdır.
Cumhur'a göre yeme-içme, ailesiyle birlikte bulunmak için -temizlikle bir ilgisi olmadığından- abdestli olmak farz değildir.
Cumhur'a göre Kur'ân okumak için abdest almak farz değildir, bir gruba göre farzdır.
a) ÜM'e göre, tavaf için abdestli olmak şarttır, abdestsiz yapılan tavaf sahih olmaz.
b) Hanefî Mezhebine göre, tavaf için abdest almak vaciptir, abdestsiz tavaf için dem (kurban) gerekir.
c) Ebu Hanife'ye göre, abdestsiz olduğunu bilmeden tavaf yapılırsa bu sahih olur, fakat bilerek sahih olmaz.
d) Caferi Mezhebine göre, farz hac ve umredeki tavaf abdestsiz yapılmaz; mendub hac ve umrede de şart oluşu ihtiyattır.
Az önce geçtiği gibi tavaf için abdestli olmak ÜM'e göre şart, Hanefî Mezhebine göre, vaciptir.
Uykuya yatarken ve kalkarken, Kur'ân ve hadis okumak, abdesti varken yenilemek, ölü yıkadıktan sonra, ilmî çalışma yapmak, kızgınlığı gidermek için abdest almak sünnettir.
Alınan her çeşit abdestle yukardaki (bütün) işlemler yapılabilir.
Hanefî Mezhebine göre, müslüman olmak abdestin farz, Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, hem farz, hem sahih, Maliki Mezhebine göre, yalnızca sahih olmasının şartıdır.
Bulûğa ermeyene abdest almak farz değildir, ancak onun aldığı abdest sahihtir.
Farz namazların vakti girince, bu namazları yerine getirebilmek için abdest almak farzdır. Bu, her çeşit namaz için böyledir. Vaktin girmesi, abdestin sahih olması için şart değildir. Nitekim, çoğunlukla bu şekilde hareket ederiz.
Namaz vakti içinde abdest almak geniş zamanlı olarak gereklidir. Vaktin sonunda ise abdestin hemen alınması gerekir.
Nafile namazlarda abdestin farz olma vakti, hemen namaz öncesidir.
Mazurun (özürlü kişinin) namaz vakti girmeden abdest alması değişik şekillerde açıklanır:
a) Hanefî Mezhebine göre, mazurun, vakit girmeden önce abdest alması sahihtir, ancak vaktin çıkmasıyla abdesti bozulur.
b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, mazurun abdesti, vakit girdikten sonra sahih olur.
c) Malikî Mezhebine göre, mazurun abdesti, vaktin girmesinden önce de, sonra da sahihtir.
Önceden alınan bir abdest bozulmadıkça geçerliliğini korur, yeniden alınması gerekmez. Abdestsiz olunca veya abdest bozulunca namaz için yeniden abdest almak farz olur.
Abdest almanın farz olması için kişinin abdest almaya veya suyu kullanmaya gücünün yetmesi gerekir. Mazeretten dolayı abdest almaya gücü yetmeyenler mesh veya teyemmüm yaparlar.
Akıllı olmak abdestin hem sahih, hem de farz olmasının şartıdır.
Abdestin hem farz, hem de sahih olmasının şartlarından biri de adetli ve lohusa olmamaktır.
Abdestin farz olma vakti namaz için namaz vaktinin girmesi, diğerleri için bu işlemleri yapma isteğinin bulunduğu zamandır.
Abdest işlemleri abdestin farzları ve sünnetleri şeklinde iki grupta ele alınır:
Abdestin farz işlemlerinden biri, yüzün, kolların ve ayakların usûlüne uygun bir biçimde yıkanmasıdır.
Bu konuda bazı ayrıntılar bulunur:
1) Sakalsızlar: Sakalsız kimseler için yüzün boyu saç bitimiyle çene altı arasıdır. Şafiî Mezhebine göre, çene de yüzden sayılır. Saçlar normal olarak alnın az üstünden biter. Bu konuda anormallik iki şekilde olur:
a) Asla: Saçları ön taraftan dökülen kimseler bütün başını yıkamayıp, normal saç bitim yeri olan alnın az üstüne kadarını yıkar.
b) Efra', Akra veya Egamm: Saçı alnına kadar uzayanlar da, bir önceki gibi hareket eder.
2) Sakal, Bıyık ve Kaş:
a) Sakal: Hanefî ve Caferi Mezheblerine göre, yüzün üst kısmından çene altına kadar olan sakalı -uzunluğu ne olursa olsun- yıkamak gerekir, bunun dışındakileri yıkamak gerekmez; ÜM'e göre yüz sınırını aşan sakalı da yıkamak farzdır. DM'e göre sakal seyrek olur ve suyu cilde ulaştırmak mümkünse parmaklarla aralanır; sık olur ve suyu ulaştırmak mümkün değilse ÜM'e göre mümkün kısımları yıkanır, Maliki Mezhebine göre, suyu ulaştırmak mümkün değilse mümkün olduğu kadar yıkamak, sık sakalı da hareketlendirmek gerekir.
b) Bıyık: Bazıları (meselâ Ebu Abdillah el-Belhî) sık olur ve suyu cilde ulaştırmazsa abdestin bâtıl olduğu gorüşündeyken, diğer bazı hukukçular (meselâ eş-Şafıî) sakaldaki gibi sadece dış kısmın yıkanmasını şart koşar; fetva verilen görüş abdestte ikincisi, gusülde birincisidir.
c) Kaşlar: Seyrek olur ve suyu cilde ulaştırırsa parmaklarla ovalanması gerekir, aksi halde ovalanmaz.
Yüzün eni, iki kulak yumuşağı arasıdır, yanakla bunlar arası da yüzden sayılır ve yıkanır. Maliki ve Hanbelî Mezheblerine göre, kulak yumuşaklarının üstü ile göz arasındaki saçları yıkamak gerekmez, baştan sayıldıklarından meshedilirler.
Burnun dış kısmı, yüzden sayılır ve yıkanması farzdır; yalnızca Hanbelî Mezhebine göre, ağız ve burnun içi de yüzden sayılır ve yıkanmaları farzdır.
Özetlersek, DM'e göre de yüzün tanımı aynıdır, ancak Şafiî Mezhebi çene altındaki sakalları da yüzden sayar; DM'e göre de sakal seyrek olur, yani bakan kişi cildi görürse, hilallemek (ovalamak) vaciptir. Saçların hilallenmesi sünnettir, ancak Maliki Mezhebine göre, saçların hareketlendirilmesi vaciptir; ÜM'e göre kulaklar yüzden değildir, Hanbelî Mezhebi de kulakları başın bir kısmı olarak kabul eder.
Malik, eş-Şafiî ve Ebû Hanife'ye göre ağız ve burun temizliği sünnettir.
İbn Ebî Leylâ ve bazı zahirî hukukçular ile hadisçiler ve Ahmed'e göre, her ikisi de farzdır.
Ebu Sevr, Ebu Ubeyd ve bazı zahirî hukukçulara göre, burun temizliği farz, ağız temizliği sünnettir.
a) Hanefî ve Maliki Mezhebleri île eş-Şafiî'ye göre, abdest almaya başlamazdan önce, abdest kabına sokmadan (bugün için abdeste başlamadan) elleri yıkamak sünnettir.
b) -Bir kavlinde- Malik'e göre, ellerinin temizliğinde şüphelenen için yıkamak müstehaptır.
a) Mutlak Farz Olması: Zahirî Mezhebine göre, uykudan uyanınca ellerin yıkanması farzdır.
b) Gece Uykusu İçin Farz Olması: Ahmed'e göre, gündüz uykusundan değil, gece uykusundan uyanınca elleri yıkamak farzdır.
a) ÜM'e göre, kolların yıkanmasıyla ilgili olarak bazı ayrıntılar bulunmaktadır:
1) Fazla parmağın olması halinde onun da yıkanması gerekir.
2) Fazla kol aslî ile aynı boyda olursa yıkanır, diğer şekildeki yıkanmaz, ancak yıkanması menduptur,
3) El veya tırnağında çamur, hamur vb. bulunursa giderilir, yıkanması gerekmez, fırıncılar için bu şart değildir. Tırnak altında bulunan kirlerin giderilmesi, müftâ bili (fetva verilen) görüşte abdeste zarar vermez, ancak bazı hanefı hukukçulara göre farzdır. El veya tırnaklar üzerindeki suyu cilde ulaştırmayan katı maddeler giderilir ve kollar öylece yıkanır.
4) Kolun eksik kısmı bulununca, mevcut kısımlar yıkanır.
b) Şafiî Mezhebi de aynı görüştedir, ancak suyun ulaşmasını önleyen ve tırnak uçlarıyla aynı hizadaki katı maddelerin giderilmesi vaciptir, bu hükümden sadece çamur işçileri vb. -bunlar az olunca- istisna edilir.
Cumhur'a göre dirseklerin yıkanması farzdır, bazı zahirî hukukçular ile müteahhirîn maliki hukukçulara ve Züfer'e göre farz değildir.
Dirseğin kesilmesi halinde, Cumhur'a göre bu kesik yer yıkanırken, diğerlerine göre yıkanmaz.
a) Hanefî Mezhebine göre, başın dörtte biri meshedilir: Bu kısım da, avuç içi kadardır. Dörtte birin ön kısımdan olması şart olmayıp, bütününün dörtte biri bulması yeterlidir. Herhangi bir sebeple başa bu kadar suyun dökülmesi de mesh yerine geçer. Yağmur yağınca başın ıslanmasıyla -eliyle mesnetsin etmesin- mesh gerçekleşmiş olur. Meshin üç parmakla yapılması şarttır. Aynı durum iki parmakla da gerçekleştirilebilir. Saçı çok öne veya boyna inenler buralarını değil, başı mesheder. Böyle bir durumda kulakların üstündekiler baştan sayılır, diğerleri sayılmaz.
b) Şafiî Mezhebine göre, -az da olsa- başın bir kısmını meshetmek farzdır: Meshin elle olması şart koşulmayıp, su vermekle de bu farz yerine getirilmiş olur. Saçlar uzar ve aşağı inerse, bu fazlalığın meshi yeterli olmaz, bizzat başa bitişik saçların meshi gerekir. Başın meshedilmeyip yıkanması da mekruh olmayıp, evlâya aykırıdır.
c) Caferi Mezhebine göre, başın ön tarafından bir miktarı meshedilir. İhtiyat olan, bir parmak eninden azıyla yetinmeyiştir. Ön taraftaki saçlar çok uzun olursa, saçların ucunun meshi caiz olmaz.
d) Maliki ve Hanbelî Mezheblerine göre, başın bütününü meshetmek farzdır:
1) Maliki Mezhebine göre, uzayan, örgülü saçları da meshetmek gerekir, örgülü saçlar üç iple bağlandıysa çözülür ve yıkanır, iki veya bir iple bağlandıysa ve bu sağlam olursa çözülür, hafif olur veya ipsiz örülmüşse -bağlansa bile- çözülmeyebilir. Başı yıkamak mekruhtur.
2) Hanbelî Mezhebine göre, kulaklar da baştan kabul edilir. Ayrıca saçlar boyna veya omuzlara inerse, sadece baş hizasına kadar olanı meshedilir. Başın yıkanması -elin gezdirilmesi şartıyla- mesh yerine geçer, ancak bu mekruhtur.
Özetlersek, Hanefî ve Şafiî Mezheblerine göre, başın bütününü meshetmek sünnettir, ilkine göre dörtte biri, ikinciye göre bir kısmını mesh farzdır; Malikî ve Hanbelî Mezheblerine göre, başın tamamını meshetmek gerekir.
a) Yeterli Miktar[48]:
Malikî ve Hanbelî Mezheblerine göre, başın bütünü, Ebu Hanife'ye göre dörtte biri, bazı Malikîlere göre üçte biri, Tahâvî ve Kerhfye göre alın miktarı meshedilir. eş-Şafiî'ye ve Caferi Mezhebine göre mesh için belli bir ölçü yoktur.
b) Suyu Yenilemek[49]:
1) Cumhur'a göre, başın meshedilmpsi için suyun yenilenmesi farzdır.
2) İbnu'l-Mâcişûn ve İbn Habib'e göre, şart olmayıp, aynı ıslaklıkla meshedilebilir.
c) Sarık vb.'ne Mesh[50]:
1) Ahmed, Ebu Sevr, Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellâm'a göre, bunlara mesh caizdir.
2) Malik, eş-Şafii ve Ebu Hanife'ye göre caiz değildir. Hanbelî Mezhebine göre, başörtüye de mesh caiz olmaz.
3) Caferî Mezhebine göre soğuk, yırtıcı hayvan vb. bulunması gibi zaruret hallerinde, peçe üzerine meshedilebiîir.
d) Meshin Şekli[51]:
Meshin, bazısına göre başa, bazısına göre alna doğru olması müstehaptır.
a) Bazı Malikî hukukçulara göre, kulakların meshedilmesi farzdır ve bunun için su yenilenir.
b) İbn Rüşd -başla birlikte meshine bakarak- Hanefî Mezhebi açısından farz olduğu görüşünü naklederse de, doğrusu sünnet olduğudur.
c) eş-Şafiî'ye ve bazı Malikî hukukçulara göre de, kulakların meshi sünnettir, bu ayrı suyla yapılır.
Ayakları yıkamak, abdestin farzlarından biridir. Bu yıkama, çıplak ayağa uygulanacağı gibi,, mest ve sargı üzerine mesh biçimine de dönüşebilir.
a) Hükmü:
1) Cumhur'a göre ayakların topuklara kadar yıkanması fazdır: Bunlar topuk kemikleriyle birlikte yıkanır, kesik kısımdan farz düşer. Ayakta yarık olur ve buna ilaç sürülünce yıkanması bir zarar verirse yıkanmaz, zarar vermezse yıkanır. Yarıklar fazla olur, yıkamak zarar verirse veya suya koyup çıkarırsa yıkanma farzı düşer, sadece meshedilir, mesh de yapılamazsa sadece zarar vermeyen kısım yıkanır.
2) Caferî Mezhebine göre, ayaklar yıkanmaz, meshedilir. Mesh, uzunlamasına parmak uçlarından topuk kemiğine kadar, mesh denilecek şekilde yapılır; ihtiyat olan, eklem yerine kadar meshtir. Enlemesine mesh için ölçü yoktur. Mesh avuç içleriyle, bunlarla yapılamazsa dışlarıyla, her ikisiyle de yapılamazsa dirseklerle yapılır. Meshte, meslıeden organ, meshedilenin üzerinde gezdirilir, aksi caiz değildir.
b) Şekli:
Cumhur'a göre ayaklar yıkanır; Caferîlere göre meshedilir; Taberî ve el-Hasenu'l-Basrî'ye göre ikisi de caizdir, mükellef istediğini seçebilir; bazı müteahhirîn hukukçulara göre her ikisini de uygulamak gerekir.
Rivayetleri değerlendiren İbn Rüşd, birinci görüşün haklı olduğunu belirtir.
a) Tanımı: Cumhur'a göre ayağın iki tarafındaki yüksekçe kemikler, -bir nakilde- eş-Şeybanî'ye göre ayağın üst yanındaki eklem yeri topuk adını alır.
b) Hükmü: Cumhur'a göre topukların yıkanması farzdır, Züfer'e göre farz değildir.
Abdest ve gusülün kolaylıklarıyla ilgili bulunan bu her iki konu da, ileride geniş olarak ele alınacaktır.
a) Hanefî Mezhebi ile es-Sevrî'ye göre, abdest alırken niyet etmek -kurbet mânâsı taşımayıp cumaya gitmek gibi ibadet vesilesi olduğundan- sünnettir.
b) Şafiî ve Maliki Mezhebleri ile Ebu Sevr ve Davud'a göre, niyet, abdestin farzlarından biridir:
1) Şafiî Mezhebine göre, niyetin, ilk farz işleme, yani yüzün yıkanmasına, herhangi bir sebeble yıkanmazsa kolların yıkanmasına bitişik olması gerekir. Ağız ve burun temizliği sırasındaki niyet, sahih değildir. Özürlünün abdest alırken bununla yapacağı işleme -meselâ namaza veya Mushafa dokunmaya- veya abdestin farzını edaya niyet etmesi gerekir.
2) Malikî Mezhebine göre, namaz ve hadesin kalkması vb. için kalben niyet edilir. Namazın abdest sonuna kadar unutulmaması şart koşulmaz. Abdeste başlarken veya az önce yapılması gerekir. Niyetin sahih olması için müslüman, mümeyyiz ve kesin kararlı olmak şarttır. Abdest sırasında niyetin hükümsüz bırakılması mümkündür, ancak niyet sonradan hükümsüz bırakılamayıp abdest sahih olur.
3) Hanbelî Mezhebine göre, niyet farz değil, abdestin sahih olma şartıdır.
4) Caferi Mezhebine göre de, niyet, abdestin sahih olma şartlarındandır. Allah'ın emrine uyma ve kurbet niyetiyle ve ihlasla yapılır. Niyete, riya karışırsa abdest bâtıl olur. Niyet, abdestin başından sonuna kadar geçerlidir. Niyette kurbet ve ihlas-tan başkası muteber değildir.
Bir gruba göre farz, (meselâ Malik'e göre unutma dışında farzdır, tutunca kalple yapılır) bir gruba (meselâ Hanefî Mezhebine) göre menduptur.
a) Hanefî ve Malikî Mezhebleri -özellikle müteahhirîn malikîler-, es-Sevrî ve Davud'a göre tertîb farz değil, sünnettir.
b) Şafiî, Hanbelî ve Caferî Mezhebleri ile Ebu Ubeyd'e göre abdest organlarının yüz, kollar, baş ve ayaklar sırasıyla yıkanması farzdır. .
Farz ve sünnetler arasındaki tertibe uymak Malik'e göre müstehap, Ebu Hanife'ye göre sünnettir.
a) Hanefî ve Şafiî Mezheblerine göre, muvâlât farz değil, sünnettir.
b) Malikî, Hanbelî ve Caferî Mezhebleri ile -bir kavlinde- eş-Şafiî'ye göre, abdest organlarını aralıksız yıkamak farzdır: Muvâlât -normal yer, zaman ve beden şartlarında- bir organ kurumadan öbürünü yıkayarak gerçekleştirilir. Malikî Mezhebine göre, bunun için iki şart aranır:
1) Hatırlamak: Unutarak yüzden önce kollar yıkanır, abdest sahih olur, ancak hatırlayınca abdestin bitiminde niyeti yenilemek gerekir.
2) Aciz Olmak: Aşırı gitmeksizin muvâlâttan âciz olma halinde de farz düşer, fakat tefrit (cimrilik) halinde -zaman uzarsa- düşmesi sözkonusu değildir.
ÜM'e göre abdest organlarının ovulması sünnetken, Maliki Mezhebine göre, abdest alırken organları ovmak farzdır: Bu işlem organ üzerinde suyun gezdirilmesi veya saçların ve parmak aralarının hilallenmesi ile gerçekleştirilir.
Bütün organların birer defa yıkanması farz, iki ve üç defa yıkanması menduptur.
Başın üç defa meshedilmesi eş-Şafiî'ye göre faziletken, Cumhur'a göre fazilet değildir.
Abdestin sünnetlerini abdest öncesindeki, abdestin başlangıcındaki ve abdest sırasındaki sünnetler şeklinde ele alabiliriz:
Büyük veya küçük boşaltımdan sonra ön ve arka boşaltım yerlerindeki pisliği temizlemek için yapılan işleme İstinca denir.
Kerhî istincaya İsticmar, Tahâvî İstitâbe, bazıları ise İstibra veya İstinkâ demektedirler. Bunlardan istinca, su veya taşla; istinkâ, taş ve parmakla; isticmar, taşla yapılan temizlik demektir. İstibra ise, tam boşaltıma kadar bekleme ve eserini giderinceye kadar temizlemenin adıdır.
İstinca ön ve arka boşaltım yerinden çıkan gözle görülür maddelerin temizlenmesi için yapılır, yellenme için yapılmaz. Bu sebeple istincanın hükmü idrar ve dışkının çıkış yerindeki durumuna bağlıdır:
a) Farz İstinca:
1) Atmığın, âdet ve lohusa kanlarının temizlenmesi farzdır.
2) İdrar ve dışkının çıkış yerini kaplaması halinde, eş-Şeybanî'ye göre ihtiyaten -az veya çok- temizlemek farz olur; Ebu Hanife ve Ebû Yusuf’a göre bir dirhemden fazla çıkınca pisliğin temizlenmesi farz olur, dirhem katılarda bir kırat, sıvıda avuç doluşudur, fakat her iki görüşün de -meselâ suyun bolluğu veya kullanma imkanına göre- uygulama alanı vardır; Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre her durumda istinca farzdır ve maddenin çıkışının kesilmesi şarttır.
b) Sünnet İstinca:
Necaset çıkış yerini kaplamayınca, istinca sünnettir: Bu durumda istinca yapılmazsa, namaz, Hanefî Mezhebine göre -necasetin azlığı dikkate alınarak- kerahatle sahihken, Şafiî Mezhebine göre sahih değildir; ancak taşla istinca yapıldığı halde necaset tamamen giderilmese de sahihtir.
c) Müstehap İstinca:
İdrar boşaltımında sadece ön avret yerinin yıkanması müstehaptır. İbn Rüşd, istinca konusunda Maliki Mezhebinin görüşünün genellikle mendup olduğunu belirtir.
d) Bid'at İstinca:
Necaset çıkmayıp, sadece yellenmeden dolayı istinca yapmak bidattir. Bu çeşit istinca Mâliki Mezhebine göre, mekruhtur.
a) Rüknü: İstincanın dört rüknü vardır:
1) Mustencî: Temizliği yapan mükellef,
2) Mustencâ Minh: Necaset,
3) Mustencâ Bih: Temizlik yapılan madde,
4) Mustencâ Fîh: Temizlik yapılan ön ve arka avret yeri.
İstincanın suyla yapılması esastır. Önceki semavi dinlerde bu şarttı. İslâm diğer maddelerle de istinca yapılmasını meşru kılmıştır.
b) Kullanılacak Maddeler[62]:
1) Bir gruba göre, kemik ve dışkı kullanılmaz, başka maddeler kullanılır.
2) Malik'e göre, hürmete layık yiyecek maddeleri -bir nakilde kullanılması israf sayılan maddeler- kullanılmaz.
3) Taberî'ye göre, temiz veya necis bütün maddeler kullanılır.
İstinca taş, toprak vb. temiz maddelerle yapılır, bunlarla yapılması sünnettir; ancak yıkamak efdaldir. Kemik, insan ve hayvan yiye çekleriyle istinca yapmak ise mekruhtur.
İstinca için kullanılan bu maddelerde önemli olan Hanefî Mezhebine göre sayı değil, temizliğin yapılmasıdır; eş-Şafii’ye göre her ikisi de gereklidir, bu sebeple temizlik meselâ iki taşla gerçekleşse sayı üçe tamamlanır. Vesveseliler normal olarak üç, en çok yedi defa temizlik yapar.
Necaset bir dirhemden fazla olunca bazı hanefî hukukçulara -meselâ Mavsılî, Tahâvî, Mergınânî'ye- göre istinca taşla yapılmaz, sadece yıkamak da caizdir; Ebu'l-Leys ve Kasânî'ye göre -giderilirse- taşla da caizdir; Malikî Mezhebine göre, kadının idrarı, necasetin çokça yayılması, mezi, atmık, âdet ve lohusa kanlarının temizlenmesi için normal şartlarda mutlaka su kullanılır.
c) Şekli:
1) İstinca sol elle yapılır, sol elle toplanır. Sol eli olmayanlar, sağ elini kullanabilirler.
2) ÜM'e göre gerek evde, gerek kırda, ön veya arkayı kıbleye karşı tutmak mekruhtur; Ebu Hanife'den arkayı dönmenin mekruh olmadığı görüşü nakledilir; Şafiî Mezhebine göre, her yerde ve her boşaltım şeklinde istincanın kıbleye dönerek yapılması caizdir; bir gruba göre şehir ve kırlarda caiz, diğer yerlerde caiz değildir.
3) İstincada parmakların ucu değil, içleri kullanılır; uçlarının kullanılacağı da nakledilir. Kadınların istincası da bu şekildedir, ancak bazı hukukçulara göre kadınlar istincayı parmak uçlarıyla yapar.
Abdestten önce ağız temizliği için misvak kullanmak sünnettir. Hanefî Mezhebine göre, her çeşit misvak, her zaman kullanılabilirken, eş-Şafiî'ye göre oruçlunun zevalden sonra misvak kullanması mekruhtur.
Abdestin başındaki niyet, besmele ve elleri yıkamak bazılarınca sünnet, bazılarınca farzdır. Uykudan kalkınca, elleri bileklere kadar yıkamak sünnettir: İstinca yapılınca, eller bazısına göre önce, bazısına göre sonra, diğer bazılarına göre de hem önce, hem de sonra yıkanır.
Tertip, muvâlât ve sayı ile ilgili hükümler daha önce açıklandı. El ve ayakları yıkarken sağ organların önce yıkanması sünnettir.
Hz. Peygamber'den rivayet edilen abdest dualarını okumak da sünnettir:
"Allah'tan başka îlâh olmadığına, O'nun tek ve ortaksız olduğuna, Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ederim." "Allahım! Beni tevbe edenlerden kıl, beni temizlenenlerden kıl."
Abdest konusunda nakledilen diğer dualar, büyük insanların okudukları, her organa uygun dualardır.
Her organı yıkarken ovalamak da -az önce geçtiği gibi-sünnettir.
Ağız ve burun temizliğinin hükmü, önceden açıklanmıştı:
1) Ağzı ve burnu sağ elle temizlemek; bazılarınca ağız sağ, burun sol elle temizlenir.
2) Ağzı üç defa çalkaladıktan sonra her defasında çıkarmak,
3) Oruçlu olunca ağzı aşırı gitmeksizin çalkalamak; oruçsuz kimsenin fazlaca çalkalaması sünnettir,
4) Burna üç defa su çekip sol elle iyice temizlemek,
5) Önce mazmaza, sonra istinşakı uygulamak,
6) Her ikisi için de ayrı su kullanmak.
1) Suyu bıyıkların ve kaşların altına ulaştırmak,
2) Sakalın çeneden aşağıya uzanan kısmını meshetmek ve sakalı hilallemek.
1) Önce elleri bileklere kadar yıkamak,
2) El ve ayak parmaklarını hilallemek,
3) Kolları dirseklere kadar yıkarken elleri yeniden yıkamak,
4) El ve ayakları yıkamaya parmak uçlarından başlamak.
Yüzün farz miktardan fazla yıkanması Gurre, el ve ayakların bu şekilde yıkanması Tahcîl adını alır: Hanefî Mezhebine göre, bunların bir ölçüsü yoktur; Şafiî Mezhebine göre, mutlak, yarısına kadar ve omuz-diz olmak üzre üç ölçü bulunmaktadır,.
1) Tamamını meshetmek,
2) Hanefî Mezhebine göre, bir defa mesh sünnet, üç defa mekruhken, eş-Şafîî'ye göre sünnettir.
3) Başı meshettikten sonra kulakları meshetmek; bu, yeni su ile olabileceği gibi, başın meshedildiği suyla da yapılabilir.
4) Kulakların meshinden sonra boynu meshetmek, Ebu Bekr el-A'meş'e göre sünnet, Ebu Bekr el-İskâfa göre âdabtır. Cumhur'a göre meshi önden yapmak, el-Hasenu'l-Basrî'ye ve -bir nakilde- eş-Şeybanî'ye göre önce öne, sonra arkaya doğru yapmak sünnettir.
1) Vakit girmeden namaza hazırlık için abdest almak,
2) Kıbleye dönmek,
3) Yüksekçe bir yerde bulunmak suretiyle suyun ve pisliğin sıçramasını önlemek,
4) Organları ovmak için başkasının yardımını istememek; suyu hazırlamak ve dökmek için yardım istenebilir,
5) Zaruret olmadıkça konuşmamak,
6) Başından sonuna niyeti unutmamak ve her organı yıkarken besmeleyi yenilemek.
1) Suyu israf derecesinde ve çok az derecede kullanmamak,
2) Suyu güneşte ısıtmak,
3) Abdest için bir kap kullanmak ve bunu yalnız kendi kullanmamak.
1) Ağza ve burna sağ elle su vermek ve sol elle temizlemek
2) Yüzüğü oynatmak,
3) Yüzü yıkarken göz pınarlarını ovarak suyu ulaştırmak,
4) Suyu dirseklerin ve topukların yukarısına ulaştırmak.
1) Kıbleye karşı dönerek şehadet getirmek,
2) Abdest bitince bir, iki veya üç defa Kadr sûresini okumak,
3) Kerahat vakti değilse iki rekât namaz kılmak.
Farzlara, sünnetlere ve mekruh hal ve hareketlere dikkat edilerek alman abdest âdâb ve erkânına uygun olarak alınmış demektir. Abdest alırken mekruh olan bazı hal ve hareketler şunlardır:
1) Suyu gereğinden az veya fazla kullanmak,
2) Suyu organa hızla çarpmak,
3) Gereksiz yere konuşmak,
4) İhtiyaç yokken yardımla abdest almak,
5) Abdestin sünnetlerini terketmek.
Abdestin bozulmasına İhdas, bozan hale Hades, abdesti bozulan mükellefe de Muhdes denir. Hades hakikî ve hükmî olmak üzere iki çeşittir[65]:
Hanefî Mezhebine göre, diri insandan -ön veya arka yol veya yara vb.'den olması sonucu değiştirmez- necaset çıkması; Züfer'e göre görünmesi; -bir kavlinde- Malik ve eş-Şafiî'ye göre iki yoldan bir maddenin çıkması hakikî hadestir:
Sağlıklı mükelleflerde hakikî hades; ön veya arka boşaltım yerinden çıkan maddeler ile kanama ve salgılarla gerçekleşir:
Sağlıklı mükelleflerde boşaltım yerlerinden çıkan normal şekildeki hakimî hades, ön veya arka boşaltım yerinden çıkan maddelerle olur:
a) Ön Yoldan Çıkanlar:
i) İdrar[66]:
İdrar ihtilafsız olarak abdesti bozar.
ii) Mezî[67]:
Çoğunlukla şehvet anında çıkan ince sarı suya "mezi" denir: Mezi abdesti bozar; bazılarına göre böyle bir durumda birleşme organı ve sidik torbası yıkanır; bazılarına göre ise istinca yapılır.
iii) Vedî[68]:
Çoğunlukla idrardan sonra çıkan ve atmığa benzeyen beyaz ve koyu suya "vedi" denir: Vedi ihtilafsız olarak abdesti bozar.
iv) Hadî[69]:
Doğumdan önce hamile kadından çıkan beyaz su "hadi" adını alır: Abdesti bozar.
v) Atmık (Meni)[70]:
a) Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, şehvet duymadan çıkan atmık abdesti bozar, guslü gerektirmez; şehvetle çıkan ise hem abdesti bozar, hem de guslü gerektirir.
b) Şafiî Mezhebine göre, atmık, -şehvetle veya şehvetsiz çıksın- abdesti bozar.
c) Maliki Mezhebine göre, şehvetsiz çıkan atmık guslü gerektirmez, sadece abdesti bozar.
b) Arka Yoldan Çıkanlar:
i) Dışkı[71]:
İdrar gibi dışkı da abdesti bozar. İdrar ve dışkının tabiî yerlerden çıkmayıp, başka yerden çıkması, Şafiî ve Hanbelî Mezhepleri arasında ihtilaflıdır: Şafiî Mezhebine göre, çıkış yeri, tıkandığı için, göbeğin alt kısmından dışarı çıkarsa abdesti bozar. Midenin üstü açılırsa, her iki görüş de bulunmakla beraber, meşhur olan bozmayacağıdır. Hanbelî Mezhebine göre, bunlar abdesti bozar. Caferî Mezhebine göre, nereden çıkarsa çıksın dışkı abdesti bozar.
ii) Yellenme[72]:
ii.i) Arkadan Yellenme:
Normal yoldan yellenme abdesti bozar. Bu konuda esas, ses veya koku duymak şart olmayıp, yellenme olduğuna dair kesin kanaat bulunmasıdır.
ii.ii) Önden Yellenme:
1) Hanefî hukukçu Kerhî'ye göre, erkek veya kadının ön yolundan çıkan yel abdesti bozmaz, eş-Şeybanî'den bozacağı görüşü nakledilir.
2) Hanbelî hukukçulardan bazısına göre, önden yellenme de abdesti bozar: el-Kadı'ye göre kadınınki, İbn Akîl'e göre erkeğinki abdesti bozar.
İlke olarak şu bilinmelidir: Normal olarak iki boşaltım yerinden çıkan idrar, dışkı, atmık, mezi, vedi vb.'nin abdesti bozması -İbnu'l-Munzir'in nakline göre- icmâ ile sabittir[73]. Atmık, âdet ve lohusa kanı guslü, diğerleri abdesti gerektirir.
a) Genel Olarak [74]:
1) ÜM, es-Sevrî ve İshak'a göre, ön ve arka yoldan çıkması tabiî olmayan çakıl, kurt, kan, irin, yara suyu vb. abdesti bozar.
2) Malikî Mezhebine göre, -sağlıklı olarak- normal yoldan ve çıkması tabiî olan maddelerle abdest bozulur; midede oluşan çakıl veya kurt ile kan, irin ve yara suyu abdesti bozmaz,
b) Özel Olarak:
i) Kurt[75]:
ÜM, Atâ, el-Hasenu'l-Basrî, Ebu Miclez, el-Hakem, Hammâd, Evzai ve İbnu'l-Mubarek'e göre kurt abdesti bozar; Malikî Mezhebine göre, midede oluşan kurtlar abdesti bozmaz.
ii) Kan[76]:
Normal kanın durumu az sonra incelenecektir; âdet ve lohusa kanı, hem abdesti bozar, hem de güslü gerektirir; istihâda kanı, ilim ehlinin çoğuna göre abdesti bozarken, Rebi'a ve Malik'e göre bozmaz.
iii) İlaç[77]:
a) Hanefî Mezhebine göre, birleşme organı veya anüs deliğine ilaç akıtılır ve bu tekrar dışarı çıkarsa abdesti bozmaz; yapılan iğneden sonra dışarı çıkan ilaç ise abdesti bozar.
b) Hanbelî Mezhebine göre, erkeğin birleşme organı deliğine (ıhlîle) yağ konur veya ilaç akıtılırsa ve bu tekrar dışarı çıkarsa abdesti bozar. Pamukla sarılıp yaşlık çıkınca yine abdest bozulur, kuru olarak çıkarsa bazılarına göre yine bozulur; bazılarına göre ise bozulmaz.
Özetlersek, vücuttan çıkan necis maddelerin abdesti bozması konusunda hukukçular üç gruptur[78]:
1) Hanefî Mezhebi, Sevrî, Ahmed ve sahabeden Osman, Ali, İbn Mes'ud, İbn Abbas, İbn Ömer, Sevban, Ebu'd-Derda, Zeyd b. Sabit, Ebu Musa (veya Aşere-i Mübeşşere), nereden çıkarsa çıksın vücuttan çıkan bütün necasetlerin -kan, burun kanaması, kan aldırma, kusmuk- abdesti bozduğu görüşündedir; Ebu Hanife'ye göre balgam abdesti bozmaz, Ebu Yusufa göre ağız dolusu balgam abdesti bozar; Mücahid ise, çıkan bu maddelerin az olması halinde abdestin bozulmayacağı görüşündedir.
2) Şafiî Mezhebi, malikî hukukçulardan Muhammed b. Abdilhakem ve -bir kavlinde- Malik'e göre ön veya arkadan çıkan bütün maddeler abdesti bozar.
3) İmam Malik ve malikî hukukçuların çoğunluğuna göre, çıkması tabiî maddeler sağlıklı halde ön veya arkadan çıkarsa abdesti bozar; kan, çakıl, kurt, idrarın devamlı akması abdesti bozmaz. Bu sebeple, istihâda kanı abdesti bozmaz.
a) Genel Olarak[79]:
1) Şafiî Mezhebi, Malik, Rebi'a, Ebu Sevr ve İbnu'l-Munzir'e göre, vücuttan (daha doğrusu iki yol dışından) çıkan maddeler abdesti bozmaz.
2) Hanbelî Mezhebine göre, vücuttan çıkan kan, irin vb. -herkesin kendi bünyesine göre- çok olunca abdesti bozar.
b) Özel Olarak:
i) Ağız Ve Burun Kanaması[80]:
a) Hanbelî Mezhebi -çok olunca-, İbn Ömer ve el-Hasenu'l-Basrî'ye göre kan, irin, sarısu aynı hükümdedir.
b) İshak ve Evzai'ye göre sadece kan abdesti bozar.
ii) Yaradan Kan, İrin, Sarısu Vb. Çıkması[81]:
a) Ebu Miclez ve Evzai'ye göre irinden dolayı abdest bozulmaz.
b) Hanefî ve Hanbelî Mezhebleri, İbn Abbas, İbn Ömer, Saîd, Alkame, Mücahid, Atâ, Urve, Şa'bî, ez-Zuhrî, Katade, el-Hakem, Leys, Sevrî ve İshak'a göre necis maddeler abdesti bozar. Hanefî Mezhebine göre, etrafa yayılınca abdest bozulur, çıktığı yerde kalınca bozmaz, Züfer'e göre yayılsın yayılmasın, aksın akmasın bozar. Mergınani, kendi kendine akanların bozduğunu, mükellefin yarayı vb.ni sıkmasıyla su, irin vb. çıkarsa namazın bozulmayacağını nakleder. Burundaki yaradan akan kan, burun deliğinden çıkmasa da abdesti bozar. Tükürükle karışık olan kan için, şu hükümler uygulanır: Tükürük fazlaysa abdest bozulmaz, kan fazlaysa bozulur; eşit olunca kıyas yoluyla bozulmaz, istihsan yoluyla -tercih edilen de budur- bozulur. Yara üzerine kan çıkıp silindiğinde, silinmeyince akacak durumdaysa abdesti bozar; yaradan düşen kurt ve et parçası abdesti bozmaz. Burna konan ilaç, ağız veya kulağa dönerse abdesti bozmaz, -bir nakilde- Ebu Yusufa göre bozar.
iii) İstlhâda Kanı:
Cumhur'a göre, istinada kanı abdesti bozarken, Rebîa'ya göre bozmaz[82].
Abdesti bozup bozmaması konusunda salgıları, ağız ve mide salgıları biriminde iki grupta ele alıyoruz: a) Ağız Salgıları:
i) Kusmuk[83]:
i.i) Normal Kusmuk:
1.a) Hanefî Mezhebine göre, ağız dolusu olunca, Züfer'e göre az veya çok olsun kusmuk abdesti bozar. Mergınânî, sahih olan ölçünün de bu olduğunu belirtirken, Ebu Ali ed-Dakkâk'a göre ağız dolusunun ölçüsü konuşmayı önleyen, el-Hasan b. Ziyad ve Maturidî'ye göre tutulamayacak derecedeki kusmuk abdesti bozar.
Ayrı zamanlarda ağız dolusundan az kusunca, Ebu Yusufa göre aynı yerde ağız dolusuna ulaşınca bozar; eş-Şeybanî'ye göre kusma sebebi aynıysa abdest bozulur; Ebu Ali ed-Dakkâk'a göre her durumda abdest bozulur.
1.b) Hanbelî Mezhebine göre, çok olunca bozar; Ahmed'den ağız dolusu, yarı ağız dolusu ölçüleri de nakledilir.
1.c) Seyyid Sabık'a göre, kusmak abdesti bozmaz.
i.ii) Kan Kusmak[84]:
2.a) Ebu Hanife ve Ebu Yusuf tan iki nakil bulunmaktadır:
1) Az veya çok, sıvı veya katı bozar,
2) Sıvıysa bozar, katıysa ağız dolusu olunca bozar.
2.b) Muhammed eş-Şeybani’den ağız dolusu olmadıkça bozmadığı; sıvı ve ağız dolusu olunca bozduğu görüşü nakledilir. Çoğunluk eş-Şeybanî'nin ilk görüşündedir.
ii) Balgam[85]:
Hanbelî Mezhebi, Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'ye göre, balgam abdesti bozmaz; Ebu Yusuf ve Tahâvî'ye göre, ağız dolusu olunca bozar.
b) Mide Salgıları [86]:
Kâsânî, "mideden çıkan madde yemekle karışmışsa abdesti bozar, karışmamışsa bozmaz" görüşünü naklederken, Mergınânî "yemek veya su" ayrımı yapmaz.
Aşağıda belirtilecek şartlara uygun mazereti bulunan kimselere Özürlü veya Mazur denir. Böyleleri her abdest alışta namaz kılma niyetini yenilemelidir.
Çoğunluğa göre, belli şartlar altında, mazurun aldığı abdest sahih olur:
a) Vaktin Girmesi:
i) Şafiî Mezhebine göre, özürlünün abdest alması için namaz vaktinin girmesi şarttır, bundan önceki abdest bâtıldır.
ii) Hanbelî Mezhebine göre de, namaz vaktinin girmesi şarttır, ancak vakit öncesinde kaza veya cenaze namazı için alınan abdest sahihtir,
b) Özrün Belli Vakti Kaplaması:
i) Farz Namaz Vaktini Bütünüyle Kaplaması: Hanefî Mezhebine göre, mustehâda, burnu veya yarası devamlı kanayan, idrarını tutamayan veya devamlı yellenen, ishal olan vb. bu hallerle karşılaşmaksızın bir namaz vakti geçmeyen kimseler özürlü adını alır; ancak, özür, hastalığın başlangıcında değil, bir farz namaz vakti aralıksız devam edince gerçekleşir; özrün kalkması da, -buna bağlı olarak- bir namaz vakti devam edince gerçekleşir. Özür sabit olduktan sonra, devamı için -vaktin bir kısmında da olsa- varlığı yeterlidir. Bu tanıma göre, öğle namazının başından çıkışına kadar idrarını tutamayan ve ikindi vaktinde de -bir kısmında veya tamamında- kesilen kimse özürlüdür.
ii) Vaktin Çoğunluğunu veya Yarısını Kaplaması: Maiikî Mezhebine göre, idrar, yellenme vb. özürlerden birinin namaz vaktinin çoğunluğunu veya yansını kaplaması gerekir. Sabah namazında özürle karşılaşıp, bir-iki saat sonra necaset çıkması kesilen kimse özürlü olmaz, idrarı kesilene kadar bekleyip öğle için abdest alması gerekir.
iii) Temizlik ve Namaza Müsait Vakti Kaplaması: Hanbelî Mezhebine göre, hadesin temizlik yapıp, namaz kılacak kadarlık bir zaman kalkmadan devam etmesi gerekir. Hadesi bu kadarlık bir zaman kesilmesi âdet olan özürlünün, namazını bu süre içerisinde kılması gereklidir. Bu kadarhk bir zaman kesilmesi âdeti değilse ve özrü zaman zaman ortaya çıkarsa abdesti bozulur.
c) Özürlünün Abdestten Önce ve Sonra Bazı İşlemler Yapması:
i) Abdestten Önce İstinca Yapmak:
Şafiî Mezhebine göre, özürlünün abdestten önce istinca yapması şarttır.
ii) Özür Yerini Yıkamak:
Hanefî Mezhebine göre, özürlünün özür yerini yıkaması ve güç yettiğince akıntıyı önleyen pamuk, sargı bezi vb. ile sarması şarttır. Bu konuda eksik ve kusurlu hareket edilmez, edilirse abdest bozulur.
iii) İstinca ve Namaz İle Bunlar Arasındaki İşlemleri Aralıksız Yapmak:
Şafiî Mezhebine göre, özürlünün istinca ve özürden korunma ile abdest işlemleri ve namaz arasında ara vermemesi gerekir. Yani, özürlü mükellef, önce istinca yapacak ve çeşitli yollarla özrünün devamını önlemeye çalışacak, bundan sonra hemen organları ara vermeden yıkayarak abdest alacak ve böylelikle hemen namazını kılacaktır. Namaza hazırlık niteliğindeki camiye gitme, cemaati ve cumayı bekleme vb. haller ara verme kavramı içine girmez.
d) Özrün Belli Nitelikleri Taşıması:
i) Önlenemeyecek Vakitte Ortaya Çıkması:
Malikî Mezhebine göre, özrün önlenemeyecek bir vakitte ortaya çıkması gerekir. Ortaya çıktığı vakitte önleme imkânı varsa, abdest almayıp beklemek gerekir. Meselâ özrün öğle namazının son vaktinde kalktığını bilirse, namazını son vakte geciktirip, bu vakitte abdest alarak kılması gerekir. Aynı şekilde özrünün vaktin başlangıcında kalktığını bilirse, namazı ilk vakitte kılması gerekir, son vakte geciktirmesi mubah değildir. Özür öğle vaktinin bütününü, ikindinin de çok az kısmı dışında bütününe yakın kısmını kaplarsa, öğleyi ikindiye geciktirip cem'u te'hir, öğleyle birlikte bütün ikindiyi kaplıyorsa cem'u takdimi uygulamak gerekir.
ii) Tedavisine Gücün Yetmemesi:
Malikî Mezhebine göre, özürlünün belirtilen şekilde abdest alıp, bozulmaması için tedavi çaresini araması gerekir, aranmaması halinde mükellef tedavi günleri dışında günahkâr olur.
iii) Özrün Hakikî Hades Olması:
1) ÜM'e göre, normal durumda abdesti bozan her hal özür olabilir.
2) Maliki Mezhebine göre, mezi, belli şartlarla özür olur: Bir hastalık dolayısıyla olur ve bununla normal bir zevk alınmazsa özürdür; hastalık dolayısıyla olmaz ve evli olmadığından dolayı çıkarsa, -meselâ bakmak ve düşünmekle zevk alır ve böyle durumlarda her zaman çıkarsa- bu özür, bütün zamanı da kaplarsa özür olmaz, abdesti bozar.
Maliki Mezhebi içinde meşhur olmayan görüşe göre, meşhur görüşte sayılan şartlar gerçekleşmese de, özür halinde abdest bozulmaz. Bu özür, zamanın bir kısmını kaplarsa, abdest almak müstehap değildir.
Bu son görüş, güçlük ve zorluk içindeki hastalarca uygulanabilir.
a) Hanefî Mezhebine göre, özürlüler, her namaz vakti için ayrı abdest alır ve bununla dilediği kadar farz veya nafile namaz kılar. Her farz namaz için abdest almak gerekmez. Farz namaz vakti çıkınca mı, yoksa girince mi abdestin bozulacağı ise ihtilaflıdır:
1) Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'ye göre abdest vaktin çıkmasıyla bozulur.
2) Züfer'e göre vaktin girmesiyle abdesti bozulur.
3) Ebu Yusufa göre ikisinden birinin bulunmasıyla abdest olur. Bu ihtilaf, iki meselenin çözümünde kendini gösterir:
3.a) Vaktin sadece çıkış özelliği taşıması: Meselâ sabah namazında abdest alıp güneş doğunca sabah namazının vakti çıkmış olur; bu durumda Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre -namaz vakti çıktığından- abdest bozulurken, Züfer'e göre -namaz vakti girmediğinden- bozulmaz.
3.b) Vaktin sadece giriş özelliği taşıması: Meselâ zevalden önce abdest alıp, zeval olmasıyla Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'ye göre çıkış olmadığından bozulmaz, Ebu Yusuf ve Züfer'e göre giriş olduğundan bozulur.
Özürlü güneşin doğmasından sonra, bayram veya kuşluk namazı için abdest alır ve bunları kılarsa, aynı abdestle namaz kılmasının mümkün olup olmadığı da tartışmalıdır:
3.b.1) Ebu Yusuf ve Züfer'e göre giriş olduğundan caiz değildir.
3.b.2) Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'nin görüşlerinin bu konuya uygulanması, ihtilaflıdır: Bazılarına göre, bu belli bir namaz için abdest alındığından, bu vakit çıkmış olur ve böylelikle abdest bozulur; bazılarına göre nasılki öğle namazı için öncesinde abdest alınırsa, bu abdest de onun gibi kabul edilir ve bozulmamış olur; tercih edilen görüş de budur.
Öğle için abdest alır ve bununla öğleyi kılıp, daha sonra yine öğle vakti içinde, fakat ikindi için abdest alınca, ikindinin girmesiyle abdestin bozulup bozulmadığı ve buna bağlı olarak onunla ikindinin kılınıp kılınmaması ihtilaflıdır: Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'nin görüşlerinin yorumlanmasında, bazılarına göre, vakit çıktığından abdest bozulur, bu bir tekrar sayılır; diğer bazılarına göre, namaz öncesinde abdest almaya ihtiyaç duyulduğundan ikinci değil, birinci abdest bozulur.
Mustehâdâ kanama sırasında abdest alır veya abdestten sonra, fakat vaktin çıkmasından önce kanama olursa, vakit çıkarken namazda olunca bu namaz tamamlanmaz, yeniden kılınır; kanama kesilince abdest alır ve kanamadan önce vakit çıkarken namazda olunca, sonra kanama olursa, abdest alır ve ikindiyi kaldığı yerden kılmaya devam eder; kanama sırasında abdest alır, sonra kanama kesilir ve bu sırada vakit çıkana kadar namaz kılarken diğer namaz vakti girer ve kanama olursa birinci namaz iade edilir.
b) Şafiî Mezhebine göre, özürlü aldığı abdestle sadece bir farz namaz kılabilir; nafile namazların her biri için ayrı abdest alınmaz, farz namazlar için alınan abdestle istenildiği kadar nafile kılınır.
c) Bir kavlinde Malik'e göre her namaz için yeniden abdest alınır.
d) Hanbelî Mezhebine göre de, -Hanefî Mezhebinde olduğu gibi- her namaz vakti için abdest almak gerekir, bu abdestle istenildiği kadar farz ve nafile kılınır.
e) eş-Şafii'ye göre özür ön veya arka yoldan biriyle ilgiliyse, her farz namaz için abdest alınır, bununla istenildiği kadar nafile kılınır.
f) Caferi Mezhebine göre, bir abdestle iki namaz arasında bir şey çıkmayınca iki namaz kılınabilir.
Özürlünün abdesti, -sağlıklı gibi kabul edileceğinden- özründen başka bir hades dolayısıyla bozulur.
a) Hanefî Mezhebine göre, özürlünün, bu özrünü gidermeye veya gücü yettiğince azaltmaya çalışması gerekir. Tedavisi -tıp yoluyla- mümkün olduğu halde, buna çalışmayan kimse günahkâr olur. Pamuk vb. maddeler, kanın akmasını veya azalmasını sağlıyorsa, kullanılmaları gereklidir.
b) Şafiî Mezhebine göre, özürlünün, özürden korunmaya çalışması gerekir.
c) Caferi Mezhebine göre idrarını ve dışkısını tutamayanların mümkün olduğunca bu özürlerden korunması gerekir. İdrarını tutamayan, bunu bir bez torba vb. ile sağlar. Zahir olan, bunu her namaz için değiştirmesinin ve temizlenmesinin vacip olmayışıdır.
a) Hanefî Mezhebine göre, özürlünün, namazını müsait hale göre kılması uygundur. Meselâ idrarı birikir veya kanama devam ederken kıyam ile kıhnamayan namazı oturarak kılar; rükû ve secde yapamayınca, namaz ima ile kılınır.
b) Hanbelî Mezhebine göre, namazda kıyam, hadesin çıkmasına sebep olursa, oturarak kılınabilir; ancak rükû ve secde böyle bir duruma sebep olursa ima ile namaz kılınmaz.
c) Caferi Mezhebine göre, idrarını (meslûs) ve dışkısını tutamayan (mabtûn) temizlik ve farzlarının en azını yapmaya imkân varsa, bekler ve namazı bu süre içinde kılar. Böyle bir vakit bulamazsa, mabtûn, abdest alır ve namazı kılmaya başlar, yakınında da su bulundurur, bir şey çıkınca hemen abdest alır ve namazına devam eder. Meslûs için de ihtiyat olan budur, ama tiaha kuvvetli olan tek abdestle namazın yeterli oluşudur. Bu, tekrar abdest almak güçlük çıkarır adığı zaman geçerlidir. Aksi takdirde, aynı namazda yeniden abdest almaları gerekmez.
Özürden dolayı elbiseye bir dirhemden fazla necaset bulaşır ve bunu bir daha bulaşmayacak şekilde yıkamak fayda verirse, yıkanır, alınan abdestle namaz kılınır, fakat yıkamak fayda vermezse -özür devam ettiği sürece- necasetin yıkanması gerekmez. Muhammed b. Mukatil er-Razî'ye göre, her namaz vaktinde yıkanması gerekir.
Hükmî hades, hakikî hadesten farklı olarak, bazı durumların abdesti bozucu kabul edilmesi varsayımına dayanır. Bu gibi durumlar; kadına dokunma, cinsî organa dokunma, aklî dengenin bozulması ve uyumaktan ibarettir:
a) Genel Olarak:
a) -Meşhur görüşünde- Ahmed b.Hanbel, Alkame, Ebu Ubeyd, en-Nehaî, el-Hakem, Malik, Sevrî, İshak ve Şa'bî'ye göre, kadına şehvetle dokunmak abdesti bozar.
Hanbelî Mezhebine göre, arada engel olmaksızın hangi kadına olursa olsun, -tırnak, saç ve dişi dışında- cildine şehvetle dokunmak abdesti bozar, hatta aynı şartlarla kadınların dokunduğu erkeklerin abdesti de bozulur. Dokunulanın abdesti -zevk duysa da bozulmaz. Bu konuda mahrem-yabancı, büyük-küçük ayrımı yapılmaz.
Rahmet değil, şehvet için öpmek de İbn Mes'ud, İbn Ömer, ez-Zuhrî, Zeyd b. Eşlem, Mekhul, Yahya el-Ensari, Rebi'a, Evzaî, Sa'id ve eş-Şafiî'ye göre abdesti bozar; Ebu Hanife'ye göre ise, öpme abdesti bozmaz.
b) -İkinci nakilde- Ahmed ile Ali, İbn Abbas, Atâ, Tavus, el-Hasenu'l-Basrî, Mesruk, Ebu Hanife ve Seyyid Sâbık'a göre, kadına dokunma hiçbir şekilde abdesti bozmaz. Ebu Hanife'ye göre, sadece birleşme halinde abdest bozulur.
Hanefî Mezhebine göre, dokunma halinde yalnızca iki durumda abdest bozulur:
1) Fahiş mübaşeret denen erkeğin kadına şehvetle ve çıplak olarak dokunması halinde, Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre abdest bozulur, eş-Şeybanî'ye göre bozulmaz.
2) Cinsî organların birbirine değdirilmesi. Bu durumda erkeğin abdestinin bozulması için iki şart aranır:
2.a) Sertleşmesi,
2.b) Vücut sıcaklığını önleyecek engelin bulunmaması. Kadının abdesti ise şart aranmadan bozulur. İbn Rüşd de bu görüşe katılır.
c) -Üçüncü nakilde- Ahmed, ve eş-Şafii’ye göre, dokunmak her durumda abdesti bozar.
Şafiî Mezhebine göre, erkeğin, evlenebileceği kadınların -ince de olsa engel bulunmaksızın saç, tırnak ve dişi dışındaki cildine dokunması abdesti bozar. Hunsanın hunsaya, kadına veya erkeğe, kadının kadına dokunması abdesti bozmaz. Abdestin bozulması için her iki tarafın baliğ olması gerekir. eş-Şafiî'den, esasen üç nakil bulunmaktadır:
1. 2) Dokunanla dokunulan arasında ayrım yapmadığı nakledildiği gibi, sadece dokunanın abdestinin bozulacağı da nakledilir.
3) Mahrem ile eşe dokunmak arasında da ayrım yapmadığı nakledildiği gibi, sadece eşine dokunanın abdestinin bozulduğu da nakledilir.
d) Maliki Mezhebine göre, başkasına dokunmakla abdes-tin bozulması için, şu şartlar aranır:
1) Dokunanla İlgili Şartlar:
1.a) Baliğ olması,
1.b) Zevk kastı taşıması -zevk duymasa da bozulur- veya zevk duyması,
2) Dokunulanla İlgili Şartlar:
2.a) Çıplak veya ince örtüyle örtülü olması; organ tutulur ve bundan zevk kastedilir, ya da duyulursa abdest bozulur.
2.b) Baliğ veya şehvet duyabilecek yaşta olması. Saçın saça, tırnağın tırnağa, kadının saçının ele dokunmasıyla abdest bozulmaz. Bunlar dokunana ait hükümlerdir; dokunulanlar da baliğ olur ve bundan zevk duyarsa onun da abdesti bozulur. Mahremine dokunup zevk duyanın da abdesti bozulmuş olur. Öpme abdesti bozmaz.
b) özel Olarak:
i) Elle Dokunma:
a) Cumhur'a göre, abdesti bozmak -aslî veya fazlalık olsa da- sadece ele mahsus değildir.
b) -Bir nakilde- Evzaî'ye göre, sadece abdest organlarından biriyle dokunmak abdesti bozar.
ii) Engel Bulunup Bulunmaması:
a) İlim ehlinin çoğunluğuna göre, dokunulanın üstünde bir engel ve örtü varken kadına dokunmak abdesti bozmaz.
b) Malik ve Leys ile Rebi'a'ya göre, örtü ince olursa, abdesti bozar.
iii) Karşılıklı Olarak Abdestin Bozulması:
a) Hanbelî Mezhebine göre, kadın erkeğe dokunur ve ikisi de zevk duyarsa, abdestleri bozulur. Zevk duyunca, dokunulanın abdesti de bozulur.
b) -Bîr nakilde- Ahmed'e göre kadının ve dokunulanın abdesti bozulmaz.
c) eş-Şafiî'den, ilk görüşlerin her ikisi de nakledilir.
d) Hanefî Mezhebine göre, dokunulan kadının abdesti bozulmaz.
Ahmed'den her iki görüş de nakledilir; bozmayacağı görüşüne eş-Şerif, Ebu Cafer ve İbn Akıl de katılır.
Özetlersek, Hanefî mezhebi bu konuda diğer ÜM'ten ayrılır; Malikî Mezhebine göre, dokunulanın abdestini bozmasını şehvete veya şehvet maksadına göre düzenler; Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, şehvet duymayan yaşlı kadına dokunma abdesti bozarken, Malikî Mezhebine göre bozmaz; Malikî Mezhebine göre, bıyığı terlemiş erkeğe dokunmak abdesti bozar, Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre bozmaz; her üçüne göre de dokunulanın çıplak ve ince bir örtüyle örtülü olması halinde -hatta Malikî Mezhebine göre, elbiseleri çok olsa bile vücudu eliyle tutunca- abdest bozulur; saça dokunma konusu ayrıntılıdır: Malikî Mezhebine göre, erkek kadının saçına dokunur ve bununla zevk maksadı taşır veya duyarsa abdesti bozulur, kadının erkeğin saçına dokunması ise abdesti bozmaz; Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, saça dokunmak abdesti bozmaz.
a) İnsanın Organına Dokunmak:
İnsanın, kendisinin veya başkasının cinsî organına dokunmasının abdesti bozup bozmadığı hukukçular arasında tartışmalıdır.
i) Kendî Organına Dokunmak:
i.i) Erkeğin veya Kadının Dokunması:
Kendi cinsî organına dokunmanın abdesti bozup bozmayacağını, genel ve özel durumlara göre ele almak uygundur:
i.i.i) Genel Olarak:
i.i.i.i) Erkeğin Dokunması[89]:
a) Hanefî Mezhebine göre, -şehvetle olsa da, avuç veya parmakların içiyle de olsa- erkeğin kendi birleşme organına dokunması -diğer organlarda olduğu gibi- abdesti bozmaz. Ulemanın ihtilafından kurtulmak için cinsî organa dokununca abdest almak müstehaptır, Çünkü, mezhebinin mekruh gördüğünü işlemedikçe ittifak edilen şekilde ibadet, ihtilaf edilenden hayırlıdır. Bazı hanefî hukukçular ise, namaz kılma halinde sadece ellerin yıkanmasını mendup görür. Başka hangi organa olursa olsun dokunmak abdesti bozmaz.
b) -Birinci nakilde- Ahmed, İbn Ömer, Sa'id b. el-Museyyeb, Atâ, Eban b. Osman, Urve, Süleyman b. Yesar, Zuhrî, Evzaî, eş-Şafîî ve -meşhur görüşünde- Malik'e göre, erkeğin birleşme organına dokunması abdesti bozar. Bu görüş Ömer, Ebu Hureyre, İbn Şîrîn ve Ebu'l-Âliye'den de nakledilir.
Şafiî Mezhebine göre, erkeğin birleşme organına dokunması şu şartlarla abdesti bozar:
1) Arada engel bulunmaması,
2) Avuç veya parmak içiyle dokunmak. Kesik olunca, kesilen yere dokunmakla da abdest bozulur.
Hanbelî Mezhebine göre, cinsî organın vücuda bitişik olması, dokunmanın engelsiz olması, elin içiyle veya dışıyla olması -tırnaklar elden sayılmaz- şartlarıyla, kendisinin veya başkasının, küçüğün veya büyüğün, ölü veya dirinin cinsî organına dokunmakla abdest bozulur.
Şafiî ve Hanbelî Mezhebleri, cinsî organa dokunmayı sadece mükellefin kendilerininkini değil, başkalarınınkini de, içine alacak şekilde düşünürler. Bu sebeple, başkasının veya kendinin, küçüğün veya büyüğün, ölünün veya dirinin cinsî organına dokunmakla da abdest bozulur. Dokunulanın değil, sadece dokunanın abdesti bozulur. Cinsî organın çevresine dokunmak, abdesti bozmaz.
Maliki Mezhebine göre, -kasıtlı veya unutarak olsun, zevk duysun duymasın- erkeğin birleşme organına dokunması, şu şartlarla abdesti bozar:
2.a) Kendi organına dokunmak; başkası dokununca kadına dokunma konusundaki hükümler uygulanır.
2.b) -Hunsa da olsa- baliğ olması,
2.c) Engelsiz olması,
2.d) Avuç içi ya da yanıyla veya parmak ucu, içi ve yanlarıyla dokunmak; fazla parmaklar duygu ve kullanmada aslî parmağa eşit olursa aynı hükmü alır; başka organlarla dokunmakla abdest bozulmaz. Cinsî organın kesik yerine, yumurtalarına veya organın çevresine dokunmak -zevk duyulsa da- abdesti bozmaz. Başkasına dokunma konusunda ona ait hükümler uygulanır.
c) -İkinci naklinde- Ahmed, Ali, Ammar, İbn Mes'ud, Huzeyfe, İmran b. Husayn ve Ebu'd-Derda'ya göre erkeğin cinsî organına dokunması abdesti bozmaz.
(d) Seyyid Sâbık'a göre, engelsiz dokunma abdesti bozar.
İ.İ.İ.İİ) Kadının Dokunması:
a) Hanefî Mezhebine göre, kadının, birleşme organına dokunması -herhangi bir maddeyi bütünüyle sokmayınca, pamuk vb.nin bir kısmını koyup yaşlık veya koku belirmeyince- abdesti bozulmaz; Ahmed'e göre de bu -bir nakilde- abdesti bozmaz.
b) Şafiî Mezhebine göre, kadının ön veya arka avret yerine dokunmasıyla abdesti bozulur.
c) Maliki Mezhebine göre, kadının cinsî organına dokunması -parmağını soksa ve zevk duysa da- abdestini bozmaz. Arka avret yerine dokunmak veya parmağını sokmak -ihtiyaç olmayınca haram olsa da- racih (yeğlenen) görüşte abdesti bozmaz.
d) Hanbelî Mezhebine göre, kadının kendi ön avret yerine dokunmasıyla abdesti bozulur.
i.i.ii) Özel Olarak:
i.i.ii.i) Kasıl ve Unutma:
a) Ahmed, Evzaî, Şa'bi, İshak, Ebu Eyyub ve Ebu Hayseme'ye göre, unutma veya kasıt arasında fark yoktur.
b) -Bir başka nakilde- Ahmed, Mekhul, Tavus, Sa'id b. Cubeyr ve Humeyd et-Tavil'e göre, kasıt halinde abdest bozulur.
i.i.ii.ii) Dokunan Organ:
1° Avuç İçi veya Dışı:
Ahmed, Atâ ve Evzaî'ye göre, avucun içi veya dışıyla dokunma arasında bir fark yoktur; Malik, Leys, eş-Şafiî ve İshak'a göre, avucun içiyle dokunmak abdesti bozar.
2° Başka Organla Dokunmak:
a) -Sahih görüşte- Ahmed'e göre, dirseğe kadar eliyle dokunmak abdesti bozmaz.
b) -İkinci nakilde- Ahmed, Atâ ve Evzaî'ye göre, dirseğe kadar elle dokunmak abdesti bozar.
3° Küçüğün ve Büyüğün Dokunması:
a) Ahmed, Atâ, eş-Şafiî ve Ebu Sevr'e göre, aralarında bir fark yoktur.
b) Zuhrî ve Evzaî'ye göre, küçüğün birleşme organına dokunması abdestini bozmaz.
4° Ölü veya Diriye Dokunmak:
Ahmed ve eş-Şafiî'ye göre, aralarında bir fark bulunmamaktadır; İshak'a göre ölüye dokunmak abdesti bozmaz.
5° Kesik Birleşme Organı:
Ahmed'e göre kesik birleşme organına dokunmak bozar; -ikinci nakilde- Ahmed'e göre bozmaz. Yine ona göre, sünnet yerinden öncesine dokunmak bozar, sonrası bozmaz.
i.ii) Hunsanm Ön veya Arka Avret Yerine Dokunması[90]:
i. ii. i) Kendisinin Dokunması:
Hunsanın (çift cinsiyetli, erdişi), ön veya arka avret yerinden birine dokunması, abdesti bozmaz, ikisine dokunması kadına kıyasla bozar.
i.ii.ii) Başkasının Dokunması:
i.ii.ii.i) Erkeğin Dokunması:
Erkek, hunsanın erkeklik organına şehvetsiz dokunursa abdesti bozulmaz, şehvetle dokunursa bozuluı. Yalnız ön avret yeri kadına benzeyen hunsaya dokunmakla abdest bozulmaz. Ön avret yerinin ikisine birden dokununca bozulur.
i.ii.ii.ii) Kadının Dokunması:
Cinsî organlarından birine şehvetsiz dokununca bozulmaz; erkeklik organına şehvetle dokununca bozulmaz; kadınlık organına dokununca kadının erkeğe şehvetle dokunması hükümleri uygulanır; ikisine şehvetsiz dokununca bozar.
Müşkil hunsa, birine dokununca bozmaz, ikisine dokununca bozar.
Erkek ve kadının arka avret yerine dokunmak. Ahmed ve Maîik'e göre bozmaz; ikinci nakilde Ahmed, Atâ, Zuhrî ve eş-Şafiî'ye göre bozar[91].
ii) Başkasının Organına Dokunmak:
Davud'a göre başkasının cinsî organına dokunmak abdesti bozmaz, Hanbelî Mezhebine göre, bozar.
b) Hayvanın Fercine Dokunmak[92]:
Cumhur'a göre hayvanın fercine dokunmakla abdest bozulmaz, Leys'e göre bozulur, Atâ'ya göre sadece eşeğin fercine dokunmakla bozulur.
Köpek, domuz vb. hayvanlardan necaset bulaşan kimsenin abdest alması gerekmez, ancak eline bulaşan necaseti ve bulaştığı yeri yıkamak gerekir.
a) Cumhur'a göre, erkeğin ön veya arka, kadının ön avret yeri dışındaki organlara dokunması abdesti bozmaz.
b) Urve'ye göre, yumurtalarına dokunmak abdesti bozar; Zuh-rî'ye göre bu durumda abdest almak müstehaptır.
c) İkrime'ye göre, ön avret yerine ve ikisi arasındaki yere dokunmakla abdest bozulur.
Delilik, bayılma, sara, sarhoşluk veya uyuşturucu maddelerin -az veya çok- kullanılmasının -İbnu'l-Munzir'in nakline göre özellikle bayılmanın- abdesti bozacağı icmâ ile sabittir.
a) Abdesti Bozması:
i) Genel Olarak[95]:
Oturağın yere dayalı olmasına rağmen idraki ortadan kaldıran uyku abdesti bozar:
a) Hanefî Mezhebine göre, uyku bizatihi abdesti bozmaz, uyku üç halde abdesti bozar:
1) Yan yatarak veya bağdaş kurarak, dirseklere dayanarak oturarak uyumak,
2) Sırtüstü yatarak uyumak,
3) Oturağı üzerine oturarak uyumak. Oturarak uyuyup oturağı yer veya başka şey üzerinde uyumak esah görüşte abdesti bozmaz. Bu durumda yastık vb.'ne dayanarak uyursa, dayandığı çekilince düşer ve oturağı yerden ayrılırsa abdesti bozulur, düşmeyerek oturmuş vaziyette ve oturağı değişmeden durursa abdest bozulmaz. Namazdayken uyumak abdesti bozmaz. Yan yatarak yanındakilerin konuşmasını duyacak şekilde hafif uyumak abdesti bozmaz, konuşmaları duymazsa bozar. Uyku özürlünün abdestini bozmaz.
b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, uyku bizatihi abdesti bozar:
1) Şafiî Mezhebine göre, oturağını yere sağlamca koymadan -meselâ oturarak- veya oturağı ile oturduğu yer arasında boşluk kalmadan -meselâ binekte olmakla- abdest bozulur. Sırtüstü veya yüzüstü uyur ya da oturağı ile oturduğu yer arasında boşluk olursa abdesti bozulur. Nu'as denen uyku dalgınlığı -yanındakilerin konuşmalarını duymasa da- abdesti bozmaz.
2) Hanbelî Mezhebine göre, -örfen az olması dışında- bütün uyku çeşitleri abdesti bozar.
c) Maliki Mezhebine göre, ağır uykuyla -uzun veya kısa, yan yatarak, oturarak veya secde ederek uyuma arasında fark yoktur- abdest bozulur; hafîf uykuyla -uzun veya kısa olsa da- abdest bozulmaz, ancak uzun sürerse hafif uykuda da abdest almak menduptur. Kısa ağır uykuyla abdestin bozulması şartı, oturakla yer arasında boşluk bulunmamasıdır. Ağır uzun uyku ise, her zaman abdesti bozar. Ağır uyku, sesleri farkedemeyecek şekilde, ayakları dikerek uyurken bu vaziyetin bozulmasıyla, elinden bir şeyin düşmesi, tükrüğün akması vb. şeklinde uyumaktır.
d) Caferî Mezhebine göre, görme ve işitme duyularına galip gelen uyku abdesti bozar.
ii) Uyuma Çeşitlerine Göre Abdestin Bozulması[96]:
iii) Uzanarak Uyumak:
Bozar görüşündekilerin bütününe göre, az veya çok uzanarak uyumak abdesti bozar, Nazzâm'dan bozmadığı görüşü nakledilir.
ii.ii) Oturarak Uyumak:
a) Hanbelî Mezhebi, Hammâd, el-Hakem, Malik, Sevrî ve Hanefî Mezhebine göre, çoğu bozar:
a.l-1) Hanbelî Hukukçuların bazısı az veya çok olduğunun ölçüsü konusunda örfe göre düzenleneceği, bazısı da uyuyanın rüya görme, yere düşme gibi şekil değiştirmesi olacağı görüşlerini savunur; sahih olan ilkidir.
a.2) Hanefî Mezhebine göre, oturarak uyuyup düştükten sonra uyananın namazı bozulur; yanı yere düşmeden uyanırsa Ebu Yusuf a göre her durumda, eş-Şeybanî'ye göre oturağı yerden ayrılınca abdest bozulur.
a.3) eş-Şafîî'ye göre, oturan oturağını yere dayadıysa, -çok olsa da- uyuması abdesti bozmaz, bunun dışındakilerin hepsi abdesti bozar.
a.4) Ahmed'den ayaklarını dikerek veya dayanarak uyumak konusunda iki görüş nakledilir:
a.4.a) Kabaları üzerine oturup bacaklarını dikerek ellerini önden bağlamış vaziyette (ihtiba) ve dayanarak uyumak abdesti bozar.
a.4.b) Her durumda abdest bozulur. Mutemed olan ilkidir.
ii.iii) Namazda Uyumak:
a) eş-Şafiî ve -bir nakilde- Ahmed'e göre, namazdayken uyumak abdesti bozar.
b) -Bir başka nakilde- Ahmed'e göre, çok olan uyku namazı bozar. Bu konuda, kıyam ve celsede uyumakla, yan yatarak ve secdede uyumak eşittir.
c) Hanefî Mezhebine göre, çok olsa da namazdayken uyumak abdesti bozmaz. Ebu Yusufa göre kasıtlı olunca abdest bozulur.
d) Malik’e göre, yan yatarak veya secde halinde -uzun veya kısa- uyumak, otururken uzunca uyumak abdesti bozar. Rükûdayken uyumak konusunda, her iki görüş de bulunmaktadır.
b) Abdesti Bozmaması:
Ebu Musa'l-Eş'arî, Ebu Miclez, Humeyd el-A'rec ve Sa'id b. el-Museyyeb'ten, uykunun abdesti bozmayacağı görüşü nakledilir.
a) Cumhur'a (ÜM, Urve, Atâ, Zuhrî, İshak, İbnu'l-Munzir'e) ve Seyyid Sabık'a göre namazda gülme abdesti bozmaz.
b) Hanefî Mezhebi, el-Hasenu'l-Basrî, Nehaî ve Sevrî'ye göre, namazda yınındaki işitecek kadar gülmek abdesti bozar: Hanefî Mezhebine göre, böyle bir durumda namaz ve abdestin bozulması için mükellefin baliğ olması, namazın mutlak, yani rükû ve secdeli olması gerekir. Bu sebeple, çocuk için ve tilavet secdesi ile cenaze namazında abdest bozulmaz. Namazdan çıkmak için, selâma bedel olarak gülünce abdest bozulur, namaz sahihtir, ancak bu edebe aykırıdır.
İmam ve cemaat birlikte gülerse şu hükümler uygulanır:
1) Önce imam gülerse, sadece kendisinin abdesti bozulur, cemaatinki namaz dışında kabul edildiğinden sadece namazı bozulur.
2) İmam ve cemaat birlikte veya önce cemaat, sonra imanı gülerse hepsinin abdesti ve namazı bozulur.
a) Cumhur'a (ÜM ve Hanbelî hukukçulardan Ebu'l-Hasan et-Temîmî ile İbn Kudame'ye) ve Seyyid Sâbık'a göre, ölüyü yıkamak veya taşımakla abdest bozulmaz.
b) Hanbelî Mezhebi, İshak ve Nehaî'ye göre ölü yıkamakla abdest bozulur. Aynı görüş İbn Ömer, İbn Abbas ve Ebû Hureyre'den de nakledilir. İbn Kudame bunun müstehap olması gerektiğini belirtir.
İbn Rüşd ve İbn Kudame başlangıçta ateşte pişirilen şeyleri yemenin abdesti bozduğu konusunda ihtilaf edildiğini (sözgelimi İbn Ömer, Zeyd b. Sabit, Ebu Talha, Ebu Musa, Ebu Hureyre, Enes, Ömer b. Abdilaziz, Ebu Micîez, Ebu Kılâbe, el-Hasen ve Zuhrî bozulduğu görüşündedir), ancak Dört Halife'nin uygulamasından sonra hukukçuların çoğunluğunun (Ubeyy b. Kâ'b, İbn Mes'ud, İbn Abbas, Âmir b. Rebi'a, Ebu'd-Derda, Ebu Umâme...) bunun abdesti bozmadığında ittifak ettiğini naklederler. Yine İbn Rüşd, muhaddislerin bir kısmıyla Ahmed, İshak ve diğer hukukçuların deve eti yemenin abdesti bozduğu görüşünde olduklarını belirtir:
a) Hanbelî Mezhebi, Cabir b. Semura, Muhammed b. İshak, Ebu Hayseme, İshak, Yahya b. Yahya, İbnu'l-Munzir, -bir kavlinde- eş-Şafîî ile muhaddislerin çoğunluğu ve Seyyid Sâbık'a göre, deve eti yemek abdesti bozar.
b) ÜM ve Sevrî'ye göre, deve eti yemek kesinlikle abdesti bozmaz.
İbn Kudame muhaliflerin bu konudaki hatalarını ve usullerine aykırı zayıf hadislerle, abdestin bozulduğunu savunuşlarını uzun uzadıya tartışır.
Ahmed b. Hanbel'den bu konuda, hem bozacağı, hem de bozmayacağı şeklinde, her iki nakil de bulunmaktadır.
Et ve süt dışında devenin ciğer, dalak, yağ vb/ni yemek konusunda da Ahmed b. Hanbel'den her iki görüş nakledilmektedir.
a) Hanefî ve Şafiî Mezhebleri ile Malik'e göre, irtidat abdesti bozmaz:
1) Hanefî Mezhebine göre, -birçok malî tasarruf ve dinî amelleri düşürse de- irtidat abdesti bozmaz[101]
2) Şafiî Mezhebine göre, özürlü olmayarak abdestliyken irtidat edenin abdesti bozulmaz, özürlününki bozulur. eş-Şafiî'den teyemmüm konusunda her iki görüş de nakledilir.
b) Malikî ve Hanbelî Mezhebleri ile Evzaî ve Ebu Sevr'e göre, irtidat abdest ve teyemmümü bozar.
a) Ehl-i sünnetin icmaına göre, irtidat dışındaki gıybet, yalan, kötü konuşma, kazf (iffete iftira) vb. abdesti bozmaz; ancak bu hallerde abdest alınması müstehaptır.
b) Haricî Mezhebine göre, çirkin sözlerle de abdest bozulur.
a) Cumhur'a göre, tırnak ve saçları kesmek, bıyıkların kesilmesi ve koltuk tıraşı abdesti bozmaz.
b) Mücahid, el-Hakem ve Hammâd'a göre, bunlar abdesti bozar.
c) Nehaî'ye göre tırnakların, saç ve bıyığın kesilmesinde sadece bu organların yeri yıkanır.
Abdest sırasında şüphelenince, hangi organın yıkanmadığında süphelenilirse, o organ yeniden yıkanır: Hanefî Mezhebine göre, böyle bir hal, ilk defa veya nadiren meydana gelirse, şüphelenilen organ yeniden yıkanır, sıkça başa geliyorsa -vesvese kabul edileceğinden- yıkanmaz. Bu şekildeki bir şüpheyle idrarı konusunda vesveseli olanların, avret yeri ve elbisenin aynı yerine hafifçe su serperek vesvesenin giderilmesine çalışması ve böylelikle güven içinde olması gerekir.
a) Ayrıntısız Bozulması:
Malikî Mezhebine göre, abdest aldıktan sonra abdestinin bozulup bozulmaması veya bozulma sebebi konusundaki şüpheyle ve abdesti bozulunca abdestli olup olmadığı konusundaki şüphelenmeyle abdest bozulur.
b) Ayrıntılara Göre Bozulması;
i) İkisinden Bîrinin Kesin, Öbürünün Şüpheli Olması:
a) Hanefî ve Hanbelî Mezhebleri, Sevrî, Evzaî ve eş-Şafiî'ye göre, abdestli olduğunu kesin bilip, hadeste veya hadesi kesin bilip abdestte şüphelenince kesin olana göre hareket edilir. Meselâ abdest alır, sonra da muhdes olup olmadığında şüphelenince abdestli kabul edilir; muhdes olup, abdest alıp almadığında şüphelenirse muhdes kabul edilir.
b) el-Hasenu'l-Basrî'ye göre, namazdayken hadeste şüphelenince namaza devam edilir, namazdan önce şüphelenince yeniden abdest alınır.
c) Malik'e göre, hadeste şüphelenir ve bununla sıkça karşılaşırsa abdestli kabul edilir; çok az olarak karşılaşırsa -namaza şüpheyle başlanamayacağı için- abdest yenilenir.
d) Caferî Mezhebine göre, çok şüphelenenin şüphesi dikkate alınmaz. Namazdan sonraki şüphe de muteber değildir. Temizliği bilir, hadeste şüphelenirse, buna aldırmaz.
ii) İkisinde Birlikte Şüphelenip Önceliğin Hangisinde Olduğunu Bilmemek:
ii.i) Birinci Hal:
Abdest ve hadeste birlikte şüphelenilir ve fakat hangisinin önce olduğu bilinmezse, şu şekilde hareket edilir: Öğle vaktinde bir defasında kesin olarak abdestli olduğunu bilir, bir başka defa da muhdes olduğunu bilir, ancak hangisinin önce olduğunu bilemezse öğleden önceki haline bakar: Zevalden önce muhdes ise şu anda abdestlidir, çünkü hadesten kurtulup abdestli olduğunu kesinlikle bilmektedir, hadesin ise kesin olduğu bilinmemektedir, kesin şüpheyle ortadan kalkmaz; zevalden önce abdestli olduğunu bilirse şu anda muhdestir.
ii.ii) İkinci Hal:
Öğle vaktinde abdestin bozulduğunu kesinlikle bilir, bundan dolayı abdest alır ve hangisinin önce olduğunda şüphelenirse önceki haline bakar: Öğleden önce abdestliyse şu anda da abdestlidir; öğleden önce abdestsiz olursa şu anda muhdestir.
ii.iii) Üçüncü Hal:
Kesin şekilde abdest aldıktan sonra, kesin şekilde abdesti de bozulunca, bozucu halden önce abdest aldığı konusunda şüphelenirse, abdesti bununla bozulmuş olur veya hadesten sonra mı olduğunda şüphelenirse abdestli olur:
1) İkisini birlikte hatırlayıp hangisinin önce olduğunu tespit edemeyince, önceden abdestsiz olduğunu bilirse abdestli kabul edilir, çünkü ilk hadesten sonra abdest almıştır: Meselâ öğleden sonra kesinlikle abdest alıp, yine kesinlikle abdesti bozulan kimse, abdesti bozan halin mi önce olduğunda şüphelenirse abdestli kabul edilir, abdestin mi önce olduğunda şüphelenirse abdesti bozulur. Bu durumda, öğleden önceki haline bakılır: Öğleden önce muhdes olduğunu hatırlarsa abdestli kabul edilir, öğleden sonraki ikinci hadesin abdestten önce mi, sonra mı olduğunda şüphelenince abdestli olur
2) Öğleden önce abdestli olduğunu hatırlar, öğleden sonra abdest ahr ve bu bozulursa önceki haline bakılır:
2.a) Hanbelî Mezhebine göre, -abdest tazelemek alışkanlığı da olsa- ilk halinin zıddına hareket edilir.
2.b) Şafiî Mezhebine göre, abdest tazelemesi, alışkanlığı ise, fecirden sonra kesinlikle muhdes kabul edilir, abdest tazelemesi, alışkanlığı değilse, abdestli kabul edilir.
Özetlersek, abdestli, hadeste şüphelenince kesin olarak bunu bilemezse -namazda olsun veya olmasın- abdesti bozulmaz. Hades kesinlikle bilinir, abdestte şüphelenirse icmâ ile yeniden abdest almak gerekir.
Şüphesiz bu gibi ilmî incelikleri halkın -zarurî durumlar dışında- bilmesi gerekmez: Suyun az olduğu ve yaşlılık, zayıflık, soğuk vb. hallerde abdestin tazelenmesi kendine zor gelen ve teyemmümün mubah olmadığı bir halle karşılaşan kimse, bu hükümlere göre hareket eder. Ancak abdest alıp, ibadeti kesin bir bilgiyle yerine getirmek en uygun ve kesin bir çözüm yoludur.
Alınan abdestin sahih olabilmesi için abdest suyu, mükellef ve namazla ilgili'kimi şartlar bulunmaktadır:
Abdestin sahih olması için suyun tahur (hem temiz, hem de temizleyici olma) niteliğini taşıması gerekir; musta'mel su caiz değildir; mekruh su caizdir; meşkuk (şüpheli) ise caiz değildir.
Abdestin sahih olması için suyun organlara ulaşmasını engelleyecek her türlü maddenin giderilmesi gerekir.
Hanbelî ve Caferî Mezheblerine göre, suyun gasbedilen bir mal değil, mubah olması gerekir.
Alınan abdestin sahih olması için, alınması sırasında abdesti bozan bir halin meydana gelmemesi gerekir.
a) Hanefî Mezhebine göre, niyet sünnettir.
b) Şafiî ve Maliki Mezheblerine göre, niyet abdestin rüknüdür: Şafiî Mezhebine göre niyetin abdestin başından sonuna kadar bulunması gerekir. Sadece temizlik niyeti ile organları yıkamak, abdest yerine geçmez.
c) Hanbelî ve Caferî Mezheblerine göre, niyet, abdestin sahih olma şartıdır.
Şafiî Mezhebine göre, abdestin sahih olması için mükellefin abdest almasını bilmesi gerekir.
Şafiî Mezhebine göre, abdest alanın, farzı diğerlerinden ayılması gerekir, ancak cahil halk için şart olan, farza nafile olarak inanmamaktır.
Hanbelî Mezhebine göre, abdestin şahin ol pası için istincanın abdesten önce yapılmış olması gerekir.
Hanefî Mezhebine göre, müslüman olmak abdestin farz, Şafiî ve Hanbelî Mezhebine göre, hem farz, hem sahih, Maliki Mezhebine göre, sahih olmasının şartıdır.
Sağlamlar için böyle bir şart aranmazken, özürlüler için aranır: Hanefî ve Maliki Mezheblerine göre, mazurun, vakit girmezden önce abdest alması sahihtir; Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, mazurun abdesti, vakit girdikten sonra sahih olur.
Akıllı olmak abdestin hem farz, hem sahih olmasının şartıdır.
Abdestin hem farz, hem sahih olmasının kadınlarla ilgili şartlarından biri de adetli ve lohusa olmamaktır.
Gusül, sözlükte "yıkanılan su veya vücuda su dökmek" mânâsına gelir. Hukukta gusül, "Bütün vücudun özel bir şekilde yıkanması için tahur (hem temiz, hem de temizleyici) su kullanmak" demektir.
Gusül yapmaya İgtisal, gusül yapılan yere Mugtesel, gusül suyuna Gasl, sabun vb. yıkamada kullanılan maddeye Gısl adı verilir.
Guslü farz kılan hallere, -ceza hukukuna suç hukuku denmesi gibi- İbn Rüşd, "guslü bozan haller" adını vermektedir:
a) Baliğ ile Birleşme:
1) Cumhur'a göre, erkeğin birleşme organının sünuet kısmının kadının ön veya arka yoluna girmesiyle -boşalma olsun olmasın- gusül yapmak farz olur:
1.a) Hanefî Mezhebine göre, erkeğin birleşme organının sünnet kısmı veya bu kadarı, kendisiyle arada sıcaklığı önleyecek engel olmaksızın birleşme yapılanın ön veya arka organına girmesiyle -boşalma olsun olmasın- her iki tarafın da gusül yapması gerekir. Bunun için, her ikisinin de baliğ olması şarttır; biri baliğ olur, öbürü olmazsa, sadece baliğ olanın gusletmesi gerekir.
1. b) Şafiî Mezhebine göre, erkeğin birleşme organının sünnet yeri veya o kadarı ön veya arka yola girince -baliğ olsun olmasın, birleşme yapılanın buna gücü yetsin yetmesin, sıcaklığı önleyecek engel olsun olmasın, birleşilen insan veya hayvan olsun, diri veya ölü olsun, arkadan birleşince müşkil hunsa olsun- her iki tarafın da gusletmesi gerekir.
1.c) Malikî Mezhebine göre, birleşme organının başı girdikten sonra birîeşilen yer ön veya arka, -birleşilen kadın, erkek veya hunsa yada hayvan, ölü veya diri olsun- gusletmek gerekir: Mükellef olan birleşenin ve birleşilenin birleşmeye gücü yetmesi halinde birleşene; birleşenin mükellef olması halinde gücü yeten birleşene gusletmek gerekir. Baliğ kimsenin cünüp olması için, birleşme organının başında lezzete engel bulunmaması gerekir.
1.d) Hanbelî Mezhebine göre, birleşme organının birleşmeye gücü yeten birinin ön veya arkasına -ince bile
olsa- engelsiz olarak girmesi halinde, -erkek on, kadın dokuz yaşında olunca- her iki tarafın da gusletmesi gerekir.
1.e) Zahirî hukukçulardan bir gruba göre de, sünnet yerinin girmesiyle -boşalma olsun olmasın- gusül gerekir.
2) Bazı zahirî hukukçulara göre birleşme halinde sadece boşalma olursa gusül yapmak gerekir.
(b) Baliğ Olmayanla Birleşme:
1) Hanefî Mezhebine göre, birleşme halinde, her iki tarafın da baliğ olması gerekir; biri baliğ olur, öbürü olmazsa, sadece baliğ olana gusül yapmak gerekli olur.
2) Şafiî Mezhebine göre, gusül, -baliğler için anlatıldığı şekilde- baliğ olmayanlara da gerekir, ancak çocuğun velisi gusül yapmasını emreder, yaparsa bu yeterli olur, yapmazsa bülüğa erdikten sonra gusletmesi farzdır.
3) Malikî Mezhebine göre, -az önce geçtiği gibi- birleşmeye güç yetmesi esas alınır; çocukla birleşen kadının -boşalma olmadıkça- gusletmesi gerekmez.
4) Hanbelî Mezhebine göre de, erkek on, kız dokuz yaşında olur ve birleşme organı engelsiz olarak girerse gusül yapmak farz olur.
c) Hunsa -Erdişi- İle Birleşme:
1) Hanefî Mezhebine göre, baliğ erkeğin sünnet kısmı girecek şekilde hunsayla önden birleşme yapması halinde her iki tarafın da gusül yapması gerekmez; hunsanın başkasıyla birleşmesi halinde de, hunsanın gusletmesi gerekmez; müşkil hunsayla arkadan birleşme halinde baliğ kimsenin gusletmesi gerekir.
2) Şafiî Mezhebine göre, müşkil hunsayla arkadan birleşme halinde gusletmek gerekir. Birleşme hunsanın önünden olur veya hunsa başkasıyla birleşme yaparsa gusletmek gerekmez.
3) Malikî Mezhebine göre, hunsayla ön veya arkadan birleşme halinde gusül yapmak farzdır.
4) Hanbelî Mezhebine göre, hunsanın birleşme organının, başkasının ön veya arkasına girmesi veya başkasının onunla önden birleşmesi halinde, her ikisine de gusül gerekmez, ancak başkası onunla arkadan birleşirse her ikisine de gusül gerekir.
a) Hanefî Mezhebine göre, baliğ birinin ölü kadınla birleşmesi halinde gusül gerekmez, ancak bu büyük bir ahlâksızlıktır.
b) Şafiî Mezhebine göre, ölüyle birleşme halinde sünnet yeri girince gusül farz olur.
c) Malikî Mezhebine göre, ölüyle birleşme halinde, cinsî organın başının girmesi halinde gusül gerekli olur.
d) Hanbelî Mezhebine göre, birleşilenin ölü olması da dirilerin hükmünü alır.
a) Hanefî Mezhebine göre, hayvanla birleşme halinde baliğ kimsenin sünnet kısmı, hayvanın fercinde kaybolursa gusül gerekmez.
b) Şafiî Mezhebine göre, hayvanla birleşme halinde kesik yer girince gusletmek farz olur.
c) Malikî Mezhebine göre, hayvanla birleşme halinde gusül gerekli olur.
d) Hanbelî Mezhebine göre, birleşilenin hayvan olmasında, insanlarla ilgili hükümler uygulanır.
Erkek veya kadında boşalma olması (atmık çıkması) halinde? gusletmek farzdır:
a) Hanefî Mezhebine göre, atmığın şehvetle ayrılıp şehvetsiz çıkması halinde gusül gerekir, Ebu Yusufa göre gerekmez:
1) Organ dışına, atarak ve şehvetle çıkması halinde ittifakla gusül gerekir,
2) Birleşme veya başka yolla boşalma olduktan sonra, küçük boşaltımdan önce veya atmığın kesilebileceği zaman biriminden sonra gusledip içerde kalan atmığın -şehvetli veya şehvetsiz çıkması halinde Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'ye göre yeniden gusledilir, Ebu Yusufa göre yeniden gusletmek gerekmez.
Gusülden önce küçük boşaltımda bulunmamak veya yürümek yüzünden, ya da atmığın çıkışından sonra bir süre bekleyip gusledilir ve buna rağmen atmık çıkarsa, üçünün icmaiyla, güsül gerekmez.
b) Şafiî Mezhebine göre, atmığın zevkle veya zevk vermeyecek şekilde normal veya anormal sonuçla çıkması halinde gusül gerekir.
c) Malikî Mezhebine göre, birleşme dışında normal zevk gittikten sonra boşalma halinde -önceden gusletsin etmesin- gusletmek farz olur; atmığın çıkışı birleşmeden doğarsa, önceden gusledilmediyse gusledilir, edildiyse yeniden gusül gerekmez, bazılarına göre yine gusül gerekli olur.
d) Hanbelî Mezhebine göre, guslün gerekmesi için, atmığın fiilen değil, içerdeki asıl yerinden çıkması önemlidir, yani asıl yerinden ayrılıp dışarı çıkmasa da gusledilir. Boşalma olmaksızın birleşmeden sonra gusledilip, ardından zevk verecek şekilde boşalma olursa yeniden gusledilir, aksi halde yalnızca abdest bozulur.
a) Hanefî Mezhebine göre, hastalık, vurma, çarpma vb. sonucunda zevk vermeyecek şekilde boşalma halinde gusül gerekmez.
b) Şafiî Mezhebine göre, bu durumlarda gusül gerekli olur.
c) Hanbelî Mezhebine göre, vurma, çarpma veya hastalık sonucundaki boşalma halinde -gusülden sonra zevk verecek şekilde çıkarsa- yeniden gusledilir; zevk verecek şekilde çıkmazsa sadece abdest bozulur, gusül gerekmez.
Böylelikle DM'in görüşü şöyle özetlenebilir: Hanefî Mezhebi atmığın şehvetle çıkmasını; Şafiî Mezhebi -şehvetsiz de olsa- atmık olarak çıkmasını; Hanbelî Mezhebi ise, sadece içerdeki yerinden ayrılmasını; Malikî Mezhebi yalnızca çıkmasını şart koşar. Atmığın dışarı çıkması konusunda UM ittifak etmekte, Hanbelî Mezhebi bunu aramamaktadır. Zevk verecek şekilde çıkmasında Hanefî ve Hanbelî Mezhebleri ittifak etmekte, Şafiî Mezhebi ve -birleşme sonrasında zevksizce boşalma dışında- Malikî Mezhebi böyle bir şart aramamaktadır.
Uykuda boşalma olur veya uyandıktan sonra beden, elbise veya birleşme organında ıslaklık bulunur ve bunun atmık olduğu anlaşılırsa ittifakla gusletmek gerekir.
Hanefî ve Malikî Mezheblerine göre, uyandıktan sonra beden, cinsî organ veya elbisedeki ıslaklığın atmık, mezi veya başka bir salgı olup olmadığında şüphe edilirse -uykusunda zevk aldığını hatırlasın hatırlamasın- gusletmek gerekir.
Şafiî Mezhebine göre, uyandıktan sonra ıslaklığın atmık veya mezi olduğunda şüphelenince gusletmek farz olmaz, ancak bu atmığa yorulursa gusledilir, mezi olduğu kabul edilirse bu salgı yıkanır ve abdest alınır. Böyle bir durumda birinci tahmini ikinciyle değişince, önceki amelin iadesi gerekmez.
Hanbelî Mezhebine göre, uykudan sonra ıslaklığın atmık veya mezi olduğunda şüphelenince, uykusunda düşünce, bakma vb. zevk veren hal geçtiyse, bu salgı, meziye yorulursa gusul gerekmez; zevk veren hal geçmediyse gusül gerekir.
İhtilam halinde erkekte boşalma olmazsa gusül gerekmez, ancak kadında gerekir.
Hanefî Mezhebine göre, cünüplük dolayısıyla guslün gerekip gerekmemesi şu şekilde özetlenebilir:
1) Mucmeun Aleyh (ittifakh) Gusül:
1.a) Birleşme Dışında Atmığın Şehvetle Atarak Çıkması: Dokunmak, bakmak, ihtilam vb. hangi sebeple olursa olsun atmığın birleşme dışında şehvetle, atarak çıkması halinde ittifakla gusül gerekir.
1.b) Birleşme: Sünnet mahallinin kadının ön yoluna girmesiyle -boşalma olsun olmasın- ittifakla gusül gerekir.
2) Muhtelefun Fih (İhtilaflı) Gusül:
2.a) Şehvetsiz Ayrılıp Şehvetsiz Çıkması: Ağır yük, vurma vb. dolayısıyla atmık çıkması halinde Hanefî Mezhebine göre, gusül gerekmezken, eş-Şafiî'ye göre gerekir.
2.b) Şehvetle Ayrılıp Şehvetsiz Çıkması:
2.b.a) Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'ye göre -şehvetle ayrılması esas olduğundan- gusül gerekir.
2.b.b) Ebu Yusuf a göre -hem şehvetle ayrılması, hem de şehvetle çıkması esas olduğundan- gusül gerekmez. Bu görüşler, iki konuda uygulamaya girer. I. Mükellef ihtilam olur, uyanır, avret yerini tutunca şehveti yatışır, sonra atmık şehvetsizce Çıkarsa, II. Birleşme yapar, idrar boşaltımından önce gusleder, sonra atmığın artığı çıkarsa.
2.b.c) Uykudan Sonra Yaşlık Bulunması: Uykudan sonra yatakta veya üzerinde mezi şeklinde yaşlık bulan ve fakat ihtilam olduğunu hatırlamayan kimse, Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'ye göre gusleder, Ebu Yusuf’a göre gerekmez. Atmık olunca, gusül ittifakla gerekirken, vedi olunca ittifakla gerekmez.
Uykuda, veya uyanıkken sahih olacak şekilde atmık çıkması ve adetin kesilmesinden dolayı guslün farz olduğu ittifakla sabittir, ancak Nehaî'den kadınların ihtilam olmayacakları görüşü rivayet edilir[108].
Adet görme ve lohusa olma halinde, bunların sona ermesinden sonra, gusletmek farz olur: ÜM'e göre kanama olmadan doğum yapma halinde gusül gerekirken, Hanbelî Mezhebine göre gerekmez, ancak DM'e göre de asla kanama olmayan ve "zehra" adı verilen kadının doğum yapması halinde gusül farz olur.
ÜM'e göre cünüpken müslüman olan kâfirin gusletmesi farz, cünüp değilken müslüman olanın gusletmesi ise menduptur.
Hanbelî Mezhebine göre, kâfirin -cünüpken veya cünüp değilken- müslüman olması halinde gusletmesi farzdır.
a) ÜM'e göre, şehid olmayıp normal şekilde ölen müslümanın yıkanması farzdır.
b) Hanefî Mezhebine göre, bâgî (devlete başkaldıran) ve şehid olmayınca, ölen müslümanın yıkanması farz olur: Arzularına uyarak sosyal düzeni değiştirmek için âdil devlet başkanına kuvvet kurarak ve savaşarak karsı çıkanlar Bâgî adını alır. Bu duruma göre, meselâ bir köyde zorbalık yapıp oraya hakim olan hırsızlar bâgî olmazlar. Bazı Hanefî hukukçular ise, ölen müslüman kim olursa olsun yıkanmasının vacip olduğu görüşündedir.
c) Caferî Mezhebine göre, her müslümanın ve dört ayını doldurmuş düşüğün yıkanması farz-ı kifâyedir.
Caferî Mezhebine göre, soğumuş ve henüz yıkanmamış ölüye dokunmak guslü gerekli kılar. İhtiyata göre, küçük hadesten taharetin şart koşulduğu her iş için bu gusül de şarttır, hatta kuvvetlidir[109].
Ölünün yıkanması -az önce geçtiği gibi- bazı Hanefî hukukçulara göre vacip, çoğunluğa göre farz-ı kifâyedir.
a) Hanefî Mezhebine göre, cuma ve bayram namazları, Arafat'ta vakfe, ihrama girmek için ve hac ve umrede gusletmek sünnettir.
b) Şafiî Mezhebine göre, farz gusül dışındaki bütün gusüller sünnettir: Ezcümle,
1) Fecr-i sadıktan imam selâm verene kadar cuma namazı için (iadesi sünnet değildir).
2) Gömdükten sonra donünceye kadar ölüyü yıkadıktan ve teyemmümden sonra,
3) Gece yarısından ilk gün güneş batana kadar bayramda,
4) Cünüp değilken müslüman olunca (cünüpken müslüman olunca gusül farzdır),
5) İstiska, küsuf, husuf namazları ve orada bulunmak için (ilkinde vakit, namaz için niyetleni kılınana veya insanlar toplanana, diğerlerinde tutulmadan bitimine kadar),
6) Bir an olsa da -boşalma olsun olmasın- deliliği ve baygınlığı düzelince,
7) Arafat'ta vakfe için (arafe günü fecirden güneş batana kadar),
8) Arafat'ta vakfe için gusletmeyince Müzdelife'de vakfe için (vakti güneş batımında girer),
9) Meş'ar-i Haram'da vakfe için,
10) Birinci gün dışındaki şeytan taşlamaları için,
11) Bedende ter vb. dolayısıyla koku olunca,
12) Hayır cemiyetlerine gidince,
13) Kan aldırma vb.'den sonra,
14) İ'tikâf için,
15) Medine'ye girince,
16) Ramazan'ın her gecesi,
17) Yaş dolayısıyla bulûğa girince,
18) Şiddetli sel ve yağmurda,
19) İddet bitince gusül sünnettir.
c) Maliki Mezhebine göre, sünnet gusüller üç tanedir:
1) Cuma kılacak için; gerekmese de cuma kılana gusül sünnettir; fecrin doğuşu ve camiye gidişle olması da sahihtir, fecirden önce olur veya gidişe bitişik olmayınca sünnet gusül gerçekleşmiş olmaz, yeniden gusül gerekir,
2) Bayram günleri için; meşhur görüş mendup olduğu ise de, racih görüş sünnet olmasıdır. Vakti gecenin son altıda birinde girer, fecirden sonra yapılması menduptur, gidişe bitişik olması gerekmez.
3) İhram için; adetli ve lohusalara da bu gusül sünnettir.
d) Caferî Mezhebine göre, mendub gusüller üç çeşittir:
1) Zamana Bağlı Gusüller: Cuma guslü, Ramazan'ın tek rakamlı geceleri guslü, son on gecenin guslü, bayram guslü...
2) Yere Bağlı Gusülîer: Mekke haremine ve Kabe'ye giriş, Medine haremine ve camiye giriş dolayısıyla yapılan gusüller.
3) Bazı Fiillere Bağlı Gusüller: İhram, tavaf, ziyaret vb. dolayısıyla yapılan gusüller.
e) Hanbelî Mezhebine göre de farz dışındaki gusüller sünnettir ve hepsi onaltı tanedir:
1) Cuma namazı için,
2) Bayram namazı için (fecirden sonra, namazdan önce)
3) Hüsûf ve küsuf için,
4) İstiska için,
5) Ölüyü yıkayan için,
6) Deliliği düzelen için,
7) Bayılıp guslü farz kılan hal olmadan düzelen için,
8) Mustehada için her namazda,
9) Hac ve umre ihramı için,
10) Harem'e giriş,
11) Mekke'ye giriş,
12) Arafat'ta vakfe,
13) Müzdelife'de vakfe,
14) Taşlama,
15) Ziyaret tavafı,
16) Veda tavafı için.
a) Hanefî Mezhebine göre, müstehap gusüller şunlardır:
1) Cünüp oduğunu bilmediğinde, kâfirin, müslüman olunca gusül yapması müstehaptır, cünüp olduğunu bilerek gusülden önce yıkanınca bazı hukukçulara göre -kâfirler ibadetle muhatap olmadığından- gusül gerekmez, bazısına göre gereklidir. Çocuk ve deli de bulûğ ve iyileşme halinde buna göre hareket eder.
2) Delilik, baygınlık ve sarhoşluğu düzelince, ıslaklık bulunduğunda bunun atmık veya meziye yorulması,
3) Kan aldırdıktan sonra,
4) Şa'ban'ın onbeşinci gecesi,
5) Arefe ve kadir gecesi,
6) Müzdelife'de vakfede sabaha karşı gusül,
7) Şeytan taşlamak için Mina'ya gidince,
8) Ziyaret tavafı için Mekke'ye girince,
9) Husuf, küsuf ve istiska namazları için,
10) Korku, şiddetli rüzgar ve karanlık,
11) Medine'ye giriş,
12) Topluluklara katılma,
13) Ölü yıkadıktan sonra,
14) Günaha tevbe etme,
15) Yola çıkma,
16) Mustehâda için gusül.
b) Maliki Mezhebine göre, mendup gusüller sekiz tanedir:
1) Ölü yıkayan için,
2) Mekke'ye tavaf için girince (adetli ve lohusa dışındakilere),
3) Arafat'ta vakfede,
4) Medine'ye girince,
5) Guslü gerektiren hal meydana gelmediğinde müslüman olunca,
6) Baliğ erkekle birleşme yapan namaz emredilen küçük kız,
7) Gücü yeten kadınla birleşen namaz emredilen erkek çocuk,
8) Mustehâda için.
Gusül işlemlerini, guslün farzları ve sünnetleri şeklinde iki grupta ele alabiliriz:
a) ÜM, Caferi Mezhebi, Ebu Sevr ve Davud'a göre, niyet, guslün farzıdır:
1) Şafiî Mezhebine göre, niyet, gusülde ilk organı yıkarken yapılır, bu sebeple yıkamazdan öceki niyetle gusül bâtıl olur.
2) Maliki Mezhebine göre de, niyet ilk yıkanan organda yapılır, ancak başladıktan örfen az bir zaman sonra da yapılabilir.
3) Hanbelî Mezhebine göre, niyet guslün sahih olma şartıdır.
4) Caferi Mezhebine göre, gusülde niyet, tıpkı abdestteki gibi yapılır.
b) Hanefî Mezhebi ve Sevri'ye göre, niyet, sünnet-i müekke-dedir.
ÜM'e göre besmele çekmek guslün sünnetidir; Hanbelî Mezhebine göre, bilenin ve hatırında tutanın çekmesi farzdır, bilmeyen ve unutana ise farz olmaz.
ÜM'e göre aralıksız yıkama sünnettir; Maliki Mezhebine göre, yıkanan bir organ kurumadan ötekini de hemen yıkamak -güç yetince ve hatırda olunca- farzdır.
ÜM'e göre gusülde tertibe uymak sünnettir; bazı hukukçulara göre tertibe uymak farzdır, önce baş, sonra vücudun diğer kısımları yıkanır. Caferi Mezhebine göre tertibe uymak farzdır. Önce baş sonra vücudun sağ, daha sonra da sol tarafı yıkanır. Suya dalarak yıkanınca, bütün vücut aynı anda suda olmalıdır.
İşlem |
Hanefî |
Şafiî |
Maliki |
Hanbülî |
||
Başlama ve |
Niyet |
Sünnet-i Müekkede (Sevrî) |
Farz (Ebü Sevr, Davud) |
Farz |
Farz |
|
düzeniyle |
Besmele |
Sünnet |
Sünnet |
Sünnet |
Farz |
|
ilgili |
Aralıksız |
Sünnet |
Sünnet |
Farz |
Sünnet |
|
Farzlar |
Sıra |
Sünnet |
|
|
|
|
Te- |
Yı- |
Ağız |
Farz |
Sünnet |
Sünnet |
Farz |
miz- |
ka- |
Burun |
Farz |
Sünnet |
Sünnet |
Fara |
likle |
ma |
Bütün Vücut |
Farz |
Farz |
Farz |
Fa rz |
ilgili Farz- |
Ov- |
Saç, Sakal, Kıl |
Sünnet |
Sünnet |
Farz |
Sünnet |
lar |
ma |
Vücut |
Sünnet |
Sünnet |
Farz (Müzeni) |
Sünnet |
Tablo 27: Guslün Farzları
a) Hanefî ve HanbeliMezheblerine göre, gusülde ağzın yıkanması farzdır. Hanefî Mezhebine göre, ağzın bütününe su konunca, -çalkalanmasa ve dışarı çıkanlmasa da- farz yerine getirilmiş olur.
b) Şafiî ve Maliki Mezheblerine göre, ağız temizliği, gusülde sünnettir.
a) Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, burun temizliği, guslün farzlarından biridir; Hanefî Mezhebine göre, burun abdestteki gibi içine su ulaştırarak yıkanır, içerdeki sıvı ve katı burun salgılan dışarı çıkarılır.
b) Şafiî ve Malikî Mezheblerine göre, guslün sünnetlerinden biri de istintaktır.
Gusül yaparken bütün vücudun yıkanması ittifakla farzdır:
a) Hanefî Mezhebine göre, hiçbir kuru yer kalmayacak şekilde yıkanılır ve suyun cilde ulaşmasını önleyecek maddeler dışarı çıkarılır: Tırnaklarda toprak, çamur vb. pislik dışındakiler mutlaka çıkarılır. Çeşitli meslek ve sanat erbabının -meselâ fırıncı- bunların gereği olarak tırnaklarındaki çeşitli maddeler bazılarına göre guslü bozar, bazı hukukçulara göre ise bozmaz. Kadının örgülü saçlarını çözmesi gerekmez, ancak suyu diplerine ulaştırması gerekir; bazı hanefî hukukçular örgülü saçların çözülmesi gerektiği görüşündedir; zülüflerin yıkanması gerekir; saçlar örgülü olmayınca su içlerine kadar ulaştırılır, saçlara konan katı maddeler suyun saç diplerine ulaşmasını önlerse giderilirler; yüzük vb.'leri su ulaşacak şekilde yerinden oynatılır, su ulaşmayınca çıkarılır; küpe takılmayan kulak deliklerine de mümkün olduğu kadar ulaştırmaya çalışılır. Erkeklerin sakallarının içini yıkaması ve suyu diplerine ulaştırması gerekir. Göbek çukuru da güzelce yıkanır.
b) Şafiî Mezhebine göre, vücudun dış kısmının yıkanması farzdır: Önemli olan suyun cilde -kıllar fazla olunca aralarına- ulaşmasıdır. Kadınlar ve erkekler suyun ulaşmasına engel olunca örgülü saçlarını çözer; suyun yaratılıştan kıvırcık saçların içine ulaştırılması gerekmez. Suyun cilde ulaşmasını engelleyen her çeşit madde giderilir, yüzük çıkarılır, kadınlar yüzüklerini oynatırlar, küpe deliklerine ve kulak içlerine suyun ulaştırılması şart değildir.
c) Malikî Mezhebine göre, ağız, burun, kulak delikleri ve göz, gusül için yıkanması farz organlardan değildir. Suyun ulaşmasına engel bütün maddeler vücuttan giderilir.
d) Hanbelî Mezhebine göre, vücuttaki bütün kılların altı yıkanır. Erkekler örgülü saçlarını çözerken, cünüplük için gusül halinde kadınların çözmesi gerekmez, ancak çözülmesi menduptur, suyu diplerine ulaştırmak farzdır; kadınlar âdetin kesilmesinden dolayı guslettiklerinde, Örgülü saçları, çözmeleri gerekir. Suyun yüzüğün altına ulaştırılması gereklidir.
Bu açıklama ışığında, DM'in ittifak ve ihtilaf noktaları şunlardır:
1) İttifak Noktaları: DM'e göre de suyun -göbek, ameliyat veya kurşun yerleri dahil- mümkün olduğu kadar bütün vücuda ulaştırılması; suyun ulaşmasını engelleyen maddelerin giderilmesi (ancak Hanefî Mezhebine göre, meslek ve sanat erbabı bunun dışındadır); seyrek saçlarda suyun diplerine ulaştırılması ittifakla gereklidir.
2) İhtilaf Noktaları: '
2.a) Sık Saçlar: Malikî Mezhebine göre, sık saçların su cilde ulaşacak şekilde tahlil ve hareketlendirilmesi gerekir; ÜM'e göre bu durumda suyun saçların içine ulaştırılması, dışının içine ulaşması için hareketlendirilmesiyle yıkanması gerekir, cilde ulaştırmak şart değildir.
2.b) Örgülü Saçlar: Hanefî Mezhebine göre, örgülü saçların çözülmesi gerekmez, gerekli olan suyu diplerine ulaştırmaktır, örgülü olmayan salçarm az önce geçtiği gibi, su, dibine ulaşacak şekilde yıkanması gerekir; Şafiî Mezhebine göre, suyun içlerine ulaşması buna bağlıysa örgülü saçlar çözülür; Hanbelî Mezhebine göre, erkekler kesinlikle çözer, kadınlar ise âdet ve lohusalığın kesilmesi dolayısıyla yapılacak gusülde çözer.
2.c) Saçlardaki Kokulu Maddeler: ÜM'e göre, kadınların saçlarmdaki kokulu maddelerin giderilip, suyun saç diplerine ulaştırılması şartttır; Malikî Mezhebine göre, gelin koku ve ziyneti gidermez, başını yıkamaz, mesheder, bütün vücuttaysa teyemmüm yapar.
2.d) Niyet: Hanefî Mezhebine göre sünnet-i müekkede, Şafiî ve Malikî Mezheblerine göre farz, Hanbelî Mezhebine göre sahih olma şartıdır.
2.e) Diğerleri: Malikî Mezhebine göre farz, ÜM'e göre sünnettir.
e) Caferi Mezhebine göre, gusülden sonra, suyun vücudun bir kısmına ulaşmadığı anlaşılırsa, suya dalarak yıkanılmışsa gusül yeniden yapılır; sıraya uyarak yapılan gusüîde, bu kısım sol taraftansa, zaman uzamışsa bile sadece bu kısmı yıkamak yeterlidir, sağ taraftansa, bu kısım yıkandıktan sonra, sol taraf yeniden yıkanır. Kuru kalan yer başın bir kısmıysa, hem bu yer, hem vücudun sağ ve sol yanları yeniden yıkanır.
a) ÜM'e ve Malik'e göre vücut kıllarının ovulması sünnettir.
b) Malikî Mezhebine göre, vücuttaki saç, sakal ve diğer kıllar için uygulanacak tahlil ilk ikisi için farzdır:
1) Sakalın Ovulması: Bazılarınca sakalın ovulması farzken, diğerlerince menduptur.
2) Kılların Tahlili: Vücuttaki -sık olsun, seyrek olsun- bütün kılların tahlili farzdır.
3) Saçlar: Örgülü saçlar bir kurdele ile bağlıysa, üç düğüm olunca çözülmesi gerekir, azında -örgüsü sık olup suyun ulaşmasına engel olmadıkça- gerekmez. Gelini süsleyen saçlar veya saçların üzerine ziynet maddelerinden bir kokulu madde konursa -bu malı itlaf olacağından- yıkanmazlar, sadece vücut yıkanır, baş meshedilir, bütün vücuda kokulu madde sürülmüşse, suyla kaybedilmesinden korkunca gusül düşer, teyemmüm edilir. Yüzükler için abdestteki hükümler uygulanır, darsa -suyu ulaştırmasa da- çıkarılması gerekmez, kalan kısımlar yıkanır.
a) ÜM'e göre vücudun ovulması guslün farzı değil, sünnetidir.
b) Malikî Mezhebine ve Şafiî hukukçu Muzeni’ye göre, suyu dökerken veya döktükten sonra kurumadan önce bütün vücudun ovulması farzdır. Her organ ve maddeyle ovulabilir. Eliyle veya bir bezle ovmaya gücü yetmeyenlerden bu farz düşer.
Caferi Mezhebine göre, suyun mutlak, temiz ve mubah olması gerekir. İhtiyat, yerin kabın ve suyun döküldüğü yerin de mubah oluşudur.
1) Önce kalp, sonra dille niyet,
2) Besmele,
3) Elleri bileklere kadar yıkamak,
4) Bedenin necaset bulunmasa da önce avret yerini, sonra diğerlerini yıkamak,
5) Gusülden önce abdest almak, abdest alırken su birikirse ayakları en sonra yıkamak,
6) Vücudu yıkamazdan önce başı üç defa yıkamak,
7) Vücudu ovmak,
8) Önce sağ yan ve organları yıkamak,
9) Her yanı ve organı üçer defa yıkamak,
10) Bu tertibe uymak,
11) Abdestin kıbleye dönmek ve dua okumak dışındaki diğer sünnetlerini uygulamak.
Abdestteki mekruh haller, gusülde de mekruhtur.
Guslün âdabı dua dışında aynen abdestte olduğu gibidir.
Guslün sahih olma şartları, küçük farklarla abdest için geçerli olanların aynıdır:
1) İslâm şartıyla ilgili olarak, ÜM'e göre, kitabî bir kadınla evli müslümanın bu kadın gusletmezden önce onunla birleşmesi helal olmaz; Hanefî Mezhebine göre, -müslüman olsun olmasın- âdeti en uzun sürede kesilince birleşme helaldir, bu süreden azında kesilir veya kesildikten sonra bir namaz vakti geçerse helal olmaz, vaktin sonunda gusül ve iftitah tekbîri için yeterli zaman kalınca helal olur, bu kadar zaman kalmazsa -bir namaz vakti geçmedikçe veya gusletmedikçe- helal olmaz.
2) Şafiî Mezhebine göre, abdestin sahih olma şartlarından abdestlînin mümeyyiz olması şartı, gusül için geçerli olmaz, böyle bir kadınla birleşmek de helaldir.
3) Hanbelî Mezhebine göre, abdest için gerekli olan istinca veya isticmarın gusülden önce olması şartı aranmaz.
Âdabına uygun gusül şöyle yapılır:
1) Besmele çekilip gusletmeye niyet edilir,
2) Kap sol (vaya sağ) ele alınarak eller bileklere kadar üç defa yıkanır,
3) Kap sağ ele alınır ve avret yerindeki ve diğer yerlerdeki pislikler temizlenir,
4) Sağ avuca su alınarak ağız temizlenir,
5) Ağız temizlendikten sonra burun temiz bir şekilde su çekerek yıkanır ve temizlenir, sol elle içindekiler dışarıya çıkarılır,
6) Namaz abdesti gibi abdest alınır, ayaklar, başa ve bütün vücuda su dökülmeden yıkanmaz, gusül sonunda uzaklaşarak yıkanır, baş bir görüşe göre meshedilir, bir görüşe göre meshedilmez.
7) Abdest aldıktan sonra önce başına, sonra sağ ve sol omuzlara üçer defa su dökülür ve bütün vücut güzelce yıkanır. Hiç bir kuru yer kalmamasına ve güzelce temizlenmesine dikkat edilir. Saçların dibine kadar suyun ulaşması sağlanır.
Gusül ve abdest birlikte değil, ayrı ayrı uygulanınca, gusülde bir sa' (2.917 kg), abdestte bir müdd (832 gr) su harcanır.
a) Bazı hukukçulara göre (832 gr) ikisi abdest, sekizi gusül için olmak üzere on rıtî (460.8 gr) su kullanılır.
b) Çoğunluğa göre böyle bir durumda bir sa' su harcanır.
c) el-Hasen b. Ziyad, Ebu Hanife'den istinca yapmadan abdest alacak için bir rıtl, istinca yapan için biri istinca, diğeri abdest için olmak üzere iki rıtl su kullanılacağı görüşünü nakleder.
Ancak bu kesin ve bağlayıcı değildir. Zira insanların kullanım ve tabiatları temizliği değişik şekilde sağlar.
Abdestsize mubah olmayan işlemler, cünüplere de mubah olmaz, bunların yapılması haramdır:
Cünüplerin gusülden önce farz veya nafile namaz kılmaları haramdır, ancak su bulamazsa veya kullanılması imkânsız olunca teyemmüm edilir.
Cumhur'a göre, cünüp kimse Kur'ân okuyamaz:
1) Hanefî Mezhebi hukukçularının çoğunluğuna göre, bu konuda âyetin tam veya eksik olması aynı hükümdedir; Tahâvî'ye göre bir âyetten azı okunabilir. Ayrıca bu hüküm tilâvet kastı olunca geçerlidir, âyetler zikir ve dua olarak okunabilir. Hamamda Kur'ân okumak Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'ye göre mekruhken, Ebu Yusuf a göre mekruh değildir.
2) Şafiî Mezhebine göre, -bir harf bile olsa- tilâvet maksadıyla Kur'ân okumak haramdır, fakat zikir maksadıyla veya kastı olmaksızın dil sürçmesiyle, fakıdu't-tahureyn tarafından namazda okunabilir. Bu hükümler, adetli ve lohusalar için de geçerlidir.
3) Malikî Mezhebine göre, biri düşman vb. korumak için kolay gelen yeri, ikincisi şer'î hüküm istidlali vb. için olmak üzere iki hal dışında az veya çok Kur'ân okunması haramdır.
Bir grup hukukçuya -Kâsânî'nin belirttiğine bakılırsa, -meselâ Malik'e- göre cünüpler Kur'ân okuyabilir.
a) Hanbelî Mezhebine göre, cünüp kimsenin özürsüz olarak bir kısa âyetten daha az veya uzun bir âyetten bu miktarda Kur'ân okuması müstehaptır, bundan fazlası ise haramdır. Kur'ân âyeti olan zikirler okunabilir.
b) Caferi Mezhebine göre, "azâim sûreleri" denilen Alak, Necm, sûrelerinin bir kısmının ve besmelesinin bile okunması haramdır. Bu sûreler dışmdakilerden yedi âyetten fazlasının okunması ise mekruhtur.
a) Cumhur'a -daha doğrusu abdestsiz dokunul a mayac ağını savunanlara- göre, cünübün Mushafa dokunması haramdır. Hanefî Mezhebine göre, Mushafa ve üzerinde âyet bulunan paralara dokunmak haramdır. Caferi Mezhebine göre, Kur'ân'ın yazısına, Allah'ın adına veya diğer özel ad ve sıfatlarına, peygamber ve imamların isimlerine cünüpken dokunmak haramdır. Mushaf in cildine dokunmak ise mekruhtur.
b) Bir grup hukukçuya göre, cünüpler, Mushafa dokunabilir.
Zahirî Mezhebinin İmamı Davud'a göre, cünüpler cami ve mescidlere girebilirler.
a) Hanefi Mezhebine göre, hüküm cami ve mescidin içi ve avlusuna göre düzenlenir:
1) Umumi Cami ve Mescidler:
I) Mescidin İçi: Mescidin içine ve üstüne giriş mubah değildir, ihtiyaç duyulursa teyemmüm ederek girilir. Bu durumda zarurete uygun hale göre düzenleme yapılarak girilir:
§1) Suyun Sadece Mescidde Bulunması: Bu durumda, teyemmüm edilir ve sadece suyun bulunduğu yere gidilir.
§2) Mescide Zarar Gelme Korkusu: Böyle bir durumda cünüp, -Maliki Mezhebinde olduğu gibi- yine teyemmüm ederek camiye girebilir. Bu durumda, mescide giriş için cünübün teyemmüm etmesi bazan farz, bazan menduptur:
§2.a) Farz Teyemmüm:
§2.a.aa) Cünüplüğtin Mescid Dışında Olup Giriş Mecburiyetinin Bulunması: Böyle bir durumda az önce geçtiği gibi teyemmüm edilir ve öylece girilir.
§2.a.bb) Mescidde Cünüp Olmak: Mükellef camide uyur ve ihtilam olur, herhangi bir zarar korkusundan dolayı orada beklemek zorundaysa teyemmüm etmesi farzdır.
§2.b) Mendup Teyemmüm: Teyemmümün farz olmasını gerektirenler dışındaki bütün hallerde mescide giriş veya çıkış için teyemmüm menduptur. Meselâ camide cünüp olup oradan çıkmak için, cünüpken girme zarureti bulunup, teyemmüm imkânının bulunmaması halinde giriş zarureti kalkarsa teyemmüm ederek çıkılır. Bu çeşit teyemmümlerle Kur'ân okumak ve namaz kılmak sahih değildir.
(II) Mescidin Bahçe ve Avlusu: Cünüp, mescidin bahçe ve avlusuna, bayram ve cenaze namazgahına, hankah denen tekkelere girebilir.
2) Medrese Mescidleri: Bu gibi mescidler umuma -halka-açık veya içindekiler bir cemaat meydana getirebilecek kadar olursa, umumi mescid hükümleri uygulanır, bu şartları taşımazsa cami ve mescid dışındaki normal yerler gibi kabul edilir.
b) Şafiî Mezhebine göre, cünüp, adetli ve lohusa için, beklemeksizin ve kirletmeksizin cami ve mescidden geçiş caizdir. Bu durumda, bir kapıdan girip öbüründen çıkılabilir, ancak aynı kapıdan giriş ve çıkış haramdır, bu son durumda başka bir kapıdan çıkış niyeti bulunup alışkanlığı dolayısıyla çıkması haram olmaz. Mescidde cünüp olanın zaruret dolayısıyla orada beklemesi caizdir, ancak su bulunmayınca mescid toprağı dışındaki topraklarla teyemmüm edilir, su bulunursa abdest farz olur.
c) Maliki Mezhebine göre, hüküm, mukim ve hasta olmaya göre değişir:
1) Mukim ve Sağlamlar: Bunların iki hal dışında mescide -orada beklemek veya onu yol edinmek maksadıyla- girmeleri haramdır.
1.a) Gusül için gerekli suyun veya su âletinin sadece mescidde bulunması veya yolun buradan geçmesi halinde caizdir.
1.b) Bir zarar gelmesinden korkulur ve mescidden başka sığınak bulunmazsa, teyemmüm ederek girilir ve bu , korku kalkana kadar kalınır.
2) Hasta ve Yolcular: Cünüp olan yolcu veya hasta, suyu kullanması kolay olmayınca teyemmüm ederek mescide girer ve namaz kılar, zaruret bulunmadıkça orada kalmaz. Mescidde ihtilam olunca hemen çıkmak gerekir, mümkünse çıkarken hızla teyemmüm etmek güzel bir davranıştır.
d) Hanbelî Mezhebine göre, cünübün, adetli ve lohusanın -mescidi kirletme endişesi olmayınca- mescidden geçmesi veya beklemesiz gidip gelme caizdir. Cünüp kimse zaruretsiz de olsa abdestli olarak camide durabilirken, adetli ve lohusanın bu hali sona ermedikçe beklemesi caiz değildir.
e) İmam Malik'e göre cünüp kesinlikle cami ve mescide giremez.
f) Caferi Mezhebine göre, cünübün Mescid-i Haram'a ve Mescid-i Nebevî'ye girmesi, bu ikisi dışındaki, camilerde durması ve geçerken veya bir şey almak için olmasa bile girmesi haramdır; ihtiyaten mukaddes yerlerde de bu hüküm geçerlidir. Dışarıdan bile olsa, camiye bir şey koymak da haramdır.
a) Hanefî Mezhebine göre, cünüp tavaf yapamaz, yaparsa tavaf eksiklikle sahih olur.
b) Caferî Mezhebine göre, vacip tavaf cünüp olarak yapılmaz. Mendub tavafta da bunun şart olması uzak değildir.
Cünüp kimse yemek yiyebilir, eşiyle oynaşabilir: Hanefî Mezhebine göre, yemek içmek için ağız çalkalanır, eller yıkanır, ağız çalkalanmadan içilen su musta'mel olur. Caferî Mezhebine göre, cünüpken yemek, içmek uyumak kına yakmak ve eşiyle birleşmek mekruhtur.
Hanefi Mezhebine göre, cünüp kimsenin dinî kitapları eliyle tutup okuması, elini ve ağzını yıkamadan yiyip içmesi, elle tutmadan bir yere âyet yazması mekruhtur.
a) Cumhur'a göre, cünüplerin oruç tutması caiz olduğu gibi, tuttuğu oruç. da sahihtir.
b) Caferî Mezhebine göre, kasten veya unutarak sabahlayınca, Ramazan orucu ve kazası bâtıl olur.
Âdet ve lohusalık, hem namazın farz olmasına, hem de kılınınca sahih olmasına engeldir. Bu sebeple bu süre içersindeki namazlar daha sonra kaza edilmezler.
Yalnız bir kadın temiz olduğu halde yatıp da uyandığı zaman âdet görmeğe başlamış olduğunu anlasa, uyandığı zamandan itibaren âdet görmeğe başlamış sayılır. Tersine adetli bir kadın yatıp da uyandığı zaman temiz olduğunu anlasa -ihtiyaten- uyuduğu zamandan itibaren temizlenmiş sayılır. Bu sebeple, bu iki durumda da, eğer yatsı namazını kılmadan yatmış ve uykudayken namaz vakti geçmiş bulunursa, bu namazı kaza etmesi lâzım gelir.
Adetli ve lohusa olmak, orucun kazasına değil, edasına engeldir; yani adetli oruç tutamaz, bunu daha sonra kaza eder.
a) Hanefî Mezhebine göre, cünüp olarak tavaf yapılmaz. Bu şekilde tavaf yapınca, deve veya sığır kesmek ve ayrıca yeniden tavaf yapmak gerekir. Tavafı temizlenerek yeniden yapınca ceza düşer.
b) ÜM'e göre, âdet ve lohusalıktan temizlenmek tavafın şartıdır, bu sebeple temizlik yapılmadıkça tavaf yapılamaz, yoksa yapılan tavaf sahih olmaz.
Âdet gören kadınla -engel bulunsa da- birleşme yapmak ittifakla haramdır.
Bu açıdan, bir müslümanın, gayr-ı müslim olan hanımı da -sahih kavle göre- müslüman hanım gibidir. Diğer bir kavle göre gayr-i müslim kadının âdeti tamam olduğunda, kendisine müslüman kocasının yaklaşması helal olur.
a) Cumhur'a (Malik, eş-Şafii ve Ebu Hanife'ye) göre, âdet gören kadınla birleşmek haramdır: Allah'a tevbe ve istiğfar edilir, başka bir şey gerekmez, bir veya yarım dinar (4.81 gr) tasadduk sünnettir.
b) Hanbelî Mezhebine göre, gücü yeterse keffaret olarak bir veya yarım dinar tasadduk edilir, gücü yetmeyince ceza düşer.
c) Bazı muhaddislere göre, âdet sırasındaysa bir, kesildikten sonra birleşmede yarım dinar tasadduk edilir.
d) Evzai'ye göre, dinarın beşte biri kıdar tasadduk edilir.
a) Cumhur'a göre, âdet sonrasında kadın henüz gusletmezden önce onunla birleşme yapılmaz, gusül imkânı yoksa teyemmüm etmek gerekir.
b) Hanefî Mezhebine göre, en çoğundan -âdette on, lohusalıkta kırk günden- sonrasında temizlenince birleşme caiz olur; on günden azında kesilince, gusül yapmadıkça veya bir namaz vakti geçmedikçe birleşme yapılmaz.
c) Tavus, Mücahid, Sevrî ve İbn Hazm'a göre, fercin: (cinsî organını) suyla yıkayınca birleşme caiz olur; ancak ilk ikisine göre kadın ayrıca abdest alır.
İbn Rüşd'ün değerlendirmesine göre bu konuda her müctehid görüşünde isabetlidir, ancak Ebu Hanife'ninki zayıftır.
Taberî, İbnu'l-Arabî ve Şevkanî ile Sabunî de Cumhur'un görüşünün tercih edilmesi gerektiği kanaatindedir[126].
Cumhur'a göre adetli ve lohusalar mescide giremezken, Davud'a göre girebilir.
Müfessirlerin bir kısmı, konuyla ilgili âyette[128] geçen "muttahherûn" tabirini, melekler olarak, diğerleri de küçük veya büyük hadesten temizlenenler olarak tefsir etmektedirler. Buna göre, icmâ'a yakın bir şekilde ikinci görüş benimsenmektedir.
Cumhur'a göre adetli ve lohusalar Kur'ân okuyamazken, Ma-lik'e göre az olarak okuyabilir.
a) Hanefî Mezhebine göre, vacip i'tikâf için, âdet ve lohusalıktan temizlenmek şarttır. Sünnet i'tikâf için şart değildir fakat i'tikâfa temizlenmeden girmek -i'tikâf sahih olmakla birlikte- haramdır.
b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, bütün i'tîkâflar için âdet ve lohusalıktan temizlenmek şarttır,
c) Malikî Mezhebine göre, vacip i'tikâf için, âdet ve lohusalıktan temizlenmek şarttır. Durumu düzelince kadınlar vacip i'tikâfı gününe gün kaza ederler; sünnet i'tikâfları niyetlerine göre kaç günse -bu halle karşılaştıkları gün dışında- ona göre tamamlamaları gerekir.
a) İmam Bakır, Ca'feru's-Sadık, Şia ve Havaric, Hişam b. el-Hakem, İbn Teymiye, İbnu'l-Kayyım, İbrahim b. İsmail b. Aliyye (mutezile 'on), Muhanımed b. İbrahim el-Vezir, Şevkanî gibi müctehidlere göre, âdet halinde veya temizlendikten sonra kendisiyle birleşme yapılmış kadını boşamak kitap ve sünnete aykırı olduğu için muteber değildir.
b) DM imamının içinde bulunduğu Cumhur'a göre, bu durumlarda boşama bid'at ve haram olmakla beraber geçerlidir, boşama hakkı kullanılmış ve kadın da boş olur.
Adetli kadının, hem kendinin imkân tanıması, hem de eşinin birleşme yapması haramdır:
a) Malik, eş-Şafiî ve Ebu Hanife'ye göre, sadece izar (belden aşağısını örten elbise) üstünden faydalanılır.
b) Sevrî ve Davud ile -bir nakilde- eş-Şafiî'ye göre, sadece âdet yerinden kaçınmak gerekir.
c) İbn Abbas ve Ubeydetu's-Selmaî'den nakledildiğine göre, bütün vücudundan faydalanılmaz.
d) Hanbelî Mezhebi ile bazı Malikîlere göre, birleşme dışında -hastalık ve eziyet vermedikçe- bütün vücudundan faydalanılabilir.
Taberî ve Sabûnî ikinci görüşün tercih edilmesi gerektiği kanaatindedir[132].
Özetlersek, Hanefî Mezhebine göre, adetli ve lohusalara -cünüpler için olduğu gibi- namaz, oruç (cünüp oruç tutabilir), Kur'ân okumak, Mushafa dokunmak, mescide girmek ve tavaf yapmak haramdır; ayrıca bu hallerde onunla birleşilmesi de haramdır[133].
ÜM'e göre deri, yün, keten vb. ayağı örten özel ayakkabıyla Mest (el-Huff) adı verilir; deri dışmdakilerden yapılanlara çorap adı verilir, üç şartla çoraplara da meshedilebilir:
1) Suyu altına geçırmeyecek şekilde kalın olması,
2) Ayakta bağsız durabilmesi,
3) Altını gösterecek şekilde şeffaf olmaması. Maliki Mezhebine göre, mest sadece deriden yapılan özel ayakkabıdır, bunda da dikişli olmak şarttır.
Sözlükte "eli bir şey üzerinde gezdirmek" mânâsına gelen mesh, hukuk tabiri olarak, "Meste ıslaklığın değmesi" demektir. Meshi uygulayana Mâsih, mestlere de Memsuh adı verilir[134]:
a) Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, el parmakları çizgi gibi az açıklıkla mesti ucuna konarak, yukarı doğru topuklara kadar meshedilir. Her ayak için o yandaki el kullanılır.
b) Şafiî Mezhebine göre, sağ el ayak parmaklarına, sol el topuğa konur, parmaklar açık bulundurulur ve çizgi çekerek mesh uygulanır. Her iki ayak da bu şekilde meshedilir.
c) Maliki Mezhebine göre, uygulama mesnun değil, menduptur: Sağ el ayak parmaklarının ucuna, sol el parmakların altına konur, topuklara kadar gezdirilir. Sol ayak için sol el üste, sağ el alta konarak aynen bu şekilde meshedilir.
Cumhur'a göre, mest üzerine mesh, mutlak olarak caizdir. Malik'ten bir rivayete göre, hadarda caiz değildir.
Bir grup hukukçuya göre, mest üzerine mesh, sadece yolculukta caizdir.
Bir gruba -ilk devir hukukçuları, meselâ İbn Abbas ile İmam Malik, Haricîler ve Râfızîlere- göre mest üzerine mesh kesinlikle caiz değildir.
Şunu belirtmek gerekir: Hz. Peygamber'in mest üzerine meshettiği ittifakla sabittir, ancak bunun abdesti emreden Maide: 5/6 âyetinden önce mi, sonra mı olduğu ihtilaflıdır. Hayli tartışmalı olan bu konu sonunda iman konusu oldu ve akaid ve kelâm kitaplarında işlendi, ehl-i sünnet caiz olduğunu, Haricîler ise caiz olmadığını benimsedi.
Mest üzerine mesh aslında caiz ruhsattır, mestleri çıkarıp ayağını yıkadığında -meselâ vaktin kaçmasından korkunca veya ayakları yıkamak için su bulamayınca- mesh vacip ruhsat olur. Caiz ruhsat halinde ayağı yıkamak ÜM'e göre meshten, Hanbelî Mezhebine ve bazı hanefî hukukçulara göre, mesh, mesti çıkarmaktan efdaldir.
Maliki Mezhebi, sahabeden Ebu'd-Derda, Zeyd b. Sabit ile Said'e göre mesh için belli bir süre yoktur, ancak mestin çıkarılması ve guslü gerektiren halle sınırlanabilir.
Maliki Mezhebine göre, -gusül kastı olmasa da- cuma günü veya her hafta belli bir günde çıkarılması menduptur.
ÜM'e ve sahabeden Ömer, Ali, İbn Mes'ûd, İbn Abbas, İbn Ömer, Sa'd b. Ebi Vakkas, Cabir b. Semura, Ebu Musa ile el-Mugire b. Şu'be'ye göre, mesh, belli bir süre için geçerlidir: mukimlere bir gece (yirmidört saat), yolculara üç gün üç gece fyetmişiki saat).
Mukimler bir gün bir gece (yirmidört saat), yolcular üç gün üç gece (yetmişiki saat) mestine mesh yapabilir.
Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, yolculuğun meşru gayeli, Şafiî Mezhebine göre, ayrıca gidilecek yerin belli olması şarttır, aksi halde mukim gibi hareket edilir.
Mukim ve yolcular, mevcut durumlarını değiştirdiklerinde, bu yeni duruma göre bazı farklı hükümler uygulanır; bu hükümler, sağlıklılar ve özürlüler için de farklıdır:
Mukimken yolcu ya da yolcuyken mukim olan sağlıklı mükelleflerin mesh süresinde, süreyi tamamlayıp tamamlamadıkları dikkate alınır:
a) Süreyi Tamamladıktan Sonra:
Abdest alarak mukimken mestleri giyen kimse, ikametteki mesh süresini tamamladıktan sonra yolculuğa çıkınca, mesh süresi, yolculuktaki mesh süresine dönüşmez.
b) Süreyi Tamamlamazdan Önce:
i) Meshten Önce:
İkametteki süresi tamamlanmadan ve meshten önce ve fakat hadesten önce veya sonra yolculuğa çıkınca, mesh süresi, icmâyla hades vaktinden itibaren yolculuktaki mesh süresine dönüşür.
ii) Meshten Sonra:
Aynı durumda meshten sonra yola çıkınca Hanefî Mezhebine göre, hüküm değişmez, yani bu süre mesh süresine dönüşür; eş-Şafiî'ye göre dönüşmez, fakat ikamet süresince mesheder, sonra mestleri çıkarır, ayaklarını yıkar ve sonra yolculuktaki mesh sü resi başlar.
a) Süreyi Tamamladıktan Sonra:
Yolcuyken yolculuktaki mesh süresini tamamladıktan sonra mukim olunca, mestleri çıkarır ve sadece ayaklarını yıkar.
b) Süreyi Tamamlamazdan Önce:
Yolculuktaki mesh süresini tamamlamazdan önce mukim o-lunca iki durum ortaya çıkar:
1) Bir Gün Tamamlandıktan Sonra: Bir gün ve bir gece tamamlandıktan sonra veya fazlasında mukim olunca, mestleri çıkarır ve sadece ayaklarını yıkar.
2) Bir Gün Tamamlandıktan Sonra: Bir gün tamamlanmazdan önce- mukim olunca, mesh süresini -mukimken olduğu gibi- bir gün bir gece tamamlar.
Züfer'e göre, hüküm, aynen sağlıklılarda olduğu gibidir.
a) Hanefî Mezhebi içindeki görüşler çeşitlidir:
1) Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre, hüküm, hale göre değişiktir; bu durumda özür,
1.a) Abdest ve giyme ânında kalkar,
1.b) Abdest ve giyim ânında devam eder,
1.c) Abdest ânında kalkıp giyme ânında devam eder.
1.d) Abdest ânında devam eder, giyme ânında kalkar. İlk durumda aynen sağlıklı kimseler gibi hareket edilir; son üç durumda vakit devam ettiği sürece mesh yapabilir, vakit çıkınca mesti çıkarır ve sadece ayaklarını yıkar, Züfer'e göre -sağlıklı gibi- mesh süresini tamamlar.
b) Şafiî Mezhebine göre, mestler, her farz için çıkarılır, nafileler içinse mesh caizdir.
Cumhur'a göre, mesh süresinin başlama ânı, abdestle giyildikten sonra abdestin bozulduğu ilk namaz vaktidir.
Bazılarına göre, meshin geçerlilik süresi mestin giyildiği anda başlamış olur.
Bazı hukukçulara göre ise, mesh süresi, mesh ânında başlar.
Örnekler:
a) Mükellef, sabah fecir doğunca abdest alıp mestlerini giydikten sonra, sabah namazını kılar, güneş doğduktan sonra abdesti bozulursa ve zevalden sonra abdest alarak mest üzerine mesnedince, Cumhur'a göre mukimse ikinci gün, yolcuysa dördüncü gün güneş doğduktan sonrasına, ikinci gruba göre mukimse ikinci gün, yolcuysa dördüncü gün fecir doğana, üçüncü gruba göre mukimse ikinci gün, yolcuysa dördüncü gün zevalden sonrasına kadar mesh yapabilir.
b) Öğle vaktinde mestleri giyip, abdesti yatsıda bozulan kimsenin süresi yatsıda başlar.
Şafiî Mezhebine göre, hades, -uyku, dokunma gibi- ihtiyarî olursa, süre ilk hades vaktinden öncesinde, -ön veya arkadan abdesti bozucu madde çıkması gibi- zarurî olursa, son hadesten sonrasında başlar.
Mest üzerine meshin sahih olabilmesi için, mesheden mükellef ve meshedilen mestin bazı şartları taşıması gerekir.
Mest üzerine meshin caiz olması için ayakların abdest alarak yıkanması icmâyla sabittir, ancak Malik'ten bu konuda şâz nakil de bulunmaktadır. Meselâ iki ayağındaki veya biri yaralı ayağının sargısına mesheden kimsenin yarası iyileşirse mestler çıkarılır, iyileşmezse meshe devam edilir. Bu sebeple, muhdesken mestleri giyip, abdesti tamamlamazdan önce hadesle karşılaşsa ve abdesti tamamlasa, icmâ ile mesh caiz değildir.
Bu esastan doğan bazı ayrıntıları inceleyelim:
a) Önce Ayakları Yıkayıp Mesti Giymek:
1) İki Ayağı Yıkamak: Önce ayakları yıkayarak mesti giyme halinde Hanefî Mezhebine göre, -tertip şart olmadığından- bu caizdir, ancak abdesti tamamlamak şarttır; Şafiî, Hanbelî ve Malikî Mezheblerine göre, -birinciye göre tertip, üçüncüye göre bir organ yıkanmadan öbürünün yıkanması şart olduğundan- caiz değildir. Hanefî Mezhebine göre, giydikten sonra hades sırasında, eş-Şafıî'ye göre giyme ânında tam bir temizlik üzere buluması gerekir.
2) Tek Ayağı Yıkamak: Birini yıkadıktan sonra mesti giyip, sonra öbür ayağı yıkayınca Malik, eş-Şafiî, Ahmed ve İshak'a göre mesh caiz değildir; Hanefî Mezhebine göre caizdir.
b) İkinciyi Yıkadıktan Sonra Giydiği Mesti Çıkarıp Giymek: İkinci ayağını yıkadıktan sonra giydiği mesti çıkarıp tekrar giyince icmâ ile mesh caizdir.
a) ÜM'e göre, temizliğin suyla yapılması şarttır, teyemmümden sonra giyilmesi sahih değildir.
b) Şafiî Mezhebine göre, teyemmüm sebebinin, su bulunmaması hali dışındakilerden biri -meselâ hastalık vb.- olması halinde teyemmümle giyilen mestlere -teyemmüm sırasında ayaklar yıkanmayacağından- su bulununca meshedilebilir.
a) Hanefî Mezhebine göre, meshedenin karşılaştığı hadesin galiz değil hafif olması, yani guslü gerektiren şekilde olmadan âbdesti bozması gerekir. En doğru söyleyişle, "mükellefe guslün farz olmaması" şarttır.
b) Şafiî Mezhebine göre, mestlerin -meselâ ayakta yara bulunması dolayısıyla- sargı üzerine mesh yaptıktan sonra giyilmesi halinde meshedilmesi sahih değildir.
Hanefî Mezhebine göre, ayağının üç parmak kadar bulunmaması -meselâ kesik olması- halinde kişi mest kullanamaz. Topuklardan yukarısının bulunması halinde, öbür ayak meshedilebilir.
Malikî Mezhebine göre, mestlerin sadece ziynet maksadıyla değil, sünnete uymak gayesiyle giyilmesi, soğuk-sıcak, diken, akrep vb.'nin korkusundan dolayı giyilmemesi şarttır. Pireden, yıkama güçlüğünden veya ayağındaki kınayı korumak için giyilirse, mest üzerine mesh sahih olmaz.
a) Hanefî ve Şafiî Mezheblerine göre, -giyilmesi haram olsa da- mülkiyeti meşru olmayan mestlere de raeshetmek caizdir.
b) Malikî ve Hanbelî Mezheblerine göre, mestlerin mülkiyete meşru şekilde geçmesi şarttır. Bu sebeple çalınan, gasbedilen veya haram şüphesiyle elde edilenler üzerine meshetmek sahih değildir.
Kendisine mesh yapılabilmesi için mest veya benzerinin, topukları örtmesi gerekir. Zira arapçada mest karşılığı olan "huff" kelimesi, bu vasıftaki ayakkabılar için kullanılır. Bu sebeple de, sadece huff (mest) değil, bu vasıftaki topuğu örten ayakkabılara, çoraplara da -hukukçuların görüşlerine göre- mesh yapılabilir. Böylece mest üzerine meshin caiz olduğunu benimseyenler mest için ittifak, meste benzer diğerleri için İhtilaf etmektedirler:
a) Curmuk (Deriden Mamul Mest Ayakkabısı):
1) Hanefî Mezhebine göre, mestler içine deriden mamul mest ayakkabısı giyilince asıl mestin üzerine mesh caizdir. Ancak bu şekilde mesh yapılabilmesi için, hadesten önce giyilmesi şarttır; hadesten sonra giyilirse -mestlere önceden meshetse de- caiz olmaz. Bu esaslara göre içmestlere meshedilir, sonra biri çıkarılırsa Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre görünen mestle kalan ikinci meste mesh yapılır, el-Hasen b. Ziyad ve Züfer'e göre sadece dışmeste meshedilir, kalanın yeniden meshi gerekmez, Ebu Yusuftan kalan içmestin de çıkarılıp dışmestlere meshedileceği görüşü nakledilir.
2) eş-Şafiî'ye göre -bedelin bedeli olmayacağından- caiz değildir; ancak ondan ilk görüşü benimsediği de nakledilir.
3) Malik'ten her iki görüş de nakledilmektedir.
b) Çoraplar:
1) Malik, eş-Şafîî ve Ebu Hanife'ye göre, çoraplar üzerine meshetmek caiz değildir:
1.a) eş-Şafiî'ye göre, sadece topuklarına kadar deriden yapılanlara meshedilebilir.
1.b) Malik'ten deriden olmayan ve bir yönüyle mest, bir yönüyle de çoraba benzeyen ayakkabılara mesh konusunda iki görüş nakledilmiş bulunmaktadır.
1.e) Ebu Hanife ve Tahâvî'ye göre, deriden yapılır veya tabanı deri kaplamalı olursa meslı yapılabilir.
2) Ebu Yusuf ve Muhammed eş-Şeybanî ile Sevrî'ye göre, çoraplar üzerine meshetmek caizdir.
Böylece, Hanefî Mezhebinin görüşü, şu şekilde özetlenebilir: Deriden olur veya ayakkabı olarak kullanılırsa ihtilafsız caizdir; bu iki şekilde olmazsa ve ince olup suyu geçirirse ihtilafsız caiz değildir; sık örgülü -kalın- ve bağsız duracak şekilde olurlarsa, Ebu Hanife'ye göre caiz değil, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre caizdir, ömrünün sonunda Ebu Hanife'nin de bu görüşe döndüğü ve hastayken bu uygulamayı yaptığı nakledilir.
c) Keçeden Mamul Mest:
Bu konuda, Hanefî Mezhebi içinde zâhiru'r-rivaye nakli yoktur.
1) Bir görüşe göre çoraplarla ilgili hükümler uygulanır.
2) Bir diğer görüşe göre, yola dayanırsa mesh caizdir, dayanmazsa caiz değildir. Kâsânî bu görüşün esah olduğunu belirtir. Eldivenlere, fes ve sarık, peçete vb.'ne mesh caiz değildir.
d) İki Mest Giymek:
1) Hanefî Mezhebine göre, üstüste iki mest giyince, üstte-kine meshin sahih olması için, üç şartın gerçekleşmesi gerekir:
aa) Deriden olmak veya deriden olmayınca alttaki meste geçirmek,
bb) Üsttekinin tek başına yürümeye elverişli olması veya suyun alttakine ulaşması,
cc) Üsttekini temizlikle -abdestle- giymek.
2) Şafiî Mezhebi, bu konuda, ayrıntılı hüküm vermektedir:
2.a) Her ikisi de zayıf olursa mesh caiz olmayıp, ayakların yıkanması gerekir,
2.b) Alttaki zayıf olup meshe elverişli olmazsa, hüküm alttakine göre düzenlenir; alttaki mest kabul edilmez.
2.c) Üstteki zayıf, alttaki kuvvetli veya ikisi de kuvvetli olursa, ıslaklık kesinlikle alttakine ulaşır ve alttakinin veya ikisinin, ya da herhangi birinin meshi kastedilirse üsttekine meshetmek sahihtir, sadece alt veya üst kastedilir ve alttakine su ulaşmazsa mesh sahih olmaz.
3) Maliki Mezhebine göre, iki mestin giyilmesi halinde, hüküm üsttekine göre düzenlenir. Bu çıkarılınca, hemen alttaki meshedilir. Böylelikle, kudret ve hatırlama halinde farz olan muvâlât şartı da gerçekleştirilmiş olur.
4) Hanbelî Mezhebine göre, iki mest giyilmesi halinde, ikisi değil, biri yırtık olunca ve toplamları ayağı örtünce üsttekine meshetmek sahihtir. Üstteki mestin altından alttakinin meshedilmesi halinde -alt sağlamsa- mesh sahihtir. Üstteki meshedilir, sonra o çıkarılırsa, alttakinin de çıkarılıp, ayakların yıkanması vaciptir.
Sağlam meste meshedileceği ittifakla sabittir, yırtık mest ise ihtilaflıdır:
a) Hanefî Mezhebine göre, yırtığın çok olması halinde -istihsan yoluyla- mesh caiz değildir, az olunca caiz olur: Az veya çok için ölçü, en küçük üç ayak parmağına göre düzenlenir, üç ve fazlası çok kabul edilir; ancak üç küçük el parmağı olacağı görüşü de nakledilir. Yırtığın topuk kısmın altında neresi -içi veya dışı-olursa olsun engeldir. Üç parmak ucunun görünmesi halinde bazılarına göre engel olmaz, bazılarına göre engel olur Kâsânî'ye göre, engel olacağı, sahih görüştür. Dışı açılır, içinde deri kabı bulunur ve ayağı göstermezse, mesh caizdir. Bu yırtık miktarı, her mesh için kendi başına gözönüne alınır. Mestlerde necaset bulunursa, iki mesttekiler birbirleriyle toplanır.
b) Şafiî ve Hanbelî Mezhebleri ile Züfer'e göre, -yırtık az olsa da- kıyas yoluyla mesh caiz olmaz.
c) Malik ve Sevrî'ye göre, kendisine mest adı verildikten sonra, yırtığın az veya çok olması meshe engel olmaz.
(d) Maliki Mezhebine göre, yırtık, ayağın birinden az olunca meshedilebilir.
e) eş-Şafiî'den yapılan nakillerden birine göre, -az da olsa- mestin önünden ayak görünürse, meshedilmesi caiz değildir.
a) Hanefî ve Şafiî Mezheblerine göre, mestin, aralıksız yürümeye imkân verecek şekilde olması gerekir; ayağın çoğunu veya bütününü gösterecek şekilde geniş olması, yürümeye imkân verirse, meshe bir zarar vermez.
b) Maliki Mezhebine göre de, mestin, ayağın hepsini veya bir kısmını gösterecek şekilde geniş olması, meshe zarar vermez, ancak ayağın dolduramayacağı şekilde geniş olup tamamı veya çoğu durmazsa -yürümeye imkân verse de- meshedilmez. Giyilemeyecek şekilde dar olmaması da şarttır.
c) Hanbelî Mezhebine göre, üst yanında abdestte yıkanması farz olan yerlerden görünecek şekilde geniş meste meshetmek sahih değildir.
a) Uzaklık İçin:
Mestlerin giyildiğinde belli bir uzaklığı alacak şekilde sağlam olması gerekir. Bundan ötürü, yürürken ayaktan düşen veya giyeni belli uzaklığı almaktan alıkoyan mestlere meshedilmesi sahih değildir:
1) Hanefî Mezhebine göre, aralıksız bir fersah (üç mil veya oniki bin adım) yürüyecek kadar sağlam mestlere mesh sahihtir.
2) Şafiî Mezhebine göre, hüküm, giyenin yolcu veya mukim olmasına göre değişir:
2.a) Yolcu İçin: Yolcuların giydiği mestlerin, yoculuk sırasında üç gün üç gece dayanacak şekilde sağlam olması gerekir.
2.b) Mukim İçin: Mukimler için bir gün bir gece ihtiyacını giderecek şekilde sağlam olması şarttır.
3) Maliki Mezhebine göre, böyle bir şart aranmaz; çünkü deriden yapılır, sağlamdır, önemli olan aşırı şekilde geniş veya dar olmamasıdır.
4) Hanbefî Mezhebine göre, belli bir uzaklık sözkonusu olmadan aralıksız yürüyüşe elverişli olması gerekir, bu da örfe göre bilinir.
b) Suyu Geçirmemek İçin:
Şafiî Mezhebine göre, mestlerin, -bağları ve dikiş yeri dışında- suyu ayağa geçirmeyecek şekilde sağlam olması şarttır.
Maliki Mezhebine göre, mestlerin, deriden ve dikişli olması, meshin sahih olması için şarttır.
a) Hanefî Mezhebine göre, meshin sahih olması için, mestlerin temiz olması şart değildir. Kendisine necaset bulaşan meste meshedilebilir, ancak -ma'fuv (hoşgörülecek kadar) olmayınca-onunla namaz kılınmaz, necaset az olunca temiz yeri meshedilir.
b) Şafiî Mezhebine göre, üzerine meshedilecek mestlerin temiz olması gerekir, bu konuda hiçbir şekilde müsamaha yoktur.
c) Hanbelî Mezhebine göre, necaset bulaşmış meste iki şartla meshedilebilir:
1) Necasetin yere bitişik kısmında -tabanında- veya içinde olması,
2) Giyene mesti çıkarmadan necaseti gidermesinin imkânsız olması.
Şafiî Mezhebine göre, mestlerin içindeki ayak veya çorapların da temiz olması gerekir.
Sözlükte "kastetmek" mânâsına gelen teyemmüm[149], hukuk dilinde "Temiz toprağı suya bedel olarak temizlik maksadıyla özel şartlarla, özel organlarda (yüz ve ellerde) kullanmak" demektir. Teyemmüm yapan kimseye Muteyemmim adı verilir.
Teyemmüm, İslâm ümmetinin özelliklerindendir. Bu, bir kolaylık eseridir. Mukaddes ma'buduna ibadet edecek bir müslümanın itiyat etmiş olduğu temizlikten mahrum bir halde bulunurken, teyemmüm onun ibadet etmesini sağlar. Bu hususta müslümanın duyduğu ruhî bir ihtiyacı giderir.
Teyemmümün meşruiyeti, hicretin beşinci yılındadır. Şaban ayının ilk günlerinde, Huza'a kabilesinin bir oymağı olan Benî Mustalık Gazvesinde, Rasul-i Ekrem ile birlikte bin kadar müslüman asker, susuz bir yerde gecelemişlerdi. Sabah namazını kılmak için abdest alacak su bulamadılar. Sabaha yakın "Yolculukta bulunup da su bulamazsanız temiz toprakla teyemmüm edin..." mealindeki âyet-i kerime nazil oldu. Böylelikle müslümanların teyemmümle namaz kılmalarına müsaade edildi. Ashab çok sevindi, teyemmüm ederek namazlarını kıldılar.
Caiz olması suyun bulunmamasına bağlı olduğundan, teyemmüm, ittifakla bedeldir, ancak bedelliği ihtilaflıdır:
Hanefi Mezhebine göre, teyemmüm, mutlak bedeldir. Bu sebeple hades, kılman namaz hakkında suyun bulunmasına kadar kalkar ve bu durumda namaz kıhnabilir. Ebu Hanife ve Ebu Yusuf'a göre toprak suyun bedelidir, yani bedellik suyla toprak arasındadır; eş-Şeybanî'ye göre teyemmüm abdestten bedeldir, yani bedellik abdestle teyemmüm arasındadır. Bu ihtilaf, şu konularda uygulanır ve hüküm taşır:
a) Muteyemmimin Abdestlilere İmam Olması: Ebu Hanife ve Ebu Yusuf a göre, abdestlilerin yanında su yoksa namazları sahihtir, varsa sahih, değildir; eş-Şeybanî'ye göre yanlarında su olsun olmasın namazları sahih değildir; Züfer'e göre yanlarında su olsun olmasın namazları sahihtir.
b) Muteyemmimin İmam Olduğu Abdestlilerden Birinin Su Görmesi: Muteyemmim abdestlilere imam olur ve bunlardan biri suyu görüp, namaz bitene kadar birisi imama suyu bildirmezse namaz bâtıl olur; Züfer'e ve -bir rivayette- Ebu Yusufa göre namaz sahihtir.
eş-Şafiî'ye göre, teyemmüm zaruret bedelidir. Bu sebeple, mustehâdanın temizliği gibi, hades hakikaten bulunmakla birlikte, zaruret dolayısıyla namaz sahihtir.
Teyemmümün mutlak veya zarurî bedel olması aşağıdaki hükümlerin uygulanmasına sebep olur:
a) Hanefî Mezhebine göre, vakit girmezden önce teyemmüm edilebilir; eş-Şafiî'ye göre edilmez.
b) Hanefi Mezhebine göre, su bulmadıkça veya teyemmüm bozulmadıkça, teyemmüm ile istenildiği kadar farz ve nafile namaz kılınabilir; Şafiî Mezhebine göre, mustehâdanın uyguladığı gibi, sadece kendisi için teyemmüm edilen farz, istenildiği kadar nafile kılınır.
c) Hanefi Mezhebine göre, nafile için yapılan teyemmümle hem farz, hem de nafile namaz kılınabilir; eş-Şafiî'ye göre sadece, nafile kılınıp, farz kılınmaz; Zuhrî'ye göre, -teyemmüm zaruret temizliğidir, zaruret temizliği de nafilelerde değil, farzlarda olduğundan- nafile namaz için teyemmüm edilmez.
Abdest almak ve gusletmek farz olan herkese, teyemmüm etmek de farzdır.
Hanefi Mezhebine göre, tavaf için, gerektiğinde teyemmüm etmek vaciptir. Abdestsiz veya teyemmümsüz tavaf sahihtir, ancak mükellef günahkâr olur.
Abdest almak ve gusletmek mendup olan hallerde, teyemmüm etmek de mendup olur.
Şartları gerçekleştiği takdirde, hadesten temizlenmek için teyemmüm etmek kitap[153], sünnet ve icmâ ile sabittir.
Cünüplükten teyemmüm ihtilaflıdır:
a) Ali, İbn Abbas ve diğer sahabe ile Cumhur'a göre caizdir. Caferî Mezhebine göre, cünüplük dışındaki hades-i ekber için, biri gusül, diğeri abdeste ait olmak üzere iki teyemmüm yapılır; cünüplükten teyemmüm için bir teyemmüm yeterlidir, guslü gerektiren çeşitli sebeplerin her biri için ayrı teyemmüm yapılır.
b) Ömer, ve İbn Mes'ud'a göre, cünüplükten temizlenmek için caiz değildir; Dahhak, İbn Mes'udun bu görüşünden vazgeçtiğini belirtir. Yolcu (veya mukim) yanında su bulamayınca da birleşme yapabilir, Malik'e göre bu durumda birleşme mekruhtur.
Âdet ve lohusahktan temizlenmek için teyemmüm, ittifakla caizdir.
Hanefî ve Malikî Mezhebleri, şartlan farz, sahih ve hem farz, hem sahih olma şartları olarak belirtir; Şafiî ve Hanbelî Mezhebleri böyle bir ayrım yapmaz:
Teyemmümün farz olma şartlarını, mükellefle ve bizzat teyemmümle ilgili şartlar şeklinde iki grupta ele alabiliriz:
a) Mükellefliğin Genel Şartları:
i) İslâm:
Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, teyemmümün farz olması için, müslüman olmak şarttır. Bu sebeple, hıristiyan biri teyemmüm edip müslüman olmak isteyince, Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'ye göre muteyemmim olmaz, böyle bir şartı aramayan Ebu Yusufa göre olur.
ii) Davetin Ulaşması:
Malikî Mezhebine göre, teyemmümün farz olma şartlarından biri de, onu uygulayacak olan kimseye İslâm davetinin ulaşmasıdır.
iii) Akıl:
ÜM'e göre, teyemmümün farz olması için, akıllı olmak şartken, Şafiî Mezhebine göre, şart değildir,
iv) Bulûğ:
Malikî Mezhebine göre, teyemmümün farz olması için, baliğ olmak şarttır.
(b) Ehliyet Arızasının Bulunmaması:
i) İkrah:
Malikî Mezhebine göre, teyemmümün terki için, mükellefin ikrah (baskı) altında olmayışı şarttır.
ii) Uyku Ve Unutma Bulunmaması:
Malikî Mezhebine göre, teyemmüm yapabilmek için, uyku ye unutmanın bulunmaması gerekir.
iii) Âdet Ve Lohusalıktan Temîzlîk:
Hanefi ve Malikî Mezheblerine göre, teyemmüm yapabilmek için, mükellefin adetli ve lohusa olmaması gereklidir.
a) Vaktin Girmesi:
Hanefî, Malikî ve Hanbelî Mezheblerine göre, teyemmümün sahih olması için vaktin girmesi şarttır; ancak Hanbelî Mezhebine göre, bu şart, hem farz, hem belli vakti olan nafileler için geçerlidir, Hanefî Mezhebi ise bu şartı farzın edası için geçerli kabul eder.
b) Temiz Toprağı Kullanma Kudretinin Bulunması: Hanefî ve Malikî Mezheblerine göre, teyemmümün farz olması için, temiz toprağı kullanma kudretinin bulunması şarttır; ancak Malikî Mezhebine göre, teyemüm etmekten âciz kalınca bu şart düşer. Bu toprak, Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, tahûr (hem temiz, hem de temizleyici), Malikî Mezhebine göre, tahir (temiz) topraktır.
c) Bozucu Halin Bulunmaması:
Hanefî ve Malikî Mezheblerine göre, teyemmümün farz olması için hadesin bulunması gereklidir.
a) Akıl ve Temyiz:
1) Hanefî ve Malikî Mezheblerine göre, teyemmümün sahih olması için, mükellefin akıllı olması şarttır.
2) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre ise, temyiz şartı aranır.
b) İslâm:
Hanefî, Şafiî ve Malikî Mezheblerine göre, teyemmümün sahih olması için, müslüman olmak şarttır; Şafiî Mezhebine göre, âdeti veya lohusalığı sona eren kitabî bir kadın eşiyle birleşmesinin helal olabilmesi için, teyemmüm yapabilir.
c) Adetli ve Lohusa Olmamak:
Teyemmümün sona ermesi için, ittifakla, âdet ve lohusalîğın sona ermesi gerekir.
d) Uyku ve Unutma:
Malikî Mezhebine göre, teyemmümün sahih olabilmesi için, uyku ve unutma hallerinde yapılmaması gerekir.
Teyemmümle ilgili şartları, teyemmüm öncesindeki ve teyemmüm sırasındaki şartlar biçiminde iki grupta ele almak mümkündür:
a) Öncesindeki Şartlar:
i) Vaktin Girmesi:
i.i) Şart Olması:
ÜM'e ve Caferî Mezhebine göre, teyemmümün sahih olması için vaktin girmesi şartken, Hanefî ve Zahirî Mezhebleri ile Malikî hukukçu İbn Şa'ban'a göre şart değildir.
i.ii) Müstehap Vakit:
1) Hanefî Mezhebi, Zuhrî, el-Hasenu'l-Basrî ve İbn Sîrîn'e göre, yolcu, suyun vaktin sonunda bulunacağı ümidini taşıyorsa teyemmümü bu vakte -yani teyemmüm ve namaz için yeterli son vakte- geciktirmesi müstehaptır, yoksa geciktirmeyip, müstehap vakitte kılar.
2) eş-Şafii’ye göre, suyun bulunması kesinlikle bilinmeyince, teyemmüm geciktirilmez.
3) Malik'e göre, teyemmümün, vaktin ortasına geciktirilmesi müstehaptır.
4) Caferî Mezhebine göre, farz namaz için teyemmümün sahih olmasında vaktin girmesi şarttır. Meşru kılan sebebin kalkacağı ümit edilirse ihtiyatı terketmemek, kalkacağı bilinirse beklemek gerekir. Vakti girmiş bir namaz için teyemmüm edilir ve bu teyemmüm bozulmadan ve meşru kılan sebep ortadan kalkmadan başka bir namaz vakti girerse, sebebin vaktin sonunda kalkacağı bilinmedikçe, vaktin başında kılınması caizdir. Teyemmümlü kişi temizliğin şart koşulduğu her şeyi yapabilir.
İlk vakitte teyemmüm edip namaz kılındığında, suyun bir milden (=dörtbin adım) az uzakta olduğunu biliyorsa, namaz sahih olmaz; bir mil ve daha fazla uzakta olunca sahihtir; Züfer'e göre caiz değildir; fakat suyun yakınlığını ve uzaklığını bilmezse, -vaktin sonunda suyun bulunmasını umsun veya ummasın ve eş-Şafiî'nin aksine suyu arasın veya aramasın- namaz sahihtir.
Suyun bir milden az uzakta olduğu haber verilip, oraya gidip abdest alınca namaz kaçarsa teyemmüm etmez, namazını vakitten sonra da kılabilir, Züfer'e göre teyemmüm eder: Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre asıl olan, uzaklık ve yakınlık, Züfer'e göre vakittir.
ii) Niyet:
Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, niyet şartken, Şafiî ve Maliki Mezheblerine göre, farzdır, Züfer'e ve -rivayete göre- el-Ev-zaî ile el-Hasen b. Hayy'e göre niyet şart değildir.
iii) Suyu Aramak[157]:
a) Hanefî Mezhebine göre, hüküm, bulunulan yer ve hale göre değişir:
1) Şehirde: Suyu bulamayan şehirde olursa -uzakta veya yakada olduğunu zannetse de- teyemmümden önce araştırması gerekir.
2) Yolcu: Yolcu bir milden -dört bin adım- az uzaklıktaki bir yerde su bulunduğunu zannederse, kendisine veya malına bir zarar gelmesinden emin olunca araştırması gerekir. İster kendisi, ister başkası vasıtasıyla bundan uzak bir yerde su bulunduğunu tahmin edince aramak gerekmez. Vereceklerini zannettiğinde, yol arkadaşlarından istemek gerekir, bundan önce teyemmüm etmesi sahih olmaz; verip vermeyeceklerinden şüphelenip, teyemmüm ederek namaz kılınır ve sonra istenildiğinde verirlerse iade gerekmez (Ebu Hanife'ye göre ise başkasındaki suyu istemek gerekmez, hemen teyemmüm edilir). Suyu bulunan yere yakın yerdeki fiyata veya gabn-ı yesir denen biraz fazla fiyata verirlerse, ihtiyaçtan fazla parayla satın almak gerekir, gabn-ı fahişle -aşırı fiyatla- verirlerse suyun satın alınması gerekmez, teyemmüm edilir. Su bulunup bulunmadığını kendisinden soracak uygun biri bulunduğu halde, ondan sormadan teyemmüm edilmez. Şayet teyemmüm ederek namaz kılınsa da sonra bir inilden az uzakta suyun bulunduğu haber verilse, kılınan namaz iade edilir. Parası olan bir âciz, ecr-i misille abdest aldırtacak kimse bulursa teyemmüm etmez. Eşyaları içindeki suyu unutup, teyemmüm ederek kılınan namaz Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'ye göre iade edilmez, Ebu Yusuf a göre yeniden kılınır.
b) Şafiî Mezhebine göre, suyu bulamayan kimsenin, vakit girdikten sonra -ister eşyaları içinde, ister arkadaşlarında olsun ve ister kendisi veya güvendiği biri olsun- suyu mutlaka aramak gerekir, ancak vakit daralmışsa aramak ve duyurmaksızın vakte hürmeten teyemmüm ederek namaz kılması gerekir, bu durumda bulunulan yer suyun çoğunlukla bulunabildiği yerse, namazın iadesi gerekir, aksi halde gerekmez. Bütün bunlara rağmen su bulunmazsa üç hareket tarzı uygulanır:
1) Kendisine Yardım -Gavs- Edilebilecek Bir Yerde Bulunmak: Arkadaşları kendi işleriyle ilgilenmekle birlikte, onlardan yardım istendiğinde kendisine yardım edebilecek kadar uzaktaki bir yerde -bunun ölçüsü "normal bir kimsenin karşıdaki kimseleri görüp onları birbirinden ayırabilecek uzaklıktaki yerdir" bulunur ve suyun kesinlikle bulunacağını bilince, canı, malı ve namusu ile menfaati konusunda emniyet bulunursa araması gerekir, vaktin çıkmasından korkması şart koşulmaz. Fakat suyun bulunup bulunmadığında tereddütlüyse, mal, can ve menfaatinden, arkadaşlarından ayrılma ve vaktin çıkmasından emin olunca yine aramak gerekir.
2) Yakında Bulunmak: Suyla mükellef arasında yarım fersah veya altı bin adım uzaklık bulunursa, kesinlikle suyun bulunduğunu bilince, mal, can ve menfaatinden emin olunca araması gerekir. Bulunduğu yerde su bolca bulununca, vaktin çıkmasından emin olmak şartı koşulmaz, bolca bulunmazsa bu da şart olur.
3) Uzakta Bulunmak: Suyla mükellef arasındaki uzaklık altıbin adımdan fazla olunca, kesinlikle su bulunduğu bilinse de aranması gerekmez.
c) Maliki Mezhebine göre. iki veya daha fazla mil uzakta su bulunduğunu kesinlikle, ya da tahminle bilince, aramak gerekmez. Bundan az uzaklıkta olduğunda tereddüt bile etse, güç gelmeyince aramak gerekir, güç gelirse -binek de olsa- aramak gerekmez. Cimrilik yapmayacağına inandığı, şüphelendiği veya vehimlendiği zaman, istemek gerekir, bunlardan istemez ve teyemmüm ederek namaz kılarsa, suyu vereceklerine inancı veya zannı olduğunda, namazın kesinlikle iadesi gerekir, fakat şüphelendiğinde sadece vakit içinde iade edilir, vehimlenme halinde ise kesinlikle iade edilmez. İlk iki durumda namazın iade edilmesinin şartı, onlarda suyun bulunmasının ortaya çıkması veya hiçbir bilginin ortaya çıkmamasıdır. Suyun bulunmadığı ortaya çıkarsa, namazın iadesi gerekmez. Memleketinden uzak olmayınca, borçla veya ihtiyaç duymadığı normal bir ücretle su satın almak gerekir.
d) Hanbelî Mezhebine göre, suyu bulamayan kimsenin eşyaları içinde -bineğin kaldığı yerde- veya normal olarak ona yakın bir yerde bulunmadığını kesin bilmeyince araması gerekir. Bundan önce teyemmüm edilmesi sahih olmaz. Su örfen uzaktaki bir yerdeyse aramak gerekmez.
e) Caferi Mezhebine göre, suyu aramak gereken uzaklık, düzlükte iki, engebeli yerde bir ok atımı kadardır. Daha ötede suyun bulunduğu bilinirse, elde edilmesi gerekir.. Su, başkasına da aratılabîlir. Arama zorunluluğu, can, namus ve bir değer ifade eden mala karşı korku bulununca düşer. Vakit dar olunca da arama mecburiyeti kalkar. Su, bütün malın veya durumuna zarar verecek miktarın harcanmasını gerektiriyorsa, teyemmüm edilir.
iv) Dedendeki Affedilmeyen Necasetin Önceden Giderilmesi:
Şafiî Mezhebine göre, bedendeki affedilmeyen necasetin önceden giderilmesi gerekir; Hanbelî Mezhebine göre, istinca veya isticmarın uygulanmış olması şarttır.
v) Meşru Kılan Sebebin Bulunmasi[158]
v.i) Sonraya Kalabilen Namaz ve Namaz Bölümleri İçin Yeterli Su Bulamtffnak[159]:
Abdest ve gusül için yeterli miktarda su bulunmaması halinde teyemmüm edilir:
1° Suyun Manen ve Şeklen Bulunmaması:
Suyun mükelleften uzak olması, "manen ve şeklen oulu n-maması" demektir: Bu konudaki uzaklık "suyu arama" şartında geçti, bu sebeple sadece Hanefî Mezhebinin görüşünü baz: sklerle tekrarlayacağız: Hanefî Mezhebi içinde, iki görüş bulunmaktadır:
a) Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre, teyemmümün sahili olması için, belli bir uzaklıkta olması gerekir.
Zahiru'r-rivaye'de bu uzaklıkla ilgili bir ölçü nakledilmemektedir; eş-Şeybanî'den nakledildiğine göre, bu uzaklık, bir mildir (1/3 fersah dörtbin adım); el-Hasen b. Ziyad'a göre, su. ön tarafta olursa iki mil, sağ veya sol tarafta olursa bir mildir; bazılarına göre, mukim için bir mil, yolcu için su sağ veya sol yanmdaysa yine bir mil, önündeyse iki mil; Ebu Yusuftan nakledildiğine göre, suya gidince kafilenin gürültüsü kesilmez ve onlarla hayvanların seslerini duyarsa yakın, sesleri duymazsa uzak olur; bazılarınca -meselâ Kerhî-, suyun yanında olanların sesini duyarsa yakın, duymazsa uzaktır; bazılarınca bir fersah; bazılarınca şehrin en uzak yerinden ezan okunup duyulmayan uzaklıktır; bazılarına göre ezanın duyulmayacağı yerdir.
Yolcunun, yolculuk veya başka bir iş maksadıyla yola çıkması, sonucu değiştirmez. Suyun uzaklığı kesinlikle, zann-ı galiple ve güvenilir başka birinin haber vermesiyle bilinince, bu hükümler uygulanır. Suyun uzaklığı kesinlikle veya başkasının haber vermesiyle bilinmezse, hemen teyemmüm edilmez, kafile arkadaşlarına ve kendine zarar vermeyecek şekilde aramak gerekir. Şehre yakın olunca da aramak gerekli olur: Teyemmüm edip namaz kılar ve sonra su ortaya çıkarsa namaz sahih olmaz. Yanında soracak biri bulunduğu halde sormadan teyemmüm edip namaz kılınca, sonra sorar ve haber vermezse namaz sahihtir, haber verirse sahih olmaz. Namaza başlarken sorup, bu kişi haber vermeyince, teyemmüm eder ve namazı kılar, sonra haber verirse, namazın iadesi gerekmez. Haber verecek kimse ve zann-ı galibi bulunmayınca suyu aramak gerekmez
b) Züfer'e göre, teyemmüm için uzaklık ve yakınlık söz-konusu değildir, esas olan vaktin devam etmesi veya sona ermesidir: Suya vaktin sona ermesinden önce ulaşılabilirse -uzak olsa da- teyemmüm edilmez, fakat vaktin sona ermesinden önce ulaşılmazsa -yakın da olsa- teyemmüm edilir. Bu şarta bağlı bazı hükümleri inceleyelim:
1) Arkadaşlarının yanında su olup, bunu bilmeyince Hanefî Mezhebine göre, istemesi gerekmez, eş-Şafiî'ye göre istenir. Su olduğunu bilip almaya bedeli olmayınca, Ebu Hanife'ye göre yine aramak gerekmez, Ebu Yusufa göre gerekir. Bu durumda suyu ister de vermezse, teyemmüm eder. Bedeli olup gabn-ı fahişle satarsa, Cumhur'a göre saün alınması gerekmez, el-Hasenu'l-Basrî'ye göre gerekir; gabn-ı yesirle satınca Hanefî Mezhebine göre, satın alınır, eş-Şafiî'ye göre yine alınmaz.
2) Eşyaları içinde su olduğunu bilmeyip, teyemmüm ederek namaz kılan yolcu, bunu sonradan öğrenince namaz, Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'ye göre sahihtir, Ebu Yusuf ve eş-Şafiî'ye göre iadesi gerekir. Eşyaları içine başkası su koyar, bunu bilmeyip teyemmüm ederek namaz kıldıktan sonra öğrenince namazın durumu hakkında zahiru'r-rivayede bir nakil bulunmamaktadır: Bazı hanefî hukukçulara göre namaz sahihtir, Ebu Yusufa göre sahih değildir.
3) Mescid yanından geçip, su kaynağı orada bulunur ve başka su bulunmazsa, teyemmüm ederek mescide girilebilir.
4) Cünüp teyemmüm ettikten sonra abdesti bozulur ve yanında yeterli su bulunursa, teyemmüm etmeyip abdest alır.
5) Abdest alıp mestleri giydikten sonra suyun yanından geçer, gusletmez ve namaz vakti girip yanında abdeste yeterli su varsa abdest alınmaz, -suyun yanından geçmekle cünüplük geri geldiğinden- teyemmüm eder, mestleri çıkarmaz. Teyemmüm eder sonra abdesti bozulur ve başka bir namaz vakti girer ve yanında abdeste yeterli su varsa, teyemmüm etmez, abdest alır, mestleri çıkararak ayaklarını yıkar.
2° Suyun Manen Bulunmaması:
2°.1 Su Aletinin veya Kullanacak Birinin Bulunmaması: ÜM'e göre her durumda, Maliki Mezhebine göre, vakit içinde Su âletinin veya onu kullanacak birinin bulunmaması halinde teyemmüm edilir.
2°.2 Suyla Arasında Düşman Bulunması:
Suyla mükellef arasında mal, can ve namus korkusuna sebep olan, insan veya yırtıcı hayvanın bulunması halinde teyemmüm edilir. .
2°.3 Suyun Yetersiz Kalması ve Mükellefin İhtiyacının Bulunması:
2°.3.1 İhtiyacının Bulunması:
Mükellefin yanındaki su, temizlik için kullanılınca, kendisinin veya bir hayvanın yokolması veya şiddetli sıkıntı çekmesi sonucunu doğursa, teyemmüm edilir. İhtiyaç sebebinin susuzluk ve yemekte kullanmak olması sonucu değiştirmez. ÜM'e göre, affedilmeyen necasetin giderilmesi için kullanılacak su da bu hükmü alır; Şafiî Mezhebine göre, necasetin bedende olması gerekir, elbisede olunca, -necasetin bulunmasıyla- abdest alır ve teyemmüm etmez, örtecek kadar elbise bulunmazsa çıplak olarak namaz kılar ve bu namazı iade etmez.
2°.3.2 Yetersiz Olması:
a) Hanefî ve Maliki Mezheblerine göre, suyun temizliğe yeterli olmaması halinde teyemmüm meşru olur.
b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, eldeki su, temizlik için yetersiz kalınca, yıkayabileceği organlar için kullanılır, diğer organlar teyemmüm edilir.
c) Caferî Mezhebine göre, gusül ya da abdest için yeterli su bulunmayınca, bulmaktan ümit kesinceye kadar suyun aranması gerekir. Gerekli su aranıp bulunamayınca, teyemmüm edilip namaz kılınır ve daha sonra su bulunursa, namaz sahih olur, kaza ya da iade gerekmez. Yanında sadece
temizliğe yeiorli su bulununca harcanması ve su bulunmayınca abdestin bozulması caiz değildir. Necasetin giderilmesi vb. sudan başkasıyla yapılamayan konuda kullanılması gerekiyorsa, yine teyemmüm edilir. Böyle bir durumda, önce yıkama, sonra teyemmüm gerçekleştirilir.
2°.4 Hastalık, Hastalığın Artması ve İyileştirmeyi Geciktirmesi:
2a.4.1 Suyu Kullanması Zararlı Olan Hasta: Suyu kullanması halinde hastalığı artan veya iyileşmesi gecikenler, Cumhur'a göre, teyemmüm edebilirken, Atâ'ya göre su bulununca edemez:
a) Hanefî Mezhebine göre, suyun kullanılmasının hastalık, hastalığın artması veya iyileşmeyi geciktirmesi mütehassıs müslüman doktorun haber vermesiyle bilinince teyemmüm edilir. Cünüp bir kimsenin bazı organları -bazılarınca bütün vücudu- üzerinde bulunan yara veya çiçek hastalığı, sağlam yerden azsa, sağlam yerleri yıkayıp, hasta teyemmüm eder ve sağlam kısmı Hanefî Mezhebine göre, yıkamaz, eş-Şafii’ye göre yıkar. Abdest organları için de bu hükümler uygulanır[160].
b) Şafiî Mezhebine -mükellef doğruluğu hükmünü verince- ve Maliki Mezhebine göre, -müslüman bulunmayınca- doktorun müslüman olması şart değildir; Şafiî Mezhebine göre, tıp tahsili yapanların kendi tecrübesi bu hükümlerin uygulanması için şartken, konunun tıbbî yönünü bilmeyenler teyemmüm eder ve iyileşince namazı yeniden kılar.
c) Muhammed Abduh'a göre, hasta olunca, kayıtsız şartsız teyemmüm edilebilir[161].
d) eş-Şafiî'ye göre, hastalar telef korkusu olunca teyemmüm edebilirler.
e) Caferî Mezhebine göre, suyu kullanmakla hastalık, yara vb.den korkulursa, teyemmüm edilir. Sıkıntı ve şiddetli güçlük de böyledir.
Böylelikle, teyemmüm açısından hastalık, dört Çeşittir[162]:
1) Suyun kullanılması, mütehassıs bir doktor veya zann-ı galiple can veya organın telefine götürdüğü bilinen hastalık halinde ittifakla teyemmüm caizdir.
2) Suyun kullanılması hastalığın artması veya iyileşmesinin gecikmesine sebep oluyorsa, Hanefî ve Şafiî Mezheblerine ve esah kavlinde eş-Şafiî'ye göre, teyemmüm caizdir.
3) Suyun kullanılmasında telef, iyileşmenin gecikmesi ve hastalığın artmasından korkulmazsa Hanefî ve Şafiî Mezheblerine göre, teyemmüm caiz değilken, Maliki Mezhebine göre, caizdir.
4) Hastalığın bazı organlarda bulunup, çoğunluk sağlamsa, sağlamın yıkanıp, yaranın meshi gerekir, teyemmüm caiz değildir; yara çoksa yaraların teyemmüm edilmesi Hanefi Mezhebine göre, caizdir, Şafiî Mezhebine göre, sağlam kısım yıkanır, yaralı yer teyemmüm edilir, Malikî Mezhebine göre, bütün bu durumlarda teyemmüm caizdir.
2°.4.2 Suyu Kullanmaktan Âciz Bırakan Hastalık: Suyun kullanılması zararlı olmayıp, bizzat kendisi kullanmaktan âciz olan ve yanında abdes için yardımda bulunacak hizmetçisi veya hizmet gördürecek kadar malı bulunmayan hasta -ister kırda ister şehirde olsun- teyemmüm eder, eş-Şeybanî'den nakledildiğine göre şehirdeyken sadece eli kesik olanlar teyemmüm edebilir.
Başkasının yardımıyla abdest alabilecek kimsenin yardımcısı, kendi kölesi, kendi çocuğu veya kendi ücretli hizmetçisi ise teyemmüm etmesi caiz olmaz; böyle bir malul, kendisinden yardım istediği takdirde yardım edecek başka kimseye sahipse yine teyemmüm edemez, eşi de bu hüküm içine girer, fakat Ebu Hanife'den nakledilen bir görüşe göre bu durumda teyemmüm edilebilir.
2°.5 Suyun Soğukluğundan Korkma:
a) Cumhur'a göre suyun soğukluğundan korkma halinde teyemmüm edilebilir:
1) Malikî ve Hanbelî Mezheblerine göre, suyun soğukluğu dolayısıyla ısıtma imkânından mahrum kalınınca, herhangi bir zararın doğması korkusu bulunursa teyemmüm edilir.
2) Hanefî Mezhebine göre, böyle bir durumda sadece cünüplük için teyemmüm edilir, abdest için ancak zarar gerçekleşince teyemmüm edilebilir. Bazı nakillerde Ebu Hanife’ye göre hem şehirdekiler, hem de şehir dışındakiler, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre yalnız şehir dışındakiler teyemmüm edebilir.
3) Şafiî Mezhebine göre, bu durumda teyemmüm edilir, yalnız namazın iadesi gerekir.
b) Atâ'ya göre, su bulununca teyemmüm edilmez.
v.ii) Vaktin Sona Erme Endişesi[163]:
1° Kesinlikle Sebep Olmaz:
Şafiî Mezhebine göre, vaktin çıkması korkusuyla, hiçbir namaz için teyemmüm edilmez.
2° Şartlı Sebep Olur:
2°. 1 Namaza Göre Sebep Olması:
a) Hanefî Mezhebine göre, vaktin çıkması halinde, namazların özelliğine göre hareket edilir:
1) Kaçırılması Sözkonusu Olmayan Namazlar: Öğle, akşam ve yatsıdan sonraki sünnetler gibi belli vakti olan bir nafile namaz olmayınca geciktirilir ve bu şekilde kılınır, fakat belli vakti olunca teyemmüm ederek kılınırlar.
2) Bedeli Olmayıp Kaçırılmasından Korkulan Namazlar: Cenaze ve bayram namazları gibi bedeli olmayan ve kaçırılmasından korkulan namazlar için -su bulunsa da- teyemmüm edilir. Ebu Hanife'ye göre velinin kıldığı cenaze namazı için de, teyemmüm caiz değildir, Çünkü onun namazı iade hakkı bulunmaktadır. Abdest alınca bayram namazının bir kısmına yetişilebilirse teyemmüm edilmez. Bayram namazına teyemmümle başlayıp abdesti bozulunca namaza yine teyemmümle devam edilebilir. Abdestli olarak başlanır ve sonra abdest bozulursa, abdest almakla uğraşırken zevalden korkulursa teyemmüm edilerek namaza devam edilir, zevalden korkulmaz da imama yetişememekten korkunca Ebu Hanife'ye göre yine teyemmüm edilebilirken, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre edilmez.
3) Bedeli Bulunup Kaçırılmasından Korkulan Namazlar: Cuma ve beş vakit namazlar buna örnektir. Cuma namazı için teyemmüm edilmez, kaçtıktan sonra abdestle öğle kılınır. Beş vakit namaz da teyemmümle kılınmaz, kılınırsa iade edilir.
b) Maliki Mezhebine göre de, hüküm, namazlara göre değişir:
1) Beş Vakit Namaz: Beş vakit namaz için, abdestte dört organ, gusülde bütün vücutta suyun kullanılması halinde vaktin kaçmasından korkunca, teyemmüm edilir ve namaz kılınır, mutemed görüşte bu namaz iade edilmez.
2) Cuma Namazı: Cuma namazı için abdestte suyun kullanılmasında vaktin kaçmasından korkup teyemmüm edince her iki görüş de bulunmaktadır, meşhur olan teyemmüm edilmeyeceğidir.
3) Cenaze Namazı: Cenaze namazı için, sadece suyu bulunmayıp kılmak kendisine farz-ı ayın olan teyemmüm edebilir, başkası edemez.
2°.2 Mükelleflere Göre Sebep Olması:
a) Hanbelî Mezhebine göre, hüküm, yolcu veya mukim olmaya göre değişir:
1) Mukim: Mukimler vaktin kaçmasından korkunca teyemmüm edemezler.
2) Yolcu: Yolcu suyun yakında bulunduğunu bilir, fakat arar ve abdest alırsa vaktin çıkmasından korkunca, teyemmüm eder ve böylece namaz kılar, bu namazı iade etmez. Yolcu suya ulaştığında temizlik için vakit daralır veya daralmayıp su nöbetle-sırayla dağıtılır ve sıra kendisine vakit çıktıktan sonra gelirse, teyemmüm eder, namaz kılar ve iade etmez.
b) Caferi Mezhebine göre, elde etmek veya kullanmak için vaktin darlığı halinde teyemmüm edilir. Namazın tamamı teyemmümle, bir rekatı de abdestle kılınacak gibiyse, teyemmümle kılınır, ama daha sonra suyla temizlenerek edilmesi ihtiyattır.
v.iii) Yolculuk:
a) Cumhur'un görüşü, az önce çeşitli vesilelerle açıklanmıştı.
b) Muhammed Abduh ve Reşid Rıza'ya göre, -su bulunsa da- yolculukta kayıtsız şartsız teyemmüm yapılabilir. Çünkü konuyla ilgili âyette, her hangi bir kayıt ve şart bulunmaksızın teyemmümün hasta ve yolculara ruhsat olduğu bildirilmektedir. Bu sebeple, isteyen bu hakkı kullanabilir, isteyen de kullanmayıp abdest alır veya gusleder[164].
b) Teyemmüm Sırasındaki Şartlar:
i) Teyemmüm Organlarında Meshe Engel Madde Bulunmaması:
Teyemmümün sahih olma şartlarından biri de, organlarda meshe engel herhangi bir maddenin bulunmamasıdır.
ii) Bozucu Halîn Bulunmaması:
Sonrasında olduğu gibi, teyemmüm sırasında da, onu bozan herhangi bir halin meydana gelmemesi gerekir.
iii) Üç Parmakla Ve Opganların Tamamının Meshedilmesî:
Hanefî Mezhebine göre, meshin üç parmakla yapılması şarttır; yüz ve ellerin tamamının meshedilmesi ise ittifakla şarttır.
iv) Tahur Toprak Kullanılması:
Az sonra genişçe ele alınacağı gibi teyemmüm sırasında tahur (hem temiz, hem de temizleyici) toprağın kullanılması şarttır.
Teyemmüm işlemlerini, teyemmümün farzları, sünnetleri ve mendupları şeklinde üç grupta inceleyebiliriz:
Teyemmüm etmeye başlarken niyet edilir, mümkünse sıraya uyulur ve işlemler ara vermeden yapılır:
A. Niyet [165]:
a) Hükmü:
1) Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, niyet, teyemmümün farzı değil, şartıdır.
2) Şafiî ve Maliki Mezheblerine göre, niyet, teyemmümün farzlarından biridir.
3) Züfer'e ve rivayete nazaran Evzaî ile el-Hasen b. Hayy'e göre, niyet, teyemmümün şartı değildir.
b) Şekli:
1) Hanefî Mezhebine göre, teyemmümdeki niyet için, şu üç esasa dikkat ederek hareket edilir:
1.a) İçinde bulunduğu hadesten temizlenmeye niyet; abdest veya güslü belirtmek gerekli değildir, ancak Cessas'a göre cünüplük için mi, yoksa abdestsizlik için mi olduğu ayırdedilmelidir.
1.b) Namaz kılmasının mubah olmasına ve hadesin giderilmesine niyet; bununla temizliksjz yapılamayan işler yapılabilir.
1.c) Namaz, tilâvet secdesi gibi taharetsiz sahih olmayan bir ibadete niyetlenmek. Bu sebeplerle, Mushafa dokunma, ezan ve kaamet, mescide girmek veya Kur'ân okumak (bazılarınca bu üçüncüye girer), ya da selâm alıp vermek niyetiyle yapılan teyemmümle namaz kılınmaz. Kısaca teyemmüm, ya taharetsiz yapılmayan bir işi veya namaz parçası olan işler için yapılınca onlarla namaz kılınır.
2) Şafiî Mezhebine göre, namazın sahih olacağı teyemmüm, namaz vb.'nin mubah olması için niyet ederek yapılan teyemmümdür. Bu sebepten, hadesin giderilmesi veya teyemmüm, ya da teyemmümün farz olmasına niyetle yapılan teyemmümle namaz kılınmaz, Namaz vb. için yapılan teyemmüm üç halde bulunur:
2.a) Farzlar için: Farz namaz, cuma hutbesi gibi bir farzın mubah olması için yapılan teyemmümle -niyet etmese bile- farzların sadece biri ve nafilelerin bütünü ve istendiği kadar kılınabilir.
2.b) Nafileye Niyet: Nafile namaz, farz olmayan tavaf veya cenaze namazı için yapılan teyemmümle bunlar ve üçüncü haldekiler yapılır, farzlar yapılmaz.
2.c) Diğer İşlemlere Niyet: Cünüpken şükür ve tilavet secdesi, Mushafa dokunma, Kur'ân okuma niyetiyle yapılan -teyemmümle niyet ettiği başka da olsa- sadece bunlardan biri yapılabilir. Abdest veya guslü -kasıt olmayınca- niyette belirtmek gerekmez, niyet her ikisi yerine geçer, kasıtlı olunca sadece niyet ettiği yerine geçer.
3) Malikî Mezhebine göre, namazın mubah olması, Mushafa dokunma vb. temizlik şartı aranan diğer ibadet ve işler veya hadesin engel olduğu işler için mubah olması için niyetlenerek yapılan teyemmümle namaz kılınabilir. Sadece badesin giderilmesi için niyet edince teyemmüm bâtıl olur. Ayrıca hadesin engel olduğu için veya namazın mubah olması için yapılan niyetle büyüğün -gusül- küçükten -abdest ayırdedilmesi gerekir: Meselâ cünüp olur ve bunu niyette ayırdetmeksizin teyemmüm edince, namaz iade edilir; teyemmümün farz olmasına niyet edince hades için ayırdetme sözkonusu olmaz. Teyemmüme herhangi bir farz için niyet edince, bununla sadece bir farz ve istenildiği kadar sünnet ve mendup yerine getirilir, Mushafa dokunulur, Kur'ân okunur; bu teyemmümle ikinci bir farz kılınınca, ikincisi bâtıl olur. Teyemmümle . nafile kılmak için farzı önce kılmak şarttır, buna rağmen kılınca nafile sahih olur, farz ise kılınmaz, yeniden teyemmüm edilir. Sağlam olmayan mukim farza bağlı olmayan nafile veya sünnet için yapılan teyemmümle Mushafa dokunma, Kur'ân okuma vb. taharete bağlı dinî işler yapılabilir, ancak bununla farz namaz kılınmaz, sağlam kimse böyle bir teyemmüm yapamaz. Kur'ân okumak veya başka taharete bağlı olmayan işler için yapılan teyemmümle namaz kılınmaz.
4) Hanbelî Mezhebine göre, niyet, farz veya nafile namazın, tavafın mubah olması için, küçük veya büyük badesten temizlik için veya -mümkün olduğu kadar giderildikten sonra- bedendeki necasetin giderilmesi dolayısıyla yapılır. Elbise veya yerdeki necasetin giderilmesi veya hadesin giderilmesi için yapılan teyemmüm sahih değildir. Öyleyse, küçük veya büyük hades ve bedendeki necasetin giderilmesi için teyemmüme niyet diğerlerinin yerine geçmez. Bu sebeple, meselâ cünüpken öğle namazının mubah olması için cünüplükten temizlenmeye niyet edip, abdeste niyet etmeyince yapılan bu teyemmümle namaz kılınmaz, cünüplük gittiğinden Kur'ân okunabilir. Aynı şekilde, sadece abdestsizliğin engel olduğu işe niyetlenip, cünüplük için niyetlenmeyince, yapılan teyemmüm cünüplüğü kaldırmaz. Teyemmümde küçük veya büyük hades ile bedendeki necasetin bütünü dolayısıyla namazın mubah olması için niyet edince, bu niyet hepsi yerine geçer, her birine ayrı ayrı niyet etmesi gerekmez. Herhangi bir işlemin mubah olması için niyet ederek yapılan teyemmümle, bu ve onun dengi işler, altındaki işler yapılır: Bu da farz, adak, farz-ı kifaye, nafile namazlar, nafile tavaf, Mushafa dokunma, Kur'ân okumak, cünüpken mescidde kalma, âdeti bittikten sonra kadınla birleşme şeklinde sıralanır. Namaz veya tavaf için mutlak niyet yaparak teyemmüm edince, bununla sadece bu ikisinin nafileleri yapılır.
c) Vakti:
1) Hanefî ve Maliki Mezheblerine göre, niyet, ellerin teyemmüm edilecek madde üzerine konması sırasında yapılır.
2) Şafiî Mezhebine göre, niyetin, hem ellerin teyemmüm maddesine konması ve hem de nakli ile yüzün meshine bitişik olması gerekir.
3) Hanbelî Mezhebine göre, hem ibadette olduğu gibi, teyemmümde de niyetin meshten az önce yapılması sahihtir.
4) Caferi Mezhebine göre, niyet, vuruşla birlikte yapılır.
B. Tertip:
a) Şafiî Mezhebine göre, her çeşit teyemmümde tertip farzdır; Hanbelî Mezhebine göre, küçük hades dolayısıyla yapılan teyemmümde tertip farz olur.
b) Caferi Mezhebine göre, teyemmümde tertip şarttır.
C. Muvâlât:
a) Maliki Mezhebine göre, teyemmümün kendisi ve teyemmümle namaz vb. kendisi için teyemmüm yapılan işi aralıksız yapmak şarttır. Unutarak bile olsa, bu şart gerçekleşmezse, teyemmüm sahih olmaz.
b) Hanbelî Mezhebine göre, küçük hades dolayısıyla teyemmüm yapınca muvâlât farzdır, büyük hades veya bedendeki necasetin giderilmesi için yapılan teyemmümde muvâlât farz olmaz.
c) Caferi Mezhebine göre, teyemmümde muvâlât şarttır.
a) Hanefî Mezhebi içinde tahur toprak konusuda iki görüş bulunmaktadır:
1) Ebu Hanife, eş-Şeybanî ve kadim kavlinde Ebu Yusuf’a göre, yer cinsinden olan her maddeyle teyemmüm edilebilir. Ateşle yanan odun, ot vb. kül olursa, demir, bakır, cam, altın, gümüş, eriyen madenler, kar, ağaç, cam, toprakla karışık madenler (topraktaki yerinde bulunursa üzerindeki toprağıyla yapılabilir), inci, boya için kullanılan kırmızı çamur, sıçanotu (zırnık), sürme, kükürt, firuzec toprak cinsi sayılmaz. Bunlar dışındaki maddeler -meselâ toprak, kum, çakıl, taş ve yerden meydana gelen tozlu toprak- toprak cinsi kabul edilir:
1.a) Ebu Hanife'ye göre, toprak cinsinin elde kalması şart değildir, önemli olan bunların elle meshedilmesi ve organlar üzerinde gezdirilmesidir.
1.b) eş-Şeybanî'ye göre, toprak cinsinin elde kalması gerekir, önemli olan onun parçalarının elde kalıp temiz toprağın kullanılabilmesidir. Bu esaslar çerçevesinde Ebu Hanife'ye göre kireç; alçı, zırnık, kırmızı, beyaz, siyah çamur, kaya tuzu, tuğla, çamurdan yapılmış çömlek, yahut firuzec, zümrüt, nemli toprak, ıslak çamur üzerine mesh yapılabilir, eş-Şeybanî'ye göre elde eseri kalırsa -meselâ tozu olursa- bunlarla teyemmüm yapılabilir, yoksa yapılamaz.
2) Ebu Yusuftan iki nakil daha vardır:
2.a) Tahâvî'nin katıldığı birinci görüşe göre, sadece toprak ve kumla teyemüm yapılabilir.
2.b) eş-Şafiî'nin katıldığı ikinci görüşe göre, sadece münbit toprakla teyemmüm edilebilir. el-Kudûrî'nin belirttiğine göre, son görüşü de budur.
Kül ve inciyle teyemmüm edilmez; tozla Ebu Hanife ve eş-Şeybani'ye göre teyemmüm yapılabilir, Ebu Yusuf’a göre yapılmaz, bazı hukukçular Ebu Yusufa göre toprak bulamayınca tozla teyemmüm edilebileceği görüşünü nükleder. Çamur veya vıcık çamur bulup, su veya toprak bulamayan kimse, elbise veya bedenine çamur bulaştırır, vaktin çıkmasından korkarsa kuruyan çamurla Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'ye göre teyemmüm eder, Ebu Yusufa göre namazı ima ile kılar ve sonra iade eder.
b) Şafiî Mezhebine göre, tahur topraktan maksat, tozu olan topraktır. Tozu olduğunda kumla da teyemmüm edilebilir. Toprağın yanıp yanmaması önemli değildir, ancak yanıp kül olmuşsa onunla artık teyemmüm yapılmaz. Toprağın bitkiye elverişli olmasıyla çorak olup hiçbir şey bitirmemesi de sonucu değiştirmez. Dövülüp tozu olduğu zaman kuru çamurla da teyemmüm yapılabilir. Toprak veya kum, un vb. ile karışırsa -karışan az da olsa- onunla teyemmüm yapılmaz. Teyemmüm yapılacak toprağın ayrıca -suda olduğu gibi- musta'mel olmaması gerekir, bu da organda kalan veya saçılan topraktır.
c) Malikî Mezhebine göre, âyette geçen "sa'îd" kavramından maksat, yer parçalarında ortaya çıkan maddedir. Böylece toprak, kum, taş ve karla, ince çamur (çamurun üzerine elin hafifçe konması veya meshten önce kurutmak uygundur), kireç (yani yandığı zaman kireç olan taş kireçtir, yandıktan sonra kireç olanla teyemmüm yapılma), yerinde olup nakledilmeyen ve altın, gümüş ve cevher dışındaki madenlerle teyemmüm sahihtir. Yanmış kiremitle teyemmüm yapılmaz, yanmamışı da necis ve saman vb. çok miktardaki temiz maddelerle karışınca yine teyemmümde kullanılmaz; ancak, bazılarınca vakit daralınca başkası da bulunmazsa, bunlarla da teyemmüm yapılabilir.
d) Hanbelî Mezhebine göre, "sa'id"den maksat, sadece tahur topraktır. Ayrıca bu toprağın mubah olması gerekir, gasbedilen vb. topraklarla teyemmüm sahih olmaz. Toprağın yanmamış olması da gereklidir. Çömlek vb. dövülen maddelerle teyemmüm sahih olmaz. Toprağın üzerinde top bulunması da şart koşulur; tozu olmayan bir madde -meselâ arpa ve buğday- olunca teyemmüme engel olmaz. Kurutulması mümkün olmayan bir çamurla teyemmüm sahih değildir, ancak kurutulması vaktin çıkmasından Önce mümkünse kendisiyle teyemmüm caiz olur.
Şafiî Mezhebine göre, teyemmümde kullanılan madde -suda olduğu gibi- musta'mel olurken, Hanefî Mezhebine göre, olmaz.
a) Şafiî Mezhebine göre, toprağın, teyemmüm organları olan yüz ve ellere nakledilmesi ve nakil kastının bulunması farzdır. Bu nakil işleminin de iki vuruşla olması gerekir.
b) Malik ve Ebu Hanife'ye göre toprağın teyemmüm organlarına ulaştırılması şart değildir.
a) Vuruşlar [168]:
1) Cumhur'a göre, teyemmümde iki vuruş bulunmaktadır:
1.a) Cabir, İbn Ömer, Hanefî Mezhebi, Şafiî ve Malikî Mezheblerleri, bir kavlinde eş-Şafîî, Sevrî ve Leys'e göre, biri yüz, diğeri dirseklere kadar eller için olmak üzere iki vuruş yapılır. Mesh, iki vuruş veya onun yerine geçen halle -meselâ yüze gelen toza elin konup meshedilmesiyle- de gerçekleşebilir.
1.b) Malik ve diğer kavlinde eş-Şafiî'ye göre, biri yüz, diğeri bileklere kadar eller için olmak üzere iki vuruş yapılır.
1.c) Zuhrî'ye göre biri yüz, diğeri omuzlara kadar kollar için iki vuruş yapılır.
1.d) İbn Ebî Leylâ ve el-Hasen b. Salih'e göre, her biriyle bütün yüz ve dirseklere kadar kolları meshederek iki vuruş yapılır.
2) İbn Sîrîn'e göre, birincisiyle yüzü, ikincisiyle dirseklere kadar elleri, üçüncüsüyîe de hem yüzü ve hem de kollan meshetmek üzere üç vuruş yapılır.
(3) Evzaî'ye ve Caferî Mezhebine göre, teyemmüm, hem yüz ve hem ellerin meshi için yalnız bir vuruşla yapılır. Caferî Mezhebine göre, yüzü meshetmeden önce veya hem yüze, hem kollara dağıtarak iki vuruş efdaldir; Özellikle gusül için teyemmümde biri yüze, diğeri kollara olmak üzere iki vuruş yapmak ihtiyatı bırakılmamalıdır. Mesh avuçların içiyle, mümkün değilse dışıyla yapılır, Mesh, gezdirerek olur. Bir eli kesik olanlar, bunu kullanır, dışıyla da mesheder veya bunların yanısıra başkasından yardımda isteyebilir.
4) Bazı hukukçulara göre, yüz için iki, eller için de iki, yani her biri için ikişer vuruş yapılır.
b) Teyemmüm Organlarının Meshi:
i) Yüzün Meshi:
Tüyümmünıde bütün yüzün meshedilmesi ittifakla farzdır:
a) ÜM'e göre, mesh, bir el veya bir parmakla da yapılabilir; uzayan sakal da yüze girer.
b) Hanefî Mezhebine göre, mesh, elle yapılınca, bütün elin veya çoğunluğunun kullanılması gerekir. Meshte farz olan kendisidir, bu, elle de başka bir organla da yapılabilir. Eli çolak olup suyu kullanamayan kimse, yardımcısı yoksa yüzünü ve kollarını yere sürmek suretiyle teyemmüm edebilir. Elleri ve kollan kesilmiş kimse de yalnız yüzünü yere sürerek teyemmüm eder; Ebu Hanife ve eş-Şeybani’ye göre abdestte olduğu gibi kesik yer de meshedilir, Züfer'e göre gerekmez; yüzünde yara bulunursa teyemmüm etmeksizin namazını kılar.
ii) Kolların Meshi[169]:
ii.i) Avuçların Meshi:
Şa'bî ile bazı muhaddislere ve Kurtubî'ye göre teyemmümde sadece avuçlar meshedilir.
ii.ii) Bileklere Kadar Mesh:
Malikî, Hanbelî, Caferî ve Zahirî Mezhebleri ile Taberî ve kadim kavlinde eş-Şafiî'ye göre, teyemmümde farz olan, ellerin bileklere kadar meshedilmesidir.
ii.iii) Dirseklere Kadar Mesh:
Hanefî ve Şafiî Mezhebleri ile İbn Rüşd'ün belirttiğine bakılırsa Malikî Mezhebinin görüşüne ve çoğunluğa göre teyemmümde ellerin dirseklere kadar (dirsekler dahil) meshedilmesi farzdır; Züfer'e göre dirseklerin meshedilmesi gerekmez.
ii.iv) Omuzlara Kadar Mesh:
Zuhrî ve -nakle göre- Muhammed b. Mesleme'ye göre, kollar omuzlara kadar meshedilir.
Ellerin meshedilmesi sırasında onu örten maddeler -meselâ yüzük ve bilezikler- çıkarılır ve altı meshedilir: ÜM'e göre sadece hareketlendirilmeleri yeterli olmaz, Hanefî Mezhebine göre, dar olan yüzük ve bilezikleri hareketlendirmek yeterlidir, çünkü farz olan tozun ulaşması değil altının meshidir.
el-Hasen b. Ziyad'ın nakline göre, yüz ve ellerin meshinde -teyemmüm mesh olduğundan- çoğunluğun meshi yeterlidir.
Besmele çekmek (besmele Hanefî ve Şafiî Mezheblerine göre, sünnet, Malikî Mezhebine göre, mendup, Hanbelî Mezhebine göre, vaciptir, kasıtlı terkinde teyemmüm bâtıl olur), tertip (Hanefî ve Malikî Mezheblerine göre, sünnet, Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, farzdır), avuçların içiyle vurmak, önlerini ve arkalarını çevirmek ve silkelemek, parmakların aralarını açmak, aralıksız yapmak, parmak ve sakalın hilallenmesi, yüzüğün oynatılması, sağ organları öncelikle meshetmek, parmak aralarına da girmesi için vuruşu özellikle yapmak, meshi özel şekilde (yani elleri toprağa vurup silkeleyip, ön ve arkalarını çevirdikten sonra bütün yüzü ve dirseklere kadar kolları meshetmek) yapmak, misvak kullanmak.
Suyun bulunabileceğini zannedenin teyemmümü müstehap vaktin çıkmasından az öncesine geciktirmesi menduptur; bir nakilde Ebu Hanife ve Ebu Yusufa göre bu vaciptir. Birisi su bulacağını söyler ve vadederse -vaktin çıkmasından korksa da- geciktirmek gerekli olur.
Teyemmümü bozan halleri, abdest ve meshi bozan haller ve bizatihi teyemmümü bozan haller şeklinde iki grupta ele almak mümkündür:
a) Abdesti Bozan Haller:
Küçük hadesten dolayı yapılan teyemmüm, abdesti bozan hallerle bozulur. Cünüplük dolayısıyla teyemmüm yapılınca, ÜM'e göre yine cünüp olmadıkça gusül gerekmez, bu durumda da abdesti bozan halle teyemmüm bozulur, cünüplük dolayısıyla yapılan teyemmümle abdestsiz ve gusülsüz yapılamayan işlemler yapılabilir; Malikî Mezhebine göre, cünüplük dolayısıyla teyemmüm edince bu teyemüm, abdesti bozan bir halle bozulduğunda, teyemmüm hem abdest, hem gusül adına bozulur, ilgili ibadet ve işlemleri yapması haram olur.
b) Mestin Çıkması:
Hanbelî Mezhebine göre, mest giymiş olarak hadesten sonraki teyemmüm, mestin çıkmasıyla bozulur.
Guslü gerektiren haller, teyemmümü de bozarlar.
1) Teyemmümün Namazda veya Namaz Dışında Bozulması:
i) Namazdan Önce Su Bulunması:
a) Cumhur'a göre, namazdan önce suyun bulunmasıyla teyemmüm bozulur: ÜM'e göre, bu durumda, teyemmüm kesinlikle bozulur; Maliki Mezhebine göre, teyemmüm, temizlik organlarında kullanılmasından sonra ihtiyari vaktin bir rekâte yeterli olması şartıyla, namaza başlamazdan önce bozulur.
b) Ebu Seleme b. Abdirrahman'a göre, teyemmüm sadece hadesle bozulur, suyun bulunmasıyla asla bozulmaz. ii) Namazdayken Su Bulma:
a) Hanefî Mezhebi içinde, iki görüş bulunmaktadır:
1) Ebu Hanife'ye göre selâma, hatta selâmdan sonra sehiv secdesi için secde yapıncaya kadar teyemmüm bozulur.
2) Ebu Yusuf, eş-Şeybanî Tahâvî'ye göre, teyemmüm, teşehhüdün sonuna kadar bozulunca namaz yeniden kılınır, bundan sonra bozulsa da namaz yeniden kılınmaz.
b) eş-Şafiî'nin üç görüşü bulunmaktadır:
1) İlk görüşüne göre, teyemmüm bozulur, namaz yeniden kılınır.
2) İkinciye göre, suya yaklaşır, abdest alır ve namaza devam eder.
3) Son ve ezhar görüşe göre, teyemmüm bozulmaz, namaza devam edilir. Sade yolcu olmayanların teyemmüm ve abdestinin bozulmayacağı da nakledilir.
c) Maliki ve Davud'a göre, namazdayken teyemmüm bozulmaz.
d) Ahmed'e göre, namazdayken suyun bulunmasıyla, hem teyemmüm, hem de namaz bozulur.
e) Şafiî Mezhebine göre, mubah kılan sebebin iftitah tekbirinin tamamlanmasından önce kalkmasıyla bozulur, bundan sonra kalkar ve namaz da iadesi gerekmeyen bir namaz olursa, bu namaz sahih olur ve iadesi gerekmez, teyemmüm ise selâmdan sonra bozulur, fakat namaz iadesi gerekli bir namaz ise hem namaz ve hem de teyemmüm bozulur.
İbn Rüşd namazdayken teyemmümün ve ona bağlı olarak namazın bozulacağı görüşünün âyetin ruhuna uygun olduğunu belirtir.
iii) Namazdan Sonra Su Bulma:
Namazdan sonra teyemmüm ittifakla bozulur, ancak namazın iadesi ihtilaflıdır: Vakit çıktıktan sonra namaz ittifakla iade edilmez, vakit içinde olursa Cumhur'a göre yine iade edilmezken, Malik'e ve yanındaki suyu bulunca eş-Şafiî'ye göre namaz yeniden kılınır
2) Teyemmümü Bozan Suyun Şekil, Vasıf ve Miktarı:
i) Şekli:
Teyemmümü bozacak suyun bulunması iki şekilde olur:
a) Suyun Manen ve Şeklen Bulunması: Bu suyun kullanmaya güç yetecek şekilde bulunmasıyla gerçekleşir ve teyemmümü bozar.
b) Şeklen Bulunması: Suyun kullanmaya güç yetmeyecek şekilde bulunması, şeklen bulunmadır, teyemmümü bozmaz: Meselâ muteyemmim çok miktarda su bulunan yerden bilmeksizin -gafilce veya uyuyarak- geçerse teyemmüm bozulmaz, düşman korkusuyla imlemeyen yerde bulunmak, âlet bulamamak, susuzluktan korkmak teyemmümü bozmaz. Bu konuda ölçü şudur: Varlığı teyemmüme engel olanın bulunması onu bozar.
ii) Miktarı:
d) Hanefî Mezhebine göre, abdest veya gusül için yeterli olan su, teyemmümü bozar: Bu sebeple beş muteyemmim den biri için yeterli su, hepsinin teyemmümünü bozar; yanında yalnız bir kişinin abdestine yeterli su bulunan adam, bu suyu hepsine mubah kılarsa bütününün teyemmümü bozulur, onların mülkiyetine verirse hiçbirininki bozulmaz, yalnız birine izin verirse Ebu Yusuf ve eş-Şeybani’ye göre sadece onunki bozulur, Ebu Hanife'ye göre bozulmaz. Yine bu esasa bağlı olarak, muhdes bir yolcunun elbisesinde bir dirhemden fazla necaset ve sadece bunlardan birine yetecek kadar su bulunursa Cumhur'a göre elbiseyi temizler, teyemmüm ederek namazı kılar, -bir nakilde- Ebu Yusuf ve Hammâd'a göre abdest alır, namazı bu elbiseyle kılar.
b) eş-Şafii'ye göre, suyun azı da, çoğu da teyemümümü bozma konusunda eşittir.
iii) Vasfı:
Bir özür için teyemmüm etmiş olan kimse, diğer bir özre tutulsa, birinci özrün sona ermesiyle teyemmüm sona erer, diğer özrü için tekrar teyemmüm etmesi lazım gelir. Meselâ su bulunmadığından dolayı teyemmüm etmiş olan kimse, henüz su bulmadan abdest almaya engel olacak surette hasta olup da bu sırada su bulacak olsa, önceki teyemmümü sona ermiş olur, bu hastalıktan dolayı tekrar teyemmüm etmesi gerekir, çünkü teyemmümün sebebi değişmiştir.
Hanbelî Mezhebine göre, -cuma namazı vakti içinde olmayınca- vaktin çıkmasıyla teyemmüm bozulur.
c) Teyemmüm Edilen Farzdan Başka Farz Namaz Kılmak:
a) Malik'e göre, birinci kılındıktan sonra ikinci farz namaz kılınmaz, ikincisi kılınmak istendiğinde birincinin teyemmümü bozulur. Ancak Malik'ten, bu durumda teyemmümün bozulmayacağı görüşü de nakledilir. İki kaza namazı konusunda her iki görüş nakledilirse de, meşhuru biri farz, diğeri nafile olur ve farz önce kıhnırsa mubah olduğudur.
b) Hanefî Mezhebine göre, teyemmümle istenildiği kadar farz ve nafile namaz kılınabilir.
c) eş-Şafıî'ye göre, her farz için yeniden teyemmüm edilir.
d) İrtidat:
1) Cumhura göre, -İslâm bekasının değil, sahih olmasının şartı olduğundan- irtidatla teyemmüm bozulmaz.
2) Şafiî Mezhebine ve Züfer'e göre -çocuğun riddeti gibi şeklen de olsa- irtidatla teyemmüm bozulur.
Teyemmümün mekruhlarını, genellikle sünnetlerin terki meydana getirir, meshin tekrarlanması da mekruhlardandır.
Dilimizde "sargı", hukuk dilinde cebire (ç. cebair) olarak bilinen kelime, "hasta organın bağlandığı bez veya bu organ üzerine konan ilaç" demektir. Bunun bağlanıldığı madde ile hasta organın kırık, çıkık veya ağrı verici olması dikkate alınmaz: Sıcak su zarar vermediği takdirde, elde, tırnakta ve diğer herhangi bir organda yara üzerine konan sakız, pamuk vb.ne de zaruret halinde meshedilebilir. Yaralar üzerindeki tahta, alçı, bezler vb. hep sargı hükmündedir.
Sargı ve yara üzerine mesh yapılmasının caiz olduğu Peygamberimiz'in sünnetiyle sabittir: Uhud savaşında yara aldığında, Peygamber Efendimiz, sargı üzerine meshetmiştir; Hz. Ali, Hayber'de yara alınca, Peygamberimiz ona sargı üzerine meshetmesini emretmişti:
a) Hanefî Mezhebi içinde, iki görüş bulunmaktadır:
1) Ebu Hanife'ye göre sargı üzerine mesh farz değil, vaciptir. Bu durumda, nıeshin terkedilmesiyle namaz sahih olur, ancak iadesi gerekir, iade etmeyince günah işlenmese de şefaatten mahrum kalınır.
2) Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre, Maliki ve Hanbelî Mezheblerinde olduğu gibi, sargı üzerine mesh farzdır; terkedilmesiyle namaz sahih olmaz. Bu görüşlerin her ikisini de uygulamak sahihtir.
b) Şafiî Mezhebine göre, hüküm, yaranın bağlı veya kendisinde ilaç bulunmasına göre değişir:
1) Bağlı olması: Bu durumda, hastanın üç noktaya dikkat ederek hareket etmesi gerekir:
1.a) Sağlam kısmı yıkamak.
1.b) Hasta yere konan bağın üstüne meshetmek. Bu mesh çoğunlukla bağın örttüğü sağlam yerin yıkanması yerine geçer. Sargı sadece hasta kısmın üzerine konur ve sağlam kısma taşmazsa bağ üzerine meshetmek gerekmez.
1.c) Hasta kısmın yıkanmasına bedel olarak teyemmüm etmek. Mükellef cünüp olunca bu sıraya uyması gerekmeyip, dilediği sırayı uygulayabilir. Cünüp olmayan kimse ise, sadece yıkamayla teyemmüm arasındaki sıraya uyar, sargı üzerine meshi ister yıkamaktan önce, isterse organlar birkaç tane ise her biri için ayrı ayrı teyemmüm etmek gereklidir. Hastalık bütün vücuttaysa bütünü için bir teyemmüm yeterlidir.
2) İlaç Bulunması: Yaranın üstü açıksa, sağlam kısımları yıkamak, hasta organı teyemmüm etmek farz olur, bu durumda yara üzerine meshedilmez. Yara teyemmüm organlarından birinde bulunur, üstüne toprağa dokundurulmuş elle mesh mümkün değilse, bu durumda mesh kalkmış olur ve yara iyileştikten sonra namaz iade edilir.
c) Maliki ve Hanbelî Mezheblerine göre, mükellefin, abdest ve gusülde yıkanması farz olan hasta organının yıkanması zararlı oluyorsa, çıplak olarak meshedilir. Bu da zarar verirse, organın üzeri bağlanır veya ilaç konur: Organın yıkanması zarar veya acı verirse, bağlıysa bağsız olarak ilaç bulunursa ilaç üzerine meshetmek farzdır. İlaç üzerine meshetmek de zarar verirse, yara temiz bir bezle bağlanır, onun üzeri meshedilir.
d) Caferî Mezhebine göre, yıkanılacak organlarından birinde sargı bulunan, çıkarılması mümkünse, ya çıkarır, ya da suyu altına ulaştırır. Meshedilecek organlarda ise, sargı çıkarılır.
Sargı çıkarılamazsa, meshedilecek organda sargı üzerine meshedilir; yıkanılacak organda, mümkünse altına su ulaştırılır, değilse üzeri meshedilir. Yıkanması mümkün olmayan açık yaralarda kuvvetli olan, sadece çevresinin yıkanmasının yeterli oluşudur; ihtiyat ise, bir bez koyup üstünü meshetmek tir. Deri üzerinde zift vb. bir engel bulunur ve çıkarılamazsa üzerine meshetmekle yetinilir. İhtiyat, yıkanma denebilecek biçimde olmasıdır, daha da ihtiyatlısı, yanısıra teyemmüm de yapılmasıdır.
Sargı üzerine meshin sahih olması için, hasta organın yıkanmasının acının artması, iyileşmenin gecikmesi vb. şekillerde zararlı olması gerekir. Bu .sebeple ilaç üzerine mesh zararlıysa, bağlanır ve onun üzeri meshedilir. Az önce geçtiği gibi, mesh de zararlı olursa, Ebu Hanife'nin görüşü uygulanır: Mesh terkedilir, namaz ileride iyileşince iade edilir, edilmezse şefaatten mahrun kalınır.
Sargı ve yara üzerine mesh, gerekli yeri meshetmek suretiyle gerçekleştirilir:
a) ÜM'e göre, sadece hasta kısmı kaplayan sargının hepsini meshetmek gerekir.
b) Caferî Mezhebine göre, yıkanılacak organların üstündeki sargının meshedilecek miktarı ve şekli, normal durumdaki gibidir.
Hanefi Mezhebine göre, sadece hasta kısmı kaplayan sargının hepsi değil, çoğunluğunun meshedilmesi gerekir. Bu da, yarısından çoğunun meshiyle gerçekleşir.
Şafiî ve Malikî Mezheblerine göre, sadece hasta kısımda kalmayıp, sağlam kısma da taşan sargının yine hepsinin meshedilmesi gerekir.
a) Çözülmesinin Sonucuna Göre Hareket Edilmesi:
1) Hanefi Mezhebine göre, sargı, hasta kısımdan taşarsa, çözülmesinin zararlı olup olmamasına göre hareket edilir:
1.a) Zararlı Olmaması: Sargının çözülmesi zararlı olmazsa, çözülür, yıkamak zarar vermeyince altı yıkanır, zarar verirse hasta kısım meshedilİr, çevresindeki sağlam kısım da yıkanır. Bağ yerinin de meshi zarar verirse, çevresi yıkanır, sonra bağ konur ve üzeri meshedilir.
1.b) Zararlı Olması: Bağın çözülmesi zararlı olursa, çözmeye zorlanmaz ve bağ üzerinin meshi gerekli olur. Altını meshe veya yıkamaya imkânı varsa, sağlam ve hasta kısmı örten yerin çoğunluğunun meshedilmesi gerekir.
2) Caferi Mezhebine göre, sağlam kısma taşan sargının kaldırılması mümkünse kaldırılır, sargı yeri yıkanır sargı üzerine meshedilir. Bu mümkün değilse, hepsine meshedilir. Böyle bir durumda, ihtiyaten teyemmüm de yapılmalıdır.
b) Hükmün Sargıyı Abdestli Koyup Koymamaya Göre Değişmesi:
Hanbelî Mezhebine göre, sargının, temizken abdestli veya abdestsiz olarak konmasına göre hareket edilir:
1) Temizken Sarmak: Sargı temizken konur ve hasta kısımdan taşarsa, burası suyla meshedilir, artık kısım da teyemmüm edilir.
2) Temiz Değilken Sarmak: Bu durumda mesh, sahih olmayıp, sadece teyemmüm etmek gerekir. Hastalık bütün abdest ve gusül organlarını kaplarsa, sadece bir teyemmüm yapılır, fakat böyle olmazsa bu sayıda teyemmüm yapmak gerekli olur. Bu son iki durumda, abdest alırken, tertip ve muvâlâtı uygulamak şarttır.
a) Hanefî Mezhebine göre, başın bir kısmı sağlam olur ve bu dörtte biri bulursa, sargı üzerine meshe ihtiyaç duymaksızın, burasının meshedilmesi farz olur. Yara bütün başı kaplarsa, yıkanan organlardaki gibi hareket edilir; zarar vermezse onun üzeri, zarar verirse sargı vb.'nin üzeri meshedilir.
b) Şafiî Mezhebine göre, baştan sağlam kısım kalırsa, bunun yıkanması, sağlam kısım kalmazsa bedel olarak teyemmüm edilmesi gerekir.
c) Malikî Mezhebine göre, yara bütün başı kaplarsa yıkanan organlar gibi hareket edilir, kaplamazsa, bir kısmının kolayca meshi mümkünse orası meshedilir, mesh sargı üzerinde tamamlanır, kolayca meshedilmezse bütünü yaraymış gibi hareket edilir.
d) Hanbelî Mezhebine göre, yara bütün başı kaplar ve üzerine mesh mümkün olmazsa, bütün sargı meshedilir, temiz olarak bağlanmadıysa teyemmüm edilir. Başın bütünü yaralı olmazsa, sadece sağlam kısım meshedilir ve sargıda tamamlanır.
e) Caferî Mezhebine göre, meshedilecek organlardaki sargının meshedilecek miktarı ve şekli, normal durumdaki gibidir.
Sargı üzerine mesh, sargının düşmesiyle bozulur:
Hanbelî Mezhebine göre, sargı ister iyileşince, ister iyileşmeden düşsün, abdest bütünüyle bozulur, iyileşince düşerse sadece abdest alınır, iyileşmeden düşerse abdest ve teyemmüm edilir.
Sargının düşmesi durumunda sargı üzerine meshin bozulması için, bazı mezheplere göre, namazda veya namaz dışında olması dikkate alınır.
a) Hanefî Mezhebine göre, sargı, namazdayken ve iyileşmeden düşerse, namaza devam edilir, yeniden kılınması gerekmez.
b) Şafiî Mezhebine göre, sargı, iyileşmeden düşerse, sadece namaz bozulur, sargı yerine konur, abdest organı varsa temizlenir ve sadece sargı meshedilir, namaz iade edilir.
c) Maliki Mezhebine göre, sargı, namazdayken ve iyileşmeden düşerse namaz iade edilir ve sargıya meshedilir.
a) Hanefî Mezhebine göre, sargı, namazdayken ve iyileşince düşerse -asıla güç yeteceğinden- namaz yeniden kılınır.
b) Şafiî Mezhebine göre, sargı, namazdayken iyileşerek düşerse namaz ve temizliğin ikisi de bozulur.
c) Maliki Mezhebine göre, sargı, iyileşince namazdayken düşer veya çıkarılırsa, namaz bozulur, altını temizledikten sonra namaz iade edilir.
ÜM'e ve Ebu Hanife'ye göre, düşmenin namazı bozması için selâma, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre teşehhüd sonuna kadar gerçekleşmesi gerekir.
a) Hanefî Mezhebine göre, sargı, namaz dışında iyileşmeden düşerse, sargılar yerine konur, meshin iadesi gerekmez, hatta bu durumda sargılar değiştirilip başkası da konabilir.
b) Maliki Mezhebine göre, sargı, namaz dışında iyileşmeden düşerse, yerine konur ve hemen üzeri meshedilerek muvâlât kaçırılmamış olur.
a) Hanefî Mezhebine göre, sargı, namaz dışında muhdesken düşer ve namaz kılmak istenirse abdest alınır, yara abdest organlarındaysa sargıların yeri yıkanır; muhdes değilken düşünce, sadece sargı yeri yıkanır.
b) Maliki Mezhebine göre, sargı, iyileşerek düşünce mesh bozulur ve abdestli olur veya abdestli kalmak isterse, altını yıkamak veya meshetmekîe asıla dönülür. Bu durumda muvâlât kasıtlı olarak kaçmayacak şekilde hareket edilmesi şarttır, unutarak zaman uzarsa sahih olur.
Böylece, Hanefî Mezhebinin görüşü şu şekilde özetlenebilir: İyileşmeden düşünce -ister namazda, ister namaz dışında düşsün- mesh bozulmaz; iyileşerek namazda düşünce -Ebu Hanife'ye göre selâma, Ebu Yusuf ve eş-Şeybani’ye göre teşehhüdün sonuna kadar- düşünce namaz bozulur, bu durumda sadece sargı yeri yıkanır, namaz yeniden kılınır, namaz dışında meshin iadesi gerekmez.
a) ÜM'e göre, sargı üzerine meshedilerek kılınan namazlar, sarılan yaranın iyileşmesinden sonra hiçbir şekilde iade edilmez.
b) Caferî Mezhebine göre, sargı üzerine mesh ve yıkama, abdest veya guslün şart koşuîduğu işlerin mubah kılıcısı değil, hadesi ortadan kaldırıcıdır; teyemmüm de böyledir. Teyemmüm yapması gereken kişinin organlarında sargı veya çıkarılamayan engel varsa, üzerleri meshedilir. Sargı sahibinin rahatsızlığı iyileşirse, kıldığı namazları iade etmesi gerekmez. Zahir olan, abdest bozulmadığı sürece daha sonraki namazların da bu abdestle kılınmasının caiz oluşudur. Sargı sahibinin yarasının iyileşme ümidi yoksa, ilk vakitte kılması caizdir, ümidi varsa geciktirmesi ihtiyattır.
Şafiî Mezhebine .göre, üç durumda, namazlar iade edilir:
1) Sargının teyemmüm organlarında bulunması,
2) Teyemmüm organlarında bulunmayıp bağlanmasında tutturma miktarından fazla olarak sağlam yere taşması,
3) Teyemmüm organları dışında olup abdestsizken Sadece tutturma miktarınca sağlam yere taşınca.
Kâsânî, eş-Şafiî'nin, hükmü organdaki hastalığın çeşidine göre düzenlediğini "belirtir: Yara üzerindeki sargıya yapılan meshle kılman namazlar iade edilir, kırık üzerindeki sargılar için her iki görüş de bulunmaktadır.
Sargı üzerine mesh için, mestlerde olduğu gibi, belli bir süre sözkonusu değildir.
Mestlerin abdestli giyilmesi şartken, sargının abdestsizken konması caizdir.
Sargılar iyileşmeden düşünce mesh bozulmaz, ancak mestlerden biri veya ikisi düşünce mesh bozulmuş olur.
Hem asaleten, hem de bedelen hades temizliğinden mahrum kalan meselâ şiddetli hastalık veya teyemmüm maddesi bulunmayan yerde hapiste bulunan- kimse Fâkıdu't-Tahûreyn adını alır ve namazını aşağıdaki esaslar çerçevesinde kılar veya sonraya bırakır:
Hanefî Mezhebine göre, fâkıdu't-tahûreyn, -ister abdestsiz, ister cünüp olsun- temiz yerde bulununca vakit girdiğinde namazı şeklî olarak kılar: Niyetsiz, kıraatsiz, tesbihsiz, teşehhüdsüz ve fakat rükû ve secde ederek kılınır. Bu namaz, zimmetteki borcu düşürmez, ilerde su veya teyemmüm maddesi bulunca iade edilir; Züfer'e 'e el-Hasen b. Ziyad'ın naklinde Ebu Hanife'ye göre kılmaz, Ebu Yusuf'tan bir nakle göre kılınan namaz iade edilmez.
Yer necis olursa Ebu Yusuf, -bir nakilde- eş-Şeybanî ve eş-Şafii’ye göre namaz ima ile kılınır; Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'ye göre, bu durumda namaz sonraya bırakılır.
Hanbelî Mezhebine göre, sadece farzlarına ve sahih olma şartlarına uyarak normal namaz kılınır ve bu namaz iade edilmez.
Şafiî Mezhebine göre, abdestsiz olan tam, cünüp olan eksiklikle namazı hakikî şekliyle kılar:
1) Tam Kılma: Abdestsiz kimse, niyet ve kıraati tam yaparak kılar.
2) Eksik Kılma: Cünüp kimse namazı sadece fatiha okuyarak kılar. Suyun bulunması halinde hem abdestsiz, hem cünüp kimse, namzı iade eder: Cünüp, su bulunca gusletmesi farz olur, abdest alır, namazı yeniden kılar; muhdes ise, abdest alır ve namazı yeniden kılar. Toprağın veya başka teyemmüm maddesinin bulunması halinde namaz iade edilmez, ancak su bulacağı konusunda zann-ı galibi varsa veya tereddütlü olup, bulma veya bulmama şıklarından birini tercih edememe halinde namaz yeniden kılınır.
a) Maliki Mezhebinin mutemed görüşüne göre, fâkıdu't-tahûreynden namaz bütünüyle düşer.
b) Caferi Mezhebine göre, fâkıdu't-tahûreynden namaz düşer, ama ihtiyat kaza edilmesidir.
Ebu Hanife ve Muhammed eş-Şeybanfye göre, fâkıdu't-tahûreyn, bütün durumlarda namazını kazaya bırakır ve sonra imkân bulunca kılar.
Dinimizce pis sayılan ve gözle görülebilen pisliklere Necaset veya Hakiki Pislik denir. Bu çeşit pisliklere Necis dendiği gibi, Habeş (ç.Hubus) de denir. Herhangi bir maddenin hakikî pislikle bulaşması Teneccus, bu madde ise Muteneccis adını alır.
Su hayvanı olmayıp kanı bulunan hayvanın ölüsü, su hayvanı olmayan hayvanın canlısından ve ölüsünden çok olarak çıkan kan (dem-i mesfuh), nasıl ölürse ölsün domuz eti ve insanın idrar ve dışkısı (emzikteki çocuğunkileri dışında) ittifakla necistir; bunlar dışında kalanların necis olup olmadıkları ihtilaflıdır[181]:
Kerhî, Hanefî Mezhebinin görüşünü, el-Muhtasar'mda, "insandan çıkan maddeler abdest veya guslü gerektiriyorsa necistir, bunlar da idrar, dışkı, vedi, mezi, atmık, âdet kanı, lohusa kanı ve istihâda kam, yaradan akan kan, irin, ağızdolusu kusmuktur" şeklinde belirtir; Ebu Yusufa göre -çıkmasıyla abdest gerekmediğinden kusmuk necis değilken, Muhammed eş-Şeybanî'ye göre necistir.
İçlerinde Ebu Hanife ve Malik'in bulunduğu gruba göre atmık necisken, eş-Şafu, Ahmed ve Davud'a göre temizdir.
a) Ebû Hanife, Ebu Yusuf ve eş-Şafıî'ye göre, bütün hayvanların idrarları necistir.
b) eş-Şeybanî ve Malik'e göre, eti yenen hayvanların idrarları temizdir.
a) Cunıhur'a göre, bütün hayvanların dışkıları necistir.
b) Bir guruba göre, bütün hayvanların dışkıları necis değil, temizdir.
c) Züfer ve Malik'e göre, eti yenen hayvanların dışkıları temizdir; Malik'e göre hayvanların idrar ve dışkıları etlerinin hükmüne bağlıdır: Eti haram olanların idrar ve dışkalırı da haramdır ve necistir, eti yenenlerinki temizdir, ancak necaset yiyenlerinki temiz sayılmaz, eti mekruh olanlarınki ise mekruhtur. (Ebu Hanife hayvanların artıklarını bu şekilde sınıflandırır.)
Tavuk, ördek vb. havada pislemeyenlerin dışkısı necistir; kazın dışkısı konusunda Ebu Hanife'den iki görüş de nakledilir.
Havada pisleyip eti yenen kümes hayvanı ve kuşların dışkıları -meselâ güvercininki- Hanefî Mezhebine göre, temiz, eş-Şafîî'ye göre necistir.
Kbu Hanife ve Ebu Yusuf a göre eti yenmeyenlerin dışkıları temizdir, eş-Şeybanî'ye göre necaset-i galizadır
Kara hayvanlarının kanının çoğu ittifakla necistir: Cumhur'a göre azı ma'fuvdur; bir gruba göre azlık-çokluk dikkate alınmaz, hepsi necistir. İbn Rüşd, ayn'ı (Maddesi) necis eşyanın hükmünün çok oluşunun ikinci görüşü desteklediğini ifade eder.
Kara hayvanlarından bit ve pire kanı Hanefî Mezhebine göre, necis değilken, eş-Şafii’ye göre necistir, ancak zaruret dolayısıyla elbise için ma'fuvdur.
a) eş-Şafiî, -bir kavlinde- Malik, Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'ye göre, balık kanı temizdir.
b) -Mudevvene'deki kavlinde- Malik'e göre, hüküm kanın aslına -yani ait olduğu hayvana- bağlı olarak değişir.
c) Ebu Yusuf ve -bir nakilde- eş-Şafiî'ye göre, balık kanı necistir.
a) Hanefî Mezhebine göre, sinek, akrep, yengeç, eşek arısı vb. kanı olmayanlar, deniz veya kara hayvanı olması dikkate alınmaksızın temiz, diğerleri necistir.
b) eş-Şafiî'ye göre, sinek ve eşek arısı dışındakiler necistir, bunlarla ilgili olarak iki rivayet de bulunmaktadır; deniz hayvanları ise necis değildir; ayrıca sirke ve yiyecek kurtlan da necis değildir.
c) Maliki Mezhebine göre, bunların bütünü temizdir.
Kanı akan meytelerin kân bulunan et, içyağı, deri vb. aksamı ihtilafsız necistir. Genel kaide olarak şunu bilmek gerekir: "İttifakla sabit konu, ölülerin etlerinin, aslının hükmünü taşıdığı ve buna göre necis olmasıdır."
a) Hanefî Mezhebine göre, kemik, boynuz, tırnak vb. sert aksam necis değildir.
b) eş-Şafiî'ye göre, meytelerin bütün aksamı necistir.
c) Malik'e göre, kemik, meyte kabul edilir, bu sebeple de necistir. Canlı hayvanlar için de aynı hükümler geçerli kılınır.
Hanefî Mezhebine göre, insanın bu gibi aksamı hakkında iki rivayet bulunmaktaysa da, sahih görüş temiz olduğudur.
a) Ebu Hanife ve Malik'e göre, deri ve tüyler necis değil, temizdir.
b) eş-Şafiî'ye göre, tüyler de meyte kabul edildiğinden necistir.
Bu arada meyte derilerinden faydalanma konusunu ele almak uygun düşer:
1) Bir gruba göre, -tabaklansın veya tabaklanmasın- meyte derilerinden faydalanılır.
2) Bir gruba göre, -birinci görüşün tam zıddına- meyte derilerinden kesinlikle faydalanılmaz.
3) Ebu Hanife ile eş-Şafiî ve -bir nakilde- Malik'e göre, tezkiye durumuna göre, tabaklanan meyte derileri temizdir veya temiz değildir: Tabaklamanın, tezkiye yapılanların, yani yenmesi mubah olanların derilerini temizlediği ittfakla sabittir:
3.a) Ebu Hanife'ye göre, tabaklama, domuz derisi dışında bütün meyteleri temizler.
3.b) eş-Şafîî'ye göre tabaklama sadece tezkiye yapılan hayvanları temizleyicidir.
3.c) Davud'a göre, bütün hayvanlar -domuz bile- tabaklamayla temizlenmiş olur.
3.d) -Bir başka rivayette- Malik'e göre, tabaklama, meyteliği gidermez, ancak kuru şeyler için tabaklama uygulanabilir.
a) Ebu Hanife'ye göre, ayn'ı necistir, bu sebeple tüyünün kullanılması haramdır, sadece ayakkabılar için kullanılabilir.
b) Ebu Yusuftan bir nakle göre, tüylerin, ayakkabıcılar tarafından kullanılması bile mekruhtur, satılması ise caiz değildir.
Domuz kılı az bir suya düşünce Ebu Yusuf’a göre su necis olur, Muhammed eş-Şeybanî'ye göre diğer tüyler gibi suya galip gelmedikçe necis olmaz. Bir nakilde bütün bunların temiz olduğu bildirilirse de sahih olan necis olduğudur.
Hanefî Mezhebi içinde iki görüş bulunmaktadır:
a) Ayn'ını necis kabul edenler, domuzla ilgili hükümleri uygular.
b) Ayn'ının necis olmadığını benimseyenler, diğer hayvanlar içinde'ele alır.
Süt, Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre temizdir, eş-Şeybanîye göre temiz değildir. Kesim sırasında damardaki kan ve et temizdir; Ebu Yusuftan yemek için ma'fuv, elbise için necis olduğu görüşü nakledilir.
Artık sular hukuk dilinde Su'r (ç. Es'ar) adını alır; bir kısmı temizdir, bir kısmının temizliği ihtilaflıdır, bir kısmı mekruhtur, bir kısmı da şüphelidir:
Şarap içme hali dışında bütün insanların her hal ve şarttaki artığı ittfakla temizdir. Ebu Hanife'den yapılan bir nakilde, içki içme halinde bile, muteber bir zamandan sonraki artık temizdir.
Bazı hanefi hukukçular, müşriklerin artığını mekruh görür.
Eti yenen hayvan ve kuşların artığı da temizdir; ancak pislik yiyen deve, sığır ve tavuğun artığı mekruhtur.
Atın artığı, Ebu Yusuf ile eş-Şeybanî'ye göre temizdir, Ebu Hanife'den iki görüş de nakledilir, ancak sahih olan temiz olduğudur.
Dpmuz, köpek ve yırtıcı -pençeli- hayvanların artıkları ihtilaflıdır: Cumhur'a göre bunlar necistir, Malik'e göre temizdir, eş-Şafiî'ye göre domuz ve köpek dışındakilen artığı temizdir.
Bazı hanefî hukukçular, domuzun ittifakla necis olduğunu belirterek, artıkları beş çeşit olarak ele alırsa da -az önce görüldüğü gibi- Malik'in görüşü dolayısıyla bu sınıflama yanlıştır.
a) Yırtıcı -pençeli- kuşların artıkları -istihsan deliline göre- mekruh, kıyas deliline göre necistir.
b) Fare, yılan, akrep vb. evdeki hayvanların artıkları mekruhtur.
c) Hanefî Mezhebine göre, kedinin artığı mekruhtur, ancak bununla abdest alınmasının müstehap olacağı da nakledilir; Ebu Yusuf ve eş-Şafiî'ye göre, kedinin artığı mekruh değil temizdir. Kedi fareyi yer ve sonra su içerse, Ebu Hanife'ye göre yeterli bir süre beklendikten sonra olunca artık temizdir, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre necis olur.
a) Hanefî Mezhebine göre, eşek ve katırın artıkları Kerhî ise necis olduğunu nakleder.
b) eş-Şafii’ye göre, bunların artığı temizdir.
Cumhur şarabın necis olduğu görüşün d ey ken, bazı muhaddisler temiz olduğu görüşünü savunur:
a) Rebi'a, Davud, San'anî, Şevkanî ve Sıddık Hasen Han'a göre necis değildir; içmek haramdır, fakat elbiseye veya namaz yerine dökülmüş olsa namaza engel değildir.
b) Cumhur'a göre şarap necistir, namaza engeldir.
Birinci görüşü benimseyenler âyette[190] geçen "rics" kelimesinin necaset mânâsına değil, manevî pislik mânâsına geldiğini ifade etmektedirler. Cumhur ise, bu kelimeyi necis mânâsında anlamaktadır.
Bunların da azının ve çoğunun içilmesi haramdır, bu ittifakla sabittir, ancak necis olup olmadıkları ihtilaflıdır:
a) Ebu Hanife'den her iki görüş de nakledilmiştir.
b) Ebu Yusuf a göre, necaset-i hafife cinsinden olup, ancak çok miktarı namaza engeldir.
Üzüm ve hurma dışında kalan şeylerden yapılan ve kullanıldığı zaman azı veya çoğu sarhoşluk veren şeylerin necis olduğuna dair delil yoktur:
Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’un anlayışlarına göre, bunlar necis değildir, sarhoşluk için içilmeleri haramdır, fakat elbiseye veya namaz yerine dökülmeleri halinde namaza engel değildir.
Bu açıklamalara göre şarap, şampanya, arak ve konyak necistir, üzüm suyundan yapılmayan ispirto, bira vs. müskiratın içilmesi haramsa da elbiseye veya bedene dökülmesi halinde namaza engel olmazlar. İspirto ve kolonya pahalıya malolduğu için şaraptan yapılmamaktadır. Asıl maddeleri patates, bazı ağaçlar, mısır vb.dir. Şu halde kolonya ve ispirtonun temizlik, pis kokuların giderilmesi gibi maksatlarla kullanılması caiz olup, elbise ve namaz yerinde bulunmaları namaza engel değildir, ancak sarhoşluk verdikleri için içilmeleri haramdır.
Hakikî necasetin temizlenmesi için kullanılan su necistir:
a) Bu suyla abdest alınmaz ve bu suyun bulaştığı elbiseyle namaz kılınmaz.
b) Bulaştığı yerin durumu ise değişiktir: Üç defa kullanılan suyun birincisi elbiseye bulaşırsa, bu elbise sıkmakla ve bundan sonra iki defa yıkamakla, üçüncüsü bulaşırsa sadece sıkmakla temizlenir. Böyle bir su, içme ve temizleme dışındaki gayelerle -meselâ çamur ve harç yapmak, hayvanları sulamak için kullanılması için- renk, tad ve kokusundan biri değişmemişse caizdir, değişmişse caiz olmaz.
Hakikî necasetin azı ma'fuvdur ancak hükmî necaset için böyle bir durum sözkonusu olmaz.
a) -Bir nakilde- Ebu Hanife'ye ve -ezhar kavlinde- eş-Şafıî'ye göre, musta'mel sular, tahir -temiz- olup, tahûr -hem temiz, hem temizleyici- değildir.
b) -Bir başka nakilde- Ebu Hanife'ye göre, bu çeşit sular necistir. Necis olmasının galiz mi, hafif mi olduğu değişik şekilde nakledilir ve benimsenir: Ebu Yusufa göre hafif olup kesir-i fahiş, el-Hasen b. Ziyad'a göre galiz olup, bir dirhem olarak takdir edilir.
c) Züfer ve -bir kavlinde- eş-Şafıî'ye göre, kullanan abdestliyse, su tahûrdur, muhdes ise tahir olup, tahûr değildir,
d) -Yine bir kavlinde- eş-Şafıî ve Malik'e göre, musta'mel su, her durumda tahûrdur.
Kâsânî, şöyle bir açıklama yapmaktadır: "Belh'li hanefî hukukçular, bu konuyu tahkik etmişler ve şu sonuca ulaşmışlardır: Ma-ı musta'mel, Ebu Hanife ve Ebu Yusufa göre necistir, Muhammed eş-Şeybanî'ye göre tahir olup, tahûr değildir; bu konuda tahkikte bulunmayan Irak'lı hukukçularla muhakkik Maveraunnehr hukukçuları ise -ihtilaf zikretmeden- musta'mel suyun tahir olup tahûr olmadığını belirtirler; hatta bunlardan biri olan Kadı Ebu Hazim el-Irakî, Ebu Hanife'den ma-i musta'melin necis olduğu naklinin doğru olmadığını ifade eder."
Bu açıklamanın ışığı altında camide abdest almanın hükmünü inceleyelim: Ebu Hanife ve Ebu Yusufa göre -necis olduğundan- mekruhtur, eş-Şeybanî'ye göre pis bir şey olmayınca bir sakıncası yoktur. Az bir suya ma-i musta'mel karışması onu necis yapmaz.
a) Bazı Hanefî hukukçulara göre, su, bedenden ayrılıp bir yerde durunca mustahnel olur.
b) Diğer bazı hanefî hukukçular -meselâ Kâsânî, ki o, bunun mezhep görüşü olduğunu belirtir. Sevrî'ye göre -bir yerde birikip durmasa da- bedenden ayrılan su musta'mel olur.
a) Ebu Hanife ve Ebu Yusufa göre, su, hadesin giderilmesi veya -meselâ namaz, camiye girme, Mushaf’a dokunma, Kur'ân okuma gibi- kurbetin yerine getirilmesinden dolayı olunca musta'mel olur.
b) eş-Şeybanî'ye göre, su, sadece kurbetin yerine getirilmesiyle musta'mel hale gelir.
c) Züfer ve eş-Şafiî'ye göre, hadesin giderilmesiyle su, musta'mel olur.
a) Bir gruba ve eş-Şafiî'ye göre, necaset bulaşan yerin bütünü necis olur.
b) Muhammed eş-Şeybanî'ye göre, necaset, elbisenin dörtte biri ve azında olursa namaz caizdir.
c) Malikî Mezhebine göre, kan dışındaki necasetlerin azı-çoğu hep aynı hükmü alır, necistirler. Âdet kanı konusunda iki rivayet bulunmaktaysa da, meşhuru kanlarla aynı hükmü aldığıdır.
d) Ebu Hanife'ye göre, necasetlerin azı ma'fuvdur: Bu yönden necasetler muhaffefe (hafife) ve mugallaza (galiza) diye ikiye ayrılır:
1) Bir dirhem miktarı affedilen mugallaza,
2) Elbisenin dertte birine bulaşması affedilen muhaffefe adını alır. İbn Rüşd bu taksimin güzel olduğundan sözeder.
Hanefî Mezhebinin bu görüşünü biraz açalım: Necasetlerin bu şekilde ayrılması, iki esasa göre düzenlenir:
2.a) Nassa Göre Düzenleme: Ebu Hanife, necasetin galiz veya hafif olmasını, hakkında nas bulunmasına göre düzenler: Necaset olduğu hakkında nas bulunup temizliği hakkında nas bulunmayan -hukukçuların bu konuda ihtilafı olsa da- galizadır; temizlik ve necaseti hakkında birbirine zıt nas bulunanlar ise hafifedir.
2.b) Hukukçuların Görüşlerine Göre Düzenleme: Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî, konuyu, hukukçuların görüşlerine göre düzenler. Onların ittifak ettiği galiza, ihtilaf ettiği hafifedir. Bu açıklamaya göre, bazı maddelerin incelemesini yapalım:
i) Hayvan dışkılarının bütünü (ervas), Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre necaset-i hafifedir.
ii) Eti yenmeyen hayvanların idrarı, üçünün icmâıyla necaset-i galizadır.
iii) İnsanların dışkısı (azeret), tavuk ve ördek dışkıları (hur') yine üçünün icmâıyla necaset-i galizadır.
Necaset-i galiza'nın az miktarı namaza engel olmayıp, fazlası engel olur, bu konuda ölçü şudur: Sıvı maddelerde avuç içi kadar olmak, katı maddelerde bir dirhem ağırlığında olmak. Galiza sayılan necasetler şunlardır:
iii.a) İnsanın, eti yenmeyen hayvanların dışkı ve idrarları,
iii.b) Eti yenmeyen hayvanların salyaları,
iii.c) Eti yenen hayvanlardan tavuk, kaz, ördek gibi dışkısını havada bırakmayanların dışkısı,
iii.d) İnsandan çıkarak abdesti bozan irin, kan, kusmuk gibi şeyler veya guslü gerektiren salgılar,
iii.e) Her türlü akmış kan. Kesilen hayvanın damarlarındaki ve etinde kalan kan, ciğer, dalak ve yürek kanı, çekirge ve balık kanı necis sayılmaz.
Necaset-i hafife, bulaştığı yerin dörtte birinden az olunca namaza engel olmaz: Bu çeşit pislikler, şunlardır:
iii.e.1) At, deve, koyun gibi eti yenen evcil hayvanların dışkı ve idrarları,
iii.e.2) Eti yenen ve yenmeyen kuşların dışkısı,
iii.e.3) Necis olduğu bilinen sokak çamurları. Cadde ve sokak çukurları, yollardaki su birikintilerinden sıçrayan ve necis olmadığı bilinen damlalar, namaza engel değildir. Hafife sayılan necasetler, bulaştığı yerin dörtte birini aşınca namaza engel olur. Aslında azı ile de namaz kılmak mekruhtur, fakat yine de mümkün olduğu kadar bunlardan kaçınmak gerekir.
Necasetin giderilmesinin dinimizde me'murun bih (emredilmiş) olduğu ittifakla sabittir:
a) Ebu Hanife ve eş-Şafiî'ye göre, necasetin temizlenmesi farzdır.
b) Bir gruba ve -bir nakilde- Malik'e göre, necasetin giderilmesi sünnet-i müekkededir.
c) -Bir başka nakilde- Malik'e göre, necasetin temizlenmesi hatırlama halinde farzdır, unutma halinde ise düşer.
d) Bir gruba göre, namazın sahih olma şartlarından olmayıp, mutlak farzdır. İbn Rüşd bu görüşün zayıf olduğunu belirtir.
Necasetten temizlenmesi gereken yerler ittifakla beden, elbise ve namaz kılınacak yerlerdir; suların da ibadete imkân verecek ölçüde temiz olması gerekir[194]:
a) Bazısına göre, yaprak ve samanla akan su, ma-i carî adını alır.
b) Diğer bazısına göre ise, elin enlemesine konmasıyla akması kesilmeyen su, bu niteliktedir.
c) Ebu Yusuf’tan avuçlanınca toprağın görülmediği su olduğu nakledilir.
d) İnsanların akarsu dedikleri suyu bazısı bu nitelikte kabul eder. Nitekim Kâsânî de, bunun esah olduğunu belirtir.
a) Zahirî Mezhebine göre, necaset düşmesiyle, su hiçbir şekilde necis olmaz.
b) Hanefî Mezhebine göre, konu iki açıdan ele alınır:
1) Görünmeyen Necaset: Sidik, şarap vb. görünmeyen necasetler akan bir suya düşünce, renk, koku veya tadından birini değiştirmedikçe su necis olmaz. Bu suyun herhangi bir yerinden abdest alınabilir.
2) Görünen Necaset: Görünen bir necaset düşmesi halinde, iki durum ortaya çıkar:
2.a) Su necasetin hepsinin veya çoğunun üzerinde akıyorsa, onun bulunduğu yerin alt yanından abdest alınmaz.
2.b) Su necasetin azı üzerinde akarsa, alt yanından abdest alınabilir.
2.c) Eşitlik halinde, kıyasa göre abdest alınabilir, istihsana göre alınmaz, ihtiyat olan da sonuncusudur.
a) Zahirî Mezhebine göre, -suyun cinsi akan veya durgun, az veya çok olsun, renk, tad veya kokusundan birini değiştirsin veya değiştirmesin- su, necasetin düşmesiyle necis olmaz.
b) Cumhur'a göre, su, azsa necis olur, çoksa olmaz:
1) Malik'e göre renk, tad ve kokusu değişirse o su az, değişmezse çoktur.
2) eş-Şafn'ye göre, su iki kulleye -testiye- ulaşınca çok kabul, edilir. Ona göre bu her biri beş menn olan beş kırbadır, toplamı ikiyüzelîi menn olur. (Menn, Bağdatlılara göre iki ntldır (rıtl=460.8 gr), rıtl ise oniki ûkiye gelir.)
3) Hanefî Mezhebine göre, suyun genişliği ve derinliği dikkate alınır;
i) Genişlik:
A- Genişliği ve Uzunluğu Olanlar: Bu durum suyu hareketlendirmek suretiyle anlaşılır. Bir taraf hareketlendirilince, öbür tarafı da hareketlenirse az, hareketlenmezse çok su olur. Hareketlendirmenin nasıl yapılacağı ihtilaflıdır:
a) Ebu Hanife'den aşırı gitmeksizin gusletmek, abdest almak, gusül ve abdest maksadı olmaksızın hareketlendirme olmak üzere üç nakil vardır.
b) Ebu Hafs el-Kebîr el-Buhârî, bunun için boyamayı esas alır.
c) Ebu Nasr Muhammed b. Muhammed b. Selâm ise, bulanmayı esas almaktadır.
d) Ebu Süleyman el-Cuzcanî hükmü alana göre düzenler; 10x10 zira (arşın) olunca su büyüktür.
e) Abdullah b. Mübarek de alanı esas alır: İlkin bunu 10x10, sonra ise 15x15 olarak benimsemiştir. Bu son görüşüne, Ebu Mutî el-Belhî de katılır.
f) eş-Şeybanî'den bunun 8x8 alanındaki mescidine göre düzenlediği nakledilir. 10x10 takdir ettiği, içinin 8x8, dışının 10x10 olduğu da nakledilir. Muhammed b. Seleme de 10xl0'a katılır.
g) Kerhî ise, bu konuda belli bir ölçü bulunmadığını, esas olanın araştırmanın vereceği sonuç olduğunu belirtir: Bu durumda, galip görüşünün, necasetin abdest aldığı yere ulaşması veya ulaşmaması abdest almayı caiz kılar veya ona engel olur.
B- Uzunluğu Olup, Genişliği Olmayanlar: Bu çeşit suya, nehirler, dere, çay, ırmak vb.'deki durgun sular örnektir:
a) Ebu Nasr Muhammed b. Muhammed b. Selâm'a göre, suyun uzunluğu, bir yanından hareketlendirilince, öbür yanı da hareketlenmeyecek ölçüdeyse, abdest alınabilir, kendisi de Belh Nehrinden bu şekilde abdest alırdı.
b) Ebu Süleyman el-Cuzcanî'ye göre, bu gibi sulardan abdest alınmaz.
ii) Derinlik:
a) Ebu Süleyman el-Cuzcanî'nin nakline göre, Ebu Hanife ve çevresi bu konuda genişliği esas almış, derinliği dikkate almamışlardır.
b) Ebu Cafer el-Hunduvânî'ye göre, avuçlanınca dibi görünen sudan abdest alınmaz.
c) Bazılarından derinliğin bir büyük dirhem veya bir karış ya da zira' olacağı görüşü de nakledilir.
Havz-ı Kebir denen durgun sulara necaset düşünce, aşağıdaki şekilde abdest alınır[196]:
i) Suyu Sıvı Havuz:
a) Görünen.Necaset: Görünen necaset düşen büyük havuzun, necaset düşmeyen tarafından abdest alınır. Havuzun ortasına düşen necasetle abdest alınan yer arasında, bir yanı hareket ettirilince, öbür yanı da hareketlenmezse, ondan abdest alınır.
b) Görünmeyen Necaset: Görünmeyen necasetin düştüğü yer konusunda hukukçular ihtilaflıdır:
1) Irak'lılara göre, hüküm, görünen necasette olduğu gibidir.
2) Maveraunnehr'li hukukçulara göre, akan suda olduğu gibi, her tarafından abdest alınır. Kâsânî bu görüşün sahih olduğunu belirtir.
ii) Suyu Katılaşmış Havuz: Havuzun suyu katılaşmış olur ve bir yanından deliği bulunursa ve su katı kısma dokunmuyorsa, o sudan abdest alınabilir.
Namaz ibadetinde, suyun temizliğinden sonra, namaz kılınacak elbisenin, bedenin ve yerin de temiz olmasına özenle titizlik gösterilir:
a) Hanefî Mezhebine göre, az necaset, -galiza veya hafife olsa da- istihsan yoluyla namaza engel olmaz.
b) Züfer ve eş-Şafıî'ye göre, -gözle görülmeyen veya korunamayan dışında- necaset, kıyas yoluyla namaza engel olur.
Çok necaset, ittifakla namaza engel olur.
Namaza engel olması açısından necasetin azlığı ve çokluğu, galiz ve hafif necasetlerde farklı sonuçlar doğurur:
a) en-Nehafye göre, bir dirhem necaset çok sayılır.
b) Çoğunluğa ve Şa'bî'ye göre, büyük dirhem miktarı, çok sayılır. Büyük dirhem, avuç içi kadardır.
Kâsânî, ikinci görüşün sahih olduğunu belirtir.
Maveraunnehr'li hanefî hukukçulara göre idrar, şarap vb. sıvılarda avuç içi kadar, katı necasetlerde ise bir miskal (4.8 1gr) necaset çok sayılır.
Ebu Hanife'den bu konuda birçok rivayet vardır:
a) Kesir-i fahiş, yani insanların çok gördüğü,
b) Bir karış olanı (Bu Ebu Yusuf’tan da nakledilir),
c) Bir zira olanı (zira x zira),
d) Elbisenin yarısından çok olanı
e) Elbisenin yarısı (Bunun bütün elbisenin mi, yoksa bir bölümünün yarısının mı olacağı konusunda iki rivayet vardır),
f) Dörtte bir (Bu görüş eş-Şeybanî'den de nakledilir.) Dörtte birin tefsiri -elbisenin yansında olduğu gibi- ihtilaflıdır; ancak esas olan, her bölümün kendi başına bir bütün kabul edilmesidir.
Astarı bulunan bir elbiseyle namaz kılınır ve bunun içinde necaset bulunursa, namaz eş-Şeybanî'ye göre caizken, Ebu Yusuf’a göre caiz değildir.
Mezi bulaşınca, erkeğin cinsî organı, bir gruba göre bütünüyle yıkanırken, bir gruba göre sadece bulaştığı yer yıkanır.
Namaz, -burada yalnızca temizlik açısından ele alacağınıiz-toprak veya onun dışında yaygı, kilim, seccade vb. üzerinde kılınır; necaset de bu yerde veya yakınında, az veya çok olarak bulunur:
Necaset, az veya çok miktarda namaz kılman toprağın yakınında bulunursa, namaz sahih olur, fakat uzak bir yerde kılmak müstehaptır.
Necaset, namaz kılınan yerde ve az olunca, her yerinde namaz kılmak caizdir. Çok olduğu ve el ve dizlerin gideceği yerde bulunduğu takdirde, Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre namaz caizdir, Züfer'e ve eş-Şafii'ye göre caiz değildir. Kâsânî, -namazın diğer rükünleri olan kıyam ve tekbir alırken- ayak yerinde olması halinde de aynı hükümlerin uygulanacağını belirtir. Necaset secde yerinde olunca, namaz Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî ile onun naklinde Ebu Hanife'ye göre caiz değilken, Ebu Yusufun naklinde Ebu Hanife'ye göre caizdir, bu durumda Ebu Yusuf tan namaz değil, secdenin caiz olmayacağı da nakledilir, bu takdirde secdeyi iade edince namaz sahih olur.
Hanefî Mezhebine göre, yere bulaşan necaset kurur ve eseri kalmazsa üzerinde namaz kılınabilir, Züfer ve eş-Şafii’ye göre bu toprak üzerinde namaz kılınmaz; ittifakla bu toprakla teyemmüm edilmez.
Necaset namaz yerinde ve çok olarak bulunursa, hüküm toprak üzerinde necaset bulunmasında olduğu gibidir.
a) Bazılarına göre, namaz kılınan kilim vb. bir yanı kaldırılınca öbür yanı hareket etmeyecek şekilde büyük olursa namaz caizdir,
b) Kâsânî'nin belirttiğine göre, küçük veya büyük olması dikkate alınmaz, namaz hepsinde sahihtir.
Tahûr su ile ön veya arka boşaltım yolundan çıkan maddelerin temizliği için taşın kullanılacağı ittifakla sabittir.
Tahur su ve taş dışındaki katı ve sıvı maddelerin temizlik için kullanılması ihtilaflıdır:
a) Hanefî Mezhebine göre, teiniz olan maddeler, nerede ve nasıl -sıvı ve katı- olursa olsun necasetin ayn'ını (kendisini) temizler.
b) Malik ve eş-Şafiî'ye göre, isticmar dışındaki temizlik bir yana, sudan başka maddeler necaseti temizlemez.
a) Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre, mutlak su dışındaki sıvılarla necaset temizliği yapılabilir.
b) eş-Şeybanî, Züfer ve eş-Şafiî'ye göre, mutlak su dışındaki sıvılarla necaset temizliği yapılamaz.
c) -Bir nakilde- Ebu Yusuf a göre, elbise temizliği yapılabilir, beden temizliği yapılamaz.
Bu gibi sıvıların bal, yağ vb. maddeler olmaması gerekir.
Bütün necaset çeşitleri ve necis maddelerin temizliği için öncelikle yıkama yolu uygulanır.
Mesh (silme) şeklindeki temizlik çeşidi, idrar ve dışkının taşla giderilmesi ve mest ile yara ve sargıların meshi için uygulanır:
a) Hanefî Mezhebine göre, necasetin ayn'ını giderince, her yer için uygulanır, ovma da aynı hükümdedir.
b) Malik'e göre, mesh, sadece istinca ve mest için uygulanır.
a) Bir gruba göre, sadece henüz yemek yemeyen çocuğun idrarım temizlemekte uygulanır.
b) Bir gruba göre, küçük boşaltımda erkeğin idrarı için bu yol, kadınınki için yıkama uygulanır.
c) Malik'e göre, necaseti kesin olanlarda gasl, şüpheli olanlarda nadh uygulanır.
Atmığın bulaştığı yerde kuruyunca kazınması halinde bu yer temizlenmiş olur.
a) Hanefî Mezhebine göre, insan ve domuz derisi dışında kalan bütün deriler, tabaklanma yoluyla temizlenir. Ebu Yusuf tan bütün derilerin bu yolla temizlenebileceği nakledilir.
b) Malik'e göre, meyte derisi tabaklanmayla temizlenmez; ancak, sıvı değil, katı maddelerin yapımı vb. için kullanılabilir.
c) Muhaddislerin çoğuna göre, eti yenmeyen hayvanların derisi tabaklanmayla temizlenmez.
d) eş-Şafiî de Hanefî Mezhebleri gibi düşünür, ancak ona göre köpek derisi -ayn'ı necis olduğundan- domuz gibi temizlenmez. Hanefî hukukçu el-Hasan b. Ziyad da bu görüştedir.
Eti yenen hayvanların, dinî kesim şekli olan tezkiye ile kesilmesi halinde, akan kan hariç diğer bütün aksamı temizlenir.
a) Hanefî Mezhebine göre, eti yenmeyenlerin meytesinin kan olmayan aksamı temiz olunca, etleri temizlenmiş olur. Bazı Hanefî hukukçular ile Belh'li hukukçulara göre, derisi tabaklanmayla temizlenenlerin derisi kesimle temizlenir, et ve diğer aksamı temizlenmez.
b) eş-Şafiî'ye göre bunlar tezkiye ile temizlenmez.
Bütününü boşaltmak gerektiğinde, mümkünse suyun bütün kaynakları kapatılır, sonra necis su çıkarılır, mümkün değilse Ebu Hanife'den yüz ve ikiyüz, eş-Şeybanî'den ikiyüz veya üçyüz kova su boşaltılacağı nakledilir; Ebu Yusuf tan iki nakil bulunmaktadır:
a) Suyun genişliği, uzunluk ve derinlik kadar bir çukur açılır, su buraya boşaltılır, dolunca temizliğine hükmedilir,
b) Suya bir sopa vb. konur ve meblağı ölçülür, sonra on kova çıkarılır, ne kadar eksildiğine bakılır ve bu şekilde çıkarmaya devam edilir; Ebu Nasr Muhammed b. Muhammed b. Selâm, işi, iki bilirkişiyle danışır ve ona göre çıkarılmasını sağlardı, Kâsânî son görüşün en doğru olduğunu belirtir.
a) Bazılarına göre, suyun boşaltılması için gerekli sayıyı uygulamada, her kuyunun kendi kovası muteberdir.
b) Ebu Hanife'ye göre, bir sa' (2.917 kg) alan kovalar esas alınır.
c) Bazılarına göre, esas olan orta seviyedeki kovalardır.
Boşaltma işlemi yapılan kovanın temizliği konusunda Ebu Yusuf ve el-Hasen b. Ziyad, "kuyuyu temizleyen su, onu da temizler" görüşünü belirtirler.
1) Ebu Bekr el-A'nıeş'e göre, havuz üç defa boşaltılır.
2) Ebu CaTer el-Hunduvânî ve Ebu'l-Leys'e göre, -necaset görünmüyorsa- bir yandan boşalan havuzlar akarsu hükmündedir, böylelikle temizlenmiş olurlar.
3) Bazılarına göre, necis miktarında su çıkınca, havuz temizlenmiş olur.
a) Bir gruba -meselâ Hanefî Mezhebine ve Malik'e- göre, mesh ve gaslde sadece temizlik şarttır, sayı önemli değildir.
b) Bir gruba göre, isticmar ve gaslde belli sayı aranır:
i) Gasl:
1) eş-Şafiî'ye göre, köpeğin kabı yalaması için sadece naslarda geçenler için yedi defa yıkama uygulanır.
2) Bir gruba -meselâ Ahmed'e- göre naslarda geçmeyen diğer necasetler için de yedi defa yıkama uygulanır.
3) Ebu Hanife'ye göre, ayn'ı görünen necasetlerin üç defa yıkanması gerekir, ayn'ı görünmeyenlerin temizlik kanaatine kadar yıkanması yeterlidir; eş-Şafiî'ye göre bunların eseri bulunursa bulaştığı yerin kesilmesi gerekir.
ii) İsticmar: eş-Şafiî ve Davud'a göre, isticmar için üç taş kullanmak şarttır, Cumhur'a göre temizlenmesi esastır.
Kaplar vb. necaseti emmeyen eşyalar belli sayıda ve necasetin giderilmesi kanaatine kadar yıkanır.
A. Az Emenler:
Beden, ayakkabı ve mest vb. necaseti emmeyenler gibi yıkanır.
B. Çok Emenler:
Elbise vb. sıkılabilen eşyalardaki necasetler, yıkanır ve ayn'ı gidene kadar sıkılır.
C. Görünmeyen Necaset:
a) Hanefî Mezhebine göre, bunlar, üç defa yıkanır ve her defasında sıkılır; eş-Şeybanî'den sadece sonuncuda sıkılacağı nakledilir.
b) eş-Şafiî'ye göre, kundak çocuğunun idrar ve dışkısı su serperek temizlenir.
Necaseti emmediği, sadece dışına bulaştığı bilinince, ayn'ının giderilmesi veya çıkmaksızın üç defa yıkanması gerekir.
Necaseti emdiği bilinenlerin temizliği, daha değişik yapılır:
a) Ebu Yusuf a göre, suyla üç defa yıkanır ve her defasında kurutulur.
b) eş-Şeybanî'ye göre, bunlar temizlenmez. Toprağa necaset bulaşırsa .aşağıdaki gibi hareket edilir:
i) Yumuşak Toprak: Böyle bir toprağa su dökülür, necaset kalmayınca temizlendiğine hükmedilir.
ii) Sert Toprak:
a) Yüksekteki Toprak: Bunların yanına bir çukur kazılır, üç defa su dökülür, necasetin bu çukura aktarılması sağlanır.
b) Düzlükteki Toprak:
1) Hanefî Mezhebine göre, yıkanmaz, ancak kazılarak toprak alt-üst edilir.
2) eş-Şafiî’ye göre, suyla çoğaltılır ve temizlenmiş olur.
Bir mükellefe namazın farz olması için, namaz vaktinin girmesi şarttır; vakit girmeden namaz farz olmaz. Çünkü, vakit, namazın aynı zamanda sebebidir:
"Namaz, mü'minlere vakti tayin edilmiş bir farzdır."[206]
Bunun için, vakti girmeden kılman namaz, sahih değildir; böyle bir durumda, namazın iadesi gerekir.
Namaz vaktinin girmesi ve sona ermesi, ezan aracılığıyla müslümanlara duyurulur. Günlük namazlarımızın vakitleri, -ilerde yeniden ele alacağımız gibi- normal coğrafi bölgelerde, güneşin hareketlerine göre düzenlenir; fakat anormal coğrafi bölgelerde namaz vakitleri güneşe göre değil, saate göre düzenlenecektir.
Namaz vakitlerini, namazların çeşidine ve bizzat vaktin özelliğine göre ele alınması uygun olmalıdır:
Beş vakit namazın vakitlerini, âyetlerde yer alan temellerine ve bu temellere dayalı olarak belirlenen fıkhı görüşlere göre açıklayabiliriz:
Kur'ân'ı Kerîm'de namaz vakitleri, genelden özele doğru gidilerek açıklanmıştır. Namaz vakitlerini açıklayan bu âyetlerden, aynı zamanda namazların günlük sayısı da tespit edilebilir:
a) "Namaz mü'minlere vakti tayin edilmiş bir farzdır."[208] Bu âyette, genel bir ifade ile, namazların belli vakitler içinde kılınacağı açıklanmaktadır.
b) "Rabbine güneşin doğmasından (birinci vakit namazi-sabah) ve batmasından önce (ikinci vakit namazı-ikindi) hamd et ve O'nu gece saatlerinde (üçüncü vakit namazı-yatsı) ve günün etrafında (dördüncü vakit namazi-öğle ve beşinci vakit namazı-akşam) hamd ile teşbih et ki Rabbinin rızasına eresin."[209]
Bu âyette, beş vakit namazın hangi vakitlerde kılınacağı, birinci âyetten daha açık bir şekilde ifade edilmektedir. Ancak vakitlerin başlangıç ve sonu açıklanmamaktadır. Rum: 30/17-18 âyeti de aşağı yukarı bu âyet gibi hükümler ifade eder.
c) Çeşitli âyetler de, bu ilk üç âyeti tefsir ve tekid eder niteliktedir:
1) "Güneşin batıya yönelmesinden gecenin kararmasına kadar namaz kıl (öğle, ikindi ve akşam), sabah vakti de namaz kıl (sabah namazı), zira sabah namazına melekler şahid olur."[210]
2) "Gündüzün iki ucunda (öğle ve akşam) ve gecenin gündüze yakın olduğu zamanlarda (sabah ve ikindi) namaz kıl."[211]
3) "Namazlara ve orta namaza devam edin; gönülden boyun eğerek Allah için namaza durun."[212]
Bu âyette geçen orta namazı tabiri, ikindi namazını göstermektedir.
Şu halde bu son âyetlere göre, sabah kalkınca (sabah namazı-güneş doğmadan kalkmak lâzımdır), öğlenin başında (öğle namazı) ve sonunda (ikindi namazı), akşam (akşam namazı) ve gece yatmadan önce (yatsı namazı) olmak üzere birkaç dakika ile kendini ve bütün maddî menfaatleri unutup Yaratıcısına teslim ederek müslümanın günde beş vakit namaz kılması gerekir. Zaten günde beş vakit namaz emri, yeryüzünde Allah'ın (cc) hükümranlık atmosferini yaratmak içindir.
Tan yerinin ağarmasından (fecri sadığın doğuşundan) güneş doğuncaya kadar olan vakit, sabah namazının vaktidir. Tan ağarmadan önce doğu yönünde bir beyazlık belirir ve kısa zamanda kaybolur. Bu durum Fecri Kâzib (Yalancı Tan Ağarması/el-Fecru'l-Mustatil veya el-Fecru'l-Munteşir) adını alır, fecri kâzibden sonra her taraf yeniden aydınlanır. Bu durum da Fecri Sâdık (Gerçek Tan Ağarması/el-Fecru'l-Mustetîr) diye isimlendirlir. Sabah namazı, işte bu andan itibaren güneş doğana kadar olan birbuçuk saatlik vakit içersinde kılınır. Fakat bazı şafiî hukukçulara göre, sabah namazının vakti isfârda sona erer. Cumhur'a göre, güneşin doğmasıyla sabah namazının vakti sona erer ve kılınmayan namaz kazaya kalır.
Bu vakitte kılınmayan sabah namazı güneşin doğmasından az sonra öğle namazının gireceği vakte kadar sünneti de kılınarak kaza edilir. Kendisinde hiçbir farz namaz bulunmamasından dolayı bu vakit Vakt-i Mühmel (boş vakit) adını alır.
Öğle namazının vakti, bütün hukukçulara göre, güneş tam ortaya geldikten (zeval ve istiva) biraz sonra başlar.
a) Ebu Yusuf, eş-Şeybanî, bir rivayette Ebu Hanife, Züfer, el-Hasenu'l-Basrî, Ebu Sevr, Davud ez-Zahiri ve ÜM'e göre, her cismin gölgesi bir katı olunca, öğle namazının vakti sona erer. Bu vakte, Asrı Evvel adı verilmektedir. Ülkemizde de bu görüş uygulanmaktadır; yaklaşık üç saattir.
b) -Sahih nakilde- Ebu Hanife'ye göre, her cismin gölgesi iki misli oluncaya kadar öğle namazının vakti devam eder. Bu vakte Asrı Sânı denir.
c) -Bir başka nakilde- Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre öğle namazının son vakti gölgenin bir kat, ikindinin başlangıç vaktiyse gölgenin iki kat olma ânıdır. Bu iki vakit arası, mühmel kabul edilir ve namaz kılınmaz. Fakat Ebu Hanife'nin asıl görüşü ikinci maddedeki, Ebu Yusuf ve eş-Şeybani’ninse birinci maddedeki görüştür.
Bu görüş ayrılığı dikkate alınarak, öğle namazı erken, ikindi namazı da asrı sani girince kılınmalıdır. Buna rağmen, bu hukukçular, iki vakitte de öğle namazının caiz olduğunu belirtmişlerdir.
İkindi namazının başlama vakti, öğle vaktinin çıktığı an konusundaki görüş ayrılığına göredir:
a) Birinci görüşe göre, asrı evvelden sonra ikindi namazının vakti girer:
1) Malik'e göre öğlenin son, ikindinin ilk vakti bu ikisi arasında müşterektir.
2) eş-Şafîî, Ebu Sevr ve Davud ez-Zahiri’ye göre bu zaman bölünmez.
b) İkinci görüşe göre, asrı saniden sonra ikindi namazının vakti girer.
a) -Birer nakilde- Malik ile eş-Şafıî'ye göre, ikindinin son vakti gölgenin iki kat olma ânıdır. Böylece, akşam namazıyla bu vakit arası, mühmel olur. Fakat eş-Şafıî'den nakledilen bir başka görüşe göre, gölge iki kat olunca müstehap vakit sona erer ve ikindinin vakti güneş batana kadar devam eder.
b) Hanefî Mezhebine göre, ikindinin vakti güneşin batmasıyla sona erer.
c) Ahmed b. Hanbel ve -diğer bir nakilde- Malik'e göre, güneşin sararmaya başlamasından önceki an, ikindinin son vaktidir.
d) Zahirî Mezhebine göre, güneşin batmasından önce bir rekât namaz kılacak kadar vakit kalınca, ikindinin vakti sona erer.
Bütün hukukçulara göre, güneş battıktan sonra, akşam na mazının da vakti girmiş olur.
Akşam namazının sona erdiği zaman konusunda, görüş ayrılığı vardır. Çünkü güneş battıktan sonra, şafak da denen ve batı ufkunda beliren üç renk değişikliği vardır:
a) Kırmızılık,
b) Beyazlık,
c) Siyahlık.
Görüş ayrılığı da, bu yüzden doğmuştur:
1) Cumhur'a, yani Ebu Yusuf, eş-Şeybanî, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer ile ÜM'e göre, ikinci hal belirince, yani kırmızılıktan sonra beyazlık gelince akşam namazının vakti çıkar ve yatsınınki girer.
2) Hanefî Mezhebi (Ebu Hanife) ile Ebu Bekr, Ömer, Muaz b. Cebel ve Hz. Âişe'ye göre üçüncü hal, yani batı ufkunda siyahlık belirince akşam namazının vakti çıkar ve yatsı namazının vakti girer. Ülkemizde, yatsı namazı, bu görüşe göre kılınmaktadır.
3) Yeni kavlinde eş-Şafîî'ye göre, temizlik yapıp ezan ve kaametten sonra üç rekât namaz kılacak kadarlık zaman içinde kılınır, daha sonra kılınırsa bu kaza değil, eda olur.
Görüş ayrılığı dikkate alınarak, akşam namazını, erken kılmaya çalışmalıdır.
Akşam namazının vakti çıktıktan sonra, yukardaki açıklamaya göre yatsı namazının vakti girer.
a) Hanefî Mezhebi ve Davud ez-Zahirî'ye göre, yatsının vakti, sabah namazının vakti girene kadar devam eder.
b) eş-Şafiî, Ebu Hanife ve -meşhur kavlinde- Malik'e göre, gecenin üçte birinden sonra yatsı kılınmaz.
c) -İkinci rivayetlerde- Malik ve eş-Şafiî'ye göre, yatsının vakti, gece yarısı sona erer. eş-Şafıî ancak sefer sebebiyle yatsının bu vakte geciktirilebileceği görüşündedir.
Kaza namazları için belli bir vakit yoktur. Az sonra açıklanacak mekruh vakitler dışında istenildiği zaman kılınır.
Cuma namazının vakti, aynen öğle namazının vaktidir.
a) Hanefî ve Şafiî Mezheblerine göre, cenaze ne zaman hazır olursa namazı kılınabilir, üç vakitte ise mekruhtur.
b) Atâ ve en-Nehaî'ye göre, beş yasak vakitte cenaze namazı kılınmaz.
a) Ebu Hanife'ye göre, yatsı namazının vakti, vitir namazının da vaktidir.
b) Ebu Yusuf, eş-Şeybanî ve eş-Şafiî'ye göre, yatsı kılındıktan sonraki yatsı vakti, vitir namazının vaktidir.
c) Maliki Mezhebine göre, vitir namazının ihtiyarî vakti, yatsı namazının kılındıktan sonraki vaktidir. Şafiî Mezhebinin aksine, cem'ut-takdim şeklinde kılınan yatsı namazında hüküm böyledir. Zarurî vakitse, fecrin doğmasından sabah namazının kılınmasına kadardır. Sabah namazını kılarken vitri kılmadığını hatırlayan imam veya münferidin bu namazı kesip vitri kılması menduptur. Muktedî ise, ister keser, isterse sabah namazını tamamlar; keserse vitri kıldıktan sonra, sabah namazının sünneti de yeniden kılınır.
Bütün hukukçulara göre, bayram namazının vakti, güneşin doğmasından zevale kadardır.
Adak namazlarının vakti, muayyen (belirlenmiş) olup olmamasına göre, mekruh vakitler dışında istenildiği andır.
Başlanan nafile namazları tamamlamak gerekir. Bozulan veya yarım bırakılan nafile namazlar, beş vakit namazın sünneti olup olmamasına göre, nafile namazlar konusunda açıklanacak şekilde kaza edilir.
Tavaf namazının efdal olan khnma vakti, -kerahat vakti değilse- tavaftan hemen sonrasıdır. Kerahat vaktinde biten tavaf için namaz, istenildiği zaman, hatta kendi memleketine döndükten sonra bile kılınabilir. Fakat, tavaf namazını bu şekilde kılmak, mekruhtur.
Nafile namazların vakti kılın yer ve zamanın, bunun yanısıra namazın kendi özelliğine göre değişir. Meselâ beş vakit namazın sünnetlerinin vaktidir, farzın öncesi veya sonrasıdır; teravih namazının vakti, yatsının vakti; teheccüd namazının vakti yatsı namazından sonrasıdır. Bu vakitler, nafile namazları incelerken etraflıca ele alınacaktır.
Gündüz (Nehâr)
Nehâr-ı Şer"î Nehâr-ı Örfî
(Fecr-i sadıkla güneşin batışı arasındaki vakit) (Güneşin doğusuyla batışı arasındaki vakit)
Zeval Zeval
İstiva İstiva
Tulü Gurûb Tulü Fey-i Zeval (yere düşen gölge) Gurûb
Şema 15: Günün Bölümleri
Namaz vakitleri -kendi içyapısı açısından- ikiye ayrılır:
a) Me'murun Bih, yani namazın kılınması emredilen, namazın kılınacağı, başı ve sonu belli vakit,
b) Menhiyyun Anh Vakit, yani namazın kılınması yasaklanan vakit.
İçinde namazın kılınabileceği geniş vakit, fazilet (muraggabun fîh) veya ihtiyarî ve zarurî vakit olmak üzere, ikiye ayrılır.
İlke olarak, şunları bilmek gerekir[221]:
a) Hanefî Mezhebine göre, namazı ilk vaktinde kılmak, -emrine uymaktan dolayı-. Allah'ın (cc) rızasını kazanmaya, azap ve gazabından da emin olmaya vesiledir, ancak vaktin sonunda kılmakla da borç yerine getirilmiş olur. Ayrıca, başında ayın harfi bulunan namazları (ikindi ve yatsıyı) erken kılmak uygundur.
b) Ebu Hanife'ye göre, her hal ve şartta bütün namazları geciktirerek kılmak efdaldir.
c) eş-Şafiî'ye göre, münferîd için ilk vakit, cemaat için ilk vakitten az sonrası efdaldir.
d) Maliki Mezhebine göre, her hal ve şartta ilk vakit efdaldir. Namaz türüne göre faziletli vakitleri inceleyelim:
a) Hanefî Mezhebine göre, hacıların Müzdelife'de kılacakları sabah namazı dışında, her namaz kılan için sabah namazının efdal vakti isfârdır, Müzdelife'de ise taglîs efdaldir.
İsfar vaktinin ölçüsü; Güneşin doğmasına abdest alıp namazı sünnet şeklilde kılacak kadar zaman kalmasıdır. Sabah namazını, daha ilk vaktinde kılmak ise, taglîs adını alır.
Hanefî hukukçu Talıâvî'ye göre kıraati uzatacaklar için taglîs, kısa yapacaklar için isfar efdaldir.
b) Şafiî Mezhebi, Malik, Ahmed b. Hanbel, Ebu Sevr ve Davud ez-Zahirfye göre, taglîs efdaldir.
c) Hanbelî Mezhebine göre de, sabah namazının ilk vaktinde kılınması efdaldir.
d) Caferi Mezhebine göre, sabah namazının fazilet vakti, ilk ânından doğuda kırmızılık belirinceye kadarki zamandır.
a) Hanefî Mezhebine göre, açık havada yazın son vakitte, kışın ilk vakitte; kılınması efdaldir, kapalı havadaysa geciktirmek müstehaptır.
b) Malik'e göre, münferîd için ilk vakit, cemaatle namaz kılınca ise ilk vakitten bir miktar geciktirmek efdaldir.
c) eş-Şafiî ve -bir nakilde- Malik'e göre, şiddetli sıcak havalar dışında, her zaman ilk vakit efdaldir.
d) Hanbelî Mezhebine göre, öğle namazını -sıcak bulutlu havayla hac sırasında şeytan taşlama işlemi dışında- erken kılmak efdaldir.
e) Bir grup hukukçuya göre, her çeşit havada ve her namazda, ilk vakit, öğlenin efdal vaktidir.
f) Caferi Mezhebine göre, öğlenin fazilet, vakti, zevalden varlığın gölgesinin bir misline kadar ulaştığı zamandır.
a) Hanefî Mezhebine göre, açık havada güneşin parlak olduğu anda, kapalı havada erken kılmak müstehaptır, ancak fazla geciktirmek tahrimen mekruhtur.
b) Hanbelî Mezhebine göre, her durumda, ihtiyarî vaktin ilk ânı efdaldir.
c) eş-Şafiî'ye göre, ilk vakit efdaldir.
d) Caferi Mezhebine göre, ikindinin fazilet vakti, gölge üçte ikiye ulaştıktan iki katına ulaşıncaya kadarki zamandır.
a) Hanefî Mezhebine göre, açık havada her mevsimde ilk vakitte, kapalı havada geciktirerek kılmak efdaldir; fakat yıldızların doğduğu âna geciktirmek mekruhtur.
b) Hanbelî Mezhebine göre, bulutlu hava, Müzdelife ve cem beyne's-salâteyn dışında, akşam namazını erken kılmak efdaldir.
c) eş-Şafiî'ye göre, akşam namazını ilk vakitte kılmak efdaldir.
d) Caferi Mezhebine göre, akşam namazının fazilet vakti, gurubtan şafakın kayboluşuna kadarki (kırmızılığın) zamanıdır.
a) Hanefî Mezhebine göre, açık havada kışın gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstehap, gece yarısına kadar geciktirmek caizdir; kapalı havada erken kılmak müstehaptır.
b) Hanbelî ve Caferi Mezheblerine göre, gecenin üçte birinin sonuna kadar geciktirmek efdaldir.
Vacip ve nafile namazların efdal vakitlerini -konunun karmaşık bir hale bürünmemesi için- burada ele almayı uygun bulmuyor ve tek tek incelemeye bırakıyoruz.
a) Hanefî Mezhebine göre, namazın içinde kılınacağı vakitler iîk andan son zamana kadar geniş (müvessa'), Malikî Mezhebine göre, ihtiyarî vakit adını alır. Bu vakitler, namaz türlerine göre yapılan vakit açıklamasında etraflıca belirtilmiştir.
b) Şafiî Mezhebine göre, ihtiyari vakit, her çeşit namaz için vaktin başlangıcıyla sonundaki namaz kılacak kadarlık zaman arasıdır. Namazlara uygularsak bu vakit sabah namazında isfâr, öğle namazında namazı kılacak kadar bir süre kalınca; ikindide gölge iki kat olunca, akşamda fazilet vakti bitince, yatsıda da gecenin üçte biri bitince sona erer[227].
Zahirî Mezhebine göre, böyle bir kavram bulunmazken, Cum-hur'a göre namazlar için zarurî vakit sözkonusudur[228].
a) Hukukçulara Göre:
a) Malik ve eş-Şafiî'ye göre zarurî vaktin uygulanacağı namaz türleri, öğle, ikindi ve akşam ile yatsı namazlarıdır:
1) Malik'e göre, zarurî vakit, ikindi ve öğle için zevalden sonra mukimin dört, yolcunun iki rekât namaz1 kılabileceği vakitten sonra başlayıp günün bitmesine mukim için dört, yolcu için iki rekât namaz kılacak kadarlık zaman kalınca sona erer. Öğle için başlama ikindi, için bitim vakti "özel -hasvakittir" Böylece bu özel vakte yetişen kimse sadece bu vakte ait namazı kılacaktır. Bundan çok zaman bulan, her iki namazı da eda eder. Aynı durum, akşam akşam ve yatsı namazlarının başlangıç ve sonu için de uygulanır[230].
2) eş-Şafiî'ye göre, öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazları için geçerli olacak zarurî vaktin ölçüsü, vakit sona ermezden önce bir rekât namaz kılacak -diğer bir kavlinde iftitah tekbiri alacak- kadarlık bir zaman kalmasıdır[231].
b) Ebu Hanife'ye göre, zarurî vakit, sadece ikindi için söz konusudur. Bu da güneş batmazdan önce bir rekât namaz kılacak kadarlık zamandır.
b) Namazlara Göre [232]:
i) Öğle Namazı:
a) Maliki Mezhebine göre, ikindinin ihtiyarî vakti girince, öğlenin zarurî vakti başlamış olur ve bu vakit de güneş batana kadar sürer.
b) Şafiî Mezhebine göre, her namaz için zarurî vakit, iftitah tekbiri alacak kadar zaman kalınca başlar ve biter.
ii) ikindi Namazı:
a) Malikî Mezhebine göre, ikindinin zarurî vakti güneşin sararmasından itibaren başlar, batana kadar sürer.
b) Hanbelî Mezhebine göre, ikindinin zarurî vakti, ihtiyarî vakitten sonra güneş batana kadar sürer. Fakat ikindiyi bu vakitte kılmak haramdır.
iii) Akşam Namazı:
Malikî Mezhebine göre, akşamın zarurî vakti, ihtiyarî vaktinden sonra başlar, fecrin doğuşuna kadar sürer.
iv) Yatsı Namazı:
a) Malikî Mezhebine göre, yatsının zarurî vakti, ihtiyarî vakitten sonra fecrin doğuşuna kadar sürer.
b) Hanbelî Mezhebine göre, yatsının zarurî vakti, gecenin üçte ikisinden sonra başlar, fecrin doğuşuna kadar sürer[233].
v) Sabah Namazı:
Malikî Mezhebine göre, sabahın zarurî vakti, isfârdan güneş doğana kadar sürer.
Zarurî vakit kavramını benimseyen Cumhur, bu kavramın zarurî vakit içinde temizlenen adetli kadınlar veya bu vakit içinde -henüz namaz kılmadan- âdet görmeye başlayan kadınlar, namaz kılmayı unutup yolculuğu bittikten sonra bu vakitte onu hatırlayan yolcu veya yolcu iken bu vakitte namazını hatırlayan mukim, bu vakitte bulûğa eren çocuk veya müslümari olan kâfir için söz konusu olduğunda ittifak halindedir.
Zarurî vakit içinde durumu düzelen mükellefler, bütün hukukçulara göre, sadece bu namazı kaza ederler:
a) Malik'e göre, güneşin batmasına ancak dört rekât kılacak kadarlık bir zaman içinde durumu düzelen mükellefin sadece ikindiyi; fakat beş rekâtlık bir zaman kalırsa hem öğleyi, hem de ikindiyi kılması gerekir. Âdeti kesilen ve bulûğa erenler gusülü bitirdikten sonra, müslümanlığı kabul eden kafir müslüman olur olmaz zarurî vakit başlar,
b) eş-Şafiî'ye göre, güneşin batmasına bir rekât kılacak -veya diğer kavlinde iftitah tekbiri alacak- kadarlık bir zaman içinde durumu düzelen mükellef, hem öğleyi, hem de ikindiyi kılacaktır.
a) Malik ve eş-Şafiî'ye göre, bayılan kimse, âdet gören kadın hükmündedir. Bu kimseler, bu iki hukukçuya göre, geçmiş namazlarını kaza etmezler. Vakti.içinde ayıldıkları namazı, -ayılma zarurî vakitte ise- kılmaları gerekir.
b) Ebu Hanife'ye göre, bayılan kimse, beşten az namazını kaza eder, çoğunu etmez. Vakti içinde ayıldığı namazı da kaza eder.
Malikî Mezhebine göre, bunlar dışındaki mükelleflerin -itiyarî vakitte bir rekâtini yetişmedikçe- namazını zarurî vakit içinde kılmaları günahtır[235].
a) Güneşin doğuşu (işrâk ve tulü) ve batışı (gurûb) ile sabah namazını kıldıktan sonra .güneş doğana kadarlık süre içersinde bütün hukukçulara göre namaz kılınmaz; son durumda namazın kılınmama hükmü nafile namazlar için geçerlidir, ÜM'e göre bu durumda farz namaz sahih iken, Hanefî Mezhebine göre, sahih değildir.
b) Bunlar dışındaki vakitler ihtilaflıdır:
1) Malik'e göre, menhiyyun anh vakitler, ilk üç vakitle birlikte, ikindi kılındıktan sonraki vakittir.
2) eş-Şafiî'ye göre, cuma günü dışındaki zeval hariç, ilk üç vakitle birlikte zevalde ve ikindiyi kıldıktan sonraki vakitte namaz kılınmaz.
3) Bir grub hukukçuya göre, ikindi kılındıktan sonraki vakit dışında, ikinci görüşte sayılan vakitte namaz kılınmaz.
Nafile Kılmak Mekruh Vakitler
Doğrudan Vakitle İlgili Vakitler Çeşitli Sebeplere Bağlı Vakitler
1. Doğuş 1. Fecrin Doğuşu/Sabah Namazı
2. Doğuş/Yükseliş 2. Sabah Namazı/Doğuş
3. İsteva/Zeval 3. İkindi Namazt/Gurûb
4. Zeval 4. Cemaatle Namaza Başlama
5.Güneşin değişmesi/Batış 5.Hutbe
6. Batış 6. Bayram Namazından Önce ve Sonra
7. Takdim ve Tehirli Namazlar Arasında
8. Farzın Vaktinin Darlığı
ŞEMA 16: Mekruh Vakitler
a) Hanefî Mezhebine göre, günün ikindi namazı dışında hiçbir farz ve vacip namaz doğuş ve batış ile zeval vakti içinde kılınmaz. Günün ikindi namazı -kılınması unutulduysa- güneş batarken kaza edilir. Bu vakitler içinde kılınan namazlar sahih olmayacağından yeniden kılınır.
b) ÜM ve Sevrî'ye göre, sayılan vakitlerde farz namaz kılınabilir.
İlke olarak şunu bilmeliyiz:
a) eş-Şafiî'ye göre, bir sebebe bağlı olarak kılman nafile namazlar, menhiyyun anh vakitler içinde kılınamaz; fakat diğer sünnet namazlar kılınabilir.
b) Malik'e göre, ikindi ve sabah namazını kıldıktan sonra, bu vakitler içinde sünnet namazlar kılınabilir; ancak sebebe bağlı nafileler kılınamaz.
c) Hanefî Mezhebine göre, menhiyyun anh vakitlerde nafile kılınmaz.
d) Sevrî'ye göre, nafileler menhiyyun anh vakitlerde kılınmaz.
Nafile namaz kılmak mekruh olan vakitler, bir kısmı doğrudan vaktin kendisine, bir kısmı da çeşitli sebeplere bağlı olmak üzere iki çeşittir[238]:
a) Hanefî Mezhebine göre, farz namazlarda olduğu gibi, nafile namazların da bu vakitte kılınması mekruhtur.
b) Maliki Mezhebine göre, beş vakit namaz dışında, bütün namazları bu vakitte kılmak haramdır.
a) Hanefi ve Maliki Mezheblerine göre, güneşin doğmasından sonra bayram namazı kılınabilecek vaktin girmesine kadar nafile kılmak mekruhtur.
b) Şafiî Mezhebine göre, sebebe bağlı olmayan nafile namazları, bu vakitte kılmak mekruhtur; istihare ve tevbe namazı gibi sebebi sonradan gerçekleşen namazların kılınması sahih değildir.
c) Hanbelî Mezhebine göre, bu vakitte -farzdan önce kılınacak sabah namazının sünneti dışında- bütün nafilelerin kılınması haramdır ve sahih olmaz.
a) Hanefî Mezhebine göre, istiva ve zeval arasında farz namaz gibi, nafile de kılınmaz.
b) Şafiî Mezhebine göre, sebebe bağlı olmayan nafile namazları, cuma günü dışında bu vakitte kılmak mekruhtur; istihare ve tevbe namazı gibi sebebi sonradan gerçekleşen namazların kılınması sahih değildir.
c) Hanbelî Mezhebine göre, bu vakitte, tavaf namazı dışındaki nafileleri kılmak haramdır ve sahih değildir.
a) Hanefî Mezhebi ve Ahmed b. Hanbel'e göre, zeval vaktinde, farz olduğu gibi nafile de kılınmaz.
b) Malik'e göre, bu vakite namaz kılınabilir, kerahat sözkonusu değildir.
c) eş-Şafii’ye göre, zeval vaktinde, sadece cuma namazı kılınabilir.
a) Hanefî Mezhebine göre, güneşin kırmızılaşmaya ve sararmaya başlamasından batışına kadar nafile namaz kılınmaz.
b) Şafiî Mezhebine göre, sebebi olmayan nafile namazları, bu vakitte kılmak mekruhtur, sebebi sonradan gerçekleşen namazların kılınması ise sahih değildir.
a) Hanefî Mezhebine göre, farz namaz olduğu gibi, nafile namaz kılmak da mekruhtur.
eş-Şafiî'ye göre, Hanefî Mezhebinin benimsediği vakitlerdeki namazların Mekke'de kılınması halinde kerahat sözkonusu değildir[239].
b) Malikî Mezhebine göre, beş vakit namaz dışında, bütün namazları bu vakitte kılmak haramdır. Ayrıca batıştan sonra akşam namazını kılana kadar nafile kılmak ise mekruhtur.
Gündüz
Zeval Zeyl-i Zeval
Tulü
Fecr-Sadık (Tan)
Fecr-i Kazib Gece
Gündüz
Asr-ı Evvel (Gölge, varlığın bir katı: Cumhur)
Asr-ı Sani (Gölge, varlığın iki katı: Ebu Hanife)
Gurûb (Şafak) Kırmızılık Beyazlık (Cumhur) Siyahlık (Ebu Hanife)
Gece
ŞEMA 17 : Gün İçinde Namaz Vakitleri
a) Hanefî Mezhebine göre, fecrin doğusuyla sabah namazının kılınması arasında, -sabah sünneti dışında- nafile namaz kılmak mekruhtur.
b) Malikî Mezhebine göre, fecrin doğusuyla güneşin doğuşu arasında sabah namazının sünneti, gece kılınması adet olan namazları sabahın farzından önce olmak üzere müsait durumda kılınması dışındaki namazları kılmak mekruhtur. Aynı şekilde şef ve vitir namazları ile cenaze namazı ve tilâvet secdesinin iftardan önce yerine getirilmesi ise mekruh değildir.
a) Hanefî Mezhebine göre, sabah namazının kılınmasından sonra güneşin doğuşuna kadar namaz kılmak mekruhtur.
b) Şafiî Mezhebine göre, sebebe bağlı olmayan nafile namazları bu vakitte kılmak mekruhtur. Sebebi sonradan gerçekleşen namazların kılınması sahih değildir.
c) Malikî Mezhebinin görüşü, az önce geçtiği gibidir.
a) Hanefî Mezhebine göre, ikindi namazını kıldıktan sonra, güneşin batışına kadar nafile namaz kılmak mekruhtur.
b) Şafiî Mezhebine göre, sebebe bağlı olmayan nafile namazları, bu vakitte kılmak mekruhtur. Sebebi sonradan gerçekleşen nafilelerin klınması ise, sahih değildir. Bununla birlikte, bir sebebe bağlı olarak kılınan tavaf, ve tahiyyetu'l-mescid gibi namazları kılmak, eş-Şafiî'ye göre bu vakitlerde mekruh değilse de, Hanefî Mezhebine göre, mekruhtur. Hatta Ebu Hanife ve eş-Şeybanî'ye göre, adak ve bozulan nafile namazların kazasının kılınması bile bu vakitlerde mekruhtur, Ebu Yusufa göre bunlar artık birer vacip namaz olacağından genel hükme bağlı olarak kılınabilir[240].
a) Hanefî Mezhebine göre, cemaatle namaza başlanması veya kaamet okunması halinde, nafile kılmak mekruhtur; ancak böyle bir durumda sabah namazının sünneti ilerde açıklanacak hal ve şartlara göre kılınabilir.
b) Şafiî Mezhebine göre, cuma dışındaki farz namazlarda kaamete başlanınca, cuma namazmdaysa ikinci rekâtın rükûunun kaçırılmasından korkulunca nafile namaz kılmak mekruhtur. Bu durumda, nafileyi kesmek gerekir. Fakat kaamete başlamazdan önce nafile kılınmaya başlanır ve cemaatle namazın kaçırılmasından korkulmazsa tamamlanır, aksi halde kesmek menduptur.
a) Hanefî Mezhebine göre, cuma vb. hutbeli namazlarda, hutbe vaktinde nafile kılmak mekruhtur.
b) Şafiî Mezhebine göre, cuma hutbesinde, iki hafif rekâtli tahiyyetu'l-mescid kılınır, diğer hutbelerde kılmak mekruhtur.
c) Malikî Mezhebine göre, beş vakit namaz dışında bütün namazları bu vakitte kılmak haramdır. Fakat nafileye başladıktan ve henüz bir rekât oturmadan sonra hutbeye başlanırsa namaz tamamlanır.
a) Cumhur'a göre, nafile namazdan önce ve sonra nafile namaz kılınmaz.
b) Hanefî Mezhebine göre, bayram namazından sonra camide nafile namaz kılınamaz, evde kılınabilir.
c) Şafiî Mezhebine göre, imamın namazdan önce veya sonra nafile kılması mekruhtur; -hutbeyi duymuyorsa- muktedînin nafile kılması mekruh değildir.
d) eş-Şafiî'ye göre, bayram namazından sonra nafile namaz kılınabilir.
e) Sevrî, Evzaî ve Ebu Hanife'ye göre, önce kılınabilir, fakat sonra kılınamaz.
f) Malik'e göre, namazgahta nafile kılınamazken, camide kılınabilir.
Hanefî Mezhebine göre, takdim ve tehirle kılınan Arafat'taki öğle ve ikindi namazları ile Müzdelife'deki akşam ve yatsı namazları arasında nafile kılmak mekruhtur.
a) Hanefî Mezhebine göre, farz namaz kılmak için vakit daralmışsa nafile kılınması mekruhtur.
b) Maliki Mezhebine göre, ihtiyarî vaktin darlığında beş vakit namaz dışındaki bütün namazları kılmak haramdır.
Malikî Mezhebine göre, kaza namazını hatırlayınca, beş vakit namaz dışında, bütün namazları kılmak haramdır. Vakit namazını kilmayıp henüz bir rekâtı tamamlayan mükellefin kaza namazını hatırlayınca namazı kesmeden önce bir rekât daha kılması nıenduptur.
Böylece Hanefî Mezhebine göre, menhiyyun anh vakitler içinde hiçbir namaz; Sevrî'ye göre farzlar dışındaki namazlar; eş-Şafiî'ye göre sebebe bağlı nafile namazlar; Malik'e göre sadece sabah ve ikindiyi kıldıktan sonra sebebe bağlı nafiler, doğuş ve batış anında bütün nafile namazlar kılınamaz[242].
a) Hanefî Mezhebine göre, mekruh vakitlerde kılınan nafile namazlar tahrimen mekruh olarak sahih olur. Böyle bir durumda namazı kesip, caiz vakitte kılmak gerekir.
b) Malikî Mezhebine göre, menhiyyun anh vakitlerden haram olarak sayılanlarda namazı derhal kesmek gerekir. Fakat cuma günü imam hutbe okurken camiye girip unutarak veya bilmeyerek namaza başlayan mükellef namazını kesmez. Mekruh vakitlerdeyse namazı kesmek mendup olur.
c) Hanbelî Mezhebine göre, sayılan vakitlerde tavaf namazı ile iade edilen namazlar kılınabilir. Bu durumda iade edilen namazlar için gerekli şart, camideyken cemaat için kaamet getirilmemesidir. İmam hutbedeyken zeval vaktinde camiye gelen kimse, tahiyyetu'l-mescid kılınca, bu namaz da aynı hükmü alır. Belirtilen vakitler girmezden önce başlanan nafile namazların bu vakitlerin girmesinden sonra -sahih olsa da- tamamlanması haramdır, istiva vaktiyle zeval vakti, gurubun başlamasıyla bitimi arasında, güneşin doğuşu sırasında özürsüz olarak cenaze namazının kılınması haramdır ve geçerli olmaz.
Namaz vakitleri normal olarak ezan okunmasıyla öğrenilir. Fakat, günümüzde kırda bulunma, gayri müslim ülkede olma gibi. çeşitli sebeplerle namaz vaktinin bilinmesi imkânsız hale gelebilir. Bu gibi hallerde aşağıdaki şekilde namaz vaktinin girdiği ve sona erdiği zannı galiple, yani kesine yakın bîr tahminle tespit edilir:
Daha önceki tecrübelerimize dayanarak hangi vakitte girdiği ve sonra erdiği güvenilir bir saatle tespit edilerek namaz kılınabilir.
Her saat veya yarım saat başında bulunulan yere göre ayar verdiğinden, radyo ile de namaz vaktinin başlayıp bittiğini öğrenebiliriz.
Bulunduğumuz yere göre güneşin doğuşu, tam tepede bulunması, batıya yönelmesi ve batması rahatlıkla bilindiğinden, gerektiğinde bu ölçülere bakarak namaz vakti belirlenebilir.
Farz namazların vakitlerini bildirmek için okunan özel sözlere Ezan, okuyana Müezzin adı verilir. Bunun için, namaz vakti girmeden ezan okunmaz. Ezan müekked sünnetlerden biridir. Beş vakit namaz için okunur. Vaktin değil, namazın sünnetidir.
Ezan sözleri, hukukçular arasında dört şekilde tekrarlanır:
a) Ebu Hanife'ye göre birinci tekbir dört, şehadetler iki, tehlil bir defa okunur.
b) Malik'e göre, tekbir iki, şehadetîer dört, diğerleri de iki defa okunur. Müteahhirun maliki hukukçular tercî şeklini seçmişlerdir. Tercî, şehadetleri önce gizli, sonra yüksek sesle okumaktır.
SÖZLER |
1 |
2 |
3 |
4 |
Medine Malik |
Mekke eş-Şafi i |
Küfe Ebu Hanife |
3asra sl-Hasenü'l-Basrî |
|
Aliahu Ekber |
2 |
4 |
4 |
4 |
Eşhedu En la ilahe illallah |
4 |
4 |
2 |
3 |
Eşhedu Enne Muhammeden Rasulullah |
4 |
4 |
2 |
3 |
Hayye Ale's-Salah |
2 |
2 |
2 |
3 |
Hayye Ale'l-Felâh |
2 |
2 |
2 |
3 |
Aliahu Ekber |
2 |
2 |
2 |
2 |
La İlahi lllellah |
2 |
2 |
1 |
1 |
TABLO 29: Ezan Sözleri
c) eş-Şafiî'nin benimsediği görüşte, birinci tekbir ve şehadetler dört, diğerleri ikişer defa tekrarlanır. eş-Şafiî'ye göre de tercî uygulanır.
d) el-Hasenu'l-Basrî ve İbn Sîrîn'e göre, birinci tekbir, dört diğerleri ikinci tekbire kadar üç defa okunur. Bu üçlü okuyuş önce şehadetleri, sonra hayye ale'salah ve felah'ı üç defa tekrar ederek yapılır.
e) Ahmed b. Hanbel ve Davud ez-Zahirî'ye göre, bu okuyuş türlerinin hiçbiri takyîdî (bağlayıcı) değil, hepsi tahyîrîdir (seçimlidir.)
Sabah ezanında, Cumhur'a göre es-Salâtu Hayrun Mine'n-Nevm okunabilirken, eş-Şafiî'ye göre -sünnet olmadığından- okunmaz[245].
Ezan sadece farz namazlar için okunur, diğer namazlar için okunmaz.
(a) ÜM'e göre, ezan sünneti müekkededir. Beş vakit namaz için kendi yerinde-seferde, tek başına cemaatle, vaktinde veya kaza olarak kılınsın ezanın hükmü sünnet-i müekkededir. Ezan aynı zamanda vaktin değil, namazın sünnetidir.
b) Hanbelî Mezhebine göre, hür ve mukim olan erkeklere ezan farzı kifayedir.
c) Zahirî hukukçuların bir kısmına göre, ezan bir yerde ve herkese farzı ayındır, bir kısım zahirî hukukçulara göre ise yolculukta farzı ayındır.
d) Malik'e göre, cemaatle kılınan camilerde farzdır. -Bir diğer kavlinde- Malik'e göre, sadece cemaat için ezan müekked sünnettir.
e) Ebu Hanife ve eş-Şafiî'ye göre, münferid ve -bilhassa- cemaat için müekked sünnettir.
(f) Caferî Mezhebine göre, eda ya da kaza, evde veya yolculukta, kadın ya da erkek tarafından kılınan beş vakit namaz için ezan ve kaamet müekked müstehablardandır. Namazları cem ederek kılanlardan ezan düşer.
Konu |
Hanefi |
Şafii |
Mal/ki |
Hanbeli |
|
Genel Olarak |
Sünnet-i Müekkede |
Sünnet-i Müekkede |
Sünnet-i Müekkede |
Farz-ı Kifaye |
|
Kaza Namazı |
Mescidde Kılınan |
Okunmaz |
Okunmaz |
Okunmaz |
Okunmaz |
Diğer Yerlerde Kılınan |
Sünnet |
Sünnet |
Okunmaz |
Sünnel |
|
Münferid |
Sünnel |
Sünnet |
Okunmaz |
Sünnet |
|
Cemaat |
Sünnet |
Sünnet |
Okunmaz |
Sünnet |
|
Birden Çok Kaza için |
Tek Ezan |
Tek Ezan |
Okunmaz |
Sünnet |
|
Cemaat |
Sünnel-i Kifaye |
Sünnet-i Kifaye |
Sünnet-i Kifaye |
Farz-ı Kifaye |
|
Münferid |
Sünnet |
Duymayınca Sünnet-i Ayn-ı Müekked |
Okunmaz |
Sünnet |
|
Beş Vakit Dışmrdaki Diğer Namazlar |
Okunmaz |
Okunmaz |
Okunmaz |
Okunmaz |
TABLO 30: Ezanın Hükmü
Ezan hicretin birinci yılı içinde meşru kılınmıştır. Meşruiyetini inkâr eden kâfir olur. Hz. Peygamber (s.a.v.), Medine'ye hicret edince namaz vakitlerini bildirme konusunda güçlükler ortaya çıktı. Bu konuyla ilgili olarak çeşitli fikirler ileri sürüldü. Daha sonra bazı sahabenin gördüğü rüya, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) anlatıldı. Bugünkü ezanın tarihi işte bu olaya dayanır. Böylece ezan, namaz vakitleri için en uygun bir duyuru şekli kabul edilmiş oldu.
Ezanın meşruiyeti kitap, sünnet ve icmâı ümmet ile sabittir:
a) "Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrıldığınız zaman Allah'ı (cc) anmaya koşun."[247]
b) "Namaza çağrıldığınızda onu alaya ve eğlenceye almayın."[248]
Ezanla ilgili olarak pek çok hadis ve sünnet uygulaması vardır. Ayrıca ezanın meşru olduğu günden bugüne bütün müslümanlarca inkarsız kabul edilmiş olması, bir icmâı ümmet meydana getirmiştir.
Hanefî ve Şafiî Mezheblerine göre şart olmayan niyet, diğer iki Mezhebe göre şarttır.
Herhangi bir sebeple ezan sözlerini bırakıp konuşmak veya susmak, ezanın özelliğini kaybettirir. Bu sebeple, ezan sözlerini ara vermeden okumak şarttır.
DM'e göre de, ezanın arapça aslıyla okunması şarttır.
Vakit girmezden önce -sabah ezanı dışında- ezan okunmaz, okunursa sahih olmaz.
Sabah ezanı konusunda hukukçular ihtilaflıdır[250]:
a) Hanefî Mezhebine göre, sabah ezanı da vakit girmezden önce okunmaz.
b) ÜM'e ve Ebu Yusufa göre, vakit girmezden az önce sabah için ezan okunabilir.
c) İbn Hazm'e göre, birinci ezan, fecirden sonra okunacak ezanın yerine geçebilecek gibi fecre yakın okunması sahihtir.
Sözleri sırayla okunmayan ezan Hanefî Mezhebine göre, kerahatle sahihtir, ÜM'e göre sahih değildir.
Birden fazla kişi ezanı tamamlar veya buna benzer şekilde ezan okunursa, bu ezan sahih olmaz.
Hanbelî ve Maliki Mezheblerine göre, ezan sözlerini birbirinden ayırarak okumak şartken, diğer iki mezhebe göre şart değildir.
ÜM'e göre müezzinin müslüman olması şartken, Hanefî Mezhebine göre, şart değildir.
ÜM'e göre müezzinin akıllı olması şartken, Hanefî Mezhebine göre, bu şart değildir.
Hanefî Mezhebine göre, şart olmayan bu özellik, ÜM'e göre şarttır.
Şartlar |
Hanefi |
Şafii |
Maliki |
Hanbeli |
|
Ezanla İlgili Şartlar |
Niyet |
__ |
__ |
Şart |
Şart |
Aralıksız |
Şart |
Şart |
Şart |
Şart |
|
Arapça |
Şart |
Şart |
Şart |
Şart |
|
Vakit Girince |
Şart |
Şart |
Şart |
Şart |
|
Sırayla |
Şart |
Şart |
Şart |
Şart |
|
Tek Müezzin |
Şart- |
Şart |
Şart |
Şart |
|
Ayırmak |
— |
— |
Şart |
Şart |
|
Müezzinle İlgili Şartlar |
İslam |
— |
Şart |
Şart |
Şart |
Akıt |
__ |
Şart |
Şart |
Şart |
|
Buluğ |
__ |
__ |
Şart |
__ |
|
Erkek |
|
Şart |
Şart |
Şart |
|
Temyiz |
Şart |
Şart |
Şart |
Şart |
TABLO 31: Ezanın Şartları
Hanefî ve Malikî Mezheblerine göre, mümeyyiz olmayan çocuğun ezanı sahih değilken diğer iki mezhebe göre sahihtir.
Malikî Mezhebine göre, şart olan bu özellik, ÜM'e göre şart değildir. Ancak, bu özelliğe sahip olmayanlara güven duyulunca, ezan okumaları sahihtir.
Namaz Vakitleri
Namaz Türlerine Göre Vakit Türlerine Göre
A-Farz N. Memurun Bih V. Menhİyyun Anh V.
B-Vacip N. 1. Fazilet Vakitler (Murab Fih) 1. Farz N.
C-Nafile N. 2. Seçim Y. V. 2. Nafile N.
a. İhtiyari V.
b. Zaruri V.
ŞEMA 18: Namaz Vakitleri
Ezanın şartlarının genel değerlendirilmesi şu şekildedir[251]:
a) Ezan ve kaameti okuyanların aynı kişi olması, Cumhur'a göre şart değilken, bir grup hukukçuya göre şarttır.
b) Ezanla ilgili diğer şartlar ezanın namaza kıyas edilip edilmemesine göre hüküm alır: namaza kıyas eden hukukçular aynı şartları ezan için de benimserken, ezanı namaza kıyas etmeyenler bu şartları kabul etmez.
a) Cehren ve yüksek sesle okumak; kaameti cehren, değil, fakat yüksek sesle okumak,
b) Ezan sözlerini birbirinden ayırmak; kaamet sözlerini birbirinden ayırmamak,
c) Ezanı ağır ağır, kaameti daha hızlıca okumak,
d) Sözleri sırayla okumak.
e) Sözleri aralıksız okumak. Ezan ve kaamet okurken konuşmak ve selâm almak mekruhtur; Sevrî'ye göre -farz olduğundan- selâm alınır.
f) Ezan ve kaameti kıbleye dönerek okumak,
g) Ezanda nağme yapmamak,
h) Akşam namazı dışında ezanla kaamet arasını ayırmak. Akşam namazında ezandan sonra namaz veya Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre oturmak sünnet, hiç ara vermemek mekruhtur; eş-Şafiî'ye göre bu durumda iki rekât namaz kılınır.
a) Erkek olmak. Kadınların ezan okuması mekruhtur. Erkekler için kadının veya akıllı çocuğun ezan okuması halinde, yeniden ezan okunmaz.
b) Akıllı olmak,
c) Takva sahibi olmak,
d) Sünneti bilen biri olmak,
e) Devamlı ezan okuyan biri olmak,
f) Ellerini kulaklarına koymak,
g) Gerekli temizliği yapmış olmak,
h) Cemaat için ezanı ayakta okumak. Kendisi için veya yolcunun binek olarak ezan okuması -i'lam (duyurma) değil, namazın sünnetine uyma gayesi taşıdığı için- caizdir.
i) Tek camide ezan okumak,
j) Ezan ve kaameti aynı kişinin okuması. Fakat bu durumda başkalarını rahatsız ederse, aynı kişinin ezan ve kaamet okuması mekruhtur; eş-Şafiî'ye göre, her iki durumda da mekruhtur.
a) Vaktinde okumak,
b) Minarede okununca sağdan sola doğru dönmek,
c) Cuma dışındaki namazlarda birden fazla okumamak,
d) Cemaatle kılınan bir yerde ezan ve kaamet okunduktan sonra, ikinci cemaat için ezan okumamak.
Ezanı işitenler müezzinin bu davetine önce dua ederek, sonra cemaate katılarak cevap verirler. Ezan okunurken ve ezandan sonra yapılan dualara İcabetu'l-Müezzin denir:
a) Hanefi Mezhebine göre, ezan okunurken zarurî olmayan konuşmalara ara verilir. Ayrıca, müezzinle birlikte ezan sözleri kendi içinden tekrarlanır; yalnızca Hayye Ale's-Salâh ve Felah derken bunlar tekrarlanmayıp, Lâ Havle Velâ Kuvvete İllâ Billâh denir. Sabah ezanındaysa, es-Salâtu Hayrun Mine'n-Nevm'den sona Sadakte ve Berarte diye dua edilir.
b) Bir grup hukukçuya göre, ezan sözleri aynen tekrarlanır.
Ezan bittikten sonra da Hz. Peygamber'e (s.a.v.) salavât ile şu dua okunur:
"Allahumme Hazihi'd-Da'vetu't-Tâmme. Ve's-Salâtu'l-Kâimeh. Allahumme Âti Muhammedini'l-Fadîlete ve'd-derecete'r-Rafîate. Ve makamen mahmuden ellezi va'adteh. înneke la tuhlifu'l-mîad."
Adet gören veya lohusa olan kadınlar, namaz kılanlar, tuvalette bulunanlar, ders yapanlar ve yemek yiyenler bu duaları okumazlar.
a) Fasığın, yani dinî konularda ihmalkâr olanların ezan okuması,
b) Cünüp olarak ezan okumak,
c) Kadınların kendi cemaatlerine ezan okuması,
d) Ezan okurken konuşmak,
e) Oturarak veya yolcu olmadığı halde binekte ezan okumak,
f) Mânâyı bozacak şekilde nağme yapmak.
a) Ezan namaz vaktinin girdiğini, kaametse namaza durma zamanının geldiğini duyurur.
b) Sözlerdeki farklılık, kamette Hayye Ale'l-Felâh'tan sonra Kad Kameti's-Salah denmesidir.
c) Önce ezan, sonra kaamet okunur.
d) Ezan dışardaki ve çevredekilere duyurmak, kaametse kişinin kendisi veya yakınındaki cemaat için okunur.
e) Ezanın şartlarından erkek olmak, kaamet için şart değildir.
Ezan sözlerine Kad Kaameti's-Salâh ilavesiyle okunan özel sözlere kaamet veya ikamet adı verilir:
a) Cumhur'a göre kaamet de, ezan gibi, farz namazların sünnetidir. Hem eda, hem de kaza namazlarında okunur.
b) Zahirî Mezhebine göre, kaamet farzdır.
a) Hanefî Mezhebine göre, kaamet ezan sözlerine ilave edilen 'Kad Kâmetu's-salâh' cümlesiyle birlikte okunur.
b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, tekbir ve ilave sözün ikişer, diğerlerinin birer defa tekrarlanmasıyla kaamet okunur.
c) Malikî Mezhebine göre, tekbirler dışındaki sözlerin birer defa tekrarlanmasıyla kaamet okunmuş olur; tekbirler ikişer defa tekrar edilir.
d) Ahmed b. Hanbel'e, bu okuma şekillerinin hepsi caizdir.
Ezandaki şartlar aynen kaamet için de geçerlidir. Farklı olarak şu iki durum vardır:
a) Erkek olmak kaamet için şart değildir, kadınlar da kaamet okuyabilir[255];
1) Cumhur'a göre, kadınların kaamet ve ezan okuması gerekmez.
2) Malik'e göre kaamet, eş-Şafiî'ye göre ezan ve,kaamet okuması iyi bir davranıştır.
3) İshak b. Raheveyh'e göre, kadınlara bunları okumak gerekmez.
b) Ezanla kaametin arasını birbirinden ayırmak gerekir. Fakat kaametten hemen sonra ara vezneden namaza başlanır.
Ezandaki sünetler ve âdap aynen kaamet için de geçerlidir. Yalnız aşağıda açıklanan durumlarda farklılıklar vardır:
a) Her namaz için ayrı kaamet okunur,
b) Kaamet namaz kılınan yerde ve ayakta okunur,
c) Hayye Ale's-Salâh derken ayağa kalkmak[256]:
1) Hanefî Mezhebine göre, bu şekilde ayağa kalkılır,
2) Şafiî Mezhebine göre, kaamet bitince namaz için ayağa kalkmak sünnettir.
3) Malikî Mezhebine göre, kaamet sırasında veya sonrasında namaz için ayağa kalkmanın belli bir zamanı yoktur.
4) Hanbelî Mezhebine göre, imam kalkınca Kad Kâme derken ayağa kalkmak sünnettir.
Her bölgenin kendi örfüne göre ezan ile kaamet arasında namazı hatırlatan sözlerle yapılan duyurma işlemine Tesvib adı verilir.
Tesvib, kadim (eski) ve muhdes (sonradan uygulanmaya başlayan) olmak üzere ikiye ayrılır: Kadim tesvib, Hz. Peygamber devrinde sabah ezanına es-Salâtu Hayrun Mine'n-Nevm ilavesiyle; muhdes tesvib ise sabah ezanıyla kaameti arasında Hayye Ale's-Salah ve Hayye Ale'l-Felah gibi sözlerle yapılan tesvibdir:
Kadim tasvib, Cumhur'a ve kadim görüşlerinden birinde eş-Şafiî'ye göre sabah namazında, kadim görüşlerinden diğerinde eş-Şafiî ve diğer bazı hukukçulara göre sabah ve yatsı namazında da uygulanır, eş-Şafiî'nin cedid görüşüne göre tesvib asla uygulanmaz.
Bazı hanefî hukukçular, insanların dünyaya bağlanıp dinî işlerini unutmaları ve artık hemen bütün namazların ilk devirdeki sabah namazına dönüşmesi dolayısıyla ve bu bir iyilik ve takva yardımlaşması olacağmdan, tesvibin bütün namazlarda uygulanacağını savunurlar, hatta Ebu Yusufa göre emiru'l-mü'minîne karşı tesvib uygulanabilir, onun bu görüşü belki Hz. Ömer'in halife olunca kendisine namaz vakitlerini duyuracak bir memur tayin etmesine dayanır.
Namaz, temiz olan her yerde kılınabilir. Bu, hem tek başına, hem de cemaatle kılınan namazlar için geçerli bir hükümdür. Ancak müsîümanlar, tarih boyunca, cemaatle kılınan namazlar için büyük şehirlerin merkezinde ulucami, semtlerde ve diğer yerlerde ise semt camisi veya mescid yapmışlardır. Müslümanlar evlerinin bir köşesini namaz kılınacak yer olarak ayırabilir ve burasını daima temiz bir şekilde tutabilirler[258].
Namaz kılınacak veya kılınmayacak yerler konusunda, dört hadis rivayet edilmektedir. Bunların ikisinin sıhhatinde, ittifak ikisinde ise ihtilaf edilmiştir.
Sıhhatinde ittifak edilen hadisler şunlardır:
a) Rasulullah (s.a.v.) "Benden önce kimseye verilmeyen beş şey bana verilmiştir" buyurdu.
Bunlar arasında şunu da saydı:
"Yeryüzü bana namazgah ve temizleyici (tahûr) kılındı. Namaz vakti girdiğinde nerede olursam orada namaz kılarım."[259]
b) "Namazlarınızın bir kısmını evinizde kılınız; evlerinizi mezarlık edinmeyiniz."[260]
Sıhhatinde ihtilaf edilen hadisler ise şunlardır:
a) Tirmizî'nin rivayetine göre, Rasulullah'a (s.a.v.) zibillikler (mezbele), hayvan kesim yerleri (meczere), mezarlıklar (makbere), yol kenarları (kârıatu't-tarîk), yıkanılan yerler (hamam), deve ağılları (me'âtınu'l-ibil) ve Kabe'nin damı (fevka zahri beytillah) gibi yedi yerde namaz kılmayı yasaklamıştır[261].
b) "Davar ağıllarında namaz kılın, ama deve ağıllarında kılmayın."[262]
Hukukçular bu hadisleri değerlendirme konusunda biri tercih ve nesih, diğeri hâssın amma binası (eklenmesi) ve üçüncüsü de birleştirme (cem) olmak üzere üç yol tutmuşlardır[263]:
1) Tercih ve nesih yolunu benimseyenlere göre, sıhhatinde ittifak edilen birinci hadis, diğerlerini neshetmiştir. Necis olmayan her yerde namaz kıhnabilir.
2) Bina yolunu benimseyenler, "İbâha (izin) hadisi geneldir, yasaklama hadisi ise özeldir. Bu yüzden özeli genele ek olarak kabul etmek gerekir." demişlerdir. Bu gruptaki hukukçular, kendi içlerinde üç aît gruba ayrılır:
2.a) Bir gruba göre, sıhhatinde ihtilaf edilen hadislerin birincisinde sayılan yedi yerde namaz kılmak caiz değildir. Hayvan kesim yeri ve zibilliklerde namaz kılmanın yasaklanma sebebi, necasetli olmalarıdır. Necaseti engelleyen bir şey olmadan, bu gibi yerlerde namaz kılmak haramdır. Engelleyici bir nesne bulunarak namaz kılınması, hukukçuların çoğunluğuna göre mekruhtur; Ahmed b. Hanbel ve Zahirîlere göre haramdır.
2.b) İkinci gruba göre, yıkanılan yer ile mezarlıklar hakkında ayrı bir yasaklama bulunduğu için[264] yalnız bu ikisinde namaz kılınmaz, hamamda namaz kılınması, necaset ortadan kaldırıldığında çoğunluğa göre mekruhtur. Ahmed b. Hanbel Zahirî Mezhebi ve Ebu Sevr'e göre hamamda namaz kılmak haramdır.
2.c) Üçüncü gruba göre, yalnızca mezarlıklarda namaz kılınmaz:
i) Zahirî Mezhebine göre, hadislerdeki yasak, haram oluşu bildirir, mezarlıklarda kılınan namaz bâtıldır.
ii) Hukukçuların çoğunluğuna göre, ister önde, ister arkada olsun mezarlıklarda namaz kılmanın yasaklanması mekruhluğu gösterir.
iii) Hanbelîlere göre, Üç veya daha fazla mezar olunca haramdır, bir veya iki mezar olur ve önde bulunursa namaz kerahatle sahîh olur, diğer durumlarda mekruh değildir. Mezarların mescid edinilmesinin yasaklanma sebebi, ölüye aşırı saygı gösterme endişesidir. Hz. Peygamber, geçmiş ümmetlerin peygamberlerini ve iyi kimselerin mezarlarını ibadet yeri edindiklerine dikkat çekmiştir.
iv) Caferî Mezhebine göre, masum imamın kabri hizasında, hatta önünde namaz kılmak caizdir, ancak bu edebe aykırı bir davranıştır, ihtiyat her ikisinden de sakınmaktır,
3) Birleştirme yolunu benimseyenler, yasaklama hadislerini kerâhate, izin veren birinci hadisi ise cevaza yormuşlardır. İbn Ömer, Cabir b. Semura, el-Hasanu'l-Basrî, Malik, İshak ve Ebu Sevr'e göre, davar ağıllarında namaz kılınabilir. İmam Mâlik'ten rivayet edilen bir görüşe göre, yasaklanan yedi yerde namaz kılmak mekruhtur, kılınırsa namaz fâsid olmaz. İbnu'l-Kâsım'ın rivayet ettiğine göre, bu yerlerde namaz kılınması, Malik'in ikinci görüşünde caizdir.
Kilise ve havralarda namaz kılınması konusunda ihtilaf edilmiştir[265]:
1) Bir gruba göre, -necis olma ihtimali bulunduğundan- kilise ve havralarda namaz kılmak mekruhtur. Hanefî ve Şafiî Mezhepleri, bunun mutlak olarak mekruh olduğu görüşündedir.
2) Bir gruba göre, kilise ve havralarda namaz kılınması caizdir. Hz. Ömer'e, Necran'dan yazılan mektupta, buradaki müslümanların havradan daha temiz ve güzel bir yer bulamadığı yazılmış, o da verdiği cevapta su ve sidirle temizleyip, namaz kılmalarını belirtmiştir. Ebu Musa el-Eş'arî ve Ömer b. Abdilazîz, kilisede namaz kılmışlardır. Şa'bî; Atâ b. Ebî Rebâh ve İbn Sîrin'e göre, kilisede namaz kılmakta bir sakınca yoktur.
3) İbn Abbas'ın da içlerinde bulunduğu Üçüncü gruba göre, resim ve heykel bulunuyorsa mekruhtur, bulunmuyorsa caizdir. Buharî'nin belirttiğine göre, İbn Abbas, heykel bulunmayan havralarda namaz kılardı.
Cumhur, Kasır vb. yerden biten şeyler üzerinde namaz kılınacağı görüşündeyken, Malik bunun mekruh olduğunu savunur[266].
Namaz kılınacak yerle ilgili en önemli prensip, bu yerin necasetten uzak olması ve huzur içinde namaz kılmayı sağlayacak özelliklere sahip bulunmasıdır.
Dinimiz bütün konularda olduğu gibi, yolculuğa çıkan kimselere de birçok kolaylık sağlamıştır. Çünkü yola çıkan kimse -yolculuğun gereği olarak- ulaşım vb. işlerini çabuk bitirip, zaman aralığının darlığı, sıkıntıya düşme, ibadetlerini tam manâsıyla yerine getirememe gibi çok değişik güçlük, zorluk ve sıkıntılarla her an karşılaşabilir. İbadetlerle ilgili olarak yolculara tanınan kolaylıkları şöylece sıralayabiliriz:
a) Yolcular dört rekâtli farz namazları iki rekât olarak kılar[267].
b) Cuma ve bayram namazlarını kılmakla mükellef değildirler,
c) Şartlarına uygun olarak giydikleri takdirde, mest üzerine meshin üç gün geçerlilik süresi vardır.
a) Yolcu, Ramazan orucunu tutmakla mükellef değildir, tutarsa borcunu ödemiş olur, ancak tutulmayan oruç daha sonra kaza edilir[268].
b) Yolcular kurban kesmekle mükellef değildir.
c) Yolculara, kendi yerinde zengin olsa da, malî güçlükle karşılaşınca zekât ödenebilir[269].
Kendi yerinde veya o hükümdeki yerde oturan kimse Mukîm, şartlarına uygun olarak yola çıkan kimse de Yolcu Misafir veya Seferi adını alır :
Yolcu olmayı sağlayan uzaklık veya konusunda yirminin üzerinde görüş vardır, başlıcalan şunlardır:
Zahirî Mezhebine göre, yolculuk için uzaklık-yakınhk sözkonusu değildir. Şevkânî ve Sıddık Hasan Han'a göre de lugaten ve şer'an yolculuk denilecek ölçü esastır.
Cumhur'a göre, yolcu olmak için belli bir uzaklığa gitmek gerekir:
1) Hanefî Mezhebine göre, yolcu olmak için, kendi yerinden -meselâ köy, kasaba, şehirden- ayrılarak doksan kın. uzaklıktaki bir yere gitmek gerekir. Klasik hukukçular, bu uzaklığı, "orta yürüyüşle -seyri vasatla- kısa günlerde en az üç günlük, yani onsekiz saatlik bir müddetle yirmi dört fersah olarak gidilen uzaklık" olarak belirtirler. Onlara göre bu onsekiz saat, "karada deve veya yaya yürüyüşüyle, denizde orta ve mutedil havada giden yelkenli gemi ile ölçülür." Bu uzaklığın iki tam gün ve üçüncünün çoğunluğu olduğu da nakledilir. Hanefî hukukçuların bazısı, bu uzaklığı, her güne beş fersah düşmek üzere, onbeş fersah, bazıları da üç merhale olarak ifade etmektedir.
2) eş-Şafiî, Nehaî ve Sa'id b. Cubeyr'e göre, gidilecek uzaklığın Küfe ile Medain arası, yani üç gün sürecek kadar olması gerekir.
3) ÜM'e göre, bu uzaklık seksenbir km. klasik ifadeyle iki gün iki gece yürüyecek kadarlık, yani onaltı fersahtır,
4) İbn Abbas'a göre, bir gün ve geceyi aşınca yolcu olunur.
5) el-Hasenu'l-Basrî'ye göre, iki gece sürecek yere gitmek gerekir.
1) Malik'e göre her biri oniki mil olan, kırksekiz berid (dört burud)dir. eş-Şafiînin de katıldığı belirtilen bu uzaklık, günümüzde 144 km. olarak hesaplanmaktadır[271].
2) Enes b. Malik'e göre, yolcu olmak için, beş fersah uzağa gitmek gerekir.
9) Malik, eş-Şafiî ve Ahmed'e göre, her biri dört fersah olan, dört berid uzağa gitmek gerekir.
3) -Bir nakilde- Hz. Ömer, Evzaî ve Zuhrî'ye ve -bir nakilde- eş-Şafîî'ye göre, bu uzaklık bir günlük gidiş, yani sekiz fersahtır.
4) Caferi Mezhebine göre, yalnız gidiş veya dönüş olarak, yahut da gidişi dört fersahtan az olmamak şartıyla hem gidiş, hem dönüş olarak sekiz fersah uzağa gitmek gerekir. Sekiz fersahın günümüzdeki karşılığı, 45 km.dir. Bu uzaklık, bilgi veya delille sabit olur.
5) Zeydiye'nin Hâdeviye koluna göre, bir berîd (dört fersah) ve daha fazla olan uzaklığa gidilmelidir.
6) Zeyd b. Ali'ye göre -Hanefîlerinkine eşit olan- üç merhale uzaklığa gitmek gerekir.
Görüldüğü gibi eş-Şafiî'den biri Zuhrî ve Evzaî'nin görüşü gibi, diğeri kırkaltı mil, üçüncüsü ve en kesini iki gün iki gece olmak üzere üç görüş nakledilir.
Uzaklığın ölçülmesinde gidilecek yol esastır, gidip dönmekle aynı uzaklık alınınca, bu, yolculuk hükümlerinin geçerli olmasını gerektirmez. Gidilecek yere hem karadan, hem denizden yol olduğunda yolculuk Hanefî Mezhebine göre, her durumda gidilen yolun uzaklığına göre düzenlenir; eş-Şafiî'ye göre meşru bir maksatla uzak yoldan gidilirse namazlar kısaltılır, aksi takdirde kişi asi gibi olur ve namazını kısaltamaz.
Belirtilen uzaklıktan bir veya iki mil az uzaklığa gidince de, Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, yine yolcu olunur; Şafiî Mezhebine göre, kasr (namazı kısaltma) uzaklığından azında -çok az da olsa- namazların kısaltılması caiz olmaz, uzaklığın takdiri zan-ı galiple yapılır; Maliki Mezhebinin meşhur görüşüne göre, kasr uzaklığına sekiz mil kalınca kısa kılman namaz sahih olur, iadesi gerekmez, uzaklığın şart koşulması Mekke, Mina, Müzdelife ve Muhassab dışındakiler için geçerlidir, hac mevsiminde buralardan vakfe için yola çıkıldığında kasr mesnundur, yine kendi yerlerinden başka yerde yapılan hac işlemlerinden biri kaldığı takdirde ve dönüşte de kasr mesnun olur, aksi halde namazlar tam kılınır.
a) Hanefi Mezhebine göre, gittiği yerde onbeş günden az kalmaya niyet etmiş olmak gerekir. Kesin olarak onbeş gün veya daha fazla kalmaya niyet etmiş olanlar yolcu sayılmazlar.
b) Şafiî ve Maliki Mezheblerine göre, yolculuk süresi, üç gündür.
c) Hanbelî Mezhebine göre, yolculuk süresi, ondokuz farz namaz kılacak kadarlık zamandır.
a) Hanefi Mezhebine, Zeydiye'den Yalıya ile bir rivayette eş-Şafii'ye göre, kesin olarak kaç gün kalacağı belli olmayanlar, -meselâ "bugün gideceğim, yarın gideceğim" şeklinde hareket edenler- gittikleri yerde senelerce kalsalar dahi yolcu sayılırlar.
b) Zeydiye'den el-Hadi ve el-Kasmı ile İmamiye'ye göre, bir yerde belli bir süre ikamete niyet etmeyen yolcu, bir aya kadar namazlarını kısa kılar, bundan sonra tam kılması gerekir.
Yolculuğa çıkmak için, yolculuğa çıkış niyetinde bulunmak gerekir. Bu niyetin sahih olması için, üç şart vardır:
a) Kendi Kararıyla Çıkmak: Yola çıkma kararını mükellefin kendisinin vermesi gerekir. Karı-koca, er-komutan, hoca-talebe gibi başka birinin emir ve idaresinde olanın yolcu olması âmirinin iznine bağlıdır. Fakat bu uzaklığa gidildiği halde, âmir hâlâ fikrini belirtmemişse, doksan km. den itibaren otomatikman yolculuk hükümleri uygulanmaya başlanır. Şafiî Mezhebine'göre, tâbi durumdaki kurtulunca veya ayrılınca yolculuktan çıkmaya
niyet ettiğinde kasr uzaklığına gitmedikçe yolcu olmaz ve namazları kısa kılamaz, ancak oraya ulaştığında kaçan namazları iki rekât kılar.
b) Bulûğ: Hanefî Mezhebine göre, yolculuğa niyetin sahih olması için, mükellefin baliğ olması gerekirken, ÜM'e göre bu şart değildir.
c) Belli Uzaklığa Gitmeye Niyet Etmek:
1) Cumhur'a göre, yolculuğu niyetin sahih olması için, en az yukarıda açıklanan uzaklığa gitmeye niyet etmek gerekir. Nereye gidileceği belirsiz niyetle çıkılan yolculukta namazlar kısaltılmaz.
Hanefî Mezhebine göre, yolculuğa çıkarken nereye gideceğine niyet edip henüz bu yere ulaşmadan orada ikamete niyet ederse, -meselâ Bursa'dan İstanbul'a bu şekilde giderse- bilfiil o yere -yani İstanbul'a- ulaşmadıkça yolculuğu sona ermez; ÜM'e göre, böyle bir yolculuk sırasında, onu sona erdirecek sürede ikamete niyetle, yolculuk sona erer ve namazlar tam kılınır.
2) Caferî Mezhebine göre, yolcu olmak için gerekli uzaklığı, çıkış vaktinden itibaren katetme kastı taşımak gerekir. Daha azına kastedilir veya menzili maksuda ulaştıktan sonra daha azına niyet edilirse, belli bir yer yoksa veya nereye gittiğini bilmiyorsa yolcu olunmaz. Namazları kısaltmakta esas olan gerekli mesafeyi katetme kastıdır. Yolculuğu sona erdiren durumlardan biri bulunmadığı sürece, bu mesafe birkaç günde katedilse bile zarar vermez. Ayrıca örfen yolculuk denilecek durumda olmak gerekir. Mesafeyi katetme niyetinin de devam etmesi gerekir. Dört fersaha ulaşmadan niyetten dönülür ya da tereddüt edilirse, namaz tam kılınır; daha önce kısa kıldığı namazlar geçerli olur, iade edilmeleri gerekmez.
Yolculuk, mükellefin kendi ikamet yerinden çıktığı andan itibaren başlar. Başlangıç noktasıyla ilgili, hukukçuların klasik ifadesi, hemen hemen bugünkü belediye sınırlarıyla eş manâlıdır.
İbnu'l-Munzir bu konuda icma bulunduğunu naklederse de, Kufeli bazı hukukçulara göre evindeyken bile, bazılarına göre yola çıktığı andan itibaren kısa kılar. Malik'in bir görüşüne göre üç mil ayrılmadıkça kısa kılınmaz.
a) Hanefî Mezhebine göre, her namaz vaktinin başında ve sonunda yola çıkılabilir, ancak Züfer'e göre vaktin sonuna bir rekât kılacak kadarlık bir süre kalınca namaz dört rekât kılınır.
b) Nehaî ve Muhammed b. Suca el-Belhî'ye göre, zevalden önce yola çıkılınca öğle namazı kısaltılır, sonra çıkılırsa öğle değil, ikindi namazı kısa kılınır.
c) eş-Şafiî'ye göre, vaktin girmesinden sonra dört rekât kılacak kadarlık bir süre geçince yola çıkılırsa, namaz tam kılınır, bundan azında ise ihtilaf bulunmaktadır.
d) Caferi Mezhebine göre, henüz yolculuğa başlamadan namaz vakti kılmaya imkân varken girer, sonra vakit sürerken ruhsat yerini aşmcaya kadar kılmadan yolculuk yapılırsa, namaz kısa kılınır, ama tam kılarak ihtiyat bırakılmamalıdır. Yolcuyken vakit girer ve bu mukim olunursa, namaz tam kılınır, ihtiyat kısa kılmaktır.
1) Hanefî Mezhebine göre, yolculuk hükümleri, gerek gidip gelirken, gerekse gidilen yerde hep geçerlidir. Hatta niyet ettiği yere henüz ulaşmadan doksan km.'den (kasr uzaklığından) az bir yerde ve enaz onbeş gün ve daha fazla kalsa bile mükellef yine yolcudur. Yalnız oturduğu yerden yolculuk niyetiyle çıkıp henüz doksan km. gitmeden geri dönmeye niyet edince, yolculuk hükümleri -aşağıda belirtileceği gibi-, niyet ânından itibaren geçerliliğini kaybeder.
2) Caferi Mezhebine göre, yolculukta namazların kısa kılınması için, ruhsat verilen yere varmak gerekir, daha önce namazlar kısaltılmaz. Bundan maksat, ezanın duyulmadığı veya son evlerin görünmediği yerdir; her ikisinin de gözetilmesi ihtiyattır. Dönüşte de bu yere varınca yolculuk hükümleri sona erer. Göçebeler, denizciler ve gemi tayfası, hac, ziyaret vb. başka bir maksatla yolculuk yapmazlarsa yolcu sayılmazlar. Yolculuk, işi ve mesleği olanlar da yolcu sayılmazlar, bunlar işi olmayan yolculukta namazı kısaltırlar.
a) Hanefî Mezhebine, Bavud, İbn Harun, Malik, Ebu Sevr, Sevrî ve İbn Teymiye'ye göre, her çeşit yolculukta namazlar kısaltılabilir, yolculuğun meşru gayeli olması gerekmez.
b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, yolculuğun geçerliliği için, haram gaye ile yola çıkmamış olmak gerekir. Bunun için, hırsızlık ve yolkesicilik gibi, haram bir gaye ile yapılan yolculukta, yolculuk hükümleri geçersiz kalır. Hatta Hanbelî Mezhebine göre, mekruh gayeli yolculuk bile sahih değildir. Seyahat amacıyla yapılan yolculuk konusunda Ahmed b. Hanbel'den iki görüş nakledilir.
c) -Bir nakilde- Abdullah b. Mes'ud, Tavus ve Ahmed b. Hanbel'e göre hac, umre, cihad gibi takarrub ifade eden işler için yolculuğa çıkmak kasrı mubah kılar.
d) Atâ'ya göre, sadece Allah yolunda olan yolculuklarda namazların kısa kılınması sözkonusudur.
e) Caferi Mezhebine göre, yolcu olmak için, yolculuğun caiz olması gerekir. İster kendisi veya amacı caiz olmazsa, namazlar kısa kılınmaz. Ma'siyet yolculuğundan dönüş tevbeden sonra veya dönüşü ma'siyet yolculuğu oluştan çıkaran bir durumdan sonra olursa, vatan dönüş olmadığı takdirde, namaz kısa kılınır. Eğlence için yapılan ev yolculuğu, oruç açısından ticaret yolculuğu da ma'siyet yolculuğu sayılır. Yalnızca gezi için yolculuk, ma'siyet yolculuğuna girmez.
f) Bir gruba göre, namaz sadece vacip yolculuklarda kısaltılabilir. Çünkü namaz farzdır; farzı ise, yalnızca başka bir farz düşürür.
g) Bir gruba (msl. Hz. Aişe'ye) göre, sadece korku sözkonusu olunca namazlar kısaltılır.
Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, yolculuktaki her namazda, kasra niyet etmek şarttır; Hanefî ve Maliki Mezheblerine göre, böyle bir şart aranmaz, ilk namaz için yapılan niyet bütünü için geçerli olur.
Şartlar |
Hanefi |
Şafii |
Maliki |
Hanbeli |
|
Uzaklık |
90 km |
81 km |
81 km |
81 km |
|
Niyet |
Kendi Kararı |
ş |
ş |
ş |
ş |
Buluğ |
ş |
-- |
- |
-- |
|
Belli Uzaklık için |
ş |
ş |
ş |
ş |
|
İkamet Müddeti |
Ondört Gün |
14 Gün |
3 Gün |
3 Gün |
19 Farz Namaz |
Belirsiz |
ş |
, ş |
ş |
-- |
|
Yerleşim Yerinden Çıkış |
ş |
ş |
ş |
ş |
|
Meşru Gaye |
Haram Gaye |
- |
ş |
|
ş |
Mekruh Gaye |
- |
- |
Mekruh |
ş |
|
Namazda Kasra Niyet |
-- |
ş |
- |
ş |
TABLO 32: Yolcu Olma Şartları
Anlatılan şekilde yolcu sayılan kimsenin, bu uzaklığı hangi ulaşım aracı ile ve kaç saatte gittiği önemli değildir. İster at ile, ister jet, tren, vapur vb. ulaşım araçları ile gidilsin, kişi yine yolcudur. Çünkü yolcu, en hızlı araçlarla gitse bile yalnız ulaşım ile ilgili sıkıntılardan kurtulmuş olur. Yolculuğun huzur içinde geçmesi, diğer sıkıntıları ortadan kaldırmaz, bunlar dışında yolcuyu bekleyen daha birçok sıkıntılar vardır.
Bu açıklamalar ışığında Hanefi Mezhebine göre, bir kimsenin yolcu olmasını şu şekilde formüllendirebiliriz:
Niyet/Çıkış/Uzaklık/Müddet=Yolcu
(Kendi kararıyla doksan km. uzağa, onbeş günden az veya belirsiz bir müddet kalmak için, bulunduğu yerden ayrılarak yola çıkmaya niyet eden kimseye Yolcu denir.)
Yolculuğu sona erdiren vatana dönüşte, onun en uzaktaki yerlerine -belediye sınırlarına- gelince yolculuk bitmiş olur:
Hanefî, Şafiî ve Maliki Mezhebleri yolculuğun sona ermesini vatanlara göre düzenler.
Hanefî Mezhebi, vatanlarda uygulanan hükümleri öbür mezheplere göre daha düzenli bir ayrıma tâbi tutar: Konuya açıklık kazandırmak için bir insanın oturduğu yerlere şöyle bir göz atalım:
a) İnsan ya kendi yerindedir, burada oturmaktadır (Vatan-ı Aslî),
b) Veya iki yeri birden kendisine oturacak yer edinmiştir (Birincisi Vatan-ı Aslî, ikincisi Vatan-ı İkamet),
c) Ya da yolcudur (Vatan-ı Sükna) Bunlardan birincisine Vatan-ı Karar, ikinci ile üçüncüye Vatan-ı Müsteâr denir.
a) Tanımı:
Kişin doğup büyüdüğü ve oturduğu veya halen orada oturarak hayatını sürdürdüğü yere Vatan-ı Aslî (Sürekli İkametgâh) denir. Aynı şekilde, asıl memleketini terke'derek bir başka yerde oturan kimse için de, ikinci olarak oturduğu yer artık kendisi için aslî vatan sayılır. Caferi Mezhebi bu vatana, vatan-ı müstecid adını verir. Bu iki yer arasındaki uzaklığın doksur, km. olması şart değildir. Bu gibi yerlerde, yolcu olma hükümleri, son şekle göre düzenlenir. Bir kimsenin birden fazla aslî vatanı olabilir. Günümüzde imkânı olanların yazlıkları birer vatan-ı aslîdir Caferi Mezhebine yöre, ikiden fazla vatan-ı aslî tartışmaya açıktır, ihtiyatı gözetmek gerekir.
b) Sonuçları;
Yolculara ait kolaylıklar vatan-ı aslîde geçerli değildir. Fakat yolculuğa çıkarken gerekli şartların uygulanması buna göre düzenlenir.
Kişinin Oturduğu Yerler
Vatan-ı Karar Vatan-ı Müstea
Vatan-ı Aslî (Sürekli İkametgah) Vatan-ı İkamet Vatan-ı Sükna
(Geçici İkamet) (Yolculuk İkametgahı)
ŞEMA 19: Kişinin Oturduğu Yerler
a) Tanımı:
Asıl memleketinden ayrılarak öğrencilik, işçilik, memurluk ve askerlik gibi sebeplerle, bir başka yerde, uzunca bir zaman kalmak zorunda olanların ikinci olarak oturdukları veya yolculuğa çıkıp onbeş gün ve daha fazla kalınmaya niyet edilen yerlere Vatan-ı İkamet (Geçici İkametgâh) denir.
b) Sonuçları:
Yolculuk hükümleri, vatan-ı aslî'de olduğu gibi, vatan-ı ikamette de geçerli değildir. Çünkü kişi onbeş gün ve daha fazla kalacağı yerde bir nevi yerleşmiş gibidir. İstanbul'da öğrenci olan Bursalı arkadaşımızı, Almanya'da işçi olan Ankara'lı tanıdığımız kimseyi örnek alalım: Birinci durumda Bursa, ikinci durumda Ankara vatan-ı aslî, birinci durumda İstanbul, ikinci durumda Almanya vatan-ı ikamettir.
c) Hükümlerinin Sona Ermesi:
a) Vatan-ı ikametten aslî vatana dönünce, ona ait hükümler ortadan kalkar. Bu durumda vatan-ı aslîye dönene kadar yolcu olmaya devam edilir.
b) Vatan-ı ikametten bir başka vatan-ı ikamete gidince, birinci, -yeniden onbeş gün ve daha fazla kalmaya niyet edilmedikçe- vatan-ı ikamet olmaktan çıkar. Yeniden herhangi bir sebeple bu yere dönülürse, yolculuk hükümleri uygulanmaya başlanır. Terkedilen birinci yer ile ikinci yer arasında doksan km. olması şart değildir. İkamet süresi içinde vatan-ı ikametten doksan km. uzaklıktaki bir yere yolculuğa çıkınca, onbeş gün ve daha fazla kalmaya niyet edilmezse, burası yolculuk hükümleri için geçerli bir yer olur. Fakat onbeş gün ve daha fazla kalmaya niyet edilirse, bu yer vatan-ı ikamet olacağından, yolculuk hükümleri geçerli olmaz. Doksan km.den az bir yere gidince de, yolculuk hükümleri uygulanmaz.
c) Vatan-ı ikametten ayrılarak yolculuğa başlamakla da, ona ait hükümler ortadan, kalkar. Tekrar bir iş için buraya dönülürse, dört rekâtli farz namazlar iki rekât olarak kılınır.
Yolculuk hükümlerinin geçerli olduğu yer, bu nitelikteki bir yerdir. Asıl memleketinden ayrılarak veya geçici olarak oturduğu yerden -konu başında belirtilen şekilde- ayrılan ve gittiği yerde onbeş günden az veya belirsiz bir süre kalmaya niyet eden kimsenin bu kaldığı yere Vatan-ı Sükna veya Vatah-ı Sefer (Yolculuk İkametgâhı) denir. Bursa'lı bir arkadaşımızın İstanbul'a yolculuk yapması halinde, İstanbul onun için Vatan-ı Sükna olur.
Konu |
Vatan Türü |
||
Asli |
ikamet |
Sükna |
|
Örnek Yer |
Bursa |
Tekirdağ |
İstanbul |
Namaz |
Normal |
Normal |
Kasr |
Namaz Örneği |
Öğle |
Öğle |
Sabah |
TABLO 33: Kişinin Oturduğu Yerler ve Namaz
Şafiî Mezhebi, vatanlarla ilgili hükümleri onların aslî olup olmamasına göre düzenler:
Vatan, kişinin yaz ve kış devamlı olarak oturduğu yerdir, bunun dışındakilere vatan denmez. Yola çıktıktan sonra vatana dönünce, buraya ulaşmakla yolculuk sona erer. Ancak, dönüş sırasında, vatana ulaşıncaya kadar namazlar kısaltılır.
Vatan olmayan yere, yani vatan-ı gayri aslî'ye yapılan dönüşler, ihtiyaca veya ihtiyaçsız olmasına göre hüküm alır:
a) İhtiyaçsız Dönme: Vatan-ı gayri aslî'ye ihtiyaçsız dönünce, yolculuk ancak ulaşmazdan önce yapılan ikamet niyetiyle veya mutlak niyetle sona erer, bu son durumda şart olan kalıcı ve müstakil olmaktır. Mutlak niyetle yolculuk, ulaşınca sona erer. ikamete bu şekilde niyet edilmeyince, yolculuk iki şekilde sona erer:
1) İkamet süresini bilfiil doldurmak,
2) Ulaştıktan sonra niyet.
b) İhtiyaç İçin Dönüş: Bu durumda ihtiyacın dört günde giderileceği kesinlikle bilinirse, -ikamete niyet edilmese de- orada bekleme ve istikrarla yolculuk sona erer. İhtiyacın her vakitte giderileceği umulursa, onsekiz güne kadar yolculuk sona ermez, umulmazsa orada bulunduğu sürece namazlarını kısa kılar.
Vatana dönüş niyeti, -kalıcı olma şartıyla- dönüş gibidir, vatan-ı gayr-i aslî'ye dönüş niyeti ise, ihtiyaçsız olunca dönüş gibidir, ihtiyaç için olunca yolculuk sona ermez; dönüşte tereddüt de dönüş niyeti gibidir.
Maliki Mezhebi de vatanlarla ilgili hükümleri vatanın aslî veya ikamet vatanı olmasına göre düzenler:
Kasr uzaklığına gitmek maksadıyla, bir beldeden yolculuk yapılır ve tekrar buraya dönmek istenirse, bu belde, ya doğum yeri olan ve nispet edildiği aslî beldedir, ya sürekli olarak oturmak istediği beldedir veyahut yolculuk hükümlerini sona erdirecek kadarlık bir niyetle oturulan bir başka beldedir:
a) Yolculuğa Çıkılan Yerde Bulunmak: Aslî veya sürekli ikamete niyet edilen beldeye dönünce, -ikamete niyet edilmese de- sadece oraya girişle namazlar tam kılınır, ancak orada oturmaya son vererek ayrılınca, yolculuğu kesecek sürede oturmaya niyet edilmedikçe veya evlendiği yer olmadıkça namazları kısaltarak kılar. İkamet yerine dönüşle giriş, -yolculuğu kesen sürede ikamete niyet etmedikçe- namazları kısaltarak kılmaya engel olmaz.
b) Yolculuğun Başladığı Yere Dönüş: Yolculuğun başladığı yere dönüşte ve seyir halinde uzaklık dikkate alınır: Uzaklık kasr uzaklığıysa namazlar kısaltılır, aksi halde kısaltılmaz. Bu uzaklık, kasr uzaklığından az olunca, yolculuk sona ermiş olur, bulunduğu belde aslî veya sürekli oturulmaya niyet edilen belde olmayınca, dönüş ve orada bulunma halinde, namazlar tam kılınır. Aslî veya yolu üzerinde devamlı oturmaya niyet edilen beldeye giriş, yolculuğu sona erdirir. Naşiz (kocasına kızıp onu dinlemeyen) olmayan zifaf yaptığı eşinin beldesine girince de yolculuk biter. Seyri sırasında bulunduğu yere girişe niyet edince, bununla, aslî beldesi, ikamete niyet ettiği veya eşinin beldesi arasındaki uzaklığa bakılır: Bu uzaklık kasr uzaklığıysa, namazlar seyir sırasında kısaltılır, aksi halde kısaltılmaz; bazı maliki hukukçulara göre her zaman kısaltılır, sadece uğramak ve zifafa girilmeyen veya naşiz eşinin beldesine giriş namazı kısaltmayı engellemez.
Hanbelî Mezhebi, yolculuğun sona ermesini, yolculuğa başlama ve dönüşe göre düzenler
a) Kasr Mesafesinin Altındaki Uzaklık: Yolculuğa başladığı vatana dönünce veya dönüşe niyet edince, oradaki uzaklık kasr uzaklığının altındaysa, ikinci vatanına dönünceye veya dönüşe niyetinden vazgeçinceye kadar, namazın tam kılınması gerekir. Dönüşten veya dönüş niyetinden önce kısa kılınanların iadesi gerekmez. Bu konuda dönüşün ihtiyaç veya bütünüyle yolculuktan vazgeçmek için olması sonucu değiştirmez.
b) Kasr Uzaklığı: Yolculuğa başlanan yer ile dönmeye niyet edilen yerin arası, kasr uzaklığı kadar olursa dönüş sırasında namazlar kısa kılınır.
Yolcu vatanına uğrarsa -yolu olduğundan dolayı uğraması dışında ihtiyacı olmasa da- namazları tam kılar, evlenilen yerden geçince de -vatanı olmasa da- ayrılıncaya kadar namazlar yine tam kılınır.
Ahmed b. Hanbel'e göre, denizciler ailesiyle birlikte olmaları
halinde namazlarım tam kılmalıdırlar.
Yolculuk niyetiyle çıkılan vatana dönüş azmi ve niyetiyle yolculuk iki şekilde sona erer:
Dönüş eğer doksan km.'den (kasr uzaklığından) az bir yerden yapılırsa veya dönüşe niyet edilirse, bu andan itibaren yolculuk sona erer. Bu şekildeki yolculukta, kısaltılarak kılınan namazlar yeniden tam olarak kılınır.
a) Hanefî Mezhebine göre, dönüş doksan km. gidildikten sonra yapılırsa bu durumda sadece dönüşe niyetle veya dönüşe başlamakla yolculuk sona ermez; fiilen kendi memleketine dönmek gerekir.
b) Maliki Mezhebine göre, yolculuğa başladıktan sonra yola çıkılan yere gelince, bu dönüş başlıbaşına bir yolculuk kabul edilir. Böylece bu durumda ikamet niyeti, iki şekilde yapılır:
1) Seyrin Başında: Bu durumda, yola çıkılanla gidilen yer arası kasr uzaklığındaysa, bilfiil ulaşmadıkça namazlar kısa kılınır, bu uzaklıktan azında niyet anından itibaren tam kılınır.
2) Seyrüsefer Sırasında: Mutemed görüşte, ikamet yerine bilfiil girinceye kadar namazlar kısa kılınır.
c) Hanbelî Mezhebine göre, kendisinden yola çıkılan yere, kasr uzaklığından önce dönülürse, dönüş sırasında namazlar tam kılınır.
d) Caferî Mezhebine göre, dört fersaha ulaştıktan sonra niyetten dönülür ve tereddüt edilirse, on günden önce dönmeye niyetli olduğu takdirde aynı gün dönmese bile kısa kılmaya devam edilir.
Şartlar Kendi Memleketine Dönmek (Fiilen) |
Hanefî. Ş |
Şafii Ş |
Maliki Ş |
İlenindi Ş |
|
|
Ş (15 Gün) |
Ş (4 Gün) |
Ş (4 Gün) |
Ş (20 Farz |
|
TABLO 34: |
Yolculuktan |
Çıkmak |
|
|
Açık ikamet niyeti, "ikamete elverişli bir yerde onbeş gün ikamete niyet etmek"le gerçekleşir, ancak ikamete niyet edildiği halde hâlâ yolculuğa devam edilirse ikamet niyeti geçerli olmaz, çünkü yolculuk fiilen son bulmamıştır.
a) Hanefî Mezhebine göre, niyet şarttır: Bir yere gidilir ve meselâ bir ay veya daha fazla kalınır ve "bugün çıkarım, yarın çıkarım" şeklinde hareket edilirse, ikamete niyet etmedikçe mukim olunmaz.
b) Şafiî Mezhebine göre, bir ihtiyaç olmaksızın süresiz niyetle dört gün kalana kadar namazlar kısa kılınır, bir ihtiyaç için gidilir ve dört günde bitirileceği kesinlikle bilinirse -ulaşınca ikamete niyet edilsin edilmesin- kalma ve istikrarla yolculuk sona erer, dört gün ikamete niyet etmeden ihtiyacın vakit vakit de giderileceği umulursa, onsekiz güne kadar namazlar kısaltılabilir.
c) Maliki Mezhebine göre, normal olarak kendi gibisinin bir yerde dört gün veya daha fazla kalacağını bilen kimse, -ikamete niyet etmese de- namazları tam kılar. Fakat normale aykırı davranmak isteyerek, dört normal gün ikamet etmemeye niyet edince, yolculuk sona ermez. Askerin korku yerindeki ikamete niyeti yolculuğu sona erdirmez. Yolculuk sırasında ikamete niyet etmeksizin bir yerde kalmak, -uzun süre de kalınsa- yolculuğu sona erdirmez, ancak yolculuğun son bulduğu yerde niyetsiz olarak ikametle yolculuk sona erer, fakat yolculuğu sona erdiren süreden önce ayrılacağını bilir veya tahmin ederse yine namazlar kısa kılınır.
d) Hanbelî Mezhebine göre, ikamet niyeti olmaksızın yolculuk sırasında ikamet edilir ve ihtiyacının ne zaman giderileceği bilinmezse, -senelerce kalınsa da- kendisiyle yolculuk hükmünün kesilmediği bir süre içerisinde ihtiyacının giderilmesi ihtimalinden sonra zann-ı galibince çok veya az olsa bile, namazları kısa kılmak caizdir.
e) Şevkânî'ye göre, tereddütlü olarak bir yerde ikâmet edenler yirmi güne kadar kasr yapabilir.
f) Zeydiye'den Hâdî'ye göre, tereddütlü olanlar bir aya kadar namazları kısa kılabilir.
a) Hanefî Mezhebine ve Sevrî'ye göre, onbeş gün ve daha fazla kalmaya niyet etmekle, niyet ânından itibaren yolculuk hükümleri sona erer. İçinde bulunulan vakte ait namaz dört, vakti geçen namazlar daha sonra kaza olarak iki rekât kılınır.
b) Şafiî ve Maliki Mezheblerine göre, gidiş ve ayrılma günleri dışında dört gün kalmaya niyet etmekle, yolculuk sona erer ve namazlar tam olarak kılınır. Malikî Mezhebine göre, ayrıca tam yirmi farz namazın farz olması şarttır. Şafiî Mezhebine göre, dört günden az ikamete niyet edince, dört güne kadar namazlar kısaltılabilir.
c) Hanbelî ve Zahirî Mezheblerine göre, gittiği yerde yirmi farz namazın geçeceği bir süre kalmaya niyet edince, yolculuk sona erer. Hanbelî Mezhebine göre, dört günden önce bitmeyeceği zannedilen bir ihtiyaç için ikamet de böyledir. Ahmed b. Hanbel'e göre yirmibir namaza kadar kısa kılabilir, daha sonra tam kılar.
d) Caferi Mezhebine göre, mesafeyi katetme sırasında on gün veya daha fazla kalmaya niyet edince yolculuk sona erer.
İlk ve son gece hesaba katılmaz. İkamet yerinin tekliği esas alınır. İkamete niyet edilir sonra bu niyetten vazgeçilirse, niyetle dört rekatli bir namazı tam olarak kıldığı takdirde, bîr veya iki saat sonra ayrılma niyeti olsa bile bu yerde kaldığı sürece tam olarak kılınır. Namaz kılınmamış ya da kısaltılmayan bir namaz kılınmışsa, vazgeçişten sonra namazlar yeniden kısaltılır. Tereddüt de namazı kısaltma hususunda vazgeçme gibidir. Bir yerde otuz gün tereddütlü olarak kalmakla da yolculuk sona erer.
e) Şevkânî ve Sıddık Hasan Han'a göre, bir yerde tereddütlü olarak ikamet edilirse, yirmi güne kadar namazlar kısa kılınır. Kesin olarak dört gün kalmaya niyet edilince tam kılınır.
f) Zeydiye'nin Hâdeviye koluna göre, on gün ikamete niyet edilince namazlar tam kılınır.
g) Bazı hukukçulara göre, bir gün bir gece kalmaya niyet edince yolculuk hükümleri kalkar.
Yolculuğu sona erdirecek ikamet süresi içinde, yalnız bir yerde kalmaya niyet etmek gerekir. Bu sebeple, Mekke'ye Zilhicce'nin onunda gidip onbeş, gün kalmaya niyet eder veya onundan önce terviye gününe onbeş günden az kalınca girip ikamete niyet ederse, -ileride Arafata veya bu kadar kalacağını bilince gidileceğinden- mukim olunmaz.
a) Hanefî Mezhebine göre, ikamete elverişli yer, normal olarak insanların oturduğu ve kaldığı şehir ve köy gibi yerlerdir. Bu sebeple kır, küçük ve ıssız adalar vb. kimsenin oturmadığı yerlerde ikamete niyet sahih olmaz. Göçebeler konusunda Ebu Yusuftan iki görüş nakledilir:
1) Çadırlarını bir yere kurup onbeş gün ikamete niyet edince, mukim olurlar.
2) Ebu Hanife'nin de katıldığı ikinci görüşe göre, mukim olmazlar. Kıldan veya yünden yapılan çadırlardaki göçebeler, bazı hanefî hukukçulara göre mukim olmaz, içlerinde Kâsânî'nin de bulunduğu gruba göre mukim olurlar. Dar-ı harbte çadırlarla konaklayıp onbeş gün ikamete niyetle mukim olunmaz. Müslümanlar bir dar-ı harb şehrini kuşatarak onbeş gün orada kalmaya niyet etmekle mukim olmazlar; kale içindeki şehri kuşatıp ikamete niyet edince, Ebu Yusufa göre binada olunca ikamet niyeti sahihtir; Züfer'e göre her iki durumda üstünlük müslümanlardaysa ikamet niyeti sahihtir, aksi halde sahih değildir; dar-ı İslâm'da bâgîlerle savaşan veya şehir dışında onları kuşatanlar da buna göre hareket ederler.
b) ÜM'e göre, ikamete niyet edilen yerin, ikamete elverişli olması şart değildir.
Tâbi olunan kimse mukim olunca, ona tâbi olan da mukim olur. Bu gibi hallerde, asılın ikameti bilinince mukim olunur, daha niyet bilinmeden mukim olunmayıp kılınan namazlar iade edilmez, bazı hanefî hukukçulara göre iade edilir. Yolcunun mukime iktidası da bu ilkeye göre düzenlenir.
Yolcuların dört rekâtli farz namazları iki rekât kılmasına Kasru's-Salât veya Kasr, bu şekilde kılınan namaza Salâtu'l-Kasr, es-Salâtu'l-Maksûra veya Salâtu's-Sefer adı verilir. Sabah ve akşam namazlarında Kasru's-salâtın uygulanmayacağı ise icmâ ile sabittir.
a) Hanefî Mezhebine, Esrem'in naklinde Ahmed'e, İbn Teymiye'ye ve Zeydiye'nin Hâdeviye koluna göre, yolcuların dört rekâtli farz namazları iki rekât kılmaları farzdır. Bu gibi namazları dört rekât kılmak ise mekruh hükmünü alır. Dört rekât olarak kılman farz namazın iki rekâti nafile yerine geçer. Bu sebeple, yolculukta kısa kılınması gerektiği halde, dört rekât kılınan farz namazlarda ikinci rekâtin oturuşu farzdır, unutarak yapılmaması halinde namaz bâtıl olur.
Kâsânî, bazı hanefî hukukçuların kasrı ruhsat, tam kılmayı azimet göstermelerinin hatalı olduğunu belirtir. Çünkü başlangıçta dört rekâtli namazlar iki rekât idi; yolcununki aynen kalıp, mukimlerin namazları dört rekâte çıkarıldı.
b) Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine göre, kasr caiz, fakat tam kılmaktan efdaldir.
c) Maliki Mezhebine göre, kasr, sünnet-i müekkededir.
Namazla İlgili Kasr (Namazın Nicelik ve NitelikteDeğişmesi)
Sayıda veya Rekâtta Kasr Şekilde Kasr Fiili İşlemlerde Kasr
1. Yolculukta N. 1. Salatü'l-Havf
Kıyamdan Kuûda Dönüşme
Rükû ve Secdeden İmaya Dönüşme
1. Hastalıkla N.
2. Binekteki Mazurun N.
ŞEMA 20: Kasru's-Salat'm Hükmü
d) Zahirî Mezhebine göre, yolculukta kasr, sadece kâfir korkusu olunca uygulanır. Bu görüş, Hz. Osman ve Hz. Âişe'den de nakledilir. Ona göre güçlük için meşru kılındığından düşman karşısında bulunan ile yanında yiyecek-içecek bulundurarak yolculuk yapan namazı kısa kılabilir.
e) İbn Abbas ve Cabir b. Abdillah'a göre, mukimin namazları dört, yolculukta iki, korku halinde ise bir rekâttır.
f) Hammâd'a ve îbn Hazm'a göre, kasrı uygulamak şarttır, namazların dört kılınması halinde iadesi gerekir.
g) Malik'e göre, dört rekât kılınca vakit içinde bu namazların iadesi gerekir.
h) eş-Şafîî'ye göre kasr ruhsattır, hem tam, hem de iki rekât kıhnabilir. Bu Hz. Osman, Hz. Aişe ve İbn Abbas'tan da nakledilir.
i) Caferi Mezhebine göre, şartları gerçekleşince, yolcudan dört rekatli farz namazların iki rekâti ve öğle ile ikindinin nafileleri düşer, diğer nafileler kalır, vitir namazını kılmak ihtiyattır. Şartları tamamen gerçekleştiği halde namazı tam olarak kılarsa, hükmü ve konuyu bildiği takdirde, namazı bozulur, namazı mutlaka iade etmesi gerekir. Hükmü bilmiyorsa, kaza şöyle dursun iade bile gerekmez. Tamam kılınacak yerde kısa kılınması mutlak olarak namazın bâtıl oluşunu gerektirir. Yolcu olduğunu unutan namaz sırasında hatırlarsa, bu üçüncü rekâtin rükûuna başlamadan olduğu takdirde namazı kısa olarak tamamlar; bundan sonra hatırlarsa, bir rekat yetişerek bile olsa geniş vakitte iade etmek gerekir. Yolcu, ikamet kastı olmamasına rağmen, dört yerde kısa veya tam kılabilir. Bunlar, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebî, Küfe Mescidi ve Hz. Hüseyin'in türbesidir. Fakat tam kılmak efdaldır. Mekke ve Medine bölgelerinde kısa kılarak ihtiyatı terketmemek gerekir. Bu yerlerde namaz sırasında niyet değişikliği yapılabilir. Her kısa kılınan namazdan sonda otuz defa "Subhânellah, ve'l-Hamdulillâh velâilâhe illallâhu vallâhu Ekber" denilmesi müstehaptır.
Kasru's-Salât, esasen
"Yolculuk ettiğinizde, kâfirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur"[281] âyetiyle sabittir. Bu âyet -korku halinde- namazın kısaltılması gerektiğine delâlet etmektedir. Fakat sahih hadisler ve icmâ, yolculukta böyle bir düşman korkusu bulunmasa da, her durumda namazın kısaltılabileceğini ifade etmektedir.
Bu âyetin yorumu konusunda, üç görüş vardır[282]:
a) Bir gruba göre, âyette geçen "kasr" ifadesi ile sadece "kasru'l-aded" (rekat sayısının azaltılması) kastedilir; buna göre "korkarsanız" kaydı anlamsızdır.
b) Bir gruba göre, "kasr" ifadesinden "kasru'l-a'mâl" (işlemlerin azaltılması), "kasru'r-rekeât" anlaşılır. Çünkü "korku namazı", "emniyet namazı"ndan kısadır, bunu korku mubah kılmaktadır. Bu görüşe karşı, korku halinde namazın hem hadarda, hem de seferde caiz olduğu ve âyetin seferdeki kasrı anlattığı şeklinde itiraz edilebilir.
c) Âyet hem "kasru'l-aded"i, hem de "kasru'l-amel"i ifade etmektedir. Bu yüzden, "yolculuk" ve "korku" şartları vardır. İkisi birden bulununca "el-kasru'l-câmi" (iki kısaltma) uygulanır. Yalnız biri bulununca, sadece ona ait kısaltma geçerli olur. Bu yüzden, bir kavlinde Ahmed'e ve İbn Hazm'a göre, hem korku ve hem de yolculuk hali birlikte olunca namaz tek rekât kılınır.
Yolculukta namazın kılınmasını, tabiî olan ve olmayan hallere göre ele almak uygundur:
Yolcu'ukta tek başına kılınan namazların yerine getirilmesi, sabah namazında olduğu gibidir, yani dön rekâtla namazlar iki rekât olarak kılıfın.
Namazı Kılma |
|
|
Namaz Örneği |
Münferid |
Sabah N. Gibi |
||
Cemaatle |
İmameti |
Yolculara |
Sabah N. Gibi |
|
Mukimlere |
Kendi Sabah, Mukimler Öğle Gibi |
|
İktidası |
Mukim imama |
Öğle N Gibi |
|
|
Yolcu İmama |
Sabah N. Gibi |
TABLO 35:Yolculukta Namazın Kılınması
A. Yolculara:
Yolcu, yine kendi gibi yolculara imam olabilir ve namazı iki rekât olarak kıldırır. Çünkü hem kendisinin, hem de ona uyanların durumu eşittir.
B. Mukimlere:
Yolcu, mukimlere imam olunca namazı kendisi iki rekât olarak kılar, cemaat onun selâmından sonra üçüncü ve dördüncü rekâtleri kendi başına ve kıraatsiz olarak tamamlar. Bu gibi durumlarda, cemaat yanılabileceğinden yolcu, mukimlere imam olmamaya çalışmalıdır, imam olunca da namaza başlamadan önce konuyu cemaate açıklamalıdır.
A. Mukime İktibası:
a) Cumhur'a göre yolcu, mukim imama uyunca, cemaatle birlikte namazı dört rekât kılar. Bu durumda, yolcunun namazı bozulur ve tekrar imama yetişemezse, yalnız başına kılacağı namazı iki rekât kılar. Çünkü, bu durumda iktida artık ortadan kalkmıştır.
b) Maliki Mezhebine göre bu, durumdaki yolcunun namazı tam kılması için imamla birlikte en az tam bir rekât kılması gerekir.
c) Bazı hukukçulara göre, yolcu, mukim imama uysa da namazı yine iki rekât kılar.
B. Yolcuya Îktidası:
Yolcu, yine kendi gibi yolcu imama iktida ederse, namazı onunla birlikte iki rekât olarak kılar. Hanefî Mezhebi dışındaki ÜM'e göre, yolcunun yine kendi gibi ve fakat namazını tam olarak kılan yolcu imama uyması halinde, namazını onunla birlikte dört rekât kılması gerekir. Hanefî Mezhebine göre, yolcunun imama iktidası, sadece vakit namazları için sözkonusudur, Bunun dışındaki namazlarda, yani kaza namazlarında ona uymaz, çünkü yolcunun kazaya kalan namazları bu durumda iki rekâtten ibarettir; ÜM'e göre bu namazlarda da uyabilir.
Cumhur'a göre, yolculukta kazaya kalan namazlar, Hanefi Mezhebine göre hangi vatanda kıhnırsa kılınsın iki rekât, mukim iken kazaya kalan namazlar yolculukta da kılınsa tam olarak kılınır; el-Hasanül-Basri'den nakledildiğine göre, hadardayken kazaya kalan namazlar seferde kısa kılınır. Çünkü namazın farz olma zamanı bunu gerektirir. Şafiî Mezhebine göre ise, mukimken kılınacak seferde kazaya kalmış namazlar dört rekât kılınır[284]
"Dört rekâtlı farz namazlar ikiye indirildiğine göre sünnetleri kılmak gereksizdir" şeklinde bir kıyas yürütmek doğru değildir. Yolcular, vakit namazların sünnetlerini tam olarak kılabildiği gibi, dar zamanda hiç kılmayabilir. Çoğunluk beş vakit namazın sünnetlerinin kılınmasını müstehap, İbn Ömer ve başkaları mekruh görür.
Ülkeler ve Kıtalararası Yolculuklarda Namazın Kılınması[285]:
Günümüzde yolculuklar sadece yakın yerlere veya aynı ülkeye olmamakta, uçak gibi hızlı ulaşım araçlarıyla ülkeler, hatta kıtalar arasında cereyan etmektedir: Bir işçimiz uçakla ülkemizden Almanya ve Avusturya'ya bu gibi araçlarla bir gün, hatta birkaç saat içinde gidebilmektedir. Bu durumda namazın ve orucun vakti nasıl düzenlenecektir? Çünkü, yola çıkılan yer ile gidilen yerin saatleri aynı değildir. İşte bu gibi hızlı ve ülkeler aşan yolculuklarda namaz ve oruç için, üzerinde aşılan ülkelerin değişen saatlerine göre değil, yolculuğun başlangıç yerindeki -yukarıdaki örneğimizde olduğu gibi ülkemizdeki- zamana göre hareket edilir. Namaz ve orucun yerine getirilmesi, yolculuğa çıkılan yere göre düzenlenir. Fakat bu hareket tarzı düzensiz olan ilk gün, hatta yolculuk sırasındaki zaman ve namaz vakti için böyledir. Gidilecek yere ulaştıktan sonra artık o yerin saat düzeni esas alınır.
Şart ve rükünlerin uygulanmasındaki tabiî olmayan haller; ulaşım hayvan ve araçlarında namaz kılmak veya, namaz kılmak başlıkları altında alınacaktır.
Bu konuyu, ulaşım hayvanlarında ve ulaşım araçlarında şeklinde iki başlık altında ele alabiliriz:
a) Korku ue Emniyetsizlik Halinde:
a) ÜM'e göre, binekte bulunup, can ve malına, ya da kafileden ayrılmakla kendisine zarar gelme veyahut inince tekrar binememe korkusu olunca, farz namazlar hangi yöne yönelmek mümkünse, o tarafa doğru kılınır, güç yetmeyen diğer rükünler de kendisinden düşer, kılınan namazın iadesi gerekmez. Ancak hanefî hukukçu Hulvanî'ye göre kıbleye doğru yürüyen hayvan üzerinde kılarken kıbleden dönmesiyle namazı bozulur. Kısaca Hanefî Mezhebine göre, farz ve vacip namazlarla tilavet secdesini -Ebu Hanife'ye göre sabah namazının sünnetini, bazılarınca teravihi- hayvan üzerinde kılmak, hırsız, -inince canı, mal ve hayvan hakkında- yırtıcı hayvan vb. zaruretlerle caizdir.
b) Malikî Mezhebine göre, sadece zarar korkusuyla farz namazı hayvanın sırtında kılmak caiz değildir, hayvan üzerinde ima ile de farz kılınmaz. Ancak, kâfirlerle harpte, hırsız vb. düşmanla karşılaşınca, yırtıcı bir hayvandan korkunca, inmeye gücü yetmeyecek şekilde hasta veya yürürken dağ yamacında bulununca, binekte -kıbleye dönülmese de- ima ile namaz kılınabilir. Bu gibi korkulu hallerde emniyete kavuşunca, namaz vakit içinde iade edilir.
b) Emniyet ve Kudret Halinde:
a) Hanefî Mezhebine göre, özürsüz olarak binek üzerinde farz namaz kılmak, -tam olarak yerine getirilse de, hayvan hareket halinde veya durmuş vaziyette de olsa- sahih değildir, ancak durmuş vaziyetteki bir hayvanın üzerindeki çakılı iki direği bulunan yüklükte kıhnabilir. Mazur, kudretine göre ima ile namaz kılar, çünkü onun farzı imadır. Hayvanı durdurmak mümkünse, seyir sırasında onun üzerinde namaz kalmak sahih olmaz. Vacip namazlarda da aynen farz namazlar gibi hareket edilir. Adanmış nafile bile -olsa, hayvan üzerinde farz kılmak sahih değildir, ancak deve üzerindeki portatif çadır (hevdec) vb. üzerinde istikbal-i kıble, rükû, secde ve kıyam şartlarıyla kıhnabilir; eşek vb. hayvanlar üzerinde, az önce geçtiği gibi, zaruret olmaksızın sahih olmaz.
b) Şafiî Mezhebine göre, binek üzerinde sadece dururken veya yuları mümeyyiz birinin elinde olarak seyir halindeyken namaz kılınabilir, namaz -emniyet veya kudret vb. hallerde olsun- tamdır. Az önce geçen hallerden korkan ise, namazı kudretine göre kılıp, daha sonra iade eder.
c) Maîikî ve Hanbelî Mezheblerine göre, emniyet ve kudret halinde yerdeki namaz gibi, şartlarını ve rükünlerini tam olarak yerine getirince, -hayvan yürüme halinde olsa da- sahih olur.
Burada hemen Hanefî Mezhebinin görüşünü biraz açmak faydalı olur[287]: Sağlam olup -eti yensin yenmesin- her çeşit binek hayvanı üzerindeyken, şehir dışında düşman ve yırtıcı hayvan korkusu, çamur, vıcık çamur vb. teyemmümü mubah kılan özürlerle karşılaşan kimse ve yaşlı veya mahremi olmayan kadın ile inip binmeye gücü yetmeyen mükellef, farz namazları hayvan üzerinde -hasta gibi- oturarak ve -rükû ve secde yapmaksızın- ima ile kılar, düşman korkusu halinde hayvan dursun veya hareket halinde olsun namaz caizdir, ancak çamur dolayısıyla kılınan namazda hayvanın hareket halinde olmaması gerekir, bu durumda inmeye güç yeter de oturmaya güç yetmezse inilir ve yerde ayakta olarak ima edilir, oturmaya güç yetip secdeye yetmezse yine inilir ve oturarak ima yapılır: Zahiru'r-rivaye nakline göre, -imam ister ortalarında, ister önlerinde bulunsun- hayvan üzerinde cemaatle namaz caiz değildir; eş-Şeybanî'den bir nakle göre, aralarında -yerdeki namaza kıyasla- bir saf kadarlık boşluk bulunmayacak şekilde hayvanları imamın hayvanına yakın olunca, cemaatle namaz müstahsendir. Binek üzerinde namaz kılarken semer veya eyer üzerinde necaset bulunması, çoğunluğa göre namaza engel olmaz, Ebu Hafs el-Buhârî ve Muhammed b. Mukatil er-Râzî'ye göre -yerdeki namazda olduğu gibi- necaset oturma veya üzengi üzerinde bir dirhemden fazla olunca namaz caiz olmaz. Bu şekilde kılınan namazlarda güç yettiğince kıbleye dönmek gerekir.
a) Hükmü:
a) Hanefi Mezhebine göre, -hangi tarafa yönelirse yönelsin- binek hayvanı üzerinde nafile namaz kılmak menduptur. Hayvanın yöneldiği tarafa doğru kılınmayınca, -zaruret bulunmadığından- namaz sahih olmaz.
b) ÜM'e göre, hayvan üzerinde nafile namaz kılmak caizdir:
1) Şafiî Mezhebine göre, hangi tarafa yönelmişse o tarafa doğru hayvan üzerinde nafile kılmak caizdir. Bu durumda kıbleden başka tarafa saparak namaz kılınması caiz olmaz, bilerek ve kasıtla başka yöne sapılırsa namaz bâtıl olur.
2) Malikî Mezhebine göre, uygulanacak mükellefte açıklandığı gibi, normal şekilde binmek şartıyla hayvan üzerinde kasr uzaklığına yolculuk yapan kimsenin nafile kılması -ki bu vitir bile olabilir- caizdir. Bu uygulama, ihtiyatlı görüşe göre namazın kısa kılınabileceği yerden başlar.
3) Hanbelî Mezhebine göre, yönü belli bir yere'yolculuğa çıkan kimsenin hayvan üzerine veya yaya olarak yer üzerinde nafile namaz kılması caizdir. Belli bir yön kastetmeksizin veya mekruh ya da haram yolculuk yapanın, normal namazdaki gibi bütün işlemleri tam uygulaması gerekir.
b) Uygulayabilecek Mükellef:
Yolcunun binek üzerinde nafile namaz kılabileceği ittifakla kabul edilmiştir:
a) Hanefi Mezhebine göre, hayvan üzerinde nafile namaz kılmak için yolcu olmak şart değildir. Mukimler bile, yerleşim merkezinden yolcu için namazı kısa kılmak caiz olan yere çıkınca nafile namaz kılabilir.
b) Şafiî Mezhebine göre, hayvan üzerinde nafile kılma -kasr yolculuğu olmasa da- sadece yolcu olunca caizdir.
c) Malikî Mezhebine göre, normal bir şekilde binmek şartıyla, hayvan üzerinde kasr uzaklığına yolculuk yapan kimsenin -vitir bile olsa- nafile namaz kılması caizdir. Bu uygulama, ihtiyatlı görüşe göre, namazın kısa kılınabileceği yerden başlar. Yaya veya kısa veya mubah olmadığı için kasrın uygulanmadığı yolculuğa çıkanın, hayvana normal olarak binmeyenin -meselâ ters binenin- namazı istikbali kıble, rükû ve secdeyi tam yapınca sahih olur.
d) Hanbelî Mezhebine göre, yönü belli bir yere -kasr uygulanan uzaklığa olsun olmasın- yolculuğa çıkan kimsenin hayvan üzerinde veya yaya olarak yer üzerinde nafile namaz kılması caizdir. Belli bir yön kastetmeksizin veya mekruh ya da haram yolculuk yapanın normal namazdaki gibi bütün işlemleri tam uygulaması gerekir.
c) Yeri:
a) Cumhur'a göre, hem yolcuya, hem de mukime yerleşim merkezi dışında nafile namaz kılmak caizdir. Başlangıç yeri hanefî hukukçuların çoğunluğuna göre, kasrın başladığı yerdir, bazılarına göre bir mil, bazılarınca iki veya üç fersah uzaktan başlar: Şehir dışında başlanan nafile namazı bitirmezden önce yerleşim merkezine girilirse, bazılarınca hayvan üzerinde ima ile, çoğunluğa göre inerek tamamlanır.
b) Ebu Yusuf’tan -kerahatsiz- ve eş-Şeybanî'den -kerahatle- yerleşim merkezinde de nafile namaz kılınabileceği nakledilir.
d) Şekli:
i) Şartların Uygulanması:
i.i) Temizlik:
a) Hanefî Mezhebine göre, eyer, semer veya üzengi vb. üzerinde necaset bulunması esah görüşte namaza engel olmaz.
b) Şafiî Mezhebine göre, hayvan üzerinde nafile namaz kılabilmek için, hem binek üzerindeki yerinin, hem de hayvanın durduğu veya yürüdüğü yerin temiz olması gerekir; ancak hayvanın idrar boşaltımı, ağzının kanaması veya yaş necasete basması halinde yuları mükellefin elindeyse namaz bozulur, değilse bozulmaz, necaset kuru olup binek ondan hemen ayrılırsa namaz sahihtir, ayrılmazsa bozulur. Hayvanı necasete bastıranın namazı mutlak olarak bozulur.
c) Malikî Mezhebine göre, ima edilen yerin temiz olması şart değildir.
d) Hanbelî Mezhebine göre, binekte namaz kılanın altındaki keçe vb.'nin temiz olması gerekir, hayvanın temiz olması şart değildir.
i.ii) İstikbal-i Kıble:
i.ii.i) Şart Olmaması;
a) Cumhur'a (Ali, İbnu'z-Zubeyr, Ebu Zer, İbn Ömer, Enes, Tavus, Atâ, Evzaî, Malik, Sevrî ve Leys'e) göre, devamında olduğu gibi namaza başlangıçta da istikbal-i kıble gerekmez. Malikî Mezhebine göre, istikbal-i kıble şart değildir, sadece yolculuk yönüne dönmek yeterli olur, ancak zaruret olmaksızın kasıtla bu yönden sapılırsa namaz bozulur, bununla birlikte sapma kıbleye doğruysa bozulmaz. Namaza kıbleye doğru başlamak menduptur, kolay da olsa gerekli değildir.
b) Hanefî Mezhebine göre, namazın başlangıcında kıbleye dönmek şart değildir, ancak güçlük bulunmadığı takdirde müstehaptır.
c) Ebu Hanife, Ahmed ve Ebu Sevr'e göre, başlangıcı kıbleye dönük yapmak müstehaptır, sonrasına aldırılmaz.
i.ii.ii) Şart Olması:
a) Şafiî Mezhebine göre, dönmek güç değilse, kıbleye dönmek gerekir Bütün namaz boyunca güç gelirse, iftitah tekbirini alırken kıbleye dönmek gerekli olur, bu da güç gelirse altı şartla istikbal-i kıble şartı düşer:
1) Yolculuğun mubah olması,
2) Cuma ezanının duyulamayacağı yere gitmek,
3) Yolculuğu ticaret vb. meşru bir maksatla yapmak,
4) Yolculuğun başlanan namazın bitimine kadar sürmesi, namaz kılarken yolculuk kesilirse yeniden başlamak gerekir,
5) Seyrin devam etmesi; namaz sırasında iner veya istirahat için durursa bu süre içersinde kıbleye dönmek gerekir,
6) Özürsüz yere namaz sırasında amel-i kesirde bulunmamak; ancak koşmak, hızla yürümek gibi özürler dolayısıyla amel-i kesirde bulunmak zarar vermez.
b) eş-Şafiî'ye göre, ayrı ve kolay gelen bir hayvanda iftitah tekbirinde kıbleye dönmek gerekir, kervan ve zor gelende gerekmez.
c) Hanbelî Mezhebine göre, hayvan üzerinde nafile kılanın güçlük olmaksızın bütün namazda mümkünse kıbleye dönmesi gerekir, güç gelirse gerekli olmaz, yolculuk yönüne dönülür. Yürüyen hayvan üzerinde namaz kılarken yolculuk yönüne doğru yönelmiş olup, sonra hayvan veya kendisi o yönden dönerse, bu dönüş kıbleye doğru olduğunda namaz sahihtir, özürsüz yere olursa veya özürlü olup örfen süre uzarsa namaz kesinlikle bozulur.
ii) Rükünlerin Uygulanması:
a) Hanefî Mezhebine göre, hayvan üzerindeki nafile namaz ima ile kılınır. Çünkü hayvan üzerindeki namaz ima ile meşru kılınmıştır. Herhangi bir madde veya eyer üzerinde secde edildiğine, bu secde rükûdan daha fazla eğilerek olduysa ima ile yapılmış kabul edilir. Amcl-i kalîl şeklinde hayvanın hızını arttırmak caiz olduğu gibi, namaza hayvan üzerinde başladıktan sonra, amel-i kalîlle yere inerek -bu namaza devam etmek suretiyle tamamlamak da caizdir. Namaza yerde başlayıp buna devam ederek hayvan üzerinde tamamlamak caiz değildir. Namaza yerleşim merkezi dışında başlayınca, şehre girdiğinde tamamlanır. Namaza iftitah tekbiri alıp binek üzerinde başladıktan sonra bitirmeden inilirse, kılınan yerden devam edilerek rükû ve secdeyle tamamlanır, -bir nakilde- Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre namaz yeniden kılınır. Namazın bir kısmını sonra inince kalınan yerden devam edilmez, Züfer'e göre devam edilebilir.
b) Şafiî Mezhebine göre, hayvan üzerinde namaz kılarken güç gelmezse rükû ve secdeler tam olarak yapılır, güç gelirse ima edilir. Yine kolay gelirse secde için rükûdan fazlaca eğilinir, aksi mümkün olan şekilde hareket edilir.
c) Malikî Mezhebine göre, deve üzerinde portatif çadır, tahtırevan vb. kendilerinde rükû ve secde normal olarak kolayca yapılan cisimlere binilirse, rükû ve secde ayakta veya dilerse oturarak ima ile yapılır, yolculuk yönü kıble yerine geçer: Eşek vb. üzerine binince, rükû tam, secde ima ile yapılır, ancak bu durumda ima, semer, eyer vb. üzerine değil, yere doğru ve alından sarık vb.'ni açarak yapılır. Hayvan üzerinde nafile kılan ona sopayla vurmak, ayağını hareket ettirmek, eliyle yularını tutup konuşmadan ve dönmeden zarurî olan işleri yapabilir. Namaza hayvan üzerinde başlayıp sonra durunca, yolculuğu sona erdiren ikamete niyet edilirse, inilir ve namaz rükû ve secdeyle yerde tamamlanır, yoksa kıraat hafif tutularak hayvan üzerinde tamamlanır.
Adanmış nafile bile olsa, hayvan üzerinde farz kılmak sahih değildir, ancak deve üzerinde portatif çadır (hevdec) vb. üzerinde istikbal-i kıble, rükû, secde ve kıyam şartıyla kılmabilir; eşek vb. hayvanlar üzerinde zaruret olmaksızın sahih olmaz.
d) Hanbelî Mezhebine göre, hayvan üzerinde nafile kılanın güçlük olmaksızın bütün namazda mümkünse kıbleye dönmesi, rükû ve secde yapması gerekir, güç gelirse bunlar gerekli olmaz, yolculuk yönüne dönülür, rükû ve secdeden biri zor gelince onun için ima edilir, yine kolay gelirse secde için rükûdan fazla eğilinir.
a) ÜM'e göre, araçta kılınmayınca vaktin kaçmasından endişe edildiğinde uçak, vapur, tren, otobüs vb. her çeşit ulaşım araçlarında farz veya nafile namaz kılındığında, güç yettiğince kıbleye dönmek gerekir, başka yöne doğru kılınmaz, araç dönünce namaz kılan da döner. Kıbleye dönmekten âciz kalınca, kudreti yettiğine pöre kılınır. Âciz kalınınca secde de düşer. Bu şekilde kılman namazın iadesi gerekmez.
Belirli yerlerde ve zamanlarda durak yapan veya kişinin kendisinin kullandığı araçlardaki yolculukta namaz saatleri bu bilgi ve kullanışa göre düzenlenebilir.
Bu konuyu, gemiyi esas alarak Hanefî Mezhebinin görüşüne göre biraz açalım:
1) Seyreden Gemi: Gemi hareket halinde olur ve kıyıya Çıkmak mümkünse, çıkılması müstehaptır, çıkılmaz ve kıyam, rükû ve secdeyi tam uygulayarak namaz kılınabilir; namaz kılarken gemi döndükçe kıbleye dönülür. Rükû ve secdenin oturarak yapılması -meselâ ayağa kalkınca baş dönmesi vb. sebeple- kıyamdan âciz kalma dolayısıyla olursa namaz ittifakla sahihtir, fakat kıyama veya oturma, rükû ve secdeye güç yetince imâ ile kılmak Ebu Hanife'ye göre isâetle sahihtir, Ebu Yusuf ve eş-Şeybanî'ye göre sahih olmaz.
2) Bağlı (demir atmış) Gemi:
2.a) Dalga ve Rüzgârın Salladığı Gemi: Şiddetli sallanma olursa hüküm hareket halindeki gemide olduğu gibidir. Sallanma şiddetli olmaz veya kıyıya bağlı olursa yine bir nakle -meselâ Mergınâni'ye- göre hüküm seyreden gemideki gibidir, sahih nakle -meselâ İbnu'l-Humâm'a- göre oturarak ittifakla namaz kılınmaz.
2.b) Kıyıda Duran Gemi: Suda veya Karada Duran Gemi: Gemi suya veya karaya demirleyerek durmuşsa, -dışarı çıkmak mümkün olsa da- yer gibi kabul edilerek onda kıbleye dönmüş olarak rükû ve secdesini tam uygulamak suretiyle namaz kılmak caizdir.
2.c) Suda Demirleyip Karaya Bağlı Olmayan. Gemi: Dışarı çıkmak mümkünse -hayvandan inmeye imkân varken farz namaz kılınmadığı gibi- oturarak namaz caiz değildir. Gemide cemaatle namaz sahihtir: Gemiler birleşik olarak iki gemide cemaat olunabilir. Öbür durumlar yerde kılınan cemaatle namaz esaslarına göre düzenlenir.
b) Şafiî Mezhebine göre, ulaşım aracında namaz kılınca, mutlaka kıbleye dönmek gerekir.
a) ÜM'e göre: farz namazda olduğu gibi hareket edilir.
b) Şafiî Mezhebine göre, denizci olmayanlar tarafından gemide nafile namaz kılınınca kıbleye dönmek gerekir, eğer dönmek mümkün değilse tamamen terki gerekir. Denizci olanların ise, mutlaka kıbleye dönmeleri gerekir, aksi halde racih görüşe göre güçlerinin yettiği tarafa kılabilirler.
Bilindiği gibi namazı bozan hallerden biri de amel-i kesirde bulunmaktır. Bu sebeple, amel-i kesîr sayılacak şekilde yürümekle nanıaz bozulacağından, farz namazların yaya olarak kılınması sahih olmaz.
Hanefî Mezhebine göre, yaya olanın yürürken nafile namaz kılması caiz değildir. Böyle bir arzusu olan, durur-durak yapar ve namazı bütün şartlarına uyarak tam kılar.
ÜM'e göre, çeşitli şartlar altında yaya olarak nafile namaz kılmak caizdir:
a) Şafiî Mezhebine göre, -uzun bir yolculuk olmasa da- yaya yolcunun nafile namaz kılması caizdir, ancak yolda çamur bulunmazsa rükû ve secdeyi tam yapıp, hem onları, hem de iftitah tekbirini alırken, iki secde arasında ve bazılarınca selâmda kıbleye dönmek gerekir. Sadece kıyam ve rükûdan tam doğrulup i'tidale, teşehhüd ve selâmdayken yürür. Kar, çamur, su vb.'nde yürürken, bazılarınca her zaman rükû ve secdeyi ima ile yaparak nafile namaz kılabilir, ancak kıbleye dönmek gerekir. Yaya namaz sırasında kasıtlı olarak necasete basınca, namaz kesinlikle bozulur, unutarak basılırsa necaset kuru olur ve hemen ayrılınca namaz sahihtir, aksi takdirde yine bozulur.
b) Maliki Mezhebine göre, yayanın istikbal-i kıble, rükû ve secdeyi tam yaparak nafile namaz kılması gerekir.
c) Hanbelî Mezhebine göre, yönü belli bir yere -kasr uygulanan uzaklığa olsun olmasın- yolculuğa çıkan kimsenin yaya olarak yer üzerinde nafile namaz kılması caizdir. Yayanın namaza kıbleye dönerek başlaması, yerde kıbleye doğru secde etmesi gerekir. Namaz bunlar dışındaki yolculuk yönüne doğru yürüyerek yerine getirilir.
Hastalar icmâyla namaz kılmakla mükelleftir: Gücü yetmeyenden kıyam, rükû ve secde düşer, bunlar kudretlerine göre namazlarını kılar[292].
Namaz işlemlerinden kısmen âciz kalma, iki şekilde ortaya çıkar:
1) Kıyamı yapamama,
2) Rükû ve secdeyi yapamama.
Kıyamı yapamama durumunda iki şekilde hareket edilir:
1) Oturarak veya dayanarak yapma,
2) Yarı veya sırtüstü yatarak yapma.
a) Hanefî ve Hanbelî Mezheblerine göre, sadece kıyamdan âciz kalma halinde, duvar veya sopa vb.'ne dayanarak kumaya güç yeterse, namazın bu şekilde kılınması gerekir, oturarak kılmak caiz değildir.
b) Şafiî Mezhebine göre, bir yardımcıya ihtiyaç duyarak kıyam yapabilen kimse iki şekilde hareket eder:
1) İnsana Dayanma;
a) Her Rekâtin Kıyamının Başında İhtiyaç: Böyle bir durumda kıyamın yapılması gerekir.
b) Kıyamın Bütününde İhtiyaç: Yardımcıya kıyamın bütününde ihtiyaç duyan kimseye kıyam gerekmeyip oturarak namazını kılar.
(2) Eşyaya Dayanma;
Namazda duvar, direk, sütun vb.'ne dayanarak kıyam yapabilirse -bu kıyamın bütününde de olsa- kıyam gerekli olur.
c) Maliki Mezhebine göre, dayanarak kıyama gücü yetene kıyam gerekmez, dayanmaksızın oturabilirse oturur, oturamazsa dayanarak kıyam yapar.
Kıyamın bir kısmına -meselâ iftitalı tekbirini alacak kadar- gücü yeterse, kıyamı güç yettiğince yapmak gerekir, sonra oturulur. Oturarak namaz bu sırada güç yettiğince herhangi bir şeye dayanmaksızın yapılır, dayanmadan kıyam yapılamazsa dayanılır ve namaz öylece kılınır.
a) Hanefî Mezhebine göre, kıraat ve rükû ânında istenen şekilde oturulabilir, ancak efdal olan teşehhüddeki gibi oturmaktır. Secde ve teşehlıüd halinde, normal teşehhüddeki gibi oturulur. Bütün bu şekillere güç yetmeyince, kolay gelen şekilde oturulur.
b) Şafiî Mezhebine göre, iki hal dışında iftiras şeklinde (ayakları sağrısı altına alarak) oturmak sünnettir:
1) Secdede ayak parmaklarının altı yere konur,
2) Son teşehhüd içinse teverrük (uyluk üzerine oturmak) sünnettir.
c) Maliki Mezhebine göre, secde, iki secde arasındaki oturuş ile son oturuş dışında -ki bunlar normal olarak yapılır- terebbu şeklinde (bağdaş kurarak) oturmak menduptur.
d) Hanbelî Mezhebine göre, rükû ve secde dışında bütün namazda İstenildiği gibi oturulur, ancak bağdaş kurarak oturmak sünnettir.
e) Züfer'e göre bütün namazda iftiraş uygulanır.
a) Hanefî Mezhebine göre, oturarak veya dayanarak kıyam yapamama halinde,'namazın, ayakları Kabe'ye doğru, dizleri dikmek ve başı hafifçe kaldırarak sırtüstü -istilka ile- kılınması efdaldir, sağ veya sol yana yatarak da kılınabilir, bu durumda efdal olan sağ yatarak kılmaktır. Bütün bunlardan hiç birine güç yetmeyince, nasıl güç yeterse namaz öylece kılınır.
b) Şafiî Mezhebine göre, oturarak namaz kılamayan kimse yüzü ve göğsü ile kıbleye doğru olacak şekilde yan yatarak -ıttıca ile- namaz kılar: Sağ yana yatarak kılmak sünnettir, ancak buna yetmeyince sol yana yatarak da kılınabilir. Bu şekilde rükû ve secdeye güç yetince, bu işlemler normal olarak yapılır, güç yetmezse ima edilir. Yan yatarak namaz kılmaktan da âciz kalınca sırtüstü uzanarak namaz kılınır: Bu durumda ayakların altı kıbleye çevrilir, yastık vb. ile başın kaldırılması gerekir, rükû ve secdeler ima ile yapılır, güç yetmeyince secde için rükûdan fazla eğilinir. Baş ile ima yaparak da kılamayınca gözkapaklarıyla ima yapılır, bu takdirde secde için rükûdan fazla eğilinmez. Bütün bunlardan âciz kalınca, namazın rükünleri kalben yapılır.
c) Malikî Mezhebine göre, oturmaktan da âciz olan, yüzü kıbleye doğru sağ yanına yatarak ima ile namaz kılar, sağ yanına yatamayan sol yanına yatabilir. Yan yatmaya da gücü yetmeyince ayaklar kıbleye doğru sırtüstü yatırılır. Bu şekildeki sıraya uymak menduptur. Sırtüstü de yatamayınca baş kıbleye doğru olmak üzere karınüstü yatılır, namaz ima ile kılınır. Sırtüstü yatabilmek, gücü dahilindeyken, karınüstü yatarak kılınan namaz sahih olmaz.
d) Hanbelî Mezhebine göre de oturarak namaz kılmamayınca, yüz kıbleye doğru yan yatarak -sağ efdaldir- namaz kılınır. Buna da güç yetmeyince, ayaklar kıbleye doğru sırtüstü namaz kılınır, yan yatarak kılmak mümkünken sırtüstü kılmak mekruhtur.
Rükû ve secdelerden ikisinden veya birisinden âciz kalınca, âciz kalınan kısım ima ile kılınır:
1. Kıyam ve secdeye güç yetip, rükûdan âciz kalınca, tekbir ve kıraat için kıyam yapılır, rükû için ima -baş iması- edilerek secdeye gidilir.
2. Kıyama güç yetip rükû ve secdeye yetmeyiifcc, tekbir ve kıraat ayakta yapılır, rükû için ayakta, secde için oturarak ima edilir; secde için, ayakta, rükû için oturarak ima yapılırsa ÜM'e göre namaz bozulur, Hanefî Mezhebine göre, rükû ve secde için ayakta veya oturarak ima yapmak sahihtir, ancak efdal olan secde için oturarak ima yapmaktır, Züfer'e göre namaz ayakta kılınır.
3. Kıyama güç yetmeyince rükû ve secde için oturarak imâ edilir, secde için yapılan imâ'nın rükû için yapılandan daha fazla eğilerek yapılması gerekir.
4. Kıyama güç yetip, oturarak rükû ve secdeye güç yetmeyince, rükû ve secde için ayakta ima yapılır. Secdede âciz kalmakla, ÜM'e göre gücün yettiği kıyam düşmez, Hanefî Mezhebinin esah görüşüne göre secdeden âciz kalınca, -rükûdan âciz kalınsın kalınmasın- namaz rükû ve secde için ima ederek kılınır, bu, ayakta ima yaparak kılmaktan efdaldir.
a) ÜM ve Züfer'e göre, namazın fiilî rükünlerinden bütünüyle âciz kalıp, sadece göz işareti veya kalben düşünmeye -yani göz, kaş ve kalp imasına- güç yetince -aklî denge bozulmadıkça- namazın bu şekilde kılınması gerekir, göz işaretine güç yeterken namaz işlemlerinin kalpten geçirilmesi yeterli olmaz.
b) Hanefî Mezhebine -Ebu Hanife'ye- göre, namazın yerine getirilmesi için sadece göz, kaş veya kalp imasına güç yetince namaz düşer, bunlarla ima ederek kılınması -aklî dengesi yerinde olsun olmasın- sahih olmaz. Namaz sayısı bu vaziyetteyken beş veya beşten fazla olunca kaza da gerekmez, dört vakit olunca kaza edilir bununla birlikte, kazaya kalan namaz dört vakitten az olsa bile, vefat halinde namaz borcu olmaz; bir başka nakle göre bu namazlar bütünüyle düşer.
c) Ebu Yusuf ve el-Hasen b. Ziyad'a göre, kalple değilse de göz ve kaşlarla ima edilebilir.
d) Şevkânî ve Sıddık Hasen Han'a göre namaz mükellefliği düşer; yoksa, bu, güç yetirilemeyen bir teklif olur.
İma ile namaz kılarken herhangi bir cisim üzerine secde etmek mekruhtur. Ayrıca, ÜM'e göre, ima ile namaz kılana ondan kuvvetli ve iyi olan uyamaz, Şafiî Mezhebine göre, namazı kaza etmek yerine yeterli olunca ona uyabilir.
a) ÜM'e göre, hasta namaz kılarken iyileşirse, namazına devam ederek gücü yeten normal şekle göre tamamlar.
b) Hanefî Mezhebine göre, bazı ayrıntılar bulunmaktadır:
1. Kıyamdan âciz olunur ve namazı oturarak, rükû ve secde ile kılabilirken iyileşince, namaza devam edilir ve -fiilen rükû ve secde yapılmasa da- kıyam yapılarak kılınır.
2. Oturarak ima ile namaz kılıp, sonra rükû ve secdeye güç yetince, bu, bir rekâtte ima ettikten sonra olursa, namaza devam edilir, bir rekât ima etmeden iyileşince namaz yeniden kılınır,
3. Yan yatarak ima ile namaz kılınıp, oturmaya güç yetecek şekilde iyileşince, namaza yeniden başlanır.
Hanefî Mezhebinin görüşü şöyle özetlenebilir: Namaza oturarak ve rükû-secdeyle başlayıp iyileşince, Ebu Hanife ve Ebu Yusuf a göre namaza devam ederek tamamlanır, eş-Şeybanî'ye göre yeniden kılınır; namaza ima ile başlanırsa Ebu Yusuf, Ebu Hanife ve eş-Şeybani'ye göre yeniden kılınır, Züfer'e göre tamamlanır.
Namaza sağlam başlayınca güç yetene göre namaza devam edilir, Ebu Hanife'den yapılan bir nakle göre, ima ile devam edilecekse yeniden kılınır.
Kısaca namazı ayakta kılamayan ya da güçlükle kılabilecek olan veya ayakta kıldığı takdirde hastalığı ve ağrıları artacağından ya da iyileşmesinin gecikeceğinden, özürlü olup idrar gelmesinden korkan bir kimse, nasıl kolay ve zararsız olursa, öylece oturup rükû ve secde ile namazını kılar. Rükû ve secdeyi yapmaya gücü yetmeyen kimseler de bu şekilde hareket eder.
Hastalıkta kazaya kalan namazlar, sağlıklıyken oturarak veya ima ile kılınmaz. Sağlıklı zamandan kazaya kalan namazlar hastalık halinde oturarak veya ima ile kıhnabilir. Hastalıktan dolayı kılmaya güç ve vakit bulamayanın namazları borç olmaktan düşer.
Düşman, sel veya yangın, vahşî hayvan vb. korkunç bir durum karşısında bulunan bir müslüman topluluğunun içlerinden birini imam edinerek farz bir namazı nöbetle kılmalarına Salâtu'l-Havf, normal şekilde kılınan namaza ise Salâtu'l-Emn adı verilir. Hz. Peygamber (sav) Zatu'r-Rik'a, Batnı Nahl ve Usfan... hadiselerinde salâtu'l-havf kıldırmıştır. Sahabe ve raşid halifeler de mecusîlerle yaptıkları savaşlarda bu namazı kılmışlardır.
Esasen imama uyarak namazı emniyet halindeki gibi kılmak efdaldir. Bu durumda namaz, çeşitli grupların ayrı ayrı imama uymalarıyla da eda edilebilir. Fakat korku halinde namaz aşağıda açıklanacak şekilde kılınabilir mi?
a) Cumhur'a göre, salâtu’l-havf caizdir.
b) Ebu Yusuf’a göre, tek imamla salâtu'l-havf kılmak, sadece Hz. Peygamber (s.a.v.) devrine aittir. O'nun vefatından sonra uygulama iki imamın kıldırmasıyla olur: Birinci imam bir gruba, diğer imam da ikinci gruba kıldırır.
İbn Rüşd, Hz. Peygamber'den yapılan birçok değişik nakil bulunmasından dolayı, salâtu'l-havfin kılınması konusunda, hukukçuların uygun gördüğü yedi şekil bulunduğunu belirtir[295], Bunlar içinde, Hanefî mezhebinin benimsediği şekil şudur[296]:
Bir grup düşman karşısında durur, diğer bir grup da imama uyar:
a) Birinci grup, iki rekâtli bir namazın ilk, üç veya dört rekâtli bir namazın da ilk iki rekâtini imamla birlikte kılar. İkinci secdeden veya birinci ka'dede teşehhüdden sonra, selâm vermeden düşman karşısına gider.
b) İkinci grup gelerek imama uyar, onunla birlikte kalan bir veya iki rekâti kılar, selâm vermeden tekrar düşman karşısına gider. İmam bu durumda kendi başına selâm verir, namazdan çıkar.
c) Düşman karşısına giden birinci grup döner, namazını kıraatsız olarak tamamlar, selâm verir ve yine düşman karşısına gider, çünkü bu grup namazı kılma konusunda lâhık hükmündedir.
d) En sonra, ikinci grup gelerek, nanıazlarnı kıraatle tamamlayarak, yeniden düşman karşısına gider. Bu ikinci grup, namaz konusunda mesbûk hükmündedir.
Bu normal şekil yanında, her iki grup namazlarını bulundukları yerde de tamamlayabilir.
Korkunç bir harp, korku vb. halinde bir roüslüman topluluğun korkulan artar, binmiş oldukları hayvanlardan veya araçlardan yere inmek imkânı da bulamazlarsa namazı teker teker binek olarak güçlerinin yettiği yöne doğru ve ima ile kılar, ima ile de mümkün olmazsa sonraya bırakırlar. Nitekim Hendek Savaşı'nda birkaç vakit namaz kazaya bırakılmıştır[297]. Fakat Cumhur'a göre, korku, halinde namazın sonraya bırakılması, bu namazın meşru kılınmasından önce ve Hendek Savaşı'na aittir, salâtu'l-havfin meşru kılınmasından sonra bu hüküm neshedilmiştir[298].
Muhammed eş-Şeybani’den binek olarak cemaatle salâtu'l-havf kılınabileceği görüşü nakledilmiştir[299].
Cumhur'a göre salâtu'l-havf yolcular için iki, mukimler için dört rekâttir; İbn Abbas'a göre, her durumda bir rekâttir.
a) Hanefî Mezhebi ve eş-Şafiî'nin -cedid kavline- göre, imama uyan grupların namaz esnasında harp etmemeleri gerekir; Malik ve -kadim kavlinde- eş-Şafiî'ye göre bu şart aranmaz.
b) Mevki değiştirmemek, düşmanı gözetlememek. Böyle bir durumda imamın namazı sahihtir, cemaatınki sahih değildir.
c) Gider gelirken havyana binmemek.
d) Namaza aykırı başka bir harekette bulunmamak.
Bu şartlardan birinin bulunmaması yüzünden bozulan namaz yeniden kılınır.
Namaz kılan kimsenin kasıtlı olmaksızın kendi bedeninden çıkan kan vb. pislikler ile yellenme gibi herhangi bir sebeple abdestinin bozulmasına Sebku'l-Hades denir. Böyle bir durumda, imam namazını keser, ona uyanların namazı ise bozulmaz[303].
Sebku'l-Hades kasıtlı olmaksızın bedenden çıkan kan, irin vb. necasetler ile yellenmeden dolayı meydana gelir. Bunun dışında, dışarıdan necaset bulaşması, imamın kahkahası, bayılması gibi durumlarda sebku'l-hades meydana gelmeyeceğinden istihlaf çözümü uygulanmaz. Namaza devam etmesine engel olacak kadar bir necaset imama bulaşır veya bir rükün eda edecek kadar avret yeri açık kalırsa, hem imamın, hem de ona uyanların namazı bozulur. Bu durumda, istihlaf, Hanefî Mezhebine göre, caiz değildir.
Rükû veya secde yaparken sebku'l-hades'e uğrayıp abdest alan kimse hadese uğradığı rüknü yeniden yapar[304].
Sebku'l-Hades halinde bütün namaz kılanların uygulayabileceği genel çözüm yolu, ya namaza kaldığı yerden devam etmek veya yeniden kılmakla gerçekleşir :
Namaza sebku'l-hadesten sonra abdest alarak kaldığı yerden itibaren devam ederek bitirmeye el-Bina Ale's-salât denir:
a) Cumhur'a göre, sadece burun kanaması halinde, bu çözüm yolu uygulanabilir, bunun dışında uygulanmaz.
b) Hanefî Mazhebine göre, sebku'l-hades halinde namaz bozulmaz, bu çözüm yolunu uygulamak caizdir. Bu konudaki delil, hadis ve sahabe icmâına dayanan istihsandır.
c) eş-Şafii'ye göre, sebku'l-hades halinde namaz bozulur, hiçbir durumda bina yapılmaz.
Sebku'l-Hades halinde münferîd namazdan ayrılır ve abdest aldıktan sonra ister abdest aldığı, isterse namaza başladığı yerde kalan kısmı tamamlar. Bazı hanefî hukukçulara göre, abdest alınan yerde tamamlamak şarttır.
Sebku'l-Hades'le karşılaşan muktedî namazdan ayrılır ve abdest alarak namaza aykırı bir davranışta bulunmadan hemen imama uyarak namaza devam eder. Namaza devam etmeye başlayınca, -lâhık olacağından- ilkin abdest alırken kaçırdığı rükünleri kaza eder. Bu durumda, imama uyup kaçırdıklarını selâmdan sonra tamamlarsa, namaz Züfer'e göre fasidken diğer hanefî hukukçulara göre sahihtir. Abdest alıp tekrar imama uymak istendiğinde, namaz tamamlanmışsa, muktedî namazını yeniden kılar.
İmam olan kimse, özel çözüm yolunda ele alınacağı gibi-namaz kıldırmaya ehliyetli birini yerine geçirir, abdest alarak namazın kalan kısmını muktedî gibi tamamlar.
Abdestin bozulması, sebku'l-hades vasfını taşımayıp kasıtlı olarak gerçekleştiyse namazı yemden kılmak gerekir. Bunun dışında, namazın başka sebeplerle bozulması halinde, bu çözüm yolu uygulanmaz.
Abdestin bozulması kesin olarak gerçekleşmelidir. Henüz abdest bozulmadan bozulacak diye namazdan ayrılınca bina ale's-salât uygulanmaz.
Bina ale's-salât abdest bozulunca uygulanır. Herhangi bir sebeple namaz kılarken cünüp olma halinde bu çözüm yolu uygulanmaz.
Abdest bozulduktan sonra, namaza aykırı davranışta bulunmadan hemen abdest alınır ve kalman yerden itibaren namaz tamamlanır. Bu arada, aykırı bir davranışta bulunulursa, namaz yeniden kılınır. Abdest almaya gidildiğinde, bir rükün yapılacak kadar beklemek veya abdestsiz olarak bir rükün yapmak da, namaza aykırı davranış sayılır.
Sebku'l-Hades halinde, abdest almaya gidince, abdestin sünnetlerinin uygulanmayışı, aykırı davranış sayılmaz.
Abdestli olarak başlanan namazda sebku'l-hadesle karşılaşan kimse, su bulamazsa, teyemmüm eder ve namazı kıldığı yerden itibaren tamamlar. Namaz kıldığı yere döndüğünde su bulunursa, namazı yeniden kılar. Fakat henüz yerine dönmeden su bulursa, abdest alır, bina ale's-salâtı uygular.
Sebku'l-Hades son rekâtte teşehhüd miktarı oturduktan sonra meydana gelirse, abdest alınır ve selâm verilir. Bu durumda, aykırı davranışta bulunmakla, namaz tamamlanmış olur.
Sebku'l-Hades halinde namazı yeniden kılmaya İsti'nafu's-Salât veya Îstikbâlu's-Salât adı verilir, İbadetin sağlama alınması yönünden bu çözüm yolunu uygulamak en güzel bir hareket tarzıdır.
Sekbu’l-Hades Sonrasında Namaz
Genel Çözüm Yolu Özel Çözüm Yolu
a-Bina Ale's-Salat İstihlaf
b-lsti'nafu's-Salat
Musalli
ŞEMA 21: Sebku'l-Hades Sonrasında Namaz
Sebku'l-Hades sonrasında namazın kılınması için uygulanacak özel çözüm yolu, sadece imamın uygulayabileceği İstihlâf adını alan işlemdir:
a) Hanefî Mezhebine göre, sebebi ne olursa olsun, kasıtlı olmaksızın namazda sebku'l-hadesle karşılaşma halinde istihlâf caizdir.
b) Şafiî Mezhebine göre, ister kasıtlı, ister elde olmayarak abdesti bozacak bir halin meydana gelmesi halinde istihlafın sebebi gerçekleşmiş olur.
c) eş-Şafiî'ye göre, sebku'l-hadesten sonra istihlâf uygulanmaz, cemaat namazın kalan kısmını tek başına tamamlar.
İstihlâf kavramı, uygulama şekil, sebep ve şartları cemaatle namaz konusunda geniş olarak ele alınmıştır.
[1] Serahsî, Mebsût, c. II, s. 45; Kâsânî, BS, c. I, s. 195; Cezîrî, Fame, c. I, s. 356; Merginânî, Hidâye, c. I, s. 87. krş. İbn Rüşd, BM, c. I, s. 175.
[2] Kâsânî, BS, c. I, s. 195; Cezirî, Fame, c. I, s. 355.
[3] Bakara: 2/203.
[4] Hacc: 22/28.
[5] Serahsî, age, c. II, s. 45; Kâsânî, BS, c. 1, s. 197-198; Cozîrî, Fame, c. I, s. 356-357; Mevgınânî, age, c. I, s. 87.
[6] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 175; Serahsî, age, c. II, s. 42; Kâsânî, BS, c. I, S- 195-196; Cezîrî, Fame, c. I, s. 356-357; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 87.
[7] krş. Kâsânî, BS, c. I, s. 198-215; Cezîrî, Fame, c. I, s. 242-274.
[8]Şafiî Mezhebi, namazın sünnetlerini, iki grupta ele alır:
1- Eb'âd: Sayıları yirmi kadar olan çeşitli sünnetler.
2- Heyeât: Namazın rükünleri ve eb'âd dışında kalan sünnetler. Bunlar dışında es-Seketâtu'1-Hâtife adını alan ve yapılması ınatiup bazı hususlar da vardır. (Cezîrî, Fame, c. I, s: 246}
Hanbelî Mezhebi ise, sünnetleri sözlü ve fiilî (heyeât) olmak üzere iki ana biilümde ele alır (Cezîrî, Fame, c. I, s. 248).
[9] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 89; Serahsî, age, c. I, s. 190-192; İbn Kudüme, Mugni, c. II, s. 237-254; Cezîrî, Fame, c. I, s. 269-272.
[10] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 95; Cezîrî, Fame, c. I, s. 253.
[11] Şafiî, Umm, s. 110; Serahsî, Mebsût, c. I, s. 165; İbn Kudâme, Mugnî, c. I, s. 470, 495; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 104-105; Cezîrî, Fame, c. I, s. 249-250; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 55 (3-4). Özellikle Hanefiler ile Şafiîler arasında çok tartışılan bu konu hakkında, Takıyyu'd-dîn es-Subkî (ö. 756), bir risale yazmıştır: "Risale fî Refi'l-Vedeyn fi's-Salât", Mecmuatu'r-Resâili'l-Munîriyye, Beyrut, 1970, c. I, s. 253-256.
[12] Cezîrî, Fame, c. I, s. 259-260.
[13] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 107; İbn Kudâme, age, c. I, s. 472; Cezîrî, Fame, c. I, s. 251.
[14] İbn Kudâme, Mugnî, c. I, s. 473; Cezîrî, Fame, c. I, s. 255.
[15] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 96; Cezîri, Fame, e. I, s. 255.
[16] Serahsî, Mebsût, c. I, s. 15; İbn Kudâme, Mugnî, c. I, s. 475; Cezîri, Fame, c. I, s. 256.
[17] İbn Kudâme, age, c. I, s. 475; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 97; Cezîri, Fame, c. I, s. 257.
[18] Şafiî, Umm, c. I, s. 109; Tahâvî, Muhtasar, s. 26; Gezîri, Fame, c. I, s. 25.
[19] Cezîrî. Fame, c. I, s. 254, 259.
[20] Cezîrî, Fame, c. I, s. 262-263.
[21] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 100.
[22] Cezîrî, Fame,c. I, s. 260; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 58 (4).
[23] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 100.
[24] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 100.
[25] Tahavî, Muhtasar, s. 27; Şafiî, Umm, c. I, s. 112; Cezîrî, Fame, c. I, s. 251-252.
[26] İbn Kudâme, Mugnî, c. I, s. 534, 539; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 105-106; Cezîrî, Cezîrî, Fame, c. I, s. 264.
[27] Cezîrî, Fame, c. I, s. 265. Çok tartışılmış olan bu konu hakkında İbn Abidîn, bir risale yazmıştır: Refu'u-Tereddud fi Akdi'l-Asâbi' Inde't-Teşekhud, Dımaşk, 1301, 22 s.
[28] İbn Kudâme, age, c. I, s. 541-548; Cezîrî, Fame, c. I, s. 266.
[29] Kâsânî, BS, c. I, s. 115.
[30] Cezîrî, Fame, c. I, s. 329-330.
[31] İbn Rüşd, BM, c. I, S. 156.
[32] İbn Rüşd. BM, c. I, s. 6; Kâsânî, BS, c. I, s. 3; Cezîrî, Fame, c. I, s. 46.
[33] Maide: 5/6. Aynı mânâda bkz. Nisa: 4/43
[34] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 32.
[35] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 32; Cezîrî, Fame, c. I, s. 47-49; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 14.
[36] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 32-33.
[37] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 38.
[38] İbn Rüşd, BM, c. 1, s. 33; Cezîrî, FAame, c. I, s. 47; Humeynî, age, s. 14.
[39] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 6; Ceziri, Fame, c, I, s. 49-50.
[40] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 6.
[41] Cezîrî, Fame, c. I, s. 53-63.
[42] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 8; Kâsânî, BS, c. I, s. 3-4; Cezîrî, Fame, c. I, s. 54-55.
[43] Şafiî, Umm, c. I, s. 24; Nevevî, Mecmu, c. I, s. 509; Malik, Mudevvene, c. I, s. 15; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 7-8; Kâsanî, BS, c. I, s. 21.
[44] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 6-7; Kâsânî, BS, c. I, s, 20.
[45] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 8-9; Kâsânî, BS, c. I, s. 4; Cezîrî, Fame, c. I, s. 56.
[46] İbn Rüşd. BM, c. I, s. 8-9; Kâsânî, BS, c. I, s. 4.
[47] Şafiî, Umm, c. I, s. 26; Gazâlî, Veciz, c. I, s. 13; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 9; Kâsânî, BS, c. I, s. 4-5; Cezîrî, Fame, c. I, s. 56.
[48] Şafiî, Umm, c. t, s. 26; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 9; Kâsânî, BS, c. I, s. 4.
[49] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 10.
[50] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 10; Kâsânî, BS, c. I, s. 5; Humeynî, age, s. II (12).
[51] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 10.
[52] Şafiî, Umm, c. I, s. 23; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 11; Kâsânî, BS, c. I, s. 23.
[53] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 11; Kâsânî, BS, c. I, s. 5; Cezîrî, Fame, c. I, s. 56; Humeynî, age, s. 11 (9-11).
[54] İbn Rüşd, BM, c. I, a. 12-13; Kâsânî, BS, c. I, s. 7.
[55] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 16; Kâsânî, BS, c. I, s. 19; Cezîrî, Fame, c. I, s. 59-60; Humeynî, uge, s. 13.
[56] İbn Rüşd, BM, c. I, s. U; Kâsânî, BS, c. I, s. 20.
[57] Şafiî, Umm, c. I, s. 30; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 13; Kâsfınî, BS, c, I, s. 22; Humeynî, age, s. 12 (6).
[58] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 13; Kâsânî, BS, c. İ, s. 22; Humeynî, age, s. 13.
[59] Ibn Rüşd, BM, e. I, ş. 9-10.
[60] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 18-23.
[61] İbn Rüşd, BMt c. I, s. 68-69; Kâsânî, BS, c. I, s. 18-19, 21; Tahâvî, Muhtasar, s. 18; Cezîrî, Fame, c. I, s. 89-100; Mavsılî, İhtiyar, c. I, s. 36. Geniş bilgi için bkz. Cezîrî, Fame, c. I, s. 65-73.
[62] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 65.
[63] Kâsânî, BS, s. I, s. 23-24. Geniş bilgi için bkz. Cezîrî, Fame, c. I, s. 74-76.
[64] Geniş bilgi için bkz. Cezîrî, Fame, c. I, s. 76-78.
[65] Kâsânî, BS, c. I, s. 24.
[66] Cezîrî, Fame, c. I, s. 79; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 14.
[67] Cezîrî, Fame, c. I, s. 79; İbn Kudâme, Mugnî, c. I, s. 125-127.
[68] Cezîrî, Fame, c. I, s. 79; îbn Kudâme, age, c. I, s. 125-127.
[69] Cezîrî, Fame, c. I, s. 79.
[70] Cezirî, Fame, c. I, s. 79.
[71] Cezîrî, Fame, c. I, s. 79; İbn Kudâme, age, c. I, s. 127.
[72] Kâsânî, BS, c. I, s. 25; Cezîrî, Fame, c. I, s. 79; Mergmânî, age, c. I, s. 15; İbn Kudâme, age, c. I, s. 125.
[73] İbnu'l-Munzir, İcma, s. 40; İbn Kudâme, age, c. I, s. 125.
[74] Cezîrî, Fame, c. I, s. 79-80; Mergınânî, age, c. I, s. 15; İbn Kudâme, age, c. I, s. 125.
[75] Cezîrî, Fame, c. I, s. 79; İbn Kudâme, age, c. I, s. 125.
[76] Kâsânî, BS, c. I, s. 24; İbn Kudame, age, c. I, s. 125.
[77] Kâsânî, BS, c. I, s. 25; İbn Kudâme, age, c. I, s. 125-126.
[78] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 26; Kâsânî, BS, c. I, s. 24.
[79] Kâsânî, BS, c. I, s. 25; Cezîrî, Fame, c. I, s. 86; İbn Kudâme, age, c. I, s . 136-137; Mergınânî, age, c. I, s. 14.
[80] Kâsânî, BS, c. I, s. 25; Cezîrî, Fame, c. I, s. 86; Mergınânî, age, c. I, s. 14; İbn Kudame, age, c. I, s. 136-137.
[81] Tahâvî, age, s. 18; Kâsânî, BS, c. I, s. 25; Mergınanî, age, c. I, s. 15-16; İbn Kudame, age, c. I, s. 136.
[82] İbn Munzir, age, s. 40.
[83] Kâsânî, BS, c. I, s. 25; Mergınânî, age, c. I, s. 14; İbn Kudame, age, c. I, s. 136-137; Cezîrî, Fame, c. I, s. 86.
[84] Kâsânî, BS, c. I, s. 27; Mergınânî, age, c. I, s. 15.
[85] Tahâvî, age, s. 18; Kâsânî, BS, c. I, s. 27; Murgınânî, age, c. I, s. 14; İbn Kudame, age, c. I, s. 138.
[86] Kâsânî, BS, c. I, s. 27; Mergınânî, age, c. I, s. 14.
[87] Kâsânî, BS, c. I, s. 27-29; Cezîrî, Fame, c. I, s. 101-104; Humeynî, age, s. 14 (2-3).
[88] Şafiî, Umm, c. I, s. 15; Gazâlî, age, c. I, s. 16; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 29; Kâsânî, BS, c. I, s. 29-30; Cezîrî, Fame, c. I, s. 81-84; Tahâvî, age, s. 19; İbn Kudfune, age, c. I, s. 141-144.
[89] Şafiî, Umm, c. I, s. 19; Kâsânî, BS, c. I, s. 30; Cezîrî, Fame, c. I, s. 86; Tahâvî, age, s. 19; İbn Kudâme, age, c. I, s. 131-134.
[90] İbn Kudâme, age, c. I, s. 134-135.
[91] İbn Kudâme, age, c. I, s. 134.
[92] Kâsânî, BS, c. I, s. 33; İbn Kudâme, age, c. I, s. 135.
[93] İbn Kudâme, age, c. I, s. 135.
[94] Kâsânî, BS, c. I, s. 30; İbn Kudâme, age, c. I, s. 128; Tahâvî, nge, s. 18; Morgmânî, age, c. I, s. 15; Cezîrî, Fame, c. I, s. 80.
[95] Cezîrî, Fame, o. I, s. 80-81; Mergınânî, age, c. I, s. 15; Tahâvî, age, s. 18-19.
[96] Kâsânî, BS, c. I, s. 30-31; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 27-28; İbn Kudâme, age, c. I, s.127-128.
[97] Şafiî, Umm, c. I, s. 21; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 31; Kâsânî, BS, c. I, a. 32; İbn Kudame, age, c. I, s. 143; Cezîrî, Fame, c. I, a. 87.
[98] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 31; Kâsânî, BS, c. I, s. 32; İbn Kudame, age, c. 1, s. 141; Cezîrî, Fame, c. I, s. 87.
[99] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 31; Kâsânî, BS, c. I, s. 32; İbn Kudame, age, c. I, s. 138-141; Cezîrî, Fame, c: I, s. 87.
[100] Kâsânî, BS, c. I, s. 32; Cezîrî, Fame, c. I, s. 86-87; İbn Kudâme, age, c. I, s. 130-131.
[101] Bakara: 2/217.
[102] Kâsânî, BS, c. I, s. 32; İbn Kudâme, age, c. I, s. 130-131.
[103] Kâsânî, BS, c. I, s. 33; İbn Kudâme, age, c. I, s. 145.
[104] Kâsânî, BS, c. I, s. 33; Cezîrî, Fame, c. I, s. 87-88; İbn Kudâme, age, c. T, s. 144-14.5: Tahâvî, age, s. 19.
[105]Kâsânî, BS, c. I, s. 15-18; Cezîrî, Fame, c. I, s. 51-53.
[106] Kasanı, BS, c. I, s. 34; Cezîrî, Fame, c. I, s. 105.
[107] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 36; Kâsânî, BS, c. I, s. 35-39; Cezîrî, Fame, c. I, s. 105-111.
[108] Humeynî, age, s. 26.
[109] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 36, 37.
[110] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 35.
[111] Kâsânî, BS, c. I, s. 35; Cezîrî, Fame, c. I, s. 118-120; Humeynî, age, s. 34.
[112] Kâsânî, BS, c. I, s. 35; Cezîrî, Fame, c. I, s. 118-120.
[113] Şafiî, Umm, c. T, s. 24; Malik, age, c. I, s. 15; İbn Rüşd Kâsânî, BS, c. I, s. 34; Cezîrî, Fame, c. I, s. 111-116.
[114] Kâsânî, BS, c. I, s. 35.
[115] Kâsânî, BS, c. I, s. 34; Cezîrî, Fame, c. I, s. 110.
[116] Kâsânî, BS, c. I, s. 34-35.
[117] Kâsânî, BS, c. I, s. 37; Cezîrî, Fame, c. I, s. 120.
[118] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 38; Kâsânî, BS, c. I, s. 37; Cezîrî, Fame, c. I, s. 121, 122; Humeynî, age, s. 18 (4).
[119] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 38; Cezîrî, Fame, c. I, s. 121.
[120] Şafiî, Umm, c. I, s. 54; Şafiî, Ahkâmu'l-Kur'ân, c. I, s. 8.30, Nevevî, age, c. II, s. 173; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 37; Serahsî, Mebsût, c. I, s. 118; Kâsânî, BS, c. I, s. 37; Cezîrî, Fame, c. I, s. 121, 122; Humeynî, age, s. 18 (4).
[121] Kasani, BS, e. I, s. 37; Humeynî, age, s. 17 (3). Aâsânî, BS, c. I, s 37; Humeynî, age, s. 17-18(3).
[122] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 44; Cezîrî, Fame, c. I, s. 133-134
[123] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 276; Kâsânî, .BS, c. I, s. 129.
[124] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 46; Sabûnî, Tefsiru Âyâti'l-Ahkâm, c. I, s. 299, 300.
[125] Şafiî, Umm, c. I, s. 59; Nevevî, age, c. II, s. 380; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 45-46; Cezîrî, Fame, c. I, s. 134; Sabûnî, age, c. I, s. 301-302.
[126] Taberî, Cûmiu'l-Beyan, c. II, s. 387; Şevkanî, Fethu'l-Kadir, c. I, s, 226'dan Sabûnî, age, c. I, s. 302.
[127] Sabûnî, age, c. II, s. 506-508.
[128] Vakı'a: 56/79.
[129] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 38; Kâsânî, BS, c. I, s. 37, 44.
[130] Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, c. I, s. 305-306.
[131] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 44; Cezîrî, Fame, c. I, s. 133-134; Sabûnî, age, c. I, s. 298.
[132] Taberî, age, c. II, s.383'ten Sabûnî, age, c. I, s. 299.
[133] Kâsânî, BS, e. I, s. 44.
[134] Cezîrî, Fame, c. I, s. 144.
[135] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 14; Kâsânî, BS, c. I, s. 7; İbn Kudâme, age, c. I, s. 2 83; Cezîrî, Fame, c. I, s. 135-136; Mergınânî, age, c. I, s. 28.
[136] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 16; Kâsânî, BS, c. I, s. 8-9; Cezîrî, Fame, c. I, s. 144-145; Mergınânî, age, c. I, s. 28, 29; Tahâvî, age, s. 21.
[137] Şafiî, Umm, c. I, s. 33; Serahsî, age, c. I, s. 99; Kâsânî, BS, c. I, s. 9-10; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 16-17; Cezîrî, Fame, c. I, s. 139.
[138] Cezîrî, Fame, c. I, s. 139-140.
[139] Kâsânî, BS, c. I, s. 10; Mergınânî, age, c. I, s. 29; Cezîrî, Fame, c. I, s. 141.
[140] Cezîrî, Fame, c. I, s. 141.
[141] Cezîrî, Fame, c. I, s. 141-142.
[142] Cezîrî, Fame, c. I, s. 138.
[143] Kâsânî, BS, c. I, s. 10-11; Cezîrî, Fame, c. I, s. 137, 143-144; Mergınânî, age, c. I, s. 29-30; Tahâvî, age, s. 21-22; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 15, 17.
[144] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 15; Kâsânî, BS, c. I, s. 11-12; Cezîrî, Fame, c. I, s. 137-138; Mergınânî, age, c. I, s. 28-29; Tahâvî, age, s. 22.
[145] Cezîrî, Fame, c. I, s. 138, 140, 141.
[146] Cezîrî, Fame, c. I, s. 141.
[147] Cezîrî, Fame, c. I, s. 138-139, 141.
[148] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 96-97; Cezîrî, Fame, c. I, s. 148.
[149] Bakara: 2/267.
[150] Ömer Nasuhi Bilmen, age, s. 96-97.
[151] Kâsânî, BS, c. I, s. 55-56.
[152] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 50-51; Kâsânî, BS, c. I, s. 44-45; Cezîrî, Fame, c. I, s. 148; Mergınânî, aget c. I, s. 25.
[153] Maide: 5/6; Nisa: 4/43.
[154] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 52-53; Cezîrî, Fame, c. I, s. 151-153.
[155] Şafiî, Umm, c. I, s. 46; Kâsânî, BS, c. I, s. 52; Mergınânî, age, c. I, s. 26.
[156] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 52-53; Kâsânî, BS, c. I, s. 46-53, 54-55; Cezîrî, Fame, c. I, s. 151-153; Mergınânî, age, c. I, s. 26; Humeynî, age, s. 37-38.
[157] Şafiî, Umm, c. I, s. 46; Cezîrî, Fame, c. I, s. 155-156; Mergınânî, age, c. I, s. 25, 27-28.
[158] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 51-52; Cezîrî, Fame, c. I, s. 153-157; Mergınânî, age, c. 1, s. 25.
[159] Gazâlî, age, c. 1, s. 19; Kasani, BS, c. I, s. 46-51; İbn Kudâme, age, c. I, s. 267.
[160] Kâsânî, BS, c, I, s. 51; Tahâvî, age, s. 20.
[161] Şehhate, Fıkhu'l-İbâdât, s. 58.
[162] Sabûnî, age, c. I, s. 541; Sâyis, Tefsîru Âyâti'l-Ahkam, c. II, s. 175.
[163] Gazâlî, age, c. I, s. 18; Kâsânî, BS, c. 1, s. 51-52; Mergınânî, aşe, c. I, s. 27.
[164] Şehhate, Fıkhu'l-İbâdât, s. 58-59.
[165] Kâsanî, BS, c. I, s..52; Ceziri, Fame, c. I. s. 157-162; Mergınânî, age, c. I, s. 25; Gazâlî, age, c. I, s. 11.
[166] Kâsânî, BS, c. I, s. 53-54; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 55; Mergınânî, age, c. I, s. 25-26; Tahâvî, age, s. 20.
[167] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 55.
[168] Ömer Nasuhi Bilmen, age, s. 99; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 54-55; Kâsânî, BS, c. I, s. 45; Mergınânî, age, c. I, s. 25; Sâyis, age, c. II, s. 113; Humeynî, age, s. 36-37.
[169] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 53-54; Sabünî, age, c. I, s. 542.
[170] Cezîrî, Fame, c. I, s. 163.
[171] Cezîrî, Fame, c. I, s. 164; Mergınânî, age, c. I, s. 26; Tahâvî, age, s. 20.
[172] Şafiî, Umm, c. I, s. 46-68; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 56-58; Kâsânî, BS, c. I, s. 52, 56-60; Cezîrî, Fame, c. I, s. 165.
[173] Cezîrî, Fame, c. I, s.164-165.
[174] Ömer Nasuhi Bilmen, age, s. 84; Cezîrî, Fame, c. I, s. 167.
[175] Kâsânî, BS, c. I, s. 13; Cezîrî, Fame, c. I, s. 167; Mergınânî, age, c. I, s. 30; Humeynî, age, s. 15 (1).
[176] Kâsânî, BS, c. I, s. 13; Cezîrî, Fame, c. I, s. 169-170; Mergınânî, age, c. I, s. 30; Humeynî, age, s. 16 (3-5).
[177] Kâsânî, BS, c. I, s. 14; Cezîrî, Fame, c. I, s. 170-171; Mcrgınânî, age, c. I, s. 30; Tahâvî, age, s. 21.
[178] Kâsânî, BS, c. I, s. 14; Cezîrî, Fame, c. I, s. 171; Humeynî, age, s. 16 (6-9).
[179] Kâsânî, BS, c. I, s. 14-15.
[180] Bilmen, age, s. 101; Kâsânî, BS, c. I, s. 50; Cezîrî, Fame, c. I, s. 166-167; Humeynî, age, s. 36 (m. 3).
[181] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 60-69.
[182] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 64; Kâsânî, BS, c. I, s. 60-61.
[183] Kâsânî, BS, c. I, s. 61; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 63.
[184] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 63; Kâsânî, BS, c. I, s. 62.
[185] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 62-63; Kâsânî, BS, c. I, s. 61.
[186] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 60; Kâsânî, BS, c. I, s. 62.
[187] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 61-62; Kâsânî, BS, c. I, s. 61, 63.
[188] Kâsânî, BS, c. I, s. 63-66; İbn Kudâme, age, c. I, s. 44.
[189] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 60; Kâsânî, BS, c. I, s. 66; c. IV, s. 115; Karaman, İslamın Işığında Günün Meseleleri, s. 346-348.
[190] Maide: 5/90.
[191] Kâsânî, BS, c. I, s. 66-71.
[192] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 64; Kâsânî, BS, c. I, s. 80-81.
[193] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 58-59.
[194] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 65; Kâsânî, BS, c. I, s. 85.
[195] Tahâvî, age, s. 16; Kâsânî, BS, c. I, s. 71-79; İbnu'l-Munzir, age, s. 41.
[196] Kâsânî, BS, c. I, s. 73-74.
[197] Kâsânî, BS, c. I, s. 79-83.
[198] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 65-66; Kâsânî, BS, c. I, s. 83.
[199] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 66-67.
[200] Kâsânî, BS, c. I, s. 84.
[201] Kâsânî, BS, c. I, s. 85.
[202] Kâsânî, BS, c. I, s. 86.
[203] Kâsânî, BS, c. I, s. 86-87.
[204] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 67-68; Kâsânî, BS, c. I, s. 87.
[205] Kâsânî, BS, c. I, s. 88-89.
[206] Nisa: 4/103.
[207] Serahsî, age, c. I, s. 141; Kâsânî, BS, c. I, s. 121-122; Hamidullah, İslâm Peygamberi, c. II, s. 53, 88.
[208] Nisa: 4/103.
[209] Taha: 20/130.
[210] İsra: 17/78.
[211] Hud: 11/114.
[212] Bakara: 2/238.
[213] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 76; Serahsî, age, c. I, s. 141; Kâsânî, BS, c. I, s. 122; İbn Kudâme, age, c. I, s. 395; Cezîrî, Fame, c. I, s. 185.
[214] Şafiî, Umm, c. I, s. 72; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 72; Tahâvî, age, s. 23; Serahsî, age, c. I, s. 142; Kâsânî, BS, c. I, s. 122; İbn Kudâme, age, c. I, s. 378; Cezîrî, Fame, c. I, s. 183.
[215] İbn Eüşd, BM, c. I, s. 73-74; Serahsî, age, c. I, s. 144; Kâsânî, BS, c. I, s. 123; Cezîrî, Fame, c. I, s. 183.
[216] Şafiî, Umm, c. I, s. 73-74; Nevevî, age, c. III, s. 33; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 74-75; Serahsî, age, c. I, s. 144; Kâsânî, BS, c. I, s. 123; Cezîrî, Fame, c. I, s. 184.
[217]İbn Rüşd, BM, c. I, s. 75-76; Serahsî, age, c. I, s. 145; Kâsânî, BS, c. I s. 124-Cezîrî, Fame, c. I, s. 184.
Tartışmalı olan ikindi ve yatsı namazlarının vakti konusunda, İbn Nucem, el-Vekâletu'l-Gaşşâ' fî Vakteyi'l-Asr ve'l-İşâ (Resailu İbn Nuceym, Beyrut 1980, s. 39-49) adında bir risale yazmıştır.
[218] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 160; Kâsânî, BS, c. I, s. 272; Cezîrî, Fame, c. I, s. 240; Mergınânî, age, c. I, s. 65.
[219] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 173; Kâsânî, BS, c. I, s. 276; Cezîrî, Fame, c. I, s. 245; Mergınânî, age, c. I, s. 85.
[220] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 275; Cezîrî, Fame, c. I, s. 656-658; Mergınânî, age, c. I, s. 141.
[221] Kâsânî, BS, c. I, s. 124-125, 126; İbn Kudâme., age, c. I, s. 388; Cezîrî, Fame, c. I, s. 185; Humeynî, age, s. 46 (m. 5).
[222] Şafiî, Umm, c. I, s. 75; İbn Kudâme, age, c. I, s. 394; İbn Riişd, BM, c. I, s. 76; Serahsî, age, c. I, s. 145; Kâsânî, BS, c. I, s. 124; Cezîrî, Fame, c. I, s. 185-187, 188.
[223] İbn Kudâme, age, c. I, s. 389-390; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 73; Serahsî, age, c. I, s. 146; Kâsânî, BS, c. I, s. 125, 126.
[224] İbn Kudâme, age, c. I, s. 391; Kâsânî, BS, c. I, s. 125; Cezîrî, Fame, c. I, s. 188.
[225] Serahsî, age, c. I, s. 147; Kâsânî, BS, c. I, s. 126; İbn Kudâme, age, c. I, s. 392; Cezîrî, Fame, c. I, s. 188.
[226] Kâsânî, age, c. I, s. 126; Cezîrî, Fame, c. I, s. 188.
[227]Cezîrî, Fame, c. I, s. 186. Şafiî Mezhebine göre, namaz vakitleri Me'murun Bih ve Menhiyyun Anh kavramları içinde sekiz kola ayrılır:
A. Me'murun Bih Vakitler:
a- İhtiyarî Vakit: Az önce ele alınan vakitler.
b- Fazilet Vakti: Daha önce açıklandığı gibi, vaktin ilk ânı fazilet vaktidir.
c- Cevaz Vakti: Aynen ihtiyarî vakit gibidir. Farklı olarak ikindide cevaz vakti güneşin sararmasına, yatsıda fecri kazibin doğuşuna, sabah namazında da kırmızılığa kadardır.
d- İdrak Vakti: Vaktin girmesiyle zarurî özrün başlaması arasındaki vakittir. Bu durumda namazın kılınması gerekir.
e- Özür Vakti: Yağmur veya yolculuk sebebiyle iki namazı aynı vakitte kılma halinde, bu vakit özür vakti olur.
f- Zaruret Vakti: Az sonra açıklanacaktır.
B. Menhiyyun Anh (Yasaklanmış) Vakitler:
g- Hürmet Vakti: Vaktin sonunda bu namazı kılacak kadar süre kalması, hürmet (haram) vakit adım alır.
h- Kerahatle Cevaz Vakti: Öğle namazı için sözkonusu olmayan bu vakit, ikindide güneşin sararmasıyla başlar, vaktin sona ermesine namazı kılacak kadarlık süre kalıncaya kadar devam eder; akşam namazında vaktin girmesinden az sonra başlayıp namazı kılacak süre kalınca sona erer; sabah namazında kırmızılıkta başlar, namazı kılacak kadar süre kalınca sona erer.
[228] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 77.
[229] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 77-78.
[230] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 77-78; Cezîrî, Fame, c. I, s. 183-184.
[231] A. y.
[232] İbn Kudâme, age, c. I, s. 376, 384; Cezîrî, Fame, c. I, s. 18.3, 184, 187.
[233] Cezîrî, Fame, c. I, s. 185.
[234] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 78-79.
[235] Cezîrî, Fame, c. I, s. 182.
[236] Şafiî, Umm, c. I, s. 147-149; Serahsî, age, c. I, s. 150-151; Tahâvî, age, s. 24; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 79-80; Cezîrî, Fame, c. I, s. 367-368.
[237] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 81; Serahsî, age, c. I, s. 150; İbn Kudâme, age, c. I, s. 107, 116-117, 121; Kâsânî, BS, s. 127; Cezîrî, Fame, c. I, s. 367-368.
[238] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 81; Kâsânî, BS, c. I, s. 295-297; Cezîrî, Fame, c. I, s. 368-371.
[239] Kâsânî, BS, c. I, s. 206.
[240] Kâsânî, BS, c. I, s. 296-297.
[241] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 174; Kâsânî, BS, c. I, s. 297; Cezîrî, Fame, c. I, s. 352; Mergınânî, age, c. I, s. 85.
[242] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 81.
[243] Cezîrî, Fame, c. I, s. 369, 371.
[244] Şafiî, Umm, c. I, s. 84; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 147; Tahâvî, age, s. 25; Serahsî, age, c. I, s. 128-129; İbn Kudârae, age, c. I, s. 403-107; Kâsânî, BS, c. I, s. 82-83; Cezîrî, Fame, c. I, s. 312.
[245] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 83.
[246] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 83-84; Kâsânî, BS, c. I, s. 146-147; İbn Kudâme, age, c. I, s. 421; Cezîrî, Fame, c. I, s. 313; Humeynî, age, s. 52 (1-3).
[247] Cum'a: 62/9.
[248] Maide: 5/58.
[249] Serahsî, age, c. I, s. 37; İbn Kudâme, age, c. I, s. 413-415; Cezîrî, Fame, c. 1, s. 314.
[250] Şafiî, Umm, c. I, s. 83; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 34; Kâsânî, BS, c. I, s. 154.
[251] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 85.
[252] Kâsânî, BS, c. I, s. 149-152; İbn Kudâme, age, c. I, s. 435-439; Cezîrî, Fame, c. I, s. 316-317.
[253] Gazâlî, age, c. I, s. 36; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 80; Serahsî, age, c. I, s. 129; Kâsânî, BS, c. I, s. 148.
[254] Cezîrî, Fame, c. I, s. 322-323.
[255] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 87; Serahsî, age, c. I, s. 132, 138.
[256] Cezîrî, Fame, c. I, s. 323.
[257] Şeybânî, el-Camiu's-Sağîr, s. 83; Kâsânî, BS, c. I, s. 148-149; Mavsılî, age, c. I, s. 43; Serahsî, age, c. I, s. 30; İbn Kudâme, age, c. I, s. 407-408.
[258] Cami ve cemaat konusunda bkz. aşağıda Bölüm 10.
[259] Buhâri, Teyemmüm, 7/1, no: 335; Müslim, Mesâcid, 5/3, no: 521.
[260] Buhâri, Salât, 8/52, no: 432; Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn, 6/29, no: 777; Ebu Davud, Salât, 2/205, no: 104; Tirmizi, Salât, 2/331, no: 451; Nesaî, 3/197; İbn Mace, Îkametu's-Salât, 5/186, no: 1377.
[261] Tirmizi, Salât, 2/258, no: 346. Ayrıca bkz. İbn Mâce, Mesâcid, 4/4, no: 746.
[262] Ahmed, Müsned, 5/86-100; Müslim, Hayd, 3/25, no: 360.
[263] Serahsî, Mebsût, c. I, s. 206; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 92; İbn Kudâme, Mugnî, c. I, s. 717; Seyyid Sabık, Fıkhus-Sünne, c. I, s. 214-215.
[264] Ebu Davud, Salât, 2/24, no: 492; Tirmizî, Salât, 2/236, no: 317.
[265] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 92; Seyyid Sabık, age, c. I, s. 215.
[266] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 92-93.
[267] Nisa: 4/182-183.
[268] Bakara: 2/183-184.
[269] Tevbe: 9/60.
[270] Ahmed, Mesâil, s. 117 (419), 119 (428) 429; Humeynî, Zubdetu'l-Ahkâm, s. 76; İbn Kudâme, Mugnî, c. II, s. 255-258; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 131; Kâsânî, BS, c. I, s. 93-94; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 80; Sâyis, Tefsiru Âyâtil-Ahkâm, c. II, s. 132-133; Sıddık Hasan Han, er-Ravdatu'n-Nediyye, c. I, s. 150-151; Serahsî, Mebsût, c. I, s. 235-236; Şevkânî, es-Sumûtu'z-Zehebiyye, s. 83 (1-3) ; Şeybânî, Asl, c. I, s. 247-248; Şeybânî, el-Câmiu's-Sağîr, s. 108-109. Yolculuk ve iki namazın birleştirilmesi konusu İbn Teymiye tarafından genişçe ele alınmıştır: el-Fark beyne's-Seferi't-Tavîl ve'l-Kasir, Mecmuatu'r-Resâil ve'1-Mesail, Beyrut 1983, c. I-III, s. 241-330, bkz. 302, 304-307, 311-317.
[271] Gönenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, s. 171, 173.
[272] Cezîrî, Fame, c. 1, s. 474; Mergınânî, age. c. I, s. 81; Serahsî, age, c. I, s. 236; Şevkânî, age, s. 84 Şuvkani, Neylu'l-Evtar, c. III, 8.239; Şcybûnî, Asl, c. I, s. 248; Şeybânî, age, s. 109.
[273] Cezirî, Fame, e. I, s. 474; Humeynî, age, s. 76-77; Kasanî, BS, c. I, s. 94; Mergınanî, age, c. I, s. 81.
[274] Ahmed, age, s. 118 (425); Cezîrî, Fame, e. I, s. 475; Humeynî, age, s. 81 (3); İbn Kudame, age, c. II, s. 261, 283; Ibn Rüşd, BM, c. I, s. 132; İbnu'l-Munzir, Kitabu'l-İcma, s. 46; Kâsânî, BS, c. I, s. 94; Mergınani, age, c. I, s. 81; Serahsî, age, c. I, s. 237-238; Şevkanî, age. s. 84.
[275] Ahmed, age, s. 117 (420); Cezîrî, Fame, c. I, s. 475; Gazâlî, Vecîz, c. I, s. 59; İbn Kudâme, age, c. II, s. 26.3; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 1.32; İbn Teymiye, age, c. I-III, s. 292-296, 298; Kâsâni, BS, c. I, s. 93; Mergınânî, age, c. I, s. 82; Sâyis, age, c. II, s. 132; Şafiî, Umm, c. I, s. 184-185.
[276] Cezîrî, Fame, c. I, s. 478; İbn Kudâme, age, c. II, s. 265.
[277] Cezîrî, Fame, c. I, s. 478-480; Humeynî, age, 79; Kâsânî, BS, c. I, s. 103-105; Mergınânî, age, c. I, s. 81; Serahsî, age, c. I, s. 252; c. II, s. 106-109; Şoybânî, Asl, c. I, s. 274-280.
[278] Ahmed, age, s. 117 (421), 118 (423), 119 (427).
[279] Ahmed b.Hanbel, age, s. 118 (424); Cezîrî, Fame, c. I, s. 478-479;. Humeynî, age, s. 79; İbn Kudâme;, age, c. II, s. 287-288; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 133; Kâsânî, BS, c. I, s. 97-103; Nevevî, Mecmu, c. IV, s. 242, 244; Serahsî, age, c. II, s. 106; Sıddık Hasan Han, age, c. I, s. 152; Şafiî, Umm, c. I, s. 186; Şevkânî, age, s. 84; Şeybânî, Asl, c. I, s. 270.
[280] Ahmed, Mesail, s. 119 (430), 120 (432); Ceziri, Fame, c. I. s. 471-473 Humeyni, age, s. 81 (1-2, 4-5); İbnu'l-Münzir, age, s. 46; İbn Kudame, age, c. II, s. İbn Rüşd, BM, c. I, s. 130; Kâsânî, BS, c. I, s. 91-93;Mergınani, Hidaye c. I, s. 80-81; Nevevî. Mecmu, c. IV, s. 212; Sâyis, Tefstru Ayati’l-Ahkam,c. II, s. 131, 133- Serahsî, age, c. I, s. 239; Şafiî, Umm, c. I, s. 179, 182, 210; c.VII, s. 248.
[281] Nisa: 4/101.
[282] İbn Teymiye, Memuatu'r-Resâil ve'l-Mesâil, c. I-III; s. 288.
[283] Cezîrî, Fame, c. I, s. 477-478; İbn Kudâme, age, c. II, s. 284-287; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 149; Kâsânî, BS, c. I, s. 93, 101-102; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 81; Serahsî, age, c. I, s. 243, 246-248; c. II, s. 103-105, 109; Şafiî, Umm, c. I, s. 161; Şeybanî, age, s. 85; Şeybânî, Asl, c. I, s. 267.
[284] Ahmed, Mesâil, s. 118 (422); İbn Kudâme, age, c. II, s. 282; İbnül-Münzir, Kitabu'l-İcma, s. 47; Kâsânî, BS, c. I, s. 247; Mergınânî, Hidâye, c I, s. 82; Nevevî, Mecmu, c. IV, s. 249; Şafiî, Umm, c. I, g. 182.
[285] Hamidullah, İslam'a Giriş, s. 341-342; Hamidullah, İslam Peygamberi, c. II, S-97-38.
[286] Bilmen, Büyük İslım İlmihali, s. 111-112; Şafiî, Umm, c. I, s. 223; Cezîrî, Fame, c. I, s. 205-206; Serahsî, age, c. I, s. 250-251; Şeybânî, Asl, c. I, s. 272-273.
[287] Halebî, el-Halebiyyu's-Sagir, s. 133-134; Kâsânî, BS, c. I, s. 108-109.
[288] Cezîrî, Fame, c. I, a. 372-374; Halebî, el-Halebiyyu's-Sağır s. 133-134; Halebî, el-Halebiyyu'l-Kebîr, s. 272-274; İbn Abidin, Raddu'l-Muhtar, c. I, s. 731-735; İbn Kudâme, age, c. I, s. 134-436; Şeybanî, Asl, c. I, s. 271-272.
[289] Cezîrî, Fame, c. I, s. 205-206; Halebî, el-Halebiyyu's-Sagîr, s. 133-134; Kâsânî, BS, c. I, s. 108-110;. Nevevî, Mecmu, c. III, s. 224; Serahsî, age, c. II, s. 2-3; Şafiî, Umm, c. İ, s. 80 ; Şeybânî Asl, c. I, s. 280-284.
[290] Cezîrî, Fame, c. I, s. 205-206.
[291] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 140; Şeybânî, Asl, c. I, s. 201-212, Serahsî, Mebsût, c. I, s. 212-213, 215-216, 218; Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 122-123, l72-173l; Kâsânî, BS, c. I, s. 105-108; Şafiî, Umm, c. I, s. 80-82; Ahmed, Mesâil, s. 105-106 (375-377); İbn Kudâme, Mugnî, c. II, s. 143-150; Cezîrî, Fame, c. I, s. 497-500; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 77-78.
[292] Ali İmran: 3/191.
[293] Bilmen, age, s. 123; Kâsânî, BS. c. I, s. 107, 246; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 77; İbn Kudâme, age, c. II, s. 148; Hamidullah, İslam'a Giriş, s. 305; Sıddık Hasen Han, er-Ravdatu'n-Nediyye, c. I, s, 111.
[294]İbn Rüşd, BM, c. I, s. 137; Şafiî, Umm, c. I, s. 218-224; Serahsî, Mebsüt, c. II, s.
45; Kâsânî, BS, c. I, s. 242; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 89; Mavsılî, İhtiyar, c. I, s. 88-89; İbn Kudâme, Mugnî, c. II, s. 400.
[295] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 138-140. Ayrıca bkz. Şafiî, Umm, c. I, s. 210-214; c. VII, s.141; İbn Kudâme, Mugnî, c. II, s. 402-405; Kâsânî, BS, c. I, s. 243; Sıddık Hasan Han, er-Ravdatu'n-Nediyyer c. I, s. 147-149; Sabık, Fıkhu's-Sünne, c. I, s. 235-237.
[296] Şeybânî, Asl, c. I, s. 350-354 ; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 139; Serahsî, age, c. II, s. 46-47; Kâsânî, BS, c. I, s. 243; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 89; Mavsılî, age, c. I, s. 89.
[297] Seybani, Asl, c. 357-358: Ahmed, Mesâil, s. 133 (491); Şeybânî, Asl, c. I, s.354-359; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 140; Kâsânî, BS, c. I, s. 245; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 89; Mavsılî, İhtiyar, c. I, s. 89.
[298] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 138; Ahmed, Mesâil, s. 132-133 (490-491).
[299] Ahmed, Mesâil, s. 133 (491); Kâsânî, BS, c. I, s. 245.
[300] Serahsi, age, c. II, s. 46; Kâsânî, BS, c. I, s. 243; İbn Kudâme, age, c. II, s. 406.
[301] Şafii, Umm, c. I, s. 223-224; Serahsî, age, c. II, s. 48-49; Kâsânî, BS, c. I, s. 244--245; Mavsılî, age, c. I, s. 89; İbn Kudâme, age, c. II, s. 401.
[302] Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 235-236; Kâsânî, BS, c. I, s. 220-224; Cezîrî, Fame, c. I, s. 444-446; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 59-61.
[303] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 122; Kâsânî, BS, c. I, s. 22.
[304] Mergınânî, Hidâye, c. I, s, 61.
[305] İbn Rüşd, BM, c. I, s. 141; Kâsânî, BS, c. I, s. 220; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 59.
[306] Kâsânî, BS, c. I, s. 223.
[307] Kâsânî, BS, c. I, s. 220-223.
[308] Kâsânî, BS, c. I, s. 224; Mergınânî, Hidâye, c. I, s. 59.